TEVHİD, RAB VE İLAH

TEVHİD, RAB VE İLAH (1)

Salı, 12 Ocak 2021 19:05

Tevhid, Rab ve İlah

Yazan

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 


DAVUD EMRE YAYINEVİ
Kitabın Adı:
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ
İTİKADİ KAVRAMLAR -4-
TEVHİD, RAB VE İLAH
Yazarı:
Ahmed KALKAN
Tashih:
Ahmed Kalkan
Mizanpaj:
Ehl-i Dizayn
Kapak Tasarım:
Ehl-i Dizayn
İstanbul 2011
Baskı:

Dâvud Emre Yayınevi
Telefon: (0 216) 632 29 58
www.davudemreyayinevi.com
TEVHİD, RAB VE İLAH
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ
İTİKADİ KAVRAMLAR
-4-
Ahmed KALKAN
İnsanlara karşı ticarî amaç güdülmeyen bu eserin hiçbir hakkı mahfuz değildir. Kâr gayesi güdülmemek şartıyla dileyen dilediği şekilde, tümünü veya bir kısmını çoğaltabilir, korsan baskı yapabilir, dağıtabilir, iktibas edebilir, kitabın ve yazarın ismini vererek veya vermeyerek kopye edebilir, mesaj amaçlı kullanabilir. Yazarın hiçbir telif hakkı sözkonusu değildir, şimdi ve sonra bir hak talep etmeyecektir. İlim, insanlığın ortak malıdır. Ve ilim Allah için kullanılınca insana fayda sağlar.
İTHAF
Canlı KUR’AN olmaya çalışıp toplumu KUR’AN’la canlandırmaya gayret eden ve tâğutlara karşı KUR’AN’la mücadeleyi bayraklaştıran her yaştan muvahhid gençlere…
Doğru okuyup doğru anlayan, dosdoğru yaşayıp insanları doğrultmaya çalışan
KUR’AN dostlarına…
Ümmetin ihyâsının vahdet içinde yeniden KUR’AN’a dönüşle mümkün olduğunu kavrayıp nebevî usûlle KUR’AN ve tevhid eksenli dersler ve cemaat çalışması yapan tâvizsiz dâvetçilere, her yaştan genç dâvâ erlerine…
Önsöz
Bismillâh, El-hamdu lillâh, ve’s-salâtu ve’s-selâmu alâ rasûlillâh.
Bir insanın mü’min olması çok zor değildir. Anlamını bilip kabul edecek şekilde şehâdet veya tevhid kelimelerini dillendirdiğimiz zaman “mü’min” olur ve onu o şekilde görüp kabul etmek gerekir. İslâm’ın hâkim değil, mahkûm olduğu günümüz Türkiyesi gibi ülkelerde zor olan; müslüman kalmak, müslümanca bir hayat sürmek ve müslümanca ölmektir.
Allah Teâlâ, insana irâde vermiş, onu hür bırakmıştır. Bu hürriyeti yanlış yerde kullanarak Rabbine isyan etmesi, kendi istediği gibi yaşayıp hayatına kimseyi müdâhale ettirmemesi, kendini tanrı ilan edecek şeytanî bir yola girmektir. Bu durum, bir insanın Rabbiyle yaptığı antlaşmasını tek taraflı olarak bozması, eski câhiliyye hayatına dönme isteğidir.
Rabbimiz, insanları yaratıp başıboş bırakmamıştır. Ona bir taraftan sayısız nimetler bahşederken, diğer yandan onu değişik sınavlardan geçirir. O, âlemlerin Rabbidir. Evrensel bir açılım sözkonusu bu âyette. Herkesin ve her şeyin Rabbidir O. İnsan hücrelerine hükmettiği gibi, âlemlere hükmeden Allah’a “sen bizim okullarımıza, mahkemelerimize, devletimize, kılık-kıyafetimize, evimizin konumuna… karışamazsın” demek ne büyük bir cür’ettir. Bütün âlemdeki varlıkların kendisine teslim olup itaat ettikleri, Kur’an tabiriyle tesbih ve secde ettikleri Rablerine karşı insan da bu güzel orkestraya katılmalıdır. Namaz kılarken başka bir ilâha, sokağa çıkıp iş hayatına yönelince başka bir ilâha kul olmak veya emir kulu olmayı kabullenmek, insan onuruyla da bağdaşmayan şeytanî bir tavırdır.
Siyasî alanda kralların, Firavunların; din alanında râhiplerin, hahamların, türbelerdeki şahısların rab kabul edildiği çağımız modern câhiliyyesinde, Allah’a sınır biçmeye, “Sen şuralara karışırsın, şu alanlara karışamazsın!” denilebilmektedir. Bu durum, insanın kendi hevâsını tanrı kabul etmesi, İslâmî emirler konusunda kendini müstağnî görmesi ve giderek rablik iddia edecek çizgiye gelmesi demektir.
Problemlerin tümü, Allah’ın tek ilâhımız, tek Rabbimiz, tek mutlak otoritemiz, sözü sokağa, eve, özel hayatımıza, okulumuza, devlete ve her şeye geçmesi gereken gönülden kendisine teslim olmamız icap eden bir zat olduğunu unutmamızdan kaynaklanıyor.
Çözüm de, Allah’ı tek Rab ve tek İlâh olarak kabul edip, bunun gereklerini yerine getirmek…
Ahmed Kalkan
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Temmuz 2011, Ümraniye

- 9 -
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ
İTİKÂDİ KAVRAMLAR -4-
TEVHİD (TEK İLÂH)

İlâh; Anlam ve Mâhiyeti

Tevhid; Anlam ve Mâhiyeti

Tevhid; Hayatın Anlamı

Tevhidin Yansımaları

Evrendeki Tevhid

Tevhid ve Allah’ın Hâkimiyeti

Tevhid ve Tâğutlarla Mücâdele

Tevhidi Bozan Durumlar

Kur’ân-ı Kerim’de Tek İlâh/Tevhid Kavramı

Kur’an’da Tevhidle İlgili Önemli Vurgular

Tevhidin Göstergesi; Kapsadığı Mânâ ve Sonuçları

Kelime-i Tevhid

Tevhid Penceresinden Günümüz ve İnsanımız

Amelde Tevhid

Muvahhid
“İlâhınız bir tek ilâhtır. O’ndan başka ilâh yoktur. O, rahmândır, rahîmdir.” 1
İlâh; Anlam ve Mâhiyeti
İslâm kültürünün önemli kavramlarından biri de “ilâh”tır. Tevhid inancını ve onun karşıtlarını yeterince bilmek için bu kavramı iyi tanımak gerekir. Tevhid Kelimesinin içinde yer alan bu kavram, iman ile şirk (ortak koşma) arasındaki farkı ortaya koyar.
Sözlük anlamı; kulluk edilen, mâ’bûd haline getirilen, kendisine yönelinen, alışılan, düşkün olunan demektir. Kendisinden türediği ‘elihe’ fiili; yönelmek, düşkün olmak, kulluk yapmak, örtmek-gizlemek, alışmak gibi anlamlara gelmektedir.
Kavram olarak ilâh; kendisine ibâdet edilen, ma’bûd sayılan şey, her şeyden çok sevilen, ta’zim edilen kutsal varlık anlamında kullanılmaktadır. Tapınılan, kendisine ibâdet edilen, üstün sayılan
1] 2/Bakara, 163
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 10 -
bütün ma’budların ortak adı ‘ilâh’tır. Türkçede bunu ‘tanrı’ kelimesi
ile karşılarız.
İslâmî istılahta ilâh; tapınılan, kendisine ibâdet edilen demektir.
İlâh; ibâdet edilmeye yani kudret ve kuvveti önünde huşû ile
boyun eğilip kulluk ve itaat edilmeye lâyık, herşeyin O’na muhtaç
olduğu bir varlık demektir. İlâh kelimesi gizlilik ve esrârengizlik
mânâlarına da gelir ki, böylece ilâh görülmez ve ulaşılmaz bir varlıktır.
İnsanoğlu, fıtratı gereği, her zaman bir ilâha inanma, sığınma
ve ondan yardım istemeye muhtaçtır. O bazı şeylerden korkar,
bazı şeylere gücü yetmez ve başkalarından yardım ister, bazı şeylere
sığınır, bazı şeyleri kendinden üstün görür. Bütün ümitlerin
bittiği bir yerde, görmediği, tanımadığı, hayal etmediği bir gizli
‘ilâh’tan yardım ister. Çevresinde gördüğü hemen bütün olayların
kendi gücünün dışında olduğunun farkındadır. Bu olayları bir gücün
yaptığına inanır. Bunlara benzer daha birçok sebepten dolayı
insan sığınacak bir melce (bir kucak) arar.
Peygamberlerin tebliğ ettiği Allah inancından uzak insanlar,
yaratılışlarında ve pratik hayatlarındaki ‘bir ilâha bağlanma’ ihtiyacını
başka şekillerde, bâtıl yollarla giderirler. Tarihte ve günümüzde
dinsiz insan olmadığı gibi, ‘ilâhsız’ insan da yoktur. Kimileri,
hiç bir tanrıya inanmadığını söylese bile; onların içerisinde,
sığındığı, bağlandığı, yardım istediği, her şeyden çok sevdiği, her
şeyden çok büyük saydığı bir ‘şey’ mutlaka vardır.
İşte o ‘şey’ onun için bir tanrıdır. Kur’ân-ı Kerim çok ilginç bir
örnek veriyor: Birtakım insanlar kendi görüşlerini, kendi isteklerini,
kendi emirlerini en üstün ve doğru görürler. Bir dinin emrine
uymayı bırakın, toplumda geçerli olan hiç bir kural onları bağlamaz.
Bu tip insanlar, bir çeşit ‘kendi keyiflerine’ uyarlar. Kendi
arzularından (hevâlarından) başka kutsal, kendi isteklerinden
ve görüşlerinden üstün güç ve doğru kabul etmezler. İşte bu tür
insanlar için Kur’ân-ı Kerim; “Gördün mü o kendi hevâsını (istek ve
arzularını) ilâh/tanrı edinen kimseyi. Şimdi onun üzerine sen mi bekçi
olacaksın?”2 demektedir.
İlâh zannedilen şey, insan üzerinde var sayılan ‘güç’tür. Bu kimine
göre ateş, kimine göre Güneş, bazılarına göre gökler, bazılarına
göre yıldızlar, bazı kimselere göre madde, bazısına göre ataların
rûhu, kimilerine göre tabiat (doğa), bazılarına göre devlet
erki, bazısına göre de iyilik ve kötülük tanrılarıdır.
2] 25/ Furkan, 43
TEVHİD
- 11 -
Hatta bazı insanlar ve toplumlar, başlarındaki yöneticileri,
kralları ilâh veya yarı tanrı saymışlardır. Nitekim Firavun, elinin altındakilere
“Ben sizin en büyük Rabbinizım/ilâhınızım” diyordu.3
Japon kralları tanrı sayılan Güneşin oğlu, Çin kralları tanrının oğlu,
bir çeşit Budist dini olan Lamaların büyüğü Dalay Lama yarıtanrı
sayılıyor(du).
Birçok ülkede diktatörler, tanrı gibi algılanmış, karşı konulmaz
üstün güce sahip, her dedikleri yapılması gereken, kızdığı zaman
gazabıyla herkesi cezalandırabilen tanrılar gibi düşünülmüştür.
Hatta birçok yerde bu diktatörler adına dikilen heykellere insanlar
secde edercesine saygı göstermektedirler.
Tarihte, Tevhid Dininden uzaklaşmış bütün toplumlarda farklı
ilâh düşünceleri gelişmiştir. Kimileri inandıkları ilâhları adına putlar
ve mâbetler yapıp, o putlara tapınmışlardır. Bu putların taştan,
tunçtan veya ahşaptan yapılmasının fazla bir önemi yoktur.
İnsanlar, ilâhları adına kendi elleriyle heykeller yapıp, sonra da
buna, ilâhımız veya bizi ilâhımıza götürecek aracımız diyorlar ve
o heykellere ilâh diye tapınıyorlardı. “Beşerin böyle dalâleti var /
Putunu kendi yapar kendi tapar.”
Kur’ân-ı Kerim’e göre, yer, gök ve ikisinde olan her şey bir
olan Allah’ındır. Yoktan var eden yalnızca O’dur. Bütün nimetler
O’nun elindedir. Sonsuz güç ve kuvvet yalnızca O’nundur. Bütün
işler yani kader O’nun elindedir. Yerde ve gökte olan her şey isteyerek
veya istemeyerek O’na boyun eğerler. Her şey O’nu tesbih
eder (O’na ibâdet eder, O’nu zikreder). Yerde ve gökte yalnızca
O’nun hükmü geçer. O’nun bir benzeri ve eşi yoktur. Hiç bir şey
O’nun dengi olamaz. O’nun Rabliğinin, ilâhlığının, hükmünün ve
yaratıcılığının ortağı ve yardımcısı yoktur. O hiç bir şeye muhtaç
değildir.
Mutlak anlamda yardım edici O’dur, mutlak anlamda ceza verici
yine O’dur. Bu anlamda O, mutlak ve tek ‘ilâh’tır; O’ndan başka
ilâh yoktur. İnsanların ilâh diye düşündükleri şeylerin ötesinde
bir ilâhtır O. İslâm, bu sıfatları taşıyan Rabbe, “Allah” der. Bu isim,
ilâh kavramından farklıdır. Benzeri, eşi, ortağı, çoğulu, olmayan
bir Allah kavramı. Bu, kâinatın sahibi, mutlak yaratıcı ve azamet
sahibi ‘ilâh’ın özel adıdır.
İnsanlar birçok ilâhlar düşünmüşlerdir, düşünebilirler de;
ama ‘Allah’ bir tanedir ve O’nun hakkında başka türlü düşünmek
de mümkün değildir. Allah, hem ilâhlık (ulûhiyet), hem
3] 79/Nâziât, 24
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 12 -
Rablik (rubûbiyet), hem hâkimlik (hâkimiyet), hem de meliklik
(mülûkiyet) sıfatlarına, işlevine sahiptir.
“İlâh”ın Kur’an’daki İki Mânâsı: Kur’an’da ‘ilâh’ kavramı, daha
çok şu iki anlamda kullanılmıştır: Birincisi, hak olsun bâtıl olsun,
bütün insanların kendisine ibâdet ettikleri ma’bud; İkincisi, gerçek
ibâdete lâyık olan, âlemlerin Rabbi olan Allah.
İlâh Düşüncesi: Tevhid, insanlığın ilk dini; ilk insan da bir tevhid
peygamberi idi. Hz. Âdem’den çok sonraları insanlar ilk defa
Tevhid inancının dışına çıktılar ve yaptıkları heykelleri ilâh haline
getirip onlara tapındılar. Daha sonradan gelen birçok kavmin arasında
ve günümüzde dünyanın çeşitli yerlerinde bu bâtıl inanış
devam etmektedir.
Kişinin inandığı ilâh, onun ihtiyaçlarını gören, duâlarına karşılık
veren, sıkıştığı zaman imdadına koşan ve her bakımdan üstün
(müteâl) olmalıdır. Bu ilâh insanın sahip olmadığı birçok özelliği
taşımalıdır. Aynı zamanda ulaşılamayacak yüce bir makam olmalıdır
ulûhiyet/ilâhlık. Kimileri bu ilâhlarını hayal etmişler, kimileri de
onları somut bir şekilde, put halinde cisimleştirmişlerdir. Birçoğu
da insana ait birtakım özellikleri onlara vermişler, tanrılarını insan
gibi veya bazı insanları tanrı gibi düşünmüşlerdir.
Eski Yunan ilâhları/tanrıları, insanlar gibi kavga ediyorlar, birbirlerinin
hanımlarına göz koyuyorlardı. Eski İran dini Mazdeizm’in
iki tanrısı vardı ve sürekli kavga ederlerdi. Birisinin kötülükleri, diğerinin
iyilikleri yarattığına inanılırdı. Eski Azteklerin ilâhı zâlim
bir savaşçıydı. Bazıları birtakım hayvanları, kimi insanlar zamanı,
bazıları da ruhları kutsal sayıp, onlara bir ilâh gibi saygı göstermişlerdir.
Geçmişte bu tür acâyip ve sapık ilâh inançları çoktu. İslâm bu
tür bütün ilâh düşüncelerini kaldırmış ve insanlar hakkında hak
olan Allah inancını getirmiştir. Çünkü bu inanç, insanların kendi
kafalarından ve eksik görüşlerinden değil, bizzat insanların Rabbi
Allah’tan gelmiştir. Böylece, Tevhid dinine inanan insanlar ‘ilâh’
konusundaki düşüncelerini ve inançlarını düzeltebilmişlerdir. Ancak
buna rağmen tarihte olduğu gibi günümüzde de aklını kullanmayan,
Kur’an’a kulak vermeyen insanlar, hâlâ yanlış ilâh inancını
sürdürmektedirler.
Allah’a ait bir sıfatı veya sıfatları bir başka varlığa veren, onu
ilâh gibi düşünmüş olur. Dinimizde bunun adı “şirk”tir. Allah’ın
yaratma, öldürme, diriltme, affetme, azâb etme, yoktan var etme,
kutsal olma, nimet verme, hüküm koyma gibi sıfatları, başka
TEVHİD
- 13 -
şeylerde, başka varlıklarda var sayılırsa, onlar “ilâh” haline getiriliyor
demektir. Bu bağlamda bir kimse; bir kişinin, bir kurumun
veya bir başka şeyin, ‘tıpkı tanrı gibi” diye düşünmesi, onu ilâh
saymasıdır. İlâh diye düşünülen şey; üstündür, (müteâldir), en çok
sevilendir, ondan daha büyük bir şey yoktur.
Günümüzde bu tür ilâh fikrini çokça görmek mümkündür.
Üzülerek söylemek gerekirse, bilimin bu kadar ilerlemesine rağmen
insanlar hâlâ, geçmişteki câhiller gibi sapık ilâh inancını terketmemişlerdir.
Bugün nice insan, atalarının ruhunu, devlet yöneticilerini,
kahramanları, devlet örgütlerini, uluslararası kuruluşları
tıpkı ilâh gibi görmektedir. “Bu sahte tanrların gücü çok büyüktür
ve bunlara asla karşı gelinemez” diye inanılmaktadır.
Gazetelerin sayfalarında görülen ‘futbol ilâhı’, ‘müziğin ilâhı’,
‘sanat tanrısı’, ‘seks tanrıçası’, ‘ey falanca şarkıcı sana kul olayım’,
‘ey sevgili sana tapıyorum’ gibi ifadeler işte bu yanlış ilâh fikrinin
görüntüleridir. Yine bazı şarkılarda geçen, sevgiliyi putlaştıran
sözler de bunun gibidir. Bazıları bir sporcuyu, bazıları da bir müzik
veya film yıldızını kendisi için en üstün örnek sayar, onun peşinden
gider, onu taparcasına sever, ondan başka üstün ve kutsal bir
şey düşünmez. İşte bu yanlış fikir onu sapık ilâh fikrine sürükler.
Rejimlerin, devlet adamlarının, diktatörlerin, tek partilerin,
kahramanlaştırılan bazı ölülerin koydukları ilkeler ve kanunlar,
yaptıkları işler ve uygulamaları hakkında, “karşı gelinemez, değiştirilemez,
itaat edilmesi zorunlu ilkelerdir” düşüncesi, onları
ilâh saymanın çağdaş görüntüleridir. İnsanlar bu gibi otorite sahiplerinde
olağanüstü bir güç var sanmaktalar, dolayısıyla onlarda
ilâhlık sıfatları görmekteler.
Bazılarının, “birtakım kişilerin veya grupların fikirleri, ilkeleri,
kanunları en üstündür, onların üzerinde güç ve otorite yoktur”
şeklindeki inançları, onların dinleridir. Aynı konuda âlemlerin
Rabbi Allah’ın insanlar için indirdiği hükümlere aldırmamak, onları
reddetmek, ya da onların yerine kişilerin ve kurumların hükmünü
kabul etmek; onları ilâh haline getirmenin göstergesidir.
Câhiliye döneminde cömertliğiyle meşhur Hâtem Tâî’nin oğlu
Adiyy bir gün boynunda altından bir haç asılı olduğu halde Peygamberimizi
ziyarete geldi. Kendisine Adiyy b. Hatem’in geldiği
haber verildi. Rasûlullah (s.a.s.) o sırada 9/Tevbe sûresi 31. âyeti
okuyordu. Adiy b. Hâtem, orada söylenenleri duyunca şöyle dedi:
“Ben yahûdileri ve hıristiyanları tanırım, onlar hahamlarına ve papazlarına
ibâdet etmiyorlar ki...” Bunun üzerine Ekrem Rasûl şöyle
buyurdu: “Evet, onlar (onların önünde secde ederek) ibâdet etmiyorlar,
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 14 -
fakat onlar halka bir şeyi helâl veya haram kılıyorlar, halk da din adamlarının
bu hükümlerini kabul edip uyuyorlar. İşte onları ilâhlaştırıp rab haline
getirmenin mânâsı budur.” Sonra Peygamberimiz onu İslâm’a dâvet
etti, o da müslüman oldu. 4
“Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, mü’min bir erkek veya
kadına, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah ve
Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir dalâlete/sapıklığa düşmüş olur.”5 Diyelim
ki, herhangi bir konuda Allah’ın koyduğu bir ölçü veya bir hüküm
var. Buna karşın aynı konuda bir kişinin, siyasî bir otoritenin,
devletin veya başka bir gücün tam aykırı bir görüşü veya ölçüsü
bulunmaktadır. Bir insan Allah’ın hükmüne rağmen onları benimser,
inanır veya peşinden giderse; işte o kabul ettiği hükmü veya
ölçüyü koyan kaynağı ilâh haline getirmiş demektir.
Örneğin, Allah (c.c.), Kur’an’da içki içmeyi yasaklıyor, fâiz alıp
vermeyi haram sayıyor, kadınlara örtünmeyi emrediyor, ama birtakım
yöneticiler veya yetki sahipleri, içki içmeyi normal görüyor,
“fâizsiz ekonomi olmaz” diyor, ya da birileri kadınların örtünmesini
çağdaş kıyafet değil diye yasaklıyor. Bazıları, “Allah’ın ölçülerinin
bir hükmü yoktur, bu zamanda uygulamak zordur, ama
yöneticilerin koyduğu hüküm daha doğrudur, zamana daha uygundur,
biz onlara inanırız”, derse, işte bu inanç başkalarını ilâh
haline getirmedir.
Kim herhangi bir şeyi Allah sevgisinden fazla severse, bir şeye
Allah’tan fazla saygı gösterir veya ondan bu denli korkarsa veya
Allah’ın dışında herhangi bir şeye veya insana tapınırsa, ya da
Allah’ın hükmüne aykırı olarak başkalarının ilkelerini daha üstün
sayarsa, işte o insan, bütün bunları ilâh haline getiriyor demektir.
Farklı ilâhlara inananlar bu inançlarını zaman zaman ortaya
koyuyorlar. ‘Falanca devletin, falanca uluslararası kuruluşun veya
falanca adamın ilkeleri her şeyin üstündedir’ diyen kimse, Allah’ı
değil onları ilâh tanıyor demektir.
İslâm’ın ezelî, ebedî, değişmeyen ve evrensel ilkesi şudur: “Lâ
ilâhe illâllah Muhammedü’r Rasûlüllah (Allah’tan başka tanrı yoktur.
Hz. Muhammed Allah’ın elçisidir).” 6
“Allah ile birlikte başka bir ilâh edinip tapınma. O’ndan başka hiç bir
ilâh yoktur.”7; “İnsanlar içinde Allah’tan başkasını O’na denk sayanlar var.
4] Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’an, 10, hadis no: 3292
5] 33/Ahzâb, 36
6] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, 295-299
7] 28/Kasas, 88
TEVHİD
- 15 -
Ki onları Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a olan sevgileri
daha büyüktür. Allah’a eş koşarak kendi kendilerine zulmedenler, azabı
görecekleri zaman bütün kudretin ve gücün gerçekten Allah’ta olduğunu
gözleri ile görür gibi bir bilselerdi.” 8
İlâhlık ve otorite birbirini gerektirir. İlâh denildiğinde, aklımıza,
hayatımız için kanun koyan, nizam ve hukuk belirleyen ve
kayıtsız şartsız hâkimiyet sahibi Allah (c.c.) gelmelidir. İnsanın fıtratında
kendinden üstün bir varlığa yalvarma ve tapınma ihtiyacı
yatar. Her insan bir şeye tapar. İnsanlar fıtrattan gelen ilâh edinme
ihtiyacını sadece Allah’a yöneltmezse, başka ilâhlara tapmış
olurlar ki, bu da insanı küfre sokar. Kur’ân-ı Kerim’de öncelikle
ve her şeyden önemli ve yoğun olarak Allah’ın ilâhlığı üzerinde
durulur. Tek ilâh Allah’tır, yani kendinden başka kulluk edilecek,
tapınılacak, yönelinecek başka bir ilâh yoktur. Cahiliye döneminde,
gerek Mekke müşrikleri gerek yahudi ve hristiyanlar Allah’a
inanıyorlardı; fakat Allah’ın ilâhlık vasıflarını başkalarına da vererek,
Allah’a karşı en büyük yalan olan şirke düşmüşlerdi.
İlâh tektir ve O da Allah’tır. Allah; her şeyi yaratan, insanları
bir gün bir araya toplayacak olan, öldüren ve dirilten, kendisine
güvenilen, yalvarılan, sığınılan, kendisi için zaman ve mekan sınırı
olmayan ve varlıkların eksikliklerinden bütünüyle uzak olandır.
O halde bütün bunlara gücü yeten “ilâh” tır ve O da bir tanedir.
Birden fazla ilâh olması mümkün değildir. Allah bu konuda
şöyle buyuruyor: “Allah hiç evlât edinmemiştir. O’na ortak hiç bir ilâh
da yoktur. (Öyle olsaydı) bu takdirde her ilâh kendi yarattığıyla gider ve
elbette kimi kimine üstün çıkıp büyüklenirdi. Allah Onların (müşriklerin)
bütün isnatlarından münezzehtir.”9 Yani, her ilâh başka bir şey dilerdi.
Her ilâh diğerinden farklı bir şey yapmak, bağımsız olduğunu
ve egemenliğini göstermek isterdi. Bunun sonucunda da bütün
kâinat yerle bir olurdu. Hâlbuki kâinatta muazzam bir düzen vardır.
Öyleyse kâinata hükmeden ilâh tekdir ki, O da Allah’tır. Bütün
evren, içindeki varlıklarla birlikte, gücü her şeye yeten, bilgisi her
şeye ulaşan bir İlâh’ın kontrolündedir. Müslümanlar, bu İlâh’a yönelirler,
O’na duâ ederler. Korkuları bu İlâh’tandır, güvenleri de
bu İlâh’adır. Bu İlâh’a her şeyiyle bağlıdırlar, O’nu her şeyden çok
severler. Elbette bu İlâh, âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. Lâ ilâhe
illâllah kelimesinde belirtildiği gibi Allah’tan başka ilâh yoktur.
İlâhlık vasıflarının en önemlisi, Allah’ın hayatımız için kanun
koyan, nizam ve hukuk belirleyen olmasıdır. Eğer kanun
8] 2/Bakara, 165
9] 23/Mü’minûn, 95
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 16 -
koyma, insanlar için hukuk belirleme Allah’tan başkalarına verilirse,
bu onlara ilâhlık vasıflarını da vermek olur ki, bu da şirktir.
Bu mânâda kanun koyucu olarak ilâhlık taslayan tâğutlar tarih
boyunca çıkmıştır ve çıkacaktır. Günümüzde ve tarihte en çok görülen
şirk çeşidi bunlara kulluk şeklinde olandır. “Sana indirilene ve
senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Zira
tâğûta küfredip inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde tâğûtun
önünde muhâkemeleşmek, onların hükümlerini uygulamak istiyorlar.
Hâlbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.”10; “Kim tâğûtu reddedip
Allah’a iman ederse, muhakkak ki, kopması mümkün olmayan sapasağlam
kulpa yapışmış olur.” 11
Kur’ân-ı Kerim bize bütün peygamberlerin tevhid akîdesiyle
gönderildiğini bildirir: “(Ey Muhammed!) Senden önce gönderdiğimiz
her peygambere; Benden başka ilâh yoktur, Bana ibâdet/kulluk edin’
diye vahyetmişizdir.”12; “Andolsun ki Biz, ‘Allah’a kulluk/ibâdet edin ve
tâğuttan sakının’ diye (emretmeleri için) her ümmete/topluma, bir peygamber
gönderdik.” 13
Tevhid; Anlam ve Mâhiyeti
Türkçede ‘birlemek’ şeklinde ifade edilen ‘tevhid’, Arapça
‘vahd’ kökünden türemiş bir mastardır. ‘Tevhid’ sözlükte, bir şeyin
‘bir’ olduğuna hükmetmek, onu ’bir’ olarak bilmek, bir şeyi
diğerlerinden ayırarak onu tek kılmak, birlemek gibi anlamlara
gelmektedir. Kavram olarak ‘tevhid’, mutlak anlamda Allah’ın bir
olduğunu bilmeyi, O’ndan başka ilâh bulunmadığına, ortağı ve
benzeri olmaktan uzak bulunduğuna inanmayı ifade eder.
‘Tevhid’ en geniş anlamıyla ‘bir’ Allah inancının, insanların düşündüğü
bütün ilâh düşüncelerinden uzak bir dünya görüşünün,
tek Yaratıcı, tek Rab tanımanın açıkça ortaya konulmasıdır. ‘Tevhid’
aynı zamanda âlemlerin Rabbi Allah (c.c.) tarafından insanlara
gönderilen İlâhî dinin adıdır. İnsanlar ya Tevhid Dinine, ya da
şirk dinlerine inanırlar. Üçüncü bir yol yoktur insanın hayatında.
Şirk, nasıl insanların kendi hevâ ve heveslerinden uydurdukları
bütün dinleri tanımlıyorsa; ‘Tevhid’ de Allah’ın vahy yoluyla tüm
peygamberlere gönderdiği dini tanımlar.
‘Tevhid’ hem inanç açısından Allah’ı zâtında, sıfatlarında ve
fiillerinde ‘bir’lemek, hem de ibâdeti yalnızca Allah’a mahsus
10] 4/Nisâ, 60
11] 2/Bakara, 256
12] 21/Enbiyâ, 25
13] 16/Nahl, 36
TEVHİD
- 17 -
kılmaktır. Allah’ın birliğini ifade eden ‘tevhid’ kavramı Kur’an’da
geçmemektedir. Allah’ın birliği Kur’an’da, ‘Vâhid’, ‘Ehad’ gibi sıfatlarla
ve başka tarzla açıklanmaktadır.
Allah’ın birliğinden, sıfatlarından ve diğer iman konularından
bahseden ilme Akaid denilir. Tevhid ilmi, Akaid ilminin diğer adıdır.
Çünkü Tevhid ilmi, ağırlıklı olarak Allah’tan ve O’nun insanlara
gönderdiği inanç esaslarından bahseder.
Edebiyatta ‘tevhid’; Allah’ın birliğinden ve yüceliğinden bahseden,
bunlardan söz eden, konusu bu gibi şeyler olan şiir çeşitlerine
denir.
Tevhid’in Amacı: ‘Tevhid’den maksat, Allah’ı birlemek, O’nu
bir olarak kabul etmektir. Buradaki ‘bir’den amaç sayı yönünden
bir olması değil, O’nun hiç bir şekilde ortağının, benzerinin
ve eşinin olmaması, ezelî ve ebedî sıfatları yönünden hiç bir
şeye benzememesi, Kur’an’ın ifadesiyle ‘hiç bir şekilde denginin
bulunmaması’dır. Benzer cinsler arasında herhangi bir şeye ‘bir’
denilir, ama onun cinsinden ve benzerinden başka şeyler de olabilir.
Allah’ın bir ve tek oluşu ise benzersiz, eşsiz ve denksiz bir
birliktir.
‘Tevhid’, Allah’tan başka ilâh olmadığına inanan mü’minlerin,
bütün ilgi ve dikkatlerini Allah’a yöneltmeleri, Allah’a teslim olmaları,
mutlak kudret sahibi olarak O’nu görmeleri, O’nun gösterdiği
yolda yürümeleri, O’nun istediği gibi O’na kulluk yapmalarıdır.
Tevhid ehline, yani şehâdet getirip mü’min olanlara muvahhid/
Allah’ı tevhid eden denilir. Muvahhidler, Tevhid gerçeğine bu bilinçle
yönelirler ve bu bilince göre hayatlarını sürdürürler. Tevhid
ehli, yalnızca ‘Allah vardır’ demekle kalmaz. Bunu demekle beraber,
O’ndan başka ilâh, O’ndan başka yaratıcı, O’ndan başka rızık
verici, O’ndan başka hüküm koyucu, O’ndan başka rab olmadığına
da inanırlar. İşte bu, Tevhid Dininin özüdür.
Tevhid’in Kapsamı: Bilindiği gibi Tevhid veya ‘İslâm Dini’, Tevhid
Kelimesi veya Şehâdet Kelimesi ile özetlenmiştir. Bu yüzden
kim bu cümlelerden birini inanarak söylerse mü’min olur. Şehâdet
ve tevhid cümleleri, İslâm’ın bütün iman ve ibâdet ilkelerini içerisine
almaktadır. Mu’min, bu iki cümleden birini söylediği zaman,
bütün benliği ile Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Hz. Muhammed
(s.a.s.)’in getirdiği dinin hak din olduğuna tanıklık (şâhitlik)
eder. Her iki cümle de ayrı ayrı İslâm’ın ve buna inanmayı ifade
etmenin özetidir. Unutmamak gerekir ki, İslâm yalnızca bu cümleleri
‘dil’ ile tekrar etmek değildir. Bunlar İslâm’a giriş ve İslâm’a
girdikten sonra İslâm’a ait ne varsa hepsini peşinen kabul etme
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 18 -
duyurusudur. Mü’min, bunları söyleyerek seçtiği dini ve bunun
her türlü ilkesini, prensibini kabul ettiğini ortaya koymuş olur.
Mü’min, niçin Tevhid Kelimesini söylediğinin farkındadır. Bu
sözün yalnızca iki gerçeği haber veren bir şey olmadığını bilir. Bu
sözü söylerken neyi kabul ettiğini, neyi reddettiğini anlar. Bütün
kalbiyle inanır, bunu diliyle ilan eder ve inandığı şeyin gereğini
yapar. Tevhid veya Şehâdet Kelimesi iki hüküm cümlesidir. Birinci
bölümde önce “lâ ilâhe/ilâh yoktur”, sonra da “illâllah/ancak Allah
vardır”, yaygın söyleyişle “Allah’tan başka ilâh/tanrı yoktur”
denilir. Dikkat edilirse inanmanın ilk şartı, bütün ilâhları/tanrıları,
ilâh/tanrı düşüncelerini, ilâha/tanrıya benzetilen her şeyi kafadan
ve gönülden silmek, sonra da tek Allah inancını kabul etmektir.
Önce ‘nefy, yani reddetme’, sonra da ‘tasdik, yani kabul etme’ söz
konusudur. İslâm açısından son derece önemli bir durumdur bu.
Çünkü İslâm’ın üzerinde durduğu en önemli mesele, Tevhid inancıdır.
İnsanlar öncelikli olarak bu inancı benimsemekten sorumludurlar.
‘Tevhid’ yaratılışın ve var olmanın en önemli olayıdır.
Kur’an’ın üzerinde en çok durduğu konu da budur. Hz.
Muhammed’in (s.a.s.) mesajı, Kur’an’ın öncelikli konusu, insanların
şirk dinlerini terk ederek, Tevhid dinini benimsemeleridir. Bu
hem fıtrata (yaratılışa) uygun bir seçimdir, hem evrendeki teslimiyete
katılmadır, hem de dünya ve âhiret kurtuluşudur. İslâm’ın
bütün yükümlülükleri, bütün prensipleri, emir ve yasakları; gönüllerine
Tevhid inancı girmiş ‘muvahhidler’ tarafından hakkıyla
yerine getirilir. İnsanlık ailesinin en öncelikli faaliyeti ve meselesi
‘Tevhid’ ile şirk arasındaki seçimdir. Kendi özgür iradesi elinde bulunan
insan, Tevhid ile şirk arasında kendi isteği ile bir seçim yapacaktır.
Yaptığı seçimin, yani seçtiği hayat tarzının sonucuna da
kendisi katlanacaktır.
Tevhid veya Şehâdet kelimesinin ikinci kısmı, Hz. Muhammed’in
Allah’ın rasûlü (elçisi) olduğunu kabul ve ilân etmektir. Bunun anlamı
da yalnızca ‘O, Allah tarafından gönderilmiş bir elçidir’ demek
değildir elbette. O’nu Allah’ın son rasûlü tanıdıktan sonra,
O’nunla gönderilenleri, O’nun tebliğ ettiklerini, O’nun dediklerinin
doğru olduğunu da kabul etmek demektir. Aynı zamanda
O’nun anlatıp gösterdiği yaşama biçimini seçmek, O’nun tebliğ
ettiği İlâhî şeriati hayat prensibi haline getirmek anlamına da gelmektedir.
Rabbimiz (c.c.) hükümlerini ve kullarından istediklerini
Rasûlleri aracılığıyla insanlara bildirmiştir. Tevhid veya Şehâdet
Kelimesini söyleyenler, Allah’ın hükümlerini kabul edenler ve onları
hayatlarına uygulamaya karar verenlerdir.
TEVHİD
- 19 -
Tevhid Kelimesi İslâm’ın giriş kapısıdır desek yanlış olmaz. Ancak
bu kapıdan içeri girenler, içeride olan her bir ilkeyi, her bir
iman esasını, her bir kulluk şartını kabul etmiş ve pratik hayatta
uygulamaya söz vermiş demektir.
Tevhid’in Kısımları: Yukarıda geçen tanıma göre Tevhid üç kısımda
anlaşılmaktadır:
1- Zat’ta tevhid: Allah’ın (c.c.) zâtı yönünden tek olması, bir
benzerden, ortaktan (şerikten) münezzeh/uzak olması demektir.
Allah (c.c.) aynı zamanda insanların bildiği cinsten bir cisim,
bir cevher (görünen bir varlık), bir şeylerin bileşimi de değildir.
Kur’an farklı şekillerde sürekli olarak Allah’ın bir olduğunu, eşinin
ve benzerinin olmadığını vurguluyor. Kur’an, aklı başında her
insanın varlığını kabul etmek zorunda olduğu Allah’ın varlığına
ait delil getirmekten ziyâde, ‘bir’ olduğuna delil getirir.
Kur’an, Allah’ın birliğini şu yollardan biriyle anlatır:
a- ‘Ehad’ ve ‘vâhid’ kelimeleriyle: “De ki O Allah bir’dir.”14; “Gerçek,
sizin İlâhınız hakikaten bir’dir.”15 (Ehad ve vâhid kelimeleri aynı
mânâda olup, ‘yalnız ve tek olmak, bir olmak’ demektir. Sayı olarak
‘vâhid’ bir demektir. Ancak ikisi arasında kullanılış yönünden
incelikler vardır. Sayı saymaya ‘vâhid/bir’ ile başlanır, ‘ehad’ ile
başlanmaz. ‘Evde, bir değil, iki kişi var’ derken ‘vâhid’ kullanılır.
Kur’an’da, Allah hakkında bir âyette ‘ehad’, yirmi iki âyette ise
‘vâhid’ kelimesi kullanılıyor.
b- Olumsuzluk ifadesiyle: “Allah’tan başka ilâh yoktur.” 16
c- Yasaklama ifadesiyle: “Allah ile beraber başka bir ilâh edinmeyin.”
17
d- Tevhid anlamında, başka ilâh olmadığı vurgulanarak: “Allahu,
lâ ilâhe illa hû (Allah, O’ndan başka ilâh olmayandır).”18; “Şüphe yok
ki Ben, Ben Allah’ım… Benden başka ilâh yoktur; şu halde Bana ibâdet
et…” 19
e- Birliğin soru şeklinde vurgulanmasıyla: “Size gökten ve yerden
rızık verecek Allah’tan başka yaratıcı mı var?” 20
14] 112/İhlâs, 1
15] 37/Sâffât, 4
16] 3/Âl-i İmrân, 62
17] 16/Nahl, 51
18] 2Bakara, 255
19] 20/Tâhâ, 14
20] 35/Fâtır, 3
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 20 -
f- Hıristiyanların teslisini (üçlü ilâh inancını) reddederek. 21
g- İnsanın yaratılışı da bir Allah inancını kabul etmeye uygundur.
Örneğin, insan kurtulma ümidinin kaybolduğu, kimsenin yardımcı
olamayacağı bir sıkıntı ânında Allah’a yalvarır. 22
h- İnsanın aklını kullanmasını sağlayarak; eğer bir’den fazla
ilâh olsaydı yerlerin ve göklerin dengesi bozulurdu ifadesiyle. 23
ı- Hayretle karışık soru şeklinde: “...Allah ile başka ilâhlar var mı?!” 24
2- Sıfatta Tevhid: Allah (c.c.) sıfatlarında da tektir, hiçbir varlık
O’na sıfatlarında ortak (şerik) veya denk değildir. Allah’ın sıfatları
denildiği zaman, Allah’ı bize bildiren İlâhî özellikler akla
gelir. Allah’ın sıfatları O’na aittir ve kendisi gibi ezelîdir, başlangıcı
yoktur. Bazı sıfatlar Allah’a aittir. Bu sıfatlar O’ndan başka
hiçbir yaratıkta olamaz. Örneğin, ‘Beka/sonu olmamak’ sıfatı gibi.
Allah’ın sonu yoktur, O ölümsüzdür, varlığı asla sona erici değildir.
Allah (c.c.) bazı sıfatlarından varlıklara da biraz vermiştir. Meselâ,
‘hayat’, yani ‘diri ve canlı olma’ sıfatı gibi. Diğer canlılar da hayat
sahibidir, ama günün birinde onların hayatı sona erer. Allah’a âit
olan sıfatlar, tüm mükemmellikleriyle başka bir varlıkta bulunamaz.
Meselâ hayat sıfatı da, birçok şeye ihtiyaç hisseder, kendi
başına mutlak ve eksiksiz değildir.
Hayvanlar ve insanlar ‘görme’ sıfatına sahiptirler, ama onların
görmeleri sınırlıdır, bazı araçlarla olmaktadır. Allah’ın görmesi ise
tıpkı diğer sıfatları gibi mutlaktır, bir aracıya muhtaç değildir.
3- Fiilde Tevhid: Allah’ın yaratmasına, bir şeyi yokluktan varlığa
çıkarmasına O’nun fiili denir. Yaratma yalnızca Allah’a aittir.
Çevremizde ve evrende gördüğümüz bütün olaylar ve oluşumlar,
Allah’ın yarattığı sebeplere bağlı olarak meydana gelmektedir.
Asıl yaratıcı Allah’tır. Âlemi, âlemin içindeki her şeyi, insanı ve insanla
ilgili her şeyi yaratan O’dur. O’nun bu yaratmasında bir ortağı,
bir yardımcısı veya bunlara benzer bir şeyi yoktur. Var eden
de O’dur, öldüren de O’dur, varlığın devamını yaratan da O’dur.
Fiilde Tevhid, Allah’ın tek yaratıcı olmasına inanmadır, yaratma
ve var etme sıfatını başka ilâhlara vermemektir. O’nun
yaratmada bir yardımcısı olmadığı gibi, âlete, araca, zamana da
ihtiyacı yoktur. “Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri, ona yalnızca ‘ol’
21] 4/Nisâ, 171
22] 17/İsrâ, 67
23] 21/Enbiyâ, 22
24] 27/Neml, 60-63
TEVHİD
- 21 -
demesidir; o da hemen olma sürecine girer, oluverir.”25 Tevhid, Allah’ı
‘ulûhiyyette (ilâhlıkta)’ ve ‘rubûbiyyette (rablikte)’ tek ve bir bilmenin
ifadesidir. Allah (c.c.) hem yaratıcı olarak tek ilâhtır, hem
de evreni ve içindekileri yaratan, düzenleyen, idare eden ve insanlar
için hükümler koyan bir Rabdir.
Kimileri ‘Allah vardır ve yücedir’ derler, ama O’na birtakım
şeyleri eş tutarlar. Bazı şeyleri ilâh gibi düşünüp değerlendirirler
veya Allah’a ait sıfatları onlara verirler. Onların tıpkı Allah gibi
saygı duyulacak, emirlerine itaat edilecek, önlerinde boyun eğilecek
yüce varlıklar olduğunu düşünürler. Ya da ‘Allah büyüktür’
dedikleri halde hayatlarına ilişkin temel hükümleri bir başka makamdan
alırlar. Allah’ın koyduğu helâl ve haram hükümlerini kabul
etmezler, onların yerine ‘tâğutların’ hükümlerini benimserler.
Bu gibi kimseler Tevhid’e iman etmemiş sayılır. Çünkü Hz. Allah,
hem eşi ve benzeri olmayan tek ilâhtır, hem de tek Rab’dir. Tek
Rab olmanın anlamı; yaratan, şekil verip terbiye eden, yöneten,
tek sahip ve hüküm koyucu demektir. İlâhlığı Allah’a yakıştırıp da
rabliği başkalarına tanıyanlar Tevhid’i bilmeyenlerdir. Böyle yapanlar
‘şirk’ koşup müşrik olanlardır.
Kur’an’ın ifadesi açık olmasına rağmen, Allah’ın hükümlerine
zıt olacak şekilde, onları beğenmeyerek, ‘bana göre, bize göre,
bizim sistemimize göre, çağımıza göre, falanca atamızın ilkesine
göre, falanca bilim adamına ve efendiye göre’ gibi ölçüler
Tevhid’e uymaz. Böyle bir inanca sahip olanlar, Allah’ın Rabliğini
tanımayanlardır. “…Dikkat edin, hükmün tamamı O’nundur…”26 Burada
söz konusu edilen nokta, Allah’ın ölçülerine rağmen, sırf onların
yerine geçmesi için hüküm koymak ve Allah’ın dininin yerine
başka dinler uydurma mantığıdır. Bu, Tevhid’e aykırıdır.
Tevbe Sûresinin otuz birinci âyetini ve bu âyetle ilgili Peygamberimizin
Adiyy b. Hatem’e cevabını hatırlayalım: Âyet, bazılarının
din adamlarını, hahamlarını ve Hz. İsa’yı rab edindiklerini,
yani onlara kulluk yaptıklarını söylüyor. Adiyy b. Hatem, onların
bu gibilere kulluk yapmadıklarını söyleyince, Peygamberimiz, işin
mantığını çarpıcı bir şekilde izah etti: Halk, onların (Allah’a rağmen,
O’nun hükümlerine ters olarak) helâl ve haram ölçülerini
kabul ediyorsa, bunun anlamı onları rab haline getirmektir. 27
Öyleyse, Tevhid’e inanan bütün mü’minler, bu inanmanın gereğine
uymak zorundadırlar. Allah’ı hem İlâhlıkta tek ve bir, hem
25] 36/Yâsin, 82
26] 6/En’âm, 62
27] Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’an 10, hadis no: 3292
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 22 -
de Rab olmada tek ve bir bilecekler. O’nun emrinin, O’nun hükmünün,
O’nun büyüklüğünün üzerine hiç bir şey koymayacaklar.
O’nu zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde ‘ehad/tek’ olarak tanıyacaklar.
Bazılarının yaptığı gibi gökleri Allah’a, yeryüzünü de insanlara
bırakmak Tevhid değil, şirktir. Yani onlara göre Allah, yer ve
gökleri yarattı ve yönetmektedir. Tamam, bu doğrudur, ‘O Allah,
gökleri yönetmeye devam etsin, canlıların rızkını versin, sıkışanların
da yardımına koşsun, ama yeryüzüne, toplumların ve devletlerin
yönetimine karışmasın. Toplumlara ve insanlara ait hükümleri
biz O’ndan daha iyi biliriz’ şeklinde düşünürler ve inanırlar. İşte bu
mantık ‘şirk’ mantığıdır, tâğutluktur.
Dikkat edilirse, İslâm gelmeden önce câhiliye insanları ‘Allah
yoktur’ demiyorlardı. Allah’ın var olduğuna inanıyorlardı, ama
O’na putları ortak koşuyorlar ve O’nun insanlar hakkında koyduğu
hükümleri tanımıyorlardı ya da O’nun adına kendileri O’nun
hükümlerine ters hüküm/kanun koyuyorlardı.
Allah’tan Başka İlâh/Tanrı Yoktur İfadesinin Anlamı: Tevhid
kelimesinde bir incelik daha var: Orada ‘Allah vardır’ ifadesi değil,
‘Allah’tan başka ilâh yoktur’ ifadesi yer almaktadır. Allah elbette
vardır. İnsanlar zaten ilâhsız olamazlar ki. Herkesin mutlaka bir
veya birçok ilâhı vardır. İnsan ilâh inancından asla uzak olamaz.
Önemli olan bu ilâh inancı değil, yanlış ilâh inançlarını terk edip,
âlemlerin Rabbi Allah’a inanmaktır. İşte bu Tevhiddir. Tevhid, aynı
zamanda İslâm’ın dünya görüşüdür. Evet, İslâm Tevhidî bir dünya
görüşüne sahiptir. Hayat anlayışı, evreni izah edişi, ölüm gerçeğine
bakışı, hükümler konusundaki tavrı, geçmişe ve geleceğe bakışı
tamamen bir Allah inancına dayanır.
İslâm’ın getirdiği bütün çözümler, önerdiği yaşama tarzı, bu
hayatı devam ettirecek ilkeler ve prensipler, insanlara ve toplumlara,
bilgiye ve bilginin kaynaklarına bakışı, tarihi değerlendirişi
hep bir Allah inancından, yani Tevhid’ten kaynaklanmaktadır. En
ufak, hatta göze görünmeyen varlıktan en büyük varlıklara kadar,
galaksi ve nebulalara varıncaya kadar her şey, her varlık Allah’ın
birliğinin isbatıdır, Tevhid’in görüntüsüdür.
Tevhidin Pratik Görüntüleri: Bu muazzam görüntüyü ve
Allah’ın vahiy ile öğrettiği Tevhid’i beş maddede daha açık görebiliriz:
1- Kâinattaki Tevhid: Kâinattaki her varlık bu inancı bize
haber veriyor. Kur’an’da sık sık bu duruma dikkat çekilmekte,
Allah’ın sonsuz kudretinin eserine bakmamız tavsiye edilmektedir.
Kâinattaki her varlık kendine ait bir özelliğe sahiptir ve her biri
TEVHİD
- 23 -
kendi görevini yerine getirmektedir. Bu durum, Tevhid’in göstergesidir
28.
2- Siyasette Tevhid: Siyaset, idare etme, yönlendirmedir.
Âlemlerin Rabbi Allah, (c.c.) âlemleri yaratan ve idare edendir.
O’nun hükmü hem kâinatta hem de insan hayatında geçerlidir.
“O gökte de İlâhtır, yerde de İlâhtır.”29 Allah’ı dünya ve toplum işlerine,
kamusal alana karıştırmak istemeyen mantık, Tevhid’e aykırıdır ve
tâğutluktur.
3- Toplumda Tevhid: İslâm ümmeti, Tevhid Dinine inanmakla
tek bir ümmet, tek bir topluluk olmaktadır. “Ümmetiniz bir tek
ümmettir ve Ben de sizin Rabbinizim. O halde gereği gibi ibâdet edin.”30
Öyleyse mü’minler, hayatlarına Tevhid ilkelerini hâkim kılarak
birliklerini koruyacaklar, Allah’ın ipine sımsıkı sarılarak ayrılıp
parçalanmayacaklar ve vahdet içinde olacaklar. Mü’minleri, ancak
Tevhid ilkelerine topluca sarılma birleştirir, bir araya getirir.
Mü’minler, kendilerine Allah’ın âyetleri geldikten sonra parçalananlar,
bölük pörçük olanlar gibi olmazlar. 31
4- Kişide Tevhid: İman edenler, İslâm’ın kendilerinden istediği
‘muvahhid’ tipli insan olmak, hayatlarının her ânında Tevhid inancını
göstermek, kulluğu tek bir Rabb’e yapmak durumundadırlar.
Muvahhid, bütün benliği ve duygularıyla Tevhid ilkelerine inanır,
mücâdelesini bu uğurda yapar.
5- Yürekte ve Dilde Tevhid: Mü’minler, Tevhid Dininin özeti
olan Tevhid Kelimesini yürekten kabul ederler, inanırlar, dilleriyle
de inandıklarını ortaya koyarlar. Sonra da bu inançlarını fikirde,
düşüncede, ahlâkta, ibâdette, sosyal hayatta ve her konuda gösterirler.
Tevhid’in ilkelerini hayata hâkim kılarlar.
Mü’minler, ‘lâ ilâhe illâllah’ dedikten sonra, başka ilâhların
peşine gitmezler, şirk olabilecek fikirleri kabul etmezler, ilâh zannedilenlerin
ve tâğutların hükümlerine itibar etmezler. Allah’a
rağmen insanlara hükmetmeye kalkışanlara yüz vermezler.
İbâdetlerini yalnızca Allah’a yaparlar. İmanlarından asla tâviz vermezler.
Rabbimiz buyuruyor ki: “Allah’a dayan, vekil olarak Allah yeter…
Allah bir adamın göğsünde iki kalp yaratmadı…” 32
İşte bu mânâda kim Kelime-i Tevhid’i (veya Şehâdeti) kabul
ederse, kim hayatını bu inanç doğrultusunda geçirirse, kimin son
28] 51/Zâriyât, 20-21; 3/Âl-i İmrân, 190
29] 43/Zuhruf, 84
30] 21/Enbiyâ, 92
31] 3/Âl-i İmrân, 105
32] 33/Ahzâb, 3-4
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 24 -
sözü ‘lâ ilâhe illâllah Muhammedu’r rasûlullah’ olursa, onun cennete
gideceği umulur. 33
İnsanlık tarihi baştanbaşa bir Tevhid mücâdelesi tarihidir. İnsanlar
tevhidi terk edip şirk dinlerine girip saptıkça, azdıkça, kısaca
yoldan çıktıkça Allah’ın peygamberleri onları Tevhid’e dâvet
ettiler, kurtulmalarını sağlamaya çalıştılar. İnsanlar Rablerine isyan
etmeye, Allah (c.c.) da onlara elçi ve elçilerle beraber kurtuluş
dâvetini göndermeye devam etti.
Bugün de Allah’ın son vahyi olan İslâm ve O’nun kitabı Kur’an
ve O’nun son peygamberi Muhammed’in (s.a.s.) mesajı bütün
insanlığı Tevhid’e dâvet ediyor. Çünkü gerçek kurtuluş Tevhid’e
uygun yaşamaktır. Kur’an’ın deyişiyle; “…Darmadağınık birçok düzme
ilâhlar (tanrılar) mı hayırlıdır, yoksa hepsine ve her şeye gâlip Kahhâr
(sonsuz güç sahibi) bir tek olan Allah mı?” 34
Tevhid; Hayatın Anlamı
Sözlük anlamı olarak tevhid: Birlemek, tekleştirmek, bir şeyin
tek olduğu hakkında hüküm vermek, bir bilmek demek olan
tevhid; terim olarak; Allah’ı zâtında, sıfatlarında, isimlerinde ve
fiillerinde tek kabul etmek, eşi ve benzeri olmadığına iman edip
ibâdet ile de O’nu birlemektir. Yani ibâdeti O’ndan başkasına yapmamak
ve yalnız O’na tahsis etmektir. “De ki; O Allah bir’dir. Allah
samed’dir (Hiçbir şeye muhtaç değildir; her şey O’na muhtaçtır. O her
şeyin kaynağı ve yaratıcısıdır). O baba da değildir oğul da değildir. O’na
benzeyen, O’na eş ya da denk hiçbir şey de yoktur.” 35
İslâm dininin en temel esası tevhiddir. Tevhid kelimesi ise, “Lâ
ilâhe illâllah”tır. Mânâsı: “Allah’tan başka ilâh/tanrı yoktur, yani
bütün kâinatta Allah’tan başka ibâdet edilmeye, O’nun dışında
mutlak olarak itaat edilmeye ve boyun eğilmeye lâyık kimse yoktur.”
Dikkat etmek gerekir ki; kelime-i tevhid önce Allah’tan başka
diğer ilâhları reddetmekle başlıyor. Müslüman, önce Allah’tan
başka bütün ilâhları reddetmeli ve sadece ilâh olarak Allah’ı kabul
etmelidir.
İslâm dininin ilk indiği zamanlarda -tıpkı bugün olduğu
gibi- şirk hâkimdi. İnsanlar putlara tapıyorlar, ilâhlık vasıflarını
insanlara ve bazı varlıklara veriyorlardı. Araplar, melekleri
Allah’ın kızları olarak kabul ediyorlar, ehl-i kitap olan yahudi ve
hıristiyanlar da, Allah’a oğullar isnat ediyorlardı. Helâl ve haram
33] Müslim, İman 40, hadis no: 94; Buhârî, Timizî, nak. K. Sitte II/206-207
34] 12/Yûsuf, 39; Hüseyin K. Ece, a.g.e. s. 717-724
35] 112/İhlâs, 1-4
TEVHİD
- 25 -
koyma yetkilerini din adamlarına vererek, onları ilâh ediniyorlardı.
Peygamberimiz’in bu ortamda en küçük bir tâviz vermeden
sürdürdüğü tebliğde, en çok vurguladığı konu tevhiddi. Esasen
insanlık tarihi, Allah’a hakkıyla iman edenlerle, şirk koşanların,
birden fazla ilâha inananların kavgasından ibârettir.
Kur’ân-ı Kerim baştan sona kadar tevhid’den söz etmektedir.
Bütün peygamberler tevhid’i ikame etsinler diye gönderilmişlerdir.
Kur’an’a baktığımız zaman, bütün peygamberlerin üzerinde
ısrarla durdukları ve insanların kavramaları için her türlü zorluklara
katlandıkları hususlar; Allah’ın her hususta, yani hayatın her
sahasında “tek” olarak kabul edilmesi ve O’na kesinlikle şirk koşulmamasıdır.
Tevhid, insanın hayatındaki düşünceden başlayarak,
günlük yaşayışındaki her tavrına kadar, Allah’ın belirlediği sınırlara
uyması, onların korunması için seferber olması ve Allah’ın ortaya
koyduğu ölçü ve onun pratikteki şekli olan sünnetin yaşanılmasıdır.
Tevhidi kabul eden insan Allah’a şöyle söz vermiş olur: “Ben
ancak Senin emirlerine kayıtsız şartsız uyarım, Sana dayanır ve
Sana güvenirim. Cezalandıracak ve mükâfatlandıracak ancak Sensin.
En güzel emir Senin emirlerin ve en mükemmel kanun Senin
kanunlarındır. Senin emirlerini alaya alan, yalanlayan ve haddi
aşanlara karşı koyacağım. Senin rızan için yaşayacağım, Senin emrine
uymayan hiç bir fikri ve kanunu benimsemeyeceğim.”
Allah’a, O’nun zâtında, sıfatlarında, isimlerinde, fiillerinde ortağı
ve dengi olmadığına, O’nun doğmadığına ve çocuğu olmadığına
iman edilmeden tevhid gerçekleşmez. Tevhid, rubûbiyet ve
ulûhiyet tevhidi olmak üzere ikiye ayrılır.
Rubûbiyet Tevhidi: Rubûbiyet tevhidini tam olarak anlayabilmek
için, rubûbiyet kavramının türediği “Rab” kelimesini iyi kavramak
gereklidir. Rab kelimesi, esas olarak terbiye anlamına gelir.
Terbiyenin yanında, aynı zamanda ıslah etmek, üzerinde tasarrufta
bulunmak, taahhüt etmek, kemâle erdirmek, tamamlamak,
efendisi olmak, sorumluluğunu yüklenmek, toplamak, başkanlık
etmek, sahip olmak, bakmak, büyütmek, sözünü geçirmek, istediğini
yapabilmek, yaptırabilmek, rızık vermek gibi mânâları kapsar.
Allah Teâlâ, âlemlerin gerçek Rabbi olduğu için, rubûbiyet
(rablık) sadece O’na aittir. Bu konuda Allah’ın tevhidi farzdır.
Bütün bu sıfatlarıyla rubûbiyet Allah’a aittir. Yukarıda sayılan
rubûbiyet sıfatlarında Allah’a ortak kabul etmek şirktir. Çünkü
her yönüyle yaratan, rızık veren, her şeye sahip olan O’dur. İşleri
idare eden, öldüren ve dirilten, fayda ve zarar vermeye gücü yeten,
yükselten ve alçaltan O’dur.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 26 -
Rubûbiyet tevhidi; göklerin ve yerin yaratıcısının sadece Allah
olduğuna ve bütün kâinat işlerini O’nun düzenlediğine inanmaktır.
Bu imanın gereği olarak insan, sadece Allah’a kulluk/ibâdet
etmeli ve O’na hiç bir konuda ortak koşmamalıdır. Rubûbiyet
tevhidi, fıtraten insanın kalbine yerleştirildiği için çoğu zaman
müşrikler de dâhil olmak üzere bütün insanlık tarafından kabul
görmüştür. Tarih boyunca çok az insan rubûbiyyet tevhidinde sapıklığa
düşmüştür. Mekke müşrikleri taptıkları putların rubûbiyet
sıfatlarını taşımadıklarını pekâlâ biliyorlardı. Fakat buna rağmen
sahte ilâhlarına saygı ve tâzim gösteriyorlardı. Bu konu Kur’ân-ı
Kerim’de şöyle anlatılır: “Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu
altında tutan kimdir?’ diye sorarsan, ‘şüphesiz Allah’tır’ derler.”36; “De
ki: ‘Size gökten ve yerden rızık veren kimdir? O kulaklara ve gözlere mâlik
bulunan kimdir? Ölüden diriyi, diriden de ölüyü kim çıkarıyor? Bütün işleri
kim idare ediyor? Hemen: ‘Allah’ derler.” 37
Kur’ân-ı Kerim’deki bu âyet-i kerimelerden anlaşılıyor ki, kişi
sadece bu tür bir tevhidi kabul etmekle İslâm dinine girmiş olmaz.
Çünkü yukarıda geçen âyetlerde ifade edildiği üzere Mekke müşrikleri
de Allah’ın rubûbiyetini ikrar ediyorlar; yani yaratan, yoktan
var eden, fayda ve zarar vermeye gücü yeten, duâlara icâbet
eden vb. sıfatlara sahip yüceler yücesi Allah’a inanıyorlardı. Ne
var ki, putlarına/tanrılarına kendileri için şefaatçi olsunlar diye tapıyor,
onları Allah’ı seviyormuş gibi seviyorlardı. Doğal olarak bu
halleriyle müşrik oluyorlardı.
Kur’an, ulûhiyet tevhidi olmadan, sadece rubûbiyet tevhidi ile
kişinin kurtuluşa erişemeyeceğini açıkça belirlemiştir. İnsanın muvahhid
bir müslüman sayılabilmesi ve cehennem azâbından kurtulabilmesi
için rubûbiyet tevhidi ile beraber ulûhiyet tevhidine
de iman etmesi lâzımdır. O halde ulûhiyet tevhidi nedir?
Ulûhiyet Tevhidi: Ulûhiyet tevhidi, Allah’a, Onun belirlediği
ibâdet şekilleri ile ibâdet etmektir. İbâdette Allah’ı birlemek,
başkasını O’na ortak kabul etmemektir. Kalbin korkarak ve ümit
ederek Allah’a bağlanmasıdır. Ulûhiyet tevhidi; ibâdette, boyun
eğmede, hüküm koymada, kesin itaatte tek ve ortağı olmayan
Allah’ı birlemektir.
Rubûbiyet ve ulûhiyet tevhidi beraber olmalıdır. Bunlardan
biri bulunmazsa kişi muvahhid olamaz ve şirke düşer. Müşrikler,
rubûbiyet tevhidini kabul ediyorlardı. Ancak bununla birlikte putlara
tapıyorlar ve yeryüzünde Allah’ı tek hüküm koyucu olarak
36] 29/Ankebût, 61
37] 10/Yûnus, 31. Ayrıca bakınız: 43/Zuhruf, 9, 87; 23/Mü’minûn, 86-87; 31/Lokman,
20
TEVHİD
- 27 -
kabul etmiyorlardı. Aynı şekilde ehli kitap da, Allah’ın yeryüzünü
yarattığını kabul ediyor, fakat O’na oğul isnat ederek ve helâlharam
kılma yetkilerini din adamlarına vererek şirke düşmüşlerdir.
Ulûhiyet tevhidi çok önemlidir. Bütün peygamberlerin tebliğlerinde
en çok vurguladıkları husus ulûhiyet tevhididir: “Biz her kavme:
‘Allah’a ibâdet edin; sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur’ (diye tebliğ etmesi
için) bir peygamber gönderdik.”38; “(Nuh): ‘Ey kavmim! Allah’a kulluk/
ibâdet edin, sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur’ dedi.” 39
Tevhidin şiarı, Lâ ilâhe illâllah’tır. Bu ifâde, ulûhiyeti Allah’tan
başka her şeyden kaldırıp atmayı ve ulûhiyeti sadece O’na has kılmayı
içermektedir. “Böyledir. Allah, hakkın ta kendisidir. O’nu bırakıp
taptıkları ise bâtıldan başka bir şey değildir. Doğrusu Allah yücedir, büyüktür.”
40
Bunun en açık tezahürü, Allah’ın emirleri ile, sevilen kişi veya
herhangi bir şeyin istekleri çatıştığında, Allah’ın emirlerini tercih
etmemektir. “İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp, O’na koştukları eşleri
ilâh olarak benimseyenler ve onları Allah’ı severcesine sevenler vardır.
Mü’minlerin Allah’ı sevmesi ise hepsinden kuvvetlidir.” 41
Peygamberlerin görevleriyle ilgili âyetler, tevhid’in temelinin
Allah’a ibâdet etmek olduğunu açıkça beyan ediyor. Peygamberlerin
gönderilişlerindeki temel amaç, insanları Allah’a ibâdet etmeye
çağırmaktır. O halde “ibâdet” kavramının Kur’an’da hangi
anlamlarda kullanıldığını kısaca görelim:
İbâdet: “Ben insanları ve cinleri, ancak Bana ibâdet etsinler diye yarattım.”
42
Sahâbeden Muaz b. Cebel anlatıyor: Bir gün Rasûlullah bana,
“Ey Muaz! Allah’ın, kulları üzerindeki hakkı nedir?” diye sordu. Ben;
“Allah ve Rasûlü daha iyi bilir” dedim. Rasûlullah: “Allah’ın kulları
üzerindeki hakkı, kulların O’na ibâdet edip, başka hiçbir şeyi şirk/ortak
koşmamalarıdır.” buyurdu. 43
İbâdet kelimesinin lügat mânâsı; itaat etmek, boyun eğmek,
tevâzu göstermek, bağlanmak ve hizmet etmektir.
İslâmî ıstılahta ibâdet: Yapılması sevap olan, Allah’a yakınlık
38] 16/Nahl, 36
39] 7/A’raf, 59; Diğer peygamberlerin aynı mesajı için bk. 7/A’râf, 65, 73, 85; 12/
Yûsuf, 40; 11/Hûd, 1-2
40] 22/Hacc, 62
41] 2/Bakara, 165
42] 51/Zâriyât, 56
43] Buhâri, Müslim
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 28 -
ifâde eden, yalnız O’nun emirlerini yerine getirmiş olmak ve rızâsını
kazanmak niyetiyle yerine getirilen her türlü harekete ibâdet denir.
Kısaca ibâdet, Allah’ın râzı olduğu her söz ve fiile verilen isimdir.
İbâdet, Kur’ân-ı Kerim’de hiç bir zaman sadece namaz kılmak,
oruç tutmak, haccetmek mânâlarında kullanılmamıştır. İbâdet dinin
tamamıdır. Din ise hayatın programını çizer, insanların yaşam
tarzını belirler. Yemek yemek, devlet kurmak, ahlâk, evlilik, hukuk,
mâlî işler... kısaca, hayatın tamamı dindir, dinin tamamı da
ibâdettir.
İbâdet 5 anlama gelmektedir. Bunlar:
1-) Kul olmak, kulluk etmek,
2-) Boyun eğmek, itaat etmek,
3-) İlâh tanımak (otorite tanımak, hükmüne teslim olmak ),
4-) Herhangi birine ya da bir şeye bağlanmak,
5-) Yönelmek, meyletmek.
Herhangi bir davranışın Allah’a ibâdet olabilmesi için dört şart
vardır:
a) İman: Şirkten arınmış şekilde iman etmeyen kimsenin yaptığı
hiçbir şey ibâdet olmaz.
b) Meşrûiyet: Yapılan amelin Allah’ın müsaade ettiği veya emrettiği
bir şey olması.
c) Usûl/Metod: Allah’ın emrettiği ve Rasûlullah’ın yaptığı şekilde
yapmak.
d) Niyet/kasd: Allah rızâsı için yapmak; başka bir çıkar veya
riyâ gibi sebeplerle yapmamak.
İbâdet kelimesinin ifâde ettiği esas mânâ; kişinin yüksek güç,
kuvvet ve iktidar sahibi birine karşı itaat etmesi, kendi hürriyet ve
bağımsızlığından ferâgat etmesi, onun karşısında her türlü mukavemet
ve isyanı terk etmesi ve tam bir bağlılıkla isteyerek ona
boyun eğmesidir.
İbâdet etmek, insanın fıtratındaki/yaratılışındaki gâyenin gereğidir.
Allah Teâlâ insanları ve cinleri, ancak kendisine ibâdet etsinler
diye yaratmıştır.44 Bu yüzden ibâdet etmek, insan için kesin
bir ihtiyaçtır. İnsan ruhu yalnız Allah’a ibâdet ederek, yani sadece
O’na kul olarak, O’na itaat ederek, hayatını O’nun rızâsına uygun
44] Bk. 51/Zâriyât, 56
TEVHİD
- 29 -
olarak ve O’nun Rasûlünü örnek alarak huzura kavuşur.45 Aksi halde
insan maddî yönden ne kadar yüksek seviyede olursa olsun,
Allah’a ibâdet etmediği müddetçe asla gerçek mutluluğu bulamayacaktır.
Kur’an-ı Kerim’de birçok âyette, insanlara Allah’a ibâdet etmeleri
emredilir: “Göklerin ve yerin gaybı Allah’ındır. Her iş O’na döndürülür.
Öyle ise O’na ibâdet et, O’na güvenip dayan.”46; “Sana ölüm
gelinceye kadar Rabbine ibâdet et.”47;“Şüphe yok ki Allah, benim de Rabbim,
sizin de Rabbiniz. Öyle ise O’na kulluk/ibâdet edin. İşte doğru yol
budur.”48 Bütün peygamberler, insanları Allah’a ibâdete çağırmışlardır.
Bu husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle belirtilir: “Andolsun ki, biz
her ümmete Allah’a ibâdet edin ve tâğuttan kaçının diye bir peygamber
gönderdik.” 49
İbâdet, sevgi ve boyun eğme mânâlarını birden içerir. Yani
Allah’a ibâdet, Allah’ı son derece sevmekle birlikte nihâî derecede
O’na boyun eğip saygı duymaktır. İbâdetin gerçekleşmesi için
kulun, Allah’ı her şeyden çok sevmesi ve O’nu her şeyden büyük
tanıyıp âzamî derecede saygı duyması gerekir. Müslüman, korku
ile ümit arasında olmalıdır. Fakat bu korku, bir canavardan veya
diktatörden duyulan korku gibi değildir. Müslümanın korkusu
Allah’ın sevgisini kaybetme korkusudur.
İbâdet, Allah ve Rasûlünün emrettiği şekilde yapılır. Diğer her
şeyde olduğu gibi ibâdetin nasıl yapılacağı hususunda da müslüman,
Kur’an ve sünnete mürâcaat eder. İbâdet, insanın kendi nefsi
ve kalbini temizlemesi, Allah’ın rızâsını kazanması için en güzel
bir vâsıta ve İlâhî bir vesiledir. İbâdet müslümanın imanını kuvvetlendirir,
Allah’a yaklaştırır. Tabii ki, ibâdetin bilinçli, Allah’ın
istediği ve Peygamberimiz’in uyguladığı gibi olması lâzımdır.
Yoksa ibâdet insana bir fayda sağlamaz. Örneğin; Allah Teâlâ 29/
Ankebût sûresi 45. âyetinde, “namaz kişiyi bütün kötülüklerden alıkoyar.”
buyuruyor. Hâlbuki, bugün pek çok müslüman namaz kıldığı
halde birçok günahı, hatta kebîre/büyük günah işleyebiliyor.
Elbette ki, bu durum, onların namazlarının Allah katında kabul
görmediğinin göstergesidir.
İnsanların dünya ve âhiret saâdetine ulaşabilmesi için
ibâdetlerini, Allah’ın istediği şekilde yapmaları gerekir. Fâtiha
45 Bk. 13/Ra’d, 28
46] 11/Hûd, 123
47] 15/Hicr, 99
48] 3/Âl-i İmrân, 51
49] 16/Nahl, 36
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 30 -
sûresinde “biz yalnız Sana ibâdet eder ve yalnız Senden yardım dileriz.”50
âyetinde ibâdet, “yardım dileme”den önce gelmiştir. Bunun
mânâsı, bir şeyi elde etmeyi istemeden önce, onu bize kazandıracak
vesilelere başvurmamız demektir. Önce sebepler yapılmalı;
sonra sonuç Allah’ın izniyle elde edilecektir. Müslümanların yapması
gereken de budur. Müslümanlar öncelikle Allah’a en güzel
şekilde ibâdet etmeli, yani hayatını Allah’ın râzı olacağı şekilde,
Peygamberi örnek alarak yaşamalıdırlar. Ancak, bundan sonra
kudreti sonsuz olan Allah müslümanlara yardım edecek ve onları
yüceltecektir. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’de buyurulduğu gibi izzet
Allah’ın, Rasûlünün ve Müslümanlarındır. 51
İbâdette ihsân/güzellik olmalıdır. İhsân kavramını Peygamberimiz
şöyle açıklar: “İhsân, Allah’ı görüyor gibi Allah’a ibâdet etmendir.
Sen O’nu görmesen de muhakkak ki O seni görüyor.” 52
İbâdet yalnız Allah’a edilmelidir. Ma’bûd (ibâdet edilen) yalnız
Allah olmalıdır. Elbette ki ibâdeti yalnız namaz, oruç, zekât vs.
gibi fiillerden ibaret görmemeliyiz. Bu fiiller ibâdetin bir kısmıdır;
tamamı değildir. Önceden de belirttiğimiz gibi ibâdet, hayatın
tamamını içine alan bir kavramdır. İbâdetin sadece Allah için
yapılması gerektiği hususu üzerinde Kur’an-ı Kerim hassasiyetle
durmaktadır: “O (Allah) yalnız kendisine ibâdet etmenizi emretmiştir.
İşte dosdoğru din budur.”53; “Ey Âdemoğulları, şeytana ibâdet etmeyin
diye size emir vermedim mi? Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.”54;
“De ki, bunca delilden sonra, bana Allah’tan başkasına ibâdet etmemi mi
emrediyorsunuz, Ey cahiller? Bilâkis Allah’a ibâdet eden ve şükredenlerden
olun.”55; “Artık kim Rabbine kavuşmayı ümit ediyorsa güzel bir amel
işlesin ve Rabbine ibâdette hiçbir kimseyi ve hiçbir şeyi ortak tutmasın.” 56
“De ki: Ey kâfirler, ben sizin ibâdet ettiklerinize ibâdet etmem...” 57
Bu âyetlerde açıkça görüldüğü gibi Allah, ibâdetin sadece
kendisine yapılmasını emrediyor. İster içimizde ve ister dışımızda
olsun bizi kendisine râm eyleyen, itaatkâr kılan, bizim bedenimizi
ve rûhumuzu kendi kudretine göre yönlendiren, bizim enerjimizi
kendi istediği yöne sevk eden, yani bizi teslim alan her “güç”, bizi
kendisine kul yapmış demek olur. Oysa Rabbimiz, bizim ulûhiyet,
50] 1/Fâtiha, 5
51] 63/Münâfıkun, 8
52] Buhârî, İman 37; Müslim, İman 1, hadis no: 8; Tirmizî, İman 14; Ebû Dâvud,
Sünnet 16; İbn Mâce, Mukaddime 9; Nesâî, İman 6
53] 12/Yusuf, 40
54] 36/Yâsin, 60
55] 39/Zümer, 64-66
56] 18/Kehf, 110
57] 109/Kâfirûn, 1-6
TEVHİD
- 31 -
rubûbiyet ve ubûdiyeti yalnızca kendisine tahsis etmemizi ve bu
noktada bütün sahte ilâh ve rableri reddetmemizi istiyor.
Tevhidin Yansımaları
Kur’an-ı Kerim’in tevhid ile ilgili ayetlerine dikkatle baktığımız
zaman tevhid akidesinin sadece fikrî, zihinsel ve felsefî bir telakki
olmayıp; insan ve kâinat konusunda başlı başına çok genel bir
düşünce ve yaşam biçimi olduğunu açıkça anlarız. Kavramlar arasında,
insan hayatını “tevhid” kavramı kadar çepeçevre kuşatan,
çok boyutlu bir başka kavram bulmak mümkün değildir. Bundan
dolayı tarih boyunca bütün ilâhî davetler, Lâ ilâhe illallah esasını
açıklayarak işe başlamışlardır.
Evrendeki Tevhid
Kur’an’ın insanlara kazandırmaya çalıştığı dünya görüşüne
göre kâinat ve kâinattaki bütün varlıklar yüce bir kuvvet olan Allah
tarafından yaratılmıştır. Evrendeki düzen de Allah tarafından
yaratılmıştır. Kur’an, evrendeki düzenin Allah tarafından takdir
edilmiş olduğunu açıkça beyan ediyor. Kur’an’daki birçok âyet,
çeşitli ifade biçimleriyle insanın dikkatini evrenin sağlam düzenine
çekerek, evrenin yaratıcısının birlenmesi gerektiğini vurguluyor.
“Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri oyun ve eğlence olsun diye
yaratmadık.”58; “Gerçek şu ki, göklerde ve yerde her ne varsa O’nundur.
Hepsi O’na boyun eğmişlerdir.”59; “Göklerde ve yerde bulunan her şey,
Rahman’a kul olarak gelecektir.” 60 “O (Allah), geceyi sizin için istirahat
etmenize elverişli, gündüzü de (geçiminizi sağlamanız için) aydınlık yapmıştır.
Şüphesiz bunda işiten bir toplum için ibretler vardır.” 61
Bu âyetlerde bütün evrende var olan düzeni, evrenin yaratıcısı,
idare edicisi ve evirip çevireni olan Allah’ın birliğine apaçık
bir delil sayıyor. Bizden kâinatta var olan bu mükemmel düzen ve
bu düzenin sağlamlığı ve bütünlüğü üzerine düşünmemizi ve bu
yolla tevhid fikrine ulaşmamızı istiyor.
Tevhid ve Allah’ın Hâkimiyeti
Tevhid, bütün beşeriyetin, sahte ilâh ve rablere başkaldırarak
esaret zincirinden kurtulması ve Allah’tan başkasına kul olmaması
demektir. Bu yüzden, tevhid kavramı aynı zamanda, kullara kul
58] 21/Enbiyâ, 16
59] 2/Bakara, 116
60] 19/Meryem, 93
61] 10/Yûnus, 67) (Konuyla ilgili olarak yine bk. 6/En’am, 95-99; 36/Yâsin, 33;
16/Nahl, 10-18, 65, 81; 10/Yûnus, 3-6
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 32 -
olmanın pençesinden kurtularak yalnız Allah’a kul olmaya yönelmek
ve bunun tabii neticesi olarak da Allah’ın hâkimiyetini kabul
etmek; Allah’ın egemenliğinin dışında her gücü, sultayı, otoriteyi,
sistemi, fikri, ideolojiyi, dünya görüşünü, kısacası hangi kılıf, örtü
ve görüntü altında olursa olsun hâkimiyet/egemenlik iddiasında
bulunan her şeyi reddetmek anlamlarını da içerir.
“Rabb’in, yalnız kendisine kulluk etmenizi... emretti.”62; “Hüküm,
hâkimiyet yalnız Allah’ındır. O, yalnız Kendisine tapmanızı emretmiştir.
İşte dosdoğru din budur.”63 Bu âyetler şu gerçeği açıkça ortaya koyuyor:
Allah’a inanmanın, tevhid dinine dâhil olmanın ve muvahhid
sayılabilmenin şartı, kişinin Allah’ın hâkimiyetini kabul ederek,
O’nun isteğini, kendi dilediğine veya başkalarının isteklerine
tercih etmek ve tüm diğer arzuları O’nun yolunda feda etmektir.
Müslüman olmak, kısaca Allah’ı kural koyucu sıfatlarıyla tek, emir
verici olarak tek, yasak koyucu olarak tek ve insan hayatına hükmedici
olarak tek olarak kavramak, inanmak ve bu doğrultudaki
yaşayıp tavır koymaktır.
Tevhid ve Tâğutlarla Mücâdele
“De ki: ‘Ey kitap ehli! Bizim ve sizin aranızda eşit olan bir kelimeye
gelin: Yalnız Allah’a ibâdet edelim; O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım;
bazımız bazımızı Allah’tan başka rabler edinmesin.’ Eğer yüz çevirirlerse:
‘Şâhit olun, biz müslümanlarız’ deyin.”64; “İman edenler Allah yolunda savaşırlar;
küfredenler de tâğut yolunda savaşırlar. O halde, şeytanın dostlarıyla
savaşın; çünkü şeytanın hilesi zayıftır.” 65
Sosyal bir hayat nizâmı olarak tevhid, halkın bilgisizliği ve şuursuzluğu
üzerine dayalı veya onlara zulmetmek üzere kurulan
cahilî ve tâğutî sistemleri temelden değiştirecek plan ve projeler
sunar. Tevhid, sırf fikrî ve nazarî bir akide değil; eyleme yönelik,
pratik çözüm yolları sunan bir sistemdir. Tevhid akidesi, yalnızca
tabiat ötesi / metafizik konulara izah getiren ve ahlak ile ilgili konularda
sözkonusu edilebilecek bir tasavvur değil; şirk temeli üzerine
oturmuş tâğutî sistemlere karşı muvahhidlere planlı, programlı
bir hareket mantığı sunan, inkılâpçı bir başkaldırıdır.
Tevhid akîdesi, pratik, eyleme dönük bir hareket ve câhiliyyeye
şirk temeline dayana sistemlere bir başkaldırı ve de müstekbir,
zâlim tâğutlara karşı siyasî, iktisadî, sosyal ve hukukî bir sistem
62] 17/İsrâ, 23
63] 12/Yûsuf, 40
64] 3/Âl-i İmrân, 64
65] 4/Nisâ, 76
TEVHİD
- 33 -
olmasaydı, tarih boyunca bu akideyi kavimlerine sunan bütün
peygamberlere karşı savaş açılır mıydı?
İslâm güneşinin doğduğu sıralarda Mekke’de hayatlarını sürdüren
“Hanifler”in konumu, bu konuda ışık tutması bakımından
oldukça önemlidir. Peygamberimiz’e peygamberlik görevi verileceği
dönemde Mekke’de Hz. İbrâhim’in şeriatı üzerine yaşayış sürdürdüklerini
iddia eden Hanif dini taraftarları vardı. Bunlar, putlara
tapmaktan vazgeçerek Hz. İbrâhim’in dinine girmişlerdi. Bunlar,
Allah’ı birliyor ve kavimlerinin putları adına kestikleri kurbanları
yemiyorlardı. Panayırlarda tevhidin hakikati ile ilgili nutuklar söylüyorlar,
putların batıllığına dair deliller getiriyorlar ve onlara tapmamayı
öğütlüyorlardı.
Ne var ki, Hanif dininden olduğunu iddia eden bu kimselerin
savundukları düşünce, sadece zihinde taşınan, salt fikir ve kuramsal
inanış ve anlayış olmaktan öteye gitmiyordu. O yüzden müşrik
Mekke toplumunda en ufak fikrî ve pratik bir etkinlikleri yoktu.
O putperest toplumda ortaya koydukları fikirleri, sadece nazarî
inanç biçimiydi. Bunun için de bu kimseler, şirk temeline dayalı o
cahilî toplumda müşrik putperestlerle aynı ortamda, birbirleriyle
fiilî olarak çatışmadan yaşıyorlar ve bu konumları kendilerini
fazla rahatsız etmiyordu. Kokuşmuş bu küfrî toplum düzeninin
geleneği, göreneği, örf ve âdetlerinin pratik olarak içindeydiler.
Bu yüzden, pratik yaşamdan uzak bulunan ve sadece nazariye olmaktan
öteye gitmeyen tevhid akidesine bağlı olmaları, onları o
haysiyetsiz yaşayış tarzından, cahilî ortamdan ve kokuşmuş zulüm
tasallutu altında zelil bir hayat sürdürmekten uzaklaştırmıyordu.
İslâmî dâvetin en önemli ve temel maddesi, tevhidin ispatı
ve şirkin reddi olduğu için, cahilî Mekke atmosferinde, yerleşik
şirk düzeni içerisinde gündeme gelen tevhid akidesi, özel bir yaşam
biçimini göstererek, inkılâpçı bir kimlikle işe başladı. İslâm’ın
siyasî, iktisadî ve sosyal bir sistemin ve hayatın bütün alanlarına
hükmeden bir nizamın adı olduğu net bir şekilde ilan edildi. Şirkin
her çeşidinin çürütüldüğü deliller ileri sürüldü ve gayet özlü
bir şekilde insanlar tevhide dâvet edildi.
Tevhid fikri anlatılırken, sadece zihinsel olarak Allah’ın var
oluşu değil; O’nun tek oluşunun anlamı ve bu akideye olan ihtiyaç
da anlatıldı. İşte Rasûlullah (s.a.s.)’in kavmine sunduğu tevhid anlayışı
ile Hanifler’in savundukları tevhid fikri arasındaki temel fark
bu noktada odaklaşıyor: Bir yanda hayatın bütün alanlarına hükmeden,
hem zihinsel, fikirsel ve hem de pratiğe yansıyan bir akide;
diğer yanda sadece zihinde yer eden, sadece kalpte yer tutan
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 34 -
ve pratiğe indirgenemeyen, hayata geçirilemeyen bir inanç...
Peygamberimiz, risâlet ile görevlendirildikten sonra yaptığı
ilk iş, inanç ve amele dayanan, teorisi ve pratiği olan gerçek tevhid
anlayışını yerleştirmek olduğu için Mekke’nin egemen güçleri,
idareyi ellerinde tutan müstekbirler, kendisine karşı savaş başlattılar.
Savunduğu bu saf akide, Peygamberimiz’i kâfirlerle karşı karşıya
getirdi. Kâfirler, kendisine has, özel bir yaşam biçimi sunan bu
akidenin, kendi cahilî sistemleriyle asla uzlaşmaya girmeyeceğini,
yeryüzünde tâğutî rejimlerle sürekli ve amansız bir mücadele içerisinde
olacağını, kısacası küfre karşı devamlı bir savaşım vereceğini
kesinkes anladılar. Tevhidin, uygulamaya ve tâğutî düzenlere
karşı başkaldırı ilanı olduğu anlayışı, onların neden, daha önce
aynı akideyi savunan Hanifler’e karşı en ufak bir tepki göstermezken,
Hz. Peygamber ve onunla beraber olanlara karşı şiddetli bir
savaşın içerisine girdiklerini açıkça ortaya koyuyor.
Tevhidi Bozan Durumlar
İnsan, müslümanım dediği, kelime-i tevhidi söylediği halde
cehâlet ve düzenin/ortamın câhilî yapısından dolayı -Allah
muhâfaza etsin- şirke düşebilir. Günümüzde de sık görülen tevhidi
bozan durumların önemlileri şunlardır:
A-) Allah’tan başkasına emretme, yasaklama, helâl ve haram
kılma, kanun koyma ve hâkimiyet hakkını verme gibi haller tevhidi
bozar. Allah’ın koyduğu hükümleri, ölçüleri bir tarafa bırakarak
hâkimiyeti herhangi bir şeye vermek bir mü’minin yapamayacağı
şeydir. Bu konuda Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
“Hükm/egemenlik yalnız Allah’a mahsustur. O sadece kendisine kul olmayı
emretti. Dosdoğru din ancak budur.”66; “Onlar Allah’ı bırakıp bilginlerini,
râhiplerini, Meryem’in oğlu Mesih’i Rabler edindiler. Hâlbuki onlar da bir
olan Allah’tan başkasına ibâdet etmekle emrolunmamışlardı. O, bunların
eş tutageldikleri her şeyden münezzehtir.” 67
B-) Allah’tan ve Rasûlünden geldiği kesinlikle sabit olan haberlerin
tümüne birden inanmamak.. Kim Kur’an’ın hükümlerinden
birini geçersiz sayıyor veya ona inanmıyorsa o kişi Allah’a ortak
koşmuş olur. “Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı
ediyorsunuz? Sizden bunu yapanların cezası, dünyada rezillikten başka
bir şey değildir. Kıyamet günü ise, en şiddetli azaba çarptırılacaktır. Allah
yaptıklarınızdan gafil değildir.” 68
66] 12/Yûsuf, 40
67] 9/Tevbe, 31
68] 2/Bakara, 85
TEVHİD
- 35 -
C-) Kâfirleri dost tanıyıp, müslümanları sevmemek: “Ey iman
edenler! Yahudilerle, hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin
dostlarıdır. İçinizden kim onları dost edinirse, o da onlardandır.”69; “Ey
iman edenler! Ne sizden önce kitap verilenlerden dininizi oyuncak ve
eğlence yerine tutanları, ne de diğer kâfirleri dost edinmeyin. Eğer gerçek
müminlerden iseniz Allah’tan korkunuz.” 70
D-) Allah’ın isim, sıfat ve fiillerinden herhangi birini inkâr ederek
veya başkasını bu hususlarda ortak görmek, O’nu gereği gibi
tanımamak. Bunun sonucu olarak, Allah’a herhangi bir eksiklik
izafe edilir ki, bu da tevhidi bozar. “En güzel isimler Allah’ındır. O
halde Allah’a bu isimlerle dua ediniz. O’nun isimlerinde sapıklık edenleri
terk edin.. Yarın kıyamette onlar yaptıklarının cezasını çekeceklerdir.” 71
E-) İbâdeti Allah’tan başkasına yapmak: “De ki şüphesiz benim
namazım, ibâdetlerim, hayatım ve ölümüm yalnız âlemlerin Rabbi olan
Allah içindir.”72 Allah’tan başkasına secde etmek, Allah’tan başkası
adına kurban kesmek, Allah’tan başkasına duâ etmek gibi fiiller
tevhidi bozar.
F-) Allah’ın indirdiği emirlerle hükmetmemek ve Allah ve
Rasûlü’nün hükmünü kabul etmemek. Allah’ın hükümlerini bir
tarafa bırakıp, tâğutların hükümlerini uygulamak ve onlara tabi
olmak insanı tevhitten uzaklaştırır. “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler
kâfirlerin ta kendileridir.” 73
G-) Allah’tan başkasına tevekkül etmek. “Mümin iseniz Allah’a
tevekkül ediniz..” 74
H-) Allah’tan başkasını, Allah’ı sever gibi severek dost edinmek.
“Ümmetim adına en çok korktuğum şey Allah’a şirk koşmaktır. Ancak
benim söylediğim, onların güneşe, aya, putlara tapmaları değildir.
Benim korktuğum şirk, Allah dışındaki şeylerin hoşnutluğunu gözeterek
ameller yapmak ve gizli şehvettir.” 75
Kur’ân-ı Kerim’de Tek İlâh/Tevhid Kavramı
“Gerçek şu ki, göklerde ve yerde her ne varsa O’nundur. Hepsi O’na
boyun eğmişlerdir.” 76
69] 5/Mâide, 51
70] 5/Mâide, 57
71] 7/A’râf, 18
72] 6/En’âm, 162
73] 5/Mâide, 44
74] 5/Mâide, 23
75] İbn Mâce
76] 2/Bakara, 116
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 36 -
“İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp, O’na koştukları eşleri ilâh
olarak benimseyenler ve onları Allah’ı severcesine sevenler vardır.
Müminlerin Allah’ı sevmesi ise hepsinden kuvvetlidir.” 77
“Ne zaman onlara: ‘Allah’ın indirdiklerine uyun’ denilse, onlar: ‘Hayır,
biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız’ derler. Ya
atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?” 78
“Kim tâğutu inkâr eder ve Allah’a iman ederse, şüphesiz kopması
mümkün olmayan sağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah işitendir, bilendir.”
79
“Allahu, lâ ilâhe illâ hû -Allah, O’ndan başka ilâh olmayandır-” 80
“Gerçek, sizin ilâhınız hakikaten bir’dir.”81
“Allah’tan başka ilâh yoktur.” 82
“Kendisi hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allah’a şirk/ortak koştuklarından
dolayı küfredenlerin kalplerine korku salacağız. Onların barınma
yerleri ateştir. Zâlimlerin konaklama yeri ne kötüdür!” 83
“Allah sizin düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Velî (gerçek bir dost)
olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah kâfidir.” 84
“Hiç şüphesiz, Allah, kendisine şirk koşanları bağışlamaz. Bunun dışında
kalanlar ise, (onlardan) dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa
elbette o uzak bir sapıklıkla sapmıştır.” 85
“Onlar (müşrikler), O’nu bırakıp yalnızca birtakım dişilere tapar, onlardan
yardım isterler. Onlar o her türlü hayırla ilişkisi kesilmiş şeytandan
başkasına tapmazlar.” 86
“Andolsun, ‘Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih’tir’ diyenler küfre
düşmüştür. Oysa Mesih’in dediği (şudur:) ‘Ey İsrâiloğulları, benim de Rabbim,
sizin de Rabbiniz olan Allah’a ibâdet edin. Çünkü O, kendisine ortak
koşana şüphesiz cenneti haram kılmıştır, onun barınma yeri ateştir. Zulmedenlere
yardımcı yoktur. Andolsun, ‘Allah üçün üçüncüsüdür’ diyenler
küfre düşmüştür. Oysa tek bir ilâhtan başka ilâh yoktur. Eğer söylemekte
77] 2/Bakara, 165
78] 2/Bakara, 170; Benzer âyetler için bk. 5/Mâide, 104; 43/Zuhruf, 22-24;
7/A’râf, 28
79] 2/Bakara, 256
80] 2/Bakara, 255
81] 37/Sâffât, 4
82] 3/Âl-i İmrân, 62
83] 3/Âl-i İmrân, 151
84] 4/Nisâ, 45
85] 4/Nisâ, 116
86] 4/Nisâ, 117
TEVHİD
- 37 -
olduklarından vazgeçmezlerse, onlardan inkâr edenlere mutlaka (acı) bir
azap dokunacaktır.” 87
“De ki: ‘Gökleri ve yeri yoktan var eden, yedirdiği halde yedirilmeyen
Allah’tan başkasını mı velî/dost edineceğim?’ De ki: ‘Bana müslüman
olanların ilki olmam emrolundu.’ Ve ‘sakın Allah’a ortak koşan müşriklerden
olma!’ (denildi).” 88
“O ancak tek bir ilâhtır. ‘Doğrusu ben O’na ortak koşmanızdan
mâsumum’ de.” 89
“Onların tümünü toplayacağımız gün; sonra şirk koşanlara diyeceğiz
ki: ‘Nerede (o bir şey) sanıp da ortak koştuklarınız?’ Sonra onların: ‘Rabbimiz
olan Allah’a and olsun ki, biz müşriklerden değildik’ demelerinden
başka bir fitneleri olmadı. Bak, kendilerine karşı nasıl yalan söylediler ve
düzmekte oldukları da kendilerinden kaybolup uzaklaştı.” 90
“İşte, Rabbiniz Allah budur. O’ndan başka ilâh yoktur. O her şeyi yaratandır.
O her şeye vekildir. Gözler O’nu görmez, O bütün gözleri görür.
O latiftir, -her şeyden- haberdardır.” 91
“De ki, namazım, ibâdetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi
Allah içindir. O’nun hiçbir şeriki/ortağı yoktur.” 92
“De ki, Allah her şeyin Rabbi iken, ondan başka bir rab mi arayayım?” 93
“(Nuh): Ey kavmim! Allah’a ibâdet edin, sizin O’ndan başka ilâhınız
yoktur, dedi.” 94
“Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve râhiplerini rabler (ilâhlar) edindiler
ve Meryem oğlu Mesih’i de... Oysa onlar, tek olan bir ilâh’a ibâdet
etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka ilâh yoktur. O,
bunların şirk koştukları şeylerden yücedir.” 95
“Allah’ı bırakıp kendilerine zarar vermeyecek ve yararları dokunmayacak
şeylere kulluk ederler ve ‘Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir’
derler. De ki: ‘Siz, Allah’a, göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber
veriyorsunuz? O, sizin şirk koştuklarınızdan uzak ve yücedir.” 96
87] 5/Mâide, 72-73
88] 6/En’âm, 14
89] 6/En’âm, 19
90] 6/En’âm, 22-23
91] 6/En’âm, 102 - 103
92] 6/En’âm, 163-164
93] 6/En’âm, 164
94] 7/A’râf, 59
95] 9/Tevbe, 31
96] 10/Yûnus, 18
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 38 -
“De ki: ‘Size gökten ve yerden rızık veren kimdir? O kulaklara ve gözlere
mâlik bulunan kimdir? Ölüden diriyi, diriden de ölüyü kim çıkarıyor?
Bütün işleri kim idare ediyor? Hemen: ‘Allah’ derler.” 97
“Onların çoğu Allah’a, şirk koşmadan iman etmezler” 98
“Çeşitli tanrılar mı daha iyi, yoksa kahredici olan bir tek Allah
mı? Sizin Allah’tan başka taptıklarınız, Allah’ın kendileri hakkında
hiçbir delil indirmediği, sizin ve atalarınızın taktığı (birtakım
anlamsız) isimlerden başkası değildir. Hüküm, yalnızca Allah’ındır.
O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru
olan din işte budur; ancak insanların çoğu bilmezler.” 99
“Biz her ümmete/kavme: ‘Allah’a ibâdet edin; sizin O’ndan başka
ilâhınız yoktur’ (diye tebliğ etmesi için) bir peygamber gönderdik.” 100
“Allah dedi ki: ‘İki ilâh edinmeyin. O, ancak tek bir ilâhtır. Öyleyse Benden,
yalnızca Benden korkun.’ Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur, din
de (itaat ve kulluk da) yalnız O’nundur. Böyleyken, Allah’tan başkasından
mı korkuyorsunuz?” 101
“Rabb’in, yalnız kendisine kulluk etmenizi... emretti.” 102
“Kâfirler Beni bırakıp da kullarımı evliyâ/dostlar edineceklerini mi sandılar?
Biz cehennemi kâfirlere bir konak olarak hazırladık.” 103
“Şüphe yok ki Ben, Ben Allah’ım… Benden başka ilâh yoktur;
şu halde bana ibâdet et…” 104
“Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilâhlar olsaydı yerlerin ve
gökler(in nizamı, dengesi) bozulurdu. Demek ki arş’ın Rabbi olan Allah,
onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir.” 105
“O’nu bırakıp ilâhlar mı edindiler? De ki: ‘Kesin delilinizi getirin, işte
benim ve ümmetimin kitabı ve benden öncekilerin kitapları.’ Hayır, onların
çoğu gerçeği bilmez de yüz çevirirler.” 106
“Senden önce gönderdiğimiz her peygambere; ‘Benden başka ilâh
yoktur, Bana kulluk edin’ diye vahyetmişizdir.” 107
97] 10/Yûnus, 31
98] 10/Yûnus, 106
99] 12/Yûsuf, 39-40
100] 16/Nahl, 36
101] 16/Nahl, 51-52
102] 17/İsrâ, 23
103] 18/Kehf, 102
104] 20/Tâhâ, 14
105] 21/Enbiyâ, 22
106] 21/Enbiyâ, 24
107] 21/Enbiyâ, 25
TEVHİD
- 39 -
“Ümmetiniz bir tek ümmettir ve Ben de sizin Rabbinizim. O halde
gereği gibi ibâdet edin.” 108
“Göklerde ve yerde bulunan her şey, Rahman’a kul olarak gelecektir.” 109
“...Öyleyse iğrenç bir pislik olan putlardan kaçının, yalan söz söylemekten
de kaçının. Kendisine şirk/ortak koşmaksızın Allah’ın hanifleri (O’nun
birliğini kabul eden mü’minler olun). Kim Allah’a ortak koşarsa, sanki o,
gökten düşüp parçalanmış da kendisini kuşlar kapmış, yahut rüzgâr onu
uzak bir yere sürükleyip atmış gibidir.” 110
“Kezâ Hak yalnız Allah’tır. O’nu bırakıp ibâdet ettikleri ise bâtılın ta
kendisidir. Doğrusu Allah yücedir, büyüktür.” 111
“Onlar, Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah, güç
sahibidir, azizdir.” 112
“Gördün mü o kendi hevâsını (istek ve arzularını) ilâh/tanrı edinen
kimseyi. Şimdi onun üzerine sen mi bekçi olacaksın.” 113
“Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarıp yakarma, sonra azaba uğratılanlardan
olursun.” 114
“...Allah ile başka ilâhlar mı var?!” 115
“Allah ile birlikte başka bir ilâh edinip tapma. O’ndan başka hiç bir ilâh
yoktur.” 116
“(İbrahim onlara) dedi ki: ‘Siz, sırf aranızdaki dünya hayatına has muhabbet
uğruna Allah’ı bırakıp birtakım putlar (tanrılar) edindiniz...” 117
“Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?
diye sorarsan, şüphesiz Allah’tır derler.” 118
“Gönülden katıksız bağlılar olarak, O’na yönelin ve O’ndan korkup
sakının, namazı dosdoğru kılın ve müşriklerden olmayın.” 119
108] 21/Enbiyâ, 92
109] 19/Meryem, 93
110] 22/Hacc, 30-31
111] 22/Hacc, 62
112] 22/Hacc, 74
113] 25/Furkan, 43
114] 26/Şuarâ, 213
115] 27/Neml, 60-63
116] 28/Kasas, 88
117] 29/Ankebût, 25
118] 29/Ankebût, 61
119] 30/Rûm, 31
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 40 -
“Size gökten ve yerden rızık verecek Allah’tan başka yaratıcı mı var?” 120
“Yardım görürler umuduyla, Allah’tan başka ilâhlar edindiler. Hâlbuki
onların (o sahte tanrıların, taptıkları putların) kendilerine yardım etmeye
asla güçleri yetmez. Bilâkis onlar, bu mâbutlar için yardıma hazır askerlerdir.”
121
“İçlerinden kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaştılar. Kâfirler dedi
ki: ‘Bu, yalan söyleyen bir büyücüdür. Tanrıları bir tek ilâh mı yaptı? Doğrusu
bu, tuhaf bir şey!’ Onlardan mele’ (ileri gelen bir grup, egemen
güçler): ‘Yürüyün, ilâhlarınıza bağlılıkta direnin, sizden istenen şüphesiz
budur. Son dinde de bunu işitmedik. Bu, içi boş bir uydurmadan başka
bir şey değildir.” 122
“Allah’ı bırakıp da kendilerine bir takım dostlar edinenler derler ki: Biz
bunlara ancak bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye tapıyoruz.” 123
“De ki: ‘Ey câhiller! Bana Allah’tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?’
Ey Muhammed! And olsun ki sana da, senden önceki peygamberlere
de vahyolunmuşıur. And olsun, eğer Allah’a ortak koşarsan
amellerin şüphesiz boşa gider ve hüsrana uğrayanlardan olursun. Hayır,
yalnız Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol. Onlar, Allah’ı gereği gibi
takdir edemediler. Hâlbuki kıyâmet günü bütün yeryüzü O’nun tasarrufundadır.
Gökler O’nun eliyle dürülüp bükülecektir. O, müşriklerin ortak
koştuklarından münezzeh ve yücedir.” 124
“Yoksa onların birtakım şirk koştukları ortakları mı var ki, Allah’ın izin
vermediği şeyleri, dinden kendilerine teşrî ettiler (bir şeriat/dinî kural kıldılar)?
Eğer o fasıl kelimesi (azabı erteleme sözü) olmasaydı, derhal aralarında
hüküm verilir (işleri bitirilir)di. Şüphesiz zâlimler için can yakıcı bir
azap vardır.” 125
“Senden önce de hangi memlekete uyarıcı göndermişsek mutlaka
oranın varlıklıları; ‘Atalarımızı bir din üzerinde bulduk. Biz de onların izlerine
uyarız’ derlerdi.” 126
“O gökte de ilâhtır, yerde de ilâhtır.” 127
“De ki; O Allah bir’dir. O Allah samed’dir (Hiçbir şeye muhtaç olmayan,
her şey Kendisine muhtaç olan; her şeyin kaynağı ve yaratıcısıdır). Hiç
120] 35/Fâtır, 3
121] 36/Yâsin, 74-75
122] 38/Sâd, 4-7
123] 39/Zümer, 3
124] 39/Zümer, 64-67
125] 42/Şûrâ, 21
126] 43/Zuhruf, 23
127] 43/Zuhruf, 84
TEVHİD
- 41 -
kimseyi doğurmamıştır. Hiç kimse O’nu doğurmamıştır. O’na benzeyen
hiçbir şey de yoktur.” 128
Kur’an’da Tevhidle İlgili Önemli Vurgular
Kur’ân-ı Kerim’de “İlâh” kelimesi, toplam 147 yerde geçer.
“Allah” lafzı ise, tam 2697 yerde kullanılır. “Lâ ilâhe illâllah” şeklindeki
tevhid kelimesi/cümlesi Kur’an’da iki yerde129 geçer. Aynı
anlama gelen “Lâ ilâhe illâ Hû” şeklinde otuz yerde tekrarlanmaktadır.
Tevhidi anlatan diğer âyetleri de göz önünde bulundurduğumuzda,
Kur’an’ın Allah’ın tek bir ilâh olduğuna inanmaya
ne kadar önem verdiğini ve bütün Kur’ânî esasların tevhid inancı
esasına dayandığını görürüz. Şöyle ki; yukarıdaki kavramlara 873
yerde zikredilen iman kelimesini, 525 yerde zikredilen küfür kelimesini
de eklediğimizde; saydığımız bu kavramlar toplam olarak
4442 etmektedir. Bu sayı da, Kur’an’daki âyet sayısının üçte
ikisinden çoğunu teşkil etmektedir. Sadece bu lafızlarla tevhidin
yerleştirilmesi ve şirkin izâlesi Kur’an âyetlerinin üçte ikisini
teşkil ettiği görülür. Bir adı da Tevhid sûresi olan İhlâs sûresinin
Kur’an’ın üçte biri sayılması da bu sûrede baştan sona tevhidin en
özlü ve özet biçimde sunulduğunun hatırlatılmasıyla ilgilidir. Yani,
ihlâs sûresinin içerdiği tevhid, Kur’an konularının üçte biridir anlamı
taşır. Hadis rivâyetindeki ihlâs sûresinin Kur’an’ın üçte birine
eşit olduğu ifâdesinden de anlaşıldığı gibi, direkt tevhidle ilgili
âyetler Kur’an’ın üçte birini teşkil etmekte; dolaylı olarak şirkin
izâle edilip tevhidin hâkim kılınmasıyla ilgili âyetler ise yukarıdaki
rakamlardan anlaşıldığı gibi Kur’an’ın üçte ikisinden fazlasını
oluşturmaktadır. Bütün bunlar göstermektedir ki, Kur’an’ın en temel
konusu gönüllerde, zihinlerde ve eylemlerde birey ve toplum
olarak tevhidin hâkim kılınıp şirkin yok edilmesidir.
Tevhid, yaratılıştan öncedir. Cenâb-ı Allah yaratılış esnâsında
(ruhlar âleminde) yegâne Rab olduğunu bütün insanlığa onaylatmıştır:
“Hani Rabbin Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış
ve onları kendi nefislerine karşı şâhit tutmuştu. ‘Ben sizin Rabbiniz değil
miyim?’ (demişti de) ‘Evet (Rabbimizsin) şâhit olduk’ demişlerdi. (Bu)
Kıyâmet günü ‘biz bundan habersizdir’ dememeniz içindir. Ya da bizden
önce atalarımız şirk koşmuştu da biz ise onlardan sonra gelen bir kuşağız.
İşleri bâtıl olanların yaptıkları yüzünden bizleri helâm mı edersin?’
dememeniz için...”130 Âyette görüldüğü üzere Tevhid fikrinin temelleri
insanlığın yaratılışı esnâsında atılmıştır. Yüce Allah biricik
128] 112/İhlâs, 1-4
129] 37/Sâffât, 35; 47/Muhammed, 19
130] 7/A’râf, 173
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 42 -
Rab olduğunu bütün insanlara tasdik ettirmiş ve Kıyâmet günü
yapılabilecek tüm itirazların geçersiz olduğunu daha ilk günden
kendilerine bildirmiştir.
Cenâb-ı Allah, kullarından aldığı bu söz üzerine onları bilme,
düşünme ve akletme yetenekleriyle donatmış ve ayrıca onlara iyiyi,
güzeli ve doğruyu gösteren peygamberler göndermiştir: “Biz
her ümmete; ‘Allah’a kulluk/ibâdet edin ve tâğutlardan sakının’ diye
tebliğat yapması için bir peygamber gönderdik.131 Görülüyor ki tevhid
inancı, akîdenin esasıdır. Şeriatın tümü onun için indirilmiş, bütün
peygamberler, hep o inanca çağırmışlardır. Bu temel akîdeye dayalı
olan İslâm dininin ana hedefi, insanları şirkten, tâğutlardan
ve küfürden kurtararak Allah’ın birliğine inandırmak, kalplerde
bu rûhu yeşertmek, Allah’ın bir tekliği fikrini yerleştirmektir.
“Lâ ilâhe illâllah” kelimesi, İslâm dininin temel rüknü olduğuna
göre Tevhid olmadan İslâm dininden de bahsetmek mümkün
olmaz. Bu yüzden İslâm’da şer’î ilimlerin temeli ve aslı kabul edilen
Tevhidin ilk olarak açıklanması, tebliğ edilmesi ve beyan olunması
gerekmektedir: “Senden önce gönderdiğimiz her peygambere;
‘Benden başka ilâh yoktur, Bana kulluk edin’ diye vahyetmişizdir.”132 Aslında
Kur’ân-ı Kerim, tevhidin, yani “Lâ ilâhe illâllah”ın mânâsını
açıklamak üzere gönderilmiştir. Bu itibarla o en önemli vurgu
olarak şirki ve benzerlerini kesin bir dille reddediyor.
Tevhid akîdesinin, küçük bir şüpheye yer bırakmadan, saf ve
katıksız bir şekilde yerleşmediği bir kalpte hakiki imandan bahsetmek
mümkün değildir. Gerçek bir iman için de Allah’a imandan
önce tâğutları tanımamak, onları reddetmek gerekir: “Kim tâğutu
inkâr eder ve Allah’a iman ederse, şüphesiz kopması mümkün olmayan
sağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah işitendir, bilendir.”133 Elmalılı Hamdi
Yazır, Hak Dini Kur’an Dili adlı tefsirinde bu âyetle ilgili şunları
söylemektedir: “Muvahhid mü’min olmak için, Allah’a imandan
evvel küfre tevbe etmek şarttır ve bu tevbenin şartı da tâğutları
asla tanımamaya azmeylemektir. Bu sûretle ‘Kim tâğutu inkâr
edip de Allah’a iman ederse’ âyeti ‘Lâ ilâhe illâllah’ kelime-i tevhidinin
bir tefsiri demektir.”134 Kur’an’a göre Allah’a iman etmekle,
tâğutu reddetmek aynı kapıya çıkar. Yani tâğut reddedilmedikçe
Allah’a iman tamamlanmış olmaz. Bu ikisi hiçbir zaman bir arada
bulunamaz. Allah’a inanmak ve iman etmek; aynı zamanda
131] 16/Nahl, 36
132] 21/Enbiyâ, 25
133] 2/Bakara, 256
134] Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Y. 2/871
TEVHİD
- 43 -
tâğuta tâbi olmamak demektir. 135
Mü’min olmanın, Allah’ı kabul etmenin anlamı, tevhid
akîdesinin net olarak, saf, arı ve duru olarak insan kalbine yerleşmesi
ve buna bağlı olarak insan hayatında, yani pratikte tezâhür
etmesidir. Buna Allah’ın insan hayatına hükmetmesi de diyebiliriz.
İnsanın Allah’tan gayrı bütün sahte ilâhları reddetmesi, sadece
Allah’ın kopmak bilmeyen sağlam kulpuna yapışarak, diğer bütün
iplerin kesilmesi... İşte Tevhidin rûhu budur.
Tevhid, mü’minin hayat metodudur. Diğer İslâmî bütün rükünler
bu genel prensibe bağlıdır. Bu itibarla tevhid kavramı, yani “Lâ
ilâhe illâllah” prensibi İslâm’da bütün anlayış ve yaşayış biçimlerinin
kaynağını teşkil eder. Diğer bütün rükünler, prensipler ve
fikirler bu yüce kavramın etrafında örülür. İnsan, tevhid akîdesi
konusunda net bir düşünceyi kazanıp bir karara varmadıkça, bu
konuda sâbit bir görüşe ulaşmadıkça, diğer İslâmî hiçbir konuda
sağlıklı bir sonuca ulaşamaz. Her zaman olduğu gibi, teknolojinin,
materyalist ve kapitalist felsefelerin, beşerî ideolojilerin göz boyadığı
ve kafa bulandırdığı günümüzde, bizi bu kargaşa ve zillet
bataklığından kurtaracak yegâne prensip tevhid akîdesidir. Tıpkı
İslâm’ın ilk dönemlerinde olduğu gibi...
O halde bize düşen, tevhid akîdesini aslından öğrenmek ve
yeniden ona dönmektir. Ancak bu şekilde câhiliyyenin bataklığından
kurtulabilir ve yeniden dünya toplumları arasındaki izzetimizi
kazanabiliriz. Kur’an Allah Teâlâ’nın varlığını isbat etmeyi
değil; O’nun sıfatlarını konu edinmiştir. Bu âyetlerde özellikle
Tevhid, yani Allah’ın bir tekliği üzerinde durularak Allah’ın şerîki
ve benzeri olmadığı ifâde edilmiştir. Kur’an’a göre Tevhidin asıl
mânâsı; Allah’ın birliğine, dengi ve ortağı olmadığına insanların
iman etmesidir.
Kur’an Metodu: Kur’ân-ı Kerim, “Allah’ın varlığı” konusunda
tâkip edilmesi gereken metodun, görünen tabiat olaylarından,
maddî birtakım fenomenlerden yahut aklî ve mantıkî görünen
bazı izahlardan hareketle O’nun varlığını ispat etmeye
çalışmak değil; aksine, tutulacak yolun Allah’ın varlığına -hiçbir
delile ihtiyaç duymadan- iman etmek olduğunu açıkça beyan
eder. İman ile direkt bağlantılı görülen bu konu ile ilgili olarak
Kur’an’ın serdettiği deliller “iknâî” oluşları ile dikkat çekerler.136
Kur’ân-ı Kerim’de Allah Teâlâ’dan bahsedilen âyetlerin çoğu,
O’nun sıfatlarını konu edinmiştir. Bu âyetlerde özellikle “Tevhid”
135] Mevdûdi, İslâm’da Hükümet, s. 245
136] Bekir Topaloğlu, İsbât-ı Vâcib, s. 26
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 44 -
üzerinde önemle durulmuş, Allah’ın şerîki ve benzeri olmadığı
sürekli vurgulanmıştır. Bu yüzden olsa gerekir ki, Kur’ân-ı Kerim
şirk olayı üzerinde çokça durmuş, Allah’ın varlığını ispat yoluna
gitmek yerine O’nun birliği konusunu sürekli işlemiştir. Tevhidi,
odak kavram haline getirmiştir.
Kur’an’ın “Allah” konusunu, özellikle de akîde mevzûunu
işleyen âyetleri dikkatle incelendiğinde bu gerçeğin çok açık bir
şekilde ortaya çıktığı görülür. Kur’an âyetleri, hiçbir zaman direkt
olarak Allah’ın varlığını ispat etmeyi hedef edinmemişlerdir.
Çünkü Kur’an Allah’ın varlığına inanmayı açık ve kesin bir zorunluluk
olarak kabul eder. Bu hususta insan fıtratı için kabul veya
red söz konusu değildir. Bu gerçek, Kur’an’da temel bir prensip
olarak kabul edilir. Kur’an, selîm fıtrata hitap ettiği için Allah’ın
varlığını herkesin bedîhî ve fıtrî olarak kabul ettiği bir gerçek olarak
ele aldığından isbâtına çalışmaz.
Gerçekten de insanlık tarihi incelenince, hangi devir ve zamanda,
hangi ırk ve toplumda olursa olsun, en ilkelinden en
medenîsine kadar genel kabul halinde Allah’ı tanıdıkları görülür.
Onun için Kur’an daha çok beşeriyetin en çok yanıldığı ve saptığı
“şirk” olayı üzerinde durarak Allah’ın birliği ve diğer sıfatlarını
tanıtmaya yönelir. Aynı şekilde müslümanların da “Allah” konusunda
aynı yöntemi izlemelerini salık verir. Kur’ân-ı Kerim, direkt
olarak isbat sadedinde hiçbir aklî delil kullanmamıştır. Kur’an’da
Allah’ın isbâtı ile ilgili olduğu iddia edilen âyet-i kerimeler, doğrudan
doğruya Allah’ın varlığını isbat değil; ancak dolaylı olarak
bu konuya temas etmektedir. Yani, söz konusu âyetlerden doğrudan
doğruya değil; bilâkis dolaylı olarak, kısacası Allah’ın varlığını
ispat fikri bu konu ile ilgili bir netice değil; aksine metinlerin
zorlanmasıyla o ortaya çıkan bir çıkarsamadır, denilebilir. Buradan
şöyle bir sonuç çıkarmamız mümkündür: Kur’an, apaçık, bedîhî ve
fıtrî olan Allah fikri üzerinde aklî ve felsefî bazı yorumlar yaparak
yahut maddî birtakım fenomenlerden hareketle yeniden izah ve
isbat yoluna gitmeyi, emin olunan bir konu üzerinde tekrar tekrar
çalışmak olarak görmektedir ki, bu anlamsız yahut lüks gibi
kelimelerle ifade edilebilecek bir işle uğraşmak anlamına gelir. Bu
uğraşı da en azından zaman israfı sayılır.
Allah İnancının Fıtrî Oluşu: Allah Teâlâ insanı, kendi varlığını
algılayıp kavrayabilecek bir fıtrat üzere yaratmıştır. Zira “fıtrat”,
“insanın Allah Teâlâ’nın varlığını idrâk edebilecek yetilerle donatılmış
olarak yaratılması veya Tevhid dinini kabul etmeye müsâit
yaratılış” olarak tarif edilmiştir. Kur’an, selîm bir fıtratla yaratılan
insanın normal olarak kendi güç ve kuvvetinin üstünde, kudret
TEVHİD
- 45 -
sahibi yüce bir yaratıcıyı kabul edeceğini belirtir: “Sen yüzünü
‘hanîf’ olarak dine, yani Allah insanları hangi ‘fıtrat’ üzere yaratmış ise
o fıtrata çevirir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din
budur; fakat insanların çoğu bilmezler.”137 Yine, Allah Teâlâ, elest bezminde
Âdemoğullarının zürriyetini, Allah’ın kendilerinin Rabbi ve
mâliki olduğuna, O’ndan başka hiçbir ilâh bulunmadığına şâhit
olarak sülâlelerinden kendilerini çıkardığını haber veriyor.138 Nitekim
Allah Teâlâ onları bu fıtrat üzere yaratmıştır.
Evet, fıtratın bizzat kendisi Allah’ın varlığını bilir ve şânı
yüce Allah, elest bezmi veya kaalû belâ denilen A’râf sûresi 172.
âyetinde belirtildiği gibi Âdemoğullarından söz aldığı andan itibaren
fıtrat, ibâdetle Allah’a yönelir. Bu konuyu Allah Rasûlü şu
şekilde belirtir: “Her doğan, fıtrat üzere doğar. -Başka bir rivâyette ise
‘bu din üzere doğar’- (Fakat sonradan) ana-babası onu yahûdileştirir, hıristiyanlaştırır
veya mecûsileştirir...”139 Bu hadis-i şeriften anlaşılacağı
üzere Allah’ın varlığına inanmak, insanda doğal bir duygu ve şuurdur.
Bu duygu ve şuur; gaflet, inat, kibir gibi bazı ârızî hallerle
körelebilir. Fakat hiçbir zaman yok olmaz. Doğuştan Allah’ın varlığı
fikrine ve itikadına sahip olan insan, bu fikir ve inancı, çalışarak
kazanmış ve öğrenmiş değildir. Aksine, bu düşünce Allah
tarafından yaratılmıştır. Yani Allah insanı, Kendisine inanma ve
Kendisini bilme özelliğiyle yaratmıştır. Merhamet, şefkat hisleri,
düşünme ve idrâk kabiliyetleri nasıl insanın mâhiyetini teşkil eden
vasıflarsa, bu özelliklere sahip olmayan insan nasıl düşünülemezse,
Allah’ı bilme ve O’na inanma vasfı da öyledir. İnsanın özelliğini
teşkil eden vasıflardan biri de inançtır. Her insan, bu inancı kendi
rûhunda, vicdânında duyar. Bu sebeple en medenî toplumlardan
en ilkel kavimlere kadar herkeste bu itikada rastlanır. Bütün insanlar,
hak veya bâtıl mutlaka ilâhî bir kudretin varlığına fıtraten
inanagelmişlerdir.
Allah’ın varlığını her insan içinde hisseder. İlhad ve inkârın
en aşırı noktasına varmış bulunan bir kimsenin bile, büyük bir
felâketle karşılaştığı zaman taşa, toprağa veya ağaca sığındığı
görülmemiştir. Her insan, böyle bir durumda, fıtratının sevki ile
hemen Allah’a sığınır, bildiği isim ve sıfatlarla O’na yalvarır. Bu
her çeşit gözlemle sâbittir. Nasıl ki büyük bir tehlike ile karşılaşan
bir insan, kaçacak ve kurtulacak bir yer arar ve nasıl ki küçük
çocuk, annesinin memesine zarûretten ve yaratılıştan koşarsa,
137] 30/Rûm, 30
138] 7/A’râf, 172
139] Buhârî, Cenâiz 33, 79; Müslim, Kader 23-25, İman 264; Ahmed bin Hanbel,
II/315, 233, III/435, IV/9
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 46 -
aynen öylece önemli anlarında insan da yaratanını arar, O’na
sığınır. Kur’an, bolluk ve refah zamanlarında içlerinde fıtrî olarak
mevcut olan Allah duygusunu gizleyen ve fakat başlarına bir
felâket gelince Allah’a yönelen insanlardan şöyle söz eder: “O
kâfirleri kara bulutlar gibi dalga sardığı zaman, dini Allah’a has kılarak
O’na yalvarır, duâ ederler. Allah onları karaya çıkarıp kurtardığında içlerinden
bir kısmı doğru yolda kalır (diğerleri ise eski küfürlerine devam
ederler).”140; “(Mûcizelerin Allah tarafından olduğunu) Kalpleriyle yakînen
bildikleri halde nefislerine zulmederek ve kibirlenerek bütün mûcizeleri
(açıktan) inkâr ettiler.”141 Bu âyet-i kerimelerde açıkça ifade edildiği
gibi, felâketlerle yüz yüze gelindiği ve sıkıntılarla karşılaşıldığı zamanlarda
çoğu kez fıtrat nefse ve akla galebe çalar, üstün gelir ve
insan kibri, gururu ve inadı bırakıp Allah’a yönelir, O’ndan istimdad
ederek yardım ister. 142
Tevhidin Göstergesi; Kapsadığı
Mânâ ve Sonuçları
1- Tevhid Bir Hayat Nizamıdır
a- Allah’tan başka ilâh olmadığını kabul etmek Tevhidin ilk
şartıdır. Burada kulluğun sadece Allah’a yapılacağı belirtilmektedir.
Kelime-i Tevhidin (tevhid cümlesinin) ikinci bölümü ise, kulluğun
nasıl yapılacağını, nasıl pratize edilip hayata yansıtılacağını
açıklar.
b- Bu hayat nizamını kabul eden muvahhid mü’min, her iki
bölümü de samimi olarak yaşayış ve tüm davranışlarıyla isbat eder.
c- Tevhid kelimesi, müslümanların hayatının bütün ayrıntılarıyla
birlikte üzerine oturtulduğu temel prensip ve nizamı oluşturur.
İslâm toplumunun bunun dışında oluşması ve yaşaması mümkün
değildir.
d- Tevhid nizamının ve tevhidî hayat görüşünün dışında başka
prensipler üzerine oturtulan hayata İslâmî hayat denemez.
e- Tevhidî nizamın, başka herhangi bir dünya görüşü ve ideolojik
düzenle sentezi, karıştırılması halinde bunun Tevhid dini
İslâm’la alâkası kalmaz.
f- Tevhidin ikinci bölümüyle bey’at edilip bağlılık sözü verilen
Rasûlullah’ın sünnetinde (uygulama ve tebliğinde) İslâm
140] 31/Lokman, 31
141] 27/Neml, 14
142] Mehmet Kubat, Kur’an’da Tevhid, s. 23-27
TEVHİD
- 47 -
toplumunun karakteri, yapısı, İslâm cemaat ve devletinin şekillenişi
ve bu aşamalara geçişin metodu belirlenmektedir.
g- Lâ ilâhe illâllah’ın gereklerine ters hareket edenler, (sadece)
Allah’a kulluk etmiş olamazlar.
h- Hukukî prensiplerini Allah’tan başkasından alan ve
Rasûlullah’ın bize tebliğ ettiği yolun dışında bir hükmü kabul
eden kimse sadece Allah’ı ilâh kabul ediyor sayılamaz.
ı- Tevhidî inanış ve yaşayış, namaz ve oruç gibi ibâdetlerin (ve
her çeşit davranışın ibâdet bilinciyle ) sadece Allah’a yapılmasını
gerektirdiği gibi, sosyal düzen, hareket, ahlâk ve hukukun da
Allah’ın hükmüne uygun olmasını gerektirir. 143
2- Tevhid, Bir İnkılâp Projesidir
Tevhidi kabul eden insanın beyninde, kalbinde ve kalıbında,
bedeninde ve rûhunda bir inkılâp gerçekleşir. Bu devrim sonucunda
müslümanda duygu, düşünce ve eylemler kesin ve köklü bir
imanla kendisini gösterir. Her anlamda ve her alanda köklü değişim
ve dönüşüm geçiren muvahhid şunları kabul etmiş ve Allah’a
şunlar için söz vermiş olur:
a- Allah’ım, beni yarattın ve yaşatıyorsun. Ben ancak Senin
hükümlerine/emirlerine uyarım; Sana güvenir, dayanır, Sana bel
bağlarım.
b- Gerçek anlamda cezalandıracak ve mükâfatlandıracak ancak
Sensin. Senin dışında mutlak olarak korkulacak ve mutlak sevilecek,
her konuda yardım edebilecek kimse yoktur.
c- Emirlerini ve yasaklarını bildiren, insanlığa yasa, ahlâk nizamı,
insanlar arası ilişkiler, inanç ve ibâdet usûllerini öğreten Kitabına
inanıyor ve onu yaşamaya söz veriyorum. En güzel emri, Senin
emrin; en mükemmel hüküm Senin nizamların ve kanunlarındır.
d- Beni Sen rızıklandırıyor, bana nimetleri Sen bahşediyorsun.
Senin rızan için yaşayacağım, Senin emrine uymayan hiçbir fikri,
düşünce ve hükmü benimsemeyeceğim. Tüm tâğutları ve tâğûtî
düzenleri reddediyorum.
e- Sana yönelmeyenlere, Seni tanımayanlara, Senin emirlerinin
tümünü veya bazısını reddedenlere, Senin dinini tahrif etmek
isteyenlere, Senin emirlerini ucuz dünya çıkarı karşısında satanlara,
hakka bâtılı karıştıranlara, Sana isyan eden, Senin dinini
143] Bk. 6/En’âm, 162; 33/Ahzâb, 36; 59/Haşr, 7; 4/Nisâ, 59, 65; 5/Mâide, 44, 45,
47
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 48 -
yalanlayan veya alaya alanlara, tuğyan edip hakkı aşanlara gücümün
yettiğince karşı koyacağım.
f- Hiçbir zararın veya yararın Senin takdirin olmadan gelmeyeceğine,
bütün dünya birleşse Sen istemeyince en küçük bir fayda
veya zarar veremeyeceklerine inanıyorum ve bu inancıma uygun
davranacağıma söz veriyorum.
g- Bütün rûhum, varlığım ve tüm gücümle sadece Sana kul
olacak ve kulluk yapacağım. Hayatımın her ânını bu inanç ve bilinçle
yaşayacağım.
h- Hz. Muhammed’in (s.a.s.) Senin rasûlün/elçin olduğuna,
dünya ve âhiret saâdetinin ancak onun örnekliğinde gerçekleşeceğine,
tek önderin Peygamber olduğuna inanıyorum.
ı- Benim efendim, imamım, örneğim ancak Rasûlullah’tır.
Onun izinden gideceğim. Onun sünnetini/yolunu tâkip edeceğim,
ona ters düşenleri sevmeyeceğim, ondan başkasına kesin bir şekilde
bağlanmayacağım, ondan ilham almayanları tanımayacağım,
onun düşmanlarıyla mücâdele edeceğim.
3- Tevhid, Kâinat Nizamıdır
Tevhid kelimesi, buna inanan insanla, Allah’a teslimiyetten hiç
ayrılmayan, Allah’ı her an tesbih eden kâinat ve işleyişleri arasında
bir uyum, bir kardeşlik ilişkisi şeklinde bir düzen kurar:
a- Lâ ilâhe illâllah, sadece insan varlığıyla ilgili değil; tüm varlıklarla
ilgili, tüm varlıklar için bir hayat düzeni belirlemekte ve bu
düzeni hatırlatmaktadır.
b- Kâinattaki bütün varlıkların kanununu Allah belirlemiştir.
Dolayısıyla onlar üzerinde Allah’tan başka hâkim ve tasarruf sahibi
yoktur. Tabiat kanunları denilen şey, Allah’ın tabiattaki yasaları,
sünnetidir (sünnetullah).
c- Yeryüzünde Allah’ın hükmünü/nizamını hâkim kılmak veya
bunun için gayret sarfetmek (cihad), sadece âhiret ödülü için değildir.
Âhiret, dünya hayatının devamı ve tamamlayıcısıdır. Tevhid,
insanı dünyada huzura eriştirdiği gibi, âhirette de mutluluğu
kemâle ve sonsuzluğa eriştirir.
d- Allah yerde de gökte de (tek) ilâhtır. Her şeyin düzeni ve
irâdesi O’nun elindedir.
4- Tevhid, Özel Bir Medeniyet ve Kültür Oluşturur
a- Medeniyet, gerçek anlamıyla, İslâm’dan, Tevhidin
TEVHİD
- 49 -
oluşturduğu hayat ve toplumsal ilişkiden farklı bir şey değildir.
İslâm’ın kendisi, mükemmel bir medeniyettir.
b- Mükemmel bir medeniyetin insanî ve toplumsal özellikleri,
insanların kula kulluktan kurtulup sadece Allah’ın hükümlerine
rızâ göstermeleri ve O’nun kanunlarını uygulamaları sonucunda
gerçekleşir.
c- Kelime-i Tevhid, Kur’an ve sünnetle hudutları çizilen bir kültür
ve medeniyet ön görmektedir. Tevhidî inanış; hikmetin (faydalı
ilim ve uygulamanın) müslümanların yitik malı olduğunu, onu
nerede bulurlarsa almaları gerektiğini öğretmektedir.
d- Doğruluğu kanıtlanmış ve insanlığın faydasına kullanılan
müsbet bilimle İslâm’ın çatışması söz konusu değildir. Aslında
müsbet bilim, Allah’ın insanda ve evrende yarattığı kanunların
(sünnetullahın) tanınması ve disiplininden başka bir şey değildir.
e- Tevhidî anlayış, insanın sınır tanımadan gelişen bilim ve teknolojinin
kölesi durumuna getirilmesine karşı çıkıp; teknolojinin
ve ilmin insanın hayrına/faydasına hizmet ederek insanın emrine/
istifadesine verilmesini öngörmektedir.
f- Tevhidî zihniyet, insanlara “uygarlık” diye “modernizm”i,
teknolojik köleliği ve tüketim toplumu olup eşyanın ve sömürücülerin
emrine ve hizmetine girmeyi kesin bir şekilde reddedip
insanların âdil bir şekilde gerçek medeniyetten nasiplenmelerini
sağlar. Yeryüzünde ancak tevhid inanç ve düzeninin hâkim olmasıyla
bu adâlet gerçekleşir; insan ancak tevhidî medeniyet anlayışı
sâyesinde tüm köleliklerden kurtularak yeryüzünün efendisi/halifesi
olma onuruna kavuşabilir.
g- Tevhidî inanış; Allah’ın emir ve yasaklarının Rasûlullah’ın
örnekliğiyle uygulandığı bir toplumu İslâm toplumu kabul eder.
Toplumdaki bireyler, birtakım dinî anlayış ve davranış içinde olsalar
da, eğer o toplumda bireyse, sosyal ve siyasal düzenlemeler
Allah’ın hükümlerine dayanmıyorsa, o topluma câhiliyye toplumu
denilir.
5- Tevhide İnanmak, Gerçek üstünlüğü Doğurur
“Üzülmeyin, gevşemeyin; eğen gerçekten iman ediyorsanız üstün
olan sizlersiniz.”144 Bu üstünlük, insanların (sadece) savaşlarda üstün
gelmelerini değil; esas olarak bir mü’minin düşüncesini ve eşyaları
değerlendirmesini, izzet ve onurunu kapsar:
144] 3/Âl-i İmrân, 139
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 50 -
a- Tevhidî inanışla, mü’min her şeye ve her duruma, her değere
ve her şahsa karşı takınacağı mü’min muvahhide has onur ve
şerefi temsil eder; bu üstünlüğün bilinci içinde gurura kapılmadan
Allah’a karşı kulluk, yeryüzündeki varlıklara karşı hilâfet görevini
yerine getirir. İnsanlara karşı tevhidî iman ve değer ölçüleriyle,
böyle bir imana dayanmayan diğer tüm insan ve değer ölçülerinden
üstün olduğunun şuur ve sorumluluğuna ulaşır.
b- Tevhid düşüncesinden sapmış beşerî tüm kuvvet ve korkuların
üstüne çıkar. İnanan insan, Allah’ın hükümlerine ters düşen
tüm değer, gelenek, âdet ve düzenlerin üstündedir. Aşağılık duygusu
nedir, bilmeyen öz güven sahibi kişilikli bir karakter sahibidir.
Şeref, fazilet ve yücelik sahibi olmanın yolunu ve tarzını bilir, bu
yoldan ayrılmaz ve bunun şükrünü edâ eder.
c- Tevhid eri, Allah’ın askeri olduğunun bilinci içinde, yeryüzündeki
zâlim ve tâğûtî kuvvetlerin karşısında yer alır. Haksızlık
karşısında susanın dilsiz şeytan olduğuna inanır. İyiliği emretme
ve kötülüğe dur deme görevini en güzel şekilde icrâ ederek egemen
zâlimlere karşı çıkmanın sonucundaki her çeşit zorluklara
katlanmanın “sabır” demek olduğunu ve cennetin bedelinin bu
cihad olduğunu unutmaz.
d- Muvahhid insan; bâtıl örf, âdet ve geleneklerin yanlış uygulamaları
altında ezilmediği gibi; bazı insanlarca yüceltilse veya
korkulsa bile, tevhid inancına dayanmayan her çeşit dünyevî güçlerin
Allah’ın gücü ile karşılaştırıldığında “yok” hükmünde olduğunu
ve basit birer aldatmaca veya yanılsama olduğunu fark ederek
tevhide bağlanmanın en üstün ve tek gerçek güce dayanmak
demek olduğunu bilerek bu güçle irtibatı oranında güçlü olduğunu
bilir.
e- Bu izzetin şuuruna ermiş bir muvahhid, her çeşit zâlimlere,
yaygın bâtıl değerlere, egemen beşerî ideolojilere, tüm bâtıl dinlere,
düzenlere, dayatma ve âdetlere karşı tevhidin ve tevhid erlerinin
üstün olduğunu anlar, Allah’ın “hayvandan da aşağı” dediği
“pislikler” olan müşriklere ve onların özelliklerine tenezzül edip
özenmez.
f- Muvahhid mü’minin, tarihi tevhid tarihidir. Örnekleri de
peygamberler ve onların yetiştirdikleridir. İlk müslümanlar, tevhide
ters düşen tüm düşünce ve eylemler karşısında hiç tâviz vermeden
dimdik durmuşlar, her yönüyle gerçekten üstün olduklarını
kanıtlamışlardır. Bu muvahhidler, hiçbir kınayıcının kınamasından
etkilenip korkuya kapılmamış, tevhid şuurunun verdiği üstünlüğü
bireysel ve toplumsal hayatlarında sergilemişlerdir.
TEVHİD
- 51 -
g- Mü’minin üstün olması, başkalarına tepeden bakması, gururlanması
anlamına gelmez. Onun izzeti/şerefi/halîfeliği/efendiliği,
başkalarının da hidâyete ermesini isteyerek, onları örnek
almadan, tam tersine onlara örnek olması, onlara acıyarak gerektiğinde
malını ve canını Allah için başkalarının hidâyeti ve tevhidin
hâkimiyeti uğrunda harcaması demektir. 145
6- Tevhid, Bir Kurtuluş Reçetesidir
Tevhid reçetesini tam anlamıyla, yerli yerinde kullanan kişi,
dünyada olduğu gibi, âhirette de kurtuluşa erecektir. İman ve
amel bütünlüğünü içeren bu kelime, insanın neleri reddedip kabul
edeceğini, nelerden sakınıp neleri yapması gerektiğini, yani
tam bir gönül huzuru ve teslimiyetle (sadece) Allah’a kulluk yapacağını
tavsiye eden bir reçetedir.
Âyet ve hadislerde açıkça belirtildiği gibi, tevhid itikadı, sahibini
eninde sonunda mutlaka kurtuluşa erdirecektir. Lâ ilâhe
illâllah’ın mânâsını bilerek, bunu kalbiyle tasdik edip diliyle ikrar
ederek hayatını her yönüyle bu inancın gerektirdiği şekilde düzenleyen
bir kimse, beşer olarak bazı günahlar işlese bile mutlaka
cennete girecektir. Bu anlayış ve yaşayış, zâten dünyanın da cennete
dönüşmesini sağlayacaktır.
Kelime-i Tevhid
Peygamberimiz (s.a.s.) İslâm’ın beş esas temel üzerine binâ
edildiğini, bunun birincisinin ‘şehâdet’ getirmek, yani kelime-i
tevhid olduğunu söylemiştir.146 Aynı ifâde ‘Cibrîl hadisi’ olarak bilinen
meşhur hadiste de geçmektedir. 147
Şehâdet kelimesi veya tevhid kelimesi, İslâm’ın temelidir. Bir
anlamda da İslâm dairesinin kapısıdır. Onlar gönülden söylenmeden
İslâm’ı kabul etmek mümkün değildir. Şehâdet veya tevhid
kelimesi aynı şeyi ifâde ederler. Şehâdet Kelimesinde ‘eşhedü’ ve
‘abduhû’ ilâvesi vardır. Fakat özleri aynıdır, ifâde ettikleri gerçek
farklı değildir. İkisi de birbirlerinin yerine kullanılır.
Kelime-i Tevhid, Allah’ı birleme, O’nun bir ve tek olduğunu
söyleme anlamına gelir. İslâm ‘Tevhid’ dinidir. Tek Allah inancına
dayanır. Evreni ve içindekileri O yaratmıştır. İlâhlığında ve
145] Bk. 3/Âl-i İmrân, 196-198
146] Müslim, İman 22, hadis no: 16, 1/45; Buhârî, İman 1; Nesâî, İman 13; Tirmizî,
İman 3, hadis no: 2609
147] Buhârî, İman 37, hadis no: 37; Müslim, İman 1, hadis no: 8; Tirmizî, İman 4,
hadis no: 2610; Ebû Dâvud, Sünne 16, hadis no: 4695; İbn Mâce, Mukaddime
9, hadis no: 63, 64; Nesâî, İman 6
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 52 -
Rabliğinde ortağı yoktur. Sonsuz güç ve kudret sahibidir. Dünyanın
ve içindeki her şeyin idare edicisi de O’dur. Hüküm ve mülk
(her şey) O’nundur.
Tevhid kelimesiyle Allah hakkında bu gibi özellikleri kabul etmiş
oluruz. Kelime-i tevhid, Allah inancının kısa bir ifâdesidir. “Lâ
ilâhe illâllah Muhammedü’r Rasûlüllah (Allah’tan başka ilâh/tanrı
yoktur, Hz. Muhammed O’nun elçisidir).” Bu cümle, tıpkı şehâdet
kelimesi gibi, imanla küfür arasında kesin bir çizgidir. İnsan hayatının
en önemli tercihidir. En önemli bir seçimdir. Allah’la ve
mü’minlerle bir antlaşma, kâfirlere karşı bir ültimatomdur. Bütün
insanlara karşı İslâm’ı din olarak seçmenin ilânıdır, haber vermedir.
Diğer insanlar arasında kimliğini, adresini, mensup olduğu inancını
ortaya koymaktır.
Bu cümleyi diliyle tekrar edip, kalbiyle bunun doğruluğunu
tasdik eden, dünyadaki konumunu ortaya koymakta, hangi dinin
ilkelerine uyacağını, hangi ahlâk üzerine, hangi anlayış doğrultusunda
yaşayacağını belli etmektedir. Tevhid kelimesini kabul
etmek, kesin bir çizgidir. İnsanlar istedikleri dine inanabilirler. İsteyen
babalarının bâtıl dinine, isteyen kendi kafasından uydurduğu
inançlara, isteyen zâlim liderleri tanrılaştırarak onların yoluna
inanabilir. Fakat bir kimse tevhid kelimesini söylerse, hem onlardan
tamamen ayrıldığını, onları ve inançlarını reddettiğini, hem
de İslâmî hayat tarzını seçtiğini ortaya koymuş olur.
İşte bu ortaya koyuş ve tercih ediş, çok önemli bir olaydır. İnsanlığın
çoğunluğunun gittiği yolları reddetmek, onların alıştığı
bütün ahlâk(sızlık)ları bırakmak, onların arasında çok farklı bir
yaşayış şeklini seçmek; gerçekten önemlidir.
Peygamberimiz zamanında Mekke’de müslüman olan bir avuç
insanın halini hatırlarsak bu cümleyi söylemenin önemini daha iyi
anlarız. O çevrede herkes, babalarının izi üzerinden gidiyordu.
Babalarının dinlerine ve geleneklerine sımsıkı bağlıydılar. Âdetleri
konusunda son derece fanatiktiler. Üstelik kendilerinden ayrı dinlere
inananlara da hoş gözle bakmıyorlardı. Müslüman olanları
duydukları zaman da ‘bizi ilgilendirmez’ demiyorlar, onları bu
dinden döndürmek için baskının ve işkencenin her çeşidini uygulamaktan
geri kalmıyorlardı. Öyle bir ortamda ‘Lâ ilâhe illâllah’
demek, ateşi avuçlamaktan daha zordu. O ortamda müslüman
olmak, her türlü tehlikeyi, işkenceyi, yokluğu, yoksulluğu, alay
edilmeyi, hatta ölmeyi bile göze almaktı.
Bu sözü söylemede hangi tehlikeler vardı? İlk dönemde müslümanlar
güçlü ya da zengin değillerdi. Sayıları yeterli değildi,
TEVHİD
- 53 -
kılıçları yoktu, savaşmayı düşünemiyorlardı. Hatta İslâm’ın birçok
emri henüz gelmemişti. Yani yaşantıları Mekkelilerden pek çok
yönden farklı değildi. O halde Mekkeli müşrikleri rahatsız eden
ne idi? Niçin bu kelimeyi söyleyenlere amansız düşman oluyorlardı?
Niçin bunu söyleyenleri susturmak için zulme başvuruyorlardı?
Tevhid kelimesini söyleyenler, bütün ilâhları, o tanrılara bağlı
inançları, o ilâhlar adına kurulmuş düzenleri (sistemleri), o tanrılar
adına uydurulmuş bütün kanunları ve âdetleri reddediyorlardı.
İşin en can alıcı noktası burasıydı. Bir cümle söyleniyor, ama
Mekkelilerin saltanatları sarsılıyordu. Bir cümle onları son derece
rahatsız ediyordu. Bu cümleyi söyleyen herkesi düşman biliyorlar,
o sözü unutmasını sağlamak için her çareye başvuruyorlardı.
Bu cümleyi söyleyenler ne dediklerinin, neyi tercih ettiklerinin
farkında idiler. Bu sözle neleri reddettiklerini gâyet iyi biliyorlardı.
Bu sözün neleri kapsadığını, neleri dışarıda bıraktığını anlıyorlardı.
Yani onlar tercihlerinin bilincinde idiler. Yalnızca onlar mı? Hayır,
müşrikler de kendi düzenleri açısından bunun kötü bir gelişme
olduğunun farkında idiler. Çünkü bu cümleyi bilinçli bir şekilde
söyleyen herkes, onların etki sahasından ayrılıyordu. Onların otoritesine
karşı çıkıyor, uydurdukları ilâhların hâkimiyetinden kurtuluyordu.
Hâlbuki ileri gelenler, uydurdukları bu sahte ilâh inancı
ile, insanlara hükmediyor, onları yönetiyor ve onlara yön veriyorlardı.
Bu ilâhlar adına oluşturdukları düzen sâyesinde işleri tıkırında
idi. Çıkarlarını bu bâtıl inanç sâyesinde koruyabiliyorlardı.
İlâhlarına ve bu ilâhlara âit inançlara çok bağlı idiler. Çünkü
bu ilâhlar onların işine çok yarıyordu. Zavallı halk, câhil ve çaresiz
yığınlar da efendilerinin, başkanlarının ve atalarının izinden gidiyorlardı.
Sömürü düzeninin farkında değillerdi. İlâhlarının (putlarının)
kendilerine yardım ettiğini sanıyorlar, ibâdet etme ihtiyacını
ilâhlara tapınmakla karşılıyorlardı. Onların çoğu uydurulan
düzenin farkında değillerdi. Onlar, yarım akılla doğru sandıkları
bir dine inanıyor, önlerinde duran ve kendi elleriyle şekil verdikleri
maddî tanrılara tapıyorlardı.
Hz. Muhammed (s.a.s.) peygamber olarak görevlendirildi ve
insanları bu kelimeye ve bunun kapsadığı mânâya dâvet etti. Çoklarına
ve özellikle ileri gelenlere, yani yönetici ve zengin takımına
bu dâvet çok ağır geldi. Hemen karşı çıktılar. Bu cümleyi söyleyip
müslüman olanları düşman bildiler. İnsanların müslüman olmasını
önlemek için çeşitli çarelere başvurdular.
Çünkü Kelime-i tevhid, ilâhlık sistemini yerle bir ediyordu.
Çünkü o, atalar dininin yanlış olduğunu söylüyordu. Çünkü
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 54 -
o, putlar adına uydurulan sistemin sahte olduğunu belirtiyordu.
Çünkü o, insanın insanı sömürmesine, insanın insanı ilâh edinmesine,
her türlü zulme hayır diyordu. İbâdet edilmeye lâyık yalnızca
âlemlerin Rabbi Allah’tır diye haykırıyordu.
Bu çağrı elbette, insanlar üzerinde hâkimiyet kuran, insanlar
üzerinde âdeta rablık taslayan şımarık güç sahiplerini rahatsız
edecekti. Onlar güçlü olduklarını, hükmün/egemenliğin kendilerinde
olduğunu sanıyorlardı. Bu güçlerini de halk üzerinde gösteriyorlardı.
Onlar kendi kafalarından bir şirk dini uydurmuşlardı ve
bu uydurma din sayesinde işlerini yürütüyorlardı.
Ama Hz. Muhammed (s.a.s.) çıktı ve insanları bu yanlış yoldan
dönmeye çağırdı. Bir söz söylüyordu ki, bütün ilâhlar sistemini karşısına
alıyordu. Bütün putları inkâr ediyordu. İnsanları bir Allah’a
ibâdet etmeye ve yalnızca O’nun karşısında boyun eğmeye dâvet
ediyordu. Bu ise onlar için hiç de hoş bir şey değildi.
Tevhid kelimesi, iki kısımdan meydana gelir. Tevhid kelimesinin
birinci kısmı, aslında bütün peygamberlerin ortak dâvetiydi.
Bütün peygamberler insanları ‘Lâ ilâhe illâllah (Allah’tan başka
ilâh/tanrı yoktur)’ inancına dâvet etmişlerdir. Çünkü bu söz ‘tevhid’
inancının özüdür. Allah’tan gelen, tarih sürecindeki hak dinin
temel özelliği; Allah’tan başka ilâh tanımamak, yalnızca bir
Allah’a ibâdet etmek ve hayatı Allah’ın emirleri doğrultusunda
yaşamak anlayışıdır. Tevhid kelimesi, işte bu İlâhî gerçeği ortaya
koymaktadır.
“Senden önce hiç bir elçi göndermedik ki ona; ‘Benden başka ilâh
yoktur, şu halde Bana kulluk edin’ diye vahyetmiş olmayalım.”148 Kur’ân-ı
Kerim, sık sık ‘Allah’tan başka ilâh yoktur’ diye vurgulamaktadır.
Çünkü insanların çoğu, zaman zaman uydurma ilâhlar bulmakta
veya Allah’a ait özellikleri yaratıklardan bazılarına vermekte ve
onlara ibâdet etmeye kalkışmaktadırlar. İnsan, öncelikle bu yanlış
inancı düzeltmesi lâzım ki, İslâm’a âit diğer inanç esaslarını kabul
edebilsin.
Peygamberimiz buyuruyor ki: “…Her kim ‘lâ ilâhe illâllah’ der ve
Allah’tan başka tapınılan şeyleri reddederse, onun malına ve canına haksız
yere dokunmak haram olur. Hesabı Allah’a kalmıştır.”149; “Ölen bir
kimse (ölüm ânında) Allah’ın bir ve benim Allah elçisi olduğuma şehâdet
(tanıklık) eder ve kalbi de bu işi tasdik ederse, Allah onu mutlaka mağfiret
148] 21/Enbiyâ, 25
149] Müslim, İman 35, hadis no: 21
TEVHİD
- 55 -
eder.”150; “Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in, O’nun elçisi
olduğuna şehâdet ederek Allah’a kavuşan kimse cennete girecektir.” 151
Kelime-i tevhid’in ikinci kısmı, Hz. Muhammed’in (s.a.s.)
Allah’ın rasûlü (elçisi) olduğunu kabul etmektir. Bu kabul ediş ve
inanma, Allah’tan başka ilâh olmadığını kabul etmenin tamamlayıcısıdır.
Kendinden başka ilâh olmayan âlemlerin Rabbi Allah
(c.c.), kendine âit haberleri, varlığının delillerini ve âyetlerini, kendi
varlığının gerçeklerini bir elçi aracılığıyla insanlara duyurur. O,
yarattığı bütün insanların kendi Rabliğini bilmelerini ve yalnızca
kendisine kulluk etmelerini istemektedir. Bunu da insanlar arasından
seçtiği elçilerle onlara bildirmektedir.
Allah’ın insanlara peygamber/elçi göndermesi; onlara yol göstermek
olduğu gibi, aynı zamanda onların başıboş ve rehbersiz
bırakılmadıklarının da göstergesidir. Bu elçiler bir taraftan doğru
yolu gösterirlerken, bir taraftan da örnek olurlar ve Rabbimizin
nasıl bir kulluk görmek istediğini ortaya koyarlar. Gönderilen elçiyi
kabul etmek; hem onunla gelen ‘vahy’i kabul etmek, hem de
o elçiyi örnek almak demektir. Elçiler kuru bir dâvetçi veya postacı
değillerdir. Onlar, Allah’tan gelen vahy’i hem yaşarlar, hem uygularlar,
hem de insanlara tebliğ ederler. İşte Hz. Muhammed (s.a.s.)
de bu elçilerden biridir ve sonuncusudur. Rabbimiz insanlara son
defa bir elçi olarak O’nu göndermiş, ona vahyettiği Kur’an’la
insanları hidâyet yoluna dâvet etmiştir. İslâm, Hz. Muhammed
(s.a.s.)’in tebliğ ettiği, yaşayıp uyguladığı dindir.
Tevhid kelimesini söyleyen bir kimse öncelikli olarak Allah’ın
varlığını ve birliğini kabul eder, sonra da inandığı Allah’ın, elçi
olarak seçtiği Hz. Muhammed’i son peygamber olarak tanır. Buna
bağlı olarak da son elçinin tebliğ ettiği her şeye, İslâm’a âit bütün
esaslara inanır. Hz. Muhammed’in (s.a.s.) din olarak öğrettiği,
anlattığı ve yaşadığı her şeyi kabul eder. Bu esaslara itiraz etmez,
o esaslara uygun olarak yaşamaya, tevhid kelimesiyle söz vermiş
olduğunun bilincindedir.
Tevhid kelimesi, Hz. Muhammed’in peygamberliğini ve O’nun
tebliğ ettiği şeriat esaslarını da kapsar. ‘Ben Hz. Muhammed’i
Allah’ın son elçisi olarak kabul ediyorum’ demek, ‘O’nunla gelen
Din’i ve bu Din’e âit bütün ilkeleri ve esasları kabul ediyorum, tüm
hayatımı bu ilkelere göre düzenleyip bu esasları yaşamaya çalışacağım’
demektir.
150] İbn Mâce, Edeb 54, hadis no: 3796
151] Kenzü’l Ummâl, naklen Şamil İslâm Ansiklopedisi, 3/340
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 56 -
Kelime-i tevhid, kendisini kabul edeni cennete götürür. Kendisini
kabul etmeyen ise cehennemi hak eder. Öyleyse bu, son derece
önemli ve geniş kapsamlı bir cümledir. İnsandaki ruh ne ise,
İslâm’da Tevhid kelimesi de odur. İnsan bedeninde ruh görünmez,
ama onu canlı tutar, ayakta olmasını sağlar. Ruh uçup gidince de
insan ölü haline (ceset şekline) döner. Kelime-i tevhid İslâm bedenini
ayakta tutan şeydir. O olmayınca beden (din) ölüdür. Bütün
inanmayan insanlar bu anlamda ruhsuz ceset gibidirler. Ne zaman
Tevhid kelimesini kabul ederlerse, cesetlerine hayat gelir, onlara
ruh üflenmiş gibi dirilirler. Hayatın akışı içerisinde yapılan hatalar
ve unutkanlıklar yüzünden ölü gibi olan beden, tevhid kelimesi
ile canlanır.
Tevhid kelimesini söyleyen kimse, İslâm’ın tümüne inanmış
olur. Kur’an’ın haber verdiği, Peygamberden bize aktarılan sağlam
bütün haberlere ve hükümlere inanır. Bu konuda tereddüt ve
şüphesi olmaz. Bir kimsenin, inanç esaslarını tek tek sayarak ‘ben
şuna da inanıyorum, ben buna da inanıyorum’ demesi uzun bir
iş olur. Ancak Tevhid kelimesini söyleyen, hepsini ayrı ayrı sayıp
kabul etmiş sayılır. Zaten bu cümlenin bu şekilde, bir ilke olarak
benimsenmesinin ana amacı budur. Bu bir çeşit giriş şartıdır. Kim
bunu kabul ederse, İslâm’a âit bütün şartları da kabul etmiş olur.
Artık o kimse, imanın diğer şartlarını da aynen benimser. İslâm’ın
bütün hükümlerini, Allah’ın bütün tekliflerini aynen alır, inanır ve
uygulamaya çalışır.
Bu cümleyi (tevhid kelimesini) kabul etmenin bir başka anlamı
da, şartlarını, ilkelerini ve esaslarını kabul ettiği İslâm’ı uygulamaya
da şu şekilde söz vermektir: ‘Allah’tan başka ilâh yoktur.
Allah’ın gönderdiği her şey doğrudur, inanıyorum. O’nun bana
verdiği emirlerini ve yasaklarını da kabul ediyorum. Doğru olarak
kabul ettiğim bu hükümlere uyacağıma söz veriyorum. Onları
hayatıma uygulayacağım, doğru olduğuna inandığım bu ilkelere
göre yaşayacağım.’
Kişinin mü’min ve ‘muvahhid’ (tevhidi kabul eden) sayılması
için, hayatın, davranışların, düşüncelerin, fiillerin, tercihlerin bu
inanca uyması gerekir. Bir kimse tevhid kelimesini söyledikten
sonra, Allah’tan başka ilâh (tanrı) zannedilen şeyleri kabul edemez.
Tâğutlara (ilâhlaştırılan, ya da put haline getirilen güçlere)
kulluk yapamaz. Onların hükümlerini, dinlerini benimseyemez.
İslâm dışı ideolojilerin, İslâm’ın özüne uymayan fikirlerin peşinden
gidemez. Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenlerin hükümlerini
doğru sayamaz. İslâm’dan olduğu belli olan hiç bir emre veya yasağa,
İslâmî ölçülere itiraz edemez.
TEVHİD
- 57 -
Çünkü tevhid kelimesi, Allah’a teslimiyetin ve O’nun dinine
itaat etmenin göstergesidir. Bu açıdan İslâm’ın rükünlerinden
(şartlarından) birini inkâr eden, İslâm’ın tümünü inkâr etmiş ve
tevhid kelimesini söylememiş gibidir. Böyle yapan, tevhidi söylerken
attığı imzaya ters davranmış olur.
Bugün insanlığın görünen ve görünmeyen bir sürü ilâh (tanrı)
lara ve tâğutlara taptığı bir dünyada, tevhid kelimesinin anlamını
yüceltmeye gerçekten ihtiyaç vardır. Ve tevhid kelimesi aynı zamanda
en büyük zikirdir. 152
Tevhid Penceresinden Günümüz ve İnsanımız
Bırakın eğitim kurumlarını, câmilerde bile (istisnâlar dışında)
tevhidden şirkten pek bahsedildiği olmaz. Olursa bile yasak savma
bâbından ve fincancı katırları ürkütmemeye özen göstermek
adına hakla bâtıl karıştırılarak veya hakkı ketmederek... Abdesti
bozan şeylerin üzerinde durduğu kadar insanlar tevhidi bozan
konulara önem vermez. Hâlbuki insanların kurtuluşunun yolu,
Kur’an kavramlarının tashihi, boşaltılan içlerinin yeniden Kur’anî
değerlendirmelerle doldurulmasıdır. Özellikle de lâ ilâhe illâllah
kavramının, yani tevhid ve şirk gibi temel kavramların düzeltilmesi
gerçekleşmeden dünyamızın da âhiretimizin de kurtulması
mümkün değildir.
Bütün şikâyet edilen olumsuzluklar, bu kavramların düzeltilmesine
ve sağlam şekilde yaşanmasına bağlıdır. Filistin topraklarında
siyonist yahûdiler başta olmak üzere, İslâm topraklarını
işgal eden zâlim kâfirler silâhtan korkmuyor, zaten müslümanın
elindeki silâhın pek korkutmaya yetecek önemi de yok. Ama onlar,
eliyle (veya buna gücü yetmiyorsa) diliyle, kalemiyle kendilerini
taşlayan mü’minin akîdesinden çekiniyor, korkuyor. Tevhid
eri Allah’ın askerini, ölümden korkmayan canlı şehidi korkutup
yıldıracak hiçbir silâhın mevcut olmadığı gibi; tevhid bilincine sahip
insan da imanı oranında kâfirlerin korkulu rüyası olmaktadır.
Islah çalışmaları, ülkeyi kalkındırma planları en azından iki
yüz senedir uygulanan batılı tarzdaki yaklaşımlarla iflas etmiştir.
Şirk düzeninin ıslah edilmesi mümkün de değildir, doğru da olmaz.
“Zulmedenler, hangi inkılâpla devrilip döndürüleceklerini yakında
bileceklerdir.”153 Çözüm, câhiliyye düzenini devirip yerine saâdet
asrının anlayışını yerleştirmektir. Aynen Peygamber’in yaptığı gibi.
İnsanları sahih akîdeye, tevhidî bilince, Kur’ânî eğitime, inkılâbî
152] Hüseyin K. Ece, A.g.e. s. 345-350
153] 26/Şuarâ, 227
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 58 -
çizgiye yönlendirmedikçe uğraş ve gayretler, delik kabı suyla doldurmaya
benzeyecektir. Siz ne kadar (sadece fazilet, ahlâk ve
benzeri özellikleri teşvik ederek) delik kabı doldurursanız, o, kısa
zaman içinde boşalacaktır.
Tevhid, İslâm’ın birinci ve en büyük esasıdır. Kur’an’ın en fazla
önem verdiği konudur. Mekke’de inen âyetlerin hemen hepsi
tevhide vurgu yapan âyetlerdir. Medine’de inen âyetler de, çoğunlukla
tevhide atıfta bulunur, onu kökleştirmeye çalışır. Ahkâm
âyetlerinin ekserisi “Ey iman edenler...” diye tevhide işaretle, o temeli
güçlendirmek ve üstüne bina dikmek için alt yapıya dikkat
çeker. Tevhid, bir zaman konuşulup birazcık üstünde durularak
başka söze geçilecek bir konu değildir. Hemen her konu buna
dayanmalı, müslümanın hayatından hiçbir zaman geri planlara
atılmamalı, bu konu hiç bitmemelidir. “Ey iman edenler, İman edin!
(imanınıza devam edin, yeniden ve kâmil anlamda iman edin, imanınızı
yenileyin, güçlendirin, imanda sebat edin).” 154
“Lâ ilâhe illâllah” hükmü, beşerî hayatta süreklidir. Sadece
kâfirler inanmak için, müşrikler inançlarını düzeltmek için çağrılmaz
ona. Mü’minler de ona çağrılır ve onlara sık sık hatırlatılır.
Kalplerinde canlı ve sâbit kalması, hayatlarında etkili olması, gereklerini
ihmal etmemeleri için “Ey iman edenler, iman edin!” diye
uyarılır. Kur’an, insanın hayat programını çizen bir kitap olduğu
için tevhide karşı bu önemi ve titizliği gösterir. Allah, tek yaratıcı,
yegâne hâkim ve yönetici, rızık verici... olduğundan yalnız O’na
ibâdet edilmeli, başkası O’na ortak koşulmamalıdır: Bu, Allah’ın
kulları üzerindeki en büyük hakkıdır. Allah, kullarının ibâdetine
muhtaç değildir, ama insan ibâdete/kulluğa muhtaçtır ve her an
mutlaka ibâdet halindedir; ya Allah’a veya Allah’ın dışındakilere.
İnsan, imanla küfür arasında, sahte ilâhlarla gerçek İlâh arasında
bir tercih yapmalıdır. Âdemoğlu, hem Allah’a hem de şeytana
kul olarak yaşayamaz.155 “Tâğuta kulluk/ibâdet etmekten kaçınan ve
tam gönülle Allah’a yönelenlere müjdeler! Dinleyip de sözün en güzeline
tâbi olan kullarımı müjdele!”156 Bunun için insan daima “Lâ ilâhe
illâllah”a muhtaçtır.
Bütün peygamberler, kavimlerine bu sözü tebliğ ediyor, “yalnız
Allah’a kulluk edin, O’ndan başka ilâhınız yoktur” diyerek insanları tevhide
dâvet ediyorlardı. Peygamberimiz (s.a.s.) de kavmini bu esasa
çağırıyordu. Amcası Ebû Tâlib’e “Onu söyle, onunla Allah’ın yanında
154] 4/Nisâ, 136
155] Bk. 33/Ahzâb, 44
156] 39/Zümer, 17-18
TEVHİD
- 59 -
sana şefaatçi olmam için bir cümle: Lâ ilâhe illâllah...” diyordu. Câhilî tavır,
eski peygamberlerin kavimlerinden itibaren bu cümleyi kabullenmiyor,
bu dâveti reddediyordu. Niçin? Sadece bir cümle için mi,
yoksa o cümlenin anlam ve gerekleri için mi? Çağrıldıkları hayatla,
yaşadıkları hayat arasında bir uçurum vardı.
Dâvete karşı çıkışlarının çeşitli şekilleri ve çeşitli sebepleri
vardı: Vahy olayını, yeniden dirilmeyi, hesap ve cezayı yalanlıyorlardı.
İlâhın tek bir ilâh olmasını, babalarının yolundan ayrılmayı,
Kitab’a uymayı, Allah’ın hudûdunu kabul etmiyorlardı. Bir de
ahlâkî çıkmazları vardı: İçki, kumar, zina, zulüm... Ama bunların
temeli itikad ve itaat idi; inanç, düşünce, helâl- haram ve ahlâkı
içeren kapsamıyla Allah’tan bir din kabulünü benimsemedikleri
gibi böyle bir dinin bağlayıcılığını da kabul etmiyorlardı.
Kur’an’ın önemle vurguladığı, bütün sorunları içeren iki baş
sorun vardı: İbâdetin tek olan Allah’a yapılması ve helâl-haramda
Allah’ın indirdiğine uyulması. Şirk, inançta Allah’tan başka
ilâhların varlığına inanma, amelde ve ibâdette Allah’tan başkasına
yönelme ve Allah’tan başkasının Allah’a rağmen hüküm koyması,
helâl-haram tâyin etmesidir. İşte bunun için müşrik Araplar,
kelime-i tevhidi kabul etmediler, onu söylemeye yanaşmadılar.
Halk yığınları, tutucudur; alıştıkları çok sayıdaki ilâhları, atalarının
yolunu bırakmayı kolay kabullenmezler. Elleriyle tutabildikleri,
duyu organlarıyla algıladıkları eşyaya bağlıdırlar. Mele’ (ileri
gelenler, müstekbirler, tâğutlar) ise, onların ilâhlara bağlılığı gerçekçi
değil; sahtedir, şeklîdir. Mevcut sahte ilâhları savunmaları,
onların adıyla halk kitlesini sömürmelerinden kaynaklanır.
Bu zâlimlere göre, gerçek sorun hâkimiyet sorunudur. Onlar
mı, yoksa şeriatının uygulanması yoluyla Allah mı? Bütün
câhiliyyelerdeki müstekbirleri tevhid çağrısıyla savaşa iten gerçek
sorun budur. Hakları olmayan egemenliğin ve otoritenin ellerinden
çıkıp sömürünün ortadan kalkması onların işine gelmez. Hâlbuki
otorite, hüküm; tek yaratıcı, rızık verici... Allah’a aittir. “...Dikkat
edin, yaratmak da emretmek/hükmetmek de O’na mahsustur. Âlemlerin
Rabbi Allah ne yücedir!”157; “...Hüküm sadece Allah’a âittir.”158; “Hiç yaratan,
yaratmayan gibi midir? Hiç düşünmüyor musunuz?”159; “Allah’tan
başka size gökten ve yerden rızık verecek bir yaratıcı var mı? O’ndan başka
ilâh yoktur. O halde, nasıl oluyor da (tevhidden) çevriliyorsunuz (imanı
157] 7/A’râf, 54
158] 12/Yûsuf, 40
159] 16/Nahl, 17
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 60 -
istemeyip küfre dönüyorsunuz)?” 160
Buna rağmen, toplumun üst tabakası, açık veya gizli diktatörlükle
yığınlar üzerindeki otoriteleri neticesinde hevâlarına, süflî
arzu ve heveslerine hizmeti kaybetmek istemezler. Aslan payının
ellerinden çıkmasına tepkiyi arkasına gizlendikleri, aslında kendilerinin
de inanmadığı sahte putların gölgesine sığınarak, güya onlar
adına çıkarlarını sürdürürler. Yönetimi ve rantı elinde bulunduranlar,
bundan dolayı, koltuklarına alternatiflerden, makamlarına
aday olanlardan daha çok, tevhid çağrısından çekinirler. Bütün
güçlerini tevhidle savaşa hazırlarlar. Yığınları kandırır, korkutur,
tevhidi savunanları karalar, onlara komplo kurar ve halkı onlara
karşı kışkırtırlar. “Firavun dedi ki: ‘Bırakın, Mûsâ’yı öldüreyim de, o Rabbine
duâ etsin, yalvarsın (bakalım O Mûsâ’yı kurtaracak mı?) Çünkü ben,
onun dininizi değiştireceğinden yahut yeryüzünde bir fesat/bozgunculuk
çıkaracağından korkuyorum.” 161
Mekke’deki olay da aynıydı. Mele’, Kureyş’ti orada. Düşmanlık
ve savaş, onlarla Rasûlullah arasında değil; onlarla dâvet, tevhid
arasındaydı. Kendilerine karışmayacak “el-emîn” Muhammed’den
(s.a.s.) şikâyetçi değillerdi. Onun için, dâvetten vazgeçmesi halinde
mal, mülk, dünya varlığı, hatta yöneticilik teklif ve takdim ediliyordu.
Dâvetle düşmanlık, ister istemez onlarla dâvetin temsilcisi
arasında bir savaşa dönüşüyordu. Putlar yalnız değildi rablik anlayışında.
Şirk de tek çeşit değildi: Kabile, tapınılan bir rabdi, baba
ve dedelerin örfü, kamuoyu tapınılan bir rabdi. Kureyş ve diğer
büyük kabileler, Araplara dediğini yaptıran ve dilediğini haram
yapan rablerdi.
Ve bazıları iman etti; Örnek nesil, sahâbe denilen altın nesil.
Lâ ilâhe illâllah nasıl yer ediyordu onların hayatında? Ondan ne
anlıyorlardı? Sadece kalple tasdikten, dille ikrardan mı ibâretti
onların hayatında? Mü’minlerin nefisleri (her şeyleri) tevhidle değişip
şirkin pis renklerinden aklanınca onlarda çok büyük değişme/
inkılâb oldu. Sanki yeniden doğmuşlardı... İnsanlık açısından,
bir insanın bir şeye inanması, ardından da bütün tavırlarının inandığının
tersi veya muhâlifi olması normal midir, mümkün müdür?
Zehirli bir yılanın öldürücü olduğuna inanan ve ölmek de istemeyen
bir insanın, elini yılanın ağzına hiç tedbir almadan sokması
düşünülebilir mi? Ateşin yakıcı olduğuna inanan kimsenin elini ve
tüm vücudunu ateşe atması?! Peki, gerçekten Allah’a iman eden
tevhid eri bir mü’minin Allah’a itaat etmemesi, O’nu tek mâbud,
160] 35/Fâtır, 3
161] 40/Mü’min, 26. Ve yine bk. 10/Yûnus, 75-78; 43/Zuhruf, 54
TEVHİD
- 61 -
tek rızık verici, tek otorite... kabul ettiğini davranışlarında göstermemesi
nasıl olur?!
İman iddiası, itaat ile ispat edilmeden insanı kurtaramaz. Bu
konuda Kur’an’dan açık hükümleri görelim: Adiy bin Hâtem,
Rasûlullah’ın yanına girdi. Peygamberimiz şu âyeti okuyordu:
“Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve râhiplerini rabler (ilâhlar) edindiler ve
Meryem oğlu Mesih’i de... Oysa onlar, tek olan bir ilâh’a ibâdet etmekten
başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka ilâh yoktur. O, bunların
şirk koştukları şeylerden yücedir.”162 Adiy: “Ya Rasûlallah, hıristiyanlar
din adamlarına ibâdet etmiyorlar, onları rab ve ilâh edinmiyorlar
ki” dedi. Rasûlullah şöyle buyurdu: “Onlara haramı helâl, helâli da haram
yaptılar, onlar da uymadılar mı din adamlarına?” Adiy: “Evet” dedi.
Efendimiz buyurdu ki: “İşte bu, onlara ibâdettir.” 163
“Rabbinizden size indirilen Kitab’a uyun. O’ndan başka dostlar edinerek
onlara uymayın.” 164
“Yoksa, Allah’ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara meşrû kılacak
ortakları mı vardır?” 165
“Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah’a
aittir.” 166
“...Doğrusu, şeytanlar, sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar.
Eğer onlara itaat ederseniz, şüphesiz siz müşrik olursunuz.” 167
“Hayır, Rabbin hakkı için onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni
hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk
duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” 168
“(Münâfıklar,) ‘Allah’a ve Rasûlüne inandık ve itaat ettik’ diyorlar. Sonra
onlardan bir grup, bunun ardından dönüyor. Bunlar mü’min değillerdir.
Onlar, aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Rasûlüne çağrıldıkları zaman,
hemen onlardan bir grup yüz çevirir.” 169
“Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”
170
“Yoksa câhiliyye hükmünü mü istiyorlar? İyice bilen bir toplum için
162] 9/Tevbe, 31
163] Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’an 10, hadis no: 3292
164] 7/A’râf, 3
165] 42/Şûrâ, 21
166] 42/Şûrâ, 10
167] 6/En’âm, 121
168] 4/Nisâ, 65
169] 24/Nûr, 47-48
170] 5/Mâide, 44
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 62 -
Allah’tan daha güzel hüküm veren (hüküm koyan) kim olabilir?” 171
“Allah, hüküm verenlerin en üstünü değil midir?” 172
“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ve sizden
olan ulu’l-emre. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, Allah’a
ve âhirete gerçekten iman ediyorsanız, onu Allah’a ve Rasûlüne götürün
(onların tâlimâtına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından
daha güzeldir.” 173
“Allah ve Rasûlü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık iman etmiş bir
erkek ve kadına, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur.” 174
“...Dikkat edin, yaratmak da emretmek/hükmetmek de O’na mahsustur.
Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir!” 175
“İman edip de imanlarına herhangi bir zulüm (şirk) bulaştırmayanlar
var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır.” 176
“...Hüküm sadece Allah’a aittir. O size kendisinden başkasına ibâdet
etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu
bilmezler.” 177
Allah’a ve Rasûlüne itaat, ebedî cennete götürdüğü gibi,
Allah’a ve Rasûlüne itaatsizlik/isyan da kişiyi ebedî cehenneme
ulaştırır: “Bunlar Allah’ın (koyduğu) sınırlardır. Kim Allah’a ve Peygamberine
itaat ederse Allah onu, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır;
orada devamlı kalıcıdırlar; işte büyük kurtuluş budur. Kim Allah’a
ve Peygamberine karşı isyan eder ve O’nun sınırlarını aşarsa Allah onu
devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.” 178
“Sana ganimetleri soruyorlar. De ki: ‘Ganimetler Allah ve Peygamber’e
aittir. O halde siz (gerçek) mü’minler iseniz Allah’tan korkun, aranızı düzeltin,
Allah ve Rasûlüne itaat edin.” 179
“Tâğuta kulluk etmekten kaçınıp Allah’a yönelenlere müjde vardır. (Ey
Muhammed!) Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele. İşte
Allah’ın doğru yola ilettiği kimseler onlardır. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.”
180
171] 5/Mâide, 50
172] 95/Tîn, 8
173] 4/Nisâ, 59
174] 33/Ahzâb, 36
175] 7/A’râf, 54
176] 6/En’âm, 82
177] 12/Yûsuf, 40
178] 4/Nisâ, 13-14
179] 8/Enfâl, 1
180] 39/Zümer, 17-18
TEVHİD
- 63 -
“(Rasûlüm!) De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi
sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve merhamet
edicidir. De ki: ‘Allah’a ve Rasûlüne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse
bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.” 181
Ve bir hadis-i şerif: “Ümmetimle ilgili olarak korktuklarımın en korkutucusu
Allah’a şirk/ortak koşmalarıdır. Dikkat edin; ben size ‘onlar aya,
güneşe ve puta tapacaklar’ demiyorum. Fakat onlar (hâkimiyet hakkını
bazı fertlerde, zümrelerde meclis ve toplumlarda görecekler), Allah’tan
başkasının emirlerine ve arzularına göre iş yapacaklardır.” 182
Hüküm koyma (teşrî), “Lâ ilâhe illâllah”la direkt ve sağlam bir
şekilde irtibatlıdır. Bu bağ da, hiçbir durumda kopmaz. “Allah’ın
indirdiğiyle hükmetmeyenler kâfirdir.”183 âyetinde fukahâ, Allah’ın
indirdiğiyle hükmetmeyen kimse, bunu helâl saymadıkça tekfir
edilmez, eğer helâl saymıyorsa, dinden çıkarmayan küfür (küfrün
gerisinde bir küfür, yani büyük günah) demişlerdir. Taraflardan birinden
rüşvet aldığından, önündeki meselede Allah’ın indirdiği dışında
bir şeyle hüküm veren hâkim de bu yaptığıyla tekfir edilmez.
Allah’ın gazabına uğramış bir günahkârdır. İctihad edip önündeki
konuda yanılan ve Allah’ın indirdiği dışında bir şeyle hüküm vermiş
olan biri ise günahkâr da değildir. Bilâkis niyeti ihlâslı oldukça
ictihadına ecir de vardır. Ve sayılan diğer fıkhî hususlar...
Evet, lâkin bunların hiçbiri, Allah’ın indirdiği dışında bir şeyi
teşrî ile ilgili değildir. Önündeki bir konuda, helâl saymamak şartıyla,
fıkıh kitaplarında belirtilen herhangi bir nedenle Allah’ın indirdiği
dışında bir şeyle hüküm vermek başka, Allah’tan ayrı olarak
teşrî/hüküm koyma başka bir şeydir. Birinci durumda Allah’ın
dinini kaynak olarak kabuldeki itiraf (uygulamadaki farklılığa
rağmen) bozulmuyor. İkinci durumda, kendi yanından Allah’ın
dinine muhâlif haramlar, helâller koyuyor. Ardından açıkça veya
lisan-ı haliyle: “Allah’ın dinini değil; benim hükmümü/kurallarımı
uygulayın, çünkü bu, ona denktir” veya “bu, Allah’ın kanunundan
daha üstündür, kıymetlidir” diyor. İslâm tarihinde fıkıh
âlimleri, bunun dinden çıkaran bir şirk ve küfür olduğunda ihtilâf
etmemiştir. Yine, fıkıh âlimlerinin tarihten bu yana hiç ihtilâf etmeden
şirk ve küfür olduğunu kabul ettikleri bir mesele de şudur:
Bilmesine rağmen ve kendi irâdesiyle Allah’ın dini dışında bir
181] 3/Al-i İmrân, 31-32. Yine bk. 4/Nisâ, 60, 61, 64; 49/Hucurât, 15; 29/Ankebût,
2-3; 2/Bakara, 214; 24/Nûr, 50-54; 3/Âl-i İmrân, 142; 9/Tevbe, 16; 23/
Mü’minûn, 115.
182] İbn Mâce, hadis no: 4205
183 5/Mâide, 44
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 64 -
teşrîe (hüküm koymaya) râzı olmak. İkrâh bunun dışındadır.184;
çünkü ikrahta rızâ yoktur.
Şirkin ve zulmün hâkimiyeti ve egemen tâğutî güçlerin de
etkisiyle insanların İslâm’dan kopukluğu arttı. Artık, kendisinin
müslüman olduğunu da söyleyen nice insan, açıkça şirk olan
inançlara sahip olmaya, şirk ideolojilerini kabullenmeye, elfâz-ı
küfrü dilleriyle ulu orta söylemeye başladı. Allah’ın hükmüne uymak,
İslâm’a teslim olmak, her konuda helâl ve haramlara dikkat
etmek, Allah’ın sınırlarına riâyet etmek gibi değerler, müslüman
olduğunu iddia eden nice insanın gündeminden çıktı. Bütün bunlar
ve sayılması uzun sürecek şirk unsurlarına rağmen, insanlara,
“lâ ilâhe illâllah” deyince müslüman olacakları, İslâm’ı yaşamasa
da insanın küfre düşmeyeceği ısrarla söyleniyordu. Müstekbir
oburların önüne konulmuş çanaktaki yem gibi oldu bu kelimeyi
sadece diliyle söyleyenler. 185
Tarihten bu yana, tevhîdî muhtevânın soyulmasının bazı etkenleri,
sebepleri vardır. Tekliflerden kaçınma, uyarının (emr-i bi’lma’rûf
ve nehy-i ani’l-münker) yetersizliği, aşırı bolluk (lüks ve rahata
meyil, yani dünyevîleşme), siyasî istibdat ve mürcie düşüncesi,
israfa ve dünyevîliğe pasif tepki şeklinde ortaya çıkan, zulümle
mücâdele ve toplumsal tavır yerine kabuğuna çekilme anlayışının
oluşturduğu mistisizm... bu etkenlerin başında gelir.
Amelde Tevhid
Amelde tevhid, kulluğa dair eylemlerin sadece Allah’a yöneltilmesi
ve Onun rızâsı için yapılmasıdır. İnançta tevhidin doğal olarak
amele yansıyacağını, dolayısıyla bir tek Allah’a iman eden ve
O’na ait özellikleri başka varlıklara tanımayan insanın kulluğunun
da tevhid üzere olacağı kaçınılmazdır. Meseleye bu çerçeveden
baktığımızda, aslında inançta tevhid ile amelde tevhidin birbirini
takip eden iki ayrı unsur olmayıp, ikisi de aynı anda gerçekleşen
ve birbirini tamamlayan unsurlar olduğunu görürüz. Şu âyette
inançta tevhid ile amelde tevhidin birbirinden ayrılmaz unsurlar
olduğu açık bir şekilde vurgulanmıştır: “De ki: ‘Ben, yalnızca sizin
gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, ilâhınızın, sadece bir İlâh olduğu vahyolunuyor.
Artık kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine
ibâdette hiçbir şeyi şirk/ortak koşmasın.” 186
Tevhidin inanç ve amel boyutunun ayrılmaz iki unsur oluşu
184] 16/Nahl, 106
185] Geniş bilgi için bk. Muhammed Kutub, Tevhid, Risale Y.
186] 18/Kehf, 110
TEVHİD
- 65 -
nedeniyle, Kur’an’da inanca ve kulluğa yönelik tevhid çağrısının
daha çok birlikte yapıldığını görürüz:
“İşte Rabbiniz Allah O’dur. O’ndan başka ilâh/tanrı yoktur. O, her şeyin
yaratıcısıdır. Öyle ise O’na kulluk edin, O her şeye vekîldir.” 187
“Allah’a kulluk edin ve O’na hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayın...” 188
“Nûh’u rasûl/elçi olarak kavmine gönderdik. Dedi ki: ‘ O benim Rabbimdir.
O’ndan başka ilâh yoktur. Sadece O’na tevekkül ettim ve dönüş
sadece O’nadır.” 189
“Muhakkak ki Ben, yalnızca Ben Allah’ım. Benden başka ilâh yoktur.
Bana kulluk et; Beni zikir için namaz kıl.” 190
Kur’an’ın indiriliş amacı da “sadece Allah’a kulluk”un gerçekleşmesidir:
“Elif lâm râ. (Bu,) Bir kitaptır ki, hikmet sahibi, her şeyden
haberi olan (Allah) tarafından âyetleri sağlamlaştırılmış, sonra da güzelce
açıklanmıştır. Tâ ki, Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz.”191 Amelde
tevhid, en vecîz şekliyle Kâfirûn sûresinde özetlenmiş ve bu sûreye
bu özelliğinden dolayı İhlâs sûsesi (2. İhlâs sûresi) de denilmiştir:
“De ki: ‘Ey kâfirler! Ben sizin tapmakta olduklarınıza ibâdet etmem. Siz de
benim ibâdet ettiğime ibâdet etmiyorsunuz. Ben sizin taptıklarınıza asla
tapacak/ibâdet edecek değilim. Siz de benim ibâdet ettiğime ibâdet edecek
değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim de bana!” 192 Yine Fâtiha
sûresinde de kullukta tevhid en vecîz biçimiyle kulun kendi ağzından
söylettirilir: “Ancak Sana kulluk ederiz ve yalnız Senden yardım
isteriz.” 193
Tevhidi ifade eden ve bu alanda özel bir yeri olan “ihlâs” kavramına
özellikle değinmek istiyoruz. Bu kavramın, şirkten uzaklaşarak
ibâdetin sadece Allah’a yapılmasını ifade etmesi, inançta
tevhidi de içine almakla beraber Kur’an’da yer alış şekliyle daha
çok kulluğun bir şartı olarak amelde tevhidi anlatması bakımından
önemli bir yeri vardır: “De ki: ‘Rabbim adâleti emretti. Her secde
ettiğinizde yüzlerinizi O’na çevirin ve dini yalnız Allah’a hâlis kılarak
(muhlisîn) O’na yalvarın.” 194
“Şüphesiz ki Kitab’ı sana hak olarak indirdik. O halde sen de dini
187] 6/En’âm, 102
188] 4/Nisâ, 76
189] 13/Ra’d, 30
190] 20/Tâhâ, 14
191] 10/Yûnus, 1-2
192] 109/Kâfirûn, 1-6
193] 1/Fâtiha, 5
194] 7/A’râf, 29
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 66 -
Allah’a hâlis kılarak (muhlisan) kulluk et. Dikkat et, hâlis din yalnız Allah’ındır.
O’nu bırakıp kendilerine birtakım dostlar edinenler: ‘Onlara, bizi
sadece Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk/ibâdet ediyoruz’ derler.” 195
Kur’an, müşriğin denizde boğulma gibi bir ölüm-kalım durumundaki
psikolojik halini anlatırken de, onun nazarında bütün
bâtıl tanrıların yok olup geçici bir tevhide ulaşmasını yine “ihlâs”
kavramıyla ifade etmektedir: “Sizi karada ve denizde yürüten O’dur.
Gemide olduğunuz zaman(ı düşünün): Gemiler, içinde bulunanları hoş
bir rüzgârla alıp götürdüğü ve (onlar) bununla sevindikleri sırada, birden
gemiye, şiddetli bir kasırga gelip de, her yerden dalgalar onları sardığı ve
artık kendilerinin tamamen kuşatıldıklarını sandıkları zaman, dini yalnız
Allah’a hâlis kılarak O’na yalvarmaya başlarlar: ‘Andolsun, eğer bizi bundan
kurtarırsan, şükredenlerden olacağız’ derler.” 196
Âyetlerde görüldüğü üzere “dini Allah’a hâlis kılarak O’na
kulluk etme” ifadesi içerisinde yer alan “ihlâs” kavramı, “saflaştırma,
arılaştırma” anlamını içermektedir. Kullukta dinin saflaştırılması
ise, dinin her tür şirk unsurundan temizlenerek kulluk eyleminin
sadece Allah’a yönelik olarak gerçekleştirilmesi anlamına
gelmektedir. İhlâs kavramı, geçtiği bütün âyetlerde Allah’a açıkça
şirk koşmanın zıddı anlamında bir tevhidi anlatmaktadır.
Taberî ve İbn Kesir, ilgili âyetleri açıklarken “ihlâs“ kavramını,
Allah’ı tek ilâh olarak tanımak ve ilâhlığı iddia olunan bâtıl tanrıları
reddederek kulluğu sadece Allah’a yöneltmek olarak izah
etmektedirler. Diğer birçok müfessir ise bu unsura, riyâ gibi durumları
da eklemişlerdir. Yani kişi, dinini (ibâdetini ve tâatini) bütün
bâtıl tanrı düşüncelerinden temizleyecek ve kulluğunu sadece
Allah’a yöneltecektir. İhlâsın taşıdığı bu anlamın yanında, müfessirlerin
çoğu bu kavramın kapsamına gizli şirk olarak adlandırılan
riyâ (görsünler diye yapmak), süm’a (duysunlar diye yapmak) gibi,
kullukta yalnızca Allah’a yönelmenin sâfiyetini bozan kalbî hastalıkların
bulunmamasını da eklemişlerdir. Kulluğun en güzel biçimi,
Allah’a yalnızca Rab olduğu için yönelmektir.
Bütün bu izahlardan anlaşıldığı üzere amelde tevhid, inançta
tevhidin doğal bir sonucu olarak kulluğun da sadece Allah’a
yöneltilmesi anlamını içermektedir. Allah’ın tek gerçek İlâh kabul
edilmesine rağmen, eğer kullukta başka maksatlar güdülüyorsa,
bu durumda tevhidin temeli sarsılmış olacaktır. 197
195] 39/Zümer, 2-3 Ve bu konuyla ilgili diğer âyetler için bk. 39/Zümer, 11, 14-15;
40/Mü’min, 14; 98/Beyyine, 5.
196] 10/Yûnus, 22; ayrıca bk. 29/Ankebût, 65; 31/Lokman, 32
197] Zekeriya Pak, Kur’an’da Kulluk, s. 196-202
TEVHİD
- 67 -
Muvahhid
‘Vahdet’ ve ‘tevhid’ kökünden gelen ‘muvahhid’ kelimesi, birleyen,
tevhid inancını kabul eden, Allah’ı bir olarak kabul eden
kişi demektir. Kelime, bu şekilde Kur’an’da ve hadislerde geçmez.
Özellikle Kelâm ilminin (Allah’tan, O’nun sıfatlarından ve kaderden
bahseden ilim) ortaya çıkmasından sonra yaygınlaşmıştır.
‘Allah’ı birleme (vahhadallahu)’ şeklinde kullanılan tâbir, Allah’ı
bir olarak kabul etmenin ifadesidir. “...Her kim Allah’ı tevhid ederse
(tevhid kelimesini ve içeriğini kabul eder, muvahhid olursa) malını ve canını
korumuş olur. Hesabı Allah’a kalmıştır.” 198
Müslümanların en başta gelen görevi, ‘muvahhid’ olmaktır.
‘Muvahhid’ olanlar, Allah’ı bir olarak kabul ederler ve O’na hiç
bir şeyi ortak koşmazlar. Allah’a, O’na ait sıfatlarla ve Kur’an’da
geçtiği gibi inanırlar. O’na noksan sıfatları yakıştırmazlar. Yalnızca
O’na ibâdet ederler. O’na olan ibâdetlerinde bir aracıya ihtiyaç
duymazlar. Yalnızca O’na duâ ederler, kimsenin yapamayacağı
yardımları O’ndan beklerler. Bir darlığa düştükleri zaman O’ndan
yardım isterler. O’nun sevâbını umarlar, O’nun cezasından korkarlar.
Ölünce de O’na hesap vereceklerine inanırlar. O’ndan gelen
vahye ve vahyin hükümlerine inanır ve bu İlâhî hükümler doğrultusunda
yaşamaya çalışırlar.
Muvahhid, İslâm’a tam anlamıyla inanan ve bu inancını yaşama
çabasında olan insandır. İslâm’ın diğer adı ‘Tevhid Dini’; müslümanın
diğer adı ise ‘muvahhid’dir. ‘Şirk’in karşıtı nasıl ‘Tevhid’ ise,
‘müşrik’in karşıtı da ‘muvahhid’dir. Kur’an’da muvahhid kelimesinin
yerine ‘hanîf’ kelimesi geçmektedir. Hanîf kelimesi, anlamı ve
ifade ettiği şey açısından ‘muvahhid’ kavramına benzemektedir.
Haniflik aslında, bâtıl ve şer tarafından hak ve hayır tarafına yönelmedir.
Ki muvahhid, bunu yapan insandır. 199
Kur’an ve onun tebliğcisi Peygamberimiz (s.a.s.), insanları şirkin
her türlüsünden sakındırmaktadır. Şirk, bir ve tek olan Allah’a
ortak aramanın boş çabasıdır. İslâm, kendisinin dışındaki dinlere
‘şirk dinleri’ diyor ve insanları bütün âlemlerin Rabbi olan Allah’a
dâvet edip onların ‘muvahhid’ler olmasını istiyor. Muvahhid’ler,
yaratılıştaki ve evrendeki tevhidi görüp, ‘Vâhid’ olan Allah’ı tevhid
ederler. Tevhid Dini olan İslâm’a gönül verirler. Muvahhidler,
iman, tavır ve hayatlarıyla, ideal ve amaçlarıyla şirk dinlerine
uyanlardan ayrılırlar.
198] Müslim, İman 31-38, hadis no: 21
199] 3/Âl-i İmrân, 67; 30/Rûm, 30
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 68 -
Muvahhidler, aydınlık bir dünyanın, adâlet üzere yürüyecek
olan bir sistemin, insana yakışacak bir hayatın özlemcisidirler ve
bunun için çalışırlar. Onlar her türlü bâtıl ve şer olan şeylerden yüz
çevirirler. Onlar hak için ve hakka göre yaşarlar. Hayırlı olan şeyleri
tercih ederler. Yaratılışlarındaki temizliği korurlar. Kelime-i tevhidi
söyleyerek fıtrata yerleştirilmiş olan Allah’ı bilme, anlama ve
O’na kulluk etme gerçeği ile buluşurlar. Onlar evrenin, ister istemez
teslim olduğu İslâm dâvetini; hayatlarını anlamlı, huzurlu ve
bereketli kılmak için kabul etmişlerdir. Onların gönüllerine tevhid
hayat verir, hayatların tevhid şekillendirir. Onlar bütün ölçülerini
tevhid inancından alırlar.
Yaşantısını tevhid üzere geçiren ‘muvahhidler’e müjdeler olsun.
200
200] Hüseyin K. Ece, A.g.e. s. 427-428
TEVHİD
- 69 -
Tevhidle İlgili Âyet-i Kerimeler
A- İlâh Kelimesinin Geçtiği Âyetler (Toplam 147 yerde): 2/Bakara, 133, 133,
133, 163, 163, 163, 255; 3/Âl-i İmrân, 2, 6, 18, 62; 4/Nisâ, 87, 171; 5/Mâide, 73,
73, 116; 6/En’âm, 19, 19, 46, 74, 102, 106; 7/A’râf, 59, 65, 73, 85, 127, 138, 138,
140, 158; 9/Tevbe, 31, 31, 129; 10/Yûnus, 90, 11/Hûd, 14, 50, 53, 54, 61, 84, 101;
13/Ra’d, 30, 14/İbrâhim, 52; 15/Hicr, 96; 16/Nahl, 2, 22, 22, 51, 51; 17/İsrâ, 22,
39, 42; 18/Kehf, 14, 15, 110, 110; 19/Meryem, 46, 81; 20/Tâhâ, 8, 14, 88, 88, 97,
98, 98; 21/Enbiyâ, 21, 22, 24, 25, 29, 36, 43, 59, 62, 68, 87, 99, 108, 108; 22/
Hacc, 34, 34; 23/Mü’minûn, 23, 32, 91, 91, 116, 117; 25/Furkan, 3, 42, 43, 68;
26/Şuarâ, 29, 213; 27/Neml, 26, 60, 61, 62, 63, 64; 28/Kasas, 38, 38, 70, 71, 72,
88, 88; 25/Fâtır, 3; 29/Ankebût, 46, 46; 36/Yâsin, 23, 74; 37/Sâffât, 4, 35, 36, 86,
91; 38/Sâd, 5, 5, 6, 65; 39/Zümer, 6, 40/Mü’min, 3, 37, 62, 65; 41/Fussılet, 6, 6;
43/Zuhruf, 45, 58, 84, 84; 44/Duhân, 8; 45/Câsiye, 23; 46/Ahkaf, 22, 28; 47/Muhammed,
19; 50/Kaf, 26; 51/Zâriyât, 51; 52/Tûr, 43; 59/Haşr 22, 23; 64/Teğâbün,
13; 71/Nûh, 23; 73/Müzzemmil, 9; 114/Nâs, 3.
B- Allah’tan Başka İlâh Yoktur: 2/Bakara, 163, 255; 3/Âl-i İmrân, 2, 6, 18, 62; 4/
Nisâ, 87, 171; 5/Mâide, 73; 6/En’âm, 19, 102, 106; 14/İbrâhim, 52; 16/Nahl, 22,
51; 20/Tâhâ, 8, 14; 22/Hacc, 34; 23/Mü’minûn, 116; 27/Neml, 26; 28/Kasas, 70,
88; 37/Sâffât, 4.
C- Tevhid (Tek İlâh İnancı), İnsanlığın Aslî İtikadı ve Tüm Peygamberlerin Çağlar
Boyu Tebliğ Edip Canlandırmaya Çalıştığı Husustur: 2/Bakara, 133; 7/A’râf,
59, 65, 73, 85, 158; 9/Tevbe, 129; 11/Hûd, 50, 61, 84; 16/Nahl, 2; 18/Kehf, 110;
21/Enbiyâ, 25, 108; 23/Mü’minûn, 23; 41/Fussılet, 6.
D- Tevhid Dini:
a- Tevhid Dini İslâm’dır: 6/En’âm, 161; 10/Yûnus, 105; 21/Enbiyâ, 92; 30/Rûm,
30; 39/Zümer, 3, 11.
b- Bütün İlâhî Dinler (in Aslı ki, İslâm’dır/Teslimiyettir) Tevhide Dayanır: 6/
En’âm, 90; 21/Enbiyâ, 92; 23/Mü’minûn, 51-52; 42/Şûrâ, 13; 43/Zuhruf, 45;
87/A’lâ, 14-15, 18-19.
c- Tevhidden Başka Her Şey Bâtıldır: 10/Yûnus, 32; 22/Hacc, 31; 41/Fussılet, 6.
d- İbrâhim (a.s.)’in Tevhidî Kimliği ve Allah’a Teslimiyeti: 2/Bakara, 128, 131-
32; 16/Nahl, 120; 19/Meryem, 100-107.
E- Tevhid Kelimesi:
a- Tevhid Kelimesi Yücedir: 9/Tevbe, 40.
b- Tevhid Kelimesinin Örneği: 14/İbrâhim, 24-25.
c- Tevhid Ehli (Muvahhid) ile Müşriğin Örneği: 39/Zümer, 29.
d- Yüce Olan, Yalnız Allah’ın Sözüdür (Tevhiddir): 9/Tevbe, 40.
F- Tevhide Dâvet:
a- Muvahhid (Allah’ı Birleyen)ler Olun: 22/Hacc, 31; 30/Rûm, 30.
b- Yüzünü Tevhid Dinine Döndür: 10/Yûnus, 105.
c- Allah’ın Yolunu (Tevhid’i) Tâkip Edin, Başka Yolları Tâkip Etmeyin: 6/En’âm,
153
d- Tevhide Dâvet Etmek: 10/Yûnus, 105¸30/Rûm, 30; 42/Şûrâ, 15.
G- Tevhid Ehlinin Ahlâkı: 39/Zümer, 17-18; 46/Ahkaf, 13-14.
H- Hevâ ve Hevesi İlâhlaştırmak: 45/Câsiye, 23; 47/Muhammed, 12
İ- Putlar ve Küfrün Öncüleri
a- Putlar, Kıyâmet Günü Kendilerine Uyanlardan Uzaklaşacaklardır: 2/Bakara,
166; 6/En’âm, 22-24, 94; 7/A’râf, 37, 53; 10/Yûnus, 28-30; 11/Hûd, 21; 18/Kehf,
52; 19/Meryem, 81-82; 28/Kasas, 64, 75; 35/Fâtır, 14; 38/Sâd, 59-61; 41/Fussılet,
48; 46/Ahkaf, 6.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 70 -
b- Putlar, Hiç Kimseye Zarar ve Fayda Veremezler: 5/Mâide, 76; 6/En’âm, 40,
41, 46, 71; 7/A’râf, 192-198; 10/Yûnus, 18, 106; 13/Ra’d, 14, 16; 17/İsrâ, 56-57;
20/Tâhâ, 88-89; 22/Hacc, 11-13; 25/Furkan, 55; 34/Sebe’, 22; 36/Yâsin, 74-75;
39/Zümer, 38.
c- Putlar, Hiçbir Şey Yaramazlar: 7/A’râf, 191-192; 10/Yûnus, 34; 13/Ra’d, 33;
16/Nahl, 20; 21/Enbiyâ, 21; 25/Furkan, 3; 27/Neml, 60-64; 30/Rûm, 40; 31/Lokman,
11; 35/Fâtır, 40; 46/Ahkaf, 4.
d- Putlar Şefaat Edemezler: 10/Yûnus, 3, 18; 30/Rûm, 12-13; 34/Sebe’, 23; 39/
Zümer, 43-44; 43/Zuhruf, 86; 53/Necm, 24.
e- Putlar Cehennem Odunudurlar: 21/Enbiyâ, 98-100.
f- Putlar Bâtıldır: 22/Hacc, 62; 28/Kasas, 74; 53/Necm, 23.
g- Putların Misali: 22/Hacc, 73.
h- Putlar Rızık Veremezler: 29/Ankebût, 17.
i- Putlar Kendilerine Tapanlardan Habersizdirler: 46/Ahkaf, 5.
j- Lât, Uzza, Menat Putları: 53/Necm, 19-20.
k- Kendisine Tapılan Putların Rabbi de Allah’tır: 53/Necm, 49.
l- Putların Kendilerine Bile Faydaları Dokunmaz: 7/A’râf, 197-198; 10/Yûnus,
35; 21/Enbiyâ, 43; 25/Furkan, 3.
m- Putlar, Yapılan Duâlara Cevap Veremezler: 13/Ra’d, 14; 27/Neml, 62; 34/
Sebe’, 22; 35/Fâtır, 14.
n- Put İle Allah’ın Misali: 13/Ra’d, 16, 33; 16/Nahl, 17, 75-76; 22/Hacc, 62; 27/
Neml, 59-64; 40/Mü’min, 20.
n- Putlar, Diri Değil Ölüdürler: 16/Nahl, 21.
o- Putlar, Hiçbir Şeye Sahip Değildirler: 16/Nahl, 73; 35/Fâtır, 13; 53/Necm, 19-
20.
K- Putlara Tapmak
Putlara Tapmak Haramdır: 5/Mâide, 90; 17/İsrâ, 29, 39.
Putlara Sövmekten Sakınmak: 6/En’âm, 108.
Putlara Tapanlar Gerçekte Ona Tâbi Olmuyorlar: 10/Yûnus, 66; 28/Kasas, 62-
63; 39/Zümer, 3.
Putlara Tapmaktan Sakınmak: 17/İsrâ, 22; 22/Hacc, 30; 25/Furkan, 68; 42/Şûrâ,
9.
L- Putların ve Küfür Öncülerinin Cezaları
Kıyâmet Günü Putların Durumu: 25/Furkan, 17-19; 28/Kasas, 62-64, 74; 37/
Saffât, 22-34.
Putlar, Müşrikler Tarafından İnkâr Edilecektir: 30/Rûm, 13.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. TDV İslâm Ansiklopedisi, T.D.V. Y. c. 2, s. 471-501; c. 22, s. 64
2. Şâmil İslâm Ansiklopedisi (Cengiz Yağcı), c. 1, s. 112-123; c. 3, s. 127-129;
c. 6, 211-213 (A. Özalp)
3. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. c. 20, s. 403-545
4. Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 145-148, 486-488
5. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. s. 295-299, 427-428,
717-724
6. İnançla İlgili Temel Kavramlar, Mehmet Soysaldı, Çağlayan Y. s. 99-120
7. Kur’an Okumaları, Metin Karabaşoğlu, Karakalem Y. c. 2, s. 130-145
8. Nurdan Kelimeler, Alâaddin Başar, Zafer Y. c.1, s. 31-34, 52-57
TEVHİD
- 71 -
9. Düzeltilmesi Gereken Kavramlar, Muhammed Kutub, Risale Y. s. 15-123
10. Kur’an’da Allah ve İnsan, Toshihiko İzutsu, Kevser Y. 88-113
11. Ana Konularıyla Kur’an, Fazlur Rahman, Fecr Y. s. 41-66
12. Kur’an’da Mü’minlerin Özellikleri, Beşir İslâmoğlu, Pınar Y. s. 11-53
13. Kur’an’ın Ana Konuları, M. Sait Şimşek, Beyan Y. s. 39-63
14. Kur’anî Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Mustansır Mir, İnkılab Y. s. 194-195
15. Bu Böyledir, Kul Sâdi Yüksel, Yenda Y. c. 1, s. 59-137
16. Esenlik Yurdunun Çağrısı, Celâleddin Vatandaş, Pınar Y. s. 73-111
17. Tevhid, Hasan el-Bennâ, Nizam Y.
18. Tevhid, İsmail R. Faruki, İnsan Y.
19. Tevhid, Abdullah bin Abdurrahman, Tevhid Y.
20. Tevhid, 1, 2, Muhammed bin Abdülvahhab, Tevhid Y.
21. Tevhid, Abdülhalık Abdurrahman, Tevhid Y.
22. Tevhid, Abdurrahman bin Hasan, Tevhid Y.
23. Tevhid, Mehmed Zahid Kotku, Seha Neşriyat
24. Tevhid Risalesi, Muhammed Abduh, Fecr Y.
25. Tevhid Risalesi, Mehmet Sürmeli, Mavi Y.
26. Tevhide Giriş, Hâce Muhammed Parsâ, Erkam Y.
27. Tevhidî Görüş, Heyet, Sahra Y.
28. Tevhidî İnanç, Abdurrahman bin Hasan, Gonca Y.
29. Tevhidin Işığında İslâm’ın Anlaşılması, Ali Diko, Meki Y.
30. Tevhid ve Şirk, Salih Gürdal, Beyan Y.
31. Tevhid ve Mü’minin Seyir Çizgisi, Mustafa Şehri, Bir Y.
32. Tevhid ve Değişim, Celaleddin Vatandaş, Pınar Y.
33. Tevhid ve Ledün Risâlesi, İmam Gazâli, Furkan Basım Y.
34. Tevhid Dâveti, Seyyid Kutup, Ravza Y.
35. Tevhidin Hakikatı, Yusuf el-Kardavi, Saff/Özgün Y.
36. Allah’ın Varlığı ve Tevhidin Hakikati, Yusuf el-Kardavi, İhtar Y.
37. Tevhidi Gerçekliğin Işığında, Atasoy Müftüoğlu, Nehir Y.
38. Kelime-i Tevhid Dâvâsı, Kul Sadi Yüksel, Yenda Y.
39. Kelime-i Tevhid Risalesi, M. Ali Karahasanoğlu, Yipar Y.
40. Kelime-i Tevhid Kal’ası, Gazali, Özel Y.
41. Kur’an’da Tevhid, Hüseyin Beheşti, Objektif Y.
42. Kur’an-ı Kerim’de Tevhid Esasları, Muhammed Salih Ali Mustafa, Ölçü Y.
43. İşte Tevhid, 1,2, Ziyaüddin el-Kudsi, Hak Y.
44. Kur’an’da Tevhid Eğitimi, Abdullah Özbek, Esra Y.
45. İslâm Akaidinde Tevhid, Hasan el-Benna, Nizam Y.
46. Gençlerle Tevhid Dersleri, Mehmet Göktaş, İstişare Y.
47. 20. Y.Y.da Tevhid ve Şirk, Mehmed Alagaş, İnsan Dergisi Y.
48. Allah Vardır ve Birdir, H. Rahmi Yananlı, Divan Y.
49. Hakikatü’t-Tevhid, B. Said Nursi, Sözler Y.
50. Soruşturma 1, Tevhid Üzerine, Heyet, Sor Y.
51. İslâm Düşüncesinde Tevhid, Mevlüt Özler, Nun Y.
52. Dua ve Tevhid, İbn Teymiyye, Pınar Y.
53. Sorularla Tevhid ve Akaid, Mehmed Alptekin, Saff Y.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 72 -
54. Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber, Mevdudi, Pınar Y.
55. Kur’an ve Sünnete Göre Tevhid ve Akaid, Muhammed Karaca, Ribat Y.
s. 40-50
56. Kurtulan Toplum, Muhammed bin Cemil Zeyno, Saff Y.
57. Kur’an’da Tevhid, Mehmet Kubat, Şafak Y.
58. Kur’an’da Ülûhiyet, Suad Yıldırım, Kayıhan Y.
59. Kur’ân-ı Kerim’de Tevhid ve Fazileti, Osman Öztürk, Yenda Y.
60. Tevhid, Rasûllerin Ortak Çağrısı, Kul Sâdi Yüksel, Yenda Y.
61. Kur’an-ı Kerim Allah’ı Nasıl Tanıtıyor, Veli Ulutürk, Nil A.Ş. Y.
62. Kur’an’da Allah ve İnsan, Toshihiko İzutsu, Kevser Y.
63. İslâm Düşüncesinde İman Kavramı, Toshihiko İzutsu, Pınar Y.
64. Kur’an’da Dinî ve Ahlâkî Kavramlar, Toshihiko İzutsu, Pınar Y.
65. İman ve Tavır, M. Beşir Eryarsoy, Şafak Y.
66. İslâm İnancında Temel Kavramlar, Taner Cücü, Cumhur Y.
67. Kur’an’da Kulluk, Zekeriya Pak, Kayıhan Y.
68. İbâdet mi, Ayin mi? Mustafa Karataş, Özel Y. Dersaadet Y.
69. Kur’an’da İbâdet Kavramı, İsmail Karagöz, Şule Y.
70. Biz Müslüman mıyız? Muhammed Kutub, Hilâl Y.
71. Düzeltilmesi Gereken Kavramlar, Muhammed Kutub, Risale Y. s. 15-123
72. Allah’a İman ve Altı Esası, Mahmut Toptaş, Cantaş Y.
73. Akide, Şeriat ve Hayat Yolu Lâ İlâhe İllâllah, Muhammed Kutub, Ravza Y.
74. İman Küfür Sınırı (Tekfir Meselesi), A. Saim Kılavuz, Marifet Y.
75. Kur’an’a Göre Dört Terim, Mevdudi, Beyan/Özgün Y.
76. İslâm ve Dört Terim, Ali Karlıbayır, Dünya Y.
77. İman, Mustafa İslâmoğlu, Denge Y.
78. İslâm’da Allah İnancı, Said Havva, Petek Y.
79. İslâm, Said Havvâ, Hilâl/Petek Y.
80. Din Gerçeği ve İslâm, Mehmed Alagaş, İnsan Dergisi Y.
81. İslâm’a İtirazlar ve Kur’an-ı Kerim’den Cevaplar, Süleyman Ateş, Kılıç Y.
82. Mekke Rasüllerin Yolu, Ali Ünal, Pınar Y.
83. İlk Mesajlar, M. Ali Baştaşı, Birlaşik Yayıncılık
84. Şehâdet Bilinci, Hasan Eker, Denge Y.
85. Kur’an’da Mü’minlerin Özellikleri, Beşir İslâmoğlu, Pınar Y. s. 23-35
86. İslâmî Kimlik İlkeler ve Hareket, Toplu Çalışma, Ekin Y.
87. Küfür Cephesinde Yeni Bir Şey Yok, Mahmut Toptaş, Cantaş Y.
88. İslâm’da İnanç Sistemi, Ferit Aydın, Kahraman Y.
89. Epistemolojik Açıdan İman, Hanifi Özcan, İFAV Y.
90. İman, Şartları ve Onu Bozan Şeyler, Seyfüddin el-Muvahhid, Hak Y.
91. Kelimetü’l-İhlâs (Lâ İlâhe İllâllah), İbn Receb el-Hanbelî, Hak Y.
92. Yalnız Allah veya Tevhid, M. Süleyman Temimi, Özel Y.
93. Hz. Peygamber’in Hayatı ve Tevhid Mücadelesi, 1,2,3, Mevdudi, Pınar Y.
94. Kur’an-ı Kerim’e Göre Peygamberler ve Tevhid Mücadelesi, Mehmed N.
Solmaz
95. Kur’an ve Sünnete Uygun İnanç, Muhammed b. Cemal, Tekin Y.
96. İman, Abdülmecid Zindani, Risale Y.
TEVHİD
- 73 -
97. Lâ, 1-2, Mustafa Çelik, Ölçü/Yenda Y.
98. İlâhlar Rejiminin Anatomisi, Mustafa Çelik, Ölçü Y.
99. Câhiliyye Düzeninin Ruh Haritası, Mustafa Çelik, Ölçü Y.
100. Şirk, Abdullah Hanifi, Hanif Y.
101. Şirk, Harun Yahya, Vural Y.
102. Kur’an’da Şirk Kavramı, M. H. Surti, Akabe Y.
103. İman ve Şirk, Adil Akkoyunlu, Hidayet Y.
104. Kur’an’da Şirk Kavramı, Hafız İsmail Surti, Akabe Y.
105. Kur’an ve Hadislere Göreş Şirk ve Müşrik Toplum, Nadim Macit, Ribat
BasımY.
106. Kitabu’l-Asnâm (Putlar Kitabı), İbnü’l-Kelbî, Ank. Ü. İlâhiyat F. Y.
107. Çağdaş İrtidat, Ebul Hasan Ali en-Nedvî, Akabe Y.

- 75 -
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ
İTİKÂDİ KAVRAMLAR -4-
RAB
“Tek rab, âlemlerin Rabbi Allah’tır.
Kullara kul olan, ne kadar alçak;
Rablik taslayan kul, ne kadar küstahtır.”

Rab; Anlam ve Mâhiyeti

Kur’an’da Rab Kavramı

Rab Konusunda Bâzı Âyetler

Rab Konusunda Hadis-i Şerifler

Âlemlerin Tek Rabbi Allah

Eğitim Açısından Rab Kavramı

Nefsine Bile Söz Geçiremeyen Rab Taslakları

Rab Olmayan Bir Tanrı Edinme İsteği

Sevilenlerin Putlaştırılması; Allah’tan Başkasını Rab Edinme

Günümüz insanının Çeşitli Rableri

Rab Konusunda Sahih İtikad
“El-hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn” Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur (Kâinatın yaratıcısı ve geliştiricisi olan Allah’a hamdolsun).” 201
Rab; Anlam ve Mâhiyeti
“Rab” kelimesi, terbiye eden ve yetki sahibi anlamında Arapça bir isimdir. Bu kelime aynı zamanda, ıslah etmek, üzerinde tasarrufta bulunmak, kemâle erdirmek, efendi olmak, sorumluluğunu yüklenmek, başkanlık yapmak, mâlik ve sahip olmak, sözü dinlenmek, itaat edilmek, üstünlüğü ve otoritesi kabul edilmek gibi anlamlara da gelir.
Kur’ânî bir terim olarak Rab; varlıklar âlemini yaratan, terbiye ederek geliştiren, onları maddî ve mânevî olgunluğa götüren, terbiyenin bütün gereklerine mâlik ve her şeye sahip olan Allah anlamına gelmektedir. Allah’ın umumi isimlerindendir. Kur’an’da
201] 1/Fâtiha, 2
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 76 -
Allah lafzından sonra en çok kullanılan isimdir; 968 defa geçer.
Nüzul sıralamasında ilk âyette kullanılan isim/sıfat, Rab ismi olduğu
gibi, Kur’an’ı açtığımızda bizi ilk karşılayan Fâtiha’nın başlangıcında
da yine O’nun onlarca ismi arasından seçilerek başa alınan
Rab ismidir.
Rab, sadece terbiye eden (mürebbî) anlamında olmayıp, yardım
etmek, yol göstermek, tasarruf etmek, korumak, her şeye
hâkim olmak, emretmek ve yasaklamak, sakındırmak gibi terbiyenin
bütün gereklerine sahip olabilmeyi de ifade etmektedir.
Bunun için rab denilince, sadece terbiye ve mâlik olma durumları
değil; her şeye sahip olan ebedi ve sonsuz kudret sahibi Allah anlaşılmalıdır.
Bu özelliğinden dolayı rab kelimesi, Allah’tan başka
varlıklar için, bir şeye izâfe edilmeden tek olarak kullanılamaz.
Kur’an’da Rab ismi, sonsuz kudreti ile her şeyi idaresi altına
alan, yöneten, terbiye eden ve bunları yapabilecek kudrete mâlik
olan Allah anlamına gelmektedir. Ayrıca, Rab ismi, her şeyi idare
eden, koruyup gözeten, hâkimiyeti altında bulunduran ve gerçek
rab olan Allah’a, O’nun rubûbiyet bağına, mutlak tevhid ve tam
bir kulluk şuuru ile bağlanmayı da ifade etmektedir. Allah’tan
başkasının hükmünü hüküm edinmemek, O’nun dinini her şeyden
üstün tutmak, bütün mahlûkatı O’nun mutlak hâkimiyetine
teslim olmuş bilmek, Allah’ı gerçek rab olarak tanımak demektir.
Allah, kendi katında tek geçerli din olan İslâm’ı, insanları,
kullara ve diğer varlıklara ibâdet etmekten kurtarıp, Allah’a kulluk
etmeleri için göndermiştir. İslâm, insanları kulların zulmünden,
Allah’ın adaletine götürür. Tevhid gerçeğinin birinci şartı,
Rubûbiyette tevhiddir. Yani gerçek Rab ve Hâkim olanın tek bir
Allah olduğuna inanmaktır. İkinci şartı da, kullukta tevhiddir; bu
da Allah’tan başkasına kulluk etmemektir. İnsan, Rabbine ibâdet
etmekle yükümlüdür. Müslüman, yalnızca Allah’a ibâdet eden
kimsedir. Sadece Allah’a ibâdet ise, Allah’tan başkasını rab edinmemek,
O’na hiçbir varlığı ortak koşmamak demektir.
İslâm, insanları, birbirlerine kul olmaktan kurtaran hürriyet
dinidir. Sadece İslâm dinidir ki, insanları bir olan Rabbe ibâdet
etmeye çağırmış ve onları çeşitli bâtıl inançların yanlış sonuçlarından
koruyarak, böylece onları Allah’ın dışındaki varlıklara kul
olmaktan kurtarmıştır.
Kur’an’da Rab Kavramı
“Rab” kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de tam 968 yerde geçer. Rab
kelimesinin çoğulu olan “erbâb” 4 yerde ve bu kelimeden türemiş
RAB
- 77 -
olan “Rabbânîyyûn” 3, “ribbiyyûn” ise bir yerde kullanılır. Toplam
olarak “rab” kelimesi ve türevleri Kur’an’da 976 yerde tekrar edilir.
Kur’ân-ı Kerim, besmeleden sonra “Hamd, âlemlerin Rabbi
Allah’a aittir” cümlesiyle başlamaktadır. Bu giriş oldukça ilginçtir.
Vahy kitabı olan Kur’an söze Allah’a ait en önemli özelliği vurgulayarak,
insanlara bu önemli gerçeği hatırlatarak başlıyor: Allah’ın
Rabliği. Her türlü övgü, her türlü saygı ve itaat ifadesi, her türlü
şükran duygusu ve bağlılık; bütün âlemlerin, âlem diye nitelediğimiz
bütün varlıkların asıl sahibi, mâliki, yöneteni, bakıp gözeteni,
koruyup ihtiyaçlarını gidereni, onlara dilediği gibi yön veren yüce
güç sahibi Allah’a aittir. Kur’an, O’nun sözüdür ve O yaratıp şekil
verdiği insanları müjdeliyor, korkutuyor, doğru yola dâvet ediyor.
Çünkü O, âlemlerin Rabbi Allah’tır.
Rab ismi, Kur’an’da Allah lafzından sonra en çok kullanılan
isimdir. İlginçtir ki, ilk nâzil olan 30 sûrede “Rab” ismi 80 kez geçtiği
halde, “Allah” ismi sadece 20 kez geçer. Buna göre Rab lafzı,
Allah lafzının dört katı olmuş oluyor. Elbet bu gerçek, tesadüfle
açıklanamaz.
Kur’an, ilk mü’minlerin gönlünde sahih bir Allah inancını
oluşturmayı hedeflemişti. Çünkü sorun insanları Allah’ın varlığına
inandırma sorunu değildi. Câhiliye insanı Allah’ın varlığına
zaten inanıyordu. Ama bu insanlar sahih Allah inancını kaybettikleri,
Allah’ın olanı başkalarıyla paylaştırdıkları için sapıtmışlardı.
Bu nedenle Allah, ilk indirdiği âyetlerinde insanların zihinlerinde
kendi rabliğini silinmez bir biçimde yazmayı murad ediyordu.
Bundan dolayıdır ki, yaratıcının en büyük ismi olan “Allah”ın dört
katı olarak “Rab” ismi kullanılmıştı. Rabliği kabul edilmemiş bir
Allah’a müşrikler zaten öteden beri inanıyorlardı.
İşte Kur’an, Allah’ın rab oluşunu ilk mü’minlerin kalbine ve kafasına
silinmez harflerle yazdıktan sonradır ki, taşın gediğine konduğunun
delili olarak, tam sekiz ayrı yerde şu hitapta bulunuyordu:
“Zâlikümüllahü Rabbüküm”202; “İşte bu Allah’tır sizin Rabbiniz” Yani,
ancak Allah olan, Rabbiniz olabilir, deniliyor. “Rabbimiz Allah’tır
deyip sonra da dosdoğru olanlar” 203 ebedî saâdetle müjdeleniyordu.
Kur’an’da rabliğin belirgin özellikleri açık olarak bildirilmiştir.
Bunların başında, insanlardan mutlak itaat ve kulluk istemek,
insanlık hayatını ve varlıklar âlemini düzenleyen ilâhî nizamlar
202] 40/Mü'min, 62, 64
203] 41/Fussılet, 30
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 78 -
koymak, mutlak değer ölçüleri belirtmek gibi özellikler gelir. Bunlardan
birini kendine tahsis eden insan, rablik iddiasında bulunmuş
olur. Allah, Kur’ân-ı Kerim’de, ibâdet edilecek tek rab
olduğunu açık bir şekilde bildirmiş ve kendisine bu konuda şirk/
ortak koşulmamasını istemiştir. Buna rağmen, insanların yine de
Allah’tan başka varlıkları rab edindikleri görülmektedir. Bir kısım
insanlar çıkıyor, Rabbe ait olan özellikleri kendilerine mal etmeye
kalkışıyorlar. Sonra da insanları gerçek Rabbin emir ve yasakları
dışında kendi koydukları kurallara, ilkelere, değer ölçülerine ve
kendi düşüncelerine kayıtsız şartsız uymaya çağırıyorlar. Oysa bu
durum, rablik iddia etmenin ta kendisidir. Bazı insanlar her ne kadar
onlar için secdeye varmasalar da Allah’ın koyduğu hükümleri
bırakıp, onların gayr-ı meşrû emirlerini benimseyerek dinlemek
suretiyle onlara kul olma derekesine düşerler. Onların bu durumu
Allah’tan başkalarını rab edinmeleri demektir. Kur’an’daki rable
ilgili âyetler bu konuyu açıkça ortaya koymaktadır. 204
Kur’ân-ı Kerim, sık sık, insanların ve bütün evrenin Rabbinin
Allah olduğunu vurgulamaktadır. O, kendi irâdesiyle evreni ve
içindekileri yaratıp şekil vermiş, biçimlendirmiştir. Yarattığı her şeyin
tek sahibi ve maliki O’dur. O aynı zamanda yarattığı evreni ve
içindekileri yönetmektedir, her şeye tasarruf etmektedir. Bu tasarruf
etmenin içerisinde elbette yaratılmışların ihtiyacı olan şeyleri
onlara karşılıksız vermek de vardır.
Kur’an’da Rabbin Mânâları: Kur’an-ı Kerim, Rab kelimesini bir
kaç mânâda kullanmaktadır:
a) Özel İsim Olarak: Birçok yerde Rab kavramı, Allah’ın özel
ismi olarak geçmektedir. 205
b) Kendisine Yönelinen: Bazı âyetlerde, etrafında toplanılan,
kendisine dönülen en yüce varlık anlamında kullanılmaktadır. Bu
anlam ile Allah’ın özel ismi Rab arasında bağlantı vardır. 206
c) Karşı Gelinemeyen Otorite: Emrine uyulan, kendisinden
daha üstün kimsenin olmadığı, koyduğu ilkelere uyulan ve karşı
gelinmeyen otorite anlamında da kullanılır: “Onlar Allah’ı bırakıp
hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu İsa’yı (Mesih’i) rab olarak kabul
ettiler. Hâlbuki bir tek ilâhtan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı.
O’ndan başka ilâh yoktur. Allah, onların ortak koştukları şeylerden
münezzehtir (uzaktır).”207 Âyette geçen “erbâb” rab kelimesinin çoğuludur.
204] Y. Çiçek, F. Yıldız, Hamd Rab, Bir Y., s. 47-49
205] 26/Şuarâ, 77-80; 73/Müzemmil, 9; 6/En’âm, 164
206] 34/Sebe’, 26
207] 9/Tevbe, 31; Ayrıca bkz. 3/Âl-i İmrân, 64
RAB
- 79 -
Birtakım insanlar, Allah’ı bırakıp O’nun dışındaki bazı şeyleri
rab haline getirirler, onları Rab kabul ederler. Onların emirlerini,
sözlerini ve koydukları hükümleri mutlak ölçü olarak alırlar.
Allah’ın kanun ve ölçülerini bırakıp, bu yücelttikleri ölçüleri en
doğru ilke kabul ederler. Allah, onların rab haline getirdiği şeylerin
aslında rab olmayıp, güçsüz varlıklar olduğunu vurgulamaktadır.
d) Efendi-Yönetici Anlamında: Yûsuf sûresi âyet 50’de rab kelimesi
sahip, efendi veya yönetici anlamında kullanılmaktadır.
e) Mâlik/Sahip Mânâsında: Bazı âyetlerde rab kelimesi,
mâlik/sahip anlamındadır. “Yedi göğün Rabbi, yüce Arşın da Rabbi
kimdir?”208; “Eğer yerde ve gökte birden fazla tanrılar olsaydı, şüphesiz
her ikisinin de düzeni bozulurdu. Demek ki Arş’ın Rabbi olan Allah, onların
yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir/uzaktır.” 209
d) Allah’ın Sıfatı Olarak Rab: Görüldüğü gibi Rab olmak,
Allah’ın sıfatlarından biridir. İlâhlığının bir gereğidir. Rab ismi
geniş anlamlı bir sıfattır. Allah’ın yaratıcılığını, evrene sahip ve
hâkim oluşunu, insana ait her şeyi yaratıp şekil verdiğini, evrende
olan her şeye yüce kudretiyle tasarruf ettiğini, insanlar hakkında
hükümler/yasalar koyduğunu ve bu hükümlere itaat etmenin gerekliliğini,
mutlak anlamda itaatın ancak Allah’a yapılması gerektiğini,
ıslah edenin, şekil verenin, her şeyi elinde tutanın yalnızca
Allah olduğunu ifade eder. 210
Rab Konusunda Bâzı Âyetler
“Âlemlerin Rabbi (terbiye edip yetiştiricisi) Allah’a hamd olsun.” 211
“O Rab ki, yeri sizin için döşek, göğü de bina yaptı. Gökten su indirdi,
onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkardı. Öyleyse siz de bile bile
Allah’a eşler koşmayın.” 212
“Rabbi ona ‘İslâm ol’ demişti. ‘Âlemlerin Rabbine teslim oldum’ dedi.” 213
“De ki, Allah her şeyin Rabbi iken ben O’ndan başka rab mı arayayım?
Herkesin kazandığı yalnız kendisine aittir. Kendi (günah) yükünü taşıyan
hiç kimse, bir başkasının (günah) yükünü taşımaz. Sonra dönüşünüz Rabbinizedir.
(O) ayrılığa düştüğünüz gerçeği size haber verecektir.” 214
208] 23/Mü’minûn, 86
209] 21/Enbiyâ, 22
210] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 510
211] 1/Fâtiha, 1
212] 2/Bakara, 22
213] 2/Bakara, 131
214] 6/En'âm, 164
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 80 -
“De ki: Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor? Ya da o kulaklara ve
gözlere kim sahiptir (onları yaratıp yöneten kimdir)? Ölüden diriyi, diriden
ölüyü kim çıkarıyor? (Yaratma) işini kim düzenleyip yönetiyor? ‘Allah’ diyecekler.
O halde O’nun azâbından korunmuyor musunuz? İşte gerçek
Rabbiniz Allah budur. Haktan sonra sapıklıktan başka ne var? Öyleyse
nasıl (haktan sapıklığa) çevriliyorsunuz?” 215
“Size ulaşan her nimet Allah’tandır. Sonra size bir sıkıntı dokunduğu
zaman da yalnız O’na yalvarırsınız. Sonra, sizden o sıkıntıyı açıp kaldırdığı
zaman, içinizden bir grup derhal rablerine ortak koşarlar.” 216
“Onlar benim düşmanımdır. Yalnız âlemlerin Rabbi (benim dostumdur).
Beni yaratan ve bana yol gösteren O’dur. Hastalandığım zaman
bana şifa veren O’dur. Beni öldürecek, sonra diriltecek O’dur. Ceza günü
hatamı bağışlayacağını umduğum da O’dur. Rabbim, bana hüküm (yüksek
bilgi, olgun hareket) ver ve beni sâlihler (zümresin)e kat.” 217
“Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki,
Allah’ın azâbından korunasınız.” 218
“De ki: Ey kitap ehli, Bizim ve sizin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin:
Yalnız Allah’a tapalım (O’nun emrine itaat edelim.) O’na hiçbir şeyi ortak
koşmayalım; birimiz, diğerini Allah’tan başka rabler edinmesin. Eğer yüz
çevirirlerse: Şahit olun, biz müslümanlarız deyin.” 219
“Rabbin yalnız kendisine tapmanızı ve ana babaya iyilik etmenizi emretti.”
220
“De ki: Ben de sizin gibi bir insanım. İlâhınızın tek bir ilâh olduğu bana
vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı arzu ediyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine
yaptığı ibâdete hiç kimseyi ortak etmesin.” 221
“Hahamlarını ve râhiplerini Allah’tan ayrı rabler edindiler. Meryem
oğlu Mesih’i de. Oysa kendilerine yalnız tek ilâh olan Allah’a ibâdet etmeleri
emredilmişti. O’ndan başka ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları
şeylerden münezzehtir.” 222
“İyi bilin ki, yaratma ve emir O’nundur. Âlemlerin Rabbi Allah ne uludur.”
223
215] 10/Yûnus, 31-32
216] 16/Nahl, 53-54
217] 26/Şuarâ, 77-83
218] 2/Bakara, 21
219] 3/Âl-i İmrân, 64
220] 17/İsrâ, 23
221] 18/Kehf, 110
222] 9/Tevbe, 31
223] 7/A'râf, 54
RAB
- 81 -
“Ey benim zindan arkadaşlarım, (düşünün bir kere) çeşitli rabler mi iyi,
yoksa her şeyi (hükmü altında tutan) kahredici tek Allah mı?” 224
“(Allah) geceyi gündüzün içine katar, gündüzü de gecenin içine katar.
Güneşi ve ayı emri altına almıştır. Her biri belirtilmiş bir süreye kadar
akıp gidiyor. İşte (bütün bunları yapan) Rabbiniz Allah’tır. Mülk O’nundur.
O’ndan başka (yalvarıp) çağırdıklarınız ise, bir çekirdek kabuğuna bile
sahip değillerdir.” 225
“O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Daima üstündür,
çok bağışlayandır.” 226
Rab Konusunda Bazı Hadis-i Şerifler
“Sizden biriniz (kölesine) kulum ve kölem demesin. Köle de efendisine
“Rabbim” demesin; sadece efendim desin. Hepiniz Allah’ın kulusunuz.
Gerçek rab, Allah Teâlâ’dır.” 227 Peygamberimiz, Allah’tan
başkasına kul olmak ve O’na diğer varlıkları ortak koşmak tehlikesini
gidermek için böyle buyurmuşlardır. Çünkü her şeyin gerçek
sahibi ve mâliki Allah’tır. Rubûbiyet, Allah’a ait bir sıfattır.
İnsanlar ise O’nun terbiyesi altındadır. Allah’tan başka varlıkların
rab diye isimlendirilmeleri, bazılarının da başkalarının kulu
kabul edilmeleri İslâm’la, tevhidle bağdaşmayan bir alçalmadır.
Başkasının emrinde olan anlamına gelen “memur” ve görevlilerden
bazılarının, yaptıkları bir haksızlığa kılıf bulmak için
yapıştıkları bir deyim vardır: “Ne yapayım, ben emir kuluyum.”
Yaptıkları işin yanlış olduğunu, onu savunamayacağını bilen zavallının,
bu birincisinden daha büyük ikinci yanlışıdır, kula kulluğunu
belirtmek. Kimsenin kimseyi, Allah’a rağmen her istediğini
emredebileceği emir kulu görmesini İslâm onaylamadığı gibi; hiçbir
kulun da başka bir kulun kulluğunu kabullenme gibi insanlık
şerefiyle bağdaşmayacak aşağılığa rızâ göstermesini de kabul etmez.
İslâm’ın hâkim olmadığı yerde, güçlüler kendilerini rab yerine
koymaya; zayıflar da bu rab taslaklarının rabliğini kabul etmeye
meyillidirler. Kur’an’ın rab konusundaki tavrı ve yukarıdaki
hadis-i şerif, öncelikle bu iddia ve kabullenmeyi yasaklamaktadır.
Denilebilir ki, “günümüzde kölelik yok; kimse kimseye kulum,
kölem demez.” Kölelik kalkmadı, şekil değiştirdi. Ceberut devletler,
vatandaşlarını kul köle gördükleri, çıkardıkları kanunlarla
insanları ezdikleri gibi; kapitalist zenginler de, işçilerini köle gibi,
224] 12/Yûsuf, 39
225] 35/Fâtır, 13
226] 38/Sâd, 66
227] Buhârî, Itk 17; Müslim, Elfâz 14
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 82 -
hizmetçi ve sekreterlerini câriye gibi görmekteler. Değişen pek bir
şey yok.
Yine, Rasûlüllah’ın (s.a.s.) şöyle buyurduğu rivâyet edilir:
“Münâfığa seyyid (efendi) demeyin. Eğer o efendi kabul edilirse, çok
yüce ve aziz Rabbinizi gazablandırmış olursunuz.” Eğer münâfık birisi,
efendi, sözü dinlenen kişi olarak kabul edilirse, o zaman ona itaat
kaçınılmaz olur. Bu durum da Allah’ın gazabını gerektirir. Çünkü
münâfığı, sözü dinlenen bir kişi olarak kabul etmek, ona itaatı
kabullenmek demektir ki, bu durum Allah’ın gazabına sebep olur.
“Efendi” kelimesi yerine, münâfık ve İslâm düşmanlarına, saygıdeğer
anlamında, günümüzde “sayın”, “beyefendi” gibi unvanlar
vermek de aynı yasağın sınırına girer diye düşünüyorum. İslâm’ı
yürürlükten kaldırmaya ve günlük hayattan çıkarmaya çalışanlar
“efendi” kelimesini artık saygı unvanı olmaktan çıkardılar. Çünkü
müslümanlar, Peygamberlerine, büyük zatlara, âlimlerine “efendi”
diyorlardı. Bunları küçük gören zihniyet, romanlarıyla, filmleriyle
“efendi” unvanını sadece kapıcılara, hizmetçilere lâyık gördüler
ve topluma benimsettiler. Efendi unvanıyla birlikte nice İslâmî
isimler de, başörtüsü de hizmetçilere lâyık görüldü. Rablik taslayanlara
artık efendi denmiyor; “sayın, saygıdeğer, hocam, paşam”
deniyor. Hadis-i şeriften anlayacağımız yasak, inançsızlara saygı
unvanlarını verme, onları saygın görme yasağıdır. İslâm’a düşman
olduğu için krallığı ve otoritesi kabul edilmeyen birine, meselâ
Fas’ta yaşayan bir müslümanın “Kral Hasan” demesinin yanlışlığı,
o makamı, onun o makamdaki meşrûluğunu diliyle kabul etmiş
intibaı oluşturacağındandır.
Bu duyarlılığı taşıyan bir İslâm ülkesi, resmen ve fiilen “İsrail”
diye bir ülke tanımadığını, bu ismi kullanmayarak gösteriyor.
Bu ülkeden bahsederken, Kudüs’ü işgal eden rejim demektedir.
İslâm-küfür savaşı aynı zamanda bir kavram savaşıdır. Bu, dün
de böyle idi, bu gün de böyledir. Hudeybiye antlaşmasında, müşrikler,
besmeledeki “Rahmân” kavramını antlaşma yazısından sildirmeye
çalışmışlar, “biz Rahmân’ı kabul etmiyoruz” demişlerdi.
“Rasûlullah” ifadesi için de benzer tavır sergilemişlerdi. Bu gün
de kâfirler aynı tavrı sürdürüyorlar. “Şeriat, şehâdet, tesettür...”
gibi kavramları unutturmaya çalıştıkları gibi; “irtica, gericilik, çağdaşlık...”
gibi kavramları kullanıma sunuyorlar. Günümüz müslümanları,
Kur’anî kavramları topluma gerçek anlamlarıyla yeniden
benimsetecek yerde; onların tüm kavramlarını, hem de onların
içini doldurdukları anlamlarla kullanmakta sakınca görmüyor.
Atatürkçülük, demokrasi, laiklik, özgürlük gibi kavramları sorgulayarak
düşünüverin.
RAB
- 83 -
Âlemlerin Tek Rabbi Allah
“El-hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn: (Hamd bütünüyle âlemlerin Rabbi
olan Allah içindir.)”228 Burada yaratıcımız, kendisini tanımak isteyenlere
“Rab olan Allah” biçiminde tanıtıyor. Allah, tek Rabbimizdir,
yani O bizi yaratıp da bırakıvermedi. Yarattığı bütün varlıkları terbiye
ediyor, tekâmüle erdiriyor. Devamlı, yeniden yaratıyor, geliştiriyor.
Prensip ve kanunlarıyla iyiye, hayra, güzele yönlendiriyor.
Varlıklarda, özellikle canlılarda gördüğümüz tekâmül ve değişim,
O’nun rabliğinin göstergesidir. Bu ayette O’nun rabliğinin büyüklüğünü
gösteren bir açıklama da var: “Âlemlerin Rabbi olan”
O’nun rabliği, O’nun Allah’lığının en vazgeçilmez vasıflarından
birisidir.
Onun için Meryem oğlu İsa (a.s.) da elçi olarak gönderildiği
insanlara O’nu şöyle tanıtmıştı: “Ey İsrâiloğulları, benim ve sizin Rabbiniz
olan Allah’a ibâdet edin.”229 “Âlemlerin Rabbi” ifadesi İslâm’ın
evrenselliğini de vurgulamaktadır. Rabbimiz, herkesin, tüm insanların,
tüm varlıkların Rabbidir. Tüm yaratıklar aynı Rabbin kullarıyız.
Bu ifade, varlıklarla ortak dil, ortak eylem sahibi olduğumuzu
vurgulamış oluyor. Tüm varlıklar O’na kulluk/ibâdet ediyorlar,
O’nu rab kabul ediyorlar.230 İşte evrenle, tüm yaratıklarla uyum ve
kardeşliğimiz, aynı Rabbin kanun ve otoritesine (rabliğine) boyun
eğdiğimiz, O’nu âlemlerin Rabbi olarak benimsememizde açığa
çıkıyor. İşte tevhid, işte evrensellik!
“Âlemlerin Rabbi”: Evrende büyük bir nizam, uyum ve yardımlaşma
göze çarpmaktadır. Karada, denizde, dağda, ormanda
yaşasın; bazı canlıların, diğer canlılar aleyhine aşırı üremeleri söz
konusu değil. Bütün canlılar, intizamlı şekilde çoğalıyorlar. Erkekdişi
oranları da, bütün hayvanların yaşadığı yerlerde oranlı. İnsanların
erkek ve dişi oranları da, akıl almaz şekilde her ülke ve her
yerleşim biriminde birbirine oranlı. Büyük bir düzen göze çarpıyor.
Gökte eksiklik, aksaklık yok; yerde, “tabiat kanunları” denilen, bizim
“sünnetullah” demeyi tercih ettiğimiz Rabbin kanunları tıkır
tıkır işliyor. Dünya, içindekilerle birlikte en güzel misafirhane olarak
yaratılıp insanın hizmetine verilmiş. Problemler, fesat ve fitneler,
Allah’tan ve O’nun yolundakilerden kaynaklanmıyor. Tam
tersine Allah’ı tanımayanlar, O’nun düzenini bozmaya çalışıyorlar.
“İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu,
fesat çıktı, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de
228] 1/Fâtiha, 1
229] 5/Mâide, 30
230] 17/İsrâ, 44
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 84 -
(tuttukları kötü yoldan) dönerler.” 231
İğrenç bir ahlâksızlığın AIDS ile cezasının tattırılması gibi, Allah
fesattan dönmeleri için ihtarlar veriyor. Fesat, düzen bozuculuk,
kâfir ve münâfıkların özelliklerindendir.232 Mü’minin özelliği
ise fesadın tam zıddı ıslah’tır. O, sâlih amel yapmaya çalışır; yani
bozulan düzeni Allah’ın istediği ve insanların huzur duyacağı
şekle, aslına döndürme eylemleri içindedir. Bu sâlih eylemler,
mü’minin kendi kurtuluşu için şarttır.233 Toplumun dünyada huzur
ve nizamı; âhirette de kurtuluşu için, yani yeryüzünün bozulan
düzenini ıslah için yapacağı gayretlerin adıdır cihad. Dünyada
devlet, âhirette cennet isteyen bir mü’min cihadı terk edemez.
Eğitim Açısından Rab Kavramı
Rab kelimesi, terbiye eden, yetiştiren, eğiten demek olduğundan,
lügat anlamıyla ana babaya rablik (terbiye edicilik, eğiticilik)
isnâd edilir.234 Çocuklarını eğitip terbiye eden anlamındaki bu
rablik, tabii ki sınırlı ve mecazî anlamda rabliktir. Elbette, kelimenin
tüm anlamlarıyla ve hakiki olarak Allah’tan başka rab yoktur.
Kâmil anlamda eğitmek ve yetiştirmek de mutlak ve hakiki
Rab olan Allah’a aittir. O, sadece yarattıklarından bir cins olan
insanı değil; tüm evrenleri terbiye eden, olgunlaştıran, yönetendir;
âlemlerin Rabbidir. Terbiye, her varlığın kendi sınırları içinde
tekâmül etmesi demektir. Devamlı yaratma halinde olan, yaratıp
da bırakıvermeyen, onları kemâle erdiren de Rab olan Allah’tır.
Her varlık, bizzat Allah tarafından terbiye edilmektedir. Bu terbiye,
“eğitim” kelimesini hemen tümüyle karşılar. O yüzden “öğretim
ve eğitim” kavramlarının karşılığı olarak Türkçe’de yakın
zamana kadar “ta’lim ve terbiye” kullanılırdı; eski yoğunlukta
olmamakla birlikte hâlâ kullanıldığı görülmektedir.
Kur’an’ın tertibinde (Mushaf’da) ilk âyette Allah’ın bu ismi seçilip
vurgulandığı gibi, nâzil olan ilk âyette de Rab ismi kullanılır:
“Oku, yaratan Rabbinin adıyla.”235 İlk insanın yaratılması ve halifeliği
konusunda da yine bu isim kullanılır: “Hatırla ki: Rabbin meleklere,
‘Ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım’ dedi. Onlar, ‘biz hamdinle sana
tesbih ve seni takdis edip dururken yeryüzünde fesat çıkaracak, orada
kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun?’ dediler. Allah da onlara: ‘Sizin
231] 30/Rûm, 41
232] 2/Bakara, 11-12
233] 103/Asr, 3
234] 17/İsrâ, 24
235] 96/ Alak, 1
RAB
- 85 -
bilemeyeceğinizi ben bilirim’ dedi.” 236
“Kaalû belâ” veya “elest bezmi” diye ifade edilen mîsak almada,
Allah’ın yine bu ismi zikredilir: “Kıyamet gününde, ‘biz bundan
habersizdik’ demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden
zürriyetlerini aldı ve onları kendilerine şâhit tuttu ve dedi ki: ‘Ben
sizin Rabbiniz değil miyim?’ (Onlar da), ‘Evet, (Rabbimiz olduğuna) şâhit
olduk’ dediler.” 237
Rab isminin geçtiği yukarıdaki konuların eğitimle çok yakından
ilgileri vardır. Bunların dışında yine eğitimle direkt ilgili olan
başka âyetlerde de Rab ismi vurgulanır: “Oku, insana bilmediklerini
öğreten ve kalemle yazmayı ta’lim eden Rabbin ekremdir (en cömerttir).”
238; “Gerçek yönetici olan Allah, yücedir. Sana O’nun vahyi tamamlanmazdan
önce Kur’an’ı (okumakta) acele etme ve ‘Rabbim, benim ilmimi
artır’ de.”239; “Rabbim, bana hikmet ver ve beni sâlihler (iyiler) zümresine
kat.” 240
Başkasını eğitmeye, yanlış olma ihtimali olan kendi göreceli
doğrularımızı, beşerî prensiplerimizi başkalarına öğretip
uygulatmaya hakkımız var mı? insanları eğitme, terbiye etme
konusunda yetki kimindir? Bu soruları rab kavramı etrafında düşündüğümüzde,
şunları ifade edebiliriz: Her şeyi yaratıp onlara
sahip olan, yarattıklarını terbiye edip eğiten, olgunlaştıran sadece
Allah’tır. Yardım etmek, yol göstermek, yön vermek, değiştirmek,
tasarruf etmek, korumak, hâkim ve egemen olmak, sakındırmak,
yasaklamak ve emretmek gibi eğitimle ilgili tüm alanlarda yetki
ve gücü tümüyle elinde bulunduran yalnız Allah’tır. Allah’tan başkasının
kendi adına, beşerî prensiplerle bu özellikleri istediği gibi
kullanması rablik taslamak ve eğittiğini zannettiklerine az veya
çok zulmetmektir. Allah’tan başka rab kabul etmemenin pratikteki
uygulanışı ve başkasının kulluğunu kabul etmemenin zarûrî
gereklerinden biri de, eğitim prensipleri konusunda Allah’ın koyduğu
hükümlere ters düşülmemesidir. Başkasının eğitimle ilgili
ilkelerini Allah’ın hükümlerine tercih etme, o kimse veya görüşü
rab kabul etme anlamına gelecektir.
Rab, mutlak mânâda kullanılınca, mutlak eğitenin Allah olduğu
ortaya çıkar. Allah’tan başka Rabbin olmadığına inanan muvahhid
mü’minin, “Rabb”in eğiten, yetiştiren anlamından dolayı,
236] 2/ Bakara, 30
237] 7/A’râf, 172
238] 96/Alak, 3-5
239] 20/Tâhâ, 114
240] 26/Şuarâ, 83
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 86 -
Allah’tan başka gerçek anlamda eğitimci -mutlak eğiten- kabul
etmemesi gerekir. Eğer vahiyle açıklanan Allah’ın eğitim ve terbiye
prensipleri doğrultusunda eğitim söz konusu ise, tabii ki bu
eğitim faâliyetinin, başkasını rab kabul etme anlayışına girmeyeceği
açıktır.
İnsanı insanla eğitmek zorundayız, ama insanı yine insanın
fikirleri doğrultusunda eğitmek, hem zor, hem tehlikeli, hem
de gayr-ı meşrûdur. Vahyin yön vermediği insan aklı, mükemmel
bir eğitim görüş ve uygulayışı oluşturmakta yetersizdir. Bu,
birbirlerinin eksik yönlerini görüp düzeltmeye çalışan tarihteki
yüzlerce eğitim görüşünün her birinin teori ve pratikteki eksik
ve yanlışlarından da kolayca anlaşılabilecektir. Beşerin vahiyden
uzak tüm uygulamalarındaki çıkmazların eğitime yansıması olarak,
günümüzde de hâlâ yazboz tahtasından farksız eğitim teori
ve uygulamalarını ve çağdaş eğitimin problemlerini objektif gözle
değerlendirebilen tüm eğitimcilerin yakınmaları, bu tezi doğrulamaktadır.
Felsefî yaklaşımların üzerinde ittifak ettikleri bir eğitim görüşü
yoktur. Nice ideolojilerin eğitim görüşlerinin olmadığı veya
olmasının olmamasından daha kötü olduğu gibi. Bazı eğitim görüşleri
merkeze çocuğu, bazısı merkeze öğretmeni, bazısı geçmişi,
bazısı bir ideolojiyi veya beşerî bir ilkeyi, bazısı faydayı... almıştır.
Tüm bu anlayışların, kurulu düzenden ve materyalist hayat anlayışından
da bağımsız olmadığı ve tümünde, kişinin kendi hevâ ve
heveslerini veya bir şahıs veya görüşü rableştirdiği olgusu temel
problemdir. Günümüzde eğitimin hemen her yerde, vahyin kabul
ve redleri doğrultusunda ve Rabbimiz’e gerçek kullar yetiştirme
modeliyle tanzim edilmediğini görmekteyiz. Ders araç ve gereçleri
vahyin süzgeciyle oluşturulmamakta, öğretilenlerin önemli bir
yekûnu dinin öğretilmesini istediği faydalı bilgi, yani ilim değeri
taşımamakta, tevhid ve Rabbin terbiyesi öncelikler içerisinde bulunmamaktadır.
Yani eğitim konusunda başka rabler devreye girmektedir.
Bu rab taslakları, tuğyanlarını arttırarak, câhiliyye müşrikleri
kadar bile Allah’ı işlerine karıştırmak istememekteler. Gerçek
Eğitici’nin prensiplerinden hemen hiç birinin kendi rablerine ortak
olmasına bile izin vermemekteler. Okullardaki başörtüsü yasağını,
tören ve kutlamaları, sözgelimi sakallı bir öğretmene, “selâm”la
sınıfa girmeye, besmeleyle başlanan derse bile tahammül edememeleri,
bu çarpık rab anlayışının yansımaları olarak değerlendirilmelidir.
RAB
- 87 -
Tek Rabbim Allah’tır deyip insanların da içinde bulunduğu
tüm evreni terbiye edenin ve eğitme hakkına sahip olanın Allah
olduğunu kabul eden müslüman, bu inancının sonucu olarak
Rabbânî ilke ve prensiplere uymak zorundadır. Kendini ve ehlini
ateşten korumak zorunda olan241 insanın temel görevi, Allah’ı
tek rab kabul edip O’na kulluk yapmak, çoluk çocuğunu da Rabbin
terbiyesi ile yetiştirmektir. Âdemoğlu, yeryüzünün halifesi
olduğu veya olması gerektiği için, Allah adına yaşamak ve O’nun
ilke ve prensiplerine tümüyle uymak zorundadır.
Tevhid, Allah’ı tek rab ve tek ilâh kabul etmek demek olduğuna
göre, eğitim konusunda da ilâhî prensiplere ters ilke, anlayış
ve uygulamaların tevhid-i tedrisat kapsamına girse de tevhidî
tedrisata, meşrû eğitim kapsamına girmediği kabul edilmelidir.
Unutulmamalıdır ki, hakka; hangi oranda olursa olsun bâtılın karıştırılması,
o sentezi hak olmaktan çıkarır. Tevhidin en küçük bir
küfür ve şirkle beraber bulunması mümkün değildir. Hak görüntüsüne
bürünmeyen, içinde cüz’î doğrular barındırmayan bâtılın
zararı daha sınırlı ve izâle edilmesi daha kolaydır.
Allah’ın tek rab olduğu inancına ve bu kabulün gerektirdiği
eğitim anlayışına sahip olmayan kimsenin, öncelikle kendisinin
eğitilmesi gerektiğinden, başkalarını eğitme hakkı yoktur. Gerçek
Rabbini tanımayanın kendini tanıması da mümkün değildir.
İnsanı doğru tanımayan, yaratılışı, fıtratı keşfedemeyen kimselerin
eğitim görüşlerinin de eksik ve yanlışlarla dolu olacağı doğaldır.
Ancak doğru Rab anlayışı; insanı, kendi fıtratı ve kendi
psikolojik yapısına göre eğitmeyi sağlayabilir. Kişinin haddini ve
Rabbini bilmemesi, eksik ve yanlış tanımladığı insanı, fıtratına ters
ve dolayısıyla sağlıksız, başarısız, adâletsiz, huzursuz bir potada
eğitmek/öğütmek demektir. “Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin
ona ne vermek istediğini de Biz biliriz. Ona şah damarından daha
yakınız.” 242
Nefsine Bile Söz Geçiremeyen Rab Taslakları
Âlemlerin Rabbi Allah’tır. Yarattıklarını besleyen, rızıklandıran,
koruyan, gözeten... O’dur. Suyun derinliklerinde, ormanın ıssızlığında,
toprağın altında, dağın tepesinde yaşayan, hasta, sakat
veya sağlam, gözü olan - olmayan nice varlıklara rızık veren O’dur.
İnsanın hizmetine sunulan sayısız nimetler bize Rabbimizi tanıtıyor.
Bütün âlemler, tüm varlıklar; Rabbini tanıyor, O’na itaat ve
241] 66/Tahrîm, 6
242] 50/Kaf, 16
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 88 -
kulluk ediyor.243 Bizim de fıtratımızda Rabbi tanıyıp kabul etmek
ve O’na ibâdet etmek var. Kur’an bize Rabbimizi tanıtıyor.
İnanmayan insanlar, eğer güçsüz (müstaz’af) iseler, çevrelerindeki
rab taslaklarından birini rab olarak kabul ederler. Bu kula
kulluk ve rab kabulü, çok farklı şekillerde ortaya çıkar. İnançsız
ve güçsüz kişi, bazen özgür irâdesiyle, bazen reklâm ve aldatmacalarla
kandırılarak, bazen tâğutların zorlamalarıyla piyasadaki
rablerden birine veya birkaçına boyun eğer. Piyasada tedâvülde
bulunan çeşit çeşit rab(!) vardır. Müzik ilâhından tutun, fuhuş tanrısına,
futbolcudan tutun, artiste, yöneticilere kadar. Demokrasi
var: Herkes istediği tâğutu, beğendiği putu seçmekte serbesttir.
Allah’a gerçekten inanıp teslim olmayanlar, eğer kendilerinde
güç ve otorite vehmediyorlarsa, başka bir Rabbe boyun eğmezler;
kendileri rablik taslarlar.
Rablik taslayan güçlüler (müstekbirler) üç kısma ayrılır: Siyasî,
dinî ve iktisadî güçlüler. Siyasî güçlerin rablik taslamalarına örnek;
Fir’avn, Nemrut ve onların izinden giden çağdaş yöneticilerdir.
“(Fir’avn,) Ben sizin en yüce Rabbinizim, dedi.” 244; “Allah kendisine mülk
(hükümdarlık ve zenginlik) verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrahim
ile tartışmaya gireni (Nemrut’u) görmedin mi? İşte o zaman İbrahim:
‘Rabbim hayat veren ve öldürendir’ demişti. O da: ‘Ben de hayat verir ve
öldürürüm’ demişti. İbrahim: ‘Allah güneşi doğudan getirmektedir. Haydi
sen de onu batıdan getir’ dedi. Bunun üzerine kâfir apışıp kaldı. Allah
zâlim kimseleri hidâyete erdirmez.” 245
Dinî yönden ellerinde güç bulundurup rablik taslayanların
örnekleri de Kur’an’dan öğrendiğimiz şekilde haham, papaz gibi
din adamları, kutsallık atfedilen ölü veya diriler, yatırlar, efendiler.
İktisadî rab taslakları da Karun’lar, emperyalistler, sömürücü azgınlar,
azan, ezen ve üzenler ve de düzenler.
Rablik iddiasında bulunanlar ve onları piyasaya sürenler aslında
samimi değillerdir. Onlar sadece basit çıkarlarının peşinde
olan, menfaat çarklarını döndürmek için böyle bir sahtekârlık
düzeni kurup devam ettirmeye çalışanlardır. Ebû Leheb’in
Peygamberimiz’e (s.a.s.) gelip “Müslüman olursam bana ne var,
benim elime ne geçecek?” diye sorması üzerine Efendimiz cevap
verir: “Başka müslümanlara ne varsa, sana da o var.” insanları sömüren
düzenlerini ve çıkarlarını müslüman olunca devam ettiremeyeceğini
anlayan Ebû Leheb’in karşılığı şöyledir: “Bir köleyle
243] 41/Fussılet, 11
244] 79/Nâziât, 24
245] 2/Bakara, 258
RAB
- 89 -
beni eşit gören din olmaz olsun!” Kendisini güçlü gösteren insan,
sanki bilmez mi, başkalarına ve her şeyden önce Allah’a muhtaç
âciz biri olduğunu. “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’lazîm:
Güç ve kuvvet kimseye ait değildir; ancak yüce ve büyük
olan Allah, güç ve kuvvet sahibidir.”
Rab Olmayan Bir Tanrı Edinme İsteği
Kur’an’da “ilâh” ifadesi putlar için de kullanılırken; “Rab” ismi
putları ve tâğutları ifade için kesinlikle kullanılmaz. Kur’an, rablik
vasfını sırf Allah’a hasretmiş, başkası için bu sıfatı kullanmamıştır.
“Rab” olmayan bir tanrı edinme isteği, insanoğlunun en eski sapkınlıklarından
ve de açıkgözlülüklerinden biridir. Çünkü rab olan
bir tanrı, insanın varlığını kuşatan bir tanrıdır. Yapısı itibarıyla zulme
ve cehle aşırı meyyal olduğunu vahiyden öğrendiğimiz insan,
kendi varlığını kuşatan bir tanrı yerine; varlığını kuşattığı ve kontrol
altında tuttuğu sahte bir tanrı edinmeyi şeytanî menfaatlerine
ve nefsânî zaaflarına daha uygun bulmaktadır.
Bu nedenledir ki hep işine karışmayan, nefsi, malı, vicdanı,
duygusu, düşüncesi ve eylemi üzerinde söz ve karar, güç ve kuvvet
sahibi olmayan bir uyduruk ilâh aramış; bulamamışsa kendi
elleriyle icat ve imal etmiştir. Güneş, ay, deniz, nehir, inek, kurt,
taş, tunç, ateş insanoğlunun bulduğu bu türden “rab olmayan”
ilâhlarıdır. Gök tanrısı(!) gibi, hükmü göklere geçen, yağmur yağdıran,
tabiata hükmeden; ama sokağa, okula, devlete, kanunlara,
yaşayışa... karışmayan bir tanrı anlayışı var kimi çevrelerde. Rab
olmayan tanrı; göklerde hâkim ve vicdanlarda mahkûm bir tanrı.
Rabliği kabul edilmeyen, câmilere hapsedilmiş bir tanrı; câmilerin
ve vicdanların dışına çıkamayan bir tanrı!
Tabii bu da kurtarmamış, insan en sonunda Rab olan bir
Allah’a inanmak zorunda kalınca, bu kez de laiklik sapkınlığına
başvurarak varlığını ve birliğini tasdik ettiği İlâhın rabliğini inkâra
kalkışmıştır. İşte böylece şirk, laiklik adı altında tedavüle sürülerek
çağdaş insanın Rabbiyle olan ilişkisi bir kez de böylesine çağdaş
bir yöntemle koparılmaya çalışılmıştır. Nasıl Allah’ın vahdâniyetini
inkâra kalkışan antik müşrikler Hz. İbrahim’in hanif dinini tahrif
ve tahrib etmişlerse, Allah’ın rabliğini inkâra kalkışan çağdaş müşrikler
olan laikler de Hz. Muhammed’in (s.a.s.) hanif dinini tahrif
ve tahribe yeltenmişlerdir.
Sevilenlerin Putlaştırılması; Allah’tan
Başkasını Rab Edinme
Allah’ın rab oluşu konusunda insanoğlunun düştüğü tek şirk,
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 90 -
rubûbiyeti inkâr şirki değildir. Bu konuda düşülen bir başka şirk
türü de, Allah’ın bu sıfatını Allah’tan başkasına vermek, O’ndan
başkasını rabler edinmek biçiminde ortaya çıkmaktadır. “Hahamlarını
ve râhiplerini Allah dışında rabler edindiler; Meryem oğlu Mesih’i
de. Oysa kendilerine tek ilâh olan Allah’a ibâdet etmeleri emredilmişti.
O’ndan başka tanrı yoktur. O, onların şirk koştukları şeyden uzaktır.”246
Burada sorun “rab” edinilenin kimliği değildir. Bu, İsrâil oğullarının
yaptığı gibi din adamları, zâhid ve âbid kullar, velîler ve hatta
Hz. İsa gibi bir peygamber de olabilir. Sorun eylemin kendisidir
ve o da Allah’tan başkasını rab edinmektir. İşte bunu Kur’an
Allah’tan başkasına kulluk yapmak olarak niteliyor ve bu tavra
da doğrudan şirk diyor. Yahudileşme temayüllerinden biri olan
Hz. Mûsâ ve Hz. İsa ümmetinin bu şirk türü aynen Hz. Muhammed
ümmetine de geçmiş, bu ümmet de ulularını, din büyüklerini,
velîlerini Allah’tan başka rabler edinme sevdasına düşmüşlerdir.
Elbette bu rab ediniş, onların önünde secde etmek, onlara
doğrudan ibâdet etmek biçiminde gerçekleşmiyordu. Yukarıdaki
âyet nâzil olduğunda eski bir Hıristiyan din adamı olan Adiy
b. Hâtem’i boynunda altın bir haçla gören Allah Rasûlü, onu bir
put olarak nitelemiş ve atmasını öğütlemiş, ardından yukarıda
meâlini verdiğimiz âyeti okuyarak şöyle tefsir etmişti: “Kuşkusuz
onlar din adamlarına ve ulularına tapmıyorlardı. Lâkin onlar, şu sınıfların
helâl kıldığını helâl kabul ediyorlar, yasakladıklarını da haram kabul
ediyorlardı.” 247 Başka bir âyet-i kerimede de Allah’tan başkalarını
rab edinmek, isterse bu başkaları melekler ve nebîler olsun, müslüman
olduktan sonra küfre dönmek olarak adlandırılır: “Hiçbir
insana yakışmaz ki Allah ona Kitap, hüküm ve peygamberlik versin de
ardından insanlara dönüp ‘Allah’ı bırakıp bana kullar olun’ desin. Fakat
‘öğrendiğiniz ve okuduğunuz Kitap gereğince Rabbe hâlis kullar olun’ der.
Ve size ‘melekleri ve peygamberleri rabler edinin’ diye de emretmez. Siz
müslüman olduktan sonra size inkârı emreder mi?” 248
Diriler yanında ölüleri bile nasıl rableştirmiş insanoğlu?! Kendine
bile faydası olmayan bir ölüyü, bir yatırı nasıl rableştirerek
putlaştırıyor? Yatırlara kurban kesmek, onlara karşı duâ etmek,
ölülerden çocuk, nasip veya yardım istemek, çelenk koyar gibi,
deftere yazı yazar gibi, dilekçe sunar gibi bez bağlamak, mum
yakmak, Fir’avun’lar için yapılan piramitlere özenerek anıtmezarlar,
kümbetler, kubbeler yapmak, tavaf eder gibi kabrin etrafında
dönmek, kabre karşı kıyâma durmak, namaz kılmak, onun yüzü
246] 9/Tevbe, 31
247] Tirmizî', Tefsir 10
248] 3/Âl-i İmrân, 79-80
RAB
- 91 -
suyu hürmetine deyip Allah’la arasına aracı koymak, putperestlerin
putlarını şefaatçi kabul etmelerine benzer bağımsız şefaat
anlayışına sahip olmak ve buna benzer tavırlar ölüleri rab kabul
etmenin örnekleridir. Yaşayan bazı insanlara kerâmet veya kutsallık
atfetme adına Allah’a ait bazı vasıflar vermek de rableştirmeye
ayrı örneklerdir.
İnsanların önderlerini, din ulularını, büyüklerini, hatta peygamberlerini
rabler edinmeleri sevginin ve bağlılığın cinayet
derecesine vardığı bir aşırılık örneği. Allah bundan müslümanları
şiddetle nehyediyor. Bir yahudileşme temâyülü olan üstadını,
ustasını, efendisini, şeyhini, hocasını Allah dışında rab edinme
ifrâdının zıddı da, itaat halkasını boynundan atıp hevâsını ve nefsini
ilâh edinme tefrîdidir. Elbette her ikisi de aşırılıktır. Bu ifrât
ve tefrît aşırılıklarını iyi anlamak için rab edinmeyi nehyeden hemen
tüm âyetlerde gelen “min dûnillâh” (Allah’ın dışında) lafzını iyi
anlamak gerek.249 Değilse, bu yaklaşım nefsi, hevâ ve hevesi rab
edinmek250 demek olan mürebbîsizlik, ustasızlık, büyüksüzlük ve
kılavuzsuzluğa delil olamaz.
Kur’an’da nehyedilen rablik, Allah’a mahsus olan bir sıfatı
O’nun dışında başkalarına vermek demeye gelen rabliktir. Terbiyesinde
Allah’ı dışarıda bırakan bir terbiyecinin terbiyesini kabul,
Allah dışında bir Rabbi kabulle eş tutulmuştur. Ancak mutlak
mürebbî olan Allah’ın ilkeleriyle terbiyecilik yapmak, isterse bu
terbiye mânevî değil de; besleyip büyütmekten ibaret maddî bir
terbiye olsun, bu sınıfa girmez. Ortada Allah’la iddialaşmak yoksa
orada terbiye eden de, terbiye edilen de suçlanamaz. 251
Allah’tan başkasını rabler edinme ifrâdının tefrîdi olan terbiyesizlik
ve terbiyecisizlik, seviyesizlik ve hercailik de bir akîde sorunu
olarak çıkıyor önümüze. Bu durumda kişi ipsizdir belki, ama
zannettiği gibi hür değildir. Büyük bir kesimin birinci türden hastalığına
karşı gösterilen tepki, bu ikinci tür hastalığı doğurmaktadır.
252
Rab konusunda, televizyonlarla evlere rahatlıkla giren misyonerlik,
mitoloji ve süpermenliği, he-man (hîmen)liği de sorgulamak
gerekiyor. Filmleri, dizileri, çocuk filmlerini, çizgi filmleri değerlendirdiğimizde
çoğunda “gökler hâkimi, kâinatın sahibi, filân
tanrısı-tanrıçası...” gibi rab vasıflarının bir insana unvan olarak
249] 3/Âl-i İmrân, 64; 9/Tevbe, 31
250] 45/Câsiye, 23
251] 12/Yûsuf, 23
252] M. İslâmoğlu, İman Risalesi, s. 176 vd.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 92 -
verildiğini ve uydurma tanrılıkları, rablikleri; tepkisiz, benimseyerek
seyretmenin inançlardaki tahrib ve tahrifini düşünüverin.
Kur’an, Allah’ın rab oluşundan söz ederken, O’nun göklerin,
yerin ve ikisi arasındakilerin, doğunun batının, doğuların ve batıların;
en fazla olarak da âlemlerin Rabbi olduğunu ısrarla vurgular.
Allah, evreni yaratmakla kalmamış, âlemleri yetiştirip, kemâle
erdirmiş, hükmünü icrâ etmiştir. Bazı filozoflar, “Allah, evreni yarattı
ve bıraktı” gibi yanlış, yanlış olduğu kadar gözlem ve tecrübelere
de zıt bir anlayışa düşmüşlerdir. Bu yanlış anlayış, sonunda,
filozofların koyacakları kurallarla da yeryüzünde ilâhî ve ideal bir
devlet ve hükümet kurulabilir düşüncesine varmıştır. Laikliğin temeli
de bu sakat anlayıştır. Kur’an “Allah, âlemlerin Rabbidir”, “Sizi ve
yaptıklarınızı yaratan Allah’tır.” âyetleriyle Allah’ın evreni kendi haline
bırakmadığını açıklıyor.
Allah, âlemlerin Rabbidir. Makro anlamda, şehâdet âlemi,
gayb âleminin, yerlerin, göklerin, galaksilerin, güneşlerin, sular,
okyanuslar âleminin, gezegenler ve yıldızlar âleminin... Rabbi
Allah’tır. Mikro anlamda, bitkiler âleminin, insanlar, melekler,
cinler âleminin, böcekler âleminin, kuşlar âleminin, milyonlarca
tür ve cinsteki hayvanlar âleminin, mikroplar âleminin, görülen
ve görülmeyen âlemlerin... Rabbi Allah’tır. Rivâyete göre, toplam
sayısı on sekiz bin, ya da sayısını bilmediğimiz binlerce âlemi, bütün
âlemleri yarattığı gibi; yetiştiren, hükmünü geçiren, tümünü
yöneten Allah’tır. Allah açısından evrendeki her hareket Allah’a
aittir.
Her varlığın varlığı O’ndandır. Varlıklar, cisimleriyle değil; kendilerini
cisim şeklinde gösteren içlerindeki varlık özüyle vardırlar;
bu öz de bütünüyle Allah’tandır. Yani, hiçbir varlık, kendi halinde
bir hareket yeteneğine sahip olmadığı gibi, böyle bir yetkiyle
donatılmış da değildir. Mutlak güç ve kuvvet kaynağı sadece
Allah’tır. İzafî olarak varlıkların fıtratlarında varmış gibi görünen
ve adına bugün “tabiat kanunları” veya “içgüdü” denilen birtakım
sebepler, gerçekte Allah’ın sürekli olarak evreni yeniden
yaratması ve yenilemesinden başka bir şey değildir. Allah açısından
sebep-müsebbip şeklinde bir ikilem asla söz konusu olamaz.
Sebep de müsebbip de Allah’tır. Soruna izafi olarak varlıklar açısından
yaklaşıldığında karşımıza bir sebep-sonuç ilişkisi çıkmaktadır.
Ne var ki, bu ilişki, bazıları tarafından mutlaklaştırılıp âdeta
Allah’ın ilâh ve rab olarak yerini almaktadır ki, bugün batının ve
bazı müslümanların bilmeden vardıkları büyük yanılgı burasıdır;
yani sebepleri putlaştırmak. Sözgelimi deprem olayında, sarsıntının
maddî sebeplerini putlaştırarak depremin oluşumunu Allah
RAB
- 93 -
adını hiç anmadan yorumlamak, sebepler ve tabiat kanunlarını
rab kabul etmektir.
Allah’ı sadece ilk yaratıcı veya ilk hareket ettirici olarak görmek,
O’nu evrenden çekip çıkarmak, sonuçta O’nun rabliğini
inkâr etmek demektir. Oysa Kur’an’ın ısrarla vurguladığı gibi, Allah,
evreni ve içindeki bütün varlıkları “kudret elinde” tutmakta
olup, dilediği biçimde yönetmektedir. Doğuda da, batıda da, yerde
de gökte de idare yalnızca Allah’a aitttir. Her şey O’nun irâdesi,
hükmü ve bilgisi altındadır. Hiçbir varlık, kendiliğinden bir hareket,
yaşama ve davranma gücüne sahip değildir. Besleyen, büyüten,
yediren, rızıklandıran, üreten, öldüren, dirilten hep O’dur. O
âlemlerin Rabbidir.
İnsana, yeryüzünde hiçbir varlığa verilmeyen üç önemli özellik
verilmiştir: İrâde, konuşma ve bilgi. Allah’ın ilmi, irâdesi ve kelâmı
mutlakken ve insan dahil her şeyi kuşatmışken; insanın ilim, irâde
ve kelâmı izafîdir, Allah’ınkilere tabi olmak zorundadır. Çünkü
o yeryüzünde halife olarak vardır. Allah’ın irâdesi çerçevesinde
dileyecek, O’nun ilminden bilgisini alacak ve O’nun kelâmı çerçevesinde
davranacaktır. Ama, eğer insan Allah’ın ilâh olduğunu
kabul etmezse, bu kez kendi dileme ve bilgisini mutlaklaştırır ve
sonunda dilediği biçimde eylemde bulunur. Yeryüzünde dilediği
biçimde tasarruf etmeye kalkar, iradesini kendi arzuları doğrultusunda
kullanır. İşte bu da, Allah’ın rabliğini kabul etmemek, O’na
bu noktada ortak koşmak demek olur.
Demek ki, Rab olarak Allah evrende mutlak tasarruf sahibidir.
Yaratıklar arasında yalnızca insan teşrîî alanda bu rabliğe karşı
çıkabilir. Yeryüzündeki tasarrufunu Allah’ın değil; kendi irâdesi
doğrultusunda yapmaya kalkışabilir. Dünyadaki hayatı, istediği
biçimde yönlendirmeye kalkar. Bunun için, Allah’ın kurallarına
rağmen kendinden kurallar koyar. Böylece insan, kendi arzularını
ilâhlaştırmış olur. Arzularının doğrultusunda yeryüzüne şekil vermeğe
kalkınca da yeryüzünde rableşmiş olur. Bunun sonucunda,
böylesi insanlara isteyerek itaat edenler de, Allah’ı değil; bu insanları
rab kabul etmiş olurlar.
Kur’an, Allah’ın mutlak rab olduğunu belirtirken, bazı insanların
bilginlerini, râhiplerini, hahamlarını, büyük kabul ettikleri
birtakım kimseleri, yöneticilerini rab edindiklerini, yani onların
kendi hevâlarından uydurdukları ve hayatı düzenleyici kurallara
bağlı kaldıklarını da vurgular. Sözgelimi, Hz. Mûsâ, Allah’ın mutlak
anlamda rab olduğunu ilân ederken, Fir’avn, kavmine karşı,
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 94 -
“en büyük Rabbiniz benim”253 diye seslenir. Yine Kur’an, insanları,
birbirlerini rabler edinmeyi bırakıp, yalnızca Allah’ı rab edinmeye
çağırır. 254
Kur’an’da rab ve melik sıfatları, insanla ilgili kullanıldığında
ilâh kavramından önce gelmektedir. “De ki, sığınırım insanların Rabbine,
insanların melikine, insanların ilâhına.”255 Bunun nedeni oldukça
basittir. İnsanların birinci derecede Allah’ın yolundan ayrılmalarının
nedeni rablik ve melikliği kendilerine özgü kılma, yani Allah’ı
yeryüzünden kaldırma sevdalarıdır. Eğer, Allah rab ve melik olarak
insanların hayatına müdâhale etmeyecek olursa, bu durumda rablik
ve meliklik; güçlü, kurnaz ve zengin insanların eline geçecek,
bunlar da diğer insanlar üzerinde kolaylıkla rab ve melik olabileceklerdir.
İnsan, arzularına, tutkularına kurban olmakta, arzularını
dilediği gibi tatmin etmek ve dolayısıyla yeryüzüne ve yeryüzündeki
gelir kaynaklarına dilediği ölçüde sahip olmak istemekte, bu da
kendiliğinden daha başka insanlar üzerinde tasarruf sahibi olmayı
gerektirmektedir. İşte rablik iddia eden egemen güçlerin zorbalık
ve zulümleri, bu anlayıştan kaynaklanmaktadır. İnsanlar, Allah’tan
başka kimseyi rab kabul etmezlerse, zulüm en büyük desteğini de
yitirmiş olacaktır. 256
Rab kelimesi, kapsamının geniş olması ve insanlık hayatındaki
fonksiyonu yönünden çok önem ifade eden Kur’ânî bir kavramdır.
Özellikle, insanların çeşitli rablere kul olduğu günümüzde; İslâm’ın
pratiği açısından taşıdığı önem daha da büyüktür.
Günümüz insanlığının rab anlayışını, onların inançlarında ve
pratik hayatlarında çok açık bir şekilde görmek mümkündür. Gerek
inanç ve gerekse düşünce yönünden, Allah’a tek rab olarak inanılmadıkça,
amelî hayatta, yani pratikte O’nun dinine uymak da
mümkün olamaz. Dinin ilk şartı, Allah’a, O’nun emirlerine teslim
ve tâbi olmaktır. Allah’a rağmen Allah’tan başkalarının koyduğu
gayr-ı meşrû hükümlerine seve seve uyanların, “Allah’ın rabliğine
ve ilâhlığına inandık” demeleri kendilerini kurtarmaz. Çünkü
İslâm; rab olarak sadece Allah’a inandıktan ve O’na karşı kulluk
vecîbelerini yerine getirdikten sonra, O’nun koyduğu hüküm ve kurallara
uyulmasını da ister. Bunun için insanlar, Allah’ın kesin olarak
bildirdiği hükümleri bırakıp, ilâhî emirlere ters olarak başkalarının
ortaya koyduğu ilke ve hükümlere isteyerek uymaları halinde, her
ne kadar iddiaları Allah’a iman olsa da, bu imanları geçerli olamaz.
253] 79/Nâziât, 24
254] 9/Tevbe, 31; 3/Âl-i İmrân, 64
255] 114/Nâs, 1-3
256] Ali Ünal, Kur'an'da Temel Kavramlar, 148 vd.
RAB
- 95 -
Günümüz insanının Çeşitli Rableri
Günümüzde, insanların, vicdanlarında inanıp kabul ettikleri
rable, yaşantılarında, hükümlerine teslim oldukları rabler aynı
değildir. Teorik olarak inandıklarını ifade ettikleri Allah’ın rabliğini,
vicdanlarına hapseden günümüz insanlarının pek çoğu, pratik
hayatlarında Allah’tan başka rablerin emirlerine ve hükümlerine
teslim olmaktadırlar. Üzülerek belirtelim ki, insanların pek çoğunun
mâruz kaldığı en büyük tehlike, Allah’ı günlük yaşantılarında
rab kabul edemeyişleridir. Onlar, bir yandan mü’min ve müslüman
olduklarını söylerlerken, diğer yandan da Allah’ın emir ve
yasaklarını bir tarafa atarak çeşitli varlıkların ve rehber edindikleri
önderlerinin emirlerine uyarlar. Onların koyduğu gayr-ı meşrû hükümlere
gönüllü olarak itaat ederler; böylece Allah’tan başkalarını
rab edinmiş olurlar. “Lâ”sı olmayan bir inanç yaygınlaştırılıyor;
her şeyle, özellikle egemen tüm güçlerle ve onların rab anlayışlarıyla
uzlaşan, tepkisiz, laik müslümanlık (!). Allah’a inanan, ama
tâğuta itaatten ayrılmayan, Allah’a inanan ve tâğutların ilke ve
hükümlerini kabul ettiğini ifade eden, hakla bâtılın karıştığı bir
din!
Kur’an’ın eski kavimleri ve peygamberleri anlattığı
âyetlerinden anlaşılmaktadır ki, en eski asırlardan, kendi nüzûlü
zamanına kadar, sapıklık ve inanç bozukluğu ile tanıttığı tüm toplumların,
doğrudan Allah’ın varlığını inkâr etmediklerini görüyoruz.
Ancak onların hepsinin müşterek sapıklıkları; Allah’ın mutlak
rabliğini kabul etmeyişleri, Allah’ın yaratıcı olduğuna inansalar
da O’nun tek rabliğine pek çok varlıkları ortak etmeleridir.
Rabliğin bir kısım özelliklerini Allah’tan başkalarında görmeleri,
ahlâkî, sosyal ve kişisel hayatları için gerekli olan emir ve kuralları,
Allah’tan başkalarından almalarıdır. Bunun için, insanların
pek çoğu, ya doğrudan doğruya Allah’tan başka rabler olduğuna
inanıyorlar, veya Allah’ın rabliğine teorik olarak inansalar da pratik
hayatlarında Allah’tan başkalarının rabliğine teslim oluyorlar.
İşte rab konusunda, peygamberlerin her asırda yıkmak istedikleri
asıl sapıklık budur. Hükmü sadece göklere geçen; dünyaya, insanlara,
yönetime, sosyal ve siyasal hayata... karışmayan bir Allah
inancı. Yani göklerin Rabbi. Hâlbuki Allah; göklerin, yerin, bütün
âlemlerin Rabbidir.
Önceden hıristiyan olan Adiyy b. Hâtem, boynunda altından
bir haç olduğu halde Rasûlüllah’ın huzuruna geldi. Peygamberimiz
ona: “Ya Adiyy, boynundan şu putu çıkar.” buyurdu. Bu sırada
Rasûlullah “Yahudiler ve hıristiyanlar, haham ve râhiplerini Allah’tan
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 96 -
başka rabler edindiler.”257 meâlindeki âyeti okuyordu. Adiyy: “Ey
Allah’ın Rasûlü, hıristiyanlar, râhiplere ibâdet etmediler ki (onları
rab edinmiş olsunlar)” dedi. Peygamberimiz: “Evet ama onlar (hıristiyan
râhipleri ve yahudi hahamları) Allah’ın helâl kıldığını haram; haram
kıldığını da helâl saydılar. Onlar da bunlara uydular. İşte onların bu tutumları,
onlara ibâdet etmeleri ve onları rab edinmeleridir.” buyurdu.
Bu hadis-i şerif açık olarak gösterir ki, herhangi birini rab
edinmiş olmak için, ona rab adı vermek şart değildir. Allah’tan
başkalarının emrine, Allah’ın dinine uyup uymadığı hiç hesaba
katılmaksızın isteyerek itaat etmek, hükümle ilgili konularda
Allah’tan başkalarının sözünü dinleyip kabullenmek, Allah’tan
başkasına itaat ederek O’nun dininin emir ve hükümlerine başkasını
tercih ederek muhalefet etmek, Allah’tan başkalarını rab
edinmek ve onlara tapmak demektir.
Putlara, şeytanlara ve tâğutlara tapmak nasıl şirk ise; Allah’ın
emrine, Hakk’ın hükmüne uymayan kişilerin ortaya attıkları görüşleri
benimsemek ve onları Allah’a tercih edip onlara uymak da
öylece bir şirktir. Bu durum, onlara kulluk mertebesinden fazla
değer vermek, Allah’ın ilâhî hükümlerine uymayan görüş ve fikirlerini
benimsemek olduğu için, hem bir çeşit şirk, hem de Allah’ı
bırakıp onları rab edinmektir. Onlara her ne kadar dil ile rab denilmese
de durum, onları rab tanımanın ta kendisidir.
Onların sözlerine itaat edip, Allah’ın emirlerini terk etmenin
puta ve tâğuta tapmakla aynı olmasının sebebi ise açıktır. Çünkü
gerçek âlim, Hakk’ın kulu ve ilâhî hükümlerin mahkûmu olan kişidir.
Hakkı bâtıl, batılı da hak yapmaya çalışıp, insanlara helâlı haram,
haramı da helâl tanıtarak Allah’ın hükümlerini değiştirmeye
çalışanlar, ilmî haysiyetten uzak birer tâğutturlar. Bunlara uymak
da onları rab kabul etmektir. Çünkü bu duruma düşenler, Allah’ın
hükmüne değil de onların isteklerine uyarak onlara Allah’a tapar
gibi tapmış olanlardır.
Günümüzde de insanların hayatına hâkim pek çok rab kabul
edilenler var. Her insan, hangi Rabbin kulu olduğunu kendisi tayin
edebilir. Ancak, bunu yaparken, kimin mülkünde yaşadığını,
hangi Rabbe kulluk etmesi gerektiğini iyice düşünmelidir. Şu iyi
bilinmelidir ki, inanılan ve hayatın her safhasında emrine uyulan
tek rab Allah olmadıkça O’na kullukta bulunulmuş olunamaz.
Peygamberimiz’in: “Rabbim Allah de ve bu sözünde dosdoğru ol” anlamındaki
mübarek sözü, Kur’an’daki rab kavramının ve O’na kulluğun
en veciz ifadesidir.
257] 9/Tevbe, 31
RAB
- 97 -
Kabirde sorulacak insanlara: “Rabbin kim?” Dünyada rab anlayışı
ve bu konudaki davranış ve eylemlerine göre cevap çıkacak
o insandan. “Rabbim filandır” diyecek insan. Dil, irâdemizin emrinden
çıkacak orada. Dünyada kimi rab kabul etti veya eylemleriyle
bu görüntüyü verdiyse, onu söyleyecek dil. Orada “Rabbim
Allah’tır” diyebilmek için, burada “Rabbim Allah’tır” deyip bu
sözünü yaşantı olarak ispatlamak gerekiyor. Evet, kurtuluşun tek
reçetesi: “Rabbim Allah” deyip dosdoğru olmak...
Rab Konusunda Sahih İtikad
Âyet ve hadisler, evrende olup bitenlerin gelişi güzel ve tesadüfen
olmadığını, aksine her şeyin, başlangıçtan itibaren sonuna
kadar ilâhî bir irâdenin eseri olduğunu açıkça ortaya koyar. Beliren
bu hakikatten sonra Allah’ın rabliği konusunda varılabilecek
sonuçları şöyle sıralamak mümkündür:
Allah, âlemlerin Rabbidir. Her varlığın geçek sahibi Allah’tır.
Varlıkların tümünü yaratan, eğiten, geliştiren, besleyen yegâne
Rab Allah’tır. Allah’tan başka ma’bud kabul edilecek hiçbir varlık
olamaz. Sevilerek kendisine ibâdet ve itaat edilecek tek rab ve
ma’bud ancak Allah’tır. Rubûbiyet ve ülûhiyet sadece O’nun hakkıdır.
İnsanlığın ilerlemesi ve medenîleşmesi, Rabbini tanımasıyla
mümkündür. Allah’ı tek ve gerçek rab olarak tanımak; O’nun
emir ve hükümlerine göre yürümek, Allah’a güvenerek başkalarının
arzusunu O’nun emrinden üstün görmemek, O’nun hükümlerine
uymayan her düşüncenin ve her işin bâtıl olduğuna
inanmak demektir. Allah’ın yegâne rab olduğuna inanmak; her
işi yönetip tanzim edenin, yine her şeye sonsuz kudretiyle gâlip
olanın ancak Allah olduğunu kabul etmek demektir.
Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, Allah’tan başka hiçbir
Rabbe kul olmamak, her işi Allah için yapmak, O’nun emirlerini
yerine getirip yasaklarından kaçınmak, “Allah’tan başka hiçbir
ilâh yoktur” ilkesi üzerinde ölünceye kadar sâbit kalmak, Allah’a
itaatte dosdoğru yaşayıp hilekârlığa sapmamak, Allah’a tek rab
olarak inanmak ve bunda doğru olmak demektir. “Rabbimiz Allah
deyip sonra dosdoğru olanların üzerine melekler iner; Korkmayın, üzülmeyin.
Size söz verilen cennetle sevinin. Biz dünya hayatında da âhiret
hayatında da sizin dostlarınızız. Orada size canlarınızın çektiği her şey var.
Orada size istediğiniz her şey var (derler).” 258
Tüm yaratıkları yönlendiren, ihtiyaçlarını karşılayan, âlemlerin
Rabbi Allah olduğu gibi; beşere Cenneti gösteren, onu terbiye
258] 41/Fussılet, 30-31; Y. Çiçek, F. Yıldız, a.g.e. s. 79 vd.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 98 -
eden de Allah’tır. Cehennemi gösteren ve ondan sakındırıp korkutan,
Peygamberimiz’i gösteren ve O’na bağlanmayı teşvik eden
de Rabbimizdir. Kur’an hakikatlerini gösterip insanın gözünü
gönlünü açan, Kur’an’da kâinatı dile getiren, evreni anlatıp insanın
karşısına apaçık gerçekleri ayan beyan seren, tek rab Allah’tır.
Varlığa gelen, vücuda eren bütün mahlûkatı terbiye eden
Allah’tır. Ve her varlık, bizzat Cenâb-ı Hak tarafından kendi fıtrat
hudutları içerisinde terbiye edilmektedir. Terbiye sınırlarının dışına
çıkmış hiçbir varlık gösterilemez. Bu evrensel terbiyenin tek
sahibi Rabbu’l-âlemîn olan Allah’tır. İnsanı da terbiye eden O’dur.
Hidâyet ve dalâlet yolunu göstermek ve gönderdiği peygamberleri,
dünya ve âhiret hayatının lider ve önderleri kılmakla Cenâb-ı
Hak insanı terbiye etmektedir. Ve yine, bir nebî ile bir bedevîyi,
yetenekleri ölçülerine göre terbiye etmektedir.
Beşer, ancak O’nun terbiyesi ile gerçek olgunluğa ulaşabilir,
insan-ı kâmil olabilir. Bunun en sağlam yolu ise, Kur’an’ı rehber
edinmektir. Terbiye, her varlığın kendi sınırları içinde tekâmül etmesi
demektir. Onları kemâle erdiren ise, Rab olan Allah’tır. 259
İnsana yakışan, bütün evrenin ve kendisinin yaratıcısı, sahibi,
rızık vericisi, yetiştiricisi olan Allah’ı tek rab kabul edip O’na
ibâdet ve itaat etmektir.
259] Hikmet Işık, Fâtiha Üzerine Mülâhazalar, Nil Y. S. 114-115
RAB
- 99 -
Rab Kavramıyla İlgili Âyet-i Kerimelerden Bazıları
Rabb Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 979 Yerde)
a- Her Şeyin Rabbi (Terbiye Eden, Besleyen, Rızık Veren) Allah’tır: Fatiha, 1
; Bakara, 22, 126, 131 ; Al-i İmran, 37 ; En’am, 164 ; Yunus, 31-32 ; Yusuf, 100
; İbrahim, 37 ; Nahl, 53-54 ; İsra, 30, 66 ; Taha, 49-50 ; Şuara, 77-83.
b- Rab, Her şeye Gerçek Anlamda Sahip ve Maliktir: Bakara, 139, 258, 286 ;
Nisa, 17 ; A’raf, 155 ; Tevbe, 129 ; Hud, 107.
c- Rab, Kendisine Kulluk Edilecek Yegane Varlıktır: Bakara, 21, 112, 127,
128 ; Al-i İmran, 64, 79, 80; Maide, 72 ; En’am, 106 ; A’raf, 3 ; Yusuf, 23, 41, 42
; Nahl, 86 ; İsra, 23 ; Kehf, 110 ; Meryem, 34 ; Fecr, 15-16.
d- Rab, insanları Huzurunda Toplayacaktır: Al-i İmran, 9 ; En’am, 30, 51 ;
Secde, 10, 11, 12 ; Sebe’, 26; Mutaffifin, 6 ; İnfitar, 6 ; İnşikak, 6.
e- Rab, İlahi Nizamıyla insanları Gerçeğe Ulaştırır: Bakara, 37, 129 ; Al-i
İmran, 8.
f- Yalnız Rabbimize İtaat Edilmelidir: En’am, 114, 115 ; A’raf, 33 ; Tevbe, 31.
g- Rabbimiz, Her Şeyi Yaratan ve Yöneten Allah’tır: Al-i İmran, 191 ; Nisa, 1
; En’am, 133 ; A’raf, 54 ; Yunus, 3, 39 ; Yusuf, 101 ; Ra’d, 16 ; Hicr, 86 ; Kehf, 14,
36-38 ; Enbiya, 56 ; Faatır, 13 ; Saad, 66 ; Mü’min, 64 ; Alak, 1-5 ; Adiyat, 6.
Konuyla İlgili Bazı Hadis-i Şerif Kaynakları
Buhârî, Itk 17; Müslim, Elfaz 13, 14, 15; Ebû Dâvud, Edeb 83, 84.
Kütüb-i Sitte, Tercüme: İbrahim Canan, Akçağ Yay. c. 12 s. 8-11
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Tefsir-i Kebir, Fahreddin Razi, Akçağ Y. c. 1; s. 256-259, 319-325
2. Hak Dini Kur’an Dili, Muhammed Hamdi Yazır, Eser Y. c.1, s. 62-74
3. Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 64-65
4. Fi Zılali’l- Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 37-40
5. Hadislerle Kur’an Tefsiri, İbni Kesir, Çağrı Y. C.2, s. 79-90
6. Hamd- Rab, Yakup Çiçek, F. Yıldız, Bir Y. s. 43-92
7. Kur’an’da Uluhiyet, Suad Yıldırım, Kayıhan Y. s. 89-97
8. Kur’an-ı Kerim’de Dört Terim, Mevdudi, İdeal Kitaplar Y. s. 49-113
9. İslâm ve Dört Terim, Ali Karlıbayır, Dünya Yay. s. 25-39
10. İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 5 s. 210-211
11. İslâmi Terimler, Hasan Akay, İşaret Y. s. 381
12. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. s. 509-512
13. İman Risalesi, Mustafa İslâmoğlu, Denge Y. S.174-183
14. Kur’an’da Tevhid, Mehmet Kubat, Şafak Y. s. 54-55, 174-180
15. Tevhidin Hakikati, Yusuf El-Kardavi, Saff Y. s. 36-38
16. İlk Mesajlar, M. Ali Baltaşı, Birleşik Yay. s. 16-20
17. Fâtiha Tefsiri, Âzad, Bir Yay. s. 57-94
18. Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 148-151
19. Sorularla Fâtiha Sûresi, Z. Ali Durmuş, Ali İçipak, YendaY. S. 98-107
20. Fâtiha Üzerine Mülahazalar, Hikmet Işık, Nil Y. S. 114-119, 132-150
21. Kur’an’da Tevhid Eğitimi, Abdullah Özbek, Esra Yay. s. 22-26
22. İman, Seyfüddin El-Muvahhid, Hak Y. s. 11-22
23. İtikad Üzerine, İhsan Eliaçık, Şafak Y. s. 63-64
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 100 -
24. Sorularla Tevhid ve Akaid, Mehmet Alptekin, Saff Y. s. 48-49
25. Esenlik Yurdunun Çağrısı, Celâleddin Vatandaş, Pınar Y. s. 90-93, 137-
144
26. Fâtiha Sûresi ve Türkçe Namaz, Beyan Y. s. 39-46
27. Onun İsimleri, M. Nusret Tura, insan Y. s. 123-124
28. Esmâü’l-Hüsna, Afifüddin Süleyman Tilmsani, insan Y. s. 8-18
29. Kur’an ve Sünnete Göre Tevhid ve Akaid, Muhammed Karaca, Ribat Y.
s. 50-53
30. Rabbânî Yol ve Sünnetullah, Said Hakim, insan Dergisi Y.
Sonsöz
Eğer bu kitabı gerçekten okuyup mesajını anladıysanız, bunu ve buna benzer diğer kitapları bir kenara koymalısınız ve hemen elinize Allah’ın Kitabı’nı alıp meal ve tefsiriyle okumaya başlamalısınız. Daha önce okuduysanız, yine yeniden ve sürekli okumalısınız. Anlayarak, yaşayışınızla ve güncel hayatla bağlantı kurup O’nun gösterdiği istikamet doğrultusunda her şeyi gözden geçirerek Kur’an’a yönelmeniz, bu okuyup bitirdiğiniz kitabın yazılış amacına hizmet etmiş olacaktır.
Haydi Kur’an’a; Elimize, gönlümüze ve yaşantımıza almak ve bir daha bırakmamak için…

 
 

Ortam