Cumartesi, 06 Şubat 2021 17:14

HİCRET

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

HİCRET


- 489 -
Kavram no 75
Görevlerimiz 10
Bk. Cihad
HİCRET
• Hicret; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur'ân-ı Kerim'de Hicret Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Hicret Kavramı
• Hayat; İman, Sabır, Hicret ve Cihaddır
• Habeşistan Hicreti
• Hicret Çeşitleri
• Cihada Hazırlık Olan Hicretin Kendisi de Cihaddır
• Hicretin Hükmü
• Hicretle İlgili Genel Tesbitler
• Vatan Anlayışı ve “Ya Sev, Ya Terket!” Dayatması
• Hicret Edenler (Muhâcirler) ve Ecirleri
• Ensâr; Muhâcirleri Kendilerine Tercih Eden Yardımcılar
• Muâhât; Ensâr ile Muhâcirler Arasında Kardeşlik
• Hicrî Takvim
• Tabiatta Gözlenen Hicret
• Hicret Berâettir
• Vuslat İçin Ayrılmanın Destanı: Hicret
"İman edenler ve hicret edip Allah yolunda cihad edenler var ya, işte bunlar, Allah'ın rahmetini umabilirler. Allah ğafûr ve rahîmdir." 1979
Hicret; Anlam ve Mâhiyeti
‘Hicret’ sözlükte, kişi veya kişilerin bulundukları yerden göç yoluyla ayrılmaları anlamına gelir. Bu ayrılma beden ile olabileceği gibi, dil veya kalp ile de olabilir.1980 Bir âyette ise kalbi Allah’ın dışındaki şeylerden ayırıp yine O’na yönelmek anlamında kullanılmaktadır ki bu, Allah’a hicret (yönelme) ibâdetidir.1981 ‘Hicret’ terim olarak Peygamberimizin ve Mekkeli müslümanların milâdî 622 yılında, peygamberliğin on üçüncü yılında Mekke’den Medine’ye göç etmeleridir.
İslâm tarihinde ve Peygamberimizin hayatında kuşkusuz en önemli olay Hicret’tir. Çünkü bu olay İslâmî tebliğde bir dönüm noktasıdır, Hak dinin var olmasına açılan kapıdır, dirilişi ve güçlü bir bina olarak ortaya çıkışıdır.
‘Hicret’, imanın, Allah’a ve Rasûlüne bağlılığın, Allah yolunda fedâkârlık yapmanın, dünyalıklardan vazgeçmenin, yalnızca Allah rızasını seçmenin bir göstergesi; küfre ve onların azgın temsilcilerinin hükmüne boyun eğmemenin, iman
1979] 2/Bakara, 218
1980] 73/Müzzemmil 10; 4/Nisâ, 34
1981] 29/Ankebût, 26
- 490 -
KUR’AN KAVRAMLARI
uğruna her zorluğu göze almanın destansı ifade edilişidir.
Peygamberimizle birlikte bu destanı yazan güzel insanlara Kur’an ‘muhâcir’ diyor ve onları kelimelerin en tatlısı ile övüyor: “Öne geçen Muhâcirler ve Ensâr ile onlara güzellikle uyanlar; Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da O’ndan râzı olmuşlardır ve (Allah) onlara, içinde ebedî kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.”1982; “Şüphesiz iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler; işte onlar, Allah’ın rahmetini umabilirler. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.” 1983
Hicretin Sebebi: Mekke şehir devletinin ve onun zâlim yöneticilerinin zulmünden ve baskısından dolayı Müslümanlar daha önce iki defa da Habeşistan’a hicret etmek zorunda kalmışlardı. Onlar, Mekke’de âdi suç işleyen, başkalarının malına veya ırzına tecâvüz eden, başkasının canına kast eden kimseler değillerdi. Onların böyle bir suçu yoktu. Kimse onlara kötü, şirret, zararlı, soyguncu, haydut diyemezdi. Tam aksine onların, Hz. Peygamberin dâvetine uyup müslüman olduktan sonra ahlâkları düzeliyor, kötü huyları gidiyor, önceden yaptıkları fenalıklardan iz kalmıyordu.
Onlar Mekke toplumunun huzurunu bozan âdi suçlular değillerdi ama daha büyük bir suçları vardı: Onlar, ‘Lâ ilâhe illâllah Muhammedü’r Rasûlüllah -Allah’tan başka ilâh/tanrı yoktur, Hz. Muhammed O’nun elçisidir-’ diyorlardı. Bu söz hem onu söyleyen için hem de Mekke devletinin oligarşik yönetimi için son derece önemliydi. Bu sözü söyleyen mü’minler, eski inançlarını, ahlâklarını, hayata bakışlarını, anlayışlarını, daha doğrusu atalarının ve bilhassa Mekkelilerin sömürü aracı olan dinlerini terk ediyorlardı.
Eğer bu, sıradan bir söz olsaydı Mekke yöneticileri seslerini çıkarmazlardı. Hem niçin çıkaracaklardı ki? Eninde sonunda sözlerden bir söz değil miydi? İnsanlar onu söylese ne olur, söylemese ne olurdu? Fakat gerçek öyle değildi… Bu sözü söyleyen değişiyor, başka insan oluyor, Hz. Muhammed’e (s.a.s.) uyuyordu, O’nun söylediklerini hayatına uyguluyordu. Mekke oligarşisinin çizdiği sınırın dışına çıkıyor, dahası kontrol dışı kalıyordu. Böylece sorun oluyordu.
Hz. Muhammed’in (s.a.s.) getirip tebliğ ettiği vahyi kabul eden mü’minler, günün birinde Mekkelilerin baskısına dayanamayıp bir iman yolculuğuna çıkmak zorunda kalmışlardı. İmanın hayatlaşmasına imkân tanıyan bir başka beldeye gitmeye mecbur olmuşlardı.
Bu yolculuk (hicret) sıradan bir göç değildi. Bu bir ekonomik nedene dayanan yer değiştirme, daha rahat yaşam elde etmeye yöneliş, ya da başka diyarların altınlarını veya başka zenginliklerinin çekici dâveti değildi. Bu hicret aydınlığa, kurtuluşa, İslâm’ın nûruna, İslâmî tebliği en uzak yerlere kadar götürebilme imkânına, Allah’a hakkıyla kulluk yapma fırsatına uzanan bir yolculuktu.
İslâm tarihinin açılma, dal budak salma günüdür Hicret. İslâm, hicretle toplumsal planda uygulanma imkânı buldu. Hicretle devletleşti, kendi hâkimiyetini kurdu, ayrı bir güç ve taraf olarak ortaya çıktı ve Medine’den diğer insanlara rahatlıkla ulaşabilme yolları açıldı. Bir başka deyişle diğer beldelerin insanları
1982] 9/Tevbe, 100
1983] 2/Bakara, 218; ayrıca Bk. 3/Âl-i İmrân, 195; 8/Enfâl, 72, 74, 75; 9/Tevbe, 20 vd
HİCRET
- 491 -
hicretten sonra İslâm nimetiyle ve onun nûruyla tanışma imkânına kavuştular.
Bu muazzam olayı hazırlayan sebepler oldukça önemlidir. İmanda samimi olmanın, inanılan şeyin doğru olduğuna güvenmenin eşsiz örneğidir Mekke hayatı. Mekke ileri gelenleri Peygamberimize birkaç kişinin uymasına önceleri pek aldırmadılar. Ama müslümanların sayısı arttıkça onların tepkisi de arttı. Buna bağlı olarak hakaret, alay, sıkıştırma, baskı, fiilî işkence ve nihâyet korkunç ambargo yöntemleri de fazlalaştı. Bütün baskı, işkence ve yıldırma metodlarına rağmen insanlar Peygamberimizi dinliyor ve O’nun getirdiği vahye inanıyorlardı. Hem her türlü tehlikeyi göze alarak. Mekkelilerin üç yıl boyunca uyguladıkları ambargo, mü’minleri iktisadî ve sosyal açıdan perişan etse de bu gibi olaylar onların imanını ve sayılarını artırıyordu.
Birinci ve İkinci Akabe biatlarından sonra Mekkeli müslümanlar teker teker, bazen açıktan bazen gizlice Medine’ye hicret ettiler. En sonunda da Peygamberimiz (s.a.s.) Hz. Ebû Bekr’le birlikte Medine’ye göç etti. O’nun hicretiyle Medineliler hayatlarının en büyük bayramını yaşadılar. O’nun gelişinin sevincini ‘Vedâ Tepesinden üzerimize ay doğdu” diye başlayan kasîdelerle ölümsüzleştirdiler.
Hicretin Sonucu: O’nun hicretiyle eski adı Yesrib olan şehir “Medînetü’n-Nebî = Peygamber şehri” unvânını aldı. Hicret, yalnızca baskı, işkence ve zorluktan kurtulmak üzere göç etme, ya da zulümden bir kaçış değildir. Peygamberimizin Hicretini bu şekilde yorumlamak onu anlamamak ve onun sonuçlarını görmemek olur. Hicret, sonuçları yönünden üzerinde önemle durulması gereken bir olaydır.
Müslümanlar Mekke’de iken, oradaki site devletinin vatandaşları idiler. Hukuk yönünden mevcut otoriteye bağlı kabul ediliyorlardı. Putperest olan otorite sahipleri ise, ataları adına uydurdukları din ve sistemle insanlara hükmediyorlar, saltanatlarını sürdürüyorlardı. Peygamberimizin dâveti ise, onların izni ve kontrolü dışında bir gelişmeydi. Üstelik O’nun dâvet ettiği Din, onların atalarının dinini ve o dine ait hayat anlayışını, kurulu düzeni reddediyordu. Peygambere ve O’na inananlar Mekkelilerin kontrolünden çıkıyorlardı.
Şirkin büyük zulüm olduğu ve müşriklerin de zâlimlerin en büyüğü olduğundan, müslümanlar dinlerini rahatlıkla yaşayamıyorlar, İslâmî tebliği başkalarına rahatlıkla ulaştıramıyorlardı. İslâm’ın hükümlerini sosyal alanda uygulamak ve müslümanca yaşamak mümkün değildi. Çünkü düzenin başındakiler putperestti ve onlara her konuda karışıp müdâhale ediyorlardı. Mekkeli yetkililere göre müslümanlar kendilerinin bir parçasıydı, dolayısıyla onlardan izinsiz başka dine inanıp, başka hayat şekli seçemezlerdi.
Hicretle mü’minler barınacak bir yurt buldular. Orada kendi hâkimiyetlerini ve hukukî varlıklarını kurdular. Mekkeliler karşısında bir taraf oldular. Toplumsal bir güç haline geldikten sonra düşmanlarıyla, daha doğrusu kendilerine saldıranlarla savaşma iznine kavuştular. Hicret öncesi varlıkları fiilî bir varlık iken, Hicret sonrası hukukî bir varlık oldu. Hicretin altıncı yılında Mekkeliler, daha önceden yok etmeye çalıştıkları müslümanlarla Hudeybiye anlaşmasını yaptılar, onları hukukî bir taraf/varlık olarak tanıdılar. Bu diplomatik zafere Kur’an ‘en büyük fetih’ demektedir. Bu zaferin yolu Hicret’le açılmıştı. Müslümanlar Hicretle Mekke’yi terk etmeselerdi ne böyle hukukî bir güce ve statüye kavuşabilirlerdi,
- 492 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ne de Mekkeliler onlara baskı yapmaktan vazgeçerlerdi.
Medine’de kendi toplum düzenini ve bir anlamda devletini kuran Peygamberimiz, bir taraftan gelen vahy ile mü’minleri yetiştirir ve ıslah ederken, bir taraftan da İslâmî hükümleri uyguluyor, Medine’nin dışındaki insanlara İslâm’ı ulaştırmak üzere tebliğe devam ediyordu. Hatta Hudeybiye’de sağlanılan barış ortamından yararlanılarak etraftaki devlet başkanları İslâm’a dâvet edilebilmişti.
Hicretle toplumsal bir güce ve siyasal bir yapıya kavuşan müslümanlar, dinlerini rahatça yaşama imkânına kavuştular. İslâm Medine’de dirildi, güçlendi, genişledi ve zaman içerisinde bütün dünyaya ulaşma fırsatını buldu. Bu bakımdan hicret, yalnızca zulüm ve baskıdan kurtulmak değil, bir mevzî değiştirme, bir siyasi manevra, bir strateji ve var olma yolculuğudur.
Mekke’den Medine’ye Hicret Mekke’nin fethiyle bitmiştir. Ama hicretin esprisi, onun taşıdığı mânâ, onun gerekliliği ve faydaları kıyâmete kadar devam edecektir. Müslümanlar İslâm’ı yaşama konusunda baskıya, işkenceye, dayatmaya uğradıkları zaman, Allah’ın geniş arzında İslâm’ı yaşayabilecekleri bir yere göç edeceklerdir. Kendi içlerinde, gönüllerde sürekli bir şekilde kötüden iyiye doğru, eksiklikten tekâmüle doğru mânevî hicreti sürekli yaşayacaklardır.
Bir ülkenin vatan olarak değeri orada İslâm’ın gereklerini yapabilmekle, kutsal değerleri yaşatabilmekle ortaya çıkar. İslâmın yaşanmasına izin verilmeyen, kutsal değerlerin ayaklar altına alındığı yerler kuru toprak parçası olmaktan öteye geçemezler. Müslümanlar, tarih boyunca sahip oldukları toprakları korumaya çalışmak durumundadırlar. Bu ülkelerin gayri müslimlerin kontrolüne girmemesi için dikkatli olmaları gerektiği gibi, kendi aralarından çıkmış mürted ve bağîlerin de ellerine geçmemesi için çaba sarfetmeliler. Eğer buna güçleri yetmezse, Allah’a daha iyi kulluk yapabilecekleri bir yere hicret edebilirler. Belki böylesine bir hicret yeniden dirilişe, toparlanmaya ve müslümanların işgale uğrayan topraklarını yeniden fethetmeye zemin hazırlayabilir. Zaten hicret olayında bu şuur vardır. 1984
İnsanın şeytandan ve her türlü kötü duygu ve düşüncelerden, arınıp Allah'a hicreti, ana yurdu maddî anlamda mutlaka terketmeyi gerektirmez. Böylece hicret kavramı, daha geniş bir dinî ve ahlâkî anlam kazanır. Böyle bir hicret, kesintisiz sürer. Şeytandan Allah'a hicret etmeyen bir kişi, gerçek mü'min olamaz: "Allah yolunda hicret eden, çok bereketli yer ve genişlik bulur. Evinden Allah'a ve peygamberine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a aittir. Allah, bağışlar ve merhamet eder."1985 Hz. İbrâhim, kavmine Allah'a iman çağrısı yaptığında ona inanmamışlar ve tehditte bulunmuşlardı. Ancak Hz. Lût, O'na inanmıştı. Kavminin bu tutumu karşısında Hz. İbrâhim, onlara şöyle dedi: "Doğrusu ben Rabbime (Rabbimin dilediği yere) hicret ediyorum. Şüphesiz O, azîz/güçlü ve hakîmdir/bilgedir."1986 Bu âyette hicret sözcüğü, açıkça hem maddî, hem de mânevî anlamda kullanılmıştır. 1987
1984] Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, s. 267-270
1985] 4/Nisâ, 100
1986] 29/Ankebût, 26
1987] Muhammed Esed, Kur'an Mesajı, 2/809 -21
HİCRET
- 493 -
"... Allah yolunda hicret etmedikçe münâfıklardan dost edinmeyin..." 1988 âyetindeki hicret kelimesi iki şekilde yorumlanmıştır. 1- Zâhirî anlam, küfür diyarından iman diyarına göç ediş, 2- Şehvetlerin, kötü ahlâkın ve günahların terki ve reddi.
Kutsal değerlerin tehlikeye düştüğü sırada, sırf bedensel gâyelerle toprağa bağlılığı sürdürmek Kur'an'ın tâlimatına aykırıdır. Vatan, ancak insanî/İslâmî değerlerle birlikte kutsaldır. Diğer bir deyişle, bu değerlerden koparılmış kuru bir toprak parçası saygın belde anlamında vatan değildir. Toprağın kutsal belde olmaktan çıkışı halinde Kur'an, "Allah'ın geniş yeryüzünün" herhangi bir yerini Allah erleri için barınmaya daha müsait görmektedir. Bunun aksini savunarak süflî veya fânî birtakım çıkarlar için belirli bir toprak üzerinde ısrar edenler, Kur'an tarafından kınanmaktadırlar. Böyle bir ısrar, yani hicretten kaçış, kötülüklerde ısrara benzer.
Mü'min her an hicret halindedir, daha doğruya, daha güzele doğru yürüyüş, daha ileri menzillere ulaşmak için sefer halindedir. Bu bazen beldeden beldeye doğru mekân değişikliği, bazen iç âlemin bir menzilinden öteki menziline doğru hal değişikliğidir. Bütün hayat, bir yolculuktur, insan da yolcu. Önemli olan bu yolculuğu hayırlı bir kulvarda (sırât-ı müstakîmde) ve hep hayra doğru sürdürmektir. O yüzden hicret, sadece sosyolojik değil; aynı zamanda psikolojik imkân değişikliğidir. İç âlemde yapılacak hicretlere engel hale gelen topraklarda yapılacak tek hicret, oraları terk etmektir. İnsanın gönül seyrini, iç hicretini engelleyen zulmün varlığından kaynaklanan hicret zarûretini, tarih boyunca hiçbir maddî doygunluk saf dışı bırakamamış ve insanoğlu, ilk günden beri zulüm ve zâlimin mevcut olduğu yerden kaçmış, yani hicret etmiştir.
Hicret, son çare olsa da, onu ümitsizlik halinde başvurulan bir hareket olarak görmek doğru olmaz. Çünkü hicrette aynı zamanda kuvvetli bir ümit, vaziyetin başka bir yerde daha iyi olacağına duyulan bir temenni ve beklenti vardır. Özellikle toplu halde yapıldığında, savaşta planlı geri çekilmeye benzemektedir. Ancak, hepsinden önemlisi, hicret, bir kişinin itikadı uğrunda malını-mülkünü fedâ etmesini ve sevdikleriyle yakınlarını terk etmesini ifade eder. Pek çok peygamber, imanları uğrunda hicret etmek zorunda kalmıştır. Hicretin hakikî ruh ve biçiminin temsilcisi olarak Kur’an’da Hz. İbrâhim zikredilmektedir. 1989
Kur'ân-ı Kerim'de Hicret Kavramı
Kur’ân-ı Kerim’de “hicret” kelimesi geçmez. Ama hicret kelimesinin türediği kök olan “hecr” kökünden gelen çeşitli türevler, -ki bunların tümü hicret/göç, ayrılmak, terk etmek anlamındadır- Kur'ân-ı Kerim’de toplam 31 yerde geçer. Allah yolunda hicret edenlere, hem dünyada güzel bir yer, hem de âhirette ecir vardır.1990 Hicret eden, sonra öldürülen veya ölenlere Allah güzel rızık verecek, hoşnut olacakları bir yere yerleştirecektir.1991 Zulüm ve kötülük diyarından başka bir diyara hicret, ya gönüllü olur veya zorla yaptırılır. Allah, hicret edenlerin, memleketlerinden çıkarılanların, kendi yolunda ezâya uğratılanların, savaşan ve
1988] 4/Nisâ, 89
1989] 19/Meryem, 47-49; 60/Mümtehıne, 4
1990] 16/Nahl, 41
1991] 22/Hacc, 58-59
- 494 -
KUR’AN KAVRAMLARI
öldürülenlerin günahlarını elbette örtecektir.1992 Öz diyarını zorla terk, yurttan sürülmek veya çıkarılmakla gerçekleşir. Bu durumda, zulme uğrayanların kendilerini savunma hakları da doğar. 1993
Kur'an'ın hicretle kasdettiği göç, sadece bedensel olmayıp, kalbi Allah dışındaki şeylerden ayırıp Allah'a yönelmek anlamında da kullanılmaktadır. Kur'an buna Allah'a hicret veya Allah yolunda hicret demektedir. 1994
Müslüman bir toplumun bir beldede hayatta kalma ve İslâmî olarak gelişme mücâdelesinde son alternatif hicrettir. Belli bir ortamda İslâm’ın gelişmesi ya da hayatta kalması ihtimali ortadan kalktığında ve bu yolda gösterilecek çabaların sonuçsuz kalacağı anlaşıldığında, bir kişi ya da grup o ortamı terk etmeye karar verebilir. Bir kişi, şâyet düzenli olarak teşekkül etmiş bir topluluğun üyesiyse ve topluluk hicret etmeye karar vermişse, o kişinin de toplulukla birlikte hicret etmesi gerekir. Kendi elinde olmayan şartlar dolayısıyla bunu yapamaması ayrı bir konudur.1995 Böylece hicret, bir iman imtihanı haline gelir. 1996
Hicret eden, hakiki bir mü’min olduğunu ispatlar.1997 Allah’ın rahmetine mazhar olur,1998 günahları affolunur 1999 ve hem bu dünyada, hem de âhirette büyük mükâfât kazanır. 2000
Hicret, Allah’ın mükâfât vaad edip övdüğü bir fiil olduğu gibi, hukukî haklar da getiren bir eylemdir. Başka bir müslüman topluluğun yanına hicret edenler, o topluluktan ekonomik yardım almaya hak kazanırlar.2001 Hicret etmeyenler İslâmî devlettekilerden velâyet haklarını talep edemez. 2002
Hicret kavramı, Kur’an’ın Arap kültürüne hâkim fikirlerin anlamlarını nasıl dönüştürdüğüne güzel bir örnektir. İslâm öncesi şiirlerde sıkça bir kişinin yurdundan başka bir yere giderek onurunu koruma arzusu işlenirdi. Kur’an, bu şahsî onur anlamı yerine, bir dizi dînî ilke üzerinde kurulmuş bir topluluğun onuru anlamını ikame ederek ve kişisel bir duygunun yüceltilmesini bir imana ve ona bağlı cemaate bağlanmaya dönüştürerek hicretin mâhiyet ve gâyesini kökten değiştirmektedir.
Mü’min, yaşadığı ülkesinde yeterli şekilde inanç ve ibâdet hürriyetinden mahrum ise, inancına göre yaşayabileceği özgürlük ülkelerine hicret etmelidir. İmkân bulanların zulüm ülkesinden özgürlük ülkesine hicret etmeleri farzdır. İmkânları varken bunu yapmayanlar Allah katında sorumlu düşerler: “Ey iman eden kullarım! Şüphesiz Benim yarattığım yeryüzü geniştir. O halde (nerede güven içinde olacaksanız orada) yalnız Bana kulluk edin (Eğer bir ülkede Bana kulluk etmeniz mümkün
1992] 3/Âl-i İmrân, 195
1993] Bk. 3/Âl-i İmrân, 195; 17/İsrâ, 76-77; 59/Haşr, 8
1994] Bk. 29/Ankebût, 26
1995] 4/Nisâ, 98
1996] 4/Nisâ, 88-89; 8/Enfâl, 74; Mustansır Mir, Kur’ânî Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, s. 86
1997] 8/Enfâl, 74-75
1998] 2/Bakara, 218
1999] 3/Âl-i İmrân, 195
2000] 9/Tevbe, 20; 16/Nahl, 41; 22/Hacc, 58; 4/Nisâ, 100
2001] 59/Haşr, 8
2002] 4/Nisâ, 89
HİCRET
- 495 -
değilse, Bana rahatça kulluk edeceğiniz başka bir yere hicret edin).”2003 Bu âyette Yüce Allah, mü’min kullarına yeryüzünün geniş olduğunu, özgürce yaşayabilecekleri bir yere gidip Kendisine kulluk etmelerini öğütlemektedir.
“Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: ‘Ne işte idiniz?’ dediler. Bunlar: ‘Biz yeryüzünde müstaz’af/çaresiz idik’ diye cevap verdiler. Melekler de: ‘Allah’ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!’ dediler. İşte onların barınağı cehennemdir. Orası ne kötü bir gidiş (yeri)dir.”2004 Bu âyette hicret imkânı bulunan kimsenin, zayıflığını bahane ederek müşrikler arasında ezgin yaşamaya râzı olması kınanmaktadır. Bu âyette kast edilen hicret, din ve vicdan özgürlüğü uğruna göç etmektir. Hicret etme imkânına sahip iken putperestler arasında oturup onların baskılarına, hakaretlerine râzı olmak, hatta savaş çıkınca onların ordularına asker olup müslümanlara karşı savaşmak, onların düşüncelerini benimsemek demektir. Kişi sevdiğiyle beraber olduğuna göre, müslümanların düşmanlarını isteyerek destekleyenlerin yeri de elbette cehennem olacaktır. Tefsirlerin açıklamasına göre bir yerde dinin gereklerini yapamayan kişinin, imkân bulduğu takdirde başka yere, müslümanların arasına hicret etmesi farzdır. Ancak, hicret etme imkânı bulamayan güçsüz erkekler, kadınlar ve çocuklar mâzur/özürlü sayılırlar.
Mekke’de müslüman olanlardan bir kısmının oradan ayrılmayıp müşriklerle beraber kaldıkları, hatta Bedir Savaşında onların safında müslümanlara karşı savaştıkları rivâyet edilir. Herhalde böyle kimselerin sayısı çok azdı. Çünkü müslümanların, Mekke’de kalsalar bile müşriklerle beraber müslümanlara karşı savaştıklarına dair yeterli delil yoktur. Gerçi Peygamber’in (s.a.s.) amcası Abbâs, müşriklerin safında Bedir Savaşına katılmıştı, ama o zaman henüz müslüman değildi. Hayber’in Fethinden önce müslüman olmuş, fakat müslümanlığını gizlemiş, ancak Mekke’nin Fethi gününde açıklamıştır. 2005
"İman edenler ve hicret edip Allah yolunda cihad edenler var ya, işte bunlar, Allah'ın rahmetini umabilirler. Allah ğafûr ve rahîmdir." 2006
“Rableri, onların duâlarını kabul etti (Dedi ki:) ‘Ben, erkek olsun kadın olsun -ki hep birbirinizdensiniz- içinizden, çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım. Onlar ki, hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, Benim yolumda eziyete uğradılar, çarpıştılar ve öldürüldüler; andolsun, Ben de onların kötülüklerini örteceğim ve onları içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Bu mükâfât, Allah tarafındandır. Allah, mükâfâtın en güzeli kendi nezdinde olandır.” 2007
“(Münâfıklar) Sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki, onlarla eşit olasınız. O halde Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan hiçbirini velî/dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün ve hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin.” 2008
“Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: ‘Ne işte idiniz?’ dediler. Bunlar: ‘Biz yeryüzünde müstaz’af/çaresiz idik’ diye cevap verdiler. Melekler de: ‘Allah’ın
2003] 29/Ankebût, 56
2004] 4/Nisâ, 97
2005] S. Ateş, Kur’an Ans. 8/330-331
2006] 2/Bakara, 218s
2007] 3/Âl-i İmrân, 195
2008] 4/Nisâ, 89
- 496 -
KUR’AN KAVRAMLARI
arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!’ dediler. İşte onların barınağı cehennemdir. Orası ne kötü bir gidiş (yeri)dir. Erkekler, kadınlar ve çocuklardan (gerçekten) âciz olup hiçbir çareye gücü yetmeyenler, hiçbir yol bulamayanlar müstesnâdır. İşte bunları, umulur ki Allah affeder. Allah affedicidir, bağışlayıcıdır. Allah yolunda hicret eden kimse, gidecek çok yer ve bolluk/genişlik bulur. Kim Allah ve Rasûlü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükâfâtı Allah’a âittir. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir.” 2009
“İman edip hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve (mücâhidleri) barındırıp yardım edenler var ya, işte onların bir kısmı diğer bir kısmının velîleridirler. İman edip de hicret etmeyenler ise, onlar hicret edinceye kadar size onların velâyetinden/dostluğundan hiçbir şey yoktur.(Bununla beraber) Eğer onlar din husûsunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında sözleşme/anlaşma bulunan bir kavim aleyhine olmaksızın (o müslümanlara) yardım etmek üzerinize borçtur. Allah, yapacaklarınızı hakkıyla görmektedir.” 2010
“İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler; (muhâcirleri) barındıran ve yardım edenler var ya, işte gerçek mü’minler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır. sonradan iman eden ve cihad edip de sizinle beraber cihad edenler de sizdendir. Allah’ın kitabına göre rahim sahipleri (akrabâlar) birbirlerine (vâris olmaya) daha uygundurlar. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” 2011
“İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler derece/rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de işte onlardır. Rableri, onlara kendinden bir rahmet ve rızâ ile onlar için içinde ebedî tükenmez bir nimet bulunan cennetleri müjdeler. Onlar orada ebedî kalacaklardır. Şüphesiz ki Allah katında büyük mükâfât vardır.” 2012
“Eğer siz ona (Muhammed’e) yardım etmezseniz, (iyi bilin ki) iki kişiden biri olduğu halde (Rasûlullah ve Ebûbekir) kâfirler onu (Mekke’den) çıkardıkları zaman Allah ona yardım etmişti. Hani onlar mağarada (Sevr mağarasında) idiler, (Ebûbekir korkunca Rasûlullah) o zaman arkadaşına, ‘üzülme, Allah bizimle beraberdir’ diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu (melekler) ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah’ın kelimesi/sözü ise (zaten) yücedir. Çünkü Allah daima üstündür, hikmet sahibidir.” 2013
“(İslâm dinine girme husûsunda) Öne geçen ilk muhâcirler ve ensâr ile onlara güzellikle uyanlar; Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da O’ndan râzı olmuşlardır ve (Allah) onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.” 2014
“Andolsun ki Allah, müslümanlardan bir grubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, Peygamber’i ve güçlük zamanında ona uyan muhâcirlerle ensârı affetti. Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir.” 2015
2009] 4/Nisâ, 97-100
2010] 8/Enfâl, 72
2011] 8/Enfâl, 74-75
2012] 9/Tevbe, 20-22
2013] 9/Tevbe, 40
2014] 9/Tevbe, 100
2015] 9/Tevbe, 117
HİCRET
- 497 -
“Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Eğer bilirlerse âhiretin mükâfâtı elbette daha büyüktür. (Onlar,) Rablerine tevekkül ederek sabredenlerdir.” 2016
“Sonra şüphesiz Rabbin, eziyet edildikten sonra hicret edip, ardından da sabrederek cihad edenlerin (yardımcısıdır). Çünkü Rabbin, onların bu amellerinden sonra, elbette çok bağışlayan, pek merhamet edendir.” 2017
“Onlar, seni yurdundan çıkarmak için neredeyse dünyayı başına dar getirecekler. O takdirde, senin ardından kendileri de fazla kalamazlar. Senden önce gönderdiğimiz peygamberler hakkındaki sünnet/kanun (da budur). Bizim kanunumuzda hiçbir değişiklik bulamazsın.” 2018
“Ve şöyle niyâz et: ‘Rabbim! Gireceğim yere sıdk ile/dürüstlükle girmemi sağla; çıkacağım yerden de dürüstlükle çıkmamı sağla. Bana, tarafından, hakkıyla yardım edici bir kuvvet ver.” 2019
“Onlar, başka değil, sırf ‘Rabbimiz Allah’tır’ dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir...” 2020
“Allah yolunda hicret edip sonra öldürülen yahut ölenleri hiç şüphesiz Allah güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Şüphesiz Allah’ın bizzat kendisi, rızık verenlerin en hayırlısıdır. Allah onları, kesinlikle memnun kalacakları bir yere girdirecektir. Allah, kesinlikle tam bilgilidir, halîmdir.” 2021
“İçinizden fazîletli ve servet sahibi kimseler akrabâya, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere (mallarından) vermeyeceklerine yemin etmesinler, bağışlasınlar; ferâgat göstersinler. Allah’ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.” 2022
“Peygamber dedi ki: ‘Ey Rabbim! Doğrusu kavmim bu Kur’an’ı mehcûr/terkedilmiş (bir şey yerinde) tuttular.” 2023
“Bunun üzerine Lût O’na iman etti ve (İbrâhim): ‘Doğrusu ben Rabbim (in emrettiği yer)e hicret ediyorum. Şüphesiz O, mutlak güç ve hikmet sahibidir’ dedi.” 2024
“Ey iman eden kullarım! Şüphesiz Benim yarattığım yeryüzü geniştir. O halde (nerede güven içinde olacaksanız orada) yalnız Bana kulluk edin (Eğer bir ülkede Bana kulluk etmeniz mümkün değilse, Bana rahatça kulluk edeceğiniz başka bir yere hicret edin).” 2025
“(Rasûlüm! Şu sözümü) Söyle: ‘Ey iman eden kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlara hasene/iyilik vardır. Allah’ın yarattığı yeryüzü geniştir (Kâfirler arasında Allah’a karşı hakkıyla ibâdet ve itaatini yapamayan kimse, inancını yaşayacağı yere hicret edebilir). Yalnız sabredenlere, mükâfâtları hesapsız ödenecektir.” 2026
2016] 16/Nahl, 41-42
2017] 16/Nahl, 110
2018] 17/İsrâ, 76-77
2019] 17/İsrâ, 80
2020] 22/Hacc, 40
2021] 22/Hacc, 58-59
2022] 24/Nûr, 22
2023] 25/Furkan, 30
2024] 29/Ankebût, 26
2025] 29/Ankebût, 56
2026] 39/Zümer, 10
- 498 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Allah’ın verdiği bu ganîmet malları, yurtlarından ve mallarından çıkarılmış olan, Allah’tan bir lütuf ve rızâ dileyen, Allah’ın dinine ve Peygamberine yardım eden fakir muhâcirlerindir. İşte sâdık/doğru olanlar bunlardır. Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler ve onlara verilenler karşısında içlerinde bir kaygı duymazlar. Kendileri zarûret içinde bulunanlar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Bunların arkasından gelenler şöyle derler: ‘Rabbimiz! Bizi ve iman ile daha önce bizi geçmiş din kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen çok şefkatli, çok merhametlisin.” 2027
“Ey iman edenler! Mü’min kadınlar hicret ederek size geldiği zaman, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz de onların mü’min kadınlar olduklarını öğrenirseniz, onları kâfirlere geri döndürmeyin. Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar. Onların (kocalarının) sarf ettiklerini (mehirleri) geri verin. Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın, sarf ettiğinizi isteyin. Onlar da sarf ettiklerini istesinler. Allah’ın hükmü budur. Aranızda O hükmeder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” 2028
“Onların (müşriklerin) söylediklerine sabret/katlan ve onları güzel bir şekilde terk et (ve’hcür).” 2029
“Kötü şeyleri terk et (fe’hcür).” 2030
Tefsirlerden Alıntılar
“Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: ‘Ne işte idiniz?’ dediler. Bunlar: ‘Biz yeryüzünde müstaz’af/çaresiz idik’ diye cevap verdiler. Melekler de: ‘Allah’ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!’ dediler. İşte onların barınağı cehennemdir. Orası ne kötü bir gidiş (yeri)dir.”2031: Zararlı olan geri kalanlardan önemli bir kısmın durumuna bakalım. O kimseler ki, kendilerine zulmederlerken melekler dünyada canlarını alacak veya ahirette kendilerini yakalayıp mahşere süreceklerdir, kuşkusuz melekler onlara siz ne durumda idiniz, dininizle ilgili ne iş yapıyordunuz? diye azarlayıp soracaklar. Onlar da, "biz bu yeryüzünde, şu bulunduğumuz yerde zayıf sayılmış kimseler idik" diyecekler, yani başkalarının ezici gücü ve mağlubiyet altında âcizlik ve güçsüzlüğümüzden dolayı bir şey yapamıyorduk, zayıf sayılıyorduk diye özür beyan edecekler. Melekler de bunlara "Allah'ın yeryüzü geniş değil miydi? -Mesela, Medine'ye Habeşistan'a göç edip kendilerini kurtaranlar gibi- yeryüzünde başka bir tarafa göç etseydiniz ya!" diyecekler ve mâzeretlerini kabul etmeyeceklerdir. İşte böyle bulundukları yerde görevlerini yerine getirmelerine engel olan bir zulüm ve hâkimiyet altından çıkmak ve az çok uygun bir tarafa gidebilmek gücünü olsun taşıdıkları ve dolayısıyla tam anlamıyla âciz ve zayıflardan olmadıkları halde, kendilerini tamamen âciz sayıp yerlerinden kımıldamayanlar, bu şekilde yapabilecekleri görevlerini terk etmiş, küfür ve zulme yardımcı olmuş olacaklarından bunların varacakları yer cehennemdir. Ve bu gidiş ne fena bir gidiştir veya o cehennem ne fena yerdir.
Bu âyet Mekke'de müslüman olmuş ve hicret farz kılındığı sırada hicret
2027] 59/Haşr, 8-10
2028] 60/Mümtehıne, 10
2029] 73/Müzzemmil, 10
2030] 74/Müddessir, 5
2031] 4/Nisâ, 97
HİCRET
- 499 -
etmemiş olan bazı kişiler hakkında inmiştir. Demek ki, hicret vâcip iken kâfirlerin suyunca gidip oturmak doğrudan doğruya küfür değil ise de, her halde bir günah ve nefse bir zulümdür. Tefsircilerin açıklamasına göre bu âyet bir yerde dinini yaşama imkânı bulamayan bir adamın oradan göç etmesi gerektiğini göstermektedir. Hz. Peygamber’in (s.a.s..s.) bir hadisinde sahih olarak şöyle gelmiştir: "Her kim dini uğruna bir yerden kaçarsa, gittiği bir karış yer de olsa cennete girmeye hak kazanır. Babası İbrahim'in ve peygamberi Muhammed'in yoldaşı olur." Rivâyet olunduğuna göre, bu âyet inince Rasûlullah (s.a.s..s.) bu âyeti Mekke müslümanlarına göndermiş, Cündüb bin Damre (r.a.) de oğullarına: "Beni bir şeye yükleyiniz. Çünkü ben ne güçsüzlerden, ne de yolu bilmeyenlerdenim. Allah'a yemin olsun, bu gece Mekke'de yatmam." demişti. Oğulları bunu bir sedyeye koyup Medine'ye gitmek üzere taşıdılar. Çok yaşlı bir zat idi, yolda vefat etti.
Demek oluyor ki, gerektiğinde hicret de bir tür cihaddır. Kâfirlerin zulmü altında ezilip kalmak ve hak dinin yayılmasına hizmet edememek, neticede çok kötü bir başkalaşıma neden olabileceğinden az çok gücü varken bundan kaçınmamak nefse bir zulümdür.
"Kendi nefislerine zulmedenler" İslâm'ı kabul eden, fakat geçerli bir nedenleri olmadığı halde henüz İslâm'a girmemiş kabileler arasında yaşayan kimselerdir. Onlar, "İslâm diyarı" varolduğu halde ve oraya hicret edip tam bir müslüman olarak yaşamaları mümkün olduğu halde, yarı İslâmî bir durumda yaşayarak kendi kendilerine zulmediyorlardı. Onların "biz yeryüzünde zayıflardan idik" diye öne sürdükleri özrün kabul edilmemesinin nedeni işte budur.
(Melekler de:) "Onda hicret etmeniz için Allah'ın arzı geniş değil miydi?"derler. "Niçin Allah'a isyankâr kimseler tarafından baskı altında tutulan ve Allah'ın kanunlarına uygun olarak yaşamanın mümkün olmadığı bir yerde yaşamaya devam ettiniz? Neden hiçbir engel olmadığı halde Allah'ın kanunlarına uyabileceğiniz bir yere hicret etmediniz?"
"Allah yolunda hicret etmek" iki durum dışında bir zorunluluktur: Kişi orada İslâm'ı yaymak, peygamberin ve takipçilerin görevlerinin ilk dönemlerinde yaptıkları gibi küfür üzerine kurulu hayat sistemini İslâmî bir sisteme çevirmek için kalabilir. Veya kişi oradan çıkıp gitmeye bir yol bulamaz da nefret ve hoşnutsuzluk içinde orada kalır. Bu iki durum hâriç "küfür diyarı"nda yaşamak sürekli günah içinde yaşamak demektir. "Hicret edecek bir İslâm Diyarı bulamadık" diye öne sürülen özür de kabul edilmeyecek ve şöyle denilecektir. "Eğer 'İslâm Diyarı' diye bir bölge bulunmadı ise, küfrün kanunlarına boyun eğmekten kurtulmak için ağaç yaprakları ve keçi sütü ile beslenebileceğiniz bir dağ veya orman da yok muydu?"
Bu bağlamda, "Mekke'nin fethinden sonra hicret yoktur" hadisi hakkındaki yanlış anlama da ortadan kaldırılmalıdır. Bu, hicretle ilgili sürekli bir emir değil, Mekke'nin fethinden sonra Arabistan'da değişen duruma uygun düşen geçici bir emirdi. Arabistan'ın büyük bölümü "küfür diyarı" olduğu sürece müslümanlar, o dönemde tek "İslâm diyarı" olan Medine'ye hicret etmeye çağrılmışlardı. Fakat Arabistan'ın hemen her tarafı İslâm kontrolüne girince, Hz. Peygamber (s.a.s.) hicretin zorunlu olduğu birinci emri ortadan kaldırmıştır: "Mekke'nin fethinden sonra artık (zorunlu olarak Medine'ye) hicret etmek yoktur." Bu hadis hiçbir zaman Kıyamet'e dek gelecek olan tüm müslümanlara
- 500 -
KUR’AN KAVRAMLARI
her zaman için hicreti yasaklayan bir emir değildir.
“Erkekler, kadınlar ve çocuklardan (gerçekten) âciz olup hiçbir çareye gücü yetmeyenler, hiçbir yol bulamayanlar müstesnâdır. İşte bunları, umulur ki Allah affeder. Allah affedicidir, bağışlayıcıdır. Allah yolunda hicret eden kimse, gidecek çok yer ve bolluk/genişlik bulur.” 2032: Ancak bir çare bulamayacak, hicretin gerektirdiği sebeplere güç yetiremeyecek ve kendi kendine veya bir vasıta ile yolu doğrultup gidemeyecek olan gerçekten güçsüz ve çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar hâriç. Zira bu gibi çaresizleri Allah'ın affetmesi kuvvetle umulur. Bunlar için de gitgide kâfirleşme tehlikesi düşünülebileceğinden mutlak olarak affedilirler denemezse de çocuklar henüz yükümlü bulunmadıklarından, büyükler de kalplerindeki imanı korumak şartıyla hicret etmeme husûsunda mâzeretli olduklarından dolayı affedilmeye ve bağışlanmaya lâyıktırlar. "Allah çok affedici, çok bağışlayıcıdır."
“Kim Allah ve Rasûlü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükâfâtı Allah’a âittir. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir.2033: Ve her kim, yolunu bilip de Allah yolunda hicret ederse yeryüzünde birçok gidecek, sığınacak veya düşmanların zıddına hareket edecek yer ve genişlik bulur. Dolayısıyla yaşadıkları yerde bir tür rahat ve bolluk bulunanlar, oradan ayrılınca mutlaka sıkıntılara ve darlıklara düşeceğini zannedip de korkmamalıdırlar. Bir de, her kim Allah'a ve Rasûlüne hicret etmek üzere evinden çıkar da sonra amacına ulaşamadan ölüm kendisine yetişirse onun ecrini vermek Allah'a düşer. Yani amelini tamamlamış gibi, ulaşacağına ulaşmış olarak ecir elde eder. Dolayısıyla bu konuda, "yerimden ayrılırsam amacıma ya ulaşırım ya ulaşamam, iyisi mi elimdekini de kaybetmeyeceğim; Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan da olmayayım." diye düşünmemelidir. Allah için hareket eden, kaderde öyle yazıldığı için yarı yolda da kalsa yine tam sevap alacağını bilmelidir. "Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir."
Cündüb b. Damre Medine'ye gelirken yolda "Ten'im" denilen yerde öleceğini hissederek sağ elini sol eline koymuş, "Allah'ım, şu senin, şu da Rasûlünün. Rasûlün sana ne ile biat ettiyse ben de öyle biat ediyorum." demiş ve ruhunu teslim etmişti. Bu haber Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ashâbına ulaştığı zaman, "Medine'de vefat etseydi sevabı eksiksiz olurdu." demişler, bu âyet de bunun üzerine inmiştir. İlim aramak, haccetmek, cihad etmek veya bunlar gibi herhangi bir dinî amaçla Allah rızâsı için yapılan her hicretin Allah ve Rasûlüne yapılmış bir hicret olduğunu da açıklamışlardır. 2034
Hadis-i Şeriflerde Hicret Kavramı
"(Allah'a) Şirk/ortak koşan bir müşrik müslüman olduktan sonra, kâfirlerden ayrılıp müslümanlar arasına katılmadıkça Allah, onun hiçbir amelini kabul etmez." 2035
"Ben, müşriklerle beraber yaşayan müslümanlardan berîyim/uzağım. Müslümanlarla müşriklerin ateşleri birbirini görmesin." 2036
“Müşriklerle beraber oturmayın, onlara karışmayın; kim onlarla birlikte oturur veya
2032] 4/Nisâ, 98-99s
2033] 4/Nisâ, 100
2034] Elmalılı, c. 3, s. 62-63
2035] İbn Mâce, Hudûd 2, hadis no: 2536; Nesâî, Zekât 73, hadis 2558
2036] Nesâî, Kasâme 25, hadis no: 4753;Tirmizî, Siyer 41, 42, hds. 1654; Ebû Dâvud, Cihad 105, hds. 2645
HİCRET
- 501 -
onlara karışırsa onlar gibidir.” 2037
"Hicretten sonra hicret olacaktır. Yeryüzünün en hayırlıları, Hz. İbrahim'in hicretini kendisine örnek alanlardır." 2038
"Memleketler, Allah'ın memleketleridir. Kullar da Allah'ın kullarıdır. Nerede hayır bulursan orada yerleş." 2039
Ashâbdan biri sordu: 'İslâm'ın alâmetleri nelerdir?' Rasûlullah buyurdu: "Azîz ve Celîl olan Allah rızâsı için müslüman oldum, küfrü, isyanı bıraktım demen, namazı kılman, zekâtı vermen, müslümanların malı, can ve ırzlarının birbirlerine haram olduğunu, müslümanların birbirlerine yardım eden kardeşler olduklarını kabul etmen ve Aziz ve Celîl olan Allah'ın, müşrikler arasında iken İslâm'ı kabul ettiği halde onları bırakıp müslümanların içine dâhil olmayan kimsenin hiçbir amelini kabul etmeyeceğini bilmendir." 2040
"Düşmanla çarpışıldığı sürece hicret devam eder." 2041
Abdullah bin Vâğıt es-Sâdî’den (r.a.): "Bir heyetle Rasûlullah’ın (s.a.s.) huzuruna geldik. Her birimiz ihtiyacını arz ediyordu. Rasûlullah’ın (s.a.s.) huzuruna en son ben çıktım ve: 'Ya Rasûlallah, geride adamlarımı bıraktım. Onlara, "hicret kesildi" diyorlar, dedim. Rasûlullah (s.a.s.): "Kâfirlerle savaş devam ettikçe hicret kesilmez" buyurdu." 2042
“Tevbe sona ermedikçe hicret sona ermez; güneş batıdan doğuncaya kadar da tevbe son bulmaz.” 2043
"Ameller/eylemler, niyetlere göre değerlendirilir. Kim Allah ve Rasûlü için hicret ederse o, Allah ve Rasûlü için hicret sevabını alır. Kim de elde etmek istediği dünya malı, ya da evleneceği kadın için hicret ederse onun hicretinin karşılığı da hicret ettiği şeydir." 2044
"Ortalık kargaşa içindeyken ibâdet etmek, bana hicret etmek gibidir." 2045
"Müslüman, dilinden ve elinden müslümanların selâmette kaldığı kimsedir. Muhâcir de, Allah'ın nehy ettiği şeyleri terk edendir." 2046
“Muhâcir, Allah’ın yasakladığı şeylerden uzaklaşan ve onları terk eden kimsedir.” 2047
Bir adam, Rasûlullah’a (s.a.s.) sordu: “Yâ Rasûlallah, hangi hicret daha fazîletlidir?” Allah’ın elçisi buyurdu ki: “... Allah’ın yasakladığı/haram kıldığı şeyleri terk etmendir.” 2048
2037] Tirmizî, Siyer 42
2038] Ebû Davûd, Cihad
2039] İbn Kesîr, Tefsirü'l-Kur'âni'l Azim, II/14
2040] Nesâî, Zekât 73, hadis no: 2558; İbn Mâce, Hudûd 2, hds. 2536
2041] Ahmed bin Hanbel, V/270
2042] Nesâî, Bey'at 15, hadis no: 4156
2043] Dârimî, Siyer 70
2044] Buhârî, Vahy 1; Müslim, İmâret 33
2045] Müslim, Fiten 130; Tirmizî, Fiten 31; İbn Mâce, Fiten 14
2046] Buhârî, Rikak 71; Müslim, İman 4, 64-66; Ebû Dâvud, Cihad 2, hadis no: 2481, Cihad 4, Vitr 11; Tirmizî, İman 2762-2763; Nesâî, İman, hds no: 4963; İbn Mâce, Fiten, hds. 2934; Dârimî, Rikak, hds. 2715
2047] Buhârî, İman 4, Rikak 26; Ebû Dâvud, Cihad 2
2048] Nesâî, Biat 12, hadis no: 4148; Ebû Dâvud, Vitr 12, hds. 1449, Dârimî, Salât 135, hads 1431
- 502 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"Fitne zamanında ibâdet, bana hicret etmek gibidir..." 2049
"İslâm, şüphesiz garip olarak başladı ve (günün birinde) garip hale dönecektir. Ne mutlu gariplere!" "Garipler kimlerdir?" diye soruldu. Rasûlullah (s.a.s.): Kabilelerinden (İslâmiyet için) uzaklaşanlardır." 2050
“Eğer hicret şerefi olmasaydı, ben muhakkak ensârdan bir fert olmak isterdim.” 2051
“Allah’ım! Ashâbımın hicretini kararlı kıl; onları topukları üzerinde tekrar geriye döndürme.” 2052
"Yâ Rasûlallah, insanların hangisi daha fazîletlidir?" diye soruldu. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.), "Canıyla, malıyla Allah yolunda cihad eden mü'mindir." Buyurdu. Sahâbîler: "Sonra kimdir?" dediler. Rasûlullah (s.a.s.): "Vâdîlerden bir vâdî içinde (yalnızlığa çekilen) bir mü'mindir ki, o, Allah'tan korkar da insanları kendi şerrinden rahat bırakır" buyurdu. 2053
Abdullah bin Amr (r.a.) anlatıyor: "Bir adam, Rasûlullah’a (s.a.s.): 'Yâ Rasûlallah, hangi hicret daha fazîletlidir?' diye sordu. Rasûlullah (s.a.s.) da: "Allah'ın yasakladığı (haram kıldığı) şeyleri terk etmendir" buyurdu. Ve devamla: "Hicret, iki kısımdır: Şehirlilerin hicreti ve çölde yaşayanların hicreti. Çölde yaşayanın hicreti, vazifeye çağrıldığında gelmesi, emrolunduğu şeyi yapmasıdır. Şehirlilerinki ise, çölde yaşayanınkinden daha ağırdır. Ecir ve sevâbı da daha çoktur." 2054
Ya'lâ (r.a.) şöyle demiştir: "Mekke'nin fethi günü babamı, Rasûlullah’ın (s.a.s.) huzuruna getirerek: 'Yâ Rasûlallah, babamın hicret etmesi husunda bey'atını kabul buyur' dedim. Rasûlulah da: "Hicret kesildi, cihad etmesi hususunda bey'atını kabul ediyorum" buyurdu." 2055
Mucâşî İbn Mesûd (r.a.) şöyle dedi: "Mekke'nin fethinden sonra ben, kardeşim (Mucâlid) ile Rasûlullah’a (s.a.s.) geldim ve: 'Ya Rasûlallah, kendisiyle hicret etmek üzere bey'at etmen için sana kardeşimi getirdim' dedim. Rasûlullah (s.a.s.): "Hicret etmiş olanlar, ondaki fazîletle gitmişlerdir" buyurdu. 'Şimdi sen onunla ne üzere bey'at edeceksin?' diye sordum. "Ben onunla, İslâm, iman ve cihad üzere bey'at edeceğim" buyurdu. 2056
"Fetihten (Mekke'nin fethinden) sonra (Medine'ye) hicret yoktur. Ancak cihad ve niyet vardır. Allah yolunda savaşa çağrıldığınız zaman koşunuz." 2057
Hadis-i şerifte bitmiş olduğu beyan edilen "hicret", Mekke'den Medine'ye yapılan hicrettir. Hicret, hangi mekân ve hangi zamanda olursa olsun, şartları
2049] Müslim, Fiten 26, hadis no: 2650; Tirmizî, Fiten 28, hds. 2297; İbn Mâce, Fiten, 14, hds. 3985
2050] İbn Mâce, Fiten 15, hadis no: 3988s
2051] Ahmed bin Hanbel, II/315; Müslim, Zekât 139
2052] Müslim, Vasıyye 5
2053] Buhârî, Cihad ve's-Siyer 5; Müslim, İmâre 34, hadis no: 122-123
2054] Nesâî, Bey'at, hadis no: 4148, Zekât hds. 2516; Ebû Dâvud, Vitr, 1449; Dârimî, Salât, hds. 1431
2055] Nesâî, Bey'at, 15, hadis no: 4151
2056] Buhârî, Meğâzî, 311-312; Müslim, İmâre, 83-84
2057] Buhârî, Cihad ve's-Siyer 2; Müslim, İmâre 85-86; Ebû Dâvud, Cihad 2, hadis no: 2480; Tirmizî, Siyer 32, 33 hds no: 1638; Nesâî, Bey'at 15, hds no: 4153, Cihad 9, hds 2773; Dârimî, Siyer 49, hds 2515, Siyer 69
HİCRET
- 503 -
oluştuğunda gündeme gelen bir ibâdet ve şartlar çerçevesinde işlenen bir eylemdir. Hadis, Mekke'den hicreti kaldırmış ise de müslümanlara baskı yapılan her küfür diyarından İslâm yurduna hicret, farz olarak sürmektedir.
Hayat; İman, Sabır, Hicret ve Cihaddır
“Onlar ki, hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, Benim yolumda eziyete uğradılar, çarpıştılar ve öldürüldüler; andolsun, Ben de onların kötülüklerini örteceğim ve onları içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Bu mükâfât, Allah tarafındandır. Allah, mükâfâtın en güzeli kendi nezdinde olandır.” 2058
Tarihte vuku bulan gerçek hicretler, peygamberler ve onların yetiştirdiği insanlar eliyle ortaya konulmuştur. Bu hicretler, gerçek muhâcirler olan peygamberlerin önderliklerine göre tasnif edilmelidir:
Peygambersiz ümmet hicretleri (Hz. İsa’dan sonra yaşanan, mü’minlerin Kudüs’ten kovulması ve bunların dünyanın çeşitli yerlerine dağılmaları ve asr-ı saâdetteki Habeşistan’a yapılan hicretler).
2- Ümmetsiz Peygamber hicretleri: İlk çağ peygamberlerinin hicretleri (Hz. Mûsâ’ya kadar ve asr-ı saâdetteki Peygamberimiz’in Tâif’e hicret girişimi).
3- Peygamber kontrolünde hicret (Hz. Mûsâ ve O’na iman eden kavminin Mısır’dan çıkış olayı ve asr-ı saâdette vuku bulan dünyanın gördüğü en muhteşem göç: Medine’ye hicret).
Müslümanların hayatı, sürekli bir “seyahat”ten ibârettir; nitekim Kur’ân-ı Kerim’de seyahat edenler övülmektedir.2059 Bu seyahat, bir yandan “kâinat”ın küçültülmüş şekli, yoğun bir özeti olan bedeninden içine, kalbine doğru; bir yanda da, kâinatta “âyet”lerden âyetlerin işaret ettiğine doğru, yani eserden fiile, fiilden isme, isimden sıfata, sıfattan şuûna, oradan da Zâtâ doğru bir seyahattir. Bu, bir açıdan birbirini tamamlaması gereken her iki seyahatin neticesinde “Arş’ı üzerinde” Allah’a ulaşılır. Çünkü kalp de Allah’ın arşıdır. Kendinde, kâinattaki her varlığın bir özeti bulunan insan, bütün bu yanlarını aşarak, asıl varlığını oluşturan rûhuna doğru yürürken, bu ruhu örten, kalbin işitme ve görme duyularının üzerine konmuş ağırlıkları gidererek, merkezine ulaşmaya çalışır. Bu ise, kalbi çevreleyen, ruhu perdeleyen her türlü karartı ve ağırlıkları silmek, bunların sebebi olan haramları işlememek ve Allah’ın emirlerini yerine getirmekle mümkün olabilir. İşte, hicretin temel mânâ ve muhtevâsı burada, yani ruhu perdeleyecek her türlü davranışlardan kaçmakta, uzak durmakta yatar: “Ey örtüye bürünen! Kalk ve uyar! Rabbini tekbir et; elbiseni temizle ve her türlü ağırlık ve günahtan hicret et!” 2060
İşte, insan bu seyahatinde, nefsinden olduğu kadar çevresinden de büyük engellerle karşılaşır. Çünkü insan bir yandan kendi içinde ruhuna doğru, bir yandan da kâinatta seyahat ederken, karşısına çıkan cin ve insan şeytanlarıyla, bunların kendindeki işbirlikçisi nefsi, onu sürekli önlemeye çalışır. Dolayısıyla insan, içe ve dışa doğru seyahatinde kendini “temizlediği” gibi, çevresini de her türlü kirden, ağırlıktan, günahtan, zulümden temizleyerek hedefe gidebilir. Bu
2058] 3/Âl-i İmrân, 195
2059] 9/Tevbe, 122
2060] 74/Müddessir, 1-5
- 504 -
KUR’AN KAVRAMLARI
durumda, kirlilerin, günahkârların ve zâlimlerin karşısına çıkmasından tabiî bir şey yoktur. Onları aşmanın, engellerini yok etmenin en önemli vâsıtalarından biri, belki de bu araçların hepsinin adıdır hicret. Önce bu engel koyuculardan kalben kesinkes uzaklaşmak, (eğer savaş şartları oluşmamışsa) onlara iyi davranarak zulümlerine eritici bir sabırla karşı koymak, hikmet ve en güzel tebliğle mücâdele etmek gerekir. İşte, bu sabrın, mücâdelenin, hem nefse, hem de dıştaki engellere karşı koymanın, ruha doğru seyahat etme cehd ve gayretinin adı da cihaddır.
Müslümanın hayatı, kesintisiz bir hicret ve sürekli bir cihaddan ibârettir. Bu cihadın bir merhalesinde o hale gelinir ki, artık Allah’ın Yolu’ndan alıkoyucular hikmet ve güzel öğütle tebliğden etkilenmez ve bu Yol’dan alıkoyma ve yolcularının önüne büyük engeller koyma işinden vazgeçmez olurlar. Hatta müslümanlar ölmek ve daha da kötüsü Allah’ın Yolunda yürüyememek, öyle ki bu Yol’u bırakmak durumuyla karşı karşıya gelebilirler. İşte, bu noktada ya cihadın silahlı şekline başvurmak, ya da imanı kurtarmak için fert fert veya topluca hicret edilir. O kadar ki, bu hicret ve ardından, kendisinden hicret edilen yerdeki ins şeytanlarına karşı silahlı cihad etmek imanın tam mânâsıyla denendiği ve mü’minin belâ kabında piştiği vazgeçilmez bir görev halini alır: “Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: ‘Ne işte idiniz?’ dediler. Bunlar: ‘Biz yeryüzünde müstaz’af/çaresiz idik’ diye cevap verdiler. Melekler de: ‘Allah’ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!’ dediler. İşte onların barınağı cehennemdir. Orası ne kötü bir gidiş (yeri)dir.” 2061
Hicret, hiçbir zaman kaçış değildir. O, mutlaka zulme ve eziyete uğradıktan sonra veya ferdî planda imanı korumak, ya da Din’i anlatmak veya toplu halde kendisinden hicret edilen yere muzaffer bir şekilde dönüp, orada Tevhid’i gerçekleştirmek için yapılır; bu gâyeyle hicret edenleri Allah, yeryüzünde yerleştirip, kendilerine imkân vermeyi vaad etmiştir. “Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Eğer bilirlerse âhiretin mükâfâtı elbette daha büyüktür.” 2062
Eziyete ve zulme uğradıktan sonra toplu olarak hicret etme emri geldiği halde hicret etmeyenleri, hicrete güçleri yettiği halde hâlâ müşriklerin velâyeti altında bulunanları, hicretlerinden sonra Allah’ın güzelce yerleştirdiği mü’minlerin korumaları üzerlerine mecburî olmadığı gibi, aralarında anlaşma olan kavme karşı yardım istediklerinde yardım etmek zorunda da değillerdir: “İman edip hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve (mücâhidleri) barındırıp yardım edenler var ya, işte onların bir kısmı diğer bir kısmının velîleridirler. İman edip de hicret etmeyenler ise, onlar hicret edinceye kadar size onların velâyetinden/dostluğundan hiçbir şey yoktur.(Bununla beraber) Eğer onlar din husûsunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında sözleşme/anlaşma bulunan bir kavim aleyhine olmaksızın (o müslümanlara) yardım etmek üzerinize borçtur. Allah, yapacaklarınızı hakkıyla görmektedir.”2063; “Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan hiçbirini velî/dost edinmeyin.” 2064
İşkence ve zulümden sonra gerçekleştirilen hicret bir mânada silahlı cihadın kapısı olmaktadır. Artık müşriklere ve insanları Allah’ın Yolu’ndan alıkoymaya
2061] 4/Nisâ, 97
2062] 16/Nahl, 41
2063] 8/Enfâl, 72
2064] 4/Nisâ, 89
HİCRET
- 505 -
çalışanlara karşı bir “hükümet” halini alan muhâcirlerle, onlara yurt veren ve barındıran yardımcıların el ele verip, “sağlam bir yapı” halinde savaşmaları, üzerlerine borç olur. İmanların en tesirli tarzda denendiği zamandır artık bu zaman; işkencelerden kurtulup da hicretle dindaşlarının bulunduğu yurda yerleşenler eğer rahata dalar, içe doğru hicret ve cihadı bırakırlarsa, düşman karşısında da malları ve canlarıyla cihad edemez, savaş veremezler. Bu bakımdan, silahlı cihad ve bir yerden bir yere hicret, belli zamanlarda ve gerektiği şartlarda yerine getirilmesi gerekli son derece önemli iki vazife iken, nefse karşı cihad ve içe doğru hicret, bu görevi de yerine getirebilmenin gereği ve mü’minin kesintisiz devam ettirmesi gereken birinci derecedeki vazifesidir. Yoksa, hicret bir kaçış, cihad da ganîmet ve yağma için verilen bir savaş halini alabilir ve bu durum da, insan için sadece kayıp ve hüsran demek olur. “Muhâcir, Allah’ın nehy ettiklerinden hicret edendir.” 2065
Bir müslümanın temel hedefi Allah Teâlâ'ya ihlâsla ibâdet edebilmektir. Ruhlar âleminde gerçekleşen misaka ve o misakın tabii sonucu olan emânete, hakkı ile riâyet edebildiği müddetçe bir mü’min, yeryüzünün neresinde olursa olsun yaşayabilir. Elbette hangi halde bulunursa bulunsun, insanları, Allah Teâlâ'nın dinine dâvet etmeye devam edecektir. Herhangi bir devlet, müslümanların ibâdet etmelerine karışmaz ve tebliğ hususundaki gayretlerini sınırlamazsa mesele yoktur. Ancak bütün bunları kanunla yasaklar ve ibâdet ettikleri için müslümanlara zulmederse, durum ne olacaktır? Bu suale cevap verebilmek için hicret kavramını açıklamak durumundayız. Hecr veya hecrân/hicrân; insanın başkasından (bedenen, kalben veya dille) ayrılması demektir. Hicret; ayrılma, terk etme ve göç etme mânâlarına gelir. Seyyid Şerif Cürcanî hicreti şöyle tanımlar: "Küfür ahkâmının tatbik edildiği beldeden, darul-İslâm'a intikâl etmeye hicret denilir."2066 Râğıb el-İsfahanî, Müfredât isimli eserinde şu noktalar üzerinde durur: "Hecr veya hicran; insanın başkasından ayrılmasıdır. Bu bedenle, kalple veya dille olabilir. Allah Teâlâ: "Şerlerinden, serkeşliklerinden yıldığınız kadınlara gelince; onlara öğüt verin (vazgeçmezlerse), kendilerini yataklarında yalnız bırakın (ve’hcurûhunne)"2067 buyurmuştur. Burada kullanılan “ve’hcurûhunne” ifadesi, onlara yaklaşmamaktan kinâyedir. Furkan sûresindeki "Peygamber dedi ki: ‘Ey Rabbim! Kavmim hakikat şu Kur'ân'ı mehcûr bir şey edindiler/terkettiler." 2068 mealindeki âyette, kalp ile hecr veya hem kalp, hem lisan ile hecr sözkonusudur. "Onlardan güzel bir şekilde ayrıl."2069 mealindeki âyette, üç türlü hecr (ayrılma) muhtemeldir. Bununla beraber; müşriklere iyi davranmakla birlikte mümkün olursa her üç şekilde de (beden, kalp ve dil) ayrılmanın (hecr etmenin) yollarını aramaya Peygamber ve O’na tâbi olanlar dâvet edilmektedir. "Uzun bir müddet benden ayrıl (ve’hcurni), git!"2070 mealindeki âyette de böyledir. "Azâb(a götürecek şeyleri) terket (fe’hcur)!"2071 Burada da bütün şekilleriyle ayrı kalmaya teşvik vardır. Muhâceret, başkasıyla ilişkiyi kesip, onu terk etmektir.
2065] Buhârî, I-11; Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 497-501
2066] Cürcânî, et-Ta'rifat, İstanbul ty, Kaynak Yay., sh. 256
2067] 4/Nisâ, 34
2068] 25/Furkan, 30
2069] 73/Müzzemmil, 10
2070] 19/Meryem, 47
2071] 74/Müddessir, 5
- 506 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Denildi ki; “şehvetlerden, kötü huylardan ve günahlardan uzaklaşmak, olanları terk ve reddetmek de, hicretin gereğidir.”2072 Hz. Âdem (a.s) ile başlayan tevhid mücadelesi; tâgûtî güçlerin zulmü sebebiyle, hicret eden muttakî insanların ıstırabını gündeme getirmiştir. Kâfirler ve müstekbirler daima zorbalığa başvurmuşlardır. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de; Hz. Şuayb’ın (a.s.) kıssası beyan edilirken, kavminin önde gelen (mele’) müstekbirlerinin teklifi haber verilmiştir: "Onun (Şuayb'ın) kavminden iman etmeyi kibirlerine yediremeyen kodamanlar (devlet adamları) şöyle dedi: ‘Ey Şuayb, seni ve beraberindeki iman edenleri ya muhakkak memleketimizden çıkaracağız, ya da mutlaka bizim dinimize (küfre ve şirke) döneceksiniz! O (Şuayb): ‘Ya istemesek de mi?’ dedi."2073 Hz. Mûsâ’nın (a.s.) kıssasında da kâfirlerin ne derece zorba olduğu açıklanmaktadır. Nitekim Fir'avun, Hz. Mûsâ’ya (a.s.) hitâben: "Yemin ederim ki; eğer benden başka bir ilâh edinirsen, seni muhakkak ve muhakkak zindana atılanlardan ederim”2074 tehdidinde bulunmuştur. Esasen bütün tâgûtî iktidarlarda, Fir'avun kompleksini tespit etmek mümkündür. Tarih boyunca, birçok peygamber ve muttakî mü'min, sadece ve sadece Allah Teâlâ'ya ibâdet edebilmek için hicret etmişlerdir. Şimdi bu konu üzerinde kısaca duralım:
1- Hz. İbrahim'in Hicreti: Heykelperest bir kavme, İslâm'ı tebliğ etmeye gayret eden Hz. İbrahim (a.s.) birçok işkenceye uğramıştır. Sabırla ve metânetle yürüttüğü nübüvvet görevinin sonucu, hicretle noktalanmıştır. Şimdi hicret etmeden önceki son durumu Kur'ân-ı Kerîm'den öğrenelim: "... Bundan dolayı kavminin cevabı: ‘Öldürün onu yahut yakın onu!’ demelerinden başka (bir şey) olmadı. Allah da onu (İbrahim'i) ateşten kurtardı. Şüphe yok ki bunda iman edecek zümreler için herhalde ibretler vardır. De ki: ‘Siz dünya hayatında birbirinizle (müşriklik hususunda) dost olduğunuz için Allah'ı bırakıp ancak heykellere tutundunuz. (Fakat) bilâhare kıyamet gününde kiminiz kiminize küfür, kiminiz kiminize lânet edecektir. Barınacağınız yer ise ateştir. Sizin (o vakit) hiçbir yardımcınız da yoktur.’ Bunun üzerine kendisine Lût iman etti. (İbrahim) dedi ki: ‘Hakikat ben Rabbime hicret edeceğim. Şüphe yok ki mutlak ve gâlib, tam hüküm ve hikmet sahibi O'dur."2075 Böylece Kur'ân-ı Kerîm; Hz. İbrahim’in (a.s.) dini yaymak gayesiyle, kavminden uzaklaşmaya karar verdiğini bildirmektedir.
2- Ashâb-ı Kehfin Hicreti: Kâfir ve zâlim bir yönetime itaat etmekten hayâ ederek, bir mağaraya hicret eden Ashâb-ı Kehf nasıl unutulabilir? Allah Teâlâ onlardan râzı olmuş ve Kur'ân-ı Kerîm'de "genç yiğitler" olarak taltif etmiştir. Kıyâmete kadar hayırla anılacaklardır. Şimdi kısaca onların kıssasını nakledelim: "(Şimdi) Sana onların kıssalarını (hakiki bir şekilde) anlatalım: Hakikat onlar Rablerine iman eden genç yiğitlerdi. Biz de onların hidâyetini artırmıştık!. Ve (kâfir hükümdarın karşısına dikilip) de: ‘Bizim Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir. Biz ondan başkasına Allah demeyiz. (Eğer dersek) o zaman andolsun ki, hakikatten uzaklaşmış oluruz. Şunlar, şu bizim kavmimiz O'ndan (Allah Teâlâ’dan) başkasını ilâhlar edindiler. Bunların üzerine bari açık bir burhan getirselerdi ya! Artık Allah'a karşı yalan yere iftira edenlerden daha zâlim (daha kâfir) kimdir?' dedikleri zaman onların kalplerini (sabır ve sebat ile tamamen hakka) bağlamıştık. (Onlar birbirlerine şöyle demişlerdi) Mademki biz onlardan ve Allah'tan başka tapmakta olduklarından ayrıldık (hicret ettik), o halde mağaraya çekilelim ki, Rabbimiz
2072] Râğıb el-Isfahani, el-Müfredat fi Garibi'l-Kur'an, İst.,1986, Kahraman Y., s. 782
2073] 7/A'raf sûresi: 29
2074] 26/Şuarâ, 29
2075] 29/Ankebût, 24-26
HİCRET
- 507 -
bize rahmetinden genişlik versin, işimizde de fayda hazırlasın." 2076 Böylece ashâb-ı kehf; tâgûtî bir iktidarın yönetimi altında yaşayıp, imanlarını gizlemekten haya etmişler ve mağarada İslâm'ı yaşamaya çalışmışlardır. Kâfirlerden ve zâlimlerden uzaklaşan (hicret eden) ashâb-ı kehf'in, İslâm'ı yaşama hususunda gösterdiği gayreti takdir etmemek mümkün müdür? Güçlerini (ve sayılarını) bahane ederek tâgûtî yönetimlere boyun eğen, cihadı ve hicreti unutan insanların ise, ashâb-ı kehfi hatırlaması kolay değildir.
Tâğûtî iktidarların baskısı ve çevre şartları sebebiyle, İslâmî bir hayat yaşayamayan her mükellef, mutlaka hicret etmek mecburiyetindedir. Ayrıca müslümanların; kâfirlerin ordularına katılmaya ve küfrün güçlenmesi için savaşmaya mecbur edildikleri durumlarda, mutlaka hicret etmeleri gerekir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de, müslüman oldukları ve hicrete güçleri yettiği halde bu ibâdeti terk edenler uyarılmışlardır. "Öz nefislerinin zâlimleri olarak canlarını alacağı kimselere melekler derler ki: ‘Ne işte idiniz? (İslâm için ne yapıyordunuz?)' Onlar: ‘Biz yeryüzünde (İslâm'ın emirlerini tatbikten) âcizlerdik' derler. Melekler de: ‘Peki!.. Allah'ın arzı (yeryüzü) geniş değil miydi? Siz de oradan (İslâmî bir hayat yaşayamadığınız yerden) hicret edeydiniz ya!' derler. İşte onların durağı (varacağı yer) cehennemdir. O ne kötü bir yerdir. Erkeklerden, kadınlardan, çocuklardan zaaf ve acz içerisinde bırakılıp da, hiçbir çareye gücü yetmeyen ve (hicrete) bir yol bulamayanlar müstesnadır. Zira onlar (acz ve zaaf içerisinde olanlar) Allah'ın affedeceğini umabilirler?"2077 Mekke'de, müslüman oldukları halde (hicret etmeye imkânları da varken) "imanlarını gizleyen ve İslâm'ın emirlerini edâ edemeyen" kimseler hakkında inen bu âyet, hicretin önemini bildirmektedir.
Şimdi konuya değişik bir açıdan bakalım: "Hicret ibâdetinin edâ edilebilmesi için kâmil mânada bir dârû'l-İslâm'ın bulunması şarttır" diyerek kendilerini ma'zur görenler haklı mıdırlar? Bilindiği gibi sahâbe-i kiram'ın ilk hicret ettiği ülke Habeşistan'dır. İmam-ı Serahsi "Mekke'yi" şu şekilde tarif etmektedir: "O dönemde Mekke; şirk ahkâmının tatbik edildiği bir dâru'ş şirk idi."2078 Mâlum olduğu üzere; birinci ve ikinci Habeşistan hicretinin edâ edildiği dönemde, yeryüzünde dâru'l-İslâm vasfına hâiz bir belde yoktur. Dolayısıyla "hicret ibâdetini edâ edebilmek için, kâmil mânada bir dâru'l-İslâm'ın bulunması şarttır" iddiası tutarlı değildir. Nitekim Hafız İbn-i Hacer el-Askalanî ye göre, hicret iki çeşittir. Birincisi: İşkence ve korku diyarından, güven diyarına hicret! Tıpkı Habeşistan'a ve Resûl-i Ekrem (s.a.s.)'in hicretinden önce Mekke'den Medine'ye yapılan hicret gibi! İkincisi: Küfür diyarından İslâm diyarına hicret. Bunun misali ise şudur: Peygamber efendimizin (s.a.s.) Medine'ye hicret ederek İslâm devletini kurduktan sonra yapılan hicret... Ancak Mekke fethedildikten sonra Resûl-i Ekrem’in (s.a.s.): "Fetihden sonra hicret yoktur. Ancak cihad ve niyet vardır."2079 hükmü gereğince; Mekke-Medine arasındaki hicreti kaldırmıştır. Fukahâ, hadiste geçen fetihden maksadın, Mekke'nin fethi olduğunda müttefiktir.
Abdullah İbn-i Ömer (r.a.) şöyle der: “Yeryüzünde küfür diyarı var olup, kâfirlerle savaş sürdüğü müddetçe, hicret devam edecektir. Zira Resûl-i Ekrem
2076] 18/Kehf sûresi: 13-16
2077] 4/Nisâ, 97-99
2078] İmam Serahsî, el-Mebsût, Beyrut, ty., c. XIV, sh. 57
2079] Buhârî, Cihad ve's-Siyer 2; Müslim, İmâre 85-86; Ebû Dâvud, Cihad 2, hadis no: 2480; Tirmizî, Siyer 32, 33 hds no: 1638; Nesâî, Bey'at 15, hds no: 4153, Cihad 9, hds 2773; Dârimî, Siyer 49, hds 2515, Siyer 69
- 508 -
KUR’AN KAVRAMLARI
(s.a.s.) “Düşmanla cihad devam ettiği müddetçe, hicret devam edecektir.”2080 buyurmuştur.” Bu hadise göre; hicretin farz olduğu küfür diyarı, (müslümanlarla) savaşın devam ettiği beldedir. Küfür diyarındaki müslüman; baskı ve zulüm altında tutulur, dinini açığa vuramaz ve (küfrün orduları safında) savaşa götürülür" diyerek, hicretin hangi hâlde farz olduğunu izah etmiştir. Savaş söz konusu olmadığı ve İslâmî hükümleri edâ edebildiği müddetçe, hicret ibâdeti farz olmaz. Mükellefin durumuna göre müstehap veya mubah olabilir. Sonuç olarak: Kelime-i Şehâdeti ikrar ve tasdik eden her mükellef, Allah Teâlâ'nın kitabında ve Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'in sünnetinde yer alan her hükmün "mutlak hakikat" olduğunu tasdik etmiştir. Hakikate göre amel etmek ve bâtılı terk etmek farzdır. Tâgûtî iktidarların hâkim, müslümanların mahkûm durumunda olduğu beldelerde; İslâm cemaatinin kurulması şarttır. Müslüman ya İslâmî devletin, ya da İslâmî cemaatin içerisinde ibâdetlerini hakkı ile edâ edebilir. Bu iki halin dışında, üçüncü bir hâli gündeme getirmek mümkün değildir. 2081
Adım Adım Hicret: Rasûlullah Mekke'de tebliğ görevini sürdürürken Kureyşliler de inkârlarında diretiyorlardı. Peygamberimiz tebliğ görevini Mekke'nin dışına taşırmak istiyordu. Bu nedenle Taif'e gitti. Tâifliler de Kureyşliler gibi inkârcılıkta direnmişler ve Peygamberimizi taşa tutmuşlardı. Peygamberimiz onların bu Câhilce hareketleri karşısında yılmamıştır. Özellikle hac mevsiminde Mekke dışından gelen insanlarla görüşüyor onlara İslâm'ı anlatıyordu. Peygamberimiz bir gün Akâbe mevkiinde Medineli altı kişi ile karşılaştı. Onlara Kur'ân okudu ve İslâm'a davet etti. Medineliler Peygamberimizle konuştuktan sonra durumu kendi aralarında değerlendirdiler. "Yahûdilerin geleceğini bildikleri ve kendisiyle bizi korkuttukları peygamber bu olmasın" dediler. Yahûdilerden önce müslüman olmanın gereğine inanıp müslüman oldular.
Medine'de bulunan Yahudiler bir Peygamber'in geleceğini biliyorlardı. Medinelilerle aralan açılan Yahudiler onlara "Bir Peygamber gönderilmek üzeredir. O Peygamber gelince biz ona tabi olacağız, İrem ve Âd kavimleri gibi sizin kökünüzü kazıyacağız" diyorlardı.
Akabe'de müslüman olan Medineliler memleketlerine gittiklerinde bu durumu yakınlarına aktardıktan bir yıl sonra, daha önceki Müslümanlarla birlikte on iki kişilik bir topluluk Hacc için Mekke'ye geldi. Bunlar Peygamberimizle görüştü ve "hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocukları öldürmemek, iftira etmemek, Allah ve Rasûlüne muhalefette bulunmamak hususunda" peygamberimize söz verip bey'at ettiler.
Peygamberliğin on üçüncü yılında Medineli müslümanlardan yetmiş iki kişilik bir grup hacc için Mekke'ye geldiler. Peygamberimizle Akabe mevkiinde görüşmek üzere toplandılar. Hz. Peygamber (s.a.s.), amcası Abbas'la birlikte Akabe'ye geldi. Abbas henüz müslüman olmamıştı. Ebu Talib'in vefatından sonra peygamberimizle daha çok ilgilenmeye başlamıştı. Bu ilgi kabile bağından ileriye gitmiyordu. Toplantıda ilk konuşmayı Abbâs yaptı; "Ey Hazrec topluluğu, bu benim kardeşimin oğludur. Benim yanımda insanların en sevgilisidir. Siz onu tasdik ediyor, onun getirdiklerine inanıyor ve kendisini alıp götürmek istiyorsanız, sizden bu hususta beni tatmin edici bir söz almak isterim. Siz ona vereceğiniz sözü
2080] Ahmed bin Hanbel, V/270
2081] Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, s. 175-180
HİCRET
- 509 -
yerine getirebilecek ve kendisini muhâliflerinden koruyabilecek misiniz? Bunu gereği gibi yaparsanız ne iyi; yok eğer Mekke'den çıktıktan sonra kendisini yardımsız bırakacak rüsvay edecekseniz şimdiden bu işten vazgeçiniz, onu bırakın. Yine kavmi arasında ve yurdunda izzet ve şerefiyle korunmuş olarak yaşasın."
Hz. Abbas'tan sonra Hz. Peygamber (s.a.s.) konuştu. Bundan sonra Medineli müslümanlar düşüncelerini şöylece açıkladılar: "Allah'tan getirdiklerine bilerek ve inanarak sana bey'at ediyoruz. Biz, Rabbimıza bey'at ediyoruz Allah'ın kudret eli ellerimizin üzerindedir. Kendimizi, oğullarımızı, kadınlarımızı esirgeyip koruduğumuz şeylerden seni de, esirgeyip koruyacağız. Eğer bu ahdimizi bozarsak, Allah'ın ahdini bozan, yaramaz, bedbaht insanlar olalım. Ya Rasûlallah! Biz ahdimizde sâdıkız".
Peygamberimiz iki şart ileri sürdü, "Rabbim için şartım: O'na hiç bir şeyi ortak koşmamanız yalnız O'na ibâdet etmeniz, kendinizi, çocuklarınızı, kadınlarınızı esirgeyip koruduğunuz şeylerden, beni de esirgeyip korumanızdır" buyurdu. Medineliler: "Böyle yaptığımız zaman bizim için ne var?" dediler. Allah Rasûlü de: "Cennet var" buyurdu. Medineliler "bu kârlı alış veriştir" deyip Allah Rasûlüne bey'at ettiler.
Mekke müşrikleri Akabe bey'atlarıyla ilgili haberi alınca Allah Rasûlünü Mekke dışına çıkarmamak için önlemler almaya başladılar. Bir müddet sonra peygamberimiz müslümanların Medine'ye hicret etmelerine izin verdi. İlk olarak Cahşoğulları hicret ettiler. Bunlardan sonra Hz. Ömer hicret için önce silahını kuşandı, Kâbe'yi tavaf etti. Çevrede bulunan müşriklere de hicret etmekte olduğunu bildirdi. "Anasını ağlatmak karısını dul bırakmak isteyen varsa beni izlesin" diyerek büyük bir grup sahâbe ile birlikte hicret etti."
Hz. Ömer'den sonra Hz. Hamza ve diğer müslümanlar hicret ettiler. Hz. Ebû Bekir de hicret etmek istiyordu ancak, Peygamberimiz ona "acele etme, belki Allah sana bir arkadaş bulur" diyerek beklemesini söyledi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir iki deve satın alıp, hicret edeceği günü beklemeye başladı.
Kureyşliler müslümanların Medine'de tutunduklarını görünce telaşa düştüler. Peygamberimizin hicretine engel olabilmek için Darü'n-Nedve adı verilen meclis binasında toplandılar. Çeşitli fikirler ve düşünceler ileri sürerek sonuçta Ebû Cehil'in düşüncesinde karar kıldılar.
Ebu Cehil, her kabileden bir delikanlının seçilmesini, bunların hep birlikte Peygamberimizi öldürmelerini teklif etti. Böylece Abdi Menâfoğullarının bütün kabilelerle çarpışamayacağını, kan davasından vazgeçeceklerini bildirdi.
Onlar bu tip hileler düşünürlerken Peygamberimiz Hz. Ebû Bekir'in evine vardı. Allah'ın kendilerine hicret iznini verdiğini bildirerek yol hazırlıklarına başlanıldı. Mekkelilere ait bazı emanetlerin sahiplerine teslim edilmesi ve müşrikleri yanıltmak amacıyla Hz. Ali'ye Peygamberimizin evinde kalması emredildi.
Gecenin geç vaktinde müşrikler Peygamberimizin evini kuşattılar. Allah Rasûlü Kur'ân okuyarak Allah'a sığınmış böylece müşriklerin arasından görünmeden geçmiştir. Bir müddet sonra müşrikler Peygamberimizin yatağında yatanın Hz. Ali olduğunu görünce hayrete düşmüş ve tuzaklarının boşa gittiğini anlamışlardır.
Rasûlullah (s.a.s.) Hz. Ebu Bekir'le birlikte Sevr Dağı'na doğru yol alıp
- 510 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Hıra mağarasına gizlendiler. Bu dağ Medine tarafında değil, Cidde tarafında Mekke'nin kuzey batısında yer alıyordu. Müşrikleri şaşırtmak için de böyle bir yola başvurulmuştu.
Müşrikler Hz. Ali'yi ve Hz. Ebû Bekir'in kızı Esma'yı sıkıştırmış fakat bir şey öğrenememişlerdir. İz sürenleri yanlarına aldılar; dağ, tepe demeden her tarafı aradılar. Bir ara mağaranın ağzına kadar geldiler, mağaranın önüne bir güvercinin hemen Rasûlullah'ın oraya girmesinden sonra yuva yaptığını, örümceğin ağ örttüğünü görünce Allah Rasülünün mağarada gizlenmesinin mümkün olabileceğini düşünemediler. Elleri boş olarak geri döndüler.
Hz. Peygamber (s.a.s.) ile Hz. Ebu Bekir bu mağarada üç gün kaldılar. Hz. Ebu Bekir'in oğlu Abdullah ve kızı Esma onlara yemek taşıdılar. Hz. Ebu Bekir'in çobanı da koyunlarını Abdullah'ın geçtiği yerlere sürerek izlerini silmeye çalıştı. Yol Kılavuzu Uraykıt Peygamberimiz ve Hz. Ebubekir'in bineceği develeri getirdi. Peygamberimiz devenin ücretini Ebu Bekir'e ödeyerek yola koyuldular. Yolculukta geceleri yol alıyor, gündüzleri gizleniyorlardı.
Kureyşliler, Peygamberimizi bütün uğraşlarına rağmen bulamayınca şaşkına döndüler. Onu bulana yüz deve vereceklerini vaad ettiler. Bu ödül herkesi heyecanlandırdı. Yüz deveye sahip olabilme ümidiyle her tarafı aramaya başladılar. Her yöne haberciler gönderildi. Bu habercilerden birisi de Süraka'nın yurduna gelmişti. Onlar da Allah Rasûlünü bulabilmek ve yüz deveye sahip olabilmek için fırsat kolluyorlardı. Bir gün adamın birisi üç kişilik bir yolcu kabilesinin gitmekte olduğunu gördü. Bunu bir toplulukta anlattı. Süraka uyanık bir kimse idi. Adamı yanıltmak ve sözü kesmek için onlar falancalardır dedi. Adam da kesin bir şey bilmediğinden susmak zorunda kaldı. Bunun üzerine Süraka evine geldi. Atını ve oklarını hazırladı. Belirtilen yöne doğru hızla yol almaya başladı. Süraka kısa bir müddet sonra Peygamberimiz ve Hz. Ebû Bekir'e yetişti. Onlara "bugün seni benden kim kurtarabilir" diye bağırdı. Peygamberimizin duasıyla Süraka'nın atının ön ayakları kuma gömüldü. Böylece Allah bu kutsî Medine yolculuğunda Rasûlünü yalnız bırakmamış ve onu tehlikelere karşı bir kez daha korumuştu.
Atının kuma gömülmesi sonucunda gerçeği anlayan Süraka affını rica etti. Peygamberimiz de ona dua ederek affetti. Süraka minnet altında kalmak istemiyordu. Peygamberimize ikramda bulunmak istiyordu. Peygamberimiz de onun hiç bir ikramını kabul etmek istemedi. İkramının kabul edilebilmesi için müslüman olmasının gerektiğini öğrendi ve müslüman oldu.
Kureyş'in vaad ettiği yüz deveye sahip olmak isteyenlerden birisi de Büreyd idi. O da kendi kabilesinden yetmiş atlı ile yola çıkmış, Peygamberimize yetişmişti. Ancak bütün gayretlerine rağmen muvaffak olamamıştı, sonuçta Büreyd'e İslâm tebliğ edildi. Büreyd ve yanındakiler müslüman oldular. Büreyd, peygamberimizin Medine'ye bayraksız girmesinin uygun olmayacağını düşünerek, başından sarığını çıkardı, mızrağının ucuna bağladı, böylece Medine'ye kadar Peygamberimizin bayraktarlığını yapmış oldu.
Peygamberimizin Mekke'den çıktığını duyan Medine'deki müslümanlar yolları gözlüyorlardı. Her gün güneşin doğumundan önce Harra mevkiine çıkıyorlar, sıcak bastırıncaya kadar bekliyorlardı. Bir gün Yahudi'nin birisi bir işiyle ilgili olarak yüksek bir kuleye çıkıp etrafı gözetlemeye başlamıştı. Peygamberimizin
HİCRET
- 511 -
ve arkadaşlarının gelmekte olduğunu gördü. Kendisini tutamayarak heyecanla "ey Arap topluluğu! İşte nasibiniz, devletliniz, beklediğiniz ulu kişiniz geliyor" diyerek Rasûlullah'ın geldiğini onlara haber verdi.
Medineliler yollara dökülüp Peygamberimizi karşıladılar. Peygamberimiz burada bir müddet kaldı ve Kuba Mescidi'ni inşa ettirdi. Hz. Ali de Kuba'da Rasûlulah'a yetişti. Süheyb bin Sinan da hicret etmek için yola çıkmıştı. Kureyşliler onun yolunu çevirdiler, göndermek istemediler. Süheyb, biriktirdiği bütün serveti Kureyşlilere bırakmak şartıyla yoluna devam etti.
Peygamberimiz bir kaç gün sonra Medine'ye hareket etti. Hareketinden önce Neccâroğullarına kendisini Medine'ye götürmeleri için haber gönderdiği de rivâyet edilmektedir. Abdulmuttalib'in annesi Neccaroğullarının kızıydı. Dolayısıyla Neccaroğulları Abdulmuttalib'in dayıları oluyordu.
Neccaroğulları Peygamberimizi Medine'ye götürdüler. Halk Peygamberimizi ağırlamak için can atıyordu. Allah Rasûlü hiç kimseyi kırmak istemiyordu. “Devenin yolunu açınız. Nereye çökeceği ona buyrulmuştur” diyordu. Deve boş bir araziye çöktü. Peygamberimiz bu araziye akrabalarından kimin evinin yakın olduğunu sordu. Böylece Neccaroğularından Ebu Eyyûb el-Ensâri'nin evine misafir oldu.
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Medine'ye gelişi Medineli mü'minleri büyük bir sevince boğdu. Bütün mü'minler, evlerinin damına çıkmış; gençler ve hizmetçiler yollara dökülmüşler “Yâ Rasûlallah! Yâ Muhammed! Yâ Rasûlallah!” diyerek bağırıyorlardı.2082 Çocuklar ve hizmetçiler, yollarda ve damlarda “Rasûlullah geldi! Allahu ekber! Muhammed geldi! Allahu ekber! Muhammed geldi! Allahu ekber, Muhammed geldi!” diyorlar, Habeşliler de, sevinçlerinden kılıç kalkan oynuyorlardı. 2083
Kadınlar ve çocuklar, hep bir ağızdan: "Vedâ tepelerinden dolunay doğdu bize! Allah'a yalvaran oldukça, şükür etmek gerekir halimize, Ey bize gönderilen Peygamber! Sen boyun eğmemiz gereken bir emir ile geldin bize" diye şiirler okuyorlardı. 2084
Berâ' bin Âzib: "Peygamber (s.a.s.) Medine'ye gelince, Medinelilerin Rasûlullah'a sevindikleri kadar hiç bir şeye sevindiklerini görmedim demiştir.
Enes b. Mâlik de: "Ben, Rasûlullah'ın Medine'ye girdiği günden daha güzel, daha parlak bir gün görmedim" der. 2085 Rasûlullah Medine'ye varınca mü'minlerin her biri kendi evinde ağırlamak istediler ve bu konuda yarışırcasına hareket ettiler. Rasûlullah'ı misafir edebilmek için devesinin önüne geçiyorlardı. Efendimiz onlara "Devenin yolunu açınız! Nereye çökeceği ona emir buyurulmuştur" diyordu. 2086
2082] Müslim, VIII/237
2083] Ebû Davud, II/579
2084] Semhûdî, Vefâü'l-Vefâ, I/187, Halebî, İnsânü'l-Uyûn, II/58
2085] İbn Sâ'd, Tabakat, I/233-234
2086] Semhûdî, Vefâü'l-Vefâ, I/183
- 512 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Tarihte Hicret
Hz. İbrahim’in (a.s.) Hicreti:
Hz. İbrahim, kendi kavmine Allah'ın dinini anlatmada hiç bir engel tanımamış, Nemrut'un zorbalığına boyun eğmemiş, bir bir işkencelere maruz kalmasına rağmen yolundan dönmemiştir. Fakat O'nun bütün gayretleri bir netice doğurmamış ve toplumunu küfür bataklığından çekip almamıştır. Artık netice belli olmuştur; kavmi kendi doğrultusunda gitmektedir. Hz. İbrahim de tevhid üzere yoluna devam etmektedir.
Hz. İbrahim kavminin iman etmesine imkân ve ihtimal kalmadığını anlarınca, sapıklık ve küfür diyarından uzak kalmak amacıyla, her şeyiyle yalnız Allah'a kulluk edebilmek için hicret etmiştir. 2087
Hz. Peygamber (s.a.s.) de şöyle buyurmuştur: "Her kim diniyle bir yerden bir yere hicret ederse, gittiği yer bir karış yer de olsa Cennet'te İbrahim ve Muhammed (s.a.s.) onun arkadaşı olur."
Ashâb-ı Kehf'in Hicreti:
Batıl düzenler, gerçekten Hakk'a inananlara hayat hakkı tanımak istemezler. Onlar gerektiğinde bütün zulüm mekanizmalarını inananların aleyhine çalıştırmaktan geri durmazlar. Çünkü, yarasanın ışıktan ürktüğü gibi, onlar da inananların gerçekleri ve mutlak doğruları gözleri önüne sermeleri böylece kendi menfaatlerinin ortadan kalkmasından, ilahlık davalarının sahteliğinin ortaya çıkmasından, sömürü çarklarının durmasından endişelenirler, korkarlar. Tarih boyunca inananlara zâlim düzenler eliyle yapılan zulüm, baskı ve şiddetin asıl nedeni budur. Bugün yeryüzünün her bölgesinde müslümanlar üzerindeki baskı ve terör bundan kaynaklanmaktadır.
Kur'ân-ı Kerîm, Ashâb-ı Kehf'ten: "Rablerine inanan gençler"2088 olarak söz etmektedir. Bunun üzerine; "Allah da onların hidâyetlerini artırmıştı". Ashâb-ı Kehf'in, kavimleri Allah'tan başka tanrılara taptıkları için onlardan uzaklaşmalarını Kur'ân övgüyle anlatmaktadır. Onlar bu davranışlarıyla doğru yolu bulman ve Allah'ın rahmetine kavuşmayı gaye edinmişlerdi.
"... Şunlar, şu bizim kavmimiz, Ondan (Allah'tan) başka tanrılar edindiler. Bunların üzerine bari açık bir delil getirseydiler ya? Artık yalan yere Allah 'a karşı iftira edenlerden daha zâlim kimdir?’ dediklerinde, onların kalplerini (sabır ve sebat ile hakka) bağlamıştık. (Birbirlerine şöyle demişlerdi:) ‘Mademki siz onlardan ve Allah'tan başka tapmış olduklarından ayrıldınız, o halde mağaraya (çekilip) sığının ki; Rabbiniz size rahmetinden genişlik versin, işinizden de size fayda hazırlasın."2089 Böylece onlar, zâlim bir toplum içinde yaşayıp, dinlerini açığa vuramamaktansa mağaraya çekilip orada inançlarını yaşamayı tercih etmişler ve son derece az oldukları için, mevcut düzene karşı duramayacaklarını anlamış bulunuyorlardı.
Habeşistan'a Hicret: İslâm'ın ilk yıllarında, sahâbîlerin önemli bir kısmına ve özellikle zayıf ve kimsesizlere, "Rabbiniz Allah'tır" demeleri nedeniyle sayısız
2087] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, II/1437
2088] 18/Kehf, 13
2089] 18/Kehf, 14, 16
HİCRET
- 513 -
zulümler uygulanıyor, dinlerinden vazgeçirmeleri için onlara büyük baskılar yapılıyordu. Peygamber Efendimiz, sayıları yüzü bulan sahâbîye Habeşistan'a hicret etmelerini tavsiye etti. Orada kendilerini himaye edecek iyi niyetli bir hükümdarın varlığından söz etti. Bunun üzerine Habeşistan'a iki defa hicret edildi.
Mekke o sıralarda gerçekten İslâm gibi eşsiz, tevhide dayalı yüce bir inanç ve hayat düzenini kabul edenler için ağır şartları bulunan bir ortamdı. Habeşistan'da da İslâmî bir düzenin varlığından söz edilemezdi ama. en azından orada dini hürriyet vardı ve zulüm yoktu. Diğer taraftan İslâm ülkesi diyebileceğimiz bir yerin de varlığı söz konusu değildi. Henüz böyle bir teşebbüse girebilmek için gerekli şart ve imkânlardan da müslümanlar tamamıyla mahrum bulunuyorlardı. Bu nedenle Dârü'l- Küfr olan Mekke'yi bırakıp Darü'l-Emin (güven ülkesi)'e göç için bir izin verilmiş oluyordu... 2090
Habeşistan Hicreti
Müslümanların Mekke müşriklerinin zulmünden kurtularak İslâm'ın öngördüğü biçimde özgürce yaşayabilmek amacıyla Habeşistan'a yaptıkları göç. Müslümanlar, ilki Hz. Muhammed'in peygamberlikle görevlendirilişinin beşinci yılında (miladî 614), ikincisi de altınca yılın (615) başlarında olmak üzere iki defa hicret ettiler. Bu hicretler birinci Habeşistan hicreti ve ikinci Habeşistan hicreti olarak adlandırılır.
Kur'an'da hicret, cihaddan sonra en önemli eylem olarak değerlendirilir. Bunun nedeni açıktır. Bir mü’min için en önemli şey imanı ve imanının gereklerini yerine getirerek Allah'ın rızasını kazanmaktır. Gerçek bir mü’min kendi ülkesinde, yaşadığı çevrede bu amacına ulaşamıyorsa, yurdunun, işinin-gücünün, malının mülkünün, akraba ve dostlarının hiçbir anlam ve önemi kalmaz. Bunlarla imanı arasında seçim yapmak zorunda kalan insan, imanı seçiyorsa, ancak o zaman gerçek bir mü’mindir. Bu nedenle Mekke'de, mü’minler müşriklerin baskı ve işkenceleri yüzünden böyle bir seçim yapma noktasına doğru gelince, Kur'an onları, hicretin anlam ve önemini bildiren âyetlerle muhtemel bir hicrete hazırlamaya başladı. Bu konudaki bir âyette, "De ki: Ey iman eden kullarım, Rabbinizden korkun. Bu dünya hayatında güzel davrananlara güzellik var. Allah'ın arzı geniştir. Ancak, sabredenlere mükâfatları hesapsız ödenecektir"2091 buyrularak bir hicretin gerekebileceği ima edilir. "Kendilerine zulmedildikten sonra Allah uğrunda hicret edenleri dünyada güzelce yerleştireceğiz; âhiret mükâfatı ise daha büyüktür"2092 âyeti ise mü’minleri hicrete açıkça teşvik eder.
Kur'an, bir yandan mü’minleri hicrete hazırlarken, diğer yandan da hıristiyanlık ve Hz. İsa hakkında gerekli bilgilerle donatıyordu. Habeşistan hicretinin hemen öncesinde gelen Meryem sûresi, mü’minleri bu konuda yeterince bilgilendirdi. Ayrıca, mü’minlere hıristiyanlarla nasıl mücadele etmeleri gerektiği öğretildi: "İçlerinden zulmedenleri hâriç, kitap ehliyle ancak en güzel tarzda mücadele edin ve deyin ki; "Bize indirilene de, size indirilene de inandık. İlâhımız ve İlâhınız birdir, biz de O'na teslim olanlarız."2093 Bu hazırlama ve bilgilendirmeden sonra, mü’minlerin
2090] Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 2, s. 413-415
2091] 39/Zümer, 10
2092] 16/Nahl, 41
2093] 29/Ankebût, 46
- 514 -
KUR’AN KAVRAMLARI
hicreti bilfiil gerçekleştirmeleri yönünde açık işaretler taşıyan şu âyetler geldi: "Ey inanan kullarım, benim arzım geniştir, bana kulluk edin. Her can ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz. İnanıp iyi işler yapanları cennette, altlarından ırmaklar akan yüksek odalara yerleştiririz; orada ebedî olarak kalırlar. Çalışanların ücreti ne güzeldir. Onlar ki sabredenler ve Rablerine tevekkül ederler. Nice canlı var ki rızkını taşıyamaz; onları da, sizi de Allah besler. O işitendir, bilendir."2094 Ankebût sûresi, çoğu müfessire göre Habeşistan hicretinden çok sonra, Medine'ye hicretten hemen önce inmiştir. Ancak merhum Mevdûdî, yaptığı tahkikle sûrenin Habeşistan hicretinden önce indiği sonucuna varır. Ona göre önceki müfessirleri sûrenin hicretle ilgili âyetleri yanıltmış, yanlış değerlendirmelerine neden olmuştur. Daha önce merhum Derveze de aynı sonuca ulaşmış olmalı ki, Türkçe'ye "Kur'an'a Göre Hz. Muhammed'in Hayatı" adıyla çevrilen eserinde andığımız âyetlerin Habeşistan hicretinin gerçekleştirilmesine işaret eden bir anlam taşıdıklarını belirtir. 2095
Andığımız son âyetler indiği sırada artık hicret zamanı gelmişti. Çünkü müşriklerin zulümleri, baskı ve işkenceleri dayanılmaz bir hadde ulaşmıştı. Hz. Peygamber, mü’minlerin Habeşistan'a hicret etmelerini buyurdu. Rivâyetler, hicret yurdu olarak Habeşistan'ın seçilmesinin nedenini, Necâşî'nin zulme rıza göstermeyen, adil bir insan olmasına bağlar. Buna ilâve olarak sıkı ticaret ilişkileri nedeniyle tanınmasının, halkının ilâhî kaynaklı bir inanca (Hıristiyanlık) sahip olmasının ve son olarak İslâm'ın orada yayılma imkânının bulunmasının da seçimi etkilediği söylenebilir.
Hz. Peygamber'in tavsiyesi üzerine bir grup mü’min Mekke'den ayrılarak Habeşistan'a göçtü. Nübüvvetin beşinci yılının (miladî 614) Receb ayında gerçekleşen ilk bu hicrete en çok kabul gören rivâyete göre on biri erkek, dördü kadın olmak üzere toplam onbeş kişi katıldı. Bunlar arasında Hz. Osman b. Affân, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Osman b. Maz'un, Mus'ab b. Umeyr, Ebû Seleme b. Abdu'l-Esed gibi önde gelen sahâbîler de bulunuyordu. Bu ilk muhâcirler Habeşistan'da son derece iyi karşılandılar. Kendi ifadeleriyle, dinlerini yaşama konusunda tam bir özgürlük ve güven içindeydiler. Allah'a istedikleri gibi ibâdet ediyorlar ve kimse tarafından rahatsız edilmiyorlardı. Ne eziyet görüyor, ne de kötü laflar işitiyorlardı. Fakat iki ay sonra, müşriklerin müslüman oldukları yolunda yanlış bir haber nedeniyle Habeşistan'dan ayrılarak Mekke'ye döndüler. Mekke yakınlarına gelince gerçeği öğrendilerse de iş işten geçmişti. Çaresiz, her biri bir kabîle reisinden emân alarak Mekke'ye girdiler.
Habeşistan'dan dönen mü’minlerin büyük çoğunluğu kendi aileleri tarafından yeniden baskı altına alındı. Müşriklerin zulümleri de her geçen gün biraz daha şiddetlendi. Öte yandan ilk hicret, Habeşistan'ın mü’minler için güvenli bir yer olduğunu göstermişti. Bu nedenle Hz. Peygamber mü’minlere ikinci kez hicret izini verdi. Nübüvvetin altıncı yılı (615) başlarında, Ca'fer b. Ebî Tâlib'in önderliğinde gerçekleştirilen bu ikinci hicrete 18 ya da 19'u kadın olmak üzere toplam 101 ya da 103 müslüman katıldı. İlk muhâcirlerin hemen tümü, ikinci hicrette de yer aldı. İkinci hicret, Mekke'de tam bir matem havası estirdi. Çünkü Mekke'de en az bir ferdi hicrete katılmayan aile yok gibiydi. Bir ailenin oğlu gitmişse diğerinin damadı; birinin kardeşi gitmişse, diğerinin babası ya da amcası gitmişti.
2094] 29/Ankebût, 56-60
2095] II, 233
HİCRET
- 515 -
İkinci Habeşistan hicreti müşrik liderleri büyük bir telaşa düşürdü. Böylesine büyük bir kitle hâlinde gelen müslümanlar, son derece müsâit bir ülke olan Habeşistan'ın İslâmlaşmasına neden olabilir, ya da en azından Hz. Peygamber'e güçlü bir müttefik kazandırabilirlerdi. Böyle muhtemel bir tehlikenin önüne geçmek için Kureyş'in iki ünlü diplomatı Amr b. El-Âs ile Abdullah b. Ebî Rabîa'yı Habeşistan Necâşî'sine elçi olarak göndermeyi kararlaştırdılar. Planlarına göre elçiler önce Necâşi'nin yakın çevresindekileri hediyeleriyle yanlarına çekecekler, daha sonra onların da yardımlarıyla. Necâşî'nin müslümanları Mekke'ye iade etmesini sağlayacaklardı. Fakat sonuç hiç de umdukları gibi olmadı. Gerçi elçiler yakın çevresinin desteğini sağladılar, ama gerçekten adil bir insan olan Necâşi'yi bütün diplomatik oyunlarına rağmen zulümlerine ortak edemediler.
Elçiler Necâşî ile görüşerek muhâcir müslümanların birtakım beyinsiz gençler olduklarını, kendi dinlerini terk ettiklerini fakat hıristiyan da olmayarak yeni bir din icad ettiklerini, onları gözetmek amacıyla akrabalarının iade edilmelerini istediklerini söylediler. Necâşî, kendileriyle görüşmeden bir karar veremeyeceğini belirterek müslümanları yanına çağırttı; elçilerin taleplerini aktararak ne diyeceklerini sordu. Ca'fer b. Ebî Tâlib böyle bir talebe hakları olmadığını göstermek amacıyla elçilerden; kendilerinin köleleri, borçluları ya da kısas etmek istedikleri katiller olup olmadıklarının sorulmasını istedi. Amr'ın sorulara olumsuz cevap vermesi üzerine, ne hakla iade talebinde bulunulduğunu öğrenmek istedi. Amr'ın daha önceki sözlerini tekrarlaması ve Necâşî'nin İslâm hakkında bilgi istemesi üzerine Hz. Ca'fer ünlü konuşmasını yaptı.
Ca'fer bin Ebî Tâlib, İslâm öncesi durumları ile Hz. Peygamber ve İslâm hakkında kısaca bilgi verdiği bu konuşmasında şunları söyledi: "Ey Hükümdar, biz, Câhil bir kavim idik. Putlara tapardık. Ölü eti yerdik. Her kötülüğü işlerdik. Akrabamızla ilgilenmez, ilgimizi keserdik. Komşularımıza iyi davranmaz, kötülük yapardık. İçimizden güçlü olanlar zayıf olanları yer, ezerdi. Yüce Allah bize kendimizden, soyunu sopunu, doğru sözlülüğünü, eminliğini, iffet ve nezâhetini bildiğimiz bir peygamber gönderinceye kadar biz hep bu durum ve tutumda idik. O peygamber, bizim ve babalarımızın Allah'tan başka tapına geldiğimiz taştan vesâireden yapılmış putları bırakarak Allah'ın birliğine inanmaya ve yalnız O'na ibâdet etmeye bizi davet etti. Doğru söylemeyi, emaneti sahibine vermeyi, akraba ile ilgilenmeyi, komşularımızla iyi geçinmeyi, haramlardan, kan dökmekten vazgeçmeyi bize emretti. Bizi her türlü çirkin, yüz kızartıcı söz ve işlerden, yalan söylemekten, yetim malı yemekten, iffetli kadınlara dil uzatmak ve iftira etmekten men ve nehyetti. Kendisine hiçbir şeyi eş, ortak koşmaksızın yalnız Allah'a ibâdet etmemizi bize emretti. Ve yine bize namazı, zekâtı, orucu de emretti. Biz ona inandık ve kendisini tasdik edip doğruladık. Onun Allah tarafından getirdiklerine göre kendisine tabi olduk. Hiçbir şeyi eş, ortak koşmaksızın yalnız Allah'a ibâdet ettik. Onun bize haram kıldığı şeyi haram, helâl kıldığı şeyi helâl bildik. Fakat kavmimiz üzerimize yürüyüp bizi yüce Allah'a ibâdetten vazgeçirerek putlara taptırmak, dinimizden döndürmek, öteden beri serbestçe işleye geldiğimiz kötülükleri tekrar işletmek için türlü işkencelere uğrattılar. Onlar bize galebe çalıp zulüm ve tazyikleri altında ezmeye başladıkları, dinimizle aramıza girdikleri zaman, senin ülkene çıkmak, sığınmak zorunda kaldık. Seni başkalarına tercih ettik. Senin himayene can attık. Ey Hükümdar, bir, senin yanında hiçbir zulme ve
- 516 -
KUR’AN KAVRAMLARI
haksızlığa uğramayacağımızı umuyoruz." 2096
Konuşmayı dikkatle dinleyen Necâşî, yanlarında Kur'an'dan bir bölüm bulunup bulunmadığım sordu. Bunun üzerine Ca'fer, hicretlerinden hemen önce nazil olan Meryem Sûresinin ilk otuzbeş âyetini okudu. Rivâyetlere göre, âyetleri gözyaşları içinde dinleyen Necâşî, bunların Hz. Musa ve İsa'nın getirdikleriyle aynı kaynaktan geldiğini tasdik ederek, elçilere mü’minleri teslim etmeyeceğini bildirdi. Amr'ın, müslümanların Hz. İsa hakkında çok kötü sözler kullandıklarını söyleyerek Necâşî'nin kararını değiştirme çabası da Ca'fer'in, "O, Allah'ın kulu, rasûlü, ruhu ve O'nun, dünyadan ve erden geçerek Allah'a bağlanmış bir bâkire olan Meryem'e ilka ettiği kelimesidir" şeklindeki cevabıyla yalnızca Necâşî'nin bu konudaki gerçeği kavramasına yaradı.
Habeşistan muhâcirleri uzun yıllar hayatlarını burada huzur ve güven içinde sürdürdüler. Bu süre içinde başta Necâşî olmak üzere birçok kişinin müslüman olmasına vesile oldular. Bunların bir bölümü, Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretinden önce Mekke'ye geri döndü. Başta Ca'fer b. Ebî Tâlib olmak üzere büyük bölümü ise Hicret'ten sonra, Hayber'in fethi (H. 7/628) sırasında Medine'ye gelerek müslümanlara katıldı.
Habeşistan hicretine katılan muhâcirlerin isimleri hangi Muhâcir'in ne zaman döndüğü tafsilatlı olarak siyer kitaplarında zikredilmiştir. 2097
Hicret Çeşitleri
Hecr veya hecrân/hicrân; insanın başkasından (bedenen, kalben veya dille) ayrılması demektir. Hicret; ayrılma, terk etme ve göç etme mânâlarına gelir. Seyyid Şerif Cürcanî hicreti şöyle tanımlar: "Küfür ahkâmının tatbik edildiği beldeden, darul-İslâm'a intikâl etmeye hicret denilir."2098 Râğıb el-İsfahanî, Müfredât isimli eserinde şu noktalar üzerinde durur: "Hecr veya hicran; insanın başkasından ayrılmasıdır. Bu bedenle, kalple veya dille olabilir. Şehvetlerden, kötü huylardan ve günahlardan uzaklaşmak, olanları terk ve reddetmek de, hicretin gereğidir. 2099
Allah’a Hicret: İnsanın şeytandan ve her türlü kötü duygu ve düşüncelerden, arınıp Allah'a hicreti, kesintisiz sürer. Şeytandan Allah'a hicret etmeyen bir kişi, gerçek mü'min olamaz: "Allah yolunda hicret eden, çok bereketli yer ve genişlik bulur. Evinden Allah'a ve peygamberine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a aittir. Allah, bağışlar ve merhamet eder."2100 Kavminin iman etmeyip kendisine tehditler savurması karşısında Hz. İbrâhim, onlara şöyle dedi: "Doğrusu ben Rabbime (Rabbimin dilediği yere) hicret ediyorum. Şüphesiz O, azîz/güçlü ve hakîmdir/bilgedir, hikmet sahibidir."2101 Bu âyette hicret sözcüğü, açıkça hem maddî, hem de mânevî anlamda kullanılmıştır. 2102
2096] M. Asım Köksal, İslâm Tarih,i, Mekke Dönemi, IV. 191-192; bk. İbn Hişâm, es-Sire, I, 356-362; Taberî Tarih, II, 225
2097] bk. İbn Hişâm Sire, I, 344-362; İbn Sa'd Tabakat, I, 203 vd.; Ahmet Özalp, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 2, s. 250-252
2098] Cürcânî, et-Ta'rifat, İstanbul ty, Kaynak Yay., sh. 256
2099] Râğıb el-Isfahani, el-Müfredat fi Garibi'l-Kur'an, İst.,1986, Kahraman Y., s. 782
2100] 4/Nisâ, 100
2101] 29/Ankebût, 26
2102] Muhammed Esed, Kur'an Mesajı, 2/809 -21
HİCRET
- 517 -
Yaklaşmamak, yalnız bırakmak: "Şerlerinden, serkeşliklerinden yıldığınız kadınlara gelince; onlara öğüt verin (vazgeçmezlerse), kendilerini yataklarında yalnız bırakın (ve’hcurûhunne)" 2103
Kalp ile hecr/hicret veya hem kalp, hem lisan ile ayrılmak: "Peygamber dedi ki: ‘Ey Rabbim! Kavmim hakikat şu Kur'ân'ı mehcûr bir şey edindiler/terkettiler." 2104
Bedenle, kalple ve dille yapılan hicret: "Vehcürhüm hecran cemîlâ (Onlardan güzel bir şekilde ayrıl)."2105; "Uzun bir müddet benden ayrıl (ve’hcurni), git!"2106 mealindeki âyette de böyledir. "Azâb(a götürecek şeyleri) terket (fe’hcur)!"2107 Burada da bütün şekilleriyle ayrı kalmaya teşvik vardır. Muhâceret, başkasıyla ilişkiyi kesip, onu terk etmektir.
Müşrikleri terk edip onlardan hicret: “Onların (müşriklerin) söylediklerine sabret/katlan ve onları güzel bir şekilde terk et (ve’hcür).”2108; "Onların söylediklerine sabret ve onlardan güzelce ayrıl."2109 Bu ilâhî sözdeki "hecr-i cemîl" terkibi, "insanın kalben ve fikren kötülerden, kötülüklerden uzak durması, iyi ahlâkla donanıp kötülüklere karşı güzel ve etkili bir muhâlefet ortaya koyması" anlamına gelmektedir. 2110
Kötülükleri ve haramları terk etmek:“Kötü şeyleri terk et (fe’hcür).”2111; "Müslüman, dilinden ve elinden müslümanların selâmette kaldığı kimsedir. Muhâcir de, Allah'ın nehyettiği şeyleri terk edendir."2112; “Muhâcir, Allah’ın yasakladığı şeylerden uzaklaşan ve onları terkeden kimsedir.”2113 Bir adam, Rasûlullah’a (s.a.s.) sordu: “Yâ Rasûlallah, hangi hicret daha fazîletlidir?” Allah’ın elçisi buyurdu ki: “... Allah’ın yasakladığı/haram kıldığı şeyleri terk etmendir.”2114 Abdullah bin Amr (r.a.) anlatıyor: "Bir adam, Rasûlullah’a (s.a.s.): 'Yâ Rasûlallah, hangi hicret daha fazîletlidir?' diye sordu. Rasûlullah (s.a.s.) da: "Allah'ın yasakladığı (haram kıldığı) şeyleri terk etmendir" buyurdu. Ve devamla: "Hicret, iki kısımdır: Şehirlilerin hicreti ve çölde yaşayanların hicreti. Çölde yaşayanın hicreti, vazifeye çağrıldığında gelmesi, emrolunduğu şeyi yapmasıdır. Şehirlilerinki ise, çölde yaşayanınkinden daha ağırdır. Ecir ve sevâbı da daha çoktur." 2115
Fitne zamanında ibâdet, hicret gibidir: "Ortalık kargaşa içindeyken ibâdet etmek, bana hicret etmek gibidir." 2116
Olumsuz Hicret: Bir de olumsuz hicretler vardı; Peygamberimizin ümmetinden bazılarına şikâyetçi olacağını ifade eden âyette olduğu gibi: “Peygamber dedi
2103] 4/Nisâ, 34
2104] 25/Furkan, 30
2105] 73/Müzzemmil, 10
2106] 19/Meryem, 47
2107] 74/Müddessir, 5
2108] 73/Müzzemmil, 10
2109] 73/Müzzemmil, 10s
2110] bk. Zemahşerî, Keşşâf, IV/177
2111] 74/Müddessir, 5
2112] Buhârî, Rikak 71; Müslim, İman , 4, 64-66; Ebû Dâvud, Cihad 2, hadis no: 2481, Cihad 4, Vitr 11; Tirmizî, İman 2762-2763; Nesâî, İman, hds no: 4963; İbn Mâce, Fiten, hds. 2934; Dârimî, Rikak, hds. 2715
2113] Buhârî, İman 4, Rikak 26; Ebû Dâvud, Cihad 2
2114] Nesâî, Biat 12, hadis no: 4148; Ebû Dâcvud, Vitr 12, hds. 1449, Dârimî, Salât 135, hads 1431
2115] Nesâî, Bey'at, hadis no: 4148, Zekât hds. 2516; Ebû Dâvud, Vitr, 1449; Dârimî, Salât, hds. 1431
2116] Müslim, Fiten 130; Tirmizî, Fiten 31; İbn Mâce, Fiten 14
- 518 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ki: ‘Ey Rabbim! Doğrusu kavmim bu Kur’an’ı mehcûr (hicret edilip terk edilen bir şey yerinde) tuttular.”2117 Bu âyette geçen hicret (mehcûr) kelimesi, terkedilmiş, dinlenilmeyen veya hakkında saçma sapan şeyler söylenen demektir. Kur’an’dan, Allah’tan uzaklaşmak, önceliği başka şeylere vermek, hayatın merkezine başka şeyleri yerleştirmek, tersine bir hicrettir. Hicrandır, sürgündür olumsuz hicretler. Peygamber tâbiriyle "…Kim elde etmek istediği dünya malı, ya da evleneceği kadın için hicret ederse onun hicretinin karşılığı da hicret ettiği şey olur." 2118
Doğudan/doğrudan Batıya/bâtıla yapılan hicret; “hicret”i ters çevirip yanlış bir “tercih”tir. “Allah ve Rasûlünün koyduğu hükme karşı mü’min bir kadın ve erkeğin o işi kendi isteklerine göre seçme/tercih hakkı yoktur…” 2119
Temel tevhidî sâbiteleri terk edip olumsuz anlamda değişim ve dönüşüm yaşayanlar, muhâcir değil; olsa olsa tükürdüğünü yalayan döneklerdir. “Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Zengin ve övülmeye lâyık ancak O’dur. Allah, dilerse sizi yok eder ve yerinize yeni bir mahlûk getirir.”2120; “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisine seven, mü’minlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, Allah’ın, dilediğine verdiği lutfudur. Allah’ın lutfu ve ilmi geniştir.” 2121
Kur’an’da hicret, şu anlamlarda da kullanılır: Kur’an’dan, hakdan ayrılıp uzaklaşmak;2122 terk etmek, irtibatını kesmek, uzaklaşmak;2123 terk etmek, ayrılmak, kötülükle mukabele etmemek;2124 ayrılmak, yaklaşmamak, yalnız bırakmak. 2125
İlim aramak, haccetmek, cihad etmek veya bunlar gibi herhangi bir dinî amaçla Allah rızâsı için yapılan her hicretin Allah ve Rasûlüne yapılmış bir hicret olduğu da değerlendirilir.
Gerektiğinde hicret de bir tür cihaddır. Kâfirlerin zulmü altında ezilip kalmak ve hak dinin yayılmasına hizmet edememek, neticede çok kötü bir başkalaşıma neden olabileceğinden az çok gücü varken bundan kaçınmamak nefse bir zulümdür.
Ahlâkî anlamda hicret devam etmektedir. Çünkü müslümanlar, her zaman günah ortamından ve şeytanın egemenlik alanından İslâm'ın hâkimiyet alanına göç etmekle yükümlüdürler. Bunun için kötülük yurdundan iyilik yurduna hicret, kıyâmete kadar geçerlidir.
Hicret gerekli, imkânlar da yeterli iken kötülük yurdunda oturmak, hem büyük bir günah, hem de nefse zulümdür. Çünkü mâzeretsiz olarak hicreti terk
2117] 25/Furkan, 30
2118] Buhârî, Bed’ü’l-Vahy 1; Müslim, İmâret 33
2119] 33/Ahzâb, 36
2120] 35/Fâtır, 15-16
2121] 5/Mâide, 54
2122] 23/Mü’minûn, 67
2123] 19/Meryem, 46
2124] 73/Müzzemmil, 10
2125] 4/Nisâ, 34
HİCRET
- 519 -
edenlerin varacağı yer, cehennem olacaktır. 2126
Allah yolunda hicret edenler, dünyada güzel mekân ve bol imkânlara kavuşur, âhirette de en yüksek onur pâyesini ve Allah'ın rızâsını kazanırlar. 2127
Hicretin Sonuçları
Hicret ve cihad, Allah’ın rahmetine ulaştırır: "İman edenler ve hicret edip Allah yolunda cihad edenler var ya, işte bunlar, Allah'ın rahmetini umabilirler. Allah ğafûr ve rahîmdir."2128 Dolayısıyla, hicret ve cihad konusunda görevlerini yapmayanların Allah’ın rahmetini umma hakları yoktur.
Hicret ve cihad, kötülükleri örter ve cennet gibi en güzel mükâfatlara ulaştırır: “Rableri, onların duâlarını kabul etti (Dedi ki:) ‘Ben, erkek olsun kadın olsun -ki hep birbirinizdensiniz- içinizden, çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım. Onlar ki, hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, Benim yolumda eziyete uğradılar, çarpıştılar ve öldürüldüler; andolsun, Ben de onların kötülüklerini örteceğim ve onları içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Bu mükâfât, Allah tarafındandır. Allah, mükâfâtın en güzeli kendi nezdinde olandır.” 2129
Gerektiği halde hicret yapmayanlarla mü’minler dost olamaz: “(Münâfıklar) Sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki, onlarla eşit olasınız. O halde Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan hiçbirini velî/dost edinmeyin…”2130 âyetindeki hicret kelimesi iki şekilde yorumlanmıştır. 1- Zâhirî anlam, küfür diyarından iman diyarına göç ediş, 2- Şehvetlerin, kötü ahlâkın ve günahların terki ve reddi.
“İman edip hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve (mücâhidleri) barındırıp yardım edenler var ya, işte onların bir kısmı diğer bir kısmının velîleridirler. İman edip de hicret etmeyenler ise, onlar hicret edinceye kadar size onların velâyetinden/dostluğundan hiçbir şey yoktur.(Bununla beraber) Eğer onlar din husûsunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında sözleşme/anlaşma bulunan bir kavim aleyhine olmaksızın (o müslümanlara) yardım etmek üzerinize borçtur. Allah, yapacaklarınızı hakkıyla görmektedir.” 2131
Allah’ın geniş arzında hicret etmekten kaçınan kendilerine yazık eden müstaz’af kimselerin cezâsı cehennemdir: “Kendilerine yazık eden (nefislerine zulmeden) kimselere melekler, canlarını alırken: ‘Ne işte idiniz?’ dediler. Bunlar: ‘Biz yeryüzünde müstaz’af/çaresiz idik’ diye cevap verdiler. Melekler de: ‘Allah’ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!’ dediler. İşte onların barınağı cehennemdir. Orası ne kötü bir gidiş (yeri)dir. Erkekler, kadınlar ve çocuklardan (gerçekten) âciz olup hiçbir çareye gücü yetmeyenler, hiçbir yol bulamayanlar müstesnâdır. İşte bunları, umulur ki Allah affeder. Allah affedicidir, bağışlayıcıdır. Allah yolunda hicret eden kimse, gidecek çok yer ve bolluk/genişlik bulur. Kim Allah ve Rasûlü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükâfâtı Allah’a âittir. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir.” 2132
2126] Bk. 4/Nisâ, 97
2127] Bk.. 4/Nisâ, 100; 22/Hacc, 58; 9/Tevbe, 20, 100 vd.
2128] 2/Bakara, 218
2129] 3/Âl-i İmrân, 195
2130] 4/Nisâ, 89s
2131] 8/Enfâl, 72
2132] 4/Nisâ, 97-100
- 520 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Gerçek mü’minler, imanlarını hicret ve cihadla isbat edenlerdir: “İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler; (muhâcirleri) barındıran ve yardım edenler var ya, işte gerçek mü’minler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır. sonradan iman eden ve cihad edip de sizinle beraber cihad edenler de sizdendir. Allah’ın kitabına göre rahim sahipleri (akrabâlar) birbirlerine (vâris olmaya) daha uygundurlar. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” 2133
Allah katında derece/rütbe yönüyle üstün olan kimseler; iman, hicret ve cihad edenlerdir: “İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler derece/rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de işte onlardır. Rableri, onlara kendinden bir rahmet ve rızâ ile onlar için içinde ebedî tükenmez bir nimet bulunan cennetleri müjdeler. Onlar orada ebedî kalacaklardır. Şüphesiz ki Allah katında büyük mükâfât vardır.” 2134
“Eğer siz ona (Muhammed’e) yardım etmezseniz, (iyi bilin ki) iki kişiden biri olduğu halde (Rasûlullah ve Ebûbekir) kâfirler onu (Mekke’den) çıkardıkları zaman Allah ona yardım etmişti. Hani onlar mağarada (Sevr mağarasında) idiler, (Ebûbekir korkunca Rasûlullah) o zaman arkadaşına, ‘üzülme, Allah bizimle beraberdir’ diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu (melekler) ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah’ın kelimesi/sözü ise (zaten) yücedir. Çünkü Allah daima üstündür, hikmet sahibidir.” 2135
Allah’ın rızâsı hicret eden ve muhâcirlere yardım eden öncülere ve onlara uyanlaradır: “(İslâm dinine girme husûsunda) Öne geçen ilk muhâcirler ve ensâr ile onlara güzellikle uyanlar; Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da O’ndan râzı olmuşlardır ve (Allah) onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.” 2136
“Andolsun ki Allah, müslümanlardan bir grubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, Peygamber’i ve güçlük zamanında ona uyan muhâcirlerle ensârı affetti. Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir.” 2137
“Eğer hicret şerefi olmasaydı, ben muhakkak ensârdan bir fert olmak isterdim.” 2138
"İslâm, şüphesiz garip olarak başladı ve (günün birinde) garip hale dönecektir. Ne mutlu gariplere!" "Garipler kimlerdir?" diye soruldu. Rasûlullah (s.a.s.): Kabilelerinden (İslâmiyet için) uzaklaşanlardır." 2139
Hicret, âhiretle birlikte dünyada da güzellik kapılarının açılmasına sebeptir: “Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Eğer bilirlerse âhiretin mükâfâtı elbette daha büyüktür. (Onlar,) Rablerine tevekkül ederek sabredenlerdir.” 2140
“Sonra şüphesiz Rabbin, eziyet edildikten sonra hicret edip, ardından da sabrederek
2133] 8/Enfâl, 74-75
2134] 9/Tevbe, 20-22
2135] 9/Tevbe, 40
2136] 9/Tevbe, 100
2137] 9/Tevbe, 117
2138] Ahmed bin Hanbel, II/315; Müslim, Zekât 139
2139] İbn Mâce, Fiten 15, hadis no: 3988
2140] 16/Nahl, 41-42
HİCRET
- 521 -
cihad edenlerin (yardımcısıdır). Çünkü Rabbin, onların bu amellerinden sonra, elbette çok bağışlayan, pek merhamet edendir.” 2141
Mü’minler, geniş yeryüzünde Allah’a kulluk etmek için mutlaka uygun bir yer bulabilir: “Ey iman eden kullarım! Şüphesiz Benim yarattığım yeryüzü geniştir. O halde (nerede güven içinde olacaksanız orada) yalnız Bana kulluk edin (Eğer bir ülkede Bana kulluk etmeniz mümkün değilse, Bana rahatça kulluk edeceğiniz başka bir yere hicret edin).” 2142
Bir mü’min, kâfir topluluktan ayrılıp Müslümanlarla birlikte yaşamalıdır: "(Allah'a) Şirk/ortak koşan bir müşrik müslüman olduktan sonra, kâfirlerden ayrılıp müslümanlar arasına katılmadıkça Allah, onun hiçbir amelini kabul etmez." 2143
"Ben, müşriklerle beraber yaşayan müslümanlardan berîyim/uzağım. Müslümanlarla müşriklerin ateşleri birbirini görmesin." 2144
“Müşriklerle beraber oturmayın, onların içine girip onlara karışmayın; kim onlarla birlikte oturur veya onların içine karışırsa onlar gibidir.” 2145
Ashâbdan biri sordu: 'İslâm'ın alâmetleri nelerdir?' Rasûlullah buyurdu: "Azîz ve Celîl olan Allah rızâsı için müslüman oldum, küfrü, isyanı bıraktım demen, namazı kılman, zekâtı vermen, müslümanların malı, can ve ırzlarının birbirlerine haram olduğunu, müslümanların birbirlerine yardım eden kardeşler olduklarını kabul etmen ve Aziz ve Celîl olan Allah'ın, müşrikler arasında iken İslâm'ı kabul ettiği halde onları bırakıp müslümanların içine gelmeyen kimsenin hiçbir amelini kabul etmeyeceğini bilmendir." 2146
Hicret, belli şahıslara, belli bir mekâna ve belirli bir yere âit değil; şartların oluştuğu bütün zamanlarda ve bütün mekânlarda geçerlidir.
“Tevbe sona ermedikçe hicret sona ermez; güneş batıdan doğuncaya kadar da tevbe son bulmaz.” 2147
"Kâfirlerle savaş devam ettikçe, düşmanla çarpışıldığı sürece hicret devam eder." 2148
"Hicretten sonra hicret olacaktır. Yeryüzünün en hayırlıları, Hz. İbrahim'in hicretini kendisine örnek alanlardır." 2149
"Memleketler, Allah'ın memleketleridir. Kullar da Allah'ın kullarıdır. Nerede hayır bulursan orada yerleş." 2150
Hicret, hangi mekân ve hangi zamanda olursa olsun, şartları oluştuğunda gündeme gelen bir ibâdet ve şartlar çerçevesinde işlenen bir eylemdir. Hadis-i şerifte 2151 Mekke'den Medine’ye hicretin kaldırmış olduğu belirtilmişse de,
2141] 16/Nahl, 110
2142] 29/Ankebût, 56 ve yine bk. 39/Zümer, 10; 4//Nisâ, 97-100.
2143] İbn Mâce, Hudûd 2, hadis no: 2536; Nesâî, Zekât 73, hadis 2558
2144] Nesâî, Kasâme 25, hadis no: 4753;Tirmizî, Siyer 41, 42, hds. 1654; Ebû Dâvud, Cihad 105, hds. 2645
2145] Tirmizî, Siyer 42
2146] Nesâî, Zekât 73, hadis no: 2558; İbn Mâce, Hudûd 2, hds. 2536
2147] Dârimî, Siyer 70
2148] Nesâî, Bey'at 15, hadis no: 4156; Ahmed bin Hanbel, V/270
2149] Ebû Davûd, Cihad
2150] İbn Kesîr, Tefsirü'l-Kur'âni'l Azim, II/14
2151] Buhârî, Cihad ve's-Siyer 2; Müslim, İmâre 85-86
- 522 -
KUR’AN KAVRAMLARI
müslümanlara baskı yapılan her küfür diyarından İslâm yurduna hicret, farz olarak sürmektedir.
Hicret, sadece bir memleket terki değildir, Hicrette niyet, temel öneme sahiptir. Hicret, Allah yolunda ve Allah için olursa ancak değeri olur.
"Ameller/eylemler, niyetlere göre değerlendirilir. Kim Allah ve Rasûlü için hicret ederse o, Allah ve Rasûlü için hicret sevabını alır. Kim de elde etmek istediği dünya malı, ya da evleneceği kadın için hicret ederse onun hicretinin karşılığı da hicret ettiği şeydir." 2152
Silâhlı cihad ve bir yerden bir yere hicret, belli zamanlarda ve gerektiği şartlarda yerine getirilmesi gerekli son derece önemli iki görev iken, nefsin hevâsına karşı cihad ve içe doğru hicret, bu görevi de yerine getirebilmenin gereği ve mü’minin kesintisiz devam ettirmesi gereken birinci derecedeki vazifesidir.
Hicretin Hükmü
Kur'ân'ın birçok âyeti hicretten, hicretin gereğinden, hicret edenlerden ve etmeyenlerden... söz eder. Hicretin ne denli önemli olduğuna şu âyetler gâyet açık bir şekilde işaret etmektedir: "Öz nefislerinin zâlimleri olarak canlarını alacağı kimselere melekler derler ki: "Ne işte idiniz?" Onlar: "Biz yeryüzünde dinin emirlerini uygulamaktan aciz kimseler idik" derler. Melekler de: "Allah'ın arzı geniş değil miydi? Siz de oradan hicret etseydiniz ya" derler. İşte onlar böyle. Onların barınakları Cehennemdir. O ne kötü bir yerdir. Erkeklerden, kadınlardan, çocuklardan zayıf ve acz içinde bırakılıp da hiçbir Çareye gücü yetmeyen ve (hicret) için bir yol bulamayanlar müstesna." 2153
Bu âyetlerin iniş sebebi hakkında İbn Abbas (r.a.) şunu nakletmektedir: "Peygamber (s.a.s.) zamanında bazı müslümanlar müşriklerle birlikte durup onların sayılarının artmalarına neden oluyorlardı. (savaş sırasında) ok, onlardan bazılarına isabet edebiliyor veya boynu vurulup öldürülebiliyordu. Bunun üzerine bu âyetler nazil oldu. Yine İbn Abbas (r.a.)'ın rivâyet ettiğine göre; bir kısım Mekkeliler İslâm'a girmiş, fakat müslümanlıklarını açığa vurmamışlardı. Bedir savaşı gününde müşrikler onları da beraberlerinde savaşa götürdüler ve bazıları bu savaşta öldü. Müslümanlar bunun üzerine: "Bizim arkadaşlarımız müslüman idiler, savaşa zorla sokuldular" deyip, onlara Allah'tan mağfiret dilediler. Bunun üzerine bu âyetler nazil oldu." 2154
Demek ki mü'minler, bu gibi durumlarda "biz İslâm'ı ayakta tutamayacak kadar zayıf kimseler idik" demekle kendilerini kurtaramayacaklardır. Çünkü bunlar İslâm'ı tamamıyla yaşayabilmek için herhangi bir teşebbüste bulunmamışlar ve böylece "kendilerine zulm etmişlerdir", fakat gerçekten hicret edemeyecek durumda bulunan zayıf kimseler bundan müstesnadır.
Bu âyetler, müşrikler arasında bulunup da dinini ayakta tutamayan herkesi kapsamaktadır. Hicret edebilecek durumda olup da hicret etmeyenlerin, kendi nefislerine zulmetmiş oldukları ve bu âyetin hükmüne göre, haram işledikleri icmâ ile kabul edilmiştir.2155 Bu hüküm kıyâmete kadar bakîdir ve genel bir hükümdür. Herhangi bir durum onu, dinini yaşayabileceği, inancının gereklerini
2152] Buhârî, Vahy 1; Müslim, İmâret 33
2153] 4/Nisâ, 97, 98
2154] İbn Kesîr, Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azim, I, 542
2155] İbn Kesîr Tefsîr, I, 542
HİCRET
- 523 -
yerine getirebileceği Darü'l-İslâm'a hicret etmekten alıkoymaz.
Hanbelî hukukçulara göre bir kimsenin, Darü'l- Harp'te dinini açığa vurup yaşayabiliyor bile olsa, müslümanların sayısını çoğaltmak ve cihada katılabilmek için Dârü'l-İslâm'a hicret etmesi sünnet olur. Hanefi mezhebinde ise küfür diyarından İslâm diyarına hicret etmek vâciptir. Şâfiîlerden el-Mâverdî'ye göre de, müslüman herhangi bir küfür beldesinde dinini açığa vurabiliyorsa, orası onunla Daru'l-İslâm olmuş olur. Orada durmak, hicret etmekten daha iyidir. Çünkü böylelikle kendisinden başkalarının da İslâm'a girmeleri umulabilir. Ancak Mâverdî'nin bu görüşüyle, konu ile ilgili olarak Darü'l-Harp'ta kalmayı haram kılan âyet ve hadisler arasındaki aykırılık açıktır. Hicret hükmü, Darü'l-Harp'te müslüman olup oradan uzaklaşabilecek güçte olan herkes için geçerlidir.2156 Darü'l-Harp'ten hicret etmenin, herhangi bir ma'siyetin işlenmesi veya herhangi bir emrin yerine getirilmemesi veya İslâm devlet başkanının istemesiyle vâcip olacağı konusunda icmâ' vardır. 2157
Kişi "ben hicret edeceğim, ama gideceğim yer tanımadığım, yabancısı olduğum bir yerdir. Acaba orada geçimimi sağlayabilecek miyim? Sonra ne zaman geleceği bilinmeyen ölüm, beni yolda yakalarsa hicret etmiş sayılabilir miyim?..." gibi bir takım düşünceleri içinden geçirebilir. Ancak bunlar yersiz düşüncelerdir. Çünkü: “Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek, barınacak birçok yerler bulur, genişlik de bulur. Kim evinden Allah ve Rasûlüne muhâcir olarak çıkıp da sonra yolda ölürse, onun mükâfatı Allah'a aittir.”2158 Bu bakımdan ne rızık endişesi ne de "yolda ölüm" düşüncesiyle farz olan hicretten geri kalamaz.
Yeryüzü iman-küfür mücadelesinin alanıdır. Bu mücadelede kimi zaman iman bazen de küfür egemen olmuştur. Mü'minler İslâmî kimliklerini yitirdikleri, imanî zaaflara düştükleri, İslâmî ilimlerin yeterince tahsil edilmediği ve cehaletin yaygınlaştığı dönemlerde küfür İslâm'a gâlib gelecektir. İslâmî ilimlerin çok iyi bilindiği, İslâm'ın yaşandığı, imanın kalp atışlarında bile hissedildiği dönemlerde ise kuşkusuz İslâm egemen olacaktır.
İslâm'ın ve küfrün egemenliği ya da şeytana zaman zaman fırsat verilmesi insanın ve yeryüzünün kanunu hükmündedir. Dolayısıyla mü'minler İslâm'ın egemen olmadığı toplumlarda yaşama durumunda kalabilirler. Bundan dolayı hicret zaman zaman gündeme gelebilir. Hicret dönemi asla kapanmaz, Mekke'nin fethinden sonra da hicret, genel anlamda ve farklı durumlarda gündeme gelebilir; hicret tarihin belirli dönemine ait bir olay değildir. Hicret süreklilik arzeder ve kıyâmete kadar geçerlidir.
Mekke'nin fethedildiği gün Abdurrahman b. Safvan (r.a.) babasını getirerek, Rasûlullah'a babasının da hicret sevabından payını almasını istediğini bildirdi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: "Artık hicret yoktur" diye cevap verir. Rasûlullah'ı bu konuda yumuşatmak amacıyla, amcası Hz. Abbâs'ın yanına gider ve bu konuda kendisine yardımcı olmasını ister. Hz. Abbâs (r.a.), Peygamber’e (s.a.s.) "Allah aşkına kabul et" derse de, Hz. Rasûlullah şu cevabı verir: “Amcamın yeminini yerine getiririm, ama hicret yoktur." Hadîsin râvilerinden olan Yezid b.
2156] eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VIII, 28, 29
2157] eş-Şevkânî, a.g.e., VIII, 29
2158] 4/Nisâ, 100
- 524 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Ziyâd: "Halkı İslâm'ın egemenliği altına girmiş bulunan bir yerden hicret edilemez, demek istiyor" diye hadisi açıklamıştır. 2159
Burada görüldüğü gibi Mekke'den hicret etmek artık söz konusu değildir. Çünkü hicretten maksat gerçekleşmiş bulunuyor. Artık Mekke'nin kendisi fethedilmek suretiyle Darü'l-İslâm olmuş ve İslâm'ın bütünüyle hayata yansıyacağı bir yer haline gelmiştir. Allah'tan başka hiçbir varlığın hâkimiyetinden söz edilemeyecektir.
Diğer bir kısım hadislerde ise, hicretin sürekliliğinden söz edilmektedir: "Kâfirlerle savaşıldıkça hicretin sonu gelmeyecektir.2160; "Hicretten sonra hicret olacaktır. Yeryüzünün en hayırlıları, Hz. İbrahim'in hicretini kendisine örnek alanlardır." 2161
Bu hadislerden anlaşıldığına göre, İslâm hâkim olduğu bir yerden hicret etmenin farz veya vâcib olması söz konusu değildir. Ancak Darü'l-Harb'den Darü'l-İslâm'a hicret etmenin vucûbu kıyamete kadardır. Ebu Bekr İbnü'l-Arabî: "Hicret, Peygamber (s.a.s.) zamanında farz idi. Kendi dini veya nefsi için korkusu olan herkese farz olarak devam etmektedir. Kesilen hicret Mekke'nin fethinden sonra, Mekke'den Medine'ye olan hicrettir."2162 der.
Hicretin hayata yansımasında genel etkenlerden biri de İslâm devlet başkanıdır. Halife, mü'minlerin bir yerden bir yere hicret etmelerini isteyebilir. Mü'minler de buna aymak zorundadırlar. Zira müslümanlar Halifenin İslâm'a muhalif olmayan bütün emirlerine uymak zorundadırlar. Hilafet, İslâm'ın bütün hükümlerinin direkt ya da dolaylı olarak bağlantılı olduğu bir müessesedir.
Peygamber Efendimiz, bazen büyük kalabalıkları bile hicret edip etmemekle serbest bırakmıştır. Gönderdiği askerî müfreze (seriyye) kumandanlarına verdiği tâlimât arasında şunları da görmekteyiz: "... Onları İslâm'a dâvet et. Kabul ederlerse, sen de bunu kabul et ve onlarla savaşma. Sonra bulundukları yerden muhâcirlerin yurduna hicret etmelerini iste. Bunu yaptıklarında da muhâcirlerin leh ve aleyhlerinde olanın, kendilerinin de leh ve aleyhlerine olacağını bildir. Eğer hicret etmeyecek olurlarsa, durumlarının bedevî müslümanların aynısı olacağını onlara bildir. Onlara mü'minlere uygulanan Allah'ın hükümleri uygulanacak, ancak müslümanlarla birlikte cihada katılmadıkça fey' ve ganimetten pay alamayacaklardır." 2163
Hicretin devlet politikasında önemli bir yeri olmalıdır. İslâm Devleti, durumuna göre hicretle ilgili birtakım düzenlemelere girişmek zorundadır. Bu gibi istisnâî durumların maksat ve nedenleri araştırıldığında bazı zümrelerin bundan istisna edilmesi de tamamen toplumun iyilik ve hayrıyla yakından ilgilidir. Meselâ: Müzeyne, Medine'nin 35 km. uzağındaydı ve yüzlerce savaşçıya sahipti. Bunların bulundukları topraklarda bırakılması, İslâm Devlet topraklarını genişletme maksadını taşıyordu. Bunların İslâm ülkesine hicret etmeleri birçok iktisâdî zorlukların doğmasına neden olacak ve terkedilmiş verimli topraklar ve sular, yabancıları ve belki de İslâm düşmanları tarafından işgal edilecekti.2164 Bu ba2159]
İbn Mace, Keffâret
2160] eş-Şevkânî a.g.e., VIII, 27
2161] Ebû Davûd, Cihad
2162] eş-Şevkânî a.g.e., VIII, 29
2163] İbn Kesîr, Tefsîr, III, 329
2164] Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 277, 278
HİCRET
- 525 -
kımdan Peygamber Efendimiz İslâm devleti sınırlarının genişlemesi ve müslümanların savaş gücünün artırılması noktasından hareket etmiş ve duruma göre hicret üzerinde durmuştur. Hicretin diğer bir amacı da; İslâm devletinin gücünü arttırmaktır. 2165
Hicretle İlgili Genel Tesbitler
Hicretle ilgili âyetlerin ışığında şu genel tesbitler yapılabilir:
1. Enfâl sûresinin 72. âyetiyle farz kılınan hicret, müşriklerin elinde bulunan Mekke'den Medine'ye hicrettir.
2. Mekke fethedilip İslâm yurdu olduktan sonra, Mekke'den Medine'ye göç anlamındaki hicret kalkmıştır. Peygamberimiz: "Fetihten sonra hicret yoktur; ancak cihad ve niyet vardır."2166 buyurarak değinilen gerçeği açıklamıştır.
3. Tarihsel anlamda hicret son bulmuş olmakla birlikte, ahlâkî anlamda hicret devam etmektedir. Çünkü müslümanlar, her zaman günah ortamından ve şeytanın egemenlik alanından İslâm'ın hâkimiyet alanına göç etmekle yükümlüdürler. Bunun için kötülük yurdundan iyilik yurduna hicret, kıyâmete kadar geçerlidir.
4. Hicret gerekli, imkânlar da yeterli iken kötülük yurdunda oturmak, hem büyük bir günah, hem de nefse zulümdür. Çünkü mâzeretsiz olarak hicreti terk edenlerin varacağı yer, cehennem olacaktır. 2167
5. Allah yolunda hicret edenler, dünyada güzel mekân ve bol imkânlara kavuşur, âhirette de en yüksek onur pâyesini ve Allah'ın rızâsını kazanırlar. 2168
6. Gerçekten âciz olup hicret etmeye güç yetiremeyenler bağışlanır, hicrete teşebbüs edip de yolda ölenler ise, Allah tarafından ödüllendirilir. 2169
7. Hicret, insanın dindeki samimiyetinin ve sadâkatinin göstergesidir.2170 Bunun için, iman ile inkâr arasında bocalayıp şeytanın egemenlik alanını terk edememiş olanlar, Kur'an tarafından iman dostluğuna ehil görülmemişlerdir. 2171
8. Hicret, bir takvim başı olmaktan öte, bir inanç ve dâvâ göçüdür. İslâm'ın kendine özgü dünyasına ulaşmak için atılmış kararlı bir adımdır. Diğer bir ifadeyle hicret, insanın Allah'a götüren yolu, iman bilinciyle kat etmesidir. 2172
9. Hicret, hedefine ulaşan onurlu hareketin en önemli adımı ve atılımıdır. İslâm'ı yaşamak ve yaşatmak için dâhildeki bütün çarelere başvurduktan sonra mücâdeleyi dışarıda devam ettirmek amacıyla oturulan yeri terk etmektir. O, İslâm'ı boğmaya azmetmiş zulüm ve baskıya rağmen dini aslî şekliyle yaşama gayretidir. 2173
2165] Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 2, s. 416-417
2166] Buhârî, Cihad ve's-Siyer 2; Müslim, İmâre 85-86; Ebû Dâvud, Cihad 2, hadis no: 2480; Tirmizî, Siyer 32, 33 hds no: 1638; Nesâî, Bey'at 15, hds no: 4153, Cihad 9, hds 2773; Dârimî, Siyer 49, hds 2515, Siyer 69
2167] Bk. 4/Nisâ, 97
2168] Bk.. 4/Nisâ, 100; 22/Hacc, 58; 9/Tevbe, 20, 100 vd.
2169] Bk. 4/Nisâ, 98-100
2170] bk. 8/Enfâl, 74
2171] Bk. 4/Nisâ, 89; 33/Ahzâb, 50; 60/Mümtehıne, 10 vd
2172] Bk. 29/Ankebût, 26
2173] Bk.16/Nahl, 110
- 526 -
KUR’AN KAVRAMLARI
10. "Muhâcirler" kavramı, Peygamber’in (s.a.s.) teklifi üzerine, özgürlük içinde ve İslâm'ın gereklerine uygun biçimde yaşayabilmek için Medine'ye hicret etmiş olan Mekke'li müslümanları; "Ensâr" kavramı ise, zulmün ve kötülüğün egemen olduğu yerden göçenlere yardım edip dine ve müslümanlara sahip çıkan Medine'li mü'minleri ifade eder. Ancak Kur'an ve Sünnet, bu kavramlara tarihî çağrışımlarını aşan daha genel ve kuşatıcı bir anlam yüklemiştir. Nitekim Peygamberimiz, gerçek muhâciri; "Allah'ın yasakladığı şeyleri terk eden kimse" 2174 diye tanımlamıştır.
Kur'an'ın iniş itibarıyla h-c-r kökünün ilk geçtiği âyetlerden, insanın Allah tarafından fikren, kalben ve fiilen hicrete hazırlandığı anlaşılmaktadır. Nitekim Yüce Allah, Elçisine ve onun şahsında bütün insanlara şöyle buyurmaktadır: "Onların söylediklerine sabret ve onlardan güzelce ayrıl."2175 Bu ilâhî sözdeki "hecr-i cemîl" terkibi, "insanın kalben ve fikren kötülerden, kötülüklerden uzak durması, iyi ahlâkla donanıp kötülüklere karşı güzel ve etkili bir muhâlefet ortaya koyması" anlamına gelmektedir.2176 Görüldüğü gibi kutlu yolculuğun ilk adımını, Kur'an'ın dinamizminden güç alabilen iman sahipleri atabilmektedir. Bunun ilk ve en güzel örneğini ise, Peygamber’in (s.a.s.) kendisi ve onu izleyen sahâbe nesli ortaya koymuştur.
Hicret, zulüm sistemlerinin her türlü baskısına rağmen inancına şirk karıştırmayan tevhid mensuplarının şanlı eylemidir. Kur'an, insanın bilinç ve ruh dünyasına sunduğu hicret kavramıyla, şirke bağlı değerlerin ve sistemlerin çağlar süren saltanatını yıkmış, onun yerine yeni bir adâlet anlayışı ve kardeşlik idealini getirmiştir. Kur'an, İslâm'ın sunduğu kardeşlik idealini gerçekleştirmek için çalışanları, gerçek mü'min tanımının içine yerleştirir ve onlar için tam bir bağışlanma ve bol bir rızık olduğu müjdesini verir. 2177
Vatan Anlayışı ve “Ya Sev, Ya Terket!” Dayatması
Irkçıların bir sloganı var: “Ya sev, ya terket!” diye. Ya her şeyiyle, düzeni, fesadı, ahlâksızlığı, zulmü, müslümanların başörtüsüne bile çoğu alanda izin vermeyen anlayışıyla seveceksiniz, ya da defolup gideceksiniz... Bu tehdit dolu mesaj, ne olduğu tartışılan “vatan” kavramını, toprak ve ülkeyi; içinde yaşayan insandan, hem de kendi vatandaşından daha üstün görmenin (putlaştırmanın) uzantısı bir dayatma değil de nedir? “Ya sev, ya terket!” Bu sloganla Hz. Peygamber’in, içinde Allah’ın evi, en mukaddes yer bulunan Kâbe’nin bulunduğu, kendi ülkesi Mekke’den hicretini, hatta on yıl sonra Mekke’yi fethettikten sonra bile, tekrar eski vatanını değil de Medine’yi tercihini nasıl izah edeceğiz? Mekke’de doğan veya doyan bir kimse, Mekke’de inandığı gibi yaşatmayan yöneticileri ve onların düzeninin hâkim olduğu ülkeyi ne kadar sevebilir? Artık o, mü’min vasfını kazanır kazanmaz, Medine’nin doğal vatandaşı, gönülden Medine’li değil midir? Dârulhap veya dârulküfürde doğan kimsenin gerçek vatanı, dârulislâm değil midir?
“Ya sev, ya terket!” Öyle mi? Ne tümüyle ve her şeyden çok seveceğim, ne de
2174] Buhâri, Tecrid Terc. I/29
2175] 73/Müzzemmil, 10
2176] Bk. Zemahşerî, Keşşâf, IV/177
2177] Bk. 8/Enfâl, 74; Fahrettin Yıldız, Kur'an Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, s. 221-223
HİCRET
- 527 -
kolay kolay terk edeceğim! Kim, kime neyi zorla sevdirmeye kalkıyor; kim kimi, hangi hakla nereden ve niçin kovuyor? Mekke’den Rasûlullah’ı ve mü’minleri kimler kovuyordu? Bu tür sloganı kimler söylüyordu dersiniz? Şimdi üzerinde yaşanılan ülke, Mekke’ye/Dârulharbe benzemiyor da Medine’ye mi benziyor yoksa? Bu ölçüler içinde bu slogan doğaldır, ama tek şartla; bunu inancını yaşamak isteyen müslümanlara karşı söyleyenlerin, tarih boyu peygamberlere ve mü’minlere hangi inançtaki insanların bu sözü söylediğini değerlendirmeleri gerekiyor: “Kavminden ileri gelen müstekbirler/büyüklük taslayanlar dediler ki: ‘Ey Şuayb! Kesinlikle seni ve seninle beraber iman edenleri memleketimizden çıkaracağız; yahut dinimize döneceksiniz.’ (Şuayb) Dedi ki: ‘İstemesek de mi (bizi yurdumuzdan çıkaracak veya dinimizden döndüreceksiniz)? Allah bizi ondan (kâfirlikten) kurtardıktan sonra tekrar sizin dininize dönersek, Allah’a karşı iftirâ etmiş oluruz. Rabbimiz Allah’ın dilemesi hali müstesnâ geri dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah’a dayanırız. Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında adâletle hükmet (kimin haklı, kimin haksız olduğunu adâletle açığa çıkar). Çünkü Sen hükmedenlerin en hayırlısısın.” 2178
Onlar bilmiyorlar ki, insan bir yeri sadece sevmediği için terk etmez. Seven insanlar da sevdiklerini isbat etmek için, ya da daha büyük sevgi (Allah sevgisi) için sevdiklerini terk etmek zorunda kalabilirler. Hele bir toprak sevgisi, Allah sevgisi ile çatışıyor ve birinden birini tercih etmek gerekiyorsa... Yoksa, şehidlik kavramını bile anlayamayız; öyle ya şehâdet, vatanı terk etmek değil midir? O zaman Allah’a tercih olunan bu sevgi bir puta dönüşür. Seven sevdiği için fedâkârlığı, o uğurda gerekli mücâdeleyi göze alandır. Sevdiğinin (vatanın) üzerine çöreklenen ve oradaki İslâm dışı da olsa yönetimi, zulmü de onaylayıp seven, Allah için sevgi beslenilmemesi gereken hususlara da gönlünü açan kimse, sevdiğini iddiâ ettiğini ya öldürmek için delicesine seviyor, ya da orayı putlaştırıyor demektir. Bir mü’min, sevdiğini Allah için sever, buğz ettiğine de Allah için buğz eder. “Vatan sevgisi imandandır” diye meşhur olan söz, kesinlikle sahih hadis metinlerinde yoktur. Ama insanın doğup büyüdüğü yeri belirli ölçüler içinde sevmesi, fıtrî/doğal bir özelliktir. Fakat sevgide ölçülü, âdil olmak ve Allah’a isyan edenlere ve O’nun yasakladıkları şeylere muhabbet duymamak şartıyla. “Vatan sevgisi”, cennet sevgisi demektir. Müslümanın esas vatanı, ana vatanı, baba ocağı orasıdır. Babamız Âdem ve anamız Havvâ, ilk olarak orayı vatan edinmişlerdi ve esas gideceğimiz yer, hazırlandığımız ve yatırımlarımızı yaptığımız mekân orasıdır. Dünyanın hiçbir yeri bizim gerçek vatanımız olamaz, burada misafiriz, yolcuyuz. Kaldı ki hiçbirimiz doğacağımız yeri kendimiz seçmedik. Her insan için doğduğu yer kutsal sayılınca, her insana göre kutsal olan da değişecek, aralarındaki üstünlük de göreceli olacaktır. Ölçü, insanın kendisi olursa, İlâhî ölçüleri kendi sübjektif ölçülerine göre tahrif eder.
Bir insan, belli bir yerde değil; tüm yeryüzünde halife olması için yaratılmıştır. İslâm'ı, bulunduğu yerde yaşayıp oraya hâkim kılmak için çalıştığı gibi, dünyanın ulaşabildiği her tarafına da götürme zorunluluğu vardır. Bir insan, doğacağı yeri seçme hakkına sahip olmadığından, tercihinde olmayan bir konudan dolayı ne ayıplanır, ne de şereflenir. Allah, bizi bu topraklarda değil de; çok farklı hatta sevmediğimiz bir yerde dünyaya getirebilirdi; Diğer insanların oralarda dünyaya gelmesi gibi. O zaman o yaratıldığımız yerin mi, yoksa şimdi yaşadığımız yerin mi
2178] 7/A’râf, 88-89
- 528 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kutsal olması gerekecekti? Müslüman için tüm arz Allah'ın mülküdür. Hepsi aynı değerdedir. Bir yerin fazileti, orada inanılıp uygulanan inançla ilgili olmalıdır. Toprak, üstünde yaşayan insanların inançlarıyla bütün olarak değerlendirilmelidir. İnsanın ırkına, doğduğu yere göre bir toprak parçasına kutsallık atfetmesi, Allah için değil de; o toprak parçası için ölümü göze alabilecek hale gelmesi, vatanın -üzerinde hangi hükümlerin uygulandığına bakılmadan- yüceltilmesi bu açıdan değerlendirilmelidir. Vatan kelimesi Kur'an'da geçmez. İslâmî açıdan yurt veya vatan "dâr" kelimesiyle ifade edilir. İslâm toplumunun yaşadığı ve hâkim olduğu yerler için klasik ve meşhur değerlendirmeye göre "dârulislâm", müslümanların idâre ve hâkimiyetleri altında olmayan yerler ise "dârulharp" kabul edilir. Eğer bir kimse, yaşadığı ülkede dinî inanç, dinini koruma ve dinini yaşama hürriyetini kaybetmişse, gücü yetiyorsa cihad ederek bu temel haklarını yerli veya yabancı işgalcilerden geri alması veya gücü yetmiyorsa, bunları koruyup dinini yaşayabileceği yere hicret etmesi gerekir. Cihad ve Hicret'in Kur'an'da ve Sünnette çok büyük önemi vardır.
Ayrıca, içinde Kâbe'nin bulunmasından dolayı müslüman açısından dünyanın en kutsal yeri sayılmaya müsâit olan bir vatanda, Hak Dinin yaşanamadığı için oradan hicret eden Rasûlüllah ve ashâbının, aynı zamanda gerçek vatanları olan Mekke'deki yönetime karşı inanç savaşı yaptıkları unutulmamalıdır. Şu âyet; vatan, cihad ve hicret kavramları açısından değerlendirilmelidir: “Nefislerine yazık eden kimselere, canlarını alırken melekler: 'Dünyada ne işte idiniz?' derler. Bunlar; 'biz yeryüzünde güçsüz bırakılmış çaresiz kimseler idik' diye cevap verirler. Melekler: 'Allah'ın yeri geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!' derler. İşte onların barınağı cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş yeridir."2179 Medine için, oradaki hurmaları için savaşan kimsenin mücâdelesinin Allah için olmadığı, ancak Allah yolunda savaşanların cennetle müjdelenen şehitler olabileceğini Rasülullah'ın hadislerinden öğreniyoruz.
Hicret Edenler (Muhâcirler) ve Ecirleri
Allah (c.c.) için yapılan her hareket, tavır ve söz'ün karşılıksız kalması mümkün değildir. Allah için bulunduğu yeri, bin bir zorluk altında terk eden ve bununla İslâm'ı daha iyi yaşamayı, Allah'a daha mükemmel bir şekilde kullukta bulunmayı amaçlayan bir kimsenin eli boş döndürülmesi düşünülemez. Allah (c.c.) Kur'ân-ı Kerîm'de, hicret edenlere müjdeler vermektedir: "Muhakkak iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler, işte onlar, Allah'ın rahmetini umabilirler."2180; "Muhâcir ve ensardan daha önce iman etmiş olanlarla (sonradan) onlara ihsan ile uyanlardan Allah râzı olmuştur. Ve onlar da Allah (ın kendilerine verdiği nimet ve sevap)dan râzı olmuşlardır. Onlar o cennetlerde ebedî kalıcıdırlar."2181; "(Kendilerine) Zulmettikten sonra Allah yolunda hicret edenleri dünyada iyi bir şekilde yerleştireceğiz elbette, âhiretteki ecir(leri) ise daha büyüktür. Keşke ölmüş olsalardı." 2182
Peygamberimiz, ensâra yaptığı bir konuşmada; “Eğer hicret şerefi olmasaydı, ben muhakkak ensârdan bir fert olmak isterdim.”2183 diyerek muhâcirliğin şerefinin yerini hiçbir şeyin tutamayacağını belirtmiştir. Bütün müslümanlar da hicrete
2179] 4/Nisâ, 97
2180] 2/Bakara, 219; 9/Tevbe, 20
2181] 9/Tevbe, 100
2182] 16/Nahl, 41
2183] Ahmed bin Hanbel, II/315; Müslim, Zekât 139
HİCRET
- 529 -
ve muhâcirlere ayrı bir değer atfetmişlerdir. Sahâbeyi tabakalara ayıran İslâm âlimleri, ilk sırayı daima muhâcirlere vermişlerdir.
Amr bin el-Âs (r.a.), Rasûlullah'a kendisinin günahlarının affedilmesi şartıyla bey'at edeceğini söyleyince, Rasûlullah'tan şu cevabı aldığını anlatmıştı: "Sen İslâm'ın kendisinden (yani kişi müslüman olmadan) önce işlemiş günahları yok ettiğini bilmiyor muydun? Hicretin ve haccın da aynı şekilde (bunlar yapılmadan önce) işlenmiş günahları silip süpürdüğünü bilmiyor muydun?"
Allah, bütün yeryüzünün ve tüm kâinatın biricik ve mutlak sahibidir. Bütün varlık âlemini insan için yaratan ve onları insanın emrine veren Allah'tır. İnsan ise; kendisine kulluk etmek, İslâm düzenini gerekleriyle birlikte, noksansız olarak yaşamak için yaratılmıştır. Bundan yüz çevirenleri cezalandıracak, sudan bahanelerle ibâdetten geri kalanların mazeretlerini kabul etmeyecektir. Ve bu mazeretler onları kendi nefislerine zulüm etmiş olmaktan" kurtaramayacaktır. Bu konuda Allah Teâlâ kullarına şöyle seslenmektedir: "Ey iman etmiş kullarım, muhakkak, Benim mülküm olan yeryüzü (çok) geniştir. O halde (şuna buna değil de) yalnız Bana ibâdet edin.”2184 Bu âyetin, İslâm'ı açıkça yaşayamayan Mekkeli, güçsüz bir kısım müslüman hakkında nazil olduğu bildirilmektedir. Bu âyet, Allah'ın inanan kullarına, dinlerini açığa vurup yaşayamadıkları bir yerden, onu kolayca yaşayabilecekleri başka bir yere hicret etmeleri için bir emirdir. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Memleketler, Allah'ın memleketleridir. Kullar da Allah'ın kullarıdır. Nerede hayır bulursan orada yerleş."2185 Bütün insanlar Allah'ın kuludur ve yeryüzü de Allah'ındır, bütün genişliğiyle yalnız onundur. Arz bütün insanları içine alacak kadar geniştir. O halde insan bulunduğu yerde dininî, bütünüyle Allah'ın emirlerini yaşayamıyor, bu konuda zorluklarla karşı karşıya bırakılıyor, Allah'tan başka her şeye ve herkese kul olması için zorlanıyor ve bu telkin yapılıyorsa orası müslümanın yaşayabileceği yer değildir. Yaşayabileceği yeri aramalı ve bulmalıdır. "Bütün yeryüzü Allah'ın olduktan sonra, onun Allah indinde en çok sevileni kullarının yalnız kendisine ibâdet ettikleri yerdir."
İslâm'da hiç bir şey putlaştırılamaz, isterse, bu içinde doğup büyüdüğümüz, yakınlarımızın malımızın, ticaretimizin, acı tatlı her türlü hatıralarımızın ve daha nice güzel şeylerimizin bulunduğu yer olsun. Müslüman nerede inancını yaşayabiliyorsa, vatanı orasıdır. "Kişinin bulunduğu memlekette yalnız Allah'a ibâdet etmek kolay olmaz; dinini açığa vurmakta zorluklarla karşılaşır, daralırsa, orada bağlanıp kalmamalı, ibâdetlerini serbest yapabileceği yere gitmelidir. Hicret edip o darlıktan genişliğe çıkmak için ne gerekiyorsa yapmak ve Allah'a kulluk etmek mü'minin prensibi olmalıdır." 2186
Bir yerden başka bir yere göç etmek anlamındaki "hicret" kelimesinin ism-i faili olan muhâcir kelimesinin çoğulu muhâcirûn'dur. Istılahta İslâm devletini kurup tebliğin yeni bir veche kazanmasını sağlamak için Rasûlullah (s.a.s.) ile Mekke'den Medine'ye göç eden sahâbiler topluluğuna "muhâcirûn" denilmektedir.
Mekkeli müşrikler, Rasûlullah’ın (s.a.s.) dâvetini etkisiz bırakmak, insanları
2184] 29/Ankebût, 56
2185] İbn Kesîr, Tefsirü'l-Kur'âni'l Azim, II,14
2186] Elmalılı, Hak Dinî Kur'ân Dili, V/3790; Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 2, s. 418
- 530 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ona tabi olmaktan yüz çevirmek için çeşitli yollar denediler. Fakat onların, İslâm'ın sesini boğmak için gösterdikleri yoğun çabalara rağmen müslümanların sayısı gün geçtikçe süratle artıyordu. Bu durum, müşriklerin iman edenlere karşı hırçınlaşarak sert tutum takınmalarına sebep oluyordu. Müşriklerin işkenceleri her geçen gün sistematik bir artış gösteriyordu. Mekke'de hayat müslümanlar için tahammül edilmez bir haI almıştı. Hangi kabileden olursa olsun müslüman olan herkes müşriklerin saldırısına uğruyordu.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.), artık bunalan müslümanlara bir ferahlık olsun diye Mekke'den ayrılmalarını söyledi. Ashâb; "Nereye gidebiliriz ki, ya Rasûlullah?" diyerek, çaresizliklerini bildirdiler. Çünkü onlar, kendilerinin emniyette olabilecekleri bir yer bilmiyorlardı. Rasûlullah onlara, Habeşistan'ı, işaret ederek; "İşte oraya gidin" dedi. 2187
Ancak Habeşistan'a hicret, mevcut problemin çözümünü sağlamıyordu. Bu, müslümanlar için belirli bir süreye kadar ferahlık sağlamak gayesine yönelikti. Habeşistan'daki muhâcirler, burada hüküm sürmekte olan Necaşî'den iyi bir kabul görmüşlerdi. Tarihi istılahta "muhâcir" terimi, Hicretin sekizinci yılında Mekke'nin fethine kadar Medine'ye göç eden müslümanlar için kullanılmakta ise de; Habeşistan'a hicret edenleri, Rasûlullah’ın (s.a.s.); "Sizin için iki defa hicret vardır. Bunlardan biri Habeşistan'a, diğeri de Medine ye olan hicretinizdir" 2188 hadisi çerçevesinde, "Muhâcirler" olarak nitelemek yanlış değildir. Zaten Habeşistan'a hicret edenlerin tamamı, Medine'ye hicret emredildikten sonra buraya göç ederek ikinci defa hicret etmişlerdi. Habeşistan muhâcirlerinin sayısı yüz otuz kişi kadardır. 2189
Muhâcirler mallarını, yakınlarını, yaşadıkları toprakları, Allah için terk ederken, gittikleri yabancı ülkede yabancılıklarından dolayı çektikleri zorluklar, mahrumiyetler yanında, müşriklerin onları yok etmek için gösterdiği faaliyetler de son bulmuyordu. Nitekim müşrikler, Habeşistan'a giden muhâcirleri Mekke'den çıktıktan sonra Kızıldeniz sahillerine kadar izlemişler; ancak, gemilerle denize açıldıklarından dolayı onlara yetişememişlerdi. Onları geri getirmek, en azından oradaki rahatlarını yok etmek için müşrikler, Necaşî nezdinde diplomatik faaliyetlere giriştiler. Fakat onların bütün çabaları boşa gitti.
Necaşî'yi ikna edip, müslümanları onun ülkesinden çıkartmaya muvaffak olamamaları, Mekkeli müşrikleri öfkeden kudurtmuştu. Bundan dolayıdır ki, Mekke'de kalan müslümanlar ve Rasûlullah'ın ailesi olan Haşimoğullarının boykot edilmesi kararını vererek, baskılarını en uç noktaya götürdüler. Artık Mekke'de inananların hiç bir şeyi güvencede değildi. Daha sonra Rasûlullah’ı (s.a.s.) her durumda müdâfa eden amcası Ebû Tâlib vefat edince Haşimoğullarının başına geçen Ebu Leheb, Rasûlullah’ı (s.a.s.) toplum dışı ilan ederek Mekke'de yaşamasını büsbütün güçleştirmişti.
Gelişen bu olaylar Rasûlullah’ı (s.a.s.), dâvetini insanlara daha rahat ulaştırabileceği bir sığınak aramaya yöneltti. Rasûlullah ilk önce Taif'e gitmiş ancak, olumlu bir sonuç alamamıştı. Bu maksatla o, bu sefer Câhilî geleneklere
2187] Ibn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kubrâ, Beyrut, t.y., I, 203
2188] Buhârî, İ'tisam, 16
2189] Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, İstanbul 1981, I, 119
HİCRET
- 531 -
göre haccetmek için Mekke'ye gelen yabancılara İslâm'ı tebliğ ediyor ve onlardan kendisine sahip çıkmalarını istiyordu. Ancak herkes tarafından reddedilen Rasûlullah’ı (s.a.s.) sonunda Akabe mevkiinde on altıncı heyet olarak başvurduğu altı kişilik grup dinlemiş ve davetini kabul ederek iman etmişlerdi. Bunlar, Medine'de sürekli savaş halinde olan iki düşman kabileden biri, olan Hazrec'e mensuptular. Bu kişiler Medine'ye döndüklerinde hemen İslâmî tebliğe başlamışlar ve kısa zamanda çok kişinin ihtida etmesini sağlamışlardı. Daha sonra yapılan Akabe bey'atlarının peşinden Rasûlullah'a Medine'ye gitmesi emredildi.2190 Rasûlullah (s.a.s.) ilk önce, Mekke'de bulunan bütün müslümanlara Medine'ye gitmeleri için izin verdi. Müslümanlar, küçük kafileler halinde Mekke'den yola çıkmaya başladılar. Kısa zamanda, Mekke'de, yakınları tarafından hapsedilenlerden Rasûlullah (s.a.s.), Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ali'den başka kimse kalmamıştı.
Hicret eden bu muhâcirler, yanlarında götürebildikleri dışında menkul, gayri menkul bütün mal varlıklarını terk edip gidiyorlardı. Müşrikler, Muhâcirlerin terk ettikleri bu mallara hemen el koydular. Müslümanların mal kaybı gerçekten çok büyüktü. Ancak onların gözü ne mal görüyordu, ne de dünyaya ait herhangi bir çıkarın peşinde idiler. Onlar, Allah yolunda her şeylerini feda etmeye hazırdılar ve kendilerinden istendiğinden de bunu yerine getirmek için bir an bile tereddüt göstermiyorlardı.
Ashabdan Suheyb er-Rûmî, Mekke'ye dışardan gelip yerleşmiş bir kimse idi. Hicret için yola çıktığında, Mekkeli müşrikler onu engellemiş ve ona şöyle demişlerdi: "Sen bizim aramıza bir dilenci gibi geldin, bizim mallarımızla zengin oldun. Şimdi bu mallarla çıkıp gideceksin öylemi! Bu asla olmaz." Suheyb onlara; "Bütün mallarımı size bıraksam da mı izin vermezsiniz?" dediğinde onlar, buna ses çıkarmamışlardı. Daha sonra nâzil olan; "İşte o topluluk içinden çıkan biri ki Allah'ın rızasını kazanmak üzere kendi kendisini satın almıştır..." 2191 mealindeki âyetin bahsettiği kişinin o olduğu söylenmektedir.
İslâm'la ilk müşerref olan; onu Medine'ye taşıyıp, burayı bir karargâh yaparak, yeryüzüne İslâm’ı hâkim kılmakla görevlendirilen muhâcirler topluluğu bu niteliklere sahip insanlardan oluşmuştu. Rasûlullah’ın (s.a.s.), Ebû Bekir’le (r.a.) birlikte, tehlikeli bir yolculuktan sonra Medine'ye ulaşmasıyla İslâm tebliğinde yeni bir dönem başladı.
Rasûlullah (s.a.s.), Medine'ye gelişinden hemen sonra, toplumun teşkilatlandırılması işine girişti. Bunun yanında, her şeylerini terk edip buraya gelen Muhâcirler gerçekten büyük sıkıntı ve yokluklar içerisinde idiler. Gerçi Ensar, kendilerine iltica eden bu insanların bir eksiklik çekmemeleri için ellerinden gelini yapıyorlardı.
Rasûlullah (s.a.s.), Muhâcirlerin hayatlarını kolaylaştırmak ve Medine halkı ile tam bir kaynaşma sağlayarak, bütünleştirmek için hicretin ilk yılında, her bir muhâciri bir ensara kardeş yaptı. Kaynaklarda "muâhât" olarak zikredilen bu olaydan sonra Ensar, sahib oldukları şeylerin yarısını kardeşi ilan edilen muhâcir'e veriyordu. Ve her biri birbirinin gerçek vârisi idi. Bu durum Bedir savaşından
2190] Buhârî, Menâkıbul-Ensâr, 45
2191] 2/Bakara, 207
- 532 -
KUR’AN KAVRAMLARI
sonra sona ermiştir.2192 Ensar, bunu yaparken o kadar içten yapıyordu ki, Allah Teâlâ onların bu eşsiz fedakârlıklarını Kur'ân-ı Kerimde; "Daha önceden Medine yi yurt edinip imanı kalplerine yerleştiren, hicret edip kendilerine gelen mü'minleri severler. Onlara verilenler karşısında içlerinden hiç bir çekememezlik duymazlar. İhtiyaç içinde olsalar bile, onları kendilerine tercih ederler. Nefsinin cimriliğinden korunmuş kimseler. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir" 2193 âyetiyle övmektedir.
Ancak, kendilerine kucak açan ve her şeylerini paylaşmaya gönülden rıza gösteren bu fedakâr insanlara yük olmak, Muhâcirlere ağır geliyordu. Bunun içindir ki, bunlardan bazıları kendilerine karşılıksız verilen şeyleri almamışlar, diğerleri de kardeşleriyle birlikte çalışmışlar ve kazançlarını kendilerine yapılan iyilikleri karşılama düşüncesiyle kardeşleri olan Ensara iade etmek istemişlerdir.
Muhâcirlerden bir kısmı ticaretle uğraşmayı tercih etmiştir. Abdurrahman İbn Avf (r.a) bunlardan biridir. Kendisine kardeş ilan edilen Sa'd b. Rabî, Abdurrahman'a şöyle demişti: "İşte mallarım, onların yarısını sana veriyorum. İki eşim var, birini seç, hemen boşayayım. Sen onu nikâhla". Abdurrahman İbn Avf ona şöyle karşılık vermişti: "Allah mallarını bereketli kılsın. Aile halkına da afiyet versin. Sen bana, Medine pazarını tanıt benim için yeterlidir" "İbn Avf, ticarete başlayarak kısa zamanda zengin olmuştu" 2194.
Dimyâtî'nin tertip etmiş olduğu Muhâcirûn listesine göre, Mekke'den Rasûlullah ile birlikte Medine'ye hicret edenlerin sayısı, iki yüz yirmi altıdır. 2195
Vahiy ile ilk muhatap olup, her türlü zorluğu göze alarak ona iman eden ve bu yüzden akıl almaz işkencelere maruz kalan ve sonra da yurtlarından çıkarılan Muhâcirler, Allah tarafından layık oldukları şekilde övülmüşlerdir. Zira onlar, hiç bir dünyevî maksadları olmadığı halde, sırf Allah Teâlâ'ya serbestçe ibâdet edebilmek için her şeylerini terketmişlerdi. Bu, Hz. Ebu Bekir (r.a.) ile alâkalı olarak zikredilen bir olayda, bütün çıplaklığı ile görülmektedir. Hz. Ebu Bekir (r.a), Habeşistan'a gitmek için yola çıktığı zaman, Berkul-Ğımâd denilen yerde bölgenin ileri gelenlerinden biri olan İbn ed-Dağine ile karşılaşmıştı. O, Ebu Bekir'i görünce hayretle; "Böyle nereye gidiyorsun ya Ebu Bekir" diye sormuştu. Ebu Bekir; "Kavmim (sırf Allah'tan başka ilâh yoktur dediğim ve O'na ibâdet ettiğim için) beni yurdumdan çıkardı" demişti. 2196
Allah Teâlâ, kendisi için hicret eden Muhâcirlerin, günahları dahi olsa onların bağışlanacağını ve sorgulanmayacaklarını bildirmektedir: "Hicret edenler memleketlerinden çıkanlar, benim yolumda eziyete uğrayanlar, öldürülenler ve ölenlerin günahlarını mutlaka örteceğim" 2197; "Ey Muhammed! Şüphesiz ki Rabbin mihnete uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra cihad eden ve işkencelere sabredenleri affeder." 2198
Diğer bir âyet-i kerîmede onlar hakkında; "Allah yolunda hicret edip de sonra öldürülenleri veya ölenleri elbette Allah güzel bir rızıkla rızıklandırır. Şüphesiz rızık
2192] Buhârî, Ferâiz, 16; İbn Sa'd, a.g.e., I, 238
2193] 59/Haşr, 9
2194] Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr, 3
2195] Albert Dietrich, Abdulmün'im b. Hallâf ed-Dimyatî'nin bir muhacirun listesi, çev. F. Işıltan, İ.Ü.Ed. Fak. Şarkiyât mecmuası, İstanbul 1959, III, 133-155
2196] Buhârî, Menakıbu'l-Ensâr, 45
2197] 3/Âl-i İmran, 145
2198] 16/Nahl, 110
HİCRET
- 533 -
verenlerin en hayırlısı sadece Allah'tır." 2199
Allah Teâlâ, bütün mal varlıklarını terk edip, büyük bir fedakârlıkla Rasûlüne uyan muhâcirler için, ganimetlerden fazla bir pay ayırdığı gibi onların, gerçek anlamda davalarında samimi kimseler olduklarını bildirmektedir; "Bu ganimet mallarında, bilhassa yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış, Allah'ın lütuf ve rızasını isteyen, Allah ve Rasûlüne yardım eden fakir Muhâcirlerin hakkı vardır. İşte samimi olanlar onlardır." 2200
Ayrıca, zulme uğrayıp, sırf Allah rızası için yurtlarını terk eden Muhâcirler, âhirette çok büyük mükâfatlarla mükâfatlandırılacakları gibi, aynı zamanda bu dünya hayatında da yaptıkları fedakârlıkların karşılığını fazlasıyla göreceklerdir: "Zulme uğradıktan sonra, Allah'ın rızası için hicret eden mü'minleri, dünyada güzel bir yere yerleştireceğiz. Âhiretin mükâfatı ise daha büyüktür. Bir bilseler..."2201 Bazı âyetlerde Muhâcirlerin, iyilikleri ve imanları övülürken, Ensar ve Allah yolunda cihad edenler de onlarla birlikte zikredilmektedir: "İman edenler, hicret edenler, muhâcirleri barındırıp yardımda bulunanlar, işte onlar gerçek mü'minlerdir." 2202
Hicret eden Muhâcirler ve onları barındıran Ensar topluluğundan bahseden âyetlerde genellikle, Mekke'nin fethine kadar Medine'ye hicret etmiş müslümanlar ve onlara hiç bir fedakârlıktan kaçınmadan yardım eden Medineliler söz konusu edilmektedir. Ancak, bu kavramların işaret ettiği gruplar kıyamete kadar var olacaktır. Çünkü cihad, yeryüzünde kâfirler var oldukça sürecek, zulüm var oldukça da, dinlerini yaşamak ve kendilerine bir üs edinmek için yurtlarını, her şeylerini bırakarak terk eden muhâcirler her zaman mevcut olacaktır. Dolayısıyla, ilk Muhâcirlerle kıyas yapmak mümkün olmamakla birlikte, sırf; "Allah'tan başka Rab yoktur" dediği için yurdundan çıkarılanlar da bu âyetlerde övülen muhâcirler topluluğundandırlar.
Hicret, muhâcirler için bir kaçış değildir. Hicret yurdu, muhâcirlerin diğer kardeşleriyle birlikte toparlanıp, planlı bir şekilde, kâfirler tarafından çıkartıldıkları toprakları tekrar Allah'ın dininin hâkim olduğu topraklarlara çevirmek için üslendiği bir kârargahtır. Bu, ilk Muhâcirler için böyle olduğu gibi, bugün ve gelecekte de böyle olacaktır. 2203
Muhâcirlere Mâlî Ödeme Yükümlülüğü: Kur'an, hicret edenleri koruma ve destekleme yükümlülüğü getirir. Onlara kucak açıp yardım ve destek sağlayanlar ensâr adını alır. Muhâcirlerle ve onlara kucak açıp yardım edenler, yani ensâr birbirinin dostu, müttefikidir, birbirlerine destek olurlar. Bunlar gerçek mü'min kimselerdir; bol mağfiret ve cömertçe rızık onlar içindir.2204 Her devirdeki hicret edenlere yardım eden her çağdaki ensârın psikolojik durumu ve imanî fedâkârlığı övgüyle Kur'an'da zikredilir 2205. Cimrilik, açgözlülük ve ihtiras, hem bu dünyada ve hem de âhirette mutluluğu elde etmenin önündeki en önemli engellerdir. Ensâr, işte bu engelleri aşabilen kişilerdir.
2199] 22/Hacc, 58
2200] 59/Haşr, 8
2201] 16/Nahl, 41
2202] 8/Enfâl, 74
2203] Ömer Tellioğlu, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 4, s. 237-239
2204] 8/Enfâl, 74
2205] 59/Haşr, 9
- 534 -
KUR’AN KAVRAMLARI
İman ettiği halde hicret etmeyenleri, göç edecekleri vakte kadar koruma yükümlüğü yoktur. Ancak, dinî inanç ve tercihlerinden ötürü zulüm ve baskı altında olurlar ve bundan kurtulmak için yardım isterlerse, ittifak ya da içişlerine karışmazlık antlaşması yapılmış olanlar dışındakilere karşı, onlara yardım eli uzatılır. Antlaşma bulunan topluluklara karşı, İslâm devletinin ya da cemaatinin, gayrimüslim yönetimlerin müslüman uyrukları lehinde silahlı yahut kuvvete başvurarak müdâhalesi, mevcut antlaşmanın öngördüğü yükümlülükleri ihlâli olacağından, kuvvete dayalı bir çözüme izin yoktur. Bu tür sorunların çözümü, ya iki taraf arasında yapılabilecek antlaşmalarla, ya da baskı altındaki müslümanların İslâm diyarına hicret etmesi yoluyla sağlanabilir. 2206
Muhâcirlere, sevgi ve korumanın yanında, malî ödemeler de yapmak gerekir: "İçinizde imkân ve servet sahibi olanlar, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere vermemek için yemin etmesinler; affetsinler, geçsinler. Allah'ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? Allah, bağışlayan ve merhametli olandır."2207 Bu âyetin, kızı Hz. Âişe hakkında ortaya atılan söylentilere katıldığı için, o güne kadar destekleyip yardımda bulunduğu muhâcirlerden olan yakını Mistah'a bir daha yardımda bulunmayacağına dair yemin eden Hz. Ebû Bekir'le ilgili olduğu belirtilir. Âyetin inişi üzerine Hz. Ebû Bekir, Mistah'a yeniden ödeme yapmaya başladı, bundan asla vazgeçmeyeceğini belirtti. Ancak âyette kullanılan üslûp, mesajın zamanla ve kişiyle kayıtlı olmadığını gösterir. Bu bakımdan, âyetteki öğreti, tarihî şartları aşkındır.
Bu gönüllü ödemeler yanında, devletin de elde ettiği ganîmetlerden, muhâcir yoksullara ödeme yapma zorunluluğu vardır: "Allah'ın verdiği bu ganîmet malları; özellikle yurtlarından ve mallarından edilmiş olan, Allah'tan bir lutuf ve rızâ dileyen, Allah'ın dinine ve peygamberine yardım eden muhâcir fakirlerindir. İşte sâdık/doğru olanlar bunlardır." 2208
Ensâr; Muhâcirleri Kendilerine Tercih Eden Yardımcılar
“Ensâr”: Mekke'den Medine'ye hicret ettikleri zaman (M. 622) Peygamber efendimiz (s.a.s.) ve muhâcirlere kucak açıp tüm imkânlarıyla yardım eden Medineli müslümanlara denilir. Lügat itibarıyla ensâr, yardımcılar demektir. Hz. Peygamber'e sağladıkları yardım dolayısıyla kendilerine ensâru'n-nebî (Peygamber'in yardımcıları) da denilir. Medineli müslümanlar için kullanılan bu tabir, aslında onların durumunu belirten bir vasıf iken sonradan bu kavmin, bu zümrenin adı haline gelip ıstılahlaşmış, bu sebeple de kelimenin tekili olan nâsir (çok yardım eden) aynı mânâ için kullanılmamıştır. Ensârdan tek bir şahsı ifade etmek üzere ensârı; ensâra mensup kişiler için de bunun çoğulu olarak ensârivvûn tabirleri kullanılır.
Ensâr kelimesi Kur'an-ı Kerîm'de Medineli müslümanlara delâlet etmek üzere iki yerde geçmekte2209 ve kendilerinden övgüyle bahsedilmektedir: "İlk iman eden muhâcirler ve ensâr ile iyilik yaparak onlara tabi olanlardan, Allah razı oldu. Onlar da Allah'tan razı oldular. Allah, onlar için altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır.
2206] Bk. 8/Enfâl, 72
2207] 24/Nûr, 22
2208] 59/Haşr, 8; Vecdi Akyüz, Kur'an'da Siyasî Kavramlar, s.223-224
2209] 9/Tevbe, 100, 117
HİCRET
- 535 -
Onlar, orada ebedî kalacaklardır. İşte büyük kurtuluş budur." 2210
Sahih hadis mecmuâlarında "Fadâilü's-Sahâbe", "Menâkibü'l-Ensâr" gibi baslıklar altında ensâr'ın faziletine dair birçok sahih hadis toplanmıştır. Ensâr, Evs ve Hazrec olmak üzere Medineli iki kardeş kabileden oluşur. Bunlardan Hazrec kabîlesinden altı kişilik bir heyet aralarında yıllar boyunca süren ve son defasında kaybettikleri muhârebe ve düşmanlık dolayısıyla, Evs'e karşı Kureyşlilerin desteğini sağlamak maksadıyla Hz. Peygamber'in nübüvvetinin 11. senesinde Mekke'ye gelmiş, burada Peygamber Efendimizle karşılaşarak O'nun tebliğ ve irşadları neticesinde İslâm'ı kabul etmiştir. Aralarındaki düşmanlığın bu hak din sayesinde ortadan kalkıp eskisi gibi tekrar kardeş haline gelecekleri ümidi ile Medine'ye dönüşlerinde İslâm'ı Evs kabilesine de tebliğ eden Hazreçliler, kendilerine katılan Evs'lilerle birlikte nübüvvetin 12. ve 13. senelerinde Mekke'ye temsilciler gönderip Hz. Peygamber'le görüşmüşler, I. ve II. Akabe Bey'atleri'nde bulunmuşlardır. II. Akabe Bey'ati'nde, kendi memleketlerine hicret ettikleri takdirde Mekkeli müslümanlar ve Hz. Peygamber'i ve kendi canlarını, çoluk çocuklarını, mallarını korudukları gibi koruyup onlara yardım edeceklerine dair and içen Medineli müslümanlar, böylece hicrete ve İslâm tarihinde yeni bir dönemin açılmasına, İslâm Devleti'nin teşekkül etmesine vesile olmuşlardır.
Hz. Peygamber'in ve müslümanların Medine'ye hicret etmesi üzerine canlarını ve mallarını İslâm'a adayıp Mekkeli müslümanlara gönülden kucak açan ve tüm imkânlarıyla yardım eden Evs'liler ve Hazrec'liler, bu gayretlerinin karşılığı olarak ensâr veya ensâru'n-nebî ismine lâyık görüldüler. Gerçekten onların İslâm'a ve müslümanlara yardımı her türlü takdirin, hatta tahminin üstünde idi: Dinleri uğruna mal ve mülklerini, ev ve barklarını, yurtlarını terkedip Medine'ye gelen muhâcirûn'a evlerini açmışlar, rızıklarına onları da ortak etmişlerdi. Hicretin ilk senesinde Peygamber Efendimiz, muhâcirûndan bir şahsı ensârdan bir kişiyle birer birer kardeş ilân ettiği zaman ensâr, muhâcirûnu Medine'deki evlerine, bağ ve bahçelerine, işlerine ortak etmişler, kan bağının da üstünde eşsiz bir kardeşlik ve dayanışma örneği göstermişlerdi: "Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zarûret içerisinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin tamahkarlığından korunabilmîş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir." 2211
Hz. Peygamber hicretten önce Mekke'de müslümanlar arasında "kardeşlik" tesis etmeye başlamış; iman birliği ve eşitlik üzerine kurulu bu kardeşlik, Medine'de muhâcirler ile ensâr arasında ilk İslâm toplumunun çekirdeğini oluşturmuştur. Akabe Bey'atlarıyla temeli atılan bu toplumun kurulmasında ensârın büyük bir rolü vardır. Mekke'den evlerini, eşyalarını bırakıp gelen muhâcirlere kucak açarak, onları iskân ettiren, yiyeceklerini paylaşan, ensardır. Medine'de I. yılda teşkil edilen ilk İslâm anayasasının 1. ve 2. maddelerinde; "Kureyşli ve Yesribli mü'minlerle bunlara tâbi olanlar, onlara, sonradan katılanlar ve onlarla birlikte cihad edenler... İşte bunlar diğer insanlardan ayrı bir ümmet (toplum) teşkil ederler." ve 15. maddesinde "...Mü'minler diğer insanlardan ayrı olarak
2210] 9/Tevbe, 100
2211] 59/Haşr, 9
- 536 -
KUR’AN KAVRAMLARI
birbirlerinin kardeşi durumundadırlar." Denilmiştir. 2212
Enes b. Mâlik'ten rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah onun evinde Kureyş ile Ensâr'dan doksan kişi arasında muâhât (kardeşlik) tesis etmiştir.2213 Meselâ Ebû Bekir, Hârice b. Zeyd ile; Ömer b. Hattab, Utba b. Mâlik ile; Ebû Ubeyde b. Cerrah, Sa'd b. Muâz ile ve Osman b. Affân da, Evs b. Sâbit ile kardeşlik kurmuşlardı. Dikkat edilirse kardeşlikler arasında benzerlikler bulunduğu görülür. Mizaç, his, yapı itibarıyla birbirine benzeyenler kardeş olmuşlardı. Her türlü işte bu kardeşlik geçerliydi. Kardeş olanlar birbirlerinin velileriydiler. Hattâ birçok hanımı olan ensâr, bazı hanımlarını boşayıp bekâr muhâcirlerle evlendirmek istediler. Bütün Medine hurmalıklarına muhâcirler ortak edilmişti.
Üseyd b. Hudayr'dân rivâyet olunduğuna göre, ensârdan birisi Rasûlullah'tan kendisini zekât âmili veya bir beldeye vali tayin etmesini istemiş, Rasûlullah ise şöyle buyurmuştur: "Ey ensâr cemâati, benden sonra yakında siz, (böyle dünya işlerinde) başkalarının size tercih edildiği zamana kavuşacaksınız. Bununla beraber yine siz sabrediniz. Nihâyet, (kıyâmet günü) kevser havuzunda bana mülâki olacaksınız." 2214
Allahu Teâlâ'nın; "Onlardan (muhâcirlerden) evvel (Medine 'yi yurt ve iman (evi) edinmiş olan kimseler (ensar) kendilerine hicret edenlere sevgi beslerler. Onlara (muhâcirlere) verilen şeylerden dolayı göğüslerinde bir ihtiyaç (meyl, hased, hiddet) bulmazlar Kendilerinde fakr-u ihtiyaç olsa bile (onları) öz canlarından daha üstün tutarlar. Kim nefsinin (mala olan) hırsından ve cimriliğinden korunursa işte muradlarına erenler onlardır."2215 Bu âyetin nüzûl sebebi hakkında Buhârî’de Ebû Hureyre'den şu rivâyet vardır: "Rasûlullah'a açlıktan zayıf düşmüş birisi gelerek yardım istedi. Rasûlullah 'Şu açı kim yemeğine ortak eder yahut konuklar?' dedi. Ensârdan birisi kalkarak o kişiyi evine götürdü. Hâlbuki evinde çocukların yiyeceğinden başka bir şeyi yoktu. Yine de aç kalmış sahâbîyi doyurdu ve karısıyla kendisi aç sabahladılar. Rasûlullah ona; 'Bu gece Allah sana güldü; karı-koca sizin güzel hareketinize hayret etti' buyurdu ve 'Ensar, kendilerinin fakr u ihtiyacı olsa bile misafir ve muhâcirleri nefislerine tercih ederler... ' âyetini okudu." 2216
Enes b. Mâlik rivâyet ediyor: "Rasûlullah; 'Ensar benim cemâatimdir, sırdaşımdır, eminlerimdir."2217 ve İbn Abbâs'tan rivâyetle; Rasûlullah şöyle buyurdu: "Ey muhâcirler, sizden her kim bir iş başına geçerse ensar'ın iyilerinin hasenâtını alsın, kötülerinin seyyiâtını affetsin."2218 Hz. Peygamber'i Medine'de misafir eden, evini, yiyeceğini, paylaşan, Ensardan Ebû Eyyub Hâlid b. Zeyd el-Ensâri’dir (r.a.) (ö. 52). Onun rivâyetinden: Rasûlullah, "Ey Ensâr topluluğu, Allahu Teâlâ sizleri temizlik konusunda övmüştür. Sizler nasıl temizlik yaparsınız?" diye sormuş; onlar da, "Biz su ile tahâretleniriz" demişler; Rasûlullah, "İşte temizlik budur. Size buna devam etmenizi tavsiye ederim '' buyurmuştur.2219 Rasûlullah'ın bahsettiği âyette Allah, "Orada temizlenmeyi seven erkekler vardır. Allah da temizlenenleri sever"2220 buyurur. Yine Ebû
2212] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 147; M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, I/131
2213] Tecrid-i Sarih, VI I, 73, 1035
2214] S. Buhâri, Tecrîd, X, 14-15 1526
2215] 59/Haşr, 9
2216] Tecrid, X, 16-17, Hadis No: 1527
2217] Tecrid, X, 19, 1528
2218] Tecrid, X, 20
2219] İbn Mâce, Tahâre, 28, Hâkim, Müstedrek, I, 155; Ahmed bin Hanbel, VI/6
2220] 9/Tevbe, 108
HİCRET
- 537 -
Eyyub Rasûlullah'ın "Lâ ilâhe illâllah " diyen hiçbir kimsenin cehenneme girmeyeceğini haber verdiğini söyler.
Ensâr, Evs'iyle Hazrec'iyle İslâm'a yardımda bunun da üstüne çıkarak dinleri uğruna canlarını ortaya koydular. Bedir gazvesi öncesinde düşmanla çarpışma konusunda Peygamber efendimiz (s.a.s.) ashâbıyla durum müzâkeresi yaparken ensârın hissiyatına tercüman olan Sa'd b. Muâz "Allah'a yemin olsun ki ey Allah'ın Rasûlü, bize şu denizi göstersen ve sen kendin dalsan biz de seninle beraber dalar, asla tereddüt göstermeyiz, bizden tek bir fert dahi bundan geri kalmaz..." diyordu 2221. Uhud harbinde müslümanların müşrikler tarafından arkadan vurulduğu hengâmede, Rasûlullah'ın etrafında pervane olarak O'nu korumaya çalışanların birçoğu ensârdan idi.
Ensârın Rasûlullah'a olan sevgisi ve bağlılığı o derece büyüktü ki Peygamber efendimiz Mekke'yi fethettiği zaman ensâr, Hz. Peygamberin eski yurdunda, kendi kavmi arasında kalmayı isteyebileceğini düşünerek O'ndan ayrılmanın üzüntü ve sıkıntısını kendi aralarında dile getirmişler; bundan haberdar olan Rasûl-i Ekrem, yaptığı bir konuşma ile ensârın endişelerini gidermiş, onların gönüllerine hem beraberce Medine'ye dönüş haberiyle, hem de taltifkâr sözleriyle su serpmişti. Huneyn ganimetlerinin dağıtımı sırasında Peygamber efendimizin, beytü'l-mâl hissesinden bazı Kureyş ileri gelenlerine ve diğer kabile reislerine kalplerini İslâm'a ısındırmak için bol ihsanlarda bulunurken kendilerine, ganimet hissesinden başka bir şey verilmemesi sebebiyle bazı ensâr gençleri, bu ihsanlardan kendilerine de verilmesi arzusu ile sızlanmışlarsa da, Hz. Peygamber'in yaptığı bir konuşma, işin mâhiyetini ortaya koymuş ve tüm ensâr mensuplarının gözyaşı içinde Rasûlullah'tan özür dilemelerini sağlamıştı.
Hz. Peygamber'in vefâtından sonra, İslâm'a yardımları sebebiyle Allah'ın ve Rasûlü'nün övgüsüne mazhar olmalarını ölçü alarak, ensârın büyük kabilesi Hazrec, aralarından reisleri Sa'd b. Ubâde'yi halifeliğe adây göstermişti. Ancâk müzâkereler sonundâ Hazreçliler de Hz. Ebû Bekir'in halifeliğe daha uygun olduğunu kabul ettiler ve gönül rızası ile ona bey'atta bulundular. Bu müzâkereler sırasında orada bulunan muhâcirûn şöyle demişti: "Şâyet emir (başkan) bizden olursa vezirler (bakanlar) da ensârdan olacaktır. Biz, ensâr hazır olmadıkça ve onlarla istişâre etmedikçe hiçbir karar almayacağız."2222 Gerçekten ensâr, daha sonraki dönemlerde hilâfet makamına gelmemişse de devlet kademelerinde önemli görevler almış ve devlet idaresini yönlendirme vazifesini icrâ etmiştir.
Önde gelen ensâr büyükleri arasında burada Es'âd b. Zürâre, Sa'd b. Muâz, Üseyd b. Hudayr, Sa'd b. Ubâde, Ebû Eyyub el-Ensârı, Kâ'b b. Mâlik, Enes b. Mâlik isimlerini sayabiliriz. Ensârın içinde münâfıklar da vardı. Bedir gazvesinde 86 Muhâcir, 61 Evsli, 170 Hazreçli hazır bulunmuştur.2223 Bedir zaferinden sonra İslâmî hareket daha da güçlenmiş, müslümanların görevleri artmıştı. Daha sonra görüldü ki Hazrec kabilesinden Abdullah b. Ubeyy, eğer Rasûlullah gelmemiş olsaydı Medineliler tarafından seçilecekti. Bu şahıs, müslüman görünüyor fakat kalben inanmıyordu. Ona "münâfıkların reisi" deniyordu. Nihâyet hicrî 6. yılda Benû Mustâlik gazvesinde, Abdullâh b. Ubeyy'in bozgunculuğu ortaya çıktı.
2221] İbn Hişâm, es-Siretü'n-Nebeviyye, Kahire 1955, I-II, 615
2222] Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, çev: Salih Tuğ, İstanbul 1980, II, 1178
2223] İbn Kayyım, Zadu'l-Meâd, Cihad bölümü
- 538 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Bu seferde bir tartışma bahanesiyle Muhâcirlerle ensâr arasında kavga çıkmıştı. İbn Ubeyy, ensârı kışkırtarak, "Bu muhâcirleri Mekke'den getirdiniz, mülkünüze ortak ettiniz, şimdi size rakip olup üzerinize egemen oluyorlar. Medine'ye varınca bunları şehirden atalım" dedi. Allah Teâlâ bunu şöyle zikreder: "Onlar öyle kimselerdir ki, 'Allah'ın Peygamber'i nezdinde bulunan kimseleri beslemeyin, tâ ki dağılıp gitsinler!' diyorlardı. Hâlbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır, fakat o münâfıklar anlamazlar. Onlar, 'Eğer Medine'ye dönersek, andolsun en şerefli ve kuvvetli olan(ımız) oradan en hakir(ve zayıf) olanı muhakkak çıkaracaktır' diyorlardı. Hâlbuki şeref ve kuvvet ve de gâlibiyet Allah'ındır, Peygamberinindir, mü'minlerindir, fakat münâfıklar (bunu) bilmezler."2224 Abdullah b. Ubeyy, "Rasûlullah'a bir secde etmediğimiz kaldı" diye büyüklenerek özür dilemedi. Bir süre sonra hastalanıp öldü. Buhâri ile Müslim'de, Câbir'in rivâyetinde, bir sefer sırasında iki kişinin kavgaya tutuştuklarını, ikisinin de muhâcir ve ensarı yardıma çağırdıklarını, ırkçılık (kabilecilik) yaptıklarını gören Rasûlullah'ın; "Nedir bu câhiliyet dâvâsı? Vazgeçin!” dediği nakledilir. Hz. Ömer'in, İbn Ubeyy'in hemen boynunu vurmak istemesine de Rasûlullah, "Peygamber ashâbını öldürtüyor dedirtmem" diye engellediği kaynaklarda kaydedilir.
En son vefat eden sahâbe Ensârdan Enes bin Mâlik’tir (h. 92 veya 94). Üç bin altı yüz civarında hadis rivâyet etmiştir. 2225
Muâhât; Ensâr ile Muhâcirler Arasında Kardeşlik
“Muâhât”, Muhâcir ve Ensârın birbirlerine kardeş olarak ilan edildiklerini ifade eden bir siyer ve İslâm tarihi kavramıdır. Nübüvvetin on üçüncü yılında Evs ve Hazreçli müslümanların daveti üzerine mal ve mülklerini Mekke'de bırakarak Medine'ye gelen muhâcirler her şeyden mahrum idiler. Muhâcirleri mahrumiyetten kurtarmak ve onları Ensâr ile kaynaştırmak için aralarında manevî kardeşlik tesis edildi: Bu kardeşlik "hak, eşitlik ve miras" konusunda karşılıklı yardımlaşmaya ve sevgiye dayalı idi.2226 Bu muâhâtın, Enes b. Malik'in evinde Bedir harbinden önce 90 veya 100 kişi arasında yapıldığı rivâyet edilir. 2227
Hazreti Peygamber'in "ikişer ikişer kardeşleşiniz" emri üzerine, Muhâcirler Ensâr kardeşleri tarafından kucaklandılar. Böylece her şeyden mahrum olan Muhâcirler bir anda birçok şeye sahip oldular. Kardeşleşme emri karşısında Rasûlullah (s.a.s.), Hz. Ali ile kardeşleşmiş: Ebû Bekir, Hârise b. Zübeyr; Hz. Ömer, Itbân b. Mâlik; Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh; Muâz b. Cebel; Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Rabî ile ve diğer sahâbiler de Ensâr ve Muhâcirlerden birer kardeş bulmuşlardır. Böylece muâhât ile kan kardeşliğinden daha üstün bir kardeşlik kurulmuş oldu. 2228
Bu kardeşliğin tesisinden sonra Ensârın, Muhâcirlere karşı gösterdiği fevkalade alâka ve ev sahipliği Hz. Muhammed (s.a.s.), tarafından övülmüştür.2229 Hicretten sonra Medineli Ensar ve Muhâcirler arasında bir kardeşlik kurulduğu gibi, Hicret öncesi müşriklerin eza ve cefâlarına karşı koymak ve müslümanların daha
2224] 63/Münafıkun, 7-8
2225] Ahmed Önkal, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 2, s. 109-111
2226] Müslim, Fedâilü's-Sahabe, 204, 205; İbn Sa'd et-Tabakât, I/238; İbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdü'l-Meâd II/63
2227] İbn Sa'd, et-Tabakât, I/238
2228] İbn Hişâm, II/161, Buhârî, Menâkıbül-Ensâr, 3
2229] Müslim, Fedailü's-Sahabe, 171,188-198; İbn Mace, Mukaddime,11
HİCRET
- 539 -
güçlü olmalarını sağlamak, Hicret esnasında da yardımcı olmak bakımından Hz. Peygamber (s.a.s.), Muhâcirler arasında da bir kardeşlik tesis etmiştir. Rasûlüllah yine Hz. Ali ile; Hz. Hamza, Zeyd b. Haris ile; Hz. Ebu Bekir, Ömer ile; Hz. Osman, Abdurrahman b. Avf ile ve diğer Muhâcirlerde birbirleriyle kardeş ilan edilmişlerdir.
Hz. Peygamber'in talimatı üzerine meydana gelen Ensâr ve Muhâcirler arasındaki hak, eşitlik ve miras konularındaki muâhât, miras hükmü dışında devam etmiş, ancak miras hükmü bir müddet sonra Enfâl Sûresi ile kaldırılmıştır.2230 Bu hükmün kaldırılmasına rağmen muâhât İslâm kardeşliği olarak Ensar ve muhâcirler arasında en güzel örneğini vermiştir.
Ensâr ve Muhâcirler arasında yapılan kardeşlikle Ensar, Muhâcir kardeşlerinin özellikle maddi ihtiyaçlarını karşılamak üzere arazilerinin ikiye bölünmesini, hattâ eşlerinden birisini boşayarak muhâcir kardeşine nikâhlamak üzere vermeyi teklif ettikleri bir vakıadır. Nitekim Abdurrahman b. Avf'ın, Ensâr kardeşi malının yarısını ve hanımlarından birini ona vermek istediği zaman Abdurrahman b. Avf Ensar kardeşine yük olmamak için bunlan kabul etmeyerek kendisine çarşı ve pazar yolunu göstermesini istemiş, kısa sürede yaptığı ticaret ile büyük bir servet sahibi olmuştur. 2231
Hz. Peygamber'in tesis ettiği bu kardeşlik, Ensar ve Muhâcirlerin zamanı bile eşit kullanmalarını temin etmiş, bir gün Rasûlullah'ı kardeşlerden biri dinlerken, bir başka gün diğer kardeşi Rasûlullah'ı dinleyerek olup bitenlerden birbirlerini haberdar etmişlerdir. 2232 Bu kardeşlik tesisi ile Medine'de kurulması planlanan sosyal ve siyâsî birlik önce Ensâr ve Muhâcirler arasında sağlanmış, sonra da verdiği iyi örneklerle Medine'deki diğer toplulukların aynı çatı altında toplanmasına imkân hazırlanmıştır. 2233
Hicrî Takvim
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Mekke'den Medine'ye hicretini tarih başlangıcı olarak alan takvime hicrî takvim denir. Hicrî kamerî takvime, İslâm takvimi de denir. Ayın yörüngesi üzerinde dönüşüne göre düzenlendiği için kamerî (ay/hilâl) veya hicrî adı verilmiştir. Ay yani kamerî takvimi ilk olarak Bâbillilerin kullandığı bilinmektedir.
Mekke'li müşrikler İslâm'dan önce Kusay b. Kilâb'a verdikleri önemden dolayı onun ölümünü tarih başlangıcı olarak kabul etmişlerdir. Ancak Fil olayından sonra tarih başlangıcı olarak bu olay kabul edilmeye başlanmıştır.2234 Taberî'de geçen, Peygamberimiz’in (s.a.s.) Medine'ye hicretiyle tarih kullandığı şeklindeki bilgilerin ne derece sıhhatli olduğu bilinmemekle beraber, bunun kesinlik kazandığı dönem Hz. Ömer (r.a.) döneminde kabul edilen hicrî takvimle başlamıştır. 2235
Medine'de İslâm devletinin kurulmasından Hz. Ömer (r.a.) devrine kadar müslümanlar bazı önemli olayları tarih başlangıcı kabul edip buna göre zamanlarını
2230] 8/Enfâl 72-75
2231] Buhârî, Nikâh, 68, Menâkıü'l-Ensâr, 3
2232] Buhârî, İlim, 27
2233] M.Ali Kapar, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 4, s. 220
2234] Tarihu'l-Yakubî, II/17
2235] Taberî, Tarihu'l Umem ve'l Mûlük, II/253. Buhârî, et-Târihu'l-Kebîr, I/10
- 540 -
KUR’AN KAVRAMLARI
tayin etmekteydiler. Meselâ; Fil olayı, ficâr savaşı, zelzele yılı, veda haccı yılı ve bazı önemli zatların ölümü gibi olaylar tarih başlangıcı olarak kabul edilmekteydi. Ancak bu, zaman zaman karışık bir durum arzediyordu. Hz. Ömer (r.a.) bu karışıklığı gidermek amacıyla konuyu diğer sahabelerle istişare etti. Bu sırada meydana gelen olay bunun gerekliliğini bir kat daha arttırdı. Yemen Valisi Ya'lâ b. Ümeyye Hz. Ömer’e (r.a.) gün, ay ve yılı belli olmayan bir mektup gönderir. Aynı şekilde yılı belli olmayan vadesi Şaban ayı, diye kaydedilen bir senet Basra Valisi Ebû Musa el-Eş’arî'ye getirilir. Söz konusu senette geçen şaban kelimesinin, bu yıla mı, geçen yıla mı, yoksa gelecek yıla mı ait olduğu meselesi kesin olarak anlaşılmayınca bu tarih ve senet ihtilâfa sebep oldu ve konunun önemini ortaya çıkardı. Sahâbiler meseleyi görüşerek tarih başlangıcı konusunda İran, Yunan vb. gibi ülkelerin takvimlerini benimseme tekliflerini ileri sürdüler. Ancak bu teklifler kabul görmeyince Hz. Ali (r.a.) takvimin hicretin başlangıç olması gerektiğini ileri sürdü. Onun bu görüşü derhal benimsendi. Hz. Peygamber (s.a.s.), Rabiülevvel ayında hicret etmişti. Ancak kamerî yıl muharrem ayı ile başladığından tarih iki ay sekiz gün geri alınıp Hicrî takvimin başlangıcı 23 Temmuz 622 olarak tespit edildi.
Milâdî ve Rûmî tarihler gibi on iki ay esasına dayanan hicrî yıl muharrem ayı ile başlar ve zilhicce ile sona erer. Hicrî (kamerî) aylar şunlardır: Muharrem, safer, rebiülevvel, rebiülâhir, cemâzielevvel, cemâzielâhir, recep, şaban, ramazan, şevvâl, zilkade,
Yazışmalar ve iktisâdî sahalarda rahatlıkla kullanılan bu takvime karşılık milâdî takvimde, ziraata ait vergilerin toplanmasında yardımcı olmuştur. İslâm takvimi, müslümanlara mâl olmuş bir takvimdir ve hatta okuma-yazması olmayan bir kimsenin bile kullanabileceği bir vasıtadır. Bu takvimin hesaplarını yapmak, ramazanın ne zaman başlayacağım bilmek, ne zaman namaz kılınacağını belirlemek için ince astronomi bilgilerine gerek yoktur. Ayın 29. günü güneşin battığı taraftaki gök ufkuna dikkatle bakılır, şâyet yeni ayın o incecik hafi batı ufku üzerinde görünmüşse, ay doğmuş ve takvime göre ertesi ayın ilk günü başlamış olur: Hilâlin bu görüntüsü 5-6 dakika sürer ve sonra kaybolur. Şâyet bir görüntü tesbit edilememişse ay otuz gün sürecektir bu kesindir, yani ertesi akşam ufukta kesinlikle hilâl görülür. Şâyet 29. günü göğün bulutlu olması söz konusu ise o ayın 30 gün süren bir ay olduğu kabul edilir.2236 Ayrıca hilâlin hareketleri de kesin olarak belli değildir. Bazen ay bütün hareketlerini 29 günde, bazen 30 günde tamamlar.
Hicrî takvim hicreti esas alır. Günümüzde kullanılan milâdî takvim ise Hz. İsa'nın doğumunu 'tarih başlangıcı olarak esas almaktadır.
Hicrî yahut kamerî yılı, milâdî yıla çevirmek için şöyle bir formül kullanılmaktadır: Hicrî yıl sayısını 33'e bölüp çıkan sayıya 622 eklenir ve milâdî yıl bulunur. Milâdi yıl = (hicrî yıl x 32/33) + 622 formülü ile bulunur. Mesela: 1000 yılının % 3'ü 30 eder, geriye 970 kalır. Bu sayıya 622 eklenince karşılığı olarak milâdî 1592 yılı bulunur. Milâdî yılın hicrî yıl karşılığını bulmak için de şu formül kullanılır: Hicri yıl = (milâdî yıl-622) x 33/32, meselâ; (1453-622) x 33/32 = 857
Hicrî ve rûmî takvim uzun müddet müslümanlarca kullanılmış 26 Aralık 1925
2236] Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, çev, S. Tuğ, II, 857
HİCRET
- 541 -
tarihinde yürürlükten kaldırılmıştır. Hz. Ömer (r.a.)'ın tesis ettiği hicrî takvim batılılaşma sürecinin bir devamı olan inkılâpların, İslâm hukukunu yürürlükten kaldırması sonucu, bu hukukun bir parçası olan hicrî takvim de kaldırılarak müslümanların İslâm dünyası ile olan bağları koparıldı. "Ey iman edenler, Yahudileri ve Hıristiyanları kendinize dost (ve hâkim) edinmeyin. Onlar ancak birbirlerinin dostudurlar. İçinizden kim onları dost ve danışılacak makam edinirse, o da ondandır. Şüphesiz Allah o zâlimler gürûhunu başarıya ulaştırmaz.” 2237
İnkilâpların yıktığı, devrimlerin devirdiği İslâmî güzellikleri yeniden ihyâ etmek ve hakiki inkılâbı gerçekleştirmek için değerlerimize sahip çıkmalıyız. Meselâ, özel yazışmalarımızda hicrî takvim kullanmalı, 1 Muharrem’i hicrî yılbaşı olarak değerlendirmeli, günün tarihini, kendi doğum günümüzü ve yaşımızı hicrî takvimine göre bilip tâkip edebilmeliyiz.
Tabiatta Gözlenen Hicret
Tabiata dikkatle bakıldığında görülür ki, yeni yaratılışların veya yeni oluşumların önemli safhalarından biri hicreti andıran bir safhadır. Meselâ; botanikte hicret, hemen her bitkide çok sık rastlanan bir merhaledir. Bitkilerde görülen ve hicreti andıran bu safha, tohumların yaratılıp olgunlaşmalarından hemen sonra yaşanır. Her tohum kendi türünün küçücük ve mükemmel bir programıdır. İşte bu program tamamlandıktan hemen sonra derhal yetiştiği yerden, tohum yuvasından uzaklara fırlatılır. Hemen her bitkinin kendi tohumlarını uzaklara atma, yayılma metodları vardır. Kimi mancınıkla fırlatır gibi tohumlarını uzaklara saçar, kimi başka canlıların tüylerine küçücük kancalarıyla tutunarak uzaklara taşınır, kimi tüy gibi rüzgâra kapılarak, kimi de çok değişik ve çok ilginç başka yollarla bu safhayı yaşarlar.
Bitki yetiştirmede hicreti andıran bir usûlün daha bulunduğunu biliyoruz. Bu usûlde genellikle tohumlar öncelikle sık olarak toprağa ekilirler. Bunlar yeşerip herhangi bir fidan olduktan sonra bu fidanlar yerlerinden sökülerek yeniden dikilmek üzere başka yerlere taşınıp son derece verimli sonuçlar alınmış olur. Birçok bitki ve ağaç türünde bu göçürme, göç ettirme, bizim tâbirimizle hicret metodu, çok sık başvurulan bir yoldur. Ağaç yetiştirmenin vazgeçilmez kurallarından birisi; belirli bir süreden sonra fidanların hicret ettirilmesi metodudur. Fidanlıklar ve orman alanları, ağaç yetiştirmede bu çok önemli safhaların alanlarıdır.
Tabiatta başvurulan işte bu tür bir yetiştirme safhası; Hak Dinde peygamberlerin ve ilk mü’minlerin kendi dinlerini sosyal planda yaşamak ve yeni dünyalarını kurmak için yaptıkları hicretleri andıran bir safhadır. Zaten hicret sözüyle kast edilen, peygamberlerin peygamberlik faâliyetleri sebebiyle yaptıkları göç hareketleridir. Bu hicretle göç eden ne sadece peygamber, ne de sadece ümmettir. Aslında hicret eden, o toplumda kuruluş halindeki Din’dir. Bu hicret, peygamber kontrolü olduğu zaman, en sağlıklı ve ideal sonuçlara ulaşmaktadır. Eğer bir ümmet, hicreti peygambersiz olarak yaşamak zorunda kalmışsa, ulaşılan sonuçlar çok daha farklı olabilmektedir. Ayrıca hicreti yaşayan ümmetin sayısı ve keyfiyeti de ulaşılan sonuçta etkili bir unsur olmaktadır.
2237] 5/Mâide, 51; Naci Yengin, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 2, s. 428-429
- 542 -
KUR’AN KAVRAMLARI
İlâhî takdir, denizlerde kıpır kıpır dalgalanan suyu güneşle buharlaştırır, hicretle kanatlandırır ve göklere yükseltir. Böylece dağ gibi dalgalara mukabil, gökyüzünde öbek öbek bulutlar yaratır. Sonra bu bulutları da yeni bir hicrete tâbi tutar; dağlar gibi bulutlar gökyüzünde gök gürültüleri ve şimşekler saçarak sonsuz bir karmaşa gibi gözüken, son derece muntazam hicretlerini yaparlar. Böylece İlâhî takdir, bulutlardaki zerrecikleri çok değişik iklimlerde dolaştırarak yoğunlaştırır. Rahmet damlalarına dönüştürür. Sonra da bu rahmet damlaları kendi hicretlerine çıkarlar. Gökyüzünden çisil çisil, sağanak sağanak, lapa lapa yeryüzüne hicret ederler. Allah, rahmet yüklü bu hicretlerle, ölmüş, kurumuş yeryüzüne yeniden hayat verir. Rahmetinin bu hicretiyle dağları, ovaları, vâdileri canlandırır. Bitkilere, hayvanlara ve insanlara inâyetiyle tecellî eder.
İlâhî rahmetin bu hicreti, dağların, vâdilerin, kıraçların canlanmasıyla da bitmez; bir kısım damlacıklar, ağaçlardan, bitkilerden süzülür, derelerden sel olur akar, ırmaklarda toplanır, coşar, büyük nehirlere, okyanuslara ulaşılır ve denizler fethedilir. Denizlere alüvyon, deniz canlılarına mineraller, madensel tuzlar ve oksijen taşır. Böylece peş peşe süren zincirleme hicretlerle, karalar ve denizler hayat bulur, nefes alır, kurtulur.
İslâm’da hicret, şu anlatıma tıpa tıp benzerlikler taşıyan çok tabiî, çok fıtrî, İlâhî inâyet yüklü safhalarla dolu çok mübârek bir harekettir. Mekke’den küçük gruplar halinde veya teker teker âdeta buharlaşarak kanatlanan sahâbeler, birer rahmet damlası gibi Medine’ye inmişler, Medine onlarla canlanmış, hayat bulmuş, yeniden doğmuştur. Kısa zamanda her biri bir rahmet damlası sahâbelere yakın çevredeki köyler, kasabalar, vahalar Medine ile birlikte yeniden dirilmiş, canlanıvermiştir. İşte bu rahmet damlaları dereler, ırmaklar doldurarak öncelikle buharlaşıp çıktıkları Mekke’yi fethetmişler, peşinden karalar ve denizler fethedilmiş, İlâhî rahmet âdeta bütün yeryüzünü yeniden kucaklamıştır. 2238
Hicret Berâettir
Kavuşabilmekle terk edebilmek doğru orantılıdır. Kavuşabilenler, terk edebilenlerdir. Terk etmeyi göze alamayanlar kavuşmanın hazzına eremeyeceklerdir.
Âdem, cenneti terk etmeden irâdeye kavuşamayacaktı. Geçici cenneti terk etmişse de, irâde onu ebedî cennete kavuşturdu. Cennet sıla, dünya gurbetti. Ancak o, sılayı gurbette ve gurbetle bir daha yitirmemecesine yeniden kazandı. Özelde Âdem, genelde insan müebbed muhâcerete hüküm giymişti. Üflenen rûhun lâhut âleminden nâsut âlemine hicretinin, canın sudan toprağa hicretinin, spermanın rahme hicretinin, ceninin rahimden dünyaya hicretinin ve insanın dünyadan âhirete hicretinin anlamı buydu.
Nuh, evrensel hicretin muhâciriydi. Tûfan, aynı zamanda bir hicretti; küfrün karanlığından imanın aydınlığına, müşrik toplumun zindanından mü'min toplumun özgür ufuklarına hicret... Şirkten tevhide, küfürden imana, isyandan İslâm'a/teslimiyete hicret.
İbrâhim, çift boyutlu hicretin Kur'anî örneklerinden biriydi. Akleden kalbin, nasıl eserden müessire, soyuttan somuta, fizikten metafiziğe, kabuktan öze, maddeden ruha, inkârdan imana, cehâletten ilme, zandan yakîne hicret
2238] Mahmut Topuz, İlâhî Dinlerde Hicret, s. XIII-XIV, 125-126
HİCRET
- 543 -
edebileceğinin en çarpıcı örneğini sergilemişti. Hz. İbrâhim'in derinliğine gerçekleştirdiği bu hicret, oracıkta ürününü vermiş ve Lût, "Ben de Rabbime hicret ediyorum" 2239 demişti. Bu hicret, yürekte kalmayıp eyleme dönüşmüş, Allah'a kurbanı Allah'a kurbiyete, atıldığı ateşi de şirkten berâete ve cennete dönüştürmüştü.
Rasûlullah, hicretin iki boyutunu kendi hicretinde birleştirdi. O, hicretin izzet, devlet ve berâet demeye geldiğini isbatladı. O, terk etmeden kavuşulamayacağını yaşayarak gösterdi. Mekke-Medine hattı, bir semboldü. Bu sembol, insanın ve insanlığın uzun yürüyüşünde aşkın ve aşkın olanın değerine dikkat çekiyordu. Verilene dikkat çekilerek elde edilenin değeri vurgulanıyordu.
Bu sembolde, Mekke içkini ve burayı, Medine aşkını ve öteyi sembolize ediyordu. Fetih ise öteyi kazanana buranın da açılacağını, hediye edileceğini ifâde ediyordu. Mekke-Medine hattı, sadece Medine'ye kavuşmak değil; Mekke'nin bedelini de ödemek anlamına geliyordu. Dahası, Hıra günlerinde yürekte gerçekleşenin, hayata dönüşmesiydi hicret.
O halde bunun anlamı, içlerinde bir özge hicreti yaşayamayan ve gerçekleştiremeyenler, yer değiştirebilirler ama asla hicret edemezler demekti. Peygamber'in, "Bu dünyada bir garip yolcu gibi ol!" uyarısı, müebbet muhâceretin itirafıydı. Bu anlamda hicret, dünyevîleşmenin önündeki en büyük engeldi. Çünkü muhâcir misâfirdi.
Özbenliğin, çağın, tarihin, çevrenin modern zindanından tahliye bekleyen modern bireyin berâeti, ancak derûnunda yapacağı derinliğine bir hicretle mümkün olabilecektir. 2240
Vuslat İçin Ayrılmanın Destanı: Hicret
Hicret, kişi veya kişilerin bulundukları yerden bedenle, dil veya kalp ile göç ederek ayrılmasıdır, bir şanlı destandır hicret, sevda için güzel çile, zafer için de bir bedel.
Hicret, sadece bir takvim başlangıcı değil; bir çağın kapatılıp yeni bir çağın açılmasıdır. Hicretle birlikte câhiliyye, yerini mutluluk çağına bırakmıştır. Kur’anî tarih yorumuna göre insanlık tarihinde her biri hicretle başlayan üç çağ vardır. Hz. Âdem’in Cennetten hicreti/firakı ile başlayıp Hz. Mûsâ ve mü’minlerin Mısır’dan hicretine kadar süren kurûn-ı ûlâ/İlk çağ, bu olayla birlikte başlayan kurûn-ı vustâ/Orta çağ ve Hz. Peygamberimiz’in hicretiyle başlayıp kıyâmete/yaratıkların zorunlu hicretine kadar sürecek kurûn-ı uhrâ/Son çağ.
Hayat, iman, sabır, hicret ve cihaddır. Bunlar olmadan hayat, yaşamak değil; olsa olsa ömür tüketmek ve tükenmektir.
Bireyden cemaate, cemaatten devlete adım atmak, Hak dâvâya uygun ortamlar aramak, meş’aleyi uzaklara taşımak, muhteşem dönüş için hazırlanmaktır hicret.
Hicret, nebevî bir harekettir, peygamberlerin ortak kaderidir; Onların izinden gidenlerin de değişik biçimleriyle hayatlarının en az bir diliminde ortaya çıkan bir tavırdır.
2239] 29/Ankebût, 26
2240] Mustafa İslâmoğlu, Şafak Yazıları, s. 31-32
- 544 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Hicretin kendisi ve uygulanış şekli, baştan sona “tedbir” demektir; Allah’ın bilmediğimiz kapılarını açması için bildiğimiz kapıları usûlüne göre çalma, çözüm ve çıkış yolu için fiilî duâdır.
Hicret, savaş alanından kaçmak, mücâdeleyi bırakmak değil; daha güçlü bir şekilde dönmek için strateji değişikliğiyle, siyasî manevrayla kamp yeri arayıp orada güç toplamaktır.
Yurt dışında aranan destektir. Daha hızlı sıçrayabilmek için gerileme ve gerilmedir. Cephe değişikliğidir, merkezi dışarıdan sarıp kuşatmak, merkezi fetih için çevreden eyleme geçmektir hicret.
Hicret, baskıları durdurma gücünün olmadığı yerde, baskıların kendini durdurmasına izin vermemektir. Zulme boyun eğmeme, zilleti kabul etmeme bilincidir.
Hicret; yolunu bulanların, daha doğrusu yoldan çıkanların yolsuzluklarıyla Hak yolu tıkadığı durumlarda çıkış yolu bulma girişimidir.
Hicret, taşlaşmış kalpleri ve yerleri terk edip su çıkacak vâdiler keşfedip faâliyeti verimli topraklarda yoğunlaştırmaktır. Fidan halindeki dâvâyı verimsiz topraktan çıkarıp elverişli bir toprağa götürüp dikmektir hicret.
Hicret, doğduğumuz veya doyduğumuz yerin Allah için terk edilemeyecek değerde olmadığını ilan etmek, Allah'ı her şeye tercih etmektir.
Hicret, memleketinde müslümanca yaşayamayan bir mü’min için, Allah’ın geniş arzında mutlaka müslümanca ve insanca yaşanacak bir yer olduğunun bilincine varmaktır.
Hicret; kavmiyetçilik, ırkçılık, şehircilik anlayışına vurulan darbenin adıdır. Ülke vatandaşlığından ümmet bilincine yükselmektir. Kendi memleketinin bâtıl yönetimine karşı mücâdele hazırlığıdır.
Müslümanların zulüm düzeninin bir parçası olarak yaşamayı reddedişleri ve küfrün karşısına bağımsız bir güç olarak çıkma tavrıdır hicret. İnsanî ve İslâmî haklarını gasbeden tâğutlardan berî olmak, onları protesto etmektir. Sadece zulümden kurtulmak değil; aynı zamanda zulme karşı çıkma ve son verme eylemidir.
Hicret, daha yüksek ideal ve hedeflere ulaşmak için sevdiklerini gözünü kırpmadan geride bırakarak çıkılan yolculuğun adıdır, İlâhî yardımın paratoneri, zaferin müjdesidir.
Altyapısını iman ve sabrın oluşturduğu hicretin bir sonraki aşaması cihaddır. İmansız sabır, sabırsız hicret, hicretsiz cihad/kıtâl, cihadsız zafer ve kurtuluş olmaz! Hicret; sosyal, siyasal ve askerî alanlarda cihad için düğmeye basmak, eyleme geçmektir.
Bozuk çevreden güzel çevreye geçmek, çevrenin çocuklarını ve kendini mahvetmesine izin vermemektir; çevreyi düzeltemiyorsak çevrenin bizi bozmasına müsâade etmemektir.
Hicret, câhiliyye ile onun kural, kurum ve bağlılarıyla ilişkileri koparıp atmak, bağımsız ve özgür olarak İslâm’a teslim olup O’nun hâkimiyeti için çalışmaktır.
HİCRET
- 545 -
Esâretten kurtulma gayretidir, görünen ve görünmeyen zincirleri kırmak, zindandan özgürlüğe çıkmak, mahkûmiyetten hâkimiyete adım atmaktır.
Mü’min kimse, hür olarak insanca ve dâvâsı uğruna yaşayabilmek için gerekli her bedeli ödemeye hazırdır; dünyada izzet ve devletin, âhirette de cennetin bedeli hicrettir.
Tevhid mücâdelesinde bulunan insanların şu veya bu şekilde geçmek zorunda olduğu bir kapıdır/köprüdür/süreçtir hicret.
Bedeni, dili ve kalbi ile insanın kendisine Allah’ı unutturan çevresindeki her şeyden ayrılarak bütün varlığı ile Allah’a ilticâsıdır.
Hicret, Allah’a yönelmektir, O’na yaklaşmak, O’na sığınmaktır. Madde ve menfaat için, dünyevî eğitim için; iş, aş ve eş için hicretleri çok gördük. Ama günümüzde Allah için hicret edenleri nasıl göreceğiz?
Küfürden imana, haramlardan helâllere, günahlardan sevaplara, isyandan itaate, kötülükten iyiliğe, rezîletten fazîlete göz arkada kalmadan yapılan kutlu bir yolculuktur.
Tebdîl-i mekânda ferahlık vardır, evde kılınan namaza karşılık, câmiye hicret edilerek cemaatle kılınan namazın yirmi yedi derece sevabı, hicret rûhunda saklıdır.
Yeryüzü yerinde saymıyor, her an dönüyor, hareket/hicret ediyor. Gökteki tüm yıldızlar, galaksiler, güneşler de yörüngeleri etrafında her an hicret halindeler. İnsandaki kan, vücut organları arasında hicret etmeseydi, ne olurdu? Öyleyse, hayat hicrettir, hicretsiz hayat olmaz.
Yerdeki sular buharlaşarak göklere hicret eder, bulutlar hicret içinde onları taşır, rahmet kanatları yeniden işlenip şekillenen bereket damlalarını hicret ettirerek taşıyıp uygun yerlere gönderir/hicret ettirir.
Bitki tohumları hicret ederek canlanır, yeni mekânlarda yeni bir hayata başlar; bazı hayvanların yaşaması için her mevsim vatan değiştirip hicret etmeleri hayatî bir zarûrettir.
Hemen tüm hayvan ve insanların nimetlere ulaşması için hicret etmeleri şarttır. İnsan, önce anne karnına, sonra yeryüzüne, daha sonra ebedî âleme hicret eden bir muhâcirdir. Hicret bir fıtrat kanunudur.
Allah’tan gelen ruh O’na hicret edecektir. Dünya otelinde misafir olan insan adlı yolcunun son durağı, bu muhâcirin son hicret yurdu Cennet olmalıdır, çünkü orası onun ana vatanı, baba ocağıdır. Muhâcir insan orada yaratıldı, orası için yaratıldı, onu hak etmek için yaşamalıdır.
Allah için gerektiğinde evi, iş yerini, mahalleyi, şehri veya ülkeyi değiştirebilmektir. Gerekiyorsa işi, eşi, aşı, malı-mülkü, okulu, diplomayı, makamı, rahatı, vatanı... terk edebilmektir.
Fânî olan şeyleri terk etmedikçe Bâkî olana, ebedî olana kavuşmanın imkânsız olduğunu kavramaktır.
Hicret denilince, kardeş kavramları, “muhâcir” ve “ensâr”ı, “kardeşliği” ve
- 546 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“fedâkârlığı” hatırlamamak ne mümkün! Hicret rûhunu kaybedince onları da kaybettik ve kaybolduk.
Ey hicret! Sen müslümanların takvim başısın. Müslüman olduğunu iddiâ ettikleri halde, hıristiyanlara göre ve onlar gibi "yılbaşı"nı kutlayanlar seni yeterince tanımıyor ve değerlendirmiyorsa, onları da mesajınla dirilt! Yalvarıyoruz ey güzel hicret! Ne olur bizden hicret etme! 2241
1071 Malazgirt zaferiyle, ikinci bir Medine olan Anadolu’ya dâvet edilen Peygamberimiz, mânevî varlığı ile bu topraklara hicret etti. Sekiz buçuk asır, cihandeğer bir misafir olarak Anadolu topraklarında ağırlandı. Gönüller O’na açıldı, yönetimler O’na bağlandı ve Şanlı Peygamberimiz bütün kurumlarımıza önder oldu. Hicrî takvim, işte bu 8,5 asırlık her an şuurlarda yaşayan hicret devri yüceliklerini tesbit eden ölçüydü.
Bizler, Hz. Peygamber’in hicretine sahip çıkarak yaşadığımız dönemin şartlarının gerektirdiği muhâcirler ve ensârlardan olmak mecbûriyetindeyiz. Hz. Peygamber’in hicretine sahip çıkmak Hz. Peygamber ve ilk mü’minler gibi kâfirlerle, küfür sistemleri ve yaşayışlarıyla kaynaşmamak/uzlaşmamaktır. İslâm’dan kaynaklanmayan ilkeler ve kurumlara karşı soğuk savaş açmaktır. Hz. Peygamber’in hicretine sahip çıkmak, İslâmî inanç ve düsturlara göre yaşayabilmemiz için ilk muhâcir mü’minler gibi gerektiğinde mallardan ve canlardan geçmektir. Medineli ilk mü’minler olan ensâr gibi samimi müslümanları güçlendirmek, onlar için gerekli fedâkârlığı yapmaktır. Hicrete sahip çıkmak, İslâm düzenine tâlip olmak ve ensâr gibi Peygamberimizi yurdumuza dâvet etmek, O’nu canımız pahasına korumak için söz verip sözümüzün eri olduğumuzu ispatlamaktır. Her bir mü’min, sevgili Peygamberimizi bir toplum önderi olarak hayatî kurumlarımızın başına geçirmek için, ensâr gibi dâvet etmelidir. Tam bir iman ve şuurla bu çağrı yapılmadıkça Peygamberimizle aramızda güçlü bir râbıta kurmak mümkün değildir.
İslâm’ı yaşayacağımıza, yaşanması için örnek olacağımıza, Kur’an ve Sünnet nizamının dışında hiçbir rejimi rûhen benimsemeyeceğimize söz vererek Yüce Peygamberimizi mânevî şahsiyetiyle evimize, işimize, sokağımıza, okulumuza, mahkememize, yurdumuza dâvet etmeliyiz. Çok iyi bilmeliyiz ki, bütün dünya ülkeleri gibi, âciz önderlerin, bâtıl felsefelerin, materyalist rejimlerin karanlığında mustarip olan ve krizlerle çalkalanan ülkemize Allah’ın peygamberi, mânen hicret etmedikçe; eğitim, medya gibi sosyal kurumların başına geçirilmedikçe, biz mü’minler için her iki dünyadaki gelecek, pek acıklı olacaktır. 2242
Hakla bâtılın/bâtılların savaşı sürdükçe -ki kıyâmete kadar sürecektir- hicret edilebilecek İslâm yurdu oldukça hicret devam edecektir. Hicret; maddî anlamda, İslâm Dininin hayat düsturlarına göre yaşama hürriyeti bulunmayan küfür yurdundan Kur’an ve Sünnet yönetiminin hâkim olduğu İslâm yurduna göç etmektir. Mânevî anlamda ise, Allah’ın ve Peygamberinin yasakladıklarını terk etmektir. En fazîletli hicret, Allah’ın haram kıldıklarını terk etmek, helâllara yönelmek, diğer insanları da başta şirk ve zulüm olmak üzere tüm haramlardan, fitne ve fesattan uzaklaştırmaya çalışmaktır. Bir adam, Rasûlullah’a (s.a.s.)
2241] Ahmed Kalkan, Vuslat Dergisi, sayı 15, Eylül 2002
2242] Ali Rıza Demircan, İslâm Nizamı, c. 1, s. 339-340
HİCRET
- 547 -
sordu: “Yâ Rasûlallah, hangi hicret daha fazîletlidir?” Allah’ın elçisi buyurdu ki: “... Allah’ın yasakladığı/haram kıldığı şeyleri terk etmendir.”2243 Allah için hicret eden gerçek muhâcirler işte bu tür gönül ve amellerle isyanı terk edenlerdir. En büyük muhâcir Rasûlullah’ın lisânından muhâcirin tanımı da bu şekildedir: “Müslüman, dilinden ve elinden müslümanların selâmette olduğu kimsedir. Muhâcir de, Allah’ın nehyettiği şeyleri terk edendir.” 2244
Bütün bâtıl ideolojileri, tâğutî düzenleri, câhiliyye âdet ve anlayışlarını, İslâm dışı tüm dünya görüşlerinden ayrılan, onları terk eden, tâğuttan kaçınan kimsedir muhâcir ve bu eylemlerdir hicret. Rasûlullah (s.a.s.) da İslâm’ın ibâdet ilkelerini yerine getiren kimsenin Allah yolunda hicret etmiş gibi olacağını, fizikî (ülke değişikliği) anlamında göç etmemiş de olsa Allah’ın onu bağışlayacağını haber vermiştir.2245 İmanlara ve İslâmî yaşayışa çok yönlü saldırıların gözlendiği modern câhiliyyenin hortlatıldığı günümüz ortamında mü’minlerin imanlarını koruyup gereği gibi ibâdetlere sarılmaları hicrettir. Büyük Muhâcir, bu konuda şöyle buyuruyor: “Fitne zamanında ibâdet, bana hicret etmek gibidir.” 2246
“Kötü şeyleri terk et (fe’hcür; kötülüklerden hicret et).”2247 Belli bir mekânla ve belli bir zaman dilimiyle sınırlı değildir hicret. Hakla bâtılın/bâtılların savaşı sürdükçe -ki kıyâmete kadar sürecektir- hicret edilebilecek İslâm yurdu oldukça hicret devam edecektir. Hicret; maddî anlamda, İslâm Dininin hayat düsturlarına göre yaşama hürriyeti bulunmayan küfür yurdundan Kur’an ve Sünnet yönetiminin hâkim olduğu İslâm yurduna göç etmektir. Mânevî anlamda ise, Allah’ın ve Peygamberinin yasakladıklarını terk etmektir. En fazîletli hicret, Allah’ın haram kıldıklarını terk etmek, helâllara yönelmek, diğer insanları da başta şirk ve zulüm olmak üzere tüm haramlardan, fitne ve fesattan uzaklaştırmaya çalışmaktır. Bir adam, Rasûlullah’a (s.a.s.) sordu: “Yâ Rasûlallah, hangi hicret daha fazîletlidir?” Allah’ın elçisi buyurdu ki: “... Allah’ın yasakladığı/haram kıldığı şeyleri terk etmendir (haramlardan helâlara yapacağın hicrettir).”2248 Allah için hicret eden gerçek muhâcirler işte bu tür gönül ve amellerle isyanı terk edenlerdir. En büyük muhâcir Rasûlullah’ın lisânından muhâcirin tanımı da bu şekildedir: “Müslüman, dilinden ve elinden müslümanların selâmette olduğu kimsedir. Muhâcir de, Allah’ın nehyettiği şeyleri terk edendir.” 2249
İnsanın dünyaya gelişi de, ölümü de bir hicrettir. Cennete yaratılan insan dünyaya hicret etmiş, esas hicreti de Cenneti hak eden bir hayattan sonra O’na döndürülerek yapacaktır.
"Sizi analarınızın karınlarında, üç karanlık içinde bir yaratılıştan sonra öbür yaratılışlara (geçirerek) yaratıp duruyor." 2250 Dokuz ay konuk olduğu annesinin karnından hicret edip dünyaya gelen bebek, çocukluğa, gençlik ve ihtiyarlığa doğru hicretini yapacak, misafiri olduğu dünyadan, sonunda anne karnı gibi daracık ve karan2243]
Nesâî, Biat 12, hadis no: 4148; Ebû Dâvud, Vitr 12, hds. 1449, Dârimî, Salât 135, hads 1431
2244] Buhârî, Rikak 71; Müslim, İman 14, hadis no: 6466; Ebû Dâvud, Cihad 2, hds: 2481
2245] Tirmizî, Sıfatu’l-Cenneh 4, hadis no: 2650
2246] Müslim, Fiten 26, hadis no: 130; Tirmizî, Fiten 28, hd.: 2297
2247] 74/Müddessir, 5
2248] Nesâî, Biat 12, hadis no: 4148; Ebû Dâvud, Vitr 12, hds. 1449, Dârimî, Salât 135, hads 1431
2249] Buhârî, Rikak 71; Müslim, İman 14, hadis no: 6466; Ebû Dâvud, Cihad 2, hds: 2481
2250] 39/Zümer, 6
- 548 -
KUR’AN KAVRAMLARI
lık kabre göçecek. Orada da hicret bitmeyecek, âhiret denilen son(suz) hayatla hicreti tamamlayacaktır. Topraktan Yaratan’a doğru hicrettir aslında tüm dünya hayatı. Cennette yaratılan insan yine cennete dönecek. Daha doğrusu, insan O’ndan geldi, O’na dönecektir; hicret bu şekilde sona erecektir.
İnsan her an hicreti yaşamaktadır, farkında olmasa da. Kalbi/gönlü, hayali, düşünceleri, psikolojisi her an hicreti yaşamaktadır. Aynen bazı hücrelerinin ölüp bazılarının yaratılmasındaki hicret gibi; kanının devamlı hicreti gibi. Bu yazıyı okurken kaç organımız hicreti yaşıyor, düşündük mü?
Yaratanın yarattığı kanundur, sünnetullahtır hicret. O yüzden sadece insan değildir hep hicreti yaşayan. Bulutların oradan oraya hicreti olmasaydı yağmur yağmaz, yağmur bulutlardan yere hicret etmeseydi rahmetsiz kalırdı tüm varlıklar, hicret edecek yer de bulamazdı. “De ki: ‘Suyunuz çekilecek olsa, söyleyin bakalım, size kim bir akar su getirebilir?”2251 Bir adı da yağmur olan rahmet hicrettir, hicretin rahmet olduğu gibi.
Hareketsiz/hicretsiz su bile kokuşacak, sinek yuvası ve pislik adası olacaktır.
Güneş, ay ve yıldızlar, aynen yerküremiz gibi her an hicret etmekte, belirli yörünge üzerinde hep muhâcir olarak gezmektedir. 2252
Canlılar âlemini bir an düşünürsek, her gün milyarlarca canlı yokluk âleminden varlık âlemine hicret etmekte, doğup vücuda gelmekte, bir nicesi de hayatı terk ederek bilinmeyen âleme doğru hicretini sürdürmektedir. Bunlar, her gün gözlerimizle gördüğümüz, yüce Allah'ın her gün, ölümü ve hayatı yaratışından, devamlı hicret kanununun işleyişinden başka bir şey değildir. "Ve daha sizin bilmediğiniz nice şeyleri yaratıyor." 2253
Arı, kovanında hapis hayatı yaşarsa, çiçek çiçek hicret etmese nasıl bal yapacaktır? Demek ki bal (gibi tatlı gelen şeyler) için hicret şarttır. Leylekler kış gelince hac yolculuğuna çıkıp hicret etmese hayatlarını nasıl devam ettirecekler? Kuşlar yuvalarından hicret etmese, kendilerinin ve yavrularının karınları nasıl doyar?
Hicret Batıdan Doğuya, dalâlet ehlini taklitten sırât-ı müstakîme yolculuktur.
Sıçramak için geril(e)mek gerekir. Aynen bunun gibidir hicret; kaçmak, geriye dönmek değil; mevzî/strateji değişikliğidir.
Tebdîl-i mekânda ferahlık vardır. Hicret, haramlardan helâlarla, zulümden adâlete, isyandan tâate, atâletten faâliyete yönelmektir.
Kelime-i Tevhid, her çeşit bâtıl tanrı anlayışından Allah’a şirk/ortak koşulan her inanç ve düşünceden Allah’a hicrettir. Tâğutları, sahte tanrıları “lâ” kılıcıyla kesip “illâ” ile Allah’a yönelip hicret etmektir. Şirk pisliğinden tevhidin güzelliğine, küfrün karanlıklarından imanın nûruna, haramların zararlarından helâl nimetlerin faydalarına hicrettir.
Tüm ibâdetler de hicret fonksiyonuna sahiptir. Namaz hicrettir, hem de göklere/yücelere miractır, yukarılara yolculuktur, kaldıraçtır. Zekât, cimrilikten
2251] 67/Mülk, 30
2252] 36/Yâsin, 38-40
2253] 16/Nahl, 8
HİCRET
- 549 -
cömertliğe, sahiplik iddiâsından emânetçilik bilincine hicrettir. Hac, doğduğu veya doyduğu yerden ayrılmak, vahyin indiği yerlere beden ve gönülle hicret değil midir? Oruç, hayvanlarla ortak olan yemeyi içmeyi terk edip, yiyip içmeyen meleklere benzeyip melekleşmeye hicrettir.
Tefrikadan vahdete, bireysellikten cemâate, ilgisizlikten kardeşliğe göç etmektir hicret. Tâğutların çürük ipinden kopması mümkün olmayan Allah’ın gökten uzattığı ipine (Kur’an’a) sarılmaktır hicret.
İbrâhim (a.s.) gibi “Yuh olsun size de, Allah’ı bırakıp taptığınız şeylere de. Siz aklınızı hiç kullanmaz mısınız?”2254 deyip, İbrâhimî hicreti yaşamaktır: “… (İbrâhim): ‘Doğrusu ben Rabbim (in emrettiği yer)e hicret ediyorum. Şüphesiz O, mutlak güç ve hikmet sahibidir’ dedi.” 2255
Gerektiğinde hicret de bir tür cihaddır. Kâfirlerin zulmü altında ezilip kalmak ve hak dinin yayılmasına hizmet edememek, neticede çok kötü bir başkalaşıma neden olabileceğinden az çok gücü varken bundan kaçınmamak nefse bir zulümdür.
İlim aramak, haccetmek, cihad etmek veya bunlar gibi herhangi bir dinî amaçla Allah rızâsı için yapılan her hicretin Allah ve Rasûlüne yapılmış bir hicret olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bir de olumsuz hicretler vardı; Peygamberimizin ümmetinden bazılarına şikâyetçi olacağını ifade eden âyette olduğu gibi: “Peygamber dedi ki: ‘Ey Rabbim! Doğrusu kavmim bu Kur’an’ı mehcûr (hicret edilip terk edilen bir şey yerinde) tuttular.”2256 Kur’an’dan, Allah’tan uzaklaşmak, önceliği başka şeylere vermek, hayatın merkezine başka şeyleri yerleştirmek, tersine bir hicrettir.
Hicrandır, sürgündür olumsuz hicretler. Peygamber tâbiriyle "…Kim elde etmek istediği dünya malı, ya da evleneceği kadın için hicret ederse onun hicretinin karşılığı da hicret ettiği şey olur." 2257
Temel tevhidî sâbiteleri terk edip olumsuz anlamda değişim ve dönüşüm yaşayanlar, muhâcir değil; olsa olsa tükürdüğünü yalayan döneklerdir. “Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Zengin ve övülmeye lâyık ancak O’dur. Allah, dilerse sizi yok eder ve yerinize yeni bir mahlûk getirir.”2258; “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisine seven, mü’minlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, Allah’ın, dilediğine verdiği lutfudur. Allah’ın lutfu ve ilmi geniştir.” 2259
Ve… Mekke’den Medine’ye hicret olmasaydı? Düşünmek bile istemez insan…
Hayat, baştan sona yüzlerce, binlerce ayrılıkla doludur. Mü’min de kâfir de nice ayrılıklar tadar. Niçin sen Allah için her sevdiğinden seve seve hicreti/ayrılmayı zor görüyorsun? Bilmez misin Kur’an’da belirtilen şu sünnetullahı: “Sevdiklerinizden infak etmeden, onlardan ayrılmadan iyiliğe/cennete kavuşamazsınız.” 2260
2254] 21/Enbiyâ, 67
2255] 29/Ankebût, 26
2256] 25/Furkan, 30
2257] Buhârî, Bed’ü’l-Vahy 1; Müslim, İmâret 33
2258] 35/Fâtır, 15-16
2259] 5/Mâide, 54
2260] 3/Âl-i İmrân, 92
- 550 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Hicret Kavramıyla İlgili Âyet-i Kerimeler
Kur’an’da Hicret Kelimesi ve Türevlerin Geçtiği Âyetler (Toplam 31 yerde): 2/Bakara, 218; 3/Âl-i İmrân, 195; 4/Nisâ, 34, 89, 97, 100, 100; 8/Enfâl, 72, 72, 72, 74, 75; 9/Tevbe, 20, 100, 117; 16/Nahl, 41, 110; 19/Meryem, 46; 22/Hacc, 58; 23/Mü'minûn, 67; 24/Nûr, 22; 25/Furkan, 30; 29/Ankebût, 26; 33/Ahzâb, 6, 50; 59/Haşr, 8, 9; 60/Mümtehıne, 10; 73/Müzzemmil, 10, 10; 74/Müddessir, 5.
Allah Yolunda Hicret
Allah Yolunda Hicret Etmek: 2/Bakara, 218; 4/Nisâ, 100; 8/Enfâl, 72; 29/Ankebût, 56, 59; 39/Zümer, 10.
Hicret Edenlerin Üstünlüğü: 9/Tevbe, 20-22; 29/Ankebût, 56-60.
Hicret Edenlerin Mükâfâtı: 3/Âl-i İmrân, 195; 8/Enfâl, 72-75; 9/Tevbe, 20-22; 16/Nahl, 41, 110; 22/Hacc, 58-59; 39/Zümer, 10.
Hicret Edenlere Allah’ın Yardımı: 8/Enfâl, 26; 29/Ankebût, 60.
Hicret Sırasında Ölenler: 4/Nisâ, 100.
Hicret Etmeyip Düşman İçinde Kalanlar: 4/Nisâ, 75, 97-99.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Olay ve Ölçü Olarak Hicret, İsmail L. Çakan, Büşra Y.
Tebliğ, Terbiye ve Siyasi Taktik Açılardan Hicret, İbrahim Canan, Yeni Asya Y.
1400. Yılında Hicret, Ali Nar, Gonca Y.
İlâhî Dinlerde Hicret, Mahmut Topuz, Çağlayan Y.
Kur’an’a Hicret, Adil Akkoyunlu, Çıra Y.
Hicret -Peygamberimi Öğreniyorum-, Salih Suruç, Nesil Basım Yayın
Hicret Günleri, Meral Maruf, Akabe Y.
Hicret (Şiir), Akif İnan, Sanat-İhtisas Y.
Bosna’dan Şemdinli’ye İnsanlığın Göçü, Kemal Öztürk, Birleşik Y.
Kur'an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. c. 8, s. 321-344
T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, c. 17, s. 458-466
Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Hicret md: c. 2, s. 413-418; Habeşistan’a Hicret md: Ahmed Özalp, c. 2, s. 250-252; Hicrî Takvim md: Naci Yengin, c. 2, s. 428-429
Sosyal Bilimler Ansiklopedisi (Rasim Özdenören), Risale Y. c. 2, s. 161-164
İslâm'ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. s. 267-270
Kur'an'da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Nil Y. s. 497-502; Kırkambar Y. s. 481-485
Kelimeler Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu, İnkılab Y. s. s. 175-180
Kur'an'da Siyasi Kavramlar, Vecdi Akyüz, Kitabevi Y. s. 218-227
Kur'anî Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Mustansır Mir, İnkılab Y. s. 85-86
Kur'an Okumaları, Metin Karabaşoğlu, Karakalem Y. s. 91-94
Bu Böyledir, Kul Sadi Yüksel, Yenda Y. c. 1, s.s. 397-411
Şafak Yazıları, Mustafa İslâmoğlu, Denge Y. s. 31-33
Kur'an Okumaları, Metin Karabaşoğlu, Karakalem Y. s. 91-94
İslâm Nizamı, Ali Rıza Demircan, Eymen Y. c. 1, s. 336-341
Kur'an'ın Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, Fahreddin Yıldız, İşaret Y. s. 219-223
Dinde Ölçülü Olmak, Abdurrahman b. El-Luveyhık, Kayıhan Y. s. 614-636
İslâm Dergisi, Hicret Dosyası, sayı 2, Ekim 1983
Vuslat Dergisi, Hicret Dosyası, sayı 16, Eylül 2002

 
Okunma 1221 kez