Cumartesi, 06 Şubat 2021 17:16

HİDÂYET

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

HİDÂYET


- 551 -
Kavram no no 76
İman 13
Nimet 8
Bk. Kur’an; Takvâ
HİDÂYET
Kur'an'ı hayata geçirmek;
İşte dosdoğru yol, hidâyet.
Kur'an dışı hayat sürmek;
Gazâbı hak etmek ve dalâlet.
• Hidâyet; Anlamı ve Mâhiyeti
• Kur’an’da Hidâyet
• Hidâyet, Yön Bulmak; İman Yönü Bulduran Kuvvet
• Hidâyet İsteği ve Hidâyette Devam
• Hidâyet Vermek Sadece Allah’a Ait
• Hidâyet İçin Kulun Çabası Gerekir
• Hidâyette Kulun Rolü
• Hidâyet Türleri
• Cihad ve Tebliğ; Başkasının Hidâyeti İçin Çalışmak
• Hidâyet İçin Gerekli Şartlar, Hidâyete Lâyık Olmak
• Hidâyet Konusunda Sünettullah (Allah'ın Değişmeyen Kanunu)
"Bize hidâyet ver, bizi dosdoğru yola ulaştır.”2261
Hidâyet; Anlamı ve Mâhiyeti
Hidâyet, doğru yolu bulma, açıklama, ilham etme, muvaffak kılma anlamlarına gelmektedir. Terim olarak hidâyet; küfür, şirk ve sapıklıklardan kurtularak, İslâm'ın aydınlık yoluna girmektir. Hidâyet, lütuf ile olan rehberlik demektir. Allah Teâlâ'nın, lütuf ve keremiyle, kuluna sonu hayır ve mutluluk olacak isteklerinin yollarını göstermesi veya yola götürüp muradına erdirmesidir. Sadece yolunu ve sebeplerini göstermeye irşâd; neticeye erişinceye kadar yola götürmeye de tevfîk denir. Hidâyette istenen, hayra ulaştırmaktır. Meselâ, hırsıza yol göstermeye hidâyet denmez. Hidâyeti buldurmaya "ihtidâ" veya "hüdâ" denmektedir. Allah'ın güzel isimlerinden biri de “el-Hâdî”, yani hidâyet veren, hidâyete erdirendir.
Sırât-ı Müstakîme, Dosdoğru Yola
Kur'ân-ı Kerim'de 32 âyette geçen bu tamlama, yol anlamındaki sırât'la; doğru, sapmaz, şaşırtmaz anlamındaki müstakîm kelimesinin birleşmesinden oluşmaktadır. Kur'an'ın, hedefe götürücü ve erdirici yol olarak gördüğü yol, sırât'tır. Sırât, lügatte cadde, anayol, işlek ve büyük yol anlamına gelir. "Es-sırât":
2261] 1/Fâtiha, 6
- 552 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"Allah'ın yolu" demektir. Müstakîm ise, hiçbir yerinde meyil ve eğrilik bulunmayan, dümdüz ve dosdoğru demektir. Sırât-ı müstakîm: Dosdoğru olan yol anlamındadır. Sırât-ı müstakîm (doğru yol): İki nokta arasındaki en kısa çizgiye denir. Dünya noktasından Cennet noktasına en kısa yoldan eğilip bükülmeden, yalpalamadan gidilecek yolun adıdır.
Allah, hâdîdir; yani kendisini tanıma yollarını kullarına gösterip tanıtan, onları Rubûbiyetini ikrar edici kılan, necat (kurtuluş) yolunu gösterip açıklayan, her yaratığın bekası ve varlığını sürdürmesi için gerekli olan cihetlere yönelten zattır. Bundan fazla olarak, kullarından dilediğini tevhid nuruyla müşerref kılar, istediğini dosdoğru yola hidâyet eder. Ayrıca bütün diğer yaratıkları faydalarına olan yöne sevk eder, rızık arama yollarını, zararlardan sakınmalarını ilham eder. İmam Gazali, bu ikinci nevi hidâyete bazı örnekler verir: Yeni doğan yavruya memeyi tutmasını, civcive çıkar çıkmaz daneleri toplamasını, arıya yuvasını altıgen şeklinde yapmasını vb. gibi her canlı için en uygun şartı ilham eder. Hidâyetin zıddı dalâlettir. Dalâlet; sapmak, şaşmak, karanlıkta kalmak, bocalamak ve kaosa yenik düşmek anlamlarına gelir. Dalâlet, doğru yoldan bile bile veya iğfale kapılarak sapmaktır. "İhdinâ" kelimesinin Türkçeye çevrildiğinde en uygun tabir: "bize hidâyet et" ifadesidir. Merhum Elmalılı'nın açıklamasına göre: "İhdinâ" kelimesini "göster" diye tercüme etsek, götürmek kalır. "Götür" deyince, letâfet kalır ve hiç biri tam anlamı ifade etmez. En uygunu Türkçeye de yerleşmiş olduğu şekliyle "bize hidâyet et" ifadesidir. Yani hidâyet, tek kelimeyle tam olarak tercüme edilemez.
Çölün ortasında yolunu şaşırıp kaybeden bir kimseyle, bir rehber yardımıyla gideceği yeri, yönü rahatça tayin edip bulan kimse bir değildir. Bu bakımdan hidâyetin tam karşısına da şaşırmışlık, sapmışlık anlamına gelen "dalâlet" kavramının yerleştirildiği görülür. Çünkü her şey kendi zıddına nispetle daha gerçek mânâ ifade eder. O halde, insanı hayat çölünde ya da yolunda doğru istikamete götürecek, sapmalardan koruyacak yön tayin edici kılavuz nedir? Elbette ki Allah'ın hidâyeti (yol göstermesi)dir. "De ki: Hidâyet/doğru yola kılavuzluk; ancak Allah'ın hidâyetidir."2262 Yolun doğrusunu göstermek Allah'a aittir. Yolun eğri olanı da vardır. Allah dileseydi hepinizi hidâyete iletirdi." 2263
Hidâyet, bir yolu göstermek ve o yolda sebatı sağlamada yardımcı olmaktır. Yalnız göstermek, dinin anladığı mânada hidâyeti ifade etmez. Gösterilen yolda sebata yardım etmek de vahyin hidâyetinin bir parçasıdır. O yüzden daha çok hidâyete ermiş insanların okuduğu Fâtiha sûresi 5. âyetindeki "ihdinâ" kelimesine, bazı müfessirler; "bize verdiğin hidâyette sebatımızı nasib et" anlamı vermişlerdir.
"İhdinâ" derken hidâyetin yalnız ve yalnız Allah'a ait olduğunu bildiğimizi de itiraf etmiş oluyoruz. Allah (c.c.), Rasûlüne: "Sen sevdiklerine hidâyet veremezsin. Ancak Allah dilediğine hidâyet verir"2264 buyurarak hidâyeti Rasûlü'nün bile veremeyeceğini bildirir.
Peygamberler ancak hidâyete vesile olurlar, insanlara yol gösterirler.
2262] 6/En'âm, 71
2263] 16/Nahl, 9
2264] 28/Kasas, 56
HİDÂYET
- 553 -
"Muhakkak sen Sırat-ı Mustakıym'e yol göstermektesin."2265 Rabbimiz vahiyle peygamberlerine yol göstermiştir. Biz de o vahyin ışığında yürüyoruz.
Biz kimseye hidâyet veremeyiz. Ama İslâm nuruna davet eder, yol gösteririz. Gözlere nur vermek Allah'a aittir. Doktorlar da nur vermiyor, sadece gözü perdelenenlerin nurunu açıyor. Hidâyet gönül işidir. Kişinin kafasına tabanca dayayarak iman ettiremezsiniz. Böylesi hidâyete ermiş gibi görünür ama gönülden inkâr eder. Yine kişinin kafatası açılarak içinden iman sökülemez, o bir gönül işidir. Gönle de yalnız onu Yaratan hâkim olur.
Bizim tebliğimiz bir kişinin hidâyetine sebep olursa bu bizim için yeryüzü dolusu altına sahip olmaktan daha hayırlıdır. Bu bize biraz ters gibi gelebilir. Ama yeryüzü, insan için yaratılmıştır. Yeryüzünün tamamı insanın haksız yere akıtılmış bir damla kanına denk olmaz.
Dinimizin insana verdiği değer bu!..
Kur’ân-ı Kerîm'de Rabbimiz haksız yere herhangi bir kişiyi öldürenin bütün insanları öldürmüş gibi olduğunu haber verirken2266 öldürülenin mü’min veya kâfir olmasını ayırt etmez. Hâlbuki uygar sayılan Avrupalının, Amerikalı'nın gözünde bir varil petrol, Hıristiyan olmayan milyarlarca insanlardan daha değerlidir. İşte böyleleriyle aynı safta, aynı kulüpte, aynı pakt'ta olmamak için "Gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil" diyoruz. 2267
Kur’an’da Hidâyet
Hidâyet, Kur'an'ın en önemli kavramlarından birisi olmakla beraber, aynı zamanda zıddı olan dalâletle birlikte Kur'an'da en çok zikredilen kelimelerdendir. Hidâyet kelimesinin kökü olan “Hedy” kelimesi ve türevleri Kur'an'da 317 yerde geçer. Hidâyetin zıddı olan dalâlet kelimesinin kökü “d-l-l” ve türevleri ise toplam 191 yerde kullanılır. Hâdî, hidâyet eden, hidâyet yaratan, istediğini hayırlı ve kârlı yollara muvaffak kılan anlamına gelir. Kur'an'a göre mutlak Hâdî, Allah'tır. Mutlak Hâdî olan Allah'ın insanlara olan hidâyetinin ise dört şekilde olacağı beyan edilmektedir:
1- Hidâyetin bütün mahlûkata şâmil olması. Bu, Allah'ın onlara akıl, zekâ ve zarûri bazı bilgiler ihsan etmesidir. 20/Tâhâ, 50 ve 87/A'lâ, 3 âyetlerinde bu tür hidâyetten bahsedilir.
2- Peygamber ve Kitaplarla insanları çağırdığı hidâyet. "Onları, buyruğumuz ile insanları doğru yola götüren (yehdûne) önderler yaptık."2268 âyetinde olduğu gibi.
3- Bu hidâyeti kabul eden ve doğru yolda olanlara tevfik hidâyeti, onları bu hidâyete muvaffak kılması. "Hidâyeti kabul edenlerin (ihtedev), Allah hidâyetlerini artırır."2269 "Allah, iman edenlere hidâyet etti."2270 âyetlerinde olduğu gibi.
4- Âhirette cennete hidâyet edip iletmesi. "Hamd Allah'a olsun ki, bizi buna hidâyet etti."2271 âyetinde olduğu gibi.
2265] 42/Şûra, 52
2266] [43] Maide 32
2267] Mahmut Toptaş, Şifa Tefsiri, Cantaş Y., c. 1, s. 75-76
2268] 21/Enbiyâ, 73
2269] 47/Muhammed, 17
2270] 2/Bakara, 213
2271] 7/A'râf, 43
- 554 -
KUR’AN KAVRAMLARI
İnsan, bir başkasını, bu dört hidâyet çeşidinden sadece dâvet ve yolu tanıtmak sûretiyle hidâyete sevkedebilir. Hz. Peygamber'e hitaben: "Muhakkak ki sen, dosdoğru yola hidâyet edersin."2272 "Her millet için hidâyet eden (yani, dâvet eden) vardır."2273 gibi âyetlerde kasdolunan hidâyet, bu nevidendir. Gerekli istidatları, tevfik ve âhirette mükâfat verme şeklinde olan öbür hidâyet çeşitlerine ise: "Sen istediğini hidâyete erdiremezsin"2274 (Hitap özellikle Hz. Peygamber'edir) gibi âyetler işaret eder. Allah'ın; zâlimler, kâfirler, fâsıklar hakkında menettiğini bildirdiği her âyette, üçüncü nevi, yani "hidâyeti kabul edenlere mahsus olan tevfik hidâyeti" söz konusudur. Cennete koymak ve âhirette mükâfat vermekten ibâret olan dördüncü kısma giren hidâyet ise şu gibi âyetlerdedir: "İman ettikten, Peygamber'in hak olduğuna şehâdet ettikten, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra inkâr eden bir topluluğa, Allah nasıl hidâyet eder?"2275; "Allah, zâlimler topluluğuna hidâyet etmez."2276; "Onların hidâyetleri sana düşmez, fakat Allah dilediğine hidâyet eder." 2277
Hâdî, câhiliyye devrinde, yolları iyi bilen ve insanlara yol gösterip varacakları yerlere götüren kimseye denilmektedir. Kur'an, sâlih amelle hidâyet arasında yakın bir münasebet olduğunu açıklar. Tevbe-iman-sâlih amel üçlüsünün neticesinde hidâyete ulaşılmaktadır.2278 Başka bir ifadeyle hidâyet, tevbe-iman-sâlih amelin doğal neticesidir. Hidâyete ermenin, iman ve sâlih amellerle olacağını şu âyette de görmekteyiz: "İman edenler ve sâlih ameller işleyenleri imanlarına karşılık Rableri onları hidâyete erdirir, doğru yola eriştirir."2279 Başka bir âyette de hidâyet ve ıslah arasında bir ilginin varlığı görülmekte olup şöyle buyrulmaktadır: "Onları hidâyete erdirir, doğru yola eriştirir ve durumlarını düzeltir."2280 Âyette doğru yola eriştirilen ve durumları düzeltilenler, sûrenin baş tarafında ifade edildiği gibi, iman eden ve sâlih amel işleyenlerdir. 2281
Hidâyet, Yön Bulmak; İman, Yönü Bulduran Kuvvet
İnsan hayatının en önemli meselesi yön bulmaktır. İman, yönü bulduran kuvvettir. Ancak bulunan yönde yürüyebilmek, bizi yol problemiyle karşı karşıya getirir. Yönün işe yaraması, bu yönde yürümemizi sağlayacak yolu gerekli kılar. Bu bakımdan Kur'an, yol konusu üzerinde çok durmaktadır. Kur'an'da geçen sırat, sebil, tarik ve şeriat kelimelerinin hepsi -aralarında nüanslar olmasına rağmen- yol anlamındadır.
Hidâyetin neticesi iman; dalâletin neticesi imansızlıktır. İnsanın kalbi, hem imana, hem de küfre doğru eğilmeye elverişlidir. Kalbin imanla küfürden birini tercih etmesi için mutlaka çekici bir sebep icabeder. Hidâyeti de dalâleti de ancak Allah yaratır. Yani gönüllere imanı sevdiren sebepleri Allah yarattığı gibi, küfür tarafını tutturan sebepleri yaratan da O'dur. Kullarından istediğine hidâyet;
2272] 42/Şûrâ, 52
2273] 13/Ra'd, 7
2274] 28/Kasas, 56
2275] 3/Al-i İmran, 86
2276] 2/Bakara, 258
2277] 2/Bakara, 272; Suad Yıldırım, Kur'an'da Ulûhiyet, Kayıhan Y., s. 199-200
2278] 20/Tâhâ, 82
2279] 10/Yûnus, 9
2280] 47/Muhammed, 5
2281] Ömer Dumlu, Kur'ân-ı Kerim’de Salâh Meselesi, D.İ.B. Y., s. 63-64
HİDÂYET
- 555 -
istediğine dalâlet verir. Allah'tan başka insanları hidâyet ve bahtiyarlığa eriştirecek yahut dalâlet ve hüsrâna düşürecek hakiki bir fâil yoktur. Allah'ın hidâyet ettiğini kimse saptıramaz. Allah'ın saptırdığını kimse doğru yola getiremez.
Yalnız, burada şu noktayı iyi bilmek lâzımdır ki, Allah Teâlâ'nın bir kulunda dalâlet yaratması, o kulun, kendi arzusu ile sapıklık yolunu tutmuş olmasındandır. Yoksa, kul irâdesini, yeteneklerini dalâlete yöneltmedikçe Allah onu cebren dalâlete sevk etmez. Yani, halk tabiriyle "belâ isteyen belâsını; Mevlâ isteyen Mevlâ'sını bulur." Nitekim insanlarda hidâyet ve iman asıldır. Dalâlet ve küfür sonradan ârız olmuştur. Cüz'î iradenin sû-i isti'mâlinden doğmuştur. Dalâlet ve küfür fıtrata muhâlefettir. Hastalıktır.2282 Sağırlıktır, dilsizlik ve körlüktür.2283 Küfür ve dalâlet, zarara asla uğramayacak bir ticareti/kazancı2284 istememek ve müflis tüccar olmaktır. "Onlar hidâyete karşılık dalâleti satın alanlardır. Ancak, onların bu ticareti kazançlı olmamış ve kendileri de hidâyete erememiş, doğru yola girememişlerdir." 2285
Kaalû Belâ denilen bezm-i elestte, yani hilkat sabahında, ruhlar meclisinde Allah, hepimizden ahd ve misak aldı. O'nun huzurunda doğru yola gideceğimize hep bir ağızdan söz verdik. Gerçi biz bu mâcerayı hatırlayamıyoruz, ama onu Allah, kitabında bildirmiş, bu sûretle kat'i olarak mâlum olmuştur. Hatırlayamamak, inkâr vesilesi olamaz. Biz üç günlük kısa hayatımızda bile, nice mühim ve hayatî olayları unutup duruyoruz. İşte ezelî iman, Allah'ın bir hidâyeti ve bu mâceranın tatlı bir hâtırası ve insanlarda her türlü fazilet ve ahlâk sermayesidir. Dünyaya çıkma zamanı gelince her ruh için cismânî ve rûhânî kuvvetlerle mücehhez bir ceset bağışlaması, dünyaya kitaplar indirmesi, peygamberler göndermesi, dünyada gördüğü, işittiği, fikren mülâhaza ettiği her hâdisede bir hikmet dersi göstererek ezelî iman nurunu kuvvetlendirip parlaklığını arttırması, hep Allah Teâlâ'nın kat kat hidâyetleridir ki, kul, hidâyet istedikçe ve hidâyete uydukça Allah'ın hidâyeti de daima artar durur. "...Allah size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize süslemiş, sindirmiştir. Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır." 2286
Hidâyet İsteği ve Hidâyette Devam
Fâtiha sûresinde “ihdinâ" (bize hidâyet et)”2287 diye duâ ediliyor. Dalâlette bulunanların hidâyet istemesi, hidâyetin meydana gelmesini istemek; hidâyette bulunanların hidâyet istemesi de sebat ve hidâyet mertebesinde yükselmeyi istemek anlamındadır. Bizi hidâyet üzere sâbit kıl, hidâyetten ayırma demektir. Şu âyette buna benzer duâ ifadesi vardır: "Ey Rabbimiz, bizi hidâyete ulaştırdıktan sonra, kalplerimizi saptırma."2288 Nice âlim ve âbid vardır ki, onun kalbine küçük bir şüphe düşmüş, böylece de Hak'tan sapmış, ayağı kaymış ve dosdoğru yoldan, müstakim dinden dönmüştür. Müslümanca bir hayat önemlidir ama müslümanca ölmek
2282] 2/Bakara, 10
2283] 2/Bakara, 18
2284] 35/Fâtır, 29; 61/Saff, 10-11
2285] 2/Bakara, 16
2286] 49/Hucurât, 7; Ali Osman Tatlısu, Esmâü’l Hüsnâ Şerhi, Yağmur Y., s. 247-248
2287] 1/Fâtiha, 6
2288] 3/Al-i İmran, 8
- 556 -
KUR’AN KAVRAMLARI
çok daha önemlidir. "Başka türlü değil, sadece müslüman olarak ölün"2289 Biz, her an hidâyette kalabilmek, doğru yoldan sapmamak için Allah'ın yardımına muhtacız. Zaten sûredeki tüm cümleler istimrârı (devamlılığı) ifade etmektedir. Hamdler, sürekli O'na; ibâdetler, tâatler ve duâlar da kesintisiz O'nadır.
Hidâyet, bizi hakka götüren her türlü meziyet, araç, akl-ı selim, Peygamber ve Kitap’tır. Müstakim yolda kalabilmemiz, kesintisiz olarak bunlara sahip olmakla mümkündür. Sürekli akl-ı selim sahibi olmak, vahiyle irtibatlı bulunmak, Peygamber’e bağlı kalmak; dosdoğru yolu bulmak kadar, o yolda kalmak için de önemlidir. Öte yandan müslüman daha ileriye, en ileriye tâliptir. Zarardan kurtulmak için, mü'minin iki günü birbirine denk olmamalıdır. İlmî ve amelî yönden de kendini sürekli yenilemeli, hidâyet yolunda mesafe katetmeye, dosdoğru yolun en ilerisinde yer almaya gayret etmelidir. İşte bu duâmızla biz, Rabbimiz'den hidâyetimizin artırılmasını da istiyoruz. 2290
Bu âyetten hemen önce "Ancak Senden yardım isteriz." denilmişti. İşte, bu duânın nasıl yapılacağını göstermek için duâya başlanıyor: "Hidâyet eyle bizi doğru yola..." Bu talep ve duâ, istiânenin öneminin ve genişliğinin tatbik sahasını gösteriyor. Duâ ve isteğe ne sûretle başlayacağımızı, Allah'tan ne istememiz gerektiğini, bizim için en büyük ve en değerli şeyin ne olması gerektiğini öğretmek için böyle duâ etmemiz telkin edilmiş oluyor.
"İhdinâ" (Bizi hidâyete erdir) ifadesi, ne istediğimizi anlatmaya yetebilirdi. Ama bununla yetinilmedi. Nereye hidâyet edilmesi, hangi yola Allah'ın bizi iletmesini istediğimiz de "es-sırâta'l-müstakîm" ifadelerinde açıklanmış oldu: "Dosdoğru yola. Öyle yol ki..."
“Niçin "bana hidâyet et" değil de; "bize hidâyet et" diye çoğul edatı kullanıldı?” denilecek olursa, şöyle cevap verilir: Duâ, daha genel olduğu zaman, kabul edilmeye daha yakın olur. “Müslümanlar arasında duâsı kabul olunacak mutlaka birisi vardır. Allah, birisinin duâsını kabul edince, diğerlerinin duâsını geri çevirmez” denilmiştir. Peygamber Efendimiz, "Allah'a, kendisiyle isyan etmediğiniz dillerle duâ edin." buyurdu. Sahâbe: "Yâ Rasûlallah, hangimizin öyle dili vardır?" deyince de, O: "Birbirinize duâ edersiniz. Çünkü sen onun lisanı ile o da senin lisanınla Allah'a isyan etmemiştir." buyurmuştur. Kul, sanki şöyle der: "Senin Rasûlünün ‘cemaat, birlik rahmet; ayrılık ise azabtır.’2291 buyuruyor. Sana hamdetmek isteyince de, bütün hamdleri dile getirerek "el-hamdü lillâh" dedim. İbâdeti dile getirdiğimde, bütün herkesin ibâdetini dile getirerek "iyyâke na'büdü (ancak Sana ibâdet ederiz)" dedim. Yardım talebinde bulununca da, herkesin yardım talebini söyleyerek "ve iyyâke nesteıyn (ancak Senden yardım isteriz)" dedim. Şüphesiz hidâyeti istediğimde, onu herkes için isteyerek "ihdinâ (bize hidâyet ver)" dedim." Ayrıca, çoğul zamiri kullanılan bu ifade tarzında, müslümanların cemaat halinde olmaları gerektiğine işaret vardır. Onlar toplu halde bir şeye karar verirlerse, bu doğru ve Allah katında değeri olan bir hüküm olur. Toplu haldeki bu müslümanlara Allah, yeryüzünü vâris kılıp, onları da yeryüzünde halifeler kılmıştır. 2292
"İhdinâ" derken, hidâyetin yalnız ve yalnız Allah'a ait olduğunu bildiğimizi de
2289] 2/Bakara, 132
2290] Bak. 35/Fâtır, 32
2291] Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV/278
2292] 35/Fâtır, 39; 21/Enbiyâ, 105
HİDÂYET
- 557 -
itiraf etmiş oluyoruz. Allah, Rasûlüne: "Sen sevdiklerine hidâyet veremezsin. Ancak Allah, dilediğine hidâyet verir."2293 buyurarak hidâyeti Rasûlünün bile veremeyeceğini bildirir. Peygamberler ancak hidâyete vesile olurlar, insanlara yol gösterirler. "Muhakkak sen, sırât-ı müstakîme yol göstermektesin."2294 Rabbimiz vahiyle peygamberlerine yol göstermiştir. Biz de o vahyin ışığında yürüyoruz.
Peygamberler ve onların tebligâtı hidâyettir. 2295 Peygamberlerde örnekleşen hidâyeti elde etmenin bir niyet ve gayret ürünü olduğu da Kur'an tarafından beyan ediliyor. 2296
Peygamberlerce gösterilen hidâyete varışı engelleyen negativitelerin başında zulüm gelir. Kur'an birçok âyetinde “Allah zâlimlere hidâyet nasip etmez” diyor.2297 Engellerden biri de nankörlüktür.2298 Fısk (bozuk, rezil yaşayış) da hidâyete ulaşmayı engeller.2299 Kur’an; yalancılık ve israfın da hidâyete varmayı engellediğini beyan ediyor. 2300
Kur’an, hidâyetle tebliğ (gerçeği duyurup göstermek) ilişkisi üzerinde ısrarla durmaktadır. Ve Kur’an'ın bu konuda açık beyanı şudur: Tebliğ bir cebrî (baskıya dayalı) hidâyet yolu değildir. O halde hiç kimse: "Şu benim gösterdiğim en doğrusudur ve bu yüzden sizi bunu kabule zorlayacağım" diyemez. Bu öylesine açık bir gerçektir ki, Son Peygamber'e bile: "Sana düşen sadece tebliğdir."2301; "Sen istediğini hidâyete erdiremezsin." 2302; "Sen insanları, imana girinceye dek zorlayacak mısın?" 2303 denilebilmiştir.
Allah, hidâyetini istediği kişiyi, İslâm'a ve huzura ısıtır, gönlünü bu işe çevirir. 2304
Hidâyet Vermek Sadece Allah’a Ait
Biz kimseye hidâyet veremeyiz. Ama İslâm nûruna dâvet eder, yol gösteririz. Gözlere nur vermek Allah'a aittir. Doktorlar nur vermiyor, veremiyor; sadece gözü perdelenenlerin nurunun açılmasına vesile oluyor. Hidâyet gönül işidir. Kişinin kafasına tabanca dayayarak iman ettiremezsiniz. Böylesi, hidâyete ermiş gibi görünür, ama gönülden inkâr eder. Yine, kişinin kafatası veya kalbi açılarak içinden iman sökülemez. İman, hidâyet bir gönül işidir. Gönle de yalnız onu Yaratan hâkim olur. Bizim tebliğimiz, bir kişinin hidâyetine sebep olursa, bu bizim için yeryüzü dolusu altına sahip olmaktan daha hayırlıdır. Bu, bize biraz ters gelebilir. Ama yeryüzü, insan için yaratılmıştır. Yeryüzünün tamamı, insanın haksız
2293] 28/Kasas, 56
2294] 42/Şûrâ, 52
2295] 21/Enbiyâ, 73; 17/İsrâ, 9; 2/Bakara, 185; Âl-i İmrân, 41, 138; 5/Mâide, 44, 46; 6/En’âm, 91, 154; 7/A'râf, 154; 10/Yûnus 57, vs.
2296] 29/Ankebût, 69
2297] bk. 3/Âl-i İmrân, 86; 5/Mâide, 51; 6/En’âm, 144; 9/Tevbe, 19, 109; 28/Kasas, 50; 46/Ahkaf, 10; 61/Saff, 7; 62/Cumua, 5)
2298] bk. 5/Mâide, 67; 9/Tevbe, 37; 16/Nahl, 107; 39/Zümer, 3
2299] bk. 5/Mâide, 108; 61/Saff, 5; 63/Münâfıkûn, 6
2300] bk. 39/Zümer, 3; 40/Mü’min, 28
2301] Âl-i İmrân, 20
2302] 28/Kasas, 56
2303] 10/Yûnus, 99
2304] 6/En’âm, 125; Kur’an’ın Temel Kavramları, s. 182
- 558 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yere akıtılmış bir damla kanına denk olmaz. Dinimizin insana verdiği değer bu!... "Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa, ihyâ ederse (hidâyetine vesile olursa) bütün insanları kurtarmış, ihyâ etmiş gibi olur."2305 Kur'ân-ı Kerim'de Rabbimiz haksız yere herhangi bir kişiyi öldürenin bütün insanları öldürmüş gibi olduğunu haber verirken2306 öldürülenin mü'min veya kâfir olmasını ayırt etmez. Medenî zannedilen Avrupalının, Amerikalının gözünde ise, bir varil petrol, hıristiyan olmayan milyarlarca insandan daha değerlidir. İşte böyleleriyle aynı safta, aynı zihniyet ve aynı paktta olmamak için "gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil" diyoruz. 2307
"Rabbimiz, her şeye yaratılışını verip sonra hidâyet edendir."2308 "Ne zaman Benden bir "hüdâ" gelir de, kim Benim "hüdâ"ma uyarsa, böyleleri için korku yoktur, onlar üzülecek de değillerdir."2309 Yeryüzündeki hayatında insanın önüne iki yol açılmış bulunuyor. Bu yollardan birisi, Allah'a giden yol, diğeri ise, Allah'ın yolu dışındaki sayısız yollar. Allah, yarattığı kullarına karşı son derece merhametli olduğu için, insanlara sürekli olarak "hüdâ"sını göndermiştir. Nitekim “hidâyet” kelimesinin bir anlamı "hediye"dir. Allah'ın insanlara yol göstermesi, onlara hüdâsını göndermesi, bütünüyle O'nun hediyesidir. İnsana düşen, Allah'ın hediyesini kabul etmektir. Bu hediyeyi Allah, her insana doğrudan doğruya değil de, aralarından seçtiği elçileri vasıtasıyla gönderir. İblis, dünya hayatının geçimliliğini insan için yegâne amaç haline getirir. Bunun sonucunda, yalnızca tutkuları peşinde koşan ve yeryüzünde fesat çıkaran insanın doğru yolu bulması için Allah, elçilerini gönderir ve onlarla beraber Kitap indirir.
Hidâyet İçin Kulun Çabası Gerekir
İnsanın, saptığı yollardan ayrılıp, Allah'ın yoluna girebilmesi için, öncelikle böyle bir zorunluluğu duyması, yani bu yola girmek için çabalaması gerekir. Bu çabalama Allah uğrunda cihaddır. Böyle bir çabanın içinde olan, yani, ya kendi kendilerine, ya da elçilerinin çağrısıyla böyle bir çabanın içine giren insanlara, elçiler getirdikleri Kitab'ın âyetlerini okurlar. Ne ilginçtir ki, elçilere ilk inananlar, şirkin kirlerine bulaşmamış ve şirkin yarattığı ortamdan son derece rahatsızlık duyanlar olmuşlardır. Yani, Kur'an'ın deyişiyle, kulakları bütünüyle sağır, gözleri bütünüyle kör olmamış, bunun sonucunda kalpleri hepten kararmamış, yani, ölmemiş insanlardır bunlar. İnsanı öldüren, kalbi karartan günahlardır. Şirkin her türlü kirlerinin içine bulaşarak, karanlıklar içinde hayaller ve kuruntular üzerinde bir 'bilgi' oluşturan ve bunu gerçek bilgi sanan insanların iman etmesi kolay olmaz. İblis, insanlara yaptıklarını süsler, onlara vaad eder, içlerine kuruntular eker. "Elbette Senin kullarından belirlenmiş bir pay alacağım' dedi; 'onları mutlaka saptıracağım, boş kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim.' (İblis) Onlara vaad eder, ümit verir."2310 İşte, şeytanın vaadine, verdiği ümitlere ve emirlerine bağlanıp, tutkularına kapılan insanlar 'ölmüş' insanlardır. Bunlar, fâsıktırlar, fâcirdirler... Elçilerin getirdiklerine inanmazlar; onları yalanlarlar, iman edenleri de vazgeçirmeye
2305] 5/Mâide, 32
2306] 5/Mâide, 32
2307] M. Toptaş, Şifâ Tefsiri, Cantaş Y., c. 1, s. 75-76
2308] 20/Tâhâ, 50
2309] 2/Bakara, 38
2310] 4/Nisâ, 118-120
HİDÂYET
- 559 -
çalışırlar. Onların bu durumuna, Kur'ân-ı Kerim'de "çok uzak bir dalâl" denir.
İblisin temelde insanlar üzerinde bir hükmü yoktur. O sadece vaad eder; kuruntular ve ümitler verir. Ona uyanlar, aslında tutkularına, arzularına, hevâlarına uyanlardır. Böyleleri, kurdukları dünyalarını sürdürebilmek için birtakım putlar icat ederler. Bu putlar, bazı şekiller olabildiği gibi, özellikle günümüzde çok yaygın olduğu biçimiyle, aldatıcı birtakım "bilgi"ler, eğlenceler, şarkılar, sporcular, bilim, teknik, sosyal bilgiler, ilerleme, eğitim, medeniyet, kültür, çağdaşlık gibi kelimeler de olabilir. Bunlar, Allah'la ilişki koparılarak değerlendirildiğinde; Allah'ın yolundan sapmış, tutkularına köle olmuş insanların, başkalarını da saptırmak için icat ettikleri putlara dönüşür. 2311
Öte yandan, şirkin yol açtığı ortamdan memnun olmayan ve çıkış yolu arayan insanlar dalâl içinde olmalarına rağmen, elçilerin okuduğu âyetlerle, kalplerindeki kirleri gidermeye girişirler, tezkiyeye başlarlar. Bu şekilde arınmaya koyularak hüdâya tabi olmak isteyenlerin bu çabasına "ihtidâ" denilir. (İhtidâ etmediği halde, böyle görünen dönmeler vardır. Sabataycılar da denilen bu dönmeler -avdetîler- 2. Meşrûtiyet döneminde ve T.C.’de etkin faâliyetlerde bulunmuşlar, Osmanlı'nın ve müslümanların başını çok ağrıtmışlardır. Özellikle Selanik, dönmeleriyle meşhur idi. Hâlâ Hâriciye'de ve basında dönmelerin ciddi etkinlikleri vardır.) İhtidânın başlangıcı elçilere ve Allah'tan getirdiklerine inanmak ve okudukları âyetlerle kalplerini arıtma uğraşısı içine girmektir. "Eğer sizin iman ettiğiniz gibi iman ettilerse, şüphe yok, ihtidâ etmişlerdir."2312 "Eğer müslüman olup teslim olmuşlarsa, şüphe yok, ihtidâ etmişlerdir."2313 Beri taraftan, elçilerin çağrılarına kulak vermeyip uzak bir dalâl içinde olanların peşinden gidenlerin, kendilerini dalâlete sürükleyenlere karşı tavırları şöyle anlatılır: "Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün, "keşke" derler, Allah'a itaat etseydik, Rasûl'e itaat etseydik! Rabbimiz, doğrusu biz efendilerimize, beylerimize ve büyüklerimize itaat ettik de, onlar yolu saptırdılar." 2314
Kalplerini arıtanlar; Allah'a yapışır, Rasûllerin öğretilerine kulak verir ve bu öğretiler üzerinde gitmeye, hayatlarını sürdürmeye çalışırlarsa, Allah da onların hidâyetini artırır, onları sırât-ı müstakîmde sâbitleştirir. "Allah, İhtidâ edenlerin hidâyetlerini artırdı ve onlara takvâlarını verdi."2315 İhtidâlarında sâbit olup, imanlarından dönmeyenler ve sâlih amellerde bulunanların sonunda kalpleri de hidâyete erer. Kalp hidâyete erince, insan bütünüyle hüdâya ulaşmış, yani artık tam anlamıyla hidâyet bulmuş demektir. "Kim Allah'a iman ederse, Allah kalbini hidâyete erdirir."2316 Allah'ın hidâyete erdirdiği insanlar, yine İblis'in iğvâlarına kapılıp dalâlete düşebilirler. Dalâlet, doğru yoldan her türlü sapmayı içine alır; İster bilerek, ister bilmeyerek, ister unutarak, ister kasten olsun. Sırât-ı müstakîmde olmamak veya sırât-ı müstakîmi bilmemek de dalâlettir.
Kur'an, hidâyetin Allah'ın elinde olduğunu, Allah'ın hidâyet vermediğine kimsenin hidâyet veremeyeceğini, eğer Allah dileseydi herkesin hidâyet
2311] Bak. 14/İbrahim, 35-36; 25/Furkan, 17-18
2312] 2/Bakara, 137
2313] 3/Âl-i İmran, 20
2314] 33/Ahzab, 66-67) (Ayrıca bak. 7/A'raf, 38-39
2315] 47/Muhammed, 17
2316] 64/Teğâbün, 11
- 560 -
KUR’AN KAVRAMLARI
üzere olacağını söylemektedir.2317 Kişinin bâtıl yolu bırakıp, hidâyete yönelmesi, Cenâb-ı Hakk'ın dilemesi ve yardımı ile olur. "De ki: Ey insanlar, size Rabbiniz tarafından bir hak geldi. Kim ihtidâ eder, doğru yola giderse, kendi lehine doğru yola gitmiş olur. Kim de dalâlet içinde olursa, saparsa; kendi aleyhine sapmış olur. Ben üzerinize vekil değilim."2318 "Allah kimi saptırırsa, artık onu hidâyete, doğru yola sevk edecek hiçbir kimse bulunmaz." 2319
Hidâyet, öncelikle Allah'tandır ve tek hidâyet edici O'dur. Fakat Rasûller Allah'ın hidâyetiyle hidâyet edici, yani insanları Allah'ın yoluna yönelticidirler. Bu yönelişi tam bir hidâyet üzerinde oluşa çevirmek yine Allah'ın elindedir. Peygamber ne kadar isterse istesin, insanlara hidâyet veremez. Allah'ın izniyle insanlar hidâyete erer veya sapıklıkta devam eder. Aynı şekilde İblis de insanlara vesvese vererek, emrederek, kuruntular ve ümitler içinde yürüterek onları dalâlete çağırır. Ama yine, insanı sapıklığa iten Allah'tır; yani, nihai belirleyici O'dur. İnsansa iradesini kullanarak sapar; yani Allah, İblisin vaadlerine kanarak, tutkularına esir olan insanları, kendileri istedikleri ve o yöne yöneldikleri için saptırır. İnsanları doğruya yönelten, yani hidâyete götüren imamlar olarak Rasûller göndermesi, temelde yine Allah'ın hidâyet etmesi olduğu gibi, İblisle de saptırması, yine Allah'ın saptırmasıdır; yani, Allah insanın gerek hidâyete ermesi, gerekse sapması için gerekli her türlü şartı yaratır; sonra, hidâyete ermeğe çabalayan insanları hidâyete ulaştırır; sapıklıkta ısrar edenleri de kendi hallerine bırakır:
"Onları (elçileri) emrimizle hidâyete götüren imamlar kıldık." 2320
"Muhakkak sen, sırât-ı müstakîme ihtidâ ettirirsin."2321 Buna karşılık;
"Muhakkak sen, sevdiğine hidâyet edemezsin. Ancak Allah dilediğine hidâyet eder." 2322
"Sen, görmüyorlarsa, körlere hidâyet mi vereceksin?" 2323
"Yeryüzündekilerin çoğuna itaat edersen, seni Allah'ın yolundan saptırırlar." 2324
Dalâlet, "an" harf-i cerriyle kullanıldığında "yitmek, yok olup gitmek" anlamlarına gelir. Kâfirlerin dünya hayatındaki amelleri, küfürleri, iftiraları, hepsi âhirette kendilerinden sıyrılıp gidecektir. Böylece onların hiçbir değerlerinin olmadığı anlaşılacak ve kendilerine hiçbir bakıma yarar getirmeyecek, tam tersine zarar verecektir. Dünya hayatında Allah'a koştukları eşler de, aynı şekilde kendilerinden kaybolup gidecektir: "Uydurdukları şeyler kendilerinden kaybolup gitti." 2325
Kur'an'ı başından başlayarak okuyan kimsenin, Yüce Allah'tan ilk isteği hidâyettir. Bu isteğe cevap da, ardından verilmektedir: Hidâyeti isteyene "işte
2317] Örnek olarak bak. 6/En'am, 149; 16/Nahl, 9, 93; 7/A'râf, 30; 13/Ra'd, 31; 4/Nisâ, 88; 28/Kasas, 56; 42/Şûrâ, 52; 18/Kehf, 17; 39/Zümer, 37; 2/Bakara, 142, 213, 272; 10/Yûnus, 25; 14/İbrahim, 4...
2318] 10/Yûnus, 108
2319] 13/Ra'd, 33
2320] 21/Enbiyâ, 73
2321] 42/Şûrâ, 52
2322] 28/Kasas, 56
2323] 10/Yûnus, 43
2324] 6/En'âm, 116
2325] 6/En'âm, 24; 10/Yûnus, 30; A. Ünal, Kur'an'da Temel Kavramlar, Kırkambar Y., s. 141-142
HİDÂYET
- 561 -
Kur'an!"2326 denilmektedir. Dosdoğru yol, hidâyet Kur'an yoludur.
Hidâyette Kulun Rolü
Kur'an'ın tamamını dikkatlice okumayanlar yüzeysel bir bakış açısıyla kaderci bir anlayışa kapılır ve hidâyetin, kişinin hiçbir etkisi olmadan, tamamen Allah tarafından takdir edildiğini zannederler. Kuşkusuz Allah'a inanan her mü'min Allah'ın iradesinin her türlü iradenin üstünde olduğuna; Allah'ın dilemesinin önünde hiçbir engel bulunamayacağına kesin olarak inanır. İnsan da diğer yaratıklar da Allah'a muhtaçtırlar. Yaratıkların, kendilerinden kaynaklanan hiçbir şeyi yoktur. Organları da, fiilleri de, yararlandığı şeylerin hepsi de Allah tarafından yaratılmıştır. Hidâyeti de veren O'dur. Ancak, hidâyeti dileyen bir kimseye Allah engel olur ve onu sapıklıkta kalmaya zorlar mı? Ya da hidâyeti bulmak istemeyeni Allah zorla hidâyete sürükler mi? Daha açık bir ifade ile Yüce Allah, kulları arasında ayırım yaparak kimilerini kayırır ve kimilerini cezâlandırmak için başka şeylere yönelir mi?
Allah'ın dilemesinin önünde hiçbir engel olamayacağına kesin olarak inanan mü'min, durup dururken Allah'ın, kulları arasında bir ayırım yapmadığına; O'nun âdil olduğuna da kesin olarak inanır. "Kim yararlı iş işlerse kendi lehinedir; kim de kötülük işlerse kendi aleyhinedir. Rabbin, kullara karşı zâlim değildir."2327 “Bu, yaptığınızın karşılığıdır. Yoksa Allah, kullara asla zulmetmez.” 2328
Aslında Allah, hidâyeti, bir bakıma yaratılışla iç içe ve her bir canlıya kendisine özgü bir tarzda vermiştir. "O, her şeyi ölçüyle yapıp, yol göstermiştir."2329 Böylece her canlının kendine has yolda ilerlemesiyle, kâinatın sistemi bozulmadan devam etmektedir. İnsana gelince, o diğer canlılardan daha farklı bir konumdadır. Çünkü Allah, ona bir değil; iki yol göstermiş ve onu irâde hürriyeti içerisinde imtihan etmek istemiştir: "Biz ona eğri ve doğru iki yol göstermedik mi?" 2330
Böyle geniş bir serbestliğe sahip olan insan soyunun, doğru yolu çeşitli sebeplerle bulanık görmesi ya da yolunu şaşırması tehlikesine karşı -ki bu, insanlık tarihi boyunca sürekli vuku bulmuştur.- Allah sürekli elçiler göndererek kendi doğru yolunu, yönünü insanlığa göstermiştir. İnsanlar ise elçilerle gelen bu yol pusulasına karşı olan tavırlarına göre; ya doğru yolda, ya da yanlış/eğri yolda hayatlarını tüketmektedirler. Bu durum, yeryüzü sisteminin Allah tarafından alabora edilip ortadan kaldırılacağı ve yerine bu dünyadaki yol tercihinin cevabını oluşturan yeni bir düzen oturtulacağı Kıyâmet saatine kadar da devam edecektir. Çünkü Allah insanları bu konuda serbest bırakmıştır. Aksi takdirde insanın diğer varlıklarla farkı kalmazdı. "Bize düşen, yalnızca yol göstermektir." 2331
Kur'an'ın insanlara verdiği en büyük ders tevhiddir. Tevhid, yâni Allah'ın birliği... Ne zâtında, ne sıfatlarında, ne mülkünde ne icraatında ortağı bulunmaması. Kur'an'ın bu dersini dinleyenler, putları bırakmış Allah'a dönmüş, teslisi (üç ilâh safsatasını) atıp tevhide ermişlerdir.
2326] 2/Bakara, 2
2327] 41/Fussılet, 46
2328] 3/Âl-i İmran, 82
2329] 87/A'lâ, 3
2330] 90/Beled, 10
2331] 92/Leyl, 2; Kur'an Okulu 2, Hanif Y. s. 92
- 562 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Fâtiha'nın ilk âyetinde "Allah'ın bütün âlemlerin Rabbi" olduğu haber verilir. Sema ve arz birer âlem olduğu gibi, dünya ve âhiret, gece ve gündüz, canlılar ve cansızlar da ayrı birer âlem... Keza, her bir insan, hayvan ve bitki de birer küçük âlem. Bütün bu âlemlerin başlangıçlarını, ilk tohumlarını yaratan ve onları rahmet ve hikmetiyle, irâde ve kudretiyle safha safha terakki ettirerek son ve mükemmel şekline erdiren Allah'tır. Bütün bu âlemler O'nun mülkü olduğu gibi, onlarda cereyan eden her türlü hâdiseyi, ister hayır, ister şer olsun, yaratan da O'dur.
Zeminin yüzünde gece ve gündüzü O yarattığı gibi, gözlerde, uykuyu ve uyanıklığı ve nihâyet insan kalbinde dalâlet ve hidâyeti yaratan da O'dur. Zira, O'ndan başka yaratıcı yoktur.
Basar, yâni gözün görmesi gibi, basiret de Allah'ın büyük bir ihsanı. Birincisi ile insanın maddî gözü açılıyor ve insan dağlarla, ovalarla, yıldızlarla münasebet kuruyor. Diğeri ile de insanın kalp gözü açılıyor. Maddî olmayan o göz ile maddeden münezzeh olan Allah'ın varlığı görülüyor ve O'na iman ediliyor. Ve kalp kâinatı çok gerilerde bırakacak bir vüs'ate, bir genişliğe kavuşuyor.
İşte, gözde görmeyi yaratmak Allah'a mahsus olduğu gibi, kalpte imanı ve hidâyeti yaratmak da yine O'na mahsus. O halde Allah'ın dilediğine hidâyet vereceğine dair âyetleri okurken, öncelikle meselenin tevhid yönünü dikkate alacak, her hayır gibi hidâyetin de O'nun elinde olduğuna iman edeceğiz.
"Doğrusu, lütuf muhakkak Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir. Ve Allah Vâsi'dir, Alîm'dir." 2332 Âyetin sonunda Vâsi' ve Alîm isimlerinin zikredilmesi ne kadar mânâlıdır. Evet, Allah Vâsi'... Yâni O'nun rahmeti, ilmi, inâyeti insan idrâkinin kavrayamayacağı kadar geniş ve her şeyi kaplamış... Ve O, her şeyi hakkıyla bilen mutlak Alîm. Öyle ise lütfu, ihsanı, keremi ve hidâyeti kime vereceğini O bilir. Bu veriş rastgele değil, bir ilim ve hikmet iledir. Bu hakikati ders veren bir diğer âyet: "Doğrusu sen sevdiğine hidâyet veremezsin. Fakat Allah kimi dilerse ona hidâyet verir. Ve hidâyete erecekleri en iyi O bilir." 2333
Evet, bizim başka varlıklar hakkındaki bilgimiz çok sınırlı... Canlı ve cansız her şey bütün faaliyetlerini Allah'ın ilim ve murakabesi altında sürdürüyor.
Şu uçan kuşu seyredelim. Kim bilir yuvasından nasıl bir his ile ayrılmıştı... Şimdi havada süzülürken nasıl bir zevk ve huzur duyuyor? Uçuşan diğer kuşları hangi gözle seyrediyor? Yerdeki binaları, insanları, arabaları nasıl değerlendiriyor? Acaba karnı ne derece tok yahut aç? Akşam yaklaşınca, yuvasına doğru yol alırken hangi hislerle dolu olacak? Yuva yaptığı çatıyı gördüğünde içinden neler geçecek? O günkü mesaisini bitirmiş, diğer kuşlarla havada son birkaç tur daha atarken o küçük ve temiz kalbi nasıl bir hazla dolacak? Bunlar ve benzeri nice haller o kuşun ruhunu sarmış durumda. O, kendi iç âleminin bütün incelikleri ile ancak ve ancak Yaratıcısı’nın, Rabbinin nazarı, himayesi, rahmeti ve murakabesi altında...
Bir ceylan, bir kelebek, bir karınca bu kuştan farklı mı? Her biri kendi âleminde ayrı bir ömür sürmekte... Bedeni, kâinatla irtibat kurarken, ruhu ve
2332] 3/Âl-i İmrân, 73
2333] 28/Kasas, 56
HİDÂYET
- 563 -
hissiyatı, bilemeyeceğimiz bir keyfiyetle, Allah'a teveccüh ve tevekkül etmekte...
Bir de şu taksi şoförünü düşünelim. Kim bilir nereye gidiyor? Hangi derdin sahibi? Hangi hedef için yanıp tutuşuyor? İleride neler almayı plânlıyor? Yoksa sürdüğü arabanın taksitlerinin çilesini mi çekmekte? Beden sıhhati nasıl? Ruh huzuru ne âlemde? Düşkünlere karşı kalbi katı mı, yumuşak mı? Rabbine teveccühü ne derece? Nefsine ne ölçüde güveniyor? İnsan durmadan düşündüğüne göre, geçmiş günlerde neler düşündü ve şu anda ne düşünüyor?
İşte meçhûlümüz olan böyle sayısız meseleler onun hususî dünyasını meydana getirir. Biz o dünyanın Câhiliyiz, Allah ise Mâliki ve Âlimi.
İşte kullarını böyle her halleri ile bilen Allah, hidâyete erecekleri de en iyi Kendisinin bileceğini yukarıdaki âyetle haber veriyor.
Hidâyet ve dalâletle ilgili âyet-i kerimeler bir yönüyle de mü'minin ruh terbiyesi ile ilgili... Bilindiği gibi mü'minin ruhu havf ve recâ (korku ile ümit) sınırları arasında terakkisini sürdürür. Bu sınırları tecavüz ettiğinde zarara düşer yahut mahvolur. Havf, Allah'tan korkma, O'nun azabından kendini kesin şekilde emin bilmeme hâli... Recâ ise, Allah'ın rahmetinden daima ümitvar olma, günahlarının O'nun affını hiçbir zaman aşamayacağını düşünerek yeise, ümitsizliğe düşmeme durumu.
Kur'ân-ı Kerim, "Allah'ın dilediğini dalâlete götürebileceğini" beyan etmekle mü'mine, yaptığı iyi amellerle övünmemesini ve onlara güvenmemesini öğüt verir. Diğer taraftan, kötü halleri ve günahları için de yeise düşmemesini, "Allah'ın dilediğini hidâyete/doğru yola sevk edebileceğini" hatırlatır.
Konunun bir de kader yönü var. Ona da kısaca temas edelim: Bir âyet meali: “Bir de müşrikler (Allah'a eş koşanlar) dediler ki: Allah dileseydi ne biz ne de atalarımız O'ndan başka hiçbir şeye tapmazdık. Ve O’nsuz hiçbir şeyi haram kılmazdık. Kendilerinden öncekiler de böyle yapmışlardı. Buna karşı peygamberin vazifesi ancak açık bir tebliğ değil mi?” 2334
"Her şeyin kader ile takdir edildiği" bir hakikat. Ama bu takdir edilenlerden birisi de insana cüz'î irâde verilmesi ve onun emir ve yasakları işlemekte serbest bırakılması... Bu da bir takdir... Buna göre, insan ister ibâdet etsin, ister isyan yolunu tutsun, her İki halde de kader dairesi içinde... Bu incelik, çoğu zaman gözden kaçıyor yahut yeterince anlaşılmıyor.
Cenâb-ı Hak, taşların cansız, bitkilerin yarı canlı olmalarını dilemiş; hayvanlar âlemini ise his dünyasına kavuşturmuş. Bunların hepsi kader dairesinde... İnsana gelince, onu mahrukatı içinde en güzel şekilde yaratmış... Ona akıl, kalp, vicdan gibi nice ihsanlarda bulunmuş ve onu bir imtihana tâbi tutmuş... Kendisine birtakım emirlerde bulunmuş ve önüne bir takım yasaklar koymuş. İnsanı bu emir ve yasaklara uyup uymamakta serbest bırakmış. Dilemiş ki, bu hürriyet içinde, gaflete dalmayan ve Rabbini unutmayan kullarına, meleklerden daha üstün dereceler versin ve onları ebedî saâdetlendirsin. Nefis ve şeytana tâbi olarak Rabbini unutanları ise azabına uğratsın. İşte bu da bir takdirdir. Bu takdire karışmak kula yaraşmaz.
2334] 16/Nahl, 35
- 564 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"Allah dikseydi bütün insanları hidâyete erdirirdi" sorusunu başka sorular da takip eder. Meselâ, "Allah dileseydi bütün cansızları yarıcanlı yapabilirdi" yahut "Allah dileseydi bütün ağaçlara görme, işitme verebilirdi" veya "Allah dileseydi bütün hayvanları akıllı yaratabilirdi" gibi... Elbette, Allah, dileseydi bütün bunları yapabilirdi. Ama dilememiş... İnsan nevini, hepsi itaat üzere olan meleklerden ayrı bir mahiyette yaratmayı dilemiş ve öyle yaratmış. Müşriklerin iddiasının zikredildiği aynı sûrede şu âyet-i kerime de yer alıyor: "Allah dileseydi elbette hepinizi binek ümmet yapardı. Fakat O dilediğine dalâlet, dilediğine hidâyet verir ve muhakkak surette hepiniz bütün yaptıklarınızdan sorumlu tutulacaksınız."2335 Bu âyet-i kerimede birçok ders bir arada veriliyor: Allah, insanları melekler gibi bir tek ümmet olarak yaratmayı dilememiş. Allah'ın irâdesi mutlak... Ve insan bütün yaptıklarından sorumlu...
İnsan Allah'ın takdir sahasında ileri geri konuşarak haddini tecavüz edeceğine, kendi irâdesine bırakılan işleri, istikamet üzere yapmaya çalışmalı... Zira, o ancak bunlardan sorumlu...
“Şüphesiz Allah dilediğini saptırır. Dilediğini de hidâyete eriştirir. (Ey Rasûlüm) Artık onlara üzülerek kendini harab etme. Allah onların yaptıklarını şüphesiz bilir.”2336 Hidâyete erecekleri de dalâlete düşecekleri de en iyi Allah bilir... "Hâdî", Cenâb-ı Hakk'ın bir ismi. "Hidâyeti yaratan, doğru yolu gösteren ve insanı o yolda muvaffak kılan" mânâsına geliyor...
Taşlara göz takmayan Allah, katı kalplerde de hidâyet yaratmıyor. "Kalpleri Allah 'ı anmak hususunda katılaşmış olanlara yazıklar olsun. İşte bunlar apaçık dalâlettedirler (sapıklıktadırlar)." 2337
Kulun kendi cüz'î irâdesini hayra yahut şerre yöneltmesi ile kalbinde hidâyet yahut dalâlet yaratılıyor. Bu hakikati, hiçbir vesveseye fırsat vermeyecek kadar açıkça ders veren bir âyet-i kerime: "Muhakkak ki, Allah, bir kavme verdiğini, onlar nefislerindekini bozmadıkça, değiştirmez."2338 Bir başka âyet: "Onlar öyle kimselerdir ki, hidâyet karşılığında dalâleti (sapıklığı) satın almışlardır. Ticaretleri kendilerine bir kazanç sağlamadığı gibi, doğru yolu da bulamamışlardır."2339 Bu âyet-i kerimeden kulun, dalâlete kendi irâdesiyle müşteri olduğunu açıkça anlıyoruz.
Hidâyet ve dalâletle ilgili âyetlerin her birinde bu hakikati görebiliriz. Bunlardan bir kısmını zikredelim:
“Allah zâlimler topluluğunu hidâyete eriştirmez.” 2340
“Allah kâfirler topluluğunu hidâyete eriştirmez.” 2341
“Allah fâsıklar topluluğunu hidâyete eriştirmez.” 2342
Bu üç âyet-i kerimeden kalpte dalâlet yaratılmasının üç sebebini öğreniyoruz.
2335] 16/Nahl, 93
2336] 35/Fâtır, 8
2337] 39/Zümer, 22
2338] 13/Ra'd, 11
2339] 2/Bakara, 16
2340] 2/Bakara, 258
2341] 2/Bakara, 264
2342] 9/Tevbe, 24
HİDÂYET
- 565 -
Hepsi de insanın kendi irâdesiyle ilgili: Zulüm, inkâr ve fısk.
Bir diğer âyet-i kerime : “... İnkâr edenler ise, ‘Allah bu misâlle neyi murad etti?’ derler. O, bu misâlle birçoğunu saptırır, birçoğunu da doğru yola getirir. Onunla saptırdığı ancak fâsıklardır ki, onlar Allah 'a olan ahitlerini kabulden sonra bozarlar; Allah'ın birleştirilmesini buyurduğu şeyi ayırırlar ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar.”2343 Bu âyet-i kerimelerden de, dalâlete düşen fâsıkların üç sıfatını öğrenmiş bulunuyoruz.
Hidâyete gelince o, Allah'ın büyük bir İhsanı olmakla beraber, buna mazhar olmak da bazı şartlara bağlı. Bu şartların birincisi:
“Bu, doğruluğu şüphe götürmeyen ve müttakîlere, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara doğru yolu gösteren (hidâyet kaynağı) bir kitaptır.”2344 âyet-i kerimesiyle "ittika" yâni "Allah'a karşı gelmekten sakınma" olarak beyan ediliyor.
“De ki, hakikaten Allah dilediğini şaşırtıyor, kendisine gönül verene de hidâyet buyuruyor.”2345 âyetinde de hidâyet için kulun Hakk'a gönül vermesi, cüz'î irâdesini hayra sarfetmesi şart koşuluyor.
Hidâyet ve dalâlete dair bütün âyetler Allah'ın Rahmân ve Rahîm olduğu, Kur'ân-ı Kerim'in muttakîlere hidâyet olmak üzere inzal edildiği ve Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) âlemlere rahmet olarak gönderildiği göz önüne alınarak mütalâa edildiğinde, meselenin hiç de itiraza veya istismara elverişli olmadığı açıkça görülecektir. 2346
Hidâyet Türleri
İnsanda üç çeşit hidâyet vardır. Bunlardan birincisi içgüdüdür. Hayatının ilk safhasında sadece içgüdüler ona kılavuzluk eder. İkinci safhada beş duyu devreye girer. Ancak içgüdü hidâyeti de devam eder ve içgüdü yanıldığında duyuların hidâyeti onları düzeltir. Üçüncü hidâyet ise, muhakeme, yani akıl hidâyetidir. Akıl, içgüdülerle duyuların yanılgılarını düzeltir ve onlara hakemlik yapar. İnsanı diğer hayvanlardan ayıran, bu hidâyete sahip olmasıdır. Acaba akıl hidâyeti yanıldığında hangi hidâyet insana kılavuzluk eder? Akıl da yanılabilir. Çünkü akıl, insana kılavuzluk ederken ilk iki hidâyetin topladıkları malzemeyi kullanır. Bu sebeple eksik malzeme her zaman için sözkonusu olabilir ve akıl hidâyeti yanılabilir. Ayrıca insan; sevgi, kin ve nefret gibi duyulara da sahiptir ve aklın muhakemesine bunlar olumsuz etkilerde bulunabilirler. İşte bu sırada, yanılmaz ve mutlak doğru olan hidâyet gündeme gelir ki o da "vahiy"dir. Fâtiha sûresinde, kulun Allah'tan istediği hidâyet, işte budur. 2347
Kur'an'ın bizden istediği, peygamberlerin kişiliğinde örnekleşen hidâyeti izlememizdir. Peygamberler ve onların tebliğatı hidâyettir.2348 Peygamberlerde örnekleşen hidâyeti elde etmenin bir niyet ve gayret ürünü olduğu da Kur'an
2343] 2/Bakara, 26-27
2344] 2/Bakara, 2
2345] 13/Ra'd, 27
2346] Alaaddin Başar, Nur’dan Kelimeler, s. 118-125
2347] Sait Şimşek, Fâtiha Sûresi ve Türkçe Namaz, Beyan Y., s. 56 vd.
2348] 21/Enbiyâ, 73; 17/İsrâ, 9; 2/Bakara, 185; 3/Âl-i İmran, 41, 138; 5/Mâide, 44, 46; 6/En'âm, 91, 154; 7/A'râf, 154; 10/Yûnus, 57...
- 566 -
KUR’AN KAVRAMLARI
tarafından beyan ediliyor. 2349
Cihad ve Tebliğ; Başkasının Hidâyeti İçin Çalışmak
Hidâyeti bulup o yolda yürüyen insanın, başkalarına bu hidâyeti ulaştırmak istememesi, elinde bulunan imkân ve fırsatları değerlendirmemesi, bir insanlık suçudur, büyük bir cinâyettir. Komşumuzun evi yanarken, yangını söndürme gücümüz olduğu halde seyirci kalmak ne ise; hatta ondan da daha kötüdür, cehenneme aday inanç ve yaşayışlara tepkisiz ve pasif bir seyirci kalmak. Hidâyete dâvet etmediğimiz yakınlarımız ve ilişkide olduğumuz insanlar, yarın yakamıza yapışıp bizden dâvâcı olabilirler endişesi ile başkalarına mesajı ulaştırmaya çalışmak zorundayız. 2350
İslâm'ın hidâyet yolunu gizleyip açıklamayanlar, Kur'an'da şöyle uyarılır: "İndirdiğimiz delilleri ve hidâyeti, biz insanlara Kitapta açıkladıktan sonra onları gizleyenlere, işte onlara, Allah lânet eder. Hem de bütün lânet edebilenler lânetler. Ancak, tevbe edip kendilerini düzelten ve Allah'ın indirdiğini açıklayanlar müstesnâ. İşte onların tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeleri çokça kabul eden ve çok merhamet edenim." 2351
Hidâyet İçin Gerekli Şartlar, Hidâyete Lâyık Olmak
Kimlerin doğru yolu bulduğu, kimlerin de yolu kaybedip şaşıranlar olduğu sorusu, bizim için önemli olmalıdır. Cevabını âyetlerden bulalım: "Allah, insanların bir bölümünü doğru yoluna eriştirdi. Fakat bir kısmı da şaşırmışlığı/sapkınlığı hak etti. Çünkü bunlar, saptırıcıları Allah'tan başka veli edinmişler ve kendilerini doğru yolu bulmuş sanmışlardı."2352 Bu âyette dikkati çeken nazik bir nokta var; o da, insanların bulundukları yolun doğru ya da eğriliği hakkında yanılabilecekleridir. Bu konuda yegâne ölçünün Allah tarafından belirlendiği, dolayısıyla ancak Allah'a; yani O'nun indirdiklerine uymakla bu problemi çözebilecekleri gerçeğidir. Buna da, tahmin etmekle değil; görüp duyduklarını, bildiklerini tahkik ederek, doğruyu, güzeli arayıp tâbi olmakla ulaşılabileceğini Rabbimiz bildiriyor: "Sözü dinleyip de en güzeline uyanlar, işte onlar Allah'ın kendisine yol gösterdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir."2353 Bir de bunun karşıtına bakalım: "Onlar sadece zanna ve nefislerinin arzusuna, canlarının istediğine uyarlar; oysa, andolsun ki onlara Rablerinden hidâyet edici, yol gösterici gelmiştir."2354 "Hevâ ve hevesini ilâh edinen, bir ilim üzerine (bilgisi olduğu halde) Allah'ın dalâlette, şaşkınlıkta bıraktığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği kimseyi gördün mü? Artık onu Allah'tan başka kim yola getirebilir? Siz, yine de öğüt alıp düşünmüyor musunuz?" 2355
Allah'ın hidâyet verdiği kimseler de şunlardır: "Allah, kendi rızâsını gözetenleri onunla (Kur'an'la) kurtuluş yollarına ulaştırır. Onları izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve yol gösterir."2356 "Bunlar, namaz kılan, zekât veren ve âhirete de tam olarak iman eden
2349] 29/Ankebût, 69
2350] bak. 33/Ahzâb, 67
2351] 2/Bakara, 159-160
2352] 7/A'râf, 30
2353] 39/Zümer, 18
2354] 53/Necm, 23
2355] 45/Câsiye, 23
2356] 5/Mâide, 16
HİDÂYET
- 567 -
mü'minlere yol gösterici kılavuz ve müjdedir."2357 "İman edenleri ve sâlih amel işleyenleri, imanlarına karşılık Rableri doğru yola eriştirir."2358 "Güven, iman edip imanlarına zulüm katmayanlarındır. İşte onlar, hidâyete eren, doğru yolu bulanlardır."2359 Dikkat edilecek olursa, Allah'ın hidâyeti insana içten bir güç olarak verilmesine karşılık ilk adım insan tarafından atılmalıdır. Bu tercihe göre Allah, insanı fert ve toplum olarak denemekte, sonuçta ona yol göstermekte, ya da şaşkınlık içinde bırakmaktadır. Burada hidâyet üzerinde ve sapıklık içinde; daha doğrusu hidâyete lâyık olup olmama hakkındaki bilgilerimizi özetleyecek olursak, sapıklık nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:
Allah'ın bazı kimselere hidâyeti nasip etmemesinin sebeplerinin başında zulüm gelir. Kur'an, birçok âyetinde "Allah zâlimlere hidâyet nasip etmez." diyor.2360 Saptırıcıları veli/dost edindiği halde, kendini doğru yolda sanmak;2361 hevâ ve hevesine uymak, zevklerine göre yaşamak;2362 Allah'ı zikirden, anmak, hatırlamak ve düşünmekten yüzçevirmek;2363 dünya hayatından başka bir beklentisi olmamak;2364 babalarını, atalarını üzerinde bulduğu dini ve din anlayışını körü körüne sürdürmek;2365 zâlimlerden ve nankörlerden olmak;2366 iman edip peygamberlerin hak olduğuna şâhit olduktan ve kendilerine belgeler geldikten sonra inkâr etmek.2367 Hidâyetin önündeki engellerden biri de nankörlüktür. 2368
Fısk (fâsıklık, yani bozuk, rezil yaşayış) da hidâyete erişmeyi engeller.2369 Kur'an, yalancılık ve israfın da hidâyete ulaşmayı engellediğini beyan ediyor.2370 Şeytana tâbi olmak,2371 Peygamber’in yolundan ayrılıp başka yollara uymak,2372 Allah'tan korkup çekineceğine başka varlıklardan korkup çekinmek,2373 bütün bunlar hidâyetin engellerindendir.
Bunlara mukabil hidâyete ermek için gerekli şartlar da şunlardır: Sözü dinleyip en güzeline, en doğrusuna uymak,2374 Allah'ın rızâsını gözetmek,2375 Allah'tan gelenleri bir ücret istemeden insanlara duyurmak,2376 işlediği hata ve günahlardan dönmek, tevbe etmek,2377 Kur'an okumak, Allah'ın âyetlerine
2357] 27/Neml, 2
2358] 10/Yûnus, 9
2359] 6/En'âm, 82
2360] Bak. 3/Âl-i İmran, 86; 5/Mâide 51; 6/En'âm, 144; 9/Tevbe, 19, 109; 28/Kasas, 50; 46/Ahkaf, 10; 61/Saff, 7; 62/Cum'a, 5
2361] 7/A'râf, 30
2362] 45/Câsiye, 23
2363] 59/Haşr, 19
2364] 2/Bakara, 200
2365] 2/Bakara, 170
2366] 3/Âl-i İmran, 86
2367] 3/Âl-i İmran, 86
2368] Bak. 5/Mâide, 67; 9/Tevbe, 37; 16/Nahl, 107; 39/Zümer, 3
2369] bak. 5/Mâide, 108; 61/Saff, 5; 63/Münâfıkun, 6
2370] bk. 39/Zümer, 3; 40/Mü’min, 28
2371] 22/Hacc, 4
2372] 4/Nisâ, 115
2373] 2/Bakara, 150
2374] 39/Zümer, 18
2375] 92/Leyl, 19-20
2376] 36/Yâsin, 21
2377] 20/Tâhâ, 82; 122
- 568 -
KUR’AN KAVRAMLARI
uymak,2378 iman edip imanına zulüm katmamak,2379 sâlih amel işlemek, namaz kılmak, zekât vermek,2380 hidâyete yönelmiş olmak,2381 Allah'tan başkasından korkmamak,2382 yalnızca Allah'a teslim olmak,2383 düşünmek, ibret almak. 2384
Dünyaya geldikten sonra kendi güzel arzularıyla ezelî imanlarında sâbit kalabilmek ve onu kuvvetlendirip nûrunu arttırmak bir kul için dünyada, âhirette verilen nimetlerin en büyüğü ve en kıymetlisidir. Çünkü iman her hayrın köküdür. İman olan kalpte her hayır bulunur. Dünya ve âhiretin mutluluğu da ancak imanla meydana gelir. Bu kimseler, hakkı tanır, hakka saygı gösterir. Hak söze boyun eğer. Haksızlığa ve zulme tahammül etmez. Elinde kuvvet de olsa, teşvik de görse hakkı çiğnemez. Hak ile yaşar, hak ile ölür. Hak'tan geldiği gibi, şaşmadan, sapmadan yine Hakk'a gider. İşte Allah'a karşı sözlerinin eri olan hakperest yiğitler bunlardır.
Bir kısım insanlar da dünyaya gözlerini açar açmaz etrafında azgınları görür. Çevresini Allah ile ilgisi olmayanlar bürür. Onların Allah'a karşı küfran ve isyan hareketlerine bu da alışır. Kendi kötü arzusuyla fıtrî imanını terk ediverir. Kazanmak için geldiği dünyada sermayesini de kaybeder. Hak yolundan sapar. Hayatı, dünya yaşayışından ibâret zanneder. Bütün kuvvetiyle dünyaya tapar, derken bir gün cehennemi boylar. İşte Hak'tan dönen, dalâlet yolunu tutan, Allah'a vermiş olduğu sözünden cayan, nefsine uyan azgınların sonu da budur.
Bilinmelidir ki, dünyada insanları iyiliğe çağıran hidâyet mürşitleri bulunduğu gibi, kötülükleri süsleyerek iyiliktir diye yutturmaya çalışan şeytanlar da vardır. Aramızda şeytan tabiatlı nice insanlar vardır ki, insanı yoldan çıkarabilirler. Buna karşı melek tabiatlı insanlar da vardır. Bunlar da insanın yolunu Allah'a ve rızâsına çevirirler. Bunlarla tanışıp beraber olabilmek Allah'ın büyük lütfu ve hidâyetidir. 2385
"Taşlara, göz takmayan Allah, katı kalplerde de hidâyeti yaratmıyor." "Hidâyet, kalp gözünün açılmasıdır."
Hidâyet Konusunda Sünettullah (Allah'ın Değişmeyen Kanunu)
"Sen onların dinlerine uymadıkça yahûdiler de hıristiyanlar da senden râzı olmazlar. ‘Asıl doğru yol (hüdâ), Allah'ın yoludur’ de."2386 Yüce Allah'ın Hz. Muhammed'i (s.a.s.) kendisiyle gönderdiği yol (İslâm) evrensel, sağlam ve dosdoğru olan dindir. Yol demeye elverişli gerçek yol (hidâyet) de odur. Onun ötesinde gerçek doğru yol (hüdâ) yoktur. "Kim kendisine doğru yol belli olduktan sonra Rasûl'e karşı gelir ve mü'minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü yolda bırakırız ve cehenneme
2378] 2/Bakara, 150; 4/Nisâ, 174-175
2379] 6/En'âm, 82
2380] 27/Neml, 2
2381] 47/Muhammed, 17; 42/Şûrâ, 13
2382] 2/Bakara, 150
2383] 3/Âl-i İmran, 20
2384] 20/Tâhâ, 128; 10/Yûnus, 43-44; 12/Yusuf, 111, 6/En'âm, 140
2385] A. Osman Tatlısu, a.g.e. s. 250
2386] 2/Bakara, 120
HİDÂYET
- 569 -
sokarız. Ne kötü bir gidiş yeridir orası!"2387 Uyulması gereken hak yol, İslâm'dır. Ondan ötesi, terk edilmesi ve varsa sökülüp atılması gereken yoldur. Kim ondan ötesine tutunursa zarar eder. Allah o kimseyi terk ettiği gibi, yardımını da ondan çeker ve o kişi zâlimlerden olur. "...Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı olur." 2388; "Sana gelen ilimlerden sonra onların keyiflerine uyarsan, o takdirde sen mutlaka zâlimlerden olursun."2389 Rasûlullah'a "ilim" diye gelen, Allah'ın yolu ve İslâmî emirlerden "şeriat" kıldıklarıdır. Farz-ı muhal, yahûdi ve hıristiyanların heveslerine uysan, o takdirde zâlimlerden olursun. Hitap Rasûlullah'a, maksat ümmetinedir. Bu âyette, bâtıllarında ısrarcı olan hevâ ve heveslerine tâbi olan bâtıl ehline korkutma ve tehdit vardır. Mü'minler bilmeliler ki, sağlıklı bir gerekçeyle de olsa, insanların hevâlarına uymak, insanları bâtıl tehlikelere düşüren ve Hak yolu terk ettiren büyük bir zulümdür.
"Kimler Benim hidâyetime uyarsa, artık onlara bir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir."2390 Bu âyetin tefsirinde İbn Kesir şöyle der: "Yani kendisiyle kitapların indirildiği, peygamberlerin gönderildiği şeye yönelenlere, âhiret hallerinden karşılaşacaklarında korku; dünya işlerinden kaçırdıklarına da üzüntü yoktur." Allah'ın hidâyetiyle yol bulanlar, ne gelecekten korkarlar, ne de kaçırdıklarına üzülürler. Çünkü hidâyete tâbi olmak, onlara hayırları kazanma yollarını kolaylaştırır, dünya ve âhiret saâdetini vaad eder. İstikameti bu olana, her karşılaşacağı ve her rastladığı yahut kaybettiği kolaylaşır. Çünkü o bilir ki Allah, onun takipçisidir.
"...Benden size hidâyet geldiğinde, kim Benim hidâyetime uyarsa o, sapmaz ve sıkıntıya düşmez. Ama kim Beni zikirden, hatırlayıp anmaktan yüz çevirirse, onun için dar bir geçim, sıkıntılı bir hayat vardır."2391 Hidâyetine/Kur'an’a tâbi olanlar hakkında Allah'ın âdeti, dünyada rahat bir yaşantıyla (bereketli, bol bir geçim) faydalandırmasıdır. "Erkek veya kadın, mü'min olarak kim sâlih/iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel, hoş bir hayatla yaşatırız. Ve mükâfatlarını elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz."2392 Allah'ın hidâyetine uyanın durumu, sâlih amel işlemekle beraber mü'minliktir. Yoksa Allah'ın hidâyetine tâbi olmuş sayılmaz. Onun yaşadığı "tertemiz, güzel hayat" ise, herhangi bir sıkıntının olmadığı bir hayattır. Çünkü bu, İbn Kesir'in de tefsirinde dediği gibi, hangi yönden olursa olsun, bütün rahatlık şekillerini kapsar. Kaldı ki, sıkıntı, Kur'an'a uyan kimsenin kendisiyle faydalandığı temiz yaşantıya aykırıdır. Öyle ise, "sapma"nın giderilmesi gibi, "sıkıntı" da ondan bu dünyada giderilmiştir. Zira Allah'ın hidâyetine uyan kimse, O'nun rızâsını gözetir. Allah'ın kendisi için taksimine de, azımsamadan kanaat eder. Çünkü o Allah'ın kendisine bahşettiği din nimeti sâyesinde bahtiyardır, mutludur, rahat ve geniş bir yaşantı içindedir. Allah'ın, onu İslâm'la nimetlendirmesinden sonra, onun, dünyaya ve dünyanın geçici metâına/faydasına değil de, Allah'ın yanında olana yönelmesi, eline geçince terk etmeksizin ve kaybedince üzülmeksizin bu hususta hırslı olmaması, kesinlikle onun rahat bir yaşantı ve temiz bir hayat içinde olması demektir.
2387] 4/Nisâ, 115
2388] 2/Bakara, 120
2389] 2/Bakara, 145
2390] 2/Bakara, 38
2391] 20/Tâhâ, 123-124
2392] 16/Nahl, 97
- 570 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Allah'ın hidâyetinden yüz çevirenler hakkındaki âdetullah geçim sıkıntısıdır, sıkıntılı bir hayattır. "Ama kim Beni zikirden, hatırlayıp anmaktan yüz çevirirse, onun için sıkıntılı bir hayat, dar bir geçim vardır."2393 Allah'ın zikrinden maksat, O'nun Kur'an'ı ve dini İslâm'dır. Yüz çevirmekten maksat ise Kur'an ve İslâm'ı terk etmek, ona uymamak ve hidâyeti başkasından ummaktır. Allah'ın hidâyetinden yüz çeviren için, dünyada geçim sıkıntısı vardır. Çünkü âyette geçen "dank" kelimesi darlık ve şiddet demektir. Bu da dünyaya ve dünya metâının artmasına şiddetli arzu ve ihtiras, azalmasından korku şeklindedir. Öyle ki, iç huzuru, gönül ferahlığı diye bir şey yoktur. Aksine, hidâyetten, doğru yoldan saptığı için, görünüşte nimet içinde olsa da, dilediğini yiyip dilediğini giyse ve dilediği yerde otursa da göğsü dar ve sıkıntılıdır. Çünkü Allah'ın hidâyeti, kalbini imar etmedikçe saâdeti de rahat bir geçimi de fark edemez. Bu, dünyadaki durum.
Âhiretteki duruma gelince, cezâ konusundaki sünnetullah, Allah'ın âyetlerine ve hidâyetine gözlerini yumduğu için kıyâmet günü kör olarak haşredilecektir. "Kim Beni zikirden, hatırlayıp anmaktan yüz çevirirse, onun için sıkıntılı bir hayat, dar bir geçim vardır. Kıyâmet günü, onu kör olarak haşrederiz."2394 Allah'ın hidâyetinden, âyetlerinden gözünü yuman, onu unutmuş ve terk etmiş demektir. Dünyada Allah'ın âyetlerini görmezlikten geldiği gibi, yaptığına uygun olarak âhirette körlük hali içinde terk edilecektir. Çünkü cezâ, yapılanın cinsinden olur.
Hidâyetinden (Kur'an’dan) yüz çevirene, Allah, şeytanı kendisinden ayrılmayan, kötü amelini süsleyen, hak yolundan alıkoyan ve ona doğru yolda, hidâyet üzere olduğunu telkin eden arkadaş kılar. "Kim Rahmân'ın zikrini görmezlikten gelirse, ona bir şeytanı saldırırız; artık o, onun arkadaşı olur. O şeytanlar bunları yoldan çıkardıkları halde bunlar doğru yolda olduklarını sanırlar." 2395
"O cennet ehlinin kalplerinde olan haset ve kini çıkarırız. Oturdukları yerlerin altlarından ırmaklar akar. Şöyle derler: 'Allah'a hamd olsun ki, bizi hidâyeti ile buna kavuşturdu. Eğer Allah bize hidâyet etmeseydi kendiliğimizden bunun yolunu bulamazdık."2396 Görülüyor ki, hidâyete, doğru yola gitmek için, Allah'ın bize müdâhale etmesi gerekiyor. "Hidâyeti, duâ ve niyazla Allah'tan isteyin. Çünkü hidâyet edici O'dur."2397 İbrahim (a.s.): "Rabbim bana hidâyet etmemiş olsaydı, muhakkak sapıklar topluluğundan olacaktım."2398 der.
Peygamberimiz'in getirdiği Kur'an'ın bizzat kendisi hidâyet olduğu içindir ki, onun tebliğcisi de rehber oluyor. "Gerçekten bu Kur'an, insanları en doğru yola hidâyet eder, rehberlik eder."2399 Peygamberimiz de rehberlik görevinin kendisine Allah tarafından verildiğini ifade etmiştir: "Allah, beni, âlemlere rahmet ve rehber olarak gönderdi." "Allah'ın benimle gönderdiği hidâyet ve ilim, bol yağmura benzer. Bu yağmur bir toprağa düşer ki, onun bir kısmı suyu kabul eder de çayır ve bol ot yetiştirir. Bir kısmı da kurak olur. Suyu tutar da Allah onunla halkı faydalandırır. Ondan içerler, sulanırlar, ekin ekerler. Bu yağmur, başka bir çeşit toprağa da isâbet eder ki, düz ve kaypaktır.
2393] 20/Tâhâ, 124
2394] 20/Tâhâ, 124
2395] 43/Zuhruf, 36-37; A. Zeydan, İlâhî Kanunların Hikmetleri (Sünnetullah), İhtar Y., s. 44 vd.
2396] 7/A'râf, 43
2397] 14/İbrahim, 21
2398] 6/En'âm, 77
2399] 17/İsrâ, 9
HİDÂYET
- 571 -
Ne suyu tutar, ne de çayır bitirir. Allah'ın dinini anlayıp da, Allah'ın benimle gönderdiğinden faydalanan ve bunu bilip başkasına bildiren kimseye karşı başını kaldırmayan ve Allah'ın benimle gönderdiği hidâyetini kabul etmeyen kimse böyledir." 2400
"Vallahi, senin hidâyetinle (hidâyete vesile olmanla) bir tek kişiye hidâyet verilmesi, senin için kıymetli develerden müteşekkil sürülerden daha hayırlıdır." 2401
Sahâbeler, Peygamberimiz'e müracaat ederek: "Ey Allah'ın Rasûlü, Tâiflilerin okları bizi yaralayıp parçaladı. Aleyhlerine Allah'a bir bedduada bulunuverseniz!" dediler. Rasûlullah (s.a.s.): "Allah'ım Tâiflilere hidâyet ver!"2402 buyurdular.
Arayıp yönelmek bizden; yolu gösterip istikametimizde yardım Rabbimizdendir. "Bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette yollarımıza eriştireceğiz. Allah, şüphesiz iyi davrananlarla beraberdir."2403 "İhdinâ's-sırata'l müstakim: Bizi dosdoğru yola ilet" 2404
Allah Teâlâ, irâde-i cüz'iyyesini hidâyete, hak yola dönmek için kullanan ve iyi hal gösteren kullarına hidâyeti, aydınlık yolu gösterir. Bir kimse, hidâyeti Yüce Allah'tan istemeli ve bu hali ömür boyu korumak için, sâlih amel işlemelidir.
2400] Buhârî, Kitabu'l-İlm 20; Müslim, Fedâil 15
2401] Buhâri, Ashâbu'n-Nebî 9; Müslim, Fedâilu'l-Ashâb 34; Ebû Dâvud, İlim 10
2402] Tirmizî, Menâkıb, hadis no: 3937
2403] 29/Ankebut, 69
2404] 1/Fâtiha, 6
- 572 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Hidâyetle İlgili Âyet-i Kerimeler
A- Hidâyet Kelimesinin Kökü H-d-y ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 317 Yerde)
B- Hidâyet Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
Hidâyet, Allah'tan korkanlar içindir: Bakara, 150.
Hidâyeti Allah Verir: Bakara, 213, 272; A'raf, 30, 43; Nahl, 9; Sebe', 50; Müddessir, 55-56; İnsan, 29-30; Tekvir, 29.
Allah, Kafirlere ve Münafıklara Hidâyet Vermez: Bakara,264; Zümer,3; Münafıkun,6
Allah'ın Muradı Hidâyettir: Nisa, 26; Yunus, 25; Hadid, 9.
Allah, Dilediğine Hidâyet Verir: En'am, 39; Yunus, 25; Ra'd, 27; İbrahim, 4; Nahl, 93; Hacc, 16; Nur, 35, 46; Kasas, 56; Fatır, 8, 22; Şura, 13; İnsan, 30.
Allah, Hidâyet Ettiği Kimsenin Göğsünü İslâm İle Açar: En'am, 125; A'raf, 179.
Allah Dileseydi Bütün İnsanlar İman Ederdi: Yunus, 99-100; Ra'd, 31, Nahl, 9; Secde, 13.
Allah'ın Hidâyet Ettiği Kimseyi Saptıracak Yoktur: Zümer, 37.
İnsana Doğru Yol Gösterilmiştir: İnsan, 3; A'la, 3; Leyl, 12-14.
İnsana Hayır ve Şer Diye İki Yol Gösterilmiştir: Beled, 10; Şems, 8.
Hidâyette Olanlar: Bakara, 5; Necm, 30, 32.
Hidâyete Ulaşmanın Yolu: Bakara, 186.
Hidâyeti Kabul Edenler, Kendileri İçin Eder: Yunus, 108; İsra, 15; Meryem, 76; Neml, 92; Zümer, 41.
Allah'ın Hidâyet Verdiği Kimseler Doğru Yoldadır: İsra, 97; Kehf, 17.
Allah'ın Hidâyetine Tabi Olanlar: Taha, 123; Kasas, 85; Muhammed, 17; Müddessir, 55; İnsan, 29; Tekvir, 27-28.
Hidâyet Yolu, Allah Yoludur: Şura, 53.
Hidâyet İçin Dua: Fatiha, 5-7; Bakara, 128-129; Al-i İmran, 8, 53, 193; Yusuf, 101.
C- Dalâlet (Sapıklık)
Allah Dilediğini Saptırır: En'am, 39; Ra'd, 27; İbrahim, 4; Nahl, 93; Fatır, 8.
Allah'ın Saptırdığı Kimseyi Hiç Kimse Doğru Yola Getiremez: Nisa, 88, 143; Maide, 41, Ra'd, 33; Nahl, 37; İsra, 97; Kehf, 17; Hacc, 18; Nur, 40; Rum, 29; Zümer, 19, 23, 36; Casiye, 23; Zariyat, 9.
Allah, Dalâlette (Sapıklıkta) Bırakmak İstediği Kimsenin Göğsünü Yukarı Çıkıyormuş Gibi Daraltır: En'am, 125.
Dalâlette Olanları Allah Bilir: Necm, 30.
Peygamberin ve Mü'minlerin Yolundan Ayrılanlar: Nisa, 115; Kasas, 85.
Şeytanı Dost Edinenleri, Allah Dalâlette Bırakır: A'raf, 30.
Allah'ın Saptırdığı Kimseler, En Büyük Zararda Olanlardır: A'raf, 178, 186.
Dalâleti (Sapıklığı) Seçen, Kendi Aleyhine Seçmiştir: Yunus, 108; İsra, 15; Neml, 92; Sebe', 50; Zümer, 41.
i- Dalâletten Korunmak İçin Dua: Fatiha, 5-7.
Hidâyetle İlgili Hadis-i Şerif Kaynakları
Müslim, İlim 16, Mesacid 256.
Ebu Davud, İlim 10
Müsned, Ahmed b. Hanbel, I: 88, 227, III: 451, IV: 367, 399, V: 145, 177, 252
Muvatta, İmam Malik, Kur'an 8.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Hadislerle Kur’an Tefsiri, İbn Kesir, Akçağ Y. C. 2, s. 108-113
2. Tefsir-i Kebir, Fahreddin Razi, c.1, s. 354-358
3. Hak Dini Kur’an Dili, Muhammed Hamdi Yazır, Eser Y c. 1, s. 118-121
4. Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c.1, s. 74-76
5. Fi Zılali’l- Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 45
6. Tefhimü'l Kur'an, Mevdudi, İnsan Y. c. 1 s. 42
7. Fatiha Üzerine Mülahazalar, Hikmet Işık, Nil Y. s. 194-199
HİDÂYET
- 573 -
8. Fatiha Tefsiri, Azad, Bir Y. s. 239-297
9. Sorularla Fatiha Sûresi, Zabit Ali Durmuş, Ali İçipak, YendaY. S. 183-188
10. Kur'an'da Hidâyet, Abdullah Cevadi Amuli, İnsan Y.
11. İslâm Hidâyeti, İbn Teymiye, (terc. Celal Yıldırım), Dedekorkut Y.
12. Kur'an ve Hayat, Celalettin Vatandaş, Pınar Y. s. 33-86
13. İslâm Ansiklopedisi, T. Diyanet Vakfı Y. c. 17 s. 473-477
14. İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. C. 2 s. 420-421
15. Kur'ani Araştırmalar, Mutahhari, Tuba Y. s. 139-145
16. İnanmak ve Yaşamak, Ercüment Özkan, Anlam Y. s. 91-95
17. Kur'an'da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 135-144
18. Kelimeler Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu, İnkılab Y. c. 2 s. 26-29
19. İlk Mesajlar, M. Ali Baltaşı, Birleşik Y. s. 31-35
20. İslâmi Terimler Sözlüğü, Hasan Akay, İşaret Y. s. 189
21. Kur'ani Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Mustansır Mir, İnkılab Y. s. 87-88, 47
22. Kur'an'da Allah ve İnsan, İzutsu, 135-
23. Kur'an-ı Kerim'de Salah Meselesi, Ömer Dumlu, D.İ.B. Y. s. 63-64
24. Kütüb-i Sitte Terc. Ve Şerhi, İbrahhim Canan, Akçağ Y. c. 11 s. 502; c.13 s. 105
25. İlahi Kanunların Hikmetleri (Sünnetullah), Abdülkerim Zeydan, İhtar Y. s. 44-53
26. Esenlik Yurdunun Çağrısı, Celaleddin Vatandaş, Pınar Y. s. 158-163
27. İnanç ve Amelde Kur'ani Kavramlar, Muhammed El-Behiy, Yöneliş Y. s. 41-45
28. Fatiha Sûresi ve Türkçe Namaz, Sait Şimşek, Beyan Y. s. 56-58
29. Kur'an Okulu II, Hanif Y. s. 92-94
30. Sırat-ı Müstakim ve Yolcuları, İsmail Lütfi Çakan, Şamil Y. s. 38-83
31. İslâm Akaidi, Ahmet Lütfi Kazancı, Marifet Y. s. 273-280
32. Kur'an'da Uluhiyet, Suat Yıldırım, Kayıhan Y. s. 199-201; 321-322
33. Esma'ül Hüsna Şerhi, Ali Osman Tatlısu, Yağmur Y. s.247-250125-127
34. Âyet ve Hadislerde Esma-i Hüsna, Metin Yurdagür, Marifet Y. s. 244-246
35. Esmaü'l-Hüsna Şerhi, M. Necati Bursalı, Erhan Y. s. 312-316
36. Onun Güzel İsimleri M. Nusret Tura, İnsan Y. s. 130
37. Esmaü'l-Hüsna Afifüddin Süleyman Tilmsani, İnsan Y. s. 130- 131
38. Esma-i Hüsna'dan Esintiler, Sadettin Kaplan, Marifet Y. s. 189-190
39. Hidâyet, Şule Yüksel Şenler, Timaş Y.
40. Hidâyet (Akaid, Fıkıh, Ahlâk, Siyer), Ahmed Öztürk, Şahsi Basım
41. Hidâyete Erenler, Heyet, Feyz Y.
42. İslâm Hidâyeti, Şeyhulİslâm İbn Teymiyye, Dede Korkut Y.

 
Okunma 929 kez
Bu kategorideki diğerleri: « HİCRET HİKMET »