Zulüm ve İstikbâr

Zulüm ve İstikbâr (1)

Pazartesi, 25 Ocak 2021 06:12

Zulüm ve İstikbâr

Yazan

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 


Kitabın Adı:
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ
İTİKADİ KAVRAMLAR -19-
ZULÜM ve İSTİKBÂR
Yazarı:
Ahmed Kalkan
Tashih:
Ahmed Kalkan
Mizanpaj:
Ehl-i Dizayn
Kapak Tasarım:
Ehl-i Dizayn
İstanbul 2012
Baskı:
İSTANBUL MATBAACILIK
Gümüşsuyu Cad. Işık Sanayi Sitesi B Blok No:21
Topkapı-Zeytinburnu/İSTANBUL
Tel: 0 212 482 52 66
ZULÜM ve İSTİKBÂR
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ
İTİKADİ KAVRAMLAR
-19-
Ahmed KALKAN
İnsanlara karşı ticarî amaç güdülmeyen bu eserin hiçbir hakkı mahfuz değildir. Kâr gayesi güdülmemek şartıyla dileyen dilediği şekilde, tümünü veya bir kısmını çoğaltabilir, korsan baskı yapabilir, dağıtabilir, iktibas edebilir, kitabın ve yazarın ismini vererek veya vermeyerek kopye edebilir, mesaj amaçlı kullanabilir. Yazarın hiçbir telif hakkı sözkonusu değildir, şimdi ve sonra bir hak talep etmeyecektir. İlim, insanlığın ortak malıdır. Ve ilim Allah için kullanılınca insana fayda sağlar.
İTHAF
Canlı KUR’AN olmaya çalışıp toplumu KUR’AN’la canlandırmaya gayret eden ve tâğutlara karşı KUR’AN’la mücadeleyi bayraklaştıran her yaştan muvahhid gençlere…
Doğru okuyup doğru anlayan, dosdoğru yaşayıp insanları doğrultmaya çalışan
KUR’AN dostlarına…
Ümmetin ihyâsının vahdet içinde yeniden KUR’AN’a dönüşle mümkün olduğunu kavrayıp nebevî usûlle KUR’AN ve tevhid eksenli dersler ve cemaat çalışması yapan tâvizsiz dâvetçilere, her yaştan genç dâvâ erlerine…
Önsöz
Bismillâh, elhamdu lillâh, ve’ssalâtu ve’sselâmu alâ rasûlillâh.
Adâlet ve zulüm kavramları, tarihsel süreç içinde ciddi ölçüde anlam kaymasına uğramış kelimelerin başında gelir. Zulüm kavramının anlamı daraltılmış, adâlet kavramı da hiç de âdil olmayan yerlerin dağıtabileceği bir lutuf gibi algılanmaya başlamıştır. Vahyin, Allah’ın indirdiği hükümlerin dışında, onlara ters ve tümüyle zıt kurumların kararları ve verdiği hükümler “adâlet” diye kabul görmeye başlamıştır. Şirkin en büyük zulüm olduğu (31/Lokman, 13) halde şirkin hâkim olduğu ve İlâhî hükümlerle hükmedilmeyen yerlerden adâlet beklenilmeye başlanmıştır. Zulüm kavramının da anlam sahası iyice daraltılmıştır. Zulüm denilince çoğumuzun aklına sadece haksızlık, eziyet, işkence ve benzeri fizikî yaptırımlar gelir.
Adâlet hak edene hak ettiğini hak ettiği ölçüde vermek; zulüm ise, hak edene hak ettiğini hak ettiği ölçüde vermemektir. Bu tanımlarda bilinmesi ve uygulanması gerekli olan husus, bir şeyin neyi hak ettiği, hak edenin hak ettiği ölçünün ne olduğudur.
Sık sık kullanılan kelimeler olduğu halde, adâlet ve zulüm, Kur’an’ın içini doldurduğu gibi kullanılmıyor. Bu yanlış kullanımla bu kavramlara ve bu kavramlarla ifade edilen hususlara zulmedilmiş oluyor. İnsanın kendine (nefsine) yapmış olduğu zulüm ise, hiç izah edilmiş bir kavram değil. Eşitlik ile adâletin karıştırıldığı da çokça görülen bir durum. İnsanlar dünyada adâletin nice durumlarda uygulanmadığını görünce, hâşâ Allah’ın adâletini sorgulamaya başlıyor. Dünyanın imtihan, âhiretin de ödül ve ceza yeri olarak mutlak adâletin tecelli edeceği yer olduğunu kabulde zorlanıp dünyada iyilerin hep ödül alması, kötülerin de cezasız kalmasını bekleyen nice insan, bu beklentileri çıkmayınca Allah’ı inkâr etmeye kadar işi götürüyorlar. Böylece kendilerine zulüm ve yazık etmiş oluyorlar.
İşte bu kitapta adâlet ve zulüm kavramları enine boyuna işlenmeye çalışılıyor. Ayrıca ikinci bölümde “İstikbâr” kavramına açıklık getiriliyor. Zulmün temel sebebi kibirdir, istikbârdır. Büyüklenme ve büyüklük taslamadır. Ama kendisi gibi âciz bir insanın önünde küçülmeye râzı olan “müstaz’aflar”dır onların azmasına ve ezmesine sebep olanlar. Onlar sırtlarında taşıdıkları için zâlim müstekbirlerin boyları büyük gözükür. Sırtlarından alaşağı edip
yere çaldıkları zaman müstekbirlerin ne kadar güçsüz ve âciz oldukları ortaya çıkar.
Her türlü zulme ve her tipten zâlime, her tipteki müstekbire karşı insanca tavrını gösteren, yeryüzündeki fitneyi ve zulmü kaldırmaya çalışan mücahid yiğitlere selâm olsun.
Ahmed Kalkan
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Kasım 2012, Ümraniye
İÇİNDEKİLER
ZULÜM - ZÂLİM / 9
Zulüm; Anlam ve Mâhiyeti / 9
Zulmün Karşıtı Olarak Adâlet / 11
Adâlet, Allah’ın İndirdiğiyle Hükmetmektir / 12
Kur’ân-ı Kerim’de Zulüm Kavramı / 15
Hadis-i Şeriflerde Zulüm Kavramı / 20
Câhiliyyenin Zulüm Anlayışı / 22
Zulmün Çeşitleri / 24
Zâlim; Anlam ve Mâhiyeti / 27
Zâlim ve Zulüm Mantığı / 28
Kur’ân’a Göre Zâlimlerin Özellikleri / 31
Mazlum; Anlam ve Mâhiyeti / 33
Zulmün Cezası / 35
Zulme Râzı Olmamak / 39
Zâlime Karşı Tavır / 42
İSTİKBÂR - MÜSTEKBİR / 55
İstikbâr; Anlam ve Mâhiyeti / 55
İstikbâr Duygusu / 56
Müstekbir / 58
Müstekbirlerin İlki İblistir / 59
Müstekbir Tipler / 61
Müstaz’af / 64
Müstekbir ve Müstez’af Ilişkisi / 65
Müstaz’af Insan Grupları / 68
Müstekbirliğin Sonucu: Dünyevî ve Uhrevî Azap / 71
İstikbârın Sembol Tipleri (Müstekbirlerin Duayenleri) / 73
İstikbâra Kapılmayanlar: Melekler, İnsan Dışındaki Canlılar ve Mü’minler / 74
- 9 -
ZULÜM - ZÂLİM

Zulüm; Anlam ve Mâhiyeti

Zulmün Karşıtı Olarak Adâlet

Adâlet, Allah’ın İndirdiğiyle Hükmetmektir

Kur’ân-ı Kerim’de Zulüm Kavramı

Hadis-i Şeriflerde Zulüm Kavramı

Câhiliyyenin Zulüm Anlayışı

Zulmün Çeşitleri

Zâlim; Anlam ve Mâhiyeti

Zâlim ve Zulüm Mantığı

Zâlim Tipleri

Kur’ân’a Göre Zâlimlerin Özellikleri

Mazlum; Anlam ve Mâhiyeti

Zulmün Cezası

Zulme Râzı Olmamak

Zâlime Karşı Tavır
“Kırk gece (söyleşmek için) Mûsâ ile sözleşmiştik. O (huzurumuza gelmek üzere aranızdan) ayrıldıktan sonra, zâlimler (kendilerine kötülük edenler) olarak buzağıyı (tanrı) edindiniz.” 1
Zulüm; Anlam ve Mâhiyeti
Yeryüzündeki her çeşit zulme ve her tipteki zâlimlere karşı çıkmak, İslâm Dini’nin en önemli emirlerinden biridir. İslâm’ın hâkim olması için de tüm zâlimlere isyan edilmesi şarttır. Bunu gerçekleştirmek için, önce zulüm ve zâlim kavramlarının iyi bilinmesi gerekir.
“Zulüm” sözcüğünün mastarı olan ‘zulmet’, nûr’un (ışığın) olmama durumudur, yani karanlıktır. “Zulüm”, kavram olarak, karanlık, haksızlık, hakkı yerine koymama, baskı, şiddet, hak yeme, eziyet ve işkence demektir. Zulm’ün halk arasındaki en yaygın mânâsı, haksızlık, baskı, işkence ve gaddarlıktır. Zulüm, bu anlamları kapsamakla beraber, Kur’an’da ve İslâm literatüründe daha geniş anlamlara gelmektedir.
Zulüm denilince çoğumuzun aklına sadece haksızlık, eziyet, işkence ve benzeri fizikî yaptırımlar gelir. Dinimizde ve dilimizde bu kelimenin esas anlamı: “Bir şeyi (veya bir hakkı) kendi yerinden
1 2/Bakara, 51
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 10 -
başka bir yere koymaktır.” Yani, hak edenin hakkını vermemek,
haksıza hak etmediği bir şeyi vermektir. Allah’ın koyduğu sınırı,
haddi tecavüz etmek, tayin ettiği sınırın dışına taşmak zulümdür.
Zulüm, hakkı terk etmek demektir. Bir şeyi, meşrû olan yerinden
başka bir yere koymaktır. Zulüm, haktan sapma ve haddi aşma
esasına dayanır. Yolun üzerinde dosdoğru gitmemek de zulümdür.
İslâmî ıstılahta; bir eşyayı veya olayı, şer’î hükmünden başka
bir şekilde değerlendirmeye zulüm denir. Zulüm, başkasının mülkünde,
onun izni olmaksızın tasarruf etmektir. Zulüm, yerli yerine
koymamak, sapkınlıkta bulunmak, akıntısındaki hakkı saptırmak
anlamlarına da gelir. Zulmün dayandığı temel, “nur” dan yoksun
olmaktır. Aslında zulüm sözlükte, bir şeyi ait olduğu yerin dışında
bir yere koymaktır. Yukarıda geçen anlamların hepsinde de bu
tanımın işaretlerini görmek mümkündür.
Allah (c.c.) mutlak olan tek varlıktır. Varlığın ve ışığın kaynağıdır.
Nûr bir anlamda varlığı, zulmet (karanlık) ise yokluğu temsil
ederler. Nûr (ışık) görmeyi sağlar, yolları aydınlatır, eşyanın nasıl
olduğunu anlamamızı temin eder. Karanlık ise bunun karşıtıdır.
Karanlık (zulmet) hem yokluktur, hem korkudur. Zulmet insanların
yollarını şaşırmalarına sebep olur, karanlıkta onlar ne yapacaklarını
bilemezler, karanlık içinde sağa sola yalpa yapıp dururlar.
Allah (c.c.) insanları doğru yola (hidayete) sevketmek için gönderdiği
Din’e, ‘Nûr’2, bu Din’in kitabı olan Kur’an’a da yine ‘Nûr’
demektedir.3 Böylece ‘nûr’ İslâm’ın sembolü, ‘zulmet’ ise İslâm’ın
dışındaki inançların sembolüdür. Zulüm, yapısı gereği karanlıkları
ifade eder. Bu karanlıklar, inkâr, şirk, isyan gibi şeyler olduğu gibi;
haksızlık, işkence ve tecavüz de olabilir. Bunların her biri karanlık
gibidir, hakkın yerine konulmamasıdır; aydınlık gibi insana rahatlık
veren bir şey değildir. İnsanların uydurduğu dinler ise karanlıktır,
tümüyle zulmet’tir. Bu dinleri icat edenler ve bu bâtıl dinlere
uyanlar, devamlı karanlık içerisinde oldukları için, bocalar dururlar,
yanlış yollarını bir türlü düzeltemezler.
Zulüm, böylesine karanlık olan yolu, gidişi, anlayışı benimsemektir.
Allah’a ait ilâhlık hakkını başkasına vermektir. Haklının
hakkını vermeyip, ona haksızlık yapmaktır. Sapıklığı, isyanı, nefse
uyup da azmayı seçmektir. Eldeki servet ve iktidarla şımarıp insanlara
baskı uygulamak, onların haklarına ve hürriyetlerine tecavüz
etmektir.
2 9/Tevbe, 32
3 5/Mâide, 44-46
ZULÜM - ZÂLİM
- 11 -
Zulmün Karşıtı Olarak Adâlet
Zulüm, hakkı yerli yerine koymamak, yer ve zaman, nitelik
ve nicelik olarak yanlışlık yapmak ve sapkınlığa düşmek, az veya
çok tecavüzde bulunmaktır. Bu anlamda zulmün karşıtı adâlettir.
Adâlet: Bir işi yerli yerine (hakkı olan yere) koymak, her şeyi yerli
yerinde yapmak hak sahibine hakkını vermek, hak ve hukuka
uygunluk, doğru ve yerinde olmak anlamlarına gelir. İnsan-eşya
ilişkilerini, insanların birbirleriyle olan münasebetlerini ve insanın
devletle olan alâkasını, Allah’ın indirdiği hükümlere göre düzenlemeye
adâlet denir. Bu, bir anlamda Allah’ın emrini, emrettiği
şekilde yerine getirmektir. Yine adâlet, zâlimlerin cezalandırılması,
her ferdin lâyık olduğu mükâfatını veya cezasını almasıdır. Zulmün
ve haddi aşmanın zıddıdır. Lügat olarak, hakkaniyet, doğruluk
ve müsâvat gibi anlamlara gelir. Kötülükten arınmış vicdanın
ifrat ve tefritten uzak olarak itidal çizgisinde gördüğü her çeşit
meşrû (şer’î) hareket mânâsına da kullanılır. Allah’ın indirdikleriyle
hükmedilen darü’l-İslâm’a “darü’l-adl” de denilir. Çünkü İslâm
dini, Allah’ın indirdiği ile hükmetmektir ki, esasen adâlet budur.
İmam Şâfii, er-Risale adlı kitabında “adâlet, Allah’ın emrine uygun
şekilde amelde bulunmaktır.” diye adâleti tanımlar.
Düzgün ve usûlüne uygun olmayan şey zulüm iken, bunun
tersi adâlet; şaşırtmak, bozmak, yoldan çıkarmak, karartmak zulüm
iken; tersi adâlettir. Adâlet, dengedir, orta yoldur, itidalden ve
orta yoldan ayrılmamaktır. Dosdoğru, düzgün ve tam yapmaktır.
Bir yönetim ilkesi olarak adâlet, iki kişi ve bireyle toplum arasındaki
ilişkilerde ilâhî yasalara uygun davranmak, haklıya hakkını
tam olarak ödemek; suçluya cezasını vermede gevşeklik yapmamak
demektir.
“Allah adâlete uyanları sever.”4; “Andolsun, biz elçilerimizi açık delillerle
gönderdik ve onlarla beraber Kitab’ı ve adâlet ölçüsünü indirdik ki, insanlar
adâleti yerine getirsinler.”5; “De ki: ‘Rabbim bana adâleti emretti.” 6
Kur’an’da tâğutun huzurunda muhâkeme olmak ve tâğuttan
adâlet beklemek haram kılınmıştır.7 Çünkü tâğutlar, Allah’ın indirdiği
hükümlerle değil; kendi hevâ ve heveslerinden kaynaklanan
kanunlarla hükmederler. Bu ise adâlet değil; zulümdür. İslâm topraklarında
adâlet mefhumu korkunç değişikliğe uğramıştır. Tâğutî
iktidarlar, kendi kanunlarını, “adâlet” kavramını kullanarak
4 60/Mümtehıne, 8
5 57/Hadid, 25
6 4/Nisâ, 105
7 4/Nisâ, 60
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 12 -
kitlelere kabul ettirmek gayretindedirler. Dolayısıyla zulüm,
adâlet olarak sunulmaktadır. Müslümanlar “adâlet” ve “zulüm”
kavramlarının mahiyetini kavradıkları ve bu istikamette görevlerini
yerine getirdikleri zaman, gerçek bir inkılab ortaya çıkar.8
Nice insan, eşitlikle adâleti karıştırıyor, aynı zannediyor. Hâlbuki
mutlak eşitlik, yani her şeyin her yönüyle birbirinin aynı olması,
adâlete zıttır. Eşit olmayan konularda insanlara eşit davranmak
da adâlet değil; zulümdür.
Allah (c.c.) kendi sözünün (Kitab’ının) doğruluk bakımından
da adâlet bakımından da tastamam olduğunu belirtiyor.9 Öyleyse
adâlet ve doğru olmak, O’nun sözüne (Kitab’ına) uymakla gerçekleşir.
Kur’an’a göre gerçek adâletin ölçüsü hakka uymaktır.10
Hak neyi gerektiriyorsa onu yapmak, hak kime aitse onu sahibine
vermek, hak ile hükmetmekten ayrılmamak, her konuda hakkı
ölçü almak, herkesin ve her şeyin hakkını korumakla adâlet yerine
getirilir.
İslâm, hakların yerine ulaşması için adâleti emrederken ilâhî
adâletin de âhirette herkese hakkını vereceğini, hiç kimseye haksızlık
yapılmayacağını bildiriyor.11 Mahkeme işlerindeki adâlet;
hak ile, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmek şeklinde anlaşılmıştır.
Adâletle hükmedin diyen âyetler bunu emretmektedir.12 İman
edenlerin her konuda Allah’ın indirdiği ile hükmetmeleri Rabbimizin
emridir. Bunu yapmayanlar zâlim, fâsık veya kâfir olurlar.13
İnsanlar arasında hükmederken, hakemlik yaparken, hak konusunda
karar verirken, hatta çocukları eğitirken bile adâletli davranmak
İslâm’ın getirdiği önemli bir prensiptir.
Adâlet, Allah’ın İndirdiğiyle Hükmetmektir
Allah (c.c.) insanları doğru yola (hidayete) sevketmek için gönderdiği
Din’e, ‘Nûr’14 bu Din’in kitabı olan Kur’an’a da yine ‘Nûr’
demektedir.15 Böylece ‘nûr’ İslâm’ın sembolü, ‘zulmet’ ise İslâm’ın
dışındaki inançların simgesidir. Zulüm, yapısı gereği karanlıkları
ifade eder. Bu karanlıklar, inkâr, şirk, isyan gibi şeyler olduğu gibi;
haksızlık, işkence ve tecavüz de olabilir. Bunların her biri karanlık
gibidir, hakkın yerine konulmamasıdır; aydınlık gibi insana
8 Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, s. 30-31
9 6/En’âm, 115
10 7/A’râf, 159
11 21/Enbiyâ, 47; 10/Yûnus, 54
12 4/Nisâ, 58; 5/Mâide, 52
13 5/Mâide, 44, 45, 47
14 9/Tevbe, 32
15 5/Mâide, 44-46
ZULÜM - ZÂLİM
- 13 -
rahatlık veren bir şey değildir. İnsanların uydurduğu dinler ise
karanlıktır, tümüyle zulmet’tir. Bu dinleri icat edenler ve bu bâtıl
dinlere uyanlar, devamlı karanlık içerisinde oldukları için, bocalar
dururlar, yanlış yollarını bir türlü düzeltemezler.
Zulüm, böylesine karanlık olan yolu, gidişi, anlayışı benimsemektir.
Allah’a ait ilâhlık hakkını başkasına vermektir. Haklının
hakkını vermeyip, ona haksızlık yapmaktır. Sapıklığı, isyanı, nefsin
hevâsına uyup da azmayı seçmektir. Eldeki servet ve iktidarla
şımarıp insanlara baskı uygulamak, onların haklarına ve hürriyetlerine
tecavüz etmektir.
Adâlet, doğru oluşu zihinde sabitleşmiş şeydir. Düzgün ve usulüne
uygun olmayan şeye ‘cevr’ (haksızlık ve eziyet) denir. Doğruluk
ve düzgünlük kavramları, sapmazlığı ve şaşmazlığı da içerisine
alırlar. Adâletin anlam sahası içinde doğruluktan söz ederken;
haksızlıktan uzak olma, hakkaniyet sahibi olma manalarına da
işaret etmiş oluruz.
Said b. Cübeyr, ‘adl’ kavramını anlamını soran Halife
Abdülmelik’e (öl. 705) şöyle cevap verdi:
“Adl (adâlet) dört kısımdır: Birinci mânâsı; Allah’ın emrine uyarak
hükmedilirken adâletli davranmak, yani insaflı olmaktır.16
İkinci mânâsı; sözde, konuşmada, haberleşmede adâlet olması.
Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Konuştuğunuzda ölçüyü aşmayın.”17
Üçüncü mânâsı; kurtuluşun sebeplerine sarılma, yani doğru
davranışlara, sâlih amele yönelme anlamındaki adâlet.18
Dördüncü mânâsı; Allaha eş koşmaktan sakınmaktır. “… Ne var
ki kâfirler Allah’a (muâdil) eş bulurlar.”19
‘Adl’ üzere yaratılan insanın da20 yeryüzünde ‘adl’ üzere davranması
gerekiyor. Çünkü adâlet; insan, toplum ve tabiat hayatının
nizamını (düzenini) sağlar. Bu adâleti sağlayacak olan da Tevhid
Dini’dir. Evrendeki mizan’ı (ölçüyü, dengeyi) koyan Allah (c.c.)
olduğuna göre,21 insan ve toplum hayatındaki dengeyi ve adâleti
de ancak O’nun koyduğu ölçüler sağlayabilir.
16 4/Nisâ, 54
17 6/En’âm, 152
18 2/Bakara, 123
19 6/En’âm, 1
20 82/İnfitâr, 6-7
21 55/Rahmân, 7
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 14 -
İslâm Toplumunda Adâlet
İslâm toplumunun temelinde Kitap ve Mizan vardır. Müslümanlar
Kitab’a uyarak, Mizan’ı yerine getirirlerse, yani ölçülü davranıp
aşırılığa, yanlış yollara sapmazlarsa, kıst’ı (adâleti) sağlarlar.
Mizan’ın dengesi bozulduğu zaman, adâlet kaybolur gider. İnsanlar
en tabii haklarını bile alamazlar. Toplumdaki zalimler gücü
ellerine geçirdikleri zaman da zulümler artar. Kitab’ın yanında indirilen
‹demir’ güç anlamında alınırsa, şöyle demek mümkündür:
Güç ve iktidar adâletin emrinde olmalıdır. Bunu sağlayacak olan
da insanların Kitab’a ve O’nun hükümlerine uyup, mizan’ı yani
ölçüyü korumalarıdır. O zaman hukukun üstünlüğü sağlanır ve
insanlar haklarına kolaylıkla ulaşırlar. Kendini hukukun üstünde
gören güçler, adâlet anlayışını çiğner geçerler.
Kur’an’ın emrine göre mü’minler, bütün davranışlarında
adâletli olmak zorundadırlar. Adâletli davranış kişinin kendi yaratılışındaki
dengeye ve düzene uyum sağlatır. Ölçülü hareket şüphesiz
insana mutluluk kazandırır, çevreye zarar vermekten kurtarır.
İnsan hayatına denge ve olgunluk ancak adâletin her sahada
uygulanması ile mümkün olur.
İslâm ümmeti ‘vasat bir ümmettir.’22 Buradaki ‹vasat’ kelimesini
tefsirciler ‹adâlet’ ile açıklamışlardır.23 Buna göre İslâm toplumu,
dengeli, aşırılıklardan uzak, adâleti yerine getiren uyumlu bir
toplumdur.
İslâm’a göre bütün insanlar bir ana-babadan meydana geldikleri
için birbirlerine karşı üstünlükleri yoktur. Doğuştan herkes
eşittir. Üstünlük ancak takva ile olabilir. Kim Allah’tan hakkıyla
çekinip korunursa onun derecesi daha üstün olur. 24
Adâlet aynı zamanda takvâya yakın olmanın şartlarından birisidir.
“Ey iman edenler, adâletli şahitler olarak, Allah için, hakkı ayakta
tutanlar olun. Bir topluluğa olan kininiz sizi adâletten ayırmasın. Adâlet
yapın ki o, takvaya daha yakındır. Allah’tan korunun. Şüphesiz Allah, yapmakta
olduklarınızdan haberdar olandır.” 25
Dikkat çeken bir nokta da şurasıdır ki Allah (c.c.) kendi sözünün
(Kitabının) doğruluk bakımdan da adâlet bakımından da
tastamam olduğunu belirtiyor. Öyleyse adâlet ve doğru olmak,
O’nun sözüne (Kitabına) uymakla gerçekleşir.
22 2/Bakara, 143
23 Tabatabâî, El-Mizan, 1/323. S. Kutub, fi-Zılali’l Kur’an, 1/130. İbni Arabî,
Ahkâmu’l Kur’an, 1/61. Mevdudî, Tefhimu’l Kur’an 1/123
24 49/Hucurat, 13
25 5/Mâide, 8
ZULÜM - ZÂLİM
- 15 -
Kur’an’a göre gerçek adâletin ölçüsü hakk’a uymaktır.26 Hak
neyi gerektiriyorsa onu yapmak, hak kime aitse onu sahibine vermek,
hak ile hükmetmekten ayrılmamak, her konuda hakk’ı ölçü
almak, herkesin ve her şeyin hakkını korumakla adâlet yerine getirilir.
İslâm, hakların yerine ulaşması için adâleti ve kıst’ı emrederken
İlâhî adâletin de Ahirette herkese hakkını vereceğini, hiç
kimseye haksızlık yapılmayacağını bildiriyor. 27
Fıkıh açısından adâlet, mahkemede şahitlik eden şahitlerin ve
hükmeden hâkimlerin adil olmalarıdır. Kur’an, insanlar arsındaki
davaların çözüme kavuşturulabilmesi için ancak adâlet sahibi
kimselerin şahitliklerinin geçerli olabileceğini açıklıyor.28 Mahkeme
işlerindeki adâlet; hak ile hükmetmek şeklinde anlaşılmıştır.
Adâletle hükmedin diyen âyetler bunu emretmektedir,29 İman
edenlerin her konuda Allah’ın indirdiği ile hükmetmeleri Rabbimizin
emridir. Bunu yapmayanlar zalim, fâsık veya kâfir olurlar.30
İnsanlar arasında hükmederken, hakemlik yaparken, hak konusunda
karar verirken, hatta çocukları eğitirken bile adâletli
davranmak İslâm’ın getirdiği önemli bir prensiptir. Adâlet ise,
öncelikle, Allah’ın indirdiğiyle hükmetmektir. Allah’ın indirdiği
hükümler adâlet, o hükümlerin dışında kanunlarla insanları yönetenler
zâlim,31 Allah’ın hükümleri dışındaki hükümler/yasalar
da zulümdür. Şirk en büyük zulüm,32 ancak Allah’ın hükümleri ise
adâlettir.
Kur’ân-ı Kerim’de Zulüm Kavramı
Kur’an’ın çok kullandığı kelimelerden biri de “zulüm” kelimesidir.
Aynı kökten gelen türevleriyle birlikte üç yüz on beş yerde
geçmektedir. Dilimize Arapça’dan giren bu kelimenin esas anlamlarını
en güzel Arapça ile inzâl edilmiş Kur’ân-ı Kerim’de buluruz.
Kur’an’da zulüm, hepimizin bildiği eziyet, işkence ve haksızlık yanında,
esas olarak hakkın zıddı, haktan sapma ve haddi aşma anlamlarıyla
kullanılır. Bu yüzden; Allah’ın koyduğu sınırı (hududu)
aşanlar zâlimdir.33 Allah’ın yasakladıklarını yaparak, insanlar kendi
(nefis)lerine zulmederler.34 Kâfirleri dost edinmek zulüm; onları
26 7/A’râf, 159
27 21/Enbiyâ, 47; 10/Yûnus, 54
28 65/Talâk, 2
29 4/ Nisâ, 58; 5-Mâide, 52
30 5/Mâide, 44, 45, 47
31 5/Mâide, 44
32 31/Lokman, 13
33 2/Bakara, 229
34 2/Bakara, 35, 131
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 16 -
dost edinenler de zâlimdir.35 Çünkü “kâfirler (in tümü) zâlimdir.”36;
“Şirk en büyük zulümdür.”37; “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler,
zâlimlerin ta kendileridir.” 38
Kur’an’da zulmün değişik dozdaki anlamlarını ifade eden başka
kelimeler de kullanılır. Bunları şu şekilde sayabiliriz:
Bi ğayr-i hakk: Haksız yere anlamındaki bu terkip, zulümle aynı
anlamda birçok âyette geçer. 39
Bağy: Haksızlık, azgınlık, her türlü tecavüz, haddi aşma, aşırılık
konularında zulüm anlamına gelir. 40
Adv, adî, i’tedâ, mu’tedî: Bu kelimeler, haddi aşmak, hakka tecavüz
etmek, hakkı ve Allah’ın sınırlarını çiğnemek ve haksızlık
manalarında zulüm anlamı ifade eder. 41
İsrâf ve müsrif: Haddi aşmak, aşırı gitmek ve haddi aşan ve
taşkınlık eden manalarında zulümle aynı anlamda kullanılır. 42
Azâb, azzebe: Zulmün ileri şekli olan işkence ve işkence etmek
anlamındaki bu kelimeler de zulüm mânâsında kullanılır. 43
Kur’an’da Zulmün Anlamları
Zulm’ün Kur’an’da üç anlamda kullanılığını söyleyebiliriz.
1- Karanlık anlamında, nûr’un (ışığın) karşıtı olarak: “Hamd
gökleri ve yerleri yaratan, zulumâtı (karanlıkları) ve nûr’u (ışığı) var kılan
Allah’a aittir.” 44
2- Küfür, şirk, isyan ve fısk anlamında: “Hani Lokman oğluna
öğüt vererek demişti ki; “Ey oğlum, Allah’a şirk koşma. Hiç şüphesiz ki
şirk, gerçekten büyük bir zulüm’dür.”45; “Bizim âyetlerimizi yalan sayanlar
35 9/Tevbe, 23
36 2/Bakara, 254
37 31/Lokman, 13
38 5/Mâide, 45
39 Bk. 2/Bakara, 61; 3/Âl-i İmrân, 21, 112, 181, 155; 6/En’âm, 93; 7/A’râf, 33,
146; 28/Kasas, 39; 41/Fussılet, 15; 42/Şûrâ, 42; 10/Yûnus, 23; 22/Hacc, 40; 40/
Mü’min, 75
40 Bk. 2/Bakara, 173; 6/En’âm, 145-146; 16/Nahl, 90, 115; 28/Kasas, 76; 38/Sâd,
22, 24; 42/Şûrâ, 28, 39, 42; 49/Hucurât, 9
41 Bk. 2/Bakara, 229; 10/Yûnus, 90; 65/Talâk, 1
42 Bk. 39/Zümer, 53; 40/Mü’min, 28
43 7/A’râf, 141; 12/Yûsuf, 25; 20/Tâhâ, 47; 18/Kehf, 87; 14/İbrâhim, 6; 29/
Ankebût, 10; 38/Sâd, 41; 27/Neml, 21; 24/Nûr, 2
44 6/En’âm, 1; Zulmün bu anlamı için diğer örnekler olarak bk. 39/Zümer, 6; 6/
En’âm, 59, 63; 2/Bakara, 19; 13/Ra’d,16; 24/Nûr, 40 v.d.
45 31/Lokman, 13
ZULÜM - ZÂLİM
- 17 -
zulumât (karanlıklar) içerisinde sağırdırlar, dilsizdirler…”46; “Elif. Lâm. Râ.
Bu bir kitaptır ki, Rabbinin izniyle insanları zulumât’tan (karanlıklardan)
Nûr’a (İslâm’ın aydınlığına), O güçlü ve hamde lâyık olan’ın yoluna çıkarman
için sana indirdik.” 47
3- İnsanlara karşı yapılan haksızlıklar ve baskılar anlamında:
Haksız yere adam öldürmek,48 hırsızlık yapmak,49 Allah’ın koyduğu
sınırları aşmak, böylece insanların hakkına tecavüz etmek,50
başkasının malını gasbetmek,51 ilâhlık taslamak veya halkına baskı
ve işkence etmek,52 başkasının hakkını fâiz yoluyla elinden almak,
fâiz yemek,53 mü’minlere baskı ve şiddet uygulamak, onları
yaşadıkları yerden sürüp çıkarmak,54 müstaz’af kimselerin hakkını
yiyip onlara baskı uygulamak55 bu gibi zulüm örnekleridir.
Kur’an, ısrarlı bir şekilde ve sık sık Allah’ın kullarına zulmetmediğini,
asla zulmetmeyeceğini, kullarına hiç bir şekilde haksızlık
yapmayacağını haber veriyor. İnsanların dünyada karşılaştıkları
geniş çaplı cezalar, sıkıntılar, zorluklar ve huzursuzluklar kendi
yaptıkları yüzündendir. Âhirette hesaptan sonra alınacak sonuç,
kavuşulacak ceza da yine insanların kendi hak ettikleridir, amellerinin
karşılığıdır. Allah (c.c.) kimseye zulmetmez, fakat insanların
bir kısmı kendi kendilerine zulmederler. 56
“Kırk gece (söyleşmek için) Mûsâ ile sözleşmiştik. O (huzurumuza
gelmek üzere aranızdan) ayrıldıktan sonra, zâlimler (kendilerine kötülük
edenler) olarak buzağıyı (tanrı) edindiniz.” 57
“Allah’ın mescidlerinde, Allah’ın adının anılmasına engel olan ve onların
harâb olmasına çalışandan daha zâlim kim vardır? Aslında bunların
oralara ancak korkarak girmeleri gerekir (Başka türlü girmeye hakları yoktur).
Bunlar için dünyada bir rezillik, âhirette de büyük bir azap vardır.” 58
46 6/ En’am/ 39
47 14/İbrahim, 1-2; Ayrıca: 2/Bakara, 59, 165; 3/Âl-i İmran, 117, 135; 4/Nisâ,
168; 7/A’râf, 103, 162, 165; 11/Hûd, 67, 94; 51/Zâriya, 59 vb.
48 5/Mâide, 27-29
49 12/Yusuf, 75
50 65/Talak, 1
51 38/Sâd, 24
52 7/A’râf, 103
53 2/Bakara, 279
54 22/Hacc, 39
55 4/Nisâ, 75
56 2/Bakara, 57; 7/A’râf, 160; 9/Tevbe, 70; 29/Ankebût, 40; 3/Âl-i İmran, 25,
161; 6/En’âm, 160; 45/Câsiye, 22. v.d.
57 2/Bakara, 51
58 2/Bakara, 114
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 18 -
“...Allah tarafından indirilmiş bir şâhitliği (insanlardan) gizleyenden
daha zâlim kim olabilir? Allah, yaptıklarınızdan gâfil değildir.” 59
“İnsanlardan bazısı Allah’tan başkasını Allah’a endâd/eşler ve benzerler
edinir de onları, Allah’ı sever gibi severler. İman edenler ise Allah’ı
daha çok severler. Keşke zâlimler, azabı gördükleri zaman (anlayacakları
gibi) bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabına dayanmanın
zorluğunu önceden anlayabilselerdi.” 60
“Ey iman edenler! Kendisinde artık alışveriş, dostluk ve iltimas bulunmayan
gün (Kıyâmet) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan infak
edin (Allah yolunda harcayın). Kâfirler/gerçekleri inkâr edenler, elbette
zâlimlerdir.” 61
“Allah’ın, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O’na şirk/ortak koşmaları
sebebiyle, kâfirlerin kalplerine yakından korku salacağız. Gidecekleri
yer de cehennemdir. Zâlimlerin varacağı yer, ne kötüdür!” 62
“...Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar
zâlimlerin ta kendileridir.” 63
“Kim Allah’a karşı yalan sözlerle iftira edenden veya O’nun âyetlerini
yalanlayandan daha zâlimdir? Şurası iyi bilinsin ki, zâlimler kurtuluşa ermezler.”
64
“De ki: Söyler misiniz bana! Size Allah’ın azabı ansızın veya açıkça
gelirse, zâlim toplumdan başkası mı helâk olur?” 65
“...Kim Allah’ın âyetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha
zâlimdir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri yüz çevirmelerinden ötürü azabın
en kötüsüyle cezalandıracağız.” 66
“Ey iman edenler! Küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve
kardeşlerinizi veliler/dostlar edinmeyin. Sizden kim onları velî/dost edinirse,
işte onlar zâlimlerin kendileridir.” 67
“Allah’a karşı yalan uydurandan daha zâlim kim olabilir? Onlar
(Kıyâmet gününde) Rablerine arz edilecekler, şâhitler de, ‘işte bunlar
Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir’ diyecekler. Biliniz ki, Allah’ın lâneti
zâlimlerin üzerinedir. Onlar (insanları) Allah’ın yolundan alıkoyan ve onu
eğriltmek isteyenlerdir.” 68
59 2/Bakara, 140
60 2/Bakara, 165
61 2/Bakara, 254
62 3/Âl-i İmrân, 151
63 5/Mâide, 45
64 6/En’am, 21
65 6/En’am, 47
66 6/En’âm, 157
67 9/Tevbe, 23
68 11/Hûd, 18-19
ZULÜM - ZÂLİM
- 19 -
“Zulmedenlere meyletmeyin. Aksi halde size ateş dokunur (cehennemde
yanarsınız). Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra da size
yardım edilmez.” 69
“Şüphe yok ki Allah, adâleti, ihsânı (iyiliği), akrabaya vermeyi (yardım
etmeyi) emreder. Fahşâyı (çirkin işleri), fenalık ve azgınlıkları/zorbalıkları
yasaklar. Size öğüt vermektedir; umulur ki düşünür ve tutarsınız.” 70
“Biz bir ülkeyi helâk etmek istediğimiz zaman, onun varlık ve güç sahibi
önde gelenlerine emredeceğiz. Böylelikle onlar, onda bozgunculuk
çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın
ederiz.” 71
“Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden, kendi
elleriyle yaptığını unutandan daha zâlim kim vardır? Biz onların kalplerine,
bu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik.” 72
“Zâlimlere hiçbir yardımcı yoktur.” 73
“Ancak iman edip sâlih ameller işleyenler, Allah’ı çok zikredenler ve
zulme uğradıklarında kendilerini savunanlar başkadır. Zâlimler, hangi
inkılâpla devrileceklerini yakında bileceklerdir.” 74
“Allah’a karşı yalan uyduran yahut kendisine hak gelmişken onu yalan
sayandan daha zâlimi kimdir? Cehennemde kâfirlere yer mi yok?!” 75
“...Allah’a şirk/ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür.” 76
“Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatıldıktan sonra onlardan yüz çevirenden
daha zâlim kim olabilir? Muhakkak ki Biz, günahkârlara, ettiklerinin
karşılığı olan cezayı vereceğiz.” 77
“Zâlimler için koruyucu bir dost da, sözü yerine getirilen bir şefaatçi de
yoktur. (Allah) gözlerin hainliklerini ve göğüslerin saklamakta olduklarını
bilir.” 78
“Onlar(mü’minler), bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman, birbirlerine
yardım ederler. Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Kim bağışlar
ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah’a aittir. Elbette O, zâlimleri
69 11/Hûd, 113
70 16/Nahl, 90
71 17/İsrâ, 16
72 18/Kehf,57
73 22/Hacc, 71
74 26/Şuarâ, 227
75 29/Ankebut, 68 ve benzeri: 39/Zümer, 32
76 31/Lokman, 13
77 32/Secde, 22
78 40/Mü’min, 18-19
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 20 -
sevmez. Kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa, böyle hareket edenlerin
aleyhine bir yol (mes’ûliyet) yoktur (Onlar kınanmaz ve cezalandırılmazlar).
Sorumluluk ancak insanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız
yere taşkınlık edenlere yönelir. İşte böylelerine acı bir azap vardır. Kim
sabreder ve affederse şüphesiz bu hareketi, yapılmaya değer işlerdendir.
Allah kimi saptırırsa, bundan sonra artık onun hiçbir dostu yoktur. Göreceksin
ki zâlimler, azabı görecekleri zaman, ‘geri dönülecek bir yol var
mı?’ diyecekler... Kesinlikle bilin ki, zâlimler sürekli bir azap içindedirler.” 79
“...Kim tevbe etmezse, işte onlar zâlimlerdir.” 80
“İslâm’a çağrılırken Allah’a karşı yalan uydurandan daha zâlim kimdir?
Allah, zâlimler topluluğunu doğru yola erdirmez.” 81
“...Kim Allah’ın hududunu/sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendisine zulmetmiş
olur.” 82
“O (Allah), dilediğini rahmetine dâhil eder. Zâlimlere gelince, Allah,
onlar için elemli/ acıklı bir azap hazırlamıştır.” 83
Hadis-i Şeriflerde Zulüm Kavramı
Bir hadis-i rivayette şöyle buyrulur: Rasûlullah (s.a.s.), Allah
Teâlâ’dan rivâyet ederek şöyle buyurdu: “Allah buyurdu ki: ‘Ben zulmü
kendime haram ettim; Onu, sizin aranızda da haram kıldım. Öyleyse
sakın birbirinize zulmetmeyin!” 84
“Allah, zâlime muhakkak ki, mühlet verir de onu yakalayacağı zaman,
göz açtırmadan aniden yakalar.” Bu ifadeden sonra, Rasûlullah şu
âyeti okudu: “Onlar zulüm işlemekte iken ülkeleri (veya kuşakları) yakaladığı
zaman Rabbinin yakalayıvermesi işte böyledir. Gerçekten onu
yakalaması pek acıklı, pek şiddetlidir.” 85
“Mazlumun (bed)duâsından sakın. Çünkü mazlumun duası ile Allah
arasında (kabule mâni olan) hiçbir perde/engel yoktur.” 86
“Üç kimsenin duası red olunmaz: Orucunu açarken oruçlunun duası,
adâletli yöneticinin, bir de mazlumun duası. Allah (c.c.) mazlumun duasını
göklerin üstüne yükseltir ve duâ için gökyüzü kapıları açtırılır. Allah Teâlâ
79 42/Şûrâ, 39-45
80 49/Hucurât, 11
81 61/Saff, 7
82 65/Talak, 1
83 76/İnsan, 30
84 Müslim, Birr, 15, hds. no: 2577, 4/1994
85 11/Hûd, 102; Buhâri, Tefsir 161, hds no: 206; Müslim, Birr 61, 62 –2583- ; İbn
Mâce, Fiten 22, hds no: 4018)
86 Buhâri, Mezâlim 9, hadis no: 9, Cihad 180; Müslim, İman 7, hadis no: 19,
1/150; Ebû Dâvud, Zekât 5, hadis no: 1584; Tirmizî, Zekât 4, -625-
ZULÜM - ZÂLİM
- 21 -
da: ‘İzzetime andolsun ki, bir süre sonra da olsa sana yardım edeceğim’
buyurur.” 87
“Müslüman, diğer müslümanların onun elinden ve dilinden emin
oldukları kimsedir.” 88
Peygamberimize, “hangi cihadın daha faziletli olduğu” soruldu.
Buyurdu ki: “Zâlim bir sultanın (yöneticinin) yanında hakk kelimesini
konuşmaktır.” 89
“Kim bir kişinin zâlim olduğunu bilerek ona yardım etmek üzere zâlim
ile birlikte yürürse, İslâm’dan dışarı çıkmış olur.” 90
“Kim bir zâlime yardım ederse, Allah Teâlâ, o zâlimi ona musallat
eder.” 91
“İnsanlar, bir zâlimi görür, ona engel olmazlarsa, bundan dolayı hemen
hepsi cezalanır.” 92
“Allah’ım, benim işitme ve görme duygularımı düzelt ve onları bana
vâris kıl (ölünceye kadar sahih ve sağlam olsunlar). Bana zulmedene karşı
bana nusret ver (yardım et) ve zâlimden intikamımı bana göster.” 93
“Kim bir kardeşinden haksız olarak bir şey almışsa (dinar ve dirhem
olarak) kıymetlenmeden aynı gün iâde etsin.(Aksi takdirde) Eğer iyi bir
ameli varsa, ondan haksızlık ettiği kadar alınır; yoksa, kardeşinin günahından
ona yüklenir.” 94
“Üzerinde (bir din kardeşinin) kendisine zulüm veya malına tecavüzden
doğmuş bir hak bulunan kimse, dinar ve dirhem (para) bulunmayacak
gün (kıyâmet) den önce, bu gün dünyada mazlumdan o hakkı bağışlamasını
istesin. (Helâllaşmadığı takdirde) zâlimin sâlih ameli varsa ondan
zâlimin zulmü miktarı alınır (da mazluma verilir). Eğer zâlimin haseneleri
(sevapları) bulunmazsa, mazlumun seyyielerinden (günahlarından) alınıp
zâlim üzerine yükletilir.” 95
“Müflis (iflâs eden) kimdir bilir misiniz?” Ashâb: ‘Bizim aramızda
müflis, hiçbir dirhemi ve eşyası olmayan kimsedir’ dediler. Bunun
üzerine: “Gerçekten benim ümmetimden müflis, kıyâmet gününde
87 Tirmizî, Deavât 129, Hadis no: 3598, 5/578
88 Buhâri, İman 4, 5, Rikak 26; Müslim, İman 64, 65; Ebû Dâvud, Cihad 3;
Tirmizî, Kıyâme 53, İman 13
89 İbn Mâce, Fiten 20, Hadis no: 4012, 2/1330
90 İbn Kesir, Hadislerle K. K. Tefsiri, c. 5, s. 2089; Râmuz el-Ehâdis, c. 2, s. 445
91 Deylemî; İbn Aslâkir, Tarih
92 Tirmizî; Tuhfetu’l Ahvezî Şerhu Câmiu’t Tirmizî, 8/423
93 Buhâri, Edebu’l-Müfred, 82, hadis no: 649-650
94 Buhâri, Askalânî, Şerh-i Sahih-i Buhâri, c. 5, s. 161
95 Buhâri, Mezâlim 10; Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme 1, hds no: 2534
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 22 -
namaz, oruç ve zekâtla gelecek olan kimsedir. Ama şuna sövmüş, buna
zina isnadında bulunmuş, şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüş, diğerini
dövmüş olarak gelecek; buna hasenâtından, şuna hasenâtından
(sevaplarından) verilecektir. Şayet dâvâsı görülmeden hasenâtı biterse,
onların günahlarından alınacak ve bunun üzerine yüklenecek, sonra cehenneme
atılacaktır. (İşte müflis budur.)” 96
“Kıyâmet gününde hakları mutlaka sahiplerine vereceksiniz. Hatta
boynuzsuz koyun için boynuzlu koyundan kısas alınacaktır.” 97
“Şüphesiz ki zulüm, kıyâmet gününde zulumât/karanlıklar (olacak)dır.” 98
“Kim arzdan bir parça yeri haksız zabt ederse, (kıyâmet gününde) yerin
yedi katı halka gibi onun boynuna geçirilir.” 99
“Kim yemini ile bir müslümanın hakkını elinden alırsa, o kimseye Allah,
cehennemi vâcip kılmış, cenneti de haram etmiş demektir.” Bu söz
üzerine ashabdan bir zât: ‘Pek az bir şey olsa da mı ya Rasûlallah?’
diye sormuş, Rasûlullah da (s.a.s.): “Misvak ağacından bir çubuk dahi
olsa (yine böyledir)” buyurmuştur. 100
“Zulüm üç türlüdür. Bir zulüm vardır ki, Allah onu affetmez. Bir zulüm
vardır ki, Allah onu affeder. Bir zulüm vardır ki, Allah onun mutlaka hesabını
sorar. Allah’ın affetmediği zulüm şirktir. Çünkü Allah ‘şirk, büyük
bir zulümdür’101 buyurmuştur. Allah’ın affedeceği zulüm; kulların kendi
nefislerine karşı işlediği zulümdür. Rableri ile kendi aralarındaki işlerde
(emre itaat ve yasaklardan kaçınmak noktasında) yaptıkları hatalardır.
Allah’ın hiç bırakmayıp, mutlaka hesabını soracağı zulüm ise kulların birbirlerine
karşı hayâsızlıklarıdır. Allah, bunların hesabını sorar ve zâlimleri
cezalandırır.” 102
Câhiliyyenin Zulüm Anlayışı
Câhiliyyenin adâlet ve zulüm anlayışı, birçok çarpıklıklarla
ve çifte standartlı nifakla hastalıklı bir anlayıştır. Zulmü sadece
fizikî bir yaptırım olarak ve hiç sebep yokken yapılan bir haksızlık
olarak değerlendiren câhiliyye, özellikle müslüman müstaz’aflara
inanç ve psikolojik zulümleri zulüm olarak kabul bile etmez.
96 Müslim, Birr ve’s-Sıla, 59 hadis no: 2581
97 Müslim, Birr ve’s-Sıla, 60, hds no: 2582; Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme 1, hds no:
2535
98 Buhâri, K. Mezâlim ve’l-Gasb, 8, hadis no: 8; Müslim, K. Birr ve’s-Sıla, 57,
hadis no: 2579
99 Buhâri, K. Mezâlim ve’l-Gasb, 13-15; Müslim, K. Müsâkat, 137, 142 hadis
no: 1610, 1612
100 Müslim, İman 61, hadis no: 218; Nesâi, Âdâbu’l-Kudât, 30 hds no: 5384
101 Lokman, 13
102 Hadislerle Kur’an Tefsiri, İbn Kesir, I/508
ZULÜM - ZÂLİM
- 23 -
Câhiliyye zihniyetine sahip olanlar, kendi içinde bulundukları zulmün
farkında bile değillerdir. Kendi kurtuluşları için çabalayan
dâvetçilere ise kendi haklarına saldırıyor ithamında bulundukları
çokça görülür. Allah’a şirk koşmanın büyük bir zulüm olduğunu
hiçmi hiç düşünüp kavramazlar. Müslüman olduğunu iddia eden
câhiliyye mensupları, müşrikçe inanç ve yaşayışı, küfür ahlâkını
(ahlâksızlığını) bir hak olarak görür, müslümanların bunlara tavır
almasını ise zulüm olarak değerlendirir.
Câhiliyyenin zulüm hakkındaki anlayışını Kur’an’dan bir örnekle
sergileyelim: Kur’an’a göre put kırmak değil; puta tapmak
zulümdür, hem de en büyük zulüm. Müslüman da zulme tepki
gösteren kişidir. Zâlimin zulmüne engel olmak, kahramanca bir iş
kabul edilmesi gerektiği halde, Hz. İbrahim’in putları kırmasının,
putperest câhiliyye mensuplarınca bir zulüm olarak nitelendiğini
Kur’an bize haber verir. “Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Kim cür’et etti
ilâhlarımıza bunu yapmaya! Muhakkak o, zâlimlerden biridir’ dediler.”103
Görülüyor ki, zulmü ortadan kaldırmaya çalışmak, putperestlerin
bakış açısından büyük bir zulüm olarak değerlendirilmektedir.
İzutsu bu konuda şunları söyler: Zulüm, esasen kişinin meseleye
bakış için seçtiği mihenge/ölçüye göre izâfî/görecelidir.
Kâfirlere göre putların tahribi bir zulüm eylemi teşkil etmektedir.
Zira, müşrikler açısından bakıldığı zaman, bunun yapılması için
hiçmi hiç neden yok iken, mü’minler açısından aynı hareketi haklı
gösterecek birçok sebep bulmak mümkündür. Benzer biçimde,
müslümanların, sadece “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için kâfirler
tarafından evlerinden çıkarılmaları onlar için, hiçbir haklı sebebe
dayanmayan inkârı imkânsız bir zulüm fiilidir. Ancak, kâfirlerin
bakış açısından, İslâm’ın tek Allah inancı, kendilerinin mü’minlere
karşı bu şekilde davranmaları için yeterli sebebi rahatlıkla sağlamaktadır.
104 “Kendileriyle savaşılanlara (mü’minlere), zulme uğradıkları
için (savaş konusunda) izin verildi. Şüphe yok ki Allah, onlara yardıma
mutlak surette kadirdir. Onlar ki, sırf ‘Rabbimiz Allah’tır’ dedikleri için
haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir.” 105
Firavun’un İsrâil oğullarını köleleştirmesi, erkek çocuklarını öldürüp
kız çocuklarını sağ bırakmaya varan zulümleri,106 Firavun
ve ona bağlı olanlarca normal bir durum olarak kabul edilirken;
bu apaçık zulme karşı çıkan Hz. Mûsa, fitne ve fesad çıkaran bir
103 21/Enbiyâ, 59
104 Toshihiko İzutsu, Kur’an’da Dini ve Ah. Kavramlar, s. 226
105 22/Hacc, 39-40
106 Bk. 2/Bakara, 49-51
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 24 -
nankör olarak nitelenir.107 Meselenin hakikatini ve içyüzünü Hz.
Mûsa Firavun’un suratına şöyle çarpar: “O başıma kaktığın nimet,
İsrâiloğullarını köle yapman (yüzünden)dir.” 108
Kur’an, şirkin ve dolayısıyla zulmün sebeplerinden birinin,
ataların yolunu körü körüne sürdürme ve taklit olduğunu belirtir.
Geleneği sürdürme alışkanlıkları, câhiliyye tarafından bir hak
ve haklılık olarak benimsenir. O yüzden câhiliyye düşüncesinde,
zulüm normal bir vaka, câhiliyye yönetiminde de doğal bir icraat
olarak kabul edilir. Zulme adâlet, adâlete de zulüm dendiği, kavramların
ters yüz edildiği de sıkça görülür.
Câhiliyye anlayışında câhiliyyet hamiyyeti/taassubu söz konusudur.
109 İster haklı ister haksız olsun, yakın akrabasını, hatta
kendi sülâlesini, hemşehrisini, vatandaşını kayırma duygusu vardır.
Dolayısıyla “kendi yakınları, hata etmez, zulm etmez, her zaman
haklıdır; ona karşı olanlar da her durumda zulüm içindedir” anlayışı
câhiliyyenin bu konudaki yaklaşımlarından biridir.
Zulmün Çeşitleri
Zulümden bahseden âyetlere ve hadislere baktığımız zaman
üç türlü zulümden söz etmek mümkündür:
a- İnsanın Allah’a Karşı İşlediği Zulüm
Bu, insanların Allah’a şirk koşmaları veya küfr içinde, inkârcı
olmalarıdır. Nitekim Kur’an’ın birçok âyetinde zulüm, kâfirlerin
bir özelliği olarak geçmektedir. Kur’an birçok yerde kâfirlere ve
müşriklere zâlim demektedir.
“İman edip de imanlarına zulüm karıştırmayanlar (var ya), işte emniyet/
güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir.”110 Bu âyet nazil
olunca, imana zulüm karıştırma meselesi sahabelere ağır geldi.
Peygamberimiz’e dediler ki: “Kim imanına zulüm karıştırmayabilir?”
Peygamberimiz şöyle buyurdu: “İş böyle değildir. Siz Lokman’ın
(a.s.) oğluna, ‘Ey oğlum, Allah’a şirk koşma, şüphesiz şirk en büyük zulümdür’
111 sözünü işitmediniz mi?” 112
Allah’ı inkâr ederek ilâhlık dâvâsına kalkışanların bu tavrı
da bir zulümdür. Çünkü onlar böylelikle Allah’ın ilâhlık hakkına
107 26/Şuarâ, 18-19
108 40/Mü’min, 26; 26/Şuarâ, 22
109 48/Fetih, 26
110 6/En’am, 82
111 31/Lokman, 13
112 Buhâri; Müslim, nak. Muht. İbn Kesir, 3/65
ZULÜM - ZÂLİM
- 25 -
tecavüz etmektedirler.113 Bunun tipik örneği Firavun’un yaptıklarıdır.
114 Peygamberlerini dinlemeyen, onların getirdiği âyetleri yalan
sayanların bu hareketi bir zulümdür.115 Bu gibi inkârcı zâlimler
hak ettikleri cezaya daha dünyada iken kavuşurlar.116 Kendi
hevâlarına uyup da Allah’ın vahyine itaat etmeyenler de zulüm
içerisindedirler.117 Allah’ı bırakıp başka putlara (ilâhlara) ibâdet
edenler de zulmetmiş olurlar.118 Allah’a iftira etmek, O’nun adına
din uydurmak da zulümdür. 119
Örneklerde görüldüğü gibi zulüm; küfrün ve şirkin diğer adıdır.
İnkârcıların ve müşrilerin yaptıkları yanlışlık ‘zulüm’, kendileri
de ‘zâlim’ diye niteleniyor. Onların yaptığı karanlığa davetiyedir.
Onlar bir taraftan Allah’ın zulmet (karanlık) dediği çıkmazları tercih
ederken, bir taraftan da Rablik ve ilâhlık hakkını başka varlıklara
vermektedirler. Bütün zulümlerin temelinde insanın Allah ile
olan ilişkisini yerli yerine oturtmaması vardır. Bu sebepledir ki şirk,
küfür, yalanlama, fısk ve cehaletin her türlüsü Kur’an’da zulüm
olarak tanımlanır.120 Şirk ve küfür gibi zulümler içinde bulunan insanın
günahlarını Allah bağışlamayacaktır.121 Çünkü şirk ve küfür
büyük bir zulümdür. Biliyoruz ki, ilâh, rab ve melik olma Allah’ın
hakkıdır ve insanın yalnızca Allah’ı rabb, ilâh ve melik olarak tanıması
gerekir. Bu hakkı sahibine vermeyen insan, birinci derecede,
yani en büyük zâlimdir. 122
b- İnsanlar Arasındaki Zulüm
Zulüm, aynı zamanda insanların diğer insanlara, içinde yaşadıkları
topluma ve tabiata, diğer canlılara karşı işledikleri suçlar,
haksızlıklar ve tecavüzlerdir. Bu bir anlamda kişi ve kamu haklarının
ihlâlidir. Bu ihlâli ister kişi yapsın, ister bir topluluk, isterse
siyasî otoriteler yapsın; hepsi zulümdür. Bütün diktatörler, bütün
despot ve baskıcı rejimler zulme başvururlar, elleri altındaki insanların
haklarını gasp ederler. Kurulan zulüm düzenleri insanların
en doğal haklarını vermezler, onlara baskı ve şiddet uygularlar.
113 21/Enbiyâ, 29
114 7/A’râf, 103
115 11/Hûd, 37
116 11/Hûd, 67, 94; 17/İsrâ, 59
117 30/Rûm, 29
118 37/Saffât, 22
119 3/Âl-i İmrân, 94
120 6/En’âm, 68, 93; 9/Tevbe, 23; 21/Enbiyâ, 2, 3, 5; 22/Hacc, 52-53; 39/Zümer,
32; 11/Hûd, 18-19; 2/Bakara, 114; 4/Nisâ, 168
121 4/Nisâ,168
122 31/Lokman, 13
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 26 -
Allah (c.c.) insanın cüz’î iradesini eline vermiş, ona müdahale
etmemiştir. Bunun anlamı; dileyen iman eder, dileyen etmez.
Sonucuna katlanmak şartıyla dileyen ibâdet eder, dileyen etmez.
Allah (c.c.) kendi yarattığı ve ni’met verdiği insanın iradesine ipotek
koymamıştır. Ancak insanların kurduğu nice zulüm sistemleri
başkalarının iradelerine müdahale ederler. Onlara ‘şöyle inanacaksınız,
böyle düşüneceksiniz, şöyle giyineceksiniz, böyle yaşayacaksınız’
diye dayatırla r. Şüphesiz bu zulümdür.
İnsan hakları ihlâlleri, tabiatın acımasızca tahribi, hayvanların,
ormanların, yeşil alanların ve yeraltı zenginliklerinin yağmalanması
birer zulümdür. Kişinin mahkemede, iş yerinde, başka yerlerde
hakkını alamaması zulümdür. Başkalarının hakkına engel olmak,
rüşvet, torpil veya benzeri yollarla başkalarına ait bir hakkı
almak, görevi kötüye kullanmak, emanate ihanet etmek zulümdür.
Bütün işkence şekilleri, inançlara saldırılar, inançları yaşamanın
önündeki engeller, kişilerin kimliğini ifade etmelerine engel
olma, ırk ve bölge ayrımcılığı, sınıf kavgaları, dilleri ve kültürleri
yasaklamak, ırk, dil ve renk gibi farklı dünyevî ve maddî unsurları
yükseklik veya aşağılık sebebi saymalar birer zulümdür. Resmî ideolojilere
inanmayanlara ikinci sınıf insan muamelesi yapmak, onların
haklarına engel olmak, onlara tepeden bakmak da zulmün
başka bir çeşididir. Yine, adam öldürmek, hırsızlık yapmak, gasp,
soygun, baskı ve şiddet; zulümden başka bir şey değildir.
İnsanlara en güzel hayatı İslâm gösterdiği gibi, insanlar arasında
adâleti de ancak İslâm’ın kuralları sağlayabilir. İslâm, insanların
haklarını ve bu haklara riayet etmeyi en güzel şekilde göstermiştir.
Allah’ın hükümleri, hayatı düzene koyan hükümlerdir.
Bundan dolayı kişi veya siyasî otorite olarak, Allah’ın indirdiği
hükümlerle hükmetmemek zulme sebep olur. Buna sebep olanlar
da zâlimlerdir. 123
c- İnsanın Kendi Kendine Zulmü
İnsanın kendi kendine zulmü, ya şirke veya küfre bulaşarak
olur, ya da inandığı halde Allah’a isyan ederek, yani günah işleyerek
olur. Nitekim Hz. Âdem ve eşi, cennetten, orada yaptıkları
hata sebebiyle çıkınca şöyle dua ettiler: “Rabbimiz, biz nefislerimize
zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve rahmet etmezsen, gerçekten
zarara uğrayanlardan oluruz.”124 Mü’minler, nefislerine zulmettikleri
veya bir çirkin iş (fâhişe) işledikleri zaman hemen Allah’ı hatırlayıp,
123 5/Mâide, 44
124 7/A’râf, 23
ZULÜM - ZÂLİM
- 27 -
bağışlanma isterler. Buradaki nefse zulmetmek, günah işlemek
anlamındadır. 125
Kur’an, gerek dünyada gerek âhirette azabı hak edenlere
Allah’ın kesinlikle zulmetmediğini, fakat onların kendi kendilerine
zulmettiklerini ısrarlı bir şekilde vurgular. “Allah, insanlara hiç bir
şeyle zulmetmez. Fakat onlar kendi nefislerine zulmederler.” 126
Kendilerine kitap gönderilen insanların kimi nefsine zulmeder,
kimi de Allah’ın izniyle hayırda öne geçer127. Mü’min olduğu halde
günah işlemek, hata etmek veya isyanda bulunmak suretiyle
nefsine zulmedenler, Allah’ı Ğâfur (bağışlayıcı) ve Rahim (rahmet
sahibi) olarak bulurlar. 128
Hz. Al i şöyle der: “Bir kimse birine zulmettiği veya bir kötülük
yaptığı zaman, hakikatte kendisine zulmetmiş olur. Çünkü
Cenâb-ı Hak, Kur’ân’da: “Kim iyilik yaparsa, kendisinin lehine; kim de
kötülük yaparsa, kendisinin aleyhinedir.”129 buyurmuştur.
Ülkelerin, toplumların ve uygarlıkların çöküş nedeni zulümdür.
Toplum içerisinde servetiyle şımaranlar, ellerine iktidar gücünü
geçirenler adâletle iş görmezlerse zulme saparlar. Zâlimler
hevalarına (kendi nefislerinin arzularına) uyarlar. Onlar, akıllarını
yerli yerinde kullanmayan cahillerdir. Tuğyan eden, azıp yoldan
çıkan tâğutlar da zulüm yapmaktan geri durmazlar. Onlar adâlet
ölçülerine zaten uymazlar. Bulundukları konuma, sahip oldukları
güce ve iktidara hak ederek gelmedikleri için, bunları korumak
üzere devamlı zulme başvururlar. 130
Zâlim; Anlam ve Mâhiyeti
‘Zâlim’, zulmet mastarının fâil (özne) ismidir. ‘Zâlim’, zulmeden,
zulüm işleyen kimse demektir. Zâlim, zulmün taşıdığı bütün
olumsuz anlamların bizzat yapıcısı, meydana getiricisidir. Zulüm,
esas itibariyle çok olumsuz bir eylemdir ve ‘zâlim’ de bu olumsuz
eylemin öznesidir. Günlük dilde zâlim; merhametsiz, haksızlık yapan,
gaddar ruhlu, işkence eden, baskı yapan kimsedir. Zâlim, hak
sahiplerine hakkını vermediği gibi, baskı ve şiddetle başkalarının
hakkına tecavüz eder, onlara kötülükte bulunur. Günlük dildeki
125 3/Âl-i İmrân, 135; ayrıca bk. 4/Nisâ, 64, 110
126 10/Yûnus, 44; ayrıca bk. 9/Tevbe, 70; 29/Ankebût, 40; 2/Bakara, 57; 7/A’râf,
160; 16/Nahl, 33, 118 vd.
127 35/Fâtır, 32
128 4/Nisâ, 110
129 41/Fussılet, 46
130 Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, 786-788
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 28 -
bu kullanım, Kur’an’daki kullanımla karşılaştırınca yanlış değil;
ama eksik bir anlamdır.
Mevdûdi, zâlim kelimesini şöyle açıklar: Arapça zâlim kelimesi
çok geniş kapsamlı bir kelimedir. Zulüm, “bir hak veya görevi
ihlâl etmek”tir. Zâlim ise, bir hak veya görevi ihlâl eden kişidir.
Allah’a isyan eden bir kişi üç temel hakka tecavüz etmiş demektir.
İlk olarak o, itaate lâyık olan Allah’ın haklarına tecavüz etmiştir.
Daha sonra isyanına âlet ettiği tüm eşya ve varlıkların, örneğin
kendi organ ve yetilerinin, diğer insanların, işlerine yardım eden
meleklerin ve zulmü sırasında kullandığı bütün her şeyin haklarına
tecavüz etmiş olur. Çünkü bütün bunların, Allah’ın dileği doğrultusunda
kullanılmaya hakkı vardır. Son olarak, kendi haklarına
tecavüz etmiş olur; çünkü kendi nefsinin de kendisi üzerinde, kendisini
ziyana uğratmaktan korumak gibi bir hakkı vardır. Kendisi
isyan etmek suretiyle Allah’ın azâbına uğradığında da, kendisine
zulmetmiş olur. Bu nedenle Kur’an, günahı, birçok yerde zulüm
olarak niteler.131
Kur’an, ‘zulüm’ ve ‘zâlim’ kavramlarını çok sık kullanmaktadır.
Zâlim kelimesi öncelikli olarak, inkârcıların önemli bir sıfatıdır.
Aslında küfür ve şirk en büyük zulümdür. Bu anlamda müşrikler
zâlimlerin ta kendileridir. Çünkü Allah’a ait olan ilâhlık hakkını
yerine getirmiyorlar, bu hakkı inkâr etmek veya birden fazla ilâh
tanımak suretiyle başkalarına veriyorlar. Onların içinde bulundukları
küfür ve şirk hali karanlıktan başka bir şey değildir. Zulüm
zihniyeti taşıyanlar hem kendileri için hem de başkaları için karanlık
taşırlar, karanlık üretirler, karanlık işler çevirirler. Çevrelerinde
hep karanlık vardır. Yaptıkları işlerin aydınlık bir yönü yoktur.
Zâlim ve Zulüm Mantığı
Zulüm, yaratılış düzenindeki uyumu, imar ve ıslahı bozmaktır.
Öyleyse bu anlamda en büyük zâlim, kötü insandır. Yaratılış düzenini,
tabiatı ve toplum bünyesindeki dengeyi hep bu kötü insan
tipi bozmaktadır.
Göklerin ve yerin Nûr’u olan Allah,132 nûr saçan bir kandil (çerağ)
olan Peygamberi aracılığıyla,133 yine Nûr olan, baştanbaşa aydınlık
olup insanları aydınlığa çağıran bir ilâhî kitap gönderdi.134
Bu ilâhî kitap ve Allah’ın nûr olan elçisi bütün insanları Nûr’a, yani
131 Mevdûdi, Tefhîmu’l-Kur’an, c. 1, s. 65
132 24/Nûr, 34
133 33/Ahzâb, 46
134 5/Mâide, 15
ZULÜM - ZÂLİM
- 29 -
aydınlığa, her şeyin en güzeline, doğrusuna, Hakka ve adâlete,
karanlık gibi olmayan iyiliklere dâvet ediyor. Allah böylece insanları
karanlıklardan (zulumât’tan) Nûr’a (aydınlığa) çıkarmak istemektedir.
135
Bütün bunlara rağmen bu Nûr’u görmek istemeyenler, bu
Nûr’un getirdiği düzeni beğenmeyenler, iradelerini ve isteklerini
bu Nûr’a bağlamayanlar, kendi hevalarına (aşırı istek ve arzularına)
uyarak, kendileri karanlıkta kaldıkları gibi, çevrelerini de karartırlar.
İnsanın benliğinde ve yeryüzünde dengeyi kurmak için
gönderilmiş olan ilâhî ilkeleri, yaşama düzenini reddederler. Haddi
aşarlar, yoldan çıkarlar, ölçüsüz hareket ederler, bozgunculuk
yaparlar ve olması gereken dengeyi bozar, kaosa, haksızlığa, zulme
ve adâletsizliğe yol açarlar. İşin garibi bu gibi insanlar, kendileri
-Kur’an’ın deyişi ile- karanlıkta (zulumât’ta) oldukları, üzerinde
bulundukları yol ve anlayış zulüm olduğu halde, onlar bu kötü
durumlarını görmezler, Allah’ın dinine karanlık, insanları Allah’ın
dinine dâvet edenleri de karanlık davetçisi diye suçlarlar. Kimileri
de ya kör inadı sebebiyle, ya da aşırı cahil olması yüzünden,
Allah’ın insanlar için seçtiği aziz İslâm’ı ortaçağ karanlığı gibi zanneder.
Hâlbuki Allah (c.c.) kendi doğru yoluna, İslâm’a nur/aydınlık;
diğer yollara da karanlıklar demektedir. İşte bu tür insanların
yaptıkları zulüm; kendileri de zâlimdir.
Zâlim Tipleri
Üç çeşit zâlim vardır. Birincisi: Allah’a karşı isyan eden kâfir
veya Allah’a ortak koşan müşriktir. Allah’ın âyetleri kendisine hatırlatıldığı
zaman kibirlenerek yüz çeviren inkârcılar zâlimdirler.136
Allah’ın âyetlerine yalan veya uydurma diyenler de aynı durumdadırlar.
137 Allah (c.c.) hakkında kafasına göre yalan uyduran ile ‘ben
vahy aldım, Allah’ın gösterdiğini aynen gösteririm’ diyen iftiracı
da zâlimdir.138 Allah (c.c.)’ın yolunu tıkamak isteyenler ile, mescidleri
tahrib eden veya oralarda Allah’a ibâdet edilmesini engelleyenler
de zâlimdir. 139
Şirk, şüphesiz en büyük zulümdür.140 Şirk koşan müşrikler de
zâlimlerin ta kendileridir. Allah (c.c.), Mûsâ (a.s.) Tûr dağında iken
buzağıyı ilâh edinip tapınanlara da zâlim demektedir. Çünkü
135 2/Bakara, 267
136 18/Kehf, 57
137 62/Cuma, 5; 39/ Zümer, 32
138 6/En’âm, 93
139 2/Bakara, 114
140 31/Lokman, 13
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 30 -
onlar, insan eliyle yapılmış bir heykeli ilâh haline getirmişlerdir.141.
Kim Allah’a ortak koşup müşrik olursa, Allah ona Cennneti yasak
edecek ve bu gibi zâlimlerin yardımcıları olmayacaktır. 142
İkincisi: Toplum ve kişi haklarına tecavüz edenlerdir. Bu kamu
haklarına saldırı ve kişinin -ister doğuştan ister sonradan elde
ettiği- haklarını gasbetme, kişiye veya kamuya her türlü işkence,
baskı ve hak ihlâli şeklinde ortaya çıkar. Hak ve adâleti dağıtma
makamında olanlar, adâletten ayrılırlarsa; zâlim olurlar.
Devlet otoritelerinin fertlere ve toplumlara yaptıkları zulümleri
de bu kategoride değerlendirmek mümkündür. Halkına zulmeden,
onların haklarını vermeyen, toplum düzenini sağlamak
için gönderilmiş olan Allah’ın hükümlerini uygulamayan bütün
kişi ve rejimler zâlimdirler.143 Zulmün kişiden kitleye, kitleden kişiye
doğru gerçekleşmesi arasında fark yoktur. Zulüm zulümdür.
Kur’an, servet ve nimet sebebiyle şımaran, kendini büyük gören
sonra da insanlara hükmetmek isteyenlere ‘teref’ demektir.
Bu gibiler servetin sağladığı güçle insanlara tahakküm etmeye
yeltenirler, onların haklarını ellerinden alırlar ve onları ‘müstaz‘af’
haline getirirler. Otorite gücüyle, malıyla veya başka bir şeyle kibirlenen
ve kendilerini yüce görenlerin diğer adı ‘müstekbir’dir.
Onlar bu kibirleriyle şımarırlar, üstünlüklerini göstermek için despotluk
yapar ve insanların haklarına tecavüz ederler, onları kendi
çıkarları için kullanmak isterler. Bunların yaptıklarının zulüm
olması açısından, kişi ve kurum olması arasında, özel veya tüzel
kişilik olmasında fark yoktur.
Tuğyan edenler/azgınlığa düşenler de, insanlar üzerinde rablik
taslamaya kalkarlar ve böylece onlara hükmetmek, onlara kendi
düzenlerini benimsetmek isterler. Şüphesiz onlar da zâlimlerin ta
kendileridir144. Kim olursa olsun toplumun ve kamunun haklarına
tecavüz edenler, onların haklarını vermeyenler, hakların kullanımını
rüşvet, torpil, baskı, şiddet ve terörle engelleyenler zâlimdirler.
Yine, halkını Allah’ın indirdikleriyle yönetmeyip onlara haksızlık
ve adâletsizlik yapanlar ile, mahkeme ve hukuk işlerinde ilâhî yasaları
uygulamayarak adâletten ayrılanlar da zâlimdirler.
Üçüncüsü: Kendi kendine zulmeden zâlimler. Bu, kişinin
Allah’a karşı hata işleyerek içine düştüğü günahkârlık, ya da bedenin
veya ruhun hakkını vermeyerek, kendi bünyesindeki dengeyi
bozmaktır. Hz. Âdem (a.s.) Cennette yasak meyveyi yedikten
141 2/ Bakara, 51, 92-93; 7/A’râf, 148
142 5/Mâide, 72
143 5/Mâide, 45
144 53/Necm, 52
ZULÜM - ZÂLİM
- 31 -
sonra yaptığı hatası için ‘kendi nefsime zulmettim’ demiştir.145
İnkârından veya günahından dolayı azabı hak edenler, kendi kendilerine
zulmedenlerdir. Allah onlar hakkında, “Allah onlara zulmetmedi,
fakat onlar kendi nefislerine zulmettiler.” demektedir. 146
Kur’an, muttakîlerin özelliklerini sayarken, “çirkin bir hayâsızlık
işledikten ve nefislerine zulmettikten sonra Allah’ı hatırlayanlar, tevbe
edenler” demektedir. Bu anlamda günah işlemek nefse karşı yapılmış
bir zulümdür.147 Allah (c.c.), Kitab’ı kullarından seçtiği kimselere
miras kılmıştır. Onlardan kimileri nefislerine zulmederler, kimileri
orta bir yol izlerler, kimileri de hayırda yarışırlar.148 Kitab’a
inandığı ve onu hayat kaynağı bildiği halde, Allah’ın koyduğu
sınırları aşanlar kendi nefislerine karşı zâlim olurlar.
Müslüman olsun, inkârcı olsun; kim Allah’ın koyduğu sınırlara
tecavüz ederse, kim Allah’ın hükmünün dışında iş yaparsa o
zâlimdir.149 Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Kâfirler
Allah’ın koyduğu ölçüleri, sınırları hiç tanımazlar, inanmazlar ve o
ölçüleri kaale bile almazlar. Zaten kim Allah’ın koyduğu hükümleri,
ölçüleri tanımazsa inkârcı olur. Bütün inkârcılar da zâlimdirler.
Mü’minlerden bazıları ise, Allah’ın koyduğu ölçüleri kabul etmekle
beraber, nefislerine karşı zulmederek o ölçüleri uygulamakta
hata yapıp günaha düşebilirler. Böyle yapanlar da ‘fâsık’ olurlar. 150
Kur’ân’a Göre Zâlimlerin Özellikleri
Bu zâlimlerin hiç bir velileri (yardımcıları) ve şefaatçileri yoktur.
151 Zâlimler zulümlerine devam ettikleri ve kötü huylarından
vaz geçmedikleri için Allah (c.c.) onlara hidâyet vermez, yol göstermez.
152
Allah (c.c.) zâlimleri kesinlikle sevmez.153 Allah zâlimleri sevmediği
gibi, aynı zamanda onları lânetlemektedir.154 Onların sonları
gerçekten çok kötü olacaktır.155 Zâlimler için bir kurtuluş da
mümkün değildir. 156
145 7/A’râf, 23; 28/Kasas, 16
146 11/Hûd, 101; 43/Zühruf, 76; 3/Âl-i İmrân, 117; 16/Nahl, 33
147 3/Âl-i İmrân, 133-135
148 35/Fâtır, 32
149 2/Bakara, 229
150 Hüseyin K. Ece, a.g.e., s. 766-771
151 2/Bakara, 270; 5/Mâide, 72; 40/Mü’min, 18
152 2/Bakara, 258; 3/Âl-i İmrân, 86; 5/Mâide, 51; 6/En’âm, 144; 28/Kasas, 50; 46/
Ahkaf, 10
153 3/Âl-i İmrân, 57; 42/Şûrâ, 40
154 7/A’râf, 44; 11/Hûd, 18
155 3/Âl-i İmrân, 151; 5/Mâide, 72; 42/Şûra, 21, 45
156 6/En’âm, 135; 12/Yusuf, 23
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 32 -
Mü’minler zâlimlere sevgi besleyemezler, onları veli/dost kabul
edemez, onlara hiç bir konuda yardımcı olamazlar. Müslümanların
düşmanlığı da ancak zâlimleredir157.
Yukarıda belirtildiği gibi, müşrikler ve kâfirler zâlimdirler. Zaten
Kur’anî anlamda zulüm, bu iki tipin en önemli özelliğidir. Onlar,
bir şeyi ait olduğu yerden alır başka yere koyarlar. Onlardan
bir kısmı, azarak, haddini aşarak insanlara zulmeder, haklarını ellerinden
alır. Onlar, Allah’ın ölçülerini dinlemez, kendi hevâlarına,
kendi görüşlerine uyarlar. Onlar, karanlığın ve adâletsizliğin
reklâmcılarıdır.
Allah’a, çocuk isnat ederek, ortağı, eşi, yardımcıları var diyerek
iftira edenler,158 Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenler,
Peygamber’e uymayan ve itaat etmeyenler,159 ilimsiz mürşidlik
taslayıp insanları saptıranlar,160 Allah’ın âyetleri hatırlatıldığı halde
sırtını dönüp gidenler veya âyetleri reddedenler,161 yetim hakkı
yiyenler,162 Allah’a ait şahitlikten kaçanlar,163 aralarında hükmedilmek
üzere Allah ve Rasûlüne çağrıldıkları halde yüz çevirenler,164
Allah’ın âyetleriyle mücadele edenler,165 tevbe etmeyenler,166
müslümanları yurtlarından haksız yere çıkaranları dost bilenler,167
yahudi ve hırıstiyanları Allah’ın yasağına rağmen velî/dost
edinenler,168 Allah’ın âyetleriyle alay edenler,169 kâfirlikte direnen
ana babayı ısrarlı bir şekilde velî/dost edinenler170 zâlimlerdir.
Kur’an, mü’minlere zâlimler hakkında net bir tavrı emrediyor.
Zâlimler, insan, toplum, yönetim, hüküm hayatında ve evrende
dengeyi bozarlar. Haksızlık ve adâletsizliğe sebep olurlar. Onlar,
Allah’ın sevmediği kimselerdir. İslâm, zâlimlerin doğru yolu bulmalarının
metodunu çizdiği gibi, onlarla nasıl mücadele edileceğini
de göstermiştir. Ancak İslâm, onlara meyletmeyi, onları velî/
dost edinmeyi kesinlikle yasaklamaktadır: “Zulmedenlere meyil/eğilim
göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka veliniz
157 2/Bakara, 193
158 2/Âl-i İmrân, 94; 6/En’âm, 21, 93, 144; 29/Ankebût, 68; 61/Saff, 7
159 17/İsrâ, 47
160 6/En’am, 144
161 18/Kehf, 57
162 4/Nisâ, 10
163 2/Bakara, 140
164 24/Nûr, 50
165 29/Ankebût, 49
166 49/Hucurât, 11
167 60/Mümtehıne, 9
168 5/Mâide, 51
169 6/En’am, 68
170 9/Tevbe, 23
ZULÜM - ZÂLİM
- 33 -
yoktur, sonra yardım da göremezsiniz.”171 Peygamberimize, “hangi
cihadın daha faziletli olduğu” soruldu. Buyurdu ki: “Zâlim bir sultanın
(yöneticinin) yanında hakk kelimesini konuşmaktır.” 172
Mazlum; Anlam ve Mâhiyeti
Mazlum, ‘zulm’ kelimesinden türemiştir. Zulme uğrayan, kendisine
zulmedilen demektir. Bilindiği gibi, insan bünyesinde ve tabiatta
dengeyi bozmak, itaat etmesi gerekirken etmemek, Allah’a
kulluk yerine başka tanrılara ibâdet etmek, bir kimsenin hakkını
vermesi gerekiyorken vermemek, bir kimseye baskı ve işkence
uygulamak, orta yolu izlemesi gerekirken haddi aşmak, günah
işleyerek kendi insanlık onuruna zarar vermek gibi şeyler birer
zulümdür.
Mazlum kavramı daha çok, baskı ve işkenceye uğrayan, kendisine
haksızlık yapılan kimse demektir. Mazlum durumunda olan,
aslında haksızlığı, baskıyı, cezayı hak etmemiş kimsedir. Ancak
adâleti uygulamayan, insanlara karşı istikbar eden ve onlara haksızlık
yapan, insanların haklarını zorla ellerinden alanlar başkasına
zulmederler ve onları mazlum konumuna getirirler.
Mazlum kimseler; zulme/haksızlığa uğramışlar, hakları gasb
edilmiş, müstaz’af durumuna düşürülmüş insanlardır. Öyle zavallı
bir duruma düşmüşlerdir ki, hakkını bile savunamayacak bir zayıflıktadırlar.
Mazlumların hakları zorla ellerinden alınmış, baskı ve
işkencelere uğramışlardır. Hak etmedikleri bir cezaya çarptırılmışlar
veya hakir görülüp hakarete uğrayarak haysiyetleri zedelenmiş,
zenginliklerine ve mallarına tecavüz edilmiştir.
Allah katında en büyük günahlardan biri zulm etmektir. “İyi
bilin ki Allah’ın lâneti zâlimlerin üzerinedir.”173 Bu demektir ki insanların
mazlum konumuna düşürülmeleri en büyük günahlardan biridir.
Zulmün olduğu yerde mazlum da vardır, ama adâlet yoktur.
Adâletin olmadığı yerde insanlar haklarına kavuşamazlar, o yerde
huzur ve mutluluğun olması mümkün değildir.
İslâm’ın korunmasını istediği beş şey: -Din, Mal, Can, Nefis ve
Nesil emniyeti- kişi ve toplum hayatının temelidir. İnsan hakları
dediğimiz şeyler de bu beş şeyin etrafında toplanır. İnsan doğuştan
ve sonradan birtakım haklara sahiptir. Onlara bu hakları vermemek
zulümdür.
171 11/Hûd, 113
172 İbn Mâce, Fiten 20, Hadis no: 4012, 2/1330
173 11/Hûd, 18
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 34 -
Zâlimlerin yüzünden nice mazlum acı çekmiş, perişan olmuş,
haklarından mahrum kalmıştır. Tarihte nice zâlimlerin yüzünden
kitleler ve fertler sayısız zulümler görmüşler, nice insanlar en temel
haklarından mahrum kalmış, nice insanların insanlık onuru
ayaklar altında çiğnenmiştir.
Günümüzde insan haklarından çok söz edildiğine şahit oluyoruz.
Bu elbette kötü bir şey değildir. Ancak, bir yandan da zâlimler
zulümlerine devam ediyor. İnsan haklarından söz edenler, zulüm
karşısında çifte standart uyguluyorlar. Güçlüler ve zenginler, fakirleri
ve zayıfları ezmeye devam ediyor. Zayıf ülkelerin mazlumlarını
pek savunan yok. Güçlü ülkeler kendi çıkarlarını savunan
zâlimlere arka çıkıyorlar. Mazlumlar kendi yandaşları değilse ilgi
göstermiyorlar.
Tarihî emperyalizm ve sömürgecilik, geçmişte çok zulümler işlemiş,
pek çok insanı mazlum yapmıştı. Bugün de o çirkin emperyalizm
ve sömürgecilik en vahşi bir şekilde devam ediyor. Yeryüzünde
bir yığın insan en temel haklarından mahrum yaşıyor.
Dünyanın bazı yörelerinde zenginler ve zâlim yöneticiler, kendi
vatandaşlarına baskı ve zulüm yapıyorlar. Böyleleri kendi halkına
zulmetmekten, onların haklarına tecavüz etmekten adeta
vahşi bir zevk alıyorlar. Bazıları, başka insanların vatanlarını, topraklarını,
evlerini işgal ve gasp ediyorlar, bu cinayetlerine karşı çıkanları
ya acımasızca sindiriyor, öldürüyorlar, ya da çeşitli yöntemlerle
susturuyorlar, onları terörist ilan ediyorlar. Bazıları da, devlet
ve makam imkânlarını kullanarak, rüşvet ve torpille, adamını bularak
başkalarının hakkına tecavüz ediyor, haklarını savunamayan
kimseleri mağdur edebiliyorlar. Bu sebeplerden dolayı niceleri
mazlum konumuna düşüyorlar.
İslâm, zulmün her çeşidini yasaklamakta; müslümanlara, bütün
zulümleri ortadan kaldırmak için çalışmalarını farz kılmakta;
mazlumlara arka çıkılmasını emretmektedir. Kur’an, zâlimleri
lânetliyor; adâleti yüce bir değer olarak ortaya koyuyor ve adâleti
ayakta tutmaları için müslümanlara çağrı yapıyor. 174
Müslüman, kimden gelirse gelsin zulme karşıdır. Mazlum kim
olursa olsun onun yanındadır. İslâm’a göre, zulmetmek haram olduğu
gibi, zulme uğramak da, zulmü kabullenmek de yoktur. Yani
haksızlığa râzı olmak, zulme ve zâlimlere ses çıkarmamak, onların
yaptıkları zulümleri seyretmek de câiz değildir. Zâlimlerle mücadele
etmek, onların zulümlerine engel olmak, hem mazluma bir
174 5/Mâide, 8
ZULÜM - ZÂLİM
- 35 -
yardımdır, hem de zâlimin düzelmesini sağladığı için ona da bir
yardımdır. İslâm’a göre mazlum, hakkı alınıncaya kadar güçlü ve
üstün insandır. Zâlim ise, mazlumun hakkı kendisinden alınıncaya
kadar en zayıf ve aşağı kimsedir.
Allah (c.c.) zulme uğrayanların (mazlumların) duasını kabul
eder. Onların duası ile Allah arasında bir perde yoktur. 175
Hz. Ali (r.a.) “Zulmün iki unsuru vardır, zâlim ve mazlum. Zâlim,
zulmettiği için; mazlum da zulme rızâ gösterdiği için zâlimdir” der.
Mü’minler zâlim de mazlum da olmamalıdır. Kur’ân-ı Kerim’de de,
“Ne zulmedersiniz, ne de zulme uğrarsınız.”176 buyrulmaktadır. Şu halde
zâlimin zulmüne rızâ gösteren ve onu zulmünden alıkoymak
için ellerinden geleni yapmayan insanlar da zulümde ortaktırlar.
Allah, sözün bağrılıp çağrılarak söylenmesini hoş görmediği
halde, zulme uğrayanın bunu açıkça ve her yerde söylemesine izin
vermiştir. Bunun da ötesinde, mü’minleri överken, onların bir zulme
uğradıklarında elele verip yardımlaşarak zâlime karşı çıktıklarını
ve zulmü defettiklerini belirtir: “Ancak iman edip sâlih ameller işleyenler,
Allah’ı çok zikredenler ve zulme uğradıktan sonra yardımlaşanlar
başka.”177; “Allah, kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez, ancak zulme
uğrayanlar hariç.” 178
Zulmün Cezası
Hakkın/doğrunun ve adâletin ölçülerini koyan Allah, zâlimleri
cezalandırmak suretiyle adâleti gerçekleştirmiş olur. Çünkü O,
Âdil-i mutlaktır. Zulmün cezası esas olarak âhirette verilecektir.
Çünkü bu dünya, ödül ve ceza yeri değil; imtihan yeridir. Hesap ve
mahkeme âhirette görülecek, hak edenlere cezaları orada verilecektir.
Ancak, bazı azgın zâlimlerin cezası dünyada verilmeye başlanır.
Çünkü cezası en çabuk ve hatta daha dünyada iken verilen
suçlardan biri ve en önemlisi, zulüm; özellikle başkalarına yapılan
zulümdür. Zulmün bazısı affedilebildiği gibi, bazısı da kesinlikle
azabı, hem de ebedî azabı gerektirir. Zulmün affı ise, tevbeye
bağlıdır. Zâlimlerin tevbesini kabul, Allah’a kalmıştır.179 Allah, insanların
zulümlerine rağmen onları bağışlayabilir. Cezalandırması
da çetindir.180 Zulmedenler, âhirette, yeryüzündeki herşeyi, azabın
175 Müslim, İman 7, Hadis no: 19, 1/50; Ebû Dâvud, Zekât 4, Hadis no: 1584,
2/104; Tirmizî, Zekât 4, Hadis no: 625, 3/21
176 2/Bakara, 279
177 26/Şuarâ, 227
178 4/Nisâ, 148
179 3/Âl-i İmrân, 128
180 13/Ra’d, 6
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 36 -
fidyesi olarak vermeye râzıdır. Ama artık onların hiçbir fidyesi kabul
edilmez. 181
Günah işleyip kendisine yazık eden, nefsine zulmedenler, af
dilemeli, tevbe etmelidir: “Kim zulmettikten sonra tevbe eder ve halini
düzeltirse, Allah da tevbesini kabul eder.”182. “Ve onlar, bir fâhişe/kötülük
yaptıklarında veya nefislerine/kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp
günahlarından dolayı hemen tevbe, istiğfâr ederler. Zaten günahları
Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde
bile bile ısrar etmezler.”183 Bu tevbe ile affedilen zulüm, başkalarının
hukunun çiğnendiği, başkalarına karşı yapılan zulüm değildir. Bu
tür zulmün affedilmesi için, o kişinin hakkını helâl etmesi şarttır.
Allah, zâlimleri sevmediği 184 gibi, onlardan intikamını alır.185
“...Biz ahâlisi Zâlim olanlardan başkasını helâk edici değiliz.”186 Bu dünyada
helâke uğrayan Nûh kavmi, suda boğulmayla,187 Âd kavmi,
korkunç sesli azgın kasırgaya tutulmakla,188 Lût kavmi üstlerinden
taş yağmasıyla,189 Medyen halkı depremle190, Eyke’liler buluttan
ateş yağmasıyla,191 Firavun ve adamları suda boğulmakla192 helâk
olmayı hak etmişlerdir. Yoksa “Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” 193
Zâlimin Dünyada Cezalandırılması: Her zaman değilse de,
zâlim, başkasına yaptığı zulmünden dolayı, daha dünyada iken
ceza görür. Buna şu hadis delil olmaktadır: “Allah’ın, âhirete saklamakla
beraber, bağy ve sıla-i rahim gibi daha dünyada iken sahibine cezayı
lâyık gördüğü hiçbir günah yoktur.”194 Allah, bağy, yani zulüm ve
İslâmî yönetime karşı gelmek, bir de sıla-i rahim, yani başta anne
baba olmak üzere akrabalarla ilişkiyi kesmek gibi bir günahın cezasını
Allah esas olarak âhirete bırakmakla birlikte, işleyene âcilen
verdiği başka bir günahın cezası yoktur. “Mazlumun bedduasından
sakınma”yı emreden hadis de, bu cezanın âcilen verildiğini
hatırlatır.
181 10/Yûnus, 54; 39/Zümer, 47
182 5/Mâide, 39
183 3/Âl-i İmrân, 135
184 3/Âl-i İmrân, 40, 57
185 15/Hicr, 78-79
186 28/Kasas, 59
187 23/Mü’minûn, 28
188 23/Mü’minûn, 41
189 11/Hûd, 82
190 7/A’râf, 91
191 26/Şuarâ, 189
192 7/A’râf, 136
193 18/Kehf, 49
194 Ebû Dâvud; Avnu’l Ma’bûd, Şerh-i Sünen-i Ebî Dâvud, 13/244
ZULÜM - ZÂLİM
- 37 -
Fakat bu dünyevî durum; “her zâlim, daha dünyada iken hemen
cezalanır”, şeklinde anlaşılmamalıdır. Çünkü, zâlime mühlet
vermesi (imhâl), Allah’ın sünnetindendir. Onu cezalandırmayı ihmal
etmesi sözkonusu değildir; ama imhâl etmesi mümkündür.
Bazen onu dünyada cezalandırmaması, bizim bilmediğimiz, ama
Allah’ın bildiği, ona nimet verip zulmünü ve küfrünü arttıracak
fırsat vererek hak ettiği azabını artırması gibi bir hikmetten dolayıdır.
Veya o mazlum başkalarına zulmetmiştir de, düştüğü durum,
onun zulmünün bir cezası olarak karşısına çıkmıştır. Ya da Allah,
zâlimin ileride düzelip samimi bir tevbe edeceğini veya mazlumun
kendine zulmedenden ileride hakkını alacağını biliyordur.
Allah’ın zâlimin cezasını geciktirmesi veya âhirete bırakmasında
başka hikmetler de olabilir. Bütün hikmetleri kavramamıza imkân
yoktur. Ancak, zulüm, yukarıdaki hadiste belirtildiği gibi, zulmü
yapana cezanın tez gelmesini sağlar. Zulme uğrayanın duası da
makbuldür; Ki o, çoğu zaman kendisine zulmedene âcil bir intikamla
beddua eder.
Allah, Bazen Bir Zâlimi Diğer Bir Zâlimin Üzerine Musallat
Ederek Cezalandırır: Allah’ın zulüm ve zâlimler hakkındaki bir
sünneti/kanunu da, bireyleri birbirine zulmeden bir toplumun
başına, yaptıklarının bir cezası olarak, zâlim bir yöneticiyi ve yönetimi
Mûsâllat etmesidir. “İşte kazandıkları (günahları)ndan ötürü
zâlimlerden bir kısmını diğer bir kısmının peşine böyle takarız.”195 Dolayısıyla
Allah, zulmün cezası olarak, zâlimi zâlime Mûsâllat kılar, o
da onları zillet ve felâkete götürür. Nefsine zulmeden günahkâr
zâlim, halkına zulmeden zâlim yönetici ve ticaretinde insanlara
zulmeden hilekâr tüccar gibi bütün zâlimler bu âyetin tehdit eden
kapsamına girmektedir. Fahreddin Râzi, bu âyetin tefsirinde şöyle
der: Âyet gösteriyor ki, halk ne zaman zâlim durumda olurlarsa,
Allah onlara başka bir zâlimi Mûsâllat eder. Bu zâlim yöneticiden
(ve yönetimden) kurtulmak istedikleri zaman da zulmü terkederler.
Hadis-i şerifte: “Nasılsanız öyle yönetilirsiniz” buyrulmaktadır.196
“Zâlim, Allah’ın kılıcıdır. Yoldan çıkmış azgınları onunla cezalandırır; sonra
o zâlimden de intikamı alır.” Bu, zâlimler için bir tehdittir. Eğer zulmünden
vaz geçmezse, Allah ona diğer bir zâlimi Mûsâllat eder.
“De ki: ‘Allah’ın azabı size ansızın veya açıkça gelirse, zâlimlerden başkası
mı yok olur!” 197
Zâlimler Kurtulmazlar: Allah’ın zulüm ve zâlimler hakkındaki
sünnetinden birisi de, onların, âhirette kurtulmayacakları gibi,
195 6/Enâm, 129
196 Tefsir-i Âlûsi, 8/27
197 6/En’âm, 47
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 38 -
dünyada da iflâh olmamalarıdır. “De ki: ‘Ey kavmim, gücünüz yettiğince
yapacağınızı yapın, ben de yapacağımı yapıyorum. Yakında (dünya)
yurdu(nu)n sonunun kimin olduğunu bileceksiniz. Muhakkak ki zulmedenler,
kurtuluş yüzü görmezler!” 198
Nice Kavim Kendi Zulümleriyle Helâk Olmuştur: Zulüm ve
zâlim konusundaki sünnetullahın biri de toplumların kendi zulümleriyle
helâk olmalarıdır. Bu kanunun izahı kabilinden Kur’an’da
pek çok âyet bulunmaktadır: “Böylece (hiç bir fert kalmamak üzere)
zulmeden toplumun kökü kesildi.”199; “Zâlimlerden başkası mı helâk
olur!”200; “...Zulmettiklerinden dolayı nice toplumları helâk ettik, (onları
helâk etmeseydik bile) iman edecek değillerdi. İşte biz suçlu kavimleri
böyle cezalandırırız.”201; “(Halkı) zâlim olan nice beldeyi kırıp geçirdik; arkasından
da başka nice topluluklar vücuda getirdik.” 202
Zâlim Toplumların Helâkı İçin Belli Bir Ecel (Süre) Vardır: Zâlim
milletlerin yok olması için belli bir ecel söz konusudur. “Her ümmetin
takdir edilmiş bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman, ne bir saat geri
kalırlar, ne de ileri giderler.”203 Zâlim milletler, belli bir süre yaşarlar,
sonra ecelleri gelir, yok olurlar. Tıpkı ömrünün müddeti bitip eceli
geldiğinde bir insanın ölüp yok olması gibi. Bunu şöyle izah etmek
mümkündür: Bir millet içerisinde zulüm, insandaki hastalık gibidir.
Hastalık, kendisi için takdir edilen sürenin bitiminden sonra hastanın
ölümünü hızlandırır. Bu sürenin bitimiyle artık onun ölüm
zamanı yaklaşmıştır. Aynı şekilde millet içerisinde zulüm, Allah’ın
ecel olarak bildirdiği belirli müddetin bitmesiyle yıkıma, yok olmaya
götüren zulüm mikroplarıyla o milletin helâkını hızlandırır.
Allah’ın milletlerin ecelleri için koymuş olduğu müddet, adâlet ve
zulüm gibi âmillere bağlıdır. Bütün zâlimleri cezalandırma hususunda
O’nun sünneti/kanunu böyledir. Bu her zaman için geçerli
bir kanundur. 204
Bir Devlet, Küfür İle Ayakta Durabilir Ama Zulümle Duramaz:
“Halkı sâlih ve muslih (ıslahatçı) olduğu halde Rabbin bir haksızlık ile memleketleri
(yıkıp) helâk etmez.”205 Bir devleti, yalnız küfrü sebebiyle
helâk etmesi, Allah’ın sünnetinden değildir. Fakat devlet, küfrüne
zulüm eklerse durum farklı olur.
198 6/En’am, 135
199 6/En’âm, 45
200 6/En’âm, 47
201 10/Yûnus, 14
202 21/Enbiyâ, 11
203 6/A’râf, 34; 10/Yûnus, 49
204 Abdülkerim Zeydan, İlâhi Kanunların Hikmetleri, s. 150-158
205 11/Hûd, 117
ZULÜM - ZÂLİM
- 39 -
Devletin zulüm sebebiyle helâk olması konusunda Abdülkerim
Zeydan şöyle der: Aslında devletin zulmü bertaraf edip
mazlumları himaye ederek zâlimleri cezalandırması beklenir. O
yüzden zulmün en ağır ve en acı olanı, seni korumakla yükümlü
olandan gelen zulümdür. Zulmün bu ve diğer çirkin çeşitlerini bizzat
devlet uygular veya göz yumar, yahut yardımcı pozisyonunda
bulunursa, halkın zihninde kötü bir izlenim bırakır; devlet hakkında
var olan ümitleri korku ve endişeye dönüşür ve devlete olan
güvenleri sarsılır. Ayrıca bu durum, onları devleti önemsememeye,
idareyi zayıflatmaya, yönetimin devamından yana olmamaya ve
onu müdafa etmemeye sevkeder. Daha kötüsü, onları devletin
yıkımını, düşman istilâsıyla bile olsa yok olup gitmesini isteme
gibi bir düşüncenin kucağına atar. Sonra da lisan-ı halleriyle şöyle
derler: “Devlet, artık bizim için güven duyduğumuz, himaye
gördüğümüz, haklarımızın korunması konusunda huzur içinde
olduğumuz ve zâlimlerin düşmanlıklarına meydan verilmeyen büyük
bir ev durumunda değildir.” Zulüm, bilfiil devlet eliyle devam
ederse, zâlimler himaye görür, zulümleri örtbas edilirse, iş, devleti
kendilerine düşman gören insanlarla işbirliği yapıp devleti yıkmak
üzere harekete geçen mazlumlara kalır. Zulmederek halkını bu
hale düşüren, bu konuda zâlime yardımcı olan ve zulme engel
olmayan devletin durumu budur.” 206
Zulmün Cezasından Ümmeti Korumanın Yolları: Zulüm, ümmetin
helâkine sebep olunca, zulme râzı olmamak, zâlime karşı
çıkmak, zulmüne engel olmak, ona boyun eğmemek ve meyletmemek
şer’an vâciptir. Ümmet ancak bununla içine düştüğü zulmün
sebep olduğu helâkten ve hak ettiği cezaya çarpılmaktan
kurtulur.
Zulme Râzı Olmamak
Zulüm yapana zâlim, zulme uğrayana da mazlum denildiğini
hatırlayalım. Zulme rızâ da zulümdür. Bir zâlimin zulmüne engel
olmak için çalışmamak, susup oturmak, onun zulmüne ortak olmak
demektir. Zulümle mücadele yalnızca mazlumların görevi değildir.
İnsanlık onuru taşıyan, insan haklarının değerini bilen herkes
zulümle ve zulmün uygulayıcısı zâlimlerle mücadele etmelidir.
Kur’an, mü’minlere, zulme uğrayanlar uğruna mücadele etmeyi,
hatta savaşmayı emrediyor.207 Zulme karşı mücadele edenler
haklıdırlar ve onlara bir kınama yoktur. Ama zâlimler için en
206 Abdülkerim Zeydan, a.g.e. s. 161-162
207 4/Nisâ, 75
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 40 -
uygun cezalar vardır.208 Zulmedenler, tevbe edip zulümlerinden
vazgeçmedikçe ve hakları sahiplerine vermedikçe, kendileri için
bir kurtuluş yoktur. Zâlimin sonu kötü; zulmün sonu çöküştür. 209
Mü’minler, birbirlerinin dostu olan yahudi ve hıristiyanları
dost edinemez, onları dost edinen onlardandır. Allah zulmeden
kimseleri doğru yola eriştirmez.210 Mü’minlerle din uğrunda savaşanları,
onları yurtlarından çıkaranları ve çıkarılmasına yardım
edenleri dost edinmek haramdır. Onları dost edinen zâlimdir.211
Böyle olmayanlara iyi ve âdil davranılır, çünkü Allah iyi ve âdil
olanları sever. Mü’minler, küfrü imana tercih eden babalarını ve
kardeşlerini de dost edinemez. Onları dost edinenler, kendilerine
zulüm/yazık etmiş olurlar212. Zâlimin dostu yine bir zâlimdir.213 Allah,
zâlimlerin bir kısmını, kazandıklarından ötürü, diğer bir kısmına
Musallat eder. 214
İnsanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık
edenlere karşı durulmalıdır.215 Bozgunculuğa engel olunmalıdır.
Kendilerine verilen nimete karşı haksızlık edenlere uyanlar
suçludur.216 Cehennem görevlilerine; zulmedenleri, onlarla işbirliği
edenleri cehenneme atmaları emredilir: “(Allah, meleklerine
emreder:) ‘Zâlimleri, onların arkadaşlarını/işbirliği edenleri ve Allah’tan
başka tapmış oldukları putları toplayın. Onlara cehennemin yolunu
gösterin. Böylece onları tutuklayın, çünkü onlar suçludurlar.”217 Hz.
Peygamberimiz’e (ve dolayısıyla bütün mü’minlere) zâlimlerden
uzak durma emri verilmiştir: “Âyetlerimiz hakkında (ileri geri konuşmaya)
dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan
uzak ol (meclislerini terk et). Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan
sonra (hemen kalk) o zâlimler topluluğu ile oturma.”218 Zulmedenlerden
değil; Allah’tan korkmak gerekir.219 Zâlimlere yönelinmez,
mü’minlerin Allah’tan başka dostu yoktur, aksi halde yardım da
görmezler.220 Zâlimler için Allah’a başvuruda bulunulmaz. 221
208 42/Şûrâ, 42
209 6/En’âm, 135; 28/Kasas, 37
210 5/Mâide, 51
211 60/Mümtehine, 9
212 9/Tevbe, 23
213 45/Câsiye, 19
214 6/En’âm, 129
215 42/Şûrâ, 42
216 11/Hûd, 116
217 37/Saffât, 22-24
218 6/En’âm, 68
219 2/Bakara, 150
220 11/Hûd, 113
221 11/Hûd, 37); 23/Mü’minûn, 27
ZULÜM - ZÂLİM
- 41 -
Kur’an’ın insanlara gönderiliş sebeplerinden biri de, yaptıklarından
vazgeçsinler diye zâlimleri korkutmak ve tehdit etmektir. 222
Her gece yatmadan önce, Rabbimizle ahdimizi tazeliyor, Vitr
namazında Kunut duâlarıyla O’na söz veriyoruz: “Yâ Rabbi! Sana
karşı fücur işleyen günahkârları, zâlim ve fâcirleri hal’ edeceğiz
(makamlarından alaşağı edip indireceğiz). Onları terk edeceğiz.”
Mü’min, sözünde duran kimsedir; hele Allah’a verdiği sözden hiçbir
şekilde caymaz. Eğer bu konuda gücü yoksa, küfre boyun eğip
zillet içinde, ezilmiş ve müstaz’af olarak zâlimlerin emrinde ve
zulmünde yaşamaktansa Allah’ın geniş arzında daha müslümanca/
özgürce yaşayabileceği yere hicret etmelidir. Zulme uğratıldıktan
sonra, Allah yolunda hicret edenleri, Yüce Allah, dünyada
güzel bir yerde yerleştirir, âhiret ecri ise daha büyüktür223. Zulüm
beldesinden göç etmeyip, orada müstaz’af (zavallı/ezilen) olarak
yaşamayı da, kendine zulüm olarak adlandırır, bunların sorumlu
tutulacağını belirtir.224 Buna göre, zulme rızâ gösterip karşı çıkmamak
da bir çeşit zulümdür, zâlimle işbirliğidir.
Kur’an’ın savaşa izin veren (seyf/kılıç) âyetinin gerekçesi, zulme uğramaktır:
“Kendileriyle savaşılanlara (mü’minlere) zulme/haksızlığa
uğramış olmaları sebebiyle, (savaş konusunda) izin verildi. Şüphe
yok ki Allah, onlara yardıma mutlak surette kadirdir. Onlar, başka
değil, sırf ‘Rabbimiz Allah’tır’ dedikleri için haksız yere yurtlarından
çıkarılmış kimselerdir.”225 Savaş sırasında zulmedenlerden başkasına
düşmanlık yoktur. 226
Zulme karşı savaşmak, yalnızca zulme kendisi uğradığında gerekli
değildir. Yardım talebinde bulunan müstaz’afların yardımına, bir insanlık
borcu olarak koşulur: “Size ne oldu da Allah yolunda ve ‘Rabbimiz!
Bizi, halkı zâlim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip
çıkan gönder, bize katından bir yardımcı lutfet’ diyen zavallı erkekler,
kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz? (Bu çağrıya
uymayıp, savaştan kaçmaya hakkınız yok). İman edenler Allah
yolunda savaşırlar, kâfirler ise tâğut (bâtıl dâvâlar ve şeytan) yolunda
savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; Şüphe
yok ki şeytanın düzeni ve tuzağı zayıftır.” 227
Allah’a ve peygamberine itaatsizlik, zulmün görüntüsü ve isbatıdır.
Süpheşiz ki ölçüyü (hükmü ve ilkeleri) Allah ve Rasûlünden
222 46/Ahkaf, 12
223 16/Nahl, 41
224 4/Nisâ, 97
225 22/Hacc, 39-40
226 2/Bakara, 193
227 4/Nisâ, 75-76; Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, s. 260-261
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 42 -
almayanlar, onların hükümleriyle hükmetmeyenler zulme mutlaka
bulaşırlar. “Bunlar Allah’ın hudutlarıdır. Her kim Allah’a ve Rasûlune itaat
ederse, onu altından ırmaklar akan Cennetine kabul edecektir. Kim de
Allah’a ve Peygamberine itaatsizlik eder ve O’nun sınırlarına (İslâm’ın ölçülerine)
tecavüz ederse, onu sonsuza kadar kalmak üzere ateşe atacaktır.”228
Allah’ın sınırlarına da ancak zâlimler tecavüz ederler. 229
Mehmed Âkif, zulme tepki hakkında şunları haykırır:
“Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem.
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdâdıma saldırdımı, hatta boğarım,
Boğmasam da hiç olmazsa yanımdan koğarım.
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam.
Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle.
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum.
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum.
Kanayan bir yara gördümmü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.
Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım:
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.
Zâlimin hasmıyım amma severim mazlûmu,
İrticâın şu sizin lehçede mânâsı bu mu?” 230
Zâlime Karşı Tavır
Kur’an zâlimlere karşı mücadele etmeyi, yeri gelince de savaşmayı
meşrû, hatta olmazsa olmaz görüyor. Aslında, yeryüzündeki
savaşların, fitnelerin, karışıklıkların asıl sebebi zâlimlerin zulümleridir.
Onlara karşı insan onuru taşıyan herkesin mücadele etmesi
gerekir.231 Zulme rızâ göstermek, zâlimlerin yaptıklarına ses çıkar-
228 4/Nisâ, 13-14
229 65/Talak, 1
230 Mehmed Âkif Ersoy, Safâhat, s. 400
231 4/Nisâ, 75
ZULÜM - ZÂLİM
- 43 -
mamak da zulümdür. Kur’an, zâlimlerin yanlarında oturmayı bile
hoş görmüyor, yasaklıyor.232 Peki, onları benimseyerek, onlara yaltakçılık
yaparak, onlardan bir menfaat umarak, yaptıklarını onaylarcasına
onlarla birlikte olanlara, hele onlara yardımcı olan ve
onları çeşitli yollarla destekleyenlere ne demeli? Elbette onlar da
zâlimlerdendir.
İslâm’a göre zâlimin tanımı gayet açıktır: Allah’ın indirdiği
hükümlerle hükmetmeyen, o hükümleri uygulayarak adâleti sağlamak
bir tarafa, onları korkusuzca inkâr eden, onlara düşmanlık
yapan, o ilâhî ölçülerin hayata hâkim olmaması için her türlü
çabayı gösteren; bu inkârcı kafa yapısına sahip olduktan sonra
insanlara zulmeden, onların haklarını elinden alan, ya da onların
haklarına ulaşmalarına engel olan herkes zâlimdir.233 Bu zâlimler
Allah yolunun düşmanları oldukları gibi, insan haklarının da düşmanıdırlar.
Çünkü onlara göre kendi çıkarları ve keyifleri her türlü
hakkın üzerindedir. 234
İlâhî vahyin ve peygamberlerin en önemli hedefi, insan toplumunda
adâleti ikame etmektir. Kâinatın bütününde kaos değil;
uyum ve düzen hâkimdir. Oysa insan eli ve insan müdahalesi olan
doğada ve toplumda bozulmalara rastlamaktayız. İşte adâletin/
dengenin bozulması olgusuna zulüm, ilâhî dengenin korunmasına
da adâlet diyoruz. İnsanoğlu, tabiatı ve yaratılışı itibariyle iki
eğilimlidir. Bu yüzden adâlete de, zulme de meyledebilir. Rabbimiz,
insanı kaostan arındırarak tabiatı âhenkli bir şekilde insanlara
emanet etmiştir. İnsanın temel görevlerinden biri de, dengeyi
koruyarak bozulmayı, bozgunculuğu engellemektir. Çünkü dengeyi
bozmak, emaneti korumamaktır, yeryüzü halifeliğine uygun
davranmamaktır. Bilindiği gibi, insan toplumunda ilâhî hukuka
uygun davranmak adâlet; ilâhî hukuka/şeriate aykırı davranmak
ise zulümdür.
Müslümanlara, hayatın bütün alanlarındaki zulme karşı, ellerindeki
tüm imkânlarla mücadele etmeyi Kur’an emretmektedir.235
Bu mücadele, mü’minlerin toplu eylem gerektiren görevleridir.
O yüzden mü’minler cemaat ve teşkilât olmalı, her çeşit zulme
karşı tek vücut ve saf halinde bir araya gelip yardımlaşabilmelidir.
Kur’an’a inananlar, Kitab’ın insanlar arasında Allah’ın gösterdiği
gibi hüküm vermek ve yaşanmak, topluma hâkim olmak üzere
indiğinin bilincinde olmalıdırlar.
232 6/En’âm 68
233 5/Mâide, 45
234 Hüseyin K. Ece, A.g.e. s. 769-770
235 2/Bakara, 29; 31/Lokman, 20; 10/Yûnus, 55, 66
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 44 -
İnsanın yaratıldığı günden bu yana kesintisiz olan tek mücadele,
tevhidle şirk arasındadır. Bu, aslında adâletle zulüm arasındaki
mücadeleden ibarettir. Çünkü bu mücadelede müşriklerin safı
hep zâlimlerin yanıdır. Taşıdıkları şirk ve küfür hastalığının sonucu
olarak, müşrikler ve kâfirler, adâlet çağrısı yapan peygamberler ve
onların yolunu takip edenlerden rahatsız olmuşlardır. Bazen bu
rahatsızlıklarını haksız yere öldürmeye kadar götürürler. “Allah’ın
âyetlerini inkâr edenler, haksız yere peygamberlerin canlarına kıyanlar ve
adâleti emreden insanları öldürenler (yok mu); onlara acı bir azabı müjdele!”
236
Müşriklerin bu tavırlarının evrensel olduğunu yakından gözlemleyebildiğimiz
bir tarih kesitinde yaşıyoruz. Sistemin asgari
ücret zulmünü, hukuk tanımazlığını, din emniyetini yok edişini,
irtica adıyla müslümanlara ve İslâm’a saldırmaları ve haksız kazancı
teşvik edişini, yargısız infaz ve öldürmeleri, kadın ve erkeklerin
iffetleriyle yaşama haklarını yok edişlerini, kamuya açık alanlarda
ve özellikle üniversitelerde başörtüsüne izin verilmemesini eleştirip
tepkisini ortaya koyanları hapis, işkence ve çeşitli zulümler
beklemektedir.
Allah’ın âyetlerini yalanlayanlara karşı hak ve adâleti ayakta
tutması gereken İslâm ümmeti, Kur’ânî akîde temelinde bir araya
gelerek yeryüzündeki zulmü ortadan kaldırmakla vazifelidir.
Kur’ânî akîde temelinde hareket eden, itidalli, orta yolu esas alan
bu topluluk, sayıları kaç olursa, imkânları ne olursa olsun, haktan
ayrılmadan bâtılla/zulümle mücadeleden geri durmamalıdır. Kendi
nefislerine ağır gelse de, kendi kişiliklerine karşı olsa da, ilâhî
gerçekleri savsaklamadan yürürlüğe koymalıdırlar. Hakkı hâkim
kılmaya çalışmak, zulmü engellemek, hakka uygun âdil hükümler
vermek, bu topluluğun vazgeçilmez bir ilkesi olmalıdır.
Mü’minler, temellerini Kur’an’da buldukları ilkelerle yeryüzünden
zulmü söküp atmalı, yerine adâleti ikame etmelidirler.
Adâleti ayağa kaldırma görevi müşrik ve münâfık gruplara bırakılamayacak,
ertelenemez aslî bir farîzadır. Adâletin gereğince
ikamesi, ancak temelini ilâhî hukuktan almasıyla mümkündür.
Şurası da unutulmamalıdır ki, beşer zihni adâletin net ölçülerini
belirleme ve her çeşidini tespit konusunda âcizdir. Günümüzde
neredeyse halkı müslüman olan bütün ülkelerde batı hukukunun
laik karakterinin işgalini görmekteyiz. Bu etki dolayısıyladır ki,
laik kurallar İslâmî adâletin gündeme gelmesini ve uygulanmasını
engellemektedir.
236 3/Âl-i İmrân, 21
ZULÜM - ZÂLİM
- 45 -
Şüphesiz Kur’an, insanlar arasında adâleti sağlamak için indirilmiştir.
Bu konudaki ölçüler gayet nettir. Mü’minler, insanlar arasından
çıkarılmış vasat/orta yolda bir ümmet olarak adâleti ikame
etmede tanıklık ve örneklik etmekle yükümlüdürler. Bunun gereği
olarak zâlimleri, fıtratına ve Allah’a ihânet edenleri dost tutmamak,
onlara taraf olmamak, yeryüzündeki zulmü/ haksızlıkları
ortadan kaldırmak, temel bir kulluk görevimizdir. 237
Toplumsal ve Siyasal Zulme Karşı Yardımlaşmak: “İnsanlar,
bir zâlimi görür, (önlemeye güçleri yettiği halde) ona engel olmazlarsa,
bundan dolayı hemen hepsi cezalanır.”238 Zulümden uzak yaşamak,
zâlime boyun eğmemek ve ona karşı direnmek, birey olarak engel
olamayacakları zulme karşı yardımlaşmak mü’minlerin İslâmî
kimlikleri açısından olmazsa olmazları arasındadır. “Bir zulüm ve
saldırıya uğradıkları zaman, birbirlerine yardım ederler.”239 Kurtubî, bu
âyeti şöyle açıklar: “Yani, zâlimler tarafından zulme mâruz kaldıklarında
teslimiyet göstermezler.”240 Sahih-i Buhâri’de İbrahim en-
Nehâî’nin şöyle dediği kayıtlıdır: “Ashab horlanmaktan, zelil bir
duruma düşürülmekten hoşlanmazlardı. Ama güçlü olduklarında
da af ederlerdi.” 241
Zulmedenlere Az da Olsa Meyletmek: Ümmeti helâke ve cehenneme
sürükleyen şey, sadece zulmü işlemek değil; aynı zamanda
zulüm işleyenlere az da olsa meyletmektir: “Sakın zulmedenlere
en ufak bir meyil duymayın, sonra size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka
dostunuz yoktur. Sonra (Allah tarafından da) size yardım edilmez.”242
Zemahşerî, bu âyetin tefsirinde şöyle der: “Meyl etmenin yasaklığı;
zâlimlerin arzularına boyun eğmeyi, onlarla beraber olmayı,
sohbetlerine katılmayı, ziyaretlerinde bulunmayı, dalkavukluk etmeyi,
yaptıklarına rızâ göstermeyi, onlara benzemeyi, şekilleriyle
şekillenmeyi, övgüyü andıran ifadeler kullanmayı ve tasvip anlamı
taşıyacağı için onların süs ve giyimlerine özenip en küçük bakışı
bile kapsamaktadır. Rükûn, az bir meyil demektir. Âyette “zulmedenlere”
denilip de “zâlimlere” denilmemesinin inceliğini de
düşünmek gerekir. (Zulmü kendisine âdet edinenlere zâlim denir;
zulmü âdet edinmediği halde en ufak bir zulme yeltenene dahi
hafif bir meylin olmaması gerektiğine işaret edilmiştir.) 243
237 Fevzi Zülaloğlu, Haksöz, 71, s. 38-41
238 Tirmizî; Tuhfetu’l Ahvezî Şerhu Câmiu’t Tirmizî, 8/423
239 42/Şûrâ, 39
240 Kurtubî 16/39
241 Askalânî, Şerh-i Sahih-i Buhâri, 5/99
242 11/Hûd, 113
243 Tefsir-i Zemahşerî, 2/433
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 46 -
Zâlimlere meyleden onlardan olur. Zâlimlere verilen ceza,
ona da verilir. Bunları ateş cezasından kurtaracak dostları da
olmayacaktır. “Rabbimiz! Sen kimi ateşe koyarsan, artık onu rüsvay/
perişan etmişsindir. Zâlimlerin hiç yardımcıları yoktur.”244 Peygamber
Efendimiz’in zâlim yöneticilere yardımcı olma konusundaki hadisleri
meşhurdur: “Benden sonra birtakım emirler (yöneticiler) olacaktır.
Kim onların yalanlarını tasdik eder ve yaptıkları zulümde kendilerine yardımcı
olursa Benden değildir. Ben de onlardan değilim. O kimse Benim
havzımın etrafına yaklaşamayacaktır. Kim onların yalanlarını tasdik etmez
ve onlara zulümlerinde yardımcı olmazsa, o, Bendendir; Ben de onunla
beraberim. Ve o kimse havzımın kenarında Bana ulaşacaktır.” 245
Zâlime Yardımcı Olmak: Bütün şekil ve türleriyle zâlime meyletmek
caiz olmadığına göre, zâlimin zulmüne yardım etmek haydi
haydi caiz olmaz. Zâlime yardım edenler, aynen onun gibi zâlim
olurlar. “Bir kimse bilerek zâlime yardım kastı ile onunla beraber yürürse,
o kimse İslâmiyet’ten çıkmıştır.”246 Zâlim bir yönetici, çevresinin
ve yandaşlarının yardımıyla zulüm yapmaya imkân bulur, yoksa
yalnız kendisi bunca zulmün hakkından gelemez. Hangi şekliyle
olursa olsun, zâlime yardım câiz değildir. Çünkü bu, onu desteklemek,
zulmünü icrâ etmesine müsaade etmek demektir. Bu sebeple
zâlim yöneticiye azap geldiği zaman, aynı şekilde (bu zulümleri
onaylayan) yardımcılarına ve memurlarına da gelir. Çünkü onlar
da onun kadar zâlimdirler.
Nitekim Firavun’a gelen azap, avanesine de gelmişti. “Gerçekten
Firavun, Hâmân ve askerleri hatalıydılar/yanılıyorlardı.”247 Allah,
hepsini bu âyette “hata” vasfı ile bir araya getirmiştir. Hataları,
Firavun’un zulmetmesi, yardımcısı Hâmân ve askerlerinin de buna
yardımcı olmalarıdır. Bu sebeple azap Firavun’a inince, yardımcılarına
da inmişti: “Biz hem onu, hem de askerlerini yakaladık. Onları
denize atıp boğduk.”248; “Biz onu ve askerlerini tuttuk, denize attık; bak o
zâlimlerin sonu nasıl oldu!”249 Allah, hepsini “zâlim” olarak vasıflandırdı.
Firavun’a ve ona yardım ettikleri için askerlerine “zâlimler”
diyerek hepsini aynı azapla helâk ettiğini Rabbimiz haber vermektedir.
Zâlime Duâ Etmek: Zulmün devamına, zâlimin zulmüne
imkân bulacak tarzda yaşamasına duâ edilemez. “Zâlimin bekası
244 3/Âl-i İmrân, 192
245 Tirmizî; Nesâi; Tâc Tercümesi, c. 3, s. 106
246 Râmuz el-Ehâdis, c. 2, s. 445
247 28/Kasas, 8
248 Zâriyât, 40
249 28/Kasas, 40
ZULÜM - ZÂLİM
- 47 -
için duâ eden kimse, Allah’ın mülkünde O’na âsi olunmasını istemiştir.”250
Süfyanu’s Sevrî; “Çölde susuzluktan ölmek üzere olan bir zâlimi
görürsek ona su verelim mi?” diye soranlara: “Hayır!” cevabını
vermişti. “Ama ölür” denilince de, “Bırakın ölsün!” demişti.251 Allah
Teâlâ, Hz. Nuh’a; “Zâlimler için Bana duâ etme, hiç yalvarma!”252
ihtarında bulunmuştur.
Müslüman Cemaatin Zâlimlere Meyletmeye Benzer Davranışlardan
Sakınması: Müslüman cemaatin, iyi niyetle de olsa,
zâlimlere meyletme anlamı taşıyan davranışlardan son derece
kaçınması lâzımdır. Çünkü iyi niyet, bazen belli şartlar dâhilinde
sahibinden günahı kaldırsa da yanlışı doğruya; haramı helâle çevirmez.
Onun için, özellikle cemaat liderinin ve kadrosunun, zâlim
yöneticilerin arasında bulunması, onları tasvip etmediğini ilan etmeksizin
onlarla birlikte halkın önünde görülmesi, cemaatin zâlim
idarecilere dalkavukluk ettiği veya onları desteklediğinin intibaını
vererek insanları samimiyetlerinde şüpheye düşürücü davranışlarda
bulunması caiz değildir. Aksi halde onlar, kendi sorumluluklarına
cemaati de ortak ederler.
Müslüman cemaate düşen, halkın kusur ve yükümlülüklerini
ümmete göstermesidir. Halkın kusurları, zâlim idarecinin karşısında
susmak, eğilmek, ona meyletmek ve destek olmak suretiyle
zulmüne yardımcı olmalarıdır. İşte onların bu kusurları olmasa,
zâlim, yetkisini kötüye kullanmayacak ve zulmünü sürdüremeyecekti.
Müslümanlara düşen, zâlimi zulme götüren bütün sebepleri
ortadan kaldırmaya ciddi bir gayretle yükümlülüklerini yerine getirmektir.
Ayrıca, zâlim yöneticiyi onaylamama, ona olan fiilî hoşnutsuzluğu
hayata geçirmek için gerekli gücü oluşturma ve fiilen
zulmü ortadan kaldırma gibi sorumlulukları da yerine getirmesi
gerekir.
Allah, hayat kanunlarını ve toplum içerisindeki genel sünnetlerini
insanlar için devre dışı bırakmaz. Kaldı ki, onların durumları,
Allah’a Rasûlullah’tan ve O’nun arkadaşlarından daha
sevimli değildir. Allah onların çektiği eziyet ve Allah yolunda
karşılaştığı musibetleri, yeryüzünden zâlimleri ve tâğutları kaldırmak
için Allah’ın yardımına mazhar oluncaya kadar olağanüstü
fedâkârlıklarını bize anlatır. Müslümanların, tâğutları ve zâlim
idarecileri etkisiz ve yetkisiz kılmak için tüm güçlerini harcamaksızın
onlardan rahatsızlık duyarak yalnız “of!” çekip üzüntülerini
250 Beyhakî, Şuabu’l İman; Tefsîr-i Zemahşerî, 2/433
251 Tefsîr-i Zemahşerî, 2/433
252 23/Mü’minûn, 27
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 48 -
dile getirmeleriyle veya onların müslüman olduklarını delillendirip
durmalarıyla sorumluluktan kurtulamayacaklarını bilmeleri
lazımdır. Bazı insanlar kendileri evlerinde oturup, müslümanlıklarıyla
övünüp dururken, Allah’ın zâlim idarecileri yok etme gereğinden
bahsederler. İsterler ki, Allah meleklerini göndersin de
melekler onların yerine savaşsınlar, zâlim idareciyi bertaraf etsinler,
neticede onun şerrinden onları kurtarsınlar. Hayır! Yok öyle
şey! 253
En büyük zulüm şirk olduğuna254 ve en büyük zâlimin de müşrik
olduğuna göre, en vahşî zulmün bedenlere değil; ruhlara yapılan
olduğunu unutmamalıyız. Bedene yapılan zulüm, en kötü
ihtimalle, sadece dünya hayatını kaybettirdiği halde; ruhun hak
nizamdan mahrum bırakılması ise sonsuz mutluluğu kaybettirmek
demektir. En acımasız cânî, en büyük zâlim, insanları Allah’ın
dininden alıkoyanlardır. İslâm’ın bireysel ve toplumsal alanda
egemen olmadığı bir yerde adâletten bahsetmek abestir ve aldatmacadır.
Özel ve tüzel kişiliğin, bir kurumun veya yönetici bir grubun
şahsî veya toplumsal muâmelesinde âdil olma niteliği kazanabilmesi
için, her şeyden önce “müslüman” vasfına sahip olması
şarttır. Çünkü İslâm’sız bir statüye göre işleyen bir mekanizma ile
adâlet sağlanamaz ve dağıtılamaz. Nasıl bir hüküm verilirse verilsin,
mutlak surette zulüm işlenmiş olur. “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler,
zâlimlerin ta kendileridir.” 255
İslâmsız insanın yaptığı her şey nefsine, icraatı da diğer insanlara
ve topluma zulümdür. Egemen durumda ve hüküm mevkiinde
ise, kâfir ve müşrik insanın varlığı bile zulümdür. Çünkü
bu insan, kendine yazık ederek kendini bozmakta, toplumu bozmakta
ve dünyayı fesada vermektedir.256 İslâm’da savaş, insanları
zorla dine sokmak için emredilmemiştir. Fitne ve zulmü ortadan
kaldırmaya çalışmak için savaş emredilmiştir. Dinlerini yaşama ve
dine dâvet konusunda müslümanlara engel olan, insanların hürriyetlerini
kısıtlayan güç odaklarına karşı savaşmak farzdır. Kur’an,
mazlumların, ezilenlerin, sömürülenlerin hakkını korumak için
müslümanlara mücadeleyi emreder. 257
253 Abdülkerim Zeydan, A.g.e. s. 165-174
254 31/Lokman, 13
255 5/Mâide, 45
256 Ekrem Sağıroğlu, Kur’an’da İnsan ve Toplum, s. 70-71
257 4/Nisâ, 75
ZULÜM - ZÂLİM
- 49 -
“Bütün dünyayı verseler ve buna karşılık bir karıncanın ağzındaki
dâneyi almamı isteseler, bu zulmü yapmam!” 258
“Zulmün ve kötülüğün küçüğüne büyük nazarla bakmayan,
daha büyüğüne uğrar.”259
“Zâlimler için yaşasın cehennem!”
“Tükürün, zâlimlerin hayâsız yüzlerine!” 260
Zulme rıza göstermek, tepki göstermemek de zulümdür; fakat
zâlimlikle mazlumluktan birini tercih etmekten başka yol yoksa,
mazlumluğu tercih et!
“Mazlum olarak ölmek, zâlimce yaşamaktan daha hayırlıdır.”
“Zâlimin zulmü varsa, mazlûmun da Allah’ı var.
Etme zâlim bu zulmü, yarın Hakk’ın divanı var.”
“Sakın zulm ve cefâya mâyil olma;
İden bulur, meseldür; gâfil olma!”
“Zulmün topu var, güllesi var, kal’ası varsa;
Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır.”
“Zâlim olsa ne rütbe bî-pervâ; Yine bünyâd-ı zulmü bir yıkarız.
Merkez-i hâke atsalar da bizi, Kürre-i arzı patlatır çıkarız.”
“Muîn-i zâlimin dünyâda erbâb-ı denâettir.
Köpektir zevk alan sayyâd-ı bî-insafa hizmetten.”
Zâlimlere bir gün dedirir kudret-i Mevlâ;
Tallahi le-kad âserekâllahu aleynâ.”
“Zâlim yenilince, bil ki, ‹mazlûmum’ der.
Bir fırsat bulsa zulmü tekrar eyler.
“Zâlimin yeme taâmın key sakın,
Semtine varma, ana olma yakîn.”
“Zulüm eken isyan biçer.”
“Âdilin hiddetinden değil; zâlimin tebessümünden kork!”
258 Hz. Ali (r.a.)
259 Hz. Ali (r.a.)
260 Said Nursi
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 50 -
“İnsanın dev kadar kuvvetli olması, fevkalâde bir şey, fakat bu
kuvvetini dev gibi kullanması, zâlimliktir.”
“Haksızlık yapmak, haksızlığa uğramaktan daha acıdır.”
“Haksızlık etmek, iyi adamın elinden gelmez.”
“Cezâların en korkuncu, insanın haksız olduğunu anlamasıdır.”
“Eski haksızlığa boyun eğmekle bir yenisini dâvet edersin.”
“Zulm ile yapılan çabuk yıkılır.”
“Zulüm ile âbâd olanın âkıbeti berbat olur.”
“Zulüm ile dünya harab olur.”
“Zâlim, ettiğini bulur.”
“Zâlimin hasmı Allah’tır.”
“Mazlum eşeğe herkes biner.”
“Mazlumun âhı yerde kalmaz.”
“Mazlumların âhı, yeri göğü titretir.”
“Mazlumun âhı, yerde kalmaz, indirir şâhı.”
“Alma mazlumun âhını, çıkar âheste âheste.”
“Olmak istersen cihande eğer makbûl-i ins ü cin
Ne kimse senden incinsin, ne sen bir kimseden incin!”
“Mazlum ayağa kalkmadıkça zâlim diz çökmez.”
Onurlu insanların tavrı şu olmalıdır: “Kim olursa olsun mazluma
yardım etmek, kimden gelirse gelsin zulme karşı olmak.”
Kur’an’ın zâlimler hakkında tehdit edici bir uyarısı şöyle:
“Zulmedenler nasıl bir inkılâpla devrileceklerini (yakında) bileceklerdir!” 261
261 26/Şuarâ, 227
ZULÜM - ZÂLİM
- 51 -
Zulüm ve Zâlimle İlgili Âyet-i Kerimeler
A Zulüm Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 289
Yerde): 2/Bakara, 35, 51, 54, 57, 57, 59, 59, 92, 95, 114, 124, 140, 145, 150,
165, 193, 229, 231, 246, 254, 258, 270, 272, 279, 279, 281; 3/Âl-i İmrân, 25,
57, 86, 94, 108, 117, 117, 117, 128, 135, 140, 151, 161, 182, 192; 4/Nisâ,
10, 30, 40, 49, 64, 75, 77, 97, 110, 124, 148, 153, 160, 168; 5/Mâide, 29,
39, 45, 51, 72, 107; 6/En’âm, 21, 21, 33, 45, 47, 52, 58, 68, 82, 93, 93, 131,
129, 135, 144, 144, 157, 160; 7/A’râf, 5, 9, 19, 23, 37, 41, 44, 47, 103, 148,
150, 160, 160, 162, 162, 165, 177; 8/Enfâl, 25, 51, 54, 60; 9/Tevbe, 19, 23,
36, 47, 70, 70, 109; 10/Yûnus, 13, 17, 39, 44, 44, 47, 52, 54, 54, 85, 106; 11/
Hûd, 18, 18, 31, 37, 44, 67, 83, 94, 101, 101, 102, 113, 116, 117; 12/Yûsuf,
23, 75, 79; 13/Ra’d, 6; 14/İbrâhim, 13, 22, 27, 34, 42, 44, 45; 15/Hıcr, 78; 16/
Nahl, 28, 33, 33, 41, 61, 85, 111, 113, 118, 118; 17/İsrâ, 33, 47, 59, 71, 82,
99; 18/Kehf, 15, 29, 33, 35, 49, 50, 57, 59, 87; 19/Meryem, 38, 60, 72; 20/
Tâhâ, 111, 112; 21/Enbiyâ, 3, 11, 14, 29, 46, 47, 59, 64, 87, 97; 22/Hacc, 10,
25, 39, 45, 48, 53, 71; 23/Mü’minûn, 27, 28, 41, 62, 94, 107; 24/Nûr, 54; 25/
Furkan, 4, 8, 19, 27, 37; 26/Şuarâ, 10, 209, 227, 227; 27/Neml, 11, 14, 44,
52, 85; 28/Kasas, 16, 21, 25, 37, 40, 50, 59; 29/Ankebût, 14, 31, 40, 40, 46,
49, 68; 30/Rûm, 9, 9, 29, 57; 31/Lokman, 11, 13; 32/Secde, 22; 33/Ahzâb,
72; 34/Sebe’, 19, 31, 42; 35/Fâtır, 32, 37, 40; 36/Yâsin, 54; 37/Sâffât, 22, 63,
113; 38/Sâd, 24; 39/Zümer, 24, 32, 65, 69; 40/Mü’min, 17, 18, 31, 52; 41/
Fussılet, 46; 42/Şûrâ, 8, 21, 22, 40, 41, 42, 44, 45; 43/Zuhruf, 39, 76, 76; 45/
Câsiye, 19, 22; 46/Ahkaf, 10, 12, 19; 49/Hucurât, 11; 50/Kaf, 29; 51/Zâriyât,
59; 52/Tûr, 47; 53/Necm, 52; 59/Haşr, 17; 60/Mümtehıne, 9; 61/Saff, 7, 7;
62/Cum’a, 5, 7; 65/Talâk, 1; 66/Tahrîm, 11; 68/Kalem, 29; 71/Nûh, 24, 28;
76/İnsan, 31.
B Zulmün Zıddı Adâlet Anlamında “Adl” ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler
(Toplam 28 Yerde): 2/Bakara, 48, 123, 282, 282; 4/Nisâ, 3, 58, 129,
135; 5/Mâide, 8, 8, 95, 95, 106; 6/En’âm, 1, 70, 70, 115, 150, 152; 7/A’râf,
159, 181; 16/Nahl, 76, 90; 27/Neml, 60; 42/Şûrâ, 15; 49/Hucurât, 9; 65/Talâk,
2; 82/İnfitâr, 7.
C Adâlet Anlamında “Kıst” Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler
(Toplam 25 Yerde): 2/Bakara, 282; 3/Âl-i İmrân, 18, 21; 4/Nisâ, 3, 128,
135; 5/Mâide, 8, 42, 42; 6/En’âm, 152; 7/A’râf, 29; 10/Yûnus, 4, 47, 54; 11/
Hûd, 85; 21/Enbiyâ, 47; 33/Ahzâb, 5; 49/Hucurât, 9, 9; 55/Rahmân, 9; 57/
Hadîd, 25; 60/Mümtehıne, 8, 8; 72/Cinn, 14, 15.
D Zulüm Konusuyla İlgili Âyetler
a Zulüm İle Mülk Yaşamaz: 11/Hûd, 117; 14/İbrahim, 45.
b Allah Zulmü Yasaklamıştır: 16/Nahl, 90.
c Allah, Haksızlık Etmez: 3/Âl-i İmrân, 108, 182; 4/Nisâ, 40; 10/Yûnus, 44; 41/
Fussılet, 46.
d Zulme Karşı Koymak: 22/Hacc, 39.
e Zulme Karşı Birleşmek: 42/Şûrâ, 39.
f Kötülükle Nefsine Zulmedenler: 2/Bakara, 165; 3/Âl-i İmrân, 135; 5/Mâide,
51; 10/Yûnus, 44; 16/Nahl, 33; 49/Hucurât, 11.
g Zulmetmeyen Toplumları Allah, Zulüm İle Yok Etmez: 11/Hûd, 117; 28/
Kasas, 59, 29/Ankebût, 40; 30/Rûm, 9-10; 35/Fâtır, 43; 46/Ahkaf, 35.
E Zâlim Konusuyla İlgili Âyetler
a Allah’ın İndirdiğiyle Hükmetmeyenler Zâlimdir: 5/Mâide, 45; 61/Saff, 7.
b Allah’tan Yüz Çevirenler Zâlimdir: 32/Secde, 22; 61/Saff, 7.
c Zâlimler Hidâyete Eremezler: 9/Tevbe, 109; 61/Saff, 7; 62/Cuma, 5.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 52 -
d Zâlimlere Karşı Misilleme Yapmak: 42/Şûrâ, 40-43.
e Zâlimlerin Dostluğu Yoktur: 11/Hûd, 113.
F Zâlimlerin Cezasıyla İlgili Âyetler
a İnkâr Ederek Zâlim Olanlar ve Cezaları: 2/Bakara, 165, 254; 5/Mâide, 29;
6/En’âm, 33; 10/Yûnus, 39, 52; 11/Hûd, 19, 113; 14/İbrahim, 22; 19/Meryem,
72; 21/Enbiyâ, 29; 25/Furkan, 37, 207; 40/Mü’min, 52; 42/Şûrâ, 8,
21-22, 42; 68/Kalem, 12.
b Zâlimlere Verilen Mühlet (Süre): 11/Hûd, 100-102; 14/İbrahim, 42-43; 16/
Nahl, 61.
c Zâlimler Lânetlenmişlerdir: 7/A’râf, 44; 11/Hûd, 18.
d Zâlimler, Kurtuluşa Eremezler: 6/En’âm, 21, 135; 12/Yûsuf, 23; 28/Kasas,
37.
e Kıyamet Günü Zâlimler Azabı Görünce Tekrar Dünyaya Dönmek İsterler:
14/İbrahim, 42-44; 25/Furkan, 27; 39/Zümer, 24.
f Mü’minlere Zulüm Yapanların Cezası: 85/Bürûc, 10.
g Allah, Zâlimlerin Kimini Kimine Mûsâllat Eder: 6/En’âm, 129.
h Allah, Zâlimleri Başarıya Ulaştırmaz: 2/Bakara, 258; 6/En’âm, 21; 14/İbrahim,
27; 46/Ahkaf, 10.
i Zâlimler, Allah’ın Rahmetine Eremezler: 2/Bakara, 124.
j Allah Zâlimleri Affetmez: 4/Nisâ, 168-169; 5/Mâide, 72.
k Allah’ın Azabı Zâlimleredir: 6/En’âm, 47; 11/Hûd, 100-102, 117; 22/Hacc,
45; 27/Neml, 52; 29/Ankebût, 40; 32/Secde, 22.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Eser Y. c. 1, s. 322
2. Tefhimu’l Kur’an, Mevdudi, İnsan Y. c. 1, s. 65
3. Fi Zılâli’l-Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 148
4. Mefâtihu’l-Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahreddin er-Râzî, Akçağ Y. c. 2, s. 395-396;
542-543
5. Min Vahyi’l Kur’an, Muhammed Hüseyin Fadlullah, Akademi Y. c. 2, s. 49-51
6. Dâvetçinin Tefsiri, Seyfuddin el-Muvahhid, Hak Y. c. 1, s. 105-106
7. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Şâmil Y. c. 6, s. S. 421-422; 486-488
8. Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, (Zulüm, Veli Ulutürk), Risale Y. c. 4, s. 285-289
9. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. s. 766-771; 783-790
10. Safahat, Mehmet Âkif Ersoy, İnkılâp ve Aka Kitabevi Y. s. 400
11. Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Vecdi Akyüz, Kitabevi Y. s. 235-261
12. Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 311-318
13. İslâmî Terimler Sözlüğü, Hasan Akay, İşaret Y. s. 519
14. Kelimeler Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu, İnkılâb Y. s. 346-350
15. Kur’anî Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Mustansır Mir, İnkılâb Y. s. 212-213
16. Risale-i Nur’dan Vecizeler, Şaban Döğen, Gençlik Y. s. 478-481
17. Nur’dan Kelimeler, Alâaddin Başar, Zafer Y. s. 108-111
18. Kur’an’da İnsan ve Toplum, Ekrem Sağıroğlu, Pınar Y. s. 67-71
19. Kur’an’da İman Pskilolojisi, Abdurrahman Kasapoğlu, Yalnızkurt Y. s. 211-
219
20. Kur’an’da Karakter Eğitimi, Mûsâ Kâzım Gülçür, Işık Y. s. 26-28
ZULÜM - ZÂLİM
- 53 -
21. İlâhi Kanunların Hikmetleri (Sünnetullah), Abdülkerim Zeydan, İhtar Y. s.
146-174
22. Kur’an’da Toplumsal Çöküş, Ejder Okumuş, İnsan Y. s. 177-180
23. Kur’an’da Dinî ve Ahlâkî Kavramlar, Toshihiko İzutsu, Pınar Y. s. 221-230
24. Dinde Ölçülü Olmak, Abdurrahman b. El-Luveyhık, Kayıhan Y. s. 433-489
25. Kur’an’la Birlikte Düşünmek, İsmail Kazdal, Birleşik Y. s. 91-99
26. Kur’an’da Zulüm Kavramı, Ahmet Şişman, Beyan Y.
27. Zulüm, Mehmed Zahit Kotku, Seha Neşriyat
28. Vahye Göre Büyük Zulüm, M. Said Çekmegil, Nabi-Nida Y.
29. Kur’an’a Göre Zulüm Açısından Allah ve İnsan, İsmail Karagöz, Çelik Y.
30. Kanunların Zulmü, Oğuz Özbek, Doğan Güneş Y.
31. İslâm ve Yürürlükteki Kanunlar, Abdülkadir Udeh, İİFSO Y.
32. Zulme Boyun Eğmeyenler, Burhan Bozgeyik, Erhan Y.
33. Zulme Karşı Direniş, Mustafa Ramazanoğlu, Şahsî Y.
34. Zulmü Alkışlayamam, Yener Karadeniz, Gonca Y.
35. Zâlimler İçin Yaşasın Cehennem, Zekeriya Usluer, Anahtar Y.
36. Peygamberimiz’e ve Ashabına Yapılan İşkenceler, Asım Uysal, Uysal Kitabevi Y.
37. Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar, Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu Y.
38. Zâlim Yahudi, Yusuf Yılmaz, Risale Y.
39. Devrimler Cinayeti, Burhan Bozgeyik, İttihad Y.
40. İnkılâb Kurbanları, Hüseyin Yılmaz, Timaş Y.
41. Kara Kitap, Eşref Edip, Abdullah Işıklar Kitabevi Y.
42. Son Devrin Din Mazlumları, NecipFazıl Kısakürek, Büyük Doğu Y.
43. Yakın Tarihin Din Mazlumları, Mustafa Necati Bursalı, Vural Y.
44. Batının İslâm’la Kavgası, Asaf Hüseyin, Pınar Y.
45. Vahşi Batı, Sedat Cereci, Şule Y.
46. İslâm Dünyasını Saran Ateş Çemberi, Burhan Bozgeyik, Erhan Y.
47. İslâm’da Adâlet Kavramı, Macid Hadduri, Yöneliş Y.
48. Adl-i İlâhî, Murteza Mutahhari, İşaret Y.
49. Duygu Eğitimi, Yaşar Fersahoğlu, Marifet Y. s. 97-106
50. Zulüm Kavramı, Vahdettin Işık, Haksöz 70 (Ocak 97), s. 44-45
51. Büruc Suresi ve İşkence, Cengiz Duman, Haksöz 41-42 (Ağustos-Eylül 94) s.
66-68
52. Yeryüzünde İlâhî Adâleti Uygulama Görevi Mü’minlerindir, Fevzi Zülaloğlu,
Haksöz 71 (Şubat, 97

- 55 -
İSTİKBÂR - MÜSTEKBİR

İstikbâr; Anlam ve Mâhiyeti

İstikbâr Duygusu

Müstekbir

Müstekbirlerin İlki İblistir

Müstekbir Tipler

Müstaz’af

Müstekbir ve Müstez’af İlişkisi

Müstaz’af İnsan Grupları

Müstekbirliğin Sonucu: Dünyevî ve Uhrevî Azap

İstikbârın Sembol Tipleri (Müstekbirlerin Duayenleri)

İstikbâra Kapılmayanlar: Melekler, İnsan Dışındaki Canlılar ve Mü’minler
“Ve o zaman meleklere (ve cinlere): “Âdem’e secde edin!” dedik, İblis hâriç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve istikbâr etti (büyüklük tasladı, kibrine yediremedi), kâfirlerden oldu.” 262
İstikbâr; Anlam ve Mâhiyeti
“İstikbâr”, kibir, kökünden türeyen bir kavramdır. ‘İstikbâr’ sözlükte büyüklenme, kendini büyük görme, böbürlenme, insanları küçük görme anlamlarına gelir. Kavram olarak istikbâr; Allah’a karşı kendini yeterli görerek isyan etme; Allah’ın hâkimiyetini reddetme, insanlara karşı kibirlenerek onlar üzerinde zorla egemenlik kurma anlayışıdır. Bir başka deyişle ‘istikbâr’; kendini büyük görerek inatçı bir şekilde hakk’ı kabul etmekten çekinmektir. Kur’an-ı Kerim’de isim ve fiil halinde 48 yerde geçer. Karşıtı olan istiz’âf ve müstaz’af kelimeleri ise 13 yerde geçmektedir.
Kibir, tekebbür ve istikbâr birbirine yakın anlamlara sahiptir. Bu kelimeler, ‘büyük olma’ anlamına gelen ‘kebüra’ kökünden türemiştir. Aynı kökten türeyen bütün kelimelerde büyüklük veya büyüklenme ile ilgili anlamlar vardır.
Kebir: Büyük,
Kebîra: Büyük şey, çoğulu ‘kebâir’,
Ekber: Daha büyük, en büyük,
Tekbîr, Allahu Ekber/Allah en büyüktür demek,
262 2/Bakara, 34
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 56 -
Kibriyâ: Büyüklük, yücelik, ululuk; ki yalnızca Allah’a isnad
edilir, Allah’tan başka hiç kimseye bu sıfat verilemez,
Tekebbür: Büyüklenme, kibirlenme,
Mütekebbir: Kendini halkın en efdali, en üstünü sayan, kendinden
başka hak tanımayan anlamındadır. Bu sıfat da yalnızca
Allaha mahsustur. Çünkü bütün faziletler O’na aittir, bütün güç ve
kuvvet O’nun elindedir.
Müstekbir ise; büyüklenen, kibirlenen, kendini üstün gören
demektir.
İlk müstekbir, yani ilk büyüklük taslayan İblis’tir. O, Allah’ın
secde emri karşısında kibirlendi ve secde etmekten yüz çevirdi.263
“Bir zamanlar Biz, meleklere (ve cinlere) ‘Âdem’e secde edin’ dedik. İblis
hâriç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve istikbârda bulundu/büyüklük
tasladı, böylece kâfirlerden oldu.” 264
“Âyetlerimizi yalanlayıp, onların karşısında istikbâra/büyüklenmeye kapılanlar,
işte onlar ateş halkıdır.”265
“Küfredenlere gelince; Âyetlerimiz size okunuyordu da, siz istikbârda
bulunup (karşılarında büyüklenip yüz çevirerek) mücrim bir topluluk oldunuz,
değil mi?” 266
“Ne zaman canınızın istemediği şeyleri söyleyen bir rasül gelmişse ona
karşı istkikbârda bulundunuz/büyüklük tasladınız.” 267
İstikbâr Duygusu
‘İstikbâr duygusu’, büyüklük kuruntusudur. İstikbâr edenlerin
hiç biri aslında büyük değillerdir. Onları büyük ve yüce yapacak bir
özellikleri de yoktur. Ancak onlar, kendilerinin büyük olduğu kuruntusu
içerisindedirler. Allah (c.c.) şeytana soruyor: “Sen büyüklük
mü taslıyorsun (istikbâr mı ediyorsun) yoksa gerçekten sen üstün olanlardan
mısın?”268 Demek ki şeytanın yücelikle bir ilgisi yok. O kendinde
bir üstünlük gördü, büyüklendi ve Rabbinin emrini dinlemedi.
Bazı insanlar ellerindeki güçlerle, dünyalıklarla veya saltanatla
(devlet gücüyle) kendilerini üstün görürler. Allah karşısında kul
olduklarını unuturlar da kendilerini Allah’tan müstağni sayarlar
263 2/Bakara, 34
264 2/Bakara, 34
265 7/A'râf, 36
266 45/Câsiye, 31
267 2/Bakara, 87
268 38/Sâd, 75
İSTİKBÂR - MÜSTEKBİR
- 57 -
(O’na ihtiyaç duymazlar). Bunların bir kısmı, Âhirete inansa bile,
yine kendilerinin kurtulacağını düşünürler. Çünkü onlar, ellerinde
her çeşit güç ve imkân var zannederler. Bir kısmı da Âhireti inkâr
ederler. Hayatın yalnızca bu dünya yaşantısı olduğunu kabul ederler.
Sahip oldukları mal, çocuklar ve iktidarla üstünlük taslarlar. Bu
dünyalık ve güçle insanlara hükmetmeye, onları kullanmaya, onları
köleleştirmeye çalışırlar. İsteklerine kavuşmak için zorbalığa
ve zulme başvururlar. Böylece haddi aşarak bağy (azgınlık) ederler.
Arzularını gerçekleştirmek yolunda hiç bir yasak ve günah
tanımazlar. İşlerine ve hayatlarına kendi ‘hevâ’larına göre yön
vererek ilâhlığa soyunurlar. İnsanları yönlendirmek ve kullanmak
isteyerek Rabliğe yeltenirler.
Böyle kimselere Allah’ın âyetleri hatırlatıldığı zaman ‘bunlar
da neymiş’ der, alay eder ve aldırmazlar. Peygamberleri ve onların
yolunu izleyenleri dinlemezler. Allah’ın huzurunda secde yapmayı
kibirlerine yediremezler, ibâdet onların nefislerine çok ağır gelir.
Allah’ın hükümleri ve ilkeleri karşısında çok inatçıdırlar. Onlar aslında
hem hasta ruhlu insanlardır, hem de zayıf karakterlidirler.
Ancak zayıflıklarını haksız yere kibirlenerek kapatmaya çalışırlar.
Allah’ın âyetlerine karşı çıkışın temelinde yatan sebep gerçekten
‘istikbâr’ duygusudur. Aynı duygu; Allah önünde ibâdet
etmekten de hoşlanmaz. Diğer insanları küçümsemek, onlara
tepeden bakmak, onlardan tiksinmek, onlara hakeret etmek ve
onları çeşitli tuzaklarla kullanmak niyetinin arkasında da istikbâr
anlayışı vardır.
Yeryüzünde zulme sebep olan, orasını ifsâd eden ve zayıfları
ezen kimseler de yine bu istikbâr duygusuna sahip olanlar ve bu
yüzden taşkınlık yapanlardır.269 İstikbâr sahibi müstekbirler, insanlara
karşı ‘bağy’ işlerler. Onlara karşı böbürlenip haksızlıkta bulunurlar,
onlara hükmetmeye kalkışırlar. İstikbâr sahiplerinin tipik
özelliklerinden biri de kendi ‘hevâ’larına uymalarıdır. Onlar, kendilerini
güçlü ve üstün gördükleri için ilâhî yasaları tanımazlar ve
akıllarına estiği gibi hareket ederler. İnsanlara kötülük yapmak
için başvurulan çeşitli hile ve kurnazlıkların arkasında istikbâr vardır.
270 Yeryüzünü zulüm ve kahırla dolduran ve kitleleri ezen ordular
da istikbâr ordularıdır.271
269 28/Kasas, 39
270 Bk. 35/Fâtır, 43; 31/Lokman, 7; 63/Münâfıkûn, 5
271 Bk. 28/Kasas, 39; 25/Furkan, 21
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 58 -
İstikbâr duygusu/müstekbirlik, inkârcıların özelliğidir.272 Dünyada
Allah’a ve O’nun âyetlerine karşı istikbâr edenler için alçaltıcı
bir azap vardır.273 Allah’ın âyetlerine karşı istikbâr edenlere
göğün kapıları açılmayacak, onlar deve iğnenin deliğinden geçinceye
kadar Cennet’e giremeyecektir. Onlar için Cehennem’de
ateşten yataklar hazırlanmıştır.274 Allah’a karşı ibâdet etmeye
istikbâr duygusu yüzünden yanaşmayanların sonları da cehennem
olacaktır. 275
Kullara yakışan, Rablerinin huzurunda ‘kul’ olarak haddini
bilmek, bulunduğu konumu doğru tesbit etmektir. Allah’ı tek rab
olarak bilip verdiği nimetlere şükretmektir. Güçsüz, zayıf, yaşamak
için başkasına muhtaç ve nihâyet ölümlü olan insanın kibirlenmeye,
iblis gibi Allah’a isyan edip karşı gelmeye hakkı yoktur.
İstikbâr edenler büyük bir haksızlık içerisindedirler. Bu nedenle
Allah (c.c.) kesinlikle istikbâr edenleri sevmez. 276
Peygamber (s.a.s.) şöyle buyuruyor: “Şüphesiz Allah (c.c.) şöyle
diyor: ‘Büyüklük (kibriya) elbisem, azamet (ululuk) da gömleğim (gibidir).
Kim bu iki şeyde benimle yarışırsa onu Cehennem’e atarım’.” 277
Kur’an-ı Kerim’de istikbârın tipik örneği Firavun’dur. O kendini
büyük, güçlü ve yıkılmaz saltanat sahibi görerek ilâhlığa kalkıştı,
Hz. Musa’nın davetinden yüz çevirdi. Hz. Musa’nın çağrısına uyarak
Allah’ın önünde secde etmeyi gururuna yediremedi. Allah’ın
hükmüne uymaya tenezzül etmedi.
Günümüzde büyüklük taslamanın (istikbârın) yansımalarını
her yerde görmek mümkün. Zenginler, makam sahipleri, koca
koca şirketleri ve fabrikaları olanlar, sistemler, devlet düzenleri,
uluslararası kuruluşlar, devlet yöneticileri, sultanlar, krallar, şöhrete
ulaşanlar ve daha niceleri ‘istikbâr’ ediyorlar. Allah’a ve O’nun
koyduğu ölçülere karşı çirkin bir başkaldırı ve büyüklük duygusu
içerisinde kendilerine ve diğer insanlara zulmediyorlar.278
Müstekbir
Yeryüzünde haksız yere istikbâr edenlere (büyüklük taslayanlara)
müstekbir adı verilir. Bunlar, kendilerinde bir üstünlük
272 7/A’raf, 36, 75-76; 28/Kasas, 76-77
273 46/Ahkaf, 20; 40/Mü'min, 60
274 7/A’râf, 40-41
275 40/Mü'min, 60
276 16/Nahl, 23
277 Ebû Dâvud, Libas 29, Hadis no: 4090, 4/59. Bir benzeri için Bk. Müslim, Birr
ve Sıla 136, Hadis no: 2620, 4/2023; Ibn Mâce, Zühd 16, Hadis no: 4174,
2/1397; Ahmed bin Hanbel, 2/248, 376, 414, 444
278 H. K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, 317 vd.
İSTİKBÂR - MÜSTEKBİR
- 59 -
olmadığı halde büyüklük duygusuna kapılıp, doğru yoldan çıkan
kimselerdir. Zayıf karakterlidirler, ama bu yönlerini insanlara karşı
böbürlenerek gidermeye çalışırlar.
Esasen Allah ‘ekber/en büyük’ olduğu için büyüklük hakkı da
O’nundur. ‘Kibriyâ/büyüklük’ sıfatına sahip olan sadece O’dur.279
Ancak, bazı insanlar bu gerçeği görmek istemezler. Ellerinde dünya
malı, biraz güç ve kuvvet vardır, belki de iktidar makamındadırlar.
Onlar, bu tür şeylere aldanarak büyüklük duygusuna düşerler.
‘Biz her şeye sahibiz’ anlayışı taşırlar. Sahip oldukları şeylerin
kendilerine yettiğini, Allah’a muhtaç olmadıklarını, her şeye güç
yetirebileceklerini varsayarlar. Bu duygular yüzünden yeryüzünde
haddi aşarlar, başkalarına hükmetmeye ve onları kullanmaya
yeltenirler. Kimileri ilâhlığa soyunur, rablik taslamaya başlar. Bu,
şüphesiz azgınlığın son noktasıdır.
Müstekbirler, zayıf bırakılmışları (müstez’af olanları) sömürürler.
Onların boyun eğmişlikleri üzerine iktidarlarını sürdürürler.
Onların emeği ve kanı üzerine saraylar yaparlar. Onların hizmetleri
ve kölelikleri sayesinde eğlence, zevk ve sefa içinde ömür sürerler.
Müstekbirler; zor kullanarak, zulmederek, hile ve tuzaklarla
insanlara üstünlük sağlarlar.
Kur’an’da ilginç bir örnek anlatılmaktadır:“Gökte olanlar, yerde
olan yürüyenlerden bir kısmı ve melekler Allah’a secde ederler. Onlar
asla istikbâr etmezler (büyüklük taslamazlar).”280 Hâlbuki müstekbirler,
Allah’ın âyetlerine karşı kibirlenirler ve onları yalanlarlar.281 İçlerinde
sakladıkları büyüklenme hastalığı yüzünden Allah’a kulluktan,
O’na itaat etmekten yüz çevirirler.
Müstekbirlerin İlki İblistir
“Allah, ‘Ey İblis! Iki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan
nedir? İstikbârda mı bulundun (büyüklük mü taslıyorsun) yoksa gerçekten
yücelerden mi oldun?’ dedi. İblis, ‘Ben ondan daha hayırlıyım. Beni
ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.’ dedi.” 282
Yeryüzünde İblis’in yolunu izleyip onun gibi büyüklenmeye
kalkıp, Allah’a itaatten yüz çeviren zalimlere Allah, devamlı uyarıcılar
(peygamberler) göndermiştir. Peygamberler onları Allah’a
davet etmişler, tuttukları yolun yanlış olduğunu anlatmaya çalışmışlardır.
Ancak peygamber olarak gönderilen kimselere ilk karşı
279 45/Câsiye, 37
280 16/Nahl, 49
281 7/A’râf, 36
282 38/Sâd, 75-76
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 60 -
çıkanlar halk arasında mal ve makam sahibi müstekbirler olmuşlardır.
“Bir peygamber size canınızın istemediği bir şeyi getirdiği zaman
istikbâr etmediniz mi (büyüklük taslamadınız mı)? Kimini yalanlıyor, kimini
öldürüyordunuz.” 283
Bu müstekbirler, peygamberlerin davetlerini, ellerindeki
malları ve makamları koruma için reddediyorlardı. Çünkü sahip
oldukları konum, onlara insanları sömürme, onlara hâkim olma
imkânını veriyordu. Müstekbirler, Peygamberlerin davetine her
yola başvurarak karşı koymaya çalışırlar. Gelen peygamberi ve
onun davetini yalanlarlar, peygamberi kendi memleketinden sürerler,
kimilerini de öldürmeye kalkışırlar.
İslâmî dâvet, insanlar arasında haksız sınıflaşmayı, sömürüyü,
soy sop veya mal ve makam üstünlüğünü, zulmü ve baskıyı yasaklıyor.
Adâleti ve insanlar arasında eşitliği getiriyor. Üstünlüğün
takvada ve diğer insanlara iyilik yapmada olduğunu bildiriyor. Fakat
müstekbirlere göre kendileri ya mal, ya makam, ya güç, ya da
soy bakımından en üstündürler. Müstekbirler, mutlak hâkimiyetin
Allah’a ait olduğunu kabul etmezler. Onlar Tevhid Kelimesindeki
gerçeği reddederler. “Onlara lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka tanrı yoktur)’
denildiğinde şüphesiz istikbâr ederler (büyüklük taslarlar).” 284
Onlar, insanları ezmek için her yolu caiz görürler. Emirleri altına
aldıkları insanları zayıf bırakırlar (müstez’af yaparlar) ve onları
istedikleri gibi yönlendirirler285. Onlar, kendilerinde olan güzel
özelliklerden dolayı değil; ellerindeki makam, mal, güç gibi dünyalıklar
yüzünden insanlardan üstün oldukları anlayışındadırlar286.
Onlar, kendi otoritelerine, düzenlerine ve fikirlerine karşı gelen
hiç bir kimseden hoşlanmazlar. Kendi düzenlerini yıkacak her
çabayı yok etmek için uğraşırlar. Onlar, Allah’ın peygamberlerle
gönderdiği dine inanmamak için her türlü bahaneyi bulurlar, imanı
ve iman edenleri küçümserler. 287
Müstekbirlik; zulüm, bağy ve tuğyan sonunda ortaya çıkan bir
vahşettir. Her müstekbir, haksız yere kibirlenen, gururlanan ve insanlar
üzerinde kayıtsız şartsız hüküm sürmek isteyen isyankârdır.
“Yeryüzünde haksız yere kibirlenenleri/müstekbirleşenleri, âyetlerimi anlamaktan
çevireceğim.”288 Müstekbirlik, Allah’a ait olan bir yetkiyi
ve hakkı kendi kudreti ve iradesi altına almak niyetini hayatına
283 2/Bakara, 87
284 37/Saffat, 35
285 31/Lokman, 6
286 41/Fussilet, 15
287 46/Ahkaf, 11
288 7/A’râf, 146
İSTİKBÂR - MÜSTEKBİR
- 61 -
ve davranışlarına dayanak kıldığından ilâhlık dâvâsına kalkışmak
demektir. İster bunu açıktan açığa söylesin, isterse söylemesin,
istikbâr ilâhlık iddiası demektir. Müstekbirlerin amacı, Allah’ın
yerine kendilerinin insanların hayatına hükmetmesidir. Müstekbir
bu gayesini gerçekleştirmek için, insan neslini, bitkileri ve hayvanları
tüketecek kadar fesadını yaygınlaştırabilir.289
Her müstekbir, hem kâfir ve hem de zâlimdir. Şeytan, kibirlendi
ve kâfir oldu. Ancak kâfirlikten önce müstekbir oldu.290
Kâfirliğin yolu istikbârdan geçmektedir. Allah’a karşı baş kaldıran
ve Allah’ın kanunlarını beğenmeyen herkes müstekbirdir. 291
Müstekbirler insanlar arasında sayıca azdırlar. Ancak dünyaya
aşırı bağlıkları nedeniyle, Allah’tan çok kendilerinden korkan
zayıf, güdülmeye hazır, tepkisiz yığınların boyun eğişlerinden
yararlanırlar. Müstekbirler tarafından çeşitli oyunlarla, baskı ve
tuzaklarla sindirilen geniş halk kitlelerindeki bu korku, istikbâr
edenlerin ekmeğine yağ sürmektedir. Köleliği ve sürünmeyi kader
bilen kimseler, başlarına kim gelirse gelsin, ne olursa olsun ses çıkarmazlar.
Bulabildikleri küçük dünyalıklar onların sesini kısmaya
yeter.
İslâm, bu müstekbir mantığını ve ahlâkını tanıyıp ona düşmemeyi
tavsiye ediyor. Ayrıca, yeryüzünde haksız yere istikbâr edip
insanları sömüren, onlara baskı uygulayan ve haklarını ellerinden
alan müstekbirlere karşı durmayı da öğütlüyor. Bu karşı koyuş ‘Allah
adının büyüklüğü- Allahü ekber’ ve Tevhid kelimesindeki şuur
ile olabilir.
Müstekbir Tipler
Kur’an, hayalî insan tipleri çizmiyor. Müstekbirler soyut varlıklar
değillerdir. Onların bir kısmı tarihte yaşamış, bugün de yeryüzünün
her tarafında olabilecek kimselerdir. Müstekbir kafa
yapısına ve tavrına sahip sayısız örneği çevrenizde görebilirsiniz.
Zenginliğin ve makamların şımarttığı niceleri vardır ki; hem başkalarına
zorla tahakküm ederler, hem toplumun huzurunu bozarlar,
hem de kendilerini ağırdan satarlar. Herkesin kendi emirleri
altında, bütün geçim kaynaklarının kendi kontrollerinde olmasını
isterler.
Fertler müstekbir olduğu gibi, düzenler, kavimler, meclisler
de müstekbir olabilir. İslâm’ın dışındaki bütün sistemler müstekbir
289 28/Kasas, 4
290 Bk. 2/Bakara, 34
291 Bk. 45/Câsiye, 8
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 62 -
kabul edilir. “Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse onlar zâlimlerin
ta kendileridir.”292 Her beşerî ideoloji, Allah’a baş kaldırıp Allan’ın
hüküm ve kanunlarını beğenmeme sonucunda ortaya çıkmıştır.
Bunun için komünizm, sosyalizm, kapitalizm ve diğer izmler müstekbirdir.
Bugün bazı ülkelerde yürürlükte olan zulüm düzenleri tipik
‘istikbar’ örneğidir. Zengin ülkelerin kendi aralarında kurdukları
birlikler, ürettikleri politikalar dünyayı daha iyi kontrol altında
tutma, daha iyi sömürme amacına yönelik değil midir? Birçok
uluslararası teşkilat ne işe yaramaktadır? Bu teşkilatlar zulme
uğrayanlara yardım etmeyi beceremezken, karar almak üzere bir
araya gelemezken; çıkarları sözkonusu olunca dünyayı nasıl da
ayağa kaldırıyorlar? ABD’nin ve pek çok batılı ülkenin bu anlamda
müstekbir olduğu açıktır.
Bazı ülkelerdeki diktatörlerin, sulta ve despot yönetimlerin
kendi halklarına ve ilâhî vahye karşı tutumları; müstekbirlerin karakterlerini
göstermektedir. Onlar, kendi saltanatları ve çıkarları
için zulümden ve baskı yapmaktan geri durmazlar. Kendi menfaatleri
uğruna halklarının haklarına tecavüz ederler. İktidarlarını
sürdürebilmek için her yola başvururlar. Allah’ın insanlar için koyduğu
ölçülere kulak asmazlar.
Bütün müstekbirler, Allah’a itaat etmekten, O’nun önünde
boyun eğmekten yüz çevirirler. Allah’ın hükümlerini ve âyetlerini
dikkate almazlar. Çünkü kendilerini güçlü görürler, büyüklük taslarlar.
293
Kur’an’da şeytanın ve kâfirin önemli bir özelliği olarak anlatılan
istikbâr/büyüklük taslamak, çeşitli şekillerde tezâhür edebilir.
Bir kişinin ya da grubun, toplumun diğer birey ve kesimlerine
karşı kibirlenip gurura kapılmaları ve onlarla ilişkilerini kendi
büyüklükleri temelinde sürdürmek istemeleri şeklinde olduğu
gibi, toplumun büyük bir kısmının, azınlığa karşı veya Kur’an’da
belirtildiği şekliyle peygambere ve müslümanlara karşı büyüklük
taslaması ve onları küçük görmeleri şeklinde de tezâhür edebilir.
Bir başka büyüklenme biçimi ise, bir toplumun veya devletin, başka
bir topluma üstten bakması, kendini efendi, öbürünü hizmetçi
görmesidir. Bütün bu özellikler, istikbâr kapsamındadır. Tarih
boyunca olduğu gibi, bugün de birçok toplumda her üç istikbâr
türünü görmek mümkündür.
292 5/Mâide, 45
293 A.g.e. s. 467 vd.
İSTİKBÂR - MÜSTEKBİR
- 63 -
İstikbâr psikolojisinde aşırı önyargılılık, tarafgirlik, bencillik,
bağnazlık, yeni görüşlere açık olmamak gibi özellikler bulunur.
Dolayısıyla, büyüklenen insanın ayırıcı özelliği, onun objektif görüşten
uzak durmasıdır. Bu uzaklığın nedeni, kibir ve gururdur. Bu
psikolojiyle inanmadıkları içindir ki, Kur’an, kâfirleri müstekbir
olarak adlandırmakta294 ve küfrün kaynağının büyüklenmek olduğunu
belirtmektedir.
İstikbâr ve müstekbirin olduğu toplumlarda bir ezenle bir
ezilenin olması, yani ezen/sömüren ve ezilen/sömürülen şeklinde
iki sınıfın oluşması kaçınılmazdır. Nitekim Kur’an, müstekbirlerden
söz ettiğinde, karşıtı olarak müstaz’aflardan da söz eder.
Âyetlerde ele alınış biçimiyle Allah’ın kendilerine verdiği nimetleri,
güç, yetenek ve becerileri kendilerinden sayarak başka insanların
boyunlarına binen müstekbirlerin diğer insanlara karşı davranışlarına
istiz’af (zayıf görme), zayıf görülen insanlara da müstaz’af
denmektedir. 295
Müstekbirler, toplumun zayıf kimselerini ezer, zayıf olmayan
kitleleri zayıf bırakmak için onlara ekonomik ve siyasî baskı yaparlar.
296 Peygamberlerin dâvetleri onların kaçışlarını arttırırken297,
müttakîler ve mü’min müstaz’afların imanını arttırmıştır. Müstekbirler,
rasüllerin tehditlerini ve uyarmalarını alayla dinlerler298 ve
peygamberlere (ve mü’minlere) “ya dinimize girersiniz, ya da sizi
şehirden çıkarırız” derler.299 Onlar için verilen her ikaz, kendileri
için eğlencedir300. Dâvete kulaklarını tıkar, hiçbir şey duymamış
gibi davranırlar. Küfür örtüleri hidâyete ulaşmaları için engel teşkil
eder.
Allah’ın azabına aldırış etmeyen bu sömürgen kimselerin yanılgısı,
aslında gücü olmayan şeytanın emrini dinlemeleridir.301
Mücadele saflarında şeytanın tarafını tutması, kendisinin zayıf
olduğunun en açık alâmeti iken, mal ve evlât çokluğuyla övünmesi302,
müstekbirlerin paranoyak kimseler olduğunu da düşündürüyor.
Onlar hastadırlar, zayıftırlar. Çünkü halkın tevhîdî bilince
ulaşmasından korkmaları ve bunun da kendilerinin sonu olduğunu
bilmeleri, müstekbirleri gece gündüz hile ve desise kurmaya
294 16/Nahl, 22-24
295 Ejder Okumuş, Kur'an'da Toplumsal Çöküş, s. 122-123
296 7/A’râf, 75
297 71/Nuh, 6
298 7/A’râf, 77; 21/Enbiyâ, 2
299 7/A’râf, 88
300 21/Enbiyâ, 2
301 14/İbrahim, 22
302 41/Fussılet, 15
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 64 -
yöneltmiş ve insanların Allah’a şirk koşmalarını emretmeye başlamışlardır.
Kur’an, müstekbirlerin karakter yapılarını anlatmaktadır ki,
her dönemde ve her coğrafyada yaşayan insanlar, mücadelelerinde
bir konum belirlesin ve karşılaştıkları sorunları çözebilsin.
Kur’an’da anlatılan müstekbir ifadesi, eski dönemlere ait tarihsel
bir olgu değil; tüm zamanlar için kullanıbilen bir ifadedir.
Bugün mazlum ve mahrum bırakılmış, ezilmiş ve sömürülmüş
halklara zulmeden tâğûtî sistemlerin Kur’an’da anlatılan müstekbir
portresinden ne farkı vardır? Kaldı ki, biz müstekbiri asıl
bugün tanımlamakla mükellefiz. Yaşadığımız hayat şartlarını tüm
acımasızlığıyla ağırlaştıran, fıtratımıza uygun İslâm sisteminin kurulmaması
için var gücüyle çalışan, Allah’ın diniyle alay eden düzen
ve işbirlikçileri, Kur’anî ifadeyle müstekbirlerden başka bir şey
değildir.
Rasüllerin mirasçısı olan mü’minleri sevmemek, onlarla alay
edip onları ezmeye ve sömürmeye çalışmak, müstekbir olmanın
en açık ifadesidir. Vesvesesini şeytandan alan, halkın üzerinde görünmez
bir baskı oluşturan ve gece gündüz kurduğu desiselerle
insanları rablerine karşı isyana ve küfre çağıran medya, müstekbirlerin
Kur’an’da ifadesini bulan mü’minlerle alay etme misyonunu
eksiksiz yerine getiriyor. 303
Müstaz’af
‘Müstaz’af’, ‘za’af’ kökünden türemiştir. ‘Za’af’, kuvvetli olmanın
zıddıdır, zayıf oldu demektir. Za’af sahibi kimseye, yani kuvvetli
olmayana ‘za’if’ denilir ki, Türkçede ‘zayıf’ şeklinde söylenmektedir.
‘Za’af’, bedende, nefiste, akılda, düşüncede, bir şeyin
nitelik ve niceliğinde olabilir. Kişinin bulunduğu statüde, bilgi ve
görüşlerde de olabilir. ‘Müstaz’af’, ‘istaz’afe’ fiilinin fail ismidir.
‘İstiz’af’ sözlükte, zayıf görmek, zayıf bırakmak, zayıf bir hale getirmek,
zillete düşürmek (aşağılamak) demektir.
Allah’ın kendilerine verdiği nimetlerle şımaran, kibirlenip
‘müstekbir’ olanlar, bazı insanların boyunlarına binerek onlara
karşı zalimce davranırlar, onları aşağı görürler. Onlara hükmedebilmek
için onları zayıflatmanın yollarını ararlar. İşte müstekbirler
tarafından aşağı görülüp, sömürülmek üzere zayıf bırakılmış kimselere
‘müstez’af’ denilmektedir.
303 Eşref Altaş, Haksöz, sayı 44, s. 41
İSTİKBÂR - MÜSTEKBİR
- 65 -
Müstekbir ve Müstez’af Ilişkisi
Müstez’af’ı iyi tanımak için ‘müstekbir’leri iyi bilmek gerekir.
Çünkü bu iki kavramın kullanılış yerleri ve durumları birbiriyle ilgilidir.
Allah’tan gelen vahyin ve bu vahyi tebliğ eden peygamberlerin
karşısına hep ‘müstekbir’ tipli insanlar çıkmışlardır. Onlar,
Allah’ın peygamberlerinin davetine uyan müstez’afları aşağı
gördüler, onlara zulmettiler ve girdikleri yoldan çevirmeye çalıştılar.
Kur’an, İlâhî davete uyanlar ile ona karşı çıkanları ‘müstez’afmüstekbir’
bağlamında değerlendiriyor. Allah (c.c.), kendi davetine
uyup kendi doğru yoluna giren ve asla müstekbirlere boyun
eğmeyen müstez’afların yanında yer alıyor. Onları yeryüzüne ‘halife’
(imam) yapmakla müjdeliyor. 304
İslâm’ın ilk dönemlerinde Mekke’de, Hz. Muhammed’in davetine
uymaktan başka suçu olmayan fakir ve güçsüz müslümanlar,
Kur’an’da haber verilen bu müstez’afların örneklerindendir. Onlar,
o günün müstekbirleri olan Mekke devletinin ileri gelenleri
tarafından zulme uğruyorlar, işkenceye tabi tutuluyorlar, horlanıp
aşağılanıyorlardı. Mekke’li müşrikler, onlara karşı kibirleniyorlar,
gücün ve iktidarın kendilerinde olduğunu hesaba katarak, emirleri
altındaki insanların neye inanacaklarına dahi karışıyorlar, kendi
dinlerinden veya ideolojilerinden çıkanlara zulmedip baskı uyguluyorlardı.
İslâm toplumu dışındaki bütün cahili toplumlarda, baskı uyguluyanlar
ile baskı uygulananlar, yani kendilerini her bakımdan
üstün sayanlar ile onların halk dediği zayıf bırakılmışlar bulunur.
Modern toplumlarda bunu farklı bir biçimde görmekteyiz. Modern
toplumlarda zenginler ve fakirler sınıfı, yönetilenler ile yönetenler
sınıfı, yüksek tabaka ile alt ve orta tabaka grupları bulunmaktadır.
Kendilerini biraz yukarı statüde görenler, Kur’an’ın
anlattığı ‘istikbâr’ sınıfına girerler.
Câhiliye toplumlarında güç ve imkânları ellerinde tutanlar diğerlerine
karşı üstünlük sağlamaya, onları etkileri altına almaya
çalışırlar. Bu güçlüler zamanla ‘istikbâr’ ederler ve insanı gütmek,
sömürmek, kullanmak veya istedikleri gibi yönetmek için onları
‘müstez’af’ hale getirirler. Müstez’aflar, müstekbirler tarafından
kahır altında tutulan, hor ve zelil yapılan, zayıf bırakılan kimselerdir.
Bu zayıf bırakmanın en önemli sebebi müstekbirlerdeki haksız
kibir ile insanları istedikleri gibi yönetme arzularıdır. 305
304 7/A’râf, 137
305 H. K. Ece, a.g.e. 470 vd.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 66 -
Dünyanın günümüzdeki yapısı içerisinde, zayıf bırakılmış
mustaz’af kitlelerin, kendilerini ezen zorbalara karşı mücadelesi,
ancak müstaz’af halkın tevhîdî bilince sahip olmalarıyla mümkün
olacaktır. Hak ve bâtılı birbirinden ayıramayan müstaz’aflar, müstekbirlerin
hilelerine kurban gidecek306 ve böylesi müstaz’afların
Allah’ın huzurunda şikâyetleri de bir anlam ifade etmeyecektir. 307
Kur’an’da bize anlatılan müstaz’af–müstekbir mücadelesinin
şartlarını bilmemek, bizi bu mücadelede amellerimizi bâtılın pisliğinden
uzak tutacak ve amellerimize bâtılın karışmasını önleyecek
bir bilinçten mahrum bırakacaktır. Rabbimiz, kitabında nebevî
mücadelenin nasıl olması gerektiğini boşuna anlatmamış, bilâkis
onları okuyalım, üzerlerinde düşünelim ve günümüz mücadelesine
ışık tutalım308 istemiştir. Tâğûtî sistemleri ayakta tutan kimseler,
güçsüzlüklerinden şikâyet eden309 zâlim müstaz’aflardır.310
Müstaz’af olan ve fakat müstaz’af olduğunun bilincinde olmayan,
müstekbirlerin peşine takılmış, onlardan medet uman311 kitlelerin
dünyada ve âhirette karşılaşacakları çetin azabı hatırlatmak, üzerimize
düşen sorumluluktur.
Tâğutun en örgütlü biçimi olan İslâm dışı düzenler, tüm kurum
ve kuruluşları ile ordusu, bankası, medyası ve tüm işbirlikçileriyle
mü’minlere saldırmakta ve onları çeşitli hile ve desiselerle
güçsüz bırakmak istemektedir. Güçsüz bırakılan halkların ve baskı
uygulanan insanların tevhîdî mücadele içerisinde var olan safı ise,
inkılâpçı-ıslahatçı müstaz’afların yanıdır.
Zâlimlere başkaldırıp inkılapçı bir tavır takınması mümkün olmayan
zavallı kadın, çocuk ve ihtiyarları ve aklî kapasitesi düşük
olanları, Kur’an, “zavallı müstaz’aflar” olarak bize sunmaktadır. 312
Bugün yeryüzünün birçok yerinde katledilen, savaşacak silâh
ve güce sahip olamamış, duâ etmekten, yardımcı istemekten313
başka çaresi olmayan insanlar, zulme başkaldıramadıklarından
mâzurdurlar. Onların bu feryadlarını görmezlikten gelmek, “yeni
dünya düzeni” müstekbirlerinin ve işbirlikçilerinin müstekbir
olmalarından kaynaklanmaktadır. Fakat eli silâh tutan ve yardım
gücü yerinde olan, başkaldırma gücüne sahip insanların ve
306 34/Sebe’, 31-33
307 34/Sebe’, 31-33
308 22/Hacc, 46; 15/Hıcr, 75; 12/Yusuf, 11
309 4/Nisâ, 97
310 34/Sebe, 31
311 34/Sebe’, 31-33
312 4/Nisâ, 75
313 4/Nisâ, 75
İSTİKBÂR - MÜSTEKBİR
- 67 -
düzenlerin ilgisizliği ise, müstekbirlerin zulmüne ortak olmak demektir.
Müstekbirleri uyarmaktan korkan, zâlimlere itaati fitne ve fesad
çıkmasın diye sürdüren, zulümlere baş eğmeyi sabır diye tahayyül
eden, görevlerini ve özellikle emr-i bil ma’ruf ve nehy-i
anil münkeri terkeden, güçleri varken başkaldırmayan insanlar
ise zâlimdirler. Aslında kendileri de müstaz’af oldukları halde,
müstekbirlerle işbirliği yapmaktan çekinmediklerinden dolayı
Allah bu gibileri zâlim müstaz’aflar diye nitelemektedir. Zâlim
müstaz’aflar, istikbâr düzenini ayakta tutanlardır. Firavun, kendisinden
ve mele’sinden güçlü binlerce köleyi ve halk kitlesini nasıl
idare etmektedir. Onlara piramit adı verilen ve bir mezardan/anıtkabirden
başka bir şey olmayan dağları nasıl kurdurmaktadır?
Firavun, onların bilinçlerini dondurmuş, büyüsüyle (medyasıyla)
onları uyuşturmuştur. Halkın dinî hassasiyetlerine cevap verecek
bir kurum oluşturmuş (Bel’am) ve bu kurum, Allah’ın kitabından
konuşuyormuş gibi hareket ederek insanların başkaldırı ve
eleştiri hakkını da elinden almıştır. Düzen; vahyi bir kenara atıp
nefsini yücelten, âhireti değil; dünyayı ön plânda tutan, şeytana
uyan ve aynı zamanda Allah’a yönelen insanları saptıran, işi gücü
tâğutlara itaat edilmesi gerektiğini yineleyen bezirgân tipli din
adamını/Bel’am’ı yetiştirdimi artık kitleleri uyuşturup saptırması
çok basit olmaktadır.
Tâğûtî istikbârın oluşturduğu düzenin bu noktasından sonra,
tüm kitlelerle “itaat” için uğraşmasına gerek kalmamıştır artık.
Kitleleri düşünmekten ve zulmü görmelerini engellemekten
sorumlu medya (sihirbazlar), kitlelerin fıtratlarına yönelişlerini
çarçur edip saptırmaktan sorumlu, “uyarsan da uyarmasan da
dilini sarkıtıp soluyan köpek”314 gibi şeytana tâbi olan Bel’amlar,
kitlelerin ekonomik işlerle ve dünya malıyla oyalanmalarını sağlayan
Karun’lar, tâğûtî düzenin devamını sağlamakta, kitlelerin
her alandaki fıtrata yönelişlerini saptıran müstekbirler artık müstaz’afları;
devleti ve vatanı korumaya çağırırken Allah ve Rasülüne
değil; şeytana uymayı, Allah’a nankör davranmayı emrederler.
Şeytanın zulmünün ve işbirlikçilerinin aslında hiçbir gücü
yoktur. Onları güçlü kılan, apaçık bir şekilde, zulme rızâ gösteren
müstaz’af, fakat zâlim kimselerdir.
Ulu’l-emr kavramını fesâda uğratmış ve zulüm ve istikbârlarını
ulu’l-emr diye müstaz’af insanlara sunmuş müstekbirlere itaati bir
görev sayan kimsenin Allah’ın huzuruna çıktığında “emîrlerimize
314 7/A’râf, 176
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 68 -
ve büyüklerimize uyduk, onlar da bizi yoldan saptırdılar.”315 demekten
başka ileri süreceği hiçbir mâzereti yoktur. Zâlim müstazâflar bu
halleriyle ezildiklerinin bile farkına varamamışlardır. Kolektif bilinçlerini
üç beş mutlu-putlu azınlığa terketmiş ve onları denetleme
imkânını dahi elde edememiş insanlar, âhirette Rablerine
şikâyetlerini arzederken neye uğradıklarını şaşırmış görüntüsü
vereceklerdir. 316
Müstaz’af Insan Grupları
Kur’an-ı Kerim, müstaz’afları, içindeki bulundukları duruma,
müstekbirler karşısındaki tutumlarına göre üç gruba ayırmaktadır:
Birinci grupta olanlar, uzun zaman boyunca vahiy’den uzak
kalarak müstekbirlerin yönetimi altına düşenlerdir. Bunlar müstekbirler
tarafından aşağılanmış ve zulme uğramışlardır. Eğer
Allah’tan bir davet gelirse bunlar, o davete hemen uyarlar, müstekbirlere
karşı gelirler. Bu gibi müstaz’aflar, samimi bir şekilde
müslüman olurlar, zalimlerin baskı ve işkencelerine rağmen dinlerini
terketmezler. Güç, mal ve toplumsal statü açısından ileri bir
seviyede olmadıkları için, müstekbirler onlara hep baskı yapmak,
onları istedikleri gibi yönetmek arzusundadırlar. Ama onlar peygamberleri
dinlerler, müstekbirlerin alay, kınama ve işkencelerine
aldırmazlar. Kur’an, böylesine müstaz’af olanlara yeryüzünün önderliğini
haber veriyor: “Muhakkak ki Firavun yeryüzünde kibirlendi
ve halkını bölük bölük (grup grup, parça parça) yaptı, onlardan bir grubu
‘müstez’af’/güçsüz görüyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kadınlarını sağ
bırakıyordu. Doğrusu o müfsitlerdendi (ifsâd edicilerden/bozgunculardandı).
Biz ise diliyoruz ki, yeryüzünde ‘müstaz’aflara lutfedelim, onları
imamlar (önderler) yapalım ve (yeryüzüne) vârisler kılalım.” 317
İkinci grup müstaz’aflar, korku, dünyalık çıkarlar, Allah’ın
sözüne güvenmeme veya başka za’aflar sebebiyle müstekbirlerin
yaptıklarına karşı çıkmazlar. Onların yaptıkları fesatlara ve
kibirlenmelere razı olurlar. Müstekbirlerin kuyruğuna takılırlar.
Müstekbirler onları hor görmelerine rağmen, onların peşinden
ayrılmazlar, seslerini çıkarmazlar. Kur’an, onların âhirette suçu
birbirlerinin üzerine nasıl atacaklarını anlatıyor.318“Melekler kendi
nefislerine zulmedenlerin hayatına son verecekleri zaman, derler ki: ‘Ne
ile meşguldünüz?’ Onlar: ‘Biz, yeryüzünde zayıf bırakılmış (müstaz’af)
kimselerdik’ derler. (Melekler de) ‘Oradan hicret etmeniz için Allah’ın arzı
315 33/Ahzâb, 67
316 E. Altaş, Haksöz, 44, s. 42
317 28/Kasas, 4-5; Ayrıca bkz . 7/A’râf, 137
318 34/Sebe’, 31-35
İSTİKBÂR - MÜSTEKBİR
- 69 -
(yeryüzü) geniş değil miydi?’ derler. İşte onların barınma yerleri cehennemdir.
Ne kötü yataktır o.” 319
Âyetler, güçleri olduğu halde müstaz’aflığa râzı olan, pısırık ve
zillete boyun eğenleri tehdit ediyor. Onların arkadaşları (velileri),
peşlerinden gittikleri müstekbirlerdir. Müstekbirlerden kurtulmak
ve istikbâra son vermek için gerekeni yapmayanlar, aynen müstekbirler
gibidir; Onların zulmünde pay sahibidirler. Bu yüzden
varacakları yer cehennemdir. Bu çeşit müstaz’aflar, yüzleri ateşte
çevrildiği gün, şöyle diyecekler: “Rabbimiz! Biz, yöneticilerimize
(sâdetenâ) ve büyüklerimize (küberâenâ) itaat etmiştik. Fakat onlar bizi
yoldan saptırdılar. Rabbimiz, onlara iki kat azap ver. Onları büyük bir
lânete uğrat.” 320
Bu müstaz’af kitlelerin uyarılmaya, zihinlerinin âdeta şoke
edilmeye ihtiyaçları vardır. Uyarılmadıkları sürece, yaşadıkları hayat
tarzının mümkün olan tek hayat tarzı olduğunu düşüneceklerinden
farklı bir hayat tarzı arayışına girmeleri hemen hemen
mümkün olmaz. Ancak uyarıldıktan sonra, kendilerinden seçim
ve tercih yapmaları beklenir. Çoğunlukla sıhhatli tercihleri olduğu
da söylenemez. Uzun bir süreç boyunca alıştıkları düşünce ve
davranışlar, onların zihnî ve ruhî hayatlarında uyuşturucu izler
bırakmıştır. İşte böyleleri Kur’an’a göre en az müstekbirler, yani
kendilerini saptıranlar ve ezenler kadar ağır bir sorumluluk altındadırlar.
321 Bu zayıf bırakılmış büyük kitle, sahip oldukları potansiyel
güçleri harekete geçirmedikçe, müstekbirler baskı ve sömürülerine
devam edecek, bunun da tarihsel bir kader olduğunu telkin
edeceklerdir. Baskı altına alınıp güçten düşürülmüş bu müstaz’af
kitle; çağın sihirli aynaları olan medya ile psikolojik, ahlâkî ve kültürel
araçlarla uyuşturulup miskinleştirilmiştir. Eğer onlar kendi
potansiyel güçlerinin farkına varsa, zaaflarını yense, günün birinde
zorbaların baskı rejimlerine karşı direnmeyi göze alacaklar ve
zincirlerini kıracaklardır.
Üçüncü grup müstaz’aflar, hiç bir çareye gücü yetmeyen, bir
çıkar yol bulamayan çocuk, kadın ve erkeklerdir. Bunları Allah’ın
affetmesi umulur.322 Allah (c.c.) böylesine ‘müstez’af’ kalmış kimseler
uğruna cihad edilmesini emrediyor:“Size ne oluyor ki, Allah yolunda
ve ‘Rabbimiz, bizi halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından
bize bir veli (dost) kıl, katından bize bir yardımcı gönder’ diyen müstaz’af
erkek, kadın ve çocuklar için cihad etmiyorsunuz?” 323
319 4/Nisâ, 97
320 33/Ahzâb, 67
321 34/Sebe’, 31-33
322 4/Nisâ, 88-89
323 4/Nisâ, 75
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 70 -
Bunlar, aslında müstekbirlerin zulmüne râzı değillerdir. Onların
peşinden de gitmemektedirler. Ancak güçleri, imkânları yoktur.
Hicret ve cihad edecek güçleri yoktur. Bu nedenle istikbâr
edenlere karşı bir şey yapamamaktadırlar.
Müstaz’afların bu zayıf hallerinin sebeplerinden birisi müstekbirlerin
kibirleri, zulümleri ve sömürüleridir. Müstekbirler, elleri
altında kullanabilecekleri zayıf insanlar yoksa, nasıl kibirlenecekler?
Kimleri hükümleri altına alıp, baskı uygulayacaklar?
Birinci gruptaki müstez’af insanlar, bu zalim müstekbir gruba
karşı mücadele etmekten asla geri durmazlar. Onlar, Allah’ın
verdiği ölçülere bağlı kalarak, yeryüzünü bu zalim müstekbirlerin
baskısından temizlemeye çalışırlar. Onlar, Allah’a itaat ettikleri ve
müstekbirlere karşı çıktıkları için, Allah (c.c.) onları yeryüzünde
insanlara önder yapar.
Müstekbir, kibirlenen ve büyüklük taslayan demek olduğundan
bu vasıf kâfirlerin temel vasfıdır. Kur’an’ın ifade ettiği anlamda
bir kibir müslümanda bulunamaz. Yine, hadis-i şeriflerde
de kibir, küfür alâmeti olarak vurgulanır: “Şüphesiz kalbinde zerre
kadar kibir olan kimse cennete giremez.” Bunun üzerine ashabtan
biri: “İnsan, elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasını ister (bu
da mı kibir olur?) deyince Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Şüphesiz
Allah güzeldir, güzelliği sever; kibir, hakkı kabul etmemek ve insanları
küçümsemektir.”324 Hadis-i şerifte zikredilen kibir, insanı Hakk’a
düşman yapan kibirdir. O yüzden kibirlilik ve istikbâr, imanın zıddı
ve karşıtıdır. Büyüklük taslamak, ubudiyetin/kulluğun hakikatine
aykırıdır. Secde ile simgelenen ibâdet, tevâzuun göstergesi, secde
etmemek de istikbârın yansımasıdır.325
Bundan dolayıdır ki, namazın, ezanın ve bayramların alâmeti
ve şiarı tekbir olmuştur. İnsan, tekbirleri ile Allah’ın büyüklüğünü
vurgulamakta ve büyüklük sıfatını kendisinden nefyedip uzaklaştırmaktadır.
Rükû ve secdelerde de aynı tezellül ve tevâzu ifadesi
vardır. Kibir ise bu yüceltmeye tamamen engel olan bir haldir.
Hatta kibirli insan, kendini yücelten ve Rabbin azametini kabul
etmeyen insandır ki, bu da ancak küfrün sonucudur.326
Câhiliyye toplumlarında iki sosyolojik toplum karşı karşıyadır:
Müstekbirler-Müstaz’aflar. Temelde sağlıksız ve çelişkili kutupların
yer aldığı böyle bir toplumda müstekbirleri; idarî, siyasî ve fikrî
324 S. Müslim, Nevevi Şerhi, c. 2, s. 89
325 Bk. 2/Bakara, 34
326 Ekrem Sağıroğlu, Kur'an'da İnsan ve Toplum, s. 53
İSTİKBÂR - MÜSTEKBİR
- 71 -
zümrelerden oluşan “mele’” ile ekonomik zümrelerden oluşan
“mütref” sınıflar oluşturur. Bunların karşısında, bu sınıfların ezdiği
biyolojik, rûhî ve zihnî güçsüzlük içinde olan mustaz’aflar vardır.
Geçmişte olduğu gibi, modern çağda da, özellikle dev iletişim
teknolojisini ve araçlarını, eğitim kurumlarını, sanat ve spor
alanlarını kontrol eden iktidar seçkinlerinin, bütün bir toplumu,
hatta tüm ulusları ve dünyayı her gün biraz daha güçten düşürerek,
zaaflarını arttırıp kolayca kumanda ederek yönlendirdikleri
söylenebilir. 327
Müstekbirliğin Sonucu: Dünyevî ve Uhrevî Azap
Allah, müstekbirleri sevmez, kalplerini mühürler, doğruya
eriştirmez: “Hiç şüphe yok ki Allah, onların gizleyeceklerini de açıklayacaklarını
da bilir. O, müstekbirleri/ büyüklük taslayanları asla sevmez.”328
Büyüklük taslayanların kalbi mühürlenir: “Allah, büyüklük taslayan
her zorbanın kalbini bundan dolayı mühürler.” 329
Müstekbirlere Dünyevî Azap: Çöküşe uğrayan toplumların
başta gelen özellikleri istikbâr ve ona bağlı olarak peygamberlere
karşı çıkıştır. Büyüklenerek kendilerini yücelten, hem Allah’a, hem
de küçük gördükleri insanlara karşı kibirlenerek kendilerini öne
çıkaran toplumlar, büyüklenmeyle birlikte getirdikleri aşırı sosyal
farklılaşma ve çözülme, haktan sapma, şımarma, zulüm, baskı ve
işkence, hoşgörüsüzlük, toplumsal birliği bozma, ekonomik gücü
tekelleştirme ve nihâyet kendilerini bunlardan vazgeçirmek için
gelen peygamberi ve Allah’tan getirdiği âyetleri alaya alıp tahkir
etme gibi olumsuz davranışları yüzünden helâk edilmişler, ortadan
kaldırılmışlardır. 330
Âd kavmi, büyüklenerek Allah’ın âyetlerini yalanladığı için,
dondurucu kasırga (sarsar) azabına uğradı.331 Semûd kavmi, müstekbirliğin
sonucu olarak bir sarsıntı tuttu, oldukları yerde diz üstü
çöküverdiler.332 Hz. Şuayb’ı ve iman edenleri tehdit eden Medyen
halkının bu müstekbirliği yüzünden bir sarsıntı tuttu, oldukları
yerde diz üstü çöküverdiler; sanki hiç yaşamamış gibi oldular,
izleri bile kalmadı.333 Müstekbirlerin en önemli sembol tipi olan
327 Ali Bulaç, Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, c. 3, s. 82
328 16/Nahl, 23
329 40/Mü’min, 35
330 E. Okumuş, Kur’an’da Toplumsal Çöküş, s. 125
331 41/Fussılet, 15-16
332 7/A’râf, 77-79
333 7/A’râf, 91-93
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 72 -
Firavun ve çevresi, bunun karşılığını gördü: Önce su baskını, çekirge,
haşerât ve kurbağa istilâsını ve kan musallat oldu. Bunlardan
kurtulurlarsa iman etme sözü verdikleri halde, yine sözlerinden
cayarak inanmadılar; Sonunda denizde boğuldular. 334
“Zâlimler, ölüm dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, onlara:
‘Haydi (bakalım, bizim elimizden) canlarınızı kurtarın, Allah’a karşı
gerçek olmayanı söylemenizden ve O’nun âyetlerine karşı istikbâr etmenizden/
kibirlilik taslamanızdan ötürü, bugün alçaklık azabı ile cezalandırılacaksınız!’
derken onların halini bir görsen!” 335
Uhrevî Azap ve Cehennnem: Şeytanî bir dürtü olan istikbâr,
insanı kötü eylemlere sürükleyerek, biraz önce belirtilen dünyevî
azap ve sıkıntılardan ayrı olarak, âhiret hayatını da zindana çevirmektedir.
İman edenlere ödülleri, Allah’a kulluktan çekinenlere ve
büyüklük taslayanlara cezaları verilecektir: “Mesih de, Allah’a yakın
melekler de Allah’a kul olmaktan asla çekinmezler. Kim O’na kulluktan
çekinir ve istikbâr eder/büyüklük taslarsa, bilsin ki O, hepsini huzuruna
toplayacaktır. İman edip sâlih amel işleyenlere ecirlerini tam olarak verecek
ve onlara lütfundan daha fazlasını da ihsan edecektir. Kulluğundan
yüz çeviren ve müstekbirlik yapanlara/büyüklük taslayanlara gelince, onlara
elem/acı verici şekilde azap edecektir. Onlar, kendileri için Allah’tan
başka ne bir dost ve ne de bir yardımcı bulurlar (Kendilerini Allah’ın azabından
kurtaracak bir kimse bulamazlar).” 336
İstikbâr ederek büyüklük taslamış şımarık zenginlerin feryadı,
âhirette onlara hiçbir yarar sağlamaz: “Sonunda, refah ve bolluk içinde
şımarık varlıklılarını azapla yakaladığımız zaman feryad ederler. Onlara
şöyle deriz: ‘Bugün boşuna feryâd edip sızlanmayın. Zira bizden yardım
göremeyeceksiniz. Çünkü âyetlerimiz size okunurdu da siz, buna karşı
müstekbirce kibirlenip büyüklenerek arkanızı döner, geceleyin hezeyanlar
savurur, ağzınıza geleni söylerdiniz.” 337
“İnkâr edenler, ateşe arzolundukları gün, onlara şöyle denir: ‘Dünyadaki
hayatınızda sizin için güzel olan her şeyi harcadınız, onların zevkini
sürdünüz. Ama bugün, yeryüzünde haksız yere istikbâr edip büyüklük
taslamanızın ve yoldan çıkmanızın karşılığında alçaltıcı bir azap göreceksiniz.”
338
334 7/A’râf, 132-137
335 6/En’âm, 93
336 4/Nisâ, 173
337 23/Mü’minun, 64-67
338 46/Ahkaf, 20; Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasî Kavramlar, s. 284-288
İSTİKBÂR - MÜSTEKBİR
- 73 -
İstikbârın Sembol Tipleri
(Müstekbirlerin Duayenleri)
Kur’an’da, özellikle şeytan,339 Firavun ve yardımcıları Karun,
Hâman,340 mele’ (ileri gelenler/etkili ve yetkili çevreler),341
İsrailoğulları,342 kâfirler, müşrikler343 ve münafıklar344 istikbârın
sembol tipleri olarak öne çıkarılır.
“Karun, Firavun ve Hâmân’ı da (helâk ettik). Andolsun ki Musa onlara
apaçık deliller getirmişti de onlar yeryüzünde istikbârda bulunmuşlardı/
büyüklük taslamışlardı. Oysa (azâbımızı aşıp) geçebilecek değillerdi.” 345
Özellikle Firavun’un çevresindeki etkili ve yetkili kişiler olan
Hâman ve Karun örnekliğinde açık bir şekilde görüldüğü gibi,
müstekbirler iki grupta değerlendirilebilir. Biri, ileri gelenler anlamında
olan “mele”; diğeri refah ve servet sahibi “mütref” zümreler.
Müstekbir prototiplerden Hâman, mele’ sınıfını; Karun da
mütref sınıfını temsil eder. Bu anlamda ilki siyasî, dinî ve idarî kategoriyi;
ikincisi de ekonomik kategoriyi ve bu kategoriler içinde
yer alan güçleri ifade eder. Mele’; önde gelenler, askerî, bürokratik
ve politik çevrelerdir. Bir ülkenin yöneticileri ve yönetimde
etkili olan askerî ve sivil çevreler, medyayı, köşe başlarını tutmuş
zümreler mele’ kategorisine girer.
Tarihte mele’ dediğimiz bu sınıfların, çoğunlukla istikbâr ederek
Allah’ın hükmüne karşı çıktıklarını ve peygamberleri çeşitli sıkıntılara
ve işkencelere uğrattıklarını gözlüyoruz. Bundan dolayı
Kur’an’da mele’ ile istikbâr arasında yakın bir ilişki kurulmuştur. 346
Bu çevrelerin peygamberlere karşı çıkarken öne sürdükleri
gerekçe, peygamberlerin çevrelerine halktan, sıradan insanları,
köle ve yoksulları toplamış olmaları ve bu sınıfları yönetime ortak
etmek istemeleridir. Mele’ olanlara göre, bu insanların siyasal
katılımda bulunmaya hakları yoktur. Çünkü bunlar, aşağılık, sıradan,
görüş beyan etmekten yoksun ve ayak takımı sürülerdir.347
Bu sürüler, ancak seçkin çevrelere hizmet etmek, onlara boyun
339 2/Bakara, 34, 7/A’râf, 11; 38/Sâd, 71-75
340 23/Mü’minun, 45-48; 7/A’râf, 132-133; 10/Yûnus, 75-93; 28/Kasas, 39-42, 78-
84; 29/Ankebut, 39
341 37/Saffat, 35-36; 7/A’râf, 74-79, 88-93
342 2/Bakara, 87-88
343 40/Mü’min, 56; 41/Fussılet, 38; 74/Müddessir, 11-26
344 63/Münâfikun, 5-6
345 29/Ankebut, 39
346 7/A’râf, 75, 88
347 11/Hûd, 27
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 74 -
eğmekle yükümlüdürler. Aslında bu değerlendirmelerinin temel
sebebi, dünyevî çıkarları, sömürü hortumlarını kaybetme endişeleridir.
Müstekbirler sınıfının diğer bir kategorisi de, ekonomik gücü
elinde bulunduran mütref zümresidir. Bunlar, bir ülkenin mâlî,
ticarî ve ekonomik hayatını kontrol eder, bu konumları onlara büyük
bir refah, servet ve güç katar. Adâletli olmayan bir bölüşüm
sisteminin emek sömürüsüne dayalı yapısı, böyle zümreleri besleyip
ortaya çıkaran en büyük etkendir. Bir kere servet ve refahı
ellerine geçirdilermi, artık bu zümrelerin istikbârı/büyüklük göstermeleri,
Allah’ın hükümlerine isyan etmeleri, yoksulları ve emek
sahiplerini koruyan İslâmî sisteme karşı çıkmaları kaçınılmazdır.
Bundan dolayı, tarih boyunca yoksullardan, güçsüz ve köle sınıflarından
yana olan peygamberlere karşı ilk baş kaldıranların bu
sınıflardan olması şaşırtıcı değildir. 348
Kur’an’a göre mütref ve mele’, karşılıklı ilişki ve işbirliği içinde
müstekbirler sınıfını meydana getirerek yoksul, güçsüz ve köle
sınıfları olan müstaz’aflara karşı birleşirler. “Derin devlet” denen
şey, bu istikbâr koalisyonundan başka bir şey değildir. Bu derin
toplumsal çelişki, ikincilerden yana tavır koyan her peygamberin
gelişinde istisnasız bütün dehşetiyle ortaya çıkmış, çatışmalara yol
açmıştır. Bu, toplumların sosyolojik realiteleridir. 349
“Kavminin mele’inden/ileri gelenlerinden, istikbâr edenler/büyüklük
taslayanlar, içlerinden müstaz’aflara/zayıf görülen iman edenlere dediler
ki: ‘Siz Sâlih’in gerçekten Rabb’i tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?
(Buna inanıyor musunuz?)’ Onlar da, ‘Şüphesiz biz O’nunla gönderilene
iman edenleriz,’ dediler. Müstekbirler/büyüklük taslayanlar da
dediler ki: ‘Biz de sizin iman ettiğinizi inkâr edenleriz.” 350
“Kavminin mele’inden/ileri gelenlerinden, istikbâr edenler/büyüklük
taslayanlar dediler ki: ‘Ey Şuayb! Kesinlikle seni ve seninle beraber iman
edenleri memleketimizden çıkaracağız, yahut dinmez döneceksiniz. (Şuayb)
dedi ki: ‘İstemesek de mi?” 351
İstikbâra Kapılmayanlar: Melekler, İnsan
Dışındaki Canlılar ve Mü’minler
Melekler istikbâr edip büyüklenmez, Allah’ı tenzih eder ve
O’na secdede bulunurlar: “Doğrusu Rabbinin katında olanlar, O’na
348 17/İsrâ, 16; 34/Sebe’, 34
349 Ali Bulaç, S. B. Ansiklopedisi, c. 3, s. 84
350 7/A’râf, 75-76
351 7/A’râf, 88
İSTİKBÂR - MÜSTEKBİR
- 75 -
kulluk etmekten istikbâr etmezler/büyüklenmezler. O’nu tesbih eder ve
yalnız O’na secde ederler.”352; “Göklerde bulunanlar, yerdeki canlılar ve
bütün melekler, istikbâr etmeden/büyüklük taslamadan Allah’a secde
ederler. Çünkü onlar, üstlerindeki Rablerinden korkarlar ve kendilerine ne
emrolunursa onu yaparlar.” 353
Gerçek mü’minler, istikbâr/büyüklük duygusuna kapılmazlar:
“Âyetlerimize ancak, o kimseler iman ederler ki, bu âyetlerle kendilerine
öğüt verildiğinde istikbâr etmeden/büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar
ve Rablerini hamd ile tesbih ederler. Onların, vücutlarını yataklarından
uzaklaştırıp korkuyla, umutla Rablerine yalvarırlar ve kendilerine verdiğimiz
rızıktan Allah yolunda harcarlar. Yaptıklarına karşılık olarak, onlar
için nice sevindirici ve göz aydınlatıcı nimetler saklandığını kimse bilmez.
Öyle ya; mü’min olan, fâsık/yoldan çıkmış kimse gibi midir? Bunlar, elbette
bir olmazlar. İman edip de sâlih ameller işleyenlere gelince, onlar için
yaptıklarına karşılık olarak varıp kalacakları cennet konakları vardır.” 354
İstikbâr ve istiz’âf, İslâm’ın onaylayamayacağı bir durumdur.
Müstekbirler müstaz’afların kanı, eti, kemiği ve alın teri üzerinde
köşklerini yükseltirler. İstikbâr, Allah’a şirk koşmaktan başka
bir şey değildir. Allahu ekber/Allah’tan başka büyük yoktur, tek
büyük olan Allah’tır ilkesini inkârla, Allah’ın kibriyâsını reddedip
sahip oldukları iradeyi kötü yolda kullanan müstekbirler, sayıca
çok az olmalarına karşın, özellikle Allah’a olan iman ve güvenlerinin
za’fından ve dünya hayatını âhirete tercih etmelerinin sonucu
Allah’tan çok büyüklük taslayanlardan korkmalarından ötürü
istikbâra ses çıkarmayan müstaz’af yığınlarının sessizliğinden ve
kölece boyun eğişlerinden yararlanırlar. İslâm bir yandan mücadelesini
istikbâra ve müstekbirlere karşı yöneltirken, öte yandan köleliğin
içlerinde âdeta ayrılmaz bir nitelik haline geldiği müstaz’af
kitleleri ayaklandırmaya ve “Lâ ilâhe illâllah, Allahu Ekber” ilkeleri
çerçevesinde başkaldırmaya çağırır. Böylece başlayan bir mücadelede,
istikbâra karşı koyuşta ve bu karşı koyuşun getirdiği zorluklara
sabreden müstaz’afları Allah, yeryüzünün doğularına ve
batılarına vâris kılar, müstekbirlerin yalancı cennetlerini târumar
eder, saraylarını başlarına geçirir. Ama eğer müstaz’aflar istiz’âfa
râzı olup giderlerse hem dünya hayatında mezellet ve meskenetin
pençesinde bayağı bir hayat sürerler, hem de âhirette müstekbirlerle
birlikte ateşe atılırlar. 355
352 7/A’râf, 206
353 16/Nahl, 49-50
354 32/Secde, 15-19
355 Ali Ünal, Kur'an'da Temel Kavramlar, s. 377
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 76 -
“Allah için tevâzu gösteren kimseyi Allah yükseltir; büyüklük taslayanları
ise Allah alçaltır.”
“Büyük olmak için küçükleşen ne insanlar var!”
“Müstekbirler, omuzlarımızda taşıdığımız için büyük gözükürler;
fırlatıp atınca yerde sürünmeğe başlarlar.”
“Müstekbirler, önlerine diz çöktüğümüz için büyüktürler; o
halde biz de ayağa kalkalım!”
“Küçüklerin istikbârı / büyüklük taslamaları kadar tehlikeli bir
şey yoktur.”
“Başını semâya çarpmaktan bermûtad cüceler korkarlar.”
“İnsan, gayesi nisbetinde büyüktür.”
“Alçak yerde tepecik, kendini dağ sayar.”
“Ne kadar az yüksekten uçarsan, düştün zaman o kadar az incinirsin.”
“Kavakların dikliğine, boylarının uzunluğuna bakıp onları
önemli bir şey sanmayın. Bütün kibirli, meyvesiz ve gölgesiz yaratıkların
başları bulutlarda sallanır.”
“Bir insanda kendini yüksek görme ve hırs, söz söylerken soğan
gibi kokar.”
“Kibirlenip büyüklenenin
Aldanma dünyasına.
Dünya benim, diyenin
Gittik dün yasına.”
“Kibri terkeyle dost,
Dime ‘benem’
Gönlünün mescidinde
Koma sanem”
“Önü bir damla pis su, sonu leş, ortası ... torbası olan, nasıl
büyüklük taslar?”
“Topraktan yaratılan insan, toprak gibi tevâzu sahibi olmazsa,
aslından/insanlığından çıkmış olur.”
“Kibirliye karşı kibirlilik vaciptir.”
İSTİKBÂR - MÜSTEKBİR
- 77 -
Bizi, müslümanlığımızdan dolayı küçük göreni, “hayvandan
aşağı”356, “yaratıkların en şerlisi”357, bir “pislik”358 “sağır, dilsiz, kör
ve akılsız” 359 görmek zorundayız.
“Müstekbir, kalbindeki hastalığın360 gözüne de yansıdığı361 kimsedir.
O yüzden gözleri sirk aynaları gibi çarpık gösterir. Küçüğü
büyük, büyüğü küçük gösteren çukur ve tümsek aynalar gibidir
bakışları. Kendilerini dev aynasında, başkalarını da cüce görmeleri
bundandır. Hakkı bâtıl ve bâtılı da hak görmeleri de aynı hastalığın
belirtisidir.
Türkçe’ye Yunanca’dan giren “manyak” kelimesi, müstekbir
kelimesinin Türkçe karşılığıdır. Bu, müstekbir için zorlama bir
abartı ifadesi değil; gerçek bir tanımdır. Şöyle ki, “megalo”, büyük
demektir; psikolojik bir hasta/ruh hastası olan “megaloman”:
Megalomani’ye, yani büyüklük kuruntusuna tutulmuş kimse anlamına
gelir. “Megalomani”: Kendini büyük görme hastalığı, büyüklük
kuruntusu manasınadır. “Mani” ve “manya”: Saplantı, iptilâ,
tutku, düşkünlük şeklinde ortaya çıkan delilik haline verilen addır.
“Manyak” da, Manya’ya (delilik gibi bu psikolojik hastalığa)
uğramış ruh hastası demektir. Dolayısıyla “manyak” kelimesinin
Türkçedeki tüm olumsuz anlamları, istikbâr/kendini aşırı beğenme
hastalığının bir göstergesi ve sonucudur. Yani tüm müstekbirler
manyaktırlar. Bunun için olsa gerektir; tımarhanedeki delilerin
çoğu, kendilerini meşhur büyüklerden biri gibi görür ve gösterir.
Deli bile, kendini akıllı gösteren meşhur delilerle/müstekbirlerle
kendisi arasındaki yakın bağı görebilmektedir.
Gerçek anlamda büyümektir; kendimizi Allah için âciz/küçük
görmek.
Gerçek anlamda küçülmektir; kendimizi büyük görmek.
Seni küçük görenlere/müstekbirlere karşı görevin: Onun terazisinde
ağır gelmek için uğraşman; ama bunu kendi hastalığın
olarak değil, onu hastalıktan kurtarmak için yapmaktır.
Seni büyük görenlere/müstaz’af mü’minlere karşı görevin:
Muhâtabın kendisini çok küçük görmesine engel olarak kendine
zarar vermesinin önüne geçmek, aynı zamanda seni büyüklenip
böbürlenmeye götürerek sana zarar vermesine mâni olmaktır.
356 7/A'râf, 179
357 8/Enfâl, 55
358 9/Tevbe, 28
359 2/Bakara, 171; 8/Enfâl, 22
360 2/Bakara, 10
361 2/Bakara, 18
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 78 -
“Mazlum kardeşinize de zâlime de yardımcı olunuz.” Zâlime
nasıl yardımcı olabiliriz? “Zulmüne engel olarak!” Müstekbir için
de aynı yardım sözkonusu.
Kibirli, bizim sayemizde (bizim ona bu fırsatı vererek, ona karşı
küçüklüğü/köleliği kabullenmemizden dolayı) büyüklenmemeli;
büyüklük taslayanlara hadlerini bildirebilmeli ve acziyetlerini
gösterebilmeliyiz.
Ölçü belli: “Kâfirlere karşı şiddetli/çetin; kendi aralarında
merhametli olmak.” 362 “Mü’minlere karşı alçak gönüllü/şefkatli;
kâfirlere karşı onurlu ve zorlu olmak.” 363
Ve... Büyüklük taslamanın sonu ile ilgili 2 uzak tarihten, 2 de
yakın tarihten ibret:
Şeytan: İstikbâr etti/kibirlenip büyüklük tasladı; herkesin hakaretle/
lânetle andığı aşağılık mahlûk oldu.
Firavun: İstikbâr etti, hem de “ben sizin en yüce rabbinizim”
diyecek cür’et gösterdi364; Herkese secdede ve küçülmüş vaziyette
teşhir edildi.
Superman (süpermen) filmlerinin insanüstü güçleri olan süpermeni/
sahte ilâhı (bu filmin kahramanı Cristopher Rewe, attan
düştü, tekerlekli sandalyeye mahkûm oldu.
Muhammed Ali Clay: Müslüman olduğu ve en büyük olanın
kim olduğunu bildiği halde, “en büyük benim” demenin cezası
olarak alzheimer hastalığına tutuldu, dili zor konuşur, eli zor hareket
eder hale geldi.
Günümüzün müstekbir karakterli kişi ve gruplarını yakından
tanımak için Kur’an’a bakmak yeterlidir. Yine bu zalimlerin
müstez’af haline getirdikleri zayıfları Kur’an’dan tanıyoruz. Yapılacak
iş, müstez’aflara destek olmak, onları savunmak; her türlü
meşru aracı kullanarak müstekbirlerin baskı ve zulümlerini önlemeye
çalışmaktır. Unutmamak gerekir ki, geniş kitleleri istikbâr
ile sömüren zâlim azınlık, müstaz’afların kurtuluşu sağlayacak
tevhîdî çözümlere asla yanaşmayacaktır. Yine unutulmaması gerekir
ki zâlimlere az da olsa meyil, ateşin dokunmasına sebeptir.
“Zulmedenlere meyletmeyin. Aksi halde size ateş dokunur (cehennemde
yanarsınız). Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra da size yardım
edilmez.” 365
362 48/Fetih, 29
363 5/Mâide, 54
364 79/Nâziât, 24
365 11/Hûd, 113
İSTİKBÂR - MÜSTEKBİR
- 79 -
“İşte âhiret yurdu! Biz onu yeryüzünde büyüklenmeyen/böbürlenmeyen
ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere veririz. (En güzel) âkıbet,
takvâ sahiplerinindir.” 366
Ezilen, zulme uğrayan kitlelere, zulme uğradıklarını hatırlatmak,
onları mustaz’af olduklarının bilincine vardırmak, vahyî
sorumluluğumuzun gereğidir. Müslüman, Allah’ın sevmediği insanlara
en küçük muhabbet besleyemez. “Şüphesiz Allah müstekbirleri
sevmez.”367 Müstekbirlerin istikbâr ellerini kesmek müslümanın
temel görevlerinden biridir.
366 28/Kasas, 83
367 16/Nahl, 23
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 80 -
İstikbâr-Müstekbir Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
A İstikbâr ve Bunun Fiil Olarak Kullanımının Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam
42 Yerde): 2/Bakara, 34, 87; 4/Nisâ, 172, 173; 5/Mâide, 82; 6/En’âm,
93; 7/A’râf, 36, 40, 48, 75, 76, 88, 133, 206; 10/Yûnus, 75; 14/İbrâhim, 21;
16/Nahl, 49; 21/Enbiyâ, 19; 23/Mü’minûn, 46; 25/Furkan, 21; 28/Kasas, 39;
29/Ankebût, 39; 32/Secde, 15; 34/Sebe’, 31, 32, 33; 35/Fâtır, 43; 37/Sâffât,
35; 38/Sâd, 74, 75; 39/Zümer, 59; 40/Mü’min, 47, 48, 60; 41/Fussılet, 15, 38;
45/Câsiye, 31; 46/Ahkaf, 10, 20; 71/Nûh, 7, 7; 74/Müddessir, 23.
B Müstekbir Kelimesi ve Çoğulunun Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 6
Yerde): 16/Nahl, 22, 23; 23/Mü’minûn, 67; 31/Lokman, 7; 45/Câsiye, 8; 63/
Münâfıkun, 5.
C İstikbâr ve Müstekbir Konusunda Âyet-i Kerimeler
a İstikbâr: Bakara, 34, 87; Nisâ, 172, 173; Mâide, 82; En’am, 93; A’raf, 36,
40, 48, 75, 76, 88, 133, 206; Nahl, 49; Enbiyâ, 19; Yûnus, 75; İbrâhim, 21;
Mü’minûn, 46; İsrâ, 111; Furkan, 21; Ankebut, 39; Sebe’, 31-33; Secde,
15; Saffat, 35; Ahkaf, 10, 20; Ğâfir, 43, 47-48, 60; Fussılet, 15, 38; Kasas,
39; Sâd, 74-75; Müddessir, 23; Zümer, 59; Nuh, 7; Câsiye, 31;
b Müstekbir: Nahl, 22-23; Lokman, 7; Mü’minun, 67; Câsiye, 8; Münâfikun, 5
D Kibir Konusunda Âyet-i Kerimeler
a Allah, Kendini Beğenenleri Sevmez: Nisa, 36-37; Nahl, 23; Lokman, 18;
Hadîd, 23.
b Kibirlenerek Allah’a Kulluktan Çekinmek: Nisâ, 172-173; A’raf, 146-147;
Secde, 15; Zümer, 60, 72; Mü’min, 35, 76.
c Allah’ın Âyetlerini Kibirlerine Yediremeyenler: A’raf, 36, 146-147, 206;
Nahl, 4k8; Fussılet, 37-38.
d Münafıklar, Kibir Yüzünden İmandan Kaçarlar: Bakara, 206; Münâfikun,
5-6.
e İblis’in Kibri: Bakara, 34; A’raf, 11-13; Hıcr, 28-33; İsrâ, 61-62; Kehf, 50;
Tâhâ, 116; Sâd, 71-76.
f Allah’ı Unutarak Gurura Kapılmak: Tevbe, 25-26.
g Kibirle Yürümekten Sakınmak: İsrâ, 37; Lokman, 18.
h Kibirden Sakınmak: Lokman, 18; Fâtır, 10.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
53. Fi Zılâli’l-Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 117-118
54. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s . 272-274
55. Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 123-124
56. Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. c. 2, s. 284-290
57. Hulâsatü’l-Beyan Fî Tefsîri’l-Kur’an, Mehmed Vehbi, Üçdal Neşriyat, c. 1,
s. 96-99
58. Mefatihu’l-Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahreddin Razi, Akçağ Y. c. 2, s. 337-342;
380-386
59. El-Mîzan Fî Tefsîri’l-Kur’an, Muhammed Hüseyin Tabatabai, Kevser Y. c. 1,
s. 174-178
60. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Şâmil Y. c. 3, s. 222-223; c. 4, s. 389-391
61. Sosyal Bilgiler Ansiklopedisi, Risale Y. c. 3, s. 81-84
62. İnanç ve Amelde Kur’anî Kavramlar, Muhammed el-Behiy, Yöneliş Y. s. 104-
107
63. Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 371-378
İSTİKBÂR - MÜSTEKBİR
- 81 -
64. Kur’an’da Siyasî Kavramlar, Vecdi Akyüz, Kitabevi Y. s. 275-295
65. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. s. 317-320; 467-472
66. Kur’an’da Temel Kavramlar, Cavit Yalçın, Vural Y. s. 135-150
67. Kur’an’da İnsan ve Toplum, Ekrem Sağıroğlu, Pınar Y. s. 50-55
68. Kur’an’da Toplumsal Çöküş, Ejder Okumuş, İnsan Y. s. 122-127
69. Kur’anî Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Mustansır Mir, İnkılab Y. s. 191-192
70. İslâmî Terimler Sözlüğü, Hasan Akay, İşaret Y. s. 342-343
71. Lâ, Mustafa Çelik, Ölçü Y. s. 166-172
72. Haksöz, sayı 44 (Kasım 94), s. 41-42
73. Mustaz’af - Müstekbir, İmam Humeyni, çev. Serdar İslâm, Objektif Y.
Sonsöz
Eğer bu kitabı gerçekten okuyup mesajını anladıysanız, bunu ve buna benzer diğer kitapları bir kenara koymalısınız ve hemen elinize Allah’ın Kitabı’nı alıp meal ve tefsiriyle okumaya başlamalısınız. Daha önce okuduysanız, yine yeniden ve sürekli okumalısınız. Anlayarak, yaşayışınızla ve güncel hayatla bağlantı kurup O’nun gösterdiği istikamet doğrultusunda her şeyi gözden geçirerek Kur’an’a yönelmeniz, bu okuyup bitirdiğiniz kitabın yazılış amacına hizmet etmiş olacaktır.
Haydi Kur’an’a; Elimize, gönlümüze ve yaşantımıza almak ve bir daha bırakmamak için…