- Allah’a İman
- Müslümanın Allah İnancı
- Nasıl Bir Allah’a İman Ediyoruz?
- Nasıl Bir Allah’a ve Nasıl İman Etmemiz Gerekiyor?
- Allah Teâlâ’nın Sıfatları
- Allah’ın Zâtî Sıfatları
- Allah’ın Subûtî Sıfatları
- Esmaü’l-Hüsnâ (Allah Teâlâ’nın Güzel İsimleri)
- Esmâü’l-Hüsnâ Konusunda Doğru Yoldan Sapmak
- Esmâü’l-Hüsnâyı Saymak ve Ezberlemek
- Sorular
Bu üniteyi bitirdiğinizde aşağıdaki amaçlara ulaşmanız beklenmektedir:
* Temel iman esaslarıyla ilgili bir âyet meali ve Cibril hadisini mealen ifâde edebilmek.
* Bir müslümanın Allah'a nasıl inanması gerektiğini anlatabilmek.
* Halkın Allah inancı Kur’an’ın bizden istediği Allah inancı arasındaki farkları açıklayabilmek,
* Allah Teâlâ’nın sıfatlarını ve beşerî sıfatlardan farklarını izah edebilmek.
* Allah’ın zâtî ve subûtî sıfatlarını sayıp kısaca açıklayabilmek
* Esmâü’l-Hüsnâ konusundaki âyet mealini ifâdelendirerek, Esmâü’l-Hüsnâ’ya açıklayıcı örnekler verebilmek.
* Esmâü’l-Hüsnâ’yı saymak ve hıfzetmek kelimelerini ve bu konudakendilerini terk etmemiz gereken ilhâd edenleri açıklayabilmek.
“Rasûlullah, Rabbinden kendisine indirilene (Kur’an’a) iman etti, mü’minler de. Hepsi; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler.”[1]
“Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr ederse, muhakkak ki hidâyetten uzak bir sapıklığa düşmüştür.”[2]
Bir insanın mü’min olması için, Rasûlullah (s.a.s.)’in Allah’tan getirdiği dinin tümüne inanması şarttır. Bir mü’min, Kur’an’da belirlenen inanç esaslarının tümüne inanmak zorundadır. Cibril hadisi diye meşhur olan Peygamberimiz’in imanı tarif etmesinden, bu akîdenin ana muhtevâsını öğrenmekteyiz. Bu ifâdenin izah edilip açıklanması iman esaslarını oluşturur.
İman esasları: Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere (her şeyin Allah’tan geldiğine) inanmaktır. Bunlar topluca mü’minin akîdesini teşkil eder. Fakat sayılan bu esasın ayrıntıları vardır. Dolayısıyla “imanın şartı altı” yerine; “iman, altı ana maddeden oluşur” demek daha doğru olur.
Allah’a İman: İslâm’da inanılması gereken esasların birincisi Allah’ın varlığına ve birliğine inanmaktır. Allah inancı olmadan O’nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve diğer iman esaslarına inanmak mümkün olmaz. Bunların hepsi Allah inancına bağlıdır.
Akıl sahibi olup da ergenlik çağına gelmiş olan her insana düşen ilk görev, yaratıcısı olan Allah Teâlâ’yı tanımak, O’na iman edip kullukta bulunmaktır. “O göklerin, yerin ve bunların arasındaki her şeyin Rabbidir. O’na kulluk et ve O’na kullukta sabret. Hiç O’nun adıyla anılan (başka) birini biliyor musun?”[3]
Mükellef olan herkese ilk önce farz olan; Allah’a iman etmektir. Bu iman Allah’ın varlığına ve birliğine, O’ndan başka ilâh olmadığına imandır.
Mü’minler Kur’an’ın Tanıttığı Biçimde O’na İman Ederler
Allah'a iman etmenin en öncelikli şartı Allah'ı doğru tanımak ve zihnimizde, kalbimizde ve hayatımızda doğru biçimde konumlandırmaktır. Sahih bir imanın oluşması için, öncelikle Allah'ı gerçek nitelikleriyle ve bir ilme dayalı olarak tanımak ve O’na kendisini tanıttığı biçimde iman edip teslim olmak şarttır. Çünkü ilah ve rab edinilmeye layık tek otorite Allah’tır. Bu yüzden çeşitli ilahlar türeterek, Rabbimizden başka varlıklarda ilmî hiçbir dayanağı olmayan zanna dayalı üstünlükler vehmedenler, beşeri ölçüler içinde en büyük bilim adamı unvanını da alsalar cahildir. “Allah, her şeyin yaratıcısıdır. O, her şey üzerinde vekildir. Göklerin ve yerin anahtarları O'nundur. Allah'ın âyetlerini inkâr edenler var ya, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir. De ki: ‘Ey cahiller! Siz bana Allah'tan başkasına ibadet etmemi mi emrediyorsunuz?"[4] Bu ayetlerde de ifade edildiği üzere, Rabbimiz, hevâ ve zanna uyup yalan üreterek ve dünyanın geçici menfaatlerini arzulayarak sahte ilahlar ve putlar üretenlerin cahil olduklarını beyan etmektedir.
Gerçek birr sahibi, gerçek iyilik ve takva sahibi kimse; Allah’a, Allah’ın istediği gibi iman eden kimsedir. Allah Kur’an’da kendisini nasıl tanıtmışsa o içerikle Allah’a iman gerekir. Aristo’nun inandığı gibi değil, Ebu Cehil’in inandığı gibi değil, şeytanın inandığı gibi, ya da müşrik ehl-i kitap dünyanın inandığı gibi değil. “Eğer onlar (Hıristiyan ve Yahudiler de), sizin inandığınız gibi inanırlarsa şüphesiz doğru yolu bulmuş olurlar; yüz çevirirlerse de derin bir çıkmaza saplanmış olurlar. Bu takdirde de Allah onlara karşı, sana yeter. Zira yalnız O'dur her şeyi işiten ve her şeyi bilen.” (2/Bakara,137). Bunlar da Allah’a inandıklarını iddia ediyorlardı. Meselâ Aristo, Allah’a inandığını iddia ediyor ve inandığı Allah’ı bakın bize şöyle tarif ediyor: “Benim inandığım Allah, dünyayı yarattı. Sonra yarattığı dünyaya dönüp bir baktı ve beğenmedi onu. Dünyayı çok basit, çok bayağı buldu ve ondan geri durdu, el etek çekti, onunla ilgilenmekten vazgeçti ve dünya işini bize bıraktı, ne haliniz varsa kendiniz görün dedi.” İşte sekülerizm, laiklik, Kemalizm, demokrasi, kapitalizm, sosyalizm vb. bütün beşeri ideoloji ve modeller bu zihniyetin ürünüdür. Demokratik ülkelerin Tanrısı, Aristo’nun Tanrısıdır. Dünyayı yaratan, ama onunla ilgilenmeyip dünya işlerini insanlara, insanların egemenliğine bırakan bir Tanrı anlayışına sahiptirler. Hâşâ hukuktan, ekonomiden, yönetimden anlamayan, eğitim konusunda bilgi sahibi olmayan, yaşantıya, kılık kıyafete karışmayan, dünya işiyle ilgilenmeyen ve dünyanın idaresini insanlara bırakan bir Tanrı!
Yahut Ebu Cehil’in inandığı gibi yeryüzünde birtakım putlara, birtakım tâğutlara yönelik kulluğa da ses çıkaramayacak, göklerin ve yerin yaratılışı konusunda söz sahibi olan; ama hayata karışmayan, yerde birtakım varlıkların hâkimiyetine de rıza göstermek zorunda olan bir Tanrı. Peki, şeytan nasıl bir Allah’a inanıyordu? Hayatının bazı bölümlerine karışan; ama bazı bölümlerine karışmayan bir Allah’a inanıyordu. Kendisini tekliften âzâde sayıyor, bazı emirlerini yok farz ediyor, hayatının bazı bölümlerinde kendisini özgür zannediyordu. Bugün müslümanlardan pek çoğu da sanki şeytanın inandığı gibi inanıyor Allah’a. Müslümanım diyen insanlardan pek çoğu, tıpkı şeytan gibi kendilerini tekliften âzâde sayıyorlar. Hayatlarının bazı bölümlerinde sanki o konuda Allah’ın bir teklifi, emri, hükmü yokmuş gibi davranıyorlar. Meselâ kimi müslümanların hayatında namaz, tesettür, yalan söylememek, ölçüyü tartıyı tam yapmak vb. ibadetler ancak hacca gidip geldikten sonra başlar. Bu yüzden hacca gidip gelinceye kadar bu konularda kendisine Allah’ın bir teklifi, emri yokmuş gibi hevasına göre davranır. Hatta biraz genç yaşta hacca gidecek olanlara, “ne acelen var biraz yaşlan öyle gidersin, şimdi hacca gidersen gelince onu nasıl muhafaza edeceksin, namaz kılman vb. Allah’ın emirlerine uyman gerekecek.” diye cahilce uyarılar bile yapılır. Veya kimi müslümanların hayatında İslâm, kırk yaşından sonra başlar. Sanki o yaşa kadar Allah sorumlu tutmuyormuş ya da ölmeyecek ve hesaba çekilmeyecekmiş gibi serbestçe hareket edilir.
Kimi müslümanlar Ebu Cehil gibi hayatlarının bazı bölümlerine Allah’ı karıştırırlar; ama hayatlarının bazı bölümlerine kesinlikle Allah’ı karıştırmamaktan yanadırlar. Kimileri öyle bir Allah’a inanıyor ki, nereden kazanacağına, nerede harcayacağına karışmaz. Kimileri öyle bir Allah’a inanıyor ki; ne iş yapacağına, nasıl yaşayacağına, nasıl evlenip nasıl bir aile oluşturacağına karışmaz. Yemesine içmesine, okumasına yazmasına, alışverişine, ticaretine karışmaz. İnandıklarını iddia ettikleri Allah’ın, tüm bu alanlarda bir ölçü koymadan ve bir hudut belirlemeden kendilerini şeytanları ve hevâlarıyla baş başa serbest bıraktığına inanırlar.[5]
Hâlbuki, Rabbimiz bu tür bâtıl bir Allah inancını, Allah’ın dünya hayatına ya da bu hayatın bazı alanlarına karışmadığı iftirasıyla bu alanlarda başka ilahlar edinen eski ümmetler, müşrikler ve kitap ehli üzerinden “Allah’ı hakkıyla takdir edememek” ifadesiyle önemli bir sapkınlık olarak nitelemiş ve kınamıştır: “Ey insanlar! Size bir örnek verildi. Şimdi ona iyi kulak verin. Sizin Allah'tan başka taptıklarınız bir sinek dahi yaratamazlar, hepsi bunun için toplansalar bile. Eğer sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan kurtaramazlar. İsteyen de âciz, istenen de. Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah, güç sahibidir, azizdir. Allah, meleklerden elçiler seçer ve insanlardan da. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir. O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. Bütün işler Allah'a döndürülür.”[6]
"Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yer, bütünüyle O'nun avucu (kabzası)ndadır; gökler de sağ eliyle dürülüp bükülmüştür. O, şirk koştuklarından münezzeh ve yücedir.”[7]
Yani, onlar Allah'ın yüceliğini idrak edemedikleri için, en hakir mahlûkları O'na ortak koşmakta ve Allah'ı bırakarak onlara kulluk etmektedirler. Yerin ve göğün, Allah'ın kudret ve tasarrufu altında olduğunu izah etmek için, arzın Allah'ın avucu içinde olacağı, göklerin de sağ elinde dürüleceği, bunun da O'na hiç güç gelmeyeceği şeklinde bir ifade kullanılmıştır. Tıpkı bir kimsenin küçük bir topu eline almasının ve mendili buruşturmasının zor olmayacağı gibi. "Bugün inkar etmekte oldukları Allah'ın kudretini, o gün geldiğinde öyle göreceklerdir ki, yer ve gök O'nun elinde basit bir top ve mendil gibi olacaktır." İmam Ahmed, Buhari, Müslim, Nesei, İbn Mace, İbn Cerir'in Abdullah b. Ömer’den naklettiklerine göre, Hz. Peygamber bir gün bir hutbe irad ederken bu ayeti okumuş ve şöyle demiştir: ‘Allah Teâlâ gök ve yıldızları küçük bir çocuğun topu elinde çevirdiği gibi çevirecek ve o gün şöyle diyecektir: "Ben bir tek ilahım, Hükümdarım, Cebbarım, Kibriyayım. Yeryüzündeki hükümdarlar nerededirler? Nerededirler, yeryüzündeki cebbarlar, mütekebbirler?’ Hz. Peygamber (s) bunları söylerken öyle titremeye başladı ki, biz minberin yıkılacağını sanarak korktuk."[8]
Rabbimiz, kendisini hakkıyla takdir edemeyenlere, akılla kavranamayacak kadar muazzam olan gücünü aklımızın alabileceği boyutlara indirgeyerek hatırlatıyor: “Göğü kitap dürer gibi düreceğimiz gün, ilk defa yaratmaya başladığımız gibi yine onu tekrar ederiz. Söz veriyoruz, elbette bunu yapacağız.”[9]
Allah’ı hakkıyla takdir edip kadrini bilen gerçek bir iman, Allah’a Allah’ın istediği biçimde inanmak, yâni kitabında bizden istediği biçimde, tüm bu muhteşem evreni yaratıp yönettiği gibi evren içinde bir zerre bile olamayacak kadar küçük olan bizim hayatımızın da tümüne karışan, hayatımızın tümünde bizden kulluk isteyen, ilahlık ve rablikte tek olan, bir Allah’a iman etmektir. Bu da ancak tevhid inancıyla mümkündür. Bir şeyi tevhid etmek, o şeyi birlemektir. Şirkin zıddıdır. Lugat anlamıyla Tevhid; bir şeyin tek olduğunu bilmek ve buna hüküm vermektir.[10] Kavram olarak ise, Allah'ı yaratılmışların bütün tasavvurlarından ve tahayyüllerinden tenzih etmektir. Tevhidin insanlarla ilgili yönü ise, kulların yaratıcı ile olan ilişkilerinde istiğnadan vazgeçip takva ile Rabbine boyun eğip O'ndan başka boyun eğilecek güç, O’ndan başka ilah ve rab tanımamasıdır.
Hayatımızın tümünde; yiyip içerken, kazanıp harcarken, soyunup giyinirken, alıp satarken, sevip küserken; özetle tüm hayatımızda yalnız kendisini dinlememizi isteyen ve kendisiyle birlikte başkalarını da dinleyip onlara da itaat etmememiz konusunda bizi ciddi biçimde uyaran bir Allah’a inanmak demektir. Gerçek iman sahipleri, gerçek birr ve takva sahipleri Allah’a Allah’ın istediği şekilde, Allah’ın razı olduğu biçimde iman edenlerdir.
Allah’a iman, Allah’tan gelenlerin tümüne iman demektir. Allah’a iman, O’nun tüm evreni ve evrendekileri yaratıp hepsine emrettiği gibi yarattığı insana da emredeceğine ve insanın hayatına çeki düzen verecek bir hayat tarzı belirleyeceğine iman etmek demektir. Allah’a iman, O’nun Rab, Melik ve İlah oluşuna, dünya ve âhiretin tek sahibi, maliki, hükümranı, ilahı ve Rabbi olduğuna ve sadece kendisine itaat ve ibadet edilmesi gerektiğine iman etmek demektir. Allah’a iman, Allah’ın emir ve yasakları çerçevesinde bir hayat yaşama sorumluluğuna iman etmek demektir. Allah’a iman, Allah’ın belirlediği hayat programına uyma mükellefiyetine iman etmek demektir. Allah’a iman, insanın sadece O’na kulluk yapmak için yaratıldığına iman etmek demektir.
"Hepsi birlikte Allah'a... inandılar." Allah'a iman, O'nun ulûhiyet, rubûbiyet ve kulluk edilme hususunda birlenmesi, dolayısıyla insanın vicdanına ve hayatla ilgili herhangi bir konudaki tavrına tek başına O'nun egemen olması-anlamına gelmektedir. Buna göre ulûhiyet ya da rubûbiyette ortağı olmadığı gibi, yaratma ve düzenlemede, tasarrufunda da ortağı yoktur. Varlık âlemi ve hayat üzerindeki tasarrufuna kimse müdahale edemez. İnsanlara onunla birlikte rızık veren başka biri yoktur. O'nun dışında kimse zarar ya da yarar dokunduramaz kimseye. O'nun izni ve rızası olmadan varlık âleminde küçük-büyük hiçbir şey meydana gelemez. Gerek sembolik kulluk davranışları şeklinde olsun, gerekse boyun eğme ve itaat etme şeklinde olsun insanların kullukta yönelecekleri ortaklar yoktur. Bu imana göre, insanların vicdanları ve davranışları üzerindeki egemenlik tek başına Allah'a aittir. Buna göre şeriat, ahlâk kuralları, toplumsal ve ekonomik düzen tek başına egemenlik sahibi olan yüce Allah'tan alınmalıdır. İşte Allah'a imanın anlamı budur. Artık insan; Allah'ın dışında herkesin yanında özgür, Allah'ın koyduğu şeriatten kaynaklanmayan sınırlamaların bağından serbest ve otoritesini Allah'tan almayan her gücün karşısında son derece güçlü olur.[11]
Müslümanlar Allah’a Şöyle İnanır: Allah vardır ve birdir. Varlığının başlangıcı ve sonu yoktur. Allah yaratıklardan hiçbirisine benzemez. Allah’ın varlığı kendisindendir. O hiçbir şeye muhtaç değildir, bütün her şey ona muhtaçtır.
Allah daima diridir. Her şeyi bilir, görür, işitir, dilediğini yapar. Allah sonsuz kudret (güç) sahibidir, yaratıcıdır, dilediğini yoktan var eder.
Allah’a böyle inanan kimse, hiç kimsenin görmediği bir yerde bile olsa ahlâksızlık yapamaz. Çünkü Allah’ın onu gördüğünü, duyduğunu ve cezâlandıracağını bilir ve ona göre hareket eder.
Nasıl Bir Allah’a İman Ediyoruz?
Daha çok politikacıların halkın ağzını tatlandırmak için sunmak istedikleri şerbet cinsinden topluluklara konuşurken söyledikleri bir söz vardır: “İnandığımız Allah bir, peygamber bir, kitap bir… Aynı Allah’a, aynı peygambere ve aynı kitaba iman eden insanlarımız…” Keşke öyle olsa ama, kesinlik hayır! Bu toplumun bireylerinin, cemaatlerinin ve hocalarının inandıkları Allah, aynı Allah değildir. O kadar farklı Allah anlayışı ve inancı var ki… İnsanlarımız Allah inancını da Allah’tan, yani direkt olarak Kur’an’dan öğrenmiyorlar, “nasıl bir Allah?” sorusunu Kur’an’a sorarak Kur’an’ın verdiği cevabı en doğru cevap olarak görmüyorlar. Atalarının aktardıkları, toplumun birbirinden öğrendiği, kulaktan dolma bilgilerle Allah inancını oluşturuyorlar. Bu Allah inancının içinde doğrular olduğu gibi, nice yanlışlar da var.
Nasıl Bir Allah’a ve Nasıl İman Etmemiz Gerekiyor?
Diri olan, ilmi her şeyi kuşatan (bilmediği hiçbir şey bulunmayan, gelmişi de geleceği de, olmuşu da olacağı da bilen, kişinin kiminle evleneceğini daha evlenmeden bilen, Kendisi için zaman mefhumu olmayan), her şeyi görüp işiten, dilediğini yapma kudretinde olan, her şeye gücü yeten (güç geçiremeyeceği hiçbir şey olmayan), Hiçbir şeye ihtiyaç duymayan, her şeyin Kendine muhtaç olduğu ezelden beri var olan, sonu olmayan, bir olan, babası ve oğlu, ortağı ve yardımcısı olmayan, sonradan yaratılanlara hiçbir şekilde benzemeyen zât…
Esmâü’l-Hüsnâsı olan, en güzel isimlerin ve en güzel vasıfların Kendisine ait olduğu,
Rahmân ve Rahim olan,
Tek ilâh,
Tek rab olan,
Şirki yasaklayıp tevhidi emreden,
İbâdet edilmeye, tapılmaya sadece Kendisinin Hakkı Olan,
Bütün varlıkların kendisine itaat (secde) ettiği zat olan,
Kur’an’ı indiren,
Peygamberleri gönderen,
Mutlak şekilde ve en fazla sevilen, Kendisinden mutlak olarak korkulan ve ümit edilen,
Yeisi/ümitsizliği (Kendi rahmetinden ümit kesmeyi) kâfirlik olarak ilan eden,
Kendisiyle çok kârlı ticaret yapılması gereken,
Kendisine tevekkül edilen, vekil kabul edilen,
Dinin ve Din Gününün Sahibi,
Nimet veren,
İmanı sevdiren, küfrü, fâsıklığı ve isyanı çirkin gösteren,
Tevbeleri kabul eden,
Öldüren, dirilten,
Tabiat güçlerine, yere göğe, tüm evrene ve tüm varlıklara hükmedip boyun eğdiren, Hüküm sahibi, Hükmü ve hâkimiyeti her yerde geçen,
Yaratan,
Emreden,
Rızık veren, zengin veya fakir kılan, mülkün tek sahibi olan,
Cennet ve cehennemin sahibi,
Şifa veren,
Gazap ve Rahmet sahibi,
Azab eden ve Affeden,
Dini Kolay kılan, kolaylık dileyen,
Bireyken cemaat, cemaatken vahdet içinde tek ümmet olmamızı isteyen,
Kâfirleri ve küfrü sevmeyen ve bize de sevdirmeyen,
Zulmü sevmeyen, zâlimlere düşman olan,
Kitap indiren,
Peygamber gönderen,
Tevekkül edilen,
Kendisiyle ticaret yapılması gereken,
İnsanı yeryüzünde halife kılan,
İhsâna ihsanla cevap veren,
İhtilâfı, özellikle tefrikayı yasaklayan ve vahdeti emreden,
Duâ edenin duâsına icâbet eden,
İzzet ve şefaatin tümü O’na ait olan,
Uğrunda cihad edilmesi gereken,
Uğrunda infak edilmesi gereken, Kendisi için feda edilemeyecek hiçbir şey olmayan,
Mü’minlerin velîsi olan, onlara yardım ve zafer vaad eden,
Gâlibiyet ve mağlûbiyet elinde olan, dilediğini gâlip kılan ve dilediğini mağlûb edecek olan,
Haram ve Helâl koyma yetkisi Kendisinde olan,
Gayb bilgisi sadece Kendisine ait olan,
İtaat edeni ödüllendirip isyan edeni cezalandıracak olan,
Hamdin kendisine ait olduğu,
Hayır ve şerle imtihan eden, her şeyle herkesi her zaman imtihana tâbi tutan,
Hesap Gününün tek sahibi, Yaptıklarımızdan (ve yapmadıklarımızdan) hesap soracak olan,
Hidâyet veren, Hidayet ettiği kimseyi yoldan çıkaracak kimsenin bulunmadığı,
Sapıtmayı hak eden kimseyi saptırınca, ona hidayet edecek kimsenin bulunamayacağı,
Dünya bir araya gelse O istemeyince kimsenin kimseye zerre kadar fayda veya zarar veremeyeceği,
Tâğutları inkârı emreden,
İlmi, cihadı ve takvâyı insanlar için fazilet ölçüsü kılan,
Her türlü olumlu özelliğin sahibi, hiçbir olumsuz özelliğinin bulunmadığı,
Hiçbir yaratığın kendisine hiçbir şekilde benzemediği, baba, oğul gibi bir özelliğinin bulunmadığı bir zât…
Her şeyden önce tek rabbimiz ve tek ilâhımız olan, Kendinden başka rab ve ilâh olmayan zâta iman ediyoruz.
Kur'an'da Rab ismi, sonsuz kudreti ile her şeyi idaresi altına alan, yöneten, terbiye eden ve bunları yapabilecek kudrete mâlik olan Allah anlamına gelmektedir. Ayrıca, Rab ismi, her şeyi idare eden, koruyup gözeten, hâkimiyeti altında bulunduran ve gerçek Rab olan Allah'a, O'nun rubûbiyet bağına, mutlak tevhid ve tam bir kulluk şuuru ile bağlanmayı da ifade etmektedir. Allah'tan başkasının hükmünü hüküm edinmemek, O'nun dinini her şeyden üstün tutmak, bütün mahlûkatı O'nun mutlak hâkimiyetine teslim olmuş bilmek, Allah'ı gerçek Rab olarak tanımak demektir.
Allah, kendi katında tek geçerli din olan İslâm'ı, insanları, kullara ve diğer varlıklara ibâdet etmekten kurtarıp, Allah'a kulluk etmeleri için göndermiştir. İslâm, insanları kulların zulmünden, Allah'ın adaletine götürür. Tevhid gerçeğinin birinci şartı, Rubûbiyette tevhiddir. Yani gerçek Rab ve Hâkim olanın tek bir Allah olduğuna inanmaktır. İkinci şartı da, kullukta tevhiddir; bu da Allah'tan başkasına kulluk etmemektir. İnsan, Rabbine ibâdet etmekle yükümlüdür. Müslüman, yalnızca Allah'a ibâdet eden kimsedir. Sadece Allah'a ibâdet ise, Allah'tan başkasını rab edinmemek, O'na hiçbir varlığı ortak koşmamak demektir.
Kur'an'da rabliğin belirgin özellikleri açık olarak bildirilmiştir. Bunların başında, insanlardan mutlak itaat ve kulluk istemek, insanlık hayatını ve varlıklar âlemini düzenleyen ilâhî nizamlar koymak, mutlak değer ölçüleri belirtmek gibi özellikler gelir. Bunlardan birini kendine tahsis eden insan, rablik iddiasında bulunmuş olur. Allah, Kur'ân-ı Kerim’de, ibâdet edilecek tek rab olduğunu açık bir şekilde bildirmiş ve kendisine bu konuda şirk/ortak koşulmamasını istemiştir. Buna rağmen, insanların yine de Allah'tan başka varlıkları rab edindikleri görülmektedir. Bir kısım insanlar çıkıyor, Rabbe ait olan özellikleri kendilerine mal etmeye kalkışıyorlar. Sonra da insanları gerçek Rabbin emir ve yasakları dışında kendi koydukları kurallara, ilkelere, değer ölçülerine ve kendi düşüncelerine kayıtsız şartsız uymaya çağırıyorlar. Oysa bu durum, rablik iddia etmenin ta kendisidir. Bazı insanlar her ne kadar onlar için secdeye varmasalar da Allah'ın koyduğu hükümleri bırakıp, onların gayr-ı meşrû emirlerini benimseyerek dinlemek suretiyle onlara kul olma derekesine düşerler. Onların bu durumu Allah'tan başkalarını rab edinmeleri demektir. Kur'an'daki rable ilgili âyetler bu konuyu açıkça ortaya koymaktadır.
Kur’ân-ı Kerim, sık sık, insanların ve bütün evrenin Rabbinin Allah olduğunu vurgulamaktadır. O, kendi irâdesiyle evreni ve içindekileri yaratıp şekil vermiş, biçimlendirmiştir. Yarattığı her şeyin tek sahibi ve maliki O’dur. O aynı zamanda yarattığı evreni ve içindekileri yönetmektedir, her şeye tasarruf etmektedir. Bu tasarruf etmenin içerisinde elbette yaratılmışların ihtiyacı olan şeyleri onlara karşılıksız vermek de vardır.
Allah’a iman etmek için Allah’ı bilmek lâzımdır. Fakat Allah’ın zâtı ve mâhiyeti bilinemez. İnsanlar bu konuda düşünmekten men olunmuşlardır. Allah ancak isimleri, sıfatları ve fiilleri (yaratmak, rızık vermek gibi) ile bilinir. O halde Allah’a iman O’nda bulunması ve bulunmaması gereken sıfatları ve O’na mahsus isimleri bilmek ve inanmaktır. Allah Teâlâ’ya doğru olarak inanmak ve yüce varlığını iyi tanıyabilmek için O’nun sıfatlarını ve isimlerini bilmek gerekir.
Sıfat konusunda selefiyye, mutezile, şia ve ehl-i sünnet farklı sayıda ve farklı sıfatları öne çıkarmışlardır. Ehl-i Sünnetin meşhur sınıflamasına göre Allah Teâlâ’nın (aslında sonsuz sayıda olan) sıfatlarından 14 tanesi bize bildirilmiştir. Bunlardan 6 tanesi zâtî, 8 tanesi ise subûtî sıfatlarıdır. Zâtî sıfatlar sadece ve sadece Allah Teâlâ’da bulunan, O’nun hâricinde hiçbir varlıkta bulunmayan sıfatlardır. Ama subûtî sıfatları ise, Allah’tan başka bazı varlıklarda da sınırlı bir şekilde bulunabilen sıfatlardır.
a) Zâtî Sıfatlar (Sıfat-ı Selbiyye)
Sıfat-ı Zâtiyye: Yüce Allah'ın zâtı için vâcib olan, zorunlu olan sıfatlar. Bunlara sıfât-ı nefsiyye de denir. Diğer bir tabirle "zâtî veya nefsî sıfatlar" da denilen bu sıfatlar, Yüce Allah'ın varlığını ve hakikatini anlayıp kavramada biz kullarına yardım eden sıfatlardır. Bu sıfatlar sayesinde Allah Teâlâ'nın yüce zâtını ve varlığını O'na yaraşır bir tarzda anlayıp, imanımızı da o oranda kuvvetlendirebiliriz. Yüce Allah'ın kendine mahsus bir zâtı vardır ve bu zâtının gereği olan, bu zâtından ayrılması düşünülmeyen sıfatları vardır. Bunlardan bir kısmına "Zâtî sıfatlar" , bir kısmına da "sübûtî sıfatlar" denir.
Zâtî sıfatlar, hiç bir sebebin eseri olmayan, Allah Teâlâ'nın hakikatini ortaya koyan sıfatlardır. Bu sıfatlar Yüce Allah'ın zâtıyla, varlığıyla doğrudan doğruya alâkalı oldukları için ve sadece Allah'ın yüce zâtına mahsus oldukları için zâtî sıfatlar diye isimlendirilmişlerdir. Zat veya varlık olmadan bu sıfatların varlığını düşünmek ve bu sıfatlardan söz etmek imkânsızdır. "Sıfât-ı Zâtiyye" denilen bu zâtî sıfatlar 6 tanedir:
1) Vücud: Var olmak demektir. Bütün bu kâinatı yaratan ve düzenleyen Allah vardır. Vücûd sıfatı; Yüce Allah'ın mevcûdiyeti, varlığı demektir ki; bazı âlimlere göre, asıl zâtî veya nefsî sıfat budur. Zira Yüce Allah'ın mevcûdiyeti, varlığı kabul edilmeden, diğer sıfatlarından bahsetmek mümkün olmaz. Yüce Allah'ın varlığına, mevcûdiyetine işaret eden pek çok âyet-i kerime mevcuttur.[12] Bunlardan birisi şöyledir: "O Yüce Allah, görüleni de görülmeyeni de bilen, Kendisinden başka ilâh olmayan, ancak kendisi var olan Allah'dır."[13]
Allah Teâlâ'nın varlığı, mevcûdiyeti kendi zâtının gereğidir. O'nun yüce zâtı, yaratıklarda olduğu gibi başkasından dolayı değildir. O kendi zâtı ile vardır, kendi zâtıyla kaimdir, varlığı için bir başkasına, bir başka şeye muhtaç değildir. Zira muhtaç olan, İlâh olamaz.
2) Kıdem: Allah’ın varlığının öncesinin olmamasıdır. Yani, önceden yok iken sonradan yaratılmış değildir. Allah Ezelîdir, öncesi yoktur. Her yaratılan şeyin muhakkak evvelî vardır. Allah Teâlâ tek yaratıcı olduğundan O’nun evvelî yoktur. Allah Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “O ilktir (kendinden önce hiçbir varlık yoktur.), sondur (kendinden sonra bir varlık yoktur, her şey yok olurken O kalacaktır), O zâhirdir (varlığı aşikârdır), bâtındır (gerçek mâhiyeti insan için gizlidir). O, her şeyi bilir.”[14]
3) Beka: Allah’ın varlığının sonu olmaması demekıir. Allah Teâlâ ebedîdir. O’nun ne geçmişte ne gelecekte var olmadığı ve var olmayacağı bir zaman düşünülemez. Tek yaratıcı olan Allah’tan başka bütün her şey yok olmaya mahkûmdur ve yok olacaktır. “Yer üzerinde bulunan her canlı fânîdir (sonludur), yok olacaktır; Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacak.”[15]“Allah ile birlikte başka bir ilâha tapıp yalvarma! O’ndan başka ilâh/tanrı yoktur. O’nun zâtından başka her şey helâk olacaktır. Hüküm O’nundur ve siz ancak O’na döndürüleceksiniz.”[16]
4) Vahdâniyyet: Bir olmak demektir. Allah zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde (işlerinde) eşi, dengi ve benzeri olmayan birdir. “De ki: O, Allah birdir.”[17]O'nun eşi ve ortağı, yardımcısı yoktur; O bir ve tek'tir. Allah Teâlâ mutlak birdir. Bir kağıdı veya tebeşiri ikiye, üçe, dörde veya daha fazla parçaya bölebilirsiniz. Alah Teâlâ iki veya daha fazla olması düşünülemeyen birdir. Hıristiyanlar Allah’ın; kutsal ruh, oğul, ve babadan meydana geldiği inancı yüzünden sapıtmışlar ve şirke düşmüşlerdir.
Allah Teâlâ sıfatlarında da birdir. Allah’tan başka hiçbir varlık sıfatlarında tek/bir değildir. Mutlaka bir veya birkaç sıfatıyla diğer varlıklarla ortak durumdadır. Meselâ, güneş ve ay bir tanedir. Fakat onlar gibi parlak ve yuvarlak başka gök cisimleri vardır ve onlara benziyordur. Allah Teâlâ böyle değildir, O’nun sıfatları öyle “bir”dir ki, aynı sıfatların başka bir varlıkta bulunmasına imkân yoktur.
Allah, fiilleri itibariyle de birdir. Meselâ, yaratmak Allah’ın fiillerindendir. O’ndan başka hiçbir varlığın, bir şeyi yoktan var etmesi düşünülemez. O'nun hiç bir benzeri, ortağı, örneği ve cüzleri (parçaları) ve yardımcıları yoktur. İbâdete lâyık yegâne tek mâbud, Allah'tır. İşte "Vahdâniyet" sıfatını bütün bu hususları içine alan bir teklik (ehadiyet) olarak anlamak gerekir. O her bakımdan en mükemmel, bütün eksiklik ve noksanlıklardan uzak (münezzeh) bir varlıktır.
5) Muhâlefetün lil-havâdis: Sonradan var olanlara benzememek demektir. Allah (c.c.) sonradan var olanlara, yani yaratılmış varlıklardan hiçbirine, hiçbir yönden benzemez. Yüce Allah'ın benzeri hiç bir şey yoktur. O'na eşit ve denk olan hiç bir varlık yoktur. Zaten kadîm, bâkî ve bir tek olan varlığın sonradan olanlara benzememesi, yine O'nun bu sıfatlarının bir sonucudur ve O'nun yüce zâtına mahsustur. İnsanın aklına geldiği, düşüncesinin ulaşabildiği her şeyden Allah mutlak sûrette başkadır. İnsan aklı Allah’ın zâtının mâhiyetini anlayamaz. Bu yüzden insanlar bu konuda düşünmekten men olunmuşlardır. Başka şeyler mümkin, varlıklarında muhtaç, hâdis ve fânîdirler. Cenâb-ı Hak ise, vâcib li-zâtihî (zâtından dolayı varlığı zorunlu), ihtiyaçsız, ezelî ve ebedîdir. Her şey O'na muhtaçtır. Yüce Allah, mümkin olan varlıkların bütün özelliklerinden münezzehtir. "O'nun benzeri hiç bir şey yoktur. O her şeyi işiten ve görendir."[18]
6) Kıyam bi-nefsihî: Allah’ın varlığı ve varlığının devamlı olması kendindendir. Allah Teâlâ, var olması ve varlığını devam ettirmesi için hiçbir şeye muhtaç değildir. Allah, İhlâs Sûresinde de belirttiği gibi Samed’dir, yani bütün varlıklar O’na muhtaçtır, O hiçbir şeye muhtaç değildir. Yine Kur’ân-ı Kerim’de Allah şöyle buyurmaktadır: “Allah elbette bütün âlemlerden ganî ve müstağnîdir.”[19]; "Allah, O'ndan başka ilah olmayan, diri ve kendi kendine kaim (var) olandır."[20]; “Allah, O’ndan başka ilâh/tanrı yoktur. O, hayydir, kayyûmdur.”[21]
Vâcibu'l-vücûd (varlığı zorunlu, varlığı kendi zâtının gereği) olan Allah'ın zatı düşünüldüğü zaman, bu varlıkla beraber bu zâtî sıfatların da düşünülmesi zaruridir (vâcibtir). Varlık, yani mevcudiyet ve sıfatlar O'ndan ayrılmaz. Allah Teâlâ kadîm, ezelî, ebedî ve her yönden en mükemmel olduğu için, ne zamana, ne mekâna, ne bir yardımcıya muhtaçtır. O bunların hepsinin üstünde, varlığı zâtının gereği, mutlak ve en mükemmel ve vâcib bir Allah'tır.[22]
b) Subûtî Sıfatlar
Sıfat-ı Sübûtiyye: Yüce Allah'ın zatının gereği olan ve bu zattan ayrılmayan, ezelî ve ebedî olan vâcib sıfatlar. Bu sıfatların hepsi Kur'an âyetleriyle sabit oldukları ve bu âyetlerden çıkarıldıkları için ve varlıkları Yüce Allah'ın zâtında isbat edilmiş olduğu için, "sübûtî sıfatlar" diye isimlendirilmişlerdir. Bu sıfatlardan her biri Yüce Allah'ın zâtıyla kaimdir. O'nun Yüce zâtı ve varlığı düşünülmeden bu sıfatlardan bahsetmek de mümkün olmaz. Allah Teâlâ’nın subûtî sıfatları 8 tanedir:
1) Hayat: Allah’ın canlı, diri, yani hayat sahibi olması demektir. O devamlı olarak diridir, ölümsüzdür. Sonsuza kadar diri olarak kalacaktır. Allah, canlı olarak hayatta kalması için, yaratılmış varlıklar gibi bazı şeylere muhtaç değildir. Bu sıfatın zıddı olan ölü ve cansız olmak, Allah hakkında düşünülemez, mümtenîdir. Allah Teâlâ'nın bu sıfatına işaret eden pek çok âyet vardır. Bunlardan biri şu âyettir: "Ölümsüz, diri olan Allah'a güven ve O'nu hamd ile tesbih et!..."[23]
Her şeye can veren, ölü gibi görünen toprağa, kuru sanılan ağaçlara can, hayat ve tazelik veren Allah Teâlâ'dır. Bütün canlıların hayatı sonradandır ve Yüce Allah'ın yaratmasıyladır. Hâlbuki Yüce Allah'ın "Hayat" sıfatı da; zâtı gibi kadimdir, ezelî ve ebedîdir; zâtından ayrılmayan, zâtı ile var olan vâcib bir sıfattır. Zira hayat olmadan diğer sıfatları düşünmek, onlarla Allah'ı vasıflandırmak abes olur. Bu bakımdan sübutî sıfatların ilki "hayat" sıfatıdır.
2) İlim: Allah’ın, geçmiş ve gelecekteki her şeyi en küçük ayrıntısına kadar bilmesidir. Allah; olmuşu olacağı, açığı gizliyi, kalplerden geçenleri, her şeyi ezelî ilmiyle bilir. O'nun ilmi, kâinattaki her şeyi kuşatmıştır. Evrendeki hiç bir şey O'nun ilminin dışında meydana gelemez. O'nun ezelî olan ilim sıfatıyla muttasıf olduğunu gösteren pek çok âyet-i kerime vardır: "İçinizde (sinelerinizde) olanı gizleseniz de açıklasanız da Allah onu bilir. Göklerde olanları da yerde olanları da bilir..."[24]
Şu halde Allah'ın ilmi gizli açık her şeyi kuşatmıştır. Kalplerimizden geçenler de O'na mâlumdur. Bütün gayb âlemi, bizim sınırlı ve sonradan kazanılma bilgimizin ulaşamadığı o âlem, Allah'ın bilgisi dâhilindedir. O'nun ilmi, zâtı ile kaim olan, ezelî ve ebedî, bilinenlerle değişmeyen bir ilimdir. Kulların ilmi gibi kazanılmış, sonradan elde edilmiş bir ilim değildir.
3) Semî’: Allah’ın her şeyi işitmesidir. O’nun duymayacağı hiçbir ses, hiçbir fısıltı yoktur. İnsanların duyamadıkları, ama gerçekte var olan tüm sesleri duyar. O, her çeşit, her kuvvette ve zayıflıktaki sesleri işitir, duyar. İşitilmek şânından olan her şeyi işitir. Allah Teâlâ'nın işitip duyması, kulların işitmesi gibi, birtakım kayıt ve şartlara, vâsıtalara ve organlara bağlı değildir. O, işitilme özelliğinde olan her şeyi, en gizli ve pek hafif sesleri, fısıltıları bile duyar. Özellikle kullarının duâlarını, zikirlerini, gizli ve âşikâr niyazlarıyla yalvarışlarını işitir, kabul eder ve mükâfatlandırır. Bu sıfatla ilgili pek çok âyet vardır, ekserisi görmek sıfatıyla beraber yer almaktadır. "...Allah her şeyi işiten ve görendir."[25]
4) Basar: Allah’ın her şeyi görmesidir. Allah Teâlâ küçük büyük, gizli açık, uzak yakın, her şeyi görür. Hiçbir şey O’na gizli kalmaz. O görmek için hiçbir araç, organ ve bağıntılara ihtiyaç hissetmez. O'nun görmesi, göz gibi bir organa, ışığa, uzaklığa ve yakınlığa bağlı değildir. Yüce Allah'ın görme sıfatı da ezelîdir, sonradan olma değildir. Bu sıfat da bütün mevcûdâta, görmek şânından olan her şeye tealluk eder. O'nun görmesinin dışında kalan hiç bir mahlûk yoktur.
İnsanın görmesi sınırlıdır, görme organından mahrum olanlar göremezler: Ayrıca aydınlık, karanlık, uzaklık, yakınlık ve daha dünyadaki nice olay, görmeye veya görmemeye etki etmektedir. Allah Teâlâ'nın görmesi hiç bir şeyden etkilenmez. Bu sıfatla ilgili Kur'ân-ı Kerim'de yüzlerce âyet yer almaktadır. Meselâ;. âyet meâlen şöyle son bulmaktadır: "...Biliniz ki, Allah, şüphesiz yaptıklarınızı görür."[26]
5) İrâde: Dilemek demektir. Allah dilediğini yaratır, O’nun irâdesi (dilemesi) dışında hiçbir şey olmaz. İrâde, Allah’ın istediğini dileyip tercih etmesi demektir. Yani O'nun, bir işin şöyle olmasını değil de, böyle olmasını veya böyle olmasını değil de, şöyle olmasını dilemesi, dilediği gibi tâyin ve tahsis etmesidir. Evrende olmuş ne varsa, hepsi O'nun dilemesi, irâdesi ile olmuştur. O'nun irâdesi ve isteği dışında hiç bir şey var veya yok olamaz. Cenâb-ı Hakk'ın "irâde" sıfatı, mümkün veya câiz olan şeylere tealluk eder. O'nun irâdesi, bir şeyin olması veya olmaması şıklarından birini tercih eder. Tercih ettiği yöne irâdesini tealluk ettirince, o şey de ya hemen oluverir veya olmamasını tercih etmiş ise, o şey olmaz, yok olur.
Bu anlamda Yüce Allah'ın irâdesini iki şekilde anlamak kabildir:
a) Tekvinî (kevnî) irâde: Bu irâdeye "meşiyyet" de denir ki; bütün yaratılmışlara şâmildir. Bir şeye tealluk edince, o şey olmamazlık edemez, her durumda vuku bulur. Bu anlamda Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: "Bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, sözümüz ona sadece ‘ol!’ demektir ve o hemen oluverir."[27]
b) Teşrîî (dinî) irâde: Bu irâde Cenâb-ı Hakk'ın muhabbet ve rızâsı demektir ki; bu mânâda irâde ettiği şeyin her durumda meydana gelmesi vâcib değildir. Çünkü kulların işleriyle ilgilidir. Bu mânâda Yüce Allah; "...Allah size kolaylık murat eder, zorluk istemez"[28] Bunun anlamı "şâyet siz kullar, Allah'ın rızâ ve muhabbetinin hilâfına zorluk, kötülük isterseniz; kendisi bunları istemediği (râzı olmadığı) halde, siz istediğiniz için yaratır; zorluğa ve kötülüğe rızâsı yoktur" demektir.
Allah’ın irâde sıfatı ile ilgili Kur’an’da birçok âyet vardır.[29]
6) Kudret: Gücü yetmek demektir. Allah’ın her yerde her şeyi yaratma güç ve kuvveti. Allah’ın gücü, dilediği her şeyi yapmaya yeter. Gerçek anlamda güç ve kuvvet, ancak, sadece Allah’a aittir.
Kudret sıfatı, Allah Teâlâ'nın bütün mümkünâta gücünün yetmesi, her türlü tasarrufta bulunması demektir. İrâdesiyle bütün mümkünâtı kuşattığı gibi, kudretiyle irâde ettiklerini bir fiil meydana getirerek, yaratarak bunlara kadir olur. Allah Teâlâ'nın nihâyetsiz, bitmek tükenmek bilmeyen kudreti vardır. Bu sıfat da diğerleri gibi ezelî ve ebedîdir. Ezelî olan bu kudret sıfatıyla, herhangi bir şeyi dilediği gibi yapmaya kadirdir. O'nun kudretinin erişemeyeceği, bu kudretin dışında kalan hiç bir şey yoktur. "Muhakkak ki, Allah her şeye kaadirdir, gücü yetendir."[30]
7) Kelâm: Söylemek, konuşmak demektir. Allah’ın harften ve sesten münezzeh olarak konuşması. Allah Teâlâ dile ihtiyaç duymadan dilediğini söyler. Allah’ın "Kelâm" sıfatı, ezelî ve ebedîdir. O'nun söz söyleyememesi, konuşamaması düşünülemez. İşte Yüce Rabbimiz bu sıfatıyla peygamberlerine vahyederek sözlerini söylemiş, emirler vermiştir. Kitablarını ve şeriatini bu kadîm kelâmıyla bildirmiştir. O, kelâmını dilediği zaman, kendi zâtına ve şânına lâyık bir şekilde meleklerine bildirir, işittirir ve anlatır. Bunu yaparken harflere, seslere, hecelere ve yazıya muhtaç değildir.
Yüce Allah'ın dilediği şeyleri, emir ve yasaklarını peygamberlerine ya Cebrâil vasıtasıyla veyahut doğrudan doğruya vahy ve ilham etmiş olması da bu "kelâm" sıfatının bir tecellisidir. Cenâb-ı Hakk'ın, peygamberleriyle tekellüm ettiğini (konuştuğunu) gösteren âyetler vardır. Meselâ; Cenâb-ı Allah meâlen şöyle buyurmaktadır: "Allah Mûsâ'ya hitabetti, onunla gerçekten konuştu"[31]; "...Onlardan (peygamberlerden) Allah'ın kendilerine hitab edip konuştuğu, derecelerle yükselttikleri kimseler vardır..."[32]
8) Tekvîn: Allah’ın yoktan var etmesi, yaratması. Her şeyi Allah yaratmıştır. Allah, yaratmak istediği şeye “ol” der ve hemen o şey oluverir. Tekvin sıfatı, irâde sıfatının muktezâsına göre, Allah mümkünâta tesir eder, yaratır ve icad eder. Nitekim Allah Teâlâ meâlen şöyle buyurur: "Bir şeyi dilediği zaman, O'nun buyruğu, sadece o şeye ‘ol!’ demektir ve o, hemen oluverir"[33]İşte bütün bu kâinatın ve içindeki varlıkların yaratanı, icad edeni Yüce Allah'tır. Bunları varedip etmemeye muktedir olan (gücü yeten) Allah Teâlâ, "irâde" sıfatıyla ezelî ilmine uygun olarak; var olmasını, icad edilmesini irâde buyurmuş (dilemiş) ve tekvîn sıfatıyla yaratıp icad eylemiştir. Yüce Allah'ın âlemleri yaratmak, rızık vermek, nimetler ihsan etmek, yaşatmak, öldürmek, diriltmek, azab etmek, mükâfatlandırmak gibi bütün fiilleri tekvîn sıfatına râcîdir. Allah’ın tekvîn sıfatıyla ilgili çok sayıda âyet-i kerime vardır.[34]
Bütün bu sıfatlar Allah Teâlâ'nın yüce zâtına mahsustur. O'nun yüce zâtı için vâcib olan sıfatların hepsi, görüldüğü gibi, âyetlerle sâbit olduğundan, bütün İslâm âlimleri arasında bu konuda ittifak vardır. O'nun bu sıfatlarla ezelde muttasıf olduğunda şüphe yoktur.
Yüce Allah, zâtında, sıfatlarında, fiillerinde/işlerinde bir tekdir; O'nun eşi, ortağı ve benzeri yoktur. O'nun sıfatları ve işleri de yüce zâtına mahsustur. O'nun yüce zâtı ve varlığı kabul edilip tasdik edilmeden, yukarıda sayılıp açıklanan sıfatlardan ve O'nun güzel isimlerinden sözetmek de mümkün olamaz. Zira bu sıfatlar ve isimler, O'nun yüce zâtının ve varlığının zorunlu bir gereğidir. Ne bu zat, bu sıfatlarsız; ne de bu sıfatlar, bu zatsız olur. Yine dikkat edilecek olursa, bu sıfatların her biri açık ve seçik olarak Kur'ân âyetlerine dayanmaktadır. Yani, bizzat Yüce Allah, kendisini bu sıfatlarla vasıflandırmıştır. Böylece O'na olan inancımız daha da kuvvetlenmektedir. Çünkü bu sıfatlarıyla O'nu daha iyi anlayabiliyoruz. Bütün bu sıfatlar O'nun yüce zâtına yaraşır bir tarzdadır. Biz bütün bu sıfatların asıllarına iman ederiz; fakat keyfiyetlerine, nasıl ve nice olduklarına dair herhangi bir şekilde söz söylemeyiz. Bu konuda söz etmeye de bilgilerimiz yeterli değildir.[35]
Esmâü’l-Hüsnâ (Allah Teâlâ’nın Güzel İsimleri)
Kur’an, marifetullah (Allah’ı tanıma) bilgisini Allah’ın isim ve sıfatları yoluyla vermektedir. Kur’an’da yüz civarında isim ve sıfat bulunmaktadır.
Bu isim ve sıfatların birçoğu müşrik ve münkirlerin Allah (c.c.) hakkındaki düşüncelerini reddetmek ve doğrusunu göstermek için zikredilmiştir. Birçoğunda da Allah, kendi kendisini tanıtmaktadır. “Nasıl bir Allah?” sorusu, Kur’an’da zikredilen “esmâü’l-hüsnâ ve sıfatların bildirdiği ve tanıttığı Allah” şeklinde cevaplandırılabilir. Allah’ın isimleri konusunda da temel kaynak kabul ettiğimiz Kur’ân-ı Kerim’deki isimlerle ilgili değerlendirmeye geçmeden, halk arasında çok meşhur olan Tirmizî’nin Ebû Hüreyre’den rivâyet ettiği hadisteki[36] sıralamaya göre 99 isim şunlardır:
1) ALLAH: Kâinatı yaratıp yöneten, bütün övgü ve ibâdetlere lâyık, varlığı zorunlu olan, ulûhiyete mahsus sıfatların hepsini kendinde toplamış bulunan Yüce Zât’ın, Rabbimiz’in özel ve en kapsamlı adı, lafza-i celâl. Kur’ân-ı Kerim’de 2697 kez tekrar edilmiştir. “Bil ki, Allah’tan başka ilâh yoktur.”[37]
2) er-RAHMÂN: İlâhî rahmet, lütuf ve koruyuculuğu bütün mahlûkatı kapsayan, dünyada iman eden ve etmeyen herkese merhamet edip nimetlendiren. “Rahmân” kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de 57 yerde geçer. “(O) Rahmândır.”[38]
3) er-RAHÎM: Çok merhamet edip bağışlayan, dünyada kendisine iman edip emirlerine uyanları âhirette ebedî nimetlerle mükâfatandıracak olan. “Rahîm” ismi Kur’an’da 115 yerde tekrar edilir. “O, size (mü’minlere) karşı merhametli (rahîm) olandır.”[39]; “(O) Rahmândır, Rahîmdir.”[40]
4) el-MELİK: Görünen ve görünmeyen bütün âlemlerin sahibi ve yöneticisi. “De ki insanların Rabbine sığınırım. İnsanlarınmelikine.”[41]; “O Allah’tır ki, O’ndan başka ilâh yoktur. Melik’tir...”[42]
5) el-KUDDÛS: Her türlü eksiklik ve noksanlıktan münezzeh (uzak), bütün kemal sıfatlarıyla muttasıf bulunan. “Göklerde ve yerde olanların tümü, Melik, Kuddûs, Azîz, Hakîm olan Allah’ı tesbih etmektedir.”[43]; “O Allah’tır ki, O’ndan başka ilâh yoktur. Melik’tir, Kuddûs’tür...”[44]
6) es-SELÂM: Esenlik veren, barış ve emniyetin kaynağı, kullarını tehlikelerden selâmete çıkarıp sâlim kılan. “O Allah’tır ki, O’ndan başka ilâh yoktur. Melik’tir, Kuddûs’tür, Selâm’dır...”[45]
7) el-MÜ’MİN: Güven veren, vaadine güvenilen, güven kaynağı; Kendine sığınanları rahata, huzura erdiren. Gönüllerde iman ışığı uyandıran. “O Allah’tır ki O’ndan başka ilâh yoktur... Mü’mindir.”[46]
8) el-MÜHEYMİN: Evrenin bütün işlerini düzenleyen, gözeten ve yöneten; insanları murâkabe edip koruyan. “O, Allah’tır ki, O’ndan başka ilâh yoktur… Müheymin’dir.”[47]
9) el-AZİZ: Eşi, benzeri ve dengi bulunmayan; değerli, şerefli ve güçlü; hiçbir zaman yenilmeyen, daima gâlip olan; İzzetli, değerli ve güçlü olan. Bu ism-i celâl, Kur’ân-ı Kerim’de 99 yerde geçer. “Sen, o güçlü ve üstün (Azîz), çok merhametli olan (Rahîm) (Allah)’a tevekkül et/güvenip dayan.”[48]
10) CEBBÂR: Mutlak irâdesini her durumda yürüten, dilediğini zorla yaptırmağa muktedir olan; düzeni bozulan her şeyi tanzim eden, her güçlüğü kolaylaştıran. “O Allah’tır ki, O’ndan başka ilâh yoktur… Cebbâr’dır.”[49]
11) el-MÜTEKEBBİR: Her şeyde ve her işte azamet ve yüceliğini gösteren; büyüklükte eşi ve benzeri olmayan. “O, Allah’tır ki, O’ndan başka ilâh yoktur… Mütekebbir’dir.”[50]; “Göklerde ve yerde büyüklük (el-Kibriyâ’) O’nundur, O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.”[51]
12) el-HÂLİK: Her şeyi takdirine uygun şekilde yaratan, yoktan var eden. “O Allah ki Hâlik’tır, (en güzel biçimde) kusursuzca var edendir, şekil ve sûret verendir.”[52]; “İşte Rabbiniz Allah O’dur. O’ndan başka ilâh/tanrı yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır (Hâlik). Öyle ise O’na kulluk edin…”[53]
13) el-BÂRİ’: Herhangi bir modele bağlı kalmadan, örneksiz olarak bütün varlıkları yaratan; eşyayı, her şeyin âzâ ve cihazlarını birbirine uygun olarak yaratan. “O Allah’tır ki Hâlik’tır, Bâri’’dir...”[54]
14) el-MÛSÂVVİR: Yarattığı her varlığa ayrı bir şekil ve özellik veren. “O Allah’tır ki Hâlik’tır, Bâri’’dir, Mûsâvvirdir...”[55]; “Ana rahminde size dilediği gibi sûret veren (yusavviruküm) Allah’tır.”[56]
15) el-ĞAFFÂR: Mağfireti, affı çok; daima affeden, tekrarlanan günahları da bağışlayan. “Gerçekten Ben, tevbe eden, iman eden, sâlih amellerde bulunup da sonra doğru yola erişen kimseyi şüphesiz mağfiret ederim, bağışlarım (Ğaffâr’ım).”[57]
16) el-KAHHÂR: Yenilmeyen, yegâne gâlip; varlıkları emir ve irâdesi altında tutan. “O, kulları üzerinde Kahhâr’dır/kahredici olandır.”[58]
17) el-VEHHÂB: Her çeşit nimeti hiçbir karşılık beklemeden bol bol bağışlayıp veren. “Yoksa güçlü ve üstün olan, karşılıksız bağışlayan (el-Vehhâb) Rabb’inin hazineleri onların yanında mıdır?”[59]
18) er-RAZZÂK: Ruh ve bedenlerin gıdasını yaratıp veren; yaratılmışlara faydalanacakları şeyleri ihsan eden. “Şüphesiz rızık veren (Razzâk) güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah’tır.”[60]; “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın.”[61]
19) el-FETTÂH: İyilik kapılarını açan; kullarına rahmet kapılarını açan ve müşkülleri çözüp kolaylaştıran. “De ki: ‘Rabbiniz (Kıyâmet günü) bizi, bir araya toplayacak, sonra da hak ile aramızı ayıracaktır. O, (gerçek hükmü vererek, hak ile bâtılın arasını) açan (el-Fettâh)’dır, (her şeyi hakkıyla) bilendir.”[62]
20) el-ALÎM: Her şeyi hakkıyla (en doğrusunu, en iyi şekilde) bilen. İlminde sınır olmayan. “Bu, üstün ve güçlü olan, bilen (el-Alîm) Allah’ın takdiridir.”[63]
21) el-KĀBIZ: Daraltan, rızkı belli ölçüde tutup veren; canlıların rûhunu alan. Kābız ismi Kur’an’da geçmez. Ancak, Allah’ın bu ismi fiil olarak Kur’an’da zikredilir: “Allah, daraltır (yakbizu) ve genişletir ve siz, O’na döndürüleceksiniz.”[64]
22) el-BÂSIT: Açan, genişleten, rızkı, lütuf ve keremini bol bol veren, ruhları bedenlere yerleştirip yayan. Bâsıt ismi de bu şekilde Kur’an’da geçmez. Ancak, Allah’ın bu ismi fiil olarak Kur’an’da zikredilir: “Allah dilediğine rızkını genişletir, yayar (yebsutu) ve daraltır da...”[65]
23) el-HÂFID: Alçaltan, zillete düşüren. “O, alçaltan ve yükseltendir (Hâfidatun Râfiah).”[66]
24) er-RÂFİ’: Yücelten, izzet ve şeref bahşeden. Aynen bu şekilde Kur’an’da geçmiyorsa da, benzer kelime ve anlamda birkaç âyette bu isim Allah için kullanılır: “Derecelerle yükselten (Rafî’), Arş’ın sahibi Allah…”[67]; “Allah buyurdu ku: Ey İsa! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim (râfiuke)…”[68]; “O, sizi yeryüzünün halifeleri kıldı ve size verdikleriyle sizi imtihan etmek için kiminizi kiminize göre derecelerle yüceltti (rafea).”[69]; “…Rafe’nâhu/Onu üstün kıldık.”[70]
25) el-MUİZZ: Aziz kılan, yücelten, izzet ve şeref veren. Bu isim de bu şekilde Kur’an’da yoktur. Ama Allah’ın aziz kılıp yüceltmesi, yani muız olması fiil şeklinde Kur’an’da kullanılır: “De ki: ‘Ey mülkün sahibi Allah’ım, dilediğine mülkü verirsin ve dilediğinden mülkü çekip alırsın, dilediğini aziz kılar yüceltirsin (tuızzu), dilediğini alçaltırsın. Hayır Senin elindedir. Gerçekten Sen her şeye güç yetirensin.”[71]
26) el-MÜZİLL: Alçaltan, zillete düşüren, hor ve hakir eden. Bu isim de bu şekilde Kur’an’da geçmez. Ancak, Allah’ın zelil kılıp alçaltması, yani müzill olmasını ifade eden âyetler vardır: “De ki: ‘Ey mülkün sahibi Allah’ım… dilediğini alçaltırsın (tüzillü)…”[72]; “Hiç şüphesiz, Allah’a ve Rasûlü’ne karşı başkaldıranlar, işte onlar en çok zillete düşenler (ezellîn) arasındadır.”[73]
27) es-SEMÎ’: Her şeyi hakkıyla işiten, işitmesinde sınır olmayan. Bu isim, Kur’ân-ı Kerim’de 47 yerde geçer. “Rabbimiz, bunu bizden kabul buyur. Sen (her şeyi) işiten (es-Semî’) ve (her şeyi) bilensin (el-Alîm).”[74]; “Yoksa onlar, gerçekten Bizim, sır tuttuklarını ve aralarındaki fısıldaşmalarını işitmediğimizi mi (lâ nesmeu) sanıyorlar? Hayır (işitiyoruz) ve onların yanlarındaki elçilerimiz de (her şeyi) yazıyorlar.”[75]
28) el-BASÎR: Her şeyi hakkıyla gören; Görmesinde hiçbir sınır olmayan. Bu isim, Kur’ân-ı Kerim’de 51 yerde geçer. “Siz, her nerede iseniz, O, sizinle beraberdir. Allah, yapmakta olduklarınızı görendir (Basîr).”[76]
29) el-HAKEM: Hükmeden, hakkı yerine getiren; Hüküm verme yetkisini elinde tutan; son hükmü verecek olan. “De ki: ‘Allah’tan başka bir hakem mi arayacağım?”[77]; “O, hâkimlerin en iyisidir (Hayru’l-hâkimîn).”[78]
30) el-ADL: Mutlak adâlet sahibi, hiçbir şeyde aşırılığa düşmeyen; her şeyi yerli yerinde yapan. “Rabbinin sözü, doğruluk bakımından da, adâlet (adl) bakımındanda tastamamdır.”[79]
31) el-LATÎF: Sonsuz lütuf ve kerem sahibi; Yaratılmışların ihtiyaçlarını en ince noktasına kadar bilip karşılayan. Kur’ân-ı Kerim’de bu isim 7 yerde geçer. “Allah, kullarına karşı lütuf sahibi olandır (Latîf), dilediğini rızıklandırandır. O, kuvvetlidir, Aziz’dir.”[80]
32) el-HABÎR: Her şeyin içyüzünden haberdar olan. Bu isim, Kur’ân-ı Kerim’de 45 yerde geçer. “Allah, işlediklerinizden haberi olandır (Habîr’dir).”[81]
33) el-HALÎM: Acele ve kızgınlıkla davranmayan; cezâ vermede acele etmeyen, teenî sahibi. Bu isim, Kur’ân-ı Kerim’de 15 yerde geçer. “Allah bağışlayandır, yumuşak davranandır (Halîm).”[82]
34) el-AZÎM: Azamet sahibi, büyük; Zâtının ve sıfatlarının mâhiyeti tüm kapsamıyla anlaşılamayacak kadar ulu. Bu isim, Kur’ân-ı Kerim’de 107 yerde geçer. “O, çok yücedir (Aliyy), çok büyüktür (Azîm).”[83]
35) el-ĞAFÛR: Mağfireti çok; bütün günahları bağışlayan. Bu isim, Kur’ân-ı Kerim’de 95 yerde geçer. “Senin Rabbin rahmet sahibi (ve ) bağışlayandır (el-Ğafûr).”[84]
36) eş-ŞEKÛR: Az iyiliğe bile çok mükâfat veren. Şükredene nimetlerini arttırarak karşılık veren. Bu ism-i şerif, Kur’ân-ı Kerim’de 10 yerde geçer. “Çünkü (Allah) ecirlerini noksansız öder ve kendi fazlından onlara arttırır. Şüphesiz O, bağışlayandır, Şekûr’dür/şükrü kabul edendir.”[85]
37) el-ALİYY: İzzet, şeref ve hükümranlık bakımından en yüce. Bu isim, Kur’ân-ı Kerim’de 11 yerde geçer. “Doğrusu Allah, yücedir (Aliyy), büyüktür (Kebîr).”[86]
38) el-KEBÎR: Çok büyük; Ululuğu karşısında her büyüğün küçüldüğü mutlak büyük; zat ve sıfatlarının mâhiyeti tüm kapsamıyla anlaşılamayacak kadar ulu. Bu kelime, çoğunluğu Allah’ın ismi olarak kullanılmak üzere Kur’ân-ı Kerim’de toplam 36 yerde geçer. “Gerçekten Allah yücedir (el-Aliyy), büyüktür (el-Kebîr).”[87]
39) el-HAFÎZ: Koruyup gözeten ve dengede tutan; Belâdan saklayan. Bu isim, Kur’ân-ı Kerim’de 11 yerde geçer. “Doğrusu benim Rabbim her şeyi gözetip koruyandır (Hafîz).”[88]
40) el-MUKIYT: Bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp veren, her şeyi koruyan. “Kim güzel bir aracılıkla aracılıkta (şefaatte) bulunursa ondan, kendisine de bir hisse vardır. Kim de kötü bir aracılıkla aracılıkta bulunursa, ondan da kendisine bir pay vardır. Allah her şeyin karşılığını verendir, her şeyin üzerinde koruyucudur (Mukît).”[89]
41) el-HASÎB: Kullarını hesaba çeken ve onlara kâfi gelen, yeten; herkesin ve her şeyin hesabını en iyi bilen. Bu isim, Kur’ân-ı Kerim’de 4 yerde geçer. “…Hesap sorucu olarak da (Hasîb) Allah yeter.”[90]
42) el-CELÎL: Azamet ve ululuk sahibi. Kur’ân-ı Kerim’de bu isim geçmez. Buna yakın anlamda Zü’l-celâl-i ve’l-ikrâm (Büyüklük ve ikrâm sahibi) ismi 2 yerde geçer: “Celâl ve ikram sahibi Rabbinin yüzü (zâtı) bâkî kalacaktır.”[91]
43) el-KERÎM: Keremi bol ve sonsuz; Fazilet türlerinin hepsine sahip. Bu isim, Kur’ân-ı Kerim’de, çoğu Allah’a nisbet edilerek toplam 27 yerde geçer. “Gerçekten benim Rabbim Ğaniy’dir (zengindir), Kerîm (çok cömert) olandır.”[92]
44) er-RAKIYB: Murâkabe eden, her şeyi gözetleyip kontrolü altında tutan. Bu isim, Kur’ân-ı Kerim’de 5 yerde geçer. “Şüphesiz Allah sizin üzerinizde Rakıyb’dir/gözeticidir (Rakîbâ).”[93]
45) el-MÜCÎB: Dilek ve duâlara karşılık veren; Kendine niyaz edip yalvaranlara isteklerini veren. Bu isim, Kur’ân-ı Kerim’de 1 yerde geçer. “… Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka ilâhınız/tanrınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı. Ve sizi orada yaşattı. O halde O’ndan mağfiret isteyin; sonra da O’na tevbe edin. Çünkü Rabbim (kullarına) çok yakındır, (duâlarını) kabul edendir (Mucîb).”[94]; “Kullarım Beni, sana soracak olurlarsa, işte Ben (onlara) pek yakınım. Bana duâ ettiği zaman, duâ edenin duâsına cevap veririm (kabul ederim -ucîbu-).”[95]
46) el-VÂSİ’: İlmi, ihsanı, mağfiret ve merhameti her şeyi kuşatan. Bu isim, Kur’ân-ı Kerim’de 9 yerde geçer. “Şüphe yok ki Allah, Vâsi’’dir/kuşatandır, bilendir (Alîm).”[96]
47) el-HAKÎM: Bütün emir ve işleri yerli yerinde olan. Hüküm ve hikmet sahibi. Bu isim, Kur’ân-ı Kerim’de toplam 97 yerde geçer. “Size apaçık deliller geldikten sonra, yine de kayarsanız (isyâna ve küfre dalarsanız), şunu iyi bilin ki Allah azizdir, hakîmdir.”[97]
48) el-VEDÛD: Çok seven ve çok sevilen. Bu ism-i şerif, Kur’ân-ı Kerim’de 2 yerde geçer. “Rabbinizden istiğfâr ederek bağışlanma dileyin; sonra O’na tevbe edin. Muhakkak ki Rabbim çok merhametlidir, (mü’minleri) çok sever (Vedûd).”[98]; “O (Allah), Ğafûrdur/çok bağışlayandır, Vedûd’dur/çok sevendir.”[99]
49) el-MECÎD: Yüce, şanlı ve şerefli; lütuf ve keremi bol. Mecîd ismi Kur’ân-ı Kerim’de 2’si Kur’an’ın özelliği ve ikisi de Allah’ın isim-sıfatı olarak toplam 4 yerde geçer. “Şüphesiz O, övülmeye lâyık olandır (Hamîd’dir), Mecid’dir.”[100]; “(O Allah) Arş’ın sahibidir, çok yücedir (el-Mecîd).”[101]
50) el-BÂİS: Ölümden sonra dirilten; ölüleri diriltip kabirlerinden çıkaran. Bu isim, Kur’ân-ı Kerim’de geçmez. Ancak, anlamı fiil olarak Kur’an’da geçer. Allah’a nisbet edilerek O’nun ölüleri dirilten (Bâis) olduğu belirtilir. “Kıyâmet vakti de gelecektir; bunda şüphe yoktur. Ve Allah kabirlerdeki kimseleri diriltip kaldıracaktır (yeb’asu).”[102]; “Yahut görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin duvarları çatıları üzerine çökmüş (alt üst olmuş) bir kasabaya uğradı. ‘Ölümünden sonra Allah bunları nasıl diriltir acaba?!’ dedi. Bunun üzerine Allah onu öldürüp yüz sene bıraktı; sonra tekrar diriltti (bease)…”[103]; “De ki: ‘Onları bir defa yaratıp inşâ eden (ölümden sonra) diriltecek. O, her türlü yaratmayı gâyet iyi bilir.”[104]
51) eş-ŞEHÎD: Her şeyi gözleyip bilen; her zaman ve her yerdeki mahlûkatını bilip gören. Bu isim, Kur’ân-ı Kerim’de toplam 35 yerde geçer. “Şüphesiz Allah, her şeye şâhit olandır (Şehîdâ).”[105]
52) el-HAKK: Fiilen var olan, varlığı ve ulûhiyeti gerçek olan; Hiç değişmeden duran; Hakkı izhar eden. El-Hakk kelimesi, çoğu Allah’ın ismi olarak Kur’an’da toplam 227 yerde geçer. “İşte böyle hiç şüphesiz Allah, Hakk’ın tâ kendisidir (huve’l-Hakku).”[106]
53) el-VEKÎL: Kendisine güvenilip dayanılan; Kendisine havale olunan işleri, kulların işini düzeltip onların yapacağından daha iyi temin eden. Vekîl ismi, çoğu Allah’ın ismi olarak Kur’an’da toplam 24 yerde geçer. “Allah’a tevekkül et, vekil olarak Allah yeter.”[107]; “…Sana Rabbin vekîl olarak yeter.”[108]
54) el-KAVÎ: Kudretli, her şeye gücü yeten. Bu isim, Kur’ân-ı Kerim’de 11 yerde geçer. “Şüphesiz Allah, en büyük kuvvet sahibidir (Kaviy), sonuçlandırması da pek şiddetlidir.”[109]
55) el-METÎN: Çok sağlam ve çok güçlü; Her şeye gücü yeten, kudretli. İkisi Allah’ın tuzağının özelliği ile ilgili olmak üzere bu isim 3 yerde geçer. “Şüphesiz rızk veren, metîn (kuvvet sahibi) olan Allah’tır.”[110]
56) el-VELÎ: Yardımcı ve dost. Kur’ân-ı Kerim’de bu isim 43 yerde kullanılır. Bu ismin çoğulu evliyâ kelimesi ise 42 yerde zikredilir. “Allah iman edenlerin velîsidir (dost ve yardımcısıdır), onları karanlıklardan nûra (aydınlığa) çıkarır.”[111]
57) el-HAMÎD: Her bakımdan övgüye lâyık. Bütün varlığın diliyle övülen. Bu isim, Kur’ân-ı Kerim’de toplam 17 yerde geçer. “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan infak edin/hayra harcayın. Size verilse, gözünüzü yummadan alamayacağınız kötü malı, hayır diye vermeye kalkışmayın. Bilin ki Allah zengindir (Ğaniy), övgüye lâyıktır (Hamîd).”[112]
58) el-MUHSÎ: Her şeyi tek tek bütün ayrıntılarıyla bilen; İlmiyle her şeyin sayısını bilen. El-Muhsî ismi, bu şekliyle Kur’an’da geçmez. Ancak, fiil şeklinde Allah’ın muhsî olduğu ifade edilir. “Andolsun onların tümünü kuşatmış ve onları sayı olarak da saymış bulunmaktayız (ahsâhum).”[113]; “O gün Allah onların hepsini diriltecek ve yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah onları (onların yaptıklarını) bir bir saymıştır (ahsâhu). Onlar ise unutmuşlardır. Allah her şeye şâhiddir.”[114]; “Şüphesiz ölüleri ancak Biz diriltiriz. Onların yaptıkları her işi, bıraktıkları her izi yazarız. Biz, her şeyi apaçık bir kitapta (levh-i mahfûz’da) sayıp yazmışızdır (ahsaynâhu).”[115]
59) el-MÜBDÎ: Varlıkları orijinal şekilde yaratan; Mahlûkatı maddesiz ve örneksiz olarak ilk baştan yaratan. Bu isim de Kur’an’da geçmez. Ama Allah’ın eşsiz şekilde yaratması (mübdî olması), fiil olarak birkaç yerde zikredilir. “O, ilkin var eden (yübdiü), (sonra dirilterek) döndürecek olandır.”[116]
60) el-MUÎD: Ölümden sonra tekrar yaratan. Bu isim de Kur’an’da geçmez; fiil olarak Allah’ın ölümden sonra tekrar yarattığı (muîd olduğu) ifade edilir. “Allah’ın gerçek bir vaadi olarak hepinizin dönüşü ancak O’nadır. Çünkü O, mahlûkatı önce (yoktan) yaratır (yebde’ü), sonra da iman edip sâlih/iyi ameller yapanlara adâletle mükâfat vermek için (onları huzuruna) geri çevirir (yuîduhû)…”[117]; “(Rasûlüm!) De ki: (Allah’a) şirk/ortak koştuklarınız arasında, (birini, yokken) ilk defa yaratacak, arkasından onu (ölümünden sonra hayata) yeniden döndürecek biri var mı? De ki: Allah ilk defa yaratıp (yebdeü) (ölümünden sonra) onu yeniden (hayata) döndürür (yuîduhû). O halde nasıl saptırılırsınız?”[118]
61) el-MUHYÎ: Can veren, hayatı halk eden, sağlık ve afiyet veren. Muhyî ismi Kur’an’da 2 yerde geçer. “Allah’ın rahmetinin eserlerine bir bak: Arzı, ölümünün ardından nasıl diriltiyor?! Şüphesiz O, ölüleri de mutlaka diriltendir (Muhyî). O, her şeye kadirdir.”[119]; “Ona (yeryüzüne) can veren, elbette ölüleri de diriltendir (Muhyî). O, her şeye kadirdir.”[120]
62) el-MÜMÎT: Ölümü yaratan, ecelleri geldiğinde canlıları öldüren. Mümît ismi de Kur’an’da yoktur. Fakat, Allah’ın eceli gelen canlıları öldürmesi (mümît olduğu) birçok âyette bahsedilir. “Dirilten (yuhyî) ve öldüren (yumît) Allah’tır.”[121]
63) el-HAYY: Ezelî ve ebedî hayatla daima diri; her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten. Kur’an’da bir kısmı Allah’ın isim-sıfatı olarak geçen Hayy kelimesi toplam 19 yerde geçer. “Allah, O’ndan başka ilâh/tanrı yoktur; O, hayydir, kayyûmdur.”[122]; “Sen asla ölmeyen ve daima diri olan (Allah)’a (el-Hayy) tevekkül et ve O’nu hamd ile tesbih et.”[123]
64) el-KAYYÛM: Her varlığın kendisine bağlı olduğu, kâinatı yöneten en yüce varlık; Her şeyi tutan. Kayyûm ismi Kur’an’da hepsi Allah için olmak üzere toplam 3 yerde geçer. “Allah, O’ndan başka ilâh yoktur. Hayy’dır, Kayyûm’dur.”[124]; “Hayy ve Kayyûm olan Allah’tan başka ilâh yoktur.”[125]
65) el-VÂCİD: Dilediğini dilediği zaman bulabilen, hiçbir şeye muhtaç olmayan, müstağnî. El-Vâcid ismi Kur’an’da yoktur. Ama, Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp, istediğini bulup yapması anlamında Kur’an’da bazı âyetler vardır. “Bir yoksul iken, seni bulup (vecede-ke) zengin etmedi mi?”[126]
66) el-MÂCİD: Şanlı, şerefli; kadri ve keremi bol olan. Bu ism-i şerif Kur’ân-ı Kerim’de geçmemektedir. Aşağı yukarı aynı anlamda olan ve aynı kökü paylaşan el-Mecîd ismi 2 yerde Allah’ın isim-sıfatı olarak kullanılır: “Şüphesiz O, övülmeye lâyık olandır (Hamîd’dir), Mecid’dir.”[127]; “(O Allah) Arş’ın sahibidir, çok yücedir (el-Mecîd).”[128]
67) el-VÂHİD: Tek, zâtında, sıfatlarından, işlerinde, isimlerinde, hükümlerinde asla ortağı veya benzeri olmayan; Bölünüp parçalara ayrılmaması ve benzerinin bulunmaması anlamında tek. Çoğu Allah’ın isim-sıfatı olarak kullanılan Vâhıd kelimesi Kur’an’da toplam 30 yerde geçer. “… De ki: Allah her şeyi yaratandır. Ve O, birdir (el-Vâhid), karşı durulamaz güç sahibidir (el-Kahhâr).”[129]; “Sizin İlâhınız tek bir İlâhtır (İlâhun vâhid), O’ndan başka ilâh yoktur. O bağışlayandır, merhametlidir.”[130]
68) es-SAMED: Arzu ve ihtiyaçları sebebiyle her varlığın kendisine yöneldiği, ancak kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan. İhtiyaçların giderilmesi için tek mercî. Kur’an’da 1 yerde geçer: “Allah, samed’dir.”[131]
69) el-KAADİR: Her şeye gücü yeten, tam kudret sahibi; İstediğini istediği gibi yapmaya gücü yeten. Bu isim, Kur’an’da 7 yerde geçer. Bu ismin bir benzeri (aynı kökten ve aynı anlamda olan) Kadîr ismi de Kur’an’da toplam 45 yerde geçer. “De ki: ‘Allah’ın size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap göndermeye ya da birbirinize düşürüp bazınıza bazınızın hıncını tattırmaya gücü yeter (el-Kaadir).”[132]; “Gerçekten O, her şeye güç yetirendir (Kadîr).”[133]
70) el-MUKTEDİR: Her şey gücü yeten, kudretli; Kuvvet ve kudret sahipleri üzerinde istediği gibi tasarruf eden. Bu isim, Kur’ân-ı Kerim’de 2 yerde geçer: “Onlar bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları güç ve kudretimize lâyık bir şekilde (muktedir) yakaladık.”[134];“Takvâ sahipleri cennetlerde ve ırmakların kenarlarında, Muktedir/Güçlü ve Yüce Allah’ın huzurunda hak meclisindedirler.”[135]
71) el-MUKADDİM: Öne alan; Arzu ettiğini ileri geçiren, Cennet’e yaklaştıran. Bu ism-i şerif Kur’an’da geçmez.
72) el-MUAHHİR: İstediğini geriye koyan, arkaya bırakan. Bu ism-i şerif de Kur’an’da geçmemektedir, ancak hadis-i şerifte geçmektedir.[136]
73) el-EVVEL: İlk, O’ndan öncesi olmayan evvel; Varlığının başlangıcı olmayan. Evvel kelimesi, bazısı Allah’ın isim ve sıfatı olarak Kur’an’da toplam 23 yerde kullanılır. “O, Evveldir.”[137]
74) el-ÂHİR: Son, Bâki olan, O’ndan sonrası olmayan son; Varlığının sonu olmayan. Bazısı Allah’ın isim ve sıfatı olarak, çoğunluğu da farklı durumları anlatan şekilde Kur’an’da âhir kelimesi toplam 28 yerde zikredilir. “…Ve Âhirdir.”[138]
75) ez-ZÂHİR: Varlığını ve birliğini belgeleyen birçok delilin bulunması açısından apâşikâr; Kudret ve saltanatıyla âşikâr olan/gizli olmayan. “…Ve Zâhirdir.”[139]
76) el-BÂTIN: Gizli; Zâtının görülmesi ve mâhiyetinin bilinmesi açısından gizli. El-Bâtın ismi, Kur’an’da 1 yerde geçer:“…Ve Bâtındır.”[140]
77) el-VÂLÎ: Kâinatın hâkimi ve yöneteni. “Vâl” şeklinde bu isim, Kur’an’da 1 yerde geçer: “Onlar için O’ndan (Allah’tan) başka vâlî yoktur.”[141]
78) el-MÜTEÂLÎ: İzzet, şeref ve hükümranlık bakımından en yüce, erişilmesi mümkün olmayan. El-Müteâl ismi, Kur’an’da 1 yerde geçer: “O, gaybı da, müşâhede edileni de bilendir. Çok büyüktür, yücedir (el-Müteâl).”[142]
79) el-BERR: İyilik ve ihsânı bol olan. Kullarına karşı iyiliği ve bahşişi bol olan. Bütün iyilik, güzellik ve ihsânın tek kaynağı. Kur’ân-ı Kerim’de el-berr kelimesi toplam 12 yerde geçer. Fakat bunların çoğu kara (yeryüzü) anlamındadır. Sadece 1 âyette Allah’ın sıfatı olarak kullanılır: “Gerçekten O, iyiliği bol (el-Berr) merhameti çok olandır.”[143]
80) et-TEVVÂB: Tevbeleri çokca kabul edip günahları bağışlayan; Kullarını tevbeye teşvik edip onların tevbelerini kabul eden. Tevvâb ismi Kur’an’da toplam 11 yerde geçer. “Şüphesiz O Tevvâb’dır/tevbeleri kabul edendir, merhametlidir (Rahîm’dir).”[144]
81) el-MÜNTAKIM: Suçluları lâyık ve müstahak oldukları şekilde adâleti ile cezâlandıran. “Gerçekten Biz, suçlu günahkârlardan intikam alıcılarız (müntakımûn).”[145]
82) el-AFÜVV: Çok affedici; İnsanların günahlarını kendilerinde sorumluluk kalmayacak şekilde affeden. Afüvv ismi Kur’an’da toplam 5 yerde geçer. “Şüphesiz Allah affedendir (Afüvv), güç yetirendir (Kadîr).”[146]
83) er-RAÛF: Şefkatli, çok merhametli, pek müşfik. Raûf ismi Kur’an’da toplam 11 yerde geçer. “Çünkü O, onlara (karşı) çok şefkatlidir (Raûf), çok merhametlidir (Rahîm).”[147]
84) MÂLİKÜ’L MÜLK: Mülkün hakiki ve ebedî sahibi. Bu isim Kur’an’da 1 yerde geçer: “De ki: ‘Ey mülkün sahibi (Mâlike’l-mülk) Allah’ım, dilediğine mülkü verirsin ve dilediğinden mülkü çekip alırsın, dilediğini Aziz kılar, dilediğini alçaltırsın, hayır Senin elindedir. Gerçekten Sen her şeye güç yetirensin.”[148]
85) ZÜ’L-CELÂLİ VE’L-İKRÂM: Azamet ve kerem sahibi; Büyüklük ve ikram sahibi. Bu isim, Kur’ân-ı Kerim’de 2 yerde geçer. “(Yer) üzerindeki her şey yok olucudur, Celâl ve ikram sahibi (zü’l-celâli ve’l-ikrâm) Rabbinin yüzü (zâtı) bâki kalacaktır.”[149]; “Büyüklük ve ikram sahibi (zü’l-celâli ve’l-ikrâm) Rabbinin adı yücelerden yücedir.”[150]
86) el-MUKSIT: Adâletle hükmeden, bütün işlerini denk ve birbirine uygun ve yerli yerinde yapan. Kur’ân-ı Kerim’de el-Muksıt ismi geçmez. Ama, Allah’ın kıst ile davrandığı (yani muksit olduğu) ifade edilir. “Oysa onlar, haksızlığa uğratılmadan aralarında adâletle (bi’l-kıst) hükmedilmiştir.”[151]
87) el-CÂMİ’: İstediğini istediği zaman istediği yerde toplayan; Bütün övgü ve erdemleri zâtında toplayan; evrendeki tüm varlıkları tüm bir âhenk içinde toplayıp düzenleyen; bütün mahlûkatı hesaba çekmek üzere kıyâmet gününde bir araya getiren. Câmi’ ismi Kur’an’da 2 yerde kullanılır. “Rabbimiz, kendisinde şüphe olmayan bir günde insanları muhakkak Sen toplayacaksın (câmiu’n-nâs). Doğrusu Allah, va’dinden cayıp dönmez.”[152]; “O (Allah,) Kitap’ta size şöyle indirmiştir ki: Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya (başka konuya geçinceye) kadar kâfirlerle beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz. Elbette Allah, münâfıklarları ve kâfirleri Cehennemde bir araya getirecektir (câmi’).”[153]
88) el-ĞANÎ: Çok zengin; Kendisi her şeyden müstağnî, kendi dışındaki her şey O’na muhtaç. Ğanî ismi Kur’an’da toplam 20 yerde geçer. “Şüphesiz Allah hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır (el-Ğaniyy), övülmeye lâyık olandır.”[154]
89) el-MUĞNÎ: Zenginlik veren; kullarından dilediğini keremiyle zengin eden. Muğnî ismi Kur’an’da geçmez. Fakat, Allah’ın zengin kılması (muğnî olması) bazı âyetlerde vurgulanır. “Allah dilerse sizi kendi fazlından zengin kılar (yuğnîkümullah).”[155]
90) el-MÂNİ’: Bir şeyin olmasına mâni olan; Kötülüklere engel olan, hikmeti gereği dilemediği şeylerin gerçekleşmesine izin vermeyen. Bu isim de Kur’ân-ı Kerim’de geçmez. Ancak, bu anlamda âyetler vardır: “Allah sana, bir zarar dokunduracak olursa, O’ndan başka bunu senden kaldıracak yoktur. Ve eğer sana bir hayır isterse O’nun bol fazlını geri çevirecek de yoktur. Kullarından dilediğine bunu isâbet ettirir. O, bağışlayandır, merhametlidir.”[156]
91) ed-DÂRR: Zarar verici olanlar dâhil olmak üzere her şeyi yaratan. Bu isim de Kur’ân-ı Kerim’de geçmez. Ancak, bu ism-i celilin mânâsı, bazı âyetlerde beyan buyrulur.[157] Hadis-i şerifte de şöyle buyrurlur: “Zarar verene Allah zarar verir. Güçlük çıkarana Allah güçlük çıkarır.”[158]
92) en-NÂFİ’: Fayda veren; Faydalı ve menfaat verici şeyleri yaratan. Bu ism-i celil de Kur’an’da geçmez. Ama, mânâsı bazı âyetlerde kullanılır: “De ki: Allah’ın dilemesi dışında kendim için zarardan veya faydadan (hiçbir şeye) mâlik değilim.”[159]
93) en-NÛR: Nurlandıran, nûr kaynağı; Âlemleri ve gönülleri nurlandıran. Nûr kelimesi Kur’an’da Allah’ın kitabı, aydınlık gibi anlamlarla birlikte Allah’ın nûru anlamında da kullanılır. Toplam 43 yerde geçer. “Allah, göklerin ve yerin nurudur.”[160]
94) el-HÂDÎ: Yol gösteren, murada erdiren; Hidâyet yaratan, istediği kulunu hayırlı yollara muvaffak kılan. Hâd(î) kelimesi Kur’an’da toplam 10 yerde geçer. “Hiç şüphe yok ki Allah, iman edenleri dosdoğru yola yöneltip iletmektedir (hâd).”[161]
95) el-BEDÎ’: Bütün varlıkları eşi ve örneği olmadan sanatkârâne bir şekilde yaratan; hayret verici âlemler icad eden. Her ikisi de “Bedî’u’s-semâvâti ve’l-arz” şeklinde olan Bedî’ ismi Kur’an’da 2 yerde geçer. “(O,) Gökleri ve yeri eşsiz yaratandır (Bedî’). O, bir işin olmasını dilediğinde, ona yalnızca ‘ol’ der, o da hemen oluverir.”[162]; “O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır.”[163]
96) el-BÂKÎ: Varlığının sonu olmayan, daima var olan. Bâkî ismi de Kur’an’da bu şekilde geçmez. Ancak anlamı bazı âyetlerde zikredilir: “Allah, daha hayırlıdır ve daha süreklidir, kalıcıdır (ebka).”[164]
97) el-VÂRİS: Varlığının sonu olmayan; Varlığı devamlı olan servetlerin hakiki sahibi; Her şey yokluğa döndükten sonra da varlığı ve saltanatı devam eden. El-Vâris kelimesinin çoğulu el-Vârisûn ve el-Vârisîn şeklinde Allah’ın isim-sıfatı olarak 2 yerde geçer. “Şüphesiz Biz, gerçekten Biz yaşatır ve öldürürüz ve vâris olanlar Biziz (Vârisûn).”[165]“…Sen vârislerin en hayırlısısın (her şey sonunda Senindir).”[166]
98) er-REŞÎD: Bütün işleri isâbetli ve hedefine ulaşan, kullarını doğru yola irşad edici. Birkaç âyette başkası için kullanılan reşîd kelimesi, Allah için Kur’an’da kullanılmamıştır. Ama, bu ismin anlamı, Kur’an’ın bazı âyetlerinde geçer: “Andolsun, bundan önce İbrahim’e rüşdünü (ruşdehû) vermiştik ve Biz, onu (doğruyu seçme yeteneğinde olduğunu) bilenlerdik.”[167]
99) es-SABÛR: Çok sabırlı. Esmâü’l-Hüsnâ hadisinde yer alan bu ism-i celil, Kur’ân-ı Kerim’de geçmez. Şu âyet-i kerime, es-Sabûr ism-i celilinin mânâsını beyan etmektedir: “Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yer yüzünde) canlılardan hiçbir şey bırakmazdı. Ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilir ne de öne alınabilir.”[168] Allah’ın çok sabırlı, yani sabûr olduğundan bahseden bir hadis-i şerif de şöyledir: “Yüce Allah’tan daha sabırlı ve aleyhinde (bâtıl iddiaların verdiği) ezâya hilimli hiçbir kimse, yahut hiçbir şey yoktur. Çünkü insanların bir kısmı O’na oğul isnad edip çağırıyorlar. Böyleyken şüphesiz Allah, onları âfiyette kılıyor ve onları tüm türlü nimetlerle rızıklandırıyor.”[169]
Âlimlerin ittifakıyla Güzel İsimler 99’a münhasır değildir. Allah’a ait her şey sınırsız ve sonsuz olduğu gibi, isimleri de sınırsızdır. Kur’ân-ı Kerim’de isim sigası halinde bulunduğu halde, Tirmizî’nin yukarıda saydığımız meşhur listesinde görülmeyen vasıflar/isimler vardır. Bunlar 27 adettir. Bilmekte fayda var: Tirmizî, kendi rivayet ettiği, isimlerin tek tek sayıldığı 99 isimli hadise “garîb” demektedir. Garîb hadis: Bir râvînin yalnız başına rivâyet ettiği, rivâyette tek kaldığı hadis demektir.
Yukarıdaki listenin dışında, Kur’an’daki Diğer İsimler:
- er-RAB: Varlıklar âlemini yaratan, terbiye ederek geliştiren, onları maddî ve mânevî olgunluğa götüren, terbiyenin bütün gereklerine mâlik ve her şeye sahip olan. (Kur’an’da 970 yerde kullanılır) “Hamd (övülme), âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.”[170]; “Yaratan Rabbinin adıyla oku.”[171]
- el-İLÂH: İbâdet edilen, mâbud, ilâh. Kur’an’da çoğu Allah için, bazen de müşriklerin sahte tanrıları için olmak üzere toplam 147 yerde geçer. “Sizin ilâhınız tek bir İlâhtır.”[172]; “Allah’tan başka ilâh yoktur; O, Rahmân’dır, Rahîm’dir.”[173]
- el-MUHIYT: Kuşatan, ilim ve kudretle ihâta eden. Muhıyt ismi, Allah’ın isim-sıfatı olarak Kur’an’da 8 âyette geçer. “…Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.”[174]
- el-KADÎR: Kudreti tam olan, Her şeye gücü yeten. Hikmetin gereğine göre istediğini yapan. Kur’an’da 45 yerde geçer. “Allah, şüphesiz her şeye kadirdir.”[175]
- el-KÂFÎ: Kifâyet eden, yeten, üzerine alan. Kullarına yardım eden, vekil olan, yol gösteren, yaptıklarını bilen, gören, hesaba çeken. O, her şeye kâfi olduğundan ibâdet, ümit, rağbet, tevekkül ve duâ yalnız O’ndan olur. El-Kâf(î), Kur’an’da yalnız 1 yerde Allah hakkında zikredilir. “Allah kuluna kâfi değil midir? Seni O’ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Allah, kimi saptırırsa artık onun yolunu doğrulayacak, hidâyet verecek biri yoktur.”[176]
- eş-ŞÂKİR: Kullarına, yaptıkları ibâdet ve şükürlerinin karşılığı olarak çok mükâfat ve nimet veren, az veya çok her itaati ödüllendiren, bol, çok ve devamlı nimet ihsan eden. Kur’an’da 4 âyette geçen şâkir kelimesinin 2’si insanlar hakkında kullanılır. 2 âyette Allah’ı tavsif eder. “Her kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa, şüphesiz Allah kabul eder (şâkir) ve (yapılanı) hakkıyla bilir.”[177]
- el-HAKÎM: Hâkim olan, karar veren, hükmeden, hikmetli, her şeyi yerli yerince yapan, yöneten, men eden, sağlam yapan. Kur’an’da toplam 97 âyette geçen el-Hakîm kelimesi, 91 âyette Allah’ı tavsif eder. “… Allah dileseydi, sizi de zahmet ve meşakkate sokardı. Çünkü Allah güçlüdür (Azîz), hakîmdir (Hakîm).”[178]
- el-KĀHİR:Gâlip gelen, zelil eden, istediğini yapan, üstün gelen, gücü her şeyi kuşatan, kuvvet ve kudretine güç yetirilemeyen, yarattıklarını dilediği gibi yöneten, dilediğini yapmaktan hiçbir şey kendisini âciz bırakamayan. Allah’ın sıfatı olarak 2 âyette geçer. “O, kullarının üstünde tam gâliptir, her türlü tasarrufa sahiptir (kāhir). O, hüküm ve hikmet sahibidir (Hakîm), her şeyden haberdardır. (Habîr).”[179]
- el-MEVLÂ: Rab, dost, yardım eden, ihsân eden. Kur’an’da 18 yerde geçen mevlâ kelimesi, 12 yerde Allah’ın isim-sıfatı olarak zikredilir. “Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işleri yükleme. Bizi affet. Bizi bağışla. Bize acı. Sen bizim mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.”[180]; “… Namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır. Ne güzel mevlâdır, ne güzel yardımcıdır (O).”[181]
- en-NASIYR: Çok yardım eden, sürekli yardım eden, te’yid ve takviye eden, kurtaran, zafer veren. Kendisinin yardımından mahrum etmeyeceğinden emîn olunan. Nasıyr kelimesi Kur’an’da toplam 24 yerde geçer. Çoğu Allah için isim-sıfat olarak kullanılır. Rabbin yol gösteren (hâdî) ve yardım eden (nasıyr) olarak yeter.”[182]; “Sizin Allah’tan başka ne dostunuz (velîy) ne de yardımcınız (nasıyr) vardır.”[183]
- el-HÂLIK: Yaratıcı, Düzgün biçimde takdir edip bir şeyi örnek almaksızın icad etmek. Allah’ın hâlık sıfatı, Kur’an’da 8 âyette geçer ve her şeyi yaratanın Allah olduğu bildirilir. “De ki: Allah, her şeyin yaratıcısıdır (hâlık). O tektir, kahhârdır.”[184]; “Allah’tan başka yaratıcı mı var?”[185]
- el-MELİK: Kâinatın mâliki, sahibi ve yöneticisi. Kur’ân-ı Kerim’de çoğu Allah’ın isim-sıfatı olmak üzere toplam 13 yerde geçer. “Hak/gerçek melik Allah, yücedir.”[186]; “De ki: İnsanların Rabbine, insanların Melikine (mutlak sahip ve hâkimine), insanların İlâhına sığınırım.”[187]
- el-KEFÎL: Şâhit, vekil, referans. Kur’ân-ı Kerim’de 1 yerde geçer. “Antlaşma yaptığınız zaman, Allah’ın ahdini yerine getirin ve Allah’ı üzerinize şâhit tutarak (Kefîl), pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın. Şüphesiz Allah, yapacağınız şeyleri çok iyi bilir.”[188]
- el-HALLÂK: Mükemmel yaratan, devamlı yaratan. Kur’ân-ı Kerim’de 2 yerde geçer ve Allah’ın isim-sıfatı olarak kullanılır. “Şüphesiz Rabbin hakkıyla yaratan (Hallâk), çok iyi bilendir (Alîm).”[189]
- el-EKREM: Çok ikram eden, ikrâmı en çok olan. Allah’ın sıfat-ismi olarak Kur’ân-ı Kerim’de bu isim, 1 yerde kullanılır. “Oku ve Rabbin, en büyük kerem sahibidir (el-Ekrem).”[190]
- el-A’LÂ: Çok yüce, en şerefli, Şânı ve kadri yüksek, kudreti çok büyük olan. Kur’an’da toplam 2 âyette Allah’ın isim-sıfatı olarak kullanılır. “Yüce (A’lâ) Rabbinin adını tesbih (ve takdis) et.”[191]
- el-MÜBÎN: Varlığı âşikâr olan, hakkı izhar eden, gerçeği beyan eden. Mübîn kelimesi, değişik birçok şeyin sıfatı olarak Kur’an’da toplam 119 yerde geçer. Bunlardan sadece 1 âyette Allah’ın sıfatı olarak geçer: “…Ve bilirler ki Allah haktır, apaçıktır (Mübîn).”[192]
- el-HAFÎ: Çok ikram eden, son derece iyilik ve lütuf sahibi, her şeyi bilen. Kur’an’da 2 yerde geçer. Bunlardan biri Allah’ın sıfat-ismi olarak kullanılır. “…O (Allah) bana karşı çok lütufkârdır (Hafî).”[193]
- el-KARÎB: Yakın; Affı, mağfireti, rahmeti, bilmesi, görmesi ve duyması itibariyle kullarına yakın olan. Karîb kelimesi Kur’an’da 25 âyette geçer, bunlardan 5’i Allah’ın sıfatı olarak kullanılır. “(Ey Peygamberim! Kullarım, sana Benden sorarlarsa (onlara bildir ki): Ben (onlara) yakınım (karîb). Bana duâ edince, duâ edenin duâsına icâbet ederim…”[194]; “… Şüphesiz O, işitendir (Semî’), yakındır (Karîb).”[195]
- el-EHAD: Bir, tek, yegâne. Eşi,benzeri ve ikincisi bulunmayan bir tek. Allah’ın Ehad ismi sadece 1 âyette geçer: “De ki: ‘O Allah tektir/birdir.”[196]
- ĞÂFİRU’Z-ZENB: Günahları bağışlayan. Kur’an’da 1 âyette geçer. “… (Allah,) Günahı bağışlayandır (Ğâfiru’z-zenb)…”[197]
- ŞEDÎDU’L-IKAAB: Cezalandırması çok şiddetli olan. Bu isim-sıfat, Kur’ân-ı Kerim’de 14 yerde geçer. “Bilin ki, şüphesiz Allah, cezalandırması şiddetli olandır…”[198]; “Allah, kuvvetlidir, azâbı şiddetlidir.”[199]
- FÂTIRU’S-SEMÂVÂTİ VE’L-ARD: Yeri ve gökleri yaratan; Yoktan var eden. Kur’an’da 6 âyette geçer. “De ki, gökleri ve yeri yoktan var eden, besleyen fakat, kendisi beslenmeyen Allah’tan başka dost mu tutayım?...”[200]
- RAFÎU’D-DERECÂT: Dereceleri yükselten; Peygamber ve mü’minlerin itibar, derece, şan ve şereflerini artıran. Gökleri tabaka tabaka yükselten, kullarının dünyada derecelerini veya cennetteki mevkilerini yükselten. Kur’an’da 1 âyette geçer. “Dereceleri yükselten, Arş’ın sahibi Allah, kavuşma günüyle korkutmak için kullarından dilediğine irâdesiyle ilgili vahyi indirir.”[201]
- ĞÂLİB ALÂ EMRİH: Emrinde, işinde ve hükmünde gâlip olan, üstün gelen. Kur’an’da 1 yerde Allah’ın sıfatı olarak geçer. “Allah emrinde gâliptir, fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler.”[202]
- KĀİM ALÂ KÜLLİ NEFS: Varlıkları, tüm yaratıkları görüp gözeten, koruyan ve yöneten. Allah’ın sıfatı olarak Kur’an’da 1 yerde geçer. “Her nefsin kazandığını görüp gözeten, koruyan (Allah), hiç böyle olmayan gibi olur mu?”[203]
- HAYRUN HÂFIZAN: En iyi koruyup gözeten. Allah’ın sıfatı olarak Kur’ân-ı Kerim’de 1 yerde geçer. “Allah en hayırlı koruyucudur. O, acıyanların en merhametlisidir.”[204]
İbn Mâce[205] rivâyetinde bulunup da, yukarıda sayılıp açıklanan Tirmizî’nin[206] meşhur rivâyetinde bulunmayan esmâü’l-hüsnâ şunlardır:
1- el-BÂRR: Kullarına iyilik yapan, çok lutufkâr, çok merhametli, çok şefkatli demektir. Bârr şeklinde Kur’an’da geçmez; aynı anlamda Berr şeklinde Allah için 1 âyette geçer.[207] Kıta ve geniş kara parçası anlamında 12 âyette berr kelimesi kullanılmıştır.
2- el-CEMÎL: Allah’ın söz, fiil ve işlerinin iyi ve güzel, O’nun iyilik ve ihsan sahibi olduğunu ifade eder. Allah’ın her eseri, her yaptığı ve her davranışı güzeldir. Allah’ın ismi olarak Kur’an’da geçmez. Bir hadiste şöyle buyrulur: “Allah cemîldir/güzeldir, cemâli/güzeli sever.”[208]
3- el-KÂHİR: Kur’an’da Allah’ın sıfatı olarak 2 âyette geçmiştir: “O, kullarının üstünde tam gâliptir, hakîmdir.”[209]
4- el-KARÎB: Yakın. Zaman, mekân ve cihet itibarıyla değil; kullarına onların hallerini, yaptıklarını, söylediklerini, düşündüklerini, duâlarını bilmesi, görmesi, duyması, şâhit olması, yardım etmesi, koruması itibarıyla yakın demektir. Karîb kelimesi Kur’an’da 25 yerde geçmiş ve bunlardan 5 tanesi Allah’ı nitelemede kullanılmıştır. “Kullarım, sana Benden sorararlarsa (onlara bildir ki): Ben (onlara) yakınım (karîb).”[210]
5- er-RÂŞİD: Söz ve fiillerinde isâbetli olan, hakîm, doğru yolu gösteren, öğreten; yardımcısı olmadan bütün işleri en güzel bir şekilde yöneten, tedbirli olan demektir. Allah’ın isim veya sıfatı olarak bu şekilde geçmemekle birlikte; Allah’ın doğru yolu gösterici olduğu birçok âyette bildirilmiştir.
6- er-RABBU: Kur’an’da 970 yerde geçer. Varlıklar âlemini yaratan, terbiye ederek geliştiren, onları maddî ve mânevî olgunluğa götüren, terbiyenin bütün gereklerine mâlik ve her şeye sahip olan.
7- el-MÜBÎN: Varlığı gizli olmayan, apaçık olan, hakkı izhar eden, gerçeği beyan eden demektir. Kur’an’da 119 yerde geçer. Allah’ın sıfatı olarak sadece 1 âyette kullanılır: “… Ve bilirler ki Allah haktır, mübîndir/apaçıktır.”[211]
8- el-BURHÂN: Hak ile bâtılı, doğru ile yanlışı ayıran, bütün şüpheleri gideren kesin delil anlamında Kur’an’da 8 âyette geçer. Kur’an’da Allah’ın sıfatı olarak kullanılmaz.
9- eş-ŞEDÎD: Şiddetli olan demektir. Allah hakkında Kur’an’da “Şedîdu’-azâb” (1 âyette,[212] “Şedîdu’l-ıkâb” şeklinde ise 14 âyette geçer. Her ikisi de cezalandırması, azâbı şiddetli olan anlamına gelir.
10- el-VÂKIY: Allah’ın yaratıklarını tehlikelerden koruduğunu ifade eder. Mü’minleri dünya ve âhirette koruyup kollayan. Kur’an’da Allah’ın sıfatı olarak bu şekilde geçmez.
11- ZÜ’L-KUVVETİ: Kadir, çok güçlü, kuvveti tam olan, asla âcizliği bulunmayan demektir. Kur’an’da Allah’ın sıfatı olarak 1 âyette geçer: “Gerçekten rızık veren, sağlam, kuvvet sahibi olan ancak Allah’tır.”[213]
12- el-KAİM: Her şeyi görüp gözeten, koruyan. Kur’an’da Allah’ın sıfatı olarak 1 âyette geçmiştir: “Her nefsin kazandığını görüp gözeten, koruyan (Allah), hiç böyle olmayan gibi olur mu?”[214] Kayyûm şeklinde ise 3 âyette geçer.
13- Ed-DÂİM: Sürekli var olan, ölümlü olmayan, Bâki. Kasas sûresinin 28 ve Rahmân sûresinin 26-27. âyetleri Allah’ın bu sıfatına delâlet eder.
14- el-HÂFIZ: Koruyan, esirgeyen/merhamet eden, gözeten, gizliyi bilen anlamına gelir. Kur’an’da tekil ve çoğul olarak 28 defa kullanılmıştır. “Kur’an’ı Biz indirdik ve Onu koruyacak olan da Biziz (Hâfızûn).”[215] “En hayırlı koruyucu Allah’tır. O, merhametlilerin en merhametlisidir.”[216]
15- el-FÂTIR: Yaratan, icad eden, yokken var eden demektir. Kur’an’da 6 yerde geçer. Hepsi de gökleri ve yeri yaratmasıyla ilgilidir. “De ki, gökleri ve yeri yoktan var eden, besleyen, fakat kendisi beslenmeyen Allah’tan başka dost mu tutayım?”[217]
16- es-SÂMİ’: Sözlerin açığını da gizlisini de işiten demektir. Allah, insanların fısıltılarına varıncaya kadar iyi veya kötü her sözünü işitir ve gereğini yapar, duâ ve niyazları duyar ve icâbet eder. Sâmi’ şeklinde Kur’an’da geçmez. Aynı anlamda Semî’ şeklinde Kur’an’da 47 âyette geçer.
17- el-MU’TIY: Nimet veren, ihsanda bulunan demektir. Allah’ın bu vasfı, Kur’an’da “a’tâ - yu’tî” fiiliyle ifade edilmiştir: “(Ey Muhammed!) Biz sana kevseri verdik.”[218]
18- el-KÂFÎ: Yeten, koruyan demektir. Allah’ın kuluna kâfi olması; hem yardım etmesi, vekil olması, yol göstermesi, hem de yaptığını bilmesi, görmesi, şâhit olması, günahından haberdar olması ve hesaba çekmesi demektir. Allah’ın sıfatı olarak 1 âyette geçer: “Allah kuluna kâfi değil mi?”[219]
19- el-EBED: Sonsuz olarak yaşayan, ölümü olmayan demektir. Bâkî ve Dâim sıfatlarıyla aynı anlamı ifade eder.
20- el-ÂLİM: Çok bilen, her şeyi bilen demektir. Bu sıfat, Allah’ın sırları, gizli olanları, olmuşu ve olacağı, görünen ve görünmeyen âlemi, yerde ve göklerde olup bitenleri, geçmişi, hali ve geleceği, canlı ve cansız bütün varlıkları, insanların gizli ve âşikâr bütün yaptıklarını, küçük ve büyük her şeyi bildiğini ifade eder. Âlim ismi Kur’an’da 13 âyette geçer. “Allah, göklerin ve yerin gaybını bilendir. O göğüslerin özünü çok iyi bilendir.”[220]
21- es-SÂDIK: Söz, iş, vaad ve vaîdinde doğru olan; her sözünü yerine getiren; yalanı, yanlışı, hilesi, aldatması bulunmayan demektir. Allah’ın bu sıfatı, Kur’an’da azamet çoğulu olarak “sâdıkûn” şeklinde bir âyette geçer: “Biz şüphesiz sâdık olanlarız.”[221]
22- el-MÜNÎR: Aydınlatan, nurlandıran. Varlıklara nurunu veren, nurlandırıcı olan Allah’tır. Nur kelimesi Kur’an’da 43 âyette geçer. Allah’ın sıfatı olarak Münîr Kur’an’da geçmez.
23- et-TÂM: Tam ve kâmil olan, eksiksiz ve mükemmel. Allah’ın zât, isim, sıfat ve fiilleriyle mükemmel olduğunu; eksiksiği, kusuru, acziyeti ve za’fiyeti olmadığını, her şeyi ile tam olduğunu ifade eder. Kur’an’da geçmez.
24- el-KADÎM: Önlerine geçmek, cesur olmak, eski olmak, bir işe yönelmek ve râzı olmak anlamındaki “k-d-m” kökünden türeyen kadîm; eski, evvelî olmayan, her şeyin önü ve evvelî demektir. Kadîm; Allah’ın evvelînin, başlangıcının olmadığını, yaratılmadığını ve ezelî olduğunu ifâde eder.
25- el-VİTR: Tek ve eşsiz. Allah’ın sıfatı olarak Kur’an’da geçmez. Hadis-i şerifte şu şekilde geçer: “Şüphesiz Allah tektir (vitr), teki sever.”[222]
26- el-EHAD: Bir, tek, yegâne, biricik. Kur’an’da 85 defa geçer. “De ki O Allah tektir.”[223]
Tirmizî[224] rivâyetinde bulunup da İbn Mâce’de[225] yer almayan isimler de 25 tanedir. Bunlar: el-Kuddûs, el-Ğaffâr, el-Kahhâr, el-Fettâh, el-Hakem, el-Adl, el-Kebîr, el-Hafîz, el-Mukıyt, el-Hasîb, er-Rakîb, el-Vâsi’, el-Hamîd, el-Muhsî, el-Muktedir, el-Mukadim, el-Muahhir, el-Berr, el-Muntekım, Mâlikü’l-Mülk, zü’l-Celâli ve’l-İkrâm, el-Muğnî, el-Bedî’, er-Reşîd, es-Sabûr.
Yukarıda sayılan (Tirmizî, İbn Mâce ve ilâve olarak Kur’an’daki 27 isim), yani toplam 145 isimle, yine Kur’an ve hadislerden derlenen 138 isimle birlikte 283 isim Esmâü’l-Hüsnâ olarak değerlendirilebilir. Tabii, Allah’ın tüm isimlerinin bunlardan ibâret olup başka isminin olmadığını söylemek doğru olmaz. Allah’ın her şeyi sonsuz olduğu gibi isimleri de sonsuz ve sınırsızdır.
Esmâü’l-hüsnâ, en güzel isimler demektir. Bu tâbir âyet ve hadislerde geçer. “Allah, O’ndan başka ilâh yoktur. En güzel isimler O’nundur.”[226]“Esmâü’l-Hüsnâ (En güzel isimler) Allah’ındır. O’nu o isimlerle duâ edin, çağırın (adlandırın)...[227]; “Allah, O’ndan başka ilâh yoktur. En güzel isimler O’nundur.”[228]
Tirmizî’nin Ebû Hureyre’den rivâyetine göre o şöyle demiştir: ‘Allah’ın Rasûlü (s.a.s.) dedi ki: “Allah’ın doksan dokuz ismi vardır. Kim onları öğrenir bellerse (ahsâhâ / hayatı boyunca Allah’ı bu şekilde tanıyarak yaşar ve bu iman ve yaşayış üzere ölürse, inşâallah) Cennete girer.”[229](Hadis rivâyetinin devamında, yukarıda sayıp Türkçe anlamlarını verdiğimiz 99 İlâhî isim sayılır.)
Buhârî, Müslim ve İbn Mâce, hadisin sadece baş tarafını rivâyet eder, isimleri ayrı ayrı sıralamazlar. Hadis-i şerifte Ebû Hureyre’nin (r.a.) rivâyetiyle Rasûlullah’ın (s.a.s.) şöyle buyurduğu nakledilir: “Allah’ın doksan dokuz, yani bir müstesna olmak üzere yüz ismi vardır. Bunları (şirk koşmadan, mânâlarına uygun tarzda amel etmek sûretiyle) ezber eden her bir kişi muhakkak Cennet’e girer. Yüce Allah tektir, tek olanı sever.”[230]
Âyet ve hadislerde zikredilen esmâü’l-hüsnâ, Allah’ın nasıl bir varlık olduğunun, O’nun niteliklerini, özelliklerini ve hangi vasıflara sahip olup olmadığını beyan eden isim ve sıfatlardır.
Allah’a ait olan bu isimlerin aynen bir başkasında da olduğuna inanmak insanı şirke götürür. Tevhidin bir anlamı da Allah’ın isim ve sıfatlarında tek bir olduğunu, başkalarının Allah’a, Allah’ın da başkalarına (yarattığı varlıklara) benzemediğine inanmaktır. “O’nun (Allah’ın) benzeri gibi olan hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir.”[231]
“Esmâü’l-Hüsnâ (En güzel isimler) Allah’ındır. O’nu o isimlerle duâ edin, çağırın (adlandırın). O’nun isimleri konusunda ilhâd’a (eğriliğe) sapanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezâsını göreceklerdir.”[232]
Esmâü’l-Hüsnâ Konusunda Doğru Yoldan Sapmak
Kur’an, esmâü’l-hüsnâ konusunda ilhad adını verdiği tavrı yasaklamıştır.[233] Bu ilhâd kavramıyla, Allah’ın isimleri ve nitelikleri konusunda ciddiyet göstermeyen, lâubâli davranan, Allah hakkında zan ile konuşan ve bilmediğini söyleyenler[234] kast edilmiştir. Birçok müfessir, âyette dile getirilen ilhâdı, “Allah’ı kendi zâtına vermediği, naslarda yer alan esmâü’l-hüsnâ içerisinde bulunmayan isimlerle adlandırmak” şeklinde anlamışlardır.
Allah’ın isimleri konusunda doğru yoldan sapmak, hiç şüphesiz, sadece isimlerin lafızlarıyla ilgili bir durum değildir. Belki de âyetin sakındırdığı asıl sapma, Allah tasavvuru konusundaki sapmadır. Zaten isimler konusundaki sapma, tasavvurdaki sapmanın bir sonucudur. Tasavvurdaki sapma muhtevâya yönelik, isimlerdeki sapma ise biçime yöneliktir. Allah’ın isimleri konusunda doğru yoldan sapmanın farklı boyutlarını şu başlıklar halinde toplayabiliriz:
1- Allah’a isim koyma yoluyla, Allah’ı tanımlamaya kalkmak: Bu Allah’ı tanımanın önündeki en büyük engeldir. Kul, haddini aşmadan, bu işe kalkışamaz.
2- Allah’ın kendi zâtı için seçip beğendiği isimleri veya onların mânâlarını reddetmek: Birinci maddenin tersi bir sapmadır. Zaten Allah’a O’nun şânına yaraşmayan isimler ve sıfatlar yakıştıran biri, O’nun kendi zâtı için seçip beğendiği isim ve sıfatlarla sorunlu demektir.
3- Allah’ın isim ve sıfatlarını, onların içeriklerini görünür görünmez varlıklara vermek: Allah dışında herhangi bir varlığa, sadece Allah’a ait olan mükemmelliklerden birini veya birkaçını yakıştırmak. Yakıştırılan ister bir peygamber, ister bir aziz, ister bir velî, isterse bir put olsun, fark etmez.
4- Allah’ın isimlerinin anlamlarını tahrif etmek ve onlara kendilerinde bulunmayan anlamlar yüklemeye veya var olan anlamlarını eksiltmeye yeltenmek: Bu tahriftir ve tahriflerin en büyüğü, Allah hakkında yapılanıdır.
5- Esmâü’l-hüsnânın içeriğini boşaltmak: Bu, genellikle mutlak tenzihe sapanların ihlâdıdır. İsimsiz ve vasıfsız bir Allah tasavvuru, Allah’ın âlemden bağımsız varlığını inkâra çıkar. Böyle bir tasavvurda Tanrı, sanal bir varlık halini alır.
6- Allah’ın, esmâsıyla hayatın tüm alanlarına tecellisini inkâr edip O’nu hayattan dışlayan bir tasavvura sapmak: Modern sekülerlik/laiklik, sapmanın bu türünü içinde en yoğun bir biçimde barındırmaktadır.
Allah’ın isimleri konusunda doğru yoldan sapmamak için bu konuda doğru yolun ne olduğunu bilmek gerekir. Peki, Allah’ın isimleri konusunda doğru yol nedir? Bu sualin cevabını birkaç maddede sıralayalım:
1- Allah’a isimler koymak Allah’ın hakkıdır.
2- Allah’ın kendisi için seçip beğendiği isimler İlâhî kelâmda (ve sahih hadislerde) yer almışlardır.
3- Allah’ın kendisi için kullandığı isimler Kur’an’da isim kalıbıyla gelenlerdir. Kur’an’da Allah’a izâfe edilen fiiller, ismin yerini tutmazlar.
Kur’an’da Allah’a izâfe edilen fiillerden isim türetmenin baştan beri bir usûlü ortaya konamamıştır.[235]
Esmâü’l-Hüsnâ ile ilgili bu âyette geçen “eğriliğe sapanlar” diye tercüme olunan “yulhıdûn”, genel olarak Allah’a isim ve vasıf vermekte kayıtsız, lâubali kimseleri ifâde eder. İlhâd: Allah’ı, Kendisini isimlendirmediği, hakkında Kur’an’da veya sahih sünnette nass gelmemiş olan bir isimle adlandırmaktır.
Allah’ı güzel isimleriyle tanımak ve anmak, O’na lâyık olmayan nitelikleri isnat etmemek, insanın başta gelen görevidir. Allah’ın isimleri hakkında Allah’a lâyık olmayan isimler isnat etmek, Allah’a “baba” veya “oğul” gibi Allah’a yanlış isimler takmak, Kur’an’da ve sahih sünnette beyan edilen Allah’ın bazı isimlerini kabul etmemek veya Allah’a özgü isimleri Allah’tan başka varlıklara vermek Kur’an’da ilhâd, yani doğru olandan, haktan sapmak demektir. Allah’a cisim, cevher, akıl ve illet gibi isimler vermek ilhaddır.
Hadislerde geçen ihsâ (saymak)[236] ve hıfz (ezberlemek)[237] kelimeleri ile maksat; Allah’ı güzel isimleriyle tanımak, O’na O’nun istediği şekilde ibâdet ve itaat etmektir. Yoksa bu isimleri anlamadan ezberlemek ve tekrarlamak değildir. Meselâ bir insan yaptığı bir işte Allah’ın kendisini gördüğünü, yaptıklarını bildiğini, ameline göre ödül veya ceza vereceğini düşünmesi ve ona göre hareket etmesi Allah’ın isimlerini hıfz ve ihsâdır.
Esmâü’l-Hüsnâya gönülden bağlanmak, mânâlarını düşünmek, davranışlarına bu isimler istikametinde yön vermek isimler konusunda mü’minlerin görevi ve cennet vesilesidir. Meselâ Allah’ın Basîr (her şeyi gören), Semî’ (her şeyi işiten) ismini unutmayıp gönülden bu inanca sahip olan kişi, elini ve dilini kötülüklere uzatmaya devam eder mi?
Tirmizî, Ebû Hüreyre’den yaptığı bir rivâyette, Allah’ın 99 ismini zikretmiş ve bu hadis için “garib” demiştir.[238] Tirmizî Ebû Hüreyre’den aynı anlamda iki hadis daha rivâyet etmiş, ancak bu rivâyetlerde isimler sayılmamıştır. Buhârî ve Müslim’in esâmü’l-hüsnâ ile ilgili rivâyetlerinde de isimler sayılmamıştır. İbn Mâce, esmâü’l-hüsnâ ile ilgili rivâyetinde 101 isim zikretmiştir.[239]
Tirmizî ve İbn Mâce’nin esmâü’l-hüsnâ ile ilgili rivâyetlerinin dışında başka hadislerde de Allah’ı tanıtan isim ve sıfatlar geçmektedir. Hadislerde geçen Kâbid, Bâsıt, Hâfid, Râfi’, Mu’ızz, Müzill, Sabûr; Muhsî, Mübdî, Mümît, Vâcid, Reşîd, Mukaddim, Muahhir, Muğnî, Mâni’, Dârr, Nâfi’ ve Mâcid gibi bazı sıfatlar, isim şeklinde Kur’an’da geçmemektedir. Ancak bu sıfatların ifade ettiği mânâlar, fiiller ile ifade edilmiştir. Yukarıda da belirtildiği ve sayıldığı gibi Allah’ın isimleri/sıfatları 99 adetten ibâret değildir. 99 Rakamı çokluktan kinâyedir. Nitekim esmâü’l-hüsnâ ile ilgili hadisler, Allah’ın isimlerinin 99’dan ibaret olduğunu da belirtmemekte, sadece bu isimleri sayanların cennete gireceklerini bildirmektedir. Ayrıca hadislerde geçmeyen, ancak, Kur’an’da geçen yukarıda sayıldığı gibi Allah’ın güzel isim ve sıfatları vardır. Bu isim ve sıfatların sayısı, bizim tesbit ettiğimiz kadarıyla 283 civarındadır.
Bütün bu isimleri alfabetik olarak sayarsak şöyle bir tablo çıkar:
Allah, A’lâ, A’lem, Adl, Aduvvun li’l-Kâfirîn, Afüvv, Âhızu’n bi Nâsiyetih, Âhir, Ahkemu’l-Hâkimîn, Ahsenu’l-Hâlikîn, Akrabu, Alîm, Âlimu Ğaybi’s-Semâvâti ve’l-Ard, Âlimu’l-Ğaybi ve’ş-Şehâdeti, Âlimu’l-Ğaybi, Aliyy, Allâm, Allâmu’l-Ğuyûb, Asdaku Hadîsen, Asdaku Kıylen, Asdaku Mekren, Azîm, Aziz, Bâis, Bâkî, Bâliğu Emrih, Bâri’, Bârr, Bâsıt, Basîr, Bâtın, Bedî’, Bedîu’s-Semâvâti ve’l-Ard, Berîün mine’l-Müşrikîn, Berr, Burhân, Câıl(ûn), Câmi’, Câmiu’n-Nâs, Cebbâr, Celîl, Cemîl, Cevâd, Dâim, Dârr, Dehr, Deyyân, Ebed, Ebkā, Ehad, Ehlü’l-Mağfire, Ekber, Ekrem, Erhamu’r-Râhımîn, Esra’u Ferahan, Esra’u’l-Hâsibîn, Eşeddü Be’sen, Eşeddü Kuvveten, Eşeddü Tenkîlen, Evvel, Fa’âlun Limâ Yürîd, Fâil(ûn), Fâliku’l-Habbi ve’n-Nevâ, Fâliku’l-Isbâh, Fâtın, Fâtır, Fâtıru’s-Semâvâti ve’l-Ard, Ferd, Fettâh, Ğaffâr, Ğâfir, Ğâfiru’z-Zenb, Ğafûr, Ğâlib Alâ Emrih, Ğâlib, Ğanî, Habîr, Hâdî, Hâfıd, Hâfız, Hafî, Hafîz, Hakem, Hâkim, Hakîm, Hakk, Hâlık, Hâlik, Halîm, Hallāk, Hamîd, Hannân, Hasbü, Hasîb, Hâsib, Hayî, Hayr, Hayru’l-Fâsılîn, Hayru’l-Fâtihîn, Hayru’l-Ğâfirîn, Hayru’l-Hâkimîn, Hayru’l-Mâkirîn, Hayru’l-Münzilîn, Hayru’l-Vârisîn, Hayru’n-Nâsırîn, Hayru’r-Râhımîn, Hayru’r-Râzikîn, Hayrun Hâfızan, Hayy, Hüvallahullezî Lâ İlâhe İllâ Hû, İlâh, İlâhü’n-Nâs, Kadir, Kābız, Kābilü’t-Tevbi, Kādî, Kādî’l-Umûr, Kadîm, Kadîr, Kâfî, Kahhâr, Kāhir, Kāim, Kāim Alâ Külli Nefs, Kâin, Karîb, Kâşif, Kâşifu’l-Azâb, Kâtib(ûn), Kavî, Kayyûm, Kebîr, Kefîl, Kerîm, Kuddûs, Latîf, Mâcid, Mâhid(ûn), Mâlik, Mâlikü Yevmi’d-Dîn, Mâlikü’l Mülk, Mâni’, Mecîd, Melîk, Melik, Melîk, Mennân, Metîn, Mevlâ, Mu’tıy, Muahhir, Muazzib(în), Muğîs, Muğnî, Muhıyt, Mûhinü Keydi’l-Kâfirîn, Muhîtun bi’l-Kâfirîn, Muhric, Muhsî, Muhsin, Muhyî, Muhyî’l-Mevtâ, Muhzî’l-Kâfirîn, Muîd, Muizz, Mukaddim, Mukallibü’l-Kulûb, Mukıyt, Muksıt, Muktedir, Musavvir, Mûsi’(ûn), Mutahhir, Mü’min, Mübdî, Mübîn, Mübrim(ûn), Mübtel(în), Mücîb, Müdebbir, Müheymin, Mühlik, Mükevvin, Mümidd, Mümît, Müneccî, Münezzil, Münîr, Münşi(ûn), Münzil(în), Müntakım, Münzilü’t-Tevrâti ve’l-İncîli ve’l-Furkan, Münzir(în), Mürsil(în), Müsa’ır, Müsteân, Müstemi’(ûn), Müteâlî, Mütekebbir, Müteveffî, Mütimmü Nûrihî, Müzill, Nâfi’, Nâsır, Nasîr, Nazîf, Nûr, Rab, Rabbü Külli Şey’in, Rabbü’l-Âlemîn, Rabbü’l-Ard, Rabbü’l-Arş, Rabbü’l-Felak, Rabbü’l-Izzeti, Rabbü’n-Nâs, Rabbü’s-Semâvâti, Rabbü’ş-Şi’râ, Râfi’, Rafî’,Rafîu’d-Derecât, Rahîm, Rahmân, Rakıyb, Râşid, Raûf, Razzâk, Refîk, Reşîd, Sabûr, Sâdık, Sâil, Samed, Sâmi’, Sâni’, Selâm, Semî’, Semî’u’d-Duâ, Serî’u’l-Hısâb, Serî’u’l-Ikāb, Setîr, Seyyid, Sübbûh, Şâfi’, Şâhid, Şâkir, Şedîd, Şedîdu’l-Ikaab, Şedîdü’l-Azâb, Şedîdü’l-Mihâl, Şefî’, Şehîd, Şekûr, Şey’, Tâm, Tayyib, Tevvâb, Vâcid, Vâhıd, Vâkıy, Vâlî, Vâris, Vâsi’, Vâsi’u’l-Mağfire, Vedûd, Vehhâb, Vekîl, Velî, Vitr, Zâhir, Zâri’, Zâri’ûn, Zi’t-Tavl, Zû Fadl, Zu’l-İzzeti, Zû-İntikam, Zü’l-Arş, Zü’l-Celâli Ve’l-İkrâm, Zü’l-Fadli’l-Azîm, Zü’l-Ikâb, Zü’l-Kuvveti, Zü’l-Mağfireti, Zü’l-Me’âric, Zü’l-Mecd ve’l-İkrâm, Zü’r-Rahmeti.
1- Temel iman esaslarıyla ilgili bir âyet mealini ve Cibril hadisini belirtiniz.
2- Bir müslümanın Allah'a nasıl inanması gerektiğini açıklayınız.
3- Allah Teâlâ’nın sıfatlarını ve beşerî sıfatlardan farklarını açıklayınız.
4- Allah Teâlâ’nın zâtî sıfatlarını sayarak, her birini açıklayınız.
5- Allah Teâlâ’nın subûtî sıfatlarını sayarak hepsini kısaca izah ediniz.
6- Allah Teâlânın Zâtî sıfatları ile Subûtî sıfatları arasında ne fark vardır?
7- Allah’ın isimleri ve sıfatları, yaratmış olduğu varlıklardan hangilerine benzer?
a) Meleklere benzer b) Bazısına benzer
c) Cinlere benzer d) Hiçbirine benzemez
8- “Allah, her şeyin iç yüzünden, gizli taraflarından haberdardır.” Bu ifâdede geçen Allah’ın ismi, aşağıdakilerden hangisidir?
a) Habîr b) Kuddüs c) Mucî d) Kadîr
9- Kur’an’ın, Allah’tan başka ilâhları reddederken ve yalnızca O’nun ilâhlığını belirtirken en çok üzerinde durduğu konu hangisidir?
a) Rızık verici Allah’tır.
b) Yaratıcı Allah’tır
c) Göklerde ve yerde egemenlik Allah’ındır.
d) Kâinattaki bütün düzeni Allah yönetmektedir.
10- Aşağıdakilerden hangisi Allah Teâlâ’nın zâtî sıfatlarındandır?
a) Hayat b) Tekvin c) Kelâm d) Vahdâniyet
11- “Var olması ve varlığını devam ettirmesi için, hiçbir varlığa muhtaç olmaması” ifâdesi, Allah Teâlâ’nın hangi sıfatının açıklamasıdır?
a) Vücud b) Muhâlefetün lil havâdis
c) Kıyam bi-nefsihî d) Vahdâniyet
12- Aşağıdakilerden hangisi Allah Teâlâ’nın zâtî sıfatlarındandır?
a) Kudret b) Kıdem c) Basar d) Tekvin
13- “Allah Teâlâ’nın, yarattıklarından hiçbirine benzememesi” ifâdesi, Allah Teâlâ’nın hangi sıfatının açıklamasıdır?
a) Muhâlefetün lil-havâdis b) Kıyam bi-nefsihi
c) Vahdâniyet d) Kelâm
14- Aşağıdakilerden hangisi, Allah Teâlâ’nın subûtî sıfatlarından değildir?
a) Beka b) Hayat c) Semi d) Tekvin
15- Allah Teâlâ’nın dilediğini yapma gücüne sahip olmasına ne denir?
a) İrâde b) Basar c) Kıyam bi-nefsihi d) Kudret
16- Esmâü’l-Hüsnâ konusundaki âyet mealini ifâdelendirerek, Esmâü’l- Hüsnâ’dan 30 tane güzel ismi sayarak açıklayınız.
17- Esmâü’l-Hüsnâ’yı “saymak” ve “hıfzetmek” kelimelerini açıklayarak bu konuda
kendilerini terk etmemiz gereken “ilhâd edenler”den ne kast edildiğini belirtiniz.
[1] 2/Bakara, 285
[2] 4/Nisâ, 136
[3] 19/Meryem, 65
[4] Zümer, 39/62-64.
[5] Ali Küçük, Besâiru’l Kur’an Tefsiri.
[6] Hac, 22/73-75.
[7] Zümer, 39/67.
[8] Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an Tefsiri.
[9] Enbiya, 21/104.
[10] Lisanu'l-Arab, 3/450.
[11] Seyyid Kutup, Fî Zilâli’l Kur’an Tefsiri.
[12] 6/En’âm, 75-79; 12/Yûsuf, 105; 27/Neml, 59-64; 28/Kasas, 71-72; 29/Ankebût, 61, 63; 57/Hadîd, 3; 67/Mülk, 19, 30.
[13] 59/Haşr, 22
[14] 57/Hadîd, 3; Yine bak. 2/Bakara, 255
[15] 55/Rahmân, 26-27
[16] 28/Kasas, 88; Yine bak. 2/Bakara, 255; 25/Furkan, 58; 28/Kasas, 88; 57/Hadîd, 3.
[17] 112/İhlâs, 1; Yine bak. 2/Bakara, 163, 255; 3/Âl-i İmrân, 2, 6, 18; 4/Nisâ, 87, 171; 6/En’âm, 10, 102; 9/Tevbe, 31; 11/Hûd, 14; 13/Ra’d, 16, 30; 16/Nahl, 22, 51; 17/İsrâ, 42-43; 20/Tâhâ, 8, 98; 21/Enbiyâ, 22-25; 23/Mü’minûn, 91, 116; 28/Kasas, 70, 88; 35/Fâtır, 3; 37/Sâffât, 1-5; 38/Sâd, 65-66; 39/Zümer, 4, 6; 40/Mü’min, 3, 16, 62, 65; 41/Fussılet, 6; 43/Zuhruf, 84; 44/Duhân, 8; 59/Haşr, 22-23; 64/Teğâbün, 13; 73/Müzzemmil, 9.
[18] 42/Şûrâ, 11; Yine bak. 112/İhlâs, 4; 2/Bakara, 22; 6/En’âm, 101; 19/Meryem, 65.
[19] 29/Ankebût, 6
[20]3/Âl-i İmrân, 2
[21] 2/Bakara, 255
[22]Cihad Tunç, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 5, s. 406
[23] 25/Furkan, 58; Yine bak. 2/Bakara, 255; 3/Âl-i İmrân, 2
[24] 3/Al-i İmrân, 29; Yine bak. 2/Bakara, 29, 33, 231, 244, 255-256, 282; 3/Âl-i İmrân, 5, 29; 4/Nisâ, 24, 111; 5/Mâide, 7, 99; 6/En’âm, 3, 13, 59, 73, 101; 11/Hûd, 5; 13/Ra’d, 8-10; 14/İbrâhim, 38; 16/Nahl, 19, 23; 20/Tâhâ, 7, 98, 111; 21/Enbiyâ, 110; 22/Hacc, 70, 76; 23/Mü’minûn, 92; 26/Şuarâ, 220; 27/Neml, 6; 28/Kasas, 69; 29/Ankebût, 45, 52, 61; 31/Lokman, 16, 23, 34; 32/Secde, 6; 33/Ahzâb, 1; 34/Sebe’, 1-2; 35/Fâtır, 38, 44; 36/Yâsin, 81; 39/Zümer, 7, 46; 40/Mü’min, 3, 19, 65; 41/Fussılet, 47; 42/Şûrâ, 17, 24-25; 43/Zuhruf, 84; 48/Feth, 4; 49/Hucurât, 1, 8, 13; 57/Hadîd, 3-4, 6; 58/Mücâdele, 7; 59/Haşr, 22; 64/Teğâbün, 4, 11, 18; 66/Tahrîm, 2; 67/Mülk, 13-14; 76/İnsan, 30.
[25]4/Nisâ, 134; Yine bak. 2/Bakara, 127, 137, 181, 224, 227, 244, 256; 3/Âl-i İmrân, 34-35, 38, 121; 4/Nisâ, 58, 134, 148; 5/Mâide, 76; 6/En'âm, 13, 115; 7/A'râf, 200; 8/Enfâl, 17, 42, 53, 61; 9/Tevbe, 98, 103; 10/Yûnus, 65; 11/Hûd, 24; 12/Yûsuf, 34; 14/İbrâhim, 39; 17/İsrâ, 1; 21/Enbiyâ, 4; 22/Hacc, 61, 75; 24/Nûr, 21, 60; 26/Şuarâ, 220; 29/Ankebût, 5, 60; 31/Lokman, 28; 34/Sebe', 50; 40/Mü'min, 20, 56; 41/Fussılet, 36; 42/Şûrâ, 11; 44/Duhân, 6; 49/Hucurât, 1; 58/Mücâdele, 1; 76/İnsan, 2.
[26]2/Bakara, 233; Yine bak. 2/Bakara, 96, 110, 233, 237, 265; 3/Âl-i İmrân, 15, 20, 156, 163; 4/Nisâ, 58, 134; 5/Mâide, 71; 6/En'âm, 50; 7/Enfâl, 39, 72; 11/Hûd, 24, 112; 12/Yûsuf, 93, 96; 13/Ra'd, 16; 17/İsrâ, 1, 17, 30, 96; 20/Tâhâ, 35, 125; 22/Hacc, 61, 75; 25/Furkan, 20; 31/Lokman, 28; 33/Ahzâb, 9; 34/Sebe', 11; 35/Fâtır, 19, 31, 45; 40/Mü'min, 20, 44, 56, 58; 41/Fussılet, 40; 42/Şûrâ, 11, 27; 48/Feth, 24; 49/Hucurât, 18; 57/Hadîd, 4; 58/Mücâdele, 1; 60/Mümtehine, 3; 64/Teğâbün, 2; 67/Mülk, 19; 76/İnsan, 2; 84/İnşikak, 15.
[27]16/Nahl, 40
[28]2/Bakara, 85
[29] İrâde konusuyla ilgili âyetler: 2/Bakara, 185, 253; 3/Âl-i İmrân, 26, 40; 5/Mâide, 1; 11/Hûd, 107; 14/İbrâhim, 27; 22/Hacc, 14, 18; 24/Nûr, 45; 28/Kasas, 68; 30/Rûm, 54; 42/Şûrâ, 49; 85/Bürûc, 16; 68/Kalem, 17-19; 18/Kehf, 23-24.
[30] 2/Bakara, 20; Yine bak. 2/Bakara, 106, 109, 148, 259, 284; 3/Âl-i İmrân, 26, 29, 65, 189; 4/Nisâ, 133, 149; 5/Mâide, 17, 19, 40, 120; 6/En'âm, 17, 37, 41, 65; 8/Enfâl, 41; 9/Tevbe, 39; 11/Hûd, 4; 16/Nahl, 70, 77; 17/İsrâ, 99; 22/Hacc, 6, 39; 23/Mü'minûn, 18; 24/Nûr, 45; 25/Furkan, 54; 29/Ankebût, 20; 30/Rûm, 54; 33/Ahzâb, 27; 35/Fâtır, 1, 44,; 36/Yâsin, 81; 41/Fussılet, 39; 42/Şûrâ, 9, 29, 50; 46/Ahkaf, 33, 48/Feth, 21, 57/Hadîd, 2; 59/Haşr, 6; 60/Mümtehine, 7; 64/Teğâbün, 1; 65/Talak, 12; 66/Tahrîm, 8; 67/Mülk, 1; 70/Meâric, 40; 75/Kıyâme, 4, 40; 77/Mürselât, 23; 86/Târık, 8.
[31] 4/Nisâ, 164
[32] 2/Bakara, 253; Yine bak. Kelâm; Allah’ın söylemesi ve konuşmasıyla ilgili âyetler: 2/Bakara, 37, 77, 124; 6/En'âm, 34, 115; 7/A'râf, 158; 9/Tevbe, 6; 18/Kehf, 27, 109; 31/Lokman, 27.
Allah'ın Kelâmı ve Kelimeleri: 2/Bakara, 37, 124; 3/Âl-i İmrân, 39, 45; 4/Nisâ, 171; 6/En'âam, 34, 115; 7/A'râf, 137, 158; 8/Enfâl, 7; 9/Tevbe, 40; 10/Yûnus, 19, 33, 64, 82, 96; 11/Hûd, 110, 119; 18/Kehf, 27, 109; 20/Tâhâ, 129; 31/Lokman, 27; 37/Sâffât, 171, 40/Mü'min, 6; 41/Fussılet, 45, 42/Şûrâ, 14, 24; 66/Tahrîm, 12.
[33] 36/Yâsin, 82
[34] Tekvîn; Allah, Yaratıcıdır: 2/Bakara, 28-29, 117; 3/Âl-i İmrân, 47; 5/Mâide, 17; 6/En'âm, 73, 95, 101-102; 7/A'râf, 54; 10/Yûnus, 31; 13/Ra'd, 16; 15/Hıcr, 86; 16/Nahl, 40; 17/İsrâ, 99; 19/Meryem, 35; 23/Mü'minûn, 17; 24/Nûr, 45; 28/Kasas, 68; 29/Ankebût, 61, 63; 30/Rûm, 27, 40, 54; 31/Lokman, 28; 32/Secde, 7; 35/Fâtır, 1; 36/Yâsin, 81-82; 39/Zümer, 62; 49/Mü'min, 62, 68; 42/Şûrâ, 49; 54/Kamer, 49-50; 56/Vâkıa, 57-59, 63-65, 68-73; 59/Haşr, 24; 64/Teğâbün, 2.
Yaratan Yalnız Allah'tır: 6/En'âm, 102; 13/Ra'd, 16; 15/Hıcr, 28; 23/Mt'minûn, 17; 35/Fâtır, 3; 38/Sâd, 71; 39/Zümer, 62; 40/Mü'min, 62; 59/Haşr, 24.
Allah'ın "Kün -Ol-" Emri: 6/En'âm, 73; 16/Nahl, 40; 19/Meryem, 35; 36/Yâsin, 82; 40/Mü'min, 68.
[35] Cihad Tunç, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 5, s. 405
[36] Tirmizî, Deavât 83, Hadis no: 3507
[37] 47/Muhammed, 19
[38] 1/Fâtiha, 3
[39] 17/İsrâ, 66
[40] 1/Fâtiha, 3
[41] 114/Nâs, 1-2
[42] 59/Haşr, 23
[43] 62/Cum’a, 1
[44] 59/Haşr, 23
[45] 59/Haşr, 23
[46] 59/Haşr, 23
[47] 59/Haşr, 23
[48] 26/Şuarâ, 217
[49] 59/Haşr, 23
[50] 59/Haşr, 23
[51] 45/Câsiye, 37
[52] 59/Haşr, 24
[53] 6/En’âm, 102
[54] 59/Haşr, 24
[55] 59/Haşr, 24
[56] 3/Âl-i İmrân, 6
[57] 20/Tâhâ, 82
[58] 6/En’âm, 61
[59] 38/Sâd, 9
[60] 51/Zâriyât, 58
[61] 11/Hûd, 6
[62] 34/Sebe’, 26
[63] 6/En’âm, 96; 36/Yâsin, 38
[64] 2/Bakara, 245
[65] 13/Ra’d, 26; 17/İsrâ, 30
[66] 56/Vâkıa, 3
[67] 40/Mü’min, 15
[68] 3/Âl-i İmrân 55
[69] 6/En’âm, 165
[70] 43/Zuhruf, 32
[71] 3/Âl-i İmrân, 26
[72] 3/Âl-i İmrân, 26
[73] 58/Mücâdele, 20
[74] 2/Bakara, 127
[75] 43/Zuhruf, 80
[76] 57/Hadîd, 4
[77] 6/En’âm, 114
[78] 7/A’râf, 87
[79] 6/En’âm, 115
[80] 42/Şûrâ, 19
[81] 2/Bakara, 234
[82] 2/Bakara, 225
[83] 2/Bakara, 255
[84] 18/Kehf, 58
[85] 35/Fâtır, 30
[86] 4/Nisâ, 34
[87] 22/Hacc, 62
[88] 11/Hûd, 57
[89] 4/Nisâ, 85
[90] 4/Nisâ, 6
[91] 55/Rahmân, 27 ve Bak. 55/Rahmân, 78
[92] 27/Neml, 40
[93] 4/Nisâ, 1
[94] 11/Hûd, 61
[95] 2/Bakara, 186
[96] 2/Bakara, 115
[97] 2/Bakara, 209
[98] 11/Hûd, 90
[99] 85/Burûc, 14
[100] 11/Hûd, 73
[101] 85/Burûc, 15
[102] 22/Hacc, 7
[103] 2/Bakara, 259
[104] 36/Yâsin, 79
[105] 4/Nisâ, 33
[106] 22/Hacc, 6
[107] 4/Nisâ, 81
[108] 17/İsrâ, 65
[109] 8/Enfâl, 52
[110] 51/Zâriyât, 58
[111] 2/Bakara, 257
[112] 2/Bakara, 267
[113] 19/Meryem, 94
[114] 58/Mücâdele, 6
[115] 36/Yâsin, 12
[116] 85/Burûc, 13
[117] 10/Yûnus, 4
[118] 10/Yûnus, 34
[119] 30/Rûm, 50
[120] 41/Fussilet, 39
[121] 3/Âl-i İmrân, 156
[122] 2/Bakara, 255
[123] 25/Furkan, 58
[124] 2/Bakara, 255
[125] 3/Al-i İmran, 2 ve Bak. 20/Tâhâ, 111
[126] 93/Duhâ, 8
[127] 11/Hûd, 73
[128] 85/Burûc, 15
[129] 13/Ra’d, 16
[130] 2/Bakara, 163
[131] 112/İhlâs, 2
[132] 6/En’âm, 65
[133] 46/Ahkaf, 33
[134] 54/Kamer, 42
[135] 54/Kamer, 55
[136] Bak. Buhârî, Teheccüd 1
[137] 57/Hadîd, 3
[138] 57/Hadîd, 3
[139] 57/Hadîd, 3
[140] 57/Hadîd, 3
[141] 13/Ra’d, 11
[142] 13/Ra’d, 9
[143] 52/Tûr, 28
[144] 2/Bakara, 37
[145] 32/Secde, 22
[146] 4/Nisâ, 149
[147] 9/Tevbe, 117
[148] 3/Âl-i İmrân, 26
[149] 55/Rahmân, 26-27
[150] 55/Rahmân, 78
[151] 10/Yûnus, 54
[152] 3/Âl-i İmrân, 9
[153] 4/Nisâ, 140
[154] 2/Bakara, 267
[155] 9/Tevbe, 28
[156] 10/Yûnus, 107; 6/En’âm, 17
[157] 6/En’âm, 17; 10/Yûnus, 107; 39/Zümer, 38
[158] Ebû Dâvud, Akdiye 31, Hds no: 3635; İbn Mâce, Ahkâm 17, Hadis no: 2342; Tirmizî, Birr ve’s- Sıla 27, Hadis no: 2005
[159] 10/Yûnus, 49; 48/Fetih, 11; 7/A’râf, 188
[160] 24/Nûr, 35
[161] 22/Hacc, 54
[162] 2/Bakara, 117
[163] 6/En’âm, 101
[164] 20/Tâhâ, 73 ve Bak. 55/Rahmân, 27
[165] 15/Hicr, 23
[166] 21/Enbiyâ, 89
[167]21/Enbiyâ, 51; Yine Bak. Ruşd kelimesi: 18/Kehf, 66
[168] 16/Nahl, 61; Allah’ın sabûr olmasıyla ilgili yine Bak. 18/Kehf, 58; 35/Fâtır, 45; 22/Hacc, 48.
[169] Buhârî, Edeb 124; Müslim, Münâfıkîn 9, Hadis no: 49-50
[170] 1/Fâtiha, 2
[171] 96/Alak, 1
[172] 2/Bakara, 163
[173] 2/Bakara, 163
[174] 2/Bakara, 19. Diğer âyetler: 3/Âl-i İmrân, 120; 4/Nisâ 108, 126; 8/Enfâl, 47; 11/Hûd, 92; 41/Fussılet, 54; 85/Burûc, 20.
[175] 2/Bakara, 20
[176] 39/Zümer, 36
[177] 2/Bakara, 158 ve Bak. 4Nisâ, 147
[178] 2/Bakara, 220
[179] 6/En’âm, 18 ve Bak. 6/En’âm, 61
[180] 2/Bakara, 286
[181] 22/Hacc, 78
[182] 25/Furkan, 31
[183] 9/Tevbe, 116
[184] 13/Ra’d, 16
[185] 35/Fâtır, 3
[186] 20/Tâhâ, 114
[187] 114/Nâs, 1-3
[188] 16/Nahl, 91
[189] 15/Hıcr, 86 ve Bak. 36/Yâsin, 81
[190] 96/Alak, 3
[191] 87/A’lâ, 1 ve Bak. 92/Leyl, 20
[192] 24/Nûr, 25
[193] 19/Meryem, 47
[194] 2/Bakara, 186
[195] 34/Sebe’, 50
[196] 112/İhlâs, 1
[197] 40/Mü’min, 3
[198] 5/Mâide, 98
[199] 8/Enfâl, 52
[200] 6/En’âm, 14
[201] 40/Mü’min, 15
[202] 12/Yusuf, 21
[203] 13/Ra’d, 33
[204] 12/Yusuf, 64
[205]Duâ, 10
[206]Deavât, 82
[207] 52/Tûr, 28
[208] Müslim, Birr 57
[209] 6/En’âm, 18; 61
[210] 2/Bakara, 186
[211] 24/Nûr, 25
[212] 2/Bakara, 165
[213] 51/Zâriyât, 58
[214] 13/Ra’d, 33
[215] 15/Hıcr, 9
[216] 12/Yusuf, 64
[217] 6/En’âm, 14
[218] 108/Kevser, 1
[219] 39/Zümer, 36
[220] 35/Fâtır, 38
[221] 6/En’âm, 146
[222] Buhârî, Deavât 68; Müslim, Zikr, 5-6
[223] 112/İhlâs, 1
[224]Deavât, 82
[225]Duâ, 10
[226] 20/Tâhâ, 8
[227]7/A’râf, 180
[228] 20/Tâhâ, 8
[229] Tirmizî, Deavât 83, Hadis no: 3507
[230] Buhârî, Şurût 18, Deavât 68, 103; Müslim, Zikr 2, hadis no: 5, 6; Tirmizî, Deavât 83, Hadis no: 3507; İbn Mâce, Duâ 10, hadis no: 3860
[231] 42/Şûrâ, 11
[232] 7/A’râf, 180
[233] 7/A’râf, 180
[234] 2/Bakara, 80
[235] M. İslamoğlu, Âlemlerin Rabbi Allah, Denge Y., s. 100-102
[236] Tirmizî, Deavât 83, Hadis no: 3507
[237] Buhârî, Şurût 18, Deavât 68, 103; Müslim, Zikr 2, h. no: 5, 6
[238] Tirmizî, Deavât 83, h. no: 3506
[239] İbn Mâce, Duâ 10, 11, h. no: 1269, 1270