Cumartesi, 06 Şubat 2021 14:16

DİN GÜNÜ

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

DİN GÜNÜ


Din günü yakında gelecek;
Hesaba çekilmezden önce
Kendini hesaba çek!
• Din Günü; Anlam ve Mâhiyeti
• Ümit - Korku Dengesi:
• Allah, Sadece Rahmet Sahibi Değil; Aynı Zamanda Âdildir de
• Din Gününün Tek Sahibi Allah’tır
• Kur’an’da Din Günü
• Kıyâmetin Diğer İsimleri
• Din Günü Şuuru, Kıyâmetin ve Ölümün Düşündürdükleri
Mâlik-i Yevmi’d-Dîn: “(Allah), Din gününün mâliki (cezâ günününgerçek sahibi)dir.” 3473
Din Gününün Sahibi
“Mâlik-i yevmi’d-dîn” tamlaması, hesap gününde adâlet dağıtan anlamını taşır. Kur’an, din kelimesini genelde hesap karşılığı olarak kullanır. Kıyâmet gününe hesap günü denmesinin sebebi budur.
“(Allah), Din gününün mâliki (gerçek sahibi)dir.”3474 meâlindeki âyet, Allah’ın ezelî ve ebedî olan “Hak mâlikliğini ve melikliğini” vurgulamaktadır. “Bunlar benim!” diyerek büyüklenip mülküne güvenerek, kimseye vermezken küçük bir şeye bile sahip olamaz hale düşenlere ilâhî bir ihtardır. Ayrıca âyet, insanların sahip bulundukları her türlü mal ve üstünlüklerin bir gün yok olacağını, nihâyet asıl sahibine döneceğini de ifade etmektedir. Çünkü o gün, başka idareci, başka memleket ve hükümet bulunmayacaktır. Bu gün din gününü inkâr ederek yokluğa güvenenler, o gün bundan da mahrum olacaklardır. Nitekim bu durumu Kur’an çok canlı olarak bildirmektedir. “Tek bir çığlık. Birden bire gözleri açılıverecektir. ‘Eyvah bize!’ derler; işte bu, ceza ve hesap günüdür. Onlara, ‘İşte bu, yalanladığınız hüküm günüdür’ denilir.” 3475
Din gününü yalanlayanların, böyle hayret ve şaşkınlık içinde kalacakları, önceden bir türlü inanamadıkları bu günü pişmanlıkla karşılayacakları belirtiliyor.
Mâlik-i yevmi’d-dîn ifâdesindeki mülk ve mülkiyet; bir şey üzerinde tek başına söz sahibi olma gücü; tasarrufa konu olan şey üzerinde sırf sahibine ait olmak
3473] 1/Fâtiha, 4
3474] 1/Fâtiha, 4
3475] 37/Saffât, 19-21
- 846 -
KUR’AN KAVRAMLARI
üzere tasarruf, yetki ve iktidar anlamında bir terimdir. Arapça “milk” mastarından bir isimdir. Yevm: Süresi değişik olan vakit bölümlerine ıtlak edilebilen bir zaman birimidir. Güneşin doğuşuyla batışı arasındaki vakte de “yevm” denir. Burada, birinci mânâ tercih olunmalıdır. Din: Arapçada yerine göre bir işin karşılığı, muhâsebe, hüküm, siyaset, sultan (otorite), âdet, hal, şeriat, kahr gibi anlamlara gelir. Allah’ın din gününün sahibi vasfı, “cezâ gününün mâliki” şeklinde açıklanır. Bu vasıf, herkesin yaptığının karşılığını alacağı günde, Allah’ın her şey ve herkes üzerinde tam bir hâkimiyet ve sahipliğini ifâde eder. Bu isim, yalnız bir âyette geçer.3476 Fakat aynı mânâ, başka tarzda da ifâde olunmuştur. 3477
Allah Mâliktir
Görünen, görünmeyen, dünyadaki ve âhiretteki, bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün varlıkların Yüce Sahibi ve Hükümdarıdır. O, hiçbir şeye muhtaç değildir her şey ve herkes O’na muhtaçtır. Biz, sadece emanetçiyiz. Sahip olduğumuzu zanettiğimiz şeylerin gerçek sahibi değiliz. Her şey emanet. Melik ve Mâlik olan Rabbimiz, işte o var olan her şeyin gerçek sahibidir.
Her şeyin tek hükümdarı ve sahibinin Allah olduğunu bilen bir kişi, hiçbir yaratılmışa boyun eğmez. Alçak gönüllü davranır, adâletten ve merhametten ayrılmaz. Sahip olduğu nimetleri başka insanlara karşı gösteriş aracı olarak kullanmaz. Mala-mülke fazla değer vermez. Malın esiri olmaz.
O Mâlikü’l-mülktür. Allah Teâlâ mülkün hem sâhibi, hem hükümdârıdır. �Mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. Hiçbir kimsenin O’nun bu tasarrufuna itiraz ve tenkide hakkı yoktur... Dilediğine verir, dilediğinden alır. Mülkünde hiçbir ortağa ve yardımcıya ihtiyacı yoktur.
Allah, hem Mâliktir, hem Meliktir
Allah el-Melik’tir; yani “Mülkün, kâinatın sahibi, mülk ve saltanatı devamlı olan”dır. Yüce Allah Melik’tir. Yani mülk sahibi, bütün eşyanın ve yaratılanların tek mâlikidir. Bütün varlıklar üzerinde emretme, istediği gibi tasarruf etme, hiçbir şarta bağlı olmaksızın sahip olma O’na mahsustur. Yarattıklarına emretme, sakındırma, cezalandırma, istediğini zelil, dilediğini de aziz etme kudretine sahip olan yalnız yüce Allah’tır. O, yarattığı mülkünde ve orada olanların hepsinde yegâne hükümdardır. Sonsuz kudretiyle onları idaresi altında tutan tek varlık Allah’tır.
Melik ve Mâlik kelimesi, me-le-ke fiilinden gelir. Me-le-ke, Mâlik ve sahip olmak demektir. Kelime, hem bir şeye sahip olmayı, hem de kuvvetli olmayı çağrıştırır. Sahip ve Mâlik anlamında ‚melik, Mâlik, melîk‘ kelimeleri kullanılır. Masdarı olan mülk veya milk, üzerinde sahip ve tasarrufta bulunulan şeyi ifade ettiği gibi, tasarrufta bulunmayı da ifade eder. Bu tasarruf, hem insanlar, öncelikle insanlar, hem de mallar üzerinde tasarruftur. Nitekim, Allah Teâlâ için insanların meliki denirken, O‘nun insanlar üzerinde mutlak tasarruf sahibi olduğu anlatılmak istenir. Fakat, yukarıda belirttiğimiz gibi, şirk koşan insanlar, Allah‘ın melikliğini, yeryüzünde ve dolayısıyla insanlar üzerinde tasarruf sahibi olmak ve yeryüzündeki servetleri, yani mülkü diledikleri gibi kullanmak için
3476] 1/Fâtiha, 4
3477] 82/İnfitâr, 19; 6/En’âm, 73; 40/Mü’min, 16 vb.
DİN GÜNÜ
- 847 -
gasbetmeğe çalıştılar. İblis de, Âdem‘i önce bu noktada kandırdı: „Dedi: Ey Âdem! Seni sonsuzluk ağacına ve tükenmez bir mülke götüreyim mi?“ 3478
Demek ki, insan Allah‘ın hâkimiyeti altında değil, arzuları doğrultusunda sınırsızca yeryüzünün meliki ve mâliki olmak isteğindedir. Nitekim, tüm diğer Firavunlar gibi, Hz. Mûsâ‘nın Allah‘ı tek Rab, ilâh ve melik olarak kabul etmeye çağırdığı Mısır Firavun‘u da Mısır mülkünün kendisine ait olduğu iddiası içindeydi.3479 Melik ya da mâlik olma, mâlik olunan şey üzerinde istenildiği biçimde tasarrufta bulunmayı gerektirir. Bu anlamda, mutlak melik ancak ve ancak Allah‘tır; çünkü, Kur‘an‘da mülkün yalnızca Allah‘a ait olduğu defalarca tekrarlanmaktadır. Bütün kâinat Allah‘ın mülküdür ve Allah mülkünde dilediği gibi tasarruf sahibidir. Allah âdil, hak ve tek İlâh olduğu için kâinatta dengesizlik ve haksızlık olmaz.
İnsan yeryüzünde halife (adayı) olduğu, yani Allah’ın hükmünü yeryüzünde hâkim kılması için gayret edeceği için, kendisine yeryüzü mülkü üzerinde izafî bir meliklik ve mâliklik yetkisi tanınmıştır. Bu yetki, hiçbir zaman mutlak anlamda olmadığı ve insanın keyfine bırakılmadığı gibi, Allah‘ın yeryüzündeki hayatının gereği olarak çeşitli biçimlerde, renklerde, yeteneklerde ve mesleklere sahip olacak şekilde yarattığı insanlar da, önce bütün olarak bu meliklik ve mâliklik yetkisine sahiptirler. Dolayısıyla, herkesin belli bir tasarruf sahası vardır. Fakat bu tasarruf, hiçbir zaman mutlak değil, sınırlı ve Allah‘ın tanıdığı alanda sadece bir emanettir. Öte yandan, tek tek insanların nasıl mülk sahibi olacaklarını ve mülklerinde nasıl tasarruf edeceklerini belirten kuralları da Allah insanlar arasından seçtiği elçiler aracılığıyla bildirmiştir: „Göklerin ve yerin ve ikisi arasındakilerin mülkü Allah içindir.”3480; “De ki: Allah’ım, mülkün sahibi; mülkü dilediğine verir, mülkü dilediğinden alırsın.” 3481
Allah, gerek meliklik, gerekse mâliklik olarak mülkü dilediğine verir, dilediğinden alır. O, yeryüzünde insanlar üzerindeki tasarrufu, yani meliklik, yöneticilik olarak mülkü, öncelikle, elçilerine vermiştir. Aynı zamanda, mülk ile ilim ve hikmet bir arada bulunmak durumundadır. Bunlar da en fazla Allah’ın elçilerinde mevcuttur; öyleyse ilim ve hikmet, melikliğin şartlarındandır. „(Yusuf dedi:) Rabbim, bana gerçekten mülkten verdin ve bana olayların te‘vilini (yorumunu) öğrettin.” 3482; „Allah ona (Dâvud‘a) mülk ve hikmet verdi ve ona dilediğini öğretti.” 3483
Allah, bazen elçilerini hem peygamber, hem melik/devlet başkanı kılar; Hz. Dâvud‘un ve Hz. Muhammed‘in durumlarında olduğu gibi... Bazen de, peygamberin yanısıra, başka melikler de var eder. Nitekim, İsrailoğulları için aynı anda birden fazla ve birbiri peşi sıra nebîler geldiği gibi, bu nebîlerin yanısıra, onların emrinde melikler de bulunabiliyordu: „Mûsâ kavmine demişti ki: Ey kavmim! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; O içinizde nebîler varetti, sizi melikler yaptı.”3484 Bu âyette, İsrâiloğulları‘nın hizmetçi, binek ve kadın sahibi olmakla „melik“ diye
3478] 20/Tâhâ, 120
3479] 43/Zuhruf, 51
3480] 5/Mâide, 18
3481] 3/Âl-i İmrân, 26
3482] 12/Yusuf, 101
3483] 2/Bakara, 251
3484] 5/Mâide, 20
- 848 -
KUR’AN KAVRAMLARI
adlandırıldıkları belirtilmişse de, İsrâiloğulları içinde nebîlerin yanısıra, meliklerin bulunduğu da açıktır. „Nebîlerine, ‘bize bir melik gönder’ dediler... Nebîleri onlara, ‘Allah, Tâlût’u size melik gönderdi’ dedi. ‘O bizim üzerimizde nasıl melik olabilir? Biz melikliğe ondan daha lâyığız, ona geniş mal da verilmemiştir������������������������������’ dediler: (Nebîleri de), ‘Al-’����������������������������� Al- Allah onu sizin üzerinize seçti, onun bilgisini ve gücünü artırdı.’ dedi.” 3485
Mâlik-i Yevmi’d-Dîn: Din gününün sahibi. “Din gününün mâlikidir.” 3486 İnsanların öldükten sonra dirilecekleri, biraraya gelerek hesaplarını verip, âkıbetlerini görecekleri gün, din günüdür. O gün insanın başkalarıyla, hatta kendi anesi, babası, eşi ve çocuklarıyla bile ilgilenmeye ne hali, ne fırsatı vardır. Din gününün şiddeti ve olağanüstü korkusu, herkesi kendi derdine düşürür. Allah o diriliş gününü diğer adıyla din gününü Kur’an’da şöyle tarif etmektedir: “Din gününü sana bildiren şey nedir? Ve yine din gününü sana bildiren şey nedir? Hiçbir nefsin bir başka nefse herhangi bir şeyle güç yetiremeyeceği gündür; o gün emir yalnızca Allah’ındır.” 3487
O gün dünya hayatında kişinin en çok değer verdiği ilişkiler Allah’ın azâbı karşısında paramparça olur. Artık insanlar arasındaki dünyevî yakınlıkların, soy bağlarının hiçbir anlamı kalmamıştır. Tek değer, kişinin imanıdır. Hiç kimse, kimseye yardım edemez. Ancak öyle bir irâde yardım edebilir ki Cennetin sonsuz nimetlerine de, cehenemin çılgın yanan ateşine de, görevli meleklere de hâkim olsun... Bu, insanın Allah dışında yardım beklediği tüm kapılarının kapanmış olması demektir. İçinde bulunduğu bu zor durumdan onu ancak Allah kurtarabilir. O da yine Allah’ın dilemesine bağlıdır.
Kişi din gününün tek sahibi olan Allah’ın huzurunda ilk yaratıldığında olduğu gibi yalnızdır. Dünyadaki yaşamı süresince her yaptığı, her düşündüğü Allah tarafından gözler önüne serilir. En ufak bir ayrıntı dahi unutulmaz. Allah azamet ve şânına yaraşır bir ortam yaratır ve yarattığı kullarından hesap sorar. Ancak, kimi dilerse rahmetiyle kurtarır. İnkârcıların kahredici bir pişmanlığa sürüklendiği bu günde mü’minler, sevinçli ve coşkuludurlar. “... O gün Allah, peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri küçük düşürmeyecektir...” 3488 Çünkü Allah, “elçilerine ve iman edenlere, hem dünya hayatında hem de şâhitlerin (şâhitlik için) duracakları gün yardım edeceğini”3489 vaad etmiştir. İşte o günün sahibi, yalnız Allah’tır ve emir O’nundur.
İşte o, yalnızca bir tek çığlıktan ibarettir; artık kendileri (diriltilmiş olarak) bakıp duruyorlar. Derler ki: „Eyvahlar bize; bu, din günüdür. Bu, sizin yalanladığınız (mü‘mini kâfirden, haklıyı haksızdan) ayırma günüdür.“ 3490; “O gün, yalanlayanların vay haline. Ki onlar, din gününü yalanlıyorlar. Oysa onu, ‘sınır tanımaz, saldırgan’, günahkâr olandan başkası yalanlamaz.” 3491
Bu vasıf, Allah’ın hâkimiyet ve sahibiyetinin âhirete tahsis edildiği intibaını vermektedir. Kur’ân-ı Kerim’in başka birkaç âyeti de, bu kabildendir: “Sûra
3485] 2/Bakara, 246-247
3486] 1/Fâtiha, 4
3487] 82/İnfitâr, 17-19
3488] 66/Tahrîm, 8
3489] 40/Mü’min, 51
3490] 37/Sâffât, 19-21
3491] 83/Mutaffifîn, 10-12
DİN GÜNÜ
- 849 -
üfleneceği gün, hükümranlık O’nundur.”3492; “O gün emir yalnız Allah’ındır.”3493 gibi. Müfessirler âyette geçen Allah’ın âhirete ait hükümranlığını şu şekilde açıklamışlardır:
1) Maksat, o günün ehemmiyetini bildirmek, o günü ta’zim etmektir.
2) Dünya hayatında zâhiren, hem mülk hem de milk Allah’tan başkaları için de doğrudur. Ama o gün, bunlar zâhirî bakımdan da zâil olacaklardır. Onun mâlikiyet ve melikiyeti tam bir zuhurla açığa çıkacaktır.
3) İlk ferdinden son ferdine varıncaya kadar, bütün insanlar o gün bir araya toplanacaktır. İnsanların İlâhî hükümranlık hakkında tek bildikleri husus vardır. Fakat o gün; bu hükümranlık, başka zamanlarda anlaşıldığından son derece fazla olarak, topyekün insanlar tarafından bir anda müşâhede olunacaktır.
4) Allah Teâlâ’nın hikmeti, bu dünyada sebepleri koymayı dilemiş, insanı da bu nizama uymakla yükümlü kılmıştır. Hikmet; izzet ve kudrete gâliptir. Dolayısıyla sebepler dairesi, itikad dairesine gâliptir. Bu iki zıt kavramdan ortaya çıkan âhenk sâyesinde mü’min, bir taraftan Allah’ın izzetini unutmaktan kurtulurken, öbür taraftan yaşayış planında sebepler düzenini ihmal etmekten kurtulmaktadır. Din gününde, Allah’ın izzetini perdeleyen bu nizam kaldırılıp her şeyin mâhiyeti, içyüzüyle ortaya çıkacaktır. İtikad dairesi, sebepler dairesine gâlip geleceği, bütün hüküm ve mülkün Allah’a âit olduğu tam bir şekilde ortaya çıkacağı içindir ki, böyle bir tahsis vârid olmuştur. 3494
Din Günü
“Din günü” kavramı, “gün” anlamına gelen “yevm” kelimesiyle; “itaat, hesap, ceza (yapılan işin tam karşılığının verilmesi)” gibi anlamlara gelen “ed-dîn” kelimesinden oluşur. Din günü: Yapılan işlerin tam karşılığının verilip görüleceği hesap günü anlamına gelir. Bu tanımda geçen “gün” kelimesi, bir gün ve gecenin toplamı olan yirmi dört saat anlamında olmayıp, zaman bölümlerinden herhangi birini ifade etmektedir. Buradaki “gün”; ay, yıl, asır, çağ gibi bildiğimiz veya bilmediğimiz herhangi bir zaman birimi olabilir. “Bugün dünya, yarın âhiret” sözünde olduğu gibi. Kur’an’da geçen ifadelerden yola çıkılarak âhiretteki bir günün bin veya elli bin sene olduğu anlaşılmaktadır. “Din” kelimesi ise burada, hesap, ceza, karşılık anlamlarına gelir.
“Din günü” kavramının ifade ettiği başlıca anlamlar şunlardır:
Hayrın hayır, şerrin de şer olarak görüleceği “Kıyâmet günü”,
Yapılan işlerin karşılığının tam olarak verileceği “Ceza günü”,
İnsanların yaptıkları işlerin, Allah tarafından takdir edilip hesabının görüleceği “Hesap günü”.
Din gününden kastedilen, âhirettir, hesap günüdür. Kur’an’ı, Kur’anî kavramları, öncelikle Kur’an’la tefsir etmek en doğru yoldur. Din gününün ne olduğunu başka âyetler açıklamaktadır: “Sonra din gününün ne olduğunu nereden
3492] 6/En’âm, 73
3493] 82/İnfitâr, 19
3494] Suad Yıldırım, Kur’an’da Ulûhiyet, s. 127-128
- 850 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bileceksin? O gün, kimsenin hiç kimseye hiçbir fayda sağlamayacağı bir gündür. O gün emir yalnız Allah’a aittir.”3495 Din günü: “Bütün iyi ve kötü işlerin Hak ölçüsünden geçerek son tahakkukunu bulacağı ve birbirinden tamamen ayrılacağı son zamandır.” Gelecekte, yapılan işlerin tam karşılığının verileceği son gün demektir. Görüldüğü gibi, Din günü, Kıyâmet gününü ifade etmektedir. Kıyâmet gününün, öldükten sonra dirilme, durup bekleme, sual, hesap, mîzan, sırat ve ceza gibi durum ve mertebeleri vardır. Şu halde Din günü, dinin mâlum olan mühim günü demektir ki, bundan da âhiret ve kıyâmet günü anlaşılmaktadır. Bu günde herkes, dünyada yaptıklarının karşılığını mutlaka görecektir.
Ümit - Korku Dengesi
Allah, Sadece Rahmet Sahibi Değil; Aynı Zamanda Âdildir de: Fâtiha sûresinde, Allah’ın Rahmân ve Rahîm oluşunun ardından, hemen O’nun “din gününün sahibi” olduğu bildiriliyor. Böylece Rahmân ve Rahîm sıfatları, herkesin yaptıklarının hesabını vereceği günün unutulmasına yol açmayacaktır. Her insan kesin olarak bilmelidir ki, Allah, sadece Rahmân ve Rahîm değil; aynı zamanda âdildir de. Allah, Rahmân ve Rahîm isimleriyle bizi önce ümitlendiriyor. “Mâlik-i yevmi’d-dîn” ile de korkutuyor. Cennete gitme ümidi ile ceheneme düşme korkusu arasında işlerimizi ve niyetlerimizi düzeltmemiz hatırlatılmış oluyor. Allah’ın her şey üzerinde mutlak kudrete sahip bulunması dolayısıyla, dilediğini cezalandırmak O’nun kudretinde ve irâdesindedir. Şu halde, din günü, âkıbetimizin hüsran veya saâdet içinde olmasının Allah’ın kudreti dâhilinde bulunduğuna inanmamızı ifade etmektedir. Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi, din günü, umumi ceza ve Rabbânî adâletin günü olacaktır. O günde bizim adımıza iş görenler olmayacak. Parayla kapılar açılmayacak. Rüşvetler, mallar, çocuklar fayda etmeyecek. Dünyevî bir şey zaten yanımızda bulunmayacak. 3496
Dünyevî mahkemelerden bile korkan insanlara büyük mahkeme ve büyük sorgu hatırlatılmakta ve insan uyarılmaktadır. O büyük mahkemenin tek hâkimi vardır. O günün tek mâliki ve melikinin Allah olduğu vurgulanmaktadır.
Fâtiha’nın ilk iki âyeti Allah, Rab, Rahmân ve Rahîm isimlerini tanıtıyor. Yediklerimizi, giydiklerimizi, sevdiklerimizi, beden ve ruhumuzu yaratan, yaşatan ve yöneteni bize bildiriyor.
Rahmân ve Rahîm olan Rabbimiz, Allah’a hamd etmemizi istedikten sonra, ceza gününün sahibi olduğunu hatırlatıyor. Kur’an’ın temel üslûbudur bu: Ümit ve korku; Cennet ve cehenem; rahmet ve gazab... İki gerçekle karşı karşıya bırakır irâde sahibi insanı. İnsan bunlardan birini tercih eder yaşayışıyla. Allah, bu zıtların birbirini dengelemesini ister. Ümit-korku dengesi hayatımıza yön vermelidir. Bu, aynı zamanda bize tebliğin metodunu da öğretiyor. Önce inanan - inanmayan herkese sevindirici, müjdeleyici olacağız. Sonra mü’minleri ayırıp, iman kardeşliği sebebiyle dost ve öncelikli kabul edecek; fakat herkese devamlı açıklayıcı, anlatıcı, kurtuluşa dâvet edip felâketi gösterip uyarıcı olacağız. Bunlardan anlamayanlar için korkutucu, sakındırıcı ifadeler kullanacağız.
Kur’an, üç boyutlu, üç zamanlıdır. İfade ve mesajı bu üç zaman dilimini kuşatır. Kur’an, coğrafyalar üstü, yani evrensel olduğu gibi, aynı zamanda çağlar
3495] 82/İnfitâr, 17-18
3496] Bk. 26/Şuarâ, 88
DİN GÜNÜ
- 851 -
üstüdür, tüm zamanların kitabıdır. Kur’an, hali ve halimizi anlatırken mâzîyi (geçmişi) hatırlatır. Aynı zamanda insanı geleceğe hazırlar. İstikbâli göz önüne serer. İstikbâl denilince çoğu kimsenin aklına gençlikten sonra yaşanan dünyevî dönem gelmektedir. Bu, ileriyi görememektir, uzun vâdeli değil; küçük düşünmek ve küçülmektir. İstikbâl göklerde değil; köklerdedir; yani fıtratta ve kaynak Kitap’ta. İnsan, Kur’an’ın mesajından beslenerek bu üç zamanı yaşarsa zamâne insanı olmaktan çıkar; diri diri yaşar ve her yaptığı ibâdet değeri kazandığından canlı Kur’an olur. Bu şuurdaki insan, din günü bilinciyle hesaplı yaşar, büyük mahkemede hesaba çekilmeden kendi nefsini hesaba çeker.
Bir ömür boyu sürecek maaş karşılığında birkaç saat çalışma zahmetine kim katlanmaz? Aynen bunun gibi, âhiret hayatıyla karşılaştırıldığında çok kısa olan şu fâni dünyada, milyar dolarlara değişilmeyecek şerefli kulluk görevini terketmek akıllılık mıdır? İnsan, çok aceleci ve unutkan. Allah da çok merhametli ve bizi uyarıyor ve bize din gününü hatırlatıyor. İstikbâl için yatırım yapmalıyız. Orada lâzım olacak azığı buradan hazırlayıp göndermeliyiz. Din günü şuuru bize bunları kazandırır.
İlk ferdinden son ferdine varıncaya kadar, bütün insanlar o gün bir araya toplanacaktır. İnsanların İlâhî hükümranlık hakkında tek bildikleri husus vardır. Fakat o gün; bu hükümranlık, başka zamanlarda anlaşıldığından son derece fazla olarak, topyekün insanlar tarafından bir anda müşâhede olunacaktır.
Allah Teâlâ’nın hikmeti, bu dünyada sebepleri koymayı dilemiş, insanı da bu nizama uymakla yükümlü kılmıştır. Hikmet; izzet ve kudrete gâliptir. Dolayısıyla sebepler dairesi, itikad dairesine gâliptir. Bu iki zıt kavramdan ortaya çıkan âhenk sâyesinde mü’min, bir taraftan Allah’ın izzetini unutmaktan kurtulurken, öbür taraftan yaşayış planında sebepler düzenini ihmal etmekten kurtulmaktadır. Din gününde, Allah’ın izzetini perdeleyen bu nizam kaldırılıp her şeyin mâhiyeti, içyüzüyle ortaya çıkacaktır. İtikad dairesi, sebepler dairesine gâlip geleceği, bütün hüküm ve mülkün Allah’a âit olduğu tam bir şekilde ortaya çıkacağı içindir ki, böyle bir tahsis vârid olmuştur. 3497
İnsanların öldükten sonra dirilecekleri, bir araya gelerek hesaplarını verip, âkıbetlerini görecekleri gün, din günüdür. O gün insanın başkalarıyla, hatta kendi anesi, babası, eşi ve çocuklarıyla bile ilgilenmeye ne hali, ne fırsatı vardır. Din gününün şiddeti ve olağanüstü korkusu, herkesi kendi derdine düşürür. Allah o diriliş gününü diğer adıyla din gününü Kuran’da şöyle tarif etmektedir: “Din gününü sana bildiren şey nedir? Ve yine din gününü sana bildiren şey nedir? Hiçbir nefsin bir başka nefse herhangi bir şeyle güç yetiremeyeceği gündür; o gün emir yalnızca Allah’ındır.” 3498
O gün dünya hayatında kişinin en çok değer verdiği ilişkiler Allah’ın azâbı karşısında paramparça olur. Artık insanlar arasındaki dünyevî yakınlıkların, soy bağlarının hiçbir anlamı kalmamıştır. Tek değer, kişinin imanıdır. Hiç kimse, kimseye yardım edemez. Ancak öyle bir irâde yardım edebilir ki Cennetin sonsuz nimetlerine de, cehenemin çılgın yanan ateşine de, görevli meleklere de hâkim olsun... Bu, insanın Allah dışında yardım beklediği tüm kapılarının kapanmış
3497] Suad Yıldırım, Kur’an’da Ulûhiyet, Kayıhan Y., s. 127-128
3498] 82/İnfitâr, 17-19
- 852 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olması demektir. İçinde bulunduğu bu zor durumdan onu ancak Allah kurtarabilir. O da yine Allah’ın dilemesine bağlıdır.
Kişi din gününün tek sahibi olan Allah’ın huzurunda ilk yaratıldığında olduğu gibi yalnızdır. Dünyadaki yaşamı süresince her yaptığı, her düşündüğü Allah tarafından gözler önüne serilir. En ufak bir ayrıntı dahi unutulmaz. Allah azamet ve şânına yaraşır bir ortam yaratır ve yarattığı kullarından hesap sorar. Ancak, kimi dilerse rahmetiyle kurtarır. İnkârcıların kahredici bir pişmanlığa sürüklendiği bu günde mü’minler, sevinçli ve coşkuludurlar. “...O gün Allah, peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri küçük düşürmeyecektir...”3499 Çünkü Allah, “elçilerine ve iman edenlere, hem dünya hayatında hem de şâhitlerin (şâhitlik için) duracakları gün yardım edeceğini” vaad etmiştir. İşte o günün sahibi, yalnız Allah’tır ve emir O’nundur.
İşte o, yalnızca bir tek çığlıktan ibârettir; artık kendileri (diriltilmiş olarak) bakıp duruyorlar. Derler ki: “Eyvahlar bize; bu, din günüdür. Bu, sizin yalanladığınız (mü’mini kâfirden, haklıyı haksızdan) ayırma günüdür.”3500 “O gün, yalanlayanların vay haline. Ki onlar, din gününü yalanlıyorlar. Oysa onu, ‘sınır tanımaz, saldırgan’, günahkâr olandan başkası yalanlamaz.” 3501
Din Gününün Tek Sahibi Allah’tır
Âhirete, din günü denilmesinin bir sebebi de, âhiretin dinin temel esaslarından olmasıdır. Allah ve âhiret inancı, tevhidin tüm esaslarını içermektedir. Allah, âhiretin sahibi olduğu gibi; dünyanın da sahibi, mâliki ve meliki (yöneticisi)dir. Ama burada “Din, ceza gününün mâliki” denmiştir. Bunun sebebi: Bu dünyada bir kısım insanların mâliklik ve meliklik iddiasında bulunmalarına Allah’ın fırsat vermiş olmasındandır. O’nun dünyanın sahibi ve yöneticisi olduğuna karşı gelen bazı çatlak sesler olabilir. Ama O’nun âhiret gününün sahibi oluşuna orada itiraz eden kâfir, müşrik hiçbir kimse olamayacaktır. Âhirette mülk ve milk, sahiplik ve otorite yalnız ve yalnız O’na aittir. “Kimindir o gün hükümranlık? Elbette kahhâr olan tek Allah’ındır.”3502; “O gün iş tamamıyla Allah’ındır.”3503 Elbette âhiretin de dünyanın da sahibi sadece Allah’tır. Yoksa, âhiretin sahibi ve yöneticisi ile dünyanın sahibi ayrı ayrı güçler değildir. Ne var ki, O’nun dünyanın sahibi oluşu, bazı küfür çevrelerince tartışılsa bile, âhiret mâlikliği tartışmasız ve itirazsızdır. Gerçek mü’min ise, O’nun dünya mâlikliği karşısındaki tartışma ve itirazları ortadan kaldırmakla görevlidir.
Yüce Allah’ın her şeyin tek yaratıcısı ve sahibi olduğunu bildiren pek çok gerçek vardır. Örneğin, kâinatın yapı taşı olarak bilinen atom ve hayat binasının ana maddesi olarak kabul edilen hücre. Atom, bunca küçüklüğüne rağmen büyük bir mûcize; Hücre, bunca görülmezliğine rağmen bir başka mûcize. Şüphesiz bu kâinat, her dilden okunan, her vesile ile anlaşılan apaçık bir gerçekler kitabıdır. Evrenin herhangi bir noktasına dikkatlice bakmak, Allah’a ve din gününe, yani âhirete inanmak için yeterlidir. Allah’ın okunan kitabı olan Kur’an’da din günü
3499] 66/Tahrîm, 8
3500] 37/Sâffât, 19-21
3501] 83/Mutaffifîn, 10-12
3502] 40/Mü'min, 16
3503] 82/İnfitâr, 19
DİN GÜNÜ
- 853 -
anlatılırken, görünen kâinat kitabından da bazı sayfalar gözler önüne serilmiştir. Böylece öldükten sonra dirilme işi, kıyâmet günü ve âhiret hayatı, en gerçekçi ve doğru bir şekilde anlatılmıştır. Şimdi, konuyla ilgili Kur’an âyetlerini ve kıyâmet gününün Kur’an’da geçen diğer isimlerini görelim.
Kur’an’da Din Günü
Din Günü anlamında “yevmu’d-dîn ifâdesi, Kur’ân-ı Kerim’de toplam olarak 13 yerde geçer. 3504 Din günü kavramının dışında da Kur’an’da kıyâmete ve âhirete ait pek çok isim zikredilmiştir. 3505
Din günü ile ilgili Bazı Âyetler: “Allah, din gününün (mükâfat ve ceza gününün) sahibidir.”3506 Bu âyet, Allah’ın ceza ve öldükten sonra dirilme gününün tek sahibi olduğunu, itaatkâr olanlarla, günahkâr olanların ortaya çıkarılıp yaptıklarının karşılığını göreceklerini belirtiyor. Allah dünyada zulüm yapanlara hemen cezalarını vermiyor. Ancak, zâlimlerin zulmüne râzı olmadığını beyan etmiş, bu emre uymayanlardan mutlaka intikam alacağını açıkça bildirmiştir. İşte, “din gününün mâliki” âyetinden kastedilen mânâ budur. Yani zerre miktarı iyilik yapan mükâfatını, yine en küçük kötülük yapan da cezasını görecektir.
“(Şeytana) tâ ceza gününe kadar lânetim üzerinedir.”3507 Yani ceza günü gelince, o da lâyık olduğu ebedî azâba kavuşmuş olacaktır. Âyetler, “din günü”nün,
3504] Din Günü Anlamındaki Yevmu’d-Dîn İfâdesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 13 Yerde:) 1/Fâtiha, 4; 15/Hıcr, 35; 26/Şuarâ, 82; 37/Sâffât, 20; 38/Sâd, 78; 51/Zâriyât, 12; 56/Vâkıa, 56; 70/Meâric, 26; 74/Müddessir, 46; 82/İnfitâr, 15, 17, 18; 83/Mutaffifîn, 11.
3505] Din günü gibi, kıyâmet günü anlamına gelen ve Kur'an'da geçen diğer önemli ismler şunlardır: Es-Sâatü: Allah tarafından bilinen ve kararlaştırılmış olan zaman demektir (30/Rûm, 12, 14, 55). El-Yevmü'l Hakk: Hak günü, doğruluk günü demektir (78/Nebe', 39). Yevmü'l Ma'lûm: Geleceği kararlaştırılmış belirli ve muayyen gün demektir (56/Vâkıa, 50). El- Vaktü'l Ma'lûm: Geleceği belli olan, Allah katında kararlaştırılmış bulunan vakit demektir (38/Sâd, 80-81). El-Yevmü'l Mev'ûd: Vadedilmiş, yani olacağına söz verilmiş gün anlamındadır (85/Burûc, 2). El-Yevmü'l Âhir: Son gün, dünya hayatından sonra gelecek olan hayat demektir (58/Mücâdele, 22). Yevmü'l Âzife: Yakında gelecek olan musibetler ve felâketler günü anlamına gelir (40/Mü'min, 18). Yevmü'n Asîr: Zor ve müşkül bir gün demektir (54/Kamer, 8; 74/Müddessir, 8-9). Yevmü'n Azîm: Büyük bir gün anlamındadır (6/En'âm, 15). Yevmü'l Ba's: Ölümden sonra yeniden dirilme günü anlamına gelir (26/Şuarâ, 87). Yevmü't-Teğâbün: Aldanmadan duyulan üzüntü ve esef günü anlamına gelir (64/Teğâbün, 9). Yevmü't-Talâk: Buluşma ve kavuşma günü demektir (40/Mü'min, 15). Yevmü't-Tenâd: İnsanların korku ve dehşetten bağrışıp çağrışacakları gün (40/Mü'min, 32). Yevmü'l Cem': Toplanma günü, yaratılmışların toplanacağı gün demektir (42/Şûrâ, 7). Yevmü'l-Hısâb: Hesap günü demektir (38/Sâd, 16, 26). Yevmü'l Hasr: Hasret günü, yapılan işlerden dolayı pişmanlık duyup hasret çekme günü anlamlarına gelir (19/Meryem, 39). Yevmü'l Hurûc: Dirilip kabirden çıkma günü anlamındadır (50/Kaf, 41-42). Yevmü'l Fasl: Hak ve bâtılın ayırt edileceği hüküm günü demektir (44/Duhân, 40; 77/Mürselât, 14, 38). El-Kaari'a: Çarpıcı belâ, âlemin tahribi zamanında varlıkların birbirlerine şiddetle çarpmalarından dolayı, insanların akıllarını alacak ve ödlerini patlatacak olan büyük hâdise demektir (101/Kaaria, 1-5). El- Ğâşiye: Perde günü, her şeyi sarıp kaplayan gün anlamındadır (88/Ğâşiye, 1). Et-Tâmmetü'l-Kübrâ: Büyük musibet ve felâket günü demektir (79/Nâziât, 34-35). En-Nebeü'l-Azîm: Büyük haber günü demektir (78/Nebe', 1-2). El-Hākka: Zaruri olarak gelip gerçekleşecek olan sâbit saat ve zaman demektir (69/Hākka, 1-3). El-Va'ad: Vâde günü demektir (70/Meâric, 42-44). El-Vâkıa: Vuku bulacak gün, yani olacağı muhakkak olan gün demektir (56/Vâkıa, 1-2). Emrullah: Allah'ın emri, hükmünün geçerliliği anlamına gelir (40/Mü'min, 78; 82/İnfitâr, 19). Yevmü'l Kıyâmeh: Kıyâmet günü, ölülerin dirilip kalkacağı gün demektir (75/Kıyâme(t), 1-40).
3506] 1/Fâtiha, 4
3507] 38/Sâd, 78
- 854 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yapılan işlerin karşılığının görüleceği “ceza günü” anlamına geldiğine işaret ediyor. Kıyâmet gününe kadar lânete uğramış kişiler, ebedî azâbı hak etmiş olanlardır. Bunun için, şeytan da âhiret âleminde, lânetin üzerinde azâba uğrayacak, Allah’ın emrini uygun görmemenin ebedî cezasını çekecektir. Ayrıca âyetler, dünya hayatında, Allah’ın hükümlerini beğenmeyip uygun bulmayanlara, yani şeytanlaşanlara ilâhî bir ikaz niteliği taşımaktadır.
“(İbrahim a.s.), ceza günü hatamı bağışlayacağını umduğum da O’dur.”3508 Âyet, Allah’ın her şeye kadir bir ma’bud olduğunu ifade ediyor. Hz. İbrahim, bir peygamber olduğu için, günahtan mâsumdur. Fakat bu âyette, insanlığa bir fazilet dersi verilmek isteniyor. Din gününe gerçekten inanmanın, günahlardan korunup, Allah’ın rahmetine ilticâ etmekle mümkün olacağı, insanlara böylece öğretilmiş oluyor.
“Vah bize, bu ceza günüdür!’ dediler. Bu, (daha önce) yalanlamakta olduğunuz hüküm günüdür.” 3509 Bu âyetler, din gününü yalanlayarak ona inanmayanların, o günde nasıl üzüntüler içinde kalacaklarını haber veriyor. Dünyada iken âhiret hayatını inkâr edenler, o âleme sevkedildiklerinde, bunun bir gerçek olduğunu görüp anlamış olurlar. Kur’an, kendine özgü üslûbuyla, bu hâdisenin mutlaka olacağını ifade etmiştir. İşte o gün, yaratıklar arasında Allah’ın hükmünün tecellî edeceği gün olacaktır.
“Ceza günü ne zaman?’ diye sorarlar. O gün onlar ateşte yakılacaklardır. (Kendilerine:) ‘Fitnenizi (fesatçılığınızın cezasını) tadın! Acele isteyip durduğunuz şey budur işte!’ (denilecek).”3510 Âyetler, koyu bir cehâlet içinde kalıp, apaçık örnekleri kavrayamamış kimselerin âhiret inançlarını açıklıyor. Onların “ceza günü ne zaman?” sözlerindeki maksatlarını bildiriyor. Bilmek ve öğrenmek için değil, alay etmek için sorduklarını belirtirken, onların bu sorularına gereken cevabı da veriyor. Din gününü yalanlayanların, kıyâmet gününde ateşe atıldıkları anki durumları anlatılıyor.
“Ve diyorlardı ki: ‘Biz öldükten, toprak ve kemik yığını olduktan sonra, biz mi bir daha diriltileceğiz? Önceki atalarımız da mı?’ De ki, öncekiler ve sonrakiler. Belli bir günün buluşma vakti için mutlaka toplanacaklardır. Sonra siz ey sapık yalancılar, elbette bir ağaçtan, bir zakkum ağacından yiyeceksiniz. Onunla karınlarınızı dolduracaksınız. Üzerine de kaynar su içeceksiniz. Susuzluk hastalığına tutulmuş develerin içişi gibi içeceksiniz. İşte ceza gününde onların ağırlanışı bu şekilde olacaktır.” 3511
“Onlar ki, namazlarına devam ederler. Mallarında belli bir hisse vardır. İsteyene ve mahruma. Ceza gününü tasdik ederler.”3512 Bu âyetler, Allah’a ve âhiret gününe iman etmenin, insan hayatındaki önemini belirtiyor. Şu âyet de âhireti yalanlayanların bazı temel özelliklerini açıklıyor: “(Onlar da) dediler ki: ‘Biz namaz kılanlardan olmadık. Yoksula da yedirmezdik. Boş şeylere dalanlarla birlikte dalardık. Ceza gününü yalanlardık.” 3513
3508] 42/Şûrâ, 82
3509] 37/Saffât, 20-21
3510] 51/Zâriyât, 12-14
3511] 56/Vâkıa, 47-56
3512] 70/Meâric, 22-26
3513] 74/Müddessir, 43-46
DİN GÜNÜ
- 855 -
“Ceza günü oraya (ateşe) girerler. Onlar ondan (hiçbir yere kaçıp) kaybolacak değillerdir. Ceza gününün ne olduğunu sen nereden bileceksin! Ve yine ceza gününün ne olduğunu sen nereden bileceksin! (O gün,) kimsenin kimseye yardım edemeyeceği bir gündür. O gün emir yalnız Allah’a aittir.” 3514
“Onlar ceza gününü yalanlamaktadırlar. Onu ancak saldırgan ve günaha düşkün kimse yalanlar.” 3515
Kur’an’da din günü anlamında “âhiret” ve “kıyâmet” kelimeleri de kullanılır.
Din Günü Şuuru, Kıyâmetin ve Ölümün Düşündürdükleri
İnsan, teklifsiz, başıboş ve kendi keyfine bırakılmamıştır. Onun yapacağı işler ve yapmaması gerekenler, İlâhî hükümlerle bildirilmiştir. Dünyada irâdesiyle Allah’a kulluk etmesi için ona her türlü imkân sağlanmıştır. Allah’ın kendisine verdiği, maddî mânevî tüm imkânları O’nun istediği gibi kullanan kimse, dünyada ebedî hayatı kazanmış olur. Aksini yapan kişi de bu ebedî hayatın mutlu sonucunu elde edemez. Bunun içindir ki, her insanın âhiret hayatı, dünyadaki ömrüne göre değil; dünya hayatında yaptığı işlerine göre olacaktır.
Ebû Hureyre’den (r.a.), Rasûlüllah’ın (s.a.s.) şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: “Yedi kimseyi Allah, kendi zıllinden (gölgesinden) başka bir gölge olmayan kıyâmet gününde kendi gölgesi altında barındıracaktır. Bunlar; 1- İmâm-ı âdil (adâletli müslüman devlet başkanı, idareci), 2- Rabbine itaat ve ibâdet eden genç, 3- Gönlü mescidlere bağlı olan kimse, 4- Birbirlerini Allah için seven ve yine Allah için buğz eden iki kimseden her biri, 5- Makam ve güzellik sahibi bir kadının isteğine rağmen “ben Allah’tan korkarım” diyerek haram işlemeyen erkek, 6- (Gönül hoşnutluğu ile) infak ettiğinden sol elinin haberdar olmayacağı kadar gizli olarak sadaka veren kimse, 7- Tenhada (lisanen veya kalben) Allah’ı zikredip de gözü yaşla dolup taşan kişi.” 3516
Kıyâmet günü evlât ve malın fayda vermediği, ancak doğruların doğruluğunun fayda verdiği bir gündür. Geleceğinde hiç şüphe olmayan bu günde, insanlar kabirlerinden çıkarak Allah’ın huzurunda toplanacak ve hiçbir kimse -Allah’ın izin verdikleri müstesnâ- bir diğerine fayda veremeyecektir. İnsanların kendi organları yaptıklarına şâhitlik edecektir.3517 Kısacası bu günün, çok korkunç anları ve özellikleri vardır. Kıyâmet gününde insanın kendi yaptıklarından başka her şeyden, kesin olarak ümidini keseceği anlaşılıyor.
Kur’an âyetlerinde ve hadis-i şeriflerde, kıyâmet tasvir edilirken, yer ve gök nizamının bozulmasından ve bunların mahvolup toz haline gelmesinden bahsedilmiştir. “O gün arz (yer) başka bir arz olup değişecek; gökler de değişecek...”3518 Bu âyetten de anlaşıldığına göre kıyâmet, âlemin nizamının bozulmasının ve dünyadaki mevcut hayatın mahvolmasının ismidir. Ondan sonra yeni bir hayat başlayacak, bu yeni hayatın nizamı kurulacaktır. Kıyâmet inancı, dinin iman esaslarındandır. İnsanların davranışlarına yön vermede büyük etkisi olduğu içindir ki, İslâm, bu inancı kendi mensuplarının gönüllerine tam ve kâmil bir şekilde
3514] 82/İnfitâr, 15-19
3515] 83/Mutaffifin, 11-12
3516] Buhârî, Bed'ul Ezân, 384, Tecrîd-i Sarih Ter. c. 2, s. 617
3517] 41/Fussılet, 20-21
3518] 14/İbrâhim, 48
- 856 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yerleştirmek istemiştir.
Kur’an’ın ve hadis-i şeriflerin belirttiği din gününe ve kıyâmet gününün bildirilen çeşitli durumlarına, ne yazık ki insanların pek çoğu, gerektiği şekilde samimi olarak inanmamaktadır. Dilleri ile “kıyâmet günü haktır” derken, kalpleri o günden gâfil bulunanlar, dilleriyle inanmış, ancak davranışlarıyla o günü yalanlamış olanlardır. Şu da unutulmamalıdır ki, kıyâmeti davranışlarla yalanlamak, yani sanki bu gün hiç gelmeyecekmiş gibi her türlü günah ve kötülükler işlemek, dil ile yalanlamak gibidir. Kıyâmetin vuku bulacağı şüphesizdir. Çünkü bunu Allah haber vermiştir. Kıyâmeti inkâr etmek küfürdür. Kıyâmetin ne zaman meydana geleceğini Allah, kullarına bildirmemiştir. O er geç vuku bulacaktır. Şu kadar ki, onun olacağı zamanı kimse tayin edemez. İnsana düşen görev, böyle bir günün geleceğini bilmek, ona inanmak ve o gün için hazırlanmaktır. Zaten bir hadis-i şerifte ifade edildiği gibi, insan ölünce kendi Kıyâmeti kopmuş demektir.
Din gününe iman etmek, öldükten sonra tekrar dirilmeye inanmak, hesap ve ceza meselelerini kabullenmek, İslâm dininin inanç esaslarının bir bölümüdür. Allah’ın tek bir ilâh olduğunu kabul etmenin hemen ardından bunlara inanmak gereklidir. İslâm’da ulûhiyet gerçeği ile âhiret hayatının hakikati birleştirilip tek temel üzerine oturtulmuş, böylece itikadî, amelî, ve ahlâkî değerler birleştirilerek bir bütün haline getirilmiştir.
İslâm tasavvurunda hayatın mânası, insan ömrünün teşkil ettiği şu kısa zaman değildir. Hatta bu hayatın anlamını, ne bir kavmin ve toplumun yüz yıllar süren ömrü, ne de bütün insanların süregelen hayatı ifade edebilir. İslâm tasavvurundaki hayat, şu görünen dünya hayatını içine aldığı gibi, Allah’tan başka kimsenin bilmediği âhiret hayatını da içine almaktadır. Mekân itibarıyla da, üzerinde insanların yaşamakta olduğu şu yeryüzünü içine aldığı gibi; âhiret yurdunu da ihtiva etmektedir. Yine âlemleri kucaklarcasına şu görünen kâinata şâmil olduğu gibi, her türlü gerçeklerini Allah’tan başka kimsenin bilmediği “gayb” âlemini de kapsamaktadır. O gayb âlemi, ölüm ânı ile başlayıp âhiret hayatıyla son bulur. Mâhiyet itibarıyla hayat, dünya hayatındaki şu bilinen yaşayışı kapsadığı gibi, ikinci hayat dediğimiz âhiret yaşayışını da içine almaktadır.
İşte din gününe iman etmek, böylesine zamanın sonsuz mesafesini, mekânın Hûdutsuz ufuklarını, hayat ve âlemlerin bitmeyen derinliklerini ve yüceliklerini ifade etmektedir. Bu inanç, kesinlikle kişinin dünya görüşünü değiştiren ve davranışlarını etkileyen bir inançtır. Her asırda olduğu gibi günümüzde de en önemli hususlardan biri, din gününe iman etmek konusudur. Bunun içindir ki, Kur’an, tevhid inancıyla beraber bu inanç üzerinde ısrarla durmuş, Hz. Peygamber de pek çok sözleriyle bu inancın önemini belirtmiştir. Her konuda hakkı bildiren Allah, hak olan âhiret konusunda da önemle duruyor. Eğer insan yaptıklarından sorumlu olmasaydı, o zaman iyilik ve kötülüğün farkı ortadan kalkmış olur, insan yaşayışı tamamen maksatsız ve gayesiz hale gelir, her iş neticesiz kalırdı. Oysa insan, maksatsız ve gayesiz olarak yaratılmamıştır. Her insan, kendi irâdesiyle yaptıklarının karşılığını görmeyecek olsaydı, o zaman iyilik ve kötülük aynı şey olur, günah ve sevâbın anlamı kalmazdı.
İnsanlar, bu dünya hayatında da az çok yaptıklarının karşılığını görürler. Bununla beraber şunu da unutmamalıdır ki, pek çok zâlim günahkârlar, kötülük yapan insanlar, bu dünyada rahat yaşarlar da, birçok iyi insan musibetlere mâruz
DİN GÜNÜ
- 857 -
kalır. Çünkü bu dünya, yapılan işlerin asıl karşılığının görüleceği yer değildir. İşte tüm işlerin karşılığının verileceği ve rabbânî adâletin tecellî edeceği an din günüdür. 3519
Allah’ın kâinat için koyduğu bazı kanunlar vardır. Adına Sünetullah dediğimiz bu tabiat kanunlarından biri “ceza;karşılık kanunu”dur. Yapılan hiçbir hareket karşılıksız değildir. Ateş yakar, ekilen tohum biter, olgunlaşan meyve yere düşer... Yani kâinatta neyi düşünsek, nereye göz atsak, Allah’ın koymuş olduğu bu “karşılık kanunu”nu görürüz. Atasözlerinde de “eden bulur”, “eşen düşer”, “her koyun kendi bacağından asılır”, “ne ekersen onu biçersin” gibi ifadeler, karşılık kanunu için örneklerdir.
Karşılık kanunu, en büyük adâlettir. Çünkü insan, daha önceden bildiği esaslara uyup uymamanın neye mal olduğunu bilmekte, seçimini hür irâdesiyle ona göre yapma imkânına sahip olmaktadır. Bu ilâhî kanuna göre, herkes amellerinin karşılığını görecek, hiç kimse başkasının günahını çekmeyecektir.3520 Bununla birlikte, ister hayır, ister şer olsun, yapılan en küçük iş karşılıksız kalmayacaktır.3521 Bu da insanın, bahane bulma duygusunu yok edecek; “kendim ettim, kendim buldum” şeklinde bir neticeye varmasına yol açacaktır. Kâinatta her şeyin bir karşılığı olduğu gibi, yapılan hiçbir kötülük, kimsenin yanına kâr kalmayacaktır. Hal böyle iken, bütün karşılıkların görülebilmesi için, dünya hayatı elbette kâfi değildir. O zaman şöyle bir durumla karşı karşıya kalırız: Bir tarafta karşılık kanunu, diğer tarafta dünya hayatının buna kâfi gelmeyişi. Burada, “imtihan edilme” söz konusudur. Bu açıdan bakıldığında “karşılık kanunu”, âhirete inanmanın zarûretini de ortaya koyar. Yani her şeyin bir karşılığı olacağına göre, dünya hayatının da bu karşılıklar için kâfi gelmediğine göre, mutlaka bir karşılık zamanı olmalıdır. İşte Fâtiha’da Allah bu “karşılık günü ; din günü”nün tek sahibi olduğunu belirtmektedir. Burada “din”, yapılan bir işin, kendi cinsinden karşılığı mânâsını ifade eder. Bu karşılık kanunu sebebiyle, dünyada da hesaba çeken Allah’tır; âhirette de hesaba çeken Allah’tır. Allah, karşılıkları imhal eder, ama ihmal etmez. (Karşılığını erteleyebilir, istediği vakitte verir; ama ihmal etmez.) Allah’ın bu “karşılık kanunu”, bütün ilmî disiplinlerce kabul edilmektedir. Burada problem, işin ilâhî boyutunun gözardı edilmesidir. 3522
Nübüvvet, yani peygamberlik, Allah’ın insanlık tarihine yönelik bir müdâhalesidir. O, bu müdâhaleyi kullarına olan rahmet ve şefkatinden dolayı Rahmân ve Rahîm isminin bir tecellîsi olarak yapıyordu. Din günü demek olan âhiret ise, Rabbimiz tarafından insanlığın geleceğine bir müdâhaledir. O, bu müdâhaleyi İlâhî adâletini gerçekleştirmek için yapar. Fâtiha’da Rahmân ve Rahîm isimlerini bildiren âyetten hemen sonra gelen “din gününün mâliki” âyeti, insanın tarihiyle istikbâlinin bağlantısıdır. Mâziyi unutmadan istikbâle hazır olması için, içinde yaşadığı anda ne yapması gerektiği de, bundan sonraki âyette hatırlatılmaktadır: “Ancak Sana ibâdet ederiz. Ve ancak Senden yardım isteriz.” 3523
Dünya, âhiretin habercisi, âhiret dünyanın izdüşümüdür. İnsan adlı bu
3519] Y. Çiçek, F. Yıldız, Din Günü İbâdet, Bir Y., s. 61
3520] 6/En'âm, 164; 17/İsrâ, 15; 53/Necm, 38
3521] 99/Zilzâl, 7-8
3522] A. Özbek, Kur'an'da Tevhid Eğitimi, Esra Y., s. 26
3523] 1/Fâtiha, 5
- 858 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ölümsüz yolcu, birinden diğerine intikal ederek sürdürür sonsuz yolculuğunu. Çünkü ölüm, bir başka hayatın besmelesidir. Nübüvvet, insanlığın geçmişinin; âhiret ise geleceğinin tarihidir. Kur’an da, bu tarihin akacağı yatağın İlâhî projesi. İnsan, bu projeye bakarak tarihi değiştiriyor ve tarihi tarihe bu projeyle taşıyor.
Âhiret olmasaydı, insan insan olamazdı. İnsana irâde verildiği gün âhiret de verildi. Eğer seçiminin ödül ve cezasını görmeyecekse yaratıklar arasındaki bunca ayrıcalığın gerekçesi ne ola ki? İşte bu nedenle âhiret, seçme hürriyetinin, irâde ve şuurun doğal sonucudur. İnsanın seçiminin Allah tarafından kaale alındığının, değerlendirildiğinin bir delilidir. İnsanı yaratan, onu yeryüzüne halife seçip irâde veren ve kendi ruhundan ruh üfleyen Allah’ın, en güzel kıvamda yarattığı kulunun istikbâliyle ilgilenmediğini düşünmek abes olacaktır. Boşuna mı yaratıldı şu muazzam makine ve yaratılanların en muhteşemi olan insan? Boş yere, abes bir iş olarak mı yaratıldı evren ve içindekiler? Cennet niçin yaratıldı? Cehenem lüzumsuz mu?
Âhiret, Allah’ın “vaad” ve “vaîd”inin, yani ödül ve cezasının bir gereğidir. Suyu getirenle testiyi kıranı mahlûk bile bir tutmazken Hâlık’ın bir tutması O’nun mutlak adâletine nasıl sığar? Eğer “şunu yaparsan ödüllendirilir, bunu yaparsan cezalandırılırsın” deniliyorsa elbette sonuçta “iyi” olanla “kötü” olanın ayrılıp, yapana ödülü, yapmayana cezası verilecektir. Bu nedenle âhiret, adâlet-i İlâhînin kaçınılmaz sonucudur. Âhirete inanmamak adâlete inanmamak, adâleti istememek demektir.
Âhirete iman, ölüm korkusunun insanda bir kâbusa ve kronik bir illete dönüşmesini engeller. Ölümden sonra bir hayatın olduğuna inanan, kendisini koyvermez. Onun için, ölüm bir bitiş değil; bir intikaldir. Bu nedenle âhirete iman eden kâmil bir mü’min, hayatta bir kez ölür. Âhirete inanmayan kâfirse her ölümü hatırlayışta ölür. Bu nedenle âhireti inkâr edenler, mümkün olduğunca ölümü hatırlamak istemezler. Kendilerine ölümün hatırlatılmasından rahatsız olurlar ve beklenenden daha fazla tepki gösterirler. Bir de müslümanların ölümü güler yüzle karşıladıklarını, onunla sık sık selâmlaştıklarını düşünelim. İslâm medeniyetinde mezarlar şehirlerin ortasına yapılırdı. İslâm, insanların ölümü sık hatırlamaları için mezar ziyaretini Nebî’nin diliyle özendirmişti. 3524
“Ölümse, Gel dese; Tak tak tak, Mu-hak-kak.”
“Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanmadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o Mûsâlla taşında.”
“Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhûle giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
3524] M. İslamoğlu, İman Risalesi, 285
DİN GÜNÜ
- 859 -
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Bîçâre gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son mâtemidir bu!
Dünyada sevilmiş ve seven nâfile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri sanki memnun yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.” 3525
Kur’an, her sayfasında, insanı hem ruhun tarihine, hem istikbâline (âhirete) götürerek insana önünü ve sonunu hatırlatır. Bu nedenle mü’min, her ânında üç zamanı birden yaşayan insandır. Bu, ona süreklilik ve sorumluluk duygusu verir. Kur’an’daki kıyâmet, Cennet, cehenem, mahşer, mîzan ve sorgu sahneleri, mü’minde sorumluluk hissini ve fazileti güçlendirmek için istikbâline açılan birer penceredir.
“Dünya hayatı oyun ve eğlenceden ibârettir.”3526 Oyuncaktan hoşlanan çocuklar mıyız, yoksa rüştümüzü isbat eden adamlar mı? Dünya oyuncağına verdiğimiz değerde saklı bunun cevabı. Oyuna dalıp çokça eğlenenler, çocuklar ve o seviyedeki çocuk akıllılardır.
Din günü şuûru, bize ölümü sık sık düşündürür ve bizi oraya hazırlar. Bu bilinçle ölüm râbıtası, bir adım daha ileri giderek şehâdet râbıtası yapmalıyız. Bu bilinç ve râbıtalar, bize sadece âhiret azığı değil; dünyada kaybettiğimiz izzeti, insanlık onurumuzu da kazandıracak ve ölüm korkusunu yenen, ölümle sevdalanan bir seviyeye çıkaracaktır. Ancak bu sâyede haklarımızı söke söke almak için dileniş değil direniş gerektiğini öğrenir ve canlı şehid olarak şerefli bir hayat süreriz. Bugün Yahûdi, teknik imkâna sahip milyarı aşan kimlik müslümanlarından değil; intifâda coşkusunu sürdüren çocuk yaştaki genç yiğitlerden korkmaktadır. Ölümden korkan gayr-ı müslim, en çok ölümden korkmayanlardan korkar. Müslümanın müslümanca yaşayamadığı her ortamda müslümanca ölme imkânı her an vardır.
Her asırda olduğu gibi, günümüzde de bir kısım insanın, kıyâmet gününe iman etmeyişlerinin sebebi, öldükten sonra dirilmeyi uzak bir ihtimal görmeleridir. İnanmayanların görüşüne göre hayat, sebepsiz, hedefsiz ve gayesiz bir hareketten ibârettir. Oysa her şeyde bir sır, o sırrın gerisinde bir hedef ve hedefin gerisinde de bir hikmet vardır. İnsan bir ölçü dâhilinde bu dünyaya getirilir, yine aynı şekilde takdir edilmiş olan âkıbete, ceza ve hesap gününe döndürülmüş olur. Dünya hayatı da, her insan için bir imtihandır. İnsanların bütün bu gerçekleri bilip bunların gerisinde kudret ve hikmet sahibi Yüce Yaratıcı’yı düşünmesi gerekir. İşte bu bilgi ve düşünce insanı âhiret inancına götürür.
3525] Sırasıyla: Necip Fazıl, Cahit Sıtkı, Yahya Kemal
3526] 6/En'âm, 32; 29/Ankebût, 64; 47/Muhammed, 36; 57/Hadîd, 20
- 860 -
KUR’AN KAVRAMLARI
İnsanların çokça hatırlaması gereken ölüm, her canlının kendisine erişeceği bir hâdisedir. Ölüm, kendi yolunda sapmadan ve durmaksızın ilerler. Ne geride bıraktıklarına, ne de ıstırap çekenlerin feryadına bakar. Korkanların korkusu, sevenlerin de sevgisi bunu önleyemez. Hayatı sadece dünya hayatından ibâret görmek, çok ilkel bir düşüncedir. Kur’an, düşüncesi gelişmemiş bu tür kişilerin sözlerini ve durumlarını şöyle dile getirir: “Onlar derler ki: ‘Bu dünya hayatımızdan başka bir hayat yok! Tekrar dirilecek değiliz.” 3527
İslâm’da dünya, âhiretin tarlasıdır. Dünya hayatını ıslah etmek, ondan her tür kötülüğü ve bozgunculuğu kaldırmak, bütün insanlar için iyilik ve adâleti gerçekleştirmek gibi işlerde sarf edilen emek ve uğraşıların hepsi, âhiret sermâyesidir. Böyle bir inançla çalışan ve Allah’ın rızâsını dileyerek gönülden bu güne inananların yeryüzünü ihmal etmeleri, azgınlıklara ve bozgunculuklara göz yumarak dünyayı terk etmeleri mümkün olabilir mi?
Bazı insanlar, -âhirete iman ettiklerini iddia etmekle beraber- kendilerini, câhilliğin ve azgınlığın akıntısına kaptırmışlarsa; bu, Allah’a ve âhiret gününe inandıkları için değil; âhirete imanlarının zayıf oluşundandır. Her asırda, âhireti inkâr edenler veya bu güne, inanılması gerektiği şekilde inanmamış olanlar, devamlı günah işlemeyi arzu edip buna karşı bir engelin çıkmasından korkanlar ve her şeye kadir Yaratıcının huzurunda hesap vermek istemeyenlerdir. İşte bunun için de öldükten sonra dirilmeyi ve âhireti hayal zanederler.
Din gününe inanmak ve bu inancın gereğini yapmak, kötülüğe koşan her nefis için bir gem, günahı seven her insan için de bir engeldir. Bütün insanlığa hitap eden Kur’an, bu günün olmasını imkânsız görenlere en kesin ve doğru cevabı verir: “İnsan, kendini bir nutfeden nasıl yarattığımızı görmedi mi ki, şimdi apaçık bir hasım kesildi.”3528 İnsanın yaratılışındaki hayret verici durumlar, organlarının yapısındaki çeşitli özellikler, onun tekrar diriltilmesinden çok daha önemli ve dikkat çekicidir. Allah’ın sanat ve kudretindeki bu incelikleri, mükemmellikleri bilip görenler, öldükten sonra dirilmeyi artık nasıl inkâr edebilirler? Ne yazık ki ünsiyet etmediği her şeyi inkâr, insanoğlunun tabiatındadır. Eğer o yılanı yüzüstü ve hem de sür’atle yürür görmese, ayaklardan başka şey üzerinde yürümeyi kabul etmezdi. Hatta insan, dünyayı görmeden, dünyadaki acayip haller ona anlatılsa, onları bile çoktan inkâra kalkardı. Şu halde, din gününü yakînen tasdik etmemek, bu kavramı anlamaktaki noksanlıktan ileri gelmektedir. Görünmediğinden dolayı, din gününe inanmayanlar, ilim adına cehâlet gösterenlerdir. “Âhiret yurdu, sakınan muttakîler için daha hayırlıdır, siz hiç düşünmüyor musunuz?” 3529
Dünya, ne seçim ne de geçim dünyasıdır müslüman için; dünya kulluk/ibâdet dünyasıdır, imtihan dünyasıdır. Sınav esnâsında oyuna dalan, gülüp eğlenen kimsenin imtihanda başarı şansı ne kadar olabilir? Gençler, üniversite imtihanına verdikleri önemi, esas sınava, büyük imtihana verseler, din günü bilinci nasıl hayata yansırmış, görürdük. Orta yaşlılar, yakın gelecekleri için hazırlayıp biriktirdiklerini, esas istikbâl için yatırıma dönüştürseler, örnek müslümanların sayısı nasıl artardı! “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına
3527] 6/En'âm, 29
3528] 36/Yâsin, 77
3529] 6/En'am, 32; Y. Çiçek, F. Yıldız, a.g.e. s. 65
DİN GÜNÜ
- 861 -
baksın. Allah’tan korkun. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”3530 Mücâdelenin, cihadın, şehâdetin olmadığı yerde din günü bilinci yeterince yok demektir. Ana vatanımız, baba diyarımız Cennet olduğuna göre, biz memleketimizde gerekli ihtiyacımızı karşılamak için bu diyarda gurbete çıkmış durumdayız. Orada lâzım olan azığı unutup, buradaki görevimizi ihmal etmek ve buralarda oyuncaklarla oyalanmak ne kadar mantıklılıktır?
Din günü yakında gelecek;
Hesaba çekilmezden önce
Kendini hesaba çek!
Ne mutlu, din günü bilincine sahip, ölüme ve ölüm ötesi hesaba hazır olan ve ölümden korkmayan, ölümle dostluk kurabilen canlı şehidlere!
3530] 59/Haşr, 18
- 862 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Din Günüyle İlgili Âyet-i Kerimeler
Din Günü Anlamındaki Yevmu’d-Dîn İfâdesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 13 Yerde:) 1/Fâtiha, 4; 15/Hıcr, 35; 26/Şuarâ, 82; 37/Sâffât, 20; 38/Sâd, 78; 51/Zâriyât, 12; 56/Vâkıa, 56; 70/Meâric, 26; 74/Müddessir, 46; 82/İnfitâr, 15, 17, 18; 83/Mutaffifîn, 11.
Din Günü Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
Âhirete İman: Bakara, 4, 46, 62, 123, 177; Âl-i İmran, 9, 25; En’am, 113; A’raf,147; Tevbe, 18-19, 44; Yunus, 45; Nahl, 22; Kehf, 110; Neml, 3; Lokman, 4; Şura, 7; Mearic, 2, 26.
Dünya, Âhiretin Tarlasıdır: Şura, 20
Kıyâmet Alametleri: Neml, 82; Sebe’, 14; Duhan, 9-14; Kıyame, 7-9; Kehf, 92-97; Enbiya, 96-97; Zuhruf, 61; Muhammed, 18.
Kıyâmetin Kopma Zamanı Bilinemez: A’raf, 187-188, Hud, 104; Nahl, 77; Enbiya, 1
Kıyâmetin Kopması ve Tekrar Dirilmenin Dehşeti: İsra, 58; Kehf, 47; Ta-Ha, 105-108; Enbiya, 104; Hacc, 1-2; Nur, 37; Neml, 88; Tur, 9-10; Mürselat, 8-10...
İlk Defa Yaratan Kudret, Tekrar Diriltecektir: İsra, 49-52; Meryem, 66-67; Hacc, 5; Mü’minun, 84-85; Rum, 19; Vakıa, 57, 62; Kıyame, 37-40; İnsan, 28; Naziat, 27...
Dirilmeyi İnkâr: En’am, 2, 29-31; Yunus, 7-8; Hud, 7; Ra’d, 5; Nahl, 38; İsra, 49-52; Meryem, 66-67; Mü’minun, 81-83; Yasin, 78-79; Saffat, 16-18; Vakıa, 47-50, 57, 60-62, 83-87; Teğabün, 7; Kıyame, 3-6; İnsan, 27-28; Naziat, 10-14...
Kıyâmet Gününün Tek Hâkimi Allah’tır: Fâtiha, 4; En’am, 73; Ta-ha, 111; Hacc, 56; Furkan, 26; Zümer, 67; Mü’min, 16; Nebe’, 37; İnfitar, 19.
Din Günüyle İlgili Bazı Hadis-i Şerif Kaynakları
Buhari, Cihad 94, 95, 96, Menakıb, 7, 25, Fiten 23, 24, İstiabe 8, Rikak, 35, 39, İlm 2
Müslim, fiten 9, 17, 18, 34, 42, 62, 78, 79, İman 234, 248,
Ebu Dâvud, Melahim 9, 12, 16
Tirmizi, Fiten 19, 35, 39, 40, 42, 43, 56,
Nesai, Cihad 42
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Hadislerle Kur’an Tefsiri, İbni Kesir, Akçağ Y. C. 2, s. 90-93
2. Tefsir-i Kebir, Fahreddin Razi, c.1, s. 329-337
3. Hak Dini Kur’an Dili, Muhammed Hamdi Yazır, Eser Y. c. 1, s. 81-95
4. Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c.1, s. 68-69
5. Fi Zılali’l- Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 40-42
6. Din Günü İbadet, Yakup Çiçek, Fahreddin Yıldız, Bir Y. s. 9-65
7. İman Risalesi, Mustafa İslamoğlu, Denge Y. 285-297
8. Kur’ani Araştırmalar, Murteza Mutahhari, Tuba Y. s. 115-118
9. Fâtiha Tefsiri, Azad, Bir Y. s. 161-170
10. İslam Ansiklopedisi, Şamil Y. C. 1s. 401 , C. 4 s. 133-134
11. Kur’an’da Tevhid, Mehmet Kubat, Şafak Y. s. 197-204
12. Kur’an’da Tevhid Eğitimi, Abdullah Özbek, Esra Y. s. 26-28
13. Kur’an’da Uluhiyet, Suad Yıldırım, Kayıhan Y. s. 127-133; 232-233; 258
14. Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 151-155
15. Haşir Risalesi, Said Nursi, Med-Zehra Y.
16. Sorularla Fâtiha Sûresi, Zabit Ali Durmuş, Ali İçipak, YendaY. S. 121-132
17. Fâtiha Üzerine Mülahazalar, Hikmet Işık, Nil Y. S. 160-170
18. Esmaü’l-Hüsna, Ali Osman Tatlısu, Yağmur Y. s. 212-214
19. İlk Mesajlar, M. Ali Baltaşı, Birleşik Y. s. 22-25
20. İslam ve Sosyal Değişim, 36-39, 82
21. İslam -Temel İlkeler- Ali Ünal, Beyan Y. s. 121-136
22. Âhiret Bilinci, Hüseyin Özhazar, Bengisu Y.
23. Âhiret Bilinci, Hasan Eker, Denge Y.
DİN GÜNÜ
- 863 -
24. İnanç ve Amelde Kur’ani Kavramlar, Muhammed El-Behiy, Yöneliş Y. s. 191-199
25. Esenlik Yurdunun Çağrısı, Celaleddin Vatandaş, Pınar Y. s. 144-148
26. Fâtiha Sûresi ve Türkçe Namaz, Sait Şimşek, Beyan Y. s. 47-50
27. Esmaü’l-Hüsna, Afifüddin Süleyman Tilmsani, İnsan Y. s. 8-18
28. İtikat Üzerine, İhsan Eliaçık, Şafak Y. s. 115-119
29. Kıyâmet Günü, Hârun Yahya, Vural Y.
30. Ölüm, Kıyâmet, Cehennem, Hârun Yahya, Vural Y.

 

 

 
Okunma 1204 kez
Bu kategorideki diğerleri: « DİN DOĞRULUK / SIDK »