Cumartesi, 06 Şubat 2021 21:18

SİHİR / BÜYÜ

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

SİHİR / BÜYÜ


- 275 -
Kavram no 161
İmtihan 9
Bk. Cin; İblis-Şeytan; Vesvese; Firavun; Fesad-İfsâd
SİHİR / BÜYÜ


• Sihir; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’an-ı Kerim’de Sihir Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Sihir Kavramı
• Sihrin Tarihçesi
• Büyünün Çeşitleri
• Büyünün Etkisi Var mıdır?
• Hârut ve Mârut
• Cinlerin İnsanların Emrine Girmesi Mümkün müdür?
• Hz. Peygamber’e Büyü Yapıldı mı?
• Cin; Mâhiyeti ve Hakkındaki İstismarlar, Yanlış Kabuller
• Sihrin ve Büyücünün Hükmü
• Ve Günümüz
• Sihir/Büyü ile İlgili Bazı Kavramlar
“Süleyman’ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların söylediklerine tâbi oldular. Hâlbuki Süleyman kâfir olmadı (Büyü yapmadı ve ona inanmadı). Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri (büyü ilmini) ve Bâbil’de Hârût ve Mârût’a indirileni öğretiyorlardı. Hâlbuki o iki melek herkese ‘Biz imtihan için gönderildik, sakın (yanlış inanıp büyü yapmaya cevaz verip de) kâfir olmayasınız’ dedikten sonra ancak ilim öğretirlerdi. Onlar karı ile koca arasını açan şeyleri öğreniyorlardı. Büyücüler, Allah’ın izni olmadan hiçbir hususta zarar veremezler. Onlar (büyücüler) kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Onlar kesinlikle bilmişlerdir ki, kim onu (sihri) satın alırsa (ona para verirse), onun âhiretten nasîbi yoktur. Karşılığında kendi varlıklarını sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı!“ 1128
“Eğer onlar Allah'a inanıp kendilerini kötülükten korumuş olsalardı, şüphesiz, Allah tarafından kendilerine verilecek sevap daha hayırlı idi. Eğer bunu bilselerdi ne iyi olurdu.“ 1129
Sihir; Anlam ve Mâhiyeti
Sihr, nüzul sürecinde ilk kez Müddessir sûresi 24. âyette geçer. Dilde “gizli bir sebeple insanın gözünü ya da gönlünü yanıltan şey“ demektir. Görenin görüleni olduğundan farklı algılamasıdır. Görülen, aslında görüldüğü gibi değildir. Eğer dişi keçinin memesi dolu dolu görüldüğü halde sütü az çıkarsa Araplar “anzun meshûrun“ derler. Sabahın alaca karanlığına sehar (seher), seherde yenen Ramazan yemeğine de aynı kökten gelen “sahur“ ismi verilmiştir. Seher, karanlıkla aydınlığın birbirine karışmış olması halidir ki, hakikatle hayalin, hakla
1128] 2/Bakara, 102
1129] 2/Bakara, 103
- 276 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bâtılın, gerçekle yalanın birbirine karıştığı hali çağrıştırır. Sihir, sebebi bilinmeyen herhangi bir şey olarak da tanımlanmıştır. Yukarıdaki birinci tanım özneyi (gören), bu ikinci tanım da nesneyi (görülen) esas alan tanımlardır ve ikisi de birbirini tamamlar. İster özne açısından ister nesne açısından tanımlansın, sihir her hâlükârda hakikatin zıddı olan zannı ve itmînânın zıddı olan vehmi ifade eder. Bunlar bazen görenden, bazen görülenden bazen de her ikisinden kaynaklanır. Meselâ “Eğer onlara gökten bir kapı aralasak da onlar oraya çıkacak olsalar da ‘herhalde gözlerimiz döndürüldü, biz sihirlenmiş bir topluluğuz’ derlerdi.“1130 âyetinde geçen “sihir“ gören açısındandır. Çünkü kaynağı hakikat olduğu halde gören farklı algılamıştır. “Kimi (zaman) söz, bir büyüdür.“ Hadisinde de dinleyen açısındandır. Bu anlamda Türkçe’de “İki söz, bir büyü“ atasözün vardır ve tabii ki mecazdır. Şu âyette ise hem gören hem de görülen açısındandır: “Mûsâ bir de ne görsün: Onların ipleri ve değnekleri, yaptıkları sihir marifetiyle, ona hızla akıyormuş gibi göründü (yuhayyelu ileyhi).“1131 Velid, Allah Rasûlünün ömründe sihre örnek gösterecek bir olağan dışılık bulamayınca “ebeveynle evlâdın arasını ayırıyor“ dedi. Hiç şüphesiz müşrikler bu vahye sözlü bir sihir olarak bakıyorlardı. 1132
Türkçede “büyü“ kelimesiyle karşılanan “Sihir“, Arapça lügat anlamıyla, “her ne olursa olsun, sebebi gizli olan ince şey“ demektir. Nitekim fecir vaktinin başlangıcına da ufuk çizgisinin inceliğinden dolayı “seher“ denilir. Bu anlamda, yani sebebi gizli olan ince şeyleri bilmek ve tanımak anlamında sihrin küfür olmayacağı açıktır. Ancak, dinî örfteki anlamıyla sihir, sadece bu demek değildir. Sebebi gizli olmakla beraber, gerçeğin aksine tahayyül olunan yıldızcılık, falcılık, medyumluk, cincilik, şarlatanlık, hilekârlık yolunda cereyan eden herhangi bir şey demektir. Halk dilinde de sihir veya büyü denilince akla gelen bunlardır ve bütün bunlar çirkin ve bâtıl şeylerdir. Çünkü bunda esrârengiz bir şekilde hakkı bâtıl, bâtılı hak; hakikati hayal, hayali hakikat diye göstermek vardır. Nitekim “insanların gözlerini sihirlediler.“1133; “Sihirleri sâyesinde ipleri ve sopaları onun hayâlini büyüledi, çünkü onlar gerçekten yürüyor gibiydiler.“1134 buyrulmaktadır. Demek ki, esrârengiz, gizli sebep ile incelik, dış görünüşü itibarıyla çekicilik ve bir de kötü maksat, sihrin niteliğini belirler.
Dinî örfte sihir, sebebi gizli olmakla, gerçeğin zıddına tahayyül olunan, gözbağcılık, yaldızcılık, şarlatanlık, hilekârlık tarzında cereyan eden herhangi bir şey demektir. Kendisinde, hakkı bâtıl, bâtılı hak gösterme özelliği söz konusu olduğu için, aslında ortak adı İslâm olan tüm semâvî dinler tarafından kötülenmiş ve yasaklanmıştır. Mâhiyetinde, esrârengiz gizli sebep ile incelik, dış görünüşünde câzibe, hile ve kötü niyet vardır. Bizzat ilâhî irâde ile meydana gelen olaylardan değildir. Ortaya konulabilmesi için teşebbüs edilmesi gerekli özel bir sebebi vardır. Bu özel sebebi herkes bilemediğinden, sihir hârika gibi zannedilir. Bunun için, sebebi herkesçe bilinmeyen herhangi bir hakikat bile başkalarını kandırmak için kullanıldığı takdirde sihir olur. Bu sebebin nazarî/teorik olarak açıklanabilir bir halde bulunması da şart değildir. Az çok taklidî bir şekilde ortaya konulabilmesi de yeterlidir.
1130] 15/Hicr, 14-15
1131] 7/A’râf, 116; 20/Tâhâ, 66
1132] M. İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, s. 1192
1133] 7/A’râf, 116
1134] 20/Tâhâ, 66
SİHİR / BÜYÜ
- 277 -
Yaratılış sebebi ilmen açıklanamayan, tek başına ya da zincirleme bazı garip olaylar meydana getirebilmek sihir olmaz. Fakat İnsanları aldatmak için bunlardan faydalanmaya kalkışıldığı ve bu şekilde kalplere tesir ederek dolandırıcılık yapılmak istenildiği zaman bunlar sihir özelliği kazanırlar. Bunun için imansızlık, ahlâksızlık ve aldatmak, sihrin köküdür. Sihirbazlar, çeşitli bilimlerden, sanayi ve teknolojiden, edebiyattan, felsefeden, yaratılışın garip sırlarından kötü niyetleri için yararlanmasını bilirler. Bu şekilde hakkı gizlemek için yazılmış nice felsefeler, romanlar, tarih kılıklı kitaplar vardır. Vaktiyle hukemânın, yani hikmet ehli kimselerin “domuzların boynuna mücevher (inci gerdanlık) takmayın“ nasihati, bu gibi kimselerin yüksek ilimleri öğrenerek, bunları kötü maksatlarla kullanmalarını önlemek için verilmiştir.
Sihir, din açısından şiddetle kınandığı ve yapanlara ağır cezalar öngördüğü halde; bazı kayıtlarla meşrû kılınmış hususlar için de kullanılmıştır. Hz. Peygamber’in “Belîğ olan sözlerden bir kısmı muhakkak sihirdir.“1135 sözleri bu cümledendir. Ömer bin Abdülaziz de, kişinin güzel konuşması ile gerçeği etkili şekilde ortaya koymasına “sihr-i helâl“ demiştir. Bu durumda, hakkı ortaya koyan belîğ konuşmalar helâl bir sihir olup hakkı bâtıl, bâtılı hak şeklinde gösteren belîğ konuşmalar da haram bir sihirdir. 1136
Büyü anlamına gelen Fransızca ve Almanca “magie“, İngilizce “magi“, “magic“ kelimelerinin aslının Yunanca “magos“tan geldiği bilinmektedir. “Sihir“ kelimesi, Türkçede “büyü“ kelimesiyle karşılanır. Aynı zamanda sihir kelimesi de kullanılır. Fakat, Türkçede sihir ve büyü kelimeleri tümüyle aynı anlamda kullanılmamaktadır. Kur’ân-ı Kerim’de geçen “sihir“ kelimesi, büyü anlamını da taşımakla birlikte sihir, büyüden daha geniş kapsamlıdır: Büyü ile sihrin bazı şekilleri arasında farklar vardır.
Öte yandan Türkçe’de büyücü ile sihirbaz aynı anlama gelmemektedir. Sihirbazlıkta gözü, görüşü aldatan, hokkabazlık, el çabukluğu ve renk yanıltmasına dayanan bir gösteri anlamı da vardır. İllüzyonizm, manyetizma, hipnoz, telepati gibi teknikleri uygulayan kimse, sihirbazdır. Büyücü ise, iyi veya kötü varlıkların yardımını sağladığı varsayılan, büyü tekniğini, usullerini, tılsımlı sözleri, iksirleri, uygun materyali, muskaları, diğer ilgili maddeleri bilen ve kullanan veya öyle kabul edilen kimsedir. Daha çok el çabukluğuna dayanan, sahne showlarına, halkı eğlendirme amacıyla gösterilen teknik ve illüzyonlara, gözleri yanıltmaya sihirbazlık denilirken; cinlerle iş yaptığı zannedilen, muska ve üfürükten yararlanan, İnsanların zihnini etkilemeye ve çeşitli rûhî hastalıklara veya bu hastalıkları tedâviye sebep olduğu kabul edilen kimselerin tıp, bilim ve din dışı araçlar kullanarak yaptıklarına da büyü denilmektedir. Cadılar ve kâhinler, büyücülerle karıştırılırsa da aslında onlarınki bir teknik değil; şahsî kabiliyet veya istismara dayanan farklı yöntemlerdir. Medyumlar, falcılar, astrologlar da modern müneccim ve büyücüler olarak kabul edilebilir.
Büyü, “tabiat üstü gizli güçlerle ilişki kurularak yahut kendilerinde gizli güçler bulunduğuna inanılan bazı tabiî/doğal nesneler kullanılarak zararlı, faydalı veya koruma gâyeli bazı sonuçlar elde etmek için yapılan işler“ şeklinde tarif edilebilir. Kutsalla ilişkisi bulunmaması ve ahlâkî amaç taşımaması, büyünün
1135] Buhârî, Nikâh 47; Müslim, Cum’a 47
1136] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 1/366-367
- 278 -
KUR’AN KAVRAMLARI
en temel özellikleridir; başlıca gayesi ise daima çıkar sağlamaktır. Batılı bazı araştırmacılar, “din“ ile “büyü“ arasında benzerlikler bularak, birbirlerini etkiledikleri, birinin diğerini doğurduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu, büyüyü tümüyle dışlayan, sihri küfür ve şirk olarak tanımlayan İslâm için, düşünülmesi bile mümkün olmayan bir bühtandır. Hatta bu değerlendirmeyi, İslâm’ın dışındaki diğer dinler için de doğru olmayan ve din düşmanlığını sergilemek için, iki zıt şey arasında ayrıntıyla ilgili ve çok küçük bir iki benzerliğin kasıtlı olarak abartılmasından dolayı ortaya atılan bir iddia ve her türlü dine bir iftira kabul ediyoruz.
Din ile büyü arasında benzerlik bulanlara karşı şu görüşler ileri sürülür: Din her şeye gücü yeten bir varlığa, büyü ise tabiattaki bir güce yönelmektir. Dinin bir cemaati, büyücünün ise sadece müşterisi vardır. Dinde günah anlayışı varken büyüde yoktur. Dinde açıklık, büyüde kapalılık ve gizlilik; dinde itaat, bağlanma, büyüde muvakkat bir menfaat hesabı vardır. Dindeki duâ, ibâdet, ahlâk, dayanışma, birlik gibi temel unsurlar büyüde yoktur. Büyüde dinî uygulamalardaki mânevî, ruhanî özden, derûnî inanıştan çok dış unsurlar, katı şartlar, maddî araçlar ön plandadır. Büyü ilâhî otorite ve ahlâkî kuralların dışındadır.
Büyü, inanışa göre, Tanrı veya tanrıların kudretinin üstünde bir şey yapmak veya onları zorlayarak bir gâyeyi gerçekleştirmek iddiasındadır. Hâlbuki dinde Tanrı’ya itaat etmek, O’nun hoşnutluğunu kazanmak, gazabından sakınmak, ceza veya mükâfatına göre tavır almak söz konusudur. Büyünün temel gâyesi, menfaat temini olduğundan, yerine göre dince kutsal sayılan şeyleri de kendi gâyesi için kullanarak dini istismar edebilir. Büyüde şahsî, dinde hem şahsî hem de sosyal gâye söz konusudur. Dinin devamlılığına karşılık, kişinin bilgi, yetenek ve imkânı bitince veya gâyesini gerçekleştirince büyü olayı sona erer. 1137
Kur’an-ı Kerim’de Sihir Kavramı
“Sihir“ kelimesi, türevleriyle birlikte Kur’ân-ı Kerim’de 60 yerde geçer; 2 âyette de “kâhin“ kelimesi kullanılır. Kur’an, câhiliyye toplumu üyesi müşriklerin, hak olarak gönderildiklerini tebliğ ettiklerinde, bunları alışılmadık, duyulmadık şeyler olarak değerlendirerek, peygamberlere “büyülenmiş, kendisine sihir yapılmış, cinlenmiş, mecnun“ gibi ifâdeler yakıştırdıklarını belirtir. Yine hakkın ifadesi olan vahye de “bu bir sihirdir/büyüdür“ dediklerini ifade eder.1138 Kur’an, bu ithamları kesin bir dille reddeder. Peygamberin bir kâhin, mecnun veya sihre uğramış biri, ya da büyücü/sihirbaz olmadığını belirtir.1139 Peygamberlerin mûcize göstermesine karşı kâfirler buna sihir demişlerdir 1140 Bunların yanında sihrin peygamberlerle ve vahiyle zerre kadar ilgisi olmayan, şeytânî bir pislik ve küfür olduğu vurgulanır.
“Sihir“ kelimesi, Kur’an’da “hile“, 1141, “kandırmak ve aldatmak“1142 anlamlarında kullanılır. Sihirbazlar/büyücüler fesatçı/bozguncu (müfsid) olarak değerlendirilir ve Allah’ın onların işini düzeltmeyeceği açıklanır.1143 Kur’an, si1137]
Hikmet Tanyu, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 501-502
1138] 10/Yûnus, 2
1139] 52/Tûr, 29-30; 68/Kalem, 2; 81/Tekvîr, 22
1140] 5/Mâide, 110; 6/En’âm, 7; 10/Yûnus, 77; 27/Neml, 13, 28/Kasas, 48; 37/Sâffât, 14-15
1141] 20/Tâhâ, 64, 69
1142] 23/Mü’minûn, 89
1143] 10/Yûnus, 81
SİHİR / BÜYÜ
- 279 -
hirbazların, nereye gitseler başarılı olamayacağını belirtir.1144 Allah, sihri tesirsiz bırakacak, iptal edecektir.1145 Kur’an, Hz. Mûsâ ile Firavunun sihirbazları arasındaki mücâdeleyi, değişik sûrelerde ve bazı ayrıntılarla birlikte açıklar.1146 Bu mücâdelenin vurgulanması, her dönemde değişik biçimde ve farklı araçlarla Firavunların sihirbazlar/büyücüler (hakkı bâtıl ve bâtılı hak, akı kara ve karayı ak gösterenler, insanları çeşitli hilelerle kandıran ve oyalayanlar) ile vahyin ve Peygamberî dâvetin karşısına çıkacaklarını hatırlatır. Yine mü’minlere ders ve moral verilir; kim olurlarsa olsunlar, büyücülerin ortaya koyduklarını Allah boşa çıkarıp iptal edecek, her nerede olurlarsa olsunlar büyücüler başarısız olacaklar, her iki dünyada da felâha kavuşamayacaklar, kurtuluşa eremeyeceklerdir.
“Süleyman’ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların söylediklerine tâbi oldular. Hâlbuki Süleyman kâfir olmadı (Büyü yapmadı ve ona inanmadı). Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri (büyü ilmini) ve Bâbil’de Hârût ve Mârût’a indirileni öğretiyorlardı. Hâlbuki o iki melek herkese ‘Biz imtihan için gönderildik, sakın (yanlış inanıp büyü yapmaya cevaz verip de) kâfir olmayasınız’ dedikten sonra ancak ilim öğretirlerdi. Onlar karı ile koca arasını açan şeyleri öğreniyorlardı. Büyücüler, Allah’ın izni olmadan hiçbir hususta zarar veremezler. Onlar (büyücüler) kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Onlar kesinlikle bilmişlerdir ki, kim onu (sihri) satın alırsa (ona para verirse), onun âhiretten nasîbi yoktur. Karşılığında kendi varlıklarını sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı!“ 1147
“Allah o zaman şöyle diyecek: ‘Ey Meryem oğlu İsa! (...) Hani İsrâiloğullarını (seni öldürmekten) engellemiştim; kendilerine apaçık deliller (mûcizeler) getirdiğin zaman, içlerinden inkâr edenler, ‘bu apaçık bir sihirden başka bir şey değildir’ demişlerdi.“ 1148
“Eğer sana kâğıt üzerine yazılmış bir Kitap indirseydik de onlar elleriyle onu tutmuş olsalardı, yine de inkâr ediciler: ‘Bu, apaçık büyüden başka bir şey değildir’ derlerdi.“ 1149
“Firavun kavminden ileri gelenler dediler ki: Bu çok bilgili bir sihirbazdır. Sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor; ne buyurursunuz? Dediler ki: O’nu da kardeşini de beklet, şehirlere toplayıcı (memurlar) yolla. Bütün bilgili sihirbazları (toplayıp) sana getirsinler. Sihirbazlar Firavun’a geldi ve ‘eğer üstün gelen biz olursak, bize kesin bir mükâfat var mı?’ dediler. (Firavun:) ‘Evet, hem de siz mutlaka yakınlarımdan olacaksınız’ dedi. (Sihirbazlar,) ‘Ey Mûsâ, sen mi (önce hünerini ortaya) atacaksın, yoksa önce atanlar bizler mi olalım?’ dediler. ‘Siz atın’ dedi. Onlar atınca insanların gözlerini büyülediler, onları korkuttular ve büyük bir sihir (ortaya) getirdiler. Biz de Mûsâ’ya, ‘asanı at’ diye vahyettik. Bir de baktılar ki; bu, onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor. Böylece gerçek ortaya çıktı ve onların yapmakta oldukları yok olup gitti. (Firavun ve kavmi) orada yenildi ve küçük düşerek geri döndüler. Sihirbazlar ise secdeye kapandılar. ‘Mûsâ ve Hârun’un da Rabbi olan âlemlerin Rabbine inandık’ dediler. Firavun dedi ki: ‘Ben size izin vermeden O’na iman mı ettiniz? Bu hiç şüphesiz şehrin (Mısır) kıptî olan halkını oradan çıkarmak için kurduğunuz bir tuzaktır. Ama yakında (başınıza gelecekleri) bileceksiniz! Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi asacağım.’ Onlar, ‘Biz zaten Rabbimiz’e döneceğiz. Sen
1144] 20/Tâhâ, 69; 10/Yûnus, 77
1145] 10/Yûnus, 81
1146] 7/A’râf, 103-126; 10/Yûnus, 75-86; 20/Tâhâ, 56-72; 26/Şuarâ, 30-51
1147] 2/Bakara, 102
1148] 5/Mâide, 110
1149] 6/En’âm, 7
- 280 -
KUR’AN KAVRAMLARI
sadece, Rabbimiz’in âyetleri geldiğinde onlara inandığımız için bizden intikam alıyorsun. Ey Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi müslüman olarak öldür’ dediler.“ 1150
“Ve dediler ki: ‘Sen bizi büyülemek için her ne mûcize getirirsen, biz asla sana inanacak değiliz.“ 1151
“Firavun dedi ki: ‘Bilgili bütün sihirbazları bana getirin! Sihirbazlar gelince Mûsâ onlara: ‘Atacağınızı atın’ dedi. Onlar (iplerini) atınca, Mûsâ dedi ki: ‘Sizin getirdiğiniz sihirdir. Allah onu iptal edecek, boşa çıkaracaktır. Çünkü Allah fesatçıların/bozguncuların işini düzeltmez. Suçluların hoşuna gitmese de Allah, sözleriyle gerçeği açığa çıkaracaktır.“ 1152
“İçlerinden bir adama: ‘İnsanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında onlar için yüksek bir doğruluk makamı olduğunu müjdele’ diye vahyetmemiz, İnsanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki, o kâfirler: ‘Bu elbette apaçık bir sihirbazdır’ dediler.“ 1153
“Katımızdan onlara hak (mûcize) gelince: ‘Bu elbette apaçık bir sihirdir’ dediler. Mûsâ: ‘Size hak geldiğinde onun için (hep böyle) mi dersiniz? Bu bir sihir midir? Hâlbuki sihirbazlar iflâh olmazlar’ dedi.“ 1154
“...(Rasûlüm!) ‘ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz’ desen, kâfir olanlar derhal ‘bu, açık bir büyüden başka bir şey değildir’ derler.“ 1155
“Öncekilerin başına gelenlerden ders almaları gerekirken onlar hâlâ buna (Kur’an’a) inanmıyorlar. Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar, yine ‘gözlerimiz boyandı, daha doğrusu bize büyü yapılmıştır’ derler.“ 1156
“Biz, onların seni dinlerken ne maksatla dinlediklerini, kendi aralarında fısıldaşırlarken de o zâlimlerin, ‘Siz, sihirlenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz!’ dediklerini çok iyi biliriz.“ 1157
“(Firavun’un sihirbazları) şöyle dediler: ‘Bu ikisi (Mûsâ ve Hârun), muhakkak ki, sihirleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve sizin örnek yolunuzu ortadan kaldırmak isteyen iki sihirbazdırlar sadece. Öyle ise hilenizi kurun; sonra sıra halinde gelin! Muhakkak ki bugün, üstün gelen kazanmıştır. Dediler ki: ‘Ey Mûsâ! Ya sen at veya önce atan biz olalım.’ ‘Hayır, siz atın’ dedi. Bir de baktı ki, büyüleri sâyesinde ipleri ve sopaları, kendisine gerçekten koşuyor gibi görünüyor. Mûsâ, birden içinde bir korku duydu. ‘Korkma!’ dedik, ‘üstün gelecek olan, kesinlikle sensin.’ Sağ elindekini at da, onların yaptıklarını yutsun. Yaptıkları, sadece bir büyücü hilesidir. Sihirbaz/büyücü ise, nereye varsa (ne yapsa) iflâh olmaz. Bunun üzerine sihirbazlar secdeye kapandılar; ‘Hârun’un ve Mûsâ’nın Rabbine iman ettik’ dediler.“ 1158
“...(O müşrik) zâlimler (mü’minlere:) ‘Siz, ancak büyüye tutulmuş bir adama uymaktasınız!’ dediler.“ 1159
1150] 7/A’râf, 109-126
1151] 7/A’râf, 132
1152] 10/Yûnus, 79-82
1153] 10/Yûnus, 2
1154] 10/Yûnus, 76-77
1155] 11/Hûd, 7
1156] 15/Hıcr, 13-15
1157] 17/İsrâ, 47
1158] 20/Tâhâ, 63-70
1159] 25/Furkan, 8
SİHİR / BÜYÜ
- 281 -
“Dediler ki: ‘Sen, olsa olsa iyice sihirlenmiş birisin!“ 1160
“(Firavun ve adamları Hz. Mûsâ’ya, azâbı görünce) Dediler ki: ‘Ey sihir ustası! Sana verdiği ahid uyarınca bizim için Rabbine duâ et; çünkü biz, doğru yola gireceğiz.“ 1161
“İşte böylece, onlardan öncekilere herhangi bir peygamber geldiğinde hemen: ‘O, bir büyücüdür veya delidir’ dediler.“ 1162
“O gün cehennem ateşine itilip atılırlar da, ‘işte yalanlayıp durduğunuz ateş budur’ denilir. Bir sihir midir bu, yoksa görmüyor musunuz?“ 1163
“(Ey Muhammed!) Sen öğüt ver, Rabbinin nimetiyle sen ne bir kâhinsin, ne de cinlenmiş bir deli.“ 1164
“Onlar bir mûcize görürlerse hemen yüz çevirirler ve: ‘eskiden beri devam edegelen bir büyüdür’ derler.“ 1165
“(Rasûl’üm,) Sen -Rabbinin nimeti sâyesinde- mecnun (cinlenmiş veya deli) değilsin.“ 1166
“De ki: ‘Yaratıkların şerrinden, bastırdığı zaman karanlığın şerrinden, düğümlere üfleyenlerin şerrinden, hased ettiği zaman hasedçinin şerrinden, tan yerini ağartan Rabbe sığınırım.“ 1167
Hadis-i Şeriflerde Sihir Kavramı
“İçki bağımlısı, sihre inanan ve akrabalarıyla alâkasını (sıla-i rahmi) kesen cennete giremeyecektir.“ (Hadisin bazı rivâyetlerinde “mü’minun bi-sihrin, -sihre inanan-“geçmesine karşılık, bazılarında “Mûsâddıkun bi’s-sihr -sihri tasdik eden-“ şeklinde geçmektedir.) 1168
“Düğüm atarak üzerine üfleyen kimse sihir yapmıştır. Sihir yapan ise şirk koşmuştur. Üzerine bir şey takan kimse, (taktığı şeye) güvenmiş olur.“ 1169
“(Şu) Helâk edici yedi şeyden sakının.“ Dediler ki: ‘Bunlar nelerdir, ey Allah’ın Rasûlü? Buyurdular ki: “Allah'a şirk/ortak koşmak, sihir yapmak, Allah’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmek, yetim malı yemek, fâiz malı yemek, savaşta düşmandan kaçmak, kendini savunmaktan âciz nâmuslu kadınlara zinâ iftirâsında bulunmak.“ 1170
İki yahûdiden birisi, diğerine ‘beraberce gidip şu peygamber’e soru soralım’ dedi. Arkadaşı, ‘ona peygamber deme! Sonra senin ona peygamber dediğini duyarsa (sevincinden) dört gözlü olur’ dedi. Sonra Nebî (s.a.s.)’ye geldiler ve ona:
1160] 26/Şuarâ, 153
1161] 43/Zuhruf, 49
1162] 51/Zâriyât, 52
1163] 52/Tûr, 13-15
1164] 52/Tûr, 29
1165] 54/Kamer, 2
1166] 68/Kalem, 2
1167] 113/Felak, 1-5
1168] Ahmed bin Hanbel, 4/399; Ebû Ya’lâ, el-Müsned hds no: 3386; İbn Hibbân, Sahîh 7/366, 648; Hâkim, Müstedrek 4/146
1169] Nesâî, Tahrîmu’d-Dem 199, 7/117
1170] Buhârî, Vesâyâ 23, Tıb 48, Muhâribîn 31; Müslim, İman 38, 4; Ebû Dâvud, Vesâyâ 10, 1; Nesâî, Vesâyâ 11
- 282 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Mûsâ’ya apaçık dokuz âyet verdik“ 1171 âyet-i kerimesini sordular. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Allah'a hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayın, zinâ etmeyin, Allah’ın haram kıldığı bir canı haksız yere öldürmeyin, hırsızlık yapmayın, sihir yapmayın, bir suçsuzu öldürmesi için devlet adamına götürmeyin, fâiz yemeyin, iffetli bir kadına zinâ suçu isnâd etmeyin, savaştan kaçmayın ve siz yahûdilere mahsus olmak üzere Cumartesi gününe tecâvüz etmeyin.“ Bunun üzerine o iki yahûdi, Hz. Peygamber’in iki elini ve iki ayağını öptüler. ‘Senin peygamber olduğuna şehâdet ederiz’ dediler. Hz. Peygamber, “o halde müslüman olmaktan sizi engelleyen nedir?“ buyurunca dediler ki: ‘Dâvud (a.s.), zürriyetinden bir peygamberin devamlı olarak bulunması için duâ etmiştir. Şâyet müslüman olursak, yahûdilerin bizi öldürmelerinden korkarız. 1172
“Dâvud Peygamber’in gecede bir saati vardı ki, bu saatte âilesini uyandırarak şöyle derdi: ‘Ey Dâvud âilesi, kalkın ve namaz kılın. Zira bu saat öyle bir saattir ki, sâhir (sihir ve büyüyle uğraşan) veya vergi toplayandan başkasının duâsına karşılık verilir.“ 1173
“(Belîğ olan) sözlerden bir kısmı, muhakkak sihirdir.“ 1174
“Baykuşlarda (uğursuzluk diye) bir şey yoktur. Yorum yapmanın en doğrusu, hayra yormadır. Göz değmesi de bir gerçektir.“ 1175
“Uğursuzluğa yorma yoktur. Dürüst yorum, güzel söz hoşuma gider.“ 1176
“Fal açan ve kendisi için fal açtıran ve kehânette bulunan ve kendisi için kehânette bulunulan ile sihir yapan ve kendisi için sihir yaptıran kişi Bizden değildir.“ 1177
Sihrin Tarihçesi
Büyü, Paleolitik devrede bile örnekleri bulunan çok eski bir uygulamadır. Eski Mezopotamya ve Mısır’dan kalma, tılsımlı sözler ve büyü formülleri ihtivâ eden çok sayıda metin, günümüze kadar gelmiştir. Onların törenlerinin çoğu büyü ile ilgiliydi. Milattan sonra I-IV. yüzyıllara ait Yunan ve Mısır papirüslerinde hayvanlar ve insanlarla ilgili büyü formülleri, büyü törenleri, büyünün tutması için gerekli görülen temizlenme usullerini içinde bulunduran büyü örnekleri çoktur. Mezopotamya bölgesinde râhipler aynı zamanda büyü ile ilgili törenleri yürütmekte idiler. Akkadlar, Bâbilliler ve Asurlular’da kötü cinlerden korunmak için muskalar kullanılmaktaydı. Özellikle Bâbilliler’de toplum hayatı büyü üzerine kurulmuştu. Sanat, ticaret, savaş, din, av vb. faâliyetler hep büyü ile iç içe idi. Eski Mısırlılar büyü yoluyla hayat ve ölümü etkileyebileceklerini, tabiat güçlerini denetimleri altına alabileceklerini sanıyorlardı (aktif büyü). Mısır tanrıları aldatılabilir, zorlanabilir, itaat altına alınabilirdi. Bu yüzden Mısırlılar büyüsel jestler ve tanrıları kendi isteklerine uydurabilecek âyinlerle, büyücülerin, ölülere iyi davranmayan tanrılara ceza verebileceğine inanıyorlardı.
a- Eski Yunan ve Romalılarda Büyü: Eski Yunan’da Hekata sırlı bir kişiliğe
1171] 17/İsrâ, 101
1172] Tirmizî, İsti’zân 33, Tefsîr Benî İsrâil 18, 16; Nesâî, Tahrîmu’d-Dem 18; İbn Mâce, Edeb 16/2
1173] Ahmed bin Hanbel, 4/22, 218
1174] Buhârî, Tıbb 51, Nikâh 47; Müslim, Cum’a 47
1175] Tirmizî, Tıbb, hadis no: 2062; İbn Mâce, Tıbb, hadis no: 3506-3509; Ebû Dâvud, Tıb, c. 2, s. 336
1176] Buhârî, Tıbb 44; Müslim, Selâm 111, 112; Ebû Dâvud, Tıbb, c. 2, s. 343; Tirmizî, Siyer, hadis no: 1615; İbn Mâce, c. 2, s. 365-366
1177] Bezzâr, Müsned; Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat
SİHİR / BÜYÜ
- 283 -
sahip olması yanında, büyü ilâhesi/tanrıçası olarak da benimsenmişti. Şehirlerde büyücüden geçilmezdi. Bütün eski Yunan filozofları büyüye, büyünün etkisine inandılar; hatta içlerinde Porphyrius gibi kendini büyüye adayanlar da oldu. Büyücüler Pisagor’un rakamlarından faydalanarak sayıları büyülü daireler içinde kullandılar. Pisagorcular büyü nazariyeleri yanında büyü uygulaması da yaptılar.
Romalılar büyüyü boş ve anlamsız, büyücüleri hilekâr ve yalancı saymakla beraber onlarda da büyücülük geniş çapta yer almıştı. Mısırlılarla Kaldelilerin büyülerinden etkilenmiş olan eski Roma, büyücülerin merkezi haline gelmişti. İmparatorlar sık sık bunlara başvuruyorlardı.
Kur’an-ı Kerim’de Sihir Kavramı
b- Bâbillilerde Büyü: Sihir ve sihirbazların tarihi, insanlık tarihinin en eski medeniyetlerinden birini kuran Keldânîler zamanına kadar uzanır. Bâbil diyarında yani bugünkü Irak’ta yaşayan Keldânîler, astronomi ve astrolojide çok ileri gitmişlerdi. Kur’ân-ı Kerim’de Sâbiîler 1178 adıyla anılan Keldânîler, bütün olayların yıldızlar âleminin etkisi sonucu meydana geldiğini iddia ediyorlardı. Onlara göre hayır ve şer, fayda ve zarar, saâdet ve bedbahtlık semâvî cisimlerden kaynaklanmaktaydı. Bu yüzden Keldânîler yıldızlardan herbiri adına putlar yapıyor, heykeller dikiyorlardı. Bu putlara, heykellere, tütsülere, çeşitli nefes ve efsunlarla yaklaşmaya çalışıyorlardı. Hayır ve salâh için Müşteri yıldızına (Jüpiter gezegeni), başkalarıyla savaşmak ya da herhangi bir yolla zarara uğratmak istediklerinde Zuhal yıldızına (Satürn gezegeni), semâvî âfetler ve salgın hastalıklardan korunmak için de Merih’e tâzimde bulunurlardı.
Keldânîlerin medeniyet merkezleri olan Bâbil şehrinin gâyet mâmur ve güzel binalarla süslü olduğuna dair tarihî bilgiler, bu kavmin mimarî ve diğer sanayi dallarında çok ileri gittiğine işaret etmektedir. Bu sihirbazlar ülkesinde Güneşten kinâye olan “Ba’l“ tanrısına mahsus Bâbil Kulesi’yle, Bâbil’in mâmur oluşuna dair birçok efsânevî rivâyet vardır. Bu dönemde halkın câhil tabakası, sihirbazların sûret ve tabiatları değiştirdiklerine, sözgelimi bir sihirbazın bir kimseyi eşek ya da köpek şekline döndürebildiğine, sonra dilediği zaman tekrar insan şekline iâde ettiğine inanmaktaydılar. Bunlara göre, bir büyücü bir yumurtaya, bir süpürgeye ya da küçük bir küpe binerek havalanabilir, uçmak sûretiyle Irak’tan Hindistan’a veya dilediği herhangi bir yere gidebilir, sonra aynı günde geri dönüp gelebilirdi.
Câhil halk tabakası bu ve buna benzer gariplikleri, kâhinlerin yıldızlara yakınlığının bir sonucu zannederlerdi. Sihirbazlar da avam tabakasının bu kanaatinden çeşitli hilelerle, yaldızlı hokkabazlıklarla faydalanırlardı. Hatta devlet başkanları ve adamları bile bunların mel’anetinden kurtulamazlardı. Görülüyor ki Bâbil halkı gök cisimlerinin ilâhlığına inanan kimseler olup yıldızların ve bütün kâinatın yaratıcısı bir İlâhın varlığını kabul etmiyorlardı. Bunların bu sakat inançlarını iptal ve ıslah etmek için Hz. İbrâhim, peygamber olarak gönderilmişti. O devirlerde Bâbil, Irak, Şam, Mısır ve Anadolu halkı bu inançtaydılar. Dahhâk ve Feridun devrine kadar böylece devam etmişti. Bâbil, Feridun’dan itibaren Keştâsip devrine kadar İranlıların hâkimiyetinde kaldı. Feridun ve onu tâkip eden dönemlerde İranlılar muvahhid idiler; Allah’ın birliğini kabul ediyorlardı. İran’ın
1178] 2/Bakara, 62; 5/Mâide, 69; 22/Hacc, 17
- 284 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yaşadığı bu tevhid devrinde, Bâbil sihirbazlarına karşı büyük bir mücâdele açıldı. Ele geçirilen kâhinler tamamen kılıçtan geçirildi.
c- Eski Mısır’da Sihir: Sihir ve sihirbazlar tarihinin ikinci bir bölümünü de Mısır’da Firavun’un sihirbazlarıyla Hz. Mûsâ arasında geçen olaylar meydana getirmektedir. Kur'ân-ı Kerim’de haber verildiği gibi 1179 Mısır sihirbazları da halka karşı esrârengiz bir şekilde göz bağcılık yaparlar, hayâlî şeyleri gerçekmiş gibi gösterirlerdi. Bunların da şarlatanlıklarını meydana çıkarmak ve halkı bunların kandırmasından kurtarıp doğru yola sevketmek için Cenâb-ı Hak, Hz. Mûsâ’yı, “asâ“ ve “yed-i beyzâ“ gibi mûcizelerle göndermişti. Hz. Mûsâ tarafından bunların bütün hile ve desîseleri ortaya konulmuştu. Kur’an’ın haber verdiğine göre, Firavun’un sihirbazları, Hz. Mûsâ’nın asâ mûcizesini hükümsüz bırakarak iptal etmek için, içleri cıva dolu iplerini ve sopalarını ortaya attıklarında, Hz. Mûsâ’nın büyük bir ejder haline gelen asâsı, güneşin harâretiyle ortada dönen içi cıva dolu ipleri, sopaları yiyip yutmuştu. Bu yüce hakikati gözleriyle gören sihirbazlar hemen secdeye kapanarak iman etmişlerdi 1180. Firavunlar dönemi geçip tevhidin şirke gâlip olmasından sonra Mısır sihirbazları da ortadan kalkmışlardı. Bunun yanında, el altından câhilleri kandırmaya çalışan sihirbazlar gibi, kılıçtan kurtulan bazı Firavun dönemi sihirbazlarının da faâliyetlerini gizlice sürdürdükleri ifade edilir.
d- Hz. Süleyman Döneminde Sihir: Kur’ân-ı Kerim’de de işaret edildiği üzere, Hz. Süleyman devrindeki sihirbazlar arasında şeytan kadar dessâs birtakım sanatçılar da vardı 1181. Bunlardan bir kısmı, her türlü bina kalfaları, ustaları, mimarlardı. Bir kısmı da deniz dalgıçlarıydı. Bunlar denizlerin dibindeki hazineleri çıkarırlardı. Ayrıca, birtakım sosyal sınıflara mensup sihirbazlar da vardı. Bu sihirbazlar bir ara çok azıtarak çıkardıkları bir ihtilâl yoluyla, Hz. Süleyman’ın tahtını elinden almaya kalkışmışlardı 1182. Bu sırada dinsizlik alıp yürümüştü. Vahiy kaynağından uzak olan bu şeytanlar, meydana gelen ve gelecek olan birtakım olaylar hakkında kulak hırsızlığıyla bazı bilgiler edinirler ve bunların arasına yüzlerce yalan karıştırarak gizli gizli yayarlardı. Buna âlet etmek için de kâhinleri seçerek, onlara telkinlerde bulunurlardı. Bazı haberleri doğru çıktıkça kâhinler bunlara güvenir, bunun yanında da binlerce asılsız şey yayarlardı. Sonunda kâhinler bunları yazdılar. Cin celbi, gönülleri etkileme hakkında çeşitli sihir ve efsun kitapları meydana getirdiler. Bu arada geçmiş ve gelecek şeyler hakkında haberlere benzer efsâneler, masallar, yalanlar-dolanlar neşrettiler. Olayları ve birtakım gerçekleri tahrif ederek insanları kandırıp yanlış yollara sevkedecek hurâfeler ortaya attılar. Bunların arasına ilmî ve hikemî şeyler karıştırarak kötü maksatlarla kullandılar. Böylece “cinler gaybı biliyor“ diye yayıldı. Bu şeytanların yalan-dolan ve iftiraları yüzünden fitne çıktı, Hz. Süleyman’ın mülkü bir müddet elinden gitti. Ancak Allah’ın yardımıyla Hz. Süleyman bunlara gâlip gelerek hepsini emri altına aldı. 1183
Saîd bin Cübeyr’in nakline göre Hz. Süleyman, sihre dair şeytanların elinde ne varsa hepsini toplattırarak bunları hazine odasındaki tahtının altına
1179] 7/A’râf, 116; 20/Tâhâ, 66
1180] 7/A’râf, 12-122
1181] 38/Sâd, 37
1182] 38/Sâd, 34
1183] Sahîh-i Buhârî Tecrîd-i Sarih Terc. 8/229-230; Elmalılı, 1/372
SİHİR / BÜYÜ
- 285 -
gömdürdü. Şeytanlar bu sihirlerin gömülü bulunduğu yere yaklaşma imkânı bulamayınca, insanlara, “Siz, Süleyman’ın cinlere, rüzgârlara ve diğer varlıklara kendisiyle hükmettiği ilmi istemez misiniz?“ dediler. Onlar da “tabii arzu ederiz“ dediler. Bunun üzerine insanlara onun gömülü olduğu yeri tarif ettiler. İnsanlar da burayı kazarak sihir kitaplarını buldular ve kullandılar. İbn İshak’ın nakline göre ise, şeytanlar Hz. Süleyman’ın vefatını anlayınca, sihrin bütün çeşitlerini kaleme aldılar ve “kim şu şu arzularına kavuşmak isterse, şöyle şöyle yapsın“ diye ilan ettiler. Her türlü sihir ve buna ait formüller tespit edildikten sonra bunları bir kitap haline getirdiler. Sonra bunu, taşı Süleyman’ın (a.s.) yüzüğüne benzer bir yüzükle mühürlediler. Üzerine de sahte olan şu ünvanı koydular: “Bu kitap, Dâvudoğlu Süleyman’ın ilim hazinelerine dair Âsaf bin Berhiyâ’nın yazdığı şeyleri ihtivâ eder.“ Sonra bunu Hz. Süleyman’ın tahtının altına gömdüler. Daha sonra İsrâiloğullarından hayatta kalanlar bu kitabı buldular ve kitapta yazılı olan şeyleri öğrenince, “Hz. Süleyman, yaptıklarını ancak bu sâyede yapmış“ dediler. Sihri insanlar arasında yaydılar. Büyü, başka hiçbir millet arasında yayılmadığı kadar yahûdiler arasında yayıldı.
Yukarıda kaydedilen Saîd bin Cübeyr’den nakledilen ve Hz. Süleyman’ın muhîtinde yaygın olan sihir ve efsunları toplattırıp tahtının altına gömdürdüğüne dair rivâyet sahih olmamalıdır. Çünkü Hz. Süleyman’ın bunları gömdürmesi değil; yaktırması veya suya attırarak imhâ ettirmesi gerekirdi. Bu durumda da daha sonraki dönemlerde sihir tatbikatından veya buna benzer rivâyetlerden bahsedilmesi icap ederdi. Bu sebeple, Hz. Süleyman’ın vefatından sonra sihrin bütün çeşitlerinin kaleme alınıp iftira yoluyla ona isnat edildiğinden bahseden İbn Abbâs rivâyeti daha sahih gözükmektedir.
Sonuç olarak, Mısır’dan beri İsrâiloğulları arasında sihir ve hokkabazlık meçhul değildi. Fakat bu sefer başka bir renk almıştı. Bir taraftan Hz. Süleyman’ın devleti aleyhinde siyasî ve sosyal entrikalar takip edilmiş, diğer taraftan onun dünyayı teshir eden ilmi diye, onun adına bazı iftiralar ortaya atılmak istenilmişti. Bunun için İsrâiloğulları ona bir peygamber olarak değil; sihirbaz bir hükümdar nazarıyla bakmaktaydı. Yahûdiler, devletlerini kaybettikten sonra, milletler arasında gizli yollarla bu çeşit neşriyatı yaymaktan ve hüner şeklinde hokkabazlık yapmaktan geri kalmadılar. 1184
e- Hz. Peygamber Döneminde Büyü: Hz. Peygamber gelince Tevrat’tan bahsetti. O zaman yahûdiler dönüp Hz. Peygamber’le mücâdeleye başladılar. Sonunda, “nübüvvet yoluyla mücâdele edemeyeceğiz, ne yapsak Cibrîl O’na haber veriyor“ dediler. Bu yüzden Cebrâil’e (a.s.) düşman oldular. 1185
Tevrat’ı da arkalarına atarak sihir ve iftira yoluna saptılar. Hâlbuki Tevrat, sihri yasaklamış, sihirbaz kadın ve erkeklerin öldürülmesini emretmişti. 1186
Bu dönemde yahûdiler, “Süleyman, Muhammed’in (s.a.s.) dediği gibi bir peygamber değildi. Sihirbaz bir hükümdardı. Büyülerini mûcize gibi gösterirdi“ diye iftiralar ortaya attılar. Sihir küfür olduğu için, yahûdilerin bu sözlerine göre, Hz. Süleyman’ın da hâşâ kâfir olması gerekiyordu. Bu yüzden Kur’ân-ı Kerim’de
1184] Elmalılı, Eser Y. c. 1, s. 440; Tecrîd-i Sarih Terc. 8/230-231
1185] 2/Bakara, 98
1186] Bkz. Tevrat, Çıkış 22/18; Levililer, 20/27
- 286 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Allah Teâlâ, Hz. Süleyman’ın değil; şeytan sihirbazların küfrettiğini bildirdi. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmuştur: “Süleyman’ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların söylediklerine tâbi oldular. Hâlbuki Süleyman kâfir olmadı (Büyü yapmadı ve ona inanmadı). Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri (büyü ilmini) ve Bâbil’de Hârût ve Mârût’a indirileni öğretiyorlardı...“ 1187
Bununla da yetinmeyen yahûdiler, Hz. Peygamber’e sihir yapmaya kalkıştılar. Kaynaklarımızda yer alan bazı hadis rivâyetleri, yahûdi Lebîd bin el-A’sam’ın Hz. Peygamber’e zarar vermek maksadıyla sihir yaptığını belirtir. 1188
f- Eski Türklerde Büyü: Çeşitli Türk kavimlerinde büyü, kehânet, falcılık, cincilik vardı. Şaman, Türklerde “kam“ kelimesiyle ifade edilirdi. Kam; ruhlar, tanrılar ve cinlerle ilişki kurabildiğine inanılan kimse idi. O afsun (arvaş) ve büyü yapar, afsunlu sözler söyler, kâhinlik (ırk) yoluyla insanın içinden geçenleri bilir, gâipten haber verir, cin çarpmasını ve hastalıkları tedâvi ederdi; anlaşılmayan afsunlu sözler söyler, üfürür, davul döver, kendinden geçerek görünmeyen varlıklarla ilişkiye girerdi. Kam ve üfürükçüye (afsuncu, arbağçı) “ürüng“ denilen bir ücret verilirdi. Eski Türklerde çocuklar, cinlere ve göz değmesine karşı ilaçla afsunlanırdı. Yine göz değmesine karşı bağ, bostan ve bahçelerde korkuluk (abakı) ve nazarlık (kösgük) dikilirdi. Cin çarpan kimsenin yüzüne soğuk su serpilir, sonra “kovuç kovuç“ (kaç kaç) denilerek üzerlik ve öd ağacıyla tütsülenirdi. “Kovuz“ (Oğuzlar’da “kovuç“), cin çarpmasına karşı afsun, üfürük olarak söylenirdi. “Yel“ cin, “yelvi“ büyü, “yelviçin“ büyücü anlamında kullanılırdı. Orta Asya Türk lehçelerinde “arbağ“ da büyü anlamına gelirdi. Yılanı ininden çıkarmak yahut zehrini gidermek için yılan afsunu okunurdu. Dudaklardaki uçuk kötü bir ruhtan bilinir, özel bir törenle afsunlanarak tedâvi edilir, buna “uçuklama“, tedâvi edene de “uçukçu“ denirdi. Havayı etkileyerek yağmur, kar ve dolu yağdırmakta kullanılan afsunlanmış taşa “yada“, “cada“ ve “yat“ gibi isimler verilmiştir. Kaşgarlı Mahmud “yat“ı taşlarla yağmur ve rüzgâr getirmek için yapılan büyücülük şeklinde târif eder. 1189
Eski Türkler atın boynuna nazarlık olarak “moncuk“ denilen bir taş ve bir çeşit muska takarlardı. Başkırtlar hastalığı tedâvi etmek veya korkuyu yatıştırmak için kurşun eriterek hastanın başında bulunan kap içindeki suya döker ve bu sudan hastaya içirirlerdi. Kurşun döken kadın, kurşunun suda aldığı şekle bakarak hastalığın sebebini söylerdi; sudan alınan kurşun hastanın elbisesinin göğsüne muska olarak dikilirdi. İslâm’dan önceki Türk boylarında her türlü belâ ve âfetlere karşı koruyucu etkisine inanılan muska-tılsım âdeti yaygındı. 8-14. yüzyıllar arasında Doğu Türkistan’da, aralarında Budist ve Maniheist Türklerin de yaşadığı bölgede yapılan arkeolojik kazılarda tılsım-muskalar (üzerinde afsun formülleri yazılı levhalar, tahta materyal) bulunmuştur. Budist Uygurların dinî kitaplarında da tılsım şekillerine rastlanmıştır. Budist Türklerin dinî eserlerinde “tılsım-muska“ anlamına gelen “vu“ kelimesi Çincedir. Bu kelimeyi onlara Çinli Budist râhipler öğretmişlerdir. Türkler müslüman olduktan sonra “vu“ yerine “bitig“ (yazı) kelimesini kullanmışlardır.
1187] 2/Bakara, 102
1188] Buhârî, Tıb 49, Edeb 56, B. Halk 11; Müslim, Selâm 43; İbn Mâce Tıb 45, hadis no: 3545; Ahmed bin Hanbel, Müsned 6/57, 63, 96; Ali Osman Ateş, Kur’an ve Hadislere Göre Cinler-Büyü, s. 213-220
1189] Dîvânü Lugati’t-Türk Tercümesi, I/159
SİHİR / BÜYÜ
- 287 -
10. yüzyılda Türk boylarının büyük kitleler halinde müslümanlığı kabul etmelerinden sonra da İslâm’ın şiddetle yasaklamasına rağmen büyü-sihir, İslâm’dan önceki devreden kalan âdetlerle, ayrıca eski İran, Mezopotamya, Mısır ve nihâyet Anadolu kültürlerindeki katkılarla günümüze kadar varlığını sürdürebilmiştir. Türklerin müslüman olmaları sırasında bu geniş âlemin kamları, budist ve maniheist râhipleri yeni dinin yayılmasını önleyemeyince eski geleneklerini yaşatmak ve meslekî çıkarlarını korumak için kendi hurâfelerini başka milletlerden öğrendikleri âdet ve inançlarla birleştirip bunlara biraz da dinî bir görüntü vererek cincilik, üfürükçülük, muskacılık ve afsunculuğa yeni bir şekil kazandırmışlardır. Böylece eski kam ve râhip geleneğini yürütenlerin artık “muazzim“, “muskacı“ ve “hoca“ adını aldıkları, eski afsun geleneğine dinî-İslâmî bir veche vermek niyetiyle Kâbe, levh-i mahfûz, arş, kürsî, zemzem vb. terimleri, Kur’an’dan bazı âyet ve sûreleri büyü unsuru veya malzemesi olarak kullandıkları görülmektedir. Doğu Türkistan azâimcileri (muskacı ve cincileri), mesleklerinin Hz. Fâtıma’ya dayandığını ispat etmek için Risâle-i Perîhân adıyla kitap yazmışlardır.
Aslında Mezopotamya, İran ve Mısır büyü geleneklerinin karışımı olan bu telâkkî, Anadolu’da eski putperest dinlerin ve hristiyanlığın da dâhil olduğu kültür etkileriyle daha çok çeşitlendi. Bütün bu gelişmelerin ortaya çıkardığı kitap ve risâlelerde düşmanı öldürmek, malını mülkünü yok etmek, servet ele geçirmek, birinin gönlünü çalmak, sevdirmek, soğutmak, ayırmak, ara bozmak, sidikliği, cinsî gücü, dili, uykuyu bağlamak, sevilmeyen kimsenin başına cinleri mûsâllat etmek, ağır hastalıklara düşürmek gibi kara büyü; çocuk sahibi olmak, hırsızı yakalamak, kaçanın geri gelmesini sağlamak, bol ürün almak, yolculukta sıkıntı ve belâ ile karşılaşmamak gibi maksatlarla yapılan ak büyüden temas ve taklit büyülerine, nazar ve doğal âfetlerden korunmak için yapılanlardan muska, tılsım, afsunlara kadar çok çeşitli uygulamalar bulmaktaydı. Eski Mısır geleneğinden kalma afsunlara itimat telkin etmek için Kur’an’dan âyetler, esmâ-i hüsnâ, çeşitli duâlar vb. dinî metinler de karıştırılmıştı. Eski Mısır tılsımlı sözleri, eski Yunan Pisagor rakamları yahûdilerin “kabala“ denilen mistik rakamsal sistemleri yahûdi geleneğinden aktarılarak ve yer yer İslâm maskesi takılarak müslümanların dünyasına (maalesef) girmiştir.
Şimdiki Türklerde: Hâlen Türkiye’nin çeşitli yörelerinde değişik uygulamalar içinde büyü geleneği varlığını sürdürmektedir. Hunlar’dan günümüz Türk toplumlarına kadar uzun bir gelişme çizgisi takip eden büyü, bugün Türkiye’de genellikle kötü niyetle yapılmaktadır. Karı koca veya başka kişilerin arasını açmak, insanın bazı kabiliyetlerini, dilini, bahtını, cinsî gücünü, idrarını bağlamak, sakatlamak, uyutmamak, malına, canına, hayvanına zarar vermek, kız kaçırmak, kız veya erkeklerin bahtını bağlamak, kadının gönlünü çalmak gibi kötü niyetli kara büyü yanında; kişinin kendisini, âilesini, mal mülkünü koruma gâyesine yönelik ak büyü örnekleri de görülmektedir. Taklit ve temas büyüsü örnekleri de vardır. İçinde tılsımlı yazılar, şekiller, âyetler, duâlar bulunan muskalar, muhabbet ve şifâ maksadıyla, düşmanlık, cin, hasım ve benzerinden korunmak için muskacılara yazdırılır. Karı-koca, baba-oğul, gelin-kaynana, iki kardeş vb. arasını açmak için yazdırılan muskaların birçok çeşidi vardır. Büyü türlerine ve çeşitli yörelere göre değişen büyü maddelerinden en çok kullanılanları, başta muska olmak üzere saç, elbise parçası, tırnak, sabun, iğne, resim, ip, tesbih, çakı, kilit, düğme, at nalı, kazık, demirci örsü, kurşun, demir, bakır vb. maden parçası,
- 288 -
KUR’AN KAVRAMLARI
toprak, yumurta, koyun işkembesi, horoz kanı, sıpa dili, bal mumudur. Bu tür büyülenmiş nesnelerin saklanıldığı veya konulduğu yerler arasında boyun, koltuk altı, cep, yatak veya yastık altı, kapı eşiği, ocak arkası, merdiven dibi, kör kuyu, mezar gibi yerler sayılabilir. 1190
Büyünün Çeşitleri
Amacı ve Hedefleri Açısından Büyü Çeşitleri:
1- Ak Büyü (Koruyucu Büyü): Genel olarak ferdin veya toplumun iyiliği için yapıldığı kabul edilen büyüdür. Kuraklık, yaralanma, mal ve mülkün zarara uğraması, hastalık gibi felâketlere karşı, ayrıca çocuklara ve loğusa kadınlara zarar veren şeylere çare bulmak veya bunları önlemek için yapılan koruyucu büyü de ak büyü sayılır. Bu büyüde, içinde bulunulan toplumun dininden, ya da bu büyüyü yapanın kendisini nisbet ettiği din veya din adamından, duâlardan ve dinî metinlerden faydalanılır. Tekniği, kısmen büyünün taklit ve temas tarzlarıdır. (Her ne kadar, bu çeşit büyüler halk arasında kabul görüyor, hatta bu işi yapanlara papaz veya hoca deniyorsa da, İslâm gibi büyüyü yasaklayan bir dinin, din istismarına ve insanları kandırmaya yönelik bu tür faâliyetleri hoş gördüğü düşünülmemelidir.)
2- Kara Büyü: Ak büyünün aksine, birine kötülük yapmak, zarar vermek gâyesiyle yapılan büyülere kara büyü denir. Kişileri birbirinden ayırmak, evlilerin boşanmasını sağlamak, cinsî kudreti önlemek (arada soğukluk sağlamak, erkekliği bağlamak), hasta etmek, sakat bırakmak, hatta öldürmek gibi kötü istekler kara büyünün gâyeleri içindedir. Bütün bu istekler, dinî ilkelere aykırı olduğu halde kara büyü yapanlar, bile bile bazı kutsal değerleri, nesneleri, metinleri araç olarak kullanırlar. Uygulama tekniği, genellikle taklit ve temas yoluyladır.
3- Aktif Büyü: Bu büyüyü yapan, tabiat olaylarını yönetim ve denetimi altına alarak güçlü irâdesiyle onları dilediği gibi kullanabildiğini iddiâ eder. Kendisinin parapsikolojik bir hayatı olduğunu telkin eder; özel bazı sözleri, tekerlemeleri, duâ veya bedduâları ile büyüyü hazırlamak için elverişli bir durum meydana getirmek ister. Meselâ Güney Afrika’da yaşayan Zulu kabilesi mensupları, kızgın kömür üzerine su dökülmesiyle yapılan büyünün fırtınayı önlediğine inanırlar. Kötü ve zararlı olayları önlemek, uğursuzluktan korunmak, insanların zararlarından kaçınmak için bu büyüye başvurulur. (Tabii ki, İslâm’a göre iyi niyetle de olsa büyünün hiçbir çeşidine meşrû, helâl veya mubah olarak bakılamaz.)
4- Pasif Büyü: Genellikle savunma ve korunma için yapılır. Kutsal yazı, bıçak, makas, mavi boncuk ve çeşitli nazarlık eşyalar bulundurularak büyücülerin bazı faâliyetleriyle gebe ve lohusaların zararlı etkilere karşı korunması bu büyü içinde kabul edilir. Büyücü bu maksatla o kişinin muska ve uğurluklar gibi okunmuş veya hazırlanmış bazı şeyleri taşımasını ister. (Câhil müslümanlarda da görülen bu tür nazarlık ve şans getirdiğine inanılan uğurlukların şirk olduğu unutulmamalı, her çeşit muskadan da kaçınılmalıdır.)
5- Temas Büyüsü: En çok yapılan büyü şekillerindendir. Frazer, birbiriyle ilişkisi bulunan şeylerin fizikî temas olmasa bile birbirlerini etkileyeceklerini belirtir. Ona göre büyü ile ilgili gücün temasla, yakınlıkla bir başkasına geçtiğine
1190] H. Tanyu, TDV. İslâm Ans. 6/503-505
SİHİR / BÜYÜ
- 289 -
inanılmıştır. Temas büyüsünde temas esas olduğundan parça-bütün ilişkisi inancıyla bir kimsenin saçından alınan bir kıl, elbisesinden koparılan bir bez parçası, bir tırnak ucu, kopartılan bir iplik parçası gibi şeylerle bu büyü yapılır. Temas büyüsünün genellikle kişinin iyiliği için yapıldığı değerlendirilse de, bazen bir kötülüğü uzaklaştırmak veya zarar vermek için de buna başvurulabilmektedir.
6- Taklit Büyüsü: Pek çok yerde uygulanmaktadır. Bir şeyin taklidini yapmakla o şeyin esasını etkileme, taklit yoluyla istenilen sonucu elde etme esasına dayanır. Bu büyünün temeli, Frazer’in benzerin benzeri meydana getirdiği şeklindeki ilkesine dayanır. Aynı zamanda analoji büyüsü, homeopatik büyü de denilen bu büyüye hem iyi hem de kötü gâyeler için başvurulur. Bu büyü şeklinde çocuk isteyenlerin bezden bebek, ev isteyenlerin de ufak taşlarla bir ev yapmaları, benzerin benzer şeyler meydana getirebileceği inancından kaynaklanır. Yağmur yağdırmak için bir genç kızın yeşil dallarla donatılıp başından su dökülmesi de (Balkanlar’da) bir taklit büyüsüdür. Bu büyü çeşidinde duâlar ve okumalar ikinci planda kalır. Gerek taklit, gerekse temas büyüsü, birbirlerinden uzak şeylerin gizli bir sempati ile birbirlerini etkilediklerini, bir çeşit gizli ve görünmez vâsıta ile uyarmanın birinden ötekine geçebildiğini ifade etmek üzere “sempatik büyü“ şeklinde de adlandırılır. 1191
Sihrin Türleri (Hangi Yollarla Sihir Ortaya Konulur?)
Sihirle ilgili hemen tüm yazarların ve müfessirlerin sihrin nevîleri konusunda referans gösterdiği Fahreddin Râzî, sihrin hangi yollarla yapıldığını açıklayarak sihrin sekiz çeşit olduğunu belirtir:
1- Semâvî kuvvetlerle yere ait güçleri birbirine karıştırarak yapıldığı söylenilen ve tılsım adı verilen şeylerdir ki, bunlara Keldânî (Bâbil) sihri denilmektedir. Keldânîler, gök cisimlerine büyük kuvvetler atfederek bazı rakamların özelliklerinden ve tılsımlardan yararlanmak için onlara taparlardı. Bunlar, büyücülüğün ve kâhinliğin sırrını bilmekle ün yapmışlardı. Bu kavim Sâbiîler adıyla bilinmekte olup Hz. İbrâhim bunların yanlış inançlarını iptal için gönderilmişti. Bu sihirde, tabîiyat ile rûhiyatın eski zamanlarda keşfedilmiş, birbirine karışmış bazı garip özelliklerinin tatbik edildiği sanılmaktadır. Hz. Peygamber, yıldızlarla ilgili bilgilerin sihir yapmada kullanılmasını kesin biçimde yasaklamıştır. 1192
2- Evham ve güçlü ruh sahiplerinin büyüsü. Bunlar, insan ruhunun arınıp temizlenmesiyle bazı güçler kazanacağına, kendi vücudunda olduğu gibi, başka bedenler üzerinde de etki yapabileceğine inanırlar. Bunun için sırf başka varlıkları buyruk altına almak maksadıyla uzlete çekilir, çeşitli riyâzetler yaparlar. Beden terbiyesinde olduğu gibi ruh terbiyesinde de birçok faydalı hususlar olduğu açıktır. Bu, bir derecede ilâhî bir ihsan olabilirse de, bunu sanat kazanma yoluyla elde edilebilir sanmak bir evhamdır. Fakat birtakım kimseler, riyâzât, havas, rukye, uzlet vs. gibi bazı yollara başvurarak ruh ilminin bazı garip olaylarıyla uğraşırlar ki, manyetizma, hipnotizma, Hindistan’daki fakirizm bu gruba dâhildir. Sihrin en aldatıcı ve tehlikeli kısmı da budur.
3- Yere ait ruhlardan, yani cinlerden yararlanılarak yapılan sihirdir. Azâim
1191] 7- H. Tanyu, Şamil İslâm Ans. a.g.e. 6/502
1192] Ebû Dâvud, Tıb 22; hadis no: 3905; İbn Mâce, Edeb 28, hds no: 3726; Ahmed bin Hanbel, I/227, 311
- 290 -
KUR’AN KAVRAMLARI
veya cincilik denilen şey budur. Yere ait ruhlarla ilişki kurmak, semâvî ruhlarla yani meleklerle münâsebet kurmaktan daha kolay olmalıdır. Filozoflar cinleri inkâr etmemiş, fakat yer ruhları “ervâh-ı arziyye“ adıyla anmışlardır. Ancak insanların bunlarla belirli şartlar ve sebepler altında irtibat kurup kuramayacakları ilmî bir şekilde incelenirse, kesin olarak bunun mümkün olduğuna hüküm olunamaz. Fakat bundan dolayı, cinlerle irtibat konusunu inkâr etmemek gerekir. Bugünkü ispiritizmacıları (ruh çağırma seansları düzenleyen kimseleri) cincilerden sayabiliriz. Sihrin en meşhur bölümü, kaydedilen bu üç grupta toplanmaktadır.
4- Hayâli hakikat göstermek, el çabukluğu, göz bağlamak şeklinde yapılan sihirlerdir (İllusion). Bunlara sihirden çok hokkabazlık, şa’beze adı verilmektedir. Bunların aslı, duyu organlarının aldatılmasıdır. Bu, tıpkı vapurda giden kimsenin sâhili hareket ediyor gibi görmesidir. Buna Arapça “âhız bi’l-uyûn“, yani göz bağcılığı denilir. Göz bağcılığın, daha gizli olan ruhsal birtakım etkilerle ilgisinin bulunması da mümkündür.
5- Bazı âletlerden yararlanılarak birtakım acâyip şeyler göstermek sûretiyle yapılan sihirdir. Firavun’un sihirbazlarının bu tür büyücüler olduğu sanılmaktadır. Rivâyet edildiğine göre bunlar, özel sûrette yaptırdıkları değneklerin ve iplerin içine cıva doldurmuşlar, hünerlerini gösterecekleri alanı da daha önce alttan ateş yakarak ısıtmışlardı. Bu ipleri ve değnekleri halkın gözünde toprağın üzerine atınca, alttan ateşin, üstten güneşin tesiriyle cıva genleşmiş, bundan dolayı ipler ve değnekler kımıldamaya başlamıştı. Halk da bunları hareket ediyor sanmıştı. Böylece Firavun’un sihirbazları bâtılı gerçekmiş gibi göstermeye kalkışmışlardı. Zamanımızda teknik ve fennin gelişmesi sebebiyle bunlara birçok örnek verilebilir. Günümüzde sihirbazlar, teknolojiden yararlanarak gösterilerinde daha çok özel âletler kullanırlar.
6- Bazı ilâçlar, ya da bazı cisimlerden yararlanılarak yapılan sihirlerdir. Büyü yapılacak kimseye esrar, morfin gibi şeyler içirmek sûretiyle aklı çelinir. Hasan Sabbah’ın, kendisine bağladığı özel cemaatini (haşhâşîleri) uyuşturucular kullandırmak sûretiyle etkilediği tarihî örneklerden biridir. Dışkılar, kadavra parçaları, kan ve cinsiyetle ilgili her çeşit nesne sihirbazın kullandığı şeylerdendir. Bunların bir özelliği de dinen pis sayılan şeyler olmalarıdır. Meselâ necis olan pisliği, büyücü ilaç olarak kullanır. Ayrıca, büyülenecek kişinin vücudundan alınacak herhangi bir şey, saç teli, tırnak vs. de sihir yapımında kullanılır.
7- Dinleyicileri yaldızlı sözlerle kandırarak, onların gönüllerini çelmek sûretiyle yapılan sihirdir. Bu çeşit büyüde sihirbaz şarlatanlık yapar, çeşitli şekillerde kendini metheder, karşısındakini kendine celbeder, muhâtabının hislerine etki ederek yapacağını yapar. “İsm-i Âzam bilirim“ der, “cin çağırırım“ der, duruma göre hünerden, sanatından, kudretinden, kerâmetten, nüfuzdan, ticaret ve menfaatten bahseder; sonunda karşısındakini dolandırır. Kalp çelmenin etkisi çeşitli ve büyüktür. En âdîsinden en mahâretlisine kadar dolandırıcılığın çeşitleri, sihrin çoğu, ya da hepsi bununla ilgilidir, denilebilir.
8- Söz taşıyarak, kovuculuk (nemmamlık ve gammazlık) yaparak insanları birbirine düşürmek, böylece kendi hesabına çıkar sağlamak da büyü kapsamındadır. Bunlar, yalan haberler, iftiralar, dolaylı ve vasıtasız tahrikler, telkinlerdir ki,
SİHİR / BÜYÜ
- 291 -
sihrin halk arasında en yaygın olan kısmıdır. 1193
Büyü yapmak isteyen sihirbazların, Allah’ın yasakladığı birtakım fiilleri işleyerek şeytan ya da cinlere yaklaşmak istedikleri nakledilegelen hususlardandır. Tarih boyunca bu tür kimseler yıldızlara taparak, Allah'a şirk koşarak, şeytanı övüp ona tapınarak şeytanın yardımını temin etmeye çalışmışlardır. Şeytanın da pislikte, şerde, fenalıkta kendisine en uygun olan kimseleri dost edindiği muhakkaktır. Ancak şeytanın, tevhid ehli mü’min kullara karşı, bu tür müşrik ve müflis insanlara yardımı ne kadar tesirlidir? Bunlar, Allah’ın iyi kullarına zarar vermeye muktedir olabilirler mi? Hemen kısaca cevap verelim ki, şeytan ve yandaşları Allah ve Rasûlü’nün yolundan gidenlere, Kur’ân-ı Kerim’e sımsıkı sarılanlara hiçbir şekilde zarar veremezler. Bu husus, Kurân-ı Kerim’de haber verilmiştir. 1194
Buraya kadar kaydedilen hususlardan sihrin başlıca iki kısma ayrıldığını görmekteyiz. Birinci kısım, sırf yalan-dolan ve kandırmacadan ibaret olan söz ve fiillerle ortaya atılan büyü çeşididir. İkinci kısım da az çok var olan bir gerçeği sûiistimal ederek yapılan sihirlerdir. Cinlerle ilgili olarak, yukarıdaki sekiz maddelik sihir çeşitlerinden üçüncü sırada yer alan bölüm, önemlidir. Diğer gruplarda yer alan sihir çeşitlerinin günümüzde artık astronomi, astrofizik, kimya, fizik, biyoloji, tıp, eczacılık vs. gibi müspet bilimlerle, edebiyat, psikoloji, parapsikoloji, hitabet ve sosyoloji bilimlerinin meşguliyet alanına girdiği de bir gerçektir. Bilim ve fennin, düşüncenin gelişmesiyle artık günümüzde insanlar, geçmişte sihir olarak adlandırılan, halkın kandırılmasına vesile kılınan birçok olayın sebebini bilmekte, bunların açıklamasını yapabilmektedirler. Haberleşme araç ve gereçlerinin son derece yaygınlaştığı günümüzde artık insanlar, duydukları her şeye körü körüne inanmamakta, bunların aslını ve gerçeğini araştırmaktadırlar.
Yine günümüzde halk, sihirbazların yaptıkları çoğu şeyin duyu organlarının yanıltılmasına dayandığını, kendisini seyreden ya da kendilerine program yaptıranların verdikleri para olmadan sihirbazların, büyücülerin karınlarını bile doyurmaktan âciz olduklarını bilmektedirler. Geçmişte sihir ya da büyü olarak takdim edilen pek çok olay, artık müsbet bilimlerin ilgi alanına girmiş, sebebi, mâhiyeti, sonucu açıklanabilir konuma gelmiştir. Yukarıda saydığımız sihir çeşitlerinin ikinci grubu olan güçlü ruh sahiplerinin büyüsüyle ilgili olarak müfessirlerin kaydettiği bazı hususlar vardır ki günümüzde bunları kabul etmek, pek mümkün görünmemektedir. Meselâ bu gruba giren güçlü ruh sahibi kimsenin, kendi bedeninin dışında etki edebilecek kadar irâdesinin güçlendiği, eşyada, hayvanlarda, insanlarda kendi vücuduymuş gibi tasarruf yapabildiği, dilediği zaman başkalarının bünye ve şeklini değiştirebildiği, insanı öldürecek, diriltecek ya da sözgelimi eşek haline getirebilecek hüner elde edebildiği, havada uçup suda yürüyebildiği ileri sürülmektedir.
Artık çağımızda, bir eşyaya ya da insana dokunmadan, ya da belli fizikî kanunlara göre çalışan araçların yardımı olmadan uzaktan etki etmenin mümkün olduğunu ileri sürmek çok güçtür. Bu husus, son derece tartışmaya müsâit bir konudur. Biyoenerji olayında olduğu gibi, makul bilimsel bir açıklaması mevcut olmalıdır. Bir eşyayı dokunarak kaldırabilir, yerini değiştirebilir, ya da imha
1193] Fahreddin Râzî, Tefsîr-i Kebir (Mefâtuhu’l Gayb) Terc. c. 3, s. 266-273; Elmalılı, c. 1, s. 367-369; A.Osman Ateş, a.g.e. s. 221-224
1194] 14/İbrâhim, 22; 15/Hıcr, 42; 16/Nahl, 99; 17/İsrâ, 65
- 292 -
KUR’AN KAVRAMLARI
edebilirsiniz. İnsan da buna dâhildir. Ancak, günümüzde onlara uzaktan tesir etmenin, zarar vermenin, ya da imha etmenin yolları bellidir. Ya top-tüfek vs. atarsınız, ya uçakla, füzeyle bombalarsınız, ya da lazer vs. gibi ışınlarla çalışan silâhlar geliştirerek elinizi dokunmadan hedefiniz olan varlığı imha edersiniz. Veya o eşya ya da canlı ışınlarla bombardımana tâbi tutarsınız. Onu hasta eder veya ölümüne sebep olursunuz. Uzaktan kumandalı bombalarla, evinde oturan birini, uçakta veya arabasında yolculuk yapanları havaya uçurabilirsiniz. Geçmişte sihir olarak nitelendirilebilecek bu olayların hemen hepsinin bilimsel bir açıklaması mevcuttur. Eğer insanları uzaktan büyü ve sihir yoluyla öldürmek mümkün olsaydı, dünyanın dört bir yanına dağıtılmış, sürülmüş, katliama soykırıma uğratılmış yahûdiler, sihir işlerini en iyi bilen bir millet olarak bunu düşmanlarına tatbik eder, onların baskı ve zulümlerinden kurtulurlardı. Hâlbuki tarih bize bunun aksini söylüyor.
Bu açıdan sihir yoluyla insanlara zarar vermek, onları öldürmek hususundaki iddialar, düşmanlarından savaş vs. yollarla doğrudan intikam alamayan, onların karşısına çıkamayan, ezilmiş, mağlup olmuş zavallı kişi ve toplumların, hasımlarının kalbine korku salmak, onların zararlarından emin olmak maksadıyla çaresizlik içinde başvurdukları, sığınıp teselli aradıkları bir husus olmalıdır. Yukarıda da belirtildiği gibi, sihir ve büyünün İsrâiloğulları, Süryânîler gibi güçsüz toplumlarda, ilkel kabilelerde yayılması, Mısır’da, İran’da Bâbil’de tevhid devirlerinde yasaklandığı için el altından gizli gizli devam etmesi, bu görüşümüzü destekleyen hususlardandır.
İnsana hayat vermek, ya da onu öldürmek, ancak Cenâb-ı Hakk’ın irâdesiyledir. Bu iş, Allah’ın elindedir ve O’nun emriyle meydana gelmektedir. İnsanların ya da başka nesnelerin bu hususta, sebep olmaktan öteye bir fonksiyonu yoktur. Bu konularda insan diler, Allah da onun sonucunu yaratır. Bu sebeple, öldürmek maksadıyla bir insana ateş eden kimse de, Allah dilemedikçe karşısındakini öldüremez. Kurşun seker, isabet etmez, öldürücü şekilde yaralayamaz vs. sebeplerden dolayı kişi bu arzusuna erişemez. Öldürme ve diriltmenin Allah'a ait olduğuna dair birçok âyet vardır. Meselâ: “Doğrusu, dirilten ve öldüren Biziz. Hepsinin gerisinde de Biz kalırız.“ 1195
Kısacası herhangi bir zahmet, tehlike ya da gayret ve çalışmaya girmeden oturduğu yerden büyü yaparak bir kimsenin hasımlarını bertaraf etmesi, imha etmesi sözkonusu değildir. Bu, “sünnetullah“a, Allah’ın kâinata koyduğu değişmez tabiî kanunlara ve irâdesine aykırıdır. İnsanlar açısından bu, mümkün de değildir. Eğer böyle bir şey mümkün ve câiz olsaydı, Hz. Peygamber, düşmanlarıyla savaşa çıkmaz, ordular tertip etmez, müslümanlar kendilerini tehlikeye atmaz, şehid vermezlerdi. Hasımlarını daha kolay ve zahmetsiz, tehlikesiz olan bu yolla ortadan kaldırmaya çalışırlardı. Yahûdiler, hristiyanlar, müşrikler, münâfıklar, İslâm düşmanları da bu yolla Hz. Peygamber’i, sonraları müslümanların liderlerini, komutanlarını ortadan kaldırmaya muvaffak olurlardı. Hâlbuki böyle bir şey sözkonusu olmamıştır. Hz. Peygamber, düşmanlarının karşısına silâhıyla, ordusuyla çıktığı gibi, düşmanları da O’nun karşısına silâhlarıyla, askerleriyle çıkmışlar ve çarpışmışlardır.
Sihirbazların, eşyaların şeklini değiştirebildikleri, bir insanı eşek yapabildikleri
1195] 15/Hıcr, 23
SİHİR / BÜYÜ
- 293 -
iddiası da artık günümüzde komik kabul edilen bir husustur. Bunun mümkün olamayacağını herkes bilir. Bir canlının anatomisini değiştirmek, onu başka kılıklara sokmak, onun hayatına son vermek demektir. Bu, Kur’an’da “mesh“ diye bahsedilen olaydır ki, bunun gerçekleşebilmesi, ancak Cenâb-ı Hakk’ın kudreti dâhilindedir. Allah’tan başka varlıkların, kendileri de âciz birer varlık olan sihirbazların bunu yapabilmesi mümkün değildir.
Günümüzde, artık havada uçmanın, denizde yürümenin de orijinal bir tarafı, sihir diye nitelendirilebilecek bir yönü kalmamıştır. Sıradan insanlar bile biraz pilotluk eğitiminden sonra uçabilmekte, kanat, ya da paraşüt takarak tehlikesizce aşağılara süzülmekte, ayağına deniz paleti takan herkes bir motorun arkasından iple tutunarak denizin üstünde süratle kayabilmektedir. Bunların, tabiatta mevcut olan birtakım denge kanunlarına bağlı olduğunu da herkes idrâk etmektedir. Bu açıdan, biz burada, cinlerle irtibat kurmak sûretiyle yapıldığı iddia edilen büyüler üzerinde duracağız. 1196
Büyünün Etkisi Var mıdır?
Sihir ya da büyünün insanlık tarihinde fiilen var olduğu, Bâbil döneminden beri bilinip bazı çeşitlerinin uygulandığını biliyoruz. Ancak, sihirbazlar, büyücüler tarafından çeşitli maksatlarla yapılarak bazı etki ve sonuçları iddia edilen, kendilerine diğer insanlardan üstünlük, ayrıcalık, maddî-mânevî çıkar sağladığı görülen sihir ya da büyünün insanlar veya eşya üzerinde gerçekten tesiri var mıdır? Bu soruya tarihten bu yana açık, net ve kesin bir cevap üzerinde uzlaşılamadığı görülmektedir. Sihrin çeşitlerinden bahsedilen bölümde sonuç olarak sihrin başlıca iki kısma ayrıldığını, bir grubun sırf yalan-dolan, üçkâğıtçılık, göz boyama ve el çabukluğu, göz bağcılığı türünden şeyleri içerdiğini, diğer grubun da bilimsel, teknolojik bazı gerçeklere dayandığını ve bu bilimsel gerçeklerin istismar edilmesi sûretiyle ortaya konulan bazı olayları kapsamına aldığını belirtmiştik. Bu durumda birinci grup sihir ya da büyünün hiçbir şekilde gerçekle ilgisi olmadığı ortaya çıkmaktadır. İkinci grup sihirde ise, bazı bilimsel gerçekler yer almakta, eşya ya da Allah’ın tabiatta yarattığı bazı kanunların özellik ve inceliklerinden yararlanıldığı, bunların kötü maksatlarla kullanılarak şirk ve küfre âlet edildiği görülmektedir. Bu açıdan, birinci gruba giren ve aslı olmayan, yalana-dolana dayanan sihrin herhangi bir tesirinin olmayacağı açıktır. İkinci gruba giren sihirlerin birtakım bilimsel gerçekleri içinde barındırdığını belirten bazı âlimler, bu çeşit büyülerin tesir edebileceğini söylemişlerdir.
İslâm, sihirle uğraşmayı, büyü yapmayı şirk ve küfür derecesinde bir fiil saymış, bu konuda çok şiddetli bir tutum sergilemiştir. Bu açıdan, sihir ya da büyü kitaplarında yer alan ve az çok bilimsel bir gerçeği olduğu ileri sürülen, insanlara ve eşyaya tesir ettiği iddia olunan bu sihirlerin hurâfe mi yoksa gerçek mi olduğunu deneyerek, tecrübe ederek ortaya koymaya da cesaret edilememiş, günümüze kadar bu konuda kesin ilmî sonuçlara varılamamış olduğu kanaatindeyiz.
Kur’ân-ı Kerim’de yer alan âyetlerle, bazı hadislere dayanan birkısım İslâm âlimleri büyünün bir hakikati olduğunu ve tesir ettiğini, bunun şerrinden Allah'a sığınmak gerektiğini söylemişlerdir. Mu’tezileye ve ehl-i sünnete mensup bazı âlimlere göre ise büyü, gerçek değildir. Sihir diye bir şey yoktur. İnsan hiçbir
1196] A. Osman Ateş, Kur’an ve Hadislere Göre Cinler-Büyü, s. 224-229
- 294 -
KUR’AN KAVRAMLARI
şekilde, dokunmadan başkasına etki yapamaz. Ancak mu’tezile ve bazı ehl-i sünnet âlimlerinin, bir kimseye dokunmadan etki edilemediği görüşünün, devirlerindeki fen ve teknik uygulamaların, çağımızdaki seviyeye ulaşmamış olmasından dolayı bu şekilde ortaya konduğu da bir gerçektir. Çünkü günümüzde fizikî birtakım yollarla, ses dalgaları, elektrik, kızıl ya da mor ötesi ışınlar kullanılarak eşyaya ya da herhangi bir insana etki etmenin mümkün olduğu anlaşılmıştır. Artık zamanımızda ses, ışık, elektrik dalgalarıyla el değmeden birtakım cihazlar çalıştırılabilmektedir. Tv., uydular, uzaktan kumandalı silâhlar, füzeler vs. araç ve gereçler buna bir örnektir. Ancak bunların fizikî birtakım kanunlarla, bilimsel yollarla yapıldığı, bir sihir ya da büyü olmadığı ortadadır. Ehl-i sünnet âlimlerinden İmam Ebû Hanife, Ebû Bekir er-Râzî, İbn Hazm, Ebû Câfer el-Esterebâzî,’ye göre büyünün aslı yoktur. Hepsi göz boyamadan ve insanları aldatıp kandırmadan ibarettir. Yine kaydedildiğine göre, ehl-i sünnet âlimlerinin bir kısmına göre büyü vardır. Bunlara göre, bazı kimseler riyâzet, isimlerin ve rakamların özellikleri, efsun ve uzlet gibi yollara başvurarak başka varlıklar üzerinde etki yapabilecek duruma gelebilirler. Cinlerin kötüleriyle temas kurup onlar aracılığıyla olağanüstü şeyleri yaratan yine Allah’tır. Sihirbaz, büyüsüyle bir olayın sebeplerini bir doğrultuda düzenlemeye sevkeder. O isimlere ve rakamlara o özellikleri veren de Allah’tır. Böylece her işin fâili Allah olmaktadır. 1197
Sihir konusunu, birtakım saçmalıklardan, asılsız uygulamalardan ve hurâfelerden arındırarak Kur’an ve sahih sünnetin ışığında düşünürsek, âlimlerimizin de belirttiği gibi, bunlardan bir kısmında gerçek payı olmalıdır. O halde sihrin bu gerçek kısmı ve tesiri nedir? Kanaatimizce bu, günümüzde geçmiş asırlara nispetle gâyet iyi bilinen ve kullanılan “telkin“dir. Telkin, yaldızlı sözlerle, aldatıcı davranış ve yalan-dolan haberlerle muhâtabın kafasını ve gönlünü bulandırmak, fikirlerini çelmek, kanaatini değiştirmek ya da arzu edilen görüş veya kanaate sahip olmasını sağlamaktır. Telkin, günümüzde söz, propaganda, yazı, resim, film, mozik, spor, yalan haber vs. yollarla çok modern bir şekilde yapılmaktadır. Bunun için kaset, disket, cd., bant, resim, yazı, tv., telefon vs. araçlarla muhâtaba ulaşılmakta, onun fikirleri çelinmekte, belli bir kanaate sahip olması temin edilmektedir.1198 Tâbir câizse kişi, yavaş yavaş şartlandırılmakta, beyni yıkanmakta, yani büyülenmektedir. Bu şekilde telkin sahiplerinin isteği doğrultusunda, insanlara doğrular yanlış, yanlışlar doğru, hak bâtıl, bâtıl hak, yalanlar doğru gibi gösterilmekte, kabul ettirilmektedir. Geçmişte bir insan ya da cin şeytanının, sihirbazının bir ya da birkaç kişiyi, bir kabile veya site halkını büyüleyip kandırarak küfre götürebilmesine karşılık, günümüzün modern sihirbazları, sahip oldukları iletişim araçlarıyla milyonlarca insanı, az geliş(tiril)miş veya geri bıraktırılmış toplumları, ulusları, câhil kitleleri istedikleri biçimde şartlandırmakta, zehirlemekte, yalan yanlış fikirler empoze ederek, kendi benliklerinden koparmaya çalışmaktadırlar.
Yalan haberler, reklâmlar, seks filmleri, pembe diziler, spor ve özellikle futbol maçları, müzik vs. yollarla insanların beyinleri dumûra uğratılıp uyuşturulmakta, İnsanlar düşünemez, doğruyu yanlışı, faydalıyı zararlıyı ayırt edemez hale getirilmektedir. İletişim araç ve gereçlerinin yoğun baskısı, sihirleyici, büyüleyici gücü
1197] Fahreddin Râzi, Mefâtihu’l-Gayb Terc. 263; S. Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 1/209; A. Osman Ateş, a.g.e. s. 232
1198] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 8/88
SİHİR / BÜYÜ
- 295 -
altında insanlar cinsel ihtiyaçlarıyla midelerinden başkasını düşünemez, akıl ve irâdelerini kullanamaz, silkinip kendilerine gelemez duruma sokulmaktadır. Bu gerçeği inkâr edemediklerinden Batılılar bile tv.ye magic box (büyüleyici kutu) demektedir. Eski büyücülerin/sihirbazların yerini alan tv., seyirciyi efsunlayıp hipnotize etmekte, aptallaştırmaktadır. Bu sihirli iletişim gücünün sahipleri ve yönlendiricileri, çıkarlarını tehlikede hissettikleri anda kamuoyu oluşturmakta, halk kitlelerini harekete geçirerek hükümetleri devirmek, ya da onlara arzuladıkları kararları aldırtmak istemektedir.
Eski ve Modern Büyünün Etkisi İçin Bir Örnek: Karı-Koca Arasını Ayırmak: “...Onlar karı ile koca arasını açan şeyleri öğreniyorlardı...“ 1199 Geçmişte, şeytan karakterli kişiler ya da sihirbazlar, insanların, karı-kocanın, akrabaların arasını açmak için sınırlı çapta faâliyette bulunabilmekte, dünya çapında düşünüldüğü zaman küçük zararlara sebebiyet vermekteydiler. Bunlar, belki bin bir şeytanlık ya da kurnazlıkla, halktan yana görünerek karıyı kocasına, kocayı karısına karşı kışkırtıp aralarına geçimsizlik sokmakta, belki ayrılmalarına sebep olmaktaydılar. Kim bilir, kadınların kulaklarına kocalarının kendilerini sevmediğini, aralarında başka bir kadın bulunduğunu, ya da kocanın kendisine haksızlık yaptığını, yeterli gezdirmediğini, güzel giydirmediğini, istenildiği şekilde yedirmediğini, ona karşı cimrilik yaptığını fısıldıyorlar, huzursuzluk ve münâkaşalara, mutsuzluklara sebep oluyorlardı. Kocanın kulaklarına, karısının kendisini istemediğini, evlenmeden önce bir başkasını sevdiğini, zorla kendisiyle evlendirildiğini, hâlâ o eski şahsı sevdiğini, karısının onunla ilişki kurduğunu söylemekte, ya da “hanımın ev işlerini iyi yapmıyor, güzel yemekler yapmıyor, israf ediyor...“ gibi araya kırgınlık ve kızgınlık sokacak düşünceleri fısıldıyor, vesvese veriyordu. Böylece huzurlu ve mutlu ruhlar, gönüller altüst oluyor, canlar sıkılıyor, ruhlar daralıyor, sonu ayrılıklarla neticelenecek fâcialar meydana getiriyor, yavruları ana-babalı öksüz bırakabiliyorlardı.
Günümüzün modern ve çok daha güçlü büyücüleri, artık gizli gizli kişilerin kulaklarına fısıldayarak onları büyülemiyorlar. Onlar, toplumlara, fıtratlarında ve benliklerinde yer almayan, değerlerine zıt fikirleri ve hevâlara hoş gelecek özgürlük anlayışlarını pompalıyorlar. Kadın-erkek eşitliğini, kadınların ezildiğini, horlandığını, kocaların onları ezdiğini, erkeklerin onları köle haline getirdiğini, kızların evlenip koca kahrı çekmeye, çocuk doğurup bakmaya, büyütüp terbiye etmeye mecbur olmadıklarını, evlilik denilen kurumun kutsal olduğuna inanmaya gerek olmadığını, cinsel özgürlük olması gerektiğini, iffet, nâmus, bâkirelik gibi kavramların gereksiz ve boş şeyler olduğunu, kadının da istediği zaman, istediği süre, istediği erkekle serbeste yaşayabilme hakkı olduğunu, onun da erkek gibi her işte çalışıp kazanarak özgürce harcayabilmesi gerektiğini sûret-i haktan görünerek, güya kadınların hakkını savunarak, şuursuz kesimlere “telkin“ ediyorlar. Onları şartlandırıyor, büyülüyorlar. Bunun sonucu olarak âileler çöküyor, karı-koca arasında kavga ve gürültüler, nifak tohumları atılıyor, boşanmalar çoğalıyor, yapısı ve sağlamlığı âileye dayanan toplumlar çatırdıyor. Sağlıklı nesiller yetiştirebilmek imkânsız hale getirilmek isteniyor. Zina, fuhuş ve benzeri çirkinlikler, Allah’ın haram kıldığı fiiller yayılıyor, ahlâken çöküş başlıyor. Toplumlar zayıflıyor, insanların fıtratları yozlaşıyor, kimlik ve benlikleri kayboluyor, başka toplumların ve devletlerin hâkimiyeti altında yok olmaya aday hale geliyorlar.
1199] 2/Bakara, 102
- 296 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Boşanmaların oranı konusunda, tv. öncesi ile tv. sonrası karşılaştırmalı istatistikler, olayın vehâmetini ve modern büyünün etkisini belgeler. İşi gücü güzel gözükerek fitneye sebep olmak, erkekleri tahrik etmek, kışkırtmak olan, çağdaş hile ve aldatma araç ve öğeleri olarak eski sihirbazların değneklerinin yerini tutan kozmetik ürünler, fotoğraf hileleri, vücutları teşhir eden giyinmeler/soyunmalar, müzik ve dansın katkıları vb. ile erkekleri büyüleme işini başarıyla gerçekleştiren “sanatçı“, “yıldız“ denilen aktrist ve şarkıcıların eski zamandaki büyücü kadınlara, cadılara benzerlikleri değerlendirilmelidir. Bu starları/sanatçıları (!) izlerken, erkek, onları kendi karısıyla ister istemez mukayese etmekte, ahlâksız kadınların teknikle takviye edilen, şeytanın nefislere, olduğundan çok daha güzel gösterdiği yalancı güzelliğine vurularak karısından soğuyabilmektedir. Yine, yakışıklı ve ağzı güzel (büyüleyici) lâf yapan aktörler, şarkıcılar kadınları teshir edip büyülemekte, o da kocası ile filmdeki, pembe dizideki, magazin adlı büyü showlardaki şeytanın allayıp pulladığı oğlanla/jönle, kendi kocasını karşılaştırmakta, etkisinde kaldığı bu büyünün bedelini, günlük hayattaki çatırdayan yuvasıyla ödemektedir. Günümüzde “sanat“, çağdaş büyü aracı olarak kullanılmakta, sanatçı da modern büyücü rolünü üstlenmektedir.
Sanat, ruhun güzelliklerinin dışa yansıması olmaktan çıkarılmış; toplumları maddî yönden sömürme, mânevî yönden de uyuşturma görevi almış emperyalizmin cadısıdır. Bu çirkin büyücünün kendisini güzel gösteren maskesinin sırıtan makyajını göremeyen gâfil gençler, yalancı güzelliğine âşık oldukları bu cadının kollarına atılır atılmaz can vermekteler. Şimdi sanat adlı bu cadı, büyüsüyle arkasından koşturduğu gençlerin ruhunu almakla yetinmemekte, bu cinâyetten önce kendi tanrılığına iman ettirip kendine taptırmakta. Bize düşen görev, gücümüzün yettiği oranda, işi ilâhlık taslamaya kadar vardıran bu büyücünün maskesini düşürmek ve çevremizdeki kurbanlarını azaltmak için çalışmak. Bunun da yolu, maskesini takarak onun rolünü oynadığı “gerçek güzel“i insanlara tanıtmaktan geçiyor. Sahtekârlar ne ile kandıracaklarsa, o şeyin gerçeğini hakkıyla tanımayanları kandırabilirler sadece. Gerçeğin apaçık ortaya çıkması gerekir ki sahtekâr bâtıl eriyip yok olsun. 1200
Bu yönüyle, modern sihirbazlar ve büyücüler tarafından uygulanan, toplumlara yöneltilen sihrin ne kadar etkileyici ve tahrip edici olduğu, âileleri yıkmada, karı ile kocanın arasını ayırmada ne kadar güçlü rol oynadığı ortadadır. Bunların şerrinden, zararından emin olabilmek için de her şeyin yaratıcısı Yüce Allah'a sıkı sıkıya bağlanmak, O’nun emir ve yasaklarına kulak vermek, gönderdiği Kitab’ına ve Peygamberinin tavsiyelerine uymak, fitne saçan ortamlardan sakınmak, insan ve cin şeytanlarının kulaklarımıza fısıldadığı telkinlere kapılmamak gerektiği açıktır. Politikacıların yalan vaatleriyle halkı nasıl büyüleyip kandırdıkları, medyanın nasıl akı kara, karayı da ak gösterdiğini ve toplumu nasıl etkilediği ortadadır. Hz. Peygamber’in bu konuda: “Belâğatlı sözlerden bir kısmı sihirdir.“1201 buyurması da konuyu kavramamıza katkıda bulunmaktadır. Böyle yıkıcı tesirleri olabilen sihrin tesirinden korunabilmemiz için Kur’ân-ı Kerim’de bir sûre yer almaktadır: “De ki: ‘Yaratıkların şerrinden, bastırdığı zaman karanlığın şerrinden, düğümlere nefes eden büyücülerin şerrinden, hased ettiği zaman hasedçinin şerrinden, tan
1200] Ahmed Kalkan, Sanat Bilinci, s. 7
1201] Buhârî, Tıb 51, Nikâh 47; Müslim, Cum’a 47
SİHİR / BÜYÜ
- 297 -
yerini ağartan Rabbe sığınırım.“ 1202
Bu sûrede konumuzla direkt ilgili âyet şudur: “düğümlere üfleyip tüküren büyücü kadınların şerrinden“1203; “Düğümlere üfleyen kadınlar“ ifadesiyle, sihir yapmak için bağladıkları düğümlere üfleyen kadınlar kast edilmiştir. Bu ibâre, “erkeklerin kadınlara düşkünlüğünden yararlanıp, naz ve işve ile onların zihinlerini çelerek istedikleri görüşe döndüren kadınlar“ şeklinde de anlaşılmıştır. “Bunlar, düğüm gibi açılması zor olan erkekleri naz ve işveleriyle fikirden fikre döndürürler. Böylelerin, erkeklerin fikirlerini çelmek için döktükleri dil, yaptıkları işve, erkeklerin düğüm gibi düşüncelerini üfleyerek çözmeleri, onları çeşitli fitnelere düşürmeleri“ şeklinde de tefsir edilmiştir.1204 Âyetin bu şekilde yorumlanması, telkinin sihir olduğuna, sihrin de telkinden ibaret olduğuna dair yukarıda kaydettiğimiz hususlara uygundur.
İslâm’a rağmen müslümanların içinde icrâ-yı faâliyet gösteren büyücü ve sihirbazların, kaynağı Bâbil, Âsur, Eski Mısır, yahûdilik vs. gibi İslâm öncesi küfür ve şirk dönemlerine ulaşan efsun, tılsım ve büyüleri, onlara İslâmî bir kimlik vermek sûretiyle müslümanların câhil halk tabakası arasına yaydıkları bilinmektedir. Bunda da en çok şamanlar, budist râhipler, maniheist din adamları, yahûdiler rol oynamış, karşı gelemeyince, ellerinde mevcut birtakım tılsım, efsun, vefk vs. büyü cinsinden hurâfeleri İslâm’a sokmaya çalışarak, bu yüce dini tahrif etme, Kur’an’ı topluma, anlaşılmaz bir sihir kitabı olarak algılatma yoluna gitmişlerdir. Böylece Kur’an’ı hükümsüz bırakma ve Onun denetiminden uzak kalan toplumlar üzerinde eski hâkimiyetlerini sürdürme maksadı gütmüşlerdir. Bunu gerçekleştirmek için, âyetlerden, hadislerden, esmâ-i hüsnâdan, bazı İslâmî duâlardan yararlanmışlar, bunları istismar ederek büyü yapmada kullanmışlardır. Hâlbuki İslâm büyüyü yasaklamış, bunun şirk ve küfür olduğunu bildirmiştir. Cinci olduğunu iddia eden muskacı, üfürükçü ve büyücüleri “hoca“ sıfatıyla adlandırmışlar, dinin şirk ve küfür kabul ettiği bu sahtekârlıkları, müslümanlığın sahip çıktığı imajı vererek dine büyük darbeler indirmişlerdir.
Görüldüğü gibi, “düğümlere üfleyenler“, İslâm’ı iptal ederek, Kurân-ı Kerim’i devre dışı bırakmak isteyen, içine sokuşturmak istedikleri hurâfe ve büyülerle tevhid dinini tahrif etme arzusunda olan İslâm düşmanlarıdır. Kur’ân-ı Kerim’in inmesi ve İslâm’ın bunların faâliyet alanlarında hâkim olmasıyla menfaatleri haleldâr olmuş bu tür kimseler, hem intikam almak, hem de eski sömürü çarklarını işletmeye devam edip, bu zavallı halkı pençelerinde tutmak için sihre meşrûiyet kazandırmak istemişlerdir. Yüce Allah’ın, “düğümlere üfleyenlerin şerrinden“ kendisine sığınılmasını isteyerek, mü’minleri onların bu sinsi ve çok tehlikeli faâliyetlerine karşı uyarmasına bu açıdan da bakmak gerektiği kanaatindeyiz. Kısacası düğümlere üfleyerek sanat icrâ eden sihirbaz ve büyücülerin asıl tehlikesi, Kur’an’ı ve islâm’ı tahrif etmeye ve onları kötü amaçlarına yönelik istismar etmeye yönelik faâliyetleridir.
Kur’ân-ı Kerim indiği zaman, dünyada mevcut tüm toplumlarda olduğu gibi, câhiliye Araplarında da karanlık korkuları vardı. Onlar, gece karanlığında cinlerin ortaya çıkıp kendilerini çarpacaklarına inandıklarından geceleyin bir dereye
1202] 113/Felak, 1-5
1203] 113/Felak, 4
1204] Bkz. Fahreddin Râzi, Elmalılı ve S. Ateş’in Tefsirleri, Felak sûresi tefsiri
- 298 -
KUR’AN KAVRAMLARI
indiklerinde o derenin en büyük cinine sığınıyorlar ve böylece güven içinde olduklarına inanıyorlardı. Yine bu dönemde Araplar arasında, insanları hasta yapmak, onları istediği yöne sevketmek, onlara zarar vermek amacıyla sihir yapan erkek ve kadınlar vardı. Bunlar büyü yaparken, okuyup üfleyerek düğüm bağlarlardı. Yine toplum içinde, haset eden insanların nazarlarının değeceğine inanılır ve bunun için çeşitli tılsımlara, hurâfe yollarına başvurulurdu. Bu açıdan bu âyetlerin amacı, gecenin karanlığında cinlerin çarpacağını yahut büyücülerin insana zarar vereceğini veya mutlaka göz değeceğini anlatmak değil; tek kuvvet ve kudret sahibinin Allah olduğunu, O’na sığındıktan sonra hiç kimsenin ve hiçbir şeyin zarar veremeyeceğini, başkasına değil; yalnız Allah'a sığınmak gerektiğini anlatmaktır. 1205
Cinlerin insanlara zarar verebileceği, çarpacağı, büyü yaparak cinler vasıtasıyla diğer insanların etki altına alınıp istenilen yöne sevkedileceği, öldürülebileceği, hastalandırılabileceği, hayvan şekline dönüştürülebileceği iddiaları, câhiliye döneminin birtakım yanlış kanaatleri olmalıdır. Bize göre, günümüzde bazı bilim dallarınca da kullanılan hipnoz vs. yollarla telkin, iknâ, şartlandırma, beyin yıkama durumları hâriç bir insanın irâdesinin etki altına alınması söz konusu değildir. Bir insan, bir konuda şu ya da bu yolla iknâ olabilir, etki altında kalabilir, ama attığı her adımda, her davranışında cüz’î irâdesini kullanması söz konusudur. Deli değilse, irâdesini kullandığı şeylerden de sorumludur. Çünkü Allah, irâdesini hayır ya da şerde kullanmakta serbest bırakmış, insanın davranışlarından sorumlu tutulacağını bildirmiştir. Ayrıca bir insanın hipnoz vs. yollarla devamlı bir sûrette telkin altında tutulup, başkasının emri altına girmesi de mümkün olmamalıdır. Çünkü bu durum, bir nevi uyku halidir. Bir kimseyi irâdesi dışında hipnotize etmek de mümkün değildir.1206 Bu sebeple de cinlerle irtibat kurarak ya da onları emri altına alarak, başkalarını öldürecek, eşinden boşattıracak ya da birisini istemediği bir kimseye âşık edecek davranışları yaptırtabilmek pek mümkün değildir.
Bu iddialarda bulunanlar, ilgili şahısla doğrudan irtibatta bulunup onlara söz vs. yollarla telkinde bulunmuyorlar. Yazdıkları birtakım muskalarla ya da yaptırdıkları birtakım hurâfe mahsûlü, Bâbil, Âsur, Süryânî kalıntısı büyülerle hedef şahsı etki altına alabildiklerini ileri sürüyorlar. Bu iddialarını desteklemek için de cinleri kullandıklarını, onların kendi emirleri altında bulunduğunu iddia ediyorlar. Cinlerin insanların emrine girmeleri mümkün olmadığına göre, geriye bu iddiada bulunan sihirbaz ve büyücülerin cinler ve şeytanlarla dost olmaları kalıyor. Bu durumda, bu tür kimselerin cin ve şeytanlarla irtibat kurduklarını kabul etsek bile başka insanları hasta ettirip hatta öldürebileceklerini, onları tesir altına alıp istedikleri her şeyi yaptırabileceklerini kabul etmek de mümkün değildir. Çünkü hayat veren ve öldüren yegâne güç Allah’tır. Bunlar O’na mahsus fiillerdir. 1207
Ayrıca insanın koruyucu melekleri (hafaza melekleri) olduğunu da hatırdan çıkarmamak gerekir. Cin ya da şeytanların bu konuda bir gücü ve fonksiyonu yoktur. Kur’ân-ı Kerim’in çeşitli yerlerinde Yüce Allah, “Kullarımın üzerinde senin bir nüfûzun olamaz. Ancak sana uyan sapıklar bunun dışındadır“1208 buyurarak bu hususa
1205] İzzet Derveze, Tefsîru’l-Hadis 1/197-198; S. Ateş, a.g.e. 11/191
1206] Tahir Örs Özakkaş, Gerçeğin Dirilişine Kapı Hipnoz, s. 158/159
1207] Bkz. 2/Bakara, 258; 15/Hıcr, 23
1208] 15/Hıcr, 42; benzer ifade için bkz. 14/İbrâhim, 22; 16/Nahl, 99; 17/İsrâ, 65
SİHİR / BÜYÜ
- 299 -
işaret etmiştir. O zaman kâfir cin ya da şeytanların insanlar üzerindeki etkisi, gücü, sadece onları doğru yoldan saptırıp azdırmak, haram ve yanlış yollara sevkederek, Allah’ın kendilerine buğzetmesini temin etmek için kalplerine vesvese vermek, kötü telkinlerde bulunmaktır. Bu açıdan cin şeytanları ile insan şeytanları aynı görevi yapmakta, her iki grup da telkin yoluyla insanları etkilemeye, tesir altına alıp kandırmaya çalışmaktadırlar. Şeytanların insanlara vesvese verdiği, onların insanın gönlüne getirdiği bu vesveselerin, gizli fısıltıların şerrinden, kandırmasından Allah'a sığınmak gerektiği Kur’an’da haber verilmektedir.1209 Nâs sûresinde ise bu konuda şöyle buyrulmaktadır: “De ki: ‘İnsanlardan ve cinlerden ve insanların gönüllerine vesvese veren o sinsi vesvesecinin şerrinden, İnsanların İlâhı, İnsanların Hükümrânı ve insanların Rabbi olan Allah'a sığınırım.“ 1210
Yine Kur’an, şeytanın kıyâmet günü Allah’ın huzûrunda şöyle diyeceğini haber vermektedir: “İş olup bitince şeytan, ‘doğrusu Allah size gerçek vaad etti. Ben de vaad ettim, ama sonra caydım. Esasen sizi zorlayacak bir nüfûzum da yoktu; sadece çağırdım, siz de geldiniz. O halde beni değil; kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Beni Allah'a şirk/ortak koşmanızı daha önce kabul etmemiştim. Doğrusu zâlimlere can yakıcı bir azap vardır’ der.“ 1211
Yine bu konuda: “Doğrusu şeytanın iman edenler ve yalnız Rablerine güvenenler üzerinde bir nüfûzu yoktur. Onun nüfûzu sadece, kendisini dost edinenler ve Allah'a şirk/ortak koşanlar üzerindedir. (O, sadece onları kandırabilir).“1212 buyrulmuştur. Bu âyetten cin ya da şeytanların telkin ve vesveselerine şirk koşanlarla şeytanı dost edinen günahkâr kimselerin kapılabileceğini anlıyoruz. İster büyücü, ister sihirbaz tarafından gönderilsin, ister cin ya da şeytan kendisi gitsin, kulağına fısıldayarak, gönlüne vesvese vererek etki altına aldığı kimse, demek ki şeytanın dostudur. Ona dost olanın da şu veya bu zorlamayla değil; yukarıdaki âyette1213 kendisinin de itiraf ettiği gibi özgür arzu ve irâdesiyle bunu yaptığı, şeytanın telkinine kapıldığı açıktır.
Bu durumda da uğranılan zarardan sorumlu ve suçlu yine büyücü vs. değil; cüz’î irâdesini o yönde kullanan insandır. Sihirbazın sorumluluğu ayrı bir konudur. O zaman ister nüsha (muska) yazarak, ister çeşitli yollarla sihir yaparak, isterse düğümlere üfleyerek faâliyette bulunsun, büyücü ya da sihirbazların şerrinden Allah'a sığınmak gerekir. Cin ya da insan şeytanlarının şerri de, insanlara vesvese vermesi, kulaklarına fena şeyleri fısıldaması, onlara yanlış ve zararlı hususları telkin ederek dünya ve âhirette hüsrâna uğratmasıdır. Nitekim Ebu’l-Yüsr el-Pezdevî, ehl-i sünnet âlimlerinin çoğunun, cinlerin vesvese vermek sûretiyle insanlara etkili olabileceklerini söylediklerini kaydetmektedir. 1214
İnsan şeytanlarının telkin vs. yollarla, medyayı kullanarak, ya da ferdî hareket ederek, kişide, âilede, toplumda nasıl tahribat yapabildiklerini yukarıda açıklamaya çalıştık. Eski sihirbazların daha dar imkânlarla hakkı bâtıl, bâtılı hak göstererek küfrü yaymaya, hâkim kılmaya çalıştıkları gibi, günümüzde de daha
1209] 6/En’âm, 112, 121; 41/Fussılet, 36
1210] 114/Nâs, 1-6
1211] 14/İbrâhim, 22
1212] 16/Nahl, 99-100
1213] 14/İbrâhim, 22
1214] Pezdevî, Usûlü’d-Dîn, s. 226; Krş. Kılavuz, TDV. İslâm Ansiklopedisi, Cin Maddesi, 8/9
- 300 -
KUR’AN KAVRAMLARI
geniş çapta insanları telkin altına alıp gözlerini boyayarak, beyinlerini yıkayarak, hakkı bâtıl, bâtılı hak gösterip şerri, fitne ve fesâdı hâkim kılmaya çalışan modern büyücü ve sihirbazlar vardır. Bunların zarar ve etkisinden korunmak için Allah’ın yardımını dilemek, O’na sığınmaktan başka çare yoktur. O zaman, eski sihirbazların da, yeni büyücülerin de, şeytanların da başvurdukları yol “telkin“dir ve hedefleri de insanları şirk ve küfre düşürmektir. Onların dünyada mutsuzluğa, âhirette azâba uğratmak, devamlı ruh sıkıntıları, stres ve bunalımlar içinde yaşatarak, sonuçta hastalandırıp delirtmek, inkâra, intihara kadar götürmektir. Küfre ve şirke, inançsızlığa, ahlâksızlığa sevketmektir.
Buraya kadar saydığımız şu hususların şerrinden Yüce Yaratıcı’ya sığınılmasını gerektirecek büyük felâketler olduğu açıktır. İnsanoğlu bu felâketlere, bu acı sonuçlara kendisini insan ya da cin şeytanlarının telkinlerine teslim etmesi, irâdesini bu yönde kullanması sebebiyle uğramaktadır. O halde kişi, suçu büyücü ve sihirbazda, şeytan ya da cinde değil; kendisinde aramalıdır. Tarih boyunca Cenâb-ı Hakk’ın bu konudaki Sünnetinin, sihrin iptal edilmesi (tesirsiz bırakılması), büyücülerin perişan ve mağlûp edilmesi şeklinde tecellî ettiğini hatırdan çıkarmamak gerekir.1215 Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de bu konuda, “büyücü nereden gelirse gelsin, başarı kazanamaz.“1216; “Sihirbazlar gelince Mûsâ onlara, ‘atacağınızı atın’ dedi. Attıklarında Mûsâ ‘Yaptığınız sihirdir, fakat Allah onu boşa çıkaracaktır. Allah fesatçıların/bozguncuların işini elbette düzeltmez. Suçlular/günahkârlar istemese de Allah sözleriyle hakkı gerçekleştirecektir’ dedi.“1217 buyrulmaktadır.
Burada konuyla ilgili olarak Hz. Peygamber’den nakledilen bir hadisi kaydetmenin yerinde olacağını düşünmekteyiz: Hz. Peygamber, devamlı içki içen ayyaş kimselerin, sihre inanan ve doğru olduğunu tasdik edenlerin, sıla-i rahmi kesenlerin, kâhinlerin, yaptığı iyilikleri başa kakan kimselerin cennete giremeyeceğini söylemiştir.1218 Bir diğer hadislerinde ise Rasûlullah, sihir yapan kimsenin Allah'a şirk/ortak koşmuş olacağını bildirmiştir. 1219
Hârut ve Mârut
Hârut ve Mârut’un Öğrettikleri Neydi? Büyünün bir hakikati olduğu ve tesir edebildiğini ileri süren âlimlerin delillerinden birisi, Bakara 102. âyetidir. Âyette geçen Hârut ve Mârut isimli iki meleğin öğrettiklerinin sihir olmadığı açıktır. “...Onlar, insanlara büyüyü, bir de iki meleğe indirileni öğretiyorlar.“ buyrularak büyü ile meleklere indirilenin ayrı şeyler olduğu bildirilmiştir. Bu durumda, meleklere indirilen şey, bir sihir değil; fesatçı ve kötü kimselerin elinde, küfre vesile olabilecek bir hakikat, büyünün de dayandığı temel bir bilgidir. Ancak şeytanlar bunu sihir yapmak, küfre sebep olmak için öğretmişlerdir. Hâlbuki Bâbil’de kendilerine bu bilgi indirilen iki melek Hârut ve Mârut, “Biz bir fitneyiz, öğreteceğimiz şeyler fitneye müsâittir, sûiistimali küfürdür. Sakın sen bunu öğrenip kötü yolda kullanarak küfre girme“ diye öğüt vermedikçe gelişi güzel kimseye öğretmezler; sûiistimalden, küfür ve sihirden men ederlerdi. Şeytanlar ise böyle yapmadılar, bunlarla herkese kötülük yapma yollarını gösterip sihir öğretiyorlardı.
1215] F. Râzi, T. Kebir, 3/273
1216] 20/Tâhâ, 69
1217] 10/Yûnus, 80-81
1218] Ahmed bin Hanbel, 3/14, 83; 4/399
1219] Nesâî, Tahrîm 19, hadis no: 4076; A.Osman Ateş, a.g.e. s. 230-250
SİHİR / BÜYÜ
- 301 -
“İki melek üzerine indirilen şey“ lafzıyla işaret edilen bu bilgi, insanların küfrüne sebep olan sihir ve sihirbazların çok yaygın olduğu Mezopotamya bölgesinde, Bâbil’de, bunların küfürlerine son vermek, halkı saptırmalarından korumak maksadıyla indirilmiştir. Bu maksatla, büyünün ne olduğu, hangi sebepler zincirinin düzenlenmesinden meydana geldiği, insanları Bâbil’deki sihirbaz kâfirlerin şerrinden korumak maksadıyla iki meleğe veya onlardan ilham alan iki hükümdara (melik) ilham edilmiştir. Onlar da bu bilgiyi, sihirbazların otoritesini kırıp küfre son vermek, tevhidi hâkim kılmak maksadıyla yukarıdaki ikazları yaparak insanlara öğretmişlerdir. Hârut ve Mârut, günümüze göre çok basit olan olayların bile bir büyü olarak görüldüğü Mezopotamya’da, diğer insanların kavrayamayacağı birtakım olayların kanunlarını açıklamışlar ve bunu öğrencilerine öğretirken kötüye kullanmamalarını söylemişlerdi. Fakat Bâbilliler ve Bâbil’deki esâretleri sırasında onlardan bazı garip olayların sırlarını öğrenen yahûdiler, kısacası insan ve cin şeytanları bunlara birçok hurâfeleri katmışlar, bir yığın hayaller, vefk, tılsım vs. ortaya atarak bunları sihir yapmada kullanmışlardı. 1220
Burada, âyette geçen “Onlar, karı ile koca arasını açan şeyleri öğreniyorlardı.“ İfadesinin biraz kapalı olduğunu hatırlatmakta yarar vardır. Bazı müfessirler bu ibâredeki “minhümâ -onlardan-“ zamirini bu iki meleğe, yani Hârut ve Mârut’a atfetmişlerdir. Bu durumda anlam, “Hârut ve Mârut’tan, erkekle karısının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı“ şeklinde olmakta ve erkekle karısının arasını açacak şeyleri insanlara bu iki meleğin öğrettiği ortaya atılmaktadır. Fakat yukarıdaki ibârede yer alan “minhümâ -onlardan-“ zamirinin Hârut ve Mârut’a değil de, “sihr“ kelimesiyle, devamındaki “iki meleğe indirilen şey“ ifadesine atfedilmiş olduğunu söyleyen İslâm âlimleri de vardır. Kanaatimizce bunların görüşü daha isâbetlidir. Bu durumda da âyetteki bu ibârenin mânâsı, “Şeytanların, Süleyman (a.s.) hakkında uydurduğu şeylere uyan bu yahûdi zümresi, kâfir şeytanların öğrettiği sihir ile Bâbil’de Hârut ve Mârut adlı meleklere indirilen (bilgilerden) koca ile karısının arasını ayıracak şeyler öğreniyorlar“ şeklinde olmaktadır. 1221
Böylece Hârut ve Mârut’ adlı bu iki meleğin insanlara karı ile kocanın arasını ayıracak sihir öğretmedikleri, yahûdilerin bu konudaki büyüleri, Allah katından Hârut ve Mârut’a indirilen bu bilgileri kötüye kullanarak şeytanların/sihirbazların öğrettiği sihirlere karıştırarak kendilerinin ürettikleri anlaşılmaktadır.1222 Yahûdilerin yaptıkları bu büyünün tesiri konusunda ise Cenâb-ı Hak aynı âyette şöyle buyurmuştur: “...Büyücüler, Allah’ın izni olmadan hiçbir hususta zarar veremezler.“ 1223
Bu iki meleğin, küfür ve şirk olduğu aynı âyette belirtilen büyüyü, karı-koca arasını ayıracak şeyleri halka öğretmeleri söz konusu değildir. Onlar, halkı küfür ve sapıklıktan, sihirbazların kandırmalarından kurtarmak için sihrin de kendisine dayanılarak üretildiği, mâhiyeti itibarıyla şirk özelliği, çirkinlik vasfı bulunmayan, o döneme göre yüksek seviyedeki bilgiyi halka belletiyorlar ve öğrettikleri kimselere, “sakın bunu istismar etme, sihir yapmada kullanarak küfre girme“
1220] Fahreddin Râzi, a.g.e. 263-264; S. Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 1/206-2079; A. Osman Ateş, a.g.e. s. 234-235
1221] Bkz. Fahreddin Râzi, Tefsîr-i Kebir Terc. 3/263-264; Elmalılı, 1/371; A. Osman Ateş, Cinler-Büyü, s. 235-236
1222] Fahreddin Râzî, a.g.e. s. 1/371
1223] 2/Bakara, 102
- 302 -
KUR’AN KAVRAMLARI
diye de uyarıyorlardı. Bâbil’deki iki meleğe indirilenin sihir değil; bilgi olduğunu açıklamıştık. Bu iki melek, halka sihir yapmada da kullanılmaya müsâit bilgiyi öğretiyorlar, onların kanmamasını temin ediyorlardı. Kendileri asla sihir yapmamışlardır; çünkü bu şirk ve küfürdür. Meleklerin şirk ve küfre girmeleri, şirk olan davranışlarla meşgul olmaları onlara yaraşmaz. Âyetin metninde bu konuda, “Oysa onlar, Allah’ın izni olmadan büyü ile hiç kimseye zarar veremezlerdi.“ buyrulmaktadır. Burada “hüm -onlar-“ zamiriyle kast edilenler Bâbil’deki iki melek değil; sihirle meşgul olan yahûdilerdir. Eğer burada Bâbil’deki iki melek kast edilseydi “hüm -onlar-“ değil; “hümâ -o ikisi-“ zamirinin kullanılması gerekirdi. 1224
Hz. Süleyman döneminde sihirle uğraşan şeytanlar ve şeytan karakterli büyücülerle ilgili olarak Bâbil’de imtihan için insanlara bazı bilgiler öğreten “Hârut ve Mârut adlı iki melek“ hakkında çok çeşitli isrâiliyat kaynaklı hurâfeler, meleklerin şânına yakışmayacak, Kur’an’daki “melek“ tanımına ters masalımsı rivâyetler, eski tefsirlerin çoğunda yer alır. Bazılarınca eleştirisi yapılmayan ve doğruluğu kesinmiş gibi rivâyet edilen bu söylentiler, tefsirlerimize giren isrâiliyatın seviyesi konusunda bilgilenmemiz açısından önemli örneklerden sayılabilir. Hârut ve Mârut hakkındaki bu rivâyetleri kısaca görelim:
Hârut ve Mârut’la İlgili Tefsirlerdeki İsrâiliyat Örnekleri
Hârut ve Mârut’un Kim Olduklarıyla İlgili Rivâyetler: Hârut ve Mârut, iki melektir. Bütün kıraat imamlarınca ilgili âyetteki1225 kelime “melekeyn = iki melek“ tarzında okunmuştur. Bunun başka bir şeye ihtimali yoktur. Konu, tevâtürle sâbittir. Buna rağmen şâz tarîkle gelen ve imamlarca asla ehemmiyet verilmeyen bir okuyuşa dayanarak bu hususta çeşitli görüşler ortaya atılmış ve Hârut ile Mârut’un kim oldukları açıklığa kavuşturulmak istenmiştir. Bu konudaki rivâyet ve yorumları tercih eden tefsirlere göre Hârut ve Mârut:
İki melektir (Doğru olan görüş budur);
Cebrâil ve Mîkâil’dir;
İnsanlardan iki kişidir;
İki hükümdardır;
İki şeytandır;
Cinlerden iki kabîledir;
“es-Sicill“ ismindeki meleğin yardımcılarındandır;
İns ve cin şeytanlarıdır;
Dâvud ve Süleyman (a.s.)’dır. 1226
Yeryüzüne İndirilen İki Meleğin Mâcerâsı: İbn Abbas’tan rivâyet edildiğine göre, Allah semâların kapılarını meleklerine açtı. Onlar yeryüzündeki insanların amellerine baktılar. İnsanların hata işlediklerini görünce: “Ya Rab, Senin (kudret) elinle yarattığın, meleklerine secde ettirdiğin, eşyanın isimlerini öğrettiğin
1224] A.Osman Ateş, a.g.e. s. 232-238
1225] 2/Bakara, 102
1226] Bu rivâyet ve yorumların kaynaklarıyla ilgili bkz. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, s. 141
SİHİR / BÜYÜ
- 303 -
Âdemoğulları hatalar içinde yüzüyorlar“ dediler. Allah da: “Eğer siz onların yerinde olsaydınız, aynı şeyleri yapardınız“ buyurdu. Melekler: “Ya Rab, Seni noksan sıfatlardan tenzîh ederiz. Âdemoğullarının yaptığını yapmak bize yaraşmaz“ dediler. Râvî der ki; melekler, Allah tarafından yeryüzüne inecek olanları seçmekle emrolundular. Onlar da, Hârut ve Mârut’u seçtiler. Hârut ve Mârut yere indirildi. Allah; kendisine hiçbir şeyi şirk/ortak koşmamaları, hırsızlık yapmamaları, zinâ etmemeleri, şarap içmemeleri, -Allah’ın meşrû gördüğü haller müstesnâ- hiçbir cana kıymamaları şartıyla yeryüzünde ne varsa onlara helâl kıldı. Râvî sözüne devamla der ki; melekler yeryüzünde yaşamalarına devam ederken, kendisine (dünya) güzelliğinin yarısı verilmiş olan Bîzuht isminde bir kadın gördüler. Dayanamayıp onunla zinâ etmek istediler.
Kadın, meleklerin teklifine yanaşmadı. Onlardan Allah'a şirk koşmalarını, şarap içmelerini, cana kıymalarını ve (gösterdiği) puta secde etmelerini şart koştu. Melekler kadının teklifine: “Biz Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayız“ diye cevap verdiler. Meleklerden biri diğerine, kadına varıp tekliflerini tekrarladı. Kadın yine reddetti. “şarap içerseniz olur“ dedi. Melekler kadının sunduğu şarabı içtiler ve körkütük sarhoş oldular. Bu esnâda yanlarına bir dilenci geldi ve kendilerinden bir şeyler istedi. Dilenciyi öldürdüler. Onlar bu iki büyük kötülüğü irtikâp edince, Allah gök kapılarını meleklere açtı. Arkadaşlarının bu hallerini görünce: “Yâ Rab! Seni her türlü noksan sıfatlardan tenzîh ederiz. Sen her şeyi en iyi bilensin“ dediler. Râvî diyor ki; Allah, Dâvud oğlu Süleyman’a (a.s.), meleklerin dünya azâbı ile âhiret azâbından birini tercih etmelerini vahyetti. Melekler dünya azâbını tercih ettiler. Bunun üzerine Bâbil’de topuklarından tepesi aşağı asıldılar. 1227
Es-Süddî’den rivâyete göre, benzer şekilde, kadınla beraber olmak isteyen meleklere, kadın: “Hangi sözle (duâ ile) semâya çıktığınızı ve hangisiyle indiğinizi bana söylemedikçe arzu ettiğiniz şeye yanaşmam“ dedi. Onlar da semâya çıkış ve inişte okudukları duâları kadına bildirdiler. Kadın bunu öğrenir öğrenmez okudu ve semâya çıktı. Allah kendisine, semâdan inileceği zaman duâyı unutturdu. Böylece kadın çıktığı yerde kaldı. Neticede Allah onu bir yıldıza çevirdi. Abdullah bin Ömer o yıldızı her gördükçe lânet eder ve: “Hârut ve Mârut’u fitneye düşüren budur!“ derdi. Hârut ile Mârut akşam olunca mûtad şekilde semâya çıkmak istediler, fakat muvaffak olamadılar. Mahvolduklarını anladılar. Allah kendilerini, dünya azâbı ile âhiret azâbından birini seçmeleri hususunda serbest bıraktı. Dünya azâbını tercih ettiler. Bâbil’de asıldılar ve insanlara sihirle konuşmaya başladılar. 1228
Er-Rabî’den rivâyete göre, yine benzer şekilde anlatılan olayda bu iki meleğin şiddetle arzuladıkları bu kadın, “şarap içmek, adam öldürmek ve puta tapmaktan birini tercih edin“ dedi. Melekler: “Bu üç tekliften hiç biri bize yakışmaz, ama yine de bunların en ehveni şarap içmektir“ dediler. Kadın onlara şarap sundu. Şarap kendilerini iyice mest edince, kadınla zinâ ettiler. Bu halleri devam ederken yanlarına bir kişi geldi ve durumu gördü. Bu adamı, gördüklerini sağda solda yayıp bizi rezil etmesin diye öldürdüler. Sarhoşluk halleri geçip ayıldıktan sonra, işledikleri günahı ve cürmü anladılar ve semâya çıkmak istediler, fakat
1227] Taberî, I/456
1228] Taberî, I/457
- 304 -
KUR’AN KAVRAMLARI
buna muvaffak olamadılar. Allah tarafından bu arzularına mâni olundu. İş bu raddeye geldiği zaman, yeryüzünde bulunan bu iki melekle semâ ehli arasındaki perde açıldı. Melekler, Hârut ile Mârut’un içine düştükleri günah ve hayatı gözleriyle gördüler ve bundan dolayı hayret ve dehşete kapıldılar. Ve melekler bu vesîle ile şunu anladılar ki; kim Allah’tan ırak, O’nun murâkabe, müşâhede ve kontrolünden uzak kalırsa o kimse Allah’tan daha az korkar. Artık bundan böyle melekler, yeryüzünde yaşayanların tümüne (imanlı ve imansız oluş hallerine bakmadan) istiğfâr etmeye başladılar. Hârut ile Mârut yukarıda anlatılan hatalara düşünce, kendilerine taraf-ı İlâhî’den şöyle bir teklif geldi: “Dünya azâbını veya âhiret azâbını, bu ikisinden birini tercih edin!“ Melekler: “Dünya azâbı fâni, âhiret azâbı bâkîdir“ deyip dünya azâbını seçtiler. Bâbil ülkesinde bırakıldılar ve kendilerine orada azâb olunmaktadır. 1229
Bu konu, temel çerçevenin hemen aynı şekilde anlatıldığı hadis rivâyeti olarak da kaynaklara geçmiştir. Hadis rivâyetine göre, yukarıdaki rivâyetlerde anlatıldığı gibi Hârut ve Mârut, her üç büyük günahı da işlemişler, dünya azâbını tercih etmişlerdir. 1230
İbn Cerîr’in, İbn Ömer’den nakline göre Nâfi’ şöyle anlatır: Ben Abdullah İbn Ömer ile yolculuk yaptım. Yolculuğumuz esnâsında gecenin sonuna doğru İbn Ömer bana: “Ey Nâfi’! Bak hele, ‘el-Hamrâ’ (Kırmızı yıldız, yani Çoban yıldızı) doğmuş mu?“ dedi. Ben de “hayır, doğmamış“ dedim. İbn Ömer bu soruyu iki veya üç kere tekrarladı. Sonra ben (zamanı gelip doğduğunda): “Şimdi doğdu!“ dedim. İbn Ömer bunun üzerine: “Ona merhaba da, hoş safâ da yok!“ dedi. Ben: “Sübhânellah, Allah’ın emrine boyun eğmiş, itaatli, söz dinler bir yıldızdır o! (ona bu tarzda kızmanın mânâsı ne?)“ dedim. Bunun üzerine İbn Ömer: “Sana sadece Hz. Peygamber’den (s.a.s.) duyduğumu söylüyorum; Efendimiz bana şöyle buyurdu: “Melekler: ‘Ey Rabbimiz, bunca hata ve günahlarına karşılık, insanlara nasıl sabırlı davranıyorsun?’ dediler. Cenâb-ı Hak, kendilerine: ‘Ben onları sınadım, sizleri ise onların işlediği günah ve fitnelerden korudum’ buyurdu. Melekler: ‘Biz onların yerinde olsak yine Sana isyan etmezdik’ dediler. Bu iddiâya karşılık Allah: ‘İçinizden iki melek seçin!’ emrini verdi. Onlar da Hârut ve Mârut’u seçtiler.“ 1231
Hz. Ali’den rivâyet; Amr bin Saîd, Hz. Ali’nin şöyle söylediğini naklediyor: “Ez-Zühre“ (Çoban yıldızı, Venüs) ismindeki yıldız, aslında İranlılardan güzel bir kadındı. Bu kadın vaktiyle, Hârut ve Mârut ismindeki iki meleğe dâvâcı olarak geldi. Melekler kadını görünce ondan murad almak istediler. Kadın onların teklifini, okudukları zaman göklere çıkmalarını temin eden şeyi öğretmeleri şartıyla “peki“ dedi. Kadına öğrettiler. Kadın duâyı okudu, gökyüzüne yükseldi ve o anda (Allah tarafından) yıldıza çevriliverdi.1232 Yine Hz. Ali’den el-Hâfız Ebû Bekr İbn Medûye’nin nakline göre, Hz. Ali şöyle demiştir: “Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Allah Zühre’ye (Çoban yıldızı da denilen Venüs gezegenine) lânet etsin! Çünkü Hârut ve Mârut isimli iki meleği fitneye düşüren odur.“ 1233
1229] Taberî, I/457-458; İbn Kesîr, Tefsîr, el-Bidâye; el-Vâhıdî, Tefsir; el-Kirmânî, Lübâbü’t-Tefsir; Tefsîru Askerî; Ebul’l-Leys essSemerkandî; et-Tabressî; et-Tıbyân vb.
1230] Ahmed bin Hanbel, Müsned, hadis no: 6178; Taberî, II/433; İbn Kesîr, I/241-242
1231] Taberî; İbn Kesîr; İbn Arabî, Ahkâmu’l-Kur’an vb.
1232] Taberî; İbn Kesir
1233] Zâdu’l-Mesîr I/124; İbn Kesîr I/243
SİHİR / BÜYÜ
- 305 -
Hârut ve Mârut Nasıl Bir Cezâya Çarptırıldılar? Rivâyetlere göre, Hârut ve Mârut’a işledikleri üç büyük günahtan dolayı Allah tarafından verilen ceza konusunda da ihtilâflar vardır:
Kıyâmet kopuncaya kadar saçlarından asılma cezâsına çarptırıldılar;
Başları kanatlarının altına kıstırılmıştır;
İçi ateş dolu bir kuyuya atılmışlardır;
Baş aşağı asılmışlardır ve devamlı olarak demir kırbaçlarla kırbaçlanmaktadırlar;
Ayaklarından uyluklarına kadar tartılmış vaziyettedirler;
Rivâyete göre bir zat kendilerinden sihir öğrenmek niyetiyle Hârut ve Mârut’a gitti. Onları ayaklarından asılmış vaziyette buldu. Gözleri kızarmış, derileri simsiyah olmuştu. Dilleri ile asılmış oldukları yerde bulunan su arasındaki mesâfe dört parmak kadardı. Onlar bu vaziyette “susuzluk“ ile cezalandırılıyorlardı. Meleklerin bu durumu adamı ürpertti ve gayrı ihtiyârî “Lâ ilâhe illâllah“ dedi. Melekler bunu işitince adama kim olduğunu sordular. O da, “İnsanlardan herhangi biri olduğunu“ söyledi. Adama ikinci defa, “kimin ümmetinden olduğunu“ sordular. O da: “Muhammed ümmetinden olduğunu haber verdi. Melekler: “Muhammed (s.a.s.) peygamber olarak gönderildi mi?“ dediler. O da: “evet“ dedi. Melekler: “Elhamdülillâh“ deyip sevinç ızhar ettiler. Yanlarına varan zat, sevinçlerinin nedenini sordu. Melekler: “O kıyâmet peygamberidir (âhir zaman nebîsidir). Artık işkencemizin bitmesi yakındır“ dediler;
Bâbil’de bir mağarada azâb içindedirler. 1234
Olayın Geçtiği Yer: Allah Teâlâ, âyette 1235 bahsi geçen iki meleğin Bâbil denen bir memlekete indirildiğini beyan ediyor. Ama dünya coğrafyasında buranın yerini Kur’an bize bildirmiyor. Kur’an’ın bildirmediği şeylerin arkasına düşmenin çok zaman müslümanlara faydası yoktur. Buna rağmen bazı müfessirler bu gibi şeylere fazlaca düşkünlük göstermişlerdir. Bâbil’in yerini tâyin için öne sürülen yerler:
Irak;
Kûfe;
Hîre ile Bâbil arasında bir yer;
Nusaybin;
Dünbavend Bâbil’i
Demavend dağı;
Garpta bir yer;
Bir kasaba adı;
Arzda bir dağ. 1236
1234] M. Tenzîl, I/43; el-Vâhıdî, Tefsir 37; İbn Hazm, el-Fasl, IV/32; naklen Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, s. 151
1235] 2/Bakara, 102
1236] Tüm bu rivâyetlerin kaynağı için bkz. A. Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, s. 139
- 306 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Rivâyetlerin Tahlili: Bakara sûresinin 102. âyetinden başka, Kur’an’da hakkında hiçbir açıklama bulunmayan ve sahih yollarla Hz. Peygamber’e ulaşan bir hadis de mevcut olmayan bu Hârut ve Mârut meselesi, görüldüğü gibi kitaplarımızda bir hayli yer tutmuştur. Belki yüzde doksan oranında; tefsirle, siyerle, peygamberler tarihi ve megâzi ile uğraşan ve akaid sahasında eser veren müellifler rivâyetleri hiçbir tenkîde tâbi tutmadan almışlardır. Haberleri, rivâyet veya dirâyet yönünden ve bazen de her ikisi bakımından tetkik edenler oldukça azdır. Haberlerden bazıları birçok yönleri ile masaldan farksız olduğu halde, nedense bunlara dikkati çekmemişlerdir. İsrâiliyattan olan bu haberlerin naklinde sayısız mahzurlar vardır. Birçok yönleri ile bunlar bâtıl ve lüzumsuzdur. Eğer bunlar İslâmî eserlere girmemiş olsaydı, üzerinde durmaya hiç de lüzum yoktu. Rivâyetler, tenkîd ve tahlile tâbi tutulmalıdır.
Âyette geçen Bâbil’in neresi olduğunu tâyin için ortaya atılan görüşlerin sayısı on’a varmıştır. Belki bu türlü görüşler insanın içindeki merak ve tecessüsü tatmin için iyi şeyler olabilir. Ama bunların yeri, tefsire dair eserler olmamalıydı. Çünkü bunlar âyetten gâye olan irşâd ve öğütleri bir ölçüde gölgeliyor ve murâd-ı ilâhî bunlar arasında kaybolup gidiyor, âyetin mânâsını düşünmek yerine, mü’minler Bâbil’in neresi olduğu sorusu ile uğraşıyorlar. Neticede ortaya atılan görüşlerden hangisinin doğru, hangisinin eğri olduğu yolunda gerçek bir fikre sahip olunamıyor. O zaman bu uğraşmalar tamamıyla lüzumsuz, faydasız oluyor, abesle iştigal sınıfına giriyor.
Hârut ve Mârut’tan maksat kimlerdir? Bunun hakkında da bir hayli şeyler söylenmiştir. Yukarıda da temas edildiği gibi Hârut ve Mârut’tan maksat iki melektir. Ama bu isimler etrafında uydurulan şeylerin vebali tamamıyla uyduranlara âittir ve mü’minler bunlara asla îtibar etmemelidirler. İbn Hazm, bu iki isimden maksadın iki melek olduğuna şiddetle karşı çıkmıştır. Bâzı âyetlere isnad etmeye çalışarak görüşünü müdâfa eden müellife göre, bunlar olsa olsa iki şeytandır veya cinlerden iki kabîle adıdır.1237 Hârut ve Mârut’un, Hz. Dâvud ve Hz. Süleyman olduğu bile öne sürülebilmiştir. Hârut ve Mârut’un kim olduklarını aydınlığa kavuşturmak için öne sürülenleri lüzumsuz ve gülünç bulan İbn Kesîr, bu konuya ait bazı haberleri tek tek inceler ve bunların itimada şâyân olmadıklarını ortaya koyar. 1238
Hârut ve Mârut ile ilgili hadis rivâyeti ve diğer rivâyetlere gelince: Ahmed bin Hanbel tarafından tahrîc edilen bu hadis rivâyeti, Abdürrezzak’ın tefsîrindeki rivâyetten anlaşıldığı gibi, Hz. Peygamber’e (s.a.s.) âit değildir. Rivâyet, Abdullah bin Ömer vâsıtasıyla Kâ’bu’l-Ahbâr’dan alınmıştır. Yani bu haber doğrudan doğruya Kâ’b’ın sözüdür ve isrâiliyattır.1239 Farklı hadis rivâyetlerini kaydettikten sonra İbn Kesîr, şu hükme varır: “Hadis döndü dolaştı ve neticede yahûdilere âit kitaplardan ve Kâ’bu’l-Ahbar’ın nakli noktasında düğümlendi; bu haber isrâiliyattandandır.“ 1240. Ebû Bekr İbn Merûye’nin Hz. Ali’den rivâyet ettiği hadis rivâyeti için de İbnu’l-Cevzî: “Bunlar sıhhati sâbit olmayan şeylerdir“ der. 1241
1237] İbn Hazm, el-Fasl, IV/32-33; Naklen A. Aydemir, s. 153
1238] İbn Kesîr, I/240-241
1239] İbn Kesîr, I/241-242
1240] İbn Kesîr, I/242-243
1241] İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, I/124
SİHİR / BÜYÜ
- 307 -
İbn Kesîr, bir kısmını örnek olarak gördüğümüz Hârut ve Mârut kıssasının varyasyonlarının tümünü bir arada şöyle değerlendirmektedir: “Bu Hârut ve Mârut kıssası, Mücâhid, Süddî, Hasan, Katâde, Ebu’l-Âliye, Zührî, Rebî’ bin Enes ve Mukatil bin Hayyân gibi tâbiûndan rivâyet edilmiştir. Ayrıca mütekaddim ve müteahhir müfessirlerin çoğunluğu da bu kıssayı az çok anlatmışlardır. Hâsıl-ı kelâm bu kıssanın tafsîlâtı benî İsrâil haberlerine dayanmaktadır. Üstelik Peygamberimiz’e kadar kesintisiz sahih senetli bir hadis de vârid olmuş değildir. Kur’an’da onlar hakkında anlatılanlar, kıssanın tafsilâtsız icmâli olup, biz ancak Kur’an’da anlatıldığı kadarına inanırız. Allah, gerçeği en iyi bilendir.“ 1242
Hârut ve Mârut’a ait yukarıda örnekleri görülen söylentilerin aslı olmadığı halde, birçok İslâmî eserlerde, cezalarının üzerinde durulmuştur. Müellifler, bu türlü düzmeler melekler hakkında câiz midir, değil midir sorusuna cevap vermeden; bunu araştırmaya lüzum görmeden onların cezalarının şekli ile uğraşmışlardır. Kıssanın isrâiliyattan olduğu tesbit edildikten sonra artık, meleklerin uğradığı işkenceyi tâyine veya üzerinde durmaya hiç gerek yoktur!
Kısaca ifade etmek gerekirse, Hârut ve Mârut’un Zühre ile ilgili ve hayal ürünü mâcerâlarını dile getiren tüm rivâyetler bâtıldır ve hepsi de akıl, mantık ve İslâmî ölçüler yönünden reddi gereken şeylerdir. İsrâiliyattan, hem de İslâm’a taban tabana zıt isrâiliyattan olan bu haberlerin hiç birine iltifat etmemek gerekir. Bu efsânelerin kitaplara geçmiş olması ne kadar acıdır. Hârut ve Mârut konusu hakkında rivâyet edilenler, dikkatli muhaddislerin gözlerinden kaçmamıştır. Uydurma hadislere ait mecmualarda rivâyetler tahlil edilmiş ve bunların Hz. Peygamber veya sahâbeye ait oluşu reddedilmiştir. 1243
İmam Kurtubî, bu rivâyetler hakkında şöyle der: Melekleri, her türlü günahlardan berî gösteren inanca ve onların ismetine/günahsızlığına dair Kur’an’ın haberlerine aykırıdır. Melekler hakkında Kur’an; “Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.“1244; “Bilâkis melekler, ikrâma mazhar olmuş kullardır.“1245; “Onlar bıkıp usanmaksızın gece ve gündüz tesbih ederler.“1246 buyurmaktadır.
Kadının Zühre (Venüs) gezegenine dönüşmesi olayına gelince: Allah Teâlâ yıldızları ve gezegenleri, gökleri yarattığı zaman vücûda getirdi. Nitekim bir haberde: “gökyüzü yaratıldığında yıldız ve gezegenlerin de yaratıldığı“ bildirilmiştir. Bu da Hak Teâlâ’nın şu kavlinin mânâsı içindedir: “Herbiri belli bir yörüngede yüzmeye devam ederler.“1247 Bununla da sâbit olmuştur ki, Zühre (Venüs) ve Süheyl (güneydeki parlak yıldız), Âdem (a.s.)’in yaratılmasından önce de var idiler. 1248
Rivâyetler içinde geçen ve meleklerin dünya azâbı ile âhiret azâbından birini tercih etmede serbest bırakıldıklarını ifade eden kısım da sakattır. Bu konuda evlâ olan meleklerin azâb ile tevbe arasında özgür kılınmalarıdır. Zira Allah bir ömür boyu kendisine şirk koşanları bile azâb ile tevbe arasında serbest
1242] İbn Kesîr, Tefsir I/203
1243] Bu konudaki örnekler için bkz. A. Aydemir, s. 157
1244] 66/Tahrim, 6
1245] 21/Enbiyâ, 26
1246] 21/Enbiyâ, 20
1247] 36/Yâsin, 40
1248] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an I/52
- 308 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bırakmıştır. Rahmeti bu kadar geniş olan Yüce Yaratıcı, nasıl olur da, bu hususta Hârut ve Mârut’a karşı cimri davranır?
Allah, Hârut ve Mârut’a “eğer Âdemoğullarını imtihan için vesîle yaptığım şeyleri size tatbik etseydim, siz de tıpkı onlar gibi bana âsî olurdunuz“ buyurunca melekler: “Hayır ya Rab! Sen dediğini bize yapsan, biz Sana âsî olmayız“ dediler. Bu cümle Allah’ı tekzibdir, O’nu cehâletle suçlamadır ve açık küfürlerdendir.
Kıssacıların; Hârut ve Mârut (hâlen insanlara) azâb içinde olmalarına rağmen sihir öğretmektedirler, Cenâb-ı Hakk’a yalvarmaktadırlar ve ceza çekmektedirler“ rivâyet ve iddiaları da akıl mantık açısından tuhaf ve tutarsızdır. Hem ceza çekerken tevbe ediyorlar, hem de küfür olduğu halde sihir öğretmeye devam ediyorlar!
Kıssaya ait rivâyetlerde Zühre’nin fâcire bir kadın olduğu ve Hârut ile Mârut’u fitneye düşürdüğü ifade ediliyor. Arkadan da semâlara yükseltiliyor. Ahlâksız bir kadın nasıl olur da semâlara yükseltilir? Diyelim ki Zühre göklere çıktı. Nasıl parlak bir yıldız olabilir? Cezâ neticesi kadının yıldıza tebdîl edildiği ifade ediliyor. Günahkâr olan bu kadının parlak değil de; simsiyah olması gerekmez miydi? Zühre (Venüs) adıyla anılan yıldız, göklerin yaratıldığı günden beri semâda cevelân eden, hiçbir şeyden haberi olmayan, günah veya sevapla uzaktan yakından en ufak bir ilgisi ve irtibatı bulunmayan bir varlıktır. Kendi adına düzülen bu tür yalanlardan onun asla haberi bile yoktur! 1249
Cinlerin İnsanların Emrine Girmesi Mümkün müdür?
Bazı âlimler, cinlerin Hz. Süleyman’a hizmet etmeleriyle ilgili âyetleri delil olarak alıp cinlerin diğer insanlara da boyun eğip onların emrinde bulunmalarının mümkün olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu konuyla ilgili olarak ilmu’l-Azâim adlı bir bilim dalının meydana getirildiği de öne sürülmektedir. Cinlerin Hz. Süleyman’a boyun eğmelerinden bahseden âyetler 21/Enbiyâ, 82; 27/Neml, 17, 38-39; 34/Sebe’, 12-13; ; 38/Sâd, 36-38 âyetleridir. Cinlerin insanlara boyun eğmelerinin mümkün olduğunu savunan âlimlerin delil gösterdiği bu âyetler, Hz. Süleyman’la ilgilidir ve bu işin sadece ona mahsus olup, daha sonra gelen kimselere böyle bir imtiyazın verilmediği Kur’ân-ı Kerim ve hadislerden anlaşılmaktadır. Kanaatimizce bu durum, cinlerin insanlara itaat etmelerinin mümkün olduğunu ileri süren ve bu görüşlerine bu âyetleri delil gösteren âlimlerce gözardı edilmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de, Hz. Süleyman’ın bu konuda şöyle duâ ettiğinden bahsedilmektedir: “Süleyman: ‘Rabbim! Beni bağışla, bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir mülk/hükümranlık ver. Şüphesiz Sen daima bağışta bulunansın’ dedi.“ 1250
İnsanların, cinlerin, rüzgârın, hayvanların emrine verilmeleri sebebiyle onun bu duâsının kabul edildiği, ilgili âyetlerden anlaşılmaktadır. Verilen bu imtiyaz ve hükümranlığa kendisinden sonra kimsenin ulaşmaması konusundaki dilek ve duâsının da kabul edildiğini Hz. Peygamber’den gelen bazı hadisler ortaya koymaktadır. Bu konuda Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Cin tâifesinden bir ifrît (korkunç ve zararlı bir cin) dün gece namazımı bozmak için bana apansızın hücum etti. Fakat Allah (c.c.) beni ona karşı gâlip getirdi de hemen onu boğdum. Sabah olunca hepiniz onu göresiniz diye, Mescid’in direklerinden birinin yanıbaşına bağlamak istedim. Fakat
1249] A. Aydemir, a.g.e. s. 136-161; karş. Yusuf Özbek, İslâm Açısından Sihir, s. 101-131
1250] 38/Sâd, 35
SİHİR / BÜYÜ
- 309 -
sonradan kardeşim Süleyman’ın şu duâsını hatırlayarak vazgeçtim: “Ya Rab! Bana mağfiret et ve bana öyle bir mülk ver ki o, benden başka hiç kimseye lâyık olmasın. Şüphesiz bütün dilekleri ihsan eden Sensin Sen!“1251 Diğer rivâyette, “... Sonra onu yakalamak istedim. Vallahi kardeşimiz Süleyman’ın duâsı olmasaydı, muhakkak bağlanmış olacaktı da Medine halkının çocukları onu oyuncak edeceklerdi.“ 1252
Hz. Süleyman’a verilen bu mülk ve hükümranlık konusunda Kitab-ı Mukaddes’de bir kayıt vardır ve burada şöyle denilmektedir: “Ve Allah dedi: ...Hikmet ve bilgi sana verildi. Ve Ben sana öyle zenginlik, mal ve şeref vereceğim ki, senden önce olan krallarda onun benzeri yoktu, ne de senden sonra onun benzeri olacaktır.“ 1253
Sonuç itibarıyla, Hz. Süleyman’ın emrine verilen cin ve şeytanların, ondan sonra başkalarının emir ve hizmetine verilmesinin söz konusu olmadığı anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber için bile böyle bir durum söz konusu olmadığına göre, bunun diğer sıradan insanlar için mümkün olabileceğini ileri sürmek doğru olmasa gerektir. Çünkü âyet ve hadislerde cinlerin Hz. Peygamber’in emrine verilip Ona da Hz. Süleyman’a yaptıkları gibi kaleler, mâbedler, havuzlar vs. yaptıklarından bahsedilmemektedir. Hz. Peygamber’in cinlerden hizmetçileri yoktu, Mescid-i Nebeviyye’yi ashâbıyla beraber bizzat kendisi çalışarak inşâ etmişti. Düşmana karşı korunmak için Medine’nin etrafına kazılan hendekte bizzat kendisi de kazma-kürek çalışmıştı. Ev işlerini de hanımları ve kendisi görmüştü. Bu husus gözden uzak tutulmamalıdır.
Günümüzde ve daha sonraki asırlarda müslümanlar, cin ve şeytanları kendilerine boyun eğdirip onları çalıştırmayı hayal etmek yerine; kendileri çalışmayı öğrenmeli, dünya ve âhirette hor ve zelil olmaktan kurtulmalıdırlar. Hz. Peygamber’in yukarıda sayılan davranışlarında, ümmeti için bu konuda gerekli olan uyarı vardır. Müslümanlar, cehâlet, hurâfe ve saflık içinde, tarlasının burçağını yoldurduğunu, ekip biçtirdiğini ileri süren, yerin altında gizli altın ve gümüşlerin, definelerin, hazinelerin yerini cinlerden öğrendiğini iddia eden cinci denilen yalancı kimselerin kendilerinde kudret ve üstünlük olduğunu göstermek için ortaya attıkları sözlerine kanmamalıdır. Aksine kafa ve gönüllerini Kur’an’ın aydınlığına açmalı, bu tür hayâlî şeylerden medet beklemekten vazgeçerek çalışmalı, ilmin verilerine kulak vermelidir. Cinlerden yerin altındaki hazinelerin yerini öğrenmeyi bekleyeceklerine, yerin altındaki cevherleri, madenleri, petrolü keşfedip yeryüzüne çıkartarak zenginleşmek ve zilletten kurtulmak için bunların ilmî yollarını öğrenip tatbik etmelidir.
Hz. Süleyman’ın Kur’ân-ı Kerim’de haber verilen durumu hâriç, dünya kuruldu kurulalı cinlerin insanlara itaati söz konusu olmamalıdır. Elimizde bunun aksini ortaya koyacak deliller bulunmamaktadır. Cinlerin insanlara itaati, onların tabiatlarına da aykırıdır. Onlar kendi arzularıyla insanın emrine girmemişlerdir. Kur’ân-ı Kerim’den, onların Hz. Süleyman’ın emrine de kendi istekleriyle girmediklerini anlıyoruz: “Rabbinin izniyle yanında iş gören cinleri onun buyruğu altına verdik ki, bunlar içinde buyruğumuzdan çıkan olursa ona alevli ateşin azabını tattırdık.“ 1254
1251] Buhârî, Salât 75, Enbiyâ 40; Müslim, Mesâcid 39; Ahmed bin Hanbel, II/298
1252] Müslim, Mesâcid 40
1253] II. Krallar I/11-12
1254] 34/Sebe’, 12
- 310 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Bu âyetten, cinlerin Hz. Süleyman’ın emrine girmelerinin ancak Allah’ın izin ve müsaadesiyle, yani emriyle mümkün olduğu anlaşılıyor. O zaman, cinleri emirleri altına aldığını iddia eden insanların bu konuda kendilerinin delilleri nelerdir? Allah’ın izin vermediği bir şeyi yapmaya muktedir olduklarını nasıl iddia edebiliyorlar? Âyette, cinlerin Hz. Süleyman’ın (a.s.) emrine, Allah’ın buyruğuyla girdikleri, buna itaatsizlik edenlerin alevli bir ateşle cezalandırıldıkları haber veriliyor. Demek ki cinler isteseler de Hz. Süleyman’ın emrinden çıkamazlardı; aksi takdirde azab olunarak imhâ edilirler, ya da zorla itaate sokulurlardı. Yine, Kur’an’da cinlerin zorla Hz. Süleyman’ın emrine verildikleri ve o vefat edinceye kadar bu durumdan kurtulamadıkları bildirilmektedir: “Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, ancak değneğini yiyen kurt onun vefatını fark ettirdi. O, ölü olarak yere düşünce ortaya çıktı ki, şâyet cinler gaybı/görülmeyeni bilmiş olsalardı alçak düşüren bir azabın içinde kalmazlardı.“ 1255 Şu halde, Allah’ın zorla Hz. Süleyman’ın buyruğuna verdiği, ondan sonra da kimsenin emrine vermediğini Peygamberleri Süleyman (a.s.) ve Hz. Muhammed’in (s.a.s.) diliyle haber verdiği cinleri, başkalarının emri ve hizmetine verdiğini iddia etmek, büyük bir yalan olmalıdır.
Cinlerin kendi istekleriyle insanoğluna itaati ta ilk baştan beri söz konusu değildir. Çünkü onların büyükleri olan İblis, Hz. Âdem yaratıldığı zaman, Cenâb-ı Hakk’ın ona boyun eğmesi konusundaki emrini dinlemeyerek isyan etmiş, büyüklük taslayarak kâfirlerden olmuştur. Bu durum, Kur’ân-ı Kerim’in çeşitli âyetlerinde haber verilmektedir.1256 İslâm âlimlerinin çoğu, bu âyet-i kerimelerdeki “secde“ kelimesi ile Hz. Âdem’e ibâdetin değil; ona itaat ve boyun eğmenin kastedildiğini söylemektedirler. Bu durumda, yaratıldığı günden beri insana karşı büyüklenen, kendisini üstün gören İblis ile onun soyu olan cinlerin, kendi istek ve arzularıyla bazı insanların emrine girdiğini, onlara hizmet ettiğini ileri sürmek boş bir iddia olmaktan öteye gidemez. Bu konularda yazılan ve halkın elinde dolaşan kitaplar, İslâm’dan önceki câhiliyye toplumlarının inanç, gelenek ve kültürlerinden geçmiş aslısız şeyler ve hurâfelerle doludur. Bunlar, Yıldıznâme, Gizli İlimler Hazinesi vb. adlarla insanların ellerinde bulunan derlemelerdir. Yıldıznâme denilen kitaplardaki bilgilerin yıldızlara tapan Sâbiîlerden geçen hurâfelerle dolu olduğunda şüphe yoktur. Gizli İlimler Hazinesi denilen kitaplar da Bâbil, Âsur, Sümer, Hitit, Eski Mısır vs. kültürlerden geçmiş safsatalarla doludur. 1257
Cinler Kaybolan Ya da Çalınan Şeyleri Bilebilir mi?
Kur’ân-ı Kerim’in çeşitli âyetlerinde gaybı Allah’tan başkasının bilemeyeceği haber verilmektedir. “Gaybın anahtarları O’nun katındadır, onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan daneyi, yaşı kuruyu -ki apaçık kitaptadır- ancak O bilir.“1258; “Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir.“1259; “De ki: ‘Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka bilen yoktur.“1260; “O, gaybı bilendir, gaybına da
1255] 34/Sebe’, 14
1256] Bkz. 15/Hıcr, 28-46; 2/Bakara, 34-38; 7/A’râf, 11-25; 17/İsrâ, 61-65; 18/Kehf, 50; 38/Sâd, 71-85; 20/Tâhâ, 116-125
1257] A. Osman Ateş, a.g.e. s. 252-259
1258] 6/En’âm, 59
1259] 16/Nahl, 77
1260] 27/Neml, 65
SİHİR / BÜYÜ
- 311 -
kimseyi vâkıf kılmaz.“1261; “Ona Rabbinden bir mûcize indirilmeli değil mi?’ diyorlar. De ki: ‘Gayb Allah’ındır. Bekleyin, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.“ 1262
Bu âyetlerin ışığında gaybı Allah’tan başkasının bilmesinin mümkün olmadığı ortaya çıkmaktadır. Yine Kur’ân-ı Kerim’den, kendisinden başkasının vâkıf olması mümkün olmayan gaybın bir kısmını, Allah’ın, dilediği peygamberlerine bildirdiğini öğrenmekteyiz: “Allah size gaybı bildirecek değildir; fakat O, peygamberlerden dilediğini seçip ona gaybı bildirir.“ 1263
Cinler de gaybı bilme konusunda insanlardan farklı durumda değildir. Onlar da gaybı bilmezler, bilgileri de gördükleri şeylerle sınırlı olup geleceği ve meydana gelen olaylardan kendilerine gizli kalan şeyleri bilemezler. Cinlerin gök katlarına çıkarak meleklerin konuşmalarını dinleyip kulak hırsızlığı yapmaları, çaldıkları haberleri kâhinlere iletmeleri Allah tarafından yasaklanmış, gökler şihâblarla korunmuştur. Kurân-ı Kerim’de yer alan âyetlerden, kulak hırsızlığına teşebbüs eden cinlerin şihâblarla imhâ edildiği anlaşılmaktadır.1264 Bunun hikmetinin, gaybdan haber verdiklerini ileri süren kâhinlerin, insanları saptırmalarının engellenmesi olduğu açıktır.
Hz. Süleyman’ın vefatından bahseden bir âyet, cinlerin gaybı bilmediklerini açıkça ifade etmektedir: “Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, ancak değneğini yiyen kurt onun vefatını cinlere farkettirdi. O, ölü olarak yere düşünce ortaya çıktı ki, şâyet cinler, gaybı/ görülmeyeni bilmiş olsalardı alçak düşüren bir azab içinde kalmazlardı.“1265 Âlûsî, bu âyetin tefsîriyle ilgili olarak, gaybın sadece istikbalde meydana gelecek olaylara tahsis edilemeyeceğini, vukua geldiği halde kişinin bilgi sahibi olmadığı şeylerin de gaybın muhtevâsına girdiğini söylemektedir.
İslâm öncesi çağlardan günümüze kadar birtakım kimseler, cinlerle irtibat kurduklarını, kendilerinin dostu olan ya da emirleri altına girmiş olan cinlerin onlara birtakım gaybî haberleri bildirdiklerini iddia edegelmişlerdir. Ancak Hz. Peygamber, kâhin denilen bu kimselerin verdikleri haberlere inanılmamasını emrederek onlara bir şey sorulmasını yasaklamışlardır: “Kim bir kâhine, ya da arrâfa gider ve onun sözlerini tasdik ederse, Hz. Muhammed’e indirilene küfretmiş olur.“1266 Bu durumda, ister yıldızlara bakarak (burçlardan ve astrolojik haritalardan yola çıkarak), ister cinle konuşarak, isterse remil yoluyla gaybdan haber verdiğini iddia etsin, kâhine, müneccime, arrâfa bir şey sormak, onların, kaybolan ya da çalınan şeylerin yerleri hakkında söylediklerini tasdik etmek şiddetle yasaklanmış oluyor. Bu yüzden de cinlere, çalınan şeyler hakkında soru sormak câiz olmadığı gibi, onlardan alındığı iddia edilen haberlere inanmak da doğru olmaz. Cinlerden alındığı ileri sürülen bu tür haberler şer’î ve hukukî bir delil olamaz. İslâm’ın bu tür konularda beyyine/delil olarak kabul ettiği husus, âdil kimselerin (tabii ki insanların) şâhitliğidir. Bu açıdan, günümüzde birtakım şahısların, cinlerle irtibatlı olduğunu söyleyen kimselere başvurarak onlardan kayıp ve çalınan şeyler
1261] 72/Cin, 26
1262] 10/Yûnus, 20
1263] 3/Âl-i İmrân, 179
1264] Bkz. 67/Mülk/5
1265] 34/Sebe’, 14
1266] Ebû Dâvud, Tıb 21, hadis no: 3904; Tirmizî, Tahâret 102; hadis no: 135; İbn Mâce, Tahâret 122, hadis no: 639
- 312 -
KUR’AN KAVRAMLARI
hakkında bilgi istemeleri apaçık bir hatadır. Sorularına karşılık olarak aldıkları cevapların da şer’î/hukukî bir delil olması söz konusu olamaz. 1267
Hz. Peygamber’e Büyü Yapıldı mı?
Başta Buhârî ve Müslim olmak üzere, hadis kitaplarında Peygamberimiz’e (s.a.s.) büyü yapıldığına dair rivâyetler vardır. Önce bu rivâyetleri görelim:
Hz. Âişe şöyle demiştir: “Benî Zureyk yahûdilerinden Lebîd bin el-A’sam adlı bir kimse, Hz. Peygamber’e büyü yaptı. O kadar ki, Rasûlullah bir şeyi yapmadığı halde kendisine onu yaptığı hayali gelirdi. Nihâyet günün yahut gecenin birinde Rasûlullah (s.a.s.) duâ etti, sonra tekrar duâ etti, sonra tekrar duâ etti; sonra bana şöyle dedi: “Yâ Âişe, kendisinden fetvâ istediğim şey hakkında Allah’ın bana fetvâ verdiğini bildin mi? Bana iki kişi geldi, birisi başucumda, diğeri de ayakucumda oturdu. Daha sonra başucumda oturan ayakucumda oturana yahut ayakucumdaki başucumdakine: ‘bu zâtın rahatsızlığı nedir?’ diye sordu. O da: ‘Büyülenmiştir’ diye cevap verdi. Öteki. ‘Ona kim sihir yapmıştır?’ diye sordu. Diğeri de: ‘Lebîd bin el-A’sam’ cevabını verdi. Sonra: ‘Büyü hangi şeye yapılmıştır?’ dedi. Öteki: ‘Bir tarakla, saç döküntüsüne ve bir de erkek hurma tomurcuğunun içine’ dedi. Diğeri: ‘O büyü nerededir?’ diye sordu. Öteki: ‘Zû Ervân kuyusunda’ diye cevap verdi.“ Hz. Âişe dedi ki: ‘Daha sonra Rasûlullah ashâbından bazı kimselerle beraber oraya gitti. Sonra bana: “Yâ Âişe! Vallahi o kuyunun suyu kına ıslatılmış gibi kırmızımtırak, etrafındaki hurması da şeytanların başları gibiydi“ dedi. Bunun üzerine ben: ‘Yâ Rasûlullah, sen o sihri çıkarıp yakmadın mı?’ diye sordum. Rasûlullah: “Hayır, Bana Allah âfiyet verdi. İnsanlara bir kötülük getirmekten çekindim. Emrettim de o kuyu kapatıldı“ buyurdu.“ 1268
Bu konuda Hz. Âişe’den gelen rivâyetlerin birçoğunda sihir yapan kimsenin yahûdi Lebîd bin el-A’sam olduğuna dair bir bilgi yoktur. Bu hadislerde sadece Hz. Peygamber’e büyü yapıldığından bahsedilmemektedir.1269 Bu rivâyetlerin tamamına göre, Lebîd bin el-A’sam ya da bir başkası tarafından yapılan bu sihir Hz. Peygamber’e tesir etmiştir. Hadis rivâyetindeki “Sihirlenmesi dolayısıyla, Hz. Peygamber’e, bir şeyi yapmadığı halde onu yaptığı hayali gelirdi“ ifadesiyle işaret edilen hususa diğer bazı rivâyetlerde açıklık getirilmiştir. Bunlara göre, Rasûlullah’a yapmadığı halde yapıyormuş hayali gelen hususun, hanımlarıyla cinsel ilişkide bulunmasıyla ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Buhârî ve Ahmed bin Hanbel’in kaydettiklerine göre Hz. Âişe: “Rasûlullah’a sihir yapılmıştı. Bu durumda, kendisi hanımlarına cinsî münasebet için yaklaşmadığı haldeyken, onlara yaklaşır durumda olduğunu zannederdi“ demiştir. Râvi Süfyan bin Uyeyne de, “İşte bu, büyüden meydana gelebilecek rahatsızlığın en şiddetlisidir“ demektedir.1270 Diğer bir rivâyete göre ise Hz. Peygamber’in bu rahatsızlığı yaklaşık altı ay kadar sürmüştür. 1271
Hz. Peygamber’e sihir yapıldığından bahseden diğer bir rivâyet, Zeyd bin Erkam’dan (r.a.) nakledilmiştir. Ahmed bin Hanbel tarafından kaydedilen bu rivâyet de şöyledir: Zeyd bin Erkam’dan, “Yahûdilerden bir adam Rasûlullah’a
1267] A. Osman Ateş, a.g.e. s. 263-267
1268] Müslim, Selâm 43; Karşılaştırın: Buhârî, Bed’ü’l-Halk 11, Tıb 47; İbn Mâce, Tıb 45, hadis no: 3545; Ahmed bin Hanbel, Müsned VI/57
1269] Bkz. Buhârî, Cizye 14; Tıb 49, 50; Edeb 56; Ahmed bin Hanbel, VI/63-64, 96
1270] Buhârî, Tıb 49, Edeb 56; Ahmed bin Hanbel, VI/63
1271] Ahmed bin Hanbel, Müsned VI/63
SİHİR / BÜYÜ
- 313 -
sihir yaptı. Bunun üzerine Hz. Peygamber birkaç gün rahatsız oldu. Nihâyet Cebrâil (a.s.) gelerek Rasûlullah’a: ‘Sana yahûdilerden bir adam büyü yaptı. Bir ipe düğümler atarak filan kuyuya attı, oraya o sihri çıkartıp getirecek bir adam gönder’ dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber Hz. Ali’yi gönderdi. Hz. Ali de o ipi çıkararak getirdi ve çözdü. Bundan dolayı Hz. Peygamber sanki bağlarından çözülmüş gibi rahatladı. Bunu o yahûdiye söylemediği gibi, ölünceye kadar onun yüzünü de görmedi.“1272 En-Nesâî’nin Zeyd bin Erkam’dan yaptığı bu konudaki rivâyetinde ise sihri çıkarmak üzere gönderilen kimsenin Hz. Ali olduğu belirtilmemiştir. 1273
Zeyd bin Erkam’dan yapılan bu rivâyetlerde büyüyü kuyudan çıkarmak için Hz. Ali’nin veya bir başka sahâbînin gönderildiğinden söz edilirken; bu konuda Hz. Âişe’den yapılan yukarıda kaydedilen hadislerde ise, Hz. Peygamber’in yanına ashâbından bazı kimseleri alarak sihrin bulunduğu kuyuya kendisinin gittiğinden bahsedilmektedir. Bu durum, söz konusu rivâyetlerde zabt yönünden bazı kusurların mevcut olduğunu hatıra getirmektedir. Yani, râvîlerin olayı iyi zapt edemedikleri ortaya çıkmaktadır. Zeyd bin Erkam’dan nakledilen ve Ahmed bin Hanbel ile Nesâî tarafından kaydedilen son hadiste, düğümler atılarak sihir yapılan ipin kuyudan çıkarılıp getirildiği, “bu düğümler çözülünce, Hz. Peygamber’in sanki bağlarından kurtulmuşçasına ferahladığı“ndan söz edilmektedir. Bu ifade, Buhârî’nin de aralarında olduğu kaynaklardaki başka bir hadis rivâyetinde Fâtiha okuyarak üflenen bir delinin bağdan çözülür gibi olduğundan, aynı kelimelerle söz edilmektedir.1274 Bu durumda, bir yahûdinin yaptığı büyünün, Hz. Peygamber’de bir delide gözlenebilecek bir tesir meydana getirebileceğini, doğrusu insanın gönlü kabul edemiyor. Peygamberimiz’e büyü yapıldığından bahseden bu rivâyetlerin sadece Hz. Âişe ve Zeyd bin Erkam’dan (r.a.) gelen âhad haberler olduğu görülmektedir.
Felak ve Nâs sûrelerinin nüzul sebebi olarak, bazı müfessirler bu konudaki hadis rivâyetlerini gösterirler. Peygamberimiz’in, kendisine yapıldığı ileri sürülen büyüden kurtulması için bu iki sûrenin indiği iddia edilir. Bu âlimlere göre bu sûreler Medine’de nâzil olmalıdır. Çünkü Peygamberimiz’e büyü yaptığı ileri sürülen Lebîd bin el-A’sam, Medine’li bir yahûdidir ve meydana geldiği ileri sürülen bu olayın, hicretten çok sonra olduğunu rivâyet sahipleri belirtir. Ancak, Felak ve Nâs sûreleri Mekkîdir, Fîl sûresinden sonra Mekke’de nâzil olmuştur. Bu durumda Hz. Peygamber’e sihir yapıldığından bahseden mezkûr rivâyetlerin bu sûrelerin inmesiyle herhangi bir ilgisi söz konusu değildir.
Mu’tezile bu konuyla ilgili rivâyetleri Hz. Peygamber’in ismetine aykırı olduğu gerekçesiyle tamamen reddetmiştir. Ehl-i sünnet’e mensup birkısım âlimler, sihrin hakikatinin olmadığını, büyü adına görülen şeylerin bâtıl birtakım hayaller olduğunu söylemişlerdir. Bunlar arasında Ebû Ca’fer Esterebâzî ile hanefî âlimlerden Ebû Bekr er-Râzî de vardır. Zâhirîlerden İbn Hazm’ın da bu görüşte olduğu kaydedilmektedir. Dolayısıyla bu âlimler de, bu rivâyetlerin sahih olmadığını kabul etmektedirler.
1272] Ahmed bin Hanbel, Müsned IV/367
1273] Nesâî, Tahrim 20, hadis no: 4077
1274] Buhârî, İcâre 16, Tıb 39; Ebû Dâvud, Büyû’ 37, Tıb 19; Ahmed bin Hanbel, V/211
- 314 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Peygamberimiz’e Sihir Yapılmadığına, Yapılmışsa Tesir Etmediğine Dair Deliller:
Müşriklerin Peygamberimiz’e “meshûr = büyülenmiş“ dediklerini ve bu ithamların kesinlikle yanlış olduğunu Kur’an vurgular: “...Zulmedenler dediler ki: ‘siz olsa olsa, ancak büyülenmiş (meshûr) bir adama uymaktasınız.’ Bir bakıver; senin için nasıl örnekler verdiler de böylece saptılar. Artık onlar hiçbir yol da bulamazlar.“1275; “Biz onların seni dinlediklerinde ne için dinlediklerini, gizli konuşmalarında da o zâlimlerin ‘siz büyülenmiş (meshûr) bir adamdan başkasına uymuyorsunuz’ dediklerini çok iyi biliriz.“ 1276
Peygamberimiz, bir kâhin olmadığı gibi, mecnûn (cinlenmiş, cinler tarafından deli edilmiş) de değildir: “ (Ey Muhammed!) Sen öğüt ver. Rabbinin nimetiyle sen ne bir kâhinsin, ne de cinlenmiş bir deli. Yoksa onlar ‘Muhammed bir şâirdir; onun, zamanın felâketlerine çarpılmasını gözetliyoruz’ mu diyorlar?“1277; “(Rasûl’üm), sen -Rabbinin nimeti sâyesinde- mecnun değilsin.“1278; “(Sizin yakînen tanıdığınız) arkadaşınız (Muhammed) mecnun değildir.“ 1279
Kur’an, Peygamberimiz’i insanların şerlerinden Allah’ın koruyacağını net biçimde ifade ediyor. “...Allah seni insanlardan korur.“ 1280
Sihir ve büyü yapanlar iflâh olmaz, başarılı olamaz: “...Yaptıkları, sadece bir büyücü hilesidir. Büyücü nereye varsa iflâh olmaz“1281; “Mûsâ, ‘size hak geldiğinde onun için (hep böyle) mi dersiniz? Bu bir sihir midir? Hâlbuki sihirbazlar/büyücüler iflâh olmazlar’ dedi.“ 1282; “Onlar (iplerini) atınca, Mûsâ dedi ki: ‘Sizin getirdiğiniz sihirdir. Allah onun bâtıl olduğunu mutlaka açığa çıkaracaktır. Çünkü Allah fesatçıların/bozguncuların işini düzeltmez.“1283 Hz. Peygamber’e büyü yapılıp bunun tesir ettiğiyle ilgili rivâyetler, büyücülerin başarılı olamayacağını ifade eden âyetlere ters düşmektedir. Hz. Mûsâ karşısında başarısızlıkları ortaya serilen büyücülerin Peygamber’e karşı başarılı olmaları da düşünülemez.
Cinlerin ve büyük cin şeytanın gücü ve egemenliği yoktur: Büyünün en etkin şekilde ve insana zarar verecek tarzda kullanılmasının (kara büyü), kötü ve kâfir cinlerle yapılan büyü olduğu söylenir. Hâlbuki, kâfir ve şerli cinlerin lideri İblis’tir, şeytandır. Onun, tüm insanlara ve özellikle mü’minlere karşı ne yapıp yapamayacağını Kur’an tartışmaya gerek bırakmayacak kadar net bir şekilde açıklar. “Kur’an okuduğun zaman, (önce) o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın! Gerçek şu ki: İman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun bir saltanatı/hâkimiyeti yoktur.“1284 Allah, İblis’in kıyâmet günü, kendisine uyanlara söyleyeceğini haber verdiği ifade şöyledir: “Zaten benim sizin üzerinizde hiçbir hükmüm ve nüfûzum da yoktu. Yalnız, ben sizi (bâtıla) çağırdım (size vesvese verdim), siz de bana hemen icâbet
1275] 25/Furkan, 8-9
1276] 17/İsrâ, 47
1277] 52/Tûr, 29-30
1278] 68/Kalem, 2
1279] 81/Tekvîr, 22
1280] 5/Mâide, 67
1281] 20/Tâhâ, 69
1282] 10/Yûnus, 77
1283] 10/Yûnus, 81
1284] 16/Nahl, 98-99
SİHİR / BÜYÜ
- 315 -
ettiniz.“1285; “Doğrusu o Benim kullarım yok mu, ey şeytan senin onlar üzerinde hiçbir hâkimiyetin yoktur. (Çünkü onlar için) vekil olarak Rabbin yeter.“1286 “Benim hâlis kullarıma karşı senin bir gücün yoktur. (Senin gücün) ancak sana uyan azgınlara (yeter).“1287; “Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi? Onlar, günaha, iftiraya düşkün olan herkesin üstüne inerler. Bunlar (şeytanlara) kulak verirler ve onların çoğu yalancıdır.“ 1288
Seyyid Kutub, bu konuda şöyle der: “Peygamberimiz (s.a.s.) hakkında -sahih, fakat mutevâtir olmayan- bazı hadisler rivâyet edilmiştir... Evet, bu türlü rivâyetler var. Fakat bu zayıf rivâyetler peygamberliğin fiil ve tebliğlerindeki “ismet“ sıfatına muhâlif düşmektedir. Peygamber (s.a.s.)’in her sözü ve her hareketi birer sünnettir ve şeriattır. Bu itikat esasıyla o hadislerin bağdaştırılması mümkün değildir. Müşrikler Peygamberimiz’e büyülenmiş, sihir yapılmış bir kimse gözüyle bakınca Allah Teâlâ derhal âyet inzal buyurarak onda sihir ve büyü gibi şeylerin bulunmadığını haber verdi. Mezkûr hadisler Kur’an’daki bu habere de muhâlif düşmektedir. Onun için bu rivâyetler uzak görülmektedir. İnanç ve akîde ile ilgili meselelerde bu türlü “âhad“ hadislerle hükmolunamaz. Akaidde yegâne kaynak Kur’an’dır. Hadis kaynaklarına gelince; inanç mevzûunda sadece “mütevâtir“ olan hadislerle amel edebiliriz. Mezkûr hadisler ise mütevâtir değildir. Bütün bunların dışında şunu da belirtelim ki, Felak ve Nâs sûrelerinin Medine’de nâzil olduğuna işaret eden zayıf rivâyetlerin yanında, Mekke’de nâzil olduğuna dair çok daha kuvvetli rivâyetler vardır; tercih edilen rivâyetler de bunlardır.“ 1289
Mevdûdi de, Felak ve Nâs sûrelerinin Peygamberimiz’e yapıldığı iddia edilen sihirle ilgisinin olmadığı kanaatini taşır. Bu konuda şunları söyler: “Muavvizeteyn (Felak ve Nâs) sûrelerinin Mekkî olduğu çok kuvvetle muhtemeldir. Hasan Basrî, İkrime, Atâ, Câbir bin Zeyd ve İbn Abbas’dan bir kavle göre Mekke’de nâzil oldu. Bu sûrelerin sadece sihir hakkında nâzil olduğunu düşünmeye; Felak sûresinde sadece bir tek âyetin “Ve düğümlere üfleyip büyü yapan üfürükçüleri şerrinden“1290 âyetinin sihirle ilgili olması, diğer âyetlerin ise sihirle ilgili olmamasına engeldir. Ayrıca Nâs sûresinin bütününün de sihirle ilgisi yoktur. Dolayısıyla Mekkî olduğunu söyleyenlerin sözü daha kuvvetlidir.“ 1291
Elmalılı Hamdi Yazır ise, Hz. Peygamber’e sihir yapılmasıyla ilgili rivâyetler hakkında şunları söyler: “Bu rivâyetlerin hepsinin sıhhati kabul edildiği takdirde bile Rasûlullah’a velev bir an için olsun bir sihir yapılmış olduğuna mutlaka itikadın vücûbunu ifade edecek kuvveti hâiz değildir. Zira esas itibarıyla haber-i âhad hudûdunu geçmiş değillerdir. Haber-i âhadın sıhhati ise itikadın cevâzını ifade etse bile vücûbunu ifade eylemez. Hâlbuki bunda itikadın vücûbu şöyle dursun, Kur’an’ın nassına muhâlif olduğundan dolayı câiz bile olamayacağına kaail olanlar vardır. Nitekim İmam Mâturidî’den nakledildiğine göre Ebû Bekir Esam, “burada, rivâyet edilmiş olan sihir hadisi metrûktür, çünkü bu, kâfirlerin Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm’a meshûr demelerinin doğru olmasını gerektirecektir.
1285] 14/İbrâhim, 22
1286] 17/İsrâ, 65
1287] 15/Hıcr, 42
1288] 26/Şuarâ, 221-223 Yine bkz. 16/Nahl, 100.
1289] Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l Kur’an, Hikmet Y. c. 16, s. 445-446
1290] 113/Felak, 4
1291] Mevdûdî, Tefhîmu’l Kur’an, c. 7, s. 312
- 316 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Bu ise, Kur’ân-ı Azîmü’ş-Şân’ın nassına muhâliftir“ demiştir. 1292
Müfessir M. İzzet Derveze de, “Şeyhayn’ın Hz. Âişe’den naklettikleri bu hadis rivâyeti karşısında hayret ediyoruz“1293 demektedir.
Hamdi Yazır, bu konuda, “Peygamber’e ‘sihirbaz’ ve nübüvveti yönünden ‘sihirlenmiş’ diyenin küfründe şüphe yoktur. Burada üç mesele vardın: Birincisi sihrin vukuu, ikincisi Peygamber’in bu sihirden etkilenmesinin vukuu, üçüncüsü bu sûrelerin (Felak ve Nâs) nüzûl sebebi olup olmaması... Peygamber’e bir sihir yapıldığına ve O’nun hasbelbeşeriyye ondan biraz müteessir ve müteellim (etkilenmiş ve acı duyup rahatsızlanmış) olduğuna itikad etmek câiz olabilirse de, vâcip değildir“1294 demektedir.
Bu konudaki hadis rivâyetleri doğru olsa; büyücülerin, bütün peygamberlere, sâlihlere zarar vermeye, kendilerine büyük mülk sağlamaya güç yetirebilmeleri gerekir. Allah, Peygamber’e “büyülenmiş“ diyenleri reddetmektedir. Bu rivâyet doğru olsa, müşriklerin Hz. Peygamber hakkındaki bu sözlerinin doğru olması gerekir ve kendisi bu kusurla illetli olur. Bu ise Peygamberlik makamı için câiz değildir. Peygamber’e büyü yapıldığı kabul edilirse, Peygamberin getirdiği tüm şeriatten şüpheye düşülebilir. Muhâlifleri, cin ve büyü aracılığıyla Rasûlullah’a istediklerini söyletip yaptırabilir. Rasûlullah’ın getirdiklerinin ne kadarının Allah'a ait olduğu, ne kadarının sihir etkisiyle söyletene ait olduğu bilinemez.
Felak sûresinin âyetleri, bir tek âyet hâriç, büyücülerle ilgili değildir. Bu sûredeki âyetler, karanlıktan, hasetçilerden, her türlü yaratıkların şerrinden Allah'a sığınmayı emretmektedir. Bundan sonra gelen Nâs sûresinde de insanlara kötülük aşılayan, onları kötü yollara sürmeğe çalışan insan ve cin vesvecilerinden Allah'a sığınmak emredilmektedir. Bütün rivâyetler, Felak ile Nâs sûrelerinin beraber indiğini söylemektedir. Cin ve insan vesvesecilerinden Allah'a sığınmayı emreden Nâs sûresinin bu rivâyetlerde anlatılan büyü olayıyla bir ilgisi yoktur.
Bu, özellikle Mekke’de müslümanları kandırıp İslâm’dan döndürmeğe çalışan Mekke müşriklerinin telkinlerine, fiskoslarına işarettir. Orada bir avuç müslüman, bir yandan herbiri birer şeytan gibi kendilerini dinlerinden döndürmek için kandırmağa çalışan müşrik insanların, bir yandan da görünmez cin şeytanlarının kötü vesvese ve telkinleriyle karşı karşıya idiler. Onun için Nâs sûresinde müslümanlara cin ve insan şeytanlarının vesveselerinden Allah'a sığınmaları emredilmektedir. Bu, Mekke şartlarında bir yandan müşrik telkinleri, bir yandan da görünmez şeytan vesveselerinin tesiri altında kalan bazı müslümanların durumlarını yansıtmaktadır. “Böylece Biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar...“ 1295 âyeti, insan ve cin şeytanlarının, insanlara kötü düşünceler aşıladıklarını bildirmekte, “Ne zaman şeytandan bir kötü düşünce seni dürtüklerse Allah'a sığın.“1296 âyeti de bu gibi telkinlerden Allah'a sığınmayı emretmektedir. Bu âyetlerin hepsi Mekke şartlarında inmiştir.
1292] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Y. c. 9, s. 6356
1293] İzzet Derveze, et-Tefsîru’l-Hadîs c. 1, s. 199-200
1294] Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e. 9/6358
1295] 6/En’âm, 112
1296] 7/A’râf, 200
SİHİR / BÜYÜ
- 317 -
Ayrıca bu konudaki hadis rivâyetleri çelişkilerle doludur. Çünkü, birinde büyü yapan Lebîd’in yahûdi, ötekinde yahûdilerin antlısı (onlarla antlaşmalı) bir münâfık olduğu; bir başkasında ise Peygamber’e hizmet eden bir yahûdi çocuğunun, Peygamber’in tarağındaki kılları ve tarağının dişlerini alıp yahûdilere verdiği, yahûdilerin de bunları Lebîd’e verdiği anlatılır.
Hz. Peygamber’e hangi yahûdi çocuğu, ne zaman hizmet etmiştir? Gâyet ihtiyatlı hareket eden, kendisine gelen İbrânîce mektupları dahi, güvenmediğinden dolayı yahûdilere okutmamak için Zeyd bin Sâbit’e İbrânîceyi öğrenmesini emreden Peygamber (s.a.s.) bir yahûdi çocuğunu nasıl harîm-i ismetine alır? Ona hizmet edecek pek çok müslüman evlâdı varken -ki bunlardan biri de Enes bin Mâlik’tir- yahûdi çocuğunun hizmetine ne gerek vardır?
Tarihte Peygamber’e hizmet eden bir yahûdi çocuğu bilinmediği, siyerle ilgili hiçbir kitapta bundan bahsedilmediği gibi, Peygamber’in altı ay hasta yattığı, hâşâ ne yaptığını bilmez bir şaşkınlık içine düştüğü de bilinmemektedir. Bu rivâyetlerin, büyünün etkisini desteklemek ve insanları bundan korkutmak amacıyla ortaya atıldığında şüphe yoktur. Verilmek istenen temel düşünce şudur: Büyü Peygamber’e bile tesir etmiştir; onun için büyücülerden çekinmek lâzımdır.
Allah, Peygamberini insanların zarar ve şerlerinden koruyacağını vaad etmiştir.1297 Peygamber (s.a.s.), eğer yapılan büyünün etkisinde kalıp, yapmadığını yaptı, yaptığını yapmadı zannedecek kadar bir aklî denge bozukluğuna uğrarsa, ne onun mâsumluğu, ne de vahiylerin korunma garantisi kalır. Peygamber (s.a.s.) elbette böyle kusurlardan uzaktır, münezzehtir. Kur’an, Peygamber’e büyülenmiş diyenleri “zâlimler“ diye nitelendirmektedir. “O zâlimlerin, ‘siz büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz!’ dediklerini biliyoruz...“1298 “O zâlimler: ‘Siz, sadece büyülü bir adama uyuyorsunuz’ dediler...“1299 Peygamber’e meshûr, yani büyülü, büyüye uğramış diyen kimseler zâlim olduklarına göre, Peygamber’e büyü yapıldığı hakkındaki bu rivâyetlerin hepsi zâlimlerin anlatımıdır. Bunu çıkarıp uydurdukları senet zinciriyle Peygamber’in (s.a.s) seçkin bir sahâbesine dayandıranlar, müslüman görünseler de, gerçekte Peygamber düşmanı yalancılardır. Bir müslüman, Kur’an’a tamamen ters olan, Peygamber’in mâsumluğunu/korunmuşluğunu dinamitleyen bu yalanlara nasıl inanır?
Sihrin etkisini kabul eden bilginlerin anlatımına göre esas büyü, cinlerin etkisiyle olur. Büyücü, yaptığı tılsımlarla kötü cinleri etkisi altına alıp büyülemek istediği kişiye kötülük yaptırır, aklını çeldirir, sağlığını bozar ve benzeri kötü işler yapar. Yani, büyünün tesirini kabul edenlere göre, büyünün kötü etkisini yapan, cinlerdir. Büyülü kişi, cinlerin etkisi altına girer. İsrâ sûresinin 47, Furkan sûresinin 8-9. âyetleri Peygamber’in büyülü olmadığını, ona büyü yapılmadığını, onun bu tür iftiralardan uzak olduğunu belirttiği gibi; Peygamber’in asla cinli olmadığını, cinin etkisi altına girmediğini bildiren birçok âyet de1300 bu büyü yalanını reddetmektedir. 1301
Kadı Iyâd ve benzeri bazı İslâm âlimleri, Peygamberimiz’e yapılan büyünün
1297] 5/Mâide, 67
1298] 17/İsrâ., 47
1299] 25/Furkan, 8
1300] 52/Tûr, 29-30; 68/Kalem, 2; 81/Tekvîr, 22
1301] S. Ateş, Gerçek Din Bu, s. 174-177; Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, c. 11, s. 194-195
- 318 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Peygamber’in aklına, kalbine, itikadına değil de bedenine, dış uzuvlarına tesir ettiğine dair iddialar sunar ve bunların Peygamber’in diğer fizikî hastalıklardan sâlim olmaması gibi, mâsumluğuna ve peygamberlik makamına zarar vermediğini söyler. Bu görüş, tutarlı değildir. Çünkü hadis rivâyetlerindeki büyünün etkisiyle ilgili en hafif ifade olarak, “kadınlarına varmadığı halde vardığını, yapmadığı şeyi yaptığını sandığı ve bu halin altı ay böyle sürdüğü“ anlatılıyor. Bu, altı ay Peygamber’in hayal gördüğü anlamına gelir. Bu, bir beden hastalığı değil; hâşâ O’nun akıl gücünün zayıflaması, işlevini yapamaması demektir. Bu esnâda O’nun, -hâşâ-gelen vahiyleri zaptedememesi, başka şeylerle karıştırma ihtimali gündeme gelebilir. Hadis rivâyetlerinde yer alan “Sihirlenmesi dolayısıyla, Hz. Peygamber’e, bir şeyi yapmadığı halde onu yaptığı hayali gelirdi“ gibi “hayal görme“ lafızlarından anlaşılan bu olayın akıl ve zihinle ilgili bir husus olduğunu tespit edebilmek için derin bir psikoloji bilgisine ihtiyaç olmadığı ortadadır. Bugün, bir insanın hayal görme olayını kaslarıyla, kollarıyla, bacaklarıyla değil; aklıyla, zihniyle, beyniyle gerçekleştirdiğini herkes bilir.
Tüm rivâyetlerdeki ifadelere göre, bir yahûdi Hz. Peygamber’e sihir yaparak, halk arasındaki deyimiyle O’nun erkekliğini bağlamış, hanımlarına yaklaşamamasını temin etmiştir. Büyü yoluyla, Hz. Peygamber üzerinde böyle bir etki meydana getirilebildiğini kabul etmek mümkün görünmüyor. Bu hususu doğru kabul etmek, yahûdi, kâfir ya da müşriklerin sihir/büyü yoluyla Hz. Peygamber üzerinde istedikleri etkiyi meydana getirebildikleri düşüncesine kapı açar. Büyü yoluyla Hz. Peygamber altı ay boyunca iktidarsızlaştırılabildiği durumda O’nun mübârek hanımları olan annelerimize kocalık haklarını yerine getiremiyor, onların cinsel arzu ve ihtiyaçlarını gideremiyordu gibi iftiralara varacak yanlış düşünce ve ithamlara yol açabilecek tehlikede bir bühtandır.
Ne Hz. Peygamber’in cinsel gücünün abartılmasına, insanüstü boyutlara çıkartılmasına hizmet eden rivâyetlere, ne de O’nun sihir yoluyla cinsel yönden iktidarsızlaştırılabileceği fikrine zemin teşkil eden rivâyetlere itibar edilmelidir. O’nu değerlendirmek için ifrat ve tefritlerden arınıp en doğru ve dengeli yolu tutmak gerekir. Hz. Peygamber’e büyü yapıldığından bahseden bu rivâyetleri toptan reddetmek, kanaatimize göre doğru değildir. Bunlar Hz. Peygamber’in hayatı, mûcizesi, Allah’ın Onu düşmanlarının şerrinden koruması açısından tarihî bir değere sahiptirler. Bu hadisler bize, Hz. Peygamber’e, kimliği ne olursa olsun bir düşmanı tarafından zarar vermek maksadıyla sihir yapıldığını haber veriyor. Bu husus, tarihî açıdan doğru olabilir, kanaatimizce de doğrudur. Çünkü sihir, çok eski çağlardan beri var olagelmiş bir uygulamadır. Yahûdilerin bununla fazlaca meşgul oldukları, düşmanlarından bu yolla intikam almaya çalıştıkları da bir gerçektir. Bu sebeple Hz. Peygamber’e de zarar vermek kasdıyla Lebîb bin el-A’sam’a başvurarak sihir yaptırtmış olabilirler. Bu rivâyetler olayın bu yönüne işaret etmektedir. Bu durum, hadis rivâyetlerinin incelenmesinden de anlaşılacağı gibi Allah tarafından Cebrâil vâsıtasıyla Hz. Peygamber’e bildirilmiştir. Rasûlullah üzerinde bu sihrin bir etkisi söz konusu değildir.
Allah (c.c.), bunu Hz. Peygamber’e bildirmek ve o büyüyü atıldığı kuyudan çıkarttırmak sûretiyle, büyüyü yapan ve bundan medet uman İslâm düşmanlarını rezil, rüsvay ve mağlûp etmeyi arzu etmiş ve bunu gerçekleştirmiştir. Hz. Peygamber, Allah tarafından durum kendisine bildirilince, yanına ashâbından bir grubu almış, ya da bir ekiple Hz. Ali’yi göndermiş ve sihri yapan Lebîd bin
SİHİR / BÜYÜ
- 319 -
el-A’sam adlı yahûdinin arazisi içinde olduğu kaydedilen Zû Ervân kuyusundan o büyüyü bulup çıkartmıştır. Bu büyüyü imhâ için, halk arasında yaygın olan inanç doğrultusunda da hareket etmemiş, buna gerek görmemiştir. Böylece sihirden medet uman, ondan bir silâh olarak yararlanmak isteyen İslâm düşmanlarına, maksatlarına eremeyeceklerini, bu tür şeylerin kendisine ve müslümanlara herhangi bir tesir yapamayacağını, Allah’ın kendilerini koruyacağını göstermiştir. Büyüyü yapan şahsı cezalandırmaya da (onu kahramanlaştırmamak için) gerek görmemiş, böylece iyice rezil olmasını, yahûdi ve müşrikler arasında itibardan düşmesini sağlamıştır.
Bu rivâyetler bu yönüyle doğru olabilir. Ancak, bunlarda zabt kusuru olduğu, bu sihrin etkisi konusundaki farklı ve çelişkili anlatımlardan da anlaşılmaktadır. Rivâyetin metnini problemli hale sokan ve âlimler arasında münakaşalara yol açan sihrin, Hz. Peygamber üzerinde nasıl bir tesir meydana getirdiğine dair ifadeler, kanaatimizce daha sonra râvîlerin yaptığı açıklamalardır. Nitekim râvîlerden Süfyan’ın, bu konudaki bir açıklaması, bu rivâyetlerden birinin içinde yer almaktadır. Buna göre Süfyan, “İşte bu, sihirden olabilecek rahatsızlığın en şiddetlisidir.“1302 demektedir.
Ayrıca İslâm âlimlerinden Ebû Bekr Ahmed bin Ali el-Cessâs da aynı görüşte olup, rivâyetleri problemli hale sokan bu ilâvelerin aslının olmadığını, bunların sonradan râviler tarafından hadislerin metnine eklendiğini söylemiştir.1303 Büyünün Hz. Peygamber’e tesiri konusundaki “Sihirlenmesi dolayısıyla, Hz. Peygamber’e, bir şeyi yapmadığı halde onu yaptığı hayali gelirdi. Kendisi hanımlarına yaklaşmadığı halde, onlara yaklaşır durumda olduğunu zannederdi“ tarzındaki bu ifâdelerin râvî Hişam bin Urve’den, ya da babası Urve’den kaynaklanmış olması çok muhtemeldir. Urve’nin veya Hişam’ın bu açıklamaları Hz. Âişe’ye mal edilmiş, onun sözlerinin arasına dâhil edilmiş olabilir. Bu konularda ihtiyatlı davranmakta yarar vardır.
Hz. Peygamber’e sihrin etki ettiğini kabul ettiğimizde karşımıza çıkacak bir problem de şudur: Sihrin bir kısmının cinlerle irtibat yoluyla, onları kullanarak yapıldığı ileri sürülmektedir. Bu iddiada bulunanlara göre cin, sihir yapılan kimseye gelerek onu etkilemekte, çarpmakta, hastalandırmaktadır ki, bunun isbâtı mümkün değildir. Geriye diğer bir yol kalıyor ki, o da, cin ya da şeytanların vesvese/telkin yoluyla bir kimseyi etki altına almalarıdır. Her iki yolla da Hz. Peygamber’e, sihir yapılarak, cinler kullanılarak sihirbazlarca tesir edilmesi söz konusu olamaz. Rasûlullah’a, cinlerin ya da şeytanların çarpmasını, ya da telkinde bulunmasını, kendilerinin bundan etkilenmelerini kabul etmek mümkün değildir. Buna peygamberlik makamı engeldir, bunu tartışmaya gerek yoktur; yukarıda zikredilen konuyla ilgili âyetlere aykırıdır. Yine bazı sahih hadislerde de, Hz. Peygamber’in Allah’ın izniyle şeytanın şerrinden emin olduğu haber verilmektedir. 1304
Cin; Mâhiyeti ve Hakkındaki İstismarlar, Yanlış Kabuller
“Cin“, gözle görülmeyen canlı varlık; “ins“in (insan) mukabili demektir.
1302] Buhârî, Tıb 49
1303] Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’an I/60
1304] Müslim, Münâfıkîn 69-70; Tirmizî, Radâ’ 17, hadis no: 1172; Nesâî, İşretü’n-Nisâ 4, hds no: 3958; Ahmed bin Hanbel, 3/309; A. Osman Ateş, a.g.e. s. 268-291
- 320 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kur’an’da bildirildiğine göre, cinler de insanlar gibi ibâdet için yaratılmıştır.1305 Bu yüzden cinler de insanlar gibi mükelleftir, sorumludur. Müslüman olanları ve kâfirleri vardır. Erkeği, dişisi, evlenmeleri ve çoğalmaları sözkonusudur. Her fânî gibi ölümlüdürler, dumansız ateşten (ışın) yaratılmışlardır. Bu yüzden vücut yapıları insanlardan farklıdır. İnsanlarla evlenmeleri, cinsleri ayrı olduğu için mümkün değildir. İnsanların cinlerle evlenmeleriyle ilgili olarak kaydedilenler, eski din ve kültürlerden geçen birtakım hurâfelerdir. İslâm hukuku böyle bir durumu kabul etmez. Onlarla cinsel temas yapıp çocuk sahibi olmak mümkün değildir. Zinâ yaparak hâmile kalıp doğum yapan bir kadına: “bu çocuğun babası kimdir?“ diye sorulduğunda bu kadının, “cindir“ şeklinde cevap vermesi kabul edilecek bir husus değildir.
Bunun gibi, “şurayı cinler soydu, şu eşyamı aldılar, kızımı onlar kaçırdı“ gibi iddiaların geçersizliği ortadadır. Toplumumuzda, cinlerle evli olduğunu söyleyenler ya şarlatandır, ya da ruhsal açıdan rahatsız kimselerdir, tedaviye ihtiyaçları vardır. Cinlerin kâfir olanlarına “şeytan“ denilmektedir. İblis (Şeytan) da cinlerdendir.1306 Onların gaybı bilmeleri sözkonusu değildir. Cinlerin ve onlarla irtibat halinde bulunduğunu iddia eden kâhin, falcı, cinci diye anılan kimselerin gaybı bilme iddiaları yalandan ibarettir. Bunların verdikleri haberlere dayanılarak birtakım insanlar suçlanamaz, böyle kişilerin sözleri mahkemelerde delil olamaz; bunlar iftiradan ibarettir.
Bu tür şahıslara gelecekle veya kayıp eşya ile ilgili sorular yöneltmek ve cevaplarına inanmak haramdır. İslâm’a göre, mahkemede cinlerin verdiği bilgiler değil; insan cinsinden âdil tanıkların şâhitliği geçerlidir. Cinlerle irtibat kurmak, peygamberlerle ilgili olmak şartıyla ve mûcize şeklinde mümkündür. Diğer insanların onlarla irtibat kurdukları, emirleri altına aldıkları hususu, kendi iddialarından ibarettir ve bize göre yalandır. Kur’an ve hadislerden bu işin Hz. Süleyman’a mahsus bir mûcize olduğu anlaşılmaktadır.
Cinlerin eşyanın yerini değiştirmeye güçleri yetse bile Cenâb-ı Hakk’ın buna izni yoktur ve bu iş “sünnetullah“a aykırıdır. Böyle bir şeye müsaade edilseydi, insanoğlunun tâbi olduğu hukuk sistemi altüst olurdu. Onların canları istediği zaman şekil değiştirmeleri de mümkün değildir. Peygamberlerin, âlimlerin veya diğer insanların kılığına girmeleri de, Allah’ın koymuş olduğu öteden beri devam edip gelen kanunlara aykırıdır. Böyle bir şey insanoğlunun dinini ve hukuk düzenini bozacağından Yüce Allah tarafından buna izin verilmemiştir. 1307
Sihrin ve Büyücünün Hükmü
Kur’ân-ı Kerim’de Yüce Allah, büyü ile uğraşmayı küfür olarak nitelendirmiştir 1308. Hz. Peygamber de müslümanların büyü ile meşgul olmalarını şiddetle yasaklamıştır. Bir hadislerinde, “Helâk edici yedi şeyden sakının“ buyurmuşlar, ashâb, “Bu yedi şey nedir, yâ Rasûlallah?“ diye sorduklarında, “Allah'a şirk koşmak, sihir yapmak, haksız yere bir cana kıymak, fâiz ve yetim malı yemek, düşmana hücum esnâsında
1305] 51/Zâriyât, 56
1306] 18/Kehf, 50
1307] A. Osman Ateş, ı.g.e. s.-337-338
1308] 2/Bakara, 102
SİHİR / BÜYÜ
- 321 -
savaştan kaçmak, iffetli mü’min hanımlara zinâ isnâdında bulunmak“ 1309 buyurmuştur. Bir diğer hadislerinde de, büyü yapan kimsenin Allah'a şirk koşmuş olacağını bildirmişlerdir 1310. Bir başka hadislerinde ise, sihre inanan, onun doğruluğunu tasdik eden kimselerin Cennete giremeyeceklerini haber vermişlerdir 1311
Büyü yapmanın büyük günahlardan olduğu konusunda İslâm âlimleri arasında ittifak vardır. Sihri öğrenmek ve öğretmek de haramdır. Büyüyü meslek edinen ve sihirbazlığı küfre vardıran kimselerin şiddetle cezalandırılması gerektiği kaynak kitaplarda kaydedilmektedir.1312 Yapılan büyü küfrü gerektiriyorsa, bunu yapanın küfre gireceği açıktır. Küfrü gerektirmiyorsa, Şâfiî mezhebine göre, sihir yapan ta’zîr olunur, tevbe etmesi istenilir. İmam Mâlik, “sihir yapan kâfirdir, sihir yapmasından dolayı öldürülür. Tevbe etmesi istenilmez; etse bile kabul olunmaz, mutlaka öldürülür“ görüşündedir. Kadı Iyâd’ın bildirdiğine göre, Ahmed bin Hanbel de aynı fikirdedir. Ashâb ve tâbiîn’e mensup birçok âlimin kanaatinin de böyle olduğu nakledilmiştir. İmam Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed’in görüşlerine göre, büyü yapan kâfir olur. Böyle bir kimsenin tevbe etmesi istenilmez. 1313
Çok eski zamanlardan beri insanlar, gayb âlemini merak etmiş, hakkında bilgi edinmek istemiş, bazı açıkgözler de bunu istismar ederek gâibden haber vermeye başlamışlardır. Eskiden bu işle meşgul olan kâhinler, arrâflar, falcılar, cinciler vardı; günümüzde bunlara ek olarak medyumlar ve ruhçular da var. Bu kişiler, çeşitli yol ve vâsıtalardan istifade ederek insanların geçmişi, geleceği, ruhlar âlemi gibi gayb haberleri vermişlerdir, vermektedirler. Bunlara inanmayanlar yanında, inananlar da vardır. Hâlbuki Peygamberimiz (s.a.s.), Allah’ın en seçkin kulu olmasına rağmen, O’nun hakkında Kur’an diliyle şöyle buyrulmuştur: “De ki: ‘Allah’ın dilemesi dışında ben kendim bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Gaybı/görülmeyeni bileydim, daha çok iyilik yapardım ve bana kötülük de gelmezdi.“ 1314 Allah’tan başka hiçbir varlığın gaybı bilmediğini şu âyet kesin bir şekilde ortaya koyar: “De ki: ‘Göklerde ve yerde gaybı, Allah’tan başka bilen yoktur...“ 1315
Peygamber Efendimiz (s.a.s.): “Gayb habercisine (arrâfa, kâhine) inanan kimsenin kırk gün namazının kabul olunmayacağını“1316 haber vermiştir. Yine şöyle buyurmuştur: “Kâhin ve arrâfa inanan kimse, kendisine gönderilen (Kitabı, vahyi) inkâr etmiştir.“1317 Peygamber Efendimiz’e, “ama bazı söyledikleri doğru çıkıyor“ diyenlere, Rasûl-i Ekrem: “Allah’a âsi olan cinlerin, edindikleri bazı bilgileri, bir doğrunun yanına yüz yalan katarak bu kâhinlere ulaştırdıklarını, bunlar vâsıtasıyla halkın inancını bozduklarını, onları sapıklığa düşürdüklerini“ söylemiştir. 1318
Bu kesin deliller karşısında müslümanların, gâipten haber verdiğini iddia
1309] Buhârî Vesâyâ 23, Tıb 48, Hudûd 44; Müslim, İman 145; Ebû Dâvud, Vesâyâ 10, hadis no: 2874
1310] Nesâî, Tahrim 19, hadis no: 4076
1311] Ahmed bin Hanbel, Müsned, 3/14, 83; 4/399
1312] Tirmizî, Hudûd 27, hadis no: 1460; Ebû Dâvud, Harâc 31, hadis no: 3043; Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’an, I/61-68
1313] A. Osman Ateş, a.g.e. s. 333-334
1314] 7/A’râf, 88
1315] 27/Neml, 65
1316] Müslim, Selâm 125; Ahmed bin Hanbel, 2/429, 4/68
1317] Tirmizî, Tahâret 102; İbn Mâce, Tahâret 122
1318] Buhârî, Bed’ü’l-Halk 6, 11, Tıb 46, Edeb 117; Müslim, Selâm 122, 123
- 322 -
KUR’AN KAVRAMLARI
eden kimseleri dinlemeleri haramdır.1319 Onlara değer verip, onlara danışmaya, onlardan yardım istemeğe gitmenin de haram olduğunda şüphe yoktur.
Ruh Çağırma: Günümüzde, özellikle sosyete denilen tabaka arasında yaygın olan ruh çağırma olayı da bir nevi modern kâhinliktir. Birçok tecrübeler, medyumların madde ötesi bir varlıkla temas kurdukları kanaatini vermektedir. Ancak bunun ruh olduğu ve söylediğinin gerçeğe uygunluğu sâbit değildir. Elmalılı merhûmun ifadesiyle “bunların büyük ruhları ve şahsiyetleri çağırıp getirme iddiaları yalan olduğunda şüphe yok ise de, habis ruhları ve sefil şahsiyetleri afsunlayıp topladıkları ve bu sûretle yüce ruhlara zarar vermeye çalıştıkları muhakkaktır.1320 Ruh çağırma seanslarında, gelenin ruh olduğu belli değildir; bunun cin olma ihtimali daha kuvvetlidir. Cin çağırma işi, toplumumuzda öteden beri bilinmekte idi; şimdikiler bunu biraz daha modernize ederek “ruh çağırma“ dediler. Aynı zamanda gelen varlığın veya hayalin, ya da sesin verdiği haber ve bilgiler, yalan ve yanlış ile karışıktır.
Dinimiz ruh ve diğer madde ötesi varlıklar üzerine ilmî araştırma yapmayı engellemez; aksine teşvik eder.1321 Ancak maddî mânevî menfaat sağlamak gâyesiyle ve İslâm inancına uymayan telâkkîler, anlayışlar içinde bu işlerle uğraşmayı ve mesnedsiz iddialara inanmayı meneder.
Fal ve Falcılık: Eskiden yazılı oklarla, günümüzde yıldız, kahve, bakla, iskambil kâğıdı gibi vâsıtalarla yapılan falcılık da bir nevi gâipten haber vermedir; çünkü gelecek (müstakbel) gaybdır; bu sebeple her nevî falcılık ile bunlara inanmak haramdır. 1322
Sihir/büyü: Sihir itikadı bozduğu, tevhid inancına zarar verdiği, kontrolü mümkün olmadığı için kötüye kullanıldığı ve aldatma, iğfâl, ızrar vâsıtası olduğu için haram kılınmış, sihirbazın felâh bulamayacağı ifade buyrulmuştur. 1323
Nazarlık, nal, muska vb. kullanmak: Birden ortaya çıkan veya sebebi bilinmeyen hastalıklara yakalanmamak veya tedâvi etmek üzere başvurulan birtakım tedbirler vardır; nazarlık, at nalı, at kafası, çeşitli muskalar takma, kurşun dökme, tütsü yapma bunun bazı örnekleridir. Bunlar, tıp yönünden bir faydası olmadığı, üstelik bâtıl inançları devam ettirdiği için haram kılınmışlardır. Peygamberimiz (s.a.s.) nazarlık kullanmayı menetmiş, bu gibi şeyleri asan kimselerin bey’atlerini kabul etmemiştir. 1324
Uğursuz saymak: İnsanlar, eskiden beri bazı yer, zaman, şahıs ve şeyleri uğursuz veya uğurlu saymışlar, bu inanca göre karar verdikleri, hareket ettikleri olmuştur. Hiçbir ilmî ve dinî esasa dayanmayan bu inanç İslâm’da reddedilmiş, uğur veya uğursuzluğu insanların kendi inanç ve davranışlarında aramaları istenmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.), buna benzer başka inanışları da zikrederek şöyle buyurmuştur: “Hastalığın bir başkasına geçmesi, uğursuzluk, (ölü ruhunun temsilcisi)
1319] Hayreddin Karaman, Günlük Hayatımızda Helâller Haramlar, s.137-139
1320] Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Y. c. 8, 6365
1321] 51/Zâriyât, 20-21
1322] 5/Mâide, 3
1323] 20/Tâhâ, 69
1324] Nesâî, Zînet 17; İbn Mâce, Tıb 39
SİHİR / BÜYÜ
- 323 -
baykuş, karındaki yılan diye bir şey yoktur; cüzzamlıdan -arslandan kaçar gibi- kaçın.“1325 Hadisin başında “hastalığın birinden diğerine geçmesi (sirâyet, salgın) diye bir şey yoktur“ derken, sonunda cüzzamlıdan uzak durulması“ emrolunuyor. Hadis açıklayan bilginler burada biri inanç, diğeri davranış ile ilgili iki noktanın bulunduğunu söylemişlerdir;
a) İnanç: Hastalığı yaratan, insanı hasta eden, bunu belli kanunlara bağlayan Allah’tır. Bir hasta ile temas eden iki kişiden biri hastalığa yakalanıp diğeri sağlıklı kalabilir; bu Allah’ın irâdesine bağlıdır.
b) Davranış; Salgın hastalığın birinden diğerine geçmesi Allah’ın takdir ettiği, yarattığı bir tabiat kanunudur. Hasta ile temas, hastalanmanın sebebidir; sebepleri olaylara bağlayan Yaratıcı, bunu böyle dilemiştir; şu halde insanın bu sebeplerden kaçınması gerekir (“Hastalıklı hayvanları, sağlıklı hayvanlara katmayı“ meneden Buhârî hadisi de aynı hükmü desteklemektedir.)
Câhiliyye devrinde Araplar baykuşun, ölünün kemikleri veya ruhundan meydana geldiğine, insanın karnında bir yılanın bulunduğuna ve aç kalınca insanı öldürdüğüne, ürküttükleri hayvanların sağ veya sollarından karşı yöne gidişlerine göre uğur veya uğursuzluğa inanırlardı. Hadis bunların da aslı astarı bulunmadığını bildirmektedir. Bazı gün, şahıs, eşya ve yerleri uğursuz saymak, ölüm veya felâketten söz ederken kulak çekip tahtaya vurarak korunmaya çalışmak da aslı astarı olmayan inanç ve davranışlar arasındadır. Buhârî’nin bir başka rivâyetinde “kadın, ev ve binekte uğursuzluktan“ bahsedilmiştir. Fakat bu hadisin baş tarafını Hz. Âişe annemiz açıklıyor: Peygamberimiz’in (s.a.s.) câhiliyye âdetlerini söylediğini, “onlar, bu üç şeyde uğursuzluk bulurlardı“ dediğini açıklıyor.
Uğurlu saymak: Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Efendimiz, uğursuzluk inancını reddederken “en iyisi, uğurlu saymaktır (fe’l, tefe’ül)“ buyurmuş, “Tefe’ül nedir yâ Rasûlallah?“ dediklerinde; Herhangi birinizin duyduğu güzel, hayırlı bir sözdür“1326 cevabını vermiştir. Buna göre bir kimsenin iyi bir söz duymasını, bir şeye yönelince ilk olarak “başarı, esenlik, mutluluk“ gibi bir kelime işitmesini uğurlu saymasında mahzur yoktur. Uğur inancının hedefi, insanların hayatlarını, mânâsız ve mesnetsiz vehimlere göre değil; gerçeklere göre düzenlemesi ve idare etmesidir. 1327
Ve Günümüz
Sihir ve büyünün hiçbir çeşidi, İslâm toplumunda yer bulamaz. Bu tür sapıklıklar, ancak câhiliyye toplumlarında yaygınlaşabilir. İçinde yaşadığımız toplumun câhiliyye toplumu olup olmadığıyla ilgili bir yargıya varmak için gelin, bu konuda aynamızı topluma tutalım:
Düzen ve çevrenin, fıtrata müdâhale edip İslâm’ı bireysel ve toplumsal alanlardan tümüyle uzaklaştırma mücâdelesi ve yer yer başarısı, insanımıza ağır bedeller ödetiyor. İslâm’ın çoğu hükümlerinin yaşan(a)madığı günümüzde stres ve psikolojik bunalımların hemen her çeşidi giderek hemen her insanı kemiriyor. Ve denize düşen yılana sarılıyor: Dinini bilmediği, ilkel ve modern hurâfeleri de reddedemediği için câhil insanlar, çözümü de cincilerde, üfürükçü ve muskacılarda
1325] Buhârî, Tıb 19, 25, 43-45; Müslim, Selâm 102
1326] Buhârî, Tıb 43, 44; Müslim, Selâm 110
1327] Hayreddin Karaman, a.g.e., s. 139-151
- 324 -
KUR’AN KAVRAMLARI
arıyor. Medyada; medyumlardan, falcılardan, astrologlardan yani modern müneccimlerden, cinci ve büyücülerden geçilmiyor. Boyalı basın dediğimiz, yazıdan daha çok resimlerin yer aldığı gazetelerin tümünde her gün burç ve fal köşeleri yayınlanmaktadır. Buralarda “yıldızınız diyor ki“ , “burcunuz“ , “elektronik burç falı“ , “bilgisayarlı astrolojik fal“ gibi köşelere ne demeli? (Bu hurâfeler, irticâ kavramına girmediğinden kimsenin bir şey dediği yok. Peki müslümanların da mı diyeceği yok?!)
Günümüzde başta televizyon kanalları olmak üzere medya, yani dünkü adlandırma ile sihirbazlık/büyücülük, halkın bağlılığını sağlamak ve sürdürmek yolunda Firavunların ve firavunî düzenlerin vazgeçemedikleri bir araçtır.
Müneccimlik, sanıldığı gibi tarihe karışmış değil; sadece modernleşmiştir o kadar. Astrolog veya medyum denilen müneccimler, yıldız falına bakan kimselerdir. Horoskop denilen yıldızların, burçların bulundukları yerin haritasını çıkarıp, falına bakacakları kimsenin doğum tarihleriyle kıyaslayarak geleceği -gayb- hakkında hüküm çıkartırlar. Eski Yıldızname'lerin yerini günlük burçlar, astrolojik hurâfeler almış; müneccimin adı da astrolog veya medyum olmuştur artık.
Açıkça kâfir olanların yanında, nice müslümanım diyen insan, hâlâ yıldızların, burçların insan kaderinde etkili olduklarına inanmaktadır. Müneccimin, kâhinin; geleceği (her şeyi değilse bile çok şeyi) bileceğine hâlâ inanılır ki, gelecekle ilgili değerlendirmelerde bulunanlara “sen müneccim misin, nereden biliyorsun?“ diye sorulur; “adam sanki kâhin“ denilir.
Yine, bu sapık düşünceye göre yıldızlar konuşur, vahyeder; onların râsûlleri/elçileri ise astrologlar, medyumlar ve cincilerdir. Yıldızların konuşma dilini anlayan bu sivri akıllılar, bu mesajları “yıldızınız diyor ki...“ , “burcunuzun durumuna göre başınıza şu, şu gelecek“ diye insanlara para karşılığı tebliğ eder ki, bu mesaja göre bilinçlensinler ve ona göre davransınlar.
Müneccimlik, gelecekte meydana gelecek, özel ve genel olaylara, yıldızlara bakarak haber vermektir. Hz. Peygamber’in bu konuyla ilgili şöyle bir ikazı vardır: “Bazı insanlar, Allah’ın nimetiyle geceyi geçiriyor, sabah olunca da, ‘bize şu yıldız sebebiyle yağmur yağdırıldı’ diyor. Böyle demeleri sebebiyle onların çoğu kâfir olmuştur.“1328 Yine bir başka hadis rivâyeti de benzer bir ikazdır: “Kim yıldızlarla haber vermeye çalışırsa, sihir ile haber vermiş olur.“ 1329
Gelecekte olacak şeyler hakkında bilgi sahibi olmak için başvurulan çeşitli yolların en belirginlerinden biri faldır. Daha çok baht, uğur ve talihi, genel olarak da gelecekte olacak şeyleri anlamak için birtakım garip yollara başvurarak bunlardan anlam çıkarma ve kişilik okuma işine fal; bu işi yapmaya da falcılık denir. Gelecek zamanda vuku bulacak olayları haber vererek gayb sırlarını bildiğini iddia edene de falcı, medyum denir.
Câhiliyye Arapları, bir yolculuğa, bir savaşa, bir ticarete, evlenmeye yahut herhangi önemli bir işe teşebbüs edecekleri zaman üç zar (veya ok) çekerler yahut kuş uçururlardı. Bu zar veya okların birinde, “Rabbim emretti“, yahut “yap“ diye emir; diğerinde “Rabbim nehyetti“ veya “yapma“ diye nehy kelimeleri
1328] Buhâri, Megazi 35; Müsned, Ahmed b. Hanbel, II/525
1329] Ebû Dâvud
SİHİR / BÜYÜ
- 325 -
yazılı olurdu; biri de boş bulunurdu. Birisi torbaya elini sokar, zarlardan birini çeker, emir çıkarsa yaparlar, nehy çıkarsa yapmazlar, boş çıkarsa bir daha çekerlerdi. Kur'an, bunu şiddetle yasaklamıştır. “Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şeytan işi birer pisliktir; bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz.“ 1330
Bugün yaygın olan fal çeşitlerinden biri de, modern câhiliyyenin itibar ettiği yıldız falıdır. Gökteki burçlardan yola çıkılarak yapılan bu falcılığın aslı, Sâbiîlere dayanır. Sâbiîler, gökyüzünü on iki burca taksim etmişler ve eflâkten/göklerden yalnız tapındıkları ve heykellerini diktikleri “sebaî“ gezegenlerin durumlarına göre, yeryüzünde meydana gelecek olayları bildireceği iddiasıyla yıldızlarla ilgili birtakım hükümleri yazmışlardı. Onların bu inançları, günümüze kadar gelmiş bulunmaktadır. 1331
Dinimizin kesinlikle yasakladığı falcılık, bir çeşit gaybdan haber vermektir. Hâlbuki, Kur'an; gaybı, Allah'tan başka hiçbir kimsenin bilemeyeceğini, peygamberlerle meleklerin dahi kendilerine vahyedilmedikçe gaybdan haber veremeyeceklerini açıkça bildirmektedir. “De ki: 'Göklerde ve yerde olan gaybı, Allah'tan başka bilen yoktur.“1332; “De ki: Size 'Allah'ın hazineleri elimdedir demiyorum, gaybı da bilmiyorum.“1333; “Eğer gaybı bilseydim, daha fazla hayır yapardım.“1334 âyetleri buna yeterli delildir.
Kendilerine “arrâf“, “kâhin“ veya “medyum“ denilen falcıları ve bu falcılara gidip fal açtıran, onlara inanan veya destekleyenleri Peygamberimiz, ağır bir dille kınamış, hatta küfürle nitelemiştir. “Kim bir arrâfa gidip de ona bir şey sorarsa, kırk gecelik namazı kabul olmaz.“1335; “Kim bir kâhine gider, dediklerini doğrularsa; şüphesiz ki Muhammed'e indirilmiş olanı inkâr etmiş olur.“ 1336
Burç falı, “İnsanları, doğdukları burçlara göre gruplayarak geleceğini okumaya, kaderine dair konuşmaya“ denir. Modern cahiliyyenin yaşandığı günümüzde kendini aydın sanan birtakım gazete ve televizyon programcıları, her gün yıldız falı hurâfesiyle insanların kaderi hakkında birtakım yorumlar yapmaktadırlar ki bunlar hiçbir bilimsel dayanağa sahip değildir. Ayrıca bu asılsız yorumlar, okuyucuların ruhsal dengelerine olumsuz yönde etki yapmaktadır. Bu bir atma, saçma ve aldatmadan ibarettir. İslâm âlimleri, Sâbiîler gibi, tesiri yalnız yıldızlardan, burçlardan bilerek onlardan birtakım hükümler çıkarmaya kalkışmanın küfür ve şirk olduğunda ittifak etmişlerdir.1337; “Onların çoğu, şirk koşmadan Allah'a inanmazlar.“ 1338
Konuyla ilgili yanlış itikad veya hurâfeler sebebiyle dilimize giren deyimlerden bazıları: “Cadı kazanı“, “gözün faltaşı gibi açılması“, “müneccim misin?“, “kâhin gibi“, “yıldızı kaymak“, “yıldızları barışmak“, sanatçılara: “star/yıldız“,
1330] 5/Mâide, 90
1331] Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, c. 7, s. 5208
1332] 27/Neml, 65
1333] 6/En'âm, 50
1334] 7/A'râf, 188
1335] Müslim, Selâm 125
1336] Tirmizî, Tahâret 102; İbn Mâce, Tahâret 122; Ebû Dâvud, Tıb, hadis no: 3904; Ahmed bin Hanbel, II/ 408
1337] Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, c. 1, s. 5207
1338] 10/Yûnus, 106
- 326 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“yıldızınız diyor ki“, “burcunuza göre...“, “felek“ , “cingöz“, “cini tepesine çıkmak“, “cin fikirli“, “cin çarpması“, “denize düşen yılana sarılır“, “tahtaya vurup eli kulağa götürmek“ vb.
Hayatın her alanını kuşatan İslâm’ın kişisel, toplumsal ve siyasal boyutu gerektiği şekilde yaşanmadığından, psikolojik hastalıklar ivme kazanarak insanı her yönüyle pençesine alıyor. Stres ve bunalımın bin bir çeşidi altında ezilen insan, yeterli inanç ve bilinçten yoksun ise, düştüğü ızdırap denizinden kurtulmak için sarıldığının yılan olduğunu düşünmüyor bile. Her türlü üfürükçülerden, vesvese verenlerden Allah’a sığınması gerektiği halde, şeytanlara ve şeytanlaşan üfürükçülere sığınabiliyor. Kur’an’ın fıtrî prensiplerine sarılıp ibâdet, zikir ve tefekkürle ruhunu arıtacak ve gıdalandıracak yerde, ruhundaki hastalığı artıracak zehirlere ve mikroplara yöneliyor. Yine, müslüman psikolog ve psikiyatristlerden yararlanıp tıp ilminin imkânlarından istifade edeceğine istismarcılara teslim oluyor. Vahye teslim olmayan, aklını ve mantığını da kullanmayan enâyiler bulundukça; adlarına hoca, muskacı, cinci, büyücü, sihirbaz, arrâf, medyum, kâhin, astrolog, falcı... denen kimseler de bulunacak, kendisinden yardım isteyenleri sömürmekle kalmayacak, onları dünyada ve âhirette perişan etmeye çalışacaktır. Suç, bu istismarcılardan daha çok, bunların oltalarına takılan zavallılardadır. İslâm’ın yaşanmadığı yerde bu çeşit istismarcıların, sahtekârların önüne geçilmesi de imkânsızdır.
Sihir/Büyü ile İlgili Bazı Kavramlar
Afsun: Büyü, sihir, efsun.
Ak büyü: İyilik için yapıldığı iddia edilen büyü, sevgi büyüleri veya hastalıklardan kurtulmak için yapılan büyülere denir. Tehlikelerden ve özellikle rûhî hastalıklardan korunmak için yapılan pasif büyü de ak büyü sayılır.
Arrâf: Falcı, kâhin, medyum; çalınan veya kaybolan eşyayı bulmak için falcılık yapan kimse. Gaybden haber veren kimselere verilen vasıftır. Cin, yıldız ve bazı tılsımlara dayanarak gelecekten haber vermeye çalışan kimselere verilen isim.
Astroloji: Yıldızların hareketlerinden hüküm çıkarma, ilm-i nücûm, müneccimlik.
Astrolog: Yıldız falına bakan kimse, müneccim.
Azâim: Yere ait ruhlardan, yani cinlerden yararlanılarak yapılan sihir; hastalık ve âfetten korunmak için duâ, efsun ve yazılan muskalar.
Biyomanyetik alan: Bütün canlılarda var olan elektriksel alanların insanda fevkalâde yüksek güçte olduğu bilinmektedir. İnsanların bu manyetik alanları, hem etkileşimde, hem de iletişimde önemli rolü vardır. İnsanlardan yayılan enerji dalgaları, ışınsal enerjiler, biyolojik tepki olarak nazar, âşık etme, hipnotize etme, korkutma gibi duyguları ortaya çıkarabileceği kabul edilmektedir.
Burç: Güneş sisteminde yer alan on iki takım yıldızın herbiri: Koç, Boğa, İkizler, Yengeç, Aslan, Başak, Terazi, Akrep, Yay, Oğlak, Kova, Balık. Güneş her yıl bu takım yıldızlarından birinin bölgesinde bulunur. Burçlar, daha çok fal için, kişinin geleceğini öğrenmek gibi bâtıl, yalana dayanan ve büyük günah kabul edilen gaybı bilme iddiasının aracı olarak eski zamandan beri kullanılır.
SİHİR / BÜYÜ
- 327 -
Cadı: Büyücü kadın; Geceleri dirilip insanlara kötülük ettiğine inanılan ölü kadın, hortlak. Cadı inancı özellikle ortaçağ Avrupa’sında çok yaygındı. Büyücülük yapanların da bu cadılar olduğuna inanılmış ve cadı kelimesi, büyücü anlamında da kullanılmıştır. Hristiyanlık tarihinde büyücü avları gibi cadı avları da ünlüdür. Cadı sayılıp yakılanların sayısının ortaçağ hristiyan Avrupasında milyonları aştığı tarihlerde yazılıdır.
Cifr: Harflere verilen sayı kıymeti ile geleceğe veya geçen hâdiselere, ibârelerden tarih veya isme dair işaretler çıkarmaya denir. Ebced hesabının bir çeşididir. Harflere verilen ebced değerleri gibi, rakam ve remiz (sembol) ile ifade edilen, gelecek hakkında haber verdiğine inanılan bilgiye ad verilen cifr, hurûfilik denilen sapık bir tarikat tarafından dini, tümüyle zâhirinden farklı değerlendirmeye sebep olan anlayıştan etkilenerek ortaya çıkmıştır. Hurûfiliğin kaynağı da yahûdi kabalası, eski Yunanlardan kalma Pisagorculuk ve çeşitli câhiliyye tılsımlarıdır. Değişik sihirlerde, kayıp bulmada, gayba taş atmada ve muskalarda bol bol cifirden ve ebcedden yararlanılır.
Cin: Gözle görülmeyen canlı varlık; Cinler tarafından çarpılmaya, daha doğrusu böyle kabul edilen felç vb. sakatlıklara cin çarpması, veya şeytan çarpması denilir.
Cincilik: Yere ait ruhlardan, yani cinlerden yararlanılarak, daha doğrusu böyle bir iddia ile yapılan sihirdir. Bu tür büyülerle uğraşanlara da cinci denir.
Ebced: Arap elifbâsını meydana getiren haflerin akılda tutulmasını kolaylaştırmak için düşünülen sekiz kelimeden ilki. Arapça eski Sâmi alfabesindeki harf sırasının sayı değerine göre tertiplenmesinden meydana gelen kelimelere verilen addır. Bu tertip, İbrânî ve Süryânî alfabesindeki harfleri içine alır. İbâredeki kelimeler şunlardır: Ebced, Hevvez, Huttî, Kelemen, Sa’fes, Karaşet, Sehaz, Dazığ. Bu sekiz kelime, bütün hurûf-ı hecâ denen yirmi sekiz harfi içine almış ve sıra ile eliften, ğayın harfine kadar, bir’den bin’e kadar her harfte aşağıdaki sıra ile gösterildiği gibi değerler verilmiştir: Elif: 1, be (ve pe): 2, cim (ve çim): 3, dal: 4, he: 5, vav: 6, ze: 7, ha: 8, tı: 9, ye: 10, kef: 20, lâm: 30, mim: 40, nun: 50, sin: 60, ayın: 70, fe: 80, sad: 90, kaf: 100, rı: 200, şın: 300, te: 400, se: 500, hı: 600, zel (ve je): 700, dat: 800, zı: 900, ğayın: 1000.
Şimdiki Arapçada alfabe, bu sırayı tutmuyorsa da, harflerin rakam gibi kullanıldığı zaman, yine eski sıraya uymak için ebced sırasını da devam ettirmişlerdir. Eskiden, matematik ve fizikte bu harflerin rakam yerine kullanıldıklarını biliyoruz. Ebced hesabı: Harflerin ebced değerlerine göre tarih veya sayı çıkarma işi. Ebced harf tertibinde, Kur’an daha nâzil olmadan harflere rakam değeri verilerek tarih ve yazılır ve olaylar kaydedilirdi. Arap, Fars ve Türk edebiyatında hâdiselerin tarihleri, yer yer ebced hesabıyla yazılırdı. Önemli olaylar, bu hesaba uyularak mısrâlarla ifade edilirdi. Bu harfleri tılsımlı kabul edip olur olmaz anlamlar çıkartmak, Kur’an’ın bazı kelimelerindeki harflerin ebced değerlerinden mânevî anlamlar çıkarmak, hurûfilik gibi sapık bir tarikatın izinden gitmektir. Sihir ve tılsımlarda, muskalarda da bol bol ebced harf değerlerinden yararlanılır.
Efsun: Büyü, üfürük, afsun.
Ervâh-ı Arziyye: Cinler için kullanılan “yer ruhları“ anlamında sıfat. Filozoflar cinleri inkâr etmemiş, fakat onları ervâh-ı arziyye adıyla anmışlardır.
- 328 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Ervâh-ı semâvî: Gök ruhları anlamına gelen bu ifade, filozofların meleklere taktıkları isimdir.
Fakir: Hindistan’da bazı hünerler gösteren şahıslara verilen unvan; Hint fakiri. Fakirizm: Hint fakirlerinin gösterdiği olağanüstü haller.
Fal: İstikbalden haber almak, gelecekte olacak şeyler hakkında bilgi sahibi olmak için başvurulan çeşitli nesnelerden anlam çıkarma. Bakla falı, yıldız falı, kahve falı, iskambil falı, burç falı gibi çeşitleri vardır.
Göz bağcılığı: Arapça “Âhız bi’l-uyûn“ denir. “Göz boyama“ olarak da kullanılan bu terim, sahtelikle, gösterişle aldatmak için, el çabukluğu vb. şeylerle gözü kandırmaya denir.
Hipnoz: Fizikî, rûhî veya mekanik yollarla meydana gelen sun’î/yapay uyku hali. İpnoz da denilen bu durum, hekimlikte de kullanılan, gönüllü ve kısmen güçsüz irâdelilere uygulanabilen bir telkin yöntemidir. Hipnotizma: Hipnozla ilgili uygulamaların ve olayların tamamı. Hipnotize: Hipnotizma ile uyutulmuş kimse.
Hokkabazlık: Birtakım oyunları el çabukluğu ile yaparak göz boyamak ve böylece halkı eğlendirmek. Mecaz olarak; düzenbazlık, hile ve yalanla iş görmek, hilekârlık, dolandırıcılık. Hokka-bâz: Hokka ile oynayan, hokkacı demektir. Hokka: Hokkabazların oyunlarını icrâ ederken kullandıkları küçük su bardağını andıran kaba (kap) verilen addır.
Horoskop: Astrologların yıldızlardan çıkardığı gelecekle ilgili kehânet. Astrolog denilen modern kâhinler, horoskop denilen yıldızların, burçların bulundukları yerin haritasını çıkarıp, falına bakacakları kimsenin doğum tarihleriyle kıyaslayarak o kişinin geleceği -gayb- hakkında hüküm çıkartırlar.
Hurâfe: Dinî bilgiler ve kurallar arasına karışmış yanlış, bâtıl inanç, efsâne ve mitolojilere denir. Bunlar, gerçekle bağlantısı bulunmayan boş inançlar ve uydurmalardır. Atalara duyulan saygıdan dolayı, kuşaktan kuşağa aktarılan hurâfelerin temel özelliği, bunlar hakkında Kur’an ve sünnetten bir delili olmaması, hatta çoğunlukla bu iki kaynağa ters, İslâm akaidine zıt olmasıdır.
İllüzyon: His/duyu yanılması, yanılsama hayal ve hile. El çabukluğuna ve kandırmaya dayanan, bazen teknolojiden veya özel hazırlanmış araçlardan yararlanılan, bir şeyi olduğundan farklı gösterme faâliyetidir. İllüzyonist: His yanılmasına dayanan hünerler gösteren kimse, hokkabaz, sihirbaz.
İlm-i Nücum: Yıldızlar ilmi, astronomi, felekiyat anlamında olan bu terkip, astroloji için de kullanılmaktadır. Birincisi araştırma ve incelemelere dayanan gerçek bilgi olduğu halde, İkinci anlamı (astroloji), hurâfelere, bâtıl inanç ve kandırmaya dayanarak gayb hakkında bilgi edinme iddiası taşır.
İspirtizma (spirtüalizm): Ölülerin ruhları ile haberleşme maksadıyla yapılan faâliyet. Bu kandırmacalara ruh çağırma da denilir. Ölülerin ruhlarıyla ilişki, sözde onların sözlerini algılayabilecek nitelikte olan medyumlar aracılığıyla kurulur. Aslında, ölü ruhun konuşması, hileden ibarettir, konuşan varsa bu, cinden başkası değildir.
İstidrâc: Kâfirlerde, özellikle tâğutlarda ortaya çıkan veya öyle zannedilen
SİHİR / BÜYÜ
- 329 -
hârikalara denir.
İstihâre: Aslında, Allah’tan hayır istemek, hayır duâsı demektir. İstişâre edilerek yapmaya karar verilen meşrû ve mubah bir eylemle ilgili olarak azmedip karar verdikten sonra, o işin sonucunun bilinmediği için, eğer hayırlı ise Allah tarafından kolaylaştırılıp nasip edilmesini, değilse zorlaştırılıp nasip edilmemesini istemek için duâdır. Klâsik uygulama şekli ise, bir çeşit rüya falıdır. Bir işin iyi ya da kötü sonucunu, önceden rüyada kestirme şeklinde kullanılarak sünnette olan bu duâ, dejenere edilmiş ve tahrife uğramıştır. Aslında rüya, bilgi kaynağı değildir; rüya ile amel edilmez. Rüyaların çoğu şeytânîdir veya arzuların simgeleşmiş şekli rüya halinde ortaya çıkar. Dolayısıyla istihâreye yatmak ve görülen rüya ile amel etmek, gayrı meşrû ve akıl dışı bir hurâfedir.
Kara büyü: insanın kötülüğü için yapılan büyülere denilir. Sevgilileri, karı-kocayı birbirlerinden ayırmak, düşman ve hasımlara zarar vermek, hastalandırmak, hatta öldürmek için yapıldığı kabul edilen aktif büyülere kara büyü denir.
Kâhin: İsrail oğullarında ve bazı başka bâtıl din mensuplarında gâipten haber verme, gelecekle ilgili şeyleri bilme iddiasında bulunan kimse. Gaybden haber veren kimselere verilen vasıf. Cin, yıldız ve bazı tılsımlara dayanarak gelecekten haber vermeye çalışan kimselere verilen isim, kehânet yapan kimse. Kehânet: Sonradan olacak şeyleri haber verme, kâhinlik.
Maji (magi): Büyü ve sihir kelimelerinin batı dillerindeki karşılığı.
Manyetizma: Telkin ve hipnoz olayları ve nazariyeleri. Bir insanın başka bir insanı ruhsal egemenliği altına almak yoluyla etkileyebileceği inancıdır. Bu inanca göre, bazı insanlarda akıcı bir öz vardır. Bu öze sahip güçlü kişilikler, elleriyle paslar vererek bu özü bir başka insana geçirebilirler ve onu ruhsal egemenlikleri altına alabilirler. Aslında uyumak için bahane arayan güçsüz kişilikler, gerçekten bu yolla uyutulabilir ve telkin altında tutulabilirler. Manyetizmacı: Manyetizma yapan kimse. Manyetize: Manyetizma ile etki altına alınmış olan, manyetizma ile uyutulan.
Medyum: Ruhlar arasında aracılık ettiğine inanılan kimse. Ölülerden, ruhlardan, cinlerden haber alabilecek olağanüstü güce sahip olduğuna inanılan kişi. Bunların hemen hepsi şarlatandır. Günümüzde kâhin ve falcılara, cinci olduğu iddiasındakilere de medyum denilmektedir.
Metafizik: Fizikötesi; Duyularımızla idrâk edemediğimiz varlıkları konu edinen, asıl mesele olarak varlık problemini ele alan felsefe kolu.
Metapsişik: Ruh ötesi, normal psikolojinin sınırları dışında kalan olayların incelenmesi.
Muska (Nüsha): (Kelimenin aslı nüsha’dır.) Bazı hastalıkları, kötülükleri ve nazarı defetmek için boyna asılan veya üstte taşınan yazılı kâğıt. Hristiyanlıktaki teslis inancının simgesi olarak üçgen şeklinde, üç köşeli katlanır; içinde çoğu zaman anlamsız şekiller ve uydurmalar bulunur. Kötülüklerden koruyacağına inanıldığı için, şirk unsuru kabul edilir. Nazardan koruduğuna inanılan nazarlıklar, nazar boncukları da muska kabul edilir. Büyü yapmak, ya da büyüden korunmak için kullanılan muskalar vardır.
- 330 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Müneccim: Yıldız anlamına gelen Arapça “necm“ kelimesinden türetilmiştir. Yıldızla uğraşan, yani yıldız falcısı demektir. Yıldızların hal ve hareketlerinden ahkâm çıkaran kimse, astrolog, falcı. Müneccim başı: Saray müneccimlerinin başı olan kimseye denirdi.
Nazar; Göz değmesi: Bazı insanların bakışla, maddî ve mânevî olumsuz etkide bulunması. Nazar değmek: Göz değmek; birisinin hasetçi bakışıyla rahatsız olmak veya zarara uğramak. Nazar boncuğu: Nazar değmesine karşı takılan mavi boncuk; Göz boncuğu da denilen nazar boncuğunu takmayı, bulundurmayı veya bir yere asmayı dinimiz şirk unsuru kabul ederek, böyle bir boncuğun bir zararı def edeceğini sanmayı büyük günah sayar.
Obsesyon: Arapça tâbiriyle “tasallut“; cin gibi ruhsal varlıkların insan bedenine uzaktan, yakından veya içine girerek çeşitli derecelerde ona hükmedip etkide bulunmasına, daha doğrusu böyle olduğuna inanmaya denir.
Önsezi: Hiss-i kable’l-vuku; Bir olay henüz meydana gelmemişken, ya da uzaklarda olan bir olayı sezme yeteneği. Bir tarz iletişim olan önsezi, az da olsa hemen herkeste vardır. İslâmî duyarlılığa sahip muttakî kişilerde basîret ve ferâset, Rahmânî ilham olarak önsezinin üst basamakları kabul edilebilir.
Paranoya: Türkçe karşılığı; evham. Her şeyden şüphe etme, başkalarından kötülük bekleme, her şeyden şikâyet, emniyetsizlik, bencillik, gurur ve büyüklük duygusu şeklinde beliren ruh hastalığı. Paranoyak: Paranoya hastalığıyla ilgili; paranoya hastalığına tutulmuş olan kimse.
Parapsikoloji: Tabiatüstü olayları araştıran psikoloji dalı.
Peri: Dişi cin. Güzel ve iyilikseverlik sembolü olarak kabul edilirler. Mecâzî olarak güzel kadın veya kıza da peri veya peri gibi güzel denir.
Ruhçuluk: Asıl unsur olarak ruhu kabul edenlerin görüşü, spirtüalizm, maddeci olmamak.
Ruh çağırma: Batı dillerinde ispirtizma denilen bu terim için bkz. İspirtizma.
Rukye: Daha çok rûhî hastalıkların tedâvisi için kullanılan formülasyonlardır. Türkçesi, tam olarak karşılamasa da efsundur. Koruyucu muska=hirz anlamı da taşır.
Riyâzet: Az yiyip az uyuma ve sürekli ibâdet ederek nefsi terbiye etme, nefsin arzularına karşı kendini tutma, dünya zevklerinden el çekmek sûretiyle nefsi kırma. Çile çekme anlayışı.
Şa’beze: El çabukluğu, hokkabazlık.
Şaman: Eski müşrik Türklerde, birtakım doğaüstü gücü bulunduğuna, ruhlarla ilişki kurarak hastalıkları iyileştirdiğine inanılan, büyü yapma, gelecekten haber verme gibi işler yapan din adamı.
Telekinezi: Cisimlerin dokunulmadan hareket etmesi hali.
Telepati: Uzaktan araçsız haberleşme, mesafe kaydı duymadan insanlar arası zihinsel iletişim. Uzakta meydana gelen bir olayı ânında hissetme hali.
Tılsım: Üzerine şekil veya harfler yazılmış, gizli ve sihirli kuvveti olduğu kabul
SİHİR / BÜYÜ
- 331 -
edilen şey, sihir gücü olduğu kabul edilen şey, doğaüstü güç ve böyle bir güç taşıdığı sanılan muska, nazarlık vb. nesne.
Vefk: Duâ yazılı muska, denklem, sihirli kareler; sıralarının, sütunlarının ve köşegenlerinin toplamı aynı olan kareler. Matematiksel bir eğlence olmaktan öte hiçbir gizemi olmayan bu karelerdeki matematiksel simetri, matematikten anlamayan câhil insanları cezbetmiş ve onları bu denklemleri kutsallaştırmaya sevketmiştir. Büyük bir ihtimalle, halkın cehâletinden yararlanan kurnazlar tarafından amacından saptırılan “ebced“ sayı sistemi, zamanla cincilerin, büyücülerin ve sahte doktorların menfaat tuzağı haline dönüşmüştür. Hatta Kur’an’ın yüce kelime ve âyetleri bile vefk (denklem) diye adlandırılan bu karelere şeytânî amaçlarla yerleştirilmiş ve ne acıdır ki âlim diye tanınan nice kişi tarafından da onaylanmıştır.
Vesvese: Şeytanın meydana getirdiği iç karışıklığı, iç üzüntüsü, vehim, kuruntu, şüphe, tereddüt.
Yıldıznâme: Yıldızların hareketleri ile insanların kaderi arasında olduğu varsayılan ilişkileri konu edinen ve bunlardan ahkâm çıkaran kitap, astroloji.
- 332 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Sihirle İlgili Kur’ân-ı Kerim’den Âyet-i Kerimeler
A- Kur’an’da Sihir Kelimesinin Geçtiği Âyetler (60 yerde): (2/Bakara, 102; 5/Mâide, 110; 6/En’âm, 7; 7/A’râf, 109, 112, 113, 116, 116, 120, 132; 10/Yûnus, 2, 76, 77, 77, 79, 80, 81; 11/Hûd, 7; 15/Hıcr, 15; 17/İsrâ, 47, 101; 20/Tâhâ, 57, 58, 63, 63, 66, 69, 69, 70, 71, 73; 21/Enbiyâ, 3; 23/Mü’minûn, 89; 25/Furkan, 8; 26/Şuarâ, 34, 35, 37, 38, 40, 41, 46, 49, 153, 185; 27/Neml, 13; 28/Kasas, 36, 48; 34/Sebe’, 43; 37/Saffât, 15; 38/Sâd, 4; 40/Mü’min, 24; 43/Zuhruf, 30, 49; 46/Ahkaf, 7; 51/Zâriyât, 39, 52; 52/Tûr, 15; 54/Kamer, 2, 34; 61/Saff, 6; 74/Müddessir, 24.
B- Sihir Konusu
a- Yapmanın Kötülüğü: 2/Bakara, 102.
b- Sihir ve Büyücülerin Kötülüğünden Allah'a Sığınmak: 113/Felak, 1-4
c- Fal ve Falcılık: 5/Mâide, 3, 90
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 363-373
2. Mefâtihu’l-Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahreddin Râzi, Akçağ Y. c. 3, s.255-293
3. Fî Zılâli’l-Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 200-205
4. Tefhîmu’l-Kur’an, Mevdûdi, İnsan Y. c. 1, s. 87-88
5. Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, c. 2, s. 437-480
6. El-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, İmam Kurtubî, Burûc Y. c. 2, s. 233-252
7. El-Mîzân Fî Tefsîri’l-Kur’an, Muhammed Hüseyin Tabatabai, Kevser Y. c. 1, s. 328-346
8. Kur’ân-ı Kerim Şifâ Tefsîri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 206-215
9. Min Vahyi’l-Kur’an, Muhammed Hüseyin Fadlullah, Akademi Y. c. 2, s. 130-139
10. Kur’an Mesajı, Muhammed Esed, İşaret Y. c. 1, s. 28-29
11. Bakara Sûresi Tefsiri, Ramazanoğlu Mahmud Sâmi, Erkam Y. s. 164-168
12. Hulâsatu’l-Beyan Fî Tefsîri’l-Kur’an, Mehmed Vehbi, Üçdal Neşriyat, c. 1, s. 186-192
13. Furkan Tefsiri, Hicâzî, Vahdet Y. c. 1, s. 77-80
14. Sahih-i Buhâri Muht. Tecrîd-i Sarih Terc. K. Miras, A. Nâim, D.İ.B. Y. 4/108; 8/225-231, 471; 9/54
15. Kütüb-i Sitte Muht. Tercüme ve Şerhi, İbrahim Canan, Akçağ Y. c. 8, s. 83-100
16. Büyük Hadis Külliyatı, Cem’ul-Fevâid, Rûdânî, İz Y. c. 4, s. 181-205
17. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Şâmil Y. c. 1, s. 260-261; c. 5, s. 419-421
18. T. D. Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Hikmet Tanyu), T.D.V. Y. c. 6, s. 501-506
19. Sosyal Bilimler Ansiklopedisi (İzzet Er), Risâle Y. c. 1, s. 237-238
20. Tefsirde İsrâiliyyat, Abdullah Aydemir, D.İ.B. Y. s. 136-161
21. İslâm’da Helâl ve Haram, Yusuf el-Kardavi, Hilâl Y. s. 248-257
22. Günlük Hayatımızda Helâller ve Haramlar, Hayreddin Karaman, İz Y. s. 137-145
23. İlim ve Din Açısından Mûcize, Osman Karadeniz, Marifet Y. s. 48-85
24. Olağanüstü Olaylar ve Aralarındaki Farklar (Mûcize, Kerâmet, Sihir), Bakıllânî, Rağbet Y. s. 97-129
25. Bâtıl İnanışlar, Recep Aktaş, Bahar Y. s. 13-36
26. Yaşayan Hurâfeler, Kemalettin Erdil, T. Diyanet Vakfı Y. s. 34-49; 58-67
27. Yaşayan Câhiliyye, Aysel Zeynep Tozduman, İnkılâb Y. s. 89-98
28. Kur’an ve İnsan, Celâl Kırca, Marifet Y. (Nazar:) s. 247-263; (Ruh, Cin, Reenk.)160-186
29. Gerçek Din Bu, Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neşriyat
30. İslâm Açısından Sihir, Yusuf Özbek, İz Y.
31. Kur’an ve Hadislere Göre Cinler-Büyü, Ali Osman Ateş, Beyan Y.
32. Kur’ân-ı Kerim’e Göre Cin-Şeytan, Lutfullah Cebeci, İstişare Y.
33. Kur’ân-ı Kerime Göre Sihr (Büyü), Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neşriyat
34. Cin ve Şeytanlardan Nasıl Korunmalıyız? Vahid Abdüsselâm Bali, Uysal Kitabevi Y.
35. Cin, Şeytan ve Büyüden Korunma, Halil bin İbrahim Emin, Uysal Kitabevi Y.
36. Büyü, Sihir, Fal, Yıldızname, Kehanet, Nazar, Sevim Asımgil, İpek Y.
SİHİR / BÜYÜ
- 333 -
37. Âyet ve Hadislerin Işığında Nazar-Göz Değmesi, Bayram Altan, Altın Kalem Y.
38. Nazar ve Büyü, Bayram Altan, Sahhaflar Kitap Sarayı Y.
39. Nazar Değme Hakkında Bir Risâle, Süheyl Ünver
40. Psiko-Sosyal Sağlığın Korunması, Koruyucu Ruh Sağlığı, Kemal Çakmaklı, Seha Neşriyat
41. Doğu ve Batı Kaynaklarına Göre Büyü, Giovanni Scognamillo - Arif Arslan, Karizma Y.
42. Doğu ve Batı Kaynaklarına Göre Fal, Giovanni Scognamillo - Arif Arslan, Karizma Y.
43. Doğu ve Batı Kaynaklarına Göre Cinler, Giovanni Scognamillo - Arif Arslan, Karizma Y.
44. Doğu ve Batı Kaynaklarına Göre Kehânet, Arif Arslan – Hakan Yılmaz, Karizma Y.
45. Falcılık ve Kehânet (Dünü, Bugünü ve İslâmî Hükmü), Bayram Altan, Çelik Y.
46. Kehânetler ve Kâhinler, Elvan ve Gündüz Öğüt, Ege Meta Y.
47. İslâm’da ve Eski Ortadoğuda Cin ve Ruh İnançları, Ernest Zbinden, Yeni Ufuklar Neşriyat
48. Varlığın Metafizik Boyutları, I, II, M. Fethullah Gülen, Feza Gazetecilik A.Ş. Y.
49. Büyük Günahlar, Hafız Zehebi, Temel Neşriyat
50. Altıncı Duyu (Duyu Ötesi Algı), Brian Ward, Remzi Kitabevi Y.
51. Cinlerin Esrârı, Şiblî, Ferşat/Merve Y.
52. Cinlerin Âlemi, Ahmet Cemil Akıncı, Demir Kitabevi Y.
53. Cinler Âlemi, Sırları ve Gizlilikler, M. Aşur, Pamuk Y.
54. İslâm’a Göre Sihir, Cin Çarpması Teşhis ve Tedavi Usulleri, Arif Coşkun, Enes/Yâsin K.Evi
55. Sihirbaz, Büyücü ve Ruh Çağıran Ehl-i Bid’at’a Reddiye, Es-Seyyid Ali Göleli, Şüheda Y.
56. Kur’an’da İnsan Psikolojisi, A. Kasapoğlu, 80-87
57. Sihir, Tılsım, Büyü, Cemal Anadol, Kamer Neşriyat
58. Sihirbazlık Kılavuzu, Herbert L.Becker, Gün Y.
59. Her Yönüyle Sihirbazlık Öğretiyoruz, Ali Özoğlu, İlgi Y.
60. Büyü Nasıl Yapılır, Nasıl Hissedilir, Nasıl Bozulur; Hanife Tezer, Ataman Elk. Y.
61. Büyü, Bilim ve Din, Bronislaw Malinowski, Kabalcı Y.
62. Gizli İlimler Hazinesi 1-8, Mustafa İloğlu, Özel Y.
63. Yıldızname, Câfer-i Sâdık, Esma Y.
64. Yıldızname ve Büyü, Robert Fleury, Kıbele Y.
65. Doğu Büyüsü, İdris Şah, Gizem/Say Y.
66. 100 Soruda İlkellerde Din, Büyü, Sanat, Efsane, Sedat Veyis Örnek, Gerçek Y.
67. Anadolu Büyüleri, İsmet Zeki Eyüboğlu, Der Y.
68. Sevgi Büyüleri, İsmet Zeki Eyüboğlu, Der Y.
69.Din ve Büyü, Claude Levi-Straus, Yol Y.
70. Hintlilerde Ak ve Kara Büyü, Paul Dare, Ruh ve Madde Y.
71. Psişik Gücünüz, Carl Rider, Say Y.
72. Psişik Becerinizi Geliştiriniz, Enid Hoffman, Ruh ve Madde Y.
73. Psikiyatri, Ayhan Songar
74. Psikiyatri, Özcan Köknel, Nobel Tıp Kitabevleri Y.
75. Psikiyatri ve Düşünce Dünyası Arasında Geçişler, Erol Göka, Vadi Y.
76. Psikanaliz ve Psikoterapi, Orhan Öztürk, Alfa Basım Yayım
77. Ruh İnsan Cin, Ahmed Hulûsi, Ferşat Y.
78. Parapsikoloji Dersleri, Paul Krafchik, Ruh ve Madde Y.
79. Ruhsal Deneyleri Uygulama Kitabı, Sheila Ostrander, Ruh ve Madde Y.
80. Çağdaş Ruhçuluğun Maske ve Yüzleri, Julias Evola, İnsan Y.
81. Hipnotizma, Recep Doksat, Kader Basımevi
82. Hipnotizma, Vural Okur, Şahsî Y.
83. Hipnotizma, Cemil Sena Ongun, Dün ve Bugün Y.
84. Hipnoz Sayesinde Mucize Tedaviler, Hikmet Saim, Venüs Y.
85. Ruh ve Kâinat, Bedri Ruhselman, Gayret Kitabevi Y.
86. İpnotizma ve Telkinle Tedavi, Alfred Brauchle, Bozak Y.
- 334 -
KUR’AN KAVRAMLARI
87. İslâm’da İnanç Sistemi, Ferit Aydın, Kahraman Y.
88. Medyum ve Medyumluk: Haksöz s. 138-139
89. Vesvese, Mehmet Paksu, Nesil Y.
90. Binlerce Senedir İnsanların İgisini Çeken Burçlar Nedir? Sevim Asımgil, Furkan Bas. Y.
91. Saatlerin Hazinesi, İslâm’da Burçlar ve Yıldızlar, Muhyiddin İbn Arabî, Sümer Kit.
92. A’dan Z’ye Astroloji, Nuran Tuncel, Kitsan Kitap Kırtasiye Y.

 
Okunma 1390 kez
Bu kategorideki diğerleri: « SIRÂT-I MÜSTAKÎM SU VE YAĞMUR »