Hesap ve Hesaba Çekilme

Hesap ve Hesaba Çekilme (1)

Çarşamba, 27 Ocak 2021 02:30

Hesap ve Hesaba Çekilme

Yazan

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله


Kitabın Adı:
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ
İTİKADİ KAVRAMLAR -24-
HESAP ve HESABA ÇEKİLME
Yazarı:
Ahmed Kalkan
Tashih:
Ahmed Kalkan
Mizanpaj:
Ehl-i Dizayn
Kapak Tasarım:
Ehl-i Dizayn
İstanbul 2012
Baskı:
İSTANBUL MATBAACILIK
Gümüşsuyu Cad. Işık Sanayi Sitesi B Blok No:21
Topkapı-Zeytinburnu/İSTANBUL
Tel: 0 212 482 52 66
HESAP ve HESABA ÇEKİLME
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ
İTİKADİ KAVRAMLAR
-24-
Ahmed KALKAN
İnsanlara karşı ticarî amaç güdülmeyen bu eserin hiçbir hakkı mahfuz değildir. Kâr gayesi güdülmemek şartıyla dileyen dilediği şekilde, tümünü veya bir kısmını çoğaltabilir, korsan baskı yapabilir, dağıtabilir, iktibas edebilir, kitabın ve yazarın ismini vererek veya vermeyerek kopye edebilir, mesaj amaçlı kullanabilir. Yazarın hiçbir telif hakkı sözkonusu değildir, şimdi ve sonra bir hak talep etmeyecektir. İlim, insanlığın ortak malıdır. Ve ilim Allah için kullanılınca insana fayda sağlar.
İTHAF
Canlı KUR’AN olmaya çalışıp toplumu KUR’AN’la canlandırmaya gayret eden ve tâğutlara karşı KUR’AN’la mücadeleyi bayraklaştıran her yaştan muvahhid gençlere…
Doğru okuyup doğru anlayan, dosdoğru yaşayıp insanları doğrultmaya çalışan
KUR’AN dostlarına…
Ümmetin ihyâsının vahdet içinde yeniden KUR’AN’a dönüşle mümkün olduğunu kavrayıp nebevî usûlle KUR’AN ve tevhid eksenli dersler ve cemaat çalışması yapan tâvizsiz dâvetçilere, her yaştan genç dâvâ erlerine…
Önsöz
Bismillâh, elhamdu lillâh, ve’ssalâtu ve’sselâmu alâ rasûlillâh.
Her istediğini yapan, istemediği durumla karşılaşır. İnsan hürriyeti ile hayvan özgürlüğü arasında ciddi farklar vardır. Hayvan, istediği yeri pisler, istediği yerde sesi çıktığı kadar bağırır. İnsan, hayvan gibi özgür değildir. O, önce Rabbinin koyduğu kurallara, sonra çevresinin rahatsız olup olmayacağına, daha sonra da kendisine (ahlâkî ölçülerine, toplum değerlerine, kendi saygınlığına) uygun olup olmayacağına bakarak bir işi yapar veya yapmaz. Yoksa hesaba çekilir, sorgulanır.
İnsanoğlu, dünyada geçirdiği ömürden, sıhhat ve âfiyetten, kazanıp harcadığı mal-mülk ve servetten, harcadıklarından, harcamayıp geride bıraktıklarından, birer birer hesap verecektir. Buhârî’nin rivâyet ettiği hadis-i şerifte buyrulduğu gibi, “İki nimet vardır ki insanların çoğu bunların değerinden habersizdir: Sağlık ve boş vakit.” Zira kazanmak ve hayır yapmak bunlara bağlıdır. İnsan, yapması gerekirken yapmadıklarından ve yapmaması gerekirken yaptıklarından, söylemesi gerekirken söylemediklerinden ve söylememesi gerekirken söylediklerinden sorulacaktır. “O gün, dünyada kazanıp harcadığınız nimetlerden hesaba çekileceksiniz.” 1 ; “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu (onun karşılığını) görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” 2
İnsan, sorumludur. İnsan yeryüzünün halifesidir; seçme hakkına sahip irâdeli bir varlıktır. Âhirette, dünyada işlediklerinden tek tek sorulacağı gibi, dünyada da sorumsuzca davranışının karşılığını görür. Dilediğini yapan, dilemediği karşılığı alır. Elbette, dünya ceza ve ödül yeri değil; imtihan yeri olduğundan, nice suçlar dünyada cezasız kalabilir. Allah imhâl eder ama ihmâl etmez. Hiçbir suçun ve hayrın karşılığını ihmâl etmez, ama dilediğini sonraya erteler; bu “sonra”, bazen “ahret” olur.
İrâde sahibi olup seçme hakkına sahip olmak; sorumluluk doğurur, sonuçlarına katlanmayı gerektirir. İnsan nelerden ve neye karşı sorumludur? Esas sorumluluk Allah’ın emir ve yasaklarına karşı O’na olan sorumluluktur. Allah’a kulluk ve ibâdet için yaratılan insan 3 , bu kulluğu ne oranda yapıp yapmadığıyla ilgili
1 102/Tekâsür, 8
2 99/Zilzâl, 7-8
3 51/Zâriyât, 56
sorguya çekilecektir. Ruhlar âleminde Rabbini tanıyıp 4 O’na kulluk yapmaya söz veren insan, bu ahdinden sorumludur. Dünyada bu sorumluluğu unutan bir tavırla yaşayınca, esas olarak âhirette sorguya çekilecek, bunun karşılığını görecektir. Allah’a karşı sorumluluk; öncelikle itikadî konularda olur. Allah’ın en büyük hakkı, hiçbir şeyi kendisine şirk/ortak koşmadan O’nu bir’leyip ibâdet/kulluk yapmaktır. 5 Sonra bu imanın gereği olarak itaat etmek, sâlih amel dediğimiz kulluk görevlerini yapmak, her davranışını Allah’a ibâdet bilinciyle ve O’nu görür gibi yerine getirmektir. İnsan O’nu görmüyor olsa da O kendisini her an görmekte, her yaptığı yazılmakta ve tek tek hesabının sorulacağı gün için kayda geçirilmektedir. Bu sorumluluk içinde aynı zamanda ahlâkî ilkeler de yer almaktadır.
Dünya keyfi, rahat ve zevkleri, eğer hesap günü olmasaydı, belki önemli olabilirdi. Ama her şeyden hesaba çekileceğimiz bir durum, ölüm ve ölüm ötesi, tercihlerimizi belirlemelidir. Unutmayalım ki; sorumsuzluk sorunluluktur. Sorunlu olmamak için sorumlu olduğumuzu unutmayan bir yaşayışımız olmalıdır.
“Akıllı kimse, nefsini muhâsebe eden ve ölümden sonrası için çalışandır. Âciz de, nefsini hevâsının peşine takan ve Allah’tan temennide bulunan kimsedir.” 6 Ölmeden evvel, büyük hesap günü gelmeden, her şeyin hesabı sorulmadan önce kendini hesaba çeken, bu muhâsebeyi yeterli sıklıkta yapanlara ne mutlu!
Ahmed Kalkan
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Kasım 2012, Ümraniye
4 7/A’râf, 172
5 Buhârî
6 Tirmizî, Kıyâmet 26, hadis no: 2461
İÇİNDEKİLER
HESAP VE
ALLAH’IN HESABA ÇEKMESİ / 9
Hesap; Anlam ve Mâhiyeti / 9
Hesap Günü ve Allah’ın Hesaba Çekmesi / 13
Esmâü’l-Hüsnâ’dan Hasîb; Allah Hesaba Çekendir / 17
Sorumluluk / 18
Mes’ûliyet / 21
Teklif / 23
Teklîf-i Mâ Lâ Yutak/Güç Yetirilemeyecek Emir ve Yasaklar / 26
Mükellef / 33
Güç-Tâkat / 37
Hata ve Hataların Örtülmesi / 40
Kur’ân-ı Kerim’de Hesap, Allah’ın Hesaba Çekmesi ve Sorumluluk / 45
Hadis-i Şeriflerde Allah’ın Hesaba Çekmesi ve Sorumluluk / 54
İnsan Bu Mes’ûl... / 71
- 9 -
HESAP VE
ALLAH’IN HESABA ÇEKMESİ

Hesap; Anlam ve Mâhiyeti

Hesap Günü ve Allah’ın Hesaba Çekmesi

Esmâü’l-Hüsnâ’dan Hasîb; Allah Hesaba Çekendir

Sorumluluk

Mes’ûliyet

Teklif

Teklif-i Mâ Lâ Yutak/Güç Yetirilemeyecek Emir ve Yasaklar

Mükellef

Güç-Tâkat

Hata ve Hataların Örtülmesi

Kur’ân-ı Kerim’de Hesap, Allah’ın Hesaba Çekmesi ve Sorumluluk

Hadis-i Şeriflerde Allah’ın Hesaba Çekmesi ve Sorumluluk

İnsan Bu Mes’ûl...
“Göklerde ve yerde bulunanların hepsi Allah’ın mülküdür. Gönlünüzde olanları açığa vursanız da gizleseniz de (farketmez), Allah onunla sizi hesaba çeker, sorgudan sonra dilediğini affeder, dilediğine de azap eder. Allah her şeye kaadirdir.
Gönderilen peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, mü’minler de iman ettiler. Onlardan her biri Allah’a, O’nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. (Biz de onun için) “mağfiretini niyaz ederiz. Dönüş yalnızca Sanadır’ dediler.
Allah her şahsa, ancak gücü yettiği kadar sorumluluk yükler. Herkesin kazandığı, kendi lehine veya aleyhinedir. (Bundan sonra şöyle duâ edin:) ‘Ey Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi hesaba çekme (mağfiret et). Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bizim gücümüzün yetmediği işlerden bizi sorumlu tutma, bizi affet, bizi bağışla, bize merhamet et. Çünkü Sen, bizim mevlâmızsın/dostumuz ve yardımcımızsın. Kâfir kavimlere karşı bize yardım et.” 1
Hesap; Anlam ve Mâhiyeti
Hesap: Mükellef insanların dünyadaki inanç ve davranışlarından dolayı âhirette hesaba çekilmeleri anlamında bir
1 2/Bakara, 284-286
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 10 -
terimdir. Sözlükte “saymak, hesap etmek”, ayrıca hesaba çekmek
mânâsında masdar olan hesap (hisâb) kelimesi, “sayma, sayım”
anlamında isim şeklinde de kullanılır. Terim olarak, insanların hesaba
çekilecekleri âhiret safhalarından birini ifâde eder.
Kur’ân-ı Kerim’de hemen her zaman terim anlamında kullanılmıştır.
Kur’an terminolojisinde hesap, genellikle kötü davranışların
dünya2 ve özellikle âhiretteki yansımaları ve sahiplerinin
cezalandırılması mânâsına gelmektedir. Bununla birlikte, iyi davranışların
âhirette mükâfatlandırılması anlamı da vardır. Kıyâmet
gününde insanların Allah tarafından hesaba çekileceğini haber
veren âyetler genellikle hesap konusunun mânevî-ahlâkî olacağını
ifâde eder. Kur’ân-ı Kerim’in ilk sûresi olan Fâtiha başta olmak
üzere, on üç âyette tekrarlanan “yevmü’d-dîn” (ceza günü) tamlaması
da hesap kavramını pekiştirmektedir. “Hükmetmek, bilgisi
ve mahâretiyle son hükmü vermek” anlamındaki hüküm (hukm)
kavramı da çeşitli fiil ve isim sıgalarıyla kırk iki âyette Allah’a izâfe
edilmiştir.
Kur’ân-ı Kerim’de âhiretin vukuunu tasvir eden âyetler, ilgili
hadislerin de yardımıyla bir sıralamaya tâbi tutulduğu takdirde bir
sual-kitap-mîzan-hesap tertibinin ortaya çıkabileceğini söylemek
mümkündür. Buna göre önce peygamberler İlâhî tebliği ulaştırıp
ulaştırmamaktan, bütün mükellefler de onu benimseyip benimsememekten
sorguya çekilecek, ardından herkese kitabı (amel defteri)
verilecek, kitapta kayıtlı iyilik ve kötülükler değerlendirilecek
(mîzân), böylece mükellefin hesabı görülmüş olacaktır.3 Bununla
beraber, kıyâmetteki bu hesaplaşma işlemi uzun sürmeyecektir.
Çünkü “Allah hesabı çok süratli olandır.” 4
“Gönlünüzde olanları açığa vursanız da gizleseniz de (farketmez), Allah
onunla sizi hesaba çeker, sorgudan sonra dilediğini affeder, dilediğine
de azap eder. Allah her şeye kaadirdir.”5 meâlindeki âyet ashâb döneminden
itibaren âlimleri düşündürmüştür. Müfessir Taberî’nin
konuyla ilgili olarak naklettiği dört görüşün ilkine göre bu İlâhî
beyan, şâhitlikle ilgilidir. Zira bir önceki âyette anlatıldığı gibi bir
konuda bilgisi ve görgüsü bulunan kişinin bunu gizlemesi kalbinin
günahkâr olmasına sebep teşkil eder. Birçok taraftarı bulunan
ikinci telakkiye göre, âyetin hükmü, şâhitliğe münhasır olmayıp
umûmîdir; fakat aynı sûrenin son âyetinde yer alan, “Allah her
2 65/Talâk, 8
3 7/A’râf, 6-9; 17/İsrâ, 13-14
4 2/Bakara, 202
5 2/Bakara, 284
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 11 -
kişiyi, ancak gücü yettiğiyle mükellef kılar o kadar sorumluluk yükler.”6
beyanıyla hükmü kaldırılmıştır. Üçüncü telakkiye göre, samimi
mü’minlerin zihninde ve gönlünde sürekli olarak bulunan fakat
eylem haline gelmeyen, ayrıca küfür ve nifak dışında kalan duygu
ve düşünceler de kıyâmet gününde hesaba tâbi tutulacaktır.
Ancak bu hesaba çekme işi, çeşitli hadis rivâyetlerinde belirtildiği
üzere bizzat Allah tarafından gizli olarak yürütülecek ve kul tarafından
itiraf edildikten sonra affa mazhar olacaktır. Küfür, nifak
ve dinin temel hükümleri hakkında beslenen sürekli şüphe af
kapsamına girmediği gibi, böyle bir İlâhî lütuftan kâfirlerin faydalanması
da sözkonusu değildir. Bu âyet hakkında öne sürülen
dördüncü anlayışa göre ise İlâhî beyanda yer alan hesaba çekilme
hükmü mensuh olmayıp geçerlidir. Ancak özellikle Hz. Âişe’den
gelen ve Rasûlullah’a nisbet edilen rivâyete göre, hesaba çekme
işi dünya gerçekleşmektedir. Şöyle ki, bu tür duygu ve düşüncelere
sahip bulunan mü’minlerin dünyada hissedecekleri vicdan
azâbı, pişmanlık, karşılaşacakları maddî ve mânevî sıkıntılar onların
muhâsebesini sağlayacak ve fiil haline gelmeyen günah işleme
duygusunun doğurduğu günaha keffâret olacaktır. Taberî bu
dört görüşü sıraladıktan sonra âyette nesih olmadığını, Allah’ın
mü’minleri niyetlerinde sakladıkları günahlardan dolayı da hesaba
çekeceğini söyler. Ancak bu niyetler fiil haline dönüşmediğinden
cezaya konu teşkil etmeyecek ve yukarıda üçüncü şıkta anlatıldığı
üzere affa mazhar olacaktır. 7
Âhiret hallerinden biri olara nasslarda açıkça yer alan hesabın,
fiil haline gelip amel niteliği taşımayan duygu ve düşünceleri
de kapsadığı Bakara Sûresindeki âyetle 8 sâbittir. Bu hükmün neshedilmiş
olduğu iddiası isâbetli görünmemektedir. Zira bu husus
neshin sözkonusu olamayacağı akaid esaslarındandır. Aynı âyetin
devamında, Allah’ın böylelerinden dilediğini affedip dilediğini
cezalandıracağını beyan eden kısım da nesih ihtimalini ortadan
kaldırmaktadır. İnsanın zihninde bulunan şey, eğer hukuku ilgilendiren
bir bilgi ise bunun gizlenmesi günahtır ve cezayı gerektiricidir.
Bu nitelikte olmayan duygu ve düşünceler, yukarıda üçüncü
ve dördüncü şıklarda anlatılan şekillerden biri statüsünde affa
mazhar olabilecektir. Nitekim Fahreddin er-Râzî ile Kurtubî’nin de
kanaatleri bu çerçevededir.
Bazı Şiî ve Mu’tezilî kelâmcıları dışında hemen hemen
bütün İslâm âlimleri, âhiret hallerinden biri olan hesabın
6 2/Bakara, 286
7 Kurtubî, Câmiu’l-Beyân, III/94-100
8 2/Bakara, 284
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 12 -
gerçekleşeceğine iman etmenin her müslümana farz olduğu
görüşünü benimsemişlerdir. Zira hesap kitap, sünnet ve icmâ ile
sâbit olduğu gibi, aklen de mümkün, hatta gereklidir. Bununla
birlikte hesabın keyfiyeti, süresi ve kimleri kapsadığı hususunda
farklı görüşler ileri sürülmüştür. İlk dönem âlimleri, bazı hadis
rivâyetlerinin zâhirine bakarak9 hesabın hayvanları da kapsayacağını
söylerken müteahhir dönem âlimleri hisabın mükellef tutulan
yaratıklarla sınırlı olduğu görüşündedir. Dirilişten sonra mahşerde
bekleme, amel defterinin verilmesi, sorguya çekilme, her
kula âit organların, amellerin işlendiği mekânların ve meleklerin
şâhitlikte bulunması ile amellerin tartılıp sonucunun belirlenmesi
safhalarından oluştuğu kabul edilen geniş anlamıyla hesap;
Kurtubî, Âlûsi, Reşid Rza gibi âlimlere göre bütün mükellefler için
aynı anda gerçekleşecek ve bizzat Allah tarafından yürütülecektir.
Zira Allah’ın bir kulunu hesaba çekmesi aynı zamanda başkalarının
hesabını görmesine engel teşkil etmez. Bu görüşü savunanlara
göre hesap, göz açıp kapayıncaya kadar veya yarım günden az
bir sürede tamamlanır. Bir grup âlime göre Allah kâfirleri değil;
sadece mü’minleri hesaba çekecektir. Başka bir gruba göre ise
her mükellefi Allah adına bir melek hesaba çeker. Çünkü hesabı
bizzat Allah yürütecek olsaydı kâfirlerle de konuşması gerekirdi.
Hâlbuki bu husus Kur’an’da yer alan bilgilere aykırıdır. 10
İbn Teymiye, hesabı iki kısma ayırır. Birincisi, kullara âit bütün
amellerin tesbit edildiği sayfaların sahiplerine verilmesi şeklinde
olup mü’min-kâfir herkes için sözkonusudur. İkincisi, ağır gelen
tarafı belirlemek üzere iyilik ve kötülüklerin tartılması anlamında
kullanılan hesaptır. Kâfirlerin kötülükleri iyiliklerini boşa çıkardığından
cennetlik veya cehennemlik olduklarını tesbit etmek amacıyla
onlar hakkında bu tür bir hesap sözkonusu değildir. Bununla
birlikte kötülüklerinin sınırını tâyin edip buna göre cezalandırılmaları
için ikinci tür bir hesaba çekilebileceklerini söylemek mümkündür.
11
Müslüman filozoflar, insanların organlarıyla gerçekleştirdikleri
fiillerin iyi veya kötü oluşuna göre ruhları üzerinde etkiler
yaptığını, bunların da âhirette herkesçe fark edilebileceğini öne
sürerek hesap esnâsında organların dile gelmesinin bundan başka
bir anlam taşımadığını ileri sürmüşlerdir. 12
Âlûsî’nin de belirttiği gibi, dünyadan farklı bir âlemde gerçekleşecek
olan hesabın mâhiyetini akıl yürütmek sûretiyle belirlemek
9 İbn Kesir, II/113-117
10 bk. 2/Bakara, 174; 3/Âl-i İmrân, 77
11 Mecmûu Fetâvâ, IV/305-306
12 Fahreddin er-Râzî, XIII/20; XVIII/19
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 13 -
mümkün değildir. Bu hususta en isâbetli yol, nassların bildirdiğini
kabul etmekten ibârettir. Âdil olan Allah’ın kullarına asla zulmetmeyeceği
gerekçesiyle hesabın gereksizliğini öne sürenlerin aklî
dayanakları bulunmadığı gibi, bu iddiayı hesabın vuku bulacağını
açıkça bildiren nasslarla bağdaştırmak da mümkün değildir.
Hesapta, bütün kulları sorguya çekip yaptıklarını onlara ikrar ettirmek,
peygamberleri, melekleri ve diğer bazı varlıkları şâhit tutarak
ileri sürülebilecek mâzeretleri ortadan kaldırmak, Allah’ın
iyi kullarına karşı lütufkârlığını gösterip affediciliğini fiilen ispat
etmek, cezalandırdığı kullarına karşı ise âdil davrandığını ortaya
koymak, bu vesile ile itaat eden kullarını aziz kılıp isyankârları
zelil kılmak, böylece yaratıkları bekleyen âkıbete dikkat çekerek
dünyada yararlı işler yapmaya teşvik edip kötülükten sakındırmak
gibi hikmetlerin bulunduğu unutulmamalıdır. Hesabın alenî bir
şekilde yapılmasında, tartışmacı bir karaktere sahip bulunan13 insana
dünyada işlediği amelleri açıkça gösterip onun itirazda bulunmasına
imkân vermemek, ayrıca göreceği ceza veya mükâfatta
herhangi bir haksızlığa uğratılmayacağını, dünyadakinin aksine
âhiretteki muhâsebede hiçbir ihmalin sözkonusu olmayacağını,
hiç bir tesir altında kalınmayacağını ortaya koymak gibi başka
hikmetler de düşünülebilir. 14
Hesap Günü ve Allah’ın Hesaba Çekmesi
Hesap Günü: Allah tarafından insanların bu dünyada iken
yaptıkları iyilik ve kötülüklerden dolayı âhirette hesaba çekileceklerine
dair dikkat çekilen günün adı “Din günü - Ceza günü-” ile
hemen hemen aynı anlama gelir.
“Hesap günü”ne iman etmek, İslâmiyet’in inanç esaslarından
birini teşkil eder. Bu günün hak olduğu, bir gün mutlaka gerçekleşeceği
Kitap (Kur’ân)la sâbittir. “Allah herkesi kazandığının karşılığını
vermek üzere (diriltecektir). Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir”15
buyrulmaktadır. Diğer bir âyette Hak Teâlâ şöyle buyurur: “Elbette
kendilerine peygamber gönderilenlere de gönderilmiş olan peygamberlere
de soracağız. Ve onlara olup bitenleri tam bir bilgi ile mutlaka anlatacağız.
Zaten Biz onlardan uzak değiliz.” 16
Âyetlerden açıkça anlaşılıyor ki, sorguya çekilmesi gereken
herkesin, “Hesap günü”, ifâdesi alınacaktır. Kendilerine peygamber
gönderilen her ümmete peygamberlere itaat edip etmedikleri;
13 18/Kehf, 54
14 Emrullah Yüksel, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 17, s. 240-242
15 14/İbrâhim, 51
16 7/A'râf, 6
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 14 -
peygamberlere de, tebliğ vazifelerini ne dereceye kadar yaptıkları
ve nelerle karşılaştıkları sorulacaktır. Şu kadar var ki: “Biz bir
rasûl göndermedikçe azap edecek değiliz”17 âyet-i celîlesi hükmünce,
kendilerine “rasûl” gönderilmeyenler bu hesap ve azaptan muaf
olacaklardır. Diğer insanlar da dünyadaki amellerine göre hesaba
çekileceklerdir:
“O gün insanlar, yaptıkları kendilerine gösterilmek için bölük bölük
dönerler.” 18; “Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün haksızlık
yoktur. Doğrusu Allah, hesabı çabuk görendir.”19; “Herkesin yaptığı
her hayrı ve işlediği her kötülüğü, önünde hazır bulacağı gün yaklaşmaktadır.
O gün kişi, kendisiyle yaptığı kötülükler arasında uzak bir mesafe
bulunmasını ister. Allah sizi, kendisinden korkmanız için uyarıyor.” 20
Gerçekten öyle zamanlar olur ki, insanın yaptığının yüzüne
vurulması veya yaptıklarıyla yüzleştirilmesi her çeşit cezadan daha
ağır gelir. Ne var ki, böyle bir cezayı hak etmişse bundan kurtuluş
da yoktur. “Hesap günü”, kişi yaptıklarıyla yüzleştirildikten sonra,
tartıya vurulmayan, cezâsı verilmeyen zerre miktarı hayır ve şerrin
bırakılmadığı ince hesap ânına geçilir. Artık o gün: “Kim zerre miktarı
bir hayır işlemişse, onu görecektir ve her kim de zerre miktarı kötülük
işlemişse onu görecektir.” 21
O dehşetli “hesap günü”nde Allah’ın mü’min kullarına korku
yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. Dünyada iken yaptıklarına
karşılık Rablerinin kendilerine hazırladığı nimetlere sevinç
içinde kavuşacaklardır. Cenâb-ı Hak bu gibi mü’minler için şöyle
buyurur: “Şüphesiz iman edenlerle, yahûdilerden, hıristiyanlardan ve
sâbiîlerden Allah’a ve âhiret gününe hakkıyla inanıp sâlih amel işleyenler
için Rabları katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku
olmadığı gibi üzülmeyecekler de.”22 Onlara: “İşte bu, hesap günü için
size söz verilenler.” 23 denilecek ve kolay bir hesaptan geçirileceklerdir:
“Kimin kitabı sağından verilirse, kolay bir hesapla hesaba çekilecek
ve sevinçli olarak ailesine dönecek.”24; “Kitabı sağ tarafından verilen; ‘Alın
kitabımı okuyun, doğrusu ben hesabımla karşılaşacağımı zaten bekliyordum’
der.” 25 Böylece hak ettiği cennete girer.
17 17/İsrâ, I5
18 99/Zilzâl, 6
19 40/Mü'min, 17
20 3/Âl-i İmrân, 30
21 99/Zilzâl, 7-8
22 2/Bakara, 62
23 38/Sâd, 53
24 84/İnşikak, 7-9
25 69/Haakka, 19-20
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 15 -
Rasûlüllah (s.a.s.) mü’minlerin “hesap günü”nündeki durumunu
şöyle dile getirir: “Mü’min kıyâmet günü Rabbine öyle yaklaştırılır ki,
artık Rabbi onun sırrını mahşer ehlinden saklamış olur. Sonra ona bütün
günahlarını ikrar ettirir: ‘Şunu işlediğini sen bilir misin?’ diye sorar. O da:
‘Yâ Rabbi bilirim’ der. Sonunda, mü’minin işlediği günahlar hakkındaki
itirafları Allah’ın dilediği miktara ulaşınca Allah Teâlâ ona: ‘Şüphesiz Ben
senin işlediğin günahları dünyada senin için örttüm. Bu gün de senin için
günahlarını mağfiret ediyorum’ buyurur.” 26
Bu delillerden açıkça anlaşılıyor ki, dünyada iken Allah’a ve
âhiret gününe iman ederek O’nun emirlerine uyan, yasakladıklarından
sakınan ve sâlih amel işleyen mü’minler, kolay bir hesaptan
sonra Allah’ın kendilerine mükâfat olarak hazırladığı nimetlere
kavuşacaklardır. Ancak müslüman olduğu halde, mutlak sûrette
cezayı hak edecek davranışlarda bulunan kimselerin hesabı zor
olacaktır.
Hz. Peygamber bir gün ashâbına şöyle sorar: “Müflis kimdir, bilir
misiniz?” Ashâb: ‘Bizim aramızda müflis, hiç bir dirhemi ve malı
olmayandır’ dediler. Bunun üzerine Rasûl (s.a.s.); “Benim ümmetimden
gerçek müflis; kıyâmet gününde namaz, oruç ve zekâtla gelip de
şuna sövmüş, buna iftirada bulunmuş, şunun malını yemiş, bunun kanını
dökmüş, başkasını da dövmüş olarak gelendir. Şuna buna hasenâtından
verilecek. Şâyet dâvâsı görülmeden hasenâtı biterse, onların günahlarından
alınarak kendisinin üzerine yüklenecek, sonra cehenneme atılacaktır”
27 buyurur.
Günahkâr mü’minin durumu böyle olunca; inkârcıların ve
başkalarına zulüm yapanların, daha büyük sıkıntılara düşeceklerinde
şüphe yoktur. Onlar, “Hesap günü”nden söz eden âyetleri
işittiklerinde alaylı bir şekilde: “Dediler ki: Rabbimiz, hesap gününden
önce (bize vaad ettiğin) hissemizi şimdiden ver.” 28 Müşrikler böyle
söylemekle; “hesap gününe kadar beklemeye ne gerek var, o
cezadan bizim payımıza düşeni şimdiden ver” diyerek alay etmek
istiyorlardı. Cenâb-ı Hak da: “Şüphesiz onların dönüşü Bizedir. Sonra
onların hesaba çekilmesi de Bize âittir.” 29 buyurarak, hem Rasûlünü
teselli etmiş, hem de onları tekrar uyarmıştır. Bu uyarılara kulak
asmayıp sapık yollarına devam edenler için de şöyle buyurmuştur:
“Doğrusu Allah yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarından
dolayı çetin bir azap vardır.” 30
26 Müslim, Tevbe 52; İbn Mâce, Mukaddime 13
27 Müslim, Birr, 59
28 38/Sâd, 16
29 88/Ğâşiye, 25-26
30 38/Sâd, 26
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 16 -
O dehşetli gün gelip de insanlar hesaba çekilmeye başlanınca
pişmanlık duymanın hiçbir yararı olmayacaktır. “Kimlerin tartısı ağır
basarsa, işte asıl kurtuluşa erenler onlardır. Kimlerin de tartıları hafif gelirse,
artık bunlar da kendilerine yazık etmişlerdir, ebediyyen cehennemdedirler”
31; “Kitapları sol taraflarından verilenlere gelince, o: Keşke bana
kitabım verilmeseydi de, hesabımın ne olduğunu bilmeseydim, der” 32
Cenâb-ı Hak onlara: “Âyetlerim okunurken onları yalanlayanlar siz değil
miydiniz?” 33 diye sorunca, sanıyorlar ki konuşmalarına izin verilmiş,
kendilerine ümit kapıları açılmış belki suçluluklarını itiraf ederlerse
istedikleri kabul görür: “Derler ki: Rabbimiz, bize kötülüğümüz
gâlip geldi. Biz, sapık bir kavim olduk. Rabbimiz, bizi buradan çıkar, eğer
tekrar inkâra dönersek gerçekten zâlimler oluruz.” 34 Onların bu sözlerine
karşılık: “Allah da buyurur: Kesin sesinizi. Artık Benimle konuşmayın.
Çünkü kullarımdan bir zümre vardı ki bunlar, ‘Rabbimiz, inandık;
artık bağışla bizi, acı bize. Sen acıyanların en hayırlısısın’ diyorlardı. Siz ise
onları alaya alıyordunuz, bunlar size Beni anmayı unutturuyordu. Ve hep
gülüyordunuz onlara” 35 denilerek cehenneme gönderilecekler. Bu
arada kendilerinin bu acı hallerini gören mü’minler, cehenneme
giriş nedenlerini sorarlar: “Kitapları sağdan verilenler suçlulara: Sizi bu
yakıcı ateşe sürükleyen nedir? diye sorarlar. Onlar derler ki; ‘Namaz kılanlardan
değildik, düşkünü doyurmuyorduk. Bâtıla dalanlarla beraber biz
de dalardık. Ceza gününü yalanlardık. Bu durumumuz, ölüm bize gelinceye
kadar devam etti’ derler.” 36
Akaid kitapları, “hesap günü” ile ilgili âyet ve hadislere dayanarak,
bu günün gerçek olduğunu şu şekilde açıklarlar:
a) Amellerin tartılması haktır: Çünkü Cenâb-ı Allah “O gün tartı
(vezn) haktır.” 37 buyurmuştur. Mu’tezile ise amellerin tartılmasını
inkâr etmiş ve bu konudaki nasları tevil etmiştir.
b) Amel defteri haktır: Bu defterden maksat, insanlara ait sevap
ve günahların üzerinde tesbit edildiği şeydir. Mü’minlere sağ,
kâfirlere sol ve arka taraflarından verilir.38
Mu’tezile, bu konudaki nassları da te’vil ederek amel defterini
gereksiz görür.
c) Öldükten sonra sorguya çekilme haktır: 39
31 23/Mü'minûn, 102-103
32 69/Haakka, 25-26
33 23/Mü'minûn, 105
34 23/Mü'minûn, 106-107
35 23/Mü'minûn, 108-110
36 74/Müddessir, 42-47
37 23/Mü'minûn, 108-110
38 69/Haakka, 25-26; 84/İnşikak, 10; 17/İsrâ, 13
39 7/A'râf, 6; 14/İbrâhîm, 51; 3/Âl-i İmrân, 30; Müslim, Tevbe 52; Buhârî,
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 17 -
Esmâü’l-Hüsnâ’dan Hasîb;
Allah Hesaba Çekendir
Hasîb; Hesap gören anlamında Allah’ın isimlerinden biridir.
“Ki onlar (o peygamberler) Allah’ın risaletini tebliğ edenler, O’ndan içleri
titreyerek korkanlar ve Allah’ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır.
Hesap görücü olarak Allah yeter.” 40
Allah insanı yaratır ve henüz o döl yatağındayken ona sûret
verir. Her insanı özenle ve bambaşka bir yaratılışla dünyaya getirir.
Annesinin rahmindeyken ve o daha hiçbir şeyin şuurunda değilken
onu korur, beslenmesini ve gelişmesini sağlar. Anne karnında
geçen dokuz aylık süre insan için karanlık bir devredir. Hiçkimse
bu dönemi ve dokuz ay içinde Allah’ın kendisi için nasıl inanılmaz
mucizeler gerçekleştirdiğini bilmez. Fakat Allah, daha insan tek
bir hücreyken bile onun ilk haline şâhittir. Çocukluk dönemi de
aynı şekildedir. İnsanın hâfızasında çocukluğuyla da ilgili yalnızca
birkaç anı kalır. Ama Allah, o bilmezken bile her an yanındadır,
her yaptığına şahittir.
Allah’ın şâhit olduğu yalnızca insanın amel olarak yaptıkları
değil aynı zamanda içinden de geçirdikleridir. Çünkü Allah insanın
hem içine hem dışına, hem rûhuna hem organlarına tam
anlamıyla hâkimdir. O, nefsini koruyarak neyi, ne için yaptığını
bilmezken Allah onun her hareketini ne amaçla yaptığını bilir.
İnsan gizlenmiş tek bir hücre halindeyken de, ölmek üzere son
nefesini verirken de Allah onun yaptıklarına şâhittir. Dünyada yaşadığı
süre boyunca otururken, konuşurken, yemek yerken, uyurken,
gece gündüz her saniye işlediklerini tüm ayrıntılarıyla bilir,
ağzından çıkan her konuşmayı, her lafı işitir, aklından geçirdiği
her düşünceyi tespit eder. Hiçbir şey O’ndan gizli kalmaz.
Oysa insan, hayatı boyunca yaptığı işleri, söylediği sözleri unutur.
Yıllar geçtikçe zihnindeki anılar bulanıklaşır. Geçmişte yaşadıklarını
saymaya kalksa ancak çok az şey sayabilir. On yıl önce
yaşadığı bir olay kendisine hatırlatılıp o an ne düşündüğü sorulsa
hiçbir şey hatırlayamaz. Sanki bütün yaşadıkları zihninden silinmiş
gibidir, geriye çok az bir kalıntı kalmıştır. Allah ise bütün insanların
hayatları boyunca yaptıklarını, her saniye kafalarından neler
geçtiğini bilir. Hiçbir şeyi unutmaz. Hesap günü herkesin önüne
kötülüklerini, iyiliklerini, sâlih amellerini ve günahlarını eksiksiz
getirir. Bu yüzden insanın yapması gereken, Allah’ın kendisine
şâhit olduğunu asla unutmamasıdır.
Mezâlim 2; Halid Erboğa, Şamil İslam Ansiklopedisi, c. 2, s. 395-397
40 33/Ahzâb, 39
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 18 -
“Bir selâmla selâmlandığınızda, siz ondan daha güzeliyle selâm verin
ya da aynıyla karşılık verin. Şüphesiz, Allah her şeyin hesabını tam olarak
yapandır.”41; “Yetimleri, nikâha erişecekleri çağa kadar deneyin; şâyet
kendilerinde bir (rüşd) olgunlaşma görürseniz, hemen onlara mallarını
verin. Büyüyecekler diye israf ile çarçabuk yemeyin. Zengin olan iffetli
olmaya çalışsın, yoksul olan da artık mâruf (ihtiyaca ve örfe uygun) bir
şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman, onlara karşı şâhit
bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter.” 42
Sorumluluk
Sorumluluk: Kişinin kendi istek ve irâdesi ile yaptığı ve yüklendiği
işlerin hesabını vermesi bundan dolayı hesaba çekileceği
bilincine denir. İslâm, her insanın bir irâdesi ve seçme hürriyeti bulunduğunu
ve bu irâdesini kullanmak sûretiyle yapacağı işlerin tamamından
sorumlu olduğunu bildirmiştir. Bundan dolayı insanlar
ve özellikle müslümanlar, yapacakları her işte söyleyecekleri her
sözde dikkatli olmak durumundadırlar. Kur’ân-ı Kerîm’de Yüce
Rabbimız şöyle buyurur: “De ki; herkes kendi (hali) ne uygun yolda
hareket eder. Rabbimız, kimin en doğru yolda olduğunu daha iyi bilir.” 43
Şâyet insan yaptığı her işten ve davranıştan, söylediği her sözden
sorumlu olmasaydı, dinimizdeki farzlar, haramlar, mubahlar
olmaz ve emirlerle yasakların bir anlamı kalmazdı. İyi işler yapanlarla,
kötü işler yapanların aralarında bir fark olmazdı. İslâm’da
insan, kendi hür irâdesini kullanarak yapacağı işlerden sorumlu
tutulmuştur: “Her kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür, kim de zerre
kadar kötülük yapmışsa onu görür.”44; “O (Allah) yaptığından sorumlu
değildir. Onlar ise, sorumlu tutulacaklardır.” 45
Dînimiz, insanlara iyi yolu da kötü yolu da göstermiştir.46 İnsan
kendi yolunu kendisi seçer ve belirler. Fakat yapacağı her iyi ve
kötü hareketin sorumlusu kendisidir. Çünkü yaptığı her fiili kendi
niyeti ve isteğiyle yapmıştır. İnsanları hayvanlardan ayıran başlıca
fark, insanların akıl sahibi oluşu, bunun tabii neticesi olarak
da sorumluluk yüklenmiş olmasıdır. Çünkü Cenâb-ı Allah, verdiği
akıl sayesinde insanları diğer varlıklardan üstün ve güçlü kılmış,
onların idaresini insanlara vermiştir. İdareci durumunda sorumlu
olması ise kaçınılmazdır.
41 4/Nisâ, 86
42 4/Nisâ, 6
43 17/İsrâ, 84
44 99/Zilzâl, 7-8
45 21/Enbiyâ, 23
46 90/Beled, 10
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 19 -
Dünya ve âhiret sorumluluğu: İslâm hem dünya ve hem de
âhiret nizamı olduğu için insanların, yaptıkları işlerinden dolayı
yalnız bu dünyada değil, âhiret hayatında da sorumlu olacaklarını
bildirmiştir. Ölmekle her şeyin sona ermeyeceğini, aksine yeni ve
sonsuz bir hayatın başlayacağını ve Allah’ın huzurunda hesaba
çekileceğini düşünen ve buna inanan bir insan, dünyanın geçici
zevklerine kanmaz. Âhiret için hazırlığını, dünyada iken yapar.
Çünkü o, âhiret hayatında yalnız kendi çalışma ve gayretinin karşılığını
bulacağına inanır. İyi ve kötü yapacağı her işten sorumlu
olacağını aklından çıkarmaz.
İslâm’ın sorumluluk anlayışına göre her insan, hattâ peygamberler
bile yaptıklarından sorumludurlar. Kur’ân-ı Kerim’de Yüce
Rabbimız buyuruyor ki: “Andolsun ki, kendilerine peygamber gönderilenlere
soracağız. Peygamberlere de soracağız.”47 Peygamber Efendimiz
ise, Vedâ hutbesinde yer yer konuşmasını keserek, kendisini
dinleyen ashâbına üçer defa: “Tebliğ ettim mi?” diye sorarak, her
defasında “Evet!” cevabını aldıkça: “Şâhid ol yâ Râb!” demiştir. Peygamber
Efendimiz bu ifade ve tavrıyla, âyette belirtilen sorumluluktan
kurtulma arzusunu izhar etmiştir.
Dînimize göre insan bir imtihan dünyasındadır. Başıboş ve sorumsuz
olarak bırakılmamıştır. Dünyada ektiğini, âhirette biçecektir.
Sağlığından, gençliğinden, gücünden, güzelliğinden, zenginliğinden,
fakirliğinden... kısaca her şeyinden sorumluluk altındadır.
Kendisine bahşedilen nimetleri nerelerde ve nasıl kullandığından,
elde ettiği serveti nereden ve nasıl elde ettiğinden, nerelere ve
nasıl sarfettiğinden sorguya çekilecektir.48 Onun için sorumluluk,
bir bütün olarak düşünülmelidir. Çünkü İslâm hem dünya, hem
âhiret nizamı olmakla birlikte bir bütün teşkil etmekte ve dünya
hayatıyla, âhiret hayatı birbirlerinden ayrı düşünülmemektedir.
Hz. Peygamber’in (s.a.s.): “İnsan öldüğü zaman amelinin arkası
kesilir; yalnız şu üç şeyden dolayı kesilmez: Biri; sadaka-i câriye (yani
uzun süre ayakta kalan bir hayır eseri), diğeri; kendisinden faydalanılan
ilim, üçüncüsü ise; kendisine hayır duâ eden sâlih bir çocuk...”49 hadisi
önemli bir gerçeği yansıtır. Demek ki, bu dünyada yapılan işlerin
sorumluluğu, âhiret âleminde de devam edecektir. O halde dünya
sorumluluğu ile âhiret sorumluluğunu kesin çizgilerle birbirinden
ayırdetmek mümkün değildir.
İnsanın dünya ve âhiretteki sorumluluğu birkaç yönde olur:
47 7/A'râf, 6
48 Tirmizî, Kıyâme 9
49 Müslim, Kitâbu’l-Vasıyye 3
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 20 -
İnsan, yaratanına karşı, kendi cinsine yani insanlığa karşı, emri altındakilere,
âmirlerine ve topluma karşı sorumluluklar yüklenen
bir yaratıktır. Bu durumu Peygamber Efendimiz şöyle açıklar: “Her
biriniz bir yöneticisiniz ve her biriniz yönetiminizdekilerden sorumlusunuz:
Devlet adamı bir yöneticidir ve halkından sorumludur; erkek, ailesinin
yöneticisidir ve onları gözetmekten sorumludur; kadın, kocasının
evinin muhâfızıdır ve bundan sorumludur; hizmetçi efendisinin malının
bekçisidir ve bundan sorumludur. Her biriniz bir yöneticisiniz ve yönetiminizdekilerden
sorumlusunuz.” 50
Kişisel ve toplumsal sorumluluğa gelince; İslâm dini, öncelikle
şahsî (kişisel) sorumluluğu benimseyen bir dindir. İslâm dinine
göre her fert, kendi yaptıklarından sorumludur. Başkalarının yaptıklarından
sorumlu değildir. Hâlbuki hıristiyanlık inancına göre,
“bütün insanlar Hz. Âdem’in işlediği ilk suçun cezasını çekecektir.
Hz. İsa kendi kanını fedâ etmek sûretiyle bu lânet ve azaptan insanları
kurtarmıştır.” İşte İslâm dîni, atalarının günâhlarından çocuklarını
sorumlu tutan bu Hıristiyanlık inancını reddederek ortadan
kaldırmış, onun yerine şahsî sorumluluk prensibini koymuştur.
“Hiç bir günahkâr, başkasının günahını çekmez. Eğer yükü ağır gelen
kimse onu taşımak için (başkalarını çağırsa) onun yükünden hiç bir şey
(alınıp) taşınmaz. Akrabası dahi olsa (kimse onun yükünü taşımaz)” 51;
“De ki; Allah’a itaat edin! Peygambere itaat edin! Eğer yüz çevirirseniz,
bilin ki o peygamber; kendisine yükletilenden ve siz de kendinize yükletilenden
sorumlusunuz.”52; “Ey iman edenler! Rabbinize karşı gelmekten
sakının! Babanın oğlu, oğlun da babası için bir şey ödeyemeyeceği günden
korkun!...” 53 hükümleri bu sorumluluk prensiplerini yansıtmaktadır.
Ancak bazı durumlarda sorumluluğun -iyilik yahut kötülük olsun-
başkalarına da geçtiği olur. Yapılan amel (iş) hayır ve iyilik
ise, bunun sevabı; şer veya kötülük ise, günâhı, hem o işi yapana,
hem de onu yapmasına sebep olduğu kimselere ulaşır. Bir âyette
Yüce Rabbimiz (c.c.) şöyle buyuruyor: “Böylece kıyamet günü kendi
günahlarını tam olarak, bilmeden saptırdıkları kimselerin günahlarını (ise)
kısmen yüklenirler. Dikkat edin, yüklendikleri yük ne kötüdür!” 54
Peygamber Efendimiz ise, hadislerinin bazılarında şöyle buyuruyor:
“Her kim İslâm içinde güzel bir çığır açarsa ve bu güzel çığır
50 Buhârî, Cenâiz 32, Ahkâm 1
51 35/Fâtır, 18
52 24/Nûr, 54
53 31/Lokman, 33
54 16/Nahl, 25
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 21 -
kendisinden sonra da tatbik edilip sürdürülürse, kendi sevaplarından
hiçbir şey eksilmeksizin, onu sürdürenlerin sevaplarının benzeri, kendisi
lehine yazılır. Ve her kim de İslâm içinde kötü bir âdet çıkarır ve bu kötü
âdet kendisinden sonra da sürdürülürse, kendi günahlarından hiçbir şey
eksilmeksizin onu sürdürenlerin günahlarının benzeri de o kimse üzerine
yazılır.”55 İslâmî anlayışta sorumluluk her yaş, her mevki ve seviyedeki
insan için söz konusudur.
Demek ki, İslâm’a göre insanların yaptıkları işler, ya sadece
kendilerini ilgilendirmekte veya yapılan işin özelliğine ve
mâhiyetine göre, o işten başkaları da faydalanmakta veya zarar
görmektedirler. Bu duruma göre, başkalarının yaptıkları işlerden
sevap veya günâh kazanacak kimselerin olması da tabiidir. Çünkü
bu şahıslar, her şeyden önce kendi sorumlulukları altında kalan
iyilik veya kötülük cinsinden bir şeyler yapmaktadırlar. Yapılan bu
işlerin etkileri ise, bazen uzun süre devam etmektedir.
İşte bu anlayış doğrultusunda hareket eden mü’min, bütün
organları ile yaptıklarından sorumlu tutulacağını bilir. Bu inancı,
onu daha kontrollü bir hayat yaşamaya zorlar. Nitekim Hz. Peygamber
(s.a.s.) şöyle buyurur: “Mü’min, günahı tepesine çökecek
bir dağ gibi hisseder; münâfığa gelince, o da günahını, burnunun
üzerine konmuş ve hemen uçabileceği bir sinek gibi kabul eder.” 56
Mes’ûliyet
Kişinin davranışlarından hesap verme yükümlülüğü altında
bulunması durumuna Türkçe’de sorumluluk denir. Hesap yükümlülüğü
kişinin davranışları nedeniyle ödül ya da ceza biçiminde
bir karşılık görmesi sonucunu doğurur. Bu karşılık, maddî ya da
mânevî olabileceği gibi, bu dünyada ya da âhiret hayatında da
olabilir.
İslâm’a göre insan sorumlu bir varlıktır. Çünkü kendine iyi ile
kötü, doğru ile yanlış açık biçimde gösterilmiş, ikisinden birisini
seçme hakkı tanınmış, seçimini yapabilmesi, gereğini yerine getirebilmesi
için gereken akıl, irâde ve yapabilme gücü gibi niteliklerle
donatılmıştır. Kişi özgür irâdesi ile dilediği seçimi yapabilir,
istediği işi işleyebilir. Fakat bu özgürlüğü onu seçiminden, yaptıklarından
sorumlu kılar, seçim ve davranışlarının sonuçlarına katlanma
zorunda bırakır. Seçim ve davranışlarının niteliği, iyi ya da
kötü oluşu, bunların sonuçlarının da niteliğini, başka bir deyişle
göreceği karşılığın ödül ya da ceza oluşunu belirler.
55 Müslim, İman 15; Tirmizî, İlm 14
56 Tirmizî, Kıyâmet 9; Mustafa Öcal, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 5, s. 430-432
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 22 -
İslâm’da kişinin sorumluluk alanı Allah’ın emir ve yasaklarınca
belirlenir. Sorumlulukların sonuçlarına, karşılıklarına ilişkin düzenlemeler
de yine Allah tarafından yapılır. Sorumluluk alanı içinde
kalan davranışların bir bölümü için dünyada çeşitli karşılıklar,
yaptırımlar öngörülür. Bu tür sorumluluklar ve yaptırımlar İslâm
hukukunun başlıca konularından birisini oluşturur. Bununla birlikte
sorumluluklar konusunda İslâm’ın öngördüğü asıl karşılıklar
âhiret hayatına ilişkindir. İnsanın bu dünyadaki tüm davranışları
âhirette hesap konusu olacaktır. Yazılı bir kitap biçiminde insanın
eline verilecek olan hesap işlemi, son derece ayrıntılı ve âdilâne
biçimde yapılacak, kim bir zerre kadar kötülük işlemişse cezasını,
kim de bir zerre kadar iyilik yapmışsa ödülünü görecektir. Çeşitli
nimetlerle dolu sonsuz cennet hayatı ödülü; çeşitli süre ve derecelerdeki
azapla cehennem hayatı ise cezâyı oluşturacaktır.
İnsanın sorumluluğu Allah’ın emir ve yasaklarına göre belirlendiğinden,
bu emir ve yasakların bilinmediği toplumlarda sorumluluk
yoktur. Başka bir ifâdeyle sorumluluk için Allah’ın bir
peygamber aracılığı ile emir ve yasaklarını bildirmesi gerekir. Peygamber
gönderilmiş, Allah’ın emir ve yasakları tebliği edilmemiş
toplumlar sorumlu değildirler ve yaptıkları kötülükler nedeniyle
cezalandırılmazlar. Bu nedenle sorumluluk tebliğle başlar; ödül
ve ceza Allah’ın koyduğu hükümler doğrultusunda verilir. Ancak
son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)’in gelişinden sonra durum
değişmiştir. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.s.), önceki peygamberler
gibi yalnız belli bir zaman ve toplum için değil, tüm toplumlar ve
Kıyâmet’e kadar sürecek tüm zamanlar için gönderilmiştir.
İslâm’a göre sorumluluk kişinin teklife muhâtap oluşuyla başlar.
Mükellef ya da yükümlü sayılmayan kişilerin sorumluluğu da
yoktur. Buna göre sorumluluğun temel şartları ergenlik, akıl ve
özgür irâdedir. Çocuklar yükümlü sayılmadıklarından sorumlu değildirler.
Akıl ve ruh sağlığı yerinde olmayan kişiler yükümlü, dolayısıyla
sorumlu tutulamazlar. Ergenlik ve akıl şartına sahip oldukları
halde irâde özgürlüğü bulunmayan herhangi bir zor altında
davranan kişiler de sorumluluktan uzaktırlar. Burada zor, doğal
bir zarûret olabileceği gibi, diğer bir insan ya da gücün zorlaması
da (ikrah) olabilir. Fakat her iki durumda da sonuç değişmez.
Genel kural olarak İslâm’da sorumluluk kişiseldir. Her insan
yalnız kendi davranışından sorumlu tutulabilir. Hiç kimse, yakını
da olsa, bir başkasının davranışlarından sorumlu değildir. Herkesin
kazandığı hayır kendi yararına, yaptığı kötülük de kendi zararınadır.
Bununla birlikte, özellikle kimi kişiler için medenî hukuk alanına
giren bazı konularda dolaylı bir sorumluluk söz konusudur.
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 23 -
İnsanın dünyevî sorumluluğu İslâm hukukunca incelenir. İslâm
hukukuna göre dünyevî sorumluluk, kişinin Allah, toplum ve kendi
vicdanı önünde duyacağı pişmanlık, üzüntü ve acıdır. Toplum
düzeninin sağlanması açısından mânevî sorumluluk en az hukukî
sorumluluk kadar önemlidir. Hukukî sorumluluk ise kişinin kusurlu
ve haksız fiili ile başkasına verdiği zararı toplum gücüyle ödemek
zorunda bırakılmasıdır.
Hukukî sorumluluk da biri ceza hukuku alanına giren cezâî
sorumluluk, diğeri özel hukuk alanına giren medenî sorumluluk
olmak üzere ikiye ayrılır. Cezâî sorumluluk İslâm kanunlarının
suç saydığı ve yasakladığı fiiller için sözkonusudur. Ancak, belli
bir cezayı gerektiren bu fiillerin öldürme, yaralama, hırsızlık gibi
bir bölümü aynı zamanda medenî sorumluluk içine girer. Medenî
sorumluluk, hukukî bir sözleşmeden (akit) dolayı olabilecek zarardan
doğabileceği gibi, böyle bir sözleşme olmadan verilen zararlardan
da doğabilir. Birinci durumdan doğan sorumluluğa akdî
sorumluluk; ikinci durumdan doğan sorumluluğa da cürmî, gayrî
ya da haksız fiilden doğan sorumluluk denir.
Hukukî sorumluluk, kişinin kendi fiilinden doğrudan doğabileceği
gibi, sorumlu olduğu kişi ya da varlıkların fiillerinden de
doğabilir. Buna göre kişinin kendi fiilinden doğan sorumluluğa
doğrudan sorumluluk; sorumlu olduğu kişi ve varlıkların fiillerinin
neden olduğu sorumluluğa da dolaylı sorumluluk adı verilir. Dolaylı
sorumluluk, babanın çocuğunun, işverenin işçinin, sahibinin
hayvanın fiillerinin yol açtığı zararları ödeme yükümlülüğüdür. 57
Teklif
Teklif: Zor olanı istemek demektir. Fıkıh Usûlü ıstılahında,
Şâri’in bir fiilin yapılıp yapılmamasını talep etmesine denir. Eğer
bir şeyin yapılmasını isteyiş kesin olursa, teklifî hüküm “vâcip”,
kesin olmazsa “mendup” olur. Bir şeyin yapılmamasını isteyiş
kesin olursa, teklifî hükmün muhtevâsı “haram”; kesin olmazsa
“mekruh” olur. Bir de tahyîr’in hükmü vardır ki, bu da “mubahtır”.
Buna göre teklifî hükümler: 1- Vâcip, 2- Mendup, 3- Haram,
4- Mekruh, 5- Mubah olmak üzere beş kısma ayrılır.
Bu taksim fakîhlerin çoğunluğuna göredir. Hanefîler ise, teklifî
hükümleri yedi kısma ayırırlar: 1- Farz, 2- Vâcip, 3- Mendup, 4- Haram,
5- Tahrîmen mekruh, 6- Tenzîhen mekruh, 7- Mubah. 58
57 Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 4, s. 162-163
58 Muhammed Şakir Garbal, el-Mevsûâtü'l-Arabiyye el-Müyessere, teklif maddesi;
Muhammed Ebû Zehra, İslâm Hukuk Metodolojisi, terc. Prof. Dr. Abdülkadir
Şener, Ankara, 1973, 42
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 24 -
Teklifin esasını akıl ve idrâk teşkil eder; yani akıl ve idrâk, teklifin
temel şartıdır. Bu konuda el-Âmidî şöyle diyor: “Akıl erbâbı,
mükellefin akıl ve kavrayış sahibi olması gerektiğinde ittifak etmiştir;
çünkü teklif, bir hitaptır. Hayvan ve cansız madde gibi akıl
ve idrâki olmayana hitapta bulunmak muhaldır. Deli ile temyiz
kudretine sahip olmayan çocuk gibi hitabın aslını anlama potansiyeline
sahip olan; fakat onun emir, nehiy, sevap ve ceza ile ilgili
bulunduğunu, onu emredenin Allah olduğunu ve O’na itaat gerektiğini
tafsilâtıyla bilmeyen kimse de, hitabın aslını tafsilâtlı olarak
anlamama bakımından hayvan ve cansız madde mesâbesinde
olduğu için, teklife muhâtap olamaz. Çünkü teklif ile kasd edilen
şey, hitâbın aslını anlamaya dayandığı gibi, onun tafsilâtını
da idrâk etmeye dayanmaktadır. Temyiz kudretine sahip olan çocuğa
gelince; bu, her ne kadar temyiz kudretine sahip olmayan
çocuğun anlamadığı şeyleri idrâk ederse de, tam akıllı kimse gibi
Allah’ın varlığını, kullara hitapta bulunacağını, Allah’tan gelen
buyrukları tebliğ eden gerçek Peygamberin bulunduğunu gereği
kadar kavrayamaz. Oysa teklif ile kast edilen şey, bunlara bağlıdır.
Gerçi arada çok kısa bir zaman kalacak şekilde ergenlik çağına
yaklaşınca, onu bu andaki idrâki, biraz sonra teklifi gerektiren
şeyi idrâkinden farklı olmayabilir; ancak akıl ve idrâk birer gizli
vasıf olup yavaş yavaş ortaya çıktığından ve bunları gösteren belli
bir ölçü bulunmadığından Şâri’, bunlar için buluğ çağına girmeyi
bir sınır olarak koymuş ve bu çağa ermeyenlerden teklifi kaldırmıştır.
Bunun delili de, Hz. Peygamber’in (s.a.s.), “Üç kimseden
kalem kaldırıldı (yani onlar tekliften muaf tutuldu); buluğa erene kadar
çocuktan, uyanıncaya kadar uykudakinden ve ayılıncaya kadar mecnundan”
hadisidir. 59
Bu ifadeden şu üç husus anlaşılmaktadır:
1- Teklifin direği akıldır; çünkü teklif Allah’ın hitabıdır. Buna
da ancak aklıyla idrâk eden kimse muhâtap olabilir.
2- Akıl yavaş yavaş gelişmekte, çocukluktan itibaren olgunlaşma
seyrine devam etmektedir. O, teklif haddine ancak gelişmesini
tamamladıktan sonra ulaşmaktadır.
3- Aklın yavaş yavaş gelişmesi gözle görülmeyen bir husustur;
çünkü o, bir zaman süreci içerisinde adım adım kemâl noktasına
ulaşmaktadır. Elbette bu noktayı gösteren maddî bir ölçünün bulunması
gerekir. O da buluğ çağıdır. İşte bu çağ, aklın noksanlık
ve kemâli arasındaki sınırı teşkil etmektedir. Kişi bu çağa ulaşınca
ona teklif terettüb etmektedir.
59 Buhârî, Hudûd 22, Talâk 11; el-Âmidî, el-İhkâm fî Usûli'l-Ahkâm, I/199, 200
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 25 -
Hatıra gelebilir ki mecnun (deli) ve mümeyyiz olmayan çocuğun
temyiz kudreti bulunmadığı halde, malî tekliflere muhâtap
olduğunu görüyoruz. Bunlar, başkasına ait bir şeyi telef ederlerse
tazmin etmeleri, bir cinâyet işlerlerse diyet vermeleri gerekmektedir.
Fakîhlerin cumhuruna göre bunların, mallarından zekât
vermeleri gerekir. Meyve ve tahıl gibi toprak ürünleri için öşür
vermeleri icap ettiğini de fakîhler icmâ ile kabul etmişlerdir. İşte
bunlar birer tekliftir. Bu durumda onların tekliften muaf tutuldukları
nasıl düşünülebilir?
Buna, usûl bilginleri şöyle cevap verirler: Her ne kadar deli
ve mümeyyiz olmayan çocuk, temyiz kudretleri bulunmadığı için
teklifî hükümlere muhâtap değil iseler de, onlar da insandırlar ve
bu insanlık kendileri için bir kısım haklar sağlamış ve bu hakları
taşıyacak bir zimmet tanımıştır. Meselâ, onların mülkiyet hakları
vardır; bu teklifler de, kendilerinin mal ve mülkiyetleriyle ilgili
vecîbelerdir.
Bundan anlaşılıyor ki, deli ile mümeyyiz olmayan çocuk, insan
olmaları hasebiyle bir kısım haklara ve bu yüzden bir kısım da
vecîbelere sahiptirler. Bu konunun daha iyi anlaşılması için sırf insanlık
icabı olarak sâbit bulunan ehliyet ile aklın eseri olarak sâbit
bulunan ehliyet konusu da incelenmelidir. 60
Teklif konusu her ne kadar doğrudan doğruya Fıkıh Usûlünü
ilgilendiren bir mesele ise de Kelâm ilminin de incelediği konular
arasına girmiş ve insanın fiillerinin bir parçası sayılmıştır.
Kelamî mezheplerin değişik teklif anlayışları vardır. Biz burada
kelâmcıların teklifi nasıl tarif ettiklerine temas ederek mezhepler
arasında sadece mâturîdîliğin görüşü ile yetineceğiz:
Seyyid Şerif Cürcânî’ye göre, teklif, muhâtaba külfet yüklemektir.
61 El-Bağdadî’ye göre teklif, külfetten (güçlük, zorluk, zahmet)
alınmıştır. Bu da yorgunluk ve meşakkattir. Şeriatta emre ve
neyhe ıtlak olunmuştur. O halde teklif hitabın emir ve nehiy olarak
muhâtaba yönelmesidir. 62
Mâturîdî’nin teklif anlayışına gelince, şöyle özetlemek mümkündür:
Teklif, ancak vukuu kudret dâhilinde olana bağlıdır ve
bu şekilde bir emrin ifadesi olur. Teklif yerine getirilirse, mükâfatı
gerektirir; yerine getirilmezse, cezayı dâvet eder. Fakat teklifin bu
tarzda icrâya konması insanın irâde ve gücü ile olur. 63
60 Abdülkadir Şener, a.g.e., 320-321
61 Ta'rîfât, 58
62 Usûlü'd-Din, İstanbul, 1928, s. 270
63 el-Beyâdî, İşarâtü'l-Merâm, Kahire, 1368, 250
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 26 -
Mâturîdî kelâm okulunda önemli olan, teklifin insanın irâde
ve gücüyle ilgili oluşudur. Eğer insan fizik anlamda sakat ise bu
insanın fizik yönünden istitâa’ya, güce sahip olmadığı ortadadır.
Dolayısıyla böyle insana teklif akıl hâricidir. Her yönden sağlam
olan insanın teklife muhâtap olması ve bu teklife göre fiillerini
yapması insanın irâdesi ile ilgilidir. Bu takdirde insan, fiillerinin
nitelik kazanışında sorumlu olur ve böylece teklif anlam taşır. 64
Mâturîdî okulunda güç yetmeyen işte teklif kabul edilmemektedir.
65 Bu konuda okulun dayandığı mesned “Allah bir kimseye
ancak gücü yettiği kadar teklif eder.” 66 âyetidir. Çünkü Allah hikmete
uygun olanı yapar; hikmet de kendisinde güzellik, iyilik olanı düşünmeyi
gerektirir.
Mâturîdîlikte mesele, insanın gücü ve bu gücün imkânlarının
Allah’ın ezelî ve mutlak ilmince bilinmesi açısından ortaya konmaktadır.
67 İnsan teklif edilenden birini kendi gücü, meyli ve ihtiyarını
kullanarak seçer. 68 İnsanın bu tür hareketini Allah bilir.
Teklifin ceza ve mükâfat haline gelmesi, insana ahlâkî nitelikte bir
fiil olması ve neticede insanın yaptığından sorumlu olması böylece
vuku’ bulmaktadır. 69
Allah’ın insanlara yapmaları mümkün olmayanı teklif etmesi
ve gücü yetmeyene teklif, câiz ve mümkün değildir. 70
Teklîf-i Mâ Lâ Yutak/Güç
Yetirilemeyecek Emir ve Yasaklar
Teklîf-i mâ lâ yutak, güç yetirilemeyecek emir ve nehiyler demektir.
Teklif; lugatte, güçlük zorluk ve zahmet anlamlarını taşımaktadır.
Bu da yorgunluk ve meşakkati beraberinde getirmektedir.
Istılahta ise; emre ve neyhe taalluk etmektedir. Buna göre
teklif, emir ve nehyin muhâtaba yönelmesidir. Bir başka açıdan da,
teklif; akıl sahibi kullarına dinî ve hukukî yükümlülükler koyan
Allah’ın fiilidir.
Teklif meselesinin itikad açısından ele alınmasının esas nedeni;
bu konunun insan fiilleriyle doğrudan doğruya ilgili olması
ve adâlet-zulüm meselesiyle yakınlığı yönüyledir. Kısacası bu
64 Şerafettin Gölcük, Kelâm, Konya 1988, 222
65 Ebû Mansur el-Mâtürîdî, Kitabü't-Tevhid, Beyrut 1970, 266
66 2/Bakara, 286
67 el-Beyâdî, a.g.e., 250
68 Mâturîdî, a.g.e., 266
69 Şerafettin Gölcük ve S. Toprak, Kelâm, 222
70 Nurettin es-Sâbûnî, el-Bidâye fî Usûli'd-Dîn, Tah. Bekir Topaloğlu, Dimaşk
1979, 118; Ahmed Yaşar, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 170-171
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 27 -
konunun esas hareket noktası, insan fiilleri ve bunun uzantılarıdır.
Burada şu sorular konunun çerçevesini belirtmektedir: Allah
tarafından söz konusu edilen İlâhî teklif karşısında insanın durumu
nedir? Teklife daha çok hangi açıdan bakılmalıdır? Teklifin, insan
fiilleri açısından nitelik kazanması ve adâlet-zulüm konularıyla
ilişkisi nasıl anlaşılacak, insanın irâde ve sorumluluğu nasıl izah
edilecektir? İşte bu ve benzeri sualler insan zihnini başlangıçtan
beri meşgul etmesi bakımından İslâm Kelâmında da önemli yer işgal
etmiş ve bu konuda bir hayli değişik fikirler ortaya konulmuştur.
Aynı zamanda itikadî fırkalar arasında da hayli değişik fikir
ve anlayışlara yol açmıştır. Bunları derli toplu bir şekilde şöylece
sıralamak mümkündür.
a- Ehl-i Sünnet Anlayışına Göre Teklif
Bilindiği üzere itikadî açıdan Ehl-i Sünnet anlayışı denilince
Matüridî ve Eş’arî alimlerinin görüşleri akla gelmektedir. Bunları
da kendi düşünce ve anlayışlarına göre ayrı ayrı ele alarak bu görüşleri
daha detaylıca ele almaya çalışalım.
1- Mâturîdîlere Göre: Teklif, makdur olana bağlıdır. Ancak bu
şekilde bir emrin ifadesi olur. Teklif yerine getirilirse mükâfatı, yerine
getirilmezse cezayı gerektirir. Ancak, bu tarzdaki bir teklifin
meydana gelmesi insanın irâde ve gücüyle olur. 71
Mâturîdî anlayışına göre önemli olan, teklifin insanın irâde
ve gücüyle ilgili olmasıdır. Eğer insan, fizikî olarak sakat ise, bu
insanın fizik yönünden bir güce sahip olmadığı açıktır. Dolayısıyla
böyle insana teklif akıl hâricidir. Her yönden sağlam olan insanın
teklife muhâtap olması ve bu teklife göre fiillerini yapması insanın
irâdesiyle ilgilidir. Bu takdirde insan, fiillerinin nitelik kazanışında
sorumlu olur ve böylece teklif bir anlam taşımış olur. 72
İmam Mâturîdî’ye göre, teklif-i mâ lâ yutak, yani güç yetirilemeyen
şeyin insana yüklenmesi câiz değildir; bu kabul edilmez.
Bu hususta “Allah bir kimseye ancak gücü yettiği adar teklif eder.”73
âyetini delil olarak alır. Zira Yüce Allah yaptığı işleri bir hikmete
göre yapar, hikmet ise, bunu gerektirir, yani güzellik ve iyilik olanı
beraberinde getirir.
Mâturîdî ekolünde bu meseleye, insanın gücü ve bu gücün
imkânlarının Allah’ın ezelî ve mutlak ilmince bilinmesi açısından
71 Beyâdî, İşarâtu'l-Meram, 250
72 Bk. Şerafettin Gölcük, Süleyman Toprak, Kelâm, 220-23, Konya, 1988
73 2/Bakara, 286
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 28 -
bakılmaktadır. İnsan, kendisine yüklenilen şeylerden birisini kendi
gücü, o yöne meyli ve kendi ihtiyarını kullanmak sûretiyle seçer.
İnsanın bu tür hareketini de Yüce Allah bilir. Öyleyse insana ancak
kaldırabileceği kadar şey yüklenmiş demektir. Teklifin ceza ve
mükâfat haline gelmesi, insana ahlâkî nitelikte bir fiil olması ve
sonuçta insanın yaptığından sorumlu olması işte bu şekilde meydana
gelmektedir. 74
Yüce Allah’ın insanlara yapmaları mümkün olmayan şeyleri
teklif etmesi câiz ve mümkün değildir.75 Sonuç olarak şu söylenebilir;
Mâturîdî anlayışına göre, güç yetirilemeyen işi, Allah’ın insanlara
teklif etmeyeceği ve insanın da, kendi gücünü kullanarak
bu teklifi kendisine sıfat yapacağı görüşü yaygın bir şekilde kabul
edilir.
2. Eş’arîlere Göre: Eş’arî ekolüne göre, güç yetmeyen işin
teklifi mümkündür. Buna delilleri de “Onlar hakkı işitmezler, gerçeği
görmezler”76 âyeti ile “Kelâmını işitmeye de tahammülleri yoktur”77
âyetidir. Bu duruma göre, teklif meselesi esas itibarıyla temel
olarak insanın kudretine bağlıdır. Ancak bu kudret Eş’arî anlayışı
çerçevesinde Allah’tan gelmektedir. Diğer taraftan Eş’arî aczi, bir
şeyin kendisini ve karşıtını yapmamak olarak anlamaktadır. Acz
halinde, emrolunanla birlikte, bir şeyi almak da terk etmek de
bulunmaz.
Eş’arî’nin bu görüşü şu şekilde açıklanmaktadır: Allah’ın insana
gücü yetmediği şeyi yüklemesi, teklif etmesi câizdir. Bu, şeriat
yönünden de doğrudur. Zira, Ebû Leheb’e iman emredilmiştir.
Peygamber’i tasdik ve bütün haber verdiklerine iman etmesi bildirilmiştir.
Bununla birlikte onun iman etmeyeceğini de Rabbimiz
haber vermiştir. Güç yetmeyen işin teklifinin mümkün oluşuna “Ey
Rabbimiz, güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize yükleme.” 78 âyeti de delil
olarak alınabilir. 79
b- Mu’tezile Anlayışına Göre Teklif
Mu’tezile’ye göre teklif; kendisinde kişiye yük olan bir iş olarak
tanımlanmaktadır. Teklif, kendisinde yükümlüye güçlük ve
zorluk bulunan bir işi yapma irâdesidir. Böyle bir teklif ise, ancak
Allah tarafından yapılır.
74 Ş. Gölcük-S. Toprak, Kelâm, 222
75 Sâbûnî, el-Bidâye, 118
76 11/Hûd, 20
77 18/Kehf, 101
78 2/Bakara, 286
79 Bk. Ş. Gölcük S. Toprak, Kelâm, 223
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 29 -
Mu’tezileye göre, diğer meselelerde olduğu gibi teklif de ana
dünya görüşüne bağlıdır. Mu’tezile’nin tek endişesi Allah’ın bir
tek olduğu keyfiyetine halel getirmemektir. Bunun için “tevhid”
meselesi onların hareket noktası olmuştur. 80 Gerek Mu’tezile’de
ve gerekse diğer itikadî fırkalarda esas ve temel olan bir prensip
vardır. Diğer bütün görüşler bu temel espri çevresinde cereyan
eder ve bu doğrultuda fikirler ileri sürülür. Bu bakımdan öncelikle
o fırkanın esas görüşü iyice bilinmeli ve dikkate alınmalıdır.
Teklif konusu da esas itibariyle tevhid görüşüne bağlıdır. Yüce
Allah yegâne birdir ve O her şeyde olduğu gibi fiillerde de bir
ve tekdir, âdildir. O’nun âdil olması fiillerinde çirkin ve kötü olan
fiillere yer vermemesiyle anlaşılır. O’nun fiillinden kötü bir şeyin
meydana gelmesi doğru değildir. Öyleyse, bütün fiillerinde âdil
olan ve kötü iş yaratmayan Yüce Allah’ın insanların faydasına
olan tekliflerde bulunması gerekir. Çünkü bu konu, daha önce de
geçtiği üzere, Allah’ın yegâne tek oluşu ve O’nun adâleti konusuna
girer. Âdil olan Allah’tan ise, insanların zararına olan, dolayısıyla
kaldıramayacakları bir teklifin yüklenmesi beklenemez. Zira
bu, zulüm olarak telâkki edilmektedir.
Bu farklı görüşlere rağmen, Mu’tezile, teklife külfet ve meşakkat
mânâlarını vermekle Ehl-i Sünnetle bir yakınlık ortaya çıkarmakta,
bir nevi aynı görüşü paylaşmaktadır.
Buraya kadar sayılan teklif ile ilgili görüşlerin sıralanmasından
sonra; bu konuda şöyle genel bir değerlendirmede bulunmak
mümkündür:
İnsana güç verip vermeme doğrudan doğruya Yüce Allah’ın
kudreti dâhilindedir. Bu konuda da Allah’ın bir mecbûriyeti yoktur.
Allah insana yapılması imkânsız olan bir şeyi yüklemekte
tamamen kendi irâdesine sahiptir. İnsana yapılan teklif insanın
yapabileceği ölçüdedir. Bu durum ise, Allah’ın adâleti, sünneti
doğrultusundadır. Bunları yaparken tamamen mutlak ve hür iradesiyle
yapıyor olup, bir zorunlulukla karşı karşıya değildir. İşte
Mûtezile ile temelde ayrılan nokta burasıdır. Onlar Yüce Allah’ın
insana ancak kaldırabileceği kadar bir teklifi yüklemesini zorunlulukla
izah edip, bunu tevhid anlayışlarına bağlamaktadırlar. Ehl-i
Sünnet ise, meselenin sonucunda yani teklifinin ancak kapasiteye
göre olacağında birleşip, bunun zorunlulukla değil hür irâde ile
Yüce Allah’ın sünnetine göre olduğunu kabul etmektedirler. 81
80 Ş. Gölcük-S. Toprak, Kelâm, 221
81 Abdurrahim Güzel, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 171-172
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 30 -
Teklif kelimesinin kökü olan “kelef” bir şeyi sevmek, bir şeye
düşkünlük anlamındadır. Teklif ise, bir insanı sevdiği şeyi elde etmede
bazı zorlukları göğüslemekle yükümlü tutmaktır. O halde
teklifin esâsında yine insanın hür irâdesi ve içten sevip benimsemesi
vadır. Aynı kökten gelen külfet, zorluk anlamında, tekellüf
ise külfete meydan verme, bir işin olmasını külfete bağlama anlamında
kullanılır. Kur’an’da teklif, daima fiil şeklinde 7 yerde, tekellüf
de bir yerde kullanılmıştır.
Teklif konusunda Kur’an’ın temel anlayışı şudur: “Allah hiçbir
benliği gücünü, kapasitesini aşacak şekilde teklife muhâtap kılmaz.” 82
Bu ilke, değişik cümle yapılarıyla, fakat hep aynı kelimeler kullanılarak
birkaç kez tekrarlanır. 83 Bunların hepsinde “kişinin güç ve
kapasitesini ifâde eden “vüs’at” kelimesi kullanılır ki, esas anlamı
genişliktir. Vüs’ etimolojik gelişimi içinde zamanla, güç ve kapasite
anlamını almış bulunuyor ki Kur’an da onu aynı anlamda kullanmaktadır.
Aynı kökten se’a kelimesi de Kur’an’da ekonomik-mâlî
genişlik anlamında, yine teklif prensibine yer veren bir âyette
kullanılmıştır. Bu âyet, teklifin ekonomik-mâlî yönünü prensibe
bağlarken de şöyle diyor: “Genişliği olan, genişliğinden, bağışta bulunsun...
Allah hiçbir benliği, ona verdiği nimet dışında bir şey vermekle
yükümlü tutmaz. Allah, bir güçlükten sonra bir kolaylık sunacaktır.” 84
Kur’an’ın teklif konusundaki bu kabulü şöyle formüllendirilmiştir:
“Güç yetirilemeyen şeyle yükümlü kılmak yoktur.” Allah’ın
kanunu bu olduğuna göre, O’nun güvenilir elçileri nebîler de
aynı prensibe uymak zorundadırlar. Kur’an, peygamberlere şu
emri veriyor: “De ki... Ben tekellüfe (külfete, zorluğa) yol açanlardan
değilim.”85 Peygamber, tekellüfe ancak kendi benliğinde gidebilir.
O alan, onun hür irâdesiyle kayıtlar ve zorluklar getirebileceği
tek alandır. Hitap ettiği kitleye ise tekellüf getiremez, onları sadece
teşvik eder, özendirir. Şu âyet, Kur’ânî espriyi Rasûlullah’a
hitap ederken şöyle ifâdeye koyuyor: “Allah yolunda çarpış. Sen
ancak kendi nefsini külfet altına sokabilirsin. Mü’minlere gelince onları
teşvik et, özendir.” 86
Kapasite üstünde yükümlülük (teklif mâ lâ yutak) fıtrata,
Allah’ın irâde ve kanunlarına terstir. Allah, dine bu sakatlığın girmemesi
için Kur’an’da gerekli önlem-prensipleri getirmiştir. Bu
prensipleri çiğneyenler kendi arzuları yönünde insanları saptıran
82 2/Bakara, 286
83 2/Bakara, 233; 6/En'âm, 152; 7/A'râf, 42; 23/Mü'minûn, 62
84 65/Talâk, 7
85 38/Sâd, 86
86 4/Nisâ, 84
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 31 -
bilgisiz azmış-zâlimler olarak tanıtılıyor.87 Bunlar, Allah’ın açık
açık bildirdiği haram ve helâllere ilâvelerde bulunanlardır. Bunlar,
Allah için iş yapmanın güzelliği yerine, Allah adına iş yapmaya
kalkıp sonunda örtülü bir biçimde tanrılık iddiâ etme durumuna
düşen karanlık ruhlulardır. Allah’ın, tekelinde tuttuğu haram
kılma yetkisini kullanmaya kalkarak, gâfil bir biçimde şirke düşerler
de hâlâ Allah için iş yaptıklarını sanır, hiyânet ve sapıklıklarını
da Allah’ın dinine fatura ederler. Böylelerinin dine ve Allah’a en
büyük hizmetleri, dinden uzak durmalarıdır, ama çıkarları ve kurdukları
menfaat tezgâhları buna müsâade etmez. Allah’ın dinine
iftira ederler de hâlâ kendilerine mücâhid, ehl-i takvâ, sünneti
ihyâ edenler vs. gibi sıfatlar vermekten çekinmezler. Eğer bunların
iddiâlarında zerre kadar doğruluk olsaydı Kur’an’ın dinine
bağlı olanlar bugün böylesi perişan duruma düşerler miydi?
Teklifin işaret edilen Kur’anî boyutlarını destekleyen birkaç
prensibi daha verelim: “Allah sizin için hafifletme ister. İnsan zayıf
yaratılmıştır.”88; “Allah sizin için kolaylık ister, sizin için güçlük istemez.”89;
“Allah sizin için dinde zorluk yaratmak istemez. O’nun istediği sizi temizleyip
arıtmaktır.”90; “O size din içinde zorluk getirmemiştir.” 91; Allah’ın kendisine
farz kıldığı hususlarda nebî üzerine herhangi bir zorluk yoktur.” 92
“Allah hiçbir nefse gücünün yeteceğinden fazla yük yüklemez.”93 Güneşe
çevirebileceği kadar gezegen, ağaca kaldırabileceği kadar
dal, insana taşıyabileceği sayıda el takmış. Devenin yükü ayrı, karıncanınki
ayrı. Balığa uçmayı, aslana yüzmeyi teklif etmemiş.
İnsanlara da bu imtihan meydanında kuvvetleri oranında hatta
bir lütuf olarak, güçlerinin çok altında teklifte bulunmuştur.
Allah’ın bütün emirlerini işlemek bütün yasaklarından sakınmak
her insanın gücü dâhilinde. Bizim gücümüz için son hudut, namazı
beş vakit kılmak, orucu bir ay tutmak mı? Elbette hayır! İnsanlar
bu hakikati iyi değerlendirseler, sabretmesini bilip irâdelerini
hırpalayıp zaafa uğratmasalar ve en önemlisi birbirlerine yük olmasalar,
hepsi de yüklerini rahatlıkla taşıyabilecek ve bu imtihan
meydanından yüzlerin akıyla ayrılıp gidecekler.
Zengin olmayan kişinin zekât vermekten sorumlu olmayacağı,
kezâ eli yahut ayağı kesik bir insanın abdest alırken bu organlarını
87 Bk. 6/En'âm, 119
88 4/Nisâ, 28
89 2/Bakara, 185
90 5/Mâide, 6
91 22/Hacc, 78
92 33/Ahzâb, 38; Kur'an'ın Temel Kavramları, s. 584-586
93 2/Bakara, 286
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 32 -
yıkamaktan sorumlu olmadığı Bakara, 286. âyetten çıkarılan hükümlerden.
Akaid ilimleri ise “güç yetirme” meselesini “akıl” yönüyle
ele almış ve sıkça sorulan bir soruya şöyle açıklık getirmişler:
“Dünyanın ıssız bir köşesinde yaşayan ve toplum hayatından habersiz
olan bir insan, mücerret aklıyla hangi hakikatleri bilmeye
güç yetirebilirse, sadece onlardan sorumlu!” Mücerret aklı, “kendisine
İlâhî emirler ulaşmamış, peygamberlik nûruna muhâtap
olamamış, rehbersiz bir akıl” şeklinde târif edebiliriz.
“Dünyanın ıssız bir köşesinde yaşayan bir insanın İslâm Dinini
bilmesi mümkün değildir. Bu adam, âhirette nasıl sorumlu tutulabilir?”
Mâsum bir soru gibi gözüken bu sorunun arkasındaki anlayışı
doğru değerlendirmek gerekir. Annesine hakaret, babasına
isyan eden, en yakın dostlarını dar zamanlarında yüzüstü bırakan,
“benden sonra tûfan” felsefesiyle yaşayan bir adam; bakıyorsunuz,
dünyanın öte ucundaki, tanımadığı birinin imanını dâvâ etmeye
kalkışıyor! Hemen kararınızı veriyorsunuz: Bu adamın derdi başka!...
Kendisiyle biraz konuşuyor, iç âlemini kurcalıyorsunuz. Karşınıza
sinsi ve menhus bir gâye çıkıyor: “Allah’ın adâletine itiraz!”
Aslında, bu sanıldığı gibi, yeni bir mesele değil. Asırlar önce tartışılmış,
halledilmiş, rafa kaldırılmış bir konu. Şu kadar var ki, “dünyanın
öbür ucu” denmemiş de, “ıssız bir dağda, toplum hayatından
habersiz yaşayan bir adam” denmiş. Yahut buna benzer bir
başka tip üzerinde konuşulmuş.
“Allah, hiçbir nefse gücünün yettiğinden fazlasını teklif etmez.”94 Yani,
her şeye taşıyabileceği kadarını yükler. Fertleri güç yetirebilecekleri
işlerle mükellef kılar. Her gövdenin üzerine, götürebileceği
kadar bir baş yerleştirir. Allah, dağına göre kış verir. Atom çekirdeğine
gezegenleri bağlamaz. Âlimlerimiz bu âyeti çeşitli yönlerden
tefsir etmişler. Fıkıh âlimleri, bu âyeti fıkıh yönünden, kelâm
âlimleri ise itikat yönünden incelemişler. Bu ikinciler, âyette geçen
“güç yetme” meselesini akıl yönüyle ele almış ve şu mânada birleşmişler:
“Dünyanın ıssız bir köşesinde yaşayan ve toplum hayatından
uzak bir insan, mücerret aklıyla, hangi hakikatleri bilmeye
güç yetirebilirse, sadece onlardan sorumludur.”
Mücerret akıl denilince, “bir peygambere muhâtap olmamış,
kendisine İlâhî emirler ulaşmamış, rehbersiz kalmış” bir aklı anlıyoruz.
İşte, böyle bir aklın ulaşabileceği saha konusunda, değişik
görüşler ileri sürülmüş: İtikat imamlarından İmam Mâturîdi, “insanın,
kendi aklını kullanarak bir yaratıcının olduğunu bilmeye
94 2/Bakara, 286
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 33 -
güç yetirebileceği” görüşündedir. Ve böyle bir insanın Allah’a
inanmaktan sorumlu tutulacağını, diğer iman rükünlerinden ve
ibâdetlerden ise sorumlu olmayacağını ifâde eder. Bir diğer itikat
imamı olan Eş’arî ise, böyle bir insanın, peygamber olmaksızın,
Allah’ı bilmesinin de mümkün olamayacağı fikrini savunur ve bu
adamın bir taşa bile tapsa “necat ehli” yani kurtuluşa erenlerden
olacağını söyler.
Görüldüğü gibi, her iki imamın da ittifak ettikleri esas nokta
şu: Kişi, içinde bulunduğu şartlarda, neyi bilmeye güç yetirebiliyorsa
ondan sorumlu. Şüphesiz, hakikati en iyi bilen Allah’tır.
O’nun ilmine havâle ederiz. 95
Mükellef
Mükellef: Yükümlülük sahibi kişi, yükümlü kılınan kişi; Arapça
“teklîf” mastarından ism-i mef’ûldür. Bir Fıkıh terimi olarak;
“İslâmî emir ve yasakların muhâtabı olan ve bunlara uymakla yükümlü
bulunan kimse” demektir. “Allah bir kimseye gücünün yeteceğinden
fazlasını yüklemez” 96 âyeti sorumluluğu gücün yetmesi ile
sınırlar.
Dinî emir ve yasaklara muhâtap olabilmesi için kişinin akıl ve
fizik bakımından belli olgunluğa ulaşması gerekir. Kişinin, insan
varlığına ait hak ve borçlara ehil olma vasfına “ehliyet” denir. Bu
ehliyet anne karnındaki ceninden itibaren rüşd yaşına kadar çeşitli
safhalar geçirir. Ehliyet, vücub ve edâ ehliyeti olmak üzere ikiye
ayrılır.
1. Vücub ehliyeti: Kişinin lehine ve aleyhine olan hakların
sübûtuna elverişli olmasıdır. Bu, borçlanma ve borçlandırma ehliyetidir.
Bunun dayanağı insanlık sıfatıdır. Yaş, akıl ve rüşd ile ilişkisi
yoktur. Eksik ve tam olmak üzere ikiye ayrılır.
a. Eksik vücub ehliyeti: Bu ana karnındaki cenine ait bir ehliyet
olup, doğuma kadar devam eder. Cenin, yalnız lehine olan
haklardan yararlanır. Aleyhine olan haklar onun hakkında sabit
olmaz. Cenin sağ doğmak şartıyla mirasçı olur, lehine vasiyet edilen
mala sahip bulunur, yine lehine vakıf geçerlidir, babası cihetinden
nesebi sabit olur. Aleyhine olan medeni haklar ise sâbit olmaz.
Meselâ, babasının cenin adına bir şey satın alması veya cenine ait
bir malı başkasına hibe etmesi geçerli değildir. Yine cenin, nafaka
vb. malî yükümlülüklere muhâtap olmaz.
95 Alâaddin Başar, Nur’dan Kelimeler, c. 1, s. 106-107; c. 3, s. 187-189
96 2/Bakara, 286
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 34 -
b. Tam vücub ehliyeti: Şahsın lehine ve aleyhine olan hak ve
borçlara ehil olmasıdır. Akıl hastaları ile yedi yaşından küçük olan
gayri mümeyyiz küçükler tam vücub ehliyetine sahiptirler. Henüz
idrâk ve muhâkeme teşekkül etmediği için bunlarda edâ ehliyeti
yoktur. Lehine yapılan hibe, vasiyet ve vakıf geçerlidir. Ayrıca onu
borç ve yükümlülük altına sokan satım, kiralama, karz ve rehin
gibi medenî akitler velî veya vasî tarafından onun adına yapılır.
Bunların semere ve sonuçları akıl hastası veya gayr-i mümeyyiz
küçüğe ait olur.
Diğer yandan gayri mümeyyiz küçük, haksız fiillerinden veya
velî yahut vasîsinin onun adına yapacağı tasarruflardan doğan
borçlardan bizzat sorumludur. Ancak bu bedenî değil yalnız malî
bir sorumluluktur. 97
Akıl hastası ve gayri mümeyyiz küçükler malî bütün borçları
öderler. Ancak bunlar ibâdetle yükümlü olmadıkları için Ebû
Hanîfe’ye göre zekâtla yükümlü bulunmazlar. İmam Şâfiî, Mâlik
ve Ahmed b. Hanbel’e göre ise zekât mal nimetinin külfeti kabilindendir.
Böyle olunca bunların da zekâtta sorumlu tutulmaları
gerekir. Ancak bunu velî veya vasî, onun adına öder.
2. Edâ ehliyeti: Kişinin medenî hakları kullanma ehliyetidir. Bu,
her insanda tabîî bir vasıf değil akıl ve fizik gelişmeye paralel olarak
kazanılan bir vasıftır. Bunun varlığı, temyiz kudreti, belli bir
yaşa ulaşma gibi bazı şartlara bağlanmıştır. Kısaca vücup ehliyeti,
her şahısta bulunan pasif bir ehliyet iken, edâ ehliyeti aktif ehliyet
halidir. Edâ ehliyeti de eksik ve tam olmak üzere ikiye ayrılır.
a. Eksik edâ ehliyeti: Bu ehliyet mümeyyiz küçük ve bunamışda
(ma’tuh) söz konusu olur. Yedi yaşla büluğ çağı arasındaki
ehliyeti ifade eder. Mümeyyiz küçük iyi ile kötüyü, alma ile vermeyi,
satmayla satın almayı birbirinden ayırt edebilen fikrî, zihnî
ve beden olgunluğuna ulaşan kimsedir. İslâm hukukçuları uygulamada
kolaylık olsun diye yedi yaşın tamamlamasını temyiz çağının
başlangıcı olarak kabul etmişlerdir. Bu yaşın tercih edilmesi
Hz. Peygamberin şu hadisine dayanır: “Yedi yaşına girdikleri zaman
çocuklarınıza namazı emredin.”98 Bu hadis yedi yaşına giren çocuğun
namazın ve ibâdetin mânâsını anlayabilecek bir fikir olgunluğuna
ulaştığını gösterir. Bu duruma göre; Mümeyyiz küçüğün namaz,
oruç, hac gibi ibâdetleri yapması büluğdan önce farz değilse de,
edâsı sahihtir ve sevâbı ana-babaya gider.
97 bk. el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', Mısır 1327-28/1909-1910, VII,172; İbnü'l-
Hümâm, Fethu'l-Kadîr; Bulak 1315-1317 H., VIII, 324 vd.
98 Ebû Dâvud, Salât 26; Ahmed bin Hanbel, II/180, 187
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 35 -
Hibe ve sadakayı kabulü, mubah malları mülk edinmesi gibi
tamamen lehine olan tasarrufları geçerlidir. Bu konuda velî veya
vasîsinin izni de aranmaz. Yine başkasına vekil olarak alış veriş,
nikâh, talâk, dâvâ ve kabz gibi işlemleri de geçerlidir. Çünkü
bunlarda muhtemel zararlar müvekkile âittir. Üstelik bu gibi
muâmeleler çocuğun yetişmesine yardımcı olur. Tamamen zararına
olan tasarruflar bâtıldır. Bağış, sadaka, vakıf, âriyet verme, borca
kefil olma ve boşama gibi tasarrufları geçersizdir. Bunlar, onun
adına velî veya vasîsi tarafından da yapılamaz.
Alış-veriş, kiraya vermek, kiralamak, rehin vermek ve almak
gibi hem menfaate, hem de zarara ihtimali bulunan tasarruflar
velînin icâzetine bu gibi iki yönlü olabilen tasarruflar geçerlidir.
Velisinin izin verdiği mümeyyiz küçük “me’zûn”; izin vermediği
ise “mahcûr” adını alır.
b. Tam edâ ehliyeti: Kişinin bütün hak ve borçlara ehil olması
ve ibâdetlerle yükümlü bulunmasıdır. Bu ehliyet, büluğ çağı
ile başlar, rüşd yaşı ile en son şeklini alır. Kişi, lehine ve aleyhine
her türlü hukukî tasarrufu yapma ehliyetine erişmiş olur. Büluğ,
kişide erkek çocuğun ihtilâm olması, kız çocuğunun aybaşı hali
veya gebe olması gibi birtakım fizikî belirtilerin görülmesiyle başlar.
Bazen bu belirtilerde gecikme olabilir. Bu takdirde, çoğunluk
fakihlere göre büluğ çağının başlangıcı kız çocuklarda 9, erkek
çocuklarda 12, sonu ise her iki cinste de 15 yaştır. Ebû Hanîfe’ye
göre ise, büluğ çağının sonu erkek çocukları için 18, kız çocukları
için 17 yaştır. Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve Şâfiî ise, ergenlik
belirtisi görülmeyen erkek ve kız 15 yaşını tamamlamakla büluğ
çağına ermiş sayılır. 99
Büluğ çağının asgarî ve âzamî sınırları arasında bulunan erkeğe
“mürâhik”, kadına “murâhika” denir. Akıl ve bâliğ olan kimse
malî tasarruflar dışında diğer iman, ibâdet, hukukî ve sosyal nizamın
gerektirdiği bütün görevleri ve sorumlulukları yüklenir ve
malı olanlar dışında tam edâ ehliyetine sahip olur. Kendisine namaz,
oruç, hacc ve zekât farîzaları gerektiği gibi, haksız fiillerden
hem malen hem de bedenen sorumludur. Birisini öldürse kısas
uygulanır, zina etse had cezasına muhâtap olur. Ancak had cezalarının
uygulanması için suçun işlendiği beldede İslâmî yönetimin
iş başında olması gerekir. Çünkü fert olarak hadleri uygulama
imkânı ve gücü bulunmaz.
99 el-Kâsânî, a.g.e., VII, 172; el-Cezîrî, Kitâbü'l-Fıkh ale'l-Mezâhibi'l-Erbaa,
Kahire 1392, II, 350 vd.; Mecelle, madde, 978; Hamdi Döndüren, Delilleriyle
İslâm Hukuku, İstanbul 1983, s. 122 vd.; Muhammed Ebû Zehra, Usûlü'l-
Fıkh, Kahire, (t.y.), s. 331
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 36 -
Rüşd sözlükte mâkul davranmak, doğru yolu bulmak demektir.
Mecelle’deki tarifi şöyledir: “Rüşd, malın muhâfazası hususunda
takayyüd ederek sefeh ve tebzirden tevakkî eden kimsenin vasfıdır.
Bu vasfı taşıyana “reşid” denir. Reşidin zıddı “sefih’’tir. Sefih
malını boş yere sarf ile masarifinde tebzir ve israf ile İzaa ve itlaf
eden kimsedir.” 100
Rüşd, temyizden farklıdır. İnsan iyiyi kötüden, hayrı şerden
ayırır da, malını ve servetini iyi bir şekilde idare etmeyi beceremez.
Çünkü malın idaresi ve işletilmesi ayrı bir tecrübe ve yetenek
gerektirir. Rüştle büluğ aynı şeyler değildir. Rüşd yaşı eğitim,
kültür, iklim şartları ve benzeri etkenlerin altında büluğdan önce
teşekkül edebilir. Ancak çoğu zaman büluğdan sonra bu olgunluk
hali ortaya çıkar.
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Evlenme çağına gelinceye kadar yetimleri
deneyin. Eğer rüşde erdiklerini açıkça görürseniz mallarını kendilerine
verin.”101 Bu âyete göre, mümeyyiz küçük büluğ çağına erişince hemen
malı kendisine teslim edilmez ve reşid olup olmadığı araştırılır.
İslâm rüşd yaşını belirleme hususunu yöneticilere bırakmıştır.
Ebû Hanîfe’ye göre büluğa eren şahıs sefih ve israfçı da olsa
üzerinden malî velâyet kalkar ve tasarruf özgürlüğüne kavuşur.
Ancak malı, bir ihtiyat ve tedbir amacıyla reşid oluncaya veya yirmibeş
yaşını dolduruncaya kadar kendisine teslim edilmez. Çünkü
yirmi beş yaşındaki kimse dede olabilecek bir yaşa gelmiş, bedenî
ve fikrî olgunluğa erişmiştir.102 Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e
göre ise, kişi reşid oluncaya kadar malı kendisine verilmez. Osmanlı
devrindeki uygulamada 1288 tarihli bir irâde, yirmi yaşını
doldurmamış şahısların rüşd dâvâlarının reddedilmesi kuralını getirmiştir.
103
İşte akıl ve fizik bakımından gelişmesini rüşdle tamamlayan bir
müslüman artık İslâm’daki bütün emir ve yasakların, malî, bedenî
ve cezaî her çeşit hükmün muhâtabı olur. Artık onun fiilleri farz,
vâcip, sünnet, müstehap, mubah, haram, mekruh veya müfsit olmak
üzere sekiz maddede değerlendirilir. Bu fiillere ef’âl-i mükellefin
(yükümlülerin fiilleri) adı verilir. 104
100 Mecelle, mad., 946-947; İbn Abidin, Reddü'l-Muhtar, V, 95
101 4/Nisâ, 6
102 el-Kâsânî, a.g.e., V,169 vd.; el-Cezîrî, a.g.e., II, 352
103 bk. Ali Haydar, Düraru'l-Hukkâm Şerhu Mecelleti'l-Ahkâm, 989. mad. şerhi
104 Hamdi Döndüren, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 4, s. 338-339
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 37 -
Güç-Tâkat (ve Kolaylık)
Güç: Fizik, düşünce ve ahlâk yönünden bir etki yapabilme
veya bir etkiye direnebilme yeteneği, kuvvet ve kudret demektir.
Sınırsız ve mutlak güç Allah’ın gücüdür. Esas anlamıyla O’ndan
başka güç ve kuvvet kaynağı yoktur. “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ
billâh = Güç ve kuvvet ancak Allah’a aittir.” İnsan ve diğer yaratıklar,
Allah’ın verdiği kadar, sınırlı ve geçici bir güce sahiptir; onlardaki
gücün kaynağı, kendileri değil; Allah’tır.
İnsan, zayıf yaratılmıştır; âcizdir. “Allah sizden (yükünüzü) hafifletmek
ister; çünkü insan zayıf yaratılmıştır.”105 Dinî teklifler ve vazifeler,
birer yük ve zorluk değildir; tam aksine, insanı dünya ve âhiret
hayatında çıkmaza düşmekten, altından kalkamayacağı veya kendisine
fayda yerine zarar getirecek olan iş ve davranışlara girmekten
alıkoyan, böylece yükünü hafifleten temrinler, düzenlemeler
ve irşadlardır. “Ey insanlar! Allah’a muhtaç olan fakirler sizsiniz. Zengin
ve övülmeye lâyık olan ancak O’dur.”106 Zâlim ve nanköler, görmek
istemeseler de tüm güç sadece Allah’a âittir. “... Keşke zâlimler azâbı
gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah’a âit olduğunu
ve Allah’ın azâbının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi.”
107 İnsana zayıflık ve güç veren Allah’tır: “Sözi güçsüz yaratan, sonra
güçsüzlüğün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardından güçsüzlük
ve ihtiyarlık veren, Allah’tır. O, dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir,
üstün kudret sahibidir.”108; “Âd kavmine gelince, yeryüzünde haksız
yere büyüklük tasladılar ve: ‘Bizden daha kuvvetli kim var?’ dediler. Onlar
kendilerini yaratan Allah’ın, onlardan daha kuvvetli olduğunu görmediler
mi? Onlar Bizim âyetlerimizi (mûcizelerimizi) inkâr ediyorlardı.” 109; “Senin
şehrinden -ki ora (nın halkı) seni çıkardı- daha kuvvetli nice şehirleri
yok ettik; onlara bir yardım eden de çıkmadı.” 110; “Şüphesiz rızık veren,
güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah’tır.” 111 İnsana kuvvet veren
Allah olduğu gibi, tevbe edip Allah’tan bağış dilemesiyle insan,
O’nun gücünden yardım almış olur. Yağmur vermesiyle O, insanın
kuvvetine kuvvet katandır.112 “Allah güçlüdür, kuvvetlidir. O’nun
cezâsı şiddetlidir.” 113; “Onlar, Allah’ın kadrini hakkıyla bilemediler. Hiç
105 4/Nisâ, 28
106 35/Fâtır, 15
107 2/Bakara, 165
108 30/Rûm, 54
109 41/Fussılet, 15
110 47/Muhammed, 13
111 51/Zâriyât, 58
112 11/Hûd, 52
113 8/Enfâl, 52
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 38 -
şüphesiz Allah, çok kuvvetlidir, çok üstündür.”114; “Allah: ‘Elbette Ben ve
rasüllerim/elçilerim gâlip geleceğiz’ diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür,
gâliptir.”115; “Şimdi Allah, yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu
bildi...”116 İnsan, bazen kendini yeterli zanneder ve Allah’a ihtiyaç
duymadığı anlayışıyla tuğyan eder (azar, taşkınlık yapar). “Gerçek
şu ki, insan kendini kendine yeterli görerek tuğyan eder/azar.” 117
Bakara Sûresi 286. âyette geçen “ısr=zorluk” kelimesi, önceki
dinlerde bulunan bütün zor hükümlerdir. O zorluklar, ağır yükler,
İslâm’dan kaldırılmıştır. İşte Hz. Muhammed (s.a.s.), insanlar
üzerindeki bu ağır yükleri kaldırmak, kolay dini yerleştirmek için
gönderilmiştir. “O (Peygamber) kendilerine iyiliği emreder, kendilerini
kötülükten men eder; onlara güzel şeyleri helâl, çirkin şeyleri haram kılar,
üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar...”118; “Allah
size dinde bir güçlük yüklemedi.” 119 âyeti de dinde zorakî, güç bir
görev olmadığını; gönülsüz yapılan eylemin din olmayacağını vurgulamaktadır.
Allah, kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez. 120
İmtihan için yaratılan insanoğlu, denemenin gereği olarak birtakım
yükümlülükleri yerine getirecek, bazı güçlükleri göğüsleyecek,
bazı zor gibi görünen ibâbetleri yapacak, nefsinin çok arzu
etmesine rağmen, sınavın bir gereği olarak bazı isteklerinden vazgeçecektir
.
Dünyada insan nefsinin hoşuna giden çok şey vardır. Nefis
onlara sahip olmak ister. Hatta onlara sahip olmak uğruna yanlış
yollara sapabilir, meşrû olmayan işlere meyledebilir. Nefis çoğu
zaman Din’in tekliflerini ağır bulur, onları yerine getirme noktasında
tembellik yapar. Nefsin, dünyalıklar peşine düşüp daha da
azgınlaşması, Din’in tekliflerinden uzaklaşıp kendi hoşuna gideceği
şeyleri yapması için şeytan sürekli kışkırtıcı bir rol üstlenir.
İmtihanın gereği bazı zorlukların, daha doğrusu nefsin ağır
bulduğu birtakım güçlüklerin olması doğaldır. Aslında Din’in
teklifleri insanın yapısına, tabiatına uygundur. Rabbimiz insana
taşıyamayacağı hiçbir yük yüklemez.121 Ancak, yeryüzünde bulu-
114 22/Hacc, 74
115 58/Mücâdele, 21
116 8//Enfâl, 66
117 96/Alak, 6-7
118 7/A'râf, 157
119 22/Hacc, 78
120 2/Bakara, 233, 286; 6/En'âm, 152; 40/Mü'min, 62; 65/Talâk, 7; 7/A'râf, 42
121 2/Bakara, 286
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 39 -
nuşunun, var olmasının sebebini anlamayıp, kendi hevâsına göre
yaşamayı seçmiş kimseler; Din’in tekliflerini ağır bulurlar. Nitekim
müşrikler, kendilerinin Kur’an’a dâvet edilmelerini çok ağır bir
teklif olarak kabul etmektedirler. 122
Dinde Kolaylık Esastır: Allah’ın gönderdiği ölçülere göre yaşayan,
yani İslâm’a uyanlar; hem dünya hayatını düzene koyarlar,
hem hayat sınavını başarırlar, hem de Allah’ın muttakî kullar
için hazırladığı hesapsız nimetlere ve mükâfatlara kavuşurlar.
Kullarının bu güzelliklere kendi çabalarıyla kavuşmalarını isteyen
Rahmân ve Rahîm olan Rabbimiz, zayıf bir yapıda yaratılmış insan
için tekliflerini yumuşatmış, kolaylaştırmış ve onun sırtındaki ağır
yükleri indirmiştir. Rabbimiz bu konuda buyuruyor ki: “…Allah size
kolaylık (yüsr) ister, sizin için zorluk (usr) istemez.” 123
İslâm’ın amacı insanları ağır yüklerle zorluğa bırakmak değil,
aksine her türlü kolaylığı göstererek, onların iyi birer insan olup
İlâhî mükâfatları hak etmelerini sağlamaktır. “Allah (ağır yükleri)
sizden hafifletmek ister. İnsan zayıf olarak yaratılmıştır.”124 İslâm, fıtrat
(yaradılış) dinidir, yani insanın yaratılışına uygun, tabiî bir yaşama
biçimidir. İnsanı yaratan Rabbimiz, onun fıtratına uygun tekliflerini
İslâm adıyla ona göndermiştir. Bunu Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle
açıklıyor: “Şüphesiz ki bu Din kolaylıktır. Her kim, (kolay olan) bu dini
zorlaştırırsa altında kalır. Onun için orta bir yol tutun ve Dini en uygun bir
biçimde uygulayın.” 125
İslâm’ın prensibi her işte kolaylıktır; zorluk çıkarmak, insanları
yokuşa sürmek, zor tekliflerle onlara güçlük vermek, yapamayacaklarını
emredip de onları bunaltmak değildir. Allah (c.c.)
-hâşâ- kullarına işkence etmez, onlardan intikam almaya kalkmaz.
İslâm’ın bu kolaylık prensibini birçok konuda görmemiz mümkündür.
Allah (c.c.), Kur’an’ı, okunup anlaşılsın, öğüt alınsın diye kolaylaştırmıştır.
126 Kur’an, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in dilinde de kolaylaştırılmıştır
ki, takvâ sahiplerini müjdelesin, inatçı toplulukları
da uyarsın. 127
Mü’minler gerek namazda gerekse günlük hayatlarında
Kur’an’dan kolaylarına gelen kısmı okurlar, bu konuda bir sınırlama
yoktur.128 Peygamberimize hitâben söylenmiş şu gerçek,
122 42/Şûrâ, 13
123 2/Bakara, 185
124 4/Nisâ, 28
125 Buhârî, İman 29
126 54/Kamer, 17, 22, 32, 40
127 19/Meryem, 97; ayrıca Bk. 44/Duhân, 58
128 73/Müzzemmil, 20
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 40 -
Kur’an’ın asıl amacını ortaya koyması bakımından dikkat çekicidir:
“Tâ Hâ. Biz sana bu Kur’an’ı güçlük çekmen için indirmedik. ‘İçi titreyerek
korku duyanlara’ ancak öğüt ve hatırlatma olsun (diye indirdik).”129
Allah (c.c.), Peygamber tebliğini güzel yapsın diye O’nun işini
kolaylaştırır, önündeki engelleri aşması için O’na yardım eder. 130
Kur’an, ödeme güçlüğü çeken borçluya kolaylık sağlanmasını tavsiye
ederken,131 Kıyâmet günü ameli iyi olanların hesabının çok
kolay, ameli kötü olanların ise hesabının çok zor olacağını haber
vermektedir.132 Allah (c.c.) takvâ sahiplerine işlerinde kolaylık göstereceğini
müjdeliyor.133 Demek ki, Din’in ve ona ait tekliflerin insana
kolay gösterilmesinin sebebi takvâdır ve Allah (c.c.) bu İlâhî
bağışı da muttakîlere vermektedir.
Bir başka deyişle takvâ sahibi mü’minler, Allah’a ihlâslı bir şekilde
ibâdet ettikleri, Allah’a hakkıyla teslim oldukları için, Din’in
tekliflerini kolaylıkla yerine getirirler, onlarda bir zorluk görmezler.
Diğer taraftan İslâm karşısında inatçılık edip, Allah’a boyun
eğmeyen kibirliler, İslâm’ın emir ve yasakları karşısında sıkıntı duyarlar,
bocalarlar; deyim yerinde ise soğuk ter dökerler, zorluğundan
bahsederler, kendi statülerine ve zamana uymadığından dem
vururlar ve onun hükümlerini tartışmaya açmaya yeltenirler. İnsan,
Allah’tan hakkıya korkup sakınabilse, şüphesiz Din’in emirleri
ona çok kolay ve çok sevimli gelir. Çünkü onları yerine getirdiği
zaman ölçülemeyecek kadar çok karşılığa kavuşacaktır.
Hata ve Hataların Örtülmesi
Hata: İnsanın düşünüşünde ve amelî bir işinde yaptığı yanlış
hareket; sehiv; dikkatsizlik yüzünden yapılan sehiv; hedefe erişemeyiş
demektir. Bir terim olarak hatâ, kasıt unsuru taşımayan bir
söz veya fiil olup, asıl iradeye aykırı olarak vukû bulur. Hatâ kelimesi
ve türevleri Kur’ân’da yirmi iki kadar âyette kullanılır. Çoğulu
hatâyâ’dır.
İslâm ceza hukuku ile ilgili olarak âyette; “Hatâ dışında bir
mü’min diğer bir mü’mini öldüremez. Kim bir mü’mini hatâ ile öldürürse,
bir mü’min köle âzâd etmesi, bir de ölünün ailesine diyet vermesi
gerekir”134 buyurulur. Günlük hayatta kişinin söz ve fiillerindeki
hatâları için Allah’a duâ etmesi istenir: “...Ey Rabbimız, eğer unutacak
129 20/Tâhâ, 1-3
130 92/Leyl, 7-10
131 2/Bakara, 280
132 84/İnşikak, 7-13
133 65/Talak, 4
134 4/Nisâ, 92
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 41 -
veya yanılacak olursak, bizi sorumlu tutma...”135 Şu âyette, kişinin yanlışlıktan
sorumlu olmadığına işaret edilir: “Çocukları yanlışlıkla babalarından
başka birinin adıyla çağırmanız hâlinde size bir günâh yoktur.
Fakat bunu kasten yaparsanız günaha girersiniz.”136 Hatâ ile günâh birbirinden
farklı terimlerdir. Âyette: “Kim bir hatâ yapar veya günâh
işler de sonra onu suçsuz birinin üzerine atarsa, şüphesiz o, iftira ve apaçık
bir günâh yüklenmiş olur”137 Çeşitli âyetlerde hatâya düşmenin
ağır bir günâh olmamakla birlikte çirkin bir hal olduğuna da yer
verilmiştir. Âyetlerde şöyle buyurulur: “Yûsuf’a dönerek: “Yusuf, sen
bu olayı görmemiş ol”; Karısına da, “Sen de işlediğin günâhtan ötürü
tevbe et. Şüphesiz sen günâh işleyenlerden (hatâ edenlerden) oldun” 138;
“Onun irinden başka yiyeceği de yoktur. Onu ancak, günahkârlar (hatâ
edenler) yer.” 139
Hadiste şöyle buyurulur: “Şüphesiz Allah, ümmetimden, hatâ,
unutma ve yapmaya zorlandıkları şeyi (n hükmünü) kaldırmıştır.” 140
Hatâ hâlinde Allah hakkı ile ilgili günâhın kalktığında görüş
birliği vardır. Meselâ, kıble yönünü araştırdığı halde, isâbet edemeyip
namazını başka yöne doğru kılan kimse, daha sonra namazını
yeniden kılmaz ve günahkâr da olmaz. Müctehid ictihadında
yanılsa bile sevâba nâil olur. Hadiste şöyle buyurulur: “Hâkim
ictihad yaparak hükmedip, bunda isabet ederse, onun için iki mükâfat
vardır. İctihadla hükmedip de yanılırsa, onun için bir mükâfat vardır.”141
Yalnız peygamberler mâsûmdur. Günâh işlemez söz ve fiillerinde
yanılmazlar; daha doğrusu beşer olarak onlar da hata edebilir,
ancak Peygamber söz ve fiillerinde yanılırsa Allah ona doğruyu
gösterir. Peygamberlerden başkası için böyle bir teminat yoktur.
Bir müctehidin ictihadı yanılma ihtimali ile birlikte gâlip zanna
dayanır. Müctehid mutlaka kendi görüşünün doğru olduğunu iddia
edemez. Onun devamlı olarak isabet etmesi gerekmez. Hatâ
etmesi de mümkün ve muhtemeldir. Bu yüzden, Ebû Hanife; “Bu
bizim ulaştığımız en iyi sonuçtur. Kim bundan daha iyisine ulaşırsa
ona uysun” demiştir. İmam Şâfiî’nin de şöyle dediği nakledilir:
“bir hadis görürseniz ona sarılın ve benim görüşümü terk edin.”142
Mu’tezile’ye göre, her müctehid ictihadında isâbet etmiş sayılır.
Çünkü Allah nezdinde hüküm müctehidin ictihadına tâbidir. Aksi
135 2/Bakara, 286
136 32/Secde, 5
137 4/Nisâ, 112
138 12/Yûsuf, 29
139 69/Haakka, 36-37
140 Buhârî, Talâk 2, İlim 44, Şurût 12, Enbiyâ 27; İbn Mâce, Talâk 16-20
141 Buhârî, İ'tisâm 21; Müslim, Akdiye 15; Ahmed bin Hanbel, Müsned, III/187
142 M. Ebû Zehrâ, Usûlü'l-Fıkh, s. 400, 401
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 42 -
halde insanların güç yetirilemeyecek yükümlülüklerle karşı karşıya
bulunması gerekir.143 İmamiyye, Mutezile’nin bu görüşünü takip
ederek kendi müctehidlerinin yanılmadığını söylerler ve onları
mâsum (günâhsız günâh işlemez) sayarlar. 144
Hatâ, kul haklarını düşürmeye elverişli değildir. Bu yüzden
bir kimse başkasının malını yanlışlıkla telef veya istihlâk etse tazmin
etmesi gerekir. Yanılarak yapılacak boşama geçerlidir. Çünkü
boşama arzusu kalple ilgili olup başkasının buna muttalî olması
güçtür. İmam Şâfiî’ye göre, hatâ ile boşama geçerli olmaz. Çünkü
yanılanın kastı yoktur. Hatâ yolu ile suç işleyene yalnız mâlî
sorumluluk vardır. Bedenî ceza gerekmez. Hatâ ile bir mü’mini
öldürene diyet ve keffâret cezası gerekir;145 kısas gerekmez. Hatâ
ile yaralamalarda da kısas değil maddî tazminat uygulanır.
Hatâ üçe ayrılır. Fiilde hatâ: Belli bir hedefe atıp, yanlışlıkla
bir şahsı öldürmek veya yaralamak gibi. Kasıtta hatâ; Av hayvanı
zannederek ateş edilmesi, sonradan insan olduğunun anlaşılması.
Bu iki kısma giren hatâ mâlî yükümlülükleri kaldırmaz. Fakat
bedenî cezaları kaldırır. Takdirde hatâ: Buna örnek olarak doktorların
yaptığı bazı hatâlar zikredilebilir. Teşhiste hatâ ile verilen
ilaç, hastanın ölümüne sebep olsa; yanlış teşhisle bir uzuv kesilse;
ameliyat sırasında yapılan bir hatâ sonucu hasta ölse, bütün
bunlar takdirde hatâ sayılır. Doktor o hastalığın mütehassısı ise ve
elinden gelen bütün gayret ve ihtimamı göstermişse sorumluluk
terettüb etmez.146 Hanefîlere göre hatâ ile yapılan akitler geçerlidir.
Ancak yanılma, karşı tarafın yalan ve hilesi sonucu meydana
gelmişse akdi bozma imkânı olabilir. 147
Hataları Örtmek: İnsan, hata işlemeye müsait bir şekilde yaratılmıştır.
Onun bu zaâfı, nefsi aklına galebe çaldığı zaman daha
belirgin bir şekilde ortaya çıkar. Bazen de insan farkında olmaksızın,
bilmeyerek hata işler. Kısacası insan, beşeri özellikleri sebebiyle,
zaman zaman kusur ve hatalar işleyebilir. Ancak, farkına vardığı
zaman hemen Allah Teâlâ’dan af veya hakkına tecavüz ettiği
kişiden özür dilemesi, güzel bir ahlâk örneğidir. Çünkü “hatadan
dönmek de bir fazilettir.”
143 Ö. N. Bilmen, İstilâhât-ı Fıkhıyye Kamusu, I, 243
144 Seyyid Hüseyin Tabatabâî, Shi'ite İslâm, Houston, Inc.1979, s. 190-211; İran
Anayasası, madde, 12; Said İsmâîl, Hakîkatü'l-Hılâf beyne Ulemâi'l-Şîa ve
Cumhur Ulemâi'l-Müslimîn, Carbondale, s. 12, 13
145 4/Nisâ, 92
146 M. Ebû Zehrâ, a.g.e, 354-355
147 Hamdi Döndüren, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 2, s. 365-366
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 43 -
İsimlerinden biri de “Settâr” olan Allah Teâlâ, kullarının kusur
ve hatalarını, günahlarını örterek gizler ve diğer kulların bilmesine
engel olur. Bu itibarla Cenâb-ı Hakk’ın bir sıfatı da “Settâru’l-
Uyûb” (ayıpları örten, gizleyen) dur. Eğer O’nun bu ismi kulları
üzerinde tecelli etmeseydi, insanlar birbirlerinin kusurlarına muttali
olur ve birbirlerine karşı rezil olurlardı. Böylece toplum içinde
çeşitli huzursuzluklar meydana çıkardı.
Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde, mü’minlerin
kusur ve hatalarını örttüğünü ifade buyurmaktadır. “İman ederek
salih amel işleyenlerin hatalarını andolsun ki, örteriz ve onları yaptıkları
amellerden daha güzeli ile mükâfatlandırırız.” 148
Allah Teâlâ’nın, kullar tarafından işlenen hataları örttüğünü
bildiren bu gibi âyetlerde bazı ön şartlar vardır. Yani kişinin,
Allah’ın affına ve hatalarını gizlemesine ulaşabilmesi için, bazı
özelliklere sahip olması lâzımdır. Bu özellikler ise sözkonusu ettiğimiz
âyetlerde açıkça görülmektedir. Bunların başında “iman”
gelmekte ve hemen ardından “sâlih amel” şartı zikredilmektedir.
Konuyla ilgili âyetler şöyledir:
“(Allah) İman eden erkek ve kadınları, içinde temelli kalacakları, altlarından
ırmaklar akan cennetlere koyar ve onların hatalarını örter. Allah
katında büyük kurtuluş işte budur.” 149; “Allah’a iman eden ve salih amel
işleyenlerin ve Muhammed’e Rablerinden bir gerçek olarak indirilene inanan
kimselerin hatalarını Allah örter ve durumlarını düzeltir.” 150; “Sizi
toplanma gününde bir araya getirdiği gün, işte o gün, kimin aldandığını
ortaya çıkaracağı bir gündür. Kim Allah’a inanmış ve salih amel işlemişse,
Allah onun hatalarını örter, onun içinde ebedi kalacağı, altlarından ırmaklar
akan cennetlere koyar. Büyük kurtuluş işte budur.” 151
Allah Teâlâ hataları örtmeyi iman şartına bağlamaktadır:
“Şâyet Ehl-i kitâb (Hıristiyan ve Yahûdiler) iman edip de Allah’a karşı gelmekten
sakınsalardı, kötülüklerini örterdik ve onları ni’met cennetlerine
koyardık.” 152
Konuyla ilgili diğer âyetlerde göze çarpan bir diğer özellik de
“takvâ” şartıdır.
“Bu Allah’ın size indirmiş olduğu buyruğudur. Kim Allah’ın buyruğuna
karşı gelmekten sakınırsa, Allah da onun kötülüklerini diğer ve mükâfatını
148 29/Ankebût, 7
149 48/Feth, 5
150 47/Muhammed, 2
151 64/Teğâbun, 9
152 5/Mâide, 65
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 44 -
yüceltir.” 153; “Zira Allah (takvâ sahibi) mü’minlerin yaptıkları hataları örter
ve onlara işledikleri amellerin en güzeliyle karşılık verir.” 154
Allah’ın haram kıldığı günahlardan kaçınmak da bir takvâ işaretidir.
“Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız,” kusurlarınızı
örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz.” 155 Bu âyetlerin yanında, “Ey
mü’minler! Yürekten tevbe ederek Allah’a dönün ki, Rabbiniz de sizin
kötülük ve hatalarınızı örtsün, sizi içlerinden ırmaklar akan cennetlere
koysun” 156 âyetinden “tevbe” nin de bir şart olduğunu anlıyoruz.
Kişinin, Allah’ın af ve müsamahasına ulaşabilmesi için, tamamlayıcı
bir şartın da “ihlâs” olduğu sâbittir. “Sadakalarınızı açıktan verirseniz
ne güzel! Eğer onları gizlice verirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.
Bununla Allah hatalarınızı örter. Allah işlediklerinizden haberdardır.”157 Allah
Teâlâ tarafından “akıl sahipleri” olarak nitelendirilen mü’min
kulların duası, bu konuda mü’minler için en güzel örnektir: “Onlar
ki şöyle derler: Ey Rabbimiz! Doğrusu biz, “Rabbinize iman edin’ diye
inanmaya çağıran bir davetçiyi işittik ve iman ettik. Rabbimiz! Sen de
bizim günahlarımızı bağışla, hatalarımızı ört ve canımızı iyilerle birlikte
al.” 158 Bu âyetin devamında da duâlarının kabul edildiği bildirilmektedir:
“Rableri duâlarını kabul etti. Sizden kadın olsun, erkek olsun,
yaptığınız ameli boşa çıkarmam (dedi). Hicret edenlerin, memleketinden
zorla çıkarılanların, benim yolumda savaşan ve öldürülenlerin kusurlarını
elbette örteceğim. Andolsun ki, Allah katından bir nimet olarak onları içlerinden
ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Nimetin en güzeli ise Allah
katındadır.” 159
Zikredilen âyetlerin ışığında denilebilir ki, insan gerçek anlamda
iman edip, sâlih amel işler, takvâ üzere bulunur ve hatalarından
dolayı pişman olup tevbe ederek Allah’a yönelirse, bu kişi
Allah’ın affına ve müsamahasına hak kazanır. Dünyada olduğu
gibi âhirette de hataları, Allah tarafından gizlenir. Hataları örtmek
hususunda, Hz. Peygamber (s.a.s.) mü’minleri teşvik etmektedir:
“Kim, dünyada müslüman kardeşinin ayıbını örterse, Allah da
onun ayıbını âhirette gizleyip kapatır.” 160
Buna karşılık, Hz. Peygamber (s.a.s.) “Din kardeşini, bir suçundan
dolayı ayıplayan kimse, o suçu kendisi de işlemedikçe
153 65/Talâk, 5
154 39/Zümer, 35
155 4/Nisâ, 31
156 66/Tahrîm, 8
157 2/Bakara, 271
158 3/Âl-i İmrân, 193
159 3/Âl-i İmrân, 195
160 Müslim, Birr 58, 72
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 45 -
ölmez.”161 buyurarak, müslümanların, hatalarından dolayı birbirlerini
kınamaları ve hor görmelerinin, kendileri için ne derece
kötü bir sonuca yol açtığına dikkat çekmiştir. “Kusursuz dost
arayan dostsuz kalır” sözü gereği, insan başkalarının kusurlarıyla
uğraşmamalı ve hataları örten kişi olmalıdır. Bu konuda mü’minin
rehber edineceği prensip Allah Teâlâ tarafından şu âyetle açıklanmıştır:
“İyilikle kötülük bir değildir. Sen kötülüğü en güzel olan iyi
bir hareketle önle. O vakit bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık
bulunan biri yakın bir dost gibi olmuştur.” 162
Kur’ân-ı Kerim’de Hesap, Allah’ın
Hesaba Çekmesi ve Sorumluluk
Kur’an’da, muhâsebe anlamında “hısâb” kelimesi ve türevleri,
48 âyette geçer. Hesaba çekmek, sorgulamak anlamında “Suâl”
kelimesi ve türevleri ise 22 âyette kullanılır.
Güç yetirebilmek anlamında “Tâkat” kelimesi ve türevleri
3 âyette geçer: 2/Bakara, 184, 249, 286. Güç, kapasite anlamında
“Vüs’at” kelimesi de 5 âyette zikredilir: 2/Bakara, 233, 286;
6/En’âm, 152; 7/A’râf, 42; 23/Mü’minûn, 62. İş, vazife yüklemek,
mükellef kılmak anlamında “Teklîf” kelimesi ve türevleri 8 âyette
geçer: 2/Bakara, 233, 286; 4/Nisâ, 84; 6/En’âm, 152; 7/A’râf, 42; 23/
Mü’minûn, 62; 38/Sâd, 86; 65/Talâk, 7. Yüklenmek, ağır yük olan
günahlar anlamında “Haml” ve türevlerinin geçtiği âyetler ise
şunlardır: 2/Bakara, 286; 6/En’âm, 146; 20/Tâhâ, 87, 111; 24/Nûr,
54; 33/Ahzâb, 72; 62/Cum’a, 5 (toplam yedi âyet).
Hesap günü olan din/ceza günü; kıyâmetle ilgili âyet-i kerimelerde
kıyâmet gününde kimseden kimseye fayda gelmeyeceği
belirtilir: 2/Bakara, 48, 123, 254; 14/İbrâhim, 31; 26/Şuarâ, 88-89;
31/Lokman, 33; 44/Duhân, 41; 55/Rahmân, 35; 70/Meâric, 10-15;
82/İnfitâr, 17-19). Herkesin kendi derdine düşeceği vurgulanır: 14/
İbrâhim, 31; 16/Nahl, 111, 39/Zümer, 56-58; 42/Şûrâ, 47; 43/Zuhruf,
67; 80/Abese, 33-37.
Hesap günü mahşerde vücut organları dile gelerek neler yaptıklarını
Kur’an şu âyetlerde dile getirir: 24/Nûr, 24; 36/Yâsin, 65;
41/Fussılet, 20-22; 50/Kaf, 21; 75/Kıyâme, 14-15. Hesap gününün
bir ayırdetme günü olduğu vurgulanır: 77/Mürselât, 13-15, 38-40;
78/Nebe’, 17. Hesap gününde amel defterleri çıkarılır: 25/Furkan,
25; 39/Zümer, 7, 69; 45/Câsiye, 29; 81/Tekvîr, 10. Hesap gününde
dünyada yapılan bütün işler açıklanır: 68/Kalem, 42; 69/Haakka,
161 Tirmizî, Kıyâmet 53
162 41/Fussilet, 34; Mehmet Emin Ay, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 2, s. 366-367
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 46 -
18; 75/Kıyâme, 13; 86/Târık, 9; 100/Âdiyât, 9-11. Hesap gününde
ameller, sevap ve günah yönünden tartılır: 7/A’râf, 8-9; 17/İsrâ, 13-
14; 18/Kehf, 49; 21/Enbiyâ, 47; 23/Mü’minûn, 102-103; 45/Câsiye,
29, 33; 101/Karia, 6-9. Hesap gününde hesap vermekten kurtuluş
olmadığı bildirilir: 55/Rahmân, 31, 33, 35. Hesap gününde herkese
kazandığı verilecektir: 2/Bakara, 281; 3/Âl-i İmrân, 30, 185, 195;
17/İsrâ, 13-14; 18/Kehf, 49; 36/Yâsin, 54; 40/Mü’min, 16-17; 45/
Câsiye, 28; 55/Rahmân, 31; 78/Nebe’, 40; 81/Tekvîr, 14; 82/İnfitar,
1-5; 84/İnşikak, 6; 99/Zilzâl, 6-8.
Hesap gününde kişi, kötü amelinden kaçmak isteyecek, ama
tabii ki kaçamayacaktır: 3/Âl-i İmrân, 30; 18/Kehf, 49; 69/Haakka,
25-27; 75/Kıyâme, 10-11. Hesap gününde günahkârlar yüzlerinden
tanınacaktır: 55/Rahmân, 39, 41. Hesap gününde kitabı (amel
defteri, karnesi) sağdan verilenler, kurtuluşa erip Cennetle ödüllendirilir:
17/İsrâ, 71; 56/Vâkıa, 8, 27, 90-91; 69/Haakka, 19-24; 74/
Müddessir, 39-40; 84/İnşikak, 7-9; 90/Beled, 12-18. Kitabı (amel
defteri) soldan verilenlerin feci durumundan şu âyetlerde bahsedilir:
56/Vâkıa, 9, 41; 69/Haakka, 25-37; 84/İnşikak, 10-15; 90/Beled,
19-20. Hesap gününden korkmak ve dünyada iken ona göre
tedbir almak gerekir: 13/Ra’d, 21; 76/İnsan8, 7. Hesap gününde
peygamberler de sorulacak, sorguya çekilecektir: 7/A’râf, 6-7.
Kur’ân-ı Kerim’de sorumluluktan bahseden âyetler de yeterli
açıklıktadır. Herkesin kazandığı amel, kendisinindir: 2/Bakara, 134,
286; 4/Nisâ, 84; 6/En’âm, 132, 164; 22/Hacc, 9, 10; 33/Necm, 39-42;
74/Müddessir, 38. Kimse kimsenin günahından sorumlu olmayacak,
her insan, ancak kendi günah yükünü çekecektir: 5/Mâide,
105; 6/En’âm, 31, 52, 164; 10/Yûnus, 108; 16/Nahl, 25; 17/İsrâ, 15;
34/Sebe’, 25, 50; 35/Fâtır, 18; 39/Zümer, 7; 53/Necm, 38. Çünkü
dünyada iken işlediği amellerle günah kazanan, kendi aleyhine
kazanmış olur: 2/Bakara, 81; 4/Nisâ, 111, 123; 6/En’âm, 120; 30/
Rûm, 44.
İnsanlar sorumlu olarak yaratılmıştır; bu sorumluluk ruhlar
âleminde verilmiştir: 7/A’râf, 172-174. O yüzden insanlar sadece
“inandık” demekle sorumluluktan ve imtihana çekilmekten
kurtulamazlar: 29/Ankebût, 2-4. Çünkü insan, başıboş bir varlık
değildir: 23/Mü’minûn, 115; 75/Kıyâme, 36. Vücut organları, yaptıklarından
sorumludur: 17/İsrâ, 36; 33/Ahzâb, 15; 37/Sâffât, 24.
Allah, peygamber ve şeriat göndermeden kullarına sorumluluk
yüklememiştir: 39/Zümer, 71. Allah, kimseye gücünün yettiğinden
başkasını yüklemez: 2/Bakara, 286; 6/En’âm, 152; 7/A’râf, 42; 23/
Mü’minûn, 62; 65/Talâk, 7. Bazı ameller insana zor gelebilir. Bunun
için de insan, gücünün dışında bir şeyle sorumlu tutmaması
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 47 -
için Allah’a duâ etmelidir: 2/Bakara, 286. Yine insan, unutarak ve
yanılarak işlenecek hatadan sorumlu tutmaması için de Allah’a
duâ etmesi gerekir: 2/Bakara, 286. İnsan, göklerin, yerin ve dağların
yüklenmekten kaçındığı emâneti yüklenerek sorumluluğa
tâlip (istekli) olmuştur: 33/Ahzâb, 72-73; 59/Haşr, 21.
İnsan, sadece kendinden değil; çevresinden ve özellikle
âilesinden de sorumludur. Kendini ve âilesini ateşten koruma sorumluluğu
ve görevi vardır: 66/Tahrîm, 6. Kur’an, insanın kendini
devamlı gözden geçirmesini, nefis muhâsebesi yapmasını emreder:
3/Âl-i İmrân, 39; 29/Ankebût, 6, 69; 79/Nâziât, 40-41. İstiğnâ
duygusu, sorumluluktan kaçmaktır, sorumsuzluktur: 64/Teğâbün,
33, 6; 80/Abese, 5; 92/Leyl, 8; 96/Alak, 7.
“İleride gelecek bir günden korkun ki, o günde hiçbir kimse, başkası
için herhangi bir ödemede bulunamaz. Hiç kimseden (Allah izin vermedikçe)
şefaat kabul olunmaz ve fidye (bedel) de alınmaz. Onlara asla yardım
yapılmaz.” 163
“Doğrusu Biz seni hak ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Cehennemliklerden
sen sorumlu değilsin.” 164
“Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin
kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorulmazsınız.” 165
“Onlardan bir kısmı da: ‘Ey Rabbimiz! Bize dünyada bir hasene/güzellik,
iyilik, âhirette de hasene ver. Bizi ateş azâbından koru’ derler. İşte onlar
için, kazandıklarından (âhirette) büyük bir nasip/hisse vardır. Şüphesiz
Allah’ın hesaba çekmesi sür’atlidir.” 166
“... Bir insan, ancak gücü yettiğinden sorumlu tutulur. Hiçbir anne
çocuğu sebebiyle zarara uğratılmamalı, hiçbir baba da çocuğu yüzünden
zarara girmemeli...” 167
“Ey iman edenler! Kendisinde artık alış-veriş, dostluk ve iltimas bulunmayan
gün (kıyâmet) gelmeden önce, size verdiğimiz azıklardan hayır
yapın (zekât ve sadaka verin). Gerçekleri inkâr eden kâfirler elbette
zâlimlerdir.” 168
“Göklerde ve yerde bulunanların hepsi Allah’ın mülküdür. Gönlünüzde
olanları açığa vursanız da gizleseniz de (farketmez), Allah onunla sizi
hesaba çeker, sorgudan sonra dilediğini affeder, dilediğine de azap eder.
Allah her şeye kaadirdir.” 169
163 2/Bakara, 48
164 2/Bakara, 119
165 2/Bakara, 134/141
166 2/Bakara, 201-202
167 2/Bakara, 233
168 2/Bakara, 254
169 2/Bakara, 284
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 48 -
“Gönderilen peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman
etti, mü’minler de iman ettiler. Onlardan her biri Allah’a, O’nun meleklerine,
kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. (Biz de onun için) mağfiretini
niyaz ederiz. Dönüş yalnızca Sanadır’ dediler.” 170
“Allah her şahsa, ancak gücü yettiği kadar sorumluluk yükler. Herkesin
kazandığı, kendi lehine veya aleyhinedir. (Bundan sonra şöyle duâ
edin:) ‘Ey Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi hesaba çekme
(mağfiret et). Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır
yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bizim gücümüzün yetmediği işlerden bizi sorumlu
tutma, bizi affet, bizi bağışla, bize merhamet et. Çünkü Sen, bizim
mevlâmızsın/dostumuz ve yardımcımızsın. Kâfir kavimlere karşı bize yardım
et.” 171
“... Allah’ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah’ın hesabı çok
çabuktur.” 172
“De ki: ‘İçinizdekileri gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir.
Göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah her şeye kaadirdir. Herkesin, iyilik
ve kötülük olarak yaptığı her şeyi karşısında hazır bulduğu günde (insan)
isteyecek ki kötülükleri ile kendisi arasında uzun bir mesâfe bulunsun.
Allah, kendisine (karşı gelmekten) sizi sakındırıyor. Allah kullarına oldukça
şefkatlidir.” 173
“...Şüphesiz Allah, hesabı çabuk olandır.” 174
“...Hesap sorucu olarak Allah yeter.” 175
“Artık Allah yolunda savaş. Sen, kendinden başkası (sebebiyle) sorumlu
tutulmazsın...” 176
“... Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını arayandır.” 177
“...Onların (Kâfirlerin) hesabından sana bir sorumluluk; senin hesabından
da onlara herhangi bir sorumluluk yoktur...” 178
“(Allah’ın azâbından) korunanlara, onların (kâfirlerin) hesabından bir
sorumluluk yoktur. Fakat, onlara doğruyu hatırlatın. Umulur ki korunup
sakınırlar.” 179
170 2/Bakara, 285
171 2/Bakara, 286
172 3/Âl-i İmrân, 19
173 3/Âl-i İmrân, 29-30
174 3/Âl-i İmrân, 199
175 4/Nisâ, 6
176 4/Nisâ, 84
177 4/Nisâ, 86
178 6/En’âm, 52
179 6/En’âm, 69
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 49 -
“... Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz...” 180
“Elbette kendilerine peygamber gönderilenlere de, gönderilen peygamberlere
de soracağız. Ve onlara olup bitenleri tam bir bilgi ile mutlaka
anlatacağız; çünkü Biz, onlardan (onların yaptıklarından) uzak değiliz. O
gün (amelleri tartacak) terazi haktır. Kimin (sevap) tartıları ağır gelirse,
işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Kimin de (sevap) tartıları hafif gelirse, işte
onlar, âyetlerimizi inkâr ettiklerinden dolayı kendilerini ziyana sokanlardır.”
181
“İman edip de sâlih amel işleyenler -ki hiç kimseye gücünün üstünde
bir şey teklif etmeyiz- işte onlar cennet ehlidir. Orada onlar ebedî kalacaklardır.”
182
“İşte Rablerinin emrine uyanlar için (mükâfatın) en güzeli vardır. Ona
uymayanlara gelince, eğer yeryüzünde olanların tümü ile bunun yanında
onun bir misli daha kendilerinin olsa, (kurtulmak için) onu mutlaka fidye
verip fedâ ederler. İşte onlar var ya, hesabın en kötüsü onlaradır. Varacakları
yer de cehennemdir. O ne kötü yataktır!” 183
“...Onlar (akıl sahibi mü’minler) Rablerinden huşû duyup sakınan ve
kötü hesaptan korkan kimselerdir.” 184
“Allah herkese kazandığıyla cezâ vermek için (onları diriltecektir). Kuşkusuz
Allah, hesabı çabuk görendir.” 185
“O bölücülere (azap) indirmişizdir. Onlar, Kur’an’ı parça parça edenlerdir.
Rabbin hakkı için, mutlaka onların hepsine yaptıklarından soracağız.” 186
“Allah dileseydi, hepinizi bir tek ümmet kılardı. Fakat O, dilediğini saptırır,
dilediğini de doğru yola iletir. Yaptığınız işlerden mutlaka sorumlu
tutulacaksınız.” 187
“Her insanın amel defterini boynuna astık. İnsan için kıyâmet gününde,
açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız. Kitabını oku! Bugün
sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter.” 188
“... Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu
gerektirir.” 189
180 6/En’âm, 152
181 7/A’râf, 6-9
182 7/A’râf, 42
183 13/Ra’d, 18
184 13/Ra’d, 21
185 14/İbrâhim, 51
186 15/Hıcr, 90-93
187 16/Nahl, 93
188 17/İsrâ, 13-14
189 17/İsrâ, 34
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 50 -
“Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz
ve gönül, bunların hepsi yaptığından sorumludur.” 190
“Kitap ortaya konmuştur: Suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş
olduklarını görürsün. ‘Vay halimize!’ derler, bu nasıl kitapmış! Küçük
büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmü!’
Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye
zulmetmez.” 191
“İnsanların hesap günleri yaklaştı. Hal böyle iken onlar, gaflet içinde
yüz çevirmekteler.” 192
“Allah, yaptığından sorumlu tutulmaz; onlar ise sorguya çekileceklerdir.”
193
“Biz kıyâmet günü için adâlet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir
şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu
(adâlet terazisine) getiririz. Hesap gören olarak Biz (herkese) yeteriz.” 194
“Biz, hiç kimseyi, gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız.
Yanımızda hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.”
195
“Sûr’a üflendiği zaman artık ne aralarında soy sop (çekişmesi) vardır,
ne de birbirlerini soruşturacaklardır. Böylece kimlerin tartıları ağır basarsa,
işte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir. Kimlerin de tartıları hafif gelirse, artık
bunlar da kendilerine yazık etmişlerdir; (çünkü onlar) ebedî cehennemdedirler.”
196
“İnkâr eden kâfirlere gelince, onların amelleri, ıssız çöldeki serap gibidir
ki susayan onu su zanneder; nihâyet ona vardığında orada herhangi
bir şey bulamamış, üstelik yanı başında da (inanmadığı, kendisinden sakınmadığı)
Allah’ı bulmuştur. Allah ise, onun hesabını tastamam görmüştür.
Allah, hesabı çok çabuk görür.” 197
“De ki: ‘Allah’a itaat edin, Peygamber’e de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz
şunu iyi bilin ki, Peygamber’in sorumluluğu kendisine yüklenen
(tebliğ görevini yapmak), sizin sorumluluğunuz da size yüklenen (görevleri
190 17/İsrâ, 36
191 18/Kehf, 49
192 21/Enbiyâ, 1
193 21/Enbiyâ, 23
194 21/Enbiyâ, 47
195 23/Mü’minûn, 62
196 23/Mü’minûn, 101-103
197 24/Nûr, 39
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 51 -
yerine getirmeniz)dir. Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz.
Peygamber’e düşen, sadece açık-seçik tebliğdir/duyurmaktır.” 198
“O gün ne mal, ne de evlât fayda verir. Ancak Allah’a sağlam ve temiz
(iman etmiş) bir kalple gelenler o günde (kurtuluşa erer).” 199
“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece ‘iman ettik’ demeleriyle
bırakılıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki, Biz onlardan öncekileri de
imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları
da mutlaka ortaya koyacaktır. Yoksa, günahları/kötülükleri yapanlar
Bizden kaçabileceklerini mi sandılar? Ne kadar kötü (ve yanlış) hüküm
veriyorlar!” 200
“Kâfirler, iman edenlere; ‘bizim yolumuza uyun, sizin günahlarınızı biz
yüklenelim’ derler. Hâlbuki onların hiçbir günahını yüklenecek (onlardan
günahı kaldıracak) değillerdir. Gerçekte onlar, kesinlikle yalan söylemektedirler.
(Fakat gerçek şu ki,) elbette kendi yüklerini, kendi yükleriyle birlikte
nice yükleri taşıyacaklar ve uydurup durdukları şeylerden kıyâmet
günü mutlaka sorguya çekileceklerdir.” 201
“Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Babanın evlâdı ve
evlâdın da babası için bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki,
Allah’ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan,
Allah’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.” 202
“... Allah’a verilen ahid/söz, mes’ûliyet gerektirir.” 203
“...Hesap görücü olarak Allah herkese yeter.” 204
“Biz emâneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten
çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi;
(bununla beraber onun hakkını tam yerine getirmedi). Çünkü o, çok
zâlim, çok câhildir. 205
“De ki: ‘Bizim işlediğimiz suçtan siz sorumlu değilsiniz; biz de sizin
işlediğinizden sorulacak değiliz. De ki: Rabbimiz (kıyâmet günü), hepimizi
bir araya toplayacak, sonra aramızda hak ile hükmedecektir. O, en âdil
hüküm veren, (her şeyi) hakkıyla bilendir.” 206
198 24/Nûr, 54
199 26/Şuarâ, 88-89
200 29/Ankebût, 2-4
201 29/Ankebût, 12-13
202 31/Lokman, 33
203 33/Ahzâb, 15
204 33/Ahzâb, 39
205 33/Ahzâb, 72
206 34/Sebe’, 25-26
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 52 -
“Artık bugün hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada
ancak dünyada yaptıklarınıza karşılık alırsınız.” 207
“O gün, onların ağızlarını mühürleriz. Kazandıklarını (yaptıkları iyi ya
da kötü amelleri) bize elleri anlatır. Ayakları da şehâdet eder.” 208
“De ki: ‘Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Ben, kendimden
bir şey teklif edenlerden de değilim. Bu Kur’an, ancak âlemler için
bir öğüttür.” 209
“O gün onlar (kabirlerinden) meydana çıkarlar. Onların hiçbir şeyi
Allah’a gizli kalmaz. (Allah onlara sorar ve cevabını verir:) ‘Bugün hükümranlık
kimindir?’ ‘Kahhâr olan tek Allah’ındır!’ Bugün herkese kazandığının
karşılığı verilir. Bugün haksızlık yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı
çok çabuk görendir. Onlara yaklaşan günün tehlikesini anlat. O zaman
gamla dolu ve yutkunur oldukları halde, yürekleri gırtlaklara dayanmıştır.
Zâlimlerin ne dostu, ne de dinlenecek şefaatçisi vardır. Allah, gözlerin
hâin bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir.” 210
“Allah’ın düşmanları ateşe sürülmek üzere toplandıkları gün, hepsi bir
araya getirilirler. Nihâyet oraya geldikleri zaman kulakları, gözleri ve derileri,
işledikleri şeye karşı onların aleyhine şâhitlik edecektir. Derilerine,
‘niçin aleyhimize şâhitlik ettiniz?’ derler. Onlar da, ‘her şeyi konuşturan
Allah bizi de konuşturdu. İlk defa sizi o yaratmıştır. Yine O’na döndürülüyorsunuz’
derler. Siz, kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinize
şâhitlik etmesinden sakınmıyordunuz, yaptıklarınızdan çoğunu
Allah’ın bilmeyeceğini sanıyordunuz. İşte Rabbinizi böyle sanmanız, sizi
mahvetti ve ziyana uğrayanlardan oldunuz. Şimdi eğer dayanabilirlerse,
onların yeri ateştir. Ve eğer tekrar dünyaya dönüp memnun olmak isterlerse,
memnun edilecek değillerdir.” 211
“Doğrusu Kur’an, sana ve kavmine bir ikaz ve öğüttür; yakında ondan
sorguya çekileceksiniz.” 212
“Andolsun insanı Biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz
ve Biz ona şah damarından daha yakınız. Çünkü onun sağında ve
solunda oturan, her davranışı yakalayıp tesbit eden iki melek vardır. İnsan
hiçbir söz söylemez ki yanında gözetleyen, dediklerini zapteden (bir) melek
hazır bulunmasın. Ölüm sarhoşluğu bir gün gerçekten gelir de, ‘İşte
(ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir’ denirl. Sûr’a üfürüldümü,
işte bu, geleceği vaat edilen gündür. Herkes, yanında bir sürücü ve bir de
şâhitle beraber gelmiştir.” 213
207 36/Yâsin, 54
208 36/Yâsin, 65
209 38/Sâd, 86-87
210 40/Mü’min, 16-19
211 41/Fussılet, 19-24
212 43/Zuhruf, 44
213 50/Kaf, 16-21
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 53 -
“... Allah hiç kimseye gücünün yettiğinden başkasını yüklemez. Allah,
daima bir zorluktan sonra bir kolaylık yaratır.” 214
“Rabbinin ve O’nun elçilerinin emrinden uzaklaşıp azmış nice memleketler
halkı vardır ki, Biz onları çetin bir hesâba çekmiş ve onları şaşkınlık
verecek azâba çarptırmışızdır.” 215
“O gün (hesap için) huzura alınırsınız; size âit hiçbir sır gizli kalmaz.
Kitabı sağ tarafından verilen, ‘alın, kitabımı okuyun; doğrusu ben,
hesâbımla karşılaşacağımı zâten biliyordum’ der.” 216
“Kitabı sol tarafından verilene gelince; o, ‘keşke, der, bana kitabım verilmeseydi
de, hesabımın ne olduğunu bilmeseydim! Keşke onunla (ölümümle)
her iş olup bitseydi! Malım bana hiç fayda sağlamadı; Saltanatım
da benden (koptu) yok olup gitti.” 217
“Göz kamaştığı, ay tutulduğu, güneşle ay bir araya getirildiği zaman!
(İşte) o gün insan, ‘kaçacak yer neresi?’ diyecektir. Hayır, hayır! (Kaçıp)
sığınacak yer yoktur! O gün varıp durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur.
O gün insana, ileri götürdüğü ve geri bıraktığı ne varsa bildirilir.
Artık insan, kendi kendinin şâhididir. İsterse özürlerini sayıp döksün.” 218
“Tuğyan eden azgınlar, orada (cehennemde)çağlar boyu kalırlar, orada
serinlik ya da bir içimlik meşrûbat tatmazlar, ancak dünyada yaptıklarına
uygun karşılık olarak kaynar bir su ve irin tadarlar. Çünkü onlar, bir
hesap günü olduğunu ummazlardı (buna inanmazlardı).” 219
“Kulakları patlatan gürültü geldiğinde, İşte o günde kişi kardeşinden,
annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar. O gün, onlardan
her birinin, başından aşan işi (ve derdi) vardır. O gün birtakım yüzler
sevinçli, güleç ve müjdelidir. Birtakım yüzlerin de üzerini toz kaplamış ve
karanlıklar örtmüştür. İşte onlar kefere-i feceredir/günahkâr kâfirlerdir.” 220
“Güneş dürülüp ışığı kalmadığı zaman; Yıldızlar düşüp söndüğü zaman;
Doğurması yaklaşmış develer başıboş bırakıldığı zaman; Yabanî
hayvanlar bir araya toplandığı zaman; Denizler kaynatıldığı zaman; Canlar
bedenlerle birleştirildiği zaman; Kız çocuğun hangi suçtan ötürü öldürüldüğü
kendisine sorulduğu zaman; Amel defterleri açıldığı zaman; Gök,
yerinden oynatıldığı zaman; Cehennem alevlendirildiği zaman; Cennet
yaklaştırıldığı zaman; İnsanoğlu ne yaptığını görecektir.” 221
214 65/Talâk, 7
215 65/Talâk, 8
216 69/Haakka, 18-20
217 69/Haakka, 25-29
218 75/Kıyâme, 7-15
219 78/Nebe’, 23-27
220 80/Abese, 33-42
221 81/Tekvîr, 1-14
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 54 -
“Cezâ günü nedir, bilir misin? Nedir acaba o cezâ günü? Hiç kimsenin
başkasına hiçbir hususta fayda ya da zarar vermeye mâlik olmadığı gündür.
O gün, herkesin işi Allah’a kalmıştır (O gün emir Allah’ındır, yalnız
Allah emreder).” 222
“Kimin kitabı sağından verilirse, kolay bir hesapla hesaba çekilecek.
Ve sevinçli olarak âilesine dönecek. Kimin kitabı arkasından verilirse, derhal
yok olmayı temenni edecek ve alevli ateşe girecek. Bilinsin ki, dünyada
âilesi içinde (mal-mülk sebebiyle) şımarıktı. O, hiçbir zaman Rabbine
dönmeyeceğini sandı.” 223
“Gizlenen işlerin ortaya döküldüğü hesap gününde insan için Allah’tan
başka ne güç veren vardır, ne de yardım eden.” 224
“Sen hatırlatıp öğüt ver. Çünkü sen ancak öğüt vericisin. Onların üzerinde
bir zorba değilsin. Ancak, yüzçevirip inkâr eden kâfir hâriç. İşte öylesini
Allah en büyük azap ile cezâlandırır. Şüphesiz onların dönüşü Bizedir.
Sonra onların hesabı/sorguya çekilmesi de Bize âittir.” 225
“Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu (onun karşılığını) görür. Kim de
zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” 226
“Kabirlerde bulunanlar diriltilip dışarı atıldığı, kalplerde ve gönüllerde
olanlar ortaya konduğu vakit düşünmez mi o insan? Acaba hali nice olur?
Şüphesiz Rableri o gün onların her halini bilir.” 227
“Kimin tartılan ameli ağır gelirse işte o, hoşnut edici bir yaşayış içinde
olur. Ameli hafif olana gelince, işte onun anası ağlamıştır! Nedi o, bilir
misin? Kızgın ateş!” 228
“O gün, dünyada kazanıp harcadığınız nimetlerden hesaba çekileceksiniz.”
229
Hadis-i Şeriflerde Allah’ın Hesaba
Çekmesi ve Sorumluluk
Hesap kelimesi, çeşitli hadislerde sözlük ve terim anlamıyla
zikredilmiştir. Cibrîl hadisi diye bilinen hadisin bazı rivâyetlerinde
Hz. Peygamber iman esasları içinde âhireti zikrettikten sonra
222 82/İnfitâr, 17-19
223 84/İnşikak, 7-14
224 86/Târık, 9-10
225 88/Ğâşiye, 26
226 99/Zilzâl, 7-8
227 100/Âdiyât, 9-11
228 101/Karia, 6-11
229 102/Tekâsür, 8
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 55 -
hesabı ayrıca vurgulamış,230 diğer bir hadiste de akıllı kimsenin,
kıyâmette hesaba çekilmeden önce dünyada kendini hesaba çekmesini
bilen ve davranışlarına ölümden sonrasını göz önünde bulundurarak
yön veren kimse olduğunu bildirmiştir.231 Dünyanın bir
iş görme (amel), âhiretin ise karşılık bulma (ceza) yurdu olduğu
şüphesizdir. Karşılık, yapılan işin türüne göre nimet veya azap şeklinde
olacak, bunun da tesbiti hesap ilkesi çerçevesinde yapılacaktır.
Kur’an’da yer alan hesap kavramına ve hadislerin açık ifadesine
göre kıyâmet gününde inceden inceye hesaba çekilecek kimse
hüsrâna ve azâba mâruz kalacaktır.232 Çünkü yaratana karşı kulluk
görevini, yaratılmışlara karşı insanlık vazifesini hakkıyla yerine getirip
bunun hesabını vermek imkânsız denecek kadar zordur.
Bununla birlikte gönlü Allah’a bağlı olup genel yönelişi hak
çizgisi üzerinde bulunan bir mü’minin yaşı ilerledikçe rûhen erginlik
kazanıp Allah’a yaklaşacağı, elli ile yetmiş yaşları arasında
kalbindeki İlâhî muhabbet ateşinin alevlenip Allah’ın kendisini
seveceği ve hesabını kolaylaştıracağı Enes bin Mâlik’ten rivâyet
edilen bir hadiste belirtilmiştir.233 Bütün mükelleflerin hesabını
görme yetkisi şüphesiz ki hesap gününün mâliki olan Allah’a âittir.
Allah kulların hesabını çabuk görecektir. Ancak hadiste de belirtildiği
üzere234 kıyâmet gününde hesap öncesi bekleyiş uzun sürecek
ve insanlar bundan büyük bir ıstırap duyacaktır. Nihâyet son peygamber
Hz. Muhammed’in (s.a.s.) niyazı üzerine başlayacak olan
hesaba onun ümmeti çağrılacaktır.235 Birçok hadis rivâyetinde Muhammed
ümmetinden yetmiş bin kişinin hesaba tâbi tutulmadan
cennete gireceği haber verilmiştir. Bu rivâyetlerin bazılarında yer
alan ve her bin kişi ile birlikte bin kişinin daha bulunacağı, hatta
bunun da ilâvelerinin olacağı tarzındaki nakillere bakılırsa bu ifadelerin
çokluktan kinâye olup gerçek sayının bilinmediği anlaşılır.
Hesaba tâbi tutulmayacak veya hesabı hafif geçecek olan kişilerin
başında Allah yolunda savaşıp şehid düşenler gelir.236 Buna karşılık
zenginlerin çetin bir muhâsebeden geçirileceği ifâde edilir.237
İslâm dininde namaz, en çok tekrar edilen, bu sebeple de îfâsı
sürekli azim ve irâde isteyen, dinî hayatın en belirgin göstergesi
konumunda bulunan bir ibâdet niteliği taşıdığı için olmalıdır ki,
230 Ahmed bin Hanbel, I/27, 28; IV/129, 164
231 Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 25
232 Buhârî, İlim 35, Rikak 49; Müslim, Cennet 79, 80
233 Ahmed bin Hanbel, II/89, III/217-218
234 Müslim, İman 327
235 Ahmed bin Hanbel, I/282, 296; İbn Mâce, Zühd 34
236 Ahmed bin Hanbel, V/287
237 Ahmed bin Hanbel, V/259, 427
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 56 -
imandan sonra en değerli amellerden kabul edilmiş238 ve kıyâmet
gününde hesabın namazdan başlayacağı haber verilmiştir. 239
“Akıllı kimse, nefsini muhâsebe eden ve ölümden sonrası için çalışandır.
Âciz de, nefsini hevâsının peşine takan ve Allah’tan temennide bulunan
kimsedir.” 240
Açıklama: Akıllı diye tercüme ettiğimiz keyyis, “işlerini iyi çeviren”,
“işlerini rıfkla, tatlılıkla yürüten”, “hayra ulaşmakta en
iyi kararı veren” gibi mânâlara da gelmektedir. Şu halde nefis
muhâsebesi bu vasıflara uyan bir davranış olmaktadır. İbn Arabî
der ki: “Büyüklerimiz, konuştuklarını ve yaptıklarını bir deftere
yazarak, yatsıdan sonra kendilerini muhâsebeden geçirirlerdi.
Deftere bakıp kendilerinden sadır olan söz ve fiil hepsini gözden
geçirirlerdi. Bunlardan tevbe gerekenler için tevbe, istiğfar gerekenler
için de istiğfar, şükür gerekenler için de şükrederlerdi.
Onlar bu muhâsebeyi yaptıktan sonra uyurlardı. “Acizin Allah’tan
temennisi bazı kuruntulardır. Yani, nefsine uyup, günahlarda ısrar
ettiği, tevbe edip dönüş yapmadığı halde, Allah’ın kendisini
affedeceği, cennetine koyacağı hususundaki temenni ve ümiddir.
“Biz, ümmetlerin sonuncusuyuz ve hesabı ilk görülecek olanlarız. Orada:
‘Ümmî ümmet ve peygamberi nerededir?’ denilir. Bilesiniz, biz sonuncu
olan ilkleriz (yani, dünyaya gelişte sonuncuyuz, kıyâmet günü hesabı
verip cennete girmede ilkleriz.)” 241
Zübeyr bin Avvâm, şöyle der: “O gün, naîmden (dünyada kazanıp
harcadığınız, yediğiniz nimetlerden) hesâba çekileceksiniz.” 242 âyeti indiği
zaman dedim ki: “Ey Allah’ın Elçisi, biz hangi nimetten sorulacağız?
Elimizde olan şu iki siyah: Hurma ile su’dur (başka nimetimiz
yoktur). Buyurdu ki: “İşte o olacaktır (onlardan sorulacaktır).” 243
“Kıyâmet gününde, kula sorulacak ilk nîmet sorusu şöyledir: ‘Biz senin
bedenine sağlık vermedik mi, sana su içirmedik mi?” 244
“Kıyâmet günü şu dört şeyden sorulmadıkça kul bırakılmaz: Ömrünü
ne işte geçirdiği, malını nereden kazandığı, nereye harcadığı ve ne iş
yaptığı sorulur.” 245
238 Müslim, İman 140
239 Ahmed bin Hanbel, II/290, 475; Tirmizî, Salât 188; Ebû Dâvud, Salât 145
240 Tirmizî, Kıyâmet 26, hadis no: 2461
241 Kütüb-i Sitte, Terc. ve Şerhi, c. 17, s. 604
242 102/Tekâsür, 8
243 Tirmizî, Tefsir b. 89, sûre 102, hadis no: 3357
244 Tirmizî, Tefsir b. 89, sûre 102, hadis no: 3357
245 Tirmizî, Kıyâmet 1
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 57 -
“Allah, sizin sûretlerinize ve mallarınıza bakmaz; fakat kalplerinize ve
amellerinize bakar.” 246
“Kötülük yapmak isteyen bir kimse, onu yapmazsa (içindeki kötülük
dürtüsünü uygulamayıp içinden atarsa), ona bir iyilik yapmış gibi sevap
yazılır.” 247
“Dikkat edin, vücutta bir et parçası vardır ki o düzeldimi bütün vücut
düzelir. O bozuldumu bütün vücut bozulur. Dikkat edin, o kalptir.” 248
Bir gece, Allah’ın Elçisi (s.a.s.), evinden çıktı. Ebû Bekir ve
Ömer’e rastladı: “Sizi bu saatte evinizden çıkaran nedir?” dedi. “Açlık
yâ Rasûlallah” dediler. “Nefsimi elinde bulunduran hakkı için sizi çıkaran
şey, beni de çıkardı, kalkın!” dedi. Birlikte ensârdan bir adamın
(Ebu’l-Heysem Mâlik bin Teyyehân’ın (r.a.) evine vardılar. Ebu’l-
Heysem: “El-hamdü lillâh, bugün benden daha şerefli konukları
olan yoktur!’ dedi. Gidip onlara, üzerinde yeni kızarmış, yarı ve
tam olgunlaşmış hurmalar bulunan bir hurma dalı getirdi: “Buyurun,
bundan yiyin” dedi. Bıçağı aldı, Peygamber (s.a.s.) ona: “Sakın
sağılı hayvan kesme!” dedi. Ensârlı onlara (bir koyun veya oğlak)
kesti. Koyundan ve hurmalardan yediler, su içtiler. Yemekten doyup
suya kanınca, Rasûlullah Ebû Bekir ve Ömer’e: “Nefsimi elinde
bulunduran hakkı için kıyâmet gününde size bu nîmetlerden sorulacaktır.
Açlık sizi evlerinizden çıkardı, bu nîmet size erişmeden dönmediniz.”
buyurdu.249 Ardından da şu âyeti okudu: “O gün, muhakkak bütün
nimetlerden hesaba çekileceksiniz” 250
“Dünya nimetlerinden istifadeyi nasıl düşünebilirim ki, İsrâfil sûru eline
almış, Cenâb-ı Hakk’ın emrini beklemektedir. Böyle bir durumda olan
insan, gelişigüzel, dünya nimetlerinden nasıl istifâde eder ki?” 251
“Kim hidâyete/doğru yola çağırırsa, kıyâmet gününe kadar o yola gidenlerin
savapları kadar sevap alır. Ötekilerin sevâbından da bir şey eksilmez.
Kim de sapıklığa çağırırsa kıyâmet gününe kadar o yola gidenlerin
günahları kadar günah alır. Ötekilerin günahından da bir şey eksilmez.” 252
“Allah, yanılarak, unutarak yaptıkları veya zorla kendilerine yaptırılan
şeyleri ümmetimden affetti.” 253
246 Müslim, Birr 32; İbn Mâce, Zühd 9; Ahmed bin Hanbel, II/285, 539
247 Buhârî, Rikak 31
248 Buhârî, İman 39; Müslim, Müsâkat 107; İbn Mâce, Fiten 14; Dârimî, Büyû' 1
249 Müslim, Eşribe 140, hadis no: 2038; Muvattâ, Sıfatu'n-Nebî 28, h. no: -2,
932; Tirmizî, Zühd 39, h. no: 2370
250 102/Tekâsür, 8
251 Tirmizî, Kıyâme 8; Ahmed bin Hanbel, I/36; III/7
252 Müslim, İlim 6, 16; Buhârî, İ'tisâm 15; Ebû Dâvud, Sünnet 6; Tirmizî, İlim 15;
İbn Mâce, Mukaddime 14; Ahmed bin Hanbel, II/397; Dârimî Mukaddime
44
253 İbn Mâce, Talâk 16
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 58 -
“Kalem üç kişiden kaldırılmıştır (artık onlar yaptıklarından sorumlu değildirler):
Büluğa erinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan,
şifâ buluncaya kadar bunamıştan.” 254
Açıklama: 1- İslâm fıkhında büyük bir ehemmiyet taşıyan bu
hadis, bütün fukahâca benimsenmiştir. Bu hadis, kişiyi fiilinden
sorumlu kılmada aklı ve irâdeyi vazgeçilmez bir şart kabul eder.
Aklî kemâle ermeyen çocuğun hukuka ehil olmaması, onlar hakkında
himâye edici pek büyük bir rahmet olmuştur. Çağlar boyu
Avrupa dahi, bütün cemiyetlerde çocuklar ezilirken, İslâm dünyasında
hukukî ehliyetsizlik sebebiyle büluğ çağına kadar sorumlu
sayılmamış, mal ve can yönüyle velînin himâyesine tevdî edilmiştir.
İslâm âleminde çocuklar mahkemeye bile nadir hallerde ve
belli yaşlardan sonra celbedilirken, Batı’da, işlenen suç sebebiyle
büyüklerle aynı cezaya çarptırılarak gerekiyorsa idam bile edilmiş,
büyüklerle birlikte aynı hapishanelere atılmıştır. Bu durumun çocuk
fıtratına uygun gelmediğini Batı, ilk defa 19. asrın sonlarında
anlamaya başlamış, çocukların hukukî ehliyetsizliği, ayrı mahkemelerde
muhakemesi, hapisten ziyâde ıslah evlerine, koruyucu
ailelerin yanına verilmesi gibi fikir ve müesseseleri geliştirmiş ve
bu paralelde bir hayli yol almıştır. Oradan bize de “çocuk mahkemeleri”
fikri gecikerek geçmiştir.
2- Âlimler, bu hadise dayanarak çocukların şer fiillerinin yazılmadığını
kabul ederken, başka hadislerden hareketle hayırlı
fiillerin yazıldığını, bu fiillerin, hem çocuğun terbiyecileri durumundaki
anne ve babasına ve hem de kendisine uhrevî faydalar
sağlayacağını belirtirler. Nitekim Rasûlullah (s.a.s.), “çocuğun haccının
makbul olduğunu, ona hacc yaptıran annesine de sevab geleceğini”
beyan etmiştir. Keza bir başka hadiste “Çocuklara namazı emredin”
buyurulmuştur. Kısacası çocuklar hakkında hayır kaleminin yazmaya
başladığını gösteren rivâyetler mevcuttur. 255
“İnsanlar kıyâmet günü öylesine ter akıtırlar ki, bu terler yerin içinde
yetmiş zira’lık derinliğe kadar iner ve bu ter (yer üstünde de birikerek
insanları konuşamaz hale getirmek üzere ağızlarına) gem vurur ve kulaklarına
kadar ulaşır.” 256
Açıklama: Kıyâmet günü, hesap verme esnâsındaki ahvalle ilgili
olarak muhtelif hadisler gelmiştir. Bunların birkısmı ter hâdisesi ile
ilgilidir. Sadedinde olduğumuz hadis, insanların, hesap vermenin
254 Ebû Dâvud, Hudûd 16, h. no: 4399, 4400, 4401, 4402
255 İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:6/223-224
256 Buhârî, Rikak 47; Müslim, Cennet 61, hadis no: 2863
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 59 -
sıkıntısıyla yerin dibine yetmiş arşın inecek ve yerin üstünde de
kulaklara kadar yükselip insanları konuşamaz hale getirecek bir
derya teşkil edecek kadar çok terleyeceklerini ifade etmektedir.
Âlimler, bu ter herkesin kendi teri midir, müşterek terleri midir, bu
konuda ihtilâf ederler. İyâz: “Bundan kişinin müşâhede ettiği korkunç
haller nisbetinde salacağı terin kastedilmiş olması muhtemel
olduğu gibi, hem kendi, hem başkasının teri kastedilmiş olması da
muhtemeldir. Böylece bir kısmına çok şiddetli, bir kısmına daha
hafif sıkıntı verir. Bütün bunlar, insanların izdiham ve birbirlerine
sıkışmasından terin yerin altına yetmiş arşın nüfuz etmesinden
sonra, yer üstünde akıp birikmesinden meydana gelir. Tıpkı suyun
toprak tarafından emilmesinden sonra bir vadide akması gibi”
der. İbn Hacer, bu terleme hâdisesini, bir başka hadisin yardımıyla
daha güzel açıklar. Hadis şudur: “Kıyamet günü güneş arza (bir mil
kadar] yaklaşır. İnsanlar terlerler. Kimi vardır, teri ökçesine kadar yükselir,
kimi vardır ayağının yarısına kadar yükselir; dizine kadar yükselenler, uyluğuna
kadar yükselenler, böğrüne kadar yükselenler, omuzuna kadar
ve hatta ağzına kadar -ve eliyle işaret eder- yükselenler, vardır. Ağzına
kadar yükselen ter, sahibine gem vurmuş olur. Bazılarını ter tamamen
bürür -ve bunu söylerken elini başının üzerine vurur.-” Bazı rivâyetlere
göre hesap gününün sıkıntısı o kadar şiddetlidir ki, insanlar: “Ey
Rabbimiz, cehenneme giderek de olsa bizi bundan kurtar!” diye
talepte bulunurlar. Müslim’in bir rivâyetinde tere batmanın, kişinin
ameliyle mütenâsip olacağı belirtilmiştir.
Bir başka hadiste bu bekleme müddetinin kırk yıl olacağı; bir
diğerinde bir günün yarısının, dünya zamanına göre elli bin yıl
olacağı, ancak mü’mine bu günün, güneşin batma anı gibi hafif
geleceği belirtilmiştir. Beyhakî’nin bir hadisinde bu sıkıntılı halin
kâfirlere mahsus olduğu açıklanmıştır.
“O günün sıkıntısı kâfire çok şiddetlenir. Öyle ki ter onu gemler!” Denildi
ki: “Ey Allah’ın Rasûlü mü’minler nerede olurlar?” Buyurdular
ki: “Onlar altın kürsüler üzerindedirler, onlara bulutlar gölge yapar.”
Bazı rivâyetlerde de “amelleri gölge yapar”, bazı rivâyetlerde de
“güneşin, insanların başlarına iki yay boyu yaklaşacağı” ifade edilmiş ise
de, (imanda kemal sahibi) mü’minlere bu harâretin zarar vermeyeceği
belirtilmiştir.
Özetle, hesap günü uzun bir müddettir, sıkıntısı çok büyüktür.
Ancak mü’minler, amellerine göre o günün sıkıntısını az veya çok
az bir derecede atlatacaklardır. İbn Ebî Cemre: “Sadedinde olduğumuz
hadis bu sıkıntının bütün insanlara şâmil olacağını ifâde
ederse de; başka hadisler, bunun onlar çoğunluk da olsa birkısım
insanlara mahsus olduğunu açıklar; peygamberler, şehidler ve
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 60 -
Allah’ın diledikleri bundan istisnâ edilmiş, en şiddetli ter sıkıntısının
da kâfirlere, sonra kebâir (büyük günah) ehline, sonra bunları
tâkip edenlere olacağı, mü’minlerin kâfirlere nisbetle az oldukları
belirtilmiştir. “İbn Ebî Cemre, bu hadislerden akla gelebilecek:
“İnsanlar muhtelif bazda oldukları halde hepsi nasıl kulaklarına
kadar tere banar, bu arada ter bir kısmının ayağını bürümez...?”
gibi sorulara: “Bunlar uhrevî, gaybî ihbarlardır, aklî izahı yoktur,
kuvvetli iman sahipleri tasdik eder...” mânâsında cevap verdikten
sonra der ki: “Bu durumu haber vermenin maksadı dinleyenleri
uyarmak, mü’minleri bu korkunç hallere düşmekten koruyacak
amellere teşvik etmek, günahlardan tevbeye sevketmek, kerim ve
bağışlayıcı olan Rab Teâlâ’ya ilticâ etmeye, bu hallerden ve ateşten
koruyup, rahmet ve cennetine dâhil etmesini talep etmeye bir
sevktir.”
“Kimin üzerinde kardeşine karşı ırz veya başka bir şey sebebiyle hak
varsa, dinar ve dirhemin bulunmadığı (kıyâmet ve hesaplaşmanın olacağı)
gün gelmezden önce daha burada iken helâlleşsin. Aksi takdirde o gün,
sâlih bir ameli varsa, o zulmü nisbetinde kendinden alınır. Eğer hasenâtı
(sevapları) yoksa, arkadaşının günahından alınır, kendisine yüklenir.” 257
Açıklama: Hadis, mü’minleri, mü’min kardeşine karşı haksızlık
yapmamaya, şâyet yapmış ise helâlleşmeye tevşik etmektedir. Bu
haksızlık, “ırz”la ifade edilen mânevî varlığına karşı olabilir. “Başka
bir şey” tâbiriyle de “bütün çeşitleriyle mal”, “yaralama”, hatta
“tokat”a varıncaya kadar her şey kastedilmiştir. Nitekim Tirmizî’nin
rivâyetinde “ırz ve mal nevinden...” denmiştir. Müslim’de bu
mânâ bir başka üslûpla ifâde edilmiştir: “Ümmetimden müflis olan
o kimsedir ki: Kıyamet günü namazı, orucu ve zekâtı olduğu halde gelir.
Ancak birine küfretmiş, diğerinin kanını dökmüş, bir diğerinin de malını
yemiştir. Hasenâtı, buna, öbürüne, diğerine dağıtılır. Üzerindeki borçlar
bitmeden hasenâtı tükenmişse öbürlerinin günahlarından alınır, üzerine
yüklenir ve böylece ateşe atılır.” Bu hadis, “Bir günahkârın günahı diğerine
yüklenmez” 258 âyetine muhâlif düşmez. Zira bu kimse, kendi fiili
ve zulmü sebebiyle cezalandırılmıştır. Çünkü hasenâtı, Allah’ın
kullar hakkındaki adâleti gereği, seyyiâti mukabilinde alınmıştır.
Humeydî, Kitabu’l-Muvâzene’de demiştir ki: “İnsanlar üç kısımdır:
Hasenâtı seyyiâtına üstün gelenler. Seyyiâtı, hasenâtına üstün gelenler.
Hasenâtı ve seyyiâtı eşit olanlar.
Birinciler, Kur’an’ın nassı ile kurtuluşa ereceklerdir. İkinciler,
sevâbından fazla olan günahı sebebiyle, nefhadan (İsrafil’ in sûra
257 Buhârî, Mezâlim 10, Rikak 48; Tirmizî, Kıyâmet 2, hadis no: 2421
258 6/En'âm 164
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 61 -
üflemesinden) ateşten çıkanların sonuncusuna kadar, şerrinin azlığı
çokluğu nisbetinde azap edilecektir. Üçüncüler, a’raftakilerdir
(A’raf cennet ve cehennem arası bir yerdir). “Bu görüşü bazı
âlimler: “Allah’ın azâb etmeyi murad ettikleri” diye kayıtlaması,
keza üçüncü kısım için de: “Üç görüşten en kuvvetli olanı” diye
açıklaması gerekirdi diye tenkit etmişlerdir. Ayrıca Humeydî,
“Seyyiâtı hasenâtına galebe çalanlar da iki kısımdır: “Azap çekip
şefaatle ateşten kurtulanlar, günahı affedilip, hiç azap çekmeyenler”
demiştir.
“Kıyâmet günü hak sahiplerine haklarını mutlaka edâ edeceksiniz.
Öyle ki kabış (boynuzsuz) koyun için, boynuzlu koyundan kısas alınacak,
taşa (niye bir başka) taş üzerine yüklenip kaldığından; adamın adamı niye
yaraladığından sorulacak.” (Râvî Ebû Hureyre) der ki: “Biz şunu da
işitirdik: “Kıyâmet günü, kişiyi tanımadığı birisi yakalar ve der ki: “Sen
beni hata ve münker işlerken görüyordun, fakat ondan men etmiyordun!”
259
Açıklama: Nevevî, hadisi açıklama sadedinde der ki: “Bu hadis,
hayvanların da kıyâmet günü haşredileceği ve tıpkı teklif ehli
insanların, çocukların, delilerin ve kendilerine tebliğ ulaşmayanların
iadesi (yeniden diriltilmesi) gibi, onların da iade edileceği
hususunda bir açıklamadır. Bu hususta Kur’an ve sünnette deliller
mevcuttur. Âyet-i kerimede Rab Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Vahşi
hayvanlar haşredildiği zaman” 260 Âyet ve hadiste gelen bir kelimenin
zâhirini esas almaya aklî veya şer’î bir engel yoksa onu zâhirine
hamletmek vâcip olur. Âlimler derler ki: “Kıyâmet günü, yeniden
diriltilme ve haşredilmek için mücazât, mükâfat veya sevap şart
değildir. Boynuzlu keçinin kabış/boynuzsuz keçi için kısas olması,
teklif kısası değil, mukabele kısasıdır.”
Hz. Âişe (r.a.) anlatıyor: “Rasûlulullah (s.a.s.): “Âhirette kimin
hesabı münâkaşa edilirse, azaba mâruz kalacak demektir!” buyurmuşlardı.
Ben: “Nasıl olur? Allah Teâlâ (meâlen): “O vakit kimin kitabı
sağ eline verilirse; kolay bir hesabla muhâsebe edilecek ve ehline sevinçli
olarak dönecek”261 buyurmadı mı, (bu hesap münâkaşası değil mi)?”
dedim. “Hayır! buyurdular, bu (münâkaşa değil) arzdır. Kıyâmet günü
hesâba çekilen herkes mutlaka helâk olmuş demektir!” 262
259 Müslim, Birr 6, hadis no: 2582; Tirmizî, Kıyâmet 2, h. no: 2422
260 81/Tekvîr, 5
261 84/İnşikak 7-9
262 Buhârî, İlim 35, Tefsir, İnşikak 1; Rikak 49; Müslim, Cennet 80, h. no: 2876;
Ebû Dâvud, Cenâiz 3, h. no: 3093; Tirmizî, Kıyâmet 6, h. no: 2428
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 62 -
Açıklama: Burada geçen münâkaşatü’lhesâb tâbiri, hesâbın
tahkik ve tedkikini ifâde eder. Zemahşerî, Fâik’te “hesap
münâkaşası”nı “hesapta zorluk çıkarmak, az çok hepsini ortaya
dökmek, sayıya dâhil etmek” şeklinde açıklar. Kişinin helâk olması,
burada “yapılan ince hesap sonucu, fazla gelen günahları sebebiyle
azap çekmesi”dir.
Rasûlullah’ın arz diye ifade buyurduğu âyet-i kerime, inceden
inceye yapılan bir hesabın sonucunu bildirmemiş olmakta,
amelin arzını ifade etmektedir. Tîbî der ki: “Hadiste geçen “bu
arzdır” ifadesinin mânâsı şudur: “Âyette mezkür olan hesap, kulun
eksikliklerine rağmen Allah’ın dünyadaki lütfunu ve bu eksikliklerin
âhiretteki affını bilmesi için mü’minin amellerinin bir
arzıdır. “Rasûlullah, bu hadislerinde “hiçbir kimsenin ameliyle cennete
gidemeyeceğini” ifade ettiğine göre, ebedî cennet, insanların
dünyada yaptıkları amellerin neticesi değildir. Şu halde inceden
inceye, amellerimiz üzerine yapılacak hesabın sonucu olarak cennete
gitmek mevzûbahis olamaz. Cennet, lutf-u İlâhînin neticesidir.
Allah’ın lütfu tecelli edenlerin kitapları sağından verilmiş
olacaktır. Şüphesiz ki, İlâhî rahmetin tecellîsinde amel defterinin
muhtevâsı etkendir.
“Kıyâmet günü, kişi amelleri arasında önce namazın hesabını verecek.
Bu hesap güzel olursa kurtuluşa erdi demektir. Bu hesap bozuk olursa,
hüsrana düştü demektir. Eğer farzında eksiklik çıkarsa Rab Teâlâ: ‘Bakın,
kulumun (defterinde yazılmış) nâfilesi var mı?’ buyurur. Böylece, farzın
eksikleri nâfile (namazları) ile tamamlanır. Sonra, bu tarzda olmak üzere
diğer amelleri hesaptan geçirilir.” 263
Açıklama: Hadis, kişinin Allah’a karşı borçları arasında en
önemlisinin namaz olduğunu ifade etmektedir. Bu hadis, insanlar
arasında kıyâmet günü hesabı görülecek ilk şeyin kan olacağı
hususundaki hadise ters düşmez. Çünkü bu ikinci hadis, insanlar
arasındaki hukuktan; öbürü ise Allah’a karşı olan hukuktan bahsetmektedir.
Âlimler bu iki hukuktan hangisi öncelik kazanır, sorusu
üzerinde de durmuş ve önceliğin Allah’a karşı olan hukuk
olduğunu belirtmiştir. Deliller bunu göstermektedir.
Hadis, hesap sırasında farzlarda çıkacak eksikliklerin, kulun
sünnet ve nâfile nevinden kılmış bulunduğu namazlarla tamamlanacağını,
onların da hesaba gireceğini belirtiyor, yeter ki kişinin
amel defterinde bu çeşitten ibâdetler yapılmış olsun. Farzdaki eksiklik
nedir, sorusu farklı ihtimaller getirmiştir; Bir ihtimale göre,
263 Tirmizî, Salât 305, h. no: 413; Nesâî, Salât 9, h. no: 1232
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 63 -
bununla farz namazların miktarca noksanlığı değil, farz namazlarda
yerine getirilmesi gereken huşû, zikirler, duâlar gibi farz
sevabını arttıran bazı sünnetler ve meşrû heyetlerin noksanlığı
kastedilmiş olabilir. Bu duruma göre, kişi bu sünnetleri farzda ihmal
etmiş ve fakat tatavvu (nâfile) namazlarda yerine getirmişse,
burada oraya aktarma sûretiyle oradaki eksiklik tamamlanılacak
demektir.
Yine; “bu ifade ile farz namazların farzları ve şartlarında ortaya
çıkacak eksikliklerin kastedilmiş olması da muhtemeldir”
denmiştir. “Bizzat farz namazlarının terki ile hâsıl olan eksikliğin
sünnetlerle telâfi edileceği de kastedilmiş olabilir” de denilmiştir.
Öyleyse, hadiste, diğer farzlarda bu muhtevada yapılacak eksiklikler,
nâfilelerle tamamlanacaktır. Cenâb-ı Hak vaad edince, o,
yerine mutlaka gelir. Rasûl-i Ekrem’i de, O’nun nâmına haber verir.
“Kıyamet günü, insanlar arasında hükmedilecek ilk şey kandır.” 264
Bu hadis, insanlarla ilgili hukukta ilk hesaba çekilecek meselenin
“kan”la ilgili meseleler olduğunu ifade etmektedir. Bir önceki
hadiste ise, ilk hesabın namazla ilgili olduğu belirtilmiştir. Zâhirde
bir zıtlık görülür ise de, aslında yoktur. Çünkü biri Allah hakkına
ait meselelerde ilkle; diğeri ise kul hakkına ait meselelerde ilkle
ilgilidir. Nitekim Nesâi’de gelen bir rivâyet ikisini birlikte zikretmektedir:
“Kulun ilk hesaba çekileceği şey namazdır. İnsanlar arasında
(cereyan edenlerden) ilk hesabı yapılacak şey de, kandır.” İbn Hacer:
“En mühim olanla başlamak, prensip olması sebebiyle, bu hadis,
kan meselesinin ehemmiyetini nazarlarımıza arzediyor” der. Bazı
âlimler: “Kazâ (hüküm) insanlara hastır, hayvanlarla ilgili olarak
kazâ yoktur” demiş ise de, İbn Hacer, “Bunun hatalı olduğunu,
hadisin insanlar arasındaki kazânın önceliğinden bahsettiğini;
bu ifadede, meselâ insanlar arasındaki hükümden sonra hayvanlar
arasında da hüküm olacağının nefyedilmediğini” belirtir. Yeri
gelmişken kanın ehemmiyetini ifade eden bir başka hadis daha
kaydetmek isteriz: “Dünyanın zevali, Allah indinde mü’min bir kulun
(haksız yere) öldürülmesinden daha hafif kalır” veya “Mü’minin katli Allah
indinde dünyanın zevalinden daha büyük (bir cürüm)dür.” Dünyanın
zevâlinde, pek çok mü’minin helâki de bulunması sebebiyle hadisin
ifadesinde müşkillik bulunduğu ifade edilmiş ise de, daha önce
de açıklandığı üzere, burada “Allah nazarında” tâbiri meseleyi
halleder: Hadislerde Allah nazarında sinek kadar değeri olmadığı
belirtilen dünya, ehl-i hevânın dünyasıdır, dünyanın isyanlarla,
264 Buhârî, Diyat 1, Rikak 48; Müslim, Kasâme 28, h. no: 1678; Tirmizî, Diyât 8,
h. no: 1396; Nesâî, Tahrîm 2, h. no: 7, 83
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 64 -
cinâyetler ve haksızlıklarla dolu olan yönüdür, nefs-i emmâreleri
tatmin eden yönüdür. Bu yönüyle dünyanın Allah nazarında sinek
kanadı kadar değeri yoktur. Öyleyse hadiste, Cenâb-ı Hakk’ın
esmâsının tecelligâhı veya âbid kullarının ibâdet edip, âhiret için
ekim yaptıkları dünya maksut değildir.
“Kıyamet günü, dört şeyden sual edilmedikçe, kulun ayakları (Rabbinin
huzurundan) ayrılamaz: Ömrünü nerede harcadığından, ne amelde
bulunduğundan, malını nerede kazandığından ve nereye harcadığından
ve vücudunu nerede çürüttüğünden.” 265
Açıklama: Bu hadis, başka tariklerden de gelmiştir. Yine
Tirmizî’de gelen bir başka veçhine göre “Kişiye beş şey sorulacaktır:
Ömrünü nerede tüketti, gençliğini nerede çürüttü, malını nerede kazandı,
nereye harcadı ve bildiği ile ne derece amel etti?” Bu rivâyette, gençliğin
ayrıca mevzubahis edilmesi, insan hayatı içerisinde onun ayrı
bir ehemmiyet taşıdığını ifade eder. Ehemmiyetlidir, çünkü ibâdet
vs.yi yapmada güç kuvvet bulunan bir devredir. Bu devrede yapılan
ibâdetler daha kıymetlidir.
Yine Tirmizî’nin bir hadisi, kişinin Allah huzurunda tek başına
hesap vereceğini daha açık olarak ifade eder: “Sizden herbirinize
mutlaka, arada herhangi bir tercüman bulunmadan Rabbi, kıyâmet günü
konuşacaktır. Kişi sağına bakacak, hayatta göndermiş olduğu (sâlih)
amelden başka bir şey göremeyecek. Sonra soluna bakacak, yine dünyada
iken gönderdiği (kötü) amelden başka bir şey görmeyecek. Sonra karşısına
bakacak, ateşin kendisini beklediğini görecek.” Rasûlullah (s.a.s.)
bu noktada şu tavsiyede bulunur: “Sizden her kim kendini ateşe karşı,
bir yarım hurmayla da olsun, koruyabilirse onu yapsın.”
“Kıyâmet günü kul (hesap vermek üzere huzûr-ı İlâhî’ye) getirilir. Allah
Teâlâ: ‘Ben sana kulak, göz, mal ve evlat vermedim mi? Sana hayvanları
ve ekimi musahhar kılmadım mı? Seni bunlara baş olmak, onlardan istifade
etmek üzere serbest bırakmadım mı? Acaba, Benimle bugünkü şu
karşılaşmanı hiç düşündün mü?’ diye soracak. Kul da: ‘Hayır’ diyecek. Allah
Teâlâ: ‘Öyleyse bugün Ben de seni unutacağım, tıpkı senin (dünyada)
Beni unuttuğun gibi!’ buyuracak.” 266
Açıklama: Hadis, sayılan nimetlere mazhar olan bir kimsenin,
nimetlere şükürle mukabele etmemesi halinde kıyamet günü,
Cenâb-ı Hakk’ın da onu nisyâna (unutulmaya) mahkûm edeceğini
bildirmektedir. Allah’ın kulu unutması, onu azâba terketmesi,
rahmetini tecelli ettirerek azabtan kurtarmaması demektir.
265 Tirmizî, Kıyâmet 1, h. no: 2419
266 Tirmizî, Kıyâmet 7, h. no: 2430
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 65 -
Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: “(Ashâb, Rasûlullah’a): ‘Ey
Allah’ın Rasûlü! Kıyâmet günü Rabbimizi görecek miyiz?’ diye
sordular. Allah’ın Rasûlü: “Bulutsuz bir günde, öğle vaktinde güneşi
görme hususunda bir itişip kakışmanız olur mu?” diye sordu. Ashab:
‘Hayır!’ deyince: “Bulutsuz (dolunaylı) gecede ayı görmekte itişip kakışmanız
olur mu?” diye tekrar sordu. Ashab yine: ‘Hayır!’ deyince:
“Nefsim yed-i kudretinde olan Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun, Rabbinizi
görme hususunda da hiçbir itişip kakışmanız olmayacak. Tıpkı güneş ve
ayı görmede itişip kakışmanız olmadığı gibi. Böylece kul, Rabbiyle karşı
karşıya gelecek. Rab Teâlâ: ‘Ey filan! Ben sana ikram etmedim mi? Seni
efendi yapmadım mı? Sana zevce vermedim mi? Atı, deveyi sana musahhar
(hizmetçi) kılmadım mı? Reislik yapmana, ganimet malından dörtte
bir almana müsaade etmedim mi?’ diye soracak. Kul: ‘Evet ey Rabbim!’
diyecek. Rab Teâlâ: ‘Benimle karşılaşacağını hiç düşünmedin mi?’ diyecek.
Kul bu soruya: ‘Hayır!’ karşılığını verecek. Rab Teâlâ da: ‘Öyleyse
şimdi de ben seni unutuyorum. Tıpkı (dünyada) sen beni unuttuğun gibi!’
diyecek. Sonra ikinci kul Allah’ın karşısına çıkar. Rab Teâlâ ona da aynı
şeyleri söyler. Sonra üçüncüye de birinciye söylediklerinin aynısını söyler.
Kul: ‘Evet! ey Rabbim!’ der. Rab Teâlâ da: ‘Benimle karşılaşacağını hiç
aklından geçirdin mi?’ diye sorar. Kul: ‘Ey Rabbim, sana, kitaplarına ve
peygamberlerine inandım. Namaz kıldım, oruç tuttum, sadaka verdim!’
der ve elinden geldiğince (Hak Teâlâ hakkında) hayır senada bulunur. Rab
Teâlâ: “Bu hususta lehine şehadet edecek biri var mı?” diye soracak. Kul:
‘Hayır, yok!’ diyecek. Rab Teâlâ: ‘Şimdi senin aleyhine bir şahit gönderilecek!’
der. Kul kendi kendine: ‘Benim aleyhime şâhitlik yapacak da kim?’
diye içinden düşünür. Kulun ağzı mühürlenir. Uyluğuna: ‘Haydi konuş!’
denir. Uyluğu, eti, kemiği konuşup, onun amelini haber verirler. Bu, onun
kendisi için bir özür aramaması içindir. Bu kimse, Allah’ın gadabına uğrayan
münâfıktır.” 267
“Mü’min Rabbine yaklaştırılır. Öyle ki, (Allah onun) üzerine himâyesini
indirir ve günahlarını itiraf ettirir. Ona sorar: ‘Şu şu günahlarını biliyor
musun?’ Mü’min kul, iki kere: ‘Evet ey Rabbim, biliyorum!’ der. Rab Teâlâ
da: ‘Dünyada iken bunları örterek seni teşhir etmemiştim. Bugün de onları
senden affediyorum!’ buyurur. Sonra ona hasenât defteri verilir. Ama
kâfirlere ve münâfıklara gelince, bunlarla ilgili olarak, bütün mahlûkatın
huzurunda: ‘Bunlar Allah namına yalan söylemişler (böylece büyük bir zulümde
bulunmuşlardır). Haberiniz olsun! Allah’ın lâneti zâlimleredir’ diye
nidâ olunur.” 268
267 Müslim, Zühd 16, h. no: 2968
268 Buhârî, Mezâlim 2, Tefsir, Hûd 4, Edeb 60, Tevhid 36; Müslim, Tevbe 52, h.
no. 2768
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 66 -
Açıklama: Daha önce de temas edildiği gibi, her kul Allah’ın
karşısına çıkarılıp, birer birer hesaptan geçirilecektir. Bu
muhâsebede Allah mü’min kuluna bir rahmet olarak hususi şekilde
hitap edecek, kusurlarını, başkaları duymayacak şekilde sayıp
dökecektir. İşte bu hitap necva kelimesiyle ifade edilmiştir. Necvâ,
fısıldamak, başbaşa konuşmak, gizli konuşmak gibi mânâlara gelir.
Kirmânî: “Bu hitaba necvâ denmesi, kâfire olan hitabın alenî
olması sebebiyledir” der.
Hadiste, kişinin gizli yaptığı günahları başkasına açmamasına
bir telmih mevcuttur. Çünkü Cenâb-ı Hak dünyada gizli kalan
günahları kıyamet günü affettiğini ifade etmektedir. Bu ifadenin
mânâ-yı muhâlifinden, alenî yapılan veya aleniyet kazanan günahların
affı hususunda garanti olmadığı mânâsı çıkar. Şârihler bu
sadedde gelen hadislere dayanarak, kıyâmet günü âsi mü’minlerin
iki kısım teşkil edeceğini söylemişlerdir.
Birinci kısım: Günahı kendisi ile Rabbi arasında kalanlar. İbnu
Ömer hadisi, bunların da iki kısma ayrıldığını ifade eder: 1- Günahı
dünyada örtülenler, Allah kıyamet günü bu günahları onlara
karşı örtecektir. 2- Günahları âşikâr olanlar. Hadis bunların
kıyâmet günü öncekilerin hilâfına muâmele göreceğini ifade eder.
İkinci kısım: Günahı kendisi ile kullar arasında olanlar. Bunlar
da iki kısımdır: 1- Günahları, sevaplarına galebe çalanlar: Bunlar
ateşe girerler, şefaatle tekrar çıkarlar. 2- Günah ve sevapları eşit
olanlar: Bunlar da aralarında kısaslaşmadan cennete giremezler.
Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor: “Bir adam gelerek: ‘Ey Allah’ın Rasûlü!
Benim kölelerim var, bana yalan söylüyorlar ve bana ihânet ediyorlar,
bana isyan ediyorlar. Ben de onlara şetmediyor ve dövüyorum.
Onlar yüzünden (Allah yanında) durumum ne olacak?’ diye
sordu. Rasûlullah (s.a.s.): “Kıyâmet günü onlar, sana olan ihânetleri,
isyanları ve yalanları sebebiyle muhâsebe olacaktır. Senin onlara verdiğin
ceza ise, eğer cezan onların günahları nisbetinde ise, başabaştır; ne lehine
ne de aleyhine olur. Eğer onlara verdiğin ceza günahlarından az ise
bu senin için bir fazilet olur. Eğer onlara verdiğin ceza günahlarından çok
olursa, bu fazla kısım sebebiyle onlar lehine sana kısas yapılır” buyurdular.
Bunun üzerine adam huzurdan çekildi, ağlamaya ve dövünmeye
başladı. Bunun üzerine Allah’ın Rasûlü dedi ki: “Sen Allah’ın
kitabını okumuyor musun? (Bak ne diyor!) (Mealen): “Biz kıyamet gününe
mahsus adalet terazileri koyacağız. Artık hiçbir kimse hiçbir şeyle haksızlığa
uğratılmayacaktır. (O şey) bir hardal tanesi kadar bile olsa, onu getiririz
(mizana koyarız). Hesapçılar olarak da Biz yeteriz.”269 Adam tekrar:
269 21/Enbiyâ, 47
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 67 -
‘Allah’a yemin olsun, ey Allah’ın Rasûlü! Ben hem kendim ve hem
de onlar için, ayrılmalarından daha hayırlı bir şey göremiyorum.
Seni şâhid kılıyorum, hepsi hürdür, (âzâd ettim)’ dedi.” 270
Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) (bir gün) güldüler
ve: “Neye güldüğümü biliyor musunuz?” buyurdular. Biz: ‘Allah ve
Rasûlü daha iyi bilir!’ dedik. “Kulun Rabbine olan hitabından!” buyurdular
ve şöyle devam ettiler: “Kul şöyle der: ‘Ey Rabbim, Sen beni
zulümden korumadın mı?’ Rab Teâlâ: ‘Evet korudum’ buyurur. Kul da:
‘Fakat ben bugün, kendime, kendimden başka bir kimsenin şâhit olmasını
asla istemiyorum’ der. Rab Teâlâ: ‘Bugün sana tek şâhid olarak nefsin,
çok şâhid olarak da kirâmen katibîn kâfidir’ buyurur. Rasûlullah devamla
dedi ki: “Ağzına mühür vurulur ve diğer organlarına: ‘Konuş!’ denilir.
Onlar adamın amelini haber verirler. Sonra konuşma hususunda serbest
bırakılır. Adam organlarına: ‘Yazıklar olsun size! Buradan defolun! Ben
sizin için mücâdele etmiştim’ der.” 271
“Aziz ve celil olan Allah (kıyâmet günü), ümmetimden bir adamı
mahlûkatın üstünden seçer ve onun için doksan dokuz büyük defter açar.
Her defter, gözün alabildiği kadar büyüktür. Rab Teâlâ adama sorar: “Bu
defterde yazılı olanlardan bir şey inkâr ediyor musun? Muhâfız kâtiplerim
(olmadık şeyler yazarak sana) zulmetmişler mi?” Kul: “Ey Rabbim! Hayır!
(Hepsi doğrudur!)” der. Rab Teâlâ sorar: “(Bunları yapmada beyan
edeceğin) bir özrün var mı?” Kul der:”Hayır! Ey Rabbim!” Aziz ve celil
olan Allah: “Evet! Senin bizim yanımızda (makbul, büyük) bir de hasenen
var. Bugün sana zulüm yapmayacağız!” buyurur. Hemen bir etiket
çıkarılır. Üzerinde “Eşhedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden
rasûlallah (şehâdet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur ve şehâdet
ederim ki Muhammed Allah’ın elçisidir)” yazılıdır. Sonra, Rab Teâlâ der:
“Ağırlığını (yani amellerinin ağırlığını) hazırla!” Kul sorar: “Ey Rabbim! Bu
defterlerin yanındaki bu etiket de ne?” Rab Teâlâ der: “Sana zulmedilmeyecek!
Hemen defterler Mizan’ın bir kefesine konur, etiket de diğer
kefesine. Tartılırlar. Sonunda defterler hafif kalır, etiket ağır basar. Esasen
Allah’ın ismi yanında hiçbir şey ağır olamaz.” 272
Ebu Mes’ud el-Bedrî (r.a.) anlatıyor: “Ey Allah’ın Rasûlü,
dendi, biz câhiliye devrinde yaptıklarımızdan hesaba çekilecek
miyiz?” Şu cevabı verdiler: “Müslüman olduktan sonra iyi olana,
Câhiliye devrinde yaptıklarından sorulmayacaktır. Kötü amel işleyene,
hem İslâm’daki ameli hem de önceki ameli sebebiyle hesap sorulacaktır.”
273
270 Tirmizî, Tefsir, Enbiyâ, h. no: 3163
271 Müslim, Zühd 17, hadis no: 2969
272 Tirmizî, İman 17, (2641)
273 Buhârî, İstitâbe 1; Müslim, İman 189, hadis no: 120
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 68 -
Açıklama: Hadis, daha önceleri kâfir iken, sonradan Müslüman
olan bir kişinin daha önceki hayatından suale mâruz kalıp kalmama
meselesine kayıtlı ve şartlı olarak cevap getirmektedir. İslâm
olduktan sonra amel-i sâlih sahibi ise sual yok, değilse var. Hattâbi
der ki: “Bu hadisin zahiri, ümmetin icma ettiği “İslâm, öncesini siler”
hükmüne muhalefet eder. Allah Teâlâ: “O küfredenlere söyle ki:
Eğer (sana düşmanlıktan) vazgeçerlerse geçmiş (günahları) affedilecektir”
274 buyurmuştur.” Hattâbî devamla der ki: “Bu hadisin mânâsı
şöyle olmalıdır: “Kâfir, Müslüman oldu mu geçmişinden muaheze
olunmaz. İslâm’da çok fazla günah işler ve Müslümanlığına devamla
birlikte, aşırı, şiddetli masiyetlere girerse, İslâm’da işlediği
cinâyeti sebebiyle muaheze olunur ve küfür sırasında yaptığı başına
kakılır. Sanki şöyle denir: “Sen şu kötü işleri kâfirken yapmadın
mı? Müslümanlığın seni bunlardan men etmedi mi?” İbn
Hacer, bu görüşü: “Önceki amelinden yapılacak evvelki muâheze,
başa kakma sûretiyle, sonraki günahların muahezesi, cezalandırma
suretiyle olacaktır” diye özetler. Hadiste geçen “isâe” (günah,
kötülük) kelimesinden murad küfürdür, çünkü “küfür”, “isâe”nin
nihâyeti, günahların en şiddetlisidir. Adam irtidat eder ve küfrü
üzerine de ölürse, sanki Müslüman olmamış gibidir ve hayatı
boyunca yaptığı bütün amellerden muaheze olunur. Buhârî, bu
hadisi “Büyük günahların en büyüğü şirktir” hadisinden hemen sona
zikretmek sûretiyle, bu söylediğimiz açıklamaya işaret etmiş olmaktadır.”
“Bir kimseyi (küfür veya günah gibi) bir şeye çağıran hiç kimse yok ki
kıyâmet günü, o çağırdığı şeyle birlikte tevkif edilmemiş olsun. Mutlaka
onunla ayrılmaz şekilde beraberdir. Bir adam bir adamı (bir şeye) davet
etmiş olsa dahi!” Sonra şu âyeti okudu. (Meâalen): “Onları hapsedin,
çünkü onlar mes’uldürler” 275
Açıklama: Burada kişinin, propagandasını yaptığı şeyden sorumlu
olduğu ifade edilmektedir. İnsanları, bir kişi bile olsa her
neye davet etmişse ondan ayrılmayacak ise, kötülüğe çağıran kimse,
kötülüklerin yer aldığı cehennemde olacak demektir. Âyetteki
“mes’uldürler” ifâdesini müfessirler, “akidelerinden, sözlerinden ve
hareketlerinden” diye açmışlardır.
Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ey Allah’ın Rasûlü dedim,
Kevser havzının kapları nedir?” Şu cevabı lutfettiler: “Nefsimi
kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal’e yemin olsun, onun kapları açık ve karanlık
bir gecede gökteki yıldızlardan daha çoktur. Cennetin kaplarından
274 8/Enfâl, 38
275 37/Sâffât, 24; Tirmizî, Tefsir Saffat, hadis no: 3226
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 69 -
kim içerse artık ömrünün sonuna kadar hiç susamaz. Havzın cennetten
çıkan iki oluğu gürül gürül akar. Genişliği uzunluğuna denktir. Bu da
Amman’dan Eyle’ye olan mesâfe kadardır. Suyu sütten daha beyaz, baldan
daha tatlıdır.” 276
İbn Mes’ud (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki:
“Ben havzın başına sizden önce geleceğim. Bana sizden bazı kimseler
yükseltilip (gösterilecek). O kadar ki, eğilsem onları tutarım. Ama hemen
geri çekilecekler.”Ey Rabbim! Bunlar benim ashâbım!” derim. Ama
bana:”Senden sonra bunların ne bid’atlar yaptıklarını sen bilmezsin!” denilir.
Ben de:”Dini benden sonra değiştirenler rahmetten uzak olsun, rahmetten
uzak olsun!” derim.” 277
Müslim’in bir diğer rivâyetinde Ebu Hureyre’den şöyle rivâyet
edilmiştir: “Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Ümmetim havzın başında yanıma gelecek. Ben, tıpkı devesinden
başkasının devesini kovan bir kimse gibi, havzımdan (bazı) insanları
kovarım!” Yanındakiler: “Ey Allah’ın Rasûlü! Bizi tanıyacak
mısınız?” dediler.”Evet buyurdu. Sizin, başkasında olmayan bir
alâmetiniz olacak. Sizler yanıma alın ve abdest uzuvlarında, abdestin
eseri olan bir nurla geleceksiniz. Ancak sizden bir grup benden
engellenecek, onlar bana ulaşamayacaklar. Ben: “Ey Rabbim
onlar benim ashabım, onlar benim ashabım!” diyeceğim. Ama bir
melek bana cevap verip:”Senden sonra onlar ne bid’alar ortaya çıkardılar
biliyor musun?” diyecek.”278 Bir diğer rivâyette şöyle buyrulmuştur:
“Havuzum Eyle ile Aden arasınaki mesâfeden daha geniştir.
Onun rengi kardan daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Onun maşrabaları
yıldızlardan daha çoktur.”
Yezid İbn Erkam (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular
ki: “Siz (ashâbım), havzın başında yanıma gelenlerin yüz bin cüzünden
sadece bir cüzünü teşkil edeceksiniz!” Yezid’e: “O gün siz ne kadardınız?”
diye soruldu da: “Yedi yüz veya sekiz yüz kadardık!” diye
cevap verdi.” 279
Açıklama: Hadisin Ebû Dâvud’daki aslında şu ziyâde var: “Biz
(bir seferde) Rasûlullah (s.a.s.)’la beraber idik. Bir yerde mola verdik.
(Bu sırada) buyurdular ki: “...Kaydedilen bu ziyade, Yezid
İbn Erkam’ın “Kaç kişi idiniz?” sorusuna verdiği cevaptaki isabetlilik
hususunda kanaat verir. Aksi takdirde: “O sıralarda bütün
Müslümanların sayısı ne kadardı?” gibi bir muhtevâda anlamak
276 Müslim, Fezâil 36, l hadis no: 2300; Tirmizî, Kıyâmet 16, hadis no: 2447
277 Buhârî, Rikak 53, Fiten 1; Müslim, Fezâil 32, hadis no: 2297
278 Müslim, Tahâret 37, hadis no: 247
279 Ebu Davud, Sünnet 26, hadis no: 4746
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 70 -
gerekir ki, buna verilen cevap daha az yakin hasıl eder. Ancak
Rasûlullah’ın (s.a.s.) burada rakamın hakikatını değil de, kesrette
mübâlağa kasdetmiş olması da muhtemeldir.
Son hadisler, âhiretteki havuzla ilgili farklı bilgiler sunmaktadır.
Havuz, Kevser havzı diye de adlandırılır. Kur’an-ı Kerim’de
Kevser Sûresinde bahsedilen kevserle de bu havzın kastedildiği
kabul edilmiştir. Kevser, mütevatir denecek kadar çok sayıda
sahâbî tarafından zikredilmiş gaybî bir hakikattır, inanılması şarttır.
Bazı tahkiklerde kevserle ilgili rivâyette bulunan sahabilerin
sayısı elliden fazladır. Rasûlullah (s.a.s.), Kevser sebebiyle de diğer
peygamberlere bir üstünlüğe sahip olacaktır. Rivâyetler, cennetteki
kevserin, cennet kapılarının yanında ve el’an mahlûk olduğunu
ifade eder. Makbul görüşe göre iki adet kevser mevcuttur. Biri
cennetin içindedir, diğeri sırattan öncedir ve mahşer yerindedir.
Bir hadis, her peygamberin bir kevseri olduğunu belirtiyor. Ancak
onlar Rasûlullah’ın kevseri kadar büyük değildir.
Kevser, sırattan sonra ümmetin bir toplanma yeridir. Rasûlü
Ekrem’le bir buluşma, görüşme yeridir. Rasûlullah, oraya kadar
gelebilen bir kısım kimselerin oradan kovulacağını belirtmiştir. Bu
kovulanlar kimlerdir, bu hususta ihtilaf vardır. Bunlara: “Münafıklar
ve mürtedler” diyen olmuş. “Rasûlullah zamanında mü’min
olup da sonradan irtidat edenler” diyen olmuştur. Ancak Hattâbî:
“Ashâb-ı Kiram’dan irtidat eden yoktur, irtidat edenler çöl Araplarıdır”
demiştir. Bazıları: “Bunlar, mü’min olarak ölen büyük günah
sahipleri ile bid’atları küfür derecesine ulaşmayan ehl-i bid’attır”
demiştir. Bunların cehenneme gitmeleri kat’î değildir. Günahları,
kusurları sebebiyle havzın yanından kovulmuş olsalar da, Allah’ın
rahmetine mazhar olarak cennete girmeleri de muhtemeldir. İbn
Abdilberr: “Havuzdan kovulacaklar zümresini, ehl-i bid’at ile dinde
bid’at çıkaranlar, zulümde ileri gidenler, haksız yere mal yiyenler,
günah-ı kebireyi alenî işleyenler teşkil edecek” der. Bunların
havza kadar yaklaşmalarının, kıldıkları namazların tesiriyle, abdest
uzuvları ve alınlarında zuhur eden nur ve parlaklık sayesinde
olduğu belirtilmiştir.
Hz. Âişe (r. anhâ) anlatıyor: “Ateşi hatırlayıp ağladım.
Rasûlullah (s.a.s.): “Niye ağlıyorsun?” diye sordu.”Cehennemi hatırladım
da onun için ağladım! Siz, kıyâmet günü, ailenizi hatırlayacak
mısınız?” dedim.”Üç yerde kimse kimseyi hatırlamaz: Mizan
yanında; tartısı ağır mı geldi hafif mi öğreninceye kadar, sahifelerin uçuştuğu
zaman; kendi defterini nereye düşecek, öğreninceye kadar: Sağına
mı soluna mı; yoksa arkasına mı? Sıratın yanında; cehennemin iki yakası
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 71 -
ortasına kurulunca; bunu geçinceye kadar.” 280
Açıklama: Gaybî olan hakikatlerden biri mizandır. Ahirete
imanın bir cüz’üdür. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat, bi’l-icmâ “Mizan
haktır” demiştir. Hadislerden başka, Kur’an’la da sâbittir. Âyet-i
kerimede: “Biz kıyâmet gününe mahsus adâlet terazileri koyacağız. Artık
hiçbir kimse hiçbir şeyle haksızlığa uğratılmayacaktır. (O şey) bir hardal
tanesi kadar bile olsa onu getiririz (mizana koyarız). Hesapçılar olarak da
Biz yeteriz” 281 buyurulmuştur. Mizan, kıyâmet günü kurulur. Kulların
amellerinin yazılmış olduğu defterler mizanda tartılır. Bu
mizanın iki kefesi vardır; biri hasenatın tartılması için, diğeri de
seyyiatın. Hasan Basrî’den gelen bir rivâyete göre mizanın bir de
dili vardır. 282
İnsan Bu Mes’ûl...
İnsanoğlu, dünyada geçirdiği ömürden, sıhhat ve âfiyetten,
kazanıp harcadığı mal-mülk ve servetten, harcadıklarından, harcamayıp
geride bıraktıklarından, birer birer hesap verecektir.
Buhârî’nin rivâyet ettiği hadis-i şerifte buyrulduğu gibi, “İki nimet
vardır ki insanların çoğu bunların değerinden habersizdir: Sağlık
ve boş vakit.” Zira kazanmak ve hayır yapmak bunlara bağlıdır.
İnsan, yapması gerekirken yapmadıklarından ve yapmaması gerekirken
yaptıklarından, söylemesi gerekirken söylemediklerinden
ve söylememesi gerekirken söylediklerinden sorulacaktır. “O gün,
dünyada kazanıp harcadığınız nimetlerden hesaba çekileceksiniz.”283;
“Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu (onun karşılığını) görür. Kim de
zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” 284
İnsan, sorumludur. İnsan yeryüzünün halifesidir; seçme hakkına
sahip irâdeli bir varlıktır. Âhirette, dünyada işlediklerinden tek
tek sorulacağı gibi, dünyada da sorumsuzca davranışının karşılığını
görür. Dilediğini yapan, dilemediği karşılığı alır. Elbette, dünya
ceza ve ödül yeri değil; imtihan yeri olduğundan, nice suçlar dünyada
cezasız kalabilir. Allah imhâl eder ama ihmâl etmez. Hiçbir
suçun ve hayrın karşılığını ihmâl etmez, ama dilediğini sonraya
erteler; bu sonra bazen âhiret olur.
İrâde sahibi olup seçme hakkına sahip olmak; sorumluluk doğurur,
sonuçlarına katlanmayı gerektirir. İnsan nelerden ve neye
karşı sorumludur? Esas sorumluluk Allah’ın emir ve yasaklarına
280 Ebû Dâvud, Sünen 28, hadis no: 4755
281 21/Enbiyâ 47
282 Kütüb-i Sitte, Terc. ve Şerhi, c. 17, s. 604
283 102/Tekâsür, 8
284 99/Zilzâl, 7-8
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 72 -
karşı O’na olan sorumluluktur. Allah’a kulluk ve ibâdet için yaratılan
insan,285 bu kulluğu ne oranda yapıp yapmadığıyla ilgili
sorguya çekilecektir. Ruhlar âleminde Rabbini tanıyıp286 O’na kulluk
yapmaya söz veren insan, bu ahdinden sorumludur. Dünyada
bu sorumluluğu unutan bir tavırla yaşayınca, esas olarak âhirette
sorguya çekilecek, bunun karşılığını görecektir. Sorumlu tutulmanın
temel şartları: Ergenlik, akıl ve hürriyettir. Allah’a karşı sorumluluk;
öncelikle itikadî konularda olur. Allah’ın en büyük hakkı,
hiçbir şeyi kendisine şirk/ortak koşmadan O’nu bir’leyip ibâdet/
kulluk yapmaktır.287 Sonra bu imanın gereği olarak itaat etmek,
sâlih amel dediğimiz kulluk görevlerini yapmak, her davranışını
Allah’a ibâdet bilinciyle ve O’nu görür gibi yerine getirmektir.
İnsan O’nu görmüyor olsa da O kendisini her an görmekte, her
yaptığı yazılmakta ve tek tek hesabının sorulacağı gün için kayda
geçirilmektedir. Bu sorumluluk içinde aynı zamanda ahlâkî ilkeler
de yer almaktadır.
Kimlere karşı sorumlu olduğumuz şu âyet-i kerimede belirtilmektedir:
“De ki: ‘Yapın (yapacağınızı); yaptığınız işleri Allah da görecek,
Rasûlü de, mü’minler de. Sonra görülmeyeni ve görüleni bilene (Allah’a)
döndürüleceksiniz. O size yaptıklarınızı bir bir haber verecektir.”288 Bu
âyette sorumlu olduğumuz ilk ve esas mercînin Allah olduğu
vurgulanır. Yani O’nun mahkemesi, ceza günü, âhirette hesaba
çekilmek. Sonra Rasûl ile ifâdelendirilen İslâmî otorite, şeriat
mahkemesi. Diğer bir sorumluluğun “mü’minler” şeklinde ifadelendirildiği
görülür, yani kamuoyu mahkemesi. Ve nihâyet kendimize
karşı sorumluyuz, yani vicdan mahkemesinde yargılanmamız
sözkonusudur.
İnsan, kendine karşı da sorumludur. İnsanın hangi çeşit olursa
olsun günah işlemesi, öncelikle kendine karşı bir zulümdür, sorumsuzca
davranıştır. Zulüm, hak edene hakkını vermemek demek
olduğundan, vücudumuz, organlarımız Allah’a itaat etmek için
yaratılmıştır. Allah’a her isyanda insan öncelikle kendisine, kendi
organlarına zulmetmiş olmaktadır. Bu zulüm, âhirette cezalandırılarak
insan kendine ve organlarına yazık etmiş olacaktır. “Vücut
benim değil mi, istediğimi yapar, dilediğime satar, istediğimle yatarım”
diyen insan, sorumsuz ve akılsız bir zâlimden başkası değildir.
Müslüman bilir ve inanır ki, kalbi, aklı ve vücut organları dâhil,
gerçek anlamıyla hiçbir şeyin sahibi değildir. Her şeyin gerçek
285 51/Zâriyât, 56
286 7/A’râf, 172
287 Buhârî
288 9/Tevbe, 105
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 73 -
sahibi, mülkün sahibi Allah’tır. İnsan sadece emânetçidir. Allah
dilediği kadar nimeti dilediği kimselere emânet olarak vermiş ve
her nimeti nereye kullanması gerektiğini bildirmiş ve bunu yerine
getirip getirmediğinden de insanı sorumlu tutacağını açıklamıştır.
İnsan, sahip olduğunu zannettiği her şeyin sadece bekçisi ve
emânetçisidir, esas sahibi emânetlere ihânet edip etmediğinden
onu hesaba çekecektir. Bir veznedar kendisine emânet olarak teslim
edilmiş olan paraları istediği şekilde kullanırsa, ne tür bir şeyle
karşılaşacaksa; her insanın, emânet edilen imkânları da istediği
gibi kullanması aynıdır. Mal, ömür, sağlık, zaman, emrimiz altında
bulunanlar, aile üyeleri, el-ayak, göz-kulak, dil-dudak, bilek ve yürek,
kısaca tüm nimetler bizden sorulacaktır. İnsanoğlu, hem nefsinin/
hevâsının ve hem de emânet olarak verilenlerin çobanıdır.
“Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamber’e hâinlik etmeyin. Bile bile kendi
emânetlerinize hâinlik etmeyin.”289 İnsan için toplam kalite, sorumluluk
bilincine sahip müttakî bir mü’minlikle mümkündür. Dünyanın
imtihan dünyası olması, bu sorumlulukla, her şeyden sorguya
çekilecek olmasıyla ilgilidir. İmtihanda gülüp oynamak, gafletle
vakit öldürmek, herkesin gözü önünde birçok hata yapmak ne
kadar yanlışsa; bu dünyadaki Allah’tan uzaklaştıran oyalayıcı şeylerle
çocuk gibi oynayıp durmak da o kadar yanlıştır.
İnsan; beden, akıl ve ruhtan meydana gelmiş bir varlıktır. İnsanın
kendine karşı vazifeleri de: Bedenî, aklî ve rûhî olmak üzere
üçe ayrılır. Hepsine hak ettiği kadar hakkını vermek, emânet bilincine
sahip sorumlu bir şahsiyet olmak demek olduğu gibi, aynı
zamanda bu üç gücü dengelemek, uyumlu ve huzurlu bir insan
olmanın dünyadaki güzelliğini tatmak için de şarttır.
Temizlik, sağlığı korumak ve bu konuda tedbirler almak, temiz
ve güzel/helâl yiyecek ve giyecekle donanmak, çevre temizliğine
dikkat etmekle insan bedenine karşı sorumluluğunu yerine getirir.
Akıl ve ruh sağlığı için sağlam bir imanın şart olduğunu belirtelim.
Fıtrat olarak sağlam bir şekilde emânet edilen akıl ve ruhun sağlığını
korumak için ana kaynak iman ve takvâdır. İlme, yönelmek,
ibâdetlere devam etmek, ahlâkî özelliklere riâyet etmek akıl ve
ruh sağlığı açısından da çok önemlidir. Akla ve ruha zarar verecek
her şeyden sakınmak, içki, kumar, tembellik, ibâdetsiz bir hayat,
sorumsuzca bir yaşayıştan kaçınmak bu açıdan da önemlidir. Güzel
bir çevre seçmek, çevre şartlarını güzelleştirmek, akla ve ruha
gıda verebilecek arkadaşlık ve cemaat tercihinde bulunmak, şahsiyet,
özgüven ve güçlü bir irâde, cihad rûhu da akıl ve ruh sağlığı
konusunda çok önemlidir. Özgürlük çığlıklarıyla nefsini/hevâsını
289 8/Enfâl, 27
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 74 -
putlaştıran, günümüz insanı sorumluluklarından kaçmak istiyor.
Görev bilincinden, ne yapması gerektiğinden önce, özgürlüklerinden
ve haklarından yola çıkıyor. Kendine kimsenin karışmasını
istemiyor. Emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münkerin kendisine
yapılmasını da, kendisinin bu görevleri başkalarına yapmasını da
istemiyor. “Özgürlük var” diyerek, kendi nefis putuna toz kondurmuyor.
İnsan, bunun dışında nelerden sorumludur? Yaptıklarından:
Yapmaması gerektiği halde yaptıklarından. Terkettiklerinden:
Yapması gerektiği halde yapmadıklarından. Kötü örnek olduklarından:
Özellikle kendisini örnek alan kişilere güzel örnek olması
gerektiği, hal diliyle iyiliği tavsiye etmesi gerektiği halde,
kötü örnek olduğu her durumdan. Sebep olduğu şeylerden, iş
veya olaylardan. Vesîle olduklarından. Emrettiklerinden ve yasakladıklarından.
Seyirci kalıp değiştirmeye çalışmadığı kötülük ve
zulümlerden. Kısaca; tüm eylemlerinden, ömrünü nerelerde tükettiğinden,
ilminden, malından (nasıl kazanıp nerelere sarfedip
etmediğinden) sorumludur. Ehlinden, çoluk çocuğundan, eşinden,
sözünü dinleyebilecek akrabâlarından, idâresi altında iş yapanlardan,
yöneticiyse yönettiklerinden ve yönetiminden, çevresinden
ve değiştirmek için ne tür gayret sarfettiği konusunda düzenden
sorumludur. Dünya keyfi, rahat ve zevkleri, eğer hesap günü olmasaydı,
belki önemli olabilirdi. Ama her şeyden hesaba çekileceğimiz
bir durum, ölüm ve ölüm ötesi, tercihlerimizi belirlemelidir.
Unutmayalım ki; sorumsuzluk sorunluluktur. Sorunlu olmamak
için sorumlu olduğumuzu unutmayan bir yaşayışımız olmalıdır.
“Akıllı kimse, nefsini muhâsebe eden ve ölümden sonrası için çalışandır.
Âciz de, nefsini hevâsının peşine takan ve Allah’tan temennide
bulunan kimsedir.”290 Ölmeden evvel, büyük hesap günü gelmeden,
her şeyin hesabı sorulmadan önce kendini hesaba çeken, bu
muhâsebeyi yeterli sıklıkta yapanlara ne mutlu!
‘Ey Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi hesaba çekme
(mağfiret et). Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır
yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bizim gücümüzün yetmediği işlerden bizi sorumlu
tutma, bizi affet, bizi bağışla, bize merhamet et. Çünkü Sen, bizim
mevlâmızsın/dostumuz ve yardımcımızsın. Kâfir kavimlere karşı bize yardım
et.” 291
290 Tirmizî, Kıyâmet 26, hadis no: 2461
291 2/Bakara, 286
HESAP VE HESABA ÇEKİLME
- 75 -
Hesap ve Allah’ın Hesaba Çekmesi, Mes’ûliyet Konusuyla
İlgili Âyet-i Kerimeler
A Kur’an’da, Muhâsebe Anlamında “Hısâb” Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği
Âyetler: 2/Bakara, 202; 3/Âl-i İmrân, 19, 199; 4/Nisâ, 6, 86; 5/Mâide, 4;
6/En’âm, 52, 69; 13/Ra’d, 18, 21, 40, 41; 14/İbrâhim, 51; 17/İsrâ, 14; 21/
Enbiyâ, 1; 23/Mü’minûn, 117; 24/Nûr, 39; 26/Şuarâ, 113; 33/Ahzâb, 39; 40/
Mü’min, 17; 65/Talâk, 8; 69/Haakka, 20, 26; 78/Nebe’, 27, 36; 84/İnşikak, 8;
88/Ğâşiye, 26.
B Hesaba Çekmek, Sorgulamak Anlamındaki “Sual” Kelimesi ve Türevlerinin
Geçtiği Âyetler: 2/Bakara, 119, 134, 141; 7/A’râf, 6, 7/A’râf, 6; 15/Hıcr,
92; 16/Nahl, 56, 93; 17/İsrâ, 34, 36; 21/Enbiyâ, 13, 23; 25/Furkan, 16; 28/
Kasas, 78;29/Ankebût, 13; 33/Ahzâb, 8, 15; 34/Sebe’, 25; 37/Sâffât, 24; 43/
Zuhruf, 19, 44; 55/Rahmân, 39; 102/Tekâsür, 8.
C Güç Yetirebilmek Anlamında Tâkat Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği
Âyetler: 2/Bakara, 184, 249, 286.
D Güç, Kapasite Anlamında “Vüs’at” Kelimesi: 2/Bakara, 233, 286; 6/En’âm,
152; 7/A’râf, 42; 23/Mü’minûn, 62.
E (İş, Vazife) Yüklemek, Mükellef Kılmak Anlamında “Teklîf” Kelimesi ve
Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler: 2/Bakara, 233, 286; 4/Nisâ, 84; 6/
En’âm, 152; 7/A’râf, 42; 23/Mü’minûn, 62; 38/Sâd, 86; 65/Talâk, 7.
F Yüklenmek, Ağır Yük Olan Günahlar Anlamında “Haml” ve Türevlerinin
Geçtiği Âyetler: 2/Bakara, 286; 6/En’âm, 146; 20/Tâhâ, 87, 111; 24/Nûr, 54;
33/Ahzâb, 72; 62/Cum’a, 5.
G Hesap ve Hesap Günüyle İlgili Âyet-i Kerimeler
a Kıyâmet Gününde Kimseden Kimseye Fayda Gelmez: 2/Bakara, 48, 123,
254; 14/İbrâhim, 31; 26/Şuarâ, 88-89; 31/Lokman, 33; 44/Duhân, 41; 55/
Rahmân, 35; 70/Meâric, 10-15; 82/İnfitâr, 17-19.
b Hesap/Kıyâmet Günü Herkes Kendi Derdine Düşer: 14/İsrâhim, 31; 16/
Nahl, 111, 39/Zümer, 56-58; 42/Şûrâ, 47; 43/Zuhruf, 67; 80/Abese, 33-37.
c Hesap/Kıyâmet Günü Mahşerde Vücut Organları Dile Gelerek Neler Yaptıklarını
Anlatacaktır: 24/Nûr, 24; 36/Yâsin, 65; 41/Fussılet, 20-22; 50/Kaf,
21; 75/Kıyâme, 14-15.
d Hesap Günü Bir Ayırdetme Günüdür: 77/Mürselât, 13-15, 38-40; 78/Nebe’, 17.
e Hesap Günü Mahşerde Amel Defterinin Çıkarılması: 25/Furkan, 25; 39/
Zümer, 7, 69; 45/Câsiye, 29; 81/Tekvîr, 10.
f Hesap Gününde Bütün İşlerin Açıklanması: 68/Kalem, 42; 69/Haakka, 18;
75/Kıyâme, 13; 86/Târık, 9; 100/Âdiyât, 9-11.
g Hesap Gününde Amellerin Tartılması: 7/A’râf, 8-9; 17/İsrâ, 13-14; 18/Kehf,
49; 21/Enbiyâ, 47; 23/Mü’minûn, 102-103; 45/Câsiye, 29, 33; 101/Karia, 6-9.
h Hesap Gününde Mahşerde Hesap Vermekten Kurtuluş Yoktur: 55/
Rahmân, 31, 33, 35.
i Hesap Gününde Herkese Kazandığı Verilecektir: 2/Bakara, 281; 3/Âl-i
İmrân, 30, 185, 195; 17/İsrâ, 13-14; 18/Kehf, 49; 36/Yâsin, 54; 40/Mü’min,
16-17; 45/Câsiye, 28; 55/Rahmân, 31; 78/Nebe’, 40; 81/Tekvîr, 14; 82/İnfitar,
1-5; 84/İnşikak, 6; 99/Zilzâl, 6-8.
j Hesap Gününde Kişi, Kötü Amelinden Kaçmak İsteyecektir: 3/Âl-i İmrân,
30; 18/Kehf, 49; 69/Haakka, 25-27; 75/Kıyâme, 10-11.
k Hesap Gününde Günahkârlar Yüzlerinden Tanınacaktır: 55/Rahmân, 39, 41.
l Hesap Gününde Kitabı Sağdan Verilenler: 17/İsrâ, 71; 56/Vâkıa, 8, 27, 90-91;
69/Haakka, 19-24; 74/Müddessir, 39-40; 84/İnşikak, 7-9; 90/Beled, 12-18.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 76 -
m Hesap Gününde Kitabı Soldan Verilenler: 56/Vâkıa, 9, 41; 69/Haakka, 25-
37; 84/İnşikak, 10-15; 90/Beled, 19-20.
n Hesap Gününden Korkmak: 13/Ra’d, 21; 76/İnsan8, 7.
o Hesap Gününde Peygamberler de Sorulacaktır: 7/A’râf, 6-7.
H Sorumluluk
a Herkesin Kazandığı Kendisinindir: 2/Bakara, 134, 286; 4/Nisâ, 84; 6/En’âm,
132, 164; 22/Hacc, 9, 10; 33/Necm, 39-42; 74/Müddessir, 38.
b Her İnsan Kendi Günah Yükünü Çeker: 5/Mâide, 105; 6/En’âm, 31, 52, 164;
10/Yûnus, 108; 16/Nahl, 25; 17/İsrâ, 15; 34/Sebe’, 25, 50; 35/Fâtır, 18; 39/
Zümer, 7; 53/Necm, 38.
c Günah Kazanan, Kendi Aleyhine Kazanmış Olur: 2/Bakara, 81; 4/Nisâ, 111,
123; 6/En’âm, 120; 30/Rûm, 44.
d Sorumluluk Ruhlar Âleminde Verilmiştir: 7/A’râf, 172-174.
e İnsanlar Sadece İnandık Demekle Kurtulamazlar: 29/Ankebût, 2-4.
f İnsan, Başıboş Bir Varlık Değildir: 23/Mü’minûn, 115; 75/Kıyâme, 36.
g Vücut Organları, Yaptıklarından Sorumludur: 17/İsrâ, 36; 33/Ahzâb, 15;
37/Sâffât, 24.
h Allah, Şeriat Göndermeden Kullarına Sorumluluk Yüklememiştir: 39/Zümer,
71.
i Allah, Kimseye Gücünün Yettiğinden Başkasını Yüklemez: 2/Bakara, 286;
6/En’âm, 152; 7/A’râf, 42; 23/Mü7minûn, 62; 65/Talâk, 7.
j Gücün Dışında Bir Şeyle Sorumlu Tutmaması İçin Allah’a Duâ: 2/Bakara,
286.
k Unutarak ve Yanılarak İşlenecek Hatadan Sorumlu Tutmaması İçin
Allah’a Duâ: 2/Bakara, 286.
l İnsanın Sorumluluğa Tâlip (İstekli) Olması: 33/Ahzâb, 72-73; 59/Haşr, 21.
m Nefsi ve Âileyi Ateşten Koruma Sorumluluğu: 66/Tahrîm, 6.
İ Nefis Mücâdelesi: 3/Âl-i İmrân, 39; 29/Ankebût, 6, 69; 79/Nâziât, 40-41.
J İstiğnâ (Sorumluluktan Kaçma, Sorumsuzluk): 64/Teğâbün, 33, 6; 80/Abese,
5; 92/Leyl, 8; 96/Alak, 7.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. TDV İslâm Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Y. c. 17, s. 240-242
2. Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 2, s. 395-397; c. 4, s. 162-163, 338-339; c. 5,
s. 430-432; c. 6, s. 170-172
3. Alâaddin Başar, Nur’dan Kelimeler, Zafer Y. c. 1, s. 106-107; c. 3, s. 187-189
4. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. c. 8, s. 212-224; c. 19, s.
97-119; c. 20, s. 238-240
5. Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, Beyan Y. s. 695-697
6. Esmâu’l-Hüsnâ Konusuyla İlgili Kitaplar
Sonsöz
Eğer bu kitabı gerçekten okuyup mesajını anladıysanız, bunu ve buna benzer diğer kitapları bir kenara koymalısınız ve hemen elinize Allah’ın Kitabı’nı alıp meal ve tefsiriyle okumaya başlamalısınız. Daha önce okuduysanız, yine yeniden ve sürekli okumalısınız. Anlayarak, yaşayışınızla ve güncel hayatla bağlantı kurup O’nun gösterdiği istikamet doğrultusunda her şeyi gözden geçirerek Kur’an’a yönelmeniz, bu okuyup bitirdiğiniz kitabın yazılış amacına hizmet etmiş olacaktır.
Haydi Kur’an’a; Elimize, gönlümüze ve yaşantımıza almak ve bir daha bırakmamak için…