Cumartesi, 06 Şubat 2021 09:30

Koca bir Yalan! Cinlerin İnsana Musallat Olması

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(1 Oylayın)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

KOCA BİR YALAN!
CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
AHMED KALKAN
KOCA BİR YALAN
CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
Ma’ruf Yayınları: 53
Ahmed Kalkan: 6
Editör
Asım Şensaltık
Kapak
Asım Şensaltık
Tashih
Ahmed Kalkan
Mizanpaj
Asım Şensaltık
ISBN: 978-605-84022-8-7
Yayıncı Sertifika No: 45372
1. BASKI
Akademi Bas. Yay. Org. Matbaacılık
Turizm ve Tem. Hiz.San. Tic. Ltd. Şti.
Davutpaşa Cd. Güven San.Sitesi
C Blok No: 230 Topkapı/İstanbul
Tel: 0212 493 24 67 / 68 / 69
Sertifika No: 47610
EKİM 2020
KALEMDER (Satış & Dağıtım)
İstiklal Mh. Doğruyol Sk. No: 17
Ümraniye/İSTANBUL
0554 542 28 10
www.kalemder.org.tr
KİTAPBİLİR (Satış & Dağıtım)
Soğuksu Mh. Şehit Mesut Birinci Cd. No:119
Canik/SAMSUN
0545 585 16 06
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
www.kitapbilir.com
İnsanlara karşı ticarî amaç güdülmeyen bu eserin hiçbir hakkı mahfuz değildir. Kâr gayesi güdülmemek şartıyla dileyen dilediği şekilde, tümünü veya bir kısmını çoğaltabilir, korsan baskı yapabilir, dağıtabilir, iktibas edebilir, kitabın ve yazarın ismini vererek veya vermeyerek kopye edebilir, mesaj amaçlı kullanabilir. Yazarın hiçbir telif hakkı sözkonusu değildir, şimdi ve sonra bir hak talep etmeyecektir. İlim, insanlığın ortak malıdır. Ve ilim Allah için kullanılınca insana fayda sağlar. Yararlanacak herkese helâl olsun.

بسم الله الرحمن الرحيم
الحمد لله والصلاة والسلام على رسوله
~ 4~
İÇİNDEKİLER
Önsöz..........................................................................................................................7
1. Bölüm
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
Cinlerin İnsanın İçine Girip Musallat Olabileceği Yalanı......................12
Sultan ve Tasallut Kelimelerinin Anlamı.....................................................18
Kur’an’da “Sultan” Kelimesi...............................................................................23
Allah, Mükerrem Şekilde Yarattığı İnsana
Cinlerin Musallat Olmasına Yönelik İzin Vermez.....................................26
Rukyecilere Göre Cinler ve İnsanlara Musallat Olması.........................31
Cinler Fiziki Hastalıklara Sebep Olabiliyorlar mı?.................................. 35
Cinlerin İnsanlara Verdikleri Psikolojik Rahatsızlıklar Nelerdir?....36
Şeytan, Mescidde İnsanlara Musallat Olur mu?........................................38
Kur’ân-ı Kerim’de Cinlerin
İnsan Çarpma Olayına Delil Var mıdır?........................................................39
Cinlerin İnsana Musallat Olduğu İddiası veRukyecilerin
Cin Çıkarttığını Söylemeleriyle İlgili Rukyecilere 20 Soru...................40
Bir Cinin mi, Yoksa İçdünyanızın mı Tutsağısınız?..................................51
Cin Çarpması mı, Çoklu Kişilik Bozukluğu mu?........................................56
Halkın Cin Zannettiği Şey, Aslında…..............................................................57
Korkunç Gülüşler, Küfürler, Tehditler…........................................................57
Cin Musallat Olmuyor, Kişi Hipnoza Giriyor...............................................59
Bu Tür Hastalar Nasıl Düzelir?........................................................................60
Şeytan Çarpmış Gibi Kalkmak..........................................................................61
Şeytanın Kabirden Kalkarken Fâiz Yiyenleri Çarpması.........................65
Sâra (Epilepsi) Bir Hastalıktır, Cinlerle Bir Alâkası Yoktur!................75
Sâranın Tıbbî Hastalık Olduğu Bilinmediği Zamanlardaki
Müfessirlerin Görüşleri.......................................................................................78
İnsan Bedenine Cin Girmesi ve Cin Çıkarılması ile
İlgili Kur’an Ne Diyor?..........................................................................................82
İnsanlara Musallat Olan Cinleri Çıkardığını İddia Edenler!
Haydi, İşbaşına! Korona İnsanlara Musallat Oldu....................................88
Cin Çarpmaz, Ama Cinci Çarpar!.....................................................................89
Bir Rukyeciyle Hâtıram.......................................................................................93
~ 5~
ÖNSÖZ
Klasik Cinciler Gibi Düşünen F. Gülen’den “Cinlerin Zararları”..........96
Şeytan İnsanlara Zarar verebilir mi? Verirse Nasıl Verir?....................108
Allah’tan Başkası Fayda veya Zarar Verecek, Öyle mi?...........................111
Şeytanın Zarar Veremeyeceği Kimseler........................................................116
Allah’tan Korkanlar, Cinlerden ve Cincilerden Korkmazlar!...............117
Şirk, Bütün Yanlış Korkuların Kaynağıdır ..................................................119
Fetişizm; Büyü ve Korku Dini...........................................................................126
Melek, Cin, Şeytan Gibi Rûhânî Varlıkları Allah’a
Şirk/Ortak Koşanlar............................................................................................. 134
2. Bölüm
CİN DEDİĞİMİZ DOĞRU ŞEKİLDE BİLİP TANIMADIĞIMIZ VARLIK
Eksik ve Yanlış Bilgilerin Gölgesinde; Cinler Nedir, Ne Değildir?.....142
Cin Kelimesinin Lügat ve Terim Anlamı...................................................... 142
Cinler ve Özellikleri..............................................................................................142
Cin; Mâhiyeti ve Hakkındaki İstismarlar, Yanlış Kabuller.....................143
Kur’an Cinleri Bize Nasıl Tanıtıyor?...............................................................147
Hadis-i Şeriflerde Cin Kavramı........................................................................154
Cinlerin Varlığının Delilleri...............................................................................158
Cin ve Şeytanın Varlığı Akla Ters Değildir...................................................160
Bazı Hadislerde “Cin” Kelimesi “Mikrop ve Virüs”
Anlamında Kullanılmıştır ..................................................................................166
Cin Kelimesi, Kur’an’da Yabancı (Tanınmayan)
İnsan Anlamında Kullanılır mı?.......................................................................171
Cinlerin Azığı...........................................................................................................172
Hadislerde “Cin” Diye Zikredilen Mikrobun,
(Korona) Virüsün Mâcerâsı...............................................................................176
Mikropları ve Karantinayı Dünyaya İlk Olarak Rasûlullah Tanıttı....176
Rasûlullah’ın Emrine Uyulsaydı,
Korona Virüs Çıktığı Yerde Yok Edilecekti..................................................178
Vee Kur’an’ın Temizlik Konusundaki Emirlerine Uyulsaydı,
Bu Virüs, Ortaya Çık(a)mazdı...........................................................................179
Bu Virüs, Mü’minlere Rahmet Olabilir mi?.................................................179
Cinler Bir Eşyayı Tahrip Edebilir veya Yerini Değiştirebilir mi?........180
Gaybı Bilme İddiası...............................................................................................188
Mutlak Gaybı Allah’tan Başka Kimse Bilemez...........................................189
Cinler Kaybolan ya da Çalınan Şeyleri Bilebilir mi?................................191
~ 6~
AHMED KALKAN
Cinlerin Şekil Değiştirmesi (Farklı Hayvan Şeklinde Görünmesi)....194
Rukyecilere Göre Cinlerin Görünme ve Konuşma Şekilleri.................211
Cinlerin İnsanlara Görünmesi..........................................................................213
Cinlerin İnsanların Emrine Girmesi Mümkün müdür?.........................217
Cinlere İnsandan Peygamber Olur mu?.......................................................221
Cinlerle Evlenmek.................................................................................................227
Cinler, Vahye Müdâhale Edebilir mi?
Garanik Olayı Gerçekleşmiş midir?................................................................233
Cinler Hastalıklara Sebep Olabilir mi?.........................................................235
İfrît...............................................................................................................................255
Peri...............................................................................................................................259
Gûl ve Gûlyabanîler...............................................................................................260
Cinlerle İlgili Son Söz........................................................................................... 266
~ 7~
ÖNSÖZ
ÖNSÖZ
Bismillâhirrahmânirrahıym
Kur’an’da cinlerden nasıl bahsediliyorsa, müslümanlar olarak
biz de o şekilde inanmak zorundayız. Sahih hadislerde nasıl
açıklama yapılmış ve neyin hükmüne şirk denilmişse, o sözleri
baş tacı yaparız. Bunun yanında, cinleri istismar konusu edip insanların
ümitleriyle ve paralarıyla oynayan kişilere de tavır alırız.
Cinlere iman ediyoruz, ama cincilere değil. Cinlere iman ederiz,
ama cinlerin sırtından insanları kandıranlara değil. Kur’an-ı
Kerîm’de, Hz. Süleyman’la ilgili anlatılanlar dışında, cinlerin insanlarla
ilişki kurduğuna, cinlerin insanlar üzerinde veya insanların
cinler üzerinde etkili olduğuna, cinci, büyücü gibi bazı kişilerin
cinlerin etkisini önlediklerine dair hiçbir bilgi yoktur.
Allah’a iman eden bir insanın cinlerin herhangi bir kötülük
yapmasından veya zarar vermesinden korkmaması gerekir.1
Cinlerin musallat olması denilen şey, aslında bu konuyu bahane
ederek insanları cin hayalleriyle perişanlığa iten çıkarcı insanların
uydurduklarıdır. Bu hayallere kapılarak cinlerden kurtulmak
için birtakım insanlara sığınanlar, başlarına sarılmış belâyı artırmaktan
başka bir şey yapmazlar.2 Yani, cinlerin musallat olması
yoktur, ama cinleri bahane ederek insanları sömürenlerin
musallat olması vardır. Kur’an, işte bu ikinci musallat olmaktan
korunmamızı istiyor.3 Küfür kabul edilen büyü yapmayı, daha
doğrusu, büyünün etkili olacağı anlayışıyla insanları kandırmayı
uygun görmeyenler, yapılan büyüyü bozan, insan içinden cin çıkaran,
rukye yapan, muska yazan görüntüleriyle yaptıkları üfürükçülüğü
halka benimsetmeye çalışıyor.
İnsanın içine cin filan girmez, cinler Allah’ın kullarına musallat
olamaz.4 Musallat olamayan, içimize girme gücü olma-
1 72/Cinn, 13
2 Bk. 72/Cinn, 6
3 113/Felak, 4
4 17/İsrâ, 65
~ 8~
AHMED KALKAN
yan dıştaki şeytan veya cinler değil esas bizi zorlayacak olan.
İçimizdeki şeytan asıl önemli olan. Sen, ben, nefsimizin hevâsı,
arzusu. İnsan olarak biz şeytanlaşırsak, şeytan ile iş birliği yaparsak
esas problem burada. Bir adı tâğut olan yönetici şeytanlardan,
bir adı Amerika olan, İsrail olan şeytanlardan esas sakınmamız
gerekiyor. Öteki şeytan ne yapabilir ki... Küçük görmüyoruz
ama gözümüzde büyütmüyoruz da. Beriki şeytanlar bakın
neler yapıyor Suriye’de, Filistin’de, dünyanın her tarafında? Şeytanizyon
diye bir şey var evlerimizde, esas onlardan Allah’a sığınmak
lâzım. Batılılar magic box yani büyülü kutu diyor. Yani,
büyüler, büyücüler evimizde. Öteki şeytanın nedir ki gücü? “Şeytanın
hilesi çok zayıftır.”5 Cinlerden olan şeytan ne halt edebilir?
O’nun pabucu çoktan dama atıldı. Şeytanlar, modası geçmiş
klasik yöntemleri kaçıncı defa tekrar tekrar uygularken; insan
şeytanları neler icat ettiler, neler! Telefonlar, internetler, televizyonlar,
kutsallaştırılan devletler, çeşitli silahlar, makineler, robotlar,
daha neler neler. Esas sihir burada, esas şeytanlık burada.
Dolayısıyla cinlerin, şeytanların çarpması, çırpması, insanın
içine girmesi, musallat olması söz konusu değil. Adamı saatlerce
dövüyorlar şeytan/cin çıkartmak için. Bu dayağı yiyen kim
olsa ‘çıktı, çıktı’ diyecek tabii, sabaha kadar dayak yemektense.
Başka girilecek bir yer yok da burnunun deliğinden şeytan senin
içine girecek, vücudunun içinde nerede ne yapacaksa… Ne işi
var orada? Dışarıdan yapacağını yapamıyor da mı içine giriyor,
tuhaf tuhaf şeyler. Bir motoru, bir makineyi bozmak isteyen; motorun,
makinenin içine mi girmeye kalkar? Allah, cinlere mekân
olarak insanın içini mi göstermiş? Dünyanın onca güzellikleri
içinde insan vücudunun içi; kanlar, bozulmuş gıdalar, dışarı atılması
gereken pislikler içinde yaşamayı çok mu seviyor bu cinler?
Hani cinler bizim boyutumuzdan farklı boyutlarda yaşayan,
en zararlıları bize sadece vesvese veren bizim dışımızda varlıklardı?
Korkma, rahat ol, içinde cin-min yok; ama cep telefonu
tutsaklığı, top sevgisi, dizi tutkusu, sanatçı hayranlığı, para arzusu
insanın gerçekten içinde. Yiyip bitiriyor içeriden insanı. Cinler
musallat olmaz; ama moda musallat olur, ideolojiler musallat
5 4/Nisâ, 76
~ 9~
ÖNSÖZ
olur, geçim ve seçim musallat olur, devlet her şeyiyle her şekilde
musallat olur. Esas onlardan sakın. Gerçek şeytanı unutma, ama
insî şeytanlardan, insanların yaptığı şeytanlıklardan şeytan bile
Allah’a sığınıyordur, esas onu unutma!
Cin hezeyanlarıyla rahatsız olup dengeyi bozmaktan kurtulmanın
en güvenli yolu, sağlam bilgi ve sağlam inançtan geçer. Bu
yolun yerine; üfürük, muska ve tılsım yolunu seçenlerse belâdan
kurtulamazlar. Kur’ân-ı Kerim, üfürükçülerin şerrinden Allah’a
sığınmamızı emrederken, insanlar bunlardan medet umuyor,
kendilerinden sığınılması gerekenlere sığınıyor.
Bu üç kitaplık seride, eğer Kur’an’a ve sahih sünnete ters
düşen bir cümleye şahit olursanız, yazara ulaştırdığınızda sadece
duâ ve hüsn-i kabul ile karşılaşırsınız. Kur’an’a ve Sünnete ters
düşen bir şey yoksa, o zaman niyetler, usûl ve yorumlar devreye
girecek, mümkün şeytana da malzeme çıkabilecektir.
Üç kitaplık serinin ikinci kitabının sayfalarını açmış durumdasınız.
Serinin ilk kitabı: “Rukyecilik ve Muskacılık” Üçüncüsü
de: “Büyü ve Şeytan” Her türlü şeytanî düşünce ve işlerden
Allah’a sığınır, rukye adıyla yapılan üfürükçülükten, büyüden,
büyü bozma ve cin çıkarma adına yapılan şirk unsurlarından bu
rukyeci geçinen üfürükçülerin de kurtulup uzaklaşmalarını tavsiye
edip Rabbimizden dileriz.
Ahmed KALKAN
Eylül 2020, Ümraniye
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
ithaf
Canlı Kur’an olmaya çalışıp toplumu Kur’an’la canlandırmaya
gayret eden ve tağutlara karşı Kur’an’la müceeleyi
bayraklaştıran her yaştan muvahhid gençlere...
Doğru okuyup doğru anlayan, dosdoğru yaşayıp insanları
doğrultmaya çalışan Kur’an dostlarına...
Ümmetin ihyasının vahdet içinde yaniden Kur’an’a dönüşle
mümkün olduğunu kavrayıp nebevi usûlle Kur’an ve
tevhid eksenli dersler ve cemaat çalışması yapan tavizsiz
dâvetçilere, her yaştan genç dâvâ erlerine...
Bölüm 1
CINLER İNSANLARA MUSALLAT OLABILIR MI?
AHMED KALKAN
~ 12~
CINLERIN İNSANIN İÇINE GIRIP MUSALLAT
OLABILECEĞI YALANI
Bazı yalanlar vardır, yalanlayanlar yeterli sayıda ve yeterli
şekilde ortaya çıkıp yeterli şekilde mücadele etmeyince,
ispatlanmış delili olan doğrudan daha doğru kabul edilmeye
başlanır. Kur’an’ın “atalar yolu” dediği hurâfeler, bâtıl
inançlar ve bid’atler buna örnektir.
Uzay dâhil, dünyanın her tarafına kısa zamanda gidip istediği
yerde yaşama özgürlüğünde olan cinler, onca güzel
yerler var iken, cinlerin insan vücudunun içine girip gıda
artıklarının ve atıklarının, kanların, değişik kimyasal karışımların
ve ortaya çıkan çok farklı sıvıların içinde yaşamayı
tercih eden cin, eğer gerçekten böyle bir tercihi yapıyorsa,
o cinde insana zarar verecek kadar bile aklın olmadığı
anlaşılır. İnsana musallat olmaya kalkan cin, kendisi insanın
içinde hapis hayatı yaşayarak aslında kendisini tasallut
altında bırakıp insanın musallatı altına girmiş olmaz mı?
Aylarca, yıllarca kendisini başka şeylerden nasıl soyutlayacak,
gıda, aile hayatı ve birçok ihtiyaçlarını insan bedeninin
içinde nasıl karşılayacak? İnsan bedeni içinde yiyecek
bulsa bile, tuvalet ihtiyacını nasıl karşılayacak? Onlar insan
vücudunu zehirlemeyecek mi? İnsan vücudunun içinde nasıl
nefes alacak, oksijene mi neye ihtiyacı varsa onu nasıl
temin edecek? Vücudun içinde uslu çocuklar gibi varlığını
hissettirmeden yaşamasını sürdürecek. Ve insan bedeni,
içindeki cini hissetmeyecek… Taa bir rukyeci bulunup
onun bazen haftalarca süren seanslarına katılıncaya kadar
iki kişi bir bedende yaşamaya devam edecekler…
Niye insanın içine girme ihtiyacı hissetsin ki cin? İnsanı
kontrol edecekse, onu istediği gibi yönetip yönlendirecekse,
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 13~
bu durum, cinin insanın midesine, böbreğine, damarlarına
yerleşmesini mi gerektirir? İnsanın iç organlarında mı onun
direksiyonu? İnsana vereceği zararın Kur’an’da sadece vesvese
ile sınırlı olduğu bildirildiğine göre, bunun için insanın
içine girmesi gerekmediği halde, niye insan bedeninin
içine girmeyi tercih ediyor? Durup dururken bir insana girmezmiş
bu cin. Ya nasıl girermiş? Biri büyü yaparmış, o büyünün
etkisiyle cin büyü yapılan insana musallat olurmuş.
Peki, Kur’an büyünün hayalden ibaret, göz boyama ve halüsinasyondan
ibaret olduğunu, büyüyü Allah’ın iptal edip
bozacağını, büyücülerin başarılı olamayacağını belirtmesi
bir hakikat olduğuna göre, tesiri olmayan ve insan kandırmaya
yarayan uyduruk bir büyü, kendi halinde yaşayan bir
cin’i insan vücuduna nasıl sokuyor? Yapılan büyü, cinin çirkin
ve rahat olmayan yerde yaşama mecburiyeti vererek
cin aleyhine mi yapılıyor? Çok rahat olduğu için mi insan
vücudundan çıkmayı istemiyor? Cini çıkarmak için yapılan
uygulamalar nereden alınmış? Allah mı öğretmiş, Rasul
mü rukyecilerin yaptığı şekilde cin çıkarmış? Eğer bu iddia
varsa, Buhârî, Müslim gibi hadis kitaplarında niye bahsedilmez?
Peygamberimiz böyle cin çıkarma seansları tertip
etmediyse, nasıl sünnete göre rukye, Nebevî rukye, Kur’anî
rukye, Kur’an rukyesi diye ad vermekten çekinmezler?
Kur’an’da hangi âyet, cinlerin insana musallat olabileceğini
belirtiyor, ama musallat olamayacağını belirten âyetler var.
Allah, kendi yarattıklarını en iyi bilen değil midir?
Kur’an, şeytanın (kâfir cinlerin) hilesi zayıftır diyor.
Hâlbuki, insanın içine girip insan vücudunu tümüyle işgal
edip ele geçirerek insanı tümüyle egemenliği altına aldığı
iddia edilen cinin hilesi, tuzağı kuvvetli olmuş olmaz mı?
İnsanın vücuduna giriş yapabileceği deliklerden hangisini
tercih ediyor cin? Birini tercih ettiği söylenecekse ki, öyle
AHMED KALKAN
~ 14~
söyleniyor; o zaman bedeni var; bir ışın gibi cisme tümüyle
nüfuz etmiyor. Ebatı ne kadar? Küçük bir böcek kadar
mı, karınca büyüklüğünde mi? Daha mı küçük? Karıncadan
daha büyük ise, insan vücudunda nasıl rahat durabiliyor?
Karıncadan daha küçük ise, koca insanı bu küçücük böcekten
mi korkutuyorsunuz? Ve bu küçük böcek mi insana musallat
olacak her istediğini yaptıracak? Daha büyük ise, insanın
burnundan nasıl sığıyor girmek ve çıkmak için? Yok,
duvarın içinden geçebilecek şekilde ise, niye insanın burun
gibi deliklerinden girmek zorunda? Ve ışın gibi varlığı bir
yerden çıkarmanın ne anlamı olur o zaman? Az sonra bir
daha, bir daha girer.
Koca insanla evlendiği söylenen, bu karıncadan küçük
varlık mı? Cismi yok ise, ışın gibi ise bu evlilik de ne demek
olur? O zaman devekuşunun da babası deve, anası
kuş. Hollywood filmlerinde insanın göğsünden çıkan canavar
gibi şeyin aynısı olmasın bu cin? Bazen dev, bazen Guliver’in
küçük adamı mı yoksa? Yakalarsam sosyete semtlerine
göndereceğim. Oralara hiç gitmiyor, hep gariban, fazla
okumayan, kültürü belirli seviyede olan adamları ve çoğu
örtülü hanımları, çocukları tercih ediyor, neden? Büyüyüp
küçülüyorsa, küçüldüğünde ayağımızın altında nasıl ezilmiyor?
Kuvvetli şekilde hapşırdığınızda içinizdeki cin de
pat diye aşağıya düşüyormuş. Her zaman mı o kadar, yoksa
küçüldüğünde mi o kadar oluyor? Eğer bedeni varsa, bedeniyle
insan vücudunda nasıl rahat edecek, bedensiz ise,
niye ağız-burun gibi yerlerden girsin? Bu cinler vücuduna
girdiği insanın lisanını ne çabuk öğreniyorlar? Her dili
çok kısa zamanda öğreniyorsa, bunlardan iyi yabancı dil
hocası olur. İyi de cin Türkçe’yi iyi biliyorsa rukyeci, niye
Arapça uhruc, uhruc diye bağırıyor? Kendisinin Arapça
bildiğini ispatlamak için mi? Yoksa, cin “çık!” kelimesini
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 15~
ezberlememiş, onu anlamıyor mu? Bu cin çıkarma showlarına
mı inanalım, Kur’an’ın bu konuda verdiği bilgilere mi?
Çıkmamakta direnen cini çıkmaya zorlamak için niye
hasta insanı dövüyorlar? İnsan dayak yiyince acısını cin
mi tadıyor? İnsanın sırtı, kolu, bacağı acıyınca cin o insanı
sevdiği veya acıdığı için insafa mı geliyor da aman adamı
dövmeyin, ben çıkacağım diyor? Rukyeciler bu cin çıkarma
icraatı yaparken onlara İslâm’ı tebliğ ediyorlar. Üç beş
cümleden sonra bazıları “iman ettik” diyorlar, İslâm’ı çok
kolay kabul ediveriyorlar. Peki, insan vücuduna girmeyen
cinlerin hidayetine niye çalışmıyor bu rukyeciler? Bir de
insan vücudundan çıkmak istemeyen inatçı cinler var. Bunları
rukyeciler bir-iki tehditten sonra yakıp öldürüyorlar,
daha doğrusu öldürdüklerini iddia ediyorlar katil rukyeciler.
Bedenden çıkmadığı için öldürüldüğüne göre, ölü cin
insanın içinde mi kalıyor? Ölü cinin insan vücuduna zararı
olmuyor mu? Cenaze töreni ve onlar için kabir hayatı, insan
vücudunda mı oluyor? Rukyeci cini yaktığında daha başka
cinlerin oraya gelmesine mi sebep oluyor? Öldürülen cinin
yakın akrabaları o rukyeciye bir zarar vermiyorlar, intikam
almak istemiyorlar da teşekkür mü ediyorlar? Kur’an âyetleri
okuyarak cinler öldürülebilir mi? Bu cinleri öldürebilenler,
hadislerde cin diye belirtilen virüsleri, meselâ korona
virüsü niye öldüremiyorlar? Cin öldürmek dinen câiz
mi? Delili ne? Hangi hallerde öldürülebilir cinler? Bu kadar
kolay müslüman olan veya bu kadar kolay öldürülebilin
cinler nasıl insan vücuduna girip insanı oyuncak edinebiliyor?
Yeryüzünün halifesi cinler mi? Cinler insanlardan
daha mı üstün, kim kime hâkimiyet kurabilecek şekilde ve
ahsen-i takvim (en güzel kıvamda) yaratılmış?
AHMED KALKAN
~ 16~
Bu tür soruları çoğaltmak mümkün. Ama iknâ edici tarzda
bunların cevabını rukyecilerin vermesini bekliyorsanız,
cehennemden de saraylar, köşkler bekleyebilirsiniz.
Hastanın halüsinasyonlarına, kendi yaptıkları telkinlere,
hipnozlara “cin musallatı”, “cinler bu kimseye musallat
olmuş” diyerek insanları kandırıp onları maddî ve mânevî
yönden istismar edenler, bir de bunu rukyecilik adına sünnet
ve dinin tavsiyesi gibi gösterenler cinayet gibi büyük
suç işlemektedir. Yalandır, halkı kandıran ve etkisi çok geniş
büyük bir yalandır bu; bundan daha fecîsi, bu yalanın din
kullanılarak söylenmesi, bu yalana dinin âlet edilmesidir.
Tıp bilgisi halk düzeyinde olan, beyni ve beynin hastalıklarını
hiç bilmeyen, şizofrenleri cin çarpmış, içine cin girip
musallat olmuş diye tanıtıp şizofren hastayı da, cinlerin
kendi isteğiyle cinlerle dostluk yapan müşriklerin irâdelerini
kullanarak cinle ilişkilerini konu dışı yaparsak; Allah’ın
hiçbir kuluna musallat olamayacakları, hele tevekkül sahibi
bir müslümana musallat olamayacağını da bilmeyen, cin
konusunda doğru olmayan bilgileri ilim diye takdim eden,
hasta psikolojisiyle tutanacak dal arayanlara umut olarak
gözüküp sonra onları sukut-ı hayâle uğratmakta bir sakınca
görmeyen cinciler… Rukyecilik adıyla cincilik yapanlar…
dünyada bile genellikle iki yakanız bir araya gelmiyor; ya
âhiretiniz ne olur, hiç düşünmüyor musunuz?
Kur’an, “Şeytanı dost kabul edip onun gönüllü askeri
durumunda olan müşrikler, kendi tercihleriyle ilişkileri dışında,
diğer insanlara cinler musallat olamaz” derken, bunun
tersini kim iddia ederse etsin, müslüman, Allah’ı tasdik
eder; O’nun hükmüne ters hiçbir görüşü kabul edemez.
“Bir mü’min erkek veya bir mü’mine kadının, Allah ve Rasûlü
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 17~
bir emir ve hüküm verdiğinde artık işlerinde bundan başkasını
seçme hakları olamaz. Allah’ın ve Rasûlünün emrine itaat
etmeyenler doğru yoldan açıkça sapmışlardır.”1
Bu konuyla ilgili âyetleri hatırlatayım: “Şüphesiz, kullarım
üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin, tasallutun olmayacaktır.
Vekil olarak Rabbin yeter!”2; “Kullarımın üzerinde
senin bir nüfuzun, musallatlığın olamaz. Ancak sana uyan
sapıklar bunun dışındadır.”3 “Doğrusu şeytanın iman edenler
ve yalnız Rablerine güvenenler üzerinde bir nüfuzu, musallat
olması yoktur.”4 Devamındaki âyette onların müşrikler
olduğu belirtilir: “Onun nüfûzu sadece, kendisini dost edinenler
ve Allah’a şirk/ortak koşanlar üzerindedir. (O, sadece
onları kandırabilir).”5
Bilindiği gibi; bu âyetlerde geçen “sultân” kelimesine,
mealler; “hâkimiyet, ağırlık, yaptırım gücü, nüfuzu, etkili
gücü, sulta, saltanat, musallat olma, etki, kandırmaya gücü,
etkin gücü” şeklinde anlam verirler.
“Gerçek şu ki; şeytanın, iman eden ve yalnız Rablerine tevekkül
eden kimseler üzerinde bir hâkimiyeti, musallat olması
yoktur.”6 Bu âyette bahsedilen şeytandır. Şeytan, cinlerin
en şerlilerinin adıdır. Şeytanın gücü bu ise, diğer cinlerin
daha büyük değildir.
Yine, şeytanın âhiretteki itirafı: “İş bitirilince şeytan da
diyecek ki: “Şüphesiz Allah, size gerçek olanı söz verdi. Ben
de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak
bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de
1 33/Ahzâb, 36
2 17/İsrâ, 65
3 15/Hıcr, 42
4 16/Nahl, 99
5 16/Nahl, 99-100
6 16/Nahl, 99
AHMED KALKAN
~ 18~
hemen bana geliverdiniz. O hâlde beni kınamayın, kendinizi
kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız.
Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah’a ortak koşmanızı
kabul etmemiştim. Şüphesiz, zâlimlere elem dolu bir
azap vardır.”7
SULTAN VE TASALLUT KELIMELERININ ANLAMI
Türkçede cinlerin insanın bedenine girip orada hâkimiyet
kurarak ona istediği gibi hükmetmesi, eziyet vermesi,
irâdesine yön vermesi gibi durumlara “cinin musallat olması”
denilir. Kur’an’da bu “musallat olma” kavramı, “sultân”
kavramıyla karşılanır. Aslında her iki kelime, kök itibarıyla
aynı kökten türemişlerdir. Her ikisi de “s-l-t” (sin, lâm, tı)
kökünden türemiştir. Yani, Kur’an’da şeytanın onlara yönelik
“sultanı” yok demesi, musallat olması yok demektir.
“Sultan” kelimesi: “Hâkimiyet, zorlayıcı güç, saltanat,
yönetme” anlamlarına gelir. Elmalılı Hamdi, Hıcr sûresi
42. âyetin tefsirini yaparken “sultan” kelimesini de şöyle
açıklar. “İnne ıbâdî”: Hakikaten kullarım “leyse leke aleyhim
sultânun” üzerine senin sultanın yoktur. Yani ne kavlen
ilzam edecek huccetin, ne fi’len tasallut ve tasarruf
edecek kudret u saltanatın yoktur. “İllâ men ittebeake mine’l-
ğâvîn”: Ancak, sana ittibâ eden azgınlar müstesnâ. Yani
ancak bunları sürükleyebilirsin. Fakat o da senin sultan ile
değil; onların ihtiyarlarını sûi isti’mal ederek sana uymaları,
arkana düşmeleri dolayısıyladır. Yoksa, muhlaslara (ihlâs
verilmiş kullara) tasallut edemediğin gibi diğerlerine
de edemezsin.”8
7 14/İbrâhim, 22
8 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Y., c. 5, s. 3065
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 19~
Kur’an’da hangi kelimenin hangi anlama geldiği konusunda
ilk akla gelen ve en önemli kaynak kabul edilen Müfredat’a
bakalım. O nasıl açıklıyor “sultan” kelimesini:
“Es-selâtah: Gâlip, üstün gelmeye, yenmeye, boyun eğdirmeye
veya hâkim olmaya muktedir olmak ya da muktedir
hale gelmek. Fiil olarak: “Onu, gâlip, üstün gelmeye,
yenmeye, boyun eğdirmeye veya hâkim olmaya muktedir
hale getirdim. O da buna muktedir hale geldi” anlamında.
“Sellattuhû” “feteselleta” şekillerinde kullanılır. Yüce Allah
şöyle buyurmuştur: “Velev şâallahu lesellatahum” (Allah dileseydi
onları size musallat ederdi.”9 Yine şöyle buyurmuştur:
“Ve lâkinnallahe yusellitu rusulehû alâ men yeşâ’ (Ama
Allah, peygamberlerini dilediği kimselere üstün kılar.)”10
“Sultan” adı da buradan hareketle verilmiştir. “sultânun”
sözcüğü “selâtatun” anlamında da kullanılır. Örneğin, “ve
men kutile mazlûmen fe kad cealnâ liveliyyihî sultânen…” /
“Ve her kim mazlum olarak katledilirse, onun velîsi için Biz
bir tasallut hakkı vermişizdir.”11; “İnnehû leyse lehû sultânun
alellezîne âmenû ve alâ rabbihim yetevekkelûn” / “Gerçek
şu ki o şeytanın, iman etmiş olanlar ve rablerine dayanıp
güvenenler üzerinde bir hâkimiyeti olamaz.”12; “İnnemâ
sultânuhû alellezîne yetevellevnehû / Şeytanın hâkimiyeti
ancak onu kendilerine velî edinenler ve onun yüzünden
müşrik olanlar üzerinde geçerlidir.”13; “Lâ tenfuzûne illâ bisultân
/ Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin sınırlarını
aşıp öteye geçebilirseniz haydi geçin! Ama (tarafımızdan
verilmiş) bir güç (sultân) olmadıkça geçemezsiniz.”14
9 4/Nisâ, 90
10 59 /Haşr, 6
11 17/İsrâ, 33
12 16/Nahl, 99
13 16/Nahl, 100
14 55/Rahmân, 33
AHMED KALKAN
~ 20~
Ayrıca, “sultân” sözcüğü “selâta sahibi olan kimse” için
de kullanılır ki, en çok bu anlamda kullanılır.
“Tasallut” gücüne sahip (yani gâlip, üstün gelmeye, yenmeye,
boyun eğdirmeye veya hâkim olmaya muktedir).15
Sultan kelimesinin mâzisi olan “selita”: Sert olmak, güç,
otorite, ispat, delil, inandırıcı delil.16
Kur’an, insan şeytanlarından da bahsediyor; şeytanların
insanlardan da olduğunu belirtiyor. Bir insan, nasıl başkasının
içine giremez ve ona musallat olamazsa, cinlerden
olan şeytanın da insanın içine girip ona musallat olması, bu
âyetlerden yola çıkarak düşünülemez. Cin ve insan şeytanları,
insanları Allah’tan uzaklaştırarak dünyayı ve günahları
faydalı ve güzel gösterip âhireti unutturmak için faaliyet
yaparlar. Bunu hangi yolla ve nasıl yaptıklarını Kur’an net
olarak bildiriyor: Vesvese. İnsanın içine girerek şeytanın
yapacağı bir şey yoktur. Cinler insan içine girebiliyorlarsa
veya birileri büyü yaparak bir cin’i insan içine girecek şekilde
onları yönlendirebiliyorsa makinelerin içine de, özel
bilgisayarların ve füzelerin içine de girebilirler veya birileri
büyü ile cinleri o hassas aygıtların içine yerleştirebilir.
İddia edildiği gibi insanın zihnini karıştırdığı ve düzenini
bozduğu gibi bilgisayarların da sistemlerini karıştırıp bozabilir.
İnsana güç yetirebilen, makinelere haydi haydi güç
yetirebilir. Böyle bir dünya düşünebiliyor musunuz? Nasıl
bir kaos olur? Dünya ve içindeki eşya, robotlar, çeşitli makineler
ve insanlar cinlerin oyuncağı olurdu. Cinlerin böyle
evrensel çapta fesat çıkarabilecek şekilde sünnetullahı
15 Râgıb el-İsfehânî, Müfredât, Pınar Y. s. 739-740
16 John Penrice, Kur’an Sözlüğü, İşaret Y., s. 151
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 21~
değiştirecek yetenekte kabul edilmesi, onları tanrılaştırmak
demektir. Şeytan dediğimiz kâfir cinlerin böyle gücü
olsaydı, şeytan her istediğini yapabilen bir tanrı seviyesinde
olur; Allah’ın dünyaya yerleştirdiği değişmez ve değiştirilemez
kanunları olan sünnetullah diye bir şey olmazdı.
“Şüphesiz, azgınlardan sana uyacak olanlar dışında,
kullarım üzerinde senin hâkimiyetin (sultan,
musallatlığın) olmayacaktır.”17 Yani, “Benim
kullarıma karşı senin bir gücün yoktur. Senin gücün
ancak sana uyan azgınlara yeter.” der. Peki,
şeytana uyan azgınların durumu nedir? Ona uyanlar,
cehennemliklerdir: “Kuşkusuz cehennem, o
sana uyanların tamamının buluşma yeri olacaktır.”
18 Şeytanın, Allah’ın hiçbir kulu üstünde bir
sultasının bulunmadığını, aksine onun hâkimiyetinin
(musallat olmasının) sadece azgınlara ve kendi
irade ve isteği ile ona uyanlara yönelik olduğunu,
bu uymanın da İblis’in zorlaması ile olmayacağını
bu âyetler19 bildiriyor.
Yine, benzer şekilde, Allah Teâlâ’nın İblis’in kıyâmet
günü, kendisine uyanlara söyleyeceğini haber verdiği şu
söz de aynı hakikati ifade eder: “Zaten benim sizin üzerinizde
hiçbir hükmüm ve nüfuzum (saltanatım ve musallat
olmam) yoktu. Yalnız, ben sizi çağırdım, siz de bana hemen
17 15/Hıcr, 42
18 15/Hıcr, 43
19 15/Hıcr, 42; 16/Nahl, 99
AHMED KALKAN
~ 22~
icâbet ettiniz.”20 Yüce Allah, kendisine samimi olarak ibâdet
eden ve emirlerini tutan kullarını şeytanın sultasına karşı
bizzat koruduğunu ve desteklediğini bildirerek, “Doğrusu o
benim kullarım yokmu, ey şeytan senin onlar üzerinde hiçbir
hâkimiyetin (musallat olman) yoktur. (Çünkü onlar için) vekil
olarak Rabbin yeter.”21 buyurur. Ebû Hüreyre’nin rivayet
ettiği şu hadis, aksine mü’minin şeytan üzerindeki hâkimiyetini
gösterir: “Sizden birisi yolculukta hayvanını nasıl istediği
gibi sürerse, mü’min de şeytanını öyle emri altında idare
eder.”22 Şeytanın insan üzerinde egemenliğinin olmaması,
sadece mü’minlere has değildir. İbrahim sûresi 22. âyete ve
İsrâ sûresi 65. âyete göre geneldir, bütün insanlık için sözkonusudur.
Yani şeytanın insana musallat olamaması, bütün
insanlar için geçerlidir. 23
İnsanın şeytanın egemenliğini kabul edip onun
emrine girmesi, kendi tercihiyle ilgilidir. Büyüyle
veya şeytanın öyle bir gücü olduğundan değildir. O
yüzden Kur’an insana şöyle hitap eder: “Ey Âdemoğulları!
Size şeytana tapmayın, çünkü o sizin
20 14/İbrahim, 22
21 17/İsrâ, 65
22 İbn Kesir, 4/327. Fakat, bu son âyetin sonundaki “Vekil olarak Rabbin yeter” ifadesi,
mü’minin bu hâkimiyetinin ancak Allah sayesinde olduğunu gösterir. Çünkü eğer insanın
şeytana rağmen hakka yönelip bâtıldan kaçması kendi gücü ile olsaydı, “İnsan kendine
yeter” denilirdi. Ama böyle buyrulmayıp da, “Rabbin yeter” buyrulunca, ondan ancak Allah’ın
yardımı ile korunabileceğimizi anlarız. Ama şunu da bilmeliyiz ki, Allah’a sığınmak
da kulun elinde ve irâdesi dâhilindedir ve Allah Teâlâ, kendine samimi olarak sığınanları
yardımsız bırakmaz.
23 “Gerçek şu ki o şeytanın, iman etmiş olanlar ve rablerine dayanıp güvenenler üzerinde
bir hâkimiyeti olamaz. Şeytanın hâkimiyeti ancak onu kendilerine velî edinenler ve onun
yüzünden müşrik olanlar üzerinde geçerlidir.” Bu âyet de, bu gerçeğin diğer bir ifadesidir.
Dolayısıyla kim şeytana itaat eder, onu dost edinip yaptığı işlere ve ibâdetlere onu ortak
eder ise, yani ona itaat ederek onu âdeta tanrı yerine koymuş olursa; şeytanın hâkimiyeti
altına girmiş olur. Görüldüğü gibi, bu hâkimiyet, insanların tercihinin neticesidir. Yoksa,
aslında şeytanın insanoğlu istemedikten sonra, hiçbir beşer üzerinde tesiri yoktur.
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 23~
apaçık bir düşmanınızdır, demedim mi? Sizden bu
konuda söz almadım mı?”24 Burada şeytana tapmak,
şeytana itaat anlamındadır. Demek ki, şeytana
kulluk yapar gibi ona itaat, kişinin kendi tercihiyle
olmaktadır. Şeytan, insan üzerine hâkimiyet
ve saltanatı ile değil; esas işi ve temel faaliyeti olan
“vesvese” ile gündeme gelir.
KUR’AN’DA “SULTAN” KELIMESI
Kur’an’da “sultan” kelimesi otuz yedi yerde geçmektedir.
Soyut anlamda kullanılmış olup siyasî bir içeriğe sahip
değildir. Yani, Kur’an’da kullanılan sultan kelimesi, hiçbir
âyette padişah, kral anlamında kullanılmaz. Herhangi bir
kişi Kur’an’da böyle bir unvanla anılmaz. Sultan kelimesi,
Kur’an’da genel olarak iki anlamda kullanılır: Birincisi,
hâkimiyet (güç, kuvvet, otorite) kurma anlamında; ikincisi,
burhan ve delil anlamında. Biz, ikinci anlamda kullanılan
sultan kelimelerini, konu dışı olduğu için buraya
almayacağız.
Şeytanla ilgili “sultan” kelimesinin (hâkimiyet
kurma, güç, kuvvet ve otorite anlamında) Kur’an’da
kullanılışı:
“Doğrusu benim mü’min kullarım üstünde senin bir sultanın
(zorlayıcı gücün, hâkimiyetin) olamaz. Rabbin vekil
olarak yeter.”25
24 36/Yâsin, 60
25 17/İsrâ, 65
AHMED KALKAN
~ 24~
“And olsun ki İblis, onlar hakkındaki görüşünü doğru çıkartmış,
inananlardan bir topluluk dışında hepsi ona uymuşlardı.
Oysa İblis’in onlar üstünde bir sultanı (nüfuzu)
yoktu.”26
“Benim sizin üzerinizde bir sultânım (yani, sizin üzerinizde,
sizi şirk koşmaya kahren mecbur edecek, sizi zorlayacak
bir sultan’ım (gücüm) yoktu. Sadece çağırdım, siz de
geldiniz. Öyleyse beni değil, kendinizi kınayın”27
“Dedi ki: “Rabbim! Andolsun beni saptırdığın için onlara
yeryüzünde (kötülükleri) süslü göstereceğim ve onların tümünü
muhakkak saptıracağım (iğvâ). Ancak onlardan ihlâsa
erdirilmiş kulların müstesna.” (Allah) şöyle buyurdu: İşte
bana varan dosdoğru yol budur. Şüphesiz kullarım üzerinde
senin bir hâkimiyetin (sultân) yoktur. Ancak azgınlardan
(ğâvîn) sana uyanlar müstesna. Muhakkak cehennem, onların
hepsine vaad olunan yerdir.”28
“Gerçek şu ki o şeytanın, iman etmiş olanlar ve rablerine
dayanıp güvenenler üzerinde bir hâkimiyeti (sultân) olamaz.
Onun (Şeytanın) hâkimiyeti (sultânuhû) ancak onu
kendilerine velî edinenler ve onun yüzünden müşrik olanlar
üzerinde geçerlidir.”29
“Bizim, sizin üzerinizde bir sultânımız (yani, sizin üzerinizde,
sizi şirk koşmaya kahren mecbur edecek bir hükümranlığımız)
yoktu. Bilâkis siz taşkınlık eden bir kavimdiniz.”30
26 34/Sebe, 20-21
27 14/İbrahim, 22
28 15/Hıcr, 39-43
29 16/Nahl, 99-100
30 37/Sâffât, 30
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 25~
“And olsun ki İblis, onlar hakkındaki görüşünü doğru çıkartmış,
iman edenlerden bir topluluk dışında hepsi ona uymuşlardı.
Oysa İblis’in onlar üstünde bir sultânı (nüfuzu)
yoktu.”31
“De ki: Rabbim! Beni girilecek yere hoşnutluk ve esenlikle
girmemi nasip et. Çıkaracağın yerden de esenlikle çıkar. Katından
beni destekleyecek bir sultân (güç) ver.”32
“Malım bana fayda vermedi. Sultânım (gücüm) de
kalmadı.”33
Bu âyetlerde geçen “sultân” kelimesinin anlamı, Mukatil
bin Süleyman’a göre de benzer şekildedir. Mukatil’e
göre; “es-sultân”, kahredici kral, kahren mecbur edici
hükümranlık mânâsında kullanılır; şu âyetlerde olduğu
gibi:
“Benim sizin üzerinizde bir sultânım (yani, sizin üzerinizde,
sizi şirk koşmaya kahren mecbur edecek bir hükümranlığım)
yoktu.”34
“Bizim, sizin üzerinizde bir sultânımız (yani, sizin üzerinizde,
sizi şirk koşmaya kahren mecbur edecek bir hükümranlığımız)
yoktu. Bilâkis siz taşkınlık eden bir kavimdiniz.”35
Es-selâtatu: Gâlip, üstün gelmeye, yenmeye, boyun eğdirmeye
veya hâkim olmaya muktedir olmak ya da hale
gelmek. Fiil olarak, (“O’nu, gâlip, üstün gelmeye, yenmeye,
31 34/Sebe, 20-21
32 17/İsrâ, 80
33 69/Haakka, 28-29
34 14/İbrâhim, 22
35 37/Sâffât, 30; Mukatil bin Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Y., s. 327. Not:
Mealler ve parantez içi açıklamalar kitaptan aynen alıntıdır.
AHMED KALKAN
~ 26~
boyun eğdirmeye veya hâkim olmaya muktedir hale getirdim.
O da buna muktedir hale geldi” anlamında) sellattühü
feteselleta şekillerinde kullanılır. Sultan adı da buradan
hareketle verilmiştir.36
ALLAH, MÜKERREM ŞEKILDE YARATTIĞI İNSANA
CINLERIN MUSALLAT OLMASINA YÖNELIK İZIN
VERMEZ
Rukyeciler delil olarak ciddi bir şey bulamadıkları
için iddia şöyle diyorlar: “Büyü, kendisine
büyü yapılan kimseyi öldürebilir veya onun tabiatını
ve davranışlarını değiştirebilir. İmam Şâfiî ve
İmam Ahmed b. Hanbel de bu görüştedirler.”37 Ben
bu sözün doğruluğuna da, Ahmed bin Hanbel’in
bu görüşte olduğuna da inanmıyorum. Çünkü o,
Peygamberimizin şöyle söylediğini kitabına alıp rivayet
etmiş kişidir: “Cinlerin insanların yollarını
şaşırtacak şekilde bir güce sahip olması yoktur.”38
Yine, İmam Şâfiî’nin ve diğer müctehidlerin
Kur’an’dan bu kadar uzak olacaklarını, Kur’an’ın
cinlerin ve şeytanın insanları egemenliği altına
36 Râğıb el-İsfahanî, Müfredât, 739
37 İdraru’ş-Şurûk fî Envâi’l-Furûk, c. 4, s. 149; Rukyeci Adil Beyazyıldız
38 Müslim, Selâm 107; Ebû Dâvud, Tıb 24, h. No: 3913; Ahmed bin Hanbel, Müsned III,
293
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 27~
alacak gücünün olmadığını, hileli düzeninin çok
zayıf olduğunu39 bilmemeleri ne kadar mümkündür?
Büyünün bir hileden, göz boyamadan ibaret
olduğunu belirten âyetleri okumamış olabilirler mi
bu imamlar, müctehidler? Onlar veya onlar adına
başkaları böyle yorumlasalar da, Kur’an’ın ve sahih
sünnetin yoludur mü’minlerin yolu. “O büyük
âlimler öyle dediklerine göre vardır bir bildikleri”
demek, mü’minlere yakışmaz. Onların, önce Kitabımız
ne diyor, sonra o kitabı bize tebliğ eden
Rasûl ne diyor, onu öğrenip uygulamaları lâzımdır.
Ebû Dâvud, Kitâbu’t Tıb’da bir bâbın başına şöyle başlık
atmış: “Cin Çarpması Diye Bir Şey Var mıdır?” ve altına
şu hadisi yerleştirmiş: Câbir bin Abdullah’tan (r.a.) rivâyete
göre, Rasûlullah’a (s.a.s.) “Nüşre (Cin çarpmasından dolayı
okuyup üfleme işi) var mıdır?” diye soruldu. O da: “O bir
şeytan işidir” cevabını verdi. 40 Demek ki, cin çarpması, cinlerin
musallatı diye bir şey yok ki, cin çıkarma iddiasıyla
okuyup üflemeye kalkanların yaptıkları Rasûlullah tarafından
“şeytan işi” denilerek karşı çıkılıyor. Demek ki yaptıkları
iş, sünnete uygun olmak bir tarafa, şeytan işi yapıyorlar.
Yine delil olarak rukyeciler şunları da söylüyorlar: “Büyü
(sihir), -Allah Teâlâ diler ve takdir ederse- kendisine büyü yapılan
kimsenin bedeninde etkili olabilir, belki de onu öldürebilir.”
41 Allah dilerse küfür dediği büyüye böyle insan bedenine
39 4/Nisâ, 76
40 Ebû Dâvud, Tıb 9, h. No: 3868; İbn Mâce, Tıb 40; Ahmed bin Hanbel, Müsned, II, 294
41 Rukyeci Adil
AHMED KALKAN
~ 28~
etki edecek ve onu öldürebilecek bir güç verebilir demek;
şirk koşanlara, Allah dilerse dünyada huzur, âhirette cennet
verebilir, Allah dilerse şirke hac sevabı verebilir” demek
gibidir. Eyvallah, Allah’ın her şeye gücü yeter. Bu tür iddialarda
bulunanları Allah dilerse sümüklü böceğe de çevirebilir.
Ama Allah böyle bir şey dilemez. “Büyü, Allah dilerse
etkili olabilir” denilmiş. Allah, neyi dileyip neyi dilemeyeceğini
Kur’an’da belirtmiştir. Bunlar, Kur’an’dan uzak bir din
anlayışına sahip olduklarından, gayet rahat Kur’an’ın açıkladığı
esaslara ters görüşler ileri sürebiliyorlar. Bir müslüman,
Allah’ın küfür dediği büyü için hikmetler arayamaz,
onu övmeye çalışamaz. Allah diyor ki: “Sizin bu yaptığınız
şey sihirdir. Allah onu boşa çıkaracaktır. Allah bozguncuların
işlerini düzeltmez.”42 Allah, sihri tesirsiz bırakacak, iptal edecektir.
43 Yine Allah, büyücülerin, nereye gitseler başarılı olamayacağını
belirtir.44 Kur’an net olarak sihre bâtıl, sihri iptal
eden mûcizeye de hak demektedir.45 Ve büyü gibi tüm bâtıl
olanlar için Kur’an’ın hükmü şöyledir: “Şübhesiz ki bâtıl, yok
olmaya mahkûmdur.”46 Kur’an’ın hükümlerini mi kabul edeceğiz,
yoksa bazı âlimlere atfedilen Kur’an’a taban tabana
zıt görüşleri, rivayetleri mi? Kur’an’a mı tâbi olacağız, yoksa
delil diye Kur’an’a tümüyle zıt rukyecilerin görüşlerine mi?
“Büyü, Allah dilerse etkili olabilir” diyen rukyeciler, Kur’an’ı
önemseyip onu ölçü kabul etselerdi, Allah’ın büyüyü etki
vermediğini, böyle bir şeyi dilemediğini bilirlerdi.
Allah her şeyi bir sebebe bağlı yaratmıştır. İnsanların
belli sebeplere yapışmadan netice beklemeleri sünnetullaha
terstir. Demek ki, ancak Yüce Allah’ın izni ile sebepler
etkilerini meydana getirebilir, ürünlerini ortaya çıkarabilir
42 10/Yunus, 81
43 10/Yûnus, 81
44 20/Tâhâ, 69; 10/Yûnus, 77
45 7/A’râf, 118
46 17/İsrâ, 81
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 29~
ve sonuçlarını gerçekleştirebilirler. Bu ilke mü’minin vicdanında
son derece belirgin hale gelmesi gereken genel bir
İslâm düşüncesi kuralıdır. Bu kuralın ilk bakışta akla gelen
ilk uygulama örnekleri şunlardır:
Eğer elini ateşe uzatırsan elin yanar. Fakat bu
yanma eylemi ancak Yüce Allah’ın izni ile gerçekleşir.
Sebebine gelince, gerek ateşe yakma ve gerekse
eline yanma yeteneği veren Allah’tır. Allah,
ateşin yakma ve elin yanma yeteneğini kaldırmış
olsa, yeryüzündeki düzen bozulur. Allah da düzeni
bozmaz. Şeytan ve cinlere de Allah, insanı ele
geçirme, içine girip onu yönetme izni vermez. Sünnetullah’ta
bu yoktur.
O her şeye kadirdir, irade buyurduğunu yapandır.
O, yarattığı ve kurduğu nizamı bizzat ve kararlılıkla
devam ettirmektedir. Allah’ın güç sahibi
olması, sünnetullah denilen kâinatta işlettiği kendi
değişmez kurallarına göre kurduğu nizamı bozması
veya vaadini yerine getirmemesi söz konusu
olamaz. Allah, zâlim bir kral gibi istediği zaman
kendi kanunlarının dışına çıkmayı istemez, kanunlarını
değiştirmez ve değiştirtmez. Bu Onun
vaadidir. O yüzden şeytan ve cinlerin insan iradesini
ele geçirmeleri, insanı robot hale getirmeleri
mümkün değildir.
AHMED KALKAN
~ 30~
“Rabbin dileseydi onları tek bir ümmet yapardı.”47 Ama dilemiyor
ve yapmıyor. “Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin
hepsi elbette iman ederlerdi.”48 Dileseydi herkes iman
ederdi, ama dilememiş. Aynen böyle; Allah cinlerin ve şeytanların
insanlara musallat olmasını, insan üzerinde egemen
olmasını murad etmemiştir.
Allah insanı mükerrem şekilde yarattığı ve onu yeryüzünde
halife kıldığı için, onu cinlerin, şeytanların elinde
oyuncak kılmamış, cinlerden ve şeytanlardan daha üstün
yapmıştır. O yüzden şeytanların, cinlerin insanın iradesi
dışında onu yönlendirmesi, ona musallat olup onu kukla
haline getirmeleri söz konusu değildir. İnsan, özgür iradesi
sayesinde dilediğini seçme, dilediğini terk etme yeteneğine
sahiptir. Dilerse iman eder, dilerse inkâr eder. O kendinden
çok daha âciz ve hilesi zayıf şeytanların49 ve cinlerin elinde
robot gibi iradesiz ve oyuncak olamaz. “Allah dilerse cinler
ona musallat olabilir, iradesini yok edebilir” de diyemeyiz.
Çünkü Allah bunu dilemez. Sünnetullah dediğimiz Allah’ın
yeryüzündeki değişmez yasalarını Allah değiştirmez.
“Yeryüzünde büyüklük taslamak ve kötü tuzak kurmak
için (böyle davranıyorlardı). Oysa kötü tuzak, ancak sahibini
kuşatır, ona dolanır. Onlar ancak öncekilere uygulanan
kanunu bekliyorlar. Sen Allah’ın sünnetinde (kanununda,
O’nun tuttuğu yol ve yöntemde) hiçbir değişiklik bulamazsın.
Sen, Allah’ın kanununda hiçbir sapma bulamazsın.” 50
Sünnetullah, bize görünen görünmeyen, bilinen bilinmeyen
tüm şeytanî tuzaklardan kurtulabilme gücümüzün
47 42/Şûrâ, 8
48 10/Yûnus, 99
49 4/Nisâ, 76
50 35/Fâtır, 43
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 31~
var olduğunu öğreterek ümit vermektedir. Rabbanî yasaların
Allah’ın yardımlarının kolektif bilinci içinde harekete
geçirmek koşulu ile yanımızda olduğunu bilip özgüveni
tazelemektir.
“Hiçbir günahkâr başkasının yükünü yüklenmez insana
kendi yapıp ettiklerinden başkası yoktur ve ne yapıp ettiği de
yakında görülecektir.”51
“Herkesin kazandığı kendinedir.”52
“Size gelen her iyilik Allah’tandır. Başınıza gelen her kötülük
de kendinizdendir.”53
RUKYECILERE GÖRE CINLER VE İNSANLARA
MUSALLAT OLMASI
Cinler Öncelikle Kimlere Musallat Olurlarmış, Rukyeciler
Ne Diyor?
Rukyeciler bu konularda ittifak halindedirler.
Onlardan birinin cinlerin kimlere ve nasıl musallat
olduğunu açıklayan bir yazısını görelim:
Cinler her insana musallat olabilir. Ancak daha
çok bebeklere, küçük çocuklara, genç kızlara, hamile
ve loğusalı hanımlara, yalnız yaşayan yaşlı kişilere,
ruhsal ve bedensel yönden aşırı rahatsızlıkları
51 53/Necm, 38-40
52 6/En’âm, 164
53 4/Nisâ, 79
AHMED KALKAN
~ 32~
olanlara, gerek evde gerekse dışarıda aşırı dekolte
giyinen bayanlara, kahve, tarot vb. fallara sıklıkla
bakan ve baktıranlara, fincanla ruh (!) çağıranlara
ve kontrolsüz, bilinçsizce aşırı zikir çekenlere,
bu varlıklardan sıklıkla bahsedenlere ve çok sigara
içenlere musallat olurlar…”
“Kullarımın üzerinde senin bir nüfuzun, musallatlığın
olamaz...”54 ve şeytanın, iman eden ve yalnız Rablerine tevekkül
eden kimseler üzerinde bir hâkimiyeti, musallat olması
yoktur.”55 şeklinde Rabbimiz aksini diyedursun; rukyeciler
“cinler her insana musallat olabilir.” diyorlar; demek ki
kendi başlarına gelmiş, oradan biliyorlar.
“Gerçek şu ki; şeytanın, iman eden ve yalnız Rablerine tevekkül
eden kimseler üzerinde bir hâkimiyeti, musallat olması
yoktur.”56
Allah’ın izni olmadan kimseye zarar veremeyeceklerine
göre,57 Allah, şirk koşanlara, şeytanı dost kabul edenlere, İslâm
düşmanlarına, gayri müslimlere değil; ama bebeklere,
çocuklara, hamile kadınlara ve aşırı zikir çekenlere cinlerin,
şeytanların zarar vermesini murad etmiş(!) Hangi akla
ve hangi nakle (yani vahye) onaylatmak mümkündür bu
anlayışları? Allah izin vermeden bu şeytanlar zarar veremeyeceklerine
göre, Allah bebeklere, hamilelere, zikir çekenlere
haksız yere ceza veriyor, öyle mi? Bebeklerin, hamile
kadınların üzerine cinleri, şeytanları gönderip onlara
54 15/Hıcr, 42
55 16/Nahl, 99
56 16/Nahl, 99
57 2/Bakara, 102
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 33~
suçsuz yere eziyet etmelerini isteyen Allah, Kur’an’ın bize
tanıttığı Allah değildir. Tam tersine; şeytanın herhangi bir
vesvesesine karşı kendisine sığınanlara yardım eden bir Allah’a
inanıyoruz. Daha, ilk adımda, Allah’a inanç konusunda
çizgiler ayrılıyor. Demek ki, Kur’an’da özellikleri beyan
edilen, insanları çok seven (Vedûd olan), çok merhametli
bir Allah’a biz iman ederken; onlar da şeytanın ve cinlerin,
önüne gelen masum bebeklere ve hamile kadınlara zarar
vermesine izin veren bir tanrıya inanıyorlar. Kur’an’da bahsedilen
Allah, kullarının üzerinde şeytanın bir nüfuzunun,
musallat olmasının mümkün olmadığını söylüyor. Şeytanın,
ancak kendisine tâbi olan müşrikler üzerinde etkisi
olabileceğini belirtiyor.
Rukyecilere göre ise, Allah kimlere eziyet vermekten
hoşlanıyor veya o zulümlere fırsat veriyor: Bebeklere, hamile
ve loğusalı hanımlara, yalnız yaşayan yaşlı kişilere.
Başka kimlere musallat oluyormuş cinler? “Gerek evde,
gerekse dışarıda aşırı dekolte giyinen bayanlara” Evde dekolte
giyinen bayan, suç veya günah mı işlemiştir ki cinler
musallat oluyor? Kaldı ki, büyük günah işleyen içkicilere,
zina edenlere, hırsızlara değil de, evinde dekolte giyen kadınlara
cinler zarar verecek. (Nedense, bu cinler müşrik ve
kâfirlere; plajdaki açık kadınlara değil de; açık gezmeyen
Anadolu kadınlarına çoğunlukla musallat oluyor; sebebini
bilmiyorduk, şimdi öğrendik; evlerinde yatakodalarında
dekolte giydikleri için cinler zarar veriyormuş.) Hâlbuki
cincilerin kapılarını aşındıran kadınların dörtte üçünden
çok fazlası dekolte giymekten uzak, açık-saçık olmayan ev
kızı ve ev hanımıdır.
Cinler başka kimlere musallat olurmuş? Rukyeci
anlatıyor: “Bilinçsizce aşırı zikir çekenlere” Kur’an
AHMED KALKAN
~ 34~
namaz’ı da zikir olarak tanıtıyor. Namaz kılanlara
da mı Allah musallat olsunlar diye Allah cinleri
yolluyor? Kur’an, “Ey iman edenler! Allah’ı çokça
zikredin.”58 diyor. “Zikredin, çokça zikredin de ben
bunun cezası olarak cinlerin içinize girip size eziyet
vermesi için musallat edeyim” mi diyor? Demek
ki Allah’ın emrini yerine getirene Allah şeytanları
musallat ediyor… Delil ne? Hangi âyet ve hadis?
Tam tersine, Allah “böyle kimselere cinler musallat
olamaz” dediği halde? Bu kişiler mi Kur’an ve
sünnete tâbi olan kimseler? İçki içenlere değil de,
sigara içenlere cinler musallat oluyormuş. Bahsettikleri
hep palavra. Hâşâ, Allah’tan da daha iyi
bilip tanıyorlar sanki bu cinleri… Allah böyle demiyor.
Allah’ın sözüne muhalif hangi söz doğru
olabilir? Allah en küçük bir yalan söylemeyeceğine
göre, O’nun sözüne ters düşen kimseler yalancıdır.
Ve cinlerin kimlere musallat olacağı konusunda bu
rukyeciler ittifak etmişlerdir. Hep benzeri şeyleri
tekrar ederler.
Bizim Rabbimiz de kendi kullarına, özellikle tevekkül
eden müslümanlara cinlerin ve şeytanların musallat olması
sözkonusu değildir59 diyor:
58 33/Ahzâb, 41
59 2/Satada. 102; 15/Hicr, 42; 16/Nahl, 99; 17/İsrâ, 65; 14/İbrahim, 22
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 35~
CINLER FIZIKI HASTALIKLARA SEBEP
OLABILIYORLAR MI?
Rukyecinin yazısını okumaya devam ediyoruz:
“Cin insan vücuduna girerek sâra hastalığına
sebep olmaktadır. Aynı şekilde cinler damar tıkanıklığına,
çocuk düşmesine, şiddetli baş ağrılarına
vb. rahatsızlıklara sebep olabilmektedirler. Eğer
musallat oldukları kişiye âşık olmuşlarsa, bedenine
girdikleri kişi evli ise eşinden boşandırmaya, nişanlı
ise nişanı atmaya, bekârsa da karşı cinsten uzak
tutmaya çalışırlar.”
Demek ki sebebi bilinmeyen baş ağrılarının (migren)
sebebi bu cinler imiş. Sâra (epilepsi), tıbbî bir hastalık değil,
cinlerin musallat olmasıyla oluşan cinlerin oluşturduğu
bir anormallikmiş. Damar tıkanıklığının sebebi de artık
tespit edildi: Şeytanın damarlarda gezinmesi. O damarlarda
gezerken, damar tıkanıyor. Boşanmalar niye arttı, diye
sebep arıyorsanız, sebebi rukyeciler tarafından keşfedildi:
“İnsanın içine girip musallat olan bu cinlerden dolayı.”
Kendisi evlenecek o adamla, eski karısını boşattırması lazım
önce. Boşanma sebeplerinin başında demek ki cinlerin
o kişiye âşık olması geliyormuş. Bütün bunları insana musallat
olup bedenine girmeden yapamıyorlar mı? Başınız
ağrıyorsa, önce rukyeciye, cinciye gideceksiniz; şeytanî bir
baş ağrısı mı, onu tespit ettireceksiniz. Tabii oralara giderseniz,
hasta olmadığınız gibi bir ihtimalden bahsedilmez.
Yolunacak kaz geldi, fırsat değerlendirilmesin mi yani? Ve
AHMED KALKAN
~ 36~
cinciler, istedikleri kimselere cinlerini gönderip onları şiddetli
ağrılarla ve ciddi sorunlarla rahatsız edebiliyorlar da,
bu müslüman rukyeciler, cinciler niye İslâm düşmanlarına
bu cinlerinden bazılarını gönderip onları müslümanlarla
uğraşmaktan vazgeçirmeye çalışmıyorlar?
CINLERIN İNSANLARA VERDIKLERI PSIKOLOJIK
RAHATSIZLIKLAR NELERDIR?
Devam ediyoruz, rukyecinin yazısını okumaya:
“Kişinin yaşının üzerinde aşırı dalgınlık, unutkanlık,
kararsızlık, geleceğe ait ümitsizlik, sevdiklerine
karşı sebepsiz agresif davranışlar ve intihar duyguları
başlıcalarıdır. Bu rahatsızlıklar fizyolojik ve psikolojik
olduğu gibi cinlerden de kaynaklanabilmektedir.
Cinler özellikle beynin bazı noktalarına rahatlıkla
nüfuz ederek o kişiyi moral değerler ötesinde düşünceye
sevk edebilmektedirler. Çok inançlı bir kişiyi agnostisizme
(şüpheci düşünce) sürükleyebilmekte, ibâdetlerini
sürekli erteletebilmektedirler.”
Kişi, yanlış düşünüyorsa, şüpheci ise ve intihar düşünceleri
içinde ise suçu kişinin kendisinde aramamak icap
ediyor. İçine giren cindir suçlu olan. Bir kimse, ibâdetlerini
sürekli erteliyorsa, Allah suçlu olarak cine değil de, niye bu
zavallı cinin oyuncağı haline gelmiş kimseye azap edecek?
Kur’an’da böyle kimselerin cezasını onları buna sürükleyen
cinlere vereceğiz mi deniliyor?
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 37~
Rukyeci, yazısının devamında şunları söylüyor:
“Eğer musallat oldukları kişiye âşık olmuşlarsa,
bedenine girdikleri kişi evli ise eşinden boşandırmaya,
nişanlı ise nişanı atmaya, bekârsa da karşı
cinsten uzak tutmaya çalışırlar. Çoğunlukla da, o
kişinin aurası zayıfsa yani halk dili ile yıldızı düşük
ise bu işlevlerinde başarılı olurlar. Dünya dans
şampiyonu tanınmış bir manken bana bu durumunu
itiraf etmiş, hatta onlardan 4 ve 6 yaşında iki
kız çocuğu sahibi olduğunu da belirtmişti.”
Dünya Dans şampiyonu tanınmış bir manken,
rukyecimize durumlarını itiraf etmiş… Hamdolsun,
biz öyle tanınmış mankenleri, dans şampiyonlarını
ta-nı-mı-yo-ruz ve hamdolsun onlar da bizi
tanımıyor da, bizim yanımıza gelip itiraflarda bulunmuyorlar.
Över gibi mi anlatıyor bu vasıfları ve
kendisine gelmesini övünerek mi anlatıyor, yoksa
rahatsızlık mı duyduğunu belirtiyor? Şeytan bunun
neresinde?
AHMED KALKAN
~ 38~
ŞEYTAN, MESCIDDE İNSANLARA MUSALLAT OLUR
MU?
Rukyeci, anlatmaya devam ediyor:
“Mescidde dahi olsa şeytan mutlaka insanoğluna
musallat olmaya çalışır. Peygamberimiz şöyle
buyurmuştur: “Saflarınızı düzeltip perçinleyin,
aralık bırakmayın. Omuzlarınız aynı hizada olsun.
Muhammed’in canı elinde olana yemin ederim
ki ben şeytanın küçük kara koyun şeklinde safların
arasından girmekte olduğunu görüyorum” (Ebu
Davud).
Mecazi ifadeleri gerçek gibi al ve mescidde safların
arasında şeytanı ara. Ama, internette hiç arama,
televizyonun içine girmez bu şeytan, oralarda
arama. Camiye giren şeytan, meyhaneye, kumarhaneye
hiç girmez, oralarda arama. Namaz kılınan
yerlerde arayın, ama şeytanı haram işleyenlerin
yanında aramayın, okullarda, mahkemelerde, plajlarda,
mecliste ve cin çıkardığınız yerlerde aramayın
şeytanı. Oralara şeytan uğramaz nasıl olsa…
Kendi kafalarınızda da aramayın, kafanızda damar
yok ki, orada da gezinsin.
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 39~
KUR’ÂN-I KERIM’DE CINLERIN İNSAN ÇARPMA
OLAYINA DELIL VAR MIDIR?
“Klasik anlayışın görüşü şöyledir: Cinler şehvet, aşk,
kin ve nefret gibi çeşitli sebeplerden dolayı insanların
bedenine girer. Cinin insan bedenine girmesi İbn-i Teymiyye’nin
dediği gibi ehl-i Sünnet ve el-Cemaat’in ittifakıyla
sâbittir. Bakara Sûresi 275. ayette Allah Teâlâ
şöyle buyurmaktadır: “Faiz yiyenler, mahşerde ancak
şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar.” Sahih-
i Buhari’de de Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle demektedir:
“Şüphesiz şeytan, Âdemoğlunun kanının dolaştığı
yerde dolaşır.”60
Bu konuda ehl-i sünnetin ittifak ettiği söylenen husus,
konuyla ilgili âyetlere taban tabana zıt. Neyi tercih edecek
mü’minler? Kaldı ki, ehl-i sünnet âlimlerinin bazıları büyünün
hak ve hakikat olduğunu, etki edebileceğini kabul etmez.
Dolayısıyla bu ehl-i sünnet âlimlerine göre cinler insan
bedenine de girmez. Yani, bu konuda ittifak filan yoktur.
Bunlar arasında Ebû Hanife vardır, Ebû Ca’fer Esterebâzî ile
hanefî âlimlerden Ebû Bekr er-Râzî de vardır. Zâhirîlerden
İbn Hazm’ın da bu görüşte olduğu kaydedilmektedir. Dolayısıyla
bu âlimler de, sihrin etkisinin ve cinlerin insan içine
girip insana musallat olmasının doğru olduğunu kabul
etmemektedirler.
Ehl-i Sünnetim diyerek, isterse bu konudaki ehl-i sünnetin
görüşü ittifak halinde kabul görmüş olsun, Kur’an’a
zıt ise, bir mü’min, Kur’an’la uzlaşmayan bir görüşü, fetvayı,
ictihadı kesinlikle kabul etmez, edemez, etmemelidir.
60 “Selman Bin İslamm, Rukyeci Osman ile birlikte.” diye bir imza ile çıkmış. (Biri takma
adı, diğeri kendisi. Selefî câmianın meşhur rukyecilerinden ikisi, pardon birisi.)
AHMED KALKAN
~ 40~
Akaidde mezhep olmaz, olmamalıdır. Kur’an’daki akaid
esasları bütün mü’minleri bağlayan esaslardır, ilkelerdir.
Mezhep akaidi, yorumdur, ictihaddır. Akaidde inanç esasları,
beşerî yorumlara, zan içeren ictihadlara dayanmaz; mütevâtir
olan Kur’anî hükümlere dayanır.
Bakara sûresi 275. âyetten ne anlaşılması gerektiğini,
bazı müfessirlerin açıklamalarıyla birlikte az ileride “Şeytan
Çarpmış Gibi Kalkmak” başlığı altında uzun uzun açıklayacağız.
Hadis rivayetine gelince… Mecaz nedir, bunu
önemsemeyen, Kur’an’da ve hadislerde mecaz yoktur deyip
mecazî ifadeleri gerçek anlamıyla anlayan zihniyet, bu
rivayeti gerçek anlamda ele alacak, şeytanı insanın damar
yollarında tur atarken düşünecek.
CINLERIN İNSANA MUSALLAT OLDUĞU
İDDIASI VE RUKYECILERIN CIN ÇIKARTTIĞINI
SÖYLEMELERIYLE İLGILI RUKYECILERE 20 SORU
Bu konuyla ilgili âyetleri hatırlatayım: “Kullarımın üzerinde
senin bir nüfuzun, musallatlığın olamaz. Ancak
sana uyan sapıklar (müşrikler) bunun dışındadır.”61
“Şüphesiz, kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin,
tasallutun olmayacaktır. Vekil olarak Rabbin yeter!”
62 Bilindiği gibi; bu âyetlerde geçen “sultân” kelimesine,
mealler; “hâkimiyet, ağırlık, yaptırım gücü, hiçbir
gücü, nüfuzu, etkili gücü, sulta, saltanat, musallat
olma, etki, kandırmaya gücü, etkin gücü” şeklinde anlam
vermişler.
61 15/Hıcr, 42
62 17/İsrâ, 65
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 41~
“Gerçek şu ki; şeytanın, iman eden ve yalnız Rablerine
tevekkül eden kimseler üzerinde bir hâkimiyeti, musallat
olması yoktur.”63 Bu âyette bahsedilen şeytandır.
Şeytan, cinlerin en şerlilerinin adıdır. Şeytanın gücü bu ise,
diğer cinlerin daha büyük değildir.
Yine, şeytanın ahiretteki itirafı: “İş bitirilince şeytan da
diyecek ki: “Şüphesiz Allah, size gerçek olanı söz verdi.
Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim
sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım,
siz de hemen bana geliverdiniz. O hâlde beni kınamayın,
kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz
de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin,
beni Allah’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Şüphesiz,
zâlimlere elem dolu bir azap vardır.”64
Bu âyetler ışığında cinlerin insana musallat olması
konusunda şu sorulara cevap bulma ihtiyacındayız:
1- Sünnetullah denilen, Allah’ın tabiattaki değişmez
ve değiştirilemez yasaları var. Cinlerin insanın içine girip
onun iradesini insana rağmen tümüyle farklı şekilde yönlendirmesi,
onu etki altına alması, onu hastalandırması,
hatta öldürmesi, sünnetullah’la nasıl bağdaşır?
2- İnsan yeryüzünün halifesi65 olduğuna göre ve “O,
yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı”66 denildiğine ve
cinlerin de insan için (insana hizmet etsin diye) yaratılan
ve insandan daha âciz varlıklar olduğuna göre cinler, insanı
nasıl ele geçirir ve iradesini yok edecek şekilde onu
63 16/Nahl, 99
64 14/İbrâhim, 22
65 2/Bakara, 30
66 2/Bakara, 29
AHMED KALKAN
~ 42~
yönlendirebilir? Yaşatan ve öldüren Allah’tır. İnsandan âciz
varlıklar insanı nasıl mağlup edebilir, rezil edebilir ve onu
öldürebilir?
3- Delil denilince, öncelikle Kur’an ve Sünnet akla gelir.
Kur’an cinlerin, şeytanların özellikle mü’minlere musallat
olamayacağını net olarak haber vermiyor mu? “Gerçek
şu ki; şeytanın, iman eden ve yalnız Rablerine tevekkül
eden kimseler üzerinde bir hâkimiyeti musallat olması
yoktur.”67 Bu âyetle, bunca Müslümanın içine girdiği ve
hâkimiyet kurduğu iddia edilen insanın içine cin girmesini
nasıl bağdaştıracağız? Kur’an iman eden ve tevekkül
edene onların egemenliği olmaz demesinden yola çıkılarak;
insanlara rukye adıyla uzun seanslar yapılacağına,
niye sahih iman ve yalnız Rabbe tevekkül anlatılarak, konu
çözümlenmiyor.
4- Cinlerin en şerlisine, en zararlısına şeytan
denildiğine ve şeytanın sadece vesvese verebileceği,
başka bir gücü olmadığına göre, insanı emrine
alıp iradesini yok edecek şekilde zararı şeytan veya
onun askeri nasıl verebiliyor? “İman edenler Allah
yolunda savaşırlar. Kâfirler ise tâğut’un yolunda
savaşırlar. Şu halde şeytanın dostlarına karşı savaşın.
Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.”68
5- Cinlerle insanların cinsleri, yapıları çok ayrı
olduğu halde, cinlerin insanlarla evlenmeleri,
67 16/Nahl, 99
68 4/Nisâ, 76
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 43~
mümkün olabilir mi? İslâm hukuku böyle bir durumu
kabul eder mi? Etmiş olsaydı, miras gibi, çocuğun
cin mi, insan mı kabul edileceği vb. birçok ahkâmın
düzenlenmesi gerekmeyecek miydi? Onlarla
cinsel temas yapıp çocuk sahibi olmak mümkün
olabilir mi? Zinâ yaparak hâmile kalıp doğum yapan
bir kadına: “bu çocuğun babası kimdir?” diye
sorulduğunda bu kadının, “cindir” şeklinde cevap
vermesi kabul edilecek bir husus mudur?
6- İnsanın bedeni, cinler gibi, dünyanın nice güzelliklerini
de bilip tanıyan varlıklar için rahat edilecek, güzel bir
mekân mıdır ki, cin giriyor ve aylarca, yıllarca orada yaşıyor?
İnsan vücudunun içinde ne yiyor, ne içiyor, evliyse ailesiyle
ilişkileri nasıl devam ediyor?
7- Gözle görülmeyen cin, girdiği ifade edilen vücutta
nasıl farklı reflekslere sebep olabiliyor? Nasıl konuşuyor?
Türkçeyi nereden öğrenmiş, nasıl biliyor? Lisan öğrenme
yetenekleri bu kadar iyi ise, Kur’an’ı, İslâm’ı niye
öğrenmemişler?
8- Niye bu cinler sosyetelerin, kültürlü insanların içine
hiç girmiyor? Niye Amerikalılara, Avrupalılara girmiyor da
hep Müslümanlara, Müslümanların içindeki garibanlara giriyor?
Eğer cinler böyle önüne gelen insana giriyorsa, ashabın
içine niye girmedi? Eğer birçok sahabînin içine girmiş
olsaydı, Peygamberimiz de bugünkü cinciler gibi onlarca,
yüzlerce cini insanlardan çıkarmaya çalışırdı.
9- Cin çıkartanlar, birkaç basit cümle ile cinleri imana
getiriyorlar. Bunların imana gelmesi bu kadar kolay ise,
AHMED KALKAN
~ 44~
mü’min cinler bugüne kadar kâfir cinleri niye Müslüman
yapamamışlar?
10- Cinci bunları yakıyor, azap ediyor, öldürüyor. Bir-iki
duâ ile kolayca bunları yapıyor. Cin insana hükmedecek kadar
güçlü, ama kendisine kolayca azap edilecek kadar âciz;
cinci (rukyeci) onlara lânet ediyor, kızıyor, onları yakabiliyor,
öldürebiliyor. Nasıl oluyor bütün bunlar?
11- Bu konularla ilgili olarak ilmu’l-azâim adlı bir bilim
dalının meydana getirildiği de öne sürülmektedir. Bu ilmin
İslâm’la, İslâmî ilimlerle alâkası nedir? Eğer cinler istedikleri
kimsenin içine girebiliyorsa, Kur’an ve Sünnet, insanın
içine giren cinle ilgili hükümler koyardı, Cinlerin emriyle,
mecbur etmesiyle yapılan işlerin hükmünü açıklardı. Meselâ
bir insanın içine giren cin, kişinin namaz kılmasına
engel olabiliyorsa; bu kimsenin elinde olmayan bir suçtan
ceza görmesi sözkonusu olmadığına göre namazsız bu
kimsenin hükmü nedir? Böyle ölürse ne olacaktır?
12- Cini öldürmek caiz mi, cezası var mı, yok mu; dinin
bu konudaki hükmü nedir? Din, hiçbir şeyi eksik bırakmamış.
Eğer cinler bizim hayatımızda ve içimizde olsaydı, bizimle
ilgili bu kadar karmaşık durumlar bulunsaydı, Kur’an
bundan mutlaka bahsederdi. Sünnette de, bunlar belirlenmiş
olurdu. Cin-insan ilişkileriyle ilgili kapsamlı bir fıkıh
oluşması gerekmez miydi?
13- İnsanın içine girebilen ve onun iradesini karıştırıp
yönlendirebilen bir cin, otomobilin motoruna
da girebilip ona da hükmedebilir mi? Bilgisayarların
içine giren virüsler yoksa birer cin mi?
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 45~
Cinleri yönlendirebilen cinciler, bir uçağın bilgisayarının
içine bir cini gönderip uçağı rahatlıkla istedikleri
yere indirebilirler mi? Bir füzenin bilgisayar
çipine müdahale edebilirler mi? En azından
bir devlet başkanına, bir komutana, bir bilgisayar
işlemcisine, füzeleri ateşleyebilecek programa müdahale
edebilirler mi? Şeyhlerin yattıkları yerden
(kalkarak veya kalkmayarak) aynı anda ve bir
anda savaşa müdahale edip geldikleri gibi; madem
bir insanın içine girip iradesini yönlendirebiliyorlar,
niye Müslüman cinler de tâğutların, zâlim ve
emperyalist yöneticilerin içine girip de onları Allah
rızası için iradelerini ele geçirmiyorlar? Ya da kâfir
cinler niye âlimlerin doğru fetva vermemeleri, insanları
saptırmaları için onların içine girip onları
kullanmıyor? Öyle olmuş olsa, hatta bu ihtimal verilmiş
olsa, İslâm âlimlerine nasıl güvenilecektir?
Fetvalarına cinin yön verdiği âlim… Herhangi
bir âlimin de böyle olma ihtimali olduğundan hiçbir
âlime güvenmemek mi gerekiyor? Âlimin içine
girmiyorsa, neden? Tedavi olanların çoğu gariban,
başörtülü, sakallı insanlar. Onlara nasıl giriyorsa
diğer Müslüman büyüklere de giremezler mi?
14- Bir kimse şöyle dese: “Din, Allah’ın ve Rasülünün
haber verdikleridir; dinin özü Kitap ve Sünnetle sınırlıdır.
AHMED KALKAN
~ 46~
Bazı âlimlerin cinlerin insan içine girip insanın iradesini
yönlendirmesini, onu hasta edip hatta öldürebilmesini
kabul etmeleri, şahsi kanaatleridir; şahsi kanaat dini belirlemez.
Aynen bu satırları yazanın görüşlerinin dini belirlemediği,
sadece bir yorum olduğu gibi. Eski âlimlerin de
duydukları, kendi tecrübe ve kanaatleri de din olmaz. Meselâ;
Eski âlimler, sâra/epilepsi hastalığının tıbbî bir hastalık
olduğunu bilmediklerinden, buna insanın içine giren
cinin sebep olduğunu sanıyorlardı. Çoğu âlimin en önemli
delili, sâra hastalığıdır. Bu hastalığın tıpla ilgili bir rahatsızlık
olduğu, teşhisi ve tedavisinin mümkün olduğu, cinle
ilgisinin bulunmadığı bugün kesinleştiği için o âlimlerin de
en önemli delilleri suya düşmüş olur.” demesine nasıl cevap
verilebilir?
Yine şu görüşlere nasıl cevap verilir? Cin ya da şeytanların
insanların iradesini ele geçirip onun üzerinde egemen
olmasıyla ilgili bir gücü ve fonksiyonu yoktur. Kur’ân-ı Kerim’in
çeşitli yerlerinde Yüce Allah, “Kullarımın üzerinde
senin bir nüfuzun, musallatlığın olamaz. Ancak sana
uyan sapıklar bunun dışındadır”69 buyurarak bu hususa
işaret etmiştir. O zaman kâfir cin ya da şeytanların insanlar
üzerindeki etkisi, gücü, sadece onları doğru yoldan saptırıp
azdırmak, haram ve yanlış yollara sevkederek, Allah’ın
kendilerine buğzetmesini temin etmek için kalplerine vesvese
vermek, kötü telkinlerde bulunmaktır. Bu açıdan cin
şeytanları ile, insan şeytanları aynı görevi yapmakta, her
iki grup da telkin yoluyla insanları etkilemeye, tesir altına
alıp kandırmaya çalışmaktadırlar. Şeytanların insanlara
vesvese verdiği, onların insanın gönlüne getirdiği bu vesveselerin,
gizli fısıltıların şerrinden, kandırmasından Allah’a
69 15/Hıcr, 42; benzer ifade için bkz. 14/İbrâhim, 22; 16/Nahl, 99; 17/İsrâ, 65
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 47~
AHMED KALKAN
~ 48~
sığınmak gerektiği Kur’an’da haber verilmektedir.70
“Doğrusu şeytanın iman edenler ve yalnız Rablerine
güvenenler üzerinde bir nüfuzu, musallat olması yoktur.
Onun nüfûzu sadece, kendisini dost edinenler ve Allah’a
şirk/ortak koşanlar üzerindedir. (O, sadece onları
kandırabilir).”71 buyurulmuştur. Bu âyetten cin ya da şeytanların
telkin ve vesveselerine şirk koşanlarla şeytanı dost
edinen günahkâr kimselerin kapılabileceğini anlıyoruz. İster
büyücü, ister sihirbaz tarafından gönderilsin, ister cin
ya da şeytan kendisi gitsin, kulağına fısıldayarak, gönlüne
vesvese vererek etki altına aldığı kimse, demek ki şeytanın
dostudur. Ona dost olanın da şu veya bu zorlamayla değil;
yukarıdaki âyette72 kendisinin de itiraf ettiği gibi özgür
arzu ve irâdesiyle bunu yaptığı, şeytanın telkinine kapıldığı
açıktır.
Bu durumda da uğranılan zarardan sorumlu ve suçlu
yine büyücü vs. değil; cüz’î irâdesini o yönde kullanan insandır.
Sihirbazın sorumluluğu ayrı bir konudur. O zaman ister
nüsha (muska) yazarak, ister çeşitli yollarla sihir yaparak,
isterse düğümlere üfleyerek faâliyette bulunsun, büyücü ya
da sihirbazların şerrinden Allah’a sığınmak gerekir. Cin ya
da insan şeytanlarının şerri de, insanlara vesvese vermesi,
kulaklarına fena şeyleri fısıldaması, onlara yanlış ve zararlı
hususları telkin ederek dünya ve âhirette hüsrâna uğratmasıdır.
Nitekim Ebu’l-Yüsr el-Pezdevî, ehl-i sünnet âlimlerinin
çoğunun, cinlerin vesvese vermek sûretiyle insanlara
etkili olabileceklerini söylediklerini kaydetmektedir.73
15- Bir kimse, şöyle dese: “Cin çıkarma seanslarının cinle
70 6/En’âm, 112, 121; 41/Fussılet, 36; 114/Nâs, 1-6
71 16/Nahl, 99-100
72 14/İbrâhim, 22
73 Pezdevî, Usûlü’d-Dîn, s. 226; Krş. Kılavuz, TDV. İslâm Ansiklopedisi, Cin Maddesi, 8/9
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 49~
bir ilgisi yoktur. Hasta kimse, içinde cin olduğuna kesin şekilde
inandırılıyor. İçinde cin olduğuna inandığı için onun
ikinci kimliği gibi cin acayip bir şekilde konuşuyor gözüküyor.
Hâlbuki konuşan, hastanın kendisi. Onun ağzından
çıkıyor ses. Kendi sesi olduğu halde, içinde cinin varlığına
inandırıldığı için sanki cin konuşuyor, o cevap veriyor gibi
yapıyor hasta. Hasta da aynen hipnoz altındaki kişiler gibi
telkin altında hayal dünyasında farklı şekilde yaşıyor. İçinde
cin yok ki çıkan cin olsun. İş, telkinle hastaya bunu inandırmaya
bağlı. Gerisi kendiliğinden geliyor.” dese, nasıl cevap
verirsiniz?
16- “Allah’ın izni olmadıkça onlar, hiçbir kimseye onunla
(sihirle) asla zarar verici olamazlar.”74 Allah, kullarına zerre
kadar zulmetmeyeceğine göre, dünya da ceza görme yeri
olmadığına göre, Allah niye bazı insanlara cinlerin musallat
olmasına izin versin?
17- Cinlerin insanların emrine girmesi mümkün müdür?
Bazıları cinlerin Hz. Süleyman’a hizmet etmeleriyle ilgili
âyetleri delil olarak alıp cinlerin diğer insanlara da boyun
eğip onların emrinde bulunmalarının mümkün olduğunu
ileri sürüyor. Cinlerin Hz. Süleyman’a boyun eğmelerinden
bahseden âyetler; 21/Enbiyâ, 82; 27/Neml, 17, 38-39; 34/
Sebe’, 12-13; ; 38/Sâd, 36-38 âyetleridir. Cinlerin insanlara
boyun eğmelerinin mümkün olduğunu savunan âlimlerin
delil gösterdiği bu âyetler, Hz. Süleyman’la ilgilidir ve bu işin
sadece ona mahsus olup, daha sonra gelen kimselere böyle
bir imtiyazın verilmediği Kur’ân-ı Kerim ve hadislerden anlaşılmaktadır.
“Süleyman: ‘Rabbim! Beni bağışla, bana benden
sonra kimsenin ulaşamayacağı bir mülk/hükümranlık
ver. Şüphesiz Sen daima bağışta bulunansın’ dedi.”75
74 2/Bakara, 102
75 38/Sâd, 35
AHMED KALKAN
~ 50~
18- Cinlerin eşyanın yerini değiştirmeye güçleri yetse
bile, Cenâb-ı Hakk’ın buna izni var mıdır? Bu iş “sünnetullah”
a aykırı değil midir? Böyle bir şeye müsaade edilseydi,
insanoğlunun tâbi olduğu hukuk sistemi altüst olurdu.
Onların canları istediği zaman şekil değiştirmeleri; hatta
peygamberlerin, âlimlerin veya diğer insanların kılığına
girmeleri de, Allah’ın koymuş olduğu öteden beri devam
edip gelen kanunlara aykırı değil midir? Böyle bir şey insanoğlunun
dinini ve hukuk düzenini bozacağından Yüce
Allah tarafından buna izin verilir mi?
19- Cinlerin insan içine girip insana egemen olması,
her şeyiyle tanınmayan ve görünmeyen düşmanın
insanı ele geçirme endişe ve korkusu, dünyayı
çekilmez hale getirir. Korku filmlerindeki gibi
insanı ele geçiren şeytanın, cinin korkusuyla hayat
insana zehir olur. Tevhid; Allah Teâlâ’nın kâinat
üzerindeki mutlak egemenliğini kabul etmektir.
Ve bu hâkimiyette O’nun hiçbir ortağı olmadığına
inanmaktır. O yüzden Allah’tan başka korkulacak
bir güç, insan üzerinde egemen olabilecek bir
varlık kabul etmemektir. Takvâ sahibi mü’minlere
korku ve üzüntünün olmayacağını çeşitli âyetlerde
Kur’an bildirir.76 Bütün bu insana musallat
olan cin konusu, tevhid inancıyla nasıl bağdaşır?
Ayrıca, insanın koruyucu melekleri (hafaza melekleri)
olduğunu da hatırdan çıkarmamak gerekir.
76 Meselâ bkz. 10/Yunus, 62; 41/Fussılet, 30
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 51~
Onlar, bizi Allah’ın izniyle âciz ve zavallı bir cinden
korumuyorlarsa, niye hafaza meleği deniyor?
“Onun (insanın) önünden ve arkasından izleyenleri
(melekler) vardır, onu Allah’ın emriyle gözetip
korumaktadırlar…”77
20- Cinler insanların içine girebiliyor ve onlara musallat
olabiliyorsa ve insanın içinden cin çıkarmak için rukye
gerekiyorsa, rukyeye Kur’an’a uygun rukye, Furkan rukye,
Kur’an terapisi gibi iddialı adlar vermekten çekinmez ve
yapılan rukyeleri Kur’an ve Sünnete uygun, hatta unutulan
sünnetin ihyâsı olarak görürse rukyeciler; şu aşağıdaki hadislere
ve görüşlere nasıl cevap verebilirler?
Rasûl-i Ekrem: “Rukye yapan kişi mütevekkil değildir”78
buyurmuştur.
Rukyeciler, genellikle şöyle savunur kendilerini: “Biz
insanlara zarar vermiyoruz, büyü yapmıyoruz. İnsanlara
faydalı olmak için yapılan büyüyü rukye ile bozuyoruz.”
Rukyeyi sadece hastaya yapılan büyüyü çıkartmak için kullandıklarını
söyleyebilirler. Bu konuda da hadis rivâyeti
şöyledir: Câbir (r.a.) diyor ki: Sihri bozmak hakkında Rasûlullah’a
(s.a.s) sorulduğunda şöyle buyurdu: “O bir şeytan
işidir.”79
Câbir (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah’tan (s.a.s.) nüşre hakkında
sorulmuştu: “O şeytan işidir!” buyurdu.”80 (Nüşre
rukye’nin bir çeşididir. İbnu’l-Esîr, bunu “Cin değmesine
77 13/Ra’d, 11
78 S. Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Tercemesi, D.İ.B. Y., c. 12, s. 88
79 İbn Mâce, Tıb 40; Ebû Dâvud, Tıb 9, h. No: 3868; Ahmed bin Hanbel, Müsned, II, 294
80 Ebû Dâvud, Tıbb 9, h. no: 3868
AHMED KALKAN
~ 52~
mâruz kaldığı sanılan kimsenin tedavisi için başvurulan bir
rukye ve ilaç” olarak tarif eder ve bu rukyenin nüşre diye
isimlenmesini, onunla kişiyi kapayıp örten hastalığın çözülüp
dağıtıldığına (neşredildiğine) inanılması ile izah eder.
Daha açık bir ifade ile nüşre, cine tutulduğu zannedilen
kimsenin cinlerini dağıtmak için yapılan rukyeye denmektedir.
Görüldüğü üzere bir sihir çeşididir. Nüşre denmesi
de, hastalığın onunla dağıtılması, belanın onunla inkişaf ettirilip
açılmasından dolayıdır.)
İsa İbn Hamza anlatıyor: “Abdullah İbn Ukeym’ın (r.a.)
yanına girdim. Kendisinde kızıllık vardı. “Temîme (muska)
takmıyor musun?” diye sordum. Bana şu cevabı verdi:
“Bundan Allah’a sığınırım. Zira Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştu:
“Kim bir şey takınırsa, ona havale edilir (şifâsız
kalır, umduğuna eremez).”81
Şâbi ile Katâde, Said b. Cübeyr ve diğer bir cemaate göre
rukye mekruhtur. Mü’mine gereken Allah’a tevekkül ederek
bunu yapmamaktır. Çünkü rukyenin Allah halketmedikçe
bir zarar veya faydası yoktur.82
BIR CININ MI, YOKSA İÇDÜNYANIZIN MI
TUTSAĞISINIZ?
İslâm kültüründe az da olsa uygulanan “Şeytan/
Cin çıkarma (exorcism)” daha çok Hristiyan
kültürüne ait bir inanıştır. Bu, özellikle orta çağda
81 Tirmizî, Tıbb 24, h. no: 2073
82 Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Ahmed Dâvudoğlu, Sönmez Neşriyat, c. 9, s. 629
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 53~
uygulanmakta olan bir yöntemdi. O dönemlerde,
cadı, büyücü ya da şeytan/cin tarafından ele geçirilmiş
diye tanımlanan ve çeşitli hastalıklar yaşayan
kişilerin özellikle “Psikoz, Şizofreni, Konversiyon
Bozukluğu (Histeri) ya da Tourette Sendromu”
yaşayan kişiler olduğu yüzyıllar sonra yapılan
bilimsel araştırmalarla açıkça ortaya konulmuştur.
Bu demektir ki, bu kişiler metafizik bir varlık tarafından
kontrol edilmemekteydi. Yalnızca psikolojik
ya da nörolojik bir hastalık yaşamaktaydılar.
Şimdi nice insanların psikolojik yönden hasta olduğu
gibi…
Psikozların, şizofreninin (psikozlardan biridir),
epilepsi ya da histerinin dışsal ve metafizik
bir varlığın neden olduğu hastalıklar olduğu iddiası
tarih kadar eskidir. Bu hatalı iddiaların nedeni,
eski zamanlarda bu hastalıkların kökenleri ve tedavisinin
anlaşılamıyor olmasıyla ilgiliydi. Ancak
bugün böyle bir iddia ciddiye alınabilir değildir.
Örneğin, bugün nörolojik bir hastalık olarak bilinen ve
tedavi edilen Tourette Sendromuna sahip bir bireyde; sıklıkla;
göz kırpma, kol sallama, omuz silkme, tekme atma,
homurdanma, başkalarının söylediğini tekrarlama vb. belirtiler
görülür. Bununla da kalmaz birçok vakada bireyin
-sanki bir başka varlık tarafından kontrol ediliyormuş gibikaba
ve çirkin sözler söyleme dürtüsüne karşı koyamadığı,
AHMED KALKAN
~ 54~
hatta bazı çocukların, olması gerekenden çok daha ince
sesler çıkardığı görülmüştür. Bir kız çocuğunun da kendini
ateşin üzerine attığı kaydedilen Tourette Sendromlu vakalar
arasındadır. Tüm bu belirtiler, bu hastalığı tanımayan
aileler ve bunu yaşayan çocuk ya da yetişkinler için dehşet
vericidir ve daha da önemlisi gizemlidir. Tüm dünyadaki
insanların açıklayamadığı, anlayamadığı gizemli görünen
olayları cinlerle ya da benzeri varlıklarla açıklama
eğilimi bu yüzden pek de şaşırtıcı değildir aslında. Binlerce
Torurette Sendromu hastası vardır ve onlar hiçbir cin çıkarma
âyinine gerek olmadan nörolojik yöntemlere tedavi
edilmektedirler.
Benzer biçimde, Konversiyon bozukluğu (eski adıyla histeri)
olan bireylerde ise, hiçbir fizyolojik kökeni olmadan,
körlük, çift görme, sağırlık, dokunma, ağrı duyumu kaybı,
felç, bayılma, ses kısıklığı, kendini gebe sanma gibi ilginç
belirtiler görülür. Bunu yaşayan kişiler bütün bunların gerçek
yani fizyolojik olduğundan emindir. Ancak bu yaşadıklarının
hiçbiri fizyolojik temelli değildir; psikolojiktir. Bu
durum temelde bireyin çevresiyle iletişim kuramamasıyla
ve bilinçdışı çatışmalarıyla ilgilidir. Bu sorunları yaşayan
bireyler, aslında ruhsal olarak sıkıntı yaşadığını ve kendisine
ilgi gösterilmesini istediğini sağlıklı bir iletişim yoluyla
değil de burada bir kısmını saydığımız konversiyon belirtileriyle
ifade etme hastalığından muzdariptirler. Buradaki
belirtiler de, bu hastalığı tanımayanlar için yine gizemli ve
anlaşılması oldukça güçtür. Hâlbuki histeri de günümüzde
bilimsel olarak tedavi edilen hastalıklar arasındadır. Şizofreni
açısından bakıldığında; kişide hareketsiz donuk beden
duruşu (katatoni), hareketleri tekrar etme, karşısında
birisi varmışçasına kendi kendine konuşma, hareketlerini
yönlendiren sesler duyma, görüntüler görme, kendine zarar
verme gibi davranışlar görülebilmektedir. Bu durum da
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 55~
yine konu hakkında bilgisi olmayan çevre için olağandışı,
ürkütücü görünebilir. Ancak bu ve benzeri durumlar günümüzde
tıbbî olarak açıklanabilmekte ve tedavi sürecinde
belirtiler kontrol altına alınabilmektedir.
Burada şuna dikkat çekmek gerekir. Histeride ya da
Tourette Sendromlu hatta epilepsi ve şizofrenide cin/şeytan
çıkarma âyinlerinin olumlu bir sonuç veriyormuş gibi
görünmesi aldatmacadır/illüzyondur ve maalesef tehlikeli
bir illüzyondur. Bu yöntemlerin tehlikesi, medyadaki
haberlere baktığınızda göreceğiniz gibi, cin çıkarma uygulanırken,
kişinin omuzuna şiddetle darbe vurulduğu ya
da üzerine çıkarak tepinildiği için bazı yetişkinlerin ya da
çocukların istemeden de olsa ölümüne neden olunmuştur.
Diğer taraftan bu tür inanışlar kişilerin sağlıklı destek ve
tedavi almalarının da önüne geçmektedir.
Özellikle histeri vakalarında yaşanan plasebo etkisinin
(aslında hiçbir etkisi olmayan ilaç görünümü verilmiş bir
maddenin ya da yöntemin) sadece birey inandığı için bireye
iyi gelmesidir. Örneğin içinde un bulunan hap şeklinde ambalajlanmış
yalancı hapın, ağrı azaltıcı bir ilaçmış gibi sunulduktan
sonra, sırf birey buna inandığı için bireyin şiddetli
ağrılarını dindirmesi şeklinde rol oynamasıyla ilgilidir. Plasebo
etkisi, ilaç ya da telkin yöntemlerinde, dinî ritüellerde
sıklıkla ortaya çıkar. Şizofreni, epilepsi, Tourette Sendromu
ya da histeri gibi hastalıklarda cin çıkarma ya da benzeri dini
ritüellerin iyi geliyormuş gibi görünmesi plasebo etkisiyle
de ilgilidir. Bu uygulamalarda başlangıçta hasta birey sanki
iyileşiyormuş gibi görünür, ancak tıbbî ilaçlar ya da psikoterapilere
devam edilmediği sürece hastalık düzelmeyecek,
belki de belirtileri şiddetlenecektir. Çünkü uygulanan yöntemin
etkisi plaseboya bağlı olduğu için plasebo etkisi ortadan
kalktığında, yani örneğin histerik bir birey, kendisine
AHMED KALKAN
~ 56~
cin çıkarma âyini yapılırken, hem ailesinden hem çevresinden
hem de kendisine âyin yaparak ona kendisini “çok özel”
hissettiren bir rukyeciden, üfürükçüden yoğun ilgi gördüğü
için; süreçteki yoğun ilgiye bağlı olarak, bir cin tarafından
yaptırılıyormuş gibi görünen davranışların ortadan kalkma
ihtimali vardır. Bu “ilgiye” bağlı olarak ortadan kalkan, cin
çarpmasıymış gibi görünen belirtiler, okuma üfleme yapan
hocanın, ailenin ve çevrenin ilgisi, desteği sona erince şüphesiz
tekrar edecektir. Diğer taraftan şizofreni gibi hastalıkların
belirtileri her zaman görünür şekilde devam etmeyebilir
ya da hasta birey dönemsel bir duruma bağlı olarak
hastalık benzeri belirtiler gösterebilir. Okuma-üfleme ya da
âyin benzeri uygulamaların yapıldığı süreçte bu belirtilerin
ortadan kalkması, aslında şizofreni hastalığının belirtilerin
kaybolduğu döneme (remisyon) girmiş olması nedeniyle de
iyileşmiş gibi görünebilir.
Zaten bir cin çarpması olmayan, psikolojik ya
da nörolojik olan bu hastalıkların metafizik yollarla
tedavi ediliyormuş gibi görünmesi bir yanılsamadır.
Hastalığın iyiye gitmesi çoğunlukla geçicidir
ve süreç kişinin sağlığı açısından da çok tehlikelidir.
Dolayısıyla, -sözde- bir cin çıkarma ayininde
şeytan ya da cinlerle değil, bireyin psikolojik
ya da nörolojik sorunlarıyla savaşılmaktadır! Bu
nedenle günümüzde, nedeni ve tedavisi belli olan
bu hastalıklar için insanların, kendi sağlıklarına
gerçekten önem veriyorlarsa, tıbba ve ruh sağlığı
uzmanlarına güvenmeleri gerekir.
Ayrıca bir cinin/şeytanın insana musallat olmasının
(vesvese/obsesyon ile karıştırmamak gerekir)
ve cin/şeytan çıkarma yönteminin İslâm dini
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 57~
âlimlerinin pek çoğu tarafından din dışı kabul
edildiğini hatırlamakta da yarar var.83
CIN ÇARPMASI MI, ÇOKLU KIŞILIK BOZUKLUĞU
MU?
Eşiniz, Gecenin Bir Yarısında Yataktan Doğrularak
Erkek Sesi Çıkartıp Size Saldırsa Ne Yaparsınız?
Ülkemizde halk arasında “cin çarpması”, “içine cin girmiş”,
“cinlenmiş” şeklinde bilinen durumlar oldukça yaygın.
Kim ne derse desin yüzyıllardır cinci hocalar bu alanda
halkın itibar ettiği çözüm noktası…
Kişinin normal zamanlardaki durumundan farklı olarak,
durumunda alışılmışın dışında değişimler olması; kendi
sesinden farklı bir sesle konuşması, yüz ifadesinin değişmesi,
normalde olmayacak davranışlar sergilemesi, saldırgan,
küfürlü bir tavra girmesi şeklinde ortaya çıkan ve
etraftaki herkese korku salan bu rahatsızlık halk arasında
kişinin “içine cin girmesi” şeklinde yorumlanıyor.
Elbetteki oldukça narin, normal hayatında nezih ve zarif
olan bir hanımefendinin bir gece âniden kalın bir erkek sesiyle
konuşup, kocasını dövmesi ya da sokağa çıkıp üstünü
başını yırtmasını gören halk korkuyla dehşete kapılırken,
bu durumu ancak cinlerin insanları kontrol etmesi şeklinde
anlamlandırıyor. Çoğu zaman ruh sağlığı uzmanlarından
çok, cinci hocalara müracaat edebiliyorlar.
83 Rudolf Gete: Fractal Spirit
AHMED KALKAN
~ 58~
HALKIN CIN ZANNETTIĞI ŞEY, ASLINDA…
Hipnoz ve Bilinçaltı Değişim Uzmanı Mehmet Başkak,
aslında cin zannettiğimiz şeyin cin olmadığını söylüyor.
Peki, cin değilse nedir?
Hipnoz Uzmanı Mehmet Başkak’ın hemen herkesin merak
ettiği bu ruh halleriyle ilgili değerlendirmesi şöyle:
“Ülkemizde inançlarımız gereği cinlerin varlığına inanıldığından
bizim halkımız sorunu “cin çarpması”, “içine cin
girmiş” şeklinde adlandırıp çözümü cinci hocanın “cin çıkartmasında”
ararken, Batıda; Hristiyanlık’ta “içine şeytan
girmiş” şeklinde düşünüyor ve çözümü de papazların “şeytan
çıkartma” âyinlerinde arıyorlar.
Oysa modern psikoloji “Çoklu Kişilik Bozukluğu” şeklinde
adlandırdığı bu rahatsızlığı tanımlamış ve anlamlandırmıştır.
Bütün dünyada hipnozu bilen ruh sağlığı uzmanları
tarafından bu rahasızlık hipnotik trans altında sağaltılmakta
ve iyileştirilebilmektedir.
KORKUNÇ GÜLÜŞLER, KÜFÜRLER, TEHDITLER…
Halkımızın cin zannettiği bir başka kişi ise,
aslında hastanın bilinçaltı düzeyde zaman içerisinde
oluşturduğu birbirinden farklı karakterler
arasındaki geçişlerdir. Erken yaştaki travmalar,
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 59~
çocukluk dönemine ait cinsel istismar ya da başka
sebeplerden dolayı bilinçaltı düzeyde kişilik bölünmesi
olur ve alter denilen alt kişilikler oluşur.
Bu alt kişilikler birbirinden farklı, erkek, kadın,
çocuk, öfkeli, saldırgan vb. değişik yapılarda olabilir.
Kişi, tetikleyen bir unsur olduğunda otomotik
olarak bilinçaltındaki oluşmuş olan o alt kişilik
otomatik devreye girer ve davranışlara yön verir.
Kişi aslında bu davranışlar içindeyken bir trans
durumundadır. Hipnotik trans durumunda asıl kişiliğin
özellikleri değil, bilinçaltından devreye giren
alt kişiliğin özellikleri görünür.
Kişinin normal halinden tamamen zıt karakterde olabilecek
bu alter devredeyken etraftaki insanlar için ürkütücü
olabilecek çılgınca gülmeler, küfürler, tehditler, normal dışı
infial uyandırabilecek davranışlar çokça görülür. Bir süre
sonra otomatik transtan çıkan kişi normal haline döner. Oldukça
yorgundur ve genellikle olan biteni hatırlamaz. Halkımızın
cin zannettiği, aslında kişinin bilinçaltında oluşan
alt kişiliklerdir ve bu, tedavi edilebilen bir rahatsızlıktır.
Cinin insan vücuduna girip hiç de güzel olmayan o yiyecek
artıklarının, kan ve çirkin sıvıların bulunduğu ve dışarıya
atılması gereken bozulmuş gıdaların içinde ne işi var
ki, insanın içine giriyor? İnsanı esir almak için insanın içine
girmesi mi gerekiyor? Aslında, insan vücudunda yaşamış
olsa, kendini zindana mahkûm etmiş, kendisi esir olmuş
AHMED KALKAN
~ 60~
olur. Bir cismi ele geçirmenin yolu, o cismin içine girmek
değildir. Bu yanlış anlayış, sanırım hadis rivayetlerindeki
mecazî ifadelerin gerçek anlamda zannedilmesinden
kaynaklanıyor.
“Kocası gurbette olan (yabancı) kadınların yanına
girmeyin. Zîra şeytan, her birinizin içinde, vücudunuzda
kanın dolaştığı gibi, (kendisini hissettirmeden) dolaşır.”
84 Burada da bir benzetme yapılmış, yoksa şeytanın
içimize girip kan gibi damarlarımızın içinde seyahat yaptığından
bahsedilmiyor.
“Şeytan insanoğlunun kalbinin üzerinde tünemiş vaziyette
bekler. Allah’ı zikredince siner, çekilir, gaflet etse
vesvese verir.”85 Burada bahsedilen kalp, insanın kan pompası
olan yürek değil, gönül dediğimiz manevi kalptir.
“Muhakkak ki şeytan, insanın vücudunda kanın dolaştığı
gibi dolaşır.”86 Bu hadiste büyük ihtimalle vücutta
gözle görülmeyen varlık anlamında bakterilerden “şeytan/
cin” diye bahsedilmiş.
Selefî mezhebinin Kur’an’da mecaz olduğunu kabul
etmeyişinin de bu yanlış anlayışta etkisi olduğunu
söyleyebiliriz.
CIN MUSALLAT OLMUYOR, KIŞI HIPNOZA
GIRIYOR
Burada anlaşılması gereken şey, cinlerin varlığını inkâr
değildir elbette. Cinler vardır, ama normal olarak insan
bedenine girip kişileri yönetmeleri, idareyi tamamen ele
84 Tirmizî, Radâ 17, 1172
85 Buhârî, Tefsir, Kul eûzu birabbi’nnâs 1
86 Müslim, Selam, 24
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 61~
almaları, yani insana musallat olmaları sözkonusu değildir.
Bu durum, şeytanla, cinle ilgili değil; kişinin tedavisi olan
bir hastalığa düçar olmasıdır.
Bu olağandışı durum; Kişinin elinde olmadan, tetikleyici
bir unsurla otomatik bir biçimde kişinin farkında olmadan
kendi kendine hipnoza girmesiyle ortaya çıkar. Bütün
dünyada genellikle bu rahatsızlığın tedavisi hipnoterapi ile
yapılmakta ve bu tür rahatsızlıkları tedavi etmeye yönelen
uzmanlar, genellikle hipnoz öğrenmektedir. Hipnozla çözülebilmesi
oldukça olağan bir durumdur, çünkü rahatsız
olan kişi otomatik bir hipnoz durumunda bu karakter ve
kişilik değişimini yaşar.”
BU TÜR HASTALAR NASIL DÜZELIR?
Hipnoz Uzmanı Başkak, bu durumdan muzdarip olan kişilerin
bu halden çıkış yolu hakkında şu bilgileri veriyor:
“Ruh sağlığı konusunda uzman, kişiyi hipnoza alır ve
normalde otomatik olarak ortaya çıkan alt kişilikleri kontrollü
bir şekilde ortaya çıkartır. Kullandığı özel hipnoterapi
teknikleriyle de kişinin bilinçaltı düzeyde müstakilleşmiş
alt kişilikleri sağaltır, bünyeye dâhil eder ve kişinin iyileşmesini
de bu yolla sağlamış olur.
Tamamen bilgisizlikten kaynaklanan sebeplerle “cinlerin
insanın bedenini ve beynini kontrol ettiği” şeklinde
halk arasında yaygın olan bu durum, konuya spesifik olarak
eğilen ve hipnozu bilen uzmanlar tarafından sağaltılmakta
ve insanların iyileşmesi sağlanabilmektedir. Yapılması
AHMED KALKAN
~ 62~
gereken, “cin çarpması” ile açıklanan bu durumlar için hipnozu
bilen, bu konuya özellikle yoğunlaşmış bir ruh sağlığı
uzmanına müracaat etmektir.”87
ŞEYTAN ÇARPMIŞ GIBI KALKMAK
Kur’ân-ı Kerim’de, faizin haram olduğu ve yiyenlerin
kabirlerinden şeytan çarpmış gibi kalkacakları
bildirilmektedir:
“Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı
gibi kalkarlar (Şeytanın dokunup sersemlettiği kimseler
gibi davranırlar). Bu, onların, “Alışveriş de faiz gibidir” demelerinden
dolayıdır. Oysa Allah, alışverişi helâl, faizi haram
kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o
öğüte uyarak) faizden vazgeçerse, artık önceden aldığı onun
olur. Durumu da Allah’a kalmıştır. (Allah, onu affeder.) Kim
tekrar (faize) dönerse, işte onlar cehennemliklerdir. Orada
ebedî kalacaklardır.”88
Şeytanın veya cinnin insana musallat olduğuna
inanan, fakat ciddi bir delil getiremeyen nice insan,
Bakara sûresi 275. âyetten kendilerine göre iki
tane delil getirmeye çalışır. Birisi, âyete bir kelime
ekleyerek, ikincisi, âyetteki mecâzî anlatımı, deyimi
fark etmeyerek veya bilinçli şekilde görmezden
gelerek, âyetin mealine şöyle ilavede bulunuyorlar:
“Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin
87 http://www.aktuelpsikoloji.com/cin-carpmasi-mi-coklu-kisilik-bozuklugu-mu-16504h.
htm
88 2/Bakara, 275
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 63~
kalktığı gibi kalkarlar” bu meale, genellikle “kabirlerinden”
kelimesini parantez içinde ilave ederler.
Hâlbuki, bu âyetin âhiretle, kabirden kalkmayla
ilgili hiçbir işaret yoktur. Faiz yiyenler, kıyâmet
günü kabirlerinden, başka türlü değil, ancak şeytan
çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı
gibi kalkacaklardır.” Diye meal vermiş, Ömer Çelik.
Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytan çarpmış kimselerin
cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar.”
(Diyanet Vakfı meali) “Faiz yiyenler mahşerde ancak
şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar.”
Diyanet İşleri Başkanlığının eski meali bu
şekilde iken, hatalarını anlamış olacaklar ki, yeni
meallerinde şöyle: “Faiz yiyenler, ancak şeytanın
çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar.” Allah,
kabirden veya mahşerden gibi bir kelime kullanmadığı
halde, bu kelimeyi kullanmayı gerekli gösterecek
hiçbir karîne olmadan “kabirden” veya buna
yakın bir kelimeyi, sanki âyetten bir parça imiş
gibi parantez içinde de olsa bir kelime ilave ederek,
cümledeki anlamı tümüyle saptırmak, meal yazma
seviyesine gelen bir kişi için büyük vebal taşır.
İkinci hata da; deyim olarak kullanılan bir ifadeyi gerçek
anlamda, lügat anlamında anlayıp o şekilde kullanmak da
yanlıştır. Zaten benzetme ifadesidir. Kendisine benzetilen
AHMED KALKAN
~ 64~
ifade yanlış olursa, benzeyen için de hüküm yanlış olur.
“Şeytan çarpmış gibi”, “şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı
gibi kalkarlar.” Kur’an’da buna benzer tâbirler vardır: “…ve
onlar, deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremeyeceklerdir!”
89; “Mutlu olanlar da, artık onlar cennettedirler.
Rabbinin dilemesi dışında, gökler ve yer sürüp gittikçe (durdukça),
orada süresiz kalacaklardır. Bu kesintisi olmayan
bir ihsandır.”90 âyetlerinde de benzer tabirler, benzetmeler
vardır. Bunun yanında, aşağıda bazı meallerde görüleceği
gibi, “yetehabbetuhu’ş-şeytanu mine’l-mess” ifadesinin farklı
ve daha uygun anlamlarını değil de; şeytan çarpması anlamını
tercih etmenin de doğru bir tercih olmadığını ifade
edebiliriz.
“Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin
kalktığı gibi kalkarlar.” Âyetinde geçen şeytanın
çarpması, bir deyimdir, mecazî anlatımdır. Bu
âyetten şeytanın kamyonun insana çarpması gibi
veya elektrik çarpması gibi çarpabileceği bir gücü
olduğu anlaşılmamalıdır. Çünkü Kur’an’ın en doğru
tefsiri, yine Kur’an’la yapılan tefsirdir. Kur’an
şeytanın ne yapıp yapamayacağını diğer âyetlerde
açıklıyor. Eskiden bu topraklarda yaşayan insanlar
da felçli, çaprazlama el ve ayağında felç olup
çarpık yürüyen ve eli bükülmüş olanların durumunu
“çarpılmış, inme inmiş” gibi deyimlerle ifade
ederlerdi. Bu mecazî ifadeyi bazı mealler (meselâ
89 7/A’râf, 40
90 11/Hûd, 108
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 65~
Abdullah Parlıyan) şöyle ifade eder: “Şeytanın
dokunup sersemlettiği kimseler gibi davranırlar.”
Nice meallerde ise, âyet metninde olmadığı halde,
“kabirden” kelimesinin ilave edildiğine de üzülerek
şahit oluyoruz.
Bunun yanında, üçüncü bir yanlışlık veya gösterilmesi
gereken hassâsiyet ve tercih, “tehabbut”
kelimesine verilen anlamla ilgilidir. Bu kelimeye
“çarpma” anlamı verilebileceği gibi, “aklı giderme”
anlamı da verilebilir.
Abdulaziz Bayındır, biraz farklı bir tercüme ile, âyeti şöyle
meallendirmiştir: “Faiz yiyenler, şeytanın aklını çeldiği
kimsenin davranışından farklı davranış göstermezler.”
Bana göre diğer meallerden daha doğru bir çeviri. Âyetin
tefsirini yaparken şu açıklamayı yapmışlar: “Âyette geçen,
“tehabbut” kelimesi, genellikle “dokunup çarpma” şeklinde
tercüme edilir. Bize göre bu tercüme manayı doğru aktarmamaktadır.
“Tehabbut”, “takılıp aklını çelme ve aklını bozma”
91 anlamlarına da gelir.
Allah’ın elçisi “faiz sadece borçtadır” demiştir. Faiz
borçtan elde edilen gelirdir. Bir kimseye verilen borç fazlasıyla
almak için verilirse bu faizli işlem olmaktadır.
Alınan fazlalık ise faizdir. Alım satım paranın mal ile değeri
karşılığında değiştirilmesidir. Alışverişte satın alınan mal
arttıkça fiyatı düşürme imkanı olabilir. Para peşin verildiğinde
farklı, veresiye verildiğinde farklı olabilir. Faiz
91 Lisan’ul-Arab, Muhammed Murtaza ez-Zebîdî, Tâc’l-Arûs
AHMED KALKAN
~ 66~
ise bu durumun tam tersidir, alınan borç yükseldikçe
ödenecek faiz miktarı artar. Çünkü risk artar. Alım satım
ile faiz birbirinden çok farklı iki ayrı sistemdir. Günümüzde
faizin ekonominin bir parçası haline getirildiği kapitalist
ekonomilerde; ticari kuruluşlar ile faizli kuruluşların denetimleri,
kuruluş şartları, kanunları tamamen birbirinden
farklıdır. Tamamen birbirinden ayrı iki farklı yapı oluşturmaktadır.
Bakara 275. ayette bu farktan bahsedilmektedir.
Faiz yiyenlerin davranışı şeytana kapılmış, çirkin şeyleri
güzel gören bir kişinin yaptığı gibidir. Bu kimselerin
bahanesi alım satımın faizli işlem gibi olduğunu iddia
etmeleridir. Halbuki alım satım faizli işlem gibi olsa idi herkes
alım satım yaptığı gibi faizli işlem de yapabilirdi.92
Peygamberimizin zaman zaman şöyle duâ ettiği rivayet
edilir: “Allahumme eûzu bike en yetehabbetaniye’ş şeytanu
mine’l mess / Ey Allah’ım! Şeytanın aklımı çelmesinden
Sana sığınırım.”93 Burada, Peygamberimizin “şeytanın dokunup
çarpmasından” dediğini düşünmek doğru olmaz. Bu
hadiste de kullanıldığı gibi, tehabbut kelimesine aklı
çelme anlamı verildiğini görüyoruz.
ŞEYTANIN KABIRDEN KALKARKEN FÂIZ
YIYENLERI ÇARPMASI
“Faiz yiyenler ancak şeytanın çarparak sersemlettiği
kimse gibi kalkarlar.” ifadesi müfessirlerin aklına şu soruyu
getirmiştir:
“Bu Kalkış Dünyada mıdır, Yoksa Öldükten Sonra
mıdır?”
92 suleymaniyevakfi.org/kuran-dersleri/2-bakara-suresi-275-ayet.html
93 Ebû Dâvud, İstiâze, h. No: 1552; Nesâî, 8/282; Ahmed bin Hanbel, 2/356.
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 67~
Eski müfessirlerin çoğu, faiz yiyenlerin yeniden dirilip
kabirlerinden kalkarken veya buradan mahşerdeki hesabın
sonuna kadar sersemlemiş, sâraya tutulmuş insanlar
gibi çırpınacaklarını, yolda doğru yürüyemeyip sağa sola
yalpalayacaklarını ifade etmiş, âyeti böyle anlamışlardır.
Âyet böyle anlaşılırsa, mecaz ve deyim anlamı iptal olur;
hakikat mânasına çekilmiş olur.
Şeytanın âhirette ilk dirilen varlık olup, kabirlerinden
kalkan insanlardan faiz yiyenleri tanıyıp
bilmesi, onları çarpması, sakat hale getirip onları
cezalandırması; daha ameller tartılmadan, hesaplar
sorulup insanlar sorgulanmadan cezanın, hem
de orada azabı bekleyen isyankârların başı şeytan
tarafından bu cezanın verilmesi, Kur’an’ın beslediği
bir akıl için kabul edilebilir bir husus değildir.
Kabirden kalkışla birlikte Kur’an’ın “din günü”
dediği zaman başlamış olacaktır. Dünyada bir hâkimiyeti
olmayan şeytanın, hele âhirette hâkim bir
güç olacağını iddia etmek Kur’an’da bahsedilen
hakikatlerle bağdaşır mı?
“(Allah), Din gününün mâliki (gerçek sahibi)dir.”94 “Sonra
din gününün ne olduğunu nereden bileceksin? O gün, kimsenin
hiç kimseye hiçbir fayda sağlamayacağı bir gündür. O
gün emir yalnız Allah’a aittir.”95
94 1/Fâtiha, 3
95 82/İnfitâr, 17-18
AHMED KALKAN
~ 68~
Fahruddin Râzi Bu Âyeti Nasıl Anlamış?
Fahruddin Râzî, bu konudaki yorumları naklettikten
sonra kendi tercih ettiği yorumu özetle şöyle ifade etmiştir:
“Buradaki şeytan çarpması veya dokunması, cinnet ve
sâraya yol açan ve böylece insanların psikolojik ve biyolojik
dengelerini bozan bir etki değildir; “Takva sahipleri, içlerine
şeytandan gelen bir saptırıcı fikir doğduğunda düşünüp
hemen gerçeği görürler.”96 mealindeki âyette söz
konusu edilen saptırıcı fikrin etkisi de ahlâkî ve mânevidir.”
“İnsanlara iki yönden telkin ve çağrı gelir: Şeytan maddî
hazlara, şehvetin doyurulmasına ve hayatı, Allah’tan başka
şeylerle doldurmaya çağırır. Melek de dîne ve takvaya davet
eder.”
“Şeytanın çağrısına uyanlar arasında faiz yiyenler de
vardır. Bunlar dünyaya ve geçici nimetlere düşkündürler ve
bu düşkünlük içinde ölünce Allah ile aralarında bir perde
hâsıl olur. Şeytanın çarpması (telkini, çağrısı, verdiği vesvese)
buna uyanları, dünyada Allah’tan uzak kalan, maddî
lezzetler peşinde koşarak geçirilen bir hayata mahkûm
eder. Ömrünü böyle tamamlayanlar âhirette de Allah’ın eşsiz
lütuf ve yakınlığından mahrum olurlar.”97
İbn Atıyye, bu zâlimce kolay kazanma hırsının faizcileri,
deliler gibi hareket etmeye sevk ettiğini, âyette bu halin
deliler ve sâralıların haline benzetildiğini (mecazî mânanın
kastedildiğini) ifade etmiştir.98
96 7/A’râf, 201
97 Fahreddin Râzî, Bakara, 275. âyetin tefsiri
98 İbn Atıyye, Bakara, 275. ayetin tefsiri
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 69~
Kaldı ki, sâra denilen tıp dilindeki epilepsinin, beyindeki
elektrik akımının bozulması ile ilgili bir hastalık olduğu,
EMG ile tespit edilebildiği ve tedavisinin de mümkün olduğuna
göre, “şeytan çarpması”nın mecazî anlama geldiği
veya âyette geçen “tehabbut” kelimesinin “aklı çeldirmek”
anlamında kullanıldığı apaçık bir hakikattir.
Çağdaş bazı tefsirciler de “cin ve şeytan çarpmış gibi
hareket etmek”ten maksadın “dengesiz, düzensiz, bozuk
hareket” olduğunu, bunun öldükten sonra değil, dünyada
yaşanacağını; fıtrata ve tabii olana aykırı bulunan faizciliğin
yaygın olduğu toplumlarda düzenin bozulacağını, sosyal
adalet ve dengenin ortadan kalkacağını, ahlâkın fesada
uğrayacağını, nihayet çatışmaların iç savaşa dönüşebileceğini
söylemişlerdir.99
Elmalılı Hamdi Yazır’ın İzahı
Ayette geçen “şeytan çarpmış gibi”, ifadesini Merhum
Elmalılı ise, Tefsirinde şöyle açıklar: “Bunlar anlaşılmaz
gizli sebeplerden ileri gelen fena hastalıklar olduğu için, cinlere
ve şeytana nisbet edilerek ‘cin tutmuş’, ‘şeytan çarpmış’
denile geldiği de herkesçe bilinen bir şeydir. Bunların
böylece şeytana nisbet edilmesi hakikat mı, mecaz mı olduğu
meselesi ayrıca tartışma konusu yapılmış ise de burada asıl
mânâ aşikârdır ki, fenalığın dehşetini ve gizli sebeplere dayandığını
göstermektir.”
“Bunlar faiz ile emek ve iş sahiplerinin çalışmalarının
ürünü olan şeyi alıp, onunla geçindiklerinden tembellik
99 bk. Kur’an Yolu, Heyet, ilgili ayetin tesfiri
AHMED KALKAN
~ 70~
içinde yatar, rahat ve hızlı bir şekilde uyanamazlar, hemen
kalkamazlar; pek çoğu yataklarında şeytan çarpmış gibi
saatlerce gerinerek, ağzını, yüzünü buruşturarak, sendeleye
sendeleye kalkarlar. Bütün hayatları faiz düşüncesi ile
ve onun dedikodusu ile geçer, düştükleri zaman da bellerini
doğrultamazlar…”100
Mevdudi’nin Açıklaması Şöyle
Kur’an faizle borç vereni deli bir adama benzetir. Deli
adam nasıl dengesizliği nedeniyle hâkimiyetini kaybederse,
aynı şekilde borç veren kişi de para verirken o denli
dengesini kaybeder ki, şuurunu yitirir. Onun akılsızlığı o
denli büyüktür ki, bencilliğinin ve açgözlülüğünün nasıl
insan sevgisine, insan kardeşliğine ve dostluğuna kökten
bir darbe vurduğunu ve insanlığın genel maslahatına zarar
verdiğini farketmez. Birçok şeyi feda ederek zengin olduğunun
farkına varamaz. İşte o da, bu dünyada sanki deli bir
adam gibi davranır. Ahiret’te de aynı bu dünyadaki gibi deli
olarak dirilecektir. Çünkü herkes hangi konumda ölmüşse
ahiret’te o konumda dirilir.101
Seyyid Kutub da Şöyle Diyor
Bu, gerçekten korkunç bir hamle ve son derece
ürpertici bir tasvirdir. “...Şeytan tarafından
çarpılmış kimseler gibi ayağa kalkarlar...” Hiçbir
mânevî tehdit, bu somut, canlı ve hareketli tablo
kadar duygular üzerinde etkili olamaz. Şeytan tarafından
çarpılmış ve donakalmış insan tablosu...
100 Hak Dini Kur’an Dili, Bakara, 275. ayetin tefsiri
101 Tefhimu’l Kur’an, Bakara, 275. Âyetin tefsiri
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 71~
İnsanların sıkça görüp bildiği bir tablo... Ayet-i
Kerime, bu tabloyu, duyguların korkutulması konusundaki
uyarıcı rolünü yerine getirmesi, faizcilerin
duygularını harekete geçirmesi, onları sarsıp
ekonomik düzenlerinin alışkanlıklarından ve kendilerine
kâr sağlayan hırslarından çekip çıkarması
için gözler önüne getiriyor. Bu tablo, eğitici etkisi
bakımından yerine göre yararlı bir araç olduğu
gibi aynı zamanda gerçek bir olguyu da ifade etmektedir.
Gerçekte tefsirlerin büyük çoğunluğunda
bu korkunç tablodaki “kalkış”ın, diriliş günündeki
kalkış olduğu kanısı yer almaktadır. Ancak,
bize göre, bu tablo şu yeryüzünde insan hayatında
bizzat gerçekleşen bir olgudur. Ayrıca kendisinden
sonra gelecek Allah ve Rasûlüne karşı savaşmaktan
korkutan ayet-i kerimeye de uygun düşmektedir.
Biz, şu anda bu savaşın varlığının sürdüğünü,
faiz düzeninin ağına düşüp, hummaya tutulmuş
gibi çırpınan sapık insanlığın başına musallat olduğunu
görüyoruz.
Çağdaş kapitalist düzenin, geçen dört asırda, oluştuğu
ilk günlerde bu konuda şüphe sözkonusu olmuş olsa bile
bu asırların deneyiminde şüpheye asla yer kalmamıştır.
Bugün içinde yaşadığımız dünya; aklı başında olan kişiler,
düşünürler, bilginler ve araştırmacıların itiraf ettiği
ve Batı uygarlığının merkezi olan bölgeleri dolaşan
AHMED KALKAN
~ 72~
seyyah ve gözlemcilerin gördüğü gibi bu bölgelerdeki
maddî uygarlığın tüm görkemine, sanayi ürünlerinin gelişmişliğine,
gözleri kamaştıran maddî refahın tüm görüntülerine
rağmen her yönüyle sıkıntı, ızdırap, korku, sinirsel
ve ruhsal hastalıkların yaygın olduğu bir dünyadır.
Üstelik bu dünya sürekli; yaygın, öldürücü ve sinirsel savaşların
orada-burada bir türlü bitmeyen ızdırapların tehdidi
altındadır.
Bu maddî uygarlığın, maddî refahın birçok bölgedeki
kolaylığının, geçim sıkıntısının olmayışı ve rahatlığın dahi
ortadan kaldıramadığı iğrenç ve uğursuz bir bedbahtlıktır.
Görmemek için kendi kendine gözlerini perdelemeyen herkesin
görmek istediği sürece yüz yüze geleceği bir gerçektir
bu. Amerika, İsviçre ve maddî refahı olan birçok ülkede
insanların genelde maddî açıdan bir sorunlarının olmadığı
bir gerçektir. Ancak insanlar mutlu değildirler. Zengin oldukları
halde sıkıntı, yüzlerinden okunuyor. Yoğun üretim
faaliyetinde bulundukları halde doyumsuzluk hayatlarını
yiyip bitiriyor. Bu doyumsuzluklarını kimi zaman çılgınlık
ve haykırışlar ile, kimi zaman ilginç görüntü ve aykırılıklarla,
kimi zaman da cinsel ve ruhi sapıklıklarla dışa vururlar.
Ardından kaçma ihtiyacını duyarlar, kendilerinden, içinde
yaşadıkları boşluktan, hayatın akışından ve nimetlerinden
bir nedeni görülmeyen bedbahtlıktan kaçmaya başlıyorlar,
intihar etmekle, çılgınlıklar yapmakla ve anormalliklerle
kaçıyorlar. Sonra bu sıkıntı, boşluk ve hiçlik duygusu hiçbir
zaman peşlerini bırakmıyor, rahat yüzü göstermiyor bu zavallılara...
Niçin?
Tabiatıyla bunun başlıca sebebi, insanların dertli, ızdıraplı,
sapık ve bahtsız ruhlarının, bunca maddî gelişmişliğe
rağmen, ruhun gıdası olan imandan, Allah’a güvenden, bir
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 73~
de Allah’a imanın ve O’nun ahdine ve şartına uygun yeryüzündeki
hilâfetin bahşedip çizdiği büyük insanlık hedeflerinden
yoksun olmalarıdır.
Bu belli başlı ve büyük sebebin bir şıkkını da faiz belası
ve gelişen ve fakat gelişmesinin iyilik ve bereketini tüm insanlığa
aynı düzeyde dağıtmak sûretiyle dengeli ve eşit bir
şekilde gelişmeyen, ancak, bankalardaki bürolarına kapanan
bir avuç para babası faizcinin menfaatini gözeten ekonomi
belası oluşturmaktadır. Bu faizci para babaları sanayi
ve ticareti, garantili ve belirli faizlerle borçlandırmakta,
böylece sanayi ve ticareti belli bir yöne yöneltmektedirler.
Bu yolun da ilk hedefi, herkesin onunla mutlu olacağı ve
herkese düzenli iş ve garantili geçim sağlayacak ve herkese
ruhsal güven ve toplumsal huzur hazırlayacak şekilde
insanlığın sorunlarını ve ihtiyaçlarını gidermekten ziyade
milyonların ezilmesi, yoksulluğu ve hayatlarının bozulması
ve bütün insanlığın hayatına şüphe, sıkıntı ve korku tohumlarının
ekilmesi pahasına da olsa en fazla kâr gerçekleştirecek
üretimi sağlamaktır. Şüphesiz Yüce Allah en doğrusunu
söylüyor: “Faiz yiyenler şeytan tarafından çarpılmış
kimseler gibi ayağa kalkarlar...” İşte biz bu gerçeğin
kanıtlarını dünyadaki pratik hayatımızda görebiliyoruz.”102
Ali Küçük de Bu Âyeti Şöyle Açıklıyor
“Fâiz yiyenler ancak şeytan çarpmasından dolayı
ne
yapacağını bilemeyen ve ayakta da duramayan kimsenin
kalktığı gibi kalkacaktır…”103
102 Fî Zılâli’l Kur’an, Bakara 275. âyetin tefsiri
103 2/Bakara, 275
AHMED KALKAN
~ 74~
İflas eden bankaların önünde insanlıktan çıkmış bir
vaziyette etraflarına
saldıracak şekilde delirmiş insanları
gördükçe âyetin ne kadar da güzel anlattığını
anlıyoruz.
Deli bir adam nasıl ki dengeli bir davranış sergileyemiyorsa,
ne yaptığını bilmez bir durumdaysa aynı şekilde
fâizle insanların kanlarını emebilmek için onlara borç
veren kişi de bu gelire
ulaşabilmek
için o kadar dengesini
kaybeder ki şuurunu kaybeder.
Para hırsıyla
aklı gitmiş,
gözü dönmüş vaziyetiyle bu adamın
çevresine nasıl zarar
verdiğini bir düşünün.
Bir de bu dünyada şeytan bazı insanları çarparak onları
Allah
yolundan uzaklaştırır. Bakın Sâd sûresinde bir âyet-i
kerîmesinde
Rabbimiz bu hususu şöyle anlatır: “İblis dedi
ki: “Senin izzetine yemin ederim ki onlardan,
ihlâslı
(seçkin) kulların müstesna hepsini azdıracağım.”104
Fâiz yoluyla insanların mallarına göz dikenler,
bu yolla kan içenler hem dünyada hem de âhirette
şeytanların çarpmasına maruz kalacaklardır.
Dünyada akıllarını, fikirlerini, zamanlarını sırf
para kazanmanın
peşine takıp, maldan, paradan,
kazanmaktan başka bir şey düşünemez hale
geldikleri için aklı başında normal insanlar gibi
hareket
edemezler. Aklı başında insanlar onları
gördükleri zaman dengesizliklerini,
anormalliklerini
hemen anlarlar. İşte görüyoruz dünyalık elde
104 38/Sâd, 82
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 75~
edeceğiz diye, daha çok para kazanacağız, daha
lüks yaşayacağız
diye borsaların peşine,
dükkânların,
tezgâhların peşine takılmış, bir oraya bir buraya
koştururken durup düşünecek, Allah’ın rızasını
kazanacak, ilim öğrenecek, çoluk çocuğunu müslümanca
eğitecek en küçük bir zamanları bile kalmamış
insanlar bunlardır. Şeytanın kötü vurduğu
insanlar. Bu durum, bunların dünyadaki halleridir,
âhirette ise bunların
durumu
çok daha korkunç
olacaktır.105
Bu durumda da bu âyet, akıl hastalıklarının cin
ya da şeytan çarpmasından kaynaklandığına dair
bir delil olmamalıdır. Nitekim aralarında Şâfiîlerden
Kaffâl’ın da bulunduğu bazı İslâm âlimleri,
cin ve şeytanların insanları çarpmaya kudretlerinin
olmadığı, sâra, çarpılma (felç) ve benzeri hastalıkların
onlardan değil, Cenab-ı Hakk’ın bu konuda
koymuş olduğu tabii kanunlar gereği meydana
geldiği görüşündedirler.106 Fahrüddın er-Râzî de,
cin ve şeytanların insanları çarpmaya, akıllarını
gidermeye kudretlerinin olmadığını kaydetmiş ve
onlarda bu güç olsaydı, şiddetli düşmanı oldukları
insan neslinin çoğunu, kendilerine aşırı düşman
105 Ali Küçük, Besâiru’l Kur’an, Bakara 275. âyetin tefsiri
106 el-Ferrâ, et-Mu’temed, s. 174; Râzî, Mefâtih, VII. 89; Cebeci, Cin, Şeytan, s. 111
AHMED KALKAN
~ 76~
oldukları âlimleri, faziletli kimseleri, zâhidleri çarpıp
delirtmeleri gerekirdi. Hâlbuki onların bu konuda
herhangi bir güçleri yoktur. Kur’an’ın bildirdiğine
göre şeytan da ‘Benim sizin üzerinizde
herhangi bir gücüm yoktu’ diye itirafta bulunmuştur,
107 demektedir.108 Bu durumda, cinlerin insanları
çarpıp delirteceğine dair kanaat, önceki kültürlerden
geçmiş olmalıdır. Hristiyanların bu konudaki
inançları ve uygulamaları ilim adamları tarafından
dile getirilmektedir. Câhiliye döneminde de bu
tür inançların halk arasında yaygın olduğu bazı
rivayetlerden anlaşılmaktadır.
SÂRA (EPİLEPSİ) BİR HASTALIKTIR, CİNLERLE
BİR ALÂKASI YOKTUR!
Epilepsi hastalığı maalesef sanıldığından çok fazla görülen
bir hastalıktır. Dünya nüfusunun yaklaşık % 1’inde
görülmektedir. Klinik deneyimlere göre, saklanma oranları
çok yüksek olduğu için gerçek epilepsi hastasının ancak
yüzde 20’sinin doktora başvurduğu düşünülmektedir.
Bunun da muhtemel nedeninin bu hastalıkla ilgili çeşitli
farklı inanışlar olduğudur. Bu hastalık, zaman zaman halk
107 14/İbrahim, 22
108 Râzî, Mefâtih. XIV, 54
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 77~
arasında hurafelerden kaynaklı olarak, cinlerle ilişkilendirilmekte
olup, epilepsi bir ruh hastalığı veya delilik olarak
nitelendirilebilmektedir.
Epilepsi (Sâra) Nedir?
Beynimiz, duyusal ve bilişsel merkezimiz, bizi diğer canlılardan
ayıran en önemli organımızdır. Milyarlarca hücreden
oluşan beyin karmaşık bir sisteme sahiptir. Sâra olarak
da bilinen epilepsi, beyindeki sinir hücrelerinin elektriksel
aktivitelerinin fiziksel veya kimyasal nedenlerden
ötürü geçici olarak kontrol dışına çıkması ve bunun sonucunda
meydana gelen tekrarlayıcı ve kısa süreli hareket,
duyu veya bilinç bozukluğu ile tanımlanan nörolojik bir
hastalıktır.
Epilepsi her yaşta ortaya çıkabilirken; sıklıkla hayatın
ilk yıllarında ve 60 yaşından sonra görülmektedir. Epilepsi
nöbetlerinin çok farklı türleri vardır. Halk arasında epilepsi
veya sâra dendiği zaman anlaşılan tonik-klonik nöbetlerin
yanı sıra bazı hastalarda, yakınlarının bile fark edemediği
epilepsi nöbetleri görülebilmektedir. Nöbetin türüne göre
birkaç saniye ya da birkaç dakika sürebilir. Bu nöbet tipleri,
hangi ilacın kullanılması gerektiği hakkında doktorlara
yön verebilmektedir. Her hastanın nöbeti kendine özgü
özellikler taşıyabilir. Bu yüzden bazı hastalarda epilepsi
tanısı konmayabilir ya da başka hastalıklara bağlı oluşan
bozukluklar yanlışlıkla epilepsi tanısı alabilmektedir. Ama
gelişen tanı yöntemleri ile bu durum giderek azalmaktadır.
AHMED KALKAN
~ 78~
Nöbet sırasında yapılacak şey hastanın kendisine zarar
vermesini önlemektir. Başını ve vücudunu yana çevirip,
başının altına yumuşak bir yastık konulmalıdır. Dilini ısırmaması
için nöbet geçiren kişinin çenesi açık tutulmaya
çalışılmalıdır.
Sâranın hastalık olduğu ve tıbbî tedavi ile kısa
süre içerisinde iyileştiğinin bilinmediği daha önceki
zaman dilimlerinde bu rahatsızlığı, cinlere yüklüyorlar,
cinlerin insana musallat olmasının bir delili
olarak bu olayı kullanıyorlardı. Tıbla ilgili bir
hastalık olduğu ispat edildikten sonra kısa bir zaman
sessiz kalındı. Sonra, şöyle uydurma bir görüş
ortaya atıldı ve cinciler, rukyeciler hep bu uydurma
görüşü savunurlar: “Sâra (Epilepsi) iki çeşittir.
Birinin sebebi bilinir, bu doktorların tedavi
edeceği bir hastalıktır. İkinci bir sâra daha vardır
ki, bunun sebebi normal olarak bilinmez. Bu, tıbla
tedavi edilmez, bunu biz tedavi ederiz” derler.
Söyledikleri hiç de doğru değildir. Sâra denilen epilepsinin
bütün çeşitleri tıpla tedavi edilebilmekte,
hiçbir çeşidi, cincilerce gerçek anlamda tedavi edilememektedir.
Rukyeciler, cinciler bu konuda doğruyu
söylememektedir.
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 79~
SÂRANIN TIBBÎ HASTALIK OLDUĞU BILINMEDIĞI
ZAMANLARDAKI MÜFESSIRLERIN GÖRÜŞLERI
Eş’ari, ehl-i sünnet ve’l cemaat makalelerinde der ki,
“cin sâralının bedenine girer.” Allahu Teâlâ’nın da ayette
buyurduğu gibi; “Faiz yiyenler ancak şeytanın dokunup
çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar.”109
Taberi tefsirinde, “Faiz yiyenler mahşerde ancak şeytanın
çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar: Kıyamet gününde
bunlar, mezarlarından kalkarken, şeytanın çarptığı
ve delirtip sâraya düşürdüğü kimseler gibi kalkacaklardır.
Kur’an, onları, şeytanın çarpıp deliye döndürdüğü sâralı ve
mecnun bir kimse olarak tasvir ediyor. Bedeni çarpık, aklı
kaçkın kimseler gibi hezeyan savurup sağa sola çarpılırlar.110
Kurtubî, faiz âyetine şöyle meal verir: “Ribâ yiyenler
kabirlerinden ancak kendilerine çarpmaktan dolayı şeytanın
sâraya düşürdüğü kimse gibi kalkarlar…” Açıklaması da
şöyledir: “Yüce Allah’ın “kabirlerinden ancak kendilerine
çarpmaktan dolayı şeytanın sâraya düşürdüğü kimse gibi
kalkarlar” buyruğu konusunda bazıları şöyle demektedir:
Onunla birlikte onu boğmakla görevli bir şeytan var eder.
Bütün müfessirler hep birlikte şunu söylerler: Faiz yiyen
kimse mahşer halkının önünde bir ceza olmak ve Allah’ın
gazabı üzerinde görülsün diye deli gibi diriltilecektir… Bu
âyet-i kerimede cinler tarafından sâraya düşürülmeyi kabul
etmeyen, bunun karakterlerin (tabiatların) etkisi ile ortaya
çıktığını iddia eden, şeytanın insan içerisinde yol alabileceğini
ve şeytanın insanı çarpmayacağını söyleyenlerin
görüşlerinin tutarsızlığına bir delildir.”111
109 2/Bakara, 275
110 İmam Taberî, Taberî Tefsiri, Akide Y., c.1, s. 210 metin ve 1 numaralı dipnot.
111 İmam Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi’l Kur’an, Buruc Y., c. 3, s. 590-592
AHMED KALKAN
~ 80~
Kurtubî, “bu âyet cinin insanı çarpıp sâralattığına işarettir”
der. Kurtubî, sâranın cinlerden olduğunu inkâr edip
doktorluk olduğunu iddia edenlere delidir demektedir.
Kurtubi’ye göre günümüzdeki bütün doktorlar, araştırmacılar,
ilim adamları deli kabul edilmelidir. Çünkü onlar, ilmî
verilerle sâranın tıpla ilgili bir hastalık olduğunu, bunun
bilimsel verilerle ispatlanmış olduğunu kabul ederler.
Sâra hastalığını da şeytan çarpması olarak bu ayetle
bağlantı kuran müfessirler, yukarıda isimleri geçen Taberî,
Eş’arî ve Kurtubî’nin yanında, İbn Kayyim el-Cevziyye,
112 Nesefî,113 Mehmet Vehbi,114 İsmail Hakkı Bur-
112 İbn Kayyim el-Cevziyye, Bedâiu’t Tefsir’inde, ilgili âyete şöyle meal verir: “Ribâ yiyenler,
ancak şeytanın çarpmaktan dolayı kendilerini sâraya düşürdüğü kimse gibi (kabirlerinden)
kalkarlar.” (İbn Kayyim el-Cevziyye, Bedâiu’t-Tefsîr, Karınca Polen Y., c. 1, s.
386)
113 Klasik tefsirlerden Nesefî, âyete direkt sâra hastalığı anlamı vermiş. “Lâ yekumune
illâ kemâ yekumullezî yetehabbetuhu’ş-şeytânu mine’l-mess”/ Kabirlerinden
diriltilip kalktıklarında âdeta sâraya tutulmuş kimsenin kalkışı gibi kalkarlar. Çünkü
yaptıkları muâmelede çarpmaya ve aldatmaya kalkışmışlardır, dolayısıyla aynı şekilde
cezalandırılacaklardır.
Habt kelimesi, önünü göremeyen, deve gibi doğru dürüst hareket edemeyen ve sağa sola,
bir ileri bir geriye yalpalanma demektir. “Mine’l-mess” delilikten, çarpmaktan. Bu biraz
önce geçen “lâ yekumune” kelimesine taallûk etmektedir. Yani, mana şöyledir: “Şeytan
çarpmasından dolayı âdeta sâra hastalığına yakalanmış kimsenin uyanışı gibi kalkarlar.”
Ya da bu, “yekumu” fiiline müteallıktır. Dolayısıyla: “Sâra hastalığına tutulan kimsenin
bu nöbetinden kalkışı gibi kalkar.” Mefhumu şöyledir: “Bu faiz yiyenler kıyamet gününde
âdeta sâra nöbetine yakalanan sâralı hastanın nöbetinden uyanışı gibi uyanır ve kalkarlar.”
Çünkü bu onların hesap alanında bekleme sırasındaki hareketleridir. Bunlar bu özellikleriyle
tanınıp bilineceklerdir. Bir yoruma göre de şöyle denmiştir: “Kıyamet gününde
kabirlerinden çıkanlar sadece faiz sofrasına koşarlar. Oraya doğru koşup giderlerken hep
sâra nöbetine yakalanmış olanlar gibi bir düşerler, bir kalkarlar. Çünkü yedikleri hep faiz
idi. Allah bu faizi onların karınlarında artırarak büyüttü ve bu onlara bir ağırlık yaptı.
Dolayısıyla yürümeye, hareket edip koşmaya güçleri kalmamıştır.” (İmam Nesefî, Nesefî
Tefsiri, Ravza Y., c. 2, s. 171-172)
114 Ribâ alan ve yiyen kimse, kabirden kalktığında şeytan dokunmuş sâralı olan kimsenin
düştüğü yerden dertli kimsenin kalktığı gibi kalkar. Bu âyette şeytanın dokunup
delirtmesiyle mecnun olmak ve şeytanın insanı zapt etmesiyle sâraya tutulmak demek,
ribânın vereceği sersemliği anlatmaktır. Zira İslâm öncesi Araplar; cinnet, cinin temasından;
sâra da şeytanın çarpmasından ibaret olduğunu itikad ederlerdi. Bugün bile (1926
civarı) sâranın, sebebinin ne olduğu doktorlarca tamamıyla bilinmemektedir. Çünkü;
devâsını bulamadılar ve cinnet de böyledir. (Konyalı Mehmed Vehbi, Hulâsatu’l Beyan,
Üçdal Neşr, c.1-2, s. 509-510)
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 81~
sevî’yi115 sayabiliriz. Bunlar, Bakara sûresi, 275. âyete:
“Kabirlerinden şeytan çarpmış gibi ve şeytan tarafından
çarpılıp sâraya tutulmuş gibi kalkarlar” diye meal
verirler. Hem âyette olmayan “Kabirlerinden” anlamını
ilave ederler, hem şeytanın çarpma yeteneğinden,
hem sâra hastalığının sebebinin şeytanın çarpması ve
cinin insan içine girmesi olduğundan bahsederler.
Bu meşhur eski müfessirlerin bu görüşlerinde isabet
ettiklerini söylemek mümkün değildir. Kur’an’ı
merkez alıp onu hakem kabul eden bir kimsenin bu
görüşleri delil kabul etmesi sözkonusu olamaz.
Bilgisini insanları Allah’tan ve Kur’an’dan uzaklaştırmak
için kullanan, son devrin en meşhur Bel’am’ı, ateist müftülerden
ve İslâm düşmanlığıyla meşhur Turan Dursun, İslâm
âlimlerinden İbn Kayyım el-Cevziyye (v.1350) ile İbn
Teymiyye’nin (v.1328) bu konuyla ilgili, fakat kendi çağlarının
görüşlerini yansıtan ve bilimsel olarak hatalı olduğu
günümüzde ortaya çıkan fikirlerini naklediyor. Onların cin
çıkarma ile ilgili olarak hastaya dayak atılması lazım geldiğini
söylediklerini, cin çıkarma ile ilgili hadisler olduğunu
kaydettiklerini naklediyor. Yine onların, sâra ve benzeri
hastalıkların cin ve şeytanlardan ileri gelmediğini söyleyerek,
birtakım tıbbî açıklamalar ileri süren doktor ve düşünürlere
“câhil ve dinsiz” dediklerini kaydediyor.116
115 Rûhu’l-Beyan Tefsiri: Bu tefsirde de bu fâiz ayeti şöyle açıklanır: “Faiz yiyen kimseler
kabirlerinden, kendisine şeytan çarpmış kimse gibi akılları bozulmuş ve çıldırmış
olarak kalkarlar. Bu durum, faiz yiyenlerin alâmeti olur ve insanlar onları bu alâmetle
tanırlar. Denilmiştir ki insanlar, kabirlerinden kalkarak bir grup halinde beraberce mahşer
yerine giderler. Ancak faiz yiyenler hâriç. Onlar yürürken sâraya tutulmuş gibi düşüp
kalkarlar.” (İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l Beyan, Erkam Y., c. 2, s. 569)
116 Turan Dursun, Din Bu, II, 371
AHMED KALKAN
~ 82~
Geçmişte bazı İslâm âlimlerinin yaptığı gibi bazı
asılsız ya da zayıf rivayetlere dayanarak, sâra ve
deliliğin cinlerden olduğuna inanmayanları dinsizlikle
suçlamak asla doğru değildir. Bundan 6-7 asır
önce, ellerindeki imkân ve zamanın tıp bilgisine,
içinde yaşadıkları çağın kültürüne bağlı olarak,
delilik ya da sâra hastalığının cinlerden meydana
geldiğini, hastaya dayak atılarak bu cinlerin çıkarılabileceğini
ileri süren İbn Kayyım el-Ceziyye
ve İbn Teymiyye’nin bu konudaki görüşlerini din
sanarak, bunları İslâm’a mâletmenin yanlışlığı ortadadır.
Turan Dursun bu konuda insaflı davranmamaktadır.
Tarihî, sosyal birtakım gelişmeleri gözardı
etmekte, çağının telakkisine göre davranan
İbn Kayyım ya da İbn Teymiyye’yi ayıplamaktadır.
Acaba Turan Dursun, İbn Kayyım ya da İbn
Teymiyye’nin devrinde yaşasaydı bu konuda hangi
görüşe sahip olurdu, doğrusu insan merak ediyor.
Ancak, bu fikrî yanlışlarının yanında, Kur’an ve Sünnete
tümüyle ters olan hastaya dayak atarak cin çıkarmayı tavsiye
etmenin savunulacak bir tarafının da olmadığını belirtelim.
Ayrıca, o âlimlerin hayatları üzerinden yüzlerce sene
geçtiği halde, körü körüne o şahısların yanlışlığı ispat edilmiş
Sâra hastalığının ve deliliğin cinlerle ilişkili olduğu görüşünü
aynen alan kimseler, kınanmayı hak etmektedirler.
Rukyeciliğin nice uygulamalarını da bu âlimlerden aynen
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 83~
almanın nice problemlere sebep olduğunu da hatırlatalım.
Yanlış, kim tarafından yapılırsa yapılsın, onun yanlışlığı
doğru görülemez. Hele bu yanlış, Kur’an’ın beyanlarına
zıt düşen yanlış ise ve çok sayıda insanın yanlışına sebep
oluyorsa…
Sonuç
Şeytan veya cinlerin insana musallat olmasına, insanın
hareketlerine yön vermesine, sihrin insanı ve eşyayı değiştirebileceğine
dair Kur’an’da hiçbir âyet olmadığını gördüğümüz
gibi, Bakara 275. âyetinde de bu hükme ters bir hüküm
vermek için delil teşkil edecek hiçbir şey yoktur.
İNSAN BEDENINE CIN GIRMESI VE CIN
ÇIKARILMASI ILE İLGILI KUR’AN NE DIYOR?
1- Allah insanı yeryüzünde halife olarak yaratmış,117 ona
çokça ikram etmiş, cinlerden üstün kılmıştır. “Andolsun Biz,
Âdemoğullarını yücelttik, üstün ve saygıdeğer kıldık. Onları
karada ve denizde (bineklerle ve araçlarla) taşıdık. Temiz
şeylerle rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın çoğundan
üstün kıldık.”118; “O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı.”
119
2- Kâinatta Sünnetullah denilen Allah’ın değişmez ve
değiştirilemez yasaları hâkimdir.
3- İnsan iradeli varlıktır; dilediğini yapabilecek durumdadır.
Cinler de bu yönüyle insanlara benzerler. Ancak,
117 2/Bakara, 30
118 17/İsrâ, 70
119 2/Bakara, 29
AHMED KALKAN
~ 84~
iradesini kullanan bu varlıklar, kendi cinsleriyle ilgili olarak
olumlu ve olumsuz fiiller ortaya koyarlar. Cinler, kendi
âlemlerinde, kendi boyutlarında yaşarlar. İnsanların cinlere
saldırması ya da onlarla evlenmesi nasıl mümkün değilse,
cinler için de insanlık âlemi, her istediğini yapabileceği
bir alan ve ortam değildir. Kötü cinlerin, yani şeytanların
insana zarar olarak sadece vesvese vermesinden bahsedilir
Kur’an’da, Onların zorlayıcı güçlerinin olmadığı, insan
istemediği halde ona musallat olmaları, insanı tümüyle ele
geçirmeleri sözkonusu değildir.
4- Allah kullarına zerre kadar zulmetmez. Daha büyük
suçlular varken daha küçük suçluları cezalandırmaz.
5- Dünya ödül ve ceza yeri değildir. Cinlerle cezalandıracağı
da Kur’an’da yer almaz. Cinler Allah’ın insanları cezalandırma
aracı değildir.
6- Allah bir kimseye herhangi bir zarar verecek olursa,
O’ndan başka o zararı giderebilecek yoktur. “Eğer Allah
sana herhangi bir zarar verecek olursa, bil ki onu, O’ndan
başka giderebilecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse,
O’nun lütfunu engelleyebilecek de yoktur. O, bunu kullarından
dilediğine eriştirir. O, çok bağışlayandır, çok merhamet
edendir.” 120
7- Allah dilemeden hiçbir varlık insana zarar veremez.
İnsan, nasıl cinlere zarar veremezse, cinler de insanlara
zarar veremez. Kötü cinlerin (şeytanların) vereceği zarar,
fısıltı cinsinden olan vesvesedir. İnsan istemeden cinlerin
insana zorla müdâhele etme güçleri yoktur.
120 10/Yûnus, 107
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 85~
8- Cinler ve şeytan Allah’a rağmen, O’ndan habersiz ve
Sünnetullahla bağlantısız bir güç sahibi değildir. İnsan için
de bu hüküm geçerlidir.
9- Allah dilemeden insan başka varlıklara zarar veremediği
gibi, hiçbir varlık da Allah dilemeden insana zarar
veremez.
10- En zararlı cin şeytandır; onun da neye gücünün yettiğini
Allah belirtmiştir.
11- Cinler hakkında Kur’an’da ve hadislerde bize lâzım
olacak bilgi ile yetinildiğinden ve insanoğlunun gerekli-gereksiz
merakı gereği, cinlerle ilgili nice uydurmalar din kılıfıyla
da gündemleşmiş, bu konuyu istismar eden nice insan
dini küçük düşürme pahasına insanları sömürmektedir.
12- Bazı insanlar, dinin ve aklın tasvip etmediği, âyetlerden
ve duâlardan geçinme mesleğini “Kur’an Terapisi”,
“Furkan Rukye”, “Kur’an ve Hadis Rukyesi”, “Kur’an ve Hadislerle
Şifa Merkezi” gibi adlar altında Kur’an kavramlarını
mesleklerine âlet edip istismar etmekte ve sanki faziletli
bir iş yaptıklarını iddia edebilmekte, çoğu selefiler de bunları
desteklemektedir.
13- Bir Müslümana “sende cin var”, “sen cinlenmişsin”
demek, psikolojik yönden kişiyi çökertici, gerçeklik bakımından
da bir iftiradır.
14- İnsanın bedeni hastalandığı gibi beyni de hastalanır;
psikoloisi de bozulur, iç dünyası huzur ve tatminden uzak
olabilir.
AHMED KALKAN
~ 86~
15- Psikolojik rahatsızlıklarda ne yapılması gerektiği
Kur’an’da açık şekilde beyan edilmiştir. Duâ ve zikir çok
önemlidir.
16- Hasta olan kimsenin kendisinin duâ etmesi esastır.
Rabbimiz duâ ettirmeyi değil; duâ etmeyi emretmiştir.
17- Para ile Kur’an okumak, okunanı ibâdet olmaktan;
para için başkasına duâ etmek de duâdaki ihlâstan insanı
uzaklaştırır.
18- Peygamberimizin hastalara duâsı O’na has bir durumdur.
Meselâ kimse Hz. Ebû Bekir’e gidip de hastasına
rukye yaptırıyor değildi.
19- Rukye yaptığı rivâyet edilen ashâbın durumunun
anlatıldığı rivâyet, Kur’an’a ve Sünnete kesin şekilde aykırıdır.
Ashab dinin yasakladığı şeyleri yapmazlar. Ashab yapsa
bile Peygamberimiz bu yasakları benimseyip kendi de ortak
olmaz. Rukyeyi yasaklayan, onu şirk ve şeytan işi ilan
eden Rasulullah bu rivayetteki olayları kesinlikle onaylamaz.
Rukyeyi meslek edinenlerin bu rivâyetten kendilerine
delil çıkarmaları mümkün ve doğru değildir.
20- Selef âlimlerini örnek aldığını söyleyenler,
hangi selef âlimi rukyeciliği meslek edinmiş, cin
çıkarma seanslarıyla geçimini temin etmiştir, söyleseler
de biz de öğrensek. Bu işi meslek edinen,
bundan geçinen bir tane selef âliminden bahsedilebilir
mi? Bu işin Selefîlikle ilgisini kurmak için
hem selefi tanımamak, hem bu mesleği tanımamak
gerekir.
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 87~
21- Bir tasavvufî tarikatın şiş sokma gösterisi ne
ise; cin çıkarma gösterisi de odur. Birini nasıl izah
ediyorsanız, ötekini de öyle anlamalısınız. Videolar
sayesinde olay bir şova dönüştürüldü. Roller o
kadar içten oynanmaktadır ki, çok geçmeden Hollywood
da bu sahneleri kullanır, korku filmi adıyla
İslâm’la alay ederse şaşmamak gerekir.
22- Müslümanların otoritesi olmadığı için bu ticaret, gittikçe
rağbet görüyor. Meselâ Hz. Ömer zamanında bu hasta
sömürücüleri bu tür meslek icrâ etseydi, o bunlara nasıl
davranırdı?
23- Cin çıkarma ile ilgili Allah’ın Kitabında ve Rasûlün
sahih sünnetinde bir emir ve tavsiye yoktur; Azaim ve havas
ilmi denilen ilim adına hurafeler, Kur’an ve Sünnet kaynaklı
değildir. Cincilik, cin çıkarma, muska yazma, hangi
hastaya hangi duâ ile rukye yapılacağı, suya okuma gibi konularla
ilgili sahih kanallarla bize ulaşan ve İslâmî ilimlerle
ilgili eserlerde nakledilen bilgi yoktur.
“Rabbiniz şöyle dedi: “Bana duâ edin, duânıza cevap vereyim.
Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış
bir hâlde cehenneme gireceklerdir.”121
Günde beş vakit namaz kıldığımız zaman Fâtiha okuduğumuzda
ve her rekâtta bunu söylemiyor muyuz: “Yalnız
Sana ibâdet eder, yalnız Senden yardım isteriz”122
121 40/Mü’min, 60
122 1/Fâtiha, 4
AHMED KALKAN
~ 88~
Kimin vermeye gücü var ki? Güç O’nun, varlık O’nun.
Onun verdiğini kimse geri çeviremediği gibi vermediğini
de kimse veremez. Dünya bir araya gelse ve bir kimseye zarar
vermek isteseler, Allah istemediği müddetçe kılına bile
zarar veremezler. Bir araya gelip birleşerek zarar vermek
isteyenler ister insan olsun, ister cin…
Allah, daha baştan hem insanlara, hem cinlere irade serbestliği
vererek onları imtihan ederken her iki varlığın boyutlarını
farklı kılmıştır. İstisnâ dışında birbirlerinin alanlarına
giremezler. Kendi cinsleriyle imtihan olurlar. Kur’an
şeytanı insan için apaçık düşman ilan ederken, onun zararının
sadece vesvese ile ilgili olduğunu ve telkinle kötülükleri
câzip gösterip bizi kandırmaya çalışacağını belirtir.
Yoksa, onun insan üzerine hâkimiyeti, musallat olmasından
en küçük çapta bahsedilmez. Tam tersine, onun insanı ele
geçirme ve onun üzerine hâkimiyet kurma, musallat olma
gücünün olmadığını belirtir.
“De ki: ‘Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine
verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini
aziz edersin, dilediğini zelil kılarsın. Hayır Senin elindedir.
Şüphesiz Sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.”123
“Eğer Allah sana herhangi bir zarar verecek olursa, bil ki
onu, O’ndan başka giderebilecek yoktur. Eğer sana bir hayır
dilerse, O’nun lütfunu engelleyebilecek de yoktur. O, bunu
kullarından dilediğine eriştirir. O, çok bağışlayandır, çok
merhamet edendir.”124
123 3/Âl-i İmran, 26
124 10/Yûnus, 107
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 89~
İNSANLARA MUSALLAT OLAN CINLERI
ÇIKARDIĞINI İDDIA EDENLER! HAYDI, İŞBAŞINA!
KORONA İNSANLARA MUSALLAT OLDU
2020 Yılının Mart ayı. Korona virüs, yüz binlerce insanın
bu hastalığın pençesinde inlediği ve binlerce insanın öldüğü
korona virüs salgınının olanca şiddetiyle sürdüğü günlerde
facebook’ta şöyle bir yazı yazmıştım:
“İnsanlara musallat olup içlerine girdiğini iddia ettikleri
cinleri, insan bedeninden çıkardıklarını iddia eden, bunu
rukyecilik adına yapan cincilere, üfürükçülere çağrı yapıyorum:
Madem sizde öyle bir ilim, öyle bir güç var; bunu
bize ispatlamanız için işte önemli bir fırsat… Korona virüsten
kurtulmak için dünya ülkeleri milyar dolarlar ayırıyor
ve harcıyorlar. Okuyup üfleyerek, muska yazıp uğraşarak
aldığınız paranın milyonlarca katı para kazanmak istiyorsanız,
tam size uygun zaman…
Haydi, insanın içine girip gerçekten musallat
olan şu virüsleri insan bedeninden çıkarın da insanlığa
büyük hizmet etmiş ve size inanmayanları
da iknâ etmiş olun. Gücünüz yetmiyorsa, “cinler
insanlara musallat oluyor, ben de onları insan içinden
çıkarıyorum” deyip insanları kandırmayın!
“Ben cin çıkarıyorum, virüs değil” demeye de
kalkmayın! “Cin”, gözle görülmeyen canlı varlık;
“ins”in (insan) mukabili demektir. Ve nice hadiste
de, gözle görülmeyen küçük varlıklara (mikroplara)
cin denilmiştir.
AHMED KALKAN
~ 90~
Rukyeciler, üfürükçüler! Haydi, ne duruyorsunuz,
madem öyle kabiliyetiniz var, çıkarın da görelim
şu insanlara musallat olan Korona virüs adlı
cinleri.
Peygamberimiz ne diyor: Rasûlullâh (s.a.s.), ashabın
tâun hastalığı hakkında sordukları bir soruya,
“Cinlerden olan düşmanlarınızın dürtmesidir
ki o bütün şehidlerde vardır.”125 Bu hadiste “Cin”
kelimesini Peygamberimiz “mikrop ve virüs” anlamında
kullanmıştır.” İleriki sayfalarda mikrop
ve virüs gibi gözle görülmeyen varlıkların cin diye
isimlendirilmesi, hadislerden örnekler verilerek genişçe
açıklanacaktır.
CIN ÇARPMAZ, AMA CINCI ÇARPAR!
“Lâ kuvvete illâ billâh / Kuvvet yalnız Allah’ındır.”
Medyumlara, cinci hocalara hiç gittiniz miydi?
Ben gittim, gördüm, konuştum…
İlginçtir onların görüşleri, gerçekten ilginç. Her tarafları
cin doludur.
Şimdi gülüyorsunuz… Sende cin var diyorlar!
Ağlıyorsunuz… Cin ağlattı!
Ciddi duruyorsunuz… Cin var!
125 Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV, 395
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 91~
Konuşuyorsunuz… Cin konuşturuyor!
Susuyorsunuz… Cinler konuşturtmuyor!
Ayağa kalkacaksınız... Cinler kaldırtıyor!
Oturacaksınız… Cinler ayakta, oturmana mani oluyorlar!
Eleştiriyorsunuz… Cinler şeytanlar söyletiyor!
Övüyorsunuz… Yok, bu sefer cinler değil…
Her şeyi de cinlerden bilmeyin canım… Övdüyseniz siz övdünüz…

Estağfirullah efem, teveccühünüz” derler…
Zaten hep derler.
İlginçtir, gerçekten medyumlar, cinci hocalar, cinci bacılar.
Onlar hep derler…
Soruyorsunuz: “Bana cin gösterebilir misiniz, hiç görmedim
de!”
– Hâşâ! Çarpar seni cin!
– İyi de seni çarpmıyor…
– Ben eğitimini aldım da ondan!
– Ben de eğitim alayım? Olmaz mı?
– Olmaz, eğitimi cinler verir!
– Eee nasıl yani? Hem cinleri göremezsin, hem de eğitimi
onlar veriyor!? Anlayamadım…
– Sus! Vallahi’l-azim çarparlar seni… Bu keşif yoludur, Ledün
ilmidir. Sen anlayamazsın…
Hep böyledir, biz anlayamayız.
Zaten anlaşılacak bir şey de değil, işin gerçeğini isterseniz…
Bir başkasına gidiyorsunuz, soruyorsunuz:
– Efendim siz cinlerle görüşebiliyormuşsunuz, doğru
mudur?
– Tabii ki efendim, tabii ki. Nasıl yardımcı olabilirim size?
AHMED KALKAN
~ 92~
– Ben de cin görmek istiyorum.
– Siz göremezsiniz!
– Niye?
– Allah seçtiği kullarına gösterir!…
Bu da sahte peygamber kılıklı cinci hocalardır… Onları Allah
seçmiş…
Yani aslında onlar peygamber, siz bilememişsiniz…
Bilmiyorsunuz ya, cin vardır içinizde, yoksa bilirdiniz…
Yüzlerce tehdit yedim, Cinleri musallat edeceklerdi, büyü
yapacaklardı, astral seyahat edip geleceklerdi…
Adresimi verdim, astralcılar gelmedi…!
Büyü dediler, hiçbir değişiklik görmedim…!
Cinleri musallat edeceğiz dediler, hiç bir cin gelmedi,
görmedim…!
Görsem bilirdim!
Ve ben bunu söyleyince bana bir cinci hoca şöyle dedi:
“Sen cinlenmişsin, cinler senin içine girmişler, onun için
sana görünmezler!”
Yahu meğer ben cinliymişim de haberim yokmuş…
Yukarıda demiştik ya, ne deseniz şansınız yoktur… Baştan
beri belli; “Siz cinlisiniz!”
Simdi siz bu mantığı anlayamıyorsanız, boşuna
uğraşmayın…
Siz de cinlisiniz…
Ve bir miktar para karşılığında bu cinlerden kurtulursunuz…
(Paranızdan kurtulmak, onların dilinde cinden kurtulmak)
Daha da ilginç soruyorsunuz:
– Kur’an okusam cinler çıkmaz mı benden?
– Sizin okumanız bir şey ifade etmez!
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 93~
– Neden?
– Sizi cinler dinlemezler!
– Peki, Allah’a güvensem? Acaba Rabbim yardım etmez mi?
– Etmez, çünkü Allah cinlere karışmaz!..
Şimdi, bu size şaka gibi geliyor olabilir, ama aldığım cevaplar
böyle!!!
Allah cinlere, büyülere karışmaz imiş (hâşâ… !)…
Şimdi siz bunları eleştirirseniz, sizin ardınızdan “kâfir, zındık”
derler...
Zaten hep derler…
Bu kadar ciddiyetin üzerine bir de komik bir anımı
anlatayım:
Soruyorum Medyuma:
– Kur’an; “Allah’tan başka kimse gaybı bilmez” diyor, sizin
cinler nasıl biliyor?
El cevap: Benim cinler müslüman değil ki?
Ve ben kahkaha ile gülünce verdiği karşılık “Sen gülüyorsun;
seni çarparlar, gülme!”
Ama ben güldüm, hep güldüm... Halen de gülüyorum…
Çarpılmadım!
Belki ben gülmesini bilememişimdir… Cince gülmek gerekiyordur
belki.
Bizim gibi cahiller ne bilsin cince gülmesini…126
126 Çelebi (Muhabbetçi)
AHMED KALKAN
~ 94~
BIR RUKYECIYLE HÂTIRAM
Sonradan, konuşma sırasında rukyeci olduğunu
öğrendiğim Selefî geçinen, uzun sakallı ve molla
görünümlü bir arkadaş, bazı soruları olduğunu
söyleyerek evime ziyarete gelmişti. Konuşma esnâsında;
“rukyecilik yaptığını, insanlara bu şekilde
hizmet ettiğini, kendisine ait birçok cini olduğunu,
kendisine hizmet ettiklerini ve emirlerini genellikle
yerine getirdiklerini” anlatmıştı. “Birkaç tanesini
sat bana; yok, yok! Aman ha, istemem. Sana ait olmayanı
nasıl satacaksın? Sahi, madem sen cinlerle
görüşüyorsun. Bu cinleri biz niye göremiyoruz?”
dediğimde “herkese görülmez bu varlıklar. Bunun
için yıllarını vereceksin, özel olarak kendini yetiştireceksin,
haramlardan sakınacak, takva sahibi
olacaksın…” gibi kendinde olup bizlerde olmadığını
işaret ettiği vasıflar saydı. Sonra “eşek; cinleri,
şeytanı görür mü?” diye sordum. Buhârî ve Müslim,
müttefekun aleyh olarak rivayet etmişlerdir ki;
“Eğer bir eşek anırması işitirseniz şeytandan Allah’a
sığının. Zira o şeytanı görmüştür.” Peygamberimiz
böyle diyor diye cevap verdi. Ben tekrar
sordum: “Şeytan da cinlerdendir, değil mi?” “Evet.”
Ben cinleri görüyorum, onları kullanıyorum, çünkü
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 95~
ben sizden farklıyım diye kendini normal insanlardan
üstün gösterip eşeklik yapan kimseye hak ettiği
cevabı yapıştırdım: “Anlaşıldı; demek ki cinleri
görmek için gerçekten insandan farklı özelliklere
sahip olmak gerekiyormuş; eşekler görebiliyormuş
cinleri, şeytanları, anlaşıldı.” Ve akabinde eûzü
çektim. Yüzü, aynen gökkuşağına benzedi; morardı,
kızardı, sarardı… Ne cevap verebildi, ne bir
söz söyleyebildi.
Devam ettim: “Anlaşılan, cinlerin yardıma gelmedi,
olsaydı cinlerin seni eşeklere benzemekten
kurtarırdı” dedim. Bir süre düşündükten sonra söz
aldı: “Cinler her zaman, herkesin yanına gelmez.
Sonra, sen “eûzü” çekerek onların gelip bana yardım
etmesine engel oldun.” “Bir eûzülük canı olan,
bir eûzüye dayanamayan cinlerin seni şimdi olduğu
gibi, kurtuluşa değil, felâkete götürür” dedim
ve devam ettim: “Sen cinlerine sığındın, onlardan
yardım istedin; sana yardım edemediler. Ben Allah’a
sığındım; senin, emrinde olduğunu iddia ettiğin
cinler pes ettiler, seni de yardımsız bıraktılar.
Benim Allah’ım, kendisine yönelenleri yardımsız
bırakmaz. Hâlbuki ben senin cinlerine karşı eûzu
çekmiş de değildim, çünkü senin doğru söyleyip
AHMED KALKAN
~ 96~
emrinde cinler olduğuna inanmıyorum. Ben “eûzü”
yü Peygamberimizin tavsiyesi üzerine çektim.”
“Hangi tavsiyesi?” diye sordu. Hadis okumuştun
ya, “eşek anırmasını işitirseniz şeytandan Allah’a
sığının, eûzü çekin; zira o eşek şeytanı görmüştür”
diye. Ben o tavsiye üzerine eûzü çekmiştim.” deyince;
boğuk bir sesle kendini savunmaya çalıştı:
“Hocam, bana eşek demenize bir şey demedim; şimdi
anırdığımı söylüyorsunuz, bu kadar kabalık size
yakışır mı?” Cevabım hazırdı: “Ben, şeytanı, cinleri
gören, bunu sesiyle belirten varlığa karşı Peygamberimiz
neyi tavsiye ettiyse onu yerine getirdim.
Hani siz Peygamberimizin sünnetine insanları
çağırıyordunuz. Sünneti yerine getirip eûzü çekmek
ne zamandan beri kabalık oldu?” Ve müsaade
istedi, ben de yolu gösterdim. Onu uğurlarken de
nasihatimi yapmayı sürdürdüm: “Bırakın insanları
kandırmaya çalışmayı. Cincilik, üfürükçülük
yapıyorsunuz; rukyeciyiz, hocayız diye çalım satıyorsunuz.
Cinlerle uğraşacağınıza Kur’an’la haşır-
neşir olun…”
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 97~
KLASIK CINCILER GIBI DÜŞÜNEN F. GÜLEN’DEN
“CINLERIN ZARARLARI”
İktidardaki hükümetin 10 yıl koalisyon ortağı gibi çalışan,
devlet başkanının “hoca efendi”si olan, devlet dininin
organizatörü Fetullah Gülen cinler konusunda da klasik
anlayışın akla ve nakle ters düşen en uç noktalarını şöyle
gündem ediyordu:
“Rasûlullah’ın hadisi: “Şeytan, insanların kanının dolaştığı
yerde dolaşır!”; sanki alyuvarlaşır veya akyuvarlaşırmış
gibi...
Şu halde, başta şeytan olmak üzere, bütün cin tâifesinin
insanlara zarar verebilecek şekilde yaklaşarak, maddî-mânevî
tahribata yol açabilmeleri mümkün görünmektedir.
Şeytanın yaklaşmasını, açtığı yaraları ve bunlardan korunma
yollarını İnşaallah bir sonraki mevzûda ele alacağız.”
Fetullah Gülen’den Gülünecek Saçmalar: “Şeytan
ve cinler, doğrudan doğruya fizyolojik hastalıklara
da sebep olabilirler. Alyuvarlarımıza binip,
damarlarımızın içinde dolaşabildiklerinden dolayı,
bu her zaman mümkündür. Ne biz bu mevzûda
mübâlağaya kaçalım, ne de hekimler bu gerçeği reddetsinler.
Sözgelimi, biri kalkıp, “İhtimal, kanser
hâdisesinde hücrelerin anarşisine sebep olan da bu
habis ruhlardır” iddiasında bulunur, buna karşılık
siz de “olamaz” derseniz, bu takdirde peşin hükme
AHMED KALKAN
~ 98~
saplanmış olursunuz. Durum, gerçekten belki de
böyledir; en azından, mülâhaza dairesini açık tutmak
gereklidir. Kanser hakkında bugüne kadar
söylenen sözler ve yapılan tariflerin en ma’kulü,
onun bir hücre anarşisi olduğudur; vücudumuzdaki
en küçük parçaların anarşisi; yani, vücudun
normal nizam ve âhengine başkaldırma ve normal
hücre gelişme faaliyetini bozma. Bu, hem iç, hem
de dış uzuvlarda olabildiği gibi, kanserli hücrelerin
yavaş üreyeni de vardır, sür’atli üreyeni de. Cinlerin
kanser bölgesine yerleşip, bir örgüt çalışması
gibi hücre anarşisi oluşturmaları, her zaman mümkündür.
Cinler nasıl görünmeyen varlıklarsa, kanser
de çok kere baştan belli olmayıp, kendini geç
hissettirmekte, hissettirdiği zaman da, artık ilaçlar
fayda vermemektedir.
Kanser gibi sâra hastalığında da habîs ruhların te’sirini
kabûl etmek, mâkul bir yol olsa gerek. Kimbilir belki de
cinler, beyinde bir kısım guddelerin normal çalışmasına ve
fonksiyonlarını icra etmelerine mâni olmaktadırlar.
Yine, habîs ruhlar, insan aklını bozma ve sinir sistemine
tesir edip, cinnete yol açmada da tesirli olabilirler. Gerçi, hekimler
şizofreninin bütün çeşitlerini maddeye vermekte ve
bazılarını da irsî görmektedirler, ama cinlerin damarlara
girip kişinin muvazenesini bozmaları, sinir sistemini harap
ederek, zaman zaman dengeli olunurken, bazen de çılgınlığa
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 99~
yol açmaları da mümkündür. Yanlış anlaşılmasın; ne sar’â,
ne de şizofreni mutlaka cin eseridir demek istemiyorum; fakat,
“olması mümkündür” diyorum. Çünkü bu hastalıklar,
çok defa duâlı bir ağzın ciddî bir okumasıyla geçmektedir.
(Fetullah Gülen, bu hastalıkların duâlı bir ağzın ciddî bir
okumasıyla geçeceğine inandığı gibi, o duâlı ağzın ciddi okumasına
ve vücudunun her yanını kaplamış bir kanser hastasına
duâlı ağzın kim gibi olacağına örnek vermekten de
çekinmiyor:) Arkadaşlarımızdan biri, yaşlı bir kadının duâ
isteğini getirdi. Bu yaşlı kadıncağız için doktorlar, “Kanser
metastaz yapmış ve her yanını kaplamış; bir hafta kadar ya
yaşar, ya yaşamaz... Götürün, son günlerini evinde geçirsin”
demişler. Kadıncağızın şahsıma büyük hüsn-ü zannı varmış;
arkadaşımızı araya koyup ısrarla, “Duâ etsin, şifa bulurum”
demiş. O ma’sumeye nasıl duâ ettiğimi şimdi hatırlamıyorum.
Altı ay sonra arkadaşıma “O kadına ne oldu?” diye sordum;
“Yaşıyor” dedi. Sonra aradan iki yıl gibi bir zaman geçti,
“ne oldu?” diye yine sordum; “Hacca gitti geldi, torunlarını
büyütüyor” cevabını aldım.
Yine, bir sâralı hasta getiriliyor; devamlı rahatsız ve nöbeti
olan bir adam. Bir hoca efendi açıyor Kur’an’ı ve üç-beş
âyet okuyor; hasta şifa bulup gidiyor. Bu vâkıaları maddenin
fonksiyonlarıyla izah etmek mümkün değildir. Hap vermek
sûretiyle beyinde belli bir temas temin etmeğe muvaffak olabilirsiniz;
bunun bir te’siri de olabilir, ama okuma da şifaya
sebep olabilir.
Tıbbın ve doktorların altından kalkamadıkları öyle vak’alar,
öyle misâller var ki, hemen hergün bir tanesini duyar
veya yaşarsınız. Son olarak, yıllar önce Balçova karakolunda
bekçilik yapan bir zâtın bizzat yaşayıp anlattığı bir vak’ayı
nakletmek istiyorum: Bu adamcağızın ilk yedi çocuğu
AHMED KALKAN
~ 100~
doğumlarının 17. gününde boğulup ölmüşler. Sonunda, ağzı
duâlı bir hoca efendiye bir şeyler yazdırmış ve artık sekizinciden
itibaren çocukları yaşamaya başlamış...
Nasıl şimdi, Avrupa ve Rusya’da görünmeyen kuvvetleri
haberleşme gibi bir kısım hizmetlerde istihdam etmeye başlamışlarsa,
büyük ihtimal ilerde de cinnî hastalıklara karşı
duâ ve benzeri tedavi yollarını kullanır hale gelecekler, hattâ,
belki de cinlerle tedavi popülerlik kazanıp, üniversitelerde
ayrı bir kürsüye bile kavuşacaktır. Bugün bile ülser tedavisinde
telkin yolunu kullanan hekimler var; ayrıca mûsikî
dinletip, hastanın moralini yükseltmekle tedavi denemeleri
de yapılıyor. Bütün bunlar ruhun varlığını ve tedavide bile
ma’nânın ne derece önemli olduğunu göstermektedir. O halde,
şuurlu habis ruhların ve hastalıklara yol açan cinlerin
mevcudiyetlerini inkârda ne ma’nâ var?!127
Kur’an’da ve hadislerde mecazın olduğunu kabul
etmeyen başta selefîler ve bazılarının kaynaklardan
yola çıksa bile dini yanlış anlamalarına bir
örnektir şeytanın insan kanında dolaştığı hadisinin
gerçek anlamda yorumlanması. Şeytan insan
kanında, insan damarında niye dolaşsın? Önce, bu
sözün vürud sebebini değerlendirelim:
Rasûlüllah (s.a.s.) Efendimiz’in zevcesi Safiye
(r.a.), itikâfta bulunan Rasûlüllah’ı ziyarete gelmiş,
yemek getirmiş ve geceleyin ikisi birlikte dışarı
çıkmışlardı
ki, Rasûlüllah (s.a.s.) onu evine kadar
götürmek istiyordu. Derken yolda
Ensar’dan iki
127 Fethullah Gülen, İnancın Gölgesinde, Ruh-Melek-Cin ve Şeytan, Cin ve Şeytanların
Hususiyetleri, https://darulkitap.kuranikerimde.com/kulliyatlar/fgulenkulliyati/Kitap/Kitap/
Inancin_Golgesinde_1/2_ruh_melek_cin_ve_seytan/07_melek_cin_ve_seytanlarin_hususiyetleri.
htm
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 101~
adamla karşılaştı. Onlardan birisi Üseyd b. Hudayr,
diğeri de Abbad b. Bişr’di. Onlar Rasûlullah’ı
görünce oradan
süratle ayrılmaya koyuldular.
Rasûlüllah onlara seslenerek: “Biraz yavaş olun!
Bu yanımdaki kadın Safiye bint Hay’dir.” O iki
adam “Sübhânallah yâ Rasûlallah! (Senin hakkında
şüphe mi ederiz?)” dediler. Rasûlüllah (s.a.s.)
şöyle buyurdu: “Şüphesiz ki şeytan, Âdemoğlunun
kan kanalından (damarlarından) girer (şeytan insanın
bedeninde kanın dolaştığı gibi dolaşır). O bakımdan
şeytanın sizin kalbinize bir şey, bir şer atıp
fısıldamasından endişe ettim.”128
Böyle bir ortamda söylenen bu sözün bir teşbih
olduğu, mecazî anlamda söylendiği hiç tartışma
götürür mü?
Kadı Iyâz gibi birkaç âlim, bu ve benzeri hadisleri zahirine
göre mânâlandırmışlar ve Allah’ın şeytana insanın
damarlarında
dolaşacak gücü verdiğini ileri sürmüşlerdir.
Ancak diğer âlimler de bu ifâdede bir benzetmenin söz konusu
olduğunu söyleyerek, nasıl ki kan insan vücûdundan
ayrılmaz ise, şeytan da insanı
saptırmak maksadıyla vesvese
vermekten geri kalmaz ve asla insandan ayrılmaz, demişlerdir.
Hadiste zâhirî anlam değil, bir teşbih kasdedildiğini,
başka bir ihtimal olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
128 Buhârî, Bed’u’l-Halk 11, Hums 4, Ahkâm 21, Edeb 121, Mevakît 22, İtikâf 8, 11,
Fezâilu’s-sahâbe 5; Müslim, Selâm 23-24, Mesâcid 224, Fezâilu’s-sahâbe 29, 34; Ebû Dâvud,
Savm 79, h. no: 2470; İbn Mâce, Sıyâm 65, h. no: 1179; Ahmed bin Hanbel, III/156,
285; VI/337
AHMED KALKAN
~ 102~
Peygamber Efendimiz mescidin dışına kadar eşlik etmiştir
hanımına. Bu esnada iki sahabi de oradan geçmektedir.
Peygamber’i (s.a.s.) görürler, yanında bir hanım vardır…
Ancak hanım nikâb içerisinde olduğu için tanınmamaktadır.
Sahabelerin gönüllerinden ne geçer ne geçmez
bilinmez ama hızla yüzlerini çevirir ve görmezlikten gelerek
yollarına devam etmek isterler.
Zan, gerçeğe dayanmayan, kesinliği ispatlanmamış ihtimaller
üzerine hüküm vermektir. Sû-i zan (kötü zannetmek)
ise insanın, birisi hakkında kesin bir bilgiye dayanmadığı
halde kötü düşüncelere sahip olmasına denir. Kötü
zan, şeytan tarafından insanın içine atılmış bir düşüncedir
ve sözlerin en yalanıdır.
Karşılarındaki bir Peygamberdir. Canlarını, mallarını,
dünya ve ukbâlarını teslim ettikleri Peygamber… Ama “Şeytan
da insanın damarlarında kanın dolaştığı gibi dolaşmaktadır.”
Yani insanların zaaflarından yararlanarak kalplerine
vesvese vermekte ve onları sû-i zanna sürüklemektedir…
Ancak buradan ‘başkaları için sû-i zan edilebilir’ diye bir
anlam çıkarılmamalıdır. Allah Rasûlü (s.a.s.) “Sû-i zandan
çekininiz. Çünkü sû-i zan sözlerin en yalanıdır. Birbirinizin
eksikliğini görmeye ve işitmeye çalışmayınız. Birbirinizin
özel hayatını araştırmayınız. Menfaatte bencillik yapmayınız.
Hasetleşmeyiniz. Birbirinize nefret etmeyiniz. Birbirinize
arka dönmeyiniz. Ey Allah’ın kulları! Hepiniz kardeşler
olunuz.”129 buyurmaktadır. Peki, bu nasıl olacak? Gerekirse
kulaklarımızı tıkayacağız, ama Müslüman kardeşimiz
hakkındaki olumsuz sözlere kulak vermeyeceğiz; gözlerimizi
yumacağız, ama kardeşimizin olumsuz yönlerini
129 Müslim
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 103~
araştırmayacak, hatalarını görmeye çalışmayacağız. İnsanlar
hakkında onların bir sözüne, bir haline, bir hareketine
dayanarak peşin hüküm vermeyecek, sû-i zanda bulunup
gönlümüzü kirletmeyeceğiz.
Örneğin telefonda konuşurken, olur ya, birden ses kesiliverir
ve telefon kapanır. Bizi hemen bir zan kaplar: ‘Acaba
telefonu bilerek mi kapattı? Yoksa benimle konuşmak istemiyor
mu?’ Hâlbuki kontörünün veya şarjının bitebileceği
ihtimali de vardır. Biz bardağın hep boş tarafını görmeyi
tercih ederiz. Kardeşimiz için hüsn-i zanda bulunmak esasında
hiç de zor değildir. Ama hadiste belirtiyor ya; ‘Şeytan,
insanın damarlarında kanın dolaştığı gibi dolaşır.’ İşte şeytan
için bir fırsat çıkmıştır ve insanın zayıf bir ânını yakalamıştır.
Sonra verip veriştirmeye başlarız… Unutulmamalıdır
ki takva ve güzel ahlak sahibi olmamız, haram kılınmış
şeylerden yalnızca fiiliyatta kaçınmakla değil, onları gönlümüzden
bile geçirmemekle mümkündür.
Kimsenin hakkında kötü düşünmeyeceğimiz gibi, kimsenin
de bizim hakkımızda kötü düşünmesine fırsat vermeyeceğiz.
Kötü ve şüpheli düşüncelere sevk edici fiillerden
uzak duracağız. Peygamber (s.a.s.) de öyle yapmamış
mıdır? Hanımı Hz. Safiyye’yi yolcularken yanlarından gelip
geçen sahabelere içlerinden bir şey geçebilir endişesiyle
‘olduğunuz yerde kalın’ diye emrediyor ve sonra da Safiyye
annemizin yüzünü açarak ‘Bakın, bu benim hanımım Safiyye’dir’
yani ‘bir başkası değildir’ diyor ve böylece sû-i zan
kapısını kapatıyor.
İşte biz de bu anlayıştan hareketle söz ve davranışlarımızın
sağa sola çekilip yanlış yorumlanmasına meydan
vermemeli, insanları zan altında bırakmamalıyız. Ve
AHMED KALKAN
~ 104~
unutmamalıyız ki, günaha girmemekle mükellef olduğumuz
kadar başkalarını da günaha sokmamakla mükellefiz.
CINLERIN ZARARI, ÇARPMASI
Cinlerin insanlara zarar verebileceği, çarpacağı,
büyü yaparak cinler vasıtasıyla diğer insanların
etki altına alınıp istenilen yöne sevkedileceği, öldürülebileceği,
hastalandırılabileceği, hayvan şekline
dönüştürülebileceği iddiaları, câhiliye döneminin
birtakım yanlış kanaatleri olmalıdır. Bize göre, günümüzde
bazı bilim dallarınca da kullanılan hipnoz
vs. yollarla telkin, iknâ, şartlandırma, beyin
yıkama durumları hâriç bir insanın irâdesinin etki
altına alınması söz konusu değildir. Bir insan, bir
konuda şu ya da bu yolla iknâ olabilir, etki altında
kalabilir, ama attığı her adımda, her davranışında
cüz’î irâdesini kullanması söz konusudur. Deli değilse,
irâdesini kullandığı şeylerden de sorumludur.
Çünkü Allah, irâdesini hayır ya da şerde kullanmakta
serbest bırakmış, insanın davranışlarından
sorumlu tutulacağını bildirmiştir. Ayrıca bir insanın
hipnoz vs. yollarla devamlı bir sûrette telkin
altında tutulup, başkasının emri altına girmesi de
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 105~
mümkün değildir. Çünkü bu durum, bir nevi uyku
halidir. Bir kimseyi irâdesi dışında hipnotize etmek
de mümkün değildir.130 Bu sebeple de cinlerle irtibat
kurarak ya da onları emri altına alarak, başkalarını
öldürecek, eşinden boşattıracak ya da birisini
istemediği bir kimseye âşık edecek davranışları
yaptırtabilmek, mümkün değildir.
Bu iddialarda bulunanlar, ilgili şahısla doğrudan irtibatta
bulunup onlara söz vs. yollarla telkinde bulunmuyorlar.
Yazdıkları birtakım muskalarla ya da yaptırdıkları birtakım
hurâfe mahsûlü, Bâbil, Âsur, Süryânî kalıntısı büyülerle
hedef şahsı etki altına alabildiklerini ileri sürüyorlar. Bu
iddialarını desteklemek için de cinleri kullandıklarını, onların
kendi emirleri altında bulunduğunu iddia ediyorlar.
Cinlerin insanların emrine girmeleri mümkün olmadığına
göre, geriye bu iddiada bulunan sihirbaz ve büyücülerin
cinler ve şeytanlarla dost olmaları kalıyor. Bu durumda, bu
tür kimselerin cin ve şeytanlarla irtibat kurduklarını kabul
etsek bile, başka insanları hasta ettirip hatta öldürebileceklerini,
onları tesir altına alıp istedikleri her şeyi yaptırabileceklerini
kabul etmek mümkün değildir. Çünkü hayat
veren ve öldüren yegâne güç Allah’tır. Bunlar O’na mahsus
fiillerdir.131
Cin ya da şeytanların bu konuda bir gücü ve fonksiyonu
yoktur. Kur’ân-ı Kerim’in çeşitli yerlerinde Yüce Allah, “Kullarımın
üzerinde senin bir nüfuzun, musallatlığın olamaz.
Ancak sana uyan sapıklar bunun dışındadır”132 buyurarak bu
130 Tahir Örs Özakkaş, Gerçeğin Dirilişine Kapı Hipnoz, s. 158/159
131 Bkz. 2/Bakara, 258; 15/Hıcr, 23
132 15/Hıcr, 42; benzer ifade için bkz. 14/İbrâhim, 22; 16/Nahl, 99; 17/İsrâ, 65
AHMED KALKAN
~ 106~
hususa işaret etmiştir. O zaman kâfir cin ya da şeytanların
insanlar üzerindeki etkisi, gücü, sadece onları doğru yoldan
saptırıp azdırmak, haram ve yanlış yollara sevkederek,
Allah’ın kendilerine buğzetmesini temin etmek için kalplerine
vesvese vermek, kötü telkinlerde bulunmaktır. Bu açıdan
cin şeytanları ile, insan şeytanları aynı görevi yapmakta,
her iki grup da telkin yoluyla insanları etkilemeye, tesir
altına alıp kandırmaya çalışmaktadırlar. Şeytanların insanlara
vesvese verdiği, onların insanın gönlüne getirdiği bu
vesveselerin, gizli fısıltıların şerrinden, kandırmasından
Allah’a sığınmak gerektiği Kur’an’da haber verilmektedir.133
Nâs sûresinde ise bu konuda şöyle buyrulmaktadır: “De ki:
‘İnsanlardan ve cinlerden ve insanların gönüllerine vesvese
veren o sinsi vesvesecinin şerrinden, insanların İlâhı, insanların
Hükümrânı ve insanların Rabbi olan Allah’a sığınırım.”
134
Yine Kur’an, şeytanın kıyâmet günü Allah’ın huzûrunda
şöyle diyeceğini haber vermektedir: “İş olup bitince şeytan;
‘doğrusu Allah size gerçek vaad etti. Ben de vaad ettim, ama
sonra caydım. Esasen sizi zorlayacak bir nüfuzum, musallat
olmam da yoktu; sadece çağırdım, siz de geldiniz. O halde
beni değil; kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz
de beni kurtaramazsınız. Beni Allah’a şirk/ortak koşmanızı
daha önce kabul etmemiştim. Doğrusu zâlimlere can yakıcı
bir azap vardır’ der.”135
Yine bu konuda: “Doğrusu şeytanın iman edenler ve yalnız
Rablerine güvenenler üzerinde bir nüfuzu, musallat olması
yoktur. Onun nüfûzu sadece, kendisini dost edinenler
ve Allah’a şirk/ortak koşanlar üzerindedir. (O, sadece onları
133 6/En’âm, 112, 121; 41/Fussılet, 36
134 114/Nâs, 1-6
135 14/İbrâhim, 22
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 107~
kandırabilir).”136 buyurulmuştur. Bu âyetten cin ya da şeytanların
telkin ve vesveselerine şirk koşanlarla şeytanı dost
edinen günahkâr kimselerin kapılabileceğini anlıyoruz. İster
büyücü, ister sihirbaz tarafından gönderilsin, ister cin
ya da şeytan kendisi gitsin, kulağına fısıldayarak, gönlüne
vesvese vererek etki altına aldığı kimse, demek ki şeytanın
dostudur. Ona dost olanın da şu veya bu zorlamayla değil;
yukarıdaki âyette137 kendisinin de itiraf ettiği gibi özgür
arzu ve irâdesiyle bunu yaptığı, şeytanın telkinine kapıldığı
açıktır.
Bu durumda da uğranılan zarardan sorumlu ve suçlu
yine büyücü vs. değil; cüz’î irâdesini o yönde kullanan insandır.
Sihirbazın sorumluluğu ayrı bir konudur. O zaman ister
nüsha (muska) yazarak, ister çeşitli yollarla sihir yaparak,
isterse düğümlere üfleyerek faâliyette bulunsun, büyücü ya
da sihirbazların şerrinden Allah’a sığınmak gerekir. Cin ya
da insan şeytanlarının şerri de, insanlara vesvese vermesi,
kulaklarına fena şeyleri fısıldaması, onlara yanlış ve zararlı
hususları telkin ederek dünya ve âhirette hüsrâna uğratmasıdır.
Nitekim Ebu’l-Yüsr el-Pezdevî, ehl-i sünnet âlimlerinin
çoğunun, cinlerin vesvese vermek sûretiyle insanlara
etkili olabileceklerini söylediklerini kaydetmektedir.138
İnsan şeytanlarının telkin vs. yollarla, medyayı kullanarak,
ya da ferdî hareket ederek, kişide, âilede, toplumda nasıl
tahribat yapabildiklerini yukarıda açıklamaya çalıştık.
Eski sihirbazların daha dar imkânlarla hakkı bâtıl, bâtılı
hak göstererek küfrü yaymaya, hâkim kılmaya çalıştıkları
gibi, günümüzde de daha geniş çapta insanları telkin altına
alıp gözlerini boyayarak, beyinlerini yıkayarak, hakkı bâtıl,
136 16/Nahl, 99-100
137 14/İbrâhim, 22
138 Pezdevî, Usûlü’d-Dîn, s. 226; Krş. Kılavuz, TDV. İslâm Ansiklopedisi, Cin Maddesi,
8/9
AHMED KALKAN
~ 108~
bâtılı hak gösterip şerri, fitne ve fesâdı hâkim kılmaya çalışan
modern büyücü ve sihirbazlar vardır. Bunların zarar ve
etkisinden korunmak için Allah’ın yardımını dilemek, O’na
sığınmaktan başka çare yoktur. O zaman, eski sihirbazların
da, yeni büyücülerin de, şeytanların da başvurdukları
yol “telkin”dir ve hedefleri de insanları şirk ve küfre düşürmek,
ahlâksızlığa ve çirkin bir hayata sevketmektir.
Buraya kadar saydığımız şu hususların şerrinden
Yüce Yaratıcı’ya sığınılmasını gerektirecek büyük
felâketler olduğu açıktır. İnsanoğlu bu felâketlere,
bu acı sonuçlara kendisini insan ya da cin
şeytanlarının telkinlerine teslim etmesi, irâdesini
bu yönde kullanması sebebiyle uğramaktadır. O
halde kişi, suçu büyücü ve sihirbazda, şeytan ya da
cinde değil; kendisinde aramalıdır. Tarih boyunca
Cenâb-ı Hakk’ın bu konudaki Sünnetinin, sihrin
iptal edilmesi (tesirsiz bırakılması), büyücülerin
perişan ve mağlûp edilmesi şeklinde tecellî ettiğini
hatırdan çıkarmamak gerekir.139 Nitekim Kur’ân-ı
Kerim’de bu konuda, “büyücü nereden gelirse gelsin,
başarı kazanamaz.”140; “Sihirbazlar gelince
Mûsâ onlara, ‘atacağınızı atın’ dedi. Attıklarında
Mûsâ ‘Yaptığınız sihirdir, fakat Allah onu
boşa çıkaracaktır. Allah fesatçıların/bozguncuların
işini elbette düzeltmez. Suçlular/günahkârlar
139 F. Râzi, T. Kebir, 3/273
140 20/Tâhâ, 69
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 109~
istemese de Allah sözleriyle hakkı gerçekleştirecektir’
dedi.”141 buyurulmaktadır.
ŞEYTAN İNSANLARA ZARAR VEREBILIR MI?
VERIRSE NASIL VERIR?
Kur’an’da çok net ifade edilen âyetlerden de anlaşılacağı
gibi, cin şeytanlarının insan üzerinde zorlayıcı güçleri yoktur.
Onlar sadece kötülüğe çağrıda bulunabilirler. Bu çağrıya
uyup uymamak ise insanın kendi tercihidir. “Hepsini
bir araya toplayacağı gün: ‘Ey cinler (şeytanlar) topluluğu,
(der), siz insanlarla çok uğraştınız.’ Onların, insan dostları
derler ki: ‘Rabbimiz, birbirimizden yararlandık ve bize verdiğin
sürenin sonuna ulaştık.’ (Allah da) buyurur ki ‘Durağınız
ateştir. Allah’ın, dile(yip affet)mesi hâriç, orada ebedi
kalacaksınız.’ Şüphesiz Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir,
bilendir.”142
“Gerçek şu ki; şeytanın, iman eden ve yalnız Rablerine tevekkül
eden kimseler üzerinde bir hâkimiyeti yoktur. Onun
gücü, sadece kendisini dost tutanlara ve Allah’a ortak koşanlaradır
(o, sadece onları etkileyebilir).”143
“Ne zaman şeytandan bir kötü düşünce seni dürtüklerse,
Allah’a sığın; çünkü O, işitendir, bilendir. Allah’tan korkanlar,
kendilerine şeytandan gelen bir vesvese dokunduğu zaman
düşünür, (gerçeği) görürler.”144
141 10/Yûnus, 80-81
142 6/En’âm, 128
143 16/Nahl, 99-100
144 7/A’râf, 200, 201
AHMED KALKAN
~ 110~
“Şeytan, onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı. İman
edenlerden bir grup dışında hepsi ona uydular. Hâlbuki
(İblis’in) onlar üzerinde hiçbir zorlayıcı gücü yoktu. (Zaten
İblis’e insanları baştan çıkarma izni vermişsek,) âhiretin
varlığına (gerçekten) inananları ona şüphe ile bakanlardan
kesin bir şekilde ayırt etmek için (vermişizdir). Çünkü Rabbin
her şeyi görüp gözetendir.”145
Cinler de insanlar gibi sorumlu varlıklar olarak
yaratılmışlardır.146 Allah’a inanıp, O’na ibâdet eden, iyi amel
sahibi olan cinler olduğu gibi; insanlara zarar vermek isteyen
ve onları iman ve güzel amelden alıkoymaya çalışan
kâfir cinler de vardır. Kur’ân-ı Kerim’de insan ve cinlerin
şeytanlarından söz edilir: “İşte böylece biz her peygambere
insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar aldatmak
için birbirlerine yaldızlı laflar fısıldarlar. Rabbin dileseydi
bunu yapamazlardı. O hâlde onları iftiralarıyla baş
başa bırak.”147 Bu âyette işaret edildiği üzere şeytan işi amel
işleyen cinlere şeytan denmektedir. Şeytanların başı olan
İblîs’in cinlerden olduğu Kur’an’da şöyle ifade edilir: “Hani
biz meleklere, ‘Âdem için saygı ile eğilin’ demiştik de İblis’ten
başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de
Rabbinin emri dışına çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da İblis’i ve
neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar
sizin için birer düşmandırlar. Bu, zâlimler için ne kötü bir
bedeldir!”148
Genel olarak Kur’ân-ı Kerim’e, özel olarak da
Türkçe meallerini zikrettiğimiz bu iki âyete bakıldığında
şeytanların ve dolayısıyla cinlerin
145 34/Sebe’, 20-21
146 51/Zâriyât, 56
147 6/En’âm, 112
148 18/Kehf, 50
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 111~
kötülerinin insanlara zarar vermek istemeleri öncelikle
inanç ve amel bakımındandır. Zira Kur’an’a
ve Hz. Peygamberin (s.a.s.) açıklamalarına bakıldığında
şeytan ve şeytan işi ameller işleyen cinlerin
düşmanlığı ancak insanları aldatmak ve kötülüğe
teşvik etmek sûretiyle olmakta, maddî ve fizikî bir
zarar vermeden söz edilmemektedir. Bunun için
Yüce Allah, “Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü
o, size apaçık bir düşmandır.”149 buyurmuştur.
Burada şeytanın adımlarını izlememekten maksadın
şeytanların ve cinlerin vesvesesine kapılarak
kötü ameller işlememek olduğu açıktır. Kerim Kitabımızda
şöyle buyrulmaktadır: “Doğrusu insanlardan
bazı kimseler, cinlerden bazılarına sığınırlardı
da, cinler onların taşkınlıklarını artırırlardı.”150 Bu
âyette açıklandığı üzere cinlerin insanlara zarar
vermesi Yüce Allah’ın açık ikazına rağmen insanların
cinlere sığınıp onlarla iletişim kurma ve medet
umma hevesleri yüzündendir.
Bunun için Felak ve Nâs sûrelerinde bu duruma işaret
edilerek insanların, cinlerin ve her türlü yaratığın şerrinden
ve vesvesesinden her şeyin Rabbi olan Yüce Allah’a
sığınmaları teşvik edilmiştir. Bu demektir ki gerçekten
Allah’a iman edenler üzerinde şeytanların ve cinlerin
149 2/Bakara, 208
150 72/Cin, 6
AHMED KALKAN
~ 112~
hâkimiyeti, bir baskı kurması ve zarar vermesi söz konusu
değildir. Şeytanın ve cinlerden şeytanların hâkimiyeti ve
zararı sadece onu dost edinenler ve Allah’a ortak koşanlar
için söz konusudur.151
Bu bakımdan mü’minlerin cin ve insan şeytanlarının her
türlü şerrinden, zarar vermesinden Allah’a sığınması ve
onlardan korkmaması gerekir. Onlara hiçbir şekilde meyletmeyen
ve iradesini sadece hak ve hakikat doğrultusunda
kullanan kimseler ise cin ve şeytanlardan gelebilecek her
türlü etki ve zarardan korunmuş olurlar.152
ALLAH’TAN BAŞKASI FAYDA VEYA ZARAR
VERECEK, ÖYLE MI?
Tahtadan, ağaçtan, tunçtan, betondan putlar, heykeller,
ruh, melek, cin ve insan; bir fayda veya zarara mâlik
değildirler. Onların tümü fayda ve zarar dokunduramamakta
eşittirler. Allah’ın izin vermediği hiçbir şey gerçekleşmez.
O’nun takdir ettiğinden başkası olamaz. Olup bitenler,
hep O’nun bilgisi dairesinde olup bitiyor.
Allah’tan başka hiçbir şeyin mutlak anlamda bir fayda ve
zarara gücü de yetmez. “Şayet Allah bana bir zarar dilerse
onların gücü bunu gidermeye yetmez. Ya da bana merhamet
etmeyi dilerse onlar O’nun rahmetini kesebilirler mi? De ki:
Allah bana yeter. Tevekkül edenler O’na tevekkül ederler.”153;
“De ki: ‘Allah’a karşı kim sizin için bir şeye güç yetirebilir?
Şayet sizin için bir zarar veya fayda dilerse? Şüphesiz Allah,
151 bk. 16/Nahl, 99-100
152 Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı
153 39/Zümer, 38
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 113~
işlemekte olduklarınızdan haberdardır.”154
“Şayet Allah sana bir zarar dokundurursa O’ndan başka
onu giderecek kimse yoktur. Sana bir hayır da dilerse lütfünü
geri çevirecek de yoktur. Kullarından dilediğine verir. O, ğafurdur,
rahîmdir.”155
İnsanlara ve cinlere verilen irade serbestisi, kendi cinslerinin
dışında birbirlerine zarar verecek boyutta değildir.
Her varlık, kendi boyutunda, kendi imtihanını vermektedir.
Kâfir cinlerin, yani şeytanların insana ne tür zarar verebileceği
Kur’an’da ayrıntılı olarak bildirilir. Ama, Kur’an’a göre
cinler insanlardan daha üstün varlıklar değildir. Tam tersine,
insanın şerefi, izzeti ve üstünlüğü kesindir. Yeryüzünün
halifesi insandır.156 Cinlerin insan üzerine egemenlik kurması,
insanları baskı altına almaları, onları istedikleri gibi
yönetmeye ve yönlendirmeye kalkmaları, insanın “yeryüzünde
halifeliği” makamına aykırıdır. Ahsen-i takvîm üzere
yaratılan cinler değil, insanlardır.157 İnsan, özünde şeref
yüceliğini taşır. Allah, onu diğer varlıklara nazaran daha
üstün yaratmıştır. Fakat kendi üstünlük ve şerefinin kaynağını
sezmezse, aşağılığa ve esarete düşer.158 Yeryüzündeki
bütün nimetler insan için yaratılmıştır. Diğer yaratıklar
onun hizmetine verilmiştir.159
Allah’ın faziletli kıldık, üstün yaptık, ikram ettik dediği
insandır, cin değil. O yüzden Allah’ın yücelttiği, daha üstün
ve daha şerefli kıldığı varlık, kendisinden daha alt seviyedeki
varlığın oyuncağı olmaz. Alt seviyedeki varlık ona
musallat olup eline geçiremez, zihnini işgal edip ona eziyet
154 48/Fetih, 11
155 10/Yunus, 107
156 Bkz. 2/Bakara, 30; 6/En’âm, 165
157 95/Tîn, 4
158 Bkz. 17/İsrâ, 7, 70; 95/Tin, 4 - 5
159 Bkz. 2/Bakara, 29; 45/Câsiye, 13
AHMED KALKAN
~ 114~
edip istediği rahatsızlıkları ona yükleyemez. Eğer bunları
yapabiliyorsa, o zaman Allah’ın insanı daha üstün kılmasının
bir anlamı olmaz.
“Allah’ın, göklerde ve yerde bulunan şeyleri hizmetinize
verdiğini, nimetlerini gizli ve açık olarak önünüze bolca serdiğini
görmez misiniz? İnsanlardan öyleleri vardır ki bir bilgi,
bir rehber ve aydınlatıcı bir kitap olmadan Allah hakkında
tartışmaya kalkışırlar.”160
“Andolsun, Biz Âdemoğlunu yücelttik; onları karada ve denizde
(çeşitli araçlarla) taşıdık, temiz, güzel şeylerden rızıklandırdık
ve yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.”161
“O (Allah) ki yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı.”
162
“O (Allah) göklerde ve yerde ne varsa hepsini size (hizmet
için) boyun eğdirmiştir. Elbette burada düşünen topluluklar
(insanlar) için birtakım ibretler vardır.” 163
Zarar, Allah’ın koyduğu fıtrî kanunlara karşı
hareket ettikçe insanın başına gelecek bir sonuçtur.
Fayda da sünnetullah denilen bu kanunlara uygun
davranmanın neticesidir. Yüce Allah, yürürlükteki
kanunun sonucu bir zarar sana dokundurursa,
sünnetine tâbi olmaktan başka onu giderecek bir
160 31/Lokman, 20
161 17/İsrâ, 70
162 Bakara: 2/29
163 Câsiye: 45/13
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 115~
güç yoktur. Biliniyorsa şayet, hayırlı sonuçların
sebeplerini terketmek zarara sebebiyet teşkil eder.
Kanun uyarınca hareket etmen sonucu Yüce Allah,
sana bir iyilik dokundurursa, O’nun yarattıklarından
hiç kimse senden bu iyiliği çeviremez. Bu sebepler
onun genel dileyişine ve eşyaya yerleştirdiği
sünnetine uydukları oranda kullarından dilediğine
verdiği bir fazilettir. Hiç kimse, Allah istemediği
müddetçe bir zararı gidermeye muktedir değildir.
“De ki, iddia ettiklerinizi çağırın, sizden bir
zararı gidermeye ve değiştirmeye güçleri yetmez.”164
Kullarının kaderine mutlak egemen olan Allah’tan
başka hiçbir kimse bir zararı gidermeye ve
onu değiştirmeye güç yetiremez. O her şeyin Rabbi,
Yaratıcısıdır ve her şey O’nun elindedir. “Kendilerine
bir fayda ve zarara güçleri yetmeyenleri, Allah’tan
başka dostlar mı edinirsiniz?...”165
İnsan niçin Allah’tan başkasını dost edinir?
Yaşamakla emrolunduğu İslâm’a muhalefet etmek sûretiyle
Allah’ın yasakladığı şirkin girdabına neden düşer?
Bunun sebebi dünya hayatında bir faydayı elde etmek ve
164 17/İsra, 56
165 13/Ra’d, 16
AHMED KALKAN
~ 116~
bir zararı uzaklaştırmak mıdır?
Zarar anında insanların yardımını ummak ya da bollukta
insanların faydasını beklemek midir?
Oysa bunların tümü Allah’ın elindedir. Sebepler üzerindeki
mutlak güç Allah’ındır. Aynı zamanda O, kulları üzerinde
kahredici güce sahiptir. Vermenin ve men etmenin
hikmeti ve bilgisi O’nun yanındadır.
İster kendi halinde birisi olsun, ister zâlim, tâğut gibi
birisi; hiç kimsenin şirk, haram ve fesat işlemeye, herhangi
bir şerri yapmaya ihtiyacı yoktur aslında. Akl-ı selim, zarar
ve faydanın Allah’tan geldiğini kabul eder.
İbn Abbas (r.a) şöyle der: “Bir gün Rasûllullah’ın
(s.a.s.) arkasında yürüyordum. Bana dedi ki;
“Ey delikanlı, sana bazı sözler öğreteceğim. Onları
koru ki, Allah seni korusun. Koru ki, Allah’ı yanında
bulursun. Bir şey istediğin zaman, Allah’tan
iste. Yardım dilediğin zaman, Allah’tan dile. Şunu
bil ki, şayet bütün ümmet, sana bir yarar dokundurmak
için bir araya gelseler, Allah’ın senin için
yazdığının dışında bir yarar dokunduramazlar.
Aynı şekilde, sana bir zarar vermek için toplansalar,
Allah’ın senin için yazdığından başka bir zarar
veremezler.” 166
166 Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 59; İbn Hanbel, I, 293
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 117~
ŞEYTANIN ZARAR VEREMEYECEĞI KIMSELER
Şeytanın kendilerine tesir edemeyeceği kimseler de
Kur’an’da şöyle belirtilmiştir:
“Şeytan seni dürtecek olursa Allah’a sığın, doğrusu O işitir
ve bilir. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, şeytan tarafından
bir vesveseye uğrayınca, Allah’ı zikrederler ve hemen
gerçeği görürler.”167
“Kur’an okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah’a
sığın. Doğrusu şeytanın, iman edenler ve yalnız Rablerine
güvenenler üzerinde bir nüfûzu yoktur. Onun nüfûzu (hâkimiyeti,
musallat olması) sadece, onu dost edinenler ve Allah’a
şirk koşanlar üzerindedir.”168
Allah’ın hâlis kullarına tesir edemeyeceğini, şeytan, bizzat
kendisi de itiraf etmiştir.169
Âyetlerden de anlaşılıyor ki, Allah’a içtenlikle iman ederek
ibâdet eden insanlar üzerinde, tabanca kurşununa karşı
çelik yelek giyilmiş gibi şeytanın hiçbir etkisi olamamaktadır.
Allah’a iman edip emirlerine uyan ve Peygamberimiz’in
(s.a.s.) gösterdiği yoldan giden kişiler, şeytana galip
gelmişler demektir. O halde, şeytana boyun eğmemenin tek
yolu, Allah’a samimi olarak inanmak ve ibâdetleri tam yapmak,
Peygamber’in gösterdiği yoldan ayrılmamaktır. Her
işimize başlarken de şeytandan Allah’a sığınıp, Allah’ın ismini
anmalı; “besmele” ile başlamalıyız.
167 7/A’râf, 200-201
168 16/Nahl, 98-100
169 15/Hıcr, 28-43; 17/İsrâ, 61
AHMED KALKAN
~ 118~
ALLAH’TAN KORKANLAR, CINLERDEN VE
CINCILERDEN KORKMAZLAR!
Haşyet, takvâ gibi insanın ihtiyacı olan güzel korkular,
kişiyi daima Allah’ın rızâsını aramaya, nehyettiği hususları
terk etmeye ve emrettiği hususları yapmaya sevk eder.
Bundan dolayı Allah’tan, O’nun azâbınden korkmak, Allah’a
iman hususunda bir rükün sayılmaktadır. “...Eğer mü’min
iseniz, onlardan korkmayın, Benden korkun!”170; “İman edip
sâlih amel işleyenlere gelince, onlar halkın en hayırlısıdır.
Onların Rableri katındaki mükâfatları, zemininden ırmaklar
akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir.
Allah kendilerinden râzı olmuş, onlar da Allah’tan râzı
olmuştur. Bunlar hep Rabbinden korkan, O’na saygı gösterenler
içindir.”171
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ancak Allah’tan ve kıyâmetten
korkanları korkutup uyararak onların uyanmasını sağlayabileceği172;
Kitab’ın Allah’tan korkanlara öğüt olarak indirildiği
ve Allah’tan korkanların öğüt alacakları haber verilerek,
haşyet ile iman arasındaki bağ belirtilerek açıklanır.
173 Mü’minlerin, Rablerinden korku duydukları174; bu
haşyetle iman gereği titremekte oldukları bildirilir.175
Bu, görülmeyen bir Rab’den olan korkudur ve korkuyu, ancak,
ilim sahiplerinin duyabilecekleri haber verilmiştir.176
Haşyet duymamak ise, ancak, kalbi hasta olanlar için söz
konusudur.177 O yüzden Allah’tan korkmayanın imanı
yoktur. Bütün peygamberler, insanları Allah’a imana
170 3/Âl-i İmrân, 175
171 98/Beyyine, 7-8
172 36/Yâsin, 11; 79/Nâziât, 45
173 20/Tâhâ, 3; 87/A’lâ, 10
174 13/Ra’d, 21
175 21/Enbiyâ, 25; 23/Mü’minûn, 57
176 21/Enbiyâ, 49; 35/Fâtır, 18; 50/Kaf, 33
177 5/Mâide, 52
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 119~
ve tevhide çağırırken, daha ilk mesajlarında Allah’tan
korkmaya çağırmışlardır. Örnek olarak Hz. Nûh, kavmine
şu dâvetle seslenmiştir: “(Allah’a karşı gelmekten korkmaz
ve) sakınmaz mısınız (ittika)? Bilin ki ben size gönderilmiş
güvenilir bir rasûlüm/elçiyim. Artık Allah’tan korkun, Allah’a
karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”178; “Andolsun
ki Nûh’u kavmine gönderdik. ‘Ey kavmim! dedi, Allah’a
ibâdet/kulluk edin; O’ndan başka tanrınız yoktur. Hâlâ (Allah’tan)
korkup sakınmaz mısınız?”179
Korku-tevhid ilişkisini anlatması açısından şu âyet çok
mânidardır: “Allah buyurdu ki: İki ilâh edinmeyin! O, ancak
bir İlâhtır; yalnız Benden korkun! Göklerde ve yerde ne varsa,
O’nundur. Din de sürekli olarak yalnız O’nundur. Hâlâ Allah’tan
başkasından mı korkuyorsunuz?”180
Haşyet ve Allah’a, âhirete iman; namaz ve zekât ile birlikte,
181 yine ittika ile birlikte haşyet, Allah’a ve Peygamber’e
itaatin yanı başında anılabilecek ölçüde önemli bir tutumdur.
182 Kitap, Allah’tan gereği gibi korkanları ürpertir;183 onlar
insanlardan değil, Allah’tan korkmanın uygunluğunun184
ve gerekliliğinin185 idrâki içinde bulunmakla, tebliğ sırasında
insanlardan çekinmezler.186
178 26/Şuarâ, 106-108
179 23/Mü’minûn, 23
180 16/Nahl, 51-52
181 9/Tevbe, 18
182 24/Nûr, 52
183 39/Zümer, 23
184 33/Ahzâb, 37
185 5/Mâide, 3
186 33/Ahzâb, 39
AHMED KALKAN
~ 120~
ŞIRK, BÜTÜN YANLIŞ KORKULARIN KAYNAĞIDIR
Tevhid inancı, emniyet ve huzurun kaynaklandığı
bir güç ve kuvvet olduğu gibi; şirk de korku
ve kuruntuların, vehim ve stresin, çeşitli fobilerin
kaynağıdır. Hurâfelerden, çeşitli evhâm ve kuruntulardan,
uğursuzluk anlayışından ve cinlerden,
onların içine girip kendisine zarar vermesinden
korkar durur müşrik. Ve onları çıkar için korkutur
durur bazı cinciler ve cin çıkardığını iddia edenler.
Ölüm, müşrik ve kâfir için, sevdiği her şeyin bittiği
ve yok olmak demek olduğu için çok korkunç ve
ürkütücü bir olaydır. Şirk ortamlarında, ortada bir
sebep yokken korku, uğursuzluk görüşü ve evhâma
kapılma gibi rûhî ve mânevî hastalıklar, insanda
çokça ortaya çıkar. Yoksa, bunların sebebi cin filan
değil, cinlik yapan İslâm dışı düzen, cahiliyye
ortamı ve cincilik yapan korkutuculardır.
Allah Kimlerin Kalbine Korku Salar? “Hakkında hiçbir
delil indirmediği şeyi, Allah’a şirk/ortak koşmalarından
ötürü, kâfirlerin/inkâr edenlerin kalbine korku salacağız.”187
Bu âyet, Allah’a inanmanın verdiği moral gücünden yoksun
olanların kalplerini korku sâracağını ifade etmektedir. Kalbin
huzur ve mutluluğu ise, Allah’a iman ve O’na ibâdet/
zikir ile mümkün olur.188 Hidâyete tâbi olanlara, yani iman
edip sâlih amel işleyenlere korku ve üzüntü yoktur.189
187 3/Âl-i İmrân, 151
188 13/Ra’d, 28
189 2/Bakara, 38, 62
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 121~
Vehim, stres, bunalım, fobi gibi her çeşidinin bolca
örneklerini gördüğümüz çağdaş hastalıklar, çoğunlukla
kaynağını korku damarından almaktadır. Kontrolden
çıkmış ve sürati ayarlanamamış korku aracının, içindeki insanı
götüreceği dünya durakları bunlar olduğu gibi, ondan
sonrası daha da korkunç olacaktır. Fıtrî olan insandaki korku
hissi, aslında hayatın koruyucu bir zırhı ve takvâ boyutu
ile cennete götüren füze iken; imanla, akıl, şuur ve irâde ile
kontrol edilememişse, hayatı tahrib eden bir musîbete dönüşecek
ve insanı cehenneme götürecektir. Yanlış ve yersiz
korku, insanı her iki dünyada da rezil edecek; Takvâ, huşû
ve haşyet kelimeleri ile ifade edilen Allah korkusu ise dünyada
izzet, kahramanlık, gazilik ve şehidlik gibi rütbeler;
âhirette de bir değil, iki cennet190 sahibi kılacaktır.
Sevgili dostum Ferit Aydın Hoca’dan bir alıntı yapayım:
“Büyü ve korku dini, büyü ve korkuyu din gibi önemsemek
demek olan Fetişizme kapılan insanlar (fetişistler), ilkel insanlardır.
Korkup ürktükleri hayvanlara, canavarlara ve
tabiat güçlerine, onların şerrinden korunmak için büyü diyebileceğimiz
bazı araçlara başvurmaktadırlar. Bu araçlar
onlara göre kurtarıcı birer çaredir. Şirkin en rezil görüntülerinden
biri de bu fetişist inanışlardır. Onu, uygar ve eğitimli
insandan ayıran en karakteristik psikolojik özellik budur.
İşte ilkel insanın maddî olmayan imajlara karşı duyguları
ve değer yargıları da büyük ölçüde tabiat olaylarının yönlendirdiği
bu psikolojinin ürünüdür. Uygar insan, ilkel insan
gibi zaman zaman korkulu anlar yaşasa bile risklere karşı
daha akılcı yollara başvurur. Din onun için riskleri önlemede
öncelikli bir araç değil, bilakis yaratıcıya karşı sırf kulluk
amacını taşır. İşte ilkel insandan uygar insana, din kavramının
yüklendiği anlam ve değer farkı budur. Örneğin idam
190 55/Rahmân, 46
AHMED KALKAN
~ 122~
sehpasındaki bir mü’min, kutsal metinlerden bir şeyler okuyup
üzerine üflediği, ya da iki rekât namaz kıldığı takdirde,
burun buruna gelmiş olduğu (mukadder) bir ölüm tehlikesinden
bu sayede kurtulacağına ihtimal vermez. Yani Allah
(c.c.) dilememişse ibâdet yaparak ya da bu anlamda çeşitli
rûhâni eylemlerde bulunarak bir şerri üzerinden defedemeyeceğine
inanır. Buna rağmen sırf Allah’ın huzuruna imanla
gitmek için yine duâ eder. Çünkü Allah’a kesin sûrette iman
eden insanın temel amacı şu veya bu belâdan kurtulmak değil,
bilakis Allah’a kul olmak ve kâmil bir imanla âhiret âlemine
intikal etmektir. Zira ebedî mutluluğun şartı dünyevî
felaketlerden kurtulmak değil, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaktır.
İlkel insana gelince o, yaptığı bir büyü ile, örneğin
bir vahşi hayvan saldırısına (veya cinin musallat olmasına)
karşı kendini sağlama almış olduğuna inanır.
Fetişizm, çok ilkel bir şirk türüdür. Dolayısıyla müşrik kişi,
eğer herhangi bir şeyi bilinçle, Allah Teâlâ’nın kâinât üzerindeki
egemenliğini etkileyici veya O’nun egemenliğinden bağımsız
bir güç olarak görüyor -bu nedenle- o şeyden korkuyorsa,
bunu, ister bağımsız bir din adı altında, ister bir tören
olarak, isterse bir büyü veya herhangi bir eylem olarak icra
etsin, bunun adı şirktir. Bu bakımdan fetişist insan müşriktir.”
191 Burada anlatılan fetişizmle cinlerden korku arasında
nice benzer yönler bulmak mümkündür.
Kur’an, bütün duygularımıza istikamet gösterir,
meşrû ve faydalı hedeflere yönlendirir. Aynı zamanda
ifrat ve tefrit gibi aşırılıklardan koruyarak onların itidâlde
kullanılmasını öğütler. Korku duygusu için de bunlar geçerlidir.
Kur’an, insan fıtratındaki korku hissini yönlendirerek,
bu duyguyu her çeşit sahte, sapık, yanlış ve boş hedeflerden
191 Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları, s. 138
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 123~
alıkoymaya çağırır. Sonra da doğru hedef göstererek, bu
duygumuzu esas korkulması ve sığınılması gereken Yüce
Allah’a bağlar. İnsandaki korku hissi iyi yönlendirilmezse
veya asıl korkulması gereken makam olan Allah’tan hakkıyla
korkulmazsa; insanın hayatındaki denge bozulduğu gibi,
kişi, bir sürü sahte otoriteye boyun eğmek zorunda kalır.
İnsan, tarih boyunca böylesine lüzumsuz ve yanlış korkular
yüzünden sayısız tanrı icat etmiştir. Doğa güçlerinden
korkmuş, ateşi, gökleri, karanlıkları; firavunlardan ve diktatörlerden
korkmuş, onları; açlıktan korkmuş, ekmek ve
maaş verenleri; yalnızlık ve sahipsizlikten korkmuş, putları
veya cinlerden korkmuş, üfürükçüleri veya cinleri ilâh
edinmiştir. Bu lüzumsuz korkular yüzünden insanoğlu, sığınılacak
kucaklar aramış, ancak çoğu zaman sığındığı kucaklar
kendisi için tehlikeli ve zararlı olmuştur. Denize düşmüş,
kurtarıcı diye yılana sarılmıştır.
İnsan, Allah’ın dışında başka şeylerden gerçek
anlamıyla korkarsa, korktuğu çoğunlukla başına
gelir; Allah korktuğu şeyi veya kimseyi ona musallat
eder. Bu, yanlış korkunun dünyadaki zararlarındandır.
Cinden çok korkan kimse, sanki içinde
cin varmış gibi hisseder ve bu korkudan ancak cinciler
ve cin çıkardığını iddia edenler yararlanır.
Zâlim müstekbirler, tarih boyunca tedhiş, zulüm,
baskı gibi şiddetli korkutma araçlarını etkili
bir silâh olarak kullanıp halklarını istedikleri
gibi yönlendirebilmişlerdir. Bu günkü üfürükçüler
AHMED KALKAN
~ 124~
dünyasında da temelde pek farklılık yoktur; sadece
yöntem ve araçlar daha farklı şekillerde insandaki
korku hissine kendi çıkarları çerçevesinde yön
vermektedir. İslâm, insanı yersiz korkuların elinde
esir olmaktan kurtarabilmek için, sadece Allah’tan
korkmayı esas almış, ruhlarda bu anlayışı yerleştirmeye
çalışmıştır. Allah korkusunun gereği gibi
yerleştiği kalplerde başka kimselerden ve herhangi
bir şeyden korku olmaz. Ne cinlerden korkar bir
mü’min, ne cincilerden. Mü’minde dünyevî korkular,
gerçek korku değil; mecâzîdir, bir çeşit tedbirden
ibarettir. Mü’min bilir ve inanır ki, Allah kendisini
korku ile imtihan etmektedir.192 Kimlerin ve
nelerin korkusunu ne oranda kalbine yerleştireceği
sınanmaktadır. Cinlerden, şeytanlardan mı korkuyor,
Allah’tan mı?
İnsanları takvâya, Allah’tan korkmaya çağırmaları
ve başka her türlü korkudan uzaklaştırmaları
gereken nice insan, üç kuruşluk para için
insanlara cinleri korkunç varlıklar olarak sunmakta,
“içine girer, sana olmadık şeyler yaptırır, hasta
eder, çarpar çırpar…” diye onları korkutarak
korkuları üzerinden rant elde etmeye çalışırlar.
192 2/Bakara, 155
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 125~
Rabbimiz imanla korku arasında bağ kuruyor:
“İşte o şeytan, yalnız kendi dostlarını korkutabilir.
(Veya şeytan, sizi kendi dostlarından korkutmaktadır.)
Eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan
korkmayın, Benden korkun.”193 Şeytanın korkuttuğu
dostları olmamamız gerektiği gibi, şeytanın
dostlarından korkuttuğu korkaklardan da olmamalıyız.
Eğer iman etmiş isek sadece Allah’tan
korkmamız gerekiyor. Hidâyete tâbi olanlara, yani
iman edip sâlih amel işleyenlere korku ve üzüntü
yoktur194 buyuruyor.
Ama gerçek mü’min, sadece Allah’ın kulu olduğunun bilincindedir.
Müşriklerin korktuğu korkunç diye takdim edilen
cinler, bostan korkuluğu gibi gözükür müttakî mü’minin
gözüne. Bende olmayan hastalıkları bana varmış gibi
sunarak, bir de kendilerine göre başka bir kanıt göstererek
“bak, sen büyünün etki ettiğine, cin çıkardığımıza inanmıyorsun;
öyleyse içinde cin var” diyerek cinlik yapmaya
kalkan cinciler! Hiçbirinizden korkmuyorum, Rabbim yalancıları,
üfürükçüleri, sihirle ve sahtekârlıkla uğraşanları
başarıya ulaştırmayacağını söylüyor. Ben Rabbime inanıyorum,
O’na güveniyor, O’na tevekkül ediyorum. 65 yaşı
gerilerde bıraktığım hayatın bin bir sıkıntısını çekmiş ve
(cinlerin değil) Rabbimin otuz kadar imtihan için verdiği
hastalıkları sabırla başkalarına fark ettirmemeye çalışan,
on iki ameliyat geçirmiş, vücudunda (cin değil) üç ayrı
âlet/cihaz bulunan birisi olarak hiç şikâyetim yok, mutlu
193 3/Âl-i İmrân, 175
194 2/Bakara, 38, 62
AHMED KALKAN
~ 126~
ve huzurlu birisiyim. Allah’tan başka korkulacak bir varlık
olmadığını ifade etmek için anlamayanlara anlatmak adına
diyorum ki: Ey duâ satarak rukyeyi geçim ve sömürü aracı
yapanlar! “Öcü var öcü!” der gibi “içinde cin var!” diye saf
insanlara korku salmaya ve şeytanın dostlarından korkutmaya
çalışarak ve daha da çirkini; bu yaptıklarını Sünnetin
ve selefin yolu diyerek onları da lekeleyerek işlerini sürdürenler!
Ey cinciler! Cin çıkarma adıyla insanları cinlerden
korkutanlar! Bütün cinlerinizi toplayın, gelin bana zarar
verin! Allah dilemedikçe vallahi de, billâhi de zerre kadar
zarar veremezsiniz; zerre şüphem ve korkum yok. Allah,
biz mü’minleri böyle çirkin korkulardan uzaklaştırıyor. Siz
bir taraftan “hayrihi ve şerrihi minallahi Teâlâ / hayır ve
şer Allah’tandır” der; diğer taraftan şu hastalıklar, şu problemler
cinlerden, içine cin girmiş o sana zarar veriyor” diye
inancınızı yalanlayan insanlarsınız. “Eğer Allah sana herhangi
bir zarar verecek olursa, bil ki onu, O’ndan başka
giderebilecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun
lütfunu engelleyebilecek de yoktur. O, bunu kullarından
dilediğine eriştirir. O, çok bağışlayandır, çok merhamet
edendir.”195
İnsan, dünyevî ve fâni şeylerden korkmayı ifrat derecesine
vardırırsa, küçük ve gizli de olsa şirke düşmenin
sınırına girmiş olur. Mü’min inanır ki, insanları ve
bütün varlıklarıyla tüm dünya bir araya gelse, Allah istemediği
müddetçe en küçük bir zarar veremezler. Güç
ve kuvvet, yalnız Allah’ındır. O yüzden korkulmaya lâyık
tek zât O’dur. Bazı insanlardan korkmanın getireceği
esâret ve istibdat zehirinin panzehiri olarak İslâm, Allah
korkusunu yerleştirmiştir.
195 10/Yûnus, 107
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 127~
İki tane de hadis-i şerif: “Allah’ım! Korkaklıktan
Sana sığınırım.”196; “Aman dikkat edin! Halk korkusu, kişiyi
hakkı söylemekten alıkoymasın.”197
İmanlar, korku terazisiyle tartılmaktadır. Korkunu
söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. Ya sadece Allah’tan
korkup takvâ zirvesine tırmanarak Allah katında
en ekrem, yani ikram edilmeye en lâyık yiğit bir
Allah eri olmak; ya da ayaklar altında ezilinceye kadar
sümüklü böcek gibi, cinlerden, cincilerden korkarak
yaşamak. İnsan özgürdür; bu iki yoldan birini seçebilir.
Ama takvâ yolunu seçerse, bilmelidir ki, bunun gerekleri
var: Korku hissinin tevhidî bilinçle, mü’mine has
irâdeyle kontrol altında tutulması, şeytanın ve dostlarının
korku oklarının fedâkârca savuşturulup karşı
hücuma geçilmesi gerekecektir, hem de ömür boyu.
FETIŞIZM; BÜYÜ VE KORKU DINI
İnsanoğlu maddî çarelerle hedeflerine ulaşamadığı ya
da sorunlarını
çözemediği
zaman bu kez gizli ya da gizemli
yollara başvurur. Bu tercihler
eskiden
beri insanlar arasında
genel bir eğilimdir.
Gizliliğin mazeretleri ve her zaman bir açıklaması vardır.
Ancak gizemlilik
daima karmaşıklığını koruyacaktır. Bu
nedenledir ki Kur’an-ı Kerîm’in onayladığı, hatta mü’minleri
dâvet ettiği “duâ” hâriç,
İslâm, büyü ve fal gibi gizemli
yolların bazılarını en ağır suç olan “küfür” diye nitelemiş ve
kâfirlere lânet etmiştir. 198
196 S. Müslim Terc. 7/188
197 Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, c. 6, s. 349
198 2/Bakara, 189, 161
AHMED KALKAN
~ 128~
İnsanoğlu, geniş bilgi birikimlerine sahip bulunmakla
birlikte, yaşadığı
olaylar içinde henüz çözümleyemediği ve
sırlarına bir türlü erişemediği
o kadar çok şeyler vardır ki
bunlar hakkında bilginler, uzmanlar ve ilim adamları
hâlâ
susmayı tercih etmektedirler. Nitekim telepatinin, hipnotizmanın,
spiritüel enerjinin, meditasyonun ve çeşitli alternatif
tıp sistemlerinin içyüzleri
hâlâ bilinememektedir.
Gizemli konular, gerek kaynak ve temelleri yönünden,
gerekse amaçları
itibariyle birbirinden son derece farklıdırlar.
O kadar ki bunların bazıları,
hayat ve kâinât olaylarının,
şimdiye kadar çözülememiş,
belki de çözülemeyecek
olan şifreleridir. Dolayısıyla bilinsin ya da bilinmesin bunlar
esasen
birer realitedir. Ancak gerçekle hiçbir ilişkisi
olmayan, buna rağmen yarı uygar toplumlarda, genellikle
basit düşünen
insanlardan çıkar
sağlamak
amacıyla -sözde-
gizemli nitelikte yapılan büyü, fal, müneccimlik
ve medyumluk
gibi bazı işler daha vardır ki bunlar tamamen spekülatif
muâmelelerdir. İslâm bunları hurâfe ve bâtıl inanç
olarak
değer(siz)lendirmiş, bunları yasaklamış
ve bu işlerle
uğraşanların cezalandırılmasını
öngörmüştür. Çünkü bu
insanlarda
fetişist (müşrikâne) yaklaşımlar vardır.
Örneğin büyü yapan ve yaptıran insanlar (özellikle yaptıranlar),
büyüye,
amacı kestirme ve gizemli yollarla gerçekleştiren
bir çare olarak inanırlar. Medyumlara ve kâhinlere
başvuranların da inancı böyledir.
Düşmanını perişan etmek, başına dertler ve
belâlar yağdırmak için silâh yerine büyüyü tercih
eden insanın esasen ne istediğini şöyle açıklamak
mümkündür:
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 129~
Eğer silâh ya da herhangi bir şiddet yolunu kullanırsa
yakalanacak ve ağır cezalara çarptırılacaktır.
Hâlbuki büyüye başvurursa -kendince- hiç
kimsenin
sezinleyemeyeceği gizemli bir yolla bu
amacını gerçekleştirmiş
olacaktır(!)
Öyle ise büyüye
inanan insana göre hayat ve kâinat olaylarını
büyü ile yönlendirmek mümkündür. Bu ise Allah’ın
(c.c.) kâinat
üzerindeki
mutlak egemenliğini tanımamak,
daha doğrusu, büyü gibi bir araçla İlâhî
egemenlik sınırlarının delinebileceğine inanmak
demektir. Bu ise açık bir şirktir. Çünkü Allah’ın
kâinât üzerindeki egemenliği mutlaktır. Hiçbir şey
bu egemenliğin dışında değildir, hiçbir olay bu hâkimiyetten
bağımsız olarak
cereyan edemez. Her
şeyi Allah Teâlâ yönetmektedir.
Yarattığı ve yönettiği kâinat olaylarının, -gerek
etki-tepki, gerek sebep-
sonuç, gerekse nötrleşme
gibi- bilinen ve bılinmeyen fenomenleriyle
son
derece
karmaşık olan kozmozunu birbıriyle ilintili
yasalar zinciri çerçevesinde
disipline eden yine Allah
Teâlâ’dır. Şu halde bu yasalara
göre hareket
edilmedikçe
büyü ve fal gibi gizemli çareler olduğuna
inanılan hayalî yollarla
amaca ulaşılabileceğine
inanmak, her şeyden
önce çok yanlış bir
AHMED KALKAN
~ 130~
şartlanma
ve büyük bir bilgisizlik örneğidir. Ondan
sonra da Allah Teâlâ’ya karşı bir başkaldırı
sayılır ki bir anlamda bunun adı şirktir.
Örneğin define arayan bir insan, eğer elde ettiği bir krokiye
dayanarak,
pusula ve dedektör gibi birtakım araçlar
kullanarak amacına ulaşmak
istıyorsa
bu insan, itikadî bakımdan
herhangi bir suç işlememektedir.
Çünkü her şeyden
önce aklını kullanmaktadır. Akıl ise Kur’an-ı Kerîm’e
göre gerçekleri
yakalamada başvurulacak ilk ve en büyük
araçtır. Çünkü akıl, sağlam,
olgun ve reşit insanın, (Allah
Teâlâ tarafından
belli kanunlarla
çalıştırılan) beyin mekanizmasında
üretilmektedir. Bu açıdan define arayan Müslüman
insan,
Allah’ın kâinât üzerindeki mutlak egemenliğini
kabul etmiş
demektir. Onun kullandığı pusula ve dedektör
de yine Allah Teâlâ tarafından insanoğluna
sunulmuş çeşitli
fizik, manyetik ve elektronik bilimlerinin tespit ettiği
İlâhî kanunlarla
çalışmaktadır. Dolayısıyla mü’min defineci,
pusula, dedektör ve benzeri araçlar
kullanmakla yine Allah’ın
mutlak egemenlığini tanımış demektir.
Hâlbuki bu araçların yerine fala başvuran insan, falcının
bütün bu kanunları
delebilecek ve Allah’ın kâinât üzerindeki
mutlak egemenlığinde O’na ortak olabilecek bir güce
sahip bulunduğunu bilerek veya bilmeyerek
kabul etmektedir.
Bu sûretle de şirk koşmaktadır.
İnsan, itikadî yönü olmayan en ağır suçları bile
işlerken son derece büyük
vebal ve günahların altına
girmesine rağmen yine de küfre ya da şirke
saplanmaz. Hâlbuki itikadî yönü olan büyü ve fal
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 131~
gibi fetişist anlamda
öyle suçlar vardır ki, kişi onları,
hiç kimseye zarar vermeden, hiç kimsenin göremeyeceği
yerlerde ve yalnız başına işlese bile Allah
Teâlâ’ya ortak koşmuş olur ki bu sûretle cinâyet
işleyen bir kimseden daha çok Allah’ın öfkesini
hak etmiş olur. Bunun mantıklı sebebi acaba ne
olabilir? Sebebi gâyet açıktır.
Cinâyet işleyen bir insan, bu suça girişirken
bile Allah tarafından yaratılmış
bulunan ve yine
O’nun koyduğu
belli yasalarla işlevini yerine
getıren
akıl, silâh, tasarı ve planlı komplo projeleri
gibi araçlara başvurarak amacını
gerçekleştirmeye
çalışmaktadır.
Bu insan, en çirkin, en korkunç
ve en vahşi bir amacın peşinde
olmasına rağmen
Allah’ın kâinat üzerindeki mutlak
egemenlığini
doğrularcasına O’nun koyduğu hayat kanunlarına
göre davranmaktadır.
Hâlbuki büyüye veya fala başvuran insanın yargısı
bundan çok farklıdır
ve Yüce Allah’ı daha çok
öfkelendirici bir anlam taşımaktadır. Büyü yaparak
veya yaptırarak birini kazanmak ya da birine
zarar vermek
isteyen
insan,
keza büyü veya fal
aracılığıyla bilinmeyeni keşfetmeye
çalışan insan,
AHMED KALKAN
~ 132~
aslında
Allah’a ait otorite sınırları dışında çözüm
arayan insan demektir. Bu ise bir anlamda Allah’ın
(hâşâ!) egemen olamadığı bazı bağımsız
güçlerin
ve alanların bulunduğunu bilerek veya bilmeyerek
kabul etmek demektir. Belki bu nedenledir
ki büyü, Kur’an-ı Kerîm’de açıkça küfür olarak
nitelenmiştir.
199 Küfür ise Allah’ın (c.c.) otoritesini
tanımamak
anlamını taşır.
Müslüman toplumlarda fetişist eğilimler (Büyü, fal,
havas, astroloji,
râbıta,
meditasyon vs.): Fetişist inançlara,
Müslümanlar arasında “Hurâfeler” ya da “Bâtıl inançlar”
denir. Hurâfe: Uydurulmuş, abartılmış, akla ve vicdana sığmayan
asılsız inanç demektir. Bâtıl da, geçersiz, hükümsüz
ve bağlayıcılığı olmayan şey anlamına gelir.
Ne yazık ki Müslümansı toplumlar, hatta Müslümanlar
(daha doğrusu bilgisiz ve eğitimsiz mü’minler) arasında
bile
bâtıl inanışların tutunabildiği, inkâr edilemeyen bir gerçektir.
İlginçtir ki sahâbîlerden
büyük şahsiyetler hâriç,
diğerlerinin de zaman zaman bâtıl inançlara
kapıldıkları
ve Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından şiddetle uyarıldıkları
bazı eserlerde nakledilmektedir.200 Ancak sahâbîler,
Rasûlullah’ın
(s.a.s.) uyarıları
üzerine hemen tevbe etmiş ve kanaatlerini
düzeltmişlerdir.
Bâtıl inanç: Kulluk anlamını taşıyan imanî bir mesele
olmaktan çok, insanın, ya ürküntü duyduğu şeylere
karşı aklı sıra mânevî çare diye başvurduğu birtakım
199 2/Bakara, 102
200 Hâfız bin Ahmed el-Hakemî, Meâricu’l-Kabûl, 1/273-274
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 133~
şarlatanlıklardır veya hayatta
karşılaştığı sorunların çözümlenmesinde
yardımlarını almak
üzere evliyalar ve
rûhâniler gibi “yarıtanrı”lardan medet ummalar
ve onlara
yapılan
duâ ve niyazlardır.
Elbetteki Müslümanlar arasında da, bu şarlatanlıklara
meyledecek ve ölülerden yardım
dileyecek kadar basit düşünceli
insanlar vardır. İşin ilginç tarafı,
bu insanların hepsinin
de eğitimsiz olmadıklarıdır. Medyumlardan medet
uman, falcılara başvurup geleceğini onlardan öğrenmek isteyen
nice okumuş
devlet adamlarının yaşadığı skandallar,
toplumu zaman zaman meşgul etmiştir. Evet, insanlar baş
edemeyecekleri
güçlere ve nereden
geleceğini tahmin edemedikleri
kaza ve belâlara karşı daima tedirginlik
duyar.
Bu psikolojik durum, yalnızca inançlı insanlarla da sınırlı
değildir. Hemen herkes herhangi bir nedenle ve herhangi
bir yerden gelebilecek risk ve tehlikelere
karşı önlem alma
ihtiyacını
duyar. Bu, her insanın, ortama göre haklı olarak
kapıldığı endışelerden kaynaklanmaktadır.
Ancak, örneğin
sağlam
kilitler kullanmak, değerli eşyaları güvenilir kasalarda
korumak, trafik kurallarına uymak, aşı olmak ve bütün
bunlardan
sonra da duâ etmek ve Allah’a tevekkülde
bulunmak gibi endişeleri
giderebilecek akılcı ve meşrû önlemler
varken; bazı kimseler, evlerınin, araç ve cihazlarının
üzerine nazar
boncuğu, bebek pabucu ve nalçacıklar
asmak, üstlerinde çeşitli muskalar taşımak sûretiyle aklın
ve Kur’an’ın ölçülerine sığmayan yollara
başvurarak
sözde
mânevî önlem(!) almaya çalışmaktadırlar. Bunlar bâtıl
inançlardır
ve şirktir!
Ne ilginçtir
ki Kur’an’ın feyiz ve nurundan yoksun bazı
kimseler,
hayattaki muhtemel
risklere karşı -duâ ve tevekkül
hâriç- dindarlardan daha akılcı ve daha meşrû yollara
AHMED KALKAN
~ 134~
başvurarak önlemlerini almaktadırlar. Nitekim Müslümansı
topluluklar arasında yaygınlaşan hurâfe ve bâtıl inançlar
yüzünden,
gerçek Müslümanlar her münasebette, akılcı geçinen
müşrikler tarafından küçümsenmekte
ve alay konusu
olmaktadırlar.
Tekrar kaydetmek gerekir ki hastalığa ya da nazara karşı
kurşun döktürmek,
tütsü yapmak, sıtma için el bileğine,
okunup düğümlenmiş
iplik bağlamak, eve, arabaya, ya da
dikiş makinesi ve bilgisayar gibi cihazlara (kaza belâdan
koruması için) nazar boncuğu, nalça, bebek pabucu gibi tılsımlı
sanılan
şeyler takmak bâtıldır, çirkindir, şirktir. Çünkü
bu yollara başvuran insan aslında nalın, pabucun, nazar
boncuğunun, muskanın ve benzeri büyü araçlarının, Allah’ın
egemenlik sınırları dışında birer güç olduğunu kabul
etmiş
sayılır ki bu, Allah’a açıkça ortak koşmaktan başka
bir şey değildir.
Eğer bu insanlar yukarıda bir kısmı söz
konusu edilen büyü araçlarının,
Kur’an-ı Kerîm’de yerleri
olduğuna inanırlarsa
bu takdirde de Allah’ın kitabında bulunmayan
şeyleri ona mal etmekten dolayı kâfir olurlar!
Başta eğitimsizlik olmak üzere çeşitli çıkar odaklarının
gayret ve propagandalarıyla
şartlanan insanlar arasında,
özellikle bâtıl inanışlar daha çok yayılır.
Şirke götüren bu
tehlikeli anlayış ve kanaatler o kadar çok ve yaygındır
ki
hepsini örneklerle sıralayıp anlatmak imkânsızdır. Bunları,
hak ve gerçek
olan inançlardan ayırt edebilmek için Müslümanın
iki ölçüsü vardır. Bunlar Kitap ve Sünnettir. Yani
mânevî değer
olarak tanıtılan
herhangi
bir şeyin öyle olup
olmadığı, ancak onun Kur’an-ı Kerîm’e ve Hz. Peygamber’in
(s.a.s.) hayatına uyup uymamasına
göre anlaşılır. Dolayısıyla
Müslümanların her konuda olduğu gibi bu noktada da
başvuracakları
mihenk taşları işte bu iki şeydir. 201
201 F. Aydın, a.g.e., s. 138-144
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 135~
MELEK, CIN, ŞEYTAN GIBI RÛHÂNÎ VARLIKLARI
ALLAH’A ŞIRK/ORTAK KOŞANLAR
Eskiden müşrikler, İlâhî sırları bildiğini sandıkları ve bu
sebeple korktukları cinleri ilâhlık derecesine çıkarırlardı.
Dev, gulyabani, şeytan, peri, cin ve melek adıyla andıkları,
hayra veya şerre kaadir sandıkları esrarengiz rûhânî yaratıkları
ilâh kabul ederek, onlara tapınırlardı. Her birine
çeşitli tılsımlar, sihirler yapan Sabiîler, câhiliyye Arapları
ve diğer müşrikler, görülmeyen gizli yaratıklar olan cin
ve şeytanları Allah’a ortak koşar, O’na oğullar ve kızlar
uydururlardı.
Cinler ve şeytanlar, insanların görmediği ve bilmediği
birçok mânevî ve âdi olayları görür ve bilirler. Fakat, cinlerin
şeytanlıklarına kapılarak ve gaipten sırlar öğrenmek
sevdasıyla onların istilâsına düşmemeli, kötü tasarrufuna
girmemelidir. Cinlere verilen tasarruf kudreti, insanlara
verilen idrâk kuvvetinden daha yüksek değildir ve bunların
hepsi İlâhî kudret önünde bir hiçtir. Onun içindir ki, Allah’a
ihlâsla iman eden gerçek mü’minler onlardan korkmazlar
ve istilâlarına uğramazlar.
İslâm’ın ortaya çıktığı dönemde, Hicaz bölgesinde
bir
kısım Araplar da Melek-Cin ve Şeytan gibi rûhânî varlıklara
ibâdet ediyorlardı. Bunlardan, meleklerin Allah katında
saygın bir yeri olduğuna, bu yüzden kendilerinden daha
şanslı olduklarına inanıyorlardı. Eğer onlara ibâdet eder,
hürmette kusur
etmezlerse onların, Alah katında kendilerine
şefaat
edeceklerini düşünüyorlardı. “Câhiliye Araplarına
göre melek, bir parça Tanrı niteliğinde yahut Cin’in
üstü olan, saygıya, hatta tapılmaya lâyık, fakat
gözle görülmez
bir varlık idi. Fakat tabiatüstü varlıklar hiyararşisinde,
AHMED KALKAN
~ 136~
meleğin yeri belirlenmişti. O da: Câhiliye inancında bazen
melek, Allah ile insanlar arasında bir şefaatçi, ya da aracı
idi. Çok kere de kendisi tapınma
objesi olarak kabul edilirdi.”
202
Melekleri tanrılaştıranlar, onlar adına yeryüzünde timsaller/
heykeller yapmışlardı.203 Yapılan bu timsaller, meleklerin
yeryüzündeki birer sembolleriydiler. “Biz onların
sûretlerini yapıp, onlara dişi isimler vererek tapındığımız
zaman, Alah’ın katında bize şefaatçi olurlar” diyorlardı.204
Hâlbuki bu düşüncelerinde dalâlet içindeydiler. Kur’ân-ı
Kerim’de bu husus dile getirilerek reddedilmiştir: “Ve size:
(Allah) melekleri ve peygamberleri ilâhlar edinin diye emretmez...”
205
Câhiliye Arapları, cinleri de ulûhiyet derecesıne çıkarıyorlar,
onları ilah ediniyorlardı. Kur’an-ıKerim, onların cinler
hakkındaki inançlarını şöyle dile getirir: “Allah ile cinler
arasında soy bağı icad ettiler.”206 “Cinleri Allah’a ortak koştular,
bilgisizce O’na oğullar ve kızlar yakıştırdılar. Hâşâ O,
onların ileri sürdüğü vasıflardan uzak ve yücedir.”207
Cinlerin gaybı bildikleri, insanlara zarar vermeye
kadir
oldukları, hastalıkların çoğunun onlardan
geldiği, tedavilerinin
de ancak cinlere yakın olmakla mümkün olacağı inancı
da câhiliye halkı arasında yaygındı. Bir kimse bir ev aldığı
veya bir mal sattığı zaman, evvela cinler için kurban keserdi.
Bunu aldığı evde mutlu olmak, sattığı maldan da hayrın
202 3/Âl-i İmran 80; İbn Kesir, Tefsir IV, 377; Yazır, M.H., a.g.e., VIII, 5381; İzutsu, T.,
Kur’an’da Allah ve İnsan, s. 19
203 Âlûsi, Bulûğu’l-Erab, II, 197
204 Yazır., M.H., Hak Dini Kur’an Dili, VII, 4594; 39/Zümer, 3
205 3/Âl-i İmran, 80
206 37/Sâffât, 158
207 6/En’âm, 100
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 137~
azalmaması için yapardı.208 Cinlere tapınma, ilâhî dinlerin
tahrifinden geriye kalan bozuk bir inançtır.
Şeytana tapma, onu Allah’a ortak koşma konusundaki
inançları da, cinler hakkındaki inançlarından
farksızdı. Câhiliyyeye
göre şeytanlar da cinlerde olduğu gibi, putların
veya kutsal bildikleri şeylerin içinde ikamet
ederler, insanlara
oradan hitap ederler, bazı gaybî bilgileri onlara haber
verirler, birtakım gizli konularda kendilerine yol gösterirlerdi.
Bu sebeple de ibâdet edilmeye saygı duyulmaya lâyık
varlıklar olarak görünüyorlardı. 209
Melek-Cin-Şeytan ve rûhânî varlıkları tanrılaştırma
inancı, aslında içinde bulundukları ortamın,
kendileri üzerinde meydana getirdiği menfi
baskının neticesi olarak düşünülebilir. Hanif
dînînin
gerçeklerinden uzaklaşan insanlar, geride
bıraktıkları
kültürel mirasın izlerini, başka başka
varlıklar
üzerinde görme ve böylece tatmin olma
yoluna girişmişlerdi. Bu varlıklar bazen korku
ve dehşet saçan varlıklar, bazen de kendilerinden
yardım ve dostluk umulan varlıklar olarak ortaya
çıkmaktadır.
Pek tabiidir ki, bu tür inançlar, beraberinde
kehânet
ve arâfet gibi düşüncelerin doğmasını
da mümkün kılmıştır. Bu işlerle uğraşan kimseler,
yegâne
sığınak kabul edilmiştir.210
208 M.N. el-Câhız, Edyânu’l-Arab, s. 125-126
209 Âlûsî, a.g.e., II, 197
210 İbn İshak, Sîre, s. 13; Mesûdî, Mürûcu’z-Zeheb, II, 173
AHMED KALKAN
~ 138~
Yukarıda ifade edildiği gibi, bütün bunlar
Kur’an ve Sünnet tarafından reddedilmiş inançlardır.
Şirk koşma en büyük günah sayılmıştır.211
Cinleri inkâr şirke düşürdüğü gibi, cinleri Allah’a şirk/
ortak koşmak da şirktir. Ayrıca, cinlerle uğraşan ya da cin
konusunu istismar eden bazı kimselerin de şirk içine düştükleri
görülmektedir. Şirk suçunun gerçekleşmesine neden
olan sözler, eylem ve tavırlardan konumuzla dolaylı da
olsa ilgili olanları şöyle değerlendirebiliriz:
a) Her türlü büyü:
Bütün tılsımlar; tütsüler; kurşun dökmek ve ipliklere
üfleyip düğümlemek
gibi şarlatanlıklar; (çeşitli baharat,
mum, kıl, kemik, tırnak ve dışkı gibi) atık ve necis maddelerle
yapılan maksatlı ve gizli işler; Havâs denilen okuma,
şekil, şema, yazı ve heykelcikler bu bölüme gırerler. Bu uğraşlar,
sayılamayacak
kadar çeşitlidir. Kenzu’l-Havas (Gizli
İlimler Hazinesi), Şemsu’l-Maarif ve El-Lu’lu’ ve’l-Mercan
gibi büyü kitaplarında
bunların uygulama şekilleri ve sözde
sırları(!) anlatılmaktadır.
Câhil insanların sırtından
kolayca
geçinmek için cinci üfürükçü birtakım açıkgözler tarafından
yapılan bu büyülerin, geçici bir psikolojik
yönlendirmeden
başka gerçek anlamda
hiçbir etkileri yoktur.
b) Fal ve her türlü kehanet:
Gerek günümüzde sosyete falı olarak bilinen tarot ve
eskiden müneccimlik
denilen astroloji (burçlar ya da
yıldız falı), gerek daha çok bazı çingeneler
tarafından
211 4/Nisâ, 48; Ali Çelik, İslam’ın Kabul veya Reddettiği Halk İnançları, Beyan Y., 75-77
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 139~
yarıdilencilik amaçlarıyla bakılan su, el ve ayna falı, gerekse
şehir halkı arasında yaygın olan kahve falı bu kısma
girmektedir.
Bazı kimselerin “Fala inanma, falsız da kalma” sözü açık
bir çelişkidir.
Şirk riskini ortadan kaldırmaz. İmânî açıdan
son derece tehlikeli olan tüm eylem, söz ve tavırlar mizah
konusu yapılamazlar. Nitekim ciddî anlamda olmasa bile bu
tür sözleri sarfedenlerin yeniden iman etmeleri gerekir.212
Câhiliyede Cin ve Şeytan İnancı: Câhiliye Araplarının
cinler hakkındaki inançları
ise, melekler hakkında sahip
oldukları inançların
zıddı idi. “Tabiat hayatının, insanların
hükmü altına girmemiş ve düşman kalmış tarafını (cinler
ve şeytanlar) temsil ediyorlardı. Hz. Peygamber’in bi’seti
esnasında, cinler müphem ve gayr-ı müşahhas
ilahlar arasına
girmekte idi.”213 Mekke Arapları, cinler ile Allah arasında
nesep yakınlığı bulunduğunu
söylüyorlar 214 ve onları Allah’ın
şerikleri mertebesine
çıkarıyorlardı.215 Cinlere adaklar
adayıp kurbanlar
kesiyorlar216 ve onlardan yardım talep
ediyorlardı.
217
Câhiliye Araplarının bu konudaki inançları incelendiği
zaman, onların cinleri, muhtelif sûretlere girebilen varlıklar
olarak telakki ettikleri görülür. Bu cümleden olarak mesela,
“Gûl”, onlar için bir çeşit
cindir. “Suûlat”, cindir. Bazı
yılanlar (Engerek yılanı)
ve ev yılanları, cindir. Siyah köpek,
şeytandır (cin nevinden); hırçın deve (hecin devesi) cindir
212 F. Aydın, İslâm’da İnanç Sistemi, Kahraman Y., s. 146-147
213 Macdonald, B.D., “Cin” maddesi, İ.A., III, 192
214 37/Sâffât, 158
215 6/En’âm, 100
216 6/En’âm, 128
217 72/Cinn, 6
AHMED KALKAN
~ 140~
gibi. Câhiliye Araplarına göre, cinler mutlak olarak zararı
dokunan, korkunç yaratıklardır. “Esas itibarıyla Tanrılar
dost, cinler düşmandırlar.”218 Bu sebepten, kötülüklerin,
hastalıkların kaynağı cinlerdir. Aynı zamanda cinler, şairlerin
ve kâhinlerin de bilgi kaynağıdır.”
219 Bir kimsenin şair
olabilmesi için görünmeyen dünya hakkında ilk elden bilgi
sahibi olması gerekir. Bu bilgi de kendi şahsî görüşü ile değil,
cin denilen -onlara göre- üstün varlıkla derûni münasebetler
kurmak sûretiyle elde edilir.” 220
Cinler ve şeytanlar hakkında garip akidelere sahip
olan câhiliye Arapları, bunları hep aynı cinsten
sayıyorlardı. İblis-şeytan ve cin kavramları,
onların
zihninde daha çok, kötülük, düşmanlık,
korku ve felaket çağrıştıran kelimelerdir. Bu korku
ve endişe,
onları, bu tür varlıkların zararından korunmak
için çeşitli sebeplere başvurmaya, sevketmiştir.
Bunlar arasında, büyüler, tılsımlar, onların
tasvirlerini
yapmalar ve onları ilahlaştırmalar,
onlara adaklar ve kurbanlar kesmeler sayılabilir.221
Câhiliye Araplarının, cinler-şeytanlar hakkındaki
inançları, ülkemizde de hemen hemen aynıdır. “Şeytan
çarpmak”,
“cin çıkarmak” gibi deyimler buna
işaret etmektedir.
Cinlerin-şeytanların vereceği zarardan
korunmak
için başvurdukları sebeplerden;
218 Hitti, P., Siyâsî ve Kültürel İslâm Tarihi, I, 147-148
219 Âlûsî, Bulûğu’1-Erab, III, 269; Ateş. S., Yüce Kur’an’m Çağdaş Tefsiri, X, 98
220 İzutsu, T, Kur’an’da Allah ve İnsan, 159
221 6/En’âm, 100; Alûsî, a.g.e., III, 197
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 141~
onların tasvirlerini,
timsallerini yapmak ve onları
ilahlaştırmak konusu ile kurban ve adak konusu
hâriç, büyü yapmak,
tılsımlar yapmak gibi koruyucu
çarelere -onlara
göre- başvurmak hemen aynıdır.
222
222 Ali Çelik, İslam’ın Kabul veya Reddettiği Halk İnançları, Beyan Y., 83-85
AHMED KALKAN
~ 142~
Bölüm 2
CİN DEDİĞİMİZ, DOĞRU ŞEKİLDE
BİLİP TANIMADIĞIMIZ VARLIK
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 143~
EKSIK VE YANLIŞ BILGILERIN GÖLGESINDE;
CINLER NEDIR, NE DEĞILDIR?
CIN KELIMESININ LÜGAT VE TERIM ANLAMI
“Cin” ismi, Arapça “cenne” kelimesinden gelir. Cenne:
Örttü, gizledi, gölgeledi demektir. Kelimenin aslı, bir şeyi
duyulardan gizlemek anlamındadır. Nitekim, toprağı örtülmüş
bağ ve bahçeye, aynı kökten gelen cennet adı verilir.
Cenin, ana rahminde saklı kalan çocuk, cenan, göğüs içinde
gizlenen kalp, cinnet ve cünûn, nefis ile akıl arasında perde
olan delilik anlamına gelir. Bu kelimelerin hepsinde histen
gizleme anlamı vardır. Bu esasa göre cin, gizli yaratıklar
cinsine delâlet eden bir cins isimdir.
İslâm’a göre rûhânî varlıklar iki kısımdır. Birinci kısma
girenler, Allah’a itaat ve ibâdet eden meleklerdir ki, bunlar
Allah’a hiç isyan etmezler, yanlış iş yapmazlar ve insanı
aldatmazlar. İkinci kısımdakilerin ise, hayırlıları ve Allah’a
itaat edenleri olduğu gibi; şerlileri ve Allah’a isyan edenleri
de vardır. Bu şerli kısmı şeytanlardır. Bunlar, insanları
aldatırlar, şer ve kötülük için çalışırlar. İşte insanlar gibi
imtihan için yaratılan ve kâfirleri de mü’minleri de olan bu
rûhânî varlıklara cin denir.
CINLER VE ÖZELLIKLERI
Cinler dumansız alevli ateşten yaratılmıştır. Onların yaratılışı
insanın yaratılışından önce olmuştur. Cinler akıllı,
irâde sahibi, gözle görülmez varlıklardır.
AHMED KALKAN
~ 144~
Cinler yerler, içerler, evlenip çoluk-çocuk sahibi olurlar,
ibâdet ederler. Cinlerin mü’minleri ve kâfirleri vardır.
Mü’minleri cennete; kâfirleri cehenneme gidecektir. Cinler
de insanlar gibi Allah’ın emir ve yasaklarına uymak
zorundadırlar.
“Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi okuyan
ve bu karşı karşıya geldiğiniz gününüzle sizi uyarıp korkutan
peygamberler gelmedi mi?”223“(Rasûlüm!) De ki: ‘cinlerden
bir topluluğun (benim okuduğum Kur’an’ı) dinleyip
de şöyle söyledikleri bana vahyolunmuştur: ‘Gerçekten biz,
doğru yola ileten hârikulâde güzel Kur’an’ı dinledik. Biz de
ona iman ettik. (Artık) kimseyi Rabbimize asla ortak koşmayacağız.
Doğrusu bizim beyinsiz olanımız (İblis veya azgın
cinler), Allah hakkında pek aşırı yalanlar uyduruyormuş. Şu
da gerçek ki, insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazı kimselere
sığınırlardı da, onların (şımarıklıklarını ve) azgınlıklarını
arttırırlardı. Doğrusu, biz cinler, göğe erişmeye çalıştık;
fakat onu sert bekçilerle, alevler ve meş’alelerle doldurulmuş
bulduk. Gerçekten biz, -kimimiz sâlih kişiler, kimimiz
ise bunlardan aşağıda) türlü türlü yollar tutmuştuk. İçimizde,
(Allah’a) teslimiyet gösterenler de var, hak yoldan sapanlar
da var.”224
CIN; MÂHIYETI VE HAKKINDAKI İSTISMARLAR,
YANLIŞ KABULLER
“Cin”, gözle görülmeyen canlı varlık; “ins”in (insan) mukabili
demektir. Kur’an’da bildirildiğine göre, cinler de
223 6/En’âm, 130
224 72/Cinn, 1-2, 4, 6, 8, 11, 14
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 145~
insanlar gibi ibâdet için yaratılmıştır.225 Bu yüzden cinler de
insanlar gibi mükelleftir, sorumludur. Erkeği, dişisi, evlenmeleri
ve çoğalmaları sözkonusudur. Her fânî gibi ölümlüdürler,
dumansız ateşten (ışın) yaratılmışlardır. Bu yüzden
vücut yapıları insanlardan farklıdır. İnsanlarla evlenmeleri,
cinsleri ayrı olduğu için mümkün değildir. İnsanların
cinlerle evlenmeleriyle ilgili olarak anlatılanlar, eski inanç
ve kültürlerden geçen birtakım hurâfelerdir. İslâm hukuku
böyle bir durumu kabul etmez. Onlarla cinsel temas yapıp
çocuk sahibi olmak mümkün değildir.
Meselâ, zinâ yaparak hâmile kalıp doğum yapan bir kadına:
“bu çocuğun babası kimdir?” diye sorulduğunda bu
kadının, “cin” şeklinde cevap vermesi kabul edilecek bir
husus değildir. Bunun gibi, “şurayı cinler soydu, şu eşyamı
aldılar, kızımı onlar kaçırdı” gibi iddiaların geçersizliği ortadadır.
Toplumumuzda, cinlerle evli olduğunu söyleyenler
ya şarlatandır, ya da ruhsal açıdan rahatsız kimselerdir, tedaviye
ihtiyaçları vardır. Cinlerin kâfir olanlarına “şeytan”
denilmektedir. İblis (Şeytan) da cinlerdendir.226 Onların
gaybı bilmeleri sözkonusu değildir. Cinlerin ve onlarla irtibat
halinde bulunduğunu iddia eden kâhin, falcı, cinci diye
anılan kimselerin gaybı bilme iddiaları yalandan ibarettir.
Bunların verdikleri haberlere dayanılarak birtakım insanlar
suçlanamaz, böyle kişilerin sözleri mahkemelerde delil
olamaz; bunlar iftiradan ibarettir.
Bu tür şahıslara gelecekle veya kayıp eşya ile ilgili
sorular yöneltmek ve cevaplarına inanmak haramdır.
İslâm’a göre, mahkemede cinlerin verdiği
225 51/Zâriyât, 56
226 18/Kehf, 50
AHMED KALKAN
~ 146~
bilgiler değil; insan cinsinden âdil tanıkların şâhitliği
geçerlidir. Cinlerle irtibat kurup onları emri
altında çalıştırmanın, sadece Hz. Süleyman’a
mahsus bir bir mûcize olduğu Kur’ân-ı Kerim’den
anlaşılmaktadır. Diğer insanların onlarla irtibat
kurdukları, emirleri altına aldıkları hususu, kendi
iddialarından ibarettir ve bize göre yalandır.
Cinlerin eşyanın yerini değiştirmeye güçleri yetse
bile, Cenâb-ı Hakk’ın buna izni yoktur ve bu iş
“sünnetullah”a aykırıdır. Böyle bir şeye müsaade
edilseydi, insanoğlunun tâbi olduğu hukuk sistemi
altüst olurdu. Onların canları istediği zaman
şekil değiştirmeleri de mümkün değildir. Peygamberlerin,
âlimlerin veya diğer insanların kılığına
girmeleri de, Allah’ın koymuş olduğu öteden beri
devam edip gelen kanunlara (sünnetullaha) aykırıdır.
Böyle bir şey insanoğlunun dinini ve hukuk
düzenini bozacağından Yüce Allah tarafından
buna izin verilmemiştir. 227
Kur’ân-ı Kerim’de Cin Kavramı
C-n-n kelimesi, değişik türevlerle Kur’ân-ı Kerim’de
toplam 201 yerde geçer. “Cinn” kelimesi, toplam 22 yerde
227 A. Osman Ateş, ı.g.e. s.-337-338
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 147~
zikredilir: 6/En’âm, 100, 112, 128, 130; 7/A’râf, 38, 179;
17/İsrâ, 88; 18/Kehf, 50; 27/Neml, 17, 39; 34/Sebe’, 12,
14, 41; 41/Fussılet, 25, 29; 46/Ahkaf, 18, 29; 51/Zâriyât,
56; 55/Rahmân, 33; 72/Cinn, 1, 5, 6.
Yine, cinler anlamına gelen “Cânn” kelimesi ise toplam
7 yerde zikredilir: 15/Hıcr, 27; 27/Neml, 10; 28/Kasas, 31;
55/Rahmân, 15, 39, 56, 74.
Cinler ve cinnet/delilik anlamına gelen “Cinnet” kelimesi
de Kur’an’da toplam 10 yerde geçer: 7/A’râf, 184; 11/
Hûd, 119; 23/Mü’minûn, 25, 70; 32/Secde, 13; 34/Sebe’,
8, 46; 37/Sâffât, 158, 158; 114/Nâs, 6. Aslında cinlenmiş
demek olan ve mecnûn, deli, akılsız anlamında kullanılan
“Mecnûn” kelimesi ise toplam 11 yerde kullanılır: 15/Hıcr,
6; 26/Şuarâ, 27; 37/Sâffât, 36; 44/Duhân, 14; 51/Zâriyât,
39, 52; 52/Tûr, 29; 54/Kamer, 9; 68/Kalem, 2, 51; 81/Tekvîr,
22.
Ayrıca aynı kökü paylaşan örtmek anlamındaki “cenne”
kelimesi bir yerde228 kalkan anlamına gelen “Cünnet”
kelimesi Kur’an’da iki yerde229 kullanılır. Örtülü olan, cenîn
(anne karnındaki bebek) kelimesinin çoğulu olan “ecinne”
kelimesi bir yerde;230 yine, aynı kökü paylaşan “(ağaçlarla
veya duygulara) örtülü ve bahçe anlamındaki “Cennet”
kelimesi, Kur’an’da tekil ve çoğul olarak toplam 147 yerde
geçer.
228 6/En’âm, 76
229 58/Mücâdele, 16; 63/Münâfıkun, 2
230 53/Necm, 32
AHMED KALKAN
~ 148~
KUR’AN CINLERI BIZE NASIL TANITIYOR?
Kur’ân-ı Kerim’de “Cin” kelimesi 22 kez, “Cinler” demek
olan (cinin çoğulu) “Cann” kelimesi 7 kez; Yine cinin
çoğulu olan “Cinneh” kelimesi de 10 kez geçmektedir.
Bu âyetlerde cinler hakkında
verilen bilgiler,
onları
bize yeteri kadar tanıtmaktadır ve bir kısmı ilginçtir.
Bu bilgileri
şu şekilde özetleyebiliriz:
1- Cinler, insanlardan önce ve (deri gözeneklerinden
içeriye işleyebilecek
özellikte kavurucu ve zehirleyici
özel bir) ateşten yaratılmışlardır.231 Âyette “Nâru’s-
Semûm” olarak adlandırılan bu ateşin radyoaktif bir
madde olabileceği akla gelmektedir. Ancak her radyoaktif
maddenin cin olduğunu kabul etmek güçtür. Örneğin insan
topraktan yaratılmıştır. Ancak insan vücudu
(biyolojik
özellikleri içinde) toprak olmadığı gibi, toprak da insan bedenini
oluşturan et, kan ve kemik gibi unsurların hiç biri
cinsinden değildir.
Binaenaleyh denebilir ki ilâhî bir sistemle
meydana
gelmiş olan bu dönüşümün
geriye doğru
uzayan halkalarından ilki topraktır. Bir karşılaştırma
ile
cinler için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Yani cinler de büyük
olasılıkla mevcut özellikleri içinde radyoaktif madde değildirler.
Ancak yaratılmış oldukları
temel madde “Nar’is-
Semûm” dur. Kötülük yapmış ve suç işlemiş
cinlerin de
cehenneme girecekleri,
yani ateşle cezalandırılacakları
Kur’ân-ı Kerim’de ifade edilmiştir.232 Bu da onların mevcut
bedenleriyle ateş olmadıklarını kanıtlamaktadır.
2- Allah’ın (c.c.) gönderdiği elçilere karşı düşmanlık
eden insan ve cinlerden
şeytanların bulunduğu,
231 15/Hicr, 27
232 32/Secde, 13
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 149~
Kur’ân-ı Kerim’de haber verilmektedir.
233 Unutulmamalıdır
ki “Şeytan” adı, din terminolojisinde: Vesvese veren,
yoldan çıkaran, ayak kaydırmaya çalışan ve daima suç işlemeye
özendiren bir kişiliği sembolize eder. Bütün bu nitelikler
ancak
akıl ve bilinçle birlikte
söz konusu olabilir.
Âyetten çıkarılan bu sonuç
ise cinlerin de aynen insanlar
gibi akıllı ve bilinçli olduklarını kanıtlamaktadır.
Ayrıca,
“Ben, cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etsinler
diye
yarattım.”234 mealindeki
âyet-i kerime de bu gerçeği teyid
etmektedir. Çünkü akıl ve bilince sahip olmayan varlıkların
kullukla mükellef tutulması düşünülemez. Kur’ân-ı Kerim’de
cinlerin akıl ve bilinç sahibi olduklarına ilişkin daha
başka kanıtlar
da vardır.
3- Cinlerden bir grubun Kur’an dinledikleri, hatta o
sırada birbirlerine:
“Susun, dinleyin!” diye uyarıda bulundukları,
okuma sona erince de kendi topluluklarına dönerek
bu olayı anlatıp onları Hz. Peygamber’in (s.a.s.) dâvetine
uymaya çağırdıkları yine Kur’ân-ı Kerim’de anlatılmaktadır.
235 Bundan anlaşılıyor ki cinlerin de mü’minleri ve kâfirleri
vardır. Elbette ki buna bağlı olarak iyileri ve kötüleri
de vardır. Nitekim Cin Sûresi’nin 11-15. âyetlerinde bu
konu gâyet açık bir şekilde anlatılmıştır. Bu bilgiler sayesinde
cinlerin de aynen insanlar gibi mükellef olduklarını,
Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarına uyanlarının ödüllendirileceğini,
suçlularının
ise cezaya çarptırılacağını anlıyoruz.
4- Cinler insanları görür, Fakat insanlar cinleri göremezler
«...Sizin onları görmediğiniz yerlerden o (şeytan)
ve yandaşları sizi görürler.»236 Yapıları bakımından sahip
233 6/En’âm, 112
234 51/Zâriyât, 56
235 46/Ahkaf, 29, 30, 31
236 7/A’râf, 27
AHMED KALKAN
~ 150~
bulundukları ayrıcalıklar sayesinde insanların
yapamayacağı
olağanüstü işleri başarırlar. Örneğin, çok uzak mesafelere
anında ulaşırlar.
237
Cinlerin gizliyi bildiklerine ilişkin kanaat doğru değildir.
Gizliyi, mutlak gaybı Allah’tan başkası bilemez.238 Bazı kimselerin,
ilişki kurdukları cinler aracılığıyla gizli şeyleri öğrendiklerine
ilişkin kanaatin iç yüzü şöyledir:
Gizlilik, göreceli bir meseledir. Örneğin, birinin zihnindeki
düşünce
ve inançlar, Allah’tan başka ne insan, ne de
cin tarafından asla bilinemez.
Herhangi bir yerde gizli ya da
saklı bir şeyi keşfetmeye gelince
bu, imkânlara ve şartlara
bağlıdır. Araştırmak ve araç kullanmakla gizli bir maddeyi,
bir rezervi ya da bir bilgiyi elde etmek, yerine göre mümkün
olabilir. Örneğin bir defineyi ortaya çıkarmak için insan
hangi yollara başvuruyor ise cin de aşağı yukarı aynı
yolları izlemek durumundadır. Şu var ki cin, yapısı itibarıyla
daha seri ve daha esnektir.
Bu sayede insanın giremediği
dehlizlere, karanlık, dar, sarp ve çetin mevkilere cin
rahatlıkla girebilir; Yüksek, kuytu, derin, uzak ve elverişsiz
arazilere ulaşabilir. Fakat insanın, cinleri öyle her istediği
konuda kullanabileceğine, dilediğini onlara yaptırabileceğine
ya da cinlerin, her istedikleri şeyi yapabileceklerine
ihtimal vermemek gerekir. Aksi halde onlarla ilişki kuranlar,
başta stratejik merkezler, devlet arşivleri, hazineler,
borsalar ve bankalar olmak üzere dünyadaki zenginlik ve
sır kaynakları üzerinde istedikleri gibi tasarrufta bulunabilecek
ve insanlığın
nizam ve düzenini altüst edecek,
dünyayı oyuncak haline getireceklerdi.
Cinler gerçekten
237 27/Neml, 39
238 3/Âl-i İmran, 179; 6/En’âm, 50, 59; 7/A’râf, 188; 10/Yûnus, 20; 11/Hûd, 31, 123;
16/Nahl, 77; 18/Kehf, 26, 27/Neml, 65; 34/Sebe’, 14; 52/Tûr, 41, 53/Necm, 35, 68/Kalem,
47, 72/Cinn, 26
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 151~
aramızda dolaşıyor
olsalar bile, onların da mutlak
sûrette
uymak zorunda oldukları kesin kayıtlar ve kurallar ya da
asla aşamayacakları
doğal engeller vardır.
5- Cinlerde üreme vardır, onlar da çoğalırlar.239
Ancak nasıl yaşadıklarını
ve nasıl çoğaldıklarını
ayrıntılarıyla bilemiyoruz. Cinlerle evlilik kurduklarını
ileri sürenlere inanmak güçtür. Fakat
insanlarla sıkı ilişki içinde oldukları
bir gerçektir.
Özellikle Allah’ın emir ve yasaklarına uymayan
insanların
hemen
hepsi de şeytanların etkisi altındadırlar
ki şeytanlar cinlerin; ahlâksız, suçlu, günahkâr
ve kâfirleridir. Bunu Kur’ân-ı Kerim şöyle
açıklamaktadır: En’âm Sûresi’nin 128’inci âyet-i
kerimesi’nde, Allah Teâlâ’nın, bütün cinleri ve
insanları bir araya toplayacağı kıyamet gününde
cinlere, insanlarla çok uğraştıklarını açıklayacağı
ifade edilmektedir.
Yine aynı âyette onlarla dostluk
kuran insanların
da “Ey Rabbimiz! -gerçekten-
karşılıklı
olarak birbirimizden yararlandık ve
bize verdiğin sürenin de sonuna ulaşmış bulunuyoruz.”
diye itirafta bulunacakları, o sırada Allah
Teâlâ’nın da: “(öyle ise) Durağınız ateştir!” diyeceği
anlatılmaktadır.
239 18/Kehf, 50
AHMED KALKAN
~ 152~
Bu âyetin ışığında diyebiliriz ki birçok kimsenin
insanlık kaydından sıyrılmasında,
çeşitli suç
ve günahların işlenmesinde, vahşetlerin, tecavüz
ve katliamların arka planında cinlerin rol oynadıkları
ihtimali vardır.
240 Bu rol, zorlayıcı şekilde
olmamakta, amellerini güzel göstererek kötülükleri
teşvik şeklinde ve fısıltı diye tercüme edebileceğimiz
vesvese vererek uygulanmaktadır.
“Böylece Biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını
düşman kıldık. (Bunlar) aldatmak için birbirlerine yaldızlı
sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık
onları uydurdukları şeylerle baş başa bırak.” 241
“Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan
ve bu günle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler
gelmedi mi?’ Derler ki: ‘Kendi aleyhimize şâhitlik
ederiz.’ Dünya hayatı onları aldattı ve kâfir olduklarına dair
kendi aleyhlerine şâhitlik ettiler.” 242
“Sizin onları görmediğiniz yerlerden o (şeytan) ve yandaşları
sizi görürler.”243
“Andolsun ki Biz cehennem için cin ve insanlardan çok
kimseler yaratmışızdır.” 244
240 Ferit Aydın, İslâm’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları, 321-325
241 6/En’âm, 112
242 6/En’âm, 130
243 7/A’râf, 27
244 7/A’râf, 179
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 153~
“Âdem’e secde edin” demiştik. Secde ettiler, yalnız İblis etmedi.
O, cinlerdendi, Rabbinin buyruğu dışına çıktı. Şimdi siz
Benden ayrı olarak onu ve onun neslini dostlar mı ediniyorsunuz?
Oysa onlar sizin düşmanınızdır. Bu, zâlimler için ne
kötü bir değiştirmedir!” 245
“Cinleri de daha önceden (deri gözeneklerinden) içeriye
giren yakıcı ateşten yarattık.” 246
“...Eğer cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde
kalmazlardı.” 247
“Sabah gidişi bir aylık, akşam dönüşü de bir aylık yol alan
rüzgârı da Süleyman’ın buyruğuna verdik ve O’na katran
kaynağını akıttık. Rabb’inin izniyle cinlerden kimseler O’nun
huzurunda çalışırdı. Onlardan, kim emrimizden
sapsa ona
harlı işkenceden tattırırdık.” 248
“Allah’la cinler arasında bir soy bağı icâd ettiler. Andolsun
ki, cinler de kendilerinin (hesap yerine) götürüleceklerini
bilirler.”
249
“Hatırla ki, cinlerden bir grubu Kur’an’ı dinlesinler diye
sana yöneltmiş idik. Onun huzuruna geldiklerinde: ‘Susup
dinleyin’ dediler. (Okunması) bitirilince de kavimlerine
uyarıcılar olarak döndüler. Dediler ki: ‘Ey kavmimiz, biz
Mûsâ’dan sonra indirilmiş olup, kendinden öncekileri doğrulayan,
hakka ve dosdoğru yola ileten bir kitap dinledik. Ey
245 18/Kehf, 50
246 15/Hicr, 27
247 34/Sebe’, 14
248 34/Sebe’, 12
249 37/Sâffat, 158
AHMED KALKAN
~ 154~
kavmimiz! Allah’ın dâvetçisinin çağrısını kabul edin ve ona
iman edin, ta ki Allah günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın
ve sizi acıklı bir azaptan kurtarsın. Kim Allah’ın dâvetçisinin
çağrısını kabul etmezse o yeryüzünde (Allah’ı) âciz bırakıcı
değildir. Onun ondan başka dost ve yardımcıları da olmaz.
İşte onlar apaçık bir sapıklık içindedirler.’” 250
“Cinleri de dumansız ateşten (mâric) yarattık.” 251
“Ey insan ve cin, sizin de hesabınızı ele alacağız. Hal bu
iken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz?
Ey cin ve insan toplulukları göklerin ve yerin çevresinden
(atmosferden) geçmeye gücünüz yetiyorsa geçin. Ama Allah’ın
verdiği bir güç olmadan geçemezsiniz. Öyleyse Rabbinizin
hangi nimetini yalanlıyorsunuz?”252
“Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibâdet/kulluk etsinler
diye yarattım.” 253
“(Rasûlüm!) De ki: ‘cinlerden bir topluluğun (benim okuduğum
Kur’an’ı) dinleyip de şöyle söyledikleri bana vahyolunmuştur:
‘Gerçekten biz, doğru yola ileten hârikulâde güzel
Kur’an’ı dinledik. Biz de ona İman ettik. (Artık) Kimseyi
Rabbimıza asla şirk/ortak koşmayacağız. Doğrusu bizim beyinsiz
olanımız (İblis veya azgın cinler), Allah hakkında pek
aşırı yalanlar uyduruyormuş. Şu da gerçek ki, insanlardan
bazı kimseler, cinlerden bazı kimselere sığınırlardı da, onların
(şımarıklıklarını ve) azgınlıklarını arttırırlardı. Doğrusu,
biz cinler, göğe erişmeye çalıştık; fakat onu sert bekçilerle,
250 46/Ahkaf, 29-32
251 55/Rahmân, 15
252 55/Rahmân, 31-34
253 51/Zâriyât, 56
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 155~
alevler ve meş’alelerle doldurulmuş bulduk. Gerçekten biz,
-kimimiz sâlih kişiler, kimimiz ise bunlardan aşağıda- türlü
türlü yollar tutmuştuk. İçimizde, (Allah’a) teslimiyet gösterenler
de var, hak yoldan sapanlar da var.” 254
“Doğrusu biz (cinler) o hidâyet rehberi (olan Allah’ın Peygamberini)
dinlediğimizde hemen O’na inandık. Her kim bu
sûretle Rabbi’ne iman ederse o, ne hakkı eksilmekten, ne de
zulme uğramaktan korkmaz.” 255
“ ...Gaybı bilen ancak O’dur... Ancak dilediği peygamber
bunun dışındadır.” 256
“De ki: ‘Sabahın Rabbine sığınırım… Düğümlere üfüren
üfürükçülearin şerrinden.” 257
“İnsanların kalplerine vesvese sokan, (insan Allah’ı andığında)
pusuya çekilen cin ve insan şeytanının şerrinden, insanların
Rabbine, insanların Melikine (mutlak sahip ve hâkim
ve yöneticisine), insanların İlâhına sığınırım.” 258
HADIS-I ŞERIFLERDE CIN KAVRAMI
“Melekler nurdan yaratıldı. Cinler de dumansız ateşten
yaratıldı. Âdem de size anlatılan şeyden (topraktan) yaratıldı.”
259
254 72/Cinn, 1-2, 4, 6, 8, 11, 14
255 72/Cin, 13
256 72/Cinn 26-27
257 113/Felak, 1, 4
258 114/Nâs, 1-6
259 Müslim, Zühd 60
AHMED KALKAN
~ 156~
“Şu bir gerçek ki rukye, muskacılık, şirinlik büyüsü,
kısmet açma muskası gibi şeyler şirktir.”
260
“Korunma ve kurtulma ümidiyle üstüne, giysisine
bir şey asan, şirke bulaşmış olur.”
“Üstünde muska taşıyanın Allah hiçbir işini tamamlamasın;
üstünde nazarlık boncuğu taşıyanı
Allah korumasın!” 261
“Her birinizin melekten ve cinden bir arkadaşı vardır.”
‘Senin de cinden arkadaşın var mı yâ Rasûlallah?’ dediler.
“Benim de var, fakat Allah yardım edip beni ona galip getirdi
de teslim oldu. Bana iyilikten başka bir şey emretmez.”262
“Hz. Peygamber, Ebuzer’e: “Cin ve insan şeytanlarından
Allah’a sığındın mı?” diye sormuş, Ebuzer: ‘İnsandan da
şeytan var mı?’ diye sorunca, Peygamber (s.a.s.) şöyle demiştir:
“Evet, onlar cin ve şeytanlardan daha şerlidirler.”263
İbn Abbas (r.a.) şöyle demiştir: “Hz. Peygamber (s.a.s.),
cinlere Kur’an okumadığı gibi, onları görmedi de. Rasûlullah
(s.a.s.) bir grup ashâbıyla Ukâz panayırına gitmek niyetiyle
yola çıktı. Bu esnada, şeytanlarla, semâdan gelen
haber arasına engel konmuş idi. (Bundan dolayı, mutad
olarak semâdan haber getiren) şeytanlar üzerine şahâblar
260 İbn Mâce, Tıb 39; Elbânî; Sahîha, 1/648
261 Heytemî; Zevâcir, 1/130
262 Müslim, Münâfikîn 69; Dârimî, Rikak 25; Ahmed bin Hanbel, Müsned
1/385, 397, 401, 460
263 Nesâî, İstiâze 48; Ahmed bin Hanbel, Müsned 5/178
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 157~
(Şahâb: Geceleyin görülen ve yıldız kayması tabir ettiğimiz,
kozmoğrafyacıların da “atmosfere düşüp yanan göktaşı”
dedikleri şeydir.) gönderildi. Böylece şeytanlar kavimlerine
(eli boş ve habersiz) döndüler. Kavmi: “Ne var, niye
(boş) döndünüz?” diye sordular. Onlar: “Bizimle semâvî
haber arasına mânia kondu, üzerimize şahablar gönderildi.
(Biz de kaçıp geri geldik)” dediler. “Bu, dediler, yeni zuhur
eden bir şey sebebiyle olmalı, arzın doğusunu ve batısını
dolaşın, (bu engel hakkında bir haber getirin).”
(Yeryüzünü taramak üzere gruplar halinde yola çıktılar.
Bunlardan) Tihâme tarafına giden bir grup, (Ukâz panayırına
giderken yolda ashâbıyla sabah namazı kılmakta
olan Hz. Peygamber’e (s.a.s.) (Nahle denen yerde) rastladı.
Kur’ân-ı Kerim’in tilâvetini duyunca durup kulak kabarttılar.
“Bizimle semâvî haber arasına engel olan şey işte bu!”
deyip kavimlerine döndüler. Onlara şöyle dediler: “Biz hakikkaten
hayranlık veren bir Kur’an dinledik ki o, Hakk’a ve
doğruya götürüyor. Bundan dolayı biz de ona iman ettik.
Rabbimize (bundan sonra) hiçbir şeyi asla ortak tutmayacağız.”
264
Bunun üzerine Cenâb-ı Hak Peygamberine (s.a.s.) vahyederek
durumu bildirdi: “De ki: Bana şu hakikatler vahyolunmuştur:
“Cinden bir zümre (benim Kur’an okuyuşumu)
dinlemiş de (şöyle) söylemişler: “Bize, hakiki hayranlık veren
bir Kur’an dinledik ki o, Hakk’a ve doğruya götürüyor...” 265
Zührî’den rivâyet edilmiştir: “Dediler ki, biz (yıldız
kaymalarına dayanarak); “bugün büyük bir adam doğdu,
264 72/Cin, 1-2
265 72/Cin 1-...; (Cin’in sözü 15. âyette biter); Buhârî, Tesfir Cinn 1, Ezan 105;
Müslim, Salât 149, h. no: 449; Tirmizî, Tefsir, Cinn, h. no: 3320
AHMED KALKAN
~ 158~
bugün büyük bir adam öldü” derdik. Hz. Peygamber (s.a.s.)
şu açıklamayı yaptı: “Yıldızlar hiç kimsenin hayatı veya ölümü
için atılmazlar. Ancak Rabbimiz, bir işe hükmetti mi,
semâvat ehli birbirine haber verir. Böylece haber dünya
semâsına kadar gelir. Burada cinler haberi kapmak için kulak
kabartırlar ve onu dostlarına ulaştırırlar.” 266
İbn Abbas (r.a.) anlatıyor: “Cinler semâya yükselip, orada
vahyi dinliyorlardı. Bir tek kelime işitince, ona doksan
dokuz tane de (kendilerinden) ilâve ediyorlardı. O tek kelime
hak, ilave edilenler bâtıldı. Rasûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) gönderilince, semadaki yerlerine yükselmeleri
şihablarla (göktaşları) önlendi. Bundan önce gökte şihablar
(bu kadar çok) atılmazdı. İblis onlara: “Nedir bu? Herhalde
mühim bir hâdise var!” dedi. Askerlerini gönderdi.
Onlar Rasûlullah’ı (s.a.s.) Mekke’de iki dağın arasında namaz
kılyor buldular. İblis’e tekrar dönüp gördüklerini haber
verdiler. O da: ‘Arzda meydana gelen hâdise işte bu!
(Sizin semâdan haber almanız bu sebeple engelleniyor)’
dedi.” 267
“Cinlerden bir ifrit, dün akşam, namazımı bozdurmak için
üzerime atıldı. Allah ona galebe çalmama imkân verdi. Ben
de onu boğazından yakaladım. Hatta onu, mescidin direklerinden
birine bağlamayı arzu ettim, ta ki sabah olunca hepiniz
onu göresiniz. Ancak, kardeşim Süleyman’ın (a.s.) şu
sözünü hatırladım: “...Ve benden sonra kimseye nasib olmayacak
bir mülkü bana ihsan et.”268 Allah da onu hor ve hakir
olarak geri çevirdi.” 269
266 Müslim
267 Tirmizî, Tefsir, Cin h. no: 3321
268 34/Sâd, 35
269 Buhârî, Salât 75, Amel fi’s-Salât 10, Bed’ül-Halk 11, Enbiyâ 40, Tefsir, Sâd;
Müslim, Mesâcid 39, h. no: 541
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 159~
CINLERIN VARLIĞININ DELILLERI
Cinlerin varlığı Kur’an ve sünnet ile sâbittir. Hatta cinler
hakkında başlı başına bir sûre mevcuttur. Cin sûresine ek
olarak, Kur’ân-ı Kerim, birçok yerde onlardan bahsetmiştir.
Onlardan birkaçı:
“Ben cinleri ve insanları sadece Bana ibâdet etsinler diye
yarattım.”270
“Hani cinlerden bir grubu Kur’an’ı dinlemeleri için sana
yöneltmiştik.”271
Sünnet-i Nebeviye’de de cinlerin varlıklarını isbat eden
ve onlardan haber veren birçok hadis-i şerif vardır. Onlardan
biri:
“Rasûlullah (s.a.s.) ashâbından bir cemaatle birlikte
Ukaz panayırına gitmeye kastederek yola çıktılar. O tarihte
şeytanlara gökten haber almak yasaklanmış; üzerlerine
göktaşları atılmış, bunun üzerine şeytanlar kavimlerinin
yanına dönmüşler. Kavimleri onlara: “Size ne oldu?” demişler.
Şeytanlar: “Semadan haber almaktan men edildik.
Üzerimize göktaşları gönderildi.” diye cevap vermişler. Kavimleri:
“Bu mutlaka yeni meydana gelmiş bir şeyden olacak.
Siz hemen yeryüzünün doğusunu batısını dolaşın da
bakın semadan haber almamıza mâni olan bu şey nedir?”
demişler. Tıhame taraflarını tutan takım Ukaz panayırına
gitmekte olan peygamber (s.a.s.) Nahle denilen yerde ashâbına
sabah namazını kıldırırken onun yanına uğramışlar.
Cinler Kur’an’ı işitince onu dinlemişler ve (birbirlerine)
270 51/Zâriyât, 56
271 46/Ahkaf, 29
AHMED KALKAN
~ 160~
semadan haber almanızı engelleyen işte budur.” demişler.
Sonra kavimlerine dönerek: “Ey kavmimiz! Biz doğru yolu
gösteren şaşılacak bir kıraat dinledik. Ve ona iman ettik,
bundan sonra Rabbimize asla hiçbir şeyi şirk koşmayacağız.”
demişler. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle Peygamberimize
(s.a.s.): “De ki: Cinlerden bir topluluğun (Kur’an’ı)
dinleyip şöyle söyledikleri bana vahyolundu…”272 âyetini inzâl
etti. 273
Hayat sahibi yaratıklar yalnız şu madde dünyasındaki
insanlarla, çeşitlerini bilemediğimiz hayvanlardan
ibaret değildir. Bir de ancak peygamberlerin
gördüğü varlıklar vardır ki, bunlar melekler ile
cinlerdir. Melekler Allah’a itaatten asla ayrılmazlar.
Göklerde bulunurlar, ancak Allahu Teâlâ’nın
emriyle yeryüzüne iner, tekrar göklere yükselirler.
Cinler ise, insanlar gibi yeryüzünde bulunurlar.
Mü’minleri ve kâfirleri vardır. Meleklerin ve cinlerin
varlığı, Kur’an ve sünnetle sâbit olduğundan,
bunları inkâr etmek, İslâm akîdesini zedeler.274
Bütün metafizik, metapsişik ve spiritüel değerler
ve gerçekler
konusunda
olduğu gibi cin ve şeytan
konusunda da tek kaynağımız
Kur’ân-ı Kerim’dir.
Bilindiği üzere ruh, melek, cin ve şeytan
272 72/Cin, 1
273 Ahmed Muhammed Davud, Akidetu’t-Tevhid, Ravza Y., 66-67
274 Şâmil İslam Ansiklopedisi, 1/314-315
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 161~
gibi bazılarını beş duyumuzla
asla algılayamadığımız,
bazılarını ise çok nâdir olarak duyumsar
gibi
olduğumuz
varlıklara ilişkin bilgiler ancak vahiy
sayesinde insana ulaşmıştır.
CIN VE ŞEYTANIN VARLIĞI AKLA TERS DEĞILDIR
Saf ateşten yaratılan ve insan gözüyle görülemeyen cinler
ile, aynı cinsten olduğu Kur’an’da haber verilen şeytanın
gizli varlıklar oldukları sâbittir. Bu konuda birçok âyet
ve Kur’an’da “Cin sûresi” adıyla anılan müstakil bir sûre
vardır. Cinlerin varlığını Hz. Peygamber de haber vermiştir.
O halde, bizim müslüman olarak, muhkem âyetler ve sahih
hadislerle var olduğu bildirilen cin ve şeytanın, Allah’ın görülmeyen
gizli yaratıkları olduğuna inanmamız gerekir.
Şer’an sâbit olan meleklerin varlığını inkâr etmeyen insan
aklı, aynı sebepten, varlığı şer’an sâbit olan cin ve şeytanı
da inkâr edemez. Çünkü bu husus, aklen muhal değildir.
Cinlerin de cismanî bir bünyesi olabilir. Fakat bizim her
bünyeyi görmemiz zaruri olmadığı gibi, gördüğümüz cisimlerin
de her cüz’ünü göremediğimiz bilinen bir gerçektir.
O halde, gözlerimizin önünde, bir bünyeye sahip birçok
varlıklar olduğu halde, biz onları görmeyebiliriz. Nitekim
mikroplar var olduğu halde, onları çıplak gözle göremeyiz.
Bu bakımdan, hava içinde hiç hissetmediğimiz dalgalar ve
ışınlar bulunduğu gibi, araç ve âletle bile hissedemeyeceğimiz
gizli varlıklar bulunabilir.
Esasen, bütün cismanî ve fizikî kuvvetleri henüz keşfedemediğimiz
bir gerçektir. O halde çok geniş olan kâinatta,
AHMED KALKAN
~ 162~
duyularımızdan gizli ve görme gücüne sahip olmadığımız
ruhanî varlıkların bulunduğunu inkâr etmek doğru olmaz.
Her türlü varlığı yaratmaya kaadir olan Allah’ın yarattıklarının,
yalnız gözümüzle veya âletlerle görüp bildiğimiz
şeylerden ibaret olduğunu sanmak, büyük gaflet olur. Bu
ise, Yüce Allah’ın İlâhî kudretini ve evrenin kapladığı alanı
bilmemekten başka bir şey değildir.
Melekler, Cinler ve Şeytan, gaybiyyât denilen
görülmeyen âlemde mevcut varlıklar olduklarından;
biz onları göremezsek de, var oldukları, dinînaklî
delillerle sâbit olduğundan, insan aklı da onların
varlığını inkâr edemez. Gerçi akıl, bu gaybî
varlıkların varlığını da yokluğunu da kesin delillerle
isbat edemez. Fakat akl-ı selim, gözle görülmeyen
bu yaratıkların varlığının imkânsız olmadığına,
aksine onların da, vücudu câiz olan şeylerden
olduğunu kabul eder. Çünkü, meleklerin, cinlerin
ve şeytanın varlığını inkâr edebilmek için, aklî, felsefî
veya ilmî verilere dayanan hiçbir delil ortaya
konulamaz. Aksi halde; gözümüzle göremediğimiz
ve bugün ilmin mâhiyet ve hakikatini tesbit edemediği
hayat cevherinin, insan ruhunun ve aklımızın
da varlığını inkâr etmemiz gerekir. Fakat göremiyoruz
veya mâhiyetini bilemiyoruz diye ruhu da,
aklı da, hayat gerçeğini de ve görünmeyen, fakat
varlığı ilmen bilinen kuvvet ve enerji gibi gerçekleri
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 163~
de inkâr edemeyiz. O halde, ruh ve akıl gibi maddî
olmayan ve maddeden mücerret soyut, mânevî,
gaybî varlıklara da inanmaya mecburuz. Bu gibi
soyut varlıklar, gözlem ve tecrübeye dayanan müsbet
ilmin sınırları dışında kalan fizik ötesi gaybî
yaratıklardır.
Nitekim, özellikle Sokrat ve Eflatun gibi birçok eski filozof,
fizik ötesi ruhanî varlıkların var olduğuna inanmak
zorunda kalmışlardır. Bu günkü müsbet bilimlerle uğraşan
meşhur bilginlerin büyük çoğunluğu, fizik ötesi birtakım
kuvvet ve varlıkların bu maddî-kevnî âlemde görülen bazı
olayların meydana gelmesine sebep olduğunu kabul ve itiraf
etmektedirler. Bütün bu gerçekler ve ilmî veriler, meleklerin,
cinlerin ve şeytanın varlığının aklen câiz ve mümkün
görüldüğüne kesin olarak delâlet etmektedir. Özet olarak
diyebiliriz ki, melekler ve cinler de, aklımız ve ruhumuz
gibi vardır. Gerçi biz onları göremiyoruz, ama gözle göremediğimiz
nice şeyin varlığına inandığımız gibi, Kur’an’ın
haber verdiği ve aklın da varlığını inkâr edemediği bu varlıklara
mü’minler olarak iman ederiz.
Melekler, cinler ve şeytan gaybî varlıklardır. Gayb: Hislerle
veya akılla bilinmeyen, görülmeyen şeydir. Mü’min
gayb âlemine inanmakla yükümlüdür.275 Allah’ın ve Rasûlünün
bildirdikleri ister zâhirî, isterse gaybî olsun mü’min
ona inanandır. Bazı kâfirlerin gaybe iman etmediklerini,
“ben gözümle göremediğim varlıklara inanmam; melek,
cin gibi varlıklar uydurmadan ibarettir” dediklerini biliyoruz.
Gaybe iman ise büyük bir imtihandır. Çünkü insanlar
275 Bak. 2/Bakara, 3
AHMED KALKAN
~ 164~
gördükleri şeylere inanmak zorundadırlar; Bunlara karşı
gözlerini yumamazlar. Fakat Hz. Allah’ın imtihanı öyle değildir.
İnsanların görmediği ve göremediği şeyleri yaratması
ve sonra da bunlara ‘inanın’ demesi büyük bir imtihandır.
Mü’min, sadece Allah’ın ve Rasûlünün haber vermesiyle
onlara inanır ve teslim olur. Mü’minlere düşen ‘dinledik
ve itaat ettik’ demeleridir. Gözüyle göremediğinin varlığını
kabul etmeyenlere; akıllarını, duygularını, düşüncelerini,
rüzgârı, elektrik akımını... göremedikleri halde varlıklarını
nasıl kabul edip kendileriyle çelişkiye düştükleri sorulabilir.
Böylece görülecektir ki, onlar görmedikleri için inkâr
etmiyorlar, görseler bile hakkı kabul etmeyecek sapıklar
olduklarından şeytana ve nefislerine uyarak küfrü tercih
ediyorlar.
Mü’minler gaybe inanmakla yükselme ve ilerleme yolundaki
ilk adımlarını atmış olacaklardır. İnsanlar, hevâ ve
hevesinden, hayvanlık mertebesinden ancak bu ilk adımla
kurtulabilir ve gerçek insanlık mertebesine yükselirler.
Bir hayvana gaybı anlatamazsınız. O daha kıymetli de olsa
göremediğini tercih etmez; önündeki otları her şeye tercih
eder. Kâinat; sadece mevcut olduğu açık olan, bilinen
ve görünen varlıklardan ibaret değildir. Bu görünüp bilinen
şeylerden daha başka varlıklar da mevcuttur ki biz bunları
görmeden sadece doğru haber üzerine verilen bilgiyle bilir
ve kabul ederiz.
İnsan aklının bilinmeyen âlemleri/evrenleri idrâk edememesi,
onların mevcûdiyetinin inkârını gerektirmez. Bu
konuda mü’mine düşen; işi, akıl kuvvetinin üstündeki diğer
kudrete (Allah’ın vahyine, doğru habere) bırakmasıdır.
Mü’min, öğrenmek istediklerini Alîm ve Habîr olan,
görüneni ve görünmeyeni, gizli ve âşikârı bilen Allah’tan
ve O’nun Rasûlünden öğrenmesi lâzımdır. Fakat eskiden
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 165~
olduğu gibi, bugün de materyalist kafalılar Allah’ın ilmini
önemsemeyerek, insanoğlunu gerilere, hayvanlık mertebesine
götürmek istemektedirler. Mü’min, Allah’ın, Kitabında
bahsettiği gaybî olan ne varsa hepsine Allah ve Rasûlünün
bildirdiği şekilde iman eder. “Onlar ki, gaybe inanırlar, namazı
dosdoğru kılar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz
şeylerden de infak ederler.”276
İnsan, yeryüzündeki diğer canlılardan farklı olarak, cinlerle
ortak şekilde irâde sahibi bir varlık şeklinde yaratılmıştır.
İrâde, “farklı seçeneklerden birini tercih etmek”
demektir. Allah, insana irâdî fiillerinde farklı alternatifler
sunmuş ve onun dünyaya gelişinin gayesini “imtihan olmak”
277 şeklinde tespit etmiştir. İnsan, bu imtihana giren
alanda kendisini iyilik veya kötülüğe teşvik eden, irâdesini
daha özgürce kullanmasını sağlayan varlıklarla karşı karşıyadır.
Allah insanı şerre ve kötülüğe çağırmak üzere şeytanı,
iyilik ve hayra dâvet etmek üzere de melekleri yaratmıştır.
İnsanın meleklere inanması demek, önünde şeytan
ve meleklerin sunduğu seçeneklerle dolu ruhî bir hayat olduğunu
unutmaması demektir. İnsana iyi düşünceler aşılayan
meleklerin yanı sıra, ona vesveseler telkin eden şeytanın
varlığı da bir gerçek olmakla beraber, Kur’an, şeytana
değil; meleklere imanı öne çıkarmak278, tâğutu inkâr edip
Allah’a iman edenin sağlam bir kulpa sarılmış olacağını bildirmek
sûretiyle279 şeytanın varlığını ikinci dereceye almış,
onunla hemhal olmayıp aksine meleklere kulak vermeyi
öngörmüştür.
Onlar atmosferin dışında da dolaşabildiklerine göre,
276 2/Bakara, 3
277 67/Mülk, 2
278 2/Bakara, 177, 285
279 2/Bakara, 256
AHMED KALKAN
~ 166~
solunuma ve oksijene ihtiyaçları olmamalıdır. Atmosferin
dışında gökte karanlıklar içinde dolaşabildiklerine ve Hz.
Peygamber’i sabah namazında gelip izleyebildiklerine göre,
280 görebilmek için bizim bildiğimiz anlamda ışığa ihtiyaçları
olmamalıdır. Demek ki onlar, bizim mahiyetini henüz
bilemediğimiz birtakım ışınlarla da görebilecek yapıdadırlar.
Burada henüz dedik, çünkü Hz. Peygamber’in haber
verdiği “Cinler”den bir kısmını meydana getiren mikroplar,
günümüzde geliştirilen mikroskop, elektron mikroskop
gibi âletler yardımıyla insanoğlunun bilgi ve görüş sahasına
girmiştir. Fakat
mikroplar gibi, cinler de hiçbir zaman
insanoğlu tarafından
çıplak gözle görülemeyeceklerdir.
Çünkü Kur’ân-ı Kerim’de de haber verildiği gibi,281 gözümüz
onları görecek yapıda
yaratılmamıştır. Kaydetmek gerekir
ki, önceleri insanoğlunun
bilgisinin dışında olan X, röntgen,
ultraviyole vb. kızıl ya da mor ötesi ışınlar, radyo, tv.
dalgaları günümüzde bilinmekte
ve kendilerinden yararlanılmaktadır.
Burada karşımıza şöyle bir soru çıkmaktadır:
Cinlerin de kendilerine göre ışından
yaratılan bir vücutları
varsa ve bunlar bu evren içindeyse,
bir gün keşfedilmeleri
mümkün olabilir mi? Kanatimizce, meleği ve şeytanı, fiziğin
imkânlarıyla keşfedebilmemiz nasıl imkân dışı ise, cinlerin
birgün keşfedilmeleri de imkân dışıdır. Çünkü melek
ve şeytan, bu dünya hayatına gönderilişimizdeki imtihan
hikmetiyle ilgili varlıklardır ve bizden bu görmedığimiz
varlıklara iman etmemiz istenilmiştir.
Evren öyle kesin bir disiplin içindedir ki, bu disiplinin
gözümüzle görebildiğimiz veya daha doğrusu ilmin ve aklın
kanıtlayabildiği bir cephesi vardır, bir de ilmin ve aklın
asla ulaşamayacağı, açıklayıp tanımlayamayacağı diğer bir
280 Müslim, Salât 149; Tirmizî, Tefsir 72/2-3, No: 3323-3324
281 7/A’râf, 27
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 167~
cephesi daha vardır. İşte bu görünmeyen cepheyi melekler
ve cinler oluşturmaktadır.
BAZI HADISLERDE “CIN” KELIMESI “MIKROP VE
VIRÜS” ANLAMINDA KULLANILMIŞTIR
Cin kelimesi, örtmek gizlemek anlamına gelen “cenne”
kökünden türemiştir ve gözle görülmeyen varlıklara bu ad
verilmiştir. Melekler, cinler, kabirde bulunan cenazeler, ev
yılanları bu ad altında zikredilmiştir.282 Henüz doğmamış
çocuğa da, anne rahminde gizli olduğu için aynı kökten “cenin”
denilmektedir.
Mikro dünyayı bilgi alanımıza sokan mikroskobun
henüz keşfedilmediği, mikropların varlığının
ilim dünyası tarafından tanınmadığı bir dönemde,
Hz. Peygamber tarafından onların varlığına işaret
edilip tesirlerinden bahsedildiğini bazı hadislerden
anlıyoruz. Hz. Peygamber’den nakledilen
bu hadislerde
kullanılan “cin/şeytan” kelimesiyle mikroplar
kast edilmektedir.
“Câbir’den (r.a.) Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
“Kaplarınızı örtün, Kırbaların ağızlarını bağlayın.
Kapıyı
kilitleyin. Kandili söndürün. Çünkü
şeytan hiçbir kırbanın bağını
çözemez. Hiçbir
282 İbn Manzûr, Lisânul-Arab, XIII, 92-101
AHMED KALKAN
~ 168~
kapıyı açamaz ve hiçbir kap-kacak ağzını açamaz.”
283 Burada, şeytan (cin) kelimesiyle, virüslerden
bahsedilmektedir.
Diğer bir hadislerinde de Hz. Peygamber, evlerde
bırakılan çöplerin şeytanların (cinlerin, yani
mikropların) toplantı yeri olacağını bildirmiştir.
284
Ebu Mûsâ el-Eş’arî’den nakledilen bir başka
hadiste de Rasûlullâh (s.a.s.), ashabın Tâun hastalığı
hakkında sordukları bir soruya, “Cinlerden
olan düşmanlarınızın dürtmesidir ki o bütün şehidlerde
vardır.” 285 buyurmuştur. Böylece burada
da tâûn diye nitelendirilen bulaşıcı hastalığa sebep
olan mikropları “cin” lafzıyla ifade etmişlerdir.
Diğer bir sözlerinde de Tâûn hastalığının bulaşıcı olduğuna
işaret ederek,
“Bir yerde tâun hastalığı (yani, bulaşıcı
hastalıklar) çıktığını duyduğunuz zaman oraya
girmeyiniz”
286 buyurarak, müslümanların bundan korunmalarını
istemişlerdir.
Hz. Peygamber’in hadislerinde bahsettiği Tâûn hastalığına
günümüzde
Veba denilmektedir. Vebanın, insanlık
tarihinin en korkunç
salgın hastalıklarından olduğu
283 Müslim, Eşribe, 96; Ebû Dâvud, Eşribe, 22; Tirmizî, Et’ime, 15; Ahmed bin Hanbel,
Müsned, III, 301, 306, 319, 386; İmâm Mâlik, Muvatta, Sıfatû’n-Nebî, 10/21
284 Abdürrezzak, Musannef, XI, 32
285 Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 395
286 Buhari, Tıb 30; Müslim, Selâm 92-94, 98, 100
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 169~
bilinmektedir. Aslında “tâun” ve “veba” kelimeleri, Arapça’da
bütün bulaşıcı hastalıklara verilen genel ad olarak
kullanılmaktadır.
Hz. Peygamber’in bir çeşit karantina uygulanmasını
emretmesi, bu hastalığın bulaşıcı özelliğini bildiğini göstermektedir.
Buna benzer hadislerde de Hz. Peygamber’in
kullandığı “cin/şeytan” kelimesiyle
mikropları kasdettiği
açıktır. Mikrobun ilim dünyasında henüz keşfedilmediği
dönemde Hz. Peygamber’in, onlara
bazı özellikleriyle işaret
etmesi ilginçtir.
Câbir’den (r.a.) nakledilen diğer bir hadiste ise Hz. Peygamber’in
şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: “Kabı örtün,
tulumu da bağlayın, Çünkü senede bir gece Veba iner.
Yanından geçtiği kapağı olmayan her kabın veya üzerinde
bağı bulunmayan her tulumun içine muhakkak bu vebadan
iner.”287
Nevevî, bu hadisi açıklarken şöyle der: Bu hadiste, vebanın
bulaşacağı bu gecenin yılın hangi gecesi olduğu belirtilmemiştir.
Veba salgını çıktığında, herhangi bir gün
veya gece, bu mümkün olabilir. Bu açıdan Hz. Peygamber,
yiyecek ve içecek maddelerinin ağzının kapatılmasını emretmiş,
salgın hastalıkların mikroplarının hava yoluyla da
bulaşabileceğine işaret etmiştir. Günümüzde, birçok hastalığın
teneffüs edilen hava, mikrop bulaşan yiyecek ve içecekler
yoluyla insanlara geçtiği bilinen bir husustur. Hz.
Peygamber’in, yiyecek ve içecek kaplarının ağızlarının kapatılmasını
emretmesinin hikmetinin bu olduğu açıktır.288
287 Müslim, Eşribe 99
288 en-Nevevî, Minhâc, c. 13, s. 183, 186-187
AHMED KALKAN
~ 170~
Hadislerden rahatlıkla şu neticeyi tespit edebiliyoruz:
Mikropların çıplak gözle görülmemeleri
sebebiyle Hz. Peygamber onlara “cin/şeytan”
lafızlarıyla işaret etmektedir. Cin kelimesi yerine
Peygamberimiz “mikrop” demiş olsaydı, o günün
insanları bu kelimeyi anlamayacak veya yanlış anlayacaktı.
Peygamberimiz anlatmaya çalışsa da o
günün insanları o günün şartlarında fitneye düşebilecekti.
Rasulullah’ın hadislerinde cin kelimesiyle
işaret ettiği
mikropların diğer bir özelliği, onların
insan sağlığı açısından zararlı olmasıdır. Ki, Hz.
Peygamber’in, yiyecek ve içecek kaplarının ağzının
kapatılmasına dair emirlerinden bu durum ortaya
çıkmaktadır. Hadiste işaret edilen bir diğer özellik
ise, onların çöplüklerde, atık maddelerde çoğaldığıdır.
289 Bu da, günümüz biliminin mikropların
üremesi ve çoğalmasıyla ilgili olarak tesbit ettiği
bir gerçektir. Hadiste işaret edilen bir başka özellik
de, bulaşıcı hastalıklara da (veba/tâûn) onların
sebep oldukları hususudur. Yukarıda zikredilen örneklerden
de anlaşılacağı gibi, hadislerde
ve bazı
İslâm literatüründe kaydedilen “cin” kelimesi ile
sadece bildiğimiz özel manası ile iman veya inkâr
eden, erkeği-dişisi, mü’mini- kâfiri olan cinlerin
289 Abdurrezzak, Musannaf, XI, 32
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 171~
kast edilmediğidir. Bu durumda “cin” kelimesi ile,
göze görünmeyen, fakat mevcudiyeti birtakım eserleriyle
anlaşılan
geniş bir varlıklar âleminden söz
edildiği ortaya çıkmaktadır. Buna göre, gözle görülmemeleri
açısından mikroplar da birer cindir.
Bazı hadislerde, fare haşerat gibi birtakım zararlı hayvanlarla,
insan sağlığı açısından zararlı olan mikroplara,
“Şeytan” lafzıyla işaret edildiği anlaşılmaktadır. Nitekim
Câbir’den (r.a.) nakledilen bir hadisde Hz. Peygamber şöyle
buyurmuşlardır: “Kaplarınızı örtün, kırbaların ağzını bağlayın,
kapıyı kilitleyin, kandili söndürün, Çünkü şeytan, hiçbir
kırba bağını çözemez, hiçbir kapıyı ve hiçbir kap-kacak
ağzını açamaz. Şayet sizden herhangi biriniz kapkacağını
örtmek için üzerine enlemesine bir tahta parçası koymaktan
başka bir imkân bulamazsa, Allah’ın adını anarak bunu
yapsın. Çünkü küçük bir fâsık, ev halkı içerideyken üzerlerine
evlerini yakabilir.”290
Hadiste geçen, “küçük bir fâsık” lafzıyla, farenin kasdedildiği
belirtilmektedir.291 Yine, yukarıdaki hadiste “şeytan”
lafzıyla, sadece zararlı haşerelerle fare gibi hayvanların
değil; insan sağlığı için zararlı olan mikropların da kastedildiği
anlaşılmaktadır. Câbir’den nakledilen bu konudaki
bir hadis, bu hususu te’yîd etmektedir. Hz. Peygamber bu
hususta şöyle buyurmuştur: “Kabın ağzını örtün, tulumu da
bağlayın. Çünkü senede bir gece veba iner. Yanına uğradığı
kapağı olmayan her kabın yahut üzerinde bağı olmayan her
tulumun içine mutlaka bu vebadan iner.”292
290 Müslim, Eşribe 96; Krş. Buhârî, B. Halk 11, 15; Müslim, Eşribe 97; Ebû Dâvud, Eşribe
22, hadis no: 3731-3733; Tirmizî, Et’ıme 15, hadis no: 1812
291 Bkz. en-Nevevî, Minhâc, XIII, 183
292 Müslim, Eşribe 99. Bu konuyla ilgili hadis rivâyetlerinin tahkiki için bkz. Ali Osman
AHMED KALKAN
~ 172~
CIN KELIMESI, KUR’AN’DA YABANCI
(TANINMAYAN) İNSAN ANLAMINDA KULLANILIR
MI?
Kur’an’da Cin kavramı, tümüyle kavram anlamında, yukarıda
özelliklerini ifade etmeye çalıştığımız varlık anlamında
kullanılmıştır. Sadece can ifadesi büyük çoğunlukla
Cin, bazen de yılan anlamında kullanılmıştır. Ayrıca cinnet
kelimesi deli anlamında kullanılmış, ama el-cinnetu şeklinde
el takısı aldığında ise sadece cinler anlamında kullanılmıştır.
Ancak hiçbir yerde cin kavramının geldiği kelime
köklerinin hiç birisinde yabancı(tanınmayan insan)
anlamında kullanılmamıştır. Bu nedenle Süleyman (a.s)’ın
emrine verilen Cinleri yabancılar olarak anlamak imkânı
yoktur. Nitekim harikulade şeyler yapan bu varlıklardan
bahseden ayetlerin293 sonunda şöyle buyrulmaktadır; “Böylece
onun (Süleyman’ın) ölümüne karar verdiğimiz zaman,
ölümünü, onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan
başkası haber vermedi. Artık o, yere yıkılıp düşünce, açıkca
ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine
aşağılanıcı bir azab içinde kalıp yaşamazlardı”294
Ahkaf sûresindeki ayetlerde295 ise cinlerden bahsedilirken
bizden farklı olan boyutlarına pek değinilmeden olay hikâye
edilmektedir. Bu durum, Cin’in bir anlamının da yabancı/
tanınmayan olduğu savıyla, bahsedilen kişilerin kavram
anlamıyla Cin değil, sözlük anlamıyla yabancı kimse anlamında
kullanıldığını söyleme imkânı tanıyabilir. Ama Cin’in
Kur’an’da tümüyle bildiğimiz Cin anlamında kullanılmasından
ve gerekse, yine Kur’an’da Cin’in tek bir sefer bile
yabancı anlamında kullanılmayışından bu çok zorlama bir
Ateş, Kur’an ve Hadislere Göre Cinler-Büyü, s. 91-117
293 34/Sebe’, 12-14
294 34/Sebe’, 14
295 46/Ahkaf, 29-32
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 173~
yorum olacağı açıktır. Bu nedenle kanaatimizce 46/Ahkaf,
29-32’daki anlatımda da kastedilen, gözle görülmeyen ve
insan gibi mükellef olan varlıklar olan Cinlerdir.296
CINLERIN AZIĞI
“Cin” sözü ile Hz. Peygamber sadece, Kur’ân-ı Kerim’de
kendilerinden bahsedilen, erkeği-dişisi, müslümanı-kâfiri
olan cinleri kasdetmemiştir. Rasûlullah, farklı zamanlarda
yeri geldikçe mikroplardan da bahsetmiş ve onların bilinmediği,
mikroskobun keşfedilmediği o dönemde mikroplar
için de “cin” lafzını kullanmıştır.
Bu husus günümüzde daha
iyi anlaşılmaktadır. Kısacası biz, çağımızdaki ilmî ve teknik
gelişmelerin ışığında Hz. Peygamber’in “cin” kelimesi ile
nerede mikropları, nerede de özel anlamda cinleri kasdettiğini
anlayabilmekteyiz. Fakat geçmiş dönemlerde İslâm
âlimlerinin, çağlarında henüz mikrop ve mikroskop keşfedilmediği
için hadislerde geçen “cin” lafızlarının
tamamını,
özel anlamıyla mükellef ve akıl sahibi olan, erkeği-dişisi,
mü’mini-kâfiri bulunan cinler için kullanılmış kabul ettiklerini,
açıklama ve yorumlarını bu doğrultuda yaptıklarını
görmekteyiz. Bu husus onların dönemleri için doğru kabul
edilse, daha doğrusu yanılmaları ma’zur görülse bile, artık
günümüzde bunları ayırd etmek ve Hz. Peygamber’in hangi
sözünde cinleri, hangi hadisinde mikropları kasdettiğini
belirtmek durumundayız.
Abdullah b. Mes’ûd’dan (r.a.). Hz. Peygamber:
“Tezek
ve kemikle taharetlenmeyin, çünkü o cinlerin azığıdır”
296 Abdülhakim Beyazyüz, Cinler, Melek veya Tanınmayan Varlıklar mıdır?,
Haksöz
AHMED KALKAN
~ 174~
buyurdu.297 Kanaatimizce “Kemik ile tezeğin cinlerin yiyeceği
olduğuna” dair rivayetlerde de böyle bir durumla karşı
karşıyayız. Aşağıda kemik
ve tezeğin, taharetlenmede kullanılmasını
yasaklayan hadisleri incelediğimizde bu görüşün
daha isâbetli görülüp kabul göreceğini ümit ediyoruz.
Cin ve şeytanın, yaratılışlarına uygun birer beslenme
tarzı olabilir. Bizim, hayatımızı devam ettirebilmek
için gerekli olan enerjiyi sağlamak maksadıyla
yıyip içtiğimiz gibi; onlar da, kendileri için
gerekli olan enerjiyi hususî yollarla sağlayabilirler.
298 Ancak, bunun, mikrop yatağı tezekler ve kemiklerle
olmadığı açıktır. Eğer onlar enerji sağlamak
için bizim gıdalarımıza muhtaçlarsa, herhalde
bunu kemik ve tezekten değil, bizim de hoşumuza
giden temiz gıdalardan
sağlarlardı. Çünkü bazı
hadislerde,
onların insanların sofrasına ortak olduğundan
bahsedilmektedir.
Bu rivayetlerde mecazî
yön kastedildiğine göre, cinlerin güzelim yiyecek
sofralarını bırakıp,
tezekle kemiğe sokulacaklarını
düşünmek pek mantıklı görünmüyor. Onların
bizim bilemediğimiz, kendilerine mahsus
ayrı
enerji kaynakları, beslenme yolları, gıda maddeleri
olduğunu
kabul etmek en doğru yol olmalıdır. Bu
sebeple, bazı hadis rivayetlerine göre şeytanlar ya
297 Tirmizî, Tahâret, 14/18; Ebû Dâvud, Tahâret 20; Nesâî, Tahâret 36
298 Bkz. Aynî, Umde XVI, 310
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 175~
da kâfir cinler, besmelesiz sofraya oturan müslümanların
yemeklerine ortak olup dururken, güzel
temiz yiyeceklerden yerlerken; Hz. Peygamber’e
iman eden cinler niçin sadece mikrop ve bakteri
yatağı kemiklerle yetinmek
zorunda kalsınlar? Bu
hususun bir problem olduğu ve bunun burada “cin”
lafzıyla mikropların kast edildiğinin kabul
edilmesiyle
çözümlenebileceği açıktır.
Nesâî, naklettiği bu hadiste ilave olarak, (riks/hayvan
dışkısı, cinlerin yiyeceğidir) demektedir ki, bu husus burada
“cin” lafzı ile mikropların kast edildiğine dair görüşümüzü
te’yid etmektedir. Günümüzde hayvan dışkısı ya da
tezeğin
mikrop ve bakterilerin üreme yeri olduğu, onların
bunları
yiyerek çoğaldıklarını açıklamaya gerek yoktur. Bu
maddelerin
bir mikroskop altına alınarak incelenmesi burada
cinlerin
mi, yoksa bakteri ve mikropların mı bulunduğunu
göstermeye yeterli olacaktır. İbn Mes’ûd’dan nakledilen
diğer rivayetlerde de Hz. Peygamber’in kemik, tezek
ve kömürle
taharetlenmeyi yasakladığı bildirilmektedir. 299
Şu halde yukarıdaki hadisten de anlaşılabileceği gibi,
Rasûlullah’ın tezekle taharetlenmeyi yasaklamasının sebebi,
bunların cinlerin yiyeceği olduğu için değil; mikrop
yuvası “pis” oluşundandır. Nitekim Hz. Peygamber bunların
“pis” olduğunu söylemiştir. Böyle maddeler ise mikrop
kaynağıdır.
Tezeğin
cinlerin azığı olduğu hususunu, “mikropların
üreme ortamı” şeklinde anlamak durumundayız. Aksi
299 Nesâî, Taharet 35/39; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1, 457
AHMED KALKAN
~ 176~
takdirde hadisi bir muamma
haline sokar, aklımız ermiyor
diye red mi edeceğiz, der dururuz. Hâlbuki burada inkâr
değil, aksine hadisleri ve Hz. Peygamber’in bunlardan maksadını
anlama söz konusudur.
Sahih kaynaklarda yer alan ve yukarıda kaydettiğimiz
hadislerde Hz. Peygamber, kemik ve tezekle
taharetlenmeyi
yasaklamış ve bunun sebebini cinlerle irtibatlandırmamıştır.
Nesâî ise, tezek için, “Cinlerin yiyeceğidir”
demiştir.
300 Bununla da mikropların kast edildiğinin açık olduğu
yukarıda da kaydedilmişti.
Buraya kadar naklettiğimiz hadislerden anlaşılacağı
üzere Hz. Peygamber, kemik, tezek ve kömürle tahareti
yasaklamış,
kemik ve tezekte mikropların üremesine uygun
bir ortam bulunduğunu kasdetmiştir. Bu rivayetlerde
“cin” lafzı ile mikropların kast edildiği hususunun dışındaki
tüm konular, önceki İslâm bilginleri tarafından gerek
fıkhî hükümler, gerekse hadislerin şerhi dolayısıyla kaynak
eserlerimizde zikredilmiştir.
Bu âlimlerimiz, pis olup taharetlenmeye
elverişli olmamalarını,
cinlerin azığı olmalarını
kemik ve tezekle taharetin yasaklanmasına gerekçe olarak
göstermişler; fakat cinlerle mikropların da kast edilmiş
olabileceği üzerinde
durmamışlardır.301
Besmele çekilmeyen yemeklerden şeytanların da yediğinden
bahseden bazı hadisler de vardır.302 Şeytan diye cinlerin
kâfir olanlarına denilmektedir. Besmele çekmeden
300 Nesâî, Taharet 38/42
301 Nevevî, Minhâc III, 157; Kastallânî, İrşâdu’s-Sârî, I, 327; Aynî, Umde II, 299-301,
304; M. Hattâb es-Sübkî, Menhel, I, 137; Davudoğlu, Selamet Yolları, I, 137; Sahih-i Müslim
Terc. Ve Şerhi, III, 226-227; Hatiboğlu, Sünen-i İbn Mâce Terc. Ve Şerhi, I, 501-502
302 Bkz. Müslim, Eşribe 134-136; Ebû Dâvud, Et’ıme 16/3765-3766, 3768, 50/3845;
Tirmizî, Et’ıme 11/1802-1803; İbn Mâce, Et’ıme 13/3278, Duâ 19/3887; Ahmed b. Hanbel,
Müsned, III, 383; IV, 336; V, 383
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 177~
yemek yiyen, Allah’a inanmayan nice insanlar vardır ve
bunların sofrasından kendilerinin yediğinin dışında herhangi
bir şey eksilmemektedir. O zaman “Şeytanların
da
besmele çekmeden sofraya oturan insanlarla beraber yemek
yediğinden” bahseden rivayetleri mecazî manada
anlamak
gerekmektedir. Buna göre bu hadislerde, şeytanın
bizim gibi yemek yediği değil; mü’minlerin, feyz ve bereketli
olması,
yemeğe başlarken Yaratıcımızın adını anmaları
gerektiği, Allah’ın verdiği nimetlere şükredilmesi icap
ettiği hususu
anlatılmak istenmektedir.303
HADISLERDE “CIN” DIYE ZIKREDILEN
MIKROBUN, (KORONA)VIRÜSÜN MÂCERÂSI
MIKROPLARI VE KARANTINAYI DÜNYAYA İLK
OLARAK RASÛLULLAH TANITTI
“Karantina” kelimesi, sözlükte “yolcuların gözetim altında
tutulma süresi” demek olan ve İtalyanca “kırk” anlamına
gelen quarantenadan gelir. Bulaşıcı hastalıklar sebebiyle
çeşitli tedbirlerin alınması ve hastalığa yakalanmış olanların
tecrit edilmesi anlamında kullanılır.
“Bir yerde veba olduğunu işitince oraya girmeyin; bulunduğunuz
yerde veba çıkacak olarsa, oradan ayrılmayın.”304
“Tâunu işittinizmi, bulunduğu yere girmeyin. Bir yerde
zuhur eder de, siz de orada bulunursanız ondan kaçmak için
oradan çıkmayın.”305
303 Geniş bilgi için bkz. Ali Osman Ateş, a.g.e., s. 91-117
304 Buhârî, Tıb 30
305 Müslim, Selâm 92, hadis no: 2218
AHMED KALKAN
~ 178~
Aynı şekilde cüzzamlı hastalardan kesinlikle uzak durulmasını
isteyen Rasûl-i Ekrem,306 kendisine biat etmek üzere
Medine’ye gelmekte olan Sakīf kabilesi heyetinde cüzzamlı
bir hastanın bulunduğunu haber alınca onun geri dönmesini
istemiş ve biatının kabul edildiğini bildirmiştir.307 Hz.
Peygamber, hastalıklı hayvanların sağlıklı hayvanlardan
ayrı tutulması gerektiğini de belirtmiştir.308
Mikrop diye küçük canlı organizmalarının varlığının
kimse tarafından bilinmediği bir zaman
diliminde, Rasûlullah (s.a.s.) mikropları, virüsleri
tanıdığı, onların insandan insana hastalıkları
bulaştırdıklarını bildiği gibi, çözümün karantina
olduğunu söylemiş ve insanlığa tıb yönüyle büyük
yol açmıştır. Mikroskobun bulunmasıyla, mikro
organizmaların varlığının bilimsel yönden kesinlik
kazanması 17. Y.Y.’ın ikinci yarısına aittir. Batının
bu buluşundan en az bin sene önce, 7. Y.Y.’ın
ilk yarısında Rasûlullah hastalıkların nasıl bulaştığını
ve nasıl yayıldığını tespit etmişti. Evet,
dünyada ilk defa mikropları en doğru şekilde tanıyan,
hastalıkların onlar aracılığıyla bulaştığını
tespit edip çözümünün de karantina olduğunu belirten
zât, Peygamberimizdir. Bundan on dört asır
önce bu bulaşıcı hastalığı doğru tanımlayıp doğru
306 Buhârî, Tıb 19
307 Müslim, Selâm 126; İbn Mâce, Tıb 44
308 Müslim, Selâm 104-105; Ebû Dâvûd, Tıb 24
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 179~
çözüm yolu göstermesi, onun kendi kendine yapabileceği
bir şey değildir. Kur’an, onun hakkında
şöyle der: “…Allah sana kitabı ve hikmeti indirmiş,
bilmediğini sana öğretmiştir. Sana Allah’ın
lutfu gerçekten büyük olmuştur.”309 Salât ve selâm
olsun ona…
RASÛLULLAH’IN EMRINE UYULSAYDI, KORONA
VIRÜS ÇIKTIĞI YERDE YOK EDILECEKTI
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Rasûlullah’ın emrine
uyulmuş olsa ve bulaşıcı hastalık olan yerden kimse
başka bir yerleşim yerine çıkmamış olsaydı, bu belâ dünyaya
yayılmayacaktı. Rasûlullah, sadece belirli bir zümreye
değil; âlemlere rahmet olarak gönderilmişti çünkü. Allah’ın
izniyle kendisine itaat edilsin diye gönderilen peygamberimize310
insanlar, itaat etmedikleri için böyle bir belâya çarptırılıyorlar.
Rasûlullah’ın karantina emrine uymamak, hem
Allah’a itaatsizlik, hem peygamberine ve hem de Allah’ın
tabiattaki kanunlarına, O’nun değiştirilemeyecek olan sünnetine
karşı çıkmak demektir. O yüzden cezası da ağır olacaktır.
Bunun cezası genel anlamda şöyle belirtilir:
“Rasûl’ün çağrısını aranızda, herhangi birinizin diğerini
çağırması gibi görmeyin. Aranızdan gizlice sıvışıp gidenleri
Allah elbette bilir. Onun emrine aykırı davrananlar başlarına
ya bir belânın (fitnenin) gelmesinden yahut can yakan bir
cezaya çarpılmaktan korksunlar!”311
309 4/Nisâ, 113
310 4/Nisâ, 64
311 24/Nûr, 63
AHMED KALKAN
~ 180~
Mecburiyet hissettiklerinden ve ölümden korktukları
için insanlar, başlarındaki yöneticilere ve küresel yönlendiricilere
kesin bir itaat içindeler. Biz müslümanlar, devlet
“evde kal!” demese bile, devletin yasak koymasından önce,
Rasulullah’ın koyduğu yasağa uymalıyız. Rasûl’e bu konuda
ve Kur’an’ın hayata geçirilmesine yönelik onun emirlerine
ve örnekliğine muhâlefet etmenin cezası, başına belâyı bulmak
veya can yakan bir cezaya çarpılmaktır.
VEE KUR’AN’IN TEMIZLIK KONUSUNDAKI
EMIRLERINE UYULSAYDI, BU VIRÜS, ORTAYA
ÇIK(A)MAZDI.312
BU VIRÜS, MÜ’MINLERE RAHMET OLABILIR MI?
“Tâun (veba, bulaşıcı virüs) hastalığı, Allah Teâlâ’nın dilediği
kimseleri kendisiyle cezalandırdığı bir çeşit azaptı. Allah
onu mü’minlere rahmet yaptı…”313
312 Dinimiz, temizliği iman ile irtibatlandırmış, nice ibâdeti temizlik şartıyla kabul edileceği
açıklanmış, maddî temizlikle birlikte mânevî temizliği, gönlün arınmasını da öne
çıkartmıştır. Temizliği imanla bağlantılı olarak, imanın yarısı şeklinde ele alan dinimiz,
temizliğin kendisini de ibadet saymıştır. Abdest, gusül ve teyemmüm bu ibadetlerdendir.
Temizlik hakkında çok şümullü alanları sayarak her alanda temizliğe önem vermeyi
emretmiştir. Yemek öncesi ve sonrası ellerin yıkanmasını isteyerek, abdest ile, el ve yüz
temizliğine dikkat çekmiş, tuvalette su kullanmayı ve çıkışta mutlaka elleri yıkamayı emretmiş,
diş temizliği üzerinde ısrarla durmuş, gıdaların temiz olması gerektiğini hükme
bağlamış, temizlik için sol eli kullanmayı emretmiş, aksırınca mendil kullanmayı veya
sol elini kullanmasını istemiştir. Tırnak kesmeyi, etek ve koltuk altı tıraşı ve temizliğini
istemiştir. Bütün bunların yanında çevre ve mekân temizliği ile ilgili hükümler bildirmiş,
meydanların ve piknik alanlarının temizliğinden bahsetmiştir. Dinimizin çok kapsamlı
olarak ele aldığı ve çok önem verdiği bu temizlik, bütün boyutlarda uygulansaydı, hiç
korona görülür veya görülse bile üreyebilir miydi?
“…Şunu iyi bilin ki, Allah tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever.” (2/Bakara, 222);
“Temizlik, imânın yarısıdır” (Müslim, Tahâre, 1); “Misvak kullanın, çünkü misvak ağzı temizler.”
(Buharî, Savm, 27); “Ey iman edenler; size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından
yiyin, şâyet sadece Allah’a ibâdet ediyorsanız O’na şükredin” (2/Bakara, 72)
313 Buhârî, Tıb 31; Buhârî, Enbiyâ 54; Kader 15; Müslim, Selâm 97; Kütüb-i Sitte, c. 11,
s. 358.
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 181~
CINLER BIR EŞYAYI TAHRIP EDEBILIR VEYA
YERINI DEĞIŞTIREBILIR MI?
Kur’an-ı Kerîm, cinlerin ışından yaratıldıklarına,
akıl,
irâde ve göklere çıkabilecek kabiliyetleri olduğuna işaret
etmektedir. Kısaca söylemek gerekirse, cinler insanlara
nisbetle çok yüksek hıza sahip varlıklardır. Günümüzde
Fizik ilmi, ışığın saniyede üç yüz bin (300.000) km. hızla
gittiğini söylemektedir. Şu halde dumansız ateşten, yani
ışından yaratılan
cinler de en azından bu hıza sahip olma
durumundadırlar.
Onların gök katlarına çıkabildiklerine
dair âyetler ile onların
Hz. Süleyman’ın emrinde çalıştırıldıkları
dönemde Sebe Melîkesi’nin tahtının getirilmesinden
bahseden âyet bu konuda
bize ipucu vermekte ve onların
sahip oldukları yüksek sürate
işaret etmektedir.
Kur’an-ı Kerîm’de bildirildiğine göre, Hz Süleyman’ın
emrinde, cinler, insanlar ve kuşlardan meydana gelen bir
ordu bulunuyordu.
314 Hz. Süleyman bu ordusunu teftiş etmiş
ve Hüdhüd kuşunu göremeyince onun nerede olduğunu
sormuştu. Daha sonra
Hüdhüd kuşu gelerek, Hz. Süleyman’a
Sebe’ halkının güneşe taptıklarını ve başlarında
Nasıl Rahmet Olur?
“Nice hoşlanmadığınız şey vardır ki, o sizin için hayırdır… Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (2/
Bakara, 216). Bu musibetleri uyarı olarak ele alır, kendi yaptıkları suçların bir cezası olarak,
bu musibetleri bir uyarı olarak ele alır, muhasebelerini yapıp kendilerini hesaba çekerek
tevbe etmeleri, Allah’a yönelip O’nun razı olacağı inanç ve amel içinde olmaya söz
verdikleri zaman, rahmet olur. Böyle bir musîbetle sınandığında, tevhidî bir iman içinde,
Allah’ın takdirinden başka bir şeyin kendisine isabet etmeyeceğine inarak sabredip bulunduğu
yerde aşırı korkulara kapılmadan ve isyan etmeden beklerse, işte o zaman bu
musibet rahmet olur.
Hz. Âişe (r.anhâ) anlatıyor: “Rasûlullah’a (s.a.s.) tâundan sorulmuştu. Şu cevabı verdi: “O,
sizden öncekilere Allah’ın gönderdiği bir azaptı. (Şimdi) Allah onu mü’minlere bir rahmet
yaptı. Eğer bir kul tâuna tutulur da bulunduğu yerde sabrederek bekler, Allah’ın takdirinden
başka kendisine bir şey isâbet etmeyeceğini bilirse, o kimseye şehid ecri kadar sevap verilir.”
(Buhârî, Tıb 31, Enbiya 50, Kader 15; Müslim, Selâm 97; Kütüb-i Sitte, c. 11, s. 358)
314 27/Neml, 17
AHMED KALKAN
~ 182~
güçlü bir kadın hükümdar bulunduğunu
haber vermişti.
Hz. Süleyman da bir mektup yazarak, onları, kendisine karşı
büyüklük taslamadan teslim olarak huzuruna gelmeye
çağırdı. Hüdhüd bu mektubu götürüp, Sebe’ Melikesi Belkıs’ın
tahtına bıraktı. Belkıs, Hz. Süleyman’ın mektubunu
okuyup
danışmanlarıyla istişare etti ve Ona hediyeler yolladı.
Ancak
Hz. Süleyman, Melîke’nin elçisine: ‘Dön, onlara
söyle, teslim olsunlar, yoksa onların asla karşı koyamayacakları
ordularla gelir,
oradan sürer çıkarırım’ dedi. Elçi,
durumu kadın hükümdara iletince, o yine danışmanlarını
topladı ve teslim olarak Hz. Süleyman’ın
huzuruna gelmeye
karar verdiler.315 Onlar yoldayken Hz. Süleyman danışmanlarını
topladı ve “Ey ileri gelenler! Onların
bana teslim
olarak gelmelerinden önce hanginiz onun tahtını bana getirebilir?’
dedi. Cinlerden bir ifrit, ‘Sen makamından kalkmadan
önce ben onu sana getiririm, bunu yapmaya gücüm yeter’
dedi. Yanında kitâb’dan bir ilim bulunan kimse de, ‘Sen
gözünü
açıp yummadan ben onu sana getirebilirim’ dedi.
(Süleyman)
tahtı yanına yerleşmiş görünce, ‘Bu, Rabbimin
lütfundandır. Kendisine şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük
mü edeceğim diye beni sınamak istiyor. Şükreden, kendisi
için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, Rabbim zengindir
(onun şükrüne muhtaç
değildir), Kerimdir’ dedi.”316
Yukarıda kaydettiğimiz âyetler, cinlerin yüksek bir hıza
sahip olduklarını gösterdiği gibi, onların aynı süratle eşyayı
bir yerden diğer bir yere nakletme gücüne sahip olduklarını
da ortaya koymaktadır. Hz. Süleyman’ın, Sebe Melikesi’nin
tahtının nakledilmesi konusundaki emrine, cinlerden
olan ifrît, “Sen makamından kalkmadan önce, ben onu
sana getiririm” diye cevap veriyor. Bu onun sahip olduğu
315 Krş. 27/Neml, 17-37
316 27/Neml, 38-40
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 183~
yüksek hıza işaret ediyor. Ancak kendisinde Kitâb’dan ilim
bulunan kimse,
“Sen gözünü açıp yummadan ben ona sana
getiririm” diyor ki bu durum, bu zâtın cinlerden olan ifritten
daha süratli,
daha hızlı hareket edebilme imkânına
sahip olduğunu, bu yönüyle de cinlerden üstün olduğunu
ortaya koyuyor. Kısacası
bu kimsenin yanında, cinlerden
olan ifrit, sürat açısından demode olmuş bir konuma
düşmüştür ve Hz. Süleyman da bu işi cine değil, yanında
Kitâb’dan bir ilim bulunan şahsa yaptırtmıştır. Bu kimsenin,
Hızır, Cebrail (a.s.) veya Hz. Süleyman’ın
kendisinin olduğu
kaydedildiği gibi, onun veziri Âsaf b. Berhıyâ olduğu
da nakledilmektedir.317
Burada konumuzla ilgili olan husus, cinlerden
olan ifrît’in Sebe’ Melîkesi’nin tahtını getirmeye
gücünün yettiğidir. Kendisi bu konuda,
“Bunu yapmaya gücüm yeter ve bana güvenilir”
demiştir.318 Sebâ, vaktiyle Yemen’de kurulmuş bir
devletti.
319 Hz. Süleyman ise, Filistin’de, Kudüs’te
ikamet etmekteydi.
Kısacası, Melîke’nin tahtının
nakledileceği mesafe olan Yemen-Kudüs arası
uzun bir yoldu (Yemen’in başşehri San’a ile Kudüs
arası kuş uçuşu direkt mesafe 2038 kilometre). Şayet
kendisine görev verilseydi,
cinlerden olan ifrit,
tahtı herhalde ışık hızıyla (saniyede 300.000 km)
nakledecekti, çünkü kendisi ışından yaratılmıştı.
317 Râzî, Mefâtih, 24/197
318 27/Neml, 39
319 Çağatay, Câhiliye Çağı, s. 14-15
AHMED KALKAN
~ 184~
Fizik bilginleri, ışık hızına ulaşabilmek için, cisimlerin
kütlesinin
enerjiye dönüşmesi gerektiğini,
aksi takdirde bunun mümkün olamadığını dile
getiriyorlar. Bu durumda adı geçen cinin, Sebe’
Melîkesi’nin tahtını Yemen’den alıp, Kudüs’e getırebilmesi
için, tahtı enerjiye, yani ışına dönüştürüp,
o mesafeyi
katettikten sonra, Kudüs’te tekrar
yoğunlaştırarak eski haline getirebilmesi gerekir.
Aksi takdirde böyle bir işleme tâbi tutmadan, böylesine
yüksek bir hızın yapacağı etkiye Melîke’nin
tahtının dayanması mümkün gözükmediği gibi,
tahtın enerjiye (ışık) dönüşmeden, cismini (kesafetini)
koruyarak ışık hızını elde etmesi de imkân dâhilinde
olmamalıdır. Burada
konumuz, cisimlerin
ışık hızıyla uzak mesafelere nasıl nakledilebileceği
değil, cinlerin buna güç yetirip yetiremeyeceği hususudur.
Yukarıda kaydettiğimiz âyette, cinlerden
olan ifrît, bu işe gücünün yettiğini söylemektedir.320
Cinin bu işi nasıl yapacağı konusunda ayrıntılı bilgi yoktur.
Cin sadece, bu işi “Hz. Süleyman makamından kalkmadan”
yapabileceğini söyleyerek,
hızına işaret etmektedir.
Bütün cinler bu tür şeyleri yapmaya güç yetirebilirler mi?
Yoksa bu sadece o ifrite mi mahsustu, gibi sorular da meçhul
kalmaktadır. Çünkü adı geçen cin, “Biz cinler bu işi yapabiliriz”
dememekte, aksine “Bu işi yapmaya gücüm yeter ve
320 27/Neml, 39
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 185~
bana güvenilir” diyerek sadece kendisini
kasdetmektedir.
Hâlbuki Kur’an’ın bildirdiğine göre Hz. Süleyman’ın emrinde
sadece bir cin değil, daha başkaları da vardır. Dalgıçlık
yapan, bina kuran cinler bunlardandır.321380 Ayrıca
onun
ordusunun bir kısmı da cinlerden meydana gelmektedir.
322
381 Hz. Süleyman danışmanlarını topladığı ve “Melîke’nin
tahtını, onlar buraya gelmeden önce bana kim getirebilir”
dediği zaman, diğer cinler niçin ses çıkarmamışlardır da,
sadece o ifrît “Ben getirebilirim” diye cevap vermiştir? Hz.
Süleyman’ın
danışmanları içinde o mecliste cin olarak sadece
o ifrît mi vardı? Yoksa başka cinler de danışmanların
arasında mevcuttu da, o işe güçleri yetmediği için ses çıkarmadılar
mı? Bu sorular da cevapsız kalan hususlardandır.
Burada dikkat edilmesi gereken diğer bir husus, cinlerin
Hz. Süleyman’a zorla
boyun eğdirildikleridir.323 Yoksa cinler,
kendi arzularıyla Hz. Süleyman’ın buyruğuna girmemişlerdir.
O halde, tahtı getirebileceğini söyleyen ifrît de, bu işi
kendiliğinden değil, Hz. Süleyman emrettiği için yapacaktı
veya yapması temin edilecekti.
Burada, cinlerin istedikleri
gibi eşya üzerinde tasarruf edip edemeyecekleri sorusu
karşımıza çıkmaktadır. Kısacası, yukarıdaki âyetlerden, bir
eşyayı, onun mahiyetini değiştirmeden,
tahrip etmeden ışık
hızıyla çok uzak mesafelere götürebilecekleri, ağır yükleri
kaldırabilecekleri anlaşılan cinler, acaba
insanın dünyasına
müdahale etme hakkına sahip midir? Canları isteyince
ya da kafaları kızınca insanın ektiği-biçtiği tarım alanlarını
tahrip edip ormanları yok edebilirler mi? Yine, insanın
yaptığı evleri, binaları, şehirleri, fabrikaları, tesisleri
imha
edebilirler veya insanın evine koyduğu eşyaları alıp başka
yere atabilirler mi? Onların bu tür tasarruflarına izin verilmiş
midir?
321 Krş. 21/Enbiyâ, 82; 38/Sâd, 34-39
322 27/Neml, 17
323 34/Sebe’, 12-13; 38/Sâd, 34-39
AHMED KALKAN
~ 186~
Bu sorulara “Hayır” cevabının verilmesi gerektiği kanaatindeyiz.
Çünkü Allah (c.c), insanı kendisine halife seçmiş324
ve Yeryüzü’nde tasarruf hakkını ona vermiş, şeytanların
atası olan İblis’e bile Âdem’e secde etmesini emretmiş, o
ise insanın emrine girmekten kaçınmış ve Kıyâmet’e kadar
insanoğluna düşman olduğunu ilan etmiştir.325 Allah (c.c.)
da, vesvese ve kötü telkin yapmaktan başka kulları üzerinde
onun bir hâkimiyeti bulunmadığını bildirmiştir.326 Kullarına
da, şeytan ve cin cinsinden düşmanlarına karşı sadece
kendisine sığınılmasını bildirmiş, ruhanî olan bu düşmanlardan
korunacak bundan başka bir silah vermemiştir.327
Kısacası, Yeryüzü’nde halife olan kullarının, cin gürûhundan
olan düşmanlarına
karşı korunmasını Kendisi üzerine
almıştır. Bu durumda
cinlerin yukarıda saydığımız şeyleri
yapabilmesi, insanın dünyasına girip onun evini, barkını,
eşyasını, tarlasını tahrip etmesi ya da başka yollarla insana
kasdetmesi mümkün değildir.
Allah (c.c.) buna izin vermemiş,
“Hafaza Melekleri” vasıtasıyla
kullarını kendi himayesine
almıştır. Cinlerin ya da şeytanların, Allah’ın iradesi
ve güçlü meleklerinin denetimi dışına çıkarak insanoğluna
karşı herhangi bir azgınlıkta bulunmaları mümkün değildir.
Allah’ın melekleri, çılgın ateş azabı, delici ışınları herhalde
konulan sınırları korumak için hazır beklemektedir.
Tabii bu konuda en iyisini Allah (c.c.) bilir.
Bir de, “sünnetullah” yani Allah’ın ötedenberi devam
edip gelen kanunları
bu şekilde düşünmemizi gerektirmektedir.
Buna göre, zelzele, fırtına, yağmur, sel, zamanın
eskitmesi gibi tabii sebepler
dışında, yeryüzünde insanın
324 2/Bakara, 30; 6/En’âm, 165; 10/Yunus, 14; 35/Fâtır, 39; 38/Sâd, 26
325 2/Bakara, 34; 7/A’râf, 11-17; 15/Hicr, 36-40; 17/İsrâ, 61; 18/Kehf, 50; 38/Sâd,
79-82
326 14/İbrâhîm, 22; 15/Hicr, 42; 16/Nahl, 99; 17/İsrâ, 65
327 7/A’râf, 200-201; 16/Nahl, 98; 23/Mü’minûn, 97-98; 41/Fussllet, 36
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 187~
meydana getirdiği eserlerin kendisinin dışında cin-şeytan
vs. varlıkların eliyle yok edilmesi
ya da insanın izni ve iradesi
dışında yerlerinin değiştirilmesi,
Allah’ın Sünneti’ne
yani bu hususta koyduğu ötedenberi süregelen
kanunlarına
aykırıdır, insanlık tarihi boyunca, günümüze
kadar
böyle bir şey görülmemiştir. Bir binanın, bir köşkün,
bir eşyanın
cinler eliyle bir yerden alınıp, hiç bozulmadan başka
bir yere taşınması asırlardır insanoğlunun hayallerini
süslemiş,
Alaaddin’in Sihirli Lambası gibi masallara konu
olmuş, ancak
bunlar gerçekleşmemiştir. Çünkü bunlar Sünnetullah’a
aykırı şeylerdir, Cenab-ı Hak ise, kendi koyduğu
kanunlarında kısacası Sünnetullah’da bir değişiklik olamayacağını
bildirmektedir.328
Cinlerin insana doğrudan musallat olabileceğine
inanmak: Allah’a inanan insanın cinlerin hiçbir
kötülüğünden
korkmaması gerekir.329 Cin tasallutu
diye andığımız şey, esasında, bu tasallutu bahane
ederek insanları cin hayalleriyle perişanlığa
iten
insan tasallutudur. Bu hayallere kapılarak cinlerden
kurtulmak için birtakım insanlara sığınanlar,
başlarına sarılmış belayı artırmaktan başka bir şey
yapmazlar.330 Yani, cin tasallutu yoktur, ama cinleri
bahane ederek insanları sömürenlerin tasallutu
vardır.
Kur’an işte bu ikinci tasalluttan korunmamızı
istiyor.
328 17/İsrâ, 77; 33/Ahzâb, 62, 35, 43; 48/Feth, 23; Ali Osman Ateş,
Kur’an ve Hadislere Göre Cinler-Büyü, Beyan Y., s. 169-175
329 72/Cinn, 13
330 bk. 72/Cinn, 6
AHMED KALKAN
~ 188~
Vesvese Vermeleri
Peygamberlerin bile her devirde hem insan şeytanlarından
hem de cin şeytanlarından düşmanları olmuştur.
331 Bunlar, o elçiler aleyhine birbirlerine
yaldızlı sözlerle
destek verirler. Ama bunu kendi aralarında yaparlar,
insana musallat olamazlar. Cinler her türden insana vesvese
verirler,332Yani insanın içine kötü fikirler sokabilirler.
Peygamberler
bu vesveselerden, Allah’ın gönderdiği vahiyle
kurtulurlar.
Diğer insanların bu vesveselerden kurtuluşu ise peygamberlerin
insanlığa ulaştırdığı vahiy sayesinde
olacaktır.
Yani cin hezeyanlarıyla rahatsız olup dengeyi
bozmaktan
kurtulmanın en güvenli yolu, sağlam bilgi ve sağlam inançtan
geçer. Bu yolun
yerine üfürük, muska ve tılsım yolunu
seçenlerse belâdan kurtulamazlar.
Cinlerin gaybı bilebileceğine ve bazı kişilere de bildirebileceğine
inanmak: Kur’an bu konuda son derece
sert bir uyarıda bulunmaktadır:
“Eğer cinler gaybı bilmiş olsalardı
o alçaltıcı azap içinde bekleyip durmazlardı.”333 Cinlerin
durumu bu olunca, cinlerle ilişkiye girip onlardan
gayba
ilişkin bilgiler aldığını söyleyerek halkı kandıran üfürükçü,
yıldızcı ve bir kısım spritüalist-medyum vs. kişilerin hangi
halde olduklarını iyi düşünmek
lâzım...
Gaybdan haber verme pazarı, sömürü sektörünün
en
verimli pazarlarından biridir. Bu pazarcılığın
çok değişik
görünümleri vardır. Medyumluk,
şeyhlik, cincilik, astroloji,
331 bk. 6/En’âm, 112
332 bk. 114/Nâs, 6
333 34/Sebe’, 14
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 189~
değişik türde falcılık, ruh çağırma vs. bu pazarın belli başlı
vitrinleridir. Her biri kendi vitrininde oturmuş, câhil ve
duygusal halktan bir grubu başına toplayarak onların
ceplerini
boşaltmaktadır. 334
GAYBI BILME İDDIASI
Gayb; duyularla algılanamayan, insanın deney ve gözlemlerine
konu olmayan şeylerdir. Câhiliyye dönemi Arapları,
tanrı olarak taptıkları putlarının gaybı bildiğine inanırlardı.
Yalnız, onların bu bilgisine direkt yollarla değil, endirekt
yolla ulaşmaya çalışırlardı. Meselâ Mekke’liler, Hübel
putunun yanındaki okları çekerek, başvurdukları iş hakkında
tanrılarının ne düşündüğünü anlamaya çalışırlardı.
Kur’an, gaybı bildiği iddia edilen sahte tanrıların gaybı
bilemeyeceklerini şöyle ifâde eder: “Onlar, diriler değil; ölülerdir.
Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.335 Gaybı bilmek,
ulûhiyetin özelliklerindendir. Psikolojik bir gerçektir
ki, insanoğlu taptığı varlığın gaybı bilmesini istemektedir.
Çünkü gaybı bilmek, tek başına bir üstünlüktür. Aynı zamanda,
başkalarına üstünlük kurmanın yollarından birisidir.
Tabii ki insanın bu merakı, birçok bâtıl inanç ve hurâfenin
de kaynağını oluşturmaktadır. İnsanoğlunun bu zaafı,
gaybı bildiğini iddia eden birçok insanın da ortaya çıkıp
diğer insanları kandırarak sömürmesine sebep olmuştur.
334 Y. N. Ö, a.g.e., s. 223
335 16/Nahl, 21
AHMED KALKAN
~ 190~
MUTLAK GAYBI ALLAH’TAN BAŞKA KIMSE
BILEMEZ
“De ki, Allah’tan başka yerde de gökte de kimse
gaybı bilemez.”336
“Kim bir arrâfa veya kâhine gider, gaybdan verdiği
haberi tasdik ederse; şüphesiz ki o Hz. Muhammed’e
(s.a.s.) indirilmiş vahyi inkâr etmiştir.”337
“Gaybın anahtarları O’nun yanındadır. O’ndan
başka kimse gaybı bilmez.”338
“De ki: ‘Ben size Allah’ın hazineleri benim
yanımdadır’ demiyorum. Gaybı da bilirim
demiyorum.”339
“De ki: Allah’tan başka göklerde ve yerde (bulunan)
hiç kimse gaybı bilmez.”340
Allah, Peygamberlerinden Dilediğini Dilediği Kadar
Gayba Muttalî Kılar
“Allah, sizi gayba muttali kılacak değil; fakat Allah, Rasûllerinden
dilediğini (gaybe muttali kılmak için) seçer.”341
336 27/Neml, 65
337 Tirmizî, Tahâret 102; İbn Mâce, Tahâret 122
338 6/En’âm, 59
339 6/En’âm, 50
340 27/Neml, 65
341 3/Âl-i İmran, 179
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 191~
“Allah, gaybı bilendir. Hiç kimseyi gaybına vâkıf etmez.
Ancak beğenip seçtiği Rasûl(ler müstesnâ.)”342
“De ki: Allah’ın dilediği müstesnâ, kendi nefsim için bir zarar
def edip bir menfaat sağlayamam. Eğer gaybı bilseydim
hayırdan çok (şeyler) yapardım ve bana kötülük dokunmazdı.
Ben, başka değil, ancak iman eden bir toplum için müjdeleyici
ve bir uyarıcıyım.”343
Müşrikler, çeşitli vesilelerle, beşer tâkatinin ulaşamadığı
bazı şeylerin bilgisini veya onların icadını Rasûlullah’tan
istiyorlardı. Zira onlar, peygamberlik iddiasında bulunan
kimsenin insanüstü bir güce sahip olması, sebepler kanununun
dışında, istediği zaman gayb haberlerine vâkıf olması
ve olağanüstü işleri yapmaya her an muktedir olmasının
gerekliliğine inanıyorlardı. Bundan dolayı, Allah’ın Rasûlü,
Rabinden aldığı vahiylerle gaybı bilen ve her şeye gücü yetenin
ancak Allah olduğunu, Allah bildirmedikçe kendisinin
gaybı bilemediğini onlara tebliğ ediyordu.
Bâtıl ve sapık inançlardan biri de gayb âleminde birçok
tasarruflar yapmaya yetkisi bulunan İlyas, Hızır, Gavs, Kutup
ve Ricâlu’l-Gayb gibi ölmüş veya hayalî varlıklara inanmaktır.
Çoğu kez bu hayalî şahıslara olan inanç bağı ve bağlılık
onların ilâhlaştırılmasına kadar gidiyor, dolayısıyla
tevhidden saptırıp şirk batağına sürüklüyor.
Konumuzla ilgili olarak da, cinciler, değişik hile ve teknik
âletleri kullanarak veya saf insanları kandırarak gaybı
bildiklerini, kayıpları bulabileceklerini, kimin kime muska
yazdığını, kimin içine cin girdiğini ve musallat olduğunu ve
342 72/Cinn, 26
343 7/A’râf, 188
AHMED KALKAN
~ 192~
daha nice gaybla ilgili bilgilere sahip olduğunu iddia edebiliyorlar.
Allah’tan korkmayanlar halktan da utanmıyor
ve çok rahat insanları kandırabiliyorlar. Üç kuruş dünya
menfaati ve bilinmeyeni biliyor şeklinde kendini göstererek
insanlardan daha yetenekli olduğunu göstermeye çalışıyorlar.
Ne ucuza satıyorlar cenneti. Ne kadar basit şeylere
değişiyorlar âhireti…
CINLER KAYBOLAN YA DA ÇALINAN ŞEYLERI
BILEBILIR MI?
Kur’ân-ı Kerim’in çeşitli âyetlerinde gaybı Allah’tan başkasının
bilemeyeceği haber verilmektedir. “Gaybın anahtarları
O’nun katındadır, onları ancak O bilir. Karada ve denizde
olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan
daneyi, yaşı kuruyu -ki apaçık kitaptadır- ancak O bilir.”344;
“Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir.”345; “De ki: ‘Göklerde ve
yerde gaybı Allah’tan başka bilen yoktur.”346; “O, gaybı bilendir,
gaybına da kimseyi vâkıf kılmaz.”347; “Ona Rabbinden bir
mûcize indirilmeli değil mi?’ diyorlar. De ki: ‘Gayb Allah’ındır.
Bekleyin, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.” 348
Bu âyetlerin ışığında gaybı Allah’tan başkasının bilmesinin
mümkün olmadığı ortaya çıkmaktadır. Yine
Kur’ân-ı Kerim’den, kendisinden başkasının vâkıf olması
mümkün olmayan gaybın bir kısmını, Allah’ın, dilediği
344 6/En’âm, 59
345 16/Nahl, 77
346 27/Neml, 65
347 72/Cin, 26
348 10/Yûnus, 20
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 193~
peygamberlerine bildirdiğini öğrenmekteyiz: “Allah size
gaybı bildirecek değildir; fakat O, peygamberlerden dilediğini
seçip ona gaybı bildirir.” 349
Cinler de gaybı bilme konusunda insanlardan farklı durumda
değildir. Onlar da gaybı bilmezler, bilgileri de gördükleri
şeylerle sınırlı olup geleceği ve meydana gelen
olaylardan kendilerine gizli kalan şeyleri bilemezler. Cinlerin
gök katlarına çıkarak meleklerin konuşmalarını dinleyip
kulak hırsızlığı yapmaları, çaldıkları haberleri kâhinlere
iletmeleri Allah tarafından yasaklanmış, gökler şihâblarla
korunmuştur. Kurân-ı Kerim’de yer alan âyetlerden,
kulak hırsızlığına teşebbüs eden cinlerin şihâblarla imhâ
edildiği anlaşılmaktadır.350 Bunun hikmetinin, gaybdan haber
verdiklerini ileri süren kâhinlerin, insanları saptırmalarının
engellenmesi olduğu açıktır.
Hz. Süleyman’ın vefatından bahseden bir âyet, cinlerin
gaybı bilmediklerini açıkça ifade etmektedir: “Süleyman’ın
ölümüne hükmettiğimiz zaman, ancak değneğini yiyen kurt
onun vefatını cinlere farkettirdi. O, ölü olarak yere düşünce
ortaya çıktı ki, şâyet cinler, gaybı/ görülmeyeni bilmiş olsalardı
alçak düşüren bir azab içinde kalmazlardı.”351 Âlûsî, bu
âyetin tefsîriyle ilgili olarak, gaybın sadece istikbalde meydana
gelecek olaylara tahsis edilemeyeceğini, vukua geldiği
halde kişinin bilgi sahibi olmadığı şeylerin de gaybın
muhtevâsına girdiğini söylemektedir.
İslâm öncesi çağlardan günümüze kadar birtakım
kimseler, cinlerle irtibat kurduklarını, kendilerinin
dostu olan ya da emirleri altına girmiş olan
349 3/Âl-i İmrân, 179
350 Bkz. 67/Mülk/5
351 34/Sebe’, 14
AHMED KALKAN
~ 194~
cinlerin onlara birtakım gaybî haberleri bildirdiklerini
iddia edegelmişlerdir. Ancak Hz. Peygamber,
kâhin denilen bu kimselerin verdikleri haberlere
inanılmamasını emrederek onlara bir şey sorulmasını
yasaklamışlardır: “Kim bir kâhine, ya da arrâfa
gider ve onun sözlerini tasdik ederse, Hz. Muhammed’e
indirilene küfretmiş olur.”352 Bu durumda,
ister yıldızlara bakarak (burçlardan ve astrolojik
haritalardan yola çıkarak), ister cinle konuşarak,
isterse remil yoluyla gaybdan haber verdiğini iddia
etsin, kâhine, müneccime, arrâfa bir şey sormak,
onların, kaybolan ya da çalınan şeylerin yerleri
hakkında söylediklerini tasdik etmek şiddetle yasaklanmış
oluyor. Bu yüzden de cinlere, çalınan
şeyler hakkında soru sormak câiz olmadığı gibi, onlardan
alındığı iddia edilen haberlere inanmak da
doğru olmaz. Cinlerden alındığı ileri sürülen bu tür
haberler şer’î ve hukukî bir delil olamaz. İslâm’ın
bu tür konularda beyyine/delil olarak kabul ettiği
husus, âdil kimselerin (tabii ki insanların) şâhitliğidir.
Bu açıdan, günümüzde birtakım şahısların,
cinlerle irtibatlı olduğunu söyleyen kimselere
başvurarak onlardan kayıp ve çalınan şeyler hakkında
bilgi istemeleri apaçık bir hatadır. Onların
352 Ebû Dâvud, Tıb 21, hadis no: 3904; Tirmizî, Tahâret 102; hadis no: 135; İbn Mâce,
Tahâret 122, hadis no: 639
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 195~
verdiği haberi tasdik etmeleri, akîdelerine zarar veren,
müslümanlıkla bağdaşmayan bir çirkinliktir.
Sorularına karşılık olarak aldıkları cevapların da
şer’î/hukukî bir delil olması söz konusu olamaz.353
CINLERIN ŞEKIL DEĞIŞTIRMESI (FARKLI HAYVAN
ŞEKLINDE GÖRÜNMESI)
Câhiliye Araplarına göre cinler (şeytanlar ve melekler)
istedikleri sûrete girebilirler. Buna Mesh denilir. Bu anlayış,
aynen müslümanlara da geçmiş. Şimdi, doğru olmadığına
inandığımız uydurma rivâyetlerden ve bu rivâyetleri doğru
kabul edip ilmî hakikatmiş gibi bunları açıklayan ulemânın
söylediklerini içeren bazı örnekler görelim:
Aynî’ye göre cinlerin pek çok türü vardır. Gûl, çok farklı
sûretlere bürünebilen bir ifrittir. Cinlerden bir diğeri
si’lât’tır. Eğer bir insanı yenip de onu ele geçirirse onunla
dans eder ve kedinin fareyle oynadığı gibi onunla oynar. Yemen
ve muhtemelen Mısır civarında da bulunan Gadâr, cinlerin
bir diğer türüdür. İnsan onu görünce korkudan bayılır
ve bu Gadâr da onun üzerine kapaklanır (tecavüz eder).
Bir diğeri, denizin karaya çıkardığı insan cesetlerini yiyen
Velehân’dır. Bir diğeri, boylamasına yarım adam şeklinde
olan Şıkk’tır. Cinlerden insanlara ünsiyet kesbeden ve insanlara
eziyet etmeyenler olduğu gibi, bakire kızları kapıp
götürenler de vardır. Kertenkele ve köpek sûretinde olanlar
da vardır.354
353 A. Osman Ateş, a.g.e. s. 263-267
354 Aynî, ‘Umdetü’l-Kaarî, c. 15, s. 183-184
AHMED KALKAN
~ 196~
Rivâyetlere göre cinler/şeytanlar en çok yılan sûretinde
görünür. İbn Ömer; “Kim yılanları sağ bırakırsa, bizden
değildir.” Âişe; “Kim ki öldürdüğü yılanın eşi ondan intikam
alacağı korkusuyla onu sağ bırakırsa Allah’ın, meleklerin ve
tüm insanların lâneti onun üzerine olsun.” İbn Mes’ud; “Kim
ki bir yılan öldürürse bir müşrik öldürmüş gibidir.” İbn Abbas
ise; “Şüphesiz maymunlar İsrâiloğullarının maymuna
dönüştürülmüş haliyse, yılanlar da (cinlerin/şeytanın hayvana)
dönüştürülmüş halidir” ifadesine yer verir. Çünkü
peygamber kertenkeleye “fuveysika/ fâsıkçık” ismini vermişti.
Arapların kertenkele yememelerinin nedeni, onların
mesh ile biçim değiştirmiş Yahudi olduğuna inanmalarıdır.
Hadis rivâyetlerinde bulunan yılan, kertenkele ve köpek
öldürmeye teşvik bununla ilgili olmalıdır. Keleri ise ilk
vuruşta öldürmeye yüz sevap vaad edilmiştir. İkincide ve
üçüncüde kademeli olarak sevap azalır. Kâbe’de bile olsa
kertenkele öldürülmelidir. 355
Arapların kertenkele yememelerinin nedeni, onların
mesh ile biçim değiştirmiş Yahudi olduğuna inanmalarıdır.
Tefsir ve hadis kitapları, Bakara, 65-66 ve Mâide, 60 gibi
âyetlerde geçen Yahudilerin maymuna ve domuza dönüştürülmesi
konusuna dair hikâyelerle doludur. Meselâ Müslim’de
yer alan bir rivâyette şöyle denilir: “İsrâiloğullarından
bir ümmet kayboldu. Onlara ne olduğu bilinmiyor. Ben
onların fareden başka bir şey olmadıkları kanaatindeyim.
Görmüyor musunuz, onların önüne deve sütü konsa içmezler,
koyun sütü konsa içerler.”356
Muhammed Fuad Abdülbakî’ye göre deve eti ve sütü İsrâiloğullarına
haram kılındığından bu mesh olmuş fareler,
355 Rûdânî, Cemu’l-Fevâid, c. 2, s. 87-90, hadis no: 3965-3980
356 Müslim, “Zühd” 61-62, hadis no: 2997
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 197~
yani fare görünümlü lânetli Yahudiler bu yüzden deve sütü
içmezler.
Ayrıca domuzun haram kılınmasında “onların mesh olmuş
(sûret değiştirmiş) Yâhudi” inancının da rolü olabilir.357
(Tefsir ve hadis kitaplarına kadar giren tavsiyelerin bir
kısmı şöyledir:) Şeytan pek çok sûrete girebilir. Kara köpeklerin
her birini öldürün, çünkü o şeytandır. Kara köpek,
köpeklerin şeytanıdır. Cinler en çok onun sûretine girer.
İbn Abbas; “Köpeklerin bir kısmı cinlerdendir, cinlerin
zayıf olanlarıdır.”358 “Şeytan; deve, inek, köpek, kedi hassaten
kara kedi ve kara köpek sûretine bürünür.”359
Kimi fıkıh kitaplarında şöyle yazar:) “Musallînin (namaz
kılan kimsenin) önünden geçen eşek, kadın, kara köpek
ve domuz namazını bozar.” Süheylî (ö. 581/1186) cinlerin
üç sınıf olduğunu söyler; birincisi yılan sûretinde olanlar,
ikincisi kara köpek sûretinde olanlar, üçüncüsü; yel gibi,
rüzgâr gibi olanlardır. Belki de yemeyen ve içmeyen bu sınıftır.
Eğer doğruysa cinler rüzgâr gibi yemez ve içmezler.
Bazı râviler bunlara si’lât ve gûl (gûlyabanileri) (tecavüzcü
cinleri) de ilâve eder.
Peygamberin yerdeki haşerat deliklerine bevletmeyi
yasaklamasının nedeni buraların cinlerin
meskeni olmasıdır.360 Bir hadis rivâyetinde, “Eğer
bir eşek anırması işitirseniz şeytandan Allah’a sı-
357 Câhız, K. Hayevân, c.4, s. 280
358 Aynî, Umdetü’l-Kaarî, c.15, s. 184
359 Müslim, “Salat” 265, hadis no: 510
360 Nesâî, “Taharet” 30
AHMED KALKAN
~ 198~
ğının. Zira o şeytanı görmüştür.”361 denilir. Özetle;
câhiliye Arabının algısına göre kuşlar, sürüngenler,
haşerât gibi hayvanların hepsi hayvan sûretine
bürünmüş birer cin/şeytandır. Onun girmediği şekil,
renk yoktur. Hatta Yemen’de bir kavmin kıtlık
günlerinde kurtlara dönüştüğüne, tekrar insan
sûretine dönmek isterlerse yerde eşek gibi anırmalarının
yettiğine inanılır.362 Yine şeytan en çok yılan
sûretine bürünür. Zaten Cân hem yılan hem de
İblis demektir. Çevik, hızlı yılana teşbihten dolayı
şeytan ve cin denilmiştir. Şeytan; görünümü çirkin
yeleli bir yılandır da denilmiştir. Yine Arap masallarında
şeytan kelimesinin yılan anlamında kullanıldığı
rahatlıkla görülebilir. Bu şeytan, Âdem ile
Havvâ’yı cennette kandıran yılan sûretinde ortaya
çıkar.363 Çoğu Doğulunun zihninde yılan tahrike,
isyana ve şerre işaret eden bir semboldür. Zerdüşt
öğretilerinde de şerir /kötülük yılan sûretinde zuhur
etmiştir. Şerri insanlara bir yılan sûretinde görünen
Ehrimen öğretmiştir.364 Tevrat’ta Havvâ’yı
kandıran yılan, Kur’an’da şeytan olarak zikredilmiştir
ki şeytan zaten yılan demektir.
361 Buhârî, “Bedü’l-halk” 15 (3303); Müslim, “Zikr” 82 (2729)
362 Abdülmüîd Hân, Esâtîru’l-‘arabiyyeti kable’l-İslâm, s. 50
363 Tekvin, Bab 3
364 Stave-Kohler, “Ahrıman” Jewish Enc. c.1, s. 296
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 199~
Cinlerin görülüp-görülemeyeceği mevzusunun temelinde
cinlerin diledikleri sûrete, şekle girebilme gücüne sahip
oldukları inancı yatmaktadır. Câhız’a göre Araplar, Allah’ın
cinlere, şeytanlara, evlerde bulunan yılan şeklindeki ruhlara
(ammâr) gûlyabanilere diledikleri sûrete bürünme imkânı,
diledikleri hayvan şekline girme gücü verdiğine inanırlar.
Onları böyle düşünmeye sevk eden o çağın epistemoloji
ve ontolojisidir. Onlara göre; bir cin türü olan Cebrail’in
Dıhye b. Halîfe el-Kelbî sûretinde gelmesiyle cinlerin değişik
sûretlere bürünmesi olayı birbirine benzer. Yine meleklerin
insan sûretinde gelmesi, İblis’in Süraka b. Mâlik, Necid’li
şeyh sûretinde gelişi onların cin tasavvurlarının oluşmasında
etkili olmuştur. Bunun yanında meleklerin farklı
hayvan sûretlerinde geldiğine dair de pek çok haber vardır.
Meleklerden bazıları adam, bazısı öküz, bazısı kartal sûretindedir.
Haliyle bu kimseler meleklerin farklı sûretlere ve
bünyelere girmeleri doğru ise, İblis’in, şeytanın ve gûl’ün
de sûret ve beden değiştirmesi mümkündür diyeceklerdir.
Onlar yine rivâyetlere dayanarak, Allah’ın Cafer b. Ebî Tâlib’i
kuşa çevirdiğini söyler; onu Caferi Tayyâr olarak isimlendirirler.
365 Yine Araplar Kâbe’de zina eden İsâf ve Nâile
adlı iki gencin taşlaştığına, mesh yöntemiyle yapı/mahiyet
değiştirdiğine de inanıyorlardı.
Bu kadar meleğin, şeytanın ve insanın biçim değiştirdiğine
dair birçok rivayet varken neden melekler gibi cinler,
gûlyabaniler sûret değiştiremesin? Bu kabullerin arkaplanında
“mesh” teorisi yatar. O çağın yaygın kabullerinden
olan mesh teorisi Azazil denen güzeller güzeli meleğin İblis’e
dönüştürülmesini mümkün kılar. Sihirbazların eşeği
insan, insanı eşek yapabildiği, simyacıların abraka dabra
ile değersiz metalleri altına çevirebildikleri, her tarafın
365 Câhız, Kitabu’l-hayevân, c.6, s. 431.
AHMED KALKAN
~ 200~
ruhlarla, cinlerle, perilerle dolu olduğu animist bir zihniyetin
egemen olduğu bir âlemi tasavvur etmek gerekmektedir.
Böyle bir egzotik dünyada cinlerin farklı sûretlere
bürünmesini çok görmemek gerekir.
Eş’arî, İslâmî fırkaların şeytanın insan ya da başka şekillere
girip giremeyeceği hususunda ihtilaf ettiklerini; bir
kısmı şeytanın isterse insan, isterse yılan olmak üzere istediği
sûrete girebileceğini söylerken; Mu’tezile ve diğerlerinin
ise bunu mümkün görmediğini nakleder.366 Pek tabii,
Eş’arî, Mu’tezile ne tarafta ise o karşı taraftadır. Eş’arî de
şöyle der: Bu şeytan ve cinlere Allah, istedikleri vakit, istedikleri
şekilde farklı hayvan ve insan sûretinde görünme
imkânı verebilir.367
Kaynaklarda yer alan bazı rivayetlerde cinlerin yılan
şekline girebildiklerinden bahsedilmektedir. İmam Mâlik
b. Enes ve Müslim tarafından Ebû Sa’îd el-Hudrî’den bu konuda
nakledilen bir hadis aynen şöyledir: “Kısam b. Zühre’nin
hımayesindeki Ebü’s-Sâib, Ebû Sa’îd et-Hudrî’nin
(r.a.) yanına uğramıştı.
Ebû Sa’îd el-Hudrî o esnada namaz
kılıyordu, sonunda namazını bitirdi. Bu sırada evin bir tarafında
bulunan hurma salkımlarının
kurumuş sapları
içinde bir kıpırtı işitti. O tarafa döndüğünde
bir yılan gördü,
onu öldürmek üzere yerinden sıçradı. Ebu Sa’îd el-Hudrî
de ona, otur! diye işaret etti. Ebü’s-Sâib de oturdu. Ebû
Sa’îd (r.a.) namaz kıldığı yerden ayrılınca bir eve işaret ederek:
‘Şu evi görüyor musun?’ dedi. O da: ‘Evet, görüyorum’
dedi. Bunun üzerine Ebu Sa’îd (r.a.) şöyle anlattı: ‘O evde,
ashâbdan yeni evlenmiş bir genç vardı. Bizler Rasûlullah
ile beraber
hendek kazmaya çıkardık. Bu genç gündüzün
366 Eş’arî, Makalât, s. 441
367 Saadettin Merdin
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 201~
ortalarında Hz. Peygamber’den izin alıyor ve ailesinin yanına
dönüyordu. Yine bir gün Rasûlullah’tan müsâde istedi.
Nebî (s.a.s.) ona: ‘Silahını
üzerine al. Çünkü ben Kureyza
yahudilerinin sana bir kötülük yapmasından endişe ediyorum’
dedi. Bunun üzerine o delikanlı silahını yanına aldıktan
sonra evine döndü. Eve vardığı zaman
karısını iki kapı
arasında dikilmiş olarak gördü. Dürtmek üzere mızrağı
ona doğru uzattı, çünkü kendisine bir kıskançlık gelmişti.
Karısı da ona hitaben: ‘Mızrağını geriye çek de eve gir ve
beni dışarıya çıkaran şeyin ne olduğunu gör’ dedi. Bunun
üzerine
genç içeriye girdi, bir de ne görsün, yatağın üzerine
çöreklenmiş kocaman bir yılan duruyor. Derhal mızrağı
ona sapladı ve çöreklenmiş vaziyetteki yılanın vücudunu
ona geçirip diziverdi. Sonra bu vaziyete dışarı çıktı ve mızrağı
avluya dikti. Yılan mızrak
üzerinde bir debelenip çalkalandı
(derken gencin üzerine atıldı). Bundan sonra artık
hangisi önce ölmüştür, yılan mı yoksa
o zât mı, bilinmiyor.
Bundan sonra biz Rasûlullah’a gittik ve olayı kendisine anlatıp,
‘Allah’a duâ et de onu bizim için tekrar diriltsin’ diye
ricâ ettik. Hz. Peygamber (s.a.s.), ‘Arkadaşınız için Allah’tan
mağfiret dileyiniz’ dedi. Sonra da, ‘Medine’de, müslüman olmuş
bir grup cin vardır. Siz onlardan bir şey gördüğünüzde
üç gün ilan edip kovunuz. Şayet bundan sonra yine size
görünürse
artık onu öldürünüz. Çünkü o bir şeytandır’ buyurdu.”
368 Müslim ile İmam Mâlik’in rivayet ettikleri hadisin
metni aynıdır. Müslim’in bu nakline göre, Hz. Peygamber
(s.a.s.): “Muhakkak ki Medine’de, müslüman olmuş cinlerden
bir cemaat vardır. Her kim şu uzun ömürlü ev yılanlarından
birini görürse onu üç defa ilân edip kovsun. Bundan sonra
kendisine yine görünürse artık onu öldürsün. Çünkü o bir
şeytandır” buyurmuştur.369
368 Müslim, Selâm 139; İmam Mâlik, Muvatta’, İzin, 12/33
369 Müslim, Selâm 141
AHMED KALKAN
~ 202~
Nevevî, yukarıdaki hadislerin yorumuyla ilgili olarak
şunları kaydetmektedir: “Mazırî, ‘Medine yılanları bu
hadislerde
açıklandığı şekilde ihtar edilmeden öldürülmez.
İkaz edildiği halde yine gitmezlerse öldürülürler. Diğer
yerlerin ve evlerin yılanlarını
ise ihtarsız öldürmek mendubdur.
Çünkü bu hususta birçok sahih hadis mevcuttur.
Medine yılanlarının uyarmadan öldürülmemesi, hadiste
açıklandığı gibi yılan şeklindeki cinlerden bir taifenin Medine’de
müslümanlığı kabul etmiş olmaları sebebiyledir’
demektedir. Âlimlerden bir grup, hadisteki nehyin genel
olduğunu,
bu yüzden nerede olursa olsun evlerde yaşayan
yılanların ihtar edilmeden öldürülemeyeceği görüşünde
olduklarını belirtmişlerdir.
Kırlarda yaşayan yılanlar ise
bu âlimlere göre, ihtar edilmeksizin öldürülürler, İmam
Mâlik’e göre, mescidlerde bulunan
yılanlar öldürülürler.
İhtar etmenin nasıl olacağı hakkında İbn Habîb, Hz. Peygamber’in:
‘Süleyman b. Davud’un (a.s.) bizden
aldığı söz
hakkı için bize eziyet etmemenizi ve görünmemenizi dilerim’
dediğini nakletmiştir. İmam Mâlik’e göre üç defa zorlamaktan
maksat, ‘Seni, Allah ve Âhiret günü aşkına bize
görünmemeye
ve eziyet vermemeye zorluyorum’ demektir,
ihtardan sonra yılan yine görünmeye devam ederse, bunun
evlerde yaşayan
yılan veya müslüman bir cin olmadığı anlaşılır.
Şeytan olduğu
bildirildiğinden artık öldürülmesinde
sakınca yoktur.”370 Yukarıdaki yoruma katılmak pek mümkün
görünmemektedir.
Çünkü bu görüşlerin dayandığı
İmam Mâlik ve Müslim tarafından nakledilen hadisler bize
göre, metin açısından problemlidir. Tahminimize göre bunların
problemli hali, rivayeti Ebü’s Sâib’den alan ravi Sayfi
b. Ziyâd’dan kaynaklanmaktadır.
Kısaca söylemek gerekirse,
ravi Sayfî b. Ziyâd’daki bir zabt kusuru İmam Mâlik ve
370 Nevevî, Minhâc. 14/230, 236; Krş. Ahmet Dâvudoğlu, Sahih-i Müslim
Terc. ve Şerhi, IX, 693
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 203~
Müslim tarafından kaydedilen bu hadisin metnini müşkil
duruma sokmuştur.371
Kaydettiğimiz rivayetlerde problemli olan hususlardan
birisi, cinlerin yılan şekline bürünmeleri
ya da yılanların cin olduklarına dair kanaattir. Bu
rivayetlerdeki anlaşılmaz diğer nokta da, evlerde
görülen yılanların üç gün ilân edilip kovulması,
gitmedikleri takdirde de öldürülmelerine izin verilmesıdir.
Bunun hayatın gerçekleri açısından uygulanma
şansı olmadığı ortadadır. Evinize ya da
yatağınıza çöreklenmiş yılanın üç gün o halde durmasına
nasıl izin vereceksiniz? Kapınızı kapatıp
çoluk çocuğunuzla başka bir yere üç günlüğüne
misafirliğe
mi gideceksiniz? Diyelim ki, gitmesi
için yılana ihtar ettıniz ve kapıyı kapatıp çıktınız,
geri geldiğinizde yılanın gitmiş olduğunu gördünüz,
fakat evinizden uzaklaştığından nasıl emin
olacaksınız? Kap kacağın, yatak yorganın, eşyaların
arasına
girmediğini, siz yatıp uyurken yeniden
ortaya çıkmayacağını
nereden bileceksiniz? Hanımınızı,
çocuklarınızı bu ürkütücü
psikolojik baskı
ve korkudan nasıl kurtaracaksınız? Onları eve
sokmaya hangi yolla muvaffak olacaksınız?
371 Bkz. Müslim, Selâm 139, 141; İmam Mâlik, Muvatta’, İzin 12/33
AHMED KALKAN
~ 204~
Bu açıdan, bu rivayetleri şu haliyle sahih kabul etmek,
bizce, Hz. Peygamber’in, ashabına ve ümmetine,
uygulanabilirliği olmayan, hayatın gerçeklerine ve insanın
yapısına uymayan emir ve tavsiyeler verdiğini
kabul etmek demektir. Rasûlullah açısından bakıldığında
bu durumu kabul etmenin söz konusu olmadığı
ortadadır.
Kaydetmek gerekir ki, yılanların cin şekline girebildiklerine
dair inancın kökü, kanaatimizce çok eski kültürlere
dayanmaktadır
ve bize göre Hz. Peygamber, evlerde rastlanan
yılanların müslüman olan cinler olduğuna dair herhangi
bir şey söylememiştir. Râvîler, içinde büyüdükleri
toplumun
Câhiliye döneminden gelen birtakım yanlış kanaat
ve kültürel değerlerinin tesirinde kalarak bu meseleyi
karıştırmışlar,
bir muamma haline sokmuşlardır. Nitekim,
yılanların cin olduğu şeklindeki inancın eski kültürlerden
geldiğine dair
elimizde bazı ipuçları vardır. Söz gelimi Tevrat’ta,
Hz. Âdem ve Havva’nın Cennet’ten çıkarılmalarında
rol oynayan ve Havva’yı
kandırarak yasak meyveyi yedirenin
yılan olduğu anlatılmaktadır:
“Ve Rab Allah’ın yarattığı bütün kır hayvanlarının en hilekârı
olan yılandı. Ve kadına dedi: Gerçek, Allah: Bahçenin
hiçbir ağacından yemeyeceksiniz dedi mi? Ve kadın yılana
dedi: ‘Bahçenin
ağaçlarının meyvesinden yiyebiliriz’ Fakat
bahçenin ortasında
olan ağacın meyvesi hakkında Allah:
‘Ondan yemeyin ve ona dokunmayın ki ölmeyesiniz’ dedi.
Ve yılan kadına dedi: ‘Katiyen ölmezsiniz. Çünkü Allah bilir
ki, ondan yediğiniz gün, o vakit gözleriniz açılacak. Ve
iyiyi kötüyü bilerek Allah gibi olacaksınız...’
Ve Rab Allah
kadına dedi: ‘Bu yaptığın nedir?’ Ve kadın dedi:
‘Yılan beni
aldattı ve yedim.’ Ve Rab Allah yılana dedi: ‘Bunu yaptığın
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 205~
için, bütün sığırlardan ve bütün kır hayvanlarından daha
lanetlisin, karnın üzerinde yürüyeceksin ve Ömrünün bütün
günlerinde
toprak yiyeceksin. Ve seninle kadın arasına
ve senin zürriyetinle onun zürrıyeti arasına düşmanlık koyacağım,
o senin başına saldıracak ve sen onun topuğuna
saldıracaksın.” 372
Konumuzla ilgili enteresan bir husus da şudur ki, Tâbiîn
müfessirlerinden olan Kâ’bü’l-Ahbâr, Hz. Âdem, Havva,
İblîs ve yılanın indirildikleri yerlerden bahsetmektedir.373
Yukarıda
kaydettiğimiz Tevrat kaynaklı haberin, bazı müfessirler
tarafından Kur’an-ı Kerîm’in ilgili âyetlerini açıklamak
maksadıyla
kullanılmış olduğunu görmekteyiz. Nitekim
et-Taberî tarafından Vehb b. Münebbih’ten nakledildiğine
göre, “İblis yılanın içine sokularak Cennete girmiş,
Âdem ve Havva ile konuşarak onları kandırmıştır.”374 Yine,
Taberî tarafından İbn Abbâs ve Muhammed b. Kays’tan
alındığı zikredilen, aynı konudaki
diğer rivayetlerin de Tevrat
kaynaklı olduğu anlaşılmaktadır.
Eski Mısır Dini’ndeki
telakkiye göre ise, cinler, genellikle
yabanî hayvan, yılan ve
kertenkele gibi sürüngen veya kara vücutlu insan şeklinde
yaratıklar olup, Eski Mısır tanrısı Ra’nın düşmanı sayılırdı.
Ölüler Kitabı’nda anlatıldığına göre, özellikle yılan, timsah
ve maymun şeklindeki cinler öteki dünyaya sık sık gidebilirlerdi.
375Yılanın cin ya da şeytan olduğuna
dair inanç, Yahudilik
kanalıyla Hristiyanlığa da geçmiştir.
Câhiliye döneminde ise, Araplar her evin bir cini
olduğuna
inanırlardı. Bu sebeple yeni bir ev yapan
şahıs, inşaatı bıtirdiği zaman evin cini için bir
372 Tekvin, 3/1-15
373 Demiri, Hayâtu’l Hayavâni’l Kübrâ, I, 391; Aydemir, Tefsirde İsrâiliyât, s. 62
374 Taberî, Câmiu’l-Beyân. I, 235; Krş. Aydemir, Tefsirde İsrâiliyât, s. 259
375 M.S. Şahin, T.D.V. İslâm Ans. Cin Maddesi, VIII, 5
AHMED KALKAN
~ 206~
kurban keser ve böylece onun evde yaşayanlara bir
zarar vermeyeceğinden emin olurdu.376 Hz. Peygamber
bu Câhiliye inancını reddetmiş ve bu şekilde
kesilen kurbanların etlerinden yenilmesini yasaklamıştır.
377 Burada konumuzla ilgili olarak Arapların
“el-Cânn” kelimesıni bir taraftan “Beyaz yılan”
anlamında kullanırken, diğer taraftan
“Şeytan/
Cinlerin Babası” manasına da kullandıklarını
gözden uzak tutmamak gerektiği kanaatindeyiz.378
Nitekim el-Aynî, Arapların yılanı şeytan olarak
adlandırdıklarını kaydetmektedir.
379 Câhiliye Araplarının
yılanları cin sandıkları, onlarla cinler arasında
ilgi kurdukları bilinmektedir. Kaydedildiğine
göre, bunlar iri bir yılan öldürdükleri zaman cinin
intikam almasından korkarlar ve bir tezek parçasını
ölü yılanın
başına koymak sûretiyle, onun cin
vasıtasıyla öc almasından
korunmaya çalışırlardı.
Bazen de yılanın başına kül döker, senin intikamın
yok, seni göz değmesi öldürdü, derlerdi.380 Hz.
Peygamber ise, onların bu bâtıl inancını reddetmiş
ve “Cinler tarafından intikam alınma korkusuyla
yılanları öldürmeyi
terkeden kimse bizden değildir”
buyurmuştur.381 Câhiliye Arapları bazen de,
söz konusu ev yılanlarından korunmak için üzerle-
376 Yuhanna’nın Vahyi 20/1-2
377 Beyhakî, Sünen, IX, 314; Suyûtî Câmiu’s-Sağîr, II, 698; Halebî, İnsânü’l-Uyûn, I, 203
378 İbnül-Esir, en-Nihâye, I, 308; İbn Manzûr, Lisânü’1-Arab, XIII, 97
379 Aynî, Umde, II, 268
380 Âlûsî, Bulûğu’l-Ereb, II, 358
381 Ebû Dâvud, Edeb, 174/5248-5250; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 348, 420; II, 432
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 207~
rine tavşan ayağı asarlardı.382 Ahmed b. Hanbel’in
naklettiği bir rivayete göre ise, İbn Abbas “Maymunların
İsrâiloğulları’ndan mesholunduğu gibi,
yılanların da cinlerin mesholunan kısmı olduğunu”
söylemiştir.383 Hâlbuki bu konuda nakledilen
diğer
hadislere göre, Allah, meshettiği hiçbir kavme nesil
ve takipçi vermemiştir.384 Dolayısıyla meshe konu
olduklarından
bahsedilen maymunlar ve domuzlar
nasıl ki daha önce
de var idilerse, yılanlar da
bir hayvan türü olarak mevcut idiler. Nitekim yine
İbn Abbâs’a dayandırılan bir rivayete göre,
meshedilen
bir kavim üç günden fazla yaşayamaz. 385
İbn Abbas’ın yılanlar hakkındaki bu görüşünün Tevrat
kaynaklı olduğu ve o dönem Arabistan’ın bu konudaki bir
inancını yansıttığı hatıra gelmektedir. Kanaatimizce bu inanış,
ravi Sayfi b. Ziyâd tarafından, Müslim ve İmam Malik’in
kaydettiği
ev yılanlarının cin olduğundan bahseden rivayetlere
de sokulmuştur.
Bu konuda, Müslim’in, Muhammed b. Râfi’, Vehb b. Cerîr,
Cerîr b. Hâzim, Esma b. Ubeyd, Ebü’s-Sâib vasıtasıyla yine
Ebu Saîd el-Hudrî’den naklettiği bir rivayet daha vardır
ve hadisin
naklinde kullanılan edâ sığaları ile metin açısından
bizce
Müslim’in bu nakli daha sahih ve problemsizdir.
Aynı konudaki
bu hadis şöyledir: “Ebu’s-Saib şöyle
demiştir; ‘Biz, Ebu Saîd el-Hudrî’nin yanına girdik. Beraber
382 Âlûsî, a.g.e., II, 324
383 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1, 348
384 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1, 390, 395, 397, 413, 421, 466
385 Taberî, Câmiu’l-Beyân, 1, 330; Demîrî, Hayâtu’l Hayavân, II, 204;
Krş. Dâvudoğlu, Sahih-i Müslim Terc. ve Şerhi, IX, 143
AHMED KALKAN
~ 208~
oturduğumuz sırada birdenbire sedirin altından bir hareket
işittik. Bir de baktık ki bir yılan!’ Râvî, bundan sonra
hadisin bütününü İmam Mâlik hadisi tarzında naklettikten
sonra dedi ki: ‘Rasûlullah (s.a.s.): ‘Muhakkak ki şu evlerde
uzun ömürlü ev yılanları vardır. Onlardan birisini gördüğünüzde
onu üç defa kovunuz- Gider kaybolursa
ne âlâ. Aksi
takdirde onu öldürünüz- Çünkü o bir kâfirdir’
buyurdu. Bir
de Rasûlullah (s.a.s.), Ebu Saîd ve beraberindekilere hitaben:
‘Artık gidin de o (yılanın soktuğu) arkadaşınızı defnediniz’
buyurmuştur.”386
Gerek son hadiste, gerekse önceki rivayetlerde yer alan
Hz. Peygamber’in kovulunca gitmeyen yılanın “kâfir” ya da
“şeytan” olduğuna dair sözleri de mecazî anlamdadır. Nebî
(s.a.s.), kovulduğu halde gitmeyen yılanın zararlı olduğunu
belirtmek için bu sözleri söylemiş olmalıdır. Yoksa bir insanın,
şeytanı ya da ruhanî varlıklar olan cinleri, taş ya da
sopayla, kesici âletlerle öldürebileceğini sanmak pek doğru
olmasa gerektir. Böyle bir şeyi kabul etmek, onların şekil
değiştirebileceğini, ışın halindeki vücut yapılarını cismanî
bir şekle sokabileceklerini söylemek demektir. Yukarıdaki
hadisten anlaşıldığına göre,
Hendek savaşı sırasında yeni
evli olduğu için izin alarak evine giden ve burada yatağındaki
yılanı mızrağına geçirip dışarı
çıkaran ve bu esnada
can çekişen hayvan tarafından sokulan ve vefat eden sahabinin
durumunu haber alınca Hz. Peygamber
çok üzülmüştür.
Buna benzer olayların tekrarlanmaması
için, ashabına,
evlerde uzun ömürlü yılanların yaşadığını,
bunların hemen
öldürülmeye teşebbüs edilmemesini, koğulmalarını öğütlemiştir.
Çünkü bu hayvanlar zehirli olabilir ve hadiste anlatılan
olay tekrarlanabilirdi. Ya da Nebi (s.a.s.), doğal çevrenin
korunması açısından, yılan gibi insanın hoşuna
gitmeyen
386 Müslim, Selâm, 140
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 209~
soğuk yüzlü bir canlı da olsa, onların da bizim bilemediğimiz
birtakım faydaları ve yaratılış hikmetleri olduğunu
göz önünde bulundurararak, bunların zehirsiz olanlarının
öldürülmemelerini istediği için hadiste anlatıldığı şekilde
tavsiyede bulunmuştur. Bu da İslâm’ın, insanın içinde yaşadığı
tabiata ve çevreye verdiği önemi gösteren bir husustur.
Cinlerin, müslüman oldukları halde Medine’de
ya da diğer beldelerde yılan şekline girerek, din
kardeşlerinin harîm-i ismetine, yataklarına çöreklenip,
onların hanımlarını, çocuklarını, kendilerini
korkutacaklarını doğrusu akıl kabul edemiyor. İnsan,
böyle bir davranışın müslümanlığa yakışmadığını,
onların böyle bir harekete tevessül etmeyeceklerini
düşünüyor.
Bu açıdan yukarıdan beri
açıklamaya çalışığımız hadis
rivâyetlerinde Hz.
Peygamber’in, ev yılanlarının cin olduğuna dair
herhangi bir şey söylemediği, bunun ravînin yanlış
kanaat ya da hatasından kaynaklandığını tahmin
etmekteyiz. Rasûlullah, zehirli yılanların (engerek
yılanı, arkası iki çizgili azılı yılan
vs.) Harem’de,
namaz esnasında bile öldürülmelerini emretmiştir.
Sahih kaynaklarımızda bu konuda bazı hadisler
yer almaktadır.387
387 Bkz. Buhârî, B. Halk, 15; Müslim, Selâm, 138; Ebû Dâvud, Menâsik, 39; İkame, 165;
Nesâî, Hac, 83, 114, Sihir; 13; Tirmizî, Salât, 170; İbn Mâce, Sayd, 19, Menâsık, 91; İkame,
146; İmam Mâlik, Mııvatta, Hac, 91; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 257, 348, 11, 22, 30, 50,
52, 233, 248, 255, 284, 432, 473, 475, 111, 3, 32, VI, 97, 203, 209, 238, 259
AHMED KALKAN
~ 210~
Görüleceği üzere Hz. Peygamber, bunların zehirli olanlarının
öldürülmesini emretmiş, temellerde ve evlerde yaşayan
yılanların (Avâmir) öldürülmesi konusunda kesin
bir emir vermemiş, bunların koğulmalarını, gitmedikleri
takdirde öldürülmelerini istemiştir. Kanaatimizce Nebî
(s.a.s.)’in bu tutumu,
onların cinlerden olduklarından değil;
doğal çevrenin, dengenin korunması açısındandır. Nitekim
Nebi Bozkurt bu konuda şunları söylemektedir: “Evlerde
bulunan zehirsiz yılanların
öldürülmelerinin istenmemesi,
bunların, farelerin, tahta ve kerpiç evlerde çok kolay yuva
yapabilen ve özellikle eskiden, un, zahire, hatta çamaşır konulan
çuvallara, deriden yapılmış dağarcıklara verdiği zararı
önlemek, daha çok fareler vasıtasıyla yayılan
veba gibi
hastalıklara mâni olmak için olmalıdır.”388
Kanaatimize göre Hz. Peygamber,
ev yılanlarının cin
olduğuna dair herhangi bir şey söylememiştir.
Bize göre,
Câhiliye kültüründe yer alan yılanların
cin olduğuna dair
inanç, daha sonraları hadis şekline sokulmuştur.
Bu hususta dikkat çekici bir husus şudur ki, Câhiliye döneminde,
horoz, karga, güvercin, tavşan, keler ve yılan gibi
hayvanlarda cin bulunduğuna inanıldığı gibi, bunların cinlerden
bir grup olduğunu zannedenler de mevcuttu.389 Bu
açıdan, yukarıdaki rivayetlerin hadis olmadığı, bunların
Câhiliye inancını yansıtan
birtakım nakiller olduğu hatıra
gelmektedir.
İslâm âlimlerinden bir kısmı, bu konudaki bazı hadis
rivâyetlerini
delil olarak alarak, melekler gibi, şeytan ve
cinlerin de yaratılmış
oldukları aslî sûretlerinin dışında
başka şekillere bürünebildiklerini söylemişlerdir. Bunların
388 Bozkurt, Hz. Peygamber Devrinde Folklor, s. 57
389 El-Âlûsî, Bülû’l Ereb, II, 360
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 211~
delilleri arasında Hz. Peygamber’in namazda kendisine
saldıran şeytanı mağlup etmesi,
boğması ve Mescid-i Nebev’ı’nin
direklerinden birisine bağlamak istemesi ile, yine
şeytanın miskin bir adam kılığına
girerek Ebû Hureyre’nin
hurmalarını çalmak istemesine dair
hadisler ve cinlerden
bir ifritin Sebe Melikesi Belkıs’ın tahtını
Hz. Süleyman’a getirebileceğinden
bahseden âyet390 vardır.
391
İslâm âlimlerinin diğer bir kısmı ise, melek, cin ve şeytanların
kendi irâde ve istekleriyle yaratılışlarını değiştirmeye,
aslî şekillerinden başka sûrete girmeye kudretlerinin
bulunmadığı
görüşündedirler. Fahruddin er-Râzî, cinlerin
başka şekillere, diğer insanların sûretlerine giremeyeceklerini,
böyle bir şeyin kabulü
durumunda, dünyada
insanlara güvenin kalmayacağını, bu kişinin arkadaşının,
dostunun, babasının, karısı ve çocuğunun,
cin değil de kendileri
olduğunun bilinemeyeceğini kaydetmektedir.
392
Yine er-Râzî, onların Peygamberlerin sûretlerine
giremeyeceklerini,
aksi takdirde dinden olan hiçbir şeye güven
kalmayacağını, âlim ve zâhidlerin sûretine de giremeyeceklerini,
aksi halde onları öldürmenin, memleketlerini
harap etmenin, eserlerini parçalamanın insanlara vâcib
olması gerektiğini
söylemektedir.393 Muhammed b. Hüseyin
Ebû Ya’lâ el-Ferrâ ise, Allah’ın irade ve kudretiyle yapması
müstesna, cin, şeytan ve meleklerin aslî şekillerini değiştiremeyeceklerini,
onların kendiliklerinden başka kılık ve
şekillere girmelerinin mümkün olmadığını söylemiştir.394
390 27/Neml, 39
391 Aynî, Umdetü’l-Kârî, VII, 102
392 Râzî, Mefâtihu-l-Gayb, XIV, 54
393 Râzî, a.g.e., XXVI, 208
394 el-Ferrâ, el-Mu’temed fi Usûli’d-Dîn, s. 174-175; Ali Osman Ateş, Kur’an ve Hadislere
Göre Cinler-Büyü, s. 118 vd.
AHMED KALKAN
~ 212~
RUKYECILERE GÖRE CINLERIN GÖRÜNME VE
KONUŞMA ŞEKILLERI
Cinlerin Görünme Çeşitleri
1) Bir insana direkt olarak hiçbir sebeb olmadan görünmesi
hali (örneğin peygamberler zamanında cinlerin
âşikâr sebepsiz olarak görünmesi).
2) Bir insana musallat olduklarında görünmesi hali (örneğin
insanın bedenine girmemiştir etrafındadır ve ona
musallat olarak ya da halüsinasyon olarak görünür veya
kendisini hissettirir).
3) Bir büyüye sebep yedirilerek ya da domuz yağı gibi
büyü çeşitlerine sebep bedenin içine cin girmesi sonucu
etrafında halüsinasyon ya da cinleri görmesi (insan bu
durumda yanında olmayan kişiyi varmış gibi görebilir ve
onunla konuşabilir. Cin bu durumda beyne çıkar ve oradan
bu şekilde gösterir. Bu durumda büyüye uğrayan kişi
etrafında olmayan sesler işitebilir. Etrafındaki olayları da
farklı görebilir. Bu kişiler genelde çok uyur ya da çok tembel
olur. Eğer bir cin ile evliyse bu evli olduğu cin ifrit ya
da mârid ise bu cin insana gündüz de görünür ve onunla
tanıdığı biri ya da tanımadığı biri kılığında görünür ve
konuşabilir. (Örneğin bu cin ile evli olan kişi, etrafındaki insanları
kötü görür, olmayan şeyleri olmuş gibi algılayabilir
ya da söylenmeyen sözleri söylenmiş gibi duyabilir. Bunu
kişinin içindeki cin beyne çıkarak yapar. Sebebi, bu insanın
kurtulmasını asla istemez. Çünkü bedene girip evlenen cin
o insanı kendine eş olarak seçmiş olduğu için onu bırakmak
istemez.
4) Hayvan kılığında görünmesi hali (bazı cinler gündüzleri
hayvan kılığında insanlara görünebilir. Yarasa, baykuş,
karga, yılan, maymun şeklinde görünebilir.
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 213~
5) Bazen bir evliya kılığında görünebilir (Bazen şeytan
böyle bir hile yapar artık sen evliya oldun; zikir çekme,
namaz kılma gibi tavsiyelerle tuzak kurabilir).
Rukyecilerin İddialarına Göre Cinlerin Konuşma
Çeşitleri
1) Hz. Âdem peygamberden bu yana gelmiş geçmiş bütün
insanların konuştuğu tüm dilleri bilirler.
2) Bütün hayvanların dillerini bilirler, onlarla
konuşabilirler.
3) Evliya olan cinler Allah’ın izniyle bitkilerle
konuşabilmektedirler.
4) Cinler büyü yapan ya da cin çağıran insanlarla
konuşabilirler.
Rukyecilere Göre Cinler, Rukye Esnasında da
Konuşabilirler
Bu Durum 5 Çeşittir:
1) Rukyeci Kur’an okurken bedenin içinde yanan cin, insanın
el, kol ve ayaklarını hareket ettirerek “artık okuma,
yeter!” dercesine tepki verir.
2) Rukyeci Kur’an okurken cin insanın beynine çıkar, insanın
sesini değiştirerek konuşur.
3) Rukyeci Kur’an okurken cin beyne çıkar ve insanın
sesi değişmeden konuşur (Bu durum bazı insanlarda rukye
yapmadan da insanın kendi sesi değişmeden gündüz de
olabilir).
4) Telepati yöntemiyle
AHMED KALKAN
~ 214~
5) Rabıta yöntemiyle.395
6) Rukyeciler ve cinler bu anlatılanlara inanmamızı bekliyorlar.
İnananalım mı?
CINLERIN İNSANLARA GÖRÜNMESI
Bazı İslâm âlimleriyle, Mu’tezile mezhebi mensupları
cinlerin görülemeyeceğini ileri sürmüşler ve bu konuda
Kur’an-ı Kerîm’de yer alan bir âyeti delil göstermişlerdir.
Âyet şöyledir:
“Ey Âdemoğulları! Şeytan, ana-babanızı, çirkin
yerlerini onlara göstermek için elbiselerini soyarak
Cennet’ten çıkardığı gibi, sizi de (şaşırtıp) bir belâya
düşürmesin. Çünkü o ve kabilesi, sizin onları
göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Biz, şeytanları
inanmayanların dostları yaptık.”396
Âyette, Hz. Âdem ve Havva’nın Şeytan tarafından
kandırılıp
Cennetten çıkarılmaları hatırlatılmakta,
insanların, Allah’ın
başka insanlara gösterilmesini
yasakladığı yerlerini açıp teşhir etmemeleri
istenmekte, edeb, hayâ ve takvâ elbisesinin
giyilmesi, Şeytan’ın tuzaklarına karşı uyanık olunması
emredilmektedir. Bu vesile ile de, “Çünkü o ve
kabilesi, sizin onları
göremeyeceğiniz yerden sizi
395 Rukyeci Aytekin lülleci, Formun Üstü Formun Altı https://www.facebook.com/
search/top/?q=rukye%20ve%20%C5%9Fi%CC%87fa
396 7/A’râf, 27
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 215~
görürler” denilerek onların mahiyeti
hakkında bilgi
verilmektedir. Müfessirler, âyetteki “O ve kabilesi”
ile Şeytan ve onun taifesi olan cin sınıfının kasdedildiğini
söylemişlerdir.397 Fahrüddin er-Razî, âyetin
tefsirinde, İslâm âlimlerinin, Allahu Teâlâ’nın
gözlerinde bir kabiliyet yarattığı için cinlerin insanları
görebileceğini, ancak gözlerinde bu konuda
bir yetenek yaratmadığı için insanların cinleri
göremeyeceğini
söylediklerini kaydetmektedir.398
Mu’tezile mezhebine mensup âlimler ise, bu konuda,
“Vücut yapılarının ince ve şeffaf olmasından dolayı cinlerin
insanlar tarafından görülemediğini, insanların vücut yapılarının
kesafetinden dolayı da cinlerin insanları görebileceğini,
Allahu Teâlâ’nın, cinlerin bakışlarındaki şuayı artırıp
kuvvetlendirmesi sebebiyle birbirlerini görebildiklerini
söylemişler ve Allah bizim gözlerimizdeki görme kuvvetini
de artırsaydı, birbirimizi görebildiğimiz
gibi, cinleri de
görebilirdik, şayet Allah, cinlerin vücutlarına kesafet verip,
biz de şu halimiz üzere kalsaydık, cinleri
görebilirdik” demişlerdir.
Bu durumda Mu’tezile’ye göre, insanların cinleri
görebilmeleri, ya cinlerin yoğunluk (kesafet) kazanmasına
ya da insanların bakışlarının yeterince güçlenmesine
bağlı
olmaktadır.399 Yine er-Râzî, âyetteki: (Min haysü lâ teravnehum
/ Sizin onları göremediğiniz yerden) lafzının insanların
cinleri göremediğine delâlet ettiğini söylemektedir.
400
397 Taberî, Câmiu’l-Beyân, Vlll, 153
398 Râzî, Mefâtihu’l-Ğayb, XIV, 54
399 Râzî, a.g.e., XIV, 54
400 Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, XIV, XIV, 54
AHMED KALKAN
~ 216~
Ehl-i Sünnet’e mensup bazı âlimler ise, cinlerin görülemeyeceği
konusunda Mu’tezile’ye muhalefet etmişlerdir.
Kadı Ebû Ya’lâ el-Ferrâ, “Cinlerin ince ve şeffaf olmaları ya
da kesif olmaları mümkündür. Ancak bu konuda bir müşahede
veya Allah ve Rasülünden gelen bir haber olmadığı
sürece, cinlerin vücutlarının
kesif mi (yoğun mu), yoksa
şeffaf mı olduğunu bilmek mümkün değildir. Her iki husus
da meçhul olduğuna göre, cinlerin cisimlerinin
şeffaf ve
ince olduğunun söylenmesi doğru olmaz”401 demiştir.
İmam eş-Şâfi’nin yukarıda kaydettiğimiz âyeti delil
getirerek cinlerin görülemeyeceği kanaatinde olduğu
anlaşılmaktadır. er-Rebi b. Süleyman’ın naklettiğine
göre eş-Şâfiî’nin bu konuda şöyle dediği kaydedilmektedir:
“Adalet sahibi
kimselerden olduğu halde kim
cinleri gördüğünü ileri sürerse,
şahitliği reddolunur.
Allahu Teâlâ’nın, ‘O ve kabilesi, sizin onları
göremediğiniz
yerden sizi görürler’ âyetine muhalefet etmesinden
dolayı da azarlanır.”402
İmam eş-Şâfi’î’nin görüşünün bu konuda hayatın gerçeklerine
uygun ve İslâm inancının derli toplu bir ifadesi
olduğu
ortadadır. Melekleri Peygamberlerden ve istisnâî
olarak peygamberlerin yakın çevresindekilerden başkası
göremez, görememiştir. Peygamberlerin melekleri bile
(istisnâ dışında) aslî yapılarıyla değil, başka bir şekle büründükleri
halleriyle gördüklerini değerlendirdiğimizde,
peygamber çevresindeki insanların da cinleri ve şeytanı
aslî yapısıyla gördüğünü kabul etmemiz mümkün değildir.
Çünkü onların boyutları farklıdır; bizim gözlerimiz o boyutu
görecek durumda değildir. Diğer insanların bu konudaki
401 Ebu Ya’lâ el-Ferrâ, el-Mu’temed, s. 172
402 Demîrî, K Hayavân, 1, 297
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 217~
iddiaları bir tahminden/zandan ibarettir. Cin ve şeytanı da
Peygamberler görmüşlerdir. Allah onların gözlerini bu konuda
elverişli kılmıştır, ya da cin ve şeytanlara kesafet (yoğunluk)
kazandırmıştır. Veya Peygamberler onları gönül
gözleriyle görmüşlerdir. Bu konuda İslâm
âlimlerinin farklı
yorum ve yaklaşımları vardır. Ancak İmam eş-Şafiî’nin de
kesin olarak belirttiği gibi, diğer insanların
cinleri görmeleri
söz konusu değildir. Gerek insanların
tarihî müşahede
ve tecrübesi, gerekse ilgili âyetin aksini bildirmesi sebebiyle,
diğer insanların cinleri görebildikleri konusunda bize
güvenilir bilgiler ulaşmamıştır. Diğer insanların bu konudaki
iddiaları herhalde birtakım yalanlardan ve hayal ürünü
şeylerden ya da halüsinasyonlardan ibarettir. Bu sebeple
de İmam eş-Şâfiî, bu tür idialarda bulunanların yalancı
olduklarını, âyete muhalefet etmeleri
sebebiyle de ta’zîr cezasına
çarptırılmaları gerektiğini söylemiştir. İmam eş-Şâfiî
bu hükümden Peygamberleri hâriç tutmuştur.
Sonuç olarak, normal insanların onları
göremeyeceklerini,
cinlerin ve insanların vücut yapılarının
buna uygun yaratılmadığını,
Peygamberlerin
Allah’ın izni ve iradesiyle cinleri görebildiklerini
söyleyebiliriz. Burada, İslâm Hukukçularının,
cinleri gördüğünü ileri süren
kimselere yalancı gözüyle
bakıp, onların şahitliklerini kabul
etmemeleri
hususunun çok isabetli olduğunu kaydetmek
yerinde olacaktır. Kanaatimizce cinleri gördüğünü
iddia eden kimseler, ya yalancı, ya da ruhsal dengesi
bozuk, psikolojik rahatsızlığı olan kimselerdir.
AHMED KALKAN
~ 218~
Cinleri gördüğünü iddia edenleri kabul etmek; yılanların,
siyah renkli kedi-köpek, keçi vs. hayvanların
cin olduğuna dair halk arasında yaşayan ve
İslâm öncesi kültürlerin kalıntısı olduğu bilinen
birtakım hurafe ve yanlış inançların doğru sayılmasını
gerektireceği açıktır.403
CINLERIN İNSANLARIN EMRINE GIRMESI
MÜMKÜN MÜDÜR?
Bazı âlimler, cinlerin Hz. Süleyman’a hizmet etmeleriyle
ilgili âyetleri delil olarak alıp cinlerin diğer insanlara
da boyun eğip onların emrinde bulunmalarının mümkün
olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu konuyla ilgili olarak
ilmu’l-Azâim adlı bir bilim dalının meydana getirildiği de
öne sürülmektedir. Cinlerin Hz. Süleyman’a boyun eğmelerinden
bahseden âyetler 21/Enbiyâ, 82; 27/Neml, 17, 38-
39; 34/Sebe’, 12-13; ; 38/Sâd, 36-38 âyetleridir. Cinlerin
insanlara boyun eğmelerinin mümkün olduğunu savunan
âlimlerin delil gösterdiği bu âyetler, Hz. Süleyman’la ilgilidir
ve bu işin sadece ona mahsus olup, daha sonra gelen
kimselere böyle bir imtiyazın verilmediği Kur’ân-ı Kerim
ve hadislerden anlaşılmaktadır. Kanaatimizce bu durum,
cinlerin insanlara itaat etmelerinin mümkün olduğunu ileri
süren ve bu görüşlerine bu âyetleri delil gösteren âlimlerce
gözardı edilmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de, Hz. Süleyman’ın
bu konuda şöyle duâ ettiğinden bahsedilmektedir: “Süleyman:
‘Rabbim! Beni bağışla, bana benden sonra kimsenin
403 Ali Osman Ateş, Kur’an ve Hadislere Göre Cinler-Büyü, s. 137 vd.
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 219~
ulaşamayacağı bir mülk/hükümranlık ver. Şüphesiz Sen daima
bağışta bulunansın’ dedi.”404
Sonuç itibarıyla, Hz. Süleyman’ın emrine verilen cin ve
şeytanların, ondan sonra başkalarının emir ve hizmetine
verilmesinin söz konusu olmadığı anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber
için bile böyle bir durum söz konusu olmadığına
göre, bunun diğer sıradan insanlar için mümkün olabileceğini
ileri sürmek doğru olmasa gerektir. Çünkü âyet ve
hadislerde cinlerin Hz. Peygamber’in emrine verilip Ona
da Hz. Süleyman’a yaptıkları gibi kaleler, mâbedler, havuzlar
vs. yaptıklarından bahsedilmemektedir. Hz. Peygamber’in
cinlerden hizmetçileri yoktu, Mescid-i Nebeviyye’yi
ashâbıyla beraber bizzat kendisi çalışarak inşâ etmişti.
Düşmana karşı korunmak için Medine’nin etrafına kazılan
hendekte bizzat kendisi de kazma-kürek çalışmıştı. Ev işlerini
de hanımları ve kendisi görmüştü. Bu husus gözden
uzak tutulmamalıdır.
Günümüzde ve daha sonraki asırlarda müslümanlar,
cin ve şeytanları kendilerine boyun eğdirip
onları çalıştırmayı hayal etmek yerine; kendileri
çalışmayı öğrenmeli, dünya ve âhirette hor ve
zelil olmaktan kurtulmalıdırlar. Hz. Peygamber’in
yukarıda sayılan davranışlarında, ümmeti için bu
konuda gerekli olan uyarı vardır. Müslümanlar,
cehâlet, hurâfe ve saflık içinde, tarlasının burçağını
yoldurduğunu, ekip biçtirdiğini ileri süren, yerin
altında gizli altın ve gümüşlerin, definelerin,
404 38/Sâd, 35
AHMED KALKAN
~ 220~
hazinelerin yerini cinlerden öğrendiğini iddia eden
cinci denilen yalancı kimselerin kendilerinde kudret
ve üstünlük olduğunu göstermek için ortaya
attıkları sözlerine kanmamalıdır. Aksine kafa ve
gönüllerini Kur’an’ın aydınlığına açmalı, bu tür
hayâlî şeylerden medet beklemekten vazgeçerek çalışmalı,
ilmin verilerine kulak vermelidir. Cinlerden
yerin altındaki hazinelerin yerini öğrenmeyi bekleyeceklerine,
yerin altındaki cevherleri, madenleri,
petrolü keşfedip yeryüzüne çıkartarak zenginleşmek
ve zilletten kurtulmak için bunların bilimsel
yollarını öğrenip tatbik etmelidir.
Hz. Süleyman’ın Kur’ân-ı Kerim’de haber verilen durumu
hâriç, dünya kuruldu kurulalı cinlerin insanlara itaati
söz konusu değildir. Elimizde bunun aksini ortaya koyacak
deliller bulunmamaktadır. Cinlerin insanlara itaati, onların
tabiatlarına da aykırıdır. Onlar kendi arzularıyla insanın
emrine girmemişlerdir. Kur’ân-ı Kerim’den, onların Hz. Süleyman’ın
emrine de kendi istekleriyle girmediklerini anlıyoruz:
“Rabbinin izniyle yanında iş gören cinleri onun buyruğu
altına verdik ki, bunlar içinde buyruğumuzdan çıkan
olursa ona alevli ateşin azabını tattırdık.”405
Bu âyetten, cinlerin Hz. Süleyman’ın emrine girmelerinin
ancak Allah’ın izin ve müsaadesiyle, yani emriyle mümkün
olduğu anlaşılıyor. O zaman, cinleri emirleri altına aldığını
iddia eden insanların bu konuda kendilerinin delilleri
405 34/Sebe’, 12
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 221~
nelerdir? Allah’ın izin vermediği bir şeyi yapmaya muktedir
olduklarını nasıl iddia edebiliyorlar? Âyette, cinlerin Hz.
Süleyman’ın (a.s.) emrine, Allah’ın buyruğuyla girdikleri,
buna itaatsizlik edenlerin alevli bir ateşle cezalandırıldıkları
haber veriliyor. Demek ki cinler isteseler de Hz. Süleyman’ın
emrinden çıkamazlardı; aksi takdirde azab olunarak
imhâ ediliyorlar ya da zorla itaate sokuluyorlardı. Yine,
Kur’an’da cinlerin zorla Hz. Süleyman’ın emrine verildikleri
ve o vefat edinceye kadar bu durumdan kurtulamadıkları
bildirilmektedir: “Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimiz
zaman, ancak değneğini yiyen kurt onun vefatını fark ettirdi.
O, ölü olarak yere düşünce ortaya çıktı ki, şâyet cinler gaybı/
görülmeyeni bilmiş olsalardı alçak düşüren bir azabın içinde
kalmazlardı.”406 Şu halde, Allah’ın zorla Hz. Süleyman’ın
buyruğuna verdiği, ondan sonra da kimsenin emrine vermediğini
Süleyman (a.s.) ve Hz. Muhammed’in (s.a.s.) diliyle
haber verdiği cinleri, başkalarının emri ve hizmetine
verdiğini iddia etmek, büyük bir yalan olmalıdır.
Cinlerin kendi istekleriyle insanoğluna itaati ta ilk baştan
beri söz konusu değildir. Çünkü onların büyükleri olan
İblis, Hz. Âdem yaratıldığı zaman, Cenâb-ı Hakk’ın ona boyun
eğmesi konusundaki emrini dinlemeyerek isyan etmiş,
büyüklük taslayarak kâfirlerden olmuştur. Bu durum,
Kur’ân-ı Kerim’in çeşitli âyetlerinde haber verilmektedir.407
İslâm âlimlerinin çoğu, bu âyet-i kerimelerdeki “secde” kelimesi
ile, Hz. Âdem’e ibâdetin değil; ona itaat ve boyun eğmenin
kastedildiğini söylemektedirler. Bu durumda, yaratıldığı
günden beri insana karşı büyüklenen, kendisini üstün
gören İblis ile onun soyu olan cinlerin, kendi istek ve
arzularıyla bazı insanların emrine girdiğini, onlara hizmet
406 34/Sebe’, 14
407 Bkz. 15/Hıcr, 28-46; 2/Bakara, 34-38; 7/A’râf, 11-25; 17/İsrâ, 61-65; 18/Kehf, 50;
38/Sâd, 71-85; 20/Tâhâ, 116-125
AHMED KALKAN
~ 222~
ettiğini ileri sürmek boş bir iddia olmaktan öteye gidemez.
Bu konularda yazılan ve halkın elinde dolaşan kitaplar, İslâm’dan
önceki câhiliyye toplumlarının inanç, gelenek ve
kültürlerinden geçmiş asılsız şeyler ve hurâfelerle doludur.
Bunlar, Yıldıznâme, Gizli İlimler Hazinesi vb. adlarla insanların
ellerinde bulunan derlemelerdir. Yıldıznâme denilen
kitaplardaki bilgilerin yıldızlara tapan Sâbiîlerden geçen
hurâfelerle dolu olduğunda şüphe yoktur. Gizli İlimler Hazinesi
denilen kitaplar da Bâbil, Âsur, Sümer, Hitit, Eski Mısır
vs. kültürlerden geçmiş safsatalarla doludur.408
CINLERE İNSANDAN PEYGAMBER OLUR MU?
Peygamberimiz Cinlere de Gönderilmiş Bir Peygamber
midir?
Peygamberimiz için “ins ve cin peygamberi”, Rasûlu’s
sekaleyn” yani iki cinsin (insan ve cinlerin) Rasûlü gibi ifadeler
kullanıldığına şâhit oluyoruz. Eski âlimlerin görüşünün
böyle olduğunu biliyoruz. Bu konuda, Kur’an, Sünnet,
Siyer ve selim akıl ışığında halk arasında kabul gören bu
anlayışı tahlil edelim.
Öncelikle, Kur’ân-ı Kerim, Muhammed aleyhisselâm’ın
kimlere gönderildiğini söylüyor? Cinlere de peygamberlik
yaptığına, tebliğ ettiğine dair bir delil var mı? Peygamberimizin
böyle bir açıklaması var mı? Bu sorulara cevap bulmak
zorundayız.
1- Kur’an, İnsanlara İnsan Peygamber Gönderildiğini
Söyler.
408 A. Osman Ateş, a.g.e. s. 252 vd.
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 223~
Allah sadece insanlardan peygamber seçmez. Her
cinsin kendilerinden peygamber olur: “Allah meleklerden
ve insanlardan elçiler seçer. Doğrusu Allah işitir ve görür.”
409 Meleklere meleklerden peygamber, insanlara insanlardan
peygamber olacağına göre, cinlere de cinlerden peygamber
gönderilmiş olması gerekir.
Eğer yeryüzünde yaşayanlar insan değil de melek
olsaydı, o zaman onlara meleklerden bir peygamber
gönderilirdi: “De ki: Eğer yeryüzünde, (insanlar yerine)
yerleşip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten bir
melek peygamber indirirdik.”410 İnsan aklı da, insanlara kendilerinden
bir peygamber gönderilmesini ma’kul görür.
İnsan dışında başka bir varllık peygamber olarak gönderilseydi
o zaman kâfirler, “biz ona nasıl uyalım, o farklı bir
varlık; biz onun gibi olamayız ki” derler ve insan olmayan
bir peygambere itaat edemeyeceklerini söylerlerdi. O yüzden
peygamberimizin yaratılış ve ontolojik açıdan aynen
bizim bir benzerimiz olduğu ifade edilir: “De ki: ‘Ben, ancak
sizin gibi bir insanım. Bana sizin ilâhınızın tek bir ilâh
olduğu vahyolunuyor. Şu halde O’na yönelin ve O’ndan bağışlanma
dileyin. Şirk koşanların vay hallerine!”411 Bize gönderilen
peygamber de aynen bizim gibi bir beşer olmalı.
Kur’ân-ı Kerim ‘ümmet’ kavramını farklı topluluklar
için kullanmaktadır. Söz gelimi, “Yerde debelenen hiç
bir canlı ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki, sizin gibi
ümmet olmasın…”412 âyetinde olduğu gibi hayvanlar ve kuşlar
da birer ümmettir. Peygamberimiz (s.a.s.), köpeğin ve
karıncanın bile bir ümmet (topluluk) olduğunu belirtiyor.413
409 22/Hacc, 75
410 17/İsrâ, 95
411 41/Fussılet, 6
412 6/En’âm. 38
413 Müslim, Selâm 38, 148, hadis no: 2241; İbn Mâce, Sayd 2, hadis no: 3205
AHMED KALKAN
~ 224~
Cinlerin de haydi haydi bir ümmet olduğu anlaşılmaktadır.
Ve her ümmete kendilerinden peygamber
gönderilmiştir: “Her ümmet, kendi peygamberine tâbi
olur.”414;
“Her ümmetin bir peygamberi vardır. Peygamberleri kendilerine
gelince, aralarında adaletle hükmedilir, hiçbirine
zulmedilmez.”415
“…Uyaran bir peygamber gelmiş olmayan hiçbir ümmet
yoktur.” 416
“Ben insanları ve cinleri ancak bana ibâdet etsinler diye
yarattım.”417
Cinler de insanlar gibi ibâdet için yaratıldığına göre,
onların ibâdetleri nasıl olacaktır? Onların birbirleriyle ve
insanlarla, diğer varlıklarla ilişkilerinde helâl ve haramlar
nelerdir, Kur’an bunları izah etmez. Demek ki onların
kendilerine yönelik kitapları vardır, dinlerini kendilerine
anlatan peygamberleri vardır. Ayrıntılı olarak nasıl kulluk
yapacakları, hangi görevlerle ve hangi yasaklarla muhatap
oldukları ifade edilmiş olmalıdır.
Her Peygamber Kendi Kavminin Diliyle Gönderilir:
“Biz her peygamberi ancak kendi kavminin diliyle
gönderdik ki onlara açıklasın. Artık Allah dilediğini sapıklığa
düşürür dilediğini de doğru yola eriştirir. O, yücedir,
hakîmdir.”418 Rasûlullah cinlere de gönderilmiş olsaydı,
414 Buhâri, Tefsir sûre 17, 11
415 10/Yunus, 47
416 35/Fâtır, 24
417 51/Zâriyât, 56
418 14/İbrâhim, 4
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 225~
onların diliyle gönderilmesi gerekecekti. Hâlbuki Hz. Muhammed’in
(s.a.s.) cinlerin dilini bildiğine, onları toplayıp
onlara İslâm’ı anlattığına dair bir bilgimiz söz konusu değildir.
Bilseydi vahiy yoluyla ya da kendi beyanıyla öğrenirdik.
Tebliğ edebilmesi için onların dilinden anlaması gerekirdi.
Bu durumda Hz. Peygamber’in cinlere tebliğinden
söz edilemez. Hâlbuki o risaletini açıkça duyurmakla mükelleftir.
Duyurmazsa görevini yapmamış olur.419
Kur’an Açık Şekilde Peygamberimizi, İnsanlara
Rasûl Olarak Gönderdiğini Söylüyor: Allahu
Teâlâ’nın Hz. Peygamber (s)’e, “Biz seni insanlara
bir rasûl/elçi olarak gönderdik.”420 şeklindeki hitabıyla
onun insanlara peygamber olarak gönderildiği
ifade edilmektedir. Cinlere veya meleklere “tebliğ
eden” bir peygamberden Kur’an söz etmemektedir.
Cinler Rasûlullah’ı (s.a.s.) dinlerken o, cinleri
görmediği gibi onların onu dinlediğinin farkında da
değildi: “De ki: Cinlerden bir topluluğun Kur’an
dinleyip şöyle dedikleri bana vahyolundu: Biz harikulâde
güzel bir Kur’an dinledik.”421 Farkında
olsaydı, “şöyle dedikleri bana vahyolundu” yerine
“şöyle dediler” derdi. Hz. Muhammed’in (s.a.s.)
cinlerden herhangi biriyle konuşarak kendisine in-
419 5/Mâide, 67
420 4/Nisâ, 79
421 72/Cin, 1
AHMED KALKAN
~ 226~
dirilen Kur’an’ı ona tebliğ ettiğini ve kendisine
inanmadıkları takdirde kâfir olacaklarını söyleyip
cehennem azabıyla onları tehdit etiğini göremiyoruz.
Zaten Hz. Peygamber’in cinlere de tebliğ etme
yükümlülüğü olsaydı, Kur’an bir yerinde bu görevi
belirtir ve onlara tebliğ etmesini söyler, tebliğ karşısında
nasıl tavır takındıklarını anlatırdı.
İbn Abbas’ın naklettiği “Hz. Peygamber, cinlere
Kur’an okumadığı gibi, onları görmedi de.”422 şeklindeki
rivayet de Hz. Peygamber (s.a.s.) ile cinler
arasında karşılıklı bir diyalogun olmadığı fikrini
desteklemektedir.
Kur’an, tüm insanlar için hidayet kaynağıdır.
Kur’an’ın insanlar için hidâyet kaynağı olduğu
vurgusu yapılır,423 ama cinlerin hidayet kaynağıdır
ya da insan ve cinlerin hidayet kaynağıdır
denilmez.
Meleklerden Peygamber ve İnsanlardan Peygamberden
Bahseden Kur’an “Cinlerden Peygamber” Olduğunu
Söylüyor mu? “Ey cin ve insanlar topluluğu! İçinizden
size ayetlerimi anlatan ve bu gününüzle karşılaşacağınızı
bildirerek sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?”424 Âyetin
422 Buharî, Tefsir, Cin 1, Ezan 105; Müslim, Salat 149; Tirmizi, Tefsir, Cin
423 2/Bakara, 185, 3/Âl-i İmran, 4, 138;45/Câsiye, 20
424 6/En’âm, 130
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 227~
metninde “rusulun minkum” / “Sizden Rasûller, sizin kendi
cinsinizden peygamberler” deniliyor. O yüzden cinlere cinlerden
peygamber olduğu anlaşılıyor. Bu âyetten anlaşılan;
insanlara olduğu gibi cinlere de kendi içlerinden peygamber
gönderilmiş olmasıdır.
“Biz, bir rasûl göndermedikçe hiç kimseye azap etmeyiz.”
425 Cinler de kulluk için yaratıldıklarına426 ve iman etmeyenlerin
azaba uğratılacağına göre,427 kendilerine peygamber
gönderilmiş olması gerekir.
Cin Sûresindeki Âyetler Bu Anlatılanlarla Çelişmiyor
mu? Kur’an’a baktığımızda Cin sûresinde Kur’an dinleyip
hayran kalan cinlerden bahsedilerek onların bazı
özellikleri bize anlatılmakla birlikte; cinlerin nasıl ibâdet
edeceği, hangi hükümlere nasıl muhatap oldukları, onlara
Rablerinin özel emirleri ve duyuruları söz konusu edilmemektedir.
Yani, Kur’an insan ve cinlerin ortak kitabı gibi değerlendirilemez.
Peygamberimizin de cinlere peygamberlik
yaptığı, onların problemlerini çözdüğü, onlarla sık sık
görüştüğü sözkonusu değildir. Zaten cins farklılığı vardır.
Her topluma kendilerinden bir peygamber gönderilir.
Cinlerin Kur’an’ı dinledikleri ve bir kısmının iman ettiği
Cin sûresinde açıklanır.428 Bu, Kur’an’ın önemini vurgular.
Bu ayetten cinlerin de Kur’an’a hayran kaldığını ve Allah’ın
kitabı olarak iman ettiklerini anlıyoruz.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Kur’an’da net olarak Hz.
425 17/İsrâ, 15
426 51/Zâriyât, 56
427 7/A’râf, 179
428 72/Cinn, 13
AHMED KALKAN
~ 228~
Muhammed’in hem insanların hem de cinlerin peygamberi
olduğu (Rasûlü’s-sakaleyn) ifade edilmemektedir. Makul
olan cinlere cinlerden peygamber gönderilmiş olmasıdır.
Cinleri imanî ve amelî açıdan hidayete sevk etmenin en
münasip yolu, onlara kendi türlerinden elçilerin gelmesi
ve onlara rehberlik etmesidir. Aksi takdirde Rasûlullah’ın
okuduğu Kur’an’ı dinlediği Kur’an’da ifade edilen cinler
-bildiğimiz anlamda cin iseler- tabiatlarının farklı olması
nedeniyle Kitab’ın ancak bir kısmına uyabilirler.
En doğrusunu Allah bilir.
CINLERLE EVLENMEK
İslâm âlimleri, Kur’ân-ı Kerim’de yer alan bazı âyetlere
dayanarak cinlerin kendi aralarında evlenip yapılarına
uygun aile hayatı yaşayarak çocuk sahibi olduklarını söylemişlerdir.
429 Bu âlimlerin görüşlerine delil gösterdikleri
âyetlerden birisinde şöyle buyrulmaktadır: “Oralarda, gözünü
yalnız erkeklerine
çevirmiş (öyle dilberler) vardır ki,
bunlardan önce ne bir insan, ne de bir cin asla kendilerine
dokunmamıştır.”430
55/Rahmân, 56; 18/Kehf, 50 âyetleri, cinlerin de yapılarına
uygun bir şekilde cinsel
ilişkide bulunduklarını ve zürriyete
sahip olmak için kendi aralarında evlendiklerini göstermektedir.
Bu konuda İslâm âlimleri arasında herhangi
bir görüş ayrılığı göze çarpmamaktadır.
Ancak cinlerle insanlar
evlenebilir mi? Cinlere mensup bir kadın ile insan
429 Ebû Ya’lâ el-Ferrâ, el-Mu’temed, s. 174
430 55/Rahmân, 56
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 229~
neslinden bir erkek, ya da bir kadın ile bir cin erkeği evlenebilir
mi? Bu mümkün mü ve İslâm’a göre caiz olur mu?
Bu konuda İslâm âlimleri arasında bazı görüş farklılıkları
olduğu anlaşılmaktadır.
Önceki kültürlerin bir incelemesi, insanlarla cinlerin evlenebildiklerine
dair inancın çok eskilere dayandığını ortaya
koymaktadır. Nitekim eş-Şiblî’nin kaydettiğine göre, babası
insan, annesi cin olan kişilerden doğan kimseye Araplar
“el-Has” demekteydiler. Yine, insan ile cin sihirbazından
dünyaya gelene de “el-Amlûk” diyorlardı.431 İbn Cerîr’in,
Atâ’dan naklettiğine göre ise, İbn Abbâs: “Kişi karısıyla hayızlı
haldeyken cinsel birleşmede bulunursa, şeytan o adamdan
daha önce davranır da, o kadın muhannese (eşcinsel)
hâmile kalır. Muhannesler cin çocuklarıdır.”432 demiştir. İbn
Abbâs’ın bu rivayetinin, devrin yanlış tıp bilgisini yansıttığı
açıktır. Artık
günümüzde, hayızlı haldeyken kadının hamile
kalmayacağı,
bu durumun kadının rahmindeki yumurtanın
parçalanması
sonucu oluştuğu, çocuğun meydana gelmesinin
ise erkeğin sperminin kadının rahmindeki yumurtaya
yerleşmesi neticesi meydana gelen döllenmenin sonucu olduğu,
hayız halinde kadının rahminde döllenecek yumurta
bulunmadığından, cinsî ilişkide bulunulsa bile döllenmenin
söz konusu olmayacağı bilinmektedir. İbn Abbâs’ın,
Kur’an-ı Kerîm’de yer alan bu konudaki
yasağı açıklamak
için başvurduğu tahmin edilen bu rıvayetin Câhiliye kökenli
olduğu hatıra gelmektedir. Çünkü yanlış bir tıp bilgisinin
ürünü olan bu rivayetin, Allah katından
vahiy alan Hz.
Peygamber’e nisbet edilemeyeceği açıktır. İbn Abbâs, bunu
431 Şiblî, Ahkâmü’l-Cân: s. 97; Garâibü ve Acâibü’l-Cin, s. 91; Terc. Cinlerin
Esrarı, s. 119
432 Şiblî, Ahkâmü’l-Cân, s. 91, 105; Garâibü ve Acâibü’l-Cin, s. 85, 99;
Terc, Cinlerin Esrarı, s. 119
AHMED KALKAN
~ 230~
Ehl-i Kitâb’dan da almış olabilir. Çünkü onlarda da bir erkeğin
hayızlı halde hanımına yaklaşması yasaktır.
433 Kur’an-ı
Kerîm’in bu konudaki yasağının, bu durumdaki
kadınların
ruh ve beden sağlıklarının korunmasına yönelik olduğu
hususu açıklanmaya muhtaç değildir.
İslâm âlimlerinden bir grup, Kur’an-ı Kerîm’de yer alan
bazı âyetlerle, bir kısım hadisleri delil göstererek, cinlerle
evlenmenin mümkün ve bunun
dince caiz olduğunu ileri
sürmüşlerdir, İbn Nuceym, el-Hasenü’l-Basrî’ye cinlerle
nikâh hakkında sorulduğunda, onun böyle bir nikâhın şâhidsiz
olarak caiz olduğunu söylediğini kaydetmektedir.434
ed-Demirî ise, Kur’an ve ilim ehli bir zat tanıdığını, bu kişinin
kendisine, birer birer olmak üzere cinlerden toplam
dört tane kadınla evlendiğini söylediğini kaydetmektedir.
435 eş-Şiblî ise cinler hakkında te’lif etmiş olduğu
eserinde,
cinlerle nikâhın mümkün olduğunu savunmaktadır.
eş-Şiblî bu konuda şunları söylemektedir: “Hz. Peygamber’in
cinlerle evlenmeyi yasaklaması, fukahânın, cinlerle
insanlar arasında nikâh caiz değildir demeleri, Tâbiin’den
bazı kimselerin bunu hoş karşılamaması, böyle bir şeyin
mümkün olduğunu
gösterir. Çünkü mümkün olmayan bir
şeyin caiz olduğuna
veya meşru olmadığına hükmedilmez.
436 eş-Şiblî’nin Rasûlullah’ın cinlerle nikâhı yasakladığını
bildirdiği rivayet, sahih kaynaklarımızda yer almayan
mürsel bir nakildir ve hadis âlimlerinden Zührî’ye nisbet
edilmektedir.437
433 Tevrat, Levililer, 15/19-24, 22/5-7
434 İbn Nuceym, el-Eşbâh ve’n-Nezâir, I, 302
435 Demîrî, H. Hayavân, I, 302
436 Şiblî, Ahkâm, s. 91; Garâib, s. 85-86; Terc. Cinlerin Esrarı, s. 109
437 Demiri, H. Hayavan. 1, 302; İbn Nuceym, el-Eşbâh ve’n-Nezâir, s. 131
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 231~
Şiblî, cinlerle insanların evlenmelerinin mümkün olduğundan
başka, bunun meydana geldiğine dair bazı hikâyeler
de kaydediyor.438 Şiblî’nin cinlerle insanların evlenmesinin
mümkün olduğuna dair delilleri ve bu konudaki görüşü
ise şöyledir: “Bunun imkân ve vukuuna gelince, insanların
cinlerle veya cinlerin insanlarla evlenmesi mümkündür.
Seâlibî der ki: insanlarla cinler arasında evlenmek ve
çoluk-çocuk sahibi olmak mümkündür. Çünkü Allah, ‘Mallarına,
çocuklarına ortak ol’ buyurmuştur.
Allah Rasülü de
şöyle buyurmuştur: “Kişi hanımı ile cinsel ilişki kurduğunda
besmele çekmezse, şeytan onun erkeklik organına hulûl eder
ve onunla beraber cima eder.”439
Cins ayrılığından dolayı cinlerle insanların
evlenmesinin
mümkün olmadığına dair İslâm âlimleri
tarafından
delil gösterilen âyetler olaya netlik
kazandırmaktadır. İmam Mâlik’in, zina yoluyla
hamile kalan kadınlara, bu çocuğun babası kimdir?
diye sorulduğunda, “Cindir” diyerek hukukî
sorumluluktan kurtulmak isteyeceklerini, böylece
toplumda fesadın, fuhuş ve ahlâkî çöküntünün
yayılacağını, bu açıdan cinlerle nikâhı şahsen hoş
karşılamadığını söylediği ifade ediliyor. Hâlbuki
dinen yapılmasında bir sakınca görülmeyen hususların
toplumun
fesadına değil, ıslâhına ve faydasına
hizmet edeceği açıktır.
Toplumun bozulmasına
sebep olan hususları yapmanın dinen sakıncalı
438 Şiblî, Ahkâm, s. 94, 101; Garâib, s. 89-95; Terc. Cinlerin Esrarı, s. 114-124
439 Şiblî, Ahkâm, s. 91; Garâib, s. 85; Terc. Cinlerin Esrarı, s. 109
AHMED KALKAN
~ 232~
olduğu herkesçe malumdur. O zaman, müslümanlar
arasında zina ve fuhşun yaygınlaşmasına, fesadın
yerleşmesine
sebep olacağı biidirilen “Bir insanın
cinlerle evlenmesi
hususu” dinen nasıl sakıncalı
olmaz? Bunu kabul etmenin
mümkün olmadığı
açıktır. Her iki cinsin evlenmeleri,
cinsel ilişkide
bulunup çocuk sahibi olmaları zaten yaratılışları
açısından mümkün değildir. Çünkü cinler ruhanî,
insanlar cismânî varlıklardır.
Şiblî, insanlarla cinler arasında cins ayrılığı olduğunu
kaydetmekte ve Cenâb-ı Hakk’ın bize kendi cinsimizden
eşler yarattığını söyleyerek bazı âyetleri bu konuda delil
getirmektedir. Onun görüşüne göre, cinler kendi cinsimizden
olmadığına
göre, Allah (c.c.) onları bize eş olarak yaratmamıştır.
Kendi cinsimizden olan kadınları, onlarla yaşamamız
için yaratmıştır. Şiblî, cinlerle insanların evlenmesi
konusunda şer’î engel de bulunduğunu kaydederek, nikâh
ile eşlerin bir arada tatlı
tatlı yaşayıp gitmelerinin hedef
alındığını, evlilikte karşılıklı
sevgi ve saygının olması gerektiğini,
oysa cinlerle insanlar arasında sevgi ve saygı bulunmadığını
kaydetmektedir.440 Şiblî’ye göre, iki cins arasında
düşmanlık hâlâ devam etmektedir ve: “(Allah da): ‘Birbirinize
düşman olarak inin. Siz yeryüzünde belli bir süreye
kadar kalacak ve orada geçim süreceksiniz’ dedi.”441
“Allah size kendi cinsinizden (min enfusikum) eşler yarattı,
eşlerinizden de sizin için oğullar ve torunlar türetti; sizi
güzel ürünlerle rızıklandırdı.”442
440 Şiblî, Ahkâm, s. 93-94; Garâib, s. 87-88; Terc. Cinlerin Esrarı, s. 112-114
441 7/A’râf, 24
442 16/Nahl, 72
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 233~
“Kendileriyle huzura kavuşacağınız kendi türünüzden
(min enfusikum) eşler yaratıp aranıza “meveddet ve rahmet”
(sevgi ve şefkat duyguları) yerleştirmesi de O’nun âyetlerindendir
(varlığının ve birliğinin belgelerindendir). Doğrusu
bunda iyi düşünen kimseler için dersler vardır.”443
Bu iki âyette de eşlerin kendi cinsimizden, kendi türümüzden
olacağı “min enfusikum” şeklinde belirtiliyor. Başka
türden bir varlıkla evlenmemimizin mümkün olmadığını
bu âyetlerden net olarak çıkarabiliriz.
Müfessirler, kaydettiğimiz son âyette geçen (rahmet)
kelimesi
ile cinsel ilişki, (el-meveddet) kelimesi ile de çocuk
kasdedildiğini bildirmişlerdir.444 Bu durumda, bu âyetten,
insanlarla cinler arasında cinsel ilişki ve çocuk sahibi
olma hususunun
mümkün olmadığı, bunun ancak insanla
insan arasında mümkün olabileceği anlaşılmaktadır. Kısacası
bu âyet, cinle insanın cinsel ilişkisinin ve bu yolla çocuk
sahibi olunmasının imkân dâhilinde olmadığına işaret
etmektedir. İbn Nuceym, bazı İslâm âlimlerinin, kaydettiğimiz
bu âyetleri insanların cinlerle nikâhının haram olduğuna
delil saydıklarını kaydetmektedir.
445
İnsanlarla cinler arasında nikâhın mümkün
olmadığını,
konuyla ilgili olarak zikredilen dinî delillerin sadece bunun
caiz olmadığını değil, aynı zamanda böyle bir şeyin fiilen
imkân dâhilinde olmadığına delâlet ettiğini kaydetmek
durumundayız.
Halk arasında rastlanılan konuyla ilgili rivayetlerin
asılsız olduğunu, cinlerle evli olduğunu ileri süren
kimselerin ruhsal açıdan rahatsız olduklarını ve tedaviye
ihtiyaçları olduğunu belirtmek istiyoruz.446
443 30/Rûm, 21
444 Kurtubî, el-Câmi, XIV, 17
445 İbn Nuceym, el-Eşbâh ve’n-Nezâır, s. 131
446 A. Osman Ateş, a.g.e. s. 147 ve devamı
AHMED KALKAN
~ 234~
CINLER, VAHYE MÜDÂHALE EDEBILIR MI?
GARANIK OLAYI GERÇEKLEŞMIŞ MIDIR?
Bilindiği gibi Garanik olayı yaklaşık olarak şöyle rivayet
edilir. Şeytanın etkisiyle Rasûlüllah’ın (s.a.s.) Mekkeli
müşriklerin ileri gelenlerine, Kâbe’nin yanında Necm
sûresini okurken, Şeytan’ın etkisiyle dilinden müşriklerin
putlarını övecek şeyler çıktığı rivayet edilir. Bu olayın etkisiyle
müşriklerin de, peygamber ile beraber secdeye gittikleri
ve bunu haber alan Habeşistan’daki müslümanların
da olayı Müşriklerin İslâm’ı kabul ettikleri şeklinde anlayarak,
Mekke’ye geri döndükleri anlatılır.
Böyle bir olayın gerçekleştiği iddiası asla kabul edilemez.
Zira Yüce Allah peygamberini şirki övmesi için değil, ondan
sakındırması için göndermiştir. Seçtiği elçiler de hiçbir
zaman bunun dışına çıkamazlar. Şayet (hâşâ) çıkarlarsa
ânında bütün kudretlerini kendilerinden giderecek şekilde
kendilerine müdahale edeceğini bildiren de Allah’tır; “Eğer
o, (Muhammed), bazı laflar uydurup bize iftira etseydi,
Muhakkak onun sağ elini (bütün güç ve kudretini) çekip
alıverirdik.”447 Kaldı ki şeytanların peygamberlere değil de
kendilerine uyup Allah’ın korumasından çıkanlara müdahale
edebileceklerini de yine Kur’an apaçık bir şekilde
bildirmektedir; “Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim
mi? Onlar, ‘gerçeği ters yüz eden’, günaha düşkün olan
her yalancıya inerler. O yalancılar, (şeytanlara) kulak verirler,
çokları da yalan söylerler.”448
Diğer yandan Garanik olayıyla ilgili olduğu söylenen
Necm sûresindeki ayetlere baktığımızda da,
böyle bir olayın asla söz konusu bile olamayacağını
447 69/Haakka, 44
448 26/Şuarâ, 221-223
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 235~
kolaylıkla görebiliriz. “(Allah’ı bırakıp taptığınız)
Lât(ın), Uzzâ (nın) ve (bunların) üçüncüsü olan
diğer Menât (ın herhangi bir şey hakkında zerrece
kudretleri var mı?) Bize haber verin. Erkek size,
dişi Allah’a mı? Eğer böyleyse, bu, çarpık bir paylaşma.
Bu (putlar) sizin ve atalarınızın (kendi istek
ve öngörünüze göre) isimlendirdiğiniz (keyfi)
isimlerden başkası değildir. Allah, onlarla ilgili
‘hiçbir delil’ indirmemiştir. Onlar, yalnızca zanna
ve nefislerinin (alçak) heva (istek ve tutku) olarak
arzu ettiklerine uyuyorlar. Oysa andolsun, onlara
Rablerinden yol gösterici gelmiştir.” 449
Dolayısıyla Hac sûresi elli ikinci ayetini bu olayın
olduğuna değil, olmadığına delil görmek daha
doğru olacaktır. “Biz, senden evvel hiçbir Rasûl,
hiç bir nebi göndermedik ki o, (bir şey) arzu ettiği
zaman şeytan onun dileği hakkında ille (bir fitne
meydana) atmış olmasın. Nihayet Allah, şeytanın
ilka edeceği (o fitneyi) giderir, iptal eder. Yine Allah
ayetlerini sâbit (ve mahfuz) kılar. Allah (her
şeyi) hakkıyla bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.”
450 Görülüyor ki Allah, şeytanın peygamberin
daveti ile ilgili oluşturmak istediği kirleri ve zihin
449 53/Necm 19-23
450 22/Hacc, 52
AHMED KALKAN
~ 236~
karışıklıklarına izin vermeyeceğini ve peygamberini
ve hak daveti koruyacağını beyan buyurmaktadır.451
CINLER HASTALIKLARA SEBEP OLABILIR MI?
Akıl Hastalıklarının Cinlerle İlgisi
Yahudi ve Hıristiyanlarda, delirme vakalarının cinlerden
meydana geldiğine dair bir kanaatin mevcut olduğunu,
İnciller’de Hz. İsa’nın bir mucize olarak cinleri
kovmak sûretiyle delileri iyileştirdiğinden söz edildiğini
görmekteyiz.452
Birtakım İslâmî rivayetlerde de, bazı delilerin okunmak
sûretiyle tedavi edildiğinden bahsedilmektedir.
Ancak bu rivayetlerin çoğunda, ashabdan bazılarının
bu işlemi yaptığı nakledilmektedir. Hz. Peygamber’in
bizzat okumak sûretiyle cinleri kovup, delileri tedavi
ettiğinden söz eden rivayetlerin sayısı çok azdır. Sahih
hadis kaynaklarımızda ise, Rasûlullah’ın böyle bir uygulamasından
bahseden rivayete rastlanılamamıştır.
Konuyla ilgili rivayetlerden bir tanesi ed-Dârimî tarafından
İbn Abbâs’tan (r.a.) nakledilmiştir. Buna göre, bir kadın
Hz. Peygamber’e çocuğunu getirmiş ve “Bu çocuğumu cin
çarpıyor, sabah akşam onun aklını alıyor ve üzerimize pisliyor”
dîye şikâyet etmiştir. Hz. Peygamber de bu çocuğun
göğsünü sıvazlamış ve duâ etmiştir. O zaman çocuk derhal
451 Abdülhakim Beyazyüz, Haksöz
452 Yuhanna, 8 / 48, 49; 10/ 19-21; 17/ 19-20; Luka 4 / 41; 7/28-34; 11 / 14-22; Matla,
4/ 24; 9/ 32-34; II / 11-19; 12 / 22-29; Markos 3/20-27; 16/9
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 237~
kusmuş ve içinden “siyah köpek yavrusu gibi” bir şey çıkarak
koşup gitmiştir.453
Ancak, Hz. Peygamber’in deli çocuğu iyileştirdiğinden
bahseden ed-Dârimî’nin yukardaki rivayeti zayıftır.454
ed-Dârimî, aynı olaydan bahseden bir başka rivayeti
Câbir’den (r.a.) nakletmiştir. Bu rivayet olaya biraz daha
açıklık getirmektedir. Buna göre, “Hz. Peygamber’le beraber
bir sefere çıktıklarında, bir kadın Rasûlullah’a başvurarak,
‘Ey Allah’ın Elçisi.’ Bu oğlumu şeytan her gün üç kere
tutuyor’ dedi. Hz. Peygamber çocuğu aldı ve onu bineğinin
ön tarafına kucağına oturttu. Sonra üç kez: ‘Uzaklaş ey Allah’ın
düşmanı, ben Allah’ın Elçisiyim’ buyurdu. Sonra da
çocuğu kadına verdi. Yolculuğu bitirerek oraya uğradıklarında,
o kadın çocuğuyla beraber Hz. Peygamber’in huzuruna
çıktı. Yanında iki tane koç getirmişti. ‘Yâ Resülallah!
Hediyemi kabul et. Seni hakla gönderen Allah’a yemin olsun
ki, daha sonra (çocuğumu tutan şeytan) bir daha geri
453 Dârimî, Mukaddime, 4, (Sünen, I, 11-12)
454 Rivayetin senedinde yer alan râvîlerden Ferhad b. Ya’kûb es-Sebhî hadis âlimleri
tarafından tenkîd edilmiş, sika olmadığı, hafızasının zayıf olduğu, münker rivayetler
naklettiği bildirilmiştir. Yine bu râvînin Ahkâm ve Sünnet’te delil olmadığı zikredilmiş,
kendisi güvenilir hadisçilerden kabul edilmemiştir (Zehebî, Mîzânü’l-İ’tidal, III, 345-346;
İbn Hacer, T. Tehzîb, IV, 483-484). Hadis âlimleri, yukardaki rivayetin senedinde yer alan
Hammâd b. Seleme hakkında da ihtilâf etmişlerdir. Yaşlandığında hafızası bozulduğu için
el-Buhârî tarafından kendisinden rivayetin terkedildiğı kaydedilmektedir (İbn Hacer, T.
Tehzîb, II, 12). Ayrıca Hz. Peygamber’e çocuğunu getiren kadının ve tedavi edilen çocuğun
kimliği de meçhuldür. “Siyah köpek yavrusu gibi bir şey” olup, “çocuğun içinden
çıkarak koşup giden şey” de müphemdir. Câhiliye Araplarında da “Siyah” rengin uğursuz
sayıldığı, cin ve şeytanlara, kötü varlıklara, mahiyeti anlaşılamayan, insan bilgisinin
ve idrakinin ulaşamadığı, iradesinin hükmedemediği yerlere bu rengin nisbet edildiği
görülmektedir. Nitekim Eski Mısır Dini’ndeki telakkiye göre, cinler, kara vücutlu insan
şeklinde yaratıklar olup, Re’nin düşmanı sayılırlardı. Bu durumun günümüzde de böyle
olduğu gözlenmektedir. Dilimizde de, “Kara Şeytan”, “Kara Yılan”, “Kara Dinli”, “Kara Kâfir”
gibi kullanımların mevcut olduğunu görmekteyiz. Bu ve benzeri rivayetlerde câhiliye
döneminin siyah rengi şer ve uğursuz sayan, siyah köpeği cin kabul eden anlayışının
tesiri açıkça ortaya çıkmaktadır. Siyah derili Afrikalı veya Afrika kökenli insanlara, yani
zencilere karşı ırkçı ve aşağılayıcı tavır da, renkleriyle ilgili olmalıdır.
AHMED KALKAN
~ 238~
gelmedi’ dedi. Hz. Peygamber de ‘O koyunlardan bir tanesini
kabul edin’ buyurdu.455 Ancak, ed-Dârimî’nin bu ikinci
rivayeti de sahih değildir.456
Konumuzla ilgili olarak ibn Mâce’nin kaydettiği iki rivayet
vardır. Bunlardan ilki, Ebû Leylâ el-Ensâri’den (r.a.) nakledilmiştir.
Buna göre, Hz. Peygamber’in yanına bir bedevi
gelerek, ‘Hasta bir erkek kardeşim var’, demiştir. Hz. Peygamber
de, ‘kardeşinin hastalığı nedir?’ diye sorunca bedevi:
‘Kardeşimde bir çeşit delilik (lemem) var’ deyince, Hz.
Peygamber de bedeviye, ‘Git, onu bana getir’ buyurmuştur.
Bedevi kardeşini getirdikten sonra, Hz. Peygamber, şifâya
kavuşması için Allah’a sığınarak ona Fâtiha, Bakara sûresinin
başından dört âyet, ortasından “Ve ilâhukum ilâhun
vâhıd” âyetiyle, Ayetü’l-Kürsî, Bakara’nın son üç âyeti, Âl-i
İmrân sûresinden bir âyet: “Şehida’llahu ennehû lâ ilâhe illâ
Hû”, A’râf sûresinden “İnne Rebbekumu’llezi haleka” âyeti,
Mü’minûn sûresinden “Ve men yed’u me’a’llahi ilâhen âhara”
âyeti, Cin sûresinden “Ve ennehû Te’âlâ Ceddu Rabbinâ
... âyeti, Saffât sûresinin başından on âyet, Haşr sûresinin
sonundan üç âyet, İhlâs ve Muavvizeteyn sûrelerini okudu.
Bedevi de şifâya kavuştu ve hiçbir sıkıntısı kalmadı.”457
Ancak yukarıda kaydetmiş olduğumuz bu rivayet de sahih
değildir.458
455 Dârimî, Sünen, I, 10-11 (Mukaddime, 4); Krş. Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 170-171
456 Hadisin isnadında yer alan râvîlerden Ubeydullah b. Musa’nın müfrit şiîlerden
olup, zabtının zayıf olduğu, münker şeyler naklettiği kaydedilmiş, İsmâîl b. Abdilmelik’in
de hafızasının zayıf olduğu, münker rivayetler naklettiği bildirilmiştir (Krş. İbn Hacer, T,
Tehzîb, I, 201; IV, 36-37). ed-Dârimî’nin yukarıda kaydedilen son rivayetiyle uygunluk
arzeden ve Ahmed b. Hanbel tarafından Ya’lâ b. Mürre’den nakledilen bu konudaki iki
rivayetin de (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 170-171) bu hususta delil olamayacağı anlaşılmaktadır.
Çünkü bunlarda yer alan râvîlerden Abdurrahmân b. Abdilazîz el-Ümâmî
(v.162) ile Minhâl b. Amr el-Esedî hadis âlimleri tarafından cerhedilmiştir (Ahmed b.
Hanbel, Müsned, IV, 170-171).
457 Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 170-171
458 Rivayetin senedinde yer alan râvîlerden Yahya b. Ebî Hayye Ebû Cenâb el-Kelbî
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 239~
İbn Mâce’nin kaydettiği diğer rivayet ise, Osman b. Ebi’lÂs’tan
(r.a.) gelmektedir. Buna göre Osman b. Ebi’l-Âs, Tâif
valiliğine tayin edildiği dönemde, namazda kendisine bir
hal olmaya başladığını, ne kıldığını bilemez duruma geldiğini,
bunun üzerine kalkıp Medine’ye gittiğini, Hz. Peygamber’e
durumu arzettiğini nakletmektedir. Rasûlullah,
Osman b. Ebi’l-Âs’tan durumu öğrenince: ‘Anlattığın şey
şeytandır, onu bana yaklaştır’ buyurdu. Osman da, Hz. Peygamber’in
yanına vararak diz çöktü. Rasûlullah (s.a.s.) mübarek
eliyle onun göğsüne vurdu ve ağzının içine tükürdü
ve: ‘Çık, ey Allah’ın düşmanı’ dedi. Bu işi üç defa tekrarladı.
Sonra da Osmân b. Ebi’l-Âs’a: ‘Git vazifenle meşgul ol’
buyurdu. Osman (r.a.): ‘Hayatıma andolsun ki, ondan sonra
şeytanın bana sokulduğunu zannetmiyorum’ dedi.459 el-Hâkim,
bu rivayetin isnadının sahih olduğunu söylemiştir. Bu
durumda bu rivayetin metninin problemli olduğu ortaya
çıkıyor. Bu rivâyet, ilmî açıdan tam sekiz delilden dolayı sahih
değildir. 460
el-Kûfî (v.147) hadis âlimleri tarafından şiddetle tenkid edilmiştir. Yahya el-Kattân, ondan
rivayeti helal saymamış, hemen hemen bütün hadis âlimleri onun zayıf bir kimse
olduğunu, münker şeyler naklettiğini, tedlîs yaptığını, meşhur sika kimselerden işitmediği
şeyleri işitmişcesine naklettiğini, metruk olduğunu kaydetmişlerdir. (Zehebî, Mizânü’l-
İ’tidâl, IV, 371; İbn Hacer, T.Tehzîb, VI, 129-130). Hâfızası zayıf ve bu yüzden metruk
bir ravînin, bahsettiği hastalığa bir reçete mahiyetinde okunduğunu ileri sürdüğü
bu âyetleri nasıl hatırında tuttuğu doğrusu ilginç bir husustur. Duymadığı şeyleri sika
kimselerden duymuş gibi nakleden bir zâtın, bu rivayeti de uydurmuş olabileceği ister
istemez hatıra gelmektedir. Bu sebeple bu rivayetin de konumuzla ilgili olarak delil olamayacağı
açıktır. Bu rivayeti yine Ebu Cenâb el-Kelbî vasıtasıyla kaydeden el-Hâkim’in,
“Bu hadis mahfuz ve sahihtir” şeklindeki görüşüne katılmak da mümkün değildir.
459 İbn Mâce, Tıb 46, hadis no: 548
460 İlmî olarak tam sekiz delilden dolayı bu rivayet sahih değildir. Açıklayayım:
1- Kur’an’da şeytanın Allah’ın kulları üzerinde bir hâkimiyetinin sözkonusu olamayacağı
net şekilde ifade edilirken, bu rivâyet, Allah rasûlünün Taif’e vali olarak tayin ettiği seçkin
bir sahabisinin şeytanın hâkimiyeti altına girdiğini, hatta şeytanın içine girip ona musallat
olduğunu belirtiyor. Allah rasulü, Kur’an’a ters bir şey söylemez. Kur’an, Kur’an’ın
beyanına göre “Furkan”dır; doğru ile yanlışı, sahih ile sahih olmayanı ayıran, belli eden
bir kitaptır, bir sağlamadır. İbnu’l-Cevzî’nin mevzu hadisleri tanımak için tesbit ettiği kaidelerin
ilki şudur: Hadisin Kur’an’a arzedilmesi: Eğer hadisin metni Kur’an nasslarına
açık bir muhalefet içeriyorsa, bu hadis ya çok zayıf, ya merdud ya da mevzu’dur. Hâkezâ
sahih, mütevatir, meşhur ve müstefîd olan hadise muhâlif olduğunda da reddedilir.
AHMED KALKAN
~ 240~
İkincisi; Bir hadisin muhtelif rivayetlerinin birbirine arzedilmesi (İmam Şevkânî, Mevzu
Hadisler, s. 101). İbn Kayyım el-Cevziyye’nin mevzu hadisin bilinmesiyle ilgili tespit ettiği
kaidelerden on üçüncüsü: Hadisin, Kur’an’ın sarih nassına aykırı olması”, üçüncüsü
ise: Hadisin çirkin manalı ve alay edilebilecek ifadeler içermesi” sayılır (Şevkânî, aynı
yer). Aşağıda, son madde olarak Kur’an’a arzedeceğim bu rivayeti.
2- İbn Mâce’nin bu rivayetini nakleden râvîlerin zabt yönünden kusurlu oldukları ortaya
çıkmaktadır. Çünkü olayı gerçek yönüyle zaptedip nakledememişlerdir. Ayrıca İbn
Mâce’nin mezkûr rivayetinde Osman b. Ebi’l-Âs (r.a.) “Ömrüne yemin etmektedir.” Rivayete
göre bu olay, kendisinin Tâif valiliği esnasında meydana gelmiştir. Bu da, İslâm’ın
tebliğinin hemen hemen tamamlandığı, Hz. Peygamber’in ömrünün son zamanlarına
rastlamaktadır. Çünkü Taif, Mekke’nin fethinden sonra kuşatılmıştır. İşte Osman b. Ebi’lÂs,
Taif valisi olduğu dönemde başına gelen bir olaydan söz ettiği bu rivayette “Ömrüne
yemin etmektedir.” Hâlbuki bu bir Câhiliye dönemi alışkanlığıdır (Bkz. Abdürrezzak, Musannef,
VIII, 470; Necîramî, Eymânü’l-Arab, s. 31) ve Hz. Peygamber, ashabını Allah’tan
başka şeylere yemin etmekten sakındırmıştır (Buhârî, Eymân, 4,5; Müslim, Eymân, 1-6;
Ebû Dâvud, Eymân, 4/3248-3251; Tirmızî, Nuzur ve’l-Eymân, 8/1533-1535; Nesâî, Eymân,
4/3762-3706). Bu açıdan İbn Mâce’nin rivayeti metin yönünden de problemlidir.
3- İbn Mâce’nin bu rivayetinde yer alan ve Osman b. Ebi’l-Âs’a ait olduğu zikredilen, “...
Bundan sonra şeytanın bana sokulduğunu sanmam” ifadesi de üzerinde durmaya değer
problemli bir sözdür. Kur’an-ı Kerîm ve hadislerden, her insanın şeytandan bir yoldaşı
olduğu ve onu saptırmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Nitekim Kur’an-ı Kerîm’de, “Yanındaki
şeytan: Rabbimiz! Ben onu azdırmadım, fakat kendisi derin bir sapıklıktaydı, der” (50/
Kaf, 27) buyurulmaktadır. Bazı hadislerde de ‘her insanın beraberinde bir şeytan bulunduğu,
buna Hz. Peygamber’in de dâhil olduğu, ancak O’nun (s.a.s.) Allah’ın yardımıyla
şeytanın şer ve fitnesinden korunduğu bildirilmektedir (Müslim, Münâfıkîn 69/70;
Nesâî, İşret 4/3949; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 257). Bu durumda, Resûlullâh’tan başkasının
şeytanın şer ve fitnesinden emniyette olmadığı anlaşılıyor. Çünkü Hz. Peygamber,
kendisini kıskanan Hz. Âişe’ye, “Ne oldu yâ Âişe, şeytanın mı geldi?” demiştir (Müslim,
Münâfıkîn 70; Nesâî, İşret 4/3949; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 115). Bu sebeple Osman
b. Ebi’l-Âs’ın, bundan sonra bir daha şeytanın kendisine sokulmadığına dair sözünü
sahih kabul etmek mümkün görünmüyor.
4- Rasûlullah’ın bir sahabisinin ağzına tükürmesi, hem de bunu 3 defa tekrar etmesi,
Peygamberimizin insan sağlığına gösterdiği özene, kibarlığına, insan psikolojisinin böyle
bir şeyden hoşlanmayacağını bilmesine ters düşer. Peygamberimiz, başkalarının en küçük
ihtimalle bile tiksineceği bir şey yapmaz; kimsenin ağzına tükürmez. Mevzu hadislerin
bir ölçüsü de, hadisin çirkin manalar içermesidir. Şimdi, binlerce hadis rivayetinin
içinden sahih hadis diye seçtiğiniz bu hadisi sahih kabul ederek, Peygamberimizin bu rivayette
bahsedilen sünneti diye insanları tedavi ederken ağzını açtırıp üç defa tükürüyor
ve bunu sünnet diye Peygamberimize mi atfediyorsun? İnsanlara dini ve Peygamberimizi
ağza tükürmeyle anlatıyorsun? Hele, günümüzün musibeti olan koronavirüsün ağız ve
burun yoluyla bulaştığını da önemsemeden sünnet diye Peygamberimize de iftira atarak
ağzınızın mikroplu salyalarını başka birisinin ağzına tükürerek boşaltacaksınız. Böyle
yapınca Allah razı olacak, hadislere inanmış olacaksınız, bu rivayetleri ilmî delillerle kabul
etmeyenlere de çok rahatlıkla “hadis inkârcısı” diyeceksiniz, öyle mi? Sünnet diye
insanların ağzına tükürün bakalım, mümkün o sünneti(!) birileri de size uygular. Sünnet
sevabı daha büyük olsun diye, birisinin toplum içinde şu korona günlerinde toplumun
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 241~
içinde o fiili uygulasın, her ikiniz de sevaba girmiş olun. Cüppeli, sünnet denilince sümük
anlıyor, siz de sünnet denilince ağza tükürmeyi anlıyorsunuz. Biz, sünnet denilince
Kur’an’ın hayata geçirilişi, yaşanılan Kur’an olarak anlıyoruz.
5- Bu rivayeti, İbn Mâce’den başkası kitabına almamıştır. Ama aynı olay, Sahih-i Müslim’de
şöyle geçer. Müslim’in rivayetinin, bu olayı daha iyi zabtettiği ortaya çıkmaktadır.
Müslim’in rivayeti şöyledir: Osman bin Ebi’l Âs Peygamber’e (s.a.s.) gelerek: “Yâ Rasûlallah!
Muhakkak şeytan benimle namazımın ve kıraatin arasına girdi. Onu bana karıştırtıyor”
dedi. Rasulullah (s.a.s.) de: “Bu Hinzeb denilen bir şeytandır. Onu hissettiğin vakit
ondan Allah’a sığın ve sol tarafına üç defa tükür” buyurdu. Osman: Ben bunu yaptım; Allah
da onu benden giderdi, demiş.” (Müslim, Selâm 68, hadis no: 2203; Sahih-i Müslim
Tercüme ve Şerhi, A. Davudoğlu, c. 9, s. 630-631). Aynı yerde farklı râvilerden aynı ifadelerle
hadis tekrar ediliyor. Yani, aynı hadisi farklı râviler tarafından rivayet edilen iki
ayrı varyantı daha vardır. Yine, bu Müslim’in rivayet ettiği hadis, Ahmed bin Hanbel’in
Müsned’inde de vardır.
6- Asahhu’l Kütüb’deki rivâyet tercih edilir: İmam en-Nevevî, Müslim’e yazdığı şerhin
mukaddimesinde şöyle der: “Ulemâ, Kur’ân-ı Kerim’den sonra ‘asahhu’l-kütüb’ün Buhârî
ve Müslim’in Sahih’leri olduğunda ittifak etmişlerdir. Bilindiği gibi “asahhu’l kütüb”, ihtivâ
ettikleri hadisler bakımından “kitapların en sahihi” manasında kullanılan bir tâbirdir.
O yüzden aynı olayla ilgili anlatılan rivayetin İbn Mâce’deki değil; Müslim’in Sahih’indeki
rivayet daha sahih kabul edilir ve diğerine tercih edilir. Yukarıda geçtiği üzere; İbnu’l
Cevzî de öyle diyordu: “Sahih, mütevatir, meşhur ve müstefîd olan hadise muhâlif olduğunda
da o rivayet reddedilir.”
7- Sünen’ler içerisinde en çok eleştiri alan hadis kitabı İbn Mâce’nin Sünen’idir. Bu eserde
birtakım uydurma rivayetlerin olduğu genellikle bilinen bir husustur. İbn Cevzi, bu kitaptaki
uydurma hadisleri tespite çalışmıştır. Bu uydurmaların 34’ünü İbnu’l Cevzî, Mevzuat
kitabına almıştır. Ez-Zehebî ise (Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nubelâ adlı eserinde (cilt
12, s. 279), “İbn Mâce’nin Sünen’inde delil olması mümkün olmayan hadislerine gelince,
yaklaşık bin civarındadır.” demiştir. Zaten ulemâ da, bir kimsenin sahih olanla olmayanı
ayıracak bilgiye ve ehliyete sahip değilse, sırf İbn Mâce’de var diye bu kitaptaki hadisleri
delil olarak kullanmasının doğru ve câiz olmadığını açıkça belirtmişlerdir (el-Leknevî,
el-Ecvibetu’l-Fâdıla, s. 71; Harun Ünal, Mevzuat, s. 616-617).
8- Bu rivâyet, Kur’an’a terstir.
Bu rivâyetin Kur’an’a Ters Olmasına gelince…
“Şüphesiz, azgınlardan sana uyacak olanlar dışında, kullarım üzerinde senin hâkimiyetin
(sultan, musallatlığın) olmayacaktır.” (15/Hıcr, 42). Yani, Benim kullarıma karşı senin bir
gücün yoktur. Senin gücün ancak sana uyan azgınlara yeter, der. Peki, şeytana uyan azgınların
durumu nedir? Ona uyanlar, cehennemliklerdir: “Kuşkusuz cehennem, o sana uyanların
tamamının buluşma yeri olacaktır.” (15/Hıcr, 43). Bu âyetler ışığında Peygamberimizin
güzide sahabelerinden ve onun tarafından Taif’e vali olarak gönderilen birisinin
üzerinde şeytanın hâkimiyeti gerçekleşmiş olsun ve böylece cehennemliklerden olduğu
kesinleşmiş olsun. Şeytanın, Allah’ın hiçbir kulu üstünde bir sultasının bulunmadığını,
aksine onun hâkimiyetinin (musallat olmasının) sadece azgınlara ve kendi irade ve isteği
ile ona uyanlara yönelik olduğunu, bu uymanın da İbls’in zorlaması ile olmayacağını bu
âyetler bildirmiştir. Yine, benzer şekilde, Allah Teâlâ’nın İblis’in kıyâmet günü, kendisine
AHMED KALKAN
~ 242~
Sonuç olarak, Hz. Peygamber’in Osman b. Ebi’l-Âs’dan
şeytanı çıkarıp kovduğuna dair İbn Mâce rivayetinin sahih
olmadığı anlaşılmaktadır. Bu sebeple yukarıdan beri kaydedip
değerlendirmeye çalıştığımız bu rivayetlere güvenilerek
bu konu hakkında kesin bir kanaate varmak doğru
değildir.
Bu rivayetlerin güvenilir olmadığı ortadadır ve
İslâm dünyasında bunları güvenilir sayacak bir
tek ilim adımı da yoktur. Kur’an ve sahih hadislerde
ne cin çıkarma vardır, ne de cin çıkarmak için
hastaya dayak atma vardır. Bunlar daha önce de
uyanlara söyleyeceğini haber verdiği şu söz de aynı hakikati ifade eder: “Zaten benim
sizin üzerinizde hiçbir hükmüm ve nüfuzum (saltanatım ve musallat olmam) yoktu. Yalnız,
ben sizi çağırdım, siz de bana hemen icâbet ettiniz.” (14/İbrahim, 22). Yüce Allah, kendisine
samimi olarak ibâdet eden ve emirlerini tutan kullarını şeytanın sultasına karşı bizzat
koruduğunu ve desteklediğini bildirerek, “Doğrusu o benim kullarım yokmu, ey şeytan
senin onlar üzerinde hiçbir hâkimiyetin (musallat olman) yoktur. (Çünkü onlar için) vekil
olarak Rabbin yeter.” (17/İsrâ, 65) buyurur.
Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiği şu hadis, aksine mü’minin şeytan üzerindeki hâkimiyetini
gösterir: “Sizden birisi yolculukta hayvanını nasıl istediği gibi sürerse, mü’min de şeytanını
öyle emri altında idare eder.” (İbn Kesir, 4/327). Fakat, bu son âyetin sonundaki “Vekil
olarak Rabbin yeter” ifadesi, mü’minin bu hâkimiyetinin ancak Allah sayesinde olduğunu
gösterir. Çünkü eğer insanın şeytana rağmen hakka yönelip bâtıldan kaçması kendi gücü
ile olsaydı, “İnsan kendine yeter” denilirdi. Ama böyle buyrulmayıp da, “Rabbin yeter”
buyrulunca, ondan ancak Allah’ın yardımı ile korunabileceğimizi anlarız. Ancak, şunu
da bilmeliyiz ki, Allah’a sığınmak da kulun elinde ve irâdesi dâhilindedir ve Allah Teâlâ,
kendine samimi olarak sığınanları yardımsız bırakmaz. Bu âyetten de anlaşılacağı gibi,
şeytanın hâkimiyeti, ancak, putlara ibâdet etmekle ona ibâdet etmiş olan müşrikler ve
diğer kâfirler için geçerlidir (Taberî, 14/116).
“Gerçek şu ki o şeytanın, iman etmiş olanlar ve rablerine dayanıp güvenenler üzerinde bir
hâkimiyeti olamaz. Şeytanın hâkimiyeti ancak onu kendilerine velî edinenler ve onun yüzünden
müşrik olanlar üzerinde geçerlidir.” (16/Nahl, 99-100). Bu âyet de, bu gerçeğin diğer
bir ifadesidir. Dolayısıyla kim şeytana itaat eder, onu dost edinip yaptığı işlere ve ibadetlere
onu ortak eder ise, yani ona itaat ederek onu âdeta tanrı yerine koymuş olursa;
şeytanın hâkimiyeti altına girmiş olur (Taberî, 14/117). Görüldüğü gibi, bu hâkimiyet,
insanların tercihinin neticesidir. Yoksa, aslında şeytanın insanoğlu istemedikten sonra,
hiçbir beşer üzerinde tesiri yoktur. Şeytan, insan üzerine hâkimiyet ve saltanatı ile değil;
esas işi olan “vesvese” ile gündeme gelir.
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 243~
belirttiğimiz gibi toplumda yaşayan, ancak kaynağının
İslâm olmadığı; aksine Bâbil, Âsur, Yahudilik,
Hristiyanlık, Cahiliye dönemi olan uygulamalardır.
Hristiyanlık’ta hastadan cin çıkarmak için
başvurulan yöntemler çok meşhurdur ve kaynağı
İncillerdir.461 Ortaçağ Batı dünyası, içine şeytan
girmiş diye hastaları meydanlarda diri diri yakıyordu.
Söz gelimi Fransa’da I. Fransuva (1515-1547)
devrinde yüz binden fazla akıl hastası “içine şeytan
girmiştir” diye meydanlarda diri diri yakılmıştı.
462 İslâm’dan önce, Câhiliye döneminde toplumda
bu işi meslek edinmiş, bu işten menfaat sağlayan
birtakım kimselerin mevcut olduğu ilmî delilleriyle
ortadadır.463
Bu rivayetler, Cahiliye dönemi inancı ve uygulamalarıyla
karışmış, İslâm’ın aydınlık ve berrak bakış tarzını yansıtmayan
asılsız rivayetlerdir. Bunların, ötedenberi bu işi
meslek edinmiş, menfaatperest bazı kimseler tarafından
yaptıkları işe meşruiyet kazandırmak için ortaya atılmadıklarını
kim garanti edebilir? Bu açıdan, toplumumuzda
yer alan cin çıkarma metodlarını İslâm’a maletmek doğru
değildir. Bunlar Anadolu kültüründe, Anadolu İslâm’laşmadan
önce de çok yaygın olarak vardı. Burada yaşayan Hristiyan
halktan bu konuyla ilgili bazı malzemenin, müslüman
461 Krş. Matta, 4/24; 9/32-34; 12/22-29; Luka, 1/32-34; 4/41; 8/1-3; 11/14-22; Markos,
3/20-27; 16/29
462 Ayhan Songar, Kimlik Bunalımı, 10.2.1994, Türkiye Gazetesi, Sohbet Köşesi
463 Müslim, Selâm 14; Tirmizî, Siyer 9/1447; Ebû Dâvud, Tıb 19/3896-3897; Ahmed
b. Hanbel, Müsned, V, 210
AHMED KALKAN
~ 244~
halka da geçtiğini, bu malzeme ve uygulamaların olabildiğince
İslâmî kimliğe büründürülmeye çalışıldığını tahmin
etmek zor değildir.464
Ateist olduğu halde müftülük yapacak kadar samimiyetsizliği
tescilli olan İslâm düşmanı Turan Dursun, İslâm
âlimlerinden İbn Kayyım el-Cevziyye (v.1350) ile İbn Teymiyye’nin
(v.1328) bu konuyla ilgili, fakat kendi çağlarının
görüşlerini yansıtan ve bilimsel olarak hatalı olduğu günümüzde
ortaya çıkan fikirlerini de naklederek onları ağır şekilde
suçluyor. Onların cin çıkarma ile ilgili olarak hastaya
dayak atılması lazım geldiğini söylediklerini, cin çıkarma
ile ilgili hadisler olduğunu kaydettiklerini naklediyor. Yine
onların, sâra ve benzerî hastalıkların cin ve şeytanlardan
ileri gelmediğini söyleyerek birtakım tıbbî açıklamalar ileri
süren doktor ve düşünürlere “cahil ve dinsiz” dediklerini
kaydediyor.465 Dinden olan şeylerle olmayan şeylerin iyi
ayırt edilmesi gerektiği açıktır. Karşıdaki insanı dinsizlikle
itham etmek için dinden olan ya da olmayan hususların
net ve kesin bir şekilde ortaya konulması gerekir. Bu konuda
İslâm’ın görüşü şu şekilde ortaya konulabilir: Melekler
gibi, cin ve şeytan denilen ruhanî varlıklar mevcuttur.
Bunların mahiyetleri ne ise ona iman etmek gerekir. Tıbbî
sebeplerine sarılıp gerekli tedaviye yapıştıktan sonra,
bir mü’min sonuçta şifâ verenin Allah olduğuna inanmak
durumundadır. Kur’an ve hadislerdeki duâlar da, birtakım
ruhsal sorunların ve bunlara bağlı maddî rahatsızlıkların
giderilmesinde moral açıdan yararlı olabilir. Bu açıdan
Kur’an, mü’minler için bir şifâdır, faydalıdır. Kanaatimizce
bu tür hastalara okunacak âyet ve duâlar moral kazandırma
yönüyle fayda verebilir.
464 Ali Haydar Bayat, Türk Dünyasında Özellikle Anadolu Tıbbî Folklorunda Akıl Hastalıklarının
Tedavi Yolları ve Kaynakları, Kültür Bakanlığı Y., s. 64-65
465 Turan Dursun, Din Bu, II, 371
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 245~
Geçmişte bazı İslâm âlimlerinin yaptığı gibi birtakım
asılsız ya da zayıf rivayetlere dayanarak, sâra ve deliliğin
cinlerden olduğuna inanmayanları dinsizlikle suçlamak
asla doğru değildir. Bundan 6-7 asır önce, ellerindeki imkân
ve zamanın tıp bilgisine, içinde yaşadıkları çağın kültürüne
bağlı olarak, delilik ya da sâra hastalığının cinlerden
meydana geldiğini, hastaya dayak atılarak bu cinlerin çıkarılabileceğini
ileri süren İbn Kayyım el-Cevziyye ya da İbn
Teymiyye’nin bu konudaki görüşlerini din sanarak, bunları
İslâm’a mâletmenin yanlışlığı ortadadır. İslâm’a ve âlimlere
karşı düşmanca tavırlarıyla meşhur Turan Dursun, bu
konuda insaflı davranmamaktadır. Tarihî, sosyal birtakım
gelişmeleri gözardı etmekte, çağının telakkisine göre davranan
İbn Kayyım ya da İbn Teymiyye’yi ayıplamaktadır.
Acaba Turan Dursun, İbn Kayyım ya da İbn Teymiyye’nin
devrinde yaşasaydı bu konuda hangi görüşe sahip olurdu,
doğrusu insan merak ediyor.
Hz. Peygamber’in bu yönünün, yani onun delileri iyileştirdiğinin
ya da İslâm’ın, deliliğin cinlerden meydana gelip
gelmediği, birtakım ruhsal rahatsızlıkların (deliliğin) okumakla
tedavi edilip edilmeyeceği konusundaki görüşünün
ne olduğunun gerçek delillere dayanması gerektiği kanaatindeyiz.
Günümüzde tıbbın bu konuda herkesçe bilinen
bir tutumu vardır ve tıp otoriteleri, bu konuda menfi bir
tutum içinde olup, ruhsal sorunları olan hastaların halk
kültüründe mevcut olan ve kaynağını dinden aldığı kabul
edilen “Okunma Yoluyla Tedavi” metoduna başvurmalarını
tavsiye etmemektedirler. Bazı Tıp otoriteleri, piyasada
mevcut cinci ya da muskacıların kendilerine gelen hastaları
muska vs. yollara başvurarak, aslında Psiko terapi’de
de kullanılan “Telkin” metoduyla tedavi etmeye çalıştıklarını,
bunun, geçici bir iyileşme sağlasa bile kesin bir tedavi
AHMED KALKAN
~ 246~
yerine geçmesinin mümkün olmadığını, çünkü Psikoterapiyle
hastanın iyileşmesi için sadece telkin metoduna değil,
ilaç vs. gibi diğer tıbbî metodlara da başvurulduğunu dile
getirmektedirler.
Kısacası, yukarıda sözünü ettiğimiz birtakım uydurma
hadisler ile geçmişte bunları görüşleri için dayanak edinmiş
bazı İslâm âlimlerinin İslâm’a maledilmiş yanlış görüşleri
yüzünden, günümüzde bu konuda Din ile Tıp barışık
görünmemektedir. Bu durum ise, toplumda zaman zaman
yanlış uygulamalara yol açmaktadır. Gerek Tıp sahasında,
gerekse Din sahasında halkımızın yanlış bilgi sahibi olması,
acıklı sonuçlara yol açmakta, hastalar tedavide geç kalarak
mağdur olmaktadırlar. Tıbbî tedaviye ihtiyacı olan hastalarımız
yanlış kapılarda dolaşmakta, ameliyat ve âcil müdahale
gerektiren durumlarda bile sanki dindenmiş gibi
birtakım hurafelerin peşinde koşmakta, muskacı, rukyeci
ve üfürükçü denilen, hem tıbbî açıdan hem de dinî açıdan
yeterli bilgisi olmayan birtakım kimselerden medet beklemektedirler.
Bu durum, gerçek bir dinî bilgiye sahip olmayan
fakat dindar olan, ekonomik açıdan dar gelir düzeyinde
bulunan kırsal kesimlerimizde ya da şehirlerimizin dinî
bilgiden yoksun bazı kesimlerinde çokça görülmektedir.
Kırsal kesimde yaşayan halkımız tabip yerine, daha kolay
ve masrafsız görülen üfürükçüye giderken, şehirlerimizde
gelir düzeyi yüksek, tıp kültürü yerinde, fakat dinî bilgisi
zayıf olanlarımız da birtakım ailevî ve kişisel sorunları için,
sihir/büyü yaptırarak problemi kolayca çözmek gayesiyle
üfürükçülere ve rukyecilere başvurmaktadırlar.
Bu bir toplum gerçeği olup, tıp otoritelerinin böyle uygulamaları
kabul etmemesi, “böyle bir tedavi yöntemi
yoktur” şeklinde bilimin görüşünü seslendirmeleri ya da
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 247~
dinî otoritelerin, üfürük-muska işlerinin İslâm’da mevcut
bulunmadığını, sihir/büyü vs. yapmanın haram olduğunu
belirtmesi yeterli olmamakta, bu konuda toplum gerçeğini
değiştirmemektedir. Cesaretle söylemek gerekirse, halkımızın
başvurduğu bu yol, yani sihir/büyü/ilaç yaptırmak,
ya da bilgisiz, istismarcı bazı kimselere muska yazdırmak
veya okunmak sûretiyle tedavi olmaya kalkışmak, birtakım
ruhsal sorunlardan kurtulmaya çalışmak bir ihtiyaçtan kaynaklanan
toplumsal bir hâdisedir. Dinimizin bu konudaki
gerçek görüşünün açık ve kesin bir şekilde gerçek delilleriyle
ortaya konulmaması ya da bu görüşün halkımıza iyi
öğretilmemesi bu sâhada bir boşluk meydana getirmiştir.
Günümüzde toplumumuzda, hastaların ruhsal ihtiyaçlarına,
manevî iç dünyalarına yönelinemediği, bedenin tedavisinde
moral değerlerden yararlanma, stres, ruhsal baskı ve
gerilimlerden kurtulmada bu değerlerden yardım sağlama
yollarına yeterince başvurulamadığı kanaati hâkimdir. Ne
yazık ki, yukarıda sözünü ettiğimiz bu boşluğu rukyeci denilen
üfürükçüler ve bilgisiz muskacılar doldurmaktadır.
Amerika ve Avrupa ülkelerinde her hastahanede bir papaz,
rahip ve rahibe, hastaların ve hasta yakınlarının duâ edip,
Tanrı’dan yardım isteyecekleri, ibâdet edip rahatlayacakları
bir kilise mevcutken, ülkemizin sağlık kurumlarında
ölümcül hasta sahiplerinin, can pazarına düşmüş hastalarımızın
Allah’a yalvarıp duâ edecekleri, yardım isteyecekleri,
stres ve gerilimlerden kurtulup rahatlayacakları küçücük
birer mescid bile yoktur. Hastahanelerimizde, hastalara ve
hasta yakınlarına gerekli telkinlerde bulunup, ruhsal gerilimlerden
kurtulmalarını sağlayacak yüksek kültür ve bilgi
seviyesine ulaşmış, ciddi anlamda eğitim almış âlimlerimiz
zaten yoktur. İnsanımız bu konuda bir mahrumiyet ve ihtiyaç
içerisindedir.
AHMED KALKAN
~ 248~
Artık günümüzde birçok bedenî rahatsızlığın
(Psikosomatik hastalıklar) ruhsal sorunlardan,
stres ve gerilimden meydana geldiği bilinmekte ve
dünyanın tıp otoritelerince kabul edilmektedir.
Kanser, şeker, ülser vb. rahatsızlıklar bu konuda en
belirgin örneklerdir. Artık bu durumu, halkımızın
en az tıp bilgisine sahip bir ferdi bile öğrenmiştir.
Çünkü haberleşmenin son derece yaygınlaştığı, TV
kanallarının arttığı, her eve televizyonun girdiği,
bilgisayarın yaygınlaştığı, internet kafelerin bollaştığı,
ilköğretim düzeyindeki öğrencilerin elinde
cep telefonlarının sıkça görüldüğü bir devirde yaşıyoruz.
Bu sebeple Din ile Tıp bu konuda barışık
bir konuma girerek, halkımızın bu ihtiyacına cevap
vermelidir. Bu boşluk doldurulmalı, halkımız
çoğu Bâbil, Âsur devrinden kalma birtakım malzemeyle
faaliyet gösteren üfürükçü ve büyücülerin
kapısından ve çağdışı hurafelerden medet beklemekten
kurtarılmalıdır. Din ve Tıbbın bu konuda
barışabilmesi için gerek Tıp ilminin verilerinin, gerekse
Dinin bu konudaki görüşünün gerçek yönüyle
ortaya konulması gerektiği açıktır. Tıp ve gerçek
din olan İslâm, bu konuda birbirinden ayrılamaz,
bunlar birbirini tamamlayıcı bir bütündür. İslâm,
ilme ve tıbba karşı bir din olamaz, bilimin aydınlık
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 249~
yüzünü reddedip, hurafelere asla kucak açamaz.
Kaydetmek gerekirse biz burada, sadece sosyoojik
ve psikolojik bir ihtiyacı, bir problemi ortaya
koymaya çalıştık. Burada bize düşen, dinimizin
bu konudaki görüşünü ortaya koymaya çalışmak,
bunu yaparken de sahih delillere dayanmaktır.
Halkımız da bütün hastalıkların okunmakla ya da muska
yazdırmakla iyi olacağı, tıbbî tedaviye gerek olmadığı
düşüncesinden mutlaka vazgeçirilmelidir. Muskacı ve üfürükçüler,
ya da el altından ruhsal sorunları olan hastaları
okuyan kimseler, akıl hastalıklarının cinlerden meydana
geldiğini söylemekten vazgeçmelidir. Halkımız, çevresinde
“okunma-telkin” yoluyla tedavi olup iyileştiğini, bayılmalardan,
krizlerden kurtulduğunu, fakat tıbbî yöntemlerden
çare bulamadığını söyleyen kimselerle sık sık karşılaşmaktadır.
Bunları yok farzetmenin sonucu değiştirmeyeceği
ortadadır. Bu yüzden bilim adamları bunları ele almalı,
incelemeli, aslını ortaya çıkarmalıdır. Bunlar gerçekse,
birtakım insanların hiçbir tıbbî tedaviye başvurmaksızın,
sadece bazı kimselere okunmakla nasıl iyileşebildikleri, bu
sıkıntılardan nasıl kurtulabildikleri net bir biçimde açıklanarak
halkımız bilgilendirilmeli, büyücü ve üfürükçülerin
kapısından kurtarılmalıdır.
Kaynaklarımızda ashabdan bazılarının akıl hastalarını
iyileştirdiklerine dair birtakım rivayetler mevcuttur. Bunlar
incelendiği zaman, ashabdan “rukye” yaparak delileri
tedavi eden kimselerin bu işi müslüman olmadan önce de
yaptıkları anlaşılmaktadır.466 Nitekim Tirmizi ve Ahmed b.
Hanbel’in kaydettikleri bir rivayet böyle bir durumu ortaya
koymaktadır:
466 Krş. Müslim, Selâm, 14
AHMED KALKAN
~ 250~
“Âbi’l-Lahm’in kölesi Umeyr’den: ‘Efendilerimle beraber
Hayber gazasında bulundum. Rasûlullah’a konuşarak, benim
köle olduğumu söylediler... Sonra Hz. Peygamber’e bir
muska gösterdim. O muska ile akıl hastalarını efsunlardım.
Onun bazı kısımlarını atıp, bazı kısımlarını muhafaza etmemi
emretti.”467
Hz. Peygamber’in, Umeyr’in (r.a.) muskasından çıkarıp
atmasını istediği şeylerin şirk kokan unsurlar olduğu açıktır.
Ayrıca rukye uygulamasının ilk defa Rasûlullah tarafından
ortaya konmadığı, bu işin bir meslek halinde daha
önceleri de mevcut olduğu yukarıdaki rivayetten anlaşılmaktadır.
Bu durumda, Hz. Peygamber’in ashabdan daha
önceleri de bu işi yapan yetenekli kimseleri denetledikten
sonra onların bu konudaki faaliyetlerine izin verdiği ortaya
çıkmaktadır. Peygamberimiz zamanında bir meslek durumunda
olan “Rukye”nin, bugünkü Psikiyatri ve Psikoterapi’ye
benzediği tahmin edilmektedir. Aşağıda kaydedilen
rivayetten de anlaşılacağı gibi, Hz. Peygamber bu meslek
adamlarının ücret almalarına da karşı çıkmamış, hekimliği
teşvik etmek istemişti:
“İlaka b. Sıhar es-Selîtî’den. Kendisi Hz. Peygamber’e
gelerek müslüman oldu ve Rasûlullah’ın yanından geri
dönerken bir kavme uğradı. Onların yanında demire bağlanmış
bir deli vardı. Delinin ailesi kendisine: ‘Bize bildirildiğine
göre, senin sohbetinde bulunduğun şu zât hayır
getirmiş, senin yanında bu deliyi tedavi edecek bir şey var
mı?’ diye sordular, llaka da deliye Fâtiha ile efsun yaptı, o da
iyileşti. Bunun üzerine kendisine yüz koyun verdiler, llaka,
Hz. Peygamber’e gelerek yaptığı efsunu haber verdi. Rasûlullah:
‘Bundan başka birşey söyledin mi?’ diye sordu. llaka
467 Tirmizî, Siyer, 91, 1557; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 210
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 251~
da: ‘Hayır’ diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
‘Onların sana verdiğini al. Allah’a yemin olsun ki, bâtıl efsun
karşılığında aldığını yiyen nice insanlar var, andolsun
ki sen hayır olan bir efsun karşılığında aldığını yiyorsun”
buyurdu.468
Hz. Peygamber’in “…Bâtıl efsun karşılığında aldığını yiyen
nice insanlar var”469 sözü, o dönemde bu işin bir meslek
olduğunu, müslümanlarm dışında da bu işle geçinen birtakım
yetenekli kimselerin mevcut olduğunu göstermektedir.
Nitekim bir başka hadiste Abdullah b. Mes’ûd’un hanımının
bir yahudiye rukye yaptırdığı nakledilmektedir.470
Günümüzde de, biyo-enerji yoluyla birtakım hastalıkları
ilaçsız ve ameliyatsız tedavi ettiğini ileri süren gayr-ı müslim
doktorların veya el ya da herhangi bir araçla hastaya
bir müdahalede bulunmadan, akrebin zehirini vücuda dağılmadan,
soktuğu yerden dışarı çıkartan bazı müslüman
kimselerin varlığını basın ve televizyon haber vermektedir.
Bu durumda o dönemdeki rukye uygulamasının mahiyetini
iyi anlamak gerekmektedir. Bazı hadislerden, rukyenin
bünyesinde hem duâyı, hem de tıbbî tedavi yöntemlerini
taşıdığı anlaşılmaktadır. Çünkü ashabın her birinin rukye
yapamadığı, bu işi ötedenberi bu sâhada uzmanlaşmış
kimselerin yaptığı ortaya çıkmaktadır. Yılan ve akrep sokması
olaylarında ashabın uyguladığı rukyenin böyle olduğu
açıktır.471 İnsana zarar verebilecek her hastalığın ya da
zararlı bir hayvanın tesirini ortadan kaldırmak için yapılan
okuyup-üfleme, el sürme veya yazı yazıp üstüne asma türünden
yapılan işleme “Rukye” denilmektedir. Türkçemiz-
468 Ebû Dâvud, Tıb, 19/3896
469 Ebû Dâvud, Tıb, 19/3896
470 Ebû Dâvud, Tıb, 17/3883; Krş. İbn Mâce, Tıb, 39/3530; Ahmed b. Hanbel, Müsned,
1, 381
471 Ebû Dâvud, Tıb 19/3897
AHMED KALKAN
~ 252~
de buna efsun veya nüsha (muska) adı verilmektedir. Bazı
ruhsal rahatsızlıklara yapılan duâların moral değeri
unutulmamalıdır. Hz. Peygamber’in rukyeyi şirk kabul
ettiği için izin vermesi düşünülemez. O’nun izin verdiği
veya kendisinin bizzat yaptığı duâlar, hastayı ruhsal
açıdan dengeye getirici, rahatlatıcı, stres ve gerilimden
uzaklaştırarak tedavi edici bir rol oynamış olmalıdır.
İçine şirk karışmayan rukyelere izin verildiği gibi bir
anlayış doğru olamaz. Hangi rukyenin içine şirk karışmış,
bunu kim denetleyip kontrol edecek, uygulamada
şirk unsurları girip girmediği nasıl tespit edilecek? İnsanların
muska veya rukyeyi şifa kaynağı kabul ettiği
durumu kim düzeltecektir?
Günümüzde Ruh Hekimliği’nin sahasına giren
akıl hastalıklarının cinlerin müdahalesiyle meydana
geldiğine ve bunların hepsinin okunmak sûretiyle
tedavi edilebileceğine inanmak doğru olmasa
gerektir. Öyle olsaydı tarih boyunca tüm ruh hastalıkları
okumak ya da muska yazdırmak sûretiyle
tedavi edilirdi. Hâlbuki İslâm’ın Hukuk sahasında
delilerle ilgili olarak getirdiği birtakım hükümler
mevcuttur. Bunlarda delilerin cezai sorumluluktan
muaf tutuldukları anlatılmaktadır.472 Hz.
Peygamber de delilikten Allah’a sığınmıştır.473 Diğer
bir hadislerinde de delilerin mescidlerden uzak
472 Buhârî, Hudud, 22; Talâk 11; Müslim, Hudud 22; Ebû Dâvud, Hudud, 16, 24; Nesâî,
Talâk, 21; İbn Mâce, Talâk 15; Muvatta, Ukûl 3
473 Ebû Dâvud, Salât, 367/1554; Nesâî, İstiâze, 36, 48; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II,
89; III, 192
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 253~
tutulmasını istemişlerdir.474 Rukyelerle veya diğer
metodlarla delilerin kesin olarak tedavisi mümkün
olabilseydi, delilerle ilgili olarak yukarıda kaydedilen
hadislerde yer alan hususlar söz konusu olmazdı.
Ayrıca önemli bir husus da şudur ki, gerek
Câhiliye dönemi Araplarında, gerekse Yahudi ve
Hristiyanlarda birçok akıl hastalığının cinlerden
kaynaklandığına dair bir inanç mevcuttur. Bu kanaat
halkımız arasında da yaşamaktadır. Ancak
bu tür rahatsızlıklara cinlerin sebep olduğuna dair
elimizde ne tıbbî ne de dinî açıdan güvenilir deliller
yoktur. Yukarıda da arzedildiği gibi, cinlerin deliliğe
sebep olduğundan ya da onların kovulmasıyla
delinin iyileştiğinden bahseden sahih hadise rastlanmamıştır.
Dârimî’nin konumuzla ilgili olarak
kaydedilen rivayetleri ise, sahih değildir.475
Hz. Peygamber’in, delilere rukye yapılmasına izin verdiğinden
bahseden diğer rivayetlerde ise, cinlerin kovulmasından,
hastadan cin çıkarılmasından ya da deliliğe cinlerin
sebep olduğundan bahsedilmemektedir. Bu hadislerde
bahsedilen rukye, bünyesinde tıbbî tedaviyi de bulundurmakta,
tıbbî tedaviyi dışlamamaktadır. Delilere yapılan
rukyeden bahseden hadislerden, bu rukyenin bir duâdan
ibaret olduğu anlaşılmaktadır. Bu açıdan elde mevcut sahih
hadis kaynaklarında bu konuda ciddi bir bilgi olmadığı
474 İbn Mâce, Mesâcid 5
475 Bkz. Dârimî, Sünen. 1, 10-11 (Mukaddime, 4
AHMED KALKAN
~ 254~
halde, bazı zayıf rivayetlere dayanarak akıl hastalıklarına
cinlerin sebep olduğunu söylemek doğru olmamalıdır. Câhiliye
döneminin, Yahudi ve Hristiyanların, kısacası önceki
kültürlerin bu konudaki inanç ve kanaatlerinin, Hz. Peygamber
dönemi ve sonrası bazı müslümanlara da etki ettiği,
bu tesirin bazı uydurma ya da zayıf rivayetlere de yansıdığı
gözden uzak tutulmamalıdır.476 Cin, bir defa gaybî ve
mübhem bir varlıktır. Bu durumda, onlar hakkında Kur’an
ve Sünnet’in bildirdiklerinin dışında şimdilik başka bir bilgi
kaynağımız mevcut değildir.
Kur’an ve sahih hadislerde ise, onların deliliğe sebep
oldukları, akıl hastalıklarında rol oynadıkları açık ve kesin
bir şekilde bildirilmemiştir. Fakat vaktiyle bilinmeyen,
âletsiz olarak gözle görülemeyen, fakat günümüzde
tesirleri, faydalı ve zararlı yönleri bilinen X, Röntgen, ultraviyole
ışınları, kızıl ve mor ötesi ışınlar, kozmik ışınlar,
lazer, zararlı ve tahrip edici şualar ve benzerleri de, gözle
görülmeyen şeyleri kasdetmesi açısından bu “Cin” lafzının
kapsamında ifade edilmiş olmalıdır. Çünkü insanoğlu,
tarihi boyunca karşılaştığı birtakım hastalıkları, bunların
mahiyetini ve sebebini bilemeyince, bu anlamda bilerek
veya bilmeyerek cinlere ve şeytanlara maletmiştir. Belki de
o dönemlerde herhangi bir sebeple zararlı ışınlara maruz
kaldığı için organları tahrip olan, felce maruz kalan kimselerin
bu durumunu yine cinlerden ve şeytanlardan bilmiş,
bu kimselerin cinler ya da şeytanlar tarafından “çarpıldığını”
ileri sürmüşlerdir. Kısacası insanoğlu, tarihi boyunca
mahiyetini bilemediği, hakkında kesin bilgi sahibi olamadığı
şeylere “cin” demiştir. Günümüzde artık ilim âlemince
sebebi bilinen birtakım rahatsızlıkları da vaktiyle cinlere
ve şeytanlara maletmişlerdir. Bu durumun bilhassa
476 Bkz. Bayat, a.g.m., s. 59-65
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 255~
Ortaçağ Avrupası’nda böyle olduğunu ilim adamları haber
vermektedirler.
Geçmişte, cinlerin, şeytanların sebep olduğu söylenilen
birtakım rahatsızlıklar, günümüzde ilaçla tedavi edilebilmektedir.
Yine bazı ruhsal rahatsızlıkların musiki yolu
ile tedavi edilebildiğini, Ruh hekimlerinin musikiye de yer
verdiğini görmekteyiz.477 Geçmişte akıl hastaları, Avrupa’da
“içine şeytan girmiştir” diye meydanlarda diri diri yakılırken,
müslümanlar bunları hasta kabul edip, musiki vs. yollarla
tedavi etmeye çalışıyorlardı. Edirne ve İstanbul’da
inşa edilen Bîmarhâne’lerde akıl hastaları, zamanına göre
en modern metodlarla tedavi edilip, av etleri ile beslenerek,
musiki ile ruhları dinlendiriliyordu.478 Akıl hastalarının
tedavisinde kullanılan bestelerin makamlarının, ritimlerinin
geçmişte tekkelerimizde söylenilen ilâhi ve zikirlerin
makamlarını çağrıştırması çok ilginçtir ve burada Kur’an-ı
Kerîm’in bir âyetini hatırlamamak mümkün değildir:
“Onlar ki Allah’a inanmışlardır ve kalpleri Allah’ı
anmakla yatışır, iyi bilin ki, kalpler ancak
Allah’ı zikretmekle sükûn bulur.”479 Demek ki ruhsal
rahatsızlıklarda musikinin tedavi edici bir rolü
vardır. İlaçların, dinlenmenin, iyi beslenmenin, şiir
okumanın, stres ve baskılardan kurtulmanın, maddî
sıkıntıların giderilmesinin iyileştirici bir katkısı
477 Bu konuda bkz. O. Şevki Uludağ, Beşbuçuk Asırlık Türk Tababeti Tarihi, s. 136-143;
M. Sâdık Yigitbaş, Musiki ile Tedavi, s. 248 vd.; Ayhan Songar, Psikiyatri, s. 2-3; Ruhi Kalender,
Ruh Hastalıkları Tedavisinde Musiki, AÜİFD. sayı: I, s. 271-281
478 Songar, Türkler ve Ruh Hekimliği, Türk Dünyası Araştırmaları, Ağustos 1979, s. 42-
44; Kimlik Bunalımı, Türkiye Gazetesi, Sohbet Köşesi 10.2.1994.
479 13/Ra’d, 28
AHMED KALKAN
~ 256~
vardır. Bu açıdan ruhsal rahatsızlıkları, sebebini
araştırmadan cin ve şeytandan oluyor diye hükme
bağlamak, zannediyorum ki, mikropların, X, röntgen
vs. ışınların bilinmediği çağların çaresizliğine
yapışmaktır. Musikinin, ilacın, nasıl iyileştirici
fonksiyonu varsa, duânın, Kur’an okumanın, Allah’a
sığınmanın da bir insan için iyileştirici, moral
verici bir rolünün olduğu muhakkaktır. Bu konuda
Hamdi Yazır’ın “Cin Çarpması” hakkındaki görüşlerine
katılmamak mümkün değildir:
“... Bunlar, insanlık tarihi boyunca aslına vâkıf
olunamamış, gizli sebeplerden meydana gelen birtakım
hastalıklar olduğu için cin ve şeytanlara nisbet
edilerek, ‘cin tutmuş, şeytan çarpmış’ denilegelmiştir.
Bu tür hastalıkların cin ve şeytana nisbet
edilmesi hakikat mi, mecaz mı, meselesi münakaşa
konusu olmuştur…”480
İFRÎT
İfrît, cinlerin reisi veya en güçlü, zeki, kurnaz ve zararlı
olanına verilen isimdir. İfrit kelimesinin menşei hakkında
farklı görüşler olmakla beraber ağırlıklı görüşe göre “bir
kimseyi yere serme, toza toprağa
bulama; çok istenen bir
480 Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, II, 957
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 257~
nesnenin zıhinde hayal edilip göze bu şekilde gözükmesi”
anlamlarına gelen Arapça ‘afr kökünden
türetilmiş olup,
“kurnaz, şerir, çetin, yaratılışı güçlü, kızgın ve öfkeli kimse”
mânasındadır. İfrit, bu anlamları dolayısıyla
cin ve şeytanlar
için olduğu gibi mecâzî anlamda kötülük ve şeytanlıkta
aşırı giden insanlar için de kullanılır. İbn Kuteybe, Zemahşerî,
Râgıb el-İsfahânî ve İbnü’1-Esîr gibi müellifler kelimenin
taşıdığı “habîs, çetin, güçlü kuvvetli” anlamlarına
dikkat
çekerek bunun hem şeytanı hem de bu karaktere sahip
insan ve hayvanları ifade edebileceğini belirtmektedirler.
Nitekim Zü’r-rumme bir şiirinde yaban öküzünü tasvir
ederken, “O, gecenin
karanlığında ifritin izinde parlayan
yıldız gibidir” diyerek ifrit kelimesini cin için kullanır. Kisâî
de Mesleme b. Abdül-melik’i överken onu ifrite benzetip,
“Onların
şeytanı olan ifrit, sizin için bir mülkün
ve bir yerleşim
yerinin olmadığını söylemiştir” der.481 İfrite bazan nifrit
ile beraber ikileme biçiminde
de rastlanır. Bir hadiste,
“Allah, malı ve ehli konusunda belâ ve musibete uğramayan
ifrit nifrit kişiye buğzeder” şeklinde
geçmektedir. 482
Ahd-i Atîk’te Hz. Süleyman ve Sebe melikesinden
söz
edilmesine, Süleyman’ın şöhretini duyan melikenin ona
büyük bir alayla ve çeşitli hediyelerle geldiği, Süleyman’ın
yanında çok sayıda ordunun bulunduğu bildirilmesine
rağmen483 cinlerden ve ifritten
bahsedilmemektedir. Eski
Mısırlılar,
kötü bir ölümle ölen kimsenin ifrite dönüştüğüne
ve onun ruhunun sık sık öldüğü
yeri ziyaret ettiğine inanırlardı.
Câhiliye Arapları ise gözle görülmeyen varlıkları
“hin” ve “cin” olarak iki gruba ayırırlardı;
cinlerin insanlarla
beraber oturanına
“âmir”, çocuklara musallat olanına
“ruh”, bunların zâlim, bozguncu ve azgınlarına
“şeytan”,
481 Kurtubî, XIII. 203
482 İbnü’1-Esîr, “afr” md.; Lisânu’l-’Arab, “afr” md.
483 I. Krallar 10/1-4; II. Tarihler, 9/1-12
AHMED KALKAN
~ 258~
kötülükte daha aşırı gidenlerine “mârid”484 ve en güçlü, en
kötü olanlarına da “ifrit” adını verirlerdi.485 Buna göre ifrit
“kötülük ve şeytanlıkta çok aşırı gitmiş, tuttuğunu koparan;
kuvvetli,
becerikli, ele avuca sığmaz bir hilekâr” demektir.
İfritin asıl adının İbn Abbas’a göre Sahr, Abdurrahman b.
Abdullah
es-Süheylî’ye göre Zekvân, Şuayb el-Cübbâî ve
Nehhâs’a göre Kuzen olduğu rivâyet edilirse de ifrit kelimesi
özel isim olmayıp bir varlık türünün belirtilen niteliklere
sahip olanlarını ifade ettiği için Kur’an-ı Kerîm’de yer aldığı
gibi çoğunlukla “cinden”, “insandan” vb. açıklamalarla
kullanılmaktadır. Bununla birlikte cin kavramındaki belirsizlik
sebebiyle ifritin mâhiyetini tam olarak tesbit etmek
zordur.
Bir taraftan gûl ve sil’ât gibi ifritin de cinlerin bir
türü olduğu belirtilirken, diğer taraftan Kur’an’daki ifritin
cinlerden bir taifenin özel adı olmayıp
Neml sûresinin 39.
âyetinin baş tarafında da ima edildiği üzere “âsi, mağrur”
anlamına geldiği ileri sürülmektedir.
Kur’an-ı Kerîm’de ifrit kelimesi bir defa geçmektedir.486
Burada Hz. Süleyman’ın emrinde insan, kuş ve cinlerden
orduların bulunduğu bildirilmekte, Belkıs’tan haberdar
olan Süleyman’ın Belkıs’ın tahtını kısa zamanda kimin
getirebileceğini
sorması üzerine “cinlerden bir ifrif’in, “Sen
daha yerinden kalkmadan onu sana getirebilirim” dediği
haber verilmektedir. Aynı yerde ifrit, kendini Süleyman’a
tanıtırken güçlü ve güvenilir olduğunu
belirtmiştir.
Kur’an’ın cinler arasında
yer aldığını bildirdiği
ifrit, Taberî’ye göre cinlerin reisi veya onların
484 37/Sâffât, 7
485 Câhiz, I, 291; Cevâd Ali, VI, 709
486 27/Neml, 39
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 259~
en güçlüsü,
Mücâhid ve Katâde’ye göre en azgını,
Ma’mer’e göre en zeki ve kurnazıdır. 487
“Cinlerden bir ifrit” ifadesi bazı hadislerde
de geçmektedir.
Ebû Hüreyre’den gelen bir rivâyette cinlerden bir ifritin
namazını
ifsat etmek için Hz. Peygamber’in üzerine atıldığı,
Rasûlullah’ın onu yakalayarak
mescidin direklerinden
birine bağlamak istediği, fakat Hz. Süleyman’ın bir duâsını
hatırlayınca ifriti köpek kovar gibi kovduğu bildirilmektedir.
488 Bu hadisin farklı bir rivâyetinde ifritin kedi sûretinde
Hz. Peygamber’in karşısına çıkıp
yüzüne bir ateş parçasıyla
çarpmaya kalkıştığı ifade edilmiştir. Hz. Âişe’ye atfedilen
rivâyete göre Rasûl-i Ekrem onu yakalayıp yere yatırarak
hırpalamıştır. Yahya b. Saîd’den nakledilen bir rivâyette
Rasûlullah’ın İsrâ gecesi cinlerden bir ifriti gördüğü kaydedilmektedir.
489
Bazı İslâmî kaynaklarda anlatıldığına göre cinlerden
olan ifrit diğer cinlerdeki özellikleri taşıyan, onlar gibi irade
sahibi, erkeği-dişisi bulunan, çeşitli şekillere girebilen
bir varlıktır. Câhiliye dönemine ait bir kısım telakkilerin
aksine Kur’an’da cinlerin
güçlerinin sınırlı olduğuna işaret
etmek
için “kitaptan ilmi olan kişinin” 490 Belkıs’ın tahtını ifritten
daha
çabuk getireceği vurgulanmıştır.
Halk edebiyatında ifrit dumandan yaratılmış
dev gibi bir
cin olarak tasvir edilir ve bu özelliği sebebiyle onun sıkıştırılmış
olarak bir şişe içerisine konulup hapsedilebileceğine
487 Taberî, XIX, 161-162; Fahreddin er-Râzî, XXIV, 197
488 Ahmed bin Hanbel, Müsned, II/298; Buhârî, Salât 75, Enbiyâ 40, Tefsir
38/2; Müslim, Mesâcid 39
489 İmam Mâlik, el-Muvatta, Şi’r 10
490 27/Neml, 40
AHMED KALKAN
~ 260~
inanılır. Kur’an’da yer alan, cinlerin “hâlis ateşten” yaratıldığı
bilgisiyle491 halk edebiyatındaki ifritin dumandan yaratıldığı
inancı arasında bir ilgi kurulabilir. İfritin kanatlı bir
mahlûk olduğu, büyük bir güce sahip bulunmasına rağmen
bazı büyü vasıtalarıyla
emir altına alınabildiği yine halk
edebiyatında rastlanılan telakkilerdir. Halk kültüründe ifritin
şekli, gücü ve yaptığı
işler çerçevesinde oluşan inançlar
İslâmî
kaynaklardan çok İslâm öncesi din, kültür ve medeniyetlere
dayanmaktadır.
492
PERI
Peri, pek güzel olduğu kabul edilen bir cin tayfası ve
özellikle bunların dişi olanı hakkında kullanılır.
Cin tayfasından
olduklarından,
lâtif varlıklardır, görünmezler.
İnsanların
çok güzel olanları hakkında da zaman zaman bu
kelime kullanılır ve “peri yüzlü, peri gibi” denilir. Halk arasında,
bâzı ortamlarda yaşadıklarına inanılır.
Cinlerin pek güzel olarak tasavvur edilen dişisi olarak
kabul edilen “peri” terimi, Türk Edebiyatında mecâzen çekici,
güzel ve akıllı kadın için kullanılır. Eski Türk Edebiyatında
peri, ancak sihir ve büyük yolu ile elde edilebileceği;
çeşme, pınar ve hamamlarda bulunabileceği, insanlarla ünsiyete
gelmemesi, onlardan kaçması, göze görünmemesi,
son derece güzel ve tesirli oluşu, görenin aklını başından
alması, bazen insanları kendisine âşık edip bağlaması, çeşitli
kılıklara girmesi gibi inanışlar ile ele alınmıştır. Daha
çok sevgilinin güzelliğini anlatmak için kullanılır. Şairler
491 55/Rahmân, 15
492 Ali Erbaş, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 21, s. 516-517
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 261~
genellikle sevgililerinin güzelliğini dile getirmek için onları
peri ile kıyaslarlar. Peri, divan edebiyatında ve halk edebiyatında
olduğu gibi, Türk masal dünyasında da geniş yer
tutmaktadır. Dede Korkut Hikâyeleri’nden Tepegöz’de, Sarı
Çoban, pınar başında bir peri kızı ile birleşir. Masalların çoğunda
peri, güzelliği kadar iyilikseverliği ile dikkati çeker.
Bütün bu özellikleri peri’nin modern edebiyatta da kullanılan
bir unsur olmasını sağlamıştır.
GÛL VE GÛLYABANÎLER
a) Câhiliyede Gûl İnancı: Câhiliye Araplarınca, tenha
ve ıssız yerlerde bulunduklarına inanılan, değişik sûret ve
renkli şekillerde görünerek insanları yoldan saptırıp helâk
ettikleri
kabul edilen cin yahut şeytanlardan bir cins olarak
bilinen hayâlî varlıklara “Gûl” denir.493 Bunların dişilerine
ise, “Suulât” adı verilir.494 İbn Sikkit (ö. 244/848) “insanı
helâk eden her şey Gûl’dür”der.495
Bunların bir yolcuya görünmesi, uğursuzluk kabul
edilirdi.
Bu yüzden câhiliye Arapları, tenha ve ıssız yerlerin
tekin olmadığına her an karşılarına bir şeyin (Gûl) çıkabileceğine
inandıklarından, bu tür yerlerden geçerken “Bu
vâdînin sahibine sığınıyorum”
diyerek, bir nevi onlardan,
zarar vermemeleri
için izin isterlerdi.496 Eğer yolda bir Gûl’a
rastlanacak
olsa, ne yapılacağı konusundaki inançları ise
şöyleydi: “Gûl’a rastlanınca onu bir darbede öldürmek
ge-
493 Kamus, III, 307; Alûsî, Bulûğu’1-Erab, II, 340; Nevevî, Minhâc (Şerhu Müslim),
XIV, 216-217
494 Nedvî, İslâm Tarihi, Hazırlayan: E. Edib, I, 304
495 İbn Manzur, Lisân, XI. 507
496 İbn İshak, Sîre, s. 92; İbn Hişâm, Sîre, I, 201; İbn Manzur, a.g.e., XI, 508
AHMED KALKAN
~ 262~
rekir. Eğer ikinci darbe indirilirse, Gûl tekrar
canlanır.”
Câhiliye Araplarının Gûl hakkındaki inançları o kadar
ileri gitmiştir ki, hatta Gûl ile evlenenlerin, onlardan çoluk
çocuk sahibi olanların varlığına dahi inanırlardı.497
Gûl ile evlenme, yani cinlerle evlenme inancı ülkemizde
de yaygındır. Ne var ki böyle bir olayı ispat
etmek çok güçtür. Cinlerle evlendiğini (Gûl de
cin taifesinden kabul edildiğinden o da buna dâhildir)
iddia eden kimseler de bunu ispat edememekteler,
sadece bir iddiadan ibaret kalmaktadır. Onun
için bu tür iddia sahiplerinin ruhî bir rahatsızlıkları
olduğu akla gelmektedir.
Türkçede Gûl’e, “Gûlyabâni” denildiği gibi,
câdu (cadı), hortlak da denilir. Bütün bunlar, Gûl
cinsinden
korkunç yaratıklar kabul edilir.498 Câhiliye
Araplarının sahip oldukları Gûl inancının varlığı,
Gûlyabâni
şekliyle hemen aynı kabul edilmiştir. Bunun
içindir ki, ıssız, tenha, harabe ve çöplüklerden
geçerken,
Câhiliye Araplarının yaptıklarına benzer
şekilde
“Tû destur!..” denilerek geçilir ve böylece
Gûlyabanilerin zarar vermesinden korunulacağına
inanılır. (Türk Edebiyatında da konu edilmiş olan Gul-
497 Âlûsî, a.g.e., II, 340
498 Ozon, M.N. Osmanlıca Türkçe Sözlük, s. 237
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 263~
yabânîler hakkında H. Rahmi Gürpınar’ın “Gulyabânî”
isimli eserini de hatırlıyoruz).499
b) Hadislerde “Gûl” İnancı: Câhiliye Arapları arasında
yaygın olan “Gûl” inancının Hz. Peygamber’in hadislerinde
hem müsbet hem de menfi yönleriyle konu edildiğini görmekteyiz.
Yani bir kısım hadislerde zahiren “Gûl”ün varlığı
kabul ediliyor gibi anlaşılıyor ise de, diğer bir kısım hadislerde
onun tamamen reddedildiği ifade
edilmektedir. Konu
ile ilgili hadislerden örnekler görmeye çalışalım.
Ebû Eyyüb el-Ensârî’den yapılan rivâyette “Gûl” ile yapılan
bir mücadeleden bahsedilmektedir. Ebû Eyyüb el-
Ensârî’nin içinde hurma bulunan bir duvar bölmesi vardı.
“Gûl” gelir ondan alırdı. Bundan
Hz. Peygamber’e şikâyet
etti. Bunun üzerine Rasûlullah şöyle buyurdu: “Git, onu
gördüğün zaman, ‘Bismillâh, Peygambere icabet et!’ de.”
Sonra Ebû Eyyüb, “Gûl”ü yakaladı. Fakat bir daha dönmeyeceğine
yemin etmesi üzerine onu bıraktı. Müteakiben Hz.
Peygamber’e geldi, Rasûlullah ona: “Esirin ne yaptı?” diye
sordu. Ebû Eyyüb, “bir daha dönmeyeceğine yemin etti”
dedi. Rasûlullah: “o yalan söyledi ve esasen yalan söylemeye
de alışıktır.” buyurdu. Ebû Eyyüb, “Gûl”ü bir kere daha
yakaladı, o bir daha dönmeyeceğine yemin edince, onu yine
serbest bıraktı. Sonra Rasûlullah’a geldiği vakit; “Esirin ne
yaptı?” diye sordu. Ebû Eyyüb, “bir daha dönmeyeceğine
yemin
etti. (bıraktım)” dedi. Daha sonra “Gûl”ü üçüncü
kez
yakalayınca, ona “seni Rasûlüllah’a götürmeden
bırakmayacağım.”
dedi. Bunun üzerine “Gûl” mukabelede bulundu.
“Ben sana bir şey söyleyeceğim...
Âyet’el-kürsî; Evinde bunu
oku, ne şeytan ne de başkası sana yaklaşamaz.” Ebû Eyyüb,
Hz. Peygamber’e
geldi. Rasûlullah ona: “Esirin ne yaptı?”
499 Ali Çelik, a.g.e., s. 133-136
AHMED KALKAN
~ 264~
dıye sordu. Ebû Eyyüb, “Gûl”ün dediklerini anlattı. Rasûlüllah:
“Doğru söyledi, fakat kendisi yalancıdır” buyurdu.500
Tirmizi’nin501 “Bu hadis hasen-gariptir” diyerek naklettiği
bu hadise benzer, çok sayıda hadis
nakledilmiştir. Muaz
bin Cebel, Ubey bin Kâ’b, Ebû Useyd ve Zeyd bin Sâbit’in de
bu konuda benzer
rivâyetleri vardır.502 Ancak hadis metinleri
ayrı ayrı incelendiği zaman farklı ifadelere rastlanmaktadır.
Şöyle ki: Bu rivâyetlerden Ebû Eyyûb el-Ensârî ile
Ebû Useyd’in rivâyetlerinde geceleri hurma çalan varlık
için “Gûl” tabiri kullanılırken, Muaz bin Cebel bunun
için
“Şeytan” kelimesini kullanmış, Ubey bin Kâ’b ise, yeni buluğa
ermiş delikanlı biri olduğunu anlatarak ona “Sen cin misin,
insan mısın?” diye sorduğunu, Onun cin olduğunu söylediğini,
çalmış olduğu hurmaları elinden almak isteyince,
ellerini uzattığında, elinin köpek ayağına benzediğini, üzerindeki
tüylerinin de köpek tüyü gibi olduğunu belirtmektedir.
Bu konudaki Ebû Hüreyre’nin rivâyetinde ise: “Birisi
geldi”, şeklinde meçhul bir şahıstan
bahsedilmektedir.503
Hadislerde anlatılan ortak konu ise, biriktirilmiş zekât hurmalarının
çalınması,
çalanın yakalanarak Rasûlullah’a götürülmek
istenmesi sırasında onun, Âyet el-Kürsi’nin faziletini
haber vermesidir.
Tirmizi’nin naklettiği Ebû Eyyüb el-Ensârî’nin rivâyeti
hakkında “Bu hadis Hasen-Garibtir” denilmiştir.
504 “Garip
hadislerin ise, metin yönünden tek kalmış yahut isnadı tek
kalmış hadisler olduğunu biliyoruz.”505 “Garip hadisler içinde
makbul olanları bulunmakla beraber, ekseriyeti zayıftır.
500 Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’an 158; Mübârekfûrî, Tuhfetü’l-Ahvezî, VIII, 183-184
501 279/892
502 Aynî, Umdetü’1-Kâri, XII, 144-148
503 Aynî, a.g.e., XII, 144-148
504 Tirmizi, Sevâbu’l-Kur’an 158
505 Uğur, M., Hadis Terimleri Sözlüğü, s. 102
KOCA BİR YALAN! CİNLERİN İNSANA MUSALLAT OLMASI
~ 265~
Bu sebepten tâbiîler, etbau’t-tâbiîn ve daha sonraki nesillerin
hadiscileri, garib hadislere pek rağbet etmemişlerdir.
506
Buhârî’nin zikrettiği Ebû Hüreyre hadisinin muallak olduğu
(Muallak Hadis: Hadisin baş tarafından bir veya peşpeşe
birkaç râvinin ismi söylenmeden, söylenmeyen sonuncu
kişinin üst tarafındaki kişiden rivâyet edilen hadistir.),
hatta İbn Arabi’ye göre Munkatı olabileceği ifade edilmiştir.
507 Gerek Muallak ve gerekse
Munkatı Hadisler, zayıf
hadisler grubundandır. 508
Hadisin rivâyet farkından doğan değişik ifadeler,
râvilerin
hurmaları çalan hırsızın tayin ve tesbitinde kendi
anladıkları gibi olayı aktardıklarını anlıyoruz.
Çünkü hurmaları
çalan, kimine göre, “Gûl” dür. Kimine göre, şeytandır.
Kimine göre elleri köpek
ayağına benzeyen genç bir
delikanlıdır, kimine göre de meçhul bir şahıstır. Bu farklı
ifadeler, her râvinin ya kendi hatırladığı veya kafasında
öyle şekillendirdiği
bir varlık olarak anlatıldığına işaret
etmektedir.
Mezkûr hadislerin gerek ifade ettiği mânâdaki
garabet gerekse sened yönünden illetli olmaları,
hatta Buhârî’nin naklettiği Ebû Hüreyre rivâyetinde
hadisin müdreç olduğunu hadis otoritelerinin
tesbit etmiş olmaları509 bu hadisleri daha ihtiyat-
506 Uğur, M., a.g.e s. 139
507 Aynî, a.g.e., XII, 144-148
508 Uğur, M., a.g.e., s. 139
509 İbn Hacer, Fethu’1-Bârî, IV, 185
AHMED KALKAN
~ 266~
lı olarak ele almamızı gerektirmektedir. Yine Hz.
Peygamber’in
“Hastalığın bizatihi sirâyeti yoktur,
eşyada uğursuzluk yoktur, Gûl denilen bir şey de
yoktur”
510 hadisi de, kanaatimizi te’yid etmektedir.
Sünnet,
Gûl inancını reddetmiştir.” Gûller sizi aldattığı
zaman hemen ezan okuyunuz.” 511 hadisi ise,
daha çok sizin zihninize bu tür düşünceler geldiği
zaman onların vesvesesinden kurtulmak için ezan
okuyarak
Allah’ı hatırlayınız, onların uyandıracağı
kötü duygulardan uzaklaşınız manasındadır.
Yoksa Gûllerin
varlığını kabul etmek değil, bilakis
yanlış düşüncelerden doğru düşüncelere bir dâvet
vardır. Bu hadis bize, ülkemizde yaygın olan ve
halk arasında Albastı veya Alkarısı olarak bilinen
ve çok kere de ezan okumakla kendisinden kurtulunacağı
beklenen bir inancı da hatırlatmaktadır.512
CINLERLE İLGILI SON SÖZ
Kur’ân-ı Kerim, cinlerle ilgili olarak bize ihtiyaç duyacağımız
kadar bilgi vermiştir. Onlarla daha geniş ve farklı şekilde
ilişkilerimiz sözkonusu olsaydı, bu konularla ilgili hukuku
da Kur’an bize tâlim ederdi. İnsanoğlu meraklarıyla
510 Müslim, Selâm, 107-108
511 Ahmed bin Hanbel, Müsned, II/305-382
512 Ali Çelik, İslam’ın Kabul veya Reddettiği Halk İnançları, Beyan Y., 136 vd.
da imtihan olmaktadır. Gerek cin ve gerekse şeytan konusunda merak edilen birçok soru bulunmaktadır. Bunların bir kısmına yukarıdaki açıklamalarda cevap bulmuş olabilirsiniz; ama çoğuna, o sorulardan bahsettiğimiz ve kendilerine işaret ettiğimiz halde tam bir cevap bulamayacak veya âlimlerin ihtilâf ettiğine şâhit olacaksınız. Bu tür sorulara cevap bulunabilecek kitaplar varsa da, bu cevapların ne kadar doğru olduğu şüphelidir. Mü’minler için gerçeğin ta kendisi olan Kur’an, bu konularda akla gelebilen soruların çoğu hakkında bir cevap vermez. Çünkü her ne kadar insanın sınırsız merakı bu soruları doğuruyor ise de, bunları bilmek, insan için mutlaka gerekli değildir. Kur’an, konuları, insana yetecek sınırlar içinde ele alıp, merak edilen her şeye cevap vermediği için, konuyla ilgili her şeyi anlatmamıştır. Ama bu, Kur’an’da olanların dışında bir bilgi ve gerçek olmadığı mânâsına gelmez. Ama gerçek diye sunulanlardan hangilerinin doğru olduğunun tesbiti çok zordur. Bu yüzden Kur’an’da olanla yetinmek, Kur’an dışındaki bilgilere ihtiyatlı yaklaşmak, Kur’an’da olanı da doğru anlamaya çalışmak gerekir.513 Özellikle gaybla ilgili konularda merakımızı dizginlemek ve yanlış inançlardan korunmak için Kur’an’da bilgi verilmeyen konularda susmak veya en azından, Kur’an’a ters düşebilecek yorumlardan kesinlikle kaçınmak en doğrusudur.
En Son Söz: Her şeyin en doğrusunu Allah bilir.
513 Lütfullah Cebeci, Kur’an’a Göre Melek Cin Şeytan, Şule Yayınları, İstanbul 1998, s. 398




 
Okunma 9578 kez Son değişiklik Cumartesi, 06 Şubat 2021 09:35

Ortam