77. HUTBE: TÂĞUTA İBÂDET/TAPMA

77. HUTBE: TÂĞUTA İBÂDET/TAPMA (1)

Perşembe, 25 Şubat 2021 09:16

77.HUTBE: TÂĞUTA İBÂDET/TAPMA

Yazan

                      Tâğuta İbâdet/Tapınma

لَٓااِكْرَاهَ فِي الدّ۪ينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّۚ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ

وَيُؤْمِنْ بِاللّٰهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰىۗ لَا انْفِصَامَ لَهَاۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

"Artık kim tâğutu reddedip Allah'a iman ederse, kopmayan sağlam kulpa yapışmış olur." [1]

وَالَّذ۪ينَ اجْتَنَبُوا الطَّاغُوتَ اَنْ يَعْبُدُوهَا وَاَنَابُٓوا اِلَى اللّٰهِ لَهُمُ الْبُشْرٰىۚ فَبَشِّرْ عِبَادِۙ

اَلَّذ۪ينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ اَحْسَنَهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدٰيهُمُ اللّٰهُ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمْ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ

"Tâğuta ibâdet etmekten kaçınan ve Allah'a yönelenlere müjde var. Söylenenleri dinleyip de en güzeline uyan kullarımı müjdele! İşte Allah’ın doğru yolu buldurduğu kimseler onlardır, asıl akıl iz‘an sahipleri de onlardır." [2]

"Andolsun biz, her toplum içinde: 'Allah'a ibâdet edin, tâğuttan kaçının'  diye bir elçi gönderdik."[3] Bu âyette "tâğut", ibâdet konusunda Allah'ın karşısına konulmuş ve ondan kaçınılması emredilmiştir. Şu âyette ise, tâğuta ibâdetten sakınan ve Allah'a yönelen kimsenin müjdelenmesi istenmiştir: "Tâğuta ibâdet etmekten kaçınan ve Allah'a yönelenlere müjde var."[4] Şu âyette de, tâğuta ibâdet edenler şiddetle kınanmaktadır: "De ki: Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size söyleyeyim mi? Allah'ın lânetlediği ve gazap ettiği, aralarından maymun, domuz ve tâğuta tapanlar çıkardığı kimseler; işte onların yeri daha kötüdür ve onlar doğru yoldan daha çok sapmışlardır." [5] 

Nedir tâğut? "Tâğut" kelimesinin kökü "tuğyan"dır. Tuğyan, isyanda haddi aşmak, azmak, zulmetmek, sapmak, ölçüsüz şekilde hareket etmek, büyüklenmek anlamlarına gelir. Tâğut; şeytana, putlara, Allah'tan başka tapılan her varlığa, insanı azdıranlara, insanları haktan ve hidâyetten saptıranlara, hayır yolundan men edenlere, haddi aşanlara, küfür ve dalâlette önderlik edenlere, gaybdan haber verdiğini ileri süren kâhinlere/medyumlara, insanların Allah'a İbâdet etmelerine ve İslâm'ı yaşamalarına engel olanlara denir. Put olsun, ağaç olsun, insan veya hayvan olsun, Allah'tan başka tapınma konumunda olan her şey; kanunlarında Allah'ın dinine karşı sınırı aşan zâlim yönetici ve Allah'ın indirdiği hükümlerin gayrisiyle hükmeden idareci; İslâm şeriatina uymayan bütün metod, düşünce, fikir, ideoloji, pozisyon, âdet, gelenek ve görenekler tâğut kapsamına girer. Ayrıca tâğuttan hoşnut olup ona bağlanan, tâğuta kulluğa çağıran, tâğutun dâvet ettiği şeye sahip çıkan da kendi sapıklığı içinde tâğuttur. 

Kur’ân-ı Kerim'de tâğutla ilgili bütün âyetleri dikkate aldığımızda şu sonuca varırız: Kulu Allah'a kulluktan, dinde ihlâslı olmaktan, Allah ve Rasûlüne itaatten alıkoyan ve çeviren her şey tâğuttur. Tâğut; hakkı ezmeye çalışan, Allah'ın kulları için çizdiği sınırları çiğneyen her kimse veya her nesnedir. Allah ile bağlantısı olmayan her program ve Allah'a bağlanmayan her çeşit düşünce, sistem, edep ve alışkanlık; otoritesini Allah'ın sisteminden almayan her idare, Allah'ın otoritesine, ulûhiyetine ve hâkimiyetine düşman olan her şey tâğuttur.

Allah'a isyan konusunda herhangi bir kimseye itaat eden kişi, o kimseye İbâdet etmiş olur ve bu itaat edilen kimse tâğuttur. Mevdûdi, tâğut kelimesini şöyle izah eder: "Tâğut, Allah'a karşı azan, isyan eden, kulluk haddini aşarak kendisi için ulûhiyet ve rubûbiyet iddiâsına kalkışan her şahıs, zümre ve idareye denir. Tâğut, Allah'a karşı haddi aşan ve zulmeden her türlü üstünlük, otorite, başkanlık veya komutanlıktır. Tâğut, mülkünde hükmünü yerine getirir; kullarını zorla, aldatmakla yahut kötü yollarla kendine itaate çağırır. Kişinin bu türlü otoriteye, başkanlığa, liderliğe boyun eğmesi ve ona tapması tâğut için bir İbâdettir.

Kur'an'a göre tâğut; Allah'ın, dininin, elçisinin ve kitabının karşısına konulan, Allah yerine tapılan, İslâm'ın hükümleri, emir ve yasakları, helâl ve haramları yerine ikame edilen, Hz. Muhammed’in (s.a.s.) yerine önder seçilen, Kur'an düşüncesi, inanç ve hayat tarzı yerine başka düşünce, inanç, hayat ve yönetim biçimi koyan, hayata geçiren, bunlara öncülük eden ve uyulan her insanın, her sistemin ortak adı ve sembolüdür.

Buna göre tâğuta ibâdet, Allah'tan başka şeytan, insan, önder, kâhin gibi canlı ve cansız varlıklara, Allah'a isyan anlamına gelecek şekilde itaat etmek, boyun eğmek, Allah'ın hükmü yerine Allah'tan başkalarının hükümlerini kabul edip isteyerek uygulamak demektir ki bu, insanı şirke, küfre götürür.

Günümüzde, kelime-i şehâdet getirip namaz kılan, oruç tutan, hacca giden bazı kimselerin tâğutun hükmüne rızâ gösterdikleri, tâğuta itaat ettikleri, sadece Allah'a mahsus olan sıfatları başkalarına verdikleri bilinen bir gerçektir. Yine bu kimselerin Allah'ı bırakıp birtakım armaları, şiarları, işaretleri, bayrakları, gelenek ve görenekleri yücelttikleri ve bu sayılan değerler uğruna mallarını, namuslarını, ahlâklarını fedâ ettikleri, böylece bu değerlere kulluk ve ibâdet ettikleri ortadadır. Bu şahısların tâğutun ortaya koyduğu nefsanî, şehvanî ve indî değer yargılarıyla Allah'ın kanunları ve şeriati çatışacak olsa, hep Allah'ın şeriatinı onların istekleri doğrultusunda yontarak şekil verdikleri, kısacası putların veya putların arkasına sığınmış olanların emir ve yasaklarını harfiyyen yerine getirdikleri ve Allah'ın şeriatina tamamen zıt olan sistemleri kabul ederek onların hükümlerini tatbik ettikleri de inkâr edilemez. Bundan daha açık putçuluk düşünülebilir mi?

Putların emir ve direktifleri doğrultusunda hareket ederek onların yolundan en küçük çapta ayrılmayanlar, Allah'ın Kitabına ve Rasûlünün sünnetine kulaklarını tıkayarak putların ve onların işbirlikçilerinin çağrısına kulak verenlerden daha iyi putperest olur mu? Bunlar apaçık müşrik olduklarını kendileri bile ilân ediyorlar. Bu tür insanlar; ister namaz kılsın, ister oruç tutsun, ister haccetsin ve isterse sabahlara kadar Allah diyerek tesbih çeksinler. Ne yaparlarsa yapsınlar, kendilerini putçu müşrik olmaktan kurtaramaz, kimse de onları zorla temize çıkararak müslüman yapamaz; onlar tevbe edip, her türlü puta ve tâğuta kulluk/ibâdetten vazgeçmedikleri müddetçe...     

Bir kimse tâğutu reddetmedikçe gerçekten iman etmiş sayılamaz. Tevhid'in şartı, Allah'a imandan önce tâğutları reddetmek, onları tanımamaktır. Bu durum, Kur’an’da açıkça beyan edilmiştir: "Artık kim tâğutu reddedip Allah'a iman ederse, kopmayan sağlam kulpa yapışmış olur." [6]

 

Allah'ın Kanunlarından Başka Kanun veya Kanunlar Yapmanın ve Demokratik Kanunlara Göre Hayatı Tanzîm Etmenin Hükmü Nedir?

Üzülerek ifade etmeliyim ki son dönemlerde ümmetçi Müslüman geçinenlerin çoğu İslâm teşrîini (yasasını) bırakıp, Batının teşrîlerine yönelerek onların yasalarına benzer şekilde hevâ kaynaklı anayasa ve kanunlar yapıyor ve yaptırıyorlar. Nitekim yaşamaya gayret ettiğimiz coğrafyada bazıları “evet” diyerek 2010 Avrupası'nın istediği yeni teşrîyi desteklerken; bazıları da “hayır” deyip seksenlerde yapılan teşrîyi (anayasayı) destekliyorlar. Fakat her iki taraf da Allah'ın kanunlarına zıt şekilde teşrî yapma ve yaptırmayı câiz görmüş oluyorlar. Kendi yaptıklarını meşrû göstermek için de kırk dereden su getirmeye kalkıyorlar.

Hâlbuki onlarca ayet ve ümmetin icmâsı, kendi keyfine (veya başka bir beşerin keyfine) göre kanun yapanların şirkine açık delildir. Rabbimizin bazı ayetlerini beraberce okumaya çalışalım: "Rabbin hakkı için yemin ederim ki onlar aralarında çekiştikleri şeyde seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümde kendileri için hiçbir darlık duymadan tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar." [7]

Allâme İbn-i Hazm bu ayetin tefsirinde şöyle der: "Bu nass, tevil kabul etmez. Onu zahirinden döndüren hiçbir nass yoktur. Onu tahsis eden başka bir nass da yoktur."[8]

Allâme Şevkânî ise bu ayeti şöyle açıklar; "Bu tehdit, tüyleri diken diken eden büyük bir tehdittir. Zira evvelâ Allah (c.c.) nefsiyle yemin edip, te’kidi ifade eden nefiy harfiyle başlıyor. Sonra onunla yetinmeyip içlerinde hiçbir sıkıntı kalmamasını şart koşuyor. Sonra onunla da yetinmeyip mef’ûl-i mutlak olan “teslîmen” kelimesini kullanıyor. Böylece nefsinin hevasına göre hüküm vermenin ne kadar büyük bir küfür ve şirk olduğunu ve bu hükmün hiç şüphe taşımadığını ifade etmiş oluyor." [9]

"Allah’ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler. Hâlbuki onlar da sadece bir olan Allah’a ibâdet etmekle emrolunmuşlardı. Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden münezzehtir."[10]

Allâme İbn-i Kesir bu ayetin tefsirinde şöyle der: "Adiyy bin Hatem boynundaki gümüş haçıyla beraber Hz. Peygamber'in (s.a.s.) yanına gelirken Rasûlullah (s.a.s.) bu ayeti okuyordu. Adiyy “Onlar haham ve papazlarına ibâdet etmezlerdi.” dedi. Hz. Peygamber (s.a.s.) "Evet, onlar helâli haram, haramı da helâl kabul ediyorlardı. Allah’ın (c.c.) yasaklarını serbest kılıyor, serbest kıldığını yasaklıyorlardı. Halk da onlara tâbi oluyordu. İşte bu, onlara yapılan ibâdettir."[11] buyurdu.

 Allâme Şevkânî bu ayetin tefsirinde şöyle der:

"Ayetin manası; onlar emir ve nehiyde haham ve papazlara itaat ederken sanki onları rab edindiler. Zira onlar bir rabbe itaat eder gibi onlara itaat ediyorlardı."

"Yoksa, onların birtakım ortakları var da onlara dinden Allah'ın izin vermediği şeyleri meşrû mu kıldılar? Eğer o fasıl (ayıran) kelimesi olmasaydı muhakkak aralarında hüküm verilip işleri bitirilmişti. Şüphesiz zâlimler için acıklı bir azap vardır." [12]

Allâme İbn-i Kesir bu ayetin tefsirinde şöyle der:

"Yani onlar Allah'ın şeriatına değil; insî ve cinnîlerin şeriatına tâbi olurlar. O şeriatta bazı deve çeşitlerini haram kılmak, murdar, kan, kumar vs. cahiliyede yaptıkları tahrîm (haram/yasak kılma) tahlil (helâl/serbest bırakma) ve bâtıl ibâdetler vardı..."

Allâme Şankıtî ise bu ayetin tefsirinde şu açıklamayı yapar:

"Bu ayette Allah (c.c.) kendi kanunlarının dışında (onlara zıt) kanun yapanları "ortaklar" diye adlandırır." [13]

İslâm şehidi Seyyid Kutub der ki;

"Bu konu açık olmasına rağmen tartışmaya girerler. Kanunları Allah'tan başkasından almayı câiz görerek, cür’et gösterip, ‘zaman ve zemine göre toplumumuz için kanun koyma hakkına sahibiz’ derler. Sanki Allah'tan daha bilinçli ve daha âdildirler." [14]

Evet, bu ayetlerden açıkça anlaşılır ki, kim kendi arzusuna göre kanun yapar ve yaptırırsa ne kadar namaz kılıp oruç tutsa ve "ben müslümanım" dese bile müslüman kabul edilmez. Zira bu kişi, bu tavrıyla Allah'ın (c.c.) vazgeçilmez ulûhiyet vasfıyla kendisinin de vasıflandığını kabul etmiş ve kendi ulûhiyetini ilan etmiştir. Kanun yapanların küfründeki icmâya gelince Allâme İbn-i Teymiyye şöyle der: "İnsan ne zaman helâlı haram, haramı da helâl yapar veya Allah'ın şeriatını değiştirirse tüm âlimlerin ittifakı ile kâfir olur." [15]

Allâme İbn-i Kesir de bu konuda şunları söyler;

"Kim Allah'ın şeriatını bırakıp mensuh olan şeriate başvurursa kâfir olur. Acaba beşerî yasaya başvurup onu şeriatın önüne almanın hükmü nasıl olur? Tüm müslümanların icmâsı ile o kişi kâfir olur."[16]

Allah (c.c.) şöyle buyurur: "Onlar cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Yakînen iman eden bir kavim için Allah'tan (c.c.) daha güzel hüküm veren kim olabilir?" [17]

Allâme İbn-i Kayyım şöyle der:

"Kur'anda geçtiği şekilde ve sahih icmâ ile sabittir ki İslâm dini önceki tüm dinleri neshetmiştir. O yüzden kim Kur'an'a değil de Tevrat ve İncil'in hükümlerine tâbi olursa kâfir olur." [18]

Şeyhu’l-İslâm allâme Mustafa Sabri (Mevkıfu’l-Akl, 1/123), Dr. Abdullah Azzam (El-Âkîde ve Eseruha, 178), Abdulkadir Udeh (Teşrîü’l Cinâî, 2/708), Ahmed Şâkir (Umdetu’t-Tefsir, 3/214), Said Havva (el-İslâm, 83) ve bunlar gibi nice âlimler bu fetvâyı eserlerine almış ve topluma ilan etmişlerdir. Fakat son dönemde kendilerine âlim görüntüsü veren bazı kişiler "Ameller niyetlere göredir" gerekçesine sığınarak diyerek bu fetvâlara göz yumdular. Kendi çıkarlarına göre kanun koyanların, yasa ve anayasa yapanların küfrünü açıklayanı tekfirci ve hâricî olmakla itham ettiler. Böylece kendi ebedî hayatlarını harap etme pahasına tâğutî sistemlerin işlerini kolaylaştırdılar. Şunu unutmayalım ki kanun yapanlar ne kadar büyük bir şirk işlemişlerse, onlara kanun yapma hakkını verenler de o kadar büyük şirk işlemişlerdir. Zira tâğutların yardımcıları olmazsa tâğutların ifsâdı ve ömrü kısa olur. Onun için tarih boyunca tâğutlara destekçi ve yardımcı olanlar, onların el ve ayakları olmuşlardır. Bundan dolayı âhiret gününde tâbî olanların ve kendisine tâbî olunanların azabı eşit olur. Üstün çektiği azabın aynısını ast da çekecek, küfrün liderleri ile destekçileri aynı azaba ortak olacaklardır. Allah (c.c.) onların azabı hakkında şöyle buyurur: "Nitekim hepsi birbiri ardına orada toplanınca en sonda yer alanlar en önde gelenler için ‘Rabbimiz işte bunlar bizi saptırdı. Öyle ise ateşte kat kat artırılmış bir azap ver’ diyecekler. Allah da (c.c.) ‘hepsi için kat kattır ancak siz bilmezsiniz’ diyecektir."[19]

"Allah (c.c.) kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz."[20]

Allâme Şankıtî bu ayetin tefsirinde şöyle der:

"Bu ayetten açıkça anlaşılır ki Allah'ın kanunlarının dışında kanun yapanlara itaat edenler müşriktirler. Ve sonunda şöyle der: Semâvî nasslar apaçıktır ki beşerî kanunlara, şeytanın kendi dostlarının dilleri üzerinde yaptıkları kanunlara ittibâ edenler, açık şekilde şirk içerisindedirler. Vahyin penceresinden bakamayan gözü kör olan hâriç hiç kimse bunların şirkinde şüpheye düşmemelidir."[21]

Allâme Şakir şöyle der;

"İngilizlere hangi çeşit olursa olsun az veya çok yardım etmek kişiyi şirke götürür. Bu konuda özür veya te’vil kişiyi kurtarmaz. İster bu yardımı fertler yapsın, ister başkanlar veya hükümetler yapsın fark etmez."[22]

Allâme Mevdûdi de şöyle der:

"Bizim, tâğutların mahkemelerine başvurmamız imanımıza ters düşer. Aslen Allah'a iman, insanın bu mahkemeleri reddetmesini emreder. Zira Allah'a iman ve tâğutu red Kur'an’da birbirini gerektirir. Hem Allah'a hem de tâğuta itaat nifâkın ta kendisidir." [23]

"Sizden onları kim dost edinirse şüphesiz o da onlardandır."[24]                                                                     

Allâme Kurtubî bu ayetin tefsirinde şöyle der:

"Kim onları dost edinirse, yani Müslümanlara karşı onları desteklerse o da onlardandır. Yani onun hükmü onların hükmü gibidir."

Allâme İslâm şehidi Abdullah Azzâm da şöyle der:

"Bilinmelidir ki ibâdet; kanunlar, haramlar ve helâllerden meydana gelmektedir. Bu yasalar şayet Allah'tan alınırsa o zaman ibâdet Allah'a yapılmış demektir. Şayet bu yasalar beşer tarafından düzenlenmiş ise ulûhiyet yani ibâdet beşeredir. İsterse insanlar namaz kılsalar, oruç tutsalar ve dinî vecibelerini yerine getirseler dahi bu çok kesin hüküm konusunda tereddüt yoktur. Tüm âlimler şu konuda ittifak etmiştir: "Kim haramı helâl yaparsa kâfir olur ve yine kim helâli haram yaparsa kâfir olur."[25]

Şehid Seyyid Kutub da şunları söyler:

"Dilleri ile Allah'tan başka ilâhın olmadığını ve Muhammed’in (s.a.v.) Allah'ın kulu ve Rasûlü olduğunu söyleyip bireysel davranışlarda arınma, evlenme, boşanma ve miras gibi konularda Allah'ın vahyine tâbi oldukları için kendilerini müslüman diye isimlendirenler, bununla beraber bunun dışındaki konularda Allah'ın kitabına göre şekillendirilmemiş kanun ve nizamlara itaat edenler... Allah, kitabında izin vermediği halde Allah'ın kitabına muhalif olan yasalara itaat edenler, isteyerek veya istemeyerek bu çağda tâğutların kendilerinden istedikleri görevi yerine getirme noktasında tüm değerlerini feda edenler... Kutsal değerleri ile çağdaş tâğutların istekleri çeliştiği zaman Allah'ın emirlerini kulak arkası yapıp bu çağdaş tâğutların emirlerini yerine getirenler... Evet, kendilerini müslüman ve Allah'ın dinine mensup sayanlar, kafalarını yastıklarından kaldırıp bir an önce uyanmak ve ne kadar büyük bir şirk bataklığının içinde bocaladıklarını düşünmek zorundadırlar. Şirk ve müşrik; sadece rablik noktasında Allah'tan başka bir rabbin, yaratan, rızık veren, öldüren vb. varlığa inanmakla ortaya çıkmaz. Allah ile beraber veya Allah'ın dışında başka rablerin hâkimiyetine inanmak da şirkin en bâriz örneklerindendir. O halde yeryüzünün doğusunda ve batısında yaşayan tüm insanlar yaşantılarında da yetkiyi kime verdiklerine, kimin emrine uyup sözünü dinlediklerine bir baksınlar! Şayet tüm bu konularda Allah'a itaat ediyorlarsa Allah'ın kendisinden râzı olduğu dine, İslâm'a mensupturlar. Yok, şayet bu konularda Allah'tan başkasına tâbi oluyorlarsa -Allah korusun- onlar, tâbi oldukları tâğutların dinine mensupturlar."[26]

Üzücüdür ki bazı çevreler, “bizim yasama yaptığımız kanunlar İslâm'ın kanunlarına ters değildir. Biz "evet" derken Allah'ın meşrû gördüğü kanunlara evet diyoruz” derler.

Cevaben deriz ki;

Tatarların uyguladığı kanunların çoğu İslâm'dan, Yahudilikten ve Hristiyanlıktan alıntıydı. Fakat buna rağmen İslâm âlimleri hepsine küfür deyip itaat edeni tekfir etmişlerdir. Mâlumdur ki abdest bazı şeylerle bozulduğu gibi iman da bazı ameller ile bozulur. Acaba birkaç sene önce demokratik İslâm düşüncesine sahip olan evetçi iktidar, zinayı serbest bırakmadı mı? İşte bu onların şirke girmesi için yeterlidir. Onlar "Allah'ın kanunlarına ters kanun yapmayız" diye iddia ediyorlar ise onların böyle demeleri ancak bir çelişkiden ibarettir. Ayrıca demokratik düzenin ve Atatürk ilkelerinin gölgesinde yapılan hiçbir kanun Allah'ın hükmü sayılmaz. Zira demokrasilerde en azından teorik olarak toplumun iradesi hâkimdir. O irade ne derse o olur. Bazen yapılan kanunlar İslâm'a uygun gözükse de durum aslında böyle değildir. Genelde İslâm’a açıkça zıt olan kanunlar yapılır. İster İslâm’a uygun gözüksün isterse de tamamen aykırı... Sonuçta hepsi demokrasi dininin tatbik edilmesi demektir.

Bu konu hakkında İslâm şehidi Seyyid Kutub şöyle der:

"Bilin ki milletin hükmü Allah'ın hükmü sayılmaz. Bazen İslâm şeriatına uygun olsa da farketmez. Zira böyle ortamlarda yapılan İslâm kanunları aslen milletin iradesini tatbik etmektedir. Yoksa Allah'a kulluk sözkonusu değildir. Çünkü böyle atmosferlerde millet ne derse o olur. Allah'ın kanunu da saf dışı olmuştur. Hiçbir fonksiyonu yoktur. Ulûhiyyet yalnız Allah'ın değil, uluhiyyetin göstergesi olan egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Yapılan kanunlar milletin iradesine göredir. Allah'ın iradesinin hiçbir fonksiyonu yoktur. Kulluk Allah'a değildir.[27]

[1] 2/Bakara, 256

[2] 39/Zümer, 17

[3] 16/Nahl, 36

[4] 39/Zümer, 17

[5] 5/Mâide, 60; ayrıca, tâğutu reddetmek konusunda bkz. 2/Bakara, 256, 257; 4/Nisâ, 51, 60, 76; 16/Nahl, 36

[6] 2/Bakara, 256

[7] Nisâ, 4/65

[8] El-Fisal fi’l-Milel, 3/293

[9] Fethulkadir, 1/484

[10] Tevbe, 9/31

[11] Tirmizî, Tersir 10

[12] Şûrâ, 42/21

[13] Edvâu’l Beyan, 7/173

[14] Fi-Zilali-l Kur'an, 5/3152

[15] Mecmûu’l Fetâvâ, 3/267

[16] El- Bidâye ve’n-Nihâye, 13/119

[17] Mâide, 5/50

[18] Ahkâm-ı Ehl-i Zimme, 8/259

[19] A’raf, 7/38

[20] Kehf, 18/26

[21] Edvâu’l-Beyân, 4/82

[22] Kelimetu’l-Hak, 126

[23] El-Hukûmetu’l-İslâmiyye

[24] Mâide, 5/51

[25] Hâkimiyet Mefhûmu

[26] Fi-Zilali-l Kur'an, 9/89

[27] Tağut, s. 19