Ahiret, Cennet ve Cehennem

Ahiret, Cennet ve Cehennem (1)

Salı, 19 Ocak 2021 19:19

Ahiret, Cennet ve Cehennem

Yazan

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 


DAVUD EMRE YAYINEVİ
Kitabın Adı:
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ
İTİKADİ KAVRAMLAR -7-
AHİRET , CENNET
VE CEHENNEM
Yazarı:
Ahmed KALKAN
Tashih:
Ahmed Kalkan
Mizanpaj:
Ehl-i Dizayn
Kapak Tasarım:
Ehl-i Dizayn
İstanbul 2011
Baskı:
?????
Dâvud Emre Yayınevi
Telefon: (0 216) 632 29 58
www.davudemreyayinevi.com
AHİRET , CENNET
VE CEHENNEM
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ
İTİKADİ KAVRAMLAR
-7-
Ahmed KALKAN
İnsanlara karşı ticarî amaç güdülmeyen bu eserin hiçbir hakkı mahfuz değildir. Kâr gayesi güdülmemek şartıyla dileyen dilediği şekilde, tümünü veya bir kısmını çoğaltabilir, korsan baskı yapabilir, dağıtabilir, iktibas edebilir, kitabın ve yazarın ismini vererek veya vermeyerek kopye edebilir, mesaj amaçlı kullanabilir. Yazarın hiçbir telif hakkı sözkonusu değildir, şimdi ve sonra bir hak talep etmeyecektir. İlim, insanlığın ortak malıdır. Ve ilim Allah için kullanılınca insana fayda sağlar.
İTHAF
Canlı KUR’AN olmaya çalışıp toplumu KUR’AN’la canlandırmaya gayret eden ve tâğutlara karşı KUR’AN’la mücadeleyi bayraklaştıran her yaştan muvahhid gençlere…
Doğru okuyup doğru anlayan, dosdoğru yaşayıp insanları doğrultmaya çalışan
KUR’AN dostlarına…
Ümmetin ihyâsının vahdet içinde yeniden KUR’AN’a dönüşle mümkün olduğunu kavrayıp nebevî usûlle KUR’AN ve tevhid eksenli dersler ve cemaat çalışması yapan tâvizsiz dâvetçilere, her yaştan genç dâvâ erlerine…
Önsöz
Bismillâh, El-hamdu lillâh, ve’s-salâtu ve’s-selâmu alâ rasûlillâh.
Müslüman, hayata tevhid penceresinden bakmak zorundadır. Tevhid, birlemek demek olduğuna göre, laik bir anlayışla dünya ile âhiret arasını ayırmak bu inanca zıt olacaktır. Âhiretten ayırdığımız dünyayı, tekrar âhiretle birleştirmek zorundayız. Sadece ölüme kadar olan süre olarak algıladığımız istikbal (gelecek) kavramını, ölümden sonrasını da içine alacak şekilde anlamaya ve bu anlayışı gündelik yaşayışa geçirmek, kulluk görevimizdir.
Bir ayağımız âhirette; bir ayağımız dünyada, bir gözümüz âhirette; bir gözümüz dünyada ve bir kulağımız İsrafil’in surunda; bir kulağımız dünyada olarak yaşarsak dünya-âhiret dengesini kurmuş oluruz. Yoksa hem kendimiz, hem de bizden etkilenen her şey fesada uğrayacaktır. “Öyle binalar ediniyorsunuz ki, sanki içinde ebedî kalacaksınız!” (26/Şuarâ, 129)
Cennet, sadece bağ ve bahçelerden ibaret olmayıp bunların yanında kendilerine has maddelerden oluşan nesneleri ve tesisleri de mevcuttur. İman ve sâlih amel sahibi kimselerin ebediyet âleminde ravzâtü’l-cennâtta (cennetlerin has bahçelerinde) yaşayacaklarını ifade eden âyette (42/Şûrâ, 22) yer alan ve sözlük anlamları bakımından her ikisi de bahçe anlamına gelen ravzât ile cennât kelimelerinden ikincisine “tesis” manasını vermek gerekir. Birçok âyette sâlih mü’minlere vaad edilen cennetin çoğul şekliyle kullanıldığına bakılırsa, birden fazla tesisin bulunduğu ve her mü’mine bir mesken hazırlandığı anlaşılır. Cennetin, göklerin ve yerin “arz”ı/genişliği kadar olduğunu ifade eden âyetlerin (3/Âl-i İmran, 133; 57/Hadîd, 21) tefsiri için şu farklı görüşler ileri sürülmüştür: 1- Cennetin tasavvur edilemeyecek kadar geniş olduğunu ifade eden bir benzetmedir. Buna göre arz; en, yani genişlik demektir. Bir alanın dar cephesini genellikle onun genişliği oluşturduğuna göre cennetin uzunluğu bu teşbih çerçevesinde çok daha fazla olacaktır. 2- Cennet, dünya hayatında insanoğlu tarafından kavranabilen kâinat kadar değerlidir. 3- Madde âleminin insan idrâkine sunuluşu gibi cennet de onun bilgi ve idrâkine sunulmuştur. Bu yorumlar içinde en çok tercih edilen, birinci görüştür.
Kur’ân-ı Kerim’de cennet için “güzel meskenler” (9/Tevbe, 72; 61/Saff, 12), “üst üste kurulmuş konaklar” (39/Zümer, 20) ve “ev” (66/Tahrim, 11) kavramları kullanılmak sûretiyle onun maddî manada eleman ve tesislerden oluştuğu belirtilmiştir. Cennet
hayatıyla ilgili bazı tasvirler de bu gerçeği vurgulamaktadır. Naslardan anlaşıldığına göre cennet ehli için çadırlar da kurulacaktır (55/Rahmân, 72; Müslim, Cennet 23-25). Onlar, Cuma günleri güzel kokular saçan rüzgârların estiği bir çarşıyı dolaşacaklar, bu şekilde zarafetlerine zarafet katacaklardır (Müslim, Cennet 13).
Böyle bir cennet önemsenmeyip dünyanın ve içindekilerinin merkeze alınması, ne kadar akıl kârıdır? “Haydi koşun, Rabbinizin bağışına ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete!” (3/Âl-i İmran, 133)
Ahmed Kalkan
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Temmuz 2011, Ümraniye

- 9 -
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ
İTİKÂDİ KAVRAMLAR -7-
ÂHİRET

Âhiret; Anlam ve Mâhiyeti

Kur’ân-ı Kerim’de Âhiret

Yakînî Bilgi, Kesin İnanç

Âhirete İman

Âhirete İmanın İnsan Hayatındaki Yeri

Âhiret Şuuru

Yaratılışa İnanan, Yeniden Yaratılmaya da İman Eder

Âhiret Anlayışı Bizi Dirilişe Ulaştırır/Ulaştırmalıdır

Gündüz Yaşıyor, Gece Ölüyor, Sabah Diriliyoruz

Her Kış Bir Ölüm, Her Bahar Bir Diriliştir

Ölüm; Gurbetten Vuslata Hicret
“O müttakîler (takvâ sahipleri) ki, sana indirilene (Kur’an’a) ve senden önce indirilenlere (İlâhî Kitaplara) iman ederler. Onlar âhirete de yakînî olarak, kesin bir şekilde iman ederler.” 1
Âhiret; Anlam ve Mâhiyeti
Âhiret, kelime olarak Arapçada son, diğer, sonra gelen demektir. Âhiret; dünya hayatını takip eden, ona benzeyen yönler olduğu kadar, benzemeyen yönlerin de olduğu daha değişik ve ölümsüz bir hayattan, ebediyet âlemine ait çeşitli merhaleler ve hallerden ibarettir. “Yakîn” ise, gerçeğe uygun ve herhangi bir şüphe ile ortadan kalkmayacak şekilde şek ve şüpheden uzak olan sabit ve kesin bir inanış, şüphe karışmayan kesin bilgi demektir.
Âhiret inancı, Allah’ın varlığını kabul eden hemen hemen bütün din ve düşünce sistemlerinde (tabii bu arada hıristiyanlık ve yahûdilikte de) mevcuttur. Kur’an’da Hz. Nuh, İbrahim, Yusuf, Mûsâ, İsa ve diğer peygamberlerin kendi ümmetlerine âhiret akidesini telkin ettikleri ifade edilir.2
1] 2/Bakara, 4
2] bk. 12/Yûsuf, 101; 19/Meryem, 33; 20/Tâhâ, 55; 26/Şuarâ, 81-102; 71/Nuh, 17-18
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 10 -
Kur’ân-ı Kerim’de Âhiret
Âhiret kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de 115 yerde geçer.3 Yine,
“son gün” anlamında “yevmü’l-âhir” şeklinde, dünya ile karşılaştırmalı
olarak veya yalın halde 26 yerde kullanılır.4 Yalın halde elâhire
şeklinde kullanıldığı yerlerde ed-dâru’l-âhire tamlaması, yani
“âhiret yurdu”, “diğer ülke” anlamında olduğu veya âhiret hayatı
demek olduğu kabul edilir. Bu kullanılış şekillerinden de anlaşılacağı
gibi âhiret kavramı ile dünya kavramı arasında sıkı bir münasebet
vardır.
Kur’ân-ı Kerim’de yüzden fazla terim ve deyim kullanılarak
âhiret akidesi işlenir. Âhiretle ilgili âyetler hem Mekkî, hem de
Medenî sûrelerde sık sık tekrarlanmaktadır. Bu tekrarın, konunun
önemini vurgulamak, sorumluluk duygusunu pekiştirmek, dünya
ile âhiret arasındaki psikolojik mesafeyi kısaltarak mü’minin
ruhunu yüceltmek ve hayatını ebedîleştirmek gibi hedeflere yönelik
olduğunu söylemek mümkündür. Birçok sûrede kâinatın,
özellikle insanın yaratılışından ve hayatın akışından bahseden
âyetlerle âhiret hayatını tasvir eden âyetler yan yana yer almıştır.
Kur’an’ın tasvirine göre dünya hayatı bir “oyun ve eğlence”5 bir
“süs ve öğünüş”tür;6 “mal, evlat ve nüfuz yarışı”dır.7 Netice itibariyle o
geçici bir faydalanış ve aldanış vesilesidir. Asıl hayat, âhiret hayatıdır.
Gerçek anlamda huzur ve sükûn sadece ölümsüz âlemdedir.8
Her ne kadar ölüm, geride kalanlar için acı ve hasret dolu bir olay
ise de, imanlı gönüller için fânîlikten ebedîliğe geçişi sağlayan bir
3] Âhiret Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 115 Yerde:) 2/Bakara,
4, 86, 94, 102, 114, 130, 200, 201, 217, 220; 3/Âl-i İmrân, 22, 45, 56, 77, 85,
145, 148, 152, 176; 4/Nisâ, 74, 77, 134; 5/Mâide, 5, 33, 41; 6/En’âm, 32, 92,
113, 150; 7/A’râf, 45, 147, 156, 169; 8/Enfâl, 67; 9/Tevbe, 38, 38, 69, 74; 10/
Yûnus, 64; 11/Hûd, 16, 19, 22, 103; 12/Yûsuf, 37, 57, 101, 109; 13/Ra’d, 26,
34; 14/İbr3ahim, 3, 27; 16/Nahl, 22, 30, 41, 60, 107, 109, 122; 17/isrâ, 7, 10,
19, 21, 45, 72, 104; 20/Tâhâ, 127; 22/Hacc, 11, 15; 23/Mü’minûn, 33, 74; 24/
Nûr, 14, 19, 23; 27/Neml, 3, 4, 5, 66; 28/Kasas, 70, 77, 83; 29/Ankebût, 20,
27, 64; 30/Rûm, 7, 16; 31/Lokman, 4; 33/Ahzâb, 29, 57; 34/Sebe’, 1, 8, 21;
38/Sâd, 7; 39/Zümer, 9, 26, 45; 40/Mü’min, 39, 43; 41/Fussılet, 7, 16, 31;
42/Şûrâ, 20, 20; 43/Zuhruf, 35; 53/Necm, 25, 27; 57/Hadîd, 20; 59/Haşr, 3;
60/Mümtehıne, 13; 68/Kalem, 33; 74/Müddessir, 53; 75/Kıyâmet, 21; 79/
Nâziât, 25; 87/A’lâ, 17; 92/Leyl, 13; 93/Duhâ, 4.
4] Âhiret Günü Anlamındaki “El-Yevmü’l-Âhır” Terkibinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler
(Toplam 26 Yerde:) 2/Bakara, 8, 62, 126, 177, 228, 232, 264; 3/Âl-i
İmrân, 114; 4/Nisâ, 38, 39, 59, 136, 162; 5/Mâide, 69; 9/Tevbe, 18, 19, 29,
44, 45, 99; 24/Nûr, 2; 29/Ankebût, 36; 33/Ahz3ab, 21; 58/Mücâdele, 22;
60/Mümtehıne, 6; 65/Talâk, 2.
5] 6/En’âm, 32; 29/Ankebût, 64; 47/Muhammed, 36; 57/Hadîd, 20
6] 57/Hadîd, 20
7] 57/Hadîd, 20
8] Bk. 29/Ankebut, 64 ; 40/Mü’min, 39; 57/Hadîd, 20
AHİRET
- 11 -
vasıtadır. O yüzden birçok âyette ölüm ve âhiret hayatı “buluşmak,
sevdiğine kavuşmak” anlamındaki “lika (likaullah, likau’l-âhire)9 kelimesiyle
ifade edilmiştir.
Asıl hayatın ikinci âlemde başlayacağına iman edenler, ölümün
ebedî yokluk olmadığını kabul ederler. Henüz hayattayken,
bu gerçek vatanın, baba yurdunun, sonsuz mutluluk hayatının
özlemini duyar ve ona göre yaşarlar.
Kur’ân-ı Kerim’in âhireti ispat metodu, “nereden geldim, nereye
gidiyorum?” sorusuna tatminkâr bir cevap bulmaya dayanır.
Düşünen her insanın sormaya mecbur olduğu bu sorunun birinci
kısmında, kendisine ve içinde yaşadığı tabiata hâkim, mutlak
kudrete sahip bir yaratıcının varlığına inanan kimse, sözkonusu
sorunun ikinci kısmında da aynı düşünce tarzını devam ettirerek
öbür âlemin ölümsüzlüğünü kolaylıkla benimser. Bundan dolayı
Allah’a imanla âhiret gününe iman Kur’an’da sık sık ve birlikte
zikredilmek suretiyle bunun ne kadar önemli bir ilke olduğuna
dikkat çekilmiştir.
Dünyaya ilk gelişinde pek âciz bir canlı olan insan, hayatının
daha sonraki devrelerinde fizyolojik ve psikolojik yönden gelişip
tabiat içindeki en mükemmel yaratık haline gelir. Ondaki rûhî ve
fikrî gelişme devam ederek, fıtratındaki özellik ortaya çıkarak
kendisinde ebediyet duygusu meydana getirir. İnsanın, iyi düşünmeden,
ilk bakışta yok oluş (fenâ) gibi telakki ettiği ölümden
korkması veya öbür âleme inanmayanlarla ona hazırlıklı olmayanların
ölümden ürkmesi de bu ebediyet duygusuna bağlanabilir. O
halde daha mükemmel ve ölümsüz bir âlem olan âhiretin varlığını
benimsemek insanın tabii yaratılışında, fıtratında bulunan
bir özelliktir. Ancak, dünya hayatının câzibesi, kişinin fıtratındaki
ölümsüzlük duygusunu unutturup tabiatındaki seyri durdurabilir.
Yakînî Bilgi, Kesin İnanç
Yakînî bilgi, kendisinde şüphe olmayan bilgidir. Müttakîler,
âhireti gözleriyle görmemişlerdir ama gözlerini yaratan Allah,
âhiretin varlığını haber verdiği için şüphesiz iman ederler. Gözün
görmesinde yanılma ve yanlışlık olabilir, fakat Allah’ın verdiği
haberde yanlışlık olmaz. Çölde su görüp de ona doğru koşan
insan, çoğu zaman su yerine serapla karşılaşabiliyor. Bu sebeple
biz Allah’ın haberine gözlerimizle gördüğümüzden daha fazla
inanırız. “Bu dünya hayatından başka hayat yoktur. Ölürüz ve yaşarız.
9] 6/En’âm, 31; 7/A’râf, 147…
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 12 -
Biz, diriltilecek değiliz.”10 diyen insanlar, mevsimlik böcekler gibi hiç
görmedikleri baharı inkâr etmekteler. Ama bu kışın bir baharı, bu
dünyanın da bir âhireti var.
Ana rahmindeki bebeğe “buradan daha geniş bir dünya var”
deseniz, gülüp geçebilir. Bu dünya da, âhiretin ana rahmidir. Bu
toprak ana üzerinde yaşar, büyür ve ölerek âhirette doğarız. Baharda
doğan, yazın gençliğini yaşayan, güz mevsiminde ölen, kardan
kefenlerle toprağa gömülen çekirdeklerin baharda İsrafil’in
surunu andıran ılık rüzgârlarla çiçeğe dönüşmeleri, âhiretin varlığını
bize hatırlatan âyetlerdir. 11
Âhiret konusu, İslâm’ın olmazsa olmaz ilkelerinden biridir ve
sanıldığından çok daha fazla pratik değerlere sahiptir. Müslümanın
arz üzerinde küçük ve büyük günahlardan kaçınabilmesi,
dünyayı gözünde küçültüp, şehid cesaretini elde edebilmesi,
dünya müstekbirlerine meydan okuyabilmesi ancak bu inancın
sağlamlığı ölçüsünde mümkündür. Âhiret inancı, kesin bir kanaat,
bir bilinç, bir şuurdur. Yani, insan hayatına yön veren yerleşik
bir idrâk etmedir. Bu yüzden Mushaf tertibiyle âhiret kelimesinin
geçtiği ilk âyette12 “yûkınûn (yakînen iman)” ifâdesi yer almış;
Kur’an’ın hidâyetine erip kurtuluşa erecek muttakîlerin özellikleri
arasında “âhirete yakînî iman” şartı aranmıştır.
Bir bilginin, ya da fikrin insanda, yakînen iman olması, şuur/
bilinç haline gelmesi, o düşüncenin kişi gözüyle görüyor, şâhid
oluyor gibi konuyla kendi arasında yakınlık kurmasıyla, o düşüncenin
kişiye mal olmasıyla mümkündür. Bir konu hakkında yakîne,
şuura sahip olan kişi, o konu hakkında fikrî üretkenliğe ulaşabilir,
bunu rahatlıkla başkalarına aktarabilir. Bundan da önemlisi,
bundan elde ettiği bakış açısı ve yönelişi kendini ilgilendiren diğer
alanlara da taşıyabilir. Öyleyse, çoğu insan tarafından ilme’lyakîn
olarak bilinen âhiret konusunun ayne’l- yakîn seviyesine
taşınması gerekir.
Ayne’l-yakînde kişi, şâhid olduğu şeyi gerçekmiş gibi görür.
Ama bütünüyle duyumsayamaz. Çünkü bu seviye, hakka’l-yakînin
alanına girer. Öyleyse ayne’l-yakînin güçlendirilmesi için sembollere,
teşbihlere ihtiyaç vardır. Bu teşbih ve semboller yoluyla
âhiret tasvir edilir. Kalp gözü açık olanlar, bu tasvirin en uç noktasına,
yani sınırına varabilirler. Bizzat müşahede ise şüphesiz öldükten
sonra olacaktır. İşte müslümanların âhirete imanları bu
10] 6/En’âm, 29; 23/Mü’minûn, 39; 45/Câsiye 24
11] Mahmut Toptaş, Şifâ Tefsiri, Cantaş Y., 1/87
12] 2/Bakara, 4
AHİRET
- 13 -
minval üzere olursa, âhiret konusu bir şuur haline dönüşecek ve
pratik hayata aksedecektir.
Hayata birkaç damla su ile başlayıp ölümden sonra sonsuzluğa
uzanan biz insanların ölüm sonrası hakkında ciddi endişelerimiz
yoksa; bu, hem dünyevî hayatımız, hem de uhrevî hayatımız
için büyük bir tehlikedir. Bugün insanların kafalarında taşıdıkları
endişelerine bakın; tamamının veya tamamına yakınının dünyevî
endişeler olduğunu göreceksiniz. Kalabalık bir şehrin en yoğun
noktasında durun ve oradan geçen binlerce insandan her birine
şu soruyu yöneltin: “Şu anda neyi düşünüyordunuz?” Hiçbir insanın,
“şu anda, bir gün öleceğimi ve yaşadığım hayatın hesabını
vereceğimi düşünüyordum” dediğini kolay kolay duyamayacaksınız.
İnsan, başına yüzde yüz gelecek ölüm olayını ve hesaba çekilmeyi
düşünmeden nasıl yaşar? Fakat, maalesef yaşıyorlar; buna
yaşamak denirse.
Müslüman, hayata tevhid penceresinden bakmak zorundadır.
Tevhid, birlemek demek olduğuna göre, laik bir anlayışla dünya
ile âhiret arasını ayırmak bu inanca zıt olacaktır. Âhiretten ayırdığımız
dünyayı, tekrar âhiretle birleştirmek zorundayız. Sadece
ölüme kadar olan süre olarak algıladığımız istikbal (gelecek) kavramını,
ölümden sonrasını da içine alacak şekilde anlamak ve bu
anlayışı gündelik yaşayışa geçirmek, kulluk görevimizdir.
Bir ayağımız âhirette; bir ayağımız dünyada, bir gözümüz
âhirette; bir gözümüz dünyada ve bir kulağımız İsrafil’in surunda;
bir kulağımız dünyada olarak yaşarsak dünya-âhiret dengesini
kurmuş oluruz. Yoksa hem kendimiz, hem de bizden etkilenen
her şey fesada uğrayacaktır. “Öyle binalar ediniyorsunuz ki, sanki içinde
ebedî kalacaksınız!”13
Âhirete İman
Mü’minlerin akîdelerini teşkil eden iman esaslarından birisi
de “âhiret gününe inanmak”tır. Kur’an, bizden gaybî olan âhiret
âlemine yakînen, (kesin inançla) inanmamızı istemektedir. İsrâfil
(a.s.) birinci defa sura üfürdüğünde kıyâmet kopacak, her şey yok
olacaktır. İkinci defa üfürdüğünde ise herkes dirilecektir. İnsanların
tekrar dirilmesiyle başlayan ve ebedîyyen devam edecek
olan zamana âhiret denir. “Sonra siz kıyâmet gününde muhakkak
diriltileceksiniz.”14; “Onlar sana indirilene de, senden önce indirilenlere
13] 26/Şuarâ, 129
14] 23/Mü’minûn, 16
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 14 -
de inanırlar, âhirete de kesin inanç ile inanırlar.”15
Âhiret gününde dünyada kim ne işlemişse karşılığı tam olarak
verilecektir. Bir âyet-i kerimede şöyle buyuruluyor: “Kâfirler öldükten
sonra hiç dirilmeyeceklerini zannederler. Ey Muhammed! De ki, Hayır!
Rabbime yemin ederim ki öldükten sonra yeniden dirileceksiniz. Sonra da
yaptıklarınız size bildirilecektir. Bu Allah’a çok kolaydır.” 16
Her şey gibi dünyanın da bir sonu vardır. Bir gün gelecek her
yaratılan şey gibi dünya da yok olacaktır. Her şey yok olduktan
sonra insanlar Allah’ın emriyle tekrar dirilecektir. Herkes dünyada
işlediğinden sorguya çekilecek, her yaptığının karşılığını görecektir.
O gün insana İman ve sâlih amelden başka hiç bir şey fayda
vermeyecektir. İslâm’ı seçen ve gereklerini yerine getirenler cennete;
bâtılı seçenler ise cehenneme gidecektir.
“Güneş dürülüp ışığı kalmadığı zaman;
Yıldızlar düşüp söndüğü zaman;
Doğurması yaklaşmış develer başıboş bırakıldığı zaman;
Yabani hayvanlar bir araya toplatıldığı zaman;
Denizler kaynatıldığı zaman;
Canlar bedenlerle birleştirildiği zaman;
Kız çocuğun hangi suçtan ötürü öldürüldüğü kendisine sorulduğu
zaman;
Amel defterleri açıldığı zaman;
Gök yerinden oynatıldığı zaman;
Cehennem alevlendirildiği zaman;
Cennet yaklaştırıldığı zaman;
İnsanoğlu ne yaptığını görecektir.” 17
Âhiret âlemine İman, Kur’an’da çoğunlukla Allah’a İmandan
hemen sonra zikr edilmektedir. Yani Allah’a İman ile âhirete İman
birbirine bağlı olarak ifâde edilmiştir. Biri başlangıç, öbürü ise sonuç.
Çünkü yapılan her amel, her iyilik, işlenen her suç, çiğnenen
her emir ve reddedilen her hükmün karşılığı ancak o adil mahkemede
hallolunacaktır. O mahkemede hiç bir şey karşılıksız bırakılmayacaktır.
“Kim zerre miktarı bir hayır işlerse, onun mükâfatını
15] 2/Bakara, 4
16] 64/Teğâbûn, 7
17] 81/Tekvîr 1-14
AHİRET
- 15 -
görecek; kim de zerre miktarı bir kötülük işlerse, onun cezâsını görecektir.”
18
Evet, dünya bir imtihan yeri, âhiret de o imtihanın değerlendirileceği
bir başka yerdir. O yerde Allah’tan başka hiçbir yardımcı,
O’nun izni olmadan hiç bir şefaatçı bulunamaz. Artık bütün
işlemler bitmiş ve bütün hesaplar neticelendirilmiştir. Kur’ân-ı
Kerim bu manzarayı şöyle dile getirmektedir: “Bir de öyle bir azap
gününden sakının ve korunun ki, o günde (Kıyâmette) hiç bir kimse, hiç
bir kimse adına bir şey ödeyemez. Kimseden şefaat da kabul edilmez.
Azâbdan kurtulmak için kimseden bedel ve karşılık alınmaz. O kâfirlere
yardım da yapılmaz.” 19
Mü’minler bilmelidir ki, o gün mes’ûliyet ferdîdir, hesaplar
şahsîdir. Herkes kendi nefsinden sorumludur. Hiç kimse başkasının
günahını taşıyamaz. Hiç kimse kimseyi kurtaramaz.
Âhirete iman, mü’mine, mutlak adâlete dayanan ferdî mesuliyeti
yükler. Bu prensip, mü’mine, kendi değerini öğreten ve iç
âleminde uyanıklığı hâkim kılan en kuvvetli bir prensiptir. Âhirette
mü’mini kurtaracak, onu himaye edecek ancak sâlih amelidir. Hiç
bir fidye onu küfür ve masiyetinin cezâsından kurtaramaz. Bunun
içindir ki, âhirete İmanın, mü’minin hayatında büyük bir etki edeceği
kaçınılmazdır. Öyle ise mü’min, bütün hazırlık ve çalışmasını
âhirete yönelik yapmalıdır. İslâmî çalışma ve ibâdet hayatında
bunun dışında hiç bir menfaat beklememelidir. Çünkü icraatında
başkasını ortak eden (yani, Allah’tan başkası için ibâdet edip,
başkaları takdir etsin diye kulluk yapan) âhirette de kimi ortak
yapmış ise, ecrini ondan isteyecektir. Âhirette Allah’dan başkası
mükâfat ve cezâ veremeyeceğine göre, o halde mü’min Allah’tan
başkası için kulluk yapamaz.
Âhirete iman, insanoğlunun başıboş olmadığını, lüzumsuz
yere yaratılmadığını, kendi hevâ ve hevesiyle baş başa bırakılmadığını
insana öğretir. Bu akîde, ameli karşılığı ile birleştiren bir
inançtır. Bu inanç, insanoğluna kesin olarak bildiriyor ki, mutlak
bir adâlet kendisini beklemektedir. Mü’min bu inanç sayesinde
hesap ve adâlet gününe kendini hazırlar.
Bu inanç, mü’min ile kâfiri birbirinden yaşantı itibariyle de ayırır.
Mü’min, âhirete inandığı için dünyayı bir imtihan yeri olarak
kabul eder ve çalışmasını da ona göre yapar. Kâfirler ise, âhirete
inanmadıkları için, hayatı sadece bu dünyadan ibâret sayar ve
18] 99/Zilzâl, 7-8
19] 2/Bakara, 48
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 16 -
çalışmasını da hep bu dünyaya ait kılar. Böylece onlar, âhirete eli
boş olarak gider ve orada onlara sadece ateş arkadaşlık eder. Başka
yardımcıları yoktur onların.
Âhirete İman, onun için çalışmayı da beraberinde getirir. Yani
âhirete inandığını iddia eden herkes, çalışmasını ona göre yapmalıdır.
Allah’a ve âhirete inanıp mü’min olduğunu iddia eden kimse,
karşısındaki kim olursa olsun, onun sevgisi Allah’adır, Rasûlünedir
ve mü’minleredir. Kalbinde diğerlerine en ufak bir sevgi besleyemez.
Allah’ın mü’minlerden istediği budur. 20
İnsanın, bir şeyin kârını ve zararını düşünmesi fıtrattandır. Bu
âlemden başka âlem tanımayan kimse, yalnızca bu dünyadaki
kârı ve zararı düşünür; dünyevî faydalar beklemediği hiç bir işe
yanaşmaz. Fakat âhiret gününe inanan kimse, dünyevî fayda ve
zararlara pek aldanmaz. Çünkü onun bütün kazancı âhirete yöneliktir.
O mükâfatını sadece Allah’tan bekler. Ona hayırlı bir iş
götürüldüğünde, madden kaybedeceği bir şey olsa bile onu kaçırmamaya
çalışır. Karşısına kötü bir iş çıktığında da, maddî faydası
ne kadar olursa olsun ondan kaçınır. Kısaca mü’min âhirete yönelik
çalışmalarda bulunarak, geçici dünya menfaatinin para, servet,
mal, mülk, mevki, şöhret gibi aldatıcı metâlarına aldanmaz.
O bilir ki, dünya üzerinde bulunan bütün varlıklar, tüm dünyevi
faydalar geçicidir; günün birinde hepsi yok olup gidecektir.
Yine insan, günün birinde, güneşin soğuyup bütün enerjisini
kaybedeceğini, yıldızların dökülüp yok olacağını ve bütün
kâinatın altüst olacağını yakinen bilmelidir. Kıyâmetten sonra da
insana yeni baştan hayat bahşedileceği, insanların bu dünyadaki
fiillerinin kayıtlar altında tutulup, kıyâmet gününde ortaya konulacağı,
kıyâmette herkesin Allah tarafından hesaba çekileceği,
bir kısım insanların (İman ve amel-i sâlih sahiplerinin) Cennet’e;
bir kısım insanların (isyankârların) da Cehennem’e gireceğini yakinen
bilir ve inanır.
Kur’ân-ı Kerim’de Cennet ve Cehennem ehlinin tasviri şöyle
yapılmaktadır: “Kıyâmet gününde birtakım yüzler ak, birtakım yüzler
de kara olacak. O vakit yüzleri kara olanlara şöyle denilecek: ‘İmanınızdan
sonra küfrettiniz ha! İşte o küfrün cezâsı olarak tadın azâbı.’ Ama
yüzleri ak olanlar Allah’ın rahmeti içindedirler. Onlar orada (Cennet’te)
ebedî olarak kalacaklardır.”21
Mü’min âhirete İman ederken, bunu sözde bırakmayarak
20] Bk. 58/Mücâdele, 22
21] 3/Âl-i İmran, 106 - 107
AHİRET
- 17 -
âhiret için ne gerekirse onu yapar, âhiret mutluluğunu kazanabilmek
için önceden âhirete yönelik gayret ve çalışmalarda bulunur.
Çünkü Alah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Kim de mü’min olduğu
halde âhireti ister ve çalışmasını da onun için yaparsa, işte bunların çalışmaları
makbuldür.” 22
Âhiretin Gerekliliği ve Âhirete
İnanmanın Faydaları
1-) Dünya insan için bir imtihan yeridir. İnsan akıl ve irâde sahibidir.
Allah, gönderdiği peygamberler ve kitaplarla insanlara hakkı
ve bâtılı açıklamıştır. İnsan imtihan olunmaktadır, eğer İslâm’ı
seçerse cennete girecektir, yok bâtıl bir din seçerse cehenneme
girecektir. “Hanginizin daha iyi amellerde bulunacağını denemek için,
ölümü ve hayatı yaratan O’dur.” 23
İnsana kendisine verilen nimetleri nerede kullandığı mutlaka
sorulacaktır: “Sonra, yemin olsun ki, o gün (Kıyâmet günü) mutlaka
nimetlerden sorulacaksınız.” 24
2-) Dünyada birçok haksızlıklar yapılmaktadır. Yapılan zulümlerin
hesabı âhirette, dünyadan çok daha ağır bir şekilde görülecektir.
3-) Yaptığı amellerin hesabını vereceğine inanan kimse hareketlerine
dikkat eder. Çünkü bilir ki yaptığı işlerden mes’uldür,
âhirette hesap verecektir. Bu yüzden kendisi ve insanlık için iyi
amellerde bulunur.
4-) Âhirete inanmak insanlık için bir huzur ve teselli kaynağıdır.
İnsan da her canlı gibi ölecektir. Bu yüzden insan için öldükten
sonra dirileceği inancı büyük bir nimettir.
Kıyâmet ve Kıyâmetin Zamanı
Kıyâmetin ne zaman kopacağı, bu düzenin ne zaman bozulacağı
konusu insanları çokça meşgul etmiştir. Bu zamanı bilebileceğini
tahmin ettikleri kişilere her zaman sormuşlardır. Ama
kıyâmetin zamanı, sadece Allah’ın bileceği bir sırdır.
“Sana kıyâmeti sorarlar: ‘Gelip çatması ne zamandır?’ (derler.) Sen onu
nereden bilip bildireceksin? Onun nihâî ilmi yalnız Rabbine aittir. Sen ancak
ondan korkanları uyarırsın. Kıyâmet gününü gördüklerinde (dünyada)
sadece bir akşam vakti ya da kuşluk zamanı kadar kaldıklarını sanırlar.” 25
22] 17/İsrâ, 19
23] 67/Mülk, 2
24] 102/Tekâsür, 8
25] 79/Nâziât, 42-46
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 18 -
“(Ey Muhammed!) Sana, kıyâmet saatinin ne zaman gelip çatacağını
soruyorlar. De ki, onu ancak Rabbim bilir, onun vaktini O’ndan başka
belirtecek yoktur. Göklerin ve yerin, ağırlığını kaldıramayacağı o saat,
sizlere ansızın gelecektir.” 26
Amel Defterleri
Âhirette insanlara yapmış olduğu ameller, yazılmış bir defter/
kitap halinde verilir. Bu defterler Kirâmen Kâtibîn melekleri tarafından
yazılmış kitaplardır. Benzetme yerindeyse, dünyada her
yaptığımız amel bu melekler tarafından kamerayla videoya çekilmektedir.
Defter veya kitap denilen bu filmler âhirette cennetlik
olanlara sağdan, cehennemlik olanlara ise soldan ve arkalarından
verilecektir.
Cennetlik olanlar büyük sevinç yaşayacaklar ve herkese kitabını
göstermek isteyeceklerdir. Cehennemlik olanlar ise elindeki
kitaplarda her şeyin yazıldığını görüp hayret edecekler ve pişman
olacaklardır. Bu defterlerde; insanın dünyada yaptığı her şey büyüğüyle,
küçüğüyle eksiksiz olarak yazılmış olacaktır. “Kitap ortaya
konmuştur: Suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün.
‘Vay hâlimize! Derler, bu nasıl kitapmış? Küçük-büyük hiçbir şey
bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş!’ Böylece yaptıklarını
karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.”27
Mizan
Mizan: Âhirette, amellerin tartılması için Allah’ın kıyâmet
günü ortaya koyacağı terazilerdir. Âhirette hesaptan sonra insanların
amellerini tartacak olan İlâhî adâlet ölçüsü demektir. Her
insanın yapmış olduğu ameli bu terazide tartılacak, sevâbı ağır
gelenler cennete; hafif gelenler ise cehenneme girecektir.
Mizan, her ne kadar terazi ve ölçü âleti demek ise de mizan,
bu dünyadaki ölçü âletlerine benzetilemez. Nasıl olduğunu kavramamız
mümkün değildir. Mizan tam mânâsıyla doğru bir terazi
olacaktır. Birilerinin hakkının yenmesi veya birilerinin kayırılması
asla olmayacaktır. Çünkü o terazinin sahibi, âdil olanların
en adâletlisi Allah’tır (c.c.). Allah Teâlâ bir âyet-i kerimede şöyle
buyurmaktadır: “Biz kıyâmet gününe mahsus adâlet terazileri koyacağız.
Artık hiç bir kimse, hiçbir şeyle haksızlığa uğramayacaktır. O şey bir
hardal tanesi de olsa onu getirir, mizana koyarız. Hesap görücü olarak
Biz yeteriz.”28
26] 7/A’râf, 187
27] 18/Kehf, 49
28] 21/Enbiyâ, 47
AHİRET
- 19 -
Allah, âhiret günü tartının hak olduğunu,29 kimin tartılan
ameli ağır gelirse onun râzı edecek bir yaşayış içinde olacağını,30
kurtuluşa ereceğini;31 ameli hafif olanların ise hâllerinin yaman
olacağını, 32 bunlar Allah’ın âyetlerini inkâr ettikleri için kendilerini
ziyana soktuklarını,33 amellerinin boşa gittiğini, kıyâmet gününde
onlar için hiçbir ölçünün tutulmayacağını bildirmektedir.34
Cennet ve Cehennem
Cennet: Allah’ın İman edenleri ve İmanlarının gereklerini yerine
getirenleri mükâfatlandıracağı yerdir. Cehennem ise Allah’a
isyan edenlerin cezâlarını görecekleri yerdir.
Cennet ebedîdir (sonsuzdur). Cennetin nimetleri hiç sona ermeyecektir.
Genel kanı, kâfirler için cehennem azâbının da ebedî
oluşudur. Âlimlerin çoğuna göre kâfirler de cehennemde ebedî
kalacaklardır. Günahkâr müslümanlar ise günahları kadar cehennemde
kaldıktan sonra cennete gireceklerdir.
“Küfre sapanlar grup grup cehenneme sürülmüştür. Nihâyet oraya
gelince kapıları açılmıştır. Onun (cehennemin) bekçileri onlara: ‘İçinizden
Rabbinizin âyetlerini size okuyan ve bu gününüze kavuşacağınız hakkında
sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?’ derler.” 35
Cehennem ateşten ve azaptan bir dünyadır. Orada her insan
azap yönüyle eşit değildir. Mü’min ile kâfir, kâfir ile münâfık aynı
yerde ve aynı azapta olmayacaktır. Yerleri ve dereceleri farklı
farklı olacaktır.
Cennette ise mutluluğun her türlüsü vardır. Orada sıcak ve
soğuk yoktur, ebedî yeşilliklerle devamlı ilkbahar mevsimi hüküm
sürer. Evler, köşkler, saraylar ve meyvelerin her türlüsü vardır. Orada
korku, üzüntü ve keder yoktur. “Rablerinin azâbından sakınanlar
da grup grup cennete sevkolunmuşlardır. Nihâyet oraya geldiklerinde
ve kapıları açıldığında cennetin bekçileri onlara: Selâm size! Tertemiz
geldiniz. Artık sonsuz kalmak üzere oraya girin derler.” 36
29] 7/A’râf, 8
30] 101/Karia, 6-7
31] 7/A’râf, 8
32] 101/Karia, 8-9
33] 7/A’râf, 9; 23/Mü’minûn, 103
34] 18/Kehf, 105
35] 39/Zümer, 71
36] 39/Zümer, 73
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 20 -
Âhirete İmanın İnsan Hayatındaki Yeri
İnsanlara bakıyorsunuz, sulu ve yeşillik bir yer görünce, hemen
hafta sonu orada birkaç saat zevkli anlar geçirmek için piknik
programları yapıyorlar. Ama aynı insanlar, Allah’ın, altından
ırmaklar akan yeşillik mekânında (cennette) ebedî piknik yapmanın
programını yapmıyorlar. Veya yazın sıcak günlerinde 40-50
derecelik sıcağa dayanamayıp kaçan insanlar, o dehşetli günün ve
yerin (cehennemin) bilmem kaç bin derecelik sıcağından korunmuyorlar.
Şu hayatta apartmanlar ve villalar yaptırmaya kalkan
insanlar, öbür tarafta bir gecekondu olsun yapmaya kolay kolay
kalkışmıyorlar. Sanki bir gün oraya gitmeyeceklermiş gibi. Yine
bu insanlar, şu hayatta, boğazlarından kısarak kooperatiflere
yazılıyorlar. Yazıldıkları daireyi elde edip içinde rahat bir şekilde
oturmak için canları çıkarcasına yıllarca taksit ödüyorlar. İyi, olsun,
ev dünyada bir ihtiyaçtır ama, aynı kişiler cennet kooperatifinden
bir köşke talip olup da “taksitlerini düzenli bir şekilde ödeyeyim;
günü gelince bana anahtarı teslim edilsin” diye düşünmüyorlar.
Yine bu insanlar, mahkemeye düştüklerinde beraat etmek için ellerinden
geleni yapıyorlar. En iyi avukatı tutuyorlar, hakimi görmek
gerekiyorsa görüyorlar... Ama aynı insanlar, birgün kurulacak
olan İlâhî mahkemede berat etmek için pek de fazla bir çaba
harcamıyorlar.
Biz birine iyilik yapsak, adam karşılığında teşekkür etmeden
çekip gitse “ne karaktersiz bir adam; o kadar iyilik yaptım, bir
teşekkür bile etmedi. Nankör, sen bundan sonra görürsün!” deriz.
Ama biz aynı şeyi Allah’a karşı yapmıyor muyuz? Evet, bütün meseleler
gelip âhirete ve dirilişe ciddi mânâda iman (yakînî bir bilgi
ve kesin bir inanç) noktasında düğümleniyor. “O (Allah), hanginizin
daha güzel amel işleyeceğini denemek için ölümü ve hayatı yarattı.”37
Bu âyetin ifadesiyle hayata baktığımızda sanki bir terslik varmış
gibi görebiliriz. Çünkü biz insanlar, önce yaşar sonra ölürüz; ama
âyette önce ölüm, sonra hayat denilmiş. Burada Allah bize şunu
ima ediyor: “Hayatı anlamak ve doğru yaşamak istiyorsanız, önce
ölümü anlamalısınız.” İnsanın hayatı nasıl anladığı, her şeyden
önce ölümü nasıl anladığına bağlıdır. Eğer siz ölümü bir bitiş ve
yok olma şeklinde anlarsanız, hayatı da “nasıl olsa ölüm var; o
halde ölmeden önce ne yaparsam kârdır” şeklinde anlar ve öyle
yaşarsınız. Ama ölümü bir bitiş değil de, aksine bir diriliş ve gerçek
hayat olarak anlarsanız, o zaman hayatı; “en ince teferruatına
kadar hesabının verileceği bir olay” olarak anlar ve o şekilde
yaşarsınız. Herhangi bir şey yapmadan önce, onun hesabını yapar,
37] 67/Mülk, 2
AHİRET
- 21 -
hesaba çekileceğiniz bilinciyle hesaplı ve ölçülü davranırsınız.
Âhiret Şuuru
Kur’an’ın, üzerinde en fazla durduğu konuların başında
âhirete iman gelir. İnsanların İslâm’a girmeleri, Allah’ın dinine
teslim olmaları ancak bu iman ile mümkündür. Bunun için âhiret
konusunun en fazla işlendiği sureler Mekkî surelerdir. Bunun böyle
olması kaçınılmazdı. Çünkü müşrik, kâfir, ya da putçu her ne
olursa olsun, insanların her tür şirk, küfür ve câhiliyye düşüncesinden
temizlenmeleri ve hayatlarının bütününde İslâm’ı kendilerine
bir yaşam biçimi edinmeleri, bu iman ile mümkündür. Her
şeyden önce Allah’a ve bu dünyadan sonra gelecek ebedî âhiret
hayatına inanmayan bir insanın, yeryüzünde şeytanın oyunlarına
karşı sebat etmesi, canı ve malı pahasına mustaz’afların haklarını
savunup zâlimlere karşı durması beklenemez. Bu insanlar, yaşadıkları
hayat gereği, tüccarca bir felsefeyi kendilerine rehber
edinmişlerdir. Yaptıkları her tür iyilik ya da yardımın karşılığını bu
dünyada ve dünyanın geçer akçesiyle almak isterler. Oysa İslâm,
müslümanlara böyle bir şey va’detmez. Aksine insan, akidesi için
sadece malını ve dünyevî zevklerini değil, canını bile feda etse,
bunun karşılığını yalnızca âlemlerin Rabbi olan Allah’tan beklemek
zorundadır. Allah’a teslimiyet, dünyevî zevk, rahat ve menfaatlerden
ferâgat anlamına geldiğine göre sağlam bir âhiret inancı,
mü’minde olmazsa olmaz bir özellik demektir.
Sağlam bir âhiret inancına sahip olmayan bir insanın, cahilî
düşünce ve yaşayışlardan uzak durması, imkân haricindedir. Bu
yüzden Kur’an, her konuda olduğu gibi, bu konuda da en doğru
yolu takip etmiş ve yeryüzünde Allah’ın hilafetini yüklenecek
ve İlâhî adâletini arz üzerinde tesis edecek insanları somut haram
ve helallerden uzaklaştırmadan önce, yakîn bir âhiret (cezamükâfat)
inancına davet etmiştir. Nitekim Mekke’de de böyle olmuş
ve namaz, oruç, hac, içki, zina gibi konularla ilgili hükümler
gelmeden önce bu inancın sağlamlaştırılmasına uğraşılmıştır.
İnsanın fıtratından uzaklaşıp, gittikçe artan bir hızla nefsini,
dünyevî ve hayvanî zevkini öne çıkartan bir anlayışla gücü yettiği
her şeye hükmetme istemesi her yerde fesadı artırmıştır. Bunun
sonucu olarak, İslâm’dan uzak anlayış ve yaşayış; insandan
tabiata, felsefeden bilime, dinden siyasete hemen hemen her şeyin
dengesini altüst etmiştir. İşin garibi, modern insan, bu altüst
olmuş dengenin hâlâ en iyi olduğunu ve ilerleme felsefesi gereği
daha da iyi olacağını söylüyor. Bu dengenin bozulması sonucu
adâletin arz üzerindeki tesisi de ortadan kalkmıştır. Ve artık
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 22 -
yeryüzünde suç işleyen, zulmeden, milyonlarca mustaz’af insanı
sömüren müstekbirler, emperyalistler, çağdaş firavunlar cezalandırılmadan
bu dünyadan ayrılıyorlar. İşte bunların nihaî cezasını
Allah, âhirete saklamıştır. Adâlet konusu, sadece kâfir ve mücrimlerin
suçlarıyla değil, aynı zamanda müslümanların ecirleriyle
de ilgilidir. “Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık; bu,
inkâr edenlerin bir zannıdır. Bu yüzden o inkâr edenlere ateşten helak
vardır. Yoksa Biz, iman edip iyi işler yapanları yeryüzünde bozgunculuk
yapanlar gibi mi tutacağız? Yoksa muttakîleri, yoldan çıkaranlar gibi mi
tutacağız?” 38
Bu dünyada sırf Rabbinin rızâsını gözeterek her tür meşakkate
katlanan, Allah’ın davası için işkence, hapis, kınanma, işinden
edilme gibi her tür zorluğa göğüs geren insanların, Allah’ın bir
lütfu olarak âhirette bir karşılığının bulunması gerekir. Gerçi bir
müslüman, dünyada sırf Rabbine olan bağlılığından dolayı gördüğü
eza ve cefalarla hiçbir zaman alçalmaz; aksine O’nun katında
daha fazla yükselir.
Yaratılışa İnanan, Yeniden
Yaratılmaya da İman Eder
Yaratılış olarak da âhiretin varlığında şüphe edilemez. Müşriklerin
kesin inkârlarına getirdikleri en büyük delil; yok olan,
toprağa karışan insan bir daha nasıl diriltilebilir? Oysa âlemlerin
rabbi olan Allah’ın buna gücü elbette yeter. “Elbette gökleri ve yeri
yaratmak, insanları yaratmaktan daha büyük (bir şey)dir. Fakat insanların
çoğu bilmezler. Kör ile gören bir olmaz. İnanıp sâlih ameller yapanlarla
kötülük yapan bir olmaz. Ne kadar az düşünüyorsunuz! (Kıyamet)
saat(i) mutlaka gelecektir. Bunda asla şüphe yoktur. Fakat insanların
çoğu inanmazlar.”39; “Yaratılışça siz mi daha çetinsiniz, yoksa gök mü?
(Allah) onu yaptı. Kalınlığını (tavanını) yükseltti, onu düzenledi.”40; “De
ki: ‘Allah sizi yaşatıyor, sonra sizi öldürüyor, sonra sizi kendisinde şüphe
olmayan günde toplayacaktır. Fakat insanların çoğu bilmezler.” 41
Öldükten sonra dirilme; bir de insanın yaratılış felsefesi ile
ilgilidir. Peygamberimiz: “insanın dünyada bir yolcu, dünyanın da
ağaç altında bir solukluk dinlenme yeri” olduğunu söylemiştir. Yani
başı O’ndan gelen ve sonu yine O’na ulaşacak olan bir yolculuk.
(İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn.). Bu yolculukta insan başıboş
38] 38/Sâd, 27-28
39] 40/Mü’min, 57-59
40] 79/Nâziât, 27-28
41] 45/Câsiye, 26
AHİRET
- 23 -
bırakılmamıştır. “İnsan, başıboş bırakılacağını mı sanır?”42; “Bizim sizi
boş yere, bir oyun ve eğlence olarak yarattığımızı ve sizin bize döndürülüp
getirilmeyeceğinizi mi sandınız?”43 Allah, insanı boş yere yaratmadığına
göre, helakını da boş yere yapmayacaktır. Bu dünyada
kendisine bu kadar nimet ve hasletler verilen, mahlûkatın en şereflisi
kılınan ve tüm bunların karşılığında sadece Allah’a kulluk
etmesi istenen insanın, tüm bu imkân ve lütufları boş yere harcaması,
ya da sırat-ı müstakim doğrultusunda kullanması karşılıksız
kalmayacaktır.
“...(O müttakîler) âhirete yakîn olarak iman ederler. İşte onlar, Rablerinden
bir hidâyet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de onlardır.”44 Âyette
geçen yakînen iman önemlidir. İslâm’ın temel özelliklerinden birisi,
insanları, gaybe imana davet etmesidir. Bu gaybın varlığı, bizim
duyularımızla müşahede edilmez; aklî çıkarsamalar ya da mantıksal
önermelerle de bilinmez. Aksine gaybe imanın en sağlam
teminatı, sâdık habere duyulan güvendir. Kur’an gibi sâdık bir
haberde herhangi bir yanlışlık ya da tezatlık olmayacağına göre,
gaybin varlığı da kesindir. Âhiret gaybî olduğuna göre, ona yakînî
iman da ancak Allah’a olan imanla mümkündür. Çünkü gerçek
yakîn, bizatihi müşahede iledir. Oysa âhiret konusunda böyle bir
imkân yoktur. Dolayısıyla konu, Allah’ın sözüne iman ile alakalıdır.
Âhiret Anlayışı Bizi Dirilişe
Ulaştırır/Ulaştırmalıdır
Bugün yaşadığımız toplumda âhiret inancı, bir mit ve
hurâfeler yığını olarak yaşamaktadır. İnsanlar bu inancın getirdiği
her tür dinamizm, coşkunluk ve aşktan fersah fersah uzaktadırlar.
Bu avamî anlayış, tevhid bilincine sahip mücadeleci müslümanlar
için geçerli değildir. Avamdan, ya da ehl-i dünyadan birisi yaşadığı
hayat ve sahip olduğu hayat felsefesince âhirete inanmaktadır ve
büyük bir ihtimalle de kendini cennette görmektedir.
Gerçek müslümanlar için durum çok farklıdır. Çünkü müslümanlar
‘dünyadadırlar’, ama ‘dünyadan ve dünyevî’ değildirler.
Dünyada, bütün ömürleri boyunca bir yolcu ya da garip gibidirler.
Yani onlar, niçin yaratıldıklarını, nasıl yaşayacaklarını ve buna
bağlı olarak sonlarının nereye ulaşacağını bilen insanlardır. İnsan,
şu anda yaşadığına göre, öncelikle bilmesi gereken; nasıl yaşayacağı
ve sonunun ne olacağıdır. Aslında son dediğimiz şeye, fazla
uzak gözüyle bakılmamalıdır. Çünkü “Dünya” kelimesi, denâ’dan
42] 75/Kıyâme(t), 36
43] 23/Mü’minûn, 115
44] 2/Bakara, 1-5
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 24 -
gelir ve ‘yakınlaştırılmış şey’ demektir. Demek ki dünya, insanın
akıl ve idrâk tecrübesine ve bilincine yakınlaştırılmış bir şeydir. Yakına
getirilen şeyin (dünyanın) tabir câizse bizi kuşatması ve etkilemesi
gerçeği, bilincimizi, son varış yerimizden (âhiretten) başka
yöne çevirir. Bu son gidilecek yer, ‘daha sonra’ geldiğinden; bize
‘uzak’ gibi gelir. Hâlbuki bu, ‘yakın’ olan (dünya)nın sebep olduğu
yanılsama ve şaşırtmacadan dolayı böyledir. Yani, son, âhiret
bize o kadar uzak değildir. Uzak sanmamız, duyularımızın bizi yanıltması
nedeniyledir. Öyleyse yaşadığımız ile ulaşacağımız sonu
düşünmek ve her anımıza bir muhâsebe yapmak durumundayız.
Müslüman birey, kendi bilinç ve dimağını devamlı diri tutmak
zorundadır. Bir taraftan cahilî yaşamın, diğer taraftan nefsin/
şeytanın öne sürdüğü zaaf ve oyalanmalar arasında kalan birey,
cihadın her şeyden önce bunlara karşı verilmesi gereken bir mücadele
olduğunu bilmelidir. Bunun sağlanabilmesi ise ancak yaşanılan
dünyadan ve hayattan daha yüksek, yüce ilkelere, hedeflere
bağlanmakla mümkündür. Bu ilke ya da hedef, günlük yaşamaktan
ve denîlikten uzak ve yüce olduğu ölçüde bu hayatı anlamlı
kılabilecektir. Hangi düzeyde olursa olsun, müslüman birey için
mücadele zorunlu olduğundan, mücadeleye liyakat için fertlerin
dimağlarını her zaman diri tutacak donanımlara, eskimeyen kaynaklara
ihtiyacı vardır. İşte bu kaynakların başında âhiret inancı
gelir. Kişi, dünyanın geçici zevklerinden, korku ve umutsuzluktan,
hedef sapmalarından ve hilâfet görevini unutmaktan, ancak bu
inanç ile uzaklaşabilir. İnsanoğlu nisyâna (unutmaya) meyillidir ve
nisyan arttıkça isyan ve sapma da artar. Dahası, insanın gönlünde
iki ayrı (üstelik zıt) ilkenin, idealin ya da duygunun bulunması
mümkün değildir. Bir yandan hilafet görevini yerine getirmeye
çalışmak, özgürlük ve adâlet için mücadele etmek, bir yandan da
dünyanın ve şeytanın geçici oyunları, hileleri karşısında aldanmak,
korkmak ve zavallı yaşam biçimlerine istek duymak, bir müslümanın
şahsında birleşemez. “Dünya hayatını âhiret hayatı karşılığında
satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür
ya da galip gelirse, biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.”45
Allah’ın yolunda mücadele, -alanı ve biçimi ne olursa olsun- ancak
dünya hayatının satılmasından sonradır. Sağlam bir irade ve
direnme duygusuna sahip olmayan insanların, düşmanın güç ve
oyunları karşısında kısa zamanda umutsuzluk ve korkuya düşmesi
mümkündür. Hâlbuki sorgulama, tahkir edilme, işkence görme ve
nihâyet şehidlik ile kaybedecek hiçbir şeyi olmadığını; aksine cennetlere
ve bunun ötesinde temiz ve özgür bir ruha sahip olacağını
45] 4/Nisâ, 74
AHİRET
- 25 -
ve Rabbinin huzuruna bu tertemiz haliyle çıkacağını bilen bir insan
için, korku son derece arızî bir şeydir.
Gündüz Yaşıyor, Gece Ölüyor, Sabah Diriliyoruz
“Niçin varsın?” şeklindeki soruya “yok olmak için” şeklinde cevap
vermek, var olan ve yaşanılan her şeyi bir anda anlamsız kılmak
demektir. Öyle ya, siz bir şey icad eder, bir şey var edersiniz;
ardından size sorarlar: “Bunu niçin var ettin?” Cevap verirsiniz:
“Var etmiş olmak için var ettim!” Neticede her iki cevap da oldukça
anlamsız olup, kişinin kendisini, hayatı ve varlığı tanımadığını,
olup bitenlerden gaflet içinde yaşadığını gösterir. “Onlar, ayakta,
oturarak ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin
yaratılışı üzerinde düşünürler. Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın (derler).
Sen yücesin, bizi ateş azâbından koru.” 46
Her şeyin bir anlamı vardır. Hayatın, ölümün, ağaçların, dağların,
insanların, hayvanların... Ölümü anlamlandırdığımız zaman,
her şey bir anlam kazanacaktır. Ölüm, bir yok olma değil; yeni bir
hayatın başlangıcıdır. Ölümlü, fani sıkıntılarla dolu bir diyardan,
ölümün olmadığı, ebedî, mükâfatlarla dolu zahmet ve sıkıntının
bulunmadığı, sevdiğimiz her şeyin bulunduğu bir diyara yolculuktur.
Onun için müslüman ölümden korkmaz; sadece ona hazır
olur. Hatta yeri geldiğinde seve seve canını verir, âhiret karşılığında
dünyayı satar. “Ölüm yok olmak değil; bir diriliştir, yeni bir
hayata geçiştir” cümlesinden hareketle, yaşadığımız hayatı ve
varlıkları seyredelim:
Her gece bir ölüm, her sabah bir diriliştir. Gece olur uyuruz.
Uyku, ölümün kardeşidir, ölmenin provasıdır. Bir müddet sonra
uyanırız. Yani ölümden dirilişe geçeriz. Bunu her gün tekrarlarız.
Gündüz yaşar, gece ölür, sabah diriliriz.
Her Kış Bir Ölüm, Her Bahar Bir Diriliştir
Güneşin her batışı bir ölüm, her doğuşu bir diriliştir. Her gün
tekrarlanan bu batış ve doğuş gösterileri, bize şu gerçeği fısıldar:
Ey insan! Tıpkı benim gibi sen de bir gün böyle batıp sonra tekrar
doğacaksın, yani öleceksin ve dirileceksin. Bu gerçeği unutturmamak
için Rabbimiz hergün bu manzarayı bize seyrettiriyor.
Bakmasını bilenler, baktıklarında görenler için güneşin doğuş ve
batışı da âhirete imanı içeren bir âyettir.
Mevsimler de bize ölüm ve ardından dirilişi anlatır. Her kış
bir ölüm, her bahar bir diriliştir. Kış geldiğinde toprağı ve hayatı
46] 3/Âl-i İmran; 191
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 26 -
ölü görürüz. O yeşil yeşil canlı bitkiler ve toprağın üstünde kaynaşan,
devinen, gezinen böcekler, hayvanlar yoktur artık. Ama
baharın gelip yağmurların inmesiyle birlikte toprağın dirilişe geçtiğini
görürüz. Kışın, nice sineklerin kaybolması bir ölüm, baharla
ortaya çıkması bir diriliştir. Kışın odun haline gelen ağaç için bu
bir ölüm, baharla çiçek açıp meyve vermesi bir diriliştir. Tabiat,
kendi diliyle haykırır: “Ey insan! Bir gün sen de böyle ölecek ve
dirileceksin!” Rabbimiz, kış ve bahar mevsimlerini yaşatırken aynı
zamanda ölümleri ve dirilişleri de aylarca seyrettirir. Tohumların
toprağa atılışı bir ölüm, günler sonra topraktan çıkışı bir diriliştir.
Tohumun toprağın içinde yok olduğunu zannederiz; hâlbuki
yokluk yoktur. O, toprağın altında diriliş sürecini yaşamaktadır.
Nihâyet bir müddet sonra, bahar rüzgârı borusunu öttürecek,
tohum, kıyâmeti yaşayarak kıyam edecek, yeşillikler içinde yeni
bir hayata kalkacaktır. İnsan da böyle bir tohum gibidir. Yaşarken
bir gün toprağın altına düştüğünü görürüz. İnsanın düştüğü yer,
onun kabridir. Tohum gibi o da bir gün düştüğü yerden kalkacaktır.
Kıyâmet günü, zaten kalkış günü demektir. “Gökten bereketli
bir su indirdik. Kullara rızık olmak üzere onunla bahçeler, biçilecek taneli
ekinler, küme küme tomurcukları olan hurma ağaçları yetiştirdik. O su
ile ölü yeri dirilttik. İşte insanların diriltilmesi de böyledir.”47; “O (Allah),
ölüden diri, diriden ölü çıkarır; yeryüzünü ölümünden sonra o canlandırır.
Ey insanlar! İşte siz de böyle diriltileceksiniz.! 48
Doğum da bir diriliştir. Doğum, ölü gibi olan bebeklerin ana
rahminde dirilişe geçip dünyaya adım atmasıdır. Bakmasını ve
görmesini bilenler için bir damla suyun (atılan birkaç damla suyun
milyonlarca parçasından birinin) dirilişe geçmesidir. “Allah’ı nasıl
inkâr edersiniz ki, siz ölüler idiniz; O sizi diriltti. Yine öldürecek, yine diriltecek,
sonra O’na döndürüleceksiniz.”49; “İnsan görmez mi ki, biz onu
meniden yarattık. Bir de bakıyorsun ki, apaçık düşman kesilmiş. Kendi
yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: ‘şu çürümüş
kemikleri kim diriltecek?’ diyor. De ki: ‘Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek.
Çünkü O, her türlü yaratmayı gâyet iyi bilir.” 50
İçinde yaşadığımız hayatın kuruluş düzeni de ölümden sonra
dirilişin ve hesaba çekilmenin gerçekleşeceğine başlı başına bir
delildir. Çünkü yaşadığımız hayatta güçlü ve zâlim insanlar var.
Çoğu kez bunlar, “ben istediğimi yaparım ve kimseye hesap vermem!”
havası içinde yaşıyorlar. Diğer taraftan zavallı, güçsüz, her
47] 50/Kaf, 9-11
48] 30/Rûm, 19
49] 2/Bakara, 28
50] 36/Yâsin, 77- 79
AHİRET
- 27 -
türlü haksızlığa maruz kalıp hakkını alamayanlar var. Günün birinde,
zâlim cezasını, mazlum da hakkını alamadan ölüp gidebiliyor.
Hayat, bu kadar dengesiz ve anlamsız, zâlimlerin yaptıklarının
yanına kâr kalacağı kadar adâletsiz olamaz. Hemen insanın
aklına şu geliyor: “Ölümden önce haklıya hakkı, suçluya cezası
tümüyle verilmediğine göre, demek ki ölümden sonraya bırakılıyor.”
İşte ancak bu değerlendirmeden sonra hayat anlam kazanıyor.
İnsan, dirilişin sancılarını çekmektedir. Vicdan azâbının da
temelinde “öldükten sonra bir gün dirilme ve yaşanılan hayatın
hesabını vermenin getirdiği endişeler” vardır.
Sadece bu dünyada yaşayacağınızı düşünerek yaşarsanız ölü
yaşarsınız. Ama öleceğinizi düşünerek yaşarsanız diri yaşarsınız.
Çevremizdeki insanlar hep dirilişin etkisiyle, âhiret şuuruyla yaşasalar!..
Seyredin o zaman hayatın güzelliğini. İkinci asr-ı saadet
olur çağımız. İnanın, iman ettiğimiz cenneti daha burada
iken yaşamaya başlarız. Fakat biz, tüm yatırımlarımızı bu dünyaya
yönlendirerek yaşadığımız hayatı ve yeri sahte cennet haline
getirmeye koyulunca cenneti de unuttuk. Özlemez olduk. Nasıl
özleyebiliriz ki; lüks, israf demeden yaşadığımız hayatı, materyalistlerin
uydurma cenneti gibi yapmak için bir ömür boyu gece
gündüz koşturunca. Sahabe, cenneti öyle bir özlüyordu ki! Enes
bin Nadr, Uhud savaşında “cennetin kokusunu Uhud’un arkasından
duyar gibi oluyorum” diyordu. Bilirsiniz, insan çok acıkınca
yemeğin kokusunu çok uzaktan duyar. Sahabe de cennete öyle
acıkıyordu ki, daha dünyada iken kokuları geliyordu cennetin.
Gazali diyor ki: “Mezardakilerin pişman oldukları şeyler yüzünden
dünyadakiler birbirlerini kırıp geçiriyor.” Ölüm öncesindeki
kavgaların ölümden sonra pişmanlık getireceğini hissederek
yaşayan insan, hiç pişman olacağı şeyin kavgasını verir mi? Hırsla
hayatın ve eşyaların, burada kalacak şeylerin ardına bir ömür
boyu düşer mi? “Onlar, geride nice şeyler bıraktılar; bahçeler, çeşmeler,
ekinler, güzel makamlar ve zevk ü sefa sürecekleri nice nimetler. İşte
böyle oldu ve biz onları başka topluma miras verdik.”51; “Ey iman edenler,
size ne oldu ki: ‘Allah yolunda topluca savaşa çıkın’ denildiği zaman
yere çakılıp kaldınız? Âhirettense dünya hayatına mı râzı oldunuz? Ama
dünya hayatının geçimi (zevki), âhiret yanında pek azdır.” 52
Gerçek özgürlük, Allah’a koşmakta ve Allah’a yakın olmaktadır.
İnsan, Allah’a ne kadar yakın olur, O’na ne kadar bağlanırsa
o kadar özgür sayılır. Allah’tan uzak yaşayan insanlar köle
51] 44/Duhân, 25-28
52] 9/Tevbe, 38
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 28 -
insanlardır. Meselâ; mobilyalarının ve arabalarının çizilmesine hiç
dayanamazlar. Çünkü o çizilen şeylerin kölesi durumundadırlar.
Efendilerinin zarar görmesinden rahatsız olurlar. Ama her gün
dinleri, imanları, şerefleri, namusları çizilir, hiç rahatsız olmazlar.
Başörtüsüne uzanan ellere kızmaz; yeter ki o el, kendi putlarına,
efendilerine zarar vermesin. Menfaatine dokunulduğunda etrafı
velveleye boğanlar, dinlerine ve âhiretlerine yapılan hücumdan
hiç rahatsızlık duymamaktalar. Böyle insanların özgürlükten bahsetmeleri,
kölelerin özgürlük dersi vermesine benzer.
Peygamberimiz’in tavsiyesi şöyle idi: “Bu dünyada, sanki gurbete
gitmiş, birgün yuvasına tekrar dönecek biri gibi ol veya gelip geçici bir
yolcu gibi yaşa.”53 Hayatın geçiciliğini kalbine ve kafasına oturtmuş
bir müslüman geçici şeylere sevgi beslemez ve kendini bağlamaz.
Zaten şu bir gerçektir ki; Allah’ın dışındaki şeylere olan ilgi ile
Allah’a olan ilgi arasında ters orantı vardır. Bir kimsenin Allah’ın
dışındaki varlıklara, eşyaya ilgisi ne kadar fazla ise, Allah’a olan
ilgisi o kadar azdır. Böyle bir durumda ilgi duyulan şeyler Allah ile
kul arasında engel teşkil ederler. Bu yüzden İslâm, insanın duygularını
âhirete yönetmek için Kur’an’da çok sık şekilde ölüm, âhiret,
kıyâmet, hayatın geçiciliği üzerinde durur. Mekkî sûrelerin aşağı
yukarı tamamında, diğer sûrelerin de genelinde bu havanın verilmeye
çalışıldığını görürsünüz. “Bilin ki, dünya hayatı bir oyun, eğlence,
süs, kendi aranızda övünme, mal ve evlât çoğaltma yarışıdır. (Bu)
tıpkı bir yağmura benzer ki, bitirdiği ot ekincilerin hoşuna gider, sonra
kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Âhirette ise çetin bir
azab; Allah’tan mağfiret ve rızâ vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir zevkten
başka bir şey değildir.” 54
Kur’an’a baktığımız zaman âdeta tüm azgınlık, isyan ve başkaldırıların
sebeplerinin tek sebebe bağlandığını görürüz. O da
âhireti hesaba katmadan ve âhiretten korkmadan yaşamak. “Hayır,
doğrusu onlar âhiretten korkmuyorlar.”55 Kur’an, terbiye etmeye
çalıştığı insanda ilk etapta âhiret endişesi oluşturmaya çalışır. Bu
endişe belli bir boyuta ulaştığı zaman insanların hayatlarında inkılabların
gerçekleştiğine şâhit oluruz. Meselâ; içki Medine döneminde
ve yaklaşık Uhud savaşı yıllarına kadar yasaklanmamıştır.
Fakat o tarihlerde içkiyi kesin olarak yasaklayan âyet inince evdeki
şarap küplerinin kırılarak içkili hayata son verildiğini görürüz.
Peki, bu neden kaynaklanıyor? Tabii ki âhiret ve Allah korkusundan.
O insanlar o güne kadar öyle eğitilmiş ki, yaptıkları
53] Buhârî, Rikak 2; Tirmizî, Zühd 25, hadis no: 2334
54] 57/Hadîd, 20
55] 74/Müddessir, 53
AHİRET
- 29 -
işin âhirette kendilerine çok pahalıya malolacağı söylendiği anda
hemen o işten vazgeçiyorlar.
Âhirete imanı, âhiret endişelerini, cennet ve cehennem mefhumlarını
ortadan kaldırdığınızda insanları gerçek anlamda motive
edemezsiniz. Yani iyi şeyleri kendiliklerinden yaptırıp, kötülüklerden
de kendiliklerinden vazgeçiremezsiniz. Âhirete iman; en
büyük ve gerçek anlamda tek otokontrol mekanizmasıdır. Âhiret
ve Allah korkusu olmadan insanları neye göre ahlâklı ve dürüst
olmaya sevkedeceksiniz? Eğer bir insan, yaptığı bir kötülüğün cezasını
görmeyeceğini bilse, niye o kötülükten vazgeçsin veya yapacağı
bir iyiliğin karşılığında mükâfat yoksa niçin o iyiliği yapsın?
Denilebilir ki; insanlık için. Ben ölür ölmez bu insanlar çok kısa bir
süre içinde beni unutacaklar. Unutmasalar bile, öldükten sonra
bana ne faydaları dokunabilecek ki?
Ama düşünün ki “bir varlık” var ve “bir gün” gelecek. O varlık,
o günde yaptığınız tüm iyiliklerin karşılıklarını kat kat fazlasıyla
verecek ve yaptığınız kötülüklerin de cezasını verecek. O varlık
ki, hiçbir iyiliği unutmaz, adâletli, kimseye zerre kadar zulmetmez,
hiçbir şeye ihtiyacı yok. Her şeyin yaratıcısı ve sahibi, çok
merhametli, çok affedici. İnsan, böyle bir varlığa iman edip sadece
O’nun rızâsını kazanmak idealiyle yaşadığı zaman artık siz
bu kişiyi “Allah’ın rızâsını kazanma” amacıyla iyi şeylere kolayca
yönlendirebilir ve kötü şeylerden de kolayca sakındırabilirsiniz.
Aksi takdirde bütün çabalarınız sonuçsuz kalır. Âhiret korkusu olmadan
insanlar, fırsat bulduklarında kötülük yapabilecekleri için
kimsenin kimseye güveni olmaz.
İnsanın ve insanlığın kemali, âhirete iman olmadan mümkün
olamazdı. Toplumsal huzurun ve ferdin saadetinin âhiret inancına
bağlı olduğunu bize saadet asrının örnek toplumu öğretti. Hiçbir
ahlâkî kural tanımayan, fuhşun alenen işlenip suç sayılmadığı,
birçok insanın babasının tombala usulü belirlendiği, kokuşmuş
gelenek dışında kanun ve nizamın bulunmadığı, hak ve hukukun
değil; gücün egemen olduğu, güçlünün hep haklı olduğu, kız çocuklarının
diri diri toprağa gömüldüğü, faizin ve her türlü haksız
kazancın normal sayıldığı, ezmeyene ezilmekten başka bir seçenek
tanınmadığı cahiliyye toplumundan dünya tarihinin ender
şâhid olduğu faziletli bir toplum çıkarılmasında, âhiret inancının
payı sanıldığından da daha büyüktür.
Kur’an ve Sünnette Allah’a iman ile âhirete iman birlikte zikredilir.
Zaten ikisini birbirinden ayırmak mümkün değildir. Ayırdığımız
zaman bir anlamı kalmaz. Örneğin, laiklerin inandığı gibi
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 30 -
bir Allah’a inanıyorsunuz. Yani Allah’ın, kendi varlığınızı ve her
şeyi yarattığını kabul ediyorsunuz. Fakat Allah’ı hayatınıza karıştırmıyorsunuz.
Kötülük yaptığınızda ceza vermiyor; iyi ve dürüst
davrananlara da ödül vermiyor. Allah için bana söyler misiniz böyle
bir Allah’a inanmakla inanmamak arasında ne fark var? Hiçbir
fark yok. Ama Allah’ın iyileri mükâfatlandıran, suçluları cezalandıran
bir varlık olduğuna iman eden, ayrıca zâlimin cezasını dünyada
görmediğine, mazlumun da hakkını şu hayatta alamadığına
şahit olan bir insan, elbette ölümden sonra bu işlerin tamamlandığı
bir günün olduğuna zorunlu olarak iman eder. Zaten âhiret
gününün bir başka adı da “din günü”dür. Din’in sözlük anlamlarından
birisi de mükâfat ve ceza olduğuna göre din günü; yapılan
işlerin karşılıklarının verileceği gün mânâsına gelir.
İki insan düşününüz. Birincisi hep onun bunun hakkını gasbetmiş,
başkalarının alın teri ve emeği üzerinde keyif çatmış, ikincisi,
başkalarının hukukuna tecavüz etmediği gibi bir ekmeğini
ikiye bölerek tasadduk etmiş. Birincisi zulmetmiş, ezmiş, sömürmüş
ve semirmiş. İkincisi yardım etmiş, gönül yapmış, onarmış ve
mazlumu kollamış. Birincisi cana, mala, ırza tecavüz etmiş; ikincisi
canı, malı, ırzı aziz ve muhterem bilmiş ve korumuş. Birincisi her
türlü ahlâkî kurallardan ve insanî faziletlerden uzak, arzularının
ve tutkularının esiri olarak yaşamış; ikincisi Allah’ın kendisi için
çizdiği sınırları yine O’nun sevgisi ve korkusuyla çiğnememiş ve
hep ahlâkî, insanî değer ve faziletleri koruyarak kuralları yaşamış.
Evet, şimdi bu iki kişinin de öldükten sonra aynı sonuçla karşılaşıp
yaptıklarının yanlarına kalacağını düşünmek hangi akla,
hangi vicdana ve hangi adâlete sığar? 56
Dünyanın; ekolojik anlamda tabii dengenin bozulması sınırından;
ahlâkî, kültürel, siyasi, ekonomik vb. anlamlarda da toplumsal
dengenin deformasyonu sınırına kadar, İlâhî olan her tür dengenin,
tabiiliğin, sünnetullahın sınırlarını zorlayıcı bir sona doğru
hızla yaklaştığını gördüğümüz bu dünyanın her şeye rağmen “halifesi”
olarak seçilmişleri olan insanlarının, bu İlâhî misyonlarını
yerine getirebilmeleri için hâlâ bir fırsatları, bir şansları var.
Batı uygarlığının; insanı ve tabiatı tahrip eden, baş döndürücü
bir ilerleme-kalkınma yarışı ile büyüleyici çağdaşlık, modernlik
sendromu ile ifsad edici iletişim-medya hegemonyası, iğfal edici
gayri ahlâkî yaşam tarzı ile artık âşina olduğumuz bu şeytanî
uygarlığın sağına, soluna, ortasına bakmaksızın bütün yorumları,
uzantıları ve sonuçları ile dünyayı ve insanlığı tehdit etmesine son
56] Mustafa İslâmoğlu, İman Risalesi, Denge Y., s. 287-288
AHİRET
- 31 -
verebilmek için hâlâ insanlığın en erdemlilerinin yapacakları bir
şeyler var.
Bu erdemlilerin ve daha doğrusu insana üflenen İlâhî ruhun
bütün erdemlerini temsil eden İslâm inancının insanlığa sunacağı
İlâhî hikmetin bir ayağını tevhid; diğer ayağını âhiret bilinci oluşturuyor.
Batının şeytanî hegemonyasına alarak İlâhî olana yüz
çevirttiği, hikmeti ve İlâhî bilgiyi unutturduğu, insanî olan, tabii
olan, hak olan her şeye sırtını döndürdüğü insanlık, içine düştüğü
şeytanî bataktan ancak tevhid ve âhiret ayaklarına basarak doğrulabilir.
Bu gerçek, yeryüzünün her yöresinde her gün her saat
her an kendini gösteren trajik akıbetin farkına varan, farkında
olan müslümanlar için üstlenilmesi gereken ağır sorumluluklar
mânâsına geliyor.
Dünya ve içindekilerin gelip geçici olduğunu, bir sınama ve
imtihan aracı olduğunu bilen ve böyle inanan İslâm insanı, bu bilgisini
ve bu imanını, kuru ve şematik, içi boş ve vicdanî inanç kofluğundan
çıkartıp, olması gereken yere, âlemlerin rabbi olanın,
dünya ve âhiretin sahibi olanın istediği yere, hayatın tam ortasına
oturtmak zorundadır.
Âhiret inancını hayatın tam ortasına oturtmak ne demektir?
Ve bu, nasıl olabilir? Bu sorulara müslümanın, her müslüman
topluluğun âhiret inancını gözden geçirmesi, içi boş bir inanç olmaktan
çıkartıp, hayatına yön veren bir şuur/bilinç düzeyinde ele
alması ve müslüman insanın dünyevî yaşantısının bu bilinçle nasıl
şekilleneceğini ortaya koyması ile cevap verilebilir. Bu da, elbette
ki dünyaya değer vermeyerek, bir oyun ve eğlence gözüyle görerek
dünyevî olana itibar etmeyerek, gelip geçici değerlerden
yüz çevirip, o büyük gün için, Rabbimiz’in karşısına tek tek çıkacağımız,
titreyerek ya da açık alınla çıkacağımız hesap günü için
yaşamakla mümkündür. Bu mümkünü, hayatın tam ortasına oturmuş
bir gerçekliğe dönüştürebilmek, yani gerçekten hesap günü
için, hesap gününe ayarlanmış bir biçimde yaşayabilmek için de
âhiretin bilincine varmış olmak gerekiyor.
Ufukları ölümle sınırlı, ölüme kadar uzanabilen bir yaşam
felsefesine inanan, ölüm öncesini de Allah’sız, âhiretsiz, ed-Din’siz
beşerî ideolojilerin yaşam projeleriyle tasarlayan şeytanın kemalist
ve batıcı dostlarının egemen olduğu bir toplumda hem bu bilince
ulaşabilmek, hem de bu bilincin gerektirdiği tarzda yaşayabilmek
-işin doğrusu- o kadar da kolay değil. Çünkü iki yüz yıldır
ümmetin başına bela olan batı işbirlikçisi egemen güçlerin, ezerek,
zulmederek, hile, dolap ve desiseler kurarak, batı batağına
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 32 -
sürüklemeye çalıştığı ümmetin ve bir parçası olan yaşadığımız
toprakların insanlarını, inkârın, şirkin, sapmanın, yüz çevirmenin,
yalanlamanın, küçümsemenin, hor görmenin anaforundan
baktığı İlâhî değerlere, ed-din gerçeğine, felah (kurtuluş) yoluna
yeniden, bıkmaksızın, usanmaksızın çağırmak ve bununla birlikte
işbirlikçilerin, satılmışların, sömürücülerin, insanlık düşmanlarının,
Allah düşmanlarının düzenlerine karşı bitmez tükenmez bir kin
pınarından beslenerek savaşmak, bir ve en büyük olan Allah’a,
âhiret gününe yakînen iman edenlerin mesleğidir. Âhiret bilincinin
gerektirdiği tarzda yaşayabilmek bu mesleği icra etmektir ve
onun için kolay değildir.
Yaşadığımız toplumda bir asra yakın ifsad ve inkâr kaynaklı
zulüm düzeninin, pozitivist ve modernist paradigmalar temelinde
ürettiği kemalist, sağcı, solcu, milliyetçi, kapitalist vb. ideolojilerin
kıskacında bulunan insanların arasından çıkan müslümanların,
bu kıskacın etkilerini tamamen silebildiğini söyleyebilmek çok
zordur. Şu veya bu şekilde tevhid bilincine erişmiş insanların aynı
oranda ve önemde âhiret bilincine de ulaşabildiklerini ne yazık
ki iddia edemiyoruz. Eğer tevhid bilinci insanlara beyinlerdeki ve
kalplerdeki putları, tâğutları yıktırıyorsa; âhiret bilinci de hayattaki
putları ve tâğutları yıkma mücâdelesine sevkeder. Dünyayı
değiştirmenin, toplumu değiştirmenin, insanı değiştirmenin en
doğal, en sıradan faturası ve bedeli olan ölümü göze almanın,
ölüme atılabilmenin, ölümden korkmamanın insanı davası uğruna
mücâdeleye sevkeden en güçlü sâik olduğunu görürüz.
Eğer insanlar tevhid bilinciyle yorumlayabildikleri dünyayı değiştirebilmek
için kıllarını dahi kıpırdatmıyorlarsa, ya da sadece
kıllarını, ya da dillerini kıpırdatıyorlarsa, işte o zaman insanların iç
dünyalarına inip oradaki tortuyu, toplumun kültüründen kalmış
gizli kalıntıları, yani o çıplak ölüm korkusunu, o açık dünya sevgisini
bulup çıkarmak gerekir; zira insanları, tevhide ulaştığı halde
yerinde tutacak olan, hâlâ yaşamaya, yalnızca yaşamaya sevkedecek
olan tek sebep, bütün teorik, ilmî, fikrî izahların, yorumların,
anlayışların aldatıcı perdesi arkasına gizlenen tek sebep; dünya
sevgisi ve ölüm korkusudur. İslâmî bilincine rağmen bu içgüdüsel
tortuyu barındıran insanların ölüm korkusu diğer insanlardan
daha fazla, dünya sevgisi diğer insanlarınkinden daha yoğun ve
kalıcı olur. Çünkü, bir içgüdü olarak, bilinçaltında sürekli beyin,
kalp ve dildeki gerçeklerin perdesiyle örtülüp, bir biçimde bu
gerçeklere inanıyor olmanın rahatlatıcı, yeterli gördürücü, tatmin
edici işleviyle oyalanıyor olarak dünyayı sevmek daha meşrû,
ölümden korkmak daha doğal hale gelir ve bu insanlar âhiretin
AHİRET
- 33 -
bilincine daha uzak bir noktaya düşerler. Çünkü bu bilinci de taşıdıklarını
var saymakta ve kendilerini de başkalarını da buna inandırabilmektedirler.
Oysa âhiret bilincini sıradan bir insana kavratabilmek
daha kolay; bu tür insanların yeniden kavrayabilmeleri
daha zordur.
“Lâ ilâhe illâllah”ın bütün bir tarihi, bütün bir dünyayı, bütün
bir toplumu izah eden esprisini kavrayıp da, yeryüzünde
işlenen bunca zulme, bunca haksızlığa, bunca iğrençliğe şâhid
olup da, içinde yaşadığı toplumda ne yapmasını ve ne yapmamasını
açık ve net bir şekilde kavrayıp da, hiçbir şey yokmuş
gibi yaşamanın, hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranmanın, hiç
bir sorumluluğa sahip değilmiş gibi ömür tüketmenin başka bir
izahı yoktur. Mücâdelesiz, kavgasız, çilesiz, hapissiz, işkencesiz,
kansız, şehidsiz geçen günlerin; daha fazla küfür, daha fazla
zulüm, daha fazla tuğyan, daha fazla zillet demek olduğunu
bilen insanların, bilmesi ve gereken insanların hâlâ yerlerinde
durabilmeleri, hâlâ mücâdeleye atılmamaları, hâlâ kavgayı
yarınlara erteleyici çözümlere sarılmaları, hâlâ kolay ve rahat
yolları bayraklaştırabilmeleri, başka bir şeyle izah edilemez.
Mücâdelenin, kanın, şehidin olmadığı yerde âhiret bilinci de
gereği kadar yoktur demektir. Âhiret bilincinin gereği kadar
olduğu bir yerde insanlar günlerini meydanlarda, sokaklarda,
karakollarda, mahkemelerde, cezaevlerinde, mezarlarda ya da
mezar başlarındaki şehâdet andlarında doldururlar.
Oysa düşmanın açık seçik belli olduğu, kavganın bütün yakıcılığıyla
kendini dayattığı, inancın kan, ter ve gözyaşı ile ispat
istediği bir zamanda, insanlar hâlâ kaybetmekten korkacakları
şeyleri biriktirmekle meşgullerse, hâlâ sıradan bir vatandaş olarak
yaşamak için çaba gösteriyorlarsa, hâlâ hayatın yutucu gerçekleri
hesap gününün ürpertici gerçeğinin önüne geçebiliyorsa,
hâlâ şerefsizce yaşamanın sermayesi olan dünyalık şeyler peşinde
koşmak, âhiret kazanma çabasına girmemenin mazereti olabiliyorsa,
o zaman Allah’ın ipine tutunarak ayağa kalkabilmenin
bir ayağı yani âhiret bilinci eksik demektir. Zaten yüce Rabbimiz
de Kur’ân-ı Kerim’de sık sık “Allah’a ve âhiret gününe iman edenler”
diyerek, iki ayağın kopmaz birliğini vurgulamıyor mu?
Her gün ve her gece, namaz sonlarında, işimizin arasında
özellikle ölümü, dirilişi, kıyâmeti, mahşeri, cenneti, cehennemi,
günahlarımızı, Allah’ın nimetlerine teşekkürdeki kusurlarımızı
derin derin düşünelim. Bunu kendimize görev edinelim. Bu dünyadaki
rahatımızdan fedakârlık yapalım. Hem burada tam bir rahat
etme, hem de orada rahat etme gibi imkânsız ve gülünç olan
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 34 -
sevdadan vazgeçelim. Sahâbeler, Hz. Peygamber’e, biraz rahatına
bakması, kendini fazla yormaması yolunda birtakım şeyler söyleyince,
Önder ve Örneğimiz’den şu cevabı alırlar: “Nasıl refah ve
nimetin tadını bulurum ki, boynuz sahibi (İsrâfil) boynuz (sur)u ağzına
koymuş, alnını eğdirmiş ve kulağını vermiş, ne zaman üfleyeceğine dair
emir bekliyor.” 57
Kabirlere, hele gece karanlığında gidip, oralarda ölümle kolkola
yaşayacağımız günleri düşünelim. Ölüm ve şehâdet râbıtası
yapalım. Allah’ın dinini yaşayamıyor, müslümanca hayat süremiyorsak
müslümanca ölmenin de zor olduğunun bilincine varalım.
Mezarlarda ve hayalinde düşünerek canlandırdığın kabir hayatında
düşün ki, bir-iki metrelik çukur, içinde birkaç kemik parçası ve
mezar taşında da senin adın, evet senin adın, benim adım yazılı.
Artık Rabbinle karşı karşıyasın. Büyük kıyâmetin kopmasını bekliyordun
veya beklemiyordun. Ama öldün, yani senin kıyâmetin
koptu. İşte bu kıyâmete hazırlandın mı? Yaptın mı yapacaklarını?
Sakındın mı yapmaman gerekenlerden? Hazır mısın ölüme? Borçların-
harçların, ümitlerin, beklentilerin, yatırımların... neresi için?
Ölüm... Ne zaman? Evet, ey insan! Tohumun toprağın üstüne yeni
bir hayatla çıktığı gibi bir gün kabrinden çıkartılacağını, Rabbinin
huzuruna gidip yaptıklarının ve yapmadıklarının hesabını vereceğini
düşün ve hayatını ona göre düzenle: Çünkü ölüm bir yok oluş
değil; diriliştir. Ölüm uzakta değil; çok yakınımızdadır.
Âhirete iman etmiş olmak, âhiret bilincine erişmiş olmak,
yalnızca kafalarda âhiretle ilgili bilgileri arttırmakla, kalplerde
âhirete olan inancı tazelemekle gerçekleşmez. Çünkü âhiret bilinci
kafa ve kalpte başlayıp biten işlevsiz bir olgu değil; insan hayatının
bütün boyutlarını ve ömrünün bütün anlarını belirleyen
canlı ve dinamik bir olgudur. O yüzden Bakara sûresi 4. âyette
Kur’an’ın doğru yola kılavuzluk edeceği muttakîlerin vasıfları
sayılırken “âhirete inanırlar” değil; “âhirete yakînen (şuurlu/bilinçli
olarak) iman ederler.” denilir. O yüzden âhiret bilincinin varlığını ve
derecesini ölçebilmenin bir yolu sürekli olarak kafa ve kalbi gözden
geçirmekse, bir diğer yolu da bizatihi yaşanan hayatı gözden
geçirmek ve hesap günündeki İlâhî sorguya uyup uymadığının
muhâsebesini yapmaktır. Bu muhâsebe de, dünya ve içindekilere
bağlılık, dünyevî zevk ve değerlere iltifat, ölüm duygusu ve gerçeğinden
uzaklaşmak olumsuz; âhirete ve hesap gününe ayarlı bir
hayat yaşamaya çalışmak, dünyadan, içindekilerden, geçici zevk
ve değerlerden -Allah’ın istediği vasatın dışında- uzaklaşabilmek
ve hayatı, enerjiyi, yetenekleri, bilgiyi, gücü, bedeni, kafayı
57] Tirmizî
AHİRET
- 35 -
Allah’ın dâvâsı için harcamak olumlu olarak değerlendirilmelidir.
Birey olarak muhâsebesinde olumsuz hanesi ağır basanlar istedikleri
kadar tevhid bilincine ulaştıklarını iddia etsinler, yaşadıkları
hayatın yüzlerine çarpılacağını unutmamak zorundadırlar.
Muhâsebesinde olumlu hanesi ağır basanlar ise, zaten içiçe
yaşadıkları ölümle gerçek hayata geçtikleri andan itibaren Rablerine
kavuşmanın mutluluğunu tadarlar. Ne mutlu onlara! Ne mutlu,
ölümden korkmayan, ölümü sevebilen, ölümü arzulayabilen,
ölümle dostluk kurabilen, ölümün koynunda ömür tüketebilen
Allah erlerine! “Rabbinizin mağfiretine (bağışına) ve takvâ sahipleri için
hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun!”58
Âhiret bilinci; ölümü sevmek, ölümle bir yaşamak ve nasıl gelirse
gelsin, ama müslümanca yaşayış üzerine gelsin, müslümana yakışır
şekilde ölüme, yani cennete koşabilmektir.59
Ölüm; Gurbetten Vuslata Hicret
Ölümü tefekkür ederek yaşamak, hayatta “gidici” olarak yaşama
sonucunu doğurur. Böyle yaşayan insan da hesabını ve yatırımını
gideceği yere göre yapar. Hesaba çekilme günü gelmeden
önce kendini hesaba çeker. Aksi halde, insan gideceği saata kadar
kalacakmış gibi yaşar ve tercihini ona göre yapar. “Ama siz, dünya
hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa âhiret daha hayırlı ve daha kalıcıdır.”60
Aşağı yukarı her insan, bir eşya satın alırken, önüne konan iki
maldan “iyisi olsun, pahalı olsun” diyerek daha kalıcısını tercih
ettiği halde, Allah’ın önüne koyduğu iki hayattan geçicisini tercih
ediyor; kalıcısını bırakıyor. “Hayır, siz acele geçiveren şu dünyayı çok
seviyorsunuz da âhireti bırakıyorsunuz!”61 Hayır, siz yaptığınız işlerin
karşılıklarının acele, peşin verildiği şu dünyayı çok sevdiğiniz için
karşılıkların veresiye olduğu öteki dünyayı bırakıyorsunuz, sevmiyorsunuz.
“Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan,
ürünlerden biraz eksiltmekle imtihan eder, deneriz. Sabredenleri
müjdele.”62; “Yoksa içinizden Allah, cihad edenleri ve sabredenleri belirtmeden
cennete gireceğinizi mi sanıyordunuz?” 63
Görüldüğü gibi, dünyadaki acıların ve zevklerin altında imtihana
çekilme esprisi yatmaktadır. O halde böyle durumlarda
58] 3/Âl-i İmran, 133
59] Bu konunun son bölümü, Hüseyin Özhazar (Bengisu Y.) ve Hasan Eker’in
(Denge Y.) Âhiret Bilinci adlı eserlerinden kısmen yararlanılıp birkaç sayfası
yer yer özetlenerek oluşturulmuştur.
60] 87/A’lâ, 16-17
61] 75/Kıyâme(t), 20-21
62] 2/Bakara, 155
63] 3/Âl-i İmran, 142
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 36 -
alınması gereken ilaç sabırdır. Çünkü bu zevkler ve acılar geçicidir.
Geçici olması da sabrı kolaylaştırıyor. Sabretmediğimizde ne olur?
Geçici zevklere sabretmeyip dalarsak, âhiretteki ebedî ve hakiki
zevklerden mahrum kalırız. Şu hayatın geçici elemlerine sabretmezsek,
bu defa hem ebedî, hem de daha ağır âhiret azâbına
maruz kalırız ve âhirette bize şöyle denilir: “İnkâr edenler, ateşe
sunuldukları gün, onlara: ‘Dünyadaki hayatınızda sizin için güzel olan
her şeyi harcadınız, onların zevkini sürdünüz; ama bugün, yeryüzünde
haksız yere büyüklük taslamanızın ve yoldan çıkmanızın karşılığında alçaltıcı
bir azab göreceksiniz’ denilir.” 64
64] 46/Ahkaf, 20
AHİRET
- 37 -
Âhiretle İlgili Âyet-i Kerimeler
A- Âhiret Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 115 Yerde): 2/Bakara,
4, 86, 94, 102, 114, 130, 200, 201, 217, 220; 3/Âl-i İmrân, 22, 45, 56, 77, 85, 145,
148, 152, 176; 4/Nisâ, 74, 77, 134; 5/Mâide, 5, 33, 41; 6/En’âm, 32, 92, 113, 150;
7/A’râf, 45, 147, 156, 169; 8/Enfâl, 67; 9/Tevbe, 38, 38, 69, 74; 10/Yûnus, 64; 11/
Hûd, 16, 19, 22, 103; 12/Yûsuf, 37, 57, 101, 109; 13/Ra’d, 26, 34; 14/İbr3ahim, 3,
27; 16/Nahl, 22, 30, 41, 60, 107, 109, 122; 17/isrâ, 7, 10, 19, 21, 45, 72, 104; 20/
Tâhâ, 127; 22/Hacc, 11, 15; 23/Mü’minûn, 33, 74; 24/Nûr, 14, 19, 23; 27/Neml,
3, 4, 5, 66; 28/Kasas, 70, 77, 83; 29/Ankebût, 20, 27, 64; 30/Rûm, 7, 16; 31/Lokman,
4; 33/Ahzâb, 29, 57; 34/Sebe’, 1, 8, 21; 38/Sâd, 7; 39/Zümer, 9, 26, 45; 40/
Mü’min, 39, 43; 41/Fussılet, 7, 16, 31; 42/Şûrâ, 20, 20; 43/Zuhruf, 35; 53/Necm,
25, 27; 57/Hadîd, 20; 59/Haşr, 3; 60/Mümtehıne, 13; 68/Kalem, 33; 74/Müddessir,
53; 75/Kıyâmet, 21; 79/Nâziât, 25; 87/A’lâ, 17; 92/Leyl, 13; 93/Duhâ, 4.
B- Âhiret Günü Anlamındaki “El-Yevmü’l-Âhır” Terkibinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler
(Toplam 26 Yerde:) 2/Bakara, 8, 62, 126, 177, 228, 232, 264; 3/Âl-i İmrân,
114; 4/Nisâ, 38, 39, 59, 136, 162; 5/Mâide, 69; 9/Tevbe, 18, 19, 29, 44, 45, 99;
24/Nûr, 2; 29/Ankebût, 36; 33/Ahz3ab, 21; 58/Mücâdele, 22; 60/Mümtehıne, 6;
65/Talâk, 2.
C- Âhiret Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
a- Âhirete İman: Bakara, 4, 46, 62, 123, 177; Al-i İmran, 9, 25; Nisa, 38-39, 59,
162; En’am, 113; A’raf, 147; Tevbe, 18-19, 44; Yunus, 45; Nahl, 22; Kehf, 110;
Neml, 3; Lokman, 4; Şura, 7; Mearic, 2, 26.
b- Âhireti İnkâr: Nisa, 136; Yunus, 7-8; Neml, 4-5; Sebe’, 3, 7-9; Mutaffifin,
10-12; Tin, 7.
c- Âhiretin Varlık Hikmeti: Sebe’, 4-5
d- Âhiret İçin Gönderilen Ameller: Bakara, 110; Hacc, 77; Yasin, 12; Haşr, 18;
Kıyame, 13; İnfitar, 5.
e- Âhiret Nasibi İçin Çalışmak: Bakara, 200-201; Al-i İmran, 145; Nisa, 77; Kasas,
77.
f- Âhiret Hayırlıdır: En’am, 32; A’raf, 169-170, Kasas, 60; Şura, 36; A’la, 16-17;
Duha, 4.
g- Âhireti İsteyenler: İsra, 19; Şura, 20.
h- Âhiret Nimetleri İle Dünya Nimetlerinin Karşılaştırılması: Kasas, 60;
Ankebût, 64.
i- Âhiret Nimeti (Cennet), Zulümden ve Fesattan Sakınanlar İçindir: Kasas, 83;
Ankebût, 36; Şura, 36-39.
j- Âhiret Hayatı, Geleceği Gerçek Bir Hayattır: Ankebût, 20; Sebe’, 3.
k- Âhiret Hayatı Asıl Hayattır: Ankebût, 64.
l- Kâfirler, Dünyayı Âhiretten Üstün Tutarlar: İbrahim, 3; Kehf, 32-36; Rum, 7;
Kıyame, 20-21; İnsan, 27; A’la, 16.
m- Âhiret de Dünya da Allah’ındır: Necm, 25; Leyl, 13.
n- Dünya, Âhiretin Tarlasıdır: Şura, 20.
o- Hem Dünya, Hem Âhiret Nasibi İstemek: Bakara, 201; Nisa, 145; Kasas, 77;
Cum’a, 10.
p- Âhirete Önden Hayır Yollamak: Bakara, 110; Hacc, 77; Yasin, 12; Haşr, 18;
Kıyame, 13; İnfitar, 5.
r- Âhiret İçin Zararlı Kadınlar: Teğabün, 14.
Âhiretle İlgili Bazı Hadis-i Şerif Kaynakları
Buhari, Bed’ül Halk 8, Salat, 48, Cihad 33, Rikak 39, 41
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 38 -
Müslim, İman 312, Zikr 14, 16-18, Fiten 133-135
İbni Mace, Zühd 32
Tirmizi, Zühd 5
Âhiret Daha Çok Düşünülmeli: Kütüb-i Sitte, 17/ 565
Âhiret Hayatında Ölüm Olmayacaktır: Kütüb-i Sitte, 14/ 417-418
Âhiret İşleri Dünyadakilere Sadece İsmen Benzer, Hakikatleri Ayrıdır: Kütüb-i
Sitte, 14/ 383
Âhirette Dünyanın Alacağı Hal: Kütüb-i Sitte, 4/ 38-39
Dünyadaki Azab ve Nimet Âhirette Sona Erer: Kütüb-i Sitte, 14/ 416
Âhirette Herkes Otuz Yaşında Olacak: Kütüb-i Sitte, 14/ 450
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s.
184-188
2. Tefsir-i Kebir (Mefatihu’l Gayb), Fahreddin Razi, Akçağ Y. c. 1, s. 467
3. Hadislerle Kur’ân-ı KerimTefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. c. 2, s. 173-178
4. Fi Zılalil Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 82-83
5. Tefhimu’l-Kur’an, Mevdudi, İnsan Y. c. 1, s. 51
6. Kur’ân-ı KerimŞifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 87-89
7. Min Vahyi’l Kur’an, Tefsir Dersleri, M. Hüseyin Fadlullah, Akademi Y. s.
49-50
8. Davetçinin Tefsiri, Seyfuddin El-Muvahhid, Hak Y. s. 40-41
9. Bakara Sûresi Yorumu, Haluk Nurbaki, Damla Y. s. 65-71
10. Kur’an’da Mü’minlerin Özellikleri, Beşir İslâmoğlu, Pınar Y. s. 94-99
11. İman Risalesi, Mustafa İslâmoğlu, Denge Y. s. 285-298
12. Arınma Yolu, c. 2, s. 75-130
13. İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. C. 1s. 401 , C. 4 s. 133-134
14. İslâm Ansiklopedisi, T. Diyanet Vakfı Y. c. 1, s. 543-548
15. Kur’an’da Tevhid, Mehmet Kubat, Şafak Y. s. 197-204
16. Kur’an’da Tevhid Eğitimi, Abdullah Özbek, Esra Y. s. 26-28
17. Kur’an’da Ulûhiyet, Suad Yıldırım, Kayıhan Y. s. 127-133; 232-233; 258
18. Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 221-226
19. Haşir Risalesi, Said Nursi, Med-Zehra Y.
20. İlk Mesajlar, M. Ali Baltaşı, Birleşik Y. s. 22-25
21. İslâm ve Sosyal Değişim, 36-39, 82
22. İslâm -Temel İlkeler- Ali Ünal, Beyan Y. s. 121-136
23. İnanç ve Amelde Kur’ani Kavramlar, Muhammed El-Behiy, Yöneliş Y. s.
191-199
24. Kur’ani Araştırmalar, Murteza Mutahhari, Tuba Y. s. 115-118
25. Esenlik Yurdunun Çağrısı, Celaleddin Vatandaş, Pınar Y. s. 144-148
26. İtikat Üzerine, İhsan Eliaçık, Şafak Y. s. 115-119
27. İlahi Kanunların Hikmetleri, Abdülkerim Zeydan, İhtar Y. s. 331-342
28. İslâm Nizamı, Ali Rızâ Demircan, Eymen Y. c. 2, s. 314-344
29. Yakin: Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 423-425
30. Kur’an Penceresinden Bakış, Mevlüt Güngör, Kur’an Kitaplığı, s. 77-113
31. İslâm Nizamı, Ali Rızâ Demircan, Eymen Y. c. 2, s. 314-344
AHİRET
- 39 -
32. İnançla İlgili Temel Kavramlar, Mehmet Soysaldı, Çağlayan Y. s. 152-173
33. Âhiret Bilinci, Hüseyin Özhazar, Bengisu Y.
34. Âhiret Bilinci, Hasan Eker, Denge Y.
35. Âhiret Hazırlığı, Sâdık Dana, Erkam Y.
36. Âhirete İnanıyorum, M. Yaşar Kandemir, Damla Y.
37. Âhirete Giden Yol, Ali Rızâ Altay, Sönmez Neşriyat
38. Âhirete Açılan Kapı Kabir, Yusuf Şensoy, Furkan Dergisi Y.
39. Âhiret Perdesini Aralarken, Haris el-Muhasibi, Nesil Basım Yayın
40. Dünya-Âhiret, Ömer Öngüt, Hakikat Y.
41. Bediüzzaman’ın Görüşleri Işığında Ölüm, Cenaze, Kabir, İsmail Mutlu,
Mutlu Y.
42. Bediüzzaman’ın Görüşleri Işığında Ölümden Sonra Diriliş, İsmail Mutlu,
Mutlu Y.
43. Bediüzzaman’ın Yorumları Işığında Kıyamet Alametleri, İsmail Mutlu,
Mutlu Y.
44. Kıyamet Alametleri, İsmail Mutlu, Mutlu Y.
45. Gençlik ve Ölüm, Burhan Bozgeyik, Türdav A.Ş.
46. Gerçek Hayat, M. Necati polat, Kaynak Y.
47. Haşir Risalesi, Said Nursi, Sözler/Envar Y.
48. İman Nurları, Âhiret Sırları, Ali Küçüker, Bahar Y.
49. Kur’ân-ı Kerim’de Kıyamet ve Âhiret, İmam Gazali, Salah Bilici Kitabevi Y.
50. Kıyamet Yaklaşıyor, Vehbi Karakaş, Cihan Y.
51. Ölüm, Kabir, Kıyamet, M. Necati Bursalı, Erhan Y.
52. Ölüm, Kıyamet, Âhiret ve Ahir Zaman Alametleri, Şarani, Bedir Y.
53. Ölüm, Kıyamet ve Diriliş, Şarani, Pamuk Y.
54. Ölüm Ötesi Hayat, Abdülhay Nasih, Nil A.Ş.
55. Ölüm ve Âhiret, İmam Gazali, Arslan Y.
56. Ölüm ve Sonrası, İmam Gazali, Vural Y.
57. Ölüm ve Ötesi, Hüseyin S. Erdoğan, Çelik Y.
58. Ölümden Sonra Diriliş, Subhi Salih, Kayıhan Y.
59. Ölümden Sonraki Hayat, Süleyman Toprak, Esra Y.
60. Ölüm, Kıyamet ve Âhiret, Sıddık Naci Eren, Demir Kitabevi
61. Ölüm, Mehmed Zahit Kotku, Seha Neşriyat
62. Ölüm ve Diriliş, Safvet Senih, Nil A.Ş.
63. Ölüm ve Ölümden Sonraki Hayat, Murat Tarık Yüksel, Demir Kitabevi
64. Ölüm ve Ötesi, Heyet, Sağlam Y.
65. Ölüm Yokluk mudur? Hekimoğlu İsmail, Timaş Y.
66. Ölüm Son Değildir, Selim Gündüzalp, Zafer Y.
67. Kur’an’da ve Kitab-ı Mukaddes’te Âhiret İnancı, Mehmet Paçacı, Nun Y.
68. Dünya Ötesi Yolculuk, Abdülaziz Hatip, Gençlik Y.
69. Dünya ve Âhiret Hayatı, Muhammed İhsan Oğuz, Oğuz Y.
70. Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken, Hayreddin Karaman, T. Diyanet Vakfı Y.
71. Kıyamet ve Âhiret, İmam Gazali, Hakikat Y.
72. Kıyamet ve Âhiret, Naim Erdoğan, Huzur Y.
73. Kur’an’da Kıyamet Sahneleri, Seyyid Kutub, Çizgi Y.
74. Onbirinci Saat, Martin Lings, İnsan Y.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 40 -
75. Âyetlerle Ölüm ve Diriliş, Said Köşk, Anahtar Y.
76. Âhiret Hazırlığı, Sâdık Dana, Erkam Y.
77. Gözle Görülen Kıyamet, Muhammed Mahmud Savvaf, Çelik Y.
78. Hüvel Baki, Mustafa Özdamar, Kırk Kandil Y.
79. Mezar Notları, Muammer Özkan, İnsan Dergisi Y.
80. Kabir Alemi, Celaleddin Suyuti, Kahraman Y.
81. Kırık Tayflar, Şemseddin Nuri, T.Ö.V. Y.
82. Kıyamet ve Âhiret, Ahmet Faiz, Uysal Kitabevi
83. Ecel, Kıyamet, Âhiret, Ali Eren, Çile Y./ Merve Yayın Pazarlama
84. Ruh Aleminde Bir Seyahat, Kemal Osmanbay, Kitsan Kitap Kırtasiye Y.
85. Haşir Risalesi, Said Nursi, Med-Zehra Y.
86. Reenkarnasyon Var mı? Sevim Asımgil, Gonca Y.
87. Ölümden Sonra Dirilmek ve Reenkarnasyon, Naim Erdoğan, Enes
Kitabevi Y.
88. Türk Edebiyatında Ölüm Şiirleri Antolojisi, Ahmet Sezgin - Cengiz Yalçın,
Ünlem Y.


- 43 -
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ
İTİKÂDİ KAVRAMLAR -7-
DİN GÜNÜ
Din günü yakında gelecek;
Hesaba çekilmezden önce
Kendini hesaba çek!

Din Günü; Anlam ve Mâhiyeti

Ümit - Korku Dengesi:

Allah, Sadece Rahmet Sahibi Değil; Aynı Zamanda Âdildir de

Din Gününün Tek Sahibi Allah’tır

Kur’an’da Din Günü

Kıyâmetin Diğer İsimleri

Din Günü Şuuru, Kıyâmetin ve Ölümün Düşündürdükleri
Mâlik-i Yevmi’d-Dîn: “(Allah), Din gününün mâliki (cezâ günününgerçek sahibi)dir.” 65
Din Gününün Sahibi
“Mâlik-i yevmi’d-dîn” tamlaması, hesap gününde adâlet dağıtan anlamını taşır. Kur’an, din kelimesini genelde hesap karşılığı olarak kullanır. Kıyâmet gününe hesap günü denmesinin sebebi budur.
“(Allah), Din gününün mâliki (gerçek sahibi)dir.”66 meâlindeki âyet, Allah’ın ezelî ve ebedî olan “Hak mâlikliğini ve melikliğini” vurgulamaktadır. “Bunlar benim!” diyerek büyüklenip mülküne güvenerek, kimseye vermezken küçük bir şeye bile sahip olamaz hale düşenlere ilâhî bir ihtardır. Ayrıca âyet, insanların sahip bulundukları her türlü mal ve üstünlüklerin bir gün yok olacağını, nihâyet asıl sahibine döneceğini de ifade etmektedir. Çünkü o gün, başka idareci, başka memleket ve hükümet bulunmayacaktır. Bu gün
65] 1/Fâtiha, 4
66] 1/Fâtiha, 4
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 44 -
din gününü inkâr ederek yokluğa güvenenler, o gün bundan da
mahrum olacaklardır. Nitekim bu durumu Kur’an çok canlı olarak
bildirmektedir. “Tek bir çığlık. Birden bire gözleri açılıverecektir. ‘Eyvah
bize!’ derler; işte bu, ceza ve hesap günüdür. Onlara, ‘İşte bu, yalanladığınız
hüküm günüdür’ denilir.” 67
Din gününü yalanlayanların, böyle hayret ve şaşkınlık içinde
kalacakları, önceden bir türlü inanamadıkları bu günü pişmanlıkla
karşılayacakları belirtiliyor.
Mâlik-i yevmi’d-dîn ifâdesindeki mülk ve mülkiyet; bir şey üzerinde
tek başına söz sahibi olma gücü; tasarrufa konu olan şey
üzerinde sırf sahibine ait olmak üzere tasarruf, yetki ve iktidar anlamında
bir terimdir. Arapça “milk” mastarından bir isimdir. Yevm:
Süresi değişik olan vakit bölümlerine ıtlak edilebilen bir zaman birimidir.
Güneşin doğuşuyla batışı arasındaki vakte de “yevm” denir.
Burada, birinci mânâ tercih olunmalıdır. Din: Arapçada yerine
göre bir işin karşılığı, muhâsebe, hüküm, siyaset, sultan (otorite),
âdet, hal, şeriat, kahr gibi anlamlara gelir. Allah’ın din gününün
sahibi vasfı, “cezâ gününün mâliki” şeklinde açıklanır. Bu vasıf,
herkesin yaptığının karşılığını alacağı günde, Allah’ın her şey ve
herkes üzerinde tam bir hâkimiyet ve sahipliğini ifâde eder. Bu
isim, yalnız bir âyette geçer.68 Fakat aynı mânâ, başka tarzda da
ifâde olunmuştur. 69
Allah Mâliktir
Görünen, görünmeyen, dünyadaki ve âhiretteki, bildiğimiz ve
bilmediğimiz bütün varlıkların Yüce Sahibi ve Hükümdarıdır. O,
hiçbir şeye muhtaç değildir her şey ve herkes O’na muhtaçtır. Biz,
sadece emanetçiyiz. Sahip olduğumuzu zanettiğimiz şeylerin gerçek
sahibi değiliz. Her şey emanet. Melik ve Mâlik olan Rabbimiz,
işte o var olan her şeyin gerçek sahibidir.
Her şeyin tek hükümdarı ve sahibinin Allah olduğunu bilen
bir kişi, hiçbir yaratılmışa boyun eğmez. Alçak gönüllü davranır,
adâletten ve merhametten ayrılmaz. Sahip olduğu nimetleri başka
insanlara karşı gösteriş aracı olarak kullanmaz. Mala-mülke
fazla değer vermez. Malın esiri olmaz.
O Mâlikü’l-mülktür. Allah Teâlâ mülkün hem sâhibi, hem
hükümdârıdır. Mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. Hiçbir kimsenin
O’nun bu tasarrufuna itiraz ve tenkide hakkı yoktur...
67] 37/Saffât, 19-21
68] 1/Fâtiha, 4
69] 82/İnfitâr, 19; 6/En’âm, 73; 40/Mü’min, 16 vb.
DİN GÜNÜ
- 45 -
Dilediğine verir, dilediğinden alır. Mülkünde hiçbir ortağa ve
yardımcıya ihtiyacı yoktur.
Allah, hem Mâliktir, hem Meliktir
Allah el-Melik’tir; yani “Mülkün, kâinatın sahibi, mülk ve
saltanatı devamlı olan”dır. Yüce Allah Melik’tir. Yani mülk sahibi,
bütün eşyanın ve yaratılanların tek mâlikidir. Bütün varlıklar
üzerinde emretme, istediği gibi tasarruf etme, hiçbir şarta bağlı
olmaksızın sahip olma O’na mahsustur. Yarattıklarına emretme,
sakındırma, cezalandırma, istediğini zelil, dilediğini de aziz etme
kudretine sahip olan yalnız yüce Allah’tır. O, yarattığı mülkünde
ve orada olanların hepsinde yegâne hükümdardır. Sonsuz kudretiyle
onları idaresi altında tutan tek varlık Allah’tır.
Melik ve Mâlik kelimesi, me-le-ke fiilinden gelir. Me-le-ke,
Mâlik ve sahip olmak demektir. Kelime, hem bir şeye sahip olmayı,
hem de kuvvetli olmayı çağrıştırır. Sahip ve Mâlik anlamında ‚melik,
Mâlik, melîk‘ kelimeleri kullanılır. Masdarı olan mülk veya milk,
üzerinde sahip ve tasarrufta bulunulan şeyi ifade ettiği gibi, tasarrufta
bulunmayı da ifade eder. Bu tasarruf, hem insanlar, öncelikle
insanlar, hem de mallar üzerinde tasarruftur. Nitekim, Allah
Teâlâ için insanların meliki denirken, O‘nun insanlar üzerinde
mutlak tasarruf sahibi olduğu anlatılmak istenir. Fakat, yukarıda
belirttiğimiz gibi, şirk koşan insanlar, Allah‘ın melikliğini, yeryüzünde
ve dolayısıyla insanlar üzerinde tasarruf sahibi olmak ve
yeryüzündeki servetleri, yani mülkü diledikleri gibi kullanmak için
gasbetmeğe çalıştılar. İblis de, Âdem‘i önce bu noktada kandırdı:
„Dedi: Ey Âdem! Seni sonsuzluk ağacına ve tükenmez bir mülke götüreyim
mi?“ 70
Demek ki, insan Allah‘ın hâkimiyeti altında değil, arzuları
doğrultusunda sınırsızca yeryüzünün meliki ve mâliki olmak
isteğindedir. Nitekim, tüm diğer Firavunlar gibi, Hz. Mûsâ‘nın
Allah‘ı tek Rab, ilâh ve melik olarak kabul etmeye çağırdığı Mısır
Firavun‘u da Mısır mülkünün kendisine ait olduğu iddiası içindeydi.
71 Melik ya da mâlik olma, mâlik olunan şey üzerinde istenildiği
biçimde tasarrufta bulunmayı gerektirir. Bu anlamda, mutlak melik
ancak ve ancak Allah‘tır; çünkü, Kur‘an‘da mülkün yalnızca
Allah‘a ait olduğu defalarca tekrarlanmaktadır. Bütün kâinat
Allah‘ın mülküdür ve Allah mülkünde dilediği gibi tasarruf sahibidir.
Allah âdil, hak ve tek İlâh olduğu için kâinatta dengesizlik ve
70] 20/Tâhâ, 120
71] 43/Zuhruf, 51
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 46 -
haksızlık olmaz.
İnsan yeryüzünde halife (adayı) olduğu, yani Allah’ın hükmünü
yeryüzünde hâkim kılması için gayret edeceği için, kendisine
yeryüzü mülkü üzerinde izafî bir meliklik ve mâliklik yetkisi
tanınmıştır. Bu yetki, hiçbir zaman mutlak anlamda olmadığı ve
insanın keyfine bırakılmadığı gibi, Allah‘ın yeryüzündeki hayatının
gereği olarak çeşitli biçimlerde, renklerde, yeteneklerde ve mesleklere
sahip olacak şekilde yarattığı insanlar da, önce bütün olarak
bu meliklik ve mâliklik yetkisine sahiptirler. Dolayısıyla, herkesin
belli bir tasarruf sahası vardır. Fakat bu tasarruf, hiçbir zaman
mutlak değil, sınırlı ve Allah‘ın tanıdığı alanda sadece bir emanettir.
Öte yandan, tek tek insanların nasıl mülk sahibi olacaklarını ve
mülklerinde nasıl tasarruf edeceklerini belirten kuralları da Allah
insanlar arasından seçtiği elçiler aracılığıyla bildirmiştir: „Göklerin
ve yerin ve ikisi arasındakilerin mülkü Allah içindir.”72; “De ki: Allah’ım,
mülkün sahibi; mülkü dilediğine verir, mülkü dilediğinden alırsın.” 73
Allah, gerek meliklik, gerekse mâliklik olarak mülkü dilediğine
verir, dilediğinden alır. O, yeryüzünde insanlar üzerindeki tasarrufu,
yani meliklik, yöneticilik olarak mülkü, öncelikle, elçilerine
vermiştir. Aynı zamanda, mülk ile ilim ve hikmet bir arada bulunmak
durumundadır. Bunlar da en fazla Allah’ın elçilerinde mevcuttur;
öyleyse ilim ve hikmet, melikliğin şartlarındandır. „(Yusuf
dedi:) Rabbim, bana gerçekten mülkten verdin ve bana olayların te‘vilini
(yorumunu) öğrettin.” 74; „Allah ona (Dâvud‘a) mülk ve hikmet verdi ve
ona dilediğini öğretti.” 75
Allah, bazen elçilerini hem peygamber, hem melik/devlet
başkanı kılar; Hz. Dâvud‘un ve Hz. Muhammed‘in durumlarında
olduğu gibi... Bazen de, peygamberin yanısıra, başka melikler de
var eder. Nitekim, İsrailoğulları için aynı anda birden fazla ve birbiri
peşi sıra nebîler geldiği gibi, bu nebîlerin yanısıra, onların emrinde
melikler de bulunabiliyordu: „Mûsâ kavmine demişti ki: Ey kavmim!
Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; O içinizde nebîler varetti,
sizi melikler yaptı.”76 Bu âyette, İsrâiloğulları‘nın hizmetçi, binek ve
kadın sahibi olmakla „melik“ diye adlandırıldıkları belirtilmişse
de, İsrâiloğulları içinde nebîlerin yanısıra, meliklerin bulunduğu
da açıktır. „Nebîlerine, ‘bize bir melik gönder’ dediler... Nebîleri onlara,
‘Allah, Tâlût’u size melik gönderdi’ dedi. ‘O bizim üzerimizde nasıl melik
72] 5/Mâide, 18
73] 3/Âl-i İmrân, 26
74] 12/Yusuf, 101
75] 2/Bakara, 251
76] 5/Mâide, 20
DİN GÜNÜ
- 47 -
olabilir? Biz melikliğe ondan daha lâyığız, ona geniş mal da verilmemiştir’
dediler: (Nebîleri de), ‘Allah onu sizin üzerinize seçti, onun bilgisini ve
gücünü artırdı.’ dedi.” 77
Mâlik-i Yevmi’d-Dîn: Din gününün sahibi. “Din gününün
mâlikidir.” 78 İnsanların öldükten sonra dirilecekleri, biraraya gelerek
hesaplarını verip, âkıbetlerini görecekleri gün, din günüdür.
O gün insanın başkalarıyla, hatta kendi anesi, babası, eşi ve çocuklarıyla
bile ilgilenmeye ne hali, ne fırsatı vardır. Din gününün
şiddeti ve olağanüstü korkusu, herkesi kendi derdine düşürür. Allah
o diriliş gününü diğer adıyla din gününü Kur’an’da şöyle tarif
etmektedir: “Din gününü sana bildiren şey nedir? Ve yine din gününü
sana bildiren şey nedir? Hiçbir nefsin bir başka nefse herhangi bir şeyle
güç yetiremeyeceği gündür; o gün emir yalnızca Allah’ındır.” 79
O gün dünya hayatında kişinin en çok değer verdiği ilişkiler
Allah’ın azâbı karşısında paramparça olur. Artık insanlar arasındaki
dünyevî yakınlıkların, soy bağlarının hiçbir anlamı kalmamıştır.
Tek değer, kişinin imanıdır. Hiç kimse, kimseye yardım edemez.
Ancak öyle bir irâde yardım edebilir ki Cennetin sonsuz nimetlerine
de, cehenemin çılgın yanan ateşine de, görevli meleklere
de hâkim olsun... Bu, insanın Allah dışında yardım beklediği tüm
kapılarının kapanmış olması demektir. İçinde bulunduğu bu zor
durumdan onu ancak Allah kurtarabilir. O da yine Allah’ın dilemesine
bağlıdır.
Kişi din gününün tek sahibi olan Allah’ın huzurunda ilk yaratıldığında
olduğu gibi yalnızdır. Dünyadaki yaşamı süresince her
yaptığı, her düşündüğü Allah tarafından gözler önüne serilir. En
ufak bir ayrıntı dahi unutulmaz. Allah azamet ve şânına yaraşır
bir ortam yaratır ve yarattığı kullarından hesap sorar. Ancak, kimi
dilerse rahmetiyle kurtarır. İnkârcıların kahredici bir pişmanlığa
sürüklendiği bu günde mü’minler, sevinçli ve coşkuludurlar. “...
O gün Allah, peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri küçük düşürmeyecektir...”
80 Çünkü Allah, “elçilerine ve iman edenlere, hem
dünya hayatında hem de şâhitlerin (şâhitlik için) duracakları gün yardım
edeceğini”81 vaad etmiştir. İşte o günün sahibi, yalnız Allah’tır ve
emir O’nundur.
İşte o, yalnızca bir tek çığlıktan ibarettir; artık kendileri
77] 2/Bakara, 246-247
78] 1/Fâtiha, 4
79] 82/İnfitâr, 17-19
80] 66/Tahrîm, 8
81] 40/Mü’min, 51
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 48 -
(diriltilmiş olarak) bakıp duruyorlar. Derler ki: „Eyvahlar bize; bu,
din günüdür. Bu, sizin yalanladığınız (mü‘mini kâfirden, haklıyı haksızdan)
ayırma günüdür.“ 82; “O gün, yalanlayanların vay haline. Ki onlar,
din gününü yalanlıyorlar. Oysa onu, ‘sınır tanımaz, saldırgan’, günahkâr
olandan başkası yalanlamaz.” 83
Bu vasıf, Allah’ın hâkimiyet ve sahibiyetinin âhirete tahsis edildiği
intibaını vermektedir. Kur’ân-ı Kerim’in başka birkaç âyeti de,
bu kabildendir: “Sûra üfleneceği gün, hükümranlık O’nundur.”84; “O
gün emir yalnız Allah’ındır.”85 gibi. Müfessirler âyette geçen Allah’ın
âhirete ait hükümranlığını şu şekilde açıklamışlardır:
1) Maksat, o günün ehemmiyetini bildirmek, o günü ta’zim
etmektir.
2) Dünya hayatında zâhiren, hem mülk hem de milk Allah’tan
başkaları için de doğrudur. Ama o gün, bunlar zâhirî bakımdan
da zâil olacaklardır. Onun mâlikiyet ve melikiyeti tam bir zuhurla
açığa çıkacaktır.
3) İlk ferdinden son ferdine varıncaya kadar, bütün insanlar o
gün bir araya toplanacaktır. İnsanların İlâhî hükümranlık hakkında
tek bildikleri husus vardır. Fakat o gün; bu hükümranlık, başka
zamanlarda anlaşıldığından son derece fazla olarak, topyekün insanlar
tarafından bir anda müşâhede olunacaktır.
4) Allah Teâlâ’nın hikmeti, bu dünyada sebepleri koymayı dilemiş,
insanı da bu nizama uymakla yükümlü kılmıştır. Hikmet;
izzet ve kudrete gâliptir. Dolayısıyla sebepler dairesi, itikad dairesine
gâliptir. Bu iki zıt kavramdan ortaya çıkan âhenk sâyesinde
mü’min, bir taraftan Allah’ın izzetini unutmaktan kurtulurken,
öbür taraftan yaşayış planında sebepler düzenini ihmal etmekten
kurtulmaktadır. Din gününde, Allah’ın izzetini perdeleyen bu nizam
kaldırılıp her şeyin mâhiyeti, içyüzüyle ortaya çıkacaktır. İtikad
dairesi, sebepler dairesine gâlip geleceği, bütün hüküm ve
mülkün Allah’a âit olduğu tam bir şekilde ortaya çıkacağı içindir
ki, böyle bir tahsis vârid olmuştur. 86
Din Günü
“Din günü” kavramı, “gün” anlamına gelen “yevm” kelimesiyle;
“itaat, hesap, ceza (yapılan işin tam karşılığının verilmesi)” gibi
82] 37/Sâffât, 19-21
83] 83/Mutaffifîn, 10-12
84] 6/En’âm, 73
85] 82/İnfitâr, 19
86] Suad Yıldırım, Kur’an’da Ulûhiyet, s. 127-128
DİN GÜNÜ
- 49 -
anlamlara gelen “ed-dîn” kelimesinden oluşur. Din günü: Yapılan
işlerin tam karşılığının verilip görüleceği hesap günü anlamına
gelir. Bu tanımda geçen “gün” kelimesi, bir gün ve gecenin toplamı
olan yirmi dört saat anlamında olmayıp, zaman bölümlerinden
herhangi birini ifade etmektedir. Buradaki “gün”; ay, yıl, asır, çağ
gibi bildiğimiz veya bilmediğimiz herhangi bir zaman birimi olabilir.
“Bugün dünya, yarın âhiret” sözünde olduğu gibi. Kur’an’da
geçen ifadelerden yola çıkılarak âhiretteki bir günün bin veya elli
bin sene olduğu anlaşılmaktadır. “Din” kelimesi ise burada, hesap,
ceza, karşılık anlamlarına gelir.
“Din günü” kavramının ifade ettiği başlıca anlamlar şunlardır:
Hayrın hayır, şerrin de şer olarak görüleceği “Kıyâmet günü”,
Yapılan işlerin karşılığının tam olarak verileceği “Ceza günü”,
İnsanların yaptıkları işlerin, Allah tarafından takdir edilip hesabının
görüleceği “Hesap günü”.
Din gününden kastedilen, âhirettir, hesap günüdür. Kur’an’ı,
Kur’anî kavramları, öncelikle Kur’an’la tefsir etmek en doğru
yoldur. Din gününün ne olduğunu başka âyetler açıklamaktadır:
“Sonra din gününün ne olduğunu nereden bileceksin? O gün, kimsenin
hiç kimseye hiçbir fayda sağlamayacağı bir gündür. O gün emir yalnız
Allah’a aittir.”87 Din günü: “Bütün iyi ve kötü işlerin Hak ölçüsünden
geçerek son tahakkukunu bulacağı ve birbirinden tamamen ayrılacağı
son zamandır.” Gelecekte, yapılan işlerin tam karşılığının
verileceği son gün demektir. Görüldüğü gibi, Din günü, Kıyâmet
gününü ifade etmektedir. Kıyâmet gününün, öldükten sonra dirilme,
durup bekleme, sual, hesap, mîzan, sırat ve ceza gibi durum
ve mertebeleri vardır. Şu halde Din günü, dinin mâlum olan
mühim günü demektir ki, bundan da âhiret ve kıyâmet günü anlaşılmaktadır.
Bu günde herkes, dünyada yaptıklarının karşılığını
mutlaka görecektir.
Ümit - Korku Dengesi
Allah, Sadece Rahmet Sahibi Değil; Aynı Zamanda Âdildir de:
Fâtiha sûresinde, Allah’ın Rahmân ve Rahîm oluşunun ardından,
hemen O’nun “din gününün sahibi” olduğu bildiriliyor. Böylece
Rahmân ve Rahîm sıfatları, herkesin yaptıklarının hesabını vereceği
günün unutulmasına yol açmayacaktır. Her insan kesin olarak
bilmelidir ki, Allah, sadece Rahmân ve Rahîm değil; aynı zamanda
âdildir de. Allah, Rahmân ve Rahîm isimleriyle bizi önce
87] 82/İnfitâr, 17-18
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 50 -
ümitlendiriyor. “Mâlik-i yevmi’d-dîn” ile de korkutuyor. Cennete
gitme ümidi ile ceheneme düşme korkusu arasında işlerimizi ve
niyetlerimizi düzeltmemiz hatırlatılmış oluyor. Allah’ın her şey
üzerinde mutlak kudrete sahip bulunması dolayısıyla, dilediğini
cezalandırmak O’nun kudretinde ve irâdesindedir. Şu halde, din
günü, âkıbetimizin hüsran veya saâdet içinde olmasının Allah’ın
kudreti dâhilinde bulunduğuna inanmamızı ifade etmektedir. Bütün
bunlardan anlaşılacağı gibi, din günü, umumi ceza ve Rabbânî
adâletin günü olacaktır. O günde bizim adımıza iş görenler olmayacak.
Parayla kapılar açılmayacak. Rüşvetler, mallar, çocuklar fayda
etmeyecek. Dünyevî bir şey zaten yanımızda bulunmayacak. 88
Dünyevî mahkemelerden bile korkan insanlara büyük mahkeme
ve büyük sorgu hatırlatılmakta ve insan uyarılmaktadır. O
büyük mahkemenin tek hâkimi vardır. O günün tek mâliki ve melikinin
Allah olduğu vurgulanmaktadır.
Fâtiha’nın ilk iki âyeti Allah, Rab, Rahmân ve Rahîm isimlerini
tanıtıyor. Yediklerimizi, giydiklerimizi, sevdiklerimizi, beden ve
ruhumuzu yaratan, yaşatan ve yöneteni bize bildiriyor.
Rahmân ve Rahîm olan Rabbimiz, Allah’a hamd etmemizi
istedikten sonra, ceza gününün sahibi olduğunu hatırlatıyor.
Kur’an’ın temel üslûbudur bu: Ümit ve korku; Cennet ve cehenem;
rahmet ve gazab... İki gerçekle karşı karşıya bırakır irâde
sahibi insanı. İnsan bunlardan birini tercih eder yaşayışıyla. Allah,
bu zıtların birbirini dengelemesini ister. Ümit-korku dengesi hayatımıza
yön vermelidir. Bu, aynı zamanda bize tebliğin metodunu
da öğretiyor. Önce inanan - inanmayan herkese sevindirici,
müjdeleyici olacağız. Sonra mü’minleri ayırıp, iman kardeşliği
sebebiyle dost ve öncelikli kabul edecek; fakat herkese devamlı
açıklayıcı, anlatıcı, kurtuluşa dâvet edip felâketi gösterip uyarıcı
olacağız. Bunlardan anlamayanlar için korkutucu, sakındırıcı ifadeler
kullanacağız.
Kur’an, üç boyutlu, üç zamanlıdır. İfade ve mesajı bu üç zaman
dilimini kuşatır. Kur’an, coğrafyalar üstü, yani evrensel olduğu
gibi, aynı zamanda çağlar üstüdür, tüm zamanların kitabıdır.
Kur’an, hali ve halimizi anlatırken mâzîyi (geçmişi) hatırlatır.
Aynı zamanda insanı geleceğe hazırlar. İstikbâli göz önüne serer.
İstikbâl denilince çoğu kimsenin aklına gençlikten sonra yaşanan
dünyevî dönem gelmektedir. Bu, ileriyi görememektir, uzun vâdeli
değil; küçük düşünmek ve küçülmektir. İstikbâl göklerde değil;
köklerdedir; yani fıtratta ve kaynak Kitap’ta. İnsan, Kur’an’ın
88] Bk. 26/Şuarâ, 88
DİN GÜNÜ
- 51 -
mesajından beslenerek bu üç zamanı yaşarsa zamâne insanı olmaktan
çıkar; diri diri yaşar ve her yaptığı ibâdet değeri kazandığından
canlı Kur’an olur. Bu şuurdaki insan, din günü bilinciyle
hesaplı yaşar, büyük mahkemede hesaba çekilmeden kendi nefsini
hesaba çeker.
Bir ömür boyu sürecek maaş karşılığında birkaç saat çalışma
zahmetine kim katlanmaz? Aynen bunun gibi, âhiret hayatıyla
karşılaştırıldığında çok kısa olan şu fâni dünyada, milyar dolarlara
değişilmeyecek şerefli kulluk görevini terketmek akıllılık mıdır?
İnsan, çok aceleci ve unutkan. Allah da çok merhametli ve
bizi uyarıyor ve bize din gününü hatırlatıyor. İstikbâl için yatırım
yapmalıyız. Orada lâzım olacak azığı buradan hazırlayıp göndermeliyiz.
Din günü şuuru bize bunları kazandırır.
İlk ferdinden son ferdine varıncaya kadar, bütün insanlar o
gün bir araya toplanacaktır. İnsanların İlâhî hükümranlık hakkında
tek bildikleri husus vardır. Fakat o gün; bu hükümranlık, başka
zamanlarda anlaşıldığından son derece fazla olarak, topyekün insanlar
tarafından bir anda müşâhede olunacaktır.
Allah Teâlâ’nın hikmeti, bu dünyada sebepleri koymayı dilemiş,
insanı da bu nizama uymakla yükümlü kılmıştır. Hikmet; izzet
ve kudrete gâliptir. Dolayısıyla sebepler dairesi, itikad dairesine
gâliptir. Bu iki zıt kavramdan ortaya çıkan âhenk sâyesinde
mü’min, bir taraftan Allah’ın izzetini unutmaktan kurtulurken,
öbür taraftan yaşayış planında sebepler düzenini ihmal etmekten
kurtulmaktadır. Din gününde, Allah’ın izzetini perdeleyen bu nizam
kaldırılıp her şeyin mâhiyeti, içyüzüyle ortaya çıkacaktır. İtikad
dairesi, sebepler dairesine gâlip geleceği, bütün hüküm ve
mülkün Allah’a âit olduğu tam bir şekilde ortaya çıkacağı içindir
ki, böyle bir tahsis vârid olmuştur. 89
İnsanların öldükten sonra dirilecekleri, bir araya gelerek hesaplarını
verip, âkıbetlerini görecekleri gün, din günüdür. O gün
insanın başkalarıyla, hatta kendi anesi, babası, eşi ve çocuklarıyla
bile ilgilenmeye ne hali, ne fırsatı vardır. Din gününün şiddeti ve
olağanüstü korkusu, herkesi kendi derdine düşürür. Allah o diriliş
gününü diğer adıyla din gününü Kuran’da şöyle tarif etmektedir:
“Din gününü sana bildiren şey nedir? Ve yine din gününü sana bildiren
şey nedir? Hiçbir nefsin bir başka nefse herhangi bir şeyle güç yetiremeyeceği
gündür; o gün emir yalnızca Allah’ındır.” 90
89] Suad Yıldırım, Kur’an’da Ulûhiyet, Kayıhan Y., s. 127-128
90] 82/İnfitâr, 17-19
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 52 -
O gün dünya hayatında kişinin en çok değer verdiği ilişkiler
Allah’ın azâbı karşısında paramparça olur. Artık insanlar arasındaki
dünyevî yakınlıkların, soy bağlarının hiçbir anlamı kalmamıştır.
Tek değer, kişinin imanıdır. Hiç kimse, kimseye yardım edemez.
Ancak öyle bir irâde yardım edebilir ki Cennetin sonsuz nimetlerine
de, cehenemin çılgın yanan ateşine de, görevli meleklere
de hâkim olsun... Bu, insanın Allah dışında yardım beklediği tüm
kapılarının kapanmış olması demektir. İçinde bulunduğu bu zor
durumdan onu ancak Allah kurtarabilir. O da yine Allah’ın dilemesine
bağlıdır.
Kişi din gününün tek sahibi olan Allah’ın huzurunda ilk yaratıldığında
olduğu gibi yalnızdır. Dünyadaki yaşamı süresince
her yaptığı, her düşündüğü Allah tarafından gözler önüne serilir.
En ufak bir ayrıntı dahi unutulmaz. Allah azamet ve şânına
yaraşır bir ortam yaratır ve yarattığı kullarından hesap sorar. Ancak,
kimi dilerse rahmetiyle kurtarır. İnkârcıların kahredici bir pişmanlığa
sürüklendiği bu günde mü’minler, sevinçli ve coşkuludurlar.
“...O gün Allah, peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri küçük
düşürmeyecektir...”91 Çünkü Allah, “elçilerine ve iman edenlere, hem
dünya hayatında hem de şâhitlerin (şâhitlik için) duracakları gün yardım
edeceğini” vaad etmiştir. İşte o günün sahibi, yalnız Allah’tır ve
emir O’nundur.
İşte o, yalnızca bir tek çığlıktan ibârettir; artık kendileri (diriltilmiş
olarak) bakıp duruyorlar. Derler ki: “Eyvahlar bize; bu, din
günüdür. Bu, sizin yalanladığınız (mü’mini kâfirden, haklıyı haksızdan)
ayırma günüdür.”92 “O gün, yalanlayanların vay haline. Ki onlar, din gününü
yalanlıyorlar. Oysa onu, ‘sınır tanımaz, saldırgan’, günahkâr olandan
başkası yalanlamaz.” 93
Din Gününün Tek Sahibi Allah’tır
Âhirete, din günü denilmesinin bir sebebi de, âhiretin dinin
temel esaslarından olmasıdır. Allah ve âhiret inancı, tevhidin
tüm esaslarını içermektedir. Allah, âhiretin sahibi olduğu gibi;
dünyanın da sahibi, mâliki ve meliki (yöneticisi)dir. Ama burada
“Din, ceza gününün mâliki” denmiştir. Bunun sebebi: Bu dünyada
bir kısım insanların mâliklik ve meliklik iddiasında bulunmalarına
Allah’ın fırsat vermiş olmasındandır. O’nun dünyanın sahibi ve yöneticisi
olduğuna karşı gelen bazı çatlak sesler olabilir. Ama O’nun
âhiret gününün sahibi oluşuna orada itiraz eden kâfir, müşrik
91] 66/Tahrîm, 8
92] 37/Sâffât, 19-21
93] 83/Mutaffifîn, 10-12
DİN GÜNÜ
- 53 -
hiçbir kimse olamayacaktır. Âhirette mülk ve milk, sahiplik ve otorite
yalnız ve yalnız O’na aittir. “Kimindir o gün hükümranlık? Elbette
kahhâr olan tek Allah’ındır.”94; “O gün iş tamamıyla Allah’ındır.”95 Elbette
âhiretin de dünyanın da sahibi sadece Allah’tır. Yoksa, âhiretin
sahibi ve yöneticisi ile dünyanın sahibi ayrı ayrı güçler değildir.
Ne var ki, O’nun dünyanın sahibi oluşu, bazı küfür çevrelerince
tartışılsa bile, âhiret mâlikliği tartışmasız ve itirazsızdır. Gerçek
mü’min ise, O’nun dünya mâlikliği karşısındaki tartışma ve itirazları
ortadan kaldırmakla görevlidir.
Yüce Allah’ın her şeyin tek yaratıcısı ve sahibi olduğunu bildiren
pek çok gerçek vardır. Örneğin, kâinatın yapı taşı olarak
bilinen atom ve hayat binasının ana maddesi olarak kabul edilen
hücre. Atom, bunca küçüklüğüne rağmen büyük bir mûcize;
Hücre, bunca görülmezliğine rağmen bir başka mûcize. Şüphesiz
bu kâinat, her dilden okunan, her vesile ile anlaşılan apaçık bir
gerçekler kitabıdır. Evrenin herhangi bir noktasına dikkatlice bakmak,
Allah’a ve din gününe, yani âhirete inanmak için yeterlidir.
Allah’ın okunan kitabı olan Kur’an’da din günü anlatılırken, görünen
kâinat kitabından da bazı sayfalar gözler önüne serilmiştir.
Böylece öldükten sonra dirilme işi, kıyâmet günü ve âhiret hayatı,
en gerçekçi ve doğru bir şekilde anlatılmıştır. Şimdi, konuyla ilgili
Kur’an âyetlerini ve kıyâmet gününün Kur’an’da geçen diğer isimlerini
görelim.
Kur’an’da Din Günü
Din Günü anlamında “yevmu’d-dîn ifâdesi, Kur’ân-ı Kerim’de
toplam olarak 13 yerde geçer. 96 Din günü kavramının dışında da
Kur’an’da kıyâmete ve âhirete ait pek çok isim zikredilmiştir. 97
94] 40/Mü'min, 16
95] 82/İnfitâr, 19
96] Din Günü Anlamındaki Yevmu’d-Dîn İfâdesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler
(Toplam 13 Yerde:) 1/Fâtiha, 4; 15/Hıcr, 35; 26/Şuarâ, 82; 37/Sâffât, 20; 38/
Sâd, 78; 51/Zâriyât, 12; 56/Vâkıa, 56; 70/Meâric, 26; 74/Müddessir, 46; 82/
İnfitâr, 15, 17, 18; 83/Mutaffifîn, 11.
97] Din günü gibi, kıyâmet günü anlamına gelen ve Kur'an'da geçen diğer
önemli ismler şunlardır: Es-Sâatü: Allah tarafından bilinen ve kararlaştırılmış
olan zaman demektir (30/Rûm, 12, 14, 55). El-Yevmü'l Hakk: Hak
günü, doğruluk günü demektir (78/Nebe', 39). Yevmü'l Ma'lûm: Geleceği
kararlaştırılmış belirli ve muayyen gün demektir (56/Vâkıa, 50). El- Vaktü'l
Ma'lûm: Geleceği belli olan, Allah katında kararlaştırılmış bulunan vakit
demektir (38/Sâd, 80-81). El-Yevmü'l Mev'ûd: Vadedilmiş, yani olacağına
söz verilmiş gün anlamındadır (85/Burûc, 2). El-Yevmü'l Âhir: Son gün,
dünya hayatından sonra gelecek olan hayat demektir (58/Mücâdele, 22).
Yevmü'l Âzife: Yakında gelecek olan musibetler ve felâketler günü anlamına
gelir (40/Mü'min, 18). Yevmü'n Asîr: Zor ve müşkül bir gün demektir
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 54 -
Din günü ile ilgili Bazı Âyetler: “Allah, din gününün (mükâfat
ve ceza gününün) sahibidir.”98 Bu âyet, Allah’ın ceza ve öldükten
sonra dirilme gününün tek sahibi olduğunu, itaatkâr olanlarla,
günahkâr olanların ortaya çıkarılıp yaptıklarının karşılığını göreceklerini
belirtiyor. Allah dünyada zulüm yapanlara hemen cezalarını
vermiyor. Ancak, zâlimlerin zulmüne râzı olmadığını beyan
etmiş, bu emre uymayanlardan mutlaka intikam alacağını açıkça
bildirmiştir. İşte, “din gününün mâliki” âyetinden kastedilen
mânâ budur. Yani zerre miktarı iyilik yapan mükâfatını, yine en
küçük kötülük yapan da cezasını görecektir.
“(Şeytana) tâ ceza gününe kadar lânetim üzerinedir.”99 Yani ceza
günü gelince, o da lâyık olduğu ebedî azâba kavuşmuş olacaktır.
Âyetler, “din günü”nün, yapılan işlerin karşılığının görüleceği
“ceza günü” anlamına geldiğine işaret ediyor. Kıyâmet gününe kadar
lânete uğramış kişiler, ebedî azâbı hak etmiş olanlardır. Bunun
için, şeytan da âhiret âleminde, lânetin üzerinde azâba uğrayacak,
Allah’ın emrini uygun görmemenin ebedî cezasını çekecektir. Ayrıca
âyetler, dünya hayatında, Allah’ın hükümlerini beğenmeyip
uygun bulmayanlara, yani şeytanlaşanlara ilâhî bir ikaz niteliği
taşımaktadır.
“(İbrahim a.s.), ceza günü hatamı bağışlayacağını umduğum da
(54/Kamer, 8; 74/Müddessir, 8-9). Yevmü'n Azîm: Büyük bir gün anlamındadır
(6/En'âm, 15). Yevmü'l Ba's: Ölümden sonra yeniden dirilme günü
anlamına gelir (26/Şuarâ, 87). Yevmü't-Teğâbün: Aldanmadan duyulan
üzüntü ve esef günü anlamına gelir (64/Teğâbün, 9). Yevmü't-Talâk: Buluşma
ve kavuşma günü demektir (40/Mü'min, 15). Yevmü't-Tenâd: İnsanların
korku ve dehşetten bağrışıp çağrışacakları gün (40/Mü'min, 32).
Yevmü'l Cem': Toplanma günü, yaratılmışların toplanacağı gün demektir
(42/Şûrâ, 7). Yevmü'l-Hısâb: Hesap günü demektir (38/Sâd, 16, 26).
Yevmü'l Hasr: Hasret günü, yapılan işlerden dolayı pişmanlık duyup hasret
çekme günü anlamlarına gelir (19/Meryem, 39). Yevmü'l Hurûc: Dirilip
kabirden çıkma günü anlamındadır (50/Kaf, 41-42). Yevmü'l Fasl: Hak ve
bâtılın ayırt edileceği hüküm günü demektir (44/Duhân, 40; 77/Mürselât,
14, 38). El-Kaari'a: Çarpıcı belâ, âlemin tahribi zamanında varlıkların
birbirlerine şiddetle çarpmalarından dolayı, insanların akıllarını alacak
ve ödlerini patlatacak olan büyük hâdise demektir (101/Kaaria, 1-5). ElĞâşiye:
Perde günü, her şeyi sarıp kaplayan gün anlamındadır (88/Ğâşiye,
1). Et-Tâmmetü'l-Kübrâ: Büyük musibet ve felâket günü demektir (79/
Nâziât, 34-35). En-Nebeü'l-Azîm: Büyük haber günü demektir (78/Nebe',
1-2). El-Hākka: Zaruri olarak gelip gerçekleşecek olan sâbit saat ve zaman
demektir (69/Hākka, 1-3). El-Va'ad: Vâde günü demektir (70/Meâric, 42-
44). El-Vâkıa: Vuku bulacak gün, yani olacağı muhakkak olan gün demektir
(56/Vâkıa, 1-2). Emrullah: Allah'ın emri, hükmünün geçerliliği anlamına
gelir (40/Mü'min, 78; 82/İnfitâr, 19). Yevmü'l Kıyâmeh: Kıyâmet günü,
ölülerin dirilip kalkacağı gün demektir (75/Kıyâme(t), 1-40).
98] 1/Fâtiha, 4
99] 38/Sâd, 78
DİN GÜNÜ
- 55 -
O’dur.”100 Âyet, Allah’ın her şeye kadir bir ma’bud olduğunu ifade
ediyor. Hz. İbrahim, bir peygamber olduğu için, günahtan
mâsumdur. Fakat bu âyette, insanlığa bir fazilet dersi verilmek
isteniyor. Din gününe gerçekten inanmanın, günahlardan korunup,
Allah’ın rahmetine ilticâ etmekle mümkün olacağı, insanlara
böylece öğretilmiş oluyor.
“Vah bize, bu ceza günüdür!’ dediler. Bu, (daha önce) yalanlamakta
olduğunuz hüküm günüdür.” 101 Bu âyetler, din gününü yalanlayarak
ona inanmayanların, o günde nasıl üzüntüler içinde kalacaklarını
haber veriyor. Dünyada iken âhiret hayatını inkâr edenler, o
âleme sevkedildiklerinde, bunun bir gerçek olduğunu görüp anlamış
olurlar. Kur’an, kendine özgü üslûbuyla, bu hâdisenin mutlaka
olacağını ifade etmiştir. İşte o gün, yaratıklar arasında Allah’ın
hükmünün tecellî edeceği gün olacaktır.
“Ceza günü ne zaman?’ diye sorarlar. O gün onlar ateşte yakılacaklardır.
(Kendilerine:) ‘Fitnenizi (fesatçılığınızın cezasını) tadın! Acele isteyip
durduğunuz şey budur işte!’ (denilecek).”102 Âyetler, koyu bir cehâlet
içinde kalıp, apaçık örnekleri kavrayamamış kimselerin âhiret
inançlarını açıklıyor. Onların “ceza günü ne zaman?” sözlerindeki
maksatlarını bildiriyor. Bilmek ve öğrenmek için değil, alay etmek
için sorduklarını belirtirken, onların bu sorularına gereken cevabı
da veriyor. Din gününü yalanlayanların, kıyâmet gününde ateşe
atıldıkları anki durumları anlatılıyor.
“Ve diyorlardı ki: ‘Biz öldükten, toprak ve kemik yığını olduktan sonra,
biz mi bir daha diriltileceğiz? Önceki atalarımız da mı?’ De ki, öncekiler
ve sonrakiler. Belli bir günün buluşma vakti için mutlaka toplanacaklardır.
Sonra siz ey sapık yalancılar, elbette bir ağaçtan, bir zakkum ağacından
yiyeceksiniz. Onunla karınlarınızı dolduracaksınız. Üzerine de kaynar su
içeceksiniz. Susuzluk hastalığına tutulmuş develerin içişi gibi içeceksiniz.
İşte ceza gününde onların ağırlanışı bu şekilde olacaktır.” 103
“Onlar ki, namazlarına devam ederler. Mallarında belli bir hisse vardır.
İsteyene ve mahruma. Ceza gününü tasdik ederler.”104 Bu âyetler,
Allah’a ve âhiret gününe iman etmenin, insan hayatındaki önemini
belirtiyor. Şu âyet de âhireti yalanlayanların bazı temel özelliklerini
açıklıyor: “(Onlar da) dediler ki: ‘Biz namaz kılanlardan olmadık.
Yoksula da yedirmezdik. Boş şeylere dalanlarla birlikte dalardık. Ceza
100] 42/Şûrâ, 82
101] 37/Saffât, 20-21
102] 51/Zâriyât, 12-14
103] 56/Vâkıa, 47-56
104] 70/Meâric, 22-26
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 56 -
gününü yalanlardık.” 105
“Ceza günü oraya (ateşe) girerler. Onlar ondan (hiçbir yere kaçıp) kaybolacak
değillerdir. Ceza gününün ne olduğunu sen nereden bileceksin!
Ve yine ceza gününün ne olduğunu sen nereden bileceksin! (O gün,)
kimsenin kimseye yardım edemeyeceği bir gündür. O gün emir yalnız
Allah’a aittir.” 106
“Onlar ceza gününü yalanlamaktadırlar. Onu ancak saldırgan ve günaha
düşkün kimse yalanlar.” 107
Kur’an’da din günü anlamında “âhiret” ve “kıyâmet” kelimeleri
de kullanılır.
Din Günü Şuuru, Kıyâmetin ve
Ölümün Düşündürdükleri
İnsan, teklifsiz, başıboş ve kendi keyfine bırakılmamıştır. Onun
yapacağı işler ve yapmaması gerekenler, İlâhî hükümlerle bildirilmiştir.
Dünyada irâdesiyle Allah’a kulluk etmesi için ona her türlü
imkân sağlanmıştır. Allah’ın kendisine verdiği, maddî mânevî tüm
imkânları O’nun istediği gibi kullanan kimse, dünyada ebedî hayatı
kazanmış olur. Aksini yapan kişi de bu ebedî hayatın mutlu
sonucunu elde edemez. Bunun içindir ki, her insanın âhiret hayatı,
dünyadaki ömrüne göre değil; dünya hayatında yaptığı işlerine
göre olacaktır.
Ebû Hureyre’den (r.a.), Rasûlüllah’ın (s.a.s.) şöyle buyurduğu
rivâyet edilmiştir: “Yedi kimseyi Allah, kendi zıllinden (gölgesinden)
başka bir gölge olmayan kıyâmet gününde kendi gölgesi altında barındıracaktır.
Bunlar; 1- İmâm-ı âdil (adâletli müslüman devlet başkanı,
idareci), 2- Rabbine itaat ve ibâdet eden genç, 3- Gönlü mescidlere bağlı
olan kimse, 4- Birbirlerini Allah için seven ve yine Allah için buğz eden iki
kimseden her biri, 5- Makam ve güzellik sahibi bir kadının isteğine rağmen
“ben Allah’tan korkarım” diyerek haram işlemeyen erkek, 6- (Gönül
hoşnutluğu ile) infak ettiğinden sol elinin haberdar olmayacağı kadar
gizli olarak sadaka veren kimse, 7- Tenhada (lisanen veya kalben) Allah’ı
zikredip de gözü yaşla dolup taşan kişi.” 108
Kıyâmet günü evlât ve malın fayda vermediği, ancak doğruların
doğruluğunun fayda verdiği bir gündür. Geleceğinde hiç
şüphe olmayan bu günde, insanlar kabirlerinden çıkarak Allah’ın
105] 74/Müddessir, 43-46
106] 82/İnfitâr, 15-19
107] 83/Mutaffifin, 11-12
108] Buhârî, Bed'ul Ezân, 384, Tecrîd-i Sarih Ter. c. 2, s. 617
DİN GÜNÜ
- 57 -
huzurunda toplanacak ve hiçbir kimse -Allah’ın izin verdikleri
müstesnâ- bir diğerine fayda veremeyecektir. İnsanların kendi organları
yaptıklarına şâhitlik edecektir.109 Kısacası bu günün, çok
korkunç anları ve özellikleri vardır. Kıyâmet gününde insanın kendi
yaptıklarından başka her şeyden, kesin olarak ümidini keseceği
anlaşılıyor.
Kur’an âyetlerinde ve hadis-i şeriflerde, kıyâmet tasvir edilirken,
yer ve gök nizamının bozulmasından ve bunların mahvolup
toz haline gelmesinden bahsedilmiştir. “O gün arz (yer) başka bir arz
olup değişecek; gökler de değişecek...”110 Bu âyetten de anlaşıldığına
göre kıyâmet, âlemin nizamının bozulmasının ve dünyadaki mevcut
hayatın mahvolmasının ismidir. Ondan sonra yeni bir hayat
başlayacak, bu yeni hayatın nizamı kurulacaktır. Kıyâmet inancı,
dinin iman esaslarındandır. İnsanların davranışlarına yön vermede
büyük etkisi olduğu içindir ki, İslâm, bu inancı kendi mensuplarının
gönüllerine tam ve kâmil bir şekilde yerleştirmek istemiştir.
Kur’an’ın ve hadis-i şeriflerin belirttiği din gününe ve kıyâmet
gününün bildirilen çeşitli durumlarına, ne yazık ki insanların pek
çoğu, gerektiği şekilde samimi olarak inanmamaktadır. Dilleri ile
“kıyâmet günü haktır” derken, kalpleri o günden gâfil bulunanlar,
dilleriyle inanmış, ancak davranışlarıyla o günü yalanlamış olanlardır.
Şu da unutulmamalıdır ki, kıyâmeti davranışlarla yalanlamak,
yani sanki bu gün hiç gelmeyecekmiş gibi her türlü günah
ve kötülükler işlemek, dil ile yalanlamak gibidir. Kıyâmetin vuku
bulacağı şüphesizdir. Çünkü bunu Allah haber vermiştir. Kıyâmeti
inkâr etmek küfürdür. Kıyâmetin ne zaman meydana geleceğini
Allah, kullarına bildirmemiştir. O er geç vuku bulacaktır. Şu kadar
ki, onun olacağı zamanı kimse tayin edemez. İnsana düşen görev,
böyle bir günün geleceğini bilmek, ona inanmak ve o gün için
hazırlanmaktır. Zaten bir hadis-i şerifte ifade edildiği gibi, insan
ölünce kendi Kıyâmeti kopmuş demektir.
Din gününe iman etmek, öldükten sonra tekrar dirilmeye
inanmak, hesap ve ceza meselelerini kabullenmek, İslâm dininin
inanç esaslarının bir bölümüdür. Allah’ın tek bir ilâh olduğunu
kabul etmenin hemen ardından bunlara inanmak gereklidir.
İslâm’da ulûhiyet gerçeği ile âhiret hayatının hakikati birleştirilip
tek temel üzerine oturtulmuş, böylece itikadî, amelî, ve ahlâkî değerler
birleştirilerek bir bütün haline getirilmiştir.
İslâm tasavvurunda hayatın mânası, insan ömrünün teşkil
109] 41/Fussılet, 20-21
110] 14/İbrâhim, 48
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 58 -
ettiği şu kısa zaman değildir. Hatta bu hayatın anlamını, ne bir
kavmin ve toplumun yüz yıllar süren ömrü, ne de bütün insanların
süregelen hayatı ifade edebilir. İslâm tasavvurundaki hayat,
şu görünen dünya hayatını içine aldığı gibi, Allah’tan başka kimsenin
bilmediği âhiret hayatını da içine almaktadır. Mekân itibarıyla
da, üzerinde insanların yaşamakta olduğu şu yeryüzünü içine
aldığı gibi; âhiret yurdunu da ihtiva etmektedir. Yine âlemleri
kucaklarcasına şu görünen kâinata şâmil olduğu gibi, her türlü
gerçeklerini Allah’tan başka kimsenin bilmediği “gayb” âlemini
de kapsamaktadır. O gayb âlemi, ölüm ânı ile başlayıp âhiret hayatıyla
son bulur. Mâhiyet itibarıyla hayat, dünya hayatındaki şu
bilinen yaşayışı kapsadığı gibi, ikinci hayat dediğimiz âhiret yaşayışını
da içine almaktadır.
İşte din gününe iman etmek, böylesine zamanın sonsuz mesafesini,
mekânın Hûdutsuz ufuklarını, hayat ve âlemlerin bitmeyen
derinliklerini ve yüceliklerini ifade etmektedir. Bu inanç, kesinlikle
kişinin dünya görüşünü değiştiren ve davranışlarını etkileyen
bir inançtır. Her asırda olduğu gibi günümüzde de en önemli hususlardan
biri, din gününe iman etmek konusudur. Bunun içindir
ki, Kur’an, tevhid inancıyla beraber bu inanç üzerinde ısrarla
durmuş, Hz. Peygamber de pek çok sözleriyle bu inancın önemini
belirtmiştir. Her konuda hakkı bildiren Allah, hak olan âhiret konusunda
da önemle duruyor. Eğer insan yaptıklarından sorumlu
olmasaydı, o zaman iyilik ve kötülüğün farkı ortadan kalkmış olur,
insan yaşayışı tamamen maksatsız ve gayesiz hale gelir, her iş neticesiz
kalırdı. Oysa insan, maksatsız ve gayesiz olarak yaratılmamıştır.
Her insan, kendi irâdesiyle yaptıklarının karşılığını görmeyecek
olsaydı, o zaman iyilik ve kötülük aynı şey olur, günah ve sevâbın
anlamı kalmazdı.
İnsanlar, bu dünya hayatında da az çok yaptıklarının karşılığını
görürler. Bununla beraber şunu da unutmamalıdır ki, pek çok
zâlim günahkârlar, kötülük yapan insanlar, bu dünyada rahat yaşarlar
da, birçok iyi insan musibetlere mâruz kalır. Çünkü bu dünya,
yapılan işlerin asıl karşılığının görüleceği yer değildir. İşte tüm
işlerin karşılığının verileceği ve rabbânî adâletin tecellî edeceği an
din günüdür. 111
Allah’ın kâinat için koyduğu bazı kanunlar vardır. Adına Sünetullah
dediğimiz bu tabiat kanunlarından biri “ceza;karşılık
kanunu”dur. Yapılan hiçbir hareket karşılıksız değildir. Ateş yakar,
ekilen tohum biter, olgunlaşan meyve yere düşer... Yani kâinatta
111] Y. Çiçek, F. Yıldız, Din Günü İbâdet, Bir Y., s. 61
DİN GÜNÜ
- 59 -
neyi düşünsek, nereye göz atsak, Allah’ın koymuş olduğu bu “karşılık
kanunu”nu görürüz. Atasözlerinde de “eden bulur”, “eşen
düşer”, “her koyun kendi bacağından asılır”, “ne ekersen onu biçersin”
gibi ifadeler, karşılık kanunu için örneklerdir.
Karşılık kanunu, en büyük adâlettir. Çünkü insan, daha önceden
bildiği esaslara uyup uymamanın neye mal olduğunu bilmekte,
seçimini hür irâdesiyle ona göre yapma imkânına sahip olmaktadır.
Bu ilâhî kanuna göre, herkes amellerinin karşılığını görecek,
hiç kimse başkasının günahını çekmeyecektir.112 Bununla birlikte,
ister hayır, ister şer olsun, yapılan en küçük iş karşılıksız kalmayacaktır.
113 Bu da insanın, bahane bulma duygusunu yok edecek;
“kendim ettim, kendim buldum” şeklinde bir neticeye varmasına
yol açacaktır. Kâinatta her şeyin bir karşılığı olduğu gibi, yapılan
hiçbir kötülük, kimsenin yanına kâr kalmayacaktır. Hal böyle
iken, bütün karşılıkların görülebilmesi için, dünya hayatı elbette
kâfi değildir. O zaman şöyle bir durumla karşı karşıya kalırız: Bir
tarafta karşılık kanunu, diğer tarafta dünya hayatının buna kâfi
gelmeyişi. Burada, “imtihan edilme” söz konusudur. Bu açıdan
bakıldığında “karşılık kanunu”, âhirete inanmanın zarûretini de
ortaya koyar. Yani her şeyin bir karşılığı olacağına göre, dünya
hayatının da bu karşılıklar için kâfi gelmediğine göre, mutlaka bir
karşılık zamanı olmalıdır. İşte Fâtiha’da Allah bu “karşılık günü ;
din günü”nün tek sahibi olduğunu belirtmektedir. Burada “din”,
yapılan bir işin, kendi cinsinden karşılığı mânâsını ifade eder. Bu
karşılık kanunu sebebiyle, dünyada da hesaba çeken Allah’tır;
âhirette de hesaba çeken Allah’tır. Allah, karşılıkları imhal eder,
ama ihmal etmez. (Karşılığını erteleyebilir, istediği vakitte verir;
ama ihmal etmez.) Allah’ın bu “karşılık kanunu”, bütün ilmî disiplinlerce
kabul edilmektedir. Burada problem, işin ilâhî boyutunun
gözardı edilmesidir. 114
Nübüvvet, yani peygamberlik, Allah’ın insanlık tarihine yönelik
bir müdâhalesidir. O, bu müdâhaleyi kullarına olan rahmet ve
şefkatinden dolayı Rahmân ve Rahîm isminin bir tecellîsi olarak
yapıyordu. Din günü demek olan âhiret ise, Rabbimiz tarafından
insanlığın geleceğine bir müdâhaledir. O, bu müdâhaleyi İlâhî
adâletini gerçekleştirmek için yapar. Fâtiha’da Rahmân ve Rahîm
isimlerini bildiren âyetten hemen sonra gelen “din gününün
mâliki” âyeti, insanın tarihiyle istikbâlinin bağlantısıdır. Mâziyi
unutmadan istikbâle hazır olması için, içinde yaşadığı anda ne
112] 6/En'âm, 164; 17/İsrâ, 15; 53/Necm, 38
113] 99/Zilzâl, 7-8
114] A. Özbek, Kur'an'da Tevhid Eğitimi, Esra Y., s. 26
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 60 -
yapması gerektiği de, bundan sonraki âyette hatırlatılmaktadır:
“Ancak Sana ibâdet ederiz. Ve ancak Senden yardım isteriz.” 115
Dünya, âhiretin habercisi, âhiret dünyanın izdüşümüdür. İnsan
adlı bu ölümsüz yolcu, birinden diğerine intikal ederek sürdürür
sonsuz yolculuğunu. Çünkü ölüm, bir başka hayatın besmelesidir.
Nübüvvet, insanlığın geçmişinin; âhiret ise geleceğinin tarihidir.
Kur’an da, bu tarihin akacağı yatağın İlâhî projesi. İnsan, bu projeye
bakarak tarihi değiştiriyor ve tarihi tarihe bu projeyle taşıyor.
Âhiret olmasaydı, insan insan olamazdı. İnsana irâde verildiği
gün âhiret de verildi. Eğer seçiminin ödül ve cezasını görmeyecekse
yaratıklar arasındaki bunca ayrıcalığın gerekçesi ne ola ki?
İşte bu nedenle âhiret, seçme hürriyetinin, irâde ve şuurun doğal
sonucudur. İnsanın seçiminin Allah tarafından kaale alındığının,
değerlendirildiğinin bir delilidir. İnsanı yaratan, onu yeryüzüne
halife seçip irâde veren ve kendi ruhundan ruh üfleyen Allah’ın,
en güzel kıvamda yarattığı kulunun istikbâliyle ilgilenmediğini
düşünmek abes olacaktır. Boşuna mı yaratıldı şu muazzam makine
ve yaratılanların en muhteşemi olan insan? Boş yere, abes bir
iş olarak mı yaratıldı evren ve içindekiler? Cennet niçin yaratıldı?
Cehenem lüzumsuz mu?
Âhiret, Allah’ın “vaad” ve “vaîd”inin, yani ödül ve cezasının
bir gereğidir. Suyu getirenle testiyi kıranı mahlûk bile bir tutmazken
Hâlık’ın bir tutması O’nun mutlak adâletine nasıl sığar? Eğer
“şunu yaparsan ödüllendirilir, bunu yaparsan cezalandırılırsın” deniliyorsa
elbette sonuçta “iyi” olanla “kötü” olanın ayrılıp, yapana
ödülü, yapmayana cezası verilecektir. Bu nedenle âhiret, adâlet-i
İlâhînin kaçınılmaz sonucudur. Âhirete inanmamak adâlete inanmamak,
adâleti istememek demektir.
Âhirete iman, ölüm korkusunun insanda bir kâbusa ve kronik
bir illete dönüşmesini engeller. Ölümden sonra bir hayatın olduğuna
inanan, kendisini koyvermez. Onun için, ölüm bir bitiş değil;
bir intikaldir. Bu nedenle âhirete iman eden kâmil bir mü’min, hayatta
bir kez ölür. Âhirete inanmayan kâfirse her ölümü hatırlayışta
ölür. Bu nedenle âhireti inkâr edenler, mümkün olduğunca ölümü
hatırlamak istemezler. Kendilerine ölümün hatırlatılmasından
rahatsız olurlar ve beklenenden daha fazla tepki gösterirler. Bir
de müslümanların ölümü güler yüzle karşıladıklarını, onunla sık
sık selâmlaştıklarını düşünelim. İslâm medeniyetinde mezarlar şehirlerin
ortasına yapılırdı. İslâm, insanların ölümü sık hatırlamaları
115] 1/Fâtiha, 5
DİN GÜNÜ
- 61 -
için mezar ziyaretini Nebî’nin diliyle özendirmişti. 116
“Ölümse, Gel dese; Tak tak tak, Mu-hak-kak.”
“Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanmadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o Mûsâlla taşında.”
“Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhûle giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Bîçâre gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son mâtemidir bu!
Dünyada sevilmiş ve seven nâfile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri sanki memnun yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.” 117
Kur’an, her sayfasında, insanı hem ruhun tarihine, hem
istikbâline (âhirete) götürerek insana önünü ve sonunu hatırlatır.
Bu nedenle mü’min, her ânında üç zamanı birden yaşayan insandır.
Bu, ona süreklilik ve sorumluluk duygusu verir. Kur’an’daki
kıyâmet, Cennet, cehenem, mahşer, mîzan ve sorgu sahneleri,
mü’minde sorumluluk hissini ve fazileti güçlendirmek için
istikbâline açılan birer penceredir.
“Dünya hayatı oyun ve eğlenceden ibârettir.”118 Oyuncaktan hoşlanan
çocuklar mıyız, yoksa rüştümüzü isbat eden adamlar mı?
Dünya oyuncağına verdiğimiz değerde saklı bunun cevabı. Oyuna
dalıp çokça eğlenenler, çocuklar ve o seviyedeki çocuk akıllılardır.
116] M. İslamoğlu, İman Risalesi, 285
117] Sırasıyla: Necip Fazıl, Cahit Sıtkı, Yahya Kemal
118] 6/En'âm, 32; 29/Ankebût, 64; 47/Muhammed, 36; 57/Hadîd, 20
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 62 -
Din günü şuûru, bize ölümü sık sık düşündürür ve bizi oraya
hazırlar. Bu bilinçle ölüm râbıtası, bir adım daha ileri giderek
şehâdet râbıtası yapmalıyız. Bu bilinç ve râbıtalar, bize sadece
âhiret azığı değil; dünyada kaybettiğimiz izzeti, insanlık onurumuzu
da kazandıracak ve ölüm korkusunu yenen, ölümle sevdalanan
bir seviyeye çıkaracaktır. Ancak bu sâyede haklarımızı söke
söke almak için dileniş değil direniş gerektiğini öğrenir ve canlı şehid
olarak şerefli bir hayat süreriz. Bugün Yahûdi, teknik imkâna
sahip milyarı aşan kimlik müslümanlarından değil; intifâda coşkusunu
sürdüren çocuk yaştaki genç yiğitlerden korkmaktadır.
Ölümden korkan gayr-ı müslim, en çok ölümden korkmayanlardan
korkar. Müslümanın müslümanca yaşayamadığı her ortamda
müslümanca ölme imkânı her an vardır.
Her asırda olduğu gibi, günümüzde de bir kısım insanın,
kıyâmet gününe iman etmeyişlerinin sebebi, öldükten sonra dirilmeyi
uzak bir ihtimal görmeleridir. İnanmayanların görüşüne
göre hayat, sebepsiz, hedefsiz ve gayesiz bir hareketten ibârettir.
Oysa her şeyde bir sır, o sırrın gerisinde bir hedef ve hedefin gerisinde
de bir hikmet vardır. İnsan bir ölçü dâhilinde bu dünyaya
getirilir, yine aynı şekilde takdir edilmiş olan âkıbete, ceza ve hesap
gününe döndürülmüş olur. Dünya hayatı da, her insan için bir
imtihandır. İnsanların bütün bu gerçekleri bilip bunların gerisinde
kudret ve hikmet sahibi Yüce Yaratıcı’yı düşünmesi gerekir. İşte bu
bilgi ve düşünce insanı âhiret inancına götürür.
İnsanların çokça hatırlaması gereken ölüm, her canlının kendisine
erişeceği bir hâdisedir. Ölüm, kendi yolunda sapmadan ve
durmaksızın ilerler. Ne geride bıraktıklarına, ne de ıstırap çekenlerin
feryadına bakar. Korkanların korkusu, sevenlerin de sevgisi
bunu önleyemez. Hayatı sadece dünya hayatından ibâret görmek,
çok ilkel bir düşüncedir. Kur’an, düşüncesi gelişmemiş bu tür kişilerin
sözlerini ve durumlarını şöyle dile getirir: “Onlar derler ki: ‘Bu
dünya hayatımızdan başka bir hayat yok! Tekrar dirilecek değiliz.” 119
İslâm’da dünya, âhiretin tarlasıdır. Dünya hayatını ıslah etmek,
ondan her tür kötülüğü ve bozgunculuğu kaldırmak, bütün insanlar
için iyilik ve adâleti gerçekleştirmek gibi işlerde sarf edilen
emek ve uğraşıların hepsi, âhiret sermâyesidir. Böyle bir inançla
çalışan ve Allah’ın rızâsını dileyerek gönülden bu güne inananların
yeryüzünü ihmal etmeleri, azgınlıklara ve bozgunculuklara
göz yumarak dünyayı terk etmeleri mümkün olabilir mi?
Bazı insanlar, -âhirete iman ettiklerini iddia etmekle
119] 6/En'âm, 29
DİN GÜNÜ
- 63 -
beraber- kendilerini, câhilliğin ve azgınlığın akıntısına kaptırmışlarsa;
bu, Allah’a ve âhiret gününe inandıkları için değil; âhirete
imanlarının zayıf oluşundandır. Her asırda, âhireti inkâr edenler
veya bu güne, inanılması gerektiği şekilde inanmamış olanlar, devamlı
günah işlemeyi arzu edip buna karşı bir engelin çıkmasından
korkanlar ve her şeye kadir Yaratıcının huzurunda hesap vermek
istemeyenlerdir. İşte bunun için de öldükten sonra dirilmeyi
ve âhireti hayal zanederler.
Din gününe inanmak ve bu inancın gereğini yapmak, kötülüğe
koşan her nefis için bir gem, günahı seven her insan için de bir
engeldir. Bütün insanlığa hitap eden Kur’an, bu günün olmasını
imkânsız görenlere en kesin ve doğru cevabı verir: “İnsan, kendini
bir nutfeden nasıl yarattığımızı görmedi mi ki, şimdi apaçık bir hasım
kesildi.”120 İnsanın yaratılışındaki hayret verici durumlar, organlarının
yapısındaki çeşitli özellikler, onun tekrar diriltilmesinden çok
daha önemli ve dikkat çekicidir. Allah’ın sanat ve kudretindeki
bu incelikleri, mükemmellikleri bilip görenler, öldükten sonra dirilmeyi
artık nasıl inkâr edebilirler? Ne yazık ki ünsiyet etmediği
her şeyi inkâr, insanoğlunun tabiatındadır. Eğer o yılanı yüzüstü
ve hem de sür’atle yürür görmese, ayaklardan başka şey üzerinde
yürümeyi kabul etmezdi. Hatta insan, dünyayı görmeden, dünyadaki
acayip haller ona anlatılsa, onları bile çoktan inkâra kalkardı.
Şu halde, din gününü yakînen tasdik etmemek, bu kavramı anlamaktaki
noksanlıktan ileri gelmektedir. Görünmediğinden dolayı,
din gününe inanmayanlar, ilim adına cehâlet gösterenlerdir.
“Âhiret yurdu, sakınan muttakîler için daha hayırlıdır, siz hiç düşünmüyor
musunuz?” 121
Dünya, ne seçim ne de geçim dünyasıdır müslüman için; dünya
kulluk/ibâdet dünyasıdır, imtihan dünyasıdır. Sınav esnâsında
oyuna dalan, gülüp eğlenen kimsenin imtihanda başarı şansı ne
kadar olabilir? Gençler, üniversite imtihanına verdikleri önemi,
esas sınava, büyük imtihana verseler, din günü bilinci nasıl hayata
yansırmış, görürdük. Orta yaşlılar, yakın gelecekleri için hazırlayıp
biriktirdiklerini, esas istikbâl için yatırıma dönüştürseler, örnek
müslümanların sayısı nasıl artardı! “Ey iman edenler! Allah’tan
korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun.
Çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”122 Mücâdelenin, cihadın,
şehâdetin olmadığı yerde din günü bilinci yeterince yok demektir.
Ana vatanımız, baba diyarımız Cennet olduğuna göre, biz
120] 36/Yâsin, 77
121] 6/En'am, 32; Y. Çiçek, F. Yıldız, a.g.e. s. 65
122] 59/Haşr, 18
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 64 -
memleketimizde gerekli ihtiyacımızı karşılamak için bu diyarda
gurbete çıkmış durumdayız. Orada lâzım olan azığı unutup, buradaki
görevimizi ihmal etmek ve buralarda oyuncaklarla oyalanmak
ne kadar mantıklılıktır?
Din günü yakında gelecek;
Hesaba çekilmezden önce
Kendini hesaba çek!
Ne mutlu, din günü bilincine sahip, ölüme ve ölüm ötesi hesaba
hazır olan ve ölümden korkmayan, ölümle dostluk kurabilen
canlı şehidlere!
DİN GÜNÜ
- 65 -
Din Günüyle İlgili Âyet-i Kerimeler
Din Günü Anlamındaki Yevmu’d-Dîn İfâdesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam
13 Yerde:) 1/Fâtiha, 4; 15/Hıcr, 35; 26/Şuarâ, 82; 37/Sâffât, 20; 38/Sâd, 78;
51/Zâriyât, 12; 56/Vâkıa, 56; 70/Meâric, 26; 74/Müddessir, 46; 82/İnfitâr, 15, 17,
18; 83/Mutaffifîn, 11.
Din Günü Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
Âhirete İman: Bakara, 4, 46, 62, 123, 177; Âl-i İmran, 9, 25; En’am, 113;
A’raf,147; Tevbe, 18-19, 44; Yunus, 45; Nahl, 22; Kehf, 110; Neml, 3; Lokman,
4; Şura, 7; Mearic, 2, 26.
Dünya, Âhiretin Tarlasıdır: Şura, 20
Kıyâmet Alametleri: Neml, 82; Sebe’, 14; Duhan, 9-14; Kıyame, 7-9; Kehf, 92-
97; Enbiya, 96-97; Zuhruf, 61; Muhammed, 18.
Kıyâmetin Kopma Zamanı Bilinemez: A’raf, 187-188, Hud, 104; Nahl, 77; Enbiya, 1
Kıyâmetin Kopması ve Tekrar Dirilmenin Dehşeti: İsra, 58; Kehf, 47; Ta-Ha,
105-108; Enbiya, 104; Hacc, 1-2; Nur, 37; Neml, 88; Tur, 9-10; Mürselat, 8-10...
İlk Defa Yaratan Kudret, Tekrar Diriltecektir: İsra, 49-52; Meryem, 66-67; Hacc,
5; Mü’minun, 84-85; Rum, 19; Vakıa, 57, 62; Kıyame, 37-40; İnsan, 28; Naziat, 27...
Dirilmeyi İnkâr: En’am, 2, 29-31; Yunus, 7-8; Hud, 7; Ra’d, 5; Nahl, 38; İsra, 49-
52; Meryem, 66-67; Mü’minun, 81-83; Yasin, 78-79; Saffat, 16-18; Vakıa, 47-50,
57, 60-62, 83-87; Teğabün, 7; Kıyame, 3-6; İnsan, 27-28; Naziat, 10-14...
Kıyâmet Gününün Tek Hâkimi Allah’tır: Fâtiha, 4; En’am, 73; Ta-ha, 111; Hacc,
56; Furkan, 26; Zümer, 67; Mü’min, 16; Nebe’, 37; İnfitar, 19.
Din Günüyle İlgili Bazı Hadis-i Şerif Kaynakları
Buhari, Cihad 94, 95, 96, Menakıb, 7, 25, Fiten 23, 24, İstiabe 8, Rikak, 35, 39,
İlm 2
Müslim, fiten 9, 17, 18, 34, 42, 62, 78, 79, İman 234, 248,
Ebu Dâvud, Melahim 9, 12, 16
Tirmizi, Fiten 19, 35, 39, 40, 42, 43, 56,
Nesai, Cihad 42
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Hadislerle Kur’an Tefsiri, İbni Kesir, Akçağ Y. C. 2, s. 90-93
2. Tefsir-i Kebir, Fahreddin Razi, c.1, s. 329-337
3. Hak Dini Kur’an Dili, Muhammed Hamdi Yazır, Eser Y. c. 1, s. 81-95
4. Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c.1, s. 68-69
5. Fi Zılali’l- Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 40-42
6. Din Günü İbadet, Yakup Çiçek, Fahreddin Yıldız, Bir Y. s. 9-65
7. İman Risalesi, Mustafa İslamoğlu, Denge Y. 285-297
8. Kur’ani Araştırmalar, Murteza Mutahhari, Tuba Y. s. 115-118
9. Fâtiha Tefsiri, Azad, Bir Y. s. 161-170
10. İslam Ansiklopedisi, Şamil Y. C. 1s. 401 , C. 4 s. 133-134
11. Kur’an’da Tevhid, Mehmet Kubat, Şafak Y. s. 197-204
12. Kur’an’da Tevhid Eğitimi, Abdullah Özbek, Esra Y. s. 26-28
13. Kur’an’da Uluhiyet, Suad Yıldırım, Kayıhan Y. s. 127-133; 232-233; 258
14. Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 151-155
15. Haşir Risalesi, Said Nursi, Med-Zehra Y.
16. Sorularla Fâtiha Sûresi, Zabit Ali Durmuş, Ali İçipak, YendaY. S. 121-132
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 66 -
17. Fâtiha Üzerine Mülahazalar, Hikmet Işık, Nil Y. S. 160-170
18. Esmaü’l-Hüsna, Ali Osman Tatlısu, Yağmur Y. s. 212-214
19. İlk Mesajlar, M. Ali Baltaşı, Birleşik Y. s. 22-25
20. İslam ve Sosyal Değişim, 36-39, 82
21. İslam -Temel İlkeler- Ali Ünal, Beyan Y. s. 121-136
22. Âhiret Bilinci, Hüseyin Özhazar, Bengisu Y.
23. Âhiret Bilinci, Hasan Eker, Denge Y.
24. İnanç ve Amelde Kur’ani Kavramlar, Muhammed El-Behiy, Yöneliş Y. s.
191-199
25. Esenlik Yurdunun Çağrısı, Celaleddin Vatandaş, Pınar Y. s. 144-148
26. Fâtiha Sûresi ve Türkçe Namaz, Sait Şimşek, Beyan Y. s. 47-50
27. Esmaü’l-Hüsna, Afifüddin Süleyman Tilmsani, İnsan Y. s. 8-18
28. İtikat Üzerine, İhsan Eliaçık, Şafak Y. s. 115-119
29. Kıyâmet Günü, Hârun Yahya, Vural Y.
30. Ölüm, Kıyâmet, Cehennem, Hârun Yahya, Vural Y.


- 69 -
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ
İTİKÂDİ KAVRAMLAR -7-
CENNET

Cennet Kelimesi; Anlam ve Mâhiyeti

Cennetin İsimleri ve Tabakaları

Cennetin Tasviri

En Büyük Zevk: Cennette Allah’ın Görülmesi

Cennet Hayatı

Cennet Nimetleri

Cennette Cinsî Zevkler

Amaç, Cismanî Zevkler Sağlayan Cennet Nimetleri Değil; Allah’ın Rızasıdır

Cennetlikler

Cehennem Korkusu - Cennet Ümidi (Allah ile İlişkilerimizde Denge)

Cennet Ucuz Değil!
“İman edip sâlih amel işleyenler için, içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele! O cennetlerdeki bir meyveden kendilerine rızık olarak yedirildiği vakit, ‘bu, bundan önce dünyada bize verilenlerdendir’ derler. Ve bu rızık onlara bazı yönlerden dünyadakine benzer olarak verilmiştir. Onlar için cennette tertemiz eşler vardır. Ve onlar orada ebedî kalacaklar.” 123
Cennet Kelimesi; Anlam ve Mâhiyeti
Cennet, “örtmek, gizlemek” anlamındaki “cenn” kökünden isim olup “bitki ve ağaçları ile toprağı örten bahçe, yeşillikleri bol, sık dal ve yaprakları ile yeri gölgelendiren bağlık, bahçe” manasına gelir. Peygamberlerin davetine uyarak iman edip dünya ve âhirete ait işleri, kulluk vazifelerini elden geldiği kadar güzel bir şekilde yapan temiz ve müttakî kişiler için hazırlanmış bir huzur ve mutluluk beldesidir. Âhiret hayatında mü’minlerin ebedî saâdet ve nimetler yurdu olan yerin bu şekilde adlandırılmasının sebebi, genel görünümüyle dünya bahçelerine benzemesi veya eşsiz nimetlerini insan idrâkinden gizlemiş olması şeklinde açıklanmıştır. Çoğulu cinân ve cennât’tır.
123] 2/Bakara, 25
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 70 -
Cennetin İsimleri ve Tabakaları
Cennet kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de 147 defa geçmektedir.
İslâm literatüründe cenneti ifade etmek üzere kullanılan isimleri
ve cennet tabakalarını şu şekilde sıralamak mümkündür:
1- Cennet: Ebedî saâdet yurdunu ifade etmek üzere Kur’an’da,
çeşitli hadislerde ve diğer İslâmî eserlerde yer alan isimler içinde
en çok kullanılan, içindeki bütün mekân ve imkânları kapsayacak
şekilde muhtevası geniş olan bir terimdir. Yukarıda belirtildiği
gibi Kur’an’da 147 yerde geçmektedir. İslâm literatüründe ebedî
saâdetle ilgili vaadler, özendirici anlatım ve tasvirler genellikle
cennet ismi etrafında yoğunlaşmıştır. Diğer isimler tekil olarak
kullanıldığı halde, cennetin çok sayıdaki âyette çoğul şekliyle de
(cennât) yer alması, saâdet yurdunun belli bir bölgesinin değil;
tamamının adı olduğunu gösterir.
2- Cennetü’n-Naîm: 13 âyette geçmektedir.124 Arapça’da “refah,
huzur, mutlu hayat” anlamına gelen nimet kelimesinden
daha kapsamlı bir muhtevaya sahip olan naîm, insana mutluluk
veren maddî ve manevî bütün güzellikleri ifade etmektedir. Buna
göre cennâtü’n-naîm; mutluluklarla dolu cennetler manasına gelir.
“Beni cennetü’n-naîmin vârislerinden kıl.” 125
3- Adn cenneti: En belirgin anlamı ile ikamet etme, ikamet
edilen yer demek olan adn, 11 âyette kullanılmıştır.126 Adn’in, cennetin
belli bir bölümünün adı olduğu veya çoğul şeklinde kullanılışına
bakarak onun tamamını ifade eden bir isim olduğu anlaşılır.
“Şüphesiz ki, iman edenler ve güzel amel işleyenler yok mu, işte onlar
mahlûkatın en hayırlısıdır. Onların Rableri katındaki mükâfatı, zemininden
ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir.
Allah onlardan râzı olmuş, onlar da O’ndan râzı olmuşlardır. Bu, Rabbinden
korkan O’na saygı gösterenler içindir.” 127
4- Firdevs: Özellikle, içinde üzüm bulunan bağ bahçe anlamına
124] Mutluluklarla Dolu Cennet(ler) Anlamına Gelen “Cennetu’n-Neıym” Kavramının
Geçtiği Âyetler (Toplam 13 Yerde): 10/Yûnus, 9; 22/Hacc, 56; 26/
Şuarâ, 85; 31/Lokman, 8; 37/Sâffât, 43; 52/Tûr, 17; 56/Vâkıa, 12,89; 68/Kalem,
34; 70/Meâric, 38; 82/İnfitâr, 13; 83/Mutaffifîn, 22.
125] 26/Şuarâ, 85
126] İkamet Edilen (Güzel) Yer Anlamındaki “Adn Cenneti” Kavramının Geçtiği
Âyetler (Toplam 11 Yerde): 9/Tevbe, 72; 13/Ra’d, 23; 16/Nahl, 31; 18/Kehf,
31; 19/Meryem, 61; 20/Tâhâ, 76; 35/Fâtır, 33; 38/Sâd, 50; 40/Mü’min, 8; 61/
Saff, 12; 98/Beyyine, 8.
127] 98/Beyyine, 7-8
CENNET
- 71 -
gelir. İki âyette geçer.128 Firdevs, cennetin tamamını ifade eden bir
isim olabileceği gibi, onun ortası, en yüksek ve en değerli bölgesinin
özel adı da olabilir. “Şüphesiz, iman edip güzel amel işleyenler için
barınak olarak Firdevs cennetleri vardır.” 129
5- Hüsnâ: İyilik yapanlara Allah tarafından daha büyük bir iyilikle
karşılık verileceğini, ayrıca buna bir de ilâve (ziyade) yapılacağını
ifade eden Yunus 26. âyetindeki hüsnâ (daha güzel, daha
iyi, en güzel, en iyi) kelimesinin cennet anlamına geldiği müfessirlerin
büyük çoğunluğu tarafından kabul edilmiştir. Bu duruma
göre cennet anlamına gelen “Hüsnâ” kelimesi bir âyette geçer.
Âyetteki “ziyade”den maksat da, cennette Allah’ı görme şerefine
nail olmaktır. “Güzel davrananlara hüsnâ (daha güzel karşılık), bir de
ziyade/fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir toz (kara leke) bulaşır, ne
de bir horluk (gelir). İşte onlar cennet ehlidirler. Ve onlar orada ebedî
kalacaklardır.” 130
6- Dârüs’s-Selâm: Maddî ve manevî âfetlerden, hoşa gitmeyen
şeylerden korunmuş olma manasındaki selâm ile dâr/yurt kelimesinden
oluşan bu terkip, iki âyette cennetin adı veya tabakası
olarak zikredilmiştir. İki âyette zikredilir.131 Cennetin esenlik yurdu
olduğu şüphesizdir. Gerçek esenliğin ancak cennette bulunabileceği,
sonsuz hayatın, ihtiyaç bırakmayan zenginliğin, zillete yer
vermeyen şeref ve üstünlüğün, eksiksiz bir sıhhatin sadece orada
mevcut olduğu anlaşılır. “Hâlbuki Allah, Dârü’s-Selâm’a çağırıyor ve O,
dilediği kimseleri dosdoğru bir yola hidâyet buyurur.” 132
7- Dârü’l-Mukame: Asıl durulacak yer, ebedî ikamet edilecek
yurt manasındaki bu terkip de cennete girenlerin Allah’a hamd
ve şükür sırasında bulundukları mekân için kullanacakları bir tabir
olmalıdır. Bir âyette geçer: “O (Rab) ki lütfuyla bizi Dârü’l-Mukameye
/ asıl oturulacak yurda (cennete) yerleştirdi. Artık orada bize ne bir yorgunluk
dokunacak, ne de orada bize bir usanç gelecektir.” 133
8- Cennetü’l-Me’vâ: Cennetu’l-Me’vâ da bir âyette geçer.
“İman edip güzel amel işleyenlere gelince, onlar için Me’vâ cennetleri
vardır.” 134
128] Üzüm ve Benzeri Nimetler Bulunan Bağ-Bahçe Anlamına Gelen “Firdevs” Cennetinin
Geçtiği Âyetler (Toplam 2 Yerde): 18/Kehf, 107; 23/Mü’minûn, 11.
129] 18/Kehf, 107
130] 10/Yûnus, 26
131] Cennetin Adı veya Tabakası Olarak Zikredilen ve Esenlik Yurdu Anlamına
Gelen “Dâru’s-Selâm” İfâdesinin Geçtiği Âyetler (Toplam 2 Yerde): 6/
En’âm, 127; 10/Yûnus, 25.
132] 10/Yûnus, 25
133] 35/Fâtır, 35
134] 32/Secde, 19
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 72 -
Bu isimlerin dışında, “ev, konak, şehir, ülke” anlamlarına gelen
“dâr” kelimesi, Kur’an’da dâru’l-huld (ebediyet / sonsuzluk yurdu),
dâru’l-âhire (âhiret yurdu), âkıbetü’d-dâr, ukbe’d-dâr (dünya yurdunun
sonu) terkipleriyle cennet anlamında kullanılmıştır.
Kur’an’da zikredilen bu isimler, cennetin tabakaları olarak
da kabul edilmektedir. Bu tabakalardan her birinde, mü’minlerin
yaptıkları iyi işler karşılığında girecekleri veya yükselecekleri
derece veya mertebeler vardır. Nitekim Müslim’in Ebû Said el-
Hudri’den rivâyet ettiği hadiste, Allah yolunda cihad edenlerin,
cihadları sebebiyle cennette yüz derece yükselecekleri, her derecenin
arasının ise, yer ile gök arasındaki mesafe kadar olduğu,
Hz. Peygamber tarafından haber verilmektedir.135 Hadiste sözü
edilen dereceler konusunda ise şu ihtimaller öne sürülmüştür. Bu
dereceleri zahiriyle anlamak mümkündür. Gerçekten söz konusu
derecelerin, zahirinden anlaşıldığı üzere, birbirinden daha yüksek
menziller (tabakalar) olması muhtemeldir. Buna karşılık, yükseklikten
kastın, cennetteki nimetlerin çokluğu, insanın veya bir başka
yaratığın hiç aklına bile gelmemiş, gönlünden dahi geçmemiş
iyiliklerin büyüklüğü veya çokluğu anlamında olması muhtemeldir.
Zira Allah Teâlâ’nın mücahide lutfettiği iyilik veya cömertlik
türleri birbirinden çok farklıdır, birbirinden üstündür. Buna göre,
nimetlerin fazilet (üstünlük) konusundaki farklılıkları uzaklık açısından
yer ile gök arasındaki mesafe gibidir.
Buhârî’nin bir rivâyetinde Hz. Peygamber, Allah yolunda savaşan
mücâhidler için cennette yüz derece (tabaka) hazırlandığını
ve iki derecenin arasının yerle gök arası gibi olduğunu haber vermekte
ve sözlerine devamla şöyle buyurmaktadır: “Allah’tan istediğiniz
zaman Firdevs’i isteyin. Çünkü Firdevs, cennetin ortası ve cennetin
en yükseğidir. Firdevs’ten cennet nehirleri doğar.” 136
Bütün bu âyet ve hadislerden cennetin birçok tabakası olduğu
anlaşılmaktadır. Bu tabakalardan bazılarının daha yüce ve nimetlerinin
daha güzel veya daha efdal olması sebebiyle isimleri bize
bildirilmiştir. Firdevs cenneti, mertebece en yüksek olan cennet
tabakasıdır.
Cennetin Tasviri
Dinler tarihine dair araştırmalar, hemen her din ve inanç sisteminde
ölüm sonrası hesaplaşmanın, ceza veya mükâfatın varlığının
kabul edildiğini göstermiştir. Genel olarak İslâm âlimlerinin
135] Müslim, İmâre 116
136] Buhâri, Cihad 4
CENNET
- 73 -
cennet tasviri hakkında benimsedikleri görüş, onun mahiyetinin
bilinemeyeceği şeklindedir. Çünkü mü’min kullar için âhiret
hayatında hazırlanmış mutluluk vesilelerinin hiç kimse tarafından
tahayyül edilemeyeceğini ifade eden âyetten137 başka, Allah
Teâlâ’dan naklen bir hadis rivâyeti olarak meşhur metin de
bu hususu açıkça belirtmektedir: “Ben, sâlih kullarım için, hiçbir
gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir beşer zihninin
tasavvur edemeyeceği mutluluklar hazırladım.”138 Dünya hayatında
beş duyu ve akıl alanlarındaki idrâkler, tabiat şartlarıyla kayıtlı
olduğuna göre nasslarda geçen tasvirleri aynı şartlar çerçevesinde
veya hayal gücüyle değiştirerek algılamak gerekir. Nitekim
bazı âyetlerde, cennet ve nimetleriyle ilgili dünya ve âhiret
idrâkleri arasında benzerliklerin bulunduğu ifade edilmiştir.139
İbn Abbas’tan yaygın olarak rivâyet edilen “Cennette isimlerden
başka dünyayı andıran hiçbir şey yoktur.” 140 ifadesi, ikisi arasındaki
mahiyet farklılığını belirten bir söz olsa gerektir.
Cennetin sekiz kapısının olduğu ilk dönemlerden beri kabul
edile gelmiştir. Ancak, cehenneme ait yedi kapının mevcûdiyeti
Kur’ân-ı Kerim’de açıkça zikredildiği halde141 cennetin sadece
kapılarının (ebvâb) bulunduğu ifade edilmiş ve sayıları hakkında
herhangi bir işarette bulunulmamıştır. Ancak, bazı hadis-i şeriflerde
cennetin sekiz kapısı olduğu belirtilmektedir. Bu hadis
rivâyetlerinin kapıların genişliği için verdikleri çok uzun mesafelere
bakılırsa, cennet kapıları, aynı zamanda onun bölümlerini de
ifade etmiş olmalıdır. Nitekim bazı eserler, sekiz cennet kapısının
adlarını kaydederken bazı küçük farklarla cennetin isimlerini
zikretmişlerdir. Sahih hadislerin belirttiğine göre, bu mekânlara
belli amel sahipleri girebilecektir. Mesela, namazlarını dosdoğru
kılanlar namaz kapısından, cihada katılanlar cihad kapısından, Allah
yolunda infak yapanlar sadaka kapısından, oruç tutanlar da
“reyyân” (suya kandıran) kapısından gireceklerdir. Cennet kapılarının
cehenneminkinden daha fazla ve cennetin tasavvur edilemeyecek
kadar geniş olması, cennet ehlinin cehennemliklerden
çok olacağını gösterir. Nitekim bir hadiste, cennete gireceklerin
yerlerini aldıktan sonra orada yine boş yer kalacağı, bunun için
Cenâb-ı Hakk’ın yeniden bazı nesiller yaratıp cenneti dolduracağı
ifade edilmiştir. 142
137] 32/Secde, 17
138] Buhâri, Tefsir 1; Müslim, Cennet 2-5
139] 2/Bakara, 25; 47/Muhammed, 6
140] Makdisî 1/194
141] 15/Hıcr, 44
142] Buhâri, Tefsir 1; Müslim, Cennet 34
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 74 -
Cennet, sadece bağ ve bahçelerden ibaret olmayıp bunların
yanında kendilerine has maddelerden oluşan nesneleri ve
tesisleri de mevcuttur. İman ve sâlih amel sahibi kimselerin ebediyet
âleminde ravzâtü’l-cennâtta (cennetlerin has bahçelerinde)
yaşayacaklarını ifade eden âyette143 yer alan ve sözlük anlamları
bakımından her ikisi de bahçe anlamına gelen ravzât ile cennât
kelimelerinden ikincisine “tesis” manasını vermek gerekir. Birçok
âyette sâlih mü’minlere vaad edilen cennetin çoğul şekliyle
kullanıldığına bakılırsa, birden fazla tesisin bulunduğu ve her
mü’mine bir mesken hazırlandığı anlaşılır. Cennetin, göklerin ve
yerin “arz”ı/genişliği kadar olduğunu ifade eden âyetlerin144 tefsiri
için şu farklı görüşler ileri sürülmüştür: 1- Cennetin tasavvur
edilemeyecek kadar geniş olduğunu ifade eden bir benzetmedir.
Buna göre arz; en, yani genişlik demektir. Bir alanın dar cephesini
genellikle onun genişliği oluşturduğuna göre cennetin uzunluğu
bu teşbih çerçevesinde çok daha fazla olacaktır. 2- Cennet, dünya
hayatında insanoğlu tarafından kavranabilen kâinat kadar değerlidir.
3- Madde âleminin insan idrâkine sunuluşu gibi cennet de
onun bilgi ve idrâkine sunulmuştur. Bu yorumlar içinde en çok
tercih edilen, birinci görüştür.
Kur’ân-ı Kerim’de cennet için “güzel meskenler”,145 “üst üste
kurulmuş konaklar” 146 ve “ev” 147 kavramları kullanılmak sûretiyle
onun maddî manada eleman ve tesislerden oluştuğu belirtilmiştir.
Cennet hayatıyla ilgili bazı tasvirler de bu gerçeği vurgulamaktadır.
Naslardan anlaşıldığına göre cennet ehli için çadırlar da kurulacaktır.
148 Onlar, Cuma günleri güzel kokular saçan rüzgârların
estiği bir çarşıyı dolaşacaklar, bu şekilde zarafetlerine zarafet katacaklardır.
149
Rahmân sûresinde, “Rabbinin huzuruna suçlu olarak çıkmaktan
korkan kimseler için iki cennet (cennetân) vardır.”150 denildikten sonra,
bu cennetlerin imkânlarından bahsedilmekte, ardından, o iki cennetten
başka (veya onların altında) iki cennet daha bulunduğu151
belirtilerek bunların da benzer imkânları tasvir edilmektedir. Müfessirler,
bu iki (veya dört) cennet hakkında cin ve insan türlerine
143] 42/Şûrâ, 22
144] 3/Âl-i İmran, 133; 57/Hadîd, 21
145] 9/Tevbe, 72; 61/Saff, 12
146] 39/Zümer, 20
147] 66/Tahrim, 11
148] 55/Rahmân, 72; Müslim, Cennet 23-25
149] Müslim, Cennet 13
150] 55/Rahmân, 46
151] 55/Rahmân, 62
CENNET
- 75 -
verilecek cennetler, iyiliklerin yapılması ve kötülüklerin terk edilmesine
karşılık verilecek iki cennet, iman ve sâlih amel için verilecek
cennet ile lutf-ı ilahi olarak fazladan ikram edilecek cennet
gibi bazı yorumlar yapmışlardır. Hz. Peygamberimiz bir hadisinde,
âhiretteki iki cennetten birinin kap kacak ve madenî eşyasının altından;
diğerinin de gümüşten olacağını ifade etmiştir.152 Sonuç
olarak bir mü’mine birden fazla cennetin veriliş hikmeti tam açık
bir şekilde anlaşılmadığı gibi, bunların kaç tane olacağı da bilinmemektedir.
Dünya hayatında mü’minlerin Allah’a itaat ve bağlılıklarının
aynı derecede olmadığı bilinmektedir; bunun sonucu olarak ceza
ve mükâfat derecelerinin de aynı olmayacağı haber verilmektedir.
153 Bununla ilgili bir hadiste, Allah yolunda cihad edenlere hazırlanan
cennetin “yüz derece” olduğu ve her derecenin gökle
yer arasındaki mesafe kadar birbirinden uzak bulunduğu haber
verilmiştir.154 Sahip oldukları nimetler açısından farklı mekânlar
olduğu anlaşılan bu derecelerin imanın hasletleri (şubeleri) kadar
yetmiş küsür olacağı, bu hasletleri kendisinde toplayanların bütün
dereceleri elde edeceği de söylenmiştir.
Cennet tasviriyle ilgili hadislerin içinde Firdevs ile Adn’in özel
durumları olduğu görülür. Rahmân sûresinde ayrı ayrı tasvir edilen
iki çift cennete bir açıdan açıklık getiren bir hadise göre Firdevs
cennetleri dört âdet olup, ikisinin bütün süsleri ve eşyaları
altından, ikisinin de gümüştendir; mü’minlerin cemâl-i İâhî’yi müşahede
edecekleri yer ise Adn’dir. Cennetteki dört nehrin fışkıracağı
yerin Firdevs olduğu zikredilir. 155
Kur’ân-ı Kerim’de yer alan cennet tasvirleri içinde, kelimenin
çoğul olarak kullanıldığı âyetlerin ekserisinde altlarından nehirlerin
aktığı ifade edilmiştir. İbn Kayyim’in de belirttiği gibi bu
âyetlerde geçen “taht” (alt) zarfı, cennet toprağının görünmeyen
alt tabakası demek olmayıp ağaçların, binaların ve benzeri tesislerin
zemini ve eteği anlamına gelir. Hadis olarak da nakledilen
bazı rivâyetlerden faydalanan âlimler, cennetteki nehirlerin nehir
yataklarında değil; yüzeyde aktıkları kanaatine varmışlardır. Cennet
nehirlerinin mevcudiyetini belirten âyetler, onların mahiyetleri
hakkında bilgi vermezken, Muhammed sûresi, 15. âyeti farklı bir
tasvir yapar. Buna göre cennette içimi bozulmayan su ırmakları,
tadı değişmeyen süt ırmakları ve süzülmüş baldan ırmaklar vardır.
152] Buhâri, Tevhid 34, Tefsir 1-2; Müslim, İman 296
153] 4/Nisâ, 96; 8/Enfâl, 4
154] Buhâri, Cihad 4; Müslim, İmâre 116
155] Buhâri, Tevhid 22; Tirmizî, Sıfatü’l-Cennet 4
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 76 -
Buhârî ile Tirmizî’nin birbirini tamamlar mâhiyette naklettikleri
bir hadis-i şerifte Hz. Peygamberimiz, Firdevs’in cennetin ortasını
ve üst kısmını teşkil ettiğini, dört nehrin de oradan çıktığını
haber vermektedir.156 Burada sözü edilen dört nehir, Muhammed
sûresinde anlatılan nehirler olmalıdır. Öyle anlaşılıyor ki, bu özel
nehirler diğer birçok âyette tekrarlanan genel nehirlerden ayrıdır.
Kur’ân-ı Kerim’in 108. sûresine adını veren ve “çok şey” anlamına
gelen Kevser’den ne kastedildiği müfessirler arasında tartışmalı
olmakla birlikte, Kevser’in cennetteki bir nehrin adı olduğu öne
çıkar. Muhtelif rivâyetlerle nakledilen hadislerde Hz. Peygamber,
cennette Kevser isminde bir nehrin kendisine verileceğini, bu nehrin
iki kenarında inciden yapılmış kubbelerin bulunacağını, akan
suyunun da hâlis misk gibi koku salacağını beyan etmiştir.157 Cenneti
tasvir eden bazı âyetler, orada su pınarlarının da bulunduğunu
haber verir: “Kötülüklerden korunanlar bahçelerde, gölgelerde ve
pınarların başında bulunacaklardır.”158 Rahmân ve Ğâşiye sûrelerinde,
akan pınarlardan söz edilmekte, diğer bazı âyetlerde de cennet
ehlinin bu pınarlardan su içeceği haber verilmektedir. 159
Sözlük anlamı “bağ, bahçe” olan cennette ağaçların bulunması
doğaldır. Çeşitli âyetlerde gölgelerden, dallardan, sarmaş dolaş
olmuş koyu yeşilliklerden, meyveleri kolayca toplanabilen ağaçlardan
bahsedildiği gibi, özel olarak hurma, nar, reyhan, kiraz,
muz gibi ağaç ve bitkilerden de söz edilir.160 Buhârî ile Müslim’in
rivâyet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber cennette, idmanlı ve
hızlı bir binicisinin, gölgesinde yüz yıl koştuğu halde sonuna ulaşamayacağı
kadar büyük bir ağacın bulunduğunu ifade etmiştir.
161 Hadisin çeşitli rivâyetlerini nakleden ibn Kesir’in Ahmed b.
Hanbel’den aktardığı bir rivâyette söz konusu ağaç, şeceretü’l-huld
olarak adlandırılmıştır. Hadiste zikredilen ağacı, bir ağaç türü olarak
anlamak, “yüzyıl”ı da çokluktan kinaye saymak mümkündür.
Daha çok halka hitap eden dinî edebî eserlerde söz konusu edilen
“tûbâ ağacı”nın mevcudiyeti ise kesin değildir. İman ve güzel amel
sahipleri için iyi bir ebediyet hayatının hazırlandığını ifade eden
âyet-i kerimedeki “tûbâ” kelimesi162 sözlükte “iyilik ve güzellik, iyi
ve güzel karşılanan her şey” anlamına gelir. Müfessirlerin bu kelimeye
verdikleri yedi sekiz kadar manadan biri de tûbâ ağacıdır.
156] Buhâri, Tevhid 22; Tirmizî, Sıfatü’l-Cennet 4
157] İbn Kesir II/400-407
158] 15/Hıcr, 45; 77/Mürselât, 41
159] Bk. 55/Rahmân, 50, 66;88/ Ğaşiye, 12; 76/İnsan, 6, 18; 83/Mutaffifin, 28
160] 55/Rahmân, 12, 68; 56/Vâkıa, 28-29
161] Buhârî, Bed’ü’l-halk 8; Müslim, Cennet 6-8
162] 13/Ra'd, 29
CENNET
- 77 -
Fahreddin Râzi’nin de belirttiği gibi kelimeyi sözlük anlamından
çıkarıp dar bir alana tahsis etmek doğru değildir. Bunun yerine
“ebedî saâdete vesile olan her güzel şey” manası verildiği takdirde
bağ, bahçe ve ağaçlar da dâhil olmak üzere her imkân kelimenin
kapsamına alınmış olur.
Bir hadislerinde Rasûlullah (s.a.s.) cennetin gümüş ve altın
kerpiçten yapıldığını, harcının misk, taşlarının inci ve yakut olduğunu,
oraya girenlerin bolluk ve refah içinde, üzüntüsüz ve
kedersiz yaşayacağını, ebedî kalacaklarını, ölmeyeceklerini, elbiselerinin
eskimeyeceğini ve gençliklerinin yok olmayacağını
ifade eder. 163
“Cennet, takvâ sahiplerine, uzak olmayarak yaklaştırılmıştır. İşte size
va’d olunan, gördüğünüz şu cennettir ki, o, Allah’a yönelen, emirlerine
riâyet eden, görmediği halde Rahmân’dan korkan ve Allah’ı tâatine yönelmiş
bir kalple gelen kimselere aittir.” 164
“Tevbe edenler, iyi amel ve harekette bulunanlar öyle değil. Çünkü
bunlar hiçbir şeyle haksızlığa uğratılmayarak cennete, çok merhametli
Allah’ın, kullarına gıyaben vaad buyurduğu Adn cennetlerine gireceklerdir.
O’nun vaadi şüphesiz yerini bulacaktır. Orada boş söz değil;
sadece selam duyarlar. Orada sabah akşam rızıkları da ayaklarına gelecektir.
O, öyle cennettir ki biz ona kullarımızdan gerçekten müttakî
olanları vâris kılacağız.” 165
“Adn cennetleri vardır ki altlarından ırmaklar akar. Onlar orada ebedî
kalıcıdırlar. İşte günahlardan temizlenenlerin mükâfatı.” 166
“Canların isteyeceği ve gözlerin hoşlanacağı ne varsa, hepsi
oradadır. Siz de orada devamlı olarak kalacaksınız. İşte bu, sizin çalıştığınız
ameller sebebiyle mirasçı kılındığınız cennettir. Sizin için orada çok
meyveler vardır, onlardan yiyeceksiniz.” 167
“İşte bu yüzden Allah onları o günün fenalığından esirger. (Yüzlerine)
parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir. Sabretmelerine karşılık onlara cenneti
ve oradaki ipekleri lutfeder. Orada koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar.
Ne yakıcı sıcak görürler orada, ne de dondurucu soğuk. Ağaçlarının gölgeleri
üzerine sarkar; kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur.
Yanlarında gümüş kaplar ve billur kâselerle, gümüşî beyazlıkta (billur
gibi) şeffaf kupalarla dolaşılır ki (cennet sakinleri bunlara dolduracakları
163] et-Tâc, c. 5, s. 402
164] 50/Kaf, 31-33
165] 19/Meryem, 60-63
166] 20/Tâhâ, 76
167] 43/Zuhruf, 71-73
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 78 -
cennet şarabını cennetteki insanların iştahları) ölçüsünde tayin ve takdir
ederler. Onlara orada bir kâseden içirilir ki karışımında zencefil vardır. (Bu
şarap) orada bir pınardandır ki adına Selsebil denir. Cennettekilerin etrafında
öyle ölümsüz genç hizmetçiler dolaşır ki, onları gördüğünde kendilerini
etrafa saçılmış inciler sanırsın. Ne yana bakarsan bak, (yığınla) nimet
ve ulu bir saltanat görürsün. Üzerlerinde ince yeşil ipekli, parlak atlastan
elbiseler vardır. Rableri onlara tertemiz içecekler içirir. Onlara: ‘İşte bu, sizin
işlediklerinizin karşılığıdır, çalışmalarınız şükre değer’ denir.” 168
En Büyük Zevk: Cennette Allah’ın Görülmesi
Mü’minler, cennette Allah’ı göreceklerdir; bu, onlar için en büyük
nimet olacaktır. Buna “rü’yetullah” denir. Bu hususta Kur’ân-ı
Kerim’de şöyle buyrulur: “O gün Rablerine bakan ışık saçan yüzler
vardır.”169 Rasûlullah da bir hadislerinde şöyle buyurur: “Siz gerçekten
tıpkı şu ayı gördüğünüz gibi, Rabbinizi gözle (açıkça) göreceksiniz.
O’nu görmekte haksızlığa uğramayacak, izdihama düşmeyeceksiniz.”170
Süheyb (r.a.)’in rivâyetine göre peygamberimiz (s.a.s.): “İyi iş ve güzel
amel işleyenlere daha güzel karşılık ve bir de ziyade (Allah’ı görmek)
vardır.”171 âyetini okuduktan sonra şöyle buyurdu: “Cennetlikler
cennete girdiği zaman Allah şöyle buyuracak: ‘Size daha da vermemi
istediğiniz bir şey var mı?’ Cennetlikler de şöyle derler: ‘Yüzlerimizi ak
çıkarmadın mı, bizi cennete koymadın mı, bizi cehennemden kurtarmadın
mı? (Bunlar yeter)’ Rasûlullah sözlerine devam ederek: ‘Cenâb-ı Hak
perdeyi kaldırır, cennetliklere artık Rablerine bakmaktan daha sevimli
gelecek hiçbir şey verilmiş olmaz.” 172
Mü’minlerin Allah Teâlâ’yı cennette görmeleri, herhangi bir
yön, yer ve şekilden uzak olarak vuku bulacaktır. Bunun keyfiyeti
bizce meçhuldür. “Allah bilir” deriz. Kur’an ve sünnette bildirildiği
için rü’yetullah’a inanırız.
Cennet Hayatı
İnsanın Allah’a imana sarılıp O’na bağlanmasında, en büyük
kaygı ve korkusu olan yok olmaktan kurtulma ve Allah’ın kendisine
tükenmeyecek bir hayat bahşetmesi ümidinin büyük etkisi vardır.
Nitekim insanların kendi kendilerine yetmediklerini ve Allah’a
muhtaç olduklarını, Allah’ın dilerse onları yok edip yerlerine başka
varlıklar yaratabileceğini ifade eden âyetlerde173 bu hususa da
168] 76/İnsan, 11-22
169] 75/Kıyâme, 22-23
170] Buhârî, Mevâkît 16, 26
171] 10/Yûnus, 26
172] Müslim'in rivâyeti, et-Tâc, c. 5, s. 423
173] 35/Fâtır, 15-16
CENNET
- 79 -
işaret vardır. Ebedî mutluluğun simgesi olan cennete kavuşma
ümidi, bütün müslümanlar için hayatın birçok güçlüğüne göğüs
germeyi, fedakârlık göstermeyi göze aldıran bir faktör olmuştur.
İlk İslâm şehidleri Sümeyye - Yâsir ailesinin bu uğurda çektikleri
çilelerden günümüz İslâm dünyasındaki mücadelelere kadar
müslümanların davranışlarında cennet idealinin en önemli etken
olduğu şüphesizdir.
İslâm dini Allah’ın seçkin kullarına nasıl bir cennet hayatı vaad
etmektedir? Bu hayatın konu ile ilgili nasların birleştiği ve önemle
vurguladığı iki özelliği vardır: Arzulanan her şey ve ebediyet.
Bir âyet-i kerimede şöyle denilmektedir: “Gönüllerin özleyeceği,
gözlerin hoşlanacağı her şey orada vardır. Ve siz orada ebediyen
kalacaksınız.”174 Dünya hayatında duyu organlarıyla algılanamayan
meleklerin insanlara hizmet ettiği, onları koruduğu, Allah
yolunda yürüyenler için esenlik dilediği Kur’an’ın çeşitli beyanlarından
anlaşılmaktadır. Âhiret âleminde melekler inançlı ve dürüst
insanlara görünmeye başlayacaklar ve yeni hayata intibakları
sırasında korku ve üzüntüye düşmemelerini telkin ederek onlara
şöyle diyeceklerdir: “Biz dünya hayatında da âhirette de sizin dostlarınızız.
Canlarınız ne isterse, gönlünüz ne dilerse burada sizin için hazırdır.
Bütün bunlar, merhamet eden ve bağışlayan Allah’ın bir ikramıdır.” 175
Hz. Peygamber, çeşitli münasebetlerle cennetteki sınırsız
imkân ve mutluluklardan söz ettiğinde yanında bulunanlar zaman
zaman cennette at, deve vb. şeylerin de bulunup bulunmadığını
sormuşlar, o da, “Allah sizi cennete koyarsa orada canınızın arzuladığı
ve gözünüzün hoşlandığı her şeyi bulursunuz.” şeklinde cevap
vermiştir.176 Hz. Peygamber, cennet hayatının imkân ve nimetlerinin
genel anlamda fevkalâde olduğunu belirtmekle birlikte ayrıntılı
tasvirlere girmemiştir. Cennet halkının arzu ettiği her şeyin
gerçekleşeceği ilkesine karşı, “başkalarına zarar verici, erdemsiz,
çelişkili oluşu sebebiyle imkânsız şeyler talep edilirse durum ne
olacak?” şeklinde teorik olarak bir itiraz ileri sürülebilirse de, cennete
girecek insanlar fizyolojik ve psikolojik kusurlardan arınmış
olacaklarından pratikte böyle bir talebin vuku bulmayacağı açıktır.
Cennet Nimetleri
Kur’ân-ı Kerim ve sahih hadislerde mevcut beyanlara dayanarak
cennet nimetlerinin ana özelliklerini şu şekilde tespit etmek
mümkündür:
174] 43/Zuhruf, 71
175] 41/Fussılet, 30-32
176] Tirmizî, Sıfatü’l-cennet 11
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 80 -
1- Sonsuz lüks ve konfor,
2- Sürekli barış ve huzur,
3- Cennet ehlinin hem bedenî, hem ruhî bakımdan son derece
güçlü ve yetenekli olmaları,
4- Mânevî tatmin (rızâ),
5- Allah’ı görmek, O’nunla konuşmak,
6- Bütün bunları saran bir ebediyet.
İnsanın irade ve tercihini kullanarak tekâmülünü sürdürebileceği
yer dünya hayatıdır ve buradaki manevî tekâmül, iman
ve sâlih amel ölçüsüne bağlanmıştır. Bir bekleyiş merhalesi olan
Berzah döneminden sonra başlayacak âhiret hayatında, dünya
tekâmüllerini sekteye uğratmayanlar, öyle anlaşılıyor ki, fizyolojik
ve psikolojik yönlerden son bir operasyon ve arındırmaya tâbi
tutulduktan sonra cennete alınacaklardır. Müslim’in rivâyet ettiği
bir hadiste Hz. Peygamberimiz, kıyamet günü cennet kapısını ilkin
kendisinin çalacağını ve ondan önce bu kapının kimseye açılmayacağını
söylemiştir.177 Cennete giriş sırasında bütün mü’minler
görevli melekler tarafından karşılanacak ve melekler: “Selam olsun
sizlere! Saâdetler içinde olun, bir daha çıkmamak üzere cennete
buyurun!”178 diyeceklerdir.
Buhârî, Müslim ve Tirmizî’nin çeşitli rivâyet kanallarından
aktardıkları hadislere göre179 mü’minler dolunay veya parlak yıldızlar
gibi ışıklar saçarak cennete girecekler, orada diledikleri
gibi yiyip içtikleri halde abdest bozma ihtiyacı hissetmeyecekler,
sümkürüp tükürmeyeceklerdir. Aldıkları gıdaların sindirimi hoş
kokulu geğirti ve terden başka bir külfet getirmeyecektir. Cennet
halkına yorgunluk ve usanç gelmeyeceği için180 uykuya da
ihtiyaç duymayacaklardır.
Cennet ehlinin imkânlarını dile getiren bir hadiste onlara
şöyle nida edileceği kaydedilir: “Daima sağlıklı olacak, asla
hastalanmayacaksınız; sonsuza kadar yaşayacak, hiç ölmeyeceksiniz;
her an gençliğinizi koruyacak ve hiçbir zaman ihtiyarlamayacaksınız;
sürekli nimetler içinde olacak ve asla güçlükle
karşılaşmayacaksınız.”181 Konu ile ilgili hadislerin bazı
177] Müslim, İman 333
178] 39/Zümer, 73
179] Buhârî, Bed’ü’l-halk 8; Müslim, Cennet 14-22; Tirmizî, Sıfatü’l-cennet 7
180] 35/Fâtır, 35
181] Müslim, Cennet 22
CENNET
- 81 -
rivâyetlerinde cennete girecek erkeklerin ataları Âdem’inki gibi
bir bünyeye sahip olacakları, hatta 60 arşın boyunda bulunacakları
anlatılır. Ayrıca bu erkeklerin daima 33 yaşında olmakla birlikte
bıyıkları yeni terlemiş sakalsız gençler görünümü arz edeceklerinden
de söz edilir. Kadınların ise çok güzel tenli ve çok değerli elbiselere
bürünmüş halde bulunacakları ifade edilir.
Cennet ehlinin ruhî portreleri konusunda en çok vurgulanan
özellik, onların gönüllerinde kin ve nefretin bulunmayacağı hususudur.
“Gönüllerindeki kini söküp atacağız”182 şeklindeki ifadeler,
cennete gireceklerin mânevî bir arındırma operasyonuna tâbi tutulacağının
delilidir. Yine ilgili âyet ve hadislerin beyanına göre
cennette kusursuz bir ahlakî hayat yaşanacak, cennetlikler arasında
anlamsız ve gereksiz konuşmalar, suçlamalar olmayacak,
tam bir dostluk ve kardeşlik hayatı hüküm sürecektir. 183
Kötülüklerden korunmayı başaranlar meleklerden gelen iltifatlarla
cennete girecekleri sırada şöyle diyeceklerdir: “Bize karşı
vaadini gerçekleştirip dilediğimiz yerinde yerleşebileceğimiz cennete
bizleri vâris kılan Allah’a hamdolsun!”184 Âyetin ifade tarzından,
mü’minlerin yerleşim açısından serbestlik içinde olacakları anlaşılmaktadır.
Rahmân sûresinde sözü edilen iki veya dört cennetin
bir anlamı da bu olmalıdır.
Cennet meskenlerindeki yaygı, sergi vb. ev eşyasının son derece
lüks olması yanında yiyecek ve içeceklerin, ayrıca giysilerin
de olağanüstü zevk verici özelliklere, temizlik ve zarafete sahip
olacağı muhtelif âyetlerde yer yer ayrıntılı olarak tasvir edilir.
Hadislerde belirtildiğine göre cennet ehline ilk verilecek yemek,
havyar ziyafetidir.185 Cennette ekmek, et, meyve, tatlı, ayrıca su,
süt ve şarap gibi yiyecek ve içecekler mevcut olmakla birlikte,
bunların dünyadaki benzerleriyle isimden başka bir münasebetinin
bulunmayacağı âlimlerce belirtilir. Nitekim fevkalâde zevk
veren cennet şarabı kadehler dolusu içileceği halde sarhoşluk ve
rahatsızlık vermeyecektir.186 Cennet halkının beslenme rejiminde
meyvelerin önemli bir yer tuttuğu çeşitli âyetlerin beyanlarından
anlaşılmaktadır.
Cennet hayatının nimetlerini dile getiren nassların ayrıntılı anlatımları
ve bunların hayal ettirdiği cismanî zevkler, bazı yabancı
182] 7/A’râf, 43
183] 15/Hıcr, 47; 56/Vâkıa, 25; Müslim, Cennet 16-17
184] 39/Zümer, 74
185] Buhârî, Enbiyâ 1; Müslim, Münâfikıyn 30
186] 37/Saffat, 45-47; 47/Muhammed, 15
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 82 -
araştırmacıların eleştirilerine konu olmuştur. Hâlbuki cennet hayatının
nimetleri bu cismanî zevklerden ibaret değildir. Cennet
halkı, asıl mutluluğu manevî tatminde bulacak, onlar nefes alıp
vermek kadar tabii bir şekilde Allah ile irtibat kuracak, cemalini
müşahede ederek O’nunla konuşacaklardır. Aradaki derin
mâhiyet farkına rağmen uhrevî hayat, dünya hayatına benzer şekilde
devam edeceğine göre oradaki konfor da buradaki konforla
bir bakıma bağlantılı olacaktır.
Deney dünyasından aldığı izlenimler sayesinde idrâk gücüne
sahip olan insana bu idrâkin sınırlarını aşan kavramlarla herhangi
bir konuda fikir vermek mümkün değildir. Dünya hayatındaki
cismanî zevklerin ruhun yücelişine engel teşkil ettiği genellikle kabul
ediliyorsa da bunun uhrevî hayatta da aynı mahiyette olacağı
söylenemez. Çok değişik zamanlardaki çok değişik kitlelere hitap
eden dinin bu dünya ile paralellik arz eden bu üslûbun özendirici
ve etkileyici özellikler taşıdığı da bilinen bir gerçektir.
Cennette Cinsî Zevkler
“Gerçekten cennetlik olanlar, o gün eğlenceyle meşguldürler.” 187
“O cennetlerde gözlerini kocalarından başkasına çevirmeyen hanımlar
vardır ki, bu kocalarından önce kendilerine ne bir insan dokunmuştur,
ne de bir cin.” 188
“Onlar yakut ve mercan gibidirler.” 189
“Doğrusu Allah’a karşı gelmekten sakınanlara kurtuluş, bahçeler,
bağlar, göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar ve dolu kadehler vardır.
Orada boş ve yalan söz işitmezler. Bunlar Rabbinin katından hesapları
karşılığı verilenlerdir.” 190
“Cennette onlar için işlediklerine karşılık olarak sedefteki inciler gibi
hûriler/ceylan gözlüler vardır.” 191
“Biz hûrileri/ceylan gözlüleri (cennetlikler için) yeniden yaratmışızdır.
Onları, bâkire, şuh, eşlerine düşkün ve yaşıtları kılmışızdır.” 192
“Ebedî gençliğe erdirilmiş genç hizmetçiler, baş ağrısı ve dönmesi
vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kâseler, ibrikler ve
187] 36/Yâsin, 55
188] 55/Rahmân, 56
189] 55/Rahmân, 58
190] 78/Nebe', 31-36
191] 56/Vâkıa, 22-23
192] 56/Vâkıa, 35-37
CENNET
- 83 -
kadehlerle (cennetliklerin) etrafında dolaşırlar.”193
Cinsiyetin insan hayatında önemli bir yer tuttuğu şüphesizdir.
Kur’an’da vurgulandığı üzere194 karşı cinsler hayatlarını birleştirmekle
bedenî ve ruhî tatmin bulmaktadırlar. Aynı tatminin
uhrevî hayatta da devam etmesi tabiidir. Cennet tasviriyle ilgili
çeşitli âyet ve hadislere göre cennette hem dünya kadınları hem
hûriler bulunacaktır. Âyetlerde geçen “tertemiz zevceler” ifadesi195
hûrilerle birlikte dünya kadınlarını da kapsamına almaktadır.
Cennete giriş öncesinde mü’minlere uygulanacak bedenî ve
ruhî arındırma operasyonu sonunda, kadınların cinsî hayatlarına
olumsuz etki yapan, mutluluklarını bölen fizyolojik ârızâların ve
ruhî depresyonların tamamen giderileceği anlaşılmaktadır. Çeşitli
âyet ve hadislerde cennet kadınlarının güzelliği, zarafeti ve çekiciliği
konusunda canlı tasvirler mevcuttur. Bir rivâyette huriler,
kendi ayrıcalıklarından söz edecekleri bir sırada cennetteki dünya
kadınları, dünya hayatında işledikleri güzel ameller sebebiyle onlardan
üstün olduklarını ifade edecekler ve onları susturacaklardır.
Bir erkeğin kaç eşe, özellikle kaç dünya kadınına sahip olacağı
hususunda farklı görüşler ileri sürülmesine rağmen, bu konuda
sahih rivâyet Buhârî ile Müslim’de yer alan hadistir. Buna göre
cennetteki her erkeğe “zarif ve şeffaf tenli” iki kadın verilecek ve
orada evlenmemiş kimse kalmayacaktır.196 Kadınların ikisi de hûri
veya dünya kadını olabileceği gibi birinin hûri, birinin de dünyalı
olması muhtemeldir.
“İri gözlerinin beyazı saf, siyahı koyu, gümüş berraklığında
beyaz tenli kızlar” anlamına gelen hûrilerin cennet erkekleri için
farklı bir yapıya sahip kılınarak yaratıldığı ve “erkeklerine düşkün,
başkalarında gözü olmayan, kimse tarafından dokunulmayan, inci tenli,
yakut yanaklı, yaştaş genç kızlar” gibi özelliklerle vasıflandırıldıkları
çeşitli âyetlerde görülür. Hûrilerin sayısı hakkında değişik ve doğrulukları
sabit olmayan rivâyetler mevcuttur. Genel eğilim, her
erkeğe dünya hanımlarından iki, hûrilerden ise birkaç tane verileceği
yolundadır.
Cennetteki cinsî hayatla ilgili tasvirlerde güzellik, çekicilik vb.
faktörler kadınlara nisbet edildiği halde bu tür tasvirlerin sağladığı
özendirici sonuç ve avantajların genellikle erkekler için söz konusu
edildiği ve kadının âdeta erkeğin zevklerini tatmin eden bir
193] 56/Vâkıa, 17-19
194] 30/Rûm, 21
195] 2/Bakara, 25; 3/Âl-i İmran, 15
196] Buhârî, Bed'ü'l-halk 8; Müslim, Cennet 14
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 84 -
vasıta olarak gösterildiği şeklinde bir itirâzın ileri sürülmesi mümkündür.
Arap dilinde kadınlı erkekli bir topluluğa hitap edilirken
veya onlara yönelik açıklamalar yapılırken müzekker/eril sigaların
kullanıldığı bilinmektedir. Ayrıca hemen bütün toplumların sanat
ve edebiyatlarında kadın zarâfet ve câzibenin odak noktası olarak
kabul edilmiş, aşk şiirleri ve diğer sanat alanlarının ana teması
kadın olmuş, büyük bir çoğunlukla kadın talep eden değil; talep
edilen konumunda bulunmuştur.
Aynı üslûp ve yaklaşımın cennetteki cinsî hayatın tasvirinde
de hâkim olduğu anlaşılmaktadır. Kimsenin bekâr kalmayacağı
cennet hayatında erkeğe -biri dünya kadını, biri de hûri olmak
üzere- en az iki eş verileceği halde kadının birden fazla kocaya
sahip bulunmaması da aynı temaya bağlı olmalıdır. Gerçekten
dünya hayatında kadın psikolojisi üzerinde sürdürülen çalışmalar,
yapılan anket ve araştırmalardan onun monogam olduğu, gönül
ve hayal âleminde sadece bir erkeğe yer verdiği anlaşılmıştır. Bu,
aynı zamanda insan türünün devamını sağlayan ana rahminin korunması,
dolayısıyla nesebin tayini ve neslin bekası için de gereklidir.
İslâmiyet’te dini kabullenme ve İlâhî buyrukları yerine getirme
hususundaki sorumluluk ferdî/kişiseldir, kimse diğerinin dinî
yükümlülüğünü taşımadığı gibi bunun olumlu veya olumsuz sonuçlarına
da muhatap olmaz.197 Ancak iman ve ameliyle cennete
girmeye hak kazanmış aile fertleri arasında Allah katında değeri
en üstün olanın diğerlerini yanına alabileceği kabul edilmektedir.
Dünyada birden fazla erkekle evlenmiş kadının cennette bunlardan
hangisinin eşi olacağı meselesi ashabdan itibaren düşünülmüştür.
Bâkire olarak ilk evlendiği erkekle veya son kocasıyla
bulunacağı şeklinde iki ayrı kanaat yanında, hadis olduğu ileri sürülen
iki farklı rivâyete dayanılarak huyu daha güzel olanla veya
tercih edeceği bir kocasıyla beraber bulunacağı söylenmiştir.198
Dünya hayatında meşru evlenmelerle kurulan ailelerin cennette
aynen devam etmesi nazarî/teorik olarak mümkün görülmekle
birlikte cennete girmeye hak kazanamayanların, birden fazla evliliklerin
durumu farklılıklar meydana getirecektir. Bu bakımdan
cennetteki aile hayatını dünyadakinin devamı gibi telakki etmek
isabetli görünmemektedir. Cennette bulunacak dünyalı kadın ve
erkek kesimi arasında evlenme açısından kendiliğinden bir denkliğin
oluşması muhtemeldir. Bir hadiste belirtildiğine göre Allah
197] 35/Fâtır, 18
198] İbn Kesir, c. 2, s. 548
CENNET
- 85 -
cennet için yeniden bazı nesiller (kadın ve erkekler) yaratacaktır.
Kadınlı erkekli eşlerin sayısını tamamlamak ve dengeyi sağlamak
için bu yeni nesillerden faydalanılması mümkündür.
Amaç, Cismanî Zevkler Sağlayan Cennet Nimetleri Değil;
Allah’ın Rızâsıdır
Bedenî ihtiyaçları gideren ve cismanî zevkler sağlayan cennet
nimetleri aslında cennet sakinleri için amaç değildir. Ulaşılmak istenen
asıl hedef Allah rızâsıdır. İnsan için bu rızâya nail olmak,
Allah’ın kendi katından bedene bahşettiği ruhu199 yine O’na yöneltmek,
O’nu müşahede etmek, O’nunla konuşmaktır. Müslümanlar
arasında minnet ve şükran duygularını dile getirmeye vesile
olan en samimi ve en yaygın dua ifadesi, “Allah râzı olsun!”
cümlesidir. Allah’ın dostları O’na en yakın olan, O’nun rızâ ve
muhabbetini kazanan, O’nu gönülden sevip rızâ ve teslimiyetle
en büyük mutluluğa erenlerdir. Cennet ve Allah rızâsı münasebetini
dile getiren bir âyette, “Allah mü’min erkeklerle mü’min
kadınlara içlerinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan
cennetler, Adn bahçelerinde güzel meskenler vaad etti. Allah’ın
rızâsı ise hepsinden daha üstündür. İşte en büyük saâdet budur.”200
denilerek uhrevî saâdetin bu manevî unsurunun, maddî içerikli
kavramlarla anlatılan diğer bütün nimetlerden daha değerli olduğu
açıkça ifade edilmiştir. “Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O’ndan
râzı/hoşnut, O da senden râzı/hoşnut olarak Rabbine dön. (Seçkin)
kullarım arasına katıl ve cennetime gir!”201 Sahih hadislerde belirtildiği
gibi bütün mü’minler cennetteki yerlerini aldıktan sonra
Cenâb-ı Hak kendilerine hitap ederek hallerinden memnun olup
olmadıklarını soracak, onlar da son derece memnun olduklarını
ifade edeceklerdir. Bunun üzerine Allah, “Size bundan daha değerli
bir şey veriyorum: Size rızâmı saçıyorum, artık size gazabım
bir daha dokunmayacak” diyecektir.202
Cennet, (dolayısıyla cehennem ve âhiret hayatı) sadece ruhlar
âleminde değil; ruh ve bedenden oluşan, ayrıca bağı bahçesi,
nehri, yapısı vb. bulunan bir maddeler ve realiteler dünyasında
başlayıp devam edecektir. Sadece Kur’an âyetleri çerçevesinde
bile mevcut nassların içerdiği maddî unsurları, manevî ve ruhî
anlatımlar veya sembollerle te’vil etmek mümkün değildir. İmam
Gazali, cennet zevklerinin hissî, hayalî ve aklî olmak üzere üçe ayrıldığını
ve herkesin kendi kabiliyetine göre bunların tamamından
199] 15/Hıcr, 29
200] 9/Tevbe, 72
201] 89/Fecr, 27-30
202] Müslim, Cennet 9
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 86 -
veya bir kısmından faydalanacağını kabul etmiştir. Dünya hayatında
özellikle hayalî ve aklî zevklerin kusuru olan kesintiler âhirette
bertaraf edilip bu zevkler süreklilik kazandığında son derece
câzip olurlar. 203
Cennetlikler
Kur’an ve sünnette ifade buyrulduğuna göre, peygamberlerin
davetine uyup iman eden ve amel-i sâlih işleyen kimseler
cennete gireceklerdir. Bu kimseler cennetliktir. Esasen Allah’a ve
insanlara karşı görevlerini yerine getirmekle insan daha dünyada
iken manevî bir huzura kavuşur, maddî refah sağlanır ama tam
manasıyla huzur ve kardeşlik cennette gerçekleşir: “Takvâ sahipleri,
elbette cennetlerde ve pınarlardadır. Girin oraya selametle, emin olarak.
Biz, o cennetliklerin kalplerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi kardeşler
olarak tahtlar üzerinde karşı karşıya otururlar. Orada kendilerine hiçbir
zahmet dokunmaz ve onlar oradan çıkarılacak da değiller.” 204
Kur’ân-ı Kerim namazını eksiksiz kılanların, malından bir
kısmını yoksullara ayıranların, ceza-hüküm gününe inananların,
Allah’ın gazabından korkanların, ırzlarına sahip olanların, sözlerine
ve emanete sadık kalanların, doğru şahitlikte bulunanların
cennete gireceklerini bildirmektedir.205 Ayrıca Cenâb-ı Hakk’ın
rızâsını dileyerek sabredenlere206, şükredenlere207, yürekten tevbe
edenlere208, Allah yolunda canını fedâ eden şehidlere209 ve
Allah’a yönelmiş bir kalple idealize olmuş müslümanlara “Allahın
ölçüsünde Allah’a yönelenlere”210 içinde ebedî kalınacak cennete
girecekleri yüce Rabbimiz tarafından müjdelenmiştir.
Cennetliklerin hallerini dile getiren Kur’an âyetlerinden bazılarında
şöyle buyrulur:
“İman edip sâlih amel işleyen kimseleri, Rableri, imanları sebebiyle,
ağaçları altından ırmaklar akan, nimeti bol cennetlere hidâyet buyurur.
Bunların, cennette duaları: ‘Allah’ım, seni tesbih ve tenzih ederiz,’ sözüdür
ve aralarındaki dilekleri de hep selamdır. Dualarının sonu ise; ‘bütün
hamd, âlemlerin Rabbine mahsustur’ gerçeğidir.” 211
203] Hasan Eker, A.g.e. s. 90
204] 15/Hıcr, 45-48
205] 70/Meâric, 23-29, 33
206] 13/Ra'd, 20-23
207] 46/Ahkaf, 15-16
208] 66/Tahrim, 8
209] 2/Bakara, 154
210] 50/Kaf, 31-34
211] 10/Yûnus, 9-10
CENNET
- 87 -
“Kim de O’na bir mü’min olarak sâlih amel işlemiş olduğu halde varırsa,
işte onlara en yüksek dereceler var. Adn cennetleri vardır ki, (ağaçları)
altından nehirler akar, orada ebedî kalacaklar. İşte böyle cennetlerde
ebedî kalış, küfür ve isyandan temizlenenlerin mükâfatıdır.” 212
Kur’ân-ı Kerim’de, cennet hayatı ve cennetlikler hakkında çok
sayıda âyet vardır.
İmran b. Husayn’dan (r.a.) rivâyete göre Hz. Peygamber (s.a.s.)
cennet ehlinin çoğunun fakirler olduğunu ifade buyurmuşlardır.213
Hadis yorumcuları bunu şöyle açıklarlar: Birçok kötülüğü insana
para işletir. Çoğu insan para ve mal yüzünden azar. Onun için
veya maldan mahrum fakirler çoğunluğu oluşturduğundan, bunların
cennet ehlinin çoğunluğunu teşkil etmesi de olağandır.
Cennete ilk giren bir cemaatin yüzleri ayın on dördüncü gecesindeki
gibi berraktır. Onlardan sonra girenler de en keskin ışık
yayan yıldızlar gibidir. Hz. Muhammed ümmetinden yetmiş bin
kişi hesap ve azap görmeksizin ilk olarak cennete girecektir. 214
Hadislerden öğrendiğimize göre cennete en son girecek kimseye,
bu dünyanın iki misli (diğer rivâyette on misli) kadar cennet
verilecektir.215 Çeşitli rivâyetlerle sâbittir ki, son sözü kelime-i
tevhid olan kimsenin mükâfatı cennettir.216 Bu durumu hadisçiler
şöyle yorumlarlar: Sadece “Lâ ilâhe illâllah” demekle, birinin müslümanlığına
hükmedilmez; “Muhammedün Rasûlullah” sözünü
de eklemesi gerekir. Hatta İslâm dininden başka bütün dinlerden
uzak olması icap eder. Bu inançta olan kimse, ehl-i kebâir (büyük
günah işleyen) de olsa, günahı kadar cehennemde ceza gördükten
sonra cennete girecektir. Nitekim Muaz b. Cebel’in (r.a.) Hz.
Peygamber’den rivâyet ettiği şu hadis meseleyi açıklığa kavuşturur:
“Hiçbir kimse yoktur ki, kalben tasdik ederek Allah’tan başka ilâh
olmadığına ve Muhammed (s.a.s.)’in, Allah’ın kulu ve rasûlü olduğuna
şehâdet etsin de, Allah ona cehennemi haram etmiş olmasın.” 217
Cennet hayatı ve cennet nimetleriyle ilgili çok sayıda hadis-i
şerif vardır.
“Lâ ilâhe illâllah Muhammeddün Rasûlullah” diyen ve bunun
gereğince iman edip sâlih amel işleyen her insan Allah’ın izniyle
mutlaka cennete girecektir. Cennetlikler, hastalık, sakatlık,
212] 20/Tâhâ, 75-76
213] S. Buhârî, Tecrid-i Sarih Tercümesi, c. 9, s. 40
214] S. Buhârî, Tecrid, c. 4, s. 41-43
215] S. Buhârî, Tecrid, c. 2, s. 845
216] S. Buhârî, Tecrid, c. 4,s. 264-275
217] S. Buhârî, Tecrid, c. 4, s. 271
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 88 -
ihtiyarlık, huysuzluk vs. hallerden uzak olarak yaşayacaklardır.
Modern hayatın içinde bunalmış, özlediği hayatı sadece düşünüp,
hayallerinde yaşayabilen bir insanlık var. Modern hayat huzur
ve mutluluk vaad etmişti. Ama vermediği gibi huzursuzluğu
arttırdı. Bugün insanlık acılar içinde kıvranmaktadır. Beton binalar
arasında sıkışmış, gürültülü şehir yaşamının ve hayatın yoğunluğunun
ortaya çıkardığı stresin, kirli havayı teneffüs etmenin getirdiği
birtakım biyolojik rahatsızlıklar, Allah korkusundan uzak
yaşayan insanların sahtekârlıkları, çevirdikleri entrikalar ve işledikleri
zulümler hayatı cehenneme çevirdi. Tabiattan ve tabiatından
bu kadar uzaklaşan insan sanal/yapay şeylerle kendisini avutuyor.
Evindeki akvaryumuyla, birkaç saksısıyla, kafesteki kuşuyla ve vazolara
koyduğu birkaç plastik veya gerçek çiçekleriyle kendine yapay
bir tabiat oluşturmaya çalışıyor. Sinema ve film dünyası yeterli
gelmedi; bilgisayar oyunları ve stimülasyonlarla her şey sanallaştı,
oyunlaştı. Fakat bütün bunlar, insanın streslerini atmaya, huzurlu
olmasına yetmiyor. Artık hafta sonları bir su başında, birkaç ağacın
dibinde geçirilen piknik saatleri de tatmin etmemeye başladı.
Tabii ardından geriye özlem, yani nostaljik duygular kendini gösterip
insanı avutma ve oyalama görevini üstlendi.
Günümüz insanı, bilim-teknoloji derken, bunları putlaştırdı.
Ancak Allah’ın huzurunda elde edilebilen “huzur”u teknolojinin
sağlayacağı ümidiyle yıllarca koştu. Yolun sonlarına doğru
gelmesine rağmen baktı ki ortalarda cennet olmadığı gibi yaşam
eskisinden de kötü oldu. İşte bu insanlardan bazıları “acaba cennet
geçtiğimiz yollarda idi de biz mi göremedik? Dönüp bir daha
bakalım!” dediler. Kısacası nostalji; cenneti dünyada aramanın
şaşkınlığıdır. Fakat insanlar kusura bakmasınlar, cenneti dünyada
asla bulamayacaklar. Çünkü dünyada cennet yok; Cennet, ölüm
ötesi dünyaya ait bir yerdir.
Cennetle ilgili birçok âyetlerde “altından ırmaklar akan cennetler”
ifadeleri geçer. Bugün özellikle zengin insanların yaptırdıkları
veya satın aldıkları villaların denize nâzır olanlarının ne kadar pahalı
ve değerli olduğunu biliyoruz. Niye değerli? Çünkü balkonuna
çıkıp oturduğunuz zaman karşınız deniz. Bakanlara serinlik ve
ferahlık veriyor. “Defterleri sağdan verilenler, ne mutlu o sağ ehline!
Yüklü dalları bükülmüş kiraz (ağaçları), üst üste dizili meyveleri sarkmış
muz ağaçları, yayılıp uzanmış gölgeler, çağlayarak akan su kenarlarında,
bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasındadırlar.”218
Ne kadar güzel bir tatil yeri! Tatil yapanların oradan hiç ayrılmak
218] 56/Vâkıa, 27-33
CENNET
- 89 -
istemeyecekleri bir yer. Dünyadaki hemen tüm tatil köyleri ve dinlenme
kampları genellikle bir su kenarında ve yeşil bir ortamda
tesis edilmişlerdir. Allah da buralara uygun ifadelerle cenneti tasvir
etmiş. Fakat oradaki tatil yerleri hem ebedî, hem hakiki, hem
de insanların akıllarına bile getiremedikleri nimetlerle dolu.
Cehennem Korkusu - Cennet Ümidi
(Allah ile İlişkilerimizde Denge)
Kur’an insanlara öğüt verirken onların duygularını dengede
tutmaya çalışır. O mü’minlerle kâfirleri, cennetle cehennemi,
iyi davranışlarla kötü davranışları, amel defterlerini/karnelerini
sağdan alanlarla soldan alanları peş peşe anlatır. Ne aşırı şekilde
tek taraflı ümitlenmek, ne de tek taraflı korkmak, ikisi de hoş
olmayan sonuçlara götürür. İnsan, aşırı şekilde sadece ümitlenirse
lâubali, şımarık olur. Ve bu hal Allah’la ilişkilerinde de görülür.
Kulluğu hafife alır, ciddiyetini kaybeder. Bu durum şeytanın insanı
Allah ile aldatmasına yol açar. Kur’an’da şeytanın insanı Allah ile
aldatmasına dair birçok âyet vardır. Bunlardan biri şudur: “Allah’ın
affına güvendirerek şeytan sizi aldatmasın.”219 İnsan bazen günah
dolu bir hayat içerisinde yaşarken biri kendisini Allah’tan korkmaya
davet edip günahlardan alıkoymaya çalıştığında, hemen
Allah’ın çok merhametli ve affedici olduğunu söyleyerek o günahı
işlemeye devam eder. Bu, Allah’ı yanlış tanımadır.
Şüphesiz Allah’ın affedici ve çok merhametli olması, hiçbir zaman
insanın O’na isyan etmesini, günah işlemesini gerektirmez.
İnsanın aşırı şekilde, tek taraflı korkuya kapılması, bu defa insanı
ümitsizliğe sevk eder. Ümitsiz yaşamak insanda karamsarlık ve hayata
karşı duyarsızlık oluşturur.220 “Onlar Rablerine, azabından korkarak
ve rahmetinden ümitvar olarak dua ederler.”221 “Gerçekten onlar
hayır işlere koşarlar, umarak ve korkarak bize dua ederlerdi ve bize derin
saygı gösterirlerdi.” 222 “O’na korkarak ve umarak dua ediniz.” 223
Yalnız dünya için çalışanlar, çalıştıklarının karşılığını bu
dünyada alırlar. Âhiret yurduna hazırlık yapanlar ise hem bu
dünyada hem de âhirette karşılığını en güzel şekilde alırlar.
Kâfire âhirette yakıtı insan ve taş olan cehennem gösterilirken,
mü’mine ise köşklerin, suların, çiçeklerin en güzel ve tertemiz
eşlerin olduğu cennet vaad ediliyor.
219] 35/Fâtır, 5
220] Fahreddin Râzi, Tefsir-i Kebir, Akçağ Y., c. 5, s. 72
221] 32/Secde, 16
222] 21/Enbiyâ, 90
223] 7/A'râf, 56
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 90 -
Bu dünyada insanlardan bir kısmı bir villaya, arabaya ve güzel
bir kadına sahip olmak için kendilerini her türlü tehlikenin
içine atabiliyor. Hâlbuki bu dünyanın çiçekleri soluyor, sevgililer
önce soluyor, sonra ölüyor. Tüm doğanlar ölüyor, yapılanlar yıkılıyor.
Gençliğini harcayarak birçok şeye sahip oluyor; tam yaşayacağım
dediği anda doktoru ona tuzu-yağı-tatlıyı yasaklıyor ve
eşine karşı da iktidarsızlık dönemi başlıyor. Mü’minler kendilerini
âhirete göre ayarlarlar. Allah, onlara bu dünyayı da verir. Ama
geçici olan bu dünya nimetleri cennette solmadan devam eder.
Geldiğimiz yere dönüyoruz. Yemyeşil bir ülkeden geldik. Yeşillikler
üzerindeki fıskiyelerin etrafında yeşil yastıklar, nefis işlemeli
döşekler üzerine yaslanmış, sevgililerinden başkasına bakmayan,
kendilerine insan ve cin eli değmeyen sevgililerin bulunduğu
ülkeden geldik. Bir tanesinin kokusu yeryüzünü dolduracak, parlaklığı
güneş ve ayın ışığını solduracak derecede güzel, yakut ve
mercan gibi, her an bekâreti yeniden verilen, altın bilezik, yeşil
ipekli elbise ve incilerle süslenmiş tomurcuk memeli sevgililerle
bezenmiş bir ülkeden geldik. Altından sular akan kat kat köşkler,
binası altın ve gümüşten, harcı miskten meydana gelen güzel meskenler,
gümüş kaplar, billur kupalar, altın tepsiler ve kadehlerde
canların çektiği gözlerin hoşlandığı herşeyin bulunduğu, istenilen
et ve meyvelerin bol olduğu, ölümün uğramadığı, gençlik ve güzelliğin
solmadığı, sonu misk kokan, mühürlü hâlis şarabın içildiği,
yandıran güneş, donduran soğuğun bilinmediği bir ülkeden indik.
Kin ve yalanın bilinmediği, hiç bir günahın işlenmediği, cinsî
iktidarsızlığın ve yorulmanın olmadığı, yenen ve içilenlerin ter halinde
çıktığı ve güzel kokular saçtığı bir ülkeden Hz. Adem’le - Hz.
Havva vâlidemizle bu imtihan dünyasına indik, eski ve ebedî yurdumuza,
ana vatanımıza, baba ocağımıza tekrar dönmek üzere.
Cenneti yaratan ve bizi sınav için bu dünyaya indiren Rabbimiz
“Rabbinizden olan rahmet ve cennete doğru koşunuz.”224 “İyi şeyler için
yarışanlar bunun için yarışsınlar.” 225 emriyle kıyamete kadar gelecek
insanları uzun bir yarışa başlattı ki, varış noktası dünyada devlet,
âhirette cennet. Ödül ise cennet nimetleri ve cemâlullah.
Dışını halk, içini Hak için süsleyen muttaki insanlara hazırlanan
bu güzellikler yurduna ancak temiz insanlar layık olduğundan
bu dünyadan kalbimizi ve kalıbımızı kirlendirmemeye,
kirlenen yerlerimizi de temizlemeye çalışmak bizim görevlerimiz
arasındadır. Bu dış ve iç temizlik, bazen gözyaşı, bazen alın teri,
224] 3/Âl-i İmran, 133
225] 83/Mutaffifin, 26
CENNET
- 91 -
bazen mürekkep, bazen kanla yapılır. Cennete doğru koşan, bu
dünyada terleyecek, tökezleyip günah bataklığına düşerse tekrar
kalkıp koşacak, kirlerini gözyaşıyla yıkayıp pişmanlık ateşiyle
yakacak. Dünyada pişmanlık ve tevbe ateşiyle günahlarından
temizlenmeyen mü’minleri Allah lutfedip affetmezse cehennem
ateşiyle temizleyecektir. “Gelin bugün yanalım, yarın yanmamak
için!” 226
İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: Allah’ın Rasûlü (s.a.s.) ile beraberdim.
Ensar’dan bir sahabi geldi ve Rasûlullah’a selâm verdi. Sonra da
sordu: “Yâ Rasûlallah! Mü’minlerin en üstünü hangisidir?” “Onların
ahlâkı en güzel olanıdır.” “Yâ Rasûlallah! Mü’minlerin en zekisi
hangisidir?” “Onların ölümü en çok hatırlayanı, ölümden sonrası
için en güzel bir şekilde âhiret hazırlığı yapanıdır. İşte onlar, en zeki
mü’minlerdir.” 227
Cennet Ucuz Değil!
Cennet insanın hayallerine dahi sığmayacak güzellikte yaratılmış.
Fakat nefse ağır gelen, nefsini terbiye edememiş, ona esir
olmuş insanlara çok zor gelen işlerle kuşatılmıştır. Her nimetin
bir külfeti vardır. Külfet nimetin önemine göre değişir. Cennetin
etrafını kuşatmış bu zor ve sıkıntılı engelleri aşmak için her şeyden
önce kuvvetli bir iman ve bununla birlikte ileri derecede bir
sabır gücü olması lâzım.
Cehennemse nefse hoş gelen, insanı cezbeden işlerle kuşatılmıştır.
Bütün bu işlere bir ömür boyu direnmek, karşı koymak da
çok güçlü bir maneviyatı gerekli kılıyor. Öyle ya insanlar haramhelal,
iyi-kötü demeden her türlü lezzeti yaşamaya koyulacaklar,
siz de bunları göreceksiniz ve yapmayacaksınız! “Ben sabredersem
Rabbim bana cennette daha güzellerini, hem de ebedî olarak
verecek” diyeceksiniz. Bu, cennete ne kadar iman ettiğine ve
dünya hayatına ne kadar değer verdiğine bağlı bir şey. Hayata
damgasını vurmuş büyük insanlara bakın. Hiç birisinin dünyaya
gerektiğinden fazla değer verdiklerini göremeyeceksiniz.
Ama bunun yanında bir de hayatı son derece maddîleşmiş,
ölmeyecekmiş gibi yaşayan, eğlenmek, yemek, içmek, giyinmekten
başka bir derdi olmayan, ne dünün eyvahını, ne de yarının
kaygısını çekmeyen insanlara bakalım; insana ait tüm yüce değerlerden
yoksun iki ayaklı hayvanlar gibi (hatta daha da aşağı)
bir vaziyette ömür tüketiyorlar. Bunlar zevkleri için yaşamaya
226] Seyyid Kutub, Fi Zılali'l-Kur'an, Hikmet Y., c. 1, s. 452
227] İbn Mâce Hadis no: 4259
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 92 -
çalışıyorlar. Basit, geçici, bir müddet sonra insana bıkkınlık veren
zevkleri, âhiret zevklerine değişiyorlar. Tabii bunlara âhiretten
söylenecek şey şu olabilir: “İnkâr edenler, ateşe sunuldukları gün, onlara:
‘Dünyadaki hayatınızda sizin için güzel olan her şeyi (bütün zevklerinizi)
harcadınız, onların zevkini sürdünüz. Ama bugün, yeryüzünde haksız
yere büyüklük taslamanızın ve yoldan çıkmanızın karşılığında alçaltıcı
bir azap göreceksiniz’ denir.” 228
Dünya hayatında basit bir eve talip oluyorsunuz. Birkaç yıl
“taksitlerini ödeyeceğim” diye boğazınıza kadar her şeyinizden
kısıyorsunuz. Yine aynı şekilde evlenmek için bir kıza talip olduğunuzda
bir sürü masraf ve sıkıntıya giriyorsunuz. Dünyada bir
eve ve bir kıza talip olmak bir sürü maddî ve manevî sıkıntılara
girmeyi gerektiriyor da bir cennet köşkü ile hurilere talip olmak
niye bazı sıkıntılara girmeyi gerektirmesin? Üniversite mezunu
nice insanın branşlarıyla ilgili bir meslek bulamadıkları ve pek de
işe yaramayan fakülte diploması için bunca zahmet boşuna imiş
dedikleri bir ortamda, yine de bir yüksek okula girebilmek için her
yıl milyonu geçen sayıda insanın nasıl sınavlara hazırlandığını biliyoruz.
En azından bu kadar olsun çalışmaların, dökülen terlerin ve
çekilen sıkıntıların cennet için de olması gerekmez mi?
“Yoksa siz, sizden öncekilerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete
gireceğinizi mi zannettiniz? Onlara öyle darlık, zorluk, sıkıntı geldi ve
sarsıntıya uğradılar ki Peygamber ve onunla beraber mü’minler: ‘Allah’ın
yardımı ne zaman?’ diyordu. Gözünüzü açın! Allah’ın yardımı şüphesiz
pek yakındır.”229 Rivâyete göre bu âyet, Uhud veya Hendek savaşı
esnasında nâzil olmuştu. Mü’minler öyle daralmışlardı ki, âdeta
ölüp ölüp diriliyorlardı. Sahâbelerden bazıları oldukça tedirgin,
“Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?” demeye başlamışlardı. İşte
Cenâb-ı Hak yukarıdaki âyeti vahyederek âdeta “siz yoksa cenneti
ucuz mu zannetmiştiniz?” buyuruyor. Allah’ın en sâlih kulları en
çok musibetlere uğratılanlar olduğuna göre, bize ne oluyor da
cenneti ucuza kapatmaya çalışıyoruz? 230
Yukarıdaki âyetin takdiri şudur: “Ey mü’minler, sizler Allah’ın
sizi kullukla mükellef tuttuğu her şey ile ibâdet etmediğiniz, sizi
imtihan ettiği şeylere sabretmediğiniz, kâfirlerin eziyetine, fakirlik
ve yoksulluğa, geçim sıkıntısı ve darlıklarına katlanmadığınız,
düşmanla savaşın dehşet ve korkunç hallerine göğüs germediğiniz
müddetçe, sırf bana iman edip, peygamberimi tasdik etmek
228] 46/Ahkaf, 20
229] 2/Bakara, 214
230] Hasan Eker, A.g.e. s. 90
CENNET
- 93 -
sûretiyle cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz? Bütün bunlar,
sizden önceki mü’minlerin başına gelmiştir.” 231
Âyet, cennete girmeye hazırlanmak için, ezelden beri gelen
Allah’ın kanununa yöneltiyor. Cennet ehli olmak için inanç sahiplerinin,
inançlarını müdâfaa etmeleri; o yolda zorluğa, eziyete,
şiddete ve ıstıraba katlanmaları; zafer ve mağlubiyet arasında gidip
gelerek itikadları üzerine sabit kalmaları; hiçbir şiddetin onları
dağıtmaması; hiçbir kuvvetin onları korkutmaması; mihnet ve
fitne balyozları altında gevşememeleri ve zafere hak kazanmaları
için Allah onlara yön veriyor. Zira o günde, Allah’ın dininin muhafızı
onlardır. Kendilerine emanet edilen şeyleri beklemektedirler.
O, emaneti korumaya ve müdâfaaya hazırdırlar. Bu yüzden
de emanete müstahak olmuşlardır. Çünkü onların ruhları korkudan
kurtulmuştur. Dünya hayatının hırsından, yükünden, boşluğundan
kurtulmuştur... O anda ruhları, olduğu âlemden cennete
daha yakındır... Çamurlar âleminden çok yücelerdedirler...
İşte mü’minler, cihad ve imtihandan, sabır ve sebattan, sadece
Allah’a sığınıp O’nu düşündükten, Allah’tan başka her şeyi ve
herkesi ikinci plana attıktan sonra cenneti hak ederler. Yol budur:
İman ve cihad; mihnet ve bela; sabır ve sebat; sadece Allah’a
yöneliş... Yardım bundan sonra geliyor. Cennet nimetleri de bundan
sonra geliyor... 232
“Sizden önceki ümmetler, çeşitli belâlarla azap olunmuşlardı. Ama
bu, onları dinlerinden çevirmemişti. Öyle ki adamın başının ortasından
testereyle kesilir, böylece iki parçaya ayrılır; yine adamın etleri ve sinirleri
demir taraklarla kemiklerinden ayrılır, ama bu onu dininden çeviremezdi.
Allah’a yemin ederim ki, bu iş, mutlaka kemale erecektir. Öyle ki, kervancı
Sana ile Hadramut arasında seyahat ederken ancak Allah’tan ve koyunlarına
karşı kurttan korkacaktır; başka hiç kimseden korkmayacaktır.
Ne var ki sizler, acele ediyorsunuz.” 233
Ebu Hureyre (r.a.) rivâyet ediyor. Rasûlüllah (s.a.s.): “İmtinâ
edip kaçınanlar hâriç, bütün ümmetim cennete girecektir.” ‘Kim cennete
girmekten kaçınıp ayak diretir?’ dediler. “Kim bana itaat ederse
cennete girer, kim âsi olup itaat etmezse o kaçınmış olur demektir!” buyurdular.
234
231] Fahreddin Râzi, Tefsir-i Kebir, Akçağ Y., c. 5, s. 72
232] Seyyid Kutub, Fi Zılali'l-Kur'an, Hikmet Y., c. 1, s. 452
233] Buhârî, İkrah 1
234] Buhârî, İ'tisam 2
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 94 -
“Rabbinizin bağışına ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup genişliği
gökler ve yer kadar olan cennete koşun (onun için yarışın!)” 235
“Yaptıklarına karşılık olarak onlar için nice sevindirici ve göz aydınlatıcı
nimetler saklandığını hiç kimse bilemez.” 236
“Ey mutmain ruh! Rabbini râzı etmiş ve râzı edilmiş/hoşnut olmuş
olarak Rabbine dön. Seçkin kullarım arasına kavuş ve gir cennetime!” 237
235] 3/Âl-i İmran, 133
236] 32/Secde, 17
237]] 90/Beled, 27-30
CENNET
- 95 -
Cennet Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
Cennet Kelimesi ve Çoğulunun Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 147 Yerde):
2/Bakara, 25, 35, 82, 111, 214, 221, 265, 266; 3/Âl-i İmrân, 15, 133, 136, 142,
185, 195, 198; 4/Nisâ, 13, 57, 122, 124; 5/Mâide, 12, 65, 72, 85, 119; 6/En’âm, 99,
141; 7/A’râf, 19, 22, 27, 40, 42, 43, 44, 46, 49, 50; 9/Tevbe, 21, 72, 72, 89, 100,
111; 10/Yûnus, 9, 26; 11/Hûd, 23, 108; 13/Ra’d, 4, 23, 35; 14/İbrâhim, 23; 15/Hıcr,
45; 16/Nahl, 31, 32; 17/İsrâ, 91; 18/Kehf, 31, 32, 33, 35, 39, 40, 107; 19/Meryem,
60, 61, 63; 20/Tâhâ, 76, 117, 121; 22/Hacc, 14, 23, 56; 23/Mü’minûn, 19; 25/Furkan,
8, 10, 15, 24; 26/Şuarâ, 57, 85, 90, 134, 147; 29/Ankebût, 58; 31/Lokman,
8; 32/Secde, 19; 34/Sebe’, 15, 16, 16; 35/Fâtır, 33; 36/Yâsin, 26, 34, 55; 37/Sâffât,
43; 38/Sâd, 50; 39/Zümer, 73, 74; 40/Mü’min, 8, 40; 41/Fussılet, 30; 42/Şûrâ, 7,
22, 72; 44/Duhân, 25, 52; 46/Ahkaf, 14, 16; 47/Muhammed, 6, 12, 15; 48/Fetih,
5, 17; 50/Kaf, 9, 31; 51/Zâriyât, 15; 52/Tûr, 17; 53/Necm, 15; 54/Kamer, 54; 55/
Rahmân, 46, 54, 62; 56/Vâkıa, 12, 89; 57/Hadîd, 12, 21; 58/Mücâdele, 22; 59/
Haşr, 20, 20; 61/Saff, 12, 12; 64/Teğâbün, 9; 65/Talâk, 11; 66/Tahrîm, 8, 11; 68/
Kalem, 17, 34; 69/Haakka, 22; 70/Meâric, 35, 38; 71/Nûh, 12; 74/Müddessir, 40;
76/İnsan, 12; 78/Nebe’, 16; 79/Nâziât, 41; 81/Tekvîr, 13; 85/Bürûc, 11; 88/Ğâşiye,
10; 89/Fecr, 30; 98/Beyyine, 8.
Mutluluklarla Dolu Cennet(ler) Anlamına Gelen “Cennetu’n-Neıym” Kavramının
Geçtiği Âyetler (Toplam 13 Yerde): 10/Yûnus, 9; 22/Hacc, 56; 26/Şuarâ,
85; 31/Lokman, 8; 37/Sâffât, 43; 52/Tûr, 17; 56/Vâkıa, 12,89; 68/Kalem, 34; 70/
Meâric, 38; 82/İnfitâr, 13; 83/Mutaffifîn, 22.
İkamet Edilen (Güzel) Yer Anlamındaki “Adn Cenneti” Kavramının Geçtiği
Âyetler (Toplam 11 Yerde): 9/Tevbe, 72; 13/Ra’d, 23; 16/Nahl, 31; 18/Kehf, 31;
19/Meryem, 61; 20/Tâhâ, 76; 35/Fâtır, 33; 38/Sâd, 50; 40/Mü’min, 8; 61/Saff, 12;
98/Beyyine, 8.
Üzüm ve Benzeri Nimetler Bulunan Bağ-Bahçe Anlamına Gelen “Firdevs”
Cennetinin Geçtiği Âyetler (Toplam 2 Yerde): 18/Kehf, 107; 23/Mü’minûn, 11.
“Cennetü’l-Me’vâ” İfâdesinin Geçtiği Âyet (1 Yerde): 32/Secde, 19.
İyilik/Güzellik Cenneti Anlamında “Hünsâ” Kelimesinin Geçtiği Âyet (1 Yerde):
10/Yûnus, 26.
Cennetin Adı veya Tabakası Olarak Zikredilen ve Esenlik Yurdu Anlamına Gelen
“Dâru’s-Selâm” İfâdesinin Geçtiği Âyetler (Toplam 2 Yerde): 6/En’âm, 127;
10/Yûnus, 25.
Asıl Durulacak Yer, Ebedî İkamet Edilecek Yurt Mânâsına Gelen “Dârul’l-
Mukame” Terkibinin Geçtiği Âyet (1 Yerde): 35/Fâtır, 35.
Cennet ve Cennetlikler Konusundaki Âyet-i Kerimeler: Bakara, 25, 82; 214,
221; Âl-i İmran, 15, 133, 136, 185; 195, 198; Nisa, 13, 57, 122, 124; Maide, 12,
72, 119; A’raf, 40, 42, 44, 46-47; Tevbe, 21-22, 72, 89, 100; Yunus, 9, 10, 26;
Hud, 23, 108; Ra’d, 23-24, 35; İbrahim, 23; Hıcr, 45, 48; Nahl, 31-32; Kehf, 31,
107-108, Meryem, 60, 63; Tâhâ, 76; Enbiya, 102-103; Hacc, 14, 23; Mü’minun,
11; Furkan, 16, 75-76; Şuara, 90; Kasas, 61; Ankebut, 58; Lokman, 8-9; Secde,
19; Sebe’, 1; Fâtır, 33, 35; Yasin, 55, 58; Saffat, 41, 49, 61; Sad, 50, 54; Zümer,
21, 74-75; Mü’min, 40; Zuhruf, 70, 73; Duhan, 52, 57; Ahkaf, 14; Muhammed,
6, 12, 15; Feth, 5; Kaf, 31, 34-35; Zariyat, 15; Tur, 17, 20, 22, 28; Rahman, 46,
48, 50, 52, 54, 56, 58, 62, 64, 66, 68, 70, 72, 74; Vakıa, 15, 23, 25, 26, 40, 88, 91,
95; Hadid, 10, 12; Mücadele, 22; Teğabün, 9; Talak, 11; Tahrim, 8; Kalem, 34;
Hakka, 22, 24; Mearic, 25; Müddessir, 39-40; İnsan, 5-6, 12, 22; Mürselat, 41,
44; Nebe’, 32, 35; Tekvir, 13; Büruc, 11; Ğaşiye, 10, 16; Beyyine, 8.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 96 -
Cennetlikler Hakkındaki Âyet-i Kerimeler
1. Cennet, Takvâ Sahipleri İçin Hazırlanmıştır: Âl-i İmran, 133; Ra’d, 35;
Nahl, 31; Meryem, 63; Kaf, 32-35; Rahman, 46.
2. Cennet, İman Eden ve Güzel Amel İşleyenler İçindir: Nisa, 57; Yunus, 9;
Vakıa, 24; Hadid, 21.
3. Cennette Mü’minlerin Sözleri: Yunus, 10; İbrahim, 23; Hacc, 24; Fâtır, 34-
35; Saffat, 50-54; Zümer, 74; Tur, 25-28.
4. Cennetliklerin Cehennemliklerle Konuşmaları: A’raf, 44, 50-51; Saffat,
50-59; Müddessir, 39-48.
5. Cennette Mü’minle Akrabasıyla Beraber Bulunurlar: Ra’d, 23-24.
6. Mü’minler Cennette Boş Laf ve Kötü Söz İşitmezler: Vakıa, 25-26; Nebe’,
35; Ğaşiye, 11.
7. Cennette Mü’minlerin Yaşı: Vakıa, 35-37.
8. Cennetlik Mü’minlerin Özellikleri: İnsan, 5-12.
9. Dünyada Kâfirler, Mü’minlerle Alay Ederlerdi; Mü’minler de Cennette
Kâfirlere Gülecekler: Mutaffifin, 29-36.
10. Cenneti Kazanmak İçin Kulluk ve Dua: Tevbe, 111, Şuara, 85.
11. Cennetler ve Cennetin Özellikleri Hakkındaki Âyet-i Kerimeler
12. Altlarından Irmaklar Akan Cennetler: Bakara, 25; Âl-i İmran, 15, 136;
Nisa, 57; Tevbe, 71; İbrahim, 23; Nahl, 31; Kehf, 31; Tâhâ, 76; Hacc, 23;
Hadid, 12; Mücadele, 22; Saf, 12; Teğabün, 9; Talak, 11; Tahrim, 8; Büruc,
11; Beyyine, 8.
13. Adn Cennetleri: Tevbe, 72; Ra’d, 23; Nahl, 31; Kehf, 31; Meryem, 62;
Tâhâ, 76; Fatır, 33; Sad, 50; Mü’min, 8; Saf, 12; Beyyine, 8.
14. Firdevs Cennetleri: Kehf, 107; Mü’minun, 11.
15. Me’vâ Cennetleri: Secde, 19; Necm, 13-15.
16. Naıym Cennetleri: Saffat, 40-44; Vakıa, 12; İnfitar, 13.
17. Tevrat ve İncilde Cennet: Tevbe, 111.
18. Cennetin Genişliği: Hadid, 21.
19. Cennetin Özellikleri: Ra’d, 35; Rahman, 62, 64.
20. Cennetle Cehennem Karşılaştırması: Furkan, 15-16; Fâtır, 21.
Cennetteki Nimetler Hakkındaki Âyet-i Kerimeler
1. Cennet Nimetleri: Bakara, 25; Yunus, 9; Kehf, 31; Meryem, 61-62; Hacc,
23; Fâtır, 33; Yasin, 55-58; Saffat, 40-49, 60-62; Sad, 51-55; Zuhruf, 70-73;
Duhan, 51-57; Muhammed, 15; Tur, 21-24; Rahman, 46-78; Vakıa, 15-
40; Hakka, 23; İnsan, 5-6, 12-22; Nebe’, 32-36; Mutaffifin, 22-28; Ğaşiye,
12-16.
2. Cennetin Nimetleri, Dünya Nimetlerinden Hayırlıdır: Âl-i İmran, 14-15;
Nahl, 30.
3. Cennet Süsü: Kehf, 31; Hacc, 23; İnsan, 15-16, 21.
4. Cennet Zevceleri ve Huriler: Bakara, 25; Âl-i İmran, 15; Nisa, 57; Saffat,
48-49; Duhan, 54; Tur, 20; Rahman, 56-57, 70,72, 74, 76; Vakıa, 22-23,
35-38; Nebe’, 33.
5. Cennette Allah’ın Rızası: Âl-i İmran, 15; Tevbe, 72.
6. Cennet Şarabı: Saffat, 45-47; Tur, 23; Vakıa, 18-19; İnsan, 5-6, 15-18;
Nebe’, 34; Mutaffifin, 25-28; Ğaşiye, 14.
7. Tesnim ve Selsebil Kaynağı: Rahman, 50; İnsan, 18; Mutaffifin, 27-28.
CENNET
- 97 -
8. Maıyn Kaynağı: Vakıa, 18.
9. Kevser Irmağı: Kevser, 1.
10. Cennette Dört Irmak: Tevbe, 15.
11. Ru’yetullah (Allah’ın Görülmesi) Hakkındaki Âyet-i Kerimeler
12. Dünyada Gözler Allah’ı Göremez: En’am, 103.
13. Mü’minler, Allah’ı Cennette Göreceklerdir: Yunus, 26; Kıyame, 22-23;
Mutaffifin, 15.
Cennet Konusuyla İlgili Kütüb-i Sitte Hadis Kaynakları
1. Cennetlikler ve Cehennemlikler: 14/ 446, 465.
2. Cennet ve cehennem ehlinin ayrılması yakındır 17/ 591.
3. Cennet ve Cehennem Konuşabilir mi? 14/ 466-467.
4. Cennet ve Cehennemin Sıfatları: 14/ 442-443.
5. Rasûlüllah’ın cennet tasviri: 17/ 611.
6. Cennet ağaçlarının gölgelerinin altından olması: 14/ 442-443.
7. Cennete asla giremeyecek kimse: 17/ 345.
8. Cennet ehlinin durumu: 14/ 429-430.
9. Cennet ehlinin efendileri: 17/ 558.
10. Cennete giremeyen üç sınıf insan: 16/ 348-349.
11. Cennete girenlerin çoğunluğu fakirlerdir: 7/ 449.
12. Cennete girmekten kaçınanlar: 13/ 76-77.
13. Cennet ehlinin vasıfları: 14/ 450-452.
14. Cennet ehlinin çoğunluğunun Hz. Muhammed Ümmetinden Olacağı:
13/ 74-75.
15. Cennet ehlinin yemeği: 17/ 417.
16. Cennete girecek insanların azlığı: 13/ 72.
17. Cennet halen mahluk ve mevcuttur: 12/ 546.
18. Cennet hangi maddeden inşa edildi? 14/ 421-423.
19. Cennet hazinelerinden bir hazine: 17/ 499.
20. Cennetin çarşısı: 14/ 434.
21. Cennetin eşi yoktur: 17/ 611.
22. Cennetin evsafı: 14/ 419; 17/ 610.
23. Cennetin Genişliği: 14/ 426-427.
24. Cennetin iştiyak duyduğu üç kişi: 12/ 553.
25. Cennetin kapısı ilk olarak Peygamberimiz’e açılacaktır: 12/ 396.
26. Cennetin kapısı üzerinde yazılı olan şey: 17/ 292.
27. Cennetin kokusunu alamayan kadın: 17/ 228.
28. Cennetin kokusunu duyamayanlar: 17/325.
29. Cennetin kokusunun duyulma mesafesi: 17/ 228.
30. Cennet kılıçların gölgesi altındadır: 5/ 73.
31. Cennetin tasviri: 7/ 120-121.
32. Cennetin yiyecekleri dünyadakilere sadece ismen benzerler: 15/ 466.
33. Cennetlik erkeğin şehevi gücü daimidir: 17/ 612.
34. Cennetlikler: 14/ 446.
35. Cennetliklerin ibadeti bir vecibe değildir: 14/ 449.
36. Cennetliklerin vasıfları: 14/ 448-449.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 98 -
37. Cennetlikler üç kısımdır: 16/ 406.
38. Cennette akşam ve sabah: 14/ 449.
39. Cennette bir karışlık yer: 17/610.
40. Cennette canın her çektiği, gözün her hoşlandığı verilecektir: 14/ 431-432
41. Cennette doğum yoktur: 14/ 451.
42. Cennette en az zevce sayısı: 17/ 612.
43. Cennette kaza-yı hacet: 14/ 449.
44. Cennette mertebesi en düşük olan kişinin nimetleri: 14/ 454.
45. Cennette mü’minin çok zevcesi olacaktır: 14/ 425-426.
46. Cennete müslümanların Allah’ı görmesi: 14/ 423-425.
47. Hesaba çekilmeden cennete girecek yetmiş bin kişi kimlerdir? 11/ 350.
48. Cennette Peygamber’e komşu olmanın yolu: 17/ 475.
49. Cennette Peygamber’le beraber olmanın şartı: 8/ 224.
50. Mertebece farklı olan dostlar, cennette nasıl beraber olurlar? 10/ 144-145.
51. Cennette sâlih kullar için hazırlanan nimetler: 14/ 419-421.
52. Cennette yüce mertebeler kazanmaya teşvik: 14/ 454-457.
53. Cennetteki dereceler: 14/ 427-428.
54. Cennetteki gurfelilerin durumu: 14/ 446-447.
55. Cennette mertebelerin mesafesi: 4/ 287-288.
56. Cennetteki yasak ağaç ne idi? 14/ 226.
57. Cennetten olan şeyler: 17/ 443.
58. Firdevs cennetleri: 14/ 422-423.
59. İnsanları en çok cennete ulaştıran iki haslet: 16/ 329.
60. Kimse hakkında cennetliktir veya cehennemliktir diye kesin hüküm
vermekten kaçınmak: 11/ 539- 540.
61. Rasûlullah (s.a.v.)’in cenneti müjdelemesi: 12/ 253.
62. Ümmet-i Muhammed’den yetmiş bin kişinin cennete hesapsız
konulacağı: 13/ 73.
63. Yeryüzünde insanların zevk aldıkları toplantılar cennette de vardır: 14/
433-434.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Cennet ve Cennetlikler, Veysel Özcan, Mirfak Y.
2. Cennet Yolları, Mehmet Zahit Kotku, Seha Neşriyat
3. Cennet Yolu, Sâlih Suruç, Nesil Basım Yayın
4. Cennet Nerede? Vehbi Karakaş, Cihan Y.
5. Cennet Nimetleri, Abdullatif Ahmet Aşur, Uysal Kitabevi
6. Cennete Çağrı, Sevim Asımgil, Timaş Y.
7. Cennetin Tasviri, İbn Kayyim el-Cevziyye, Uysal Kitabevi
8. Cennet, Hârun Yahya, Vural Y.
9. Cennet ve Cehennem’in Sonsuzluğu, Ahmet Çelik, Ekev Y.
10. Cennet Hurileri, İbn Kayyım el-Cevziyye, Davetu’lHak Y.
11. Kur’an’da Metafizik Bir Âlem Cennet, Ömer Kara, Rağbet Y.
12. İlâhî Dinlerde Cennet İnancı, Mukayeseli Bir Araştırma, Osman Cilacı,
Beyan Y.
13. Ölüm Sonrası Cennet ve Cehennem, Selim Al, Furkan Dergisi Y.
CENNET
- 99 -
14. Âyetlerle Ölüm ve Diriliş, Said Köşk, Anahtar Y.
15. Ölüm ve Ölümden Sonraki Hayat, Murat Tarık Yüksel, Demir Kitabevi Y.
16. Ölüm ve Ötesi, Heyet, Sağlam Y.
17. Ölüm Ötesi Hayat, Abdülhay Nasih, Nil A.Ş. Y.
18. Ölüm ve Ötesi, Hüseyin S. Erdoğan, Çelik Y.
19. Ölüm ve Sonrası, İmam Gazali, Vural Y.
20. Ölümden Sonra Diriliş, Subhi Sâlih, Kayıhan Y.
21. Ölümden Sonraki Hayat, Süleyman Toprak, Esra Y.
22. Dünya Ötesi Yolculuk, Abdülaziz Hatip, Gençlik Y.
23. Dünya ve Âhiret Hayatı, Muhammed İhsan Oğuz, Oğuz Y.
24. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c1, s. 239-242
25. Mefatihu’l Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahreddin Razi, Akçağ Y. c. 2, s.163-164,
167-172, c. 5, s.70- 77
26. Hadislerle Kur’ân-ıKerim Tefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. c. 2 s. 228-231
27. Fi Zılali’l Kur’an, Seyyid Kutub, HikmetY. c. 1, s. 99-100
28. Kur’ân-ıKerim ŞifaTefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 109-111
29. Bakara Sûresi Yorumu, Haluk Nurbaki, Damla Y. 158-160
30. İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 1, s. 300-302
31. İslâm Ansiklopedisi, T. Diyanet Vakfı Y. c. 7, s. 374-386
32. İslâmi Terimler Sözlüğü, Hasan Akay, İşaret Y. s. 78-80
33. Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, Toshihiko İzutsu, Pınar Y. s. 151-159
34. İnanç ve Amelde Kur’ani Kavramlar, Muhammed el-Behiy, Yöneliş Y. s.
197-199
35. Kur’ani Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Mustansır Mir, İnkılab Y. s. 41-42
36. İlmihal 1, İman ve İbadetler, İsam Y. s. 131-132
37. İlmin Işığında İslâmiyet, Afif A. Tabbara, Kalem Y. s. 143-151
38. İslâm’da İnanç Esasları, B. Topaloğlu, Y. Ş. Yavuz, İ. Çelebi, İFAV Y. 313-317
39. Âhiret Bilinci, Hüseyin Özhazar, Bengisu Y. s. 116-120
40. Âhiret Bilinci, Hasan Eker, Denge Y. s. 75-93
41. Ana Konularıyla Kur’an, Fazlurrahman, Fecr Y. s. 232-248
42. Kur’an Cevap Veriyor, İzzet Derveze, Yöneliş Y. s. 317-318, 327-341
43. İslâm, Üçüncü Kitap, Said Havva, Petek Y. s. 279-296, 334-352
44. İslâm Nizamı, Ali Rıza Demircan, Eymen Y. cilt 2, s. 339-344

- 101 -
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ
İTİKÂDİ KAVRAMLAR -7-
CEHENNEM / NÂR

Nâr ve Cehennem Kelimelerinin Anlam ve Mâhiyeti

Kur’an’da Cehennem Tasviri

Cehennemin 7 Kapısı ve Cehennem Tabakaları

Psikolojik Cezalar

Cehennem Ehli

Kur’an’da Cehennem Tabloları

Cehennemle İlgili Bazı Hadis-i Şerifler

Konuyla İlgili Birkaç Uyarı

Ve Cehennemin Düşündürdükleri
“Bunu yapamazsanız -ki elbette yapamayacaksınız- yakıtı, insan ve taş olan cehennem ateşinden sakının. Çünkü o ateş, kâfirler için hazırlanmıştır.” 238
Nâr ve Cehennem Kelimelerinin Anlam ve Mâhiyeti
Nâr, ateş demektir. Gözle algılanan alevli ateş anlamına gelir. Kur’an’da 145 yerde geçer. Ateş, insan bedenine çok büyük acı ve ıstırap verdiği için âhirette kâfir, münâfık ve âsilerin cezası ateşle verilecektir. Cehennem, âhirette suçlulara ceza olarak tutuşturulan ateşin ismidir. Cehennemin en açık vasfı ateş olduğu için, bazen cehennem yerine ateş anlamına gelen “nâr” kullanılır.
Cehennem, azap yurdu olan ateşin özel ismidir. Arapça “cehmân” kelimesinden alınmış olup, bu da “cehm” den türetilmiştir. Cehm, sert ve çirkin olmak; cehmân, dibi görünmez derin kuyu demektir. “Kehennam” kelimesinden Arapçalaştırılmış, yabancı bir kelime olduğu da söylenmiştir.239 Kur’ân-ı Kerim’de cehennem kelimesi 77 yerde zikredilmekle birlikte; aynı anlamda kullanılan başka kelimeler de bulunmaktadır. Cehennem için Kur’an’da en çok “nâr (ateş) ismi kullanılır. Cehennemin diğer isimleri ise şunlardır: Harîk (yangın), hutame (ezip yok eden), saıyr (alevler), hâviye (uçurum, çukur), lezâ (hâlis ateş, bedenin iç
238] 2/Bakara, 24
239] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, c. 2, s. 64
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 102 -
organlarını söküp koparan), sekar (insanın derisini kavuran ateş),
cahıym (yakıcı ateş), hamîm (kaynar su), semûm (sıcak rüzgâr),
siccîn (hapishane, derin çukur), veyl (Vay haline!), ğayy (azıp sapmak).
İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre, kâfir, münafık ve müşrikler
cehennemde ebedî kalırlar. Tevbe etmeden günahkâr olarak
ölen ve Allah’ın kendilerini affetmediği mü’minler ise, cehennemde
ebedî kalmazlar. Kendilerine günahları kadar azâb edilir. Sonra
oradan kurtulup Cennet’e girerler ve orada ebedî kalırlar.
Kur’an’da Cehennem Tasviri
Cehennem ve oradaki hayat, Kur’ân-ı Kerim’de şu şekilde tasvir
edilir: Suçlular cehenneme vardıklarında, cehennem onlara büyük
kıvılcımlar saçar,240 uzaktan gözüktüğünde onun kaynaması
ve uğultusu işitilir.241 İnkârcılar için bir zindan olan cehennem,242
ateşten örtü ve yataklarıyla,243 cehennemlikleri her taraftan
kuşatan,244 yüzleri dağlayan ve yakan,245 deriyi soyup kavuran,246
yüreklere çöken,247 kızgın ateş dolu bir çukurdur.248 Yakıtı insanlarla
taşlar olan cehennem,249 kendisine atılanlardan bıkmayacaktır.
250 İnsanın içine işleyen bir sıcaklık ve kaynar su içinde, serin ve
hoş olmayan bir kara dumanın gölgesinde bulunacak cehennemliklerin251
derileri, her yanışında, azabı tatmaları için başka derilerle
değiştirilecektir.252 Onların yiyeceği zakkum ağacı,253 içecekleri
kaynar su ve irindir.254 Orada serinlik bulamadıkları gibi, içecek
güzel bir şey de bulamayacaklardır.255
Allah’ı görmekten mahrum kalacak inkârcı kâfirlere256 Allah
bağışlayıp rahmet etmeyecek,257 cehennem azâbı onları
240] 77/Mürselât, 32-33
241]] 25/Furkan, 12
242] 17/İsrâ, 8
243] 7/A'râf, 40-41
244] 18/Kehf, 29
245] 14/İbrahim, 50; 23/Mü'minun, 104
246] 70/Meâric, 16
247] 104/Hümeze, 7
248] 101/Karia, 9-11
249] 66/Tahrim, 6; 2/Bakara, 24
250] 50/Kaf, 33
251] 56/Vâkıa, 42-44
252] 4/Nisâ, 56
253] 37/Saffat, 64-66
254] 56/Vâkıa, 53-55; 78/Nebe', 25
255] 78/Nebe', 24
256] 83/Mutaffifin, 15
257] 4/Nisâ, 137, 168
CEHENNEM
- 103 -
kuşatacaktır. Günahkâr mü’minler, cehennemde ebedî kalmayacaklar,
Peygamberimiz’in hadislerinde de bildirildiği gibi, cezalarını
çektikten sonra cennete konulacaklardır.258
Cehennemin Yedi Kapısı ve Cehennem Tabakaları
Kur’an’ı Kerim’de cehennem’in yedi kapısının olduğu belirtilmektedir.
“Cehennemin yedi kapısı vardır. Onlardan her kapı için birer
grup ayrılmıştır.” (15/Hıcr, 44) Bu âyet, iki şekilde tefsir edilmiştir:
a- Cehenneme girecekler çok olduğu için yedi kapısı vardır. b-
Cezalandırma, azgınlığın çeşit ve derecelerine göre olacağı için
cehennem’in yedi tabakası vardır. Bu tabakalar şunlardır:
Cehennem: “Derin kuyu” demektir. Cehennem tabakalarına
ait yedili tasnif sisteminde azabı en hafif olan en üst tabakadır.
Sünnî âlimlere göre burası günahkâr mü’minlerin azap yeri olacak,
bunların azabı sona erdikten sonra boş kalacaktır. Bu durumda
cehennem, genel olarak âhiretteki azap yerinin bütününün; özel
olarak da en üst tabakasının adı olmaktadır. Kur’ân-ı Kerim’de 77
âyette geçmektedir.
Cahıym: “Kat kat yanan, alevi ve ısı derecesi yüksek ateş” anlamında
olup 26 âyette ve bazı hadislerde geçer. Kur’an’da daha
çok cehennem yerine, birkaç âyette de “tutuşturulan yakıcı ateş”
anlamında kullanılmıştır.
Hâviye: “Yukarıdan aşağıya düşmek” anlamındaki hüviy kökünden
isim olan hâviye, “uçurum, derin çukur” mânâsına gelir.
Kur’an’da sadece bir yerde259 zikredilmiş ve âyetin devamında harareti
yüksek ateş diye izah edilmiştir.
Hutame: “Kırmak, ufalayıp tahrip etmek” anlamındaki hatm
kökünden olup, “Allah’ın yüreklere kadar tırmanan tutuşturulmuş
ateşi” diye açıklanmıştır.260
Lezâ: “Hâlis ateş” anlamına gelen kelime Kur’an’da bir yerde
geçmekte ve “bedenin iç organlarını söküp koparan” diye nitelendirilmektedir.
261
Saıyr: “Tutuşturmak, alevlendirmek” anlamındaki sa’r kökünden
sıfat olup, Kur’an’da 17 âyette yer alır. Kur’an’da çoğunlukla
cehennemin bir adı olarak, bazen de “tutuşturulmuş, alevli ateş”
mânâsında kullanılmıştır.
258] Buhâri, Rikak 51, Tevhid 19; Tirmizi, Birr 61; İbn Mâce, Mukaddime 9
259] 101/Karia, 9
260] 104/Hümeze, 4-7
261] 70/Meâric, 15-16
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 104 -
Sakar: “Şiddetli bir ısı ile yakıp kavurmak” anlamındaki sakr
kökünden isimdir. Dört âyette cehennem kelimesi yerine kullanılmış,
bunlardan bir âyette262 “yaktığı şeyi tüketircesine tahrip etmekle
birlikte sönmeyip yakmaya devam eden ve insanın derisini
kavuran” şeklinde nitelendirilmiştir.
Kur’an’da cehennem için kullanılan başka kelime ve terkipler
de mevcuttur. Beş âyette “azâbü’l-harîk” (yakıcı, ateş, yangın azabı)
cehennem için kullanılır. 12 Âyette geçen “hamîm” (kaynar su)
cehennemdeki azap türlerinden biri olmak üzere, bunun, cehennemliklere
içirileceği ve başlarından aşağı döküleceği beyan edilir.
“Semûm”: Temas ettiği şeyi zehir gibi etkileyip dokularına işleyen
sıcak rüzgâr anlamındadır. Cehennem azabının türlerinden olmak
üzere iki âyette geçer. Hapishane, derin çukur anlamındaki “Siccîn”
kelimesinin cehennemin veya oradaki vadilerden birinin adı olduğu
kabul edilir. Azıp sapmak anlamındaki “ğayy” kelimesi ile,
yazıklar olsun, vay haline! anlamındaki “veyl” kelimesinin cehennemdeki
bir kuyu, dağ veya vadinin adı olduğu da belirtilir.
İslâm âlimleri, cehennemin yedi kapılı (yedi tabaka) oluşu üzerinde
durmuşlardır. Ebussuud’a göre kapıların daha az veya daha
çok değil de yedi oluşu, oraya girmeye sebep olan vasıtaların, yani
beş duyu organıyla, şehvet ve gazap temayüllerinin toplam aynı
sayıda olmasıyla ilgilidir. Elmalılı ise şöyle bir yorum yapmaktadır:
İnsanın mükellefiyet organları beş duyu ile birlikte kalp ve tenasül
uzvudur. Manevî anlamdaki kalp kapısı açık olursa kişi doğru
yoldan yürüyerek cennete girer, aksi takdirde yedi organ, mükellefi
yedi çeşit azaba sürükler. Nitekim cennet ehlinden söz eden
âyetlerde onların kalplerinde kin ve kötülüğün bulunmadığı ifade
edilir. 263
Hâviye, uçurum, derin çukur demektir. Hâviye adlı cehennemin
derinliğini düşün! Dünyadaki şehvetlerin, nefsânî isteklerin
derinliklerinin bir sonu olmadığı gibi, Hâviye’nin de derinliğinin
sonu yoktur.
Nasslarda hâkim olan temaya göre insanla Allah arasındaki
aslî münasebet, sevgi ve rahmete dayanır. Esmâ-i Hüsnâ içinde
kâinata ve özellikle insana yönelik olanlardan sadece iki veya üçü
kahır ve gazap ifade etmekte, diğerleri karşılıklı rıza ve muhabbet
anlamını içermektedir. İslâm’da asıl olan kulun itaat etmesi,
Allah’ın dünya ve âhirette mükâfatlandırmasıdır. Ceza, aslî unsur
olmayıp kötülüklerin önlenmesi için bir tedbirdir. İnsandaki
262] 74/Müddessir 28-29. âyetlerde
263] Elmalılı, a.g.e. Eser Y. c 5, s. 3066
CEHENNEM
- 105 -
adalet duygusu ve müeyyide/yaptırım anlayışı, âhiret hayatındaki
ceza ve mükâfatın varlığını gerekli kılar.
Allah ile kul arasındaki bağın ulûhiyet açısından rahmete,
kulluk açısından tâzime dönüşen bir muhabbete dayanması esas
alınmış olmakla birlikte eğitilmesi çok zor olan insanlar için azap,
diğer dinlerde olduğu gibi İslâm’da da bir müeyyide olarak kullanılmıştır.
Kur’ân-ı Kerim’de cehennem azabı çeşitli etkileriyle yakıcı
olan ateşle tasvir edilmiştir. Azap âyetlerinin incelenmesinden
anlaşılacağı üzere ateş, maddî bir ateş olup yakıtı insanlar ve yanma
özelliği bulunan taşlardan (yahut putlardan) ibârettir. Bu ateş;
alevlenen, sönmeye yüz tuttukça tekrar tutuşturulan, vücudu saran,
tahripkâr yakıcılığı ile bedeni pişirip parçalayan ve iç organlara
kadar nüfuz eden bir ateştir. 77/Mürselât sûresi, 32-33. âyete
göre cehennem ateşinin develer ve saraylar kadar kıvılcım saçtığı
belirtilir. Bir hadiste, dünya ateşinin kemmiyet ve keyfiyet açısından
cehennem ateşinin yetmişte biri olduğu ifade edilmiştir.264
Bir âyetin dolaylı,265 bir hadisin de açık ifadesine göre266 cehennemin
yakıcı ateşi gibi dondurucu soğuğu da bir azap türüdür. Çeşitli
âyetlerde cehenneme gireceklerin simalarından tanınacakları,
perçemlerinden ve ayaklarından yakalanarak yüzleri üstü
ateşe atılacakları, cehennemin kaynamaktan doğan uğultusunu
duyacakları, hiddetli ve dehşetli görüntüsünü müşahede edecekleri
anlatılır. Yine Kur’an’ın beyanlarına göre cehennemlikler
kaynar sular, ateşten prangalar ve zincirler, ateşten elbiselerle
cezalandırılacaktır. Kur’an’daki en açık ve etkili azap tasviri ise
şöyledir: Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar
için bu altın ve gümüşler cehennem ateşinde kızdırılacak,
sahiplerinin alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacaktır.267
Cehennem ehli açlık ve susuzluk hissedecek, fakat yemek olarak
kendilerine, karınlarında erimiş madenler gibi kaynayacak zakkum
ağacı, darî’ denilen zehirli nebat, içecek olarak da bağırsakları
parçalayan kaynar su, kanla karışmış irin verilecektir.
Cehennem ehli, açlık ve susuzluklarını hiçbir şeyle
gideremeyecek,268 cennet ehlinden su talepleri geri çevrilecektir.269
Yiyecek olarak hayvanların dahi yiyemediği bir nebat darî’270 ve
264] Müslim, Cennet 30; Tirmizi, Cehennem 8
265] 76/İnsan, 13
266] Buhâri, Bed'ü'l-halk 10; Tirmizî, Cehennem 9
267] 9/Tevbe, 34-35
268] 78/Nebe', 24; 87/A'lâ, 5
269] 7/A'râf, 50
270] 88/Ğaşiye, 6
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 106 -
zakkum ağacı271 takdim edilecektir. Bu kâfir ve âsilerin kalacakları
yer, bir hapishanedir,272 bu hapishanenin, her biri muayyen bir
gruba ayrılmış olmak üzere, yedi kapısı vardır,273 bu hapishanenin
bekçileri, çok sert olan meleklerdir,274 fakat bu yer altı hapishanesi
de, bazısı diğerlerinden daha aşağıda olan birçok odalara
bölünmüştür,275 üzerlerine ise, kapıları kilitlenmiş ateş276 salıverilecektir.
Bu, kızgın ve yakıcı bir ateştir;277 Uzaktan bakıldığında homurtusu
ve uğuldaması duyulan,278 doymaz bir ateştir bu.279 Lâvlar
fışkırtan volkan gibi de kıvılcımlar saçmaktadır.280 Günahkârlar ise
kâh kıskıvrak281 olarak, kâh boyunlarında bukağılar olduğu halde282
alınlarından ve ayaklarından tutulup283 uzun zincirlere vurularak284
yüz üstü sürüklenirler285 ve yüz üstü286 ateşe, hem de
sıkışık bir yere287 atılırlar; yakıcı bir ateşle288 tutuşturulurlar. Artık
cehennem için yakıt ve odun olmuşlardır.289
Sıkıntı ve acıdan kendilerinden geçmiş olan suçlular, kaçmak
istedikleri her seferde demirden kamçılarla290 dövülerek ateşin ta
ortasına itilirler. Ateşten bir döşeğe yatırılacak, yine ateşten örtülere
bürünecekler291 ve ateş tarafından tamamen kuşatılacaklardır.
292 Bu öylesine bir alev ki, hep yüzlerini yalayacak,293 derilerini
veya parmaklarını söküp alacak, istisnasız her yeri yakacak,294
kasıp kavuracak,295 kömüre çevirecektir.296 Onun nüfuzu bu
271] 37/Saffat, 62-66
272] 17/İsrâ, 8
273] 15/Hıcr, 44
274] 66/Tahrim, 6; 74/Müddessir, 30-31
275] 4/Nisâ, 145
276] 90/Beled, 20; 94/İnşirâh, 8
277] 101/Karia, 1, 11
278] 25/Furkan, 12
279] 50/Kaf, 30
280] 77/Mürselât, 32
281] 25/Furkan, 13; 89/Fecr, 26
282] 13/Ra'd, 5; 24/Nur, 33
283] 55/Rahmân, 41
284] 40/Mü'min, 71; 69/Haakka, 32
285] 17/İsrâ, 97; 25/Furkan, 34
286] 27/Neml, 90
287] 25/Furkan, 13
288] 8/Enfâl, 50; 22/Hacc, 9
289] 2/Bakara, 24; 72/Cin, 15
290] 22/Hacc, 21-22; 32/Secde, 20
291] 7/A'râf, 41
292] 18/Kehf, 29; 29/Ankebut, 54-55; 39/Zümer, 16
293] 14/İbrahim, 50; 23/Mü'minun, 104
294] 70/Meâric, 16
295] 74/Müddessir, 28
296] 74/Müddessir, 29
CEHENNEM
- 107 -
kadarla da kalmayacak, ruhları ve gönülleri saracaktır.297 Cezanın
hafifletilmesi298 veya bu işin artık bitirilmesi dileğiyle feryad
edecekler,299 fakat bu boşuna olacak, bitmeyen bir azab içinde derileri
yenilenecek,300 tekrar feci inilti ve solumalarla baş başa kalacaklardır.
Derken kaynar suya sürülecekler,301 kaynar su dökülecek
tepelerinden.302 Derilerindeki gözeneklere nüfuz edecek yakıcı bir
rüzgâr (semûm) ve sonsuz derecede kaynar bir su (hamîm) içindedirler.
Üstlerinde ise bütün ümitleri çökertecek bir tarzda kesat
olan303 karanın karası dumandan bir gölge…304
Psikolojik Cezalar
Kur’an’daki cehennem tasvirlerinden anlaşıldığına göre yukarıda
özellikleri belirtilen fizyolojik cezalardan başka, bir de
psikolojik nitelikli azap vardır. Bu tür azap, ruhlara en şiddetli
ıstırabı verecek; bu azaba müstahak olanların Allah’ı görmekten
ve O’nunla konuşmaktan mahrum bırakılarak ilahî lanete
uğratılmaları şeklinde vuku bulacaktır.305 Bütün amellerinin
boşa gitmesi,306 Allah’a ortak kılınan putların kendisine bağlananları
terk etmesi,307 âhirette nasiblerinin olmaması,308 âhirette
unutulmaları,309 yardımsız bırakılmaları,310 kovulmaları,311 dostsuz
ve yardımsız kalmaları,312 göğün kapılarının onlara açılmaması,313
özür beyan edemeyecek olmaları314 ziyanda olmaları315 gibi psikolojik
azaplarla da cezalandırılırlar.
Yine bunların yanında, ba’s zamanında suçlular başları eğik
olduğu halde Allah’ın huzurunda dururlar,316 yüzleri kara317 ve
297] 104/Hümeze, 7
298] 23/Mü'minun, 107; Fâtır, 36
299] 35/Fâtır, 37
300] 4/Nisâ, 56
301] 40/Mü'min, 71-72; 55/Rahmân, 48
302] 22/Hacc, 19-20; 44/Duhan, 48
303] 56/Vâkıa, 44
304] 56/Vâkıa, 43
305] 2/Bakara, 161-162; 3/Âl-i İmran, 77
306] 2/Bakara, 217, 264, 266, 276
307] 6/En'âm, 94; 11/Hûd, 21
308] 2/Bakara, 102; 3/Âl-i İmran, 77, 176
309] 7/A'râf, 51; 45/Câsiye, 34
310] 17/İsrâ, 22
311] 17/İsrâ, 18, 39
312] 42/Şûrâ, 8
313] A'râf, 40
314] 77/Mürselât, 35-36
315] 2/Bakara, 27, 121; 3/Âl-i İmran, 85, 149
316] 32/Secde, 12
317] 3/Âl-i İmran, 106
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 108 -
somurtkan olacaktır.318 Amel defterleri büyük küçük her şeyi kaydetmiştir.
319 Kendi organları, kendi aleyhine şâhitlik ederler,320
günahlarını sırtlarına yüklenmişlerdir.321 İnfakında cimrilik gösterdikleri
malları boyunlarına dolanacaktır,322 zemmedilmiş,323 kınanmış324
ve Allah’ın buğzuna uğramışlardır,325 hor ve hakirdirler,326
üzüntüler içinde parmaklarını ısıracaklardır.327
İslâm âlimleri, en büyük saâdet olan cemâl-i İlâhîyi müşâhede
etmekten mahrum bulunmayı en ıstıraplı azap olarak telakki etmişlerdir.
“Acıklı, büyük, şiddetli, aşağılayıcı, sürekli, uzun süreli” gibi nitelikler
taşıyan cehennem azabının kâfirler için “ahkab” adı verilen
uzun devirler süreceği, bunun kâinatın ömrü kadar sürekli olacağı,
fakat ilahî irâdeye bağlı olarak sürenin uzatılıp kısaltılabileceği,328
Kur’an’da verilen bilgiler arasında yer alır.
Cehennem Ehli
Dünyada işlenen günahlara karşılık âhirette uygulanacak cezanın
yeri anlamındaki cehenneme sadece lâyık olanlar girer. Rahmeti
gazabını aşmış bulunan Allah, dilediğini hak ettiğinden fazla
mükâfatlandırdığı halde,329 kimseye hak ettiğinden fazla azap vermez.
Cehenneme lâyık olanlar kimlerdir? Yaratıkların en şereflisi
kılınan insan, Allah’ı tanımak gibi üstün bir yetenekle donatıldığına
göre330 kâinatın yaratıcı ve yöneticisini tanıyıp O’nu tâzime dönüşen
bir sevgi ile sevmedikçe, yani selim yaratılış istikametinden
ayrılıp inkâra yöneldiği sürece cehennem ehlinden sayılmaya lâyık
olur. Uhrevî cezadan, yani cehennemden kurtulmanın yegâne
çaresi olan imanı Allah ile kul arasında oluşan bir sevgi telakki
eden Kur’an, Allah’tan kula yönelik sevginin gerçekleşebilmesi
için bütün semavî kitapları kucaklayan son ilahî mesajın tebliğcisi,
geçmiş nebîlerin tasdikçisi, son peygamber Muhammed’e (s.a.s.)
uymayı şart koşmuştur.331
318] 77/Mürselât, 24
319] 18/Kehf, 49
320] 24/Nur, 24, 36
321] 6/En'âm, 31
322] 3/Âl-i İmran, 180
323] 17/İsrâ, 18, 22
324] 17/İsrâ, 39
325] 40/Mü'min, 40
326] 6/En'âm, 124
327] 25/Furkan, 27-29
328] 6/En'âm, 128; 11/Hûd, 107; 78/Nebe', 23
329] 2/Bakara, 105
330] 51/Zâriyat, 56
331] 3/Âl-i İmran, 31
CEHENNEM
- 109 -
Önceki peygamberlerin ümmetleri de dönemlerinde
nebîlerine samimiyetle uymuşlarsa ebedî cezadan kurtulmuşlardır.
Allah Teâlâ, kendilerinden ahid aldığı İsrailoğulları’na şöyle
demiştir: “Ben sizinle beraberim. Eğer namaz kılar, zekât verir, peygamberlerime
inanır, onları desteklerseniz ve ihtiyacı olanlara faizsiz borç verirseniz
günahlarınızı örter, sizi zemininden ırmaklar akan cennetlerime
koyarım. Bundan sonra inkâr yolunu tutanınız iyi bilsin ki doğru yoldan
sapmıştır.”332 Ne var ki bunu takip eden âyetlerde anlatıldığı üzere
İsrailoğulları da, kendilerinden benzer ahid alınan hıristiyanlar da
ahidlerini bozmuşlar, Allah’tan “bir nur ve apaçık bir kitap” getiren
son peygambere uymamışlar ve böylece Allah’ın rızasından uzaklaşmışlardır.
333
Allah, kullarından dilediğine azap etmeye muktedir olmakla
birlikte334 O, azabının inkâra ve isyana karşılık olduğunu bildirmiştir.
335 İman edip ilahî emirlere itaat edenlerin dışında kalan insanlarla
cinler, inkârlarının derecesi ve günahlarının büyüklüğüne
bağlı olarak cehennemde azap göreceklerdir.336 Peygamber gönderilmeyen
(ve kendilerine ilahî mesaj hiç ulaşmamış olan) topluluklara
azap edilmeyecektir.337 Buna karşılık Allah’ın huzuruna
çıkacaklarına inanmayıp âyetleri inkâr eden kâfirler, Kur’an’a sırt
çeviren yahûdiler, hıristiyanlar, münafıklar, müşrikler, peygamberlerin
bir kısmına inanıp diğerlerini inkâr edenler şiddetli azaba
uğratılacaktır.338 Kur’an’da belirtilen sınırları (hudûdullah) aşıp
peygamberlerin bildirdiklerine aykırı davranan büyük günah sahibi
mü’minler de azaptan kurtulamayacaklardır.339 Sözü edilen
bu zümreler, kısaca kâfirler ve âsi mü’minler, azaplarını Allah’ın
dilediği sürece kalacakları cehennemde çekeceklerdir.340
İman ile davranışlar arasında sıkı bir münasebet vardır. Gerçekten
iman eden kimse, amellerini de imanı paralelinde yerine
getirir. Kur’an, bütün kurtuluş vesilelerini iman-amel mutabakatına
bağlar. İslâm tarihinin ilk dönemlerinden itibaren,
mü’minlerde göze çarpacak davranış bozukluklarının yani günahların
ebedî saadet açısından doğuracağı sakıncalar üzerinde
332] 5/Mâide, 12
333] 5/Mâide, 13-16
334] 5/Mâide, 40; 29/Ankebut, 21
335] 7/A'râf, 96; 9/Tevbe, 95
336] 4/Nisâ, 145; 16/Nahl, 88
337] 17/İsrâ, 15
338] 18/Kehf, 105-106; 4/Nisâ, 139, 145, 161, 172; 5/Mâide, 72-73; 3/Âl-i İmran,
151; 33/Ahzâb, 73
339] 4/Nisâ, 10, 14, 93, 97; 5/Mâide, 94-95; 24/Nur, 23, 63
340] 11/Hûd, 106-107; 78/Nebe', 23
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 110 -
durulmuştur. Hâricîler ve mu’tezile âlimleri, samimi bir tevbe ile
telafi edilmeyen büyük günahları işleyenlerin, inkârcılar zümresine
gireceğini ve ebedî olarak cehennemde kalacağını söylemişlerdir.
İslâm tarihinde daima büyük çoğunluğu oluşturan ehl-i sünnet
âlimleri ise, irade zaafı ve benzeri faktörlerle işlenecek günahların
kalpteki imanı yok etmeyeceğine kani olmuşlar ve açık inkâr dışında
kalan günahları işleyenlerin, bir süre cehennemde cezalandırılsalar
bile eninde sonunda oradan çıkıp cennete gireceklerini
kabul etmişlerdir.
Meryem sûresinde cehennemden ve onun ehlinden bahsedildikten
sonra, “İçinizden oraya gitmeyecek hiçbir kimse yoktur.”341 denilmektedir.
Buradaki gidişin (vürûd) yorumu hakkında çeşitli görüşler
ileri sürülmüştür. Söz konusu âyetlerden edinilen ilk kanaat,
mü’minler de dâhil olmak üzere herkesin cehenneme uğrayacağı
ve onu göreceği şeklindedir. Fakat bu ziyaret, doğrudan cennete
gireceklere bir zarar vermeyecektir. Cennet ile cehennem halkı
arasında vuku bulacağı haber verilen karşılıklı konuşmalardan, cehennemliklerin
cennetteki nimetlerden haberdar olacakları anlaşılmaktadır.
342
Cehennem azabı ile cezalandırılacak kişiler, ilgili âyetlerin
ışığında tasnife tâbi tutulacak olursa, hukukullah/Allah hakkı ile
hukuku’l-ibâd/kul hakkına tecavüz edenler şeklinde bir gruplandırma
yapmak mümkündür. Hukukullaha tecâvüz, iman yolunu
terk edip inkâra sapmak şeklinde özetlenebilir. Bu tecavüz türü
küfür, şirk, nifak, Allah’ın âyetlerini ve peygamberlerini tekzip
gibi kavramlarla birçok âyette dile getirilerek eleştirilmiş ve mücrimler
diye nitelendirilen bu mütecavizler için “Allah’ın düşmanı”
tabiri kullanılmıştır. Yanılmak, kulun âdeta bir özelliği ise, bağışlamak
da Allah’ın en çok vurgulanan bir sıfatıdır. Ancak, kul, hatalarında
ısrar eder ve “suçu kendisini çepeçevre kuşatırsa” muhakkak ki
ebediyyen cehennemde kalır.343 Şu âyetler de cehennemlik insan
tipini etkileyici bir şekilde tasvir etmektedir: “Alabildiğine inat eden,
hayra (veya Allah yolunda harcamaya) var gücüyle engel olan, Allah’a
ortak koşan, şüpheci, nankör.”344
Kul hakkına tecavüz eden tiplerle ilgili birçok âyet ve hadis
mevcuttur. Âyetlerde bu kişiler hakkında zâlim, katil, kibirli,
mü’minlere işkence yapan, yetim malı yiyen gibi vasıflar sıralanmakta,
duyu organları sağlam ve zihnî muhakemeleri yerinde
341] 19/Meryem, 71
342] bk. 7/A'râf, 50
343] 2/Bakara, 81
344] 50/Kaf, 24-26
CEHENNEM
- 111 -
olduğu halde gerçeği görüp idrâk etmeyen bu kişiler için “dört
ayaklı hayvanlar gibi, hatta onlardan da şaşkın”345 ifadesi kullanılmaktadır.
Bir âyetin tasviri de şöyledir: “Alabildiğine yemin eden, izzet-i
nefsi bulunmayan, ötekini berikini ayıplayan, laf getirip götüren, cimri,
aşırı zâlim, günaha dadanmış, kaba, haşin, şerefsiz ve soysuz.”346 Hadis
kitaplarında yer alan çeşitli rivâyetler de bu tür tasvirleri dile getirmektedir.
Bir hadiste, kişileri cehenneme en çok sürükleyen iki
şeyin ağız ile tenasül organı olduğu ifade edilmiştir.347 Kadınların
cehennem halkının çoğunluğunu teşkil ettiğini belirten rivâyet,348
eğer hadis kritiği açısından sahih ise, genelde kadın nüfusun erkek
nüfustan fazla olduğunu göstermiş olabilir. Çeşitli hadislerde,
mü’min oldukları anlaşılan, fakat günahları sebebiyle cehenneme
giren kimselerin secde halindeyken yere temas eden organlarına,
iman mahalli olan kalplerine, Allah korkusundan yaşaran ve
Allah yolunda uykusuz kalan gözlerine cehennem ateşinin nüfuz
etmeyeceği belirtilmiştir.
“Doğrusu Allah, iman edip sâlih amel işleyenleri, altlarından ırmaklar
akan cennetlere koyar. Nankörlük edenler ise zevklenirler ve hayvanlar
gibi yerler. Onların yerleri ateştir.”349 Bu âyet, kâfirin dünyada maddî
hayattan faydalanma ve nefsinin istediğini yeme yönündeki çabasının,
mü’minin öngördüğü çabadan daha fazla olduğunu belirtmektedir.
Üstelik kâfir, maddî şeylerden yararlanırken tıpkı hayvan
gibi kendisini kontrol etmeyi bilmemekte, helâl ve harama,
başkasının varlığına saygı göstermemektedir.
Cehennem ehli, devamlı tartışacak ve çekişecektir. Dünyadayken
şerli önderlerinin sözünü dinleyenler, onları kendilerini saptırmakla
suçlayacak, önderleri ise kendilerini bütün suçlamalardan
temize çıkarmaya çalışacaktır.350
Hadislerde belirtildiğine göre cehenneme girenlere farklı derecelerde
azap edilecektir. Peygamberleri öldürenler, sapıklığa
önderlik yapıp topluma bu şekilde yön verenler ve zâlim devlet
başkanları en şiddetli azâba mâruz bırakılacaklardır.351 Müslüman
olmamakla birlikte Hz. Peygamber’i himaye eden ve dolayısıyla
İslâmiyet’in yayılışını destekleyen Ebû Tâlib’e ise hafif bir azap
345] 7/A'râf. 179
346] 68/Kalem, 10-13
347] Müsned-i Ahmed, II, 291, 392, 442
348] Buhârî, Rikak 16; Müslim, İman 132
349] 47/Muhammed, 12
350] 34/Sebe', 31-33; 38/Sâd, 64; 50/Kaf, 27-28
351] Müsned-i Ahmed, I/375, 407; II/55
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 112 -
uygulanacaktır.352 Cehennemdekilerin kimi ayak bileklerine, kimi
dizlerine, kimi de beline ve göğsüne kadar ateşe gömülecek,353
kâfirlerin bedenleri büyültülerek farklı şekillere sokulacaktır.354
Beşerî adalet mekanizmaları, özellikle İslâm’ın hüküm sürmediği
beldelerde mutlak adaleti sağlayamamaktadır. Hâkimlerin
hâkimi olan Allah, âhiret hayatında mücrimlerin mutlaka ayrı
bir statüye tâbi tutulacağını birçok âyette açıklamıştır. Bu bakımdan
iyi ile kötünün farklı şartlarda, farklı sonuçlarla karşılaşacağı
şüphesizdir. İman edenle etmeyenin, Allah’a itaat edenle
O’na isyan edenin eşit tutulmaması, ilahî adâlet ve hikmetin
gereğidir. Kur’an’ın çeşitli âyetlerinde, Allah’ın lütuf ve keremine
güvenerek inkâr ve isyana düşülmemesi konusunda bütün
insanlar uyarılmaktadır.355 İyilerle kötülerin hem dünya hayatında
hem de âhirette farklı muamelelere tâbi tutulacakları ısrarla
belirtilmektedir. Unutmamalıdır ki, Allah’ın, bağışlayıcı olması
yanında, azabı da şiddetlidir.356 İnkârcı ve isyankâr kullara azap
etmek, hem bir adalet hem de rahmet olarak düşünülebilir. Nitekim
günahkârlardan ilahî azabın geri çevrilmeyeceği anlatılırken
Allah’ın geniş bir rahmet sahibi oluşuna temas edilmesinde de357
böyle bir hikmet aramak mümkündür. Kur’an ile birlikte bütün
semavî kitaplarda yer alan bu temel hükmü yok farzedecek bir
yorum, tümüyle isabetsiz ve geçersizdir. Ancak, suçluya uygulanacak
cezanın sonsuza kadar ateş ve cehennem olup olmaması tartışmalı
konudur.358 Cehennemde görülecek azabın miktar, şiddet
ve şekillerini ancak Allah ve Rasûlü’nün bizlere bildirmesiyle ve
bildirdikleri kadarıyla bilebiliriz.
Âhiret hayatının her devresinde olduğu gibi cehennem azabını
ruh, beden ile birlikte çekecektir. Ancak cehennem hayatında
sözü edilen acı, ıstırap, azap, ateş vb. şeyler, bu dünyadakilerine
tam benzetilemez. Bunların iç yüzünü insanların bilmesi mümkün
değildir; ancak Allah bilir.
“O gün cehenneme: ‘Doldun mu?’ deriz, o: ‘Daha var mı?’ der.”359
Duyguları körelmemiş, hislerini kaybetmemiş hiçbir insan, bu ifadeleri
okuduğu veya işittiği zaman, sakin olamaz. Ruhunda bir
352] Müsned-i Ahmed I/290
353] Müsned-i Ahmed bin Hanbel, III/ 13; Müslim, Cennet 33
354] Müslim, Cennet 44, 45; Tirmizi, Sıfatü Cehennem 3
355] 31/Lokman, 33; 35/Fâtır, 5; 57/Hadid, 14
356] 15/Hıcr, 50
357] 6/En'âm, 147
358] İslâm Ansiklopedisi, T.D. V. c. 7, s. 225 ve devamı
359] 50/Kaf, 30
CEHENNEM
- 113 -
şeylerin uyandığını, kabardığını hisseder. Cehennem öyle anlatılmış
ki, sanki insan azmanı. Gözünü dört açmış, etrafında, yakınında
gördüğü her şeyi içine çeken ve yok eden bir canavar gibi.
Görevi, insan yemek! İnsan bu ifadeleri okuyup, ruh dünyasında
canlandırdığı zaman hiç o müthiş tuzağa doğru gider mi? Yakınından
bile geçmez.
Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor: “Benim halim ateş yakan
bir adamın misali gibidir. Ateş, etrafını aydınlatınca, pervaneler ve şu
küçük hayvanlar, başlar içine düşmeye. O adam onlara mani olmaya çalışır.
Onlar adama galebe çalarlar da, düşünmeden kendilerini ateşin içine
atarlar. İşte benimle sizin örneğiniz budur. Ben, sizi eteğinizden tutup
ateşten çekiyor (alıkoymaya çalışıyorum). Ateşten uzak durun! Ateşten
uzak durun! diye çağırıyorum. Sizler beni yeniyor ve düşünmeden kendinizi
ateşin içerisine atıyorsunuz.” 360
Ya Rasûlallah, ne kadar merhametlisin! Sanki cehenneme
karşı bize kalkan vazifesi görüyorsun. Çünkü sen cehennemin
vehâmetini, dehşetini biliyordun. Onu her an görüyor gibi ona
iman etmiştin. Böyle olduğu içindir ki “Benim bildiğimi bilseydiniz,
çok ağlar; az gülerdiniz.” demiştin. Doğru, biz senin gibi ve senin kadar
bilmediğimiz için ateşe doğru uçan kelebekler gibiyiz. Orada
sanki bir şey var zannıyla koşuyoruz. Sen ise orada durmuş, gelenlere
“gidin buradan, burada bir şey yok, değilse helâk olacaksınız”
diyerek uzaklaştırıyorsun. Selâm olsun sana, ey Rasûl...
Kur’an’da Cehennem Tabloları
Yüce Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerim’de cehennem ve cennet hayatını
idrâklerimize yaklaştırarak bütün ayrıntılarıyla bildirmektedir.
Bu açıklamalar o derece canlıdır ki, bazen de ruhun etkileneceği
şekilde tablolaştırılır ve seslendirilir. İslâm nizamına inanmayan ve
bu Hak düzeni yaşamayanların atılacakları cehennemin azabını
ve bu azabın kalplere korku salan dehşetini âyetlerden izleyelim:
“Cehennem o azgınların hepsinin buluşma yeridir. Onun yedi kapısı
vardır. Her kapıdan onların girecekleri ayrılmış bir kısım vardır.”361 Dünya
hayatında da o azgınlar hep aynı yerlerde buluşurlardı. Şeytanın
süslü gösterdiği batakhanelerde, eğlence yerlerinde. Orada
da aynı yerde buluşurlar. O cehennemin yedi kapısından her biri,
başka bir koğuşa açılır. Her kapıya o azgınlardan bir miktar, nasıl
olduklarına ve ne yaptıklarına göre, bölünüp ayrılmışlardır. Herkes
konulduğu koğuşta cefa çeker. “Zaten onlar kıyamet saatini de
360] Sahih-i Müslim
361] 15/Hıcr, 43-44
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 114 -
yalanladılar. O saatin geleceğini yalanlayanlara çılgın alevli bir ateş hazırlamışızdır.
Bu ateş onlara uzak bir yerden gözükünce, onun kaynamasını
ve uğultusunu işitirler. Elleri boyunlarına bağlanarak, dar bir yerden
atıldıkları zaman, orada yok olup gitmeyi isterler. ‘Bir kere yok olmayı
değil; birçok defa yok olmayı isteyin’ denir. De ki ‘Bu mu iyidir, yoksa
ebedî cennet mi daha iyidir?”362 Cehennemin homurtusu ve uğultusu;
kızdırılmış ve sinirlenmiş bir canavarın sağa sola saldırmaya hazırlanışını
andırıyor. Haydi, yaklaşın bakalım! Böylesi bir canavarın
önüne atılan avın halini bir düşünelim! Aynı şekilde cehenneme
atılanların, cehennemin uğultusuna karışan, bitmek tükenmek
bilmeyen feryatları... Sonsuza dek...
“O (cehennem) ne geri bırakır, ne de azaptan vazgeçer, insanın derisini
kavurur.” 363 Adiy bin Hatem (r.a.)’den Rasûlullah’ın şöyle buyurduğu
rivâyet edilmiştir: “Ateşten korununuz!” Râvi: “Rasûlullah
sanki ateşe bakıyor gibi cehennemden çekindi” dedi. Sonra böyle
buyurdu. Sonra üç defa sakınıp yüzünü çevirdi. Hatta biz, cehenneme
bakıyor zannettik. Sonra: “Yarım hurma ile de olsa ateşten
korununuz: Onu da bulamayan güzel bir söz (söylemek)le (korunsun)”
buyurdu.364
Bir defasında Peygamberimiz, gülen bir topluluğa uğradı da:
“Aranızda cennet ve cehennem anılırken gülüyorsunuz ha?!” buyurdu.
Artık bu kimselerden hiç biri ölünceye kadar gülerken görülmedi.
“Âyetlerimizi inkâr edenleri ateşe sokacağız, derilerinin her yanışında
azabı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Allah güçlüdür,
hakîmdir.” 365
“İşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf: O’nu inkâr edenlere,
ateşten elbiseler kesilmiştir. Başlarına da kaynar su dökülür de bununla
karınlarındakiler ve derileri eritilir. Demir topuzlar da onlar içindir. Orada,
uğradıkları gamdan ne zaman çıkmak isteseler her defasında oraya geri
çevrilirler. ‘Yakıcı azabı tadın’ denir.” 366
“Allah, şüphesiz kâfirlere lânet etmiş ve onlara içinde sonsuz olarak
temelli kalacakları çılgın alevli cehennemi hazırlamıştır. Onlar bir dost
ve yardımcı bulamazlar. Yüzleri ateşte çevrildiği gün: ‘Keşke Allah’a itaat
etseydik, keşke Peygamber’e itaat etseydik!’ derler. ‘Rabbimiz! Biz
yöneticilerimize ve büyüklerimize itaat etmiştik. Fakat onlar bizi yoldan
saptırdılar. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver, onları büyük bir lânete
362] 25/Furkan, 11-15
363] 74/Müddessir, 28-29
364] Buhâri; Müslim
365] 4/Nisâ, 56
366] 22/Hac, 19-22
CEHENNEM
- 115 -
uğrat’ derler.”367 Çılgın alevli bir ateş, “imdat” diyerek yardım isteyecekleri
hiçbir dost ve yardımcı yok. Böyle bir pozisyonda birileri
ateşte evire çevire pişiriliyor. Tıpkı şişlere takılmış etlerin ateşte
çevrilerek pişirilmesi gibi. “Yüzleri ateşte çevrildikleri gün...” Ve ardından
faydası olmayan pişmanlık feryatları. “Rabbimiz biz Sana
ve Rasûlüne itaat edeceğimize, yönetici ve büyükleri-mize itaat
etmiştik, onları râzı etmeye çalışmıştık...” Kendilerinin bu duruma
düşmesine sebep olan yönetici ve büyüklere öyle öfkelenmişler ki,
Rablerinden onlara iki kat azap talebinde bulunuyorlar, onlara
lânet edilmesinin, yüreklerine su serpeceğine inanıyorlar.
“Tâğîlere/azgınlara kötü bir gelecek vardır. Onlar için cehennemde bir
döşek vardır, orası ne kötü döşektir.”368
“Kitapları soldan verilenler; ne yazık o sol ashabına! İnsanın içine işleyen
bir sıcaklık ve kaynar su içinde, serinliği ve hoşluğu olmayan kara bir
dumanın gölgesinde bulunurlar. Çünkü onlar, bundan önce dünyada nimet
içinde bulunurlar iken, büyük günah işlemekte direnir dururlardı.”369
Hava kavurucu sıcaktır. İnsanın derilerinin gözeneklerine işler
ve vücutları kavurur. Su ise, son derece sıcaktır, ne serinletir ne
de susuzluğu giderir. Orada bir gölge vardır. Kara dumandan bir
gölge. Görünce çok sevinirler. Serinlemek için oraya doğru koşarlar.
Fakat yakıcı, yalayıcı ve boğucu bir gölge olduğunu görünce
müthiş bir hayal kırıklığı. Psikolojik azap. Azap içinde azap. Şüphe
yok ki bu, alay ve eğlence mânâsıyla gölgedir. Bir gölge ki ne
serinletir ve ne fayda verir. Şımarıklara bu sıkıntı ne acıdır. “Onlar
için cehennemden bir yatak ve üstlerine de örtüler vardır. Zâlimleri böyle
cezalandırırız.”370 Cehennem bir yatakhane gibi hazırlanmış. Konuklarının
altına ateşten bir döşek, üstlerine ateşten bir yorgan
ve başlarının altına ateşten bir yastık. Yatakhane, döşek, yorgan
denilince insanın aklına istirahat, uyumak ve tatlı rüyalar gibi güzel
şeyler gelir. Fakat böyle güzel şeyler düşman başına. Tabii yine
aşağılayıcı alay sahnesi.
“Yakıcı ateşe yaslanırlar, kızgın bir kaynaktan içirilirler. Beslemeyen,
açlığı gidermeyen kötü kokulu bir dikenden başka yiyecekleri yoktur.”371
Cehennem konuklarının altına minderleri, yatakları serilmişti.
Tabii hava çok sıcak olunca hemen içecek bir şeyler ikram edilir.
Meşrubatlar gelir, fakat o da ne, fokur fokur kaynıyor. Ardından
367] 33/Ahzâb, 64-68
368] 38/Sâd, 55-56
369] 56/Vâkıa, 41-45
370] 7/A'râf, 41
371] 88/Ğâşiye, 4-7
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 116 -
konuklara yemek ikram edilir. Öyle bir yemek ki insanın boğazında
durunca ne ileri gider ne geri çıkar. İnsana boğulma anını
sürekli yaşatır. Dikenli olduğu için boğazı da parçalamış ve oraya
takılmış duruyor. Yiyenlerin açlığını da gidermiyor. Ne ağırlama!
Sonra siz ey sapıklar, yalanlayanlar! Doğrusu zakkum ağacından yiyeceksiniz,
karınlarınızı onunla dolduracaksınız.”372
Peygamberimiz: “Ey iman edenler, Allah’tan hakkıyla korkun ve
ancak müslümanlar olarak can verin.”373 âyetini okudu ve şöyle buyurdu:
“Zakkumdan bir damla dünya yurduna damlatılsa, dünyadakilerin
yiyeceklerini acıtırdı. Öyle ise yiyeceği zakkum olan kimsenin hali
nasıl olur?”374
“Cehennem halkı, cennet halkına: ‘Bize biraz su veya Allah’ın size
verdiği rızıktan gönderin’ diye seslenir, onlar da; ‘Doğrusu Allah dinlerini
oyun ve eğlenceye alan, dünya hayatına aldanan inkârcılara ikisini de haram
etmiştir’ derler. Bu günle karşılaşacaklarını unuttukları, âyetlerimizi
bile bile inkâr ettikleri gibi biz de onları unutuyoruz.”375 Öteki dünyada
unutulmamak için burada Allah’ı unutmamak ve sonu ateş olan
işlerden kaçınmak gerekiyor. Şu dünyanın yaz sıcaklarında güneş
altında durmaktan kaçınan insanın, cehennem sıcağına nasıl dayanacağının
muhasebesini yapması gerekir.376
“Allah’ın Rasûlü’ne muhalefet etmek için (cihaddan) geri kalanlar,
(sefere çıkmayıp) oturmaları ile sevindiler; mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda
cihad etmeyi çirkin gördüler; ‘bu sıcakta sefere çıkmayın’ dediler.
De ki: ‘Cehennem ateşi daha sıcaktır!’ Keşke anlasalardı! Artık kazanmakta
olduklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar!” 377
“Kitabı solundan verilmiş olana gelince; o, ‘keşke, der, bana kitabım
verilmeseydi de, Hesabımın ne olduğunu bilmeseydim! Keşke onunla
(ölümümle) her iş olup bitseydi! Malım bana fayda sağlamadı. Saltanatım
(gücüm ve belgelerim) da benden ayrılarak yok olup gitti. (Böyle kimse
hakkında, görevli cehennem bekçilerine şu İlâhî buyrukla hitap edilir:)
Onu yakalayın da (ellerini boynuna) bağlayın; Sonra alevli ateşe atın onu!
Sonra da onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincire sarın! Çünkü o, ulu
Allah’a iman etmezdi. Yoksulu doyurmaya (kendi yanaşmadığı gibi, başkalarını
da) teşvik etmezdi. Bu sebeple, bugün burada onun herhangi
bir candan dostu yoktur. Ancak günahkârların yediği kanlı irinden başka
372] 56/Vâkıa, 51-53
373] 3/Âl-i İmran, 102
374] Tirmizi, Nesai, İbn Mâce
375] 7/A'râf, 50-51
376] Hasan Eker, Âhiret Bilinci, Denge Y., s. 67 ve devamı
377] 9/Tevbe, 81-82
CEHENNEM
- 117 -
yiyeceği de yoktur.” 378
Amel defterlerini sollarından alanlar okurla kitaplarını. Okudukça
renkleri gider. İçlerini bir haşyet ve pişmanlık ateşi kaplar.
Bir taraftan kapkara bir geçmişi okur, bir taraftan hatırlar yaptıklarını;
sevap hanesinde bir şeyin olmadığını, öbür tarafta ise isyan,
fücur ve tuğyanla dolu amellerini görür. Mücrimler o zaman
bolluğun ve darlığın bir imtihan, gerçek hayatın ise âhiret hayatı
olduğunu anlarlar. Dünya hayatını gerektirdiği gibi kullanamadıklarını,
emanetlere ihanet ettiklerini hatırlarlar. Ama ne yazık
ki, vakit çok geçmiştir. Bu ceza gününde hatırlamanın ve pişmanlık
duymanın bir faydası yoktur. Sadece; dünya hayatında, amel
yurdunda, fırsatların geçmesine yanmaktan başka bir şey gelmez
ellerinden.
“O gün, gerçek hükümdarlık Rahman’ındır. İnkârcılar için yaman bir
gündür o. O gün, zâlim kimse iki elini ısırarak; ‘ne olurdu ben de Peygamberlerle
beraber bir yol tutsaydım’ diyecektir. ‘Vay başıma gelene!
Keşke falancayı veli (dost ve lider) edinmeseydim. Andolsun ki bana gelen
Kur’an’dan o saptırdı beni. Şeytan insanı yapayalnız ve yardımcısız
bırakıyor. Nebî de: ‘Yâ Rabbim, kavmim, bu Kur’an’ı mehcur/terkedilmiş
bıraktılar (buna iltifat etmediler, inananları da buna gelmekten alıkoydular)
demiştir.” 379
Kendilerine gelen Rasûle ve Kur’an’a bîgâne kalanların karşılaştıkları
pişmanlık, kendilerini yiyip bitirir. Kur’an’ı terkeden, ona
Rahman’ın tüm insanlığın hayat nizamı ve düsturları, esenliğe götüren
hidâyet rehberi olarak değil; sıradan yazılan bir kitapmış
gibi bakanların, ona yabancı kalanların, onu bırakıp beşerî ideoloji
ve kanunlara sarılanların içerisine düştükleri pişmanlık ve hasret
böyle tasvir ediliyor. Sonlarının korkunçluğunu gören, hassasiyet
ve duyarlılıktan yoksun olarak yaşamış insanlar farkında olmadan
iki ellerini birden ısırırlar. Akılları başlarına gelmiş, dehşet etraflarını
sarmıştır. Ama bugün yapılacak bir şey yoktur artık.
“Onların, ateşin başında durdurulmuş iken: ‘Ahh ne olurdu keşke
biz (dünyaya) geri çevrilseydik de Rabbimiz’in âyetlerini yalanlamasaydık,
iman edenlerden olsaydık’ dediklerini bir görsen!”380 Ellerine geçirmiş
oldukları güçle, haksız yere mal toplayıp biriktiren, insanlara zulmeden
mütekebbirler, Karunların, tağutların ve onlara yardakçılık
yapıp, onları yaşatanların, tuğyanın bizatihi Allah’ın dinine
karşı galebesi için müslümanlara savaş açan pis sürüngenlerin acı
378] 69/Hakka, 25-37
379] 25/Furkan, 26-30
380] 6/En'âm, 27
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 118 -
sonu böyle ifade ediliyor. Ellerine geçirdikleri saltanatın biteviye
devam edeceğini zannediyorlardı. Bugün ümitsizlik, hasret ve
zillet içerisinde, yaptıkları zulmün, katliamın ve haksızlığın, şerri
ayakta tutmanın karşılığını göreceklerdir. Allah dâvâsının erlerini
mağlup etmek için zâlimlerin yanında yer aldıklarına, onlara itaat
ettiklerine pişman olacaklardır. Kendilerini yüceltip, takdis ettikleri
erkânın da aynı akıbette, güçsüz, hakir, aşağılanmış halini görünce
pişmanlıkları daha da artacaktır. Mala ve mülke, saltanat ve
dünyaya olan sevgisini ve zâfiyetini aşamayıp kullara kul olanlar
hasretler içerisine yanmaya mahkûm olacaklardır.381
“İtaat edilenler (kendilerine) itaat edenlerden uzak durdular; azabı
gördüler, aralarında-ki bağlar kesildi. İtaat edenler, şöyle dediler: ‘Ah
keşke bir daha dünyaya dönmemiz mümkün olsaydı da şimdi onların
bizden uzak durdukları gibi biz de onlardan uzak dursaydık.’ Böylece
Allah, onlara işledikleri bütün fiilleri hasretler (pişmanlık ve üzüntüler
kaynağı olarak) gösterecektir.”382; “Elleri boyunlarına bağlı olarak dar
bir yerden atıldıkları zaman orada yok olup gitmeyi isterler.”383; O gün
yok olup gitmek de aranıp ele geçmeyen bir arzudur. Bu tâkat
götürmez sıkıntıdan kurtulmanın biricik yolu yok olup gitmektir.
Ama, işte onların isteklerine karşı verilen cevap: “Bir kere değil,
birçok kereler yok olmayı isteyin.”384; “Yüzleri ateşte (pişirilip) çevrildiği
gün derler ki; ‘eyvah bize keşke Allah’a ve Rasûlü’ne itaat etseydik”385;
“Bir zaman gelir ki, inkâr edenler, ‘keşke müslüman olsaydık’ diye arzu
ederler.”386; “Ateşe sürüldükleri zaman; ‘keşke dünyaya bir daha döndürülsek
de, Rabbimizin âyetlerini inkâr etmeyip iman edenlerden olsak’
dediklerini bir görsen. Hayır, evvelce gizleyip durdukları işleri karşılarına
çıktı da ondan böyle söylüyorlar. Eğer geri dönderilseler yine kendilerine
yasak edilen şeylere dönerler. Çünkü onlar şüphesiz yalancıdırlar.”387; “O
gün kişi, ellerinin (yapıp) öne sürdüğü işlere bakar ve kâfir: ‘Keşke ben
toprak olsaydım’ der.” 388
“Cehennem, (kendisine atılacaklara) uzak bir yerden gözükünce, onlar,
onun kaynamasını ve uğultusunu işitirler.”389 İşitirler de tam bir
nedâmet ve hüsran içerisinde şöyle vah ederler: “... Keşke ölüm kati
olaydı (da bir daha dirilmeyeydim) Malım bana fayda vermedi, gücüm
381] Hüseyin Özhazar, Âhiret Bilinci, 121 ve devamı
382] 2/Bakara, 166-167
383] 25/Furkan, 13
384] 25/Furkan, 14
385] 33/Ahzâb, 66
386] 33/Ahzâb, 66
387] 6/En'âm, 27-28
388] 78/Nebe', 40
389] 25/Furkan, 16
CEHENNEM
- 119 -
de kalmadı.” Allah da ilgili meleklere şöyle buyurur: “Onu tutun,
bağlayın. Sonra da cehenneme yaslayın.” 390
İnkârcı ve isyancı kullar cehenneme atıldığında; azap onları kuşatacak:
“... Azap, onları tepelerinden ve ayakları altından saracak.” 391
“İşte siz, ey sapıklar, yalanlayanlar! Doğrusu bu zakkum ağacından
yiyeceksiniz, karınlarınızı onunla dolduracaksınız. Onun üzerine (erimiş
maden tortusu gibi) kaynar su içeceksiniz. Hem de susamış develerin
suya saldırışı gibi içeceksiniz.” 392
“Bu içki, ne fena bir içki ve bu ateş de ne kötü konaklama yeridir.” 393
Tabiidir ki, azap görenler, bu korkunç acıdan kurtulmak, ıstırabı
ölümden daha ağır olan cehennemden çıkmak isterler; ama
nafile: “Oradan her çıkmak istedikçe, yine o ateş içine döndürülürler ve
onlara: ‘tadın bakalım yalanlayıp durduğunuz o ateşin azabını’ denilir.”
394 Çaresizlik içinde bunalırlar da ilgili meleklere iltica ederler:
“Ateşte olanlar, cehennem bekçilerine: ‘Rabbinize yalvarın da hiç değilse
bir gün azabımızı hafifletsin’ derler. Cehennem bekçileri de şöyle
söyler: ‘Size peygamberleriniz belgelerle gelmemiş miydi?’ ‘Evet, gelmişti.’
‘O halde kendiniz yalvarın. Ancak inkârcıların yalvarışı boşunadır.”395
Cehennem azabını çekenler, hiçbir dostun ve hiçbir yardımcının
olmadığını anlarlar da Allah’a yönelirler ve şöyle yalvarırlar:
“Rabbimiz! Bizi, azgınlığımız yenmişti; sapık bir toplum olmuştuk.
Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer (Seni inkâra ve Senin düzenine isyana)
dönersek, artık şüphesiz biz zulmetmiş oluruz.’ (Allah da) buyurur ki: Alçaldıkça
alçalın, sinin orada! Bana karşı konuşup mazeret beyan etmeyin.
Zira kullarımdan bir zümre: ‘Rabbimiz! Biz iman ettik; öyle ise bizi affet;
bize acı! Sen merhametlilerin en iyisisin, demişlerdi. İşte siz onları alaya
aldınız; sonunda onlar (ile alay etmeniz) size beni hatırlatmayı unutturdu,
siz onlara gülüyordunuz.” 396
“İnkâr edenlere cehennem ateşi vardır. Öldürülmezler ki ölsünler, cehennem
azabı da onlara biraz olsun hafifletilmez. İşte biz, küfürde ileri
giden her nankörü böyle cezalandırırız. Onlar orada: Rabbimiz! Bizi çıkar,
(önce) yaptığımızın yerine sâlih amel yapalım, diye feryad ederler. Size
düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size
390] 69/Haakka, 27-31
391] 29/Ankebut, 55
392] 56/Vâkıa, 51-56
393] 18/Kehf, 29
394] 32/Secde, 20
395] 40/Mü'min, 49-50
396] 23/Mü'minun, 106-110
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 120 -
uyarıcı (peygamber) de gelmişti. Artık tadın (azabı)! Zâlimlerin yardımcısı
olmaz.” 397
“O (cehennem), insanlık için sizden ileri gitmek ya da geri kalmak isteyen
kimseler için, gerçekten çok büyük bir uyarıcıdır. Her nefis, kazandığına
(yaptığına) karşılık bir rehindir; ancak (hesap defteri/karnesi) sağ yanından
verilenler başka; Onlar, cennetler içindedir. Günahkârlara), ‘Sizi
şu Sakar’a/yakıcı ateşe sokan nedir?’ diye uzaktan uzağa sorarlar.
Onlar şöyle cevap verirler: ‘Biz namazımızı kılmıyorduk, yoksulu
doyurmuyorduk, (bâtıla) dalanlarla birlikte dalıyorduk. Din/ceza
gününü de yalan sayıyorduk. Nihâyet (bu haldeyken) bize ölüm
gelip çattı. Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez. Böyle
iken bunlara ne oluyor ki, âdetâ aslandan ürküp kaçan yaban
eşekleri gibi (hâlâ) öğütten yüz çeviriyorlar? Güya onlardan her
biri, kendisine (önünde) açılmış sayfalar (İlâhî vahiy) verilmesini istiyor.
Elbette olacak şey değil! Aslında onlar, âhiretten korkmuyorlar. Ama bu,
gerçekten bir ikazdır! Dileyen onu (düşünür) öğüt alır. Bununla beraber,
Allah dilemeksizin onlar öğüt almazlar. Kendisinden sakınılması gereken
O’dur; kendisine bağışlamak yaraşan da.” 398
“Kim Allah’a ve Rasûlü’ne karşı gelirse, bilsin ki ona (kendisi gibilerle
birlikte) içinde ebedî kalacakları cehennem ateşi vardır.” 399
“Kitabı sol tarafından verilene gelince; o, ‘keşke, der, bana kitabım
verilmeseydi de, hesabımın ne olduğunu bilmeseydim! Keşke onunla
(ölümümle) her iş olup bitseydi! Malım bana hiç fayda sağlamadı. Saltanatım
(gücüm ve belgelerim) da benden (koptu,) yok olup gitti. (Böyle
kimse hakkında görevli cehennem bekçilerine şu ilahî buyrukla hitap
edilir:) Onu yakalayın; (ellerini boynuna) bağlayın; sonra alevli ateşe atın
onu! Sonra da onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincire sarın! Çünkü
o, ulu Allah’a iman etmezdi. Yoksulu doyurmaya (kendi yanaşmadığı
gibi, başkalarını da) teşvik etmezdi. Bu sebeple, bugün burada onun herhangi
bir candan dostu yoktur. Ancak günahkârların yediği kanlı irinden
başka yiyeceği de yoktur.” 400
Cehennemle İlgili Bazı Hadis-i Şerifler
“Şüphesiz ki kıyamet gününde cehennemliklerin azap itibariyle en hafif
olanı, ayaklarının altına iki kor parçası konulan ve onların sıcağından
beyni kaynayan kimsedir. O zanneder ki kendisinden daha şiddetli azap
gören hiç kimse yoktur. Hâlbuki o, onlar içinde azabı en hafif olanıdır.” 401
397] 35/Fâtır, 36-37
398] 74/Müddessir, 35-56
399] 72/Cin, 23
400] 69/Haakka, 25-37
401] Buhârî, Rikak 51; Müslim, İman 363, 364; Tirmizî, Cehennem 12
CEHENNEM
- 121 -
“Yüce Allah, azabı en hafif olan kimseye ‘dünyada olan her şey senin
olsaydı (kendini kurtarmak için) onu fidye olarak verir miydin?’ diye
soracak. O: ‘Evet’ diye cevap verecektir. Bunun üzerine Allah Teâlâ: ‘Ben
senden, sen henüz Âdem’in sulbünde iken bundan çok daha kolayını istemiştim.
O da, Bana şirk koşmamandı. Fakat sen şirkten başkasını kabul
etmedin.’ buyuracaktır.” 402
“Âdemoğlunun yaktığı ateş, cehennem ateşinin yetmiş cüzünden bir
parçadır.” 403
“Sizin (şu dünya) ateşiniz, cehennem ateşinin yetmiş cüz’ünden bir
parçadır.” Ashâb: “Yâ Rasûlallah, Dünya ateşi (kâfirleri, fâcirleri
azap için) herhalde kâfidir” dediler. Rasûlullah: “Cehennem ateşi
(miktar ve sayıca) dünya ateşleri(nin tümü) üzerine altmış dokuz derece
fazla kılındı. Bunlardan her birinin harareti, bütün dünya ateşinin harareti
gibidir.” 404
“Kıyamet gününde bir kişi getirilip cehenneme atılır da cehennemde
onun bağırsakları derhal karnından dışarı çıkar. Sonra o kişi (bağırsakları
etrafında) değirmen merkebinin değirmende döndüğü gibi döner. Bunun
üzerine cehennem halkı o kişinin başına toplanıp da: ‘Ey filan! Halin
nedir? Sen bize (dünyada) iyilikle emredip bizi kötülükten nehyeden (bir
öğütçü) değil miydin?’ derler. O da: ‘(Evet ben öyleydim, fakat) ben sizi
ma’ruf ile emrederdim; hâlbuki kendim yapmazdım. Yine ben sizi münkerden
nehyederdim de kendim işlerdim!’ diye cevap verir.” 405
“Cehennem irininden bir kova dünyaya dökülmüş olsa, dünyadakilerin
hepsi kokardı.” 406
“Cehennem, şehvetlerin perdeleriyle örtülmüştür. Oraya şehvetler
(irtikâbı) ile (girilir). Cennet de nefsin hoşlanmadığı ibâdetlerle korunmuştur.
(Buraya da ibâdet meşakkatleriyle girilir)” 407
“(Ashâbım!) Cennet, sizin her birinize nalınının tasmasından (ayakkabısının
bağından) daha yakındır. Cehennem de bunun gibi (yakın)dır
(Tâat cennete; ma’siyet de cehenneme yaklaştırır).” 408
“Ateşle azâb vermek, sadece ateşin sâhibine (Allah’a) âittir.”409
402] Buhârî, Rikak 49; Müslim, Müsafirûn 51, 52
403] Muvatta, Cehennem 1; Müsned-i Ahmed 2/ 467
404] Buhârî, Tecrid-i Sarih c. 9, s. 50
405] Buhârî, Tecrid-i Sarih, c. 9, s. 51
406] Tirmizî, Cehennem 4; Müsned-i Ahmed, 3/ 28, 83
407] Buhârî, Tecrid-i Sarih, c. 12, s. 195
408] Buhârî, Tecrid-i Sarih, c. 12, s. 195
409] Ebû Dâvud, Cihad 122, h. no: 2675, Edeb 176, h. no: 5268
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 122 -
Konuyla İlgili Birkaç Uyarı
Çocuklara, mükellef yaşlarında olmadıkları halde “Allah yakar!”
diyerek, onu güya terbiye etmek, Allah’ın yakıcılığını ve
cezasını önceliklemek en azından üç büyük yanlış içerir. Allah’a
iftira atılmış olur; Allah, çocukları çok sever, onların yaptığı hiçbir
şeyden dolayı yakmaz. Allah, azabıyla korkulan vasfından önce,
sevilmesi gereken merhametli Rabbimizdir. Terbiye yönüyle de
sevgi esasına dayanmayan, ceza ve korkutmaya dayanan terbiye
çocuk üzerinde olumsuz etkileri olan bir yaklaşımdır, bu yönüyle
de yanlıştır.
Cennet ve cehennem konusunda bazı vâizlerin ve halk kitaplarının
mübalağalı tasvirleri sözkonusudur. Bunlar terğib ve terhib
amaçlı ifadelerdir. Ama unutmamalıyız ki, cehennem gaybla ilgili
bir konudur. Dinle ve özellikle de gaybla ilgili konularda delilsiz
beyanlar çok yanlıştır.
Cehennem ve cennetle ilgili fıkralar anlatmak, anlatılan fıkralara
tasvip ederek veya gülerek katılmak, dini, cennet ve cehennemi
alaya almak ve küçümsemek demek olduğundan çok tehlikelidir.
Bu tür Bektaşi fıkralarına veya güncel yakıştırmalara iltifat
edilmemesi gerekir.
Ve Cehennemin Düşündürdükleri
Dünya hayatındaki inanç ve eylemlerin soncu olarak cennet
ve cehennem iki önemli neticedir. Her ikisi de Cenâb-ı Hakk’ın
esmâ ve sıfatlarının gereğidir. Mü’min için hem cennet hem de
cehennem rahmettir. Kur’an, cehennem azabının dehşetini belirttikten
hemen sonra, cin ve inse “Rabbiniz’in hangi nimetlerini
yalanlarsınız?”410 diye hitap ediyor. Burada kast edilen nimet: Cehennemin,
bütün dehşetiyle insanın içinde bir ürperti meydana
getirerek, mü’minin hayatını tanzim hususunda fikir ve ibret vermesidir.
Cennet, yüce duygulu insanlar için, onları yüksek zirvelere
sevketmekte sebep olduğu gibi, cehennem de, seviyesi olgunluğa
ermemiş insanların ondan korkmaları sebebiyle hayatlarını
ciddi bir kontrol altına almalarına sebeptir. Cehennem, tehlikeli
bir yolda yakılmış bir ateş gibidir. O yola düşmekten insanı korur.
Cennet ise, müstakim/dosdoğru yola kurulmuş bir sofradır; insanı
o yola davet eder. Böylece her ikisi de neticeyi düşünebilen insanlar
için ayrı ayrı birer nimet olmuş olur.
“Dünya hayatını ve güzelliklerini arzulayanlara, orada işlediklerinin
410] 55/Rahmân, 35-36
CEHENNEM
- 123 -
karşılığını eksiksiz veririz. Ancak, âhirette onlara ateşten başka bir şey
yoktur.”411 Hayatımız, sağ ve sol omuzlarımızdaki kameramanlarca
filme alınmaktadır. “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür.
Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.”412 Akıllı yatırım, âhirete
yapılan yatırımdır. Kazançlı ticaret, Allah’la yapılan ticarettir; gerçek
anlamda iman edip mal ve canla Allah yolunda cihad ederek
cenneti satın almak, cehennemden kurtulmaktır. Kur’an’da anlatılan
canlı cehennem tasvirleri, haram zevkleri insanın boğazına
dizecek cinstedir. Haram-helâl demeden yiyip içmek, gezip tozmak,
gülüp oynamak, nefsin her istediğini yapmak, dünyadan
kâm almak belki önemli olurdu: Eğer cehennem olmasaydı. Ama
unutmayalım ki cehennem var. Ve bize çok uzak da sayılmaz. İyi ki
cehennem var; yoksa insanoğlunu hiçbir şey zaptedemezdi. Dünya
lezzetleri, eğlence ve ziyafetleri, yatlar, katlar... için ibâdeti, yaratılış
gayesini unutarak bütün gücünü sarfetmeye gelmediğimiz
belli olacak, sınavın çileli zevki ortaya çıkacak. İyi ki cehennem
var; yoksa insan azdıkça azar, ezdikçe ezerdi. “Zâlimler için yaşasın
cehennem!”
Yanma acısı, belki acıların en dayanılmazıdır. Kibrit ateşine, bir
kibrit sönünceye kadar dayanamıyor parmağımız. Küçük bir yanık
günlerce nasıl acı vermektedir, hemen hepimiz biliriz. Günahlarla,
haramlarla iç içe yaşayan insan, gözleri kapalı uçuruma koşan,
elindeki benzin bidonuyla ateşle oynayan insandan daha feci bir
durumdadır aslında. Hz. Yusuf, Rabbinin burhanını gördüğü, haramların
iç yüzüne şahit olduğu için davet edildiği günahı dünya
hapsine tercih etmişti. 413
Şeytan, haramlara sahte güzellik makyajı yapmakta, insan
nefsinde bir çeşit hallüsinasyonlar oluşturup göz boyamaya çalışırken;
müslüman, Allah’ın yasaklarında güzellik olmadığı bilinciyle
oyuna gelmemeli, şeytanın taktığı maskenin altındaki çirkinliği
görebilmelidir. Her haram, cehenneme düşme, ateşe atılma olarak
gelmeli müslüman gözünde. Âhirete, cennet ve cehenneme
yakînen iman etmek, gözle görür gibi iman etmektir. Mikroskopla
dıştan temiz gibi görünen suya bakan insanın mikropları gördüğü
gibi derin bakış, feraset ve hikmetle görüş hâkim olmalı.
Cehenneme çok uzak sayılmayız. Dünyamız, ateş topunun
üzerinde duruyor. 50 km.lik ince bir yer kabuğunun altı cehenneme
benzer ateş yığınından ibaret. Volkanik dağlardan çıkan lavlar
411] 11/Hûd, 15-16
412] 99/Zilzâl, 7-8
413] 12/Yûsuf, 24
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 124 -
insana altımızdaki ateşi ve cehennemi hatırlatması açısından ne
dehşet verici görüntüler sahneliyor! Bu yüzden cehennemin bulunduğu
yerin yer altı olduğunu söyler bazı âlimler.
Şeytan, bazı mü’mine şöyle yaklaşabiliyor: “Nasıl olsa cehennem
mü’mine ebedî değil; günahlarını zaten Allah affeder, affetmese
bile kısa bir müddet yanıp cennete gidersin, çok önemli değil!”
Dünyada 10-15 senelik hapis cezası ile bile karşılaştırıverelim
durumu. Hangi akıllı biraz zevkleneyim diye bu kadar hapsi göze
alır? Dünyadaki işkencelerle zebanilerin işkencelerini karşılaştırabiliriz.
Dünya ateşinden 70 misli büyük ve güçlü ateşi, insanların
cezası ile şedîdü’l-ıkab olan Allah’ın azabının büyüklüğünü mukayese
edebilirsiniz.
Cehennem ehlinin pişmanlıkları, vicdanlarını kanatan ıstırapları
hep ruhîdir; ancak, alev alev ateşin içine girmeleri, yanan derilerinin
yerine azabın yenilenmesi için derhal yeni deri giydirilmesi
ve organlarının kendi aleyhinde şahitlikte bulunması gibi hususlar
ise tamamen cesede mahsus azap çeşitleridir. O yüzden cehennem
azabı, hem cesede, hem ruha beraber etki edecektir.
Bizim için cennet garanti olmadığına, cehennemden kurtuluşumuzun
kesinleşmediğine, ölümün de her an gelebileceğine,
cennet ve cehennemin inanç ve yaşayışımıza bağlı olduğuna
göre, her ânımızı müslümanca geçirmeli, az sonra ölecekmişiz gibi
âhirete hazır olmalıyız.
Mü’minin Allah’a itaat etmek sûretiyle cehennem ateşinden
kaçınması gerekir. Cehennemin Kur’an’da tasvir olunan dehşeti,
insana gerçek anlamda iman ve sâlih amele sarılıp bu feci akıbetten
korunması için bir öğüt olarak algılanmalıdır. İnsanın eğitimi
ve iyi davranışlara yönlendirilmesi açısından cennet ve cehennem
inancının dünya hayatına etkileri açıktır. Kişi, gizli ve açık yaptığı
her şeyin karşılığını bulacağını ve cehennemdeki cezanın dehşetini
hatırladığında, elbette hareketlerine çeki düzen verme ihtiyacını
duyacaktır.
“Ey Rabbimiz! Bize dünyada da hasene (güzellik ve iyilik) ver, âhirette
de hasene ver. Bizi cehennem azâbından koru!”414; “Ey Rabbimiz! İman
ettik; bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azâbından koru!” 415
414] 2/Bakara, 201
415] 3/Âl-i İmran, 16
CEHENNEM
- 125 -
Nâr ve Cehennemle İlgili Âyet-i Kerimeler
A- Ateş (Azâbı) Anlamındaki “Nâr” Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam
145 Yerde): 2/Bakara, 17, 24, 39, 80, 81, 126, 167, 174, 175, 201, 217, 221,
257, 266, 275; 3/Âl-i İmrân, 10, 16, 24, 103, 116, 131, 151, 183, 185, 191, 192;
4/Nisâ, 10, 14, 30, 56, 145; 5/Mâide, 29, 37, 64, 72; 6/En’âm, 27, 128; 7/A’râf, 12,
36, 38, 38, 44, 47, 50; 8/Enfâl, 14; 9/Tevbe, 17, 35, 63, 68, 81, 109; 10/Yûnus, 8,
27; 11/Hûd, 16, 17, 98, 106, 113; 13/Ra’d, 5, 17, 35; 14/İbrâhim, 30, 50; 15/Hıcr,
27; 16/Nahl, 62; 18/Kehf, 29, 53, 96; 20/Tâhâ, 10, 10, 10; 21/Enbiyâ, 39, 69; 22/
Hacc, 19, 72; 23/Mü’minûn, 104; 24/Nûr, 35, 57; 27/Neml, 7, 8, 90; 28/Kasas, 29,
29, 29, 41; 29/Ankebût, 24, 25; 32/Secde, 20, 20; 33/Ahzâb, 66; 34/Sebe’, 42;
35/Fâtır, 36; 36/Yâsin, 80; 38/Sâd, 27, 59, 61, 64, 76; 39/Zümer, 8, 16, 19; 40/
Mü’min, 6, 41, 43, 46, 47, 47, 49, 72; 41/Fussılet, 19, 24, 28, 40; 45/Câsiye, 34;
46/Ahkaf, 20, 34; 47/Muhammed, 12, 15; 51/Zâriyât, 13; 52/Tûr, 13, 14; 54/Kamer,
48; 55/Rahmân, 15, 35; 56/Vâkıa, 71, 57/Hadîd, 15; 58/Mücâdele, 17; 59/
Haşr, 3, 17, 20; 64/Teğâbün, 10; 66/Tahrîm, 6, 10; 71/Nûh, 25; 72/Cinn, 23; 74/
Müddessir, 31; 85/Bürûc, 5; 87/A’lâ, 12; 88/Ğâşiye, 4; 90/Beled, 20; 92/Leyl, 14;
98/Beyine, 6; 101/Karia, 11; 104/Hümeze, 6; 111/Mesed, 3.
B- “Cehennem” Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 77 Yerde): 2/
Bakara, 206; 3/Âl-i İmrân,12, 162, 197; 4/nisâ, 55, 93, 97, 115, 121, 140, 169;
7/A’râf, 18, 41, 179; 8/Enfâl, 16, 36, 37; 9/Tevbe, 35, 49, 63, 68, 73, 81, 95, 109;
11/Hûd, 119; 13/Ra’d, 18; 14/İbrâhim, 16, 29; 15/Hıcr, 43; 16/Nahl, 29; 17/İsrâ,
8, 18, 39, 63, 97; 18/Kehf, 100, 102, 106; 19/Meryem, 68, 86; 20/Tâhâ, 74; 21/
Enbiyâ, 29, 98; 23/Mü’minûn, 103; 25/Furkan, 34, 65; 29/Ankebût, 54, 68; 32/
Secde, 13; 35/Fâtır, 36; 36/Yâsin, 63; 38/Sâd, 56, 85; 39/Zümer, 32, 60, 71, 72;
40/Mü’min, 45, 60, 76; 43/Zuhruf, 74; 45/Câsiye, 10; 48/Fetih, 6; 50/Kaf, 24, 30;
52/Tûr, 13; 55/Rahm3an, 43; 58/Mücâdele, 8; 66/Tahrîm, 9; 67/Mülk, 6, 72/Cinn,
15, 23; 78/Nebe’, 21; 85/Bürûc, 10; 89/Fecr, 23; 98/Beyyine, 6.
C- Isı Derecesi Çok Yüksek Ateş Anlamına Gelen ve Cehennemin Bir Adı Olarak
kullanılan “Cehıym” Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 26 Yerde):
2/Bakara, 119; 5/Mâide, 10, 86; 9/Tevbe, 113; 22/Hacc, 51; 26/Şuarâ, 91; 37/
Sâffât, 23, 55, 64, 68, 97, 163; 40Mü’min, 7; 44/Duhân, 47, 56; 52/Tûr, 18; 56/
Vâkıa, 94; 57/Hadîd, 19; 69/Haakka, 31; 73/Müzzemmil, 12; 79/Nâziât, 36, 39;
81/Tekvîr, 12; 82/İnfitâr, 14; 83/Mutaffifîn, 16; 102/Tekâsür, 6.
D- Cehennemin Bir Adı Olarak Kullanılan ve tutuşturulmuş, Alevli Ateş Anlamına
Gelen “Seıyr” Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 17 Yerde):
4/Nisâ, 10, 55; 17/İsrâ, 97; 22/Hacc, 4; 25/Furkan, 11; 31/Fussılet, 21; 33/Ahzâb,
64; 34/Sebe’, 12; 35/Fâtır, 6; 42/Şûrâ, 7; 48/Fetih, 13; 54/Kamer, 24, 47; 67/Mülk,
5, 10, 11; 76/İnsan, 4; 81/Tekvîr, 12; 84/İnşikak, 12.
E- Cehennem Yerine Kullanılan ve Yakıp Kavuran Anlamına Gelen “Sekar”
Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 4 Yerde): 54/Kamer, 48; 74/Müddessir,
26, 27, 42.
F- Uçurum, derin Çukur Anlamına Gelen ve Harâreti Yüksek Ateş Olarak
Kur’an’da İzah Edilen “Hâviye” Kelimesinin Geçtiği Âyet (1 Yerde): 101/Karia, 9.
G- Yüreklere Kadar Tırmanan Tutuşturulmuş, Tahrip Edici Ateş Anlamına Gelen
“Hutame” Kelimesinin Geçtiği Âyetler (2 Yerde): 104/Hümeze, 4, 5.
H- Hâlis Ateş Anlamına Gelen Bedenin İç Organlarını Söküp Koparan Diye
Nitelendirilen “Lezâ” Kelimesinin Geçtiği Âyet (1 Yerde): 70/Meâric, 15.
İ- Azap ve İşkence Anlamındaki “Azâb” Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i
Kerimeler (Toplam 371 Yerde -Azâb 312 Yerde-): 2/Bakara, 7, 10, 49, 85, 86, 90,
96, 104, 114, 126, 162, 165, 165, 166, 174, 175, 178, 201, 284; 3/Âl-i İmrân, 4,
16, 21, 56, 56, 77, 88, 91, 105, 106, 128, 129, 176, 177, 178, 181, 188, 188, 191;
4/Nisâ, 14, 18, 25, 37, 56, 93, 102, 138, 147, 151, 161, 173, 173; 5/Mâide, 18, 18,
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 126 -
33, 36, 36, 37, 40, 41, 73, 80, 94, 115, 115, 115, 118; 6/En’âm, 15, 30, 40, 47, 49,
65, 70, 93, 124, 157; 7/A’râf, 38, 39, 59, 73, 141, 156, 164, 164, 165, 167; 8/Enfâl,
14, 32, 33, 33, 34, 35, 50, 68; 9/Tevbe, 3, 14, 26, 34, 39, 39, 52, 55, 61, 66, 68, 74,
74, 79, 85, 90, 101, 101, 106; 10/Yûnus, 4, 15, 50, 52, 54, 70, 88, 97, 98; 11/Hûd,
3, 8, 20, 26, 39, 39, 48, 58, 64, 76, 84, 93, 103; 12/Yûsuf, 25, 107; 13/Ra’d, 34,
34; 14/İbrâhim, 2, 6, 7, 17, 21, 22, 44; 15/Hıcr, 50, 50; 16/Nahl, 26, 45, 63, 85, 88,
88, 94, 104, 106, 113, 117; 17/İsrâ, 10, 15, 54, 57, 57, 58, 58; 18/Kehf, 55, 58, 86,
87, 87, 87; 19/Meryem, 45, 75, 79; 20/Tâhâ, 47, 48, 61, 71, 127, 134; 21/Enbiyâ,
46; 22/Hacc, 2, 4, 9, 18, 22, 25, 47, 55, 57; 23/Mü’minûn, 64, 76, 77; 24/Nûr, 2,
8, 11, 14, 19, 23, 63; 25/Furkan, 19, 27, 42, 65, 65, 69; 26/Şuarâ, 135, 138, 156,
158, 189, 189, 201, 204, 213; 27/Neml, 5, 21, 21; 28/Kasas, 64; 29/Ankebût, 10,
21, 23, 29, 53, 53; 54, 55; 30/Rûm, 16; 31/Lokman, 6, 7, 21, 24; 32/Secde, 14, 20,
21, 21; 33/Ahzâb, 8, 24, 30, 57, 68, 73; 34/Sebe’, 5, 8, 12, 14, 33, 35, 38, 42, 46;
35/Fâtır, 7, 10, 36; 36/Yâsin, 18; 37/Sâffât, 9, 33, 38, 59, 176; 38/Sâd, 8, 26, 41,
61; 39/Zümer, 13, 19, 24, 25, 26, 40, 40, 47, 54, 55, 58, 71; 40/Mü’min, 7, 45, 46,
49; 41/Fussılet, 16, 16, 17, 27, 50; 42/Şûrâ, 16, 21, 26, 42, 44, 45; 43/Zuhruf, 39,
48, 50, 65, 74; 44/Duhân, 11, 12, 15, 30, 48, 56; 45/Câsiye, 8, 9, 10, 11; 46/Ahkaf,
20, 21, 24, 31, 34; 48/Fetih, 6, 16, 16, 17, 17, 25, 25; 50/Kaf, 26; 51/Zâriyât, 37;
52/Tûr, 7, 18, 27, 47; 54/Kamer, 16, 18, 21, 30, 37, 38, 39; 57/Hadîd, 13, 20; 58/
Mücâdele, 4, 5, 8, 15, 16; 59/Haşr, 3, 3, 15; 61/Saff, 10; 64/Teğâbün, 5; 65/Talâk,
8, 8, 10; 67/Mülk, 5, 6,28; 68/Kalem, 33, 33; 70/Meâric, 1, 11, 27, 28; 71/Nûh, 1;
72/Cinn, 17; 73/Müzzemmil, 13; 76/İnsan, 31; 78/Nebe’, 30, 40; 84/İnşikak, 24;
85/Bürûc, 10, 10; 88/Ğâşiye, 24, 24; 89/Fecr, 13, 25, 25.
Nâr (Ateş) Konusundaki Âyetler:
Bakara, 17, 266; Âl-i İmran, 183; Nisa, 10; Maide, 64; A’raf, 12; Tevbe, 81, 109;
Hud, 113; Ra’d, 17; Hıcr, 27; Taha, 10; Enbiya, 69; Nur, 35; Neml, 7; Kasas, 29;
Yasin, 8; Sad, 76; Mü’min, 41; Rahman, 15; Vakıa, 71; Hadid, 13; Büruc, 5;
Karia, 9.
K- Cehennem ve Cehennemlikler Hakkındaki Âyetler
Bakara, 24, 80-81, 126, 167, 206; Âl-i İmran, 10, 131, 185; Nisa, 14, 56, 169;
Maide, 10, 72; En’am, 27, 70, 128; A’raf, 38, 41, 50, 179; Enfal, 37; Tevbe, 17,
35, 63, 68, 73, 109; Yunus, 4-8; Hud, 106-107, 119; Ra’d, 5, 18; Hıcr, 43-44; İsra,
8, 18, 97; Kehf, 29, 100; Meryem, 86; Enbiya, 98, 100; Hacc, 19, 22, 51, 72;
Mü’minun, 104, 107-108, 112, 114; Furkan, 11, 14, 34, 65-66; Şuara, 91, 103;
Ankebut, 54-55, 68; Secde, 13-14, 20-21; Ahzab, 64-65; Fatır, 36-37; Yasin, 59,
67; Saffat, 161, 163; Sad, 55, 61; Zümer, 15, 17, 61, 72; Mü’min, 6, 46, 60, 71-72,
76; Fussılet, 19; Şura, 45; Zuhruf, 74-75; Duhan, 43, 50; Muhammed, 15; Kaf,
23, 29-30; Tur, 13-14, 16; Rahman, 35, 43-44; Vakıa, 41, 56, 92, 95; Hadid, 15,
19; Mücadele, 8; Haşr, 17; Tahrim, 6; Mülk, 6, 11; Hakka, 31, 32, 35, 37; Mearic,
15, 18; Müddessir, 26, 31, 35, 37, 48; Mürselat, 29, 34; Nebe’, 21, 28, 30; Naziat,
39; Tekvir, 12; Beyyine, 6; Karia, 10-11; Hümeze, 4, 9.
L- Cehennemlikler Hakkındaki Âyetler
Cehennem, Kâfirler İçin Hazırlanmıştır: Âl-i İmran, 13; Kehf, 29; Fatır, 36; Sad,
55-56; Nebe’, 21-23.
Cehennemde Kâfirlerin Sözleri: Fatır, 37, Mü’min, 47-52; Fussılet, 29; Zuhruf,
77-78; Mülk, 8-10.
Cehennemliklerin Cennetliklerle Konuşmaları: A’raf, 44, 50, 51; Saffat, 50-59;
Müddessir, 39-48.
Cehennemliklerin Özellikleri: Leyl, 15-16; Karia, 9-11; Hümeze, 4-9.
Cehennem, İnsanlar ve Cinlerle Dolacaktır: Hud, 119; Secde, 13.
Cehennemde Kâfirlerin Durumu: İbrahim, 16-17; Kehf, 29; Mülk, 6-11.
CEHENNEM
- 127 -
Cehennemde Ölmek ve Dirilmek Yoktur: Taha, 74; A’la, 12-13.
M- Cehennem Azâbı ve Cehennemin Özellikleri Konusundaki Âyetler
Cehennem Azabı Çetindir: Furkan, 66; Mülk, 7-8; Müddessir, 27-29, 32-37;
Mürselat, 31-34; Karia, 9-11; Hümeze, 4-9.
Cehennemde Zakkum Ağacı: İsra, 60; Saffat, 62-67; Duhan, 43-46; Vakıa, 51-
54.
Cehennem Şarabı: Saffat, 67-68; Sad, 57-58; Vakıa, 42, 54-55; Nebe’, 24-25;
Ğaşiye. 5.
Cehennem Ziyafeti: Vakıa, 51-56; Hakka, 36-37; Nebe’, 24-25; Ğaşiye, 6-7.
Cehennem Zebanileri: Zümer, 71, 73; Duhan, 47-50; Tahrim, 6; Mülk, 8; Müddessir,
30-31; Alak, 18.
Cehennem, Kâfirleri Alacak Kadar Geniştir: Kaf, 30.
Cehennemin Yedi Kapısı Vardı: Hıcr, 44.
Cehennemin Yakıtı: Bakara, 24, Tahrim, 6.
Cehennemle Cennet Karşılaştırması: Furkan, 15-16; Fatır, 21.
Allah’ın Cehennem Azabından Koruması İçin Dua: Bakara, 201; Âl-i İmran, 16,
191-192; Furkan, 65.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 2, s. 64
2. İslâm Ansiklopedisi, T. Diyanet Vakfı Y. c. 7, s. 225-233; c. 4, s. 302-309
3. İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 1, s. 280-282; 183-184
4. İslâmi Terimler Sözlüğü, Hasan Akay, İşaret Y. s. 74-75
5. Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, Toshihiko İzutsu, Pınar Y. s. 159-164
6. İnanç ve Amelde Kur’ani Kavramlar, Muhammed el-Behiy, Yöneliş Y. s.
193-197
7. Kur’ani Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Mustansır Mir, İnkılab Y. s. 40
8. İman Nurları ve Âhiret Sırları, Ali Küçüker, Bahar Y. s. 359-371
9. İlmihal 1, İman ve İbadetler, İsam Y. s. 130
10. Kur’an’da Günah Kavramı, Sadık Kılıç, Hibaş Y. s. 362-367
11. İlmin Işığında İslâmiyet, Afif A. Tabbara, Kalem Y. s. 152-154
12. İslâm’da İnanç Esasları, B. Topaloğlu, Y. Ş. Yavuz, İ. Çelebi, İFAV Y. 308-312
13. Âhiret Bilinci, Hasan Eker, Denge Y. s. 67-74
14. Âhiret Bilinci, Hüseyin Özhazar, Bengisu Y. s. 121-126
15. Cehennem ve Cehennemlikler, Veysel Özcan, Mirfak Y.
16. Âyetlerle Ölüm ve Diriliş, Said Köşk, Anahtar Y.
17. Ölüm Sonrası Cennet ve Cehennem, Selim Al, Furkan Dergisi Y.
18. Ölüm ve Ölümden Sonraki Hayat, Murat Tarık Yüksel, Demir Kitabevi Y.
19. Ölüm ve Ötesi, Heyet, Sağlam Y.
20. Ölüm Ötesi Hayat, Abdülhay Nasih, Nil A.Ş. Y.
21. Ölüm ve Ötesi, Hüseyin S. Erdoğan, Çelik Y.
22. Ölüm ve Sonrası, İmam Gazali, Vural Y.
23. Ölümden Sonra Diriliş, Subhi Salih, Kayıhan Y.
24. Ölümden Sonraki Hayat, Süleyman Toprak, Esra Y.
25. Ölüm, Kıyamet, Cehennem, Hârun Yahya, Vural Y.
26. Dünya Ötesi Yolculuk, Abdülaziz Hatip, Gençlik Y.
27. Dünya ve Âhiret Hayatı, Muhammed İhsan Oğuz, Oğuz Y.
Sonsöz
Eğer bu kitabı gerçekten okuyup mesajını anladıysanız, bunu ve buna benzer diğer kitapları bir kenara koymalısınız ve hemen elinize Allah’ın Kitabı’nı alıp meal ve tefsiriyle okumaya başlamalısınız. Daha önce okuduysanız, yine yeniden ve sürekli okumalısınız. Anlayarak, yaşayışınızla ve güncel hayatla bağlantı kurup O’nun gösterdiği istikamet doğrultusunda her şeyi gözden geçirerek Kur’an’a yönelmeniz, bu okuyup bitirdiğiniz kitabın yazılış amacına hizmet etmiş olacaktır.
Haydi Kur’an’a; Elimize, gönlümüze ve yaşantımıza almak ve bir daha bırakmamak için…

 

Ortam