Perşembe, 04 Şubat 2021 20:07

Kur'an'da Yahudilerin 80 özelliği

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(1 Oylayın)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

Ahmed Kalkan
1
KUR’AN’DA YAHUDİLERİN 80


ÖZELLİĞİ


Müslümanlarda Ne Kadarı Var?
Ahmed KALKAN
2
Kitabın Adı:
Yazar:
Tashih:
Mizanpaj:
Kapak:
Yayınevi:
Matbaa:
KUR’AN’DA YAHUDİLERİN 80
ÖZELLİĞİ
Ahmed KALKAN
Ahmed KALKAN
Asım ŞENSALTIK
Asım ŞENSALTIK
KALEMDER
Akademi Bas. Yay. Org. Matbaacılık
Turizm ve Tem. Hiz.San. Tic. Ltd. Şti.
Davutpaşa Cd. Güven San.Sitesi
C Blok No: 230 Topkapı/İstanbul
Tel: 0212 493 24 67 / 68 / 69
Sertifika No: 14352
KALEMDER TARAFINDAN ÜCRETSİZ OLARAK
DAĞITILMAK ÜZERE YAYINLANMIŞTIR.
İrtibat Bilgileri:
İstiklal Mah. Doğruyol Sk. NO 17
Ümraniye/İstanbul
Tel: 0 (216) 520 25 80/0 (554) 542 28 10
Mail. Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
PARA İLE SATILMAZ!
3
İnsanlara karşı ticarî amaç güdülmeyen bu
eserin hiçbir hakkı mahfuz değildir. Kâr gayesi
güdülmemek şartıyla dileyen dilediği şekilde,
tümünü veya bir kısmını çoğaltabilir, korsan baskı
yapabilir, dağıtabilir, iktibas edebilir, kitabın ve
yazarın ismini vererek veya vermeyerek kopye
edebilir, mesaj amaçlı kullanabilir. Yazarın hiçbir
telif hakkı sözkonusu değildir, şimdi ve sonra
bir hak talep etmeyecektir. İlim, insanlığın ortak
malıdır. Ve ilim Allah için kullanılınca insana fayda
sağlar. Yararlanacak herkese helâl olsun.
4
SONSÖZ OLARAK HEPİMİZE “TEVBE”
DEDİRTMESİNİ BEKLEDİĞİMİZ ÖNSÖZ
Bismillâh, elhamdu lillâh, ve’s-salâtu ve’s-selâmu
alâ rasûlillâh.
Yahûdilerin özellikleri… Değişik bir ifade
ile, İsrâiloğullarını yahûdileştiren, yahûdileştirip
zillet ve meskenet damgası yemelerine ve Allah’ın
lânet etmesine sebep olan özellikler… Kur’an’dan
çıkartılan tam 80 özellik.
Bu özellikler olmasa, İsrailoğulları da
yahûdileşmeyecek ve lânete varan alçalma
yaşamayacak. Farklı şekilde ifade edersek; bu
özellikler hangi toplumda, hangi şahıslarda varsa,
onlar da yahûdi gibi olacak, zillet ve meskenet
içinden yaşayacak, İlâhî lânete uğrayacak.
Bakalım, bu özellikler Kur’an’a göre neler? Ve bu
özellikler bugün İsrail’de mi daha çok, kendilerini
müslüman kabul eden halkta mı? Elinizdeki
bu kitap, bu karşılaştırmayı yapmaya yardımcı
olacaktır. Lütfen, önyargılarla yaklaşmayın. Objektif
olun; Kur’an’a, Kur’an’da bahsedilen özelliklere
odaklanın. Bu özelliklerin, içinde yaşadığınız
toplumda, çevrenizdeki insanlarda ve kendinizde ne
kadar var, değerlendirin. Hiç yoksa, siz gerçekten
tevhid ve takvâ ehlisiniz. O zaman doktorluk yapmak
zorundasınız. Başkalarını kurtarmaya çalışmazsanız,
bu bulaşıcı virüsler, yarın size de bulaşacaktır. Sizde
5
bu sayılan özelliklerin yarısı varsa, yarı yarıya
bunların ilk sahiplerindensiniz. Hepsi varsa, O
zaman İsrail’i dışarıda aramaya hakkınız yok. Bu
özellikleri bırakmadan neye ve kime, nasıl ve niçin
düşman olabilirsiniz ki… Kendi kendinizle mücadele
etmelisiniz o zaman. Kendinizi değiştirmelisiniz
öncelikle. Her Fâtiha okuduğumuzda yaptığımız
duâyı, fiilî olarak yaşantımıza da geçirmek niyetiyle
tekrar ediyoruz: “Bizi dosdoğru yola ulaştır;
kendilerine nimet verdiğin peygamberlerin, sıddık,
şehid ve sâlihlerin yoluna bizi yönelt; kendilerine
gazab edilen Yahudi özelliklerine sahip olanların
ve dalâlet ehli, sapıtmış hıristiyanların yoluna değil
Allah’ım.”
Buyrun, boyumuzun ölçüsünü almak için, yahûdi
özellikleri ayna olsun. Toplumumuzu, kendimizi bu
özellikler ışığında tartalım. Ve yapılması gerekeni
yapmaya çalışalım. Unutmayalım ki; yapılması
gereken aynaya kızmak değil; aynanın gösterdiği
kusurları temizlemektir.
Sizi aynayla, boy aynasıyla baş başa bırakıyorum…
Ahmed Kalkan
Ümraniye, Ocak 2018
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
6
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
“Hani, biz Mûsâ ile kırk gece için sözleşmiştik. Sizler
ise onun ardından (kendinize) zulmederek bir buzağıyı
tanrı edinmiştiniz…”(2/Bakara, 51)
“Buzağıyı ilâh edinenlere mutlaka (âhirette) Rablerinden
bir gazab, dünya hayatında ise bir zillet erişecektir.
İşte biz iftiracıları böyle cezalandırırız.”
(7/A’râf, 152)
İnsanımız, belki Yahudilerden daha fazla
dünyevileşti; düşüncesi, beklentisi, çabası hep maddî
ve dünyevî hususlarla çevrildi. Dünkü tevhid ehli
insanları bile dünya kandırdı.
“Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır. Ayaklarımızı
istikamet üzere sâbit kıl (Bize cesaret ver ki tutunalım),
kâfir kavme karşı bize yardım et!” (2/Bakara, 250) demesi
gereken insanımız, “Rabbimiz, bize aceleyi (dünyayı) ver,
biz korkmayı tercih ediyoruz, ayaklarımızı sâbit kılma,
çünkü biz bâtıla doğru değişip geri adım atmak istiyoruz,
kâfirlere karşı çıkmak istemiyoruz, onlara benzeyip onlar
gibi olmak istiyoruz, onlarla bizi karşı karşıya getirme!”
diye sözle değilse de fiilî olarak duâ ettiği müddetçe, her
halde (her durumda) İlâhî yardım gelmez.
Müslümanların önemli bir kısmı, gerçek anlamıyla
iman etmediği, imanlarına zulüm karıştırdığı veya en
azından imanın tadına varacak bir kaliteye erişemediği
için, İsrailoğullarının gittiği yoldan giderek dünyevîleşmiş
ve yozlaşmış durumda.
MADDECİLİK VE DÜNYEVİLEŞME, MADDEYİ
PUTLAŞTIRMA, ALTINA 1 VE HEYKELE TAPMA
7
“Hani Allah, kendilerine kitap verilenlerden, ‘Onu
(Kitabı) mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz’
diye sağlam söz almıştı. Fakat onlar
verdikleri sözü, arkalarına atıp onu az bir karşılığa
değiştiler. Yaptıkları bu alışveriş ne kadar kötüdür!
Ettiklerine sevinen ve yapmadıkları şeylerle övülmeyi
seven kimselerin, sakın azaptan kurtulacaklarını
sanma. Onlar için elem dolu bir azap vardır.” (3/Âl-i
İmran, 187-188).
Yalan, hile, sahtekârlık, adam kandırma, marka
taklidi, sözünde durmamak, namaz gibi ibâdetleri
vaktinde edâ etmemek, kılık-kıyafette ölçülere
riâyet etmemek gibi ahlâkî problemler, içinde
bulunduğumuz toplumun temel özellikleri şeklini
aldı.
“Şu dinlerini parça parça edenler ve kendileri
de grup grup ayrılmış olanlar var ya, (senin)
onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak
Allah’a kalmıştır. Sonra (O), yapmakta olduklarını
kendilerine haber verecektir.” (6/En’am, 159).
Allah’ın kendilerine verdiği “Müslim”
(Müslüman) ismini beğenmeyip başka isimlerle
kendisini tanıtmak; mezhebini, cemaatini, metodunu
din edinmek; binlerce grubun insanları kendilerine
AHLÂKÎ DEJENERASYON 2
3 DİNLERİNİ PARAMPARÇA ETMEK,
HİZİPÇİLİK VE TEFRİKA
Ahmed Kalkan
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
8
dâvet etmesi ve diğer grupları tekfir edecek kadar
dışlamalarının arka planında hizipçilik ve tefrika
zihniyeti yatıyor. Ümmet bütünlüğü için gerekli alt
yapının oluşturulmayışı, vahdete giden adımların
atılmayışı samimi mü’minlerin şikâyet ettiği, ama
çözüm için ciddi bir şeylerin yapıl(a)madığı bir
fitneyi yaşıyor Müslümanlar.
“Şüphesiz Tevrat’ı biz indirdik. İçinde bir hidayet,
bir nur vardır. (Allah’a) teslim olmuş nebiler,
onunla yahudilere hüküm verirlerdi. Kendilerini
Rabb’e adamış kimseler ile âlimler de öylece
hükmederlerdi. Çünkü bunlar Allah’ın kitabını
korumakla görevlendirilmişlerdi. Onlar Tevrat’ın
hak olduğuna da şahit idiler. Şu hâlde, siz de
insanlardan korkmayın, benden korkun ve âyetlerimi
az bir karşılığa değişmeyin. Allah’ın indirdiği ile
hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.” (5/Mâide, 44)
ve yine bakın 5/Mâide, 45; 5/Mâide, 47.
Allah’ın hükmüyle hükmetmeyen yönetimlere
destek olmak, onların hevâlarından ortaya
çıkardıkları şeriata zıt kanunlarını reddetmemek;
tâğut kavramını önemsememek ve çağdaş tâğutları
reddetmemek, devlet talebi yerine, bugünkü düzeni
uygulayacak kimseleri önemseyip hükümet tercihini
devleti İslamlaştırmanın önüne çıkartmak, bu
4 ALLAH’IN HÜKÜMLERIYLE HÜKMETMEMEK
Ahmed Kalka n
9
toplumun temel özelliklerinden olmuş. Yöneticiler
açısından da Allah’ın indirdiğiyle hükmetmiyorlar,
meclisten çıkan kanunları Allah’ın kanununa tercih
ediyorlar. Sadece meclis ve hükümet için değil bu
durum; herhangi bir resmî kurumda âmir ve müdürler
de aynı şekilde, İlâhî hükümle hükmetmiyor. Hatta,
işyerinde patron ve şef, dernekte idareci, evde aile
reisi gibi sivil şahsiyetler de Allah’ın indirdiği
hükümlerle değil; kendi koydukları kurallarla veya
kuralsızlıkla insanları yönetmeyi tercih ediyorlar.
“Onlar, yalanı çok dinleyen, haramı çok yiyenlerdir.
Eğer sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister
onlardan yüz çevir. Onlardan yüz çevirecek olursan,
sana asla hiçbir zarar veremezler. Eğer hükmedecek
olursan, aralarında adaletle hükmet. Çünkü Allah,
âdil davrananları sever.” (5/Mâide, 42);
“Onlardan çoğunun günahta, düşmanlıkta, haram
yemede birbirleriyle yarıştıklarını görürsün.
Yapmakta oldukları şey ne kötüdür!” (5/Mâide, 62)
İnsanımızın niceleri, rüşveti o kadar sıradan bir
uygulama görüyor ki, adına sakal diyor, hediyeden
farksız olduğunu düşünüyor, rüşvet alıp vermeyeni
enayi olarak görüyor. “İşim görülsün de nasıl görülürse
görülsün” anlayışı, rüşvete ve her çeşit harama kapı
açıyor.
RÜŞVET ALIP VERMEK 5
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
10
İslâm Dini faiz, karaborsacılıkve hileli imalât gi¬bi
yollarla nafaka temin edilmesini yasakladığı gibi,
rüşvet yolu ile kazanç sağlanılmasını da yasaklamış;
haram kılmıştır. Fert ve toplum haklarınatecavüzün
en belirgin şekillerinden biri olan rüşvet, genel ahlâkı,
sosyal güve-ni, ictimaî adaleti zedeleyen, ferdî zillete
ve toplum anarşisine yol açan pek büyük bir suçtur.
Rüşvetle ya hak edilmeyen bir menfaat ele geçirilmekte
veya başkasının hakkına tecâvüz edilmektedir. Rüşvet
yalnız alan için değil veren ve aracılık yapan için de
haramdır.
“Hiçbir peygamberin emanete hıyanet etmesi
düşünülemez. Kim hıyanet ederse, kıyamet günü,
hıyanet ettiği şeyle birlikte gelir. Sonra da hiçbir
haksızlığa uğratılmaksızın herkese kazandığının
karşılığı tastamam ödenir.” (3/Âl-i İmran, 161);
“Yahudilerin yaptıkları zulüm ve birçok kimseyi Allah
yolundan alıkoymaları, kendilerine yasaklanmış
olduğu hâlde faiz almaları, insanların mallarını
haksız yere yemeleri sebebiyle önceden kendilerine
helâl kılınmış temiz ve hoş şeyleri onlara haram
kıldık. İçlerinden inkâr edenlere de acı bir azap
hazırladık.” (4/Nisâ, 160-161)
On-on beş yıl önce toplumun dörtte birinin ancak
kullandığı kredi kartı ve banka kartı, müthiş bir
artışa sahne oldu. Hakkını yemeyelim, bunda mevcut
6 FÂIZ YEMEK
Ahmed Kalka n
11
“(Bir de) yahudiler ve hıristiyanlar, ‘Biz Allah’ın
oğulları ve sevgili kullarıyız’ dediler. De ki: ‘Öyleyse
(Allah) size neden günahlarınız sebebiyle azap
ediyor? Hayır, siz de O’nun yarattıklarından bir
beşersiniz.’ (Allah) dilediğini bağışlar, dilediğine
azap eder. Göklerin, yerin ve bunların arasında
bulunanların da hükümranlığı Allah’ındır. Dönüş de
ancak O’nadır.” (5/Mâide, 18)
“Bir de dediler ki: ‘Bize ateş, sayılı birkaç günden
başka asla dokunmayacaktır.’ Sen onlara de ki: ‘Siz
bunun için Allah’tan söz mü aldınız? -Eğer böyle ise,
Allah verdiği sözden dönmez-. Yoksa siz Allah’a karşı
bilemeyeceğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?” (2/Bakara,
80)
iktidarın çok büyük katkısı var. 2017 Mart hesabıyla
Türkiye’de 58 milyon 661 bin adet kredi kartı var,
112 milyon da banka kartı, pos sayısı, 1 milyon 993
bin. Türkiye’de yetişkin sayısının yaklaşık 56 milyon
olduğunu hesap ederseniz bu rakamların ne anlama
geldiğini daha kolay değerlendirirsiniz. Hemen
hiçbir konuda Avrupa ile yarışamazken Türkiye,
banka kartı ve kredi kartı sayılarının toplamında
Avrupa birincisi oldu. Faizcilikte İsrail’i açık ara
geçen Türkiye şirk cumhuriyeti, Allah ve Rasûlü
ile savaşmak anlamında herkese yaydıkları faizle
övünebilir, hatta bir başbakan ağzıyla Allah’a hamd
ve şükür edebilir.
IRKÇILIK VE TAASSUP, ÜSTÜN IRK 7
OLDUKLARI IDDIASI
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
12
Türkçülük ve ona alternatif Kürtçülük bu
toplumun başına büyük bir belâdır. Belâ olmaya da
bu gidişle devam edecektir. Bayrak, marş, heykel,
devlet putlaştırılmaktadır. İsrailoğulları altından ve
ses çıkarıp böğüren heykele tapıyorlardı; günümüzde
tapılan heykel ve soyut cisimlerin o kadar bir işlevi
olmadığı halde saygı duruşu adıyla tap(tır)ılmaktadır.
“Onlara ‘Allah’ın indirdiğine uyun’ denildiği
zaman onlar, ‘hayır! Biz atalarımızı üzerinde
bulduğumuz şeye uyarız’ dediler. Ya ataları bir şey
anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?” (2/
Bakara, 170)
Bu ülkenin toplumu çoğunluk itibarıyla ırkçı
değildir demek, bu toplumu tanımamak demektir.
Türkçülük, Kürtçülük kanına işlemiştir toplumun.
Türk ve Kürt ırkçısı partilerin oyları bile bu konuda
bir fikir verir. Büyük partiler de söylemleri itibarıyla
onlardan geri kalmayacak şekildedir.
“İsrailoğullarından inkâr edenler, Davud ve
Meryem oğlu İsa diliyle lânetlendi. Bu, onların isyan
etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü.
İşledikleri herhangi bir kötülükten birbirlerini
vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yapmakta oldukları ne
kötüydü!” (5/Mâide, 79)
8 İYILIĞI EMREDIP KÖTÜLÜKTEN
SAKINDIRMA GÖREVINI YAPMAMAK
Ahmed Kalka n
13
Ma’rufu emretmemek, münkerden
sakındırmamak, hatta kişiyi imandan çıkaracak
şekilde iyiliği yasaklamak ve kötülüğü emredip
yaygınlaştırmak, bunu uygulayan yönetimleri
desteklemek fazilet sayılır hale geldi.
Müslüman halkın çoğunluğu bu görevlerini
yapmamaktadır. Hele emretmek ve yasaklamak
kavramlarına uygun, yaptırımı olan bir emir ve
yasaklama olmamakta ve yine cihadın en büyüğü
ve en faziletlisi kabul edilen zâlim sultana/
yöneticiye hak kelimesini haykırmamak, bataklık
büyütülürken tek tek sinekleri avlamakla sivrisinekle
mücadele ettiğini zannedip aldanmak gibidir. Bütün
mü’minlerin; ilimleri, güçleri ve imkânları oranında
dâvetle yükümlü olmasıyla birlikte, bu dâveti
öncelikle âlimler sürdürmeli ve yönlendirmelidir.
“De ki: Allah katında cezası bundan daha kötü
olanları size haber vereyim mi? Onlar, Allah’ın
lânetlediği ve gazabına uğrattığı, içlerinden
maymunlar ve domuzlar çıkardığı kimseler ile
şeytanlara tapan kimselerdir. İşte bunların yeri
daha kötüdür ve onlar doğru yoldan daha çok
sapmışlardır.” (5/Mâide, 60)
Bu toplum Müslüman olduğunu kendine ve
başkalarına ispat için belki sadece domuz yemez,
onun dışında her haltı yemeye müsait anlayış ve ortamı
EŞLERINI KISKANMAMAK, DOMUZ GIBI 9
YAŞADIKLARINDAN DOMUZA ÇEVRILMELERI
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
14
görebiliyoruz. Kıskanma konusunu, karısının veya
kızının şortla veya mini etekle çarşılara çıkmasına
aldırmayan, ya da plajlarda eşini ve kızını çıplak
halleriyle herkese göstermek için gayret gösteren
boynuzlulara bakarak yargıya varmak gerek.
“Şüphesiz siz, içinizden Cumartesi yasağını
çiğneyenleri bilirsiniz. Biz onlara, ‘Aşağılık
maymunlar olun’ demiştik.” (2/Bakara, 65)
“De ki: Allah katında cezası bundan daha kötü
olanları size haber vereyim mi? Onlar, Allah’ın
lânetlediği ve gazabına uğrattığı, içlerinden
maymunlar ve domuzlar çıkardığı kimseler ile
şeytanlara tapan kimselerdir. İşte bunların yeri
daha kötüdür ve onlar doğru yoldan daha çok
sapmışlardır.” (5/Mâide, 60)
“Yasaklandıkları şeylerden vazgeçmeye
yanaşmayınca da onlara ‘aşağılık maymunlar olun’
dedik.” (7/A’râf, 166)
Körü körüne birilerini taklit edip akıllarını
kullanmamaları, atalar dinini veya eski atalarının
veya yeni Ata’larının dinini, hayat görüşünü
benimsemeleri, günümüzde bu topraklarda da hayli
yaygın.
10 MAYMUNCA TAKLITÇILIK VE ŞAHSIYETSIZLIK
ÖZELLIKLERINDEN MAYMUNA ÇEVRILMELERI
Ahmed Kalka n
15
Ey Peygamber! Kalpten inanmadıkları hâlde,
ağızlarıyla ‘inandık’ diyenler (münafıklar) ile
Yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin. Onlar
(Yahudiler) yalan uydurmak için (seni) dinlerler,
sana gelmeyen bir topluluk hesabına dinlerler.
Kelimelerin (ifade içindeki) yerlerini bildikten sonra
yerlerini değiştirir ve şöyle derler: ‘Eğer size şu
hüküm verilirse, onu tutun. O verilmezse sakının.’
Allah, kimin azaba uğramasını istemişse artık sen
onun için asla Allah’a karşı hiçbir şey yapamazsın.
Onlar, Allah’ın kalplerini temizlemeyi istemediği
kimselerdir. Onlara dünyada bir rüsvaylık, ahirette
ise yine onlara büyük bir azap vardır.” (5/Mâide, 41)
Hayır, “Halka hizmet, Hakka hizmet” değildir.
İslâm’da öncelik insana hizmette değildir. Müslüman
da olsa insana yardım ikinci planda kalır; tevhide,
dine, dâvâya, kulluğa, şirkin her çeşidinden bireyleri
ve toplumu kurtarmaya, cihada öncelik verilir
İslâm’da. Allah’ın hakkı her şeyden önce gelir.
Demokrasilerde öncelik tâğuta ve tâğutî kurum ve
şahsiyetleredir. Kur’an, Peygamberlerin (dolayısıyla
O’nların izinden giden şuurlu müslümanların) temel
görevinin Hakk’a kulluk olduğunu, bütün insanlığın
Allah’a kulluk ve ibâdet için yaratıldığını belirtir.
Kulluğu değil de “hizmet”i öne çıkartan zihniyet,
netice için her yolu, her metodu meşrû ve mubah kabul
edebiliyor; yalan söylemede de bir sakınca görmüyor.
Yalanı renklendiyor; beyaz yalanları, pembe yalanları
DÂVÂSI IÇIN YALAN SÖYLEMEK DÂHIL, HER 11
YOLU MEŞRÛ GÖRMEK
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
16
meşrû, hatta sevap kabul ediyor. Dâvâsı için kapkara
yalanları da gerekli görüyor. Toplumun karşısında
gördüğü İslâm mesajı, daha çok resmî çerçevede
sunulan İslâm(!)dır. Diğer İslâm adına konuşanlar ve
seslerini duyuranlar da, tâğutî rejimi ürkütmeden,
yer yer onlarla uzlaşarak orta bir yol bulmaya çalışan,
hakla-bâtılı birbirine karıştıran, İslâmî gerçekleri yer
yer saptırarak halkın gündemini teferruat cinsinden
meselelerle meşgul etmeyi hizmet kabul edenlerdir.
Kısacası, yaşadığımız toplum, Hz. Peygamber’in
temsiliyeti ile ortaya koyduğu tevhidî duruş bilinci
ile yüzleşmiş değildir. Onlara bu tevhidî gerçekleri
taşımakla sorumlu Müslümanların kendi halleri de
içler acısıdır. Zaman içinde tevhidî duyarlılık taşıyan
bir kısım Müslümanların, bir oraya bir buraya
savrulmaları, bırakın topluma daveti götürecek bir
misyon başlatmayı; kendilerinin davete muhtaç bir
hale gelmeleri, olayın diğer bir trajik yönüdür.
“İşte, verdikleri sözlerini bozmaları sebebiyledir
ki onları lânetledik, kalplerini de kaskatı kıldık…” (5/
Mâide, 13)
“Verdikleri sağlam söz(ü yerine getirmemeleri)
sebebiyle “Tûr”u üzerlerine kaldırdık ve onlara,
‘Tevazu ile kapıdan girin’ dedik. Yine onlara,
‘Cumartesi (yasakları) konusunda haddi aşmayın’
dedik ve onlardan sağlam bir söz aldık. Verdikleri
sağlam sözü bozmalarından, Allah’ın âyetlerini
12 SÖZÜNDE DURMAMAK
Ahmed Kalka n
17
inkâr etmelerinden, peygamberleri haksız yere
öldürmelerinden ve “kalplerimiz muhafazalıdır”
demelerinden dolayı (başlarına türlü belâlar
verdik. Onların kalpleri muhafazalı değildir), tam
aksine inkârları sebebiyle Allah onların kalplerini
mühürlemiştir. Artık onlar inanmazlar.” (4/Nisâ, 154-
155). Yine, konuyla ilgili şu âyetlere de bakılabilir: 2/Bakara, 55, 61, 65,
84, 86, 90, 93, 100; 5/Mâide, 13, 60.
Öncelikle Allah’a verilen sözde durmamak,
şirkten, haramlardan sakınmamak, tevbe etmemek,
ettiyse tevbesini sık sık bozmak; müşterisine,
ailesine, diğer insanlara verdiği sözü önemsememek,
borcuna sâdık olmamak ülke insanının sıradan hali
olmuş durumda.
“Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların
(ve şeytan tıynetli insanların) uydurdukları
yalanların ardına düştüler. Oysa Süleyman (büyü
yaparak) küfre girmedi. Fakat şeytanlar, insanlara
sihri ve (özellikle de) Babil’deki Hârût ve Mârût
adlı iki meleğe ilham edilen (sihr)i öğretmek
suretiyle küfre girdiler. Hâlbuki o iki melek, “Biz
ancak imtihan için gönderilmiş birer meleğiz.
(Sihri caiz görüp de) sakın küfre girme” demedikçe,
kimseye (sihir) öğretmiyorlardı. Böylece (insanlar)
onlardan kişi ile karısını birbirinden ayıracakları
sihri öğreniyorlardı. Hâlbuki onlar, Allah’ın izni
olmadıkça o sihirle hiç kimseye zarar veremezlerdi.
(Onlar böyle yaparak) kendilerine zarar veren,
SIHIRLE UĞRAŞMAK 13
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
18
fayda getirmeyen şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun,
onu satın alanın ahirette bir nasibi olmadığını
biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şey
ne kötüdür! Keşke bilselerdi!” (2/Bakara, 102)
Falcılığı onaylamak, üfürükçülüğü, muskacılığı,
cinciliği, büyücülüğü meşrû gösterip benimsemek;
beyinle ilgili hastalıkları ve psikolojik problemleri,
cinin insanın içine girip musallat olmasıyla izah
etmeye çalışmak, bu ülkede Müslüman olduğunu
söyleyenlerin normal işlerinden sayılıyor.
Dinini bilmediği, ilkel ve modern hurâfeleri de
reddedemediği için câhil insanlar, çözümü de
cincilerde, üfürükçü ve muskacılarda arıyor.
Medyada; medyumlardan, falcılardan, astrologlardan
yani modern müneccimlerden, cinci ve büyücülerden
geçilmiyor. Boyalı basın dediğimiz, yazıdan daha
çok resimlerin yer aldığı gazetelerin tümünde her
gün burç ve fal köşeleri yayınlanmaktadır. Buralarda
“yıldızınız diyor ki” , “burcunuz” , “elektronik burç
falı”, “bilgisayarlı astrolojik fal” gibi köşelere ne
demeli? Müneccimlik, sanıldığı gibi tarihe karışmış
değil; sadece modernleşmiştir o kadar. Astrolog
veya medyum denilen müneccimler, yıldız falına
bakan kimselerdir. Horoskop denilen yıldızların,
burçların bulundukları yerin haritasını çıkarıp,
falına bakacakları kimsenin doğum tarihleriyle
kıyaslayarak geleceği -gayb- hakkında hüküm
çıkartırlar. Eski Yıldızname’lerin yerini günlük
burçlar, astrolojik hurâfeler almış; müneccimin adı
da astrolog veya medyum olmuştur artık.
Ahmed Kalka n
19
“Bir de Yahudiler, ‘Allah’ın eli bağlıdır’ dediler.
Söylediklerinden ötürü kendi elleri bağlansın ve
lânete uğrasınlar! Hayır, O’nun iki eli de açıktır,
dilediği gibi verir. Andolsun, sana Rabbinden
indirilen (Kur’an) onlardan birçoğunun azgınlık ve
küfrünü artıracaktır. Biz onların arasına kıyamete
kadar düşmanlık ve kin saldık. Her ne zaman savaş
için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür.
Onlar yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışırlar.
Allah, bozguncuları sevmez.” (5/Mâide, 64)
Günaha girmeden sokağa çıkılamayacak
hale gelen yerleşim yerleri, fuhşun, zinânın bir
telefon âhizesi kadar, bir interneti tıklamak kadar
kolaylaştığı, fesâdın eski toplumlarda işlenilenlerin
tümünü içerdiği bir toplum İsrail’de bile yoktur. İslâm
ahlâkını önemsememek, mevcut iktidarı suçlamamak
için mevcut ahlâkî çöküntüyü kabullenmek;
mevcut düzeni savunduğu için onun çirkinliklerini
de kabullenmek; bugünkü fesadın ve her türlü
çirkinliğin ancak İslam devleti ile çözülebileceğini
kabul etmemek.
TOPLUMDA FESÂDI YAYGINLAŞTIRMAK 14
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
20
“(Yahudiler) Allah’ı bırakıp, hahamlarını;
(hıristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i
rab edindiler. Oysa, bunlar da ancak, bir olan
Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardır. O’ndan
başka hiçbir ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları
her şeyden uzaktır.” (9/Tevbe, 31) ve yine bkz. 9/Tevbe, 34.
Bazı hoca ve yazarları melek, diğer bazılarını
şeytan (gibi) görmek; Allah’ın hükmü yerine
hocalarının görüşünü yüceltmek; dinin ahkâmına
mezhepçi, cemaatçi, grupçu gözlükle bakıp
ictihadları ve yorumları dinleştirmek, hocaları
aşırı yüceltmek, çevremizde çokça gördüğümüz
hususlardandır. Şeyhleri, Allah’a ait nice özelliklere
ortak kabul etmek, ölü âlim ve sofuları bile yüceltip
onlardan medet ummak, onlara el açıp duâ etmek,
buradaki insanların uygulamaları arasındadır.
Allah’a şirk koşmanın bir çeşidi de Allah’ın izin
vermediği alanlarda insanlara itaattir. Oysa ibâdette
esas olan Allah’a itaat, Peygamberine itaat ve
müslümanlardan olan emir sahiplerine itaattir (4//Nisâ,
59). Ne var ki, insanoğlu, çoğu zaman kendi cinsinden
olan beşerden bazı kimselerin birtakım üstün
özelliklere sahip olduklarını düşünerek onları rab
konumuna getirmiş ve böylece onlara ibâdet etmiştir.
15 BILGINLERINI, ÂLIM VE DIN ADAMLARINI
TANRI EDINMEK
Ahmed Kalka n
21
“İşte, verdikleri sözlerini bozmaları sebebiyledir
ki onları lânetledik, kalplerini de kaskatı kıldık.
Kelimeleri yerlerinden kaydırarak (tahrif edip)
değiştiriyorlar. Akıllarından çıkarmamaları istenen
şeylerden önemli bir kısmını da unuttular. (Ey
Muhammed!) İçlerinden pek azı hâriç, onların daima
bir hâinliğini görüyorsun. Yine de sen onları affet ve
aldırış etme. Çünkü Allah, iyilik yapanları sever.” (5/
Mâide, 13)
“Yahudilerden öyleleri var ki, (kelimeleri
yerlerinden kaydırıp) tahrif ederek onları
anlamlarından uzaklaştırırlar. Dillerini eğip
bükerek ve dine saldırarak “İşittik, karşı geldik”,
“İşit, işitmez olası!” “Râ’inâ” derler. Hâlbuki onlar,
“İşittik ve itaat ettik; dinle ve bize bak” deselerdi,
bu kendileri için daha hayırlı olurdu. Fakat Allah,
küfürleri yüzünden kendilerini lânetlemiştir. Bu
yüzden pek az iman ederler.” (4/Nisâ, 46)
Günümüzde en etkili savaş, kelime ve
kavramlarla yapılmaktadır. Kavramlarla kazanılan
zafer, hem muhatap tarafından içselleşmekte,
kazanan muhâtabını da kazanmakta ve hem de çok
uzun sürmektedir. Kavramları tahrif edenler, bizim
silâhlarımızla bizi vurmaktadır. İslâm kavramların
üzerine binâ edilmiştir. O yüzden, bazı kelimelerin,
kavramların tahrifi, dini tahrife götürür. Kavramlar
KELIMELERI TAHRIF ETMEK, YERLERINDEN 16
KAYDIRARAK DEĞIŞTIRMEK
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
22
üzerine kurulur din. Kavramlar bozulursa din de
bozulur. İlâh, Rab, Din, İbâdet, Tevhid, Şirk, Tâğut,
Salât gibi kavramların içinin boşaltılması veya daha
tehlikeli olarak içinin Kur’an dışı ve Kur’an’a ters
hususlarla doldurulması, yani tahrif edilmesi, dinin
de tahrif edilmesini neticelendirir. Dili bozan dini de
bozuyor. Dil de Allah’ın ayetlerinden.
“Derken, onların içindeki zâlimler, sözü
kendilerine söylenenden başka şekle soktular. Biz de
haktan ayrılmaları sebebiyle, o zâlimlere gökten bir
azap indirdik.” (2/Bakara, 59); “Şimdi, bunların size
inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa içlerinden
birtakımı, Allah’ın kelamını dinler, iyice anladıktan
sonra, onu bile bile tahrif ederlerdi.” (2/Bakara, 75);
“Vay o kimselere ki, elleriyle Kitab’ı yazarlar, sonra
da onu az bir karşılığa değişmek için, ‘Bu, Allah’ın
katındandır’ derler. Vay ellerinin yazdıklarından
ötürü onların hâline! Vay kazandıklarından dolayı
onların hâline!” (2/Bakara, 79). Ayrıca bkz. 4/Nisâ, 46; 5/Mâide,
13, 41; 7/A’râf, 162
Geleneksel veya modern hurafeleri dinden saymak,
dinin bazı esaslarını kabul etmemek, tasavvufçu,
devletçi, geleneği kutsallaştırıcı bakış açısına sahip
olmak gibi tahrifçi anlayışları günümüzde çokça
görüyoruz. Kur’an tahrifin şu şekillerde yapıldığını
belirtir: Tahrif yoluyla (2/Bakara, 75; 4/Nisâ, 46; 5/Mâiide,
13, 41), tebdil yoluyla (7/A’râf, 162), gizleme yoluyla (2/
Bakara, 159; 174; 3/Âl-i İmrân, 71), unutma yoluyla (5/Mâide, 13).
17 DINI TAHRIF
Ahmed Kalka n
23
Ayrıca, tarihten bu güne, tarihselcilik yaparak tahrif
yoluna gidildi; bazı âyetleri devre dışı bıraktırmanın
yöntemi olarak nâsih-mensuh kabul ederek tahrif
edilmeye çalışıldı. Kur’an’da olan bazı âyetlerin
hükmü uygulanmayacağı, formalite icabı Kur’an’da
kalıyor olması gibi, tersine; Kur’an’da olmayan,
Mushafa konulmayan âyetler olduğuna inanmak;
yani Kur’an lâ raybe fîh olduğu halde, onu fazla
veya eksik kabul etmek, dini tahrif etmek demektir.
Yine, Kur’an’ı lügat anlamından tümüyle bağımsız
bâtınî anlamlarla açıklamak; ebced ve cifir gibi
hesaplamalarla Kur’an’da kastedilmeyen anlamları
Kur’an’a yüklemek Kur’an’ı tahrif demektir.
“Hani siz, ‘Ey Mûsâ! Biz Allah’ı açıktan açığa
görmedikçe sana asla inanmayız’ demiştiniz. Bunun
üzerine siz bakıp dururken sizi yıldırım çarpmıştı.”
(2/Bakara, 55)
“Allah’ı açıkça görmedikçe inanmayacağız”
demenin bugünkü ortama tercümesi şunlar olabilir:
Tarihselcilik yaparak Kur’an’da olmasına rağmen
bazı hükümlerin uygulanamayacağını savunmak,
dini başka şeylerle senteze tâbi tutmak; mezhepleri,
cemaat anlayışlarını, yorum ve ictihadları dinin
kendisi gibi kabul etmek. Şu varsa, ben o dine
inanmıyorum, demek; güncel boyutuyla imanda
pazarlık etmek demektir.
İMANDA PAZARLIK 18
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
24
“Ey Kitap ehli! (Gerçeğe) şâhit olduğunuz hâlde,
niçin Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?” (3/Âl-i
İmran, 70)
Sevdiği, bağlandığı cemaatin, hocanın veya bir
liderin görüşlerini mutlaklaştırıp hata yapma ihtimali
vermemek, taassup derecesinde bağlanmak veya
kendi ırkını, devletini, devletin kutsal kabul ettiklerini
yüceltmek. Delillerle bir hakikat vurgulandığı
halde, “benim hocamın, mezhebimin, cemaatimin
görüşüne ters” diye o sağlam delille sunulan esasları
kabul etmeyip inadına kendi görüşünde ısrar etmek,
bu konunun güncel yansımasıdır.
“Hani, Tûr’u tepenize dikerek sizden söz almıştık,
‘Size verdiğimiz Kitab’a sımsıkı sarılın; ona kulak
verin” demiştik. Onlar, ‘dinledik ve isyan ettik’
demişlerdi. İnkârları yüzünden buzağı sevgisi onların
kalplerine sindirilmişti. Onlara de ki: (Tevrat’a
beslediğinizi iddia ettiğiniz) imanınızın size emrettiği
şey ne kötüdür, eğer inanan kimselerseniz!” (2/Bakara,
93)
“Duyduk ve uyduk” demek, birçok bedel istiyor.
Kafa dili ile değilse de, hal diliyle; “biliyoruz, isyan
ediyoruz” diyenler bugün de, buralarda da çok.
19 GERÇEĞI BILE BILE INAT
20 İŞITTIK VE ISYAN ETTIK” DEMEK
Ahmed Kalka n
25
Faizin haram olduğunu, tesettürün farz olduğunu,
demokrasinin bâtıl olduğunu, put heykellerin küfür
olduğunu bilmeyen mi var? Ama, isyanın dayanılmaz
şeytanî lezzeti ne olacak? İsyancı, itirazcı,
beğenmeyici, tekfirci bir toplum oldu bu topluluk.
Mü’minler, Allah’tan kendilerine bir emir geldiği
zaman şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Dinledik ve itaat
ettik (ediyoruz). Senin mağfiretine (bağışlamana)
sığınıyoruz. Ey Rabbimiz, dönüş Sanadır.”
Allah’ın emirleri karşısında alaycı bir tavır
takınan, yahudileşenler de “dinledik ve isyan
ediyoruz.” derler ve seviyelerinin ne kadar alçak
olduğunu ortaya koyarlar. Mü’min, Allah’a itaat
konusunu, geleceğe, umut ve temennilere bırakamaz.
Bilir ki, Peygamber’in ifadesiyle “heleke’l
müsevvifûn, sevfe’ciler/yarıncılar (itaati yarınlara
bırakanlar) helâk oldu.” Şeytan, bâtılı sevdiremediği
kişiye, hakkı yarınlara bıraktırarak onun günü
kaybetmesine uğraşır. Ertesi gün de kaldığı yerden
devam eder: Yarınlar bitmedi ya... Büyük hedefler ve
idealler uğruna, yarın çok büyük eylem ve faâliyetler
yapacağı ümit ve temennisiyle günler şeytana
itaatle geçer gider. Ama gerçek mü’min Allah’ın
emri kendine ulaşır ulaşmaz ‘dinledim, duydum ve
itaat ettim’ der, hemen o saniye eyleme geçmiştir
bile. Az sonraya bırakamaz, “az sonra” kendisi için
olmayabilir çünkü.
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
26
“…Yoksa siz Kitab’ın (Tevrat’ın) bir kısmına
inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Artık
sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil
olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde
ise onlar azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Çünkü
Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.” (2/Bakara,
85)
Eee ne yapsın yani, devletin suç saydıklarını da
mı kabul etsin? İslâm Devleti istiyoruz, Atatürk’ü
ve diğer tüm tâğutları reddediyoruz mu desin? Emir
kulu olunur mu o zaman? Atatürk veya onun kurduğu
mevcut düzen çarparsa ne olacak? En kolayı ve risksiz
olanı, İslâm’ı kuşa benzetip bir kısmını, halkın ve
devletin karşı çıkmadığı taraflarını kabul etmek;
suç sayılanları, ayıplananları, kınanan kısımları
ise benimsememek… Yoksa, şeriatçı radikallere
benzersin. Laikliği, demokrasiyi, Kemalizmi
reddedip devleti karşısına mı alsın? Sonra, hangi
devirde yaşıyoruz canım, bu tevhidi söylem de
nereden çıktı?” diyen o kadar çok insan var ki…
“Hakkı bâtılla karıştırıp da bile bile hakkı
gizlemeyin.” (2/Bakara, 42)
21 KITABIN BIR KISMINA INANIP BIR KISMINI
INKÂR
22 HAKKA BÂTILI KARIŞTIRMAK
Ahmed Kalka n
27
Sulandırılmış dini, devlet dinini, Amerikancı bir
din anlayışını, Kemalist bir yaklaşımı, demokratik
anlayışı hak dinle birlikte karıştırarak insanlara bu
sentezi sunmak. Türk-İslâm sentezi, İslâm sosyalizmi
gibi hakla bâtılı birleştirmek veya “laiklikle İslâm
bağdaşır”, demek, ya da “faizsiz ekonomi mi
olur?” diye herkesin “olmaz!” demesini bekleyerek
sormak. Allah’a iman etmek, ama tâğuta itaat
etmek; İslâm’ı kabul etmek, ama şeriata karşı olmak;
Allah’ı sevmek, ama Amerika’ya da hayran olmak;
Müslüman olduğunu haykırmak, ama gâvurun
yapmayacağı gâvurlukları yapmak gibi birbirine zıt
iki yaklaşımı uzlaştırmaya çalışmak günümüzün
moda görüşlerindendir.
“İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti Kitap’ta
açıklamamızdan sonra onları gizleyenler var ya, işte
onlara hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet etme
konumunda olanlar lânet eder.” (2/Bakara, 159)
Allah Teâlâ tarafından vuku bulan lânet, dünyada
hayır ve tevfikten/başarıdan, âhirette ilâhî lütuf
ve rahmetten uzaklaştırılmak manasını ifade
etmektedir. Allah’ın rahmetinden uzaklaştırılan,
Rabbimizin rahmetiyle muâmele etmeyeceğini
bildiğimiz bir kimsenin durumu, elbette sakıncalı
bir durumdur. Allah’ın haksız yere bir kuluna lânet
edeceğini düşünemeyiz. “Allah’ın indirdiği kitaptan
bir kısmını gizleyip onu az bir bedel ile değişenler
(var ya); işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey
KETMETMEK; AÇIKLAMASI GEREKEN 23
BILGILERI GIZLEMEK
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
28
doldurmuyorlar. Kıyamet günü Allah, onlarla ne
konuşacak, ne de onları arıtacaktır. Onlar için elem
dolu bir azap vardır.” (2/Bakara, 174). Konuyla ilgili diğer
âyetler için bkz. 3/Âl-i İmran, 187; 5/Mâide, 159; 6/En’am, 91.
Başta Diyanet’te görev yapanların güncel
boyutuyla tevhidden, şirkten, tuğyan ve tâğuttan,
ideolojilerden hiç bahsetmemeleri, günümüzde
sanki puta tapma yokmuş gibi; herkes iman edilmesi
gereken şeylere hakkıyla iman ediyor gibi; çiçekten
böcekten, ağaç dikmekten, trafikten bahsetmeleri…
Bu hakkı gizleyenler, Diyanet gibi bir kurumda
görevli iseler, devletten maaş alıyorlarsa dini az bir
pahaya satmış, dini ketmedip gizlemenin vebaline
muhatap olmuş olurlar. Putlardan, heykellerden,
devletin kutsallarından, tâğuttan, şirk anlayışından;
devletin ve toplumun İslâm’la bağlarını nasıl
koparmış olduğundan bahsetmeden, tevhidin
ilkelerini gündeme getirmeden nasıl dâvet yapılmış
olur, nasıl emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i ani’l münker
icrâ edilmiş olur?
Ahireti dünyayla değiştirmek: “Ama siz,
birbirinizi öldüren, içinizden bir kesime karşı kötülük
ve zulümde yardımlaşarak; size haram olduğu
hâlde onları yurtlarından çıkaran, size esir olarak
geldiklerinde ise, fidye verip kendilerini kurtaran
kimselersiniz. Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp,
bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden bunu
yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan
başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise onlar
24 AHIRETI DÜNYAYLA DEĞIŞTIRME
Ahmed Kalka n
29
azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Çünkü Allah,
yaptıklarınızdan habersiz değildir. Onlar, ahireti
verip dünya hayatını satın alan kimselerdir. Artık
bunlardan azap hiç hafifletilmez. Onlara yardım da
edilmez.” (2/Bakara, 85-86)
Aç kalmaktan korktuğu kadar azâba girmekten
korkmamak, insanlardan, depremden korktuğu
kadar Allah’tan korkmamak, hapisten korktuğu
kadar Cehennemden korkmamak. Hayatı sadece
bu dünyadan ibâret sayan ve çalışmasını da hep bu
dünyaya ait kılan, âhireti hiç aklına getirmeyen,
ölümü düşünmeyen insanımız… Düşüncesi, hep
dünyaya ait, geçici zevk ve değerlerden, zenginlikten,
keyfini tatmin etmekten, daha rahat bir yaşayıştan
başka bir şey düşünmeyen hale geldi.
“Bilmez misin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı
Allah’a aittir. O, dilediğine/dileyene azap eder,
dilediğini/dileyeni de bağışlar. Allah, her şeye
hakkıyla gücü yetendir. Ey Peygamber! Kalpten
inanmadıkları hâlde, ağızlarıyla ‘inandık’ diyenler
(münafıklar) ile Yahudilerden küfürde yarışanlar
seni üzmesin. Onlar (Yahudiler) yalan uydurmak için
(seni) dinlerler, sana gelmeyen bir topluluk hesabına
dinlerler. Kelimelerin (ifade içindeki) yerlerini
bildikten sonra yerlerini değiştirir ve şöyle derler:
‘Eğer size şu hüküm verilirse, onu tutun. O verilmezse
sakının.’ Allah, kimin azaba uğramasını istemişse
GEREKLI GÖRDÜKLERI HER YALANI 25
SÖYLEYEBILMEK
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
30
artık sen onun için asla Allah’a karşı hiçbir şey
yapamazsın. Onlar, Allah’ın kalplerini temizlemeyi
istemediği kimselerdir. Onlara dünyada bir
rüsvaylık, âhirette ise yine onlara büyük bir azap
vardır. Onlar, yalanı çok dinleyen, haramı çok
yiyenlerdir. Eğer sana gelirlerse, ister aralarında
hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Onlardan
yüz çevirecek olursan, sana asla hiçbir zarar
veremezler. Eğer hükmedecek olursan, aralarında
adâletle hükmet. Çünkü Allah, âdil davrananları
sever.” (5/Mâide, 40-42)
Düzen, yalanı el altından (hatta el üstünden)
teşvik etmektedir. Sözgelimi, en nâmuslu tüccarı
zulümden farksız vergiler isteyerek, kendi
malının yalancısı durumuna zorlamaktadır.
Gereksiz bürokrasi ve formaliteler de kişiyi yalana
alıştırmaktadır. Eğitimin de yalandan pek uzak
olmadığını söylemek gerekir. Zaten şirk en büyük
yalan olduğuna göre, şirke dayalı câhilî eğitim
ve kültürün temel malzemesinin yalan olması
kaçınılmaz olacaktır. Evrim teorisinden, inkılâp
tarihindeki balıkların kavağa çıkmasına, sosyal
konularda hakka ve hakikate ters çarpıtılmış
olay ve yorumlara kadar sayısız yalan, bilim diye
insanımıza verilmektedir. İnsanın çevresi de
Allah’tan hakkıyla korkan insanlardan oluşmuyorsa,
altta kalmamak, ayıplanmamak için, kalabalığa
uymak endişesiyle bulaşıcı mikroplardan çok hızlı
bir şekilde yalan mikrobu tüm çevreye yayılacaktır.
Tüccarın, esnafın, pazarcıların, ağızlarıyla veya
Ahmed Kalka n
31
tezgâhları ve vitrinleriyle söyledikleri yalanlara
şâhit olmayan kimse var mıdır? Malın kusurunu
söylemeyip gizlemek bile yalan kabul edilip kazancı
haramlaştırdığı halde, açıkça yalan söylemek, hatta
yalan yere yemin etmek sıradan bir olay halindedir.
Günümüz medyası yalan pazarı halindedir. Arztalep
meselesi; yalan alıcıları, hem de para vererek
müşterileri varsa, yalandan para kazanan yalan
tüccarları niye olmasın ki?!
Yalancılık, günümüz câhilî düzenlerinde
ve İslâm dışı çevrelerde açıkgözlük olarak
değerlendirilmekte, doğruluğun karın doyurmadığı
için enâyilik olduğu söylenmektedir. Öyle ya;
“doğruluk karın doyurmaz!”, “doğru söyleyeni
dokuz köyden kovarlar.” Günümüzün en popüler
ve saygın kabul edilen meslekleri temelde
“profesyonel yalancılık” diye tanımlanabilecek,
meslek icabı yalan söylemenin kaçınılmaz kabul
edildiği uğraşlardır. Politikacılar, diplomatlar,
avukatlar, reklâmcılar, pazarlamacılar, halkla
ilişkiler şirketlerinin temsilcileri, sinema ve
tiyatro sanatçıları, falcılar, sihirbazlar, medyumlar,
cinciler, muskacılar, antikacıların... bu saygın(!)
mesleklerinden dolayı görev ve meslek icabı, (geçim
endişesiyle, yani kutsal geçim tanrısının izniyle)
çok rahat yalanlar söylemek zorunda(!) oldukları
kabul edilir. Nasıl sanatçıların sanat adına her
boyaya girip, her çirkinliği üzerlerinde göstermeleri
gerekiyorsa, bu durum, kutsal(!) mesleklerinin
gereği ise; aynen öyle, diğerlerinin de söyledikleri
yalanlar, günah veya kara değil; “beyaz yalan”
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
32
kategorisine sokulmaktadır. Bu kimseler, yalan
söyleme becerilerini öylesine geliştirip parlatırlar ki,
insanlar bu yalanları duymak için can atarlar, teşvik
ederler ve bundan mutluluk bile duyarlar.
“Karun, ziyneti ve görkemi içerisinde kavminin
karşısına çıktı. Dünya hayatını arzu edenler, ‘keşke
Karun’a verilen (servet) gibi bizim de (servetimiz)
olsaydı. Şüphesiz o büyük bir servet sahibidir’
dediler.” (28/Kasas, 79)
Özenmeyenlere selâm olsun!
İnsanımız artık aklıyla değil; bin bir çeşit göz
alıcı illüzyonlarla tahrik edilen “doymak bilmeyen
gözleriyle” düşünüyor, daha doğrusu düşündüğünü
zannediyor. Çarşılar, pazarlar, marketler, vitrinler
de insanın bu midesi olmayan gözlerine nasıl hitap
ediyor? Başkalarına (kendinden maddî yönden
öndekilere) bakıyor bu gözüyle düşünen insan ve
mukayese ediyor: “Onda var, bende niye yok?” ve
daha çok harcamak için daha çok çalışması, çalışması,
çalışması gerektiğini görüyor. Sonra bakıyor ki,
çalışarak kazanılan para “ihtiyaç” maskesini takmış
“gereksiz” veya “olmasa da olur”lara yetmiyor,
çalışmadan para kazanmanın yollarını arıyor.
Herkes bir başkasını kandıracak yollar aramaya
başlıyor. Kumarın binbir çeşidi, sahtekârlığın hiç
akla gelmeyecek şekli, insanları en yakınlarına bile
26 FIRAVUN’UN IŞBIRLIKÇISI KAPITALIST
KARUN’A ÖZENMEK
Ahmed Kalka n
33
itimat edemeyen, yardım edemeyen, borç veremeyen
duruma getiriyor. “Haram” mı, “ayıp” mı? O da ne
demek? Güldürmeyin insanı! Hangi devirde, hangi
kültürde yaşıyoruz?
“Andolsun, sen onların, yaşamaya, bütün
insanlardan; hatta Allah’a ortak koşanlardan bile
daha düşkün olduklarını görürsün. Onların her biri
bin yıl yaşamak ister. Hâlbuki uzun yaşamak, onları
azaptan kurtaracak değildir. Allah, onların bütün
işlediklerini görür.” (2/Bakara, 96)
“Yoksa onların hükümranlıkta bir payı mı var?
Öyle olsa, insanlara bir zerre bile vermezler.” (4/
Nisâ, 53)
“Derken, onların ardından yerlerine Kitab’a
(Tevrat’a) varis olan (kötü) bir nesil geldi. Şu geçici
dünyanın değersiz malını alır ve “(nasıl olsa) biz
bağışlanacağız” derlerdi. Kendilerine benzeri bir
mal gelse onu da alırlar. Allah hakkında, gerçek
dışında bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan
Kitap’ta söz alınmamış mıydı? Onun içindekileri
okumamışlar mıydı? Hâlbuki Allah’a karşı gelmekten
sakınanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hiç
düşünmüyor musunuz?” (7/A’râf, 169)
Bize gelince… Hangimiz ölüme hazır, hangimiz
âhireti öncelikliyor?
DÜNYAYI AŞIRI SEVIP DÜNYAYA ÇOK 27
HIRSLI/DÜŞKÜN OLMAK
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
34
İki yol var: Biri dünyevîleşme, dünyayı âhirete
tercih; ikincisi ise dünyayı ebedî hayatın kapısı
yapmak. Bugün yol ayrımındayız: Ya nefsimiz veya
Rabbimiz. Ya geçici menfaat veya dâvâ. Ya fâni olan,
ya bâki olan. Tercih bize kalmış. Tercihini Allah’tan
yana yapanlara selâm olsun!
“Sonra bunun ardından kalpleriniz yine katılaştı;
taş gibi, hatta daha katı oldu. Çünkü taş vardır ki,
içinden ırmaklar fışkırır. Taş vardır ki yarılır da
içinden sular çıkar. Taş da vardır ki, Allah korkusuyla
(yerinden kopup) düşer. Allah, yaptıklarınızdan
hiçbir zaman habersiz değildir.” (2/Bakara, 74)
“İşte, verdikleri sözlerini bozmaları sebebiyledir
ki onları lânetledik, kalplerini de kaskatı kıldık.
Kelimeleri yerlerinden kaydırarak (tahrif edip)
değiştiriyorlar. Akıllarından çıkarmamaları istenen
şeylerden önemli bir kısmını da unuttular. (Ey
Muhammed!) İçlerinden pek azı hâriç, onların daima
bir hâinliğini görüyorsun. Yine de sen onları affet ve
aldırış etme. Çünkü Allah, iyilik yapanları sever.” (5/
Mâide, 13)
Merhametsiz, sevgisiz, ilgisiz, duygusuz,
ağlayamayan insan olduk, ağlayamıyoruz bile.
Yaşadığımız düzen, materyalizm ve kapitalizm;
insanın tüm mânevî değerlerini, kalbini ve ruhunu
mahvetti. İncelik, hassâsiyet, duygulu olmak
28 KALPLERININ TAŞTAN DAHA KATI HALE
GELMESI
Ahmed Kalka n
35
gibi özellikler; artık giderek yerlerini çıkarcılık,
pragmatizm ve eyyamcılık gibi anlayışlara bırakıyor.
Her şey, maddesi kadar kıymet buluyor, maddî zevk ve
maddî değerden başka ölçüler geçerli kabul edilmiyor.
Ayıp-günah tanımayan bu ortamda, ağlamak, ayıp
sayılan bir-iki şeyin başında yer almakta... Bunca
zulüm ve perişanlığın, anasını ağlattığı kimseler, bir
yol bulup ağlama özgürlüğünü kullanmaya kalksa,
alay konusu olacaktır: “Erkekler ağlamaz!” “Karılar
gibi ağlıyor.” Sanki günümüzdeki kadınlar, özellikle
erkeklerle beraber çalışan, okuyan bayanlar ağlama
hakkına sahipmiş gibi...
Tv. programları müzik, eğlence ve komedi
ağırlıklıdır; hem de en sulu ve cıvık cinsinden.
Müstehcenlik de eğlence ve komedinin ayrılmaz
yandaşı. Filmler, diziler, stand-up ve talk showlar
hep güldürme ve eğlendirme amaçlı etkinliklerdir.
Magazin progmramları ve Televole’ler en çok
reyting alan programlardır. Tabii, komedyenler de
heykelleri dikilmesi gereken büyük sanatçılar...
Uçağa binmekten korkan ve ölümü de o yüzden olan
bir aktörün (Kemal Sunal) filmi, hem de aynı kanalda
belki 158. defa seyirci önüne konulabiliyorsa, bunun
paranoyayla ilgili olduğunu düşünmek gerekiyor;
egemen güçler tarafından pompalanan toplumsal
paranoya... Bırakın ağlamayı, gülmeler bile sahtedir
bu dünyada. Sahte, yapmacık, formalite icabı ve rol
gereği. Güldürmeler de tabii...
Güleriz ağlanacak halimize. Filmler, fıkralar,
şarkı ve türküler, halkın hayat felsefesini yansıtan
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
36
toplum aynalarıdır. Bunlara bakarak toplum hakkında
değerlendirme yapabilirsiniz. Alın size bir iki şarkı
sözü: “ Ağlama, a ğlat! Y oksa z ehr o lur b u t atlı
hayat.” “Ağlama değmez hayat, bu gözyaşlarına!”
(Peki gülmeye değer mi dersiniz?!) Ve nükte ile
karışık değerlendirme yapılır: “Ağlatmayı soğan
bile becerir; ama siz hiç güldüren meyve, sebze
gördünüz mü?” Tamam, soğan, mirasçıları ve hüznü
tanımayanları bile ağlatır; demek tabiat ağlamaya
yardımcı, doğayla, fıtratla uyum isteniyorsa, buna
uyulmalı. Yalnız, soğan ağlatıyor da; insanımızı
soyan ağlatmıyor, insanımıza söven ağlatmıyor mu?
(Ağlatıyorsa, ağlatanın; ağlatmıyorsa, ağlamayı
unutanın sorgulanması gerekmiyor mu?)
“Hani, Tûr’u tepenize dikerek sizden söz almıştık,
“Size verdiğimiz Kitab’a sımsıkı sarılın; ona kulak
verin” demiştik. Onlar, “Dinledik, karşı geldik”
demişlerdi. İnkârları yüzünden buzağı sevgisi onların
kalplerine sindirilmişti. Onlara de ki: (Tevrat’a
beslediğinizi iddia ettiğiniz) imanınızın size emrettiği
şey ne kötüdür, eğer inanan kimselerseniz!” (2/Bakara, 93)
Araba sevgisi, futbol ve müzik sevgisinin
içerilmesi, cep telefonlarının ise sevgiden de öte,
onsuz yapılamaması… Kur’an, bu sapmadaki
manasızlığa ve mantıksızlığa temas etmektedir:
“...O buzağının kendilerine söz söylemediğini ve
yol da göstermediğini görmediler mi? Onu tanrı
olarak benimseyip kendilerine yazık ettiler.” (7/A’râf,
29 BUZAĞI SEVGISI VE BUZAĞIYI, INEĞI
PUTLAŞTIRMAK
Ahmed Kalka n
37
148). Bir başka yerde, bu tanrının “fayda da zarar
da vermediği” (20/Tâhâ, 89) bildirilir. Hz. Mûsâ’nın
dilinden şöyle denilir: “Durup üzerinde titrediğin
tanrına bak! Onu yakacağız, sonra da onu parça
parça edip denize atacağız. Sizin tanrınız ancak
kendisinden başka tanrı olmayan Allah’tır; ilmi her
şeyi kuşatmıştır.” (20/Tâhâ, 97-98). Yahudilerin buzağısı
varsa, Türklerin de “kurt”u, “bozkurt”u var. Eski
Türklerde ata ve kutsal kabul edilen hayvan,
kurttur. Kurdun kutsallığı, bozkırların korkulu
bir hayvanı olarak, özellikle hayvan sürüleri için
büyük tehlike teşkil etmesi dolayısıyla, ona karşı
duyulan korku ile karışık bir saygı hissinden ileri
geldiği anlaşılıyor. Bozkurtun, Göktürk’lerin atası
olduğuna inanılır. Orta Asya Türklerinde Boz renkli
kurt inancı, ilkel totemciliğin kalıntısıdır. Hemen
bütün Türk boyları bir bozkurttan türediklerine
inanırlar. Değişik biçimleri bulunan bu inancın
en yaygın olanı şudur: Çok eski çağlarda Türkler
bir saldırıya uğramış, bu saldırıda sadece küçük
bir erkek çocuk sağ kalmış. Dişi bir bozkurt, onu
büyütmüş ve ondan gebe kalmış. Türkler bu yarısı
insan yarısı kurt atadan türemişler. Türklerin kurt
totemi, hem olağanüstü bir güçlülük, hem de ilâhî/
kutsal bir nitelik taşıdıkları yolundaki inançlarını
temellendirir.
Ankara’nın en merkezî alanında Eti’lerin
boynuzlu geyiğinin heykeli bulunur ve nice insana
göre şehrin sembolü kabul edilir. İstanbul’da
Kadıköy’ün göbeği Altıyol’da Apis öküzü şeklinde
bir boğa heykeli vardır; hem de Sâmirî kadar usta
olmayan bir heykeltraşın elinden çıkmıştır; yani
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
38
böğürmesi bile olmayan, altından da yapılmamıştır;
dolayısıyla sanat eseri bile sayılamayacak basit bir
heykel!
Aslan Galatasaray, Sarı Kanarya’yı yutmaya
çalışır; derken Kara Kartal hücuma geçer. Bazı
oyuncular, timsah yürüyüşüyle gol sevincini
sembolize eder. İstanbul Boğaları, Denizli
Horozları ve Bursa Timsahları da birbirlerini
yemeye/yenmeye çalışırlar. Olay, iş dünyasına
da sıçrar; Uzakdoğunun aslanları varsa, bizim de
Anadolu kaplanlarımız vardır. Cinciler, falcılar hâlâ
hayvanlardan yararlanarak kehânetlerde bulunur.
İşporta usûlü şans çekilişi yapan bazı tezgâhlar,
şans çekilişi için güvercin ve tavşan gibi hayvanları
kullanır. Baykuş, uğursuz kuş olma inancına konu
olmaya devam ederken, uğur böceği kimilerine
uğur getirir diye kabul görür. Bazılarının başına
kuş pislerken, bazılarının başına talih kuşu konar.
Bazı ev ve işyeri kapılarına Anadolu’da hâlâ at nalı,
koç başı veya boynuz asılır. Ev ve işyerinin kaza
ve belâya uğramaması için kan akıtılması ve kanın
binaya, insanın alnına sürülmesi gerektiği inancı
devam eder.
İnsanlara yine Kumru, Ceylân, Âhu (ceylân),
Dudu (papağan), Aslan, Alpaslan, Kartal, Şahin,
Doğan, Tuğrul (ak doğan), Esed (aslan) gibi isimler
konulmaya devam edilir. Soyadlarının önemli bir
bölümünü hayvanlar teşkil eder.
Deylemî’nin Müsned’inde Hz. Peygamber’in
Ahmed Kalka n
39
şöyle buyurduğu rivâyet edilir: “Her ümmetin bir
ıcl’i (buzağısı) vardır; bu ümmetin ıcl’i/buzağısı da
dînâr ve dirhemdir (küçük ve büyük paradır).”
“Bulutu üstünüze gölge yaptık. Size, kudret helvası
ile bıldırcın indirdik. ‘Verdiğimiz rızıkların iyi ve
güzel olanlarından yiyin’ (dedik). Onlar (verdiğimiz
nimetlere nankörlük etmekle) bize zulmetmediler,
fakat kendilerine zulmediyorlardı.” (2/Bakara, 57)
Esas nimet, mânevî nimetlerdir. İman nimetidir,
sâlih amel ve takvâ nimetidir. Peygamberlerle,
sâlih kimselerle beraberlik de kendilerine nimet
verilenlerle beraber olmak olduğundan, onların
yanında olanlardır esas nimet. Fâtiha sûresinde de
nimet verilenlerin yoluna hidâyet istiyoruz. Yani
peygamberler, sıddıklar, şehidler, sâlih mü’minlerin
yoluna ilet, diyoruz. Onlar ne güzel arkadaştır, ne
güzel mü’minlerdir. “Kim Allah’a ve Peygambere
itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet
verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle
ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel
arkadaştır.” (4/Nisâ, 69). Zâten en büyük nimet;
dindir, hidâyettir, Kur’an’dır, risâlettir, kullukta
sadâkattir, O’nun yolunda sâlih kullardan olup, fi
sebîlillâh şehid olarak ölebilmek, daha doğrusu
ölümsüzleşebilmektir. Bu nimetleri önemsemeyip
bunlardan mahrum olmanın ezikliğini duymadan
sadece dünya nimetleri peşinde koşanlar, sahip
BOLCA NIMETLER VERILMESI, GÖLGELEYEN BULUT, 30
KUDRET HELVASI VE BILDIRCIN IKRAMI
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
40
olduğu dünya nimetleri için de şükretmeyip nankörlük
yapanlar, kimin izinden gidiyor? Fâtiha suresinde
nimet istenirken, kimlerin yolu takip edileceği
belirtilip “gazap edilmişlerin ve sapıtmışların yolu
değil” derken, hıristiyan ve Yahudilerin yolundan
gitmeyeceğine dair günde 40 defa söz vermiş
oluyordu namaz kılan bir mü’min.
“Derken, onların içindeki zalimler, sözü
kendilerine söylenenden başka şekle soktular. Biz de
haktan ayrılmaları sebebiyle, o zalimlere gökten bir
azap indirdik.” (2/Bakara, 59)
Zâlimler; Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler;
zâlimler; halka hak ettiğini vermeyenler, halkın
âhiretini mahvedenler; işte onlar Allah’tan gelen
emri, hükmü uygulamayıp o emirleri kendi
kafasından uydurdukları kanunlarla değiştiren
kimselerdir. Yeryüzündeki her çeşit zulme ve her
tipteki zâlimlere karşı çıkmak, İslam Dini’nin en
önemli emirlerinden biridir. İslam’ın hâkim olması
için de tüm zâlimlere isyan edilmesi şarttır.
Zulme rıza göstermek, tepki göstermemek de
zulümdür; fakat zâlimlikle mazlumluktan birini
tercih etmekten başka yol yoksa, mazlumluğu
tercih et! Kur’an’ın zalimler hakkında tehdit edici
bir uyarısı şöyle: “Zulmedenler nasıl bir inkılâpla
devrileceklerini (yakında) bileceklerdir!”(26/Şuarâ, 227)
31 İÇLERINDEN ÇIKAN ZÂLIMLERIN VERILEN
EMRI DEĞIŞTIRMESI
Ahmed Kalka n
41
“Sözleşmelerini bozmaları sebebiyle onları
lânetledik ve kalplerini katılaştırdık.” (5/Mâide, 13)
Gerek Allah’a ve gerekse insanlara karşı verdiği
sözü, ahdi yerine getirenlerin sayısı çok az. Çok kolay
verilen ama yerine getirilmeyen hususların başında
söz gelir. İnsanlar, birbirlerinin sözüne çoğunlukla
güvenmiyor, güven için yazı, imza, senet, çek, kefil,
şahit gibi unsurlara ihtiyaç hissediyor. Allah’a verdiği
sözde durmayan kimselerin insanlara verdiği söze
ne kadar sâdık olacağı tahmin edilmelidir. Bir hadis
rivâyeti şöyledir: “Bir kavim ahdinden dönerse,
Allah onlara mutlaka düşmanlarını musallat eder.”
(Muvatta, Cihad 26 -2/460-)
“Şüphesiz siz, içinizden Cumartesi yasağını
çiğneyenleri bilirsiniz. Biz onlara, ‘Aşağılık
maymunlar olun’ demiştik.” (2/Bakara, 65); “(Ey
Muhammed!) Onlara, deniz kıyısında bulunan
kent halkının durumunu sor. Hani onlar Cumartesi
(yasağı) konusunda haddi aşıyorlardı. Zira tatil
yaptıkları Cumartesi günü balıklar onlara akın
akın geliyor, tatil yapmadıkları (diğer) günlerde ise
gelmiyorlardı. İşte onları yoldan çıkmaları sebebiyle
böyle imtihan ediyorduk.” (7/A’râf, 163)
CUMARTESI YASAĞINA UYMAYIP 33
MAYMUNLAŞMAK
AHDINI BOZMAK 32
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
42
İsrâiloğullarından Allah’a isyanda ısrar eden
ve Allah’la alay eder gibi yasakları hevâları
istikametinde te’vil edenlerin, Allah’ın lânet
ve gazabının bir sonucu olarak mesh cezasına
çarptırıldıkları Kur’an’da açıklanır.
Bütün bu tavırlar, üzülerek belirtelim ki İslâm
tarihinde, bazı geleneksel din ve fıkıh yorumunda ve
günümüz müslümanlarında da ortaya çıkmaktadır.
“Hîle-i şer’iyye” yani, “şeriat’e uygun (!) hile” diye
isimlendirilen bu şeytanî anlayış, aslında “hile-i
şerriyye” (büyük şer ve kötülüğe sebep olan hile)
dir. “Hîle-i şer’iyye” yi câiz görenler, “hîle”nin
anlamını çare, çözüm, beceriklilik, çıkış yolu
manasında kullandıklarını belirtirler. “Hîle”nin
asıl anlamı, başkasını kurnazca aldatmak, yanıltıp
kandırmak, sahtekârlık, düzenbazlıktır. İslâm
tarihinde ve fıkhî tartışmalarda “hulle” ve “iyne
satışı” gibi konularda daha çok görülür, yemin ve
talâk konularında çok geniş bir alana yayılarak,
hîleden (hîleye sıcak bakan bazı kimselerin daha
çok bu konulardaki fetvâlarından) yararlanılır.
Kanuna, şeriate karşı hilenin üç unsuru vardır. a)
Yapılan muâmelenin şekil bakımından kusursuz ve
hukuka uygun olması, b) Kanun koyucunun, şâriin
vaz ettiği normun ruhuna ve maksadına aykırı bir
sonuç doğurması, c) Hile kasdı.
Mesh’e uğrayan kavmin suçu, kendilerine
ibâdet için tahsis edilen/ayrılan güne hile
karıştırmaları; şeklen ibâdet gününe uyar görünüp
gerçekte uymamalarıydı. Biz de, ibâdet için tahsis
Ahmed Kalka n
43
edilen zamanları, meselâ namaz vakitlerini,
cumâ saatlerini gerektiği gibi değerlendirmez,
görevlerimizi yapmazsak bizden önceki
toplumların suçunu işlemiş oluruz. İbâdetleri
yapar görünür de istenildiği şekilde rûhen icrâ
etmeye uğraşmayıp gerçek anlamıyla kulluğumuzu
yerine getirmezsek, benzer cezaya uğrama endişe
içinde olmalıyız. İbâdete ayırdıkları zamanda bile
dünyayı, midelerini düşünüp dünyevîleşenlerin
durumu ve başlarına gelenler, sonraki nesillere
ibret, muttakîlere de öğüttür (2/Bakara, 66). Onlar,
ilâhî yasağa (cumartesi yasağına) uymadıkları
için bu cezaya çarptırıldılar; biz de ilâhî yasaklara
uymayınca, hele bunlara mâzeret uydurup kılıflar
uydurunca, benzer cezalara çarptırılmaktan
korkmalıyız.
Faizsiz bankacılık yaptıklarını iddia eden
kurumlar da bütün bankalar gibi, kredi kartı,
tüketici kredisi, konut kredisi, otomobil kredisi
vs veriyorlar. Şu farkla ki; faiz oranından
değil, fiyat oranından bahsediyorlar. Ödemeler
düzenli yapıldığında, diğer bankalar ile arada
fark bulunmuyor. Ancak geri ödemenizi
yapamadığınızda, diğer bankalardan farklı olarak;
kredinin türüne göre değişen kısa bir süre herhangi
bir faiz uygulamadan bekliyorlar. Belirlenen süre
aşıldığında yine vade farkı (cari gecikme faizi
oranı+temkin payı ile belirlenen) uygulanıyor.
Büyük miktarlardaki mevduatları yatıracağınızı
söylediğinde, faizsiz banka müdürleri ile kâr payı
pazarlığı yapıldığı biliniyor.
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
44
“Bir zaman Mûsâ kavmine, ‘Allah size bir inek
kesmenizi emrediyor’ demiş; onlar da ‘bizimle alay
mı ediyorsun?!’ demişlerdi. Mûsâ, ‘Câhillerden
olmaktan Allah’a sığınırım!’ dedi. ‘Bizim adımıza
rabbine dua et de onun nasıl olduğunu bize açıklasın’
dediler. Mûsâ dedi ki: ‘Allah şöyle buyuruyor: ‘O,
yaşlı da değil düve de değil; ikisinin arası bir inek
olacak.’ Haydi, size emredileni yapın.’ ‘Bizim için
rabbine dua et de renginin nasıl olacağını bize
açıklasın’ dediler. Mûsâ, ‘O buyuruyor ki: Rengi
parlak sarı, bakanların içini açan bir inek olacak’
dedi. Yine, ‘Bizim için rabbine dua et de onun nasıl
bir şey olduğunu bize iyice açıklasın; çünkü bu sığır
bize ayırt edilemez geldi; inşallah doğrusunu buluruz’
dediler. Mûsâ, ‘Rabbim şöyle buyuruyor, dedi: O,
henüz boyunduruk altına alınıp yer sürmemiş, ekin
sulamamış, serbest dolaşan ve alacası bulunmayan
bir inektir.’ ‘İşte şimdi doğrusunu anlattın’ dediler
ve ineği (bulup) kestiler, ama az daha (bunu)
yapmayacaklardı. Hani siz bir adam öldürmüştünüz
de bu hususta birbirinize düşmüştünüz. Hâlbuki Allah
sakladığınızı ortaya çıkaracaktı. Sonra ‘(kesilen
ineğin) bir parçasıyla ölüye vurun’ dedik. Böylece
Allah ölüleri diriltir ve belki düşünürsünüz diye size
âyetlerini gösterir.” (2/Bakara, 67-73)
Bugün “Müslümanım” diyenlerin de kendilerini
sorgulamak yerine; peygamberlerini, dinlerini,
hem de aşırı şekilde sorguladıklarına şâhit olmuyor
34 İNEK KESIMI KONUSUNDA, NEREDEYSE YAPMAYACAKLARI
ŞEKILDE PEYGAMBERLERINI AŞIRI SORGULAMAK
Ahmed Kalka n
45
muyuz? Peygamberimiz bugün yaşasaydı, “bunu
niye yapıyorsun, şunu niye böyle yaptın?” diye üst
üste soru sorarlar, cevapla da yetinmezler; “peki,
delilin ne?” diye sorguya çekerler, bunu da yeterli
görmeyip itirazlar ederlerdi.
“İsrailoğullarına sor; biz onlara nice açık
mucizeler verdik. Kendisine geldikten sonra kim
Allah’ın nimetini değiştirirse, (bilsin ki) şüphesiz
Allah, cezası pek çetin olandır.” (2/Bakara, 211)
Bugün buralarda İslâm nimetiyle demokrasiyi,
Allah’a teslimiyet yerine hevâî özgürlüğü, Allah’a
ibâdet yerine tâğuta itaati, hidâyetle dalâleti, cennetle
dünya zevklerini… değiştirmek. Fâtiha sûresinde de
nimet verilenlerin yoluna hidâyet istiyoruz. Yani
peygamberler, sıddıklar, şehidler, sâlih mü’minlerin
yoluna ilet, diyoruz. Onlar ne güzel arkadaştır, ne
güzel mü’minlerdir. “Kim Allah’a ve Peygambere
itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet
verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi
kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.”
(4/Nisâ, 69). Zâten en büyük nimet; dindir, hidâyettir,
Kur’an’dır, risâlettir, kullukta sadâkattir, O’nun
yolunda sâlih kullardan olup, fi sebîlillâh şehid olarak
ölebilmek, daha doğrusu ölümsüzleşebilmektir. Bu
nimetleri önemsemeyip bunlardan mahrum olmanın
ezikliğini duymadan sadece dünya nimetleri peşinde
koşanlar, sahip olduğu dünya nimetleri için de
ALLAH’IN NIMETINI DEĞIŞTIRMEK 35
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
46
şükretmeyip nankörlük yapanlar, kimin izinden
gidiyor? Fâtiha suresinde nimet istenirken, kimlerin
yolu takip edileceği belirtilip “gazap edilmişlerin
ve sapıtmışların yolu değil” derken, hıristiyan ve
Yahudilerin yolundan gitmeyeceğine dair günde 40
defa söz vermiş oluyordu namaz kılan bir mü’min.
“Hani, “Ey Mûsâ! Biz bir çeşit yemeğe asla
katlanamayız. O hâlde, bizim için Rabbine yalvar
da, o bize yerden biten sebze, kabak, sarımsak,
mercimek, soğan versin” demiştiniz. O da size, “İyi
olanı düşük olanla değiştirmek mi istiyorsunuz?
Öyle ise inin şehre! İstedikleriniz orada var” demişti.
Böylece zillet ve yoksulluk onları kapladı. Onlar,
Allah’ın gazabına uğradılar. Bunun sebebi, onların;
Allah’ın âyetlerini inkâr ediyor, peygamberleri de
haksız yere öldürüyor olmaları idi. Bütün bunların
sebebi ise, isyan etmek ve aşırı gitmekte oluşlarıydı.”
(2/Bakara, 61)
Bu isteğe karşı Cenâb-ı Hakk’ın sitem dolu
cevabı: “Öyle ise inin şehre! İstedikleriniz orada
var.” Ve günümüzde şehir hayatının, özellikle
büyük şehirlerdeki hayatın doğal olandan uzaklaşıp
genetiğiyle oynanmış, içine hormon ve birçok
kimyevî maddeler katılmış basit yiyecekleri tercih
eden toplumumuzu bu âyet ışığında okuyalım. Ayetin
sonunda belirtilen ceza da ibretliktir: “Böylece zillet
ve yoksulluk onları kapladı. Onlar, Allah’ın gazabına
36 İYI OLANI DÜŞÜK OLANLA, GÜZEL GIDALARI,
BASITLERIYLE DEĞIŞTIRMEK
Ahmed Kalka n
47
uğradılar.” (2/Bakara, 61; 3/Âl-i İmrân, 112). Kimler? Güzel
gıdaları, basitleriyle değiştirenler, İman, sâlih amel,
takvâ, ilim ve cihad gibi mânevî gıdaları istemeyip
yerine sadece dünyalık işler, diplomalar, zenginlik ve
lüks yaşayış isteyenler…
“İşte, verdikleri sözlerini bozmaları sebebiyledir
ki onları lânetledik, kalplerini de kaskatı kıldık.
Kelimeleri yerlerinden kaydırarak (tahrif edip)
değiştiriyorlar. Akıllarından çıkarmamaları istenen
şeylerden önemli bir kısmını da unuttular. (Ey
Muhammed!) İçlerinden pek azı hâriç, onların daima
bir hâinliğini görüyorsun. Yine de sen onları affet ve
aldırış etme. Çünkü Allah, iyilik yapanları sever.” (5/
Mâide, 13)
Bir konuda, özenin, ilginin kaybolmasından
dolayı unutmak kınanmaktadır. Bu husus, Kur’an’da
farklı şekillerde açıklanır. “Allah’ı unuttular, Allah
da onları unuttu.” (9/Tevbe, 67). Allah’ı unutmak,
Allah’ın emirlerine itaat hususundaki özenleri
kaybolduğundan O’na olan teslimiyeti ve itaati
unuttular. “Allah da onları unuttu” ifadesi, “Allah
onları kendi başlarına bıraktı” anlamındadır. Allah’ın
onları ve taleplerini dikkate almayacağı ve ebedî bir
şekilde azap içinde terk edeceğini îmâ etmektedir.
“Şu, Allah’ı unuttuklarından dolayı (Allah’ın da)
37 AKILLARINDAN ÇIKARMAMALARI ISTENILEN ŞEYIN
(AHKÂMIN, KITAB’IN) CIDDI BIR KISMINI DA (ÖNEM
VERMEDIKLERI IÇIN) UNUTMAK
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
48
onlara kendi nefislerini unutturduğu kimseler gibi
olmayın.” (59/Haşr, 19). Âyette geçen “kendi nefislerini
unutturduğu” ifadesi, “kendileri için dünyada bir
hayır ve sâlih amel yapmazlar, kendi hayırlarını,
kendilerine yararlı olmayı unuturlar” anlamındadır.
“Rabbinin âyetleri kendisine öğüt yollu hatırlatıldığı
halde ondan yüz çevirenden ve ellerinin önce
işleyip öne sürdüklerini unutandan daha zâlim
kim vardır?” (18/Kehf, 57). Bu unutkanlık, kâfirlerin
özelliklerindendir ve büyük sorumluluk gerektiren
çeşittendir. Bu tür unutkanlık gösterenlere karşı
kıyâmette şöyle denilecektir: “Onlara: ‘Bu gününüze
kavuşmayı unuttuğunuz gibi, bugün de Biz sizi
unuttuk (terk ettik, kendi halinize bıraktık). Oturup
karar kılacağınız yer ateştir ve sizin için yardımcılar
da yoktur’ denilecek.” (45/Câsiye, 34)
“Onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah’ın
ve (mü’min) insanların güvencesine sığınmadıkça
kendilerini zillet kaplamıştır. Onlar Allah’ın gazabına
uğradılar ve yoksulluk onları kapladı. Bunun
sebebi onların; Allah’ın âyetlerini inkâr ediyor ve
peygamberleri haksız yere öldürüyor olmaları idi.
Bütün bunların sebebi ise, isyan etmekte ve (Allah’ın
koyduğu) sınırları çiğnemekte oluşları idi.” (3/Âl-i
İmran, 112)
Allah’a ve O’nun âyetlerine iman ettikten sonra
inkâr edip kâfir olanların, sonra küfürde daha ileri
38 ALLAH’IN ÂYETLERINI INKÂR ETMEK
Ahmed Kalka n
49
gidenlerin tevbeleri, asla kabul edilmez (3/Âl-i İmrân, 89-
90). İslâm’dan başka bir din arayan kimseden (böyle
bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, âhirette ziyan
edenlerden olacaktır. İmandan sonra küfrü tercih
edenlere Allah’ın hidâyet nasip etmeyeceği vurgulanır.
Bunların cezası olarak, Allah’ın, meleklerin ve bütün
insanlığın lâneti onların üzerinedir. Onların azapları
hafifletilmez; âhirette yüzlerine de bakılmaz (3/
Âl-i İmrân, 85-91). Yahûdiler, mü’minleri imanlarından
vazgeçirip küfre döndürmek isterler (2/Bakara, 109).
O yüzden onlara uymak, mürtedliğe/kâfirliğe
kapı açar (3/Âl-i İmrân, 100, 149). Onlar, eğer güçleri
yeterse, mü’minleri dinlerinden döndürünceye
kadar onlara karşı savaşırlar (2/Bakara, 217). Allah’ın
âyetlerinin tümünü inkâr edilmesiyle, bir kısmının
inkâr edilmesi arasında pek fark yoktur. Allah’ın
âyetlerinin bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr
etmenin cezası çok ağırdır: “… Yoksa siz Kitab’ın bir
kısmına iman edip bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?
Sizden böyle davrananların cezâsı, ancak, dünya
hayatında rezillik/rüsvaylıktır. Kıyâmet gününde ise,
en şiddetli azâaba itilmektir. Allah, sizin yapmakta
olduklarınızdan asla gâfil değildir.” (2/Bakara, 85)
“Yahudiler, ‘Allah’ın eli bağlıdır’ dediler.
Söylediklerinden ötürü kendi elleri bağlansın ve
lânete uğrasınlar! Hayır, O’nun iki eli de açıktır,
dilediği gibi verir. Andolsun, sana Rabbinden
indirilen (Kur’an) onlardan birçoğunun azgınlık ve
ALLAH’I CIMRILIKLE ITHAM ETMEK 39
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
50
küfrünü artıracaktır. Biz onların arasına kıyamete
kadar düşmanlık ve kin saldık. Her ne zaman savaş
için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür.
Onlar yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışırlar.
Allah, bozguncuları sevmez.” (5/Maide, 64)
Günümüzde bu durumun benzerleri değişik
şekillerde görülüyor. Biraz fakirlikle imtihan
ediliyorsa “Allah bizi unuttu” diyor. “Allah bolca
verse, sanki hazinesi mi tükenir?” şeklinde
düşünüyor. Kendisinin görevi olan rızık için
çalışmayı ve diğer yapması gerekenleri terk ediyor
ve Allah’ı hizmetçi yerine koyarak “Allah şunu
versin, bunu nasip etsin” diyor ve yerine gelmediyse
Allah’a (hâşâ) sitem ediyor. Bir zamanların meşhur
şarkılarından biri idi: “Ah demeden, vah demeden;
Versin Tanrı istemeden.” Ah, vah bile demeyecek,
dua etme zahmetine bile girmeyecek, ama Allah bu
kuluna hep verecek, verecek…
“Yahudiler, ‘Allah’ın eli bağlıdır’ dediler.
Söylediklerin-den ötürü kendi elleri bağlansın ve
lânete uğrasınlar! Hayır, O’nun iki eli de açıktır,
dilediği gibi verir…” (5/Mâide, 64)
Burada -Yahudilerden bir örnek verilerekkullanılan
sert ifadenin, Allah hakkında saygısızca
sözler söyleyen herkesi kapsayan genel bir uyarı
olduğu dikkatten kaçırılmamalıdır. Nitekim insanın
40 CIMRILIK YAPMAK
Ahmed Kalka n
51
darlık ve sıkıntıya düştüğü zamanlarda Cenâb-ı
Allah’ı kendisine karşı yükümlülükleri olan bir varlık
olarak düşünmesi, Kur’an’ın başka âyetlerinde soyut
bir anlatım üslûbu içinde eleştirilmiş ve kendi konumu
üzerinde daha dikkatli düşünmeye davet edilmiştir.
İnsan, kendi cimriliğini, Allah’a yüklemeye kalkıyor;
O’nun âlemlerin rabbi olduğunu, bütün yaratıklarına
rızık verdiğini, yarattığı varlıkların ihtiyacı ne ise o
ihtiyaçları onlara verdiğini görmezden geliyor.
“(Bir de) yahudiler ve hıristiyanlar, ‘Biz Allah’ın
oğulları ve sevgili kullarıyız’ dediler. De ki: ‘Öyleyse
(Allah) size neden günahlarınız sebebiyle azap
ediyor? Hayır, siz de O’nun yarattıklarından bir
beşersiniz.’ (Allah) dilediğini bağışlar, dilediğine
azap eder. Göklerin, yerin ve bunların arasında
bulunanların da hükümranlığı Allah’ındır. Dönüş de
ancak O’nadır.” (5/Maide, 18)
Kendilerini en iyi Müslüman ve Allah yanında
ayrıcalıklı özellikleri olan üstün toplum görme
anlayışı maalesef bu toplumda da var. “En iyi
Müslümanlık bizde”, “İslâm dünyasını biz Türkler
yönettik, Halifelik hakkı da bizimdir. Zaten insan
nerede düştüyse oradan kalkar.” demektedir bu
ülkenin insanları. O yüzden atalar diniyle bağlantısı
olsun veya olmasın; Osmanlı hayranıdır toplum.
Onlarla övünür, onların faziletlerini kendi kavminin,
hatta kendisinin fazileti olarak görür. Allah’ın bu
topluma ayrıcalıklı davranacağını düşünenler de
KENDILERININ ALLAH’IN OĞULLARI VE 41
SEVGILI KULLARI OLDUKLARINI SÖYLEMEK
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
52
vardır. Meselâ Allah’ın bu topluma ebedî cehennem
cezası vermeyeceğine kesin inancı vardır halkın;
“yanar çıkarız” der en günahkâr, en isyankâr kişi
bile.
“İşte, verdikleri sözlerini bozmaları sebebiyledir
ki onları lânetledik, kalplerini de kaskatı kıldık.
Kelimeleri yerlerinden kaydırarak (tahrif edip)
değiştiriyorlar. Akıllarından çıkarmamaları istenen
şeylerden önemli bir kısmını da unuttular. (Ey
Muhammed!) İçlerinden pek azı hariç, onların daima
bir hainliğini görüyorsun. Yine de sen onları affet ve
aldırış etme. Çünkü Allah, iyilik yapanları sever.” (5/
Mâide, 13)
Allah’ın üzerimize yüklediği güzel emânetlere
ihânet, Allah’ın verdiği bedenimize, aklımıza,
ruhumuza, gönlümüze ihânet, eşimize ve
evlatlarımıza ihânet, Allah’ın Kitabına ve Rasulün
sünnetine ihânet, bize emanet edilen dâvâmıza
ihânet…
Devlet halkın malını, halk da devletin (aslında tüm
halkın) parasını çalmaya çalışıyor. Tabii, bu konuda
devleti yönetenlerin uzmanlığı ve yaptıklarını
yasallaştırarak yaptığı için çaldığı minarelerin kılıfını
hazırlaması çok daha ileri safhalarda hırsızlığı ortaya
koyuyor. Bazı hırsızlıkların kanun kılıfı içinde
yapılması onun hırsızlık olduğunu engeller mi? Haksız
vergiler, enflasyon denilen devletin elinin halkın
42 HÂIN OLMAK
Ahmed Kalka n
53
cebinden devamlı para çalması birer hırsızlık değil
midir? Nasılsa elektriğini, devlete borcunu, haksız
da olsa vergisini zamanında yatıramayan, para bulup
zamanında denkleştiremeyen vatandaşa gecikme
cezâsı adına yüksek meblağda fâiz ve para cezâsı
verilerek soygunun başka bir çeşidi sergilenmiyor
mu? Kredi kartları ve borçlarının nasıl bir soygun
olduğunu piyasada kullanımda olan sayıları 61,5
milyona ulaşan kredi kartı kullananların iyi bildiğini
zannediyorum. Kapitalizmin, holdinglerin, hiper
ve süper marketlerin, reklâmların, modanın... âdî
hırsızlıktan farkı, çaktırmadan ve kandırarak,
insanları değişik şekilde uyutup uyuşturarak soyması
değil midir? Kapitalist düzen hırsız düzenidir,
soygun ve sömürü düzenidir. Sahtekârlıkların da bin
bir çeşidi sergilenebiliyor, bu yollardan biri ya da
birkaçıyla, ama mutlaka tüm insanlar soyuluyor.
Sovyetler Birliği zamanında ve Rusya’nın süper
güç maskesi taktığı dönemlerde bir Amerikalı
ile Rus’un halkın ekonomik durumuyla ilgili bir
konuşması fıkra cinsinden aktarılır: Rus Amerikalı
muhâtabına sorar: “Amerikan vatandaşları ortalama
kaç dolarla geçinir?” Amerikalı “1200 dolarla” diye
cevap verir. “Peki, bu parayı nasıl kazanır?” diye
soran Rus’a Amerikalının verdiği cevap “Biz özgür
bir ülkede yaşıyoruz. Kimse onun nasıl kazandığına
karışmaz” olur. Soru sırası kendine gelen Amerikalı
Rus’a aynı soruyu sorar: “Rus vatandaşları ortalama
kaç dolarla geçinir?” Rus cevap verir: “220 dolarla.”
Amerikalı hayret içinde tekrar sorar: “Bu parayla
bir insan nasıl geçinir?” Rus’un verdiği cevap: “Biz
de özgür bir ülkeyiz. Kimse onun nasıl geçindiğine
karışmaz” olur. Rus’un verdiği cevap, Türk
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
54
yöneticilerinin de dilleriyle değilse, halleriyle verdiği
cevaptır.
“Yahudiler, ‘Allah’ın eli bağlıdır/sıkıdır’ dediler.
Kendi elleri bağlandı ve söylediklerinden dolayı
lânetlendiler. Bilâkis Allah’ın elleri açıktır, dilediği
gibi verir. Andolsun ki sana Rabbinden indirilen,
onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü arttırır.
Aralarına kıyâmete kadar sürecek düşmanlık ve kin
soktuk. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa
(fitneyi uyandırmışlarsa) Allah onu söndürmüştür.
Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar. Allah ise
bozguncuları sevmez.” (5/Mâide, 64)
Kavgayı seven bir toplumuz. Diktatörlüğü
arayan çok insanımız da vardır; yöneticilerin demir
yumruk sahibi olmasını isteyen. “Asacaksın bunları”
diyenlerimiz giderek çoğalıyor. “Ne duruyoruz,
Musul, Kerkük bizim aslında, girelim Irak’a, savaşsa
savaş, alalım Musul’u, Kerkük’ü” diyenlerimiz
azınlıkta değildir. Emperyalistler, büyük silâh
tüccarları körükler bu tür düşünceleri. Aslında
savaşanlar değil, savaştıranlar kazanır hep. Niçin
savaşacaktır, insan; bunu da bilmez veya Kur’an’ın
tasvip ettiği değildir amacı. Vatan, millet, sakarya
denilen hamâsî, heyecana dayanan devletin ve ırkın
yücelmesi içindir savaş çığlıkları…
PKK ile en az yirmi yıldır savaşılıyor. Netice
43 SIK SIK SAVAŞ ATEŞINI KÖRÜKLEMEK VE
YERYÜZÜNDE FESÂDA/BOZGUNCULUĞA KOŞMAK
Ahmed Kalka n
55
mi, onlardan ve askerlerden on binlerce ölü. Başka
bir netice? Paraların silah tüccarlarına akması,
ekonominin zayıf düşmesi. Bazen Türk askerinin
Suriye ve Irak topraklarının içinde de savaşa katıldığı
olur. Tabii, bütün bu savaşların hiçbiri “fî sebîlillâh”
değildir. Bu kavramı herhangi bir askere sor, yüzüne
aval aval bakar.
“Allah’ın âyetleri hakkında, kendilerine gelmiş
bir delilleri olmaksızın tartışanlar var ya, onların
kalplerinde ancak bir büyüklük taslama vardır.
Onlar, tasladıkları büyüklüğe asla ulaşmazlar. Sen
Allah’a sığın. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla
görendir.” (40/Mü’min, 56)
Mü’minler, Allah’ın âyetlerine iman edip
teslimiyet gösterdikleri ve o âyetleri doğru şekilde
öğrenip hayatlarında tatbik etmeye çalıştıkları gibi,
mü’min olduğunu iddia eden kâfirler de âyetler
hakkında münâkaşa ve mücadele etmeyi tercih
eder. Âyetleri selîm olmayan akıllarına vururlar,
kendi kafalarına göre itiraz etmeye çalışırlar. Onlar
için Allah ve O’nun kitabı ölçü değildir. Kendi
hevâları, arzu ve beğenileri ölçüdür. Özellikle
elektronik medyada, daha çok da facebook gibi
halka açık yerlerde âyetler hakkında, âyetlerin
gündeme getirdiği hükümler hususunda yakışıksız
ve seviyesiz tartışmalar yapıldığına şahit olmaktayız.
Âyetlere karşı biz “duyduk ve uyduk” demek, itiraz
ALLAH’IN ÂYETLERI HAKKINDA MÜCADELE 44
ETMEK
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
56
etmeksizin kabul edip gereğini yapmaya çalışmak
zorundayız.
“Onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar,
Allah’ın ve (mü’min) insanların güvencesine
sığınmadıkça kendilerini zillet kaplamıştır. Onlar
Allah’ın gazabına uğradılar ve yoksulluk onları
kapladı. Bunun sebebi onların; Allah’ın âyetlerini
inkâr ediyor ve peygamberleri haksız yere öldürüyor
olmaları idi. Bütün bunların sebebi ise, isyan etmekte
ve (Allah’ın koyduğu) sınırları çiğnemekte oluşları
idi.” (3/Âl-i İmrân, 112)
İnsanımıza abdesti bozan şeyler kadar olsun
imanı bozan şeyler anlatılamadığı, anlatılmasına
izin verilmediğinden, tam tersine, her çeşit günah
ve isyan için, “bunlar imanı bozmaz, bunlar
olmadan da müslümanlık olur” diyerek insanları
her çeşit isyana rağmen Allah’ın affına güvendirerek
kandıran kimselerin aldattığı insanımızın mü’mine
benzeyen ne kadar vasfı kaldı değerlendirilmez.
Âlemlerin rabbi olan Allah evrende mutlak tasarruf
sahibidir. Yaratıklar arasında yalnızca insan teşrii
alanda bu rabliğe karşı çıkabilir. Yeryüzündeki
tasarrufunu Allah’ın hükmüne göre değil; kendi
iradesi doğrultusunda yapmaya kalkışabilir. Bu
zâlim insan, yeryüzündeki hayatı, istediği biçimde
yönlendirmeye kalkar. Bunun için Allah’ın
kurallarına rağmen kendinden kurallar koyar.
45 İSYANKÂRLIK VE AŞIRI GITMEK
Ahmed Kalka n
57
Böylece insan, kendi arzularını ilahlaştırmış olur.
Arzularının doğrultusunda yeryüzüne şekil vermeğe
kalkınca da yeryüzünde rableşmiş olur. Bunun
sonucunda, böylesi insanlara isteyerek itaat edenler
de, Allah’ı değil; bu insanları rab kabul etmiş olurlar.
Günümüzde, insanların, vicdanlarında inanıp
kabul ettikleri ilâhla, yaşantılarında, hükümlerine
teslim oldukları ilâh aynı değildir. Teorik olarak
inandıklarını ifade ettikleri Allah’ın ilâhlığını
ve rabliğini, vicdanlarına hapseden günümüz
insanlarının pek çoğu, pratik hayatlarında Allah’tan
başka rablerin emirlerine ve hükümlerine teslim
olmaktadırlar. İnsanların pek çoğunun mâruz kaldığı
en büyük tehlike; Allah’ı günlük yaşantılarında rab
kabul edemeyişleridir. Onlar, bir yandan mü’min ve
müslüman olduklarını söylerlerken, diğer yandan
da Allah’ın emir ve yasaklarını bir tarafa atarak
çeşitli varlıkların ve rehber edindikleri önderlerinin
emirlerine tam bir teslimiyetle itaat etmektedirler.
Günümüzde şirkin her çeşidinin yaygın olduğunu
görüyoruz. Müslüman mahallede pazarlanan bin bir
çeşit şirk içinde, çok yaygın olmasından ötürü, belki
en önemli örneklerinden biri itaat ve isyan konusuyla
ilgili şirktir.
“Allah’ın âyetleri hakkında, kendilerine gelmiş
bir delilleri olmaksızın tartışanlar var ya, onların
kalplerinde ancak bir büyüklük taslama vardır.
KIBIRLI OLMAK 46
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
58
Onlar, tasladıkları büyüklüğe asla ulaşmazlar. Sen
Allah’a sığın. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla
görendir.” (40/Mü’min, 56)
Bazı insanlar ellerindeki güçlerle, dünyalıklarla
veya saltanatla (devlet gücüyle) kendilerini üstün
görürler. Allah karşısında kul olduklarını unuturlar
da kendilerini Allah’tan müstağni sayarlar (O’na
ihtiyaç duymazlar). Bunların bir kısmı, Âhirete
inansa bile, yine kendilerinin kurtulacağını
düşünürler. Çünkü onlar, ellerinde her çeşit güç
ve imkân var zannederler. Bir kısmı da Âhireti
inkâr ederler. Hayatın yalnızca bu dünya yaşantısı
olduğunu kabul ederler. Sahip oldukları mal, çocuklar
ve iktidarla üstünlük taslarlar. Bu dünyalık ve güçle
insanlara hükmetmeye, onları kullanmaya, onları
köleleştirmeye çalışırlar. İsteklerine kavuşmak için
zorbalığa ve zulme başvururlar. Böylece haddi aşarak
bağy (azgınlık) ederler. Arzularını gerçekleştirmek
yolunda hiç bir yasak ve günah tanımazlar. İşlerine
ve hayatlarına kendi ‘hevâ’larına göre yön vererek
ilâhlığa soyunurlar. İnsanları yönlendirmek ve
kullanmak isteyerek Rabliğe yeltenirler.
Böyle kimselere Allah’ın âyetleri hatırlatıldığı
zaman ‘bunlar da neymiş’ der, alay eder ve
aldırmazlar. Peygamberleri ve onların yolunu
izleyenleri dinlemezler. Allah’ın huzurunda secde
yapmayı kibirlerine yediremezler, ibâdet onların
nefislerine çok ağır gelir. Allah’ın hükümleri ve
ilkeleri karşısında çok inatçıdırlar. Onlar aslında hem
Ahmed Kalka n
59
hasta ruhlu insanlardır, hem de zayıf karakterlidirler.
Ancak zayıflıklarını haksız yere kibirlenerek
kapatmaya çalışırlar.
“Onlar, yalanı çok dinleyen, haramı çok
yiyenlerdir. Eğer sana gelirlerse, ister aralarında
hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Onlardan yüz
çevirecek olursan, sana asla hiçbir zarar veremezler.
Eğer hükmedecek olursan, aralarında adaletle
hükmet. Çünkü Allah, âdil davrananları sever.” (5/
Mâide, 42)
Helâl-haram ayrımı yapmadan nasıl gelirse gelsin,
para kazanmayı birinci amaç kabul eden insanlar
gittikçe çoğaldı. Devamlı ürettikleri teknolojik
araçlarla ve değişik câzip mallarla özendirilen,
tüketim toplumu haline getirilen vatandaş, helal
yoldan ihtiyaç diye kabul ettirilen şeyleri almaya
gücü yetmeyince, hiç de zorlanmadan haram yollara
müracaat edebiliyor. Sağlam bir iman ve hesap şuuru
olmadan kişinin günümüzde devletin yönlendirdiği
ve piyasanın sunduğu cazip haramlardan kaçınması
mümkün değildir ve insanımız da kaçınmak için
gayret de sarfediyor değil. Mü’minler, helâl yoldan
kazanırlar, helâl yerlere harcarlar, helâl yiyecekleri
yerler, helâl içecekleri içerler, helâl davranışlarda
bulunurlar, helâl eğlencelerle yetinirler; kısaca helâl
anlayışı üzerine hayatlarını sürdürürler. Helâlden
ayrılmayarak Allah’ın rızâsını isterler.
YALANA KULAK VERIP HARAM MAL YEMEK 47
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
60
“Ey iman edenler! Hahamlardan ve rahiplerden
birçoğu, insanların mallarını haksız yollarla
yiyorlar ve Allah’ın yolundan alıkoyuyorlar. Altın ve
gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda
harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele.” (9/
Tevbe, 34)
Bâtıl yollarla, yani hak etmedikleri yollarla
başkalarının mallarını yemek, Yahudilik özelliğidir.
Günümüzde bu tür kul hakkını gasb etmenin çok
çeşitlerinin yaygın olarak icra edildiğini görüyoruz.
Rüşvet, dolandırıcılık, kumar, yalan ve hile ile
haksız kazanç elde etmek çokça görülüp duyulan
hususlardan. Haksız yere vergi vermemek ayrı bir
şeydir; devlet malını gasbetmek, elektrik sayacında
hile yapmak gibi sahtekârlıklar ayrı bir şeydir.
Batılı ve (ne kadar yerli olduğu tartışılabilecek)
Türk filmlerinde biraz sosyalizm, biraz halk
tipi eşkıyâlık propagandası kokan, kahramanın
zenginden çalıp fakirlere dağıtması rolünü İslâm
onaylamaz. Yani, hırsızın malını çalmak da
hırsızlıktır. Hırsızdan hırsızlık yapana had uygulanıp
uygulanmaması İslâm mezhepleri ve müctehidler
arasında ihtilâflıdır. Ama kesinlikle ta’zîr de olsa
bu tür hırsızlık yapana cezâ verilir. Hırsızlık
suçsa, kötüyse hırsızın malını çalmak da aynı suçu
işlemektir, aynı kötülüğü yapmaktır. Bu ilk hırsızın
BÂTIL YOLLARLA INSANLARIN MALLARINI
YEMEK 48
Ahmed Kalka n
61
şahıs, kurum, devlet, müslüman veya kâfir olması,
hükmü değiştirmez.
Hırsızlığın en büyüklerinden biri, umûma,
halka ait malları çalmaktır. Bu, bazen devlet
malı zannedilerek yapılır. Devlet, aslında soyut
bir kavramdır, varlığı kâğıt üzerindedir. Devlet
malı, aslında halkın malıdır. Yöneticiler âdil bir
müslüman ve yönetim İslâmî ise, Allah’ın hükmüne
göre adâletli bir şekilde halkın malını halkın en
önemli ihtiyaçlarından başlayarak halka harcar.
Bu vasıflardan birine sahip değilse halka zulüm ve
halkın malına ihânet sözkonusu olur. Bazıları şöyle
der: “Herkes çalıyor. Biz de aslında devletteki kendi
hakkımızı almış oluyoruz!” Farkında olmasalar da,
bu tavır, tüm halkı soymak, meşhur deyimle tüyü
bitmemiş yetimin hakkına el uzatmaktır. Bir kişinin
malını çalan kimse, onunla helâllaşma imkânına
sahiptir. Mümkün ki, o kimse onu affeder. Ama
umuma/kamuya ait mallar bütün müslümanların,
bütün halkın mülküdür. Allah’tan korkmayanların
yaptığı, onlara gerekçe olacak bir neden değildir.
“Bir kavimde gulûl (denen devlet malından hırsızlık)
zuhûr ederse Allah o kavmin kalplerine korku atar.
Bir kavim içinde zinâ yayılırsa orada ölümler artar.
Bir kavim, ölçü ve tartılarda (hile yaparak) miktarı
azaltırsa Allah ondan rızkı keser. Bir kavmin
(mahkemelerinde) haksız yere hükümler verilirse o
kavimde mutlaka kan dökme yaygınlaşır. Bir kavim
ahdinden dönüp gadre yer verirse Allah onlara
mutlaka düşmanlarını musallat eder.”
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
62
Bazı insanlar, müslüman olmadıklarından
dolayı kâfirlerin mallarının ve İslâmî bir devlet
olmadığı, tâğûtî bir düzen olduğu için devlet malının
çalınmasının câiz olduğunu ileri sürerler. Devletin
olduğu varsayımıyla elektrik, su, belediye otobüsü
vb. kullanımlarda sahtekârlık ya da hile ile de olsa bu
tür hırsızlıkta sakınca olmadığını iddiâ ederler. Bu
anlayış ve tavır, doğru da değildir, İslâmî de. Savaşla
normal hali, ganimetle hırsızlığı karıştırmaktır.
İslâm’ı da, sosyal yapıyı da bilmemektir. Dâvâya da
büyük zarar sözkonusudur. Toplum ve yöneticiler
açısından; “güvenilmez, hırsız, halkın malına zarar
veren bir kimsenin dini ve dâvâsı da hak olamaz”
denilir. Bu birkaç kişinin müslüman vasfından
dolayı, tüm müslümanlar bu anlayışta ve bu tavırda
kabul edilir. Tebliğ ve dâvetin önü kesilmiş olur.
Peygamberimiz’in Mekke’de kâfirlerin mallarına
karşı tavrı nasıl olmuştu? Müşriklerin onca zulüm
ve baskılarına, müslümanların mal ve canlarına
saldırılarına rağmen, hicret esnâsında Rasûlullah
müşriklerin kıymetli para ve mallarından oluşan
emânetlerini sahiplerine iâde etmek için yeğeni
Ali’yi sûikast yapılacak yatağına yatırma riskini
tercih etmişti. Mallarının gasbedilmesi câiz
olan kâfirler ve devletler, müslümanlarla fiilen
savaş halinde olanlardır. Mevcut şartları savaş
olarak değerlendirmek İslâm hukukuna da, genel
değerlendirmeye de uygun değildir. Yoksa, savaş
dışında kâfirlerin kendileri, şirketleri, kurumları,
malları ganimet kapsamına girmez. Filistin gibi
işgal güçlerine karşı fiilî savaş durumunu yaşayan
insanlar için elbette cihad hükümleri, ganimet
durumu sözkonusudur.
Ahmed Kalka n
63
Bazı fıkıh kitaplarında “dâru’l-harb” teriminin
kullanılması ve buna ait özel fıkhın oluşturulması;
müslümanlara, savaşın dışındayken, düşmanın
malına, servetine el koyma veya onları yok etme
yahut da kişisel hürriyetlerine ilişme gibi hiçbir
şekilde bir bahâne vermemektedir. Bazı câhillerin
zannettiğinin aksine, bir yer dâru’l-harp olsa, orada
barış içinde yaşayış sürdürülürken, kâfirlerin mal ve
canlarına dokunulamaz; savaş şartlarındaki hususlar
geçerli olmaz. Bütün bu sebeplerden dolayıdır ki, bu
terimin kullanılması, yani ülkelerin ve insanların
çeşitli kategorilere ayrılması, ortadaki gerçeklerden
hiçbir şey değiştirmiyor, değiştirmez. Kur’an’ın
emir ve yasakları her coğrafyada uygulanmaya
çalışılır. Helâllar ve haramlar coğrafyaya, dâru’lharb
anlayışına göre değişmez. Ülke ister Dâru’l
İslâm kabul edilsin, ister Dâru’l Harb olarak
değerlendirilsin; ancak savaş şartlarında savaş
hukuku geçerli olur. Unutmayalım ki, dâru’l-harb ve
dâru’l-İslâm kavramları Kur’ânî kavramlar olmayıp,
tarihî şartlardan dolayı müctehidlerin tasnifinden
ibârettir ve bu konudaki fıkhî hükümler, o günkü
dünya açısından doğru olsa bile, bugün için aynen
uygulanmasında büyük sakıncalar olan ictihâdî, o
zamanlara âit, beşerî yorumlardan ibârettir.
Müstahkem şehirlerde veya siperler arkasında
bulunmaksızın Müslümanlarla toplu halde
savaşamazlar: “Onların kalplerinde sizin korkunuz,
İNSANLARA KARŞI KORKAK VE ZAYIF OLMAK 49
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
64
Allah’ın korkusundan fazladır. Böyledir, çünkü onlar
anlamayan bir topluluktur. Onlar müstahkem kaleler
içinde veya duvarlar arkasında olmadan sizinle toplu
hâlde savaşmazlar. Kendi aralarındaki çekişmeleri
şiddetlidir. Sen onları toplu sanırsın. Hâlbuki kalpleri
darmadağınıktır. Bu, onların akıllarını faydalı
şekilde kullanamayan bir topluluk olmalarındandır.”
(59/Haşr, 14)
Güçlülerden ve özellikle devlet denilen kurumdan
korkmak, polisten korkmak, hapisten korkmak
insanımızın kanına işlemiş. Kadın kocasından
korkar, talebe hocasından. Köylü ağadan korkar,
asker subaydan. İşçi patronundan korkar, gariban
zâlimlerden. Kısacası, herkes herkesten korkar; ama
Allah’tan, O’nun azâbından gereği gibi korkan çok
azdır.
“Şüphesiz Tevrat’ı biz indirdik. İçinde bir hidayet,
bir nur vardır. (Allah’a) teslim olmuş nebiler, onunla
yahudilere hüküm verirlerdi. Kendilerini Rabb’e
adamış kimseler ile âlimler de öylece hükmederlerdi.
Çünkü bunlar Allah’ın kitabını korumakla
görevlendirilmişlerdi. Onlar Tevrat’ın hak olduğuna
da şahit idiler. Şu hâlde, siz de insanlardan korkmayın,
benden korkun ve âyetlerimi az bir karşılığa
değişmeyin. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler
kâfirlerin ta kendileridir.” (5/Mâide, 44)
SADECE ALLAH’TAN KORKMAK GEREKTIĞI
HALDE, 50 INSANLARDAN KORKMAK
Ahmed Kalka n
65
“Onlar size eziyetten başka bir zarar veremezler.
Eğer sizinle savaşmaya kalkışsalar, size arkalarını
dönüp kaçarlar. Sonra onlara yardım da edilmez.”
(3/Âl-i İmrân,111). Konuyla ilgili yine bakın: 5/Mâide, 45; 5/Mâide, 47.
Korkmayan insan yoktur. Ama korkuya iman yön
verirse, kişi esas korkulacak yeri bilir ve tedbirlerini
ona göre alır. Korku bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacını
Allah korkusu da denilen takvâ ile gideremeyen
insan, kendine zarar verecek korkulara esir olur. Bu
topraklarda da, depremden korkulur, aç kalmaktan
korkulur, hırsızdan korkulur, arsızdan korkulur. Yani,
insanlardan çokça korkulur. İnsanlar insanlardan
korktuğu için cihad ruhu yok sayılır. Eh, az bir insan,
az bir şekilde Allah’tan da korkar.
“Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel
etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan
eşeğin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini inkâr
eden topluluğun hâli ne kötüdür! Allah, zalimler
topluluğunu hidayete erdirmez.” (62/Cum’a, 5)
İlim, amel işlemek için öğrenilir. Bildiğimiz
bilgilerin ne kadarı faydalı ilimdir? Faydalı ilimden
ne kadarını sâlih amel olarak hayatımıza geçiriyoruz?
Senelerimiz okullarda geçti, bir şeyler öğrendik.
Ama öğrendiklerimizin ne kadarından dünyada
yararlanabiliyoruz? Hele, âhirette faydalı olacak ne
bilgiler edindik? Peki, Kur’an ve ona dayalı ilimlerle
KITAPLA AMEL ETMEYIP KITAP YÜKLÜ
EŞEKLERE BENZEMEK 51
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
66
aramız nasıl? Bildiğimiz âyetlerin anlamlarını
ne kadar hayatımıza geçiriyoruz? Zihnimizde
taşıdığımız kitaplardan yararlanmıyorsak, bizim
durumumuz neye benziyor?
İmam Gazali; Bildiği ile amel etmeyenler,
sayfaları ilimle dolu defter veya kitap gibidir;
başkasına kârı olsa da kendisi ondan yararlanamaz.
Bileği taşı gibidir; bıçağı biler, fakat kendisi kesmez.
İğne gibidir; başkasını giydirir, fakat kendisi daima
çıplak durur. Lâmba fitili gibidir; başkasına ışık
verir, fakat kendisi yanmaktan kurtulamaz (Gazali,
İhya, c. 1, s. 82).
Bir şeyin ilmini yapmak, ondan istifade etmek
içindir. Allah bu dini, insanlar “ona göre yaşasınlar”
diye gönderdi; sözünü ve lafını etsinler diye değil.
Şimdi laf çok, kitap çok, konferans, seminer ve
benzeri etkinlikler çok. Fakat bu işler insanların
davranışlarında bir değişiklik yapmıyor. İlim
adamları(!) ve bazı din adamları(!) sadece meslekî
görevlerini yapıyorlar o kadar bilginin hammalıdır.
Yolcuyu g. Müslümanlık, yalnız bilgi işi değil, iman
ve sâlih amel işidir. İlim de, imana ve sâlih amele
götürdüğü nisbette faydalı ve faziletli. Bilgisi,
kendisini hakikate ulaştırmayan kimse, mutlak
surette itmesi gereken yere (gerçek kurtuluş
limanına) götürmeyen gemi, çok güzel de olsa basit
bir süsten başka bir işe yaramaz, buna gemi de
denmez. İnsan için marifet ve hüner, yön belirleyen
pusulayı cepte taşımak değil; şu çalkantılı dünya
Ahmed Kalka n
67
gemisinde asıl hedefe gidecek yönü belirlemek ve o
yola koyulmaktır. O yüzden, ilim; satırlardaki değil,
sadırlardaki (göğüslerdeki)dir denilir. Senin hayatını
düzenlemeyen, seni Hakk’a iletmeyen, üzerinde
eseri görülmeyen ve İslâm için olmayan ilimde hayır
yoktur. Bilginin papağan gibi hâfızı ve hammalı
olmak boşuna yorulmaktır. Ortalıkta bu kadar kitap
ve araştırmacı yokken, ortada hakiki ilmin özü ve
şimdikinden daha güzel, daha müslümanca bir
hayat vardı. Sahabe-i Kiram, Kutlu Elçi’den aldığı
ilim ve özellikle halleri ile, somut ve gözle görülür
bir müslümanlığı yaşıyor ve temsil ediyorlardı.
Peygamber, canlı bir Kur’an; O’nun ashabı da Küçük
Muhammed’lerdi. Bir rivâyetleri varsa, bin halleri ve
o kadar da amelleri vardı. Sözleri az, fakat amelleri
çoktu.
“Andolsun ki Mûsâ, size açık delillerle geldi
de ondan sonra tuttunuz, buzağıya taptınız, siz o
zâlimlersiniz işte.” (2/Bakara, 92)
“Onlar (verdiğimiz nimetlere nankörlük
etmekle) bize zulmetmediler, fakat kendilerine
zulmediyorlardı.” (2/Bakara, 57)
Yeryüzündeki her çeşit zulme ve her tipteki
zâlimlere karşı çıkmak, İslam Dini’nin en önemli
emirlerinden biridir. İslam’ın hâkim olması için de
tüm zâlimlere isyan edilmesi şarttır. Zulüm denilince
ZÂLIM OLMAK 52
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
68
çoğumuzun aklına sadece haksızlık, eziyet, işkence
ve benzeri fizikî yaptırımlar gelir. Dinimizde ve
dilimizde bu kelimenin esas anlamı: “Bir şeyi (veya
bir hakkı) kendi yerinden başka bir yere koymaktır.”
Yani, hak edenin hakkını vermemek, haksıza hak
etmediği bir şeyi vermektir. Allah’ın koyduğu
sınırı, haddi tecavüz etmek, tayin ettiği sınırın
dışına taşmak zulümdür. Zulüm, hakkı terk etmek
demektir. Bir şeyi, meşrû olan yerinden başka bir
yere koymaktır. Zulüm, haktan sapma ve haddi aşma
esasına dayanır. Yolun üzerinde dosdoğru gitmemek
de zulümdür. İslamî ıstılahta; bir eşyayı veya olayı,
şer’î hükmünden başka bir şekilde değerlendirmeye
zulüm denir. Zulüm, başkasının mülkünde, onun izni
olmaksızın tasarruf etmektir. Zulüm, yerli yerine
koymamak, sapkınlıkta bulunmak, akıntısındaki
hakkı saptırmak anlamlarına da gelir. Zulmün
dayandığı temel, “nur”dan yoksun olmaktır. Aslında
zulüm sözlükte, bir şeyi ait olduğu yerin dışında bir
yere koymaktır. Yukarıda geçen anlamların hepsinde
de bu tanımın işaretlerini görmek mümkündür.
İslâm’a göre zâlimin tanımı gayet açıktır:
Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyen, o
hükümleri uygulamak yerine; kendi kafasından
veya başka insanların hevâları tarafından ortaya
atılmış beşerî kanunları Allah’ın kanuna tercih edip
onları uygulayan yöneticiler en büyük zalimlerdir.
Bir insana eziyet eden, o kişinin sadece dünyevî
rahatına zarar verirken, bu yöneticiler insanları
âhiretlerini mahvetmektedirler. Eziyet veren birkaç
Ahmed Kalka n
69
kişiye zarar verirken, tâğutlar bütün topluma zarar
vermektedirler.
Bu tanımlar çerçevesinde bu topraklarda
zulme bulaşmayan ve zâlimlere tümüyle tavır alan
kimselerden bahsetmek kolay olmasa gerektir.
Herkes şu veya bu şekilde zulme bulaşmış, kendi
nefsine de zulmediyor diyebiliriz. Zulmü çokça
işleyenin zâlim sayılacağına göre ve Allah’ın
indirdiğiyle hükmetmeyenlerin büyük zâlimler
olduğuna göre, zâlimliğin ve zâlimlere yardımcı ve
destekçi olanların ne kadar yaygın olduğu ortaya
çıkar. Trafikte insanların birbirlerinin haklarını
çiğnediği, iletişimde birbirlerinin sözlerini kestiği,
haksız kazancın gayet normal görüldüğü, işçinin
hakkını patronun gasbettiği, devletin işçiye açlık
sınırı civarında asgarî ücret tayin ettiği, emekliye
ölmeyecek kadar maaş uygun görüldüğü ve bütün
bunlardan çok daha önemlisi, kişilerin Müslümanca
yaşama haklarının elinden alındığı, günaha girmeden
sokağa bile çıkılamadığı bir ortamda zulmün ne
boyutta olduğu ve zâlimlerin her tarafa yayıldığı
herkes tarafından kabul edilecek bir vâkıadır.
“Onlardan birçoğunun kâfirleri (inkâr edenleri)
dost edindiklerini görürsün. Andolsun ki kendileri
için önceden (ahirete) gönderdikleri şey; Allah’ın
onlara gazap etmesi ne kötüdür! Onlar azap içinde
ebedî kalıcıdırlar. Eğer Allah’a, Peygamber’e ve
FÂSIK OLMAK 53
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
70
ona indirilene (Kur’an’a) inanıyor olsalardı, onları
(müşrikleri) dost edinmezlerdi. Fakat onlardan
birçoğu fâsık kimselerdir.” (Mâide 80-81)
Fısk: Yoldan çıkma, doğru yoldan sapma, iyilik
ve güzellikten çıkma, günaha batma, kötülüğe iyice
dalma anlamlarına gelir. Büyük günahları işlemek
veya küçük günahlarda devam etmek suretiyle
Allah’a itaat etmekten çıkmaya fısk denir.
Nice insan, fıskta aşırı gitmiş, fâsık denilmeye
lâyık hale gelmiş. Her türlü günah ve isyanı işler
hale gelmiş, günahlara her şeyiyle batmış durumda.
İtikadî anlamda tümüyle yoldan çıktığı için fâsık
olduğu gibi, haramları açıktan işlediği, kötü örnek
olarak haramları çevresine yaydığı ve Allah’ın
hidayetinden tümüyle uzaklaştığı bir inanç ve yaşayış
seçmektedir.
“Hani, Tûr’u tepenize dikerek sizden söz almıştık,
“Size verdiğimiz Kitab’a sımsıkı sarılın; ona kulak
verin” demiştik. Onlar, “Dinledik, karşı geldik”
demişlerdi. İnkârları yüzünden buzağı sevgisi onların
kalplerine sindirilmişti. Onlara de ki: (Tevrat’a
beslediğinizi iddia ettiğiniz) imanınızın size emrettiği
şey ne kötüdür, eğer inanan kimselerseniz!” (2/Bakara, 93)
Günümüzde devleti, devlet yöneticilerini aşırı
yüceltmek; Amerika’nın her şeyi görüp bilen ve
BAŞKA TANRILARA DA INANMAK VE ONLARI
DA GÜÇLÜ GÖRMEK 54
Ahmed Kalka n
71
her şeye kadir olduğuna inanmak, sanatçı veya
futbolcuları tanrılaştırmak, şeyhlere ve bazı büyük
kabul ettiği zâtlara insanüstü vasıflar verip onları
ilahlaştırmak, Atatürk’ün heykellerine saygı
duyulması gerektiğini savunmak, heykelin önünde
saygı duruşunda bulunmak, Atatürk’ün veya
devlet adamlarının tanrısal özellikleri olduğuna
inanmak, Anıtkabir gibi bazı modern veya türbeler,
yatırlar gibi geleneksel kabirleri ve içinde yatanları
putlaştırmak, Hızır’ın binlerce senedir yaşadığına,
her lisanı bildiğine ve kimi insanları ihyâ edip
kimilerini helâk edebildiğine, İlyas’la birlikte baharı
getirdiğine, yani yarı tanrı olduğuna inanmak. Yine,
üçler, yediler, kırklar, gavslar, kutuplar kabul ederek
bunların yeryüzünde ilâhî tasarruflarda bulunduğuna
inanmak, Hz. İsa’yı (a.s.) ölümsüz kabul etmek, Hz.
Muhammed’den (s.a.s.) dua formuyla bazı şeyler
talep etmek; bütün bunlar da ya başka tanrılara
inanmak veya o çizgiye yaklaşmak demektir. Yani,
putperestliğin çağdaş yansımaları…
“Dediler ki: ‘Ey Mûsa! Onlar orada bulundukça,
biz oraya asla girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin,
onlarla savaşın. Biz burada oturacağız.” (5/Mâide, 24)
Halkın bırakın savaşı radikal kabul ettiği bazı
gençlere havâle etmesini, İslâmî hareketin içinde ve
dâvâ ile ilgili bedel isteyen hususlarda yer alması
düşünülemez bile. Bütün mü’minlerin görevi olan
“SEN VE RABBIN GIDIN, ONLARLA SAVAŞIN.
BIZ BURADA OTURACAĞIZ.” DEMEK 55
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
72
cihad ve emr-i bi’l ma’rufun kendi görevi olduğunu
bile bilmez veya kabul etmez. Cihadın, askerlerin
işi olduğunu düşünür, iyiliği emredip kötülükten
insanları yasaklamanın İslâmî eğitimden geçmiş
“hoca” dediği bazı insanların görevi olarak
kabul etmesi bir vâkıadır. Hz. İsa’nın havârileri:
“Allah yolunun yardımcıları biziz” deyip dâvâyı
omuzlamaları, ashâbın “ensâr” ve “muhâcirler”
diye iki grup halinde Peygamberimizle her türlü
zahmetlere katlanmışlar, küçüklü büyüklü savaşlara
iştirâk etmişlerdir. Müslüman olan Allah’a teslim
olur, pazarlıksız bir şekilde Allah’a ve O’nun itaat
edin dediklerine itaat eder. “Allah ve Resûlü bir iş
hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min
erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri
konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim
Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o
apaçık bir şekilde sapmıştır.” (33/Ahzâb, 36)
“Hani siz, ‘Ey Mûsâ! Biz Allah’ı açıktan açığa
görmedikçe sana asla inanmayız’ demiştiniz. Bunun
üzerine siz bakıp dururken sizi yıldırım çarpmıştı.”
(2/Bakara, 55)
“Kim görmüş öte dünyayı?”, “Gidip gelen mi
var?” “Sonumuz toprak olacak bu belli; âhiret
dedikleri belli değil, cennet de cehennem de bu
dünyada.”; “arkadaş, ben gözümün görmediğine
inanmam!” diyenler bu topraklarda da hayli var.
“GÖZÜMÜZLE GÖRMEDEN INANMAYIZ”
DEMEK 56
Ahmed Kalka n
73
“Dediler ki: ‘Dünya hayatımızdan başka hayat
yoktur. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman yok
eder.’ Bu hususta onların bir bilgisi yoktur. Onlar
sadece zanda bulunuyorlar.” (45/Câsiye, 24)
“Yoksa onların, kainâtın idaresinde bir payları
mı var? Öyle olsaydı, insanlara çekirdek filizi kadar
(zerre kadar) bile bir şey vermezlerdi.”(4/Nisâ, 53)
Dünya ve daha büyüğüne sahip olsalar bile,
cimriliklerinden ötürü küçük parça bile infak
etmeyecek, hepsini kendine saklayacak insanlar.
Para, madde, eşya insanı yöneten efendi olmuş,
insana hizmet etmesi gereken bunlar, insanı
kendisine kul köle yapmış. Çağdaş insan bunlar için
yaşıyor, bunlar için çalışıyor, bunlar için âhiretini
ve huzurunu mahvediyor. Bunlar hâkim, insan
mahkûm ve hizmetçi. Oyuncak, insanla oynuyor.
Mal, insanı, insanî değerleri yutuyor. Dünyevîleşme
çarkı, insanımızı değirmen gibi öğütüyor. Taksitlere,
ay sonuna kafayı takan modern insan, dünyada
varoluş gâyesini düşünemiyor; para kazanma
koşturmacasından ibâdete, okumaya, düşünceye sıra
gelmiyor.
Her konu paraya çıkıyor; söz, ufak bir tur attıktan
sonra p ara d urağında d üğümleniyor; gönül p lağı
parada parazit yapıp takılı kalıyor. Lüks hayat, daha
rahat yaşam denilen şeytanî câzibe; aslında dipsiz bir
İNFAKTA BULUNMAMAK 57
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
74
kuyu, bir girdap, tatminsizlik cehennemi, bitmeyen,
ama insanı bitiren sonsuz yarış ve büyük pişmanlık
demek. Yiyen ama doymayan insan, kendine/nefsine/
hevâsına kul/köle. Para para diye paralanan insan,
şükrü unutmuş, sabrı lügatından silmiş, şikâyetin
ise binbir çeşidini tekrarlamakta. “Alma tutkusu”,
“verme zevki”ni katletmiş. Hırs ve tamahın sonu yok.
“İnsanoğlunun iki vâdi dolusu altını olsa, üçüncüsünü
ister” kutlu sözü ibret levhası olmaktan çıkmış.
Sahâbe birbirleriyle hayırda yarışıyordu; şimdiki
insan ise fâni eşyada yarışıyor. Akıl, midelerin ve
basit arzuların hizmetçisi; gönül, vicdan ve fıtratın
sesi çıkmıyor; demek ki duyguların esiri olarak hapis
hayatı yaşıyor bunlar. Dünyevîleşmiş çağdaş insan
tipinin dini ekonomi, imanı para, kitabı çek koçanı,
mâbedi bankadır artık.
İnsanın dünyevî olarak zarûrî ihtiyacı, beslenme/
gıda, giyinme/tesettür ve ev/barınmadan ibaret olduğu
ve bu gereksinmelerini israfa ve lükse kaçmadan
helâl yoldan temin etmesi, kalan birikimlerini infak
etmesi gerektiği halde, tüketim toplumunun bir ferdi
olarak insan, günümüzde ihtiyaç labirentinde yolunu
şaşırmaktadır. Alınır, tüketilir, tekrar alınır, alınır...
Ömür biter, alınacaklar ve ihtiyaçlar(!) bitmez.
Bütün bu ve benzer problemlerin tek çözümü var:
İnfak. İnfak”; malın elden çıkarılması, harcanması ve
sarfedilmesi demektir. İnfakın farz, vâcip, mendup
kısımları vardır. Zekât ve diğer sadakaları içerdiği
gibi, gerekli yerlere ve uygun tarzda Allah için
Ahmed Kalka n
75
yapılmış her türlü bağış, yardım ve hayırları, kendi
ailesine ve yakınlarına yardım gibi bütün mal ile
yapılan ibâdetleri de içine alır. İnfak, mecaz yoluyla
maldan başkasına da genelleştirilir. İlim öğretme
ve benzeri mânevî şeyleri, davranış biçimlerini de
kapsar
“Siz başkalarına iyiliği emrediyor da kendinizi
unutuyor musunuz? Bir de Kitap okuyorsunuz ha!
Hiç mi aklınızı kullanmıyorsunuz? (Yaptığınızın
çirkinliğini anlamıyor musunuz?)” (2/Bakara, 44)
Maalesef hatibi çok, yaşayanı az bir topluluk olduk.
Nutuk atanlarımız kadar sâlih amel işleyenlerimiz
olsa, işlerin çoğu hallolacak. İşen daha kötüsü, akla
ters olanı, başkalarına tavsiye edilen nice iyiliği
kişinin kendisinin yapmıyor olması. O yüzden
sözlerin bereketi olmuyor. Tesir etmiyor. “Hocanın
dediğini yap, gittiği yoldan gitme” diye, insanlar
birbirine hocaların, söyledikleriyle uyuşan örnek
hayatlarının olmadığını ifade etme gereği duyuyor.
Halkın tümüyle yanıldığını ve bu sözlerde kasıtlı
olduğunu iddia etmek ve İslâm’a sadece sözle dâvet
edenleri temize çıkarmak mümkün mü? “Ele verir
talkını, kendi yutar salkımı” “Ele verir öğüdü, kendi
keser söğüdü” bu deyimler de, yine toplumda çokça
görülen bu tür davranışa duyulan tepkinin ifadesidir.
Kendisi hasta olan bir doktor, aynı hastalıkla ilgili
BAŞKALARINA IYILIĞI EMREDIP KENDINI
UNUTMAK 58
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
76
başkasını tedâvi etmeye kalkmasına, halk, atasözü
halinde söylenen sözü söyler: “Kelin merhemi olsa,
başına çalar.” Bu sözü, biraz değiştirerek konuyla ilgili
halkın değerlendirmesi açısından şöyle diyebiliriz:
“Kelin, diğer kellere tavsiye ettiği merhem, faydalı
olsaydı, kendi başına sürer, kendi kelini tedavi
ederdi.” Tabii, tavsiye ettiğimiz hak dâvâ için bu çeşit
sözler söyletenlerin, buna fırsat verenlerin ne kadar
büyük vebali olacağı düşünülmelidir. O yüzden
“yarım doktor can yakar, yarım hoca din yıkar”
denilmiştir.
Mükellef olan insan, iki şey ile emredilmiştir:
Günahı terk ve başkasını günah işlemekten
alıkoymak. Bu iki görevden birini yapmamak,
diğerini de yapmamayı gerektirmez. “Mâ lâ yüdrakü
küllühü, lâ yütrakü küllühü: Bir şeyin hepsine
ulaşılamıyorsa, tamamen de terkedilmez.” İnsan bir
ağaç gibi olmalıdır: Ağaç, bir taraftan her geçen
zaman diliminde köklerini ahtapot kolları gibi her
yöne açarak ve gittikçe derinlere dalarak kendine
lâzım olan besin kaynaklarına müracaat edip kökünü,
gövdesini güçlendiriyor. Aynı zamanda da meyve
vermeye devam ediyor. Hatta daha çocukluktan/
fidanlıktan yeni kurtulan genç bir fide iken bile acı
da olsa meyve vermeyi deniyor. Hem güçlenmeye
hem de meyve vermeye devam ettiği müddetçe
sadece kendi gücü artmıyor, ortaya koyduğu ürünün,
meyvelerinin tadı da hızla artmaya, olgun ürünler
vermeye başlıyor. Demek ki, dikkat etmemiz
gereken; başkasına iyiliği emrederken, kendimizi
Ahmed Kalka n
77
unutmamamız, kendimize de emretmemizdir;
Sadece başkalarına anlatarak görevimizi yaptığımızı
iddia edemeyiz.
Sadece başkalarına anlatmakla yetinenlerin,
postacıdan veya taşıdığı kitaptan yararlanmayan
dört ayaklılardan farkı olmayacaktır. İmam Gazali;
bu konuda şu benzetmeleri yapar: “Bildiği ile
amel etmeyenler, sayfaları ilimle dolu defter veya
kitap gibidir; başkasına kârı olsa da kendisi ondan
yararlanamaz. Bileği taşı gibidir; bıçağı biler, fakat
kendisi kesmez. İğne gibidir; başkasını giydirir,
fakat kendisi daima çıplak durur. Lâmba fitili
gibidir; başkasına ışık verir, fakat kendisi yanmaktan
kurtulamaz.”
“Kitap ehlinden birçoğu, hak kendilerine
belirdikten sonra dahi, içlerindeki kıskançlıktan
ötürü sizi, imanınızdan sonra küfre döndürmek
isterler...” (2/Bakara, 109)
İçinde bulunduğumuz toplumun önemli bir
kesiminin, itikad ve fikir bakımından halleri, gizli
irtidâd vak’asına uymaktadır. Bu kalabalıkları,
bundan başka hiçbir kalıba oturtmak mümkün
olmamaktadır.
Tanzimat denilen kökü imanın dejenere olması
psikolojisiyle başlayan Meşrûtiyet ve Cumhuriyet
MÜ’MINLERI IMANLARINDAN SONRA KÜFRE
DÖNDÜRMEYI ISTEMEK 59
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
78
dönemleriyle gelişen kâfirlere özenme ve her konuda
onlara benzeme, batılaşma şeklindeki hâlet-i rûhiye
ve bu ruh halinin sonucunda, akîde, düşünce ve sosyal
yaşantıda meydana gelen değişim, öyle bir insan türü
oluşturdu ki, bu insan türü, mukaddesat cümlesinden
bazı şeyleri “bu benim aklıma ve çağdaş anlayışa
uymuyor...” diyerek kolayca reddedebilecek, inanç
bakımından zararlı olan birçok şeyi de rahatlıkla
isteyerek benimseyip bir kurtuluş düsturu gibi
sarılabilecek hale düşmüştür.
Batılılaşma adı altında gelişen bâtıllaşma ve
değişim, diğer adıyla yabancılaşma çığırında gelinen
bugünkü nokta, tam anlamıyla bir gizli irtidâd
olgusunu sergilemektedir. Hem resmî, hem de özel
ve sivil planda İslâmiyet’in dışlanması demek olan
bu hal, gizli irtidâd hükmünden başka hiçbir şeyle
izah edilemez. Çünkü bu toplum, bir zamanlar
İslâmiyet’i -tam ve mükemmel olmasa da- esası
itibarıyla benimsemiş bir toplumdu.
Ama sonra onu çağın gerisinde kabul ederek
kendine göre çağdaş normlar edinmek gibi bâtıl bir
yola saptı, daha doğrusu saptırıldı. İşte bu kültür
ve bu anlayışla oluşan bir toplumun içinde fikrî ve
itikadî alanda, tevhid ölçüsünde ve çizgisine göre
birçok sapmaların olması ve ne idüğü belirsiz,
melez, şahsiyetsiz/kimliksiz insanlardan oluşan bir
toplumun ortaya çıkması kaçınılmazdır.
Gerektiğinde oruç tutan, kurban kesen, Cuma
Ahmed Kalka n
79
namazı kılan, fakat beş vakit namaz diye bir görevi
yerine getirmeyip böyle bir yükümlülüğü de âdeta
kabul etmez bir tavır içinde olan kalabalıklar... Ve
daha yaygın bir hastalık olarak, şeriatsız ve laik bir
dindarlığa güya taraftar olanlar... (Lâ’sı olmayan, ilâh
kavramına girecek çağdaş bâtıl zihniyet ve putlardan
hemen reddedecek hemen hiçbir şeyi olmayan,
tâğuta karşı çıkmayan, bâtılı reddetmeyen insanlar...
“Biz de bir zamanlar bu yollardan geçtik, bunlar
boş şeyler, çağın gereklerine, yaşanılan gerçeklere,
konjönktüre uymuyor” deyip cihada, İslâmî tavırlara
karşı çıkan bukalemun gibi her renge giren veya
renksizleşenler...)
“Ehli kitaptan öylesi vardır ki, ona yüklerle
mal emanet bıraksan, onu sana noksansız iade
eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir
dinar emanet bıraksan, tepesine dikilip durmazsan
onu sana iade etmez. Bu da onların (ümmilere
karşı yaptıklarımızdan dolayı bize vebal yoktur)
demelerindendir. Allah adına bile bile yalan
söylüyorlar.” (3/Âl-i İmrân, 75)
Bazı insanlar, müslüman olmadıklarından
dolayı kâfirlerin mallarının ve İslâmî bir devlet
olmadığı, tâğûtî bir düzen olduğu için devlet malının
çalınmasının câiz olduğunu ileri sürerler. Devletin
olduğu varsayımıyla elektrik, su, belediye otobüsü
vb. kullanımlarda sahtekârlık ya da hile ile de olsa bu
KENDILERINDEN OLMAYANLARA KARŞI SORUMLULUKLARI
OLMADIĞI IDDIASIYLA INSANLARI ALDATMAKTAN GERI
DURMAMAK
60
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
80
tür hırsızlıkta sakınca olmadığını iddiâ ederler. Bu
anlayış ve tavır, doğru da değildir, İslâmî de. Savaşla
normal hali, ganimetle hırsızlığı karıştırmaktır.
İslâm’ı da, sosyal yapıyı da bilmemektir. Dâvâya da
büyük zarar sözkonusudur. Toplum ve yöneticiler
açısından; “güvenilmez, hırsız, halkın malına zarar
veren bir kimsenin dini ve dâvâsı da hak olamaz”
denilir. Bu birkaç kişinin müslüman vasfından
dolayı, tüm müslümanlar bu anlayışta ve bu tavırda
kabul edilir.
Tebliğ ve dâvetin önü kesilmiş olur.
Peygamberimiz’in Mekke’de kâfirlerin mallarına
karşı tavrı nasıl olmuştu? Müşriklerin onca zulüm
ve baskılarına, müslümanların mal ve canlarına
saldırılarına rağmen, hicret esnâsında Rasûlullah
müşriklerin kıymetli para ve mallarından oluşan
emânetlerini sahiplerine iâde etmek için yeğeni
Ali’yi sûikast yapılacak yatağına yatırma riskini
tercih etmişti. Mallarının gasbedilmesi câiz
olan kâfirler ve devletler, müslümanlarla fiilen
savaş halinde olanlardır. Mevcut şartları savaş
olarak değerlendirmek İslâm hukukuna da, genel
değerlendirmeye de uygun değildir. Yoksa, savaş
dışında kâfirlerin kendileri, şirketleri, kurumları,
malları ganimet kapsamına girmez. Filistin gibi
işgal güçlerine karşı fiilî savaş durumunu yaşayan
insanlar için elbette cihad hükümleri, ganimet
durumu sözkonusudur.
Ahmed Kalka n
81
“Bir de; ‘Yahudi ve Hıristiyanlardan başkası
Cennet’e girmeyecek’ dediler. Bu, onların
kuruntuları! De ki: ‘Eğer doğru söyleyenler iseniz
(iddianızı ispat edecek) delilinizi getirin.” (2/Bakara,
111)
“Biz cennete gitmeyeceğiz de kim gidecek?”
diyen insanımız, kendini kaf dağında sanıyor.
Cehennemi aklının ucuna bile getirmeyenlerimiz
var. Sanki Allah’tan garanti bir söz almış gibi.
İnsanımızın bu tekelci ve yanlış anlayışını
tashihe yönelik şu âyet yeterlidir: “Yoksa siz,
sizden öncekilerin durumu sizin başınıza gelmeden
cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Onlara öyle
darlık, zorluk, sıkıntı geldi ve sarsıntıya uğradılar ki
Peygamber ve onunla beraber mü’minler: ‘Allah’ın
yardımı ne zaman?’ diyordu. Gözünüzü açın! Allah’ın
yardımı şüphesiz pek yakındır.” (2/Bakara, 214)
“Onların bu tutumları; Bize ateş sadece sayılı
günlerde dokunacaktır, demelerinin bir sonucudur.
Onların vakti ile uydurdukları şeylerde dinleri
hakkında kendilerini yanıltmıştır.” (3/Âl-i İmrân, 24)
“Allah gâvurları değil de bizi mi devamlı yakar?”
CENNETI KENDI TEKELINDE GÖRMEK 61
CEHENNEME GIRSE BILE AZ BIR SÜRE KALACAĞINI ILERI
SÜRMEK. CEHENNEMIN EBEDÎ OLMADIĞINI, ORADAN ÇIKIŞ
OLACAĞINI IDDIA ETMEK
62
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
82
veya “70 senelik günaha ebedî cehennem olur mu?”
diyen ya da; “Cehennemden mi bahsediyorsunuz;
ne olacak canım sende… yanar çıkarız!” diyen, ama
hapis cezası için “ ne olacak canım, yatar çıkarız!”
demeyen, hapse düşmemek için her türlü tedbiri
alan kişiler, cehennemi hapishaneden daha önemsiz
görebilmektedir.
Cehennem azâbı ebedî olacaktır. Deliller:
1. Kur’an’da kâfirlerin ebedî olarak cehennemde
kalacakları özellikle “hulûd” ve “ebed” kelimeleriyle
ifade edilmiş, azaplarının hafifletilmeyeceği, aksine
arttırılacağı, azabı tatmaları için tenlerinin veya
vücutlarının devamlı sûrette yenileneceği ve hiçbir
şekilde cennete giremeyecekleri belirtilmiştir.
Hadislerde de aynı bilgiler mevcuttur. Şu halde azap
ebedîdir.
2. Kur’an’da belirtildiğine göre (11/Hûd, 107) Allah’ın
dilemesi müstesna olmak üzere gökler ve yer devam
ettiği müddetçe azap da sürecektir. “Âhiret hayatı
ebedî” olduğuna göre orada göklerin ve yerin varlığı
da ebedî olacaktır. Âyette geçen “gökler” ve “yer”
anlamındaki kelimelerle dünyadaki değil âhiretteki
gökler ve yer kastedilmiş olmalıdır. Aynı âyette her
ne kadar azabın devamı istisna kaydıyla İlâhî iradeye
bağlanmışsa da yüce Allah azabı sona erdireceğini
beyan etmemiş, hatta aksini bildirmiştir. Âhiret
hayatının ebedî oluşu dikkate alınırsa söz konusu
istisna, “gökler ve yer var olduğu müddetçe” şeklindeki
ifadenin his-settirebileceği zaman sınırlandırmasını
Ahmed Kalka n
83
ortadan kaldırmaya yönelik olmalıdır. Aksi takdirde
bir sonraki âyette aynı kayıtlarla zikredilen cennet
nimetlerinin de sona ereceğini kabul etmek gerekir
ki bu hem nimetlerin kesintisiz olacağına dair bilgi
ile çelişir, hem de âhiretin ebedîliği fikrine ters
düşer. Şu halde İlâhî iradeye bağlanan istisna kaydı
ebediyeti teyit edici olarak kabul edilmelidir (Taberî,
XII, 71; Halîmî, I, 461; Fahreddin er-Râzî, XVIII, 64-65).
3. Allah kâfirleri affetmeyeceğini açıkça belirtmiş,
âhirette azabı gördükten sonra tövbe etseler bile
bunun kabul edilmeyeceğini açıklamıştır. Bu husus
azabın sona ereceği düşüncesiyle çelişir durumdadır
(Âlûsî, 1, 141, 143).
4. İlâhî rahmet dünyada herkese şâmil olduğu
halde âhirette sadece müminlere tahsis edilmiştir,
kâfirlerin nasibinin ise sadece ateşten ibaret olduğu
ifade edilmiştir (Elmalılı, IV, 2825). İlâhî rahmetin
gazaptan geniş olması ise azabın mutlaka sona ereceği
mânasına gelmez. Bunu azabın hafifletilmesi, nimet
gibi telakki edilmesi veya azap görenlerin rahmete
nâil olanlara nisbetle daha az sayıda olması tarzında
yorumlamak mümkündür (Âlûsî, 1, 140).
5. Kâfirler için azabın ebedî olacağı hususunda
ashâb, tabiîn ittifak etmiştir. (İbn Kayyim, s. 292; Mustafa
Sabri, s. 112).
6. Kesin naklî deliller varken aklî veya zayıf
bazı naklî delillere dayanarak azabın sona ereceğini
ileri sürmenin dinî bir değeri yoktur. Bu sebeple de
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
84
Allah’ın kullarını azaba uğratmasında mutlaka bir
hikmet aramak isabetli değildir. Eğer hikmet aranır
ve ebedî azabın hikmete aykırı olduğu kabul edilirse
uzun asırlar sürecek azabın da hikmete aykırı olması
gerekir. Zira ebedî azaba dayanamayan âciz kullar
uzun devirler sürecek olan azaba da dayanamaz (Âlüsî,
1, 141; Mustafa Sabri, s. 22, 23, 50, 108).
7. Allah kâfirleri ebedî olarak azapta bırakacağını
haber vermiştir (vaîd). Azabı sona erdirecek olursa
sözünden dönmüş ve gerçek dışı beyanda bulunmuş
olur ki bu Allah hakkında muhaldir (Müsâ Bigiyef, s. 36).
10. Allah’ı inkâr edip ona eş tanımanın cezası ancak
ebedî olarak sürecek bir azap olabilir. Daha hafif bir
ceza, işlenen suça denk düşmez. Kur’ân-ı Kerîm’de de
işaret edildiği gibi (6/En’âm, 28) kâfirler dünyada ebedî
olarak kalsalar bile küfür ve inkârlarına devam eder,
durumlarında bir değişiklik meydana gelmezdi. Bu,
onların ebedî bir inkâr psikolojisi içinde olduklarını
gösterir. Ebedî inkâra ebedî azap cezasının verilmesi
de mâkul ve mantıklıdır (Makdisî, I, 201-202; İbn Kayyim, s.
294).
“Kendilerine Kitap’tan bir nasip verilmiş olanları
görmüyor musun? Onlar “cibt”e ve ‘tâğût”a
inanıyorlar. İnkâr edenler için de, “Bunlar, iman
edenlerden daha doğru yoldadır’ diyorlar.” (4/Nisâ, 51)
Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyen bazı
yöneticileri, yani tâğutları halkın ne kadar sevdiğini
CIBTE (PUTA) 63 VE TÂĞUTA INANMAK
Ahmed Kalka n
85
bilmeyen yoktur. Onlar hakkında Kur’an’dan yola
çıkarak onların durumunu değerlendiren bir âlime ne
kadar inanır, o tâğutların hatta Kur’an’a taban tabana
zıt görüşlerine ne kadar inanır halk? Kur’an’da
tâğuta inanmak ve itaat etmek, tâğuta ibâdet olarak
değerlendirilir. Tâğuta ibâdet etmekten sakınmak,
mü’minlerin temel görevleri arasındadır. Çünkü,
Allah’ın dışındaki nesne, kişi, kurum vb. ibâdet
etmek, Rabbani yöneliş içerisindeki kişiliklere
yakışmaz.
Şeytan ve tâğut kelimelerinin ayrı ayrı
kullanılmasından anlıyoruz ki, tâğut şeytanın razı
olacağı şekilde yeryüzünde egemenlik kuran insanlar
anlamına gelmektedir. Ağızlarıyla inandıklarını
söyledikleri halde, hayat tarzı olarak başvuru
kaynağı olan ilâhi hükümlere ters hareket edenler,
yani Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler tâğuttur.
Mü’minlerin görevi, bunları dost tutmamak, inkâr
etmektir. “İman edenler Allah yolunda savaşırlar,
inkâr edip küfredenler de tâğut yolunda savaşırlar.
O halde şeytanın dostlarıyla savaşın. Çünkü şeytanın
hilesi zayıftır.” (4/Nisâ, 76)
Cibt: Asılsız ve bâtıl olan hurâfeler, Allah’tan
başka kulluk edilen her şey, put vb. şeylerdir. Cibt;
büyücülük, müneccimlik, gaybdan/gelecekten haber
verme, kehânet gibi şeylere denir. Tâğut ise: Allah’ın
çizdiği sınırları aşan, sapmış, azgın kimseler;
Allah’ın hükmüne alternatif olma iddiasındaki
anlayış, düzen, sembol, put veya şahıslardır. Bunlar,
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
86
Allah’ın Kitabında olmayan ve Kitab’a aykırı olan
hükümleri ve kanunları insanlara Allah’ın kanunları
gibi sunarlar. Cahil kimseler de bunlara aldanıp
inanırlar. Böylece imanlarını boşa çıkarırlar.
“Kendilerine Kitap’tan bir nasip verilmiş olanları
görmüyor musun? Onlar “cibt”e ve ‘tâğût”a
inanıyorlar. İnkâr edenler için de, ‘Bunlar, iman
edenlerden daha doğru yoldadır’ diyorlar.” (4/Nisâ, 51)
Günümüzde Batılıları Doğululara, demokratları
şeriatçılara, laikleri tevhid ehline, kâfirleri
Müslümanlara tercih eden, birinci gruptakileri öven,
onları kendisine daha yakın kabul eden nice insan
yok mu? Teknolojiyi yücelttiği için bunları icat ve
imal edenlere aşırı hayranlık duyan, Batılı bâtıllara
kucak açan, Batının değerlerini, kutsallarını İslâm’ın
esaslarına tercih eden, Batılı eğitim kurumlarını
beğenip İslâmî eğitim veren mekânlara şiddetle
çatan, Laik, Kemalist, Batılı devlete sahip çıkıp
İslâm devletini önemsemeyen, Batılı kâfirleri dost ve
müttefik kabul eden veya böyle kabul edenleri baş
tacı eden zihniyeti uzaklarda aramamak lâzım.
“Kendilerine kitap verilenler, ancak kendilerine
o apaçık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler.”
(98/Beyyine, 4)
KÂFIRLER IÇIN ‘BUNLAR, ALLAH’A IMAN
EDENLERDEN DAHA DOĞRU YOLDADIR’ DEMEK: 64
KENDILERINE APAÇIK DELILLER GELMESINE
RAĞMEN IHTILÂFA DÜŞMEK 65
Ahmed Kalka n
87
“Andolsun, biz İsrailoğullarını çok güzel
bir yurda yerleştirdik ve onlara temiz rızıklar
verdik. Kendilerine bilgi gelinceye kadar ayrılığa
düşmediler. Şüphesiz ki, ayrılığa düşmüş oldukları
şeyler hakkında Rabbin kıyamet günü aralarında
hükmünü verecektir.” (10/Yûnus, 93)
Günümüz müslümanı, eski dönemlerdeki
müslümanlardan çok büyük imkânlara sahiptir.
Tabii, bu nimetlerin sorumluluklarını yerine getirip
sınavlarını kazanmak da o derece zordur. Çağdaş
müslümanlar, büyük çapta ilim elde etti, ama o
ilmin ahlâkını kazanamadı. Aracı elde etti, ancak
hedefi ve gayeyi yitirdi. Bir mendup veya bir mubah
hakkında tartışırken, elinden nice vâcipler kaçtı.
Münâkaşa sanatını iyi biliyordu, fakat tartışma
âdâbından ve uyulması gereken ahlâkî kurallardan
haberi yoktu. Kardeşlik hakkında nutuklar
atabiliyordu, ama kardeşlik hukukuna riâyeti çoğu
zaman aklına getirmiyordu. İşte bu yüzden, sefil
bir hayata müslümanları mahkûm eden ve güçlerini
zayıflatan iç çekişmelerin ve kavgaların kurbanı
olundu. Müslümanlar, küçük meseleleri, teferruatla
ilgili veya pratik değeri olmayan soyut konuları
tartışır ve diğer cemaatlere mensup müslümanları
eleştiri bombardımanına tutarken, kâfirlerin
topa tuttuğu temel İslâmî ve insanî değerlere sıra
gelmiyor, onlarla mücadeleye fırsat kalmıyordu.
Tarihten ibret alınmıyor, İslâm tarihindeki acı
tefrika sayfalarına sadece tarihî bilgi gibi bakılıyor.
Günümüzdeki problemlerle tarihî miras arasında
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
88
doğru bağlar kurulmuyor. Fatih’in ordusu, İstanbul’u
fethetmek için toplarla surları döver ve Bizansın
surlarında büyük gedikler açarken, hıristiyan din
adamları ve akademisyenler, Ayasofya’da haftalardır
devam eden soyut tartışmalarla meşgul idiler:
“Meleklerin cinsiyeti nedir?”, “Firavun, ölmeden Hz.
Mûsâ’ya iman etmiş miydi, etmemiş miydi?” Çağdaş
müslümanların durumlarının da bu tavırdan pek
farklı olmadığı acı gerçeğini paylaşmayacak kimse
var mı?
Kitab’ın vârisi olacağımız yerde; kitap ehlinin
hastalıklarını mı miras aldık? İlim ve irfanı miras
alıp onların gereği olan tevhîdî ahlâk kurallarına
uyacağımız yerde ahlâksızlığı mı devraldık?
“Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek ümmet
(millet) yapardı. Fakat onlar ihtilâfa düşmeye devam
ederler...” (11/Hûd, 118). Görüş açılarındaki farklılık,
müslüman akla görüş zenginliği kazandıracak,
farklı düşünceleri incelemesini, olayları bütün boyut
ve cepheleriyle kavramasını, aklı akla katmasını
sağlayacak bir sıhhat alâmeti olacağı yerde, bu
durum, bozuk çağın müslümanında iç çekişmelere
ve dövüşme fırsatına dönüşmüştür. İş öyle bir hale
gelmiştir ki, farklı görüşe sahip müslümanlar,
birbirlerini ortadan kaldırmaya, hatta farklı
görüşteki müslümanlara karşı savaşmak için din
düşmanlarından yardım istemeye kadar gitmiştir.
Bunun eski ve yakın tarihte pek çok canlı örneği
vardır.
Ahmed Kalka n
89
Olayı bu ülkelerde hâkim olan rejimlere ve
devlet yapılarına getirdiğimizde durum daha da
acı olmaktadır. İşgalci kâfir bir devletin, sömürgesi
olan ülkeye, kölelerine yapmayacağı zulmü, kendi
vatandaşlarının özellikle dinî özgürlüklerine,
ahlâk ve sosyal yaşantılarına tavır aldıklarını,
yöneticilerin müslüman adı taşıdıkları için, istilâcı
düşmandan farklı zannedildiği için, hem Batıdaki
büyük patronları ve hem de onların piyonu olarak
kendilerinin işlerinin kolaylaştığını değerlendirmek
gerekiyor. Sebeplerin başı; müslümanların uğraştığı
gayrı meşrû ihtilâflar, sürtüşme ve tefrikalar.
Dahası, müslümanların gafleti, yöneticilerinin
ihâneti sâyesinde seksen yedi küçük ülkeye
ayrılmış müslümanların, kendi coğrafyalarında ve
birbirleriyle de vahdeti oluşturamayışları, ihtilâfın
boyutlarını gözler önüne seriyor. Her ülkede, her
mezhebin içinde, her büyük cemaatin bünyesinde
bile pek çok ayrılıkçı oluşumlar bulunabilmektedir.
Ne yazık ki, bugün kurtarıcılık yükünü omuzlayıp
İslâm için çalıştığı zannedilen kimselerin hali, kendi
resmî kurumlarından daha iyi bir durumda değildir.
“Kalplerimiz kılıflıdır, Hakka kapalıdır” dediler.
Öyle değil. İnkârları sebebiyle Allah onları lânetlemiştir.
Bu yüzden pek az iman ederler.”(2/Bakara, 88)
“Kafamız almıyor, anlamıyoruz. Kur’an’ı biz
nasıl anlayalım, Arapçamız da yok. Kur’an’ı birçok
“KALPLERIMIZ KILIFLIDIR, BIZ KITABI
ANLAYAMAYIZ” DEMELERI 66
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
90
ilim olmadan anlamaya kalkıp ahkâm kesenler,
hadisleri, sünneti tümüyle inkâr edenler var. Biz de
Kur’an’ı anlamaya kalksak onlar gibi oluruz.” Böyle
bir sorumluluktan kurtulabilmek için kendilerini
aptal yerine, geri zekâlı yerine koyuyorlardı. Şimdi
de müslümanlardan kimileri: “Ben ha! Yâni bu
kitabı anlayacak ve çocuklarıma anlatacağım ha!
Biz kim, bu kitabı anlamak kim! Onu ancak büyük
zatlar anlar” diyerek Kitabı eline bile almaktan
çekinenler de aynen: “Bizim kalplerimiz kılıflıdır”
diyen yahudiler gibi diyorlar. Allah’a iftira ediyorlar.
Hâlbuki Allah sizin güç yetiremeyeceğiniz bir
şey emretmedim, diyor. Bunlarsa hâşâ: Ya Rabbi
bizim anlayamayacağımız, kavrayamayacağımız
bir kitapla sorumlu tutmuşsun diyerek Allah’a iftira
ediyorlar.
Veya farklı bir çıkarımla; tıpkı günümüzde kendi
bilgilerini, kendi düşüncelerini, kendi metotlarını,
kendi kitaplarını yeterli görüp, bizim, Allah’ın
Kur’an’ına ihtiyacımız yoktur diyen kimi Müslüman
geçinenler gibi. İşte şu anda görüyoruz ki Müslüman
olduğunu söyleyen bazı insanların meclislerinde
sürekli okuyup bilgilenmeye çalıştıkları anayasaları
vardır. Efendilerinin kitaplarını ellerinden
düşürmemeye çalışan bu insanlar âdeta Allah’ın
kitabını ellerine almamaya yeminliler. Sanki
Allah’tan daha doğru hukuk ilkeleri oluşturan
kimse varmış gibi, sanki Kur’an’daki hukukî
düzenlemelerden daha güzel anayasa ilkeleri
oluşturulabilir gibi onlara sarılıyorlar. Biz Allah’ın
Ahmed Kalka n
91
kitabını anlayamayız diyorlar. Sanki Allah sözlerini,
kelâmını efendileri kadar net ve açık anlatmaktan
âcizmiş gibi. Sanki o efendileri meramı Allah’tan
daha güzel anlatma gücüne sahipmiş gibi garip bir
tavrı sürdürmeden yanalar
.
“Kitap ehlinden öylesi vardır ki, ona yüklerle
mal emanet etsen, onu sana (eksiksiz) iade eder.
Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar
emanet etsen, tepesine dikilip durmadıkça onu
sana iade etmez. Bu da onların, ‘Ümmîlere karşı
(yaptıklarımızdan) bize vebal yoktur’ demelerinden
dolayıdır. Onlar, bile bile Allah’a karşı yalan
söylerler.” (3/Âl-i İmrân, 75)
Allah’ın haram saydığı hususları helal sayarak
Allah’a karşı yalan söylemenin bu toplumda birçok
örneği gösterilebilir. Dâru’l Harb anlayışından dolayı
nice haramların helâl kabul edildiği bilinen bir
husustur. Devlet malını gasb etmek, dâru’l harpte faiz
almak, kâfirlerle yeneceğini bilerek kumar oynamak,
kâfirin karısını veya kızını bunlar savaşçıdır diye
câriye olabileceğini düşünmek, finans kurumlarında
kâr payı adıyla uygulanan faizi caiz görmek gibi
örnekleri çoğaltabilir. Her tevbeyi bozmanın Allah’a
karşı yalan söylemek olduğunu da söyleyebiliriz.
ALLAH’A KARŞI, BILE BILE YALAN SÖYLEMEK 67
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
92
“Allah; “Şüphesiz, Allah fakirdir, biz zenginiz”
diyenlerin sözünü elbette duydu. Onların dediklerini ve
haksız yere peygamberleri öldürmelerini yazacağız ve
“tadın yangın azabını!” diyeceğiz.” (3/Âl-i İmrân, 181)
Allah’ın bizim ibadetlerimize ihtiyacı varmış
gibi düşünmek, yaptığı bazı faziletli amellerin, sanki
Allah’a yönelik bir fayda sağlayacağını zannetmek bu
konunun güncel versiyonudur.
“Kendilerine Kitap’tan bir pay verilenleri görmüyor
musun ki, aralarında hüküm vermesi için Allah’ın
Kitabına çağrılıyorlar da sonra içlerinden bir kısmı yüz
çevirerek dönüp gidiyor.”(3/Âl-i İmrân, 23)
Devlet adamlarının ve demokratik parti
taraftarlarının “Allah’ın kitabının hükümlerinin
uygulanması için nebevî uygulamaları örnek alalım”
denilince, nasıl yüz çevirdiklerini düşünelim.
Allah’ın indirdiği Kitabın hükümleriyle yönetilmeyi
teklif ederek İslâm devletini oluşturmaya çağıran
kimselere tavır alan, aralarındaki problemleri çözmek
için tâğutun mahkemesi yerine, Kur’an ve Sünnetle
hükmedecek bir âlime gidip meselesini onun çözmesini
kabul etmeyen kimselerin durumu bu konunun güncel
örneklerindendir.
ALLAH’IN KITABININ HÜKMÜNE
ÇAĞRILDIKLARINDA 69 YÜZ ÇEVIRMEK
ALLAH’I FAKIR, KENDILERINI ZENGIN KABUL
EDECEK KADAR KÜSTAHLAŞMAK; BÖYLE IDDIA
EDECEK KADAR ALÇALIRLAR
68
Ahmed Kalka n
93
“Buzağıyı ilâh edinenlere mutlaka (ahirette)
Rablerinden bir gazab, dünya hayatında ise bir zillet
erişecektir. İşte biz iftiracıları böyle cezalandırırız.”
(7/A’râf, 152)
Olmayan bir şeyi olmuş gibi anlatmak veya
nakletmek. Hayatta insanoğlunun çeşitli arzu
ve beklentileri vardır. Bu beklentilerine bazen
erişemeyebilir. Böyle bir durumda, bazıları kendi
kaderine râzı olurken; bir kısım insanlar da arzu
ettiklerini zorla elde etmeye çalışırlar. Bu bakımdan
iftira, bir kimseyi veya bir şeyi elde etmek veya o şeyi
başkalarından kıskanıp, zarar verme düşüncesinden
kaynaklanmaktadır. Her halükârda, dünya için
önemli olan bir nesneye karşı olan zaafın neticesinde
iftira yapılır.
Dinimize göre iftiranın her türlüsü haramdır.
Allah, iftira edenleri (müfterileri) sevmemektedir.
En büyük müfterî ise ‘şirk’ koşan müşriklerdir.
Çünkü onlar Allah’a ortaklık iftirası atmaktadırlar.
“Verdikleri sağlam sözü bozmalarından, Allah’ın
âyetlerini inkâr etmelerinden, peygamberleri haksız
yere öldürmelerinden ve “kalplerimiz muhafazalıdır”
demelerinden dolayı (başlarına türlü belâlar
İFTIRA ATMAK, ÖZELLIKLE ALLAH’A IFTIRA 70
YAPTIKLARI ANLAŞMALARA UYMAMAK 71
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
94
verdik. Onların kalpleri muhafazalı değildir), tam
aksine inkârları sebebiyle Allah onların kalplerini
mühürlemiştir. Artık onlar inanmazlar.” (4/Nisâ, 155)
“Onlar, kendileriyle antlaşma yaptığın, sonra
her defasında hiç çekinmeden ahidlerini bozan
kimselerdir.” (8/Enfâl, 56)
Boşanmaların % 17 civarında olması, insanların
birbirleriyle antlaşmalarına ve birbirlerine verdikleri
sözlere ne denli riâyet ettiklerinin bir göstergesi
sayılabilir. Ortaklıkların uzun süre devam etmeyişi,
cemaat mensubu kimselerin sözlerinde durmayıp
bir bahane ile belirli zaman sonra ayrılması, hatta
arkadaşlar arası güvenin yeterli olmaması gibi çok
sayıda örnek, buralarda bu zamanda verilen sözlerin
ne denli tutulup tutulmadığını göstermektedir.
Kur’an’da Yahudilerin bu karakterinin bildirilmesine
ve mü’minlerin uyarılmasına rağmen, İsrail’le
anlaşmalar yapan Filistinliler ve onunla nice
anlaşmalar yapan T.C. aynı delikten kimbilir kaçıncı
defa ısırılmayı bekliyorlar.
Kur’ân-ı Kerim, ahdini antlaşmasını bozan
insanları budala kadın gibi gösteriyor (16/Nahl, 91-92).
Bir kadın ki ipliğini iyice eğirip sardıktan sonra
tekrar söküp dağıtmaktadır. Bu gerçekten çok
yerinde bir teşbihtir. İnsanlar da şayet bir ahitleşme
yaparlarsa bu kadının durumuna düşmesinler diye,
uyarılmaktadır. Özellikle mü’minlerin şahsiyetli
olmaları, budala kadının derecesine düşmemeleri için
Ahmed Kalka n
95
ikaz edilmektedir. Bununla beraber, sabırsızlıktan,
zayıflıktan ve iradesizlikten kurtulmaları için
uyarılmaktadırlar.
“Andolsun, İsrailoğullarından sağlam söz
almış ve onlara peygamberler göndermiştik. Fakat
her ne zaman bir Peygamber, onlara nefislerinin
hoşlanmadığı bir hükmü getirdiyse; onlardan bir
kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler. Bu
yaptıklarında) bir belâ olmayacağını sandılar da
kör ve sağır kesildiler. Sonra (tevbe ettiler), Allah da
onların tevbesini kabul etti. Sonra yine onlardan çoğu
kör ve sağır kesildiler. Allah, onların yaptıklarını
hakkıyla görendir.” (5/Mâide, 70-71)
Kur’an eksenli düşündüğümüzde esas hastalığın
mânevî hastalık olduğunu görürüz; esas özürlülüğün,
sakatlığın iman sakatlığı olduğunu değerlendiririz.
Kur’an insanın esas nelere bakması gerektiğini
açıklar. İnsan, Allah’ın açık açık anlattığı âyetlere,
delillerin nasıl açıklandığına bakmalıdır (5/Mâide,
75). Allah’ın rahmetinin eserlerine; arzı, ölümünün
ardından nasıl dirilttiğine, ölüleri dirilteceğine
bakmalıdır (30/Rûm, 50). “Yeryüzünde gezin de
günahkârların âkıbetinin nasıl olduğunu görün.” (27/
Neml, 69) buyrulur. “De ki, âmâ ile gören hiç, bir olur
mu? Siz hiç düşünmüyor musunuz?” (6/En’âm, 50) diye
soran Kur’an, kimlere âmâ/kör demektedir? Kur’an,
kafadaki gözlere değil, kalpteki göze dikkat çeker:
KALBINDEKI SAPMA NEDENIYLE KÖR VE
SAĞIR HALE GELMEK 72
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
96
“Gerçek şu ki, gözler kör olmaz, fakat göğüsler
içindeki kalpler kör olur.” (22/Hacc, 46). Demek ki,
Kur’an’ın “gör” dediğini görmeyenlere Kur’an “kör!”
demektedir. Asıl körler, kalp gözlerini kaybedenler,
ibret alınacak şeyleri göremeyenlerdir. Onların,
sadece bir organları ârızalı değil; tüm organların
âmiri durumundaki kalpleri sakat olduğundan
tümden sakattır, her yönden kötürümdür onlar. Esas
sağırlar, dilsizler, körler onlardır (2/Bakara, 18, 171).
Kimdir bu körler, sağırlar? Önündeki esas
uçurumu, âhireti görmeyendir kör: “Hayır, onların
âhiret hakkındaki bilgileri yetersiz kalmıştır.
Dahası, bu hususta şüphe içindedirler. Bunun da
ötesinde, onlar âhiretten yana kördürler.” (27/Neml,
66). Sağırlık da körlük gibi, esas gönülle ilgilidir:
“İman etmeyenlere gelince; onların kulaklarında
bir ağırlık vardır ve Kur’an onlara kapalıdır. (Sanki)
Onlara uzak bir yerden bağırılıyor (da Kur’an’da
ne söylendiğini anlamıyorlar).” (41/Fussılet, 44). Diğer
sakatlıklar da aynı ölçüyle değerlendirilmelidir.
Kimse, görmek istemeyen kadar kör, duymak
istemeyen kadar sağır olamaz. Esas körlük âhirette
olandır. Âhirete karşı dünyada kör olanlar, âhirette
kör olarak diriltileceklerdir (20/Tâhâ 124-127).
Haramlarla meşgul olan göz mü, harama
bakamayan görme özürlü mü daha hayırlı
konumdadır? Göz nimetini veren Allah’a itaat edip,
O’nun yasakladığı yerlerde gözünü sakındırarak
şükrettiğini ispatlaması gereken insan, Allah’a
Ahmed Kalka n
97
gözüyle sık sık isyan ediyorsa, yarın “dünyada
keşke gözsüz olsaydım da gözlerim yüzünden bu
kadar günah işlememiş olsaydım!” diye dünyada
görme özürlülere hayran olacaktır. Göz nimetine
şükretmeyen göz adlı boncuk tanelerini taşıyan bir
insandan, görme engelli olduğuna sabreden bir insan
âhirette çok daha kârlı çıkacak, büyük ihtimalle
dünyada daha huzurlu yaşamış olacaktır.
“Andolsun ki İsrâiloğullarından ahid/sağlam söz
aldık ve onlara peygamberler gönderdik. Ne zaman
bir peygamber onlara nefislerinin arzu etmediğini
(ilâhî hükümleri) getirdi ise bir kısmını yalanladılar,
bir kısmını da öldürdüler.” (5/Mâide, 70)
“Karşılığında nefislerini sattıkları şeyi
kıskançlıkları sebebiyle Allah’ın, kullarından
dilediğine lütfuyla indirdiği vahyi inkâr etmeleri ne
kötüdür! Bu yüzden gazap üstüne gazaba uğradılar.
İnkâr edenlere alçaltıcı bir azap vardır.” (2/Bakara, 90)
Sünnet: Peygamberimizin Kur’an’ı hayata
geçirme tarzı, Kur’an’ı yaşayışıyla yorumlaması…
Bugün sünnet olarak bildiğimiz birkaç tane, o da
şekilden ibaret şey kalmış. Namazların sünnetleri,
yaşlı adamların sakalları, erkek çocukların küçük bir
operasyonu ve benzer bir-iki şey. Bunların dışında
Peygamber’in yaşayışını, meselâ sünnet olarak
on tane davranışını bile sayamıyor Müslüman.
Hâlbuki sünnet; Peygamberimiz’in yaptığı her
KENDILERINE GELEN PEYGAMBERLERI
YALANLAYIP INKÂR ETMEK 73
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
98
şeydir, konuştuğu, tavsiye ettiği, uyguladığı her
şey. Oğullarını sünnet ettirmeyenleri kınıyoruz da,
ondan daha kuvvetli sünnetleri terk edenleri niçin
kınamıyoruz? Kendimizin de kınanacak birçok
yönümüz olduğunu kabul edelim, çünkü nice
sünnetleri terk etmişiz. Esas sünnet, Kur’an’ın hayata
geçirilmesinde nebevî modeldir. O, canlı Kur’an’dı.
O’nun tüm hayatı sünnettir. Peygamberimiz’in
putlarla ve putçularla nasıl mücadele ettiği, cihadları,
savaşları, insanları nasıl eğittiği, toplumsal
sünnetleri, nasıl devlete gittiği vb. bilinmeden sünnet
kavramı da doğru anlaşılmaz.
Peygamberimiz kimlerle, niçin mücadele etti?
Biz de aynı kimselerle mücadele etmek zorundayız.
Peygamber’in düşmanları sadece O’nun zamanıyla
sınırlı değildi. Ebu Cehiller, Ebu Lehebler günümüzde
belki daha etkin roldeler, ama onları tanıyacak ve
gereğini yapacak Sünnet ehli insanlar aranıyor. O’nun
düşmanlarını dost kabul edemeyiz. O’nun düşmanları
“ben O’nun düşmanıyım” demeyebilir, sinsi olabilir,
O’nun getirdiği vahye, Kur’an’a ve O’nun yaşayışına
yani Sünnetine düşman olanlar, Müslümanlara bu
konuda özgürlük hakkı vermeyenler, kim olurlarsa
olsunlar bizim dostlarımız olamazlar.
Seni tanıyan Sana hayran olur. Ama Seni
tanıyamadık; dostlarını unuttuk. Senin düşmanlarını
teşhis edemeyen, daha da kötüsü, düşmanlarınla
işbirliği yapan bir toplum içindeyiz ey Nebî! Senin
savaşını/mücâdeleni bilmiyor insanımız. Senin
Ahmed Kalka n
99
mücâdelenden önemli geliyor gençlerimize; falan
takımla filan takımın maçı! Senden başka önder
ve kahraman arayışında insanımız. Senin askerin
olamadık yâ Muhammed (s.a.s.)! Senin bayrağını,
senin gösterdiğin burçlara dikemedik ey Rasûl!
Sığınacak bir kalemiz, hicret edecek bir yurdumuz
bile yok; Medine’ler oluşturamadık, Mekke’lerimizi
fethedemedik. Senin adını istismar edenlere, sana
ve yoluna hakaret yağdıranlara anlayacakları
dilden cevap bile veremedik. Senin getirdiğin
Kitap raflarımızı süslerken, senin düşmanlarının
kitap(sızlık)ları beyinlerimizi, gönüllerimizi,
evlerimizi, sokaklarımızı... kirletiyor. Senin
özgürlüğe kavuşturduğun ruhlarımız kimlerin
işgalinde bir görsen ey Rasûl, dillendiremiyoruz.
Sana şikâyet için düşmanının adını zikretmekten bile
çekinir olduk, korkar olduk ey korkusuz insan!
“Onlar müstahkem kaleler içinde veya duvarlar
arkasında olmadan sizinle toplu hâlde savaşmazlar.
Kendi aralarındaki çekişmeleri şiddetlidir. Sen onları
toplu sanırsın. Hâlbuki kalpleri darmadağınıktır.
Bu, onların akıllarını kullanmayan bir topluluk
olmalarındandır.” (59/Haşr, 14)
Akıllarını kullanan kimseler, Allah’a kulluk
yaparlar, O’na itaat ederek her konuda teslimiyet
gösterirler. Günümüzde de nice insan, Allah’ın
verdiği aklı kullanılması gereken yerde kullanmıyor,
AKILLARINI KULLANMAYAN BIR TOPLULUK
OLMAK 74
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
100
sadece dünyevî çıkarları için kullanıyor. Aklını
kullanmak, dünyada huzuru, âhirette cenneti elde
etme yoluna girmek demektir. Allah’ın dinine
teslim olmayan akıl, çamura batmış merkep gibidir;
debelendikçe batar. Akıl göz gibidir; nasıl göz ne
kadar keskin olursa olsun, ışık olmayınca etrafını
göremezse, akıl da vahyin nuruna/ışığına muhtaçtır.
Vahyin aydınlatmadığı akıl da bir şeye yaramaz.
Ayqü yönüyle akıl üst derecede olsa bile, hayırda
kullanılmadıktan sonra ne işe yarar?
“De ki Her kim Cebrail’e düşman ise, bilsin ki o,
Allah’ın izni ile Kur’an’ı; önceki kitapları doğrulayıcı,
mü’minler için de bir hidayet rehberi ve müjde verici
olarak senin kalbine indirmiştir.” (2/Bakara, 97)
Benzer düşmanlık bu ülkede Alevi de denilen
Kızılbaşlarda görülür. Onlar da Cebrâil’i sevmezler,
ona düşmandırlar. Çünkü hâşâ Hz. Ali yerine
yanlışlıkla Hz. Muhammed’e vahiy getirmiştir.
Adına Ruhu’l-emîn de denilen, emîn/güvenilir
ruh’a güvenilmezlik atfederler. Peygamberimize
vahy geldiği anda 10 yaşında olan Hz. Ali’ye vahiy
getirecekmiş de 40 yaşındaki Peygamberimizle
karıştırmış diye uydururlar.
B ir i nsan m eleğe d üşman o labilir m i?
Meleklerin belki en büyüğü olan Cebrâil’e düşman
olması için ya meleği yanlış tanıması veya kimlerin
MELEKLERE, CEBRAIL’E 75 DÜŞMAN OLMAK
Ahmed Kalka n
101
sevgiyi hak ettiğini, kimlerin sevilmesi gerektiğini
bilememesi demektir. Bazı insanlar melekleri aşırı
yüceltirler, Allah’ın kızları kabul ederek onları
Allah’a şirk koşarlar. Kimisi de bazı meleklere
düşmanlık yapabilecek kadar seviye düşüklüğü
göstermektedir. Yahudiler Cebrâil’e tavır alınırken,
buralarda da Azrâil sevilmez. Kimisi, Azrail’le
“boğuşur”, kimisi Azrâil’i yener, kimi ona mağlûp
olur. Kimi de Azrail’e emir verir: “Git, daha işim
bitmedi.” Rivâyetlerde Hz. Mûsâ’yı Allah adına can
almaya gelen Azrâil’e itaat ettirmez, ona bir tokat
attırır ve Azrâil’in gözünü kör ettirir. Azrâil, can
aldığı için halk tarafından da pek sevilmez. Diğer üç
büyük meleğin ismi yanlış olarak erkek ismi şeklinde
kullanılırken, Azrail ismini kimse çocuğuna vermez.
Cebrâil, Hz. Muhammed’den önceki peygamberlere
de vahiy getirmiş ve başka bilgiler öğretmiş; yine
onlara birçok konuda yardımcı ve destek olmuştur.
Vahiy getiren meleğe düşman olmak vahye ve onu
gönderen Allah’a düşman olmak demektir. İlâhî
emirleri peygamberlere ulaştıran vahiy meleğinin
adıdır. Hz. Muhammed’den önceki peygamberlere
de vahiy getirmiş ve başka bilgiler öğretmiş; yine
onlara birçok konuda yardımcı ve destek olmuştur.
“Onlardan birçoğunun kâfirleri (inkâr edenleri)
dost edindiklerini görürsün. Andolsun ki kendileri
için önceden (ahirete) gönderdikleri şey; Allah’ın
onlara gazap etmesi ne kötüdür! Onlar azap içinde
MÜ’MINLER ALEYHINE KÂFIRLERLE DOSTLUK
KURMAK 76
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
102
ebedî kalıcıdırlar. Eğer Allah’a, Peygamber’e ve
ona indirilene (Kur’an’a) inanıyor olsalardı, onları
(müşrikleri) dost edinmezlerdi. Fakat onlardan
birçoğu fâsık kimselerdir.” (5/Mâide, 80-81)
Kâfirleri dost edinen o kadar çok insan var ki…
Başta yöneticiler olmak üzere nice insan, Atatürk
hayranıdır, hayranlıkla da kalmaz, onun heykellerine
taparlar. Batılı devletleri ve yöneticileri dost ve
müttefik ilan ederler. Kâfirlerle birlikte tek devlet
olmak için Avrupa Birliğine girmek isterler. Müşrik
tâğutlara sevgi beslerler.
Kâfirleri dost kabul etme, hatta bazı kâfirleri
Müslümanlara tercih etme yaşadığımız ülkede o kadar
yaygındır ki, kimse yadırgamaz bile. Öncelikle safların
ayrışmadığı, inanç netliğinin olmadığı, insanların
Müslümanlığı kimseye bırakmadığı halde, küfürle
ve kâfirlerle iç içe olduğunu belirtelim. Düşmanlık
ve dostluğun imanla ilgisi değerlendirilmediğinden,
bugün müslümanların çoğunluğu açısından dostdüşman
karışmış, düşmanlarının oyununa gelen
müslüman yığınlar, bunca zararlarına rağmen hâlâ
Allah’ın düşmanlarının ve kendisinin düşman
olması gerekenlerin yardımcısı, destekleyicisi,
emrindeki memuru, hizmetçisi, kulu-kölesi, askeri...
olabilmektedir.
“Müslümanım!” diyen nice insan, kâfirlerin
koyduğu küfür kanunlarına, onların ortaya attığı
felsefî düşünce ve dünya görüşlerine, ideolojilerine
sevgi besleyebilmekte ve onlara gönül rızâsıyla
Ahmed Kalka n
103
uyup teslim olabilmekteler. Hanımlarını,
kâfirlerin hanımlarına benzetebilmekte, onlar gibi
giyinmelerini (soyunmalarını) ilericilik ve çağdaşlık
kabul edebilmekteler. Allah ve Rasûlü’yle savaş
demek olan fâiz (2/Bakara, 279) olmaksızın ticarî hayatı
düşünememekteler...
Bazı müşrik ve kâfirlere, dost olmanın ötesinde,
hatta hayranlık duyanlar, destekleyip alkışlayanlar,
onları velî kabul ederek seçip işbaşına getiren, yetki
verenler, onların izini takip eden, itaat eden, onları
örnek alanlara ne demeli!? Keler deliğine girseler
bile onlara imrenip taklit etmeye çalışan, onları
model kabul edip modalarına uyanlara nasıl bir sıfat
bulmalı!?
“Mü’minler, mü’minleri bırakıp kâfirleri dost
edinmesin. Kim böyle yaparsa Allah ile bir ilişiği
kalmaz.” (3/Âl-i İmrân, 28)
“Andolsun ki İsrâiloğullarından ahid/sağlam söz
aldık ve onlara peygamberler gönderdik. Ne zaman
bir peygamber onlara nefislerinin arzu etmediğini
(ilâhî hükümleri) getirdi ise bir kısmını yalanladılar,
bir kısmını da öldürdüler.” (5/Mâide, 70)
Günümüzde peygamberlerin yolunu takip etmeye
kim ne kadar ihtiyaç duyuyor? Hâlbuki Allah,
bütün peygamberleri kendilerine itaat edilmesi için
göndermiştir (4/Nisâ, 64).
KENDILERINE GELEN PEYGAMBERLERDEN
BAZILARINI ÖLDÜRMEK 77
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
104
Onlara itaat etmemek, onları yok saymak demektir.
Onları yok saymak da mânen onları öldürmektir.
Bugün bu toplum, peygamberi önemsemiyorsa,
onun getirdiği vahye, o vahyin peygamber usulüyle
nasıl uygulanacağına önem vermiyorsa, peygamberi
mânen öldürmüş demektir. Peygamber’i ne kadar
tanıyor, onu ne kadar örnek alıyor, onun yaşadığı gibi
yaşamayı ne kadar istiyor, peygamberli bir hayatı ne
kadar arzu ediyor; bütün bunlar, yaşayışıyla belli
olur.
Onun düşmanlarını ne kadar seviyor, onların izini
ne kadar takip ediyor, tercihini peygamberden yana
yapması gerekirken, onun düşmanlarından yana
yapanlar, peygamberi mânen katletmiş sayılmaz mı?
Onun yolunu öldürenler, Onu hayatlarında örnek
ve model almayanlar, hayatlarında Rasulün yolu,
izi, sünneti olmayanlar, Peygamberimizin izini
takip etmek yerine, “Atam izindeyiz” diyenler,
Peygamberimize düşman olanlarla dost olanlar,
onu örnek almak gibi bir derdi olmayanlar, onun
getirdiklerini önemsemeyenler, Peygamberi takip
edeceğine siyasi liderlerin peşinden gidenler,
efendilerini, liderlerini yüceltenler, hadisleri, sünneti
toptan reddedenler, peygamberimizi bir postacı gibi
görenler, peygamber yolunun katilleri değil midir?
Ahmed Kalka n
105
“Allah, çocuk edindi, dediler. O, bundan uzaktır.
Hayır! Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ındır.
Hepsi O’na boyun eğmiştir.” (2/Bakara, 116)
Allah’a çocuk isnad etmek, Allah’ın çocuğa,
evlâda ihtiyacı olduğunu kabullenmek demektir.
Allah’a yardımcılar isnat etmek, Allah’a ait özelliklere
sahip başka kişiler olduğunu kabul etmekle ona oğul
isnat etmek arasında pek bir fark yoktur. Bir insanı
hâşâ Allah yerine koyanlar, Allah’a ait olan teşri’yi
(yasa yapmayı, hüküm koymayı) insanlara verenler,
duâları ve tevbeleri kabul edecek, şefaat ederek
Allah’ın cehenneme mahkûm ettiği birini Allah’ın
elinden alıp O’nun hükmünü bozarak cennete
koyma gücünü bazılarına verenler ile, Allah’a oğul
nispet edenlerin aralarında ne fark var? Allah’ın
yeryüzünde temsilcileri olduğuna inananlar, Allah’ın
yetkilerini Allah’tan başkalarına vermeye çalışanlar,
sadece Allah’a ait olan bazı özellikleri, sıfatları bir
hocaya, bir efendiye, bir devlet başkanına vermeye
kalkanlar, küçük yeryüzü tanrıları oluşturanlar,
Allah yerine yeryüzünde tasarrufta bulunan bazı
kişilerin olduğunu kabul edenler; Allah’a yardımcı
ve evlât isnat etmiş gibidir. Allah’, rızık vermede,
yönetmede, hukuk belirleme ve insanları yargılayıp
haklarında hüküm vermede, eğitimde, sosyal hayatta
küçük tanrılar, yarı ilâhlar kabul etmek, Allah’a çocuk
isnat etmek gibidir. Allah’ın kendini tanıttığı gibi
tanımak, Kur’an’da belirtilen Allah’ın özelliklerini
ALLAH’A ÇOCUK ISNAD ETMEK 78
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
106
sadece Allah’a atfetmek, tevhidle ilgilidir. Tevhid
suresi anlamında kullanılan İhlâs suresinde öyle
denilir: “De ki Allah birdir. Allah sameddir, hiçbir
şeye muhtaç değildir. O baba da değildir, oğul da
değildir. O’nun dengi hiçbir şey yoktur.” (112/İhlâs, 1-4)
“Ehli kitaptan bir gurup şöyle dedi; İnananlara
indirilmiş olana sabahleyin inanıp, akşamleyin inkâr
edin. Belki onlar (böylece dinlerinden) dönerler.” (3/
Âl-i İmrân, 72)
Dostluk-düşmanlık ölçülerini Allah belirler.
Allah’a kulluk yapmaya çalışan mü’minleri
hilelerle dinlerinden döndürmeye çalışanlar
Yahudilerin izinden giden Yahudileşmiş kimselerdir.
İnanmış gözüken, bazen Müslüman gibi yaşayan,
Müslümanların cemaatine katılıp onlardan biriymiş
gibi gözüken kimselerin yanında; laik, kapitalist
Atatürkçü bir devleti Müslümanların devleti gibi
tanıtıp onu Müslümanlara kabul ettirenler, yanlış ve
sahte bir Müslümanlığı gösterip insanları İslam’dan
soğutan anlayış elbette günümüzde de var.
“Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz
doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar
veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman Allah,
size yaptıklarınızı haber verecektir.”(5/Mâide, 105)
KENDILERINDEN OLMAYANLARA DÜŞMAN OLMAK
VE MÜSLÜMANLARA KARŞI HILE YAPMAYA
ÇALIŞMAK
79
MÜSLÜMANLAR OLARAK BIZ GERÇEKTEN HIDÂYET
ÜZERE OLSAK, YAHUDILER BIZE ZERRE KADAR
ZARAR VEREMEZLER
80
Ahmed Kalka n
107
“Onlar size eziyetten başka bir zarar veremezler.
Eğer sizinle savaşmaya kalkışsalar, size arkalarını
dönüp kaçarlar. Sonra onlara yardım da edilmez.
Çünkü onlar, Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar
ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı.
Bu da, onların isyan etmiş ve haddi aşmış
bulunmalarındandır.” (3/Âl-i İmrân, 112)
Problem bizde. Ortadoğudaki İsrail değil;
buradaki, içimizdeki İsrail, dost kabul edilip
egemenliği kabul edilen buradaki İsrail insanımızı
mahvediyor. İsrail değil, biz kendimize zarar
veriyoruz. Biz Yahudi özelliklerini tümüyle terk
etmeden kendimizi düzeltemeyiz. Bireysel ve
sosyal hayatta peygamberlerin, sıddıkların, şehit ve
sâlih insanların yolunu takip edeceğine, kâfirlerin
yolunu takip ediyor ve Yahudilerin özelliklerine
sarılıyor toplum. Müslüman olduğunu söyleyen
halk bu Yahudi özelliklerinden sıyrılmadığı
müddetçe mağlubiyetlerden, zillet ve meskenetten
kurtulamayacaktır.
Allah, daha önce âlemlere faziletli kıldığı
Peygamberlerin izinden giden İsrailoğullarına
tevhidî hassâsiyetlerini kaybedip küfre ve
şirke meyletmelerinden, Allah’a isyan edip
peygamberlerinin yolunu terk etmelerinden ve
yukarıdaki özelliklere sahip olduklarından dolayı
onların üzerine zillet ve meskenet indirdi. Bütün
bu konularda İsrail’den fazla İsrailleşen, yahudiden
fazla yahudileşen, gâvurdan fazla gâvurlaşan
insanlara Rabbimiz Yahudilere verdiği zillet ve
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
108
meskeneti, belki de lâneti, adâletinin gereği vermez
ve bu damgaları vurmaz mı? Kendileri yahudiden
farksız kalabalıkları Allah destekler, onlara yardım
eder mi? Allah’ın yardımı olmayınca, maddi güç
ve silah yönüyle üstün olanlar diğerlerine gâlip
gelecektir. Ümmet olamayışımız, İslâm devletine
doğru giden çizgiye yaklaşamamız, Hz. İbrahim
tek başına ümmet olurken bizim 1,5 milyar kendini
İslam’a nispet eden Müslüman olduğunu iddia
edenler olarak bir ümmet olamayışımız üzerimize
meskenet ve zillet damgası vurulduğu ve belki de
Allah’ın lânetine uğradığımız için olmasın?!
Yukarıda Anlatılanları Ve İsrail’le İlişkileri
Şu Üç Âyet Işığında Değerlendirme Yapmamız
Gerekir:
Yahûdileri dost kabul eden onlardan olur:
“Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanları dost
edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdır. Sizden
kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır.
Şüphesiz Allah, zâlimler topluluğunu hidâyete
ulaştırmaz, doğruya iletmez.” (5/Mâide, 51)
Mü’minlere en şiddetli düşmanlar yahûdilerdir:
“İman edenlere düşmanlık etmede insanların en
şiddetlisinin kesinlikle Yahudiler ile Allah’a ortak
koşan müşrikler olduğunu görürsün...” (5/Mâide, 82)
Mü’minler İsrailoğulları gibi nankör olmasın
“İsrailoğullarına sor; Biz onlara nice açık mucizeler
Ahmed Kalka n
109
verdik. Kendisine geldikten sonra kim Allah’ın
nimetini değiştirirse, (bilsin ki) şüphesiz Allah,
cezası pek çetin olandır.” (2/Bakara, 211). Allah’ın onca
nimetine rağmen bunca isyan; onca lütuf bunca
inkâr… Nankörlük; verilen nimeti görmezden
gelmek; şükredip Allah’ı râzı etmek yerine, yok
saymak, hatta Allah’ı gazaba getirecek şekilde
tuğyana yönelmek…
“Sizden öncekilerin yolunu adım adım, karış karış
izleyeceksiniz. Eğer onlar bir kertenkele/sürüngen
deliğine girse, siz de gireceksiniz.’ ‘Ey Allah’ın
Rasûlü, yahûdilerin ve hıristiyanların yolunu mu?’
diye sorduk. ‘Başka kim olacak?’ dedi.” (Buhâri, İ’tisâm
14; Müslim, İlim 6; İbn Mâce, Fiten 17; Ahmed bin Hanbel, III/84)
“Ümmetimin başına İsrâiloğullarının başına
gelenin aynısı gelecek. Tıpkı bir ayakkabı kalıbıyla
ayakkabının birbirine uyduğu gibi…”(Tirmizî, İman 18)
“Benî İsrâil’in ilk terk ettiği şey şuydu: Bir kimse
diğeriyle bir araya gelir, biri diğerine derdi ki: ‘Ey
falan, Allah’tan kork ve böyle yapmayı bırak, kuşkusuz
bu sana helâl değil.’ Ertesi gün karşılaştıklarında onu
yine aynı şeyi yaparken görür. Bu durum o adamla
yemesine içmesine, onunla oturup kalkmasına engel
olmaz. Adamın günahta ısrar etmesine rağmen
dostluğunu sürdürürdü. Allah da onların bazısıyla
bazısının kalbini mühürledi: “De ki: ‘ey ehl-i kitab,
İSRÂIL OĞULLARI ILE İLGILI BIRKAÇ
HADIS-I ŞERIF RIVÂYETI
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
110
dininizde haksız yere aşırılığa dalmayın ve önceden
sapmış, birçoklarını da saptırmış, doğru yoldan
şaşmış bir milletin keyiflerine uymayın” (5/Mâide, 77)
âyetini okudu. Sonra ekledi: “Hayır, vallahi ya iyiliği
emreder, kötülükten nehyedersiniz, hakka aykırı
davrananı hakka çevirirsiniz ve haktan ayrılmasına
engel olursunuz; ya da Allah sizin kalplerinizi
yahudilerin kalplerine benzetir, sonra onlara lânet
ettiği gibi size de lânet eder.” (Ebû Dâvud, Melâhim 17
(4336); Tirmizî, Tefsir 5/6 (3047).
Ve bir hadis-i şerif: “Bir kavim, zayıf ve
yoksuldular, kuvvette ve sayıda güçlü olanlar
onlarla savaştı. Allah Teâlâ, o zayıfları onlara gâlip
kıldı. Onlar da düşmanlarına (kötülük) kastederek
onları (büyük zorluklarda) kullandılar ve onlara
musallat oldular. Böyle Allah Teâlâ’ya kavuşacakları
güne kadar Allah’ı kendilerine gazap ettirdiler/
kızdırdılar.” (Ahmed bin Hanbel, V/407)
Tâğutî düzen ve câhiliyye toplumu insanı nasıl
değiştirip dönüştürüyor? Dünyaya gelişigüzel bir
bakış bile yeterli (Zaten hep gelişi de gidişi de güzel
olmalı bakışlarımızın ve davranışlarımızın). Batılı
kâfirlere, hıristiyan ve özellikle de yahudilere ait
Kur’an’da beyan edilen olumsuz özelliklerin çoğu,
bugün “müslümanım” diyenlerde hiç eksiksiz
bulunmaktadır. Dolayısıyla hıristiyan ve yahudilere
verilecek dünyevî ve uhrevî cezalar, mü’min
geçinenlerden onları örnek alan taklitçilere de
verilecektir. Bu, İlâhî adâletin gereğidir. Lânete,
Ahmed Kalka n
111
gazaba uğrama ve dalâlet/sapıklık hükümleri/
damgaları da... Bu değerlendirmeler, fertler
için olduğu kadar, toplum için de geçerlidir.
Toplumların, devlet ve rejimlerin, lânetli ve
sapık yolu izledikleri zaman, helâkleri ve
cezaları, tarihtekinden farklı olmayacaktır.
Sünnetullah’ta (Allah’ın toplumsal kanunlarında)
bir değişiklik olmaz. Saâdeti asra taşımak ve
sahâbeleşmek mümkün olduğu gibi, İsrâil’leşmek
de mümkündür. Bu tercih; mutluluk veya felâketi,
cennet veya azâbı seçmektir. Dışımızdaki
kâfirden daha tehlikeli olan, içimizdeki küfür ve
kâfirdir, yahûdileşmedir; inanç, ahlâk ve yaşayış
tarzı olarak gâvurlaşmadır; içimizdeki tâğutlar ve
onlara destek olan anlayıştır.
“Ey iman edenler! Siz (önce) kendinize bakın.
Siz hidâyet üzere/doğru yolda olunca, dalâlette
olan kimseler size zarar veremez.” (4/Nisâ, 105)
Kur’ân-ı Kerim’de, tespit edebildiğimiz
kadarıyla yahûdileşme alâmet ve özellikleri olarak
tam 80 vasıf sayılır. Bu özelliklerin yarısından
daha fazlasının, günümüzde nice “müslümanım”
diyenlerce aynen uygulandığına şâhit oluyoruz.
Biraz gaza getirildiği ve biraz hükümetin
ve TV.lerdeki görüntülerin etkisiyle, biraz da
ONLAR VE BİZ
İSRAIL NEREDE? BU TOPLUMUN GÖNLÜNDE VE
YAŞAYIŞINDA…
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
112
konjönktürel olarak vahşi saldırılara tepki olarak
halkın duyarlılığının artması ve farklı grup ve
cemaatlerden binlerce insanın küçük çaplı vahdet
gösterisi şeklindeki miting, toplantı ve eylemleri
bizi aşırı iyimserliğe yönelterek aldatmasın. Halk,
Kur’an’a topyekûn dönmediği ve bireysel yaşayıştan
sosyal ve siyasal değerlendirmelere kadar İslâm’a
teslim olmadıkça zillet devam edecektir.
Bugün (İslâm’ı temsil etmedikleri halde, yanlış
olarak) İslâm toplumu denilen halk yığınları,
İsrâiloğullarının olumsuzluklarla dolu tarihinin ve
geleneklerinin mirasçısı görünümünü arzetmektedir.
Meselâ, Kur’an-ı Kerim onlara yönettiği “Yoksa
siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı
ediyorsunuz?” (2/Bakara, 85) sorusunun muhâtabı olan
sayılamayacak kadar insanımız vardır. Yine Tevrat,
kendilerine yükletildiği halde onun emirlerini yerine
getirmeyenlerin durumunu kitap yüklü merkeplere
benzeten Kur’an’ı (62/Cum’a, 5) okurken, ister istemez
Kur’an’a inandığını söyleyen ve onu kabul ettiğini,
hatta öğrendiğini sandığı halde ümmîler gibi hareket
eden, Kitapsız gibi yaşayan nice insanımızın varlığını
görerek Allah Teâlâ’nın çevremizdeki insanlardan
binlercesine Kur’an’ı yüklenen merkepler olarak
baktığını düşünmeden edemiyoruz. İsrâiloğulları ile
bizim aramızdaki en büyük fark, bize vahiy olarak
gelen Allah’ın kitabına olan samimi bağlılığımız ve
ona uymamak için bahaneler aramayışımız olacaktır.
Bunu yapmayınca Kur’an’ın onlar için anlattığı
tüm olumsuzlukları kendimiz için düşünmemiz
Ahmed Kalka n
113
gerekecektir. Çünkü İsrâiloğullarını Kur’an’ın
kötülemesinin sebebi, onların Kitab’a ve Rasüllerine
karşı olan lâkayt tavırlarıdır, keyfî hareketleri ve her
şeyi dünyalık ucuz menfaatlerine göre hesaplayan bir
mantığın temsilcisi olmalarıdır.
Yahudiler, başlangıçta müslüman idiler. Daha
sonra dejenere olarak yahudileştiler. Yahudileşmek,
sadece Benî İsrâil için ve tarihte kalmış bir problem
değil; tüm insanlık için ve bütün zamanlarda bir
büyük problem ve risktir. Yahudileşmek, Hz.
Muhammed ümmetinin kıyametidir.
Yahudilik, etnik ve teolojik yönleri olan
çift cinsiyetli bir kavramdır. Tabiatı icabı, hem
“İsrâiloğulları kavmine mensup olma” anlamına
etnik kimliği ifade eder; hem de İsrâiloğullarının
dini olan ve aslı İslâm olduğu halde, onun tahrif
edilmiş şekli “yahudiliğe mensup olma” anlamına
dinî kimliği ifade eder.
Yahudileşme ise, etnik ve dinî menşe itibariyle
yahudiliğe mensup olmadığı halde, onlar gibi olma,
onlara benzeme, onların tavır ve davranışlarını
gösterme mânâsına gelir. Yahudileşme temâyülü ise,
sosyolojik olmaktan daha çok bireysel bir eğilimdir
ve tek tek her insanda örtük bir biçimde bulunabilir.
Bu eğilim, her bünyede bulunup da, vücut, direncini
kaybedince ortaya çıkan bulaşıcı bir virüs gibi,
YAHUDILEŞME
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
114
ortamını bulduğunda bir tavır ve davranış biçimine
dönüşür ve bulaşıcılığı sayesinde toplumsal bir felâket
halini alır. Yahudileşmiş bir toplumu ya da sistemi
ortaya çıkaran, tek tek fertlerdeki yahudileşme
temayülü olsa gerektir.
İsrâiloğulları konusu, eğer bu ümmeti doğrudan
ilgilendirmiyorsa, Kur’an’ın bu konuya yüzlerce âyet
ayırmasının anlamı ne olabilirdi? Kur’an’da hiçbir
kavim ve din mensubundan, İsrâiloğullarından söz
edildiği kadar geniş söz edilmez. Kısaca Kur’an’da
İsrâiloğullarının yahudileşme sürecini anlatan
âyetlerin bir sayım-dökümünü yaptığımızda, bu
konu ile doğrudan ilgili olan âyetlerin sayısının
712 adet olduğunu görürüz. Yahudileşme süreciyle
dolaylı ilişkisi olan diğer âyetleri de sayacak
olursak, bu rakam en az ikiye katlanacaktır. Kaldı
ki, olayla doğrudan ilgili âyetlerin toplamı olan
712 rakamı bile Kur’an’ın tamamı göz önüne
alındığında 10’da biri aşan bir oran tutmaktadır.
Bunca âyeti, sadece tarihte yaşamış bir kavmin
hikâyesi olarak görmek, Mekke müşriklerinin
Kur’an’a yaklaşımı olan “esâtîr’l-evvelîn/eskilerin
masalları” mantığını benimsemekten başka bir
mânâya gelmez. İsrâiloğullarına Kur’an’da bu kadar
fazla yer verilmesinin sebebi, bu ümmeti gelecekte
bekleyen “yahudileşme tehlikesi”ne dikkat çekmek,
Muhammed ümmetini yahudileşme tehlikesinden
korumaktır.
Her mü’minin her gün onlarca kez “gazaba
Ahmed Kalka n
115
uğrayanların ve sapıtanların yoluna iletme!”(1/Fâtiha,
7) duâsını tekrarlamak zorunda olması, Kur’an’ın
bunca yer vererek uyardığı tehlikenin büyüklüğünün
başka bir işaretidir. Fâtiha’nın sonundaki bu âyeti her
okuyuş, “Allah’ım, bizi yahudileştirme! Allah’ım,
bizi hıristiyanlaştırma!” anlamına gelmektedir. Bu
duanın namazın her rek’atında tekrarı, yahudileşme
tehlikesinin büyüklüğüne işarettir. Bunun anlamı,
bir bilincin sürekli diri tutulmasıdır. Yahudileşmeye
karşı kendisine iman edenleri sürekli uyanık
halde tutan Kur’an, tarihin tekerrür etmemesi için
İsrâiloğullarının yahudileşme serüvenini bir ibret
vesikası olarak gündemde tutmaktadır.
Kur’an’da bunca yer tutan İsrâiloğullarının
yahudileşme sürecinin müslümanlar tarafından
amacına uygun bir biçimde anlaşılıp ibret alınmasının
önündeki en büyük engel “lânetli kavim” anlayışıdır.
Allah’ın, meleklerin ve insanların lânetlediği herhangi
bir kavim, ya da belli bir kavme mensup olan kişiler
değil; bir tavır, eğilim, eylem ve onlara kaynak olan
“mantık”tır. İsrâiloğulları, Allah kendilerini âlemler
içerisinden seçip vahyi üstlenme nimetini verdiği
halde bu lânetli tavra/mantığa saplanıp yahudileştiler.
Ümmet, ya da ümmetin içerisinden herhangi bir grup
aynı tavra/mantığa saplanırsa o zaman o da “lânetli
mantığa” yakalanmış, yahudileşme temâyülüne
girmiş demektir. Allah bu sürece giren toplulukların
elinden hilâfet emanetini, aynen yahudileşen
İsrâiloğullarından aldığı gibi alacaktır.
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
116
“Ey iman edenler, kim Allah’ın yolundan dönerse
bilsin ki Allah yakında bir toplum getirecek, O onları
sever, onlar da O’nu.” (5/Mâide, 54)
İsrail sadece Filistin’i işgal etmiş değil, işgalin
kapsamı çok daha geniş, zulmün boyutları çok daha
derin. Haber ajansları ve medyadaki ağırlıkları, sanat
ve özellikle sinemadaki etkinlikleri, Mason locaları,
Rotary ve Lions klüpleri, uluslararası nice teşkilatları,
kendi ideallerine hizmet eden tâğutî rejimler ve
her ülkedeki işbirlikçileriyle İsrail her şeyiyle
müslümanların içinde. Yahudilerden mü’min olanlara,
artık nasıl yahudi denmezse, müslümanlardan
yahudileşenlere de artık müslüman denilmesi yanlış
olur, o artık “yahudi(leşmiş)” bir kimsedir. Kendisinde
itikadî anlamda münâfıklık alâmetleri bulunanlar,
hadis-i şerifteki ifadeyle nasıl hâlis/tam bir münâfık
oluyorsa (Buhârî, İman 24, Mezâlim 17; Müslim, İman 106),
kendisinde yahudilik alâmetleri bulunanlar da tam bir
yahudi olurlar. Yoksa, yaratılış ve ırk olarak yahudi
olmak, ne başlı başına bir üstünlük, ne de alçaklıktır.
İnsanın, kendi elinde olmayan bir sebepten dolayı, şu
veya bu ırka mensup olmasından ötürü gazab edilmesi
ve lânetlenmesi Kur’an’ın bütünlüğüne uygun bir
anlayış değildir. İnsan, irâdesini iyiye veya kötüye
kullanmasından, kendi yaptıklarından dolayı ödül
veya cezayı hak eder. Önemli olan Kur’an’da ifadesini
bulan yahudi karakterine sahip olup olmamaktır.
Aynen, müslüman bir anne-babadan doğmak, yani
İSRÂIL İÇIMIZDE...
Ahmed Kalka n
117
nesil olarak müslüman çocuğu olmak, müslüman
sayılmak için kâfi olmadığı gibi.
Batılı kâfirlere, hıristiyan ve özellikle de
yahudilere ait Kur’an’da beyan edilen nice olumsuz
özellik, bugün “müslümanım” diyenlerde hiç
eksiksiz bulunmaktadır. Dolayısıyla hıristiyan ve
yahudilere verilecek dünyevî ve uhrevî cezalar,
mü’minlerden onları örnek alan taklitçilere de
verilecektir. Bu, İlâhî adâletin gereğidir. Lânete,
gazaba uğrama ve dalâlet/sapıklık hükümleri/
damgaları da. Bu değerlendirmeler, fertler
için olduğu kadar; toplum için de geçerlidir.
Toplumların, devlet ve rejimlerin, lânetli ve sapık
yolu izledikleri zaman, helâkleri ve cezaları,
tarihtekinden farklı olmayacaktır. Sünnetullah’ta
(Allah’ın toplumsal kanunlarında) bir değişiklik
olmaz. Saâdeti asra taşımak ve sahâbeleşmek
mümkün olduğu gibi, İsrâil’leşmek de mümkündür.
Bu tercih; mutluluk veya felâketi, cennet veya
kıyâmeti seçmektir. Dışımızdaki yahudiden
daha tehlikeli olan, içimizdeki yahudidir. Kalp
ve kafamızdaki, el ve dilimizdeki küfürdür
dünyamızı perişan, âhiretimizi zindan edecek
olan. “Ey iman edenler! Siz (önce) kendinize bakın.
Siz hidâyet üzere/doğru yolda olunca, dalâlette
olan kimseler size zarar veremez.” (4/Nisâ, 105).
Beyinlerini ve gönüllerini, yaşadıkları çevredeki
topraklarını ve hatta mescidlerini her çeşit
işgalden arındıramayanlar, uzaklaştıkları mübârek
yerleri ve büyük mescidlerini hiç kurtaramazlar.
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
118
Gönüllerdeki yahudiliğe savaş ilân edip içimizdeki
işgali kaldırmadan, dıştakine tavır almak mümkün
değildir.
Cihad görevinden kaçan, tâğutlardan korkan,
beşerî ideolojiler peşinde koşan, gündelik işlerden
dâvâya vakit ayıramayan, kâfirleri dost ve velî kabul
eden dünyevîleşmiş müslümanlar kendilerine gelsin
diye uyarıcı iğnedir İsrail vahşeti. “Zâlim Allah’ın
kılıcıdır, Allah onunla yoldan çıkanları cezalandırır,
sonra ondan da intikamını alır.” Zâlimlerden korkan,
onlara karşı seyirci kalan insanlara, Allah zâlimleri
musallat kılar ve onların seviyesine indirir.
Hamas’ın ve intifâdanın unutulmaz liderlerinden
şehid Şeyh Ahmed Yâsin öyle diyordu: “Allahım!
Filistin konusunda sessiz kalan ümmeti Sana şikâyet
ediyorum.” Filistin’li kız çocuğunun sesi hâlâ
kulaklarımızda çınlıyor: Ârun aleykum: Utanın!”
Peki, utanılacak bu durumdan kurtulmak, orayı
kurtarma gayretiyle, kendimizi kurtarmak için ne
yapılması gerekiyor?
Pis temizlenir, ama pisliğin atılması, tümüyle yok
edilmesi lâzımdır ki, gerçek temizlik olsun. İsrail
denen terörist devleti tümüyle ortadan kaldırmadan
Filistin meselesi hallolmaz. İsrail’i ortadan
kaldırmak için de o küçük ülkenin sömürgesi
konumundaki Amerika ile ve hatta İngiltere gibi
bazı Avrupa ülkeleri ile savaşmayı göze almak
gerekir. Bu da Üçüncü Dünya Savaşı ve hatta belki
Ahmed Kalka n
119
Kıyâmet Savaşı demektir. Bu yüzden, ümmetin her
şeyden önce yeniden imanını, sosyal, ekonomik ve
siyasal yapısını gözden geçirmesi gerekmekte, köklü
değişikliklere aday olması icap etmektedir. Bunun
için de başlanacak yer: Tevhiddir, şirkin izâlesidir.
Sonra canlı Kur’an adayları yetiştirmek, imanamel
bütünlüğüne, takvâ ve ahlâkî erdemlerle
örnekliğe önem vermektir. İşte bu özelliklere sahip
olan ümmetin içinde tüm ümmeti ve İslâm’ı temsil
edebilecek öncü insanların, nasıl cihad edilmesini
bilen ilim sahibi, muttakî ve ahlâklı mücâhidlerin
cihadı, kapıları açacak ve Allah’ın yardımına muhatap
olunacaktır. Allah, ancak bu aşamalardan geçmiş,
kendi dinine yardım edenlere yardım edecektir. Ve
Allah’ın yardımına lâyık olmadan böylesi büyük
işleri başarmak ve hatta girişmek mümkün değildir.
Bildiğiniz gibi; İsrail, sadece Ortadoğu
topraklarında 6-7 milyonluk bir ülkeden ibaret
değil. Öyle büyük ahtapot ki, Ankara’ya, İstanbul’a
kolları uzandığı gibi, başı ta Amerika’larda. Büyük
kolları Avrupa’da. İsrail içimizde. Her şeyiyle;
yaşam tarzıyla, ölüm korkusuyla, devlet biçimiyle,
düzeniyle, yasalarıyla, eğitim tarzıyla, kıyafetiyle,
medyasıyla… her şeyiyle içimizde. Ümmetin içinde,
gönlünde, kafasında. Toprakları işgal eden İsrail’den
daha tehlikelisi, zihinleri ve gönülleri işgal eden
İsrail’dir. Ve ümmet topyekün bu faciayı yaşıyor.
Ümmetin ekserisinin evleri ve işyerleri, çocukları
ve gençleri, okulları ve sokakları işgal edildiği halde
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
120
farkında bile değiller. Filistinliler bunun farkında
ve düşmanlarına atacak bir taşları varsa onu atmaya
çalışıyor. Ümmetin fertlerinin çoğu işgalcilerine
tutkun, hayran ve yardımcı durumda. Ümmet,
dostunu düşmanını tanımıyor, işgalin ne olduğunu
bilmiyor. Gardiyanına âşık oluyor, celladını ölesiye
(öldürülesiye) seviyor. Aman Allah’ım, nasıl olur,
şehid kanları bile bu durumu değiştiremiyor. “Her
yer Kerbelâ” denir ya, bugün “her yer Filistin!”
Her yer işgal altında. Zulmün en büyüğü, bedenlere
yapılan değil; kafa ve gönüllere yapılandır.
Dünyasını yok etmekten daha büyük zulüm, insanın
âhiretini mahvetmektir. Kur’an öyle diyor: “…
Allah’a şirk koşma! Şüphesiz şirk, gerçekten en
büyük zulümdür.” (31/Lokman, 13). Filistin’den daha
feci bu ülkenin insanlarının durumu. Onlar hiç
olmazsa düşmanlarını tanıyorlar ve taşla da olsa
onlara tavır alıyorlar. Ölüyorlar (ölümsüzleşiyorlar)
ve kurtuluyorlar. Buradaki işgal sonucu ölenlerinse
âhireti mahvoluyor. Biz, insanların suçsuz yere
ölmemesi için mi öncelikle mücadele etmeliyiz, yoksa
âhiretlerinin mahvolmaması için mi? Önceliğimiz
insanların bedenleri mi, ruhları mı? Dünyaları mı,
âhiretleri mi? İnsanların öncelikle karınlarını mı
doyurmalıyız, gönüllerini mi?
İnsanımız o hale gelmiş ki, belâ kendi
evinin kapısına dayanıncaya kadar suya-sabuna
dokunmamayı tedbir sayabiliyor.
Ahmed Kalka n
121
Para-pul, araç-gereç, sayı-nüfus hesabı yaptığı
kadar bile Allah’ı hesaba katmıyor ve korkularının
esiri olabiliyor.
Okumakla adam olacağına, namazla sadece
Allah’a kulluk bilincine ulaşacağına, duayla
aktifleşeceğine, sabırla direnişe geçeceğine; kitapla
eşekleşebiliyor, namazla ürkekleşebiliyor, duayla
pasifleşebiliyor ve sabırla zilleti kuşanabiliyor.
Elini taşın altına koyacağına, yüke omuz verip
yük alacağına; yük olabiliyor.
Bir yol bulacağına, yol açacağına, yola düşeceğine;
yolda düşüyor, düştüğü yerden kalkmıyor, yoldan
çekilmiyor.
Yangını söndürmek için eline bir kova su alıp
göreve koşmak yerine; itfaiyecileri eleştiriyor,
yürüyenin önüne taş, üretenin önüne set olabiliyor.
Zihni düşünce, gönlü huzur, eli iş üreteceğine,
sadece dili laf üretiyor.
Esas Filistin biziz biz! Farkında bile değiliz.
İslâm, insanları kurtarmak ister. Canla cihad,
yani Allah için savaş, başkalarını öldürüp cehenneme
göndermek için değil; nefsimizi ve diğer nefisleri
cehennemden kurtarmak için yapılır.
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
122
Cihad, yanmaktan kurtulan merhametli insanların
başkalarının imdadına koşmasının, insan kurtarma
savaşının adıdır. O yüzden kurtulmayan kurtaramaz.
Canla cihadda, yani Allah için savaşta hedef,
öldürmek değil; diriltmektir. Ölü kalpleri diriltmek,
sönük fikirleri aydınlatmak, donuk hissiyatlara can
vermek. İnsanları yurtlarından etmek değil; onlara
ebediyet yurdunu kazandırma gayretidir cihad. Bu
diriliş hareketinin önüne çıkanlar ölümü hak etmiş
olurlar.
Çokların hayat bulması için, belli bir azgın
azınlığın ölmesi gerekiyorsa, işte buna “cihad” deriz
ve buna koşarız. Aksi halde çoğunluğa zulmetmiş
oluruz. Bunun şartlarını da ümmetin ulemâsı belirler,
birkaç gencin heyecanlı ama cahilce tavrı değil.
Cihad mekânları; mânen hastalıklı, ülkelerinde
ciddi bir şey yapamayan insanların sığınağı, ucuz
ve kolay yoldan cennete gitmek için kaçılacak,
sığınılacak mekânlar değildir.
1) Cihad farzdır.
2) Cihad, sadece silahla veya can alıp canını
vermekle sınırlandırılamaz.
3) Kur’an’da cihadı emreden hemen bütün âyetler,
“malınızla ve canınızla cihad edin” der. Önce malla,
MADDELER HALINDE CIHADI TAHLIL EDELIM
Ahmed Kalka n
123
yani, can dışında Allah ne tür imkân verdiyse onlarla
Allah yolunda cihad…
4) Cihad emri, Kur’an’ın topluma tedricî olarak
yüklediği görevlerdendir.
5) Cihad emri, öncesinde başka çalışmaları icap
ettiriyorsa oradan başlamayı gerekli kılar. Namaz
için önce abdestin gerekli olduğu gibi.
6) Bu topraklarında yaşayan kimselerin en önemli
cihadı yine bu topraklarda olmalıdır. Çünkü bizim
yaşadığımız yerlerde cihada daha büyük ihtiyaç
vardır. Şirkin izale edilmesi için yapılacak ciddi
çabalar için uğraş vermek, can vermekten daha zor,
daha sabır isteyen, daha ilim ve olgunluk isteyen bir
tavırdır.
7) Esas İsrail, bizim içimizdeki İsrail’dir. Esas
Filistin biziz. Esas büyük işgal, toprakların işgali
değil, bizim insanımızın gönlünün ve zihninin
işgalidir.
Şeytan, yapamayacağımız büyük işleri, idealleri,
boyumuzun ve gücümüzün yetmeyeceği şeyleri güya
yaptırmak için, yapacağımız görevleri aksattırmayı
pek sever. Şeytanın sağdan yaklaşmasıdır bu.
Tamam, İsrail mallarını ve kendini ona kayıtsız
şartsız destek verme mecburiyetinde hisseden
Amerika mallarını boykot edelim, ama “made
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
124
in Turkey” imzası taşıyan malların ne kadarı
İsrailleşmemiş, Amerikanlaşmamış firmaların
malları ki!? Şu an gösterebileceğimiz en iyi boykot,
hayatımızdan Yahudi yaşayışına dair yaşantıları
çıkarmak, gâvurlaşmaya giden yoldan dönmek
olacaktır. İsrafa yol açacak, lüks tüketim sayılabilecek
tüm malları boykot etmeli değil miyiz? Olayı, bir de
tersinden değerlendirelim: Kârının belirli miktarını
her ay İsrail’e gönderen (tespit edilebildiği kadarıyla)
yüz civarında marka var ve bunların Müslümanlarca
boykot edilmesi isteniyor. Aynı şekilde İsrail devleti,
kendi halkına; Filistin’e ve benzeri cihad yapılan
yerlere her ay yardım eden markaları boykot etmelerini
istemek için firma ismi tespit etmeye kalksa, kaç tane
Müslüman markası çıkar? Hatta bulabilir mi boykot
edilmeyi gerektiren bir firma? Dâvâsı için Siyonist
Yahudi kadar fedâkârlık yapamayan zenginleri hangi
sınıfa koyacağız? Paraya tapma özelliği yönüyle kim
daha fazla Yahudi(leşmiş) dersiniz?
Ne mi yapmak lâzım? Önce durum ve konum
tahlili… Akıllıca, çekinmeden. Sonra uzun vadeli
programlar. Ümmetin ihyâsı, tevhidi anlayan
muvahhidlerin vahdeti. Sonra öncülerin şûrâsı
ve önderliği. Ulemânın beraberliği, kolektif
dayanışma ve güç birliği ruhu. İlim-takva-cihad
bütünlüğü. Allah’a (O’nun dinine) yardım. İlâhî
rahmete paratonerlik ve liyâkatlik. Ümmet içinde
öncü bir kadro, ümmet içinde ümmet. Ve, onların
İslâmî değişim ve dönüşüm için planlı programlı
faaliyetleri. Cihadsa, her çeşidiyle cihad; Ama
Ahmed Kalka n
125
niyetlerin, inançların, amellerin/eylemlerin, safların,
önderliğin netliği.
“Dinde zorlama yoktur.” (2/Bakara, 256). Ancak,
cennet yolunu zorla kapamak isteyenlerle de savaştan
başka çare yoktur. Bizim cihadımız, muhâtaplarımızı
yok etmeyi değil; onları İslâm’laştırarak kurtarmayı
veya kurtulmak istemeyen o zâlimlerden diğer
insanları kurtarmayı hedefler.
Bugün müslümanların kâfirler arasında bir
selin içindeki köpük ve çer-çöp gibi olmasının
temel sebebi, düşman edinmeleri gereken kâfirleri
dost kabul etmeleridir. Dünyada izzetin, onurun,
devletin; âhirette cennetin bedeli, Allah’ı ve Allah
taraftarlarını dost; şeytanı ve şeytanın askerlerini
düşman kabul etmek ve dostluk ve düşmanlığını
ispatlayacak davranışlarda bulunmaktır.
Ortadoğudaki müslüman kıyımına bakıp “sıra
bize de gelecek” diyenler de, bilsinler ki; onlar
bizim kardeşimiz ve sıra bize çoktan gelmiş. Onları
ümmetin parçası olduğu halde, kendimizden, bizden
saymıyorsak, safımızı kontrol etmek durumundayız.
Esas acınacak insanlar, dostunu düşmanını
tanımayan ve düşmanını dost zannedenlerdir.
Cihadıyla, ibâdetiyle Allah’ın dinini yaşamayan,
Müslüman kardeşine yardım edemeyen kimsenin,
müslümanca ölmesi de çok zordur.
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
126
Yolumuzu aydınlatmak için gerektiğinde
malımızı yakmak, cehennemde yanmamak için
gerekirse İbrâhim gibi dünya ateşlerine atılmak,
dinimizin izzeti için canımızı incitmek, Allah için
gerekli zorluklara, sıkıntılara katlanmak gerek.
Zafer önce gönüllerde ve kafalarda kazanılır.
Gönüllerindeki, zihinlerindeki, hayatlarındaki
işgallere karşı direnenler, er-geç zafere ulaşacaktır.
Kurtulmayan kurtaramaz. Kendini fethedemeyen
hiçbir şeyi fethedemez. Gönül kapısını tevhid
anahtarıyla açabilen kimsenin önünde nice kapalı
kapılar kolayca açılacaktır.
Allah nazarında en üstün kişi, gönlünü, bileğini ve
kafasını birlikte güçlendiren ve bu dengeli gücü Allah
yolunda kullanabilen kimsedir. “Allah, mallarıyla
ve canlarıyla cihad edenleri, derece bakımından
oturanlardan üstün kıldı... Allah mücâhidleri,
oturanlardan çok büyük bir ecirle fazîletli kıldı.” (4/
Nisâ, 95)
Vahdet halinde dünya müslümanları gerçekten
kıblelerine yönelip kıyâma durunca, bu işgal ve
zulümler, yerini fethe ve güzel bir dünyaya kısa
bir anda bırakacaktır. Ümmet bilinci içinde dünya
müslümanları olarak hepimiz, cihad ve fetih şuuruyla
Mekke fâtihleri gibi davransak; Filistin’deki zulüm,
Irak’taki vahşet, karşımızda kaç dakika dayanabilir?
Ahmed Kalka n
127
Cihad, karşımızdaki, hangi dilden anlıyorsa,
o dilden anlatmaktır. Dille anlıyorsa dille; elle
anlıyorsa elle konuşmaktır. Şehâdet kelimesini
haykırmak, bütün dünyaya meydan okumak, bütün
küfür dünyasını karşısına almak, şehidliğe tâlip
olmak demektir. İsrâil, T.C.’den, Arabistan’dan değil;
elinde taştan başka silahı olmayan, kendini taşlayan
gençten korkup üstüne tankla yürüyor.
Yarın tarih kesinlikle yazacaktır: “Sapan taşları
canavar tankları yendi.” Dünkü tarihin yazdığı gibi:
Ebâbil kuşlarının taşları, azgın filleri yendi. Yarınki
dünya, İsrail ve Amerika karşıtlarının olacaktır,
yarınki âhiretin onlar için olduğu gibi.
Yahûdi kadar, bâtıl ideoloji mensupları kadar
çalışmayan, fedâkârlık yapmayan insan, Müslüman
sayılamaz!
Şehidler, kendi hayatlarını fedâ etme pahasına
kutsal emâneti, tevhid şiarını, İslâm sancağını bize
ulaştırdılar. Bizler, bu bayrağı taşıyabiliyor muyuz?
Bizden sonraki nesillere bayrağı daha yükselterek
teslim edebiliyor muyuz? Cevabımız “hayır” ise,
unutmayalım; hesap meleklerinden önce şehidler
yakamıza yapışacaktır.
Yenmek başkadır, kazanmak başka. Yenilmek
başkadır, kaybetmek başka. Allah’ın askerleri savaşı
kaybetse de, zaferi kazanırlar. Fillerin tavşanlarla
savaşındaki gâlibiyeti, aslında alçak bir mağlûbiyettir.
Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği
128
İki güzelden birine (9/Tevbe, 52) tâlip insanlar
çoğaldıkça, canını, malını Allah yolunda fedâ
etmeyi ve Allah Teâlâ ile yaptığı antlaşmayla cennet
karşılığında canını satmayı (9/Tevbe, 111) gâye edinmiş
Allah erleri çoğaldıkça; dâvânın hâkimiyeti yakın
demektir.
Çilesiz, zahmetsiz, sıkıntısız, ihtiyar kadınlar gibi
evlerinin köşesinde oturarak zafer beklemek, ancak
cihad kaçkınlarının işidir. Şehâdete, zorluklara,
sıkıntılara tâlip olmak, Allah’ın dinini hâkim kılmak
için çalışmak; gerçek imanın alâmetidir. Ve bu iman
sahipleri için neticede iki güzellikten biri (9/Tevbe, 52)
vardır: Ya şehâdet, ya da zafer ve ganîmet; bir de
Allah’ın rızâsı.
“Gâyemiz Allah, önderimiz Rasûlullah’tır.
Anayasamız Kur’an, yolumuz cihaddır. En yüce
temennîmiz Allah yolunda şehîd olmaktır.” (Şehid
Hasan el-Bennâ)
İslâm’ın zaferinin önüne, Mûsâ’nın denizi,
İbrâhim’in ateşi veya Yusuf’un hapishanesi çıkmış,
hiç önemli değil; ya geçeriz ya geçeriz!
Selâm olsun tüm şehidlere, şehid gibi yaşayan
ve dâvâsını yaşatan canlı şehidlere, şehâdet duâsı ve
hazırlığı yapanlara!
Son vahşi olaylar bir kez daha gösteriyor ki,
insanlık İsrail eliyle hızla dünya savaşına doğru
Ahmed Kalka n
129
sürükleniyor. Kıyâmet savaşının sirenleri çalıyor.
Planlarımızı, hazırlıklarımızı buna göre yapmak,
yaşantımızı ufukta gözüken bu geleceğe göre gözden
geçirmek zorundayız.
Nice İslâm toprağında da ateş gibi yakıcı sıcak
savaş sahneleri uyguluyor. Müslüman, dünyanın
neresinde yaşarsa yaşasın, bunlara seyirci kalamaz,
tarafsız olamaz. Bertaraf olmak istemeyen
bîtaraflığı seçemez. Müslüman, gündelik basit işlerle
oyalanamaz. İki yoldan birini seçmek zorundadır, yol
ayrımına gelmiş insanımız. Ya cenneti ya cehennemi;
ya izzeti ya zilleti; ya cihadı ya mağlûbiyeti; ya
Allah’ı ya dünyayı… Allah’ı tercih edenlere selâm
olsun!
Allah’ım! Bizi, azâba hak kazanmış kimselere
senin dünyevî azâbını tattırmaya memur eyle! Ey
Muntakîm olan Allah! Bizi intikamı hak edenlere
karşı görevli kıl.
Dünyevîleşmeye, gâvurlaşmaya, yahudileşmeye
giden yolu bırakıp, kendilerine nimet verilen
peygamberlerin, sıddıkların, şehid ve sâlihlerin
yolunu takip eden ve Allah için her imkânıyla cihad
edenlere ne mutlu!
130
131
132
133

135

 

 

 
Okunma 3160 kez

Ortam