بسم الله الرحمن الرحيم
الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله
TEFSİR VE TE’VİL
- 853 -
Kavram no 175
Bk. Görevlerimiz 39
Bk. Kur’an, Kur’an’ın İcazı
TEFSİR VE TE’VİL
• Tefsir; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’in Tefsiri
• Te’vil; Anlam ve Mâhiyeti
• Meal; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’an-ı Kerim’in Doğu ve Batı Dillerindeki Tercümeleri
• Kur’an-ı Kerim Tefsirinde İhtilâf Sebepleri
• Kur'ân-ı Kerim'de Te’vil ve Tefsir Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Te’vîl ve Tefsîr Kavramı
• Tefsirlerden İktibaslar
“Sana Kitabı indiren O'dur. O'ndan Kitabın anası (temeli) olan birkısım âyetler muhkemdir; diğerleri ise müteşabihtir/benzeşenlerdir. Kalplerinde bir eğrilik/kayma olanlar fitne çıkarmak ve olmadık te’vilini/yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun te’vilini Allah'tan başkası bilemez. İlimde derinleşenler ise: ‘Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır’ derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşün(e)mez.“ 3448
“Onların sana karşı getirdikleri hiçbir temsil yoktur ki, (onun karşılığında) sana doğrusunu ve daha açığını (ahsenu tefsîr) getirmeyelim.“ 3449
Tefsir; Anlam ve Mâhiyeti
Bir şeyi iyice açıklamak, keşfetmek anlamında “el-Fesr“ masdarından tef'il babında bir kelime. İstılâhta beşerî takat oranında, Allah Teâlâ'nın muradına delâlet etmesi yönünden Kur'ân-ı Kerim'i inceleyen bir ilimdir.
Konusu, Kur'an âyetleridir. Gayesi, iki cihanda selamete ve mutluluğa ulaşmak için Allah Teâlâ'nın kitabını yine O'nun murâdına uygun bir şekilde anlamak, anlatmak ve yararlı hükümler çıkarmaya kudret kazanmaktır.
Tefsir ilminin şerefi: Bu ilmin şerefi, bilinen bir gerçektir. Allah Teâlâ; “Dilediğine hikmeti verir, hikmet verilen kimseye çok şeyler verilmiştir“3450 buyurmuştur. İbn Abbas (r.a)'dan gelen bir rivâyete göre âyet-i kerimede geçen “hikmet“ kelimesi, Kur'an'ın nasihini, mensuhunu, muhkem ve müteşabihini, ilk ve son inen âyetlerini, helâl ve haramını, mesellerini bilmek anlamındadır. Âlimlerin İcma'ına göre Tefsir ilmini öğrenmek farz-ı kifayedir. Bu itibarla Tefsir ilmi Şer'i ilimlerin en yücelerindendir. Mevzu, gâye ve kendisine duyulan ihtiyaç yönünden de
3448] 3/Âl-i İmrân, 7
3449] 25/Furkan, 33
3450] Bakara, 269
- 854 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ilimlerin en şereflisidir. 3451
Tefsire olan ihtiyaç: Kur'an-ı Kerîm'in tefsirine büyük bir ihtiyaç vardır. Vakıa, Kur'an-ı Kerîm bir belâğat mucizesidir, birçok meseleleri, hükümleri pek açık lafızlarla beyan buyurmuştur. Fakat ilmî, edebî, ahlâkî, hukukî, sosyal hakikatlerine kadar açık bir tarzda yazılmış olurlarsa olsunlar; yine bunları herkes gereği gibi anlayamaz; bu hususta şerhlere, izahlara ihtiyaç görülür. Bunun içindir ki, en beliğ ediplerin, en güçlü yazarların eserleri hakkında birçok şerhler, haşiyeler yazılmıştır.
Bununla beraber, herhangi bir mesele, birçok meselelerle ilgili olabilir. Mütehassıs olmayanlar bu ilgiyi göremezler. Bu meseleleri bir arada düşünmeye ve mütalâaya muktedir olamazlar. Müfessirler ise, her meseleyi izah eder ve o mesele ile ilgili olan diğer meseleleri de ortaya koyar. Artık bu hususta bilinmesi gereken maddeler bir tablo halinde gözler önüne serilir. Böylece mütalâa sahipleri fazla araştırmalardan kurtulmuş olur; az zamanda çok bilgi sahibi olurlar.
Bir de herkes, Kur'an lafızlarının, ibarelerinin inceliklerini anlayamaz ve en ibret verici noktasına işaret edilen bir kıssanın, bir olayın teferruatına vakıf olamaz. Müfessirler ise, lafızlara ait incelemeleri yaparlar, kelimelerin ve terkiplerin hakiki, mecazî ve kinayeli manalarını, işaretlerini, delâletlerini gösterirler, Kıssalara, olaylara dair yeterli derecede bilgi verirler. Böylece Kur'an'ın hakikatları, güzellikleri büyük bir açıklıkla ortaya çıkarmış olur.
Tefsirler başlıca iki kısma ayrılır:
1- Rivâyet tefsirleri: Bu tefsir, selefden nakledilegelen eserlere dayanan tefsir-i naklîdir ki, buna et-Tefsir bi'l-me'sur veya Bi-Tariki'r-Rivâye Tefsir de denir. Bu tefsirlerde âyetlerin manaları, nüzûl sebepleri, nâsıh ve mensuh olanları gösterilir. Böylece rivâyet yolu ile yapılan tefsirlerin başlıca kaynakları, Hadis-i Şerif kitapları ile Siyer ve Tarih kitaplarıdır. Bunlara muhalif, aklın hükmüne aykırı olan rivâyetlere itimat edilmez.
2- Dirâyet Tefsirleri: Buna rey ile tefsir de denir. Bu tefsirde müfessir, âyet hakkında açıklayıcı bir nakil bulamayınca reye başvurur. Yani ictihad eder, ve Lugat, Belâğat gibi lisan ilimlerinden yararlanır. Müfessir bunu yaparken, müfessirde aranan bazı şartları taşıması tabiidir.
Gerek rivâyet ve gerekse dirâyet sahasında oldukça faydalı birçok tefsir te'lif edilmiştir. 3452
Tefsîr, “Fe-se-ra“ veya değişim sûretiyle “se-fe-ra“dan tef’îl bâbında masdardır. “El-fesr“ lugatta, “doktorun hastalığı teşhis için bakmış olduğu mâyi’ye/sıvıya denir; bu mâyinin idrar olduğu da söylenmiştir; Tefsir, bu sıvıya bakarak hastalığı teşhis etmektir. Bu mânâdan başka, tefsir, “mânâsını ortaya koymak ve üzeri kapalı bir şeyi açmak“ gibi mânâlara da gelir. “Es-sefr“ ise, kapalı bir şeyi açmak ve aydınlatmak demektir. “Seferati’l-mer’etü an vechihâ -kadın yüzünü açtı“ denilir. 3453
3451] Mennâ el-Kattan, Mebâhis-Ulumi'l-Kur'an, Beyrut, 1408/1987, s. 327
3452] Mennâ el-Kattan, a.g.e., s. 347-367; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, I, 105-107; Abdülbaki Turan, Şamil İslâm Ansiklopedisi, Tefsir Maddesi
3453] İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s. 209-210
TEFSİR VE TE’VİL
- 855 -
Gerek “fe-se-ra“dan, gerekse “se-fe-ra“dan gelmiş olsun tefsir, maddî ve mânevî açıdan keşfetmek, açıklamak mânâlarına gelir. Terim olarak, “anlaşılması zor olan lafızdan, kastedilen mânâyı ortaya çıkarmak“ demektir. Kur’ân-ı Kerim’le ilgili olaraksa, “Kur’an’ın mânâsını açıklamak, içindeki müşkil ve garip lafızları çözmektir“ şeklinde târif olunur. 3454
İslâm tarihinde tefsir hareketi erken başlamıştır. Genellikle Hz. Peygamber’den ve sahâbeden gelen nakillere dayalı tefsirlere “rivâyet tefsirleri“ denilir. Bu tefsirlerin en ünlüleri, Taberî’nin Câmiu’l-Beyan fî Tefsîri’l-Kur’an’ı, İbn Kesir’in, et-Tefsîru’l-Kebîr’i, Suyûtî’nin ed-Dürru’l-Mensûr fî Tefsîri’l-Me’sûr adlı tefsiridir. Rivâyet tefsirleri, bazı hususlarda tenkide tâbi tutulmuşsa da, kıymetli bilgiler ihtivâ ettikleri de bir vâkıadır.
Rey ile tefsir konusunda âlimler arasında büyük ihtilâflar çıkmıştır. Bazı âlimler bu tür tefsirlerin şiddetle karşısında olmuşlardır. Bu konuda hadisler de rivâyet edilmektedir. Tirmizî’de şöyle bir hadis-i şerif vardır: “Kim benim üzerime kasden yalan söylerse Cehennem’deki yerine hazırlansın. Kim reyiyle Kur’an’la ilgili bir şey söylerse, Cehennem’deki yerine hazırlansın.“ Yine bir diğer hadis-i şerifte, “Kim Kur’an hakkında kendi görüşüne göre söylerse, isâbet de etmiş olsa, yine yanılmış olur“ buyrulmaktadır.3455 Buna karşılık, bazı âlimler, bu hadisleri yorumlamışlar ve Kur’an üzerinde düşünüp ibret almaya çağıran âyetlere dayanarak, rey tefsirine cevaz vermişlerdir. Aslında, tek bir dönem ve ilim, idrâk seviyesine değil, her zaman ve her seviyeye hitap eden Kur’an, özellikle ilimlerin gelişmesiyle mânâ tomurcukları sürekli açan bir gül gibidir. Her zamanın bir hükmü vardır. Zaman da bir müfessirdir. Şartlar ve olaylar, gizli kalmış pek çok gerçeği ortaya çıkarır. Kamuoyuna hocalık edecek olan ilmî kamuoyudur. Bu sebeple, büyük bir müfessir olan zamanın başkanlığı altında, herbir fende uzman ve hakikat ehli ve araştırmacı âlimlerden seçilmiş bir ilim meclisi teşkili ile bu meclis, meşverete dayalı bir tefsiri te’lif etmekle, diğer tefsirlere dağılmış bulunan güzellikleri daha da güzelleştirerek bir araya getirmelidirler.
Tabiatıyla, her müfessirin tefsiri, kendi kapasitesi ve zamanıyla sınırlı olacaktır. Ayrıca, Kur’an’da temel gâye, insanların büyük çoğunluğunu oluşturan avâmı irşad olduğundan, bununla birlikte, özellikle mecaz, istiâre gibi sanatlarla her seviyedeki ilim erbâbı da ihmal edilmediğinden, onda her türlü temel bilgi, en azından çekirdek halinde vardır. Bu çekirdeklerin çimlenip neşv ü nemâ bulması, zamana ve gelişen şartlara bağlıdır. Tıpkı Kur’an gibi, rivâyet tefsirlerinin dayanağı olan hadisler de, önce avâvı irşâdı esas aldığı ve zâhirî mânâsıyla kendi zamanına hitap ettiği için, ihtivâ ettikleri derin anlamların anlaşılması da yine zamana gerek duyar. Bu sebeple, her asır, hatta ilimlerin ve olayların çok süratli geliştiği günümüzde belki her çeyrek asır, ayrı bir tefsire ihtiyaç göstermektedir.
Dünyamızda izâfî gerçekler, mutlak hakikatlerden çok daha fazladır. Bir gerçeğin duruma göre her kişiye, her şarta, her olaya bakan yönleri vardır. Suyun, girdiği kabın rengini ve şeklini alması gibi, çoğu gerçekler zamana, şartlara ve kişilere göre farklı yüzleriyle azr-ı endâm eder. Bu noktada dikkat edilmesi gereken, hevâ, heves ve başka olumsuz niyetlerin işe karışmaması, âyetlerin tekellüflü/
3454] İ. Cerrahoğlu, s. 210; Abdurrahman Çetin, Kur’an İlimleri ve Kur’ân-ı Kerim Tarihi, Dergâh Y. s. 270
3455] Naklen, Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Y. c. 1, s. 427
- 856 -
KUR’AN KAVRAMLARI
zorlama te’villere ve akla gelen ve o anda kişiye doğruymuş gibi görünen her düşünceye göre tefsire tâbi tutulmasıdır. Rey ile tefsiri men eden hadislerde dikkat çekilen nokta burası olsa gerektir. Bu noktada doğruyu işaret eden, Kur’an ve Sünnet’in muhkemâtı, Şeriat’ın kaideleri ve kesinleşmiş ilmî gerçeklerdir. Ayrıca, çok önemli bir husus olarak, Kur’an âyetleri birbirini tefsir etmektedir; iyi bir müfessir, bir âyeti tefsir ederken, bütün Kur’an’ı nazara alır.
Sünnetin Kur’an’ı tefsirde çok önemli bir yeri vardır. Ruhuna ve mânâsına nüfuz edilebildiği takdirde, Kur’an ve Sünnet, Kur’an’ın tefsiri için yetebilir. Sünnetin de, içerdiği gerçekler veya her zamana bakan mânâsı, zamanla veya o zaman ortaya çıkan müteşâbihâtı vardır. Dolayısıyla, Sünnet bütün zamanlara ve her seviyeye hitap ederken, kim olursa olsun, herkes zamanın çocuğu olduğundan, kimse, anlayamadığı, mânâsına nüfuz edemediği ve hatta o anda kesinleşmiş zannedilen ilmî gerçeklere ters gibi görünen hadisleri inkâr cihetine gitmemelidir. Bu konuda hadis âlimlerince tesbit edilen hadis kriterleri çok önemlidir. Kur’an’ı tefsir ederken, Sünnet kesinlikle ihmal edilmemelidir. Bu noktada, rivâyet tefsirlerinin hiçbir zaman eskimeyen bir önemi vardır. 3456
Kur’ân-ı Kerim’in Tefsiri
Mübârek ve mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim, insanlığın muhtaç olduğu dünyevi ve uhrevi bütün hükümleri ihtiva etmektedir. Bu engin kaynaktan her fert ve her toplum imkan ve yetenekleri ölçüsünde istifade edip ihtiyaçlarını karşılama durumundadır. Kur’an-ı Kerim her probleme çözüm getiren, her meseleyi çözen ve her derde şifa olan bir ilâhi kitap olduğuna göre, onun çok iyi bilinmesi, değerinin takdir edilmesi, saygıda kusur gözetilmemesi gerekir.
Yaşadığımız yüzyılın maddeye ve dünyaya yönelik materyalist anlayışının tüm değer hükümlerini yıkarak yerine inançsızlığı ve başıboşluğu aşıladığı görülmektedir. Materyalist anlayışın bertaraf edilmesi veya etkisiz hale getirilmesi Kur’an’ı öğrenmek ve onun anlamını bilmekle mümkündür. Yani Kuran okunacak, anlamı kavranacak, ibâdet dili olması sebebiyle kısmen veya mümkünse tamamen ezberlenecektir. Aslında Kur’an bilinir, öğrenilir veya kavranırsa sözü edilen yanılmalar ve sapmalar da önlenmiş olur.
Kur’ân-ı Kerim’in anlaşılmasını hedef edinen tefsir ilminin başlangıçtan günümüze kadar geçirdiği tekâmül ve değişiklikleri bilmek gerçekten lüzumludur. Bu sayede Rasûlullah’ın, Sahâbenin, Tâbiîn ve Tebeu’t-tâbiîin tefsirdeki yerleri belirlendiği gibi sonraki dönemin tefsir faaliyetleri de gözden geçirilmiş olur. Bu anlamda Sahabenin Kur’an’ın ruhunu iyice anlayıp kavradıkları ve İslâm’ın yüce mesajını beldelere ulaştırmayı kendilerine gaye edindikleri görülmektedir. Fetihlerle birlikte İslâm’ın nurlu dairesine Arap-Arap dışı toplumların diğer ilimlerle birlikte Kur’an ve Kur’an ilimlerine özel bir önem verdikleri de bilinmektedir.
Hicrî 4. yüzyılda en verimli eserlerini vermeye başlayan tefsir ve Kur’ani ilimlerle ilgili çalışmalar daha sonraki yüzyıllarda altın çağlarını yaşamıştır. Tefsirdeki farklı metod ve üsluplarıyla belirginleşen müfessirler yüzyıllarının unutulmayan büyük isimleri olmuşlardır. 3457
3456] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Nil Y. s. 43-47
3457] Ali Turgut, Tefsir Usûlü ve Kaynakları, s. 220-221
TEFSİR VE TE’VİL
- 857 -
Kur’an Tefsirine Duyulan İhtiyaç: Her zaman ve her devirde, dini, felsefi ve ilmi eserlerin muhatablar tarafından iyice anlaşılıp kavranabilmesi için, onların kendilerini iyi anlayanlar tarafından izah edilip açıklanması lazım gelir. Bu gibi eserlerde, öyle esas ve prensipler var ki, onu okuyan herkes, ne demek istediğini anlayamaz. Hele insanlığı dalâlet bataklığından kurtaracak esasları ihtiva eden İlâhî kitapların muhteviyatı, muhatabları tarafından daha iyi anlaşılması gerekir. O halde, ilâhi kitapların sonuncusu olan Kur’an’ın müslümanlar, hatta bütün insanlar tarafından anlaşılıp insanların ona bağlanabilmek için, onun mutlak surette tefsir ve izah edilmesi icab ediyordu. Bütün insanlık için prensipler ihtiva eden bir kitabın, insanlığın ayrı ayrı zamanlar ve mekânlar içinde bütün ihtiyaçlarını madde madde sıralayıp muhtevasında derc etmesi mümkün değildi. Onda umumi esaslar vardır. Onda açıkça anlaşılabilen âyetler olduğu gibi, sarih olarak anlaşılmayan âyetler de vardır. Yine onda yüksek edebi sanatlar da mevcuttur. Bunlar ancak onları iyi bilenler tarafından izah edilmekle anlaşılır. Ondaki dini hakikatler, ilmi kaide ve mantık prensipleriyle de çözülemez. Eğer bu hakikatler, ilmi kaidelerle çözülebilseydi, dinin ilâhi karakterine lüzum kalmaz, onları eğitim ve öğretim yoluyla öğrenir ve öğretirdik. Bu bakımdan dini eserlerin, diğer ilmi eserlere nisbetle tefsire daha çok ihtiyacı vardır. Araplarda, yıllardan beri kökleşmiş olan cahili adetlerin fena olanlarını söküp atacak ve ileride sosyal hayat kanunlarını ortaya koyacak olan Kur’an’ı, Rasûlullah’ın tefsir etmesi lazım geliyordu.
Fütûhat devrinde Araplar yarımadalarının dışına çıkıp, harici alemle temas ettiklerinde, ellerinde Kur’an’dan başka kitab da yoktu. Onu okuyor ve onunla hükmediyorlardı. Kur’an’ın üslub ve belağatı onları hayrette bırakıyor, taaccübe sevkediyordu. Çünkü onlar, bu kitapdan evvel, kahinlerin secili nesirleriyle, şairlerin vezinli ve kafiyeli nazımlarından başka bir şey işitmemişlerdi. Hâlbuki Kur’an, bildikleri ne şiir ve ne de nesir idi. Onda, bildiklerinin dışında ibret verici bir üslub ve belağat vardı. Hele onun ihtiva ettiği hükümler ve kıssalar, onları teshir ediyordu. Elbette, onları bu kadar hayrette bırakan bir kitabı okumak ve hükümlerini anlamak, onlar için en büyük gaye olacaktı. Bundan dolayı, müslümanlar dini ve dünyevi işlerinde ve hatta günlük muamelelerinde ona müracaat ediyor ve onu iyi anlamaya çalışıyordu.
Yukarıda Kur’an-ı Kerim’in ilim ve felsefe kitabı olmadığını ve onun İlâhî bir kitap olduğunu söylemiştik. Ondaki hakikatları bize en iyi öğretecek, bizzat kendisine kitap gelen mümtaz şahıstır ki, o da Muhammed’dir (s.a.s.). O, Kur’an tefsirinin aslı ve esasıdır. Zira Kur’an-ı Kerim ona indirilmiştir. O mutlak olarak, Kur’an’ı insanlar içinde en iyi bilen ve en iyi anlayandır. Yine bu bakımdan o, mübelliğdir ve tebyinle mükelleftir. Bu husus âyetlerde açık olarak belirtilmiştir. Bu bakımdan Kur’an, kendisinin bizzat tefsir edilmesini yine kendisi istemiştir. O halde ilk tefsir hareketi, İslâm’ın kendi bünyesinden doğmuştur. Elbette yeni harekete geçen bu faaliyete hız verecek veya onu frenleyecek bazı amiller zuhur edecektir ki, bunlara yeri geldikçe temas edilecektir.
Rasûlullah tebliğ ve tebyinle mükelleftir. Tebliğ, nübüvvetin esaslarından biridir. Tebliğsiz nebi olamaz. Tebliğ edeceği konuyu da en iyi bilen nebi ve Rasûllerdir. Bu bakımdan Kur’an-ı Kerim’de gerek Muhammed’e (s.a.s.) ve gerekse diğer nebi ve Rasûllere ait tebliğ emirleri pek çoktur. Bunlardan bazıları şunlardır:
- 858 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmayacak olursan, O’nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun.“ 3458
“(Hûd:) “Ey kavmim, bende akıl yetersizliği yoktur; ama ben gerçekten alemlerin Rabbinden bir elçiyim.“ dedi.“ 3459
“O (Salih) da onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: “Ey kavmim, andolsun size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Ama siz, öğüt verenleri sevmiyorsunuz.“ 3460
“Sana da zikri indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler diye.“ 3461
“Biz hiçbir elçiyi, kendi kavminin dilinden başkasıyla göndermedik ki, onlara apaçık anlatsın.“ 3462
“Âyetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mubarek bir kitaptır.“ 3463
“Öyle olmasa Kur’an’ı iyiden iyiye düşünmezler miydi? Yoksa birtakım kalpler üzerine kilitler mi vurulmuş?“ 3464
“Onlar yine de o sözü gereği gibi düşünmediler mi, yoksa onlara geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?“ 3465
“Kur’an okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez bir perde kıldık. Ve onların kalbleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kur’an’da sadece Rabbini bir ve tek andığın zaman, nefretle kaçar vaziyette gerisin geriye giderler.“ 3466
“Fakat ne oluyor ki bu topluluğa, hiçbir sözü anlamaya çalışmıyorlar?“ 3467
Te’vil; Anlam ve Mâhiyeti
Te’vîl, “evl“ kökünden gelir. Evl, “kaynağa dönmek“, te’vîl ise, “kaynağa döndürmek“ demektir. Bir şeyi, kendisinden kastedilen mânâya ve gâyeye döndürmek şeklinde de târif edilmiştir. “Onun te’vîlini mi gözetiyorlar, onun te’vili geldiği gün...“3468 âyetinde te’vîl, “sonuç, varacağı nokta, döneceği durum“ mânâsındadır. Âyet, dünya hayatıyla aldanan kâfirlerin, “bakalım sonunda ne olacak?“ şeklindeki soruların cevabını vermektedir; “sonunda Kitab’ın ve işlerin varacağı nokta, Kıyâmet Gününde gelecek ve her şey ortaya çıkacaktır“ denmektedir. Yine, aynı konuda, “Bu hayırdır ve en güzel te’vildir.“3469 âyetinde de te’vil, “amellerin
3458] Maide: 5/67
3459] 7/A’râf, 67
3460] 7/A’râf, 79
3461] 16/Nahl, 44
3462] 14/İbrâhim, 4
3463] 38/Sâd, 29
3464] 47/Muhammed, 24
3465] 23/Mü’minûn, 68
3466] 17/İsrâ, 45-46
3467] 4/Nisâ, 78) (İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s. 210-213
3468] 7/A’râf, 53
3469] 17/İsrâ, 35
TEFSİR VE TE’VİL
- 859 -
karşılığının görülmesi“ şeklinde yorumlanmıştır.3470 Âyet, ölçüyü ve tartıyı tam yapmanın sonucunu açıklamaktadır.
Kur’an’ın te’vili konusuna geçmeden önce, Kur’an’ın mânâ derinliği üzerinde biraz daha açıklamalarda bulunmak gerekmektedir. Ebû Hayyan, bâtınî tefsirler hakkında şöyle der: Bâtınîler ve aşırı sûfîler, İslâm milletinin içinde gizlenen zındıklardır. Allah’ın Kitabı apaçık Arapça olarak gelmiştir; onda remz de bâtın da yoktur. Felsefecilerin ve tabiatçıların bulmaya çalıştığı şeylere îma bile sözkonusu değildir. Merhum Elmalılı Hamdi Yazır bu sözü naklettikten sonra, özetle şu güzel açıklamada bulunur: Kuşkusuz, Allah’ın kelâmı apaçık Arapça ile inmiştir. Kur’an’ın dili muammâ gibi simgeden ibâret sembolik bir ifâde değildir. Ve, yine kuşkusuz, nasslarda aslolan, engel bir delil bulunmadıkça zâhir üzere olmaktır. Bununla birlikte, şu da muhakkaktır ki, Kur’an’ın, Kitabın anası olan muhkem âyetlerinin yanısıra, gizli, müşkil, mücmel ve müteşâbihâtı, gerçeği, mecâzı, açığı, kinâyesi, benzetmesi, istiâresi, temsili, îması, belâğatinin nükteleri, hatırlatmaları, remizleri de vardır. Bütün bunlar da, açık mânânın yanısıra, derece derece nice ifâdeler daha mevcuttur. Usûl ilminde de bilindiği üzere, zâhirin zâhir olması aynı zamanda te’vil, tahsis, mecaz ihtimallerini de kesmiş olmayı gerektirmeyeceğinden, zâhirin zâhir olması aynı zamanda te’vil, tahsis, mecaz ihtimallerini de kesmiş olmayı gerektirmeyeceğinden, zâhire aykırı düşmeyecek birtakım ikinci derecedeki ihtimallerin de anlaşılması, muhkem âyetlerin açıklanmasına aykırı olmayacağı gibi, tersine Arapçanın apaçık olmasının gereklerindendir. Bu sebeple, “Kur’an’da hiç bâtın, remz ve îma yoktur“ demek doğru olmaz. Sûre başlarındaki “Elif-lâm-mîm, Nûn“ gibi ibâreler nasıl tefsir edilirse edilsin, rümuz olmaktan öte geçemez. Doğrusu, bazı haberlerde de geldiği üzere, Kur’an’ın hem zâhiri vardır, hem de bâtını. Fakat Kur’an, ihtilâftan ve çelişkiden uzaktır.
Yine, zâhir ve bâtın denizlerinin birleşmesiyle beraber, birbirine tecâvüz edip karışmasını da önleyen engeli aşmamak şartıyla, ondan zaman zaman vehbî ve zevkî olarak alınan doğuş ve ilhamlara da bir son tasavvur olunamaz. Buna karşılık, gerek filozoflar ve hakîmler (bilgeler), gerek astronom ve diğer bilim adamları, akıl erbâbı, edipler, seçkinleri ve avâmıyla bütün insanların zihnine ve rûhuna temas eden ve edebilecek olan haller, fikirler ve konular hakkında Kur’an’da îma yoktur demek ve Râzî gibi o yolda fikirleri nurlandırmaya hizmet edenleri ayıplamak ve suçlamak doğru olmadığı gibi, nassların ve muhkemlerin zâhirini iptal etmeyecek biçimde, Kur’an’ın rûhî ve vicdânî zevklere doğabilen işaret ve te’villerinden sözedenlerin hepsini de, Karamita ve Hurufiyye bâtınîleri gibi zındıklardan saymak da doğru değildir. Zâhirî mânâları ve hükümleri açıklayıp tesbit ettikten sonra, bunlara ters düşmeyecek şekilde birtakım işaret ve te’villerden söz eden kişilerden yararlanmamak da mahrûmiyet olur. Çünkü Kur’an, bunda iman edenler için âyetler vardır; bunda akleden bir kavim için âyetler vardır; bilen bir kavim için, düşünen bir kavim için, zikreden bir kavim için, fıkheden bir kavim için, lübb erbâbı için demektedir ki, kendilerine has kabiliyetleri içinde çeşitli muhâtaplarına seslenmektedir. Herhalde, zâhirîlikte aşırı gitmek de, bâtınîlikte aşırı gitmek kadar zararlıdır. Kur’an’da tefsir de vardır, te’vil de...“ 3471
Merhum Elmalılı’nın kendine has üslûbuyla gâyet güzel şekilde açıkladığı
3470] Râgıb el-İsfehânî, Müfredât, s. 31
3471] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Y. c. 8, s. 561-563
- 860 -
KUR’AN KAVRAMLARI
gibi, Kur’an’ı tek düze bir kitap saymak, onu inkâr etmekle eş mânâlıdır. Bir defa, bütün insanlar anlayışta bir değildir. Bir hadis-i şerifte: “İnsanlar mâdenler gibidir“ buyrulmuştur. Madenlerin içinde bakır da vardır, demir de; krom da vardır, kömür de; gümüş de vardır, altın da. Bunun gibi, insanlar da çeşit çeşittir. Kur’an, Allah’ın Kelâmıdır, Allah’ın Kitabıdır; onda bütün bir kâinat vardır. İnsanlar da, anlayış derecelerine göre Kur’an’dan paylarını alırlar. Kalplerini tathir eden, her türlü kirden temizleyenler Kur’an’ın derinliklerine dalarlar.
Aynı konuda Seyyid Hüseyin Nasr’dan da birtakım iktibaslar yapmak yerinde olacaktır: Kur’an’ın çeşitli türde sûreleri ve âyetleri vardır; bunların bazıları öğretici ve açıklayıcıdır; diğerleri ise şiir gibidir ve genellikle kısa ve özlüdür. Kur’an, bir ormandaki gibi birden geometri, simetri, madenler topluluğu, ışığa tutulmuş bir kristal berraklığıyla karışan iç içe gür bir bitki hayatından oluşur. İslâm san’atının anahtarı, işte bu özelliğiyle Kur’an’ın ifade biçiminin ilham ettiği bitki ve maden şekilleri bileşimidir. Bazı âyetler veya sûreler, Kur’an âyetleriyle bezeli câmi süslemeleri halinde fizikî bir dünyada şekillendirilmiş arabeskler örneği uzatılmıştır. Diğerleri ise, özellikle son sûrelerinde görüldüğü üzere, daha çok geometrik ve simetrik bir dille ifâde edilmiş, oldukça açık ve keskin bir fikrin ânî patlamalarıdır.
Kur’an’ın gücü tarihî gerçekleri veya olayları anlatmasından kaynaklanmaz; belli bir zamandaki belli bir olayla değil; eşyanın tabiatındaki sonsuz gerçeklerle ilgilendiği için mânâsının her zaman geçerli bir sembol oluşundan kaynaklanır. Bunun yanısıra, Kur’an kuşkusuz, Tevrat’ta da gördüğümüz üzere, bir kavmin Allah’a isyan edip Allah’ın da onları cezalandırması gibi belli olaylardan da söz eder. Fakat bu olaylar bile güçlerini, bizi her zaman var olan bir gerçeğin sembolleri olarak ilgilendirmelerinden alırlar. Kur’an mûcizesi, insanların ruhlarını, vahyedildikten on dört yüz yıl sonra bile aynen yeryüzünde indiği ilk günkü gibi hoplatmasında yatmaktadır. Bir müslüman, Kur’an’ın tek bir sesiyle harekete geçer ve öyle ki, bir kişinin imanının, her gün okunan ezanların ve Kur’an’ın kendisini harekete geçirip geçiremediğiyle ölçülebileceği söylenir.
Kur’an, İslâm’da bilginin kaynağıdır da, yalnızca metafizik ve mânevî alanda değil; belli bilgi alanlarında da. Hatta metafizik, ahlâk ve fıkıh bir yana, her ne kadar son zaman bilim adamlarınca göz ardı ediliyorsa da, Kur’an’ın İslâm düşüncesi ve biliminin gelişmesindeki rolü de küçümsenemez ölçülerdedir. Bütün İslâmî zihnî çabalara kaynaklık eden bir yol gösterici ve temel yapıdır Kur’an.
Kur’an, insan için temelde mesaj ihtivâ eder. Önce, akîdevî mesaj vardır Kur’an’da; hakikatin bilgisini ve insanın bu bilgideki yerini açıklayan akîdeler takımı. Bu yönüyle Kur’an, her boyutuyla insan hayatını ilgilendiren kutsal İslâm hukuku veya Şeriat’ın temelini oluşturan bir dizi ahlâkî ve fıkhî hükümleri ihtivâ eder. Öte yandan, Kur’an’da, Allah’ın sıfatlarıyla ilgili metafizikî âyetler, kâinatın yapısıyla ilgili bir kâinat bilim ve varlığın sayısız durumlarıyla insanın sonu, sonrası ve âhiret hakkında açıklamalar bulunur. İnsan hayatı hakkında, tarih hakkında, varlık ve mânâsı hakkında akîdevî izahlar vardır. İkinci olarak, Kur’an, ilk bakışta bir tarih kitabı izlenimini veren bir mesaj ihtivâ eder. Çağlar boyunca yaşayıp gelmiş kavimlerin, kabilelerin, kralların, peygamberlerin ve bazı zâtların kıssalarını, bunlar içinde bazılarının yargılanıp cezalandırılmalarını anlatır. Bu mesaj tarihî terimlerle sunulmaktadır ama insan ruhuna seslenmektedir. Mânâlı
TEFSİR VE TE’VİL
- 861 -
ve çarpıcı terimlerle yükseliş ve düşüşleri, insan ruhunun zikzaklarını ve kirliliklerini, geçmiş halkların hikâyeleri şeklinde tasvir eder. Üçüncü olarak, Kur’an’ın, modern dilde anlatılması güç bir husûsiyeti vardır. İlâhî büyü diyebilirsiniz ona; eğer bu deyimi metafizik mânâsıyla kavrayabilirseniz tabii. Kur’anî kaidelerin, Allah’tan geldikleri için, bizim kendilerinden yalnızca okuyarak aklî sahada öğrendiklerimizle özdeş olmayan bir gücü vardır. Kur’an’ın kâğıtlardan oluşan maddî varlığının bile büyük bir “bereket“e sahip oluşu bundandır. Bir müslüman, herhangi bir darlığa düştüğünde bir miktar Kur’an okur ve gerçekten rahatlar.
Kur’an’ı okuyan çokları, ondan, kelime kelime verdiği mesajı dışında hiçbir şey anlamazlar. Bu, hiçbir kutsal metnin kendisini insan aklına hemen açıvermemesinden ve gizlisini kolayca ortaya çıkarıvermemesinden kaynaklanmaktadır. Kur’an, üzerinde varlıkların yaşadığı pek çok gezegenleri ve mânâ tabaları olan kâinat gibidir. Mânâsına nüfuz edebilmek için hazırlıklı olmak gerekmektedir.
Varlığımızın daha derin boyutlarına nüfuz edinceye kadar ve Allah’ın lutfu da olmadan, Kur’an’ın iç mânâsına ulaşamayacağımızı kavramak zorundayız. Eğer Kur’an’a sathî olarak yaklaşır, kendimiz, varlığımızın sathında yüzen sathî varlıklar olmakta devam eder ve derinlere uzanmış köklerimizden habersiz yaşarsak, Kur’an da bize yalnızca sathî mânâsı olan bir kitapmış gibi görünür. Gizliliklerini bizden gizler ve ona nüfuz edemeyiz. Rûhî sancılardır ki, nasıl tefsir Kur’an’ın zâhirini açıklıyorsa, onun gibi, adına te’vil veya sembolik ve yorumlu tefsir denilen bir işlemle insanı kutsal metnin bâtın mânâsına götürebilir.
Arapça te’vil kelimesi, etimolojik olarak, ilgili işlemin asıl mânâsını ihtivâ eder. Kelime mânâsı, “bir şeyi geri başlangıcına veya kaynağına götürmek“ demektir. Kur’an’ın iç gizliliklerine nüfuz etmek, geri onun kaynağına ulaşmaktan başka bir şey değildir; çünkü kaynak bâtın olandır ve vahy veya kutsal metnin ortaya çıkışı ilk bakışta bir iniş ve dışa vuruştur.3472
Birtakım âlimler, “... Onun te’vilini ancak Allah bilir; ilimde râsih olanlar, ‘ona inandık, hepsi Rabbimiz’in katındadır’ derler.3473 âyetiyle ilgili olarak, te’vili ancak Allah’ın bilebileceğini savunurken, bazıları da: “...Onun te’vilini ancak Allah bilir ve ilimde râsih olanlar da (bilir) ve ‘ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır’ derler“ şeklinde okuyarak, ilimde râsih olanların da te’vili bilebileceğini kabul etmişlerdir.
Kur’an’da bu türden daha başka âyetler de vardır. Meselâ, “Allah’ın memleketler halkından Rasûlü’ne verdiği fey Allah ve Rasûlü içindir... Yurtlarından çıkarılmış, mallarından edilmiş ve Allah’tan fazl ve râzılık bekleyen muhâcirler içindir“ dendikten sonra, “onların ardından gelenler ise, ‘Rabbimiz bizi ve iman etmekte bizi geçen kardeşlerimizi bağışla’ derler.“3474 âyetlerinde gerek “sonra gelenler“, gerekse 9’uncu âyetteki “Onlardan önce o yurda yerleşip imana sarılanlar“ ibâresi kullanılmakta ve bununla Ensâr kastedilmekte, fakat hiçbiri için âidiyet belirten “lâm“ harf-i cerri kullanılmamaktadır. Oysa bütün rivâyetler ve müfessirler, feyin muhâcirlerin yanısıra, ensara ve sonradan gelenlere de verileceğinde ittifak etmiş ve “ellezîne“ ism-i mevsulleri “lillezîne“ takdirinde kabul edilmiştir. Bunun gibi, yukarıdaki âyette de Vav (ve) edatı hem “te’vil“i bilmeye, hem de “inandık“ demeye mâtuftur. Elmalılı
3472] S. Hüseyin Nasr, Ideals and Realites of Islam, Londra, 1966, 2. baskı, ikinci bölüm
3473] 3/Âl-i İmrân, 7
3474] 59/Haşr, 7, 8, 10
- 862 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Hamdi Yazır, âyeti: “Onun te’vilini Allah’tan başka kimse bilmez ve ilimde râsih olanlar (da Allah’ın bildirdiği kadar bilir) ve ‘ona inandık, hepsi Rabbimiz’in katındandır’ derler.“ şeklinde tefsir ettikten sonra, âyetin bu şekilde gelmesinin, ilimde râsih olanların Kitab’ın te’vilini Allah kadar bilmediklerini ve mutlak bilginin Allah’a ait bulunduğunu belirtmeye yönelik olduğunu ifâde eder. 3475
“Ve mâ ya’lemu te’vîlehû ill’Allah“taki “te’vîlehû“nun “hû“ zamirinin “müteşâbih olan“a değil de, “Kitab“a gittiğinini bazı müfessirler vurgulamış ve müteşâbihlerin muhkemlere ircâsıyla Kitab’ın bütününün muhkem olduğunu belirterek, te’vilin bütün Kitab’a şâmil bulunduğunu ihtar etmişlerdir. Müteşâbihlere inanmak ve muhkemlere ircâ ile muhkemlerle amel etmek gerekir. Ama kalplerinde eğrilik olanlar müteşâbihlere takılırlar, Kur’an’ın bir kısmını alıp kalan kısmını bırakırlar; âyeti âyete tefsir ettirmeyerek, Kur’an’da ihtilâf varmış gibi ondan çeşit çeşit ve birbirine zıt hükümler çıkarıp farklı sonuçlara varırlar. Oysa Kur’an’ın te’vilinin dayandığı hakikat birdir; te’vil, rastgele yorumlamak demek değildir. İkinci olarak, “Ve mâ ya’lemu te’vîlehû ill’Allah ve’r-râsihûne fi’l-ilmi yekuulûne âmennâ bihî küllün min ındi R’abbinâ“ ifâdesinde, ilimde râsih olanların te’vili bilmediklerine dâir bir işaret yoktur. “Ve mâ ya’lemu te’vîlehû ill’Allah“ ile “ve’r-râsihûne fi’l-ilm“ ibâreleri arasında bir zıtlıktan çok, bir devam ve olumluluk görünmektedir. İlimde râsih olanlar “Kitabın te’vilini bilir, müteşâbihlere inanır ve hepsinin Allah katından olduğunu kabul eder ve muhkemlere ittibâ ederler.“
Üçüncü olarak, Kur’an’da sık sık gaybın bilgisinin ancak Allah’a âit olduğu ısrarla vurgulanır. Bununla birlikte gaybı Allah’ın bildirdiği bazı Rasûllerin3476 bilmesi, bu bilginin yalnızca Allah’a âit olmasına zıtlık teşkil etmez. Bunun gibi, gayb ve te’vilin bilgisine Allah’ın bildirmesiyle ve bildirdiği kadarıyla bazı rüsuh sahibi kulların da sahip olmasıyla, bu bilgi yine mutlak mânâda Allah’a âittir ve O’ndandır. 3477
Te'vil, aslına dönmek, rücû etmek mânâsına gelir. Te'vil; Bir şeyi ilmen veya fiilen kendisinden murâd edilen gâyeye döndürmektir.3478 Niketim: “Âle'l-emru ilâ kezâ“ cümlesinde “âle“, “sâra ileyhi“, yani “iş şu şeye döndü“ şeklinde açıklanmıştır. Öte yandan, “evl“ keşf ve izhar mânâsına da kullanılmıştır. A'râf sûresinin 53. âyetinde geçen “te'vîl“in bu anlamda olduğu söylenmiştir. Tef'îl vezninde te'vîl kelimesi ise, “takdir etmek, tedebbür ve tefsir etmek, açıklamak ve beyan etmek anlamına gelmektedir.
Te'vil kelimesini, dinî bir ıstılah olarak tanımlamak güçtür. Bu güçlük, kelimeye çok farklı anlamların verilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Âlimlerimiz, selef ve halef bilginleri te'vili değişik şekillerde yorumlamışlardır. Selefe göre te'vil, tefsir ve beyan etmektir. Bu tefsir ve beyanın zâhire muvâfık olup olmaması önemli değildir. Tefsir ve te'vil, birbirine yakın ve müterâdiftirler. Mücâhid3479 ve İbn Cerîr et-Taberî'nin,3480 iki kelimeyi birbirinin yerine kullanmaları bundan
3475] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Y. c. 2, s. 1047
3476] 72/Cinn, 27
3477] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Nil Y. s. 47-54
3478] el-İsfehânî, el-Müfredât, s. 30
3479] v. 104/722
3480] v. 310/922
TEFSİR VE TE’VİL
- 863 -
dolayı olsa gerektir.3481 Gerçekten de İbn Cerîr et-Taberî, ünlü tefsiri Câmiu'l-Beyan an Te'vîli'l-Kur'an'da, bir âyetin tefsirine başlamadan önce, “el-kavlu fî te'vîli kavlihî Teâlâ“ (Allah Teâlâ'nın şu kavlinin te'vîli/yorumu şöyledir) veya “ihtelefe ehlu't-te'vîli fî hâzihi'lâyeti“ (Te'vil ehli şu âyet hakkında ihtilâf etmiştir) derken, te'vîli tefsir anlamında kullanmıştır.
Her ne kadar anlam itibarıyla birbirine çok benzeyen bu iki kelimeyi, selef âlimleri, İbn Teymiyye'nin,3482 ifâdesiyle, ashâb, tâbiûn, dört imam ve daha başkaları, yek diğerinin yerine kullanmış ve aralarına fark koymamışlarsa da, daha sonra gelen âlimler, bu kelimelere farklı mânâlar yüklemiş ve değişik anlamlarda kullanmışlardır.
Müteahhir fıkıh, kelâm, hadis ve tefsir âlimleri te'vili, “bitişik olan bir delilden dolayı, lafzın râcih ihtimalden mercuh ihtimale döndürülmesi“,3483 “âyetin, zâhiren muhtemel olduğu mânâlardan birine rücû ettirilmesi“3484 şeklinde tarif edilmiştir.
Te'vil kelimesinin tanımı üzerindeki ihtilâftan başka, kullanımı konusunda da ihtilâf çıkmış, bu yüzden bazı mezhep mensupları arasında kavgaya kadar varan münakaşalar zuhur etmiştir.3485 Aslında, çok değişik yönlere çekildiği ve farklı anlamlara hamledildiği için yavaş yavaş müstakil bir ilim haline gelmekte olan te'vilin, herkesin mutâbık olduğu yeknesak bir tarifi yapılamamıştır. Bununla beraber, Ehl-i sünnet âlimlerine ait çeşitli tarifler gözönünde bulundurularak, te'vil şu şekilde izah edilebilir: “Meşrû bir sebep veya delilden dolayı, âyeti zâhirî mânâsından alıp taşıdığı diğer mânâlardan, önündeki ve sonundaki âyete mutâbık, Kitab ve Sünnete muvâfık olanında kullanmaktır.“
Tefsir ve Te'vil Arasındaki Farklar
Yukarıda belirtildiği gibi, müteahhir bilginler, selef âlimlerinden farklı olarak tefsir ile te'vili ayrı anlamlarda kullanmışlar, birbirinin yerine kullanma geleneğini terk etmişlerdir. Her şeyden evvel tefsir kelimesi ıstılah olarak, te'vilden daha önce kullanılmıştır. İslâm'ın ilk asrında, Kur'an ile ilgili tüm ilimler “tefsir“ diye adlandırılıyordu. Zaten o dönemde tefsir ile hadisten başka ilim de yoktu. Daha sonraları, özellikle tercüme faâliyetlerinin büyük bir ivme kazanmasından sonra başlayan tedvin hareketiyle, tefsir kelimesi daha geniş bir anlam ifade eder olmuş ve başka ilimler için de kullanılmıştır. Te'vil ise, Kur'an'ın ve ondaki fikirlerin müdâfaa edilmeye başlanmasından sonra kullanılmıştır. 3486
Buna istinâden Râğıb el-İsfehânî, bu iki kelimenin farklı olduğunu söylemiş ve aralarında şöyle bir ayrım yapmıştır: Tefsir, te'vilden daha geneldir. Tefsir, daha ziyâde lafızlarda ve bunların müfredâtında, te'vil ise daha çok mânâlarda ve cümlelerde kullanılır. Meselâ, Kur'an'da da geçtiği gibi,3487 rüya te'vil edilir, fa3481]
İbn Teymiyye, Mecmeu Fetâvâ, 11/33
3482] v. 728/1327
3483] İbn Teymiyye, 13/289; Mehmet Sofuoğlu, Tefsire Giriş, s. 340
3484] ez-Zebidî, Tâcu'l-Arûs, III/470, VII/215; ez-Zerkeşî, el-Burhan fî Ulûmi'l-Kur'an, II/148; es-Süyûtî, el-İtkan, IV/167; Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, 214
3485] İbn Teymiyye, 13/286-287
3486] Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s. 214-215
3487] 12/Yusuf, 44, 100
- 864 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kat tefsir edilmez. Te'vil sadece İlâhî kitaplarda, tefsir ise bunlardan başka diğer eserlerde de kullanılır. 3488
Sa'lebî'nin (v. 427/1036) kavli üzere, müfessirler örfünde tefsir te'vil ile mürâdiftir (eşanlamlıdır). Nitekim buna daha önce temas edilmişti. Lâkin daha sonra gelen âlimler, tefsiri, müşkil olan lafızlardan murad edilen mânâyı keşfetmek ve beyan etmek, te'vili ise, iki muhtemel mânâdan birini, zâhir kelâma mutâbık olan mânâya yöneltmek şeklinde değerlendirmişlerdir. Tefsir, yalnız bir veche ihtimali olan lafız hakkında izahtır; te'vil ise, değişik mânâlara ihtimali bulunan bir lafzı, o mânâlardan birine tevcih etmektir. 3489
İmam Mâturidî (v. 333/944) de, tefsir ile te'vili gâyet güzel bir şekilde birbirinden ayırmıştır. Te'vîlâtu'l-Kur'an adlı meşhur eserinde, tefsirin sahâbeye, te'vilin ise fakîhlere âit olduğuna temas ettikten sonra, bu sözün şerhi meyanında şunları söylüyor: Sahâbe hâdiseleri görüyor, hakında âyet nâzil olan hususu yakînen biliyordu. Bu yüzden, onlara göre âyetin tefsiri demek, ondan murad edilen şeyin hakikati demekti. Mâturidî, te'vilin, sözün muhtemel olduğu mânâlardan birine ircâ ettirilmesi şeklindeki tanımını verdikten sonra, te'vilde Allah'ı şâhit gösterme gibi bir durumun olmadığını, dolayısıyla, tefsirdeki gibi bir zorluğun bulunmadığını belirtiyor. Zira diyor, te'vil eden, murad edilen şeyden haber vermemekte, “Allah bununla şunu murad etti“ diye kestirip atmamakta; fakat “bu söz, insanların konuşmalarında şu vecihlere yöneliyor. Ama yine de en iyisini Allah bilir“ demektedir. O halde tefsirde bir tek vecih, te'vilde ise müteaddit vecihler vardır.
Âlimlerin çoğunun ifâdesinden anlaşıldığına göre, tefsir rivâyete, te'vil ise dirâyete dayanmaktadır.3490 Çünkü tefsirin mânâsı, daha önce de geçtiği gibi, keşf etmek, beyan etmektir. “Allah'ın şu âyetten murâdı şudur“ diye, İlâhî irâdeyi kat'î olarak tâyin etmektir. Bu ise ancak, Hz. Peygamber'in beyanına ve tenzîli bizzat müşâhede eden sahâbenin nakline bağlıdır. Onun için yapılan tefsir, buna benzer kesin bir delile dayanıyorsa, sahih ve makbuldür, aksi takdirde rey ile tefsir olur ki, bu nehyedilmiştir.
Te'vilde ise, Allah'ın murâdını kat'iyetle ifâde etmek yoktur, sadece lafzın muhtemel olduğu mânâlardan birine tercih etmek söz konusudur. Tabii olarak bu tercihin bir ictihada dayanması lâzımdır. 3491
Ebu'l-Beka (v. 1094/1683) da, tefsir ile te'vil arasındaki farkı, şöyle bir örnekle de açıklamaktadır: Eğer, “yuhricu'l-hayye mine'l-meyyiti“ (-Allah- ölüden diriyi çıkartır)3492 âyetinden murâd, Alllah'ın yumurtadan kuşu çıkarmasıdır dersek, bu tefsir olur. Fakat, bununla kâfirden mü'min veya câhilden âlim çıkarmayı murâd ediyor dersek, bu da te'vil olur. 3493
İslâm'ın ilk asırlarında tefsir ve te'vil aynı mânâda kullanılıyordu. Ancak daha
3488] el-İsfehânî, Mukaddime, 402; ez-Zerkeşî, el-Burhxân, II/149
3489] M. Sofuoğlu, Tefsire Giriş, 241
3490] M. Sofuoğlu, a.g.e., s. 241
3491] ez-Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, I/22; Mennâ' el-Kattan, Mebâhis fî Ulûmi'l-Kur'an, 327; Suat Yıldırım, Peygamberimiz'in Kur'an'ı Tefsiri, s. 22; Sofuoğlu, 241, 248
3492] 3/Âl-i İmrân, 27; 6/En'âm, 95; 10/Yûnus, 31; 30/Rûm, 19
3493] Ebu'l-Beka, Külliyat, 106
TEFSİR VE TE’VİL
- 865 -
sonraları, bu iki kelime ayrı anlamlarda kullanılır olmuştur. 3494
Tefsir, Te'vil ve Tercüme Arasındaki Münâsebet: Buraya kadar verilen bilgilerden, bu üç lafzın birbiriyle sıkı bir ilişki içinde oldukları anlaşılmaktadır. Tabii ki bu ilişki, onların aynı mânâyı tazammun ettiğini ifâde etmez. Ne var ki, onları birbirinden ayrı düşünmek de mümkün değildir.
Tefsir, İlâhî muradı kesin olarak beyan ettiği için çok daha hassâsiyet ve itinâ gerektiriyor. Aynı zamanda tefsiri yapanı derin ve ağır bir sorumluluk altına sokmuş oluyor. Bu yüzden, Hz. Peygamber'den veya sahâbeden sahih bir rivâyetle menkul olmayan haber ve izahlara itibar edilmemelidir.
Te'vil, muhtemel mânâlardan birini tercih etmek olduğuna göre, burada te'vili yapanın tercihi önem kazanıyor. Şüphesiz ki, âyeti te'vil eden kişinin bilgi ve kabiliyeti, İlâhî kelâma ve Hz. Peygamber'in sünnetine vukufu, Arap dili ve edebiyatına hâkimiyeti, bağlı bulunduğu mezhebi, hatta yaşadığı çevrenin sosyo-ekonomik ve politik yapısı, kurumsal faktörler... onun tercihinde etkili olacaktır. Burada beşerî bir tercih söz konusu olduğu için, tercümesinin de daha rahat ve endişeden uzak olarak yapılabileceği söylenebilir.
Herbiri Kur'an ilimlerinin birer dalı olan Tefsir, Te'vil ve Tercüme; bunların üçü de, İlâhî mesajın insanlara en güzel şekilde anlatılıp kavratılmasını hedeflemektedir. 3495
Müteşâbihlerin Mâhiyeti Hakkında Anahtar Bir Kavram Olarak Te’vil: Te’vil kelimesi süreç içerisinde “anlamak/yorumlamak“ ve “lafzı, başka bir mânâya delâlet ettiğine dâir bir delilden dolayı, asıl mânâsından, gerektirmediği bir mânâya hamletmektir“ şeklinde de anlaşılmış olsa da, ilk dönem lügat kitaplarında bu kelimeye “âkıbet“ mânâsı verilmektedir. Kur’ân-ı Kerim’deki kullanımında da te’vil kelimesinin bu çerçeveye oturmuş olduğu görülmektedir.
Kur’an’da te’vil kelimesi 17 yerde kullanılmaktadır ve “işlerin âkıbeti“, “varacağı yeri“ mânâsına gelmektedir. Nitekim Yûsuf Sûresinde Yusuf’a rüyada görülenlerin te’vilinin3496 öğretildiğinden bahsedilmesi3497 ona rüyada görülen şeylerin “âkıbetinin ne olacağını“ kestirmenin ve o görülen şeylerin “gelecekte yaşanacak vâkıa olarak“ neye tekabül edeceğini bilmenin öğretilmesi demektir. Zaten yine aynı sûrede anlatılan kralın bir rüya görmesi ve bunu Yusuf’un te’vil etmesi olayı da bu görüşü açıkça ortaya koymaktadır. Kral bir rüya görmüştür.3498 Ve kimse bu rüyayı te’vil edememiş,3499 dolayısıyla te’vil etme işi Yusuf’a bırakılmıştır.3500 Yusuf da bu rüyayı te’vil etmiş, onun âkıbetini bildirmiş, yani o rüyada görülenlerin ileride nasıl gerçekleşeceğini ve bu gerçekleşecek olanın nasıl olacağını onlara bildirerek tedbir almalarını söylemiştir. 3501
Kehf Sûresinde ise Mûsâ (a.s.) ile “Allah’ın katından rahmet verdiği ve bir
3494] Cerrahoğlu, Kur'an Tefsirinin Doğuşu, 15
3495] Hidayet Aydar, Kur'ân-ı Kerim'in Tercümesi Meselesi, s. 69-73
3496] te’vîlu’l-ehâdîs
3497] 12/Yûsuff, 6
3498] 12/Yusuf, 43
3499] 12/44
3500] 12/45
3501] 12/46-48
- 866 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ilim öğrettiği kullarından bir kul“un kıssası anlatılmaktadır. Bu kıssada o “kul“un birtakım olayları gerçekleştirdiği anlatılmakta ve Hz. Mûsâ’nın bu yapılan işleri anlamlandıramadığından şaşkına döndüğünden bahsedilmektedir.3502 Tüm yaşanan olaylardan sonra Hz. Mûsâ’nın sözel bir müdâhalede bulunmasının,3503 ardından o “kul“un şöyle dediğine şâhit olunmaktadır: “İşte, dedi; bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana sabredemediğin şeylerin te’vilini haber vereceğim.“3504 Âyetlerin devamına bakıldığında o kulun te’vilini haber verdiği şeylerin gelecekte olacak olan hâdiselerle ilgili olduğu görülmektedir. Âyetler o kulun yaptığı işlerin ileride ne gibi bir sonuçla, âkıbetle bağlantılı olduğunu ortaya koyup anlattıktan sonra şöyle demektedir: “İşte senin sabredemediğin şeylerin te’vili (âkıbeti) budur.“3505 Görüldüğü gibi bu sûredeki te’vil kavramının da gelecekle ve gelecekteki âkıbet ve sonuçla yakın bir irtibâtı vardır.
4/Nisâ 59 ve 17/İsrâ, 35. âyetlerde de en güzel te’vilin (ahsenu te’vîlâ), yani en güzel âkıbet ve sonucun müslümanların olacağı kaydedilmektedir. 10/Yûnus 39. âyette ise inanmayanların “bilgisini kavrayamadıkları ve te’vili kendilerine gelmemiş olan şey“i yalanladıkları bildirilmektedir. Burada da inanmayanların Kur’an’ın bildirdiklerini (ilmi) yalanladıkları, bu bilgiyi kavramadıkları ve bundan da öte, bilgisi bildirilen şeylerin sonucu, gerçekleşmesi (te’vili) oluşmadığı halde, o kimselerin bunu yalanlamış olduğu ifâde edilmektedir ki, yine te’vili ile ileriye dönük, ileride sonuç bulacak şeyler arasındaki yakın alâka göze çarpmaktadır.
O halde, bu âyet-i kerimede iki olgudan söz edilmemektedir:
1. Bilgisi kavranılmayan şey, yani İlâhî bildirimler, âyetler,
2. Te’vili gelmeyen şey, yani İlâhî bildirimlerin âkıbeti, sonucu ile ilgili şeyler.
Gerek te’vil kavramına, gerekse te’vilin müteşâbih âyetlerle ilgisine doğrudan açıklık getirecek bir başka âyet ise şöyledir: “Gerçekten onlara bilgiye göre açıkladığımız, iman eden bir toplum için yol gösterici ve rahmet olan bir Kitap getirdik. İlle onun te’vilini mi gözetiyorlar? Onun te’vili geldiği gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki: ‘Doğrusu Rabbimizin elçileri gerçeği getirmiş. Şimdi bizim şefaatçilerimiz var mı ki şefaat etsinler, yahut tekrar geri dönmemiz mümkün mü ki, yaptıklarımızdan başkasını yapalım?’ Onlar kendilerini ziyana soktular ve uydurdukları şeyler, kendilerinden saptı.“3506 Görüldüğü gibi âyette Kitap unsuru ile te’vil unsuru ayrı ayrı zikredilmektedir. Âyet, bir bütün olarak ele alındığında te’vil ile Kitap’ta bildirilenlerin ya da Kitap ile bildirilen bazı bilgilerin kıyâmet gününde açığa çıkması olayını kasdettiği açıkça anlaşılmaktadır. Demek ki burada da te’vil kelimesi, verilen bilgilerin ileride gerçekleşmesi, sonuçlanması ve ortaya çıkmasıdır ki, bu da ancak kıyâmetle vuku bulacaktır. Zâten âyette bahsedilen iman etmeyenlerin te’vil geldiğindeki pişmanlıkları Kur’an’da kıyâmetin kopmasıyla ilgili diğer âyetlerde de bildirilmektedir.
Te’vil kavramının Kur’an’da her şeyin âkıbeti ve sonucu, şu anda belirtilen şeylerin gelecekte neye tekabül edeceği ve dahası “Kitab’ın te’vilinin“ şu anda
3502] 18/Kehf, 65-77
3503] 18/77
3504] 18/Kehf, 78
3505] 18/Kehf, 82
3506] 7/A’râf, 52-53
TEFSİR VE TE’VİL
- 867 -
muhâtap olunan bazı İlâhî gerçeklerin ileride kıyâmetle birlikte aynen ortaya çıkıp kesinleşeceği olduğu anlaşıldıktan sonra, Âl-i İmrân, 7. âyete dönülebilir.
Yukarıda Kur’an’ın tümünün hem muhkem, hem de müteşâbih olduğu zikredilmişti. Oysa Âl-i İmrân, 7. âyette Kitab’ın bir kısmının muhkem, bir kısmının ise müteşâbih olduğu zikredilmektedir. Bu durum nasıl izah edilecektir? Öncelikle şunu söylemek gerekir ki, müteşâbih âyetlerin “anlaşılıp anlaşılmaması“ sorunu ile hiçbir ilgisi sözkonusu değildir. Te’vil kelimesini “tefsir ve anlamın açıklanması“ olarak anlayan kimi müfessirler Kur’an’daki müteşâbih âyetlerin anlaşılamayacağı üzerinde durmuşlardır ki, bu iki açından yanlış bir anlayıştır.
Birincisi, te’vil kavramına yanlış bir anlam verilmesi sebebiyle Kur’ânî bir kavramın yerinden edilmesi; ikincisi ise Kur’an’ın kendisini ısrarla “apaçık ve anlaşılır“3507 diye ortaya koymasına rağmen, Kur’an’ın birkısım âyetlerinin anlaşılamayacağı iddiâsında ve zannında bulunulması nedeniyledir. O halde Kur’an’ın tamamı açık ve anlaşılır; yani muhkem kavramıyla irtibatlı olarak, lafzen ve mânen çarpıtılmaya, tahrif edilmeye ve sağa sola kaydırılmaya nihâî anlamda müsâit olmayan ve buna asla izin vermeyen bir Kitaptır. Kur’an’ın tamamının muhkem olması demek, böylece Kitab’ın tüm âyetlerinin lafzen ve mânen sağlam bir biçimde, açık ve kesin olarak yerli yerinde durması demektir ki, bu da onun anlaşılırlığı ile yakından alâkalıdır. Peki, bu durumda Kur’an’ın birkısım âyetlerinin muhkem, bir kısmının ise müteşâbih olduğu gerçeği nereye oturacaktır? Burada hemen şunu kaydetmek gerekir ki, Kur’an’ın tamamı muhkem/apaçık anlaşılır olmakla birlikte, bazı muhkem âyetlerin gaybî boyutla bir ilişkisi sözkonusudur.
İşte gayble ilgili “bazı“ muhkem âyetler, anlaşıldığı kadarıyla müteşâbih olarak zikredilmektedir. Yani bir âyet, aynı zamanda hem muhkem, hem de müteşâbih olabilmektedir. Ama muhkem bir âyetin müteşâbih olması için gaybî bir boyutunun da olması gerekmektedir. Zira müteşâbih deyimi bir şey hakkında duyuların veri elde edememesi, yani gayb alanıyla ilgili olması sebebiyle ve o konuda kesin bir bilgiye sahip olamama sonucu o şey hakkındaki düşünce ve yorumların benzer olması ve neyin kesin doğru olduğunun bilinememesi dolayısıyladır. Başka bir ifâdeyle müteşâbih kelimesi, gaybî gerçeklere -kisin bilgimizin olmaması sonucu- zihnimizde bazı benzerlikler kurmamızı ifâde etmektedir. Bununla birlikte şunu da söylemek gereikir ki, muhkem âyetlerin gaybla ilgili olanların tümü müteşâbih kapsamına girmemektedir. Bunun böyle olması te'vil kavramının anlamıyla irtibatlıdır. Gerek Kur'an'ın diğer âyetlerinde, gerekse Âl-i İmrân, 7. âyetteki te'vil kavramının gelecekle ilgili bir içeriğinin olması, yani “gelecekte vâki olacak bir âkıbet ve sonuç“la ilişkilenmesi açıkça müteşâbihin gelecekle alâkalı olmasını gerekli kılmaktadır. Müteşâbih, muhkem âyetlerin gaybla ilgili boyutlarıdır ama, bu gaybî boyut da ileride sonuçlanacak ve gerçekleşecek bir yön taşımaktadır. Bu durumda, te'vil kavramından hareketle müteşâbihâtı, sonucu/âkıbeti ileride (kıyâmet gününde) açığa çıkacak ve gerçekleşecek olan âyetler olarak gerekecektir. Zâten Kur'ân-ı Kerim, “Kitab'ın te'vilinin gelmesini“, Kitab'ın önceden bildirdiklerinin kıyâmet gününde açıkça ortaya çıkması şeklinde tanımlamaktadır.3508 O halde müteşâbihât, Allah'ın kısmen bilgisini verdiği,
3507] Bkz. 2/Bakara, 118; 6/En’âm, 52, 126; 16/Nahl, 89; 54/Necm, 17; 57/Hadîd, 9 vd.
3508] 7/A'râf, 52-53
- 868 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ama tamamıyla kuşatamadığımız kıyâmet günü, cennet, cehennem ve bunların ahvâline dâir ileride vukuu gerçekleşip âkıbeti ortaya çıkacak âyetleri kapsamaktadır. Nitekim el-İsfehânî, müteşâbihâta giren konular arasında kıyâmet gününün niteliklerini zikretmiş, bunun nedeni olarak da “duyuların bu nitelikleri tasavvur etmedik çâresizliği“ni kaydetmiştir.3509 Yine, birtakım eksiklikler ve bulanıklık taşısa da vaad ve vaid (cennet ve cehennem) ile kıyâmet âyetlerini müteşâbihât kapsamında değerlendiren görüşlere İslâm tarihinde rastlanılmaktadır. 3510
Durum böyle olunca Âl-i İmrân, 7. âyette niçin müteşâbihâtın te'vilinin peşine düşmenin kınandığı ve niçin bu tutumun “kalplerinde eğrilik olanlar“ın tutumu olarak zikredildiği de anlaşılmış olmaktadır. Çünkü müteşâbihâtın te'vilini insan, bu sınırlı idrâkiyle bilememektedir. Onun te'vilini insan, bu sınırlı idrâkiyle bilememektedir. Onun te'vilini (nasıl sonuçlanacağını ve âkıbetini) ancak Allah bilebilir. O halde mü'minlere düşecek olan, müteşâbih âyetlerde bildirilen hakikatlerin âkıbetini bilmeseler de, hepsine birden iman etmiş olmaktır. Zira gerçek mü'min, gelecekteki vuku bulacak olayları tümüyle görmese ve bilmese de sırf “Allah'tan indirildiği“ için ona iman edendir. İşte bundan dolayı âyette “ilimde râsih olanlar ise, 'o kitaba inandık, onun tamamı Allah katındandır' derler“ buyrulmaktadır.
Konuyla ilgili bir başka tartışma da Âl-i İmrân, 7. âyetteki “durak“ın “lafza-i celâl“de mi, yoksa “el-ilm“de mi olacağı tartışmasıdır. “Te'vil“ kelimesinin “tefsir“ ve “mânânın açıklanması“ olarak anlaşılması sonucu ortaya çıktığını düşündüğümüz bu tartışmanın müteşâbihâtın anlaşılıp anlaşılamayacağı tartışmasıyla da yakın bir ilişkisi vardır. Selefin büyük çoğunluğu, durağın lafza-i celâl üzerinde olması gerektiği (yani te'vili yalnızca Allah bilir, başkası değil) ve âyetin sonrasının ayrı bir cümle olduğu görüşündedirler. İbn Abbas, Ubeyy ve İbn Mes'ud'dan rivâyet edilen kıraat budur. Durağın “ve'r-râsihûne fi'l-ılm“deki “ılm“ üzerinde olacağını söyleyenler (yani te'vili Allah ve ilimde râsih olanlar bilir); Mücâhid'den nakledilen rivâyete dayanmaktadırlar. Mücâhid'den başka, seleften bazılarının da bu görüşte olduğunu nakledenler var ise de, büyük çoğunluğun aksi görüşte olduğunu kabul etmeyen yoktur. 3511
Te'vil kelimesinin sonraki dönemlerde tefsir ve mânânın açıklanması olarak anlaşılması Kur'an'da “anlaşılmaz“ âyetlerin varlığı problemini ortaya çıkarmış ve bu nedenle buna karşı çıkan ulemâ, durağı “el-ilm“ kelimesine alarak “müteşâbihin yorumunun ve anlaşılmasının“ ilimde râsih olanlar tarafından gerçekleştirilebileceğini ortaya koymaya çalışmışlardır. Bizce bu bir zorlamadır. Zira te'vili, yani âkıbeti Allah'tan başka kimse bilmemektedir. Zâten te'vilin tefsir ve anlaşılmayla ilgili olmadığı bilindiğinde böyle bir zorlamaya da gerek kalmayacaktır. O halde mânâya uygun olarak durağın “Allah“ lafzında olması gerekmektedir. Zira gaybı yalnız O bilebilir.
Sonuç olarak denilebilir ki, Kur'ân-ı Kerim bütün âyetleriyle muhkem bir kitaptır. Kitabın muhkem olması lafzen ve mânen nihâî anlamda kendisine karşı herhangi bir dahlin, çarpıtmanın, tahrifin olamayacağı ve bu yüzden de Kitab'ın
3509] Râgıb el-İsfehânî, a. g. e. s. 44
3510] Reşid Rızâ, Tefsiru'l-Menâr, c. 3, s. 164, Beyrut, tarihsiz
3511] M. Said Şimşek, Kur'an'da İki Mesele, s. 43
TEFSİR VE TE’VİL
- 869 -
tümünün açık ve anlaşılır olduğu, kesin bir hüküm taşıdığı anlamına gelmektedir. Bu böyle olmakla birlikte muhkem âyetlerin gelecekle ilgili gaybî boyut taşımaları (kıyâmet gününün zamanı ve nitelikleri, cennet-cehennem ve bunların tam olarak keyfiyetleri gibi) insan idrâkinin bunları kavrayamaması nedeniyle bu âyetleri müteşâbihât kapsamına sokmaktadır. Müteşâbihâtın konusuna Allah'ın zâtı ve sıfatları ile Allah'ın eli, yüzü, istivâ etmesi gibi ifâdeleri sokmak doğru bir yaklaşım olarak görülmemektedir. Zira Allah'ın bu tür ifâdelerle nitelendirilmesi tamamen mecâzî ifâdeler olup hakiki mânâyla bir ilgisi sözkonusu olamaz. O halde bunlar mecazlı ifâdeler olup müteşâbih değildirler. Müteşâbihâtın konusunu tâyin etmede te'vil kavramı anahtar bir rol üstlenmektedir. Te'vil bir şeyin âkıbeti, sonucu ileride/gelecekte nasıl gerçekleşeceği ve neye tekabül edeceği gibi mânâlara geldiğinden müteşâbihâtın ileride gerçekleşecek ve sonuçlanacak esaslı bir yönünün olması gerekmektedir. Bu da genel olarak bu dünya hayatından sonraki dönemle ilgili âyetlere karşılık gelmektedir. 3512
Tefsir, Te’vil ve Tercüme Kelimelerinin Anlamı
Tefsir: Tefsir kelimesi “Fesera“ veya taklib tarikiyle “Sefera“ köklerinden gelmektedir. Tef’il babından olan tefsir kelimesinin bu iki kökten de türemiş olması mümkündür. Lügatte; beyan etmek, keşfetmek, izhar etmek, aydınlatmak ve üzeri kapalı bir şeyi açmak anlamındadır. Istılahta; müşkil olan lafızdan murad edilen şeyi keşfetmek anlamına geliyorsa da âlimler arasında yaygın anlamı, Kur’an-ı kerim’in manalarını keşfetmek, ondaki müşkil ve garib lafızlardan kastedilen şeyi beyan etmek, demektir. 3513
Te’vil: “Evl“ kökünden gelen ve “Geri dönme“ anlamına gelen bir mastardır. Açıklamak ve beyan etmek anlamını da ifade etmektedir. Istılahta ise; görünürde birbiriyle uyumlu iki ihtimalden birine manayı yöneltmektir. Yani âyete muhtemel mânâlardan birini vermektir.3514
Tefsir ve te’vil kelimeleri muhtelif zamanlarda birbirlerinin yerlerine de kullanılmışlardır. Tefsir kelimesi istılâh olarak te’vilden daha evvel kullanılmıştır. İslâmın ilk asrında tefsir ve hadisten başka ilimler şuyu bulmadığından tefsir kelimesi bu ilimlere tahsis ediliyordu. Tercüme devri ile bu ilimler tedvine başlanıp, muhtelif ilimler İslâmîyete girince bu kelime diğer ilimlerde de kullanılmaya başlanmış, te’vil kelimesi ise Kur’an’ı ve ondaki fikirleri müdafaa devrinden itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Bu kelime Kur’an-ı Kerim’de birçok yerde başka başka anlamlarda geçmektedir. Et-Taberi de bu kelimeyi tefsir yerinde kullanmıştır. Bu bir tevazuun ifadesi olabilir. Bazıları tefsir ile te’vil kullanılış bakımından aynıdır demişlerse de, bunlar aynı şey değildir ve tefsir te’vilden daha umumidir. Zerkeşi’ye göre sahih olan bu ikisinin değişik mânâlarda kullanılmasıdır. Ragıp el-İsfehani, tefsir ile tevili şöyle ayırt etmektedir. “Tefsir te’vilden daha umumidir. Tefsir ekseriya lafızlarda, te’vil ise mânâlarda kullanılır. Meselâ rü’ya te’vili gibi. Te’vil ekseriya ilâhiyat kitaplarında, tefsir ise bu kitaplarda kullanıldığı gibi,
3512] Ömer Mahir Alper, Kur’ân-ı Kerim’de Muhkem ve Müteşabih, Haksöz, Sayı 52, Temmuz 95, s. 32-36
3513] Lisânu’l-Arab: 4/369; 5/55; Cevherî, Sıhah, 2/686, 781; Zebidî, Tâcu’l-Arûs, 3/470; el-Burhân, 2/147; Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, 213-214
3514] Lisânu’l-Arab, 11/32-33; Cevherî, Sıhah, 4/1627; Zebidî, Tâcu’l-Arûs, 3/470; 7/215; el-Burhan, 2/148; Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, 214
- 870 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bunun gayrısında da kullanılır. Te’vil umumi ve hususi olarak da kullanılabilir. Meselâ küfür kelimesi umumi olarak mutlak inkâr mânâsına kullanıldığı gibi, hususi olarak Allah’ı inkâr mânâsına, iman kelimesi de mutlak tasdik mânâsına kullanıldığı gibi, hususi olarak ta hak dini tasdik etmek mânâsında kullanılır. Ragıp el-İsfehani, te’vili makbul olma veya olmama bakımından iki kısma ayırmaktadır. Makbul olmayan te’vil, kendisine bakıldığı vakit hoş olmayan, âyetin ileri ve gerisiyle mutabakat etmeyen ve delilleri çirkin olandır. Bu şartları havi olmayan te’vil ise makbul addolunur. 3515
Tercüme: Bu kelimenin kökü dört harfli (rubai) “Tercüme“ fiilidir. Cevheri bu kelimenin “Raceme“den geldiğini söylemektedir. Lügat mânâsı birçok manaya gelmekle birlikte; bir kelamı, bir dilden başka bir dile çevirmek, demektir. İstılâhi mânâsı ise, bir kelamın mânâsını diğer bir lisanda dengi bir tabir ile aynen ifade etmektir. Tercüme yapılırken, kelamın bütün mana ve maksatlarına itina gösterilmesi icab etmek gerekir. 3516
Tercüme iki kısımda incelenebilir:
1) Harfî veya lafzî tercüme: Aslına benzemesi gözetilen, başka bir deyimle eş anlamlılardan birinin yerine konulmasını hedefleyen tercümedir. Lafızları çeşitli yönlerden incelenmesini gerektiren zor bir tercüme türüdür. Kur’an için mümkün değildir. Çünkü bütün insanlar ve cinler bir araya gelseler benzerini meydana getiremezler. Aksi taktirde Kur’an’ın belağat hususiyetleri ve i’cazı kaybolur.
2) Mânevî veya tefsirî tercüme: Nazmında ve tertibinde aslına benzemesi gözetilmeyen tercümedir. Bunda asıl gaye, mananın güzel bir şekilde ifade edilmesi olduğu için uygulaması kolaydır. Üstelik harfi tercümeye tercih edilmiştir.
Kur’an’ın Tercümesi yapılabilir mi?: Bu hususta âlimler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Fakat hepsinin ittifak ettikleri nokta Kur’an’ın harfi tercümesinin yapılamıyacağıdır. Buna karşılık tefsiri tercümenin yapılacağına izin verilmiştir. Çünkü bu tün tercüme, lafzın mânâsını daha geniş bir sözle mümkün olduğu kadar ifade etmektedir. Üstelik bu tercüme aslının da aynı sayılmamaktadır. Yalnız yapılan tercümenin Kur’an’ın yerine geçmeyeceği ve Kur’an’ın değer hükmünü taşımayacağı da bilinmelidir. Kur’an-ı Kerim’in zengin olan Avrupa lisanlarına yapılan tercümeleri bile asıl mânâyı ifade etmekten çok âcizdir. 3517
Tefsir ile Tercüme Arasındaki Farklar
1) Tercüme sigası müstakil bir sigadır. Aslından müstağni olunup, tercümenin aslın yerine geçmesi düşünülebilir. Hâlbuki tefsir böyle değildir. Tefsir asl ile irtibatını kesmez. Eğer tefsirle irtibat kesilmiş olsaydı, söz bozulur veya batıl olurdu. Bu arada mânâ da doğru ifade edilmemiş olurdu.
2) Tercümede istidrat yapmak câiz olmadığı halde, tefsirde bu işi yapmak câizdir, hatta bazen vâcip bile olur. Bu da tercüme ile aslın birbirine benzer olmasının zaruriliğini ifade eder. Tercüme fazlalıksız ve noksan olarak, tam bir vukufla aslına uygun olması bir zarurettir. Tefsir ise böyle değildir. Çünkü o, aslın
3515] el-Burhan, 2/149; Mukaddimetü’t-Tefsir, 402-403; Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, 214-215
3516] Cevherî, Sıhah, 5/1928; Zebidî, Tâcu’l-Arûs, 8/211; Menâhil, 2/16; Zehebî, et-Tefsîr ve’l-Müfessirîn, 1/23; Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, 215-216
3517] Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, 217-218; Ali Turgut, Tefsir Usûlü ve Kaynakları, 222-223
TEFSİR VE TE’VİL
- 871 -
bir beyanı ve tavzihidir. Bu beyan ve tavzihler, istidratta müfesseri çeşitli mezheplere sevketmeyi iktiza eder. Bu da vaz’ olunduğu mânâdan başkası kastedildiğinde lügatçıların şerhlerinde, ıstılâhların izahında ve delillerin serdedilmesinde görülür.
İşte Kur’an tefsirinin ekserisi, lügat âlimleri, akaid, fıkıh ve fıkıh usulü, nüzul sebepleri, nasih ve mensuh, tabii ve ictimai ilimlerin çeşitli istidratları ihtiva etmelerindeki sır budur. Hata edildiğinde, aslın hatası üzerine yapılan tembih, bu istidradın yönlerindendir. Keza bunu ilmi eserlerin şerhlerinde de mülahaza edebiliriz. Böyle bir şeyi tercümede görmemize imkan yoktur. Eğer tercümede böyle bir şey görseydik, emanetin vücubundan ve tercüme inceliğinden çıkılmış olurdu.
3) Tercüme, örf cihetinden aslın bütün manalarına ve maksatlarına uygunluk mânâsını tazammun eder. Tefsir için böyle bir durum yoktur. Yukarıda zikredildiği gibi tefsir ancak izah üzerinde durur. Bu izah ister icmali, ister tafsili, ister bütün manaları kaplasın, isterse bazılarını ihtisar etsin, müsavidir. Hâlbuki tercüme ne fazla ve ne de noksan aslın mânâsını aynen nakleder. Bu işe tefsir kifâyet etmeyebilir.
4) Tercüme, örf yönünden mütercimin naklettiği maksat ve manaların, asıl sözün medlûlü olduğuna ve söz sahibinin bunu kastettiğine itminan tazammun eder. Hâlbuki tefsir böyle değildir. Eğer müfessirin yanında deliller çok olursa böyle bir itminanı verebilir. Deliller az olursa susar ve bir tercihde de bulunamaz. Bazen bir kelime veya bir ibareyi anlamaktaki aczini bildirerek “Söz sahibi kendi maksadını daha iyi bilendir.“ der. Bilhassa bunlar sure başlarında ve müteşâbih âyetlerde daha çok görülür. 3518
Tercüme aslın aynı olduğuna göre, zamanımızda da bazı asıllar unutulup tercümeler onların yerine kaim olmaktadır. Ekseriya aslın tercümesindeki tercüme lafzı hazfedilip, tercüme bir asılmış gibi gösteriliyor. Meselâ, muhtelif dillerdeki Tevrat ve İncil tercümeleri gibi. Böyle bir şey tefsirde mümkün değildir. Burada tercümenin aksine asıl lafız düşebilir. Fakat tefsir lafzı asla düşmez. Taberî tefsiri, Râzî tefsiri, Celâleyn tefsiri gibi.
Meal; Anlam ve Mâhiyeti
Yaşadığımız ülkede Kur'ân-ı Kerim tercümesi yerine, daha çok “meal“ lafzı kullanılmaktadır. Özellikle son zamanlarda yapılan Kur'an tercümelerinin hemen hepsi “meal“ diye isimlendirilmişlerdir. Meal kelimesi, “döndü, aslına rucû etti“ anlamına gelen âle fiilinden türemiştir. Meâl; “Evl“ kökünden mimli masdardır. Bir şeyin varacağı yer ve gâye mânâsında ism-i mekân da olur.3519 Mânâsı ise, “bir şeyin hülâsası, zübdesi, neticesi“, âkıbeti ve dönüp varacağı yer (masîr) demektir. “İşte dayanamadığın işlerin te'vli/içyüzü budur.“3520 Bu âyette geçen te'vilin aslının “meal“ olduğu ve bu mânâda kullanıldığı da söylenmiştir. 3521
Meal kelimesi lügatte “evl“ kökünden mimli mastardır. Bir şeyin varacağı yer ve gâye mânâsına mekân ismi de olur. Bir şeyin koyulaşıp katı hale gelmesine
3518] İbn Teymiyye, Meccmeu' Fetâvâ, 13/291); Mennâ' el-Kattan, Mebâhis fî Ulûmi'l-Kur'an, 325
3519] Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, I (Mukaddime, 30; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, I/33
3520] 18/Kehf, 80
3521] Mennâ' el-Kattan, 326
- 872 -
KUR’AN KAVRAMLARI
de meal denir. İstılâhta ise, bir sözün mânâsının her yönüyle aynen değil de, biraz noksanıyla ifade edilmesine meal denir. İşte Kur’an-ı Kerim’in tercümesi için kullanılan meal kelimesi, onu aynen tercüme etmeye imkan olmadığını, daha doğrusu yapılan işte bir eksikliğin mevcud olduğunu belirtmek içindir. Arapça bilmeyen müslümanlara, mümkün mertebe Allah’ın kelamını kendi dilleriyle anlatmak ve müslüman olmayanlar arasında İslâm’ı yaymak için Kur’an-ı Kerimin tercümesi zaruridir. Salahiyetli veya salahiyetsiz şahısların yaptıkları tercümelerde, fahiş hatalar yapıldığı gözönünde bulundurulacak olursa, müslümanlar tarafından doğruya en yakın bir şekilde, Kur’an’ın bütün dillere tercümesi şartı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bunun da selâhiyetli heyetler tarafından yapılması gereklidir. 3522
Meale Duyulan İhtiyaç: Mâlum olduğu üzere Kur'ân-ı Kerim'i aynen tercüme etmek mümkün değildir. Hadd-i zâtında insan sözünün bile bir dilden başka bir dile tıpatıp tercümesi fevkalâde zor, hatta imkânsızdır. Hal böyle iken, Allah'ın kelâmının bütün incelikleriyle, tüm mânâ ve maksadıyla aynen tercümesi nasıl mümkün olsun? Ama “harfiyyen tercüme imkânsızdır“ deyip, milyonlarca müslümanı Allah'ın kelâmını onun mânâ ve maksatlarını, muhtevâ ve mazmununu öğrenmekten mahrum bırakmak da elbette doğru değildir. Bu yüzden, mümkün olduğunca İlâhî mesajı doğru bir şekilde yansıtmaya çalışarak ve beşer tâkatının el verdiği bütün gayretleri bu uğurda bezlederek, Arapların dışındaki insanların da onu anlamalarını sağlamak gerekir.
Eğer bu esnâda, onun lafızlarındaki mûcizevî kudret, ifâdelerindeki zevk ve letâfet yansıtılamıyor, dolayısıyla bu tür özellik ve incelikleri kayboluyorsa, bunu da, “eksik de olsa, hiç olmamasından daha iyidir“ düşüncesiyle, kabul etmek lâzımdır. Aksi takdirde, pek çok müslüman ve bunların dışındaki diğer insanlar, Kur'an'ı anlamaktan mahrum kalabilirler. Ancak, yapılan tercümenin eksik ve yetersiz olduğunu itiraf ve ifâde etmek için, “meal“ kelimesinin kullanılması da gereklidir. Zira tercüme aslın yerini tutar, “meal“ ise, aslın yerini tutmaz; o sözün, biraz eksiğiyle başka bir dile aktarılmasıdır. Mehmed Âkif de bundan dolayı yaptığına “tercüme“ değil; “meal“ denmesini şart koşmuştur.
O halde, yapılan tercümelerin tıpatıp aslın yerini tutmadığını, bazı yönlerden eksik kaldığını, onu aynen tercümeye imkân olmadığını belirtmek için, “meal“ kelimesi isim olarak kullanılmalıdır. 3523
Buraya kadar serdedilen mâlumattan, Kur'an'ın bütün özellik ve inceliklerini, mânâ ve maksatlarını edâ ederek tercümesinin mümkün olmadığı anlaşılıyor. Bu durumu ileri sürerek Kur'an'ın başka dillere çevrilmesine itiraz edenler olabilir. Nitekim böyle de olmuştur. Ancak, unutmamak gerekir ki, Kur'an sadece Araplara nâzil olmamıştır. Hz. Peygamber evrensel bir mesaj sunmuştur. Onun bu misyonu, Kur'ân-ı Kerim'de “âlemlere rahmet“3524 “tüm insanlara beşîr/müjdeleyici ve nezîr/uyarıcı“3525 olarak gönderilmiş olmak gibi ifâdelerle belirtilmektedir. Tebliğ ettiği Kur'an'ın da bütün beşeriye indirildiğini beyan eden pek çok âyet mevcuttur.3526
3522] Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, 220-221
3523] Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, I/33
3524] 21/Enbiyâ, 107
3525] 7/A'râf, 158; 34/Sebe', 28; 35/Fâtır, 24
3526] Bkz. 2/Bakara, 158; 6/En'âm, 19; 17/İsrâ, 82, 89; 18//Kehf, 54; 30/Rûm, 58; 39/Zümer, 27; 41/
TEFSİR VE TE’VİL
- 873 -
Dolayısıyla, Kur'an'daki emir ve yasaklar, kural ve kaideler, hüküm ve hikmetler Araplar kadar, dilleri farklı olan diğer müslümanları da, hatta bütün insanları da ilgilendirmektedir. O halde Kur'an, Arapların dışındaki müslümanların onu anlayıp kavramaları, emir ve yasaklarına şuurlu bir şekilde uymaları, kıssa ve hikmetlerinden ibret almaları... diğer insanların da üzerinde düşünüp tedebbür etmeleri, tahkik ve tedkiklerde bulunmaları... için, eksik ve yetersiz de olsa onların dillerine tercüme edilmeli; ancak bunun “meal“ olduğu da belirtilmelidir.
Kur'ân-ı Kerim, sadece Türkçe değil; hiçbir dile aynen çevrilemez. Her ne kadar Farsça, Fransızca, İngilizce gibi bazı diller, kelime hazinesi açısından zengin iseler de, yine de Kur'an'ın tüm mânâ ve maksatlarıyla bu dillere tercüme edilmesi mümkün olmamakta, bu açıdan bu diller de yetersiz kalmaktadır. Buna rağmen, hemen hemen tüm bu dillere yapılan çevirilere “Kur'an tercümesi“ denmiş, sadece içinde yaşadığımız toplum, Kur'an'a duyduğu sevgi ve saygının bir gereği olarak tercümeye “meal“ deme nezâket ve inceliğini göstermiştir. 3527
Kur’an-ı Kerim’in Doğu ve Batı Dillerindeki Tercümeleri
Kur’an-ı Kerim’in İslâm’ın ilk devrinden itibaren başka dillere tercüme edildiğine dair örneklere rastlamaktayız. Prof. M. Hamidullah Le Saint Coran adlı Fransızca tercümesinin mukaddimesinde, Kur’an-ı Kerim’in tercüme tarihi adlı bölümünde3528 aslen İran’lı olan Selman el-Fârisî’nin, Fâtiha’yı farsçaya tercüme ettiğini, keza hicrî 127 senesinde Kur’an’ın berberîceye çevrildiği, el-Câhiz’in (255/869) beyanına göre, Mûsâ b. Seyyar el-Esvari’nin, Kur’an’ı talebelerine hem arapça, hem farsça tefsir ettiği, keza Buzurg b. Şehriyar’ın ifadesine göre, 270/883 senelerinde Kur’an’ın Hind diline tercüme edildiği bildiriliyor. Samanoğullarından Mansur b. Nuh devrinde (354/956) bir heyet Kur’an’ı farsçaya tercüme etmiş, bu esere Taberi tefsirini ek olarak ilave etmişlerdir. Bu heyetin, Kur’an’ı türkçeye de tercüme ettiği söylenmektedir. Aynı devreye ait, mütercimi belli olmayan bir tercümenin Cambridge’de olduğu söylenir. Bunlardan başka hicri 5. ve 6. asırlara ait Surabadi İsfaraini (471/1049), Zahidi (519/1125) ve Hoca Abdullah Ensari’nin tercümeleri günümüze kadar ulaşmıştır. Hoca Abdullah bu eserinin, 107 tefsirden istifade edilerek toplandığını kaydeder. Hatta müsteşrik Mingana, Kur’an’dan kısımlar ve reddiyeleri ihtiva eden süryanice bir eserin parçalarının el-Haccac b. Yusuf devrine ait olduğunu zikreder.
Kur’an-ı kerim’in ilk latince tercümesi 1143 tarihinde Robertus Ketenensiz (Robert of Retina) ile Dalmaçyalı Hermannus tarafından yapılmış ise de, bu tercüme ancak 1543 senesinde Luter’in tavsiyesi üzerine Theodor Bibliender tarafından neşredilmiştir. Bu neşir tarihinden bir asır kadar sonra Slezyalı rahip Dominicus, izahlı bir Kur’an tercümesi hazırlamış, fakat bu eser yazma olarak kalmış, basılmamıştı. Bunlardan başka 1698’de basılan tefsirli ve tenkidli bir Kur’an tercümesi, bu tercümelerin en iyisi addedilir. Bu tercüme Ludovicus Maraccius (Maracci) tarafından yapılmıştır.
Kur’an-ı Kerim hemen hemen bütün avrupa dillerine tercüme edilmiştir. İlk fransızca tercümesi 1647’de A. du Ryer tarafından yapılmıştır. Bundan sonra M. Fussılet, 44
3527] Hidayet Aydar, Kur'ân-ı Kerim'in Tercümesi Meselesi, s. 73-75
3528] Le Saint Coran İntroduction, 36-38
- 874 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Savary, B. Kasimirski, R. Blachere, E. Montet ve M, Hamidullah’ın yapmış olduğu tercümeler meşhur olmuştur. Fransızcada bunlardan başka 30’a yakın tercüme vardır. İngilizcede de G. Sale, J. M. Rodwell, F. H. Palmer, A. J. Arberry, Muhammed Ali gibi şahısların tercümeleri yanında 50’den fazla tercüme bulunmaktadır. Diğer avrupa dillerinde de ur’an tercümeleri çok yaygındır. Bu hususta tafsilata girişmek istemiyoruz.3529 Batı dillerinde yaygın olan Kur’an tercümesi şark dillerinde de bol miktarda bulunmaktadır. Türk, İran, Çin, Urdu, Hindu, Malaya, Bengale, Cava ve Japon dillerinde de tercümeler vardır.
Kur’an-ı Kerim’in Türkçe tercümelerine uygur, arap ve latin harfleriyle rastlamaktayız. Uygur harfleriyle Kur’an’ın tam bir tercümesi yoktur. Ancak bazı âyetlerin parçaları ele geçmiştir. Prof. Reşit Rahmati Arat 1951 senesinde İstanbul’da neşrettiği Edip Ahmed b. Mahmud Yükenki’nin, Atabetü’l-Hakayık’ında bazı âyetlerin tercümesine rastlandığını söylemektedir.3530 Arap harfleriyle, Kur’an’ın en eski tercümesi Ebu Ali el-Cubbai el-Huzistani’ye (303/915) ait olduğu söylenirse de bu tercümeye ait bir ize rastlanılamamıştır. Başka bir nüsha, 1914 senesinde Prof. Dr. Zeki Velidi Togan’ın Türkistan’da bulduğu nüshadır ki, müellifi meçhuldür. Bu tercüme halen Leningrat’taki Asya müzesinde “Anonim tefsir“ adı ile korunmaktadır. Yine müellifi meçhul, fakat tam bir nüsha İstanbul Türk-İslâm Eserleri Müzesi 73 noda kayıtlı olan tercüme (734/1333) yılında Muhammed İbnu’l-hace Devletşah eş-Şirazi tarafından istinsah edilmiştir. Bu nüshayı Abdulkadir Erdoğan, Vakıflar Dergisi’nde tanıtmıştır. Keza 764/1363 senesinde istinsah edilen ve Hekim oğlu Ali Paşa Kütüphanesinde 951 no da bulunan nüsha da ilk tercümelerdendir.
Abdulkadir İnan’ın tetkikine göre, yukarıda zikredilen üç nüshanın, tercümeleri birbirine uygun ve çok yakın olduğunu söylemekte ve bunların hepsinin bir asıl nüshadan geldiğini ilave etmektedir. Yine bu zata göre, Kur’an’ın ilk tercümeleri miladi 11. asra kadar inmektedir. Fakat bugün elde mevcut en eski türkçe tercümeleri 14. asra ait bulunmaktadır. Asırlar boyunca latin harflerinin kabulüne kadar, yüzlerce tercüme yapılmış, bunların ekserisi hayır sahipleri tarafından çeşitli kütüphanelere ve camilere vakfedilmiştir. Şahısların elinde veya hususi kütüphanelerde de bol miktarda bulunmaktadır. Kur’an’ın türkçe tercümelerine ait bilbiyografyalar bu bakımdan daima eksik kalmaktadır. Her an Anadolu’nun çeşitli kütüphane ve camilerinden veya hususi kütüphanelerden yeni ve kıymetli tercümeler çıkma ihtimali kuvvetlidir. Eski Türkçe tercümelerin ekserisi kelime kelime yapılmıştır. Ord, Prof. Süheyl Ünver, Osmanlı Türkçesiyle yazılmış ve kelime kelime yapılmış olan tercümelerin, muhtelif kütüphanelerimizdeki sayısının 60’a vardığını söylemektedir. 3531
Latin Harfleriyle Yapılan Tercümeler: Latin harfleriyle yapılmış tercümelere gelince, sayıları hayli çoktur ve gittikçe artmaktadır. 3532
3529] M. Hamidullah, Macit Yaşaroğlu, Kur’an-ı Kerim Tarihi ve Türkçe Tefsirler Bilbiyoğrafyası, 77-88; Le Saint Coran İntroduction, 36-38
3530] Kur’an-ı Kerim Tarihi, 72-73; Abdulkadir İnan, Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Tercemeleri Üzerinde Bir İnceleme
3531] Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, 221-223
3532] Bk. Son sayfa: Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar –Mealler-
TEFSİR VE TE’VİL
- 875 -
Kur’an-ı Kerim Tefsirinde İhtilâf Sebepleri
Kur’an-ı Kerim tefsirinde, sahâbi ve tâbîlerden itibaren birçok ihtilâlar olduğu sâbittir. “Sana da zikri indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler, diye.“3533 Rasûlullah’ın ashâbına Kur’an lafızlarını beyan ettiği gibi, manalarını da açıkladığını bilmek vacip olur. Bu bakımdan ashâb, Rasûlullah’tan on âyeti ilim ve amel bakımından öğrenmedikçe diğerlerine geçmezlerdi.
İbn Teymiyye diyor ki:3534 Selef arasında tefsirde ihtilâf gâyet azdı. Onlar arasındaki ihtilâf tefsirden ziyade hükümlerde idi. Mevcud olan bu ihtilâf da bir zıtlık (tezat) ihtilâfından ziyade bir nevi ihtilâfı idi. Bu da iki kısımda mütalaa edilebilir:
1) Bir müsemmânın başka başka isimlerle çağrılmasından doğan ihtilâflar. Meselâ, kılıç için bir müsemmâ olduğu halde, buna “Sarim, seyf ve mühenned“ diye üç isim verilmesi gibi. Kezâ Kur’an-ı Kerim’de de Allah’ın el-esmâ-i hüsnâsı ve Rasûlullah’ın çeşitli isimleri olması gibi. Yine bu hususa örnek olarak Sırat-ı Mustakim’i verebiliriz. Bundan maksat, Kur’an’a ittiba etmektir, diyenler olduğu gibi, onun İslâm olduğunu söyleyenler de vardır. Buradaki iki tefsir tarzı zahiren ayrı görülmekte ise de, bu iki sözün maksadı ayrı ve zıd değil, bilakis aynıdır. Ayrı gibi görülen ifade ediliş tarzıdır. Zira İslâm demek Kur’an’a ittiba demektir. Bununla beraber, bu şekildeki nevi ihtilâfları sebebiyle, elde edilen izah tarzları, diğerinde bulunmayan bir vasfı ortaya koyar.
2) Tefsiri yapılması istenen bir şeyin, tamamı değil de temsil veya tembih tarikiyle o şeyin bazı nevilerini zikretmektir. Yani ihata ve hasır için muhataba temsil tarikiyle ismin bazı envaı zikredilir. Meselâ, yabancı biri ekmek sorsa da, ona bir ekmek dilimi gösterilse ve ona istediğin şu mu? denilse... işte bu işaret ekmeğin nevine işarettir, yoksa bir ekmek dilimine işaret değildir. Meselâ buna ait bir misal Kur’an’dan verelim: “Sonra Kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Artık onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi orta bir yoldadır, kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda yarışır, öne geçer. İşte bu, büyük fazlın kendisidir.“ 3535
Mâlûmdur ki bu âyette nefsine zulmedenler, vacip olanları terkedip haramları helal gibi işleyenlerdir. Muktesid ise orta yolda olanlardır ki, vacipleri işleyip, haramları terkedenlerdir. Es-Sabık ise; vaciplerle birlikte, hayırlarda da ileri gidenlerdir. Veyahut şunlardan herbiri taat nevilerinden biri olarak zikredilir. Vaktin evvelinde namaz kılana sabık, zamanında kılana muktesid, namazın vaktini geçirenlere (bilhassa ikindi namazını akşama doğru geç bırakana) zalim denilir. Keza Bakara suresinin sonlarında, sadaka verenlere muhsin, riba yiyenlere zalim denilir. Malı kullanma bakımından insanlar ya muhsin, ya adil, yahut ta zalim olurlar. O halde muhsin olan sabık vaciplerle beraber müstehapları da eda edendir. Zalim riba yiyen ve zekata mani olandır. Muktesid ise, farz olan zekatı eda eden ve riba yemeyendir.
Tefsirdeki ihtilâf iki nevidir: Birinin dayanağı sadece nakildir, diğeri ise naklin gayrı ile bilinir. İlim ise ya muraddaki bir nakildir veya tahkik edilmiş bir
3533] 16/Nahl, 44
3534] Mukaddime fi Usûli’t-Tefsir, 6-13
3535] 35/Fâtır, 32
- 876 -
KUR’AN KAVRAMLARI
istidlaldir. Nakil ise ya masum bir zattan gelir veya masum olmayandan. Birinci nevide sahih ve zayıfı bilmek mümkün olur, bu taktirde yapılacak bir şey yoktur. Yahutta sahih veya zayıfı bilmek mümkün olmaz. O taktirde bunları tasdik etmek mümkün olmaz. Onun üzerinde araştırma yapmanın faydası yoktur. Meselâ Ehli Kehf’in ahvali gibi, bu hususta Rasûlullah’dan sahih bir haber varsa makbuldür. Yoksa merduddur. Rasûlullah’dan tefsir, hadis, ahkam ve megazi hususunda nakledilmiş sahih haberler boldur. Burada bir ihtilâf bahis konusu değildir. Asıl ihtilâf, istidlal yoluyla gelen haberlerin bilinmemesindendir. Hataların ekserisi burada görülür. Daha sonra gelen müfessirlerden bir kısmı, evvela manalara inandılar sonra onun üzerine Kur’an’ın lafızlarını hamlettiler. Diğer bir kısmı ise ne konuşanın, ne inmiş olanın ve ne de onun muhatabını nazarı dikkate almaksızın, mücerret Kur’an’ı kendi konuştukları arapçaya ve tabirlere, murat ettikleri şeyleri sevkederek tefsir ettiler. Birinciler delalet ve beyan bakımından Kur’an lafızlarının mustahak olup olmadıklarına bakmaksızın, sadece manayı sevkettiler. Diğerleri ise, kelamın siyakına ve mütekellimin muradına bakmaksızın, arabın indinde caiz görülen şeyi, caiz görüb mücerred lafza tabi oldular. Evvelkiler Kur’an’ı tefsir ederken mânâlarda hata yaptıkları gibi, bunlar da birçok lafızlarda galat yaptılar. Birincilerde mana, ikincilerde lafız önplandadır. Birinciler iki sınıftır. Onlar bazen bir şeye delalet eden Kur’an lafzını selbederler, bazen de ona delalet etmiyen veya murat edilmeyen şey üzerine hamlederler. Bu iki halde de mana batıl olmuş olur. Onlar delil ve medlulde hata etmişlerdir. Bid’at, heva ve heveslerine kapılmış taifeler gibi ki, onlar dalalet üzere ittifak etmiyenmutedil bir ümmete muhalif bir mezhep oldular. İşte bunlar, Kur’an’ı kendi görüşlerine göre te’vil etmeye kalkıştılar. Onlar bazen, âyetlerle mezheplerine delil getiriyorlar. Hâlbuki âyetlerin delaletle bir alakası yoktur. Bazen de mezheplerine muhalif olanları te’vil ediyorlar ve kelimelerin yerlerini oynatıyorlar. Tefsirlerindeki butlan açık bir şekilde birçok yönlerde kendini gösterir.
Bazıları da medlulde değil de delilde hata ederler. Bunun misali de bazı sofilerde ve fakihlerde görülür. Kur’an’ı sahih bir mânâ ile tefsir ederler, fakat Kur’an vermek istedikleri bu manaya delalet etmez. Şu zikredilen umûmî ihtilâflardan sonra, müfessirler arasında mevcut ihtilâfın sebeplerini şöylece sıralayabiliriz:
1) Kıraat ihtilâfları: Bir âyet hakkında sahabeden muhtelif iki tefsir gelir ki, bu da ihtilâf gibi addolunursa da hakikatte bir ihtilâf yoktur. Meselâ: “Ev lâmestumu’n-Nisâ’: Yahut kadınlara dokunursanız...“3536 âyetindeki okunuşa, cima veya dokunma mânâları verilmesi gibi.
2) İ’rab yönlerindeki ihtilâf: Meselâ: “Fetelekka Âdemu min Rabbihi kelimatin: Âdem Rabbinden kelimeler belleyip aldı.“3537 Bu âyette Âdem merfû, kelimat ise nasb okunduğu gibi, aksi de mümkündür. Bu taktirde failler değiştiği için, mânâlarda da değişiklik olacaktır.
3) Kelimenin mânâsında dilcilerin ihtilâfı: Meselâ: “Yetûfu aleyhim vildânun muhalledun: Ebediliğe mazhar edilmiş evlatlar etraflarında dolanırlar.“3538 “Muhalledun“ kelimesinin mânâsı ebedi olarak onlar ihtiyarlamayacaklar, olabileceği gibi, onlar aynı yaşta oldukları ve yaşları değişmeyeceği gibi bir mânâ da verilebilir.
3536] 4/Nisâ, 43
3537] 2/Bakara, 37
3538] 56/Vâkıa, 17
TEFSİR VE TE’VİL
- 877 -
4) Lafzın iki veya daha fazla mânâda iştiraki: Meselâ: “Feasbahat ke’s-sarim: Bahçe simsiyah kesiliverdi.“3539 “Es-sarim“ kelimesi hakkında dört görüş vardır:
a) Gece gibi oldu, zira es-sarim lügatte gece mânâsına gelir.
b) Gündüz gibi oldu, es-sarîm kelimesi hem gece hem de gündüz mânâsına gelir.
c) Bazı arap lehçelerinde, yangından arta kalan siyahlıklar mânâsına gelir.
d) Kesilmiş ziraat gibi bir manaya da gelir.
5) Itlak ve takyit ihtimali: Meselâ: “Femen lem yecid fesıyâmu selâseti eyyâmin: Bulamayan kimse için üç gün oruç vardır.“3540 Ebû Hanife, Sevrî ve onlara tâbi olanlar takyidle hareket etmişler ve Ubeyy b. Kâ’b ile İbn Mes’ud bu âyeti “Fesıyâmu selâseti eyyâmin mutetâbiatin: Üç gün peşpeşe oruç tutar.“ şeklinde okuduğu için, bu iki imam da bu üç günlük orucun arka arkaya olacağını ileri sürmüşlerdir. İmam eş-Şâfii ise, bu görüşten ayrılarak, yukarıdaki şazz olan kıraatin hüccet olamayacağını ileri sürerek, âyeti ıtlaka hamleder.
6) Umum ve husus ihtilâfı: Meselâ: “Em yahsudûne’n-nâse alâ mâ âtâhumu’llahu min fadlihî: Yoksa onlar, Allah’ın kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar.“3541 Denildi ki, âyetteki en-nas’dan murad, Rasûlullah’dır. Çünkü Allah ona nübüvvet verdi, onlardan ona haset ettiler. Yine denildi ki, en-nâs’dan murad, Rasûlullah’ın âli ve ashabıdır. Birinci mânâ hâs (özel), ikincisi ise âm’dır (genel).
7) Hakikat ve mecaz ihtimali: Meselâ: “Ve ennehû huve edhake ve ebkâ: Şüphesiz ağlatan da güldüren de O’dur, O!“3542 Allah, insanoğlunu, mâruf olan gülüş ve ağlayışı ile yaratmıştır. Bu hakikattır. Veya arz, nebâtı vermekle güler, semâ da yağmurla ağlar, bu mânâ ise mecaz yönüdür. Sahih olan ferah ve hüzünden ibarettir. Zira gülme, sürur ve feraha, ağlama ise hüzne delâlet eder.
8) Kelimenin ziyadeliği ihtimali: Meselâ: “Lâ uksimu biyevmi’l-Kıyâmeti: Yoo, Kıyamet gününe yemin ederim.“3543 Bazı âlimlere göre bu âyetteki “Lâ“ fazladandır, kelâmı takviye eder. Bazı âlimlere göre ise aslîdir ve nefiydir. Zira kıyamet bizatihi o kadar muazzamdır ki, onu izah etmek için yemine ihtiyaç yoktur.
9) Hükmün mensuh veya muhkem olma ihtimali: Meselâ: “Yâ eyyühe’l-lezîne âmenu’t-teku’llahe hakka tukatihi: Ey iman edenler! Allah’tan nasıl korkmak lâzımsa öyle korkun.“3544 Bu âyet hakkında bazıları mensuhdur derken, bazıları da muhkem olduğunu söylemeleri gibi.
10) Rasûlullah ve seleften gelen tefsir rivâyetlerinin ihtilâfı: Meselâ: “Hâzâni hasmâni ihtesamû fi Rabbihim: İşte bunlar çekişen iki gruptur, Rableri konusunda çekiştiler.“3545 Bazı âlimler şu iki fırkadan birine ehl-i iman, diğerine de ehli kitap demişlerdir. Diğer bir kısmı da, o iki fırkadan biri mü’minler, diğerleri ise, hangi
3539] 68/Kalem, 20
3540] 5/Mâide, 89
3541] 4/Nisâ, 54
3542] 53/Necm, 43
3543] 75/Kıyâme, 1
3544] 3/Al-i İmran, 102
3545] 22/Hacc, 19
- 878 -
KUR’AN KAVRAMLARI
milletten olursa olsun kâfir olanlardır, demişlerdir. Kezâ “Ve ezzin fi’n-nâsi bi’l-hacci: insanları hacca çağır“3546 âyetinde de olduğu gibi. Buradaki hitabın İbrahim’e ait olduğunu söyleyenler olduğu gibi, Muhammed’e ait olduğunu zikredenler de vardır.
Bundan başka, takdim ve tehirler, izmarlar ve diğer birçok hususlardan dolayı ihtilâf konusu olabilecek meseleler eksik değildir. 3547
Rasûlullah’ın Zamanında Tefsir: Kur’an-ı Kerim arap dili ile nazil olmuş, muhatapları onu kendi kültür seviyeleri nisbetinde anlayabilmişler, anlayamadıkları konuları, bu hususta en selahiyetli zat olan Rasûlullah’a sormuşlardı. Derin akaid meseleleri üzerinde düşünmeye lüzum görmemişler, sağlam bir iman onları bu gibi bir tekellüften kurtarmıştı. Rasûlullah’ı Kur’an tefsirine sevkeden en mühim âmil, İslâmîyet’in kendisinden olan emridir. Bu risalet vazifesinin iktizasıdır. O tebyin ve tebliğle mükellefti. Buna tipik bir misal, Haccetü’l-Veda hutbesinde üç defa müslümanlara “tebliğ ettim mi?“ diye sormuş, müslümanlardan müsbet cevap alınca “Yâ Rabbi şahid ol.“ demişti. Kur’an-ı Kerim’den sonra onun en mühim tefsir kaynağının Rasûlullah’ın sünneti olduğunu söylemiştik. Sünnet Kur’an’ın umumunu, hususunu, mutlak ve mukayyedini, nasih ve mensuhunu ve diğer hususlarını izah eder. Mekhul’den rivâyete göre Kur’an’ın sünnete olan ihtiyacı, sünnetin Kur’an’a olan ihtiyacından daha fazladır.3548 Bir hadiste: “Bana kitapla beraber, misli de verildi.“3549 denilmektedir. Bu konuda sünnete o kadar ehemmiyet verilmiştir ki, Yahya b. Ebi Kesir, sünnet Kur’an’a kadirdir, Kitab ise sünnete kadir değildir, demektedir. Bu söz Ahmed b. Hanbel’e söylendiğinde “Bunu söylemeye cesaret edemem, fakat sünnet, kitabı tefsir ve tebyin eder derim“ demiştir.3550 Kurtubî Tefsirinin mukaddimesinde,3551 sünnetin Kur’an’ı beyanının iki şekilde olduğu anlatılmaktadır. Birincisi, kitaptaki mücmeli beyandır. Meselâ beş vakit namazın vakitlerinin beyanı, zekatın miktarı ve haccın menasikini beyan gibi. İkincisi ise, kitabın hükmü üzerine ziyadeliktir. Meselâ, kadının nikâhını, hala ve teyze üzerine haram kılmak gibi. (Bu ikinci şık, yani Allah’ın kitabının hükmü üzerine fazlalık ve Rasûl’ün haram kılma yetkisi, ihtilâflı bir konudur.)
Rasûlullah konuşma yönünden arabın en fasihlerindendi. Çünkü ona arap edebiyatının meani, beyan ve bedi bakımından en yükseği olan Kur’an nazil olmuştu. Böyle bir kitabı ona müyesser kılan Allah, elbette onun lisanını en fasih ve en beliğ kılması icab ederdi. Nitekim o, öyle yetiştirilmişti. Daha evvelce söylediğimiz gibi, aAap dili yazı ile pek işlenmediğinden cümleler kısa ve mânâlar çok genişti. Kur’an-ı Kerim’de de bu ifade şekli mevcuttu.
Kur'ân-ı Kerim'de Te’vîl ve Tefsîr Kavramı
Kur’ân-ı Kerim’de “te’vil“ kelimesi on beş âyette 17 defa, “tefsir“ kelimesi de bir yerde geçer. Te’vil kelimesi, her yerde aynı anlamda kullanılmamıştır. Âyetler genel olarak gözönünde bulundurulduğunda, te'vil kelimesinin “sözlerin mânâlarını açıklamak, işlerin iç yüzünü haber vermek, neticelerinin nereye
3546] 22/Hacc, 27
3547] Cerrahoğlu-Tefsir Usulü: 226-227
3548] Tefsiru Kurtubî, 1/39
3549] Mukaddime fî Usûli’t-Tefsir, 25; Tefsiru Kurtubî, 1/39
3550] Tefsiru Kurtubî, 1/39; Ahmed bin Hanbel, Müsned, 215; Tefsiru Kasımî, 1/191
3551] Tefsiru Kurtubî, 1/38-39
TEFSİR VE TE’VİL
- 879 -
varacağını belirtmek, rüya ve anlam tâbir etmek...“ gibi anlamlarda kullanıldığı görülür.3552 Bu âyetlerden birinde3553 te'vilin Allah'a atfedildiğini ve O'na has kılındığını belirtelim.
Tefsir kelimesi ise, Kur'an'da sadece bir defa geçiyor.3554 Kâfirlerin Kur'an'ın iniş şekline yaptıkları itiraza değinilen ve onlara cevap verilen âyette şöyle deniliyor: “Onların sana getirdiği her misale (bâtıl soruya) karşı, mutlaka Biz sana (o bâtılı yok edecek) gerçeği ve en güzel tefsiri/açıklamayı getiririz.“3555 Buradaki tefsirin mânâsı ise tafsil ve beyandır. 3556
“Sana Kitabı indiren O'dur. O'ndan Kitabın anası (temeli) olan birkısım âyetler muhkemdir; diğerleri ise müteşabihtir/benzeşenlerdir. Kalplerinde bir eğrilik/kayma olanlar fitne çıkarmak ve olmadık te’vilini/yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun te’vilini Allah'tan başkası bilemez. İlimde râsih olanlar (derinleşenler) ise: ‘Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır’ derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşün(e)mez.“ 3557
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre/emir sahiplerine de (itaat edin). Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah’a ve âhirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah’a ve Rasûl’e götürün (onların tâlimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de te’vil/netice bakımından daha iyidir.“ 3558
“Gerçekten onlara (kâfirlere) ilim ile açıkladığımız, iman eden bir toplum için hidâyet/yol gösterici ve rahmet olarak bir Kitap getirdik. (Fakat onlar,) O’nun te’vilinden başka bir şey beklemiyorlar. Onun te’vili geldiği (haber verdiği şeyler ortaya çıktığı) gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki: ‘Doğrusu Rabbinizin elçileri gerçeği getirmişler...“ 3559
“Onlar (müşrikler) ilmini kavrayamadıkları ve te’vili/yorumu kendilerine asla gelmemiş olan bir şeyi (Kur’an’ı) yalanladılar...“ 3560
“İşte böylece Rabbin seni seçecek, sana (rüyada görülen) olayların te’vilini/yorumunu öğretecek ve daha önce iki atan İbrâhim ve İshak’a nimetini tamamladığı gibi sana ve Ya’kub soyuna nimetini tamamlayacaktır. Çünkü Rabbin çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.“ 3561
“... İşte böylece (Mısır’da adâletle hükmetmesi) ve kendisine (rüyadaki) olayların te’vilini/yorumunu öğretmemiz için Yusuf’u o yere yerleştirdik...“ 3562
“Onunla birlikte zindana iki delikanlı daha girdi. Onlardan biri dedi ki: ‘Ben (rüyada), şarap sıktığımı gördüm.’ Diğeri de: ‘Ben de başımın üstünde kuşların yediği ekmeği taşıdığımı gördüm. Onun te’vilini/yorumunu bize haber ver. Çünkü biz seni muhsinlerden/güzel davrananlardan görüyoruz’ dediler. (Yusuf) Dedi ki: ‘Size yedirilecek yemek size
3552] Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, I/20
3553] 3/Âl-i İmrân, 7
3554] 25/Furkan, 33
3555] 25/Furkan, 33
3556] İbn Cerir et-Taberî, Câmiu'l-Beyan an Te'vîli'l-Kur'an, 19/8
3557] 3/Âl-i İmrân, 7
3558] 4/Nisâ, 59
3559] 7/A’râf, 52-53
3560] 10/Yûnus, 39
3561] 12/Yusuf, 6
3562] 12/Yusuf, 21
- 880 -
KUR’AN KAVRAMLARI
gelmeden önce onun te’vilini/yorumunu mutlaka size haber vereceğim. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Çünkü ben Allah’a iman etmeyen bir kavmin dinini terk ettim. Onlar âhireti inkâr edenlerin kendileridir.“ 3563
“(Yorumcular) Dediler ki: ‘Bunlar karmakarışık, yalancı düşlerdir. Biz böyle yalancı rüyaların te’vilini/yorumunu bilenlerden değiliz.’ (Zindandaki) İki kişiden kurtulmuş olan, uzun bir zaman sonra (Yusuf’u) hatırlayarak dedi ki: ‘Ben size onun te’vilini/yorumunu haber veririm, beni hemen (zindana) gönderin.“ 3564
“Ana ve babasını tahtının üstüne çıkartıp oturttu ve hepsi onun için secdeye kapandılar. (Yusuf) Dedi ki: ‘Ey babacığım! İşte bu, daha önce (gördüğüm) rüyanın te’vilidir/yorumudur... Ey Rabbim! Mülkten bana (nasibimi) verdin ve bana (rüyada görülen) olayların te’vilini/yorumunu da öğrettin...“ 3565
“(Kendisine rahmet ve ilim verilmiş kul) Şöyle dedi: ‘İşte bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana, hakkında sabredemediğin şeylerin te’vilini/iç yüzünü haber vereceğim.“ 3566
“... İşte, hakkında sabredemediğin şeylerin te’vili/iç yüzü budur.“ 3567
“Onların sana karşı getirdikleri hiçbir temsil yoktur ki, (onun karşılığında) sana doğrusunu ve daha açığını (ahsenu tefsîr) getirmeyelim.“ 3568
Hadis-i Şeriflerde Te’vîl ve Tefsîr Kavramı
Cündeb (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: “Kim Kitabullah hakkında şahsî re'yi ile söz ederse, isâbet bile etse hatâdadır.“3569 Rezîn şu ilâvede bulunmuştur: “Kim re'yi ile söz eder de hata ederse küfre düşer.“ 3570
Açıklama: Kur'ân'ın gerek lâfzı üzerine ve gerekse lâfzın ifade ettiği mâna üzerine, aklına dayanarak beyanda, yorumda bulunmak Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) tarafından yasaklanmış bulunmaktadır. Vardığı yorumda isabet etse bile şerî bir ruhsatı olmadığı için hatâlı bir iş yapmış olmaktadır. İmam Gazâlî şöyle der: “Şeriat koyucusunun (Allah) elfâzını Batınîlerin yaptığı gibi zâhirinden hareketle daha önce (Selef'in) zihnine inmemiş meseleleri yorumlamaya kalkmak büyük felâketlerden biridir. Zira Kur'ân-ı Kerîm'i anlama işinde -bizzât şeriat koyucusundan (Hz. Peygamber) yapılan nakle dayanmadan ve öyle yapılmasında zaruret olduğunu gösteren aklî bir delil bulunmadan- sırf zâhire göre hareket edip yorum yapmak haramdır.“
Kur'ân'ı tefsir edebilmek için, başta Arapça ile alâkalı ilimlerden başka, bedî, beyan gibi edebiyata, tefsir, hadîs, fıkıh, nâsih mensuh gibi şeriata, Kur'ân'a müteallik on beş kadar ilim bilmek gerekmektedir. (Burada kastedilen 15 adet ilim şunlardır. Lügat, nahv, tasrîf, iştikak, me'ânî, beyân, bedî, kıraât, asleyn, esbabu'n-nüzûl, kasas, nâsih-mensûh, fıkıh, ehâdîsu'l-mübeyyine, ilmu'l-mevhibe.)
3563] 12/Yusuf, 36-37
3564] 12/Yusuf, 44-45
3565] 12/Yusuf, 100-101
3566] 18/Kehf, 78
3567] 18/Kehf, 82
3568] 25/Furkan, 33
3569] Ebû Dâvud, İlm:, 5 (3652); Tirmizî, Tefsir: 1, hadis no: 2953
3570] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/218
TEFSİR VE TE’VİL
- 881 -
Esasen Kur'ân'ın re'yle tefsiri, tefsir metodları çerçevesinde düşünülünce en son sırada yer alır. Âlimler: 1- Kur'ân'ı Kur'ân'la, 2- Kur'ân'ı Sünnetle, 3- Başta Ashab olmak üzere selefin re'yi ile tefsiri esas alıp, en son sırada gerekli ilmî formasyona sâhip kişinin re'yine belli kayıtlarla cevaz verirler. Elbette Şia'nın yaptığı üzere bu metoda uymayan, hevaya göre yapılan tefsirler merduddur, kabul edilmez. Sözgelimi, Hz. Mûsâ ile Firavun kıssasında Hz. Mûsâ'yı kalb, Firavun'u nefis olarak yorumlayanlar olmuştur. Bunda naklî delile dayanmadıkları için merduddur.
Türbüştî, bunda reddedilen re'yden maksadın, Kur'an ve sünnetle ilgili ilimlere istinad etmeyip sırf aklına dayanarak söylediği sözler olduğunu belirttikten sonra der ki: “Tefsîr ilmi, ulemanın ağzından alınır. Nitekim Esbâbu'n-Nüzûl, Nâsih, Mensuh ilmi böyle alınmıştır. Tefsirin diğer bir kaynağı imamların -Arab dilinin hakikat, mecaz, mücmel, mufassal, âm, hâs gibi meselelerle ilgili kaidelerine dayanarak- ortaya koydukları te'vîl ve akvâllerdir. Bu iki temele dayanan müfessir, usûlü'ddinin iktiza ettiği çerçeve dâhilinde konuşmaya, te'vîle muhtaç âyetleri te'vîl etmeye tevessül eder. Ortaya koyduğu te'vîlin mûteber olması, Kur'ân-ı Kerîm'in zâhirine muvafık düşmesine, bu zâhirden “sahihtir, doğrudur“ diye tasdik ve şehâdet görmesine bağlıdır. Bu şartları eksiksiz yerine getirmeyen kimselerin sözleri terkedilir. Şartları yerine getirmeden söyleyeceği sözde isabet etse bile Rasûlullah (s.a.s.) tarafından “hatalı“ olduğunun söylenmesi, yolunun yanlışlığını ifâdeye kâfidir. Müctehid ile mütekellif (müctehid taslağı), arasında ne büyük mesâfe var: Müctehid hata da etse me'cûr (sevâba mazhar) iken mütekellif isâbet bile etse müznibtir, günahkârdır.“
Âlimler, Kur'ân-ı Kerîm'i şahsi re'yle tefsir etme yasağının şu iki gayeden birinden hâli olmayacağını belirtirler:
1- Bundan maksad, Kur'ân'la ilgili olarak seleften nakledilen ve otoritelerden işitilenler ile yetinip yeni istinbatta bulunmayı terketmek.
2- Bu yasaklamadan maksat: “Kur'an hakkında sadece ve sadece işitmiş olduğunu söylemek, bunlar dışında hiç konuşmamak. Bu ikincisi bâtıl bir iddiadır. Çünkü Ashâb-ı Kirâm, Kur'ân'ı tefsir ettiler ve tefsirlerinde ihtilâfa düştüler. Söylediklerinin hepsini Rasûlullah’tan (s.a.s.) işitmiş değillerdi. Hz. Peygamber İbn Abbas (r.a.) için: “Ey Allah'ım bunu dinde fakih kıl, Kur'ân'ın te'vilini de öğret“ diye duâ etmişken, nasıl olur da ‘Ashab'ın te'villerinin hepsi Rasûlullah’tan (s.a.s.) işitilmiş açıklamalardır’ diyebiliriz? Çünkü te'vil de tenzil (Kur'ân) gibi Hz. Peygamber'den işitilmiş olsaydı İbn Abbas’a (r.a.) yaptığı duâda “tevili öğret“ diye tahsisle zikretmesinde bir mânâ kalmazdı.
Öyle ise hadiste ifâde edilen yasağın başka maksadlarını aramakta gerek var. Müteakip hadisin açıklamasında bu hususta İbnu'l-Esir'in beyân ettiği iki te'vili kaydedeceğiz. 3571
İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: “Kim Kur'an hakkında ilme dayanmadan söz ederse ateşteki yerini hazırlasın.“ 3572
Açıklama: Münâvi buradaki tehdidin, Kur'an-ı Kerîm hakkında, gerçeğin
3571] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/218-220
3572] Tirmizî, Tefsir: 1, hadis no: 2951
- 882 -
KUR’AN KAVRAMLARI
başka şekilde olduğunu bildiği halde, yanlış söz edenle Kur'ân-ı Kerîm'in müşkil âyetleri üzerine Sâhabe ve Tâbiîn'den nakledilen dışında söz edenleri ilgilendirdiğini belirtir. İbnu'l-Esîr buradaki yasaklamanın iki vechi olduğuna dikkat çeker:
“Birincisi: Kişinin bir hususta peşin bir hükmü vardır. Bu hüküm o şeye duyduğu arz ve hevesden doğmuştur. Adam tutar Kur'ân'ı alır ve gâyesine uygun şekilde ondan delil çıkarır. Şâyet bu peşin arzu ve hevâsı olmasaydı Kur'ân'dan o mâna çıkmayacak idi. Bunu bazen bilerek yapar, tıpkı ehl-i bid'at gibi ortaya attığı sapık görüşünü doğru göstermek için bir âyetten te'vîl ederek delil çıkarır, hâlbuki pekâlâ bilmektedir ki âyetin asıl muradı bu değildir. Bunu bazen cehâletle yapar. Şöyle ki: Birçok mânâya muhtemel olan bir âyeti alır, onu gâyesine uygun mânada anlar ve bu mânayı şahsî re'y ve arzusuna dayanarak tercih eder ve böylece kendi re'yine dayanarak Kur'an'ı tefsir etmiş olma durumuna düşer. Çünkü bu olmasaydı, mezkûr ihtimal nezdinde tercihe mazhar olamayacaktı. Bazen da kişinin doğru bir gâyesi vardır. Buna Kur'ân'dan bir delil arar ve düşündüğü maksadla nâzil omadığını bildiği bir âyeti kendine delil yapar, şöyle ki: insanları kalpteki kasâvetle mücâdeleye çağırmak isteyen kimsenin “Firavun'a git doğrusu o azmıştır“3573 meâlindeki âyeti kullanması gibi. Âyeti okuyup kalbine işaret ederek Firavun'la kalbin kastedildiğine imâda bulunur. Bu çeşit davranışlara birkısım vâizler meşru ve doğru bir maksad için tevessül ederler. Böylece sözlerine güzellik katıp dâvet ettikleri meseleye cemaatin hevesini uyandırmak isterler. Gaye müsbet bile olsa bu davranış yasaktır, sorumluluğu büyüktür.
İkincisine gelince, bu âyetin, sırf zâhirine, Arapça elfâzına göre onu tefsir etmeye kalkmaktır. Burada Kur'an'ın garib ve mübhem kelimelerindeki ihtisar, hazf, izmâr, takdim, tehîr gibi durumlardaki incelikleri, nakle başvurarak, ehlini dinleyerek anlama, araştırma cihetine gitme yoktur. Şu halde kim tefsir için gerekli olan hâricî şartları gözetmeden, mücerret Arabça bilgisiyle Kur'ân'dan mâna çıkarma cihetine giderse çok hata yapar ve hadiste tehdid edilen: “İlme dayanmadan Kur'an tefsir edenler“ zümresine dâhil olur. Şu halde tefsir için nakl (yani selefin açıklamaları) ve semâ (yani ehil olanların dersini dinlemek) zaruri olan iki ön şarttır. Bu şartların gerçekleşmesinden sonra anlamak ve mâna istinbat etmek imkân dâhiline girer. Zâhirî şartları eksiksiz ikmal etmeden bâtinî mânaya nüfuz etme hevesine düşülmemelidir.“ 3574
“Benim hakkımda da bildiğiniz dışında sözden kaçının. Kim bana bile bile yalan nisbet ederse ateşteki yerini hazırlasın. Kim de Kur'an hakkında re'yi ile söz ederse ateşteki yerini hazırlasın.“ 3575
Açıklama: Bu rivâyette, Kur'ân mevzuunda olduğu ölçüde Rasûlullah (s.a.s.) hakkında da son derece dikkatli olmak emredilmektedir. Çünkü her ikisi de dinin iki temel kaynağını teşkil etmektedir. Bunlar istismar edilerek insanlar yanıltılabilir.
Münâvî, “bildiğiniz“ kelimesiyle “yakîn hasıl ettiğiniz“ yani “Rasûlullah’a (s.a.s.) nisbeti hususunda kesin bilgi sahibi olduğunuz“ denmek istendiğini
3573] 20/Tâhâ, 24
3574] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/220-221
3575] Tirmizi, Tefsir: 1, hadis no: 2952
TEFSİR VE TE’VİL
- 883 -
belirtir. Şârih Tîbî şunu söylemiştir: “Hadisle şu iki mânânın da kastedilmiş olması câizdir:
1- Benden hadis rivâyet etmekten kaçının.
2- Benden hadis rivâyetinden kaçının ancak bildiklerinizi rivâyetten kaçınmayın.“
“Ateşteki yerini hazırlasın“ ibâresi “inmek üzere, kendisine cehennemde bir yer edinsin“ demektir. Dikkat edersek emir sigasıyla gelmiştir, ama maksad haberdir, yani mutlaka cehenneme gideceğini haber vermektedir. Râfiî bunun beddua olduğunu söyler. Yâni: “Allah ona cehennemde bir yer hazırlasın! O da burayı ikametgah edinmeye hazırlansın demektir“ der. Hadisin emir sigasıyla gelmesi, “kim bile bile bana yalan nisbet ederse“ şartına cevaptır. Cevabın böyle emir sigasıyla gelmesi, yapılan işin mutlaka bu cezayı gerektirdiğini daha beliğ daha açık olarak ifade etme gayesine mâtuftur.
Hz. Peygamber (s.a.s.) hakkında söylenen yalan, felâkete atıcı en büyük günahlardan biridir. Çünkü dinde hâsıl edeceği zarar fazla, imanın temelinde meydana getireceği fesad büyüktür. Rasûlullah (s.a.s.) hakkında yalan söyleyenler pekçok sınıflara ayrılır: Siyasî, ticarî, ırkî, maddî, dinî vs. pekçok sebeplerle yalan uyduranlar türemiştir. Hadisin âm olan ifadesine bakan âlimler, tehdidin, hangi maksadla söylenmiş olursa olsun, Hz. Peygamber (s.a.s.) hakkında söylenen bütün yalanlara şâmil olduğunu belirtmişlerdir. Bu hadiste dine müteallik yalanların kastedildiğini söyleyenler de olmuştur. Ancak, her çeşit yalanın dâhil olduğu görüşü ekseriyetin re'yidir ve esah olan da budur. 3576
Hâris el-A'ver anlatıyor: “Mescide uğramıştım, gördüm ki halk, zikri terkedip malayanî konulara dalmış, konuşuyor. Hz. Ali’ye (r.a.) çıkıp durumdan haberdâr ettim. Bana:
- “Doğru mu söylüyorsun, öyle mi yapıyorlar?“ dedi, Ben:
- “Evet, dediğim doğrudur“ deyince:
- “Ben Rasûlullah’ın (s.as.) şöyle söylediğini işittim:
- “Haberiniz olsun bir fitne çıkacak!“ Ben hemen sordum:
- “Bundan kurtuluş yolu nedir Ey Allah'ın Rasûlü?“ Buyurdu ki:
- “Allah'ın Kitabı (na uymak)dır. O'nda sizden önceki (milletlerin ahvâliyle ilgili) haber, sizden sonra (kıyamete kadar) gelecek fitneler ve kıyâmet ahvâli ile ilgili haberler mevcut. Ayrıca sizin aranızda (iman-küfür, taat-isyân, haram-helâl vs. nevinden) cereyân edecek ahvâlin de hükmü var. O, hak ile batılı ayırt eden ölçüdür. O'nda her şey ciddîdir, gâyesiz bir kelâm yoktur. Kim akılsızlık edip, O'na inanmaz ve O'nunla amel etmezse, Allah onu helâk eder. Kim O'nun dışında hidâyet ararsa Allah onu saptırır.O Allah'ın sağlam ipidir. O, hikmetli olan zikirdir, O dosdoğru yoldur. O, kendine uyan hevaları koymaktan, kendisini (kıraat eden) delilleri iltibastan korur. Âlimler ona doyamazlar. Onun çokca tekrarı usanç vermez, tadını eksiltmez. İnsanı hayretlere düşüren mümtaz yönleri son bulmaz, tükenmez, O öyle bir kitaptır ki, cinler işittikleri zaman şöyle demekten kendilerini alamadılar: “Biz, hiç duyulmadık bir tilâvet dinledik. Bu doğruya götürmektedir, biz onun (Allah kelâmı
3576] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/221-223
- 884 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olduğuna) inandık.“3577 Kim ondan haber getirirse doğru söyler. Kim onunla amel ederse ücrete mazhar olur. Kim onunla hüküm verirse adaletle hükmeder. Kim ona çağrılırsa, doğru yola çağrılmış olur. Ey A'ver, bu güzel kelimeleri öğren.“ 3578
Açıklama: Mescidde zikir dışında yapılan konuşmalar ahbâr, hikâyât, kıssalar nevinden faydasız şeylerdir. Kur'ân-ı Kerim mükerrer âyetlerinde bu çeşit malâyanî mevzulara dalmaktan yasaklamıştır: “...Onları daldıkları sapıklıkta bırak oynasınlar“3579 meâlindeki âyette olduğu gibi. Hz. Ali’nin (r.a.): “Öyle mi yapıyorlar?“ sözü, onların davranışının kötü karşılandığını ifade eder. Yani: “Gerçekten söylediğiniz şen'î işi yaptılar mı?“ demektir.
Hz. Peygamber'in haber verdiği “fitne“den maksadın Ashab arasında cereyan eden hâdiseler veya Tatarlar'ın çıkışı, Deccâl veya Dâbbetu'l-Arz'ın zuhûru gibi âhir zaman fitneleri olabileceği belirtilmiştir. Ancak, Aliyyu'l-Kârî: “Birincisi dışındakileri kastetmiş olması makam icâbı mümkün değildir“ der.
Kur'ân için “gâyesiz bir kelâm değildir“ diye tercüme edilen tavsifin metni “hezl değildir“ şeklindedir. Hezl, lügat olarak “arzu edilen mânâdan yoksun olan söz“e denir. Kur'ân'la ilgili bu tavsif şu mealdeki âyetten muktebestir: “Hakikaten o (Kur'ân) hak ile (bâtılı ayırt eden) kat'î bir sözdür, o hezl (gâyesiz bir söz) değildir“ 3580
Tîbî, “Kim akılsızlık edip Kur'ân'ı terkederse...“ ibaresini açıklama sadedinde der ki: “Kur'ân'dan, amel edilmesi vâcib olan bir âyet veya bir kelimeyi tekebbür sebebiyle kim amel dışı bırakır veya kıraatını terkederse küfre deşer. Kur'ân'ın yüceliğine inanmakla birlikte acz, tembellik veya zayıflık sebebiyle kıraatı terketmesinde günah yoktur, ancak sevaptan mahrum kalır.“
“O, kendine uyan hevâları kaymaktan korur“ ifâdesinden şârihler şu mânaları anlamışlardır:
1- Kişinin hevâsı Kur'ân'ın getirdiği hidâyete tâbi olursa, düşüklükten kendini korur.
2- Kur'an'a tâbi olan hevâ bid'ate düşmekten, sapıtmaktan kendini korur. Yâni Kur'ân'ın hidâyeti sebebiyle hevâ ehli onu meylettiremez.
3- Hevâ ehli Kur'ân'ı tebdil ve tağyir edemez (mânasını) saptıramaz. Anak bu mananın muhalifinde, gulât denen sapıklıkta aşırı gidenlerin tahrife, mubtıllerin bâtıl iddialara, câhillerin de yersiz te'villere tevessül edeceklerine işâret vardır.
4- Kaymak diye tercüme ettiğimiz kelimenin aslı izâğa'dır. Bunun metinde “meylettirme“ mânâsına olduğu, binaenaleyh ibâreyi şu şekilde anlatmanın mümkün olduğu söylenmiştir: “Kur'ân-ı Kerîm'i, doğru yoldan sapmış hevalar eğriliğe ve sapıklığa alet edemezler, Yahudilerin Tevrat'ı tahrif edip kelâmın yerlerini değiştirince yaptıkları gibi. Zira Cenâb-ı Hakk, onun hıfzını tekeffül etmiş, üzerine almıştır: “Zikri (Kitabı) biz indirdik, O'nun koruyucusu da biziz“3581 buyurmuştur.
3577] 72/Cin, 1
3578] Tirmizi, Sevâbu'l-Kur'ân: 14, 2908; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/224-225
3579] 6/En'âm, 91
3580] 86/Târık, 13-14
3581] 15/Hicr, 9
TEFSİR VE TE’VİL
- 885 -
“Dillerin iltibastan korunması“, Kur'ân Arapça olmasına rağmen, Arap olmayan mü'minler de öğrenmekte, telâffuzda zorluk çekmezler. Zira Cenâb-ı Hakk: “Biz Kur'ân'ı senin dilinde indirerek kolaylaştırdık“3582 ve “Andolsun ki, Kur'ân'ı öğüt olsun diye kolaylaştırdık...“3583 buyurmaktadır. Bundan, Kur'ân'dan başka bir sözün, teşvişe sebep olacak, hakla batıl karışacak şekilde araya sızıp karışmaya yol bulamayacağı, çünkü Kur'ân'ı Allah'ın korumakta olduğu mânası da anlaşılmıştır. Kur'ân'ı Kerim'e beşer sözü karışamaz çünkü onda i'câza delâlet eden ma'sumiyet (korunma) vardır.
“Âlimler ona doyamazlar“ ibâresi “onun künhüne eremezler, sonuna varıp “tamamen hallettik artık“ deyip araştırmaya devamdan geri duramazlar“ demektir. Yemek yiyenin doyup elini yemekten tamâmen çekme hâli, böylesi bir doygunluk Kur'ân âlimlerinde hâsıl olmaz. Onun hâiz olduğu hakikatlerden bir sonuncusunu keşfettikçe yenilerini aramaya öncekinden daha fazla bir iştiyak duyar. Bu böyle doymadan, usanmadan devam eder gider. 3584
“Bir grup, Kitâbullah'ı okuyup ondan ders almak üzere Allah'ın evlerinden birinde bir araya gelecek olsalar, mutlaka üzerlerine sekinet iner ve onları Allah'ın rahmeti bürür. Melekler de kanatlarıyla sararlar. Allah, onları, yanında bulunan yüce cemaatte anar.“ 3585
Açıklama: Bu hadis, Rasûlullah’ın (s.a.s.) Müslümanlar arasında Kur'an bilgisinin yayılması için yaptığı teşviklerden biridir. Allah'ın evi tâbiri öncelikle mescidleri ifâde ederse de ulema, bu fazileti elde etmek arzusuyla, han, kışla, medrese gibi başka yerlerde de toplanılabileceği görüşünü beyan etmişlerdir. Esas olan Kur'an'ın müzâkeresi olduğuna göre bu maksadla evlerde akdedilen meclislerin de aynı şekilde sevablı olacağı söylenebilir.
Sekînet, esas itibariyle vakar, itminan ve mehâbet mânasına gelir. Ancak Kadı Iyaz, burada rahmet mânasında kullanıldığını söyler. Ancak rahmet kelimesi hemen arkadan buna atfedildiğine göre, Nevevî'nin dediği gibi vakar ve tuma'nine şekline anlamak daha uygun düşüyor. Zikredenlerin anıldığı yüce cemaat büyük meleklerin teşkil ettiği cemaattir, buna Mele-i Â'la da denir. Allah'ın onların yanında anması, Kur' ân okudukları için teşrif etmek maksadıyla medh u senâda bulunmasıdır.
Müslim ve Tirmizî'nin rivâyetlerinde hadisin sonunda şu cümleye de yer verilir: “Bir kimseyi ameli yavaşlatırsa nesebi hızlandırmaz.“ Bu şu demektir: “Her kim soy ve sopunun şerefine aldanarak hayır ameller işlemede kusurda bulunursa nesebi, onu, amel edenler seviyesine ulaştırmaz.“ 3586
3582] 19/Meryem, 97
3583] 54/Kamer, 22
3584] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/225-226
3585] Ebû Dâvud, Salât: 349, 1455. H.; Tirmizî, Kırâ'at: 3, 2946 H.; Müslim, Zikir: 38, 2699 H; İbnu Mâce, Mukaddime: 17, 225. H. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/227
3586] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/227-228
- 886 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Te'vil ve Tefsir Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
A- Te’vil Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (17 Yerde): 3/Âl-i İmrân, 7, 7; 4/Nisâ, 59; 7/A’râf, 53, 53, 10/Yûnus, 39; 12/Yusuf, 6, 21, 36, 37, 44, 45, 100, 101; 17/İsrâ, 35; 18/Kehf, 78, 82.
B- Tefsîr Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerime (1 Yerde): 25/Furkan, 33
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. İslâm'da Kur'an, Allame M. H. Tabatabaî, Bir Y. s. 41-51
2. Tefsirde Semantik Metod, Ali Galip Gezgin, Ötüken Y. s. 82-87
3. Ulûmu'l Kur'an, Kur'an İlimleri, Mennâ Halil el-Kattân, Timaş Y.449-456
4. Kur'an Tefsirinde Yöntem, Ömer Dumlu, Anadolu Y. s. 86-94
5. Lügavî Kur’an Okumaları, Muhammed Şehrûr, Sidre Y. 66-76
6. Kur’an Bilimi, Bahauddin Hürremşahî, İhtar Y. s. 94-100
7. Kur'ân-ı Kerim'de Muhkem ve Müteşâbih, M. Fatih Kesler, Osmanlı Y.
8. Kur’an’ın Müteşabihleri Üzerine, Muhsin Demirci, Birleşik Y.
9. Kur’ân-ı Kerim’de Lafzî Müteşâbihler, Muhammed Aydın, Nûn Y.
10. Modernleşme Sürecinde Kur’an ve Müteşâbihler, Ahmet Baydar, Beyan Y.
11. Kur’an’ın Anlaşılmasında İki Mesele, M. Sait Şimşek, Yöneliş Y.
12. Tefsir Usulü, İsmail Cerrahoğlu, T. Diyanet Vakfı Y. Ank. 1985, s. 128-134
13. Ulûmu'l Kur'an, Kur'an İlimleri, Mennâ Halil el-Kattân, Timaş Y. s. 298-306
14. Kur'an'ın insan-Biçimci Dili, Nadim Macit, Beyan Y.
15. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. c. 15, s. 13-39
16. Şamil İslâm Ansiklopedisi, Abdülbaki Turan, Tefsir Maddesi
17. Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Nil Y. s. 43-54, 39-439
18. İslâm'da Kur'an, Allâme M. H. Tabatabaî, Bir Y. s. 34-41
19. Kur'an'ı Anlamada Temel İlkeler, Yusuf Işıcık, Esra Y. s. 109-121
20. Kur'an'a Yönelişler, Celal Kırca, Tuğra Neşriyat, s. 44-51
21. Kur'an'ın Temel Kavramları, s. 371-373, 389-394
22. Kelimeler Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu, İnkılab Y. s. 256-261
23. Kur'an'da Anlamı Kapalı Âyetler, Hüseyin Yaşar, Beyan Y. s. 47-50, 67-72, 103-130
24. Kur'an'a Muhatap Olmak ve Engelleri, M. Said Çekmegil, Nabi-Nida Y. s. 78-97
25. Kur'an Tefsirinde Yöntem, Ömer Dumlu, Anadolu Y. s. 86-146
26. Kur'an-ı Kerim'i Tanımanın Temel İlkeleri, Özden Y. s. 60-62
27. Kur’an Bilimi, Bahauddin Hürremşahî, İhtar Y. s. 94-100
28. Kur’an-Sünnet Bütünlüğü, Necati Kara, İhtar Y. s. 84-99
29. Elmalılı Tefsirinde Kur'ânî Terimler ve Deyimler, M. Yaşar Soyalan, Ağaç Y. s. 231, 243-245
30. Kur'ânî Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Mustansır Bîr, İnkılâb Y. s. 122
31. Tefsir ve Hadis Usulünün Bazı Meseleleri, Tayyib Okiç, Nûn Y. s. 135-137
32. Kur’ân-ı Kerim’de Muhkem ve Müteşabih, Ömer Mahir Alper, Haksöz, Sayı 52, Temmuz 95, s. 32-36
33. Müteşabihat Konusundaki Yaklaşımların Değerlendirilmesi ve Yeni Bir Yaklaşım Önerisi, Mehmet Hayri Kırbaşoğlu, 1. Kur’an Sempozyumu, Bilgi Vakfı Y. Ank. 1994
34. Kur’an’da Müteşâbih ve Te’vili, Yusuf Işıcık, I. Kur’an Haftası, Kur’an Sempozyumu, Tebliğ, Ank. 95
35. Kutsal Kitabımız Kur'an-ı Kerim, Ahmet Okutan, Özel yayın
36. Hadislerin Kur'an'a Arzı, Ahmet Keleş, insan Y.
37. Kur'an'da Edebi Mûcize, Abdullah Aymaz, Özel yayın
38. Kur'an'da Edebi Tasvir, Seyyid Kutub, Çigi Y.
39. Kur'an-ı Kerim ve Fenni Keşifler, Suat Yıldırım, D.İ.B. Y.
40. Kur'an ve Peygamberimiz'in Çağımızı Aşan Mesajları, M. Avni Özmansur, Altınkalem Y.
41. Kur'an'a Yönelişler, Celal Kırca, Tuğra Neşriyat
42. Kur'an ve insan, Celal Kırca, Marifet Y.
TEFSİR VE TE’VİL
- 887 -
43. Kur'an'da Fen Bilimleri, Celal Kırca, Marifet Y.
44. Kur'an-ı Kerim ve Müsbet İlim, Fahri Demir, D. İ. B. Y.
45. Kur'an ve İlimler, Safvet Senih, Nil Y.
46. Kur'an ve Bilim, Celal Kırca, Marifet Y.
47. Kur’an Coğrafyası, Ali Akpınar, Fecr Y.
48. Kur'an'ın İlmi Sırları, Süleyman Aksoy, Sır Y.
49. Kur’an ve İlimler, Safvet Senih, Işık Y.
50. Kur'an'ın Matematik Sırları, Haluk Nurbaki, Damla Y.
51. Kur'an'dan Tekniğe, Şaban Döğen, Nesil Basım Yayın
52. Kur'an'dan İcatlara, Şaban Döğen, Nesil Basım Yayın
53. Kur'an'da İlmi Mûcizeler, Abdülmecid Zindani, Kayıhan Y.
54. Kur'an'a Göre Uzayda Hayât Var, Rauf Pehlivan Gür, Gonca Y.
55. Kur'an ve Kainat Âyetleri, Safiye Gülen İnkılab Y.
56. Kur'an ve Kainat Âyetleri -Allah, Kainat ve insan- Fethullah Han, İnkılab Y
57. Kur’an Okulu, M. Bâkır es-Sadr, Fecr Y.
58. Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an-ı Kerim’den Ortak Âyetler, Zakir Barutçu, Müthiş Kitaplar Y.
59. Ahkâm-ı Kur’aniye, Mehmed Vehbi, Üçdal Neşriyat
60. Kur'an'da Zihin Eğitimi, Yaşar Fersahoğlu, Marifet Y.
61. Kur'an'ın Zihin İnşası, Seyyid Abdüllatif, Pınar Y.
62. Kur'an'ı Anlamak İçin Temel Prensipler, Mevdudi, İMKO Y.
63. Kur'an'ı Anlama'nın Anlamı, Dücane Cündioğlu, Tibyan Y.
64. Kur'an'ı Anlama Metodu, M. Hüseyin Beheşti, Kıyam Y.
65. Anlamın Buharlaşması ve Kur'an, Dücane Cündioğlu, Kitabevi Y.
66. Kur'an'ı Anlamada Yöntem, Muhammed Gazali, Şule Y.
67. Kur'an'ı Anlamak ve Yaşamak, Muhammed Savval, Işık Y.
68. Kur'an'ı Anlamak 1, 2, İsmail Kazdal, Kur'an Okulu Y.
69. Kur'an'ı Anlamak Farzdır, Abdullah Yıldız, Şemseddin Özdemir, Pınar Y.
70. Kur'an'ı Anlama Yolu, Mahmut Toptaş, Cantaş Y.
71. Kur'an'ı Anlamak, Cemaleddin Kasımi, İz Y.
72. Kur’an’ı Anlamaya ve Yaşamaya Doğru, 2 Kaynak Y.
73. Kur’an-ı Kerim’i Anlamaya Yönelik Metotlar, Cüneyt Eren, Ekev Y.
74. Kur'an'ı Nasıl Anlayalım? Mevdudi, Bir Y. /İşaret Y.
75. Kur’an’ı Nasıl Okuyalım? Muhammed Kutub, İşaret Y.
76. Kur'an'da Anlamı Kapalı Âyetler, Hüseyin Yaşar, Beyan Y.
77. Kur'an'ı Anlamada Siyakın Rolü -Bütünlük Üzerine-, Mustafa Ünver, Sidre Y.
78. Kur’an’ı Anlamada Farklı Yaklaşımlar, Şadi Eren, Nesil Y.
79. Kur’an’ı Anlama Yolu, Mahmut Toptaş, Cantaş Y.
80. Kur’an’ın Anlaşılmasına Doğru, Abdullah Draz, Mim Y.
81. Kur’an’ın Anlaşılmasında Esbâb-ı Nüzûlün Rolü, Ahmet Nedim Serinsu, Şule Y.
82. Kur’an’a Yönelirken, Mehmed Alagaş, insan Dergisi Y.
83. Temel Kaynağımız Kur’an, Fevzi Zülaloğlu, Ekin Y.
84. Kendi Dilinden Kur’an “Tanımak ve Yaşamak“, Muhammed Bayraktar, Ravza Y.
85. Kur'an İlimleri ve Kur'an-ı Kerim Tarihi, Abdurrahman Çetin, Dergah Y.
86. Kur'an İlimleri, Subhi Es-Salih (terc. Said Şimşek), Hibaş Y./Esra Y.
87. Kur'an İlimleri, Muhammed Ali Sabuni, insan Y.
88. Kur'an-ı Kerim ve Kur'an İlimlerine Giriş, Suat Yıldırım, Ensar Neşriyat
89. Kur'an-ı Kerim Bilgileri, Osman Keskioğlu, T. Diyanet Vakfı Y.
90. Ulûmu’l Kur’an Kur’an İlimleri, Mennâ Halil el-Kattân, Timaş Y.
91. Kur’an Tefsirinde Fıkhî Tefsir Hareketi ve İlk Fıkhî Tefsir, Mevlüt Güngör, Kur’an Kitaplığı Y.
92. Kur’an-ı Kerim’i Tanımanın Temel İlkeleri, Ali Umuç, Özden Y.
- 888 -
KUR’AN KAVRAMLARI
93. Kur’an’ın Evrenselliği, Kur’an Sembollerinin Dili, Bahaeddin Sağlam, Tebliğ Y.
94. Kur’an-ı Kerim (Sistematik Bir İnceleme), Necati Demirtaş, Boğaziçi Y.
95. Tefsirde İsrâiliyyat, Abdullah Aydemir, D.İ.B. Y./Beyan Y.
96. Kur’an Tefsirinde Sapma ve Nedenleri, Tefsire Sokulan Bid’at, Hurâfe ve Tahrifat, Abdülcelil Candan, Denge Y.
97. Kur'an-ı Kerim Tefsirlerinde Hurafe ve Bid'atlar, M: Hüseyin Ez-Zehebi, Saba Y.
98. Peygamberimiz'in Kur'an'ı Tefsiri, Suat Yıldırım, Kayıhan Y.
99. Kur’an Tefsirinde Sünneti Devre Dışı Bırakan Hareketler, Cüneyt Eren, Ekev Y.
100. Tefsirde Semantik Metod, Ali Galip Gezgin, Ötüken Y.
101. Kur’an Tefsirinde Yöntem, Ömer Dumlu, Anadolu Y.
102. Kur’an Tefsirinin Kaynakları, Sadrettin Gümüş, Kayıhan Y.
103. Günümüz Tefsir Problemleri, M. Said Şimşek, Esra Y.
104. Kur’an Tefsirinde Yeni Bir Metod, Emin Hûlî, Kur’an Kitaplığı Y.
105. Tefsir Çeşitleri ve Konulu Tefsir,
106. Örneklerle Konulu Tefsir, Ahmed Muhammed ez-Zahrâni, Akçağ Y.
107. Konulu Tefsir Metodu, A. Cüneyt Eren, Nil Y.
108. Konulu Tefsir Metodu, Şahin Güven, Şûrâ Y.
109. İbn Teymiye ve Konulu Tefsir, Ömer Dumlu, Anadolu Y.
110. Kur’an Çalışmalarında Yöntem, Konulu Tefsire Metodik Bir Yaklaşım, Mustafa Müslim, Fecr Y.
111. Kur’an Yorumunda Çağdaş Yönelimler, J.M.S. Baljon, Fecr Y.
112. Kur’an’a (Bilimsel-Filolojik-Pratik) Yaklaşımlar, J.J.G. Jansen, Fecr Y.
113. Tarihte Tefsir Hareketi ve Tefsir Anlayışları, Ali Eroğlu, Ekev Y.
114. Büyük Tefsir Tarihi, Tabakatü'l-Müfessirin (2 cilt), Ö. Nasuhi Bilmen, Bilmen Y.
115. Tefsir Tarihi (2 cilt), İsmail Cerrahoğlu, Fecr Y./ Diyanet İşl. Başk. Y.
116. Tefsir Usulü, İsmail Cerrahoğlu, D.İ.B. Y.
117. Tefsir Usûlü ve Kaynakları, Ali Turgut, Mar. Ün. İlâhiyat Faak. Vakfı Y.
118. Tefsir İlminin Temel Meseleleri, Cemaleddin Kasımî, İz Y.
119. Tefsir Üzerine, İbn Teymiye, Pınar Y.
120. Osmanlı’da II. Meşrutiyet Sonrası Modern Tefsir Anlayışı, Suvat Mertoğlu, Bülten, Bilim ve Sanat Vakfı, sayı 51, Mart-Nisan 2003, s. 4-5
121. 20. Asırda Kur’an İlimleri Çalışmaları, Halil Çiçek, Timaş Y.
122. Kur’an Çevirilerinde Hatalar, Edip Yüksel, Milliyet Y.
123. Cumhuriyet Dönemi Kur’an Tercümeleri (Eleştirel Yaklaşım), Salih Akdemir, Akid Y.
124. Kur’an Tercümeleri, Salih Akdemir, Gün Y.
125. Kur’an Tercümesi Meselesi, Mustafa Sabri Efendi, Bedir Y.
126. Kur’an-ı Kerim’in Tercümesi Meselesi, Hidâyet Aydar, Kur’an Okulu Yayıncılık
127. El-Mu’cemu’l Müfehres Li-Elfâzı’l-Kur’âni’l-Kerim, Muhammed Fuad Abdülbâki, Çağrı Y.
128. Mevzûlarına Göre Âyet-i Kerimeler ve Mealleri, Muhammed Fuad Abdülbâki, Şamil Y.
129. Kur’an-ı Kerim Lugatı, Mahmut Çanga, Timaş Y.
130. Kur’an Lügatı, Zeliha Topaloğlu, Nil A.Ş.
131. Kur’an-ı Kerim Sözlüğü, Abdülvehhab Öztürk, Şamil Y.
132. Umdetü’l Huffâz: Kur’an Kelimeleri Sözlüğü, Mesud İbn İbrâhim Halebî, Hizmet Kit. Y.
133. El-Vücûh Ve’n-Nezâir, Mukatil bin Süleyman, İlmi Neşriyat
134. Kur’an İlimleri ve Tefsir İstılâhları, Cüneyt Eren, Ekev Y.
135. İki Kur’an Sözlüğü, Cemal Muhtar, Mar. Ün. İlâhiyat Fak. Vakfı Y.
136. Kelime ve Konularına Göre Alfabetik Kur’an Fihristi, Recep Aykan, Pınar Y.
137. Konularına Göre Kur’an, Ömer Özsoy, Fecr Y.
138. Konularına Göre Kur’an (Sistematik Kur’an Fihristi), Ömer Özsoy, Fecr Y.
139. Kur’an-ı Kerim Fihristi, Abdülvehhab Öztürk, Timaş Y.
140. Kur’an-ı Kerim Fihristi, Bedrettin Çetiner, Marm. Ün. İlâhiyat Fak. Vakfı Y.
TEFSİR VE TE’VİL
- 889 -
141. Mevzularına Göre Hazırlanmış Kur’an-ı Kerim Fihristi, Muhammed el-Arabî el-Azzûzî, Sönmez Y.
142. Kur’an-ı Kerim’in Mevzulara Göre Tasnifli ve Fihristli Şerhi, Ömer Fevzi Mardin, İst. 1976
143. Kur’an Bize Ne Diyor? Hikmet Taşkın, Madve Y.
144. Konularına Göre Kur’an Fihristi, Nevzat Yüksel, Bayrak Y./Muvahhid Y./Akit Gaz.
145. Molla Gürani ve Tefsiri, Sakıp Yıldız Sahaflar Kitap Sarayı Y.
146. Kur’an Üzerine Testlerle Alternatif Eğitim Çalışmaları, M. Salih Gökdeniz, Yöntem Y.
147. Sülemi ve Tasavvufî Tefsiri, Süleyman Ateş, Sönmez Y.
148. Şianın Tefsir Anlayışı, Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neş.
149. Esbab-ı Nüzul, Kur’an Âyetlerinin İniş Sebepleri ve Tefsirleri, Hasan Tahsin Emiroğlu, Konya, 1978
150. Türkiye Kur’an Makaleleri Bibliyografyası, Murat Sülün-Ömer Çelik, İFAV Y.
151. Kur'an-ı Kerim Tarihi ve Türkçe Tefsirler Bibliyografyası, M. Hamidullah, Yağmur Y.
152. Kur’anî Araştırmalar, Murtaza Mutahhari, Tuba Basın Yayın
153. Muhammedî Vahiy, M. Reşid Rıza, Fecr Y.
154. TEFSİRLER:
155. Fî Zılâli'l-Kur'an, (16 cilt), Seyyid Kutub, Hikmet Y./Dünya Y./Birleşik Dağ.Ank.Y./Çelik Y./Araştırma Y./Azim Dağ. Y./Madve Y./Saadet Yay.Paz.Y.
156. Tefhimu'l Kur'an (7 cilt), Mevdudi, insan Y.
157. Hak Dini Kur'an Dili (8cilt), Elmalılı Hamdi Yazır, Eser Y./ÇelikY./Yenda Y. (10 cilt:) Eser Y./Azim Dağ. Y.
158. Kur’ân-ı Kerim Şifa Tefsiri (8 cilt), Mahmut Toptaş, Cantaş Y.
159. Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, (16 cilt), İbn Kesir, Çağrı Y.
160. Muhtasar İbn-i Kesir Tefsiri (6 cilt), Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Doğuş Y.
161. İbn Kesir Tefsiri (Muhtasar), Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Sağlam Y.
162. Muhtasar Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Muhammed Ali İbn Kesir, Çağrı Y.
163. Hulâsatü'l-Beyan Fî Tefsîri'l-Kur'an (8 cilt), Mehmed Vehbi, Üçdal Neşriyat
164. Mefatihu'l-Gayb (Tefsir-i Kebir) (24 cilt), Fahreddin Razi, Akçağ Y.
165. El-Mîzan Fî Tefsîri'l-Kur'an, Muhammed Hüseyin Tabatabai, Kevser Y.
166. El-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'an (20 cilt), İmam Kurtubi, Buruc Y.
167. El-Esâs fi’t-Tefsîr (16 cilt), Said Havvâ, Şamil Y.
168. Taberî Tefsiri, Taberî, Şule Y.
169. Muhtasar Taberî Tefsiri (6 cilt), İmam Taberi, Ümit Y.
170. Tefsir-i Sâvî (4 cilt), Ahmed Savi, Eser Neşriyat
171. Tefsir-ül İbn-i Abbas, Abdullah İbni Abbas, Eda Neşriyat
172. Tefsiru Ebdei’l-Beyan Li Cemî’-i Âyi’l-Kur’an, Muhammed Bedreddin, Nil A.Ş. Y.
173. Tibyan Tefsiri (4 cilt), Ayntabi Mehmed Efendi, Terc: Ahmed Davudoğlu, Huzur Y.
174. Tefsir-i Eebu’l Leys, Tefsiru’l Kur’aın, Ebu’l-Leys Semerkandi, Hizmet Kit. Y.
175. Rûhu’l Furkan Tefsiri, Mahmut Ustaosmanoğlu, Siraç Y.
176. Ruhu’l-Beyan Fî Tefsiri’l-Kur’an (10 cilt), İsmail Hakkı Bursevî, El-Mektebetu’l-Mahmûdiye Y./Eser Neş./Damla Y.
177. Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri (12 cilt), Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neşriyat
178. Asrın Kur’an Tefsiri, Celal Yıldırım, İst. 1987
179. Et-Tefsîru'l-Hadis, İzzet Derveze, Ekin Y.
180. Furkan Tefsiri, M. Mahmud Hicazi (6 cilt), İlim Y./Vahdet Y.
181. Kur'an Mesajı, Muhammed Esed, İşaret Y.
182. Safvetü't Tefâsir, Muhammed Ali es-Sâbûnî (3 cilt), Ensar Neşriyat
183. Safvetü't Tefâsir (Tefsirlerin Özü), Muhammed Ali es-Sâbûnî (7 cilt), İz Y.
184. Kur’ân-ı Kerim'in Türkçe Meâl-i Âlisi ve Tefsiri (8cilt), Ö. Nasuhi Bilmen, Bilmen Y./Kahraman Y.
185. Min Vahyi'l Kur'an (10 cilt), Muhammed Hüseyin Fadlullah, Akademi Y.
- 890 -
KUR’AN KAVRAMLARI
186. Büyük Kur’an Tefsiri (16 cilt), Ali Arslan, Arslan Y./Okusan Y.
187. Nesefî Tefsiri (8 cilt), Ahmed bin Muhammed Nesefî, Ravza Y./Eda Neşriyat
188. Davetçinin Tefsiri, Seyfuddin Muvahhidi, Hak Y.
189. Kelimâtu’l-Kur’an Fî Tefsîri’l-Beyan, M. Mahluf, Esma Y.
190. Ebu’l-Berekât en-Nesefî ve Medârik Tefsiri, Bedreddin Çetiner, Mar. Ün. İlâhiyat Fak. Vakfı Y.
191. Celâleyn Tefsiri, Celâleddin Suyûti, Eser Y./Hisar Y./Pamuk Y./Mahmudiye Kit.Y.
192. Tanrı Buyruğu Kur’an-ı Kerim’in Tercümesi ve Tefsiri (2 cilt), Ömer Rıza Doğrul, İnkılâp Kit. Y.
193. Kur’an’ın Konulu Tefsiri, Muhammed Gazâli, Şura Y.
194. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş (24 cilt), KUBA Y.
195. Kur’an Okulu, Heyet, Hanif Y.
196. Âyet Yorumları, Ali Şeriati, Kıyam Y.
197. İki Sûre İki Yorum, Ali Şeriati, Endişe Y.
198. İlk Mesajlar, M. Ali Baltaş, Birleşik Dağıtım Ankara Y.
199. Uzay Âyetleri Tefsiri, Celal Yeniçeri, Erkam Y.
200. Müşkil Âyetlerin Tefsiri, İbni Teymiyye, Tevhid Y.
201. Tevbe Sûresinin Gölgesinde Cihad Dersleri, Abdullah Azzam, Buruc Y.
202. Sure-i Tekvîr’in Yorumu, Haluk Nurbaki, Damla Y.
203. Sure-i Yusuf’un Yorumu, Haluk Nurbaki, Damla Y.
204. Yasin Suresi Yorumu, Haluk Nurbaki, Damla Y.
205. Yasin Suresi ve Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y.
206. Ve’l-Asr Tefsiri, Ahmed Hamdi Akseki, Birun Y.
207. Bakara Sûresi Tefsiri, Ramazanoğlu Mahmud Sâmi, Erkam Y. s. 226-270
208. Bakara Sûresi Yorumu, 1-2, Haluk Nurbaki, Damla Y.
209. Âyet-el Kürsi Yorumu, Haluk Nurbaki, Damla Y.
210. Amme Cüz’ü Yorumu, Haluk Nurbaki, Damla Y.
211. Amme Tefsiri, Ebu’l-Leys Semerkandi, Hizmet Kit. Y.
212. Sûre-i Feth’in Tefsiri, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Y.
213. Fâtiha Tefsiri, Mevlânâ Ebu’l-Kelâm Azad, Bir Y.
214. Fâtiha Sûresi ve Türkçe Namaz, M. Sait Şimşek, Beyan Y.
215. Fâtiha’nın Kırk Yorumu, Haluk Nurbaki, Damla Y.
216. Fâtiha Üzerine Mülâhazalar, Hikmet Işık, Nil A.Ş. Y.
217. Fâtiha Sûresi Tefsiri, Ramazanoğlu Mahmud Sami, Erkam Y.
218. Sorularla Fâtiha Sûresi, Zabit Durmuş-Ali İçipak, Yenda Y.
219. Kur’an-ı Kerim Açıklaması (Fatiha ve Bakara Sureleri), M. Sadettin Evrin, Ank. 1962
220. Kur’an Araştırmaları, Muhammed Kutub, 1-2, Fikir Y.
221. Fâtiha ve En’am Sûrelerinin Tefsiri, Suat Yıldırım, Işık Y.
222. Eûzü Besmelenin Ve Fâtiha’nın İlginç Nükteleri, Eşref İba, Şahsî Y.
223. Besmele ve Fâtiha Tefsiri, Ebu’l-Leys Semerkandi, Hizmet Kit. Y.
224. Besmelenin Şerhi, Abdülkerim bin İbrahim Cîlî, Kitsan Kitap Kırtasiye Y.
225. Besmele Tefsiri, Hacı Bektaş Veli, Kültür Bakanlığı Y.
226. Kur’ân-ı Kerim’in Ahkâm Tefsiri (2 cilt), Muhammed Ali Sâbûni, Şamil Y.
227. MEALLER:
228. Kur’ân-ı Kerim Meali ve Yüce Tefsiri, Hacı Murad, Doğuş Y.
229. Azik Kur’an Çeviri ve Açıklama, Muhammed Hamidullah, Beyan Y.
230. Kur’an Mesajı Meal-Tefsir, Muhammed Esed, İşaret Y.
231. Açıklamalı Kur’an-ı Kerim Meali, Ahmet Ağırakça, M. Beşir Eryarsoy, Buruc Y.
232. Nüzul Sebepli Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali, Ahmet Ağırakça-Beşir Eryarsoy, İst. 1987
233. Kur’an-ı Kerim’in Türçe Anlamı, Ali Bulaç, Bakış Y.
234. Yüce Kur’an-ı Kerim Meali ve Tefsir Notları, (3 cilt), Ebu’l-A’lâ Mevdudi, Merve Y.
235. Kur’ân-ı Hakim ve Meâl-i Kerim, Hasan Basri Çantay, Çantay Kitabevi Y./Risale Y.
TEFSİR VE TE’VİL
- 891 -
236. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali, M. Beşir Eryarsoy, Şafak Y.
237. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali, Heyet, Hikmet Neşriyat
238. Kur’an-ı Kerim ve İzahlı Meali, Ahmed Davudoğlu, Çelik Y. /Seha Neşriyat
239. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Açıklama, İsmail Mutlu, Nesil Basım Yayın
240. Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Heyet, Marm. Ün. İlâhiyat Fak. Vakfı Y.
241. Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Bahaeddin Sağlam, Tebliğ Y.
242. Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, İsmail Mutlu, Yeni Asya Gazetesi Neşriyat
243. Kur’an-ı Kerim ve İzahlı Meali, Ahmed Davudoğlu, Çile Y./Timaş Y./Merve Yayın Paz.
244. Kur’an-ı Kerim ve Kelime Meali (2 cilt), Medine Balcı, Ebrar Y.
245. Kur’an-ı Kerim ve Meal-i Âlîsi, A. Fikri Yavuz, Sönmez Neşriyat
246. Elmalılı Meali, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Azim Dağıtım Y./İhtar Y./Huzur Y./İslâmoğlu Y./Eser Neşriyat
247. Kur’an-ı Kerim ve Meali, İsmail Kurt, Huzur Y.
248. Kur’an-ı Kerim’in Açıklamalı Türkçe Meali, İ. Atasoy, Ü. Şimşek, M. Paksu, İ. Mutlu, Ş. Döğen, C. Uşşak, İst. 1989
249. Kur’an-ı Kerim ve Türçe Anlamı (Meal), Hüseyin Atay, Yaşar Kutluay, D.İ.B. Y.
250. Kur’an-ı Kerim ve Yüce Meali, Abdullah Aydın, Aydın Y.
251. Kur’an-ı Kerim ve Meali, Ali Arslan, Okusan Yayıncılık
252. Kur’an’ı Anlamaya Doğru, Açıklamalı Kur’an-ı Kerim Meali, Ahmet Tekin, Özel Y.
253. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, Ali Bulaç, Birim Yayın Org.
254. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, Hasan Rıza, Diyanet İşleri Başkanlığı Y.
255. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, İsmail Hakkı İzmirli, Eren Y.
256. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlatımı, Bekir Sadak, Ötüken Neşriyat
257. Kur’an-ı Kerim Meali, Ziya Kazıcı, Çağrı Y.
258. Kur’an-ı Kerim Meali, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Basım Yay./Akçağ Y.
259. Kur’an-ı Kerim Meali, Ali Arslan, Devran Y.
260. Kur’an-ı Kerim Meali ve Tefsiri, Ayntabi Mehmed Efendi, İst. 1956
261. Kur’an, İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu, Ank. 1957
262. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Tefsirli Meal-i Âlîsi, Enver Baytan, İst. 1986
263. Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meâl-i Âlîsi, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Y.
264. Feyzu’l-Furkan ve Meâli’l-Kur’an, Hasan Tahsin Feyizli, Ank. 1992/Akit Gaz.
265. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı (Meâni-i Kur’an, İzmirli İsmail Hakkı, İst. 1977
266. Kur’an-ı Kerim Türçe Meali, H. Karakaya, K. Kabakçı, M. Süslü, K. Seyidhanoğlu, K. Aytekin, İst. 1981
267. Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, Celal Yıldırım, İst. 1982
268. Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, Talat Koçyiğit-İsmail Cerrahoğlu, Ank. 1985
269. Kur’an-ı Kerim Meali (Türkçe Anlam), Ziya Kazıcı, Necip Taylan, Çağrı Y.
270. Kur’an-ı Kerim ve İzahlı Meal-i Âlîsi, Ali Fikri Yavuz, Sönmez Neşriyat
271. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Açıklamalı Tercümesi, Ali Özek , Hayreddin Karaman, Ali Turgut, Mustafa Çağırıcı, İ. Kâfi Dönmez, Sadreddin Gümüş, Ank. 1993/S. Arabistan Krallığı, Medine
272. Kur’an-ı Kerim, Ş. Oral, Y. Z. Ersal, M. Runyun, A. S. Yücesoy, A. Güven, M. A. Köksal, M. Ş. Özmen, K. Edip Kürkçüoğlu, H. Atay ve Y. Kutluay (3 cilt), Ank. 1973
273. Kur’an-ı Kerim’in Konularına Göre Ayrılmış Türkçe Anlamı, Ahmet Okutan, İst. 1967
274. Türkçe Kur’an-ı Kerim, Osman Nebioğlu, İst. 1957
275. Kur’an-ı Kerim veTürkçe Anlamı, H. E. Çalışkan, Güneş Gaz. Y.
276. Kur’an-ı Kerim ve Meali, Akpınar Y.
277. Kur’an Tercümesi, Muhammed bin Hamza, İst. 1976
278. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali, Abdullah Tüzüner, İst. 1973
279. Kur’an-ı Kerim Meali, Ahmed Davudoğlu, Şelale Y./Temel Neşriyat/Cevher Y./Bahar Y.
280. Kur’an-ı Kerim Meali, Enver Baytan, Baytan Y.
- 892 -
KUR’AN KAVRAMLARI
281. Kur’an-ı Kerim ve Meali, Abdülbâki Gölpınarlı, Remzi Kitabevi Y.
282. Fuyuzat; Kur’an-ı Mübin’in Mealen Tefsiri, Şemsettin Yeşil, İst. 1964
283. Kur’an-ı Kerim ve Türçe Anlamı (Meal) (3 cilt), Hüseyin Atay ve Yaşar Kutluay, D.İ.B. Y.
284. Kur’an-ı Kerim, Besim Atalay, İst. İ962
285. Kutsal Kur’an Türkçe Meali, Sadi Irmak, İst, 1962
286. Kur’an-ı Kerim Meali, Y. N. Öztürk, Yeni Boyut Y.
287. Kur’an-ı Kerim Açıklamalı Meali, Komisyon, Türkiye Diyanet Vakfı Y.
288. Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Yüce Meali, Ayntabî Mehmed Efendi, Huzur Y.
289. Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Açıklaması, Osman Keskioğlu, Eren Y.
290. Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Anlamı, Ş. Taha, Birleşik Dağıtım Ankara Y.
291. Kur’an ve Açıklamalı Meali, Heyet, Nesil Basım Yayın
292. Kur’an Meali, Ahmet Varol, Ozan Y.
293. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Tefsirli Meal-i Âlîsi, Hasan Rıza, Baytan Y.
294. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, Mustafa Hizmetli, Birleşik Y.
295. Nüzul Sırasına Göre Kur’an-ı Kerim Meali, Mesut Okumuş, Birleşik Dağıtım Ankara Y.
296. Nüzul Sırasına Göre Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Anlamı (Meal ve Sözlük), Ali Bulaç, Birim Y.
297. Kur’an-ı Kerim ve Kürtçe Meali, Abdullah Varlı, Şahsi Y.
298. İngilizce Kur’an-ı Kerim Meali, Heyet, İlmi Neşriyat
299. Kur’an-ı Kerim’in Mealen Manzum Açıklaması, A. Adnan Sütmen, Üçdal Neşriyat
300. Tanrı Buyruğu Oku, Kur’an Nazım Çeviri, Rıza Çiloğlu, İst. 1987
301. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlatımı, Bekir Sadak, İst. 1989
302. Kur’an-ı Kerim, Süleyman Tevfik Özzorluoğlu, İst. 1932
303. Lafzen ve Meâlen Kur’an-ı Hakim’in Tercümesi, Ali Rıza Sağman, İst. 1980
304. Kur’an-ı Kerim ve Yüce Meali, Süleyman Ateş, Kılıç Y./Yeni Ufuklar Neşriyat/Şura Y.
305. Kur’an-ı Hakim ve Öztürkçe Meali, Dabbetu’l-Arz Profesör 1400 (Alevi Dedeleri), Ank. 1995
306. İslâm’ın Mukaddes Kitabı Kur’an-ı Kerim, Türçe Tercüme ve Tefsiri, Hacı Murat Sertoğlu, İst. 55
307. İniş Sırasına Göre Kur’an-ı Kerim Meali, Y.N.Öztürk, Yeni Boyut Y.
308. Mevzularına Göre Âyetü-i Kerimeler ve Mealleri, (2 cilt), Şamil Y.
309. Son Mesaj K.K. ve Gerekçeli Türkçe Meali, Mustafa Yıldız, Çıra Y.
310. Kelâmullah Allah’ın Kelâmı, Meal-Tefsir, Mehmet Türk, Edav Y.
311. Kısa Açıklamalı Kur’an-ı Kerim Meali, Mahmut Kısa, Armağan Kitaplar Y.