Cumartesi, 06 Şubat 2021 19:39

MAL-MÜLK VE MÂLİK

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

MAL-MÜLK VE MÂLİK


- 659 -
Kavram no: 125
Nimet 17
İmtihan 7
Bk. Ticaret; Fakirlik-Zenginlik; İsraf; Cimrilik-Cömertlik; İnfak
MAL-MÜLK VE MÂLİK


• Mal; Anlam ve Mâhiyeti
• Malı Koruma
• Mülk ve Mülkiyet; Anlam ve Mâhiyeti
• Mülk Arâzi
• Mal-Mülk Allah'ındır
• Kur’ân-ı Kerim’de Mal-Mülk ve Mâlik Kavramları
• Hadis-i Şeriflerde Mal-Mülk ve Mâlik Kavramları
• Esmâu’l-Hüsnâ’dan El-Melik, Mâlikü’l Mülk, Mâlik-i Yevmi’d-Dîn İsmi
• Mülk ve Melekût; Eşyanın İki Yüzü
• Mal Yığma
• Para ve Mal Kazanma Yolları; İslâm Ekonomisinin Genel Prensipleri
• Dünya Hayatı, Dünya Malı ve Varlığı Sizi Aldatmasın!
• Tefsirlerden İktibaslar
“De ki: ‘Mülkün (gerçek) sahibi Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de onu çeker alırsın. Dilediğini aziz eder, yüceltirsin, dilediğini de zelîl eder alçaltırsın. (Her türlü hayır/iyilik, Senin elindedir. Gerçekten Sen her şeye kadirsin.” 2873
“Andolsun ki sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azalma (fakirlik) ile imtihan eder, deneriz. Sen sabırlı davrananları müjdele.” 2874
Mal; Anlam ve Mâhiyeti
Mal: Bir kimsenin sahip olduğu şey; menkul ve gayr-i menkul varlık, servet demektir. Mal terimi, Arapçada önceleri altın ve gümüş için kullanılırken, kapsamı genişlemiş, nakit para, menkul ve gayrimenkul mallardan maddî değeri olan her şeyi şümûlüne almıştır. Çoğulu "emvâl"dir. Aynı kökten mal verme anlamında "temvîl", mal sahibi olma anlamında "temevvül" terimleri kullanılmıştır. Bu kelimenin, donuk bir kelime olmayıp, ism-i mevsul "mâ"sı ile mülkiyet ifade eden "li" harfi cerri ve birinci tekil şahsa ait "y" zamirinden olmuş "mâlî" yani "bana ait olan şeyler" anlamında bir terim olduğu, kısaltma sonucunda "mal" şeklini aldığı belirtilmiştir. 2875
Hanefîlere göre, bir İslâm hukuku terimi olarak mal; elde edilip ihtiyaç için
2873] 3/Âl-i İmrân, 26
2874] 2/Bakara, 155
2875] İbn Manzûr, Lisanü'l-Arab, XI, 636; İbnü'l-Esîr, en-Nihâye, mal maddesi; Fahri Demir, İslâm Hukukunda Mülkiyet ve Servet Dağılımı, s., 13, 14
- 660 -
KUR’AN KAVRAMLARI
biriktirilmesi ve normal olarak yararlanılması mümkün olan her şey demektir. Buna göre, malın iki özelliğe sahip olması gerekir:
1) Elde edilip biriktirmeye elverişli olması. Bu yüzden ilim, sağlık, şeref ve zekâ gibi mânevî şeylerle, mutlak olarak hava, güneş ve ayın ışığı ya da sıcaklığı gibi elde edilip depolanamayan şeyler mal sayılmaz. Ancak temelde mubah olan bu gibi değerler yeni teknolojik imkânlarla depolanırsa mal sınıfına girebilir.
2) Yararlanmanın mümkün ve câiz olması. Murdar ölmüş hayvan eti, zehirli veya bozuk gıda maddeleri gibi temelde mülk olmayan şeylerle, bir buğday tanesi, bir damla su, yırtık bir kâğıt parçası gibi, insanların yararlanmayı alışkanlık haline getirmediği şeyler de mal sayılmaz.
Bir şeyin mal oluşu, herkesin veya bir kısım insanların ona ilgi duyup mal edinmesiyle sabit olur. Mecelle, malı şöyle tarif etmiştir: "Mal; tab'-ı insanı mâil olup da vakt-i hâcet için iddihar olunabilen şeydir ki, menkule ve gayrimenkule şâmil olur."2876 Bunu şöyle ifade edebiliriz: Mal, insan tabiatının meylettiği, ihtiyaç için elde biriktirilebilen şeyler olup, menkul ve gayrimenkulü kapsamına alır.
Hanefîler dışındaki diğer çoğunluk İslâm hukukçularına göre maddî bir değeri olan ve telef edildiğinde tazmini gereken her şey maldır. İmam Şafiî şöyle der: "Mal denilince akla gelebilen şeyler şunlardır: Az da olsa bir ticarî değeri olup, telef edenin tazmin etmek zorunda kalacağı ve insanların normal olarak sokağa atmadıkları para gibi şeyler."2877 Hanefîler malı, maddî varlığı olan şeylere hasrederler. Menfaat ve hakları mal değil, mülk olarak kabul ederler. Hanefîler dışındaki mezheb müctehidleri ise, bunları da mal sayar. Çünkü eşyadan kasdolunan, bunların maddesi (aynı) değil, menfaatidir. Evde oturmak, at ve katıra binmek gibi... Meselâ; mahkemede dâvâcının dâvâlıya yemin teklif etme hakkı, maddî bir yönü bulunmadığı için Hanefîlere göre mal değildir. Bu görüş ayrılığı, gasp, miras ve kira gibi muâmelelerde farklı sonuçlar doğurur. Bir kimse bir gayrimenkulü gasbedip bir süre yararlansa, sonra sahibine iâde etse, Hanefîler dışındaki fakîhlere göre bu yararlanmanın kıymetini tazmin etmesi gerekirken; Hanefîlere göre, gasbedilen mal ancak vakıf veya yetim malı yahut otel, lokanta gibi kira için hazırlanmış bir yer olursa zararı tazmin gerekir. Yine Hanefîlere göre, kiracının ölümüyle kira sona erer. Çünkü kira akdinde, yararlanma bir mal olmadığı için mirasla geçmez. Diğer fakihlere göre ise, kira akdi, kiracının ölümüyle sona ermez ve akit sonuna kadar devam eder. Şart veya görme muhayyerlikleri de mirasçıya geçer. Hanefîlere göre ise geçmez.
İslâm hukukçuları malları özelliklerine göre: Mütekavvim - gayri mütekavvim, menkul -gayrimenkul, mislî - kıyemî, tüketime elverişli (istihlâkî) - kullanmaya elverişli (isti’mâlî) gibi kısımlara ayırmışlardır.
a) Mütekavvim mal: Fiilen elde edilmiş olan ve İslâm'ın yararlanmayı mübah kıldığı her şey mütekavvim maldır. Gayrimenkuller, menkuller, yiyecekler, avcının vurduğu av hayvanı, oduncunun mübah ormandan kestiği odun, ihya edilen ölü arazi gibi...
b) Gayri mütekavvim mal: Fiilen elde edilmemiş olan veya İslâm'a göre,
2876] Madde, 126
2877] Suyûtî, el-Eşbâh ve'n Nezâir, Mısır 1959, s., 327
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 661 -
zarûret hali dışında yararlanılması mubah olmayan şeylerdir. Sudaki balık, havadaki kuş, toprak altındaki madenler ve ormandaki av hayvanları gibi henüz elde edilmemiş şeyler örfen gayri mütekavvim maldır. Ayrıca şarap ve domuz eti müslümana göre mütekavvim mal değildir. Çünkü zarûret dışında bu ikisinden müslümanın yararlanması mubah değildir. Bunlar gayrimüslimlere göre ise mütekavvim maldır. 2878
Mütekavvim mal üzerindeki satım, kira, hibe, iâre, rehin, vasiyet, ortaklık vb. akitler geçerli (sahih); gayri mütekavvim mal üzerindekiler ise bâtıl olur. Yine mütekavvim mal telef edilirse, mislî ise mislini, kıyemî ise kıymetini tâzmin etmek gerekir. Gayri mütekavvim mal, müslümana ait olursa tazmin yükümlülüğü bulunmaz.
c) Menkul mal: Bir yerden başka bir yere nakli mümkün olan şeylerdir. Nakit paralar, ticaret eşyası (urûz), hayvanlar, ölçü veya tartı ile alınıp satılan mallar gibi. 2879
d) Gayrimenkul mal: Bir yerden başka yere nakli mümkün olmayan ev, arâzi gibi, yerde sâbit duran şeylerdir.2880 Binâ, ağaç ve topraktaki ekin, arâziye bağlı olarak akar sayılır. Üzerinde binâlar, ağaçlar ve ekinler bulunan bir arâzi satıldığı zaman, bunlara da arâzi hükümleri uygulanır. Bunların arâziden ayrı satılmaları halinde ise menkul hükümleri sözkonusu olur. 2881
e) Mislî mal: Çarşı ve pazarda misli ve benzeri bulunan mallardır. Mislî mallar dörde ayrılır. 1) Mekîlât; buğday, arpa gibi hacim ölçüsüyle alınıp satılanlar. 2) Mevzûnât; pamuk, demir gibi ağırlık ölçüsüyle alınıp satılanlar. 3) el-Adediyâtü'l-Mütekaribe; ceviz ve yumurta gibi sayıyla satılan standart mallar. 4) Zer'iyyât; kumaş, kereste gibi uzunluk ölçüsüyle satılan bazı standart mallar.
f) Kıyemî mal: Hayvanlar, arâziler, ağaçlar, halılar, kullanılmış otomobil, kitap vb. şeyler gibi çarşı ve pazarda benzeri bulunmayan veya bulunsa da standart olmayan şeylerdir. 2882
Mislî mal, cins ve sıfatı belirtilerek zimmette borç olarak kalabilir. Satım akdinde satış bedeli olur. Kıyemî mal ise, zimmette borç olmaz, satım akdinde satış bedeli olarak da belirlenemez. Bir hak kıyemî mala bağlandığı zaman bunun hangi mal olduğu ayırdedilerek belirlenmesi gerekir. Çünkü bunlarda standartlık yoktur. Bu yüzden kıyemî mallar arasında (bu çeşit malların birbirleriyle değiştirilmesinde) fâiz sözkonusu olmaz. Bir koyunla iki koyun veya aynı cinsten olan az malla çok mal mübâdele edilebilir.
g) Tüketime elverişli (istihlâkî) mal: Bunlar, kendisinden ancak aynını tüketmekle yararlanmak mümkün olan şeylerdir. Yiyecek, içecek, odun, petrol, nakit para ve kıymetli kâğıt gibi... Bunlardan nakit paranın tüketimi mâlikinin elinden çıkarma şeklinde olur.
2878] es-Serahsi, el-Mebsût, XI, 102; Şafiî, el-Ümm, IV, 198, 205; Muhammed Hamidullah, el-Vesâiki's-Siyâsiyye, Vesîka no: 59; ez-Zühaylî, el-Fıkhul-İslâmî ve Edilletuh, IV, 40, 45
2879] Mecelle mad. 128
2880] Mecelle, mad. 129
2881] İbn Âbidîn, Reddül-Muhtar, III, 408
2882] Mecelle mad. 146
- 662 -
KUR’AN KAVRAMLARI
h) Kullanmaya elverişli (isti'mâlî) mal: Maddesi devam etmekle birlikte kendisinden yararlanılabilen şeyler. Gayrimenkuller, mefrûşât, kumaşlar, kitaplar gibi.
Tüketime elverişli mallar, bu amaca hizmet eden karz ve âriyet verme gibi akitleri kabul ederken, kullanmaya elverişli mallar da yine kira ve âriyet verme gibi kullanmaya yönelik akitlere elverişli bulunurlar. 2883
Mal kelimesi, ‘meyl’ kelimesinden türemiştir. ‘Meyl’ sözlükte; denge noktasından sağa sola sapmak demektir. Sürekli değişen ve ölümsüz olmayan değerlere bu bakımdan ‘mal’ denilmiştir. Malın ana özelliği, devamlı değişmesi, sâbit olmaması ve ebedî (ölümsüz) olma özelliğinin bulunmamasıdır. ‘Mal’, insanın yaşayabilmesi ve ayakta kalabilmesi için bir vâsıtadır. İnsanı ayakta tutmak amacına yönelik olarak kullanılırsa bir anlam taşır. Eğer dünyalık değerlerin elde edilişi uğruna harcanırsa veya bu amaç için elde edilmeye çalışılırsa o zaman olumsuz bir anlam kazanır.
Mal, esâsen insanların sahip olmak istedikleri, ihtiyaç için elde edebildikleri, biriktirilebilen, taşınabilir veya taşınamaz şeylerdir, varlıklardır. Mallar ve çocuklar dünya hayatının süsüdür.2884 Bunlar aynı zamanda birer fitnedir, yani insan için birer deneme alanıdırlar.2885 Mala sahip olma ile onu harcama yeri; onun kullanılış gâyesidir. Mallar, Allah’ın insanlara birer emânetidir. O’nun helâl kıldığı yoldan kazanılmalı ve o mal Allah’a varmak gâyesi için kullanılmalıdır. İnsan ölünce Rabbine kavuşacaktır. Öyleyse kendisine emânet olarak verilen malı, bu ‘Son Varış/Meâd’ anlayışı doğrultusunda harcamalıdır. Bir başka deyişle, mal insanın hayatını sürdürebilmesi için Yaratıcı tarafından insanın emrine verilen bir faydalanma aracıdır. İnsan bu aracı güzel bir yoldan elde etmeli ve emânetin asıl sahibinin gösterdiği gibi kullanmalı, bu şekilde hem dünya hem âhiret mutluluğuna ulaşmalıdır. Mal, insanın sonsuz hayattaki durumuna kesinlikle etki edecektir.
Allah, insanlara ellerindeki malı O’nun yolunda ‘infak’ etmeyi emretmektedir. Bu, hem toplum dengesi, hem insanın mala karşı aşırı ilgisinin törpülenmesi, hem de insanların ihtiyaçlarının karşılanması açısından son derece önemlidir. Dünyadaki mallar ve zenginlikler, insanlar için süslü kılındı.2886 Bütün mallar dünya hayatının süsüdür, ama asıl varılacak yer Allah’ın huzurudur. İnsan bu yüzden malı ve dünyalıkları çok sever.2887 Kimileri de malının çokluğundan dolayı övünür, kibir gösterir.2888 Ancak malı olduğu halde, Allah’a hakkıyla kulluk yapmayan, Allah’a karşı ‘istikbâr’ eden azgınları (bağîleri), malları ve evlâtları kurtaramayacaktır. 2889
2883] el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', V, 134, 208, 209, 234, 237; es-Serahsî, a.g.e., XI, 50, 52, XIV, 90; ez-Zühaylî, a.g.e., IV, 49, 55; Fahri Demir, a.g.e., 33 vd ; Hamdi Döndüren, İslâm Hukukuna göre Alım-Satımda Kâr Hadleri, İstanbul 1983, s., 83 vd.; Hamdi Döndüren, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 4, s. 52-53
2884] 18/Kehf, 46
2885] 64/Teğâbûn, 15; 3/Âl-i İmrân, 186
2886] 3/Âl-i İmrân, 14
2887] 89/Fecr, 20
2888] 18/Kehf, 34; 34/Sebe', 35
2889] 92/Leyl, 11; 111/Mesed, 2; 58/Mücâdele, 17
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 663 -
Malın insan hakkında daha faydalı olabilmesi için onun Allah yolunda harcanması gerekmektedir.2890 Bu harcamanın en güzel şekli, gerekli kimselere zekât vermektir.2891 Mal konusu, müslümanların en önemli meselelerinden biridir. Malı helâldan kazanmak kadar, ona ilgiyi dengeli tutmak, onu gerekli yerlere harcamak, onunla insanlara faydalı olmak, onun peşinden sürüklenip gitmemek ve onunla şımarıp istiğnâ (zengin oldum) duygusuna kapılmamak önemli şeylerdir. İnsan ne kadar yaşarsa yaşasın, bir gün ölecektir ve malından ayrılacaktır. Kişi, mal üzerinde yalnızca nöbetçilik yapmaktadır. Öyleyse bu nöbetçilik ve emanetçilik iyi yapılmalıdır.
“Mal bir kahpeye benzer; bir gün attarın evinde bir gün baytarın evinde olur.”2892 Mal kazanmak, servet sahibi olmak, o maldan faydalanmak mubahtır (helâldir). Zekâtı ancak malı olanlar verebilir. Malı olanlar Allah yolunda daha çok harcama yapabilirler. Hakkıyla elde edilen bir zenginlik daha iyidir. Ancak mü’min, Allah’ın büyüklüğü karşısında ‘fakr’ duygusu içerisinde olmalı, yani yetersizliğini, her şeyin Allah’ın olduğunu bilmeli. Peygamberimiz (s.a.s.), müslümanların mal fitnesiyle karşılaşacaklarını haber veriyor.2893 Âhirette de mal mülk değil, ancak selim kalbe sahip olmak fayda verecektir. 2894
Malı Koruma
Mülk sahibinin malını saldırıya karşı koruma hakkı vardır. Evrensel prensipler getiren İslâm, toplumda din ayrılığı gözetmeksizin mal ve can güvenliği için gerekli tedbirleri öngörmüştür. Vahye dayalı semavî dinlerin din, akıl, mal, can ve nesli korumaya yönelik hükümler getirdiği görülür. Din; akide esaslarına inanmak ve ameli hükümlerini günlük hayatta uygulamakla korunur. Akıl; sarhoş edici içkilerden sakınmak ve ruh sağlığına dikkat etmekle; can, kısas hükümlerinin uygulanmasıyla; nesil ise, zinadan sakınmakla koruma altına alınır.
Malın korunması; onu israfla saçıp savurmadan tasarruf yanında, zekâtın verilmesi, hırsızlığa karşı gerekli tedbirleri almak ve malı gasbetmek isteyene karşı onu kuvvet kullanarak savunmak şekillerinde olabilir. Hz. Peygamber bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Müslümanın müslümana ırzı ve malı haramdır.” 2895
Mal ve servet, Kur'an da "hayr" kelimesi ile ifade edilmiştir: "Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir mal (hayr) bırakacaksa; anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyyet etmek Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur."2896 Hadis-i Şerifte şöyle buyrulur: "Salih mal, salih kişi için ne iyidir." 2897 Sâlih kelimesinin anlamı çok geniştir. Kelime, helâl demek olup, ehil ve lâyık olmak anlamına da gelir. Dolayısıyla her mal, herkes için uygun olmayabilir. Mal ve servet edinmenin teşvik edildiğine dair birçok hadis vardır. Şükreden zenginler övülmüştür.
"Malın korunmuş olması, hem başkalarının tecavüz ve saldırısına mani
2890] 4/Nisâ, 95; 8/Enfâl, 72; 9/Tevbe, 20
2891] 6/En’âm ,141; 30/Rûm, 38
2892] Râgıp el-Isfehânî, Müfredat 726
2893] İbn Mâce, Fiten 18, hadis no: 3995; Tirmizî, Zühd 26, Hadis no: 2336
2894] 26/Şuarâ, 88; Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 381-382
2895] Tirmizi, Birr,18; İbn Mâce, Fiten,2
2896] 2/Bakara, 180
2897] Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV, 194
- 664 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olunmasını, hem mülk sahibinin geçerli kurallar dairesinde malını istediği gibi satmak, değiştirmek, vasiyet etmek, hibe etmek veya herhangi bir şekilde tasarrufta bulunmakta hür ve serbest olmasını gerektirir." İslâm'da hırsızlık, ihtikâr (stokçuluk), hile aşırı kâr ve gasp gibi İslâm dini, malı korumak için, yer ve zamanın şartlarına uygun kurallar koymuştur. Meselâ, hırsızlığı önlemek için, hırsızın elini kesmek gibi.
Malı korumanın başka bir şekli de mallarını koruyamayan sefih (aptal), akıl hastası vb. insanların mallarını vasi veya vekil tayin ederek korumaktır. Bu konular ayet ve hadislerle düzenlenmiştir.2898 Malı korumakla ilgili bazı fıkhî bilgiler şöyle sıralanabilir: "Mala karşı tecavüzü önlemek farz olmayıp, haktır. Malı tecavüze uğrayan kimsenin, tecavüz edeni kendi haline bırakması veya kavga etmeyerek istediği malı vermesi caizdir.2899 Aynı şekilde sonu öldürmeye de varsa meşru savunma hakkını kullanması da mümkün ve câizdir.2900 İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre, evine bir hırsız girmiş o da kılıcı çekerek hırsızın üzerine yürümüştür. Eğer kendisine engel olunmasa, hırsıza kılıcı vuracaktı. 2901
Malı saldırıya uğrayan kimsenin gücü yettiği takdirde, öldürmek pahasına da olsa, saldırıyı önleme ve malını koruma hakkı vardır. Çünkü mala olan saldırı hem zulüm ve haksızlık, hem de İslâm'ın koyduğu sınırlara tecavüzdür. Bu kimse malını savunurken ölürse şehit sayılır. Bir hadisi şerifte şöyle buyrulur: “Kim malını savunmaktan dolayı öldürülürse, o şehittir ve ona cennet vardır.” 2902
Malı saldırıya karşı savunmaktan amaç saldırıyı önlemek olup, saldırganı cezalandırmak değildir. Çünkü tecavüze uğrayanı bu hakkı kullanmaya ve kendini bizzat müdafaa etmeye mecbur eden, mütecavizdir. Saldırıya uğrayanın da en hafiften ağırına doğru bir yol izleyerek meşru müdafaa hakkını kullanması gerekir. Aksi halde meşru müdafaanın zarurî kılmadığı fiillerinden sorumlu olur. Çünkü kendisini ve malını bizzat koruması zaruret sebebiyle caiz kılınmıştır; zaruret ise ölçüyü aşamaz. Daha hafif bir davranışla saldırıyı geri çevirmek mümkün iken ağırını kullanmakta zaruret yoktur. Bu duruma göre; mümkün ise, önce sözle ve başkalarını yardıma çağırarak malını ve kendini korur, bu olmazsa vurmaya geçer, vurarak, defetmek mümkün ise yaralaması caiz olmaz ve yaraladığı takdirde sorumlu olur. Vurmakla maksat hâsıl olmuyorsa yaralar; fakat öldüremez. Zaruret bulunmadığı takdirde öldürürse sorumlu olur. Öldürmekten başka çare yoksa öldürür ve sorumlu da olmaz. Eğer saldırıya uğrayan ölürse şehid olur. 2903
Mülk ve Mülkiyet; Anlam ve Mâhiyeti
Mülk ve mülkiyet; Mubah bir şeyi ele geçirme ve onun üzerinde tek başına söz sahibi olma gücü; tasarrufa konu olan şey üzerinde sırf sahibine ait olmak üzere tasarruf yetki ve iktidarı yahut tasarrufa konu olan şey üzerinde tasarrufta bulunabilmek üzere hukuk düzenince tanınan bir yetki ve iktidar anlamında bir
2898] 4/Nisâ, 5; 2/Bakara, 282; Buhâri, Büyû' 48, Husûmât, 3
2899] İbn Teymiye, Mecmuatü'l-Fetavâ, II, 202
2900] İbn Teymiyye, İhtiyârat, 91; İbn. Kudâme, el-Muğnî, VIII, 329
2901] İbn Teymiyye, a.g.e., IV, 188
2902] Ahmed b. Hanbel, II, 221-223; Hayreddin Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, I, 223
2903] eş'-Şafiî, el-Ümm, VI, 31; İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 329; Remli, Nihayetü'l-Muhtâc, VIII, 24; Ahmed Yaşar, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 4, s. 53-54
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 665 -
fıkıh terimi. Arapça "milk" mastarından bir isimdir.
Mülkiyetin ihraz ve ihtisas terimleriyle yakın ilişkisi vardır. Mubah bir şeyin, ihtiyaç sırasında yararlanılmak üzere elde edilmesine "ihraz" denir. Suyun kaba alınması veya av hayvanının yakalanması gibi... İhraz edilen şeyin sırf ihraz edene ait kılınmasına da "ihtisas" denir. İşte ihraz ve ihtisas işlemleri sonucunda eşya ile kişi arasında meydana gelen hak ve yetki ilişkisine "mülkiyet" adı verilmiştir. Klâsik İslâm hukuku kaynaklarında "mülkiyet" terimine rastlanmaz. Bunun yerine "milk" teriminin kullanıldığı görülür. "Mülkiyet" daha çok son devir araştırma eserlerinde kullanılmıştır. 2904
İslâm hukukuna göre mülkiyet hakkı sırf maddi eşya ile sınırlı tutulmamıştır. Maddi bir mal olan arsa, tarla, ev veya bir hayvan mülkiyete konu olduğu gibi; evde oturma, hayvana binme gibi yararlanmalar ve geçit hakkı gibi irtifak hakları da mülkiyet kapsamına girebilmektedir. Eğer bir maddî eşya aynıyla yararlanma ve haklarıyla birlikte bir kimseye ait bulunursa buna tam mülkiyet ayn'a ait mülkiyet hakkı birisine, yararlanma hakkı başkasına ait olursa böyle bir mülkiyete de "eksik mülkiyet" denir. Meselâ mîrî arazi uygulamalarında görüldüğü gibi toprağın kuru mülkiyeti (rakabe) devletin, ekip-biçme hakkı köylülerin olmak üzere kurulan bir mülkiyet ilişkisi eksik mülkiyettir. 2905
Eksik mülkiyet bir rakabe mülkiyeti ise er geç tam mülkiyete dönüşür. Bir yararlanma mülkiyeti ise, o takdirde ya sürenin sona ermesi halinde veya bu hakkın sahibinin ölümüyle sona erer. Meselâ kendisine bir gayrimenkulün menfaati vasiyet edilen kimse ölünce veya kira akdinin süresi bitince yararlanma hakkı da sona ermiş olur.
Böylece İslâm hukuku mülkiyet hakkını maddî eşya yanında yararlanmaya ve bazı hakları da kapsayacak şekilde mülkiyet kavramı ile ilgili olarak doğu ve batı hukukçularının uzun tecrübe ve tartışmalar sonucunda ulaştıkları teorileri çok erken tarihlerde, daha 7. ve 8. M. yüzyıllarda ortaya koymuşlardır.
Kıt'a Avrupası mülkiyet kavramını Roma Hukukuna sadık kalarak taşınır ve taşınmaz mallara intisar ettirirken; Anglo-Sakson hukuku, mülkiyeti tarif etmekten kaçınmış, bunun haklar, yükümlülükler ve davranış biçimlerinden ibaret olduğunu belirtmekle yetinmiştir. Bu yüzden alacak hakkını, ipoteğin doğurduğu hakkı, bir şirketteki hisse senedini, patent hakkını ve fikri eserleri hak kavramı içne alarak bu kavrama sosyal ve ekonomik işlerlik kazandırmıştır. Buna göre, bu son hukuk sistemi ile İslâm hukukunun mülkiyet kavramını değerlendirmesi arasında benzerlik olduğu söylenebilir.
İslâm'ın çıkışı sırasında Hicaz yöresinde bazı mülkiyet edinme yolları vardı. İslâm bunları kaldırmış ya da bazı sınırlamalar getirmiştir. Bunları şu başlıklar altında toplayabiliriz:
1) Himâ: Câhiliye devrinde, nüfuzlu bir kişi hayvanları için otlak bir yeri seçer, köpek sesinin ulaşabileceği kadar çevreyi belirler, orasını kendi korusu haline getirirdi. Başkası buraya hayvanını sokamaz, fakat o, diğer yerlerden de
2904] bk. M. ez-Zekâ, el-Fıkhu'l İslâmî fî Sevbihi'l-Cedîd, Dımaşk 1384/1964, III, 257
2905] es-Serahsî, el-Mebsût, Beyrut 1331, XI, 50; İbn Nüceym, el-Efbah ve'n-Nezâir (Hamevi Şerhi ile), İstanbul 1257, II, 202 vd.
- 666 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yararlanırdı.
Hz. Peygamber; "Kişilerin koru (himâ) hakkı yoktur. Ancak Allah ve Rasûlünün koru hakkı vardır" 2906 buyurarak koru'ya ilişkin düzenleme yetkisini İslâm devletine verdi.
2) Mirbâ (başkan payı): Câhiliye devrinde başkan savaştan elde edilen ganimetin dörtte birini ve buna ek olarak tüm ganimetin içinden beğendiklerini alırdı. Yine yolda ele geçirilenler ve bölüştürülmesi mümkün olmayan ganimet fazlası şeyleri de başkan alırdı. İslâm ganimetlerle ilgili bir dizi düzenlemeler getirerek bu konudaki statüyü belirledi… 2907
Bu düzenlemeye göre, ganimetin beşte biri kamu ihtiyaçlarına ayrılır, beşte dördü de gazilere bölüştürülür.
Muâhât (kardeşleştirme): Allah'ın elçisi M. 622 yılında Mekke'den Medîne'ye hicret sonucunda evini barkını Mekke'de bırakan Muhacirlerle Medineli Ensarı kardeşleştirdi. Ensar, mallarının yarısını Muhacirlere mülk olarak vermek istemişse de Allah'ın elçisi, toprağı ekip biçmede ürünü paylaşmak üzere ortakçılık tavsiye etti. Bu uygulama Hayber veya Fedek arazilerinin müslümanların eline geçmesine kadar sürdü. Bu yeni fethedilen topraklardan Mühacirlere ganimet verilmesi üzerine, Ensar kardeşlerinin yarıcılıkla işledikleri bağ, bahçe veya arazilerini geri verdiler. 2908
4) Fey: Fey, mülkiyeti kamuya ait gelir demektir. Silâh zoru ile değil de antlaşma ve benzeri yollarla müslümanların eline geçen topraklara fey' hükümleri uygulanmıştır. Bu uygulama el-Haşr Sûresi'nin 6-10. âyetlerinde açıklanmıştır. Buna göre, Kur'an-ı Kerîm'de fey adı altında toplanan gelirlerin tamamı ile ganimet gelirlerinin beşte biri, sonuç olarak, Allah'a, Rasûlüne, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara tahsis edilmiştir. Bu durum, bu gelirlerin kamu mülkiyeti niteliğinde olduğunu gösterir. Böylece özel mülkiyet yanında bir de kamu mülkiyeti sözkonusu olur.
Özel mülkiyet-kamu mülkiyeti ikilemi: Kur'an-ı Kerîmde bu iki çeşit mülkiyeti düzenleyen hükümler vardır.
Özel mülkiyete ilişkin olarak: Zekât, mâlî bir ibâdet olarak emredilmiştir. Bu ibâdetle yükümlü olmanın şartı bir mala malik olmaktır. 2909
Miras hükümlerinin uygulanması, ölenin bir malvarlığının bulunmasına bağlıdır.2910 Yine Kur'an'da ticaret ve mâli konuları düzenleyen hükümler de özel mülkiyetin varlığını gerekli kılar. 2911
Kur'an'da kamu mülkiyeti: Ganimet mallarının beşte birinin Allah ve Rasûlüne ayrılması bu kısma kamu mülkiyeti niteliği kazandırır. Burada mülkün
2906] Buhârî, Cihâd, 136, Müsâkât, 11; İbn Hanbel, Müsned, IV, 38, 71, 73
2907] bk. Buhârî, Teyemmüm, 1, Salât, 56, Humus, 8; Müslim, Zühd, 16, Mesâcid, 513; Ebû Dâvud, Cihad, 121; Tirmizî, Enfal Sûresi Tefsiri, 8: el-Kâsânî, a.g.e., VIII, 116 vd.; Kurtubî, Tefsîr, VIII, 13 vd
2908] Tecrid-i Sarih Tercemesi, VII, 75, 147, VIII, 55
2909] bk. el-Bakara, 2/3; el-Meâric, 70/25; ez-Zâriyât, 51/19; et-Tevbe, 9/103
2910] bk. en-Nisâ, 4/7, 11, 12, 172
2911] bk. el-Bakara, 2/188, 275, 282, 283; en-Nisâ, 4/29
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 667 -
Allah Teâlâ'ya izafesi İslâm toplumu adınadır. Sarf yerleri olan "yetim", "yoksul" ve "yolda kalınış"lar aynı zamanda zekâta da hak kazanan sınıflardandır. Ganimette dağıtım dışı tutularak kamuya mal edilen bu mallar, Allah'ın emrettiği şekilde hak sahiplerine devlet eliyle dağıtılmış olur. 2912
İslâm'da toprak mülkiyeti özel mülkiyete de kamu mülkiyetine de konu olabilir, İslâm devleti toprakla ilgili düzenlemeler yapabilir. Özellikle toprağı mülk edinme, kullanma ve mirî arazi ile ilgili tasarruflara devlet tarafından bir takım sınırlamalar getirilebilir.
Mülk edinme yolları:
1) İşgal: Bu yalnız mülkü elde etme yolu değil; aynı zamanda mülkiyet hakkının kaynağı olarak kabul edilir. İslâm hukukuna göre, mülkiyet hakkı için menkullerde işgal yeterli iken, gayrimenkullerde ihyâ şartı da gereklidir. İhyâ; sahipsiz arazinin zeminini temizlemek, su ulaştırmak veya kazıp taşını ayıklamak gibi işlemlerle gerçekleşir. Mecelle, ihya yoluyla elde edilecek arazi için şu şartları öngörür: a) Kimsenin mülkü olmayacak, b) Kasaba veya köyün mer'a veya baltalığı olmayacak, c) Kasaba veya köyden yüksek sesle bağırıldığında sesin ulaşmayacağı kadar uzakta bulunacak. 2913
İslâm hukuku gasp ve zaman aşımını mülkiyeti kazandırıcı bir yol olarak kabul etmemiştir. Klâsik fıkıh kaynaklarında rastlanan 10, I5 veya 30 yıllık zaman aşımı süreleri sadece kaza açısından yani dünya hukuku bakımından mahkeme nezdinde hak talep edilip edilemeyeceğini belirleyen sürelerdir. 2914
2) Emek: İhraz ve ihya fiilleri emek olarak değerlendirilebilirse de, mülkün mücerred bu işlemlerin bedeli olmadığı da açıktır. Meselâ; 50 dönümlük değerli bir araziye ilk işgal ve on günlük bir ihya çalışması sonucu mâlik olan bir kimse, bu araziye on günlük emeği karşılığında mâlik olmuş sayılmaz. İslam, diğer hukuk sistemlerinde bulunmayan ve çalışmasının ve emeğinin karşılığı olarak kişiyi mülk sahibi kılan bir usulü getirmiştir. Bu da "mudarabe" yöntemidir.
Müdârabe emek-sermaye ortaklığıdır. Bu ortaklıkta başkasının sermayesini işleten kimse, sırf emeği karşılığında kârdan anlaşmaya göre pay alır. Maddî zarara sadece sermayedar katlanırken; emek sahibinin zarara katlanması, yalnızca emeğinin boşa gitmesi şeklinde olur. Mudarabe, İslâm bankacılığının da esasını teşkil eder. 2915
3) Diğer mülkiyet kazanma yolları: Birçoğu emeğe veya sermaye riskine dayanan başka iktisap yolları da vardır.
Ziraat, ticaret, san'at ve mübah şeyleri ihraz şahsî emek ve gayret olmaksızın, mülkiyetin kazanılma yollarındandır. Nafaka, miras, sadaka, zekât, hibe ve mükâfat alma gibi emek unsuru bulunmayan yollarla da mülk edinilir. Ganimet, diyet, ikta', lukata, mehir ve muhâlea bedeli de emeksiz mülk edinmeye örnek
2912] el-Kâsâni, a.g.e., VII, 124, VIII, 13, 14
2913] Mecelle, madde, 1270
2914] İbnü'l-Hümâm, (İbn Kevder) Netâic, VIII, 281 vd.; Fahri Demir, İslâm Hukukunda Mülkiyet ve Servet Dağılımı, 1981 Ankara, s. 176, 177
2915] bk. "Müdarabe" maddesi
- 668 -
KUR’AN KAVRAMLARI
verilebilir. 2916
Toprak mülkiyetinin kazanılması: Toprağın hem kamu, hem de özel mülke konu olabileceğini yukarıda belirtmiştik. İslâm, toprak mülkiyetinin kazanılabilmesi için şu esasları getirmiştir.
1) İlk işgal ve ihyâ: Diğer mubah şeylere mâlik olabilmek için meşrû zilyedlik (ihraz) yeterli iken, toprak mülkiyetinde buna ihyâ şartı da eklenmiştir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Henüz hiç kimsenin eline geçmemiş bulunan bir şey, onu ilk ele geçiren kimseye ait olur." 2917
Bu hadisi duyan sahabilerin araziye dağılarak işgal etmek istedikleri toprak parçalarını adımlayıp işaretlemeye başladıkları nakledilir. Başka bir hadiste ise ihya şartı açıklanır: "Kim ölü bir toprağı ihya ederse, bu toprak onun olur. Haksız verilen emek için bir hak yoktur." 2918
Toprağı işgal edip, ihya etmeksizin uzun süre bekletenlerle ilgili olarak, Allah elçisi şöyle buyurmuştur: "Âd'dan kalma Allah'ın, Rasûlünün ve sonra sizindir. Kim ölü araziyi ihya ederse ona sahip olur. Çeviren üç yıl içinde ihya etmemişse, bundan sonra bir hakkı kalmaz."2919 Nitekim mücerred olarak arazi çevirmenin mülkiyet ifade etmeyeceğini ve bunun belli süre içinde ihya edilmesi gerektiğini Hz. Ömer şöyle belirtmiştir: "Ölü araziyi kim ihya ederse onun olur. Çeviren üç yıl içinde ihya etmezse, çevirdiği arazi üzerinde bir hakkı kalmaz."2920 Bu duruma göre, arazinin etrafını çevirmek veya ilk işgalde bulunmak üç yıl süreyle öncelik hakkı vermektedir. Buna üç yıl içinde ihya şartı da eklenirse, toprak üzerinde mülkiyet hakkı doğmaktadır.
2) Koru ve otlak olarak çevirme hakkı yalnız devlete tanınmıştır. "Allah ve Rasûlünden başka kimsenin otlak çevirme (himâ) hakkı yoktur."2921 hadisi bunun delilidir. Böylece nüfuzlu kimselerin otlakları çevirip başkalarına ait hayvanların oraya girmesini engellemesi uygulamasına fırsat verilmemiştir.
3) Sulh yoluyla İslâm ülkesine katılan topraklar, diğer sahipsiz topraklar gibi Devlet mülkiyetine geçer. Bunlar, gerektiğinde özel şahıslara da dağıtılabilir. Nitekim Fedek arazisi kendi mülkleri bulunmayan Muhacirlerle, ihtiyaç içindeki Medineli üç Sahabeye taksim edilmiştir. 2922
Sulh yoluyla İslâm ülkesine katılan veya savaşla fethedildiği halde sahipsiz bulunan topraklar devlet mülkiyetine geçtiğinden, bu topraklar ancak devlet başkanının tahsis etmesi (ikta) ile özel mülkiyete konu olabilir. Devletin şahıslara tahsis edeceği bu topraklar arazinin bulunduğu bölgeye göre öşür veya harac vergisine tabi olur.2923 İmam Ebû Yûsuf Irak'taki bu çeşit topraklardan söz ederken şunları saymıştır: İran devlet başkanına (Kisrâ), vezirlere, hanedana ve savaş2916]
Fahri Demir, a.g.e., 180 vd.
2917] Ebû Dâvûd, İmâre, 36
2918] Buhârî, Hars, 15; Ebû Dâvud İmâre, 37; Tirmizî, Akhâm, 38; Mâlik, Muvatta', Akdiye, 26, 27; Dârimî, Büyû', 65
2919] Ebû Yûsuf, el-Harâc, Kahire,1396, s. 70
2920] Ebû Yûsuf a.g.e., s. 71
2921] Buhârî, Cihâd 146; Ebû Dâvud, İmâre, 39
2922] er-Râzî, et-Tefsîru'l-Kebîr, XXIX, 284-285
2923] İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, İstanbul 1306, III, 288
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 669 -
tan önce veya savaş sırasında ölen ya da ülkeyi terk edenlere ait sahipsiz topraklar. Devlet bu çeşit toprakları istediği kimselere ikta etme yetkisine sahiptir. 2924
Savaş yolu ile ele geçirilen toprakların dağıtılması konusu tartışmalıdır. Hanefilere göre, İslâm devlet başkanı fethedilen topraklardan sahipli olanlar hakkında; önceki yöneticilere ait olanların dışında kalanın beşte birini beytülmale ayırdıktan sonra, gazilere dağıtmak veya eski sahiplerinin elinde bırakarak kendilerinden harac almak şıklarından birini tercih edebilir.2925 Hz. Ömer'in Irak ve Sûriye toprakları üzerindeki uygulaması buna örnek gösterilebilir.
İmam Şafiî'ye göre, devlet başkanı savaş yolu ile fethedilen beldenin işlenen veya değerli olan topraklarını, diğer ganimet malları gibi, beşte bir beytülmal hissesi ayrıldıktan sonra gazilere dağıtmak zorundadır. Ancak, gazilerin haklarından ferağat etmeleri halinde bu topraklar devlete kalabilir. 2926
İmam Mâlik'e göre, fethedilen arazi prensip olarak dağıtılmaz. Bütün müslümanlar lehine vakıf gibidir. Ancak İslâm devlet başkanı bu arazilerin dağıtılmasında toplum yararı görürse dağıtmak yoluna da gidebilir. 2927
Ahmed b. Hanbel'e göre ise, İslâm devlet başkanı fethedilen yer toprakları ile ilgili olarak, müslümanların yararını gözetmek şartıyla, seçimlik hakkına sahiptir. İslâm toplumu adına vakfetmek, beşte biri ayırdıktan sonra dağıtmak, kısmen dağıtmak şıklarından birisini tercih edebilir. Nitekim Rasulullah (s.a.s) her üçünü de yapmıştır. Benu Kurayza ve Benu Nadir arazini dağıtmış, Mekke arazisini dağıtmamış, Hayber topraklarını ise kısmen dağıtmıştır. 2928
5) Madenlerin mülkiyeti: İslâm hukukuna göre, maden mülkiyetini; istihsal edilen maden ve kaynağındaki maden rezervi olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür.
İstihsal edilen maden, cinsi ne olursa olsun su, ot, ateş gibi mübah mallardan olup, prensip olarak bulana, yani üretene ait olur. Bir pınardan alınan su alana ait olduğu gibi, madenlerden istihsal edilen de istihsal edene ait olur. Yalnız altın, gümüş, demir, bakır ve kurşun gibi erime özelliği taşıyan madenler, ganimetlerde olduğu gibi beşte bir vergiye tabidir. İmam Malik'e göre, böyle bir maden kolaylıkla çıkarılmışsa vergi beşte bir olurken, masraflı bir üretim yapılmışsa vergi oranı kırkta bir olur. 2929
Diğer yandan kaynaktaki maden rezervi üzerinde ne yer sahibi ve ne de bulan için bir mülkiyet hakkı doğmaz. Bu yüzden Hanefî, Mâlikî ve Hanbelî hukukçuları madenlerin rakabe mülkiyeti olarak hiç kimseye ikta edilemeyeceğini ve bunların herkesin ortak bulunduğu mübah mallardan olduğunu belirtmişlerdir. Hatta Hanetî hukukçusu es-Serahsî, ikta için daha açık örnekler vermektedir: "Bir kimse, devletin kendisine ikta yoluyla işletme imtiyazı verdiği bir maden
2924] Ebû Yusuf, el-Harâc, 62, 63, 64, 65
2925] es-Serahsi, el-Mebsût, Mısır, 1331, X, 15; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', 2. baskı, Beyrut,1394/1974, VII, 118; eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VIII, 16-17; Ebû Yûsuf, a.g.e., s. 68-69
2926] eş-Şâfiî, el-Ümm, III, 181; eş-Şevkânî, a.g.e., VIII, 14-17; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadir, VI, 328
2927] Mâlik, el-Müdevvene, III, 26, 27; el-Muvatta, II, 470; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., VI, 32
2928] İbnü'l-Hümam, a.g.e., VI, 32; eş-Şevkânî, a.g.e., VIII,14-17; Fahri Demir, a.g.e., s. 202 vd.
2929] es-Serahsî, el-Mebsût, II, 211; Şâfiî, el-Ümm, II, 42, 43
- 670 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ocağında işçi çalıştırsa, ocaktan maden çıksın veya çıkmasın işçinin ücretini yüklendiği için, istihsal edilen maden işverenin olur. İstihsal ettiği madenin ise beşte birinden az olmamak üzere, devlet ile anlaştıkları oranda vergi verir. Bu kişinin yanında iş akdi yapmaksızın başka birisi kendi başına çalışsa, istihsal ettiği madenin beşte dördü bu kişinin olur. Çünkü maden, ikta edilmekle kişinin mülkiyetine geçmez. Kaynaktaki maden rezervi hadiste bildirilen su, ot ve ateş gibi ortak mübahlardandır." 2930
Maden rezervlerinin özel mülk edinilememesi prensibinin kaynağı, ortak mübahlarla (su, ot, ateş) ilgili hadis ve Hz. Peygamber'in tuzluk iktama ait şu hadisidir: "Ebyad b. Hammal'dan nakledildiğine göre, bu zat Hz. Peygamber'i ziyaret ederek yerini belirttiği tuzluğun kendisine ikta edilmesini istemiş ve Hz. Peygamber de ikta etmişti. Tam oradan ayrılacağı sırada, orada bulunanlardan birisi, Hz. Peygamber'e; "Neyi ikta ettiğinizi biliyor musunuz, ya Rasûlullah? Siz ona sanki bir kaynak su ikta etmiş oldunuz" demiştir. Ravi Ebyad bunun üzerine o ikta, Hz. Peygamber'in geri aldığını ilâve etmiştir." 2931
Sonuç olarak İslâm hukukuna göre, maden mülkiyeti ne "mütemmim cüz", ne "sahipsiz mal" ve ne de "devlet mülkiyeti" niteliği taşımaz. Madenler kamu karakterli mübah ve beşte biri toplumun, beşte dördü, bulup işletenin olmak üzere temelde ortak mübahlardandır. 2932
Mülk Arâzi
Kişilerin malik bulunduğu ve her türlü hukukî tasarrufta bulunabildiği arâzi türüne mülk arâzi denilir.
Toprak genel olarak, biri fertlerin diğeri de cemaatın (devlet, beytülmal, hazine vs.) olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Bunlardan ilkine mülk arazi, ikincisine de arazi-i emiriye, arazi-i memleket, kısaca mirî arazi gibi isimler verilmektedir.
Mülk arazi, kişinin tam anlamıyla sahip olduğu, istediğinde satabildiği, istediğinde hibe veya vakf edebildiği, öldüğünde çocuklarına miras bırakabildiği topraktır. Başka bir ifade ile sahibinin, üzerinde her türlü tasarruf hakkına sahib olduğu toprağa (araziye) mülk arazi denir. Bazen buna arazi-i memlûke de denmektedir. 2933
İslâm toprak hukuku ile uğraşanlar, onu dört ana devreye ayırırlar. Bunlar: a) İslâmiyetin başlangıcından Mü'minlerin emiri Hz. Ömer'e kadar olan devre, b) Hz. Ömer devri, c) Abbasî ve Selçuklu devri, d) Osmanlı devri.2934 Bu dört dönemde de mülk arazinin bulunduğunu ve umûmiyetle bu arazinin, sahiplerinin dinine göre, bazen öşrî bazen da haracî olarak isimlendirildiğini söylememiz gerekiyor. İmam Ebû Yusuf'un (h.113-182, m.731-789) da belirttiği gibi: Bu taksimde arazi sahibinin dini büyük bir rol oynamaktadır. 2935
2930] es-Serahsî, a.g.e., II, 212, 217; Mâlik, el-Müdevvene, V, 51, VI, 192-193; İbn Kudâme, el-Muğni, VI, 158
2931] Ebû Dâvûd, İmâre, 36; Tirmizî, Ahkâm, 39; İbn Mâce, Ruhûn, h. no: 2475
2932] Hamdi Döndüren, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 4, s. 345-348
2933] Atıf Bey, Arazi Kanunnâme-i Hümayunu Şerhi, İstanbul 1330, s. 13
2934] Ali Şafak, İslâm Arazi Hukuku ve Tatbikatı, İstanbul 1977, s. 52
2935] Ebû Yusuf, Kitabu'l-Haraç, trc. Ali Özek, İstanbul 1970, s. 121
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 671 -
İslâm medeniyeti içerisinde başlı başına bir devreye konu olabilecek olan Osmanlı toprak uygulaması, toprak hukuku bakımından da büyük bir önem taşımaktadır. Filhakika Osmanlılar, birçok müessesede olduğu gibi, toprak mevzuunda da kendisinden önceki müslüman devletlerin tatbikatından istifade etmişlerdi. Zaten Osmanlıların onlardan uzak durmaları düşünülemezdi. Bu sebepledir ki, devlet, henüz bir beylik durumunda olduğu zaman bile İslâmî bir sistemin yerleşmesi için çalışıyordu. Bu konuda uygulanan arazi sistemi ve taksimi bu ifadelerimizin bir delili olarak ortada bulunmaktadır. Bu durum, sadece arazi ile değil, ondan alınan vergilerle de ortaya çıkmaktadır. Nitekim daha sonra neşredilecek olan 1274 (m. 1858) tarihli Arazi Kanunnâmesi'ne göre Osmanlı devletinde bulunan bütün araziler beş grupta toplanmıştır. Bunlar;
Mülk, mîrî, vakıf, metrûk ve mevat arazilerdir. Osmanlılarda hâs, timar ve zeâmet uygulaması mirî arazilerin tasarruf şekillerinden ibarettir.
Mülk araziler, mirasta ferâiz hükümlerine göre intikal eden ve mâlikinin satış, hibe, vasiyet, rehin vb. tüm hukuki tasarruflarda bulunabildiği arazilerdir. Şu çeşit araziler mülk arazi sayılmıştır:
1) Köy ve kasaba içlerinde bulunan arsalarla, köy ve kasabaların kenarlarında bulunup da meskenlerin mütemmimi sayılan en çok yarım dönüm miktarı yerler. Ancak bu çeşit arsaların köy ve kasabalar içinde bulunması mülk olması için yeterli değildir. Bunların öşür veya harac arazisinden yahut ihya edilmiş mevât (ölü arazi)den yahut da usulüne uygun şekilde devletten temellük edilmiş yerlerden olması gerekir. Bu yüzden muhacirlere verilen yerler mülk değildir. 2936
2) Mîrî araziden ifraz edilerek, şer'î müsadeye dayanılarak ve mülk olarak tasarruf olunmak üzere temlik edilen araziler.
3) Öşür arazisi. İslâm orduları tarafından savaşla fethedilen topraklar ganimet sayılarak, beşte biri beytü'l-mâle ayrıldıktan sonra, geri kalan beşte dördünü devlet başkanı, savaşa katılanlara taksim ve temlik eder. Böylece öşür arazisi meydana gelmiş olur. Ancak zorla fethedilen düşman arazilerine İslâm devlet başkanının şu statülerden birisini uygulaması mümkün ve caizdir:
a) Beşte birini beytü'l-mâle ayırıp geri kalanını gaziler arasında dağıtabilir. Bu takdirde arazi mâlikleri öşre tabi olur.
b) Gayr-i müslim olan sahiplerinin elinde bırakabilir. Bu takdirde onlar harac vergisine tabi olur.
c) Bu arazileri hiç kimseye temlik etmeyip, rakabesi, yani kuru mülkiyeti beytü'l-mâlde kalmak üzere alıkoyabilir.
Yeni fethedilen arazilere uygulanabilen bu çeşitli alternatiflerin dayandığı deliller şunlardır: Hz. Peygamber, fetihten sonra Mekke arazilerini eski sahiplerinin ellerinde bırakmıştır. Mekkelilerin müslüman olmalarından sonra bu topraklar öşür arazisi oldu. Yine savaşarak ele geçirilen Hayber toprakları ise, eski sahiplerinin ellerinde bırakılmadı. Bunlar ganimet sayılarak beşte bir beytü'l-mâle ayrılmış, beşte dördü bu fethe katılan gâzilere dağıtılmıştır. Böylece bu topraklar
2936] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-i İslâmiyye ve İstilâhât-ı Fıkhiyye Kâmusu, İstanbul, 1967, V, 389
- 672 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yeni sahiplerinin mülkü ve öşür arazisi olmuştur.2937 Hz. Ömer'in ilk olarak Irak ve Sûriye toprakları konusunda tuttuğu yol, daha sonra fethedilen ülkelerin toprakları hakkında uygulanan genel kural olmuştur. Irak, Suriye ve Mısır toprakları fethedilince Hz. Ömer bunları, müslüman gaziler arasında taksim etmemiş, konu, uzun istişare ve müzakerelerden sonra, Hz. Ömer'in görüşü yönünde çözüme kavuşturulmuştur. Buna göre, bu bölgelerin arazileri, gayri müslim olan eski mâliklerinin elinde bırakıldı. Kendilerine arazileri için "harac" şahısları için de "cizye" bağlandı. Böylece, bu topraklar harac arazisi statüsüne girmiş oldu. 2938
Mal-Mülk Allah'ındır
"Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır." 2939; "Göklerin ve yerin mülkü O'nundur." 2940; "Mülk O'nundur." 2941
Bu âyetler ve benzerleri mülkün, hükümranlığın Allah'a âit olduğunu, gerçek mülk sahibinin O olduğunu vurgulamaktadır. Allah, mülkünü yönetme hakkını, yeryüzünde halîfe tâyin ettiği insana vermiştir. "Allah'a ve Rasûlüne iman edin ve (O'nun) sizi hâkim kıldığı, sizin yönetiminize verdiği şeylerden (Allah için) infak edip harcayın. Sizden, iman eden ve (Allah rızâsına) infak edip harcayanlar için büyük mükâfat vardır." 2942 Bu âyetten anlaşıldığı üzere mal, gerçekte Allah'ındır. İnsan, yeryüzünde halîfe olarak mala sahip olur; mal, aslında ona emânettir. Göklerin ve yerin mülkü Allah'a âittir. Mülkün gerçek sahibi Allah'tır. İnsanın mala halîfe kılınması, iki anlama gelebilir: Ya Allah adına malın üzerinde vekil kılınması, malın yönetiminin kendisine bırakılmasıdır. Yahut başkasından kendisine geçmesi, kendisi başkasının yerine geçip mala sahip olmasıdır. Mal denilen şey, böyle insandan insana geçen, insanların mülkiyetini birbirinden devraldıkları bir şey olduğu için âyette "cealeküm müstahlefîne fîh; başkasının yerine geçirildiğiniz, başkasının ardından size verilen şey" diye nitelendirilmiştir.
Şimdi insan, mülkiyeti geçici olarak elinde bulunan malı Allah yolunda harcarsa, aslında kendi malını değil; Allah'ın malını harcamakta; O'nun adına, O'nun yoluna vermektedir. Mülkün gerçek sahibi Allah olduğuna göre, neden Allah'ın malını, Allah'ın emrettiği yere harcamaktan çekinir, niçin kendisini mutlu edecek şeyden geri kalır? Hz. Peygamber (s.a.s.)'in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "Sizi çokluk mahvetti. İnsanoğlu 'malım, malım' der. Yiyip tükettiğinden, ya da giyip eskittiğinden, ya da sadaka verdiğinden başka senin malın mı var? (Çünkü bundan ötesi başkasının eline geçecektir)." 2943
2937] el-Enfâl, 8/1, 41
2938] Ebû Ubeyd, Kitabü'l-Emvâl, Kahire 1388/1968, s. 83-85, 210, 397, 503; Ebû Yusuf, Kitabu'l-Harâc, Mısır 1352, s. 75; Muhammed el-Hudari, Târihu't-Teşrîi'l-İslâmî, (6. Baskı) Mısır 1964, s. 124-126; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm Hukuku, İstanbul 1983, s. 570 vd.
2939] 3/Âl-i İmrân, 189; 5/Mâide, 17, 18, 40, 120; 9/Tevbe, 116; 24/Nûr, 42; 45/Câsiye, 27; 48/Fetih, 14
2940] 2/Bakara, 107; 3/Âl-i İmrân, 189; 5/Mâide, 40; 7/A'râf, 158; 25/Furkan, 2; 39/Zümer, 44; 42/Şûrâ, 49; 43/Zuhruf, 85; 57/Hadîd, 2, 5; 85/Bürûc, 9
2941] 6/En'âm, 73; 35/Fâtır, 13; 39/Zümer, 6). Ve yine Bk. 3/Âl-i İmrân, 26; 17/İsrâ, 111; 22/Hacc, 56; 25/Furkan, 26; 40/Mü'min, 16; 64/Teğâbün, 1
2942] 57/Hadîd, 7; Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 4, s. 342-343
2943] Müslim, Zühd 3; Tirmizî, Zühd 31, Tefsir, sûre 102; Nesâî, Vesâyâ 1; Ahmed bin Hanbel, 4/24, 26
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 673 -
Kur’ân-ı Kerim’de Mal, Mülk ve Mâlik Kavramları
“Mal” ve çoğulu “emvâl” kelimeleri, Kur’ân-ı Kerim’de 86 yerde geçer. “M-l-k” ve türevleri ise Kur’ân-ı Kerim’de 206 yerde zikredilir. Bunların 88’i “melek” ve çoğuludur. Diğerleri (118’i) mülk kavramıyla ilgili kelimelerdir. “Mâlik” kelimesi 3 yerde,2944 Bunun çoğulu “mâlikûn” 1 yerde, 2945 “melîk” kelimesi yine 1 yerde 2946 geçer.
“İşte onlar, âhirete karşılık dünya hayatını satın alan kimselerdir. Bu yüzden ne azapları hafifletilecek, ne de kendilerine yardım edilecektir.” 2947
“Bilmez misin, göklerin ve yerin mülkiyet ve hükümranlığı yalnızca Allah'ındır? Sizin için Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.” 2948
“Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.” 2949
“Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefâ gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışları)dır. İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır.” 2950
“Birbirinizin mallarını haksızlıkla yemeyin ve bile bile günahla insanların mallarından bir bölümünü yemeniz için onları hâkimlere aktarmayın.” 2951
“Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Her türlü hareketinizde dürüst davranın. Çünkü Allah muhsinleri/dürüstleri sever.” 2952
“Onlardan öylesi vardır ki: ‘Rabbimiz, bize dünyada da hasene (iyilik ve güzellik) ver, âhirette de hasene (iyilik ve güzellik) ver ve bizi ateş azâbından koru’ der.” 2953
“İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah'ın rızâsını almak için kendini ve malını fedâ eder. Allah da kullarına şefkatlidir.” 2954
“İnkâr edip kâfir olanlara dünya hayatı süslendi (süslü gösterildi). Bu yüzden onlar, iman edenlerden bazısı ile alay eder. Oysaki (iman edip) ittika eden, Allah’ın azâbından korunanlar, kıyâmet gününde onların üstündedir. Allah dilediğine hesapsız rızık verir.” 2955
“Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için Allah'a güzel bir borç (isteyene fâizsiz ödünç) verecek yok mu? Darlık veren de bolluk veren de Allah'tır. Sadece O'na
2944] 1/Fâtiha, 4; 3/Âl-i İmrân, 26; 43/Zuhruf, 77
2945] 36/Yâsîn, 71
2946] 54/Kamer, 55
2947] 2/Bakara, 86
2948] 2/Bakara, 107
2949] 2/Bakara, 155
2950] 2/Bakara, 177
2951] 2/Bakara, 188
2952] 2/Bakara, 195
2953] 2/Bakara, 201; ayrıca: 7/A’râf, 156; 16/Nahl, 122
2954] 2/Bakara, 207
2955] 2/Bakara, 212
- 674 -
KUR’AN KAVRAMLARI
döndürüleceksiniz.” 2956
“Onlara peygamberleri dedi ki: ‘Allah size Tâlut'u (melik olarak) gönderdi.’ Onlar: ‘Biz hükümdarlığa, ona göre daha çok hak sahibiyken ve ona bir mal (servet) bolluğu verilmemişken, nasıl bizi (yönetmek üzere) hükümdarlık (mülk) onun olabilir?’ dediler. O (şöyle) demişti: ‘Doğrusu Allah size onu seçti ve onun bilgi ve bedenî gücünü arttırdı. Allah, kime dilerse mülkünü verir; Allah (rahmeti ve gücü) geniş olandır, bilendir." 2957
“...Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur...” 2958
“Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat arttırır. Allah (ihsanı) bol olandır, bilendir.” 2959
“Mallarını Allah yolunda infak edenler, sonra infak ettikleri şeyin peşinden başa kakmayan ve eziyet vermeyenlerin ecirleri/ücretleri Rableri katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.” 2960
“Ey iman edenler, Allah'a ve âhiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi, minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağnak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez (elde edemez)ler. Allah, kâfirler topluluğuna hidayet vermez.” 2961
“Yalnızca Allah'ın rızâsını istemek ve kendilerinde olanı kökleştirip güçlendirmek için mallarını infak edenlerin örneği, yüksekçe bir tepede bulunan, sağnak yağmur aldığında ürünlerini iki kat veren bir bahçenin örneğine benzer ki ona sağnak yağmur isabet etmese de bir çisintisi (vardır). Allah, yaptıklarınızı görendir.” 2962
“Şeytan sizi fakirlikle tehdit eder (korkutur, fakir olursunuz diyerek sadaka vermenize engel olur) ve sizin cimri olmanızı emreder/telkin eder. Allah ise size katından bir mağfiret ve lütuf/bolluk vaad eder. Allah, her şeyi ihâta eden (ihsânı geniş olan) ve her şeyi bilendir.” 2963
“Onlar ki, mallarını gece, gündüz; gizli ve açık infak ederler. Artık bunların ecirleri Rableri katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.” 2964
“Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ındır. İçinizdekileri açığa vursanız da gizleseniz de Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir, sonra dilediğini affeder, dilediğine de azap eder. Allah her şeye kadirdir.” 2965
“Şüphesiz inkâr edenler, onların malları da, çocukları da kendilerine Allah'tan (gelecek azâba karşı) hiçbir şey kazandırmaz. Ve onlar ateşin yakıtıdırlar.” 2966
2956] 2Bakara, 245
2957] 2/Bakara, 247
2958] 2/Bakara, 255
2959] 2/Bakara, 261
2960] 2/Bakara, 262
2961] 2/Bakara, 264
2962] 2/Bakara, 265
2963] 2/Bakara, 268
2964] 2/Bakara, 274
2965] 2/Bakara, 284
2966] 3/Âl-i İmrân, 10
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 675 -
“Nefsânî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, sadece dünya hayatının geçici menfaatleridir. Hâlbuki asıl varılacak güzel yer, Allah'ın yanındadır.” 2967
“De ki: ‘Mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini aziz kılar, yüceltir; dilediğini de zelil kılar, alçaltırsın. Her türlü iyilik Senin elindedir. Gerçekten Sen her şeye kaadirsin. Geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katarsın. Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de sayısız rızık verirsin.” 2968
“Ehl-i kitaptan öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet bıraksan, onu sana noksansız iâde eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, tepesine dikilip durmazsan onu sana iâde etmez. Bu da onların, ‘Ümmîlere karşı yaptıklarımızdan dolayı bize vebal yoktur’ demelerindendir. Allah adına bile bile yalan söylüyorlar.” 2969
“Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. İşler, dönüp dolaşıp Allah'a varır.” 2970
“Gerçekten inkâr edenlerin ise, malları da, çocukları da, onlara Allah'tan yana bir şey sağlayamaz. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda temelli olarak kalacaklardır.” 2971
“Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah, çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir.” 2972
"Allah’ın kereminden kendilerine verdiklerini (infakta) cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o, kendileri için hayırlıdır; tersine, bu, onlar için çok fenâdır. Cimrilik ettikleri şey de kıyâmet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mîrâsı Allah’ındır. Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Şüphesiz, 'Allah fakirdir, biz ise zenginiz' diyenlerin sözünü andolsun ki Allah işitmiştir. Onların bu sözünü, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ile birlikte yazacağız ve diyeceğiz ki: ‘tadın o yakıcı azâbı! " 2973
“Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız (bu), emirlere olan azimdendir.” 2974
“Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah, çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir.” 2975
“Yetimlere mallarını verin ve murdar olanla temiz olanı değiştirmeyin. Onların mallarını mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü bu, büyük bir suçtur.” 2976
“Allah'ın sizin için (kendileriyle hayatınızı) kaim (geçiminizi sağlamaya destekleyici bir araç) kıldığı mallarınızı düşük akıllılara vermeyin; bunlarla onları rızıklandırıp giydirin ve
2967] 3/Âl-i İmrân, 14
2968] 3/Âl-i İmrân, 26-27
2969] 3/Âl-i İmrân, 75
2970] 3/Âl-i İmrân, 109
2971] 3/Âl-i İmrân, 116
2972] 3/Âl-i İmrân, 129
2973] 3/Âl-i İmrân, 180-181
2974] 3/Âl-i İmrân, 186
2975] 3/Âl-i İmrân, 189
2976] 4/Nisâ, 2
- 676 -
KUR’AN KAVRAMLARI
onlara güzel (ma’rûf) söz söyleyin.” 2977
“Yetimleri, nikâha erişecekleri çağa kadar deneyin; şayet kendilerinde bir (rüşd) olgunlaşma gördünüz mü, hemen onlara mallarını verin. Büyüyecekler diye israf ile çarçabuk yemeyin. Zengin olan iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da artık maruf (ihtiyaca ve örfe uygun) bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman, onlara karşı şahid bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter.” 2978
“Gerçekten, yetimlerin mallarını zulmederek yiyenler, karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar. Onlar, çılgın bir ateşe gireceklerdir.” 2979
“Sağ ellerinizin malik olduğu (cariyeler) dışındaki kadınlardan ‘evli ve özgür' olanlarla da (evlenmeniz haramdır.) Bunlar, Allah'ın üzerinize yazdığıdır. Bunların dışında kalanı iffetlerini koruyup fuhuşta bulunmamak üzere mallarınızla (mehir vererek) evlenecek kadın aramanız size helâl kılındı. Öyleyse onlardan hangi şeyle (veya ne kadar) yararlandıysanız, onlara ücret (mehir)lerini tesbit edildiği miktarıyla ödeyin. Miktarın tesbitinden sonra, karşılıklı hoşnud olduğunuz bir şey konusunda üstünüze bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır.” 2980
“Ey iman edenler, mallarınızı, sizden karşılıklı anlaşmadan (doğan) bir ticaretten başka haksız ‘nedenler ve yollarla' (bâtılca) yemeyin. Ve kendi nefislerinizi öldürmeyin. Şüphesiz, Allah, size çok merhamet edendir.” 2981
“Allah'ın, bazısını bazısına üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde ‘sorumlu gözeticidir.' Saliha kadınlar, gönülden (Allah'a), itaat edenler, Allah nasıl koruduysa görünmeyeni koruyanlardır. Nüşuzundan korktuğunuz kadınlara (önce) öğüt verin, (sonra onları) yataklarda yalnız bırakın, (bu da yetmezse hafifçe) vurun. Size itaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın. Doğrusu Allah yücedir, büyüktür.” 2982
“Ve onlar, mallarını insanlara gösteriş olsun diye infak ederler, Allah'a ve ahiret gününe de inanmazlar. Şeytan, kime arkadaş olursa, artık ne kötü bir arkadaştır o.” 2983
“Yoksa onların mülkten (hükümranlıktan) bir nasipleri mi var? Öyle olsaydı insanlara çekirdek filizi (kadar bir şey bile) vermezlerdi.” 2984
“... De ki: Dünya metâı/menfaati azdır/önemsizdir. Allah’tan korkanlar için âhiret daha hayırlıdır. Size kıl kadar haksızlık edilmez.” 2985
“Mü'minlerden, özür olmaksızın oturanlar ile Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) va'detmiştir; ancak Allah, cihad edenleri oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır.” 2986
2977] 4/Nisâ, 5
2978] 4/Nisâ, 6
2979] 4/Nisâ, 10
2980] 4/Nisâ, 24
2981] 4/Nisâ, 29
2982] 4/Nisâ, 34
2983] 4/Nisâ, 38
2984] 4/Nisâ, 53
2985] 4/Nisâ, 77
2986] 4/Nisâ, 95
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 677 -
“Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır ve Allah her şeyi kuşatmıştır. (Hiçbir şey O'nun ilim ve kudretinin dışında kalamaz).” 2987
“Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Sizden önce kendilerine Kitap verilenlere ve size "Allah'tan korkun" diye emrettik. Eğer inkâr ederseniz biliniz ki göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Allah hudutsuz zengindir, ziyadesiyle övgüye lâyıktır.” 2988
“Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. Vekil olarak Allah yeter.” 2989
“Ondan nehyedildikleri halde fâiz almaları ve insanların mallarını haksız yere yemeleri nedeniyle (öyle yaptık). Onlardan kâfir olanlara pek acıklı bir azap hazırlamışızdır.” 2990
“Şüphe yok ki kâfir olanlar, yeryüzündeki her şey ve bunun yanında da bir o kadarı kendilerinin olsa da kıyamet gününün azabından kurtulmak için onu fidye verseler onlardan asla kabul edilmez; onlar için acı bir azap vardır.” 2991
“Bilmez misin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir; dilediğine azap eder ve dilediğini bağışlar. Allah her şeye hakkıyle kadirdir.” 2992
“Göklerin, yerin ve içlerindeki her şeyin mülkiyeti Allah'ındır, O, her şeye hakkıyle kadirdir.” 2993
“Gecede ve gündüzde barınan her şey O'nundur. O her şeyi işitendir, bilendir.” 2994
“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. İttika edenler, (Allah’ın azâbından) korkanlar için elbette âhiret yurdu daha hayırlıdır. (Dünya hayatının fâniliğine) hâlâ akıl erdiremiyor musunuz?” 2995
“Rablerinin rızâsını isteyerek sabah akşam O'na yalvaranları kovma! Onların hesabından sana bir sorumluluk; senin hesabından da onlara herhangi bir sorumluluk yoktur ki onları kovup ta zâlimlerden olasın!” 2996
"Aramızdan Allah'ın kendilerine lütuf ve ihsanda bulunduğu kimseler de bunlar mı!" demeleri için onların bir kısmını diğerleri ile işte böyle imtihan ettik. Allah şükredenleri daha iyi bilmez mi?” 2997
“Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri (bir tarafa) bırak! Kazandıkları sebebiyle hiçbir nefsin felâkete dûçar olmaması için Kur'an ile nasihat et. O nefis için Allah'tan başka ne dost vardır, ne de şefaatçi. O, bütün varını fidye olarak verse, yine de ondan kabul edilmez. Onlar kazandıkları (günahlar) yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. İnkâr ettiklerinden dolayı onlar için kaynar sudan ibaret bir içecek ve elem verici bir azap vardır.” 2998
2987] 4/Nisâ, 126
2988] 4/Nisâ, 131
2989] 4/Nisâ, 132
2990] 4/Nisâ, 161
2991] 5/Mâide, 36
2992] 5/Mâide 40
2993] 5/Mâide, 120
2994] 6/En’âm, 13
2995] 6/En’âm, 32
2996] 6/En’âm, 52
2997] 6/En’âm, 53
2998] 6/En’âm, 70
- 678 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Andolsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geleceksiniz ve (dünyada) size verdiğimiz şeyleri arkanızda bırakacaksınız. Yaratılışınızda ortaklarımız sandığınız şefaatçılarınızı da yanınızda göremeyeceğiz. Andolsun, aranız açılmış ve (tanrı) sandığınız şeyler sizden kaybolup gitmiştir.” 2999
“Yetimin malına, o erginlik çağına erişinceye kadar -o en güzel (şeklin) dışında- yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapın. hiçbir nefse, gücünün kaldırabileceği dışında bir şey yüklemeyiz. Söylediğiniz zaman -yakınınız dahi olsa- adil olun. Allah'ın ahdine vefa gösterin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz." 3000
“De ki: ‘Allah’ın kulları için çıkardığı (yarattığı) zîneti/süsü ve güzel rızıkları kim haram kılabilir?’ De ki: ‘Onlar, dünya hayatında (inanmayanlarla birlikte) mü’minlerindir. Kıyâmet gününde ise yalnız iman edenlerindir.’ İşte, bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklarız.” 3001
“(Yine) A'râf ehli simalarından tanıdıkları birtakım adamlara seslenerek derler ki: "Ne çokluğunuz ne de taslamakta olduğunuz büyüklük size hiçbir yarar sağlamadı.” 3002
“Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir (imtihan konusudur.) Allah yanında ise büyük bir mükâfat vardır.” 3003
“Gerçek şu ki, inkâr edenler, (insanları) Allah'ın yolundan engellemek için mallarını harcarlar; bundan böyle de harcayacaklar. Sonra bu, onlara yürek acısı olacaktır, sonra bozguna uğratılacaklardır. İnkâr edenler sonunda cehenneme sürülüp toplanacaklardır.” 3004
“Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah'ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir, siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.” 3005
“Yeryüzünde ağır basıncaya (küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir peygambere esirleri bulunması yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, hâlbuki Allah (sizin için) ahireti istiyor. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir.” 3006
“Gerçek şu ki, iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte birbirlerinin velisi olanlar bunlardır. İman edip hicret etmeyenler, onlar hicret edinceye kadar, sizin onlara hiçbir şeyle velayetiniz yoktur. Ama din konusunda sizden yardım isterlerse, yardım üzerinizde bir yükümlülüktür. Ancak, sizlerle onlar arasında anlaşma bulunan bir topluluğun aleyhinde değil. Allah, yaptıklarınızı görendir.” 3007
“İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin
2999] 6/En’âm, 94
3000] 6/En’âm, 152
3001] 7/A’râf, 32
3002] 7/A’râf, 48
3003] 8/Enfâl, 28
3004] 8/Enfâl, 36
3005] 8/Enfâl, 60
3006] 8/Enfâl, 67
3007] 8/Enfâl, 72
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 679 -
Allah katında büyük dereceleri vardır. İşte ‘kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır.” 3008
“Rableri onlara, tarafından bir rahmet ve hoşnutluk ile kendileri için, içinde tükenmez nimetler bulunan cennetler müjdeler.” 3009
“Onlar orada ebedî kalacaklardır. Şüphesiz ki Allah katında büyük mükâfat vardır.” 3010
“De ki: ‘Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Rasûlü'nden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fâsıklar topluluğuna hidâyet vermez.” 3011
“Ey iman edenler!... Yoksulluktan korkarsanız, (biliniz ki,) Allah dilerse sizi kendi lutfundan zengin edecektir. Çünkü Allah her şeyi iyi bilendir, hikmet sahibidir.” 3012
“Ey iman edenler, gerçek şu ki, (Yahûdi) bilginlerinden ve (Hıristiyan) râhiplerinden çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah'ın yolundan alıkoyarlar. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azâbı müjdele.” 3013
“(Bu paralar) cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün (onlara denilir ki): ‘İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin (azâbını) tadın!" 3014
“Hafif ve ağır savaşa kuşanıp çıkın ve Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” 3015
“Eğer yakın bir dünya malı ve kolay bir yolculuk olsaydı (o münafıklar) mutlaka sana uyup peşinden gelirlerdi. Fakat meşakkatli yol onlara uzak geldi. Gerçi onlar, "Gücümüz yetseydi mutlaka sizinle beraber çıkardık" diye kendilerini helâk edercesine Allah'a yemin edecekler. Hâlbuki Allah onların mutlaka yalancı olduklarını biliyor.” 3016
“Allah'a ve ahiret gününe iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten (kaçınmak için) senden izin istemezler. Allah takvâ sahiplerini bilendir.” 3017
“Şu halde onların malları ve çocukları seni imrendirmesin; Allah bunlarla ancak onları dünya hayatında azaplandırmak ve canlarının inkâr içindeyken zorlukla çıkmasını ister.” 3018
“Onlardan sadakaların (taksimi) hususunda seni ayıplayanlar da vardır. Sadakalardan onlara da (bir pay) verilirse razı olurlar, şayet onlara sadakalardan verilmezse hemen kızarlar.” 3019
3008] 9/Tevbe, 20
3009] 9/Tevbe, 21
3010] 9/Tevbe, 22
3011] 9/Tevbe, 24
3012] 9/Tevbe, 28
3013] 9/Tevbe, 34
3014] 9/Tevbe, 35
3015] 9/Tevbe, 41
3016] 9/Tevbe, 42
3017] 9/Tevbe, 44
3018] 9/Tevbe, 55
3019] 9/Tevbe, 58
- 680 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Eğer onlar Allah ve Resûlünün kendilerine verdiğine razı olup, "Allah bize yeter, yakında bize Allah da lütfundan verecek, Resûlü de. Biz yalnız Allah'a rağbet edenleriz" deselerdi (daha iyi olurdu).” 3020
“Münâfık erkekler ve münâfık kadınlar (sizden değil), birbirlerindendir. Onlar kötülüğü emreder, iyilikten alıkor ve cimrilik ederler. Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu! Çünkü münafıklar fâsıkların kendileridir.” 3021
“Sizden önceki (münafıklar ve kâfirler) gibi. Onlar sizden kuvvet bakımından daha güçlü, mal ve çocuklar bakımından daha çoktular. Onlar kendi paylarıyla yararlanmaya baktılar; siz de, sizden öncekilerin kendi paylarıyla yararlanmaya kalkışmaları gibi, kendi paylarınızla yararlanmaya baktınız ve siz de (dünyaya ve zevke) dalanlar gibi daldınız. İşte onların dünyada ahirette bütün yapıp-ettikleri (amelleri) boşa çıkmıştır ve işte onlar kayba uğrayanlardır.” 3022
“Onlardan kimi de, Eğer Allah lütuf ve kereminden bize verirse, mutlaka sadaka vereceğiz ve elbette biz sâlihlerden olacağız! diye Allah'a and içti.” 3023
“Fakat Allah lütfundan onlara (zenginlik) verince, onda cimrilik edip (Allah'ın emrinden) yüz çevirerek sözlerinden döndüler.” 3024
“Allah'ın elçisine muhalif olarak (savaştan) geri kalanlar oturup-kalmalarına sevindiler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmeyi çirkin görerek: "Bu sıcakta (savaşa) çıkmayın" dediler. De ki: ‘Cehennem ateşinin sıcaklığı daha şiddetlidir." Bir kavrayıp anlasalardı.” 3025
“Onların malları ve evlâtları seni imrendirmesin; Allah bunlarla, ancak onları dünyada azaplandırmak ve canlarının onlar inkâr içindeyken zorluk içinde çıkmasını istiyor.” 3026
"Allah'a inanın, Resûlü ile beraber cihad edin" diye bir sûre indirildiği zaman, onlardan servet sahibi olanlar, senden izin istediler ve: Bizi bırak (evlerinde) oturanlarla beraber olalım, dediler.” 3027
“Ama Rasûl ve onunla birlikte olan mü'minler, mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler; işte bütün hayırlar onlarındır ve kurtuluşa erenler onlardır.” 3028
“Sorumluluk ancak, zengin oldukları halde senden izin isteyenleredir. Çünkü onlar geri kalan kadınlarla beraber olmaya râzı oldular. Allah da onların kalplerini mühürledi, artık onlar (neyin doğru olduğunu) bilmezler.” 3029
“Onların mallarından sadaka al, bununla onları temizlemiş, arındırmış olursun. Onlara dua et. Doğrusu, senin duan, onlar için ‘bir sükûnet ve huzurdur.' Allah işitendir, bilendir.” 3030
3020] 9/Tevbe, 59
3021] 9/Tevbe, 67
3022] 9/Tevbe, 69
3023] 9/Tevbe, 75
3024] 9/Tevbe, 76
3025] 9/Tevbe, 81
3026] 9/Tevbe, 85
3027] 9/Tevbe, 86
3028] 9/Tevbe, 88
3029] 9/Tevbe, 93
3030] 9/Tevbe, 103
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 681 -
“Hiç şüphesiz Allah, mü'minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk' budur.” 3031
“Göklerin ve yerin mülkü yalnız Allah'ındır. O diriltir ve öldürür. Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” 3032
“Allah onları, yapmakta olduklarını en güzeli ile mükâfatlandırmak için küçük büyük yaptıkları her masraf, geçtikleri her vâdi mutlaka onların lehine yazılır.” 3033
“Bilesiniz ki, göklerde ve yerde olan her şey Allah'ındır. Yine bilesiniz ki, Allah'ın vâdi haktır, fakat onların çoğu bilmez.” 3034
“Mûsâ dedi ki: "Rabbimiz, şüphesiz Sen, Firavun'a ve önde gelen çevresine dünya hayatında bir çekicilik (güç, ihtişam) ve mallar verdin. Rabbimiz, Senin yolundan saptırmaları için (mi?) Rabbimiz, mallarını yerin dibine geçir ve onların kalblerinin üzerini şiddetle bağla; onlar acı azabı görecekleri zamana kadar iman etmeyecekler." 3035
"Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkını vermek Allah'a aittir." 3036
“Ey Kavmim, ben sizden buna karşılık bir mal istemiyorum. Benim ecrim, yalnızca Allah'a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim. Onlar gerçekten Rablerine kavuşacaklar. Ancak ben sizi, cahillik etmekte olan bir kavim görüyorum.” 3037
“Dediler ki: "Ey Şuayb, atalarımızın taptığı şeyleri bırakmamızı ya da mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi senin namazın mı emrediyor? Çünkü sen, gerçekte yumuşak huylu, aklı başında (reşid bir adam)sın." 3038
“Allah dilediğine rızkını bollaştırır da, daraltır da. Onlar dünya hayatıyla şımardılar. Oysa âhiretin yanında dünya hayatı, (basit) eşyadan, geçici bir zevkten başka bir şey değildir.” 3039
“O Allah ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Şiddetli azaptan dolayı kâfirlerin vay haline!” 3040
"Hatırlayın ki, Rabbiniz size: ‘Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azâbım çok şiddetlidir!’ diye bildirmişti.” 3041
“Göklerde ve yerde ne varsa, O'nundur, din de yalnız O'nundur. O halde Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz?” 3042
3031] 9/Tevbe, 111
3032] 9/Tevbe, 116
3033] 9/Tevbe, 121
3034] 10/Yûnus, 55
3035] 10/Yûnus, 88
3036] 11/Hûd, 6
3037] 11/Hûd, 29
3038] 11/Hûd, 87
3039] 13/Ra’d, 26
3040] 14/İbrâhim, 2
3041] 14/İbrâhim, 7
3042] 16/Nahl, 52
- 682 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"Allah, rızıkta kiminizi diğer bir kısmınıza üstün kıldı." 3043
"Sizin yanınızdaki (dünya malı) tükenir ama Allah katında olanlar sonsuzdur, tükenmez. Elbette sabırlı davrananlara, yapmakta olduklarının en güzeliyle mükâfatlarını vereceğiz." 3044
“Allah güven (ve) huzur içinde olan bir şehri misal verir ki, o şehrin (halkının) rızkı, her taraftan bol bol gelirdi. Fakat Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiler de yapmakta oldukları şeylerden dolayı Allah, onlara açlık ve korku elbisesini tattırdı. Andolsun ki, onlara kendilerinden peygamber geldi de onu yalanladılar. Onlar (kendilerine) zulmederlerken azap onları hemen yakalayıverdi. Artık, Allah’ın size rızık verdiği şeylerden helâl ve temiz olarak yiyin de eğer (gerçekten) yalnız Allah’a ibâdet ediyorsanız, O’nun nimetlerine şükredin.” 3045
“Sonra onlara karşı size tekrar ‘güç ve kuvvet verdik', size mallar ve çocuklarla yardım ettik ve topluluk olarak sizi sayıca çok kıldık.” 3046
“(Cezayı hak etmiş bir toplumu) Bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşılarına (iyilikleri) emrederiz; buna rağmen onlar orada kötülük işlerler. Böylece o ülke, helâke müstahak olur; Biz de orayı darmadağın ederiz.” 3047
“Kim bu aceleciyi (çabuk geçen dünyayı) isterse, ona, dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadarını verir, sonra da onu, kınanmış ve mahrum bırakılmış olarak gireceği cehenneme sokarız. Kim de âhireti diler ve bir mü’min olarak kendine yaraşır bir çaba ile o gün için çalışırsa, işte bunların çalışmaları makbuldür. Hepsine; dünyayı isteyenlere de, âhireti isteyenlere de, Rabbinin ihsânından, ayırt etmeksizin veririz. Rabbinin ihsânı kısıtlanmış değildir. Baksana, Biz insanların kimini kiminden nasıl üstün kılmışızdır! Elbette ki âhiret, derece ve üstünlük farkları bakımından daha büyüktür.” 3048
“Akrabâya, miskîne/yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma. Zira, böylesine saçıp savuranlar, şeytanların dostlarıdır. Şeytan ise, Rabbine karşı çok nankördür. Eğer, Rabbinden umduğun bir rızkı beklemek durumunda olduğun için onlara bakamıyorsan, hiç olmazsa, kendilerine gönül alıcı bir söz söyle. Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker kalırsın. Çünkü Rabbin rızkı dilediğine çok, dilediğine az verir. Şüphesiz ki O, kullarından haberdardır, (onları) çok iyi görür. Geçim endişesi ile çocuklarınızın canına kıymayın. Biz, onların da, sizin de rızkınızı veririz. Onları öldürmek, gerçekten büyük bir suçtur.” 3049
“Erginlik çağına erişinceye kadar, -o da en güzel bir tarz olması- dışında yetimin malına yaklaşmayın. Ahde vefa gösterin. Çünkü ahid bir sorumluluktur.” 3050
“Onlardan güç yetirdiklerini sesinle sarsıntıya uğrat, atlıların ve yayalarınla onların üstüne yaygarayı kopar, mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol ve onlara çeşitli vaadlerde bulun." Şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey vadetmez.” 3051
3043] 16/Nahl, 71
3044] 16/Nahl 96
3045] 16/Nahl, 112-114
3046] 17/İsrâ, 6
3047] 17/İsrâ, 16
3048] 17/İsrâ, 18-21
3049] 17/İsrâ, 26-31
3050] 17/İsrâ, 34
3051] 17/İsrâ, 64
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 683 -
“(İkisinden) Birinin başka ürün (veren yer)leri de vardı. Böylelikle onunla konuşurken arkadaşına dedi ki: ‘Ben, mal bakımından senden daha zenginim, insan sayısı bakımından da daha güçlüyüm." 3052
“Bağına girdiğin zaman, ‘Maşaallah, Allah'tan başka kuvvet yoktur' demen gerekmez miydi? Eğer beni mal ve çocuk bakımından senden daha az (güçte) görüyorsan." 3053
“Onlara, dünya hayatının tıpkı şöyle olduğunu anlat: Gökten bir su indirdik, yerin bitkisi onunla karışıp yeşerdi. Sonra (kuruyup) rüzgârların savurduğu çöp kırıntıları haline geldi (işte bu dünya hayatı, böyle bir mevsim kadar kısadır). Allah her şeye kadirdir, her şey üzerinde iktidar sahibidir. Mal/servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Kalıcı ve ölümsüz olan güzel işler ise, Rabbinin katında hem sevapça daha hayırlı, hem de ümit etmeye daha lâyıktır.” 3054
“Onlardan önce nice insan- nesillerini yıkıma uğrattık, onlar mal (giyim, kuşam ve tefriş) bakımından da, gösteriş bakımından da daha güzeldiler.” 3055
“Âyetlerimizi inkâr edip, bana: "Elbette mal ve çocuklar verilecektir" diyeni gördün mü?” 3056
“O, gaybı mı bildi, yoksa Allah'ın katından bir söz mü aldı?” 3057
“Kesinlikle hayır! Biz onun söylediğini yazacağız ve azabını uzattıkça uzatacağız.” 3058
“Onun dediğine biz vâris oluruz, (malı ve evlâdı bize kalır); kendisi de bize yapayalnız gelir.” 3059
“Göklerde, yerde ve ikisi arasında bulunan şeyler ile toprağın altında olanlar hep O'nundur.” 3060
“Sakın, kendilerini denemek için onlardan bazılarını faydalandırdığımız dünya hayatının süsüne gözlerini dikme! Rabbinin rızkı hem daha hayırlı, hem daha süreklidir.” 3061
“Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. Hakikaten Allah, yalnız O zengindir, övgüye değerdir.” 3062
“Onlar sanıyorlar mı ki, kendilerine verdiğimiz mal ve çocuklarla kendilerine faydalar sağlamak için can atıyoruz? Hayır! Onlar işin farkına varamıyorlar.” 3063
“Nikâh (imkânı) bulamayanlar, Allah onları kendi fazlından zenginleştirinceye kadar iffetli davransınlar. Sağ ellerinizin malik olduğu (köle ve cariyelerden) mükatebe isteyenlere -eğer onlarda bir hayır görüyorsanız- mükatebe yapın. Ve Allah'ın size verdiği malından onlara verin. Dünya hayatının geçici metaını elde etmek için -ırzlarını korumak
3052] 18/Kehf, 34
3053] 18/Kehf, 39
3054] 18/Kehf, 45-46
3055] 19/Meryem, 74
3056] 19/Meryem, 77
3057] 19/Meryem, 78
3058] 19/Meryem, 79
3059] 19/Meryem, 80
3060] 20/Tâhâ, 6
3061] 20/Tâhâ, 131
3062] 22/Hacc, 64
3063] 23/Mü’minûn, 55-56
- 684 -
KUR’AN KAVRAMLARI
istiyorlarsa- cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları (fuhşa) zorlarsa, şüphesiz, onların (fuhşa) zorlanmalarından sonra Allah (onları) bağışlayandır, merhamet edendir.” 3064
“Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır; dönüş de ancak O'nadır.” 3065
“Bilmiş olun ki, göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. O, sizin ne yolda olduğunuzu iyi bilir. İnsanlar O'nun huzuruna döndürüldükleri gün yapmış olduklarını onlara hemen bildirir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.” 3066
“Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. O bir çocuk edinmemiştir, mülkünde ortağı yoktur. Her şeyi yaratmış, ona ölçü, biçim ve düzen vermiştir.” 3067
“Malın da, çocukların da bir yarar sağlayamadığı günde." 3068
“Ancak Allah'a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” 3069
“(Elçi hediyelerle) Süleyman'a geldiği zaman: "Sizler bana mal ile yardımda mı bulunmak istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır; hayır, siz, hediyenizle sevinip öğünebilirsiniz" dedi.” 3070
“Size verilen şeyler, dünya hayatının geçim vasıtası ve debdebesi/süsüdür. Allah’ın yanında olan ise, daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?” 3071
“Karun, Mûsâ'nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona şöyle demişti: Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez.” 3072
“Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.” 3073
“Karun ise: O (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi, demişti. Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftarı olan kimseleri helâk etmişti. Günahkârlardan günahları sorulmaz (Allah onların hepsini bilir).” 3074
“Derken, Karun, ihtişamı içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar: ‘Keşke Karun'a verilenin benzeri bizim de olsaydı; doğrusu o çok şanslı!’ dediler.” 3075
“Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle dediler: Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allah'ın mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir.” 3076
3064] 24/Nûr, 33
3065] 24/Nûr, 42
3066] 24/Nûr, 64
3067] 25/Furkan, 2
3068] 26/Şuarâ, 88
3069] 26/Şuarâ, 89
3070] 27/Neml, 36
3071] 28/Kasas, 60
3072] 28/Kasas, 76
3073] 28/Kasas, 77
3074] 28/Kasas, 78
3075] 28/Kasas, 79
3076] 28/Kasas, 80
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 685 -
“Nihayet biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allah'a karşı kendisine yardım edecek avanesi olmadığı gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi.” 3077
“Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler: Demek ki, Allah rızkı, kullarından dilediğine bol veriyor, dilediğine de az. Şayet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay! Demek ki inkârcılar iflâh olmazmış! demeye başladılar.” 3078
“İşte âhiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) âkıbet, takvâ sahiplerinindir.” 3079
“Kim bir iyilik getirirse ona bundan daha hayırlı karşılık vardır. Kim bir kötülük getirirse, o kötülükleri işleyenler, ancak yaptıkları kadar ceza görürler.” 3080
“Karun'u, Firavun'u ve Hâmân'ı da (helâk ettik). Andolsun ki, Musa onlara apaçık deliller getirmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Hâlbuki (azabımızı aşıp) geçebilecek değillerdi.” 3081
“Nitekim onlardan herbirini günahı sebebiyle cezalandırdık. Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgârlar gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyor, asıl onlar kendilerine zulmediyorlardı.” 3082
“Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. Âhiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı.” 3083
"Allah, kullarından dilediği kimsenin rızkını genişletir ve dilediğine de kısar. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilir." 3084
“Göklerde ve yerde olanlar hep O'nundur. Hepsi O'na boyun eğmiştir.” 3085
“İnsanlar bir darlığa uğrayınca, Rablerine yönelerek O’na yalvarırlar. Sonra Allah, kendi katından onlara bir rahmet (nimet ve bolluk) taddırınca, bakarsınız ki onlardan bir grup Rablerine şirk/ortak koşup durmaktadırlar. Kendilerine verdiğiklerimize nankörlük etsinler bakalım! Haydi, sefâ sürün; ama yakında bileceksiniz! Yoksa onlara bir delil indirdik de, o delil, müşrik olmalarını mı söylüyor? İnsanlara bir rahmet tattırdığımızda ona sevinirler. Şayet yaptıklarından ötürü başlarına bir fenâlık gelse, hemen ümitsizliğe düşüverirler. Görmediler mi ki Allah, rızkı dilediğine geniş geniş vermekte, dilediğinin rızkını da daraltmaktadır. Şüphesiz, imanlı bir kavim için bunda, ibretler vardır. O halde sen, akrabâya, miskîne/yoksula, yolda kalmışa hakkını ver. Allah’ın rızâsını isteyenler için bu, en iyisidir. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir. İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi fâiz, Allah katında artmaz. Allah’ın rızâsını isteyerek verdiğiniz zekâta gelince, işte zekâtı veren o kimseler, evet onlar (sevaplarını ve mallarını) kat kat arttıranlardır. Allah, (o yüce zâttır) ki, sizi yaratmış, sonra rızıklandırmıştır; sonra O, hayatınızı sona erdirecek, daha
3077] 28/Kasas, 81
3078] 28/Kasas, 82
3079] 28/Kasas, 83
3080] 28/Kasas, 84
3081] 29/Ankebût, 39
3082] 29/Ankebût, 40
3083] 29/Ankebût, 64
3084] 29/Ankebut, 82
3085] 30/Rûm, 26
- 686 -
KUR’AN KAVRAMLARI
szonra da sizi (tekrar) diriltecektir...” 3086
“Allah'ın, göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkânları) sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi? Yine de, insanlar içinde, -bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı yokken- Allah hakkında tartışan kimseler vardır.” 3087
“Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi Allah'ındır. Bilinmeli ki, asıl ganî ve övülmeye lâyık olan Allah'tır.” 3088
“Ve sizi onların topraklarına, yurtlarına, mallarına ve daha ayak basmadığınız bir yere mirasçı kıldı. Allah, her şeye güç yetirendir.” 3089
“Hamd, göklerde ve yerde bulunanların hepsinin sahibi olan Allah'a mahsustur. Ahirette de hamd O'na mahsustur. O, hikmet sahibidir, (her şeyden) haberi olandır.” 3090
“Ve: "Biz mallar ve evlatlar bakımından daha çoğunluktayız ve bir azaba uğratılacak da değiliz" de demişlerdir.” 3091
“Bizim katımızda sizi (bize) yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. İşte onlar; onlar için yaptıklarına karşılık olmak üzere kat kat mükafaat vardır ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler.” 3092
“Ey insanlar, Allah’ın vaadi gerçektir; sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (Şeytan) Allah’ın affına güvendirmek suretiyle sizi aldatmasın.” 3093
“Allah, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar; güneş ve ayı emri altına almıştır. Herbiri belirtilmiş bir süreye kadar akıp gider. İşte (bütün bunları yapan) Rabbiniz Allah'tır. Mülk O'nundur. O'nu bırakıp da kendilerine taptıklarınız ise, bir çekirdek kabuğuna bile sahip değillerdir.” 3094
“Ey insanlar! Siz Allah’a fakirlersiniz/muhtaçsınız. Zengin ve övülmeye lâyık olan ancak O’dur, Allah’tır.” 3095
“Her şeyin mülkü kendi elinde olan Allah'ın şanı ne kadar yücedir! Siz de O'na döneceksiniz.” 3096
“Akşama doğru kendisine, üçayağının üzerine durup bir ayağını tırnağının üzerine diken çalımlı ve safkan koşu atları sunulmuştu.” 3097
“O da demişti ki: "Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim." Sonunda bu atlar (koştular ve toz) perdesinin arkasına saklandılar.” 3098
“Süleyman: Gerçekten ben mal sevgisini, Rabbimi anmak için istedim, dedi. Nihayet
3086] 30/Rûm, 33-40
3087] 31/Lokman, 20
3088] 31/Lokman, 26
3089] 33/Ahzâb, 27
3090] 34/Sebe’, 1
3091] 34/Sebe’, 35
3092] 34/Sebe’, 37
3093] 35/Fâtır, 5
3094] 35/Fâtır, 13
3095] 35/Fâtır, 15
3096] 36/Yâsîn, 83
3097] 38/Sâd, 31
3098] 38/Sâd, 32
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 687 -
güneş battı. (O zaman:) Onları (atları) tekrar bana getirin, dedi. Bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı.” 3099
“Andolsun biz Süleyman'ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bırakıverdik, sonra o, yine eski haline döndü.” 3100
“Allah her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeye vekîldir.” 3101
“Göklerin ve yerin anahtarları (mutlak hükümranlığı) O'nundur. Allah'ın âyetlerini inkâr edenler var ya, işte onlar hüsrana uğrayanlardır.” 3102
“Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. O yücedir, uludur.” 3103
“Kim âhiret kazancını istiyorsa, onun ekinini/kazancını arttırırız. Kim dünya ekinini/kârını istiyorsa ona da dünyadan bir şey veririz. Fakat onun âhirette bir nasibi olmaz.” 3104
“Allah, kullarına rızkı bollaştırsaydı, yeryüzünde taşkınlık yapar azarlardı. Fakat O, (rızkı) dilediği ölçüde indiriyor. Çünkü O, kullarından haberdardır, her şeyi görendir.” 3105
“Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır; dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek çocukları bahşeder.” 3106
“Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. Şayet insanlar küfürde birleşen bir tek inkârcı ümmet olacak olmasaydı, Rahmân’ı inkâr edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve çıkacakları merdivenleri gümüşten yapardık. Evlerinin kapılarını ve üzerine yaslanacakları koltukları da (hep gümüşten yapardık). Ve onları altın zînetlere boğardık. Bütün bunlar sadece dünya hayatının geçici metâından ibarettir. Âhiret nimeti ise, Rabbinin yanında, Allah’ın azâbından sakınıp rahmetine sığınanlara mahsustur.” 3107
“Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü kendisine ait olan Allah ne yücedir! Kıyamet saatini bilmek de O'na mahsustur. Siz O'na döndürüleceksiniz.” 3108
“Ötelerinde de cehennem vardır. Kazandıkları şeyler de, Allah'ı bırakıp edindikleri dostlar da onlara hiçbir fayda vermez. Büyük azap onlaradır.” 3109
“Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Kıyametin kopacağı gün var ya, işte o gün bâtıla sapanlar hüsrana uğrayacaklardır.” 3110
"Kâfirler/inkâr edenler (dünyada) zevklenirler, hayvanların yediği gibi yerler. Onların yeri ateştir." 3111
3099] 38/Sâd, 33
3100] 38/Sâd, 34
3101] 39/Zümer, 62
3102] 39/Zümer, 63
3103] 42/Şûra, 4
3104] 42/Şûrâ, 20
3105] 42/Şûrâ, 27
3106] 42/Şûrâ, 49
3107] 43/Zuhruf, 32-35
3108] 43/Zuhruf, 85
3109] 45/Câsiye, 10
3110] 45/Câsiye, 27
3111] 47/Muhammed, 12
- 688 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer iman eder ve ittika ederseniz (sakınırsanız) Allah size mükâfatınızı verir. Ve sizden mallarınızı tamamen sarfetmenizi istemez. Eğer onları isteseydi ve sizi zorlasaydı, cimrilik ederdiniz ve bu da sizin kinlerinizi ortaya çıkarırdı.” 3112
“Bedevilerden geride bırakılanlar, sana diyecekler ki: ‘Bizi mallarımız ve ailelerimiz meşgul etti. Bundan dolayı bizim için mağfiret dile.’ Onlar, kalplerinde olmayan şeyi dilleriyle söylüyorlar. De ki: ‘Şimdi Allah, size bir zarar isteyecek ya da bir yarar dileyecek olsa, sizin için Allah'a karşı kim herhangi bir şeyle güç yetirebilir? Hayır, Allah yaptıklarınızı haber alandır." 3113
“Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine ceza verir. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” 3114
“Siz ganimetleri almak için gittiğinizde seferden geri kalanlar: ‘Bırakın, biz de arkanıza düşelim’ diyeceklerdir. Onlar, Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: ‘Siz asla bizim peşimize düşmeyeceksiniz! Allah daha önce sizin için böyle buyurmuştur.’ Onlar size: ‘Hayır, bizi kıskanıyorsunuz’ diyeceklerdir. Bilâkis onlar, pek az anlayan kimselerdir.” 3115
“Bedevîler "İnandık" dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama "Boyun eğdik" deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve elçisine itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” 3116
“Mü'min olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Resûlü'ne iman ettiler, sonra hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir.” 3117
“De ki: Siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah göklerde olanları da bilir, yerde olanları da. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” 3118
“Onlar İslâm'a girdikleri için seni minnet altına sokuyorlar. De ki: Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Eğer doğru kimselerseniz bilesiniz ki, sizi imana erdirdiği için asıl Allah size lütufta bulunmuştur.” 3119
“Onların mallarında dilenip-isteyen (ve iffetinden dolayı istemeyip de) yoksul olan için de bir hak vardı.” 3120
“Göklerde ve yerde bulunanlar hep Allah'ındır. Bu, Allah'ın, kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, güzel davrananları da daha güzeliyle mükâfatlandırması içindir.” 3121
“Zengin eden de, varlıklı kılan da O’dur.” 3122
3112] 47/Muhammed, 36-37
3113] 48/Fetih, 11
3114] 48/Fetih, 14
3115] 48/Fetih, 15
3116] 49/Hucurât, 14
3117] 49/Hucurât, 15
3118] 49/Hucurât, 16
3119] 49/Hucurât, 17
3120] 51/Zâriyât, 19
3121] 53/Necm, 31
3122] 53/Necm, 48
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 689 -
“Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. O, diriltir, öldürür. O, her şeye gücü yetendir.” 3123
“Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Bütün işler ancak O'na döndürülür.” 3124
“Allah'a ve Resûlü'ne iman edin. Sizi, üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı şeylerden harcayın. Sizden iman edip de (Allah rızâsı için) harcayan kimselere büyük mükâfat vardır.” 3125
“Ne oluyor size ki, Allah yolunda harcamıyorsunuz? Hâlbuki göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Elbette içinizden, fetihten önce harcayan ve savaşanlar, daha sonra harcayıp savaşanlara eşit değildir. Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı vâdetmiştir. Allah'ın yaptıklarınızdan haberi vardır.” 3126
“Kim Allah'a güzel bir ödünç verecek olursa, Allah da onun karşılığını kat kat verir ve ayrıca onun çok değerli bir mükâfatı da vardır.” 3127
“Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, ‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir ‘çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rızâ) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir.” 3128
“Ne malları, ne çocukları onlara Allah'a karşı hiçbir şeyle yarar sağlamaz. Onlar, ateşin halkıdır, içinde süresiz kalacaklardır.” 3129
“Allah'ın, (fethedilen) ülkeler halkından Peygamberine verdiği ganimetler, Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz. Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir.” 3130
“(Bundan başka bu mallar,) Hicret eden fakirleredir ki, onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) arayıp, Allah'a ve O'nun Resûlü'ne yardım ederlerken yurtlarından ve mallarından sürülüp çıkarılmışlardır. İşte bunlar, sadık olanlar bunlardır.” 3131
“Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi?” 3132
“Allah'a ve O'nun Resulü'ne iman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz.” 3133
“İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemininden ırmaklar akan
3123] 57/Hadîd, 2
3124] 57/Hadîd, 5
3125] 57/Hadîd, 7
3126] 57/Hadîd, 10
3127] 57/Hadîd, 11
3128] 57/Hadîd, 20
3129] 58/Mücâdele, 17
3130] 59/Haşr, 7
3131] 59/Haşr, 8
3132] 61/Saff, 10
3133] 61/Saff, 11
- 690 -
KUR’AN KAVRAMLARI
cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur.” 3134
“Seveceğiniz başka bir şey daha var: Allah'tan yardım ve yakın bir fetih. Müminleri (bunlarla) müjdele.” 3135
“Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı zikirden/anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir. Herhangi birinize ölüm gelip de ‘Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirseydin de sadaka verip iyilerden olsaydım!’ demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan infak edin, Allah için harcayın.” 3136
“Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ı tesbih eder. Mülk O'nundur, hamd O'nadır. O her şeye kadirdir.” 3137
“Mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak bir fitne (bir deneme)dir. Allah ise, büyük ecir (en güzel karşılık) O'nun katında olandır.” 3138
“O halde gücünüz yettiğince Allah'a isyandan kaçının. Dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğinize olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” 3139
“Eğer Allah'a (rızâsı uğruna) ödünç verirseniz, Allah onu sizin için kat kat arttırır ve sizi bağışlar. Allah çok mükâfat verendir, ceza vermekte acele etmeyendir.” 3140
“Görülmeyeni ve görüleni bilendir. Üstündür, hikmet sahibidir.” 3141
"Kim Allah'tan sakınıp korkar ve günahlardan kaçınırsa, (Allah) ona bir çıkış (yolu) yaratır ve onu ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Allah'a güvenirse, O, ona yeter." 3142
“Mutlak hükümranlık elinde olan Allah, yüceler yücesidir ve O'nun her şeye gücü yeter.” 3143
“...Onlara mal (servet) ve çocuklar sahibi oldu diye sakın ilgi duyma!” 3144
“Kitabı sol tarafından verilene gelince, der ki: ‘Keşke, bana kitabım verilmeseydi!’ Şu hesabımın ne olduğunu bilmeseydim. Keşke onunla (ölümümle) her iş olup bitseydi! Malım bana hiç fayda sağlamadı.” 3145
"Muhakkak ki insan hırslı ve sabırsız yaratılmıştır. Ona bir kötülük dokunduğunda feryad eder. Bir hayır eriştiğinde ise cimrilik eder. Ancak namazlarını kılanlar müstesnâdır. Onlar namazlarında devamlıdırlar. Mallarında isteyen ve istemeyen yoksullar için belli bir hak vardır. Onlar hesap gününe iman ederler. Onlar Rablerinin azâbından korkarlar." 3146
3134] 61/Saff, 12
3135] 61/Saff, 13
3136] 63/Münâfıkun, 9-10
3137] 64/Teğâbün, 1
3138] 64/Teğâbün, 15
3139] 64/Teğâbün, 16
3140] 64/Teğâbün, 17
3141] 64/Teğâbün, 18
3142] 65/Talak, 2-3
3143] 67/Mülk, 1
3144] 68/Kalem, 14
3145] 69/Haakka, 25-28
3146] 70/Meâric, 19-27
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 691 -
“Size mallar ve çocuklarla yardımda bulunsun. Size (ürün yüklü) bağlar-bahçeler versin, ırmaklar da versin." 3147
“Nuh: ‘Rabbim, gerçekten onlar bana isyan ettiler; mal ve çocukları kendisine ziyandan başka bir şeyi arttırmayan kimselere uydular." 3148
“Ki Ben ona, ‘alabildiğine geniş kapsamlı bir mal' (servet) verdim.” 3149
“Cennet içindekiler, günahkârlara, ‘Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?’ diye uzaktan uzağa sorarlar. Onlar şöyle cevap verirler: ‘Biz namazımızı kılmıyorduk, yoksulu doyurmuyorduk.” 3150
“Hayır, siz aceleciyi, (çabuk geçen dünya hayatını ve nimetlerini) seviyor, âhireti bırakıyorsunuz.” 3151
“Onlar (Cennetteki has kullar), kendi canları çekmesine rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. ‘Biz size Allah razâsı için yemek yediriyoruz; o yüzden, sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz. Biz, sert ve belâlı bir günde Rabbimizden (O’nun azâbına uğramaktan) korkarız’ (derler).” 3152
“O Allah ki, göklerin ve yerin mülkü kendisine aittir, ve Allah her şeye şahittir.” 3153
“Fakat siz (ey insanlar!) âhiret, daha hayırlı ve daha devamlı olduğu halde dünya hayatını (yakın hayatı) tercih ediyorsunuz.” 3154
“Fakat insan böyledir; Rabbı ne zaman kendisini imtihan edip ona ikramda bulunur, ona nimet verirse; ‘Rabbim bana ikram etti’ der. Ama Rabbı onu imtihan edip rızkını daraltırsa; ‘Rabbim bana ihanet etti, beni küçük düşürdü’ der. Hayır, doğrusu siz, yetime ikram etmiyorsunuz. Yoksula yemek vermeye teşvik etmiyorsunuz. Mirası, helâl haram demeden yiyorsunuz. Malı da pek çok seviyorsunuz.” 3155
“Kim verir ve sakınırsa, en güzeli de tasdik ederse, Biz de onu en kolaya hazırlar, onda başarılı kılarız. Kim cimrilik edip vermez, kendini zengin sayıp hakka boyun eğmez, en güzeli de yalanlarsa, Biz de onu en zora yöneltiriz. Öylesi, çukura yuvarlandığı zaman malı kendisine hiç fayda vermez.” 3156
“(Allah) Seni bir fakir olarak bulup da zengin yapmadı mı? Öyleyse yetimi sakın ezme. El açıp isteyeni de sakın azarlama. Ve Rabbinin nimetini minnet ve şükranla an." 3157
“Gerçek şu ki, insan, (ilim ve malda) istiğnâ ederek/zengin olduğunu görerek azar.” 3158
“Muhakkak o, mal sevgisinden dolayı (bencil ve cimri tutumundan) çok katıdır.” 3159
3147] 71/Nûh, 12
3148] 71/Nûh, 21
3149] 74/Müddessir, 12
3150] 74/Müddessir, 40-44
3151] 75/Kıyâmet, 20-21
3152] 76/İnsân, 8-10
3153] 85/Bürûc, 9
3154] 87/A’lâ, 16-17
3155] 89/Fecr, 15-20
3156] 92/Leyl, 5-11
3157] 93/Duhâ, 8-11
3158] 96/Alak, 6-7
3159] 100/Âdiyât, 8
- 692 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Çokluk kuruntusu sizi o derece oyaladı ki, Nihâyet kabirleri ziyaret ettiniz.” 3160
“Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen herkesin vay haline! Ki o, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır. Gerçekten malının kendisini ebedi kılacağını sanıyor. Hayır! Andolsun ki o, Hutame'ye atılacaktır. Hutame'nin ne olduğunu bilir misin? Allah'ın, tutuşturulmuş ateşidir.” 3161
“Ebû Leheb'in iki eli kurusun! Kurudu da. Malı ve kazandıkları kendisine bir yarar sağlamadı.” 3162
Hadis-i Şeriflerde Mal-Mülk ve Mâlik Kavramları
"Her ümmet için bir fitne vardır, benim ümmetimin fitnesi de maldır." 3163
"Sizi çokluk mahvetti. İnsanoğlu 'malım, malım!' der. Hâlbuki Âdemoğlunun yiyip tükettiği, giyip eskittiği ve sağlığında tasadduk edip gönderdiğinden başka kendisinin olan neyi var? (Gerisini ölümle terkeder ve insanlara bırakır. Malın içinde gerçekten senin malın olan şey, sadece yiyip tükettiğin; giyip eskittiğin; ya da sadaka verip ileriye gönderdiğindir.)" 3164
"Hanginiz, vârisinin malını kendi malından daha çok sever?" Ashâb: 'Ey Allah'ın Rasûlü, içimizde herkes, kendi malını vârisinin malından daha çok sever' dediler. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Öyleyse şunu bilin: Kişinin gerçek malı, hayatında gönderdiğidir. Geriye bıraktığı da vârislerinin malıdır." 3165
"Bir sürüye salınan (dadanan) iki aç kurdun sürüye verdiği zarar, kişinin mal ve şeref hırsıyla dîne verdiği zarardan daha fazla değildir." 3166
"Âdemoğlu için iki vâdi dolusu mal olsaydı, mutlaka bir üçüncüyü isterdi. Âdemoğlunun iç boşluğunu (karnını) ancak toprak doldurur (gözünü toprak doyurur). Allah tevbe edenleri affeder." 3167
"Sizden birine, dünyalık olarak bir hizmetçi ve Allah yolunda cihadda kullanacağı bir binek edinecek kadar mal toplaması yeterlidir." 3168
"Yanında bir mal bulunan kimse, önce kendi nefsine harcasın, bakımı kendisine âit bulunan kimselere ve böyle böyle (derece derece akrabâya, sonra başkalarına) harcasın!" 3169
"Mallarınızı zekâtla koruyun, hastalarınızı sadaka ile tedâvi edin. Belâya duâ ile karşı koyun." 3170
3160] 102/Tekâsür, 1-2
3161] 104/Hümeze, 1-6
3162] 111/Tebbet, 1-2
3163] Tirmizî, Zühd 26, Hadis no: 2337
3164] Müslim, Zühd 3, 4; Hadis no: 2958; Nesâî, Vesâyâ 1; Tirmizî, Zühd 31, Tefsir Tekâsür, Hadis no: 3351; Ahmed bin Hanbel, 4/24, 26
3165] Buhârî, Rikak 12; Nesâî, Vesâyâ 1
3166] Tirmizî, Zühd 43, Hadis no: 2377
3167] Buhârî, Rikak 10; Müslim, Rikak 116, Hadis no: 1048; Müslim, hadis no: 1048; S. Müslim, Terc. ve Şerhi, 5/465; Tirmizî, Zühd 27, Hadis no: 2338
3168] Tirmizî, Zühd 19, Hadis no: 2328; Nesâî, Zînet 119; İbn Mâce, Zühd 1, Hadis no: 4103
3169] Ebû Dâvud, Itk 9; Nesâî, Büyû' 84; Ahmed bin Hanbel, 3/305
3170] Kütüb-i Sitte, c. 7, s. 322
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 693 -
"Altına tapanlar mel'undur, gümüşe tapanlar mel'undur." 3171
"Çiftlik edinmeyin, dünyaya bağlanır kalırsınız." 3172
"İki haslet vardır ki, bunlar kimde bulunursa Allah onu şükredici ve sabrediciler arasına kaydeder: Dinî konularda kendinden üstün olana bakıp ona uymak. Dünyalıkta kendinden aşağı olana bakıp Allah'ın kendine vermiş olduğu üstünlüğüne hamdetmek. İşte böyle olan kimseyi Allah şükredici ve sabredici olarak yazar. Kim dinî konularda kendinden aşağı olana bakar, dünyalıkta da kendinden üstün olana bakar ve elde edemediğine üzülürse Allah onu şükredici ve sabredici olarak yazmaz." 3173
"Fakirlikten mi korkuyorsunuz? Ruhumu elinde tutan Zât'a yemin ederim ki, mutlaka dünya malı üzerine akıtılacaktır. Öyle ki, sizden birinin kalbini (haktan başka istikametlere) sadece ve sadece dünyalık meylettirecektir. Allah'a yemin ederim ki, ben sizleri, gecesi ve dündüzü apaydın olması bakımından eşit olan tertemiz kalplere sahip olarak bırakıyorum." 3174
"Kişinin malı sadaka sebebiyle eksilmez. Bir kula haksız zulüm yapılır o da sabrederse, Allah onun izzetini (dünya ve âhirette) mutlaka arttırır. Bir kul dilenme kapısını açtımı, onunla birlikte Allah da o zavallıya fakirlik kapısını açar." 3175
"Bir kul, Allah rızâsı için mütevâzi olur, alçalırsa; Allah onu mutlaka yüceltir. Dünya dört kişi içindir:
Bir kul vardır, Allah kendisine mal ve ilim vermiştir de kul, malı hususunda Allah'tan korkmakta, (mal ve ilmi kullanarak) sıla-i rahim yapmakta, (mal ve ilimde) Allah'ın hakkı olduğunu bilmektedir. İşte bu kimse en faziletli bir makamdadır.
Bir kul vardır; Allah ona ilim vermiştir, mal vermemiştir, ama iyi niyetlidir ve 'malım olsaydı onu falan kişi gibi (hayırda) harcardım' der. İşte bu kimse, niyetindekini yapmış gibi sevaba nâil olur, ikisi de eşit şekilde ücrete konar.
Bir kul vardır, Allah ona mal vermiştir, fakat ilim vermemiştir. Malını câhilâne harcar. Malı husûsunda Rabbinden korkmaz. (Cimriliği, câhilliği sebebiyle) malıyla sıla-i rahim yapmaz; malında Allah'ın da hakkı olduğunu hiç düşünmez. İşte bu kimse, mertebelerin en düşüğündedir.
Bir kul vardır, Allah ona ne ilim ne de mal vermiştir, ama 'Eğer malım olsaydı, onunla falan kimsenin yaptıklarını ben de (şerde) yapardım' der. Bu da niyetiyle muâmele görür. Niyet ettiği kimsenin vebalini ayne elde eder." 3176
"Âdemoğlu ihtiyarladıkça onda iki şey gençleşir: Mala karşı hırs ve hayata karşı hırs." 3177
"Sizin için korktuğum şeylerden biri, dünyanın süs ve güzelliklerinin sizlere açılmasıdır... Şüphesiz ki bu mal hoştur, tatlıdır. Ondan fakire, yetime ve yolcuya veren bu malın müslüman sahibi en iyi (insan)dir. Bunu hak etmeden alan, yediği halde doymayan kimse
3171] Tirmizî, Zühd 42, Hadis no: 2376
3172] Tirmizî, Zühd 20, Hadis no: 2329
3173] Tirmizî, Kıyâmet 59, Hadis no: 2514
3174] İbn Mâce, Sünnet 5; Kütüb-i Sitte Terc. c. 16, s. 483
3175] Tirmizî, Zühd 17, Hadis no: 2326
3176] Tirmizî, Zühd 17, Hadis no: 2326; İbn Mâce, Zühd 21, Hadis no: 4228
3177] Buhârî, Rikak 5; Müslim, Zekât 115; Hadis no: 1047; Tirmizî, Zühd 28, Hadis no: 2340; İbn Mâce, Zühd 27, Hadis no: 4234
- 694 -
KUR’AN KAVRAMLARI
gibidir. O mal, kıyâmet günü aleyhinde şâhitlik yapacaktır." 3178
"Dünya tatlı ve hoştur. Allah sizi ona vâris kılacak ve nasıl hareket edeceğinize bakacaktır. Öyleyse dünyadan sakının..." 3179
"Dünya, mü'mine zindan, kâfire cennettir." 3180
"Kimin arzusu âhiret olursa, Allah onun kalbine zenginliğinden koyar ve işlerini derli toplu kılar, artık dünya ona hakir gelmeye başlar. Kimin hedefi de dünya olursa, Allah iki gözünün arasına (dünyanın) fakirliğini koyar, işlerini de darmadağınık eder. Netice olarak, dünyadan da eline, kendisine takdir edilmiş olandan fazlası geçmez." 3181
Allah Teâlâ şöyle buyurdu: 'Ey Âdemoğlu! Kendini kulluğuma/ibâdetime ver, gönlünü zenginlikle doldurayım, fakirliğini kapayayım. Böyle yapmazsan ellerini meşgûliyetle doldururum, fakirliğini de kapamam." 3182
"Yedi şeyden önce, amelde acele edin: Unutturucu fakirliği mi bekliyorsunuz? Tuğyan ettirip azdırıcı zenginliği mi bekliyorsunuz? İfsad edici hastalığı mı bekliyorsunuz? Aklınızı götürecek ihtiyarlığı mı bekliyorsunuz? Ânî ölüm mü bekliyorsunuz? Deccali mi bekliyorsunuz? Bu beklenen gâib bir şerdir. Yoksa kıyâmeti mi bekliyorsunuz? Kıyâmet ise hepsinden kötü, hepsinden daha acıdır." 3183
"Evimde üç gece kalacak altınım olsun istemem. Ancak, üzerimdeki bir borç sebebiyle tek dinarı koruyabilir, geri kalanın da Allah'ın kullarına şöyle şöyle dağıtılmasını emrederdim." (Elleriyle önüne, sağına, soluna dağıtma işareti yaptı." 3184
Ebû Zerr (r.a.) anlatıyor: "Hz. Peygamber (s.a.s.) Kâbe'nin gölgesinde otururken yanına geldim. Beni görünce: "Kâbe'nin Rabbine kasem olsun, onlar zararda!" buyurdu. Ben: 'Ey Allah'ın Rasûlü, annem babam sana fedâ olsun, onlar kimlerdir? dedim. Buyurdu ki: "Onlar malca çok olanlardır. Ancak -eliyle ön, arka, sağ ve sol taraflarını göstererek- şöyle şöyle bol bol vermelerini emredenler müstesnâ" dedi ve hemen ilâve etti: "Böyleleri ne kadar az! Şunu bilin ki, devesi, sığırı, davarı olup da zekâtını vermeyen her insan kıyâmet günü, o malları, mümkün olan en iri ve en semiz şekilde karşısına çıkıp sırayla boynuzlarıyla toslayacak, ayaklarıyla çiğneyecek. Sonuncusu da bu muâmeleyi yapınca, birinci tekrar başlayacak. Bu hal, insanlar arasındaki hüküm bitinceye kadar devam edecektir." 3185
"İki haslet vardır ki, bir mü'minde asla beraber bulunmazlar: Cimrilik ve kötü ahlâk." 3186
“Sizin için korktuğum şeylerden biri, dünyanın süs ve güzelliklerinin size açılmasıdır...” 3187
3178] Buhârî, Zekât 47, Cum'a 28, Cihad 37, Rikak 7; Müslim, Zekât 123, Hadis no: 1052; Nesâî, Zekât 81
3179] Müslim, Zikir 99, Hadis no: 2742; Tirmizî, Fiten 26, Hadis no: 2192; İbn Mâce, Fiten 19, Hadis no: 4000
3180] Müslim, Zühd 1, Hadis no: 2956; Tirmizî, Zühd 16, Hadis no: 2325
3181] Tirmizî, Kıyâmet 31, Hadis no: 2467
3182] Tirmizî, Kıyâmet 31, Hadis no: 2467; İbn Mâce, Zühd 2, Hadis no: 4107
3183] Tirmizî, Zühd 4, Hadis no: 2308; Nesâî, Cenâiz 123, Hadis no: 4
3184] Buhârî, Zekât 4, İstikrâz 3, Bed'u'l-Halk 6, İsti'zân 30, Rikak 13, 14; Müslim, Zekât 34, Hadis no: 992
3185] Müslim, Zekât 301,Hadis no: 590 Buhârî, Eymân 3, Zekât 43; Tirmizî, Zekât 1, Hadis no:617; Nesâî, Zekât 2
3186] Tirmizî, Birr 41, Hadis no: 1963
3187] Buhârî, Zekât 47, Cum’a 28; Cihad 37, Rikak 7; Müslim, Zekât 123; Nesâî, Zekât 81
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 695 -
“Dünya mel’undur, içindekiler de mel’undur, ancak Allah’ı zikir ve zikrullaha yardımcı olanlarla âlimler ve ilim öğrenenler hâriç.” 3188 (Farklı rivâyetlerde, “Dünya ve içindekiler mel’undur; Allah için olanlar hâriç, ...Allah rızâsı için yapılanlar hâriç, ...emr-i bil ma’rûf nehy-i ani’l-münker ve zikrullah hâriç” ifadeleri vardır.
“Eğer dünya Allah’ın yanında sivrisineğin kanadı kadar değer taşısaydı, tek bir kâfire ondan bir yudum su içirmezdi.” 3189
“Kim dünyaya çok önem verirse, Allah onun işini dağıtır (zorlaştırır). İki gözünün arasına fakirliği (aç gözlülüğü) koyar. (Hâlbuki) dünyadan ona ulaşacak olan kendisi için yazılandan başkası olamaz. Kimin de niyeti âhiret(i kazanma) ise Allah onun işini toparlar (kolaylaştırır). Onun kalbine zenginliği koyar. Ona dünyadan da ihtiyaç duyduğu şey ulaşır.” 3190
“Allah bir kulu sevdimi, onu dünyadan korur. Tıpkı sizden birinin (perhiz gerektiren hastalığa uğramış) hastasına suyu yasaklaması gibi.” 3191
“Ben kim, dünya kim! Dünya (hayatı) ile benim ilgim, bir ağacın altında gölgelenip sonra da bırakıp giden yolcunun durumu gibidir.” 3192
“Dünyada bir garib veya bir yolcu gibi ol!” Tirmizî’nin rivâyetinde, hadisin devamında şu ifade vardır: “Kendini kabir ehlinden say.” 3193
“Birinize dünyalık olarak bir yolcunun azığı kadar yeterlidir.” 3194
“Müslüman olup da kendisine ancak yetecek kadar rızık verilen ve Allah’ın kendisine verdiği ile kanaat getirdiği kimse muhakkak felâh bulmuştur.” 3195
“Zenginlik, mal çokluğundan ibaret değildir. (Hakiki) zenginlik, gönül zenginliğidir.” 3196
“Uhud dağı kadar altınım olsa, üç günden fazla saklamazdım” 3197
“Hayır, vallahi ey cemaat! Ben sizin için ancak Allah’ın size vereceği dünya ziynetlerinden korkuyorum.” 3198
“Sizin elde ettiğiniz dünya metâı, hayır değil; bir fitnedir. Evet, hayır, ancak hayır getirir. Lâkin bu dünya ziynetleri hayır değildir. Çünkü bunlar fitneye sebep olur. Onlarla siz âhiret hususuna yönelmekten meşgul olursunuz. Baharın yetiştirdiği nebatların bazısı, çok yiyen hayvanları ya patlatıp öldürür, yahut ölüme yaklaştırır. Ancak ihtiyacına kadar yiyenlere zarar vermez. Dünya malı da öyledir, insanlar ona hoş görerek meylederler. Bazısı mala gark oldu denilecek şekilde çok mal edinir, bazısı fazlasına tamah etmeyerek azı ile yetinir. Mala gark olanlar, ekseriyetle onun sebebiyle ya helâk olur, yahut helâke yaklaşırlar.” 3199
3188] Tirmizî, Zühd 14, hadis no: 2323; İbn Mâce, Zühd 3, hadis no: 4112
3189] İbn Mâce, Zühd 11, hadis no: 4110, 2/1377; Tirmizî, Zühd 13, hadis no: 2321, 4/560
3190] İbn Mâce, Zühd 1, hadis no: 4104, 2/1378; Tirmizî, Kıyâmet 31, hadis no: 2467
3191] Tirmizî, Tıbb 1, Hadis no: 2037
3192] İbn Mâce, Zühd 3, hadis no: 4109, 2/1386; Tirmizî, Zühd 44, hadis no: 2377, 4/588
3193] Buhârî, Rikak 2; Tirmizî, Zühd 25, hadis no: 2334
3194] Kütüb-i Sitte, 17/564
3195] Müslim, hadis no: 1054; S. Müslim Terc. ve şerhi, c. 5, s. 478
3196] Müslim
3197] Buhârî, Zekât 4; Müslim, Zekât 10
3198] Müslim, hadis no: 1052; S. Müslim, Terc. ve Şerhi, A. Davudoğlu terc, 5/471
3199] Müslim, S. Müslim Terc. ve Şerhi, c. 5, s. 474
- 696 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Yâ Rab! Âl-i Muhammed’in rızkını ölmeyecek kadar (kut) ver.” Kut: Ancak ölmeyecek kadar az yiyecektir. Rasûlullah (s.a.s.) bütün hayatında rızık nâmına daima yetecek en az kadar ile yetinmiş, fazlasına asla iltifat buyurmamıştır. Bir gece elinde iki altın bulunduğu için uyuyamaması ve Hz. Bilâl’ı uyandırarak altınları onun vâsıtasıyla fakirlere göndermesi, bunun en bâriz delillerindendir. Âl-i Muhammed’in yaşayış tarzları da öyle olmuştur. 3200
“İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o zamanda ancak öldürmekle ve zorla mülke erişilir, ancak gasb ve cimrilikle zengin olunur, ancak dinden çıkmak ve hevâya uymakla sevgi kazanılır; kim bu zamana ulaşır da zengin olmaya gücü yettiği halde fakirliğe sabreder, sevgi kazanmaya gücü yettiği halde buğz olunmaya sabreder, izzete gücü yettiği halde alçaltılmaya sabrederse Allah kendisine beni doğrulayan elli doğrulayıcı sevabı verir.” 3201
“İhtiyarın kalbi iki şeyi sevme hususunda gençtir: Yaşama sevgisi ile mal sevgisinde.” Diğer rivâyetler de şöyledir: “Âdemoğlu ihtiyarlar, fakat onun iki şeyi genç kalır: Yaşama sevgisi ve mal sevgisi.” “Âdemoğlu büyür, onunla beraber iki şey de büyür: Mal sevgisi, uzun ömür sevgisi.” 3202
Sehl İbn Sa’d es-Saidî (r.a.) anlatıyor. “Bir gün Rasûlullah (s.a.s.)’a bir adam gelerek: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Bana öyle bir amel gösterin ki, ben onu yaptığım takdirde Allah beni sevsin, halk da beni sevsin’ dedi. Rasûlullah şöyle buyurdu: “Dünyaya rağbet etme, Allah seni sevsin. İnsanların elinde bulunanlara göz dikme ki onlar da seni sevsin!” 3203
“Dünya sevgisi her çeşit hatalı davranışın başıdır. Bir şeye karşı olan sevgin, seni kör ve sağır yapar.” 3204
“Himmet yönüyle insanların en yücesi, hem dünya hem de âhiret işine himmet gösteren mü’mindir.” 3205
“Ey insanlar! Allah’a karşı muttakî olun ve (dünyevî) isteklerde mûtedil/ölçülü olun. Zira, hiçbir kimse yoktur ki, (Allah’ın kendisine takdir ettiği) rızkını eksiksiz elde etmeden ölmüş olsun. Rızkı gecikse bile ona mutlaka kavuşacaktır. Öyleyse Allah’tan korkun ve talepte mûtedil olun, (gayr-ı meşrû yollara sapmayın) helâl olanı alın, haram olanı terkedin.” 3206
“(Bu dünyada malca) en çok olanlar, kıyâmet günü en aşağıda olacaklardır. Ancak malı şöyle şöyle (bol bol) harcayanlar ve onu temiz yoldan kazananlar hâriç.” 3207
“Kim gam ve tasalarını bire indirir ve sadece âhiret tasasına gönlünde yer verirse, onun dünyevî gamlarını Allah izâle eder. Kim de gam ve tasalarını dünya ahvâline dağıtacak olursa, Allah onun, vâdilerden hangisinde helâk olacağına aldırış etmez.” 3208
Sehl İbn Sa’da (r.a.) anlatıyor: ‘Biz (hac sırasında) Zülhuleyfe’de Rasûlullah
3200] Müslim, hadis no: 1055; S. Müslim Terc. ve Şerhi, 5/478
3201] Naklen: Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 444-445
3202] Müslim, hadis no: 1046; S. Müslim Terc. ve Şerhi, 5/463
3203] Kütüb-i Sitte, 17/563
3204] Kütüb-i Sitte, 7/242; Beyhakî Şuabu’l İman; Ebû Dâvud, Edeb 125
3205] Kütüb-i Sitte, 17/245
3206] Kütüb-i Sitte, 17/245
3207] Kütüb-i Sitte, 17/571
3208] Kütüb-i Sitte, 17/565
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 697 -
(s.a.s.) ile beraberdik. O, birden, şişkinlikten ayağı havaya kalkmış bir davar ölüsüyle karşılaştı. Bunun üzerine şöyle buyurdu:“Şu leşin, sahibine ne kadar değersiz olduğunu görüyor musunuz? Nefsimi elinde tutan Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun, şu dünya, Allah yanında, bunun sahibi yanındaki değersizliğinden daha değersizdir. Eğer dünyanın Allah katında sivrisineğin kanadı kadar değeri olsaydı, kâfire ondan ebediyyen tek damla su içirmezdi.” 3209
“Dört şey, şekavet (hüsran) alâmetidir: Gözün kuruması (günahlarına ağlamamak), kalbin katılaşması, tûl-i emel (dünyada hiç ölmeyecek gibi plânlar yapmak), dünyaya karşı hırs.” 3210
"Deve, sığır veya davar sahibi olup da, bunlardaki Allah'ın hakkını edâ etmeyen herkese Kıyâmet günü, bu mallar, olduğundan daha çok ve mümkün olduğunca iri ve şişman olarak gelecekler. Adam, onlar için, düz ve geniş bir yere oturtulacak, hayvanlar bacakları ve tabanlarıyla onun üzerinden geçecekler. Geçiş sırasında boynuzlarıyla toslayacaklar ve ayaklarıyla ezecekler. İçlerinden boynuzsuz veya boynuzu kırık biri bulunmayacak. Bu şekilde sonuncusu da onun üzerinden geçince, birincisi aynı geçişe tekrar başlayacak. Mahlûkatın hesabı tamamlanıp hüküm verilinceye kadar bu hal devam edecek. Kezâ 'kenz'e/hazineye sahip olup da ondaki (Allah'ın) hakkını ödemeyen herkes, Kıyâmet günü hazinesi, dazlak başlı bir yılan olarak gelecek, ağzını açıp peşine düşecektir. Yılan yaklaştıkça adam ondan kaçacak. Sonunda yılan ona: 'Gizlediğin hazineni al! Ben ondan müstağnîyim' diye bağırır. Adam, neticede yılandan kaçma çaresinin olmadığını anlayınca, elini yılanın ağzına sokar, Yılan da onu, aygırın (alafı) kemirmesi gibi kemiriverecektir." 3211
"Allah'ım, yoksulluk fitnesinin şerrinden, küfür ve yoksulluktan Sana sığınırım." 3212.
"Ben görmeyen birisiydim, Allah basiretimi açtı; fakirdim, beni zengin kıldı." 3213 3214
"Şüphesiz, insan borçlandı mı, konuşursa yalan söyler, vadederse, sözünde duramaz." 3215.
"(Hakiki) miskîn (yoksul), kapı kapı dolaşırken verilen bir iki lokmanın veya bir iki hurmanın geri çevirdiği kimse değildir. Fakat gerçek miskîn/yoksul, ihtiyacını giderecek bir şey bulamayan ve halini anlayıp kendisine tasaddukta bulunacak biri çıkmayan, (buna rağmen) kalkıp kimseden bir şey istemeyen kimsedir." 3216
“Veren el, alan elden daha üstündür/hayırlıdır.” 3217
“Kıyâmet gününde cehennem ehlinden olan kimseye denilir ki: ‘Dünya dolusu malın olsaydı (şu azaptan kurtulmak için) o malını fidye olarak verir miydin?’ O kimse, azâbın
3209] Kütüb-i Sitte, 17/565
3210] Kütüb-i Sitte, 7/247
3211] Buhârî, Zekât 3, Tefsir Âl-i İmrân 14, Berâet 6, Hiyel 3; Müslim, Zekât 26, Hadis no: 987; Ebû Dâvud, Zekât 32; Hadis no: 1658-1660; Nesâî, Zekât 2, 6; Muvattâ, Cihad 3
3212] Nesaî, Sehv, 90, İstiâze, 16, 29; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 36, 39, 42, 44; VI, 57, 207
3213] Buhârî, Enbiyâ, 51
3214] 93/Duhâ, 7-8
3215] Buhâri, İstikrâz
3216] Buhârî, Zekât, 53, Tefsir, Bakara 48; Müslim, Zekât 102, hadis no: 1039; Muvattâ, Sıfatu'n-Nebiyy 7, - II/924-; Ebû Dâvud, Zekât 23, h. no: 1631, 1632; Nesaî, Zekât 76 -5, 85-; Ahmed bin Hanbel, I/384
3217] Buhârî, Vesâyâ 9, Zekât 18; Müslim, Zekât 94, hadis no: 1033, 97, h. no: 1036; Tirmizî, Zühd 32, h. no: 2344; Ahmed bin Hanbel, II/4
- 698 -
KUR’AN KAVRAMLARI
şiddetini gördüğü için: ‘Evet!.. Muhakkak verirdim’ der. Allahu Teâlâ şöyle buyurur: ‘Ben (dünyada) senden, bundan daha kolay bir şey istemiştim. Henüz ruhlar âleminde iken, Bana hiçbir şeyi şirk koşmaman hakkında senden misak almıştım. Sen ise sözünden döndün. Bana ortak koşmaktan başka bir şey kabul etmedin." 3218
“Mü’min, bir midesi ile yer; kâfir ise yedi mide ile yer.” 3219 3220.
"Cimrilikten sakınınız. Çünkü cimrilik, sizden önceki milletleri helâk etmiştir." "Her sabah gökten iki melek iner. Birisi: İlahi, infak edene karşılığını ver; diğeri: Allah'ım! Cimrilik edene de telef ver (malını yok et), diye duâ ederler." 3221
"Cimri kişi, Allah'a uzak, cennete uzak, insanlara uzak ve cehennem ateşine yakındır." 3222
"Mallarınızı zekâtla koruyun, hastalarınızı sadaka ile tedâvi edin. Belâya duâ ile karşı koyun." 3223
"Malın zekâtını ödedin mi, kendinden onun şerrini def ettin demektir." 3224
“Sizden biri, mal ve yaratılış itibariyle kendinden üstün bir kimseyi gördüğünde, kendinden daha aşağı olanına baksın (Kendisini onunla mukayese etsin). 3225 Sahih-i Müslim’de şu ilave rivâyet edilmiştir: “...İşte bu, Allah’ın size olan nimetlerini hakir görmemek için uygun olan bir davranıştır.”
"İyi mal, sâlih kimse için ne güzeldir." 3226
Hz. Ömer bir gün Rasûlullah’ın hâne-i saâdetlerine girdi ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Efendimiz niçin ağladığını sorunca, şöyle dedi: “Yâ Rasûlallah! Dünya kralları, kisrâlar servet içinde yüzüyorlar. Senin ise altına sereceğin bir sergin bile yok. Yatağın hasır ve teninde yattığın yerin izleri var...” Allah Rasûlü şu cevabı verdi: “İstemez misin yâ Ömer, dünya onların, âhiret de bizim olsun!” 3227
Bir iftar sofrasında Hz. Ebû Bekir’e bir bardak soğuk su ikrâm edilir. Suyu ağzına götürdüğünde ağlamaya başlar. Yanındakiler ne olduğunu sorarlar. Cevap verir: “Bir gün Rasûlullah, kendisine getirilen böyle bir bardak soğuk suyu içmiş, sonra da ağlamış ve “O gün nimetlerden hesaba çekileceksiniz” 3228 âyetini okuyarak, “İşte bu nimetten de hesaba çekileceğiz” buyurmuştu. Bunu hatırladım ve onun için ağladım.” 3229
“Hanımının senin üzerinde hakkı vardır. Misafirlerinin senin üzerinde hakkı vardır. Bedeninin de senin üzerinde hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını ver.” 3230
3218] Buhârî, Rikak 49; Ahmed bin Hanbel, III/218
3219] İbn Mâce, hadis no: 3256
3220] Bk. 47/Muhammed, 12
3221] Riyâzü's-Sâlihîn, 1/253
3222] Tirmizî, Birr 40
3223] Kütüb-i Sitte, c. 7, s. 322
3224] Kütüb-i Sitte, c. 7, s. 323
3225] S. Buhâri, Askalâni Şerhi, 11, s. 322
3226] Ahmed bin Hanbel, IV/194
3227] Buhârî, Tefsir (66) 2; Müslim, Talâk 31
3228] 102/Tekâsür, 8
3229] Müslim, Eşribe 140
3230] Müslim, Savm 181
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 699 -
“Aşırı gidenler helâk olmuştur” 3231
“Allah bir kulu sevdimi, onu dünyadan korur. Tıpkı sizden birinin (perhiz gerektiren hastalığa uğramış) hastasına suyu yasaklaması gibi.” 3232
Üstteki el (yani veren), alttaki elden (yani alandan) daha hayırlıdır." 3233
Sehl İbn Sa’d es-Saidî (r.a.) anlatıyor. “Bir gün Rasûlullah (s.a.s.)’a bir adam gelerek: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Bana öyle bir amel gösterin ki, ben onu yaptığım takdirde Allah beni sevsin, halk da beni sevsin’ dedi. Rasûlullah şöyle buyurdu: “Dünyaya rağbet etme, Allah seni sevsin. İnsanların elinde bulunanlara göz dikme ki onlar da seni sevsin!” 3234
“Allah elinden iş gelen sanatkâr mü’min kulu sever.” 3235
“İş yaptığınız zaman, Allah o işte itkan etmenizi yani sağlam, ârızâsız ve kusursuz yapmanızı sever.” 3236
"Dünyada zâhidlik, helâl olanı haram etmek veya malı ziyân etmekle olmaz. Gerçek zâhidlik, Allah'ın elinde olana, kendi elinde olandan daha çok güvenmen ve bir müsîbete düştüğün zaman getireceği sevabı sebebiyle, onun devamına rağbet göstermendir." 3237
Hz. Âişe (r. anhâ) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "(Ey Âişe! Cennette) benimle olman seni mesrur/sevinçli edecekse sana dünyadan bir yolcunun azığı kadarı kifâyet etmelidir. Sakın zenginlerle sohbet arkadaşlığı etme. Bir elbiseye yama vurmadan eskimiş addetme." 3238
"Allah'ım, Âl-i Muhammed'in rızkını belini doğrultacak kadar ver.” -Bir diğer rivâyette- "yetecek kadar ver." 3239 Tirmizî'nin "Resûlullah ve ehlinin maîşetleri adında bir babta kaydettiği rivayetlerden bazıları şöyle:
"Rasûlullah (s.a.s.) ekmek ve etten doyuncaya kadar günde iki sefer yemeden dünyadan göçmüştür."
"Rasûlullah (s.a.s.) arpa ekmeğinden doyuncaya kadar peşpeşe iki gün yemeden ruhu kabzedildi."
"Rasûlullah (s.a.s.) ve ailesi, üst üste üç gün doyuncaya kadar buğday ekmeği yemeden dünyadan ayrıldı."
"Rasûlullah (s.a.s.) üst üste birçok geceleri aç geçirir, ehli de akşam yemeği bulamazlardı. Onların ekmekleri çoğunlukla arpa ekmeği idi."
"Rasûlullah (s.a.s.) yarın için bir şey biriktirmezdi."
"Rasûlullah (s.a.s.) ölünceye kadar (mükellef hazırlanmış) bir sofrada yemek
3231] Müslim, İlim 7; Ebû Dâvud, Sünnet 5; Ahmed bin Hanbel, I/386
3232] Tirmizî, Tıbb 1
3233] Buhârî, Vesâyâ 9, Zekât 18; Müslim, Zekât 94, hadis no: 1033, 97, h. no: 1036; Tirmizî, Zühd 32, h. no: 2344; Ahmed bin Hanbel, II/4
3234] Kütüb-i Sitte, 17/563
3235] Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, II/290
3236] Kenzu’l-Ummâl, III/907
3237] Tirmizî, Zühd 29, hadis no: 2341; İbn Mâce, Zühd 1, hadis no: 4100
3238] Tirmizî, Libâs 38, hadis no: 1781
3239] Buhârî, Rikâk 17; Müslim, Zekât 126, hadis no: 1055; Tirmizî, Zühd 38, hadis no: 2362
- 700 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yemedi, (pasta şeklinde) ince yapılmış ekmek de yemedi."
Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) bir gün (veya gece mûtad olmayan bir saatte) mescide geldi. Orada Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer (r.a.)'e rastladı. Onlara (bu saatte) niye geldiklerini sordu. "Bizi evden çıkaran açlıktır!" dediler. Rasûlullah da: "Beni de evde çıkaran açlıktan başka bir şey değil!" buyurdu. Hep berâber Ebû'l-Heysem İbnu'l Teyyihân'a gittiler. O, bunlar için arpadan ekmek yapılmasını emretti. Ekmek yapıldı. Sonra kalkıp bir koyun kesti. Yanlarında bir hurma ağacında asılı olan tatlı suyu indirdi. Derken yemek geldi, yediler ve o sudan içtiler. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Şu günün nimetinden (Kıyâmet günü) hesap sorulacak! (Açlık sizi evinizden çıkardı. Bu nimetlere nâil olduktan sonra dönüyorsunuz!" 3240
Utbe İbn Gazvân (r.a.) anlatıyor: "Gerçekten ben kendimi, Rasûlullah (s.a.s.) ile birlikte olan yedi kişiden yedincisi olarak görmüşümdür. Huble (asma) yaprağından başka yiyeceğimiz yoktu. Öyle ki avurtlarımız yara oldu." 3241
Ebû Talhâ (r.a.) anlatıyor: "Resûlullah (s.a.s.)'a açlıktan şikâyet ettik ve karınlarımızı açıp gösterdik. Herkeste bir taş vardı. Rasûlullah (s.a.s.) da karnını açtı, O'nda iki taş vardı." 3242
"Şurası muhakkak ki, Allah hakkında benim korkutulduğum kadar kimse korkutulmamıştır. Allah yolunda bana çektirilen eziyet kadar kimseye eziyet çektirilmemiştir. Zaman olmuştur, otuz gün ve otuz gecelik bir ay boyu, Bilâl ile benim yiyeceğim, Bilâl'in koltuğunun altına sıkışacak miktarı geçmemiştir." 3243
Hz. Âişe (r. anhâ) anlatıyor: "Bazı aylar olurdu, (yemek pişirmek için) hiç ateş yakmazdık, yiyip içtiğimiz sadece hurma ve su olurdu. Ancak, bize bir parçacık et getirilirse o hâriç." 3244. Diğer bir rivâyette: "Rasûlullah ölünceye kadar Muhammed âilesi buğday ekmeğini üst üste üç gün doyuncaya kadar yememiştir" denmiştir. Bir diğer rivâyette: "Muhammed (s.a.s.) bir günde iki sefer yedi ise, biri mutlaka hurma idi" denmiştir.
İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) ve ailesi üst üste pek çok geceleri aç geçirirler ve akşam yemeği bulamazlardı. Ekmekleri çoğunlukla arpa ekmeği idi." 3245
Nu'mân İbnu Beşîr (r.a.) anlatıyor: "Hz. Ömer (r.a.) insanların nâil oldukları dünyalıktan söz etti ve dedi ki: "Gerçekten ben Rasûlullah’ın (s.a.s.) bütün gün açlıktan kıvrandığı halde, karnını doyurmaya âdi hurma bile bulamadığını gördüm." 3246
Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.)'a arpa ekmeği ile kokusu değişmiş erimiş yağ getirmiştim. (Bir seferinde) şöyle söylediğini işittim: "Muhammed
3240] Müslim, Eşribe 140, h. no: 2038; Muvattâ, Sıfatu'n Nebi 28, h. no: 2, 932; Tirmizî, Zühd 39, h. no: 2370
3241] Müslim, Zühd 15, hadis no: 2967
3242] Tirmizî, Zühd 39, hadis no: 2372
3243] Tirmizî, Kıyâmet 35, hadis no: 2474
3244] Buhârî, Et'ıme 23, Rikak 17; Müslim, Zühd 20-27, hadis no: 2970-2973; Tirmizî, Zühd 38, h. no: 2357-2358, 35 h. no: 2473
3245] Tirmizî, Zühd 38, hadis no: 2361
3246] Müslim, Zühd 36, hadis no: 2978
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 701 -
ailesinde, dokuz kadın bulunduğu bir zamanda, ne bir sa' hurma, ne de bir sa' hububat gecelemiştir." 3247
Süleymân İbn Surad (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) bize geldi ve bir yiyecek (ikramına) gücümüz yetmeksizin -veya bir yiyeceğe gücü yetmeksizin- üç gece kaldık."
Hz. Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.)’a bir gün sıcak bir yemek getirilmişti. Yedi ve yemekten çıkınca: "Elhamdülillah, şu şu vakitten beri mideme sıcak bir yemek girmemişti" buyurdu."
Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah’ın (s.a.s.) kızı (Fâtıma gerdek gecesi) bana gönderildi. Onun gönderildiği gece yatağımız koyun derisinden başka bir şey değildi."
Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) şöyle duâ etmişti: "Allah'ım, beni miskin (yoksul) olarak, yaşat, miskin olarak ruhumu kabzet, kıyâmet günü de miskinler zümresiyle birlikte haşret." Hz. Âişe (r. anhâ) atılarak sordu: "Niçin ey Allah'ın Rasûlü?" "Çünkü dedi, onlar cennete, zenginlerden kırk bahar önce girecekler. Ey Âişe! fakirleri sev ve onları (rivâyet meclisine) yaklaştır, tâ ki Kıyâmet günü Allah da sana yaklaşsın." 3248
"Fakirler, cennete zenginlerden beşyüz yıl önce girerler. Bu (Allah'ın indinde) yarım gündür." 3249 3250
Ebû Abdirrahman el-Hubulî anlatıyor: "Bir adam Abdullah İbnu Amr (r.a.)'a sorarak dedi ki: "Biz muhâcirlerin fakirlerinden değil miyiz?" Abdullah da ona sordu: "Kendisine sığındığın bir zevcen var mı?" Adam: "Evet" dedi. Abdullah: "Senin oturduğun bir meskenin var mı? Adam: "Evet!" deyince Abdullah: "Sen zenginlerdensin!" dedi. Adam: "Benim bir de hizmetçim var!" diye ilave edince, Abdullah: "Öyleyse sen krallardansın!" dedi." 3251
Ebû Saîd (r.a.) anlatıyor: "Muhâcirlerin fakirlerinden bir grupla birlikte oturmuştum. Bunlardan bir kısmı, bir kısmı(nın karaltısından istifâde) ile çıplaklıktan korunuyordu. Bir okuyucu da bize (Kur'ân) okuyordu. Derken Rasûlullah (s.a.s.) çıkageldi ve üzerimizde dikildi. Resûlullah'ın yanımızda dikilmesi üzerine kaari okumayı bıraktı. Resûlullah da selam verdi ve: "Ne yapıyorunuz?" diye sordu. "Ey Allah'ın Rasûlü! dedik, o kaarimizdir, bize (Kur'ân) okuyor. Biz de Allah Teâlâ'nın kitabını dinliyoruz. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.): "Ümmetim arasında, kendileriyle birlikte sabretmem emredilen 3252 kimseleri yaratan Allah'ıma hamdolsun!" dedi. Sonra, kendisini bizimle eşitlemek üzere Resûlullah, ortamıza oturdu. Ve eliyle işâret ederek: "Şöyle (halka yapın)" dedi. Cemaat hemen etrafında halka oldu, yüzleri ona döndü. Ebû Saîd der ki: "Rasûlullah’ın (s.a.s.) onlar arasında benden başka birini daha tanıyor görmedim. (Herkes yeni baştan vaziyetini alınca)
3247] Buhârî, Rehn 1, Büyû 14; Tirmizî, Büyû 7, h. no: 1215; Nesâî, Büyû 50, hadis no: 7, 288
3248] Tirmizî, Zühd, hadis no: 2353
3249] Tirmizî, Zühd 37, hadis no: 2354
3250] Beşyüz yılın Allah indindeki yarım gün etmesi, Allah'ın indindeki bir gün, dünya ölçülerindeki bin yıla tekabül etmesindendir. Zîra âyette şöyle denmiştir: "Rabbinin katında bir gün, saydıklarınızdan bin yıl gibidir." -22/Hacc, 47-
3251] Müslim, Zühd 37, hadis no: 2979
3252] 18/Kehf, 28
- 702 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Rasûlullah şu müjdeyi verdi: "Ey yoksul muhâcirler, size müjdeler olsun! Size Kıyamet günündeki tam nûru müjde ediyorum. Sizler cennete, insanların zenginlerinden yarım gün önce gireceksiniz. Bu yarım gün, (dünya günleriyle) beşyüz yıl eder." 3253
"(Mirâc sırasında) cennetin kapısında durup içeri baktım. Oraya girenlerin büyük çoğunluğunun miskinler (yoksullar) olduğunu gördüm. Dünyadaki imkân sâhiplerinin cehennemlikleri ateşe gitmeye emrolunmuşlardı, geri kalanlar da mahpus idiler..." 3254
"Bana zayıflarınızı arayın. Zîra sizler, zayıflarınız (onların duâları, tevekkül ve sabırları) sebebiyle yardıma ve rızka mazhar kılınıyorsunuz." 3255
"Kuvvetli mü'min Allah'a zayıf mü'minden daha hayırlı ve daha sevgilidir, ancak herbirinde hayır vardır." 3256
"Allah hiçbir peygamber göndermedi ki, koyun çobanlığı yapmamış olsun." "Sen de mi, Ey Allah'ın Rasûlü?" diye sordular. "Evet, ben de bir miktar kırat mukabili Mekke ehline koyun güttüm." 3257 3258
Abdullah İbnu Muğaffel (r.a.) anlatıyor: "Bir adam gelerek "Ey Allah'ın Resûlü! Ben seni seviyorum" dedi. Rasûlullah: "Ne söylediğine dikkat et!" diye cevap verdi. Adam: "Vallâhi ben seni seviyorum!" deyip, bunu üç kere tekrar etti. Rasûlullah (s.a.s.) bunun üzerine adama: "Eğer beni seviyorsan, fakirlik için bir zırh hazırla. Çünkü beni sevene fakirlik, hedefine koşan selden daha sür'atli gelir." 3259
Ali bin Ebî Tâlib (r.a.) buyurdu ki: “Dünya arkasını dönmüş gidiyor, âhiret ise yönelmiş geliyor. Bunlardan her ikisinin de kendine has evlâtları var. Siz âhiretin evlâtları olun. Sakın dünyanın çocukları olmayın. Zira bugün amel var hesap yok; yarın ise hesap var amel yok.” 3260
İbn Ömer (r.a.): “Akşama erdinmi sabahı bekleme, sabaha erdinmi akşamı bekleme. Sağlıklı olduğun sırada hastalık halin için hazırlık yap. Hayatta iken de ölüm için hazırlık yap.” 3261
Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: "Biz Rasûlullah (s.a.s.) ile birlikte otururken uzaktan Mus'ab İbn Umeyr (r.a.) göründü, bize doğru geliyordu. Üzerinde deri parçası ile yamanmış bir bürdesi vardı. Rasûlullah (s.a.s.) onu görünce, (Mekke'de iken giyim kuşam yönünden yaşadığı) bolluğu düşünerek ağladı. Sonra şunu söyledi: "Gün gelip, sizden biri, sabah bir elbise, akşam bir başka elbise giyse ve önüne yemek tabakalarının biri getirilip diğeri kaldırılsa ve evlerinizi de (halılar ve kilimler ile) Kâ'be gibi örtseniz o zamanda nasıl olursunuz?" "O gün, dediler, biz bugünümüzden çok daha
3253] Ebû Dâvud, İlim 13, hadis no: 3666; Tirmizî, Zühd 37, hadis no: 2352
3254] Buhârî, Rikâk 51; Müslim, Zühd 93, hadis no: 2736
3255] Ebû Dâvud, Cihâd 77, hadis no: 2594; Tirmizî, Cihâd 24, h. no: 1702; Nesâî, Cihâd 43, -6, 45,46-
3256] Müslim
3257] Buhârî, İcâre 2; Muvattâ, 18 -2, 971-; İbn Mâce, Ticârât 5, hadis no: 2149
3258] Nesâî'nin bir rivâyetinde şöyle denir: "Koyun sahipleri ile deve sahipleri övünmüşlerdi. Rasûlullah (s.a.s.): "Hz. Mûsâ koyun çobanı olduğu halde pegamber oldu. Hz. Dâvud koyun çobanı olduğu halde peygamber oldu. Ben de ehlimin koyunlarını Ciyâd'da güderken peygamber oldum" dedi.
3259] Tirmizî, Zühd 36, hadis no: 2351
3260] Buhârî, Rikak 4; Hz. Ali’ye atfedilen bu söz, merfû hadis olarak da rivâyet edilmiştir.
3261] Buhârî, Rikak 2; Tirmizî, Zühd 25, hadis no: 2334
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 703 -
iyi oluruz. Çünkü hayat külfetimiz karşılanmış olacak, biz de ibâdete daha çok vakit ayıracağız.” Buyurdu ki: "Hayır! Bilakis siz bugün o günden daha iyisinizdir." 3262
Ebû Ümâme İbn Sa'lebe el-Ensârî (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah’ın (s.a.s.) yanında dünyayı zikretmişlerdi. Buyurdular ki: "Duymuyor musunuz, işitmiyor musunuz? Mütevâzi giyinmek îmandandır, mütevâzi giyinmek imandandır!" 3263
Hz. Câbir (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah’ın (s.a.s.) yanında bir adamın çok ibâdet ettiğinden, bir diğerinin de verâ sahibi olduğundan bahsedilmişti. Efendimiz: "Verâ'ya denk olacak onunla tartılabilecek bir şey yoktur!" buyurdu." 3264
"Kişi mahzurlu olan şeyden korkarak mahzursuz olanı terketmedikçe gerçek takvâya ulaşamaz." 3265
Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: "Evimden soğuk bir günde çıktım. Çok açtım, (yiyecek) bir şey arıyordum. Bir yahudîye rastladım, bahçesinde çıkrıkla sulama yapıyordu. Duvardaki bir açıklıktan adama baktım. "Ne istiyorsun ey bedevi, kovasını bir hurmaya bana su çeker misin?" dedi. Ben de: "Evet! ama kapıyı aç da gireyim!" dedim. Adam kapıyı açtı, ben girdim, bir kova verdi. Su çekmeye başladım. Her kovada bir hurma verdi. İki avucum hurma ile dolunca kovayı bıraktım ve bu bana yeter deyip hurmaları yedim, sudan içip sonra mescide geldim." 3266
Fudâle İbn Ubeyd (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) halka namaz kıldırırken, bazı kimseler açlık sebebiyle kıyam sırasında yere yıkılırlardı. Bunlar Ashâb-ı Suffe idi. (Medîne'de misâfireten bulunan) bedevîler, bunlara delirmiş derlerdi. Efendimiz namazdan çıkınca yanlarına uğrar ve: "Eğer (bu çektiğiniz sıkıntı sebebiyle) Allah indinde elde ettiğiniz mükâfatı bilseydiniz, fakirlik ve ihtiyaç yönüyle daha da artmayı dilerdiniz" derdi." 3267
"Sizden kim nefsinden emin, bedeni sıhhatli ve günlük yiyeceği de mevcut ise sanki dünyalar onun olmuştur." 3268.
"İslâm hidâyeti nasip edilen ve yeterli miktarda maişeti olup, buna kanaat edene ne mutlu!" 3269
Ebû Saîdi'l-Hudrî (r.a.) anlatıyor: "Ensâr (r.a.)'dan bazı kimseler, Rasûlullah (s.a.s.)'dan bir şeyler talep ettiler. Peygamberimiz de istediklerini verdi. Sonra tekrar istediler, o yine istediklerini verdi. Sonra yine istediler, o isteklerini yine verdi. Yanında mevcut olan şey bitmişti; şöyle buyurdular: "Yanımda bir mal olsa, bunu sizden ayrı olarak (kendim için) biriktirecek değilim. Kim iffetli davranır (istemez)se, Allah onu iffetli kılar. Kim istiğnâ gösterirse Allah da onu zengin kılar. Kim sabırlı davranırsa Allah ona sabır verir. Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ihsanda bulunulmamıştır." 3270 Rezin rahimehullah şu ziyâdede bulunmuştur: "İslâm'a girip,
3262] Tirmizî, Kıyâmet 36, hadis no: 2478
3263] Ebû Dâvud, Tereccül 1, hadis no: 4161; İbn Mâce, Zühd 22, h. no: 4118
3264] Tirmizî, Kıyâmet 61, hadis no: 2521; Verâ: Haramlardan, harama benzeyen şeylerden, şüpheli şeylerden kaçınmak mânâsına gelir.
3265] Tirmizî, Kıyâmet 20, hadis no: 2453
3266] Tirmizî, Kıyâmet 35, hadis no: 2475
3267] Tirmizî, Zühd 39, hadis no: 2369
3268] Tirmizî, Zühd 34, h. no: 2347; İbn Mâce, Zühd 9, h. no: 4141
3269] Tirmizî, Zühd 35, hadis no: 2350
3270] Buhârî, Zekât 50, Rikak 20; Müslim, Zekât 124, hadis no: 1053; Muvattâ, Sadaka 7 -2, 997-;
- 704 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yeterli miktarla rızıklandırılan ve verdiği bu miktara Allah'ın kanaat etmeyi nasip ettiği kimse kurtuluşa ermiştir."
"Ey Âdemoğlu! Eğer fazla malını Allah yolunda harcarsan bu senin için daha hayırlıdır. Kendine saklarsan senin için zararlıdır. Kefâf (yeterli miktar) sebebiyle levm edilmez, kınanmazsın. (Harcamaya), bakımları üzerinde olanlardan başla. Üstteki el (yani veren), alttaki elden (yani alandan) daha hayırlıdır." 3271.
"Siz Allah'a hakkıyla tevekkül edebilseydiniz, sizleri de, kuşları rızıklandırdığı gibi rızıklandırırdı: Sabahleyin aç çıkar, akşama tok dönerdiniz." 3272
"Sizden biri dilenmeye devam ettiği takdirde yüzünde bir parça et kalmamış halde Allah'a kavuşur." 3273
"İstemeler bir nevi cırmalamalardır. Kişi onlarla yüzünü tırmalamış olur. Öyle ise, dileyen (hayâsını koruyup) yüzsuyunu devam ettirsin, dileyen de bunu terketsin. Şu var ki, kişi, zarûrî olan (şeyleri) iktidar sahibinden istemelidir." 3274
"Bir adam Rasûlullah (s.a.s.)'dan bir şeyler istedi. Peygamberimiz de verdi. Adam dönmek üzere ayağını kapının eşiğine basar basmaz, Rasûlullah: "Dilenmede olan (kötülükleri) bilseydiniz kimse kimseye bir şey istemek için asla gitmezdi!" buyurdu." 3275
"Kişinin iplerini alıp dağa gitmesi, oradan sırtında bir deste odun getirip satması, onun için, insanlara gidip dilenmesinden daha hayırlıdır. İnsanlar istediğini verseler de vermeseler de." 3276
Sevban (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) (bir gün): "Cenneti garanti etmem mukabilinde, insanlardan hiçbir şey istememeyi kim garanti edecek?" buyurdular. Sevban (r.a.) atılıp: "Ben, (Ey Allah'ın Resulü!)" dedi. Sevban (bundan böyle) hiç kimseden bir şey istemezdi." 3277
"İstemede ısrar etmeyin. Vallahi, kim benden bir şey ister, ben ona vermek arzu etmediğim halde, ısrarı (sebebiyle) bir şey kopartırsa, verdiğim o şeyin bereketini görmez." 3278
İbnu'l-Firâsî'nin anlattığına göre, babası: "Ey Allah'ın Rasûlü! (İhtiyacımı başkasından) isteyeyim mi?" diye sormuş, Rasûlullah (s.a.s.) da: "Hayır, isteme! Ancak istemek zorunda kalmışsan, bâri sâlihlerden iste!" buyurmuşlardır. 3279
"Kim, kendisini müstağni kılacak miktarda malı olduğu halde isterse (dilenirse), kıyâmet günü, istediği şey suratında bir tırmalama veya soyulma ya da ısırma yarası olarak gelir!" Yanında bulunanlar: "Kişiyi müstağnî kılan (miktar) nedir?" diye sordular. "Kırk dirhem altın veya o kıymette bir başka şey!" buyurdu." 3280Ebû Dâvud, Zekât 28, h. no: 1644; Tirmizî, Birr 77, h. no: 2025; Nesâî, Zekât 85, -5, 95-
3271] Müslim, Zekât 97, hadis no: 1036; Tirmizî, Zühd 32, h. no: 2344
3272] Tirmizî, Zühd 33, hadis no: 2345
3273] Buhârî, Zekât 52; Müslim, Zekât 103, hadis no: 1040; Nesâî, Zekât 83 -5, 94-
3274] Ebû Dâvud, Zekât 26, hadis no: 1639; Tirmizî, Zekât 38, h. no: 681; Nesâî, Zekât 92 -5, 100-
3275] Nesâî, Zekât 83 -5, 94, 95-
3276] Buhârî, Zekât 50, Büyû' 15
3277] Ebû Dâvud, Zekât 27, hadis no: 1643; Nesâî, Zekât 86, -5, 96-
3278] Müslim, Zekât 99, hadis no: 1038; Nesâî, Zekât 88 -5, 97, 98-
3279] Ebû Dâvud, Zekât 28, hadis no: 1646; Nesâî, Zekât 84, -5, 95-
3280] Ebû Dâvud, Zekât 23, hadis no: 1626; Tirmizî, Zekât 22, h. no: 650; Nesâî, Zekât 87, -5, 97-;
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 705 -
"Kim (malını artırmak için) insanlardan dilenirse, o mutlak sûrette ateş talep etmiş olur. Öyleyse ister azla yetinsin, isterse çoğaltmayı istesin (artık kendisi bilir)!" 3281
Kabisa İbn Muharik (r.a.) anlatıyor: "Sulh için diyet (hamâle) ödemeyi kabullenmiştim. Bu hususta yardım istemek için Rasûlullah (s.a.s.)'ı aradım ve karşılaştık. (Meseleyi açınca): "Bekle, bize sadaka malı gelecek. O zaman ondan sana da verilmesini emrederim" buyurdular. Sonra da: "Ey Kabisa! İstemek, üç kişi dışında hiç kimseye helâl olmaz: Sulh diyeti (hamâle) kabullenen kimse. Buna, gereken miktarı buluncaya kadar, istemesi helâldir. Ama o miktara ulaşınca, artık istemez. Âfete uğrayıp malını kaybeden kimse. Buna da maişetini temin edecek miktarı elde edinceye kadar istemesi helâldir. Fakirliğe uğrayan adam. Eğer kavminden üç kişi, 'Falancaya fakirlik isâbet etti' diye ittifak ederlerse, geçimine yetecek miktarı elde edinceye kadar istemesi helâldir. Bunlar dışında istemek, ey Kabisa haramdır." 3282
Enes (r.a.) anlatıyor: "Ensârî bir zat gelip Rasûlullah (s.a.s.)'dan bir şeyler istemişti. "Evinde hiçbir şey yok mu?" buyurdular. Adam: "Evet, dedi. Bir çulumuz var. Bir kısmıyla örtünüp, bir kısmını da yaygı olarak yere seriyoruz! Bir de su içtiğimiz kabımız var." "Onları bana getir!" diye emrettiler. Adam gidip getirdi. Peygamberimiz eşyaları eline alıp: "Şunları satın alacak yok mu?" buyurdular. Bir adam: "Ben bir dirheme satın alıyorum" dedi. Rasulullah: "Bir dirhemden fazla veren yok mu?" dedi ve iki üç sefer tekrarladı (açık artırmaya çıkardı). Orada bulunan bir adam: "Ben onlara iki dirhem veriyorum" dedi. Rasûlullah eşyaları ona sattı. İki dirhemi alıp Ensârîye verdi ve: "Bunun biriyle ailen için yiyecek al, ailene ver. Diğeriyle de bir balta al bana getir!" buyurdular. Adam gidip bir balta alıp getirdi. Rasûlullah, ona eliyle bir sap geçirdi. Sonra: "Git, odun topla, sat ve on beş gün bana gözükme!" buyurdu. Adam aynen böyle yaptı, sonra yanına geldi. Bu esnâda on dirhem kazanmış, bunun bir kısmıyla giyecek, bir kısmıyla da yiyecek satın almıştı. Rasûlullah: "Bak, bu senin için, kıyâmet günü alnında dilenme lekesiyle gelmenden daha hayırlıdır!" buyurdu ve sözlerine şöyle devam etti: "Dilenmek, sersefil, fakirliğe düşmüş veya rüsvay edici borca batmış ya da elem verici kana bulaşmış insanlar dışında, kimseye câiz değildir." 3283
Habeşî İbn Cünâde es-Selûlî (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) Arafat'ta vakfede iken bir bedevî gelerek ridâsının bir ucundan tutup, ondan bunu istedi. Peygamberimiz de ridâsını ona verdi. Adam ridâyı beraberinde alıp gitti. Tam o sırada dilenmek haram kılındı. Bunun üzerine Rasûlullah: "Sadaka zengine helâl değildir; sağlığı yerinde güç kuvvet sahibine de helâl değildir. O, sersefil edici, fakre düşen, haysiyeti kırıcı borca giren, eleme boğan kana bulaşan kimseler dışında hiç kimseye helâl değildir. Öyleyse, kim malını artırmak için insanlara el açarsa, bu, kıyâmet günü suratında cırmalama yaralarına ve cehennemde yiyeceği kızgın taşlara dönüşür. Öyleyse (buyursun) dileyen azla yetinsin, dileyen de çoğaltmaya çalışsın." 3284. Rezin merhum şu ziyâdede bulunmuştur: "Ben, bir adama ihsanda bulunurum. Adam da onu koltuğunun altına koyarak alıp gider veya yiyip midesine indirir. Hâlbuki bu, (eğer lâyık değilse) İbn Mâce, Zekât 26, hadis no: 1840
3281] Müslim, Zekât 105, hadis no: 1041
3282] Müslim, Zekât 109, hadis no: 1044; Ebû Dâvud, Zekât 26, hadis no: 1640; Nesâî, Zekât 86, -5, 96, 97-
3283] Ebû Dâvud, Zekât 26, hadis no: 1641; Tirmizî, Büyû' 10, hadis no: 1218; İbn Mâce, Ticârât 25, hadis no: 2198
3284] Tirmizî, Zekât 23, hadis no: 653
- 706 -
KUR’AN KAVRAMLARI
o adam için ateşten başka bir şey değildir." Rasûlullah'ın bu sözü üzerine Hz. Ömer (r.a.): "Ey Allah'ın Rasûlü! Öyleyse ateş olan bir şeyi niye veriyorsunuz?" diye sordu. Rasûlullah: "Allah benim cimri olmamı kabul etmedi, insanlar da benden istememeyi kabul etmedi!" cevabını verdi. Orada bulunanlar: "Dilenmeyi haram kılan zenginlik nedir?" diye sordular. Peygamberimiz: "Sabah veya akşam yetecek kadar yiyecektir!" buyurdular." 3285
"Kim kendisine gelen bir fakirliği hemen halka intikal ettirirse (yani onlara açarak dilenmeye kalkarsa), onun fakirliğinin önüne geçilmez. Kime de fakirlik gelir, o da bunu (sadece) Allah'a açarsa, Allah ona er veya geç rızkıyla imdat eder." 3286
Abdullah İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: "(Babası) Ömer İbnu'l-Hattab (r.a.) dedi ki: "Rasûlullah (s.a.s.), (zaman zaman) bana ihsanda bulunuyordu. (Her seferinde ben): "(Ey Allah'ın Rasûlü!) bunu, buna benden daha muhtaç olan birine verseniz!" diyordum. Rasûlullah da: "Al bunu! Bu maldan, sen istemediğin ve gelmesini bekler durumda olmadığın halde gelen bir şey olursa onu al ve temellük et (yani kendi malın kıl, malın olduktan sonra) dilersen ye, dilersen sadaka olarak bağışla. (Bu vasıfta) olmayan mala nefsini bağlama!" buyurdular. (Hadisi İbn Ömer'den rivâyet eden) Sâlim der ki: "Bu (hadis) sebebiyle Abdullah, kimseden bir şey istemezdi, (kendiliğinden) gelen bir şey olursa onu da reddetmezdi." 3287
Abdullah İbn Amr es-Sa'di'nin anlattığına göre, "kendisi, hilâfeti sırasında Hz. Ömer'in yanına geldi. Hz. Ömer kendisine: "Bana haber verildiğine göre, sen Müslümanların işlerinden bir kısmını üzerine almışsın ve sana maaş verilince almaktan kaçınmışsın (doğru mu)?" diye sordu. Ben de: "Evet!" dedim. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Bundan maksadın ne?" dedi. Ben de: "Benim atlarım var, kölelerim var (halim vaktim iyidir), hayır üzereyim. Ben maaşımın Müslümanlara sadaka olmasını istiyorum" dedim. Hz. Ömer: "Hayır! Böyle yapma! Çünkü (bir ara ben de senin gibi düşünmüş), senin arzu ettiğin şeyi arzu etmiştim. Rasûlullah (s.a.s.) bana ihsanda bulunuyordu. Ben de: "Bu parayı ona benden daha çok muhtaç olan birine ver!" diyordum. Hatta bir seferinde (Peygamberimiz) yine bana mal vermişti. Ben yine: "Bunu, onu benden daha çok muhtaç olan kimseye ver!" demiştim. Rasûlullah: "Onu al, kendi malın yap, sonra tasadduk et! Bu maldan, sen talep etmeden, bekler vaziyeti almadan, gelen olursa onu al. Böyle olmayana gönlünü bağlama!" buyurdular." 3288
Amr İbnu Tağlib anlatıyor: "Rasûlullah’a (s.a.s.) bir mal -veya bir şey- getirilmişti. Hemen onu taksim edip dağıttı. (Ancak, bunu yaparken) bir kısmına verdi, bir kısmına vermedi. Kendilerine verilmemiş olan kimselerin, sonradan hakkında dedikodu yaptıkları kulağına geldi. Bunun üzerine, (uygun bir fırsatta, halka hitap etmek üzere doğruldu). Allah'a hamd ve senâ ettikten sonra: "Sadede gelince; vallahi ben, birine verip diğerine vermediğim olur (bu doğrudur, ancak) vermediğim, nazarımda, verdiğimden daha çok sevgiye mazhardır. Ben bir kısım insanlara, kalplerinde gördüğüm sabırsızlık ve hırs sebebiyle veririm; bir kısmını da, Allah Teâlâ'nın kalplerine koymuş bulunduğu zenginlik ve hayra havâle eder (ve onlara bir şey vermem). İşte bunlardan biri Amr İbnu Tağlib'dir!" buyurdular. Amr devamla der ki: "Vallahi,
3285] Kütüb-i Sitte, c. 14, s. 66
3286] Tirmizî, Zühd 18, hadis no: 2327; Ebû Dâvud, Zekât 28, hadis no: 1645
3287] Buhârî, Ahkâm 17, Zekât 51; Müslim, Zekât 110, hadis no: 1045; Nesâî, Zekât 94, -5, 105-
3288] Buhârî, Ahkâm 17; Müslim, Zekat 111, hadis no: 1045; Nesâî, Zekât 94, -5, 103-
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 707 -
Rasûlullah’ın (s.a.s.) (hakkımda telaffuz buyurduğu) bu kelâmına bedel kırmızı develerim olsaydı bu kadar sevinmezdim." 3289
Ebû Eyyub (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah’a (s.a.s.) bir adam gelerek: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Bana (dini) öğret, fakat çok özlü olsun!’ dedi. Rasûlullah şöyle buyurdu: “Namaza kalktığın vakit (dünyaya) vedâ edenin (namazı gibi) namaz kıl. Sonradan (pişman olup) özür dileyeceğin sözü söyleme. İnsanların elinde bulunan (dünyalık şeylerden) ümidini kesmeye azmet.” 3290
“Malı şöyle, şöyle, şöyle ve şöyle dağıtanlar hâriç dünyalığı çok kazananlara yazıklar olsun!” “Şöyle” kelimesini Rasûlullah dört kere tekrar etti. Bunlarla “sağından, solundan, önünden ve arkasından (hayır için harcayanlar” demek istedi). 3291
“Âdemoğlu, ‘malım, malım’ diyor. Ey Âdemoğlu, senin yiyip tükettiğin, giyip eskittiğin, yahut tasadduk edip (sevabını) defterine geçirdiğinden başka senin malın mı var?!” 3292
“Kim gam ve tasalarını bire indirir ve sadece âhiret tasasına gönlünde yer verirse, onun dünyevî gamlarını Allah izâle eder. Kim de gam ve tasalarını dünya ahvâline dağıtacak olursa, Allah onun, vâdilerden hangisinde helâk olacağına aldırış etmez.” 3293
Muhârik anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.)'a bir adam gelerek: "Ey Allah'ın Rasûlü! Bir adam gelip malımı almaya kalkarsa (ne yapayım)?" dedi. "Ona Allah'ı hatırlat!" cevabını verdi. Adam tekrar: "Hatırlamazsa (ne yapayım)?" dedi. Peygamberimiz: "Etrafındaki Müslümanlardan yardım talep et!" buyurdu. Adam: "Etrafımda hiç Müslüman yoksa ne yapayım?" dedi."Öyleyse sultandan yardım iste!" buyurdu. Adam: "Sultan benden uzaksa?" dedi. Rasûlullah: "Bir âhiret şehidi oluncaya veya malını koruyuncaya kadar malın için mücâdele et!" buyurdular."3294 Nesâî'nin bir başka rivayetinde, soru sahibinin: "Allah'ı hatırlamaz (yani Allah'ı hatırlatmamla hırsızlıktan vazgeçip çekip gitmez) ise?" şeklindeki sorusunu üç kere tekrar eder. Rasûlullah her üçünde de: "Allah'ı hatırlat!" diye üç kere cevap verir. Hadis: "Eğer öldürülürsen cennete gidersin, öldürürsen cehenneme gider" diye noktalanır.
Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) (bir gün) şöyle hitap ettiler: "Ey insanlar! Allah Teâlâ tayyibtir, tayyibten başka bir şey kabul etmez. Allah'ın mü'minlere emrettiği şeyler, peygambere emretmiş olduklarının aynısıdır. Nitekim Allah Teâlâ hazretleri (peygamberlere): 'Ey Peygamberler, temiz olanlardan yiyin de sâlih amel işleyin.'3295 diye emretmiş, mü'minlere de: 'Ey iman edenler, size rızık olarak verdiklerimizin temizlerinden yiyin.'3296 diye emirde bulunmuştur. Sonra seferi uzatıp, saçı başı dağınık, toz-toprak içinde kalan ve elini semâya kaldırıp: 'Ey Rabbim, ey Rabbim" diye duâ eden bir yolcuyu zikredip, dedi ki: 'Bu yolcunun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdır ve (netice itibarıyla) haramla beslenmektedir. Peki, böyle bir kimsenin duâsına nasıl icâbet edilir?" buyurdular." 3297
3289] Buhârî, Cum'a 29, Humus 19, Tevhid 49
3290] Kütüb-i Sitte, 17/579
3291] Kütüb-i Sitte, 17/571
3292] Riyâzu’s-Sâlihin, M. Emre Terc. s. 354
3293] Kütüb-i Sitte, 17/565
3294] Nesâî, Tahrim 21 -7, 113-
3295] 23/Mü'minûn, 51
3296] 2/Bakara, 172
3297] Müslim, Zekât 65, hadis no: 1015; Timizî, Tefsir Bakara, hadis no: 2992
- 708 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"Bir kısım insan vardır, Allah'ın mülkünden haksız bir sûrette mal elde etmeye girişirler. Hâlbuki bu, kıyâmet günü onlara bir ateştir, başka değil." 3298
"(Benî Âdem'den) Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yiyeceği asla yememiştir. Allah'ın peygamberi Dâvud aleyhisselâm elinin emeğini yerdi." 3299
"Öyle devir gelecek ki, insanoğlu, aldığı şeyin helâlden mi, haramdan mı olduğuna hiç aldırmayacak."3300 Rezîn şu ziyâdede bulunmuştur: "Böylelerinin hiçbir duâsı kabul edilmez."
"Muhakkak ki yediğinizin en temizi kendi kesbinizden olandır. Muhakkak ki evlâtlarınız da kendi kesbinizdendir (çalışıp kazandığınızdandır)." 3301
"Mudar kabilesine mensup olduğu zannedilen uzun boylu bir kadın ayağa kalkıp: "Ey Allah'ın Resûlü! Biz (kadın)lar babalarımız, evlâtlarımız ve kocalarımız üzerine yüküz. Onların mallarında emirleri dışında, tasarrufu bize helâl olan nedir?" diye sordu. Peygamberimiz: "Size helâl olan "taze"dir. Ondan hem yiyin, hem de hediye edin!" buyurdular." Ebû Dâvud der ki: "Tazeden maksat; ekmek, sebze ve taze meyve (gibi fazla kalınca bozulan yiyecekler)dir." 3302
Hz. Âişe (r. anhâ) anlatıyor: "Ebû Süfyan'ın karısı Hind, (Bir gün gelerek) "Ey Allah'ın Rasûlü, dedi. Ebû Süfyan cimri bir adamdır. Bana ve çocuğuma yetecek miktarda (nafaka) vermiyor. Durumu idare için, onun bilmez tarafından, almam gerekiyor! (Ne yapayım?)" Rasûlullah (s.a.s.): "Örfe göre sana ve çocuğuna kifâyet edecek miktarda al!" buyurdular" 3303
Hz. Aişe (r. anhâ) anlatıyor: "Hz. Ebû Bekir (r.a.) halife seçildiği zaman: 'Kavmim biliyor ki, benim mesleğim ailemin nafakasını te'minden âciz değildir. Ancak şimdi Müslümanların işleriyle meşgulüm. Bu sebeple Ebû Bekir'in ailesi beytü'lmalden yiyecek, o da Müslümanlar için çalışacak' dedi." 3304
"Kim bize memur olursa, kendine bir zevce edinsin. Hizmetçisi yoksa bir de hizmetçi edinsin. Meskeni yoksa bir mesken edinsin." (Hz. Ebû Bekir (r.a.) dedi ki: "Rasûlullah’ın (s.a.s.) şöyle buyurdukları bana haber verildi:) "Kim bunun dışında bir şey edinirse, bu kimse hâindir, hırsızdır." 3305
"Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar: Su, ot ve ateş." 3306
Vedâ haccı sırasında hutbede Rasûlullah’ın (s.a.s.) şöyle söylediği rivâyet edildi: "Ey insanlar! İhsanları, onlar ihsan kaldığı müddetçe alın! Ne zaman, Kureyş saltanat kavgasına düşer ve ihsan dininizden rüşvet mukabili olursa, o zaman onu bırakın ve almayın!" 3307
3298] Buhârî, Hums 7; Tirmizî, Zühd 41, hadis no: 2375
3299] Buhârî, Büyû' 15
3300] Buhârî, Büyû' 7, 23; Nesâî, Büyû' 2, -7, 243-
3301] Ebû Dâvud, Büyû' 79; Tirmizî, Ahkâm 22, hadis no: 1358; Nesâî, Büyû' 1, -7, 249-; İbn Mâce, Ticaret 1, hadis no: 2137, 64, -2290-
3302] Ebû Dâvud, Zekât 44, hadis no: 1686
3303] Buhârî, Büyû' 95, Mezâlim 1, Nafakat 5, 9, 14, Eymân 3, Ahkâm 14, 180; Müslim, Akdiye 7, hadis no: 1714; Ebû Dâvud, Büyû' 81, hadis no: 3532; Nesâî, Kudât 30, -8, 246-
3304] Buhârî, Büyû' 15
3305] Ebû Dâvud, Harac 10, hadis no: 2945
3306] Ebû Dâvud, Büyû' 62, h. no: 3477
3307] Ebû Dâvud, Harac 17, hadis no: 2958, 2959
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 709 -
El-Misver İbn Mahreme'ye Amr İbn Avf (r.a.) şunu anlatmıştır: "Rasûlullah (s.a.s.) Ebû Ubeyde'yi Bahreyn'e, oranın cizyesini getirmek üzere yolladı. Mallarla dönünce ensâr geldiğini işitti. Sabah namazını Hz. Peygamber'le kıldılar. Namaz bitince, Resûlullah'ın etrafını sardılar. Rasûlullah (s.a.s.) tebessüm buyurdular ve: "Öyle zannediyorum, Ebû Ubeyde'nin bir şeyler getirdiğini işittiniz" dedi. Hep birlikte: "Evet!" dediler. Bunun üzerine şunları söyledi: "Öyleyse sevinin ve sizi sevindiren şeyi ümid edin. Allah'a yemin olsun, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Ben size dünyanın genişlemesinden korkuyorum. Sizden öncekilere dünya genişlemişti de hemen dünya için birbirleriyle boğuşmaya başladılar ve helâk oldular. Genişleyen dünyanın onlar gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum." 3308
"... Senin vârislerini zengin olarak bırakman, halka ihtiyaçlarını açan fakir olarak bırakmandan daha hayırlıdır. Sen azîz ve celîl olan Allah'ın rızâsını arayarak her ne harcarsan, -hatta bu, hanımının ağzına koyduğun bir lokma bile olsa-, mutlaka onun sebebiyle mükâfatlanacaksın..." 3309
“Ümmetler (uluslar), insanların birbirlerini sofraya dâvet etmeleri gibi birbirlerini sizin üzerinize dâvet edecek ve üzerinize üşüşecekler.” Birisi sordu: “Bizim azlığımızdan mı?” Rasûlulullah cevap verdi: “Hayır, aksine, siz o gün çok olacaksınız. Fakat selin sürüklediği çer çöp gibi... Allah, düşmanlarınızın kalbinden size karşı duydukları korkuyu kaldıracak ve sizin kalbinize de ‘vehn’ atacak.” Yine birisi sordu: “Ey Allah’ın Rasûlü, vehn nedir?” Cevap verdi: “Dünya sevgisi ve ölümü çirkin görmek.” 3310
"Sizden kim nefsinden emin, bedeni sıhhatli ve günlük yiyeceği de mevcut ise sanki dünyalar onun olmuştur." 3311
"Âdemoğlunun şu üç şey dışında (temel) hakkı yoktur. İkamet edeceği bir ev, avretini örteceği bir elbise, katıksız bir ekmek ve su." 3312
Açıklama: Âlimler, hadiste geçen hisâl (şey) ile kazanmak için peşinden koşması gereken temel ihtiyaçlarının kastedildiğini belirtir. Bunlar: İkamet edeceği mesken, avretini örteceği giyecek ve kuru ekmek ile sudur. Mesken ve giyeceğin de sade ve asgarî ölçüde olacağı açıktır. Çünkü gıda kuru ekmek ile ifade edilmiştir. Rasûlullah gıdayı ifade ederken kuru ekmek veya katıksız ekmek mânasına gelen cilf kelimesini kullanmakla, bu zaruri maddelerin asgarî ölçülerini ifade etmiş olmaktadır. Nitekim mesken veya ev deyince gecekondudan villaya kadar çok farklı mertebeleri var; giyecek de öyle. Şu halde hak olarak ifade edilen nisab, hayatın devamını konforsuz olarak sağlayacak asgarî miktardır.
Münavi, bazı âlimlerin şu mütâlaasını kaydeder: "Dünyadan mal edinmek maksadıyla mesken, giyecek, binecek gibi şeylerden, bu miktardan fazlasına sahip olan kimse, bu fazlalığı, ona kendisinden daha fazla muhtaç olan Allah'ın diğer kullarına karşı yasaklamış olur." el-Kâdi der ki: "Rasûlullah, hak ile Allah'ın kişiye -ahirette bir mükafaat veya suali olmadan- vermesi gereken şeyi kasteder.
3308] Buhârî, Rikâk 7, Cizye 1, Meğâzî 11; Müslim, Zühd 6, hadis no: 2961; Tirmizî, Kıyâmet 29, hadis no: 2464
3309] Buhârî, Cenâiz 37, Vesâyâ 2, 3, Fezâilu'l-Ashâb 49, Meğâzî 77, Nafakat 1, Marzâ 13, 16, 43, Ferâiz 6; Müslim, Vesâyâ 5, hadis no: 1628; Tirmizî, 6, hadis no: 95; Ebû Dâvud, Vesâyâ 2, hadis no: 2864; Nesâî, Vesâyâ 3; Muvattâ 4 -2, 763-
3310] Ebû Dâvud, Melâhim 5; Ahmed bin Hanbel, V/278
3311] Tirmizî, Zühd 34, Hadis no: 2347; İbn Mâce, Zühd 9, Hadis no: 4141
3312] Tirmizî, Zühd 30, Hadis no: 2342
- 710 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Bundan dolayı kişiye ahirette mükâfaat veya mücazaat yoktur. Çünkü bunlar, nefsin yaşayabilmek için mutlaka muhtaç olduğu şeylerdir. Bu zikredilen miktardan fazlası sorumluluğu olan nasiblerdir."
Hakkı açıklama zımnında şöyle de söylenmiştir: "Onunla, insanın müstehak olduğu şey kastedildi. Çünkü insan, o miktara muhtaçtır ve hayatının devamı ona bağlıdır. Maldan gerçek mânada kastedilen de o (hak olan) miktardır. Zemahşerî der ki: "Mesken, giyecek, yiyecek ve içecek, insana zaruri olan ana unsurlardır." 3313
"İslâm hidâyeti nasip edilen ve yeterli miktarda maişeti olup, buna kanaat edene ne mutlu!" 3314
Ebû Saidi'l-Hudrî (r.a.) anlatıyor: "Ensar)'dan bazı kimseler, Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)' dan bir şeyler talep ettiler. Aleyhissalâtu vesselâm da istediklerini verdi. Sonra tekrar istediler, o yine istediklerini verdi. Sonra yine istediler, o isteklerini yine verdi. Yanında mevcut olan şey bitmişti; şöyle buyurdular: "Yanımda bir mal olsa, bunu sizden ayrı olarak (kendim için) biriktirecek değilim. Kim iffetli davranır (istemezse), Allah onu iffetli kılar. Kim istiğna gösterirse Allah da onu gani kılar. Kim sabırlı davranırsa Allah ona sabır verir. Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ihsanda bulunulmamıştır." 3315
"Sizden biri dilenmeye devam ettiği takdirde yüzünde bir parça et kalmamış halde Allah'a kavuşur." 3316
"Dilenmede olan (kötülükleri) bilseydiniz kimse kimseye bir şey istemek için asla gitmezdi!" buyurdular." 3317
Rasûlullah (s.a.s.), seferi uzatıp saçı başı dağınık, toz toprak içinde kalan ve elini semâya kaldırıp: "Ey Rabbim, ey Rabbim" diye duâ eden bir yolcuyu zikredip dedi ki: "Bu yolcunun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdır ve (netice itibariyle) haramla beslenmektedir. Peki, böyle bir kimsenin duasına nasıl icabet edilir?" buyurdular." 3318
"Şurası muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helâller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında (haram veya helâl olduğu) şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmez. Bu durumda, kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını da tebrie etmiş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur, tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğa düşebilecek durumdadır. Haberiniz olsun, her melikin bir koruluğu vardır, Allah'ın koruluğu da haramlarıdır. Haberiniz olsun, cesette bir et parçası var ki, eğer o sağlıklı olursa cesedin tamamı sağlıklı olur, eğer o bozulursa, cesedin tamamı bozulur. Haberiniz olsun bu et parçası kalptir." 3319
"Biz kimi bir işe tayin eder, bir rızık tahsis edersek, bu tahsis edilenden maada aldığı
3313] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/44-45
3314] Tirmizî, Zühd 35, Hadis no: 2350
3315] Buhârî, Zekât 50, Rikak 20; Müslim, Zekât 124, hadis no: 1053; Muvattâ, Sadaka 7; Ebû Dâvud, Zekât 28, hadis no: 1644; Tirmizî, Birr 77, h. no: 2025; Nesâî, Zekât 85
3316] Buhârî, Zekât 52; Müslim, Zekât 103, hadis no: 1040; Nesâî, Zekât 83
3317] Nesâî, Zekât 83
3318] Müslim, Zekât 65, hadis no: 1015; Timizî, Tefsir Bakara, hadis no: 2992
3319] Buharî, İman 39, Büyû 2; Müslim, Müsâkat 107, h. no: 1599; Ebû Dâvud, Büyû 3, h. no. 3329, 3330; Tirmizî, Büyû 1, h. no: 1205; Nesâî, Büyû 2
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 711 -
gulüldür (devlet malından hırsızlıktır)." 3320
"Dünya talebinde mûtedil olun. Çünkü herkes, kendisi için yaratılmış olana müyesserdir (kazanmaya hazırlanmıştır)." 3321
"(Meşrû) Bir işten (helâl rızık) kazanan kimse o işe devam etsin." 3322
"Kimin malının yanına (gasbetmek veya çalmak için) gidilir, bu maksatla mal sahibiyle mukatele edilir ve mal sahibi öldürülürse, o kimse şehit olur." 3323
"Kimin malı zulüm yoluyla elinden alınmak istenir ve bu yolda öldürülürse, o kimse şehiddir." 3324
"Kimin emeli dünya olursa Allah onun işini aleyhine darmadağın eder, fakirliği iki gözünün arasında kılar, dünyadan eline geçen miktar da kaderinde yazılandan fazla olmaz. Kimin de kasdi ahiret olursa, Allah, onun (dağınık) işini lehinde toplar, zenginliğini kalbine koyar, dünya nimetleri ona koşarak (kendiliğinden) gelir." 3325
"Benim nazarımda en ziyade gıbta etmeye değer kimse şu evsafı taşıyan kimsedir: (Dünyevi yükü ve) hâli hafif, namazdan nasibi fazla, insanlar içinde (adem-i şöhretle) gizli kalmış ve kendisine (cemiyette) iltifat edilmemiş mü'mindir. Onun rızkı (zaruri ihtiyaçlarına) yetecek kadardı, o buna sabretti, ölümü de çabuk geldi, az miras bıraktı, kendisi için mâtem tutan kadın da az oldu." 3326
"Kıyamet günü, dünyada iken yetecek kadar rızık verilmiş olmasını temenni etmeyecek ne fakir ne de zengin olacaktır." 3327
"Başlarınız kımıldadığı müddetçe rızık hususunda yeise düşmeyin. Zira insanı annesi kıpkızıl, üzerinde hiçbir şey olmadığı halde doğurur, sonra aziz ve celil olan Allah onu her çeşit rızıkla rızıklandırır" buyurdular." 3328
"Şüphesiz, her derede, âdemoğlunun kalbinden bir parça bulunur (yani kalp her şeye karşı bir ilgi duyar). Öyleyse kimin kalbi bütün parçalara ilgi duyarsa, Allah onun hangi vadide helâk olacağına hiç aldırmaz. Kim de Allah'a tevekkül ederse, kalbinin her şeye (ilgi kurarak dağılmasını önlemek için) Allah ona yeter." 3329
Hz. Ömer (r.a.) şöyle hitap etmiştir: "Ey insanlar! Bilin ki tamahkârlık fakirliktir, yeis (tamahkâr olmamak) zenginliktir. Kişi bir şeye tamah göstermezse ondan müstağnî olur." 3330
“Cömert; Allah’a, cennete ve insanlara yakın, cehenneme uzaktır. Cimri ise; Allah’a, cennete ve insanlara uzak, cehenneme yakındır.” 3331
3320] Ebû Dâvud, Harac 10, h. no: 2943
3321] Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 17/244
3322] Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 17/245
3323] Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 17/319
3324] Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 17/320
3325] Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 17/564
3326] Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 17/566
3327] Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 17/575
3328] Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 17/578
3329] Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 17/579
3330] Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, c. 14, s. 68
3331] Tirmizî, Birr 40
- 712 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"Sadakanın en iyisi bizzat kendisinin vereceği sadakadır. Sadaka sağ iken, malınız elinizde iken, istediğiniz kimseye istediğiniz kadar verdiğinizdir. Yoksa can boğaza geldikten sonra geç kalmış olursunuz. Sizden sonrakiler istediklerini yapar." 3332
Esmâu’l-Hüsnâ’dan El-Melik, Mâlikü’l Mülk, Mâlik-i Yevmi’d-Dîn İsmi
El-Melik
Her şeyin hâkimi demektir. El-Melik; Bütün kâinatın sahibi ve mutlak sûrette hükümdarı anlamındadır.
“De ki: İnsanların Rabbine sığınırım. İnsanların melikine, insanların (gerçek) ilâhına.”3333 Allah'ın 'Melik' sıfatı O'nun var olan her şeyin sahibi olduğu anlamına gelir. Bizim gördüğümüz ve göremediğimiz varlıkların herbirinin içinde yaşadığı âlemlerin yaratıcısı ve tek sahibi O'dur. Yaşadığımız evrenin ezelî ve ebedî hükümdarı da O'dur. Tüm yıldızlar, insanlar, hayvanlar ve bitkiler, göremediğimiz âlemlerde yaşayan cinler, şeytanlar, melekler ve daha bilemediğimiz bütün varlıklar Allah'ın emri altındadır. Sayısız âlemin mülkünü elinde bulunduran ve buralarda hüküm süren olağanüstü düzenin hayat bulmasını sağlayan yalnızca âlemlerin Rabbi olan Allah'tır.
Sonsuz kudret sahibi bir Yaratıcı'ya tâbi olduğunu bilen bir insanın, kendisini başıboş görmesi mümkün değildir. Her şeyden haberdar, her şeye güç yetiren, her şeyi gören ve işiten bir Yaratıcı tarafından yaratıldığını bilen bir insan, O'na karşı sorumlu olduğunu da bilmelidir. Nitekim mü’minlerin içinde bulundukları bu düzenin tek bir sahibinin olduğunu bilmeleri, onları doğal olarak yaptıkları her işte, her şeye ve herkese hâkim olan, her dilediğini yerine getiren Allah'a yöneltir. “Hak hükümdar olan Allah yücedir. Onun vahyi sana gelip tamamlanmadan evvel, Kur'an'ı (okumada) acele etme ve de ki: ‘Rabbim, ilmimi arttır.” 3334; “Hak melik olan Allah pek yücedir, Ondan başka ilâh yoktur; Kerim olan Arş'ın Rabbidir.” 3335; “O Allah ki, O'ndan başka ilâh yoktur. Melik'tir; Kuddûs'tur; Selâm'dır; Mü'min'dir; Müheymin'dir; Aziz'dir; Cebbar'dır; Mütekebbir'dir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok yücedir.” 3336
el-Melik: Allah Teâlâ'nın güzel isimlerinden biridir; Hükümdar ve kral anlamındadır. “Me-le-ke” fiilinden gelir. Me-le-ke, mâlik ve sahip olmak demektir. Kelime, hem bir şeye sahip olmayı, hem de kuvvetli olmayı çağrıştırır. Sahip ve mâlik anlamında 'melik, mâlik, melîk' kelimeleri kullanılır. Masdarı olan mülk veya milk, üzerinde sahip ve tasarrufta bulunulan şeyi ifade ettiği gibi, tasarrufta bulunmayı da ifade eder. Bu tasarruf, hem öncelikle insanlar, hem de mallar üzerinde tasarruftur. Nitekim Allah Teâlâ için insanların meliki denirken, O'nun insanlar üzerinde mutlak tasarruf sahibi olduğu anlatılmak istenir. Fakat, şirk koşan insanlar, yeryüzünde ve dolayısıyla insanlar üzerinde tasarruf sahibi olmak ve yeryüzündeki servetleri, yani mülkü diledikleri gibi kullanmak için Allah'ın melikliğini gasbetmeğe çalıştılar. İblis de, Âdem'i önce bu noktada kandırmıştır:
3332] Buhârî, Vesâya, 14
3333] 114/Nâs, 1-3
3334] 20/Tâhâ, 114
3335] 23/Mü’minûn, 116
3336] 59/Haşr, 23
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 713 -
"Dedi: Ey Âdem! Seni sonsuzluk ağacına ve tükenmez bir mülke götüreyim mi?" 3337
Demek ki, müşrik insan Allah'ın hâkimiyeti altında değil, arzuları doğrultusunda sınırsızca yeryüzünün meliki olmak isteğindedir. Nitekim tüm diğer Fir'avnlar gibi, Hz. Mûsâ'nın Allah'ı Rabb, ilâh ve melik olarak kabul etmeğe çağırdığı Mısır Fir'avn'ı da, Mısır mülkünün kendisine âit olduğu iddiası içindeydi.3338 Melik ya da mâlik olma, mâlik olunan şey üzerinde istenildiği biçimde tasarrufta bulunmayı gerektirir. Bu anlamda, mutlak melik ancak ve ancak Allah'tır; çünkü Kur'an'da mülkün yalnızca Allah'a ait olduğu defalarca tekrarlanmaktadır. Bütün kâinat Allah'ın mülküdür ve Allah mülkünde dilediği gibi tasarruf sahibidir. Ama Allah âdil, hak ve tek ilâh olduğu için kâinatta dengesizlik ve haksızlık olmaz.
İnsan yeryüzünde halife olduğu, yani Allah’tan aldığı yetki ile yeryüzünde tasarrufta bulunacağı için, kendisine yeryüzü mülkü üzerinde izafî bir meliklik yetkisi tanınmıştır. Bu yetki, hiçbir zaman mutlak anlamda olmadığı ve insanın keyfine bırakılmadığı gibi, Allah'ın yeryüzündeki hayatının gereği olarak çeşitli biçimlerde, renklerde, yeteneklerde ve mesleklere sahip olacak şekilde yarattığı insanlar da, önce bütün olarak bu meliklik yetkisine sahiptirler. Dolayısıyla, herkesin belli bir tasarruf sahası vardır. Fakat bu tasarruf, hiçbir zaman mutlak değil, sınırlı ve Allah'ın tanıdığı alanda sadece bir emânettir. Öte yandan, tek tek insanların nasıl mülk sahibi olacaklarını ve mülklerinde nasıl tasarruf edeceklerini belirten kuralları da Allah her insana ayrı ayrı değil, insanlar arasından seçtiği elçiler vâsıtasıyla bildirmiş ve genel anlamda yeryüzündeki mülkiyetini bu elçiler aracılığıyla yürütmeği dilemiştir. Bu durum Kur'an'da şöyle açıklanır: "Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin mülkü Allah içindir." 3339; “De ki: Allah'ım, mülkün sahibi; mülkü dilediğine verir, mülkü dilediğinden alırsın." 3340
Allah, gerek meliklik, gerekse mâliklik olarak mülkü dilediğine verir, dilediğinden alır. O, yeryüzünde insanlar üzerindeki tasarrufu, yani meliklik, yöneticilik olarak mülkü, yukarıda da söylendiği gibi, elçilerine vermiştir. Aynı zamanda, mülk ile bilgi ve hikmet bir arada bulunmak durumundadır. Bunlar da en fazla Allah'ın elçilerinde mevcuttur; öyleyse ilim ve hikmet, melikliğin şartlarındandır. "(Yusuf dedi:) Rabbim, bana gerçekten mülkten verdin ve bana olayların te'vilini (yorumunu) öğrettin." 3341; "Allah ona (Dâvud'a) mülk ve hikmet verdi ve ona dilediğini öğretti." 3342
Allah, bazen elçilerini hem Rasul, hem melik kılar; Hz. Dâvud'un ve Hz. Süleyman’ın durumlarında olduğu gibi. Bazen de, peygamberin yanı sıra, başka melikler de var eder. Nitekim İsrailoğulları için aynı anda birden fazla ve birbiri peşi sıra nebîler geldiği gibi, bu peygamberlerin yanı sıra, onların emrinde melikler de bulunabiliyordu: "Mûsâ kavmine demişti ki: Ey kavmim! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; O içinizde nebîler var etti, sizi melikler yaptı."3343 Bu âyette, İsrâiloğulları'nın hizmetçi, binek ve kadın sahibi olmakla "melik" diye adlandı3337]
20/Tâhâ, 120
3338] 43/Zuhruf, 51
3339] 5/Mâide, 18
3340] 3-Âl-i İmrân, 26
3341] 12/Yusuf, 101
3342] 2/Bakara, 251
3343] 5/Mâide, 20
- 714 -
KUR’AN KAVRAMLARI
rıldıkları belirtilmişse de, İsrâiloğulları içinde nebîlerin yanı sıra, meliklerin bulunduğu da açıktır. "Nebilerine, ‘bize bir melik gönder’ dediler... Nebileri onlara, ‘Allah Tâlut'u size melik gönderdi’ dedi. ‘O bizim üzerimizde nasıl melik olabilir? Biz melikliğe ondan daha lâyığız, ona geniş mal da verilmemiştir’ dediler. (Nebileri de), ‘Allah onu sizin üzerinize seçti, onun bilgisini ve gücünü artırdı’ dedi." 3344
Buraya kadar açıkladığımız melik kelimesi, öncelikle yönetici ve tabii olarak, Allah’tan aldığı yetki ile gerek insanlar üzerinde, gerekse yeryüzünde Allah'ın var ettiği servet üzerinde tasarrufu elinde bulunduran kişi anlamında kullanılmıştır. Kur'an'da, dikkatimizi çeken bir diğer nokta, insanların mülkü olarak hemen yalnızca câriyelerin zikredilmiş olmasıdır. Yani, yalnızca câriyelere mâlik olunur, bunlar insanların mülküdür; başkalarıyla paylaşılmaz, belli ölçülerde dilenildiği biçimde kendileri üzerinde tasarrufta bulunulur. Ayrıca kölelere de memlûk denilir. Kur'an, dünya hayatının geçimliği dediği servet için "mülk" deyimini kullanmaz. Yenilen, içilen, sahip olunan, kısaca kendileriyle dünya hayatı sürdürülen şeylere çoğunlukla "mal" veya "metâ’" tâbirini kullanır.
Yukarıda belirttiğimiz gibi, Allah yeryüzündeki melikliğini, kendi seçtiği ve kendilerine ilim ve hikmet verip, te'vil öğrettiği kişiler aracılığıyla yerine getirir. Bunun dışında, bu melikliği gasbetmeye çalışanlara ve diledikleri biçimde insanlar ve yeryüzünün servetleri üzerinde tasarrufta bulunanlara da melik denilir. Kur'an, bunlara da mülkün Allah tarafından verildiğini vurgular. Ama bu Allah'ın kendi melikliği için seçtiği insanlara verdiği bir mülk verişi değil; insanlar hak ettiği için gerekli gördüğü bir mülk veriştir. İnsana belli bir irâde verildiğinden ve insan yaptıklarından sorumlu olduğundan, eylemlerinin sonucunu mutlaka görür. Temelde Allah'ın irâdesi, yeryüzünde kendi mülkünün, yani kendi melikliğinin hâkim olması şeklindedir ve bunun için dilediği insanları seçerek onlar aracılığıyla melikliğini gerçekleştirmek ister. Seçimini de hiçbir zaman insanların keyfine bırakmaz. Çünkü O mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. Ama insanlar Allah'ın irâdesi doğrultusunda değil de, kendi keyfî irâdeleri doğrultusunda gider ve Allah'ın seçtiklerinin melikliğini kabul etmezlerse, bu kez Allah başlarına hak ettikleri meliği getirir. Nitekim bu anlamda Fir'avn da, İbrâhim'le Allah hakkında çekişen ve kaynaklarda Nemrut diye geçen kişi de meliktir.
Mülkle ilgili olarak Kur'an'da geçen bir diğer önemli kelime "melekût"tur. Aslında bütün varlıklar Allah'ın "ol" emriyle meydana gelmişlerdir. Acaba Allah'ın "ol" dediği şey nedir? Allah neye "ol" demektedir? Demek ki, varlıkların gerek salt nuranî, gerekse cismî ve gerekse şeytan veya cinler gibi ateşten varlıklar olarak ortaya çıkmadan önce bir asılları, bir kökleri vardır. Bu asıllar da nurdur, ışıktır. Bu nur veya ışık Allah'ın nurundandır.
Allah ise göklerin ve yerin nûrudur. Şu halde, eşyanın hakikati denilen ve Hakk'tan kaynaklanan, Allah'ın nuruyla varlık kazanan ve ilm-i İlâhîde ezelde var olan asıllara, varlık köklerine Allah "ol" deyince varlıklar ya maddesiz nuranî varlıklar, ya güneş gibi maddî-nuranî, ya da maddî varlıklar haline gelmektedirler. İşte, varlıkların biçim giymeden âyân-ı sâbite (arketipler) olarak bulundukları durum bir âlem olarak tasavvur edilip adına "melekût âlemi" denilmiştir. Bu âleme Allah'ın dilediği kulları bakabilir ve ilme’l-yakîn halindeki imanlarını ayne’l-yakîn haline getirebilirler; gaybı şehâdete çevirebilirler. Nitekim Kur'ân-ı
3344] 2/Bakara, 246-247
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 715 -
Kerim'de, "İşte böyle, İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyoruz" 3345 buyrulmakta; müşriklerin bu âleme bakmaları ve ibret almaları, Allah'ın birliğini görmeleri çağrısında bulunulmakta ve her şeyin melekûtunun Allah'ın elinde olduğu vurgulanmaktadır.
Öte yandan "melik" kelimesinin hükümdar, yani devlet başkanı anlamında kullanılması da sözkonusudur. İslâm devletlerinin hükümdarları genellikle "melik" unvânını taşımazlardı. Kur'ân-ı Kerim'de bu kelime Allah için kullanılmadığı zamanlarda, yabancı ülkelerin hükümdarlarını ifade etmekteydi. Melik kelimesi, İslâm tarihinde ilk olarak Emevî devletinin kurucusu Muâviye tarafından kullanılmıştır. Ancak bu kelime, Asr-ı saâdetten Hulefâ-i râşidîn döneminin sonuna kadar icrâ edilen şeklin dışında, İslâm'a aykırı bir idareyi zihinlere getirdiği için Muâviye'nin bu "melik" unvânını alması iyi karşılanmamış ve hatta bazı âlimler tarafından şiddetle kınanmıştır.
İslâmiyet’in ve dolayısıyla Arap dilinin Asya'da yayılmaya başlamasıyla "melik", Farsça'daki "şah" manasında kullanılır oldu ve bir hükümdar unvânı olarak, özellikle Türk menşeli hükümdar sülâleleri tarafından kullanıldı. "Melik" kelimesi, Sâsânî hükümdarları tarafından da benimsenmişti. Daha sonra Büveyhî hükümdarı Bahâü'd-Devle, kendine Farsça'daki "şahinşah" manasında “melikül-mülûk” unvânını verdi. "Melik" kelimesi Selçuklularda, Atabeyliklerde ve Artukoğullarında da uzun süre kullanılmıştır. Osmanlılarda hükümdar için "melik" unvânının kullanıldığını gösteren kayıtlara rastlanmamıştır. 3346
Mülk ve milk masdarları, kuvvet mânâsında müşterektirler. Ancak, mülk, milki de gerektirir; dolayısıyla her melîk mâliktir; fakat her mâlik her zaman hüküm sahibi, yani melîk değildir. Mülk: İnsanlar üzerinde emir ve nehiyle tasarruftur, şuurlu varlıklar üzerinde hüküm ve hükümet etmeye mahsustur. Bundan dolayı, “insanların meliki”, fakat “eşyanın mâliki” denir.
Beşerî mânâda mülkün değeri, idare olunanlara ve idarecideki zâtî vasıflara göre büyür veya küçülür. Allah’ın mülküne ise, hiçbir hükümranlık yaklaşamaz. Zira O, bu hükümranlığa, memleketini (yarattığı tüm mülkü) ve oradaki insanlar da dâhil bütün varlıkları, yoktan var etmekle hak sahibidir. Öte yandan, bu hükümranlığın, Kendisinden alınması da sözkonusu değildir. Allah öyle bir Meliktir ki, buyurma, yok etme, öldürme, diriltme, azaplandırma, mükâfatlandırma gibi işlerde istediği gibi, ne ortağı ne Kendisini engelleyebilecek olanı olmaksızın, istediği hususta istediği gibi tasarruf eden gerçek Meliktir. Böylece, anlaşılıyor ki, O hakiki ve mutlak tek Meliktir. Beşerî hükümdarlar hakkında mülk, mecâzîdir. Allah bu durumu, hasr ifâdesiyle “lehu’l-mülk; O’nundur mülk”3347; “Ellezî bi yedihi’l-mülk; hükümranlık elinde olan”3348 gibi, birçok âyette bildirmektedir.
Dikkati çeken bir durum da, -bu gerçeğe rağmen- insanların İlâhî hükümranlığı, kendilerince bilinen hükümdarlık kavramı ile karıştırmamaları için, Allah’ın mülkünü belirten tâbirlerin mücerred olarak getirilmemesidir. Bunlar muzâf kılınmak veya tavsif edilmekle, nasıl bir mülk karşısında bulunulduğu gösterilmiştir:
3345] 6/En’âm, 75
3346] Şamil İslâm Anskilopedisi, c. 4, s. 133-134
3347] 35/Fâtır, 13
3348] 67/Mülk, 1
- 716 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Mâlik-i yevmi’d-dîn; Din gününün Mâliki/sahibi (veya Melik’i)”3349; “el-Melikü’l-Hakk; Hakiki Hükümdar”3350, “el-Melikü’l-Kuddûs; Her türlü eksiklikten münezzeh Hükümdar”3351; “Melikü’n-nâs; Bütün insanların hükümdarı”3352; “Mâlikü’l-mülk; Mülkün mutlak sahibi.” 3353 Bu son vasfın geçtiği pasajda O, ancak Ulûhiyetin sahip olabileceği birçok sıfatla (hayat vermek, öldürmek vb. nitelenmiştir. Bundan ötürü, et-Taberî: “Dünya ve âhiretin mülkü, yalnız Kendisine âit olan” diye tefsir etmiştir. Melîk ismi, yalnız bir Mekkî âyette, “Melîk Muktedir” 3354 terkibiyle gelmiştir. “Tam Kudretle Güçlü olan Hükümdar” anlamına gelen bu vasıf, özel isim durumundadır.
Mâlikü’l Mülk
Mülkün ebedî sahibi: Cenâb-ı Hakk'ın mülk üzerinde hem sahipliği, hem de hükümdarlığı vardır. Mülkünü dilediği gibi tasarruf eder ve aynı zamanda onda geçerli olan yasaları koymak sûretiyle dilediği gibi hükmetme hakkı da O'na âittir. Bu hususta hiçbir ortağı, dengi ve yardımcısı yoktur. Mülk denilince dünyası ve uhrâsı ile kâinatın tümü anlaşılır. Bizzat insan da O'nun kulu olarak, mülküne dâhildir.
Allah Teâlâ mülkün hem sâhibi, hem hükümdârıdır. Mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. Hiçbir kimsenin O'nun bu tasarrufuna itiraz ve tenkide hakkı yoktur. Dilediğine verir, dilediğinden alır. Mülkünde hiçbir ortağa ve yardımcıya ihtiyacı yoktur.
“De ki: ‘Ey mülkün sahibi Allah'ım, dilediğine mülkü verirsin ve dilediğinden mülkü çekip alırsın, dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; hayır Senin elindedir. Gerçekten Sen, her şeye güç yetirensin."3355 Şu an bulunduğunuz yerden etrafınıza baktığınızda gördüğünüz her şeyin Sahibi vardır. Oturduğunuz koltuk, Sahibinin var ettiği atomlardan oluşmaktadır. Saksıda duran çiçek, Sahibinin ona sağladığı imkânlarla (güneş, su vs.) büyümektedir. Pencereden görünen deniz ve içindeki tüm canlılar Sahipleri dilediği için orada bulunmaktadır...
Ve hatta kendi bedeniniz; o da sizden tamamen bağımsız olarak sizi var edenin kontrolündedir. Tüm uzuvlarınız, damarlarınız, sinir sisteminiz, hücrelerinizin herbiri Sahibinizin ilminin ve üstün sanatının eserleridir. Bu sayılanların hiçbir i sizin sahip olmayı düşünüp tasarladığınız, sonra da var ettiğiniz şeyler değildir.
Siz dünyaya gözünüzü açtığınızda hem kendi bedeninizdeki kusursuz sistemle, hem de içinde bulunduğunuz dünyayla ve hatta tüm evrenle karşılaştınız. Ancak bundan önce bunların hiçbir ine sahip değildiniz ve bundan sonra da kendi irâdenizle bunlara sahip olmanız mümkün değildir. Elbette bu gerçek tüm insanlar için geçerlidir. O halde her şeyin mülkü, onları Yaratana aittir; yani her şeyin yaratıcısı ve sahibi olan Allah'a...
Bu açık gerçeğe rağmen insan körleşir ve O'nun varlığını gözardı ederek elindeki her şeyin kendisine âit olduğu zannına kapılır. Tüm âcizliğine rağmen
3349] 1/Fâtiha, 4
3350] 20/Tâhâ, 114; 23/Mü’minûn, 116
3351] 59/Haşr, 23; 62/Cum’a, 1
3352] 114/Nâs, 2
3353] 3/Âl-i İmrân, 26
3354] 54/Kamer, 55
3355] 3/Âl-i İmran, 26
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 717 -
kendini üstün görme yanılgısı içinde olan insan, büyüklenir ve inkâra kalkışır. Fakat bu inkâr yalnızca kendisine zarar verir; çünkü Hz. Mûsâ'nın söylediği gibi; "Eğer siz ve yeryüzündekilerin tümü inkâr edecek olsanız bile şüphesiz Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, övülmüştür." 3356
Suad Yıldırım, bu isim hakkında şunları söyler: “Mâlikü’l-mülk: “Dünya ve âhiretin mülkü, yalnız Kendisine âit olan” demektir. Yalnız bir Medenî âyette 3357 geçer. Kur’an; sıfat, masdar ve fiil şekilleriyle hükümranlığı Allah’a tahsis etmeye büyük önem vermiştir. Başından sonuna kadar, O’nun bu vasfını hatırlatmıştır. Onun “Hükümrân” olarak tanıtılmasına bazı felsefî düşünceler bir anlam vermeyebilirse de, beşerî realitenin başka türlü olduğunu anlatmaya çalışacağız.
Hükümdar kültü, özellikle eski dünyanın hemen her tarafında rastlanan bir tezâhürdür. Anlaşılan insanlık, hükümranlıkla Ulûhiyette birbirinden ayrılmaz iki kavram bulmaktadır. Denebilir ki, hükümdarlar kendilerini halklarına kabul ettirmek için, bir İlâhî kaynağa dayanıyor göstermişlerdir. Yahut hâkim olanların, raiyyelerini kendilerinin kulları, kendilerini de onların tanrısı gibi görmek istedikleri söylenebilir. Başka şeyler de düşünülebilir. Şimdi serdedeceğimiz tarihî gerçeklere bakarak, biz daha çok, birinci ihtimalin, yani insanların tanrılıkla hükümranlığı ayrılmaz kabul etmelerinin doğru olduğunu kabul ediyoruz.
İnsan, taptığı Tanrının Hükümran olmasını, hükmünü yürütmesini beklemektedir. Kendisine hükmeden beşerî varlıkların hükümranlığına, ancak ilâhî bir esasa ve izne dayandıkları düşüncesiyle, tâbi olmak istemektedir. Eski Mısırlılar nezdinde Firavun, tanrının oğludur. Yaşadığı sürece, tanrı Horus ile eşit tutularak, tanrı sıfatıyla kendisine tapınılması gerekirdi. Çinlilere göre Tanrı “Cihan hükümdarı”dır; yerdeki kral, semâvî Hükümdar’ın temsilcisidir. Kral ancak, bu unvanla halka emretme yetkisini haklı gösterebilir. “Sümerlerde, hükümdarlık gökten iner”, kral, Tanrı Anu’dan iktidarını alır. İşte bundandır ki, yalnız hükümdar halkı temsilen Onu çağırabilir, sıradan adamlar değil. Babil ve Asur’daki siyasî rejim, daima bir teokrasidir. Bütün iktidar bir Tanrıdan veya tanrılardan gelmektedir. Orta Asya ve kuzey kutup bölgesi kavimlerinde Tanrı, “Han”, yani kâinatın Hükümdarıdır. Moğollarda da böyledir. Fakat Tanrı, âlemi doğrudan doğruya değil; yerdeki temsilcileriyle, Hanlarla idare eder. Mengü Han, Fransa kralına yolladığı mektubunda: “Ebedî Tanrının emri böyledir; Gökte bir tek ebedî Tanrı vardır, yerde de yalnız bir hüküm bulancaıktır: Tanrı’nın oğlu Cengiz Han”. Ural Altay bölgesinde, Tatarlarda Yüce Semâvî Tanrı, “Han” yani Hükümdardır. Brahmanlar, kralı takdîs ederlerdi. Hindistan’daki Semâvî Tanrı Varuna hükümdardır. Hükümdar-Tanrı’dır. Zerdüştlükteki tek Tanrı Ahura-Mazda da, “Hükümran Tanrı”dır. Bazı Afrika topluluklarında kral mukaddes veya ilâhî telâkki edilir. Yunanistan’da Zeus’da da hükümranlık vasfı vardır, krallar otoritelerini ondan alırlar. İtalya’da Jupiter, mutlak hükümdar idi. Japonya’da, Mikado güneş tanrıçasının soyundan gelmedir, hem kral, hem baş râhiptir. İlâhî nesnenin cisimleşmiş şeklidir. Bir Japon, bütün hallerde Mikado’nun (kralın) irâdesine itaat etmeye mecburdur. Mikado kültü, halen Japonya’da mevcuttur.
M.Ö. 6. yılda, yahûdiler Filistin’de Galile (el-Halil) bölgesinde Roma idaresine karşı ayaklanırlar; zira Tanrı, onların tek Hükümdarıdır. Çünkü yahûdiler, Allah’ı
3356] 14/İbrâhim, 8
3357] 3/Âl-i İmrân, 26
- 718 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kral olarak nitelerler. Kezâ yahûdiler, krallarının Tanrı ve halk tarafından seçilmesi gerektiğine inanırlardı. İsrail’de kral, ilâhî bir kuvvete sahip olup Yahova tarafından yahut Yahova’nın işaretiyle halk tarafından seçilmiştir. 3358 “İmparatora tapınma (Sezarizm), Roma devletinde bütün din mensuplarının imparatora ve yurda bağlılıklarını sağlayan bir inanma ve tapınma sistemidir. Sistem, Jül Sezar’ın ölümünden sonra kurulmuştur. İlk Hıristiyanların işkence görmeleri, bu tapınmaya katılmamaları yüzünden olmuştur. Hz. İsa, kendisini yahûdilerin kralı olarak kabul ediyordu. Onu tanrılaştıran hıristiyanlar, kendisini “insanlığın ve kâinatın hükümdarı” olarak görürler. Çokça, rûhânîleştirilen “Allah’ın melekûtu”, hıristiyanlıkta en önemli yeri işgal eder. Pater duâsında: “Melekûtun gelsin” denir. Hıristiyanlarda “Semâvî Peder”, her şeyden önce Mâlik (Kral)dır.
Dinler tarihçisi M. Eliade, dünyanın hemen her yerinde, ayrı ayrı toplulukların inandığı Yüce Varlık’ların, neticede unutulup gölgede kaldığını birçok örneklerle gösterdikten sonra, Ulûhiyette hükümrânlık kavramı hakkında diyor ki: ‘Bazı semâvî Tanrı’lar, hükümrân Tanrı olarak tecellî etmek sûretiyle, dinî aktüalitelerini korur veya güçlendirirler, Panteonda, kendi hâkimiyetlerini korumayı pek iyi başaran Tanrılar, işte onlardır (Jupiter, Zeus, T’ien). Monoteist inkılâplar da işte onları lehine olarak meydana gelmiştir: Yahova, Ahura-Mazda gibi.’
Bu dünya turundan sonra, insanın “Hükümran” olan bir Tanrı’ya ve yalnız Ona kulluk etmek üzere yaratıldığını anlamamak mümkün değildir. Mutlak ve Gerçek Hükümdarı (el-Melikü’l-Hakk) bulamayınca, uydurduğu tanrılara bu vasfı verdiği görülmektedir. Bu vasıfla tecellî etmeyen Tanrının da unutulduğu gerçeğini hatırlayacak olursak, Allah’ın Kendisini hükümranlıkla nitelemesinin hikmetini anlamamız çok kolay olacaktır.” 3359
Mâlik-i Yevmi’d-Dîn
Din gününün sahibi. “Din gününün mâlikidir.”3360 İnsanların öldükten sonra dirilecekleri, bir araya gelerek hesaplarını verip, âkıbetlerini görecekleri gün, din günüdür. O gün insanın başkalarıyla, hatta kendi annesi, babası, eşi ve çocuklarıyla bile ilgilenmeye ne hali, ne fırsatı vardır. Din gününün şiddeti ve olağanüstü korkusu, herkesi kendi derdine düşürür. Allah o diriliş gününü diğer adıyla din gününü Kuran'da şöyle tarif etmektedir: “Din gününü sana bildiren şey nedir? Ve yine din gününü sana bildiren şey nedir? Hiçbir nefsin bir başka nefse herhangi bir şeyle güç yetiremeyeceği gündür; o gün emir yalnızca Allah'ındır.” 3361
O gün dünya hayatında kişinin en çok değer verdiği ilişkiler Allah'ın azâbı karşısında paramparça olur. Artık insanlar arasındaki dünyevî yakınlıkların, soy bağlarının hiçbir anlamı kalmamıştır. Tek değer, kişinin imanıdır. Hiç kimse, kimseye yardım edemez. Ancak öyle bir irâde yardım edebilir ki cennetin sonsuz nimetlerine de, cehennemin çılgın yanan ateşine de, görevli meleklere de hâkim olsun... Bu, insanın Allah dışında yardım beklediği tüm kapılarının kapanmış olması demektir. İçinde bulunduğu bu zor durumdan onu ancak Allah kurtarabilir. O da yine Allah'ın dilemesine bağlıdır.
3358] Kur’an’da 2/Bakara, 247’de Tâlût’un, onlara Allah tarafından kral olarak gönderildiği bildirilir
3359] Suad Yıldırım, Kur’an’da Ulûhiyet, s. 130-132
3360] 1/Fâtiha, 41/Fâtiha, 4
3361] 82/İnfitâr, 17-19
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 719 -
Kişi din gününün tek sahibi olan Allah'ın huzurunda ilk yaratıldığında olduğu gibi yalnızdır. Dünyadaki yaşamı süresince her yaptığı, her düşündüğü Allah tarafından gözler önüne serilir. En ufak bir ayrıntı dahi unutulmaz. Allah azamet ve şânına yaraşır bir ortam yaratır ve yarattığı kullarından hesap sorar. Ancak, kimi dilerse rahmetiyle kurtarır. İnkârcıların kahredici bir pişmanlığa sürüklendiği bu günde mü’minler, sevinçli ve coşkuludurlar. "... O gün Allah, peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri küçük düşürmeyecektir..." 3362 Çünkü Allah, "elçilerine ve iman edenlere, hem dünya hayatında hem de şâhitlerin (şâhitlik için) duracakları gün yardım edeceğini" vaad etmiştir. İşte o günün sahibi, yalnız Allah'tır ve emir O'nundur.
İşte o, yalnızca bir tek çığlıktan ibarettir; artık kendileri (diriltilmiş olarak) bakıp duruyorlar. Derler ki: "Eyvahlar bize; bu, din günüdür. Bu, sizin yalanladığınız (mü'mini kâfirden, haklıyı haksızdan) ayırma günüdür." 3363; “O gün, yalanlayanların vay haline. Ki onlar, din gününü yalanlıyorlar. Oysa onu, 'sınır tanımaz, saldırgan', günahkâr olandan başkası yalanlamaz.” 3364
Mâlik-i yevmi’d-dîn ifâdesindeki yevm: Süresi değişik olan vakit bölümlerine ıtlak edilebilen bir zaman birimidir. Güneşin doğuşuyla batışı arasındaki vakte de “yevm” denir. Burada, birinci mânâ tercih olunmalıdır. Din: Arapçada yerine göre bir işin karşılığı, muhâsebe, hüküm, siyaset, sultan (otorite), âdet, hal, şeriat, kahr gibi anlamlara gelir. Allah’ın din gününün sahibi vasfı, “cezâ gününün mâliki” şeklinde açıklanır. Bu vasıf, herkesin yaptığının karşılığını alacağı günde, Allah’ın her şey ve herkes üzerinde tam bir hâkimiyet ve sahibiyetini ifâde eder. Bu isim, yalnız bir âyette geçer.3365 Fakat aynı mânâ, başka tarzda da ifâde olunmuştur. 3366
Bu vasıf, Allah’ın hâkimiyet ve sahibiyetinin âhirete tahsis edildiği intibaını vermektedir. Kur’ân-ı Kerim’in başka birkaç âyeti de, bu kabildendir: “Sûra üfleneceği gün, hükümranlık O’nundur.”3367; “O gün emir yalnız Allah’ındır.” 3368 gibi. Müfessirler bunu şöyle tevcih etmişlerdir:
Maksat, o günün ehemmiyetini bildirmek, o günü ta’zim etmektir.
Dünya hayatında zâhiren, hem mülk hem de mil Allah’tan başkaları için de doğrudur. Ama o gün, bunlar zâhirî bakımdan da zâil olacaklardır. Onun mâlikiyet ve melikiyeti tam bir zuhurla açığa çıkacaktır.
İlk ferdinden son ferdine varıncaya kadar, bütün insanlar o gün bir araya toplanacaktır. İnsanların İlâhî hükümranlık hakkında tek bildikleri husus vardır. Fakat o gün; bu hükümranlık, başka zamanlarda anlaşıldığından son derece fazla olarak, topyekün insanlar tarafından bir anda müşâhede olunacaktır.
Allah Teâlâ’nın hikmeti, bu dünyada sebepleri koymayı dilemiş, insanı da bu nizama uymakla yükümlü kılmıştır. Hikmet; izzet ve kudrete gâliptir. Dolayısıyla
3362] 66/Tahrîm, 8
3363] 37/Sâffât, 19-21
3364] 83/Mutaffifîn, 10-12
3365] 1/Fâtiha, 4
3366] 82/İnfitâr, 19; 6/En’âm, 73; 40/Mü’min, 16 vb.
3367] 6/En’âm, 73
3368] 82/İnfitâr, 19
- 720 -
KUR’AN KAVRAMLARI
sebepler dairesi, itikad dairesine gâliptir. Bu iki zıt kavramdan ortaya çıkan âhenk sâyesinde mü’min, bir taraftan Allah’ın izzetini unutmaktan kurtulurken, öbür taraftan yaşayış planında sebepler düzenini ihmal etmekten kurtulmaktadır. Din gününde, Allah’ın izzetini perdeleyen bu nizam kaldırılıp her şeyin mâhiyeti, içyüzüyle ortaya çıkacaktır. İtikad dairesi, sebepler dairesine gâlip geleceği, bütün hüküm ve mülkün Allah’a âit olduğu tam bir şekilde ortaya çıkacağı içindir ki, böyle bir tahsis vârid olmuştur. 3369
Mülk ve Melekût; Eşyanın İki Yüzü
Mülk: Bir şeyin (veya hâdiseni) dış yüzü, görünen ciheti demektir. Melekût ise: Bir şeyin (veya hâdisenin) iç yüzü, görünmeyen ciheti, hikmet tarafıdır. Ruhlara ve nefislere mahsus gayb âlemidir. Mülk âlemini idare eden İlâhî kanunlardır, saltanat ve rubûdiyet demektir.
Yemek yiyen adam ve otlayan koyun. İkisi de gıdalarını görür ve ağızlarına alırlar, ama biri dudaklarını yerlere sürterek, diğeri eliyle. Bu insanın şerefindendir, ama iş bu kadarla kalırsa insanın gerçek üstünlüğü tam olarak ortaya çıkmaz. Asıl fark, "mülk" dediğimiz bu görünen olayın arkasındaki melekûtiyetten, yani iç yüzden doğar. İnsan, yediği yemekteki vitaminden, kaloriden haberdar; hayvan ise ağzına ne götürdüğünün bile farkında değil. Bir İlâhî ilhamla, gıdasını tanır, o kadar. Demek ki, hayvana melekûtiyet ciheti kapalı. Eşyanın sadece dış yüzlerini görüyor, o da çok sathî olarak...
Mânevî çok rızık ve nimetler isteyen insanlığı Yaratıcımız bize ihsan ettiğinden, mülk ve melekût âlemi gibi geniş bir nimet sofrasını, akıl ve yetenek ellerimizin yetişeceği oranda bize açmıştır. Sadece mü'minlerin değil; bütün bir insanlık âleminin istifadesine sunulan maddî ve mânevî nimetler ve insanın aklını kullanarak bu nimetlerden faydalanabileceği sözkonusudur. Sıkça sele mâruz kalan bir bölgede baraj inşâ ediliyor ve ortalığı kasıp kavuran, evler yıkıp ocaklar söndüren aynı selden bu defa elektrik üretiliyor, yuvalar aydınlatılıyor. İşte bu selin mülk ciheti tahriptir, melekûtu ise ışık ve aydınlık. Bir zamanlar petrole herkes hor bakardı, bir beldede sızıntısına rastlansa hemen kapatılırdı. Adı da ona göre verilmişti: Katran. Şimdi ise o katran bütün teknolojinin vazgeçilmez temeli oldu ve ülkeler onun yüzünden savaşlara giriyorlar. Demek ki, önceki petrolün mülk cihetine bakılıyordu, tıpkı aynanın arka yüzüne bakma gibi. Şimdi ise o mülkün altındaki parlak ve kıymetli melekûta varıldı ve petrol artık başlara taç oldu. İşte insanı hayvandan ayıran en önemli özellik, akıl sahibi olması, yaşadığı mülk âleminin iç yüzünü de düşünebîlmesi, bir derece keşfedebilmesi, anlayabilmesi ve ondan istifade edebilmesi.
İnsan, bu âlemin küçük bir misâli olduğuna göre, bütün varlık âleminde hüküm süren hakikatleri küçük bir ölçüde, ama daha berrak bir şekilde insanda da okumak mümkün. İnsanın görünen kısmı mülk âleminden, görünmeyen cihetleri ise melekûtiyetten haber verir. Bir bakıma, insanın iç organları da melekûtiyetten sayılır. Bir cevizin de kabuğu mülk, içi melekûttur. Bir damla suda kaynaşan milyarlarca mikrop, bir gram toprakta oynaşan yine milyarlarca bakteri de melekûtiyetten haber verirler; su ve toprak ise mülk âlemindendir. Fakat melekûtiyet denildiği zaman, daha çok, eşyada câri olan kanunlar, bedenlerde
3369] Suad Yıldırım, Kur’an’da Ulûhiyet, s. 127-128
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 721 -
hükmeden ruhlar ve hâdiselerin iç yüzünde saklı hikmetler hatıra gelir. Madde âlemi, görünsün görünmesin, mülk olarak kabul edilir. Yerin her yanını kaplamış çekim kuvveti, semâyı hıncahınç doldurmuş melekler, karanlık dehlizleri, mağaraları yurt edinmiş cinler âlemi, her hâdisenin hıfzedildiği levh-i mahfûz, onun küçük bir misâli olan insan hâfızası, arş, âlem-i misâl bütün bunlar, hep melekûtiyet âleminden.
Her şeyin içine melekût, dışına da mülk denir. Bu itibarla insan ile kalp, birbirine hem zarf, hem mazruf olur. Çünkü insan mülk cihetiyle kalbe zarf olur. Melekût cihetiyle de mazruf olur. Mazruf, zarfa konulan şeye deniliyor. Mülk âleminde insan kalbi, bedenin içinde yer almıştır. Yani beden zarftır, kalp ise mazruftur, bedene yerleştirilmiştir. Melekût cihetinde ise kalp zarf olur, beden mazruf. İnsanın melekût ciheti mânevî kalbidir, ruhudur, aklıdır. Her canlıda olduğu gibi insanda da esas olan ruhtur, beden ise onun hizmetine verilmiş bir ordu gibi. Ruhun bir sıfatı olan hayat, bedenin içini de dışını da kaplamış. Diğer bir sıfatı: İlim. İnsan bu sıfat ile bedeni bütünüyle bilir, içine alır.
Ruhun bir özelliği; sevgi. İnsanoğlu saçını da sever, elini de; gözünü de sever, midesini de. Demek ki sevgi sıfatı bütün bunları kuşatmış, içine almış durumda. Kâinatın da melekûtiyet ciheti, yani onda hükmeden kanunlar manzûmesi her varlığı kaplamış, hükmü altına almış bulunuyor. Ve her şey melekûtiyetten idare ediliyor.
Melekûtun bir başka mânâsı da hâdiselerin bilemediğimiz hikmet yönü. Meselâ, hastalığın mülk ciheti, yani görünen veçhesi ıstıraptır, acıdır, elemdir. Melekûtiyet ciheti ise günahlara keffâret olması, insanı mânen yüceltmesi, kalbini dünyadan âhirete, halktan Hakk'a çevirmesi gibi nûrânî meyveler. Hastalığın çirkin görülen ciheti aynanın renkli yüzüne benziyor; mânevî faydaları, uhrevî meyveleri ise aynanın parlak yüzü gibi. Zâten o parlak yüzdeki güzellik de arka yüzdeki karışık renklerden, koyuluktan, siyahlıktan doğmuyor mu? İşte hastalığın bu mülk ciheti çirkin göründüğü içindir ki, mikroplar ona sebep kılınmış ve insanların şikâyetleri bunlara yönelmiştir.
Bazı olayları veya eşyayı, İlâhî kudret doğrudan yaratıyor. Zira bunların mülkleri de melekûtları da parlak ve güzel görünüyor, itirazlara, şikâyetlere konu olmuyorlar. Ama hikmetini insan aklının idrâk edemediği, görünüşte çirkin, fakat gerçekte güzel olan olaylar için sebepler yaratılıyor ve iş o sebepler eliyle icrâ ediliyor. Sebepleri takdir eden de, neticeyi yaratan da Allah; ama İlâhî hikmet birçok icraatlara sebepleri perde kılmış. Hayat gibi, hem mülk hem de melekût ciheti parlak olanlarda ise kudretin faâliyeti doğrudandır, sebepler vâsıtasıyla değil.
İnsanın mâruz kaldığı musîbetler, belâlar ve felâketlerin de kabirle başlayan ebed yolculuğunda ne büyük bir lütuf olduğu ölümden sonra anlaşılacak. Ama kâmil bir mü'min, "kaderin her şeyi güzeldir" diyerek o melekûtu bu mülk âleminde hisseder. “Ölmeden önce ölmenin”, daha doğru bir şekilde “öldükten sonra da en güzel şekilde yaşamanın” sırrına ermekle belâlarda sefâyı yakalar ve musîbetlerden kendi ebedî mutluluğu adına âzamî derecede istifâde eder. İmanın iki dünya saâdetine vesîle olmasının bir yönü de bu olsa gerek.
Güneş ve ay'ın yüzleri parlak olduğu gibi, gecenin ve bulutların da iç yüzleri
- 722 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ışıklıdır. Güzellik iki kısımda incelenir, birisi "hüsn-i bizzat", yani zâtında güzel. Diğeri ise "hüsn-i bi'l-gayr", yani neticeleri güzel. Güneş ve ay parlaktır, ışık sahibidir, yani bizzat güzeldir. Bulutlar ve gece ise ilk bakışta karanlık görünürler, ama bulutları aşarsanız güneşe varır, geceyi delerseniz gündüze kavuşursunuz. Yani bunların da içyüzleri güzeldir.
İşte bu örnek gibi, sağlık bizzat güzeldir, hastalık ise neticesi itibarıyla. Yemek bizzat güzeldir, perhiz yapmak ise neticesi itibarıyla. Gül bizzat güzeldir, gübre ise neticesi itibarıyla. Mülk ciheti çirkin zannedilen eşyanın ve olayların melekût cihetiyle güzel oldukları bu cümlede veciz bir şekilde ders verilir.
Melekûtun bir başka ciheti: Eşyanın bir sûreti, bir de hakikati var. Sûret mülk ciheti, hakikat ise melekûtiyet cihetidir. Bütün hakikatler İlâhî isimlere dayandığına göre melekûtiyet ciheti doğrudan doğruya esmâ-i İlâhiyeye bakar. İlmî bir yazının mülk ciheti harflerdir, melekûtu ise mânâsı. İşte o mânâdır ki, yazarına "âlim" dedirtir. Yani yazının melekût ciheti "âlim" ismine bakar, ona dayanır. Semâ büyük bir sayfa; her bir yıldız bir harf gibi. O sayfayı dikkatle okuyanlar "Aziz, Cebbâr, Kaadir, Kayyûm" gibi İlâhî isimlere hemen intikal ederler. Kâinat kitabını okuyup tefekkür eden ve imanını amele dökebilenlere ne mutlu! 3370
Mal Yığma
Nice insan, helâl-haram demeden mîrâsa düşkünlük yapar, yoksullara yardım etmez, malı çok sever: "Hayır, doğrusu siz yetime ikrâm etmiyorsunuz; yoksula yedirmeye önayak olmuyorsunuz; mîrâsı hırsla tutuyorsunuz. Malı pek çok seviyorsunuz." 3371 Âdiyât sûresinde de insanın mala düşkünlüğü, kınama üslûbuyla dile getirilmiştir: "Doğrusu o, malı çok sever."3372; "Dini yalanlayanı gördün mü? İşte o öksüzü iter, kakar. Yoksulu doyurmaya ön ayak olmaz."3373 Cimrilik, inkârcı kâfirin vasıfları arasında sayılmaktadır: "İnsanları diliyle çekiştiren, kaş ve göz işaretleriyle alay eden her fesad kişinin vay haline. O ki mal yığdı, onu saydı, durdu. Malının kendisini ebedî yaşatacağını sanır. Hayır, o Hutame'ye atılacaktır." 3374
"(Mal) toplayıp kasada yığanı!" 3375 âyetinde de insanın mal hırsı, mal toplayıp yığma tutkusu, kınama üslûbuyla anlatılmaktadır. Mala düşkünlük, insanın doğasında vardır. "Mal canın yongasıdır" atasözü, bu âyetlerin tefsiri gibidir. İman ile olgunlaşmayan insanlar, dünya malına düşkün olurlar. Çünkü onlar için ne varsa, hep bu dünyadadır, ötesi yoktur. Onun için malı severler, helâl-haram demeden mîrâsa konarlar, başkalarının mîrâs hakkını dahi yemek isterler.
İnsanın hep kendisini düşünmesi, mala düşkün olması çok çirkin bir şeydir. Elinde imkân varken fakiri düşünmeyen, yetime ikram etmeyen insanın Allah'tan ikram beklemeye hakkı yoktur. Allah, verdiği nimetlerle kulunu imtihan eder. Onun, Allah'ın verdiği nimetlerden, başkasına da yardım edip etmediğine bakar. İşte insan düşünmelidir ki, yoksul iken kendisi nasıl sızlanır, Allah kendisine az nimet verince nasıl gücenir, üzülürse; zenginlik zamanında ihtiyacı olanlara
3370] Alâaddin Başar, Nur'dan Kelimeler, s. 130-136
3371] 89/Fecr, 17-20
3372] 100/Âdiyât, 8
3373] 107/Mâûn, 1-3; Hâkka, 34
3374] 104/Hümeze, 1-4
3375] 70/Meâric, 18
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 723 -
yardım etmeyince o âcizler, yetimler, yoksullar da kendisine gücenirler. Malının içinde onların gözleri kalır. O halde insan, Allah'ın âciz, yoksul kullarına ikram etmeli, onları kollamalıdır ki Allah da kendisine ikram edip onu kollasın. Çünkü Allah kullarının hareketlerini gözetlemektedir. Servet, nimet ve mevki bulunca başkalarını hiç düşünmeyen, hatta onları ezen, köle gibi kullanmak isteyen insanlar, bu yüzden helâk edilmiş olan zâlim kavimler gibi davranmış olurlar. Allah'ın, o zâlimlerin üstüne şaklayan kırbacı, bir gün bunların üstüne de şaklar.
Mala değil; insana değer verilmelidir: "sabah akşam Rablerinin rızâsını isteyerek, O'na yalvaranları kovma. Onların hesabından sana bir sorumluluk, senin hesabından da onlara bir sorumluluk yok ki, onları kovup da zâlimlerden olasın!" 3376; "Nefsini sabah akşam, rızâsını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber tut (onlarla beraber bulunmaya candan sabret). Gözlerin, dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan başka yana sapmasın. Kalbini Bizi zikirden/anmaktan alıkoyduğumuz keyfine uyan ve işi, hep aşırılık olan kişiye itaat etme."3377 Bu âyetlerde, yoksul insanlarla aynı mecliste oturmaya tenezzül etmeyen ve Hz. Muhammed (s.a.s.)'in yanına gelip kendisiyle konuşmaları için fakir insanları yanından çıkarmasını öneren kibirli insanların davranışı kınanmakta, Allah Rasûlüne, Allah'ın rızâsını isteyen fakir insanları yanından kovmaması, herkesin kendi yaptığından sorumlu olduğu bildirilmekte; Allah'tan gâfil, aşırı insanların keyfine uymaması emredilmektedir. Mekke döneminde inzâl olmuş olan bu âyetler, gururlu, zengin kâfirlerin düşünce ve davranışını anlatmaktadır.
Münâfıkların mallarının ve çocuklarının çokluğuna imrenilmemelidir. Allah'ın o mal ve çocuklarla o kimselere mümkün ki, dünyada azâb edecektir. Yani çokça parası ve çocukları olanlar, mümkün ki bunlarla cehennem gibi azâb olmaktadırlar: "Onların malları da, evlâtları da seni imrendirmesin. Allah bunlarla onlara dünya hayatında azâb etmeyi ve kâfir olarak canlarının çıkmasını istiyor." 3378
Mal, aslında kötü bir şey değildir. Hz. Peygamber'in "İyi adama iyi mal, ne güzeldir!"3379 dediği rivâyet edilir. Fakat mal, çoğunlukla insanı gurura, kendini beğenmeye götürür. İşte malıyla gurura kapılan kimseler, çoğunlukla Allah ile ilgisini kesmiş gururlu, fakirleri kendilerinin kölesi sanan insanlardır. Mekke'de Allah Rasûlü'ne ilk iman edenler zayıf, ezilmiş tabaka, karşı gelenler ise zayıfları ezen şımarık, zengin tabaka idi. Medine'de de ona halk tabakası inanmış, ama genellikle mutlu azınlık grubu inanmamış, münâfıklık yapmıştır. Çünkü dinin prensiplerini, liderliklerini sürdürmelerine engel görmüşlerdir.
Her insanın böyle olduğu iddia edilemez. Kuralların istisnâları olur. Şimdi, dini sömürü âleti gören komünizm, dinlerin çıkışı sırasında peygamberlere ilk defa kimlerin inandığını görmek istemiyor. Bütün peygamberlere önce fakir halk tabakaları inanmış, şımarık zenginler onlara karşı çıkmışlardır: "Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler, içlerinden zayıf görülen mü'minlere: 'Siz, dediler, Sâlih'in, gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz? (Onlar da:) '(Evet,) Doğrusu biz onunla gönderilene inananlarız!' dediler." 3380 âyeti bu tarihî gerçeği dile getir3376]
6/En'âm, 52
3377] 18/Kehf, 28
3378] 9/Tevbe, 55
3379] Ahmed bin Hanbel, 4/197
3380] 7/A'râf, 75
- 724 -
KUR’AN KAVRAMLARI
mektedir. Demek ki din, sosyal açıdan zenginlerin sömürü âleti değil; tersine fakir halkın sömürü tabakasına karşı kurtarıcısı ve savunmacısıdır.
İslâm, servetin belli ellerde yığılmasını istememiş, halka yayılmasını emretmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanında halk tabakaları arasında sosyal denge sağlanmış, aradaki büyük farklar erimişti. Ama insan karakteri kolay değişmez. Zaman geçince insanların servet tutkusu yine üste çıkmış, yine mülkler, büyük sayıda köle ve câriye sahibi zenginler, ağalar ve ezilen geniş halk kütleleri görülmeye başlamıştır. Ne Emevî idaresini, ne Abbâsi idaresini, ne de Osmanlı idaresini, tam İslâm'ın ruhuna uygun örnek idareler olarak görmek mümkün değildir. İslâm, dengeli bir servet dağılımı istemektedir. Bu idarelerde denge mi vardı? Üç-beş zenginin köyünde ırgat olarak çalışan halk kütleleri, ya da onların zekât ve fıtrasına bakan insanlar. Ne yazık ki bunlar, bu despotluklarını sürdürebilmek için İslâm'ı da kendi servetlerine kalkan yapmasını bilmişlerdir. Muâviye'nin, denge isteyen Ebû Zerr'i Şam'dan nasıl kovduğunu biliyoruz. İhtiraslı kişilerin iş başına gelişi, İslâm'ın rûhuna uygun idarenin kurulmasına engel olmuştur. Nasıl Arap müşrik ve münâfıkları, geleneklerini inanmalarına engel, daha doğrusu yönettikleri sömürü düzenine kalkan yapmış idiyseler.
Mal, karakteri zayıf insanları çabuk bozar. Siyaset de öyledir. Ama sağlam karakter sahibi kişileri mal bozamaz. Bunların elinde mal, hayra vesîle olur. Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman, Abdurrahman ibn Avf gibi kişileri servet bozmamış; onlar, servetlerini, dâvâlarının yayılmasına vâsıta kılmışlar, Hz. Ebû Bekir, fakirlik sınırına varıncaya dek malını Allah yolunda harcamıştır. İşte bu rûhu yaşatmaya çalışan nice şuurlu müslüman da, fakir düşünceye kadar mallarını Allah yolunda infak etmeyi prensip edinmişlerdir.
Tamahkâr insanın elindeki mal ve evlât, kendisine azâptır. Çünkü öyleleri hep malın korunmasını düşünürler. Düşündükçe tamahları artar, düşmanları da çoğalır. Vicdânen rahatsız olurlar. Çünkü Allah'ın, kişiye malı ile azâb etmesi, malının kendisini huzursuz edip dertlere sokmasıdır. Evlâdıyla azâb etmesi de, evlâdının kendisine karşı gelmesiyle, çeşitli dertlere ve musîbetlere düşmesiyledir. İnsan çeşitli şekillerde evlâdından çeker.
Şimdi insan şöyle düşünmeli: Acaba sadece karnını doyurabilen orta halli bir insan mı mutludur, yoksa yüz yerde apartmanları, bahçeleri, arsaları, otomobilleri olan zengin mi? Sanıyorum orta halli, kanaatkâr insan daha mutludur. Çünkü onun taşıyacağı yükü yoktur. Ötekinin her apartmanı, her arabası, kendisine ayrı ayrı derttir, yüktür. Otomobilinin bozulması, kazâ yapması, çalınması; bahçesinin sulanmaması, ürün vermemesi; apatmanının kiracısız kalması veya kiracının kirayı ödememesi, ayrı ayrı dertlerdir. Malı, mal olarak düşünenler için bu böyledir. Ama malı Allah'ın rızâsını kazanmak için bir vâsıta, Allah'ın emâneti bilenler için mal dert olmaz. Onlar ellerinde oldukça malı Allah uğrunda harcarlar. Ellerinden çıkarsa "veren de Allah, alan da Allah" der, üzülmezler. İşte böyle "İyi insanlar için helâl mal, ne güzeldir!" Allah'ın Rasûlü şöyle buyurmuştur: "Malın içinde gerçekten senin malın olan şey, sadece yiyip tükettiğin; giyip eskittiğin; ya da sadaka verip ileriye gönderdiğindir." 3381
3381] Müslim, Zühd 3; Tirmizî, Zühd 31, Tefsir, sûre 102; Nesâî, Vesâyâ 1; Ahmed bin Hanbel, 4/24, 26; Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi, c. 13, s. 34-38
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 725 -
İslâm, mal yığmayı -ki buna "kenz" denir- hoş görmez. "Ve sana Allah yolunda ne infak edip harcayacaklarını soruyorlar. De ki: 'Af (yani ihtiyaçlarınızdan fazlasını veya helâl ve güzel olan şeyleri verin).' Allah size âyetleri böyle açıklıyor ki, düşünesiniz." 3382 Nefsinin, çoluk çocuğunun ihtiyacından fazlasını fakirlere vermeyi, Hak rızâsına harcamayı öğütler. Ancak bütün varını yoğunu harcayıp başkasına el açacak duruma düşmek de doğru değildir. Nitekim: "(Allah) Sizden (bütün) mallarınızı istemez. Eğer onları isteseydi de sizi sıkıştırsaydı, cimrilik ederdiniz ve (bu), kinlerinizi ortaya çıkarırdı (Allah'ın elçisine kin beslemeye başlardınız." 3383 âytlerinde de Allah'ın, mü'minlerden bütün mallarını vermelerini emrederek onları sıkıştırmak istemediği, çünkü böyle emrettiği takdirde nefislerin cimrilik zaafı ortaya çıkacağı belirtilmektedir. Mal, canın yongasıdır. İnsanın her şeyini harcaması kolay değildir. Ayrıca, bu durum, kişinin sıkıntıya düşmesine sebep olur. Bundan dolayı her şeyde dengeli, ölçülü davranmayı emreden İslâm, bu konuda da kolay olanı emretmekte, ihtiyaçtan fazlasını Allah için harcamayı öğütlemektedir. Peygamber (s.a.s.) de: "Yanında bir mal bulunan kimse, önce kendi nefsine harcasın, bakımı kendisine âit bulunan kimselere ve böyle böyle (derece derece akrabâya, sonra başkalarına) harcasın!" 3384
İslâm, her konuda ifrâtı ve tefrîti, yani aşırılığı ve gevşekliği hoş görmediği gibi, infak husûsunda da orta yolu izlemeyi öğütler: "Ve harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne de cimrilik ederler; harcamaları, bu ikisinin arasında dengeli olur."3385 İnfak iyidir, ama israf haramdır. Allah, Kur'an'da saçıp savurmayı yasakladığı gibi, avucu sıkı sıkıya kapayıp para yığmayı da yasaklamıştır. Kur'an, ihtiyaçtan fazla olan her şeyin verilmesini emretmiyor, tavsiye ediyor. Mü'minleri böyle gönül zenginliğine, cömertliğe, başkalarını düşünmeye teşvik ediyor. Herkes ihtiyacından fazlasını zorla değil; fakat gönül hoşluğuyla verirse ülkede fakir kalmaz, bunalımlar durulur. Gönüllerden gönüllere sevgiden köprüler kurulur.
"...Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onlara acı bir azâbı müjdele! O gün, cehennem ateşinde bunların üzeri ısıtılır; bunlarla, onların alınları, yanları ve sırtları dağlanır. 'İşte nefisleriniz için yığdıklarınız. Yığdıklarınızı tadın!' (denilir.)"3386 Altın ve gümüş, toplanıp yığılmak için değil; toplumda dağılıp iş görmek içindir. Para dolaşırsa iş yapar, çok kimsenin karnı doyar. Belli ellerde birikirse birkaç kişi doyar, büyük kesim aç kalır. Bu, Allah'ın istediği adâlete aykırıdır. İnsan ihtiyacını karşılamalı, ama fazlasını muhtaçlara vermelidir.
Mal ve paranın belli ellerde birikimini önlemek için Kur'an zekâtı, sadakayı ve humusu emretmiştir. Toprak mülkiyeti, büyük ölçüde devlete bırakılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.s.) insanlara ihtiyacından fazla nesi varsa olmayanlara vermesini emretmiş, bu sözünü o kadar tekrar etmiştir ki, dinleyen sahâbîler, hiç kimsenin, ihtiyaçtan fazla bir şey saklamaya hakkı olmadığını sanmışlardır.3387 Zekâtı verilmeyen malın, Kıyâmet gününde yılan olup sahibinin boynuna dolanacağına, ateş olup canına yapıştırılacağına dair hadisler mevcuttur. 3388
3382] 2/Bakara, 219
3383] 47/Muhammed, 36-37
3384] Ebû Dâvud, Itk 9; Nesâî, Büyû' 84; Ahmed bin Hanbel, 3/305
3385] 25/Furkan, 67
3386] 9/Tevbe, 34-35
3387] Müslim, Lukata 18; Ebû Dâvud, Zekât 3, Tefsir, sûre 3; Nesâî, Zekât
3388] Bz. Buhârî, Zekât 3, Tefsir, sûre 3; Nesâî, Zekât
- 726 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Son zikredilen âyetler3389 inzal edildiğıi zaman Allah'ın Rasûlü (s.a.s.) üç defa: "Yuh olsun altına, yuh olsun gümüşe!" buyurdu. "Yâ Rasûlallah, öyle ise hangi mala sahip olabiliriz?" dediklerinde, şöyle buyurmuştu: "Zikreden dile huşû eden kalbe, dininize yardım edecek sâliha zevceye." 3390
"Kim sarı (yani altın), beyaz (yani gümüş) bırakırsa onunla dağlanır." Bir adam öldü, gömleğinde bir dinar (altın para, sarı lira) bulundu. Peygamber (s.a.s.) ona: "Bir dağlamadır" dedi. Bir başka adam öldü, gömleğinde iki dînar bulundu. Peygamber (s.a.s.) ona: "İki dağlamadır" buyurdu. 3391
İslâm âlimlerinin genel kanaatine göre zekâtı, sadakası verilen malı biriktirmekte bir sakınca yoktur. Yalnız, kişinin sadece kendisini ve zürriyetini düşünmesi doğru değildir. Malını topluma hayırlı işlerde kullanması, yastık altında ve hele bankalarda fâiz için saklama yerine, iş sahası açıp insanlara iş imkânları sağlaması, böylece toplum yararına üretim yapması uygun olur. Yoksa, insanın ihtirası tükenmez. Kişi milyarını trilyon, trilyonunun katirliyon yapmak ister. Bu da sosyal dengeyi bozar. Sonunda toplumda sosyal patlamalara yol açar. Toplumlara dünyevî cennet vaad eden komünizm ahtapotu neredeyse bir asır insanların en basit özgürlüğünü de elinden aldı. Allah korkusundan uzak kapitalizm de insanların gönlünden merhamet ve diğergâmlık duygularını sökmektedir. Tek çare, helâl kazanıp ihtiyacından fazla olanın bir kısmını, Allah için, gönül hoşnutluğuyla başkalarına verme prensibi getirmiş olan İslâm'ın rûhuna sarılmak ve onu uygulamaktır. Böylece insan çalışır, kazanır, kendisi yer, başkalarına da yedirir. Mutluluğunu başkalarıyla paylaşır. Kendi canı kadar başkalarını da düşünür. 3392
Allah'ın bizim için seçtiği İslâm'ın yaşanmadığı, onun yerine çıkarcı insanların düzeni olan acımasız sömürücü kapitalizmin yaşandığı tüm ülkelerde olduğu gibi, Türkiye'de de servetin % 80'ine % 20'lik nüfus sahip olurken ve istedikleri gibi harcarken, % 80'lik insan nüfusu da % 20 ile yetinmeye çalışıyor. Bu olayı şair şöyle dile getirir:
"Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul;
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın, kefenimin kefili kara borsa!"
"Allah'ın, o kent halkından, Elçisine verdiği ganîmetler, Allah'a, Rasûlüne, akrabâ olanlara, yetimlere, yoksullara, yolcuya âittir. Tâ ki (o mallar), içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan dûlet olmasın." 3393 Bu âyette geçen "dûlet" kelimesi, dal'ın ötüresiyle dûlet, üstünüyle devlet okunur, ikisi de aynı anlama gelir. Bazılarına göre ikisi arasında fark vardır: Devlet; mal elde etmek, dûlet ise; savaş kazanmak anlamına gelir. Kimine göre de devlet, elde dolaşan şeyin adıdır. Dûlet ise masdardır, mal ve diğer güzel şeyi elde etmek anlamındadır. Aynı kökten müdâvele; elden
3389] 9/Tevbe sûresinin 34-35. Âyetleri
3390] Ahmed bin Hanbel, 5/366
3391] Ahmed bin Hanbel, 1/101, 137, 138, 412, 421, 457; 2/356, 429, 493
3392] S. Ateş, a.g.e., c. 11, s. 380-386
3393] 59/Haşr, 7
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 727 -
ele dolaştırmak demektir. 3394
"Tâ ki (o mallar), içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan dûlet olmasın." Hükmüyle Kur'an, gelirin hep belli ellerde toplanmasını engelliyor, onu geniş halk tabakasına yayarak sosyal adâletin temelini atmış oluyor. Bu âyet, devlet başkanına, servetin yaygınlaşması, fakirlerin de refaha kavuşturulması için meşrû tedbirler alma yetkisini vermektedir. Devlet başkanı, gerektiğinde bazı gelirleri sırf fakirlere tahsis edebilir. Hz. Ömer'in şöyle dediği rivâyet edilir: "Eğer şu işimden, yani halîfeliğimden geride bıraktığım yıllar önümde olsaydı, zenginlerin fazla mallarını alır, muhâcirlerin fakirlerine paylaştırırdım."3395 Hz. Ömer'in bu sözü, devletin, gerektiğinde fakirlerin ihtiyaçlarını gidermek üzere vergi koyabileceğini de gösterir. Asıl imana dayalı sosyal adâleti İslâm dini getirmiştir. Ama müslümanlar, onun getirdiklerinde işlerine geleni uygulamışlar, işlerine gelmeyeni bırakmışlardır.
"Ey iman edenler, mallarınızı aranızda bâtıla (doğru olmayan yollarla, haksız yere) yemeyin. Kendi rızânızla yaptığınız ticaret olursa başka. Nefislerinizi de öldürmeyin. Doğrusu Allah, size karşı çok merhametlidir."3396 Bu âyette, karşılıklı rızâya dayalı ticaretin dışında, insanların, birbirlerinin mallarını bâtıl yollarla yemeleri ve birbirlerini öldürmeleri yasaklanmaktadır. Tefecilik, kumar, rüşvet, gasb, çalma, hıyânet gibi hileli kazanç yollarının hepsi bâtıldır. Bu tür yollarla para kazanmak haramdır. Yalnız, kişinin çalışması, karşılıklı rızâya dayanan ticaret, hibe ve miras yoluyla elde ettiği mal helâldir. Ticaretin yasallığı, karşılıklı rızâya bağlıdır. Aldatma bulunan ve aldatmanın farkına varıldığı zaman taraflardan birinin râzı olmayacağı ticaret yasal değildir. “Aldatan kimse bizden değildir!”3397 Güvenilir, doğru tâcirin Kıyâmet gününde şehidlerle beraber bunacağını3398 söyleyen Hz. Peygamber (s.a.s.), yalanın insanı cehenneme sürükleyeceğini,3399 Allah nasip ettiği rızkı güzel, helâl yoldan aramayı,3400 başkasının satışına engel olmamayı,3401 hayvanların sütlerini memelerinde bekletip satmamayı,3402 gereksiz yere ticaret aracı ve komisyoncuların girmemesini emretmiş,3403 vurgunculuğu kesin şekilde yasaklamıştır. 3404
3394] 3/Âl-i İmrân, 140
3395] Taberî, Tarihu'l-Ümem ve'l-Mülûk, 4/226; et-Tefsîru'l-Hadîs 8/215
3396] 4/Nisâ, 29
3397] Müslim, İman 43, hadis no: 164; Tirmizî, Büyû’ 74; İbn Mâce, Ticârât 36
3398] İbn Mâce, Ticârât 1
3399] İbn Mâce, Mukaddime 7
3400] İbn Mâce, Ticârât 2
3401] Müslim, Büyû’ 4
3402] Müslim, Büyû’ 4
3403] Müslim, Nikâh 51; İbn Mâce, Ticârât 15
3404] İbn Mâce, Ticârât 6, 16
- 728 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Para ve Mal Kazanma Yolları; İslâm Ekonomisinin Genel Prensipleri
İslâm’a göre helâl para ve mal kazanma yolları Kur’an-ı Kerim tarafından belirlenmiştir. İslâm ekonomisinin genel ilkeleri olarak değerlendirebileceğimiz bu hususları, maddeler halinde şöyle tesbit edebiliriz:
1) Özel mülkiyet yasal, bâtıl yollarla mal kazanmak haramdır. 3405
2) Ribâ/Fâiz ve kumar yasaktır. Çünkü bunlar, başkasının malını bâtıl yolla yemektir. 3406
3) Servet belli ellerde toplanmamalı, geniş halk kitlelerine yayılmalıdır. 3407
4) Yetimlerin, aklı ermezlerin mallarını korumak için rüşde erinceye (doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırt edinceye) kadar onların, mallarında tasarruf yetkileri kısıtlanır. 3408
5) İslâm’ın başlangıcından itibaren namaz gibi zekât da farzdır.3409 Fakat Kur’an’da miktarı belirlenmemiştir. Ancak İslâm, devlet haline geldikten sonra zekâtın miktarı Peygamber tarafından belirlenmiştir. Çünkü zekât, İslâm devleti açısından vergi olduğu için devletsiz bunu toplamak zor idi. Şayet Mekke’de devlet olsaydı, zenginlerin gönül hoşluğuyla verecekleri zekât, Mekke’de de toplanır, ihtiyaç sahiplerine dağıtılırdı.
Namaz gibi temel hükümlerden olan zekât, Kur’an’da namazla birlikte anılır. Namazı kılmak, zekâtı vermek İslâm’ın ayırıcı vasfı; bunları yapmamak şirkin alâmeti sayılmıştır. Müşrik iken, halinden dönüp namaz kılmaya, zekât vermeye başlayan, müslümanların din kardeşi olur, can güvenliğine kavuşur. 3410
6) Para ve ticaret mallarında zekât miktarı: % 2,5; toprak ürünlerinde sulama sistemine göre % 10 veya % 5’tir. Hayvanlarda zekât miktarı da fıkıh kitaplarında belirtilmektedir.
7) Toplanan zekât: 9/Tevbe, 60’ıncı âyette sayılan sekiz sınıfa veya bunlardan birine dağıtılır. Bunlar: Fakirler, düşkünler, zekât toplama memurları, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlar, kölelikten (esâretten) kurtulmak isteyenler, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış gariplerdir.
8) Erkek; karısının, ergen olmayan çocuklarının, ana-babasının geçimlerini sağlamaya mecburdur. 3411
9) Hangi ulustan ve milletten olursa olsun, her insanın geçimini sağlamak, kalacak yeri bulunmayan, otel parası olmayan garipleri barındırmak devletin görevidir. Ancak, İslâm’a karşı savaşanlar, öldürülmesine hüküm verilmiş bulunanlar
3405] 2/Bakara, 267; 4/Nisâ, 29; 24/Nûr, 33; 47/Muhammed, 36-37;...
3406] 2/Bakara, 275-280); 3/Âl-i İmrân, 130
3407] 59/Haşr, 7
3408] 4/Nisâ, 6
3409] 87/A’lâ, 14; 75/Kıyâmet, 31; 51/Zâriyât, 19-20; 9/Tevbe, 60, 103
3410] 9/Tevbe, 5, 11; 74/Müddessir, 43-44; 75/Kıyâmet 31; 23/Mü’minûn, 2-4
3411] 2/Bakara, 233-236, 240, 266; 4/Nisâ, 9, 34; 17/İsrâ, 23-24; 31/Llokman, 14; 29/Ankebût, 8; 65/Talâk, 6-7
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 729 -
bu yardımı alamazlar. 3412
10) Yoksullara Allah rızâsı için yardım etmek, bazı hataların keffâreti sayılmıştır. Meselâ zıhâr keffâreti,3413 yemin keffâreti,3414 hata ile öldürme diyeti3415 gibi.
11) Farz olan zekâttan ayrı olarak nâfile sadaka teşvik edilmiştir. Allah yolunda infak, Allah yolunda cihad ile beraber anılır. Bu da cihad için infâkın, cihada eşdeğerde olduğunu gösterir. Çünkü savaş para ile sürdürülebilir. Zamanın şartlarına göre savaş araç ve gereçlerini sağlamadan savaşa girmek, peşin olarak yengilgiyi kabul etmek demektir. İlk müslümanlar, günün şartlarına göre gerekli savaş malzemesini, kendi bağışlarıyla sağlamışlardır. Böylgece mallarıyla savaşı desteklemişler, canlarıyla da savaşmışlar; mal ve canlarını Allah yolunda fedâ etmekten çekinmemişlerdir. Bundan dolayı da onlar, Allah katında en yüksek dereceye ermişlerdir. “İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanların, Allah katında dereceleri daha büyüktür. İşte kurtuluşa erenler onlardır. Rableri onlara, kendisinden bir rahmet, rızâ ve içinde sürekli kalacakları, nimeti bol cennetleri müjdeler.” 3416
12) Cimrilik edip Allah yolunda infaktan geri durmak, küfür ve nifak alâmetidir. Kritik dönemlerde bundan kaçınanların, o kritik dönemlerden sonraki harcamaları da Allah katında makbul olmaz. Malları, dünyada da, âhirette de onların başlarına dert ve belâ olur. 3417
13) Allah, kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez. Herkes gücü ölçüsünde sadaka verir. Önemli olan, verilenin miktarı değil; verildiği niyettir. İhlâs ile verilen az sadaka, riyâ ve art niyetle verilen büyük paralardan iyidir.3418 Peygamberimiz (s.a.s.): “Bir hurmanın yarısı dahi olsa verdiğiniz sadaka ile kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz!” hadisiyle, ihlâsla verilen sadakanın önemini belirtmiştir.
14) İsraf ve savurganlık kötü olduğu gibi,3419 bunların karşıtı olan “buhl” ve “şuhh” (cimrilik ve pintilik) de kötüdür.3420 Mü’min, daima orta yolu izler. 3421
15) Dünya tutkusu, mal yığma sevdâsı, gerçek dindarlıkla bağdaşmaz. “Ey iman edenler, hahamlardan ve râhiplerden birçoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah yoluna engel olurlar. Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onlara acı bir azâbı müjdele. O gün cehennem ateşinde bunların üzeri ısıtılıp (pullanır); bunlarla, onların alınları, böğürleri ve sırtları dağlanır. ‘İşte nefisleriniz için yığdıklarınız, yığdıklarınızı tadın!’ (denilir.)” 3422
Ebû Zerr-i Ğıfârî gibi bazı sahâbîler, bu âyete: “Ve sana Allah yolunda ne infak
3412] 9/Tevbe, 60; 24/Nûr, 22, 33; 59/Haşr, 7-8 ve bu konudaki hadisler ve sünnetteki uygulamalar
3413] 58/Mücâdele, 3-4
3414] 5/Mâide, 89
3415] 4/Nisâ, 92
3416] 9/Tevbe, 20-21
3417] 9/Tevbe, 53-55
3418] 9/Tevbe, 79
3419] 17/İsrâ, 26-27
3420] 17/İsrâ, 29; 59/Haşr, 9
3421] 31/Lokman, 19
3422] 9/Tevbe, 34-35
- 730 -
KUR’AN KAVRAMLARI
edeceklerini soruyorlar. De ki: ‘Af (yani, ihtiyacınızdan fazlasını veya helâl güzel olan şeyleri verin)’.”3423 âyetine dayanarak zekâtı verilmiş dahi olsa, ihtiyaçtan fazla mal biriktirmenin, haram olan “kenz/yığma” sayılacağını söylemiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) de, kimin yanında ihtiyaçtan fazla şusu busu varsa, olmayanlara vermesini emretmiş, bu sözünü o kadar tekrar etmiştir ki, dinleyen sahâbîler, hiç kimsenin, ihtiyaçtan fazla bir şey saklamaya hakkı olmadığını sanmışlardır. 3424
16) Cizye, zimmet ehlinden alınan bir baş vergisidir. Yirmi yaşında altında ve elli yaşın üstünde olanlardan bu vergi alınmaz. Cizye verenler, savaşa katılmadan devlet güvencesi altında yaşarlar. Şayet bunlar ülke savunması için müslümanlarla birlikte savaşa katılır, yani askerlik yaparlarsa cizye vermezler.
17) Süs ve güzel rızıklar helâldir. 3425 Ancak, başkalarını kıskandıracak davranışlardan imkânlar ölçüsünde kaçınmak gerekir.
18) Şükreden zengin, sabreden fakirden; veren el, alan elden daha iyidir. “Allah’ın sana verdiği mal içinde âhiret yurdunu ara, fakat dünyadan da payını unutma!” 3426 âyeti, her iki cihan için çalışmayı emrettiği gibi, “Rabbimiz, bize dünyada iyilik ver, âhirette de iyilik ver!”3427 meâlindeki duâ âyeti de insana, iki cihan için de çalışmayı telkin etmektedir. 3428
“Dünya Hayatı, Dünya Malı ve Varlığı Sizi Aldatmasın!”
“Sahip olma” duygusunun tutkuya dönüşmesine “hırs” denir. İnsanoğlunun temel zaaflarından biri olan bu duygu terbiye edilmediği zaman, insanın gözünü, gönlünü ve zihnini bürüyerek onu esir eder. Onun, aşkınla olan, öteyle olan bağlarını birer birer koparır. Para, mal, makam, şöhret gibi her tür dünyalık onun duygu ve düşünce, basar ve basiretini dünyaya bağlayarak boynunda tasmaya, bileğinde kelepçeye, ayağında prangaya dönüşür. O, artık “dünyevîleşmiş” bir tiptir.
Dünyevîleşmiş tip, hiçbir dünyalığa sahip olamaz. Çünkü tüm dünyalıklar ona çoktan sahip olmuştur. Eşyanın emrine verildiği insan, eşyanın emrine girmiştir. Dünyanın efendisi olan insan, dünyanın kulu haline gelmiştir. Bu ise, insanın insanlığına karşı yapılabilecek en büyük hakarettir. İnsanın eşyaya kul olması, kula kul olmasından daha vahim bir sapmadır. İşte bu noktada "İslâm" insanı kendi zaaflarından korumak için devreye girmektedir.
Din’in gayesi, insanın “insanlığı”nı muhâfazadır. İnsanın insanlığı ise, biyolojik varlığından çok rûhî varlığıyla kaimdir. Dolayısıyla din, insanın geçici yanından çok; kalıcı boyutunu öne çıkarır. Sözkonusu boyut, metafizik anlamda, insanın hem mâzisi, hem ebedî istikbalidir. İlâhî öğretide beden, bu muhteşem mâziyi muhteşem bir istikbale taşıyan bir binektir. Bedenle ilgili olan her şey ise “dünya” olarak adlandırılır. Din’in amacı, dünyanın, insanla ebedî istikbali arasındaki bağları koparmasına engel olmak, eğer bu bağlar kopmuşsa onları yeniden bağlamaktır. Din, dünya ile âhiret arasındaki atılan köprüleri yeniden imar eder.
3423] 2/Bakara, 219
3424] Müslim, Lukata 18; Ebû Dâvud, Zekât 32; Ahmed bin Hanbel, 3/34
3425] 7/A’râf, 31-32
3426] 28/Kasas, 77
3427] 2/Bakara, 201
3428] S. Ateş, a.g.e., c. 5, s. 419-425
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 731 -
Peygamberler ise, insana ebedî istikbalini hatırlatan uyarıcılardır.
Dünyevî belâların çoğu, uhrevî cezaların tümü, dünya-âhiret dengesini kuramamak, dünyayı âhiret için yaşayamamak ve dünya hayatını gaye edinmekten kaynaklanır. Ancak gerçek iman ve sâlih amel, insanı dünya hayatının aldatmasından koruyabilir. Âhireti tercih eden, dünyayı kaybetmez. Çünkü insana verilen hilâfet görevi, yeryüzünü imar edip nimetlerinden yararlanmayı gerektirir. Sadece dünya hayatını isteyenler, haram, zulüm ve sömürü düzenleriyle insanlığı doğru yoldan çıkarttıkları gibi, müslümanları da dünyaya uydurmak isterler. Hâlbuki âhiretten kopuk bir dünya oyun ve eğlenceden ibarettir. Bir müslüman içinse dünya, İslâm’ı yaşamak, İslâm’ı hâkim kılma mücadelesi vermek (cihad), Allah yolunda hizmet ve meşrû şekilde çalışmak (ibâdet) içindir.
Allah, merhametini göstererek ikaz etmekte, dünyanın aldatıcılığını hatırlatmaktadır: “Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Babanın evlâdı, evlâdın da babası nâmına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Allah’ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allah’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.” 3429
“Dünya”ya, ister ‘yakın hayat’, ‘âhiretin önündeki hayat’ diyelim; isterse ‘ednâ’ kökünden alarak ‘en âdi, en değersiz, en iğreti en basit hayat’ diyelim; o insana ait istekler, arzular, şehvetler, uzun emeller ve bitip tükenmek bilmeyen hayaller olduğuna göre, gönül ile Allah sevgisi ve O’na itaat arasına perde olan her şey “dünya” sayılabilir. Akıllı insan, Allah sevgisi ile gönlü arasına girerek perde ve engel olabilecek bu imtihan dünyasına dikkat etmeli, aldanmamalı; onu kulluk bilinciyle değerlendirmelidir. Esas hayat, sonsuz hayat, en hayırlı hayat; sonraki hayatımız, yani âhirettir. Dünyada ekilenin orada biçileceğine göre, bu dünya hayatını âhiret bilinciyle yaşamalı, dünyadaki görevlerimizi yaparak, orası için hazırlanmalıyız.
“Zaman sana uymazsa, sen zamana uy” sözü gibi, “...Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalış!” sözü de Kur’an ve sünnetin dünya konusundaki değerlendirme ve tavsiyelerine terstir; bunlar bazen hadis diye takdim edilmektedir, Kütüb-i Sitte’de böyle bir hadis rivâyeti yoktur. Bazı insanlar da “Allah, nimetlerini kulu üzerinde görmekten hoşlanır” şeklindeki hadis rivâyetini, kendilerini gurur ve kibire, lüks ve isrâfa yönelten haramları nimet diye takdim ederek, farkında olmadan da olsa, davranışlarıyla Allah’a ve Rasûlüne iftira atma gibi büyük bir yanlışa düşebilmektedir. Bu hadisle cimrilik, malı gerektiği şekilde kullanmama, sadece biriktirmekten hoşlanma kınanmış olmakla birlikte; nimeti Allah yolunda ve meşrû bir şekilde kullanmak tavsiye edilmiştir. Ama unutulmak istenen “nimet” tanımıdır. Esas nimet; İslâm’dır, takvâdır, yardımlaşmadır, kötü değil; iyi örnek olmadır. Allah, her şeyden önce bu nimetleri kulu üzerinde görmek ister.
Dünya bir aynadır. Aynanın rengi, büyüklüğü, çukur ve tümsekliğine, arkasındaki sırların dökülüp dökülmediğine göre şekil aldığı/yansıdığı, görüntüleri farklılaştırdığı görülür. Bir şeyin önemi, fazileti veya fenalığı, başka bir şeyle mukayese yapılarak anlaşılır. Dünya konusundaki değersizlik, kendi başına ifade edilirse yanlış olur. Dünya, Allah’ın imtihan alanı olarak yarattığı ve nice muhteşem sanatlarını sergilediği bir alan olduğu gibi; insanın da halifesi olduğu, sınav
3429] 31/Lokman, 33
- 732 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yeri olan, helâl nimetlerinden istifade edileceği, imar ederek gelişme ve kalkınmalarda bulunulacağı bir yerdir. Dolayısıyla kötü ve değersiz değildir. Ama âhiretle karşılaştırıldığında durum değişir. Âhiret devamlı ve dünyadaki eksik ve olumsuzlukların olmayacağı sonsuz bir mutluluk yeri olduğundan, âhirete göre dünya önemsizdir. Dünyayı değerlendirmede âhiret inancı temel ölçüdür. O yüzden âhirete inanmayanlar, onu başka bir şeyle karşılaştırma imkânından mahrum oldukları için veya yoklukla (ölüm, onlar için yok olmaktır) karşılaştırdıklarında câzip gelmekte ve dünyayı yalancı cennet gibi kabul etmektedirler.
Dünyanın zemmi, başlı başına bir hayır değildir. Her konuda olduğu gibi dünya konusunda da ölçü: “Allah için sevmek, Allah için buğzetmek”tir. Eline geçmediği, sahip olamadığı için dünyayı kötüleyip tahkir eden kişi, erişemediği ciğere “pis” diyen kedi gibidir. Aslında eleştirisi, sevgisinden ileri gelmektedir. Yine, dünya, eline geçtiği halde, zaman akıp gidiyor, zamanla birlikte sahip olduğu dünyalıklar da azalıyor, eriyor diye teselli bulmak için kızdığından dünyayı kötülemek, dünyaya bağlılıktan kaynaklanmaktadır. Makbul olan tahkir, Allah için, Allah sevgisinden, âhiret sevgisinden ileri gelendir. İnsanın, Allah’ın mağfiretine, muhabbet ve ibâdetine engel olduğu için, dünyanın zarûrî işlerinin, kendisini uhrevî güzelliklerden alıkoyduğu için veya cennetin güzelliklerine nisbetle dünyayı basit görmek, makbul olan bakıştır. Nasıl ki, Hz. Yusuf’la güzel/yakışıklı bir adam karşılaştırılsa, çirkin göründüğü gibi, dünyanın kıymet verilen güzellikleri de cennetin güzellikleriyle mukayese edildiğinde “hiç” hükmündedir.
Dün, en sevdiğimiz gıdaları yemiş, eğlenmiş, günümüzü zevkle geçirmiş olsaydık, bugüne kalan hiçbir şey olmayacaktı, gafletle geçirilen, dolayısıyla kaybedilen zamandan başka. Hele o zevk ve eğlenmelerde ölçüye dikkat etmediysek, bugüne ve yarına kalacak olan sadece günah yükü olacaktı. Yok, dünü zorluk ve sıkıntılarla geçirmiş isek de bugün için pek bir şey değişmeyecek, hatta bu gün daha az sıkıntı içinde isek, dünle karşılaştırdığımızda bu, mutluluk sebebi olacaktı. Ve eğer o sıkıntılar Allah için idiyse ve sabrettiysek, bugüne ve yarınlara taşınacak kalan şey, sevaplar olacaktı. Hayat, dünler, bugünler ve yarınlardan ibaret olduğuna göre; dün geçmiştir, yok hükmündedir. Yarın yaşayacağımız meçhuldür, bugünü değerlendirmek ve âhirete azık hazırlamak en akıllı yol olsa gerek. Hayat oyun ve eğelenceden ibaret. Hayat oyunu bitmek üzere, göz perdelerimizin kapanmasına kim bilir, belki fazla bir vakit kalmadı. Zevkler, sanal; hayat ise bir oyun, masal, rüya. Bir varmış bir yokmuş.
İnsanın dünyevî olarak zarûrî ihtiyacı, beslenme/gıda, giyinme/tesettür ve ev/barınmadan ibaret olduğu ve bu gereksinmelerini israfa ve lükse kaçmadan helâl yoldan temin etmesi, kalan birikimlerini infak etmesi gerektiği halde, tüketim toplumunun bir ferdi olarak insan, günümüzde ihtiyaç labirentinde yolunu şaşırmaktadır. Alınır, tüketilir, tekrar alınır, alınır... Ömür biter, alınacaklar ve ihtiyaçlar(!) bitmez. Kimi savunmacı ve uzlaşmacı insanlar öyle derler: “Batılıların sadece tekniği alınmalı, ahlâk ve kültürü alınmamalıdır.” Düşünülmez ki, teknik ve teknolojik aygıtlar, dünya görüşü ve yaşama biçimiyle birlikte gelir. Zaten bunlar, belirli bir kültürün ürünüdür ve o arka plandan koparılamaz. Sözgelimi, “buzdolabı”, kültürüyle birlikte gelmiştir. Eskiden, artan yemekler, ertesi güne saklanamayacağından bir komşuya ve özellikle fakirlere verilirdi. İnsanlar, evlerine gıda depola(ya)mazlardı. Buzdolabı, “verme”yi unutturan “egoist” kültürüyle, kullananlara sadece kendini düşündüren yaşama biçimiyle geldi. Çamaşır
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 733 -
makinesi alınca ister istemez deterjan, yumuşatıcı, kireç sökücü gibi yan ürünlere de abone olacaksınız. Çamaşır için fakir komşuyu yardıma çağırıp onun da bu bahaneyle geçimine katkıda bulunma gibi düşünceler, makine alır almaz, artık aklınızın ucundan bile geçmeyecek. Örnekleri çoğaltabiliriz. Tv, radyo, kasetçalar, bilgisayar, kendileriyle birlikte hangi kültür, oyun, anlayış ve ahlâkı da kaçınılmaz olarak getiriyor, düşünmek yetecektir.
İnsanımız artık aklıyla değil; bin bir çeşit göz alıcı illüzyonlarla tahrik edilen “doymak bilmeyen gözleriyle” düşünüyor, daha doğrusu düşündüğünü zannediyor. Çarşılar, pazarlar, marketler, vitrinler de insanın bu midesi olmayan gözlerine nasıl hitap ediyor? Başkalarına (kendinden maddî yönden öndekilere) bakıyor bu gözüyle düşünen insan ve mukayese ediyor: “Onda var, bende niye yok?” ve daha çok harcamak için daha çok çalışması, çalışması, çalışması gerektiğini görüyor. Sonra bakıyor ki, çalışarak kazanılan para “ihtiyaç” maskesini takmış “gereksiz” veya “olmasa da olur”lara yetmiyor, çalışmadan para kazanmanın yollarını arıyor. Herkes bir başkasını kandıracak yollar aramaya başlıyor. Kumarın binbir çeşidi, sahtekârlığın hiç akla gelmeyecek şekli, insanları en yakınlarına bile itimat edemeyen, yardım edemeyen, borç veremeyen duruma getiriyor. “Haram” mı, “ayıp” mı? O da ne demek? Güldürmeyin insanı! Hangi devirde, hangi kültürde yaşıyoruz?
Tüketim hastalığının mikrobu, moda, âdet, “ele güne karşı”, “iyi ama, herkeste var” ambalajlarıyla öyle çabuk bulaşıyor ki, kimini cebinden, kimini yüreğinden yaralıyor, hatta öldürüyor. Kendi değerini, eşyasının ve elbisesinin değeriyle ölçen insanlar, eşyasını ve giysisini teşhir ediyor; sözgelimi oturma odalarına, en dikkat çeken karşı duvara konulan vitrin, belki hayat boyu hiç kullanılmayan ve sadece göze hitap eden mutfak eşyalarının fuarı rolünü üstleniyor. Arabada motor olmasa da önemli değil; kaporta fiyakalı olsun yeter; insan, dış görünüşe, vitrine, makyaja değer vermeden çağdaş olabilir mi, ne dersiniz? Anadolu evlerinin çoğunda yer sofrasında yemek yenildiği halde, odanın biri veya büyükse salonun yarısı, süs ve gösteriş olsun diye yemek odası olarak düzenlenmiştir. Koltuklar da, evdeki hayatı daha rahat kılmak için değil; zorlaştırmak içindir. O halılar ve koltuklara şu kadar para verilmiştir, çoluk çocuk rahatça oturup keyfini çıkaramaz; annenin gözü oradadır, ya kirletirlerse...
En fakirimizin evindeki eşyalara verilen parayla, sahâbe belki hayat boyu, hem de huzur ve şükür dolu şekilde yaşardı. Herkeste benzeri şeyler olduğundan, modanın temel felsefesi olan farklı ve özel görünme tutkusunun sanallığını, eşyaya daha çok sahip olmada başkalarına ulaşılmaz fark atma imkânsızlığının ıstırabını yaşıyor. Kullan at; al, yine al; yarışın sonu gelmiyor, ihtiyaçlar(!) tükenmiyor; âhirete yatırım yapamadan insan ölüp gidiyor.
Sadece moda için dökülen parayla neler yapılmaz? Hangi müslüman hanımın evindeki gardrobda boş yer vardır, buna rağmen alma isteği azalıyor mu dersiniz? Çeyizler, düğün ve evlilik için gerekli gereksiz masraflar... Kimileri için olmazsa olmaz ihtiyaç olan sigaraya yatırılan para, meselâ kitaba yatırılsa, vücudu zehirlemektense kafayı ve gönlü güçlendirse bu para, neler olur dersiniz? Eşya, para kötü bir şeydir demiyoruz. Eşyanın, maddenin, paranın insanı yöneten efendi olmasına, bunların insan için değil; insanın bunlar için yaşıyor, bunlar
- 734 -
KUR’AN KAVRAMLARI
için çalışıyor olmasına sözümüz. Onlar hâkim, insan mahkûm ve hizmetçi. Oyuncak, insanla oynuyor. Mal, insanı, insanî değerleri yutuyor. Dünyevîleşme çarkı, insanımızı değirmen gibi öğütüyor. Düşünmeyi, okumayı, ibâdeti... engelleyen tv. başta olmak üzere medya ve reklâmlar... Taksitleri, ay sonunu düşünen insan, dünyada varoluş gayesini düşünemiyor.
Her konu paraya çıkıyor; söz, ufak bir tur attıktan sonra para durağında düğümleniyor; gönül plağı parada parazit yapıp takılı kalıyor. Lüks hayat, daha rahat yaşam, dipsiz bir kuyu, bir girdap, tatminsizlik cehennemi, bitmeyen, ama insanı bitiren sonsuz yarış. Yiyen ama doymayan insan, kendine/nefsine/hevâsına kul/köle. Para para diye paralanan insan, şükrü unutmuş, sabrı lügatından silmiş, şikâyetin ise binbir çeşidini tekrarlamakta. “Alma tutkusu”, “verme zevki”ni katletmiş. Hırs ve tamahın sonu yok. “İnsanoğlunun iki vâdi dolusu altını olsa, üçüncüsünü ister” kutlu sözü ibret levhası olmaktan çıkmış. Sahâbe birbirleriyle hayırda yarışıyordu; şimdiki insan ise fâni eşyada yarışıyor. Akıl, midelerin hizmetçisi; gönül, vicdan ve fıtratın sesi çıkmıyor; demek ki duyguların esiri olarak hapis hayatı yaşıyor bunlar.
Dünkü lezzet veya acı, bugün yok hükmünde. Akıllı, bazı istek ve zevklerini ertelemesini bilen, az önemli ile çok önemliyi ayırt edebilen insandır. İnsan, en çok 60-70 yaşında hükmü infaz edilecek müebbet hapisteki bir idam mahkûmu gibi gününü bekliyor. Ölüm olmasa, belki bazı zevklerin kıymeti olabilir; ama ölüm var, ruh ve ego ise sonsuzluk ve yarınlarda mutluluk istiyor. Bir çelişki doğuyor. Temel çatışma denilen bu durumdan kurtulmak için insan, sonunu, yani ölümü hatırlamak istemeyip unutmaya çalışmak için eğlenceye, içki ve uyuşturucuya, futbol-müzik-tv. seyretmek gibi avutucuya yöneliyor; bu temel çatışmadan ölümü yok sayarak kurtulmaya çalışıyor. İslâm insanı ise, bilir ki, ölüm yokluk değil; daha güzel, daha hayırlı ve ebedî bir âleme açılan kapıdır. Dolayısıyla böyle bir çatışma, gerçek müslüman için sözkonusu değildir.
“Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve Rasûlü’ne iman eder, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur. Seveceğiniz başka bir şey daha var: Allah’tan yardım ve yakın bir fetih. Mü’minleri (bunlarla) müjdele.”3430 İki yol var: Biri dünyevîleşme, dünyayı âhirete tercih; ikincisi ise dünyayı ebedî hayatın kapısı yapmak. Bugün yol ayrımındayız: Ya nefsimiz veya Rabbimiz. Ya geçici menfaat veya dâvâ. Ya fâni olan, ya bâki olan. Tercih bize kalmış. Tercihini Allah’tan yana yapanlara selâm olsun!
"Mal adama hem dost, hem düşmandır." (Atasözü)
"Mal bulunur, can bulunmaz." (Atasözü)
"Mal canı kazanmaz, can malı kazanır." (Atasözü)
"Mal canın yongasıdır." (Atasözü)
"Mal ile insan, insan olmaz." (Atasözü)
"Mal kazanılmakla şan kazanılmaz, kişi kerim gerek." (Atasözü)
3430] 61/Saff, 10-13
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 735 -
"Malı malla, canı canla tartmalı." (Atasözü)
"Malın bekçisi zekâttır." (Atasözü)
"Malını iyi sakla, komşunu hırsız etme." (Atasözü)
"Malını yemesini bilmeyen zengin, her gün fakirdir." (Atasözü)
"Malını yemiş de onmuş var mı?" (Atasözü)
"Dünya malı dünyada kalır." (Atasözü)
"Dünya varlığına güvenilmez." (Atasözü)
"Dünyada tamah varken, dolandırıcı açlıktan ölmez." (Atasözü)
"Dünyanın kavgası para üstüne." (Atasözü)
"Nâmussuzca bir düzenle edinilen mal elde kalmaz."
"Bir imâret göster bana kim sonu viran olmaya.
Kazan şol malı kim senden dökülüp geri kalmaya."
"Mal çok yığma, hazer eyle (kaçın) azâbından kim,
Renci (zahmeti) artar ağır oldukça yükü hammâlın."
"Ne yaparsın dünya malı bîhûde / Yığmayan da gamlı, yığan da gamlı."
"Nitekim yağınca kar örter izi / Çün mal irkile örter olur gözü."
"Müjde o kimseye ki, İslâm hidâyetine ulaşmış, geçimi yetecek kadar verilmiş ve buna kanaat etmiştir." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)
"Her gün bir melek: 'Ey Âdemoğlu, sana yetecek kadar az varlık, seni azdıracak çoktan hayırlıdır' diye seslenir." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)
"Şüpheli şeylerden sakın, insanların en âbidi olursun. Kanaatkâr ol, insanların en çok şükredeni sayılırsın. Kendin için sevdiğini başkaları için de sev ki, mü'min olursun." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)
"Bir şey bütün bütün elde edilmezse, tümüyle de elden kaçırılmaz."
"Kanaatten nasibi olmayanı dünya malı nasıl zengin eder?"
"Kanaat, tükenmeyen hazinedir."
"Kanaatten hiç kimse ölmedi, hırsla da hiç kimse pâdişah olmadı."
"Elün vârınan eyle kanaat / Şükür kıl itme devrândan şikâyet."
"Bizi yalnız kanaatler mutlu eder."
"Yeryüzünde ıstırapların çoğu, aza kanaat etmemekten doğar."
"Kanaatten nasibi olmayanı dünya malı nasıl zengin eder?"
"kime yeteri kadar az gelirse, ona hiçbir şey yetmez."
"Yetişir kanaat devlet istersen / Tükenmez âlemde ni'met istersen."
"Kanaattir nefse yular demişler."
- 736 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Âhirete nisbetle dünya, sizden birinizin parmağını denize daldırması gibidir. Dikkat etsin, o, parmağıyla neyi geri getirebilir?”
“Ebedî olan âhirete inandığı halde bütün mesâisini aldatıcı olan dünyalık için harcayanlara alabildiğine şaşarım.”
“Hastaları ziyaret edin. Cenazeleri de takip edin. Bu, size âhireti hatırlatır.” (Hadis-i Şerif)
“Akıllı insan, kendini hesaba çeken ve ölüm sonrası için çalışandır.”
“Önünüzde çok zor ve güç bir yokuş var. Ancak yükü hafif olanlar onu aşabilecektir.”
“Dünya derin bir denizdir. Çok kimse burada boğulmuştur. Bu deryada boğulmaktan kurtulmak için gemin takvâ, yatağın iman, yelkenin Allah’a tevekkül olsun ki, batmaktan kurtulabilesin. Yoksa kurtuluş zordur.”
“Dünyayı kendinize efendi edinmeyin ki, o da sizi kendisine köle etmesin. Servetinizi kaybolmayacak yerde toplayın.”
“Hasta adam, hastalığı sebebiyle yemeğin tadını alamadığı gibi, dünyaya meyleden de dünya sevgisi sebebiyle ibâdetlerin tadını alıp zevkine varamaz.”
“Dünya, bir cîfedir. Ondan bir şey isteyen, köpeklerle dalaşmaya dayanıklı olmalı.” (Hz. Ali)
“Biz öyle kimselere yetiştik ki, onlara göre dünya, sahibine iâde edilmek üzere emanet edilmiş bir şey idi. Kolayca ve hafifçe âhirete göçmeleri de bundandı.” (Hasan-ı Basrî)
“Dünyanın, ellerinde emanet olduğunu bilen ve onu sahibine, teslim edip de usulca ortadan ayrılanlara Allah rahmet etsin.”
“Dünyanın lezzetini, zevkini, saâdetini, rahatını isterseniz, meşrû dairedeki keyifle yetinin. O, keyfe kâfidir.”
“Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fânî dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.”
“Dünya bir misafirhanedir. İnsan onda az duracaktır ve vazifesi çok bir misafirdir. Kısa bir ömürde ebedî hayata gerekli olan levâzımatı tedârik etmekle mükelleftir.”
“Ehl-i iman için dünya, seyyar bir ticaret yeri ve kısa bir müddet için yol üstünde kurulmuş bir pazardır.”
“Şu dünya; imtihan meydanıdır ve hizmet yeridir; lezzet, ücret ve mükâfat yeri değildir.”
“Dünyanın âhirete bakan yüzüyle, ilâhî isimlere bakan yüzünü sevmek, noksanlık sebebi değil, olgunluk işaretidir. Böyle bir sevgide ileri gitmek, ibâdet ve mârifetullahta ilerlemektir.”
“Dünya büyük bir okuldur. Orada herkes, hayatı boyunca öğrencilikten kurtulamaz.”
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 737 -
“Dünya, sonsuzluk içinde küçük bir parantezdir.”
“Dünya, kâmil mü’minin kıymetsiz oyuncağı, gâfillerin değersiz salıncağıdır.”
“Dünya, ‘bir gün’ gibi çabucak geçecek, Kur’an’ın ‘yarın’ dediği gün uyanacak, ‘dünya’ için ‘dün ya!’ diyeceksin.”
“Bu âlemin gerçekliği, dün gece gördüğün rüya gibidir.”
“Dünya, uykudaki rüya, veya zevâle mahkûm bir gölge gibidir. Aklı başında olan buna aldanmaz.”
“Dünya sana oyuncak olarak verilmişken, oyuncak seni oynuyor!”
“Bütün dünya bir oyun sahnesidir. Kadın erkek bütün insanlar da sadece oyuncular. Herbirinin giriş ve çıkış zamanları vardır.”
“İnsan dünyada ancak dünyaya boş verdiği zaman mutlu olur.”
“Yürü fâni dünya, sana gelende gülmüş var mıdır?”
“Kabrin arkası için çalışın. Hakiki saâdet ve lezzet oradadır.”
“Dünya hakkında zühd ve kanaat sahibi olmak kadar şeytanın belini kıran bir şey yoktur.”
“Dünya âhiretin bir şantiyesi mesabesindedir.”
“Fâni denilen bu dünya, beka denilen yerin levâzım ambarıdır.”
“Dünya bir tahteravallidir.”
“Böyledir dünya nizâmı, gelen gider, giden gelmez.”
“Bu dünyaya aşırı tutkun olup meyletmek, insanın kalbinden imanın tadını çıkarır.”
“Dünya kalbe yerleşince, âhiret kalpten göç edip gider.”
“Bu dünyaya kiracı gibi yerleş. Ev sahibi gibi yerleşirsen gitmesi zor olur.”
“Dünyaya itimat etme. O, çoklarını aldattı. Gün gelir seni de aldatır, tedbirli ol.”
“Kim dünyaya evlenme teklifinde bulunursa, dünya ondan mehir bedeli olarak, dinini ister.”
“Dünyanın karakteri, önce yaldızlı şeylerle aldatıp sonra helâk etmektir. O, kendini beğendirmek için süslenip püslenen, evlendikten sonra da kocasını öldüren bir kadına benzer.”
“Ey dünya! Ne kadar utanmaz ve kötüsün. Besliyor, yetiştiriyor, hem de öldürüyorsun.”
“Dünya mıknatıs gibidir, bütün samanları çeker; ancak özlü buğday, onun çekişinden kurtulmuştur.”
“Kişi bu dünyaya tenezzül etti mi, bala kapılmış sineğe döner.”
- 738 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Bir köhne köprüdür bu cihan ki, gelen geçer.”
“Dünya malı çok olanın, aldanma dünyasına.
Dünya benim diyenin, gittik dün yasına.”
“Kısmetindir gezdiren yer yer seni,
Göğe çıksan, âkıbet yer yer seni.”
“Sen ister boynuna ip tak, diler cevherli kordon tak,
Bu dünyadan nasîbin en nihayet bir avuç toprak.”
“İşin gücün daim yalan, Çok kişiden arta kalan;
Nice kerre boşalıben Dolan dünya değil misin?”
“Kim umar sefâyı senden, yalan dünya değil misin?
Enbiyânın seyyidini, alan dünya değil misin?
Kaydedip halkın özüne, toprak değil misin?
Ehl-i gafletin yüzüne, gülen dünya değil misin?
Kimisini nâlân eden; kimisini giryân eden;
En sonunda üryan edip, soyan dünya değil misin?” (Yunus Emre)
“Zen gibi şîve-i şehvetle alan dünyayı,
Vaz’-ı haml etme gibi vermede feryâd eyler.”
“Dünya bir gemi, akıl yelkeni, fikir dümeni, kullan kendini göreyim seni.”
“Bunca varlık var iken bitmez gönül darlığı.”
“Dünya malı dünyada kalır.”
“Dünyaya esir olan âzâd olmaz.”
“Dünyada eken âhirette biçer.”
“Dünyanın üstü varsa altı da var.”
“Bugün dünya, yarın âhiret!”
“Bazıları ‘dünyada mekân, âhirette iman’ der; ama doğrusu şöyle olmalı: ‘Dünyada sağlam iman, Âhirette cennet gibi mekân.”
“Dünyada hırs ve tamah varken, dolandırıcılar açlıktan ölmez.”
“Bir başka âlemin bekleme odasıdır bu dünya”
“Dünya terzi dükkânı, ölçüyü veren gider.”
“Kim dünyaya mâlik olursa yorgun düşer, kim dünyayı severse ona kul olur, dünyanın azı yeter, çoğu da zengin yapmaz.”
“Âhirette mü’mini bekleyen nimetler, güzellikler yanında, dünya hayatı ne kadar güzel ve şâşaalı bile olsa, zindan gibi kalmaktadır.”
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 739 -
“Ey insan! Dünyaya kalıbınla sahip ol; fakat kalbini ve himmetini ondan ayır.” (Abdullah bin Ömer)
“Mü’min, dünyada, doktoru yanında olan bir hastaya benzer. Doktoru, ona faydalı olanı ve olmayanı bilir. Hasta kendisine zararlı bir şeyi isterse ona engel olur. Mü’minin hali de buna benzer. O, birçok şeyi arzu eder; ama imanı, ona zararlı olan şeylere mâni olur. Ölünceye kadar, bu böyle sürer gider.” (Selmân-ı Fârisî)
İki dünyalılara, iki dünyası arasında denge kuranlara selâm olsun!
"İktisâda (tutumluluğa) riâyet eden kimse fakir olmaz." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)
"Yoksulluk korkusu ile ömrünü servet toplamak peşinde harcamak fakirliğin ta kendisidir."
"Kim borçlu bulunan fakire mühlet verir veya alacağından indirim yaparsa, Allah, kendi himâyesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde o kimseyi arşının altında gölgelendirir." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)
"Kişinin günahları çoğaldığı vakit (günahlarına keffâret olarak) Allah Teâlâ onu geçim sıkıntısı ile imtihan eder." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)
"Günahlardan öyleleri vardır ki, onları ancak geçim sıkıntısı uğrunda çekilen zahmetler mahveder." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)
"İnsan, nefis ve benlikten fakir olmalıdır. Dünya malından değil."
"Fakirlik, bütün elemlerin beşiğidir."
"Bir öksürük, bir de yoksulluk gizli tutulamaz."
"Suçların anası yoksulluksa, babası da kafa yoksulluğudur."
"Bu dünyada kanadı kopmuş kuş, kurumuş ağaç, suyu çekilmiş havuz, dişleri dökülmüş yılan ne ise, fakir insan da odur."
"Yoksulluğun hüküm sürdüğü yerde ne utanma kalır, ne işlenmedik suç, ne namus, ne de ruh."
"Fakirliğin tahrip etmeyeceği erdem yoktur."
"Fakirin malına göz dikme. Fakir ekmeği acıdır, zehir gibi."
"Gedâyuz şâha baş eğmez dil-i âgâhımuz vardur;
Fakir isek ne gam, ey dil bizüm Allah'ımuz vardur."
"İnsanların sözde dostları vardır; yoksulluk onları uzaklaştırır."
"Fakir zengini taklide girişti mi, mahvolur."
"Yoksulun kitabında sevincin ömrü kısadır."
"Yoksulluk, bu devreyi geride bırakmış kimselerin sık sık değindiği bir niteliktir."
"Yoksulluk, en öldürücü ve en inatçı hastalıktır."
"Kaybedecek bir şeyi olmayan insandan korkulur."
- 740 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"Yoksulluğa katlanmak ayıp değildir; ama ondan kurtulmayı bilmemek ayıptır."
"İnsanın çok şeyi olmayınca, elinde olup bitenin de değeri artar."
"Dünyanın en yoksul insanı, paradan başka hiçbir şeyi olmayandır."
"Yoksulluk, neşeli ise yoksulluk değildir."
"Aza sahip olan değil, çoğu isteyen yoksuldur."
"Ne mutlu fakirlere ki, bizim azıklarımızı ücretsiz olarak âhirete götürüveriyorlar. Hatta huzûr-ı İlâhî'de mîzâna konuluncaya kadar taşıyorlar."
"Yoksulların bazısı yalan söylememiş olsaydı, onu boş olarak çeviren iflâh olmazdı." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)
"Bizim gibi bir sürü şeye ihtiyacı olan insanlara karşı dilenci konumuna geçmek ne kadar yanlış. Güzel ve doğru olan fakirlik, Allah'a karşı fakirliğini hissedip O'na yalvarmaktır, nefis ve benlikten yana fakir olmaktır. Allah böyle fakirleri sever."
"Fakirlikten şikâyet edenlere sormak lâzım: 'İki gözünün kör olup bir milyar doların olsun, ister misin? Aklını ve dilini satın almaya kalkan olursa kaça satarsın? Hele dinsiz olup cenneti satsan kaç para istersin? Öyleyse, milyarlarca altın değerinde Rabbinin nimetleri varken, fakirlikten şikâyet etmeye utanmıyor musun?"
"Dünyada fakir ve rezil olmaktan korkuyorsun da, âhirette fakir, rezil, rüsvay olmaktan korkmuyor musun? Hâlbuki kulun âhirette iyi amellerden fakir düşmesi ve rezil olması, onun dünyada fakir ve rezil olmasından daha korkutucu ve utanç vericidir."
"İnsanlar, fakir olmaktan korkarak dünyalık için çalıştıkları kadar cehennemden korkup korunmak için âhirete çalışsalardı, mutlaka Cennete girerlerdi."
"Fukarâya 'Evine it girdi, yetiş' demişler. 'Kapıyı örtün, açlıktan gebersin' demiş." (Atasözü)
"Yokluk varlıkta, güçlük darlıkta." (Atasözü)
"Fakir adam, hazır şeytan." (Atasözü)
"Fakir, eline bakarsa, sen kesene bak." (Atasözü)
"Fakiri doyur da ne yapacağını düşünme." (Atasözü)
"Fakirlik ateşten gömlektir." (Atasözü)
"Fakirlik ayıp değildir, tembellik ayıptır." (Atasözü)
"Fukara kalbine her kim dokuna, dokuna sînesi Allah okuna." (Atasözü)
"Fukaralara veren Allah'a verir." (Atasözü)
"Fukaranın âhı tahttan indirir şâhı." (Atasözü)
"Fukaranın cebi boş, kalbi doludur." (Atasözü)
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 741 -
"Fukaranın tavuğu tek tek yumurtlar." (Atasözü)
"Züğürt olup düşünmektense, uyuz olup kaşınmak yeğdir." (Atasözü)
"Züğürtlük zâdeliği (beyliği, zengin çocuğu olmayı) bozar." (Atasözü)
"Züğürdün gönlü yufka olur." (Atasözü)
"Bu dünyâ fânîdir, tez gelir geçer. / Bu bahçenin sonu fenâdır bülbül."
"Esas fakirlik, fakir olmaktan korkmak; esas zenginlik ise Allah'a güvenmektir."
"Bir işi çok iyi bilen, bildiği işten kâr eden, kâr ettiği işe ortak alan, ortaklarına âdil kâr dağıtan, dünyanın en büyük şirketini kurabilir."
"Yoksulluktan şikâyet eden müslümana demek lâzım ki: 'Cennete müşteri olanın sermayesi, yatırımı ne kadar çoktur, bunun kıymetini bil."
"Zengin, çok mala sahip olana denmez; zengin kalbi olana denir." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)
"Zengin, bilgisi çok olan insandır." (Hz. Ali)
"Zengin adam, elindekini yeterli görendir."
"Zenginlik, dünya köleliğinden âzâd olmaktır."
"Dünyanın en zengini, iktisadı bilen, en yoksulu cimri olan insandır."
"Muhâcirlerin fakirleri, zenginlerinden beş yüz yıl önce Cennete girecek." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)
"Benimle dünyanın misâli, bir adamın haline benzer ki, o bir ağacın altında biraz gölgelenmek istemiş, sonra ağacı terkederek kalkıp gitmiştir."
"Bir ülkede vahiyden, akıl ve sanattan çok maddî servete kıymet verilirse, bilinmelidir ki, orada keseler şişmiş, kafalar boşalmıştır."
"Ne kadar zengin olsan, ancak yiyebileceğin kadar yersin. Denize testiyi daldırsan, alabileceği kadar su alır, gerisi kalır."
"Ye kürküm ye misali, her mecliste buyur derler zengine."
"Ben erdemden başka zenginlik tanımıyorum."
"İki şeyin hazmı çok güçtür. Biri zenginlik, diğeri şöhret."
"Akılsızlara, zenginliğin iyiliği yerine, kötülüğü dokunur."
"Zenginlik, geçici bulutlar gibidir."
"Zenginlik, gurbeti vatan, yoksulluk vatanı gurbete çevirir." (Hz. Ali r.a.)
"Çoluk çocuktan, maldan veya benzeri şeylerden her ne ki seni Rabbinden alıkorsa, bil ki o senin için hayırsızdır/uğursuzdur."
"Mevki ve zenginlik, çoğu zaman yüz kızartıcı hareketlere karşı alınan rüşvettir."
"Servetin toplandığı yerde, çoğu zaman insanlar ahlâkını yitirir."
- 742 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"Zengin olmak istiyorsan, kazanmayı düşündüğün kadar biriktirmeyi de düşün."
"Hayatın en büyük trajedisi, yoksulluk değil; zenginliğe doyamamaktır."
"Bir yılda zenginleşmek isteyen altı ayda asılır."
"Dünyanın en zengini, tutumu bilen; en yoksulu cimri olan insandır."
"Zengin adam, elindekini yeterli görendir."
"Zekâ ve ruh bir kitaptan ne kadar etkilenirse, insan o kadar zenginleşmiş olur."
"Servet, eziyet çekene, çalışıp çaba gösterene gözükür."
"Zenginliğe açılan kapı küçüktür; oraya girmek için eğilmek gerekir."
"İnsan ancak kendini harcayarak zenginleşir."
"Hiçbir iyi adam, birden zengin olmamıştır."
"Zengin yaşamak, zengin ölmekten daha iyidir."
"Yeteneklerinizi biliyorsanız kolaylıkla ilerleyebilirsiniz. Kalabalığa bakın, azimli yürüyene herkes yol gösterir."
"İlimsiz, hünersiz zenginler de bir çeşit fakirdir."
"Zenginlik, kullanılacak bir silâhtır; tapınılacak bir mâbut değil."
"Huzur dolu bir kalple bir parça ekmek, vicdan azâbı ile beraber olan zenginlikten bin kere bin kere bin daha iyidir."
"Akılsızlara, zenginliğin iyiliği yerine kötülüğü dokunur."
"Büyük servetler, çoğu zaman insanı yalnızlaştırır."
"Servetim olsun isterim; haksızlıkla, haramla zengin olmayı, asla!"
"Servetin batırdığı insan sayısı, kurtardığından elbette fazladır."
"Zenginlik, soysuzları daha çok soysuzlaştırır."
"Zenginlik, nice ahmaklara zekânın maskesini giydirir."
"Mâlik olduğundan fazla bir şey istemeyen insan zengindir."
"Fakir suya düşse çıkamaz kirden; Zengin arabasını aşırır kırdan; Topal zengin iyi, sağlam fakirden."
"Zengin arabasını dağdan aşırır, züğürt düz ovada yolunu şaşırır." (Atasözü)
"Zengin helvasını baldan pişirir; züğürt derman için pekmez bulamaz." (Atasözü)
"Zengin kesesini döver, züğürt dizini." (Atasözü)
"Zengin olana, kölesi bile düşmandır." (Atasözü)
"Zengin, fakirin halinden ne bilir?" (Atasözü)
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 743 -
"Zengine dokun geç, fakirden sakın geç." (Atasözü)
"Zenginin gönlü oluncaya kadar fukaranın canı çıkar." (Atasözü)
"Zenginin horozu bile yumurtlar." (Atasözü)
"Zenginin malı, züğürdün çenesini yorar." (Atasözü)
"Zenginin malı, züğürdün evlâdı." (Atasözü)
"Nice zengin geceleyenler, ertesi gün fakir olurlar."
"Hayırlı para, insanın kendisine, ailesine ve geçimine harcadığı paradır." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)
"Para her şeyi yapar' diyen adam, para için her şeyi göze alan adamdır."
"İnsanlar sahte para yaparlar, ama çok kere para da sahte insanlar meydana getirir."
"Para yağmuru altında çok şeyler delinir."
"Para adama akıl öğretir; esvap, yürüyüş." (Atasözü)
"Para ile imanın kimde olduğu bilinmez." (Atasözü)
"Para ile dağlar gülistan olur." (Atasözü)
"Para insanı ipten kurtarır." (Atasözü)
"Para para diyerek param parça olacak." (Atasözü)
"Para parayı çeker." (Atasözü)
"Paralı adamdan dağlar bile korkar." (Atasözü)
"Paranın gördüğü işi kimse göremez." (Atasözü)
"Parası aziz olan, kendi zelil olur." (Atasözü)
"Parasızlık, adama her şey yaptırır." (Atasözü)
"Parayı veren düdüğü çalar." (Atasözü)
"Akçesi ak olanın bakma yüzü karasına." (Atasözü)
"Akçenin gittiğine bakma, işin bittiğine bak." (Atasözü)
"Akçe sayış, kaftan yürüyüş öğretir." (Atasözü)
"Ak akçe kara gün içindir." (Atasözü)
"Paralı olmak ve onun bekçiliğini yapmak üzüntü doğurur."
"Sermayesiz zindan açılır; dükkân açılmaz." (Atasözü)
"Bir insan, 'para her şeyi yapar' dedi mi, her şey belli olmuştur: O adamın parası yoktur."
"Paradan daha önemli şeyler vardır. ne çare ki, çoğu zaman onları satın almak için de para gerekiyor."
"Cebiniz delikse, onu para ile doldurmanın bir yararı yoktur."
- 744 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"Altın altın deyip durma, altında kalırsın." (Atasözü)
"Altın leğenin kan kusana ne faydası olur? (Atasözü)
"Altından ağacın olsa, zümrütten yaprak / Âkıbet gözünü doyurur, bir avuç toprak." (Atasözü)
"Altın ve gümüş, münâfıkların yularıdır; onlarla çekilip Cehenneme götürülürler."
"Altın eli bıçak kesmez." (Atasözü)
"Parayı üstün tutan kimseyi Allah zelil eder."
"Parayı domuzun boğazına takmışlar da, 'Domuz ağa' diye çağırmışlar." (Atasözü)
"Son ağaç yıkılıp, son nehir kirletilip son balık da tutulduktan sonra, paranın yenmediğini anlayacaksınız." (Kızılderili Atasözü; Greenpeace'in sloganı)
"İnsanoğlunun hiçbir icadı, para kadar fesat verici değildir."
"Para, gübre gibi etrafa yayılmazsa işe yaramaz."
"Para, çok kimseye kötü yollar öğretir."
"Paranın değerini anlamak isterseniz, borç almaya çalışın."
"Her para kazanan, para yığınını çoğaltmak ister."
"Para, adamı pek çabuk rezil eder."
"Kullanamayacak olduktan sonra, para nene gerek?"
"Para önden gidip, insana bütün yolları açar."
"Para kader işidir; masal gibidir; bir varmış, bir yokmuş"
"Eldeki para hürriyetin âletidir. Fakat peşi kovalanan para, tam tersine kölelik âletidir."
"Parası olanın yarası olmaz."
"Mevkîlerini para ile satın alan kişiler, masraflarını geri almanın yoluna düşerler."
"Para vererek ölümden, ağır hastalıklardan, yaklaşan ağrılı yaşlılıktan kurtulanamaz."
"Dünyada hem yokluğu, hem çokluğu kötü yalnız bir şey vardır: Para."
"Dünyadaki bütün kapıları açan anahtar, paradır."
"Kalmadı artık paranın nazarımda kadri / Kirli ellerde görünce paradan iğrendim."
"Lekeli bir paranın insana sürekli bir faydası olamaz."
"Parasız kalmamak istiyorsan ihsandan değil; ikrâzdan (borçlanmaktan) çekin."
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 745 -
"Parayı yönetmesini bilmeyen bir adamı mahvetmenin en emin yolu, ona biraz para vermektir."
"Kapitalizmde fertler, sosyalizmde devlet, İslâm ekonomisinde millet zengin olur."
"Müslüman, materyalistlerin putlaştırdığı parayı esir alıp İslâm’a köle etmeden süper güçlere kafa tutamaz."
"Birikmiş para ya bizi idare eder, ya bize itaat eder."
"Para sevdâsında olmayan kişi, her nerede olursa olsun selâmettedir."
"Paranın neler yapacağını düşünmek ne kadar tatlıdır."
"Para olmadan onu harcamaya başlama."
"İnsana paraya davrandıkları gibi davrananlar, onu harcamak için kazanırlar."
"Para en iyi dost ve en tehlikeli düşmandır."
"Para, iyi bir uşak, kötü bir efendidir."
"Para, ya bizim başımızın belâsı, ya da bizim hizmetkârımızdır."
"Para, insana hizmet eder, ya da hükmeder."
"Paranın en büyük değeri, paraya gerçek değerinden daha yüksek bir değer tanıyan bir dünyada yaşamamızdan ileri gelmektedir."
"Para, dünyada bin ayıp örter."
"Bir tek kuruşu gözünüze yaklaştırırsanız, evrenin en büyük yıldızını gizler."
"Saçarak paranı nâhak yerde / Olma muhtâc sakın nâ-merde."
"Uzun ve ağır bir emekle, alın teriyle kazanılmış parayla; kaldırımda rastgele bulunmuş paranın değeri aynı mıdır?"
"En dar zamanlarda bile münâsebetsiz işlere harcanacak devlet parası vardır."
"Sadece paranın hükmettiği yerde yasalar ne yapsın?"
"Budala ile parası, uzun zaman bir arada duramaz."
"Parasız, düşünür; paralı da iki misli düşünür."
"Para, büyük bir iğfâl vâsıtasıdır."
"Arkadaşlarınızı muhâfaza etmek istiyorsanız; ne para verin, ne para alın."
"Parasız kalmanın dehşetini duymamış adamlar, harp ateşini tatmamış askerlere benzerler."
"Para, naz, nimet çok devam etmez."
"Her şeyin para ile ölçüldüğü bir yerde toplumsal adâlet ve huzur hiçbir zaman gerçekleşemez."
"Parasız adam, oksuz yay gibidir."
"Paranın, insana işletemeyeceği suç yoktur."
- 746 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"Akçenin değerini ancak üstündeki pas belli eder."
"Her para sermaye değildir. Sermaye, her zaman paraya hâkimdir. Paralı kimseler de paralanır."
"Bir insan için, 'dostlarından çok parasına bağlıdır' diye bilinmekten daha utandırıcı şey olur mu?"
"Bir budala para kazanabilir, ama onu sarfetmek için akıllı adam gereklidir."
"Paranın saklanılması kazanılmasından daha zahmetli bir iştir."
"Para, insan avlamak için en iyi yemdir."
"Bir insanın dostluk derecesini tâyin etmek ister misiniz? Menfaatine hafifçe dokununuz."
"Hayırda israf, israfta hayır yoktur."
"Dünya menfaati için iyilik edenlerin iyilikleri, avcının kuşlara yem atması gibidir."
"Malı olan gözünün teki ile uyur."
"Bu dünyada mal ü mülküm / Vardır diyen yalan söyler."
"Mal sahibi, mülk sahibi / Hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan, mülk de yalan / Var biraz da sen oyalan."
"Şunlar ki çoktur malları, / Gör nice oldu halleri
Son ucu bir gömlek giymiş / Onun da yoktur yenleri."
"Az malın hesabı daha azdır." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)
"Lâ'net ola ol mâle ki tahsîline ânın / Ya dîn ola, ya ırz u ya nâmus ola âlet!"
"Dünya metâına olma mağrûr / Komaz gönülde sürûr, gözde nûr."
"Hesab ettim cümle dünya malını / Neticesi bir top beze dayandı."
"Mâl-ı dünyâdan ne aldı gitti, var, Karun'a sor."
"Mal ve mevkîye aşırı düşkünlük, suların sebzeleri yeşerttiği gibi insanın kalbinde nifak tohumunu yeşertir."
"Bir şeye sahip olmanın hakları olduğu kadar, görevleri de vardır."
"İnsanların seni sevmesini istersen, malının artan kısmını onlara dağıt. (Hadis rivâyeti)
"Malın hayırlısı, kulun şeref ve ırzını koruması için sarfettiği malıdır."
"Doğduğumuz zaman dünyaya hiçbir şey getirmediğimiz gibi, ölürken de hiçbir şey götüremeyiz."
"Malı ve parayı hor gören çoktur; ama Allah için veren azdır."
"Allah'a karşı takvâya yardımcı olan mal ne güzeldir."
"Zühd ü takvâ bir ağaçtır ki, kökü kanaat, meyvesi rahattır." (Atasözü)
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 747 -
"Dünyalık sana yöneldiği zaman sen de vermesini bil. Zira vermek, onu tüketmez. Dünyalık senden yüz çevirdiği zaman yine ver. Çünkü o devamlı kalmaz." (Hz. Ali)
"Ticaret ve sanata önem verin. Bilin ki sizler, kendilerine muhtaç olmadığınız müddetçe kardeşlerinizin yanında şerefli ve muhterem olursunuz."
"El kapılarında dilenci değilsin; bunun şükrü olarak kapından dilenciyi kovma."
"Cimriler, kendilerinin ölmesini isteyen insanlara servet toplayan kişilerdir."
"Diyem sana bahîlün (cimrinin) ne idüğin / Sakınır kendünden kendü yidiğin."
"Encâm-ı hayâtı kıl teemmül / Tefrîke çalış zararla kârı.
Sahipservet hasîse derler / Vârislerin hazinedârı." (Hayatın son anlarını düşün, kârla zararı ayırt etmeye çalış; Servet sahibi cimrilere, mirasçılarının veznedârı derler, unutma.)
"Cimriliği ortaya çıkaran yoksulluk değil; zenginliktir daha çok."
"Yoksulun çok şeyi eksiktir, cimrinin her şeyi."
"Parasından en az yararlanan cimrinin kendisidir."
"Altın, ocaktan madeni kazmakla çıkar. Cimrinin elinden, canını koparsan çıkmaz."
"Cimrilik, bütün insan deliliklerinin en gülüncüdür."
"Bazısının eli verir gönlü vermez; bazısının da gönlü verir, eli vermez! İkisi de cimriliktir."
"Câhil cömert, Allah katında cimri âbidden daha sevimlidir." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)
"Cimrilik ve korkaklık mü'mine yakışmaz." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)
"Cömert, Allah'a yakın, insanlara yakın, Cennete yakın ve Cehennemden uzaktır. Cimri, Allah'tan uzak, insanlardan uzak, Cennetten uzak ve Cehenneme yakındır. Allah katında cömert bir câhil, cimri olan bir âlimden daha sevimlidir. En ağır hastalık, cimrilik hastalığıdır." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)
"Allah cömerttir, cömertliği ve güzel ahlâkı sever." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)
"Veren el, alan elden üstündür." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)
"Cömertlik yap ki, sana da cömertlik yapılsın." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)
"Cömertlik, Cennet ağaçlarından bir ağaçtır. Dalları dünyaya sarkıtılmıştır. Her kim onun bir dalına yapışırsa o da onu çeker Cennete götürür." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)
"Zenginleriniz cömert; idarecileriniz hayırlı olur ve işiniz de aranızda meşveret esasına dayanırsa, yerin üstü sizin için altından daha hayırlıdır. Eğer idarecileriniz şerli, zenginleriniz cimri olur, işiniz de kadınlara kalırsa, yerin altı sizin için üstünden daha hayırlıdır." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)
- 748 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"Cimrilik ile iman bir kalpte toplanmaz." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)
"Akıllı kimse odur ki; Malını güve düşmeyecek, hırsız çalmayacak yerde saklayandır; yani Allah yolunda harcayan." (Abdullah bin Mes'ud r.a.)
"Ey Âdemoğlu, şaşıyorum sana! Kendi arzularının yerine gelmesi için israf olarak harcıyorsun da, bir dirhem ile Rabbinin rızâsını kazanmakta cimrilik ediyorsun." (Hasan-ı Basrî r.a.)
"Her sabah iki melek: 'Allah’ım, cimrinin malını tezden elinden al, cömerdin malını da artır' diye duâ ederler."
"Cömert, nasihat vermekle yetinmeyip yardım eder."
"Cömertlik fazla vermekten ziyade, yerinde ve zamanında vermek demektir."
"Kötü kimseler olsalar bile cömertler için herkesin kalbinde bir sevgi vardır. İyi olsalar bile cimrilere karşı herkesin kalbinde yalnız nefret vardır."
"Cömertliğin âfeti başa kakmadır." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)
"Cömertlik güzeldir, fakat zenginlerde olursa daha güzel olur." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)
"Ümmetimin sâlihlerinin Cennete girmeleri, namaz ve oruçları sebebiyle değil; cömertlik, gönüllerinde müslümanlara karşı kötü duygular beslememeleri ve müslümanlara nasihatleri sayesindedir." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)
"Cömertlik, dost ve ahbâba iyilikte ve ikramda bulunmaktır.
"Tuzağa saçtığın taneler, cömertlik sayılmaz ki."
"Cömertlik, mutluluk anahtarıdır."
"Cömertlik, zenginlikten üstündür. Düşmanı çekmeyen servet çeşididir."
"Cömertliğimiz hiçbir zaman servetimizi aşmamalıdır."
"Cömertlik, dostluğun özüdür."
"Cömertler elinde mal eksik olmaz."
“Dünya, mü’minin zindanı, kâfirin ise cennetidir.” (Hadis-i Şerif Rivâyeti)
“Dünya, âhiretin tarlasıdır.” (Hadis-i Şerif Rivâyeti)
“Âhirete nisbetle dünya, sizden birinizin parmağını denize daldırması gibidir. Dikkat etsin, o, parmağıyla neyi geri getirebilir?”
“Ebedî olan âhirete inandığı halde bütün mesâisini aldatıcı olan dünyalık için harcayanlara alabildiğine şaşarım.”
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 749 -
"Geçim kaynağı için çalışmasına veya ticaretine haram karıştıranlara şunu hatırlatmak gerekir: 'Kendisine isyan ettiğin hallerde bile rızkını kesmeyen Allah Teâlâ, kendisine itaat ettiğinde mi rızkını vermeyip kesecek?"
“Önünüzde çok zor ve güç bir yokuş var. Ancak yükü hafif olanlar onu aşabilecektir.”
“Dünya derin bir denizdir. Çok kimse burada boğulmuştur. Bu deryada boğulmaktan kurtulmak için gemin takvâ, yatağın iman, yelkenin Allah’a tevekkül olsun ki, batmaktan kurtulabilesin. Yoksa kurtuluş zordur.”
“Dünyayı kendinize efendi edinmeyin ki, o da sizi kendisine köle etmesin. Servetinizi kaybolmayacak yerde toplayın.”
“Hasta adam, hastalığı sebebiyle yemeğin tadını alamadığı gibi, dünya malına meyleden de dünya sevgisi sebebiyle ibâdetlerin tadını alıp zevkine varamaz.”
“Dünya, bir cîfedir. Ondan bir şey isteyen, köpeklerle dalaşmaya dayanıklı olmalı.” (Hz. Ali)
“Biz öyle kimselere yetiştik ki, onlara göre dünya, sahibine iâde edilmek üzere emanet edilmiş bir şey idi. Kolayca ve hafifçe âhirete göçmeleri de bundandı.” (Hasan-ı Basrî)
“Dünyanın lezzetini, zevkini, saâdetini, rahatını isterseniz, meşrû dairedeki keyifle yetinin. O, keyfe kâfidir.”
“Şu dünya; imtihan meydanıdır ve hizmet yeridir; lezzet, ücret ve mükâfat yeri değildir.”
“Dünya, kâmil mü’minin kıymetsiz oyuncağı, gâfillerin değersiz salıncağıdır.”
“Dünya, ‘bir gün’ gibi çabucak geçecek, Kur’an’ın ‘yarın’ dediği gün uyanacak, ‘dünya’ için ‘dün ya!’ diyeceksin.”
“Dünya malı, sana oyuncak olarak verilmişken, oyuncak seni oynuyor!”
“Bütün dünya bir oyun sahnesidir. Kadın erkek bütün insanlar da sadece oyuncular. Herbirinin giriş ve çıkış zamanları vardır.”
“Kabrin arkası için çalışın. Hakiki saâdet ve lezzet oradadır.”
“Kim dünyaya evlenme teklifinde bulunursa, dünya ondan mehir bedeli olarak, dinini ister.”
“Dünyanın karakteri, önce yaldızlı şeylerle aldatıp sonra helâk etmektir. O, kendini beğendirmek için süslenip püslenen, evlendikten sonra da kocasını öldüren bir kadına benzer.”
“Kişi bu dünyaya tenezzül etti mi, bala kapılmış sineğe döner.”
- 750 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Dünya malı çok olanın, aldanma dünyasına.
Dünya benim diyenin, gittik dün yasına.”
“Kısmetindir gezdiren yer yer seni, / Göğe çıksan, âkıbet yer yer seni.”
“Sen ister boynuna ip tak, diler cevherli kordon tak,
Bu dünyadan nasîbin en nihayet bir avuç toprak.”
“Bunca varlık var iken bitmez gönül darlığı.”
“Dünya malı dünyada kalır.”
“Dünya malına esir olan âzâd olmaz.”
“Bazıları ‘dünyada mekân, âhirette iman’ der; ama doğrusu şöyle olmalı: ‘Dünyada sağlam iman, Âhirette cennet gibi mekân.”
“Kim dünyaya mâlik olursa yorgun düşer, kim dünyayı severse ona kul olur, dünyanın azı yeter, çoğu da zengin yapmaz.”
“Âhirette mü’mini bekleyen nimetler, güzellikler yanında, dünya hayatı ne kadar güzel ve şâşaalı bile olsa, zindan gibi kalmaktadır.”
“Ey insan! Dünyaya kalıbınla sahip ol; fakat kalbini ve himmetini ondan ayır.” (Abdullah bin Ömer)
“Mü’min, dünyada, doktoru yanında olan bir hastaya benzer. Doktoru, ona faydalı olanı ve olmayanı bilir. Hasta kendisine zararlı bir şeyi isterse ona engel olur. Mü’minin hali de buna benzer. O, birçok şeyi arzu eder; ama imanı, ona zararlı olan şeylere mâni olur. Ölünceye kadar, bu böyle sürer gider.” (Selmân-ı Fârisî)
“Müslümanlar arasında nerede ve ne zaman tartışma çıkarsa, bilin ki işin içinde servet, şöhret veya şehvet, yani para, makam veya kadın vardır. Ya bunlardan biri veya birkaçı. Kavganın sebebi bilindiğine göre tedâvisi kolaydır. Bize verilen her şeyin emânet olduğunu ve bunlarla sınava çekildiğimiz şuuru. Müslüman olduğumuzu hiçbir zaman unutmamak ve Allah’ın bize devamlı gördüğü şuurunda yaşamak.”
“Çarşıyı pazarı müslümanlaştırmadan, İslâm’ı çevreye hâkim kılmak mümkün değildir.”
“Müslüman ve para; bu ikisi, birbirini tamamladığı gün, süper güçler yer değiştirecek, gerçek süper güç hâkim olacaktır.”
“Paraya hâkim ol(a)mayan müslümanıın dünyası da, büyük ihtimalle âhireti de cehennem olacaktır.”
“İslâm’da ruhbanlık yoktur. Muâmelâtı tatbik etmek farzdır. Bu öyle bir
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 751 -
farzdır ki, müslümanların çoğunun haberi bile yoktur. Bilinmeyen günahlara tevbe edilmediği için, en büyük günahlar da bunlardır.”
“Bir müslümanın yediği, içtiği, giydiği haram olursa, onun ibâdeti ve duâsı nasıl kabul olur?”
“Her işini para ile görüp paraya düşman olan müslümanlar; konforlu hayat yaşayıp ‘dünya sevgisi hataların başıdır’ diyenler; sermâye biriktirip bankayla iş görüp kapitalizme düşman olanlar; kapitalistler gibi yaşayıp sosyalizmin gelmesini istemeyenler tezat içindedir.”
“Hapse girmemek için T.C. kanunlarına gösterilen gayret kadar, Cehenneme girmemek için Allah’ın kanunlarına uyulsa, dünyamız da, âhiretimiz de cennete dönüşecektir. Üniversite sınavına hazırlanan bir genç kadar âhirette Cennet kazanmak için dünya imtihanına özen göstersek Cennetin bütün kapıları bize açılır. Dünya huzuru da avans olur.”
“Helâl-haram gözetmeden para kazanan ehl-i dünyadır, laiktir, kapitalisttir. Haramdan kaçan, helâl kazanç sağlayan ise ehl-i diyânettir, mü’mindir, mübârektir. Karun gibi, Firavun gibi, yahûdiler gibi zengin olmak, dini satıp dünyayı da mezara kadar sırtlamaktır. Her yolcu, bir şeyler götürür. Âhirete giden de sevaptan, günahtan başka bir şey götüremez.”
- 752 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Mal-Mülk ve Mâlik Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
Mal ve Çoğulu Emvâl Kelimelerinin Geçtiği Âyetler (86) Yerde: 2/Bakara, 155, 177, 188, 188, 247, 261, 262, 264, 265, 274, 279; 3/Âl-i İmrân, 10, 116, 186; 4/Nisâ, 2, 2, 2, 5, 6, 6, 10, 24, 29, 34, 38, 95, 95, 161; 6/En’âm, 152; 8/Enfâl, 28, 36, 72; 9/Tevbe, 20, 24, 34, 41, 44, 55, 69, 81, 85, 88, 103, 111; 10/Yûnus, 88, 88; 11/Hûd, 29, 87; 17/İsrâ, 6, 34, 64; 18/Kehf, 34, 39, 46; 19/Meryem, 77; 23/Mü’minûn, 55; 24/Nûr, 33; 26/Şuarâ, 88; 27/Neml, 36; 30/Rûm, 39; 33/Ahzâb, 27; 34/Sebe’, 35, 37; 47/Muhammed, 36; 48/Fetih, 11; 49/Hucurât, 15; 51/Zâriyât, 19; 57/Hadîd, 20; 58/Mücâdele, 17; 59/Haşr, 8; 61/Saff, 11; 63/Münâfikun, 9; 64/Teğâbün, 15; 68/Kalem, 14; 69/Haakka, 28; 70/Meâric, 24; 71/Nûh, 12, 21; 74/Müddessir, 12; 89/Fecr, 20; 90/Beled, 6; 92/Leyl, 11, 18; 104/Hümeze, 2, 3; 111/Mesed, 2.
Mülk Anlamında M-l-k Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyetler (118 Yerde): 1/Fâtiha, 4; 2/Bakara, 102, 107, 247, 247, 246, 247, 247, 248, 251, 258; 3/Âl-i İmrân, 26, 26, 26, 26, 189; 4/Nisâ, 3, 24, 25, 36, 53, 54; 5/Mâide, 17, 17, 18, 20, 25, 40, 41, 76, 120; 6/En’âm, 73, 75; 7/A’râf, 158, 185, 188; 9/Tevbe, 116; 10/Yûnus, 31, 49; 12/Yûsuf, 43, 50, 54, 72, 76, 101; 13/Ra’d, 16; 16/Nahl, 71, 73, 75; 17/İsrâ, 56, 100, 111; 18/Kehf, 79; 19/Meryem, 87; 20/Tâhâ, 87, 89, 114, 120; 22/Hacc, 56; 23/Mü’minûn, 6, 88, 116; 24/Nûr, 31, 33, 42, 58, 61; 25/Furkan, 2, 2, 3, 3, 26; 27/Neml, 23, 34; 29/Ankebût, 17; 30/Rûm, 28; 33/Ahzâb, 50, 50, 52, 55; 34/Sebe’, 22, 42; 35/Fâtır, 13, 13; 36/Yâsîn, 71, 83; 38/Sâd, 10, 20, 35; 39/Zümer, 6, 43, 44; 40/Mü’min, 16, 29; 42/Şûrâ, 49; 43/Zuhruf, 51, 77, 85; 45/Câsiye, 27; 46/Ahkaf, 8; 43/Zuhruf, 86; 48/Fetih, 11, 14; 54/Kamer, 55; 57/Hadîd, 2, 5; 59/Haşr, 23; 60/Mümtehıne, 4; 63/Cum’a, 1; 64/Teğâbün, 1; 67/Mülk, 1; 70/Meâric, 30; 72/Cinn, 21; 76/İnsân, 20; 78/Nebe’, 37; 82/İnfitâr, 19; 85/Bürûc, 9; 114/Nâs, 2.
Mal ve Malı Kullanmak Konusunda Âyetler
Mal, Fitnedir, İmtihan Sebebidir: 8/Enfâl, 28; 64/Teğâbün, 15.
Mal, Dünya Hayatının Süsüdür: 18/Kehf, 46.
Zenginlik, Bir Üstünlük Sebebi Olamaz: 6/Er’âm, 52-53.
Mal, Zenginler Arasında Dolaşan Bir Devlet/Servet Olmamalıdır: 59/Haşr, 7.
Malı Kullanmakta Reşit Olmak: 4/Nisâ, 5-6; 17/İsrâ, 34.
Sefihlere (malını İyi Kullanamayacak Akılsızlara) Mal Verilmez: 4/Nisâ, 5.
Ekonomik Esâret: 59/Haşr, 7.
Malı ve Parayı Biriktirmek (Stokçuluk): 3/Âl-i İmrân, 49; 9/Tevbe, 34-35; 64/Teğâbün, 14-18; 104/Hümeze, 1-4.
Mal Sevgisi: 3/Âl-i İmrân, 14; 9/Tevbe, 35; 89/Fecr, 20.
Mal Sevgisini, Allah’tan, Peygamber’den ve Allah Yolunda Cihaddan Üstün Tutmak: 9/Tevbe, 24, 34-35; 63/Münâfıkun, 9; 92/Leyl, 8-11; 96/Alak, 6-8.
Mal, Dünyada Kalacaktır: 6/En’âm, 94.
Kâfirlere Malları ve Evlâtları Fayda Vermez: 3/Âl-i İmrân, 10, 91, 116; 5/Mâide, 36; 6/En’âm, 70; 7/A’râf, 48; 13/Ra’d, 18; 19/Meryem, 77-80; 45/Câsiye, 10; 58/Mücâdele, 17; 69/Haakka, 25-29; 92/Leyl, 8-11; 104/Hümeze, 2-6; 111/Leheb, 1-3.
Münâfıklar, Mal Sevgisi ile Doludurlar: 9/Tevbe, 58-59, 67, 75-76; 48/Fetih, 15; 49/Hucurât, 14, 16-17.
Mûsâ (a.s.)’nın Ümmetinden Karun’un Mal Sevgisinin Sonu: 28/Kasas, 76-84; 29/Ankebût, 39-40.
Mülk Kavramıyla İlgili Âyetler
Mülk Allah’ındır: 35/Fâtır, 13; 57/Hadîd, 10; 64/Teğâbün, 1; 67/Mülk, 1.
Allah, Mülkü Dilediğine Verir: 2/Bakara, 247; 3/Âl-i İmrân, 26.
Göklerdeki ve Yerdeki Her Şey, Allah’ındır: 2/Bakara, 255, 284; 3/Âl-i İmrân, 109, 129; 4/)Nisâ, 126, 131-132; 5/Mâide, 120; 10/Yûnus, 55; 14/İbrâhim, 2; 16/Nahl, 52; 20/Tâhâ, 6; 22/Hacc, 64; 24/Nûr, 64; 30/Rûm, 26; 31/Lokman, 20, 26; 34/Sebe’, 1; 42/Şûrâ, 4; 53/Necm, 31; 57/Hadîd, 2, 5.
Göklerin ve Yerin Tasarrufu Allah’ındır: 2/Bakara, 107; 3/Âl-i İmrân, 189; 5/Mâide, 40; 9/Tevbe, 116; 24/Nûr, 42; 25/Furkan, 2; 36/Yâsîn, 83; 39/Zümer, 62-63; 42/Şûrâ, 49; 43/: Zuhruf, 85; 45/Câsiye, 27; 48/Fetih, 14; 57/Hadîd, 2, 5; 85/Bürûc, 9.
Dünya Nimetleri
Cennetin Nimetleri Dünya Nimetlerinden Hayırlıdır: 3/Âl-i İmrân, 14-15; 16/Nahl, 30.
Dünya Nimetleri Fânîdir; Âhiret Nimetleri Son Bulmaz: 4/Nisâ, 77; 16/Nahl, 96; 35/Fâtır, 5; 42/Şûrâ, 36.
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 753 -
Dünya Nimetleri İle Âhiret Nimetlerinin Karşılaştırması: 28/Kasas, 60; 29/Ankebût, 64.
Sâlih Amel, Dünyanın Süsünden Hayırlıdır: 18/Kehf, 46; 19/Meryem, 76.
F- Kur'ân-ı Kerim'de Fakirlik Anlamındaki "Fakr" ve Türevleri (13 Yerde): 2/Bakara, 268, 271, 273; 3/Âl-i İmrân, 181; 4/Nisâ, 6, 135; 9/Tevbe, 60; 22/Hacc, 28; 24/Nûr, 32; 28/Kasas, 24; 35/Fâtır, 15; 47/Muhammed, 38; 59/Haşr, 8.
G- Fakir Anlamında "Miskîn" Kelimesi (Tekil ve Çoğul Olarak 23 Yerde): 2/Bakara, 83, 177, 184, 215; 4/Nisâ, 8, 36; 5/Mâide, 89, 95; 8/Enfâl, 41; 9/Tevbe, 60; 17/İsrâ, 26; 18/Kehf, 79; 24/Nûr, 22; 30/Rûm, 38; 58/Mücâdele, 4; 59/Haşr, 7; 68/Kalem, 24; 69/Hâakka, 34; 74/Müddessir, 44; 76/İnsân, 8; 89/Fecr, 18; 90/Beled, 16; 107/Mâûn, 3.
H- Zenginlik Anlamında “Ğınâ” ve Türevleri (73 Yerde): 2/Bakara, 263, 267, 273; 3/Âl-i İmrân, 10, 97, 116, 181; 4/Nisâ, 6, 130, 131, 135; 6/En’âm, 133; 7/A’râf, 48, 92; 8/Enfâl, 19; 9/Tevbe, 25, 28, 74, 93; 10/Yûnus, 24, 36, 68, 101; 11/Hûd, 68, 95, 101; 12/Yûsuf, 67, 68; 14/İbrâhim, 8, 21; 15/Hıcr, 84; 19/Meryem, 42; 22/Hacc, 64; 24/Nûr, 32, 33; 26/Şuarâ, 207; 27/Neml, 40; 29/Ankebût, 6; 31/Lokman, 12, 26; 35/Fâtır, 15; 36/Yâsin, 23; 39/Zümer, 7, 50; 40/Mü’min, 47, 82; 44/Duhân, 41; 45/Câsiye, 10, 19; 46/Ahkaf, 26; 47/Muhammed, 38; 52/Tûr, 46; 53/Necm, 26, 28, 48; 54/Kamer, 5; 57/Hadîd, 24; 58/Mücâdele, 17; 59/Haşr, 7; 60/Mümtehine, 6; 64/Teğâbün, 6, 6; 66/Tahrîm, 10; 69/Haakka, 28; 77/Mürselât, 31; 80/Abese, 5, 37; 88/Ğâşiye, 7; 92/Leyl, 8, 11; 93/Duhâ, 8; 96/Alak, 7; 111/Mesed, 2.
İ- Fakirlik ve Fakirler Konusuyla İlgili Âyetler
Gerçek Fakirler: 2/Bakara, 273.
Fakir ve miskin Kavramı: 9/Tevbe, 60
Fakirlerin Dokunulmazlığı: 6/En'âm, 52-53.
Fakir Düşmekte Hikmet Vardır: 6/En'âm, 42; 9/Tevbe, 28.
Fakirlik Korkusu ile Çocukları Öldürmekten Sakınmak: 6/En'âm, 151; 17/İsrâ, 31.
Fakirlere İyilik Etmek: 2/Bakara, 83; 4/Nisâ, 36.
Fakirlere Vermek: 2/Bakara, 177, 215, 273; 17/İsrâ, 26; 24/Nûr, 22; 30/Rûm, 38; 70/Meâric, 24-25.
Fakirlere Yedirip İçirmek: 76/İnsan, 8-12; 89/Fecr, 18; 90/Beled, 12-16.
Sâili (İsteyeni) Azarlamaktan Sakınmak: 93/Duhâ, 10.
Kâfirler Fakirleri Küçük Görürler: 6/En'âm, 52-53; 7/A'râf, 49; 11/Hûd, 27; 18/Kehf, 28; 26/Şuarâ, 106-114.
Kâfirler ve Müşrikler Fakirlere Vermezler: 36/Yâsin, 47; 68/Kalem, 17-40; 69/Haakka, 34; 74/Müddessir, 43-44; 107/Mâûn, 1, 3.
Zenginlik ve Zenginler Konusuyla İlgili Âyetler
Allah, Dilediğine Hesapsız Rızık Verir: 2/Bakara, 212; 3/Âl-i İmrân, 27, 37; 28/Kasas, 79-82; 29/Ankebût, 62; 42/Şûrâ, 19.
Zenginliği Veren Allah'tır: 53/Necm, 48.
Zenginlik Bir Üstünlük Sebebi Değildir: 6/En'âm, 52-53.
Mal, Zenginler Arasında Dolaşan Bir Servet Olamaz: 59/Haşr, 7.
Kâfirler Mal Gururuna Kapılırlar: 6/En'âm, 52-53; 7/A'râf, 49; 11/Hûd, 27; 18/Kehf, 28; 26/Şuarâ, 106-114.
Câhil ve Gururlu Zenginler: 96/Alak, 6-7, 12.
Mal, Fitne ve İmtihan Sebebidir: 8/Enfâl, 28; 64/Teğâbün, 15.
Ekonomik Eşitliğin Anlamı
Rızık Konusunda Kimi Kiminden Farklıdır: 16/Nahl, 71; 17/İsrâ, 21; 42/Şûrâ, 27; 43/Zuhruf, 32.
Zengin Fakir Ayırımı Yoktur: 6/En'âm, 52-53.
İsraf ve İktisat (Savurganlık ve Tutumluluk)
İsraf Etmekten Sakınmak: 6/En'âm, 141; 7/A'râf, 31.
Saçıp Savurmaktan Sakınmak: 6/En'âm, 141; 7/A'râf, 31; 17/İsrâ, 26-27, 29.
Mü'minler İsraf Etmezler: 25/Furkan, 67.
Allah İsraf Edenleri Sevmez: 6/En'âm, 141; 7/A'râf, 31.
- 754 -
KUR’AN KAVRAMLARI
zCimrilik
Cimrilik Etmek: 2/Bakara, 195; 3/Âl-i İmrân, 180; 4/Nisâ, 36-37; 47/Muhammed, 38; 57/Hadîd, 23-24; 92/Leyl, 8-10.
Malı ve Parayı Biriktirmek: 3/Âl-i İmrân, 49; 9/Tevbe, 34-35; 64/Teğâbün, 15-18; 104/Hümeze, 1-4.
İnsan Cimridir: 17/İsrâ, 100; 70/Meâric, 19-21; 100/Âdiyât, 8-11.
Şeytan Fakirlikle Korkutur: 2/Bakara, 268.
Cimrilik Etmekten Sakınmak: 17/İsrâ, 29, 31; 47/Muhammed, 37-38; 59/Haşr, 9; 64/Teğâbün, 16.
Mü'minler Cimrilik Yapmaz: 25/Furkan, 67.
N- Cömertlik
Cömert Olmak: 17/İsrâ, 29.
Allah Cömerlere Bolluk Verir: 2/Bakara, 268.
O- Yedirip İçirmek
Fakirlere Yedirip İçirmek: 22/Hacc, 28, 36; 76/İnsan, 8-12.
Yetimlere Yedirip İçirmek: 76/İnsan 8-12.
Esirlere Yedirip İçirmek: 76/İnsan, 8-12.
Kâfirler, Fakirlere Yedirip İçirmezler: 36/Yâsin, 47; 69/Haakka, 34; 74/Müddessir, 43-44; 107/Mâûn, 1, 3.
P- Rızık
Allah, Dilediğine Hesapsız Rızık Verir: Bakara, 212; Al-i İmran, 27, 37; Kasas, 79-82; AnkEbût, 62; Şura, 19.
Allah, Rızkı Daraltır veya Genişletir: Bakara, 245; Ra'd, 26; İsra, 30; Kasas, 82; AnkEbût, 62; Rum, 37; Sebe'36, 39; Zümer, 52; Şura, 12, 27; Mülk, 21.
Rızkı Veren Allah'tır: Yunus, 31; Hicr, 21; AnkEbût, 17, 61; Rum, 40; Sebe',24, 39; Fatır, 3; Zariyat, 58.
Rızık Konusunda Kimi kiminden Farklıdır: Nahl, 71; İsra, 21; Şura, 27; Zuhruf, 32.
Allah, Bütün Canlıların Rızkını Verir: Hud, 6.
Rızık Verenlerin En Hayırlısı Allah'tır: Hacc, 58; Mü'minun, 72; Cum'a, 11.
Allah, En Temiz Nimetlerden Rızıklandırır: Mü'min, 64.
Allah, Cimrilik Etmeyenlere Bol Rızık Verir: Bakara, 268.
Yer Üzerinde Rızık Sebepleri Yaratılmıştır: Hıcr, 20.
Rızık Endişesi, Hakka Davet Görevine Engel Olamaz: Taha, 132.
Yağmurla Gökten Rızık İner: Zariyat. 22.
Rızık Aramak: Cum'a, 10.
Rızkın Bolluğu ve Darlığında, İbretler Vardır: Zümer, 52
Yaratılan Her Şeyin İnsan İçin Olmasında İbretler Vardır: Casiye, 13
Rızık Endişesi, Tebliğ Görevine Engel Olamaz: Taha, 132
Zenginliği Veren Allah'tır: Necm, 48
Zenginlik Bir Üstünlük Sebebi Değildir: En'am, 52-53
Mal, Zenginler Arasında Dolaşan Bir Servet Olamaz: Haşr, 7.
Kâfirler, Mal Gururuna Kapılırlar: En'am, 52-53; A'raf, 49; Hud, 27; Kehf, 28; Şuara, 106-114
Cahil ve Gururlu Zenginler: Alak, 6-7, 12
Mal, Fitne ve İmtihan Sebebidir: Enfal, 28; Teğabün, 15.
Fakir Düşmekte Hikmet Vardır: En'am, 42, Tevbe, 28.
Rızık Konusunda Kimi Kiminden Farklıdır: Nahl, 71; İsra, 21; Şura, 27; Zuhruf, 32.
Zengin Fakir Ayrımı Yoktur: En'am, 52-53.
R- İnfak
İnfak/Allah Yolunda Harcamak: Bakara, 3, 195, 245, 254, 261, 270, 272, 274; Enfal, 3; Ra'd, 22; İbrahim, 31; Hacc, 35; Kasas, 77; Secde, 16; Fatır, 29-30; Hadid, 7; Münafıkun, 10-11; Teğabün, 16-17.
Mala Olan Sevgiye Rağmen Allah Sevgisiyle Harcamak: Bakara, 177; İnsan, 8.
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 755 -
Harcamada Ölçü: Furkan, 67; Muhammed, 36-38.
Allah İçin Harcamak ve Harcayanların Hali: Bakara, 264-266, 272; Kasas,77; Münafikun, 10-11; Leyl,17-21
Harcamayı Malın İyisinden ve Sevilen Şeylerden Yapmak: Bakara, 267; Al-i İmran, 92.
Harcama Yapılacak Mal: Bakara, 3, 219; Şura, 38.
Kendilerine Verilecek Kimseler: Bakara, 215, 273; Nur, 22.
Harcadıklarını Başa Kakanlar: Bakara, 262-264, 266, Müzzemmil, 20.
Gösteriş Olsun Diye Harcamak: Bakara, 264, 266, 270, 272; Nisa, 38-39.
İnfaktan Kaçılmaz: Bakara, 268; Hadid, 10.
İnfaktan Kaçanlar: Mearic, 18-21.
İnfak Edenler Takvâ Sahibi Mü'minlerdir: Al-i İmran, 16-17, 134.
İnfak Edenlerin Mükafatı: Bakara, 272; Hadid, 7, 11; Teğabün, 17; Mearic, 24-25, 35; Leyl, 5-7,18.
Kâfirler ve Müşrikler İnfak Etmezler: Yasin, 47; Kalem, 17-40; Hakka, 34; Müddessir, 43-44; Mâûn, 1, 3.
Kâfirler Mallarını Allah Yolundan Çevirmek İçin Harcarlar: Enfal, 36; Beled, 5-12.
Fakirlere Yedirip İçirmek: Hacc, 28, 36; İnsan, 8-12, Fecr, 18.
Yetimlere Yedirip İçirmek: İnsan, 8-12.
Esirlere Yedirip İçirmek: İnsan, 8-12.
Kâfirler, Fakirlere Yedirip İçirmezler: Yasin, 47; Hakka, 34; Müddessir, 43-44; Maun, 1-3.
Cömert Olmak: İsra, 29.
Allah, Cömertlere Bolluk Verir: Bakara, 268.
Fakirlere İyilik Etmek: Bakara, 83; Nisa, 36.
Fakirlere Vermek: Bakara, 177, 215, 273; İsra, 26; Nur, 22; Rum, 38; Mearic, 24-25.
Sail'i (İsteyeni, dilenciyi) Azarlamaktan Sakınmak: Duha, 10.
Kâfirler, Fakirleri Küçük Görürler: En'am, 52-53; A'raf, 49; Hud, 27; Kehf, 28; Şuara, 106-114.
Kâfirler ve Müşrikler, Fakirlere Vermezler: Yasin, 47, Kalem,17-40; Hakka,34; Müddessir,43-44; Mâûn, 1-3
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. İslâm Hukukunda Mülkiyet Hakkı ve Servet Dağılımı, Fahri Demir, D.İ.B. Y. Ank. 1988
2. Tüketim Virüsü, Mustafa Karaalioğlu, Yeni Şafak Y. İst. 1995
3. Tüketim Köleliği, Ivan İllich, Çev. Mesut Karaşahan, Pınar Y. İst. 1990
4. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. s. 381-382
5. Şamil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 4, s. 52-54; 133-134; 342-343; 345-348
6. Kur'an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. c. 5, s. 419-425; c. 11, s. 380-386; c. 13, s. 34-40; c. 15, s. 250-256
7. Nur'dan Kelimeler, Alâaddin Başar, Zafer Y. c. 2, s. 130-136
8. İslâm’da Mülk ve Hilâfet, Şahin Uçar, İz Y.
9. Delilleriyle Ticaret ve İktisat İlmihali, Hamdi Döndüren, Erkam Y.
10. Neden Bu Kadar Fakirler, Abdullah Arslan, Akademi Y. İst. 1989
11. Hayatın Pahalılanmasını Nasıl Engelleyebiliriz? Birlik Y. Ank. 1979
12. Zenginlere ve Zengin Olmak İsteyenlere, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. İst. 1993
13. Fakirler ve Zenginler, Vehbi Karakaş, Timaş Y. İst. 1993
14. Niçin Yoksuluz? Birlik Yayıncılık, Ank.
15. İslâm'ın İktisadî Görüşü, Sabahaddin Zaim, Yeni Asya Y. İst. 1981
16. İslâm ve Ekonomik Hayat, Ahmet Tabakoğlu, D.İ.B. Y. İst. 1987
17. İslâm'a Göre Banka ve Sigorta, Hayreddin Karaman, Nesil Y. 3. Bs. İst. 1992
18. İslâm'da Para, Ahmed el-Hasenî, Çev. Adem Esen, İz Y. İst. 1996
19. Zenginler, Yoksullar ve Robotlar, Deniz Can Saner, Birleşim Y. İst. 1993
20. İdeal Ekonomik Politikası, Abdurrahman Maliki, Ta-ha Y.
21. Müslüman ve Para, Hekimoğlu İsmail, Timaş Y. 7. bs. İst. 1996
- 756 -
KUR’AN KAVRAMLARI
22. Para, Faiz ve İslâm, Heyet, İlmî Neşriyat, İSAV, İst. 1987
23. İktisat Penceresinden İslâm, Ferit Yücel, Şahsi Y. İst. 1979
24. Herkes İçin Ekonomi, George Soule, Gerson Antell, Çev. Nejat Muallimoğlu, Avcıol Basım Yayın, 3. Bs. İst. 1996
25. İnfak (Allah Yolunda Harcama), Veysel Özcan, Mirfak Y.
26. Çalışma Hayatı ve İslâm, Yunus Vehbi Yavuz, Tuğra Neşriyat, İst. 1992
27. İslâm Hukukuna göre Alım-Satımda Kâr Hadleri, Hamdi Döndüren, İstanbul 1983
28. İslâm'da İşçi-İşveren Münâsebetleri, Hayreddin Karaman, Marifet Y.İst. 1981
29. İslâm'da Ticaret Prensipleri, M. Cevat Akşit, Gaye Vakfı, İst. 2001
30. İslâm'da Ticaret Hukuku, Abdülkerim Polat, Sabah Gaz. Kültür Y. İst. 1977
31. İslâm'da Tüketici Hakları, Hüseyin Arslan, T. Diyanet Vakfı Y. Ank. 1994
32. Ulusların Yeni Zenginliği, Guy Sorman, Afa Y.
33. Çağdaş Ekonomik Problemlere İslâmî Yaklaşımlar, Hamdi Döndüren, İklim Y. İst. 1988
34. İktisat, Siyaset ve Din, Mustafa Özel, Yeni Şafak, İst. 1995
35. Amerikan Yüzyılının Sonu, Mustafa Özel, İz Y. İst. 1993
36. Aksiyon, Ahlâk, Ekonomi, Zübeyir Yetik, Çığır Y. İst. 1975
37. Ekonomi Bir Din midir, Zübeyir Yetik, Beyan Y. İst. 1991
38. Sınıfsız Dünya, Saadettin Elibol, Dergâh Y. İst. 1978
39. Gazâlî’nin İktisat Felsefesi, Sabri Orman, İnsan Y. İst. 1984
40. Alışverişte Vâde Farkı ve Kâr Haddi, Heyet, İlmî Neşriyat
41. İktisadî Kalkınma ve İslâm, Heyet, İlmî Neşriyat
42. Türkiye’de Zekât Potansiyeli, Heyet, İlmî Neşriyat
43. İşçi İşveren Münasebetleri, Heyet, İlmî Neşriyat, İSAV, İst. 1990
44. Toplumların Çöküşünde Rüşvet, Seyyid Hüseyin el-Attas, Çev. Cevdet Cerit, Pınar Y. İst. 1988
45. Sosyal Siyaset Açısından İslâm'da Ücret, Adem Esen, T. Diyanet Vakfı Y. 2. Bs. Ank. 1995
46. Ekonomik Adâletin Temelleri, Muhammed Nuveyhi, Beyan Y. 2. Bs. İst. 1984
47. Küreselleşen Dünyada Özgür Birey, Zengin Toplum, Mehmet Traş, Birey Y. İst. 2003
48. Türkiye'de Kapitalizmin Gelişmesi ve Sosyal Sınıflar, Ali Gevgilili, Bağlam Y. İst. 2. Bsk, 1989
49. Ana Hatlarıyla İslâm Ekonomisi, Servet Armağan, Timaş Y.
50. Çağdaş Ekonomik Doktrinler ve İslâm, İ. M. İsmail, Boğaziçi Y.
51. Çalışma Hayatı ve İslâm, Yunus Vehbi Yavuz, Tuğra Y.
52. Ekonomiye Değinmeler, Zübeyir Yetik, Akabe Y.
53. El-Hisbe, İbn Teymiyye, İnsan Y.
54. Hz. Muhammed’in Getirdiği Ekonomik Düzen, Sadık Yılma, Yeni Ufuklar Neşriyat
55. Hz. Peygamber Döneminde Devlet ve Piyasa, Cengiz Kellek, Bilim ve Sanat Vakfı Y.
56. Hz. Ömer Döneminde Ekonomik Yapı, İrfan Mahmud Rânâ, Bir Y.
57. İktisat Bilinci, Hekimoğlu İsmail, Denge Y. İst. 1996
58. İslâm Devlet Bütçesi, Celâl Yeniçeri, Şamil Y.
59. İslâm Ekonomi Sistemi, Muhammed Bakır Sadr, Rehber Y.
60. İslâm Ekonomisi Sistemi, M. Ömer Çapra, Fikir Y.
61. İslâm Ekonomi Düşüncesi, Sıddıkî, Bir Y.
62. İslâm Ekonomi Toplumunun Kuruluşu, Muhammed Abdülmennan, Fikir Y.
63. İslâm Ekonomisi (Teori ve Pratik), M. A. Mannan, Fikir Y.
64. İslâm Ekonomisi ve Sosyal Güvenlik Sistemi, Faruk Yılmaz, Marifet Y.
65. İslâm Ekonomisinde Finansman Meseleleri, Heyet, Ensar Neşriyat
66. İslâm Ekonomisinde Gelir ve Sermaye, M. Sabri Erdoğdu, Sebil Y.
67. İslâm Ekonomisinde Tasarruf ve Ekonomik Gelişme, M. Sabri Erdoğdu, Sebil Y./Marm. Ü. İl. FkV.Y.
68. İslâm Ekonomisinin Temel Meseleleri, M. Ekrem Han, Kayıhan Y.
69. İslâm İktisadında Helâl Kazanç, İmam Muhammed Şeybani, Seha Neşriyat
MAL-MÜLK VE MÂLİK
- 757 -
70. İslâm İktisadının Esasları, Celâl Yeniçeri, Şamil Y.
71. İslâm İktisat ve Metodolojisi, Yusuf Mısri, Birleşik Yayıncılık İst.
72. İslâm İktisat Tarihine Giriş, Abdulaziz Durî, Endülüs Y. İst. 1991
73. İslâm’da İktisadî Nizamı, Ömer Çapra, Çev. Hulûsi Yavuz, Sebil Y.
74. İslâm Şirketler Hukuku (Emek-Sermaye Şirketi), Osman Şekerci, Marifet Y.
75. İslâm ve Çağdaş Ekonomik Konular, M. A. Mannan, Fikir Y. İst. 1984
76. İslâm ve Çağdaş Ekonomik Doktrinler, Muhammed İsmail, çev. Cemal Karaağaçlı, Serda, Yeni Neşr.
77. İslâm Ekonomisinin Strüktürü, Sezai Karakoç, Diriliş Y.
78. İslâm’da Ekonomik ve Sosyal Düşüncenin Çağdaş Görünümü, Heyet, Düşünce Y. İst. 1978
79. İslâm Devletinde Malî Yapı, S. A. Sıddıkî, Çev. Rasim Özdenören, Fikir Y. 2. bs. İst. 1980
80. İslâm ve Ekonomik Hayat, Ahmet Tabakoğlu, D.İ.B. Y.
81. İslâm ve İktisadi Ekoller, M. Bakır es-Sadr, Akademi Y. İst. 1991
82. İslâm ve Mülkiyet, Mahmud Talegani, Yöneliş Y.
83. İslâm’da Tüketici Hakları, Hüseyin Arslan, T. Diyanet Vakfı Y.
84. İslâmî Yaklaşımlar, Hamdi Döndüren, Kültür Basın Yay. Birliği
85. İslâmî Açıdan Borsa, Heyet, Ensar Neşriyat
86. İslâmî İktisadın Felsefesi, Murtaza Mutahhari, İnsan Y.
87. İslâm İktisadında Narh, Davut Aydüz, Işık Y. x
88. İslâm’da İktisat Anlayışımız, M. Said Çekmegil, Nabi-Nida Y. 2. bs. Malatya, 1994
89. Çağdaş İktisadi Sistemleri, Beşir Hamitoğulları, Savaş Y.
90. Adil Ekonomik Düzen, Necmettin Erbakan, Ank. 1991
91. Modern İktisat ve İslâm, Sabahaddin Zaim, MTTB Basın-Yayın Md. Neşr. 3. bsk. İst. 1969
92. Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi, Yahya S. Tezel, Tarif Vakfı Yurt Y.
93. Türkiye’de Ekonomi Politikaları ve İşsizlik Meselesi, Şevki Çobanoğlu, Uhud Y.
94. Türkiye’de Özel Finans Kurumları ve İslâm Bankacılığı, İsmail Özsoy, Timaş Y. İst. 1987
95. Türkiye’de Ekonomik Güçlükler ve Çözüm Yolları, Emin Çarıkçı, Adım Y.
96. Türkiye’de Enflasyonla Mücadele, Tuncay Artun, Tekin Y.
97. Türkiye’de Özelleştirme, Cevat Karataş, Ziya Öniş, Yeni Yüzyıl Kitaplığı Y.
98. Darbelerin Ekonomisi, Mehmet Altan, Afa Y. İst. 1990
99. Yabancı Sermaye, Komisyon, TÜGİAD Y.
100. Toplum Suskun, Sermaye Serbest, Heyet, Bireşim Y.
101. Ekonomi ve Ahlâk, N. Haydar Nakvî, İnsan Y. İst. 1985
102. Ekonomik Çözüm, Şevki Çobanoğlu, Uhud Y. İst. 1991
103. Risk Sermayesi, Özel Finans Kurumları ve Para Vakıfları, Murat Çizakça, İlmî Neşriyat
104. Türkiye’de Zekât Potansiyeli, Heyet, İlmî Neşriyat
105. Reklâm Dünyasının İçyüzü, Jim Ring, Milliyet Gazetesi Y.
106. Reklâm Bize Sırıtan Bir Leştir, Oliviero Toscani, Milliyet Gazetesi Y.
107. Parasal Bunalımlar ve Uluslar arası Reform, İsmail Şengün, T. Ekonomi Kurumu Y.
108. Türkiye’de Ekonomi Politikaları ve İşsizlik Meselesi, Şevki Çobanoğlu, Uhud Y.
109. Bireysel Yatırım Araçları, Mehmet Çavaş, İletişim Y.
110. Tarikat Sermayesinin Yükselişi, Faik Bulut, Öteki Y.
111. Faiz, Ebû’l-A’lâ Mevdûdî, Çev. M. Hasan Beşer, Hilâl Y. İst. 1966
112. Faiz, Seyyid Kutup, Çev. Cafer Tayyar, İslâmoğlu Y.
113. Faiz, Mehmet Zahid Kotku, Seha Neşriyat
114. Faiz ve Problemleri, İsmail Özsoy, Nil A.Ş. Y.
115. Faizsiz Bankacılık ve Kalkınma, Cihangir Akın, Kayıhan Y.
116. Faizsiz Yeni Bir Banka Modeli, Heyet, İlmî Neşriyat İSAV, İst. 1987
117. Türkiye’de Dünyada Faizsiz Bankacılık ve Hesap Sistemleri, Mustafa Uçar, Fey Vakfı Y.
118. Faiz Politikalarının Enflasyon Üzerindeki Etkileri ve Türkiye, Muhammed Akdiş, Yimder Y.
- 758 -
KUR’AN KAVRAMLARI
119. İslâm’da Faiz Meselesine Yeni Bir Bakış, Süleyman Uludağ, Dergâh Y. İst. 1988
120. Alternatif Faizsiz Banka, Süleyman Karagülle, İz Y. İst. 1991
121. Teşvik Kredileri ve Faiz, Ali Özek, İlmî Neşriyat
122. Tefsîr-i Âyeti’r Ribâ, Seyyid Kutup, İslâmoğlu Y.
123. İslâm’a Göre Faizsiz Banka, Kalkınma ve Sigorta, M. Ahmet Zerkâ, Kalem Y.
124. Türkiye’de Faiz Politikaları, Adnan Büyükdeniz, Bilim ve Sanat Vakfı Y.
125. Türkiye’de Serbest Faiz Politikası, Tuncay Artun, Tekin Y.
126. Para, Faiz ve İslâm, Heyet, İlmî Neşriyat, İSAV, İst. 1987
127. Para, John Kenneth Galbraith, Altın Kit. Y.
128. Para Bulma ve Yatırım, Ali Sait Yüksel, Beta Basım Yayım
129. Para ve Banka, Halil Dirimtekin, Anad. Üniv. A. Öğr. Fak. Y.
130. Finansal Kurumlar ve Piyasalar, Mustafa Çıkrıkçı, Derya Kitabevi Y.
131. Finsal Kurumlar, Güven Sevil, Anad. Üniv. A. Öğr. Fak. Y.
132. Finansal Teknikler, Ali Ceylan, Ekin Kit. Y.
133. Finansal Yönetim, Niyazi Berk, Türkmen Kitabevi Y.
134. Dünyada ve Türkiye’de Yatırım Fonları, Gürman Tevfik, T. İş Bankası Y.
135. 100 Soruda Para ve Para Politikası, Sadun Aren, Gerçek Y.
136. Akdeniz Dünyasında Para, Fiyatlar ve Medeniyet, Carlo M. Cipollo, Bağlam Y.
137. Kriz Ekonomisi, M. İlker Parasız, Ezgi Kitabevi Y.
138. Uluslararası Ekonomik Kuruluşlar, S. Rıdvan Karluk, Tütünbank Y.
139. Dünya Ekonomisi ve Uluslararası Ekonomik İlişkiler, Tuba Ongun, Evrim Y.
140. Döviz Ekonomisi, Emin Ertürk, Der Y.
141. Altın, Nedim Şener, Dünya Y.
142. Altın, İstanbul Altın Borsası ve Dünyadaki Örnekler, Nedim Şener, Dünya Y.
143. Sınıf Açısından Azgelişmişlik, Yves Lacoste, Göçebe Y.
144. Tek Pazardan Ekonomik ve Parasal Birliğe Avrupa Birliğinin Yetkileri, Komisyoın, İKV Y.
145. Türkiye Avrupa Ekonomik Topluluğu Ortaklığı (Anlaşmalar), Tevfik Saraçoğlu, Akbank Y.

Okunma 3347 kez
Bu kategorideki diğerleri: MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”) »