Cumartesi, 06 Şubat 2021 20:18

NESH

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

NESH


- 207 -
Kavram no138
Kitap 8
Bk. Kur’an; Tefsir-Te’vil; Din;
Hüküm-Hâkimiyet; Tevrat; İncil; Tahrif
NESH


• Nesh; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’an-ı Kerim’de Nesh Kavramı
• Nesh Konusunda İhtilâflar (Kur’an Hükümleri Arasında Nesh Var mıdır?)
• Kur’an Âyetleri Arasında Neshin Varlığını Savunanların Delilleri
• Kur’an Âyetleri Arasında Neshin Olmadığıyla İlgili Deliller
• Nesh Anlayışının Ortaya Çıkışı
• Kur’an Hükümleri Ebediyyen Geçerlidir
• Nesh, Eski Şeriatlerin Kur’an Âyetleri Tarafından Geçersiz Kılınmasıdır
“Biz, bir âyeti nesh eder (yürürlükten kaldırır) veya onu unutturursak (ertelersek), mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki, Allah her şeye kadirdir.” 923
Nesh; Anlam ve Mâhiyeti
Nesh; lügatta bir şeyi iptal etmek ve onun yerine başka bir şeyi getirmek, yok etmek, nakletmek, kaldırmak, hükümsüz kılmak, istinsah etmek, yazdırmak, değiştirmek gibi anlamlara gelir. Istılahta ise, şer’î bir delil ile sâbit şer’î bir hükmün daha sonra gelen yeni şer’î bir delille kaldırılması, ilgâsı, değiştirilmesidir. Bu şekilde kendinden önceki hükmü kaldıran delile “nâsih”, hükmü kaldırılan delile de “mensûh” denilir. Mensuh olan hükümle amel edilmez.
Klâsik görüşte nesh, genel olarak bu şekilde anlaşılmakla birlikte, bazı âlimler, bu kavramı başka anlamlarda kullanmışlardır. Meselâ, İbn Mes’ud’a göre müteşâbih âyetler mensûh, muhkem âyetler nâsih olarak isimlendirilmiştir. Zerkeşî ise, Kur’an’ın Levh-i Mahfuz’dan indirilişini nesh olarak tanımlamıştır. İbn Hazm ise, beyan ve istisnânın nesh olduğu konusunda ısrar etmiştir. Kendisine Tercümanü’l-Kur’an denilen İbn Abbas, “muhkem” ve “müteşâbih”i nesh saydığı gibi, bazı rivâyetlerde “istisnâ”yı bile nesh saymıştır. Şâtıbî’nin Muvâfakat’ında belirttiği gibi, İbn Abbas, içinde istisnâ edatı bulunan birçok âyete mensûh demiştir. İbn Mes’ud’a göre de, müteşâbih âyetler mensûh; muhkem âyetler nâsih olarak isimlendirilmiştir. Hz. Âişe ve Abdullah bin Zübeyr’in nesh anlayışları da bunun gibidir. Zerkeşî ise Kur’an’ın Levh-i Mahfuz’dan indirilişini nesh olarak tanımlamıştır. İbn Hazm, beyan ve istisnânın nesh olduğu konusunda ısrar etmiştir. Yani, klâsik anlayıştaki nesh kavramı üzerinde bile tam bir ittifak yoktur. Neshin câiz olup olmadığı ve vukuu konusunda İslâm âlimleri arasında değişik görüşler vardır.
923] 2/Bakara, 106
- 208 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Nesh Konusunun Önemi: Nesh, Kur’ânî hükümlerin hayata geçirilme çabası ile -aynı zamanda akîde ile- ilgili bir meseledir. Ve Kur’an’ın hükümlerini yaşama azmi taşıyan herkesin bu konu ile yüzyüze gelmesi kaçınılmazdır. Genelde, Kur’an’da bir âyetin hükmünü diğer bir âyetin iptal etmesi şeklinde yaygın kabul gören “nesh” anlayışının gerek tanımında, gerekse kapsamı hususunda âlimlerin ittifak sağlayamamış olmaları ve yine konunun Kur’an’ın “ebediyete kadar hükmü geçerli” olma özelliği ile çelişiyor olması, meselenin önemini ve doğru tahlilini zorunlu kılmaktadır.
Kur’an’ın çelişkisizliği açısından akîdevî bir boyut taşımakta ve şer’î hükümlerin sürekliliği bakımından hayatî öneme hâiz bulunmaktadır. Nesh konusunda Somali’deki hükümetin 1970’lerdeki uygulaması, ibret vericidir. Somali’deki tâğutî iktidar, geleneksel tefsir usûlünün yargılarından kalkarak Kur’an’ın bazı âyetlerinin nesh edildiğini iddia etmiş ve geleneksel ulemânın bu iddiasına dayanarak, Kur’an’ın bazı muhkem âyetleriyle çelişen kanunlar çıkartmıştır. Bu iddialara karşı çıkan bazı müslümanlar ise idam edilmiştir. Bu olay karşısında Kahire Ezher Üniversitesine bağlı İslâmî İlimler Araştırmalar Akademisi, Şubat 1975’te bir toplantı düzenleyip idamları kınamış ve konuyu tartışmıştır. 924
Kur’an-ı Kerim’de Nesh Kavramı
Kur’an’da “nesh” kelimesi ve türevleri 4 âyette geçer. Bu âyetler: 2/Bakara, 106, 7/A’râf, 154, 22/Hacc, 52 ve 45/Câsiye, 29 âyetleridir. “Nesh” kelimesi geçmemesine rağmen, neshten bahsettiği kabul edilen bir başka âyet de, 16/Nahl, 101 âyetidir. Kur’an’ın hiçbir yerinde “şu âyet veya âyetler neshedilmiştir” diye açık veya işaretle anlatılan bir ifade yoktur.
“Biz, bir âyeti nesh eder (yürürlükten kaldırır) veya onu unutturursak (ertelersek), mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki, Allah her şeye kadirdir.” 925
“Mûsâ’nın öfkesi dinince, levhaları aldı. Onlardaki yazıda (nüshada) Rablerinden korkanlar için hidâyet ve rahmet vardır.” 926
“(Ey Muhammed!) Biz, senden önce hiçbir rasûl ve nebî göndermedik ki, o, bir temennide bulunduğunda, şeytan onun dileğine ille de (beşerî arzular) katmaya kalkışmasın. Ne var ki Allah, şeytanın katacağı şeyi iptal (nesh) eder. Sonra Allah, kendi âyetlerini (peygamberlerin kalbinde ve zihninde) sağlam olarak yerleştirir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” 927
“Bu bizim kitabımızdır; sizin hakkınızda gerçeği söylüyor. Çünkü Biz, yaptıklarınızı kaydediyorduk (istinsah ediyorduk)." 928
“Allah neyi indireceğini çok iyi bildiği halde, Biz bir âyeti başka bir âyetin yerine değiştirdiğimiz (tebdîl ettiğimiz) zaman, ‘sen ancak bir iftirâcısın’ derler. Hayır, onların çoğu bilmezler.” 929
924] Ezher Dergisi, 48/3; s. 265-268, Mısır, 1975
925] 2/Bakara, 106
926] 7/A’râf, 154
927] 22/Hacc, 52
928] 45/Câsiye, 29
929] 16/Nahl, 101
NESH
- 209 -
Nesh Konusunda İhtilâflar (Kur’an Hükümleri Arasında Nesh Var mıdır?)
1- Nesh konusunda başlıca üç mesele ortaya çıkmaktadır:
2- Prensip olarak nesh keyfiyeti, aklen câiz midir?
3- Câiz ise, herhangi bir şekilde vuku bulmuş mudur?
4- Kur’ân-ı Kerim âyetleri arasında nesh var mıdır?
İlk iki madde konusunda İslâm âlimleri arasında pek tartışma olmamış; esas ihtilâf, Kur’an’ın ahkâmla ilgili bazı âyetlerinin, başka bir âyet veya hadisle nesh edilmesi konusunda ortaya çıkmıştır.
Neshin Aklen Câiz Olması ve Eski Şeriatlerde Vuku Bulması: Neshin aklen câiz olmasıyla ilgili günlük hayatımızdan bazı misaller verilir. Doktorun hastalarını tedâvi ederken uyguladığı prensipler, annesinin çocuğunu büyütürken tatbik ettiği büyütme usûlleri, öğretmenin öğrencilerini eğitirken basitten zora doğru bir yöntem uygulaması ileri sürülen aklî deliller arasında yer almaktadır.
İlk peygamber Hz. Âdem ile son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.) arasında görev yapan her peygamberin tebliğ ettiği iman esaslarının bir olduğu bilinmektedir.930 Her peygamber inanç konusunda aynı hakikatleri insanlığa iletmiştir. Bu temel meselede nesh mümkün değildir. Diğer taraftan iman esasları aynı kalmakla beraber; her peygambere gelen emirler arasında birtakım farklılıklar olduğu bilinir. Tevrat, İncil ve Kur’an arasında da bunu görmek mümkündür. Meselâ, Tevrat’ta Hz. Âdem’in çocukları hakkında birbirleriyle evlenmesi câiz görülmüşken, sonradan bu neshedilmiştir. Yine yahûdiler için cumartesi günleri iş yapmak yasaklanmışken, İncil’de böyle bir yasak mevcut değildir. İşte bu gibi örnekler neshin pratik olarak şeriatler arasında vuku bulduğunu göstermektedir. Son olarak Kur’ân-ı Kerim gönderilir. Kur’an, kendinden önceki kitap ve şeriatlerdeki hüküm ve âyetleri neshetmiştir. Kur’an’ın ehl-i kitabın elindekileri tasdik edici olarak geldiğini söylemesi931 bu tesbitle çelişmez. Çünkü genel esaslar bakımından peygamberlerin tümünün mesajı aynıdır. Bunlarda nesh sözkonusu olmaz. Nesh, muâmele ve pratik yaşayışta olur. Bu anlamda her peygamber yeni hükümler getirmiştir. Kur’an’ın kendinden öncekileri tasdik ediciliği genel ve temel hükümler bakımındandır; muâmelât sözkonusu olduğunda Kur’an, kendinden önceki bütün hükümleri neshetmiştir. Bunun aksini söylemek, “Kur’an olsa da olurdu, olmasa da” şeklinde bir sonuca götürür ki, bu, Kur’an’ın gereksizliğini ilân etmektir.
Kur’an’ın gelmesiyle önceki ilâhî kitapların yürürlükten kalkmış olması, tabiî olmaktadır. Zira Yüce Allah; “Muhammed, Allah’ın rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilir.”932 buyurur. Dolayısıyla Kur’an’ın diğer kitapları nesh ettiğinde müslümanların ittifakı vardır. Bu anlamdaki neshi kabul etmeyenlerin başında yahûdiler gelir. Onlar, kendi kitaplarının geçerliliğini ileri sürerler. Nesh konusundaki en önemli iki âyet,933 âyetlerin siyak ve sibakları ile (önceleri ve
930] 16/Nahl, 36; 21/Enbiyâ, 25 vb.
931] Bk. 2/Bakara, 41, 91, 97; 4/Nisâ, 47; 5/Mâide, 48
932] 33/Ahzab, 40
933] 2/Bakara, 106 ve 16/Nahl, 101
- 210 -
KUR’AN KAVRAMLARI
sonralarıyla) değerlendirildiğinde, yahûdilerin bu itirazlarına cevap mâhiyetinde ve bu anlamda (eski din ve şeriatlerin neshedildiği şeklinde) neshin vuku bulduğu anlaşılır.
Yüce Allah, insanlara önce iman esaslarını emir buyurmuş, daha sonra tedrîcî emirler göndermiştir. Kur’an’ın 23 sene gibi bir zamanda gönderilmesi, insanlığın kabulünü daha da kolaylaştırmış olmaktadır. Kötülükleri yavaş yavaş kaldırması, birden haram kılmayışı, İslâm’ın uygulanabilirliğini kolaylaştırdığı gibi, iman edenlerin bağlılığını artırmıştır. Bunlar, Allah’ın, kullarına olan rahmetinin neticesi olmaktadır.
Hz. Muhammed’in (s.a.s.) son peygamber olması, getirdiği dinin/şeriatin en üstün oluşu, bütün insanlığı İslâmî emirlerden sorumlu kılmaktadır. İslâm’ın herkesi kapsadığı açık şekilde bilinmektedir. Bu durumda diğer dinlerin tamamı nesh edilmiş olmaktadır. Nesh, aklen mümkün olmamış olsaydı, sözkonusu ilâhî dinlerin de yürürlükte olması gerekirdi. Bunun sonucu Hz. Muhammed’in (s.a.s.) risâleti, belirli bir kavme münhasır olurdu ki, bu, İslâm’ın bünyesine ters düşmektedir. Oysa Allah; “Allah indinde tek din İslâm’dır.”934 buyurmakta, ancak İslâm’dan râzı olacağını 935 ifade etmektedir.
Kur’an âyetleri arasında neshin olup olmadığı konusuna gelince; Kur’an’da neshi kabul etmeyenler olduğu gibi; Kur’an’ın yüzlerce âyetinin mensûh olduğu, hükmünün uygulanamayacağını ileri sürenler de olmuştur. Hatta sadece “seyf (kılıç) âyeti”yle,936 üç yüz âyetin neshedildiğini savunanlar olmuştur. Klâsik eski İslâm müfessirlerinin cumhûru (çoğunluğu) Kur’an âyetleri arasında neshin vuku bulduğunu kabul ederler. Fakat, özellikle sahâbe ve tâbiîn âlimlerinin nesh konusundaki tanımları, yer yer farklı olduğu için, Kur’an’da nesh olduğunu söyleyen mütekaddimîn ulemâ, bununla Kur’an’da istisnâ, tahsis ve müteşâbihin mevcûdiyetini kasdetmiş olabilirler. (İstisnâ, bir kısım âyetlerin hükmünü “illâ” gibi bir edatla hâriç bırakma demektir. Tahsis ise, âmm (genel) olan bir sözü, içine aldığı fertlerden bazılarına hasretmektir. “Namaz her müslümana farzdır, fakat bâliğ olmayanlara farz değildir” denilince, yalnız ergenlik çağına gelenlere farz olduğu anlaşılır. Müteşâbih de, lafzı ve mânâsı anlaşılamayan, anlamı çeşitli ihtimaller taşıyan, akıl ve mantık bakımından açıklanması güç olan âyetler anlamında kullanılır.) Ayrıca, hadis-i şerifin veya genel olarak sünnetin âyeti neshetmesi konusunda, müctehid ve âlimler arasında ihtilâflar bilinmektedir.
Eski âlim ve müfessirlerden, Ebû Müslim el-İsfahanî, Kur’an’da neshin olmadığını kesin bir şekilde savunmuştur. Bazı âlimler, Fahreddin Râzi’nin de -çok belirgin bir şekilde ifade etmemiş olsa da- nesih konusundaki üslûbundan dolayı, Kur’an’da neshi aslında kabul etmiyor değerlendirmesini yapmışlardır. Son devir Kur’an araştırmacıları, müfessir ve âlimlerinden ise Kur’an’da neshin varlığını kabul etmeyenler hayli çoktur. Muhammed Gazâli şöyle der: “Karşılaştığım, dinlediğim veya kitaplarını okuduğum bütün çağdaş âlimlerin nesh konusundaki görüşü, neshi Kur’an’da bulunan bazı âyetlerin iptali olarak algılayan müteahhir müfessirlerin görüşünden farklıdır.”937 Muhammed Ebû Zehra, Muhammed
934] 3/Âl-i İmrân, 19
935] 5/Mâide, 3
936] 9/Tevbe, 5
937] M. Gazâlî, Kur’an’ı Anlamada Yöntem, s. 107
NESH
- 211 -
Esed, Muhammed Draz, Muhammed el-Behiy, Muhammed Gazâli, İzzet Derveze, Seyyid Ahmed Han, Muhammed el-Hudarî, Eslem Cayrapûrî, Reşid Rıza, Mustafa İslâmoğlu, M. Sait Şimşek, Süleyman Ateş, Ömer Rıza Doğrul, Ali Ünal, Abdullah Yıldız, Şemseddin Özdemir, Arif Özel, Necmettin Şahinler... gibi bu konuyla ilgili araştırma yapan, eser yazan niceleri klasik anlayışın yanlışlığını vurgulamış, kesin bir dille Kur’an’da, bir hükmün diğer bir hükümle neshinin olmadığı görüşünü savunmuşlardır.
Bunlardan Süleyman Ateş ve Mustafa İslâmoğlu, Kur’an’da neshin sadece Peygamber’in unuttuğu, Allah tarafından unutturulan ve o yüzden Kur’an’a geçmeyen vahiyle sınırlı olduğunu kabul etmişler, bunun dışında, Kur’an’daki hiçbir âyetin hükmünün neshini kabul etmemişlerdir. Diğer ismi geçen isimler ise böyle bir unutma ile de olsa, Kur’an’da neshin gerçekleşmediği görüşündedirler denebilir. İsimleri çoğaltılabilecek bu araştırmacı ve âlimlere göre, nesh, eski şeriatlerin hükümlerinin Kur’an’la nesh edilmesi şeklinde gerçekleşmiştir.
Klasik Usûl-i Fıkıh ve Tefsir Usûlünde nesih meselesi ayrıntılarıyla incelenir ve şu sınıflama yapılır:
Hem lafız (söz, metin) ve hem hüküm bakımından neshedilip kaldırılan, ilgâ edilen âyetler. Bunların hükmü kalmamış, Kur’an’a lafızları da geçmemiştir. (Bu konu hakkında münâkaşa yoktur.)
b- Lafızları (sözleri, metinleri) Kur’an’da olduğu halde hükümleri nesh edilmiş, geçersiz kılınmış âyetler olduğu (Esas tartışma, bunlar hakkındadır).
c- Lafızları (sözleri) Kur’an’dan silinmiş, Kur’an’da lafızları olmayan fakat hükümleri bâki ve geçerli olan Kur’an dışında âyetlerin olduğu. Buna Hz. Ömer’e atfedilen recm âyeti denilen bir rivâyetle örnek verilir. Arapça dil kullanılışı yönüyle bile hatalı ve farklı kelimelerle rivâyet edilen bu ifadenin âyet olduğu, ama Kur’an’a geçmediği (Bu konu da tartışmalıdır).
Neshin şartları: Usûl kitaplarında, neshin şartlarıyla ilgili bazı bilgiler yer alır. Bu şartları taşımayan âyetlerin nesh edilemeyeceği kabul edilir. Bu şartları şöyle sıralayabiliriz:
a- Neshedilen hüküm, şer’î bir hüküm olmalı, mensûh âyetin ebedî olduğuna dair bir ifade bulunmamalıdır. (Cihad hükmünün nesh edilemeyeceği, kıyamete kadar bâki olduğu örnek verilir.)
b- Nâsih-mensûh arasında zaman bakımından fark olmalıdır. İkisi de aynı anda gelirse nesh olmaz. İki emrin bir arada kullanılması mümkün olmadığı zaman, tarih yoluyla âyetlerin nüzûlü tesbit edilir. Tarih itibarıyla daha sonra gelen emir nâsih olarak kabul edilir.
c- Her iki nass arasında neshi gerektirecek bir zıtlığın bulunması gerekmektedir. Nasslar arasında neshe konu olabilecek zıtlık yoksa nesh mümkün görülmez. Diğer taraftan nâsihin de şer’î bir delil olması gerekmektedir.
d- Neshe konu olan hüküm, iyi ve kötü olduğuna dair, akıl erbâbının üzerinde ittifak ettiği şeylerden olmamalıdır. Ana-babaya iyilik, zulüm ve ahlâksızlık gibi hükümlerin neshi sözkonusu değildir.
- 212 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kur’an Âyetleri Arasında Neshin Varlığını Savunanların Delilleri
Allah, kullarını çok sevmektedir. Herhangi bir hükmü geçici olarak onlara emreder, onları eğittikten sonra fıtratlarına ve bulundukları ortama uygun diğer yeni bir hükmü emretmesi maslahata aykırı değildir. Kaldırılan hükmün tilâvet edilmesi de onlara önceki durumlarını hatırlatması açısından yarardan hâlî değildir. Allah’ın bazı âyetleri kaldırıp yerine başkasını koyması, hikmetinin gereği kabul edilmekte, bu durum zâtının yüceliği ve kullarına olan merhametinin sonsuzluğunu ifade ettiği belirtilmektedir. Neshin Kur’an’da varlığını savunanlar, Kur’an’dan şu âyetleri delil getirirler:
“Biz bir âyeti başka bir âyetin yerine değiştirdiğimiz (tebdîl ettiğimiz) zaman, ‘sen ancak bir iftirâcısın’ derler.”938; “Biz, bir âyeti nesh eder (yürürlükten kaldırır) veya onu unutturursak (ertelersek), mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz.”939; “Allah istediğini silip iptal eder, dilediğini de sâbit bırakır, ana kitap (bütün kitapların aslı) O’nun yanındadır.” 940
İmam Şâfiî’nin kabul etmemesine karşılık, Kur’an’da neshin varlığını kabul edenlerin hemen hepsi, sünnetin/hadisin de âyeti nesh edebileceğini kabul ederler. 24/Nûr sûresinde yer alan zina edenlere yüzer değnek vurulması emri, Hz. Peygamber’in hadisinde (ki, bazıları bunu lafzı neshedilmiş ama hükmü bâki kalmış âyet kabul eder) ve sünnetinde yer alan “recm” cezâsıyla nesh edildiği değerlendirilir.
Kur’an Âyetleri Arasında Neshin Olmadığıyla İlgili Deliller
Kur’an âyetleri arasında nesih yoktur diyenlerin delilleri, şu maddelerle özetlenebilir:
1- Nesh, Kur’ân-ı Kerim’de bilfiil vaki olmamıştır.
2- Mensûh âyetlerden maksat, Tevrat ve İncil’deki, yani eski şeriatlerdeki hükümlerdir.
3- Neshi kabul edenler, mensûh âyetin önce, nâsihin ise sonradan nâzil olduğuna dair çok defa kesin bir delile sahip değillerdir.
4- Kur’ân-ı Kerim’de şu veya bu âyetin, şu veya bu âyeti nesh ettiğine dair bir ifade yoktur. Şüphesiz ki Allah, kitabının hangi âyetinin geçerli, hangisinin geçersiz olduğunu kullarının ictihadına bırakmamıştır. O’nun kitabının tümü, “Âyetleri sağlamlaştırılmış, sonra da güzelce açıklanmıştır.”941 O’nun kitabı, içinde hiçbir tenâkuz ve eğrilik,942 şüphe olmayan 943 ve içine bâtılın karışmadığı,944 eşsiz945 bir kitaptır.
5- Şu veya bu âyetin, şu veya bu âyet ile neshedildiğini açık ve kesin bir şekilde
938] 16/Nahl, 101
939] 2/Bakara, 106
940] 13/Ra’d, 39
941] 11/Hûd, 1
942] 18/Kehf, 1
943] 2/Bakara, 2
944] 41/Fussılet, 42
945] 41/Fussılet, 41
NESH
- 213 -
ifade eden Hz. Peygamber’den rivâyet edilen sahih hiçbir hadis-i şerif yoktur.
6- Nâsih ve mensuh âyetlerin sayıları hakkında bile ittifak hâsıl olmuş değildir.
7- Neshi kabul edenler, bir taraftan neshin ancak emir veya nehiylere ait hükümlerle sınırlı olduğunu iddia ederlerken; diğer taraftan “ahbâr”a (haberler) ait lafızların bile nesh olduğunu kabul etmektedirler. Meselâ “Ademoğlunda mal dolu iki vâdi de olsa...”
8- Âhad rivâyetle Kur’ân-ı Kerim’im âyetleri isbat olunamadığı gibi, inkâr da olunamaz. Bu sebepten, bazı âyetlerin vahiy olarak Peygamber’e indiği halde, Kur’an’a yazılmadığı veya Kur’an’da olduğu halde hükmünün geçersiz olduğuna dair rivâyet ve görüşler, Kur’an’ın korunmuşluğuna, eksiklik ve fazlalıktan uzak olma inancına aykırıdır.
9- Bu nesh anlayışı, Kur’an’ın ebediyete kadar hükmünün geçerli olma özelliği ile çelişmektedir.
10- Hz. Peygamber, kendisine nâzil olan Kur’ân-ı Kerim’i halka tebliğ etmiş, kâtiplere yazdırmış, diğer bazı sahâbiler de kendileri için bu mukaddes metni çoğaltmış, birçoğu da ezberlemiş bulunuyordu. Kurân-ı Kerim metinleri namazlarda, hutbelerde ve diğer durumlarda Hz. Peygamber tarafından pek çok defa tekrarlanmış olduğu gibi, esasen daha hayatta bulunduğu sıralarda bütün sûrelerin hangi âyetlerden teşekkül ettiği de tesbit edilmiş bulunuyordu. Hz. Peygamber’in vefatından sonra da Kur’an metinleri bir araya toplanmıştı. Hz. Osman döneminde elimizdeki şekilde yazılıp çoğaltıldı, muhtelif bölgelere gönderildi. Bu mushaflar, Hz. Peygamber tarafından tebliğ edilen Kur’an’ın aynısıdır. Bu konuda en küçük bir ihtilâf, tartışma sözkonusu değildir. İçinde mensûh ve nâsih âyetlerin mevcut olduğunu isbat etmek için, ileri sürülen delillerden çok daha kuvvetli deliller getirmek icap eder.
Şimdi, bu konuları biraz daha açalım; Kur’an bünyesinde neshin varlığını savunanların delil olarak getirdikleri âyetleri inceleyelim:
“Allah neyi indireceğini çok iyi bildiği halde, Biz bir âyeti başka bir âyetin yerine değiştirdiğimiz (tebdîl ettiğimiz) zaman, ‘sen ancak bir iftirâcısın’ derler. Hayır, onların çoğu bilmezler.”946 Bu âyet hakkında ilk dikkate alınacak husus, âyetin Mekkî oluşudur. Emir ve nehiy bildiren âyetler ise genellikle Medenîdir. Dolayısıyla bunların yer değiştirmesi (neshi) sözkonusu olamaz. Nesh meselesini Kur’an’a dayandırmak isteyenlerin bu âyeti delil getirmeleri bu yüzden geçerli değildir. Nitekim bu âyetler, İslâm’dan önce gönderilen şeriatlerin neshinden ve İslâm’ın onların yerine gelmesinden bahsetmektedir. Âyetin indiği sıralarda yahûdi ve hıristiyanlar kendi dönemlerinin ve büyük oranda tahrif edilmiş bulunan dinlerinin son bulmasını kabullenemedikleri için Hz. Peygamber’e karşı çıkıyorlar ve çeşitli ithamlarda bulunuyorlardı. Yine bütün bunlarla ilgili olarak, bu âyet, onların şeriatlerinin yerine artık Hz. Muhammed’in şeriatinin geldiğini ve onun geçerli olduğunu bildirmiştir.
Burada dikkat edilmesi gereken bir husus da “âyet” kelimesinin kullanılmasıdır. Âyet kelimesi, Kur’an'da tekil sigayla kullanıldığında “delâlet, hüccet, mûcize, işâret ve geçmiş risâletler” anlamı kastedilir. Bu âyette de bu kelime,
946] 16/Nahl, 101
- 214 -
KUR’AN KAVRAMLARI
geçmiş risâletler anlamında kullanılmıştır. Nitekim İbn Abbas’ın talebesi müfessir Mücâhid, buradaki âyetin “şeriat” anlamında olduğunu söyler. Buradan da âyetteki değiştirmenin/neshin önceki risâletlere işaret ettiğini rahatlıkla anlayabiliriz. Dolayısıyla bu âyet, Kur’an’daki âyetlerin birbirini iptal etmesi anlamında neshe delil olamaz. Kur’an’da neshin varlığını kabul edenler, burada geçen “âyet” kelimesini Kur’an âyeti mânâsında anlayarak hataya düşmüşlerdir. Hâlbuki Kur’an dilinde âyet, sadece Kur’an’ın belirli parçaları değil; varlık ve oluştaki her şey anlamındadır. Allah’ın varlığının ve söylediklerinin ispatı olan her şey için “âyet” lafzı kullanılır. Kur’an’a göre Allah’ın yarattığı her şeyde, bitkilerde, insanda, eski kavimlerin başlarına gelenlerde, gece ile gündüzde “âyet”ler vardır. “Ayet” kelimesinin çoğulu olan “âyât”, Kur’an’da, mûcize, belge, delil, işaret, Kur’an âyetleri mânâlarında kullanıldığı halde; bu kelimenin tekili olan âyet kelimesi, Kur’an’ın hiçbir yerinde Kur’an âyeti mânâsında kullanılmamıştır. Âyetteki nesh/değiştirme ve daha iyisini getirmenin, kâinattaki sürekli oluşun Kur’an diliyle bir ifadesi olduğu anlaşılır. Nesh, sürekli yaratış ve oluşun, tekâmül seyri boyunca her an bir öncekinden daha iyiyi ortaya koymasını da ifade eder.
Bu âyet-i kerîmeye dikkat edersek, Peygamberimiz'in burada hasımları tarafından iftirâcı olarak itham olunduğunu görürüz ve hasımlarının onu bu tarzda itham etmelerinin sebebi, Kur’an’dan şu veya bu âyetin nesholunmuş olması değildi. Söylediği sözün ilâhî vahy olduğunu bildirmesi idi. Hasımların buna karşı iddiâlarını da biliyoruz. Bunlar aynı sûrenin 103. âyetinden anlaşıldığına göre şu sözleri söylüyorlardı: “Muhammed'e bütün bunları öğreten bir beşerdir.”947 Hz. Peygamber, Kur’ân-ı Kerim’i bildiriyor ve bunun Allah tarafından vahyolunduğunu söylüyordu. Hasımları ise bunu kabul etmiyor, bunun uydurma bir şey olduğunu, Peygamber’in ancak bir başkasından öğrendiği şeyleri tekrarladığını iddiâ ediyorlardı. Buna mukabil, Hz. Peygamber de bunun bir uydurma olmadığını, bilâkis Allah tarafından daha önce gönderilen kitapların yerini tutacak yeni bir kitap olduğunu anlatıyordu.
Konuyla ilgili delil olarak gündeme gelen diğer âyet de Bakara sûresinde, içinde “nesh” kelimesi geçen âyettir: “Biz, bir âyeti nesh eder (yürürlükten kaldırır) veya onu unutturursak (ertelersek), mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki, Allah her şeye kadirdir.”948 Burada “nesh”, “daha iyisini veya benzerini getirme” şartına bağlanıyor. Daha iyisi veya benzeri getirilince zâten o âyetin iptali demek olmaz; aksine sağlamlaştırılması sözkonusu olur. Dolayısıyla buradaki nesh, bizim anladığımız şekilde -ıstılahî mânâdaki, klasik anlayıştaki- nesh değildir. O halde burada neyin neshi anlatılıyor? Âyeti, siyak ve sibakıyla ele alır, nüzul ortamını da göz önünde bulundurursak, buradaki neshin de daha önceki âyette 949 olduğu gibi, geçmiş risâletlerin iptali anlamında olduğunu kolaylıkla anlarız. Şöyle ki, âyet, yine yahûdilerin durumlarının anlatıldığı bir ortamda geçiyor. Kendi şeriatlerinin geçerliliğinin kaldırılmasına, Peygamber’in kendi soylarından gelmemesini bir türlü hazmedemeyen yahûdiler, çeşitli şekilde itham ve itirazlarda bulunuyorlardı. “Allah yaptığını bozar mı? İndirdiğini iptal eder mi? Öğretilerinin unutulması mümkün mü?” şeklinde karşı çıkıyorlardı. Kıblenin değiştirilmesi olayını da dillerine dolamışlar, “Muhammed ashâbına bir şey
947] 16/Nahl, 103
948] 2/Bakara, 106
949] 16/Nahl, 101
NESH
- 215 -
emrediyor, ertesi gün ondan vazgeçiyor” diyorlardı. Rabbimiz bu âyetle onların şeriatlerinin son bulduğunu, onun yerine gönderdiği Hz. Muhammed’in (s.a.s.) şeriatine uymaları gerektiğini emir buyurmuştur. İslâm’dan önceki şeriatin sembolü olan Kudüs’ün kıbleliğinin neshedilmesi, değiştirilmesi de bunun bir işaretidir.
Bakara sûresinin, Hicretin ilk yıllarında Medine’de nâzil olduğu bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla âyet, müşriklerin iddialarına cevap olarak inmiş olmamalıdır. Kurân âyetlerini anlamak için, âyetin nüzûl ortamını, hem de içinde bulunduğu âyet grubuyla irtibatını iyi tahlil etmek gerekir. Bakara sûresinde insanlar; mü’min, kâfir ve münâfık olarak, Allah ile İslâm ile irtibatlarının kuvvet ve zaafına göre sınıflandırıldıktan ve dünyada varoluş amaçları bildirildikten sonra, tarihin ikinci perdesinin aktörleri olan İsrâiloğulları sözkonusu edilir ve onların din karşısında sergiledikleri tutumlar, yalpalamalar derinlemesine tahlillerle ele alınır. Bakara sûresi, 40-141 âyetleri benî İsrâilin yahûdileşme sürecini anlatır. İşte, nesh âyeti de, bu âyetler grubu arasında yer alır. O yüzden, âyetin bağlamı, nüzul ortamı bu gerçeklerden koparılırsa, yanlışlığa yol açabilir.
Kıblenin Kudüs’ten Kâbe’ye değiştirilmesiyle birlikte, özellikle yahûdiler açısından gündemin ilk sırasına oturan bir sorun ortaya çıktı: Yeni bir şeriatin gelmesi ve Tevrat’ın bazı hükümlerini geçersiz kılması. Yahûdiler, Allah’ın irâdesinin tek olduğunu, indirmiş olduğu hükümlerde bir değişiklik olmaması gerektiğini söylerler. Gerekçe olarak da, böyle bir değişmenin, İlâhî irâde de bir değişmeyi doğuracağını; değişmenin, yaratılmışların bir niteliği olduğu ve ulûhiyetin şânına halel getirdiğini ileri sürüyorlardı. Onlara göre bunun diğer bir anlamı da, ilm-i İlâhînin kemâlini inkâr etmek, Allah'a -hâşâ- câhillik atfetmektir. Madem Allah, hükümlerin değiştirileceğini biliyor; o halde neden önceki hükmü vaz’etmiştir? Veya önceki hüküm doğruysa neden ikinci hükmü indirmiştir? Bu gibi sorularla Hz. Peygamber’i sıkıştırarak, geçmiş şeriat(ler)in bâki olduğunu, neshin vukuunun mümkün ve câiz olmadığını isbâta çalışmışlar ve neticede Hz. Muhammed’in (s.a.s.) onlara göre çelişkilerini ızharla, O’nun peygamberliğini inkâr etmeye ve ettirmeye gerekçe göstermişlerdir. İşte, “Eğer Biz bir âyeti nesheder veya...” âyeti, bunlara cevap teşkil etmektedir.
Âyetteki “nunsihâ” kelimesi hakkında iki anlam zikredilir: 1- Unutturursak, 2- Erteler, bırakırsak. Rivâyete göre, İbn Abbas, “hükmünü bırakır, değiştirmez ve kaldırmazsak” şeklinde anlam vermiş950 ve neshedilmeyen hükümleri ifade ettiğini söylemiştir. “Unutturulma” anlamını verenler ise, eseri kalmayan sayfalardaki hükümlerin veya sürgün ve hicretler yüzünden yurtsuz kalan İsrâiloğullarının ellerinde kaybolan, yazılı kültürün olmadığı uzun bir dönemden sonra unutulan Tevrat sayfalarının kastedildiğini söylemişlerdir. Çoğunluk, “hem hükmen, hem de metin olarak kaldırılan, dolayısıyla Allah tarafından unutturulan âyetlerden bahsederler. Ama bunun âyetin bağlamı ve olayın bize göre imkânı yönüyle doğru olmadığı kanaatini taşıyoruz. Bu âyette geçen “insâ (unutturulma)” kelimesi, Kur’an için düşünülmez. Bilâkis Kur’an’ın saklanmış ve korunmuş olduğu951 bildirilmekten başka, Hz. Peygamber’e “Biz sana Kur’an’ı okutacağız ve sen
950] Sâbûnî, Kur’an İlimleri, s. 82
951] 15/Hıcr, 9
- 216 -
KUR’AN KAVRAMLARI
asla unutmayacaksın.”952 deniliyor. Esasen Kur’ân-ı Kerim’in âyetleri vahyoldukça hemen yazıldığı ve çok sayıda insan tarafından ezberlendiği için, onun unutulmasına imkân yoktur. Buna mukabil, İslâm’dan önceki dinlerden ve şeriatlerden mühim kısımların unutulmuş olduğu tarihî bir gerçektir. Onun için Kur’an, bu âyetle, daha önce gönderilen şeriatlerin unutulmuş ve neshedilmiş, fakat ondan daha hayırlısının İslâm dini ile gönderilmiş olduğunu bildirmektedir.
“Biz, bir âyeti nesh eder veya onu unutturursak (ertelersek), mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz.” Klasik anlamda neshi kabul edenler, nâsih ile mensûh âyetler arasında benzerlik değil; tenâkuz, telif edilemeyen bir çelişki olması gerektiğini belirtirler. Hâlbuki neshedilen âyetle yeni âyet (nâsih) arasında bir aykırılık sözkonusu değildir. Öyle olsaydı, ikincisi birincisinin “benzeri” olmazdı. Âyette belirtildiği gibi benzeri olduğuna, olması gerektiğine göre, önceki ile sonraki arasında anlam karşıtlığı yoktur. Yani âyetin bu cümle parçası da klasik nesh anlayışına müsaade etmez.
Ayrıca, bir önceki âyette; “Kitap ehlinden kâfirler ve müşrikler, Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler. Hâlbuki Allah rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah büyük fazl/lütuf sahibidir.”953 buyruluyor. Fahreddin Râzi, bu âyetteki “rahmet” kelimesinin “vahy” demek olduğunu söylüyor ve “Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar?”954 âyetini de buna delil getiriyor.955 Yani yahûdiler kendi soylarından olmayan birine “rahmet”in indirilmesini kıskanıyorlar. Allah ise rahmetini dilediğine tahsis edeceğini haber veriyor. Zaten âyetin siyak ve sibakı da bunları tamamlayıcı bir seyir çiziyor. Kısacası bu âyette de Kur’an bünyesindeki nesh değil; geçmiş şeriatlerin neshi ve unutturulması anlatılmaktadır. Nitekim 6/En’âm sûresinin 146. âyetinde yahûdilere tırnaklı her hayvanın, sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağları hâriç, iç yağlarının haram kılınmasından bahsedilir. Bu hükümler Hz. Muhammed’in (s.a.s.) risâletiyle neshedilmiştir ve bu yiyecekler müslümanlara helâl kılınmıştır. Âyetin Medine dönemi başlarında, yani neshe konu olacak âyetlerin henüz inmediği bir ortamda inzâl edilmesi de bu görüşü kesinleştirmektedir.
Kur’an’da klasik anlamda neshin olduğunu ileri sürenlerin delilerinden biri de; “Allah istediğini silip iptal eder, dilediğini de sâbit bırakır, ana kitap (bütün kitapların aslı) O’nun yanındadır.”956 âyetidir. Bu âyete geçmeden, bir önceki âyeti de okumamız yerinde olur: “Andolsun senden önce de peygamberler gönderdik ve onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah’ın izni olmadan hiçbir peygamber için mûcize (âyet) getirme imkânı yoktur. Her müddetin (yazıldığı) bir kitap (hüküm, son) vardır.”957 Burada yine Allah Teâlâ, tespit edilmiş bir sürenin sonundan haber veriyor. Yani yine Kur’an’ın vahyedilmesine itiraz eden ehl-i kitaba dönemlerinin son bulduğu ve Allah’ın dilediğini silip dilediğini bırakacağı haber veriliyor. Âyetin Mekkî oluşu da üzerinde durduğumuz neshe delil olamayacağı konusunu belirlemektedir.
Şurası açıktır ki, âlimlerin âyet üzerinde tartışıp ihtilâf etmeleri, hükmü
952] 87/A’lâ, 6
953] 2/Bakara, 105
954] 43/Zuhruf, 32
955] F. Râzi, T. Kebir, 3/295
956] 13/Ra’d, 39
957] 13/Ra’d, 38
NESH
- 217 -
kalkmış veya kalkmamış şeklinde görüş bildirmeleri, Kur’ân-ı Kerim âyetleri üzerinde herhangi bir değiştirme ve tesir gücüne sahip değildir. Tüm İslâm âlimleri, bir âyete mensûh deseler, onu Kur’an’dan çıkarma yetkisine sahip olamazlar. Ancak, “bu âyetin hükmü kaldırılmış, fakat gözlere şifâ olması için Kur’an’da vardır” demenin de hiçbir anlamı yoktur. Kaldı ki Kur’an’da herhangi bir âyetin hükmünü kaldırma yetkisi Hz. Peygamber’e bile verilmemiştir. Rasûlullah’tan bize ulaşan haberlerin hiçbirinde, “şu âyet, şunu neshetmiştir” şeklinde tek bir hadis-i şerif nakledilmemiştir. Bunun aksine; Rasûlullah (s.a.s.), bir âyet hakkında tartışan bir cemaatin yanına gelmiş ve “size ne oluyor? Sizden evvelki milletler böyle davranmakla ve peygamberlerine muhâlefet etmekle ve kitabın bir kısmını bir kısmıyla çarpıştırmakla helâk oldu. Muhakkak ki Kur’an, bir kısmı bir kısmını yalanlar olarak inmedi. Aksine birbirini doğrular olarak indi. Ondan anladığınızla amel edin ve bilmediğinizi bilene havâle edin.”958 buyurmuştur. Bu konuda Hz. Peygamber, ashâbının bir âyet hakkında ortaya çıkan anlaşmazlığı, diğer bir âyet-i kerîme ile gidermiş olduğunu kasdetmiştir. 959
Kur'an âyetlerinde neshin vuku bulduğu anlayışı, müslümanların ve İslâm’ın önüne iki temel açmaz çıkarmaktadır: Birincisi, İslâm’ın evrensel karakterine gölge düşürmekte, onun her zaman ve zeminde müslümanların sorunlarına çare olma özelliğine zaafiyet, hatta zâiliyet düşürmektedir. “İşte bu Kur’an, en doğruya hidâyet eder.”960; “O ancak âlemlere bir öğüt/hatırlatmadır.”961 İkincisi, Kur’ân-ı Kerim’i bir çelişkiler ve anlamsızlıklar hazinesi durumuna düşürmektedir. “Hâlâ Kur’ân’ı düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından olsaydı, onda birçok ihtilâf (tutarsızlık, çelişki) bulacaklardı.” 962 Mevcut haliyle, içinde bulunduğumuz döneme çözümsüzlükten başka bir şey önermeyen “nesh” konusu, Kur’an’ın şâmil ve hâdî vasıflarıyla ortaya konacak şekilde, yine Kur’an’ın mantukuna göre açıklanıp yorumlanması mutlak bir zorunluluktur.
Nesh Anlayışının Ortaya Çıkışı
Nâsih-mensûh ilişkisi içerisinde değerlendirilen âyetlerde ikinci âyet, birinci âyetin ya müşkilini beyan etmekte, ya mutlaklığını kayıtlamakta veya genel hükmü tahsis ya da ondan istisnâ etmektedir. Yahut her iki âyet de farklı durumların hükümlerini bildirmektedir. İddialar birleştirildiğinde 564 rakamını bulan mensûh âyetler üzerinde geçmiş âlimler, tahkikte bulunarak bu rakamı 5’e kadar indirmişler ve diğer âyetlerde tahsîs, takyîd vs. olduğunu ortaya koymuşlardır. Ancak, yine de Kur’an içinde neshin vukuuna çoğunlukla muhâlefet etmemişler, azaltma yoluna gitmişlerdir. Nesh teorisinin farklı anlaşılmış olması, birçok karışıklığa yol açmıştır. Ashâbın bir kısmının ve ilk devir ulemânın neshi; istisnâ, tahsîs veya âyetin kendinden önceki bir âyeti açıklaması şeklinde anladıkları biliniyor. Böylece, bir âyetin başka birini neshettiğini söyledikleri zaman onlar, onu açıklamayı ve belli bir âyeti onunla ilgili başka bir âyetle karşılaştırmaktan doğabilecek bir yanlış anlamayı gidermeyi amaçlamakta idiler. Yoksa birinci âyetin ikinci âyet tarafından tamamıyla neshedilip hükmünün kaldırılmasını kasdetmiyorlardı.
958] Ahmed bin Hanbel, Müsned II/181
959] F. Candan, Nesh Tartışması Akîdevî Bir Konudur, Haksöz, 13
960] 17/İsrâ, 79
961] 81/Tekvîr, 27
962] 4/Nisâ, 82
- 218 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Ne var ki, kelimenin bu farklı anlamları, daha sonraki yüzyıllarda karıştırıldı ve nesh kavramıyla kullanılan ifadeler aralarında hiçbir fark görülmedi. Kur’an’ın bazı ifadelerinin âmm (genel) olduğu ve diğerlerinin bunları açıkladığı âşikârdır. Kur’an’ın, Kur’an’ı tefsir etmesi de zaten budur. Rivâyetler doğru ise, ilk devirlerde, bu açıklayıcı (müfesser) âyetlere nâsih adı veriliyordu. Şâtıbî bu konuya Muvâfakat’ta başlıbaşına bir bölüm ayırmış ve bu görüşü açıklamak için çok sayıda örnek vermiştir. Bu örnekler, bazı ashâbın ve tâbiînin neshi, kelimenin daha sonraki anlamından çok farklı bir anlamda kullandıklarını ortaya koymaktadır. Bu karışıklık, nesh teorisinin ortaya çıkmasına sebep oldu. Şah Veliyyullah’a göre nesh teriminin ilk nesillerce genel anlamında kullanılması mensûh âyetlerin sayısını fazlasıyla arttırıp beşyüze kadar çıkmasına sebep oldu. Buna dayanarak o, daha sonraki yüzyıllarda, mensûh âyetlerin sayısının daha öncekilere göre daha az olduğunu düşünmektedir.
Ashâbın hangi âyetlerin nesh edildiğinde kendi aralarında ittifak etmedikleri rivâyet edilmiştir ki, bu sahâbenin nesh konusuna verdikleri anlam açısından da farklılıklar olması yönüyle doğrulanan bir özelliktir. Ashâbın konuyla ilgili ihtilafları, onların Peygamber’den bu konuda bir bilgi almadıklarını göstermektedir. 963
Aslında neshin bu derece yaygınlık kazanmasında etkili sebep, bir kısım sahâbinin ve onları tâkip eden ulemânın tutumu olmuştur. Onlar neshi bir Kurânî ıstılah olarak değil; günlük dilin bir kelimesi olarak kullanmışlar ve Kur’ân-ı Kerim’in, geçmiş şeriatlerin bazı hükümlerini neshini genişleterek, Kur’an âyetlerine de teşmil etmişler ve tenâkuz/çelişki gördükleri hususları bu yolla izah etmişlerdir. Tabii ki Hz. Peygamber’in, zamana ve zemine uygun olarak hükmettiği bazı konular da, böyle düşünmelerinde etkili olmuştur. Meselâ, kabir ziyaretinin ve şarap saklanan kapların kullanımının önce yasaklanıp sonra câiz görülmesi, hükmü belli olmayan konularda “Biz önceleri şöyle şöyle yapardık, sonra Hz. Peygamber şöyle emretti veya bunu yasakladı” şeklindeki rivâyetlerden anlaşılan Hz. Peygamber’in aldığı tavır değişiklikleri, mümkün ve câiz iki tür uygulamada bulunması.
Sahâbeden bazıları, eski hükümlerin geçerli olduğu ortamı bir daha yaşamadıkları için, yeni hükümlerin asıl, bâki ve tek geçerli hüküm olduğu gibi bir düşünceye kapılmış olmalıdırlar. Şurası unutulmamalıdır ki, zaten nesh konusunda gelen haberler, yalnızca belli sayıdaki sahâbilerden gelmekte ve biz, diğer sahâbilerin bu hususa nasıl yaklaştıklarını bilmemekteyiz. Gelen rivâyetlerden anlaşıldığına göre sahâbe, o dönemde usûl ıstılahları/terimleri oluşmadığı için; tahsis, beyan, istisnâ, takyîd gibi âyetler arası münâsebetleri, hep “nesh” kelimesiyle karşılamışlardır. Asr sûresinin 3. âyetinin, 1. ve 2. âyetini neshettiğinin söylenmesi, bu konuda ilginç bir örnektir. Hicrî 3. ve 4. yüzyıllarda da müfessirlerin ve fakihlerin eserlerinden anlaşıldığına göre, bu nesh telâkkisi egemen olmuştur.964 Kur’an’ı Kur’an’la tefsir etmeyi ihmal eden ve Kur’an hükümlerinin tedrîc özelliğine sahip olduğunu unutan bazı bilginler, birbirini tutmadığını zannettikleri iki âyet karşısında, bunlardan birinin diğerini neshettiğini sanmışlardır. Hâlbuki Kur’an, nasıl tefsir edilmesi gerektiğini anlatan kuralları beyan ederken
963] Ahmad Hasan, Nesh Teorisi, İslâmî Araştırmalar, sayı 3, s. 108
964] Arif Özel, Nesh Meselesi, Evrensel Mesaj, Haziran 99
NESH
- 219 -
bütün Kitap’ta birbirine uymayan, birbirini tutmayan iki âyet bulunmadığını belirtmiştir.965 Mâdem ki Kur’an içinde hiçbir ayrılık, âhenksizlik, tutarsızlık ve çelişki yoktur, nâsih ve mensûhun da bulunmaması icap eder. Allah’ın kitabının bir kısım âyetlerinin diğer bir kısmını hükümsüz ve geçersiz ilan ettiğini ileri sürmek, Kur’an’da çelişmenin varlığını peşinen kabullenmek olur. Allah’ın kitabı böyle şeylerden uzaktır.
Kur’an Hükümleri Ebediyyen Geçerlidir
Kur’an’da neshedilmiş gibi görünen âyetler, bir boyutta hükmü değişmiş bir manzara arzederken, daha başka boyutlarda birinci derecede hüküm ifade edebilir. Bir durum, şart ve mekâna, ortama göre kullanamadığımız bir hüküm, başka şartlar ve zeminlerde en ileri derecede kullanma alanı bulabilmektedir. Burada sözkonusu olan nesh değil; değişik ortamlara cevap verme esnekliğidir, Kur’an’ın evrenselliği ve çağlar üstülüğüdür, hayat kitabı olmasıdır. Bu da Kur’an’ın kelâm mûcizesi olmasının özelliklerinden biridir.
Kur’an, 23 yılda inmiştir ve kıyâmete değin her müslümanın, her müslüman toplumun her çağda, her dönemde ve her yerde sorunlarına cevap verecek niteliktedir. Kur’an İslâm’ın hem yönetim dini olmadığı Mekkî dönemi, hem de yönetim dini olduğu Medenî dönemi içermekte ve her iki dönem için de kurallarını sergilemektedir. Sözgelimi, inanmayan, imanın gerçeğini bilmeyen bir insana “içki içme, kumar oynama, çalma!” demek abes olur. İslâm’ın tevhidî düzlemde hâkim olmadığı, İslâm’ın yasakladığı bir siyasal ve ekonomik düzenin egemen olduğu yerde de, şeriatın haddlerini uygulamaya kalkmak, hırsızlık yapanların elini kesmek, zina edenlere ağır cezalar vermek İslâm adına en büyük zulmü işlemektir. O halde nesh konusu oldukça önemlidir ve neshin çok iyi kavranılması gerekmektedir.
Kur’an’da mensûh âyetler, hükümler bulunduğunu kabul etmek, İslâm’ı belli bir zamana ve yere mahkûm etmek anlamına geleceği gibi; İslâm’ın dinamizmini de kavramamak anlamına gelir. Aslında, nesh konusu Kur’an’da oldukça açıktır.
Cihad, İslâm’ı yaşayıp yaşatma mücâdelesine verilen addır. Cihad, gerektiğinde salt sözle olur, gerektiğinde kalple olur, gerektiğinde elle olur. Elle, kılıçla yapılan cihadın adı “kıtâl”dir. Kur’an, Medine’de kıtâle izin vermiş, belirli durumlarda bu izni “farz” hale getirmiştir. Ama bu âyetler, bir yandan da, sözlü cihadın gerektirdiği durumlarda, yeni bir Mekke’de veya kıtâlin gerekmediği durumlarda sözlü cihadı şart koşar ve kıtâlin yasak olduğunu ortaya kor. Zamanı gelir, kıtâl gerekir; öyle bir zaman da gelir ki, kıtâl zulüm olur. Aynı şekilde, Kur’an, “kâfirler üzerinde ezici bir üstünlük sağlayıncaya kadar, özel olarak, savaşta onları iyice perişan edinceye kadar esir almayı yasaklar” 966 Ama kâfirler karşısında ezici üstünlük sağlandığında bu yasak kalkar ve esir alma izni doğar. Bütün bunlar, İslâm’ın hükümlerinin her zaman ve şartlardaki uygulanabilirliğini ve dinamizmini ortaya koymaktadır. Nesh gerçeğinin iyi kavranmaması, İslâm’ı en açık ve bilinmesi en gerekli yanlarından birinden yoksun bırakmak olacaktır. 967
965] 4/Nisâ, 82
966] Bk. 8/Enfâl, 67
967] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, 97-98
- 220 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Biz (Kur’an’ı) kısımlara ayıranlara azabı indirmişizdir. Onlar ki Kur’an’ı bölüp ayırdılar, parça parça yaptılar.Rabbin hakkı için, mutlaka onların hepsini yaptıklarından dolayı sorguya çekeceğiz.”968; “Yoksa siz Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?...”969; “Rabbinin kitabından sana vahyedileni oku. O’nun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O’ndan başka bir sığınak da bulamazsın.” 970
Mustafa İslâmoğlu, klasik nesh anlayışını kabul etmez ve şöyle der: “Allah’ın hükümlerinden bazılarını tutmamanın ya da geçersiz saymanın adı; Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr etmek” olarak konulmaktadır. Ümmet-i Muhammed de “nesh” meselesinde İsrâiloğullarının düştüğü yanlışa düştü. Bazılarına göre nesh üç tür olur: 1) Metni bâki hükmü mensûh, 2) Metni mensûh hükmü bâki, 3) Metni de hükmü de mensûh. Bu görüşte olanlar (Kur’an’da, hükmü mensuh olan âyetler olduğunu kabul edenler) nesih konusunda öyle aşırı şeyler söylemişler, öyle iddialarda bulunmuşlardır ki, bu görüşün kabulü halinde Kur’an’dan onlarca, hatta yüzlerce âyetin hükmünün kalktığını kabullenmek gerekecektir.
Hayatta nesh vardır. Gecenin gündüzü, yazın baharı, sonraki neslin önceki nesli neshetmesi bunun bâriz delilleridir. Şeriatler arasında nesih vardır. Yahûdiler Rasûlullah’ın peygamberliğini reddetmek için neshi inkâr ettikleri halde Tevrat’ta neshin olduğuna dair birçok örnek vardır. Örneğin önceki şeriatlerde Cumartesi yasağı yokken Tevrat’ta Cumartesi gün dünya işi yapmak yasaklanmıştı.971 Hz. Nuh şeriatinde kan hâriç tüm hayvanlar helâl iken Tevrat’ta bazı hayvanların eti yasaklanmıştır.972 Tevrat’ta buzağıya tapanların öldürülmeleri emredildikten sonra, bu emir sonradan neshedilmiştir. 973 İncil de Tevrat’ın bazı hükümlerini neshetmiştir. Bunun en bâriz örneği, Tevrat’ta Cumartesi yasağı olduğu halde İncil’de bu yasağın neshedilmiş olmasıdır. 974
İslâm şeriatinde nesh vâki olmuştur. Ancak, bu tamamen kaldırılma ya da unutturulma şeklinde gerçekleşmiştir. Sahâbe ve tâbiinden birçokları da bu görüştedir. Kur’an’ın iki kapağı arasında yazılı olup da hükmü geçersiz olan hiçbir âyet yoktur. Şeriatlerin maksatlarından biri olan "tedrîcîlik” sünnetini göz önüne almayan bir kısım ulemâ, bazı âyetler arasında çelişki olduğunu zannedip bir kısmını bir kısmıyla mensûh addetmişlerdir. Lâkin Hz. Peygamber’den Kur’an’da metni bulunan hiçbir âyet için “bu âyet mensûhtur” biçiminde sahih bir rivâyet gelmemiştir. Bizce bu, çok önemlidir. Ayrıca, mensûh olduğu üzerinde tüm ümmet âlimlerinin ittifak ettikleri bir tek âyet yoktur. Bu durumda, nasıl zannî bir delil ya da yaklaşımla subûtu kat’î olan bir âyetin hükmü iptal edilir? Bu, eğer iyi düşünülürse çok büyük bir vebaldir. Hele zannî bir delil olan “hadis” ile kat’î bir delil olan “âyet”i neshetmenin ne şer’î ne de aklî izahı yapılabilir. “Onlara açık açık âyetlerimiz okunduğu zaman, Bizimle buluşmayı ummayanlar: ‘Bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir’ derler. De ki: ‘Onu kendi tarafımdan değiştiremem. Ben sadece bana vahyolunana uyarım. Şâyet ben Rabbime karşı gelirsem, büyük bir günün azâbından korkarım!”975 âyeti de Peygamber’e (s.a.s.), kendisine vahyedilene uymasını emretmiş ve ona vahyi değiştirme yetkisi vermemiştir.
968] 15/Hıcr, 90-93
969] 2/Bakara, 85
970] 18/Kehf, 27
971] Çıkış, 16/25-30
972] Levililer, 7/22-26; 6/En’âm, 146
973] Çıkış, 32/21-33
974] Markos, 2/23-28; 3/Âl-i İmrân, 50
975] 10/Yûnus, 15
NESH
- 221 -
Eğer Kur’an’a farklı bir yaklaşımla “tedrîcilik” ilkesi göz önünde bulundurularak yaklaşılırsa, neshçi ulemâ tarafından mensûh sayılan tüm âyetlerin Kur’an’ın bütünlüğü ve İlâhî vahyin evrenselliği içerisinde muhakkak bir yere oturtulacaktır. Neshçi ulemâ nezdinde dahi mensûh addedilen âyet sayısı ihtilâflıdır. Bu gruptan bazılarına göre Kur’an’da neshedilen âyet sayısı 300’e ulaşmaktadır. Bu gruptan öylesine ilginç görüşler ileri sürenler olmuştur ki, örneğin Pezdevî’ye göre savaşa izin veren 2/Bakara, 216 âyeti, kendisinden önce nâzil olup sabrı, dâveti, öğüdü, güzel davranmayı emreden 100 küsür âyeti neshetmiştir. Nesh konusundaki bu keşmekeş, “Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr etmek” gibi bir sonucu getirmektedir. İşte bize bu âyeti hatırlatan garip yaklaşımlara bir örnek: Kadı İbn el-Arabî; “Ey iman edenler, siz nefislerinizi ıslah etmeye bakın. Siz doğru yolda olduğunuz takdirde sapıtan kimse size zarar veremez. Tümünüz Allah’a döneceksiniz. O size ne yapacağınızı haber verecektir.”976 âyetinin son tarafı baş tarafındaki “siz nefislerinizi ıslah etmeye bakın” cümlesini neshetmiştir. Aynı müellife göre “Af yolunu tut, iyiliği emret, câhillerden yüz çevir”977 âyetinin başı ve sonu mensûh, ortası muhkemdir.978 İbn el-Arabî, 9/Tevbe, 5 âyetindeki “haram ayları çıktığı zaman” cümleciğinin Kur’an’dan tam 114 âyetin hükmünü geçersiz kıldığını söyler.” 979
Başka bir müfessir Süleyman Ateş de bu konuda sert ifadelerle Kur’an âyetlerinin birbirini nesh etmesi anlayışına karşı çıkar. “Bazı müfessirler, metni Kur’an’da durduğu halde hükmün kaldırılması ve hükmü durduğu halde âyetin metninin Kur’an’dan kaldırılması şeklinde iki nesih türünden söz ederler ve bunlardan örnekler verirler. Bu görüşler Allah’ın kitabına iftirâdır. Evvelâ, “Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Eğer Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, onda birbirini tutmaz çok şey bulurlardı.”980 âyetine göre Allah’tan gelen sözde ihtilâf (çelişki) olmaz. Çelişki olmayan yerde müfessirlerin ortaya attıkları türden bir nesih de olmaz. Çünkü bu tür nesh, ancak çelişkili sözler arasında olabilir. Ayrıca Allah’ın, sözünü değiştirmeyeceği de vurgulanmıştır: “Lâ mübeddile li kelimâtillâh; Allah’ın kelimelerini değiştirecek yoktur.” 981 Allah’ın kelimelerini başkası değiştiremeyeceği gibi, kendisi de sözlerini ve kararlarını değiştirmez: “Benim katımda söz değiştirilmez.”982 “Allah’ın kelimeleri değişmez.”983 Görüldüğü üzere Kur’an, Allah katında sözün değiştirilmeyeceğini, Allah’ın sözlerinde birbirine aykırı şeyler bulunmadığını vurguluyor. Allah’ın buyruğu ile indirilen Kur’an’da çelişki yoksa mevcut bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırma anlamında bir nesih de yoktur.
Hükmü uygulandığı halde âyetin metninin kaldırılmasının hiçbir hikmeti olamaz. Çünkü önemli olan, âyetin anlamı, hükmüdür. Hükmü uygulanırken âyetin metni neden Kur’an’dan çıkarılsın? Bu konuda recm âyeti adı altında verilen örnek doyurucu değildir. Çünkü Kur’an âyetleri, bir iki kişinin rivâyeti ile değil; tevâtürle sâbit olmuştur. Kur’an âyetinin neshedilmiş olduğu, ancak Peygamber tarafından bildirildiği takdirde geçerli olur. Bu konuda Peygamber’den gelen
976] 5/Mâide, 105
977] 7/A’râf, 199
978] İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’an, 1/388
979] İbnu’l-Arabî, a.g.e, 1/102; Mustafa İslâmoğlu, Yahûdileşme Temâyülü, 195-200
980] 4/Nisâ, 82
981] 6/En’âm, 34, 115; 18/Kehf, 27
982] 50/Kaf, 29
983] 10/Yûnus, 64
- 222 -
KUR’AN KAVRAMLARI
tek sağlam söz yoktur.
Metni Kur’an’a yazılmış olan bir âyetin hükmünün kaldırılmış olduğu iddiâsının da sağlam bir delili yoktur. Bu, müfessirlerin kendi görüşlerinin yayılmasından doğmuştur. Bu konuda da Hz. Peygamber’den sağlam bir söz gelmemiştir. Nesh sorununa kendilerini iyice kaptırmış olanlardan kimi, neshedilen âyetlerin sayısını artırma gayretine girmişler, kimi bunları 200’e, hatta 565’e kadar çıkarma başarısını göstermişken(!), kimi 20’ye kadar indirmiştir. Bu meseleyi inceleyen Şah Veliyyullah Dehlevî, aslında neshedilmiş âyetlerin sadece 5 olduğunu söylemektedir ki, Ömer Rızâ Doğrul’un da söylediği gibi, bu beş âyetin de uygulanacak hükmü vardır. Bunlar, kendilerini neshettiği söylenen âyetlere aykırı değildir.” 984
Muhammed Esed, Bakara 106. âyeti yorumlarken, klasik nesh anlayışını şiddetle eleştirerek şöyle der: “Bu pasajda ortaya konulan prensip –Kitab-ı Mukaddes öğretisinin, yerini Kur’an’ın getirdiği öğretiye bırakması- birçok müslüman âlimin yanlış yorumlarına sebep olmuştur. Bu bağlamda kullanılan “âyet”(mesaj) kelimesi, aynı zamanda Kur’an’ın bir “hükmü”nü ifade etmek için de kullanılmaktadır (Çünkü bu hükümlerin her biri, bir mesaj taşır). Âyet terimini bu sınırlı anlamda alan bazı âlimler, yukarıdaki pasajdan,985 Kur’an’ın bazı âyetlerinin vahiy tamamlanmadan önce Allah’ın tâlimatı ile “nesh” edildiği (yürürlükten kaldırıldığı) sonucunu çıkarmaktadırlar. Bu iddianın –ki, yazdıklarını tashih için ikinci defa okurken bazı bölümleri atan veya başkaları ile değiştiren herhangi bir yazarı akla getirmektedir- saçmalığının yanısıra, Kur’an’ın herhangi bir âyetinin “nesh” edilmiş olduğunu bildiren tek bir sahih hadis bile bulunmamaktadır. Sözde “nesh doktrini”nin temelinde bazı eski müfessirlerin Kur’an’ın bir pasajını diğeri ile uzlaştırmadaki yetersizlikleri yatmaktadır: Sözkonusu âyetlerden birinin “neshedildiği” yargısına vararak altından kalkılmaya çalışılan bir yetersizlik. Bu keyfî değerlendirme, “nesh doktrini”nin taraftarları arasında kaç Kur’an âyetinin ve hangilerinin neshedildiği; ayrıca bu sözde nesih ile sözkonusu âyetin Kur’an’ın tertibinden tamamen çıkarıldığı mı yoksa yalnızca o âyet ile konulan özel hükmün veya beyanın mı iptal edildiği konusunda neden hiçbir görüş birliği olmadığını da açıklamaktadır. Kısacası, “nesh doktrini” hiçbir tarihsel olguya dayanmamaktadır ve bu nedenle de reddedilmelidir. Diğer taraftan, yukarıdaki Kur’an pasajını986 yorumlamadaki zâhirî güçlük, âyet teriminin “mesaj” olarak anlaşılması ve bu âyetin, yahûdilerin ve hıristiyanların Kitab-ı Mukaddes’in yerini alan herhangi bir vahyi kabul etmediklerini ifade eden önceki pasaj987 ile bağlantılı olarak okunması halinde derhal ortadan kalkar; çünkü onu bu şekilde okumamız halinde, neshin, bizzat Kur’an’ın herhangi bir bölümü ile değil; sadece geçmiş ilâhî mesajlar ile ilgili olduğunu görürüz. 988
Çağımız âlimlerinden Muhammed Gazâli de neshi, sadece eski şeriatlerin kaldırılması şeklinde anlar ve Kur’an âyetleri arasındaki klasik nesh anlayışını kabul etmez: “Kur’an’ın ebedîliği (metninin bâki ve korunmuş kalacağı ve hükmünün sonsuza kadar geçerliliği), onun her durum ve şarta cevap verebileceği
984] Süleyman Ateş, Kur’an’da Nesh Meselesi, s. 21-23
985] Bakara, 206 âyetinden
986] Bakara, 106. âyeti
987] Bakara, 105
988] Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, İşaret Y. 1/30-31
NESH
- 223 -
anlamına gelmektedir. Âyetler ebedî olduğu gibi problemler de süreklidir. Böylece problemlerle âyetler arasında bir denge bulunmaktadır. Bundan dolayı, küfür, nifak, gerileme, yükselme arasında bocalayan beşeriyetin Kur’an’a ihtiyacı devam etmektedir. Asr-ı saâdetteki, âyetlerin indiği durum ortadan kalktığı için bazı âyetlerin neshedildiğini kabul edersek, bu inançla İslâm nasıl ebedî olabilir?
Kur’an’ın indiği eski toplum, beşerî bir toplumdur. Bu toplumun yaşamış olduğu durumlar, insan hayatı sona erene kadar beşeriyetin yaşayıp geçireceği durumların bir benzeridir. Herhangi bir durum hakkındaki hüküm, tabiatı nedeniyle ebedîdir; çünkü bu hüküm, kıyâmete kadar yenilenecek olan her benzer durum için de aynıyla geçerlidir. Kur’an’ın ebedîliği buradan gelmektedir. Çeyrek asır süren Hz. Peygamber devrinde insanlığın yaşadığı durumlar, (daha sonraki) tarih boyunca da devam edecektir. Çeyrek asırda nefret ve sevginin neler yaptığının örnekleri sunulabilmiştir. Her insanın karşılaştığı durumlar, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in çevresinde birer örnekti. Bu örnekler, âdetâ gelecekte olacağı gayb âleminden bildiren somut birer temsilci gibiydi. Böylece bunlar, yakın ve uzak gelecekte meydana gelecek olayların ihtiyaç duyabileceği şeyleri Hz. Peygamber döneminde bildirmektedir. Bu gerçek, İslâm risâletinin (şeriatinin) insanî olduğunun sırrıdır. Hz. Peygamber döneminde insanlığın karşı karşıya kaldığı durumlar kıyâmete kadar da devam edecektir. Kur’an bu durumların tamamına hitap etmekte, sorunlar için kıyâmete kadar aynı çareleri sunmaktadır. Bundan dolayı zaman içerisinde meydana gelecek şeylere, Kur’an’ın çözüm bulamayacağına inanmıyorum; çünkü iniş yöntemi onu problemler için çözüm kılmıştır.
“Bir âyet, belirli bir meseleyi çözümlemek için gelen başka bir âyeti, Hz. Peygamber döneminde mesele geçerliliğini yitirdiği için neshetti” demek, o meselenin artık bir daha tekrarlanmayacağı ve neshedilen çözüme de ihtiyaç duyulmayacağı anlamına gelmez mi? Böyle bir şeyin Kur’an’da bulunması mümkün değildir. Geçerliliği sonara erdiği, ilgili şahıs veya hâdise bertaraf olduğu için hükmü kaldırılan bir âyet, kesinlikle Kur’an’da bulunmamaktadır. Belirli bir dönemde, herhangi bir soruna çözüm içeren veya bir olaya binâen nâzil olan bazı âyetlerin, daha sonraki dönemde toplumun ilerlemesinden dolayı neshedildiğini söyleyenler bulunmaktadır. Hâlbuki sonraki toplumlarda, neshedildiği söylenen benzer durumlar sürekli tekrarlanmaktadır.
Bu, Hz. Peygamber’in kurban etlerini muhâfaza etmeyi yasaklamasına benzemektedir. Hz. Peygamber bir hadislerinde şöyle demişlerdir: “Kurban eti yemenizi -üç günden sonra- zayıf insanların gelmesinden dolayı yasaklamıştım. Artık kurban etlerinizden yiyip muhâfaza edebilir ve sadaka da verebilirsiniz!”989 Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kurban eti muhâfaza etmeyi (depolamayı) yasakladığı yıl, halk arasında sıkıntı vardı. Bundan dolayı kurban kesenlerin kesmeyenlere yardım etmelerini istediği için etlerin depolanmasını yasaklamıştır.990 “Kurban etleri depolanamaz!” denmiştir. Neden? Çünkü bu söz söylendiğinde insanlar sıkıntı içerisinde olup yardıma ihtiyaçları bulunmaktaydı. Daha sonra “etlerinizi depolayabilirsiniz” denmiştir. Çünkü insanlar artık kesilen her ete muhtaç değillerdir. Bundan dolayı, “ikinci söz, ilk sözü neshetti” denildi. Hâlbuki gerçek hüküm şudur: Toplum ihtiyacı açısından mevcut et az ise depolanmayıp ihtiyaç sahiplerine dağıtılır; çok ise
989] Müslim, Edâhî 5, hadis no: 1971
990] Buhârî, Edâhî 16
- 224 -
KUR’AN KAVRAMLARI
depolanabilir. Ebedî hüküm budur. “Eti depolamak yasaktı, sonra serbest bırakıldı” demek ise yanlış ve cüz’î (parçacı) bir hükümdür. Bu doğru değildir ve neshin varlığını iddia edenlerin bir ayıbıdır. Onlar aynı meselenin tekrarlanmayacağı düşüncesiyle hükmünün sona erdiğini zannediyorlar. Hâlbuki şartlar tekerrür ettiğinde ona bağlı olan hüküm de tekerrür eder. Ebedî âyetleri, sürekli hâdiseler karşılamaktadır. Neshedildiği iddia edilen âyetlere ihtiyaç duyabileceğimiz problemlerle karşılaşabiliriz. Karşılaştığım, dinlediğim veya kitaplarını okuduğum bütün çağdaş âlimlerin nesh konusundaki görüşü, neshi Kur’an’da bulunan bazı âyetlerin iptali olarak algılayan müteahhir müfessirlerin görüşünden farklıdır. Meselâ fakîh ve tarihçi üstad Muhammed el-Hudarî neshi tamamen reddetmektedir. O neshi, umûmî bir hükmün tahsîsi, mutlak bir emrin takyîdi veya mücmel bir âyetin tafsîli olarak görmektedir. Şeyh Reşid Rızâ da aynı görüşü daha net ifade eder.
Seyf âyetinin,991 120 âyeti neshettiği sözü tipik bir aptallık örneğidir. Bu söz, müslümanların gerek düşünce ve gerekse uygulama açısından gerilediği dönemlerde Kur’an’ı anlamadıklarının göstergesidir. Nesh, başka bir deyişle bazı âyetlerin, Kur’an’da bulunmasına rağmen hükmü geçerli olmayarak âdetâ mumyalanması yanlıştır, kabul edilemez. Kur’an’da hükmü kaldırılarak ölüme terkedildiği söylenebilecek hiçbir âyet yoktur. Aksi bir görüş bâtıldır. Her âyetin hükmü geçerlidir. O âyetin geçerli olabileceği şartları ancak hikmet sahipleri bilir. Böylece Kur’an âyetleri, insanların durumlarına göre onlara hikmet ve güzel sözle hitap etmektedir. “Bir âyeti neshedersek veya onu unutturursak...”992 âyetinin siyâkı, geçmiş şeriatlerin yeni bir şeriat ile neshedildiğine işaret eder. Bu âyet, teklifî ahkâm ile ilgili olmayıp kudret ile ilgilidir. Yoksa Cenâb-ı Hak, âyetin devamında “...bilmedin mi ki, Allah her şeye kaadirdir.” yerine “Allah her şeyi bilmektedir ve hikmet sahibidir” derdi. Yani Kur’an, önceki peygamberlere vermiş olduğu mûcize destekli kitaplardan farklı bir kitapla yeni bir risâlet vermiştir. Kevnî âyetlerin neshi yanısıra, Kur’an’ın nüzûlü, ehl-i kitabın bazı şeriatlerinin de neshedilmesi demektir. 993
Nesh, Eski Şeriatlerin Kur’an Âyetleri Tarafından Geçersiz Kılınmasıdır
İlk insandan günümüze insan toplumunun içinde bulunduğu şartlar sürekli değişmelere mâruz kalmıştır. İlk dönemlerdeki toplumların sosyal yapıları, ihtiyaçları ve onları kuşatan şartlar, günümüz toplumlarındakinden farklıdır. Bu farklılıklar vâki oldukça toplumların hukuk, iktisat ve benzeri sosyal kurumlarının da ihtiyaç oranında değişmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu sebeple insanlara hak yolu göstermek; dünya ve âhiret saâdetini temin etmekle görevli peygamberlerin sosyal kurumlar açısından farklı ilkelerle gönderilmeleri doğaldır. Risâletle gönderilen her peygamber, önceki risâletin sosyal kurumlarla ilgili ilkelerini kısmen veya tamamen yürürlükten kaldırmıştır. İşte sonraki bir peygamberin, öncekinin risâletini yürürlükten kaldırmasına nesh diyoruz. Kur’an, bu anlamdaki neshin vuku bulduğundan bahseder.
Her ne kadar yahûdilerin büyük bir kesimi ile hıristiyanlardan bazıları, sonraki
991] 9/Tevbe, 5
992] 2/Bakara, 106
993] Muhammed Gazâli, Kur’an’ı Anlamada Yöntem, 105-111
NESH
- 225 -
bir peygamberin, öncekinin risâletini yürürlükten kaldıramayacağını; Allah neyi emretmişse bunun kıyâmete kadar kalıcı olması gerektiğini savunmuşlarsa da, insanlığın tarihî seyri içerisinde yeni birtakım problemlerle karşılaşması; toplumlara hâkim şartların değişmesi bunu zorunlu kılmaktadır.
Kur’ân-ı Kerim’in inişinden kıyâmete kadar geçecek dönem içerisinde toplum ihtiyaçlarının farklılıklar göstereceğini de şüphesiz hesaba katmamız gerekiyor. Bunun bir sonucu olarak birtakım hükümlerinin bazı zaman ve mekânlar açısından askıda kalacağını kabul etmemiz gerekir. Ancak bu askıda kalma işi kıyâmete kadar devam etmez. Yani, askıya alınan hüküm, tümden yürürlükten kalkmaz. Onları gerektiren şartlar sözkonusu olduğunda aynı hükümler tekrar yürürlüğe girer. 994
Klasik nesh teorisi, Kur’an’ın sonsuza dek geçerliliğine aykırıdır. Bundan şu sonuç çıkmaktadır: Kur’an’ın neshedilmiş olan hükümleri neshedilişlerinden önce ebediyyen yürürlükte sayılıyordu, ama neshedilmekle ebedîliklerini yitirmiş oldular. Kur’an’da bulunmakla birlikte bu âyetler, şimdi fonksiyonlarını yitirmiş, kullanılmaz durumdadırlar. Pratik bir değer taşımadıkça, bu âyetlerin sırf Kur’an’daki varlıkları ile ebedî olamayacakları belirtilmelidir. Kur’an’ın ebedîlik kavramı, onun bütün hükümlerinin ümmet içinde sonsuza kadar yürürlükte kalmasını gerekli kılmaktadır. İşte bu yüzden, bazı âyetlerin ilgâ edilmiş olduğu iddiasının makul bir temeli olmadığı ortaya çıkmaktadır.
Kur’an, yirmi üç yılda parça parça vaheyedildi. Genellikle her âyet, kendine ait sosyal şartları içinde indi. Oluşum halindeki İslâm topluluğu geliştikçe, Kur’an vahyi de değişen şartlara ve çevreye ayak uydurmakta idi. Belli durumlarda inen âyetler daha sonra değiştirildiklerinde ve geliştirildiklerinde neshedildiklerini belirtmediler. Bu yüzden Kur’an’ın hükümlerini farklı zaman ve yerlerde uygulamak için, her âyetin vahyedildiği tarihî ortam öğrenilmeli ve daha sonra, Kur’an bir bütün olarak uygulanmalıdır. Böylece, Kur’an hükümlerinin belli bir durumda vahyedildiğini genelleştirebiliriz. Bir hükmü, ardından gelen ile neshetmek yerine; onu, vahyedildiği andakine benzer şartlarda uygulamak daha doğru görünmektedir.
Bir örnek vermek gerekirse; Mekkî sûrelerde müşriklerin saldırılarına karşı müslümanlardan sabırlı ve tahammüllü olmalarını isteyen birçok âyet vardır.995 Buna mukabil Medenî sûrelerde, müslümanları müşriklere saldırmayı ve buldukları yerde onları öldürmeye çağıran birkaç âyet vardır. Bu iki grup âyet arasında açık bir fark vardır. Müfessirlerin bu iki grup âyeti uzlaştıramadıkları ve bu yüzden, öncekinin sonra gelen tarafından neshedildiğine kail oldukları anlaşılmaktadır. Bu noktada şu soruyu sormak gerekir: Sözkonusu Mekkî âyetler gerçekten ilgâ edildiler mi? Başka bir deyişle, müslümanlar hiçbir durumda, gayri müslimlerin saldırılarına savaş dışında başka türlü tavır alamazlar mı? Ya da, şartlar ne olursa olsun, daima onlarla dövüşüp savaşmalı ve onları öldürmeliler mi? Kur’an’ın amacının bu olduğunu düşünmüyoruz. Sabır ve tahammülü, cihadın savaş dışındaki boyutlarını emreden Mekkî âyetlerin, müslümanların, müşriklerin saldırılarına karşılık veremeyecek durumda ve zayıf oldukları zaman vahyedildiği bilinmektedir. Oysa savaşı emreden âyetler, müslümanların güçlerinin
994] M. Sait Şimşek, Kur’an’ın Anlaşılmasında İki Mesele, s. 83-84
995] Meselâ, 16/Nahl, 126
- 226 -
KUR’AN KAVRAMLARI
hayli büyüdüğü bir döneme aittir. Görülüyor ki, bu farklı hükümler farklı durumlara aittir ve bu yüzden bunlar arasında bir çelişki yoktur. Buradan ilk olarak şu sonuca varılabilir: Müslümanlar bir yerde güçsüz iseler müslüman olmayanların saldırılarına geçici olarak tahammül edebilirler, savaşın dışında farklı tavırlar sergileyebilirler. Ancak aynı anda, hazırlık yapmalı ve güçlerini geliştirmelidirler. İkinci olarak ise, güçlendiklerinde, savaşa hazır bir durumda bulunmaları ve İslâm düşmanlarının güçlerini kırmaları gerekmektedir. Böylece farklı şartlarda vahyedilmiş hükümlerin, vahyedildikleri zaman içinde bulundukları şartlar ve bakış açıları göz önünde tutularak uygulanabilecekleri açıklıkla ortaya çıkmaktadır. 996
Klasik nesh anlayışının Kur’an’a ve Kur’an’ın ruhuna uygun olmadığını şöyle özetleyebiliriz:
Kur’ân-ı Kerim, kendisinin her türlü çelişkiden uzak olduğunu söylüyor: “Hâlâ Kur’ân’ı düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından olsaydı, onda birçok ihtilâf (çelişki) bulacaklardı.”997 Nâsih ve mensûh âyetlerin varlığı, çelişkili hükümler anlamına gelir ve bu âyetle çelişir.
Bazı âyetleri ebediyyen mensûh kabul etmek, Kur’an’ın muhkem oluşuyla, yani evrensellik vasfıyla uyuşmaz ve onu, yalnızca milâdî 7. yüzyılın şartlarına hapseder. Hâlbuki 23 yıllık bir nüzul süreci, Peygamber toplumuna hasredilmemeli, tedrîcîlik prensibi, tarihin bütün zamanları için uygulanmalı; Kur’an, her şartın müşküllerine derman olmalıdır. Bu bağlamda siyer ve esbâb-ı nüzûl ilimleri, yardımcı unsurlardır. Neshin varlık nedeni olarak ileri sürülen toplumsal değişim olgusu, Hz. Peygamber’in vefatı ile sona ermiş değildir. İlâhî irâde bunu, bir sünnetullah olarak bütün insanlık için öngörmüştür.
Kur’an’da ve hadis-i şeriflerde, bu konuya delil olacak açık bir nass yoktur. İddia edilenler de geçmiş şeriatleri konu edinmektedir. Sahâbeden bazı rivâyetler, bize kadar gelmişse de, birkaç âhad rivâyetle, mütevâtir olan Kur’an âyetleri mensûh sayılamaz.
Neshin vâki olduğu iddia edilen âyetlerden bazısında Kur’an’da mensûh hüküm bulunmamaktadır. Neshedildiği iddia edilen uygulama, ya bir örftür ya da İbrâhim veya Mûsâ şeriatinin devamıdır. Meselâ, kıblenin tahvîli, âşûra orucu, oruç gecesinde kadınlara yaklaşmak vs.
Âyetlerin nesh bağlamında kategorizasyonu da ilâhî kelâmın korunmuşluğu esasına aykırıdır. Şöyle ki: Usûl kitaplarında ve tefsirlerde âyetler, hüküm ve metnin neshi yönüyle dört kategoriye ayrılır:
a- Hem hükmü, hem tilâveti mensûh âyetler: Sahâbeden âhad bir rivâyet: “Ahzâb sûresi, Bakara sûresi uzunluğundaydı. Sonra Ahzâb sûresinden birçok âyet neshedildi.”998 Hz. Âişe’den rivâyet edildiği iddia olunan aşağıdaki rivâyetse, bu madde ve gelecek madde için bir örnek teşkil etmektedir: “Bilinen on emzirme, hurmete yol açar.” âyeti, Kur’an’da indirilenler arasında idi. Sonra bu âyet, “bilinen beş emme” ile neshedildi. Hatta Rasûlullah (s.a.s.) vefat etti. Bu “bilinen
996] Ahmad Hasan, Nesh Teorisi, İslâmî Araştırmalar, sayı 4, s. 106-107
997] 4/Nisâ, 82
998] Ubey bin Kâ’b’dan, Sahih-i İbn Hibbân
NESH
- 227 -
beş emme” insanlar arasında okunuyordu.999 (Hanefîler ve Mâlikîler, bu rivâyeti nazar-ı itibara almamışlardır).
b- Tilâveti mensûh, hükmü bâki âyetler: Hz. Ömer’den rivâyet edildiği ve Nur sûresi’nin bir âyeti olduğu iddia edilen âyet(!), bu maddeye örnektir: “Şeyh ve şeyha (-ihtiyar- evli erkek ve kadın) zinâ ederlerse, hemen ikisini de Allah’tan bir ceza olmak üzere recmedin. Allah azizdir, Hakimdir.” Hem Kur'an'a, hem de, "Ömer Kur'an'a ilâve ediyor' denmesinden korkmasam, bu recm âyetini Kur'an'a yazardım" dedirterek, Allah'tan değil de insanlardan korktuğu iddia edilerek Hz. Ömer'e iftira edilen bu recm âyeti(!) ile ilgili rivâyetler için bkz. Buhârî, 93/21; Müslim, Hudûd 8, hadis no: 1431; Ebû Dâvud, 41/1. Bu recm âyetini nesheden, rivâyete göre bir keçidir. "Keçi, Hz. Âişe'nin evinde bulunan 'recm âyeti'ni yedi, böylece nesh oldu." 1000
c- Hükmü mensûh, tilâveti bâki âyetler.
d- Hem hükmü, hem tilâveti bâki âyetler.
Ayrıca Kunut duâlarının Kur’an sûreleri olduğu ile ilgili Ubeyy bin Kâ’b’ın sözleriyle, Muavvizeteyn sûreleri ile ilgili Abdullah bin Mes’ud’un sözleri, rivâyetler doğru ve bu sözler onlara aitse, kendi kanaatleri olmaktan öteye gitmez. Ancak bu tür rivâyetlerde, Kur’an’ın korunmuşluğunu zedelemek ve İslâm’dan öç almak kasdıyla sinsi İslâm düşmanları eliyle bunların uydurulup piyasaya sürüldüğünü söylemek gerçeğe daha uygundur. 1001
Kur’an’ın bütünlük ve çelişmezlik ilkesine uygun olarak, âyetler arasında nesh cereyan etmemiştir. Nesh olduğu iddia edilen âyetler, genellikle ya iki ayrı konuyu ifade etmektedir ya da hükümler, içinde bulunulan şartlara uygun olarak zaman, önem sırasıyla ve kesinliğe doğru bir seyirle tedrîcî olarak indirilmiştir. Buna da nesh denmemelidir. Şeriatler arasında da akîdeyle ilgili hükümler, temel hak ve hürriyetler, temel ahlâk kuralları ve tarihî ve melekûtî gayb haberleri konularında neshin cereyan etmesi düşünülemez. Nesh, bazı alâmetlerde (kıblenin değişmesi), imtihana yönelik vaz edilen hükümlerde (Cumartesi günü yasağı), ilişki biçimlerinin değişmesi sonucu yeni düzenleme lüzumunda (boşanmanın cevâzı) veya bazı yiyeceklerde (deve etinin veya içyağının helâl kılınması) cereyan etmiştir.
Eldeki Kur’an’ın bütün âyetleri, hem hükmen, hem de metin olarak geçerlidir, bâkîdir. Farklı gibi görünen hükümler, farklı toplumlarda, farklı şartlarda uygulanabilecek hükümlerdir ve hiç kimsenin, Kur’an’a leke sürmeye veya bazı âyetlerinin formalite icabı, süs olarak durup hükmünün geçersiz olduğunu ifade edip Kitabın bir kısmını reddetmeye hakkı yoktur. Allah’ın kelimeleri, insan düşüncesi ile nesh edilemeyecek kadar yücedir.
999] Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî
1000] İbn Mâce, Nikâh 36, hadis no: 1944; Ahmed bin Hanbel, 5/131, 132, 183; 6/269
1001] Arif Özel, Nesh Meselesi, Evrensel Mesaj, Haziran 99, s. 29-30
- 228 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kur’ân-ı Kerim’de Nesh Kavramının Geçtiği Âyetler:
a- Kur’an’da “Nesh” Kelimesi ve Türevlerinin Geçkiği Âyetler (4 âyet): 2/Bakara, 106; 7/A’râf, 154; 22/Hacc, 52; 45/Câsiye, 29. b- Bir Âyetin Başka Bir Âyetle Tebdili: 16/Nahl, 101.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Fi Zılâli'l-Kur'an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 215-216
2. Tefhimu'l Kur'an, Mevdudi, insan Y. c. 1, s. 103
3. Hak Dini Kur'an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 380-383; Eser Y. c. 1, s. 458-462
4. Kur'an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s.219-220
5. Hadislerle Kur'an-ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. c. 2, s. 485-490
6. Hulâsatü'l-Beyan Fî Tefsîri'l-Kur'an, Mehmed Vehbi, Üçdal Neşriyat, c. 1, s. 195-198
7. Mefatihu'l-Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahreddin Razi, Akçağ Y. c. 3, s. 299-315
8. El-Mîzan Fî Tefsîri'l-Kur'an, Muhammed Hüseyin Tabatabai, Kevser Y. c. 1, s. 353-362
9. El-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'an, İmam Kurtubi, Buruc Y. c. 2, s. 259-269
10. Furkan Tefsiri, Hicazi, Vahdet Y. c. 1, s. 82-83
11. Kur'an Mesajı, Muhammed Esed, İşaret Y. c. 1, s. 30-31
12. Safvetü't Tefâsir, Muhammed Ali es-Sâbûnî, İz Y. c. 1, s. 153-156
13. Kur'an-ı Kerim'in Türkçe Meâl-i Âlisi ve Tefsiri, Ö. Nasuhi Bilmen, Bilmen Y. c. 1, s. 102-104
14. Min Vahyi'l Kur'an, Muhammed Hüseyin Fadlullah, Akademi Y. c. 2, s. 149-154
15. Dâvetçinin Tefsiri, Seyfuddin el-Muvahhid, Hak Y. c. 1, s. 217-223
16. Tanrı Buyruğu Kur’ân-ı Kerim’in Terc. ve Tefsiri, Ömer Rıza Doğrul, LXXXVI
17. Ahkâm Tefsiri, Muhammed Ali Sâbunî, Şamil Y. c. 1, s. 67-86
18. Kur’an’da Nâsih ve Mensuh, Mer’î bin Yusuf el-Kermî, Hak Y.
19. Kur’an’ın Anlaşılmasında İki Mesele, M. Sait Şimşek, Yöneliş Y.
20. Kur’an’da Nesh Meselesi, Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neşriyat
21. Kur’an’ın Nasih Mensuh Âyetleri, Ahmet Gürkan, Yeni İlâhiyat Kitabevi Y.
22. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. c. 16, s. 82-191
23. Şâmil İslâm Ansiklopedisi (Bedreddin Çetiner), c. 5, s. 88-90
24. Tefsir Usûlü, İsmail Cerrahoğlu, TDV. Y. s. 122-128
25. El-İtkan Fî ulûmi’l Kur’an, Celâleddin Süyûtî, Ravza Y. s. 60-62
26. Uulûmu’l Kuran, Kur’an İlimleri, Mennâ Halil el-Kattan, Timaş Y. s. 323-344
27. Asırda Kur’an İlimleri Çalışmaları, Halil Çiçek, Timaş Y. s. 162-166
28. Tefsir ve Hadis Usûlünün Bazı Meseleleri, M. Tayyib Okiç, Nûn Y. s. 57-66
29. İslâm Hukukunda Ahkâmın Değişmesi, İFAV Y. s. 146-153
30. Peygamberimizin Kur’an’ı Tefsiri, Suat Yıldırım, Kayıhan Y. s. 268-271
31. Günümüz Tefsir Problemleri, M. Sait Şimşek, Esra Y.
32. Hadiste Nâsih Mensuh, Ali Osman Koçkuzu, Mar. Ün. İlh. Fak. Vakfı Y.
33. Kur’ân-ı Kerim’de Nâsih Mensuh Âyetlerin Tesbiti, Remzi Kaya
34. En-Nesh Fi’l-Kur’âni’l-Kerim, Mustafa Zeyd, Mısır, 1383/1963
35. Kur’an’ı Anlamada Yöntem, Muhammed Gazâlî, Şûle Y. s. 106-110
36. Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 88-98; Nil Y. s. 72-81
37. Kur’an Tefsirinde Sapma ve Nedenleri, Abdülcelil Candan, Denge Y. s. 275-287
38. Yahudileşme Temayülü, Mustafa İslâmoğlu, Denge Y. s. 195-200
39. Tartışılan Sorular, Mehmed Alagaş, insan Dergisi Y. s. 113-115
40. İnanç ve Amelde Kur’anî Kavramlar, Muhammed el-Behiy, Yöneliş Y. s. 68-76
41. Âyetler ve Yetenekler, Necmettin Şahinler, Beyan Y. s. 25-34
42. Kur’an’ı Anlamak Farzdır, Abdullah Yıldız, Ş. Özdemir, Pınar Y. s. 91-97
43. Kur’an’da Tartışma Metotları, Zahir b. Awad el-Elmaî, Pınar Y. s 375-404
44. İslâm’ın Uluslararası İlişkiler Kuramı, Ahmed bin Süleyman, insan Y. s. 57-119
45. Kur’an’da Nesh, Mehmet Yolcu, Selçuk Ün. İlh. Fak. Bitirme Tezi, 1983
NESH
- 229 -
46. Nesh Teorisi, Ahmad Hasan, İslâmî Araştırmalar, sayı 3-4, (Ocak, Nisan 1987)
47. Nesh Terimi ve Muhtevâsı, Remzi Kaya, İslâmî Araştırmalar, sayı 5, (Ekim 1987)
48. Nesh Tartışması Akîdevî Bir Konudur, Fatma Candan, Haksöz, sayı 13-14 (Nisan, Mayıs 1992)
49. Kur’an’ın Doğru Anlaşılması ve Muhkemliği Açısından Nesh Meselesi, Arif Özel, Evrensel Mesaj, Haziran, 1999

 
Okunma 914 kez
Bu kategorideki diğerleri: « NEFS NİFAK - MÜNÂFIK »