Cumartesi, 06 Şubat 2021 18:42

İZZET – ZİLLET

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

 

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

İZZET – ZİLLET


- 815 -
Kavram no 108
Nimet 13
Ahlâkî Kavramlar 23
Bk. İslâm; Felâh-Gâlibiyet; Ensârullah
İZZET – ZİLLET
• İzzet; Anlam ve Mâhiyeti
• İzzet-i Nefs
• El-esmâul-Hüsnâdan el-Azîz, el-Muızz ve el-Müzill İsimleri
• Kur’ân-ı Kerim’de İzzet ve Zillet Kavramı
• Azizler ve Zeliller
• Allah'ın İzzeti ile İzzetlenmek
• İzzeti Yanlış Yerde Aramak
“De ki: "Ey mülkün sahibi Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de onu çeker alırsın, dilediğini aziz eder, yüceltirsin, dilediğini zelil eder alçaltırsın. Hayır Senin elindedir. Muhakkak ki, Sen her şeye kaadirsin.” 3229
İzzet; Anlam ve Mâhiyeti
“İzzet”in kelime anlamı, insanın yenilmesine engel olan şeydir. Bu da onun hakkında üstünlük, şeref ve haysiyet, kuvvet ve güç sahibi olmayı ifade eder. Kişinin şerefinin yüceliğini ve değerini anlatır. Onu zillete (alçaklığa, şerefsizliğe) düşmekten alıkoyan bütün üstünlükler, yücelikler ve sahip olunan imkânlardır. Düşmanı karşısında gâlip gelen kimse için de ‘izzetli’ denilmiştir.
Aynı Kökten türemiş “Azîz” kavramı ise, her türlü üstünlüğü, gâlibiyeti, güçlü olmayı ve en üstün şerefi ifade eder. Bu sıfat Kur’an’da hemen hemen tamamen Allah hakkında kullanılmaktadır. Azîz, yani en üstün, en yüce, en mutlak izzet sahibi yalnızca Allah’tır. Peygamber ve mü’minler de Allah’ın emrine itaat ettikleri için O’nun yanında üstünlük ve şeref kazanırlar, İslâm’ı yaşadıkları için de izzet/üstünlük elde etme imkânına kavuşurlar.
“İzzet Allah’ındır, Rasûlünündür ve mü’minlerindir.”3230 Bu âyet, müslümanlara tepeden bakan, onlarla alay eden münâfıklara cevap vermektedir. Peygamber zamanında bazıları müslümanlara yukarıdan bakıyorlardı; onları mal, dünyalık, makam açısından, kuvvet yönünden ‘zelîl’ (aşağı) görüyorlardı. Kur’an onlara bu âyetle kesin bir cevap veriyor ve izzetin kime âit olduğunu belirtiyor.
İslâm, insan fıtratına aykırı, insanın değerini düşürecek bütün davranışları yasaklar. İçki içmek, zinâ etmek, hırsızlık yapmak gibi. Bunlar ve bunlara benzer bütün fiiller insanın kalitesini düşürür. İşte bu günahlardan sakınanlar izzet, şeref ve haysiyet sahibidirler. Bunları yapanlar ise şereflerini kaybederler, zelîl/değersiz olurlar.
3229] 3/Âl-i İmrân, 26
3230] 63/Münâfikûn, 8
- 816 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kişiye İzzet Kazandıran Davranışlar: İnsana izzet kazandıran birkaç önemli davranış vardır. Bunlardan biri, Allah’ın adını zikretmektir. Bu da Allah’ın sevgisi ve rızâsı için yapılan kulluktur, O’nun adına amel işlemektir, O’nun korkusundan haramları terketmektir, O’nu ve O’nun vereceği cezâyı ve mükâfâtı düşünmektir, daima O’nu hatırlamaktır. Bu şekilde Allah’ı hatırlayanlar izzete ulaşırlar.
Bir diğeri Allah yolunda infak etmektir. Veren el alan elden sürekli üstündür. Dilenen, başkalarına muhtaç yaşayan, sürekli borç içinde sürünen, maddî imkânsızlıktan dolayı perişan olan, bu yüzden başkalarına el açan izzetini kaybeder. Ama çalışır, maddî açıdan kuvvetli olur ve Allah yolunda infak ederse izzet sahibi olur, şerefi ve değeri artar.
Bir diğeri ilimdir. Bilenlerin sorumlulukları büyük olduğu gibi, ilimlerinin gereğini yaptıkları sürece dereceleri daha da artar. İlmi olduğu halde ilmiyle âmil olmayanlar, bilgilerini Hak uğruna ve Allah’a kulluk yolunda kullanmayanlar ile ilimle zâlimlere ve tâğutlara destek olanların kazancı zillettir ve aşağılayıcı azaptır. İlim güçtür, zenginliktir ve izzettir. Allah’ın kulları içinde O’ndan en çok ilim sahipleri korkarlar. Çünkü onlar Allah’ın azametini idrâk ederler.
Gerçek mü’min, şeref ve izzetini kaybetmemek için küçültücü davranışlardan uzak kalır. Küçük ve boş işlerin peşinden gitmez, yalan ve çirkin sözlere aldırmaz, küçük çıkarlar peşinde koşmaz. O küçük değil, büyük hedeflerin adamıdır. O, çıkarının karşısında eğilmez. O ucuz kazançların arkasına düşmez. O kimsenin karşısında iki büklüm olmaz. Hele hele inançsızların yanında başı dik ve onurludur. Kimseye yağcılık yapmaz, yağdanlık olmaz. Bir makama çıkmak için üçkağıtçılık yoluna baş vurmaz. Onun davranışları orta halli, sözleri doğru ve oturaklı, ahlâkı ağır başlı, hedefi yücedir. Allah, dilediğini azîz (izzet sahibi) kılar, dilediğini zelîl (zillet sahibi) eder. 3231
Gerçek İzzet: Bazı insanlar, Allah’ı bırakıp putları ilâh edindiler. Onlar bu yalancı, işe yaramaz, bir faydasını görmedikleri, hayalî tanrılarının yanında izzet bulacaklarını zannederler. Bu elbette mümkün değildir. 3232
Bazı insanlara ‘Allah’tan ittika et, O’ndan sakın ve hakkıyla kork’ denildiği zaman, o bu dâvete karşı kibirlenir, bu gibi çağrılara kulak asmaz ve günah işlemekle izzet kazanacağını zanneder 3233. Allah, bazı câhillerin ve hevâsını ilâh haline getirip de O’nun hakkında kısır düşünenlerin niteledikleri, ya da kendi uyduruk tanrıları gibi değildir; O Sübhân’dır (Çok yücedir) ve O gerçek izzetin sahibidir. 3234
Mü’minler, kendi kardeşleri olan müslümanlara karşı gâyet alçakgönüllü (zelîl), mütevâzî ve merhametli; ama düşmanlarına karşı izzet (güç ve şeref) sahibidirler. Onların karşısında pısırık, sünepe, teslimiyetçi ve hakkını bile savunamayacak kadar korkak değildirler.3235 Zâlim sultanlar/yöneticiler, bir ülkeye zorla girdikleri zaman orasının huzurunu bozarlar (ifsat ederler), mallarına ve onları ayakta tutan değerlerine saldırırlar. Şerefli insanları (izzetli kimseleri) zelîl hale
3231] 3/Âl-i İmrân, 26
3232] 19/Meryem, 81
3233] 2/Bakara, 206
3234] 37/Saffât, 180
3235] 5/Mâide, 54
İZZET – ZİLLET
- 817 -
getirirler, onları aşağı bir duruma düşürürler 3236.
Kur’an gerçek izzetin iman etme ile elde edilebileceğini müjdeliyor. Bir başka ifadeyle Allah (c.c.), Kur’an’ın dâvetine uyarak iman edenlere iki dünyada da saâdetin yanında, izzet de vereceğini duyuruyor. Mü’minler gerçek izzet sahibidirler ve onlar her bakımdan üstün ve şereflidirler. Ancak, ne yazık ki, modern zamanlarda müslümanların arasından çıkan bazıları kendilerini ve sahip oldukları değerleri aşağı ve zelîl; buna karşın Kur’an’ın müşrik, müfsit ve zâlim dediği kimseleri üstün görüyorlar. Onlara hayran oluyor, onların peşinden gitmeye, onlar gibi olmaya çalışıyorlar. Onların bu zayıf tarafını bilenler de onlara tepeden bakıyor, onlara karşı kibirleniyor ve onları kullanabiliyorlar.
Kimileri de münâfık tavırlarla müslümanlara karşı kibirleniyorlar. Kendilerini izzetli, mü’minleri zelil ve hakir kabul ediyorlar. Onlara sefih (kafasız) gerici, çağdışı, çember sakallı, fundamentalist gibi çirkin şeyler söylüyorlar. Hâlbuki Kur’an’a göre üstünlük, şeref ve izzet soyla, zenginlikle, bir ülkeye mensup olmakla, diploma ile değil; iman ve o imanın getirdiği ahlâkla kazanılır. Mü’min, fakir olsa da izzet sahibidir. 3237
İzzet; Yenilgiye uğramayı ve aşağılanmayı önleyen güçlü ve saygın konum anlamında bir Kur'an tâbiridir. Sözlükte "güçlü ve üstün olmak, gâlip gelmek, saygın olmak" gibi mânâlara gelen ızz kökünden isim olan izzet, bu anlamları yanında, bir kimsenin başkaları karşısında bedensel, psikolojik, ekonomik, sosyal statü vb. yönlerden güçlü, etkin ve saygın olması, baskı altına alınamaz bir konumda bulunması durumunu da ifâde eder ve "âcizlik, alçaklık" mânâsındaki "zillet"in karşıtı olarak kullanılır. Râgıb el-İsfehânî Kur'an'da Allah'a, Rasûlüne ve mü'minlere mahsus olduğu bildirilen izzeti3238 kesintisiz ve sonsuz olduğu için "hakiki izzet", bunların dışında kalanların kendilerinde vehmettikleri izzeti de "sun'î izzet" şeklinde değerlendirir. Aynı kökten sıfat olan azîz; "güçlü, üstün ve hâkim konumda bulunan, yenilmeyen, eşi benzeri olmayan" anlamlarında hem Allah'ı hem de insanı nitelemek için kullanılmaktadır. Kaynaklarda "izzet bahşeden" mânâsında muizz kelimesi esmâ-i hüsnâdan biri olarak kaydedilmektedir.3239 Kur'ân-ı Kerim'de izzet on bir yerde, aynı kökten fiil ve isim kalıbında kelimeler ise 120 defa geçmekte, bunlardan azîz, büyük çoğunluğu Allah'ın isimlerinden olarak doksan dokuz âyette yer almaktadır. Bu âyetlerin tamamında azîz, Allah'ın başka isimleriyle birlikte geçmektedir. Bu isimler Allah'ın mutlak gücünü ve tasarrufunu veya rahmet, mağfiret ve lutufkârlığını ifâde eden ya da ilim ve hikmetine vurgu yapan isimlerdir. Bir düşünceye göre Allah'ın isimlerinin her birinde kullara bir mesaj vardır. Bundan dolayı azîz isminin bu sıfatlarla birlikte kullanılmasında insanlara hem güçlü olmaları, hem de merhamet, bağışlama, bilgi, hikmet gibi erdemlerle de donanmaları gerektiği yönünde bir mesaj bulunduğu da düşünülebilir. İzzet ve türevlerinin Kur'an'da geçen anlamlarıyla hadislerde de kullanıldığı görülmektedir.
İzzet kelimesi Allah ve mü'minler hakkında olumlu bir anlam ifâde ederken inkârcı ve münâfıklar hakkında kullanıldığında onların İslâm, Kur'an ve gerçekler
3236] 27/Neml, 34
3237] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 323-325
3238] 63/Münâfıkun, 8
3239] İbn Mâce, Duâ 10; Tirmizî, Deavât 82
- 818 -
KUR’AN KAVRAMLARI
karşısında bilinçsizce kapıldıkları kibir, gurur, inat ve öfke duygularını, bu duyguların etkisiyle işledikleri kötülükleri sürdürmelerini anlatır. Meselâ 38/Sâd sûresinin ikinci âyetinde Kur'an'ın irşâd edici önemine dikkat çeken âyetin arkasından inkârcıların Kur'an karşısındaki olumsuz tavırları, "inkâra sapanlar izzet ve sapkınlık içindedir" şeklinde ifâde edilir. 2/Bakara sûresi 206. âyette münâfıkların karakteristik davranışlarına dâir bilgi verilirken böylelerine Allah'a saygıyla itaat etmeleri tavsiye edildiğinde izzet duygularının kendilerini günaha sevkettiği belirtilir. Râgıb el-İsfehânî bu âyetteki izzeti "yerilen anlamıyla öfke ve sertlik" şeklinde açıklar. Fahreddin er-Râzî de aynı kelimeyi "kibir, cehâlet ve delilleri kavrama yoksunluğu" olarak izah ederken,3240 İbn Aşûr bunun, bir kimsenin sosyal statüsüne aldanıp böbürlenmesi ve bu yüzden nasihatlere kulak asmaması mânâsına geldiğini belirtir. Gazzâlî, İhyâ'sında olumsuz izzeti kibirle eş anlamlı olarak kullanmaktadır. Onun yaptığı psikolojik tahlillere göre kişi bazı yüksek niteliklere sahip olduğunu düşününce kendisinin başkalarından üstün olduğu vehmine kapılır. Bu kanaate "kendini büyük görme" (izzü'n-nefs, teazzüzü'n-nefs), bu duygunun etkisiyle olumsuz davranışlarda bulunmaya da "tekebbür" denir. Gazzâlî, bu anlamdaki izzetin ve kibir duygusunun "cennetin kapıları" dediği güzel huyların kazanılmasına engel olacağını söyler; sevgi, tevâzu, hoşgörü ve doğruluk gibi erdemlerden yoksun kalma ile kin, öfke, kıskançlık gibi kötü huylara bulaşmada kibir ve izzetin mutlak etkisinin bulunduğunu belirtir.3241 Ancak Gazzâlî'ye göre insan, alçakgönüllü olmaya çalışırken tevâzu sınırını aşarak kendini aşağılık (mezellet) durumuna da düşürmemelidir.3242 Fahreddin er-Râzî de gerçek mü'minlerin iman edenlere karşı alçakgönüllü ve şefkatli, inkârcılara karşı güçlü, dirâyetli ve onurlu olduklarını bildiren âyette3243 geçen "ezille" kelimesini açıklarken bunun "alçalma ve küçülme" (mehânet) olarak anlaşılmaması gerektiğini söyler.3244 Bu açıdan bakıldığında izzetle kibrin farklı iki kavram olduğu anlaşılır. İzzet mü'minin kendi varlığının hakikatini bilmesi, tanıması ve ona dünyevî ihtiyaçlarını gerektiği kadar sağlamasıdır. Kibir ise, kişinin kendini doğru tanımaması ve olduğundan büyük görmesidir. Şu halde izzet şeklî olarak kibre benzerse de, mâhiyet itibarıyla ondan farklıdır. Nitekim tevâzû da zillete benzemekle birlikte; tevâzu erdem, zillet erdemsizliktir. Ahlâk kitaplarında insanın kendini zilletten koruması, çoğunlukla "hürriyet" kelimesiyle ifâde edilir ve bu hususta kişinin kendi şerefini (izzü'n-nefs, şerefu'n-nefs) korumasının, kimsenin elindekine göz dikmeden minnetsiz bir hayat yaşamasının, yalnız Allah'a dayanıp güvenerek hakiki izzeti O'ndan beklemesinin gerekliliği üzerinde önemle durulur. Buna göre kişi izzeti, kendi nefsini başkalarından üstün görme eğiliminin bir ifâdesi olarak değil; sahip olduğu dinden ve temsil ettiği, inanıp bağlandığı yüce değerlerden gelen bir güç ve onurun ifâdesi olarak görmelidir. İnsan, İslâm'dan ve onun kazandırdığı değerlerden uzaklaşması halinde izzetten de yoksun kalır. Çünkü izzet sadece Allah'a mahsus olup3245 mü'minlerin, hatta peygamberlerin sahip olduğu izzet İlâhî bir lütuftan ibârettir.3246 Bu lutfa erişebil3240]
Mefâtihu'l-Gayb, 5/173
3241] İhyâ, 3/344-345
3242] A.g.e. 3/368-369
3243] 5/Mâide, 54
3244] Mefâtihu'l-Gayb, 12/21-22
3245] 4/Nisâ, 139; 35/Fâtır, 10
3246] Fahreddin er-Râzî, Mefâtihu'l-Gayb, 11/64
İZZET – ZİLLET
- 819 -
mek için samimi bir imana sahip olmanın yanında Allah'ın çizdiği yolda yürümek gerekir. İnsanlar izzetin kaynağı olan Allah'a ne kadar yakın olursa izzetten de o kadar pay alırlar.
İslâm'daki ulûhiyet anlayışına uygun olarak Kur'an'da izzetin tamamen Allah'a mahsus olduğu ve O'nun dilediğini aziz, dilediğini zelîl kıldığı belirtilir.3247 Fahreddin er-Râzî bu âyeti açıklarken izzetin din veya dünya ile ilgili olacağını, dinle ilgili olan en yüce izzetin Allah'a iman olduğunu ifâde eder. Zilletlerin en aşağısı ise inkârdır. Böylece Allah bazı insanları iman ve irfanla aziz, bazılarını da inkâr ve sapkınlıkla zelil kılar.3248 Bu düşünceden hareketle son dönem İslâm bilgin ve düşünürleri, müslüman toplumların kendi dinlerinin ilkelerinden uzaklaştıkça izzetlerini de kaybettiklerini, onları içine düştükleri durumdan kurtaracak gücün yine İslâm'ın izzeti olduğunu söylemektedir. 3249
İzzet-i Nefs
İzzet-i Nefs; İnsanın insanlık, şeref ve haysiyetini koruması demektir. İzzet kelimesi kuvvet, üstünlük, şeref ve galibiyet anlamlarını dile getirdiği gibi, insanı zillete düşmekten alıkoyan iyi nitelikler anlamına da gelir. İzzet'in zıddı zillettir. İnsan, nefsinin izzetini korumakla yükümlüdür. Bu ise ancak Allah'a iman etmek, hayatını O'nun emir ve yasaklarına göre düzenlemekle mümkün olabilir. Küfür, şirk, nifak, isyan ise insanı zillete düşürür. Mü’min, imanı ile izzet kazanır. Ne var ki kendisini küçültücü, izzetini zedeleyici her türlü davranıştan kaçınmalıdır.
Kur'an, "İzzet Allah'ın Rasûlünün ve mü’minlerindir" () buyurur. Bu, Allah'ın kendilerini izzetli, Hz. Peygamber ve mü’minleri zelil gören münâfıklara cevabıdır. Buna göre gerçek mü’minler izzet, üstünlük ve şeref sahibidirler. Çünkü gerçek mü’minler geçici, değersiz şeylere bağlanmaz. Allah'tan başkasına boyun eğmezler. el-Münâfikûn Sûresinin yukarıdaki âyetini izleyen âyetlerinde, "Ey iman edenler, mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır. Biriniz kendisine ölüm gelip de, 'Rabbim beni yakın bir süreye kadar erteleseydin de sadaka verip iyilerden olsaydım!' demeden önce size verdiğim rızıktan infak edin" 3250 buyrularak gerçek mü’minleri izzetli kılacak nitelikler açıklanır. Bunlar "zikrullah" ve "infak"tır.
Müfessirlere göre zikrullah, namaz gibi ibadetlerle, bunların semeresi olarak Allah sevgisiyle yapılan kulluktur. Bu yorumla zikrullah emri, mü'minlere, evlat ve mallarınız ile uğraşmak yüzünden, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın ifadeleriyle, "Hak mâbud olan Allah Teâlâ'yı ve O'nun esmâsı, sıfatı, emirleri ve yasakları, sevap ve ikabı ile ahkâmı izzetini düşündürüp andıran, rızâsına vesile olan farz ve nâfile ibâdetlerden cuma ve cemaatten, namaz, oruç, zekât, hac, cihad, kıraat-ı Kur'an, vaaz ve nasihat, tehlil, tesbih, tahmid gibi sırf Allah'a yaklaşmak için yapılan ve daima Allah'ı hatırlatıp Allah için Allah'a lâyık güzel işler düşündürmeye alıştıran tâatlerden gaflet etmeyin" anlamına gelir 3251. Bunlardan gaflete düşenler ziyan etmişlerdir. Çünkü mal, evlat ve dünya hayatı ge3247]
3/Âl-i İmrân, 26
3248] Mefâtihu'l-Gayb, 8/7-8
3249] Mustafa Çağrıcı, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 23, s. 555-556
3250] 63/Münâfikûn, 9-10
3251] Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, VI, 5011
- 820 -
KUR’AN KAVRAMLARI
çip gider; Allah yanında onlara zillet ve hüsrandan başka bir şey kalmaz. İnsanı izzetli kılacak ikinci neden de infaktır. Gerçek mü’minler Allah'ın kendilerine verdiği rızıktan Allah yolunda harcamak, infâk etmekle yükümlüdürler. Çünkü izzet yemekte değil, yedirmektedir. Kendileri patlayıncaya dek yiyip Allah için yedirmekten kaçınanlar, yanı başındaki komşusunu, toplumdaki muhtaçlarını ihtiyaçlarını düşünmeyenlerin insanlık izzetiyle bir ilgileri olamaz. Böyle yapanlar, izzeti zilletle değiştirmiş olurlar.
Gerçek mü’min, izzetini korumak için küçültücü davranışlardan kaçınmak, ağırbaşlı, vakur olmak zorundadır. Fakat bu durum kibirle karıştırılmamalıdır. Şihâbuddîn Ömer el-Sühreverdî, "insanın nefsinin hakikatini bilmesi ve dünyevî istekleri sebebiyle zelil etmeden ona ikram etmesi" biçiminde tanımladığı izzetin, "insanın nefsini tanımayarak onu kendi yerinden daha yukarı koymaya çalışması" şeklinde tanımladığı kibirle karıştırılması tehlikesine dikkat çekerek ikisi arasındaki farkı şöyle belirtir: "Meskenet ve zillete düşmeden tevâzû sınırında durmak, kibir ateşinin ortasına kurulmuş izzet köprüsünde durmak gibidir. Bunu becerebilen ve bu hususta sâbit kadem olabilenler ancak râsih ulemâ, kurb makamına ermiş sâdât-ı kirâm ile sıddîklerdir" 3252
El-esmâul-Hüsnâdan el-Azîz, el-Muızz ve el-Müzill İsimleri
el-Aziz: İzzet sahibi, yüce, büyük, her şeye gâlip olan, mağlûp edilmesi imkânsız olan kimse. Allah Teâlâ'nın esmâ-i hüsnâsından, doksan dokuz güzel isminden biridir. Allah'ın emir ve irâdesine karşı koyacak yoktur. O her şeye gâlip gelir. O'nu mağlûp edecek hiç bir kuvvet yoktur. Allah'ın bu ismi Kur'an-ı Kerîm'de bazen "Doğrusu Allah'ın âyetlerini inkâr edenler için şiddetli azap vardır. Allah güçlüdür, intikam sahibidir, " 3253 âyetinde olduğu gibi, azap ve intikam yerinde gelmiştir. Fakat birçok yerde "hakîm": hikmet sahibi ismiyle beraber zikredilmiştir 3254. Bunun mânâsı; ‘Allah azîzdir, gücü her şeye yeter, her şeye gâlip gelir, fakat hikmeti ile kötülerin cezâsını te’hir eder’ demektir.
Kıymetli, değerli seçkin izzet sahibi, muhterem, kuvvetli, üstün, yüce, şeref sahibi, bulunmaz derecede az ve nâdir olmak; her şeye gücü yetmek, hiç bir zaman yenilmemek. Aziz, Arapça "azze" kökünden gelmekte olup, "ızz" masdarından bir sıfattır, "eızze" ve "eızzâ" şeklinde gelen kalıpları da vardır.
Istılahta ise; "Aziz" Yüce Allah'ın isimlerinden birisidir. O'nun mutlak hâkimiyet ve üstünlüğünü ifade eder. O hiç bir şekil ve sûrette asla yenilgiye uğramayan, her şeye gücü yetendir. O, haksızlık yapılamayacak kadar güçlüdür. O en üstündür, en yücedir, şeref ve izzet sahibidir.
İzzet; tam olarak zilletin, yani aşağılık, düşüklük ve âcizliğin zıddıdır. Aziz ve izzet ile bunların zıddı olan zelil ve zillet kelimeleri halk arasında da kullanılmakta ve genellikle aynı lugat anlamını korumaktadır. Bir hitap sözcüğü olarak kullandığımız "aziz" kelimesi, hitap ettiğimiz topluluğa veya kişiye bir şeref ve üstünlük atfetmekte ve bir iltifat ifâde etmektedir. Aynı zamanda bir saygı ve bağlılık sözcüğüdür.
3252] Sühreverdî, Avârifu'l-Maarif, s. 305; Ahmet Özalp, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 250
3253] 3/Âl-i İmrân, 4
3254] 2/Bakara, 209, 220, 228, 240, 260
İZZET – ZİLLET
- 821 -
Yüce Allah'ın isimlerinden olan "el-Aziz" ismi, Kur'ân-ı Kerîm'de doksan bir yerde geçmektedir. Fakat hiç bir yerde tek başına zikredilmemiş; daima Esmâ-ı Hüsnâ'dan diğer bir isimle beraber vârid olmuştur. Bunların başında el-Hakîm gelmektedir ki, toplam kırk yedi yerde beraber geçmektedir. Bunu on beş yer ile el-Alîm, daha sonra sırasıyla el-Kavî, er-Rahîm, Zuntikâm, el-Hamîd, el-Gaffâr, el-Cebbâr, el-Gafûr, el-Vehhâb, el-Kerîm ve el-Muktedir isimleri takip eder. Aziz isminin geçtiği doksan bir âyetin ellisi Mekkî, kırk biri ise Medenî'dir. Burada dikkati çeken önemli bir husus da, Yüce Allah'ın azamet ve kudretini ifade eden bu Aziz sıfatının daha ziyade Cemâl sıfatlarıyla beraber zikredilmesidir. Bu doksan bir ayetin on üçünde Zuntikâm, el-Kavî ve el-Cebbâr isimleriyle yani Celâl sıfatlarıyla beraber geçmektedir. Geriye kalan yetmişsekiz ayette ise Cemâl sıfatlarıyla beraber geçmektedir. O ne kadar merhametli ve ne kadar affedicidir. Zirâ O azîzdir, izzet sahibidir, kullarına en çok acıyandır. 3255
Aziz isminin geçtiği ayetlerden birkaç tanesi şunlardır: 2/Bakara, 129, 209, 220, 228, 240 ve 260; 3/Âl-i İmrân, 6, 18, 62 ve 126; 11/Hûd, 66; 26/Şuarâ, 9 ve 68; 34/Sebe’, 6; 38/Sâd, 9 ve 22; 40/Mü’min, 2; 44/Duhân, 49
“Allah'ı, sakın elçilerine verdiği sözden dönen sanma. Gerçekten Allah azizdir, intikam sahibidir.”3256 Allah'ın 'Aziz' sıfatı, O'nun hiçbir zaman mağlup edilemeyeceğini, her zaman gâlip olanın Kendisi olduğunu ifade eder. Allah kâinatta mutlak kuvvet sahibidir ve O'ndan üstün hiçbir güç, hiçbir kuvvet yoktur. Kâinattaki tüm düzeni, insanların sırrını kavramaya güç yetiremedikleri veya yeni yeni keşfedebildikleri her türlü kanunu yaratan Allah'tır. Ve bunun yanı sıra yeryüzünde bulunan her canlıyı yaratan da O'dur. Allah'ın kâinatta Kendini gösteren sonsuz gücü ve kudreti karşısında, yarattıklarının âcizliği ise apaçıktır. Yarattığı tüm varlıklar ancak O'nun emriyle hareket edebilmekte, yaşamlarını sürdürebilmekte, belirli bir düzen içinde var olabilmektedirler.
Kuşkusuz bu âcizlik yeryüzüne hâkim olduğunu zanneden insan için de geçerlidir. Bir insan ne kadar güçlü, zengin ve itibar sahibi olsa da, Allah karşısında âcizdir, güçsüzdür. Ne malı, ne parası, ne de ona itibar eden insanların sayısı, onu Allah'a karşı koruyamaz. Ancak Allah'a teslim olan, O'nun emirlerine uygun yaşayan, rızâsını kazanmaya çalışanlar hâriç... Allah Kuran'da her zaman kendi taraftarlarına üstünlük vereceğini vaat etmiştir.
Azîz, ızz masdarından sıfattır. Izz bazen galebe, bazen şiddet ve kuvvet, bazen değer yüksekliği veya nâdir olmak anlamlarına gelir. Allah’ın bu vasfını târif eden zâtlar, bu mânâları gözönünde tutarlar. El-Hattâbî, birinci olarak, “Kendisine üstün gelinemeyen Güçlü”, ikinci olarak da “Eşi, benzeri olmayan” tarzında tanımlar. Et-Taberî, yalnız galebe ve kuvvet mânâları üzerinde durarak, “İrâde ettiği hiçbir şey Kendisine mümtenî olmayan, cezâlandıracağı ve intikam alacağı hiçbir kimsenin elinden kurtulamadığı” şeklinde târif eder. Gazzâlî’nin, sadece üçüncü anlamı gözönüne alarak, “Ender, ulaşılması güç olan” olarak tanımlayıp galebe ve kudret mânâlarını hiç düşünmemiş olması şaşırtıcıdır.
Izz maddesinin Kur’an’da fiil şekilleri çok azdır. Sadece 3 âyette vârid
3255] Abdurrahim Güzel, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 188-189
3256] 14/İbrâhim, 47
- 822 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olmuştur: Fe azzeznâ (takviye ettik)3257, Tuızzu (azîz edersin)3258 fiillerinde fâil Allah’tır. Azzenî (bana üstün geldi)3259’de ise fiil, insana izâfe edilmiştir. Bu kökten isim olan “izzet” ise 11 yerde görünür; 6’sı Allah hakkındadır. Bu âyetlerde: İblis Allah’ın izzetine kasem eder,3260 “bütün izzetin Allah’a âit olduğu” bildirilir.3261 Allah, Rabbu’l-ızzeh (izzet sahibi Rab)dir.3262 Medenî olan bir âyette “izzet Allah’ın, Rasûlü’nün ve mü’minlerindir” buyrulur.3263 Aziz olan Allah’a tabiyyet cihetiyle, böylece mahlûklara da bu sıfat verilmiş olmaktadır. Bu şart gerçekleşmezse, izzet “kibir” mânâsına gelen mezmûm bir vasıf olur.3264 Bir âyetten de, Firavunlar Mısır’ında yeminin, tanrılaştırılan Firavun’un “izzeti” üzerine yapıldığını öğreniyoruz.3265 Bu kökün ism-i tafdîl şekli, e’azz, üç yerde mukayese ifâde eder; “daha güçlü”, “daha kıymetli” anlamlarından,3266 Allah hakkında olmaksızın getirilmiştir. Müennes ism-i tafdîl şekli el-Uzzâ, müşriklerin taptığı bir putun adıdır.3267
Hadis-i şerifte “Ve mâ kaderullahe hakka kadrihî...”3268 âyetinin tefsirinde Cenâb-ı Allah’ın “Ene’l-Azîzu, ene’l-Cebbâru, ene’l-Mütekebbir = Azîz Benim, Cebbar Benim, Mütekebbir Benim” buyurduğu bildirilmektedir.
Bu kökün az kullanılmasına rağmen “Azîz” sıfatı çok görünür. 99 yerden 90’a yakını hep Allah’ı tavsif eder. İzzet masdarının başta saydığımız belli başlı üç anlamı, sıfat şeklinde de vâriddir. Aziz vasfı, büyük bir ekseriyetle Allah’ın mutlak kudret ve üstünlüğünü belirten muhtevâlarda yer alır: “Tan yerini ağartan, geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ayı vakit ölçüsü kılandır. İşte bu, Azîz, Kadîr olanın nizâmıdır.”3269 gibi birçok âyette durum böyledir. Fakat meselâ Zu’ntikam ismine bitiştiğinde, galebe mânâsı ağırlık kazanır: “... Alllah’ın rasullerine verdiği sözden cayacağını sanma; doğrusu Allah Aziz u Zu’ntikamdır.”3270, yani mutlak gâlip ve cezâlandırandır. Üçüncü anlam olan “ender olmak, eşi benzeri bulunmamak” ise, Allah’tan başka şeyler hakkında gelmiştir: “Andolsun, size, içinizden azîz bir rasûl geldi.”3271; “Muhakkak ki O, azîz bir Kitab’dır.”3272 gibi. Fakat Allah hakkında, sarîh olarak böyle bir muhtevâda geldiğine rastlamadık. Azîz, bazen güç, zor anlamına da kullanılmıştır: “Dilerse sizi ortadan kaldırır ve yeni mahlûklar getirir. Bu, Allah’a güç (azîz) değildir.”3273 âyetinde görüldüğü gibi. Bu ismin Allah hakkında kullanılması şu özellikleri gösterir:
Münferid olarak hiç gelmemiştir.
3257] 36/Yâsîn, 14
3258] 3/Âl-i İmrân, 26
3259] 38/Sâd, 23
3260] 38/Sâd, 82
3261] 35/Fâtır, 10; 10/Yûnus, 65
3262] 37/Sâffât, 180
3263] 63/Münâfıkun, 8
3264] 2/Bakara, 206); 38/Sâd, 2
3265] 26/Şuarâ, 44
3266] 63/Münâfıkun, 8; 11/Hûd, 92; 18/Kehf, 34
3267] 53/Necm, 19
3268] 6/En’âm, 91
3269] 6/En’âm, 96
3270] 14/İbrâhim, 47
3271] 9/Tevbe, 128
3272] 41/Fussılet, 41
3273] 35/Fâtır, 17
İZZET – ZİLLET
- 823 -
İlk olarak 27. sıradaki el-Burûc sûresiyle başlayarak, vahyin bütün safhalarında görünmüştür.
Esmâ-i hüsnâdan en fazla Hakîm ismine iktiran etmiştir: “Azîz Hakîm” 16 defa Mekke, 31 defa ise Medine’de görünür. Mekkî olanların ekseriya tâbî (sıfat) durumda irad edildiği görülür.
“Azîz Rahîm” şekli 13 defa görünüp, Mekke devrine inhisar eder.
“Azîz Alîm” yalnız Mekke’ye inhisar olup 6 âyette yer alır. Bu 6 zikirden 4’ünde mevsufsuz, yani özel isim durumundadır.
“Kavî Azîz” şekli 2 Mekkî, 5 Medenî âyette yer alır.
“Azîz Zu’ntikam” 2 Mekkî, 2 Medenî âyette gelmiştir.
“Azîz Ğaffâr” sadece 3 Mekkî âyette bulunur.
“Azîz Hamîd” 3 Mekkî âyette görülür.
“Azîz Ğafûr” 2 Mekkî âyette bulunur.
“Azîz Vehhâb” sadece 1 Mekkî âyette vârid olmuştur.
“Azîz Muktedir” yalnız bir defa Mekke’de vârid olur; özel isim durumundadır.
Demek ki “Azîz” ismi, esmâ-i hüsnâdan değişik 10 isimle terkip edilerek geniş bir alana yayılmıştır. Bu isimler bazen birbirini te’yid eder (“Kavî Azîz”, “Azîz Muktedir”, “Azîz Zu’ntikam”), birçok hallerde birbirini dengeler (“Azîz Hakîm”, “Azîz Rahîm”, “Azîz Ğafûr”, “Azîz Ğaffâr”) veya âyetin muhtevâsını hülâsa etmek gibi başka özellikler ortaya koyarlar.
Hamîd, Rahîm, Alîm, Ğafûr, Vehhâb, Muktedir, Ğaffâr isimleriyle birleştirilmesi Mekkî sûrelere mahsustur. Medenî sûrelerde yeni şekiller ortaya çıkmamış, ancak Kavî, Zu’ntikam, Hakîm isimleriyle terkip edilmesi orada da devam etmiştir. “Azîz Hakîm” neredeyse tek şekil halinde kalmıştır. Bu şekil 47 defa görünmesine rağmen, mevsufsuz olarak hiç gelmemiştir. Hâlbuki çok az sayıda iktiran ettiği müteaddit isimlerle mevsufsuz özel isim durumunda kullanılmıştır. Toplam olarak 10 kadar âyette özel isim durumunda görünür ki, bu onu, er-Rahmân, Rabbu’l-âlemîn vasıflarından sonra, en fazla mevsufsuz kullanılan isim durumuna getirir. Dolayısıyla ulûhiyetin başlıca husûsiyetlerinden birini ifâde ettiğini, neredeyse bizzat O’na alem olduğunu gösterir. 3274
el-Muızz: Allah'ın kullarını üstün kılıp onurlandırdığını, onlara şeref bahşettiğini ifade eder. İnsanları hidayetle onurlandırdığı için Muızz adı da ancak O'na mahsustur.
el-Muzill: Herhangi bir konuda yetki ve söz sahibi kişilerin bu durumlarını yitirmeleri ve itibarlarını tamamen kaybederek haysiyetsiz duruma düşmeleri Müzill isminin tecellisidir.Bu isim asıl âhirette tecellî edecektir. O gün zillet içinde bırakılanlar artık telâfîsi mümkün olmayan bir perişanlığa mahkûm olmuşlardır. Kâfirlerin, nankörlerin ve mücrimlerin seçtikleri yol budur. Kurtuluş sadece iman ve teslimiyet ile mümkündür.
3274] Suad Yıldırım, Kur’an’da Ulûhiyet, s. 149-152
- 824 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Muzill: Zillete düşüren, hor ve hakir eden. “Bundan böyle yeryüzünde (size tanınmış bir süre olarak) dört ay dolaşın. Ve bilin ki Allah'ı âciz bırakacak değilsiniz. Gerçekten Allah, inkâr edenleri hor ve aşağılık kılıcıdır.” 3275
Hor ve hakir edilme, Allah'ın inkârcılara tattırdığı "dünya azâbı"nın bir parçasıdır. Tüm hayatlarını başkalarına gösteriş yapmak, onlardan takdir toplamak için sürdüren inkârcılar için 'hor ve aşağılık kılınma', son derece büyük bir azaptır. Allah Kuran'da dünyada verilen bu azâbın özelliğini şöyle bildirir: “Onlardan öncekiler de yalanladı; böylece azap onlara hiç şuurunda olmadıkları bir yerden gelip çattı. Artık Allah, onlara dünya hayatında 'horluğu ve aşağılanmayı' taddırdı. Eğer bilmiş olsalardı, âhiretin azâbı gerçekten daha büyüktür.”3276 İşte Allah, bu hor ve aşağılık kılıcı sıfatını mü’minlerin ve özellikle de elçinin eliyle gösterir. Bu gerçeğe, yani müminlerin inkârcılara musallat kılınmasına Kuran'da şöyle işaret edilmiştir: “... Allah, onları sizin ellerinizle azaplandırsın, hor ve aşağılık kılsın ve onlara karşı size zafer versin, mü'minler topluluğunun göğsünü şifâya kavuştursun. Ve kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” 3277
Kuran'da bize bildirildiğine göre, Hz. Süleyman kendi iktidarında, inkârcılara korku salmış ve onları hor ve aşağılık kılma konusunda hiç tâviz vermemiştir. Hz. Süleyman inkârcı kavme yolladığı mesajda şöyle demişti: "Sen onlara dön, biz onlara öyle ordularla geliriz ki, onların karşı koymaları mümkün değil ve biz onları oradan horlanmış, aşağılanmış ve küçük düşürülmüşler olarak sürüp çıkarırız." 3278
Öte yandan Allah pek çok âyetinde, âhirette inkârcılara alçaltıcı bir azap olduğunu haber verir. Bu, inkârcıların dünya hayatındaki kibir ve büyüklenmelerine karşılık Allah'ın takdir ettiği bir cezadır. Çünkü dünya hayatında inkârcının en büyük hedeflerinden biri, başka insanların kendisini takdir etmeleridir. Bu nedenle de hayatını Allah'ı övmekle değil, kendisine övgü toplamakla geçirmiştir. Allah da cehennemdeki azaplarını bunun üzerine kurmuştur. Cehennemde müstekbir inkârcı korkunç şekilde rezil olur, en büyük yıkımı ise insanların karşısında küçük düşüp aşağılanınca yaşar.
“İnkâr edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) ‘Siz dünya hayatınızda bütün güzellikleriniz ve zevklerinizi tüketip yok ettiniz, onlarla yaşayıp zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbârınız) ve fâsıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız.” 3279
Allah'ın cehennemde hazırladığı horlanma ve aşağılanma benzersizdir ve bin bir çeşidi vardır. Cehennemdeki bu aşağılanmanın inkârcıların ruhunda yarattığı küçülmüşlük, fiziklerine de yansır, yüzlerini bir zillet sarıp kaplar. “O gün, öyle yüzler vardır ki, zillet içinde aşağılanmıştır.”3280; “Bunları bir zillet sarıp kaplar. Onları Allah'tan (kurtaracak) hiçbir koruyucu yok. Onların yüzleri, sanki bir karanlık gecenin parçalarına bürünmüş gibidir. İşte bunlar ateşin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır.” 3281
3275] 9/Tevbe, 2
3276] 39/Zümer, 25-26
3277] 9/Tevbe, 14-15
3278] 27/Neml, 37
3279] 46/Ahkaf, 20
3280] 88/Ğâşiye, 2
3281] 10/Yûnus, 27
İZZET – ZİLLET
- 825 -
Kur’ân-ı Kerim’de İzzet ve Zillet Kavramı
İzzet ve türevleri Kur’ân-ı Kerim’de toplam 120 yerde geçer. Bunlardan “el-Izzetu” 10 yerde, “Azîz” ismi ise 99 yerde kullanılır. Zillet ve türevleri ise toplam 24 yerde kullanılır.
“(Verilen nimetlere karşılık, soğan-sarımsak cinsinden yemekler isteyen İsrâiloğulları) Üzerlerine zillet/alçaklık ve meskenet/yoksulluk damgası vuruldu. Allah’ın gazabına uğradılar...” 3282
“(O münâfıklara:) ‘Allah’tan kork!’ denilince, işlediği günahlar sebebiyle izzet-i nefis (benlik ve gurur) kendisini yakalar (da, daha çok günah işler). Cezâ ve azap olarak ona Cehennem yetişir. Ne kötü yataktır o!” 3283
“De ki: "Ey mülkün sahibi Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de onu çeker alırsın, dilediğini aziz eder yüceltirsin, dilediğini zelil eder alçaltırsın. Hayır Senin elindedir. Muhakkak ki, Sen her şeye kaadirsin.” 3284
“Her nerede bulunurlarsa bulunsunlar -Allah'ın ipine ve insanların ipine (ahdine, sisteme) sığınanlar başka- onlara (yahûdilere) zillet (horluk damgası) vurulmuştur. Onlar, Allah'tan bir gazaba uğradılar da üzerlerine aşağılanma (damgası) vuruldu. Bu, Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri ve peygamberleri haksız yere öldürmeleri nedeniyledir. (Yine) Bu, isyan etmeleri ve haddi aşmaları dolayısıyladır.” 3285
“Andolsun, sizler güçsüz (ezille) olduğunuz halde Allah, Bedir’de size yardım etmişti. Öyle ise Allah’tan ittika edip sakının ki O’na şükretmiş olasınız.” 3286
“Mü’minleri bırakıp da kâfirleri velî/dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet, yalnızca Allah’a âittir.” 3287
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki); Allah, sevdiği ve kendisini seven, mü’minlere karşı alçakgönüllü (şefkatli -ezilleh-), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu (eızzeh) bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (Hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah’ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir.” 3288
“Şüphesiz, buzağıyı (tanrı) edinenlere Rablerinden bir gazab ve dünya hayatında bir zillet yetişecektir. İşte Biz, yalan düzüp uyduranları böyle cezalandırırız.” 3289
“İhsân/Güzellik yapan, güzel amel işleyenlere daha güzeli ve fazlası vardır. Onların yüzlerini ne bir toz (kara leke) sarar, ne bir zillet/horluk (gelir). İşte onlar cennet ehlidirler; orada süresiz kalacaklardır. Kötülükler kazanıp kötü amel işlemiş olanlar ise; her bir kötülüğün karşılığı, kendi misliyledir. Bunları bir de zillet kaplayacaktır. Onları Allah'tan (O’nun azâbından kurtaracak) hiçbir koruyucu yoktur. Onların yüzleri (kapkara olmuş), sanki bir karanlık gecenin parçalarına bürünmüş gibidir. İşte bunlar ateşin halkıdırlar; orada süresiz
3282] 2/Bakara, 61
3283] 2/Bakara, 206
3284] 3/Âl-i İmrân, 26
3285] 3/Âl-i İmrân, 112
3286] 3/Âl-i İmrân, 123
3287] 4/Nisâ, 139
3288] 5/Mâide, 54
3289] 7/A’râf, 152
- 826 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kalacaklardır.” 3290
“Onların sözleri seni üzmesin. Çünkü bütün izzet (güç ve üstünlük) Allah'ındır. O, (her şeyi) işitendir, bilendir.” 3291
“(Şuayb:) ‘Ey kavmim, size göre benim rahtım/kabilem Allah’tan daha mı azizdir/şereflidir ki, (aşiretimin hatırı için beni öldürmüyorsunuz da) onu (Allah’ın emirlerini) arkanıza atılmış (değersiz) bir şey kabul ediyorsunuz? Şüphesiz ki Rabbim yapmakta olduklarınızı çepeçevre kuşatıcıdır’ dedi.” 3292
“Onların (ana-babanın) üzerlerine merhametle kanat ger ve ‘Rabbim, küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirip terbiye ettilerse, Sen de onlara merhamet et!’ diye duâ et.” 3293
“Çocuk edinmeyen, hâkimiyette ortağı bulunmayan, aczinden (züllden) ötürü bir velîye de ihtiyacı olmayan Allah’a hamdederim’ de ve O’nun için gereği gibi tekbir getir.” 3294
“Onlar, kendilerine bir itibar ve kuvvet (vesîlesi -ızz-) olsun diye Allah’tan başka tanrılar edindiler.” 3295
“Eğer Biz, bundan önce onları helâk etseydik, muhakkak ki şöyle diyeceklerdi: ‘Yâ Rabbi! Bize bir rasûl/elçi gönderseydin de, şu zillete/aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce âyetlerine tâbî olup uysaydık!” 3296
“Bunun üzerine (Firavun’un sihirbazları) iplerini ve değneklerini attılar ve ‘Firavun’un kudreti ve hakkı için (bi-izzet-i Fir’avn) elbette biz gâlip geleceğiz’ dediler.” 3297
“Melîke (Saba kraliçesi), ‘hükümdarlar bir memlekete girdilermi, orayı perişan ederler ve halkının azizlerini/ulularını zelîl/hakîr hâle getirirler. (Herhalde) Onlar da böyle yapacaklardır’ dedi.” 3298
“(Süleyman şöyle dedi: ‘Ey elçi!) Onlara var (söyle); iyi bilsinler ki, kendilerine asla karşı koyamayacakları ordularla gelir, onları muhakkak sûrette hor ve hakir halde (ezilleten) oradan çıkarırız.” 3299
“Kim izzet (ve şeref) istiyorsa, bilsin ki, bütün izzet Allah'ındır. O’na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah’a sâlih amel ulaştırır. Kötülükleri tasarlayıp düzenleyenler ise; onlar için şiddetli biz azap vardır. Onların tasarladıkları tuzak boşa çıkıp bozulur.” 3300
“Bu hayvanları onların emrine âmâde kıldık (zellelnâ -zelîl kıldık-). Onların bazısını binek olarak kullanırlar, bazını besin olarak yerler.” 3301
“Senin izzet (kudret ve şeref) sahibi Rabbin, onların isnâd etmekte oldukları vasıflardan
3290] 10/Yûnus, 26-27
3291] 10/Yûnus, 65
3292] 11/Hûd, 92
3293] 17/İsrâ, 24
3294] 17/İsrâ, 111
3295] 19/Meryem, 81
3296] 20/Tâhâ, 134
3297] 26/Şuarâ, 44
3298] 27/Neml, 34
3299] 27/Neml, 37
3300] 35/Fâtır, 10
3301] 36/Yâsîn, 72
İZZET – ZİLLET
- 827 -
yücedir, münezzehtir.” 3302
“O şanlı Kur’an’a yemin ederim ki, küfredenler, (iddia ettiklerinin) aksine, bir izzet (gurur) ve tefrika içindedirler.” 3303
“(İblis) Dedi ki: ‘Senin izzetin adına (mutlak kudretine) andolsun ki, ben onların tümünü mutlaka azdırıp kışkırtacağım." 3304
“Ateşe arzolunurlarken onların zilletten/aşağılıktan başlarını öne eğerek göz ucuyla gizli gizli baktıklarını göreceksin. İman edenler de, ‘işte asıl ziyana uğrayanlar, kıyâmet günü kendilerini ve âilelerini ziyana sokanlardır’ diyecekler. Kesinlikle bilin ki, zâlimler, sürekli bir azap içindedirler.” 3305
“Hiç şüphesiz Allah'a ve Rasûlü'ne karşı (onların koydukları sınırları tanımayıp kendileri sınır koymaya kalkışmakla) başkaldıranlar; işte onlar, en çok zillete düşenler arasında olanlardır. Allah ‘elbette Ben ve rasullerim/elçilerim gâlip geleceğiz’ diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, azizdir/gâliptir.” 3306
“Onlar (münâfıklar) ‘Andolsun, Medine'ye bir dönecek olursak, gücü ve onuru çok olan (eazz -en aziz olan-), düşkün ve zayıf olanı (ezell) elbette oradan sürüp çıkaracaktır’ diyorlardı. Hâlbuki izzet (güç, onur ve üstünlük) Allah'ın, O'nun Rasûlü'nün ve mü'minlerindir. Fakat münâfıklar bunu bilmiyorlar.” 3307
“Yeryüzünü size boyun eğdiren (zelûl kılan) O’dur. Şu halde yerin sırtlarında dolaşın ve Allah’ın rızkından yiyin. Dönüş ancak O’nadır.” 3308
“Gözleri korkudan ve dehşetten düşük bir halde, kendilerini de zillet sarıp kuşatmıştır. Oysa onlar, (daha önce) sapasağlam iken secdeye dâvet edilirlerdi (fakat yine secde etmiyorlardı).” 3309
“O gün onlar, sanki dikili bir şeye koşuyorlar gibi, gözleri horluktan aşağı düşmüş ve kendileri zillete bürünmüş bir halde kabirlerinden fırlaya fırlaya çıkarlar. İşte bu, onların tehdit edilegeldikleri gündür!” 3310
Azizler ve Zeliller
İzzet, ancak Allah'tandır, kimde ne izzet varsa, O'nun ihsânı... Zillet de ancak Allah'tan, kimde ne zillet varsa O'nun vergisi... İzzet tâcı da zillet gömleği de O'nun hazinesinde... Bunları mahlûkatına sıra sıra giydirir... Önceki günün azizleri, dün zelil oldular. Bugünkü azizler de zilleti tatmak için yarını bekliyorlar... Etrafımız, bu iki ayrı tecellînin misalleriyle kaynaşmada...
Bir meyve ağacı yazın yaprak, çiçek açar, meyvelerle bezenir; seyrine doyum olmaz. Kış geldimi her şeyini soyunur, kuru bir iskelet kalır. Başına karlar yağar, gölgesinde kimsecikler oturmaz. Şu var ki, o ne ihtişamıyla mağrur olur, ne de
3302] 37/Sâffât, 180
3303] 38/Sâd, 2
3304] 38/Sâd, 82
3305] 42/Şûrâ, 45
3306] 58/Mücâdele, 20-21
3307] 63/Münâfıkun, 8
3308] 67/Mülk, 15
3309] 68/Kalem, 43
3310] 70/Meâric, 44
- 828 -
KUR’AN KAVRAMLARI
perişanlığıyla mahzun. Bu haliyle bize şu dersi verir:
"Ben Allah'ın askeriyim. Beni yokluktan varlık âlemine O çıkardı. Dilerse dallarımda izzet çiçeklerini açtırır; isterse üzerime zillet karları yağdırır. Benim iç dünyam her iki halde de değişmez. Ben O'nu daima tesbih ederim. Mevsimlerin değişmesiyle tesbihim de değişir, o kadar. Gerçekte sizin de benden pek farklı bir yanınız yok. Siz de çekirdek, fidan devrelerinden geçtiniz; olgunluğa erdiniz. Sizde de çeşitli çiçekler açtı. İlminiz, sanatınız, servetiniz ayrı birer çiçek gibi. Benden farkınız şu ki, siz bu güzelliklerinizle mağrur oldunuz. Takdirden hoşlandınız, tenkidden üzüldünüz. Gün gelir, sizin de devranınız döner, gücünüz kuvvetiniz azalır, sıhhatiniz bozulur. Hayatınızdan bu çiçekler döküldükçe siz üzülür, mahzun olursunuz, derken iyice ihtiyarlarsınız. Sizi seyredenler, 'ne halden ne hâle düştü' diye mırıldanırlar. Siz bundan çok rahatsız olursunuz. Takdire alıştırdığınız nefsiniz, bu hâle tahammül edemez. Hâlbuki ben, izzeti de zilleti de Allah'tan bildiğim için, insanların övmesi ile yermesini bir tutarım. Siz bunu kolay kolay başaramazsınız. Nefsiniz buna mânidir. Şeytanınız buna fırsat vermek istemez."
Bu izzet ve zillet safhalarından geçen, sadece meyve ağaçları değildir. Güneş de doğarken azizdir, batarken zelil... Bahar gelirken azizdir, giderken zelil... İnsan yürürken azizdir, uyurken zelil... Bir meyvenin gündüz ve gece iplikleriyle dokunması gibi, insan ömrü de izzet ve zillet cilveleriyle nakışlanıyor, örülüyor, şekil alıyor. Nutfede zillet hâkim, alekada ona göre bir izzet cilvesi var. Dokuzuncu ayın sonunda insan, o rahim âleminin en izzetli devresini yaşamakta... Derken dünyaya geliyor ve bu yeni hayatın en zelil devresine adım atıyor.
Çocukluk, gençlik derken olgunlukta bir izzet tecellîsi görülüyor. Onu tâkip eden ihtiyarlık, zillet ve hakaret yüklü... Derken ölüm... Zilletin doruk noktası ve imanla göçenler için izzetin ilk basamağı... Önünü göremeyen ihtiyar, ölünce Cenneti seyre başlıyor. Bu izzeti bir yeni zillet tâkip ediyor: Surdan korkma ve mahşere fırlama safhası...
Mahşer: Dünyanın mahsül verdiği bütün azizlerin zelillerle karışık olduğu müstesnâ meydan, eşsiz toplantı, benzersiz muhâsebe. Herkeste heyecan, herkeste korku! İnsan dünyada ne kadar izzet taslamışsa, orada o kadar zillet çekecek... Başını burada ne kadar dikmişse orada o kadar fazla eğecek... Ne kadar harcamışsa, o kadar hesap verecek. Ve sonunda bütün azizler bir yana, bütün zeliller bir yana ayrılacak. Mü'minler, Allah'ın azizler diyarı olarak terbiye ettiği Cennete doğru şevkle yol alırken, münkir ve müşrikler, zeliller diyarında, Cehenneme düşecekler... "İzzet ve zilletin ancak Allah'tan olduğu" hakikati bütün haşmetiyle görünecek.
Evet, Muizz ve Müzill ancak Allah'tır, izzet veren de, zelil eden de O'dur. Başa izzet veren O olduğu gibi, ayakları en aşağı atan da yine O. Kulun Allah'a en yakın olduğu secde ânında, başla ayak bir hizaya gelir. İzzetle zillet birleşir, kahırla lütuf bir olur. O âzâlar, bu halleriyle, "Muizz ve Müzill ancak Allah'tır" derler.
Karıncalar yerde sürünürken, arılar havada rakseder. Onlar da bu halleriyle "izzet ve zillet ancak Allah'tandır" mânâsını birlikte yâd ederler. Derken bir de bakarsınız, birkaç karınca bir arının cesedini sürüklemekte, yuvalarına
İZZET – ZİLLET
- 829 -
taşımaktalar. Azizle zelil yer değiştirmiş... Bu manzara da aynı hakikati haykırır: Muizz ve Müzill ancak Allah'tır.
Otobüste veya takside koltuğumuza kurulurken, bu izzetin Allah'tan geldiğini düşünmeliyiz. Az sonra bir trafik kazasında vefat edebiliriz. Ve bedenimiz bu defa bir başka vâsıtanın bagajına atılır, diğer eşyalar gibi...
Öyle ise üzerimizde izzetin tecellî ettiği dönemleri çok iyi değerlendirmek mecbûriyetindeyiz. Aziz iken Hakk'ın dergâhında zelil olalım ki, zelil olduğumuzda O'nun lütfuyla yine izzete kavuşalım. 3311
Allah'ın İzzeti ile İzzetlenmek
İnsan eşref-i mahlûkat... Ahsen-i takvîm sırrı ile mücehhez varlık... Arzın halîfesi, ulvî emânetin yükleneni... Hâlık'ın mükerrem ve muhterem eseri... Allah izzetli kıldığı insanı izzetli görmek ister... Menşe-i iman olan bir izzetle yeryüzünde var olmanın bir anlamı da, izzet ve zillet kavgasında onurlu bir duruştur... Muiz olan Allah mü'minlerin izzetini oldukça önemsiyor. Meselenin ciddiyetini Kur'an âyetlerine mürâcaat ile anlamak mümkün...
İşte Benî Müstalik Gazvesi... Müreysî suyunun başında İbn Ubeyy es-Selûl... Fitnenin başı, şedid münâfık. İslâm saflarını çözme, nifak tohumlarını ekme hesabında. Ensarı muhâcirîne karşı tahrik ediyor. Kavmiyetçilik gayreti ile zehrini kusuyor: "Medine'ye dönersek izzet sahibi olan şerefliler, zelil olan alçakları dışarı atacak!" Mü'minlerin izzetine uzanan çirkin bir dil... Olaya bizâtihî Allah müdâhale ediyor ve Kur'an'a konu oluyor. Mü'minlerin şerefine yönelik bu saldırı Allah'a yapılmış bir isyan olarak değerlendiriliyor. Çünkü mü'mindeki izzet Yüce Allah'ın izzetinden alınmadır. O İlâhî izzet ki kendisi zayıf düşmez ve bulunduğu kimseyi de düşürmez. Eğilmez, bükülmez. Ve Kur'an'ın konuyu ele alış tarzı: "Onlar; 'şayet Medine'ye dönersek andolsun ki izzetliler zelil olanları oradan çıkaracaktır' diyorlardı. Hâlbuki izzet Allah'ın, Rasûlünün ve mü'minlerindir. Fakat münâfıklar bunu bilmezler." 3312
İzzeti kimlik edinen o müslümanların dünyasında zillete hayat hakkı yoktu. Aynı olayda Hz. Ömer’in (r.a.) ictihadı: "Yâ Rasûlallah, bırak şu münâfığın boynunu vurayım!" İman edenlere bu düzeyde yapılan bir hareketi ancak kılıç temizler görüşünde. Allah Rasûlü siyâseten bunu uygun görmez. İbn Übey es-Selûl'ün oğlu, sâdık ve sâlih mü'min Abdullah (r.a.): "Ey Allah'ın Rasûlü, babamın cezâsı eğer ölüm ise bu göreve gönüllü olarak ben tâlibim. Tâ ki diğer bir kardeşimin eliyle gerçekleşecek infâz ile ona karşı içimde yanlış bir duygu oluşmasın." Böylesine onurlu ve kararlı bir tavır... İşte Allah'ın izzeti ile izzetlenmek. Kuvvet ve cesâretin menbaı. Erdem ve onur hâlesi.
"İzzet Allah'ındır, rasûlünündür, mü'minlerindir." O halde izzet nedir, zillet nedir biliyor muyuz? İzzet; cesaret iksiri, özgürlük bilinci, kendini aşabilme gücü, ulvî olanı süflî olana tercih melekesi. Yani başı dik tutabilme becerisi. Zillet; tutsaklık ruhu, dünyevî tutku, beşerî korku. Kısaca Bâkî'ye değil; fânîlere boyun eğmek...
İşte Kur'an ahlâkı ile ahlâklanmak isteyenlere Kur'an'ın öğretisi, izzet sahneleri; Hz. İbrâhim (a.s.)... Allah'a baş kaldıran Nemrut'un neler yapacağını bile
3311] Alâaddin Başar, Nur'dan Cümleler, 2/12-14
3312] Münâfıkun, 8
- 830 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bile haykırıyordu: "Yuh olsun size ve Allah'tan başka taptıklarınıza! Hâlâ akıllanmayacak mısınız?" 3313. Karşı karşıya kaldığı ateş-i Nemrut da olsa tavrında bir tereddüt mümkün mü? Allah'tan gelen, baş-göz üstüne... Aynı İbrâhim (a.s.) günü gelince, elindeki bıçağı İsmail'in boynuna tereddütsüz çalacaktı. Böylece millet-i İbrâhim için İbrâhimî izzet dersi verilmiş olacaktı. Bu izzeti çağa taşıyan el-Halil kentinde, İbrâhim Mescidindeki aziz cemaat...
Ashâb-ı Uhdûd... Erdem ve onurun, kan ve ateş hendeğinde sınanması. Emin adımlarla, yılmadan yürümek... Ateşten kurtulmak için ateşe yürümek... Ebedî izzet için giyilen ateşten gömlek... "Kahrolsun ashâb-ı uhdûd" (Burûc, 4) seyrede dursun... Onlar izzetlerine gölge düşürmeden dimdik ayakta; mütevekkil ve mutmain. Verilmek istenen mesaj; ölümün üstüne yürümek...
Aynı izzeti Hz. Yusuf (a.s.) kuyuda ve zindanda kuşanacak, Ashâb-ı Kehf mağarada uyku halinde yakalayacaktı. Muhammedî terbiye ile izzet bulanların ödedikleri bedel... İşte Kerbelâ... Aziz ve asil bir neslin geçit alanı. İzzetin zilleti dize getirdiği sahne... Parola: "Heyhât minnâ'z-zilleh: Zillet bizden uzaktır!" Toprağa düşen 72 can... Ve gövdesinden ayrı düşen başlar. Hz Hüseyin (r.a.)'in kesilmiş başı. Allah Rasûlü'nün (s.a.s.) okşadığı, öptüğü, sevdiği baş... Kimi zaman kucağında taşıdığı, kokladığı, kolladığı Cennet gülü Hüseyin... Yerde toz-toprak içinde, çünkü İslâmî izzet öyle gerektiriyordu. Zulme öfkeli, tuğyâna tahammülsüz bu baş kılıçla kesildi ama zulme eğilmedi, Yezid'in hesabı tutmadı. Dâvâya baş koydu. "Başıma dert alırım" korkusuna kapılmadı. Hüseynî mektep böyle oluştu. Muallimesi Zeynep, onur kıvılcımı... Mazlumların yüz akı, zâlimlerin baş ağrısı... İşte Kerbelâ'dan Hüseyin'in çağrısı, çağları aşan evrensel mesaj... Ve suyunu susuz Kerbelâ'dan alan nesiller...
Zilleti doğuran ve besleyen işleyiş ise Kur'an'ın tesbiti ile: "O (Firavun) kavmini küçümsedi, onlar ise boyun eğdiler..."3314 Zilletin temelinde boyun eğmek, uysal bir bağlılık mevcut. Firavun'un gücünü, horladığı toplumun tepkisizliğinden, eylemsizliğinden aldığı açık bir gerçek... Dün böyle olduğu gibi bugün de böyle değil mi? Anlaşılan o ki, aşağılandığı halde boyun eğen toplumlar oldukça, Firavunlar da iktidarlarını sürdüreceklerdir. Velev ki yüzde doksanı kendilerini İslâm'a nispet eden bir toplum olsa...
Bu tesbitler doğrultusunda acaba fiilî durumumuz nedir? Kendi gerçeğimizi görebilecek miyiz? Bizlere dayatılan zelil ve sefil bir hayatın izahı mümkün mü? Bu ne zillet? Biz buna lâyık mıyız? Yâ Rabbi, ne zamana kadar başımız eğik kalacağız? Gözlerimizin içine bakakalan, "İmam Hatibim!, Kur'an Kursum!, Medresem!, Mescidim!" diyen yavrularımızdan gözlerimizi nasıl kaçıracağız? Başımızı hangi tarafa döndüreceğiz? Üniversite kapılarında başörtüsü direnişini sürdüren, izzet ve iffet sembolü, yağmurun altında sırılsıklam, ıslak gözlü boynu bükük bacılar karşımızda... Başımız eğik, kalbimiz ezik...
Câmilerde bile yakamızı bırakmayan meskenet... Ve mihrâba sirâyet eden zillet. Uydu aracılığıyla cemaati uyutma taktik ve teknikleri... Aile boyu tutkunu olduğumuz ekran. Yuvamıza sıçrayan çirkef... Yüz kızartıcı görüntüler. Yarınlarda da bizleri yüzsüzleştirmez mi acaba? Başımızı ekrandan çevirip Kur'an’a
3313] Enbiyâ, 67
3314] Zuhruf, 54
İZZET – ZİLLET
- 831 -
yönelebilecek tâkati kendimizde görebilecek miyiz?
Endişemiz, dünyevî mahcûbiyetin uhrevî mahcûbiyete dönüşmesidir. Gözlerimiz harama kaymasın diye başımız önümüzde mi yürüyüp duracağız? Başımızı kaldıramayacak mıyız? Ekonomi dünyasında girişimcilerimizin, akîdelerinin öngördüğü ilke ve ahlâk ile müslümanların yüzünü ağartmaları gerekmiyor mu? Kapitalizmin sürüklemesine karşı izzetli bir duruşu bekleme hakkımız yok mu? Dâvâ adına politik arenada kürek çekenler, postmodern darbe sürecinde Rabbimiz'in şu uyarısını hatırlamak istemiyor mu dersiniz? "Mü'minleri bırakıp kâfirleri mi dost ediniyorlar? Onların yanında izzet mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah'a âittir."3315 Ve müslüman bulunduğu her platformda izzeti ile var olmak mecbûriyetinde değil midir? Silik ve sönük bir varlık, yok oluştan beter olmaz mı?
Tüm bunları düşünürken; Filistin'de intifâda çocuğunun attığı taş, sanki başımıza değecek gibi. Evrensel bir sorumluluğun ağırlığı kuşatıyor çepeçevre dünyamızı, başımızı kaldıramıyoruz. "Kaldır başını, gör beni!" diyor. Aynı dünyanın insanıyız... Aynı zulme mâruz mazlumlarız. Aynı peygamberin ümmeti. Aynı Kitab'ın muhâtabı olan bizler... Yoksa?
Başımızı kaldırıp kendimize ördüğümüz dünyanın dışına uzanabilmek... Beton yığını binaların gurbetinde yalnızlaşan boynu büküklerin dünyası ile tanışmak... Başımıza gelen her musîbet kendi ellerimizle işlediklerimizden dolayı değil mi? 3316. Bizler değil miyiz birbirimizin etini yiyen? Rüzgârımızı götüren nizâlarımız, cedelleşmelerimiz son buldu mu acaba? Atâlet, zâfiyet ve zillet neyin ürünü? Kardeşlik hukuku, uhuvvet, muhabbet, merhamet kimler için? Gıybet, haset, zan, tecessüs... Yaralı gönüller, sönen ümitler, tükenen özgüven... Kim kimin yüzüne nasıl bakacak? Kardeşinin izzet-i nefsini kendine tercih etmeden...
"İman etmedikçe Cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayılmazsınız" buyuruyor mürebbî-i âhir zaman. Kendi izzetini kardeşinin izzetinde bulan bir kişilik... Evet, izzetimizi zedeleyen korkularımız, tutkularımız, tutarsızlarımız ne zamana kadar? Zilleti kimlik edinme sefâletinden kurtulamayacak mıyız? Başı eğiklerin, boynu büküklere vereceği ne olabilir ki? Elbette başı dik tutmanın bir riski, izzetli duruşun ödenmesi gereken bir bedeli vardı. O halde, izzeti hangi zeminde arayacağız? Bürokratik tırmanışta mı? Ekonomik büyümede mi? Kaypak ve kaygan demokratik platformlarda mı? Evet, Nasıl yakalayacağız izzeti? Sünerek mi? Sürünerek mi? Yoksa, ayağa kalkıp yürüyerek mi? Evet, yürümek... Kehf'e, Uhud'a, Kızıldeniz'e, ateş-i Nemrut'a, Yesrib'e... Ya da oturmak..."O halde oturun oturanlarla beraber..." 3317. Elinde mendil, başı tülbentliler gibi... Zelil ve sefil...
Onurumuz... Nedir onurumuz? Ciromuz mu, üretim rekoltemiz mi, sicil notumuz mu? İnsan hak ve hürriyetini kime emânet edeceğiz? ABD'nin insafına mı? BM'ye mi? Uluslar arası Af Örgütü'ne mi? Barış Gücüne mi? Ama tüm olumsuzluklara rağmen, imtihan sürecimiz işlediğine göre, ne pahasına olursa olsun, başımızı kaldırabilmeliyiz. Mezellet ve meskenet duvarını aşarak... Ye'se
3315] 4/Nisâ, 39
3316] Şûrâ, 30
3317] 9/Tevbe, 46
- 832 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ve yenilgiye yenik düşmeyecek bir izzetle bilenmek... Secdeye kapanarak aklamalıyız alnımızı. Allah'a yakınlaşarak, Kitab'a tutunarak...
"Andolsun, size içinde şerefiniz bulunan bir Kitap indirdik. Hâlâ akıllanmaz mısınız?" 3318 İşte şeref: Vahiyle akıllanmak... Akılla vahyi zorlamak değil... Rabbin huzurunda bel bükerek, kıyâma yol aramak... "Rükû edenlerle beraber rükû ediniz."3319 Saf tutarak, hablullah'a tutunarak savunma siperlerini tahkim ederek... "Muhammed, Allah'ın Rasûlüdür. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidir. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah'ın lütuf ve rızâsını isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir..." 3320
Kaybolan değerleri hayata geçirerek. Sarsılan umutları onararak. Kendi ayaklarımız üzerinde doğrularak Rabbimize yol aramak... Onun görmek istediği istikamette durarak lutfettiği izzetle donanarak... Gevşemeden, üzülmeden, inançla ve ısrarla, basîret ve cesâretle... Ölümlü bir hayatın zorunlu yolcularıyız. Ölülümü hangi koşullarda beklemekteyiz? Putların gölgelediği bir hayat... Kirli bir hayatın kuşatması altında bizleri bekleyen ölümün nasıl gerçekleşeceğini tahmin etmek zor olmasa gerek... Azrâil (a.s.) ile randevumuz başımız eğik olarak mı gerçekleşecek yoksa? Haşre taşınmamız hangi kimlikle olacak? Aziz olarak mı, yoksa zelil olarak mı? Allah'ım, Sen koru bizleri! Ve duâmız: "De ki: 'Ey mülkün sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini aziz, dilediğini zelil edersin. Her türlü hayır Senin elindedir. Gerçekten Sen her şeye kaadirsin." 3321
İzzeti Yanlış Yerde Aramak
Çeşitli müslüman grup ve tarikatların liderlerinin büyük bir heves ve istekle, şirk yönetimlerinin önde gelen kadrolarıyla, laik partilerin liderleriyle uzlaşmak ve birlikte olmak için yarışmaları, dikkat çekici boyutlara ulaşmış bulunmaktadır. Allah’a ve Allah’ın dinine karşı olanların yanında izzet ararken kaçınılmaz olarak zillete düşen çok sayıda şeyh, hoca, üstad, âbi, bu zillet ortamında, rahatsız edici, uzlaşmacı tavırlarla, İslâm’ın mazlum halk nezdinde yanlış tanınmasına, âdil, emin, güvenilir nitelikleri taşıması gereken İslâmî kimliği, peygamberî örnekliği ayaklar altına alacak derecede sapmasına yol açmışlardır.
Tâğûtî sistemi, devleti, hükümet, parlamento ve diğer kurumları ve bunların kadrolarını benimseyen, bunlarla uzlaşan ve bunların söylemlerini, ideolojik yaklaşımlarını, kavram ve kurumlarını paylaşarak, bunlarla ortak zeminlerde buluşup birlikte görünmekten haz duyan, böylece itibar ve izzet kazanacağını zanneden pek çok müslüman grup ve tarikat önderi, akademisyen ve entelektüele rastlamak mümkündür. Maalesef son yıllarda ve özellikle 28 Şubat sonrasında çeşitli hesap, endişe ve dünyevî çıkarlar sebebiyle bu sayıda büyük artışlar görülmektedir. Müşriklerden izzet kazanacağını zanneden, izzetin tamamının Allah’ın yanında olduğunu unutan nice müslüman ortaya çıkmıştır.
Bireysel ve toplumsal alanda İslâmî değişimin ilk basamağı, tâğutu, tâğûtî sistem, ideoloji ve buna dayalı kurum, kural ve kadroların reddi, bunlardan
3318] Enbiyâ, 10
3319] 2/Bakara, 43
3320] 48/Fetih, 29
3321] 3/Âl-i İmrân, 26; Ramazan Kayan, Vahiyle Doğrulmak, Çıra Y. s. 79-85
İZZET – ZİLLET
- 833 -
berâetin ilân edilmesi, “velâyet”in sadece Allah’a ve mü’minlere tahsis edilmesidir.
Tıpkı Firavun’un yanında yer almaya zorlanan kitleler gibi, ondan sonra da geniş mazlum kesimler İslâmî olmayan iktidarların yanında yer almaya ya zorlanmışlar ya da bazı payandalar vâsıtasıyla iknâ edilmişlerdir. Bilindiği üzere, Firavun’un iktidarının sürekli olabilmesi, ayakta kalabilmesi için Hâmân ve Karun’un desteği sözkonusu olmuştur. Ondan sonraki dönemlerde ve bugün de İslâmî olmayan zâlim otoritelerin ayakta kalmasının en büyük destekçilerinden biri yine büyük sermaye çevreleri (yani Karun), diğeri ise geniş müstaz’af kesimlerin kafalarını bulandırarak onları kandırıp iknâ ederek bu otoritelerin yanında yer almaya sevkeden (Hâmân veya Bel’am konumundaki) sözde din adamları, teşkilât liderleridir.
Resmî din oluşumuna katkıda bulunmak, hak ile bâtılı karıştırarak kafaları bulandırmak sûretiyle geniş halk kitlelerinin laik rejimin yanında uzlaşmacı bir konuma sürüklenmelerine sebep olan bazı hoca efendi, şeyh, âbi olarak nitelendirilen şahsiyetleri günümüzde çok yaygın olarak görebiliyoruz.
Yani Firavun-Hâmân-Karun üçlü ittifakı günümüzde laik yönetimler-Bel'am tipli mollalar-büyük sermaye ittifakı ile sürdürülmekte ve insanların net bir Kur'ânî anlayışa, tevhidî bilince ulaşmasının önü kesilmeye çalışılmaktadır. Kâfir iktidarların yanında yer alarak onlara meşrûiyet kazandırma gayretiyle Karun ve Hâmân her dönemde bu çizginin takipçisi temsilcilerini bulmaktadır.
Ebû Hanife, İmam Mâlik ve Ahmed bin Hanbel, İbn Teymiyye gibi âlimler hayatları pahasına ilimlerinin gereğini yerine getirip zâlim iktidarlara destek vermekten, zâlim sultanın yanında yer almaktan ve böylece ona meşrûiyet kazandırmaktan uzak dururlar. Her türlü baskı ve işkenceye rağmen hakkı haykırmaktan vazgeçmezler. Hak ile bâtılı karıştırmaya yanaşmazlar. İslâmî bilgiye sahip olan diğer bazı âlimler ise iktidarların câzibesine kapılarak veya baskılarından çekinerek, zâlim sultanların tekliflerine uzun süre direnemezler. Emevî, Abbâsî, Selçuklu, Osmanlı saltanatları, istisnâî olarak dürüst, âdil şahsiyetler de yönetimlere gelse, genelde zâlim olma vasfını taşımışlardır. Ve bu âdil olmayan yönetimler, Ebû Hanife'nin öğrencisi Ebû Yusuf'un sultanların emrindeki adâlet mekanizmasının başında görev kabul etmesinden itibaren meşrûiyet kazanmışlardır.
Daha sonraki dönemlerde bu meşrûiyet daha da genel bir kabul görmüştür. Böylece iktidardan yana olmak, zâlim de olsa iktidarlara başkaldırmamak bir gelenek halini almıştır. Cumhuriyet dönemiyle birlikte, laik ve batıcı bir tercihin baskıyla halka dayatılması üzerine, önemli ölçüde sarsılan bu meşrûiyet ve iktidara başkaldırmama geleneği, 1950'li yıllardan itibaren zâlim tek parti yönetimine alternatif olarak çıkarılan DP iktidarı ile birlikte tekrar aynı çizgiye oturmuştur.
Dine karşı açık tavır alan CHP zulüm iktidarı, halkta var olan iktidardan yana olma eğilimlerini önemli ölçüde törpülemiş, asırlardır ilk defa sınırlı da olsa bazı kitleler gayri İslâmî olarak nitelendirdikleri iktidarın karşısına geçebilmişler, karşısına geçme cesaretini gösteremeyenler de tasvip etmekten uzak durmuşlardır. Bu sebepten dolayı da laik-kemalist rejim 1950'li yıllara kadar bir türlü yerine
- 834 -
KUR’AN KAVRAMLARI
oturmamış, istikrara kavuşamamıştır. 1950'li yıllardan itibaren bu zulüm yönetimine alternatifmiş gibi sunulan DP, sanki daha İslâmî ve daha âdil bir alternatifmiş gibi takdim edilmiştir. Müslümanlara daha hoşgörülü bakan ve Arapça ezan gibi birkaç İslâmî motifle müslümanların gönlünü kazanan bu parti, CHP'nin içinden çıkmış, aslında aynı şekilde laik, kemalist ve batıcı bir parti olduğu halde, insanlar tek parti yönetiminin zulmünden bıkmış olmanın yol açtığı bunalım ve can havliyle yılana sarılmış ve iktidardan yana bir konuma, yani tarihî geleneğe tekrar sürüklenmişlerdir. Laik rejim de ancak DP iktidarından sonra oturabilmiş, halk ancak bundan sonra rejimle uzlaşabilmiştir. Böylece müslüman kimliğini inkâr etmeyen bu ülke insanı, tarihî birikimin istikametinde yeniden iktidardan, statükodan yana, sağcı bir konumu benimsemiştir. 1980'lerden itibaren sağcılıkla İslâm'ın bağdaşmayacağını farkedenler, sağcılıktan ayrışarak tevhidî çizgiye gelirken, 28 Şubat sonrası bazılarında da tekrar iktidardan ve iktidar yetkilerini ellerinde bulunduran kadrolardan yana olma eğilimleri güçlenmeye başlamıştır.
Laik, batıcı sistemden, laik devletten ve onun kanunlarından, hayat modelinden beraatini ilan etmiş, izzet ve şerefin gayri İslâmî devlet ve kadroların yanında olmadığının bilincine varmış az sayıda müslümanın istikrarlı ve ilkeli tutumlarının devamı için duâ ediyoruz.
Rabbimiz, 48/Fetih sûresi 29. âyette mü'minler için; "... Kâfirlere karşı zorlu/şiddetli, kendi aralarında ise merhametlidirler" ifâdesini kullanırken, bazı müslüman gruplar kâfirlere karşı merhametli, hoşgörülü; mü'minlere karşı ise oldukça uzak, şiddetli ve horlayıcı bir yaklaşım içinde olabiliyorlar. Kâfirlere yakınlaşma, onlarla beraberlik ve dostlukları Allah Teâlâ çok sayıda âyetinde yasaklamış, izzetin başka yerde aranmamasını, izzetin tamamının Allah'ın yanında olduğunu da ikaz etmiştir. 60/Mümtehıne sûresi 4. âyet-i kerîmesinde şöyle buyurmaktadır: "İbrâhim ve onunla beraber olanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar kendi kavimlerine demişlerdi ki: 'Biz sizlerden ve Allah'ın dışında tapmakta olduklarınızdan berîyiz (gerçekten uzağız). Sizi (artık) tanımayıp inkâr ettik. Sizinle aramızda, siz Allah'a bir olarak iman edinceye kadar ebedî bir düşmanlık ve bir kin başgöstermiştir..." Bu dinî ikazlara rağmen, nice müslüman cemaat ve gruplar, İslâm düşmanlarıyla beraber olabiliyor, “biz sizden farklı değiliz; biz de demokratız, biz de laiğiz, hatta biz de Atatürk’ü seviyoruz” mesajını vermeye, onların yanında izzet ve şeref kazandıkları, onlarla birlikte görünmek sûretiyle itibar elde ettikleri inancıyla, güç gösterisinde bulunmaya çalışıyor.
Dünyevî hesap ve endişelerini, kulluk bilinci ve âhiret hesabının önüne alanlar, bu tercihlerinin kaçınılmaz bir sonucu olarak, zâlimlerin saltanat ve makamlarını kutsamalarına, laik rejimin önder kadro ve kurumlarını üstün ve önemli görerek komplekse düşmelerine yol açan bu serüvenin içine sürüklenmişlerdir. İslâm’a hizmet amacıyla, ümmetin maddî imkânlarıyla oluşturulan okul, yurt, kurs vb. araçları amacın yerine ikame edenler, bu araçları muhâfaza edebilmek, daha da büyütebilmek uğruna, amacı, yani Allah’ın dinini fedâ etmekten çekinmeyecek sapmalara yönelmişlerdir. İşte bu süreçte, giderek laik devletin makam ve mevkilerini kutsamak, rejimin üst kadrolarında yer alanları büyük görüp aşırı önemsemek sebebiyle düştükleri aşağılık kompleksiyle, izzet ve itibarı onların yanında aramak zilletine düşmüşlerdir.
Maalesef her geçen gün nice müslümanın sisteme doğru savrulmakta
İZZET – ZİLLET
- 835 -
olduğunu tesbit ediyoruz. Sistemin makam ve mevkilerini yüce görerek, oralardan izzet ve şeref uman bazı müslümanlar, kulluk bilincinden, tevhidî netlikten biraz daha uzaklaşmakta, âhiret bilinci ve hesap şuuru giderek biraz daha kaybolmaktadır. Hak ile bâtıl sürekli birbirine karıştırılmaktadır. Böylece, belli bir gayretle oluşan İslâmî birikimler zamanla bu tür savrulmalarla hebâ olup gitmekte, İslâmî uyanış gelişiyor gibi görülse de, flûlaşma ve “gri”leşme sebebiyle net bir tevhidî bilinç seviyesine bir türlü, yaygın biçimde ulaşılamamaktadır. Müslümanlar veya müslüman olduklarını iddia edenler, iktidardan, laik sistemin politik, bürokratik kadrolarından yana tavırlara doğru kaymaya başladılar. Onları üstün görme kompleksiyle onlarla birlikte görünmenin kendilerine güç, itibar ve şeref kazandıracağını zannediyorlar. Laik politik veya bürokratik kadrolar veya laik entelektüeller, sanatçılar(!) vb.leriyle birlikte olduklarında, onları yücelten, onları ve görüşlerini önemseyen ve hatta onlara kendilerini kabul ettirebilmek için ilke ve ölçülerinde rahatlıkla tâviz veren onursuz ve kaypak tavırlar sergiliyorlar. İslâm’ın şiarlarını yüceltmeleri gerekenler, tam tersine ulusal bayrak, ulusal marş gibi unsurları kutsamak, önemsemek ve bunlara karşı ta’zimde bulunmakta birbirleriyle yarışıyorlar.
Laik rejimin ulularının, politik, bürokratik üst kadrolarının yakınında bulunmak, onlarla birlikte görünmek, onları toplantılarına dâvet edip güçlü olduğu imajı vermek sûretiyle itibarlarının, şereflerinin artacağını zannedenler giderek daha büyük zilletlere yuvarlanmışlardır. Sağcı, kapitalist, laik, ulusalcı iktidarların veya lider kadrolarının yakınında, hatta bu kadrolarla dostluk ilişkisi içinde görünerek izzeti yakalayacaklarını, itibar kazanacaklarını umanlar izzeti yanlış yerde aradıkları için, İslâmî tavırdan uzaklaşmışlardır. Zillet ise kaçınılmaz bir sonuç olmuştur. Rabbimiz bu husustaki uyarısını Nisâ sûresinde çok açık olarak yapmış bulunuyor. Ama ne yazık ki insanlar öğüt almıyor, hevânın arzuları istikametinde savruluyorlar. “Onlar mü’minleri bırakıp kâfirleri dost mu tutuyorlar; onların yanında izzet (şeref) mi arıyorlar? Bütün izzet (şeref), tamamen Allah’a âittir.”3322 İzzet ve şerefin tamamı Allah’ın yanında iken, bir nebzesi bile kâfirlere, müşriklere verilmemişken, tam tersine bunlar pis de değil; “pislik”3323 ve “hayvandan bile aşağı”3324 olarak nitelendirilmişken, müslüman olmayan liderlerin, yetkililerin yanında yer almakla izzeti yakalayacaklarını zannedenlerin çabasının boşa çıkması ve onlara yaklaşmakla Allah’ın yanından uzaklaştıkları için de izzet ve şereften tamamen mahrum kalarak zillete yuvarlanmaları kaçınılmazdır.
Münâfıkun sûresinde Rabbimiz aynı uyarıyı açarak tekrarlamaktadır: “Hâlbuki izzet (üstünlük ve şeref) ancak Allah’ın ve Peygamberi’nin ve mü’minlerindir. Fakat münâfıklar bilmezler.”3325 İzzet ve üstünlük Allah’ın, Peygamberi’nin ve mü’minlerin yanında olduğu halde, müşrik önderlerin veya mevkî sahiplerinin karşısında komplekse düşüp veya korku, endişe ve dünyevî hesaplarla Peygamber’in bize sunduğu “güzel örneklik”le bağdaşmayan bir zillet içinde onların veya mevkîlerin üstün olduğu zehâbına kapılanlar, hallerini yeniden sorgulamalıdırlar. Bu tavırlarıyla, kâfirlerin yanında yer alarak, onlara meşrûiyet kazandırdırlarını, onları halk nezdinde akladıklarını bilmelidirler. Hem “Peygamber vârisi”
3322] 4/Nisâ, 139
3323] 9/Tevbe, 28
3324] 7/A’râf, 179
3325] 63/Münâfıkun, 28
- 836 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olduğunu iddia edip hem de Peygamber’in “güzel örneklik” mirasına ihânet etme noktasından kurtulmalıdırlar. Peygamber’in yapmadıklarını (berî olduğu hususları, kâfirlerle uzlaşmayı, onlara izzet ve üstünlük tanımayı) hem de O’nun yolunda olduğunu iddia ederek yapmak, bir yandan Peygamber’e karşı çıkmak, diğer yandan Peygamberî çizgide yürüyen mü’minlerin yolundan ayrılmak tehlikesine sürükleyebilir. Böyle bir hale düşenler ise Rabbimizce cehennemlik olmakla tehdit edilmişlerdir: “Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygamber’e karşı çıkar ve mü’minlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yolda bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir.” 3326
Bu tehdidin muhâtabı olmak istemiyorsak, gerçek ve güçlü bir imanın gerektirdiği azim ve kararlılık içinde izzetli tavırlar ortaya koymalıyız. İşte gerçek üstünlük ve gâlibiyet böyle güçlü bir imanın tezâhürü olan net, tâvizsiz ve Allah yolunda riski göze alan fedâkâr tavırların sonucu olarak mü’minlerin olacaktır. Ve Rabbimiz bize bu müjdeyi vermektedir: “Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer gerçekten iman etmişseniz, üstün gelecek olan sizsiniz.”3327 Rabbimiz, kendi hudutlarını tanımayarak hükümlerini benimsemeyerek aşırı gidenleri, tuğyan edenleri, “tâğut” olarak nitelendiriyor. Tâğût, İslâm dışı tüm güçleri, laik devleti, laik iktidarı, laik yöneticileri, laik partileri, laik kadroları, laik politik ve bürokratik mevki sahiplerinin tamamını kapsamına almaktadır. Rabbimiz: “Kim tâğutu inkâr edip (reddederek) Allah’a iman ederse, muhakkak ki o kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır.”3328 buyurmaktadır. Peki, red ve inkâr etmedikçe gerçek bir iman sahibi olmamız bile mümkün olmayan, tâğûtî önderleri, kadroları nasıl benimseyebilir, kucaklayabiliriz? Nasıl onlara meşrûiyet kazandıracak birliktelikler oluşturabiliriz? Onları nasıl üstün görebilir, onlarla birlikte olmaktan nasıl izzet ve itibar bekleyebiliriz?
Gerçek üstünlük sebebinin “takvâ” olduğunu haykıran bir dinin 3329 müntesipleri olarak nasıl olur da laik, batıcı, ulusalcı, sağcı, solcu liderlerin, mevkî sahiplerinin, entelektüellerin üstün olduğu zehâbına kapılabiliriz ve nasıl olur da onlarla birlikte olmaktan itibar umabiliriz? Bir müslümana bile ancak İslâmî kimliği ve takvâsı sebebiyle değer vermesi gerekenlerin, laik sistem içindeki makam ve mevkîini dikkate alarak değer vermeleri, yani müslüman kardeşlerini bile laik sistemin verdiği unvanlarını esas olarak sıralamaya koymaları akıl alacak gibi değildir. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Kim Allah’ı, O’nun Rasûlünü ve mü’minleri dost tutarsa (bilsin ki), gâlip gelecek olanlar, yalnızca Allah’ın taraftarlarıdır.”3330 Görüldüğü gibi, gâlip ve üstün gelecek olanlar, kâfirleri dost edinip onların yanında yer alanlar değildir; gâlip ve üstün gelecek olanlar, sadece Allah’ı, O’nun elçisini ve mü’minleri dost edinip Allah taraftarı olma vasfı kazanmış olanlardır.
Genelde sistemin imkânlarından yararlananlarda nükseden hastalık, akademik çevrelerde ileri boyutlarda kendisini göstermektedir. Statükonun içinde birtakım makam ve mevkîleri elde etmiş olanlar, statükonun değişmesi halinde bunları kaybetme korkusu sebebiyle olsa gerek, giderek statükocu bir konuma geliyorlar. Bürokrat, politikacı ve patronların önemli kısmı, elde ettikleri makam,
3326] 4/Nisâ, 115
3327] 3/Âl-i İmrân, 139
3328] 2/Bakara, 256
3329] 49/Hucurât, 13
3330] 5/Mâide, 56
İZZET – ZİLLET
- 837 -
mevkî, mal mülk gibi imkânlarla statükoya eklemlenerek, ya bunları kaybetmek endişesi, ya da daha yükseğini, daha fazlasını ele geçirmek ihtirâsı sebebiyle, rejime ve rejimin ulularına, kendilerine bu imkânları sağladıklarına inandıklarına doğru meyletmektedirler. Akademisyenlerin büyük çoğunluğunda da doktoradan itibaren profesörlüğe kadar devam eden sürecin herhangi bir noktasında aynı savrulma, eklemlenme ve uzlaşma yaşanmaktadır. Neticede bu insanların önemli bir kısmı inkılâpçı vasıflarını kaybetmekte, eğer varsa “tevhidî” istikamette bir değişim taleplerinden vazgeçerek mevcutla yetinmeye başlamakta, yaşantılarını daha müreffeh bir noktaya getirme dışında bir mücâdeleleri kalmamaktadır.
Tâbiri câizse, laik rejim, içine aldığı kadroları işte böyle “iğdiş” edip kendi kurum ve ilkelerinden yana bir kimlik değişimine uğratmakta, entelektüeller, bürokratlar, politikacılar, sermayedarlar ve akademisyenlerin büyük çoğunluğu, kendilerini koruyamamakta, bir süre sonra Türkiyeci, devletçi, düzenin kurumlarının savunucusu konumunda bulabilmektedirler, hatta bazıları daha da ileri gidip laikliği, demokratikliği İslâm’la özdeş ilan edecek kadar da sapıtabilmektedirler. En azından, oldukça büyük çoğunluğun rejimle, laik devletle ve önder kadrolarıyla birlikte olmanın kendilerine izzet ve itibar kazandırdığını zanneder konuma geldiklerini gözlemlemekteyiz.
İzzeti yanlış yerde aradıkları için zillete düşen tüm bu çevreler, bir süre sonra artık, hallerinden memnun hale gelmekte, değişim iddiâsıyla ortaya çıkanlar bile İslâmî değişime direnir konumlara sürüklenmektedirler.
Bu açıklamalardan, müslüman olmayanlarla ilişki kurulmamalıdır, sonucu çıkarılamaz. Hiç şüphesiz müslümanlar kâfir ve müşrik olanlarla da diyalog kuracaklardır. Ancak her konuda olduğu gibi bu konuda da Allah’ın koyduğu sınırlara, ölçülere riâyet etme mecbûriyetimiz vardır. İşte bu ölçüler aşılmış, tutarsız, ilkesiz, çelişkili tutum ve davranışlarla, kâfirleri velî/dost edinme, onlardan itibar, izzet ve şeref bekleme ve onları üstün görme zaafları, kompleksleri yaygınlaşmıştır. Müslüman olmayanlarla ilişki; onların kötü, aşağı, çirkin bir şirk halinden; izzetli, şerefli, itibarlı, üstün bir tevhidî bilince yükselmelerine vesile olmaya yönelik bir tebliğ ilişkisi olmak durumundadır. Hâlbuki tam tersi olmakta, kendilerini aşağı ve kötü durumda gören kompleksli müslümanların, onları dünyevî mevkî ve makamları sebebiyle üstün görüp onlara yaklaşarak izzet, itibar kazanma, güçlü olduğu imajı verme gayreti ön plana çıkmaktadır. Bunun yanında ele geçirmiş oldukları imkânları, yani saltanatlarını muhâfaza etme telâşı da güçlü ve üstün gördükleri düzenden ve kadrolarından yana oldukları mesajını vermeye yönelik bu çabaları tahrik etmektedir. Mümtehine sûresi 8. âyeti şartları içinde, bizimle dinimiz konusunda savaşmayan, bizi yurtlarımızdan çıkarmaya çalışmayan gayri müslimlerle, ancak iyilik yapma çerçevesinde ilişki kurulabilir.
Ya bu zilleti tercih edenler kendilerini düzeltip İslâm’ın izzetiyle bağdaşır âdil, emin, güvenilir, mazlumdan yana, zâlime karşı, kâfire dost olmayan bir İslâmî kimliğe sarılmalıdır ya da Allah’ın dinini rahat bırakıp kendileriyle birlikte zillete düşürmekten vazgeçmeli, geniş mazlum kesimlerin hidâyetinin önünde engel teşkil etmekten uzak durmalıdırlar. 3331
3331] Mehmet Pamak, İzzeti Yanlış Yerde Aramak, s. 181-219, 297-298
- 838 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kapitalizm ve materyalizm, izzet için yanlış adresler gösteriyor. “Ye kürküm ye!”, “parayı veren düdüğü çalar”, “paran kadar konuş!” deyimleri bu yanlış adreslerin çıkmaz sokaklarını haber veriyor. Câhiliyye insanı için motor önemli değildir, önemli olan kaportadır, süstür, cilâdır, vitrindir. Çünkü o aklıyla değil, gözüyle düşünür ve gönle değil göze hitap eder. Aslında insan, cesedi, maddesi veya sahip olduğunu zannettiği maddeyle değil; rûhuyla aziz olur. Çünkü izzet mânevî bir özelliktir. Öyleyse rûhu ibâdet ve tâatle basleyip doyurmak izzet için şarttır. İzzet; değerli demektir. "Değerli" de, "değerlenen" ve "değerlendiren" şeklinde iki özneyi gerektirir. İnsana izzet verecek, değer verecek zâtın, önce kendisinin tümüyle buna sahip olması gerekir. Mutlak izzet sahibi ise ancak Allah'tır. O'nun dışında kimse, kimseyi değerlendiremez/ şerefli kılamaz. Muizz olan sadece O'dur. İzzet; insanların katında değildir; onların övmesi de yermesi de çok önemli değildir. İnsanların çoğunluğuna uymak, sapıtmayı neticelendirir.3332 Herkesi memnun etmeye kalkan kişi, fıkradaki, oğluyla birlikte insanları memnun etmek için her alternatifi deneyerek farklı şekilde eşeğe binmeye kalktığı halde halkın eleştirisinden bir türlü kurtulamayan Nasreddin Hoca gibi eşeği sırtlanmak zorunda kalır. Aziz mü'min, hiçbir kınayıcının kınamasından korkmaz. 3333
Allah'a; "kahrın da hoş, lütfun da hoş" diyebilen kişi, O'nun kahrının bile zillet değil; izzet olduğunu idrâk eder. O, sevdiklerini gök ehline ve onlar da insanların kalplerine o kişinin sevgisini yerleştirir. “Allah bir kulu sevdimi, Cebrâil’e (a.s.) şöyle seslenir: ‘Ben falanca kişiyi seviyorum, sen de sev!’ Bunun üzerine semâda da aynı şekilde nidâ edilir. Sonra, arz ehli arasına onun sevgisi indirilir. Bunu şu âyet ifâde etmektedir: ‘İmane edip hayırlı iş işleyenleri Rahmân sevgili kılacaktır.”3334 Allah bir kula buğzettimi, Cibrîl (a.s.)’e seslenir: Ben falancaya buğzediyorum. Bu şekilde semâda nidâ edilir. Sonra, yeryüzüne onun hakkında buğz indirilir.”3335 Allah sevgisinden mahrum insanların değer vermesi, kişinin zilletini arttırabilir.
Buna rağmen, töhmet altında bulunmak, insanların gereksiz yere suçlamasına, ithamına sebep olmak ve insanların yanında da izzetini ayaklar altına alacak hususlara ses çıkarmamak güzel değildir. Hz. Yusuf, zindandan rüya yorumu için çıkarılırken öyle demişti: "Ellerinin parmaklarını kesen kadınlara durumu sorun bakalım, ellerini niçin doğramışlardı?" Yani, kamuoyu önünde yeniden yargılanıp aklanmak istiyordu Hz. Yusuf. O, bir suçlu olarak tanınıp afla dışarıya çıkarılan biri şeklinde tanınmak istemiyordu. Allah katında suçsuz olduğu gibi, halk nazarında da suçsuz olarak değerlendirilmek ve izzetini korumak istiyordu.
İzzet, öncelikle imandadır, sonra ilimde, haramları terketmekte, başkalarının mallarında gözün olmaması ve onlara karşı istiğnâda, zikir ve ibâdetlerdedir. İnfakda da izzet vardır. Arı, ürettiğini insanlara infak yapmasından ötürü başlar üstünde gezer. Bencillikte, mal yığmada, cimrilikte zillet vardır; karıncalar ayaklar altında ezilir. Ama izzet ve zillet Allah'ın elindedir. O dilediğini aziz eder, dilediğini de zelil. Bir de bakarsınız birkaç karınca, bir arı cesedini yuvalarına taşıyor. Aziz ve zelil yer değiştirmiş olur. Çalışan, başı dik duran azizdir. Ölü, uyuyan ve yatan, miskin miskin oturan da zelil. Veren, istemeyen azizdir, dilenen ve isteyen
3332] 6/En'âm, 116
3333] 5/Mâide, 54
3334] 19/Meryem, 96
3335] Tirmizî, Tefsir Meryem, hadis no: 3160
İZZET – ZİLLET
- 839 -
de zelil.
"Aziz Allah!" Ezan okunmaya başlarken müslüman halkın dilinden bu ifâde şuurlu-şuursuz dökülür. Allah'ın ismi anıldı ve O'na ibâdet için çağrıya icâbet anlamında ve izzetin Allah'ta ve namazda olduğunu hatırlama ve hatırlamadır bu "Aziz Allah!" sözü. Secde, bedenin zilleti olsa da, rûhun en büyük izzet makamıdır, insanın şerefli başı yere değerken, rûhu miraca yükselir. Secde etmeyen zelildir; çünkü o, Allah'a secde etmeyi gururuna yediremezken, kesinlikle değersiz/izzetsiz birinin önünde boyun eğiyor, kulluk yapıyordur. Allah eri azizdir; kâfirin, zâlimin emrinde memur da zelil. Kâfirlere aziz mü'minlerin korkusu salınır. Bir canlı şehidden bütün dünya müstekbirleri korkar. İzzetten uzak bir milyarı aşkın müslüman siyonist İsrail ve onun sömürgesi Amerika’yı hiç korkutmazken, bıyığı yeni terleyen gençler taştan başka silâhı olmadığı halde onların uykularını kaçırtmaktadır. İzzeti kâfirlere karşı olmada aradıkları içindir bu başarı.
Ama unutmamak lâzımdır ki, izzetle kibir birbirinden çok farklıdır; zilletle tevâzuun farklı olduğu gibi. Onurlu/aziz olmalı; ama kibirli değil. Mütevâzi olmalı; ama zelil, miskin değil. Yahûdiler izzeti yanlış yerde arayan ve sahte izzete, yani gurur ve kibire saplanan, dünyevîleşen ve zenginliğin sahte izzetine sahip karakterlerdir. Hıristiyanlar ise tevâzu tercihi yapayım derken zillete batan karaktersizlik timsali olarak gösterilir İncillerde. "Bir yüzüne tokat vuran (zâlime) diğer yüzünü çevirme”yi tavsiye eder muharref İnciller. "Ceketini alanlara gömleğini de ver" der, yani zillet içinde yaşayış kutsanır. Müslümanın anlayışnda ise vasat/denge sözkonusudur. Kâfirlere karşı aziz, mü'minlere karşı zelil, yani tevâzulu, yani onların izzetini öne çıkaran.
Zelil olmak; zavallı olmak, acınacak durumda bulunmak olduğu gibi, aynı zamanda alçak ve aşağılık olmak, esfel-i sâfilînde durmaktır. Kâfirler zelildir; onların emrinde olmak, putlara ve putçulara eğilmek, paranın, makamın kulu olmak, kendi hevâsının oyuncağı/kulu olmak hep zilletin dışa yansımasıdır. Zillet, emânete hiyânetliktir. Nefse zulümdür zillet. Tasavvufa göre hep savaşılması, öldürülmesi gereken nefsin aslında izzeti sözkonusudur. Kur'an, "Nefislerinizi öldürmeyin."3336 buyuruyor. Bırakın öldürmeyi, nefislerin kınanmasını bile Kur'an hoş görmüyor: "Nefislerinizi (kendinizi) ayıplamayın."3337 diye emrediyor. Aziz Peygamber de: "Nefsinizin sizin üzerinizde hakkı vardır." diyor.
Zillet; özgüven noksanlığıdır, aşağılık duygusudur, müstaz'af kimliğini kabuldür. Miskinlik, şahsiyetsizlik ve mezellettir. Kâfirlerin yanında ezik, zâlime karşı sessizliktir. Gayri müslimlere karşı efendilik, müslümanlara karşı efeliktir. Tasavvufta Melâmîlik diye bir tarikat vardır. İnsanlara yalnız kötü taraflarını gösterip iyiliklerini gizlemede çok ileri gitmek, çevresindekilerin onları kusurlu kimseler sanarak ayıplaması ve kınaması esasına dayanır. Melâmîler Allah'a yakınlıkla ilgili hallerini halktan gizlerler. Bunları açığa çıkarırlarsa kendilerini kınarlar. Özel bir tarikat olarak ortaya çıkan bu mistik anlayışın, bâtınî gruplarla içiçe olması ve bazılarına göre özel bir tarikat sayılmayıp tüm tasavvufî tarikatlerin temel prensiplerini içermesi dolayısıyla, tüm tarikatler üzerinde büyük bir etkisi vardır.
Müslümanlar izzetin nerede aranmasını bilmek zorundadır. İzzeti kâfirlerin
3336] 4/Nisâ, 29
3337] 49/Hucurât, 11
- 840 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yanında, ABD'ye abd olmakta, ya da Avrupa Birliği'nde arayanlar, tâğûtî yönetimde ya da onlara yakınlaşmakta arayanlarıı Allah dünyada bile zelil kılar. Günümüzde etiketlere, makam ve mevkîlere, tâğûtî kurumlara, diplomalara "müslümanım" diyenler bile maalesef çok önem veriyor. Bunlara sahip olanları yüceltip diğer müslümanlara tercih ediyorlar. Üstünlüğün takvâda olduğunu unutuyorlar. "Profesör", "doktor" gibi etiketler isim gibi görülüyor, bu gibi unvanlar olmaksızın isim söylenmiyor. Sanki öldükten sonra bu unvanların yararı olacak gibi mezar taşlarında bile bu unvanlar yazılıyor. Müslümanlar, kendilerinin kâfir, müşrik veya münâfıklardan üstün olduğunu, onların Allah’la irtibatları olmadığı ve O’nun sevgisini yitirdikleri için onları gözünde çok küçük görmelidir. Hadis-i şerifte, “Münâfıklara ‘efendim’ demeyin” buyrularak ister sözle ister davranışla olsun onları aziz kabul etmek yasaklanmıştır. Cellâdına âşık olan mahkûm gibi dünya ve âhiret saâdetine engel olan gayrı müslimleri sevip onların değer yargılarını tercih etmek, onlara benzemek, Kur’an tâbiriyle “aşağılık maymun olmak” 3338 demektir. Verilen güzel nimetleri beğenmeyip soğan-sarımsak isteyenlere zillet ve meskenet damgası vurulur.3339 Kâfirlere fitne olarak verilen geçici dünyevî metâları Allah’ın müslümanlara verdiği başta iman olmak üzere gerçek nimetlere tercih, zillet sebebidir. Mü’minleri bırakıp kâfirleri velî/dost edinenler, izzeti onların yanında arayan ve tüm izzetin Allah’a ait olduğunu bilmeyenlerdir.3340 Mürtedler bilsinler ki, Allah onların yerine mü’minlere karşı alçakgönüllü, kâfirlere karşı aziz ve insanların kınamasına aldırış etmeyen gerçek mü’minler ortaya çıkarır.3341 İslâm’ın askerleri, Allah hizbi/erleri iki cihanda da en büyük izzete sahip olduğu halde, tâğutların askerleri zilletin her çeşidine muhâtap olur. Müslümanları aşağılayan, dini suçlayan, “gerici, bağnaz, çember sakallı, yarasa, kara fatma...” diyenler âhirette Allah nazarında aşağılanacakları gibi, dünyada da mü’minler nazarında aşağılanmalıdır.
Devletleri, yönetimleri ve toplumları da aziz kılan Allah’a bağlılıktır, İslâm’a teslimiyettir. İzzetten uzak bir şekilde, diğer kabilelere saldırarak çöllerde bedevî olarak hayat süren câhiliyye Arapları İslâm’la izzet kazandı; Türkler için de benzer şeyleri söyleyebiliriz. Bu toplumlar, devlet ve hüküm olarak ne zaman İslâm’ı terkettiler, zilletin en acısını tattılar. Dünkü kölelerine yenildiler, ezildiler, sömürüldüler ve hâlâ bu zilleti çekmeye devam ediyorlar...
Devletler ve toplumlar gibi bireyler de İslâm’la izzete kavuşurlar. Ama hiç kimse İslâm’a şeref katamaz. İslâm’ın hiç kimseye ihtiyacı yoktur. Falan meşhur Batılı veya filan şöhret sahibi kâfir müslüman olmuşsa, izzeti kendinedir, İslâm’la şereflenen kendisidir.
Mü’min, izzetini korumak için, müslümana yakışmayacak, insan onuruyla bağdaşmayacak davranışlardan uzak durmalı, ağırbaşlı ve vakur olmalıdır. Fazla şaka yapmamalı, ciddiyetten uzak ve cıvık tavırlar sergilemelidir. Yerinde ve ayarında nezih nükteler yapmalı, ama kârfirlere karşı onuruna toz kondurmamalıdır. Müslümanlara karşı tevâzu ve zelil olmak, kardeşini kendi nefsine tercih etmekle ilgilidir. Yani, karşısındaki müslümanların izzet-i nefislerini, onurlarını kendi nefsinin izzetine tercih etmektir. Ama kâfirlere karşı uysal koyun gibi zulme rızâ
3338] 2/Bakara, 65
3339] 2/Bakara, 61
3340] 4/Nisâ, 139
3341] 5/Mâide, 54
İZZET – ZİLLET
- 841 -
gösteren, “lâ ilâhe”si olmayan, hiçbir şahsa ve özelliğe karşı isyanı, tepkisi, itirazı düşünmeyen bir yaklaşım İslâm olamaz; olsa olsa reddedilmiş haniflik olabilir.
Müslümanların çoğunun yaşantısı izzetten öyle yoksun ki; câmilerde vaaz eden, hutbe okuyan vâiz ve hatiplerin "aziz cemaat" yerine "aziz olması gereken cemaat" demelerini gerektiriyor. Bir milyardan fazla olduğu iddia edilen dünya müslümanlarının beş milyonluk yahûdi siyonistlere gâlip gelemeyen bir yapısı, ekonomik yönden kâfirlerin yardım ve insaflarını bekleyen tavırları, siyasî yönden 40 küsur devlete ayrılmış yamalı bohçaya benzeyen görüntüsü ve bunların hemen tümünün kâfirlerin piyonları tarafından ve Allah’ın indirdiklerine zıt şekilde yönetilir olması, her türlü fesadın müslümanların yaşadığı yerlerde bolca işlenmesi... müslümanların izzet ve şeref sahibi “aziz” olmadıklarını göstermektedir. Kur’an’ın izzeti müslümanların hakkı olarak göstermesi, elbette doğrudur; doğru olmayan, müslümanların yaşayışıdır. Bireysel, sosyal ve siyasal yönden İslâm’dan uzak yaşayan kimselerin izzete lâyık olmadıkları bir vâkıadır.
Sadece Allah’a boyun eğip mutlak olarak sadece O’na itaat etmesi gereken müslümanlar, izzeti Allah düşmanlarının yanında aradıklarının cezâsını, dünyevî avans olarak zillet içinde bir hayatla çekiyorlar. Kâfirlerin lütuflarını dilenen, onların kurumlarında, sadece şekilsel olarak kıyâfetlerine müsâade edilmesini talep eden, insanî ve İslâmî haklarını almak için İslâmî tavırlarını, hele cihadla ilgili görevlerini kuşanmayan müslümanların izzete hakları elbette olmayacaktır. Allah’ın küçülttüklerini gözlerinde büyüten ve dünyayı âhirete tercih etmenin alçaltıcı zilletini tadan insanların dünyada aziz olma hakları yoktur. Tâğûtî şahsiyet ve makamları önemseyip benimseyen, dolayısıyla Allah nazarında zelil olan kimseleri aziz/şerefli kabul edenler, onların boyunlarına taktıkları zillet tasmalarını nasıl çıkarabilirler? Kurtuluşu İslâm’da arayacaklarına, Batıda arayanlar, kâfirlerin ölçülerini İslâmî esaslara tercih edenler iki dünyada da azîz olamazlar. Diplomalı bir mü’mini diplomasız bir mü’minden üstün görenleri, İslâmî olmayan bir kurumda Allah’ın indirdiklerinin dışında hükümlerle insanları yönetenleri şerefli sananları Allah insanların nazarında da alçaltır, zelil eder. Üstünlüğün Kur’anî ölçüsünün takvâ, ilim ve cihad olduğunu bilmek istemeyenler; dış görünüşte, parada, maddede, hatta kâfirlerde ve küfürde izzet aramaya kalkarlar. Bu arayışlarının cezası olarak yücelttikleri bu değersiz şeylerin altında kalır, değersiz bir şekilde yaşarlar. En büyük zararı kendilerine verirken, dâvâlarını küçük duruma düşürdüklerinin vebalini de öteki dünyaya götürürler.
İzzet ne zenginlikte, ne şanda şöhrette, ne makam ve mevkîde, ne diplomadadır; izzet ve şeref Allah katında, İslâm safındadır. İzzetin sadece Allah katında olduğunu bilip bu dünyada aziz yaşayanlar, âhirette de aziz olacak, şeref sahiplerine verilecek ödüle lâyık olacaklardır. Ne mutlu alçak dünya için alçalmayan, Azîz olan Allah’ın azîz diniyle izzet bulanlara!
"İzzet ve erdem rûhun süsüdür; bunlar olmasa, beden asla güzel gözükmez."
"Önce izzet, sonra hayat."
"Şöhret, -eğer gerekliyse- kazanmak zorunda olduğumuz bir şeydir; izzet/şeref, kaybetmemek zorunda olduğumuz bir şey."
"İzzet ve şerefini kaybedenin, kaybedecek başka şeyi yoktur."
- 842 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"İzzet ve şeref, kumsalı olmayan ârızalı bir adadır; bir bırakırsak bir daha geri dönemeyiz."
"Zilletten daha sert yatak, daha keskin soğuk, daha acı sefâlet olur mu?"
"İzzetim/şerefim zedeleneceğine binlerce defa ölürüm, daha iyi."
"Değerli adam için izzet/şeref, hayattan çok daha ağır basar."
"İzzete/şerefe hak kazanmak, ona sahip olmaktan daha değerlidir."
"Zenginlik ve şeref, herkesin istediği şeylerdir. Eğer bunlar doğru bir yolda kazanılmazsa çabuk kaybedilir."
"İzzetini/şerefini kaybettikten sonra yaşamaktan daha fecî ölüm olur mu?"
"Ölüm hiçbir şeydir; asıl zillet ve şerefsiz yaşamak her gün ölmektir."
"İzzetle/şerefle bitirilmesi gereken en ağır görev hayattır."
"İzzet/şeref ister isen kendin azîz/şerîf ol; Mezar taşı ile iftihar olmaz."
"İzzet/şeref, fazîletin kazandığı bir mükâfattır."
"İzzet ve şerefli olmadıkça hiç kimse âdil olamaz."
"İnsanlığın karın doyurmaktan daha faza izzet ve şerefe ihtiyacı vardır."
"İnsan olana, öldükten sonra güzel bir ad bırakmak, belki hiç ölmemekten daha iyidir."
"İzzet, erdemin parmağına taktığı bir pırlanta yüzüktür."
"İnsanlar önünde inlemek, ağlamak, yalvarmak hepsi alçalmaktır."
"Her cinâyet alçaklık değildir; ama her alçaklık bir cinâyettir."
"Alçağın korktuğu tek şey ölümdür, başka şeye aldırmaz."
"Alçaklık, güzelliğin ölümüdür."
"Baş eğmeyiz alçaklara alçak dünya içün / Allah'adır tevekkülümüz itimâdımız."
"Âzâdeser ol, kimseye etme minnet / Minnettir eden şahsı karîn-i zillet.
Zilletse eğer bahtına hâkim, / Git sırtını ver kabrine rahat rahat."
"Her zilletün elbette bir izzet var içinde / Seyr et çeh-i Ken'ân'ı ne devlet var içinde."
"Aç kalır zillet kabul etmez azîzü'n-nefs olan; / Bir kemik gördükçe kuyruk sallayan dûnâna (alçaklara) yuf!"
"Aceb mi meyl eder ise denîlere dünyâ"
İZZET – ZİLLET
- 843 -
İzzet ve Zillet Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
İzzet ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 120 Yerde; Azîz ismi dışındakiler, 21 yerde): 2/Bakara, 206; 3/Âl-i İmrân, 26; 4/Nisâ, 139, 139; 5/Mâide, 54; 10/Yûnus, 65; 11/Hûd, 92; 18/Kehf, 34; 19/Meryem, 81; 26/Şuarâ, 44; 27/Neml, 34; 35/Fâtır, 10, 10; 36/Yâsîn, 14; 37/Sâffât, 180; 38/Sâd, 2, 23, 82; 53/Necm, 19; 63/Münâfıkun, 8, 8;
Azîz isminin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 99 yerde): 2/Bakara, 129, 209, 220, 228, 240, 260; 3/Âl-i İmrân, 4, 6, 18, 62, 126; 4/Nisâ, 56, 158, 165; 5/Mâide, 38, 95, 118; 6/En’âm, 96; 8/Enfâl, 10, 49, 63, 67; 9/Tevbe, 40, 71, 128; 11/Hûd, 66, 91; 12/Yûsuf, 30, 51, 78, 88; 14/İbrâhim, 1, 4, 20, 47; 16/Nahl, 60; 22/Hacc, 40, 74; 26/Şuarâ, 9, 68, 104, 122, 140, 159, 175, 191, 217; 27/Neml, 9, 78; 29/Ankebût, 26, 42; 30/Rûm, 5, 27; 31/Lokman, 9, 27; 32/Secde, 6; 33/Ahzâb, 25; 42/Şûrâ, 19; 43/Zuhruf, 9; 44/Duhân, 42, 49; 45/Câsiye, 2, 37; 46/Ahkaf, 2; 48/Feth, 3, 7, 19; 54/Kamer, 42; 57/Hadîd, 1, 25; 58/Mücâdele, 21; 59/Haşr, 1, 23, 24; 60/Mümtehıne, 5; 61/Saff, 1; 62/Cum’a, 1, 3; 64/Teğâbün, 18; 67/Mülk, 2; 85/Bürûc, 8.
Zillet ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 24 yerde): 2/Bakara, 61, 71; 3/Âl-i İmrân, 26, 112, 123; 5/Mâide, 54; 7/A’râf, 152; 10/Yûnus, 26, 27; 16/Nahl, 69; 17/İsrâ, 24, 111; 20/Tâhâ, 134; 27/Neml, 34, 37; 36/Yâsîn, 72; 42/Şûrâ, 45; 58/Mücâdele, 20; 63/Münâfıkun, 8; 67/Mülk, 15; 8; 68/Kalem, 43; 70/Meâric, 44; 76/İnsan, 14, 14.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. İzzeti Yanlış Yerde Aramak, Mehmet Pamak, Selâm Y. 1995
2. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. s. 323-325
3. Şamil İslâm Ansiklopedisi, Ahmet Özalp, Şamil Y. c. 3, s. 250 (İzzet-i Nefs Maddesi); Abdrülaziz Güzel, c. 1, s. 188-189 (Aziz Md.)
4. TDV İslâm Ansiklopedisi, T.D. Vakfı Y. c. 23, s. 555-556; c. 4, s. 332
5. Vahiyle Doğrulmak, Ramazan Kayan, Çıra Y. s. 79-85
6. Nur'dan Cümleler, Alâaddin Başar, Zafer Y. c. 2, s. 12-14
7. Kur’an’da Ulûhiyet, Suad Yıldırım, Kayıhan Y. 1987, s. 149-152
8. Esmâül Hüsnâ Şerhi, Ali Osman Tatlısu, Yağmur Y. s. İst. 1984, s. 82-84, 56-57
9. Esmâ-i Hüsnâ Allah'ın Güzel İsimleri, Alâaddin Başar, Zafer Y. İst. 2001, s. 76-78, 46-47
10. El-Esmâ'ül-Hüsnâ Şerhi, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. İst. 2000, s. 71-72, 42-43
11. Esmâü'l-Hüsnâ Şerhi, Mustafa Necati Bursalı, Erhan Y. İst. 1997, s. 138-141, 95-96
12. Esmâü'l-Hüsnâ, Afîfüddin Süleyman et-Tilmisânî, Terc. S. Alpay, İnsan Y. İst. 1996, s. 95-100, 57-59
13. Esmâ-i Hüsnâ Allah'ın İsimleri, Metin Yurdagür, Marifet Y. 2. Bsk. İst. 1996, s. 121-123, 84-86
14. Esmâ-i Hüsnâ Şerhi, Said el-Kahtânî, Trc. Ahmet İyibildiren, Uysal Kit. Y. 2. Bsk, Konya, 97, s. 89-93
15. El-Esmâü'l-Hüsnâ, İzzeddin Cemel, Terc. A. Poyraz, Ravza Y. 2. Bsk, İst. 2000, s. 190-191, 155
16. O'nun Güzel İsimleri, M. Nusret Tura, İnsan Y. 2. Bsk. İst. 1997, s. 71-73, 62
17. 99 Esmâ-i Hüsnâ'dan Esintiler, Sadettin Kaplan, Marifet Y. İst. 1998, s. 53-55.

 
Okunma 1210 kez
Bu kategorideki diğerleri: « İ’TİKÂF