بسم الله الرحمن الرحيم
الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله
ÂYET VE ÂYETLERİ SATMAK
HEM DE UCUZA
• Âyet; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Âyet Kavramı
• Allah’ın Tabiattaki Âyetleri
• Kur'an Âyetleri (Cümleleri)
• Kur'ân Âyetlerinin Âyet (Delil ve Mûcize) Oluşu; Kur'an'ın İlmî İ'câzı
• Kur'an'ın Âyet Âyet İndirilmesi ve Hikmetleri
• Âyetler Topluluğu Anlamında Kitap
• Hz. Mûsâ (a.s.) ve Hz. Muhammed’in (s.a.s.) Âyetü’l-Kübrâsı
• Âyetleri Doğru Okuyup Anlayabilme İçin Gerekli Şartlar
• Semâ Âyeti
• İnsan Denen Âyet
• Âyetleri Az Bir Karşılık ile (Ucuza) Satmak
• Yahudi ve Hıristiyanları Taklit Perspektifi
• Allah'ın Âyetlerini Ucuza Satmak Konusunda Âyetler
• Kur'an Okuma ve Hatta Öğretme Karşılığında Ücret Almayı Yasaklayan Hadis-i Şerifler
• Ücretle Kur'an Okumanın Fıkıhtaki Yeri
• Zaruret Açısından Kur'an Kıraatine Ücret
• Hiçbir Peygamber, Tebliğ Karşılığında İnsanlardan Ücret İstemez
• İslâm ve Basit Çıkar Gözetmek
• Allah'ın Âyetlerini Satan Karakter: Bel'am
• Allah'ın Âyetlerini Satmak; Dünyevîleşmek ve Dünyayı Âhirete Tercih Etmektir
• Allah'ın Âyetlerini Satmak, Çok Zararlı Bir Ticarettir
"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah'ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah'ın varlığını ve birliğini isbatlayan) birçok âyetler/deliller vardır.” 3008
3008] 2/Bakara, 164
- 826 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“...Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız Benden korkun. Hakkı bâtıl ile karıştırmayın, bilip dururken hakkı gizlemeyin.” 3009
Âyet; Anlam ve Mâhiyeti
“Âyet” sözlükte, açık alâmet (belirti) demektir. Bir şeyin ve bir amacın varlığını gösteren alâmettir. Açıkça ortada görülmeyen şey, âyetiyle bilinir ve tanınır. Bir yolu bilmeyen, o yola âit alâmetleri bilirse, yolu tanır. Her şey kendi alâmetiyle bilinir. Bu açıdan âyet, duyuların, düşüncelerin veya akılla bilinen şeylerin dışa vurmuş şeklidir denilebilir. Yüzü kızaran bir kimsenin kızdığını anlarız. Yüzü kızarmak kızgınlığın âyetidir. Bir şeyin, bir nesnenin ayırt edici özelliklerine eskiden “alâmet-i fârika”, yani “ayırt edici belirti” denirdi. Bu belirtiler o nesneyi bize tanıtan, o şeyin ne olduğunu bilmemize yardım eden özelliklerdir. Âyet, bu şekilde, açık alâmet, nişan, belirti, iz, eser ve işaret anlamlarına gelmektedir. Âyet kelimesinin çoğulu “ây” ve “âyât”tır.
Kur’an ilimlerinde âyet; sûrelerin içinde, başı ve sonu belli bir veya birkaç cümleden meydana gelmiş İlâhî sözlerdir (kelâm’dır). Kur’an yüz on dört sûreden meydana gelmektedir. Sûreler ise âyetlerden oluşurlar. Sûrelerin içerisindeki âyetler kendilerine mahsus bir biçimdedirler. Belli kuralları yoktur. Bir kaç harften oluşan âyetler olduğu gibi, bir sayfa uzunluğunda da âyet vardır. Âyetlerin her biri birer Kur’an oldukları gibi, hepsi beraber Kur’an’ı meydana getirirler.
Kur’an âyetlerinin her biri Allah’a âit alâmetler, işaretlerdir. Bununla beraber Allah’a mahsus bir yüceliğe de işaret ederler. Bu yücelik onların bağlı oldukları Kudret’ı hatırlatır, O’nun büyüklüğünü tanıtır. Kur’an, âyetlerden meydana geldiği gibi kâinat da âyetlerden meydana gelir. Çevremizde gördüğümüz her şey, Allah’ın birer âyetidir. Bütün varlıklar, bütün olaylar Allah’ın ‘ol’ emriyle meydana çıkmış kelimeleridir. Bunlar, insana Allah’ı tanıtmaları açısından birer âyettirler.
Kur’ân-ı Kerim’de Âyet Kavramı
“Âyet” kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de toplam 382 yerde geçer. Bunlardan 86’sı tekil olarak “âyet” şeklinde; 295’i ise çoğul olarak “âyât” şeklindedir. Bir yerde de tesniye olarak “âyeteyn” şeklinde kullanılır.
Âyet kavramı Kur’an’da birkaç anlamda kullanılmaktadır:
1- Delil anlamında: Allah’ın varlığına ve yüceliğine işaret eden deliller, âyet ismiyle anılmaktadır. Buna göre, göklerin ve yerin yaratılması, gece ile gündüzün peş peşe gelişi, insanların faydası için denizde yüzen gemiler, ölümünden sonra toprağı diriltmek üzere yağmurun indirilişi, canlıların var edilmesi, bulutların boyun eğmiş bir şekilde havada yüzmeleri birer âyettir. 3010
Güneş’in bir aydınlık, Ay’ın bir nur (ışık) kılınması, yılların sayısı bilinsin diye Güneş’e ve Ay’a durakların tesbit edilmesi birer âyettir.3011 Tanenin ve çekirdeğin yaratılması, sabahın gecenin içinden çıkıp gelmesi, gecenin dinlenme zamanı
3009] 2/Bakara, 41-42
3010] 2/Bakara, 164
3011] 10/Yûnus, 5
ÂYET VE ÂYETLERİ SATMAK HEM DE UCUZA
- 827 -
yapılması, karanlığın derinliklerinde yol bulmak için yıldızların bir lamba gibi var edilmesi, insanların tek bir nefisten yaratılması, gökten inen su ile bitkilerin büyütülmesi, her türlü meyvenin var edilmesi birer âyettir.3012 Arının çeşitli çiçeklerden topladığı özlerle insanlar için şifa olan bal yapması, hayvanların çeşit çeşit yaratılması, hayvanlar tarafından insanlara süt hazırlanması birer âyettir.3013 “Ve O, yeri yayıp uzatan, onda sarsılmaz dağlar ve ırmakları var edendir. Orada ürünlerin her birinden ikişer çift yaratmıştır. Geceyi gündüze bürümektedir. Şüphesiz bunlarda düşünen bir topluluk için gerçekten âyetler vardır.” 3014; “Allah’ın gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin birbirine uymaması O’nun âyetlerindendir.” 3015
2- Mûcize anlamında: Kur’an, peygamberlerin Allah (c.c.) tarafından gönderilmiş elçiler olduklarını isbat etmek için gösterdikleri olağanüstü olaylara da ‘âyet’ demektedir. İnsanlar, peygamber olduğunu iddia eden kimselerden, bilinen tabiat olaylarını aşan ve ancak İlâhî kuvvet tarafından yapılabilecek alâmetler (isbatlar) istemişlerdir. Peygamberlerin gösterdiği bütün mûcizeler “âyet” adıyla anılmaktadır. Çünkü mûcizeler, peygamberlerin kendi işi değil; Allah’ın gücünün göstergeleridir. Hz. İsa’nın (a.s.) çamurdan kuş yapması, körün gözünü açması, alaca hastalığını iyi etmesi, ölüyü diriltmesi, saklanılan şeylerin yerini haber vermesi birer âyettir (mûcizedir).3016 Hz. İsa (a.s.)’ya gökten sofra indirilmesi,3017 Semûd kavmine deve verilmesi,3018 Hz. İsa’nın (a.s.) babasız dünyaya gelmesi,3019 Hz. Mûsâ’nın (a.s.) elinin Ay gibi parlaması3020 hep birer âyettir.
Peygamberlerin çabalarına ve gösterdikleri mûcizelere rağmen azgınlığa ve zulümlerine devam edenler, dünyada iken birtakım cezâlara çarptırıldılar. Arkadan gelenler ibret alsın diye onlardan bazı âyetler (alâmet ve izler) bırakılmıştır. “Kendilerinden önceki nesillerden nicelerini yıkıma uğratmamız, onları hidâyete yöneltmedi mi? (Oysa bugün kendileri) onların kaldıkları yerlerde (tarihî kalıntılar üzerinde) gezip durmaktadırlar. Şüphesiz bunda sağduyu sahipleri için âyetler vardır.”3021 Allah’ın peygamberleri eliyle gösterdiği âyetler/mûcizeler için şu âyetlere de bakılabilir:3022
3- Alâmet, nişan anlamında: İsrâiloğullarına başkan (hükümdar) olarak gönderilen Talût’un bu görevinin âyeti (alâmeti), Tâbût’un onlara getirilmesiydi. Burada âyet; alâmet, belirti, nişan anlamında kullanılmıştır. 3023
4- Acâyip iş anlamında: Hz. İsa (a.s.)’nın babasız olarak dünyaya gönderilmesi, Allah’ın kudretine işaret eden bir âyettir, acâyip bir iştir. Bir yönden mûcizedir,
3012] 6/En’âm, 95-99
3013] 16/Nahl, 65-69
3014] 13/Ra’d, 3
3015] 30/Rûm, 22
3016] 3/Âl-i İmrân, 49
3017] 5/Mâide, 114
3018] 17/İsrâ, 59
3019] 19/Meryem, 21
3020] 20/Tâhâ, 22
3021] 20/Tâhâ, 128; ayrıca bk. 11/Hûd, 103; 15/Hıcr, 74; 28/Kasas, 36; 29/Ankebût, 15 vd.
3022] 2/Bakara, 211, 248; 6/En’âm, 35; 7/A’râf, 73; 10/Yûnus, 92; 11/Hûd, 64; 20/Tâhâ, 22: 21/Enbiyâ, 5; 26/Şuarâ, 154
3023] 2/Bakara, 248
- 828 -
KUR’AN KAVRAMLARI
diğer yönden insanların görmediği, alışmadığı bir iştir. 3024
5- İbret anlamında: Tâlût’un İsrâiloğullarına hükümdar olması, bunun belgesi olarak Tâbût’u bularak onlara getirmesi, inananlar için gerçekten ibret verici bir durumdur. Buna benzer bütün olaylar hem mûcizedir, hem de ibret verici şeylerdir. 3025
6- Kıyâmet alâmeti anlamında: Birtakım kimseler ellerinde fırsat varken iman etmezler. Allah’ın bazı âyetleri geldiği zaman iman ederlerse bu imanları kabul olmaz. En’am Suresi 158. âyetinde çoğul olarak geçen ‘âyât’ (âyetler), Kıyâmet saatinin belirtisi, alâmeti şeklinde anlaşılmıştır.
7- Kur’an’ın tümü veya belli bölümleri anlamında: Kur’an’ın tümü âyet olduğu gibi, her sûrenin belli bölümleri de âyettir. Gerek Kur’an’ın tümü, gerekse her bir âyeti, insanların hepsi bir araya gelseler bile bir benzerini yazamayacakları bir mûcize (âyet)dir. Kur’an’ın, “âyet”i mûcize anlamında da kullandığını tekrar hatırlayalım. Öyleyse Kur’an, Peygamberimiz’in en büyük mûcizesi olmakla birlikte Allah’ın kudretine alâmet olan bir âyetidir. Hz. Muhammed’in (s.a.s.) hak peygamber olduğuna delildir. Her bir âyet bir ifadeyi diğerinden ayırdığı, her bir Kur’an bölümü onun tümünü ve vahyin mûcize oluşunu hatırlattığı için âyet denmiştir.
Kur’an, Hz. Muhammed’e (s.a.s.) indirilen Kitab’ın insanüstü olduğunu bildirdikten sonra, bundan şüphe edenleri, “haydi bakalım, bunun gibi bir kitap, ya da bunun sûrelerine benzer sûreler yazıp getirin” diye meydan okumaktadır. 3026 Öyleyse O’nun kendisi, sûreleri, âyetleri hem birer mûcizedir, hem de onları gönderen Rabbimizin Rabliğinin, büyüklüğünün, kudretinin alâmetleri (âyetleri)dir. Bütün bunlara rağmen Kuran’a inanmayan inkârcılar yine olacaktır 3027.
Peygamberimiz (s.a.s.) Güneş’in ve Ay’ın Allah’ın kudretinin iki âyeti olduğunu haber veriyor.3028 O ayrıca buyuruyor ki: “On âyet (alâmet) çıkmadıkça Kıyâmet kopmaz…” 3029
Evrendeki sayısız varlıklara, çeşitliliğe, sürekli bir oluşuma ve evrensel düzene “fiilî âyetler” denmiştir. Bu âyetler, yüce bir varlığın kudretini açıkça haber vermektedir. Bu âyetlere “kevnî âyetler -oluşun alâmetleri-” denmektedir. Bunlar bütün kâinatta bulunduğu gibi, insanın kendi bünyesinde de bulunmaktadır. Kur’an şöyle diyor: “Biz âyetlerimizi hem âfak’ta (insanın dışında), hem de enfüste (kendi nefislerinde) onlara göstereceğiz; öyle ki şüphesiz onun (Kur’an’ın) hak olduğu kendilerine apaçık belli olsun. Her şeyin üzerinde senin Rabbinin şâhit olması yetmez mi?”3030 İnsanın çevresinde ve bizzat kendi yapısında bulunan sayısız âyet yani Rabbimizin varlığına ve kudretine işaret eden sonsuz alâmet; onun inanması ve
3024] 23/Mü’minûn, 50
3025] 2/Bakara, 248
3026] 2/Bakara, 23-24; 29/Ankebût, 50-51; 17/İsrâ, 88; 11/Hûd, 13
3027] 2/Bakara, 145
3028] Buhârî, Bed’ü’l Halk 88, 4/251
3029] Müslim, Fiten 39-40, hadis no: 2901, 4/2225
3030] 41/Fussilet, 53
ÂYET VE ÂYETLERİ SATMAK HEM DE UCUZA
- 829 -
Rabbine boyun eğmesi için yeter. 3031
“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah’ın varlığını ve birliğini isbatlayan) birçok âyetler/deliller vardır.” 3032
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahipleri için şüphesiz âyetler (deliller) vardır. Onlar ayakta iken, otururken, yanları üstü yatarken Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler. ‘Ey Rabbimiz, Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen (bundan) pâk ve münezzehsin. Bizi ateş azâbından koru.” 3033
“Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri âyetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar her türlü âyeti görseler de yine inanmazlar. Doğru yolu görseler, onu yol edinmezler; ama azgınlık yolunu görseler, onu yol edinirler. Çünkü onlar âyetlerimizi yalanladılar ve onları umursamaz oldular.” 3034
“Mü’minler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğu zaman (o âyetler, onların) imanlarını artırır ve (onlar) Rablerine tevekkül ederler.” 3035
“Göklerde ve yerde nice âyetler var ki, onların yanından yüzlerini çevirerek (hiç aldırmadan, ilgilenmeden) geçip giderler.” 3036
“Şunlar Kitabın âyetleridir; Rabbinden sana indirilen haktır, fakat insanların çoğu inanmazlar.” 3037
“Ve O, yeri yayıp uzatan, onda sarsılmaz dağlar ve ırmakları var edendir. Orada ürünlerin her birinden ikişer çift yaratmıştır. Geceyi gündüze bürümektedir. Şüphesiz bunlarda düşünen bir topluluk için gerçekten âyetler vardır.” 3038
“Kendilerinden önceki kuşaklardan nicelerini yıkıma uğratmamız, onları hidâyete yöneltmedi mi? (Oysa bugün kendileri) onların kaldıkları yerlerde (tarihî kalıntılar üzerinde) gezip durmaktadırlar. Şüphesiz bunda sağduyu sahipleri için âyetler vardır.” 3039
“İnkâr edenler bilmediler mi ki, göklerle yer bitişik idi, Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık?! Hâlâ inanmıyorlar mı? Yer onları sarsmasın diye onun üstünde dağlar yarattık. Ve (işlerine) gidebilsinler diye orada geniş yollar açtık. Göğü, (düşmekten) korunmuş bir tavan yaptık; onlarsa hâlâ Bizim (varlığımıza ve gücümüze delâlet eden) âyetlerimizin yanından düşünmeden geçip gitmektedirler...” 3040
3031] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 51-54
3032] 2/Bakara, 164
3033] 3/Âl-i İmrân, 190-191
3034] 7/A’râf, 146
3035] 8/Enfâl, 3
3036] 12/Yûsuf, 105
3037] 13/Ra’d, 1
3038] 13/Ra’d, 3
3039] 20/Tâhâ, 128; ayrıca bk. 11/Hûd, 103; 15/Hıcr, 74; 28/Kasas, 36; 29/Ankebût, 15 vd.
3040] 21/Enbiyâ, 30-32
- 830 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Âyetlerimi size göstereceğim; acele etmeyin.” 3041
“Ve de ki: ‘Allah’a hamdolsun, O size âyetlerini gösterecek, siz de onları öğreneceksiniz...” 3042
“O’nun âyetlerinden (gücünün işaretlerinden) biri, sizi topraktan yaratmasıdır. Sonra siz, (yeryüzüne) yayılan insanlar oluverdiniz. O’nun âyetlerinden biri de, size nefislerinizden, kendileriyle sükûn bulacağınız eşler yaratması ve aranıza sevgi ve acıma koymasıdır. Şüphesiz bunda, düşünen bir toplum için ibretler vardır. O’nun âyetlerinden biri de, göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda, âlimler/bilenler için âyetler/ibretler vardır. O’nun âyetlerinden biri de, geceleyin ve gündüzün uyumanız ve O’nun lutfundan (nasîbinizi) aramanızdır. Şüphesiz bunda, işiten/dinleyen bir toplum için âyetler/ibretler vardır. O’nun âyetlerinden biri de, size, korku ve umut vermek için şimşeği göstermesi, gökten bir su indirip onunla ölümünden sonra yeri diriltmesidir. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir toplum için âyetler/ibretler vardır. O’nun âyetlerinden biri de, göğün ve yerin, kendisinin emriyle durmasıdır. Sonra sizi yerden bir tek dâvetle çağırdığı zaman bir de bakarsınız ki çıkıyorsunuz.” 3043
“Ölü toprak, onlar için bir âyettir (ölüleri nasıl dirilteceğimize işarettir): Biz onu dirilttik, ondan dâne çıkardık da ondan yiyorlar. Orada hurma ve üzüm bahçeleri yarattık, çeşmeler akıttık. Ki o (suyun veya bahçe)nin ürününden ve ellerinin emeğinden yesinler. Hâlâ şükretmiyorlar mı? Ne yücedir O (Allah) ki toprağın bitirdiklerinden, kendilerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden olan bütün çiftleri yaratmıştır. Gece de onlar için bir âyettir. Gündüzü ondan soyup alırız; birden onlar karanlıkta kalıverirler. Güneş de kendi müstakarrı (yörüngesi, istikrar bulacağı yeri) içinde akıp gider. Bu, üstün ve bilen (Allah)ın takdiridir. Aya da konaklar tâyin ettik. Nihayet o, eski urcuna (hurma salkımının sapına) benzer bir hale geldi. Ne güneş aya erişebilir, ne de gece, gündüzün önüne geçebilir. Hepsi bir felekte (yörüngede) yüzmektedirler. Onlar için bir âyet de, onların çocuklarını dolu gemide taşımamız ve kendilerine onun gibi binecekleri nice şeyler yaratmamızdır.” 3044
“Biz âyetlerimizi hem âfak’ta (insanın dışında, ufuklarda, çevrelerinde), hem de enfüste (kendi nefislerinde) onlara göstereceğiz; öyle ki şüphesiz onun (Kur’an’ın) hak olduğu kendilerine apaçık belli olsun. Her şeyin üzerinde senin Rabbinin şahit olması (her şeyi görmesi sana) yetmez mi?” 3045
“Yeryüzünde de kesin inanacak insanlar için (Allah’ın varlığını, birliğini ve kudretini gösteren) nice âyetler (işâret ve deliller) vardır. Bizzat kendinizde de. Görmüyor musunuz?” 3046
“Bakmıyorlar mı develere, nasıl yaratılmış? Göğe, nasıl yükseltilmiş? Dağlara, nasıl dikilmiş? Yere, nasıl yayılıp döşenmiş?” 3047
3041] 21/Enbiyâ, 37
3042] 27/Neml, 93
3043] 30/Rûm, 20-25
3044] 36/Yâsin, 33-42
3045] 41/Fussilet, 53
3046] 51/Zâriyât, 20-21
3047] 88/Ğâşiye, 17-20
ÂYET VE ÂYETLERİ SATMAK HEM DE UCUZA
- 831 -
Allah’ın Tabiattaki Âyetleri
“Göklerde ve yerde nice âyetler var ki, onların yanından geçip giderler.” 3048 Görüldüğü gibi Yüce Allah, bu âyette yerde ve gökte pek çok âyeti olduğunu, fakat birçok kimsenin bu âyetleri görüp yanından geçip gittikleri halde onlardan istifâde edip bir kere olsun onlardaki inceliği, eşsiz denge ve düzeni düşünüp onları yaratana ulaşamadıklarına, ulaşsalar da O’nu hakkıyla idrâk edemediklerine işaret etmektedir.
Yukarıda ifade edildiği gibi, Kur’an’da âyet kelimesi değişik anlamlarda kullanılmaktadır. Bunlardan en önemlileri, Allah’ın peygamberleri eliyle gösterdiği mûcizeler, Kur’an’ın yazılı âyetleri (cümleleri) ve kendimiz de dâhil olmak üzere, tabiatta ve kâinatta gördüğümüz en küçüğünden en büyüğüne kadar canlı ve cansız bütün varlıklardır. Buna göre meselâ, bir çiçek bir âyettir, bir kuş bir âyettir, bir yaprak bir âyettir. Demek ki, Yüce Allah’ın Kur’an’da satırlara yazılı olarak bulunan âyetlerinin yanında, bir de tabiatta, canlı olarak karşımızda duran, keşfedilmeyi bekleyen pek çok âyeti vardır.
Bu üç türlü âyet de aslında bir yerde birleşmektedir. Zira, bunların üçü de neticede onları gereği gibi düşünüp değerlendirebilenleri Allah’a götüren, O’nun varlığını, birliğini, sınırsız güç, kudret ve ilmini açıkça gösteren birer işâret, alâmet ve nişan olmaktadırlar. Çünkü, bütün bunların elbette bir yapanı, edeni, planlayıcısı ve düzenleyicisi vardır ki o da Allah’tan başkası olamaz. O halde bunların hepsi de Allah’ın varlığının, birliğinin ve kudretinin apaçık delilleridir.
İnsanlar, sabah akşam, gece gündüz bunların önünden geçerler. Bu âyetler âdeta onları kendilerine çağırır. Kendilerinin okunmasını, yani görülüp incelenmesini, kalplere ve akıllara ilham kaynağı olmayı beklerler. Fakat insanlardan çoğu, ne onları görürler, ne de seslenişlerini duyarlar ve ne de derin ve mânâlı tesirlerini hissederler...
Hâlbuki, bir an güneşin doğduğu yerle battığı yeri düşünmek, bir gölgenin uzayıp kısalması üzerinde durmak, bir nehrin akışı, bir pınarın, bir şelâlenin çağlayışı, bir çiçeğin yavaş yavaş büyüyüşü, bir goncanın nazlı nazlı açılışı önünde bir an durup düşünceye dalmak, tefekkür etmek, onları, onların mesajlarını duyup okumak gerek... Havada uçan bir kuşa, denizde yüzen bir balığa, durmadan çalışan karıncaya, en usta Sanatkârın eliyle işlendiği her haliyle belli olan düzgün simetriği ve rengârenk kanatlarıyla uçan bir kelebeğe bir an ibret gözüyle bakmak gerek...
Evet, bütün bunları ve bunlar gibi çoğu insanın sık sık karşılaştığı halde görmezlikten geldiği âyetleri düşünüp tefekkür etmek, insan gönlüne kâinat sırlarının akması için yeterlidir. Bir an ibret gözüyle bakıp bu âyetleri okumanın kalpleri titreteceğine, şuurları harekete geçirip olumlu tesirler bırakacağına şüphe yoktur.
Bazı insanlar, gördükleri bu muhteşem yapı ve düzen karşısında yaratıcılarına teslim olup O’na olan şükran borçlarını yerine getirip O’na itaat ve ibâdete koyulurken; bazıları da, O Yüce Yaratıcı’yı farkedip bulduğu halde O’na, O’nun istediği gibi kulluk etmeyip içindeki diğer tanrıları söküp atamamaktadır. Pek
3048] 12/Yûsuf, 105
- 832 -
KUR’AN KAVRAMLARI
çok insan da her zaman yüz yüze, göz göze geldikleri bu âyetlerin yanından gelip geçerler. Gördükleri bu pek çok canlı âyeti her gün göre göre kanıksâdıklarından veya bütün bu olan biteni sanki kendiliğinden oluyormuş gibi zannettiklerinden ya da inatçı inkârcılıklarından dolayı bunlara bir ibret gözü ile bakıp üzerinde düşünerek, onlardaki mûcizevî yapıyı görerek ders çıkarmak istemezler; yüzlerini başka tarafa çevirip geçerler. Daha doğrusu görürler de görmezlikten gelirler; bütün bunları kör bir tesâdüfe veya ne olup olmadığını tanımlayamadıkları tabiata/doğaya bağlayıp işin içinden sıyrılmaya çalışırlar. İşte şu âyet, bu durumu ne kadar açık bir şekilde ortaya koymaktadır: “Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri âyetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar her türlü âyeti görseler de yine inanmazlar. Doğru yolu görseler, onu yol edinmezler; ama azgınlık yolunu görseler, onu yol edinirler. Çünkü onlar âyetlerimizi yalanladılar ve onları umursamaz oldular.” 3049
Görüldüğü gibi bu âyette Yüce Allah, bazı kimselerin gördükleri halde yeryüzündeki çeşitli âyetlerden neden istifâde edemediklerini de izah etmektedir. Bunun sebebi, onların büyük bir kibir içinde olmaları ve etraflarındaki bu âyetleri umursamaz tavırlarıdır. Dolayısıyla bu mahrûmiyetleri bizzat kendilerinden kaynaklanmaktadır. Ama Yüce Allah her türlü fiilin bizzat yaratıcısı olduğundan bunu; “Ben uzaklaştıracağım” şeklinde ifade etmektedir. Kur’an’da daha pek çok yerde etraflarındaki âyetleri gereği gibi değerlendiremeyen kimselerden bahsedilmektedir. İşte bunlardan birkaçı:
“İnkâr edenler bilmediler mi ki, göklerle yer bitişik idi, Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık?! Hâlâ inanmıyorlar mı? Yer onları sarsmasın diye onun üstünde dağlar yarattık. Ve (işlerine) gidebilsinler diye orada geniş yollar açtık. Göğü, (düşmekten) korunmuş bir tavan yaptık; onlarsa hâlâ Bizim (varlığımıza, birliğimize ve gücümüze delâlet eden) âyetlerimizin yanından düşünmeden geçip gitmektedirler...”3050 Görüldüğü gibi Yüce Allah bu âyetlerde, önce göklerin ve yerin yaratılışı hakkında bilgiler verip koca koca dağların yaratılışının hikmetine işaret etmektedir. Bu ifâdeler, zamanındaki beşerî bilgilerin çok ötesinde olup modern araştırma sonucu bilgilerle de tamamen bir uyum arzetmektedir. Ve âyetler, insanların gözünün önünde duran, kâinattaki/doğadaki bu âyetlerin önünden umursamadan geçip gidenleri kınayarak sona ermektedir.
İşte, etrafımızda her zaman gördüğümüz olaylara dikkatimizi çeken bir âyet: “Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah’ın varlığını ve birliğini isbatlayan) birçok âyetler/deliller vardır.”3051 Gerçekten de bu âyetin her bir ifadesi, üzerinde uzun uzun düşünmeye, araştırmalar yapmaya değer konularla doludur: Yüce Rabbimiz bu âyette önce, içinde yaşadığımız bu uçsuz bucaksız kâinâtın yaratılışına dikkatimizi çekmekte, sonra pek çok âyette geçtiği gibi, gece ile gündüzün birbiri ardına gelişini, ardından koca koca gemilerin denizde batmadan yüzmelerini (suya kaldırma gücü verdiğini), gökten su indirip onunla âdeta ölü gibi duran
3049] 7/A’râf, 146
3050] 21/Enbiyâ, 30-32
3051] 2/Bakara, 164
ÂYET VE ÂYETLERİ SATMAK HEM DE UCUZA
- 833 -
toprağı yeniden diriltmesini, yeryüzüne küçük-büyük sayısız canlıyı yaymasını, bulutları ve rüzgârları oradan oraya evirip çevirmesini, böylece iklim değişikliği ve yağmurların dağıtılmasını gündeme getirmektedir. Ve âyet, aklını çalıştıran bir toplum için bütün bunlardan alınacak dersler, çıkarılacak neticeler olduğunu belirterek sona ermektedir.
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahipleri için şüphesiz âyetler (deliller) vardır. Onlar ayakta iken, otururken, yanları üstü yatarken Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler. ‘Ey Rabbimiz, Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen (bundan) pâk ve münezzehsin. Bizi ateş azâbından koru.”3052 Bu âyeti okuyan Peygamberimiz (s.a.s.) arkasından şöyle dehşetli bir tesbitte bulunmuştur: “Yazıklar olsun o kimseye ki, bu âyeti okuduğu halde onun üzerinde düşünmez!” 3053
İnsan Denen Âyet: Allah Teâlâ, bu çeşit canlı âyetlerin insanın sadece etrafındaki varlıklarda değil; bizzat kendisinin maddî ve mânevî yapısında da olduğuna şöyle işaret eder: “Yeryüzünde de kesin inanacak insanlar için (Allah’ın varlığını, birliğini ve kudretini gösteren) nice âyetler (işâret ve deliller) vardır. Bizzat kendinizde de. Görmüyor musunuz?”3054 Gerçekten de insanın bizzat kendisi esrârengiz bir âlemdir. Onun hakkında bilinenler, keşfedilmeyi bekleyen bilinmeyenler yanında hâlâ bir hiç hükmündedir. Onun için, Yüce Allah, bu tip âyetlerin sırrı hemen kavranılmasa bile zaman içinde keşfedileceğine şöyle işaret etmektedir: “O (Kur’an), ancak bütün âlemlere zikirdir/öğüttür. Onun haber(ler)ini(n doğruluğunu) bir süre sonra gâyet iyi anlayacaksınız!”3055; “Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır. Bir müddet sonra öğreneceksiniz.”3056; “Ve (yine) de ki: ‘Allah’a hamdolsun, O size âyetlerini gösterecek, siz de onları öğreneceksiniz...” 3057; “Âyetlerimiz size göstereceğim; acele etmeyin.” 3058
Kur’an, bu gibi âyetleriyle insanların gözlerini kendilerine ve dış âleme/çevreye doğru çevirirken kendinden gâyet emindir. İlmin ilerlemesiyle kendisinin yanlışlarının ortaya çıkıp gözden düşeceği, bu sebeple insanların kendinden uzaklaşacağı gibi bir endişesi yoktur. Bilakis, insanlar kâinatın yapısındaki ince sırları keşfettikçe Yüce Allah’ın varlığının, birliğinin, gücünün ve ilminin sonsuzluğunu daha iyi kavrayacaklar ve imanları daha da kuvvetlenecektir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Biz âyetlerimizi hem âfak’ta (insanın dışında), hem de enfüste (kendi nefislerinde) onlara göstereceğiz; öyle ki şüphesiz onun (Kur’an’ın) hak olduğu kendilerine apaçık belli olsun. Her şeyin üzerinde senin Rabbinin şahit olması (her şeyi görmesi sana) yetmez mi?”3059 Görüldüğü gibi Yüce Allah bu âyetlerde, insana bu evrenin bazı sırlarını göstereceğini, kendi iç dünyasının kapalı noktalarını açacağını vaad etmektedir. Bütün bunların kendilerine seslenen bu kitabın hak bir kitap olduğunu anlayıncaya kadar devam edeceğini belirtmektedir. Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir?
3052] 3/Âl-i İmrân, 190-191
3053] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, IV/310; İbn Kesir, I/440-441
3054] 51/Zâriyât, 20-21
3055] 38/Sâd, 87-88
3056] 6/En’âm, 67
3057] 27/Neml, 93
3058] 21/Enbiyâ, 37
3059] 41/Fussilet, 53
- 834 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Allah Teâlâ bu vaadini doğru çıkarmış ve insanlara yapmış oldukları araştırmalarla önceden bilinmeyen pek çok sırrını açmıştır. Evet, bu gün insanlık, aradan geçen on beş asır zarfında henüz bilebildikleri bilemediklerinin yanında çok az da olsa, pek çok şeyi öğrenmiştir. Kâinatın merkezi sandıkları dünyalarının aslında güneşe bağlı, onun etrafında dönen çok küçük bir zerre olduğunu, güneşin ve onun içinde yer aldığı sistemin de, milyarlarca benzerinden sadece birisi olduğunu, kâinat yaratılalı beri ışığı yola çıkmış ama henüz ışığı bize kadar ulaşamamış nice yıldızların bulunduğunu öğrenmiştir. İnsanlar, kendi dünyalarını da gittikçe daha iyi tanıdılar. Onun hem kendi ekseni etrafında ve hem de güneşin çevresinde döndüğünü keşfettiler. Karada ve denizde yer alan birçok bitki ve hayvanı tesbit ettiler. Son asırlarda Yüce Rablerinin kendileri için yerin derinliklerine gizlediği kömür ve petrol gibi çok büyük enerji kaynaklarını tesbit edip kullanmaya başladılar. Kendi vücutlarının maddî ve rûhî yönü ile ilgili de pek çok keşiflerde bulundular, ama araştırdıkça bilmediklerinin gittikçe daha da arttığını, çok esrârengiz, muhteşem bir sanat ve dehşetli bir yapı ile karşı karşıya olduklarını anladılar. Ve insanlar, Allah’ın yarattığı bu muhteşem evreni ve kendilerini keşfetmeye, onlarda geçerli olan kanunları tesbit etmeye hâlâ devam etmektedirler.
Hiç şüphesiz Allah Teâlâ’nın bu kâinat/tabiat/çevre ve insan kitaplarının âyetlerini okuyup anlayacak, bu canlı ve âdeta konuşan mûcizelerini en iyi bir şekilde değerlendirebilecek olanlar, ancak onlar üzerinde araştırma yapıp onlardaki sırrı, esrârengiz ve muhteşem yapıyı ortaya çıkarmaya çalışan âlimlerdir. Nitekim bu durum, Fâtır sûresi, 28. âyette açık bir şekilde ortaya konmuştur. Allah (c.c.) bu âyette, önce yine tabiattaki bazı âyetlere/tezâhürlere dikkatlerimizi çektikten sonra şöyle buyurur: “... Kulları içinde ancak âlimler Allah’tan (tam lâyıkı ile) korkarlar.”3060 Demek ki her âlim, ilmi genişledikçe ve Allah’ın bu varlıklardaki ince denge ve düzenini keşfettikçe Yüce Allah’ın güç, kudret, sanat ve ilmini daha çok görüp daha iyi takdir edecek, böylece Allah’a olan saygı, sevgi ve hayranlığı, huşû ve takvâsı da o derece artacaktır.
Demek ki, İslâm âlimlerine ve âlim adayı gençlere pek çok görevler düşmektedir. Böyle bir övgüye en lâyık âlimler, Kur’an, kâinat ve insan adlı kitapları birbirleriyle uyumlu, irtibatlı okuyan, araştırmalar yapan ve birinin tefsiri için diğer ikisinin gözardı edilmemesi gerektiğini bilen âlimler olmalı ve gece gündüz çalışıp bu yüksek dereceye ulaşıp böylece, pek çok kimsenin de hidâyetine vesile olmalıdır. 3061
Âyet, açık alâmet, inkârı mümkün olmayan mûcize demektir. Kur’an’ın cümleleri, Allah’ın varlığına, birliğine, Kur’an’ın Allah’ın kelâmı olduğuna delâlet eden âyetler olduğu gibi doğa olayları da Allah’ın varlığına ve birliğine delâlet eden âyetlerdir. Sözlü olan âyetlerin (vahyin) yanında, herkesin gözü önünde serili bulunan tabiat kitabının âyetleri olan sözsüz âyetler, tabiat olayları ve insan da besmeleyle, Allah’ın ismi ve izniyle, O’nu yücelterek okunmayı beklemektedir. “Oku!” emrinin muhâtabı olan insan için gösterilen nesnelerdir tüm bu âyetler. Aklını çalıştıran, iyi düşünen insanlar için bütün tabiat olayları, dillenip Allah’ın varlığını ve birliğini haykırır. Şu yeşillenen ağaçlar, şu uçan kuşlar, şu
3060] 35/Fâtır, 28
3061] Mevlüt Güngör, Kur’an Penceresinden Bakış, 203-212
ÂYET VE ÂYETLERİ SATMAK HEM DE UCUZA
- 835 -
yüzen balıklar, şu gece gündüz, şu kâinattaki düzen, kendilerini yaratan çok akıllı, Rahmân ve Rahîm, her şeye gücü yeten muhteşem sanatını icrâ eden muazzam bir yaratıcı Allah’ın varlığını söyler. Bundan dolayı Kur’an, her vesile ile insanın dikkatini tabiat âyetlerini okumaya, onlardaki incelikleri düşünmeye dâvet eder. Gece ve gündüzün değişmesi, bize sonsuz görünen şu engin kâinatta aynı İlâhî kanunların bulunması, zerreden sonsuz evrene dek her şeyin ince yasalarla düzenlenmiş olması, bunların bir tesadüf/raslantı ile kendi kendine değil; büyük akıl, irâde ve kudret sahibi bir yaratıcı tarafından yaratıldığını kanıtlar. İşte bu kâinatı düşünen, tabiat varlıklarındaki ince hikmetleri, yasaları okuyan kimse derhal Rahmân ve Rahîm sıfatlarıyla niteli bir Allah’ın var olduğunu anlar, her şeyin O’na boyun eğdiğini görür. Kendisi de bilinçli olarak O’nun emrine boyun eğer, O’na kulluk eder.
“Biz âyetlerimizi hem âfak’ta (insanın dışında, ufuklarda, çevrelerinde), hem de enfüste (kendi nefislerinde) onlara göstereceğiz; öyle ki şüphesiz onun (Kur’an’ın) hak olduğu kendilerine apaçık belli olsun.”3062 Müfessirlerin çoğuna göre, bu âyette ifade edilen âfâktaki âyetler; güneş, ay, yıldızlar, gece-gündüz, rüzgâr, yağmur, gök gürültüsü, bitki, ağaç, dağlar, denizler ve benzeri doğa varlıkları ve tabiat olayları; enfüsteki âyetler de insan anatomisindeki ve rûhundaki hârika sanat, düzen ve hikmettir. Burada, Kur’an’ın gerçek vahiy olduğunun anlaşılması için doğa olaylarından ve insanın kendi yaratılışından kanıtlar sunulacağı belirtilmektedir. Âyette insanın bilgi edinme yollarına da dikkat çekilmekte ve insanların ibret almaları istenmektedir. Öyle ise, âfâk ve enfüs âyetleri, insana bilgi sunan, bilginin kaynağı olan âyetlerdir.
Kur’an, ilim ve hikmete çok değer vermiştir. İlimden söz eden âyet sayısı 750’ye varır. Kur’an, âlimi görür, câhili kör kabul eder 3063; “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak öz akıl sahipleri düşünüp ibret alır.”3064; “Ancak âlimler, Allah’a gereğince saygı gösterir, huşû duyup korkar.”3065 buyrulur. Fakat Kur’an’ın övgü ile söz ettiği ilim, ispatlanmamış teoriler, boş nazariyeler, kuru ve soyut entelektüel teoriler değil; insanın iç dünyasını aydınlatan din bilgisi ve dış dünyasını aydınlatan imanla irtibatlı müsbet ve hayırlı ilimdir. İşte kesin bilgiye ermek için insanlara Allah’ın âfâktaki ve enfüsteki âyetleri gösterilmektedir. Gerçekten âfâkta gösterilen âyetler, doğa varlıkları ve bunların bağlı bulunduğu yanlış anlaşılmaya müsait şekilde “tabiat yasaları” denilen, Allah’ın tabiattaki değişmez yasaları (sünnetullah); enfüste gösterilen âyetler de insan ruhunun derin aşamaları ve bunlara konulan İlâhî nurlardır. İşte her iki dünyadaki/kitaptaki Allah’ın yasalarını anlamak, bilgi ve hikmete bağlıdır. Kur’an, dikkatimizi, çevremizi ve bu doğa olaylarını inceleyip onlardaki İlâhî kanunları bulmağa yöneltir. 3066
Niçin Kur’an, insanın gözünü tabiat olaylarına çeviriyor? Çünkü Allah’ın yasaları, her an bu olaylarda görünmektedir. Bu yasaları keşfedenler, Allah’ın kudretini daha iyi anlayıp O’na gereğince saygı gösterecekleri gibi; doğaya da, çevreye de egemen ve halife olurlar. Doğanın büyük, hatta bazen yıkıcı güçlerini kendilerine boyun eğdirip hizmetlerinde kullanırlar. Zira Allah, denizleri,
3062] 41/Fussilet, 53
3063] 35/Fâtır, 19-21
3064] 39/Zümer, 9
3065] 35/Fâtır, 28
3066] Meselâ bk. 88/Ğâşiye, 17-20; 67/Mülk, 19
- 836 -
KUR’AN KAVRAMLARI
dağları, güneşi, ayı, hayvanları, özetle her şeyi, tüm doğayı insanın buyruğuna vermiş, melekî güçler bile insana boyun eğmiştir. Ancak insanın aklını çalıştırması, doğanın gizlerini bilmesi lâzımdır ki tabiata egemen olabilsin. Çünkü doğaya hâkim olabilmek bilgi işidir. Bilgili olan, güçlü olur. İşte insanlığın yararına dönüşecek, amele/icraata çıkacak müsbet ilim, imanla beraber olursa Kur’an dilinde hikmet adını alır. Kur’an’ın hikmet dediği böyle hayırlı ilim, ruhsuz ve mâneviyatsız bilgi değil; Yaratana karşı sevgi ve saygı, kulluğu kamçılayan ilimdir. Bu ilim, insanı maddeye kulluğa değil; maddenin yaratıcısı Allah’a saygıya; imansızlığa değil, imana götürür. Bundan dolayı Allah’ın Elçisi: “Hikmetin başı Allah korkusudur.” 3067 buyurmuşlardır.
Kur’an, insanın ilim sahibi olmasını, doğayı incelemesini ve evrendeki ince düzeni, hârika yasaları keşfedip bunları yaratan Allah’a daha bir gönülden saygı ile bağlanıp kulluk etmesini istiyor. Eğer müslümanlar, din bilimlerinde yaptıkları gibi felsefe ve doğa bilimlerinde de birtakım kuru nazariyata dalmayıp Kur’an’ın yönelttiği doğrultuda gitmeyi sürdürselerdi, hiç kuşkusuz Avrupa’nın düzeyine, hem de onlardaki olumsuzluklara düşmeden onlardan çok önce varabilirlerdi. Çünkü başlangıçtaki gelişme, teorilerden çok eylem ve deneyim yönünde idi. Daha sonra tecrübe ve araştırma bırakılıp nazarî ayrıntılara dalındı, orijinal eserler yerine, şerhler ve şerhlere hâşiyeler yazılmağa başlandı ve böylece İslâm dünyasının bilim adamları, yararsız ayrıntılar içinde kaybolup gittiler.
Böyle olmakla beraber şunu da vurgulamak gerekir ki, İslâm’ın ilk feyzinden ilham alan müslüman bilim adamları, ilk beş-altı asır, ilme büyük hizmetler verdiler; bugünkü Avrupa bilim ve teknolojisine temel olacak altyapıyı hazırladılar. Müslümanların bu hizmetleri, dünya bilim adamlarınca kabul edilen bir gerçektir. İşte, Yûsuf sûresinin 105. âyetinde göklerde ve yerde bulunan nice âyetlerin yanından hiç düşünmeden, ibret almadan geçenler kınanmaktadır. Bunları düşünüp tefekkür eden insan, bunları sadece Allah’ın yarattığını, O’ndan başka kimsenin bunları var edecek güçte olmadığını anlar. Bir tek hücreyi dahi en gelişmiş laboratuvarlarda yaratmak mümkün değilken; bu kadar sayısız canlar, bu kadar çiçekler, yıldızlar, galaksiler, bu ince âhenk ve düzen kendi kendine olamaz. Herhangi bir yaratık da bunları yaratacak güçte olmadığına ve bunları sadece Allah yaratmış olduğuna göre O’ndan başkasına tapmanın, kulluk etmenin hiçbir anlamı yoktur. İşte bu tabiatı ve doğa olayları iyice düşünen, bu gerçeği anlar da Allah’a şirk koşmaz, itaat ve ibâdeti sadece O’na yapar, yaratıklara kulluk etmez.
Necm sûresinde de Peygamberimiz’in, Rabbinin âyetlerinden bir kısmını gördüğü anlatılmaktadır.3068 Burada kastedilen âyetler, Hz. Muhammed’in (s.a.s.) melekle karşılaşması, hârikulâde mânevî haller görmesidir ki Kur’an, bunların ayrıntısını belirtmemiştir. Bu âyetler, Peygamber’in mîraçta gördüğü olağanüstü şeylerdir.
Peygamberlerin elinde zuhur eden olağanüstü şeyler, onlar vâsıtasıyla Allah’ın gerçekleştirdiği mûcizeler de birer âyettir. Çünkü bunlar, o insanın sıradan bir kimse olmadğını, ancak Allah’ın desteği ve yardımı ile bu hârikaların
3067] Tirmizî
3068] 53/Necm, 18
ÂYET VE ÂYETLERİ SATMAK HEM DE UCUZA
- 837 -
olacağını anlatır. Bu olağanüstü şeyler (mûcizeler), elinde ortaya çıkan insanın peygamberliğini isbat eder. Mûcizeler çeşitlidir. Kur’ân-ı Kerim, Hz. Mûsâ’nın dokuz mûcizesinden söz eder.3069 Hz. İsa’nın da bazı gizli şeyleri bildiğini, ölüyü dirilttiğini, çamurdan yaptığı kuş heykellerini üfleyerek canlandırdığını, körün gözünü açtığını, alacalıyı iyileştirdiğini anlatır. 3070
Kur’an Âyetleri (Cümleleri)
Peygamberlere indirilen bütün İlâhî kitaplar da ‘kavlî’, yani sözlü âyetlerdir. Bu kitapların gönderiliş şekli olan vahy bir âyet olduğu gibi, bu kitapların anlattığı her şey de birer âyettir. Bu gün âyet deyince daha çok Kur’an’ın âyetleri akla gelmektedir. Tefsir ilminde âyet, sûrelerin içinde bulunan, iki durak arasındaki bir veya birkaç cümleden ibarettir. Kur’an âyetleri, Rabbimizin bize gönderdiği apaçık belgeler ve delillerdir. Bu belge ve deliller, bir yönden Rabbimizin ilâhlığının isbatlarıdır, bir taraftan da bizi doğru yola götürecek alâmetlerdir. Âyetlerin haber verdiği gerçekler ve sundukları hükümler; varlığın ve mutlak kurtuluşun işaretidir.
Kur’an âyetlerinin sıralanışı, uzunluğu ve kısalığı ve hangi sûrede yer alacağı kendine özgüdür. Bilindiği gibi Kur’an âyetleri Allah’ın Rasûlüne bir defada veya toplu bir kitap halinde gelmemiştir. Peygamber (s.a.s.), gelen Kur’an âyetlerinin hangi sûrelere ve hangi âyetten sonra veya önce yazılacağını Cebrâil’in bildirmesiyle, Kur’an’ı yazıya geçiren vahy kâtiplerine söyleyip yazdırıyordu. Şu anda Kur’an’da yer alan âyetler bizzat vahyin emri ile ait oldukları sûrenin içerisindedirler.
Kur’an’ın ilk gelen âyetleri Alak Sûresinin ilk beş âyeti, son gelen âyet ise, genel kabule göre Mâide Sûresinin üçüncü âyetidir. Kur’an âyetleri “Mekkî” (Mekke’de nâzil olanlar) ve “Medenî” (Medine’de gelenler) şeklinde ikiye ayrılırlar.
Kur’an’daki âyetleri birbirinden ayırmanın beşerî bir kuralı yoktur. Yani âyetlerin tâyini kıyâsî değil; tevkîfî olup vahiyle belirlenen ve Hz. Peygamber’in emrine bağlı olarak o şekilde yazıya geçirilen hususlardandır. Onun için “Elif Lâm Mîm”, “Elif Lâm Mîm Sâd” birer âyet olduğu halde; “Elif Lâm Râ” tam âyet değil; sonraki âyetin bir parçası sayılmıştır. Birkaç hüküm ve cümle içeren âyetler olduğu gibi, kendi başına hüküm ifade etmeyen, tek veya iki kelimeden ibâret âyetler de vardır. Bakara sûresinin 82. âyeti (Müdâyene âyeti), en uzun âyettir ki, tam bir sayfa (15 satır) tutar. Rahmân sûresindeki “Müdhâmmetân” âyeti ise tek kelimeden ibarettir ve en kısa âyetlerdendir. “Ve’l-Fecr” 3071, “Ve’l-Asr” 3072 en kısa âyetlerdir.
Âyetlerin Sayısı: Her ne kadar Zemahşerî’nin, bu sayının 6666 gibi bir rivâyeti halk arasında yaygın ise de, bu konuda değişik görüşler vardır. Yani, Kur’an’ın âyetlerini sayıp bu sayıyı bulamayan meraklılar olursa endişeye kapılmasınlar. Çünkü Yüce Allah’ın muhâfazasında bulunan Kur’ân-ı Kerim’den herhangi bir eksiltme yapmak mümkün değildir.
3069] 7/A’râf, 133
3070] 3/Âl-i İmrân, 49; Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, c. 3, s. 258-260
3071] 89/Fecr, 1
3072] 103/Asr, 1
- 838 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Âyetlerin toplam sayısı konusundaki farklı görüşler, herhangi bir âyetin ilâve edilmesi veya herhangi bir âyetin çıkarılmış olmasından ileri gelmiş değildir. Sayımdaki metod ayrılıklarından, başka bir ifade ile, sûre başlarındaki “besmele”leri her sûreden âyet kabul edip etmemekten, hurûf-ı mukattaaları tam âyet sayıp saymamaktan veyahut da bir cümleyi bir veya birkaç âyet kabul etmekten ileri gelmektedir. Bu konuda görüşleri farklı olan Kûfeliler ekolü ile Basralılar ekolüdür. Birincisine göre âyetlerin sayısı 6236, diğerine göre ise 6205’tir. İbn Abbas’tan bir rivâyette 6616 olan bu sayı, bazılarına göre 6214’tür. Ülkemizdeki Mushaf-ı Şeriflerde mevcut âyetlerin sayısı Kûfe ekolüne göredir; yani 6236’dır.
Bu sıralamaya göre 114 sûrede yer alan âyetlerin toplam sayısı ve sûrelerle ilgili diğer önemli hususlar şöyledir:
Sûre sıra no
Nüzul sıra no
Sûre adı
Âyet sayısı
Mekkî-Medenî
1
5
Fatiha
7
Medenî
2
87
Bakara
286
Medenî
3
89
Al-i Imran
200
Medenî
4
92
Nisa
176
Medenî
5
112
Maide
120
Medenî
6
55
En´am
165
Medenî
7
39
A´raf
206
Medenî
8
88
Enfal
75
Medenî
9
113
Tevbe
129
Medenî
10
51
Yunus
109
Mekkî
11
52
Hud
123
Mekkî
12
53
Yusuf
11
Mekkî
13
96
Ra´d
43
Medenî
14
72
İbrahim
52
Mekkî
15
54
Hicr
99
Mekkî
16
70
Nahl
128
Mekkî
17
50
İsra
111
Mekkî
18
69
Kehf
110
Mekkî
19
44
Meryem
98
Mekkî
20
45
Ta-ha
135
Mekkî
21
73
Enbiya
112
Mekkî
22
103
Hac
78
Medenî
23
74
Mü´minun
118
Mekkî
24
102
Nur
64
Medenî
25
42
Furkan
77
Mekkî
26
47
Şuara
227
Mekkî
ÂYET VE ÂYETLERİ SATMAK HEM DE UCUZA
- 839 -
27
48
Neml
93
Mekkî
28
49
Kasas
88
Mekkî
29
85
Ankebut
69
Mekkî
30
84
Rum
60
Mekkî
31
57
Lokman
34
Mekkî
32
75
Secde
30
Mekkî
33
90
Ahzab
73
Medenî
34
58
Sebe
54
Mekkî
35
43
Fatır
45
Mekkî
36
41
Yasin
83
Mekkî
37
56
Saffat
182
Mekkî
38
38
Sad
88
Mekkî
39
59
Zümer
75
Mekkî
40
60
Mü´min
85
Mekkî
41
61
Fussilet
54
Mekkî
42
62
Şura
53
Mekkî
43
63
Zuhruf
89
Mekkî
44
64
Duhan
59
Mekkî
45
65
Casiye
37
Mekkî
46
66
Ahkaf
35
Mekkî
47
95
Muhammed
38
Medenî
48
111
Fetih
29
Medenî
49
106
Hucurat
18
Mekkî
50
34
Kaf
45
Mekkî
51
67
Zariyat
60
Mekkî
52
76
Tur
49
Mekkî
53
23
Necm
62
Mekkî
54
37
Kamer
55
Mekkî
55
97
Rahman
78
Medenî
56
46
Vakı´a
96
Mekkî
57
94
Hadid
29
Medenî
58
105
Mücadele
22
Medenî
59
101
Haşir
24
Medenî
60
91
Mümtehine
13
Medenî
61
109
Saf
13
Medenî
62
110
Cum´a
11
Medenî
63
104
Münafikun
11
Medenî
64
108
Tegabün
18
Medenî
- 840 -
KUR’AN KAVRAMLARI
65
99
Talak
12
Medenî
66
107
Tahrim
12
Medenî
67
77
Mülk
30
Mekkî
68
2
Kalem
52
Mekkî
69
78
Hakka
52
Mekkî
70
79
Mearic
44
Mekkî
71
71
Nuh
28
Mekkî
72
40
Cin
28
Mekkî
73
3
Müzzemmil
20
Mekkî
74
4
Müddessir
56
Mekkî
75
31
Kıyamet
40
Mekkî
76
98
İnsan
31
Medenî
77
33
Mürselat
50
Mekkî
78
80
Nebe
40
Mekkî
79
81
Naziat
46
Mekkî
80
24
Abese
42
Mekkî
81
7
Tekvir
29
Mekkî
82
82
İnfitar
19
Mekkî
83
86
Mutaffifin
36
Mekkî
84
83
İnsikak
25
Mekkî
85
27
Büruc
22
Mekkî
86
36
Tarık
17
Mekkî
87
8
A´la
19
Mekkî
88
68
Gasiye
26
Mekkî
89
10
Fecr
30
Mekkî
90
35
Beled
20
Mekkî
91
26
Şems
15
Mekkî
92
9
Leyl
21
Mekkî
93
11
Duha
11
Mekkî
94
12
Inşirah
8
Mekkî
95
28
Tin
8
Mekkî
96
1
Alak
19
Mekkî
97
25
Kadir
5
Mekkî
98
100
Beyyine
8
Medenî
99
93
Zilzal
8
Medenî
100
14
Adiyat
11
Mekkî
101
30
Kari´a
11
Mekkî
102
16
Tekasür
8
Mekkî
ÂYET VE ÂYETLERİ SATMAK HEM DE UCUZA
- 841 -
103
13
Asr
3
Mekkî
104
32
Hümeze
9
Mekkî
105
19
Fil
5
Mekkî
106
29
Kureyş
4
Mekkî
107
17
Ma´un
7
Mekkî
108
15
Kevser
3
Mekkî
109
18
Kafirun
6
Mekkî
110
114
Nasr
3
Medenî
111
6
Tebbet
5
Mekkî
112
22
İhlas
4
Mekkî
113
20
Felak
5
Mekkî
114
21
Nas
6
Mekkî
Yukarıdaki listede görüldüğü gibi, Kur’an’daki 86 sûre Mekkî, 28 sûre ise Medenî’dir. Ancak, az olmakla beraber, bazı Mekkî sûreler içine Medenî âyetler konulduğu gibi, Medenî bazı sûreler içine de Mekkî âyetlerin konulduğu olmuştur. Kur’an’da 114 sûre ve 6236 âyet vardır. Kur’an’daki kelimelerin toplam sayısı 774393073 (kelime çeşidi 1776), harflerin sayısı ise, 321180 ilâ 340740 harftir. Harflerin sayısındaki bu iki farklı rakam, bazı kimselerin kelimelerde okunup da yazılmayan, ya da okunmadığı halde yazılan gizli harfleri de göz önünde tutup tutmamalarına göre değişmektedir.
Kur’ân Âyetlerinin Âyet (Delil ve Mûcize) Oluşu; Kur’an’ın İlmî İ’câzı
Kur’ân-ı Kerim, bir ilim kitabı olarak nâzil olmamıştır. Yani O, bir Fizik, Kimya, Coğrafya, Tarih kitabı, bir ansiklopedi değildir. O, her şeyden önce bir tevhid, ibâdet/eylem ve ahlâk kitabıdır. Hz. Peygamber’in insanları Rablerinin izni ile, karanlıklardan aydınlığa, her şeye gâlip ve hamde lâyık olan Allah’ın yoluna çıkarması için indirilmiş 3074 bir irşad 3075 kitabıdır. Onun dâvetine ve çizdiği yola uyanlar, iki dünyada da selâmet ve saâdete ererler. Ancak, “Kur’an’da hiç ilmî hakikat, bilimsel gerçek yok” şeklinde bir iddia da tümüyle bâtıldır, yanlıştır. “Kur’an’da her şey mevcuttur, bütün icatlar ondan alınmıştır” sözü ne kadar sakat ise, “Onda hiçbir bilimsel gerçeğin olmadığı” kanısı da ötekinden daha sakat ve gerçekten uzaktır.
Hakikat şudur ki, Kur’an’da birçok bilimsel gerçekler, birçok tabiat kanunları formüle edilmiştir. Ancak, Kur’an, bunlara sadece bir âyet/mûcize olarak işaret yapmış ve hiçbir zaman ilimle çatışmadığını göstermiştir. Seyyid Kutub’un da dediği gibi, ondaki kevnî hakikatler, ana prensipler halindedir. Öyle ki, hiçbir buluş onu nakzedememiştir ve nakzedemez. Yalnız, Kur’an’ın işaret ettiği hakikatleri
3073] Mekke’lilere göre 77437; Medine’lilere göre ise 77934 kabul edildiği, aradaki farkın imlâ farkından ileri geldiği Süyûtî’nin el-iİtkan’ında -c. 1, s. 184- belirtilir
3074] 14/İbrahim, 1
3075] 2/Bakara, 256
- 842 -
KUR’AN KAVRAMLARI
anlayabilmek için, müsbet ilimlere iyice vâkıf olmak ve Kur’an’ı iyice düşünerek tetkik etmek gerekir. Bu nedenle, tabiatla ilgili ilimleri ilgilendiren birçok konuya, düşünmek sûretiyle Allah’ın varlığı ve birliği anlaşılsın, dolayısıyla imana ve doğru yola gelinsin diye Kur’an zaman zaman temas etmiştir. 3076
Kur’an’ın inzâl olan ilk ayeti “Oku” emriyle başlar; okumanın vâsıtası olan kalemden, öğretimden söz eder, ilmin önemli dallarından biri olan anatomiye bu ilk âyetlerde dikkati çeker: “Oku, Yaratan Rabbinin adıyla. O, insanı alaktan (embriyodan, aşılanmış yumurtadan) yarattı. Oku, insana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir.”3077 İlmin önemini vurgulayan nice âyet, bu konuda delil olarak belirtilebilir. İlme son derece kıymet veren Kur’an’ın ilimle çatışması asla tasavvur olunamaz. Ne var ki bazı yanlış tefsirler ve indî te’viller, onu bilime aykırı imiş gibi gösterebilmiştir. Bir de Kur’an’ın, bilimden, ilmî araştırma ve sonuçlarından çok önce haber vermiş bulunduğu bazı hakikatler, o zamanın âlimlerince anlaşılmamış ve ilme aykırı sanılmıştır. Hakikatte bunlar, ilmin ta kendisidir. Şimdi, Kur’an’ın, bilimden önce haber verdiği ve neticede bilimin de onun söylediklerini desteklediğini açığa vuran birkaç misal üzerinde durarak O’nun ne İlâhî bir mûcize olduğunu göstermeye çalışalım:
Onun Dünya, Güneş, Ay ve bütün gök cisimlerinin birleşik bir gaz kütlesinden koptuğunu,3078 arzın yuvarlaklığını,3079 Güneşin kendi yörüngesinde döndüğünü,3080 yer çekimi kanununu,3081 yıldızların yörüngeleri ve kara delikleri,3082, evrenin genişlemesi,3083 hava basıncının varlığı, 3084 insanın nasıl bir sudan yaratıldığı,3085 denizlerin kaynaması ve kıyâmetin kopması,3086 güneşin hararetini tazelemesi,3087 dünyanın dönüşünün yavaşlaması, 3088 insanın topraktan yaratılması,3089 ceninde nutfenin yeri,3090 insanın nasıl yaratıldığı,3091 anne karnındaki üç karanlık (üç sağır perde),3092 insanda cinsiyetin tayini3093 ve bunlara benzer birçok bilimsel gerçekleri, asırlar önce, bunlardan hiçbir bilim adamının haberi yokken anlatması ve özellikle bilginler, edebiyatçılar, filozoflar, kanun koyucular ve ahlâkçıların hep birden benzerini getirmeleri imkânsız iken, bütün bunların ümmî/okuma yazması olmayan bir kimseden sâdır olması, ancak mûcizeliğini ve İlâhî kaynaktan geldiğini gösterir.
3076] S. Ateş, İslâm’a İtirazlar ve Kur’an-ı Kerim’den Cevaplar, s. 245
3077] 96/Alak, 1-5
3078] 21/Enbiyâ, 30
3079] 79/Nâziât, 30; 39/Zümer, 5
3080] 36/Yâsin, 38
3081] 13/Ra’d, 2; 31/Lokman, 10; 22/Hacc, 65
3082] 56/Vâkıa, 75-76
3083] 51/Zâriyât, 47
3084] 6/En’âm, 125
3085] 86/Târık, 5-7
3086] 54/Kamer, 50; 16/Nahl, 77; 81/Tekvir, 6
3087] 17/İsrâ, 97
3088] 28/Kasas, 71-72
3089] 30/Rûm, 20; 6/En’âm, 2; 55/Rahmân, 14
3090] 7/A’raf, 172
3091] 86/Târık, 5-8; 76/İnsan, 2; 23/Mü’minun, 11-13
3092] 39/Zümer, 6
3093] 31/Lokman, 34; 22/Hacc, 5, 77/Mürselât, 20-22; 75/Kıyâmet, 36-40
ÂYET VE ÂYETLERİ SATMAK HEM DE UCUZA
- 843 -
Kur’an’ın i’caz yönleri sadece bunlardan ibaret değildir. Yukarıda temas edilenlerin dışında Kur’an’ın mûcizeliğini ispatlayan daha birçok delil bulmak mümkündür. Meselâ, birçok sebep varken, müslüman olmayan Arapların Kur’an’a muâraza edememeleri, her mûcizeye kıyas edilebilmesi, düşmanlarına menfi, dostlarına müspet etki etmesi, sanki bir tek söz imiş gibi âyetleri ve sûreleri arasında münâsebet bulunması, okuyana usanç vermemesi, kolay ezberlenebilmesi, hakikat, mecaz, teşbih, istiâre, kinâye, i’câz ve itnab, darb-ı mesel gibi edebî konuları ihtivâ etmesi, duyulduğu zaman kalplere nüfuz etmesi, ruhlara tesiri...
Özetle, Yüce Allah, insanlığın bilim ve düşünce yönünden pek gelişmediği ilk çağlarda, gönderdiği hak peygamberlerine gözle görülen ve açıkta meydana gelen mûcizeler ihsan etmiştir. Bu çağlarda insanlar, sadece gözleri ile gördükleri şeylere inanıyorlardı. Bu yüzden de Yüce Allah, insanlığın akıl ve düşünce bakımından kavrayabileceği ve gözleriyle gördüğü olağanüstü olaylardan iman etme yönünden kabulleneceği gerçekleri ihsan buyurmuştur. Yani, bu mûcizelerin çoğu, hissiyatla/duygularla açıktan açığa görülen ve kavranılan türdendi.
Ancak, insanlığın akıl, düşünce ve ilim yönünden hızla ilerlediği bir çağda, hiç şüphesiz gözle görülen hissî mûcizelerin yanında, ilim ve akılla kavranacak mûcizelerin de bildirilmesi gerekmekteydi. Bir hak peygamberin doğruluğuna inanmak için sadece gözle görülen mûcizelerin gösterilmesi yeterli değildi. Bunun yanı sıra, bütün çağlar boyunca her insanın rahatlıkla düşünüp anlayabileceği ilmî ve aklî mûcizeler de gerekliydi. İlim, akıl, düşünce ve mantık bakımından asla karşı konulmayacak büyük deliller getirmek, doğruluğunu aksi asla düşünülmeyecek belgelerle kanıtlamaya çalışmak, mûcizelerin en büyüğüdür. Böyle bir mûcizenin karşısında dağlar erir, akan sular durur.
Kur’ân-ı Kerim, inişi ile bozgunculuğu, inançsızlığı, sapıklığı, haksızlığı ve her türlü câhiliyye âdetlerini temelden söküp atmıştır. İnsanlığın yaratılışına, akıl ve düşünce kurallarına uymayan her türlü bâtıl inanışları ve hurâfeleri yasaklamıştır. Kur’an, kötülüğün kaynağını kurutmuş ve insanlığın zararına olacak her türlü çirkin âdet ve alışkanlıkların kapısını kapatmıştır. Böylece insanlığı olgunlaştırmıştır. Kur’an’ın ana hedefi, putlara ve tâğutlara kul olmaktan insanları kurtarıp sadece Allah’a ibâdeti ve O’na kulluk yapmayı gerçekleştirmek, ferdin nefsini ıslah etmek, sosyal dayanışmayı sağlamak, şûrâyı, adâleti ve bütün insanlar arasında Allah’ın hükmünü egemen kılmaktır. İnsanları hak dine çağırmak ve mü’minler arasında kardeşlik duygusunu ve inancını yaymaktır.
İşte, bütün bunlar, Kur’an’ın en büyük mûcize olduğunu göstermektedir. Çünkü saydığımız bu temel ilke ve kurallar, çağımız insanının şiddetle muhtaç olduğu ilke ve kurallardır. Kur’an, çağımızın bütün çaresizliklerine derman olmakta ve ona çözüm yollarını sunmaktadır. Kur’an, böylece eşsiz ve büyüleyici beyanı ile, çağdaş bilim adamlarının altından kalkamadığı çağımız sorunlarına çare olmaktadır. Çağımızın en büyük hastalığı, maddecilik illetidir. İnsanlığın huzur ve mutluluğuna hizmet için yaratılmış olan madde, çağımız insanı tarafından tapılan ve uğrunda kavga edilen bir duruma getirilmiştir. Madde, putlaştırılmış; insanlar da onun kulu ve kölesi haline gelmiştir. Oysa Kur’an, insanları maddeciliğin köleliğinden kurtulmaya ve Allah’a iman etmeye çağırmaktadır. Çünkü iman, huzur ve mutluluğun kaynağıdır. İnsanın yaratılış amacı, Allah’a
- 844 -
KUR’AN KAVRAMLARI
iman edip kulluk görevini yerine getirmektir. Ancak bu amaç ile insanlık, gerçek huzur, saâdet ve barışa kavuşabilir.
Kur’an’ın mûcize oluşu, ölü kalplerin onun ulaştırdığı iman nuru ile dirilmesi, kör olan mânevî gözlerin Kur’an’ın sunduğu İslâm hakikatleri ile açılması ve câhil olan bir toplumun ilim ve irfan ışığı ile aydınlanmasıdır. O çağda, yapılması ve gerçekleşmesi hayal bile edilmeyen birçok olayın, muhteşem bir inkılabın, Kur’an’ın inzâliyle kendiliğinden oluşmasıdır. Hz. Mûsâ’nın, asası ile sert kaya parçasına vurup ondan suları akıtması nasıl bir mûcize ise, Kur’an’ın âyetleri de öylece vahşi, âsi ve câhil kimselerin kalplerini yumuşatmış ve bu paslı kalplere iman nurunu yerleştirmiştir. Bu, başlı başına bir mûcizedir. Hz. İsa, nasıl ölüleri bir İlâhî mûcize olarak diriltmiş ise, Kur’an da öylece küfrün, şirkin, vahşetin ve cehâletin bataklığında can çekişen bir milleti, hakka, hidâyete ve İslâm’ın nuruna erdirmekle diriltmiştir. Onları, uçurumun kenarından çekip kurtarmıştır. Çağlar boyunca bu millet, bütün dünya insanları için örnek alınacak bir ışık olmuştur.
Müslüman toplumlar, Kur’an’ın nûru ve hidâyeti sâyesinde yükselmişler, refah ve huzur içinde yaşamışlardır. Kur’an’a baş eğdikleri sürece bütün dünya da onlara baş eğmiştir. Onlar, Kur’an’ın dosdoğru yolunda yürüdükleri müddetçe, zaferi ve üstünlüğü ellerinde tutmuşlardır. Müslümanlar, Kur’an’ın bayrağı altında toplandıkları zaman, izzet ve şereflerini korumuşlardır. Bu bayrak altında, yüce Allah’ın emrettiği bütün hüküm ve emirleri yerine getirdiklerinde iki cihan saâdetine ulaşmışlardır. Bütün bunlar, Kur’an’ın mûcizeliğini isbatlar. 3094
Kur’an’ın Âyet Âyet İndirilmesi ve Hikmetleri
“Biz onu, Kur’an olarak, insanlara dura dura okuyasın diye (âyet-âyet, sûre-sûre) ayırdık ve onu peyderpey indirdik.”3095; “(Kur’an) yeri ve yüce gökleri yaratan Allah tarafından peyderpey indirilmiştir.”3096; “İnkâr edenler: ‘Kur’an ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi?’ dediler. Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle yaptık (parça parça indirdik) ve onu tane tane (ayırarak) okuduk.” 3097
Bu âyet-i kerimelerin hikmetini kavrayabilmek için, Kur’an’ın indirildiği dönemin (câhilî hayatın) sosyal ve psikolojik tahlilinin iyi yapılması lâzımdır. İnanç bakımından şirkin, putperestliğin zirveye ulaştığı, fâizin insanların belini büktüğü, kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü, kadının bir metâ gibi alınıp satıldığı, ahlâksızlık ve içkinin yaygın olduğu bir dönemde köklü değişiklikler yaparak yepyeni bir sistemi yerli yerine oturtup âdil bir toplumu oluşturmak, ancak Yaratıcının yapacağı bir iştir. Böyle köklü bağımlılıkları olan bir toplumu, eğitici ve tahammül ölçülerinde kademe kademe tedâvi edip yeni bir hayata hazırlamak, insan fıtratına en uygun yöntem biçimidir. İşte âyetlerin peyderpey gelmesinin temel esprisi, alıştırarak, zorlamadan, hazmettirerek bu tarzı oturtmaktır.
İslâm’ın, köklü çözümlerini şok uygulamalarla değil; bu tarz üzerine binâ ederek, pedagojik açıdan bir ilke de adım atmış olması, onun her konudaki
3094] Muhammed Mahmud es-Savvaf, İslam’ın En Büyük Mucizesi Kur’an, s. 18-19
3095] 17/İsrâ, 106
3096] 20Tâhâ, 4
3097] 25/Furkan, 32
ÂYET VE ÂYETLERİ SATMAK HEM DE UCUZA
- 845 -
erişilmezliğinin ifadesidir. Yoksa, inkârcıların kin ve hasetlerinden kaynaklanan, “bunlar gerçekse niçin toptan indirilmedi?” sözleri, insanı tanımamanın en bâriz örneğidir. Bu itibarla bakıldığında insanı en güzel tanıyanın, onun yaratıcısı olduğunu bilmek için de ayrıca üstün zekâ gerektirmiyordu. Kur’an’ın âyet-âyet, parça parça inmesisinin sebeplerini maddeleyecek olursak:
1- İnsanın aklı, kabiliyetleri, böyle köklü değişiklikleri bir anda kavrayabilecek güce sahip değildir.
2- İhtiyaç duyulan sosyal çözümlerin zamanından evvel veya sonra uygulanması, sonuç bakımından verimli değildir.
3- Yönetim endişesiyle müslümanlara yapılan işkencelere tahammül ve sabır gösterilmesi açısından âyetlerin zaman zaman inmesi, onlara güç ve ümit kaynağı olmuştur.
4- Hz. Peygamber’in, inen âyetleri yazılı değil de, ezberden topluma sunması.
5- İnen âyetlerin mesaj ve öğretileri, zihinlerde ve kalplerde iyice yerleşip uygulamayı hedeflemesi.
6- Ortaya koyduğu hayat tarzının tam bir inanç ve kararlılıkla tatbiki, âyetlerin 23 sene gibi bir zamana yayılmasının temel nedenleridir.
Hiç şüphesiz İslâm, fert ve toplumların ruhlarına işlemiş şeylerle, yüzeyde olan şeyleri birbirinden farklı olarak değerlendirmiştir. Fertlerin ruhlarına kök salmış bir mesele, şuurlu yapılan bir gelenek, toplumun derinliklerine inmiş bir mesele de sosyal bir gelenek veya devlet örfü haline bürünebilir. Bundan dolayı İslâm, bu gibi hususlarda ağır ve ihtiyatlı davranır. Burada planlama ile birlikte ağır davranmanın, plansızlıkla birlikte acele etmekten daha yararlı olduğuna inanır.
Oysa yüzeysel olarak ferdin ruhuna ve topluma sinmiş bulunan ve onların temiz fıtratını bozacak durumda olan her mesele, beşer hayatında bir suç olup ona karşı susmak da doğru değildir. İslâm bu gibi konularda kesin görüşünü ortaya koyup, tartışma götürmez sınırlar tâyin etmiştir. Bu sınırları fırtat çizgisinden sapmış bulunanlar ancak tartışma konusu yapabilirler.
Fert ve toplumun ruhuna kök salmış olan meselelerle sathî meseleler arasındaki bu ayrımın ışığında İslâm, cana kıyma, hırsızlık, yol kesme, gasb, insanların mallarını bâtıl yollarla yeme, fâiz ve diğer aldatma yollarına baktığı açıdan zinâya ve ahlâksız fiillere de bakmış, bu açıdan onu da bir defada yasaklamıştır.
İslâm’ın her ne kadar kanun koymada derece derece ve Kur’an âyetlerinin peyderpey inmesine önem verdiği açık ise de, ihtiyaç ânında açıklamayı geciktirmekle teşrîin tedrîcini birbirine karıştırmaya müsaade etmez. Allah, helâl ve haram ile emir ve nehiylerle ilgili birçok hükmü geciktirmiştir. Ancak onu açıklamayı dilediği zaman, hükmünü bir defada açıklamış ve onda tedrîce yer vermemiştir. Böylece mü’minleri dinî emirleri geciktirmeden uygulamaya alıştırmış ve onları şer’î teklifleri (ibâdetlerde olduğu gibi) yüklemeye hazır hale getirmiştir. O halde tedrîc, içki ve kumar gibi geleneklerle rûhî hastalıklarda ve esirleri köle edinme gibi sosyal ve devletler hukukunu ilgilendiren konularda olmuştur.
- 846 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Böylece İslâm, sosyal alanda bu ümmeti belli bir itidal ve ölçü üzere korumayı, inanç ve ahlâkında, ibâdet ve muâmelâtında onu orta yol üzere kılmayı dilemiştir. 3098
Âyetler Topluluğu Anlamında Kitap
Kur’an’ın âyetler topluluğu anlamına gelen “kitab”la ilgili ifadelerinden şunların kast edildiği anlaşılır:
Genel anlamda vahy, 3099
Son Peygamber’e gelmiş bulunan vahiyler toplamı, 3100
Bütün kâinat,
İnsan,
Levh-ı Mahfuz’daki Evrensel kayıt kitabı (evrensel kompütür), 3101
Her ferdin fiillerinin kaydedildiği bireysel disket. 3102
Kur’an’a göre insanın önüne, okunmak üzere konan üç temel kitap vardır: Kâinat kitabı, vahy kitabı (Kur’an) ve insanın bizzat kendisi. Kur’an, diğer iki kitabın gereğince okunup değerlendirilmesini kolaylaştıran bir nurdur (ışık). Evren ve insan adlı kitapların gerektiği şekilde okunabilmesi için, bizzat Allah, vahy kitabı aracılığıyla insana yardımcı olmak için devreye girmektedir. Kur’an, bu üç kitabın belirli pasaj ve parçalarını “âyet” olarak anmaktadır. Kur’an, bir âyetler topluluğu olduğu gibi, kâinat ve insan da âyetler topluluğudur. 3103
Ne vahy kitabı, insan ve eşyaya âit ilimler olmaksızın hakkıyla çözülebilir; ne de eşya ve insan, vahy kitabı olmadan lâyıkıyla anlaşılabilir. İnsan âyetini iyi anlayabilmek için Kur’an ve kâinat âyetleriyle irtibat zorunludur. Evreni, tabiatı ve içinde bulunduğumuz dünya âyetini doğru anlayabilmek için de diğer iki âyet olan Kur’an ve insan âyetlerinin anlaşılmasına ve yardımına kesin ihtiyaç olacaktır. Yine Kur’an âyetlerinin doğru anlaşılıp tefsir edilmesi için de, diğer âyetlerden (İnsan, kâinat ve Kur’an’ın diğer âyetleri -Kur’an bütünlüğü-) bağımsız ve kopuk olarak ele alınmaması gerekir. Bize düşen Allah’ın âyetlerini birbirinden koparmadan bir bütünlük içinde, birini anlamak için diğer âyetlerin tefsirine mürâcaatla değerlendirmek, anlamak, âyetlerin gölgesinde yaşamak ve tüm âyetleri insanlara sunabilmektir.
Vahyin son kitabının insanlık dünyasına inen ilk kelimesi “oku!” emriyle başlamaktadır. Yani iman, hayat ve tebliğ adamının ilk işi okumaktır. Ama, neyi okuyacaktır insan? Kur’an’ın ilk âyetinde “oku!” dendiğine ve okunacak Kur’an, henüz inmeye daha yeni başladığına göre, neyin okunması istenmektedir? Yeni vahyolunan Kitap’tan önce ve onunla birlikte âyetler topluluğu olan kâinat kitabı ve insan adlı kitaplar okunacaktır. Vahiy kitabı, yani genel anlamda bütün
3098] Afzalur Rahman, Siret Ans. İnkılab Y. c. 5, s. 222-230101-105; krş. M. Bayraktar, Kendi Dilinden Kur’an, s. 101-105
3099] 43/Zuhruf, 4; 13/Ra’d, 39
3100] 2/Bakara, 2; 38/Sâd, 29; 41/Fussılet, 3; 43/Zuhruf, 2; 44/Duhan, 2
3101] 18/Kehf, 47-49; 45/Câsiye, 29
3102] 17/İsrâ, 13-14
3103] 51/Zâriyât, 20-21; 41/Fussılet, 53
ÂYET VE ÂYETLERİ SATMAK HEM DE UCUZA
- 847 -
peygamberlere gelmiş bulunan vahiy, özel anlamda da Kur’an, diğer iki kitabın gereğince okunup değerlendirilmesini kolaylaştıran bir ışıktır. O halde evren ve insan adlı kitapların gerektiği şekilde okunabilmesi için, Yaratıcı Kudret, vahiy kitabı aracılığı ile insana yardımcı olmak için devreye girmektedir. Zaten istisnâsız bütün ilimler, bu üç kitabın âyetlerinin izahından başka bir şey değildir. Ama, ya mutlak doğrunun kılavuzluğuyla doğru izahı veya eksik ya da çarpıtılmış, yozlaştırılmış, ideoloji ve hevâların kara gölgesi sinmiş şekilde. İnsan ve evren adlı kitaplar da O Kitab’ı daha iyi anlamak ve hayata geçirmek için okunmalı ki, ibâdet ve nur olsun, hayırlı ilim olsun.
Kur’an, bu üç kitabın, belirli pasaj veya parçalarını “âyet” olarak anmaktadır. Âyetler insanı Allah’a götüren işaretlerdir ve insan bu âyetleri okuyabileceği, anlayabileceği, tanıyabileceği ölçüde insandır.
“Yaratan’la yaratılan arası ilişkide anlamı olan her şey âyet demektir. Bütün bu varlıklar ve evrende meydana gelen olaylar, bir yandan Allah’ın “ol!” emrinin sonucunda ortaya çıkmış birer kelimesi, Allah’a işaret etmesi ve insanların Allah’ı tanıması bakımından da birer âyettir. Vahy aracılığı ile indirilen âyetler olduğu gibi, yaratılış yoluyla varlıklar dünyasına çıkarılan âyetler de vardır. Ve bu âyetlerin tümü Yaratıcı’yı gösterme bakımından delil niteliğindedir. Bu âyetler sergilenişinde şuurla maddeyi tek bünyede birleştiren insan; hem bir komplike âyetler topluluğu, hem de biricik âyet okuyucusudur.
Kur’ân-ı Kerim, insanın kuşattığı âlemdeki âyetlere “enfüsî (sübjektif)”, insanı kuşatan âlemdeki âyetlere de “âfâkî (objektif” âyetler demektedir. İnsan Kur’an’ın seyr (yürüyüş, sefer, dolaşma) dediği bir incelemeyle bu âyetlerin tamamını tetkik etmelidir. Seyr, insanın içindeki âyetlere yönelikse buna enfüsî seyir, dıştaki âyetlere yönelikse buna âfâkî seyir denir. Yine Kur’an’a göre bu iki âyet topluluğunun hedefi gerçeğin, Kur’an’ın deyimiyle Hakk’ın ortaya çıkmasıdır. 3104
Kur’an’ın her âyeti mûcizedir. Her âyet, onları tebliğ eden peygamberin doğruluğuna bir delil, düşünen ve kafasını yoranlar için birer ibret, mûcize oluşları ve değerleri itibarıyla da birer hayret ve hayranlık uyandıran sanattır. Âyet; harf, kelime ve cümlelerden oluştuğu için “cemaat” mânâsı da taşır ve nihayet her biri ilim ve hidâyet kaynağı olduklarından dolayı da Allah’ın kudretine, ilmine ve hikmetine, Allah’ın elçisinin de doğruluğuna birer delildir.
Kur’ân-ı Kerim’in tetkikinden anlaşılıyor ki, âyetleri gözlemleme insanlığın tekâmülüne paralel bir gelişme göstermiştir. Müşâhede etmemiz gereken âyetlerin türü ve müşâhede yoğunluk/derinlik, aşama aşama yüceltilmiştir. Peygamberlerin mûcizeleri, bunun en açık örneğidir. İlk peygamberlerin mûcizeleri/âyetler, daha çok dış dünya ile ilgili; göze, kulağa... kısaca beş duyuya hitabeden ve her seviyede insanın etkileneceği âyetlerdir. Bu âyetlerin bir özellikleri de onları yalanlayanların felâketlerine sebep olmalarıdır. Daha ilginci, bu felâket hemen ve apaçık gelmektedir. Bu âyetlere, “âyât-ı muktariha” dendiğini biliyoruz. Bu âyetler ve bunları yalanlayanları cezalandırma, doğal kuvvetler kullanılmak sûretiyle ortaya konmuştur. Emre uyan rüzgâr, eriyen demir, köpüren sular,
3104] 41/Fussılet, 53
- 848 -
KUR’AN KAVRAMLARI
alt-üst olan topraklar ve Nuh tûfânı, bunların en seçkin örnekleridir. 3105
Özelliklerine temas ettiğimiz bu tip âyetler, devirlerini Hz. Mûsâ’nın peygamberlik döneminde tamamlarlar. Ondan sonra Muhammedî (s.a.s.) dönemle kemâle erecek olan ikinci ve daha ileri devre başlar. Hz. Mûsâ (a.s.) ve Hz. Muhammed (s.a.s.), kendi devirlerinin en büyük âyetlerini müşâhede eden ve ettiren peygamberlerdir. Ancak, Mûsâ (a.s.), en büyük âyeti göstermiş, Hz. Muhammed (s.a.s.) ise görmüş fakat göstermemiştir. Çünkü âhir zaman nebîsinin müşâhede ettiği en büyük âyete (âyetü’l-kübrâ) kendinden başka hiç kimse tahammül edemezdi. O müşâhede yalnız, O’nun makamında mümkün olabilirdi. Nedir bu iki âyet-i kübrâ?
Hz. Mûsâ (a.s.) ve Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Âyetü’l-Kübrâsı
Hz. Mûsâ’nın (a.s.) en büyük mûcizesi, elindeki asâyı ejderhaya çevirmesidir ki Kur’an buna şöyle temas ediyor: “Hani Rabbin Mûsâ’ya mukaddes Tuvâ vâdisinde şöyle seslenmişti: ‘Firavun’a git. Çünkü o, pek azmıştır. Ona de ki: ‘(Küfürden, azgınlıktan) temizlenmende hevesin/meylin var mı senin? Seni Rabbini tanımaya yönelteyim mi ki O’ndan korkasın.’ Mûsâ gitti ve Firavun’a en büyük âyeti/mûcizeyi (âyetül-kübrâ) gösterdi. Fakat Firavun yalanladı ve (Allah’a) isyan etti.”3106 Âyet içerisinde yer alan “ayetü’l-kübrâ”, yani “büyük âyet” ifadesi ile, Hz. Mûsâ’nın asâsının yılan olmasına işaret olunmaktadır. Bu, ne kadar büyük bir mûcizedir ki, cansız bir baston, herkesin gözü önünde yılana çevriliyor ve sihirbazların sopa ve iplerinden yapay/sanal olarak yaptıkları yılanları yutuyor. Hz. Mûsâ onu eline aldığı zaman ise, normal bir asâ oluveriyor. Bu büyük mûcize, Hz. Mûsâ’nın Allah’ın gönderdiği bir peygamber olduğunun çok açık bir delilidir.
Hz. Mûsâ’nın göstermiş olduğu en büyük âyeti, büyün peygamberler bakımından bu niteliği taşımaz. Sadece âit olduğu kategorinin “en büyüğü” olarak belirir. Hz. Peygamber’in müşâhede ettiği en büyük âyet ise, kelimenin tam mânâsıyla en büyük ve zirvedir. Çünkü onun üstünde bir müşâhede başka bir insana nasip olmamıştır. Her âyet, bir öncekine göre daha gelişmiş bir seviyededir ve daha üstün bir müşâhede/inceleme/değerlendirme ve düşünce gerektirir: “Bizim onlara gösterdiğimiz her âyet, mutlaka öbürlerinden daha büyüktür.” 3107
Hz. İsa devri, “muktariha” dediğimiz, daha çok dış dünya ile ilgili, göze, kulağa hitabeden âyetlerle Kur’anî âyetler devri arasında bir köprüdür. İsa’nın (a.s.) büyük mûcizelerinden biri olan mâide (gökten inen sofra) mûcizesi konusunda, kavminin ısrarlı talebinden dolayı, böyle bir âyet/mûcize istenmesinden rahatsız olmuş ve Allah’tan sofranın indirilmesini dilemekle birlikte “ilk ve son” demeyi de ihmal etmemiştir. 3108
İnsanlık, her devirde bu göz alıcı, kaba idrâki doyurucu âyetlere/olağanüstülüklere hevesli tiplerle doludur. Bu günkü dünyanın, velîden kerâmet isteyen, efendilerini uydurma kerâmetlerle yarıştıran insanları da buna bir delildir. Kur’ân-ı Kerim’in şu beyanları, konumuz bakımından çok ilginçtir: “Dediler ki:
3105] Bk. 17/İsrâ, 50; 26/Şuarâ, 189, 190; 27/Neml, 51, 52; 29/Ankebût, 15, 34, 35; 54/Kamer, 15-16
3106] 79/Nâziât, 16-21; aynı konuyla ilgili bk. 20/Tâhâ, 9-97
3107] 43/Zuhruf, 48
3108] 5/Mâide, 112-116
ÂYET VE ÂYETLERİ SATMAK HEM DE UCUZA
- 849 -
‘Bu nasıl peygamber? Bizim gibi yemek yiyor, çarşılarda yürüyor. Ona bir melek indirilip de, beraberinde bir korkutucu (olarak) bulunmalı değil miydi? Yahut O’na gökten bir hazine atılmalı veya O’nun meyvelerini yiyeceği (esrârengiz) bir bahçesi bulunmalı değil miydi?”3109 Burada sergilenen tavır, çok geri bir anlayıştır. Kur’ân-ı Kerim, tamamen kaba, muhâkeme ve düşünceden uzak bir dünyaya hitap edecek bu tür âyetler istenmesini, işte böyle kınıyor. Buna karşı, bizi başıboş sandığımız eşyayı, umursamayıp kenara attığımız olayları derinden incelemeye çağırıyor ve bize bu hususta anahtarlar veriyor. Sineğin kanadı, gecenin karanlığı, rüzgârın sesi, hatta cansız saydığımız maddelerin, farkına varamadığımız, anlayamadığımız tesbihi... Bütün bunlar, yüzlerce âyet taşımaktadır. Kısacası, Kur’an varlık ve oluşun bizzat kendisini bir mûcize halinde tanıtıyor. Kaba idrâke dayanan âyetler/olağanüstülükler istemek, bir geriye dönüştür. İnsanlığı getirildiği zirveden alıp çukura itmektir.
Son Rasûl devri, âyetlerde kemâl devridir. Bu dönemde âyetler tefekkür, taakkul (düşünme, aklı çalıştırma), ilim ve sanat konusu olmuşlardır. Enfüsî âyetlerin tetkiki ilk defa bu ümmete öğretilmiştir. Kur’an bu gerçeğe şöyle dikkat çeker: “Arzda kâmil bilgi sahipleri için nice âyetler vardır. Nefislerinizde de (âyetler/ibretler, deliller vardır). (Bunları) Görmüyor musunuz?”3110 Eski ümmetlerin, genellikle ölümleriyle/helâkleriyle sonuçlanan ve doğal âfetler şeklinde beliren âyetlerin değerlendirilmesi de, bizim için bir âyettir. Yani, eski ümmetlere maddesiyle âyet olan şeyler, biz ümmet-i Muhammed’e mânâlarıyla âyet oluyor: “İşte sana onların, işledikleri zulümler yüzünde çöküp ıssız kalmış evleri. Hiç kuşkusuz bunda, ilmi kullanan bir topluluk için kesin âyetler vardır.”3111; “(Ey Firavun!) Bugün senin bedenini kurtaracağız ki, arkandan gelenlere bir ibret olasın. İnsanların çoğu Bizim âyetlerimizden gerçekten habersiz bulunuyor.” 3112
Aslında Mekkelilerin ve yahûdilerin Hz. Peygamber’den özellikle istedikleri, önceki peygamberlerde olduğu gibi tabiatüstü mûcizeler idi. Meselâ, istiyorlardı ki, kendisine bir melek gönderilsin; birden peygamber zengin olsun veya büyük meyve bahçeleri olsun, gökleri yere indirsin, ya da göğe çıkıp oradan onların okuyabileceği bir kitap indirip getirsin vs.3113 Kur’an bu isteklere şu cevabı verir: Eğer vahyin gönderildiği kimseler melekler olsalardı, peygamber olarak melekler gönderilirdi. Hâlbuki Hz. Muhammed (s.a.s.) kendisinin sadece Allah’ın elçisi olduğunu ileri sürdü. Allah isteseydi, bütün bu işleri bir peygamberin ellerinden yaptırır, elçisinin eliyle mûcizeler yaratırdı. Fakat bir peygamberin kendi başına bunları yapmaya gücü yetmez, o vahiy almanın dışında sadece bir beşerdir 3114. Ama Kur’an’ın verdiği diğer cevaplar da var: Önceki kavimlere aynen istedikleri gibi mûcizeler peygamberler vâsıtasıyla gönderilmişti. Fakat, onlar yine de peygamberlerini inkâr ettiler. Şayet Hz. Muhammed (s.a.s.), Mekkelilere ve yahûdilere binlerce mûcize gösterseydi, yine de hiçbir faydası olmayacaktı. Eğer Peygamberimiz göklerden insanların görüp dokunacakları bir kitabı somut
3109] 25/Furkan, 7-9
3110] 51/Zâriyât, 20-21
3111] 27/Neml, 52
3112] 10/Yûnus, 92
3113] 6/En’âm, 8, 50; 11/Hûd, 31; 17/İsrâ, 90-95; 25/Furkan, 7
3114] 6/En’âm, 9, 36, 110; 7/A’râf,. 188; 11/Hûd, 12; 17/İsrâ, 95
- 850 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olarak indirseydi, onu yine de kabul etmeyeceklerdi. 3115
Hz. Peygamber’in önceki peygamberler gibi tabiat üstü türünden mûcizeler göstermemesinin bir sebebi de, artık bu çeşit mûcizelerin güncel olmaması ve devirlerinin kapandığı gerçeğiydi.3116 Son Rasûl devrinde, önce “kelâm” bir âyet olmuştur; hem de en büyük âyet. Bize âyetleri tanıtan ve bizi onları tetkike çağıran Kur’ân-ı Kerim’in bizzat kendisi en büyük âyetlerden biridir. Bu yüzden, onun küçük bölümlerine Cenâb-ı Hak, “âyet” adını vermiştir: “Andolsun ki Biz sana apaçık âyetler indirdik Onları fâsıklardan/sapıklardan başkası inkâr etmez.”3117; “İşte bunlar, hikmet dolu Kitabın âyetleridir.”3118 Bu âyetler, Kur’an’da âyet diye bilinen iki durak arası lafızlar da olabilir; bu lafızların işaret edip dikkat çektikleri mânâlar da; daha doğrusu her ikisi de âyettir. Kur’ân-ı Kerim, üslûbuyla da âyettir. Bu üslûp, en inatçı ve en kudretli Arap şâirlerine kalemini kırdırmış, tanıttığı Allah’ın kudreti önünde eğilmeyen bu katmerli putperestleri kendi huzurunda secdeye vardırmıştır. Tebliğcisi Peygamber’le mücâdelede son derece ısrarlı davrananlar, Kur’an’ın yüceliğine hemen teslim olmuşlardır. Çünkü insan kelâmının, onun ufkuna yaklaşamayacağı, ilk bakışta anlaşılıyordu: “De ki: ‘Andolsun, insanlar ve cinler şu Kur’an’ın benzerini meydana getirmek için bir araya toplansalar, birbirlerine yardımcı da olsalar, yine onun benzerini getiremezler.” 3119
Kur’an’ın üslûp ve muhtevâsı gibi, onun tertibi de âyettir. Bu tertip de Allah’ın işaretiyle gerçekleşmiş, âyetler ve sûrelerin dizilişiyle de mûcize mânâlar ortaya çıkarılmıştır. Bu tertip, bir sentezdir. Oranları, bizzat Allah tarafından tesbit edilmiş ve birçok hikmetle sonuçlanmış bir sentez. Aynı söz, filân sûrenin falanca yerinde bir mânâ, şu sûrenin burasında ayrı bir kâinat sergiler. Aynı kelimenin, muhtelif yerlerdeki durumu, Kur’an kadar hiçbir kelâmda farklı perspektifler ortaya koymaz.
Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Âyetü’l-Kübrâsı: Hz. Peygamber’in gördüğü ifâde edilen “âyetü’l-kübrâ” tanımlaması Necm sûresinde geçmektedir: “Andolsun o, Rabbinin en büyük âyetlerinden (âyât-ı kübrâdan) bir kısmını gördü.”3120 Ayrıca Kur’an’da, İsrâ olayı ile ilgili olarak da aynı ifade, benzer bir yaklaşımla İsrâ sûresinin ilk âyetinde de belirtilmiştir. Küçük bir farkla ki, bu âyette “kübrâ” sıfatı kullanılmamıştır: “Kuluna (Peygamber’e) âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye bir gece Mescid-i Haram’dan etrafını mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya kadar götüren (Allah) münezzehtir...” 3121
Gerçek şu ki, Hz. Peygamber’in gördüğü âyetü’l-kübrânın ne olduğu âyetten çıkarılamadığı gibi, Hz. Peygamber (s.a.s.) de gördüğünün ne olduğunu açık ve net bir şekilde ashâbına anlatmamıştır. Bu kapalılık nedeniyle olacak ki, bu âyetin içerdiği anlam üzerinde birbirinden farklı düşünceler ileri sürülmüştür. Bu görüşleri üç noktada toplamak mümkündür:
1- Âyette geçen “kübrâ”dan kastedilen Cebrâil’dir. Çünkü üzerinde durulan
3115] 3/Âl-i İmrân, 183, 184; 6/En’âm, 7
3116] Bk. 6/En’âm, 33-35
3117] 2/Bakara, 99
3118] 10/Yûnus, 2
3119] 17/İsrâ, 88
3120] 53/Necm, 18
3121] 17/İsrâ, 1
ÂYET VE ÂYETLERİ SATMAK HEM DE UCUZA
- 851 -
Necm sûresindeki ilgili âyetin öncesinde yer alan ilk 17 âyetin konusu vahy ve Cebrâil merkezlidir.
2- Âyette geçen “kübrâ” yalnız Cebrâil’den ibâret değildir. Hz. Peygamber, miraç gecesi sayılamayacak kadar çok âyetler görmüş, Rabbinin mülk ve saltanatının acâipliklerinden kelâmın ifâde sınırına sığmayıp ancak müşâhede ile ulaşılabilecek olaylar yaşamıştır.
3- Hz. Peygamber’in gördüğü âyetü’l-kübrâ, yani en büyük âyet “rü’yet”tir. Yani Allah Rasûlü, rivâyete ve âyetin bir yorumuna göre miraçta Allah’ı görmüş ve Allah’a iki yay kadar ve hatta daha yaklaşmıştır. 3122
Peygamberimiz’in Âyetü’l Kübrâ Oluşu: “Kuluna (Peygamber’e) âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye bir gece Mescid-i Haram’dan etrafını mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya kadar götüren (Allah) münezzehtir...”3123 Bu âyetteki ilgili ifâde, “... onu âyetlerimizden biri olarak gösterelim diye...” şeklinde de meallendirilmiştir. İbn Atiyye gibi bazı müfessirler, konuyu bu paralelde açıklamışlardır: “O’nu, yani Hz. Muhammed’i (s.a.s.), âyetlerimizden göstermemiz için geceleyin yürüttük.
Bu şekilde miraç, Peygamber’e âyet göstermekten ibâret değil; Peygamberin kendisini bir âyet olarak kâinata göstermek olmuştur. Gerçekten Necm sûresinin inişi daha önce olduğuna göre, Peyamber hakkında; “Andolsun o, Rabbinin en büyük âyetlerinden (âyât-ı kübrâdan) bir kısmını gördü.”3124 anlamı, daha önce gerçekleşmiştir. Ve o, kendisi Allah’ın âyetlerinden en büyük bir âyettir. Ve İsrâ’nın hikmeti de O’na göstermekten çok, O’nu göstermeye yöneliktir.” 3125
Bizi Allah’a ulaştıracak her iz, her işâret ve her delil âyettir. Allah’a götüren en emin rehberler de peygamberler olduğuna göre, onların içinden seçilmiş, süzülmüş, “âlemlere rahmet olarak gönderilmiş”, zirveyi temsil eden son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.) de âyetü’l-kübrâ, yani en büyük âyettir.
Âyetleri Doğru Okuyup Anlayabilme İçin Gerekli Şartlar
Kevnî âyetler, insanın duyularıyla müşâhede ettiği ve gördüğü âyetlerdir. Bir başka ifâde ile “kevnî âyetler” Allah’ın varlığa hâkim kıldığı şaşmaz, değişmez kanunlardır. İnsanlar yaratılışla ilgili bu yasaları/âyetleri bilseler de bilmeseler de onları görür ve onlardan yararlanırlar. Meselâ, milyonlarca kişi, yer çekimi kanuna dair bir bilgiye sahip değildir, ama bu kanunlardan yararlanmaktadır. Yine milyonlar, ana karnındaki ceninin hayatına dair bir bilgiye sahip olmadığı halde, bu bilgisizlik, çocuğun dünyaya gelmesine vesile olmalarına engel değildir.
Geçmiş peygamberlerin mûcizeleri de tabiat kanunlarını bozan ve onlara aykırı kevnî mûcizelerdi. Ve geçmiş mûcizeleri incelediğimiz zaman, onların Allah’ın fiillerinden olduklarını görürüz. Allah’ın fiili ise, Allah onu işledikten sonra son bulabilir. Hz. Mûsâ için deniz yarılmış ve sonra da eski özelliğine dönmüştür. Ateş, Hz. İbrâhim’i yakmamış ve sonra yakma konusunda eski özelliğine dönmüştür. Ama Hz. Peygamber’in (s.a.s.) mûcizesi, Allah’ın sıfatlarından biridir. O’nun kelâmıdır. Fiil, onu işleyenin kalıcı olması ile kalıcıdır. Sıfat da, işi
3122] 53/Necm, 9
3123] 17/İsrâ, 1
3124] 53/Necm, 18
3125] Elmalılı, c. 5, s. 282-283
- 852 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yapanın kalıcı olmasıyla kalıcıdır. Kur’an mûcizesinin geçmiş peygamberlerin mûcizelerinden farklı oluşunun bir özelliği de onun ilmî sürekliliğidir. Kur’an’da öyle bir îcâz vardır ki, akıl ancak kâinat ve kâinatın sırlarından birtakım şeyleri keşfettikten sonra onun farkına varabilir.
Kevnî âyetlerle ilmî âyetler arasındaki en önemli fark, “kevnî âyetler”i tetkikin ilim, kültür vs. gibi birtakım niteliklere ihtiyaç göstermemeleridir. İkinciler ise (ilmî âyetler), bazı yetenekler olmadan tetkik edilemezler. Demek oluyor ki, ikinci devir âyetleri daha gelişmiş insana hitap etmekle kalmaz, bazı farklı niteliklerle donanmış kaliteli insan ister. Bu özelliklerin, genel olanları, yani her âyet için gerekli görünenleri yanında, sadece bazı âyetler veya âyet grupları için arananları da vardır. Örneğin, ilim her âyet için bir müşâhede şartıdır. İlim olmadan Kur’an’ın sergilediği veya dikkatimizi çektiği âyetlerden bir şey anlayamayız. Bu inceliğe işaret için olmalı ki, ilk âyet “Oku!” diye inmeye başlamıştır. Buradaki ilmin, teknik ve terminolojik mânâda ilimden çok, kültür ve ileri seviyede mânâda olduğunu söyleyebiliriz. Hadis bunu şu yolda aydınlatıyor: “Âlim, öğrenci veya böylelerini dinleyen biri ol. Dördüncü gruptan olma. Yoksa mahvolursun!”
Şu muhakkak ki, basit bir dinleyici kültürüne sahip fertle, uzman bir âlimin âyetleri değerlendirmeleri aynı derecede verimli olmayacaktır. Meselâ, Kur’ân-ı Kerim, tarihi tetkike çok önem vermektedir. Ve tarih felsefesi üzerinde ilk sistemcilik müslümanların nasibi olmuştur. Sosyolojinin de bu yaklaşımın meyvelerinden biri olduğunu söyleyebiliriz. İşte bu, İbn Haldun gibi bir hikmet adamının işidir. Fakat Kur’an bizi her zaman ve her şeye ibretle bakmaya çağırıyor. Bu ibretle bakış, asgarî mânâda, vurdumduymazlıktan, ilkellikten, uyuşukluktan kurtulmuş olmakla başlar, atomların, hücre ve genlerin araştırmasını yapabilecek seviyeyi elde etmeye kadar gider.
Âyetleri tetkikte bazı şartlar ve gereksinimler vardır. Bunları şöyle sayabiliriz: İlim, iman, akıl, tefekkür, tezekkür, tefakkuh, ittika, istimâ, tevessüm, yakîn, hikmet, lübb, sabır, şükür, zulüm ve kibre bulaşmamak, inâbe ve âhiret korkusu ve bilincidir.
İlim: Bütün âyetler ilme dayanarak tetkik edilebilir. Bunun aksi, âyetlere indî/sübjektif yakıştırmalar olur, tetkik olmaz. Hiçbir mukaddes metin, Kur’an kadar ilim, âlim, akıl, araştırma, inceleme, ibretle bakma, düşünme ile ilgili deyim ve ifâdeler kullanmamaktadır. Kur’an, en büyük düşmanı putperestliği/şirki de bir cehâlet olarak tanıtır. 3126
İman: Âyetleri isâbetle tetkik edebilmenin bir şartı da imana sahip bulunmaktır. İlimde yükseliş ve düşüncede derinleşme, imanda aydınlığın artışı demektir. Bir başka deyişle Kur’an; imanı, “kutsal” adı verilen bir kuvvet veya mekanizmaya bağlanarak dış dünyaya, aklın el attığı varlık ve oluşlara gözü kapatmak olarak görmemektedir.
Akıl: Kur’ân-ı Kerim’e göre insanı insan yapan, onun her türlü aksiyonuna anlam kazandıran ve İlâhî emirler karşısında insanın yükümlülük ve sorumluluk altına girmesini sağlayan akıldır. Kur’an’da akıl kelimesi hep fiil şeklinde geçmektedir. Bu âyetlerde “taakkul/akletme”nin, yani aklı kullanarak doğru düşünmenin önemi üzerinde durulmuştur.
3126] 10/Yûnus, 39
ÂYET VE ÂYETLERİ SATMAK HEM DE UCUZA
- 853 -
Tefekkür: Kur’an bizi Allah’ın eseri, nimetleri üzerinde tefekküre çağırmaktadır. Bu, Allah’ın isim ve sıfatları üzerinde tefekkürdür. Çünkü varlık, bu isim ve sıfatların birer tecellîsinden ibârettir. Tefekkürde Kur’an’ın tavrı, “eserden müessire” gitmektir. Bu da bizi ilim ve delil çıkarmanın Kur’an nazarında ne büyük değer taşıdığını düşünmeye götürür.
Zikirle ulaşılmak istenen hedef, unutulan şeyi hatırlamadır. Tezekkür ise daha ileri bir boyut olup hatırlanan şeyi unutmamak, hatırında tutmak, aklından hiç çıkarmamak, bu şeyden sürekli öğüt ve ibret almak, düşünmenin de ötesinde bu eylemi bir hayat şekli haline getirmektir.
Tefakkuh, yani fıkh etmek, bilinenden bilinmeyene, görünenden görünmeyene ulaşmak demektir. Ayrıca, “iyi ve derin, ince anlayış” anlamında da kullanılır. Fıkh’ın ifâde ettiği anlayış, Arapça’da “fehm” kelimesinin ifâde ettiği anlayış gibi değildir. Birinin ne söylediğini anlarız, bu “fehm”dir; fakat söylenenin, olup bitenin “künhüne vâkıf olma”, gerçeğine erme, onu bütünüyle kavrayıp bir sonuca varma “tefakkuh”dur.
İttika; takvâ sahibi olmak, sâlih amel işlemek, günahlardan ve bütün kötülüklerden kendini çekmek demektir. Takvâyı kendilerine bir hayat tarzı olarak seçenlere Kur’ân-ı Kerim, “Allah dostu” demekte ve onlara hem dünyada, hem de sonsuz hayatta korku ve üzüntüden uzak bir yaşayışı müjdelemektedir. İttika, Allah’tan korkmaktan çok, Allah’ın emirlerini îfâ etmek hususunda titiz ve tâvizsiz olmak demektir.
İstimâ kelimesi, sözlük anlamı itibarıyla dinlemek, kulak vermek veya dinleyip kabul etmek anlamlarını taşır. Kur’an bu kelimeyi Rum sûresinin 23. âyetinde kullanmakta ve âyetlerin tetkikinde taşıdığı role dikkat çekmektedir.
Tevessüm; anlayış derinliği, görünüşten/işaretten mânâ çıkarmak, firâset, irfan zenginliği mânâlarına gelir. Firâset’i zanla karıştırmak doğru değildir. Çünkü zan bir sanmadır ve doğru da çıkabilir, yanlış da. Bundan dolayı Kur’an zannın çoğundan sakınmayı emretmiş, zannın bir kısmının günah olduğunu haber vermiştir. 3127
Yakîn, ilmin sıfatı olarak, artık kesinliğe ulaşmış, kendisinde teorik veya pratik olarak hiçbir şüphe kalmamış, olmuş olana uygun düşmüş, şimdi kesin olduğu gibi, gelecekte de kesinliğinde herhangi bir kuşkuya yer kalmamış ilimdir. İslâm düşüncesinde yakînin üç kısmından söz edilir:
1) İlme’l-yakîn (bilerek yakîne ulaşma),
2) Ayne’l-yakîn (görerek yakîn),
3) Hakka’l-yakîn (yaşayarak, içinde bulunarak yakîn).
Hikmet; Kur’an dilinin eşsiz lügatçisi Râğıb tarafından, İlâhî kitap terminolojisi adına şöyle tanımlanmıştır: “Gerçeği, ilim ve akılla yakalamak” veya “gerçeği, yakalama noktasında ilim ve akılla tesbitte bulunmak.” Râğıb, şöyle devam ediyor: “Hikmet Allah açısından, eşyanın bilinmesi ve tutarlı, anlamlı bir biçimde vücuda getirilmesidir. İnsan açısında bakıldığında ise hikmet, varlıkların bilinmesi ve hayır üretilmesidir.”
3127] 49/Hucurât, 12
- 854 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Lübb kelimesinin Türkçe’de karşılığı yoktur. Yaklaşık olarak, gönül, öz veya gönül gözü diye mânâlandırabiliriz. Bu kelimeyi, bazılarının yaptığı gibi, akıl diye çevirmek, bizce yanlıştır. Lübb, akıl ötesi, daha doğrusu aklın derûnunda bir gücü ifâde eder. Bazı âyetler, sadece lübb sahiplerince anlaşılabilir, bazıları da lübb sahiplerine (ulu’l-elbâb) farklı sonuçlar sunar.
Sabır: Nefsin zorluklara tahammülü diye tanımlanan sabır, zaferden emin olanların tavrıdır. Kur’ân-ı Kerim: “Sonuç takvâ sahiplerinindir”3128 diyerek mutlu bir son müjdelemektedir. O halde takvâ sahipleri zümresine dâhil her ferdin çarpıklık, zıtlık, çatışma ve kavgadan ürkerek feryad etmesi, ümitsizliğe düşmesi, Kur’an rûhuna aykırıdır.
Şükür: Kur’ânî bir terim olarak şükür, insanın kendisine ulaşan nimeti düşünmesi ve bunu birtakım dış belirtilerle ortaya koyması anlamındadır. Şükrün Kur’ansal yapısını değerlendiren müfessirler, onun üç yolla birlikte yerine getirilebileceğini tesbit ederler ve gerçek şükrün bunlardan birini ihmal etmeksizin ancak ortaya çıkabileceğini tesbit ederler: 1) Düşünme yolu, 2) Dil yolu, 3) Aksiyon yolu.
Zulümden uzak durmak, bize farklı bazı âyetleri müşâhede ettirecektir. Zulüm, Kur’ân-ı Kerim’in en önemli kavramlarından biridir. Türevleri ile birlikte 300’e yakın yerde geçer. Zulmün Kur’an terminolojisindeki anlamı şudur: “Bir şeyi âit olduğu yerin dışında bir yere koymak.” “Hak edene, hakkını hak ettiği oranda vermemek.” Bundan da anlaşılır ki zulüm, yaratılış düzeninde bozukluk ve dejenerasyona sebep olmaktadır. Zulüm, hem Kur’an âyetlerini, hem de diğer âyetleri hak ettiği gibi değerlendirmeye engeldir: “Biz Kur’an’dan öyle âyetler indirmekteyiz ki, mü’minler için şifâ ve rahmettir; zâlimlerin de ancak husrânını, sapıklığını artırır.” 3129
Kibirden uzak durmak, istikbârlığa meyletmemek: Kur’an, “istikbâr” dediği kibir illetini insanı tahrip eden en büyük belâlardan biri olarak belirtiyor. Bu tavrın insana sonsuzluğu, ruh güzelliğini ve âyetleri inceleme/araştırma yolunu kapattığını vurguluyor.
Tevbe: Beden su ile temizlenir, gönül gözyaşıyla. Ruhumuzu yıkamak için de bir “su” lâzım bize. İşte o su tevbedir. İnâbe ise tevbenin ileri bir merhalesi olarak mânevî yükselme ve gelişmenin şuuruna varmanın adıdır.
Âhiret bilinci: Her sonraki an, bir öncekinden daha ileri ve üstündür. Çünkü hayat geriye doğru adım atmaz. Gidiş sürekli iyiye ve güzeledir. O yüzden iki gününü eşit geçiren, devamlı ilerlemeyen, hayrını artırmayan kimse aldanmıştır. 3130
Semâ Âyeti
Kur’an’da göğün ve yerin yaratılışından, göğün ve yerin daha önce bitişik olduğundan, göğün yarılmasından ve ardındakini göstereceğinden, göğün açılıp kapılar haline gelmesinden, görünmez gök kapılarından, genişlemesinden, göktekilerden, göklerin ve yerin yaratılış hikmetlerinden, göklerin nasıl yükseltildiğinden, gök cisimlerinin birer yörüngede yüzdüklerinden, göktekilerin
3128] 28/Kasas, 83
3129] 17/İsrâ, 82
3130] Necmettin Şahinler, Âyetler ve Yetenekler, s. 7 ve devamı
ÂYET VE ÂYETLERİ SATMAK HEM DE UCUZA
- 855 -
ve yerdekilerin Allah’ı tesbih etmelerinden, gökten yağmur indirenin Allah olduğundan... söz edilmektedir. Göklerin ve yerin Rabbi Allah’tır. Bu bakımdan, yaratılmış şeyler üzerinde iyice düşünmenin ve Yaratıcı’yı tesbih etmenin, mü’minlere has bir nitelik olduğundan söz edilmektedir.
Semâ da, Allah’ın kâinatta kurduğu İlâhî kanunlara, akıllara hayret verecek olağanüstü bir düzen ve âhenge, dolayısıyla Yaratıcı’nın tek Allah olduğuna bir âyet/delil olarak görülmüştür. Göğün “direksiz” olması (görünmeyen bir direk, eksen ile yükseltilmesi), yer üzerine düşmemesi veya yığılmaması, göğün bünyesindeki gezegenlerin zerre kadar düzensizlik yapmamaları; Ay’ın, Güneşin, yıldızların Allah’ı tesbih etmeleri, O’na secde etmeleri gibi konular ayetlerde insan idrakine sunulmuştur.
Kur’an, insanların yerdeki ve semâdakilere bakıp akıllarını kullanmalarını, iyice düşünmelerini, anlamaya çalışmalarını öğütlemektedir. Bunun yanında, yine düşünüp ibret almaya dâvet etmek amacıyla bir tehdit de söz konusu edilmektedir. “(Allah,) Semâyı da, izni olmadan yerin üzerine düşmemesi için tutuyor. Doğrusu Allah, insanlara çok şefkatli, çok merhametlidir.”3131; “Ve semâyı itaat dışına çıkan her türlü şeytandan korumak için yıldızlarla donattık.”3132; “Semâda olanın (meleklerin -Allah’ın izniyle-) sizi yere batırmayacağından emin misiniz? O zaman yer sarsıldıkça sarsılır. Yahut semâda olanın, üzerinize taş yağdıran bir fırtına göndermeyeceğinden emin misiniz? İşte (bu) tehdidimin ne demek olduğunu yakında bileceksiniz.” 3133
Allah, semayı yükseltmiş, evren bulutunu yer ve gök olarak ayırmış ve bir ölçü, bir denge koymuştur. “Gökleri, gözünüzün göremeyeceği bir direk (eksen ya da aks) ile yükseltmiştir.” 3134 Değirmenin mili (ekseni) vardır, bu elle tutulur ve gözle görünür; ama gök cisimlerinin santrfüj ekseni izafîdir, görünmez. Sonra tavaf edeceği yörüngeler tayin edilmiştir; bunlar fizik yasaları denilen Allah’ın evrendeki kanunları, sünnetidir. “Görmediniz mi Allah, yedi semêyı birbirine âhenktar olarak nasıl yaratmış!”3135 Hayat, iki zıt kararlı dengenin (Kur’an terimiyle “hunnes”: Merkezcil kuvvet; “künnes”: Merkezkaç kuvvet) ömrüdür. “Kuşkusuz Allah, semâları ve yeri kayıp gitmekten alıkoymaktadır. Eğer onlar, kayıp giderse, andolsun ki ondan sonra kimse bunları tutamaz.”3136 Ama o gün (kıyamet günü) semânın hızı öyle artar ki, dağlar yerinden kopup yürür savrulur.3137 Gök cisimleri yuvarlak olduğundan onları kuşatan semâlar da yuvarlaktır. Kur’an’da “küre biçimi vermek, yuvarlamak, küreleştirmek” anlamına gelen “Tekvîr” sûresinde yerlerin ve semâların dürülüp bükülmesinden söz edilmektedir.
Kur’an’da yedi yerde yedi kat semâdan bahsedilmiştir.3138 Yedi kat semâdan murat nedir, bunların mâhiyeti nedir? Bunu kesin olarak bilemiyoruz. Bu konu, henüz astronomi ilminin konuları arasına girmiş değildir. Feza konusunda keşifler için büyük gayretlerin sarfedildiği çağımızda bile, henüz keşfedilen ger3131]
22/Hacc, 65
3132] 37/Sâffât, 6-7
3133] 67/Mülk, 16-17
3134] 13/Ra’d, 2
3135] 72/Cinn, 15
3136] 35/Fâtır, 41
3137] 52/Tûr, 9
3138] 2/Bakara, 29; 17/İsrâ, 44; 23/Mü’minun, 86; 65/Talak, 12; 67/Mülk, 3; 71/Nuh, 15; 78/Nebe’, 12
- 856 -
KUR’AN KAVRAMLARI
çekler, keşfedilemeyen uzayın içinde mukayese yapılamayacak kadar küçük yer tutar. Kim bilir, belki yedi kat gökle ilgili bilimsel gelişmelere insanoğlunun bilgisi ve kıyâmete kadar vakti yetmeyecektir; geleceği de, göklerin konumunu da yaratan bilir. O bize, göklerin yedi gök olduğunu söylüyor; biz de inanıyoruz. Elmalılı, bu konuda şunları söyler: Yedi kat semâ tabiri, yedi göğün varlığını kesin olarak ifade etmekle beraber, daha ötesi yok demek değildir, ziyadesini nefyetmez. Bütün yıldızların tezyin ettiği maddî âlemin hepsi bir semâdır. Bu da yedi semânın birincisidir. Bunun ötesinde daha altı semâ vardır. Bu semâlar, birinci semâ gibi maddî semâlar değil; mânevî semâlardır. “Biz dünya semâsını yıldız ziyneti ile süsledik.”3139 âyetiyle Miraç olayı, bu mânâya işaret etmektedir. 3140
Gök cisimlerinin, evrenin büyüklüğü, bize onları yaratanın büyüklüğünü, kudretini, ilmini... anlatmalı, yaratıklardan Yaratan’a urûc edip bağlanabilmeyi hatırlatmalıdır. “Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı zikredip anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler, derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) ‘Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azâbından koru.!”3141; “İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkar. Şüphesiz Allah, daima üstündür, çok bağışlayandır.”3142 İnsan, yaratılandan Yaratan’a nüfuz edemeyince, gözlemi tefekküre ulaşamayınca, ilmi imanla bütünleşemeyince; ibâdet etme ihtiyacını Allah’tan başka hayranlık duyduğu varlıklara yöneltip bazı cisim ve canlıları putlaştırma ahmaklığına düşmüştür.
İnsan Denen Âyet
“Biz insanı ahsen-i takvîm üzere/en güzel şekilde yarattık. Sonra onu aşağıların en aşağısı kıldık.”3143 Âyette geçen “takvîm” kelimesi, müfessirlerce değişik şekillerde yorumlanmış, kimi sûret ve duyu organlarının güzelliği, kimi boyunun doğruluğu ve ayakları üzerinde dik durması demiş, kimi de “ahsen-i takvîm” sözünü akıl, idrâk ve temyiz (ayırma yeteneği) ile ziynetlenmiş olmak şeklinde algılamıştır. Gençliğe, güç ve kuvvete yoranlar da olmuştur. Elmalılı, bu görüşleri sıraladıktan sonra takvîm kelimesini daha genel bir anlamda değerlendirmiş, insan için güzel olan her şeyi bu mânâya dâhil etmiştir. Bununla beraber, şekil ve sûretten çok, ahsen-i takvîmi insanın duygusunda, özellikle güzellik denen mânâyı anlamasında ve o duygudan güzellerin güzeli “ahsenu’l-hâlikıyn”i ve O’nun hüsn-i mutlakla en güzel olan kemal sıfatlarını tanıyıp O’nun istediği gibi güzel ahlâkla ahlâklanmakta aramıştır. Ona göre insan doğarken bu kemale sahip olarak değil; bu kıvama, bu kemale ve bu güzelliğe yeteneği olmak anlamında ahsen-i takvîmde yaratılmıştır. Aksi halde insanın hiçbir olumsuz özelliği bulunmazdı. Hâlbuki öyle olmadığı, insanın birtakım kötülüklerle iç içe bulunduğu görülmektedir. Elmalılı, bu süflîliklerden kurtularak kemale ermenin yolunu, ruh güzelliğine ve temizliğine ulaşmakta görüyor.
İnsanın Değeri: İnsanı yaratan Allah, onu kendisinden sonra en değerli varlık olarak yaratmıştır. Kur’an’dan öğrendiğimize göre onun değeri, daha
3139] 37/Sâffât, 6
3140] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. 1, s. 294
3141] 3/Âl-i İmran, 191
3142] 35/Fâtır, 28
3143] 95/Tîn, 4-5
ÂYET VE ÂYETLERİ SATMAK HEM DE UCUZA
- 857 -
yaratılmadan önce belli olmuştur.
Bakara suresinin 30. âyetinde meleklere hitâben ifade edilen İlâhî beyan bunun açık delilidir: “Rabbin meleklere, ‘Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim’ demişti...” Sonunda, yaratılmış olan bu halifenin adı insandı. Hayat sahnesinde imar ve ıslah görevini ifa ederek işleri düzenleyecek, Allah’ın kanunları ile nizâm-ı âlemi tanzim edecekti. Çünkü bu göreve lâyık biçimde, ahsen-i takvîm üzere, yani en güzel biçimde yaratılmıştı.
İnsanın her bakımdan en güzel biçimde yaratılmış olduğunu Tîn sûresindeki âyetle gördük. Onun değeri ile ilgili başka bir âyet de şudur: “Andolsun ki, Biz insanoğullarını şerefli kıldık. Karada ve denizde taşıtlara yükledik. Temiz şeylerle onları rızıklandırdık. Yarattıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık.”3144 İnsan, bundan daha değerli bir iltifâta da nâil olmuş, meleklerden, kendisine secde etmeleri istenmiştir. Bunlardan daha büyük bir şeref düşünülebilir mi? “Meleklere, ‘Âdem’e secde edin’ demiştik. İblis müstesna hepsi secde ettiler. O ise kaçındı; büyüklük tasladı ve inkâr edenlerden oldu.” 3145 Bu konu, önemine binâen ve bilmediğimiz başka hikmetlerden dolayı Kur’an’da tekrar tekrar anlatılır.
Büyük âlemdeki her şeyin mutlaka insanın bedeni olan küçük âlemde bir benzeri vardır. İşte bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Andolsun ki Biz insanı ahsen-i takvimde (en güzel bir sûrette) yarattık.”3146; “Kendi nefislerinizde de (nice âyetler) vardır. Görmez misiniz?” 3147
Meselâ, insanın duyu organları, ışık veren yıldızlardan daha şereflidir. İnsanın görmesi ve işitmesi idrâk edilen şeyleri bunlar vâsıtasıyla idrâk etmesi açısından güneşi ve ayı andırır. İnsanın organları çürüdükten sonra yer cinsinden toprak olurlar. Yine insanda su cinsinden, ter ve bedende diğer ıslak âzâlar vardır. Hava türünden insanda ruh ve nefes vardır. Ateş türünden ise insanda harâret vardır. Damarları ise yeryüzündeki nehirleri andırır, ciğeri nehirleri besleyen pınarlar konumundadır. Çünkü damarlar ciğerden alacaklarını alırlar. İnsanın mesânesi denizi andırır. Çünkü bedende bulunan değişik bölgeler nehirlerin denize aktığı gibi, akıtacaklarını buraya akıtırlar. İnsanın kemikleri yeryüzünün kazıkları durumunda olan dağlar gibidir. Âzâları da ağaçları andırır. Herbir ağacın yaprakları ya da meyveleri olduğu gibi, her bir organın da bir fiili ya da etkisi vardır. İnsanın bedeni üzerindeki saç ve kıllar, yeryüzü üzerindeki bitki ve ot durumundadır. Diğer taraftan insan, dili ile bütün canlıların seslerini taklit edebilir. Âzâlarıyla da bütün canlıların yaptığının benzerini yapar. Buna göre bu küçük âlem, büyük âlemle birlikte aynı yaratıcının yarattığı ve sonradan var ettiği varlıktır. O’ndan başka hiç bir ilâh yoktur.
İnsanın yaratılışındaki fevkalâdelik, ona verilen değeri göstermektedir. İnsan, ister biyolojik, ister fizyolojik, ister psikolojik açıdan hangi yönüyle incelenirse incelensin onun yaratılışındaki olağanüstülük hemen dikkatimizi çeker. Bunu konuyla ilgili bilim kitaplarında, ansiklopedilerde her zaman görmek mümkündür. Mesela, bir insanın DNA molekülü (deooksiribo nükleik asit)nün, 100000 ansiklopedi sayfasına eşit uzunlukta biyolojik bilgilere sahip evrensel bir hârika
3144] 17/İsrâ, 70
3145] 2/Bakara, 34; 17/İsrâ, 61; 38/Sâd, 71
3146] 95/Tîn, 4
3147] 51/Zâriyât, 21
- 858 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olduğunu düşünebilir miyiz?3148 Bu sebepten dolayı olsa gerek ki, âlemin “büyük insan”, insanın da “küçük âlem” olduğu ifade edilmiştir. Bilim çağından uzay çağına geçilmiş olmasına rağmen, insanın keşfedilmeyen tarafının keşfedilene oranla çok daha büyük olduğunu söyleyebiliriz. İnsan, kendini keşfedememenin aczini yer yer itiraf etmek mecburiyetinde kalıyor ve kalacaktır. İnsan o kadar büyük, o kadar esrar dolu yaratılmıştır. Ona verilen akıl, güzeli çirkinden temyiz/ayırma gücü, insana verilen nimeti ve değeri göstermesi bakımından yeter de artar bile. Hz. Ali’ye izafe edilen şu beyitler, insanın değerini anlatmaktadır:
“İlacın sendedir de farkında olmazsın. Derdin de sendendir fakat görmezsin.
Sanırsın ki sen sâde, küçük bir cirimsin; Hâlbuki sende dürülmüş en büyük âlem.”
Allah, insanı yeryüzünde halife ilan etmiştir. İnsan, Allah’ın kanunlarıyla evrenin nizamını tesis edecektir. Bu, geçici bir görev olmayıp, kıyamete kadar sürecektir. Bir nesil, kendisine verilen görevi kendisinden sonraki nesillere intikal ettirecek, halifelik görevi, bir bayrak yarışı gibi sürüp gidecektir. İnsana böyle şerefli bir görevi veren Allah, tabiidir ki, görevini tam olarak yerine getirmesi için onu büyük imkânlarla donatacaktır. Öyle de olmuştur. “Allah’ın göklerde olanları da, yerde olanları da emrinz altına verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmez misiniz? İnsanlardan, Allah hakkında hiçbir bilgisi olmadan, doğruluk rehberi ve aydınlatıcı bir kitap bulunmadan tartışanlar var.” 3149; “Geceyi, gündüzü, güneşi, ayı sizin emrinize âmâde kılmıştır. Yıldızlar da O’nun buyruğuna boyun eğmiştir. Bunlarda akleden kimseler için dersler vardır.”3150; “Gökleri ve yeri yaratan, yukarıdan indirdiği su ile size rızık olarak ürünler yetiştiren, emri gereğince denizde yüzmek üzere gemileri, nehirleri, belli yörüngelerde yürüyen ay ve güneşi, gece ile gündüzü sizin buyruğunuza veren Allah’tır.”3151 İnsana verilen şeyler, saymakla bitmez. “Kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size vermiştir. Allah’ın nimetini sayacak olsanız bitiremezsiniz. Doğrusu insan pek zâlim ve çok nankördür.” 3152
“İlim, ilim bilmektir; İlim, kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin; Ya nice okumaktır.” (Yunus Emre)
Rabbini bilen, ancak kendini bilebilir; kendini bilen de Rabbini. İnsanın kendi gerçeğini tam olarak tanıması, İslâm eğitiminin esasını teşkil eder.
Bize yakışan, Kur’an, hayatımıza yeniden ilk günkü berraklığıyla şimdi ve tek tek bize iniyor gibi heyecanla, aşkla, ilk müslümanlar gibi ona yönelmek, dirilmek için ilk emirden itibaren o sese kulak vermektir: “Oku, yaratan Rabbinin adıyla.”3153 Ve tüm âyetleri teker teker okumaya başlamak, O’nun ismi ve izniyle, O’nu yücelterek, okunması gerektiği gibi; Kur’an’ı, kâinatı ve kendimizi... Gerisi kendiliğinden gelecek, bizi öldürmeye gelenler bizde dirilecektir.
3148] Fethullah Han, Kur’an ve Kâinat Âyetleri, s. 157
3149] 31/Lokman, 20
3150] 16/Nahl, 12
3151] 14/İbrahim, 32-33
3152] 14/İbrahim, 34
3153] 96/Alak, 1
ÂYET VE ÂYETLERİ SATMAK HEM DE UCUZA
- 859 -
Âyetleri Satmak, Hem de Çok Ucuza
“...Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız Benden korkun. Hakkı bâtıl ile karıştırmayın, bilip dururken hakkı gizlemeyin.” 3154
Âyetleri Az Bir Karşılık ile (Ucuza) Satmak
Âyetleri az bir paha ile (semenen kalîl karşılığında) satmayın ifadesinin, mefhûm-ı muhâlifi düşünülürse, “çok paha ile satın” anlamı çıkar. Ancak Kur’an naslarının mefhûm-ı muhâlifinin alınamayacağı bilinmelidir. “Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın” ifadesinin anlamı, “açıklama, izah etme ve faydalı ilmi gizlemeyip insanlara yayma karşılığında bir şey almayın” demektir3155. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur: “Her kim Allah’ın rızâsı için öğrenilmesi gereken bir ilmi, sadece bir dünya metaı elde etmek için öğrenirse, kıyamet gününde cennetin kokusunu duyamaz.”3156 Allah’ın bunu, “semenen kalîl” diye isimlendirmesi, bu karşılıkların ya aslında az olduklarından, ya da verdikleri zarara oranla az olduklarındandır.3157 Hasan el-Basrî’ye âyetteki “semenen kalîlen”in mânâsını sordular, o da, “her şeyiyle beraber dünyadan ibarettir” dedi. Said bin Cübeyr, “dünya lezzetlerinden ibarettir” diye açıkladı. Ebu’l-Âliye, “Âyetlerin karşılığında ücret almayın” demektir diye izah etti. 3158
“Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın.” Dünya ve içindeki altın, gümüş, dolar, mark, lira vb. kıymetli ne varsa, menkul veya gayrimenkul tüm hazineler hepsi terazinin bir kefesine konsa, öbür kefesine de Allah’ın bir tek âyeti konulsa ve satılsa yine de az para karşılığında satılmış demektir.
Zamanla papazlar ve hahamlar, krallardan aldıkları para karşılığında İncil ve Tevrat’ın içine krallara itaatle ilgili sözler sokmuş, bir kısım âyetleri de kaldırmıştır. Günümüzde Allah’a çok şükür ki, âyetleri yok etmek imkânı kaldırılmış, ama azıcık para, makam, mevki karşılığında âyetlerin mânâsını açıklamama yolu açık bırakılmıştır. Yıllardan beri ahkâmla ilgili âyetler, nice cami kürsüsü ve minberlerinde gündeme getirilememiştir. Devletin en üst tepesindeki şahıs, Kur’an’daki ahkâmla ilgili 230 civarındaki âyetin, lâik anlayışla bağdaşmadığı için, zaten uygulanmadığından tümüyle kaldırılmasını teklif edecek duruma gelinmiştir. Bazı gayretli müslümanlar, ahkâmla ilgili âyetleri açıklamaya başlayınca, bir kısım satılık kalem ve diller “o âyet, yahudilerle ilgilidir, bu âyet hıristiyanlarla ilgilidir, bunlar ise Mekke’li müşrikler hakkında nâzil olmuştur” diyerek bizi ilgilendirmediğini söylemeye başladılar. Ayetleri düzenin istediği şekilde tevil etmeye, kâfirlere ve küfre “hoşgörü”lü, müslümanlara ve gerçek İslâm’a “horgörü”lü bakmaya başladılar. “Sebeb-i nüzul, âyeti tahsis etmez” kuralını görmezlikten geldiler. Yani “Kur’an’daki âyetlerin bir kısmı yahudilere, bir kısmı hıristiyanlara, diğerleri de peygamberimiz zamanındaki Mekke’li ve Medine’li insanlara hitap ediyor, bizi ilgilendirmez” demeye getirdiler.
Ayetin devamının “yalnız Benden korkun.”3159 şeklindeki ifadesi de dikkat çe3154]
2/Bakara, 41-42
3155] İbn Kesir
3156] Ebû Dâvud, İlim 12; İbn Mâce, Mukaddime 23; Müsned, II/338
3157] Fahreddin Râzi
3158] İbn Kesir
3159] 2/Bakara, 41
- 860 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kicidir. Allah’ın âyetlerini satmak istemez ve paraya, makama boyun eğmezsen, boynunu eğmek için üzerine gelirler. “Sakın onlardan değil; yalnız Ben’den sakının” deniliyor. Onların gücü, kuvveti, azâbı nedir ki!? Cehennemleri mi vardır onların bizi atacak? Allah dilemedikçe zarar mı verebilirler ki bizi korkutabilsinler, Allah’ın takdir ettiği eceli mi öne alabilirler, O’nun vereceği rızkı mı kesebilirler? Şiddetli cehennemi, sonsuz azâbı olan, herkesi hesaba çekecek, gerçek anlamda güç ve kuvvet sahibi, korkulmaya lâyık Allah’tan başka kim vardır ki ondan korkacaksınız? Aynen, onların dünyayı verseler bile, bunun bir tek âyetin kıymetiyle, âhiretin değeriyle karşılaştırıldığında “az bir karşılık”, “çok ucuza satmak” olduğu gibi; onlardan korkmak da fobidir, gereksiz korkudur, yanlıştır ve müslümana yakışmaz.
Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi ile ilgili bir rivâyet şöyledir: İbn Abbas diyor ki: “Bu âyet-i kerime, yahudi liderlerinden Kâ’b bin Eşref, Kâ’b bin Esed, Mâlik bin Sayf, Hayy bin Ahtab ve Ebû Yâsir bin Ahtab hakkında nâzil olmuştur. Bunlar, taraftarlarından hediyeler alırlardı. Hz. Muhammed (s.a.s.) peygamber olarak gönderilince bu menfaatlerinin kesilmesin-den korktular da, Allah rasûlünün ve getirdiği şeriatin mâhiyetini gizlediler. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.”3160 Bu gün de Kur’an tilâvetine ücret almanın haram olduğunu duyan/bilen bazı ücretli okuyucular, aldıklarına ücret değil de, “hediye” adı vermektedirler.
Yahudi ve Hıristiyanları Taklit Perspektifi
Kur’ân-ı Kerim, uslanmaz ruhun/nefsin temsilcisi ve her türlü değeri maddeye fedâ eden bir anlayış olarak İsrâiloğullarından sık sık bahseder ve ibret unsuru olarak, özellikle maddepe-restliklerini gözler önüne serer. Bu açıdan onlarla beraber hıristiyanlardan da söz eden bir âyet-i kerimede şöyle denir: “Ey iman edenler, (biliniz ki) hahamlardan (yahudi bilginlerinden) ve (hıristiyan) râhiplerden birçoğu insanların mallarını bâtıl/haksız yollarla yerler ve onları Allah’ın yolundan men ederler. Altın ve gümüşü yığıp biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlara hemen acıklı bir azâbı müjdele!”3161 Burada dikkati çeken bazı noktalar vardır:
Bâtıl yollarla insanların mallarını yiyenler, din bilginlerinin bazılarıdır ve bu iş için bu vasıflarından yararlanmaktadırlar. Bu yollarla insanların mallarını yemeleri, onları aynı zamanda Allah’ın yolundan da uzaklaştırmaktadır. Yani bu yolla malını kaybeden insan, yolunu da sapıtmaktadır. Din adamlarının bu yola girmelerine sebep, maddî ihtiraslarıdır; altın ve gümüş, yani para biriktirme arzularıdır. Hıristiyan ve yahudilerdeki bu anlayışların taklit edilmesiyle ilgili meşhur hadis-i şerifi hatırlatalım: “Sizden öncekilerin yollarına karış karış uyacaksınız. Hatta onlar bir keler/sürüngen deliğine girseler, siz de onların arkasından gireceksiniz.” Biz, Yâ Rasûlellah, yahudilerle hıristiyanlara mı? dedik. “Ya kime (olacak)!?” 3162
Bu takip ve taklid, Allah’ın kitabını kazanç konusu yapmada olduğuna göre, yahudiler, konumuzla ilgili âyet-i kerimeye yegâne muhatap olmaktan çıkmış olmalıdırlar. Hitap, aynı anda, takibi karış karış sürdüren müslümanlaradır da:
3160] Fahreddin Râzi, Mefâtihu’l Gayb
3161] 9/Tevbe, 34
3162] Buhârî, Enbiyâ 50, İ’tisâm 14; Müslim, İlm 6; İbn Mâce, Fiten 17; Ahmed bin Hanbel, II/325, 327, 336, III/83, 89, 94
ÂYET VE ÂYETLERİ SATMAK HEM DE UCUZA
- 861 -
“Elinizdekinin (Tevrat’ın) aslını tasdik edici olarak indirdiğime (Kur’an’a) iman edin! Sakın onu inkâr edenlerin ilki olmayın! Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız benden korkun. Hakkı bâtıl ile karıştırmayın, bilip dururken hakkı gizlemeyin. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı hakkıyla verin, rükû edenlerle beraber rükû edin. (Ey bilginler!) Siz Kitab’ı okuyup gerçekleri bildiğiniz halde, insanlara iyiliği emrediyor, kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmayacak mısınız?”3163 Âyetleri az bir paha (semen-i kalîl) karşılığında satmak... Hakkı bâtıl ile karıştırmak... Gerçekleri gizlemek... Dosdoğru namaz kılmamak... Zekâtı vermemek (paraya hırslı olmak)... Başkasına doğruyu emrettiği halde, kendini (kendi çıkarı için) unutmak... Ve bunların hepsini Kitab’ı okuyup dururken yapmak da söz konusu takip ve taklidin tamamlayıcılarından sayılabilir.3164
“Enfâs-ı habîsiyle beş on rûh-ı leîmin
Solsun mu o parlak yüzü Kur’ân-ı Hakîm’in.
İbret olmaz bize, hergün okuruz ezber de,
Yoksa bir maksat aranmaz mı bu âyetlerde?
Lâfzı muhkem yalnız anlaşılan Kur’ân’ın
Çünkü kaydında değil, hiç birimiz mânânın.
Ya açar Nazm-ı Celîl’in, bakarız yaprağına,
Yahut üfler geçeriz, bir ölünün toprağına.
İnmemiştir hele Kur’ân, bunu hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için.”3165
“Lânet ola ol mala ki, tahsiline ânın,
Ya din ola, ya ırz, ya nâmus ola âlet.” 3166
Allah’ın Âyetlerini Ucuza Satmak Konusunda Âyetler
“...Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız benden korkun. Hakkı bâtıl ile karıştırmayın, bilip dururken hakkı gizlemeyin.” 3167
“Allah’ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip de onu az bir paha ile değişenler (onu maddî karşılık ile satanlar) var ya, işte onların yiyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne onlarla konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için acıtıcı bir azap vardır.” 3168
“Ey iman edenler, (biliniz ki) hahamlardan (yahudi bilginlerinden) ve (hıristiyan) râhiplerden birçoğu insanların mallarını bâtıl/haksız yollarla yerler ve onları Allah’ın yolundan men ederler. Altın ve gümüşü yığıp biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlara
3163] 2/Bakara, 41-44
3164] Faruk Beşer, Fıkıh Penceresinden Fetvâlarla Çağdaş Hayat, s. 64-65
3165] Mehmed Âkif Ersoy, Safahat, s. 170
3166] Ziya Paşa
3167] 2/Bakara, 41-42
3168] 2/Bakara, 174
- 862 -
KUR’AN KAVRAMLARI
hemen acıklı bir azâbı müjdele!” 3169
“Ehl-i Kitap’tan öyleleri var ki, Allah’a, size ve kendilerine indirilene, tam bir samimiyet-le ve Allah’a boyun eğerek iman ederler. Allah’ın âyetlerini az bir paraya satmazlar. İşte onlar için Rableri katında ücretleri/ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk olandır.” 3170
“Onların ardından (âyetleri tahrif karşılığında) şu değersiz dünya malını alıp, ‘nasıl olsa bağışlanacağız’ diyerek Kitab’a vâris olan birtakım kötü kimseler geldi. Onlara ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Acaba Allah’a karşı hakdan/gerçekten başka bir şey söylemeyeceklerine dair kendilerinden, o Kitabın hükmü üzere mîsak/kuvvetli söz alınmamış mıydı ve onlar Kitab’ın içindekini ders edinip okumadılar mı? Hâlbuki âhiret yurdu, takvâ sahipleri/Allah’tan korkanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?” 3171
“...İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Âyetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” 3172
Kur’an Okuma ve Hatta Öğretme Karşılığında Ücret Almayı Yasaklayan Hadis-i Şerifler
Ahmed bin Hanbel’in Abdurrahman bin Şibl’den rivayet ettiği hadis: “Kur’an- Kerim’i okuyun, onu (dünya menfaatlerine vesile kılmak suretiyle) yemeyin!” 3173
“Kur’an okuyun, onunla amel edin, On(u okumak)dan asla uzaklaşmayın, onun hakkında haddi aşmayın; onun karşılığında ücret alıp yemeyin, onunla dünya menfaati artırmayı talep etmeyin.”3174 Übeyy bin Kâ’b: “Bir adama Kur’ân-ı Kerim öğrettiydim de, bana bir yay hediye etmişti. Durumu Rasûlullah’a söylediğimde: “Onu alırsan, ateşten bir yay almış olursun demektir” buyurdular, ben de sahibine geri verdim. 3175
Ubâde bin Sâmit: Ehl-i Suffe’den birçok kimselere Kur’an öğrettim. Bu öğrencilerimden birisi bana ok atılan bir yay hediye etti. -Kendi kendime- ‘Bu bir mal/para değildir. Özellikle bununla ben savaşlarda Allah yolunda ok atacağım’ dedim. Bununla beraber, Nebî (s.a.s.)’e bu olayı arz ettim. Rasûl-i Ekrem cevaben şöyle buyurdu: “Allah Teâlâ’nın Kıyamet gününde boynuna ateşten bir halka takmasını arzu edersen kabul et!” 3176
“Kim Kur’an öğretmesi karşılığında bir kavs/yay alırsa, Allah ona ateşten bir yay kılâde yapıp boynuna takar.”3177 Bu hadislerin çoğunda Suffe talebelerinin, öğretmenlerine hep kavs, ok yayı hediye ettikleri zikredilmiştir. ‘Bunların hediye edecek başka şeyleri yok mu idi? Bunların hepsi de ok, yay sahibi mi idi?’ Evet, başka
3169] 9/Tevbe, 34
3170] 3/Âl-i İmran, 199
3171] 7/A’râf, 169
3172] 5/Mâide, 44
3173] Heysemî, M. Zevâid, VI/168
3174] Ahmed bin Hanbel, Müsned II/428; Heysemî, VI/167; Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, V/322; Aynî, Umdetü’l-Kaarî, XII/95; S. Buhârî, Tecrid-i Sarih Terc. VII/46
3175] İbn Mâce, II/157; S. Buhârî, Tecrid-i Sarih Terc. VII/47-48
3176] Ebû Dâvud; S. Buhârî, Tecrid-i Sarih Terc. VII/47
3177] Dârimî; S. Buhârî, Tecrid-i Sarih Terc. VII/48
ÂYET VE ÂYETLERİ SATMAK HEM DE UCUZA
- 863 -
şeyleri yoktu. Bunların tümü, fakir ve ihtiyaç sahibi kimselerdi. Ayrıca, bunların hepsi mücâhid idi. Hepsinin de mâlik olduğu dünya malı okla yaydan ibaret idi. Ekserisi bâdiye (çöl) halkından idi. En güzel yay bunlarda bulunurdu. Birbirini görerek hocalarına yay hediye etmek istedikleri anlaşılıyor. 3178
“Kim Kur’an okuyup Kur’an’ı insanların malını yemeye vesile edinirse, Kıyamet gününde yüzü etten soyulmuş bir kemikten ibaret olarak Arasat meydanına gelir.” 3179
“Kur’an okuyan, onunla Allah’tan istesin. Zira birtakım insanlar gelecek, Kur’an’ı okuyacaklar ve onunla insanlardan menfaat temin edeceklerdir.” 3180
İmam Buhârî, Sahih-i Buhârî’nin “Fedâilu’l-Kur’an” bölümünde “Kur’ân’ı; gösteriş, yeme ve övünme için okuyanlar” diye bir başlık açmış ve ilk olarak şu hadis-i şerifi almıştır:
“Dünyanın sonunda birtakım insanlar gelecek ki, onlar basit akıllıdırlar. Allah’ın kelâmını okurlar, ama okun yaydan çıktığı gibi İslâm’dan çıkarlar. İmanları gırtlaklarından öteye geçmez; onları bulduğunuz yerde öldürün. Çünkü onları öldürmek, Kıyamet gününde ecir olacaktır.”3181 Buhârî’yi şerheden âlimlerden Kirmânî, bu hadisle ilgili şu açıklamayı yapar: “Bu hadisin, konulan başlığın ikinci kısmıyla, yani Kur’an’ı yeme vesilesi yapmakla ilişkisi şudur: Kur’an okuma, Allah için olmazsa, elbette ya gösteriş, ya yeme vesilesi, ya da benzeri bir şey için olacaktır.” 3182
“Kim Allah’ın rızâsı için öğrenilmesi gereken bir ilmi, sadece bir dünya metaı/malı elde etmek için öğrenirse, kıyamet gününde Cennetin kokusunu duyamaz.” 3183
“Kim Allah (c.c.) rızâsından başka bir şey için ilim öğrenirse veya ilimle Allah rızâsından başka bir şeyi murâd ederse, Cehennemdeki yerine hazırlansın.” 3184
“İlim adamlarıyla boy ölçüşmek veya bilgisiz kimselerle tartışmak ya da halkın yüzünü kendine döndürmek amacıyla ilim edinen kimseyi Allah (c.c.) Cehenneme sokacaktır.” 3185
“Bir kimse, âhiret ameli ile dünyayı talep ederse, yüzü insan sûretinden çıkar, zikri de mahvolur. İsmi de ehl-i nâr (Cehennemlikler) siciline girer.” 3186
“Kapkaranlık gece parçaları gelmeden (fitnelerin karanlığında, nur/ışık temini için) amellere sür’atle koşun ki, o devirde insan sabah mü’min olduğu halde akşama kâfir olarak ulaşır. Mü’min olarak gecelediği halde kâfir olarak sabaha çıkar. Ve o günün adamları dinini, dünyadan az bir şeye karşılık satarlar.” 3187
“Sizin içinizde öyle zümreler türeyecektir ki, siz onların namazlarının yanında kendi namazlarınızı, onların oruçları yanında kendi oruçlarınızı, onların amelleri/iyi işleri yanında kendi sâlih amellerinizi küçük göreceksiniz. Onlar Kur’an da okuyacaklar. Fakat
3178] S. Buhâri, Tecrid-i Sarih Terc. VII/48
3179] Aynî, Umdetü’l-Kaarî, XII/96; Beyhakî; S. Buhârî, Tecrid-i Sarih Terc. VII/48
3180] Tirmizî, V/179, hadis no: 2917; S. Buhârî, Tecrid-i Sarih Terc. VII/48-49; Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, V/322; Aynî, Umdetü’l-Kaarî, XII/96
3181] Buhâri, Tecrid-i Sarih IX/301; XI/248
3182] Kirmânî, Şerhu’l-Buhârî XIX/49; Kastalânî, İrşâdü’s-Sârî, VII/388
3183] Ebû Dâvud, İlim 12, hadis no: 3664; İbn Mâce, Mukaddime 23; Müsned, III/338
3184] Tirmizî, hadis no: 2793; İbn Mâce, hadis no: 258
3185] İbn Mâce, hadis no: 259, 260; Tirmizî, hadis no: 2793
3186] Taberâni, Kebir; Ebû Nuaym; Râmûz el-Ehâdis, II/429
3187] Müslim, Tirmizi, Ahmed bin Hanbel; Râmûz el-Ehâdis, I/243
- 864 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kur’ân(ın feyzi) onların hançerelerinden (boğazlarından) öteye geçmeyecek. Onlar, okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar...” 3188
“Birtakım dâîler, yani çığırtkan hatipler türeyecek, onlar bizim dilimizle (bizim aziz duygularımıza seslenerek) konuşurlar (Hâlbuki gönüllerinde hayırdan eser yoktur). Bizim dinî kaidelerimizle, bizim dinî hislerimize hitab edecekler ve ümmeti Cehenneme ve felâkete dâvet edecekler!” 3189
Peygamber (s.a.s.) ashâbından iki kişi bir gün bir mescide geldiler. İmam namazdan selâm verince, cemaatten biri, bir miktar Kur’an okudu; sonra da yardım istedi. Olaydan müteessir olan sahâbîlerden biri: ‘Hepimiz Allah içiniz, O’na aidiz ve O’na döneceğiz. Peygamber Efendimiz’i şöyle derken işitmiştim: “Pek yakın bir gelecekte bir grup insan türeyecek, bunlar Kur’an’ı âlet edip dilenecekler. Bu işi kimin yaptığını görürseniz, sakın ona bir şey vereyim demeyiniz.” 3190
“Kur’ân’ı Arap lâhnı ve üslûbu ile okuyun. Fâsıkların, yahûdi ve hıristiyanların lâhnı ve tavrı ile onu okumaktan sakının. Benden sonra bir kavim gelecek; onlar Kur’an’ı şarkıcıların, râhibelerin ve yas tutan kadınların üslûbu ile okurlar. Ama, okudukları hançerelerinden (boğazlarından) öteye geçmez. Onların da, bu okuyuşlarından hoşlananların da kalpleri fitne ile dolmuştur.” 3191
“Benden sonra birtakım emîrler (idareciler) olacaktır. Kim onların yalanlarını tasdik eder, yaptıkları zulümde kendilerine yardımcı olursa benden değildir. Ben de onlardan değilim. O kimse benim ‘havz’ımın etrafına yaklaşamayacaktır. Kim onların yalanlarını tasdik etmez, zulümlerinde onlara yardım etmezse bendendir. Ben de onunla beraberim. Ve o kimse havzımın kenarında bana ulaşacaktır.” 3192
“Benden sonra, yakında birtakım sultanlar peydah olur. Kapılarında fitneler develerin yatakları gibidir. Kimseye bir hayır göstermezler (ellerinden kimse hayır görmez). Bir şey verirlerse, ancak onların dinlerinden bir tâviz kopararak verirler.” 3193
Ücretle Kur’an Okumanın Fıkıhtaki Yeri
Allâme İmam Birgivî bu konuda şunları söyler: “Onlardan kim âhiret işini dünyalık için yaparsa, artık âhirette onun hiçbir payı yoktur.” O yüzden böyle bir okuyuşun sevabı olmadığına göre gerçekte sevabın satışı olan bu ücret nasıl câiz olabilir? Ma’dûmun (olmayan bir şeyin) satışı ise câiz değildir. Var olduğu kabul edilse bile, teslimi mümkün değildir.” Teslimin de mümkün olduğu kabul edilse bile, bu, menfaatin bir şey karşılığı temlik edilmesidir. Buradaki menfaat ise sevaptır, kıraat değildir. Zira ücret veren sevabın hâsıl olmadığını bilse, mücerred okuma karşılığı bir kuruş bile vermez. O yüzden sevap teslim edilmeden ücrete hak kazanılamaz. Verdiğinin kıraat şartına bağlı olmayan bir sıla (hediye) olması, okuyanın da sırf Allah için okumuş bulunması mümkün değildir. Çünkü veren verdiğini, ancak muradına göre okunması için verdiğindendir ki, okunup okunmadığını izlemektedir. Okuyan da bir şey verilmemesi halinde
3188] Buhâri, Tecrid-i Sarih Tercümesi, XI/247; hadis no: 1783
3189] Buhâri, Tecrid-i Sarih Tercümesi, IX/298; XI/248
3190] Fudayl bin Amr’dan, et-Tıbyân fî Âdâb-ı Hameleti’l-Kur’an, Muhyiddin Nevevî, s. 29
3191] Beyhakî, Şuabu’l-İman, I/429; Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, I/43
3192] Sünen-i Tirmizî, 121, hadis no: 2360; Tâc Terc. III/106, hadis no: 168
3193] Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevî, Râmûzu’l-Ehâdîs, I/302; Taberânî, Kebir; Hâkim, Müstedrek -Abdullah bin Hars’dan-
ÂYET VE ÂYETLERİ SATMAK HEM DE UCUZA
- 865 -
okumayacaktır. 3194
“Ameller, ancak niyetlere göredir ve herkes için, neye niyet etmişse o(nun karşılığı) vardır.”3195 Bu meşhur hadîs-i şerife binâen, niyetsiz amelin olmayacağında tüm âlimler ittifak etmiştir; bahsini ettiğimiz bu meselede niyet yoktur. Okuyanın, ben sadece Allah rızâsı için okuyorum, ücret verenin de, ben sadece Allah için veriyorum demelerine de itibar edilmez. Zira riyanın (olduğundan başka türlü görünmenin) haramlığında da ittifak edilmiştir. Bunların böyle demeleri de riyadan başka bir şey değildir. Dolayısıyla bir masiyet karşılığında ücret almak nasıl câiz olabilir?
Kur’ân-ı Kerim okumak da, bedenî bir ibâdet olma bakımından, namaz ve oruç gibidir. Onun için, nasıl namaz ve oruca ücret almak câiz değilse, Kur’an okumaya ücret almak da câiz değildir. Bu, gerçekte bir sevap satma işidir ki, insanın geçmiş zamanlarda yaptığı amellerin sevabını satışa çıkarmasına benzer. Bunun da câiz olamayacağı nasıl ihtilâfsız bir gerçekse, berikinin de câiz olmadığı aynıdır.3196
İbn Âbidin, şu açıklamayı ilâve eder: Sevabın varlığı mâlûm değildir. Birisi sevabını kendinin, ya da ölmüş bir yakının ruhuna bağışlamak üzere birisine hatim okutup ücret verse, bu okuyuştan bir sevabın husûlü belli değildir ki, ücret vermesi gereksin. Hâsıl olsa bile, okuyan için hâsıl olmuş olur ve ücret karşılığı satılması yine câiz olmaz. Ya belli olmadığı zaman nasıl sahih olacaktır? Kaldı ki, böyle bir okuyuştan sevabın hâsıl olmayacağı açıktır. Zira sevabın bulunmasında amelin hâlis Allah için olma şartı vardır. Ücretle okuyan ise, dünyalık için okumuştur, Allah rızâsı için okumamıştır. Bunu şuradan da anlayabiliriz: Okutanın kendisine bir şey vermeyeceğini bilse -özellikle bu işi meslek haline getirenler- bir harf bile okumaz. 3197
İmam Nevevî de kitabında bu konuya özel bölüm açarak şunları söyler: Son derece kaçınılması emredilecek şeylerin en önemlilerinden birisi de, Kur’an’ın bir kazanç aracı haline getirilmesidir.3198
Tâcü’ş-Şerîa: “Ücretle Kur’an okumanın, ne okuyana, ne de ölüye sevabı dokunur.” Aynî: “Dünyalık için Kur’an okuyan, okumaktan alıkonulur. Bu durumda alan da veren de günah-kârdır.” 3199
Şeyhu’l-İslâm Ankaravî Mehmed Efendi: “Kıraat ya tâattir (sevaptır), ya ma’sıyettir (günahtır), ya da mubahtır. Bir dördüncü şık düşünülemez. Eğer Kur’ân-ı Kerim okumak, hadis-i şerif okumak gibi bir tâatse, bunların karşılığında ücret almak, tâate ücret almak olur ki, tâat üzerine ücret akdi yapmak sahih değildir. Eğer şarkı, türkü gibi bir ma’sıyetse, o zaman bu, ma’sıyete ücret almak olur. Bu ise bâtıldır. Yok eğer edebiyat vs. kitapları okumak gibi bir mubah okumaksa, o zaman da ücretle tutanın ücret vermeden bile sahip olduğu bir şeyi,
3194] İbn Âbidin, Şifâu’l-Alil, s. 182 Naklen F. Beşer, s. 77
3195] Buhârî, Bed’ü’l-Vahy 1; Müslim, İmâre 155
3196] Birgivî Muhammed; Şerh’u Hadis-i Erbaîn, s. 75; İbn Âbidin, Şifâu’l-Alil, s. 182
3197] İbn Âbidin, el-Ukûdü’d-Dürriye, II/115
3198] Nevevî, et-Tıbyân fî Âdâb-ı Hameleti’l-Kur’an, s. 42; İbn Âbidin, Şifâu’l-Alil, s. 175
3199] İbn Âbidin, Şifâu’l-Alil, s. 180; Reddü’l-Muhtar, VI/56
- 866 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ücretle yaptırması olur ki, bu mün’akid (geçerli) olmaz.” 3200
El-İhtiyâr ve Mecmau’l-Fetâvâ’da: “Kur’an için herhangi bir şey almak câiz değildir. Zira bu ücret gibidir” denmektedir. Ücrete benzeyen câiz olmazsa, ya ücret olarak alınan nasıl câiz olacaktır? 3201
İbn Teymiyye: “Kıraata ücret ve sevabını ölüye gönderme sahih değildir. Çünkü bu hususta hiçbir imamımızdan makul bir izin yoktur. Hatta ulemâ, okuyan, bir mal karşılığı okursa, bunun bir sevabı yoktur demişlerdir. Kur’an okuma karşılığı ücret alınamayacağında imamları-mız ittifak halindedir. İhtilâf, öğretmeye verilecek ücret konusundadır.” 3202
İmam Birgivî: “Bunun için vasıyette bulunmak bâtıldır. Alınan alana haramdır. Bu yolla Kur’an okuyan da, onu dünyanın bayağı metaına âlet ettiği için âsidir. Allah’tan da utanmazlar, bu Kur’an’ı birkaç değersiz dirhem (para) için, hayır, bilâkis tâlibi köpekler olan kazurat ve leşler için okurlar. Bu yolla insanları aldatabilirler ama, gaybın ve görünenlerin âlimi olan Allah’ı nasıl aldatacaklardır?!” 3203
Zaruret Açısından Kur’an Kıraatine Ücret
Müslümanın yapmakla mükellef olduğu bir ibâdet karşılığında ücret alması câiz değildir. Müslümana has her tâat karşılığında ücret almak bâtıldır/geçersizdir. Ama Hanefî fakihlerinin “müteahhirûn/sonraki” âlimleri, sonraları ortaya çıkan zaruret haline bakarak, bazı ibâdetler karşılığında ücret almanın câiz olduğuna fetva verdiler. Kur’an öğretme, ilim öğretimi, ezan, imamet ve va’z bu türdendir. Aslında önceleri bunlar karşılığında bile ücret almanın câiz olmadığında ümmet ittifak halinde idi. İlmin ve Kur’an okumanın zâyi olması korkusu, “sonraki” âlimlerin zaruret sayıp câiz görmesine mesnet teşkil etmiştir. Ancak Kur’an okumak, özellikle mezarlıklarda, hatim cemiyetlerinde ve vefâtının filan ya da falan gecelerinde okumak karşılığında ücret almaya zorlayan bir zaruret yoktur. 3204
İmam Şâfiî ve İmam Mâlik’ten yapılan bir nakle göre; Kur’an kıraati ve benzeri ibâdetlerde sevabın başkasına, ücret alınmasa bile ulaşmayacağı yolundadır. Dolayısıyla, ücret alınması halinde nasıl ulaşacaktır?3205 Diğer yönden Kemâleddin İbn Hümâm, eğitim, ezan ve imamette, zarurete binâen ücreti câiz görenlerin söylediklerinde bile düşünülmesi görüşündedir.3206 Ama, açık olan gerçek şu ki, Kur’an ve fıkıh öğretimi, ezan ve imamet karşılığında ücret almayı câiz kılan illet, zaruret ve insanların buna olan ihtiyacıdır ve sadece bunlara hastır. Binâenaleyh, bunlar dışındaki tâate ücret almak için bir zaruret yoktur.3207 Zira sevabını ücret verene hediye etmek için Kur’an okumaya ücreti men etmekte, Kur’an’ın kaybolması söz konusu değildir. Dolayısıyla okumayı öğretmeye
3200] Şeyhu’l-İslâm Muhammed Emin el-Ankaravî, Fetâvâ-yı Ankaravî. II/293
3201] İbn Âbidin, Şifâu’l-Alil, s. 179
3202] A.g.e. s. 175
3203] A.g.e. s. 174; Reddü’l-Muhtar, VII/57; İmam Birgivî, Şerhu Hadîs-i Erbaîn, s. 74
3204] El-Cezîrî, el-Fıkhu ale’l-Mezâbi’l-Erbaa, III/127-128; İbn Âbidin, Şifâu’l-Alîl, s. 169
3205] İbn Âbidin, Şifâu’l-Alil, s. 167
3206] Kemâlüddin İbn Hümam, Fethu’l-Kadir, IX/99
3207] İbn Âbidin, Reddü’l-Muhtâr, VI/56; Şifâu’l-Alil, s. 161
ÂYET VE ÂYETLERİ SATMAK HEM DE UCUZA
- 867 -
kıyaslamak da sahih değildir. Asırlar boyu, birisi diğerine bunun için ücret vermese, bir zarar doğmuş olmaz. Aksine, Kur’an’ın bir kazanç kaynağı ve para kazanılan bir meslek edinilerek, ondan ücret almakta zarar vardır. 3208
Hayreddin Karaman, bu konuyla ilgili şu açıklamayı yapar: “Pazarlıklı veya pazarlıksız menfaat karşılığında başkalarına Kur’an okutmanın, Kur’an’a ve sünnete uygun ve faydalı telâkki edilmesine imkân yoktur. Çünkü dört mezhebin müctehid âlimleri ve mûteber kitapları şu noktalarda ittifak etmişlerdir:
1- İbadette ihlâs, yani ibâdeti Allah rızâsı için yapmak şart olduğu için menfaat karşılığı yapılanlar ibâdet değildir.
2- Menfaat karşılığı okumak ve okutmak câiz değildir. Alan ve veren günah işlemiş olur. Ruhuna Kur’an okunsun ve zikir yapılsın diye terikeden (miras olarak bıraktığı maldan) bir miktar vasiyette bulunmak bâtıl ve günahtır.
3- Aslında imamlık, müezzinlik, Kur’an öğreticiliği gibi ibâdetlerin menfaat karşılığı îfâsı da câiz değilken; bunlar zarûret sebebiyle tecviz edilmiştir. Ölü üzerine Kur’an okutmakta böyle bir zarûret yoktur. Her müslüman bildiğini okur ve dua edebilir. 3209
İnsanlarda, hak olsun, bâtıl olsun, din ile tatmin arayışı fıtrîdir. Kendisini müslüman olarak bulmuş, fakat İslâm’ı sağlam temelleriyle bilmeyen insanların hatim ve mevlit gibi dinî görünümlü uygulamalara başvurmaları, ya da sığınmaları, bu fıtrî duygunun eksik bilgi ile bütünleşmesi sonucudur. Âdetâ bir meslek olarak, para ile Kur’ân-ı Kerim, ya da mevlit okuma, ekonomik değil; psikolojik ve itikadî kökenlidir ve hadis-i şerifte sözü edilen yahudi ve hıristiyan din adamlarını taklid ve izleme cümlesinden sayılabilir. Buna zaruretlere binâen cevaz vermek de mümkün değildir. 3210
Hiçbir Peygamber, Tebliğ Karşılığında İnsanlardan Ücret İstemez
“(Hz. Nuh, kavmine şöyle dedi:) Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi (mükâfatımı) verecek olan, ancak âlemlerin Rabbi Allah’tır.” 3211
“(Hz. Hûd, kavmine şöyle dedi:) Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi (mükâfatımı verecek olan, ancak âlemlerin Rabbi Allah’tır.”3212. Aynı ifadeleri, Hz. Sâlih,3213 Hz. Lût,3214 Hz. Şuayb3215 kavimlerine söylerler.3216 Aynı ifadeleri Hz. Muhammed’in de (s.a.s.) kavmine belirtmesi istenir:
“(Ey Rasûlüm) de ki: ‘Ben bu yaptığım tebliğe karşı sizden bir ücret istemiyorum,
3208] İbn Âbidin, Ukûdü’d-Dürriyye, II/116; İbn Âbidin, Ukûdü Resmi’l-Müftî, s. 14
3209] Hayreddin Karaman, İslâm’ın Işığında Günün Meseleleri, c. 1, s. 113
3210] Faruk Beşer, Fıkıh Penceresinden Fetvâlarla Çağdaş Hayat, s. 92 (Geniş bilgi için bk. s. 60-92)
3211] 26/ Şuarâ, 109
3212] 26/Şuarâ, 127
3213] 26/Şuarâ, 145
3214] 26/Şuarâ, 164
3215] 26/Şuarâ, 180
3216] Yine insanlardan tebliğ karşılığında ücret istememekle ilgili olarak, benzer ifadeler için bkz. 11/Hûd, 29, 50-51, 88; 10/Yûnus, 72; 26/Şuarâ, 109-110.
- 868 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ancak Rabbine bir iman ve itaat yolu tutmak isteyen kimseler istiyorum.” 3217
“Yoksa sen, onlardan bir ücret istiyorsun da, borçlu kalmaktan, yük altında ezilmişler midir?” 3218
“(Ey Rasûlüm) Buna karşı (yaptığın tebliğ ve imana dâvetten dolayı) onlardan bir ücret de istemiyorsun. O Kur’an, bütün âlemlere ancak bir nasihattir.”3219 Rasûlullah’ın tebliğine karşı ücret istememesi ile ilgili olarak benzer ifadeler içeren âyetler de vardır. 3220
“Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tâbi olun, onların sözlerine kulak verin; çünkü onlar hidâyete (doğru yola) ermiş kimselerdir.” 3221
“Ben Allah tarafından size gönderilmiş bir Rasûlüm” diyenlere kavimleri “acaba ne yapmak istiyor bu adam, nedir bunun maksadı?” diye şüphelerini dile getirmişlerdir. Allah, Rasûllerinin üzerindeki bu şüpheyi öncelikle kaldırmak için onların niyetlerinin dünya olmadığına dair güvence vermiştir. Zannettikleri gibi bu Rasûllerin maksatlarının dünya malı olmadığını, kadın olmadığını, makam ve mevki, yani riyâset olmadığını söylemiş ve söyletmiştir. Peygamberler, yaşadıkları hayat ile bunu bilfiil isbat etmişlerdir. Maksatlarının dünya menfaati, kadın ve makam-mevki olmadığını halka göstermişlerdir.
Buna bugün de gerek vardır; hem de çok. Rasûllerin kendilerini isbat ettikleri gibi, peygamberlerin mirasına sahip çıkanlar, çıkmak isteyenler, onların ümmetlerinin velâyetlerini devralacak olanlar, insanlara bu güveni vermek zorundadırlar. Maksatlarının Allah rızâsı olduğunu sözle değil; bilfiil yaşadıkları hayatlarıyla ortaya koymalıdırlar. Tebliğ faaliyetinde bulunanlar, ümmeti uyarma, müjdeleme ve korkutma görevini yüklenenler ücretlerini ümmetten almamalı, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan almalıdırlar; Özellikle bu görevlerinin karşılığını. Rasûllerin mirası olan ümmet için çalışıp çabalama karşılığında dünyalık elde etmeyi istemek, aslında ahmaklıkların en büyüğüdür. Çünkü çok kıymetli bir şeyi yok pahasına satmaktır. Hatta Cennet satın alınabilecek şeyle tutup Cehennem satın alma ahmaklığıdır.
Meselenin âhiret yönü elbette daha önemlidir; fakat orayı Allah’a havale ederek, biz dünyevî açıdan değerlendiriyoruz. Çünkü öncelikle ümmetin bu insanlar karşısında ümitlerinin kaybolmamasını, onlara karşı güvenlerinin sarsılmamasını istiyoruz. Elindeki çok kıymetli bir şeyi ucuza satın almak isteyenlere karşı uyanık davranan bir çocuk kadar olsun, ümmete olan hizmetini dünyevî yönde bozdurup harcamasını isteyen nefsine, şeytana veya buna teşvik eden insanlara karşı müslüman uyanık olmalıdır.
Müslüman olmayan kitleler dahi liderlerinde bu özellikleri aramaktadır. Toplumun kendisine teveccühünü kötüye kullananları daha sonra sırtından attığını göz önüne alırsak, mü’minlerin âlimlerine ve az çok isim yapmışlarına büyük yükümlülükler düşmektedir. Bunların başında sade bir yaşantı gelmektedir.
3217] 25/Furkan, 57
3218] 52/Tûr, 40; 68/Kalem, 46
3219] 12/Yûsuf, 104
3220] Bk. 42/Şûrâ, 23; 38/Sâd, 86; 34/Sebe’, 47; 6/En’am, 90.
3221] 36/Yâsin, 21
ÂYET VE ÂYETLERİ SATMAK HEM DE UCUZA
- 869 -
Müslüman toplumun genelinin üstünde bir yaşantıya sahip olan kişiler, asla emniyet ve itimat telkin edemeyeceklerdir. Peygamberler bunun en muazzam örnekleriydi. Hatta Allah Teâlâ onlardan bahsederken “kendi içlerinden birisi” ifadesini kullanmıştır. Bu, kendileri gibi bir insan, tanıdıkları birisi vs. diye tefsir edilse bile, asıl anlamı; kendilerinden ayrı bir hayat yaşamayan, kendi hayat standartlarında, içini dışını bildikleri ve her yönüyle kendilerinden olan birisi, anlamındadır. 3222
İslâm ve Basit Çıkar Gözetmek
Bir insanın imanında samimi olduğunun, yalnızca Allah’ın rızâsını gözettiğinin en büyük göstergesi, basit çıkarlar peşinde koşmaması, ihlâslı, yani hâlis olarak Allah’ın rızâsı için çalışmasıdır. Her nimetin Allah’tan geldiğini kavramış, yalnızca O’nun rızâsını hedefleyen, O’ndan isteyen ve O’ndan korkan bir mü’min, elbette basit ve küçük bazı hesapların peşinde koşmayacaktır. Dolayısıyla yaptığı işlerde çıkar gözetip gözetmemek, bir insanın doğrudan imanıyla ilgilidir. Allah’ı ve âhireti kavramış olan bir insan, elbette bunların yanında basit çıkar hesaplarına itibar etmeyecek ve Kur’an’n fedâkârlık emri gereği kendi bencil hırslarını tatmin etmek için uğraşmayacaktır. Buna karşın Allah’ı ve âhireti kavrayamamış bir insanın bu büyük gerçekleri göremeyip basit ve ufak menfaatler peşinde koşması doğaldır. Son derece küçük bir dünyaya, son derece dar bir kafa yapısına sahip olacağı için, sürekli olarak “sahtekâr tüccar” tavrı ortaya koyacaktır.
Kur’an, mü’minlerin üstlendikleri iman görevinden hiçbir çıkar ummamaları gerektiğini sık sık hatırlatır. Tüm peygamber kıssalarında da, peygamberlerin üstlendikleri tebliğ ve cihad görevinden dolayı hiçbir “ücret/çıkar” aramadıkları haber verilir. Yapılan hizmet karşılığında makam ve mevki beklentisinde olmak, mü’minlere değil; inkârcılara yakışan bir tavırdır. Nitekim Kur’an, Hz. Mûsâ’ya karşı Firavun’a yardım eden sihirbazların bu tür bir tavır içinde olduğunu vurgulayarak bu konuya dikkat çeker: “Sihirbazlar Firavun’a gelip dediler ki: ‘Eğer biz galip olursak, herhalde bize karşılık (armağan) var, değil mi?’ ‘Evet’ dedi. ‘(O zaman) Siz en yakın kılınanlardan olacaksınız.”3223 Allah’ın rızâsını gözeten kişi, sürekli olarak O’na ibâdet halinde olur. Basit çıkarlardan geçtiği için, dünya hayatının süsü onu etkilemez. Nitekim Kur’an, mü’minlerle beraber olmayı ve dünya hayatının süsünü âhirete tercih etmemeyi emretmektedir: “Sabah akşam Rablerine, sırf O’nun rızâsını dileyerek dua edenlerle birlikte candan sebat et. Dünya hayatının zînetini/süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini, bizi zikretmekten/anmaktan gâfil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme.” 3224
Burada çok önemli bir nokta vardır: İnsan dine yaklaşırken, “bu yapının/cemaatin içinde nasıl bir çıkar elde ederim?” gibi sapkın bir mantıkla değil; “nasıl Allah’a hakkıyla ibâdet/kulluk edebilirim, O’na itaat edip rızâsını kazanabilirim?” mantığıyla düşünmeli ve hareket etmelidir. Aksi bir tavır samimiyetsizlik, münâfıklık ve yahudileşme özelliği olur. Münâfık ve yahudi karakterli kişiler, dinin ancak kendi çıkarlarına uygun yönlerini kabul etmekte, diğer hükümlerini reddetmektedirler. 3225
3222] Mehmed Göktaş, Gençlerle Tevhid Dersleri, s. 58-60
3223] 7/A’râf, 113
3224] 18/Kehf, 28
3225] 24/Nûr, 47-49
- 870 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Mü’minin hedefi, Allah’ın rızâsı, rahmeti ve cennetidir. Bunun dışında küçük dünyevî çıkarlar aramaz. Bu nedenle Allah mü’minleri tarif ederken “gerçekten biz onları, katıksızca (âhiretteki asıl) yurdu düşünüp anan ihlâs sahipleri kıldık”3226 demektedir. Gerçekten de ihlâs, yani hâlis, katıksız bir şekilde Allah rızâsını aramak, mü’mini mü’min yapan en önemli özelliktir. “De ki: ‘Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah’tan, O’nun Rasûlü’nden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah, fâsıklar topluluğuna hidâyet vermez.” 3227
Mü’minlerin bu konuda yaptıkları yanlış hareket, Cuma suresinde şöyle uyarılır: “Onlar, bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp oraya giderler ve seni ayakta bırakırlar. De ki:’Allah’ın yanında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha yararlıdır. Zira Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.” 3228
“Bir parça somuna iman mayasını satan;
Bir arpa tanesine maden ocağını bağışlayan;
Nemrud da Halil’e gönül vermedi de,
Gitti canını verdi bir sivrisineğe.” 3229
Allah’ın Âyetlerini Satan Karakter: Bel’am
Bel’am’la ilgili olduğu değerlendirilmesi yapılan âyet meali şudur: “Onlara, kendisine ayetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku. Dileseydik elbette onu ayetlerle yükseltirdik. Fakat o, yere saplandı ve hevâ/hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Eğer üstüne varsan, dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte ayetlerimizi yalanlayan kavmin durumu budur. Bu kıssayı anlat, umulur ki düşünür, ibret alırlar.” 3230
Âyetlerde, Hz. Peygamber’den, geçmişte yaşanmış bir olayın kahramanını anlatması isteniyor. Olayın kahramanının adı geçmiyor. Onun yerine, tavır ve davranışı geçiyor. Kur’an’ın üslûbu budur. Nedeni de, dikkatler özel isimler, özel yerler, özel zamanlar ve toplumlar üzerinde değil de, tavırlar üzerinde yoğunlaşması içindir. Âyetin çizdiği hastalıklı tipin belirgin özellikleri şunlardır: Kendisine mucize, vahiy, kitap, ya da birtakım olağanüstü ve herkeste olmayan yetenekler verilen bir ulu, önder ve âlim kişi, daha önce bu ilâhî ödülü hak eden bir davranış içerisinde olduğu halde sonradan bozuluyor. Kendisine verilen âyetlerle amel etmeyip onlara sırtını dönünce, şeytanın askeri oluyor. Vahiyden uzaklaştıkça azgınlaşıyor. Âyetleri ihtirasları uğruna kullanıyor.
Azgınlığının temel sebebi makam-mevkî, mal-mülk, şöhret-servet sevdası. O, dünyalığı Allah’a tercih edip Allah’ın verdiği âyetleri menfaat temininde kullanınca, Allah da ona verdiği âyetleri, o âyetlerle gelen tüm meziyet ve faziletleri
3226] 38/Sâd, 46
3227] 9/Tevbe, 24
3228] 62/Cum’a, 11; Cavit Yalçın, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 123-129
3229] Celâleddin Rûmî
3230] 7/A’raf, 175-176
ÂYET VE ÂYETLERİ SATMAK HEM DE UCUZA
- 871 -
alıyor. Adam şahsiyetini kaybederek, “köpek gibi”, bir çanak yal uğruna her türlü zillete eyvallah eder hale geliyor. Kovsan da, sevsen de, dövsen de onun için fark etmiyor. Tabiatı köpekleştiğinden, kendisini tutanla kendisini iten arasındaki farkı göremeyip, her ikisine de dilini sarkıtıp soluyor. Âyette yapılan bu keskin tasvir, “İşte âyetlerimizi yalanlayanların hali budur” cümlesiyle tamamlanıyor. Hz. Peygamber’e de bu kıssayı anlatması emrediliyor ki, bu âyetlerin nâzil olduğu Mekke döneminin sonlarında tıpkı bu adam gibi bilgi ve hikmet sahibi olup da ilmini şeytana satan kimseler “belki düşünür, öğüt alırlar” diye...
Âyette geçen şahsın gerçek kimliği hakkında farklı rivayetler var. Bel’am bin Baura (Eber), Ümeyye bin ebi’s-Salt es-Sakafî, Ebu Amir bin Sayfî bu isimlerin başında geliyor. Bel’am, âyette anlatılan kıssanın gerçek sahibi ve mâzideki sebeb-i nüzulü, Ümeyye bin ebi’s-Salt, haldeki sebeb-i nüzulü, Ebu Amir ise istikbaldeki sebeb-i nüzulüdür.
Hz. Ali, İbn Ömer, İbn Abbas, Mücahid, İkrime ve müfessirlerin büyük bir çoğunluğu, kıssası anlatılması istenen bu adamın, Benï İsrail bilginlerinden Bel’am bin Baura olduğunu kabul ederler. Tevrat ve İncil’de Bel’am, Boer oğlu Balam olarak geçer.3231 İslâmî kaynaklarda anlatılan rivayetler de, Tevrat’ta verilen Bel’am portresiyle uyuşmaktadır. Tevrat’ta anlatılanları biraz daha detaylandıran İslâmî rivayetler de Bel’am’ın resmî din adamı kimliğini tescil eder. Duası makbul bir bilgin olan bu kişi, kavminin ısrarı üzerine Hz. Mûsâ’ya beddua etmiş, o yüzden dili göğsüne kadar sarkmış.
Allah’ın Âyetlerini Satmak; Dünyevîleşmek ve Dünyayı Âhirete Tercih Etmektir
“...Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız benden korkun. Hakkı bâtıl ile karıştırmayın, bilip dururken hakkı gizlemeyin.” 3232
Bugünkü dünyevîleşme mantığıyla, Benî İsrâil ve benzerlerinin “ilkel” dünyevîleşme mantığı arasında şaşılacak kadar benzerlik buluyoruz. Aslında bu şaşılacak bir şey de değil. Çünkü insanın tabiatı, zaafları, zamanın değişmesiyle değişmiyor. İnsanın hakikat karşısında aldığı tavırlar, genellikle aynı. “Dünyevîleşmiş tip” dediğimiz bu insanın, tüm zamanlar ve mekânlarda bir tek dini vardır: Madde, para, ekonomi...
Dünyevîleşmiş çağdaş insan tipinin dini ekonomi, imanı para, kitabı çek koçanı, mâbedi bankadır. Dünyevîleşmiş tip, dindarsa dinini, ideolojisi varsa ideolojisini, dâvâsı varsa dâvâsını her fırsatta paraya çevirmenin yollarını arar. Karun’laşmış ve Bel’amlaşmış bu tip, “Allah rızâsı, hizmet, tebliğ, dâvet, ihlâs, cihad, bereket, tekbir, cihad” gibi dinin kavramlarını çok rahat kullanarak insanları sömürür. Menfaatini dininden, imanından, dâvâsından önde tutar. Çıkarı neyi gerektiriyorsa o boyaya giren bukalemundur. İktidar ve güç odağı etrafında pervanedir.3233
Allah’ın Âyetlerini Satmak, Çok Zararlı Bir Ticarettir
“İşte onlar, hidayete karşılık dalâleti satın alanlardır. Ancak, onların bu ticareti
3231] Sayılar, 22-23
3232] 2/Bakara, 41-42
3233] Yahudileşme Temayülü, s. 308
- 872 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kazançlı olmamış ve kendileri de doğru yola girememişlerdir.”3234
Din tüccarları, hidayeti verdiler, karşılığında dalâleti satın aldılar. Cenneti verdiler; cehennemi satın aldılar. İzzeti verip zilleti satın aldılar. Sonunda her iki dünyada zararlı çıktılar. Kur’an’ın Bakara 16. ve konumuzla ilgili 41. âyetinde ve başka bazı ayetlerde kullandığı “satın alma” kavramı üzerinde biraz durmak gerekir. Ayetlerden anlaşıldığına göre satın alma, insanın işlediği iyilik ve kötülük sonuçlarına dayanan her türlü eylemini kapsamaktadır. Yani insanın tüm yaptığı işler, bir ticaret niteliğinde; özel ve genel yapısında kâr ve zarara elverişli birer eylemdir. İnsanın ortaya koyduğu her harekette, her sözde kâr-zarar söz konusudur. İnsan bazı eylemleriyle kendisini, hayatını, cenneti satın alabilir. İnsanın, canını ve malını feda ettiği durumlar da bu ticaret alanına girer. Çünkü bu durumlarda eylemler karşılıksız kalmaz. Karşılık, mü’minler için esas olarak ahirette verilecektir, ama bu veresiye satış da mü’mini psikolojik olarak daha dünyadayken bile rahatlatmaktadır.
“Allah, mü’minlerden mallarını ve canlarını cennet karşılığında satın almıştır. Onlar, Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu, Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O halde, O’nunla yapmış olduğunuz bu alışverişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.” 3235 “Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve Rasûlü’ne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur.” 3236
Böylece hayatın tamamı, tüm alanlarında ve tüm mücadelelerinde ya Allah’la; ya da şeytanla bir alışveriş eylemine dönüşür. İnsan ne yaparsa, ne verirse mutlaka onun bir karşılığı vardır. Eğer sonuçlar iyi, yararlı ise, alışveriş kâr; değilse zarar getir. Münafıkların, yahudileşenlerin, Bel’amların, din tüccarlarının, dini gerçekten sömüren, dinin sırtından geçinen satılık kalem ve dillerin, ne tür bir ticaret yaptıklarını bu konular ışığında anlayabiliriz. Onlar, hem dünyada hem de ahirette kendilerini zarara sokacak bir şeyi satın almışlardır. Yaptıkları ticaret, kendilerine umdukları kârı sağlamayacaktır.
Allah’la alışveriş yapan, çok kârlı ticareti seçenlere ne mutlu!
3234] 2/Bakara, 16
3235] 9/Tevbe, 111
3236] 61/Saf, 10-12
ÂYET VE ÂYETLERİ SATMAK HEM DE UCUZA
- 873 -
Konu ile İlgili Âyet-i Kerimeler
A- Kur’ân-ı Kerim’de Âyet Kelimesinin Geçtiği Âyetler (Toplam 382 Yerde): 2/Bakara, 39, 41, 61, 73, 99, 106, 118, 118, 129, 145, 151, 164, 187, 211, 219, 221, 231, 242, 248, 248, 252, 259, 266; 3/Âl-i İmrân, 4, 7, 11, 13, 19, 21, 41, 41, 49, 49, 50, 58, 70, 97, 98, 101, 103, 108, 112, 113, 118, 164, 190, 199; 4/Nisâ, 56, 140, 155; 5/Mâide, 10, 44, 75, 86, 89, 114; 6/En’âm, 4, 4, 21, 25, 27, 33, 35, 37, 37, 39, 46, 49, 54, 55, 65, 68, 93, 97, 98, 99, 105, 109, 109, 118, 124, 126, 130, 150, 157, 157, 158, 158; 7/A’râf, 9, 26, 32, 35, 36, 37, 40, 51, 58, 64, 72, 73, 103, 106, 126, 132, 133, 136, 146, 146, 146, 147, 156, 174, 175, 176, 177, 182, 203; 8/Enfâl, 2, 31, 52, 54; 9/Tevbe, 9, 11, 65; 10/Yûnus, 1, 5, 6, 7, 15, 17, 20, 21, 24, 67, 71, 73, 75, 92, 92, 95, 97, 101; 11/Hûd, 1, 64, 59, 96, 103; 12/Yûsuf, 1, 7, 35, 105; 13/Ra’d, 1, 2, 3, 4, 7, 27, 38; 14/İbrâhim, 5, 5; 15/Hicr, 1, 75, 77, 81; 16/Nahl, 11, 12, 13, 65, 67, 69, 79, 101, 101, 104, 105; 17/İsrâ, 1, 12, 12, 12, 59, 59, 98, 101; 18/Kehf, 9, 17, 56, 57, 105, 106; 19/Meryem, 10, 10, 21, 58, 73, 77; 20/Tâhâ, 22, 23, 42, 47, 54, 56, 126, 127, 128, 133, 134; 21/Enbiyâ, 5, 32, 37, 77, 91; 22/Hacc, 16, 51, 52, 57, 72, 72; 23/Mü’minûn, 30, 45, 50, 58, 66, 105; 24/Nûr, 1, 18, 34, 46, 58, 59, 61; 25/Furkan, 36, 37, 73; 26/Şuarâ, 2, 4, 8, 15, 67, 103, 121, 128, 139, 154, 158, 174, 190, 197; 27/Neml, 1, 12, 13, 52, 81, 82, 83, 84, 86, 93; 28/Kasas, 2, 35, 36, 45, 47, 59, 87; 29/Ankebût, 15, 23, 24, 35, 44, 47, 49, 49, 50, 50; 30/Rûm, 10, 16, 20, 21, 21, 22, 22, 23, 23, 24, 24, 25, 28, 37, 46, 53, 58; 31/Lokman, 2, 7, 31, 31, 32; 32/Secde, 15, 22, 24, 26; 33/Ahzâb, 34; 34/Sebe’, 5, 9, 15, 19, 38, 43; 36/Yâsin, 33, 37, 41, 46, 46; 37/Sâffât, 14; 38/Sâd, 29; 39/Zümer, 42, 52, 59, 63, 71; 40/Mü’min, 4, 13, 23, 35, 56, 63, 69, 78, 81, 81; 41/Fussılet, 3, 15, 28, 37, 39, 40, 44, 53; 42/Şûrâ, 29, 32, 33, 35, ; 43/Zuhruf, 46, 47, 48, 69; 44/Duhân, 33; 45/Câsiye, 3, 4, 5, 6, 6, 8, 9, 11, 13, 25, 31, 35; 46/Ahkaf, 7, 26, 27; 48/Fetih, 20; 51/Zâriyât, 20, 37; 53/Necm, 18; 54/Kamer, 2, 15, 42 ; 57/Hadîd, 9, 17, 19; 58/Mücâdele, 5; 62/Cum’a, 2, 5; 64/Teğâbün, 10; 65/Talâk, 11; 68/Kalem, 15; 74/Müddessir, 16; 78/Nebe’, 28; 79/Nâziât, 20; 83/Mutaffifîn, 13; 90/Beled, 19.
B- Âyetleri Ucuza Satmak Konusuyla İlgili Âyetler
2/Bakara, 41, 174-176; 3/Âl-i İmran, 199; 5/Mâide, 44; 6/En’am, 90; 7/A’râf, 169, 175-176; 9/Tevbe, 34; 10/Yûnus, 72: 11/Hûd, 29, 50-51, 88; 12/Yûsuf, 104; 25/Furkan, 57; 26/Şuarâ, 109, 110, 127, 145, 164, 180; 34/Sebe’, 47; 36/Yâsin, 21; 38/Sâd, 86; 42/Şûrâ, 23; 52/Tûr, 40; 68/Kalem, 46.
Konu ile İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
Âyet
1. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 469-471
2. Tefhimu’l Kur’an, Mevdudi, İnsan Y. c. 1, s. 115
3. Fi Zılâli’l-Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 317-319
4. Kur’ân-ı Kerim Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 321-324
5. Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. c. 3, 647-667
6. Hulâsatü’l-Beyan Fî Tefsîri’l-Kur’an, Mehmed Vehbi, Üçdal Neş. c. 1, s. 276-279
7. Mefatihu’l-Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahreddin Razi, Akçağ Y. c. 4, s. 137-179
8. El-Mîzan Fî Tefsîri’l-Kur’an, Muhammed Hüseyin Tabatabai, Kevser Y. c. 1, s. 552-565
9. El-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, İmam Kurtubi, Buruc Y. c. 2, s. 424-439
10. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Süleyman Ateş, KUBA Y. c. 1, s. 276
11. Et-Tefsîru’l-Hadis, İzzet Derveze, Ekin Y. c. 5, s. 156
12. Muht. Taberî Tefsiri, İmam Taberi, Ümit Y. c. 1, s. 123
13. Kur’an Mesajı, Muhammed Esed, İşaret Y. c. 1, s. 45
14. Min Vahyi’l Kur’an, Muhammed Hüseyin Fadlullah, Akademi Y. c. 3, s. 122-131
15. Safvetü’t Tefâsir, Muhammed Ali es-Sâbûnî, Ensar Neşriyat, c. 1, s. 202-206
16. El-Esâs fi’t-Tefsîr, Said Havva, Şamil Y. c. 1, s. 389-392
17. Ruhu’l-Furkan Tefsiri, Mahmud Ustaosmanoğlu, Siraç Kitabevi Y. c. 2, s. 163-175
- 874 -
KUR’AN KAVRAMLARI
18. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. c. 3, s. 252-262
19. TDV İslâm Ansiklopedisi, T.D.V. Y. (Y. Şevki Yavuz, A. Çetin), c. 4, s. 242-245
20. Şâmil İslâm Ansiklopedisi (Cengiz Yağcı), Şamil Y. c. 1, s. 179-180
21. Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 48-51
22. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. s. 51-54
23. Kur’an Cevap Veriyor, İzzet Derveze, Yöneliş Y. s. 94-103, 299-312
24. Kur’an Penceresinden Bakış, Mevlüt Güngör, Özel Y. s. 203-212
25. Kur’ânî Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Mustansır Mir, İnkılâb Y. s. 28-29
26. İnanç ve Amelde Kur’anî Kavramlar, Muhammed el-Behiy, Yöneliş Y. s. 51-76
27. Kelimeler Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu, İnkılâb Y. s. 53
28. Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Ömer Dumlu, Anadolu Y. s. 21-23
29. Kutsal Kitabımız Kur’ân-ı Kerim, Ahmet Okutan, Özel Y. s. 148-152
30. İslâm’a İtirazlar ve Kur’ân-ı Kerim’den Cevaplar, Süleyman Ateş, Kılıç Kitabevi Y. 191-305
31. İlmin Işığında İslâmîyet, Afif A. Tabbara, Kalem Y. s. 42-80
32. Âyetler ve Yetenekler, Necmettin Şahinler, Beyan Y.
33. Âyetü’l-Kübrâ, B. Said Nursi, Sözler/Yeni Asya/İhlâs-Nur/Envâr Y.
34. Kur’an ve Kâinat Âyetleri, Fethullah Han, İnkılab Y.
35. Âyet ve Slogan, Ruşen Çakır, Metis Y.
36. Müsbet İlimlerde Kur’an Mucizesi, Hikmet Özdemir, Gonca Y.
37. Kur’ân-ı Kerim Hakkında Bilmediklerimiz, Arif Arslan, Adım Y.
38. İlim ve Din Açısından Mucize, Osman Karadeniz, Marifet Y.
39. İslâm’ın En Büyük Mucizesi Kur’an, Muhammed Mahmud es-Savvaf, Emin Y.
40. Tefsir Usulü, İsmail Cerrahoğlu, D.İ.B. Y.
41. Kur’ân-ı Kerim Mucizesi, Mâlik bin Nebi, T. Diyanet Vakfı Y.
42. Kur’an Mucizesi, Muhammed M. Şaravi, Esra Y.
43. Mucizeler Mucizesi Kur’an, Ahmet Deedat, İnkılab Y.
44. Sonsuz Mucize Kur’an, İsmail Karaçam, Çağ Y.
45. Kur’an Mûcizeleri, Harun Yahya, Vural Y.
46. Kur’ân-ı Kerim ve Kur’an İlimlerine Giriş, Suat Yıldırım, Ensar Y.
47. Kur’an Tefsirinde Yeni Bir Metod, Emin Huli, Kur’an Kitaplığı
48. En Mühim Mesaj Kur’an, M. Abdullah Draz, Akçağ Y.
49. Kur’an’da Ölçü ve Ahenk, Abdürrezzak Nevfel, İnkılab Y.
50. Çağımızı Aydınlatan Kur’an Mucizeleri, Mehmet Eminoğlu, Hizmet Kitabevi Y.
51. Kur’an Mucizesi, Haluk Nurbaki, Damla Y.
52. Kur’an’ın ilmi Sırları, Süleyman Aksoy, Sır Y.
53. Kur’an’ın ve Peygamberimiz’in Çağımızı Aşan Mesajları, M. Avni Özmansur, Altınkalem Y.
54. Kur’ân-ı Kerim ve Fenni Keşifler, Suat Yıldırım, D.İ.B. Y.
ÂYET VE ÂYETLERİ SATMAK HEM DE UCUZA
- 875 -
55. Kur’an’da Edebî Tasvir, Seyyid Kutub, Hilâl / Çizgi Y.
56. Kur’an’da Edebî Mucize, Abdullah Aymaz, Özel Y.
57. Siret Ansiklopedisi, Hzr. Afzalur Rahman, İnkılâb Y. c. 5, s. 222-230
58. Kendi Dilinden Kur’an, Muhammed Bayraktar, Ravza Y. s. 101-105
59. Kur’an Okulu Cüz Cüz Kur’an, Hanif Yay. Sayı 11, s. 522-526
Âyetleri Ucuza Satmak
1. Fi Zılâli’l-Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 140-141
2. Tefhimu’l Kur’an, Mevdudi, İnsan Y. c. 1, s. 71
3. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 285
4. Kur’ân-ı Kerim Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 129
5. Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. c. 2, s. 320
6. Hulâsatü’l-Beyan Fî Tefsîri’l-Kur’an, Mehmed Vehbi, Üçdal Neşriyat, c. 1, s. 110-112
7. Mefatihu’l-Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahreddin Razi, Akçağ Y. c. 2, s. 469-470
8. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 221-222
9. Câhiliyye Düzeninin Ruh Haritası, Mustafa Çelik, Ölçü Y. s. 103-107
10. Fıkıh Penceresinden Fetvalarla Çağdaş Hayat, Faruk Beşer, Nûn Y. s. 60-92
11. İslâm’ın Işığında Günün Meseleleri, (1) Hayreddin Karaman, Kalem Y. s. 113-116
12. Yahudileşme Temayülü, Mustafa İslâmoğlu, Denge Y. s. 241-247, 303-308
13. Resmî İdeolojinin Ücretli Köleleri, Mustafa Çelik, Misak Y.
14. Gençlerle Tevhid Dersleri, Mehmed Göktaş, İstişâre Y. s. 55-60
15. Tevhidin Düşmanı Tefrika, Ramazan Yılmaz, Mücâhede Y. s. 155-171, 254-259
16. Kur’ân-ı Kerim Hakkında Bilmediklerimiz, Arif Arslan, Adım Y. s. 120-124
17. Yüce Kitabımız Hz. Kur’an, Tayyar Altıkulaç, T. Diyanet Vakfı Y. s. 53-68
18. Kutsal Kitabımız Kur’ân-ı Kerim, Ahmet Okutan, Özel Y. s. 181-185
19. Kur’an’da Siyasî Kavramlar, Vecdi Akyüz, Kitabevi Y. s. 432-438
20. Kelimeler Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu, İnkılab Y. 63-65
21. Kur’an’da Temel Kavramlar, Cavit Yalçın, Vural Y. s. 123-129
22. İman ve Tavır, M. Beşir Eryarsoy, Şafak Y. s. 283-293