Cumartesi, 06 Şubat 2021 18:48

KALP / GÖNÜL

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

KALP / GÖNÜL


- 977 -
Kavram no 111
Nimet 15
Bk. Hikmet; İnsan/Nâs; Ruh; Nefs
KALP / GÖNÜL
• Kalp; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur'an'da Kalp
• Kur'an'da Kalbin Halleri
• Kalbin Hastalığı ve Mühürlenmesi
• Kalbin Mühürlenmesi Sebep Değil; Sonuçtur
• Kur’an’da Kalp, Kulak ve Gözün Konumu
"Zira Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için (dünya ve âhirette) büyük bir azap vardır." 4050
Kalp; Anlam ve Mâhiyeti
“Kalp”, bir mastar olarak, Arapçada “bir şeyi bir yönden öteki yöne çevirmek” anlamını taşır. Türkçede kullanılan “kalbetmek” (bir halden bir başka hale çevirmek), “inkılâb” (devrim/bir halden bir başka hale geçiş veya geçirme) bu köktendir. Kalb kelimesinin bu şekildeki eylem bildiren (fiil olarak) türevleri 36 âyette geçer. Bir isim olarak kalp, Kur’ân-ı Kerim’de hep Türkçedeki gönül anlamındadır. Yani, yürek dediğimiz vücudun bir organı olarak kullanılmaz. Kur’an’da “kalb” kelimesi (tekil ve çoğul olarak) 132 yerde geçer. Bu anlamda (gönül anlamında) Kur’an, “fuâd” kelimesini de (tekil ve çoğul olarak) 16 yerde kullanır.
Arap dilcilerine göre, bir masdar olan “kalb”in insanın gönlüne ad olması, gönlün çok sür’atle değişmesinden ve halden hale geçmeye yatkın bir yapıya sahip bulunmasındandır. Nitekim Hz. Peygamberimiz de, Allah’ı “Mukallib el-Kulûb” (kalpleri halden hale sokan) diye anarak,4051 kalbin hem varlık yapısındaki temel özelliğine, hem de filolojik yapısına dikkat çekmiştir. Kur’an, kalb konusunda değişik konulara değinir. Kur’an, kalbin bu değişkenliğini bir olumsuzluk olarak gösterir ve insanı bundan kurtulmaya ve kararlı bir benlik kazanmaya teşvik eder. İman, kalbe bu kararlılığı kazandırmaya yönelik bir olgunluktur. Bu yüzden insana yaraşan; “Allah’ın, bir göğüste iki kalp yaratmadığı”nı bilmek ve gönlünü ilahî hedefe yöneltip tevhidi gerçekleştirmektir.4052 Gönül ülkesinin tek sultanı vardır; bu sultan, Allah'tır; şeytan, ya da onun içimizdeki temsilcisi nefis veya yönetimdeki temsilcisi tâğut olmamalıdır. Unutulmamalıdır ki, atasözüdür: "Bir ülkede iki padişah olmaz."
Kalp, dinî ve edebî literatürde daha çok gönül anlamında kullanılır. Bunun yanında, ruh, öz, her şeyin ortası, özü, ilim ve şecaat anlamlarında da kullanılmaktadır. İnsan ruhunun sevgi ve nefret gibi duyularının merkezi olan yere kalp
4050] 2/Bakara, 7
4051] Tirmizî, Kader 7; İbn Mâce, Mukaddime 13
4052] Bk. 33/Ahzâb, 4
- 978 -
KUR’AN KAVRAMLARI
denilmesi, teşbih/benzetme iledir. Bedendeki kalbin beden için önemi ne ise, ruhun kalbinin de insan için önemi o derecede önemlidir. İslâm terminolojisi ve edebiyat dilinde geçen “kalp”ten maksat, vücudun sol kesimindeki, kanı damarlara pompalayan bir parça etin olmadığını hemen hepimiz biliriz. “Kalbi olan(lar) için onda anlayış ve ibret (dersi) vardır.”4053 Açıktır ki, burada geçen kalp, vücudun kalp denilen organıyla tamamen farklı ve esasen onunla ilgisi olmayan yüce ve mümtaz hakikattir. “Kalplerinde hastalık vardır.”4054 Bu kalp hastalıkları, elbette tıp doktorunun tedavi edebileceği bir hastalık değildir.
Ma'rifet, yani Allah'ı bilmek ve tanımak kalbin işidir.4055 Haset, gazap, buğz ve nefret gibi kötü duyular kalpte bulunduğu gibi; iman, Allah korkusu, hilm ve takvâ da kalbe ait fiillerdir.4056 Mü'mine yakışan, kalbe Allah sevgisini yerleştirmek için onu Allah sevgisinin dışında mal, mülk, para gibi dünyalık şeylerin muhabbetinden uzaklaştırmaktır. Fâni olan her şeyin sevgisi geçici, yalnızca Allah sevgisi bâkîdir.
Kalp, yürek ve gönül mânâlarına gelir; yani kalp iki anlamda kullanılır. Et parçasından ibaret olan kalbe, Türkçede yürek adı verilirken; İkincisi, iman, aşk, sevgi, nefret, merhamet gibi bütün duygularımızın, şuur, vicdan ve sezgilerimizin, düşünme kuvvetimizin kaynağı, yani manevî âlemimizin merkezi olan ve yeri belli olmayan kalptir. İnsanın asıl gerçeği bu kalptir. İnsanın, anlayışlı bilgin ve ârif olan bölünmez kısmı, talepte bulunulan ve sorumlu olan özü budur. Bütün benliğimiz öncelikle bundadır. Sezgi, bunun bakışı, akıl bunun ruhu, irade bunun kuvvetidir. Bunu, ruhumuzun kendisi şeklinde anlayanlar da çoktur. Dilimizde buna yine kalp veya “gönül” denir. Kur’an terimi olarak kalp, Türkçede gönül dediğimiz içimizdeki ruhî, manevî duyguların merkezi olan bu özdür.
Kur'an ilimlerinde, din ilminde, ahlâk ilminde, edebiyatta kalp denilince bu ikinci anlam, yani gönül kastedilir. Temiz kalpli adam, kalbi bozuk, kalpsiz, taş kalpli gibi ifadelerde kalpten ne anlıyorsak, burada kalpten de onu anlayacağız ki, gaybe imanda, Allah'ı bilmede bu kalbi sezmenin, tanımanın büyük önemi vardır. İmanın ve küfrün merkezi kalptir. Kalp, iman nuru ile dolduğunda gönül; inkâra ve küfre yöneldiğinde ise nefistir. Gönül ulviyete/yüceliğe, nefis süfliyete/alçalmaya yönelir. Allah sevgisi ve tevhid sırrı burada tecelli eder. Gönül, hem çok yüce, hem de çok hassastır. Kırılınca kolay kolay tamir edilemez. Gönül, enfüsteki âyetlerin yazıldığı kitaptır. Onun okunması da yine gönülle, kalp gözüyle olacaktır; çünkü kalpten kalbe yol vardır.
Kur'an'da Kalp
Kur’an’a göre kalp, bir idrâk vesilesi de sayılır. Aslında Kur’an’daki sözlerin büyük bir kısmına muhâtap olan, insanın kalbidir. Zira bu sözleri kalp kulağı duyabilir ancak, başka hiçbir kulağın duymasına imkân bile yoktur. O yüzden Kur’an, bu idrâk aracını iyice arındırmak konusunda kalp temizliği, kalp aydınlığı gibi ifadelerle sık sık insanın bu yönüne hitap etmiştir.
Kur'an, kalbe duyu organlarını sağlıklı kullanmayı, bilmeyi, anlamayı,
4053] 50/Kaf, 37
4054] 2/Bakara, 10
4055] Bk. Buhâri, İman 13
4056] Müslim, İman 230; Tirmizî, Fiten 26; Nesai, Cihad 8; Ahmed b. Hanbel, V/71
KALP / GÖNÜL
- 979 -
düşünmeyi, akletmeyi, öğüt almayı, inanmayı vb. fonksiyonları, olumsuzluklarıyla beraber isnâd etmektedir. Kalp, sağlıklı ise bunlar pozitif; sağlıksızsa negatif bir gelişme arzeder. Kur’an, kötü işlerin ruhu bozup insanı iyiliklerden ve doğru yoldan saptırdığından bahseder. “Öyle değildir, hayır! Kazandıkları, üst üste kalplerine yığılmıştır da kalpleri pas tutmuştur.”4057 “Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola hidâyet ettikten sonra kalplerimizi saptırma.”4058; “Onlar eğrilince, Allah da kalplerini gerçekten bâtıla meylettirdi.”4059; “...Ve (yaptıklarından dolayı) kalplerini perdeledik, artık anlayamazlar onu.”4060; “İşte kâfirlerin kalplerini böyle mühürler.”4061; “...Onların (ehl-i kitabın, hak ile araları) uzayıp açıldıkça kalpleri katılaştı ve onların çoğu fâsık oldu.” 4062
Bu âyetlerden de anlıyoruz ki, Kur’an, insan için, yüce bir ruhî ve manevî ortam oluşturmak istiyor. Bu ortamın sağlam ve temiz tutulmasını üsteliyor. Öte yandan fertlerin, temiz ve iffetli kalmaları için sarf ettikleri gayretlerin, başarısızlıkla sonuçlanmaması için, Kur’an insanlara, her şeyden önce kendi toplumsal çevrelerini arındırıp temiz bir ortam meydana getirmelerini tavsiye ediyor. Kur’an, açıkça belirtiyor ki, nefsimizde hakiki bir imanı elde etmek ve yüce eğilimler meydana getirmeyi istiyorsak, bunlar ancak toplumun hevâ ve heves, şehvetperestlik gibi her türlü rezâletten uzaklaşmasıyla olabilir. İnsanlık tarihi gösteriyor ki, müstekbir güçler, toplumu sultaları altına almak ve sömürmek istedikleri zaman, önce toplumu manevî, ruhî, kalbî yönden fesâda uğratırlardı ve bu iş için fıskı, fücûru ve cinsel sapıklık ve ahlâksızlıkları halk içinde yaymaya çalışıyorlardı.
Zamanımızda da emperyalist ve zâlim güçler girdikleri ve hâkim oldukları her yerde aynı şeyi yapmaktalar. Onlar, her şeyden önce kalpleri bozmaya çalışıyorlar. Biliyorlar ki kalpler bozuldu mu, artık akıl da bilgi de hiçbir işe yaramaz. Üstelik, bunlar birer zincir olup takılır insanın eline, beynine. Bu yüzden görüyoruz ki onlar, ne okulların açılmasından korkuyorlar ne de üniversitelerin faaliyetlerinden endişe ediyorlar. Hatta kendileri bile okul kuruyorlar. Fakat bir taraftan bütün imkânlarını kullanarak öğrencinin ruh ve kalbini ifsat ediyorlar. Evet, onlar ne yapacaklarını çok iyi biliyorlar; zira ruhu/kalbi hasta olan birisi hiçbir şey yapamaz, her türlü rezâlet ve sömürüye boyun eğer.
Rivâyete göre; Adamın biri, Rasûlullah’ın (s.a.s.) huzuruna gelerek:
Yâ Rasûlallah! Soracak sorum var size.
Sorunu sormadan cevabını almak istemez misin?
Buyurun yâ Rasulallah!
Sen, iyilik ve kötülüğün ne olduğunu sormak istemiyor muydun?
Evet yâ Rasûlallah, aynısını soracaktım size.
Rasûl-i Ekrem, üç parmağını birleştirip, adamın göğsüne hafifçe vurarak:
4057] 83/Mutaffifin, 14
4058] 3/Âl-i İmran, 8
4059] 61/Saff, 5
4060] 6/En’âm, 25
4061] 7/A’râf, 101
4062] 57/Hadîd, 16
- 980 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Bunu sen, kendi kalbine sorsana. İnsanoğlundaki bu kalp, yaratılışı gereği iyiliklerle âşinâdır; Onlarla huzur bulur, mutmain olur. Kötü işlerle bozulup çeşitli rahatsızlıklara mâruz kalır. Bu konuda gerçek fetvâyı kalbine danış, ondan al.”
Bizim vicdan azâbı dediğimiz şey, ruhun-kalbin kötülük ve rezaletlerle uyuşmadığının belirtisidir. Bir zaman Rasûlullah’a iman hakkında sorulduğunda, şöyle cevap vermişti: “Bir insan, kötü bir iş yaptığında üzülüp, pişman olur ve iyi bir iş yaptığında sevinirse, bu, onun imanına delâlet eder.” İmam Cafer Sâdık da şöyle der: “Mü’min birisi, dünyaya bağlanmak derdinden kurtuldu mu, işte o zaman Allah sevgisinin tadını anlar ve artık yeryüzü kendisine dar geliyormuş gibi bütün varlığıyla bu maddî dünyanın ötesine çıkıp gitmek ister.”
Kur’an; hem ilim, hem akıl ve hem de kalp silahlarından yararlanan insan tipi oluşturmak istemektedir. Tüm bu silahları, içindeki ve dışındaki düşmanlarına karşı gereği gibi kullanabilsin. 4063
“Vücutta bir et parçası vardır. O sağlamsa, bütün vücut sağlam olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. İyi bilin ki, işte o et parçası kalptir.” 4064
Bu hadis-i şeriften de anlaşılacağı gibi yaradılış bakımından kalp temizdir. Ancak vücut ülkesinin başkenti olduğundan dolayı iman, ruh gibi dostlar da; şeytan, nefis gibi düşmanlar da orada örgütlenmeye çalışır. Devrimler, ihtilaller orada olur. Bu uçsuz bucaksız ülkenin en çarpıcı özelliği adında gizlidir: Kalb; yani değişken olan; halden hale giren; özetle "dönek". Bir kararda durmaması, gördüğüne akması, bir su gibi içine girdiği ortamın rengini yansıtması ona bu ismin verilmesine neden olmuştur. Devrim, eskimez tanımıyla "inkılab" da "kalb"le aynı kökten gelmiyor mu zaten?
Bu dünyanın en büyük devletine sahip olabilmek için, önce böylesine müthiş bir imkânın farkında olmak gerek; içimizdeki sınırsız ve sınıfsız coğrafyanın varlığından haberdar olmak gerek. Kur'an'ın iniş biçimi ve yeri konusundaki tartışmalarda kimi âlimler, "arş"ı kalp olarak kabul ederler. Bu görüşü, kalp konusundaki kimi âyetler de desteklemiyor değil. Mekânsız'a mekân olabilen kalp, insana şahdamarından daha yakın olan Allah'ı konuk edecek kapasitede yaratılmıştır. "Andolsun insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız."4065; "Biliniz ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Siz gerçekten O'na götürülüp toplanacaksınız." 4066
Evet, bu müthiş mekân, Allah'a tahsis edilip beytullah ve arşullah kılınmamışsa, imkân zâyi edilmiş demektir. Allah, bir göğüste iki kalp yaratmadığına4067 göre, bir kalp, ya Allah'a tahsis edilmiştir; ya da gayrıya. Eğer Allah’tan başkasına tahsis edilmişse bu durumda beytullah değil; beytülmakam, beytülmal, beytüşşehvet, beytünnefis ve hatta beytüşşeytan olur.
“Değil, başkası değil, onların işlediği günahlar karartmıştır kalplerini.”4068 Bu karayı, bu pası temizlemek elbet kolay olmayacaktır. Nasıl temizlensin ki? En çok
4063] Murtaza Mutahhari, Kur’anî Araştırmalar, Tûba Y., c. 1, s. 71 vd.
4064] Buhârî, İman, 39; Müslim, Müsâkât, 107; İbn Mâce, Fiten 14
4065] 50/Kaf, 16
4066] 8/Enfâl, 16
4067] 33/Ahzâb, 4
4068] 83/Mutaffifin, 14
KALP / GÖNÜL
- 981 -
kullandığımız organlar el, kafa ve kalp. Bunlar içerisinden de en çok kullanılan kalptir. Elimizi birkaç ay yıkamadığımızı düşünelim, tiksinilecek bir durum olur. Ya ondan çok daha fazla kullandığımız kalp? Onun ne kadar kirleneceğini hesaplamak zor değildir. Bu kirlilik, kalbi sonunda öyle bir noktaya getiriyor ki, kalp duyarsızlaşıyor, katılaşıyor, taşlaşıyor. “Sonra kalpleriniz yine katılaştı, taş gibi; hatta daha katı. Çünkü taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki yarılır, ortasından sular çağlar, öyleleri de vardır ki Allah korkusuyla yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gâfil değildir.” 4069
Kalp katılığı, rahmet kıtlığıyla doğrudan ilgilidir: “Sözlerini bozdukları için onları lanetledik ve kalplerini kaskatı yaptık.”4070 Âyette kalp katılığının illeti olarak lanetlenmenin gösterilmesi oldukça ürperticidir.
Kalpler aynı zamanda sınanıyor. Küçük kâinat olan insanın bu müthiş dünyası her an sınanmakta ve fitnelerle karşı karşıya kalmakta. Kur’an, “Allah’ın takvâ için kalplerini sınadığı kimseler”den söz etmekte. Hele “kasvet” (kalbin katılaşması), sonunda hidâyetin; kalbin yakıtı olan hidâyetin tümden kesilmesine neden oluyor: “Hatemallahu alâ kulûbihim (Allah kalplerini mühürledi)”4071 Artık dosya kapanmıştır, mühürlenmiş ve imzalanmıştır. Vurandan başkası çözemeyecektir o mührü. Katılık kalbin felâketi; mühürlenmekse kıyâmetidir. Kalp gibi mükemmel bir coğrafyayı elden kaçıran, devlet kuşunu elden uçurmuş demektir. Bu duruma düşmemenin en garantili yolu iç savaştır.
İnsan hayatında her savaş fâni, iç savaş bâkîdir. Çünkü her düşmanın bir gün dost olma ihtimali vardır da şeytanın dost olmasının imkân ve ihtimali yoktur. Şeytan, savaşı önce yüreğinde kaybetti, ardından cennetini kaybetti. Cenneti kaybetmenin faturasını kendisine değil; Allah'a ve insana çıkarttı: “Madem öyle, Senin beni azdırdığın gibi, ben de onları (azdırmak için) Senin dosdoğru yoluna oturacağım. Sonra da muhakkak onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın.” 4072
Savaşın boyutları, düşmanın kini ve gücü oranında büyüyecektir. Şeytanınki bir kuyruk acısıdır, bu acı yeniden diriliş gününe kadar dinecek değildir. Bu azılı düşman (aduvvun mübîn) insana öylesine çok cepheden saldırıya geçmiştir ki, insanın bu hiç uyumayan ve tatil yapmayan düşmana karşı çok uyanık olması ve ömürlük bir iç savaş başlatması gerekmekte.
Şeytanın önlerden gelmesi, insana dengeyi dünya aleyhine bozdurmak için, insanı kendisine verilmiş emanet olan dünyadan soyutlamak için. Klasik yorumlar da bunu güçlendiriyor. Arkalardan gelmesi, kalleşçe gelmesi; insanın dengesini âhiret aleyhine ve dünya lehine bozmak için; malı, kadını, evlâdı, makamı ve diğer dünyalıkları süslemesi. Soldan değil, sollardan yaklaşması, yasaklara, haramlara meylettirmesi; ezelî ve ebedî düşmanı olan insana Allah’ın koyduğu sınırları çiğnetmesi, bunu yaparken de çok cici bahaneler bulup insandan yanaymış gibi görünmesi: “Rabbinizin size bu iki ağacı yasaklaması, yalnızca sizin iki melek olmamanız ya da (cennette) ebedî yaşayanlardan olmamanız içindir. Ve, ‘gerçekten ben size öğüt
4069] 2/Bakara, 74
4070] 5/Mâide, 13
4071] 2/Bakara, 7
4072] 7/A’râf, 16-17
- 982 -
KUR’AN KAVRAMLARI
verenlerdenim’ diye de yemin etti.” 4073
Sağlardan gelmesi... En tehlikelisi de bu galiba. İnsanın güzel eylemlerini, hasenâtını, “sâlih amel”e dönüştürmemek için kibir, gurur, riyâ gibi virüslerle bozması. Çalışıp çabaladığı halde insanın eline bir şey geçmemesi, yani tam anlamıyla iflâsa sürüklenmesi. En yararlı eylemlerin içine attığı mikroplarla onları sahibi için en zararlı bir hale getirmesi. Bütün bunları yaparken “sürekli kötülüğü emreden”4074 nefsi yardımcı olarak kullanması, kötü işlerine, pis işlerine onu koşturması... Dahası, yeryüzündeki dostlarını (evliyâu’ş-şeytan), evliyâsını,4075 “Allah’ı bırakıp şeytanları velî edinenler”i4076 kendi aralarında örgütleyerek bir şeytan partisi (hizbu’ş-şeytan) kurması ve o parti aracılığıyla mü’minler üzerinde şeytanî bir siyaset yürütmesi, onları gütmesi, onları sürüleştirmesi...
Evet, içten ve dıştan çok yönlü bir düşmanın ilk ve son hedefi kişinin imanı; dolayısıyla imanın merkezi olan kalbidir. Bu düşmanlar, kalbi imanın başına yıkmaya, orayı insanın ebedî mutluluğuna yardımcı olmayan mal, makam gibi şeylerle doldurmaya çalışırlar. Bu durumda, vakit geçirmeden bir iç savaş başlatmalı. Bu savaşın ömrü; birkaç ay, ya da birkaç yıl değil; bir ömür olmalı. Sürekli saldırı altında ezilen imanı ve onun mekânını bu saldırılardan kurtarmalı ve korumalı, orayı “kurtarılmış bölge” haline getirmeli ve imanın hâkimiyetini ilan etmeli o bölgede. Sâlih amelden muhâfızlar, nöbetçiler dikmeli; içimizin ahalisini ayaklandırmalı ve önce içimizin dünyasında fitne kalmayıncaya, din yalnız Allah’ın oluncaya kadar sürmeli bu savaş. Ondan sonra da orada kurulan “yürek devleti”ni bileklere, topraklara, coğrafyalara taşımalı.
Esâret içimizde. Bizi önce yüreklerimizde tutsak ettiler. İşgal altındaki bir yürekle, işgal altındaki bir kafayla, hangi toprak parçasını kurtarmaya gidebiliriz? İmanları yüreklere mahkûm etmişler. Yeryüzünün müstekbirleri, bizi önce yüreklerimizden vurmuşlar. Öyle olunca elimiz, imanın iktidarından çıkmış, gözümüz, kulağımız, zihnimiz, şuurumuz imanın iktidarından çıkmış. Bu organlarımız, imanın egemenliği altındaki hürriyetleri kaybetmişler. İmanımızın iktidarını elinden almışlar, hadımlaştırmışlar onu. İmana site olma istidadında yaratılan kalbimiz imana mahbes, imana makber olmuş. “Din, bir vicdan işidir” sloganıyla yola çıkan iman düşmanları, kültürleriyle, eğitimleriyle, medyalarıyla, şeytanca oyunlarıyla koca bir devi Alaaddin’in lambasına geri sokmayı başarabilmişler.
Onlar bilmekteler imanın gücünü. Bilirler; o zorla tıkıldığı yerden çıktı mı bir, kimse zapt edemez onu. Bu nedenle, onu mahkûm etmek için ne lazımsa onu yaparlar, hiçbir şeytanî fedakârlıktan kaçınmazlar. İmana sıradan zincirler vurmazlar. O zincirler, altındandır, gösterişlidir, sanat eseridir, hatta bazen teknolojinin en son harikasıdır, şeffaftır. Onu farkedecek kadar basiretiniz varsa, bu kez de onun tutsaklık zinciri değil; yüce efendilerin hediye ettiği bir kolye olduğuna inandırmaya çalışırlar. Kendilerine hevâ ve heves adına hizmet etmeyeni “dâvâ” adına, “hizmet” aşkına ve hatta “din” adına hizmet ettirirler. Sağmayı, binmeyi ve yük vurmayı iyi bilirler onlar.
Eğer görünen ve görünmeyeniyle, değerli ve değersiziyle imanımıza vurulan
4073] 20/Tâhâ, 20-21
4074] 12/Yusuf, 53
4075] 7/A’râf, 27
4076] 7/A’râf, 30
KALP / GÖNÜL
- 983 -
tüm zincirleri kırabiliyorsak; o zaman iman, gözümüze fer, gönlümüze nur, dizimize derman, dilimize ferman olacaktır. Yani, özetle iman, “iman” olacaktır.
Zorla kurdukları; ezerek, yakıp-yıkarak, asıp-keserek kurdukları düzenlerden korkmayınız. Korkmayınız, çünkü “Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılâba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.”4077 Asıl korkulacak şey, bu düzenlerini kalbimize kadar sokmalarıdır, vücudun başkentini işgal edip ele, ayağa, göze, kulağa, başa, bileğe hükmetmeleri, bütün bunları kendilerine hizmet ettirmeleridir. Örneğin kapitalizm adı verilen zulmün ekonomiyi yönlendirmesinden ziyade, asıl korkumuz bu mikrobun yüreklerimize kadar yayılıp ahlâkımıza, düşüncemize, eylemlerimize, tavırlarımıza yansıması.
İslâm’ın erdemlerine ulaştığımız vakit, “devrim” içimizde gerçekleşecek, gönül ülkemize iman hâkim olacak, yani dâru’l-İslâm olacak kalbimiz. Sınırsız ve sınıfsız yürek devletimizde, bir ferdi dışarıda kalmamacasına konuk edeceğiz İslâm ümmetini. Böylece, önce içimizde oluşturacağız vahdeti. Vahdet tâciri değil; gerçek muvahhid olacağız ve Allah'a lâyık bir hale gelecek gönlümüz. “Kuluna şah damarından daha yakın olan”ı buyur edeceğiz. “Ey mekândan münezzeh olan! Senin için istiğfarımla temizleyip, gözyaşlarımla yıkayıp, zikir ve tesbihle süsleyip, ilim, irfan ve hikmetle döşeyip, takvâ ve ihsanla aydınlattığım kalbime buyur.” diyeceğiz. Elbette Allah o zaman rahmetiyle buyuracak, mağfiretiyle buyuracak, sekînetiyle buyuracak, tecellisiyle doyuracaktır. Asıl o zaman gerçekleşecek selîm kalp, eğer taşa dönüşmemişse kalbimiz, içimizdeki fırtına dinecek, gönül okyanusu sükûnet bulacak, böylece içimizdeki dünyanın keşfi, yeniden gerçekleşecektir: “Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle tatmin olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah’ın zikriyle tatmin olur.” 4078
İşte bu, iç savaşın zaferidir. Artık kalp devleti kurulmuştur. Onu kurmak bir savaşı gerektiriyorsa, korumak ve dışarı taşımak bin savaş ister. Durmak isteseniz de duramazsınız artık. İçinizdeki saâdetin öbür adı olan yürek devletini, yaşadığınız dünyaya hâkim kılmak için gerekli olan eylemleri, kalbiniz size danışmayacaktır bile. Organlarınız ona muhalefet etse de, aklınız onu onaylamasa da, o kendine özgü yöntemlerle ve imkânlarla gerçekleştirecektir görevini. Biliyorsunuz; “gönül ferman dinlemez.”
Kalbe özgü imkânların başında dünyanın en hassas ve gelişmiş radarı diyebileceğimiz basiret ve ferâset gelir. Herkesin bildiği gözler dışında bir gözden daha söz eden Kitab’ın diline kulak verelim: “Gerçek şu ki, gözler kör olmaz; ancak göğüslerdeki kalpler kör olur.” 4079
Bu vericimizle, uzaklığı ne olursa olsun bir dostumuza muhabbet sinyalleri gönderebiliriz. İrtidadın ve nifakın tabiat haline geldiği bir toplumda gerçek mü'mini bu radarlarımızla tanıyabiliriz. Bununla okuyabiliriz Allah'ın evrendeki âyetlerini,4080 nefislerimizdeki âyetlerini4081 ve bilgisine sahip olabiliriz. Bu bilgiyi "kitab-ı mestûr"un âyetleriyle çakıştırarak "hikmet"i bulabiliriz. Bilmeliyiz ki;
4077] 26/Şuarâ, 227
4078] 13/Ra’d, 28
4079] 22/Hacc, 46
4080] 51/Zâriyât, 20
4081] 51/Zâriyât, 21
- 984 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"Kime hikmetten bir pay verilmişse ona çok hayır verilmiştir." 4082
İşte o zaman nicedir yayınını durduran kalbimiz başlayacak yayın yapmaya. İçimizdeki dünyanın en hassas radarları göğün ve yerin sevap görüntülerini yakalayarak kaydedecek kalp arşivimize. O zaman, yalnız bilmeyip, anlayacak (irfan); yalnız bakmayıp, göreceğiz (basiret). Her âyet, içimizde yeni bir ufuk açacak. "Allah'ın göğsüne bir inşirah verdiği, Rabbinden bir nur üzere olan"4083 biri olacağız. En gelişmiş telsizlere, telefonlara, telexlere taş çıkartan bu imkânı çalışır ve işler duruma getireceğiz. Rabbimizle aramızdaki ilişkiyi o hassas cihazla kontrol edeceğiz. O bizi sürekli uyaracak, otokontrol görevi yapacak.
Karıncanın ayak seslerinden daha usul gelen şirki duyacak, tüm maharetlerini kullanarak ve maskelerini takarak gelen nifâkı bu radarla tanıyacağız. Kulağımıza Rabbimizin adı geldiği zaman onun ibresi oynayıverecek; Allah'ın âyetleri okunduğu zaman kalplerimiz ürperecek ve imanlarımızı artıracaktır. "Mü'minler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman, yürekleri ürperir, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğu zaman imanları artar ve Rablerine tevekkül ederler." 4084
"Ârif" olmadan "âlim", "müttakî" olmadan "mücâhid" olunamayacağını bilmemiz gerekiyor. Kalbe hangi güç hâkimse o bedene de tüm fonksiyonlarıyla birlikte "o güç" hâkimdir. İşgal olunmuş bir kalbin sahibinin hürlük iddiâsı, beylik bir iddiâdır. Kişi gönlünü neye kaptırmışsa gözü de onda olacaktır. Kişi gönlünü kime kaptırmışsa yüzü de ona dönük olacaktır, başka değil. 4085
"Fitneler, kalplere peş peşe isâbet ederler. Hangi kalp, o fitneleri kabul eder de sindirirse, o kalpte siyah bir nokta oluşur. Hangi kalp de o fitneleri kabul etmezse; o kalpte beyaz bir nokta oluşur. Bu şekilde kalpler iki çeşit olurlar. Beyaz olanı, beyaz ve sert sefâ taşı gibidir. Yeryüzü ve gökler, yerinde kaldığı müddetçe ona fitneler zarar veremez. Siyah olan diğeri ise, içinde olanı dökülmüş bir kap gibi kupkurudur. Ne iyiliği bilir, ne de kötülüğü inkâr eder, ancak hevâ-i nefsiyle hareket eder." 4086
Kur'an'da Kalbin Halleri
Kur'an; kalbin durumlarını, ibâdet ve takvâya meyilli kalplerin değişik yapı ve özelliklerini belirtir. Bunları şöyle sıralamak mümkündür: Mutmain kalpler,4087 selim kalpler,4088 Allah'a yönelmiş kalpler,4089 Allah anıldığı zaman titreyen kalpler,4090 Allah'a bağlı kalpler,4091 mütevâzı kalpler,4092 huşû içerisindeki kalpler. 4093
Kur'an'da, kalplerin günah ve şirkle hastalıklı hale gelmiş değişik durum ve
4082] 2/Bakara, 229
4083] 39/Zümer, 22
4084] 8/Enfâl, 2
4085] Mustafa İslâmoğlu, Yürek Devleti, Denge Y., s. 61 vd.
4086] Müslim, 144
4087] 13/Ra'd, 28
4088] 26/Şuarâ, 89
4089] 50/Kaf, 31-32
4090] 8/Enfâl, 2-3
4091] 8/Enfâl, 11
4092] 22/Hacc, 54
4093] 57/Hadîd, 16
KALP / GÖNÜL
- 985 -
özellikleri de şöyle sıralanabilir: Galiz (kaba ve katı) kalpler,4094 eğri kalpler,4095 gâfil ve gaflete düşürülmüş kalpler,4096 taş gibi katı kalpler,4097 kılıflı kalpler,4098 hasta kalpler,4099 mühürlü kalpler,4100 bağlı kalpler,4101 kapalı kalpler,4102 kör kalpler,4103 kilitli kalpler. 4104
Kalplerin hastalığı ve giderek mühürlenmesinin sebepleri: Kur'an'dan yola çıkılarak kalbin hastalıklarına ve mühürlenmesine sebep olan mikropları şöyle sıralayabiliriz: Dünya sevgisi, kötü çevre, kötü kimselerle arkadaşlık, çok yemek ve çok gülmek, başta büyük günahlar olmak üzere her çeşit haramlar… En sinsi hastalık: Nifak ve ölümcül hastalık: Şirk.
Kalp hastalıklarının ilacı ise; Kur’ân-ı Kerim'i düşünerek, anlayarak okuyup kendi hayatına ve toplum hayatına geçirmeye çalışmak. Öğüt dinlemek. Zikir, tevbe ve istiğfar. Huşû ve anlayış. Kalbi arındırma yollarına mürâcaat edip güzel ahlâk ve ihlâslı ibâdet üzere olmak; Cesâret, ins ve cin şeytanlarına tavır almak.
Kalbin Hastalığı ve Mühürlenmesi
Kur’an’ı gerektiği gibi anlamak için kalbin kilitli olmaması gerekir.4105 Kalbin, görevini yapabilmesi için, selîm olması; hastalıklı ve ârızalı bulunmaması gerekir. Kalplerin selim olmayıp, marazlı (hastalıklı) olmasını Kur’an, hemen daima nifak illetiyle irtibatlı gösterir.4106 Bu âyetlerden yola çıkarak şu tespitleri yapabiliriz:
Kalbi perişan eden hastalıkların başında samimiyetsizlik ve riyâkârlık gelmektedir. Münâfıklığın en tipik özelliği kalp hastalığıdır.4107 Kalp hastalığının diğer belirtileri arasında doymazlık, hırs,4108 rics (pislik, iğrençlik, sefihlik), şeytan fitnesine yataklık dikkat çeker.4109 Kalp marazı; kalp katılığı, kalp kararması (kasvet) getirir. Kur’an, bu kalp kasvetinden çokça bahseder ve onun insanın sonsuzluğa, güzele, iyiye, kısaca Allah'a giden yolunu tıkayan bir belâ olarak gösterir. “Yazıklar olsun kalbi kasvetle dolmuş olanlara.”4110 Kalp kasvetini azdıran en önemli sebep, sonu gelmez arzu ve emeller, hırslar ve tutkulardır.4111 Kalp kasvetinin en tipik temsilcileri yahûdilerdir.
İnsanın kalbini tahrip eden tutum ve davranışları, giderek kalbi paslandırır.
4094] 3/Âl-i İmran, 159
4095] 3/Âl-i İmran, 7
4096] 18/Kehf, 28
4097] 2/Bakara, 74
4098] 2/Bakara, 88
4099] 2/Bakara, 10; 33/Ahzâb, 32
4100] 45/Câsiye, 23
4101] 7/A'râf, 100
4102] 41/Fussılet, 5
4103] 22/Hacc, 46
4104] 47/Muhammed, 24
4105] 47/Muhammed, 22
4106] 2/Bakara, 10; 5/Mâide, 52; 8/Enfâl, 49; 9/Tevbe, 125; 22/Hacc, 53; 24/Nur, 50; 33/Ahzâb, 12...)
4107] 2/Bakara, 10
4108] Bk. 33/Ahzâb, 32
4109] Bk. 9/Tevbe, 125; 22/Hacc, 53
4110] 39/Zümer, 22
4111] 57/Hadîd, 16
- 986 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kalbin paslanması, hak ve hakikate açılabilecek pencerelerin kapanma noktasına yaklaşması demektir. Bu duruma gelen kişi, Yaratıcı ile arasına tam bir perde çekmiş olur.4112 Hastalanan ve paslanan kalp, nihâyet körleşir. Ve insan için esas körlük budur.4113 Kalbin körelmesi, kalp gözünün, yani basîretin kör olmasıdır ki, insanın kâinatı, varlıkları ve kendi nefsini okumasını (en azından doğru okumasını) engeller. Böyle olunca da, kalp körlüğü insan ve evrenin sırlarını çözmeye götüren bütün organ ve araçları dumûra uğratır ve bütün girişimleri aksatır. Nitekim Kur’an, kalple akıl arasında devamlı ilişki kurmuş, iş görmez hale gelen bir kalp gözünün akıl faaliyetini de fonksiyonunu icra edemez hale getireceğine işaret etmiştir.4114 Kur’an, bu konuda “akıl işleten, akıl faaliyeti yürüten kalpler” deyimini kullanıyor. 7/A’râf, 179. âyeti ise, inceden inceye düşünüp sırları keşfedemeyen kalplerden söz eder ve bu kalplerin sahiplerini gözleri görmez, kulakları işitmez olarak nitelendirdikten sonra onların yerlerini hayvanlardan daha aşağılarda gösterir.
Kalp körlüğünü; kalbin damgalanması, kilitlenmesi, perdelenmesi ve mühürlenmesi izler. Bu son aşama, insanın evrensel hak ve hakikate, imana açılan tüm kapılarının kapanmasıdır. Bu aşamadan dönüş yoktur. Dünya planındaki imtihanın kesin kaybıdır bu. Kur’an’da bu son aşamayı ifade için kalbin tab’ edilmesi;4115 hatmedilmesi/mühürlenmesi4116 ve kalbe kilit vurulması, 4117 kalbe perde çekilmesi4118 deyimleri kullanılmaktadır. Bu hale düşenlerin diğer duyu organlarının da ödevlerini insana yaraşır biçimde yapamayacağı dikkat çekilir.
Kalbi taşlaşmışların gözleri yaşsız olur.4119 Bu hal, kalp mühürlenmesi açısından önemlidir. Kalbin sevgi ve merhametten aldığı öyle yüce bir zevk vardır ki; böyle zengin gönüllerde dokulara kan veren kalp, sanki bir başka zevkle çarpmaktadır.
Bir insan, Allah'a karşı sorumluluk ve şükran hissi duymaz, takvâ özelliklerine sahip olmazsa; kalp, kulak ve gözünde meydana gelen cereyan kesilmesi (mühür ve perde) onun idrâk cevherini yok eder. Ona gerçekleri en kesin bir dille anlatsanız da; o, bunu farkedemez. Çünkü Allah'ın yaratış sırrında güzellikler ve ihtişam vardır. Gözü perdeli, kalbi ve kulağı mühürlü olan bunu farkedemez. Dolayısıyla onların uyarılması ve uyarılmaması eşittir; inanmazlar.
Bütün kâfirlerin değil; insanî değerlerden soyutlanmış küfürde inatçı kimselerin kalpleri mühürlenir. Cenâb-ı Hak, küfre düşen bir kimseyi sonsuz rahmetiyle uzun süre gözetimde tutar; yani kalbini hemen mühürlemez. Ona dönüş şansı tanır. Fakat gurur, cimrilik ve azgınlıkta direnirse, İlâhî gazap mührünü vurur ve artık o iflâh olmaz. Artık bu kimse Fâtiha'daki "mağdûb-i aleyhim" grubuna girmiştir. Diğer kâfirler ise "dâllîn"dir; günün birinde, kendi tavırlarıyla liyâkat kesb ettiğinde Rabbimiz hidâyet verebilir.
4112] 83/Mutaffifin, 13-15
4113] 22/Hacc, 46
4114] Bk. 22/Hacc, 46
4115] 7/A’râf, 101; 9/Tevbe, 87, 93; 10/Yûnus, 74; 30/Rûm, 56
4116] 2/Bakara, 7; 45/Câsiye, 23; 6/En’am, 46
4117] 4/Nisâ, 155; 47/Muhammed, 24
4118] 6/En’âm, 24; 18/Kehf, 57
4119] Bk. 2/Bakara, 74
KALP / GÖNÜL
- 987 -
Müslüman açısından kalplerin mühürlenmesi gerçekleşmez; öyleyse bu konu sadece azgın kâfirleri ilgilendirir diyemeyiz. Günümüzde günahlar çok kolaylaşmış, bilerek veya bilmeyerek şirke, küfre düşmek olağan hale gelmiştir. Bir müslümanın, kalplerin mühürlenmesi, Allah'ın lanetine uğramasına giden yolları iyi bilmesi gerekir ki o tehlikeli istikamete meyl etmesin. Günahtan küfre, küfürden kalp mühürlenmesine giden korkunç tehlikelerden uzak kalmak için çok hassas olmalıyız. Şeytanın ve nefsin günah işletmekten muradı; bizi sadece günahkâr kılmak değil; fırsatını bulup kalbi mühürletecek noktaya getirmektir. Her günah da, tevbe edilmediği ve ısrar edildiği müddetçe sonu ümitsizliğe, uydurma te'villerle haramı helalleştirmeye, kalp katılığına, dolayısıyla küfre açılan bir kapıdır. Kur'an, bu nedenle günahlardan kaçmamızı ısrarla emretmektedir. Bir insan günah işleye işleye, adım adım küfre yaklaşır. Günah işleyen, daima günah çevresinde günahkârlarla dost olacağından, yavaş yavaş günahkârlığı karakter çizgisi haline getirir.
Günah işleyen, suçuna karşılık te'vil yolları arar. En tehlikeli oyun da budur. Bu te'vil hastalığı ilerleyerek Kur'an'a saygıyı azaltır. Sonunda küfre götürebilir. Zaten tevbenin temel sırrı budur. Günah işleyen, hiçbir mazeret, bahane icat etmeden, te'vile kapılmadan suçunu idrâk ve kendine itiraf etmelidir. Bu kabul, te'vilden ve küfürden kurtarır. Bu konuda İblis ile Hz. Âdem'in işledikleri hata konusundaki tavırları Kur'an'da ibret alacağımız şekilde vurgulanır. Günah kompleksine/karmaşasına düşerek de insan küfre doğru yönelebilir. Şeytanın bir oyunu da, günah işleyen insanı paniğe kaptırarak saflarına almaktır. Yani "sen nasıl olsa büyük günahkârsın; sen artık iflah olmazsın, öyleyse günaha devam; battı balık yan gider" sloganıdır. Bu yorum, temelden yanlış bir yargıdır. "Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyiniz. Allah,(vazgeçilip tevbe edilince) bütün günahları mağfiret eder." 4120
Kalbin mühürlenmesi, boş arzuları ilâh edinme,4121 Allah’ın nimetlerine nankörlük,4122 azgınlık, zulüm,4123 bilgisizlik4124 gibi sebeplerden olmaktadır. Kalbi mühürlenenler artık insanca ne görebelir, ne duyabilir, ne anlayabilir, ne de yaşayabilirler.4125 Küfre götüren günahlar açısından önemli bir konu, günahın cinsidir. Her günah çirkindir, kaçınılması gereken yasaklardır. Ama şeytan, bazen küçük günahları gözümüzde büyütürken; büyük günahları ve şirki basitleştirir. Elfâz-ı küfür, şirk ihtimali olan konular, müslümanın gözünde cehenneme düşmekle eş görünümünde olmalıdır. Namazı terketmeyi alışkanlık haline getirmek de küfür yoluna sapmaktır. Bunun yanında, insanın kendini, hevâ ve hevesini putlaştırmaya götüren gurur ve istiğnâ çok önemli bir günahtır. Bir günah, zulümle ilgiliyse, gönül incitiyorsa çok ciddi sonuçları olacak bir vebaldir. Zulüm, Kur'an'ın üzerinde ısrarla durduğu kalbi mühürlü kâfirlere ait bir özelliktir. Zâlimin kalbi mühürlenmeye baş adaydır. Ve şirk en büyük zulümdür. Yine küfre düşmemek açısından günah üreten günahlardan şiddetle sakınmamız gerekmektedir. Bazı günahlar, başka günahlara yataklık ederler. Bunların başında
4120] 39/Zümer, 53
4121] 45/Câsiye, 23
4122] 7/A’râf, 101
4123] 10/Yûnus, 74
4124] 30/Rûm, 56; 9/Tevbe, 87, 93
4125] 2/Bakara, 7; 63/Münâfıkun, 3; 9/Tevbe, 87, 93; 6/En’âm, 46
- 988 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yalan ve içki gelir. Yalanın günah barajını aşarak, nifak ve küfrü temsil ettiği konusunda ciddi uyarılar vardır.
Hastalık ve bozukluklardan arınmış bir kalp, Kur’an dilinde selîm kalp adını almaktadır.4126 Allah’ın, insandan son hesap gününde istediği tek şey, O’nun huzuruna selim bir kalple gelmiş olmasıdır.4127 Din hayatının, müslümanca yaşayışın amacı, insana selim kalbi kazandırmaktır. Selim kalbin olmadığı kişide, din sadece bir kuru iddia ve aldanıştır. İlginçtir ki, gaye olan, kalbe sıfat yapılan “selîm” kelimesi, tevhid yolunun genel adı olan İslâm’la aynı köktendir. Yani selâm ve selâmet kökünden. O halde selîm kalp barış, huzur, güven, aklık ve sükûnetle dolu olan kalp demektir ki, İslâm da bu değerlerin elde ediliş yoludur. Bu değerlerin sembol ve ufuk adı Allah’tır. Bu yüzden İslâm’ın teknik anlamı, Allah'a teslimiyet olarak verilmiştir. Buradan bakınca selîm kalp, Allah'a gereğince teslim olmuş kalp demek olacaktır.
Kalbin imtihanını4128 başarıyla verenlerin onu rahmet ve re'fet (sıcaklık, merhamet, kaynaşma) ile doldurduklarını görüyoruz.4129 Bu kalpler kasvete uzaktır. Hasta kalbin yolu kasvete; rahmetle dolu kalbin yolu lînete, yani yumuşaklığa çıkar. Kalp yumuşaklığının yokluğu, kalp gılzatı, yani katılık ve kabalık getirir ki, bu, insanları nefretle kaçıran bir illettir.4130 Kur'an, kalplerin, Allah'ı zikirle yumuşadığını belirtir.4131 Allah'ı zikir, yani şuurlu anma, kalbi titretir, yumuşatır ve daha sonra da onu itminan ile yani sükûnet, ferah, huzur ve doygunluk ile doldurur. Ve Kur'an'a göre kalplerin itminanı yalnız ve yalnız Allah'ı zikirle mümkündür. Allah yerine başka şeylerin sevgili seçildiği bir kalbin doyması, mutlu olması beklenemez. 4132
Kur'an, mühürlenmiş kalplerin mütekebbir, müstekbir kalpler olduğunu beyan eder.4133 "Allah, mütekebbir cebbar (büyüklük taslayan her zorbanın) kalbini mühürler."4134 Burada mütekebbir sıfatına, cebbar vasfının eklendiğini görüyoruz. Cebbar; cebre, şiddete, zora, dehşet ve baskıya başvuran demektir. Anlaşılan o ki, Kur'an, mütekebbirlerde cebbarlık sıfatının da kaçınılmaz olduğunu vurguluyor.
Mühürlenmiş hastalıklı kalplerin bir dâvâ çevresinde birleşmeleri mümkün değildir. Çünkü onlar, birliğin en emin yolunu, tevhidi, yani Allah'ın birliğini kabullenmeyerek kaosa düşmüşlerdir; artık birleşemezler. Onların vücut verebilecekleri birlik ve beraberlik ancak dış planda bedensel ve maddesel olabilir. "Sen onları toplu, birlik ve beraberlik içinde sanırsın; oysa ki onların kalpleri parça parçadır." 4135
Kalp bozukluğunun insan hayatındaki en tehlikeli pratik görünümü, insanın kalbiyle dilinin farklılığıdır. Kur'an bunu imansızlığın, şahsiyetsizliğin, dejenerasyonun bir belirişi olarak tespit ediyor. Kalple dilin uyuşmazlığı, insanın kalbine
4126] 26/Şuarâ, 89; 37/Saffât, 84
4127] Bk. 26/Şuarâ, 89
4128] 49/Hucurât, 3
4129] 57/Hadîd, 27
4130] 3/Âl-i İmran, 159
4131] 39/Zümer, 23
4132] Bk. 13/Ra'd, 28; 57/Hadîd, 16; 22/Hacc, 35; 23/Mü'minûn, 60; 8/Enfâl, 3
4133] 16/Nahl, 22
4134] 40/Mü'min, 35
4135] 59/Haşr, 14
KALP / GÖNÜL
- 989 -
karşı günah işlemesi, kalbine ihânetidir.4136
Kur'an'ı, tedebbürle yani düşünerek, anlayarak okumamak, kalbin kilitli olmasının en önemli belirtisidir. "Peki bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı: Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var?"4137 Âyette geçen "tedebbür", okunan şeyin anlamı üzerinde iyiden iyiye düşünmek demektir. Bu âyetten anlaşılmaktadır ki, Kur'an'ın ne dediğini anlamadan okumanın insanı bir yere getirmesi mümkün değildir. Kur'an'ın manası üzerinde düşünmemek veya "biz Kur'an'dan bir şey anlayamayız" diyerek Allah'ın kelâmını rafa kaldırmak, kalbin mühürlenmiş olduğuna işarettir. Nitekim bu âyetin öncesinde4138 lânetlenmiş, kulakları tıkanmış, gözleri körelmiş insanlardan söz ederek dolaylı bir yoldan Kur'an'ı tedebbür etmeyenlerin kimler olduğuna dikkat çekilmiştir. "Kalpleri üzerinde kilitler mi var?" sorusundan şu sonuçlar çıkmaktadır: Ya bu insanlar Kur'an'ı dikkatle okuyup anlamamaktadırlar veya anlamaya çalışmalarına rağmen onun emirleri, anlamları ve amaçları kalplerine yerleşmemiştir.
"İman edenlerin, Allah'ı zikir ve O'ndan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürperip saygı dolu bir korku ile yumuşaması zamanı daha gelmedi mi? Onlar, daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan birçoğu yoldan çıkmış fâsık kimselerdi."4139 Âyet, iman ettikten sonra ayağı sürçen ve Allah'ın kitabına farkında olmadan sırt dönen insanları uyarmakta mûcize bir beyandır. Aynı hatalı yoldan giderek perişan olan kitap ehli örnek gösterilmiştir. Hitap, son derece açık ve ürperticidir. İman sahipleri Allah'ın zikrine, yani Kur'an'a sırt dönmemek konusunda uyarılmaktadır. İkinci olarak, ehl-i kitabın zamanla bozulduklarına, kalplerinin karardığına ve saptıklarına dikkat çekilerek Allah'ın kitabına uzak kalmanın sonucu örneklendirilmiştir. Bu âyet, zaman içinde Kur'an'a uzak düşüp vahyin kabulleri yerine, geleneğin kabullerini koyan İslâm dünyasına mûcize bir Kur'an ihtarıdır. Kalpler katılaşmış, şekil ruhu örtmüş, iç dünyalar kararmıştır. Bu çoraklık ancak Kur'an'ın nefesiyle canlılık ve berekete döndürülebilir.
Kalplerin katılaşmasından sonra fâsıklıktan başka ne gelir? Doğrusu şu insan kalbi çabucak değişiverir, çabucak unutuverir. Kur'an nûruyla aydınlandıktan sonra uzun bir süre Allah'ı zikretmekten uzak kalınca katılaşır, aydınlığını yitirir, körelir ve kararıp söner. Gönüllerin huşû ve huzur ile Allah'ı anması gerekir. Aydınlanıp arınmalar için sürekli uyanık tutulması icap eder. Fakat donmuş, katılaşmış, hareketsiz hale gelmiş bir kalpten hemen ümit kesilmemelidir. Çünkü onda yeniden hayat emaresinin görülmesi, aydınlıkların parlaması ve böylece Allah'ın zikrine koşması mümkündür. Çünkü Allah, öldükten sonra yeryüzünü de diriltir, hayat doldurur, bitkilerle süsler, yiyecek meyveler bitirir. Kalpler de tıpkı böyle Allah dilediği zaman dirilir. Allah, ölüden diri çıkarır. Yeryüzünün dirilişi gibi bu Kur'an da kalpleri diriltir. Ona gıda verir, sular, yumuşatır ve ısındırır.
Allah, kâfirlere sevgi göstermeyip buğzeden, onları dost kabul etmeyen mü'minlerin kalplerine imanı yazar ve onlara yardım eder. 4140
4136] Bk. 2/Bakara, 283; Kur'an'ın Temel Kavramları, 269 vd.
4137] 47/Muhammed, 24
4138] 47/Muhammed, 23. âyette
4139] 57/Hadîd, 16
4140] Bk. 58/Mücadele, 22
- 990 -
KUR’AN KAVRAMLARI
İnsanın kalbi, iki farklı ânında aynı durumda olmaz; her şeyden daha çok kendi amellerinden etkilenir. İyi ve nurlu bir kalbe nur verir; kötü ve karanlık bir amel ise kalbin nurunu alır, onu karartır. Sâlih amel, insanın kalbini yumuşatır, öğütleri, hakkı ve hakikati kabul etmesini sağlar. İnsanın fıtratıyla bağdaşmayan ameller ise, insanın kalbini sertleştirir, katılık getirir. İnsanın kalbi, Kur'an'dan ışığını kesip, Allah'ın nuruyla bağını koparınca öylesine kararır ki, Kur'an tâbiriyle artık onun işi bitmiş ve onun kalbi mühürlenmiş sayılır. Takvâ sâyesinde Kur'an'ın hidâyetiyle, Allah'ın nuruyla bakıp, görünmezleri keşfeden, perdenin arkasındaki parıltıları görebilen insan; bu ışıkla irtibatı kendi iradesiyle kestiğinde körlüğü seçmiş olur. Artık, her şeye perdelenmiş gözlerle bakar. Görülmesi gerekenleri göremez. Kendi gözleriyle bazı şeyleri görür, ama sanki hiç görmemiş gibidir; sanki gözlerinin önüne perde çekilmiş olur. Kalbi de imandan, sevgiden ibâdetten zevk almaz olur ve küfrü, isyanı, fesâdı güzel görmeye başlar. Bunlar küfrün etkileridir; küfrün nedenleri değildir. "Onlar sapınca, Allah da kalplerini saptırmış, eğriltmiştir." 4141
Kalbin Mühürlenmesi Sebep Değil; Sonuçtur
Kalp nasıl mühürlenir? Bilindiği gibi, üzeri mühürlenmek, zarf, kap, örtü ve kapı gibi şeylerde olur. İnsanların kalpleri de, ilimlerin zarfları ve kapıları gibidir. Ne kadar anlayışlarımız varsa orada saklıdır. Kulak da bir kapı gibidir, duyulan şeyler oradan girer. Bilhassa geçmişteki, gelecekteki ve şimdiki gayb haberleriyle ilgili haberler, kitaplardaki kavramlar duyma yoluyla bilinir. Kalbin mühürlenmesi, zarfın mühürlenmesine; kulağın mühürlenmesi, kapının mühürlenmesine benzer. Hadis-i şerifteki her günahın, tevbe edilmediğinde kalpte kara bir leke oluşturması ve tekrarlandıkça bütün kalbi kaplaması, kalbin mühürlenmesidir. O salgın leke (virüs, mikrop) kalbe basılıp tab edilir. Başlangıçta, silinmesi mümkün kâğıttaki hata ile yazılmış bir harf, küçük leke iken, silinmez ve hatada ısrar edilirse matbû ve silinmez bir hale gelir. Diğer bir deyişle, alışkanlıkla ikinci huy olur. Ne silinir, ne çıkar ve o zaman ne iman yolu kalır, ne de küfürden kurtulmaya çare.
“Kâfirlerin kalbini Allah mühürlemişse, kâfirin müslüman olmamasında kabahati nedir?” sorusu akla geliyor. Allah, "Sen yüzünü hanîf olarak dine çevir. Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa o fıtrata çevir"4142 buyurur. Bu âyete göre Allah bütün insanları İslâm fıtratı üzerine yaratmıştır. Peygamber Efendimiz "her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Anne babası onu yahûdi, hıristiyan veya mecûsi yapar."4143 buyurur.
Tertemiz, pırıl pırıl yaratılan insan, zamanla çevrenin etkisiyle kirlenmeye başlıyor. Aynanın üzerindeki tozlar silinmeyince zamanla aynayı kapattığı gibi, günahlar da kalbi kapatıyor ve küfür de kalbin kilitlenip mühürlenmesine sebep oluyor. "İnsan, bir günah işlediğinde gönlünde siyah bir nokta belirir. Eğer kişi, günahına tevbe eder, pişman olursa, o siyahlık gider, yeri yeniden parlar."4144; "Hayır! Bilakis onların işlemekte oldukları (kötülükler) kalplerini kirletmiştir. Hayır! Onlar şüphesiz o gün
4141] 61/Saff, 5
4142] 30/Rûm, 30
4143] Buhâri, K. Cenâiz 80; Müslim, K. Kader 25
4144] İbn Mâce, Zühd 29; Tirmizî, Tefsiru Sure 83/1; Müsned-i Ahmed b. Hanbel, 2/297
KALP / GÖNÜL
- 991 -
Rablerinden (O'nu görmekten) mahrum kalmışlardır. Sonra onlar cehenneme girerler." 4145
Bu, ömrü deri dibağlamayla geçen kişinin gül kokusundan nefret etmesi gibi, zafiyet hastalığına uğrayan kişinin kendisine yararlı yağlı yiyeceklerden nefret etmesi ve istifra etmesi gibi, kâfirler de küfürle öylesine içli dışlı olurlar ki gül gibi İslâm'dan kaçarlar. Gözleri güzellikleri görmez. Görse de kedinin bülbülü bir yudumluk et görmesi gibi görür. Her şeyin değerini paraya göre ölçer. Kulağı para sözünden başka konuşmalara kapalıdır. O öyle isteyince Allah da onun kalbini mühürler ve gözünü perdeler.
Günahlar art arda gelince kalbi kapatır. Günah onu kapatınca Allah tarafından mühürleme ve damgalama gelir. Bu durumda iman, kalbe girecek yol bulamadığı gibi küfürden kurtaracak bir kurtarıcı da bulamaz. İşte bu, kalbin mühürlenmesidir. Müttakîler için kurtuluş rehberi olan Kitab'ın ve ondaki uyarıcı beyanların inatçı kâfirlerce hiçbir değeri yoktur. Mü'minlerin gönüllerine, ruhlarına açılan bütün pencereler, kâfirlere kapalıdır.
İnatçı kâfirlerin kalp ve kulaklarının mühürlenmesi, gözlerinde perde olması, onların Hakk'ı reddetme nedeninin, kendi hataları olmadığı ve sadece Allah'ın dilemesi ile olduğu anlamına gelmez. Onlar, kabul etmezler, iman etmezler; çünkü Allah onların kalplerini mühürlemiştir. Bu mühürleme ve perdeler onların Hakk'ı kabul edememelerinin nedeni değil; bilakis reddetmekte inat etmelerinin bir sonucudur. Kur'an, tabiattaki İlâhî kanundan söz eder: Eğer bir kimse, bir şey hakkında aleyhte önyargı sahibi olur ve sürekli bu önyargısını beslerse, o şeyde ne iyi bir taraf görebilir, ne iyi bir şey işitebilir, ne de tarafsızca değerlendirmek için ona kalbini açabilir. Bu, Allah'ın tabiattaki kanunlarından biri olduğu için kalpleri, kulakları mühürlemek ve gözleri perdelemek özellikleri O'na atfedilmiştir.
Bu mühürleme ve tab edilmenin (baskı'nın) kazanılması kuldan, yaratılması Allah'tandır. Mühürlemenin Allah'a isnâdı, mecaz değil; gerçektir ve cebir (zorlama) yoktur. Günahların kalbi paslandırıp leke ve mikroplandırmasıyla ilgili hadis ve kalbin pas tutmasıyla ilgili Kur’an4146 ahlâkta alışkanlık meselesini ne güzel açıklar. Ahlâkın ve dinin kıymetinin, devam ve alışkanlıkta olduğunu ne veciz anlatır. Bir günahta ısrar etmekle etmemenin farkı da bundandır. Günahı helal saymanın, haramı helal kabul etmenin küfür olması da bununla ilgilidir.
İman meselesinde kâfirler için bu alışkanlığın sonucu, bu sonradan edinilen ikinci huy, bu kökleşmiş meleke ne ise; amel konusunda mü'minler için ibâdetlerin durumu da böyledir.
İyiliklere, âdet edinmekle alışılır. Kötülükler de alışkanlık ile içinden çıkılmaz bir ikinci huy olur. Hayatın akışı bu alışkanlığın kazanılması demektir. İlk yaratılışta beşer iradesinin ilgisi yoktur. Fakat alışkanlıkta ilk hissesi önemlidir. Bununla beraber, bunun üzerine sonuç olarak yaratma yine Allah'ındır. Ama ilk yaratılış gibi cebr, yani zorlama yoktur. Aynı zamanda insanın yaratıcılığı da yoktur; yalnız eylemi, kesbi, yani kazancı vardır. İnsan bir taraftan yaratılmışı alır, diğer taraftan yaratılacağı kazanır. Onun kalbi, Allah'ın yarattığı ve yaratmasının güzergâhıdır. Allah, insanlara başlangıçta kalp vermeseydi veya kendiliğinden
4145] 83/Mutaffifin, 14-16
4146] 83/Mutaffifin, 14
- 992 -
KUR’AN KAVRAMLARI
mühürlü olarak kalbi yaratsaydı, o zaman cebr/zorlama olurdu. Allah, mührü, insan irâdesi ve alışkanlığıyla sonradan oluşturduğu ikinci huyundan, kulun istemesinden sonra vurmuştur. Kader, bir bilmedir, zorlama değildir. Bunlar, Allah'ın ilminden dolayı kâfir olmamış; kâfir olduklarından ve olacaklarından ötürü Allah öyle bilmiş, öyle takdir etmiştir.4147
"...Allah, münâfıkların kesinlikle yalancı olduklarını bilmektedir. Yeminlerini kalkan yapıp Allah yolundan yan çizdiler. Gerçekten onların yaptıkları ne kötüdür. Bunun sebebi, onların önce iman edip sonra küfretmeleridir. Bu yüzden kalpleri mühürlenmiştir. Artık onlar hiç anlamazlar."4148 Münâfıklar, küfürleri sebebiyle kalpleri mühürlenmiştir de artık hiç anlamazlar. Allah onlara sadık bir müslüman, şerefli bir insan olmayı nasip etmemiştir. Onlarda hakikati kavrama yeteneği kalmayıp onların ahlâkî duyguları silinmiştir. Çünkü böyle bir yolda yürüdükleri, davranışları arasında çelişkilerle yaşadıkları için, bu değerlerden mahrum olmuşlar ve bu zilleti kendileri tercih etmişlerdir. Onlar, mü'min olduklarını söylemelerine rağmen, küfür yolunda ısrar etmiş ve bu yüzden de Allah'ın kalplerini mühürlemiş olduğu kimselerdir. Çünkü onlar, kendileri için münâfıklığı tercih etmiş ve Allah da onlara bu ahlâkî rezilliği nasip etmiştir. Allah'ın yarattığı psikolojik yasalar dolayısıyla küfür, kibir ve nifak, kalbin mühürlenmesine neden olur. İnsan inkâr ettikçe kalbi katılaşır, hiçbir şeye inanmaz olur. Allah, hakikati kabul etmek istek ve niyeti gösterenin kalbini mühürlemez. Ancak kâfirlerin, zorbaların kalplerini mühürler. Anlamak istemeye istemeye anlayışsızlık onların huyu, doğal durumu haline gelir. Gönül, alıştığı huylardan başkasına istek göstermez. O insan, vurdumduymaz olur. Allah o kimseleri kendi nefislerine, bâtıl arzularına terkeder. İşte Allah'ın kalpleri mühürlemesi, bu psikolojik durumu anlatmaktadır.
"Ve onlara büyük azap vardır." İnatçı küfrün sonucu budur. Allah'ın uyarıcı beyanlarını hiçe saymanın, azapla korkutulmakla korkutulmamayı eşit görmenin doğal sonucu elbette bu olacaktır. Bu dünyada küfür devletinin yıkılması, zulme dayanan saltanatlarının yerle bir olması onlara büyük azap olduğu gibi; âhirette büyük azap vardır. Bu âyetteki azâbın yalnız âhirette olacağı mânâsına gelmez. Âyetlerin bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr edenlere dünyada rüsvaylık, âhirette de büyük azap vardır.4149 Mescidlerde Allah'ın adının anılmasını engelleyenlere, o mescidlerin harap olmasına çalışanlara dünyada rezillik, âhirette büyük azap vardır.4150 Allah ve Rasûlü'ne karşı savaşanların yeryüzünde bozgunculuk yapanların cezası dünyada rezillik, âhirette de büyük azap vardır. 4151
Kur’an’da Kalp, Kulak ve Gözün Konumu
Hiçbir şey bilmeden anne karnından çıkan insana Allah’ı hakkıyla tanıyıp şükretmesi için kalp, göz ve kulak gibi nimetler verilmiştir. 4152
Allah’tan gâfil olanlar, kendi iradeleriyle kulak, göz ve kalplerini fıtratları doğrultusunda kullanmadıkları için Allah, onların kulak ve kalplerini mühürlemiş
4147] Mahmut Toptaş, Şifa Tefsiri, Cantaş Y., c. 1, s. 97
4148] 63/Münâfıkun, 1-3
4149] 2/Bakara, 85
4150] 2/Bakara, 114
4151] 5/Mâide, 33
4152] Bk. 16/Nahl, 78
KALP / GÖNÜL
- 993 -
ve gözlerine perde çekmiştir.4153
Kulak, göz ve kalplerini gereği gibi kullanıp Allah'a teslim olamayanlar, insanlıklarını kaybederler; hayvandan daha aşağı derekeye düşerler. 4154
Kulak, göz ve kalp, yaptıklarından (ve yapmak zorunda olup da yapmadıklarından) sorumludur. 4155
Gerçek körler, kafa gözü görmeyenler değil; kalp gözlerini, basiretlerini kaybedip tarihten ibret almayan ve geçmiştekilerin işlediği hataları tekrar edenlerindir. 4156
4153] Bk. 2/Bakara, 7; 16/Nahl, 108
4154] Bk. 7/A’râf, 179
4155] Bk. 17/İsrâ, 36
4156] Bk. 22/Hacc, 46
- 994 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kalp Kavramıyla İlgili Âyet-i Kerimeler
A- İsim Halindeki Kalb ve Çoğulu Kulûb Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 132 Yerde): 2/Bakara, 7, 10, 74, 88, 93, 97, 118, 204, 225, 260, 283; 3/Âl-i İmrân, 7, 8, 103, 126, 151, 154, 156, 159, 167; 4/Nisâ, 63, 155; 5/Mâide, 13, 41, 41, 52, 113; 6/En’âm, 25, 43, 46; 7/A’râf, 100, 101, 179; 8/Enfâl, 2, 10, 11, 12, 24, 49, 63, 63, 70; 9/Tevbe, 8, 15, 45, 60, 64, 77, 87, 93, 110, 110, 117, 125, 127; 10/Yûnus, 74, 88; 13/Ra’d, 28, 28; 15/Hıcr, 12; 16/Nahl, 22, 106, 108; 17/İsrâ, 46; 18/Kehf, 14, 28, 57; 21/Enbiyâ, 3; 22/Hacc, 32, 35, 46, 46, 53, 53, 54; 23/Mü’minûn, 60, 63; 24/Nûr, 37, 50; 26/Şuarâ, 89, 194, 200; 28/Kasas, 10; 30/Rûm, 59; 33/Ahzâb, 4, 5, 10, 12, 26, 32, 51, 53, 53, 60; 34/Sebe’, 23; 37/Sâffât, 84; 39/Zümer, 22, 23, 45; 40/Mü’min, 18, 35; 41/Fussılet, 5; 42/Şûrâ, 24; 45/Câsiye, 23; 47/Muhammed, 16, 20, 24, 29; 48/Fetih, 4, 11, 12, 18, 26; 49/Hucurât, 3, 7, 14; 50/Kaf, 33, 37; 57/Hadîd, 16, 16, 27; 58/Mücâdele, 22; 59/Haşr, 2, 10, 14; 61/Saff, 5; 63/Münâfıkun, 3; 64/Teğâbün, 11; 66/Tahrîm, 4; 74/Müddessir, 31; 79/Nâziât, 8; 83/Mutaffifîn, 14.
B- Fiil Halindeki Kalb ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 36 Yerde): 2/Bakara, 143, 144; 3/Âl-i İmrân, 127, 144, 149, 174, 196; 5/Mâide, 21; 6/En’âm, 110; 7/A’râf, 119, 125; 9/Tevbe, 48; 12/Yûsuf, 62; 16/Nahl, 46; 18/Kehf, 18, 36, 42; 22/Hacc, 11; 24/Nûr, 37, 44; 26/Şuarâ, 50, 219, 227, 227; 29/Ankebût, 21; 33/Ahzâb, 66; 40/Mü’min, 4; 43/Zuhruf, 14; 47/Muhammed, 19; 48/Fetih, 12; 67/Mülk, 4; 83/Mutaffifîn, 31, 31; 84/İnşikak, 9.
C- Gönül Anlamındaki Fuâd Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 16 Yerde): 6/En’âm, 110, 113; 11/Hûd, 120; 14/İbrâhim, 37, 43; 16/Nahl, 78; 17/İsrâ, 36; 23/Mü’minûn, 78; 25/Furkan, 32; 28/Kasas, 10; 32/Secde, 9; 46/Ahkaf, 26, 26; 53/Necm, 11; 67/Mülk, 23; 104/Hümeze, 7.
D- Kalb Konusundaki Âyet-i Kerimeler
a- İnsana Verilen Kalp, Allah'ın Nimetidir: Mü'minun, 78; Secde, 9; Ahzab, 4.
b- Kalb-i Selim: Şuara, 89.
c- Kalplerin Huzuru: Ra'd, 27-28.
d- Katılaşan Kalbin Misali: Bakara, 74.
e- Kalp Körlüğü: Hacc, 46.
f- Kalplerdeki Niyetlerde Vebal Vardır: Bakara, 225; Ahzab, 5, 51.
g- Kâfirlerin Kalpleri Birbirine Benzer: Bakara, 118; Al-i İmran, 11; Hûd, 110; Zâriyat, 52-53.
h- Kalplerdeki Niyetlerde Vebal Vardır: Bakara, 225; Ahzab, 5, 51.
i- Allah, Kalplerdeki Niyetleri Bilir: Ahzab, 51, 54; Mü'min, 19.
j- Allah, Yalancıları da Sadıkları da Bilir: Ankebut, 3.
k- Günah, Kalbi Paslandırır: Mutaffifin, 14.
l- Herkese Doğruyu Görecek Basiret (Kalp Gözü) Verilmiştir: En'am, 103.
m-Taş-Kalp İlişkisi: Bakara, 74.
Konuyla İlgili Hadis-i Şerif Kaynakları
Kalbi karartan ve katılaştıran şey: Kütüb-i Sitte, 12, 324
Kalbin Hususiyeti: K. Sitte, 17, 500
Kalplerin Öldüğü günde kalbin ölmemesi: K. Sitte, 17, 178-179
Maddi ve manevi kalbin birbiriyle alakası: K. Sitte, 10, 289
Gönül zenginliği: K. Sitte, 15, 178
Kalp rikkati: Buhârî, Tecrid, 12, 356
Kalb-i mürekkeb: Buhârî, Tecrid, 1 Mukaddime 309
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Kur’ân’da Kalb ve Mühürlenmesi, Yener Öztürk, Işık Y.
2. Kitabu’l Kalb, -Yürek Çağrısı-, Ramazan Kayan, Çıra Y.
3. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 190-198
4. Hadislerle Kur’an Tefsiri, İbni Kesir, Çağrı Y. c. 2, s. 180-184
5. Tefsir-i Kebir (Mefatihu'l-Gayb), Fahreddin Razi, Akçağ Y. c. 1, s. 475-495
6. Fi Zılali'l Kur'an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 83-84
7. Tefhimu’l-Kur’an, Mevdudi, İnsan Y. c. 1, s. 50
8. Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 90-97
KALP / GÖNÜL
- 995 -
9. El-Mizan Fi Tefsiri'l-Kur'an, M. Hüseyin Tabatabai, Kevser Y. c. 1, s. 81-84
10. Min Vahyi'l-Kur'an, M. Hüseyin Fadlullah, Akademi Y. c. 1, s. 53-61
11. Davetçinin Tefsiri, Seyfuddin El-Muvahhid, Hak Y. c. 1, s. 43-45
12. 12- Bakara Suresi Yorumu, Haluk Nurbaki, Damla Y. 81-119
13. 13- Arınma Yolu, Abdülhamid Bilali, Şafak Y. c.1, s. 77-107
14. 14- Kur'ani Araştırmalar, Murtaza Mutahhari, Tuba Y. c. 1, s. 71-82
15. 15- Şamil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 3, s. 290-291
16. 16- TDV İslâm Ansiklopedisi, TDV Y., c. s.
17. 17- Kur'an'da Sembolik Anlatımlar, Necmettin Şahinler, Beyan Y. s. 20, 176, 267, 310
18. 18- Kur'an'da Nefs Kavramı, Ahmet Ögke, İnsan Y. s. 58-59
19. 19- Kur'an'da Zihin Eğitimi, Yaşar Fersahoğlu, Marifet Y. s.52 -59 Duyular: 169-185
20. 20- Yürek Devleti, Mustafa İslâmoğlu, Denge Y. s. 61-72
21. 21- Kur’an’da Kalite Kavramı, Bayraktar Bayraklı, M.Ü. İ.F. Y.
22. 22- Vesvese; Mehmed Paksu, Nesil Y. s. 71-88
23. 23- Kur'an'ın Temel Kavramları, 267-276
24. 24- Kur'an'da Vicdanın Önemi, Harun Yahya, Vural Y.

 
Okunma 1257 kez
Bu kategorideki diğerleri: « KADIN KARDEŞLİK »