Cumartesi, 06 Şubat 2021 20:26

NUR - ZULUMÂT

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

NUR - ZULUMÂT


- 431 -
Kavram no142
İmtihan 8
Kitap 9
Bk. Hak-Bâtıl; Kur’an
NUR - ZULUMÂT


• Nur; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur'an'da Nur Kavramı
• Mutlak Nur, Âlemleri ve Gönülleri Nurlandıran Allah'tır
• Nurun Karşıtı Karanlıklar, Sayısız Denecek Kadar Çoktur
• Karanlık, Nurun Bulunmamasıdır; İkisi Bir Arada Barınamaz
• İmanın Nuru ve Küfrün Karanlıkları
• Kur'an ve Peygamber Nur ve Münîr (Aydınlatan) dir
• Nur, Dünya ve Ahirette Tüm Hayırları; Karanlıklar da Şerleri Kapsar
• Hadis-i Şeriflerde Nur Kavramı
• Kur'an, insanları Zulumâttan Nura Çıkarır
"Onların (münâfıkların) misali, (karanlık gecede) bir ateş yakan kimsenin misalidir. O ateş yanıp da etrafını aydınlattığı anda Allah, hemen onların nurunu (aydınlığını) giderir ve onları zulumât (karanlıklar) içinde bırakır (artık hiç bir şeyi) görmezler." 1944
Nur; Anlam ve Mâhiyeti
“Nur”, ışık, aydınlık, parlaklık; şan, şeref; eşyayı ortaya çıkaran ve onun gerçekliğini gözler tarafından görünür kılan tecellî demektir. Çoğulu “envâr”dır. Karanlığın zıddı olan nur, salt 'ışık' kelimesiyle karşılanamaz; çünkü nur daha geniş anlamlıdır. Nur, her türlü aklî, zihnî, maddî-manevî karanlığın tam bir zıddıdır. Nur, bazen sadece fizikî anlamda, bazen de esrarlı bir remz, bir sembol olarak kalp ile algılanan mecâzî anlamda kullanılır. Mecâzî olarak kullanıldığında nitelediği kişiyi, nesneyi yüceltir, ona bir kutsiyet kazandırır. Allah, duyular âlemini görebilmemiz için ışığı, güneşi ve onu gören gözü, göz nûrunu yarattığı gibi, akılla idrâk edilebilen ma'kulât âlemini görebilmek için iman ve irfan nûru, onu kavrayabilmek için de basiret, yani kalp gözünü, kalp nûrunu da bize ihsan edendir.
Kur'an'da Nur Kavramı
“Nur” kelimesi, Kur'an'da 43 yerde geçer. Nurlandırıcı, ışık saçan anlamındaki “münîr”, 6 yerde,1945 yine ışık anlamındaki “ziyâ” 3 yerde1946 ifâde edilir,
1944] 2/Bakara, 17
1945] Nurlandıran/Aydınlatan Anlamındaki Münîr Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 6 Yerde): 3/Âl-i İmrân, 184; 22/Hacc, 8; 25/Furkan, 61; 31/Lokman, 20; 33/Ahzâb, 46; 35/Fâtır, 25.
1946] Ziyâ Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 3 Yerde): 10/Yûnus, 5; 21/Enbiyâ, 48; 28/Kassa, 71.
- 432 -
KUR’AN KAVRAMLARI
zıyâ kelimesinin fiil olarak kullanılmasına da 3 yerde rastlanır.1947 Nur kavramı, Kur'ân-ı Kerim'de bazen salt fizikî anlamda; çoğu zaman da kalbî - ruhî gerçekleri ifade etmede mecazî anlamlarda kullanılmaktadır. Kur’ân-ı Kerim, vahyin dışında ve onunla zıtlaşacak bir biçimde şekillenen bütün düşünce ve sistemleri, “zulumât” (karanlıklar) olarak nitelendirmektedir. Bunun karşısında ise ilahî vahyin nûruyla aydınlanmış tevhid çizgisi üzerinde uzanan yol bulunmaktadır. Âyetlerde bu yol “nur” olarak nitelenmektedir. Âyetlerdeki kullanımı dikkate alındığında, hidâyeti içeren ve kurtuluşa götüren her şeyin nur olarak adlandırıldığı görülmektedir.
Kur'an'daki nur ve zulmet kelimeleri, benzetme şeklinde ve daha çok iman ve küfür anlamında kullanılmaktadır. Nur, delillere ulaştırmada, faydalı yolları elde etmede ve şaşkınlığı yok etme konusunda en etkili olan şeydir. Bu ise, din hususunda imanın halidir. Böylece, din konusunda şaşkınlıkları gidermede ve menfaatleri temin etmede en mükemmel olan şey, dünyada en güzel şeye, yani nûra benzetilmiştir. Küfrün zulmete benzetilmesi hususundaki hüküm de aynıdır. Çünkü girilmesi gereken yoldan sapmış olan kimse için, zulmetten daha büyük bir mahrumiyet ve şaşkınlık olamaz. Negatiflikte küfürden daha büyük bir şey yoktur. İşte böylece Allah, onlardan birini diğerine teşbih etmiştir.
Mutlak Nur, Âlemleri ve Gönülleri Nurlandıran Allah'tır
Işığını başkasına borçlu olmayan bizatihi mutlak nur, âlemleri nurlandıran, varlığı rahmet nûruyla kuşatan Allah'tır. “Allah, göklerin ve yerin (tüm kâinatın) nûrudur.”1948 Mutlak nûra, hatta o nûrun tecelli etmesine (yansımasına) insan tahammül edemeyeceği gibi, aynı zamanda onu tümüyle kavrayamaz. Nitekim Hz. Mûsâ, Allah'ı görmek istediğinde, ona, Allah'ın nûrunun tecelli edeceği dağa bakması söylendi ve Mûsâ (a.s.) bu tecelliye bile dayanamayarak kendinden geçip bayıldı.1949 Işık, görmeyi sağlamasına rağmen, şiddetli hale geldiğinde, bizzat kendisi görmeye engel olmaktadır. Cenâb-ı Hakk'ın en açık ve en aydın varlık olmasına rağmen görülememesi bununla ilgili kabul edilmiştir. Yani O, “zuhurunun şiddetinden ötürü gizlidir.” Buradaki “gizli”, bizim tarafımızdan görülemez anlamındadır.
“Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûru, içinde ışık bulunan bir kandil yuvası gibidir. Kandil cam içindedir. Cam da sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır. Ne tam doğuda ne de tam batıda olan mübârek bir zeytin ağacının yağıyla tutuşturulur. Yağ neredeyse ateş değmeden bile tutuşup ışık verecek kadar saf ve parlaktır. Bu, nur üstüne nurdur. Allah, dilediğini nûruna kavuşturur. Allah insanlara misaller verir. Allah, her şeyi çok iyi bilendir.”1950 Bu âyet, sınırsız olanı sınırlı olan insan idrâkine yakınlaştırmak için bir örnektir. Göklerde ve yerlerde bulunan bütün varlıkları aydınlatan, dilediğini nûruyla hidâyete erdiren Allah kastedilmektedir. Allah, nûrun yaratıcısı, var edicisidir: “Hamd, gökleri ve yeri yaratan, zulumâtı ve nûru (karanlıkları ve aydınlığı) var eden Allah'a mahsustur.” 1951
1947] 2/Bakara, 17, 20; 24/Nûr, 35.
1948] 24/Nur, 35
1949] 7/A'râf, 143
1950] 24/Nur, 35
1951] 6/En'âm, 1
NUR - ZULUMÂT
- 433 -
Nur, kendisi görünen ve eşyayı görünür kılan şeydir. İnsan zihni, nûru bu anlamıyla düşünür. Nûrun yokluğu karanlık, görünmezlik ve geçilmezliktir. Öte yandan görünebilirlik olduğu ve eşya göze göründüğü zaman, insan, nur (ışık) vardır der. Allah'a bu temel anlamıyla “Nur” denmiştir. İnsanın Allah için kullandığı tüm kelimeler, fizikî çağrışımlardan uzak temel anlamlarıyladır. Sözgelimi, Allah'la ilgili “görme” kelimesini kullandığımız zaman, bu, hiçbir zaman Allah'ın insanlar veya başka yaratıklar gibi kendisiyle gördüğü gözü bulunduğu anlamına gelmez. Bu kelime, Allah hakkında mecâzî anlamda kullanılmakta olup, ancak zayıf akıllı birisi, işitmenin, görmenin bizim algıladığımız sınırlı ve dar anlam dışında mümkün olamayacağı yanılgısına düşer. Yine “nur” kelimesini, ışıklı bir cisimden çıkan ve ağtabakaya çarpan fizikî ışık anlamında kullanmak kısa görüşlülük olacaktır. Bu kelime Allah hakkında da ve sınırlı anlamıyla değil; ancak mutlak anlamıyla kullanılır. Yani evrende yalnızca O, tezâhürün, görünmenin, ortaya çıkmanın gerçek ve asıl nedenidir. Aksi halde kâinatta karanlıktan başka hiçbir şey olmaz. Işık veren ve başka şeyleri aydınlatan her şey, ışığını O'ndan alır, hiçbir şeyin ışığı kendinden değildir.1952
Allah, nasıl değişik isimlerini evrende sergiliyor ve bu isimler tecelli ediyorsa, evrenin bütününde Nur ismiyle de tecelli etmektedir. Evrendeki her varlığın yansıttığı nur Allah'ın nûrudur; veya onun nûrundandır.
Allah için kullanılan “nur” kelimesinden; her şeyi kuşatan ve aydınlatan, vahyinin ve o vahyin içerdiği kurtuluş ve gerçek iç aydınlığının kastedildiğini belirten âyetler vardır. “Onlar, ağızlarıyla Allah'ın nûrunu söndürmek isterler. Kâfirler istemese de Allah, nûrunu mutlaka tamamlayacaktır.”1953 Buradaki nur, Rasûlullah'a vahyedilen İslâm'dır.
Nûrun Karşıtı Karanlıklar, Sayısız Denecek Kadar Çoktur
Nur'un karşıtı olan “zulmet”, aydınlanabilen şeyde nur'un, ışığın olmamasıdır. Arapçada zulmet, aynı zamanda “noksanlık” demektir. Zulmet, Kur'an'da kullanıldığı 23 yerin tamamında çoğul halde, “zulumât” şeklindedir. Bu da, karanlığın bir ışık yokluğu ve bir iğretilik olduğunu gösterir. Bundan şu anlaşılır: Nûru kaybetmek veya ona sırt dönmek, insanı sayısız alternatiflerle yüz yüze getirerek şaşırtır, bocalatır ve buhrana mahkûm eder. Işığı kaybetmek, kaosa düşmektir ve kaos, tek olan çıkış yolunu çok hale getirerek insanın tereddütlere ve iç acılarına yenik düşmesine yol açar. Tevhid, nurdur ve tek yoldur, bocalatmaz; şirk çokluktur, seçim yapılamayacak giriftlikte yollar kavşağıdır, karmaşadır. Tevhid, mutluluk ve güven; şirk ise bunalım ve huzursuzluktur. Hak, doğru tektir; yanlış ise sayısız denilecek kadar çoktur.
Elmalılı bu konuda şöyle der: Dünyada çok zulmet (karanlık) vardır. Bütün bu karanlıkları ortadan kaldıracak nur ise, birdir ki, o da Hakk'ın nûrudur.1954 Herhangi bir konuda Hakk'ın nûru bulunmayınca insanı her tarafından sayısız karanlıklar kaplar. Hakk'ın nûru ortaya çıkınca da o karanlıklar kalkar. Hakk'ın nûru bulunmayınca, yerler ve gökler, bir hiç; gündüz, gece; güneşler, zifi gözler, kör; kulaklar sağır olur; kalpler, bin türlü hayal ile buhranlar içinde çırpınır kalır;
1952] Mevdûdi, Tefhimü'l Kur'an, c. 3, s. 547
1953] 9/Tevbe, 32; 61/Saf, 8
1954] 24/Nur, 35
- 434 -
KUR’AN KAVRAMLARI
aranan bulunmaz; ne aranacağı bilinmez; gönüllere kuruntular, acılar, azaplar çöker; çevreyi kuruntular kaplar; cinler, şeytanlar, başa toplanır. O zaman insana var olmak bir bela kesilir de, “keşke hiç hayata gelmeseydim!” diye haykırır, o sırada herhangi bir sebepten Hakk'ın nûru ortaya çıkıverirse, gökler güler, yıldızlar doğar, baharlar açılır, sevinçler sunulur, acılar silinir, sıkıntılar unutulur, gönüller ferahlık ve sevinçle dolar, var olmanın tadı duyulur. Bu tadı sonsuza dek sürdürmek isteyen akıllı kimseler de, kendini kendine bırakmaktan vazgeçip Hakk'ın nûruna ermek için onun sağlam kulpuna yapışmalıdır.
Bilindiği üzere, her şeyin ancak bir doğru yönü vardır ve Allah'a ancak o yönden gidilir. Buna karşılık her şeyde bâtıl yönler sonsuzdur. Mesela bir şey yitirdiniz, o bir yerdedir ve ancak oradadır. O anda bu şey için doğru yön budur. Fakat siz bir kez onu bilmiyor ve hele o yeri bildiğiniz halde, o orada yoktur diye inanmış bulunuyorsanız, oradan başka hangi taraf aklınıza gelse, oralar hep bâtıl olan yönlerdir, bulamazsınız. Bu bir şeye karşı dünyanın bütün yönleri bâtıl kesilir. Bu şekilde herhangi bir şeyde bir hak yöne karşılık, sonsuz bâtıl yönler vardır. Hakk'ın nûru olan marifet doğunca bu karanlıklardan çıkılır. Şu halde karanlıklar çok, nur birdir. Nur var olmaya, bütün karanlıklar yok olmaya adaydır. Bir varlığa, sonsuz yokluk karşılık olur. Bütün varlıklar üzerinde idareci olan da ancak Allah Teâlâ'dır. Bunun için Allah'a iman, Hakk'ın nûrunun, kuşkusuz ilmin, mutlak ferahlığın doğmaya başlaması ve şafağıdır. İman ve marifete karşı veya muhâlif olan yokluk, ümitsizlik, küfür, kuşku, kuruntu, sapıklık, cahillik, eksik bilgi, fasıklık, heveslere uyma, terbiyesizlik, nankörlük, ahlaksızlık, haddini bilmezlik ve benzerleri hep birer karanlıktır. 1955
Kur'an'da hep nûrun tekil sığasıyla, karşıtı olan kelimenin çoğul sığasıyla bildirilmiş olmasıyla da anlaşılır ki doğru tektir; yanlış çok fazladır. İnsan, İslâm'ın doğru yolundan bir çıktımı, her tarafa giden yol yanlış yöne götürür. İslâm'ın doğrularına inanmayan insan sayısınca yanlışlık vardır. İşte bütün beşerî ideolojiler, bütün izmler bu yanlışlıkların sonucudur.
Karanlık, Nûrun Bulunmamasıdır; İkisi Bir Arada Barınamaz
Işığın hızı, saniyede üç yüz bin kilometredir, diye öğretilir de karanlığın hızı belirtilmez. Işığın çekildiği yere, ânında aynı hızda karanlık bastırır. Müslümanların çekildiği alanlara ânında imansızlar bastırır. Günümüzde yaşayan ateist, anarşist, müşrik insanlara küfretmeye hakkımız yok. Karanlığa küfretmektense, nûrun kaynağını bulup onunla aydınlanıp aydınlatmak müslümana yakışacaktır. Karanlık insanlara gelince, bizim boş bıraktığımız meydanları onlar karartarak doldurdular. Evinizde veya bir salonda otururken elektriğinizin düğmesini (şartelini) kapatıveren insana sabaha kadar kızıp söylenseniz elektriğiniz yanmaz. Hiç dilini bozmadan kalkıp şartele basacaksınız. Engel olmak isteyen olursa engeli gidereceksiniz o kadar.
Nurla zulümât, yani aydınlıkla karanlık aynı anda yaşayamayacağı gibi, küfür sistemiyle İslâm nizamı da aynı anda uygulamaya konamaz. Kâfirlerin gücünün büyüklüğünü görerek, “biz müslümanlar, kâfirlerin küfrüne karşı bir şey yapamayız” diyenler bilsinler ki, kocaman bir salonun karanlığını küçücük bir
1955] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, c. 2, s. 174-175
NUR - ZULUMÂT
- 435 -
ampulün ışığı kaçırmaktadır.1956
İmanın Nûru ve Küfrün Karanlıkları
Güneş, gökleri ve yeri aydınlatıyor, bu sayede etrafımızdaki eşyayı görüyor, onların biçimlerini, renklerini, çeşitlerini öğrenip kendilerinden faydalandığımız gibi dağlarda, kırlarda, çöllerde geçeceğimiz yolların selâmet taraflarını, tehlikeli bataklıkları veya uçurumları görüp duruyoruz. Demek ki, Allah, güneşi bize maddiyatımızda faydalı ve tehlikeli noktaları gösteren bir nur olarak bağışlamıştır. Bunun gibi maneviyat âleminde de yine faydalı şeyleri sezmek, tehlikeli noktaları görmek için, iman nûru ihsan buyurmuştur. Allah'ın insana en büyük bağışlarından biri de, gönlünde uyandırdığı iman güneşidir. Bu güneşin nûru, sahibinin yüzünü güzelleştirdiği gibi, içini de parlatır, bütün kötü huylardan kurtarır. Çünkü kötü huylardan her birinin küfre inen bir yolu vardır. Onun için imanla bu huy ve davranışlar barışamaz. Mesela, başkasının elde ettiği nimetin yok olmasını istemekte, yani hasette Allah'a itiraz mânâsı bulunur. Hasetçi şöyle demiş olmaktadır: “Yâ Rabbî, bu nimeti bu adama vermemeliydin; çünkü bu, ona lâyık değildir.” Hâşâ, Allah vereceği yeri bilememiş demek olur ki, bunun küfür olduğunda şüphe yoktur. İman nûruyla insanı içinden, dışından kuşatmış böyle tehlikeli karanlıklar açılır. Her tarafı nur içinde kalır. Karanlıktan ileri gelen kuruntular dağılır, hakikatler sezilir, gönüllerde emniyet ve ferahlık nurları doğar. Hak'tan gelindiği ve yine Hakk'a dönüleceği bilinir.
İman nûruyla aydınlanmayan gönüller mustariptir. Çünkü oralarda bütün kötü huylar toplanır ve bunların her biri birer diken olur, sahibine rahat yüzü göstermez. İğneli fıçı işkencesine atılmış gibi daima ıstırap verir. Hâlbuki şuurlu bir imanın hâkim olduğu kalplere fena huylar giremez; Girse bile barınamaz. Kötüler, nûru sevmezler; çünkü nur, bunların ayıbını meydana çıkarır.
Küfrün hâkim olduğu bedenlerde bu suretle korkunç bir karanlık ve kararsızlık, bitmez tükenmez bir ıstırap ve üzüntü vardır. Bu haller, cehalet ve küfür karanlığının bir neticesidir. Bu karanlıklar, Allah'tan bir hidâyet erişmezse, ileriye doğru eksilmez, bilakis artar. Öyle ki, hayatın ağır ve ıstıraplı dakikaları, daha ıstıraplı olan kabir karanlıklarına, bu da mahşer karanlıklarına ve cehennem karanlıklarına çeker, götürür.
Ruh ise karanlıktan hoşlanmaz. Daima nur ister. Bundan dolayı, bu fâni hayatın sınırlı karanlıklarını açmak için birçok masraflara ve külfetlere katlanan insanın, bâki hayatın sonsuz karanlıkları hakkında, bir ölü gibi hissiz ve ilgisiz kalması izah edilemez bir gaflet, anlaşılmaz bir sarhoşluktur.
Mü'mine gereken şey, gönlündeki iman nûrunu söndürmekten son derece sakınmasıdır. Çünkü bunun neticesi kalp körlüğüdür. Âmâ olan bir insanın vücudu ne kadar zinde ve sağlam olursa olsun, devamlı bir zindan içinde kaldığı düşünülür ve kalbin körlüğünün daha kötü olduğu değerlendirilirse, iman nûrunun kıymeti, küfür karanlıklarının fecîliği daha iyi anlaşılabilir.1957 “Gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin sînelerdeki kalpler kör olur.”1958
1956] Mahmut Toptaş, Şifa Tefsiri, c. 1, s. 509
1957] Ali Osman Tatlısu, Esmâü'l-Hüsna Şerhi, s. 246
1958] 22/Hacc, 46
- 436 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Dünya, nursuz insanlardan çok çekmiştir, hâlâ da çekmektedir. Onlar, aynı zamanda nûra tahammül edemeyen ışık düşmanıdırlar. Kalplerine bir iğne ucu kadar aydınlığın sızıntısı girmeyen bedbahtlar, nefesleriyle Allah'ın nûrunu söndürmek isterler. Yani Allah'ın dinine, kitabına, peygamberine karşı kendi bâtıl düzenlerini savunurlar. Allah, nûrunu tamamlayacaktır, ama O'nun sünneti, değişmez yasası, bizim elimizle, müslümanların eylemleriyle nûrun tamamlanması yönündedir. Dünyamızı karartan karanlık adamlar, İslâm'ın nûru ortaya çıkar çıkmaz yok olacak; hak gelince bâtıl zâil olacaktır. Kara kardan adam, İslâm'ın nûru çıktığında eriyiverecek; Kâbe'deki putların fetih günü Rasûl'ün asasının değmesiyle yıkılıverdiği gibi.
Gerçekten iman bir nurdur. Evet, tabiatı ve mahiyeti itibariyle bir nurdur. Küfür ise, zulümâtın ta kendisidir. Her çeşidi ile zulümâttır. Ne şekilde olursa olsun küfür, zulümâttır.
İmanın nur ile ifade edilmesinden daha derin ve şümüllü bir tâbir bulunamaz. Mü'minin kalbinde iman nûru, ilk olarak parlayınca onunla birlikte bütün varlığı da nûra kavuşur. O iman nûru ile ruhu safiyete ulaşır, parlar, apaydınlık olur ve çevresini aydınlatır. Nur ve ışık saçar etrafına. Eşyanın hakikatini keşf eden, hakiki değerleri ve gerçek düşünce tarzlarını açığa çıkaran parlak bir nur. O nûrun aydınlığında mü'min her şeyi apaçık görür, ölçü ve değerleri, tasavvur ve eşyanın mâhiyetini hiç karıştırmadan ayırır. Ayağı hiç kaymadan istikrarlı bir halde onlardan almak istediğini alır, terk etmek istediğini atar. Bunu yaparken gâyet rahat, huzur ve güven içerisindedir. Mü'minin önünde; kâinat kanunlarının yollarını bu nur açar. Onun sayesinde kendi hareketi ile çevresinde var olan evrenin hareketi arasında tam bir mutabakat temin eder. Hiçbir yere sapmadan, engeller karşısında yılmadan, haddi tecavüz etmeden yavaş yavaş kendi yolunda hızla ilerler. Yürüdüğü yol fıtratın yoludur. Ve bütün yollar gözleri önünde apaçık bellidir. Bu tek bir nurdur ve tek bir yola götürür insanı.
Küfrün sapıklıklarına gelince, bir yığın çeşitleri ve şekilleri ile zulümâtın ta kendisidir. Nefsî arzuların ve şehvetin zulümâtı. Korkunç sapıklıkların, kibir ve tuğyanın, zaaf ve zilletin, riya ve nifakın zulümâtı. Hırs ve menfaatçiliğin, şüphe ve buhranların zulümâtı. Evet, daha sayılmayacak ne kadar zulümât. Allah yolunda başka yollara sapıldığı, Allah'tan başka yerlerden telakkiler alınmaya başlandığı, Allah'ın nizamından başka nizamlarla hükmedildiği vakit birleşen ve çığ gibi büyüyen zulümât çeşitleri. İnsanoğlu, birkaç tane değil; tek bir olan Allah'ın nûrunu terk ettiği zaman, birbiri içine karışmamış bir tek hakikat nûrunu terk ettiği vakit, mutlaka bir yığın şekil ve renkleri bulunan zulümât bataklığına yuvarlanacaktır. Ve Allah'ın nûrundan başka bütün yollar hiç şüphe yok ki, zulümâtın / karanlığın ta kendisidir. 1959
Kur'an ve Peygamber Nur ve Münîrdir (Aydınlatandır)
Kur’ân-ı Kerim ve onu tebliğ eden peygamber; insanları şirkin, putperestliğin, câhilî hayatın karanlığından kurtarıp hidâyet aydınlığına ulaştıran bir nurdur.1960
Nur, genel adlarından biri de “Kitab” olan vahyin genel adlarından biridir.1961
1959] Seyyid Kutub, Fi Zılali'l-Kur'an, c. 2, s. 49
1960] Bk. 35/Fâtır, 25; 25/Furkan, 61; 33/Ahzâb, 46
1961] Bk. 7/A'râf, 157; 64/Teğâbün, 8; 4/Nisâ, 17; 6/En'âm, 91
NUR - ZULUMÂT
- 437 -
Kitapla nur arasında çok sağlam bir ilişki vardır ve bu iki kavram, hidâyet için temel değerlerdir.1962 Vahiy ve özellikle Kur'an, hem nur, hem de münîr (nurlandıran, ışık saçan) olarak nitelendirilmektedir.1963 Vahye karşı çıkanların sahip olmadıkları en önemli değer, “kitab-ı münîrdir (nurlandıran, aydınlık getiren kitap). 1964
Vahyin tebliğcisi olan Hz. Peygamber; şâhid, müjdeci, uyarıcı, davetçi olmanın yanı sıra bir sirâc-ı münîr (aydınlatan, ışık saçan kandil) olarak da anılır.1965 İlginçtir ki, Kur'an bu sirâc (kandil) sıfatını bir de güneş için kullanır.1966 Buna dayanarak diyebiliriz ki, madde dünyası için güneşin yeri ne ise, ruh ve mânâ dünyası için Rasûlullah'ın yeri odur. Bu anlamda vahiy ve rasül, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için gönderilmiş ilahî lütuflardır. 1967
Nur kelimesi, fiil olarak Kur'an'da hiç kullanılmaz. Nur, hissedilen ışık anlamında geçmekle birlikte, daha çok manevî ışık için kullanılır. Vahiy,1968 hidâyet, tevfik ve lütuf,1969 anlamlarında zikredilir. İki âyette “nûrullah” tabiri geçer ki “Allah'ın dini, hücceti veya Kur'an” diye tefsir olunur. Mü'minlerin uhrevî nurları vardır.1970 Birkaç âyette nur ve hüdâ kelimeleri birlikte kullanılır.1971 ki, bu da, nur'un hidâyet'ten başka bir şey olduğunu gösterir; ama bunların çok yakın kavramlar olduğuna da işaret eder.
Unutkanlığı ve gafletiyle kalbini, aklını ve duyularını bir gece haline getiren insanda fecrin doğması için Allah, nûrunu, yani kitaplarını gönderir. Kitabın âyetleri bir nur huzmeleri halinde gelir ve insanın duyuları aracılığıyla kalbine yönelir. Eğer insan inat etmez ve kalbini aydınlatmak isterse duyularını açar ve kalbindeki karanlığı giderir. Eğer, iç/kalp gözünü ve kulağını iyice mühürler, kalbine de kalkmaz bir ağırlık yerleştirirse, nur huzmeleri böyle gözlerden ve kulaklardan giremez, kalbe ulaşamaz. Bir taş haline gelir böyle insanların kalbi, hatta taşlardan daha kesif; çünkü, taşlarda da belli oranda nur vardır. Böyle insanlarda ise, nurdan eser yoktur. Onlar, yaktıkları ateşleri, sözgelimi, Kur'an'ın diliyle “savaş ateşleri”ni gerçek nur sanırlar; cehennemi gerçek nur sanırlar; bu ateşlerin ışığında gitmeye çalışırlar; aslında, karanlıkta yol almaktadırlar ve sonunda cehennemin ateşine düşerler.
Duyularını ve kalbini Allah'ın nûruna açan insanlarda ise kalp nurlanır; Ay'ın, Güneş'in, ağaçların, çiçeklerin, taşın, toprağın, otların, göklerin ve yerin saçtığı nurlar, yeryüzünde ve evrende cereyan eden tüm olayların yansıttığı nurlar, Kur'an'da kümelenen aynı nurlarla birlikte kalbindeki geceyi gündüz yapar ve bu insanda iman meydana gelir. Bu imanın ışığında gider artık o; demek ki, iman
1962] Bk. 5/Mâide, 15; 6/En'âm, 91; 42/Şûrâ, 52
1963] 3/Âl-i İmran, 184; 35/Fâtır, 25
1964] Nurlandıran/Aydınlatan Anlamındaki Münîr Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 6 Yerde): 3/Âl-i İmrân, 184; 22/Hacc, 8; 25/Furkan, 61; 31/Lokman, 20; 33/Ahzâb, 46; 35/Fâtır, 25.
1965] 33/Ahzâb, 45-46
1966] 25/Furkan, 61; 71/Nuh, 16
1967] Seyyid Kutub, Fi Zılali'l-Kur'an, c. 2, s. 49
1968] 7/A'râf, 157
1969] 24/Nûr, 40; 39/Zümer, 22
1970] 57/Hadîd, 12
1971] 6/En'âm, 91; 5/Mâide, 44, 46
- 438 -
KUR’AN KAVRAMLARI
da bir nurdur; yani, nur nûru oluşturmakta, nur üstüne nur meydana gelmektedir. Kuşkusuz, nurlanan, imanın nûrunda giden bir insanla, nûru örtmek demek olan küfürde yarışan insan bir olmayacaktır. “Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir nur verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkmayan kimse gibi olur mu?” 1972
Nur, Dünya ve Âhirette Tüm Hayırları; Karanlıklar da Şerleri Kapsar
Karanlıklar içinde kalan ve nurdan nasiplerini almadıkları gibi, almak da istemeyen ve nurda yürüyen insanların halini bilmeyen ve anlamayanlar, kendilerini gerçek nûrun aydınlığında yürüyor zannederler. Oysa onlar zifiri karanlıktadır, ama bilmezler. Dünya hayatında nûra ulaşmazlarsa, âhirette karanlıklar içinde kaldıkları zaman, mü'minlerin nûrundan isteyecekler, onların nurlarında yürümeyi arzu edecekler, fakat kendilerine izin verilmeyecektir. Dünyadayken yaktıkları ateşler (örneğin, fitne ateşi, savaş ateşi) âhirette cehennem ateşi olacaktır böyleleri için. “O gün erkek ve kadın mü'minleri görürsün ki, nurları önlerinde ve sağlarında koşuyor; 'müjdeler size, bugün içlerinde ebedî kalmak üzere altlarından ırmaklar akan cennetler' ; işte büyük kurtuluş budur. O gün erkek ve kadın münâfıklar, iman edenlere 'ne olur, durun bir bakın da nûrunuzdan alalım' derler. 'Arkanıza dönün de arayın nûru' denilir ve aralarına kapalı bir sur çekilir ki, orada içi rahmet, beri yandaki dışı ise azaptır.” 1973
Nur kelimesi, ilim anlamında da kullanılır. Dolayısıyla, cehalete karanlık denir. Allah, bu anlamda da kâinatın nûrudur. Çünkü hakikat ve hidâyetin bilgisi yalnızca O'ndan gelir. O'nun nûruna başvurmadan, dünyada karanlıkla cehalet ve neticede kötülük ve şerden başka bir şey olmayacaktır.
Allah, insanların, şirkin ve cehaletin karanlıklarından İslâm'ın aydınlığına ulaşmalarını sağlamak için, İslâm dışılığın sembolü olan “zulumât” ve İslâm'ın hidâyetinin sembolü olan “nur” kelimelerini bir arada, birbirine kıyaslanabilecek şekilde birçok âyet-i kerimede kullanmaktadır. Ayrıca, Allah'ın dinine tâbi olmak, zulumâttan (karanlıklardan) çıkıp nûra ulaşmak şeklinde ifade edilmektedir: “ Allah, o Kitabda rızasına tâbi olanları selâmet yollarına eriştirir. Onları izni ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları doğru yola iletir.” 1974
Bazı âyetlerde de nur, âhirette dünyadaki iyi amelleri yüzünden mükâfatlandırılacak kimseler için bir ödül olarak zikredilir. Yani o kimseler, kıyamet gününde onları bütün endişelerden sıyıran bir nûra sahip olacaklardır. “O gün, mü'min erkeklerin ve mü'mine kadınların nurlarının önlerinde ve sağlarında koştuğunu görürsün. Melekler onlara 'bugün sizin müjdeniz, altından ırmaklar akan cennetlerdir'...”1975; “Allah'a ve peygamberlerine iman edenler, işte onlar gerçekten doğru olanlar ve şehidlerdir. Bunların Rableri katında mükâfatları ve nurları vardır. ” 1976
Hadis-i Şeriflerde Nur Kavramı
1972] 6/En'am, 122
1973] 57/Hadîd, 12-13; Ali Ünal, Kur'an'da Temel Kavramlar, s. 42
1974] 5/Mâide, 16
1975] 57/Hadîd, 12
1976] 57/Hadîd, 19
NUR - ZULUMÂT
- 439 -
Hadis-i şeriflerde de nur kelimesinin bazı vahyî gerçekleri ifade etmek için kullanıldığı görülmektedir. Bu kullanım, nitelik olarak Kur'ân-ı Kerim'deki ifadelerle uyum içerisindedir. “Ben size iki şey bırakıyorum. Onlardan biri, içinde hidâyet ve nur bulunan Allah Teâlâ'nın kitabıdır. Allah'ın kitabındakileri alın ve ona sımsıkı yapışın...”1977 Yine hadisler, Kur'an âyetlerinin kıyamet günü bir nur olarak onları okuyanları aydınlatacağını haber vermektedir: “Kim Allah Teala'nın kitabından bir âyet dinlerse, ona kat kat sevap yazılır. Kim de onu okursa o kimse için o, kıyamet gününde bir nur olacaktır.”1978 Namaz da mü'minler için bir nur olarak zikredilmektedir: “Namaz bir nurdur. Sabır da bir ziyâdır.”1979 Başka bir hadiste de; “Gecenin karanlığında namaza yürüyen kimseye, Allah Teâlâ o namazı kıyamet gününde bir nur olarak o kimseye gönderir.”1980
Kıyamet gününde nur, yalnızca mü'min kimselere ait olarak sürekli var olacaktır. Kâfirlerden farklı olarak, nifaklarının bir cezası olarak münâfıklara bir nur verilecek; ancak o, kısa bir süre sonra cehenneme yuvarlanmalarıyla sönecektir: “...Mü'min veya münâfık her insana bir nur verilecek, sonra o nûrun peşine takılacaklar. Cehennem köprüsünün üzerinde bir takım çengeller ve pıtrak dikenleri vardır. Bunlar Allah'ın dilediklerini tutacaklar, sonra münâfıkların nûru sönecek, yalnız mü'minler kurtulacak. Onlardan ilk zümre yüzleri Bedr gecesinde ay gibi (parlak) yetmiş bin kişi olarak hesap görmeden kurtulacaklar, sonra onların arkasından gelenler, gökteki yıldız nurları gibi gelip geçecekler...”1981
Nur kavramı, yaratılışla ilgili olarak melekler için kullanılan fizik ötesi bir anlamı da ifade etmektedir. Allah, melekleri nurdan yaratmıştır. “Melekler nurdan yaratıldı. Cinler ise, dumanlı alevden yaratıldılar.”1982
Kur'an, insanları Zulumâttan Nûra Çıkarır
“Elif, Lâm, Râ. Bu Kur'an, öyle bir Kitaptır ki, insanları Rablerinin izniyle zulumâttan nûra, her şeye galip ve hamde lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarmak için onu sana indirdik.”1983 “O (Kur'an) sizi zulumâttan nûra çıkarmak için apaçık âyetler olarak kuluna (Peygamber'e) indirilmiştir.”1984 “O bir peygamber gönderdi; Allah'ın açıklayıcı âyetlerini sizlere okuyor ki iman edip sâlih amel işleyerek zulumâttan nûra çıkasınız.”1985
Kur'an'ın niçin gönderildiğini açıklayan birçok âyetten bazıları bunlar. Buna göre Kitabın inzal amacının şu esaslar üzerine kurulduğu söylenebilir:
Âyetlere göre şeytanın egemenliği altına giren herhangi bir durum zulumât (karanlıklar) olarak vasıflandırılmaktadır.
Rasuller bu zulumâttan nûra çıkışı gerçekleştirmek (dönüşüm-değişim) için seçilmişlerdir. Kitap ve âyetler bu ihrâcın/çıkışın sağlanması için gönderilmişlerdir.
1977] Ahmed bin Hanbel, IV, 367
1978] Ahmed bin Hanbel, II, 341
1979] Müslim, Tahâret 1
1980] Dârimî, Salât 133
1981] Müslim, İman 84
1982] Müslim, Zühd 10
1983] 14/İbrahim, 1
1984] 39/Zümer, 39
1985] 65/Talak, 11
- 440 -
KUR’AN KAVRAMLARI
3- Bu çıkış, Allah'ın izniyle Kur'an ve sâlih amelle, yani çaba ile gerçekleşecektir. “Zulumâttan nûra çıkarmak için” ifadesi bu Kitabın niçin gönderildiğini en veciz bir şekilde açıklamaktadır. Kur'an'a göre, aslolan toplumun karanlıklardan aydınlığa çıkmasıdır. Faziletli toplumun inşa edilmesidir. Bu arada fertler de bu mücadele esnasında yetişip ahlakî faziletlerle donanacaklardır.
Zulumât, karanlıklar demektir. Zulüm kelimesi de aynı kökten gelmektedir. Dolayısıyla Nur kaynağından gelen aydınlığı kendine veya başkalarına engelleyip karanlıkları tercih, bir zulümdür aynı zamanda. O yüzden “Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, zâlimlerin ta kendileridir.”1986 Nur, tek olduğu halde; karanlıklar, yanlışların sayısı kadar çoktur. Allah, yeryüzünü maddî ışık kaynağı güneşten mahrum yaratmadığı, bir an olsun mahlûkatını ışıksız bırakmadığı gibi; gönlümüzü ve yolumuzu aydınlatan nur'dan da bizi mahrum bırakmamış, elçi ve Kitap göndermiştir.
Karanlık, fıtrî değil; ârızîdir. Karanlıklar, ışık kaynağıyla irtibatın kesilmesi olduğundan zâlim insanın nur düşmanlığının neticesi oluşturduğu zindanlardır. Zindan; ışıktan, nurdan uzak yaşansın diye insanın kendi eliyle ördüğü duvarlardır. Âhiretteki cezanın sebebi, dünya hayatını kendine ve başkalarına zindan etmektir. İnsan, asr-ı saâdetteki insanı mutlu eden kuralları değil de; zindanı, zindanları tercih ediyorsa, kendisi bilir. Ama başkalarına zindan hayatı yaşatmaya kimsenin hakkı yoktur. Saâdet asrı insanının saâdetine benzer bir mutluluğu, burada başlayıp orada bitmeyen mutluluğu, insana çok gören tâğutlar tarafından bina edilmiştir zindanlar. “Allah, mü'minlerin dostudur, onları karanlıklardan nûra (aydınlığa) çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tâğuttur. O, onları nurdan (aydınlıktan) alıp karanlığa götürür.”1987 Zâlim insan, ışığa karşı gözlerini kapatmış, karanlıklar içinde yaşamayı tercih etmiş, Allah'ın “gözleri vardır, onlarla (görülmesi gerekeni) görmezler”1988 dediği körlüğü seçmiş, kendine de yazık (zulüm) etmiş insandır. Zâlimlerin en büyükleri olan tâğutlar ise, gören göze düşman olan, başkalarını da körlüğe zorlayan ışık (nur) düşmanı vahşilerdir.
Karanlıklar, korkuyu meydana çıkarır. Bu korku, yanlış bir korkudur. Allah korkusu, yani takva değil; vehimlerden oluşan korkudur; fobidir, aç kalmaktan, insanlardan... kısacası korkulmaması gerekenlerden korkmaktır. Karanlıklar, şeytanların faaliyetleri için uygun bir ortam oluşturur. Karanlıklar, insanın önünü ve ilerisini (istikbâlini) görmesine engeldir. Yolda ne gibi tehlikelerin olduğunu görüp bilemez karanlıkların insanı. Işığın yardımını reddettiğinden, nurla, göz nûruyla görerek işini yapamaz; yapıp ettiklerini ancak el yordamıyla yapar, körebe gibi tuttuğunu yakalar. Fili de tuttuğu yeriyle tanır ve tanıtır.
Aydın insan, münevver insan, câhiliyye karanlıklarını reddedip, bir adı da “Nur” olan Allah'ın Kitabıyla nurlanıp başkalarını aydınlatmaya çalışan insandır. Kur'an'la bağı kopmuş insan, aydın değil; olsa olsa kara karanlıkların kapkara adamıdır. Kur'an'sız hayat, karanlıkların nûru boğduğu vahşi bir hayattır, zindan hayatıdır, körlerin hayatıdır. “Kim benim zikrimden (Kur(an'dan) yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz. O: 'Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Oysa ben, hakikaten görür idim!' der. (Allah)
1986] 5/Mâide, 45
1987] 2/Bakara, 257
1988] 7/A'râf, 179
NUR - ZULUMÂT
- 441 -
buyurur ki: İşte böyle. Çünkü sana âyetlerimiz geldi; ama sen onları unuttun. Bugün de aynı şekilde sen unutuluyorsun. Doğru yoldan sapanı ve Rabbinin âyetlerine inanmayanı işte böyle cezalandırırız. Âhiret azabı, elbette daha şiddetli ve daha süreklidir.” 1989
1989] 20/Tâhâ, 124-127
- 442 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Nur - Zulumât Konusunda Âyet-i Kerimeler
Nûr Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 43 Yerde):
2/Bakara, 17, 257, 257; 4/Nisâ, 174; 5/Mâide, 15, 16, 44, 46; 6/En’âm, 1, 91, 122; 7/A’râf, 157; 9/Tevbe, 32, 32, 35, 35; 10/Yûnus, 5; 13/Ra’d, 16; 14/İbrâhim, 1, 5; 24/Nûr, 35, 35, 35, 40, 40; 33/Ahzâb, 43; 35/Fâtır, 20; 39/Zümer, 22, 69; 42/Şûrâ, 52; 57/Hadîd, 9, 12, 13, 13, 19, 28; 61/Saff, 8, 8; 64/Teğâbün, 8; 65/Talâk, 11; 66/Tahrîm, 8, 8; 71/Nûh, 16.
Nurlandıran/Aydınlatan Anlamındaki Münîr Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 6 Yerde):
3/Âl-i İmrân, 184; 22/Hacc, 8; 25/Furkan, 61; 31/Lokman, 20; 33/Ahzâb, 46; 35/Fâtır, 25. Zulumât Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 23 Yerde): 2/Bakara, 17, 19, 257, 257; 5/Mâide, 16; 6/En’âm, 1, 39, 59, 63, 97, 122; 13/Ra’d, 16; 14/İbrâhim, 1, 5; 21/Enbiyâ, 87; 84/Nûr, 40, 40; 27/Neml, 63; 33/Ahzâb, 43; 35/Fâtır, 20; 39/Zümer, 6; 57/Hadîd, 9; 65/Talâk, 11.
Karanlık Anlamındaki Diğer Kelimeler: Azleme: 2/Bakara, 20; Muzlim: 10/Yûnus, 27; Muzlimûn: 36/Yâsin, 37.
Nûr Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
a- Allah'ın Nurunun Misali: Nur, 35.b- Allah, Mü'minleri Karanlıktan Nura Çıkarır: Bakara, 257, Maide, 16; En'am, 1; Nur, 35; Hadid, 26; Talâk, 11.c- Kur'an Nurdur: Nisa, 174; Şura, 52; Teğabün, 8.d- Tevrat Nurdur: Al-i İmran, 3-4; Maide, 44; En'am, 154; İsra, 2.e- İncil Nurdur: Al-i İmran, 3-4; Maide, 46.f- Kâfirler, Allah'ın Nurunu Söndürmek İster: Tevbe, 32-33; Yunus, 82; Hacc, 15; Saf, 8-9.g- Nurla Zulmet Bir Olmaz: Ra'd, 16.h- Allah, Göklerin ve Yerin Nurudur: Nur, 35.I- Kıyamet Günü Mü'minlerin Nuru: Hadid, 12-13; Tahrim, 8.k- Allah, Nurunu Tamamlar: Tevbe, 32-33; Yunus, 82; Hacc, 15; Şura, 24; Saf, 8-9.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 2, s. 174-176
2. Hadislerle Kur’an Tefsiri, İbni Kesir, Çağrı Y. c. 2, s. 197-200 c. 3, s. 1027-1029
3. Tefsir-i Kebir (Mefatihu'l-Gayb), Fahreddin Razi, Akçağ Y. c. 2, s. 57-60, c. 5, s. 432-435
4. Fi Zılali'l Kur'an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 92; 2, s. 49-50
5. Tefhimül Kur'an, Mevdudi, insan Y. c. 1, s. 55, 202, c. 3, s. 488K.
6. Kerim Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 508-509
7. Min Vahyi'l-Kur'an, M. Hüseyin Fadlullah, Akademi Y. c. 1, s. 81-83; c. 5, s. 35-36
8. Bakara Suresi Yorumu, Haluk Nurbaki, Damla Y. 143
9. İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 5, s. 121-124
10. Kur'an'da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 40-43
11. İslâmi Terimler Sözlüğü Hasan Akay, İşaret Y. s. 366-367
12. Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Süleyman Uludağ, Marifet Y. s. 413-414, 592
13. Kitabu't-Tarifat, Seyit Şerif Cürcani, Bahar Y. s. 241, 147
14. Sosyal Bilgiler Ansiklopedisi, Risale Y. c. 3, s. 122-126
15. Kur'an'da Uluhiyyet, Suad Yıldırım, Kayıhan Y. s. 274-280
16. Esmaü'l-Hüsna Şerhi, Ali Osman Tatlısu, Yağmur Y. s.243-246
17. Esmaü'l-Hüsna Şerhi, M. Necati Bursalı, Erhan Y. s. 306-311
18. Esmai Hüsna, Metin Yurdagür, Marifet Y. s. 242-244
19. Esmaü'l-Hüsna, Afifüddin Süleyman et-Tilmisani, insan Y. s. 168
20. Kütüb-i Sitte Muhtasarı, İbrahim Canan, Akçağ Y. c. 10, s. 287

 
Okunma 1251 kez
Bu kategorideki diğerleri: « NÛH (A.S.)