Cumartesi, 06 Şubat 2021 18:20

İNSAN - NÂS

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

İNSAN - NÂS


- 323 -
Kavram no 96
Nimet 12
Bk. Hilâfet-Halife; Halk/Yaratma; Kadın
İNSAN - NÂS
• Nâs ve İnsan Kelimelerinin Anlam ve Mâhiyeti
• İnsanın İki Yönü
• İnsanın Bazı Temel Özellikleri
• Kur’ân-ı Kerim’de İnsan
• a-) İnsanın olumlu özellikleri
• b-) İnsanın olumsuz özellikleri
• İnsan İle Diğer Canlılar Arasındaki Farklar
• İnsanın Menşei (Oluşumu) Meselesi
• Kur’an’da İnsanın Yaratılması ve Halifeliği
• İnsanın Yaratılışı
• İnsanın Yaratılış Gayesi
• İnsanın Konumu ve Görevi
• İnsan Ölünce Ne Olacak?
• Akide Yönünden İnsanlar
• İnsanın değer ve üstünlüğü
• Haklar, Görevleri; Nimetler de Sorumlulukları Doğurur
"Ey nâs (ey insanlar)! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibâdet/kulluk edin. Umulur ki, böylece korunmuş (Allah'ın azâbından kendinizi kurtarmış) olursunuz." 1246
Nâs ve İnsan Kelimelerinin Anlam ve Mâhiyeti
"Nâs" insan kelimesinin çoğuludur, insanlar, halk demektir. Kur’ân-ı Kerim'de 240 yerde geçer. "İnsan" ve aynı anlamdaki ins ve ünâs sözcükleri de 88 âyette geçer. İnsan kelimesinin sözlük anlamına gelince; İnsan kelimesinin, kendinden türediği kök olarak iki sözcükden bahsedilir; bunlardan biri üns kelimesidir. Üns, ünsiyet, yakınlık demektir. Bu “yakınlık, yaklaşma duygusu” bir yandan hemcinsleriyle bir arada yaşama durumunda olan insanın başka insanlara karşı yakınlığını, bir yandan da Allah’a bütün varlıkların üstünde olan yakınlığını ifade eder. İnsan kelimesinin, bir de nesy = unutmak fiilinden geldiği söylenir. Bu durumda insan, unutkan demektir. Kur’an’da insandan (Âdem) söz edilirken, “Andolsun, önceden Âdem’e ahid verdik de unuttu ve onu azim sahibi bulmadık.”1247 buyrulur.
“İnsan kimdir? Nasıl bir varlıktır? Yeryüzüne nereden gelmiştir? İnsan nereye doğru gidiyor? İnsanın bu dünyada görev ve sorumlulukları var mıdır, varsa nelerdir?” gibi sorular insan aklını meşgul eden sorulardır. Felsefî akımlar, izmler, dünya görüşleri bu sorulara cevap vermek zorunda kalmışlar, her biri filin
1246] 2/Bakara, 21
1247] 20/Tâhâ, 115
- 324 -
KUR’AN KAVRAMLARI
tümünü değil; bir tarafını görebilmişlerdir.
Şüphesiz insan kendisinin nasıl bir varlık olduğunun cevabını verdiğinde aynı zamanda inancını da seçmiş olmaktadır.
Her şeyde dengeyi esas alan İslâm dini insanı tarif ederken de dengeyi esas almıştır. İslâm inancına göre insan; beden ve ruhtan oluşan, düşünen, şuurlu, iman ve ilim sahibi bir varlıktır. İnsan, Allah'ın yeryüzüne lutfettiği, üstün yapıcı yeteneklere sahip, fakat organik ve biyolojik yapı bakımından zayıf olan bir varlıktır.
İnsanın İki Yönü
İnsanla ilgili olarak, beşer ve Âdem kelimeleri Kur’an’da sık sık kullanılan iki kavramdır. Kur’ân-ı Kerim’de, İblis’in Âdem’e secde etmeyi reddetmesi üzerine, Allah’ın ona şöyle dediği anlatılır: “İki elimle yarattığım şeye seni secde etmekten alıkoyan nedir?”1248 Bu âyet-i kerimede Allah'ın "iki elimle yarattım" demesi, insanın yapısındaki iki temel yi açıklamaktadır. Kur’an’da yalnızca insanla ilgili olarak böyle bir ifade kullanılır ki, bu ifade, insanın Âdemiyet ve beşeriyet yanlarını ortaya koyar. Âdemiyet yapısı, insanın ruh yapısı, manevî tarafı, melekî tarafıdır. Beşeriyet yapısı ise, insanın dış yapısını, toprak yönünü, hayvanî tarafını, fizikî özelliklerini ifade eder.
Müşrikler, insanı sadece bir beşer olarak kabul etmeye ve yalnız zâhirî nitelikleriyle ele almaya meyillidirler. Günümüzde de Batı kültür ve uygarlığı, insanı hayvanlardan bir hayvan ve yeme, içme, uyuma ve nefsî arzulara ihtiyaçtan ibaret bir varlık olarak değerlendirir. Hâlbuki insan, yalnız beşerî yönüyle değil; rûhî, mânevî yönüyle de insandır. İnsanın hayvanlardan farkı ve üstünlüğü, gerçek anlamda Âdemiyyet yönüyledir. Âdemiyyet, insanın tefekkür ve irâde sahibi olma özelliğini belirtir. Bu Âdemiyyet vasfına sahip olan insanın önünde melekler secdeye kapanmıştır: “Bir zaman Rabbın meleklere, “muhakkak ben kupkuru çamurdan, düzen verilmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım; onu tesviye edip içine ruhumdan üflediğimde hemen ona secdeye kapanın.”demişti.”1249; “Sonra onu tesviye etti, ona kendi ruhundan üfledi ve sizin için sem’a, besar ve fuadlar kıldı (görme, işitme ve akletme gücü verdi)."1250
Bu konudaki âyetlere dikkat edildiğinde açıkça görülür ki, meleklerin secde ettiği beşer değil; Âdem’dir. Âdem, bu noktada bütün insanlığın temsilcisidir ve yalnızca birey olarak Hz. Âdem değildir. Burada Âdem, insandaki Âdemiyet yanının temsilcisidir. Âdem kelimesi, “iç, iç yüzey, iç katman” anlamında “edim” kelimesinden gelir. Allah’ın emriyle meleklerin, Âdem’in önünde secde etmelerinin nedeni, Âdem’e isimlerin öğretilmesi olduğu anlaşılabilir.1251
İsimler, ruhun leri, bilginin nurani güçleridir. İşte, insanın Âdemiyet yanı, onun ışıl ışıl bir ruha, dolayısıyla gözleri iyi gören ve kulağı iyi duyan apaydınlık bir kalbe sahip olup, şeytanın aldatmalarından uzak durması yanıdır. Bu hal, insanın kâmil halidir; yani Âdem insan-ı kâmildir. İnsanın bu hali yitirişinden sonra
1248] 38/Sâd, 75
1249] 15/Hicr, 28-29
1250] 32/Secde, 9
1251] Bk. 2/Bakara, 30
İNSAN - NÂS
- 325 -
yeryüzündeki hayatı ve mücadelesi bu halini yeniden kazanmaya yöneliktir.
Âdemî yön, Türkçe’de Âdem olmak anlamında “adam olmak” deyimiyle ifade olunur. İnsan, beşerî özellikleriyle bir yere gelebilir, ama adam olmak daha başka vasıflar ister. “Oğlum, ben sana vali olamazsın demedim ki, adam olamazsın dedim. Sen de adam olamadığını isbat ettin.” diye kıssada geçen oğlu adam olamayan adamın ifâdesinde belirtildiği gibi; Adam olmak, Âdem gibi olmak, Âdemî yönü ağır basmak demektir.
Fakat, insan hem Âdemî, hem de beşerî yönden oluşan bir varlıktır. İşte, onun Allah’ın iki eliyle yaratılmış olması, bu gerçeğin ifadesidir. Bu durum, konunun başında anlamlarını verdiğimiz insan kelimesinin içeriklerinde de görülür.
Eski Yunan'dan (belki daha eski zamandan) beri câhiliyye bakış açısının çarpıklığından dolayı insanın sadece maddî/beşerî yönü öne çıkarılmıştır. Heykel, atletik vücutlar, jimnastiğe aşırı önem verilmesi vb. bu anlayışın ürünüdür. Günümüzde kısmî farklılıklar olsa da, insana bakış yine câhiliyyenin çarpık gözlüğünden değerlendirilir: Şişmanlık, en büyük derttir; özellikle kadınlar için. Bir taraftan çeşitli gıda ürünleri reklâmlanıp teşvik edilirken, diğer yönden zayıflık çok modadır. Teknolojik kolaylıklar insanı hareketsiz bıraktığından çağın handikapıdır kilo almak. Zayıflama için spor âletleri ve diğer araçlar büyük bir sektör oluşturmuştur. Zayıflatma sektörü yanında güzellik salonları, makyaj malzemeleri, sâhil turizmi, deniz ve güneşte yanıp bronzlaşmanın önemi ve vücut ölçüleri... Deri güzelliğidir istenen; dükkânın vitrinidir istenen, isterse dükkânın içi tümüyle boş olsun. Kaporta önemlidir bu anlayışa göre, motorsa önemsizdir, olmasa da olur, bozuk olsa da. Beşerî yön Âdemî yönü ezmiştir tümüyle. "Ye kürküm ye!" mantığıdır topluma hâkim olan. Artık Anadolu köylerine de girmeye başlamıştır kuaförler, güzellik salonları. Başörtüsü, bu güzel(!) görüntüyü bozduğu için kötüdür, suçtur. Batılılık ve modernlik dış demektir, görüntü demektir, gardırop demektir, ta II. Mahmut'tan beri. Devrimlerin en önemlileri de kılık kıyafete, şapkaya, yazıya, takvime, metre ve grama yönelik olanlardır ki tüm bunlar da görünümdür, dışı cilâlamaktır, hasta adama sağlıklı kadın makyajı yapmaktır. Özellikle kadın cinselliği öne çıkacaktır, manevî yönünü görmezden gelip insanı beşerî/hayvanî özellikleriyle tanımlamada...
Câhiliyye, insanı maddesiyle değerlendirirken, rasüllerin/tebliğcilerin kendileri gibi beşer olmasını kabullenemez ve melek peygamber, beşer olmayan elçi ister. Arap müşriklerinin bu tavrı günümüz câhiliyyesinde de yerini korumuştur. Hoca ve hacıların beşerî özelliklerden, dünyevî faâliyetlerden el etek çekmesi, râhip hayatı yaşaması istenir; melek hocadır istenen, inzivâya çekilen hacıdır beklenen. Kendilerine birazcık benzeyip ufak tefek hata işleyen hoca, onların gözünde şeytandır artık. Çünkü onun beşer olmaya hakkı yoktur, melek gibi yaşamalıdır. Melek gibi yaşamıyorsa o zaman şeytandır, bu anlayışa göre...
İşte, topraktan yaratılan insanın beşeriyet yanı, Kur’an’ın ifadesiyle “unutkanlığının, nankörlüğünün, aceleciliğinin, haklı-haksız tartışmayı pek sevmesinin, bilgisizliğinin, zâlimliğinin ve zayıflığının sembolüdür. Bu olumsuz nitelikleri bastıracak olan da, insanın âdemiyet yanıdır, mânevî duyularıdır, kalbidir. İnsan, sadece beşer olarak kalmamalı, beşeriyetini Âdemiyetinin emrine vererek, ilk yetkin halini kazanmaya çalışmalıdır. Kur’an’da yetkin hale ahsen-i takvim (en güzel kıvam, en güzel yaratılış) denirken; insanın bu yetkinlikten bütünüyle
- 326 -
KUR’AN KAVRAMLARI
uzaklaşmış ve hayvanlaşmış, beşeriyete yuvarlanmış haline de “esfel-i safilin” (alçakların alçağı) denir.1252
İşte, insanlar da, kendilerini yalnızca beşer olarak görmeden, beşeriyet ve âdemiyetten oluşan bir varlık olduklarını unutmadan, şeytanın adımları ardınca gitmezler ve her sürçtüklerinde tevbe ederlerse, meleklerin önlerinde secde ettiği Âdem halini alır, unutkan insandan; kâmil mü’min insan olma durumuna ulaşabilirler.1253
İnsanın beden ve ruhtan oluştuğunu belirttik. Bedenin aslı topraktır. Kur’an’ın açıkladığı bu gerçeği, modern ilimler tasdik ve teyid edip doğrulamaktadır. Kimyasal analizler, tahliller toprakta bulunan madenlerin, elementlerin insanda da bulunduğunu göstermektedir.
İnsanın ruhu ise, görünmeyen, manevî yönünü oluşturur. İnsanın ruhu olduğu aşikârdır. Bu gerçek, ölüm halinde özellikle kendini ortaya koyar. Diri ile ölü arasındaki fark, diride ruhun bulunması, ölü bedende ise bulunmamasıdır. Uyku da küçük bir ölüm gibidir. Uyku halinde ruhun insanı bir an için terkedişi de, ruhun varlığıyla ilgili bize kesin bilgi verir.1254
Ruhçuluk (spiritüalizm) de yanlıştır. İnsanı yine diğer yarımıyla tanımlamadır. İnsanı sadece maddî yönüyle beşer olarak tanımlamak ifrat ise, bu da tefrittir. Bedeni reddetmek, Hint ve doğu mistisizminde önemli olabilir. Nirvanaya ulaşmak için Hint fakiri ateşte yürür, çivili yatakta yatar, çarmıha gerilir, aç-susuz yaşar, inzivâya çekilir. Tasavvuf da etkilenmemiş değildir bu anlayıştan ve nefsi (maddeyi, arzuyu temsil eden duyguyu) öldürmek ve tek yönlü insan olmaktır bu değerlendirmede egemen olan. Bedenî zevkleri, nefsi çirkin görüp dünyayı leş sayan, sosyal hayatı zâlim ve kâfirlere bırakan, bir lokma bir hırka anlayışı... Dövene elsiz, sövene dilsiz olma gereği duyma, tahrif edilmiş hıristiyanlıktaki bir yüzüne tokat vurulursa diğer yüzünü çevirme tavsiyesi... Zâlim yöneticilerin de dolaylı teşviği var mıdır bilinmez bu anlayışta, ama en azından şikâyetçi olmadığı, hatta ezilmeyi kabul eden insanları yönetmenin rahatlığını duydukları yadsınamaz. Hâlbuki İslâm'ın ölçüsü bellidir. "Nefsinin de senin üzerinde hakkı var." Devamlı oruç tutmak isteyen, evlenmeyip hadım olmayı arzulayanları kınayan ve bunu reddeden bir dindir, orta yol, vasat ümmet, aşırılıklardan uzak fıtrat dini.
İnsan bedeniyle hareket eder ve algılar. Ruhuyla idrâk eder, düşünür, bilir, sever, nefret eder, sevinç ve üzüntü duyar. İnsanın bütün iç dünyası, manevî, görünmeyen âleminin faaliyetleri ruhun faaliyetleridir. Ruh, Allah’ın sırlarından, gizliliklerindendir. İnsanın onun esrarına vakıf olması mümkün değildir. Ruh Allah’ın katındandır. Onun hakkında insana verilen bilgi pek azdır.1255
Din ve akıl, ruhun varlığını açıkça ortaya koydukları halde; her gerçeği inkâr edenler olduğu gibi, ruh gerçeğini inkâr edenler de olmuş ve olacaktır. Bu inkârın temelinde, görünmeyen, mahiyeti bilinmeyen varlığı kabul etmeme düşüncesi yatmaktadır. Bilimi putlaştıran determinizm, lâboratuarcı bilimselcilik, materyalizm ve komünizmin ruhu ve maneviyatı inkâr etmedeki büyük
1252] Bk.95/Tîn, 4-5
1253] Ali Ünal, Kur'an'da Temel Kavramlar, Kırkambar Y., s. 243-244
1254] Bk. 39/Zümer, 42
1255] Bk. 17/İsrâ, 85
İNSAN - NÂS
- 327 -
çabalarını câhiliyye ve şirk tarihi unutmayacaktır.
İnsan kompleksini oluşturan beden ve ruh unsurlarının kendilerine has birtakım ihtiyaçları vardır. İnsan bunları elde etmek için gayret sarfeder. Maddî unsur (beden), yeme, içme, uyuma, nefes alıp verme gibi maddî ihtiyaçlarını gideremediği zaman rahatsız olduğu gibi; manevî unsur olan ruh da ihtiyaçlarını gideremeyince muzdarip olmaktadır. Ruhun ihtiyaçları, Rabbini zikredip ibâdet etmek, kendisinden geldiği İlâhî mercîye doğru yol almak ve O’na yakınlaşmak için gerekli çabayı göstermek gibi ruhî gıdalardır. Her iki unsurun ihtiyaçları ve beslendikleri gıdalar birbirlerinden tamamen ayrıdır. Ruhi gıdalar olan zikir ve ibâdetler yalnız başına bedeni besleyip ayakta tutamadığı gibi, bedenin ihtiyaçları olan maddî gıdalar ve zevkler de hiç bir zaman ruhu sağlıklı bir ortamda tutamaz, onu mutlu ve huzurlu edemez. “İyi bilin ki kalpler, ancak Allah’ı zikretmekle yatışır, huzur ve rahat bulur.”1256 Huzur, mutluluk, mutmainlik/tatmin duygusu maddî bir şey değil; mânevîdir; gıdası da mânevî olacaktır.
Allah insana, hem fücuru (günah ve kötülüğe meyli), hem takvayı (günahlardan korunmayı) ilham ettiği için insan, bir taraftan melek tabiatına, bir taraftan da hayvan tabiatına sahiptir. ama İslâm fıtratı ile yaratıldığından, akıl, vicdan ve güzele meyil gibi nimetlerle donatıldığından ve Allah’ın Kitap, peygamber, hidâyet gibi lütuflarından dolayı hayra meyli önceliklidir. İnsan, kendi fıtratının özelliklerini muhafaza ederek, Rabbini zikredip ibâdet ederse, meleklerden olan üstünlüğünü korumuş olur. Ama melek tabiatını kaybedip yalnız maddî ihtiyaçlarını tatmin etmeyi düşünürse, hayvanlar seviyesinde bir mahluk olur: “Kâfir olanlar zevklenirler, hayvanların yediği gibi yerler. Sonunda onların barınağı ateştir.”1257 Yani, beşerî/hayvanî ihtiyaçların alabildiğine tatmini yanında; ruhî gıda ve çözümlerin tümüyle ihmali. İnsanı insan yapan esas unsurun teoride ve daha önemlisi pratikte reddedilmesinin sonucunun da hayvanlaşmak olacağı doğaldır.
İnsan ve onun duyguları zaman ve mekânla sınırlıdır. Zaman ve mekân dışı şeyleri olduğu gibi algılayabilmekten uzaktır. Hatta insan çoğu kez zamanın ve mekânın içindeki birçok şeyden bile haberdar olamamaktadır. Dahası, kendi benliğinin sırlarını dahi henüz tam çözebilmiş değildir.
İnsan bağımlıdır. Anasına, çevresine, toprağa, dünyaya ve âhirete olan bağlarıyla birlikte doğar. Doğmasındaki dahli ne kadarsa, ölmesindeki dahli de o kadardır. Ne doğuşuna kendisi karar verebilir, ne ölümüne ve ne de doğumdan ölüme kadarki gelişim ve değişim sürecine... Bütün bunlar, kendisi dışındaki bir karar merkezinde belirlenip icra edilir. Onun, hayatın değişmez yasaları dediğimiz bu “İlâhî kanunlara” uymaktan başka yapacağı pek bir şey yoktur. Kaderin bilinmeyen câzibesi, esrârengiz ve sırlı gelecek, meçhuller, heyecanlar hayatın tadıdır. Sıkıcı değil; makine ve bilgisayar değil; hârika bir canlıdır insan...
İnsan muhtaçtır. Yardıma, bakıma, besine, suya, insana, anaya, babaya, toprağa, göğe, sevgiye, terbiyeye, bilgiye, görgüye, çevreye ve daha birçok şeye... O, bu ihtiyaçlarından bazılarına daha doğar doğmaz, bazılarına da doğal gelişimini tamamladıkça gereksinim duyar. Çünkü insan, değişerek gelişebilen bir varlıktır.
1256] 13/Ra’d, 28
1257] 47/Muhammed, 12
- 328 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Âcizlik; sosyalliği, yani birbirine ihtiyaç duyma ve yardımlaşmayı, zayıflık da; kulluğu, yani Allah'a kesin muhtaçlığı ve O'na ibâdeti meydana çıkaracaktır. Bu ihtiyaçlar, bir yönüyle zayıflığın, diğer yönüyle huzur ve faziletin göstergesidir.
İnsanın diğer canlılarla ortak yönleri vardır. Görünebilen tüm canlılar: Beslenirler, hücrelerden oluşmuşlardır, hareketlidirler, büyürler, çoğalırlar, solunum ve boşaltım yaparlar. Aynı yaratıcının aynı kanunlarına muhataptırlar. Yaratıcı ve Rableri aynı, hepsi O'nun kullarıdır.
Bütün bu özellikler canlıların “hayvan”lık boyutudur. Zaten insanı “insan” yapan özellikler de bunlardan hiçbiri değildir. O, insan olmayı hayvanlarla paylaştığı bu özelliklerinden dolayı hak etmemiştir. Yeryüzünde halifelik için, diğer canlıların kendisine hizmet etmelerini gerektiren farklılık olmalıdır. Zahmet olmalı ki rahmet olsun.
İnsan, “insan” olma özelliğini, “iman” etme özelliği dolayısıyla kazanmıştır. Çünkü insan, akıl ve kalp sahibidir. Hayvanların akılları ve gönülleri olmadığından iman etmekle yükümlü değildir hayvanlar. (Ama Allah'a isyan da etmezler; kendi yapılarınca kulluk yaparlar, Allah'a ibâdet ve itaatten de çıkmazlar.) İşte, yukarıda sayılan maddelerden insana özgü olan ve insanı hayvandan ayıran en büyüğü imandır. İmandır, çünkü insan, gücü sınırlı, bağımlı ve muhtaç bir varlıktır. Kendinden daha güçlü olan, kendisi gibi bağımlı ve muhtaç olmayan birinin yardımı olmadan yaşayamaz. Güçsüzlüğünü, bağımlılığını ve muhtaç oluşunu her farkedişte bağlanacak, inanacak, güvenecek, sığınacak, tutunacak ve barınacak birini arar.
İnsanı hayvandan ayıran diğer önemli özellik ise ilimdir. İman ve ilim sayesinde insan, kendi hür irâdesiyle Allah’a kulluk yaparak en güzel biçimdeki yaratılışına uygun bir hayat yaşayabilir. İman, ilim ve ibâdetten uzak insan ise varlıkların en âdisi olur.1258
İnsanın Bazı Temel Özellikleri
1) İnsan bilinçli bir varlıktır: İnsan öz varlığının bilincinde olan bir varlıktır. Yani kendi yaratılışını, kâinatın niteliğini, kendisi ile kâinat arasındaki ilişkinin nasıl olduğu ve nasıl olması gerektiğinin bilincine sahiptir.
2) İnsan seçme yeteneğine sahip tek varlıktır: İnsan tabiata karşı, maddî ve ruhî isteklerine karşı, üzerinde egemen olan İlâhî ve beşerî otoriteye karşı gelebilecek kabiliyettedir. Meselâ; İnsan kendini sevme ve tehlikeden koruma içgüdüsüne karşı gelip intihar edebilir. Kendi varlığını hiçe sayıp başkası veya inandığı değerler uğruna fedakârlık yapabilir, hayatını bile feda edebilir. Lüks içinde ve rahat bir ortamda yaşama imkânı varken, bunlardan kaçınıp mütevazı yaşamayı seçebilir. Tüm bunlar insanın seçebilen bir varlık olduğunu gösterir.
3) İnsan üretme (icat etme) yapar: En küçük şekillerden dev sanayi ürünlerine, güzel sanatlardan mimariye kadar pek çok yeni şeyler meydana getirir.
4) İnsan meraklı bir varlıktır: İnsanlar canlılar içinde en meraklı yaratıklardır; hatta tek meraklı varlıktır diyebiliriz. Çünkü hayvanların herhangi bir şeye yönelmeleri meraklarından değil içgüdülerinden kaynaklanır. Oysa insan, merakı
1258] Bk. 17/İsrâ, 70; 51/Zâriyât, 56; 95/Tin, 4-5; 47/Muhammed, 12; 7/A’râf, 179
İNSAN - NÂS
- 329 -
sayesinde tabiatı ve kendisini keşfeder. Bu gün ulaşılan teknolojik gelişmenin ve sosyal bilimlerin temeli insanın tabiatı ve kendisini merak etmesine dayanır.
Kur’ân-ı Kerim’de İnsan
Kur’ân-ı Kerim'de 240 yerde zikredilen nâs (insanlar) kelimesi yanında; insan kelimesi 65 yerde, ins kelimesi 18 ve ünâs kelimesi de 5 âyette geçer. İnsanlar anlamında olan “ins” kelimesi ise 18 yerde zikredilir. Yine insan anlamında abd ve ıbâd kelimeleri 130; beşer 37 yerde, benî Âdem ifadesi de 7 âyette geçer. Kur’ân-ı Kerim, insanlara gönderilen bir kitaptır. Kur’an’ın ekseninde insan vardır. Her âyet insanla ilgilidir. İnsanı en iyi tanıyan onun yaratıcısı olduğundan, kullanım kılavuzu şeklinde, insanın nasıl yaşaması gerektiği o kitapta öğretilir. İnsanın nasıl bir varlık olduğu, yaratıcı tarafından tanımlanır.
Kur'an'da insanın doğrudan bir tanımı yapılmamış, farklı yerlerde, değişik özelliklerine temas edilmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de insan gerçeği şöyle açıklanır:
a-) İnsanın olumlu özellikleri
1- İnsan, yeryüzünde halifedir.1259
2- İnsan, çok büyük bir ilmî kapasiteye sahiptir. Çünkü Allah, ona kendi ilminden öğretti. Melek olsun, diğer varlıklar olsun ona öğretilen ilimde, yani eşyanın mahiyetini bilmekte ona erişemezler.1260
3- İnsan, Allah’ı tanıma kabiliyetini fıtratında taşır. Bunun için küfür ve inkâr, insanın fıtrî tabiatından bir sapmadır.1261
4- İnsanın özünde, hayvanda ve bitkide bulunmayan büyük bir güç vardır. İnsan, hem maddedir, hem de mana; hem cisimdir, hem de ruh.1262
5- İnsan, halife olduğu gibi, Allah’ın emanetini de taşır. O ölçüde sorumludur. O, yeryüzünü kendi çaba ve girişimiyle imar edeceğine dair söz vermiştir.1263
6- İnsan, ahlâkî vicdana sahiptir. İyiliği ve kötülüğü seçme kabiliyetine sahip iradeli bir canlıdır. Saadeti ve şekaveti seçmede serbest bırakılmıştır.1264
7- İnsan, özünde şeref yüceliğini taşır. Allah, onu diğer varlıklara nazaran daha üstün yaratmıştır. Fakat kendi üstünlük ve şerefini sezmezse, aşağılığa ve esarete düşer.1265
8- İnsan, kendisini yaratan Allah’ı hatırlama kabiliyetine de sahiptir. Allah’ın yüce varlığını kavrar, O’na varmak için tüm diğer arzulardan vazgeçebilir.1266
9- Yeryüzündeki bütün nimetler insan için yaratılmıştır. Diğer yaratıklar onun hizmetine verilmiştir.1267
1259] Bk. 2/Bakara, 30; 6/En’âm, 165
1260] Bk. 2/Bakara, 31-33
1261] Bk. 7/A’râf, 172; 30/Rûm, 43
1262] Bk. 32/Secde, 9
1263] Bk. 33/Ahzâb, 72
1264] Bk. 91/Şems, 8-10; 76/İnsan, 3
1265] Bk. 17/İsrâ, 7, 70; 95/Tin, 4 - 5
1266] Bk. 84/İnşikak, 6; 13/Ra’d, 28
1267] Bk. 2/Bakara, 29; 45/Câsiye, 13
- 330 -
KUR’AN KAVRAMLARI
10- İnsan, Allah’a karşı sorumlu tutulmuştur. Yalnız Allah’a ibâdet eder, O’na kulluk edip emrine itaat eder.1268
11- İnsana yaratılış gayesi öğretilmiştir. Allah’ı unutursa, kendisini de unutmuş olacaktır. Allah’ı unutan insan, yeryüzünde şaşırmış bir varlık haline gelir.1269
12- İnsan, yalnız maddî meseleler için çabalayıp maddi yönünü tatmin etmez. O, Allah’ın rızasını hedeflerin en yücesi olarak seçer. Yalnız O’nun rızasını kazanmak için çabalar.1270
b-) İnsanın olumsuz özellikleri
1- İnsan, kendisini tanımazsa zâlim ve cahil kalır.1271
2- Bazen Allah’ın nimetlerini görmezlikten gelerek nankörlük yapar.1272
3- İnsan, bazen kendini yeterli zanneder ve Allah’a ihtiyaç duymadığı anlayışıyla tuğyan eder (azar, taşkınlık yapar).1273
4- İnsan, işlerinde çoğu zaman acelecidir.1274
5- İnsan, zorluklarla karşı karşıya gelince Allah’ı hatırlar. Zorluklar geçip gidince sanki hiç bir olay olmamış gibi Allah’ı unutur.1275
6- Allah’ın keremini unutarak cimrileşir.1276
7- İnsan, hırs ve ihtiraslarla donatılmış bir varlıktır.1277
8- İnsan, eğer kötülük görürse inler, sızlanır, bağırır ve yardım ister. Eğer kendisine nimet verilirse cimrileşir.1278
9- İnsan zayıf yaratılmıştır; âcizdir.1279
Görüldüğü gibi, Kur’ân-ı Kerim’e göre insanın iki ayrı cephesi vardır. Hayır ve şer tarafları. Kur’ân-ı Kerim’de sayılan iyi, üstün özellik ve kabiliyetler insanın özünde potansiyel olarak mevcuttur. İnsan, bunları açığa çıkarmak ve kuvvetlendirmekle görevlidir. İnsandaki zâlim, cahil ve nankör oluşu gibi olumsuz özellikler, insanın fıtratında var olan ve dışa yansıması kaçınılmaz nitelikler olmayıp, potansiyel olarak kendisinde bu vasıflar vardır; insan selim fıtratını bozmadıkça bunlar dışa yansımaz. Meselâ, insanın cahil ve nankör oluşu, emaneti yüklenmeyi kabul edişinden dolayı değil; emanetin gereğini yapmamasından kaynaklanmaktadır.
Ancak iman ve takva ile insandaki kötü özellikler bastırılır, güzel vasıflar ortaya
1268] Bk. 51/Zâriyât, 56
1269] Bk. 59/Haşr,19
1270] Bk. 89/Fecr, 28; 9/Tevbe, 72
1271] Bk. 33/Ahzâb, 72
1272] Bk. 22/Hac, 66
1273] Bk. 96/Alak, 6-7
1274] Bk. 17/İsrâ, 11
1275] Bk. 10/Yûnus, 12
1276] Bk. 17/İsrâ, 100
1277] Bk. 70/Meâric, 19
1278] Bk. 70/Meâric, 20 - 21
1279] Bk. 4/Nisâ, 28
İNSAN - NÂS
- 331 -
çıkar ve gelişir. Eğer iman olmazsa, bütün bu iyi kabiliyetler, nefs-i emmârenin hâkimiyetine geçer ve insan Kur’ân-ı Kerim’de beyan edilen kötülüklere esir olur. Yani insan, gerçekten iman edince insanlaşır. İmansız insanın insanlığı noksan olup ihtiraslarla, sömürücülükle, cimrilik ve kan dökücülükle insan, vahşi hayvanlardan daha da vahşileşir.
İnsan İle Diğer Canlılar Arasındaki Farklar
İnsanın bilgisi hayvana göre çok geniş; arzu, istek ve idealleri yücedir.
Hayvanlar tabiata hisleriyle, içgüdüleriyle bakar. İnsan ise, tabiatı merak eder ve hayvanlar da dâhil tüm tabiatı Allah'ın izin ve güç verdiği ölçüde denetimi altına alır.
Hayvanların tabiata ilişkin bilgileri yüzeyseldir. İnsan tabiatı incelerken varlıkların ve olayların içyüzüne inmeye, olaylar arasında ilişki kurmaya ve bunların gerisindeki gerçeği keşfetmeye çalışır.
Hayvanların istekleri ve arzuları sadece kendilerine aittir. Hayvan, içinde yaşadığı hayvan topluluğun veya tüm hayvan âleminin istekleri ve mutluluğu için değil; kendisi için yaşar. İnsan ise, önce kendisinden başlayarak ailesi, akrabası ve komşusunu düşünür; yaşadığı toplum ve tüm insanlığın mutluluğu için çalışır.
Hayvanlar tabiat şartlarının zorlaması ve hayatî tehlikelerin dışında bulundukları yerden başka bölgelere göç etmezler. İnsan ise, böyle bir zorlama olmaksızın merak eder, seyahat eder, tarihî ve turistik yerleri gezer, ülkesinin dışına çıkar, ticarî işler yapar.
Hayvanların kendi geçmişlerini, türünün veya hayvanlar âleminin geçmişini bilmediği gibi geleceği ile ilgili de hiç bir tahmini yoktur. İnsan ise, kendi geçmişini, insanlığın ve kâinatın geçmişini araştırır ve geleceği ile ilgili endişe, telaş ve umut taşır.
İnsan aklı ile hareket eder, iradesini kontrol altına alır; hayvan ise içgüdüleri ile hareket eder.
İnsan iman eder, sorumluluk yüklenir. Hayvanların böyle bir sorumluluğu yoktur.
İnsan gerek fiziksel gerek ruhî açıdan eğitime muhtaç bir varlıktır. Dünyaya geldiğinde güçsüzdür ve korunmaya muhtaçtır. Beslenme, yürüme, konuşma, kendini koruma, çevresiyle ilişki kurma gibi konularda bilgi, beceri ve yeteneği yoktur. Hayvan ise, dünyaya geldikten çok kısa bir süre sonra bu özelliklerini kullanabilecek kapasitededir.
İnsan yeteneklerini geliştirebilmesi için eğitime muhtaçtır. Hayvanlar ise, yeteneklerini doğumla beraber kazanmış olurlar. İnsanın eğitilebilir özellikleri vardır. Bunlar:
1) Zekâ: İnsanın yüksek bir zekâsı, karmaşık bir merkezî sinir sistemi vardır. İnsan düşünebilen, yargıda bulunabilen tek yaratıktır.
2) Anlatma (ifade) yeteneği: İnsan çok değişik sesler çıkarır. Bu sesleri bir araya getirerek cümleler kurar, bu cümleleri birtakım sembollerle anlatır.
- 332 -
KUR’AN KAVRAMLARI
3) Ellerinin yapısı ve vücudunun dik durması: İnsanın eli, yapısı itibarıyla her biçimde ve boyutta cismi tutma ve kullanmaya elverişlidir. İki ayağı üzerinde durması, ellerinin boş kalmasına, bu sayede üstün ve yapıcı bir varlık olmasına yarar.
4) Öğrenme ve yeni denemelerde bulunma yeteneği: İnsan daima amaçlı ya da amaçsız olarak çevresinde olup bitenleri, eşyayı dikkatle gözleme, inceleme ve değerlendirme yeteneğine sahiptir. İnsanda daima yeni şeyler üretme arzusu vardır.
İnsanın Menşei (Oluşumu) Meselesi
Hayatın ve insanın başlangıcı meselesi, bilginleri, filozofları ve her tipten nice insanı düşündüren ciddî bir meseledir. Kimileri insanı tabiatın yarattığına, kimileri hayvandan evrimleşerek türediğine inanmaktadır. Tüm vahiy kaynaklı dinlerin -ki asılları İslâm'dır- ve özel olarak İslâm dininin insanın kökeni hususundaki görüşü bellidir.
İslâm inancına göre; Allah insanı topraktan yaratmış, ona kendi ruhundan üfleyerek can vermiştir. Buna göre insan da dâhil tüm varlıklar Allah tarafından yaratılmıştır. İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem (a.s.) Allah tarafından yaratılmıştır. Bu yaratılış bir anda değil, aşama aşama gerçekleşmiştir. Şimdi bu aşamaları Kur’an ifadeleri ile açıklayalım:
Birinci aşama, toprak (türab); “Allah sizi topraktan yarattı...”1280
İkinci aşama, çamur (tıyn) ; “O Allah ki sizi çamurdan yarattı...”1281
Üçüncü aşama, çamurun özü (min sülâletin min tıyn); “Andolsun ki, biz insanı çamurun özünden yarattık...”1282
Dördüncü aşama, yapışkan çamur (tıyn-in lâzib); “Şüphesiz biz onları yapışkan çamurdan yarattık...”1283
Beşinci aşama, şekillenmiş kara balçık (hame-in mesnûn); “Andolsun ki, biz insanı kuru çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattık.”1284
Altıncı aşama, kuru çamur (salsâl); “İnsanı ateşte pişmiş gibi kuru çamurdan yarattık.”1285
Yedinci aşama, insan şekline koyma ve ruh verme; “Onu (Âdem’i) düzenleyip insan şekline koyduğum zaman ona ruhumdan üfledim.”1286
Kur’an’da İnsanın Yaratılması ve Halifeliği
“Hani Rabbin meleklere 'Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım' demişti. Onlar da: 'Orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz Seni
1280] 35/Fâtır, 11
1281] 6/En’âm, 2
1282] 23/Mü’minûn, 12
1283] 37/Sâfât, 11
1284] 15/Hicr, 26
1285] 55/Rahmân, 14
1286] 15/Hicr, 29
İNSAN - NÂS
- 333 -
överek yüceltiyor ve Seni devamlı takdis ediyoruz' dediler; Allah: 'Ben şüphesiz sizin bilmediklerinizi bilirim' dedi.
Ve Âdem'e bütün isimleri öğretti, sonra eşyayı meleklere gösterdi. 'Eğer sözünüzde samimi iseniz bunların isimlerini bana söyleyin' dedi.
Cevap verdiler: 'Sen münezzehsin, Senin öğrettiğinden başka bizim bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz Sen hem bilensin, hem hakîmsin'.
Allah: 'Ey Âdem, onlara isimlerini söyle' dedi, Âdem isimlerini söyleyince, Allah: 'Ben gökler ve yerde görünmeyeni biliyorum, sizin açıkladığınızı ve gizlemekte olduğunuzu da bilirim, diye size söylememiş miydim?' dedi.
Meleklere: 'Âdem'e secde edin' demiştik, İblis müstesna hepsi secde ettiler, o ise kaçındı, büyüklük tasladı ve inkâr edenlerden oldu.”1287
“Andolsun ki, sizi yarattık, sonra şekil verdik, sonra meleklere, 'Âdem'e secde edin' dedik; İblis'ten başka hepsi secde etti, o secde edenlerden olmadı.”1288
“Andolsun ki, insanı kuru balçıktan, işlenebilen kara topraktan yarattık. Cinleri de, daha önce dumansız ateşten yarattık. Rabbin meleklere: 'Ben, balçıktan, işlenebilen kara topraktan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan üflediğimde ona secdeye kapanın' demişti.”1289
Bu ve benzeri âyetlerden yola çıkarak Hz. Âdem’in şahsında insan olmanın meziyetlerinin şunlar olduğunu söyleyebiliriz:
a- Allah, insanı yeryüzünün halifesi (temsilcisi) yapmıştır.
b- Ona ruhundan üflemiştir.
c- Tüm eşyanın isimlerini ona öğretmiştir.
d- Melekler ona secde etmiştir.
İnsanın Yaratılışı
Allah’a inanmadıkları için, insanın Allah tarafından yaratıldığını da kabul etmeyen maddeciler, insanın tabiattan geldiğini, yani insanı tabiatın yarattığını iddia ederler. Kör ve şuursuz bir tabiatın nasıl yaratıcı olabileceğini izah edemeseler de, hiç değilse kendilerini kandırmak için bir yaratıcı bulma ihtiyacıyla, tabiata yaratmada yardımcı olarak tesadüfü de ortaya atarlar. Tabiat ve tesadüfün yaratıcı olamayacağını anlamak için aslında çok zeki olmaya bile gerek yoktur. Zaten aklı başında hiç kimse, bu iddialara meyletmez.
Maddecilerin “nereden geldik?” sorusuna cevap olarak, maymundan geldikleri şeklindeki bir başka iddiaları ise, değil insanların; kargaların (hatta maymunların) bile güleceği bir uydurmadır. Domates tohumundan biberin, patlıcandan karpuzun, nohuttan mercimeğin olmadığı gibi, köpekten de koyun sürüsü, maymundan da insan nesli türeyemez. İnsanın maymundan türediğini savunanlar, insanın kendisini tanımasına engel olarak ona hükmetmeyi hedeflemişlerdir. İnsan maymundan türediyse, maymunu kim yarattı? Maymun başka varlıklardan
1287] 2/Bakara, 30-34
1288] 7/A’râf, 11
1289] 15/Hıcr, 26-29
- 334 -
KUR’AN KAVRAMLARI
türediyse onları kim yarattı? Onları yaratan Allah, insanı yaratamaz mı? İnsan maymundan türediyse bugün maymun olarak yaşayan hayvanlar niye insan olamadılar?
Bu maddecilere göre, şans tarihte sadece bir tek maymuna gülmüş ve o, maymunluktan kurtularak, onun nesli insan olarak devam etmiştir. Diğer maymunların suçu neydi de bir türlü evrimleşerek maymunluktan kurtulup insan olamadılar? Aslında bu iddiayı savunup hayvanlaşanlar, kendi seviyelerini yükseltip hayvanlara eş olmaya çalışıyorlar. Allah (c.c.), insanda bulunan melek ve Âdemiyet tabiatının özelliklerini kaybettiklerinden böyleleri için şöyle buyurmaktadır: “Onlar hayvan gibidir, hatta hayvandan daha aşağıdırlar.”1290 Bu âyetin ifadesi, inanmasalar bile tecelli ediyor ve inançsızlar itiraf ediyorlar; "biz Âdemoğlu adam değil; maymun çocuğuyuz, "hayvan oğlu hayvanız" demek istiyorlar. Maymun gibi maskaralık yapıyorlar. Bırakın bunlar, peygamber çocuğu olmaya lâyık olmadıkları için Âdemoğlu olduklarını kabul etmesin, hayvan çocuğu olsunlar. Bizim aslımız da nesebimiz de bellidir; atamız Âdem, ata yurdumuz ve ana vatanımız da cennettir.
“Muhakkak ki biz insanı en güzel şekilde yarattık.”1291 İman ve akıl gibi özelliklerle hayvandan çok farklı olan insanın, temel manevî özelliklerini görmezden gelerek insanı (daha doğrusu kendilerini) hayvan diye tanımlayanlar vardır. Bunlar, insana insandan bir ata yakıştıramadıkları gibi, insanı konuşan hayvan, düşünen hayvan gibi hayvan olarak da ifade etmek isterler. Bu yaklaşım, insanı sömürmek, istedikleri gibi gütmek için onu hayvanlaştırmak, sürüleştirmek ihtiyacından kaynaklanmıştır.
Mü’minler, “nereden geldin?” sorusuna cevap olarak, İlâhî vahyin haber verdiği şekilde, Allah’tan geldiklerini, yani evreni ve içindeki her şeyi olduğu gibi, kendilerini de Allah’ın yarattığını belirtirler. Bütün müslümanlar, Hz. Âdem’in Allah tarafından topraktan yaratıldığına; diğer bütün insanların da Hz. Âdem ve onun hanımı Hz. Havva’dan çoğaldıklarına inanmak mecburiyetindedirler. “Ey insanlar! Sizleri bir tek kişiden (Âdem’den) yaratan, ondan da eşini (Havva’yı) vücuda getirerek, ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun.”1292
İnsanın Yaratılış Gayesi
Maddecilere göre insan, dünyaya gelir, her canlı gibi yer, içer, nefsî arzularını yerine getirir ve sonra toprağa karışır gider. Yani, insan yaşamak için yaşar. Basit dünyevî hedeflerin ötesinde bir yaratılış amacı yoktur. O, ot gibi yaşayıp gideceğini, sonra ot gibi kuruyup yok olacağını zanneder.
İslâm’a göre, insanın yaratılış gayesini Allah (c.c.) belirlemektedir: “Ben cinleri ve insanları sadece bana ibâdet etsinler diye yarattım.”1293; “Sizi boşuna yarattığımızı ve gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?”1294
İnsan, yalnız yemek, içmek, gezmek tozmak için yaratılsaydı insanın herhangi
1290] 7/A’râf, 179
1291] 95/Tîn, 4
1292] 4/Nisâ, 1
1293] 51/Zâriyât, 56
1294] 23/Mü’minûn, 115
İNSAN - NÂS
- 335 -
bir hayvandan farkı olmazdı. İnsan boş yere yaratılmamış ve başıboş bırakılmamıştır. O, bir görevi yerine getirmek için yeryüzüne gönderilmiştir. Kendisi gibi herhangi bir yaratığa kul, köle olmak için değil; yaratanını tanımak ve O’na ibâdet etmek, dünyada Allah’ın hükmünü hâkim kılmak, buna karşı çıkan engelleyici güçleri (fitneyi) bertaraf etmek suretiyle halifelik görevini yürütmek için yaratılmıştır. İnsan, nefsi için değil; Allah’a ibâdet etmek için, şu fâni dünya için değil; ebedî hayat için yaratılmıştır. Allah'a ibâdet için yaratılan insan, bu kulluğunun karşılığını hem dünyada hem âhirette alacaktır. Allah'ın emirlerine itaat, dünya ve âhiret mutluluğuna sebeptir.
İnsanın yaratılış sebeplerinden biri, en geniş anlamıyla yeryüzü yönetiminden sorumlu olmaktır. Halife olmanın anlamı budur. O halde insan, kendi toplumuna huzur ve adâleti hâkim kılma görevinin yanı sıra, yeryüzünde yaşayan diğer canlıların hayatlarını devam ettirmelerinden, yeryüzündeki bitki örtüsünden, çevreden ve benzeri şeylerden de sorumludur. Aslında bu görevi de, Allah'a ibâdet görevinin çerçevesi içinde görülmelidir. Çünkü namaz, oruç, zekât gibi şekli belirlenmiş ibâdetler ve helal-haram gibi konularda Allah'a karşı görevini yerine getiren insanın, dünya hayatıyla ilgili çabaları da ibâdet kapsamı içerisine girmektedir. Belirlenmiş ibâdetlerini yerine getirmeyen, ahlâkî kurallara riâyet etmeyen kimsenin, dünyayı imar görevini yerine getirmesi ise, kendisine manevî alanda herhangi bir değer kazandırmaz. Böylesi insanların hayvanlardan farkı yoktur. Çünkü hayvanlar da fesat çıkarmayıp yeryüzünün îmârına hizmet ederler.
Allah'ın emirlerini yerine getiren kimsenin, dünya hayatıyla ilgili çabalarının da ibâdet olarak görülmesi, din-dünya ayırımını ve dine ait olan ile dünyaya ait olan gibi bir bölünmeyi de ortadan kaldırmaktadır. Laiklik demek olan böyle bir ayrım, insan şahsiyetini de parçalar; kişiliğinde birtakım bozukluklara sebep olur. Dünya hayatı, âhiret hayatının bir mukaddimesidir ve onunla sıkı sıkıya bağlıdır. Böyle bir bakış açısı, dünya hayatını olması gereken konuma oturtmuş olur. Bu takdirde dünya hayatı, aşağılık ve çirkef bir hayat değil; âhiret mutluluğunun kazanıldığı bir yerdir; kaçınılmaz bir aşamadır.
İbadetler, Allah'ın onlara ihtiyaç duymasından dolayı değildir. Bilakis fert ve toplum olarak, insanın kendisinin onlara ihtiyaç duymasından; fert ve toplum olarak hayatının düzene girmesi içindir. Mesela, belirlenmiş ibâdetlerin başında gelen namaz, insanın kötülüklerden alıkonmasını sağlar; en azından bu hedefe yardımcı olur. Oruç, yine nefsin terbiye edilmesi ve insan iradesinin güçlendirilmesi; zekât, toplumda ekonomik yapının düzenlenmesi ve insandaki mal tutkusunun frenlenmesi için bir araçtır. Kuşkusuz bu ibâdetlerin daha başka dünyevî faydaları da vardır. Esas faydaları da âhiret mutluluğuna sebep olmalarıdır. Ama unutulmamalıdır ki, nice yararları olan tüm ibâdetleri biz, bu faydalarından dolayı değil; Allah'ın emretmesinden dolayı, O'nun rızası için yerine getiririz.
İnsanın Konumu ve Görevi
İnsan çok değerli bir varlıktır. Aklı ve iradesiyle diğer varlıklardan ayrılır.
Her şey onun hizmetine verilmiştir.
Kâinattaki her şey onun destekleyicisi ve yardımcısıdır.
Tabiat, hayvan, bitki, eşya, hayat, toplum ve diğer insanlarla uyum içindedir.
- 336 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Özünde, ruhunda, vicdanında, zihninde kısaca yaratılışında güvenlik, barış, iyilik, güzellik, merhamet, sevgi ve insaf vardır.
İnsanın zaafları, ihtiyaçları, eksiklikleri vardır.
Başıboş yaratılmamıştır. Yeryüzünde önemli görevleri vardır.
İnsanın asıl görevi kulluk ve yeryüzünde halife olmaktır.
İnsan Ölünce Ne Olacak?
İnsan, Allah’tan gelmiştir ve Allah’a gitmektedir. Eceli geldiğinde her canlı gibi her insan da ölüm denilen geçitten geçerek gayb âlemine gider. Şu bir gerçektir ki, ölmek, yok olmak değildir. Ölüm, insanı oluşturan asıl olan ruhun, elbisesi durumunda olan geçici beden unsurundan bir müddet ayrılıp onu terketmesidir. İnsanın fizikî yapısıyla ilgili faaliyetleri dursa bile, ruh bakımından bağlı bulunduğu hususlarla hiçbir zaman ilgisi kesilmez. Yani, maddî faaliyetler son bulur, ruhî değerlere bağlı hareketler ise aynen devam eder. Ruh âleminin özelliklerini anlamamız için Cenâb-ı Hak, uyku denilen olayla her gün maddî ve duygusal varlığımızdan ayrılıp rüya ile ruhanî âlemin özelliklerini seyretmemizi sağlamaktadır.
Müslüman açısından ölüm, korkulacak bir olay değil; esas yurdumuz, baba mekânımız olan cennet yurduna, sonsuz âleme göç etmek demektir. Zorluk ve yoklukların sona ermesi, sevdiğimiz her şeye kavuşma demektir.
Akîde Yönünden İnsanlar
Akîde ve İslâm yönünden insanlar gruplandırılırken, temel olarak iki grup insan karşımıza çıkar: a) Mü’minler (müslümanlar), b) Kâfirler topluluğu.
Akide ve temel eylem açısından insanları kısaca tanımlamaya çalışalım:
Mü’min: İnanmış anlamına gelen mü’min, Rasûlullah (s.a.s.)’in Allah’tan getirdiği dini (İslâm’ı) kalple tasdik, dille ikrar eden ve erkânını (gereklerini) yaşamaya çalışan insanlara denir.
Müslüman: Teslim olmuş anlamına gelen müslüman, Rasûlullah’ın (s.a.s.) Allah’tan getirdiği dine (İslâm’a) kalple, lisanla ve âzâlarla teslim olmuş kimsedir. Kalbî yönü (imanı) diğer insanlarca bilinmediğinden dolayı, lisan ve vücut organlarıyla teslim olan kimse de müslümandır.
Fâsık: İtaatten çıkan veya herhangi bir anlamda itaatsizlikte bulunan kimse demektir. Fâsık, Kur’an’da daha çok kâfir ve münâfık anlamında kullanılmıştır.1295 Bazen müslümanlar da fısk işleyebilirler, yani fâsık, günahkâr müslümana da denir.1296 O halde fısk; küfür, nifak, şirk ve günah anlamlarına gelip geniş anlamlıdır. Bununla birlikte ıstılahta daha çok açıktan günah işlemekten çekinmeyen günahkâr müslümana denilmesi âdet haline gelmiştir.
Kâfirler topluluğuna gelince; kâfirler de temelde üç gruba ayrılırlarsa da, bunlar da netice itibarıyla pek farklı bir durum arzetmezler.
1295] 9/Tevbe, 8; 5/Mâide, 81; 3/Âl-i İmran, 110 gibi
1296] Bk. 2/Bakara, 282
İNSAN - NÂS
- 337 -
Kâfir: Yalanlayan ve inkâr eden anlamına gelen kâfir, İslâm Dininin tümünü veya bir cüzünü inkâr edip yalanlayan kimsedir.
Müşrik: Ortak koşan anlamına gelen müşrik, Allah’ın zatına, isimlerine ve sıfatlarına başka bir şeyi şirk koşan, yani ortak eden kimsedir. Başka bir ifadeyle Allah’ı kabullenmekle beraber, O’na ait hakları, başkasının kendisinde görmesi veya bu hakları başkasına vermesi şirk; bunu yapan kimse de müşriktir.
Münâfık: Gizli bir özellik olarak nifaka sahip olan kimseye denir. Kalbiyle İslâm’a inanmadığı halde, müslümanların yanında müslüman görünmek isteyen kimseye münâfık denir. Yani münâfıklar, mü’minlerin yanında mü’min, müşriklerin yanında müşrik görünen iki yüzlü riyakâr insanlardır.
İnsanın Değer ve Üstünlüğü
"Biz insanı ahsen-i takvîm üzere/en güzel şekilde yarattık. Sonra onu aşağıların en aşağısı kıldık."1297 Âyette geçen "takvîm" kelimesi, müfessirlerce değişik şekillerde yorumlanmış, kimi sûret ve duyu organlarının güzelliği, kimi boyunun doğruluğu ve ayakları üzerinde dik durması demiş, kimi de "ahsen-i takvîm" sözünü akıl, idrâk ve temyiz (ayırma yeteneği) ile zînetlenmiş olmak şeklinde algılamıştır. Gençliğe, güç ve kuvvete yoranlar da olmuştur. Elmalılı, bu görüşleri sıraladıktan sonra takvîm kelimesini daha genel bir anlamda değerlendirmiş, insan için güzel olan her şeyi bu mânâya dâhil etmiştir. Bununla beraber, şekil ve sûretten çok, ahsen-i takvîmi insanın duygusunda, özellikle güzellik denen manayı anlamasında ve o duygudan güzellerin güzeli "ahsenu'l-hâlikıyn"i ve O'nun hüsn-i mutlakla en güzel olan kemal sıfatlarını tanıyıp O'nun ahlâkıyla ahlâklanmakta aramıştır. Ona göre insan doğarken bu kemâle sahip olarak değil; bu kıvama, bu kemâle ve bu güzelliğe yeteneği olmak anlamında ahsen-i takvîmde yaratılmıştır. Aksi halde insanda hiçbir olumsuz özelliği bulunmazdı. Hâlbuki öyle olmadığı, insanın birtakım kötülüklerle içiçe bulunduğu görülmektedir. Elmalılı, bu süflîliklerden kurtularak kemale ermenin yolunu, ruh güzelliğine ve temizliğine ulaşmakta görüyor.1298
Muhammed Kutub, İslâm düşünce sisteminin insanı sadece bedeni ile ele alarak ruhu bir kenara bırakmadığını, her zaman ruhu bedenle birlikte düşündüğünü kaydetmektedir.1299 İnsanda üstün ve aşağı iki prensibin devamlı çatışma halinde bulunduğu, onun ulvîliği kadar aczinin de buradan kaynaklandığı söylenebilir. Birkısım insan, ruhun yücelmesiyle ulviyet kazandığı halde, bir kısmı da bedenin süflî arzu ve heveslerine yenik düşerek alçalmaktadır.
Kur'an'ın beyanına göre, "İnsan hiç şüphesiz hüsran içindedir. Ancak iman edip salih amel işleyenler, birbirine hakkı/gerçeği tavsiye edenler ve sabırlı olmayı öğütleyenler bunun dışındadır."1300 Kur'an ve onun tefsirlerinden anlıyoruz ki, insanın yaratılışı Allah'a imanı gerektirmekle beraber küfre de müsaittir. Tabiatında meleğe yakın taraflar bulunduğu gibi; şeytana yakın taraflar da vardır.
İnsanın Değeri
İnsanı yaratan Allah, onu kendisinden sonra en değerli varlık olarak
1297] 95/Tîn, 4-5
1298] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Eser Neşriyat, c. 8, s. 5938
1299] Muhammed Kutub, İslâm Düşüncesinde Sanat, Fikir Y., s. 32
1300] 103/Asr, 2-3
- 338 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yaratmıştır. Kur'an'dan öğrendiğimize göre onun değeri, daha yaratılmadan önce belli olmuştur. Kur’an’da meleklere hitâben ifade edilen İlâhî beyan bunun açık delilidir: "Rabbin meleklere, 'Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim' demişti..."1301 Sonunda, yaratılmış olan bu halifenin adı insandı. Hayat sahnesinde imar ve ıslah görevini ifa ederek işleri düzenleyecek, Allah'ın kanunları ile nizâm-ı âlemi tanzim edecekti. Çünkü bu göreve lâyık biçimde, ahsen-i takvîm üzere, yani en güzel biçimde yaratılmıştı.
İnsanın her bakımdan en güzel biçimde yaratılmış olduğunu Tin sûresindeki âyetle gördük. Onun değeri ile ilgili başka bir âyet de şudur: "And olsun ki, biz insanoğullarını şerefli kıldık. Karada ve denizde taşıtlara yükledik. Temiz şeylerle onları rızıklandırdık. Yarattıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık."1302 İnsan, bundan daha değerli bir iltifata da nâil olmuş, meleklerden, kendisine secde etmeleri istenmiştir. Bunlardan daha büyük bir şeref düşünülebilir mi? "Meleklere, 'Âdem'e secde edin' demiştik. İblis müstesna hepsi secde ettiler. O ise kaçındı; büyüklük tasladı ve inkâr edenlerden oldu."1303 Bu konu, önemine binâen ve bilmediğimiz başka hikmetlerden dolayı Kur'an'da tekrar tekrar anlatılır.
Büyük âlemdeki her şeyin mutlaka insanın bedeni olan küçük âlemde bir benzeri vardır. İşte bundan dolayı yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Andolsun ki Biz insanı ahsen-i takvimde (en güzel bir sûrette) yarattık."1304; "Kendi nefislerinizde de (nice âyetler) vardır. Görmez misiniz?" 1305
Meselâ, insanın duyu organları, ışık veren yıldızlardan daha şereflidir. İnsanın görmesi ve işitmesi idrâk edilen şeyleri bunlar vasıtasıyla idrâk etmesi açısından güneşi ve ayı andırır. İnsanın organları çürüdükten sonra yer cinsinden toprak olurlar. Yine insanda su cinsinden, ter ve bedende diğer ıslak âzâlar vardır. Hava türünden insanda ruh ve nefes vardır. Ateş türünden ise insanda hararet vardır. Damarları ise yeryüzündeki nehirleri andırır, ciğeri nehirleri besleyen pınarlar konumundadır. Çünkü damarlar ciğerden alacaklarını alırlar. İnsanın mesanesi denizi andırır. Çünkü bedende bulunan değişik bölgeler nehirlerin denize aktığı gibi, akıtacaklarını buraya akıtırlar. İnsanın kemikleri yeryüzünün kazıkları durumunda olan dağlar gibidir. Âzâları da ağaçları andırır. Her bir ağacın yaprakları ya da meyveleri olduğu gibi, her bir organın da bir fiili ya da etkisi vardır. İnsanın bedeni üzerindeki saç ve kıllar, yeryüzü üzerindeki bitki ve ot durumundadır. Diğer taraftan insan, dili ile bütün canlıların seslerini taklit edebilir. Âzâlarıyla da bütün canlıların yaptığının benzerini yapar. Buna göre bu küçük âlem, büyük âlemle birlikte aynı yaratıcının yarattığı ve sonradan var ettiği varlıktır. O'ndan başka hiç bir ilâh yoktur.
İnsanın yaratılışındaki fevkalâdelik, ona verilen değeri göstermektedir. İnsan, ister biyolojik, ister fizyolojik, ister psikolojik açıdan hangi yönüyle incelenirse incelensin onun yaratılışındaki olağanüstülük hemen dikkatimizi çeker. Bunu konuyla ilgili bilim kitaplarında, ansiklopedilerde her zaman görmek mümkündür. Mesela, bir insanın DNA molekülü (deooksiribo nükleik asit)nün, 100000
1301] 2/Bakara, 30
1302] 17/İsrâ, 70
1303] 2/Bakara, 34; 17/İsrâ, 61; 38/Sâd, 71
1304] 95/Tîn, 4
1305] 51/Zâriyât, 21
İNSAN - NÂS
- 339 -
ansiklopedi sayfasına eşit uzunlukta biyolojik bilgilere sahip evrensel bir hârika olduğunu düşünebilir miyiz?1306 Bu sebepten dolayı olsa gerek ki, âlemin "büyük insan", insanın da "küçük âlem" olduğu ifade edilmiştir. Bilim çağından uzay çağına geçilmiş olmasına rağmen, insanın keşfedilmeyen tarafının keşfedilene oranla çok daha büyük olduğunu söyleyebiliriz. İnsan, kendini keşfedememenin aczini yer yer itiraf etmek mecburiyetinde kalıyor ve kalacaktır. İnsan o kadar büyük, o kadar esrar dolu yaratılmıştır. Ona verilen akıl, güzeli çirkinden temyiz/ayırma gücü, insana verilen nimeti ve değeri göstermesi bakımından yeter de artar bile. Hz. Ali'ye izafe edilen şu beyitler, insanın değerini anlatmaktadır:
"İlacın sendedir de farkında olmazsın.
Derdin de sendendir fakat görmezsin.
Sanırsın ki sen sâde, küçük bir cirimsin;
Hâlbuki sende dürülmüş en büyük âlem."
Allah, insanı yeryüzünde halife ilan etmiştir. İnsan, Allah'ın kanunlarıyla evrenin nizamını tesis edecektir. Bu, geçici bir görev olmayıp, kıyamete kadar sürecektir. Bir nesil, kendisine verilen görevi kendisinden sonraki nesillere intikal ettirecek, halifelik görevi, bir bayrak yarışı gibi sürüp gidecektir. İnsana böyle şerefli bir görevi veren Allah, tabiidir ki, görevini tam olarak yerine getirmesi için onu büyük imkânlarla donatacaktır. Öyle de olmuştur. "Allah'ın göklerde olanları da, yerde olanları da emriniz altına verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmez misiniz? İnsanlardan, Allah hakkında hiçbir bilgisi olmadan, doğruluk rehberi ve aydınlatıcı bir kitap bulunmadan tartışanlar var."1307; "Geceyi, gündüzü, güneşi, ayı sizin emrinize âmâde kılmıştır. Yıldızlar da O'nun buyruğuna boyun eğmiştir. Bunlarda akleden kimseler için dersler vardır."1308; "Gökleri ve yeri yaratan, yukarıdan indirdiği su ile size rızık olarak ürünler yetiştiren, emri gereğince denizde yüzmek üzere gemileri, nehirleri, belli yörüngelerde yürüyen ay ve güneşi, gece ile gündüzü sizin buyruğunuza veren Allah'tır."1309 İnsana verilen şeyler, saymakla bitmez. "Kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size vermiştir. Allah'ın nimetini sayacak olsanız bitiremezsiniz. Doğrusu insan pek zâlim ve çok nankördür."1310
Haklar, Görevleri; Nimetler de Sorumlulukları Doğurur
Evrenin tek yaratıcısı olan Allah, insanı sayılamayacak meziyet, nimet ve imkânlarla yaratmış, bu nimetleri ruh ile tamamlamıştır. Bu özellikler, onu diğer yaratıklardan üstün kılar ve tabii bu sayısız nimetler dolayısıyla insan, Allah karşısında sorumludur. İnsanın bu bilinci yakalaması, kaderinin dönüm noktası olacaktır. Kur'an, bu sorumluluğa işaret ederken şunları söylüyor: "Allah O'dur ki, sizi, yeryüzünün halifeleri yaptı. Ve derecelerle kiminizi kiminizin üstüne çıkardı. Bu, size verdiği şeyler de sizi imtihan etmek içindir. Muhakkak ki Rabbin, cezalandırması çabuk olandır. Ve gerçekten çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir."1311
1306] Fethullah Han, Kur'an ve Kâinat Âyetleri, İnkılab Y., s. 157
1307] 31/Lokman, 20
1308] 16/Nahl, 12
1309] 14/İbrahim, 32-33
1310] 14/İbrahim, 34
1311] 6/En'âm, 165
- 340 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kur'an, insana kendisini tanıtıyor. Ona Allah'a kulluk amacıyla yaratıldığını, mutluluğunun bu amaca ulaşmakla mümkün olabileceğini, amacına tek başına elindeki imkânlarla yetişmesinin mümkün olmadığını, Allah'a sığınmadan, O'nun yardımını almadan mutlu olamayacağını, mutlaka O'nun buyruklarına uyması gerektiğini anlatıyor. Ve yine anlatıyor ki, Allah onun nihâî amacına ulaşması ve böylece ebedî mutluluğa erişmesi için bazı kimseleri peygamber/elçi olarak görevlendirmiştir. Onlar özel olarak yetiştirilmiş kimselerdir. Kendilerini Allah adına eğitip terbiye edeceklerdir. Bunlara da uyulması gerekir; çünkü onlar, insanlığa öğretmen olarak gönderilmişlerdir. "Ey insanlar, siz Allah'a muhtaçsınız. Allah ise zengin ve her hamde lâyıktır."1312
Herkesin Rabbini ve kendini tanıması, kul ve halife olmaya çalışması kolay değildir. Bunun şartları vardır. Bu şartların en önemlisi, insanın aczini, yetersizliğini içtenlikle kabul etmesidir. Bunu bir benzetmeyle anlatmak daha kolay olacaktır. Sağlıklı yaşamayı amaç edinen bir insan düşünelim. Bu insan ne zaman ve niçin doktora gider? Ya rahatsızlık hissettiği veya kendisinde bir rahatsızlığın olup olmadığını anlamak istediği zaman gider. Kendi rahatsızlığının farkına varmayan, varsa bile bu rahatsızlığı kendisinin daha iyi tedavi edebileceğine inanan insan niçin doktora gitsin? Gitmez. O halde yapılacak iş:
İnsanların sağlıklı yaşamayı amaç edinmelerini,
2- Bunun için bir doktora muhtaç olduklarının bilincine varmalarını sağlamak. Bu bilince ulaşmış olan kimse doktora ihtiyacını kabul etmekle birlikte, "hangi doktor?" diye de sorabilir. Aklı başında hiç kimse, kendisini tedavi edemeyecek doktora gitmez. O halde;
3- Bir kimsenin tedavi olacağı doktorun bilgi gücüne de inanması gerekir.
4- İnsanın kendisini tedavi edecek olan doktorun reçetesinin kendisine şifa sağlayacağına inanmasıdır. Her ne kadar doktora inansa bile, eline verilen reçetenin faydasız bir kâğıt parçası olduğuna karar veren bir kimse, o reçetede öngörülen ilaçları kullanmaz.
"İlim, ilim bilmektir; İlim, kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin; Ya nice okumaktır."
Rabbini bilen, ancak kendini bilebilir; kendini bilen de Rabbini. İnsanın kendi gerçeğini tam olarak tanıması, İslâm eğitiminin esasını teşkil eder. Kur'an'ı incelediğimiz zaman görürüz ki, kendi gerçeğini tanıma konusunda insanlar, genel olarak üç kısma ayrılmaktadır:
Kendilerini olduklarından yukarıda görenler. Kur'an'da bunlar, tâğut, müstekbir, mağrur insanlar olarak tanıtılır.
Kendilerini olduklarından daha aşağı görenler. Kur'an'a göre bunlar da müstaz'af, zelil insanlardır.
Kendi gerçeklerini olduğu gibi görenler. Bunların da Kur'an'da birçok isimleri vardır, ama genel ve yaygın isimleri mü'min ve müslimdir.1313
1312] 35/Fâtır, 15
1313] Yaşar Fersahoğlu, Kur'an'da Zihin Eğitimi, Marifet Y., s. 254-257
İNSAN - NÂS
- 341 -
İnsan Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
A- İnsan Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 65 Yerde): 4/Nisâ, 28; 10/Yûnus, 12; 11/Hûd, 9; 12/Yûsuf, 5; 14/İbrâhim, 34; 15/Hıcr, 26; 16/Nahl, 4; 17/İsrâ, 11, 11, 13, 53, 67, 83, 100; 18/Kehf, 54; 19/Meryem, 66, 67; 21/Enbiyâ, 37; 22/Hacc, 66; 23/Mü’minûn, 12; 25/Furkan, 29; 29/Ankebût, 8; 31/Lokman, 14; 32/Secde, 7; 33/Ahzâb, 72; 36/Yâsin, 77; 39/Zümer, 8, 49; 41/Fussılet, 49, 51; 42/Şûrâ, 48, 48; 43/Zuhruf, 15; 46/Ahkaf, 10; 50/Kaf, 16; 53/Necm, 24, 29; 55/Rahmân, 3, 14; 59/Haşr, 16; 70/Meâric, 19; 75/Kıyâme, 3, 5, 10, 13, 14, 36; 76/İnsan, 1, 2; 79/Nâziât, 35; 80/Abese, 17, 24; 82/İnfitâr, 6; 84/İnşikak, 6; 86/Târık, 5; 89/Fecr, 15, 23; 90/Beled, 4; 95/Tîn, 4; 96/Alak, 2, 5, 6; 99/Zelzele, 3; 100/Âdiyât, 6; 103/Asr, 2.
B- İnsanlar Anlamındaki Nâs Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 240 Yerde): 2/Bakara, 8, 13, 21, 24, 44, 83, 94, 96, 102, 124, 125, 142, 143, 143, 150, 159, 161, 164, 165, 168, 185, 187, 188, 189, 199, 200, 204, 207, 213, 213, 219, 221, 224, 243, 243, 251, 259, 264, 273; 3/Âl-i İmrân, 4, 9, 14, 21, 41, 46, 68, 79, 87, 96, 97, 110, 112, 134, 138, 140, 173, 173, 187; 4/Nisâ, 1, 37, 38, 53, 54, 58, 77, 79, 105, 108, 114, 133, 142, 161, 165, 170, 174; 5/Mâide, 32, 32, 44, 49, 67, 82, 97, 110, 116; 6/En’âm, 91, 122, 144; 7/A’râf, 85, 116, 144, 158, 187; 8/Enfâl, 26, 47, 48; 9/Tevbe, 3, 34; 10/Yûnus, 2, 2, 11, 19, 21, 23, 24, 44, 44, 57, 60, 92, 99, 104, 108; 11/Hûd, 17, 85, 103, 118, 119; 12/Yûsuf, 21, 38, 38, 40, 46, 49, 68, 103; 13/Ra’d, 1, 6, 17, 31; 14/İbrâhim, 1, 25, 36, 37, 44, 52; 16/Nahl, 38, 44, 61, 69; 17/İsrâ, 60, 60, 89, 89, 94, 106; 18/Kehf, 54, 55; 19/Meryem, 10, 21; 20/Tâhâ, 59; 21/Enbiyâ, 1, 61; 22/Hacc, 1, 2, 3, 5, 8, 11, 18, 25, 27, 40, 49, 65, 73, 75, 78; 24/Nûr, 35; 25/Furkan, 37, 50; 26/Şuarâ, 39, 183; 27/Neml, 16, 82; 28/Kasas, 23, 43; 29/Ankebût, 2, 10, 10, 43, 67; 30/Rûm, 6, 8, 30, 30, 33, 36, 39, 41, 58; 31/Lokman, 6, 18, 20, 33; 32/Secde, 13; 33/Ahzâb, 37, 63; 34/Sebe’, 28, 28, 36; 35/Fâtır, 2, 3, 5, 15, 28, 45; 38/Sâd, 26; 39/Zümer, 27, 41; 40/Mü’min, 57, 57, 59, 61, 61; 42/Şûrâ, 42; 43/Zuhruf, 33; 44/Duhân, 11; 45/Câsiye, 20, 26; 46/Ahkaf, 6; 47/Muhammed, 3; 48/Fetih, 20; 49/Hucurât, 13; 54/Kamer, 20; 57/Hadîd, 24, 25, 25; 59/Haşr, 21; 62/Cum’a, 6; 66/Tahrîm, 6; 83/Mutaffifîn, 2, 6; 99/Zelzele, 6; 101/Karia, 4; 110/Nasr, 2; 114/Nâs, 1, 2, 3, 5, 6.
C- İnsanlar Anlamında İns Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 18 Yerde): 6/En’âm, 112, 128, 128, 130; 7/A’râf, 38, 179; 17/İsrâ, 88; 27/Neml, 17; 41/Fussılet, 25, 29; 46/Ahkaf, 18; 51/Zâriyât, 56; 55/Rahmân, 33, 39, 56, 74; 72/Cinn, 5, 6.
D- İnsanlardan Olan Anlamında insî ve cemîsi enâsî (Toplam 2 Yerde): 19/Meryem, 26, 25/Furkan, 49.
E- Bir Grup İnsan, İnsanlardan Oluşan Topluluk Anlamındaki Ünâs Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 5 Yerde): 2/Bakara, 60; 7/A’râf, 82, 160, 17/İsrâ, 71; 27/Neml, 56.
F- İnsan Konusundaki Âyetler
Âdem (a.s.)’ın Yaratılışı: Bakara, 30; Al-i İmran, 59; Nisa, 1; A’raf, 189; Mü’minun, 12; Furkan, 54; Secde, 7; Fâtır, 11; Saffat, 11; Sâd, 71-74; Mü’min, 67; Necm, 32; Rahman, 15; Nuh, 19.
Hz. Havva’nın Yaratılışı: Nisa, 1; A’raf, 189; Rum, 21; Zümer, 6.
İnsanın Yaratılışı: Bakara, 28, 30; Al-i İmran, 6; Nisa, 1; En’am, 2, 98; A’raf, 11, 189; Hıcr, 26, 28; Nahl, 4, 72; İsra, 99; Tâhâ, 55; Hacc, 5; Mü’minun, 12-14, 79; Furkan, 54; Rum, 19-20, 54; Lokman, 34; Secde, 7-9; Fâtır, 11; Yasin, 36, 77; Saffat, 11; Sâd, 71-74; Zümer, 6; Mü’min, 64, 67; Casiye, 4; Kaf, 16; Necm, 45, 46; Rahman, 3; Vakıa, 57-59; Nuh, 14, 19; Kıyame, 37-39; İnsan, 1-2; Mürselat, 20-22; Abese, 18-20; Tarık, 5-7; Tin, 1-5; Alak, 2.
İnsanın Üremesine Sebep Olan Meni: Nahl, 4; Kehf, 37; Hacc, 5; Mü’minun, 12-14; Secde, 8; Fatır, 11; Yasin, 77; Mü’min, 67; Necm, 46; Kıyame, 37; İnsan, 2; Mürselat, 20; Abese, 19; Tarık, 5-7.
İnsan Organları: Mü’minun, 78; Secde, 9; Mülk, 23; İnfitar, 7.
İnsanın, Bir Erkekle Bir Dişiden Yaratılması: Hucurat, 13; Kıyame, 39; Nebe’, 8.
İnsanı Yaratan Madde Değil; Allah’tır: Vakıa, 57-59; Teğabün, 2; Mürselat, 20-23.
İnsanın Kendisinde İbretler Vardır: Casiye, 4; Zariyat, 21; Tarık, 5-7.
Allah’ın Halifesi İnsan: Bakara, 30; En’am, 165; A’raf, 69, 74; Yunus, 14, 73; Neml, 62; Fatır, 39; Sâd, 26.
İnsanın Üstünlüğü: Bakara, 34; A’raf, 11, 172-173; Hıcr, 28-30; İsra, 61-62. 70; Tâhâ, 55; Teğabün, 3; Tin, 1-5.
İnsanın Allah’ın Emanetine Talip Olması: Ahzab, 72-73; Haşr, 21.
İnsanın Yeryüzüne Dağılması: Rum, 20; Mülk, 24.
İnsanların, Davranışlarına Göre Dereceleri Vardır: En’am, 132; Ahkaf, 19; İnsan, 1-2; Leyl, 4.
İnsan, İmtihan Edilen Varlıktır: Muhammed, 31; İnsan, 2.
İnsan, İbadet İçin Yaratılmıştır: Zariyat, 56-57; Cin, 16-17.
- 342 -
KUR’AN KAVRAMLARI
İnsan Zorluklar İçinde Yaratılmıştır: Beled, 1-4.
İnsan Nankör Bir Varlıktır: Hud, 9-10; İsra, 67-69, 83; Hacc, 66; Rum, 33-36; Yasin, 77; Zümer, 49-50; Mü’min, 61; Fussılet, 49-51; Şura, 48; Teğabün, 2; Mearic, 19-21; Fecr, 15-16; Adiyat, 1-11.
Kendisinde Büyüklük Gören İnsan, Aslında Âcizdir: Maide, 30-31; Nahl, 4.
İnsan, Hırsına Düşkündür: Mearic, 19-21; Fecr, 16-20.
İnsan, Sabır ve Tahammül Bakımından Zayıftır: Nisa, 28; Fussılet, 49.
İnsanların Birçoğu Cehennemliktir: Maide, 49; A’raf, 179; Yusuf, 103-104.
Yerde ve Göklerdeki Her Şey, İnsan İçindir: Bakara, 29; Ra’d, 2; İbrahim, 32-34; Nahl, 5-14, 80-81; İsra, 70; Hacc, 36-37, 65; Ankebut, 61; Lokman, 29; Fatır, 13; Zümer, 5; Zuhruf, 13; Casiye, 12-13; Mülk, 15; Naziat, 30.
G- Ruh Konusundaki Âyetler
a- Ruh, Allah’ın Emrindedir: İsra, 85.
b- Ruh Bilgisi İnsanlara Az Verilmiştir: İsra, 85.
c- Ruhlar Aleminde “Elestü bi Rabbiküm” Hitabı: A’raf, 172; Hadid, 8.
H- Irk, Soy-Sop ve Dil Konusundaki Âyetler
a- Renklerin Başka Başka Oluşu: Rum, 22; Fatır, 27-28.
b- İnsanların Soy ve Kabilelere Ayrılması: Furkan, 54; Hucurat, 13.
c- Irk Üstünlüğü Yoktur: Hucurat, 13.
Soy-Sopla Öğünmek: Tekâsür: 1-7.
e- Soysuzların Kötülenmesi: Kalem, 13.
f- Dillerin Başka Başka Oluşu: Rum, 22.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Eser Y. c. 1, s. 299, c. 8, s. 5936-5938
2. İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 3, s. 159-164
3. Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambarlar Y. s. 240-244
4. İnsan, İki Hayat, İki Saâdet, Râgıb el-İsfahani, Pınar Y.
5. Kur'an'da İnsan, Beheşti-Mutahhari, Objektif Y.
6. İnsan Gerçeği, Murteza Mutahhari, Fıtrat Y.
7. Kur’an’da İnsan, Abdurrahman Kasapoğlu, Nursan Y.
8. Kur’an’da İnsan Psikolojisi, Abdurrahman Kasapoğlu, Yalnızkurt Y.
9. Kur’an’da İnsan Psikolojisi, Hayati Aydın, Timaş Y.
10. Kur’an’da Kişilik Psikolojisi, Abdurrahman Kasapoğlu, İzci Y.
11. İnsan ve Ötesi, S. Ahmet Arvasi, Işık Y.
12. Kendini Arayan İnsan, S. Ahmet Arvasi, Akçağ Y.
13. İnsan ve Hayat, Halûk Nurbaki, Yeni Asya Y.
14. İnsan Bilinmezi, Halûk Nurbaki, Hilal Y.
15. Ruh İnsan Cin, Ahmet Hulusi, Abdullah Işıklar Kitabevi
16. İnsan Denen Meçhul, Alexis Carrel, Yağmur Y.
17. İnsanın Dört Zindanı, Ali Şeriati, İşaret Y.
18. İnsan ve Vazifesi, İsmail Çetin, Dilâra Y.
19. İnsan ve Kader, Murteza Mutahhari, Akademi Y.
20. Kur'an Işığında İnsanoğlunun Serüveni, Muhammed Han Kayani, el-Ummah Neşriyat
21. Kur'an ve İnsan, Celal Kırca, Marifet Y.
22. İnsan Vücudu, Heyet, Yeni Asya Y.
23. Hücreden İnsana, Alpaslan Özyazıcı, Yeni Asya Y.
24. Hücreden Allah'a, Faruk Yılmaz, Furkan Y.
25. Atomdan Hücreye, Münip Yeğin, Yeni Asya Y.
26. Beynimiz ve Sinirlerimiz, Ayhan Songar, Yeni Asya Y.
27. Kan ve Dolaşım, Nevzat Emiroğlu, Yeni Asya Y.
28. İslâm ve Modern İnsanın Çıkmazı, Seyyid Hüseyin Nasr, İnsan Y.
İNSAN - NÂS
- 343 -
29. İnsan, Kâinat ve Ötesi, A. C. Morrison'dan Bekir Topaloğlu, Dergâh Y.
30. İnanç ve Amelde Kur’ani Kavramlar, Muhammed El Behiy, Yöneliş Y. s. 155-163
31. Yaratılış Olayı, M. Sait Şimşek, Beyan Y. s. 23-65, 75-143.
32. Kur’ân-ı Kerim'de Yaratma Kavramı, Veli Ulutürk, İnsan Y. s. 131-148
33. Kur’ân-ı Kerim Allah'ı Nasıl Tanıtıyor? Veli Ulutürk, Nil A.Ş. Y. s. 70-82
34. Kur’an’da Zihin Eğitimi, Yaşar Fersahoğlu, Marifet Y. s. 245-265
35. Kur’an ve Kainat Âyetleri, Fethullah Han, İnkılab Y. s. 85-204
36. İslâm Düşüncesinde Sanat, Muhammed Kutub, Fikir Y.
37. İlimler ve Yorumlar, Hekimoğlu İsmail, H. H. Korkmaz, Türdav Y.
38. Nisâdan İnsana, Kadir Canatan, Çıra Y.
39. Küreselleşme Sürecinde Kimlik ve Farklılaşma, Cevat Özyurt, Açılım Kitap/Pınar Y.
40. Modern Toplumun Çözümlenmesi, Cevat Özyurt, Açılım Kitap/Pınar Y.

 
Okunma 1219 kez
Bu kategorideki diğerleri: « İNFAK İNZÂR »