Dostluk ve Düşmanlık, Velâ ve Berâ

Dostluk ve Düşmanlık, Velâ ve Berâ (1)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 


DAVUD EMRE YAYINEVİ
Kitabın Adı:
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ
İTİKADİ KAVRAMLAR -10-
İDOSTLUK VE DÜŞMANLIK,
VELÂ VE BERÂ
Yazarı:
Ahmed KALKAN
Tashih:
Ahmed Kalkan
Mizanpaj:
Ehl-i Dizayn
Kapak Tasarım:
Ehl-i Dizayn
İstanbul 2011
Baskı:
?????
Dâvud Emre Yayınevi
Telefon: (0 216) 632 29 58
www.davudemreyayinevi.com
DOSTLUK VE DÜŞMANLIK, VELÂ VE BERÂ
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ
İTİKADİ KAVRAMLAR
-10-
Ahmed KALKAN
İnsanlara karşı ticarî amaç güdülmeyen bu eserin hiçbir hakkı mahfuz değildir. Kâr gayesi güdülmemek şartıyla dileyen dilediği şekilde, tümünü veya bir kısmını çoğaltabilir, korsan baskı yapabilir, dağıtabilir, iktibas edebilir, kitabın ve yazarın ismini vererek veya vermeyerek kopye edebilir, mesaj amaçlı kullanabilir. Yazarın hiçbir telif hakkı sözkonusu değildir, şimdi ve sonra bir hak talep etmeyecektir. İlim, insanlığın ortak malıdır. Ve ilim Allah için kullanılınca insana fayda sağlar.
İTHAF
Canlı KUR’AN olmaya çalışıp toplumu KUR’AN’la canlandırmaya gayret eden ve tâğutlara karşı KUR’AN’la mücadeleyi bayraklaştıran her yaştan muvahhid gençlere…
Doğru okuyup doğru anlayan, dosdoğru yaşayıp insanları doğrultmaya çalışan
KUR’AN dostlarına…
Ümmetin ihyâsının vahdet içinde yeniden KUR’AN’a dönüşle mümkün olduğunu kavrayıp nebevî usûlle KUR’AN ve tevhid eksenli dersler ve cemaat çalışması yapan tâvizsiz dâvetçilere, her yaştan genç dâvâ erlerine…

Önsöz
Allah’ın ismi ve izniyle. Hamd O’na, salât ve selâm Rasûlüne. Mü’minlere de duâ…
Düşmanlık ve dostluk, “Lâ ilâhe illâllah”ın ayrılmaz bir özelliğidir. Dinin temeli ve özü olan bu kelime, aynı zamanda dost ve düşmanlığı da belirler. Dostluğun temeli sevgi, düşmanlığın temeli buğz ve kindir. Din de sevgi ve buğzdur; kabul ve reddir. Bundan dolayı, kâfirlerle dostluk; Allah’ın dostluğunu kaybettiren, O’nunla ilişiğinin kesilmesini gerektiren (3/Âl-i İmrân, 28) büyük bir suç olduğu gibi, dalâlettir/doğru yoldan sapmaktır (60/Mümtehine, 1), zâlimlerden olmaktır (9/Tevbe, 23; 60/Mümtehine, 9) ve kâfirler safına geçmek, “onlardan olmak”tır (5/Mâide, 51). Allah’a düşmanlık yapanları, Allah’ın düşmanlarını dost kabul etmek; Allah’ın düşmanlığını kazanmak ve imanı küfre değişmektir. Kâfirleri düşman kabul edip onlardan uzak durmak, İslâm akîdesinin bir parçasıdır. “Tâğutu reddetmek, onu inkâr etmek” olmadan Allah’a iman, yeterli değildir, eksiktir, insanı kurtarmaz. “Kim tâğutu reddedip Allah’a iman ederse, o kesinlikle kopması mümkün olmayan sapasağlam bir kulpa sarılmıştır.” (2/Bakara, 256) Tâğuta küfretmeyen, yani onu inkâr edip reddetmeyen kimse, asla mü’min olamaz. Tâğut ise, Allah’tan başka, O’na alternatif olarak ortaya konan düşünce, hayat görüşü, sistem, kişi veya şeytanlardır. Allah’ın dışında ve O’na rağmen uyulan, kendisine tâbi olunan, arzulanan, ya da kendisinden çekinilip korkulan her şeydir.
Kişi, tevhid kelimesini gönülden benimseyip diliyle ikrar etmekle, câhiliyye ve şirk inançlarının tümünü reddettiğini, şuurlu bir şekilde onlardan uzaklaştığını göstermektedir. Aynı şekilde, tevhidi benimsediği için, artık câhiliyye insanından, her çeşit müşrikten de sevgi, bağlılık, itaat ilişkilerini koparması, yani onlara dostluk sayılabilecek davranışlardan kaçınma sözü vermiş olmaktadır. O, kendi safını ve cephesini belirlemiş olmaktadır. Allah’ın ve O’nun sevdiklerinin tarafını tuttuğu için; kâfirlerden yüz çevirmek ve onlarla ilişkiyi kesmek zorunluluğu hissedecektir. “Onun için sen zikrimize (Kur’an’a) iltifat etmeyip sırt çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenlerden yüz çevir.” (53/Necm, 29)
Ahmed Kalkan
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Temmuz 2011, Ümraniye

- 9 -
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ
İTİKÂDİ KAVRAMLAR -10-
DÜŞMANLIK / ADÂVET

Adâvet/Düşmanlık; Anlam ve Mâhiyeti

Kur’an-ı Kerim’de Düşman ve Düşmanlık Kavramı

Hâtıb’ın Kâfirlere Dostluk Girişimi

Düşmanlık ve Dostluk; Tevhidin Gereğidir, İmanın Dışa Yansımasıdır

Düşmanlığın Zıddı; Dostluk

Takıyye; Düşman Kâfirlerden Gelecek Tehlikeden Dolayı Farklı Görünme

Dost Kabul Etmediklerimizle İlişki Çeşitleri; Savaş ve Barış

Müslüman Olmayan Akrabalarla Dostluk ve İlişki
“De ki: Cebrâil’e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki Allah’ın izniyle Kur’an’ı senin kalbine bir hidâyet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve mü’minler için de müjdeci olarak o indirmiştir. Kim Allah’a, meleklerine, peygamberine, Cebrâil’e ve Mîkâil’e düşman olursa, bilsin ki, Allah da inkârcı kâfirlerin düşmanıdır.” 1
Adâvet/Düşmanlık; Anlam ve Mâhiyeti
“Adâvet” kelimesi, zulmetmek, haklılık sınırını aşmak gibi anlamlara gelen “adv” kökünden türetilmiş olup genellikle “sadâkatin zıddı” olarak kullanılır. Râgıb el-İsfahânî, “adüv/düşman” terimini, “başkasına zarar vermek için fırsat kollayan, onun iyiliğine olan işlerin tersini yapmaya çalışan kimse” şeklinde tanımlar. Kur’ân-ı Kerim’de adâvet; meveddet, uhuvvet, velî, halîl ve takvâ kelimelerinin karşıtı anlamlar ifade edecek şekilde kullanılmıştır. Adâvet kelimesinin Türkçe karşılığı “düşmanlık”tır. Farsça’da, başkasına karşı kötü niyet besleyen, kötü kalpli kimse anlamındaki “düşman”dan (düşmen) dilimize geçmiştir.
Râgıb’a göre, gizli ve açık olmak üzere iki türlü düşman vardır. Gizli düşmanların başında şeytan gelir. Şeytan, bütün düşmanlıkların sebebi olan asıl düşmandır. İkinci gizli düşman, Kur’an’ın
1] 2/Bakara, 97-98
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 10 -
“Nefis, ısrarla kötülüğü emreder”2 meâlindeki âyette “nefis” kelimesiyle
ifade ettiği hevâ, yani beşerî arzu ve ihtiraslardır. İsfahânî,
ölçüyü aşan öfke duygusunu da gizli düşman sayar. İnsanın açık
düşmanı ise yine insandır. Her insanın tabiatında az çok saldırganlık,
kıskançlık, bencillik gibi olumsuz duygular vardır. Bazı insanlar
bu duyguların tesiriyle başkalarına karşı düşmanca niyet
beslerler. Kur’an’ın “insan şeytanlar” 3 dediği de bunlardır.
Birtakım kimseler ise, bu kadar genel ve köklü düşmanlık duyguları
taşımamakla birlikte, herhangi bir mânevî meziyet veya
maddî üstünlük gördükleri kimseye karşı sırf bu noktalarda düşmanlık
duyarlar. Râgıb el-Isfahânî, insanlar arasındaki düşmanlıkların
daha çok ilim, servet ve mevkî farkı, akrabalık veya komşuluk
ilişkileri gibi özel sebeplerden doğduğunu düşünmektedir. İnsanlar,
bu şekilde, bile bile birbirinin düşmanı olabilecekleri gibi; kötü
bir maksat taşımadan da bir düşmanın yapacağı kötülük ve zararlara
sebep olabilirler. Bu bakımdan kişinin eşi, çocukları, hatta
bizzat kendi nefsi bile kendisine zarar verebilir. Şu halde onun
günah ve haksızlık yapmasına sebep olan her şey, düşman sayılır.
Nitekim Kur’an’da, “Eşleriniz ve çocuklarınızdan size düşman
olanlar vardır, onlardan sakının.”4 meâlindeki âyette bu hususa
dikkat çekilmiştir.
Düşmanlığın bazısı kin ve nefrete, bazısı da kıskançlığa dayanır.
Birinci çeşit düşmanlık, daha köklü ve sürekli olması dolayısıyla
bunlar karşısında daima ihtiyatlı davranılması gerekir. Bir düşmana
karşı takınılması gereken tavır, fazilette ondan daha ileride olmaya
çalışmaktır. Ayrıca, başkalarına karşı olduğundan daha çok,
düşmana karşı da dürüst olmak, yalandan kaçınmak gerekir; zira
kişinin yalan ve kusurları düşmanı tarafından daima aleyhinde
kullanılabilir. Düşmanlıkları önlemenin en etkili yolunun sevgiyi
yaygınlaştırmak olduğu âlimlerce ileri sürülür. Çünkü seven hasetçilik
yapmaz. Haset ve kıskançlıktan uzak olan da düşman olmaz.
Özellikle, dinin mecbur ettiği alanların dışında dostluğu düşmanlığa
dönüştürmek büyük bir suçtur. Akıllı insan biraz sempatik
gördüğü kimseye düşman olmaz. Başkalarının kendisine düşman
olmasını istemeyen kimse için en uygun yol, kendisinin de başkasına
düşmanlık yapmamasıdır. Akıllı insan, kötülüğe kötülükle
karşılık vermez; sövme ve hakareti düşmana silâh olarak kullanmaz.
Düşmanını küçük gören aldanır. Düşmanı olduğundan daha
büyük görmek de yanlıştır. Şeytan dışında, insanın en acımasız
2] 12/Yûsuf, 53
3] 6/En’âm, 112
4] 64/Teğâbün, 14
DÜŞMANLIK
- 11 -
düşmanı, yine insanlardır. Diğer bütün zararlı canlılardan korunmak
mümkün olduğu halde, insanların kötülüğünden kurtulmak
mümkün olmayabilir. “İnsan insanın kurdudur.” İnsanın hiç düşmanının
bulunmaması da bir kusur olarak görülmüştür. Çünkü
ancak meziyetleri olanın, bazı sosyal eylemler gerçekleştirenin
düşmanı bulunur. Asıl iyilik, düşmanı olmamak değil; düşmana
haksızlık etmemektir. Ayrıca insan, kendisinin göremediği, dostlarının
da göstermediği kusurlarını düşmanların yergisi sâyesinde
öğrenip düzeltmek sûretiyle düşmanından faydalanmayı bilmelidir.
Düşmanın yergi ve eleştirilerinden faydalanarak ahlâkî gelişmeler
sağlanabilir. 5
Kur’ân-ı Kerim’de Düşman ve
Düşmanlık Kavramı
Kur’ân-ı Kerim’de Arapların İslâm’dan önceki dönemde birbirinin
düşmanı oldukları hatırlatılarak Allah’ın onların gönüllerini
uzlaştırdığı ve böylece İslâm dini sâyesinde dost ve kardeş oldukları
bildirilmiştir.6Kur’an’da sosyal barış ve uzlaşma, “Mü’minler
ancak kardeştir”7; “Mü’min erkekler ve mü’min hanımlar birbirinin
velîleri/dostlarıdır”8 gibi ifadelerle hükümlere bağlandığı için müslümanlar
arasında düşmanlığın zuhur etmesine yol açacak tutum
ve davranışların önlenmesi, kardeşlik ve dostluğun pekişmesi için
tedbirler getirilmiştir. Nitekim çeşitli maddî ve mânevî hakların
korunmasına yönelik ahlâkî, hukukî ve siyasî tedbirlerin öngörülmesi
yanında; toplumda düşmanlık duygularının kabarmasına
yol açacak kötülükler de yasaklanmıştır. İçki ve kumarı yasaklayan
âyette bunun gerekçesinin, “hiç şüphesiz şeytan içki ve kumarla
aranızda düşmanlık ve kin meydana getirmek ister.”9 şeklinde ortaya
konması ilgi çekicidir.
Kur’an’da İslâm’a ve müslümanlara karşı düşmanca ve
zâlimâne tavır takınanlar, insanların İslâm’dan haberdar olmasını
önlemeye çalışanlar iki yerde “Allah’ın ve sizin düşmanlarınız”
şeklinde nitelendirilmiştir. Bunların ilkinde bu şekilde anılmalarına,
Hz. Peygamber’le anlaşmalar yapıp her defasında çekinmeden
anlaşmalarını bozmaları gerekçe olarak gösterilmekte,
yine de herhangi bir çatışma halinde yapacakları barış teklifinin
olumlu karşılanması istenmektedir. 10
5] Mustafa Çağrıcı, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 10, s. 52-53
6] 3/Âl-i İmrân, 103
7] 49/Hucurât, 10
8] 9/Tevbe, 71
9] 5/Mâide, 91
10] 8/Enfâl, 55-61; M. Çağrıcı, a.g.e., c. 10, s. 52
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 12 -
Yeryüzünde Düşmanlık Kaçınılmazdır; İnsanların Bir Kısmı,
Diğerlerine Düşman Olacaktır: “Şeytan onların ayaklarını kaydırıp
haddi tecavüz ettirdi ve içinde bulundukları (cennetten) onları çıkardı.
Bunun üzerine ‘bir kısmınız diğerine düşman olarak inin, sizin için yeryüzünde
bir barınak ve belli bir zamana dek yaşamak vardır’ dedik.” 11;
“Allah buyurdu: ‘Birbirinize düşman olarak inin, sizin için yeryüzünde bir
süreye kadar yerleşip kalma ve yaşayıp faydalanma vardır.” 12; “Birbirinize
düşman olarak oradan (cennetten) inin! Artık, Benden size hidâyet
geldiğinde, kim Benim hidâyetime uyarsa, o sapmaz ve şakî/bedbaht
olmaz.” 13
İnsanın, düşmansız şekilde yaşaması, ulaşılamayacak bir hedeftir,
ütopyadır. İnsan, yaratılışından itibaren çevresini Allah’ın
izniyle koruyucu güçler (melekler) yanında; zararlı varlıklar (şeytanlar,
mikroplar) da sarar. Her insanda nefis ve onun kötü arzuları,
hevâsı vardır. Nefse, günaha meyletme ilhâmı/imkânı da verilmiştir
14 ki, imtihan ortaya çıksın. O yüzden her insanda bir parça
da olsa ihtiras, güzellik ve güçlülük tutkusu, mal ve mevkî hırsı
vardır.15 Aynı şeye sahip olmak isteyen kimseler arasında başlayan
yarış, sonunda düşmanlığa varabilir. Düşmanlığa yol açan pek çok
sebep vardır. Eğer düşmanı olmayan insanlar olsaydı, peygamberler
olurdu; hâlbuki tüm peygamberlerin hayli düşmanları, hem da
azılı düşmanları vardır.16 Önemli olan Allah’ın ve bizim gerçek düşmanlarımız
dışındakileri, kendi hatalarımızdan dolayı kendimize
düşman yapmamak ve düşmanlarla olan imtihanımızı kazanmaktır.
Mümkün olduğu kadar düşmanlıkları azaltmağa, düşmanları
dost yapmağa çalışmak da, mü’minlerin görevidir. “İyilikle kötülük
bir olmaz. (Kötülüğü) en güzel olan şeyle sav. O zaman bakarsın ki seninle
arasında düşmanlık olan kimse sanki sıcak bir dost olur.” 17
Peygamberlere de İnsan ve Cin Şeytanları Düşman Kılınmıştır
“Böylece Biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık.
(Bunlar,) aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin
dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle
baş başa bırak. Âhirete inanmayanların kalpleri (o yaldızlı söze) kansın,
ondan hoşlansınlar ve işledikleri suçu işlemeye devam etsinler diye
11] 2/Bakara, 36
12] 7/A’râf, 24
13] 20/Tâhâ, 123
14] 91/Şems, 7-8
15] Bk. 3/Âl-i İmrân, 14
16] 6/En’âm, 112-113; 25/Furkan, 31
17] 41/Fussılet, 34 Ve yine bk. 23/Mü’minûn, 96; 13/Ra’d, 22.
DÜŞMANLIK
- 13 -
böyle yaparlar.”18; “(Rasûlüm!) İşte Biz böylece her peygamber için
günahkârlardan düşman(lar) kılarız. Hidâyet verici ve yardımcı olarak
Rabbin yeter.” 19
Allah’ın Emri ve Fıtratın Gereği Barıştır. Açık Düşman Şeytanın
Yolu Barışa Giden Yola Zıttır: “Ey iman edenler! Hep birden
barışa girin (barışçı olun). Sakın şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o,
sizin âşikâr düşmanınızdır.”20 Allah’ın bizim için râzı olduğu dinin adı
olan 21 ve bütün peygamberlerin dini olan22 İslâm, kelime olarak,
“barış” anlamına gelen “silm”, “selâm” ve “selâmet”le aynı kökü
paylaşır. Dolayısıyla “İslâm”ın kelime olarak anlamlarından biri
de “barış”tır. Tüm insanlar, fitneyi terk edip Allah’ın dini olan
İslâm’a teslim olsalar, her taraf selâmete kavuşup tümüyle barış
ve kardeşlik hüküm sürer.
Açık Bir Düşman; Şeytan: Kur’an’da şeytanın insanlar için açık
bir düşman olduğu bildirilerek insanların onun peşinden gitmemesi
emredilir: “Ey insanlar! Yeryüzünde bulunan gıdaların güzel ve
temiz olanlarından yiyin, şeytanın peşine düşmeyin, zira şeytan sizin açık
bir düşmanınızdır. O size ancak ve daima kötülüğü, çirkin işi ve Allah
hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.”23 Şeytan, insanın
içinde bulunan kötü düşünce ve arzuları körükler ve insanın kötülük
yapmasını vesveselerle teşvik eder ve günah yollarını kolaylaştırır.
Şeytanın açık bir düşmanımız olduğu Kur’an’da farklı yerlerde
vurgulanır. “...Şeytanın adımlarına uymayın (onun peşinden gitmeyin),
çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.”24; “...Ben, ‘şeytan size apaçık
bir düşmandır’ demedim mi?” 25; “... Sakın şeytanın peşinden gitmeyin.
Çünkü o, sizin açık düşmanınızdır.” 26; “Kullarıma söyle: Sözün en güzelini
konuşsunlar. Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık
düşmanıdır.”27; “...Siz, Beni bırakıp da onu (şeytanı) ve onun soyunu
mu dost ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır. (Allah’a karşı
İblis ve onun yolundan gidenleri tercih eden) zâlimler için bu, ne fena
bir değişmedir!” 28; “Gerçekten şeytanlar, dostlarına, sizinle mücâdele
18] 6/En’âm, 112-113
19] 25/Furkan, 31
20] 2/Bakara, 208
21] 5/Mâide, 3
22] 2/Bakara, 130-133
23] 2/Bakara, 168-169
24] 6/En’âm, 142
25] 7/A’râf, 22
26] 2/Bakara, 208
27] 17/İsrâ, 53
28] 18/Kehf, 50
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 14 -
etmeleri için telkinde bulunurlar. Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de
Allah’a ortak koşan müşrikler olursunuz.” 29
“Ey insanlar! Allah’ın vaadi haktır, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın
ve aldatıcı (şeytan) da Allah’ın affına güvendirmek sûretiyle sizi kandırmasın.
Çünkü şeytan, sizin amansız bir düşmanınızdır; siz de onu düşman
kabul edin. O, kendisine uyan taraftarlarını ancak ateş ehlinden
olmaya çağırır.” 30; “Ey Âdemoğlu! ‘Şeytana tapmayın, çünkü o sizin
apaçık bir düşmanınızdır’ demedim mi? (Bunu size peygamberlerim
vâsıtasıyla açık seçik bildirmedim mi?) Ve demedim mi: ‘Sadece Bana
ibâdet ve kulluk edin; Çünkü dosdoğru yol budur.’ Şeytan, sizden pek
çok kimseyi kandırıp saptırdı. Siz, bunu düşünecek, doğruyu anlayacak
akla sahip değil misiniz?” 31
Şeytanlar, İman Etmeyenlerin Dostlarıdır: “Ey Âdemoğulları!
Şeytan, ana babanızı (Âdem ile Havvâ’yı), çirkin yerlerini kendilerine göstermek
için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, sizi de şaşırtıp
bir belâya düşürmesin. Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz
yerden sizi görürler. Şüphesiz Biz şeytanları, iman etmeyenlerin dostları
kıldık.” 32
Allah’ın “Dost Olmayın!” Dediklerini Düşman Kabul Etmek
Zorundayız. Allah, Düşmanlarımızı Bizden Daha İyi Bilir: “Allah,
düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak Allah yeter, bir
yardımcı olarak da Allah kâfidir.”33 Bu âyetin bir öncesinde, Allah’ın
bizim zararımızı isteyenleri haber vermekte, bize önemli düşmanlarımız
olan ehl-i kitabı tanıtmaktadır: “Kendilerine Kitab’dan nasib
verilenlere baksana! Sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan çıkmanızı
istiyorlar.” 34
Kâfirler, Apaçık Düşmanımızdır: “...Şüphesiz kâfirler, sizin apaçık
düşmanınızdır.” 35
Putlar ve Putperestler Mü’minlerin Düşmanıdır: “İbrâhim dedi
ki: ‘Neye taptığınızı (biraz olsun) düşündünüz mü? İyi bilin ki onlar benim
düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi (benim dostumdur).” 36
Peygamber ve Onun Yolunu İzleyenler Dışındakileri Dost
Kabul Edenler, Âhirette Büyük Pişmanlık Duyacaklar: “İşte o gün,
29] 6/En’âm, 121
30] 35/Fâtır, 5-6
31] 36/Yâsin, 60-62 Ve yine bk. 12/Yûsuf, 5; 43/Zuhruf, 62
32] 7/A’râf, 27
33] 2/Bakara, 45
34] 2/Bakara, 44
35] 4/Nisâ, 101
36] 26/Şuarâ, 75-77
DÜŞMANLIK
- 15 -
gerçek hükümranlık, çok merhametli olan Allah’ındır. Kâfirler için ise, o
pek çetin bir gündür. O gün, zâlim kimse ellerini ısırıp şöyle der: ‘Keşke
o peygamberle birlikte bir yol tutsaydım! Yazıklar olsun bana! Keşke
falancayı dost edinmeseydim! Çünkü zikir (Kur’an) bana gelmişken o,
hakikaten beni ondan saptırdı. Şeytan, insanı (uçuruma sürükleyip sonra)
yapayalnız ve yardımcısız bırakmakta.” 37
O Gün Dostlar, Düşman Kesilecek: “Allah’a saygı duyup kötülükten
sakınanlar (müttakîler) müstesnâ olmak üzere, (dünyada iken kötülükte)
dost olanlar, o gün birbirlerine düşman kesilirler.” 38
Mü’minlere En Fazla Düşmanlık Yapanlar Yahûdiler ve Müşriklerdir:
“İnsanların iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetlisini,
yahûdiler ile şirk koşanları bulacaksın. Onların, iman edenlere sevgi
bakımından en yakın olanlarını da ‘biz hıristiyanlarız’ diyenleri bulacaksın.
Çünkü onların içinde keşişler ve râhipler vardır ve onlar büyüklük
taslamazlar.”39 Şeytanın ve yahûdilerin düşmanlığıyla ilgili çeşitli
ifadeler ve sakındırmalar, hadis-i şeriflerde de bir hayli yer tutar.
40 Tefsirlerde, bu âyetlerin bahis konusu ettiği hıristiyanların,
Habeşistan’a göç eden müslümanları iyi karşılayan ve onlara anlayış
gösteren hıristiyanlar veya Hz. Peygamber (s.a.s.) ile antlaşma
yapan Necran hıristiyanları olduğu zikredilmiştir. Ancak, genel
olarak da hıristiyanların, yahûdilere ve müşriklere nisbetle müslümanlara
karşı daha yakın oldukları bir gerçektir. Gerçi mutaassıp
hıristiyanların birleşerek tertipledikleri haçlı seferleri tarihin acı
sayfalarını teşkil etmiştir. Bununla beraber dünyadan el ve eteğini
çekmiş râhipler ile hıristiyan bilginlerinin ve bunların tesirinde
kalan hıristiyanların İslâm’a nisbî yakınlıkları bir vâkıadır. Hz.
Peygamber’in zuhûrunda birçok râhip ve keşiş O’nu sevgi ile karşılamış
ve O’nun beklenen peygamber olduğunu itiraf etmişlerdir.
Münâfıklar Bizim Düşmanlarımızdır; Onlardan Sakınmamız
Gerekir: “Onları (münâfıkları) gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider,
konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki elbise giydirilmiş kütüklerdir.
Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın.
Allah onları kahretsin! Nasıl olup da döndürülüyorlar?” 41 Münâfıklar,
düşmanlıklarını gizledikleri, hasımlıklarını sinsice yaptıklarından,
hasımları en yamanıdır. 42
Kâfirlerin Büyük Suçlarından Dolayı Aralarına Kin ve
37] 25/Furkan, 26-29
38] 43/Zuhruf, 67
39] 5/Mâide, 82
40] Meselâ, bk. Nesâî, Sehv 19; İbn Mâce, Menâsik 56; Dârimî, Diyât 2 vb
41] 63/Münâfıkûn, 4
42] 2/Bakara, 204
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 16 -
Düşmanlık Sokulmuştur: Başta hıristiyan ve yahûdiler olmak üzere
kâfirler, Allah’a verdikleri sözde durmadıkları için, dünyaya karşı
hırslarından ve Allah hakkında çirkin sözlerinden dolayı, aralarına
düşmanlık ve kin sokulmuş, yaptıkları günahların cezası, avans
olarak dünyada verilmeye başlanmıştır. “Biz hıristiyanlarız (nasârâ),
diyenlerden de kesin söz almıştık, ama onlar da kendilerine zikredilenin
(verilen öğütlerin veya Kitab’ın) önemli bir bölümünü unuttular. Bu sebeple
kıyâmete kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık. Yakında Allah
onlara yaptıklarını haber verecektir.” 43
İlk hıristiyanlar, yahûdilerin amansız takipleri ve işkenceleri
karşısında darmadağın yaşamışlar, Allah tarafından Hz. İsa’ya vahyedilen
İncil’i muhâfaza edemeyip kaybetmişlerdi. Milâdî üçüncü
asrın başlarında Roma imparatoru Kostantin’in hıristiyanlığa meyletmesinden
sonra rahatlayan hıristiyanlar, mukaddes kitaplarını
yazmaya teşebbüs etmişler, bunun neticesinde ortaya birbirini
tutmaz yüzlerce İncil çıkmıştır. Hz. İsa’nın yolundan çıkan, Allah’a
verdikleri sözde durmayan hıristiyanlar böylece ihtilâfa düşmüş,
asırlarca birbiriyle didişmişlerdir.
“Yahûdiler: ‘Allah’ın eli bağlıdır (sıkıdır) dediler. Hay dediği yüzünden
eli bağlanası ve lânet olası! Bilâkis, Allah’ın elleri açıktır, dilediği gibi verir.
Andolsun ki sana Rabbinden indirilen, onlardan çoğunun azgınlığını ve
küfrünü arttırır. Aralarına, kıyâmete kadar (sürecek) düşmanlık ve kin
soktuk. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa (fitneyi uyandırmışlarsa)
Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde fesâda/bozgunculuğa koşarlar;
Allah da müfsidleri/ bozguncuları sevmez.” 44
Kâfirlerin, özellikle de yahûdilerin savaş ve fitne ateşi yakmaları
hiç eksik olmamıştır. Asırlar boyu hem kendi aralarında savaşmışlar,
hem de birleşerek müslümanlara saldırmışlardır. Ayrıca
müslümanları birbirine düşürmek için yüzlerce, binlerce planlar
yapmış, tertip ve düzenler hazırlamışlardır. Bütün bunlara rağmen
Allah’ın nurunu söndürmeye güçleri yetmemiştir, yetmeyecektir.
Dinleri aynı olanları bile, ayrı dinlerdenmiş gibi mezheplere
ve bloklara ayrılmış, birbirlerine karşı kin ve düşmanlık duyguları
beslemiş, korku ve endişe içinde yaşamış veya savaşmışlardır. “Bir
zaman sonra siz o kimseler oldunuz ki, artık (verdiğiniz sözün tersine)
birbirinizi öldürmeye, aranızdan bir zümreyi yurtlarından çıkarmaya, kötülük
ve düşmanlıkta onlara karşı birleşmeye başladınız...” 45
Başta Yahûdiler Olmak Üzere Ehl-i Kitab’ın Çoğu, Kâfirlerle/
43] 5/Mâide, 14
44] 5/Mâide, 64
45] 2/Bakara, 85
DÜŞMANLIK
- 17 -
İnkârcı Ateistlerle Dostluk Ederler: “De ki: ‘Ey Kitab ehli! Dininizde
haksız yere haddi aşmayın. Daha önceden sapan, birçoklarını saptıran ve
yolun doğrusundan uzaklaşan bir topluma uymayın. İsrâiloğullarından
kâfir olanlar, Dâvud ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lânetlenmişlerdir. Bunun
sebebi, söz dinlememeleri ve sınırı aşmaları, taşkınlık yapmalarıdır.
Onlar, işledikleri kötülükten, birbirini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Andolsun
yaptıkları ne kötüdür! Onlardan çoğunun, inkâr edenlerle dostluk
ettiklerini görürsün. Nefislerinin onlar için (âhiret hayatları için) önceden
hazırladığı şey ne kötüdür. Durum şu ki, Allah onlara gazab etmiştir ve
onlar azap içinde devamlı kalıcıdırlar. Eğer onlar Allah’a, Peygamber’e
ve Ona indirilene iman etmiş olsalardı, onları dost edinmezlerdi; fakat
onların çoğu fâsıktır/yoldan çıkmışlardır. ” 46
Şeytan İçki ve Kumarla, İnsanlar Arasında Düşmanlık Sokar:
“Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer
şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan
içkide ve kumarda, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah’ı
zikirden/anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz,
değil mi?” 47 Allah Teâlâ, sarhoşluk veren içkileri içmeyi
kesin olarak haram kılmıştır. Yine, câhiliyye devrinde Araplar, on
adet ok sapı ile bir nevi kumar ve şans oyunu oynarlardı. Bunların
yedisinde bazı paylar yazılı idi. Üçü de boştu. Emin kabul
edilen bir kimse, bir torbanın içinden bunları, katılanlar adına teker
teker çekerdi. Dolu çıkanlar, maldan hisselerini alır, fakirlere
verirlerdi. Boş çıkanlar ise bu malın parasını öderlerdi. Kumarların
belki de en ehveni olmasına rağmen İslâm bunu da yasaklamış,
ortaya mal ve para konarak oynanacak hiçbir şans oyununa izin
vermemiş, fakirlere yardım edilecekse bunu herkesin, helâl kazancından
ayırarak vermesini istemiştir. Âyet, içki ve kumar yasağının
en önemli sosyal, ahlâkî ve şer’î hikmetlerini açıklamıştır.
İçki, kumar, putçuluk ve falcılığın yasaklanmasındaki temel
hikmetin, “insanlar arasında düşmanlık ve kine sebep olmak,
Allah’ı hatırlamak ve anmaktan, namazdan alıkoymak” olduğu
âyette vurgulanmıştır. Dolayısıyla günümüzdeki hastalık derecesindeki
aşırılıklarla insanı kendisine tutsak eden müzik ve futbol
fanatikliği, bağımlılık yapan bazı kötü alışkanlıklar için de bu
hikmetler geçerli olduğundan, onların da içki ve kumar gibi yasak
sayılmaları gerektiği değerlendirilebilir. Konumuzla ilgisi bakımından
da insanları Allah’ı hatırlamaktan, namazdan alıkoyan
ve düşmanlıklara sebep olan tüm davranışları Kur’an’ın eleştirdiği
ve insanları birbirine düşman edecek eylemlerin kınanması da
46] 5/Mâide, 77-81
47] 5/Mâide, 90-91
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 18 -
gösteriyor ki, Kur’an, sulhu/barışı, dostluk ve iyi geçinmeyi emretmekte,
namaz ve Allah’ı hatırlamayı birer ölçü ve mihenk taşı
veya turnusol kâğıdı kabul etmektedir. Namazı ve Allah’ın zikrini
unutturan veya bunlara engel olan, insanlar arasında düşmanlığa
sebep olan ilke, prensip, hüküm, inanç ve eylemlerin tümü, bu
âyetin ışığında reddedilmelidir.
Allah’ın Düşmanları (Kâfirler): “Allah’ın düşmanları ateşe sürülmek
üzere toplandıkları gün, hepsi bir araya getirilirler. Nihayet oraya
geldikleri zaman, kulakları, gözleri ve derileri, işledikleri şeye karşı onların
aleyhine şâhitlik edecektir.” 48
“Kâfirler: ‘Bu Kur’an’ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın. Umulur
ki gâlip gelirsiniz’ dediler. O inkâr eden kâfirlere şiddetli bir azabı tattıracağız
ve onlar yaptıklarının en kötüsüyle cezalandıracağız. İşte böyle,
Allah’ın düşmanlarının cezası ateştir. Âyetlerimizi bile bile inkâr etmelerinden
dolayı, ceza olarak orada onlara ebedî kalma yurdu (cehennem)
vardır.” 49
Allah’ın Düşmanlarını ve Mü’minlerin Düşmanlarını Dost
Edinmek: “Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız
olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen hakkı/gerçeği inkâr etmişken,
onlara sevgi gösteriyorsunuz. Hâlbuki onlar Rabbiniz olan Allah’a
inandığınızdan dolayı, Peygamber’i ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar.
Eğer siz Benim yolumda savaşmak ve rızâmı kazanmak için çıkmışsanız,
onlara nasıl sevgi gösterirsiniz? Oysa Ben sizin gizlediğinizi de
açığa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa, doğru yoldan
sapmış olur. Şayet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler,
size ellerini ve dillerini kötülükle uzatacaklardır. Zaten inkâr edip kâfir
olmanızı istemektedirler.” 50
Zâlimlerle Dostluk: Kur’an, hiç bir şekilde zâlimlerle dostluğa
izin vermez. “...Zâlimler için hiç bir velî/dost ve yardımcı yoktur.” 51; “...
Onlar, Allah’a karşı sana hiçbir fayda veremezler. Doğrusu zâlimler birbirlerinin
dostlarıdır. Allah da takvâ sahiplerinin dostudur.” 52; “...Zâlimler
hâriç (hiç kimseye) düşmanlık ve saldırı yoktur.” 53
Müşriklerden ve Taptıklarından Uzak Olmak ve Onları Tanımayıp
Onlara Düşman Olduğunu Açıklamak: “İbrâhim’de ve onunla
beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar
48] 41/Fussılet, 19-20
49] 41/Fussılet, 26-28
50] 60/Mümtehine, 1-2
51] 42/Şûrâ, 8
52] 45/Câsiye, 19
53] 2/Bakara, 193
DÜŞMANLIK
- 19 -
kavimlerine demişlerdi ki, ‘biz sizden ve sizin Allah’tan başka taptıklarınızdan
uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar,
sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir...” 54
Müşrikler ve Allah’ın Düşmanları İçin Duâ Edilmez: “(Kâfir
olarak ölüp) cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra,
akraba dahi olsalar (Allah’a)şirk koşan müşrikler için af dilemek, ne peygambere
yaraşır ne de mü’minlere. (Çünkü Allah müşrikleri bağışlamaz.)
İbrâhim’in, babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi.
Yoksa onun Allah’ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, (af dilemekten
vazgeçip) ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrâhim çok yumuşak huylu
ve pek sabırlı idi.” 55
Putlar, Mahşerde Kendilerine Tapanlara Düşman Kesilirler:
“Allah’ı bırakıp da kıyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek
şeylere tapandan daha sapık kim olabilir? Oysa onlar, bunların tapmalarından
habersizdirler. İnsanlar bir araya toplandıkları zaman (bunlar)
onlara düşman kesilirler ve onların, kendilerine tapınmalarını inkâr ederler.”
56Demek ki, putlar, mahşerde kendilerine tapanların düşmanı
olurlar, kendilerine tapınıldığını da tanımazlar. Tapanları inkâr
ederler.
Onursuz Kâfirleri Dost Edinenler, İzzet ve Şerefi Onların Yanında
mı Arıyor? “Münâfıklara, kendileri için acı bir azap olduğunu
müjdele! Mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında
izzet (güç, onur ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet, yalnızca
Allah’a aittir.”57; “Kim izzet ve şeref istiyorsa bilsin ki izzet ve şerefin hepsi
Allah’ındır...”58; “...İzzet, üstünlük ancak Allah’ın, Peygamberinin ve
mü’minlerindir. Fakat münâfıklar bunu bilmezler.” 59
Düşmanlıkta Aşırı Gidilmemesi, Düşman Bir Toplumun Bir
Gün Dost Olabileceği: “Olur ki Allah sizinle düşmanlarınız arasında
yakında bir dostluk meydana getirir. Allah, gücü (her şeye) yetendir, çok
bağışlayan, çok merhamet edendir.” 60 Bu âyette Allah, düşmanlıkta
aşırı gidilmemesini, düşman bir toplumun, bir gün dost olabileceğini
bildirmiştir. Nitekim Peygamber’in ve müslümanların can düşmanı
olan Mekke ve çevresi müşriklerinin çoğu sonradan İslâm’a
girmişler, onların çocukları, Allah yolunda cihad eden mü’minler
olmuşlardır. Böylece âyette belirtilen ilâhî vaad gerçekleşmiştir.
54] 60/Mümtehine, 4
55] 9/Tevbe, 113-114
56] 46/Ahkaf, 5-6
57] 4/Nisâ, 138-139
58] 35/Fâtır, 10
59] 63/Münâfıkûn, 8 ve yine bk. 10/Yûnus, 65.
60] 60/Mümtehine, 7
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 20 -
Bizim için de aynı uyarı geçerlidir ve aynı netice mümkündür. O
yüzden müslümanlar, düşmanlarına karşı ölçülü olmaya, aşırı düşmanlıktan
sakınmaya, adâlet ve insafa yöneltilir.
Peygamberimiz (s.a.s.) de bu konuda şöyle buyurur: “Sevdiğini
ölçülü sev; bir gün düşmanın olabilir. Sevmediğine de ölçülü buğz et; bir
gün dostun olabilir.” 61
Allah, Bazen Dinini Düşman Eliyle Güçlendirir; Bir Mü’mini,
Düşmanının Eliyle Yetiştirir: “Nihayet Fir’avn ailesi onu (Hz. Mûsâ’yı,
bebekliğinde) yitik olarak aldı. Çünkü o, sonunda kendileri için bir düşman
ve bir tasa olacaktı. Şüphesiz Fir’avn ile Hâmân ve askerleri yanılıyorlardı.”
62
Evdeki Tehlike; Eşlerden ve Çocuklardan Düşman Olanlar da
Vardır: İnsanın eşi, çocukları ve hatta insanın kendisi/nefsi bile
kendine zarar verebilir, düşman olabilir. “Ey iman edenler! Eşlerinizden
ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının.
Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoşgörür ve bağışlarsanız,
bilin ki, Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. Doğrusu mallarınız
ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfat ise Allah’ın
yanındadır.” 63 Rivâyet edildiğine göre, Mekke’den hicret arzusunda
bulunan bazı müslümanların eş ve çocukları, kendilerinin
perişan duruma düşeceklerini öne sürerek, babalarını hicretten
alıkoymak istediler. Fakat hicretle kazanılan yüksek mertebeleri
öğrenen müslümanlar, eş ve evlâtlarını cezalandırmak isteyince
bu âyet inerek, onların affedilmesini ve kusurlarından geçilmesini
tavsiye etti. Buna rağmen malın, çocukların ve eşin beklenmedik
yer ve durumlarda kişiyi günaha sokup âhiret hazırlığından alıkoyabileceğine
bu âyetlerle işaret edilmiştir.
Kişinin günah ve haksızlık yapmasına sebep olan her şey, düşman
sayılır. Kişi için en tehlikeli düşman ise dost gözüken düşmandır.
Allah’a yaklaştıran her şey mü’minin dostu, Haktan uzaklaştıran
her şey de onun düşmanıdır. Müslüman, eşi ve çocuklarıyla
ayrıca iman kardeşliği oluşturmalı ki, onlarla gönülden samimi
bağlar, candan sevgi oluşsun.
Düşmanı Yakın Bir Dost Haline Getirmek İçin Güzel Tavır: “İyilikle
kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir tavırla önle. O zaman
(görürsün ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki yakın bir
dost olur.” 64 Bu âyete göre kötülük, en güzel haslet ne ise onunla
61] Tirmizî, Birr 60
62] 28/Kasas, 8
63] 64/Teğâbün, 14-15
64] 41/Fussılet, 34
DÜŞMANLIK
- 21 -
önlenmelidir. Bu davranış, her kişinin değil; er kişinin yapabileceği
özelliktir: “Bu (haslete) ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak
(hayırdan) büyük pay sahibi olan kimse kavuşturulur.” 65 Bu âyetlere
göre müslümanların hareketleri hasene (iyilik), kâfirlerinki ise seyyie
(kötülük) şeklinde nitelendirilir. Fahreddin Râzî, âyette geçen
“(hayırdan) büyük pay sahibi olan kimse”leri, yüksek ahlâkî erdemlere
sahip kişiler olarak anlar ve bu âyetlerin, insanlara hakkı kabul ettirmeye,
onları düşmanlıktan vazgeçirmeye yönelik dâvet ve irşad
faâliyetlerinde sabır, sevgi ve hoşgörü ile davranmanın önemini
ortaya koyduğunu belirtir. 66
“Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah’a tevekkül
et; çünkü O, her şeyi çok iyi işiten ve her şeyi pek iyi bilendir.” 67
Din Konusunda Müslümanlarla Savaşan ve Savaşçı Olmayanlara
Karşı Düşmanlık: “Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi
yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve âdil davranmanızı yasaklamaz.
Çünkü Allah, adâletli olanları sever. Allah, yalnız sizinle din
konusunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için
yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte
zâlimler onlardır.” 68
Düşmanlara Karşı Hazırlık; Onları Korkutacak İmkânlar Hazırlamak:
Allah düşmana karşı kuvvet hazırlamamızı emretmektedir.
Bu kuvvetten maksat, savaşta düşmana üstünlük sağlayacak
her çeşit vâsıtadır. Çeşitli silâhlar, ekonomik güç ve savaş tekniği
gibi şeyler, bu hazırlanması emredilen kuvvet kavramına dâhildir.
“Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için
bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, çünkü onunla Allah’ın düşmanını,
sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği
(düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne infak eder/harcarsanız
size eksiksiz ödenir, siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.” 69
Düşmana Karşı da Adâletli ve Ölçülü Davranmak, Haddi
Aşmamak: “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adâletle
şâhitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin, sizi
adâletten saptırmasın. Âdil davranın; bu, takvâya, Allah korkusuna
daha çok yakışır. Allah’a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyla
bilmektedir.”70; “Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş
65] 41/Fussılet, 35
66] Mefâtihu’l-Gayb, 41/Fussılet, 35 âyetinin tefsiri
67] 8/Enfâl, 61
68] 60/Mümtehine, 8-9
69] 8/Enfâl, 60
70] 5/Mâide, 8
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 22 -
açın. Sakın aşırı gitmeyin; çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.”71; “...Bir
topluma karşı beslediğiniz kin, sizi haddi aşmaya, tecâvüze sevk etmesin.
İyilik ve takvâ (Allah’ın yasaklarından sakınma) üzerinde yardımlaşın;
günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’tan korkun; çünkü
Allah’ın cezası çetindir.” 72
Umulur ki Allah, Bizi, Düşmanlarımıza Gâlip Kılacaktır: “...
Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helâk edecek ve onların yerine sizi yeryüzüne
hâkim kılacak da nasıl hareket edeceğinize bakacaktır.” 73; “...Nihayet
Biz iman edenleri, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün
geldiler.” 74; “Gevşeklik göstermeyin; üzüntüye kapılmayın. Eğer gerçekten
iman etmiş sağlam mü’minler iseniz, üstün gelecek olan sizsiniz.” 75;
“Andolsun ki, Peygamber kullarımıza söz verdik: ‘Şüphesiz onlar, mutlak
mansûr ve muzafferdirler. Bizim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir.” 76;
“Kim Allah’ı, Rasûlünü ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki:) üstün/
gâlip gelecek olanlar şüphesiz Allah’ın tarafını tutanlardır.” 77; “...İyi bilin
ki, kurtuluşa erecek olanlar sadece hizbullahtır, Allah’ın tarafında olanlardır.”
78
“Fitne tümüyle yok olunca ve din de Allah için tatbik edilinceye kadar
onlarla savaşın. Fitne çıkarmaktan vazgeçerlerse zâlimler hâriç (hiç kimseye)
düşmanlık yoktur.” 79
“Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a, Kur’an’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın.
Allah’ın size olan nimetlerini hatırlayın: Hani siz birbirinize
düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmiş ve O’nun nimeti
sâyesinde kardeş olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında
iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar
ki doğru yolu bulasınız.” 80
“...İyilik ve takvâ (Allah’ın yasaklarından sakınma) üzerinde yardımlaşın;
günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’tan korkun;
çünkü Allah’ın cezası çetindir.” 81
“Yanınıza küfürle girip yine küfürle çıktıkları halde size geldiklerinde
‘inandık’ derler. Allah gizlediklerini daha iyi bilmektedir. Onlardan
71] 2/Bakara, 190
72] 5/Mâide, 2
73] 7/A’râf, 129
74] 61/Saff, 14
75] 3/Âl-i İmrân, 139
76] 37/Sâffât, 171-173
77] 5/Mâide, 56
78] 58/Mücâdele, 22
79] 2/Bakara, 193
80] 3/Âl-i İmrân, 103
81] 5/Mâide, 2
DÜŞMANLIK
- 23 -
birçoğunun günah, düşmanlık ve haram yemede yarıştıklarını görürsün.
Yaptıkları ne kadar kötüdür!” 82
“Ey iman edenler! Aranızda gizli konuşacağınız zaman günahı, düşmanlığı
ve Peygamber’e karşı gelmeyi fısıldamayın. İyilik ve takvâyı konuşun.
Huzuruna toplanacağınız Allah’tan korkun.” 83
Hâtıb’ın Kâfirlere Dostluk Girişimi
“Ey iman edenler” Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları
dost edinmeyin. Onlar size gelen hakkı/gerçeği inkâr etmişken, onlara
sevgi gösteriyorsunuz. Halbuki onlar Rabbiniz olan Allah’a inandığınızdan
dolayı, Peygamber’i ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer siz Benim
yolumda savaşmak ve rızâmı kazanmak için çıkmışsanız, onlara nasıl sevgi
gösterirsiniz? Oysa Ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da
bilirim. Sizden kim bunu yaparsa, doğru yoldan sapmış olur. Şayet onlar
sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle
uzatacaklardır. Zaten inkâr edip kâfir olmanızı istemektedirler.” 84
Bu âyetlerde mü’minlere hitâben hem Allah’ın, hem de
kendilerinin düşmanı olan, Allah’tan gelen hakkı inkâr edenleri
dost edinmemeleri, onlara sevgi beslememeleri; şayet onlar
mü’minlere gâlip gelseler, yaman düşman kesilip elleriyle, dilleriyle
mü’minlere zulmedecekleri ve onların inkâr etmelerini isteyecekleri;
âhirette akrabanın veya çoluk çocuğun bir faydası olmayacağı
belirtilmektedir. Bu âyetlerin nüzul sebebi şu olaydır:
Rasûlullah (s.a.s.), Mekke’nin fethine hazırlanıyor, fakat
Hayber’e gideceği izlenimi veriyor, niyetini gizli tutuyordu. Yalnız
bazı yakın sahâbelerine maksadını söylemişti ki bunlar arasında
Hâtıb bin Ebî Beltea da vardı. Hâtıb; Mekke’lilere, Allah’ın elçisinin,
Mekke’ye saldırmak için hazırlanmakta olduğunu bildiren
bir mektup yazdı ve bunu Mekke’ye giden bir kadınla gönderdi.
Hz. Ali, bu olayı şöyle anlatıyor: “Allah’ın Rasûlü, beni, Zübeyr’i
ve Mikdat’ı gönderdi: “Ravdatu Hâh’a varıncaya kadar yürüyün; orada
yolcu bir kadına rastlayacaksınız. Onda bir mektup var; onu ondan
alıp bana getirin” dedi. Yola çıktık. Ravda’ya varınca yolcu kadını
gördük. “Mektubu çıkar!” dedik. “Bende mektup yok” dedi. “Ya
mektubu çıkarırsın, ya da (mektubu aramak için) seni soyar, çırılçıplak
ederiz!” dedik. Kadının, saç örgüsünün arasından çıkardığı
mektubu Allah Rasûlü’ne getirdik. Bir de ne görelim? Hâtıb bin
Ebî Beltea’dan Mekke’deki bazı müşriklere yazılmış olan mektup;
82] 5/Mâide, 61-62
83] 58/Mücâdele, 9
84] 60/Mümtehine, 1-2
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 24 -
Allah Elçisinin yapmakta olduğu bazı şeyleri, Mekke müşriklerine
haber veriyor. Peygamber (s.a.s.) Hâtıb’a: “Bu nedir Hâtıb?” dedi.
Hâtıb: “Ey Allah’ın Rasûlü, benim hakkımda acele karar verme.
Ben Kureyş’e yamanmış bir adamım, Kureyş’ten değilim. Senin
yanında bulunan muhâcirlerin, Mekke’de akrabası var. Onlar,
yakınları vâsıtasıyla Mekke’deki âilelerini ve mallarını koruyorlar.
Benim Kureyş ile bir soy bağım bulunmadığı için ben de bu sûretle
yakınlarımı koruyacak bir el (dost) edinmek istedim. Bunu küfürden
veya dinimden dönmekten dolayı yapmadım, (ben samimi bir
müslümanım)” dedi. Peygamber (s.a.s.) “Hâtıb bize doğru söyledi”
buyurdu. Hz. Ömer: “Bırak beni yâ Rasûlallah! Şu münâfığın boynunu
vurayım” dedi. Peygamberimiz: “O Bedir’e katıldı. Belki Allah
Bedir ehline bakmış da: ‘Dilediğinizi yapın, Ben sizi bağışladım!’ demiştir”
buyurdu. İşte; “Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız
olanları dost edinmeyin...” 85 âyeti bu münâsebetle inmiştir.” 86
Hâtıb bin Ebî Beltea’nın mektubunu götüren kadın,
Hâşimoğullarının mevlâsı olup Sâre adında şarkıcı kâfir bir kadındı.
Mekke’den Medine’ye gelmişti. Peygamberimiz, ona müslüman
olup hicret mi ettiğini, yoksa başka bir amaçla mı geldiğini
sormuş, kadın: “Bedir günü efendilerimiz ölüp gittiler, çok ihtiyaç
içine düştüm, onun için geldim” demişti. Peygamber’in teşvikiyle
Muttaliboğulları ona yiyecek, içecek ve giyecek verdiler. Hâtıb da
kadına on dinar ve bir hırka vererek mektubu götürmesini söylemiş,
kadın da mektubu alıp yola çıkmış, fakat Allah, Rasûlü’nü
durumdan haberdar etmiş ve Allah Elçisi, Hz. Ali’yi ve arkadaşlarını
gönderip kadını yakalatmıştır. Son derece güç duruma düşen
Hâtıb: “Benim Mekke’de âilem ve malım var. Böylece Mekkelilere
yakın görünüp âilemi ve malımı korumak istedim. Biliyordum
ki Allah, nasıl olsa gadabını/hışmını onlara indirecektir” demiş ve
Allah’ın Elçisi, Hâtıb’ı affetmiştir. Âyetlerin nüzûl sebebi bu olmakla
birlikte, tüm Kur’an âyetleri gibi, konu bütün müslümanlara
uyarı arz etmektedir. Zaten âyetteki ifade, çoğul sîgası ile hitap
etmekte, tek kişi değil; çokluk muhâtap alınmaktadır. Dolayısıyla
Hâtıb’ın şahsında bütün müslümanlar, düşmanlarına karşı uyarılmış,
onları dost kabul etmemeleri, onlara sırlarını vermemeleri
emredilmiştir.
“İbrâhim’de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel
bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki, ‘biz sizden ve sizin
85] 60/Mümtehine, 1
86] Buhârî, Megâzî 9, Tefsîr Sûre 60; Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 161; Ebû Dâvud,
Cihad 98; Tirmizî, Tefsir 60; Dârimî, Rikak 48; Ahmed bin Hanbel, 1/80
DÜŞMANLIK
- 25 -
Allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek
Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve
öfke belirmiştir...”87; “(Kâfir olarak ölüp) cehennem ehli oldukları onlara
açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar (Allah’a)şirk koşan müşrikler
için af dilemek, ne peygambere yaraşır ne de mü’minlere. (Çünkü
Allah müşrikleri bağışlamaz.).” 88 Bu âyetlerde Allah, müslümanlara,
Allah uğrunda kâfir kavim ve kabilesinden ayrılan ve onlara karşı
yüreklerinde sevgi beslemeyen Hz. İbrâhim ile beraberindekileri
örnek almalarını tavsiye etmektedir.
Düşmanlık ve Dostluk; Tevhidin
Gereğidir, İmanın Dışa Yansımasıdır
Düşmanlık ve dostluk, “Lâ ilâhe illâllah”ın ayrılmaz bir özelliğidir.
Dinin temeli ve özü olan bu kelime, aynı zamanda dost ve
düşmanlığı da belirler. Dostluğun temeli sevgi, düşmanlığın temeli
buğz ve kindir. Din de sevgi ve buğzdur; kabul ve reddir. Bundan
dolayı, kâfirlerle dostluk; Allah’ın dostluğunu kaybettiren,
O’nunla ilişiğinin kesilmesini gerektiren89 büyük bir suç olduğu
gibi, dalâlettir/doğru yoldan sapmaktır,90 zâlimlerden olmaktır 91
ve kâfirler safına geçmek, “onlardan olmak”tır.92 Allah’a düşmanlık
yapanları, Allah’ın düşmanlarını dost kabul etmek; Allah’ın
düşmanlığını kazanmak ve imanı küfre değişmektir. Kâfirleri düşman
kabul edip onlardan uzak durmak, İslâm akîdesinin bir parçasıdır.
“Tâğutu reddetmek, onu inkâr etmek” olmadan Allah’a
iman, yeterli değildir, eksiktir, insanı kurtarmaz. “Kim tâğutu reddedip
Allah’a iman ederse, o kesinlikle kopması mümkün olmayan sapasağlam
bir kulpa sarılmıştır.” 93 Tâğuta küfretmeyen, yani onu inkâr
edip reddetmeyen kimse, asla mü’min olamaz. Tâğut ise, Allah’tan
başka, O’na alternatif olarak ortaya konan düşünce, hayat görüşü,
sistem, kişi veya şeytanlardır. Allah’ın dışında ve O’na rağmen
uyulan, kendisine tâbi olunan, arzulanan, ya da kendisinden çekinilip
korkulan her şeydir.
Kişi, tevhid kelimesini gönülden benimseyip diliyle ikrar etmekle,
câhiliyye ve şirk inançlarının tümünü reddettiğini, şuurlu
bir şekilde onlardan uzaklaştığını göstermektedir. Aynı şekilde,
tevhidi benimsediği için, artık câhiliyye insanından, her çeşit
87] 60/Mümtehine, 4
88] 9/Tevbe, 113
89] 3/Âl-i İmrân, 28
90] 60/Mümtehine, 1
91] 9/Tevbe, 23; 60/Mümtehine, 9
92] 5/Mâide, 51
93] 2/Bakara, 256
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 26 -
müşrikten de sevgi, bağlılık, itaat ilişkilerini koparması, yani onlara
dostluk sayılabilecek davranışlardan kaçınma sözü vermiş
olmaktadır. O, kendi safını ve cephesini belirlemiş olmaktadır.
Allah’ın ve O’nun sevdiklerinin tarafını tuttuğu için; kâfirlerden
yüz çevirmek ve onlarla ilişkiyi kesmek zorunluluğu hissedecektir.
“Onun için sen zikrimize (Kur’an’a) iltifat etmeyip sırt çeviren ve dünya
hayatından başka bir şey istemeyenlerden yüz çevir.” 94
Sonra, örnek gösterilen İbrâhim’i (a.s.) rehber edinip onun mirasına
sarılacaktır. “Bir zaman İbrâhim, babasına ve kavmine demişti
ki: ‘Ben sizin taptıklarınızdan uzağım. Ben yalnız beni yaratana taparım.
Çünkü O beni doğru yola iletecektir. Bu sözü, ardından geleceklere devamlı
kalacak bir miras olarak bıraktı ki insanlar (dinine) dönsünler.” 95
Ve, müşriklerle muvahhidler arasındaki kesin ayrılık, uzaklaşma
ve safları belirleyen yol işaretleri: “De ki: ‘Ey kâfirler! Tapmam, sizin
tapmakta olduklarınıza... Sizin dininiz size, benim dinim bana!”96; “Onlar
seni yalanlarlarsa de ki: ‘Benim işim bana, sizin işiniz de size aittir. Siz
benim yaptığımdan uzaksınız; ben de sizin yaptığınızdan uzağım!” 97
Ve birkaç hadis-i şerif: “Kim müşriklerle bir arada toplanır ve onlarla
beraber oturursa, o da onun gibidir.” 98; “Müşriklerle birlikte yaşamayın
ve onlarla birlikte bir arada bulunmayın. Kim onlarla birlikte yaşar
veya bir arada bulunursa o durumda o Bizden değildir.” 99; “Ben, müşriklerin
arasında ikamet eden her müslümandan uzağım!” “Ey Allah’ın
rasûlü! Neden?” diye sordular. O da şöyle buyurdu: “Çünkü ateşleri
(müslümanla müşriklerin ateşleri) birbirinden ayırt edilmez.” 100
Zaten bu uzaklaşma, ayrılık ve safları belirleme olmasa,
kâfirlere karşı nasıl cihad edilecektir? “Ey Peygamber! Kâfirlere ve
münâfıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacakları
yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!” 101 Zihninde ve davranışlarında
onlardan ayrılamamış, ilişkilerini ve bağlarını koparamamış
bir kimse, eliyle onların zulümlerini nasıl engelleyecek, onların
fitnelerini durdurmak için onlarla nasıl savaşacaktır? “Fitne ortadan
kalkıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.” 102
İslâm’da, düşmanlarımız olan her çeşit kâfirle cihadın amacı,
94] 53/Necm, 29
95] 43/Zuhruf, 26-28
96] 109/Kâfirûn, 1-2, 6
97] 10/Yûnus, 41
98] Tirmizî, Siyer 40
99] Hâkim, Müstedrek 2/141
100] Ebû Dâvud, Cihad 95; Nesâî, Kasâme 27; Tirmizî, Siyer hds no: 1654
101] 9/Tevbe, 73
102] 8/Enfâl, 39
DÜŞMANLIK
- 27 -
yeryüzünde bir tek Allah’a ibâdeti ve O’nun hâkimiyetini sağlamaktır.
Şeriatını üstün kılmak, kulları kullara kulluktan kurtarıp
Allah’a kul olma hürriyetine ve mutluluğuna kavuşturmaktır. Beşerin
sahte ilâhlığından ve zulümlerinden kurtarıp bir tek olan
Allah’ın ulûhiyetine eriştirmek, O’nun hâkimiyeti altına sokmaktır.
Cihadın bir başka hedefi de, yeryüzündeki müstaz’afları, ezilen ve
sömürülenleri kurtarmaktır. “Size ne oluyor da Allah yolunda ve ‘Rabbimiz!
Bizi, halkı zâlim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip
gönder, bize katından bir yardımcı yolla’ diyen zavallı erkekler, kadınlar
ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz? (Buna, böyle bir dâvete uymayıp
savaşmamaya hakkınız yok!)” 103
Allah’tan başka ilâh olmadığına dair şehâdetin ve tanıklığın
gerçekleşmesi için, kişi sevdiğini sadece Allah için sevecek, buğzettiğine
de Allah için buğzedecektir. Dost ve velî edindiği kimseyi
Allah rızâsı için dost edinecek, düşman kabul ettiklerini de,
onlar Allah’a karşı oldukları için düşman tanıyacaktır. Müslüman,
Allah’ın sevdiklerini sevecek, O’nun gazab ettiklerine, buğzettiklerine
de buğzedecektir. Nerede bulunursa bulunsun, her çeşit
kâfire düşmanlık gösterecek, onun velâyetini tanımayacaktır. Bu
kâfir, en yakını/akrabası bile olsa, onu dost kabul edip sevemeyecektir.
Rasûlullah (s.a.s.) buyurmuştur ki: “İman ipinin (kulpunun) en
güçlüsü, Allah için dostluk ve Allah için düşmanlıktır. Yine Allah için sevmek
ve Allah için nefret duyup buğzetmektir.” 104
İbn Abbas şöyle der: “Kim Allah için sever, Allah için buğzeder
ve Allah için dostluk ve velâyet yetkisini kullanır, Allah için
düşmanlık beslerse, o kimse bu yaptıkları sâyesinde gerçekten
Allah’ın dostluğuna erişir (Allah’ın dostluğunu, velîliğini kazanmış
olur). Bir kimse de, bu nitelikleri taşımadığı sürece, ne kadar
çok namaz kılıp oruç tutsa da, imanın hazzına ve tadına erişemez.
Çünkü böyle insanlarla olan kardeşliğini (münâsebetini) sırf dünya
ilişkilerine bağlamıştır. Böyle bir hal ise kişiye asla hiçbir şey
kazandıramaz.” 105
Mü’min, bazı dünyevî ilişkiler kurmak, alış-veriş yapmak
mecbûriyetinde de olsa, yardımlarını da görse, hâkimiyetleri
altında da bulunsa, tüm kâfirleri sevilen dostlar edinmeyecektir.
Kâfirleri düşman kabul etmek, bazı görevleri yerine
103] 4/Nisâ, 75
104] Mişkâtu’l-Mesâbih, hadis no: 5014; Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, 1/69, Taberânî,
El-Kebîr
105] Hilyetü’l-Evliyâ, 1/312
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 28 -
getirmeyi zorunlu kılar. Onları düşman kabul eden kimse, kâfir
ve münâfıkları taklit edemez, onlara benzeyemez. Onlara benzeyen,
onları yüceltmiş, onlardan olmuş olur.106 Mü’min, zelîl olduğuna
inandığı kâfirleri, onlara karşı davranışlarıyla bilfiil aşağılarda
tutmağa çalışacaktır. Bu sebeple onların ticarî kurumlarını
boykot edecek, siyasî kadrolarını onaylamayacak, onları yönetici
olarak kabul etmeyecek, onların câhilî kültür veren kurumlarına
karşı çıkacaktır. Mü’minin düşmanlığını isbat edebilmesi için,
onlardan korkmaması gerekir. “...Eğer iman ediyorsanız onlardan
korkmayın; Benden korkun.”107Onlardan korkuldukça onları fiilen
zelîl/aşağılık görmek mümkün değildir. Mü’min bilir ki, Allah istemedikçe
bütün kâfirler bir araya gelse kendisine en küçük bir
zarar veremezler. O yüzden korkulmaya lâyık zat, tüm güç ve kuvveti
elinde bulunduran Yüce Allah’tır. Düşman olmak, zarûretin
dışındaki beraberliğe engeldir. Bir mü’min, onların emrine girip
onların hizmetinde çalışmayı çok çirkin görüp reddedeceği gibi;
kendi kurumlarında da onları çalıştırmayacaktır. Diğer kuruluşlarda
görev alarak yüceltilmelerine kalben rızâ göstermeyecektir.
Hz. Ömer’in Hîre’li bir gencin iyi yazı bildiğini söyleyip onu
kâtip olarak istihdam etmesini tavsiye edenlere: “Müslümanlardan
başkasını kendime dost mu edineyim?” dediği ve bunu şiddetle
reddettiği rivâyet edilir. 108
Bir hıristiyanı memur kadrosuna alan vâlilik görevinde bulunan
sahâbi Ebû Mûsâ el-Eş’arî’ye halife Hz. Ömer çok sert bir
şekilde: “Canı çıkasıca adam! Yanında çalıştıracak bir mü’min
bulamadın mı?” diye azarlamıştır. Ebû Mûsâ el-Eş’arî: “Yâ Ömer!
Onun dini kendisine, işbirliği bizedir. Bundan ne çıkar?” deyince,
Hz. Ömer şöyle cevap vermiştir: “Hayır, yanılıyorsun! Allah’ın küçülttüklerini
biz yüceltemeyiz. (Sen de yapma!)” 109
Aynı şekilde, Hz. Ömer (r.a.), vâli Ebû Hüreyre’ye (r.a.) de bir
mektup yazıyor ve diyor ki: “...Müslümanların işleriyle ilgili bir
işte sakın müşrik ve putperest kimselerden yararlanma. Müslümanlara
ait işlerle bizzat kendin ilgilen. Çünkü sen onlardan birisin.
Diğer taraftan Allah seni onların yüklerini sırtlamanla görevli
kılmıştır.”110; “...Allah kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah’ı sözü
106] Tirmizî, hadis no: 2696
107] 3/Âl-i İmrân, 175
108] İbn Kesir, Tefsir, 1/398
109] Beyhakî, es-Süneu’l-Kübrâ, Kitâbu Âdâbi’l-Kadı, 10/127; İbn Teymiyye,
Sırât-ı Müstakîm, s. 50; Fahreddin Râzi, Mefâtihu’l-Gayb, 3/611
110] İbn Kayyım, Ahkâmu Ehli’z-Zimme 1/212
DÜŞMANLIK
- 29 -
ise (zaten) yücedir. Çünkü Allah daima üstündür, hikmet sahibidir.” 111;
“Kim izzet ve şeref istiyorsa bilsin ki izzet ve şerefin hepsi Allah’ındır...” 112;
“...İzzet, üstünlük ancak Allah’ın, Peygamberinin ve mü’minlerindir.” 113
Düşmanlara en azından buğz etmek imanın gereğidir. “Sizden
biriniz bir kötülük gördüğü zaman onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmezse
diliyle (onun kötü olduğunu söyleyip kötülüğü yasaklayarak) onu
değiştirsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin (o işten nefret
ederek, kötü görsün). Bu sonuncusu, imanın en zayıf derecesidir.” 114Hadisin
başka bir rivâyetinde, kalbiyle buğzetmeyen için “bundan
sonrasında hardal tanesi kadar iman yoktur” denilir. Düşmana şirin
gözükmeye çalışmak, bizden hoşnutluğunu önemsemek, onlara
dost gibi davranmak, onları taklit etmek, hele destek olmak,
onların yıkılası sömürü düzenlerinin çarklarını döndürmek gibi
ilişkilerin iman ve küfürle irtibatı değerlendirilmelidir. Kâfirlere
niye selâm verilmez? Çünkü selâm, hayır duâdır, barış demektir, iyi
ilişkiler içinde olmanın simgesidir, yani dostluk alâmetidir. Düşmana
dostluk göstermek câiz olmadığından her çeşit kâfire (zarûri
durumların dışında) Allah’ın selâmı olan “es-selâmü aleyküm” denilmez.
İslâm’ı birinci tehlike ilân edenlere, Allah’ın hükmüne ve
dinine savaş açanlara nasıl davranılması gerektiği, bir din seçme
kadar önemlidir.
Her din ve ideolojinin dostluk ve düşmanlık anlayışı kendine
hastır: Komünizmin, enternasyonalizmin, hümanizmin dostdüşman
anlayışı kendi bâtıl dinleri, yani ideolojileriyle ilgilidir.
Kendi yoldaşları onlar için sınır tanımaz dost; kendi ulusu, farklı
ideolojiye mensupsa düşmandır. Nâzım Hikmet’in deyişiyle “Vatanım
rûy-ı zemîn, milletim nev-i beşer” anlayışı. (Müslümanın
vatanı, İslâm’ın hâkim olduğu yer, yani dâru’l-İslâm; milleti, bütün
Muhammed ümmeti, yani tüm müslümanlar olmalı.) Batı
dünyasının ve özellikle ABD’nin dostluğu düşmanlığı yok, çıkarları,
ülke menfaatleri vardır. Ama, bununla beraber, onları bizden
ve hatta onlardan iyi tanıyan Rabbimiz’in hükmü: “Onların
milletine/dinine uymadıkça yahûdiler de hıristiyanlar da senden asla râzı
olmayacaklardır.”115 Batıyı örnek almaya çalıştığı halde ne batılı olabilen
ne doğulu kalabilen ülkelerdeki dostluk-düşmanlık anlayışı
da kaypak mı kaypaktır. Tarih kitaplarına bile bu renksiz ve kimliksiz
bakış yansır. “Düşmanlar, ülkeyi işgal etti, düşmanlar şunları
111] 9/Tevbe, 40
112] 35/Fâtır, 10
113] 63/Münâfıkûn, 8 ve yine bk. 4/Nisâ, 138-139; 10/Yûnus, 65.
114] Müslim, İman 20
115] 2/Bakara, 120
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 30 -
yaptı...” Ama düşmanların kim olduğu net değildir. Kurtarıcılar,
ülkeyi düşmanlardan kurtardılarsa, düşmanların işgal ettiğinde
uygulayacakları kanun, ahlâk, eğitim vb. icraat niye onlardan
daha katı ve baskıcı şekilde uygulanır ve İslâm birinci tehlike ve
büyük düşman ilân edilir? Bu kimliksiz yaklaşım, hangi ülkelerle
dost, hangileriyle düşman olunduğu belli olmayacak zigzaglar çizen
tavırları getirir... Irkçı milliyetçilere göre dostluğun ölçüsünü
kan belirleyecektir. Düşman da başka ırklardır: “Türk’e Türk’ten
başka dost yoktur!”, “her şey Türk için, Türk’e göre, Türk tarafından!”,
“Tanrı Türkü korusun!”
Mü’min için ölçü nettir: Allah için sevgi, Allah için buğz; Allah
için dostluk ve Allah için düşmanlık. Dost, gerçek Velî’ye, ölümsüz
Dost’a bizi yaklaştıran; düşman da, bizi O’ndan uzaklaştırandır.
Allah’ı gerçek anlamda “tek dost” kabul eden, hiç O’nun düşmanlarını,
O’na dost olamayanları sevebilir mi?! “Ey iman edenler!
Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven,
mü’minlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu
bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın
kınamasından korkmazlar (hiç kimsenin kınamasına aldırmazlar).
Bu, Allah’ın dilediğine verdiği lütfudur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir.”116;
“Muhammed Allah’ın rasûlü/elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere
karşı çetin (şiddetli), kendi aralarında ise merhametlidirler...” 117
Günümüz müslümanlarının önemli bir kesimi, dostluk ve düşmanlıktaki
ölçüyü unutup farklı görüşteki müslümanlara düşman
gibi davranıp onları itiyor; kendilerine şimdilik dokunmayan ılımlı
kabul ettikleri kâfirlere sempati besleyerek dost gibi yaklaşabiliyor.
İctihadî yorumlar ve göreceli doğrular, grup taassubundan
dolayı mutlak doğru kabul edilip farklı müslümanlara düşmanca
tavırlar, şiddetli eleştiriler, hatta haksız tekfirler ve onlarla dostluğa
tenezzül etmemeye varan bağnazlıklar sergilenebiliyor. Bütün
müslümanlarla samimi olmayabiliriz; ama samimi olduklarımız,
mutlaka samimi müslümanlardan olmalı. Bütün kâfirlerle ilişkimizi
koparmayabiliriz, ama onlarla gönül dostu olmamız onlardan
olmak, onların dinine girmek kabul edilmeli. Dost, imandaştır, gönüldaştır,
fikirdaştır çünkü. “Kişi, dostunun dini üzeredir.”118 Ve dostluk,
sevgi kuru bir iddia değil; ispat edilmesi gereken bir iddiadır.
Allah’a dost olmak, Allah’ı sevmek, davranışla isbatlanmadıkça,
kuru bir iddiadan, insanı kurtarmayan bir avuntudan ibarettir.
116] 5/Mâide, 54
117] 48/Fetih, 29
118] Tirmizî, Zühd 45; Ahmed bin Hanbel, 16/178
DÜŞMANLIK
- 31 -
Allah’la ve müslümanlarla dost olduğumuzu, dillendirmekten öte
davranışımızla göstermeliyiz. “Rasûlüm!) De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız
bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”119
Düşmanlık da dostluk da; bedeli olan, ispatlanması gereken bir
bağlılık ya da red; ilişki veya bağları koparmaktır. “Allah size imanı
sevdirmiş ve onu gönüllerinize süslemiş, sindirmiştir. Küfrü, fıskı ve isyanı
da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.” 120; “Hep
birlikte Allah)’ın ipine (Kur’an’a, İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın.
Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler
idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nimeti sâyesinde kardeş
olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da
sizi O kurtarmıştı.” 121
Sevgi ve dostluğun gerekleri vardır. Bunları şöyle sayabiliriz:
Allah için yardım, ikram, saygı, gerek kalple ve gerek dış görünüş
ve tavırlarla kişinin sevdiğiyle beraber olması. Hayatın zorluklarına
ve kâfirlerin baskılarına karşı ona destek olup moral vermek,
onu küfre ve kâfirlere karşı güçlü ve hâkim kılmak, üzüntüsüne
ve sevincine ortak olmak. Allah’ı sevmek ve Allah’la dost olmak
demek; Allah’ın dostlarını sevmek, onlara yardımcı olmak, onların
yanında yer almak, Allah’ın dinine yardım etmek demektir.
Allah için düşmanlığın da gerekleri vardır: Kalben buğz edip
Allah için tavır alarak düşmanlığı açık ve net bir şekilde ortaya
koymak; meselâ Allah düşmanlarına karşı cephe almak, onlarla
cihad etmek, onlarla (hayatî ve zarûri olan durumların
dışında) tüm ilişkilerini kesip uzak durmak, kalben muhabbet
göstermediğini davranışlarına yansıtmak. Onları emîn/güvenilir
görmemek,122 onlara benzememek, onlara güler yüz göstermemek,
samimiyet kurmamak, onlara ikramda bulunmamak, onların
zulümlerine destekçi olmamak, onlara saygı göstermemek,
onları güzel sıfat ve lâkaplarla isimlendirmemek, onlarla birlikte
oturmamak. Kâfirlere şirin gözükmek için onlara müdâhane/yağcılık
yapmamak, kendisine gerici gibi yaftalar vurmasınlar diye
onlara şirin gözükmeye çalışmamak, onları sırdaş edinmemek
şarttır. Aksine davranışlar, insanı tevhidden uzaklaştırır.
“Ey iman edenler! Kendi dışınızdaki sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar
size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler.
Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli
olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür.
119] 3/Âl-i İmrân, 31
120] 49/Hucurât, 7
121] 3/Âli- İmrân, 103
122] 3/Âl-i İmrân, 75
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 32 -
Eğer düşünüp anlıyorsanız âyetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.” 123
Ve iki hadis-i şerif: “Siz mutlaka sizden öncekilerin yollarını karış karış,
arşın arşın izleyeceksiniz. Öyle ki onlar bir kelerin deliğine girseler, siz
de onlara uyacaksınız.” Ashâb dedi ki: “Ey Allah’ın rasûlü! Bu (izleyeceklerimiz
yahûdi ve hıristiyanlar mı?” Peygamberimiz şöyle
buyurdu: “Ya kimler olacak?” 124; “Kişi, dostunun dini üzeredir. İnsan
kiminle dostluk kurduğuna dikkat etsin!” 125
“Ben kalben buğzediyorum” diye bunu sadece kalple yaptığını
söylemek, isbata muhtaç kuru bir iddiadan ibarettir. Buğzun
ve düşmanlığın gerekleri ne ise, bir mü’minin onları da yerine
getirmesi gerekmektedir. “İbrâhim’de ve onunla beraber olanlarda (o
mü’minlerin söz ve davranışlarında) sizin için gerçekten güzel bir örnek
vardır. Hani onlar kavimlerinden kâfir olanlara: ‘Muhakkak biz sizden ve
Allah’tan başka ibâdet ettiğiniz şeylerden (putlardan) uzağız. Sizi inkâr
ettik. Yalnızca Allah’a iman (edip şirki terk) edinceye kadar, bizimle sizin
aranızda düşmanlık ve kin sürekli baş göstermiştir’ demişlerdi.” 126
Kur’an, dostlukları ve dostları ikiye ayırır: Allah’ın dostları
ve şeytanın dostları. Her insan, bu iki sınıftan birine mensuptur.
Allah’ın velîsi/dostu, yani “evliyâullah” ol(a)mayan, mutlaka
şeytanın velîsi/dostu, yani “evliyâu’ş-şeytan”dır; üçüncü bir grup
yoktur. “Allah iman edenlerin velîsidir (dostu ve yardımcısıdır). Onları
küfrün karanlıklarından (kurtarıp iman) nûr(un)a çıkarır. Küfredenlerin
dostları ise tâğuttur. O da onları (insanî fıtratları olan İslâm’ın) nûrundan
(ayırıp) karanlıklara çıkarır. İşte onlar ateş ashâbıdır (cehennemliktir). Onlar
orada (bir daha çıkmamak üzere) ebedî kalıcıdırlar.” 127; “İman edenler
Allah yolunda savaşırlar. Kâfir olanlar da tâğut yolunda savaşırlar. (Ey
mü’minler!) siz şeytanın evliyâsı (velîleri, dost ve yandaşları, ordusu olan
kâfirlerle) savaşın. Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.” 128
Ashâb-ı kirâmdan Cerîr bin Abdullah Peygamberimiz’e bey’at
ederken, kendisinden şu şartla bey’at yapması istenmiştir: “Her
bir müslümana öğütte bulunmak ve her bir kâfirden uzak durmak.”
129
“Eğer onlar Allah’a, Peygamber’e ve ona indirilene iman etmiş olsalardı,
onları (müşrik, kâfir, hıristiyan, yahûdi ve münâfıkları) dost
123] 3/Âl-i İmrân, 118
124] Buhârî, İ’tisâm 14, Enbiyâ 50; Müslim, ilm 6; İbn Mâce, Fiten 17
125] Tirmizî, Zühd hadis no: 2379; Ahmed bin Hanbel, 16/178
126] 60/Mümtehine, 4
127] 2/Bakara, 257
128] 4/Nisâ, 76
129] Ahmed bin Hanbel, Müsned, 6/357-358
DÜŞMANLIK
- 33 -
edinmezlerdi. Fakat onların çoğu fâsıktır, yoldan çıkmışlardır.” 130; “...
İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır!”131 Kâfirleri dost kabul
etmek, iman ile çelişmektedir. Hem iman, hem de onları dost
edinme olayı, ikisi beraber bir kalpte toplanamazlar. İman, onları
dost edinmemeyi gerektirmektedir. Düşmanlık ve dostluğun
imanla ilgisi değerlendirilmediğinden, bugün müslümanların
çoğunluğu açısından dost-düşman karışmış, düşmanlarının oyununa
gelen müslüman yığınlar, bunca zararlarına rağmen hâlâ
Allah’ın düşmanlarının ve kendisinin düşman olması gerekenlerin
yardımcısı, destekleyicisi, emrindeki memuru, hizmetçisi,
kulu-kölesi, askeri... olabilmektedir. “Müslümanım!” diyen nice
insan, kâfirlerin koyduğu küfür kanunlarına, onların ortaya attığı
felsefî düşünce ve dünya görüşlerine, ideolojilerine sevgi besleyebilmekte,
onlara gönül rızâsıyla uyup teslim olabilmekteler.
Hanımlarını, kâfirlerin hanımlarına benzetebilmekte, onlar gibi
giyinmelerini (soyunmalarını) ilericilik ve çağdaşlık kabul edebilmekteler.
Allah ve Rasûlü’yle savaş demek olan fâiz 132 olmaksızın
ticarî hayatı düşünememekteler...
Ve her halleriyle kâfirlere benzeyip onların yanında yer almalarına
rağmen; hâlâ kendilerini müslüman saymaları düşündürücüdür.
Bırakın, kâfir olanlara tavır alıp “ey kâfir!” demeyi ve
Kur’an’ın emrine uyup “De ki: ‘Ey kâfirler! İbâdet edip tapmam sizin
taptıklarınıza.!”133 diye haykırmayı, Allah’ın düşmanlarından korkmak,
onlara sevgi ve saygı duymak, onları ve makamlarını büyük
görmek gibi imanını mahveden “şirk” adlı hastalık alabildiğince
yaygınlaşmaktadır. Bazı kâfirlere, dost olmanın ötesinde, hatta
hayranlık duyanlar, destekleyip alkışlayanlar, onları velî kabul
ederek seçip işbaşına getiren, yetki verenler, onların izini takip
eden, itaat eden, onları örnek alanlara ne demeli!? Keler deliğine
girseler bile onlara imrenip taklit etmeye çalışan, onları model kabul
edip modalarına uyanlara nasıl bir sıfat bulmalı!?
“(İnançta ve amelde) Bizden başkasına benzeyen Bizden değildir.” 134
diyen Rasûlün onları reddettiğini, daha doğrusu onların bu davranışlarıyla
Rasûlün yolunu reddetmiş olduklarını görmek zorundayız.
Bu tesbit, câhil müslümanları dışlayıp tekfir etmek, onları
kendi hallerine terketmek için değil; muhâtaplarımızı tanımak,
hastalığı teşhis edip tedavi için bize çok şeyler düştüğünü, göre-
130] 5/Mâide, 81
131] 5/Mâide, 51
132] 2/Bakara, 279
133] 109/Kâfirûn, 1-2
134] Tirmizî, hadis no: 2696; Mişkâtu’l-Mesâbih, hadis no: 5347
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 34 -
vimizin ve sorumluluğumuzun çok büyük olduğunu kabullenmek
için olmalı. Bu değerlendirme, konum tesbiti açısından önemli;
çevremizde bize ve yakınlarımıza da sirâyet etme ihtimali olan
bulaşıcı şirk mikroplarının tanınması ve tedbir alınması için...
Gerçek mü’min, İslâm şahsiyetini ve müslüman kimliğini yüce
ve aziz tanımak, bütün kâfirleri ve münâfıkları zelîl/aşağılık bilmek;
bu sebeple onlara karşı onurlu ve zorlu olmak mecbûriyetindedir.
“İzzet (yücelik, kuvvet ve hâkimiyet) yalnız Allah’ın, O’nun Peygamberinin
ve gerçek mü’minlerindir. Ne var ki, münâfıklar bu gerçeği bilmez,
anlayamazlar.”135 Mü’min, İslâm şahsiyetinin yüceliğine inanmak
zorunda olduğu gibi, bütün kâfirlerin aşağılık olduklarına, hayvanlardan
daha sapık ve pislik olduklarına inanmakla da yükümlüdür.
“(Ey Peygamber!) Sen onların çoğunluğunu (Hakkı) dinler, akıllarını
kullanır mı sanırsın? Onlar ancak hayvanlar gibidirler; hatta yolca daha
da sapıktırlar.”136; “Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir...” 137
“Allah’a ve âhiret gününe iman eden bir toplumun -babaları, oğulları,
kardeşleri yahut akrabaları da olsa- Allah’a ve Rasûlüne düşman olanlarla
dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların kalbine Allah, imanı yazmış ve
katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan
cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan râzı olmuş,
onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar, hizbullahtır, Allah’ın
tarafında olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de sadece Allah’ın
tarafında olanlardır.”138 Bu âyet-i kerime, Allah taraftarlarıyla şeytan
yandaşları arasında tam ve kesin bir ayrılığın olması gerektiğini
ortaya koymuş oluyor. Mü’minin her türlü câzibeden ve her çeşit
tarafgirlikten sıyrılarak müslümanların safında yer alması, bir tek
kulpa sarılması ve bir tek ipe bağlanması gerekir. İslâm’ın olduğu
yerde ırkçılık, nesebcilik, akraba savunuculuğu, aile asabiyeti ve
yakınlık dâvâsı yok; vatan, cins, asabiyet ve kavmiyetçilik, bölgecilik
vb. bir şey yok. Allah’ın istediği şeylerin dışında hiçbir şeyi tabulaştırmak
yok. Sadece ve sadece akîde ve onun bayrağı altında
durmak vardır.
Kâfirlerle dostluk kurmanın tehlikesi bütün müslümanlaradır.
Böyle bütün müslümanlara zarar getiren bir olay, bir kimsenin
sadece kendisinin kâfir olmasından da büyük bir tehlike ortaya
koyar. Birinin zararı, topyekün müslümanlara iken, diğerinin sadece
kendisinedir. Kâfirlere karşı olan dostluğun özellikleri şunlardır:
Kâfirlerin küfrüne rızâ göstermek, onları tekfir etmemek,
135] 63/Münâfıkûn, 8
136] 25/Furkan, 44
137] 9/Tevbe, 28
138] 58/Mücâdele, 22
DÜŞMANLIK
- 35 -
onların bâtıl dünya görüşlerini tasdik etmek, onları velî, yani
dost ve yönetici olarak kabul etmek, onları işbaşına geçirmek,
onları sevmek, onlara uyup itaat etmek. İşte bütün bunlar, kişinin
kâfirleri dost kabul ettiğini, yetkisini onlara verdiğini göstermektedir.
Kişi, dostluk, sevgi ve rızâyı kâfirlere gösterirse, bu
küfrü gerektirir. Şayet sevgi ve rızâ, mü’minlere karşı ise, bu da
imanın gereğidir.
İnsan, dostunu ve düşmanını tanımak zorundadır. Hz. Âdem
ve Havvâ’ya, yaratıldıkları ilk zamanlarda Allah düşmanlarını tanıttı,
onları uyardı. “Muhakkak bu (İblis) sana ve zevcene düşmandır.
Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra zahmet çekersin. Çünkü senin
acıkmaman ve çıplak kalmaman ancak burada mümkündür ve sen burada
susamazsın ve sıcaktan bunalmazsın.” 139 İnsanın ilk yanlışı, düşmanını
dost zannetmesiyle oldu; İnsanın cenneti kaybetmesinin
sebebi, düşmanına karşı tedbir almayışı, onun hile ve tuzaklarına
kanmasıdır. Bırakın insanı, hayvanlar bile düşmanlarını bilir; kendisini
ve neslini düşmanından korumaya çalışır. Bir tavuk, özellikle
yavrusunu düşmanından sakınmak için, nasıl fedâkârlık ve kahramanlık
yapar, gözleyenler bilir.
Düşmanları teke indirmek, önemli bir metoddur. Rasûlullah’ın
sünnetidir. Medine’ye hicretinden sonra müslüman olmayan tüm
insanlarla düşmanca münâsebetlere girmeyip, yahûdilerle antlaşma
yapması, onları dost yapmaya gayret etmesi ve Mekke’li müşrik
düşmanlarla mücâdelesi, belirli bir aşamaya geldikten sonra,
yine tek düşman olarak yahûdilerle hesaplaşması bunun tipik örneğidir.
Yirminci asırda, yerli ve yabancı düşmanlarına karşı büyük
zafer kazanmış bir devrim hareketinde de bu tavrı görüyoruz.
Biz de değişik birçok cephede savaşmaktansa, bataklığın kaynağı
durumundaki zâlim tâğutlara tavır almalı, gücümüzü gerçek ve
öncelikli düşmana karşı birleştirmeliyiz. Düşmanları gereksiz yere
çoğaltmak, onların hıncını artıracak sövme, zulüm, işkence, haddi
aşma gibi müslümana yakışmayan tavırlar içinde bulunmak, büyük
yanlışlardandır. Düşmana karşı da olsa bu hak ihlâlleri, düşmanlığı
Allah için olmaktan çıkarır; nefis için düşmanlığa dönüştürür. Hz.
Ali’nin öldürmek üzere olduğu bir kâfir, yüzüne tükürdüğünde,
hiddetlenip öldürmekten vazgeçtiği, ancak hiddeti geçtikten sonra
öldürmek istediğine dair rivâyet, güzel bir numûnedir.
Dostluk-düşmanlık konusunda hatırımızdan çıkarmamamız
gereken özelliklerden biri de, “gâvurun atına binen, onun kılıcını
kuşanır” atasözünün ve “bugün yardım alan, yarın emir alır”
139] 20/Tâhâ, 117-119
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 36 -
vecîzesinin gerekleridir. Hırsızı yakaladığımızı zannederken, hırsız
tarafından yakalanan konumuna düşmemeli, ava giderken kendimiz
avlanmamak için tedbirler almalıyız.
“Düşmanınızın silâhıyla silâhlanın” sözü, bazılarınca hadis olarak
ifade edilmekte ve İslâm dışı çalışmaların, metod ve yöntemlerin
delili olarak sunulmaktadır. Bu söz, kesinlikle hadis-i şerif değildir;
Kur’an’a da selim akla da aykırı, yanlış ve gayr-i meşrû bir
tavsiye ve yönlendirmedir. Düşmanlar, İslâm’ın cevaz vermediği
araçları silâh olarak kullanırsa müslüman ne yapacaktır? Sözgelimi,
bazı düşmanlar, dâvâları için kendi karılarını ve kızlarını bile
fesat ögesi şeklinde silâh olarak kullanabilmektedir. Ayrıca Kur’an,
düşmanları korkutacak silâhlar hazırlamayı emrediyor. “Onlara
(düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp
beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı
ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’’n bildiği (düşman) kimseleri
korkutursunuz. Allah yolunda ne harcasanız size eksiksiz ödenir, siz
asla haksızlığa uğratılmazsınız.”140 Düşmanının silâhıyla silâhlanan
bir mü’minden, kendisinde de aynı ve belki daha gelişmişi olan
düşman nasıl korksun? İsrâil, kendisinin sahip olduğu cinsten benzer
silâhlara sahip olduğu halde yönetimi yahûdiyle dost olan ülkelerdeki
müslüman askerlerden mi, yoksa ölümden korkmayan,
iman eri ve şehâdet adayı olan taştan başka silâhı olmayan çocuk
yaşlardaki fedâilerden mi korkmaktadır?
Hiç düşmanı olmamak da bir kusurdur. Meziyetleri olanın, sosyal
faâliyetlerde bulunan, kişiliği olan ve izzet sahibi kişilerin mutlaka
düşmanları da vardır. Düşmanı bulunmayan kimse, ot gibi
yaşayan kimsedir. Düşmanı olmamak fazilet olsaydı, peygamberlerin
düşmanı olmazdı. Halbuki onların, diğer insanlardan daha
azılı ve daha çok düşmanı vardı. “Böylece Biz, her peygambere insan
ve cin şeytanlarını düşman kıldık.”141; “(Rasûlüm!) İşte Biz böylece her
peygamber için günahkârlardan düşman(lar) kılarız.”142 İyilik ve erdem,
düşmanı olmamak değil; düşmanlarına haksızlık etmemek, haddi
aşmamaktır. Onlara sövme ve çirkin hakaret düşmana bile yapmamak,
bu kötü tavırları silâh olarak kullanmamaktır.
Düşmanların bazı faydaları da vardır. Mikropların alyuvarların
savaşçılığını, canlılığını arttırdığı gibi. Düşmanlar, kişilere görevlerini
hatırlatır, hızlarını ve derecelerini arttırır. Düşman, kişiye
boyunun ölçüsünün ne kadar olduğunu gösteren iyi bir ölçüttür.
140] 8/Enfâl, 60
141] 6/En’âm, 112
142] 25/Furkan, 31
DÜŞMANLIK
- 37 -
Düşmanı, insanın kendi hatalarını görmesini sağlar. Cihad gibi,
gazilik ve şehitlik gibi, yiğitlik ve kahramanlık gibi faziletler, düşman
sâyesinde elde edilir.
Düşmanlığın Zıddı; Dostluk
Hepimizin bildiği gibi, düşmanlığın karşıtı, “dostluk”tur.
Farsça’da “seven, sevgili, yâr” anlamındaki “dost” kelimesinden
dilimize geçen dostluk, İslâmî literatürde sadâkat, uhuvvet, meveddet,
sohbet gibi değişik kelimelerle ifade edilmiş, ayrıca “velî”
ve “rafîk” kelimeleri başka anlamları yanında, dost mânâsında
da kullanılmıştır. Kur’ân-ı Kerim’de bu anlamda en çok geçen
kelime, “velî”dir. İnsanlar arasındaki samimiyet ve sevgiye dayalı
bağlılık haline dostluk diyoruz. Kur’ân-ı Kerim’de dostluk, bütün
mü’minlerin şiarı ve özelliği olarak gösterilir: “Mü’min erkekler
ve mü’min hanımlar birbirlerinin dostudurlar.143 Dostluk, ancak Allah
içindir. İslâm dışı bir gâye için dostluk kurulmamalıdır. “Sizin
dostunuz Allah, O’nun elçisi (Hz. Muhammed) ve iman edenlerdir.” 144
Dostlukların kurulmasında kan bağı yerine inanç birliğinin esas
alınması gerekir: “Ey iman edenler! Eğer iman yerine küfrü beğenip
tercih etmişlerse babalarınızı ve kardeşlerinizi bile velî/dost kabul etmeyin.
Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zâlimlerin kendileridir.” 145
Allah’ın iman edenlerin dostu olduğunu bildiren âyetlerin çoğunda
“velî” kelimesinden sonra “nasîr”, “şefî’”, “vaak”, “hamîd”
, “mürşid” gibi sıfatlara veya benzer mânâlar ihtivâ eden ifadelere
yer verilerek dostun sevdiği için bir yardımcı, koruyucu, kurtarıcı,
yüceltici, iyiliğe yöneltici olması, bu şekilde dostluğun sevgiye
dayanması ve pratik ahlâkî sonuçlar doğurması gerektiğine işaret
edilmiştir. Mü’minlerin kardeş olduğu,146 vaktiyle onlar birbirine
düşman iken Allah’ın gönüllerini kaynaştırmasıyla dost ve kardeş
olduklarını 147 bildiren âyetler de geniş kapsamlı dostluğun önemini
anlatmaktadır.
Kur’ân-ı Kerim’de yine dostluk anlamında kullanılan “hulle”
kelimesi, sözlüklerde genellikle “kalbin derinliklerine nüfuz ederek
kökleşen engin dostluk” şeklinde açıklanmaktadır. Allah’ın
Hz. İbrâhim’i dost (halîl) edindiğini,148 âhirette zâlimlerin “keşke
falanı dost edinmeseydim!”149 şeklindeki pişmanlığını anlatan
143] 9/Tevbe, 71
144] 5/Mâide, 55
145] 9/Tevbe, 23
146] 49/Hucurât, 10
147] 3/Âl-i İmrân, 103
148] 4/Nisâ, 125
149] 25/Furkan, 28
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 38 -
âyetlere göre hulle kelimesi, ilgili diğer terimlerden daha dar kapsamlı,
fakat daha içten ve güçlü bir dostluğu ifade etmektedir.
Hadis-i şerifteki “Kişi, dostunun (halîl) dini üzeredir.” 150 ifadesi,
dostluğun ancak ahlâkî, psikolojik vb. yönlerden uyuşabilenler
arasında kurulabileceği şeklindeki görüşün özlü bir ifadesidir.
İnsanların farklı tabiat ve karakterlerde yaratılmış olmasının bu
uyuşma ve kaynaşmadaki rolünü belirten “Ruhlar bir araya getirilmiş
gruplar gibidir; tanışıp uyuşanlar birleşir, uyuşmayanlar ayrılır.”151
meâlindeki hadis, dikkat çekicidir. 152
Kur’an, kâfirleri dost edinmeyi yasaklar: “Mü’minler, mü’minleri
bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah’tan ilişiği
kesilmiş olur, artık Allah’tan hiçbir şey beklemesin. Ancak onlardan
(kâfirlerden gelebilecek tehlikelerden) sakınma haliniz (takıyye) başkadır.
Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş, yalnızca
O’nadır. De ki: ‘İçinizdekileri gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu
bilir. Göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah her şeye gücü yetendir.”
153 Müfessir Beyzavî, bu âyetin tefsirinde şöyle diyor: Eğer kalplerinizde
kâfirlere karşı bir sevgi ve dostluk meyli varsa, onu saklasanız
da, açığa vursanız da Allah bilir. Zira göklerde ve yerde olan
her şeyi bilen Allah, elbette sizin gizlinizi de âşikârınızı da bilir.
Ayrıca O, kâfirlere dost olmanızı yasaklamasına rağmen, yine de
siz bundan vazgeçmezseniz, sizi cezalandırmaya da kadirdir. Kısaca,
O’nun muttalî olmadığı ve cezalandırmaya gücünün yetmediği
hiçbir kötülük ve isyan bulunmadığına göre, O’nun emrine âsi
olmak cür’etini göstermeyin.
Allah düşmanlarını sevmek, mü’mine yakışmaz; zaten kâfirler
de mü’minleri sevmezler: “Ey iman edenler! Sizden olmayanı dost,
sırdaş edinmeyin. Onlar sizi şaşırtmaktan, size fenâlık etmekten geri
kalmazlar. Sıkıntıya düşmenizi isterler. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır;
sînelerinin gizlediği (içlerinde sakladıkları düşmanlıkları) ise daha büyüktür.
Size âyetlerimizi açıkladık, eğer düşünürseniz.” 154; “Kâfirler de
birbirlerinin dostudurlar.”155 Mü’minler, birbirlerine kızıp da kâfirlere
yönelemezler: “Ey iman edenler! Mü’minleri bırakıp da, kâfirleri dost
edinmeyin.”156 Peygamber Efendimiz de şöyle buyurmuştur: “İnsan,
dostunun dinindedir. Bundan dolayı dost edineceği kişiye dikkat etsin.”
150] Tirmizî, Zühd 45, hadis no: 2379; Ahmed bin Hanbel, 16/178
151] Buhârî, Enbiyâ, 3; Müslim, Birr 159
152] M. Çağrıcı, a.g.e., c. 10, s. 511-512
153] 3/Âl-i İmrân, 28-29
154] 3/Âl-i İmrân, 118
155] 8/Enfâl, 73
156] 4/Nisâ, 144
DÜŞMANLIK
- 39 -
157“İnsan, sevdiği ile beraberdir.” 158 Mü’minler birbirleriyle dostluk
yapmazlarsa ne olur?: “Kâfirler, inkâr edenler birbirlerinin dostlarıdır.
Eğer siz aranızda dost olmazsanız yeryüzünde büyük fesat/kargaşa, büyük
bozgun ve fitne çıkar.” 159
Dünya hayatında her insanın onunla samimi olacağı, duygularını
paylaşacağı, seveceği ve sevileceği, görüş birliğinde bulunacağı
dostlara ihtiyacı vardır. Dostluklar, Allah rızâsı için ve çıkarsız
olursa sürekli olur. Bir mü’minin genel olarak bütün mü’minlere
dostluk göstermesi gerekir. Ayrıca, fert olarak her mü’minin en
çok sevdiği, bağlandığı dostları, arkadaşları da bulunur. Hz. Muhammed
(s.a.s.) ile Hz. Ebû Bekir arasındaki dostluk gibi...
İslâmî dostluk kavramı, batılı hayat tarzındaki dostluk kavramından
apayrıdır. Çünkü bu dostluk, yüzeysel bir dostluk olmayıp
sorumluluk, ahde vefâ, kendisi için istediğini kardeşi için de
istemek gibi derin mânâlara sahiptir. Kur’ân-ı Kerim velâyet kelimesi
ile dostluğu, kâmil anlamda tek kelimede zikreder. Dostluk,
velâyetin izahıdır ve müslümanlar velâyeti müslümanlara verirler.
Bunun anlamı, dostluğun getirdiği bütün maddî ve mânevî
sorumluluktur, birlikteliktir, yardımdır, sevgidir, kardeşliktir.
Dostluğun ikikadî, amelî ve ahlâkî yönleri vardır. Dostluğun
itikadî yönlerini, müslümanların tevhid anlayışı belirler. Amel olarak,
müslümanların birbirini sevmesi ve birliktelik oluşturmaları
zorunludur. Cemaat, Allah’ın rahmetine, rızâsına, af ve mağfiretine,
dünya ve âhiret mutluluğuna sebep olur. Ayrılık ise, yüzleri
karartır, Allah’ın azabını çağrıştırır. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Üç konuda müslümanın kalbi kin tutmaz, hıyânet etmez: Amellerde
ihlâs, devlet adamlarına nasihat, cemaatten ayrılmama.”160 Müslümanın
sorumlu olduğu haklar ikidir: Allah hakları, kul hakları.
Bunlar birbiriyle içiçedir. Dostluğun temeli sevgiye dayanır. Hiç
kimse Allah’tan başka bir şeyi gerçek ve mutlak anlamda sevemez
ve O’ndan başkasını mevlâ ve dost edinemez. Dost olarak
Allah yeter. Mü’minler birbirlerini Allah rızâsı için severler.
Kul, Allah’tan başkasına güvenirse, sonunda zararlı çıkar.
Kim bir insanı bir üstünlüğünden, mevkiinden, güzelliğinden,
asâletinden veya zenginliğinden dolayı seviyorsa, bu sevgi çıkar
amaçlıdır. Yapılanlar Allah rızâsı için olmayınca mutlaka bir çıkar
157] Riyâzü’s-Sâlihîn, 1/398
158] Müslim, Birr 161
159] 8/Enfâl, 73
160] bn Mâce, Mukaddime, 18; Ebû Dâvud, İlim 10; Tirmizî, İlm 7; Ahmed bin
Hanbel, 3/225
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 40 -
içindir ve bu, insanı kötülüklere sürükler. Hz. Peygamber (s.a.s.):
“Zengine zenginliği için saygı duyan kimsenin dininin üçte biri (diğer
rivâyette, üçte ikisi) gider.” buyurmuştur. O halde mü’minler, en
güzel ahlâk üzere olan Rasûlullah’ı her insandan daha çok sevmedikçe
tam mü’min olamazlar. Başkalarına bel bağlayan zarardadır.
Allah’ın hoşuna gitmeyeceğini bildiği halde insanlara şirin gözükmeye
çalışmak imanın zayıflığındandır.
Allah, sâlih kullarını dost edinir. “Kim, insanların kızması pahasına
Allah’ı dost edinmekle O’nu râzı ederse Allah o kimseyi insanların
nazarında yüceltir. Kim de Allah’ın gazabına rağmen insanları râzı ederse,
artık onu Allah’ın azâbından hiçbir şekilde kurtarmak mümkün olmaz.”
161 Demek ki, dostluğun itikadî temeli budur. Bazen insanlar birbirlerine
karşı haksız ve zâlim olurlar. “Ancak bu şeytan, dostlarını
korkulu gösteriyor.” 162 Şeytana uyanlar düşmanla dostluk kurar ve
münâfık olur. Oysa, dostluk için ölmek de vardır: “Nice peygamberler
var ki, beraberlerinde rabbânîler savaş yaptılar da başlarına gelenlerden
dolayı gevşemediler, güçsüzlük göstermediler, boyun eğmediler.” 163
Cemaat dostluğu konusunda önemli bir konu da, isim sorunudur.
Müslümanın “İslâm”dan başka bir kimliği, “müslüman”dan
başka bir adı yoktur. İsimlendirmeler sebebiyle dostluk göstermek
veya düşmanlık yapmak müslümana yakışmaz. Üstünlük, öncelikle
takvâ ile ile olduğu gibi, Allah Kur’an’da “müslüman”, “mü’min”,
“Allah’ın kulları” diye ad vermiştir. Bir başka deyişle, müslümanların
cehâletleri yüzünden meydana getirdikleri ad sorunu; mezhebe,
tâbi olunan imama, ırka, öndere, ideolojilere göre insanları
dost-düşman diye ayırma sorunudur. Adı müslüman olmayan hiçbir
inanç ve düşünce akımıyla dostluk kurulmaz; dostluk ancak
akîde ve inanç birliğinde sözkonusudur.
Mü’minlerin içinde nefsine uyan öyle kimseler vardır ki, az bir
menfaat karşılığında müşriklere meylederler. Müşrikler, Hz. Muhammed
(s.a.s.) ile böyle câzip dünyevî tekliflerle dostluk kurmak
istemişlerdi de Allah onu korumuştu: “Onlar seni sana vahyettiğimizden
çevirip başka şeyi uydurmayı ve Bize atfetmeyi istediler ki, o zaman
seni öz dost edineceklerdi. Biz seni sağlamlaştırmamış olsaydık, sen belki
onlara biraz meyledecektin.” 164
Müşriklerin bu metodu, her zaman İslâm dâvetçilerine uygulanmaktadır.
Onlar, her zaman İslâm dâvetçilerine nüfuz edip
161] Tirmizî, Zühd 64
162] 3/Âl-i İmrân, 175
163] 3/Âl-i İmrân, 146
164] 17/İsrâ, 73-74
DÜŞMANLIK
- 41 -
yolundan saptırmaya, dâvânın kuvvetini bozmaya çalışırlar. Şeytan
birçok mü’mini bu yolla avlar ve bazıları rahatça kendilerini
aldatarak müşriklerin dostluğuna yanaşır. Ne yazık ki tevhidden
çok uzaklarda bulunan çağdaş müslümanları, kâfirler tek tek avlayarak
İslâm ümmetini tümüyle parçalamışlardır. Müslüman, kimle
dostluk edecektir? “Dostum!” diye hakikaten gösterebileceği
kim veya kimler olabilir? Kur’ân-ı Kerim’in hakiki dostun Allah
olduğunu belirtmesi, bu dostluğun çerçevesini kesin olarak belirlemiştir.
165
Takıyye; Düşman Kâfirlerden Gelecek
Tehlikeden Dolayı Farklı Görünme
“Takıyye” canını, malını, ırzını düşmanın zararından korunmak
için ondan sakınmak demektir. Takıyye, güçlü olan bir düşmandan;
din, mal, can, ırz ve nâmus gibi üstün değerleri tehlikeli bir
durum karşısında korumak için başvurulan bir tedbirdir. Bu gibi
değerleri tehdit altında olan bir müslüman, bu tür risklerden kurtulmak,
zarara uğramamak için imanını, kimliğini ve durumunu
gizleyebilir. Kur’an buna izin vermektedir: “Mü’minler, mü’minleri
bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler. Kim bunu yaparsa, artık Allah’tan
hiçbir şey beklemesin. Ancak kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız
(takıyye yapmanız) başkadır. Allah, kendisine karşı (gelmekten)
sizi sakındırıyor. Dönüş yalnızca O’nadır. De ki: ‘İçinizdekileri gizleseniz
de, açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerde ve yerde olanları da bilir.
Allah her şeye kadirdir.” 166
İslâm, bütün hayatı kuşatan bir dindir. O yalnızca kalplerdeki
bir iman, bir ahlâk ya da bir kültür değildir. O hayatı bütün yönleriyle
düzenlemek, ilâhî bir nizam meydana getirmek, Yüce Allah’a
teslim olmuş bir toplum oluşturmak istemektedir. İslâm’a teslim
olmuş müslümanlar, bir bina gibi birbirine kenetlenerek Tevhid
Kelimesinin gereğini toplu olarak yerine getirmek zorundadırlar.
Bunun sağlanılabilmesi için müslümanların sürekli çaba göstermeleri
gerekir. Ancak, İslâm’ın hâkimiyetini istemeyen müşrikler ve
tâğutlar, müslümanlarla mücâdele edeceklerdir. Müslümanlardan
bazıları bu mücâdelede düşmanın eline esir düşebilir, eziyet görebilir,
işkenceye uğrayabilir, bazı hakları tehdit altına girebilir. Bu
gibi durumlarda o mü’min, kendinin ve bağlı olduğu müslüman
toplumun aleyhine olabilecek şeyleri söylememeli, sır vermemelidir.
Böyle bir durumda kendini gizlemenin, hatta imanı açığa vurmamanın
adı “takıyye”dir.
165] Sami Şener, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, 1/414-416
166] 3/Âl-i İmrân, 28-29
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 42 -
Böyle bir takıyye, takvânın gereklerindendir. Takıyye de, takvâ
gibi kişinin kendini ve bağlı olduğu müslüman toplumu elem ve
zarar verecek şeylerden koruyup sakınması demektir. İslâm’ın
Mekke döneminde, müşriklerin işkencelerine uğrayan bazı
sahâbelere takıyye izni verildiğini biliyoruz. Bunun en canlı örneği,
müşrikler tarafından gözünün önünde babası ve annesi fecî
şekilde öldürülen Ammar bin Yâsir’dir. Yapılan işkencelere dayanamayan
Ammar (r.a.), müşriklerin istediği sözleri söyler ve ölümden
kurtulur. Sonra ağlayarak Peygamberimize gelir, Peygamber
hakkında kötü konuştuğunu ve müşriklerin ilâhlarını övdüğünü
söyler. Peygamberimiz ona sorar: “Peki o anda kalbinde ne hissettin?”
O da “kalbinin imanla dopdolu olduğunu” söyleyince, Peygamberimiz,
aynı durumla karşılaştığı zaman yine öyle yapmasını tavsiye
etmiştir. 167
Şu âyet bu durumu desteklemektedir: “Kim imanından sonra
Allah’a (karşı) küfre sapıp da, -kalbi imanla tatmin olduğu halde, baskı
altında zorlanan hariç- küfre göğsünü açarsa, işte onların üstünde
Allah’tan bir gazap vardır ve büyük azap onlarındır.” 168
Bu konuda şu örnek de dikkat çekicidir: Yalancı peygamber Müseylime
sahâbelerden iki kişiyi esir almıştı. Birine “Muhammed’in
Allah’ın Rasûlü olduğuna şâhitlik eder misin?” diye sordu. O da
“evet” dedi. Sonra kendisinin peygamberliğine şâhitlik edip etmediğini
sordu. O yine “evet” deyince onu serbest bıraktı. Aynı
soruyu ikinci sahâbeye de sordu. Ancak o, soruya cevap olarak
“ben dilsizim!” deyince onu öldürttü. Olayı duyan Peygamberimiz,
şehid olanın imanındaki doğrulukla öldüğünü (azîmeti tercih ettiğini)
ve mübârek olduğunu; diğerinin ise Allah’ın ruhsatını kullandığını
ve hata etmediğini söyledi. 169
Takıyye’ye Âl-i İmrân, 28. âyetiyle de izin verilmektedir. Dikkat
edilirse görülecektir ki takıyye, bir ruhsattır. Dileyen önemli bir
tehlike karşısında takıyyeye başvurabilir. Ancak Kur’an’ın diğer
âyetlerine baktığımız zaman kuvvetli olmayı, düşmanlara karşı
hazırlıklı olmayı, cihad etmeyi, Allah yolunda canı ve malı harcamayı
teşvik ettiğini, mü’minlerin önceki müslümanlar gibi deneneceklerini
söylediğini görmekteyiz. Çeşitli âyetlerde kâfirlerden
korkarak onlara dost olma yasaklanıyor. Asıl korkulması gereken
insanlar değil; Allah’tır. Bütün bunlara rağmen zayıf kalan, işkenceye
uğrayan veya müslümanlar aleyhine bir şey söylemesi istenen
167] Hayâtü’s-Sahâbe, 1/245; Elmalılı, 5/263
168] 16/Nahl, 106
169] nak. Elmalılı, 2/340
DÜŞMANLIK
- 43 -
mü’minler bu ruhsata başvurabilirler.
Şüphesiz ki Allah uğruna katlanılan her şey, harcanan her
türlü zaman ve mal, kat kat kaşılık görecektir. Allah (c.c.) kendi
yolunda, kendi dini için mücâdele edenlere hem destek olacaktır,
hem de onlara hesapsız ecir verip makamlarını yüceltecektir. Ancak
hatırlatmak gerekir ki, takıyye ruhsatı hiç bir zaman dünyalık
bir çıkar veya makam için, ikiyüzlü davranmak, kıvırmak, ciddiyetsiz
ve ilkesiz olmak demek değildir. Takiyye, müslümanlara karşı
kullanılan bir aldatma silâhı değil; hasımlardan gelebilecek bir
tehlikeye karşı sakınma ruhsatıdır. 170
İbn Abbas (r.a.) der ki: “Takıyye, kişinin kalbi iman ile dopdolu
olduğu halde, sadece diliyle söz söylemesidir.” Takıyye yapmak
yoluna, ancak öldürülmek, bir organının kesilmesi ya da ileri derecede
eziyet ve işkence tehlikeleri halinde başvurulur. Mâhiyeti ise,
kâfirler arasında yaşamak durumunda olan müslümanın onlarla
“idâre-i kelâm” etmesidir. Aslolan, kâfirlere karşı uzlaşmaz tavrın
-kalben dahi olsa- korunmasıdır, bu tavrın sürekliliğidir. Allah’a
ve peygamberine iman, onlara sevgi beslemek; kâfirleri velî/dost
edinmemeyi gerektirmektedir. Yine, takıyye sadece kâfirlere ve
zâlimlere karşı kullanılabilir. Kişinin kendi çıkarından çok; ümmetin
çıkarı dikkate alınarak uygulanması gerekir. Tehlikeli bir
durum ortaya çıktığı zaman takıyye yapılıp yapılmayacağı, bu
durumla karşı karşıya kalan müslümanın imanı çerçevesinde vereceği
karara bağlıdır. Takıyye, ancak ölüm korkusu gibi kesin ve
büyük ikrah olması ve niyetinin sağlam olması halinde câiz olur.
Ancak belirli durumlarda, zarûret hallerinde uygulanabilir.
Takıyye, düşman olunması gerekenlere dostluk göstermek
değildir. Düşmanın şerrinden korunmak için fiilî bir dostluğa cevaz
yoktur. Onların emirlerine uyup peşlerinden gitmek değildir
takıyye. Ancak mecbur kalındığı zaman sadece dille, sathî, şeklî,
yapay ve sanal olarak düşmanlığın olmadığı görüntüsü vermektir.
Seyyid Kutub, takıyye konusunda şunları söyler: Takıyye, sadece
dilde olur; takıyye, öylesine görünmedir. Yoksa içten ve kalpten,
istenilen şeye bağlılık ve dostluk gösterisi demek değildir. Takıyye,
amel ve eylem bakımından da onlara dostluk beslemek ve yetki
verme demek değildir. Kaldı ki, ruhsat veya izin verilen takıyye,
mü’min ile kâfir arasında bir sevgi ve meveddetin doğması değildir.
Herhangi bir şekilde çalışarak veya hizmet vererek mü’minin
kâfire yardımcı olması da değildir. Bunların hiçbirisinin takıyye
ile ilgisi yoktur. Böyle bir aldatma ile hâşâ Allah’ı kandırmaya
170] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 661-663
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 44 -
kalkmak câiz değildir. 171
İbn Kayyım da diyor ki: “Takıyye, kâfirleri sırdaş ve dost edinme
demek değildir. Ancak Allah müslümanların kâfirleri dost ve
sırdaş edinmekten uzak kalmalarını isteyince, aynı zamanda bu,
onlara düşmanlığı ve onlarla ilişkiyi kesmeyi ve onlardan uzaklaşmayı
gerektirir. Normal şartlarda bu kimselere düşmanlığı da
açıkça gösterip ilân etmesi icap eder. Ancak bunların şerrinden
korkulması halinde, takıyye yapmaları kendileri için mubah kılınmıştır.”
Takıyye öyle bir kapıdır ki, bu kapıdan şeytan gayet kolay içeri
sızabilir. Hasta kalplilere ve düşük karakterlilere bu işi süslü gösterir.
Böylece onların Allah’ın düşmanlarına yumuşaklık gösterip
meyletmelerini sağlar. Bunun içindir ki, Rabbimiz takıyye ifadesinden
hemen sonra şöyle buyurmaktadır: Âllah, kendisine karşı gelmekten
sizi uyarıp sakındırıyor. Dönüş yalnızca Allah’adır. De ki: ‘İçinizdekileri
gizleseniz de açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerde ve yerde
olanları da bilir. Allah herşeye kadirdir.”172 Eğer kalplerinizde kâfirlere
karşı bir sevgi ve dostluk meyli varsa, onu saklasanız da Allah bilir.
Ayrıca O, kâfirlere dost olmanızı yasaklamasına rağmen, yine
de siz bundan vazgeçmezseniz, sizi cezalandırmaya da kadirdir.
Kısaca, O’nun muttalî olmadığı ve cezalandırmaya gücünün yetmediği
hiçbir kötülük ve isyan bulunmadığına göre, emrine âsi
olmak cür’etini göstermeyin. Kur’an, dünyada mü’minleri bu konuda
uyarıyor ki, bu kapıyı kendileri için bir dayanak ve destek
yapmasınlar. Olur ki, bu çok büyük ve önemli olan hususu küçük
ve kolay görürler. İşte böyle yapılmaması için uyarıyor. Zira
bu olay, Allah’ın düşmanlarının dost edinilmesini, takıyye adıyla
böyle bir işe girilmesini, şeytan hoş ve kolay gösterebilir. Kur’an;
“dönüşünüz yalnızca Allah’adır.” diyerek, gâfil olunmamasını istiyor.
Dönüş Allah’a olunca, düşmanlara karşı gösterilen dostluk yüzünden
Allah cezalandırır.
Dost Kabul Etmediklerimizle İlişki
Çeşitleri; Savaş ve Barış
İslâm’ın temel hedefi barıştır. Çünkü Yüce Allah insanlığın huzurunu
istemektedir. Bunun sağlanması, İslâm’ın bütün insanlara
tanıdığı temel hakların verilmesiyle mümkündür. Zira bu haklar,
bütün insanlara yaratılışta Allah tarafından verilmektedir. Allah
Teâlâ, ilâhî temele dayalı tahrif edilmemiş bütün dinlerde (ki
171] Fî Zılâl, Âl-i İmrân, 28. âyetinin tefsiri
172] 3/Âl-i İmrân, 28-29
DÜŞMANLIK
- 45 -
bütün ilâhî dinlerin aslı ve temel adı İslâm’dır) bu hakları insanlara
eşit olarak vermiş, üstünlüğü de iman ve takvâya bağlamıştır.
173 İslâm dışındaki tüm dinler, haktan uzak olduğu veya tahrif
edilip hakla bâtıl karıştırıldığı için, günümüzde bu temel hakları
gereği gibi insana veren sadece İslâm’dır. Başka dinler, ideolojiler
ve dünya görüşleri, dün olduğu gibi bugün de insanı doğru
bir şekilde tanımadıkları için insan hakları konusunda da aşırılıklardan,
istismar ve zulümlerden, oyalama ve kandırmacalardan
kurtulamamışlardır. İslâm’a göre, bütün insanlığın temeli birdir.174
Allah’ın bildirdiği esasları kapsamayan Ehl-i Kitab’ın içinde bulunduğu
muharref dinin, istenilen huzuru ve dostluğu sağlaması da
mümkün görülemez. Çünkü ilâhîlik vasfını kaybeden inançlar, insanlığın
fıtratına uymamaktadır.
Kur’an’ın hedefi sulh ve barıştır. “...Sulh daha hayırlıdır.” 175
Düşmanlık ve kötülük, aslında ve temel olarak Allah’ın istemediği,
şeytanın arzu ve isteklerinden ibarettir. Dolayısıyla insanlar
arasında fesadın, fitnenin, kötülüğün olması, insanların Allah’ın
emirlerinin dışına çıkmalarından kaynaklanır. “Ey iman edenler!
Hep birden silm’e/barışa girin. Şeytana ayak uydurmayın. O sizin apaçık
düşmanınızdır.” 176 Âyette geçen “silm” kelimesi, hem İslâm, hem
de barış anlamına gelmektedir. Hz. Peygamber’in yaptığı savaşları
incelediğimizde, savaşların hakkın önüne konulan engellerin
kaldırılması amacını güttüğünü, saldırılara karşı müdâfaa özelliği
taşıdığını, savaşa mecbur kalındığı için böyle bir yola başvurulduğunu
görürüz. Bu savaşların birtakım haklı gerekçeleri vardır.
Geçerli meşrû sebep olmadan savaşa izin verilmez. Bu sebepler
şunlardır:
a- Haksızlığa Uğramak: Konuyla ilgili olarak Yüce Allah şöyle
buyurur: “Zulme/haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan kimselerin
karşı koyup savaşmasına izin verilmiştir. Allah onlara yardım etmeye
elbette kadirdir.”177 Dikkat edilirse, izin verilen savaş değil; savunmadır.
İslâm’a göre savaş, sadece Allah için (fî sebîlillâh) ve
Allah’ın kendileriyle savaşılmasına izin verdiği kimselere karşı
yapılır. İslâm devletinin varlık hikmeti ve ana görevi olarak koruması
gereken insanların temel hakları beş madde ile değerlendirilir.
Bunlar; din (özgürce dinini yaşayıp uygulama ve tebliğ hakkı),
can (yaşama hakkı), akıl, nesil (ırz, şeref ve namusun korunması,
173] 49/Hucurât, 13
174] 4/Nisâ, 1
175] 4/Nisâ, 128
176] 2/Bakara, 208
177] 22/Hacc, 39
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 46 -
nesilleri her yönüyle sağlıklı yetiştirme hakkı) ve mal emniyetidir.
Bunları ve bu gibi hakları korumak için savaş, mazlum duruma
düşene yardım ederek zulme karşı koymak, bir insanlık görevidir.
Savaş; hak ve hukuku korumak, adâleti tesis etmek, kötülükleri
önlemek, insanların temel görevlerini rahatça yerine getirebilme
ve temel haklarını koruyabilmelerini sağlamak için yapılır. Yoksa,
başkasının hak ve hukukunu elinden almak için savaş yapılmasını
İslâm doğru görmez.
b- Fitneyi Önlemek, Tevhîdi/Allah’ın Birliğini Ortaya Koymak:
“Onlarla savaşın ki, fitne ortadan kalksın; din yalnız Allah’ın olsun. Eğer
onlar (fitneden ve savaştan) vazgeçerlerse, artık zâlimlerden başkasına
düşmanlık yoktur.”178 İmtihan gereği insanların başlarına belâlar
gelebilmektedir. Çünkü kalbinde Allah korkusu olmayan insanın
yapamayacağı kötülük yoktur. Allah’tan korkmayan insan fitne
de çıkarır, iftira da edebilir, başka insanların haklarını da çiğneyebilir.
İşte Yüce Allah, insanların huzurunu temin için gerekirse
savaş yapılmasını, yerine göre farz veya mubah kılmaktadır. Burada
fitne kavramı, başta “Allah’a şirk koşmak, başkalarına kulluk,
fesat/anarşi, öldürme, zulüm, müslümanlar arasında çıkarılan
tefrika, İslâm’ın dışındaki Allah’ın râzı olmadığı dinlerin ve hayat
görüşlerinin yayılması” olarak anlaşılır. Fitne, başta münâfıklar
olmak üzere, müşrikler ve ehl-i kitap olanlar ve hatta bazı müslümanlar
veya müslüman zannedilenler tarafından çıkarılabilir, ya
da körüklenebilir. Kur’an, bütün insanları, insanlar arasında fitne/
huzursuzluk çıkaranları haber vermekle kalmayıp bunun neticesinin
herkesi etkilediğini belirtir: “Öyle bir fitneden sakının ki, aranızda
yalnız haksızlık edenlere erişmekle kalmaz (hepinize zararı erişir). Bilin ki
Allah’ın azabı çetindir.” 179
Hangi Kâfirlerle Savaşmadan İyi Geçinilebilir?
Allah Teâlâ, dostlarımızı ve düşmanlarımızı sayar. Mü’minleri
bırakıp kâfirleri dost kabul etmemize izin vermez. Ancak bu
durum, onlarla her durumda ilişkileri kesmemizi veya savaşmamızı
gerektirmez. Aksine, tüm insanlara iyilik esastır. Savaş da,
muhâtaplarımızı yok etmeyi değil; onları İslâm’laştırarak kurtarmayı
veya kurtulmak istemeyen o zâlimlerden diğer insanları
kurtarmayı hedeflemek şartıyla meşrû görülür. İslâm, hangi inanç
ve anlayıştan olursa olsun, birtakım özellikleri taşıyan insanlarla
müşterek hareket etmeye engel olmaz; aksine teşvik eder. Zira,
insanlar arasında barışın temini, öncelikle müslümanlarla, daha
178] 2/Bakara, 193
179] 8/Enfâl, 25
DÜŞMANLIK
- 47 -
sonra diğer insanlarla karşılıklı ilişki içinde bulunmakla sağlanır.
Dünyada her insanın müslüman olması beklenilemez; bu,
Allah’ın sünnetine ve sınavına aykırıdır. “Eğer Rabbin dileseydi,
yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, mü’min
olmaları için insanları zorluyor musun? Allah’ın izni olmadan hiç kimse
iman edemez. O, murdarlık (azabını), akıllarını kullanmayanlara
verir.”180 Kâfirlerle, iman eden insanlar, devamlı beraber yaşamak
mecbûriyetinde kalabilir. Hz. Peygamber, Medine vesikasında
farklı din mensuplarıyla, müşrik ve ehl-i kitap bütün insanlarla savunma
anlaşması yapmıştır. 181
Bunun için, kendileriyle bazı ilişkiler kurulabilecek, anlaşma
yapılabilecek gayr-ı müslimlerde bulunması gereken, temel özellik;
İslâm’a ve müslümanlara düşman olmamalarıdır. Kendi inanç,
düşünce ve yaşantıları doğrultusunda hareket edip mü’minlere
düşman olmayan ve müslümanların düşmanlarına yardım etmeyenlerle
dünyevî bazı anlaşmalar yapabilir, onlarla bazı ilişkilere
girebilir, onlarla iyi geçinebiliriz. “Allah sizinle din uğrunda savaşmayan,
sizi yurdunuzdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve âdil davranmanızı
yasak etmez. Allah adâletli olanları sever. Allah, yalnız sizinle din
uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için
yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa, işte
zâlimler onlardır.” 182
Alım ve satımda, hediyeleşmede kâfirlerle muâmelede bulunmak
gibi şeyler, onları velî ve dost kabul etme kapsamına girmez.
Ancak, haram işlerde bunlara yardım ve gayr-ı meşrû konularda
kâfirlere yararı dokunacak şeylerin alınıp satılması, meselâ, savaşta
yararlanılacak silâh gibi araç gereçlerin onlara satışı câiz
değildir. “İyilik ve takvâda (Allah’ın yasaklarından sakınma üzerinde)
yardımlaşın; günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’tan
korkun; çünkü Allah’ın cezası çetindir.”183 Peygamberimiz (s.a.s.) de
zaman zaman müşriklerle alım satımda bulunmuştur.184 Ancak,
kâfirlerden alınan şeyler hakkında ve onlarla her türlü ilişkiler
konusunda çok titiz ve ihtiyatlı davranılmalı, onların İslâm’a ve
müslümanlara düşmanlıklarından dolayı verebilecek zararlar düşünülmelidir.
Her türlü kültürel faâliyetler, özellikle İslâmî ilimler
ve yorumlar, sanat etkinlikleri, eğlence araç ve yöntemleri gibi itikadı,
toplumun ifsâdı ve salâhını, fıkhı (haram-helâlı) ilgilendiren
180] 10/Yûnus, 99-100
181] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, s. 226-228
182] 60/Mümtehine, 8-9
183] 5/Mâide, 2
184] Buhârî, 4/410, hadis no: 2216; Ahmed bin Hanbel, 5/137, hadis no: 3409
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 48 -
konularda kılı kırk yaran bir tavır takınılmalıdır. Unutmayalım ki
zehir, billûr kâseler içinde ve leziz gıdalar içine gizlenerek sunulur.
Bugün insanlar eliyle üretilen fikir ve düşünce sistemleri, düzenler,
eğitim ve çevre şartları gibi insanları derinden etkileyen
araçlar, Allah ve Rasûlüne savaş açmış durumdadır. Eğitim ve öğretim,
düşünce sistemleri, fikir akımları, ırkçılık, beşerî ideolojiler,
misyoner faâliyetleri, dinsizlik propagandaları, Darwinizm, materyalizm,
sosyalizm, siyonizm, hümanizm, laiklik, özgürlük anlayışı,
sanat faâliyetleri, sinema, tiyatro, medya, ilân ve reklâm
araçları, dünya görüşleri, futbol ve müzik tutsaklığı, kapitalizm
ve tüketim alışkanlıkları, insanları fıtratlarından ve Allah’ın dostu
olma özelliklerinden sıyırmak için en dehşetli silâhlar ve şeytanî
araçlar olarak kullanılıyor. Bu kadar çok yönlü ateş altında kalan
savunmasız, câhil ve her şeyden önemlisi kâmil imandan mahrum
bırakılan halk, elbette Allah’a dostluğa giden yolu bulamıyor, bilinçsiz
de olsa şeytanın dostluğuna meylediyor.
Lâ ilâhe illâllah diyen bir müslümanın, İslâm akîdesi ile çelişen
her türlü fikir ve akımdan uzaklaşması, Allah’ın indirdiğine aykırı
her kanun, yasa, nizam, tüzük, düzenleme ve düzenden uzak
olduğunu açıkça bildirmesi ve yaşayışıyla göstermesi gerekir ki,
gerçekten tüm ilâhları reddetmiş olsun. Peygamber’in amcası Hz.
Abbas’ın dediği gibi, lâ ilâhe illâllah diyen kimse, bu sözüyle bütün
(kâfir) dünyaya savaş açmış olduğunu bilmelidir. Kâfirler bütün
güçleriyle İslâm’a ve gerçek müslümanlara saldırırken, müslümanın
gündelik işlerle uğraşıp savaşçı olmaması düşünülebilir mi?
“İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kâfirler ise tâğut (bâtıl dâvâlar
ve şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın;
şüphe yok ki şeytanın düzeni ve tuzağı zayıftır.”185 Çağdaş müslümanın
öyle bir derdi yok. O işiyle, aşıyla ve keyfiyle meşgul. Bahâneler de
çok: “İmkânlarımız yok, taşlar da bağlı...” Filistin’li çocuklardan
öğrenin bağlı taşları koparıp fırlatmanın yolunu, imanın en büyük
imkân olduğunu, Allah’ın tarafını seçenin direnişini...
Gayri müslimlerin ziyâret edilmeleri de, onlara dinin tebliğini
amaçlıyorsa meşrûdur. Dinî bir maslahat ya da önemli mâzeret
yoksa ziyaret uygun görülmemiştir. Gayri müslimlere ait küfür şiarları
ve alâmetleri ile ilgili olarak kendilerini tebrik etmek, onları
kutlamak, bayramlarını tebrik ittifakla haram kabul edilmiştir.
Kim bir kulu, bir isyanından, haram fiilinden, bid’atinden ve
küfründen ötürü tebrik eder veya kutlarsa, bu kimse Allah’ın sınırını
aşmış, Allah’ın gazabını üzerine çekmiş olur. Müslüman da
185] 4/Nisâ, 76
DÜŞMANLIK
- 49 -
kabul edilseler, zâlimlerin belli bir makama gelmelerini kutlamak
da böyledir; hele kutlanılan o makam tâğutî bir makamsa, bu,
tâğutun kabulü anlamına gelir ki, imanla bağdaşmaz. İslâm’a aykırı
davranışlarda bulunan fâsık kimselere tâzimde bulunmak, onlara
“efendim, beyim, paşam!” demek de haramdır. “Münâfık olan
kimseyi ‘efendim’ (sayın, saygıdeğer, paşam, beyefendi!) diye çağırmayın.
Şayet o kimse efendi, bey yapılacak olursa, siz bu durumda aziz ve
celil olan Rabbinizin gazabını çekmiş olursunuz.” 186 İbn Kayyım’ın belirttiği
gibi, bu tür insanlara; “devlet büyüğü, ulu devlet başkanı
veya ey yüce falan” diye de lakap verilip bu tür ünvanlar kullanılamaz.
Sözgelimi ilköğretimde çocuklara küfrü dayatan “andımız”
denilen ifadeleri bir mü’min söyleyemez, bir mü’min öğretmen
söyletemez: “Ey Büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe
durmadan yürüyeceğime ant içerim.” Bu sözler elfâz-ı küfürdür.
Bugün müslümanların kâfirler arasında bir selin içindeki köpük
ve çer-çöp gibi olmasının temel sebeplerinin başında, düşman
edinmeleri gereken kâfirleri dost kabul etmeleri yatmaktadır.
Dünyada izzetin, onurun, devletin; âhirette cennetin bedeli,
Allah’ı ve Allah taraftarlarını dost; şeytanı ve şeytanın askerlerini
düşman kabul etmek ve dostluk ve düşmanlığını ispatlayacak
davranışlarda bulunmaktır.
Müslüman Olmayan Akrabalarla Dostluk ve İlişki
İslâm’da esas bağ, din bağıdır. Hangi ırktan, hangi soydan olursa
olsun sadece müslümanlar birbirlerinin kardeşidi,187velîsidir.188Bir
mü’min, aralarında din bağı bulunmayan yakın akrabalarını velî/
dost kabul edemez.
“Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve
kardeşlerinizi velî/dost edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte
onlar zâlimlerin kendileridir.” 189; “De ki: ‘Eğer babalarınız, oğullarınız,
kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından
korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler (evler, konaklar,
köşkler) size Allah’tan, Rasûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten
daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah
fâsıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.” 190; “Allah’a ve âhiret gününe
iman eden bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da
186] Ebû Dâvud, Sünen, Edeb, hadis no: 4977; Mişkâtu’l-Mesâbih, 3/1349, hadis
no: 4780
187] 49/Hucurâct, 10
188] 9/Tevbe, 71; 5/Mâide, 55
189] 9/Tevbe, 23
190] 9/Tevbe, 24
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 50 -
olsa- Allah’a ve Rasûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin.
İşte onların kalbine Allah, iman yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir.
Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada
ebedî kalacaklardır. Allah onlardan râzı olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut
olmuşlardır. İşte onlar, hizbullahtır/Allah’tan yana olanlardır. İyi bilin ki
hizbullah/Allah taraftarları, kuşkusuz felâha/kurtuluşa erenlerdir.” 191
Ashâb-ı kiram, Allah ve Rasûlüne dostluğun, onların düşmanlarına
düşmanlığın en güzel örneklerini vermişlerdir. Meselâ Ebû
Ubeyde, Uhud’da babası Cerrah’ı öldürmüş, Hz. Ebû Bekir de savaşta
oğlu Abdurrahman’a karşı çıkmak istemiş, ama Hz. Peygamber
izin vermemiş, Mus’ab bin Umeyr, Uhud’da kardeşi Ubeyd bin
Umeyr’i öldürmüştü. Aynı şekilde Ömer bin Hattâb, Bedir’de dayı
Âs bin Hişam’ı, Hz. Ali, Hz. Hamza ve Ebû Ubeyde amcazâdeleri
olan Utbe, Şeybe ve Velid bin Utbe’yi öldürmüşlerdi.
İnsanlar arasındaki yakınlığın asıl sebebi din birliğidir. Allah’ın
dinine inanmış ve peygamberleri tasdik etmiş kimseler birbirlerinin
mânevî akrabası, yakını ve dostudurlar. Bunların aralarında
mânevî bir birlik (vahdet) vardır. Mü’minlerle kâfirler ırk ve soy
bakımından birbirlerinin akrabası olsalar bile, bu akrabalığın Allah
katında hiçbir değeri yoktur. Nitekim Hz. Nûh’un oğlu iman
etmediği için, Allah Teâlâ onu Nûh peygamberin âilesinden saymamıştır:
“Nûh Rabbine duâ edip dedi ki: ‘Ey Rabbim! Şüphesiz (boğulmuş
olan) oğlum da âilemdendir. Senin vaadin ise elbette haktır. Sen
hâkimler hâkimisin.’ Allah buyurdu ki: EyNûh! O asla senin âilenden
değildir. Çünkü o, sâlih olmayan bir amel sahibi idi (kâfirdi). O halde
hakkında ilmin olmayan bir şeyi Benden isteme. Ben sana câhillerden
olmamanı tavsiye ederim.” 192
Bütün bunlarla birlikte İslâm, âile bağlarına çok önem verir.
Mü’min olmayan akrabalarla her durum ve şartta ilginin kesilmesini
emretmez. Onlardan İslâm’a ve müslümanlara düşmanlık gelmez
ise, İslâm onlara karşı iyilik yapmayı ve onları ziyâret etmeyi
yasaklamaz. “Allah’a ibâdet edin ve O’na hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayın.
Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya (eş dost
ve arkadaşa), uzak komşuya, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara iyi
davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenen kimseyi sevmez.”
193 Özellikle müşrik de olsalar, ana babaya ihsanla/iyilik ve güzellikle
davranmayı, onlarla sıcak ilişkiler içine girilmesini arzular:
“Biz insana ana babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası
191] 58/Mücâdele, 22 Ve yine bk. 64/Teğâbün, 14.
192] 11/Hûd, 45-46
193] 4/Nisâ, 36
DÜŞMANLIK
- 51 -
onu nice sıkıntılarla taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte
bunun için) önce Bana, sonra da ana babasına şükretmesini tavsiyede
bulunmuşuzdur. Dönüş ancak Banadır. Eğer onlar seni, hakkında bilgin
olmayan bir şeyi (körü körüne) Bana şirk/ortak koşman için zorlarlarsa,
onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin...” 194
Bu âyette de görüldüğü gibi, şirk konusunda ana baba dâhil
hiçbir kimseye itaat edilmemesi, ama müşrik bile olsalar ana babaya
iyilik yapılması emredilmektedir. Nitekim Hz. Âişe’nin kardeşi
Esmâ’ya (r.a.), müşrik annesini ziyâret edip iyilik yapması için Hz.
Peygamber’in izin verdiği bilinmektedir. 195
Müslüman olmayan ebeveyne de infak vâciptir; dinleri farklı
da olsa, kişi muhtaç olan anne babasına bakmakla yükümlüdür.
Bir müslümanın durumu müsait iken, ana babasını sıkıntı ve zorluk
içinde kıvranır vaziyette bırakması, tabii ki, bir iyilik ve ihsan
sayılmaz. Halbuki Kur’an, her şartta ana babaya ihsan ve iyiliği
emretmektedir.196 Allah, akraba ile ilgisini keseni kötülemiş,197
akrabanın haklarına riâyet etmeyenin günah işlediğini bildirmiş,
yakınları kâfir de olsalar, Allah, bunların haklarını yakınlarına
vâcip kılmıştır.”Akraba ile alâkayı kesen cennete giremez.” 198 Demek
ki, sevgi, velî kabul etmek, onları sırdaş edinmek başka şeydir;
kâfir akrabaya nafaka temin etmek, onları ziyâret etmek, onlara
ihsanda bulunmak ise daha başka bir şeydir; bunlar birbirine karıştırılmamalıdır.
“Eşleriniz ve çocuklarınızdan size düşman olanlar vardır, sakının onlardan!”
199
“Sevdiğini ölçülü sev, bakarsın bir gün düşmanın olabilir. Düşmanına
ölçülü buğzet, bakarsın bir gün dostun olabilir.” 200
“Düşmanlarınızın en güçlüsü içinizdedir, içinizdeki nefsinizdir.” 201
“İnsanın en büyük düşmanı, doğrudan doğruya kendisidir.”
“Düşmanların en büyüğü, düşmanlığını gizleyendir.”
“Düşmanlarımla ben baş ederim; Allah’ım sen beni dost bildiklerimin
şerlerinden koru!”
194] 31/Lokman, 14-15
195] Buhârî, Hîbe hadis no: 2620; Müslim, Zekât hadis no: 1003
196] 2/Bakara, 83; 4/Nisâ, 36; 6/En’âm, 151; 17/İsrâ, 23; 31/Lokman, 14-
197] 4/Nisâ, 1
198] Buhârî, Edeb, hadis no: 5984; Müslim, Birr, hadis no: 2556
199] 64/Teğâbün, 14
200] Hadis-i Şerif
201] Hadis-i Şerif
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 52 -
“Yenilmesi gereken ilk düşmanlar, öfke ile umutsuzluktur.”
“Bir kimsenin, düşmanının düşmanı olması, onu dost edinmesine
kâfi sebep değildir.”
“Daima kendi yararını göz önünde tutmaya çalışan kimse, pek
çabuk düşman kazanır.”
“Su uyur, düşman uyumaz.”
“Düşmanına acıyan, çoğu defa, kendine acımamış olur.”
“Düşmanlarımızı bağışlasak bile, onlara güvenmek, inanmak
zorunda değiliz.”
“Sadece yaşamak, insanca - müslümanca yaşamak, düşman kazanmak
için yeter.”
“Düşmanı olmayanın dostu da yoktur.”
“Dostu severim ama, düşman da işe yarar. Dost gücümü gösterir,
düşman da ödevimi.”
“İyiler asla düşmansız olamazlar.”
“İki düşman arasında öyle konuş ki, barıştıkları zaman utanmayasın.”
“Akıllı düşman, akılsız dosttan hayırlıdır.”
“Dost vefalı olduktan sonra düşman ne yapabilir?”
“Dost olan ‘vah!’ der, düşman olan ‘oh!’ der.”
“Düşman düşmana rahmet okumaz.”
“Düşmana sahip çıkan düşman sayılır.”
“Düşmanın eline kılıç verilmez.”
“Bir düşman çoktur; fakat bin dost az.”
“Dost kazanırsan tut, düşman kazanırsan güt.”
“Düşmanınızın en büyük başarısı, sizi, hakkınızda söylediklerine
inandırmasıdır.”
“Açık kalp ile konuşan düşman, içinden pazarlıklı dosttan çok
iyidir.”
“Birini denediysen, bir defa denemek yeter. Düşmanlık gördüğün
dostu yeniden sınama.”
“Kişinin yakını düşman olunca uzak sayılır; yabancı da dost
DÜŞMANLIK
- 53 -
olunca onun yakını olur.”
“Dost, bizi Allah’a yaklaştıran; düşman, bizi Allah’tan uzaklaştıran
kimsedir.”
“Dost, bizi iyi yola öğütleyendir.”
“Dostun attığı gül onulmaz yara açar.”
“Dostun attığı taş, baş yarmaz.”
“Dost dostun ayıbını yüzüne söyler.”
“Dostuna borçlu olma!”
“Dostu olmayan insan, en yoksul insandır.”
“Birçok arkadaşımız olabilir, ancak dostlarımız azdır.”
“Dostunu medh edersen, biraz yerecek yerini koy.”
“Dostların sıkıntıda iken, onları mutlu oldukları zamankinden
daha çok ara.”
“Dost sanma şanlı vaktinde dost olanı; dost bil gamlı vaktinde
elinden tutanı.”
“Dost yüzünden, düşman gözünden belli olur.”
“Dosta varırız gülle; düşmana atarız gülle!”
“Dostunu hemen ölüverecekmiş gibi sev; düşmanını hiç ölmeyecekmiş
gibi telâkki et.”
“Düşmanım! Sen benim ifadem ve hızımsın.
Gündüz geceye muhtaç, sen de bana lâzımsın.”
“Memleket bitti, yine bitmedi hâlâ sen ben;
Bize bu hal ile bizden büyük olmaz düşmen.”
“Aç canavara karşı sevgi, merhametini değil, iştihasını açar.
Hem de diş ve tırnağının kirasını da ister.”
“Küçük düşman yoktur, büyümüş de büyük olduğunu gizlemeye
çalışan, kurnaz düşman vardır.”
“Denendikten sonra dost edindiklerini bağrına bas; ama her ilk
tanıştığınla, hemen dost olma.”
“Düşmanlarımıza teşekkür borçluyuz. Çünkü onları yenmek çabası
olmasaydı, şimdi bulunduğumuz derecenin yarısını bile
kazanamazdık.”
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 54 -
“Allah Teâlâ, iyiliğini murad ettiği kimseye, unuttuğunu hatırlatacak
ve hatırında olanı yapmaya yardım edecek iyi ve sâlih
bir dost nasib eder.” 202
“Fenalıklardan uzak duran ve daima verdiği sözü yerine getiren
insanlarla dostluk kurmalıyız.” 203
“Dost edinin, onlar sizin için dünya ve âhiret sermayesidir. Cehennem
ehlinin “Bizim için samimi bir dost da yoktur.”204 diyeceklerini
duymadınız mı?” 205
“Düşmanlarını hoşnut etmek için dostlarını kıranlar, düşmanlarını
memnun edemediği gibi, dostlarını da yitirirler.”
“İnsanın, düşmanlarını sevindirecek şekilde yaşamasındansa,
şerefiyle ölmesi daha hayırlıdır.”
“İnsanlardan kendini çekmen sana düşman, herkese yakınlık
göstermen ise sana kötü dostlar kazandırır.”
“Dostluk sırasında sende olmayan meziyetlerden söz eden
adam, düşmanlık sırasında sende bulunmayan fenalıkları da
sana yükleyebilir.”
“Dostluğun kolları birbirimizi dünyanın bir ucundan diğer ucuna
kucaklayabilecek kadar uzundur.”
“Senin dindarlığını arttıran dost, her karşılaştığında eline bir
altın bırakan dosttan daha hayırlıdır.”
“Faziletli olan ve faziletleri bakımından birbirine benzeyen insanlar
arasındaki dostluk, mükemmel bir dostluktur.”
“Arz eyle bu pendi kendi özüne;
Dost addetme her güleni yüzüne.”
“Hoş gününde her kişi yârân bula;
Dost odur kim kem gününde yâr ola.”
“Bazı insanlar iyilik etmek, birbirini sevmek için değil; iyilik
görmek, sonunda da nefret etmek için dost olurlar.”
“İnsanlarla dost ol. Çünkü kervan ne kadar kalabalık ve halkı
çok olursa, yol kesenlerin beli o kadar kırılır.”
202] Hadis-i Şerif
203] Hz. Ali r.a.
204] 26/Şûrâ 101
205] Hz. Ali r.a.
DÜŞMANLIK
- 55 -
“Hiçbir şey sâdık dost kadar ucuza alınamaz. Yani ne kadar pahalıya
mal olsa, gene de ucuzdur.”
“Biri gerçeği duymak istemediği, öteki yalana hazır olduğu zaman,
dostluk dostluk olamaz.”
“Dostlar kavun gibidir; neden mi? Bir tane iyisini bulmak için
yüzlercesini yoklarsınız da ondan.”
“Kara günlerinde senden çok üzülecek bir dostun olmasaydı, o
günlere katlanmak güç olurdu.”
“Dost yüzü görmemek çetin bir iştir, ama bu hasret, onu düşmanla
birlikte görmekten daha hafiftir.”
“Yastık diye başını ateşe dayayan, yatak diye yılanların üzerine
yatan bir adam, güvendiği bir dostundan düşmanlık sezen bir
adamdan daha rahat uyur.”
“Dosttan bol şey de yok dünyada
Dosttan bulunmaz şey de.”
“Lokman hekim sarabilmez yaramı
Dost eli değmezse çare mi olur?”
“Dostlara acılarını paylaştığını göstermek, birlikte yas tutmakla
değil; onlara elbirliğiyle yardım etmekle olur.”
“Birbirlerine zıt karakterlere sahip olan insanlar, birbirlerini
anlamak ve tamamlamak şartıyla iyi dost olabilirler.”
“Güller, lâleler, karanfiller, bütün çiçekler solar. Çelik ve demir
kırılır, ama gerçek dostluk ne solar, ne de kırılır.”
“Gerçek dostlar, iyi günlerinizde, dâvet edince sizi ziyâret ederler;
kara günlerinizde dâvetsiz gelirler.”
“Dostlarımızın sefâletine acımak iyi; fakat onların imdâdına
koşmak daha iyidir.”
“Dostluk, yolu üzerinde ot bitmesine müsaade etmez.”
“Dostun kusuruna bakılmaz.”
“Dostlara itimad etmemek, onlar tarafından aldatılmaktan
daha ayıptır.”
“Dostlar öyle bir ailedir ki, insan o ailenini fertlerini yalnız kendi
seçer.”
“Dostuna, bir gün düşmanın olabilecekmiş gibi davran.”
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 56 -
“Dostluk, iki vücutta müşterek bir ruha benzer.”
“Dostsuz kalan şahsın durumu, sol elden mahrum kalan sağ
elin durumu gibidir.”
“Dost, rahatlık veren bir merhemdir.”
“Dost, kötü günde belli olur. İyi günde ise binlercesi bulunur.”
“Gerçek dost, onu unutanı unutmayandır.”
“Ana babayı kader tayin eder, dostlar ise seçilir.”
“Dostları çoğaltmak, zekâ inceliğindendir.”
“Dostluk iyi kimseler arasında çabuk temellenir; güçlükle yıkılır.”
“Dost kazanmak isteyen kimse, dostluğu paylaşmayı bilmelidir.”
“Ayıpsız dost arayan, dostsuz kalır.”
“Dostluğundan fayda görmediğin kimsenin, husûmetinden de
sana pek bir zarar gelmez.”
“Aklın bağlamadığı dostluğu, akılsızlık kolayca çözebilir.”
“Hiçbir dost, dostluğunu ispat edene kadar dost değildir.”
“Dostluk, kanatsız sevgidir.”
“Dost, hem iyi görünen, hem iyi olan insandır.”
“Yalnız kendi nefsini düşünerek dost arayan, hizmetçi arıyor
demektir.”
“Dertlerini dökecek dostları olmayanlar, kendi yüreklerini kemiren
yamyamlardır.”
“Dost, kendisiyle samimi olabildiğim ve yanında yüksek sesle
düşünebildiğim kişidir.”
“Kuşun yuvası, örümceğin ağı, insanın dostları vardır.”
“Dost, sanki insanın bir ikinci kendisidir.”
“İyi insanlar, kara günde en emin dostturlar.”
“Dostlarımla beraber olunca yalnız değilim. O dakikadan sonra
da iki kişi değiliz.”
“Köle misin? Senden dost olmaz. Zorba mısın? Senin dostların
olmaz.”
DÜŞMANLIK
- 57 -
“Dostluk, görünceye kadar değil, ölünceye kadar olmalı.”
“Dostluk o kadar kolay kurulur ki... Ama sürdürmek!”
“Dostluktan saygıyı kaldıran onun en büyük süsünü kaldırmış
olur.”
“Düşüncede uyum, dostluğu doğurur.
“Kendine dost olan, bilin ki herkese de dosttur.”
“Eğer hiç dostun yoksa, sen bir dost ol!”
“Dostun olsun istiyorsan dost ol!”
“Dostun dostu dosttur; ölümsüz dost’un dostu ise en yakın
dosttur.”
“O dostu bulanın kaybettiği hiçbir şey olmadığı gibi; O dost’u
kaybedenin de bulacağı bir şey yoktur.”
Ne mutlu Allah’la ve O’nun dostlarıyla dost olanlara ve dostluğunu
ispatlayanlara! Yazıklar olsun, Allah’ın düşmanı ve şeytanın
dostlarıyla dost olup Allah’ın ve müslümanların dostluklarını
kaybedenlere!
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 58 -
Dostluk – Düşmanlıkla İlgili Âyet-i Kerimeler
A- Dost ve Dostluk
Allah En Güzel Dost ve En Güzel Yardımcıdır: 22/Hacc, 78; 42/Şûrâ, 9.
Mü’minlerin Allah’tan Başka Dost ve Yardımcıları Yoktur: 2/Bakara, 107, 120,
286; 3/Âl-i İmrân, 150; 4/Nisâ, 45; 5/Mâide, 55; 6/En’âm, 51; 7/A’râf, 196; 9/
Tevbe, 16, 116; 29/Ankebût, 22; 32/Secde, 4; 42/Şûrâ, 31.
Allah İman Edenlerin Yardımcısıdır: 2/Bakara, 257; 3/Âl-i İmrân, 139, 160; 6/
En’âm, 127; 9/Tevbe, 40; 30/Rûm, 47; 45/Câsiye, 19; 47/muhammed, 11.
Savaşta Allah’ın Yardımı ve Dostluğu: 2/Bakara, 214; 3/Âl-i İmrân, 125-127,
139, 148; 8/Enfâl, 9-13, 17-18, 39-40; 9/Tevbe, 25; 22/Hacc, 40, 60, 47/Muhammed,
7.
Allah’ın Velîleri/Dostları Kimlerdir: 10/Yûnus, 63.
Allah’tan, Peygıamber’den ve Mü’minlerden Başka Dost Yoktur: 5/Mâide, 55;
9/Tevbe, 16.
Peygamberimiz’in Dostluğu: 5/Mâide, 55; 9/Tevbe, 16, 128.
Mü’minlerin Dostluğu: 3/Âl-i İmrân, 118; 4/Nisâ, 144; 5/Mâide, 55; 9/Tevbe,
16, 71, 119.
Sıddîklarla ve Sâlihlerle Beraber Olmak: 4/Nisâ, 69; 9/Tevbe, 119; 26/Şuarâ, 83.
Sâlihlerle Dostluk İçin Duâ: 26/Şuarâ, 83; 27/Neml, 19.
Zâlimlerin Dostluğu: 11/Hûd, 113.
Kâfirlerin Dostluğu: 2/Bakara, 105, 217; 3/Âl-i İmrân, 28, 118-120, 149-150; 4/
Nisâ, 44-45, 101, 140, 144; 5/Mâide, 57; 6/E.n’âm, 68; 9/Tevbe, 23; 13/Ra’d, 37;
28/Kasas, 86; 58/Mücâdele, 22; 60/Mümtehine, 13.
Kâfir Akrabanın Dostluğu: 9/Tevbe, 23; 11/Hûd, 45-47; 58/Mücâdele, 22.
Münâfıkların Dostluğu: 2/Bakara, 204; 4/Nisâ, 89, 139-140; 5/Mâide, 41, 52; 9/
Tevbe, 50-51; 58/Mücâdele, 14; 63/Mümtehine, 1-2, 6-9.
Yahûdilerin Dostluğu: 2/Bakara, 105, 120, 145; 5/Mâide, 51, 80-82; 60/Mümtehine,
13.
Hıristiyanların Dostluğu: 2/Bakara, 105, 120, 145; 5/Mâide, 51, 82.
Ehl-i Kitab’ın Dostluğu: 2/Bakara, 105, 109, 120; 3/Âl-i İmrân, 100; 4/Nisâ, 44-
45; 5/Mâide, 57-59.
B- Arkadaş ve Arkadaşlık
Arkadaşa İyilik Etmek: 4/Nisâ, 36.
Peygamberlerin, Sıddîkların ve Şehidlerin Arkadaşlığı: 4/Nisâ, 69; 9/Tevbe,
119; 26/Şuarâ, 83.
Şeytanın Arkadaşlığı: 4/Nisâ, 38; 41/Fussılet, 25; 43/Zuhruf, 36, 38; 50/Kaf, 27.
Kardeşlik ve Barış
a- Din Kardeşliği Allah’ın Nimetidir: 3/Âl-i İmrân, 103.
b- Mü’minler Kardeştir: 11/Hûd, 45-47; 49/Hucurât, 10, 13.
c- Mü’minlerin Dostluğu: 3/Âl-i İmrân, 118; 4/Nisâ, 144; 9/Tevbe, 16, 71, 119.
d- Mü’min Kardeşi Kendine Tercih Etmek: 59/Haşr, 9.
e- İnsanların Arasını Düzeltmek: 4/Nisâ, 114; 8/Enfâl, 1; 49/Hucurât, 9-10.
f- Sulh (Barış) Daha Hayırlıdır: 4/Nisâ, 128.
g-Dargınları Barıştırmak: 2/Bakara, 182, 224, 228; 4/Nisâ, 35, 114, 128; 8/Enfâl,
1; 11/Hûd, 88; 49/Hucurât, 9-10.
h- Savaşan Mü’minleri Barıştırmak: 49/Hucurat, 9.
Düşman ve Düşmanlık
DÜŞMANLIK
- 59 -
Bütün Peygamberlerin Düşmanları Olmuştur: 25/Furkan, 30-31.
Düşmana Karşı Kuvvet Hazırlamak: 4/Nisâ, 71; 8/Enfâl, 60; 9/Tevbe, 46; 21/
Enbiyâ, 80.
Savaşan Mü’minleri Barıştırmak: 49/Hucurât, 9.
Kâfirlere Yardımcı Olmaktan Sakınmak: 28/Kasas, 86; 60/Mümtehine, 9,
Kâfirler Birbirinin Yardımcılarıdır: 8/Enfâl, 73; 33/Ahzâb, 26; 45/Câsiye, 19.
Düşmanlık, En Yakın Akraba Arasında da Geçerlidir: 22/Hacc, 19; 37/Saffat,
113; 58/Mücadele, 22; 60/Mümtehine, 3; 64/Teğâbün, 14.
Nuh (a.s)’ın Çocukları: 11/Hûd, 40, 42-47.
İbrahim (a.s)’in Babası: 6/En’âm, 74; 19/Meryem, 42-48; 21/Enbiyâ, 52-57; 26/
Şuarâ, 69-82; 37/Saffat, 85-87; 43/Zuhruf, 26-27; 60/Mümtehine, 4.
Nuh (a.s)’un Karısı: 66/Tahrim, 10.
Lût (a.s.)’un Karısı: 7/A’râf, 83; 66/Tahrim, 10.
Firavun’un Karısının Teslimiyeti: 66/Tahrim, 11.
Dostluk-Düşmanlık Konusuyla İlgili Hadis-i Şerif Kaynakları
Buhârî, Salât, 80; Menâkıbu’l-Ensâr 45; Teheccüd, 33; Zekât 4; Savm 60;
Enbiyâ 3; Fezâilu’l-Ashâb 5; Meğâzî 9, 83, 84; Rikak 42; Tefsîru Sûre 60: İ’tisâm
14, Enbiyâ 50; Hîbe hadis no: 2620
Müslim, Birr 159, 161; ilm 6; Fedâilu’s-Sahâbe, 161
İbn Mâce, Mukaddime 11, 18; Menâsik 56; Fiten 17
Ebû Dâvud, İlm 10; Cihad 95; 98
Tirmizî, Menâkıb 14; Zühd 45, 64; Birr 60; İlm 7; Tefsîr 60; Siyer 40
Nesâî, Sehv 19; Kasâme 27;
Müsned-i Ahmed bin Hanbel, 1/80; 3/225; 5/137; 6/357-358;16/178
Dârimî, Rikak 48; Diyât 2
Müstedrek 2/141
Riyâzu’s-Sâlihîn, 1/398
Kütüb-i Sitte: 4/47-48; 5/71-74, 157-158; 7/110; 10/137-138
(Mişkâtu’l-Mesâbih, hadis no: 5014; 5347; 3/1349, hadis no: 4780
Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, 1/69, Taberânî, El-Kebîr)
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. İslâm Ansiklopedisi, T. Diyanet Vakfı Y. c. 9, s.511, c. 10, s. 52
2. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, (Sami Şener) Şâmil Y. c. 1, s. 414-416
3. Kur’an Ansiklopedisi, S. Ateş, KUBA Y. c. 5, s. 274-295, 370-375
4. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. s. 747-758
5. İslâmî Terimler Sözlüğü, Hasan Akay, İşaret Y. s.
6. Kur’ânî Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Mustansır Mîr, İnkılâb Y. s.
7. Kur’an’da Ulûhiyet, Suad Yıldırım, Kayıhan Y. s. 188-191
8. Kur’an ve Psikoloji, Osman Necati, Fecr Y. s. 35-38
9. Yeryüzünün Vârisleri, Kul Sâdi Yüksel, Madve Y. s. 274-277
10. İman ve Tavır, M. Beşir Eryarsoy, Şafak Y. s. 272-275
11. Dinde Ölçülü Olmak, Abdurrahman bin el-Luveyhık, Kayıhan Y. s. 136-141
12. Kur’an’da Siyasî Kavramlar, Vecdi Akyüz, Kitabevi Y. s. 63-91
13. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. s.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 60 -
14. İlâhî Kanunların Hikmeti -Sünnetullah-, Abdülkerim Zeydan, İhtar Y. s.
175-211
15. Kur’an ve İnsan, Celâl Kırca, Marifet Y. s. 193-200
16. Kur’anî Kavramlar, Muhammed el-Behiy, Yöneliş Y. s. 226-228
17. Kur’an’da Temel Kavramlar, Harun Yahya, Vural Y. s. 130-134
18. İnanmak ve Yaşamak, Ercüment Özkan, Anlam Y. c. 1, s. 141-160
19. Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Remzi Kaya, Ayışığı Kitapları; Kitabevi Y.
20. İslâm’a Göre Dost ve Düşman, Muhammed bin Said el-Kahtani, Kayıhan Y.
21. Kur’an’da Velî ve Velâyet, Mikdat Öccü, Suffe Y.
22. Dostluk Üzerine, Fethi Gemuhluoğlu, Boğaziçi Y.
23. Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı, Dale Carnegie, Timaş/Âlem/
Sistem/Akış Y.
24. Dost Diye Diye, Emine Işınsu, Ötüken Neşriyat
25. Dost’tan Dosta, Ahmed Hulûsi, Kitsan Kitap Kırtasiye
26. Dosta Doğru, Abdurrahim Karakoç, (Dostluk Şiirleri), Ocak Y.
27. Dostlar Sofrası, Nâsır-ı Hüsrev, İnsan Y.
28. Dostunuzu Tanıyın, Barbara Schott, K. Birker, Mozaik Y.
29. Düşman Acımaz, M. Ertuğrul Düzdağ, İz Y.
30. Velâ 1-2, Hamd bin Ali bin Atik, Tevhid Y.
31. Velâ 2, Süleyman bin Abdullah, Tevhid Y.
32. Velâ 3, Abdurrahman Abdülhalık, Tevhid Y.
33. Velâ ve Velâyet Üzerine, Mutahhari, Kevser Y.
34. Velâyet-i Fakih, Muntazari, Endişe Y.
35. Allah’ın Velîleri ile Şeytanın Velîleri Arasındaki Fark, İbn Teymiyye, İhyâ/
Birleşik Y.
36. Ümmet Bilinci, Atasoy Müftüoğlu, Denge Y.
37. İslâm Cemaatine Doğru, Abdurrahman Dilipak, Risale Y.
38. İslâm ve İnsan Hakları, Muhammed Umara, Denge Y.
39. İslâm’da Karşılıklı Haklar ve Vazifeler, Mehmet Talu, Şelâle Y.
40. Cihan Sulhü ve İslâm, Seyyid Kutubu, Arslan Y.
41. Harp mi Sulh mü, Ali Rıza Temel, Seha Neşriyat
42. Kur’an’da Fitne Olgusu ve Modern Fitne Odakları, Salih Asğar, Hanif Y.
43. Sınıfsız Dünya, Saadettin Elibol, Dergâh Y.
44. Yürek Devleti, Mustafa İslâmoğlu, Denge Y.
45. İslâm’da Sevgi ve Kardeşlik, Hüsnü Ethem Cerrar, Dünya Y.
46. İslâm Kardeşliği, Abdullah Ulvan, Uysal Kitabevi Y.
47. Kardeşlik Çağrısı, Mehmet Metiner, Risale Y.
48. Kardeşlik ve Hoşgörü, Muhammed Pıtchall, Akabe Y.
49. Sevgi Medeniyeti, Rehber Y.
50. Müslümanların Kaynaşması, Selâmet Y.
51. İslâm’da Müsamaha, İmam Gazali, Marifet Y.
52. İslâm’da Hoşgörü ve Sınırı, Taner Akçam, Başak Y.
53. Müsamahada Ölçü, Heyet, İttihad Y.
54. İslâm Siyasi Düşüncesinde Muhalefet,
55. Sulh Çizgisi, İbrahim Canan, TÖV Y. 0
56.
Vahdet Ama Nasıl, Abdurrahman Dilipak, Risale Y.
57.
Vahdete Yedi Adım, Mehmed Alagaş, İnsan Dergisi Y.
58.
Tevhidin Düşmanı Tefrika, Ramazan Yılmaz, Mücahede Y.
59.
İnsanları Tefrikaya Düşüren Faktörler, Mahmut Balcı, İhtar Y.
60.
İslâm Tarihinde Mezhep Çatışmaları ve Taklit, Abdülcelil Candan, Denge Y.
61.
Mezhep Meselesi ve Fıkhî İhtilâflar, Ebu’l Feth el-Beyânûnî, Risale Y.
62.
İhtilâftan Rahmete, Ebu’l Feth el-Beyânûnî, Risale Y.
63.
İhtilâflar Karşısında İslâmî Tavır, Yusuf el-Kardavî, İlke Y.
64.
İslâm’da İhtilâf Usûlü, Câbir Alvânî, Risale Y.
65.
Münakaşalar ve İhtilâf Sebepleri, Zekeriya Güler, T.D.V. Y.

- 63 -
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ
İTİKÂDİ KAVRAMLAR -10-
VELÎ / DOST

Velî; Anlam ve Mâhiyeti

Allah’ın Velî Oluşu

Dostun Nitelikleri

Dost Olmak; Allah’a, Rasûlüne ve Mü’minlere

Kur’an-ı Kerim’de Velî ve Velâyet Kavramı

Hadis-i Şeriflerde Velâyet/Dostluk

Düşmanlık ve Dostluk; Tevhidin Gereğidir, İmanın Dışa Yansımasıdır

Velâyetin Siyasî Görüntüleri

Siyâsî Anlamda Velâyet-Kadın İlişkisi

Müslüman Olmayan Akrabalarla Dostluk ve İlişki

Evliyâullah / Allah’ın Velîleri Kimlerdir?

Tasavvuf Etkisiyle Velî ve Evliyâ Kavramlarında Anlam Kayması

Velî Kültü

Velî Kavramıyla İlgili Bazı Tasavvufî Terimler
“Bilmez misin, göklerin ve yerin mülkiyet ve hükümranlığı yalnızca Allah’ındır. Sizin için Allah’tan başka bir velî/dost ve bir yardımcı yoktur.” 206
Velî; Anlam ve Mâhiyeti
“Velî” kelimesinin kökü “velâ”; bunun masdarı da ‘velâyet’tir. Velâ ve velâyet, sözlükte, arada bir şey bulunmadan bitişiklik, yanyana olma ve yaklaşma mânâsına gelir. Bu anlamdan hareketle ‘velâyet’ kavramına; arkadaşlık, yardımda, inançta tam bir yakınlık anlamları verilmektedir.
Böylece “velâyet”e nusret (yardım) ve işi üzerine alma mânâları da eklenmiştir. Aynı kökten gelen ‘vilâyet’, yardım; ‘velâyet’ ise, bir işi yüklenme, emirlik, riyâset (yönetim ve yetki) mânâsındadır. ‘Velâyet’ aynı zamanda yardım işini üzerine almak, destek olmak, yardım etmek, sevgi/dostluk ve muhabbet göstermek, yakınlık duymak, hükmü altına almak, tasarrufta bulunmak ve yönetmek
206] 2/Bakara, 107
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 64 -
anlamlarına da gelir.
Velî kelimesi, sözlük anlamlarına uygun olarak, bir kimsenin
veya bir topluluğun menfaatleri ve elde etmek istedikleri amaçlar
doğrultusunda her türlü işlerini üzerine alan ve bu konularda tam
bir tasarruf hakkına sahip olan idareci, hâkim otorite, koruyucu,
gözetici, mâlik, yardımcı, sırdaş ve dost anlamlarında kullanılan
bir kavramdır.
Velâyet kavramı, sözlük anlamına uygun olarak; “bir kimsenin
veya bir topluluğun bir başkasına kendisini ilgilendiren her
konuda tasarruf hakkını devretmesi ve bu hakkı devralan şahsın,
aralarında meydana gelen hukukî bağa dayanarak kimseden izin
alma ihtiyacı duymaksızın bu hakkı kullanması ve onu kendisine
tevdî edenler üzerinde, koruma, gözetme, yardım etme, işlerine
müdâhale ve üzerine aldığı işi onun adına idare etme bakımından
tam bir yetkiye sahip olması anlamına terim olmuştur.
Fıkıh ıstılahında velâyet; “istese de istemese de başkası üzerindeki
tasarruf hakkını yerine getirmek” şeklinde tanımlanmaktadır.
İslâm hukukunda ‘velâyet’, başkası üzerine ister istemez sözünü
geçirmeyi, itaat edenle işi üzerine alan arasındaki ilişkiyi konu alır.
İçerisinde sevgi ve yardım mânâlarını da barındıran velâyet; genel
olarak, aile içerisinde akrabalık, ümmet içerisinde ise imâmet (önderlik-
halifelik) sebebiyle gündeme gelmektedir. Aile içerisinde
öncelikli olarak baba velâyet hakkına sahiptir. Baba yoksa diğer
yakın akrabalar bu hakkı elde ederler. Ümmet içerisinde (müslümanlar
arasında) ise velâyet hakkı, müslüman olup diğer müslümanlar
tarafından biat ile seçilen yetkili kimsenindir.
Bu nedenle babaya, çocuğun velîsi denir. Aynı şehirde oturanların
meşrû haklarını koruyan ‘veli’ye, “vâli” denmektedir ki,
Türkçe’de bu anlamda kullanılmaktadır. Şehrin vâlisi, o kentte oturanların
tümünün velîsidir (bu vasıfta ve liyakatte olmak zorundadır).
Hukukî anlamda velî, daha çok, bir çocuğun her türlü hareket
ve halinden sorumlu olan kimse demektir. Bugün Türkçe’de
de bu anlamda “çocuğun velîsi” olarak baba veya babanın yerini
tutan, çocuğun sorumluluğunu üstlenen kişi için kullanılır. Bu
velâyet haklarıyla ana babaların, kazanmış oldukları tecrübe ile
evlâtlarının geleceği hakkında karar vermesine yardımcı olmaktadırlar.
Evlâtlarına fikir bazında yardım etmeleri, evlâdın müsbet
ve menfî karar vermesi velâyet konusu içinde değerlendirilir. Bunlara
ilâve olarak, bir de nikâhta velîlik vardır ki, bu durum, ana
babanın evlâdı hakkındaki tasarrufudur.
Toplumda, halk arasında “velî” ve bu kelimenin çoğulu olan
DOSTLUK
- 65 -
“evliyâ” kelimesi, ne lügat mânâsı, ne de Kur’an’da kullanıldığı
anlam ile değil; daha çok bu kelimenin mânâsının tarihî süreç içerisinde
kaydırılmasıyla oluşan şekliyle kullanılmaktadır. Geleneksel
anlamda velî ve evliyâ; benliğini Allah’ta yok etmek sûretiyle
birtakım üstün vasıflar kazanarak hârikulâde şeyler gösterebilen
büyük insan anlamında kullanılmaktadır. Hatta daha da ileri gidilerek,
Allah adına kâinatın idaresini düzenlemeye yetkili kişiler
olarak algılanmaktadır.
Allah’ın Mevlâ ve Vâli Oluşu: “el-Vâlî” aynı zamanda Allah’ın
güzel isimlerinden biridir. Bütün varlıklar üzerinde hükmü olan ve
onları çekip çeviren anlamına gelir. Bazı tefsircilere göre ise ‘Vâlî’
velî demektir, onun taşıdığı mânâları taşır. Vâlî olan Allah, hem
bütün hükümranlığı (hükmetmeyi) elinde bulundurur, hem de
kullarına devamlı nimet verir. Kur’an’da bir âyette geçmektedir:
“…Gerçekten Allah, kendi nefislerinden olanı değiştirip bozmadıkça, bir
toplulukta olanı değiştirip bozmaz. Allah bir topluluğa kötülük istedimi,
artık onu geri çevirmeye hiç bir (biçimde imkân) yoktur. Onlar için O’ndan
başka bir Vâlî (yardımcı, dost veya hükmü geniş olan) yoktur.” 207
Velâ kökünden gelen bir başka kelime de “mevlâ”dır. Mevlâ,
anlam olarak ‘velâ ve velâyet’ kelimelerine yakındır. Ancak
mevlâ’nın birçok anlamı vardır. Bunların içerisinde, dost, efendi,
sahip, âzât edilmiş köle, Rabb, yardımcı, iyilik yapan anlamları
daha yaygındır.
Kur’an’da ‘mevlâ’ kelimesinin üç anlamda kullanıldığını görmekteyiz:
1- Velî, 2- Yardımcı, ni’met veren, koruyup kollayan, işini
üzerine alan, 3- Uygun, yakışan, münasip.
Velî ve mevlâ kelimeleri hemen hemen aynı anlamda kullanılmaktadırlar.
Allah (c.c.) müslümanlar için ne güzel mevlâ’dır
(Ni’me’l mevlâ ve ni’me’n nasîr)208 “Allah’a sarılın, O sizin Mevlâ’nızdır,
O ne güzel Mevlâ’dır.”209 Müslümanlar; inkârcıların peşinden gider,
din işinde onlara itaat ederlerse; onlar da mü’minleri kendi dinlerine
çevirirler. Hâlbuki müslümanlar için en güzel mevlâ (velî)
Allah’tır.210 Mü’minler her türlü çalışmayı yaptıktan sonra yalnızca
Allah’a güvenip tevekkül etmelidirler. Onlar Allah (c.c.) için; “...O
bizim Mevlâmızdır...” derler. 211
Kur’an, mevlâ sıfatını olumsuz anlamda da kullanmaktadır.
207] 13/Ra’d, 11
208] 8/Enfâl, 39-40
209] 22/Hacc, 78; 66/Tahrim, 2
210] 3/Âl-i İmrân, 149-150
211] 9/Tevbe, 51
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 66 -
Zararı faydasından çok olan ve kendisine tapınılan putlara Kur’an,
“ne kötü mevlâ” sıfatını verir.212 Kıyâmet gününde insanların
‘mevlâ’ sandıkları kimselerden hiç bir fayda gelmez.213 Allah (c.c.)
âhirette de mü’minlerin mevlâ’sıdır, kâfirlerin ise mevlâsı yoktur.214
Kâfirlerin, kendilerine yakın ve yardımcı olacak bir mevlâları yoktur.
Allah (c.c.) ise mü’minlerin mevlâsı/dostudur. 215
Müslümanlar, ölümün Mevlâ’ya bir kesin dönüş olduğuna
inanırlar.216 ‘Mevlâ’, kendisinden yardım umulandır. Nitekim
mü’minler duâlarında; “….Bizi affet, bizi bağışla, bize merhamet et.
Sen bizim Mevlâ’mızsın (mevlânâ). Kafirler topluluğuna karşı bize yardım
et”217 derler. Aynı kökten gelen ‘evlâ’ ise velî anlamına geldiği
gibi; en uygun, en yaraşan, dost olarak en yakın olan demektir.
“Peygamber mü’minlere öz nefislerinden ‘evlâ’dır (onların mevlâsıdır).”218
Kıyâme(t) sûresi, kırk dördüncü âyetteki ‘evlâ’yı ise, gereken şey,
uygun olan şey diye ifade etmek mümkündür. 219
Allah’ın Velî Oluşu
Allah’ın Sıfatı Olarak el-Velî: Allah’ın vasfı olarak el-Velî: “Yardım
eden, kâinatın ve mahlûkların işlerini tekeffül eden, koruyan,
sahip çıkan, seven, yardım eden” diye tanımlanır. Birine yardımcı
olmak, onun işini üzerine almak, şüphe yok ki, sevgi ile yakından
ilgilidir. “Velî”nin “dost, seven” anlamları dikkat çeker; Kur’an’ın
da bazı kullanışları bu mânâyı desteklemektedir. Meselâ: “Allah,
mü’minlerin velîsidir; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.”220 âyetinin
tefsirinde el-Beydavî: “Onları seven ve işlerini deruhde eden” anlamını
vermektedir. Birçok âyette Velî ve Nasîr (yardım eden) vasıfları
yanyana birbirine atfedilmiş olarak zikrolunmuşlardır. Bu, az
da olsa bu kelimeler arasında bir farklılığı gerektirir.
Bu vasfın Kur’an’da geçtiği muhtevâlara göz atmak faydalı
olacaktır. 42/Şûrâ, 28’de Allah’ın kullarını gözettiği ve O’nun nimetleri
sıralandıktan sonra, ancak O’nun hamde lâyık Velî olduğu
bildirilir. Allah’tan başka Velî aramanın boşuna olduğu bildirildikten
sonra, ancak O’nun hamde lâyık Velî olduğu belirtilir, “hâlbuki
212] 22/Hacc, 13
213] 44/Duhân, 41
214] 47/Muhammed, 11
215] 47/Muhammed, 11
216] 10/Yûnus, 30; Ayrıca bk. 6/En’âm, 62
217] 2/Bakara, 286
218] 33/Ahzab, 6
219] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 747-748
220] 2/Bakara, 257
DOSTLUK
- 67 -
velî ancak Allah’tır.”221 denir. Kavminin buzağıya tapmasından sonra,
Allah’ın rahmet ve bağışlamasını isteyen Hz. Mûsâ, niyazında,
umduğu rahmeti “Sensin bizim Velîmiz!”222 diye belirtir. Melekler,
kendilerine tapma iddiasında olanlardan teberrî edip kaçınırken
Allah’a hitâben: “Seni tenzih ederiz, Sensin bizim Velîmiz.”223 derler.
Müşriklerin velî edindiği putların aczleri belirtildikten sonra,
Hz. Muhammed’in (s.a.s.) lisanından: “Benim Velî’m Kitabı indiren
Allah’tır; O, iyilere sahip çıkar (dost edinir -yetevellâ-)”224 dediği nakledilir.
Allah’ın kendisine vermiş olduğu nimetlere şükreden Hz.
Yûsuf: “Dünyada ve âhirette benim Velîm (yardımcım ve işimi deruhde
eden) Sensin.”225 der. Allah, mü’minlerin,226 muttakîlerin227 velîsidir.
“Sizin velîniz, ancak Allah’tır, Rasûlüdür ve iman edenlerdir.” 228
el- Mevlâ: Kelime anlamı olarak velî demek olan bu vasıf,
Allah hakkında da, genellikle “velî” ile aynı mânâda sayılmıştır.
Ancak, mânâ yönüyle değilse de, Kur’an’ın kullanışında, bu ikisi
arasında şöyle bir fark gözetildiğini müşâhede ediyoruz: Velî vasfı,
karşılıklı olarak hem Allah’ı, hem de kulu nitelemektedir. Birinci
şık fazla, ikinci şık nâdirdir. Meselâ, 10/Yûnus, 62’de “evliyâullah
-Allah’ın velîleri-” tâbiri geçmektedir. Taberî’ye göre bu; “Allah’ın,
yani O’nun dininin yardımcıları olan iman ve takvâ erbâbıdır.”
Yani, “velî” bazen kullar için de kullanılmıştır. Fakat “Mevlâ”,
yalnız Allah’ı tavsif etmektedir. “Allah, Mevlânızdır”229 diye vârid
olduğu halde; kul hakkında “Allah’ın mevlâsı” tâbiri hiç kullanılmamıştır.
Mevlâ, Rab diye de tefsir olunur. Mevlâ, kendisinden
yardım umulandır; zira O mâliktir, memlûkün, mâlikinden başka
sığınacağı kimsesi yoktur.”
el-Vâli: Allah hakkında, “bütün varlıkların hükümranı ve onların
üzerinde mutasarrıf olan” anlamına gelir. Öyle anlaşılıyor
ki, vilâye: İdare, kudret ve icraatı çağrıştırmaktadır; Kendisinde
bunları toplamayana vâlî vasfı verilemez. Bazı âlimlere göre “vâlî”
velî demektir; yani “idareye mâlik olandır. Bundan dolayı yetimi
tekeffül eden kimseye “yetimin velîsi, emîre de vâli denmiştir.
Hattâbî ise, vâlî vasfında tasarruf ve hâkimiyet kavramından başka
“devamlı surette in’âm eden” mânâsını da görmektedir. Kur’an’da
221] 42/Şûrâ, 9
222] 7/A’râf, 155
223] 34/Sebe’, 41
224] 7/A’râf, 196
225] 12/Yûsuf, 101
226] 2/Bakara, 257; 3/Âl-i İmrân, 68
227] 45/Câsiye, 19
228] 5/Mâide, 55
229] 3/Âl-i İmrân, 150
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 68 -
yalnız bir âyette zımnî bir sûrette Allah’ı tavsif eder.230 Burada vâlî,
“işlerine sahip çıkan, azabı onlardan uzaklaştıran” demektir, bazı
âlimlere göre ise “Mevlâ” anlamını ifade eder. 231
“Velî” kelimesinin; sözlükte, dost, yardımcı, birinin işini üstlenen,
yönetici, yakınlık, bir şeyin sahibi anlamlarına geldiğini biliyoruz.
Allah’ın güzel isimlerinden biri olan “el-Veliyy” isminin
anlamı, yardım eden, insanların ve evrenin işlerini üzerine alan
demektir. Kimileri bunu, seven ve yardım eden şeklinde açıklamışlardır.
‘Velî’ kelimesi doğrudan doğruya sevgi anlamı taşımasa
bile sevgi velâyetin gereği sayılır. Birine yardım etmek, onun işini
üzerine almak sevgi ile yakından ilgilidir.
“Velî” sözlükte bazen, seven, dost anlamıyla da kullanılır.
Allah’ın isimlerinden olan Velî, birçok âyette ‘Nasîr/yardımcı’ ismi
ile beraber geçmektedir. Velî kelimesinde yardım etmek, işini üzerine
almak ile Nasîr/yardımcı ismi arasındaki bağlantı dikkat çekicidir.
Allah (c.c.) hem Veli/insanların velâyetlerini üstlenendir, hem
de onlara her açıdan yardım edendir.232 Velî kelimesi, on üç âyette
Allah’a ait olarak geçmektedir. Bazı âyetlerde ise “size veya sana
Allah’tan başka velî yoktur” şeklinde yer almaktadır ki, bu da,
Allah’ın velî oluşuna işarettir. Birkaç âyette ise Velî isminin mürşid
(yol gösteren),233 ‘şefí’ (şefaat eden),234 vaak (koruyucu)235 ve
hamîd (övülen)236 sıfatlarıyla beraber geçtiğini görmekteyiz. Şüphesiz
“velî” kavramının bunlarla yakın ilişkisi vardır. Bunlar aynı
zamanda gerçek dostun/velînin de belirgin nitelikleridir.
Mü’minlerin velîsi ve mevlâ’sı Allah’tır. Allah’ın mü’minlere
velî oluşunun sonuçları çeşitli şekillerde görünür. O, kullarını gözetir,
nimet verir. Dolaysıyla O hamd edilmeye lâyık bir velî’dir
(dosttur).237 Allah’tan başka velî aramak boştur, çünkü gerçek velî
ancak O’dur.238 O, bağışlayan ve merhamet eden bir yardımcıdır
(velîdir).239 O, mü’minleri karanlıktan nûra (aydınlığa) çıkarır.240
Mülkünde, kudretinde ve yüceliğinde ortağı yoktur.241 O yüce Velî,
230] 13/Ra’d, 11
231] Suad Yıldırım, Kur’an’da Ulûhiyet, s. 188-191
232] 2/Bakara, 107, 120
233] 18/Kehf, 17
234] 6/En’âm, 51, 71; 32/Secde, 4
235] 13/Ra’d, 37
236] 42/Şûrâ, 28
237] 42/Şûrâ, 28
238] 42/Şûrâ, 8-9
239] 7/A’râf, 155
240] 2/Bakara, 257
241] 17/İsrâ, 111
DOSTLUK
- 69 -
Kitab’ı indirendir ve O, sâlih kimseleri korur ve gözetir. 242
Allah’ın velîliği diğer sıfatları gibi mutlaktır ve süreklidir. O, insan
idrâkinin ötesinde bir velîliğin, dostluğun ve yardımcı olmanın
kaynağıdır. İnsanlara ait, aldatma vefâsızlık, hıyânet, aldırmazlık,
acımazlık gibi küçültücü sıfatlardan uzak, iman edip de kendisine
“velî” olan mü’minlere her türlü nimeti ve rahmeti veren, onlara
izzet, mülk, muhabbet ve Hakk’ın şâhitleri olma şerefini bağışlayan,
sürekli affeden, kendisine karşı yapılan hata ve kusurları
araştırmayan en yüce dosttur velîdir.
Hz. Mûsâ (a.s.), kavmi arasından seçtiği yetmiş kişiyi bir sarsıntı
tutunca Rabbine, beyinsizler yüzünden kendilerini helâk etmemesini
diledi, içinde bulundukları durumun bir imtihan olduğunu
ve Allah’ın, dilediğini doğra yola iletebileceğini itiraf ettikten
sonra; “...Bizim mevlâmız ancak Sensin. Bizi bağışla, bize merhamet et.
Sen bağışlayanların en iyisisin.”243 şeklinde duâda bulundu. Melekler
de Allah’a ibâdet ederlerken; “Seni tenzih ederiz (noksanlıklardan
uzak tutarız), Sen bizim Velîmizsin”244 derler. Kur’an, Peygamberimiz
Hz. Muhammed’in (s.a.s.) diliyle şöyle diyor: “Benim Velî’m Kitabı
indiren Allah’tır. O, sâlihleri dost edinir, onlara yardım eder.”245 Kendisine
verdiği nimetlere şükreden Hz. Yusuf (a.s.) şöyle niyaz etmişti:
“Dünyada ve âhirette benim Velî’m Sen’sin.” 246
Velî olmak velî olunan üzerinde hak ve yetki sahibi olmayı
gerektirir. Velâyetin doğasında bu vardır. Yalnız bu velî edinilen
üzerinde bir baskı ve hükmetme değil; aksine her açıdan onun iyiliği
için çalışma, onun için gerekli yardımı yapma yetkisidir. Allah,
mü’minlerin velîsi olarak onlara hidâyet verir, onları karanlıklardan
nûra (aydınlığa) çıkarır, onlara elçiler gönderir, Kitaplar indirir,
yardım eder, destekler, korur, gözetir, affeder ve rahmetiyle her
yönden onları kuşatır.
Allah Kimlerin Velîsidir? Allah, mü’minlerin velîsidir, yardımcı
ve dostudur.247 Mü’minler rablerine hakkıyla iman ettikten sonra
O’nun râzı olacağı sâlih amel işlerler. Bundan dolayı da Allah onlara
velî olur.248 Allah sâlih kimselerin velîsi/dostudur. “Benim velîm,
Kitab’ı indiren Allah’tır. O sâlih insanları velî/dost edinir (onları gözetip
242] 7/A’râf, 196
243] 7/A’râf, 155
244] 34/Sebe’, 41
245] 7/A’râf, 196
246] 12/Yusuf, 101
247] 2/Bakara, 257; 3/Âl-i İmrân, 68
248] 6 En’âm, 127
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 70 -
korur).”249 Allah müttakîlerin de dostudur. Dünya hayatında kendilerini
Allah’a muhtaç saymayan ve O’nun rabliğine saygı duymayan
zâlimler birbirlerinin velîsidirler. Bazıları farklı zannetseler de
aslında kulların hiç biri, Allah’tan müstağnî kalamaz (O’na muhtaç
olmaksızın yaşayamaz). Zâlimler özellikle zulüm ve günah işlerinde
karşılıklı dostturlar. Buna karşın Allah, kendisine karşı kulluk ve
sorumluluk bilinci duyan, O’ndan hakkıyla korkup sakınan takvâ
sahibi kullarının dostudur velîsidir.250 İnsanlar için Allah eşsiz, benzersiz
ve sonsuz velîdir. İnsanlar Allah’tan başka mutlak velî/dost
ve yardımcı bulamazlar.251 “Allah, mü’minlerin düşmanlarını çok iyi bilir.
Allah onlara velî/dost olarak da yeter, yardımcı olarak da.” 252
Allah Bazı Kimselere Dost Değildir: Allah (c.c.) mutlak anlamda
velîdir, dost ve yardımcıdır. Ancak bu velâyet, insanlar açısından
sınırlı bir velîliktir. Kur’an’ın haber verdiğine göre, kullardan
bazıları Allah’ın “velîliğini” kaybederler. Onlar kendi yanlış seçimleri
ve yaptıkları kötü ameller yüzünden bu ilâhî dostluğu elde
edemezler.
Allah, dalâlette olanların velîsi değildir. Bazıları Allah’ın gönderdiği
elçilere ve onların hak dâvetlerine rağmen sapıklıkta direnirler.
Allah bu kimseleri kendi sapıklıkları ile başbaşa bırakır,
onların başka bir velîsi de olmaz.253 Allah, kendisine karşı kulluk
etme noktasında büyüklük taslayan müstekbirlerin velîsi değildir.
254 Allah, kötülük yapanların, fenalıkta bulunanların dostu ve
yardımcısı değildir.255 Allah’tan gelen hakkı ve dini inkâr eden
kâfirler, Allah’ın dostluğunu kaybederler ve lânete uğrarlar.256
Kendilerine hakkı bâtıldan ayıran bir ilim, hak bir dâvet geldikten
sonra hevâ ve heveslerine (tutku ve arzularına) uyanlar
Allah’tan başka dost ve velî bulamazlar.257 Allah, iman nimetinden
sonra inkâra sapan ve dinde ikiyüzlü davranan münâfıkların
dostu (velîsi) değildir. Onlar yeryüzünde kendileri için bir yardımcı
da bulamazlar.258 Allah, inkâr ederek ya da şirk koşarak
hak dinden yüz çeviren, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyen
ve yeryüzünde haksızlık yapan zâlimlerin velîsi değildir. Zâlimler
249] 7/A’râf, 196
250] 45/Câsiye, 19
251] 9/Tevbe, 116; 6/En’âm, 70; 18/Kehf, 26; 29/Ankebût, 22
252] 4/Nisâ, 45
253] 42/Şûrâ, 44; 17/İsrâ, 97
254] 4/Nisâ, 173; 45/Câsiye, 7-10
255] 4/Nisâ, 123
256] 48/Fetih, 22; 33/Ahzâb, 64-65
257] 2/Bakara, 120; 13/Ra’d, 37
258] 9/Tevbe, 74; 33/Ahzâb, 17
DOSTLUK
- 71 -
ancak birbirlerinin velîsi/dostudurlar.259 Allah, zâlimlere meyledenlere,
onları onaylayan, ya da destek olanlara da dostluk göstermez:
“Sakın zulmedenlere en ufak bir meyil duymayın, aksi halde
size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka velîleriniz yoktur. Sonra, (Allah
tarafından da) size yardım edilmez.” 260
Dostun Nitelikleri
Velâyette/Dostlukta Aranan Özellikler: Kur’an’ın haber verdiği
velîde/dostta bulunan nitelikleri, Kur’an’dan yola çıkarak belirleyebiliriz.
Zira dostu tanımadan istenilen hedefe ulaşmak mümkün
değildir.
a- Dost, dostunun sıkıntılarını gideren ve gelecek belâları önleyebilendir.
Böyle bir dost, sadece Yüce Yaratıcı’dır. Zira, bütün
ümitlerin kesildiği bir anda yardım etme imkânına sahip olan sadece
O’dur. 261
b- Dost, Yüce Yaratıcı’yı tanıtan, dünya ve âhiretle ilgili doğru
bilgiler veren, lehimize ve aleyhimize olanları tanıtarak doğru karar
vermede yardımcı olan, insanların sıkıntıya düşmesine üzülen,
yaratılanlara acıyan ve hatalarını affedendir.262 Böyle bir dost, rahmet
peygamberi ve diğer nebîler olabilir. 263
c- Allah’a ve Peygamberine gönülden bağlı olup Allah’ın
rızâsının dışına çıkmayan264 ve her konuda örnek olarak insanların
hayrını düşünen, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya çalışan,
sevgisini ve buğzunu Allah için yapan, kötülüğü iyilikle önleyendir.
Böyle insanlar Allah’ın dostluğunu kazananlardır. Zira onların
hedefi, Allah’ın rızâsı ve sevgisini kazanmaktır. Bunlar, Kur’an diliyle
velî olanlar, Allah’ın velî kullarıdır.
d- İmanda birlik içinde bulunarak Allah’a, Peygamber’e ve
mü’minlere karşı gelebilecek tehlikeleri önlemede can ve mallarıyla
yardım içinde olabilenlerdir.265 Kur’an, bu durumda olanları
mü’min olarak değerlendirir.
e- Dostun dostluğu dünya menfaati ile sınırlı olmamalıdır.266
259] 42/Şûrâ, 8; 11/Hûd, 20
260] 11/Hûd, 113; Hüseyin K. Ece, a.g.e., s. 749-751
261] Bk. 58/Mücâdele, 22; 2/Bakara, 107, 120, 257; 3/Âl-i İmrân, 150; 4/Nisâ, 45;
6/En’âm, 51; 7/A’râf, 196
262] 5/Mâide, 55; 9/Tevbe,16
263] 9/Tevbe, 61, 128; 21/Enbiyâ, 107; 28/Kasas, 46; 44/Duhân, 6
264] 3/Âli- İmrân, 110; 41/Fussılet, 34; 2/Bakara, 112; 6/En’âm, 4; 3/Âl-i İmrân,
150; 22/Hacc, 78
265] 60/Mümtehıne, 1, 8, 9; 8/Enfâl, 60; 9/Tevbe, 71; 3/Âl-i İmrân, 118
266] Bk. Ebû Dâvud, Büyû’, 78; krş. 10/Yûnus, 62
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 72 -
Dostların, birbirlerini Allah için sevmeleri gerekir. Böyle insanların
birbirleriyle olan sevgileri geçici bir menfaate dayanmaz. 267
Allah’ın velîsi/dostu olmanın da birtakım özellikleri belirtilir.
Allah dostu (velî ve evliyâ) olmanın birtakım özellikleri ve şartları
da vardır. Onları şöyle sayabiliriz:
a- Müslüman olmak,
b- Allah’a ve Peygamberine İslâm’ın istediği şekilde inanmak,
c- Namaz kılmak,
d- Zekât vermek,
e- Yaptıklarının hesabını verecek şekilde ihsan sahibi olmak. 268
Bu maddelerde özetlenen müslümanın vasfı dostluktur. Ondan
dosta yaraşacak hareketler beklenir. Müslümanın görevi, insanlara
Allah ve Rasûlünün yaklaştığı şekilde ve ölçüde yaklaşmaktır.
İslâm’ın tüm insanlara da tanıtılması gerekmektedir. Bir
müslüman, Allah’a vereceği hesabı ikinci plana alarak, maddî
çıkarlara öncelik verirse, Allah’ın istediği dostluğu ve kardeşliği
oluşturması mümkün değildir. Âyetlerin ortaya koyduğu dostluğu
ve kardeşliği sağlayacak insanlarda iman olmadan, sâlih amel ve
ihsan; amel olmadan da diğerlerinin istenen şekilde olması düşünülemez.
İnsanlar arasında istenilen dostluğun oluşması için,
Allah’ın aradığı takvâ özelliklerinin bulunması gerekir. Bu özelliklere
sahip olanların ellerinden ve dillerinden, yaratılanlara ancak
fayda gelir. İslâm’ın istediği budur.
Dost Olmak; Allah’a, Rasûlüne ve Mü’minlere
Allah ve Rasûlüne Dost Olmak: Allah ve Rasûlü, iman edenlerin
dostudur. Haliyle, iman edenler de, Allah’ı ve Paygamberini
kendilerine her şeyden ve herkesten önce dost edinmiş kimselerdir.
Dostun dosttan râzı olması, onu sevmesi, sevdiğini incitmemesi
gerekmektedir. İman eden insan, hakiki değer ve yüceliğin Allah
ve Paygamberinin dostluğunda olduğunu bilir. Onun çalışması
bu doğrultuda olur. Allah’ın rızâsı ve dostluğu verilen söze bağlılıkla
ve Hz. Peygamber’e tâbi olmakla oluşur. Böyle bir müslüman,
Peygamber’in şu sözüne tâbi olur: “Bana uyanlarla birlikte ben, özümü
Allah’a teslim ettim.”269 Bunun aksini düşünmek, günahkâr olmak
demektir. Rasûlüne tâbi olmak, Allah’ın sevmediği şeylerden
267] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, s. 65-66
268] 5/Mâide, 55-56; 2/Bakara, 112
269] 3/Âl-i İmrân, 20
DOSTLUK
- 73 -
uzaklaşıp, râzı olduğu şeylere yaklaşmakla olmaktadır. Nitekim
Hz. Allah, yahûdilerin kendilerini Allah’ın sevgilisi ve oğulları görmelerinden,
müşriklerin putları bir vâsıta kabul etmelerinden ve
hıristiyanların Hz. İsa’yı peygamberlikten ilâhlığa yükseltmelerinden
hoşlanmaz. Yüce Allah, sevdiği insanların böyle tehlikelerden
kurtulmaları için son peygamberinin emirlerini dinlemelerini ve
ona uymalarını ister: “(Rasûlüm!) De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız
bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.’ Allah
son derece bağışlayıcı ve merhamet edicidir. De ki: Allah’a ve
Rasûlüne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri
sevmez.”270 Bu âyet, aynı zamanda dostluğun ve sevginin kuru bir
iddiâdan ibâret olmadığını, mutlaka bir bedel istediğini gösterir;
dostsanız, seviyorsanız, dostunuzu râzı etmeye çalışacaksınız.
Hz. Peygamber’in Allah’ın râzı olmayacağı bir şeyi yapması,
O’nun dostluğunun dışına çıkması mümkün değildir. İman
edenlerin de, peygamberlerine tâbi olarak hem Yüce Yaratıcı’nın,
hem de nebîsinin dostluğunu kazanmaları gerekmektedir.
Bu da, Peygamber’e tâbi olmakla mümkündür. Bu inanış, Hz.
Muhammed’in de (s.a.s.) insan olduğunu bilerek, bu çerçeve içinde
O’na uymadır. Yoksa onu kulluktan soyutlayacak bir kabul
değildir. Zira o, her şeyiyle bir insandır.271 Diğer insanlardan farkı,
ona vahiy gelmiş olmasıdır. 272
Dost, dostunun devamlı iyiliğini isteyendir. Bu açıdan bakıldığında,
yaratılanlara dostluğu, yardımı ve rahmeti sonsuz ve sınırsız
olan sadece Allah’tır. İkinci derecede velî/dost, Hz. Peygamber
ve mü’minlerdir. Allah Teâlâ, dostluğun temsilcisi olarak fıtrat
dini üzerinde olanları göstermektedir. Velî kavramını imanları istikametinde
değerlendirenler, Allah’ı ve Peygamberini, ana baba
ve kendi evlatlarından daha çok sevmektedirler. Bu tip insanlar,
Kur’an’ın emirleri doğrultusunda, Allah’ı râzı etmeye çalışırlar. 273
Süreklilik ve geçerlilik açısından hakiki dost; Allah, Peygamber
ve mü’minlerdir. Tevhid ekseni etrafında dönen velâyet/dostluk,
hakiki dostluğun odak noktasıdır.
Müslümanların Birbirleriyle Dostlukları: Allah, Kur’an’da
mü’minlerin kimlerle gerçek anlamda dost olabileceğini “velî”
kavramıyla açıklar. Müslümanların birbirleriyle olan ilişki ve dostluklarına
İslâm çok önem verir. Çünkü karşılıklı iyi ilişkiler, İslâm’ın
270] 3/Âl-i İmrân, 31-32
271] 18/Kehf, 110
272] 2/Bakara, 286; Remzi Kaya, a.g.e., s. 190-191
273] 58/Mücâdele, 21-22
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 74 -
güzel hasletlerini yaşamak için olmakta; üstünlük, Allah’ın emirlerini
yerine getirmede aranmaktadır. Bu duygu ve düşünce içinde
olan insanların hedefi, İslâm’ı yaşayıp tebliğ etmek ve insanlar
arasında barışı, sulh ve salâhı, müslümanlar arasında da kardeşliği
oluşturmaktan geçmektedir. Kardeşlik duyguları gelişmeden
Allah’ın istediği dostluk meydana gelmez. Bu yüzden Kur’an,
mü’minlerin karşılıklı iyi ilişkilerine çok önem vermektedir. Din
kardeşliği, kan kardeşliğinin önüne geçmektedir. İslâm, bir taraftan
ana baba ve akrabaların önemini belirtirken,274 diğer taraftan
küfrü imana tercih eden babayı, kardeşleri velî/dost edinmeyi
yasaklar.275 Dostluk ve kardeşliğin ancak tevhid inancı çevresinde
olacağını vurgulamış olur.
Kur’an, mü’minlerin birbirleriyle dostluklarını emretmektedir.
“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve
Allah’tan korkun ki rahmete eresiniz.”276; “Mümin erkekler ve mü’min
kadınlar, birbirlerinin velîsidirler. İyiliği (ma’rûfu) emrederler, kötülükten
(münkerden) alıkorlar, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Rasûlüne
itaat ederler. İşte Allah onlara rahmet edecektir. Allah daima
Aziz’dir (üstündür), Hakim’dir (hüküm ve hikmet sahibidir).”277;
“Ey mü’minler! Bir topluluk diğer topluluğu alaya almasın; belki de onlar,
kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki
onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın., birbirinizi
kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir!
Kim de tevbe etmezse işte onlar zâlimlerdir.”278; “Kim Allah’ı, Rasûlünü
ve iman edenleri velî/dost edinirse (bilsin ki) üstün gelecek olanlar
şüphesiz Allah’ın tarafını tutanlardır.”279; “Hep birlikte Allah’ın ipine
(Kur’an’a, İslâm’a) sarılın, parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın;
hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti
ve O’nun nimeti sâyesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz bir ateş
çukurunun tam kenarında iken, oradan da sizi O kurtarmıştı...” 280
Kardeş, nesep ve din bakımından olmak üzere ikiye ayrılır. Din
kardeşliğinin hedefi, insanların mutluluğunu temindir. İslâm’ın istediği
dostluk ve kardeşlik ise, Allah korkusu ve sevgisi etrafında
odaklaşır. Bu tür kardeşliği İslâm’ın dışında başka bir dinde bulmak
mümkün olmaz. Diğer taraftan Hucurât sûresinde yer alan
âyetin ihtivâ ettiği kardeşlik, belirli bir bölgeyle sınırlandırılmaz.
274] 17/İsrâ, 23-24
275] 9/Tevbe, 23-24
276] 49/Hucurât, 10
277] 9/Tevbe, 71
278] 49/Hucurât, 11
279] 5/Mâide, 56
280] 3/Âl-i İmrân, 103
DOSTLUK
- 75 -
Dünyanın neresinde Allah ve Rasûlüne inanan bir müslüman varsa,
doğu-batı, kuzey-güney ayrımı gözetilmeden hepsi birbirinin kardeşi
ve dostudur. Zira bu kardeşlik, bütün müslümanların birleştiği
Allah’a ve Hz. Peygamber’e verilen bir ahittir. Bu kardeşliğin
maddî ve mânevî açıdan kuvvetli olabilmesi için, dostluğa mâni
alay, gıybet, kötü lakap, zan, ayıplama, gurur, kibir ve kardeşini
küçük görme gibi hallerden uzaklaşılması teşvik edilmektedir. 281
Hz. Peygamber döneminde kurulan İslâm kardeşliği öyle bir
noktaya gelmiştir ki, kendi evinde zarûret içinde kıvranan bir müslümanın,
diğer müslüman kardeşini kendine tercih etmesini sağlamıştır.
“Kendileri ihtiyaç/zarûret içinde bulunsalar bile onları (misâfir ve
muhâcirleri) kendi nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden
korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.”282 âyeti, müslümanın her
konuda din kardeşini kendisine tercih eder duruma getirdiğinin
delilini teşkil etmektedir. Bu durumdan Yüce Yaratıcı memnun
olmaktadır.283 Diğer taraftan İslâm’ın oluşturduğu kardeşlik ve
dostluk, yüz yirmi yıl birbirini öldüren iki düşman kabilenin kalplerini
yumuşatmış,284 vahşîlik, yerini sevgi, merhamet ve affetmeye
bırakmıştır.
Nesep bakımından olan kardeşlik, İslâm kardeşliğiyle pekiştirilirse,
akrabalar arasındaki dostluk ve sevgi daha da iyi olmaktadır.
Din kardeşliği olmadan meydana gelen yakınlık, tamamen
maddî çıkarlar üzerine kurulmaktadır. Böyle kardeşlerin mal mülk
için birbirlerine ne kadar hasım oldukları bilinmektedir. Kur’an’ın
haber verdiği Evs ve Hazrec kabilelerinin aynı ırka mensup kabileler
olduğu bilinir. Bunların aralarına giren düşmanlık yaklaşık 120
sene devam eder. Neticede İslâm’ı kabul etmeleri sâyesinde ırk ve
din bakımından kardeş olurlar. Konuyla ilgili insanların dikkatini
çeken Yüce Allah: “Sen yeryüzünde olan her şeyi toptan harcasan,
yine de onların kalplerini birleştiremezdin. Fakat Allah onların aralarını
bulup kaynaştırdı.”285 buyurarak İslâm’ın nasıl bir rol oynadığını haber
vermektedir. Buna göre, insanlar arasında dostluğu kurmak,
yüzünü Hakk’a ve onun peygamberine çevirmekle mümkündür.
Nerede dünya sevgisi birinci sırayı almışsa, orada maddî çıkarlar,
kin ve düşmanlık da ilk sırayı almıştır. Kur’an’ın önemle üzerinde
durduğu İslâm kardeşliğinin ve dünya barışının oluşması, İslâm’ın
istediği dostluk ve kardeşliğin ilk sırayı almasıyla mümkün görülür.
281] 49/Hucurât, 11-12
282] 59/Haşr, 9
283] Bk. S. Buhârî, Tecrîd-i Sarîh Terc. 10/15-17, hadis no 1327
284] 3/Âl-i İmrân, 103
285] 8/Enfâl, 63
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 76 -
Konuyla ilgili Hz. Peygamber’in insanlara birtakım uyarıları bulunmaktadır.
Bunlardan ilki Kur’an’ın; doğru ve yanlışı, dost ve
düşmanı tanımada mihenk taşı olmasıdır. 286
Kur’ân-ı Kerim’de Velî ve Velâyet
(Dost ve Dostluk) Kavramı
“Velî” kelimesi, türevleriyle birlikte Kur’an’da toplam 232 yerde
geçmektedir. “Velî” kelimesi, Kur’an’da 24 âyette geçer. Velî’nin
çoğulu olan “evliyâ” kelimesi ise 62 yerde kullanılır. “Velâyet” kelimesi
de iki âyette zikredilir. “Velî” kavramı, Kur’ân-ı Kerim’de şu
mânâlara gelir: Dost,287 yardımcı ve taraftar,288 hâkim/vâli/yönetici/
sırdaş anlamında.289 Kur’an, bu son anlamda kullanılan velî ve
evliyâ kavramlarını kullanırken; bazı âyetlerde yine hâkim/vâli/yönetici/
sırdaş anlamına gelen “bitâne” ve “meveddet” gibi değişik
kavramları da kullanır. 290
Kur’ân-ı Kerim’de “velî” kelimesinin anlamlarını iki maddede
toplayabiliriz. a) Yandaş, taraftar, dost, b) Başkası adına onun
işlerini yöneten yetkili. “Velâyet” ve onun türevleri olan “velî”
ve “mevlâ” kavramlarının Kur’an’da kullanıldığı bütün yerlerde,
dostluk, sırdaş, yardımcı, taraftar, hâkim, vâli, yönetici, koruyucu,
sahip ve gözeten, yol gösterici, aydınlatıcı, mürşid, şefaat eden,
koruyucu ve yücelten gibi sıfatlarla birlikte kullanılarak velâyetin
mutlaka ilişkili olacağı kavramlara dikkat çekilmiş olduğunu görürüz.
“Bilmez misin, göklerin ve yerin mülkiyet ve hükümranlığı yalnızca Allah’ındır.
Sizin için Allah’tan başka bir velî/dost ve bir yardımcı yoktur.” 291
“Sen onların milletine/dinine uyuncaya kadar yahûdiler de hıristiyanlar
da senden asla râzı olmazlar. De ki: ‘Doğru yol, ancak Allah’ın
yoludur.’ Sana gelen ilimden sonra eğer onların hevâlarına/arzularına
uyacak olursan, andolsun ki, Allah’tan sana ne bir velî/dost, ne de bir
yardımcı vardır.” 292
“Allah iman edenlerin velîsi (dostu ve yardımcısı)dır. Onları küfrün
karanlıklarından (kurtarıp iman) nûr(un)a çıkarır. Küfredenlerin dostları
ise tâğuttur. O da onları (insanî fıtratları olan İslâm’ın) nûrundan (ayırıp)
286] R. Kaya, a.g.e., s. 194-196
287] 2/Bakara, 257; 3/Âl-i İmrân, 68; 4/Nisâ, 45, 76, 119, 5/Mâide, 55 vd
288] 2/Bakara, 107; 3/Âl-i İmrân, 122; 4/Nisâ, 139; 5/Mâide, 51; 9/Tevbe, 71 vd
289] 2/Bakara, 282; 3/Âl-i İmrân, 28; 9/Tevbe, 23; 18/Kehf, 26; 60/Mümtehıne, 1
vd
290] 58/Mücâdele, 22; 3/Âl-i İmrân, 118
291] 2/Bakara, 107
292] 2/Bakara, 120
DOSTLUK
- 77 -
karanlıklara çıkarır. İşte onlar ateş ashâbıdır (cehennemliktir). Onlar orada
(bir daha çıkmamak üzere) ebedî kalıcıdırlar.” 293
“Mü’minler mü’minleri bırakıp da kâfirleri velî/dost edinmesinler. Kim
bunu yaparsa Allah’tan ilişiği kesilmiş olur (artık O’ndan hiçbir şey beklemesin).
Ancak onlardan (gelebilecek bir zarardan) korunmanız (takıyye)
başkadır. Allah sizi kendisinin emirlerine karşı gelmekten sakındırıyor (Sakın
hükümlerine aykırı davranıp düşmanlarını velî edinerek O’nun gazabına
uğramayın). Dönüş, yalnızca O’nadır. De ki: ‘İçinizdekileri gizleseniz de,
açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah
her şeye gücü yetendir.” 294
“... Allah, mü’minlerin velîsi/dostudur.” 295
“Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a, Kur’an’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın.
Allah’ın size olan nimetlerini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman
kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmiş ve O’nun nimeti sâyesinde
kardeş olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan
da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru
yolu bulasınız.” 296
“Ey iman edenler! Sizden olmayanı dost, sırdaş edinmeyin. Onlar sizi
şaşırtmaktan, size fenâlık etmekten geri kalmazlar. Sıkıntıya düşmenizi
isterler. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır; sînelerinin gizlediği (içlerinde
sakladıkları düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Size âyetlerimizi açıkladık,
eğer düşünürseniz.” 297
“Mevlânız (Dost ve sahibiniz) Allah’tır. O, yardımcıların en hayırlısıdır.” 298
“Allah, düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek bir velî/dost olarak
Allah yeter, yardımcı olarak da Allah kâfidir.” 299
“İman edenler Allah yolunda savaşırlar. Kâfir olanlar da tâğut yolunda
savaşırlar. (Ey mü’minler!) siz şeytanın evliyâsı (velîleri, dost ve yandaşları,
ordusu olan kâfirler) ile savaşın. Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.” 300
“Kim Allah’ı bırakır da şeytanı velî/dost edinirse, elbette apaçık bir
ziyana düşmüş olur.” 301
“Münâfıklara, kendileri için acı bir azap olduğunu müjdele!
293] 2/Bakara, 257
294] 3/Âl-i İmrân, 28-29
295] 3/Âl-i İmrân, 68
296] 3/Âl-i İmrân, 103
297] 3/Âl-i İmrân, 118
298] 3/Âl-i Imrân, 150
299] 4/Nisâ, 45
300] 4/Nisâ, 76
301] 4/Nisâ, 119
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 78 -
Mü’minleri bırakıp da kâfirleri velî/dost, taraftar edinenler, onların yanında
izzet (güç, onur ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet,
yalnızca Allah’a aittir.” 302
“Ey iman edenler! Mü’minleri bırakıp kâfirleri velîler edinmeyin. Kendi
aleyhinize Allah’tan apaçık olan kesin bir delil vermek mi istersiniz?” 303
“...İyilik ve takvâ (Allah’ın yasaklarından sakınma) üzerinde yardımlaşın;
günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’tan korkun; çünkü
Allah’ın cezası çetindir.” 304
“Ey iman edenler! Yahûdileri ve hıristiyanları velî/taraftar, dost edinmeyin,
onlar birbirlerinin velîleridir/taraftarıdır. Sizden kim onları veli edinirse
o da onlardandır…” 305
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği
ve kendisini seven, mü’minlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere
karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad
ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiç kimsenin kınamasına
aldırmazlar). Bu, Allah’ın dilediğine verdiği lütfudur. Allah’ın lütfu
ve ilmi geniştir.” 306
“Sizin veliniz, ancak Allah, (O’nun) Rasûlü, rukû’ ediciler olarak namaz
kılan ve zekâtı veren mü’minlerdir.” 307
“Kim Allah’ı, Rasûlünü ve iman edenleri velî/dost edinirse (bilsin ki)
üstün gelecek olanlar şüphesiz Allah’ın tarafını tutanlardır.” 308
“Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi
alay ve oyun (konusu) edinenleri ve kâfirleri velî olarak tutmayın. Ve eğer
inanıyorsanız, Allah’tan ittika edin (korkup sakının).” 309
“Onlardan (Ehl-i Kitaptan) çoğunun, inkâr eden kâfirlerle dostluk ettiklerini
görürsün. Nefislerinin onlar için (âhiret hayatları için) önceden
hazırladığı şey ne kötüdür. Durum şu ki, Allah onlara gazab etmiştir ve
onlar azap içinde devamlı kalıcıdırlar. Eğer onlar Allah’a, Peygamber’e ve
Ona indirilene iman etmiş olsalardı, onları (müşrik, kâfir, hıristiyan, yahûdi
ve münâfıkları) dost edinmezlerdi; fakat onların çoğu fâsıktır/yoldan çıkmışlardır.
” 310
302] 4/Nisâ, 138-139
303] 4/Nisâ, 144
304] 5/Mâide, 2
305] 5/Maide, 51
306] 5/Mâide, 54
307] 5 Mâide, 55
308] 5/Mâide, 56
309] 5/Mâide, 57
310] 5/Mâide, 80-81
DOSTLUK
- 79 -
“De ki: ‘Gökleri ve yeri yoktan var eden, yedirdiği halde yedirilmeyen
Allah’tan başkasını mı velî/dost edineyim? De ki: ‘Bana müslüman olanların
ilki olmam emrolundu.’ Ve ‘sakın Allah’a şirk/ortak koşanlardan olma!’
(denildi.)” 311
“... Gerçekten şeytanlar velîlerine/dostlarına sizinle mücâdele etmeleri
için telkinde bulunurlar. Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de Allah’a şirk
koşan müşrik olursunuz.” 312
“Şüphesiz Biz şeytanları, iman etmeyenlerin velîleri/dostları kıldık.” 313
“Sensin bizim Velîmiz! Bizi bağışla ve bize acı; Sen bağışlayanların en
iyisisin.” 314
“Şüphesiz ki benim velîm/koruyucum, Kitabı indiren Allah’tır. Ve O,
bütün sâlihlere/iyilere de velîlik/koruyucu ve kollayıcılık eder.” 315
“Kâfirler, inkâr edenler birbirlerinin dostlarıdır. Eğer siz aranızda dost
olmazsanız yeryüzünde büyük fesat/kargaşa, büyük bozgun ve fitne çıkar.”
316
“Ey iman edenler! Eğer iman yerine küfrü beğenip tercih etmişlerse
babalarınızı ve kardeşlerinizi bile velî/dost kabul etmeyin. Sizden kim onları
dost edinirse, işte onlar zâlimlerin kendileridir.” 317
“De ki: ‘Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım
akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret,
hoşlandığınız meskenler (evler, konaklar, köşkler) size Allah’tan,
Rasûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah
emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.”
318
“Mümin erkekler ve mü’min kadınlar, birbirlerinin velîsidirler. İyiliği
(ma’rûfu) emrederler, kötülükten (münkerden) alıkorlar, namazı kılarlar,
zekâtı verirler, Allah’a ve Rasûlüne itaat ederler. İşte Allah onlara rahmet
edecektir. Allah daima Aziz’dir (üstündür), Hakim’dir (hüküm ve hikmet
sahibidir).” 319
“İyi bilin ki, Allah’ın velîlerine/dostlarına (evliyâullah), korku yoktur,
onlar mahzun da olacak değillerdir. Onlar, iman edenler ve takvâ
311] 6/En’âm, 14
312] 6/Enâm, 121
313] 7/A’râf, 27
314] 7/A’râf, 155
315] 7/A’râf, 196
316] 8/Enfâl, 73
317] 9/Tevbe, 23
318] 9/Tevbe, 24
319] 9/Tevbe, 71
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 80 -
sahibi olanlar (Allah’tan korkup sakınanlar)dır. Müjde, dünya hayatında
ve âhirette onlarındır. Allah’ın sözleri için değişiklik yoktur. Işte büyük
kurtuluş budur.” 320
“Sakın zulmedenlere en ufak bir meyil duymayın, aksi halde size ateş
dokunur. Sizin Allah’tan başka velîleriniz yoktur. Sonra (Allah tarafından
da) size yardım edilmez.” 321
“Dünyada ve âhirette benim Velî’m (yardımcım ve işimi deruhde eden)
Sen’sin. Beni müslüman olarak öldür ve sâlihler arasına kat.” 322
“... Onlar için O’ndan başka bir Vâlî (yardımcı, dost veya hükmü geniş
olan) yoktur.” 323
“... Eğer sana gelen bu ilimden sonra, onların hevâlarına/arzularına
uyarsan, işte o zaman Allah tarafından senin ne bir velîn/dostun, ne de
bir koruyucun vardır!” 324
“Onlar seni, sana vahyettiğimizden çevirip başka şeyi uydurmayı ve
Bize atfetmeyi istediler ki, o zaman seni öz dost edineceklerdi. Biz seni
sağlamlaştırmamış olsaydık, sen belki onlara biraz meyledecektin.” 325
“... Onların (Göklerde ve yerde olanların), O’ndan başka bir velîsi/yöneticisi
yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez.” 326
“... Siz Beni bırakıp da şeytanı ve soyunu evliyâ/dostlar mı ediniyorsunuz?
Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır.” 327
“Kâfirler Beni bırakıp da kullarımı evliyâ/dostlar edineceklerini mi sandılar?
Biz cehennemi kâfirlere bir konak olarak hazırladık.” 328
“...Allah’a sarılın, bilin ki Allah sizin mevlânızdır (sahibinizdir). O ne
güzel mevlâ (sahip) ve ne güzel yardımcıdır!” 329
“İşte o gün, gerçek hükümranlık, çok merhametli olan Allah’ındır.
Kâfirler için ise, o pek çetin bir gündür. O gün, zâlim kimse ellerini ısırıp
şöyle der: ‘Keşke o peygamberle birlikte bir yol tutsaydım! Yazıklar olsun
bana! Keşke falancayı dost edinmeseydim! Çünkü zikir (Kur’an) bana
gelmişken o, hakikaten beni ondan saptırdı. Şeytan, insanı (uçuruma
320] 10/Yûnus, 62-64
321] 11/Hûd, 113
322] 12/Yusuf, 101
323] 13/Ra’d, 11
324] 13/Ra’d, 37
325] 17/İsrâ, 73-74
326] 18/Kehf, 26
327] 18/Kehf, 50
328] 18/Kehf, 102
329] 22/Hacc, 78; 66/Tahrim, 2
DOSTLUK
- 81 -
sürükleyip sonra) yapayalnız ve yardımcısız bırakmakta.” 330
“Seni tenzih ederiz (noksanlıklardan uzak tutarız), Sen bizim
Velîmizsin” 331
“Biz, dünya hayatında da, âhirette de sizin dostlarınızız.” 332
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir tavırla önle. O
zaman (görürsün ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki
yakın bir dost oluverir. Bu (haslete) ancak sabredenler kavuşturulur. Buna
ancak (hayırdan) büyük pay sahibi olan kimse kavuşturulur.” 333
“... Zâlimlerin hiçbir dostu ve yardımcısı yoktur. Yoksa onlar Allah’tan
başka velîler/dostlar mı edindiler? Hâlbuki velî/dost ancak Allah’tır.” 334
“Allah’a saygı duyup kötülükten sakınanlar (müttakîler) müstesnâ olmak
üzere, (dünyada iken kötülükte) dost olanlar, o gün birbirlerine düşman
kesilirler.” 335
“...Zâlimler için hiç bir velî/dost ve yardımcı yoktur.” 336
“...Onlar, Allah’a karşı sana hiçbir fayda veremezler. Doğrusu zâlimler
birbirlerinin dostlarıdır. Allah da takvâ sahiplerinin dostudur.” 337
“Allah, iman edenlerin mevlâsı/yardımcısıdır. Kâfirlere gelince, onların
mevlâsı (yardımcısı) yoktur.” 338
“Muhammed Allah’ın Rasûlü/elçisidir. Beraberinde bulunanlar da
kâfirlere karşı çetin (şiddetli), kendi aralarında ise merhametlidirler...” 339
“Mü’minler ancak kardeştir” 340
“Allah’a ve âhiret gününe iman eden bir toplumun -babaları, oğulları,
kardeşleri yahut akrabaları da olsa- Allah’a ve Rasûlüne düşman olanlarla
dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların kalbine Allah, imanı yazmış ve
katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan
cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan râzı olmuş,
onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar, hizbullahtır, Allah’ın
tarafında olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de sadece Allah’ın
330] 25/Furkan, 26-29
331] 34/Sebe’, 41
332] 41/Fussılet, 31
333] 41/Fussılet, 34-35
334] 42/Şûrâ, 8-9
335] 43/Zuhruf, 67
336] 42/Şûrâ, 8
337] 45/Câsiye, 19
338] 47/Muhammed, 11
339] 48/Fetih, 29
340] 49/Hucurât, 10
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 82 -
tarafında olanlardır.” 341
“Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları
dost edinmeyin. Onlar size gelen hakkı/gerçeği inkâr etmişken, onlara
sevgi gösteriyorsunuz. Hâlbuki onlar Rabbiniz olan Allah’a inandığınızdan
dolayı, Peygamber’i ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer siz Benim yolumda
savaşmak ve rızâmı kazanmak için çıkmışsanız, onlara nasıl sevgi
gösterirsiniz? Oysa Ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim.
Sizden kim bunu yaparsa, doğru yoldan sapmış olur. Şayet onlar sizi
ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle
uzatacaklardır. Zaten inkâr edip kâfir olmanızı istemektedirler.” 342
“Olur ki Allah sizinle düşmanlarınız arasında yakında bir dostluk meydana
getirir. Allah, gücü (her şeye) yetendir, çok bağışlayan, çok merhamet
edendir.” 343
Kur’ân-ı Kerim’de Arapların İslâm’dan önceki dönemde birbirinin
düşmanı oldukları hatırlatılarak Allah’ın onların gönüllerini
uzlaştırdığı ve böylece İslâm dini sâyesinde dost ve kardeş oldukları
bildirilmiştir.344 Kur’an’da sosyal barış ve uzlaşma, “Mü’minler
ancak kardeştir,”345; “Mü’min erkekler ve mü’min hanımlar birbirinin
velîleri/dostlarıdır.”346 gibi ifadelerle hükümlere bağlandığı için müslümanlar
arasında düşmanlığın zuhur etmesine yol açacak tutum
ve davranışların önlenmesi, kardeşlik ve dostluğun pekişmesi için
tedbirler getirilmiştir. Nitekim çeşitli maddî ve mânevî hakların
korunmasına yönelik ahlâkî, hukukî ve siyasî tedbirlerin öngörülmesi
yanında; toplumda düşmanlık duygularının kabarmasına yol
açacak kötülükler de yasaklanmıştır.
İslâm, kelime olarak, “barış” anlamına gelen “silm”, “selâm”
ve “selâmet”le aynı kökü paylaşır. Dolayısıyla “İslâm”ın kelime
olarak anlamlarından biri de “barış”tır. Tüm insanlar, fitneyi terk
edip Allah’ın dini olan İslâm’a teslim olsalar, her taraf selâmete
kavuşup tümüyle barış ve kardeşlik hüküm sürer.
“Şüphesiz Biz şeytanları, iman etmeyenlerin dostları kıldık.”347;
“Allah, düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak Allah
yeter, bir yardımcı olarak da Allah kâfidir.” 348
341] 58/Mücâdele, 22
342] 60/Mümtehine, 1-2
343] 60/Mümtehine, 7
344] 3/Âl-i İmrân, 103
345] 49/Hucurât, 10
346] 9/Tevbe, 71
347] 7/A’râf, 27
348] 2/Bakara, 45
DOSTLUK
- 83 -
Peygamber ve Onun Yolunu İzleyenler Dışındakileri Dost
Kabul Edenler, Âhirette Büyük Pişmanlık Duyacaklar: “İşte o gün,
gerçek hükümranlık, çok merhametli olan Allah’ındır. Kâfirler için ise, o
pek çetin bir gündür. O gün, zâlim kimse ellerini ısırıp şöyle der: ‘Keşke
o peygamberle birlikte bir yol tutsaydım! Yazıklar olsun bana! Keşke falancayı
dost edinmeseydim! Çünkü zikir (Kur’an) bana gelmişken o, hakikaten
beni ondan saptırdı. Şeytan, insanı (uçuruma sürükleyip sonra)
yapayalnız ve yardımcısız bırakmakta.” 349
O Gün Dostlar, Düşman Kesilecek: “Allah’a saygı duyup kötülükten
sakınanlar (müttakîler) müstesnâ olmak üzere, (dünyada iken kötülükte)
dost olanlar, o gün birbirlerine düşman kesilirler.” 350
Başta Yahûdiler Olmak Üzere Ehl-i Kitab’ın Çoğu, Kâfirlerle/
İnkârcı Ateistlerle Dostluk Ederler: “De ki: ‘Ey Kitab ehli! Dininizde
haksız yere haddi aşmayın. Daha önceden sapan, birçoklarını saptıran
ve yolun doğrusundan uzaklaşan bir topluma uymayın. İsrâiloğullarından
kâfir olanlar, Dâvud ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lânetlenmişlerdir. Bunun
sebebi, söz dinlememeleri ve sınırı aşmaları, taşkınlık yapmalarıdır.
Onlar, işledikleri kötülükten, birbirini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Andolsun
yaptıkları ne kötüdür! Onlardan çoğunun, inkâr edenlerle dostluk
ettiklerini görürsün. Nefislerinin onlar için (âhiret hayatları için) önceden
hazırladığı şey ne kötüdür. Durum şu ki, Allah onlara gazab etmiştir ve
onlar azap içinde devamlı kalıcıdırlar. Eğer onlar Allah’a, Peygamber’e ve
Ona indirilene iman etmiş olsalardı, onları dost edinmezlerdi; fakat onların
çoğu fâsıktır/yoldan çıkmışlardır.” 351
Tâğutları Velî/Dost Edinmek: “Allah iman edenlerin velîsi (dostu
ve yardımcısı)dır. Onları küfrün karanlıklarından (kurtarıp iman) nûr(un)
a çıkarır. Küfredenlerin dostları ise tâğuttur. O da onları (insanî fıtratları
olan İslâm’ın) nûrundan (ayırıp) karanlıklara çıkarır. İşte onlar ateş
ashâbıdır (cehennemliktir). Onlar orada (bir daha çıkmamak üzere) ebedî
kalıcıdırlar.”352 Zulumât, yani karanlıklar, gözlerin eşyayı idrâk ve
onun varlığını tespite engel olduğu için küfre örnek olarak zikredilmiştir.
Zira aynı şekilde küfür de kalp gözlerinin imanın hakikatini
ve kendi akıl ve ruh sağlığını idrâke engel teşkil etmektedir.
Bu sebeple Allah, kullarına kendisinin mü’minlerin velîsi olduğunu,
onlara imanın hakikatini, yollarını ve kaynaklarını, delillerini
gösterdiğini, onları hidâyete erdirdiğini, küfrü gerektiren
şeyleri giderip kalp gözlerinden karanlık perdelerini kaldırarak
349] 25/Furkan, 26-29
350] 43/Zuhruf, 67
351] 5/Mâide, 77-81
352] 2/Bakara, 257
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 84 -
kendilerini şüpheleri giderecek delillere muvaffak kıldığını haber
verir. Sonra, vahdâniyetini inkâr eden küfür ehlinden de haber vererek;
onların velîlerinin, yardımcı ve savunucularının, Allah’ı bırakarak
tapındıkları putlar ve kendisine şirk koştukları kimselerden
ibaret tâğutlar olduğunu ve bu tâğutların onları iman nurundan
çıkararak basîretlerini kör edip iman ışığının hakikatlerini, delil
ve yollarını görmelerine engel olan küfrün şüphe karanlıklarına
iteceklerini ifade ederek tâğutların velî edinilmemesini tâlim buyurmaktadır.
Tâğutlar, itikatlarına uygun olarak insanları sırât-ı müstakîmden
çıkarır, karanlıklara çekerler. Çünkü onlar aydınlıkta iş yapmak istemezler.
Her tuttuklarını, aksine ve tersine sürüklerler. Devamlı
karanlığa, gidilmedik çıkmaz sokaklara giderler. Akıl, mantık ve
ilmi sevmezler; düşünceyi suç sayarlar, tefekküre giden yolları
tıkarlar, fikirleri ve irâdeleri ifsâd eder, ahlâkları bozar, ardına
taktıkları kimseleri, içinden çıkılmaz belâlara sürüklerler. Allah’a
iman etmeyen kâfirler, tâğutlara küfür bile etseler, yani hiçbir
kulpa yapışmayıp kendi kendilerine kalmak isteseler bile yeni
tâğutların tasallutundan kurtulamayacak, her durumda tâğutlara
takılmaya mecbur olacaklardır. Çünkü insanın toplumsuz, emirsiz,
yasaksız yaşaması mümkün olmadığından Allah’ın teklifini,
Allah’ın emirlerini dinlemeyenler, kesinlikle tâğutların emirlerine
mahkûm olacaklardır. İşte bu sebeple Allah Teâlâ, mü’minlerden,
kendisini inkâr eden ve imanın hakikatini idrâke engel olan, dost
edinmek sûretiyle peşinden gidenleri küfrün karanlıklarına çekecek
olan tâğutu velî edinmemelerini istemektedir. Çünkü tâğutun
velîlerinin kâfirler olduğunun haber verilmesi, mü’minlerin
Allah’ın koyduğu hudûdu aşan, kendilerini veya düzenlerini
Allah’ın nizamına alternatif olarak sunan tâğutları velî/dost kabul
etmesi, aklın ve mantığın da mümkün görmeyeceği bir çelişkidir.
Çünkü “Allah, bir insanın göğüs boşluğunda iki kalp yaratmamıştır.”353
Kişi ya Allah’ı ve Allah’ı sevenleri, Allah tarafından sevilenleri dost
kabul edecek; ya da tâğutları dost kabul ederek Allah’ın dostluğunu,
yani mü’minliği kaybedecektir.
Allah’ın Düşmanlarını ve Mü’minlerin Düşmanlarını Dost
Edinmek: “Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız
olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen hakkı/gerçeği inkâr etmişken,
onlara sevgi gösteriyorsunuz. Hâlbuki onlar Rabbiniz olan Allah’a inandığınızdan
dolayı, Peygamber’i ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer siz Benim
yolumda savaşmak ve rızâmı kazanmak için çıkmışsanız, onlara nasıl
sevgi gösterirsiniz? Oysa Ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da
353] 3/Ahzâb, 4
DOSTLUK
- 85 -
bilirim. Sizden kim bunu yaparsa, doğru yoldan sapmış olur. Şayet onlar
sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle
uzatacaklardır. Zaten inkâr edip kâfir olmanızı istemektedirler.” 354
Zâlimlerle Dostluk: Kur’an, hiç bir şekilde zâlimlerle dostluğa
izin vermez. “...Zâlimler için hiç bir velî/dost ve yardımcı yoktur.”355; “...
Onlar, Allah’a karşı sana hiçbir fayda veremezler. Doğrusu zâlimler birbirlerinin
dostlarıdır. Allah da takvâ sahiplerinin dostudur.”356; “...Zâlimler
hâriç (hiç kimseye) düşmanlık ve saldırı yoktur.” 357
Onursuz Kâfirleri Dost Edinenler, İzzet ve Şerefi Onların Yanında
mı Arıyor? “Münâfıklara, kendileri için acı bir azap olduğunu
müjdele! Mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında
izzet (güç, onur ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet, yalnızca
Allah’a aittir.”358; “Kim izzet ve şeref istiyorsa bilsin ki izzet ve şerefin hepsi
Allah’ındır...”359; “...İzzet, üstünlük ancak Allah’ın, Peygamberinin ve
mü’minlerindir. Fakat münâfıklar bunu bilmezler.” 360
Mü’minlerin Kâfirleri Velî/Dost Edinmesi: İslâm dini, insana,
insan olma hak ve hürriyetini en doğru ve âdil şekilde veren ve
herkese insanca muâmele edilmesini emreden ilâhî bir dindir. Bununla
beraber bu dinin, müslümanları gayr-ı müslimlerin bâtıl
inanç ve sultası altına bırakmayacağı da açıktır. Nitekim Kur’an,
müslümanların, İslâmî nizama halel getirecekleri ve müslümanları
doğru yoldan saptıracakları endişesiyle sırlarına vâkıf olacak şekilde
gayr-ı İslâmî unsurlarla samimiyet kurup dost ve ahbap olmalarını
uygun görmemiştir.
“Allah’a ve âhiret gününe iman eden bir toplumun -babaları, oğulları,
kardeşleri yahut akrabaları da olsa- Allah’a ve Rasûlüne düşman olanlarla
dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların kalbine Allah, imanı
yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir...” 361 “Ey iman
edenler! Eğer iman yerine küfrü beğenip tercih etmişlerse babalarınızı ve
kardeşlerinizi bile velî/dost kabul etmeyin. Sizden kim onları dost edinirse,
işte onlar zâlimlerin kendileridir.”362; “Mü’minler mü’minleri bırakıp da
kâfirleri velî/dost edinmesinler. Kim bunu yaparsa Allah’tan ilişiği kesilmiş
354] 60/Mümtehine, 1-2
355] 42/Şûrâ, 8
356] 45/Câsiye, 19
357] 2/Bakara, 193
358] 4/Nisâ, 138-139
359] 35/Fâtır, 10
360] 63/Münâfıkûn, 8 ve yine bk. 10/Yûnus, 65
361] 58/Mücâdele, 22
362] 9/Tevbe, 23
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 86 -
olur (artık O’ndan hiçbir şey beklemesin)...” 363
Bu ve benzeri âyetler, çok net bir üslûpla, mü’min sayılmak
için her çeşit müşrik ve kâfiri velî edinmekten kaçınmanın şart
olduğunu ifade etmektedir. Allah sevgisiyle Allah düşmanlarının
sevgisini kalbinde birleştirmesi mümkün olmadığından kâfirleri
velî edinmek mü’mine yakışmaz. Allah’ı seven, O’nun düşmanlarına
buğzetmek zorundadır. İmanla küfür arasında hiçbir yakınlık
ve ilişki yoktur. Âyetler, kâfir ve müşriklere karşı muhabbet ve
samimî dostluk gösterilmesine müsâade etmediği gibi, sorumluluğunu
onlara bırakıp onları yönetici kabul etmelerine de izin vermez.
Allah Teâlâ, mü’minleri, Allah’ın âyetlerini inkâr eden veya
onlarla alay eden kâfirlerle birlikte oturmayı yasaklamakta364 ve
onların dünyadaki konforlarına ve servetlerine bakıp imrenmekten
de nehyetmektedir: “Sakın kendilerini denemek için onlardan bir
kesimi faydalandırdığımız dünya hayatının süsüne gözlerini dikme! Rabbinin
(âhiretteki) rızkı hem daha hayırlı, hem de daha süreklidir.” 365
Kâfirleri dost kabul etmemek, onlarla devamlı kavgalı ve
savaş şartları içinde yaşamak değildir. Mü’minler, kâfirlere karşı
güzel davranış, adâlet ve ihsan ile hareket etmekten men edilemezler.
Çünkü kâfirleri velî edinmemek başka; onlara karşı hüsnü
muâmele, adâlet ve ihsan ile hareket etmek daha başka bir şeydir.
Haklara riâyet verilen sözde durmak, ciddiyet, merhamet ve imanın
gereği olan her çeşit güzel huylar müslümanın şiarıdır. Fakat
mü’minin her şeyden önce din ve imanında samimi olması gerekir.
Allah’tan başkasına nefsini teslim etmeyecek olan mü’minin,
kendisini herhangi bir sebepten dolayı kâfirlerin dostluğuna
kaptırması, imanına ve ciddiyetine aykırıdır. Dünyevî hususlarda
kâfirlerle zâhiren güzel davranış ve insanî ilişkilerde bulunmak
haram değildir. Ama onlara meyletme, günahta yardım etme ve
onlara arka çıkma mânâsında kâfirleri velî/dost edinmek, meselâ
akrabalık sebebiyle bu tür yakınlık, küfrü icap ettirmese bile haram
kabul edilmiştir. Çünkü bu anlamda kâfir kimseyi sevmek, bazen
mü’mini onun yolunu güzel görmeye ve dinine râzı olmaya
cezbedebilir. Bu da onu İslâm’dan çıkarır.
“Mü’minler mü’minleri bırakıp da kâfirleri velî/dost edinmesinler...”366
hitâbından maksat, onlarla her türlü dünyevî ilişkileri kesip devamlı
düşmanca davranmak değil; onların hükümranlıklarını ve
yönetim şekillerini desteklemek, müslümanların sırlarını onlara
363] 3/Âl-i İmrân, 28
364] 4/Nisâ, 140
365] 20/Tâhâ, 131
366] 3/Âl-i İmrân, 28
DOSTLUK
- 87 -
ifşâ ve müslümanların aleyhine onlarla ittifak edecek şekilde gönül
dostu olmak ve onların inançlarını benimsemekle olur.
Mü’minlerle kâfirler arasındaki velâyet ilişkisini durum ve
şartlara göre mubah, haram ve küfür olmak üzere üç kategoride
ele almak mümkündür:
1- Mubah sayılan ilişki: Kalben sevgi ve muhabbet beslemeksizin
insan olmaları hasebiyle dünyevî hususlarda zâhiren güzel ilişkilerde
bulunmak ve insan haklarına saygılı davranarak adâletle
muâmele etmek.
2- Haram sayılan velâyet: Dinlerinin bâtıl olduğunu kabul etmekle
birlikte akrabalık veya kişisel muhabbet sebebiyle kâfirlerle
karşılıklı olarak yardımlaşmak, işbirliği yapmak ve onlara meyletmek
şeklinde ortaya çıkan velâyet, yani dostluktur. İşte bu durum,
küfrü gerektirmese de şer’an yasaklanmıştır. Zira bu çerçevede
birbirleriyle ilişkiyi sürdürmek, bazen mü’minlerin onların yolunu
benimsemesine ve dinlerine rızâ göstermesine sebep olabilir. Bu
da neticede kendilerini dinlerinden çıkarabilir.
3- Küfrü gerektiren velâyet: Kâfirlerin dinlerini ve yaşantılarını
benimseyip kalben onlara sevgi ve muhabbet göstermek,
mü’minlerin aleyhine onlara arka çıkmak, mü’minlerin gizli ve
mahrem sırlarını onlara ifşâ edecek şekilde onları velî/dost edinmektir.
Bu, onların küfrünü tasvip etmek ve ona râzı olmak anlamına
gelir. Küfrü tasvip ve küfre rızâ, küfür olduğundan, onlarla
bu çeşit velâyet/dostluk ilişkisi kurmak küfrü gerektirir. “Ey iman
edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin...
Ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim
bunu yaparsa, doğru yoldan sapmış olur.”367; “Sen, zikrimize iltifat etmeyen
ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenlerden yüz çevir.” 368
İman edenler, bütün dünya görüşlerini ve hayatlarını tanzim
edecekleri esasları Kur’an’dan almaları gerektiği gibi; sevgi, muhabbet,
buğz ve nefret ölçülerini de Kur’an’dan almak zorundadırlar.
Allah’ın dini, tevhid dini olduğuna göre mü’minin muhabbet
ve dostluğu, yalnız bu dairenin içerisinde cereyan etmelidir.
Hem Allah’ı, hem de O’nun düşmanlarını sevmek, mantıkî bir çelişkidir.
369
Düşmanlıkta Aşırı Gidilmemesi, Düşman Bir Toplumun Bir
Gün Dost Olabileceği: “Olur ki Allah sizinle düşmanlarınız arasında
367] 60/Mümtehine, 1
368] 53/Necm, 29
369] Mikdat Öccü, Kur’an’da Velî ve Velâyet, s. 95-96
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 88 -
yakında bir dostluk meydana getirir. Allah, gücü (her şeye) yetendir, çok
bağışlayan, çok merhamet edendir.”370 Bu âyette Allah, düşmanlıkta
aşırı gidilmemesini, düşman bir toplumun, bir gün dost olabileceğini
bildirmiştir. Nitekim Peygamber’in ve müslümanların can düşmanı
olan Mekke ve çevresi müşriklerinin çoğu sonradan İslâm’a
girmişler, onların çocukları, Allah yolunda cihad eden mü’minler
olmuşlardır. Böylece âyette belirtilen ilâhî vaad gerçekleşmiştir.
Bizim için de aynı uyarı geçerlidir ve aynı netice mümkündür. O
yüzden müslümanlar, düşmanlarına karşı ölçülü olmaya, aşırı düşmanlıktan
sakınmaya, adâlet ve insafa yöneltilir.
Peygamberimiz (s.a.s.) de bu konuda şöyle buyurur: “Sevdiğini
ölçülü sev; bir gün düşmanın olabilir. Sevmediğine de ölçülü buğz et; bir
gün dostun olabilir.” 371
Kişinin günah ve haksızlık yapmasına sebep olan her şey, düşman
sayılır. Kişi için en tehlikeli düşman ise dost gözüken düşmandır.
Allah’a yaklaştıran her şey mü’minin dostu, Haktan uzaklaştıran
her şey de onun düşmanıdır. Müslüman, eşi ve çocuklarıyla
ayrıca iman kardeşliği oluşturmalı ki, onlarla gönülden samimi
bağ, candan sevgi oluşsun.
Düşmanı Yakın Bir Dost Haline Getirmek İçin Güzel Tavır: “İyilikle
kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir tavırla önle. O zaman
(görürsün ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki yakın bir
dost olur.”372 Bu âyete göre kötülük, en güzel haslet ne ise onunla
önlenmelidir. Bu davranış, her kişinin değil; er kişinin yapabileceği
özelliktir: “Bu (haslete) ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak
(hayırdan) büyük pay sahibi olan kimse kavuşturulur.”373 Bu âyetlere
göre müslümanların hareketleri hasene (iyilik), kâfirlerinki ise seyyie
(kötülük) şeklinde nitelendirilir. Fahreddin Râzî, âyette geçen
“(hayırdan) büyük pay sahibi olan kimse”leri, yüksek ahlâkî erdemlere
sahip kişiler olarak anlar ve bu âyetlerin, insanlara hakkı kabul ettirmeye,
onları düşmanlıktan vazgeçirmeye yönelik dâvet ve irşad
faâliyetlerinde sabır, sevgi ve hoşgörü ile davranmanın önemini
ortaya koyduğunu belirtir.374
“Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a, Kur’an’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın.
Allah’ın size olan nimetlerini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman
kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmiş ve O’nun nimeti sâyesinde
370] 60/Mümtehine, 7
371] Tirmizî, Birr 60
372] 41/Fussılet, 34
373] 41/Fussılet, 35
374] Mefâtihu’l-Gayb, 41/Fussılet, 35 âyetinin tefsiri
DOSTLUK
- 89 -
kardeş olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan
da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru
yolu bulasınız.” 375
“...İyilik ve takvâ (Allah’ın yasaklarından sakınma) üzerinde yardımlaşın;
günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’tan korkun; çünkü
Allah’ın cezası çetindir.” 376
“Ey iman edenler” Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları
dost edinmeyin. Onlar size gelen hakkı/gerçeği inkâr etmişken, onlara
sevgi gösteriyorsunuz. Hâlbuki onlar Rabbiniz olan Allah’a inandığınızdan
dolayı, Peygamber’i ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer siz Benim yolumda
savaşmak ve rızâmı kazanmak için çıkmışsanız, onlara nasıl sevgi
gösterirsiniz? Oysa Ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim.
Sizden kim bunu yaparsa, doğru yoldan sapmış olur. Şayet onlar sizi
ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle
uzatacaklardır. Zaten inkâr edip kâfir olmanızı istemektedirler.” 377
Bu âyetlerde mü’minlere hitâben hem Allah’ın, hem de
kendilerinin düşmanı olan, Allah’tan gelen hakkı inkâr edenleri
dost edinmemeleri, onlara sevgi beslememeleri; şayet onlar
mü’minlere gâlip gelseler, yaman düşman kesilip elleriyle, dilleriyle
mü’minlere zulmedecekleri ve onların inkâr etmelerini isteyecekleri;
âhirette akrabanın veya çoluk çocuğun bir faydası olmayacağı
belirtilmektedir.
Hadis-i Şeriflerde Velâyet/Dostluk
“Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek, Allah için buğzetmektir.” 378
“Dostunu/sevdiğini ölçülü sev; bir gün düşmanın olabilir. Sevmediğine
de ölçülü buğz et; bir gün dostun olabilir.” 379
“İman ipinin (kulpunun) en güçlüsü, Allah için dostluk ve Allah için
düşmanlıktır. Yine Allah için sevmek ve Allah için nefret duyup buğzetmektir.”
380
“Kişi, dostunun dini üzeredir. İnsan kiminle dostluk kurduğuna dikkat
etsin!” 381
375] 3/Âl-i İmrân, 103
376] 5/Mâide, 2
377] 60/Mümtehine, 1-2
378] Ebû Dâvud, 3, hadis no: 4599
379] Tirmizî, Birr 60
380] Mişkâtu’l-Mesâbih, hadis no: 5014; Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, 1/69, Taberânî,
El-Kebîr
381] Tirmizî, Zühd 45 hadis no: 2379; Ahmed bin Hanbel, 16/178
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 90 -
“İnsan, dostunun dinindedir. Bundan dolayı dost edineceği kişiye dikkat
etsin.” 382
“Ruhlar bir araya getirilmiş gruplar gibidir; tanışıp uyuşanlar birleşir,
uyuşmayanlar ayrılır.” 383
“Üç konuda müslümanın kalbi kin tutmaz, hıyânet etmez: Amellerde
ihlâs, devlet adamlarına nasihat, cemaatten ayrılmama” 384
“İnsan, sevdiği ile beraberdir.” 385
“Kim, insanların kızması pahasına Allah’ı dost edinmekle O’nu râzı
ederse Allah o kimseyi insanların nazarında yüceltir. Kim de Allah’ın gazabına
rağmen insanları râzı ederse, artık onu Allah’ın azabından hiçbir
şekilde kurtarmak mümkün olmaz.” 386
“Ben, müşrikler arasında ikamet eden her müslümandan berîyim/uzağım.”
Ashâb; “Niçin yâ Rasûlallah?” diye sorunca, şöyle buyurdu:
“Çünkü o ikisinin ateşi birbirini görmez.” 387
“Kim bir müşrikle ittifak yapar ve onunla birlikte ikamet ederse, o da
onun gibidir.” 388
“Sakın zanna yer vermeyin; zira zan, sözlerin en yalanıdır. Tecessüs
etmeyin (gizli kusurları araştırmayın), rekabet etmeyin, hasetleşmeyin,
birbirinize buğzetmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları,
Allah’ın emrettiği şekilde kardeş olun. Müslüman müslümanın kardeşidir.
Ona zulmetmez, onu mahrum bırakmaz, onu tahrik etmez. Kişiye kötülük
olarak, müslüman kardeşini hakir görmesi yeterlidir. Her müslümanın
canı, malı, kanı ve ırzı diğer müslümanlara haramdır. Allah sizin sûret ve
kalıplarınıza bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize bakar. Sakın ha,
birbirinizin satışı üzerine satış yapmayın. Ey Allah’ın kulları kardeş olun.
Bir müslümanın kardeşine üç günden fazla küsmesi helâl olmaz.” 389
“Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı beştir. Selâmını almak, hasta
ziyaretine gitmek, cenâzesine katılmak, dâvetine icâbet etmek, aksırınca
‘yerhamukelllah’ demek.” 390
382] Riyâzü’s-Sâlihîn, 1/398
383] Buhârî, Enbiyâ, 3; Müslim, Birr 159
384] İbn Mâce, Mukaddime, 18; Ebû Dâvud, İlim 10; Tirmizî, İlm 7; Ahmed bin
Hanbel, 3/225
385] Müslim, Birr 161
386] Tirmizî, Zühd 64
387] Ebû Dâvud, III/45, hadis no: 2645
388] Ebû Dâvud, III/93, hadis no: 2787
389] Buhârî, Nikâh 45, Edeb 57, 58, Ferâiz 2; Müslim, Birr 28-34; Ebû Dâvud,
Edeb 40; Tirmizî, Birr 18
390] Buhârî, Cenâiz 2; Müslim, Selâm 4; Ebû Dâvud, Edeb 98
DOSTLUK
- 91 -
“Nefsim yedinde olan Allah’a yemin ederim ki, iman etmedikçe cennete
giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız.” 391
“Birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamette, birbirlerine şefkatte
mü’minlerin misâli, bir bedenin misali gibidir. Ondan bir uzuv rahatsız
olursa, diğer uzuvlar uykusuzluk ve harâretle ona ortak olurlar.”
“Aziz ve celil olan Allah Teâlâ, kıyâmet gününde şöyle diyecek; ‘Benim
celâlim adına birbirlerini sevenler nerede? Gölgemden başka hiçbir gölgenin
bulunmadığı şu günde onları gölgemde gölgelendireyim.” 392
“Allah Teâlâ buyuruyor ki: ‘Benim celâlim adına birbirini sevenler var
ya! Onlar için orada öyle minberler vardır ki, peygamberler ve şehidler
bile onlara gıpta ederler.” 393
“Allah, bir kulu sevdiğinde, o kulu meleklere de insanlara da sevdirir.
Bir kula buğzedince de meleklere ve insanlara da o kula karşı buğzettirir.”
394
“Allah’ın kulları arasında bir grup var ki, onlar ne peygamberlerdir, ne
şehidlerdir. Üstelik kıyâmet günü Allah indindeki makamlarının yüceliği
sebebiyle peygamberler ve şehidler onlara gıpta ederler.” Orada bulunanlar
sordu: ‘Ey Allah’ın Rasûlü, onlar kimdir, bize haber verir
misin?’ “Onlar, aralarında kan bağı ve dünya menfaati için birbirlerine
bağlı olmadıkları halde, Allah’ın nûru (Kur’an) adına birbirlerini sevenlerdir.
Allah’a yemin ederim ki onların yüzleri mutlaka nurdur. Onlar bir
nur üzeredirler. Halk korkarken onlar korkmazlar; insanlar üzülürken
onlar üzülmezler.” Ardından da şu âyeti okudu: “İyi bilin ki, Allah’ın
velîlerine/dostlarına korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” 395
“Kişi (kıyâmet gününde) sevdiğiyle beraberdir.” 396
“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu tehlikede
yalnız bırakmaz. Kim kardeşinin ihtiyacını görürse, Allah da onun ihtiyacını
görür. Kim bir müslümanın sıkıntısını giderirse Allah da o sebeple
onu kıyâmet gününün sıkıntısından kurtarır. Kim bir müslümanın ayıbını
örterse, Allah da onun ayıbını kıyâmet gününde örter.” 397
391] Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66; Kütüb-i Sitte Terc. 10/133
392] Müslim, Birr 37, hadis no: 2566
393] Tirmizî, Zühd 53, hadis no: 2391; Kütüb-i Sitte Terc. 10/139
394] Buhârî, Tevhid 33, Edeb 41; Müslim, Birr 157
395] 10/Yûnus, 62, Ebû Dâvud, Büyû’ 78, hadis no: 3527; Kütüb-i Sitte Terc.
10/142
396] Buhârî, Edeb 96; Müslim, Birr 165; Kütüb-i Sitte Terc. 10/44
397] Ebû Dâvud, Edeb 46, hadis no: 4893; Tirmizî, Hudûd 3, hadis no: 1426;
Kütüb-i Sitte Terc. 10/147; Benzer bir hadis için bk. Müslim, Zikr 38, hadis
no: 2699; Kütüb-i Sitte Terc. 10/149
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 92 -
“Din nasihatten ibarettir!” Yanında bulunanlar; ‘kim için ey
Allah’ın Rasûlü?’ diye sormaları üzerine, şöyle buyurdu: “Allah
için, Peygamber için, müslümanların imanları ve hepsi için! Müslüman,
müslümanın kardeşidir. Ona yardımını kesmez; ona yalan söylemez; ona
zulmetmez. Her biriniz, kardeşinin aynasıdır. Onda bir rahatsızlık görürse
bunu onda izâle etsin (gidersin).” 398
Düşmanlık ve Dostluk; Tevhidin
Gereğidir, İmanın Dışa Yansımasıdır
Düşmanlık ve dostluk, “Lâ ilâhe illâllah”ın ayrılmaz bir özelliğidir.
Dinin temeli ve özü olan bu kelime, aynı zamanda dost ve
düşmanlığı da belirler. Dostluğun temeli sevgi, düşmanlığın temeli
buğz ve kindir. Din de sevgi ve buğzdur; kabul ve reddir. Bundan
dolayı, kâfirlerle dostluk; Allah’ın dostluğunu kaybettiren,
O’nunla ilişiğinin kesilmesini gerektiren399 büyük bir suç olduğu
gibi, dalâlettir/doğru yoldan sapmaktır400, zâlimlerden olmaktır401
ve kâfirler safına geçmek, “onlardan olmak”tır.402 Allah’a düşmanlık
yapanları, Allah’ın düşmanlarını dost kabul etmek; Allah’ın
düşmanlığını kazanmak ve imanı küfre değişmektir. Kâfirleri
düşman kabul edip onlardan uzak durmak, İslâm akîdesinin bir
parçasıdır. “Tâğutu reddedip (yaptığı olumlu şeyleri) inkâr etmek”
olmadan Allah’a iman, yeterli değildir, eksiktir, insanı kurtarmaz.
“Kim tâğutu inkâr edip Allah’a iman ederse, o kesinlikle kopması mümkün
olmayan sapasağlam bir kulpa sarılmıştır.”403 Tâğuta küfretmeyen,
yani onu inkâr edip reddetmeyen kimse, asla mü’min olamaz.
Tâğut ise, Allah’tan başka, O’na alternatif olarak ortaya konan
düşünce, hayat görüşü, sistem, kişi veya şeytanlardır. Allah’ın dışında
ve O’na rağmen uyulan, kendisine tâbi olunan, arzulanan,
ya da kendisinden çekinilip korkulan her şeydir.
Kişi, tevhid kelimesini gönülden benimseyip diliyle ikrar etmekle,
câhiliyye ve şirk inançlarının tümünü reddettiğini, şuurlu
bir şekilde onlardan uzaklaştığını göstermektedir. Aynı şekilde,
tevhidi benimsediği için, artık câhiliyye insanından, her çeşit müşrikten
de sevgi, bağlılık, itaat ilişkilerini koparması, yani onlara
dostluk sayılabilecek davranışlardan kaçınma sözü vermiş olmaktadır.
O, kendi safını ve cephesini belirlemiş olmaktadır. Allah’ın ve
O’nun sevdiklerinin tarafını tuttuğu için; kâfirlerden yüz çevirmek
398] Tirmizî, Birr 17, 18, hadis no: 1928; Müslim, İman 95
399] 3/Âl-i İmrân, 28
400] 60/Mümtehine, 1
401] 9/Tevbe, 23; 60/Mümtehine, 9
402] 5/Mâide, 51
403] 2/Bakara, 256
DOSTLUK
- 93 -
ve onlarla ilişkiyi kesmek zorunluluğu hissedecektir. “Onun için sen
zikrimize (Kur’an’a) iltifat etmeyip sırt çeviren ve dünya hayatından başka
bir şey istemeyenlerden yüz çevir.” 404
Allah’tan başka ilâh olmadığına dair şehâdetin ve tanıklığın
gerçekleşmesi için, kişi sevdiğini sadece Allah için sevecek, buğzettiğine
de Allah için buğzedecektir. Dost ve velî edindiği kimseyi
Allah rızâsı için dost edinecek, düşman kabul ettiklerini de,
onlar Allah’a karşı oldukları için düşman tanıyacaktır. Müslüman,
Allah’ın sevdiklerini sevecek, O’nun gazab ettiklerine, buğzettiklerine
de buğzedecektir. Nerede bulunursa bulunsun, her çeşit
kâfire düşmanlık gösterecek, onun velâyetini tanımayacaktır. Bu
kâfir, en yakını/akrabası bile olsa, onu dost kabul edip sevemeyecektir.
Rasûlullah (s.a.s.) buyurmuştur ki: “İman ipinin (kulpunun) en
güçlüsü, Allah için dostluk ve Allah için düşmanlıktır. Yine Allah için sevmek
ve Allah için nefret duyup buğzetmektir.”405 İbn Abbas şöyle der:
“Kim Allah için sever, Allah için buğzeder ve Allah için dostluk ve
velâyet yetkisini kullanır, Allah için düşmanlık beslerse, o kimse bu
yaptıkları sâyesinde gerçekten Allah’ın dostluğuna erişir (Allah’ın
dostluğunu velîliğini kazanmış olur). Bir kimse de, bu nitelikleri
taşımadığı sürece, ne kadar çok namaz kılıp oruç tutsa da, imanın
hazzına ve tadına erişemez. Çünkü böyle insanlarla olan kardeşliğini
(münâsebetini) sırf dünya ilişkilerine bağlamıştır. Böyle bir hal
ise kişiye asla hiçbir şey kazandıramaz.” 406
Mü’min, bazı dünyevî ilişkiler kurmak, alış-veriş yapmak
mecbûriyetinde de olsa, yardımlarını da görse, hâkimiyetleri altında
da bulunsa, tüm kâfirleri sevilen dostlar edinmeyecektir.
Kâfirleri düşman kabul etmek, bazı görevleri yerine getirmeyi zorunlu
kılar. Onları düşman kabul eden kimse, kâfir ve münâfıkları
taklit edemez, onlara benzeyemez. Onlara benzeyen, onları yüceltmiş,
onlardan olmuş olur. 407
Her din ve ideolojinin dostluk ve düşmanlık anlayışı kendine
hastır: Komünizmin, enternasyonalizmin, hümanizmin
dost-düşman anlayışı kendi bâtıl dinleri, yani ideolojileriyle ilgilidir.
Kendi yoldaşları onlar için sınır tanımaz dost; kendi ulusu,
farklı ideolojiye mensupsa düşmandır. Nâzım Hikmet’in deyişiyle
404] 53/Necm, 29
405] Mişkâtu’l-Mesâbih, hadis no: 5014; Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, 1/69, Taberânî,
El-Kebîr
406] Hilyetü’l-Evliyâ, 1/312
407] Tirmizî, hadis no: 2696
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 94 -
“Vatanım rûy-ı zemîn, milletim nev-i beşer” anlayışı. (Müslümanın
vatanı, İslâm’ın hâkim olduğu yer, yani dâru’l-İslâm; milleti,
bütün Muhammed ümmeti, yani tüm müslümanlar olmalı.) Batı
dünyasının ve özellikle ABD’nin dostluğu düşmanlığı yok, çıkarları,
ülke menfaatleri vardır. Ama, bununla beraber, onları bizden
ve hatta onlardan iyi tanıyan Rabbimiz’in hükmü: “Onların
milletine/dinine uymadıkça yahûdiler de hıristiyanlar da senden asla râzı
olmayacaklardır.”408 Batıyı örnek almaya çalıştığı halde ne batılı olabilen
ne doğulu kalabilen ülkelerdeki dostluk-düşmanlık anlayışı
da kaypak mı kaypaktır. Tarih kitaplarına bile bu renksiz ve kimliksiz
bakış yansır. “Düşmanlar, ülkeyi işgal etti, düşmanlar şunları
yaptı...” Ama, düşmanların kim olduğu net değildir. Kurtarıcılar,
ülkeyi düşmanlardan kurtardılarsa, düşmanların işgal ettiğinde
uygulayacakları kanun, ahlâk, eğitim vb. icraat niye onlardan
daha katı ve baskıcı şekilde uygulanır ve İslâm birinci tehlike ve
büyük düşman ilân edilir? Bu kimliksiz yaklaşım, hangi ülkelerle
dost, hangileriyle düşman olunduğu belli olmayacak zikzaklar çizen
tavırları getirir... Irkçı milliyetçilere göre dostluğun ölçüsünü
kan belirleyecektir. Düşman da başka ırklardır: “Türk’e Türk’ten
başka dost yoktur!”, “her şey Türk için, Türk’e göre, Türk tarafından!”,
“Tanrı Türkü korusun!”
Mü’min için ölçü nettir: Allah için sevgi, Allah için buğz; Allah
için dostluk ve Allah için düşmanlık. Dost, gerçek Velî’ye, ölümsüz
Dost’a bizi yaklaştıran; düşman da, bizi O’ndan uzaklaştırandır.
Allah’ı gerçek anlamda “tek dost” kabul eden, hiç O’nun düşmanlarını,
O’na dost olamayanları sevebilir mi?! “Ey iman edenler!
Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven,
mü’minlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu
bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın
kınamasından korkmazlar (hiç kimsenin kınamasına aldırmazlar).
Bu, Allah’ın dilediğine verdiği lütfudur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir.”409;
“Muhammed Allah’ın Rasûlü/elçisidir. Beraberinde bulunanlar da
kâfirlere karşı çetin (şiddetli), kendi aralarında ise merhametlidirler...”
410
Günümüz müslümanlarının önemli bir kesimi, dostluk ve düşmanlıktaki
ölçüyü unutup farklı görüşteki müslümanlara düşman
gibi davranıp onları itiyor; kendilerine şimdilik dokunmayan ılımlı
kabul ettikleri kâfirlere sempati besleyerek dost gibi yaklaşabiliyor.
İctihadî yorumlar ve göreceli doğrular, grup taassubundan
408] 2/Bakara, 120
409] 5/Mâide, 54
410] 48/Fetih, 29
DOSTLUK
- 95 -
dolayı mutlak doğru kabul edilip farklı müslümanlara düşmanca
tavırlar, şiddetli eleştiriler, hatta haksız tekfirler ve onlarla dostluğa
tenezzül etmemeye varan bağnazlıklar sergilenebiliyor. Bütün
müslümanlarla samimi olmayabiliriz; ama samimi olduklarımız,
mutlaka samimi müslümanlardan olmalı. Bütün kâfirlerle ilişkimizi
koparmayabiliriz, ama onlarla gönül dostu olmamız onlardan
olmak, onların dinine girmek kabul edilmeli. Dost, imandaştır, gönüldaştır,
fikirdaştır çünkü. “Kişi, dostunun dini üzeredir.” 411
Ve dostluk, sevgi kuru bir iddia değildir. Allah’a dost olmak,
Allah’ı sevmek, davranışla isbatlanmadıkça, kuru bir iddiadan, insanı
kurtarmayan bir avuntudan ibarettir. Allah’la ve müslümanlarla
dost olduğumuzu, dillendirmekten öte davranışımızla göstermeliyiz.
“Rasûlüm! De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun
ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”412 Düşmanlık
da dostluk da; bedeli olan, ispatlanması gereken bir bağlılık ya
da red; ilişki veya bağları koparmaktır. “Allah size imanı sevdirmiş ve
onu gönüllerinize süslemiş, sindirmiştir. Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin
göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.”413; “Hep birlikte Allah’ın
ipine (Kur’an’a, İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah’ın size olan
nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi
birleştirmişti ve O’nun nimeti sâyesinde kardeş olmuştunuz. Yine siz
bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı.” 414
Sevgi ve dostluğun gerekleri vardır. Bunları şöyle sayabiliriz:
Allah için yardım, ikram, saygı, gerek kalple ve gerek dış görünüş
ve tavırlarla kişinin sevdiğiyle beraber olması. Hayatın zorluklarına
ve kâfirlerin baskılarına karşı ona destek olup moral vermek,
onu küfre ve kâfirlere karşı güçlü ve hâkim kılmak, üzüntüsüne
ve sevincine ortak olmak. Allah’ı sevmek ve Allah’la dost olmak
demek; Allah’ın dostlarını sevmek, onlara yardımcı olmak, onların
yanında yer almak, Allah’ın dinine yardım etmek demektir.
“Kişi, dostunun dini üzeredir. İnsan kiminle dostluk kurduğuna dikkat
etsin!” 415
Kur’an, dostlukları ve dostları ikiye ayırır: Allah’ın dostları
ve şeytanın dostları. Her insan, bu iki sınıftan birine mensuptur.
Allah’ın velîsi/dostu, yani “evliyâullah” ol(a)mayan, mutlaka
şeytanın velîsi/dostu, yani “evliyâu’ş-şeytan”dır; üçüncü bir
411] Tirmizî, Zühd 45; Ahmed bin Hanbel, 16/178
412] 3/Âl-i İmrân, 31
413] 49/Hucurât, 7
414] 3/Âli- İmrân, 103
415] Tirmizî, Zühd hadis no: 2379; Ahmed bin Hanbel, 16/178
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 96 -
grup yoktur. “Allah iman edenlerin velîsi (dostu ve yardımcısı)dır. Onları
küfrün karanlıklarından (kurtarıp iman) nûr(un)a çıkarır. Küfredenlerin
dostları ise tâğuttur. O da onları (insanî fıtratları olan İslâm’ın) nûrundan
(ayırıp) karanlıklara çıkarır. İşte onlar ateş ashâbıdır (cehennemliktir). Onlar
orada (bir daha çıkmamak üzere) ebedî kalıcıdırlar.”416; “İman edenler
Allah yolunda savaşırlar. Kâfir olanlar da tâğut yolunda savaşırlar. (Ey
mü’minler!) siz şeytanın evliyâsı (velîleri, dost ve yandaşları, ordusu olan
kâfirlerle) savaşın. Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.” 417
“Eğer onlar Allah’a, Peygamber’e ve ona indirilene iman etmiş olsalardı,
onları (müşrik, kâfir, hıristiyan, yahûdi ve münâfıkları) dost edinmezlerdi.
Fakat onların çoğu fâsıktır, yoldan çıkmışlardır.”418; “...İçinizden onları
dost tutanlar, onlardandır!”419 Kâfirleri dost kabul etmek, iman ile
çelişmektedir. Hem iman, hem de onları dost edinme olayı, ikisi
beraber bir kalpte toplanamazlar. İman, onları dost edinmemeyi
gerektirmektedir. Düşmanlık ve dostluğun imanla ilgisi değerlendirilmediğinden,
bugün müslümanların çoğunluğu açısından
dost-düşman karışmış, düşmanlarının oyununa gelen müslüman
yığınlar, bunca zararlarına rağmen hâlâ Allah’ın düşmanlarının ve
kendisinin düşman olması gerekenlerin yardımcısı, destekleyicisi,
emrindeki memuru, hizmetçisi, kulu-kölesi, askeri... olabilmektedir.
“Müslümanım!” diyen nice insan, kâfirlerin koyduğu küfür
kanunlarına, onların ortaya attığı felsefî düşünce ve dünya görüşlerine,
ideolojilerine sevgi besleyebilmekte, onlara gönül rızâsıyla
uyup teslim olabilmekteler. Hanımlarını, kâfirlerin hanımlarına
benzetebilmekte, onlar gibi giyinmelerini (soyunmalarını) ilericilik
ve çağdaşlık kabul edebilmekteler. Allah ve Rasûlü’yle savaş
demek olan fâiz420 olmaksızın ticarî hayatı düşünememekteler...
Bazı kâfirlere, dost olmanın ötesinde, hatta hayranlık duyanlar,
destekleyip alkışlayanlar, onları velî kabul ederek seçip işbaşına
getiren, yetki verenler, onların izini takip eden, itaat eden, onları
örnek alanlara ne demeli!? Keler deliğine girseler bile onlara
imrenip taklit etmeye çalışan, onları model kabul edip modalarına
uyanlara nasıl bir sıfat bulmalı!?
“(İnançta ve amelde) Bizden başkasına benzeyen Bizden değildir.”421
diyen Rasûl’ün onları reddettiğini, daha doğrusu onların bu
davranışlarıyla Rasûl’ün yolunu reddetmiş olduklarını görmek
416] 2/Bakara, 257
417] 4/Nisâ, 76
418] 5/Mâide, 81
419] 5/Mâide, 51
420] 2/Bakara, 279
421] Tirmizî, hadis no: 2696; Mişkâtu’l-Mesâbih, hadis no: 5347
DOSTLUK
- 97 -
zorundayız. Bu tesbit, câhil müslümanları dışlayıp tekfir etmek,
onları kendi hallerine terketmek için değil; muhâtaplarımızı tanımak,
hastalığı teşhis edip tedavi için bize çok şeyler düştüğünü,
görevimizin ve sorumluluğumuzun çok büyük olduğunu kabullenmek
için olmalı. Bu değerlendirme, konum tesbiti açısından
önemli; çevremizde bize ve yakınlarımıza da sirâyet etme ihtimali
olan bulaşıcı şirk mikroplarının tanınması ve tedbir alınması için...
Gerçek mü’min, İslâm şahsiyetini ve müslüman kimliğini yüce
ve aziz tanımak, bütün kâfirleri ve münâfıkları zelîl/aşağılık bilmek;
bu sebeple onlara karşı onurlu ve zorlu olmak mecbûriyetindedir.
“İzzet (yücelik, kuvvet ve hâkimiyet) yalnız Allah’ın, O’nun Peygamberinin
ve gerçek mü’minlerindir. Ne var ki, münâfıklar bu gerçeği bilmez,
anlayamazlar.”422 Mü’min, İslâm şahsiyetinin yüceliğine inanmak zorunda
olduğu gibi, bütün kâfirlerin aşağılık olduklarına, hayvanlardan
daha sapık ve pislik olduklarına inanmakla da yükümlüdür.
“(Ey Peygamber!) Sen onların çoğunluğunu (Hakkı) dinler, akıllarını kullanır
mı sanırsın? Onlar ancak hayvanlar gibidirler; hatta yolca daha da
sapıktırlar.”423 “Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir...” 424
“Allah’a ve âhiret gününe iman eden bir toplumun -babaları, oğulları,
kardeşleri yahut akrabaları da olsa- Allah’a ve Rasûlüne düşman olanlarla
dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların kalbine Allah, imanı
yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinden
ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır.
Allah onlardan râzı olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır.
İşte onlar, hizbullahtır, Allah’ın tarafında olanlardır. İyi bilin
ki, kurtuluşa erecekler de sadece Allah’ın tarafında olanlardır.”425
Bu âyet-i kerime, Allah taraftarlarıyla şeytan yandaşları arasında
tam ve kesin bir ayrılığın olması gerektiğini ortaya koymuş oluyor.
Mü’minin her türlü câzibeden ve her çeşit tarafgirlikten sıyrılarak
müslümanların safında yer alması, bir tek kulpa sarılması ve bir
tek ipe bağlanması gerekir. İslâm’ın olduğu yerde ırkçılık, nesebcilik,
akraba savunuculuğu, aile asabiyeti ve yakınlık dâvâsı yok;
vatan, cins, asabiyet ve kavmiyetçilik, bölgecilik vb. bir şey yok.
Allah’ın istediği şeylerin dışında hiçbir şeyi tabulaştırmak yok. Sadece
ve sadece akîde ve onun bayrağı altında durmak vardır.
Kâfirlerle dostluk kurmanın tehlikesi bütün müslümanlaradır.
Böyle bütün müslümanlara zarar getiren bir olay, bir kimsenin
sadece kendisinin kâfir olmasından da büyük bir tehlike ortaya
422] 63/Münâfıkûn, 8
423] 25/Furkan, 44
424] 9/Tevbe, 28
425] 58/Mücâdele, 22
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 98 -
koyar. Birinin zararı, topyekün müslümanlara iken, diğerinin sadece
kendisinedir. Kâfirlere karşı olan dostluğun özellikleri şunlardır:
Kâfirlerin küfrüne rızâ göstermek, onları tekfir etmemek,
onların bâtıl dünya görüşlerini tasdik etmek, onları velî, yani
dost ve yönetici olarak kabul etmek, onları işbaşına geçirmek,
onları sevmek, onlara uyup itaat etmek. İşte bütün bunlar, kişinin
kâfirleri dost kabul ettiğini, yetkisini onlara verdiğini göstermektedir.
Kişi, dostluk, sevgi ve rızâyı kâfirlere gösterirse, bu
küfrü gerektirir. Şayet sevgi ve rızâ, mü’minlere karşı ise, bu da
imanın gereğidir.
İman, kabul etmeye ve sözleşmeye dayalı bir dostluk simgesidir.
Bunun neticesi de Yaratıcı’ya teslim olmaktır. Bu teslimiyet,
ahd, mîsak ve velâ kavramlarıyla ifade edilir. İnsan, dostunu ve
düşmanını tanımak zorundadır. Hz. Âdem ve Havvâ’ya, yaratıldıkları
ilk zamanlarda Allah düşmanlarını tanıttı, onları uyardı.
“Muhakkak bu (İblis) sana ve zevcene düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın;
sonra zahmet çekersin. Çünkü senin acıkmaman ve çıplak kalmaman
ancak burada mümkündür ve sen burada susamazsın ve sıcaktan
bunalmazsın.”426 İnsanın ilk yanlışı, düşmanını dost zannetmesiyle
oldu; İnsanın cenneti kaybetmesinin sebebi, düşmanına karşı tedbir
almayışı, onun hile ve tuzaklarına kanmasıdır. Bırakın insanı,
hayvanlar bile düşmanlarını bilir; kendisini ve neslini düşmanından
korumaya çalışır. Bir tavuk, özellikle yavrusunu düşmanından
sakınmak için, nasıl fedâkârlık ve kahramanlık yapar, gözleyenler
bilir.
Dostluk-düşmanlık konusunda hatırımızdan çıkarmamamız
gereken özelliklerden biri de, “gâvurun atına binen, onun kılıcını
kuşanır” atasözünün ve “bugün yardım alan, yarın emir alır”
vecîzesinin gerekleridir. Hırsızı yakaladığımızı zannederken, hırsız
tarafından yakalanan konumuna düşmemeli, ava giderken kendimiz
avlanmamak için tedbirler almalıyız.
Velîliği Gerekli Olanlar: Müslümanlar Allah’ı, O’nun elçisini
ve mü’minleri velî/dost olarak bilmek zorundadırlar. Allah’ı, Peygamberi
ve mü’minleri velî edinenler “hizbullah/Allah taraftarı”
ünvânını kazanırlar ve onlar şüphesiz bâtıl taraftarlarına karşı
üstün gelirler. Velâyet gerçeğini anlamış olan iman sahibi kimse,
gerçek ve değişmez velî olarak Allah’ı tanır.427 Bu şuura eren bir
mü’min, Allah’ın dışındaki kimselerle kuracağı dostlukta hareket
noktası Allah’a ait velîlik ölçüsüdür. Yani o, Allah’a velî olanlarla
426] 20/Tâhâ, 117-119
427] 3/Âl-i İmrân, 68
DOSTLUK
- 99 -
velilik bağını kurar, ama Allah’ın düşmanlarına velî gözüyle bakamaz.
Kur’an, mü’minlerin dostlarını (velîlerini) şöyle açıklıyor: “Sizin
velîniz, ancak Allah, (O’nun) Rasûlü, rukû’ ediciler olarak namaz
kılan ve zekâtı veren mü’minlerdir.”428 Velâyet, her şeyden önce
bir iman, duygu ve birbirine destek olma beraberliğidir. Bundan
dolayı bütün müslümanlar karşılıklı velî olmak durumundadırlar.
Bunun ilk örneğini sahâbe toplumunda görüyoruz. İman edip Allah
için hicret eden Muhâcirler ile onlara yardım eden Ensar birbirlerinin
velîsidirler. 429
“Mümin erkekler ve mü’min kadınlar, birbirlerinin velisidirler. İyiliği
(ma’rûfu) emrederler, kötülükten (münkerden) alıkorlar, namazı kılarlar,
zekâtı verirler, Allah’a ve Rasûlüne itaat ederler. İşte Allah onlara rahmet
edecektir. Allah daima Aziz’dir (üstündür), Hakim’dir (hüküm
ve hikmet sahibidir).”430 Müslümanlar nerede olurlarsa olsunlar,
İslâm’ı ihlâsla yaşayan takvâ sahibi mü’minlerle veli/dost olmak
zorundadırlar. Bu tavır imanın gereğidir.
Velî Edinilmesi Yasak Olanlar: Allah’ı bırakıp, ya da O’nun yanında
özellikle kendisine kulluk yapma anlamında velîler (putlar)
bulmak câiz değildir. Böyle yapanlar Allah’a şirk koşmuş olurlar.
Allah’tan başkalarını velî (dost-yardımcı) tutanların hali örümceğin
yuvasının durumuna benzer. Örümceğin yuvası hem çok zayıftır
hem de emniyetli değildir.431 Müslümanlar da insanlardan
bazılarını veli (dost-yardımcı) edinemezler. Çünkü Rabbimiz müslümanlarla
diğer insanlar arasında olması gereken velâyetin sınırlarını
çiziyor, mü’minlere kimden fayda, kimden de zarar geleceğini
haber veriyor.
Kur’an, İslâm’a karşı mücâdele eden ve müslümanlara düşmanlık
besleyen kitap ehlinin velî/dost ve sırdaş edinilmesini yasaklıyor.
432 “Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden
dininizi alay ve oyun (konusu) edinenleri ve kâfirleri velî olarak tutmayın.
Ve eğer inanıyorsanız, Allah’tan ittika edin (korkup sakının).”433; “Ey iman
edenler! Yahûdileri ve hıristiyanları velî edinmeyin, onlar birbirlerinin
velîleridir. Sizden kim onları velî edinirse o da onlardandır…” 434
428] 5 Mâide, 55
429] 8/Enfâl, 72
430] 9/Tevbe, 71
431] 29/Ankebût, 41
432] 5/Mâide, 80-82
433] 5/Mâide, 57
434] 5/Maide, 51
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 100 -
Müslümanlar, kendi din kardeşlerini bırakıp Kur’an’ın kâfir
dediği kimseleri velî/dost edinemezler.435 Hatta mü’minler, küfrü
imana tercih eden, İslâm’dan yüz çeviren ana babaları bile
olsa onları velî edinemezler.436 “Ey iman edenler! Mü’minleri bırakıp
kâfirleri velîler edinmeyin. Kendi aleyhinize Allah’tan apaçık olan kesin bir
delil vermek ister misiniz?” 437
Kur’an, şeytanın da velî edinilmesini yasaklıyor. Onu velî edinen
şüphesiz büyük zarara uğrar.438 Onu velî edinenler Kıyâmet
gününde ondan başka velî (yardımcı) bulamazlar.439 Şeytan ancak
iman etmeyenlerin velîsidir.440 Üstelik şeytanlar kendi velîlerine
(dostlarına) mü’minlerle mücâdele etsinler diye telkinde bulunurlar.
Mü’minler, şeytanların dostlarına itaat ederlerse müşriklerden
olurlar. 441
Hiç bir faydası ve zararı olmayan putları velî haline getiren
müşrikler büyük bir yanılgı içerisindedirler.442 Putları velî edinenler,
onların şefaatlerini, yardımlarını ve desteklerini beklerler.443
Buradan hareketle denilebilir ki, putlardan ilâhî yardım, destek
ve sevgi, yakınlık ve iyilik beklemek, onları tanrı haline getirmenin
göstergesidir. Allah’a ‘Velî’ denilmesi, tıpkı O’na ‘Rab’ denilmesi
gibidir. Çünkü ilâhî yardım, destek, dostluk, yakınlık ancak
O’ndan gelir, O, bütün insanların işlerinin velîsidir. Bu anlamda
velâyet hakkı sadece O’nundur.
Tapınılmak için uydurulan tanrılar, ya da kendini tanrı yerine
koyan, Allah’ın hükümleri yerine kendi ilkelerini uygulayan
tâğutlara veli/dost gözüyle bakılamaz. “Allah, mü’minlerin velîsidir
(dostu ve yardımcısıdır). Onları karanlıklardan nûra çıkarır. Küfredenlerin
velîleri ise tâğuttur. O da onları nûrdan karanlıklara çıkarır. İşte onlar ateşin
(cehennemin) arkadaşıdırlar, orada devamlı kalıcıdırlar.” 444
Allah’ın gazap ettiği topluluklarla da velâyet bağı kurulamaz.
Çünkü onlar yaptıkları büyük hatalarla yoldan çıkmışlardır
ve Allah’ın gazabını hak etmişlerdir.445 Müslümanların düşmanı
oldukları gibi, Yüce Allah’ın ve O’nun dininin de düşmanı
435] 3/Âl-i İmrân, 28; 18/Kehf, 102 vd.
436] 9/Tevbe, 23
437] 4/Nisâ, 144
438] 4/Nisâ, 119
439] 16/Nahl, 63
440] 7/A’râf, 27
441] 6/En’âm, 121
442] 13/Ra’d, 16
443] 22/Hacc, 13; 39/Zümer, 3
444] 2/Bakara, 257
445] 6/Mümtehıne, 13; 58/Mücâdele, 14-15
DOSTLUK
- 101 -
olan müşrik kimselere velî olunmaz. Allah rızası için yola çıkmış
mü’minler, haktan ayrılmış bu gibilere velî/dost gözüyle bakamazlar.
446 Dinde ikiyüzlü davranan münâfıklar da müslümanlara velî
olamazlar. Mü’minler, çevrelerinde münâfıkların zararlı faaliyetlerini
gördükleri, onların müslümanları aldatıp çıkar sağladıklarını
bildikleri halde onları velî/dost edinemezler. Toplumun velâyetini,
yani yönetim yetkisini bu iki dinli kimselere emanet edemezler. 447
Farsça’da “seven, sevgili, yâr” anlamındaki “dost” kelimesinden
dilimize geçen dostluk, İslâmî literatürde sadâkat, uhuvvet,
meveddet, sohbet gibi değişik kelimelerle ifade edilmiş, ayrıca
“velî” ve “rafîk” kelimeleri başka anlamları yanında, dost
mânâsında da kullanılmıştır. Kur’ân-ı Kerim’de bu anlamda en çok
geçen kelime, “velî”dir. İnsanlar arasındaki samimiyet ve sevgiye
dayalı bağlılık haline dostluk diyoruz. Kur’ân-ı Kerim’de dostluk,
bütün mü’minlerin şiarı ve özelliği olarak gösterilir: “Mü’min erkekler
ve mü’min hanımlar birbirlerinin dostudurlar.”448 Dostluk, ancak
Allah içindir. İslâm dışı bir gâye için dostluk kurulmamalıdır. “Sizin
dostunuz Allah, O’nun elçisi (Hz. Muhammed) ve iman edenlerdir.”449
Dostlukların kurulmasında kan bağı yerine inanç birliğinin esas
alınması gerekir: “Ey iman edenler! Eğer iman yerine küfrü beğenip
tercih etmişlerse babalarınızı ve kardeşlerinizi bile velî/dost kabul etmeyin.
Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zâlimlerin kendileridir.” 450
Allah’ın iman edenlerin dostu olduğunu bildiren âyetlerin çoğunda
“velî” kelimesinden sonra “nasîr”, “şefî’”, “vaak”, “hamîd”
, “mürşid” gibi sıfatlara veya benzer mânâlar ihtivâ eden ifadelere
yer verilerek dostun sevdiği için bir yardımcı, koruyucu, kurtarıcı,
yüceltici, iyiliğe yöneltici olması, bu şekilde dostluğun sevgiye
dayanması ve pratik ahlâkî sonuçlar doğurması gerektiğine işaret
edilmiştir. Mü’minlerin kardeş olduğu,451 vaktiyle onlar birbirine
düşman iken Allah’ın gönüllerini kaynaştırmasıyla dost ve kardeş
olduklarını452 bildiren âyetler de geniş kapsamlı dostluğun önemini
anlatmaktadır.
Kur’ân-ı Kerim’de yine dostluk anlamında kullanılan “hulle”
kelimesi, sözlüklerde genellikle “kalbin derinliklerine nüfuz ederek
kökleşen engin dostluk” şeklinde açıklanmaktadır. Allah’ın
446] 60/Mümtehıne, 1-2
447] 4/Nisâ, 88-91
448] 9/Tevbe, 71
449] 5/Mâide, 55
450] 9/Tevbe, 23
451] 49/Hucurât, 10
452] 3/Âl-i İmrân, 103
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 102 -
Hz. İbrâhim’i dost (halîl) edindiğini,453 âhirette zâlimlerin “keşke
falanı dost edinmeseydim!”454 şeklindeki pişmanlığını anlatan
âyetlere göre hulle kelimesi, ilgili diğer terimlerden daha dar kapsamlı,
fakat daha içten, güçlü bir dostluğu ifade etmektedir.
Hadis-i şerifteki “Kişi, dostunun (halîl) dini üzeredir.”455 ifadesi,
dostluğun ancak ahlâkî, psikolojik vb. yönlerden uyuşabilenler
arasında kurulabileceği şeklindeki görüşün özlü bir ifadesidir.
İnsanların farklı tabiat ve karakterlerde yaratılmış olmasının bu
uyuşma ve kaynaşmadaki rolünü belirten “Ruhlar bir araya getirilmiş
gruplar gibidir; tanışıp uyuşanlar birleşir, uyuşmayanlar ayrılır.”456
meâlindeki hadis, dikkat çekicidir. 457
Kur’an, kâfirleri dost edinmeyi yasaklar: “Mü’minler, mü’minleri
bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah’tan ilişiği
kesilmiş olur, artık Allah’tan hiçbir şey beklemesin. Ancak onlardan
(kâfirlerden gelebilecek tehlikelerden) sakınma haliniz (takıyye) başkadır.
Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş, yalnızca
O’nadır. De ki: ‘İçinizdekileri gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu
bilir. Göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah her şeye gücü yetendir.”458
Müfessir Beyzavî, bu âyetin tefsirinde şöyle diyor: Eğer kalplerinizde
kâfirlere karşı bir sevgi ve dostluk meyli varsa, onu saklasanız
da, açığa vursanız da Allah bilir. Zira göklerde ve yerde olan
her şeyi bilen Allah, elbette sizin gizlinizi de âşikârınızı da bilir.
Ayrıca O, kâfirlere dost olmanızı yasaklamasına rağmen, yine de
siz bundan vazgeçmezseniz, sizi cezalandırmaya da kadirdir. Kısaca,
O’nun muttalî olmadığı ve cezalandırmaya gücünün yetmediği
hiçbir kötülük ve isyan bulunmadığına göre, O’nun emrine âsi
olmak cür’etini göstermeyin.
Allah düşmanlarını sevmek, mü’mine yakışmaz; zaten kâfirler
de mü’minleri sevmezler: “Ey iman edenler! Sizden olmayanı dost, sırdaş
edinmeyin. Onlar sizi şaşırtmaktan, size fenâlık etmekten geri kalmazlar.
Sıkıntıya düşmenizi isterler. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır;
sînelerinin gizlediği (içlerinde sakladıkları düşmanlıkları) ise daha büyüktür.
Size âyetlerimizi açıkladık, eğer düşünürseniz.”459; “Kâfirler de birbirlerinin
dostudurlar.”460 Mü’minler, birbirlerine kızıp da kâfirlere
453] 4/Nisâ, 125
454] 25/Furkan, 28
455] Tirmizî, Zühd 45, hadis no: 2379; Ahmed bin Hanbel, 16/178
456] Buhârî, Enbiyâ, 3; Müslim, Birr 159
457] Mustafa Çağrıcı, TDV İslâm Ansiklopedisi, 9/511-512
458] 3/Âl-i İmrân, 28-29
459] 3/Âl-i İmrân, 118
460] 8/Enfâl, 73
DOSTLUK
- 103 -
yönelemezler: “Ey iman edenler! Mü’minleri bırakıp da, kâfirleri dost
edinmeyin.”461 Peygamber Efendimiz de şöyle buyurmuştur: “İnsan,
dostunun dinindedir. Bundan dolayı dost edineceği kişiye dikkat etsin.”462;
“İnsan, sevdiği ile beraberdir.”463 Mü’minler birbirleriyle dostluk yapmazlarsa
ne olur? “Kâfirler, inkâr edenler birbirlerinin dostlarıdır. Eğer
siz aranızda dost olmazsanız yeryüzünde büyük fesat/kargaşa, büyük
bozgun ve fitne çıkar.” 464
Dünya hayatında her insanın onunla samimi olacağı, duygularını
paylaşacağı, seveceği ve sevileceği, görüş birliğinde bulunacağı
dostlara ihtiyacı vardır. Dostluklar, Allah rızâsı için ve çıkarsız
olursa sürekli olur. Bir mü’minin genel olarak bütün mü’minlere
dostluk göstermesi gerekir. Ayrıca, fert olarak her mü’minin en
çok sevdiği, bağlandığı dostları, arkadaşları da bulunur. Hz. Muhammed
(s.a.s.) ile Hz. Ebû Bekir arasındaki dostluk gibi...
İslâmî dostluk kavramı, batılı hayat tarzındaki dostluk kavramından
apayrıdır. Çünkü bu dostluk, yüzeysel bir dostluk olmayıp
sorumluluk, ahde vefâ, kendisi için istediğini kardeşi için de istemek
gibi derin mânâlara sahiptir. Kur’ân-ı Kerim velâyet kelimesi
ile dostluğu, kâmil anlamda tek kelimede zikreder. Dostluk
velâyetin izahıdır ve müslümanlar velâyeti müslümanlara verirler.
Bunun anlamı, dostluğun getirdiği bütün maddî ve mânevî
sorumluluktur, birlikteliktir, yardımdır, sevgidir, kardeşliktir.
Dostluğun itikadî, amelî ve ahlâkî yönleri vardır. Dostluğun
itikadî yönlerini, müslümanların tevhid anlayışı belirler. Amel olarak,
müslümanların birbirini sevmesi ve birliktelik oluşturmaları
zorunludur. Cemaat, Allah’ın rahmetine, rızâsına, af ve mağfiretine,
dünya ve âhiret mutluluğuna sebep olur. Ayrılık ise, yüzleri
karartır, Allah’ın azabını çağrıştırır. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Üç konuda müslümanın kalbi kin tutmaz, hıyânet etmez: Amellerde
ihlâs, devlet adamlarına nasihat, cemaatten ayrılmama.”465 Müslümanın
sorumlu olduğu haklar ikidir: Allah hakları, kul hakları. Bunlar
birbiriyle içiçedir. Dostluğun temeli sevgiye dayanır. Hiç kimse
Allah’tan başka bir şeyi gerçek ve mutlak anlamda sevemez ve
O’ndan başkasını mevlâ ve dost edinemez. Dost olarak Allah yeter.
Mü’minler birbirlerini Allah rızâsı için severler.
Kul, Allah’tan başkasına güvenirse, sonunda zararlı çıkar.
461] 4/Nisâ, 144
462] Riyâzü’s-Sâlihîn, 1/398
463] Müslim, Birr 161
464] 8/Enfâl, 73
465] İbn Mâce, Mukaddime, 18; Ebû Dâvud, İlim 10; Tirmizî, İlm 7; Ahmed bin
Hanbel, 3/225
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 104 -
Kim bir insanı bir üstünlüğünden, mevkiinden, güzelliğinden,
asâletinden veya zenginliğinden dolayı seviyorsa, bu sevgi çıkar
amaçlıdır. Yapılanlar Allah rızâsı için olmayınca mutlaka bir çıkar
içindir ve bu, insanı kötülüklere sürükler. Hz. Peygamber (s.a.s.):
“Zengine zenginliği için saygı duyan kimsenin dininin üçte biri (diğer
rivâyette, üçte ikisi) gider.” buyurmuştur. O halde mü’minler, en
güzel ahlâk üzere olan Rasûlullah’ı her insandan daha çok sevmedikçe
tam mü’min olamazlar. Başkalarına bel bağlayan zarardadır.
Allah’ın hoşuna gitmeyeceğini bildiği halde insanlara şirin gözükmeye
çalışmak imanın zayıflığındandır.
Allah, sâlih kullarını dost edinir. “Kim, insanların kızması pahasına
Allah’ı dost edinmekle O’nu râzı ederse Allah o kimseyi insanların
nazarında yüceltir. Kim de Allah’ın gazabına rağmen insanları râzı ederse,
artık onu Allah’ın azâbından hiçbir şekilde kurtarmak mümkün olmaz.”466
Demek ki, dostluğun itikadî temeli budur. Bazen insanlar birbirlerine
karşı haksız ve zâlim olurlar.
“Ancak bu şeytan, dostlarını korkulu gösteriyor.”467 Şeytana uyanlar
düşmanla dostluk kurar ve münâfık olur. Oysa dostluk için ölmek
de vardır: “Nice peygamberler var ki, beraberlerinde rabbânîler savaş
yaptılar da başlarına gelenlerden dolayı gevşemediler, güçsüzlük göstermediler,
boyun eğmediler.” 468
Cemaat dostluğu konusunda önemli bir konu da, isim sorunudur.
Müslümanın “İslâm”dan başka bir kimliği, “müslüman”dan
başka bir adı yoktur. İsimlendirmeler sebebiyle dostluk göstermek
veya düşmanlık yapmak müslümana yakışmaz. Üstünlük, öncelikle
takvâ ile ile olduğu gibi, Allah Kur’an’da “müslüman”, “mü’min”,
“Allah’ın kulları” diye ad vermiştir. Bir başka deyişle, müslümanların
cehâletleri yüzünden meydana getirdikleri ad sorunu; mezhebe,
tâbi olunan imama, ırka, öndere, ideolojilere göre insanları
dost-düşman diye ayırma sorunudur. Adı müslüman olmayan hiçbir
inanç ve düşünce akımıyla dostluk kurulmaz; dostluk ancak
akîde ve inanç birliğinde sözkonusudur.
Mü’minlerin içinde nefsine uyan öyle kimseler vardır ki, az bir
menfaat karşılığında müşriklere meylederler. Müşrikler, Hz. Muhammed
(s.a.s.) ile böyle câzip dünyevî tekliflerle dostluk kurmak
istemişlerdi de Allah onu korumuştu: “Onlar seni sana vahyettiğimizden
çevirip başka şeyi uydurmayı ve Bize atfetmeyi istediler ki, o zaman
seni öz dost edineceklerdi. Biz seni sağlamlaştırmamış olsaydık, sen belki
466] Tirmizî, Zühd 64
467] 3/Âl-i İmrân, 175
468] 3/Âl-i İmrân, 146
DOSTLUK
- 105 -
onlara biraz meyledecektin.” 469
Müşriklerin bu metodu, her zaman İslâm dâvetçilerine uygulanmaktadır.
Onlar, her zaman İslâm dâvetçilerine nüfuz edip
yolundan saptırmaya, dâvânın kuvvetini bozmaya çalışırlar. Şeytan
birçok mü’mini bu yolla avlar ve bazıları rahatça kendilerini
aldatarak müşriklerin dostluğuna yanaşır. Ne yazık ki tevhidden
çok uzaklarda bulunan çağdaş müslümanları, kâfirler tek tek avlayarak
İslâm ümmetini tümüyle parçalamışlardır. Müslüman, kimle
dostluk edecektir? “Gerçek dostum!” diye hakikaten gösterebileceği
kim veya kimler olabilir? Kur’ân-ı Kerim’in hakiki dostun
Allah olduğunu belirtmesi, bu dostluğun çerçevesini kesin olarak
belirlemiştir. 470
Bugün insanlar eliyle üretilen fikir ve düşünce sistemleri, düzenler,
eğitim ve çevre şartları gibi insanları derinden etkileyen
araçlar, Allah ve Rasûlüne savaş açmış durumdadır. Eğitim ve öğretim,
düşünce sistemleri, fikir akımları, ırkçılık, beşerî ideolojiler,
misyoner faâliyetleri, dinsizlik propagandaları, Darwinizm, materyalizm,
sosyalizm, siyonizm, hümanizm, laiklik, özgürlük anlayışı,
sanat faâliyetleri, sinema, tiyatro, medya, ilân ve reklâm
araçları, dünya görüşleri, futbol ve müzik tutsaklığı, kapitalizm
ve tüketim alışkanlıkları, insanları fıtratlarından ve Allah’ın dostu
olma özelliklerinden sıyırmak için en dehşetli silâhlar ve şeytanî
araçlar olarak kullanılıyor. Bu kadar çok yönlü ateş altında kalan
savunmasız, câhil ve her şeyden önemlisi kâmil imandan mahrum
bırakılan halk, elbette Allah’a dostluğa giden yolu bulamıyor, bilinçsiz
de olsa şeytanın dostluğuna meylediyor.
Lâ ilâhe illâllah diyen bir müslümanın, İslâm akîdesi ile çelişen
her türlü fikir ve akımdan uzaklaşması, Allah’ın indirdiğine aykırı
her kanun, yasa, nizam, tüzük, düzenleme ve düzenden uzak
olduğunu açıkça bildirmesi ve yaşayışıyla göstermesi gerekir ki,
gerçekten tüm ilâhları reddetmiş olsun. Pyegamber’in amcası Hz.
Abbas’ın dediği gibi, lâ ilâhe illâllah diyen kimse, bu sözüyle bütün
(kâfir) dünyaya savaş açmış olduğunu bilmelidir. Kâfirler bütün
güçleriyle İslâm’a ve gerçek müslümanlara saldırırken, müslümanın
gündelik işlerle uğraşıp savaşçı olmaması düşünülebilir mi?
“İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kâfirler ise tâğut (bâtıl dâvâlar ve
şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe
yok ki şeytanın düzeni ve tuzağı zayıftır.”471 Çağdaş müslümanın
469] 17/İsrâ, 73-74
470] Sami Şener, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, 1/414-416
471] 4/Nisâ, 76
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 106 -
öyle bir derdi yok. O işiyle, aşıyla ve keyfiyle meşgul. Bahâneler de
çok: “İmkânlarımız yok, taşlar da bağlı...” Filistin’li çocuklardan
öğrenin bağlı taşları koparıp fırlatmanın yolunu, imanın en büyük
imkân olduğunu, Allah’ın tarafını seçenin direnişini...
Bugün müslümanların kâfirler arasında bir selin içindeki köpük
ve çer-çöp gibi olmasının temel sebeplerinin başında, düşman
edinmeleri gereken kâfirleri dost kabul etmeleri yatmaktadır.
Dünyada izzetin, onurun, devletin; âhirette cennetin bedeli,
Allah’ı ve Allah taraftarlarını dost; şeytanı ve şeytanın askerlerini
düşman kabul etmek ve dostluk ve düşmanlığını ispatlayacak
davranışlarda bulunmaktır.
Velâyetin Siyasî Görüntüleri
Kur’an velîliği kan ve soy bağına değil, iman bağına bağlar.
Yakın ve uzak akrabayla kurulacak olan iman ve velâyet bağı,
onlar arasındaki dostluk ve sevgi atmosferi oluşturacaktır. İslâm,
mü’minleri hangi renkten, hangi ülkeden ve hangi soydan olurlarsa
olsunlar velî ilân eder. Onların birbirleri üzerinde velâyet
hakları vardır. Onlar bu hakkını bir iman borcu olarak almaktadırlar.
Bilindiği gibi mutlak velâyet yetkisi Allah’a aittir. O’nun
Rasûlü Muhammed (s.a.s.) de, mü’minlere kendi öz nefislerinden
daha “evlâ”dır, dostluk ve yardım bakımından daha yakındır.
Peygamberimiz (s.a.s.), bütün mü’minlerin öncelikli velîsidir.
O, mü’minler üzerindeki bu velâyet hakkını, peygamberlik görevini
yerine getirerek, mü’minleri irşâd ederek, onlara doğru yolu
göstererek kullanır.
Birbirlerinin velîsi olan mü’minlerin de birbirleri üzerinde
velâyet hakları bulunmaktadır. Onlar bu hakkı, birbirlerine hakkı
ve sabrı tavsiye ederek, ma’rûfu emrederek, münkerden alıkoyarak,
birbirlerine yardım ederek, dostluğu ve sevgiyi birbirlerine
göstererek, haklarını koruyarak velâyet yani yönetim makamına
mü’min olanlardan başkasını geçirmeyerek, mü’minler aleyhine
kâfirlere/inkârcılara ve bozgunculara destek olmayarak kullanırlar.
472 Bu âyetle, kâfirler ve ehl-i kitapla velâyeti yasaklayan âyet,
yanyana düşünüldüğü zaman ‘velâyet’ kavramı ‘dostluk, koruma
ve yardım’ anlamlarından, ‘temsil ve yönetme yetkisi’ anlamlarına
doğru genişler. Bu anlamda velâyet ‘kamu velâyeti’dir,
yani toplumun yönetimi için birine yetki vermedir. Mü’minler,
bu velâyeti-yönetim yetkisini iman edip sâlih amel işleyen kimselere
verirler. Müslümanlar adına tasarrufta bulunma yetkisi
472] 9/Tevbe, 71
DOSTLUK
- 107 -
iman eden ve imanın getirdiği ilkelere her alanda uyan, kararları
ve icraatlarıyla İslâm’a bağlılıklarını isbat etmiş kişilerde olmalıdır.
473
Şüphesiz küfredenler, inanmamakta direnenler ve İslâm’a karşı
her araca başvurarak mücadele edenler de birbirlerinin velileridir.
474 Onlar, her türlü günah işinde birbirlerine destek olurlar,
yardım ederler. Dünyada iken Allah’tan başkasını velî edinenler,
hem dünyada hem de Kıyâmette bir velî ve yardımcı bulamayacaklardır.
475 İslâmî yönetim sisteminde ‘ulu’l emr’in diğer adı
‘veliyyü’l emr’dir. İşin velîsi anlamındaki bu deyim, oldukça anlamlıdır.
Mü’minlerin din ve dünya işlerinin emânetini yüklenen emir
sahipleri, onların velâyetini almış, onların velîleri durumuna gelmiş
kişilerdir. Bu velâyet hakkının da gerçek Velî olan Allah’ın hükümlerinin
uygulanmasıyla elde edileceği açıktır. İman etmeyen,
müslümanların gittiği yoldan gitmeyenlere bu işleri yapma velîliği
(veliyyü’l emr emâneti) verilmez.
Görüldüğü gibi “velî” kavramı, Allah, peygamber, melek,
mü’minler hakkında kullanıldığı gibi; şeytan, inkârcılar ve
münâfıklar hakkında da kullanılmaktadır. Bütün kullanılışlardaki
ortak nokta; yardım, dostluk, yakınlaşma, işini üslenme, idaresini
başkasına verme anlamlarıdır. Velâyet, bu anlamda kullanıldığı
gibi, İslâm kültüründe daha farklı bir mânâya da sahiptir. Velâyet,
bir yönüyle siyâsî bir kavramdır ve yönetimle ilgilidir. Kelimenin
sözlük anlamı, aile içinde babanın velî oluşunu, müslümanların din
ve dünya işlerini emanet ettikleri yetki ve hak sahibini işaret ediyor.
Mü’minler, bu velâyet hakkını kendilerinden olmayan kimselere veremezler.
Yukarıda geçtiği gibi inkârcılar, bozguncu müfsitler, haddi
aşanlar, münâfıklar, şeytanın dostları ve tâğutlar, mü’minlerin
velîsi değildirler, olamazlar.
Öyleyse mü’minlerin, kendilerine asla velî olmayacak bu gibi
kimselere, yönetim yetkilerini, dinlerine müdâhaleyi, bireysel ve
sosyal hayatlarını bırakmamaları gerekir. Yalnız, şunu da hatırlatmak
lâzımdır ki, mü’minlerin dışındaki insanların velî/dost edinilmemesi,
asla kötü muâmele, hak ihlâli ve sürekli kavga hali demek
değildir. Bilakis dinimiz, bütün insanlara iyi muâmele etmeyi emrediyor.
Ancak velâyet bağı iman ile oluşan bir bağdır. Mü’minler
inkârcılar ile bir arada yaşayabilirler, ama işlerini onlara emânet
etmemeleri, onları sırdaş ve velî edinmemeleri şarttır.
473] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasî Kavramlar, s. 77
474] 9/Tevbe, 73
475] 4/Nisâ, 173; 18/Kehf, 17; 33/Ahzâb, 65
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 108 -
Siyâsî Anlamda Velâyet-Kadın İlişkisi
İslâmî açıdan kadın, toplumun bir ferdidir. Sorumluluk bazında
kadın ve erkek arasında bir fark bulunmaz. Mes’ûliyet açısından
erkek hangi haklara sahipse, kadın da aynı haklara sahiptir.
Sosyal, eğitim ve öğretim haklarının icrâ edilmesinde hiçbir fark
yoktur. Kadın ailenin geçimi için meşrû olarak çalışabilmektedir.
Yalnız bu konuda yetki, birinci derecede erkeğe aittir. Kadın,
meşrû olmak kaydıyla karar verebilir.
Yüce Allah, Hz. Âdem babamız ve Havvâ vâlidemizi yaratmış,
ikisine de aynı sorumluluğu vermiştir.476 Şeytanın kandırmasıyla
sorumluluğu sadece Hz. Âdem’e yüklememiştir: “Ben sizi o ağaçtan
men etmedim mi?”477 ifadesiyle bu durum açıklanmıştır. Hz. Âdem
ve Havvâ’nın; “... Biz kendimize zulmettik...”478 şeklindeki itiraflarıyla,
kadın ve erkeğin suç konusunda farklı olmadığı anlaşılmaktadır.
Kur’ân-ı Kerim’de kadın ve erkek arasında sorumluluk ve görev
bazında bir ayrım bulunmazken, kamu görevine katılıp katılmama
hususunda değişik görüşler bulunur. Söz konusu iddiaların
âyetlerden ziyâde, Hz. Peygamber’in hadisi ve örflere dayandığı
anlaşılmaktadır. Buna göre, “kadınlardan idareci olur mu?” sorusuna
verilecek cevap konumuzun aydınlanması açısından önem
taşır. Kur’an’da, kadının böyle bir görev almasına mâni olan bir
âyete rastlanmaz. Yüce Allah, idareci olacak kişide ehliyet, adâlet
ve yapacağı işlerde Allah ve Peygamberini hakem tayin etme şartlarını
arar.479 Yoksa bu işleri yapacak kişinin erkek veya kadın olmasında
bir sınırlamaya gitmez. Diğer taraftan, Kur’ân-ı Kerim’de
Hz. Süleyman’ın muhâtap olduğu Sebe’ melîkesi Belkıs kıssası
anlatılır. Adı geçen kraliçenin, yaptığı işlerde istişâre etmesi, zulümden
uzak ve kararlı tutumu açıklanır. Hz. Süleyman’la tanıştıktan
sonra, “Rabbim ben kendime zulmetmişim. Süleyman’la birlikte
âlemlerin rabbi olan Allah’a teslim oluyorum...”480 sözleri, onun makam
ve saltanatının iman etmesine engel olmadığını hatırlatır.
Kadın hükümdarla ilgili başka bir örnek, Hz. Peygamber’in
sünnetinde bulunur. Hz. Peygamber, İslâmî tebliğ çerçevesinde,
İran kralına bir mektup gönderir. Fakat kral mektubu parçalar. Hz.
Peygamber de buna bedduâ eder. Neticede kral ölür. Yerine kızı
görevi devralır. Bunun üzerine Hz. Peygamberimiz şöyle buyurur:
476] Bk. 7/A’Râf, 23
477] 7/A’râf, 22
478] 7/A’râf, 23
479] Bk. 5/Mâide, 58-59
480] 27/Neml, 22-24
DOSTLUK
- 109 -
“İşlerini bir kadının irâdesine bırakan kavim felâh bulmayacaktır.”481 Dikkat
edilirse bu kadın, inançsız bir kadındır. Babası hangi inanç
üzerinde ise kızı da aynıdır. İslâm âlimleri arasında 2/Bakara, 228
ve 4/Nisâ, 34 âyetleri ve zikredilen hadis-i şerif delil gösterilerek
kadının idareci olamayacağı belirtilmektedir. 482
Yukarıda işaret edilen âyetlere ve hadis-i şerife baktığımızda
kadının idareci olamayacağı ifade edilmez. Kur’ân-ı Kerim
iyi tetkik edildiğinde, gerekli bilgi, beceri ve şartları taşıyan kadından
yönetici/idareci olabileceği anlaşılmaktadır. Ayrıca Tevbe
sûresi 71. âyet ve Hz. Âişe vâlidemizin başkanlığını yaptığı Cemel
vakası, olayın diğer boyutunu oluşturur. Nakillere mûtedil yaklaşıldığında,
İslâmî açıdan gerekli kriterleri taşıyan her insandan
idareci olabileceği anlaşılmaktadır. Yeter ki âdil, ehil ve insanlara
yaratılıştan verilen haklara saygılı olsun. Söz konusu temel hak ve
hukuklar verilip, Allah’ın istediği iyilik, adâlet ve velâyet/dostluk
oluşturuluyorsa, bu işleri yapanın cinsiyeti önemli değildir. Bu işleri
yapanlar erkek de kadın da olabilir.483 Tarih boyunca birçok idareci
gelip geçmiştir. İçlerinde dostluğu önemseyenler olduğu gibi,
zâlim olanlar da olmuştur. Kur’ân-ı Kerim, iman eden insanları
ateşte yakan idarecilerin durumunu bildirir.484 İnsanlar arasında
huzurun temini, dostluğun pekişmesiyle mümkündür. İşte İslâm,
insanlara yaklaşarak, sulhun ve dostluğun kurulmasını istemektedir.
Yüce Allah, iyi ilişkilerin gerçekleşmesi için müslümanlara
Allah ve Rasûlünün verdiği hükme râzı olmalarını485 ve insanlara
şefkatle yaklaşmalarını istemektedir. Yoksa kadının idareci olmasını
engelleyen bir hüküm bulunmamaktadır. 486
Müslüman Olmayan Akrabalarla
Dostluk ve İlişki
İslâm’da esas bağ, din bağıdır. Hangi ırktan, hangi soydan olursa
olsun sadece müslümanlar birbirlerinin kardeşidir,487 velîsidir.488
Bir mü’min, aralarında din bağı bulunmayan yakın akrabalarını
velî/dost kabul edemez.
481] Buhârî, meğâzî 64/82
482] Bk. Hayreddin Karaman, Kadının Şâhitliği, Örtünmesi ve Kamu Görevi, İ. A.
Der. C. 5, sayı 4, s. 284-291, Ank, 1991; Said Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri,
s. 356-361
483] Geniş bilgi için, H. Karaman ve Sait Şimşek, a.g.e. ve sayfalar
484] 85/Bürûc, 4
485] 33/Ahzâb, 36
486] R. Kaya, a.g.e. s. 49-50
487] 49/Hucurâct, 10
488] 9/Tevbe, 71; 5/Mâide, 55
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 110 -
“Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve
kardeşlerinizi velî/dost edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte
onlar zâlimlerin kendileridir.”489; “De ki: ‘Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz,
eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından
korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler (evler, konaklar,
köşkler) size Allah’tan, Rasûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten
daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah
fâsıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.”490; “Allah’a ve âhiret
gününe iman eden bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları
da olsa- Allah’a ve Rasûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini
göremezsin. İşte onların kalbine Allah, iman yazmış ve katından
bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan
cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan
râzı olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar, hizbullahtır/
Allah’tan yana olanlardır. İyi bilin ki hizbullah/Allah taraftarları,
kuşkusuz felâha/kurtuluşa erenlerdir.” 491
Ashâb-ı kiram, Allah ve Rasûlüne dostluğun, onların düşmanlarına
düşmanlığın en güzel örneklerini vermişlerdir. Meselâ Ebû
Ubeyde, Uhud’da babası Cerrah’ı öldürmüş, Hz. Ebû Bekir de savaşta
oğlu Abdurrahman’a karşı çıkmak istemiş, ama Hz. Peygamber
izin vermemiş, Mus’ab bin Umeyr, Uhud’da kardeşi Ubeyd bin
Umeyr’i öldürmüştü. Aynı şekilde Ömer bin Hattâb, Bedir’de dayısı
Âs bin Hişam’ı, Hz. Ali, Hz. Hamza ve Ebû Ubeyde amcazâdeleri
olan Utbe, Şeybe ve Velid bin Utbe’yi öldürmüşlerdi.
İnsanlar arasındaki yakınlığın asıl sebebi din birliğidir. Allah’ın
dinine inanmış ve peygamberleri tasdik etmiş kimseler birbirlerinin
mânevî akrabası, yakını ve dostudurlar. Bunların aralarında
mânevî bir birlik (vahdet) vardır. Mü’minlerle kâfirler ırk ve soy
bakımından birbirlerinin akrabası olsalar bile bu akrabalığın Allah
katında hiçbir değeri yoktur. Nitekim Hz. Nûh’un oğlu iman
etmediği için, Allah Teâlâ onu Nûh peygamberin âilesinden saymamıştır:
“Nûh Rabbine duâ edip dedi ki: ‘Ey Rabbim! Şüphesiz (boğulmuş
olan) oğlum da âilemdendir. Senin vaadin ise elbette haktır. Sen
hâkimler hâkimisin.’ Allah buyurdu ki: EyNûh! O asla senin âilenden değildir.
Çünkü o, sâlih olmayan bir amel sahibi idi (kâfirdi). O halde hakkında
ilmin olmayan bir şeyi Benden isteme. Ben sana câhillerden olmamanı
tavsiye ederim.” 492
Bütün bunlarla birlikte İslâm, âile bağlarına çok önem verir.
489] 9/Tevbe, 23
490] 9/Tevbe, 24
491] 58/Mücâdele, 22 ve yine bk. 64/Teğâbün, 14.
492] 11/Hûd, 45-46
DOSTLUK
- 111 -
Mü’min olmayan akrabalarla her durum ve şartta ilginin kesilmesini
emretmez. Onlardan İslâm’a ve müslümanlara düşmanlık gelmez
ise, İslâm onlara karşı iyilik yapmayı ve onları ziyâret etmeyi
yasaklamaz. “Allah’a ibâdet edin ve O’na hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayın.
Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya (eş dost ve
arkadaşa), uzak komşuya, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara iyi davranın;
Allah kendini beğenen ve daima böbürlenen kimseyi sevmez.”493
Özellikle müşrik de olsalar, ana babaya ihsanla/iyilik ve güzellikle
davranmayı, onlarla sıcak ilişkiler içine girilmesini arzular: “Biz insana
ana babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu
nice sıkıntılarla taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun
için) önce Bana, sonra da ana babasına şükretmesini tavsiyede bulunmuşuzdur.
Dönüş ancak Banadır. Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan
bir şeyi (körü körüne) Bana şirk/ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat
etme. Onlarla dünyada iyi geçin...” 494
Bu âyette de görüldüğü gibi, şirk konusunda ana baba dâhil
hiçbir kimseye itaat edilmemesi, ama müşrik bile olsalar ana babaya
iyilik yapılması emredilmektedir. Nitekim Hz. Âişe’nin kardeşi
Esmâ’ya (r.a.), müşrik annesini ziyâret edip iyilik yapması için Hz.
Peygamber’in izin verdiği bilinmektedir. 495
Müslüman olmayan ebeveyne de infak vâciptir; dinleri farklı
da olsa, kişi muhtaç olan anne babasına bakmakla yükümlüdür.
Bir müslümanın durumu müsait iken, ana babasını sıkıntı ve zorluk
içinde kıvranır vaziyette bırakması, tabii ki, bir iyilik ve ihsan
sayılmaz. Hâlbuki Kur’an, her şartta ana babaya ihsan ve iyiliği
emretmektedir.496 Allah, akraba ile ilgisini keseni kötülemiş,497
akrabanın haklarına riâyet etmeyenin günah işlediğini bildirmiş,
yakınları kâfir de olsalar, Allah, bunların haklarını yakınlarına
vâcip kılmıştır.”Akraba ile alâkayı kesen cennete giremez.”498 Demek
ki, sevgi velî kabul etmek, onları sırdaş edinmek başka şeydir;
kâfir akrabaya nafaka temin etmek, onları ziyâret etmek, onlara
ihsanda bulunmak ise daha başka bir şeydir; bunlar birbirine karıştırılmamalıdır.
Evliyâullah / Allah’ın Velîleri Kimlerdir?
Velî’nin çoğulu “evliyâ”dır. Halk arasında velî veya evliyâ denilince
yukarıda anlatılanlar pek akla gelmez. Kafalarda biraz daha
493] 4/Nisâ, 36
494] 31/Lokman, 14-15
495] Buhârî, Hîbe hadis no: 2620; Müslim, Zekât hadis no: 1003
496] 2/Bakara, 83; 4/Nisâ, 36; 6/En’âm, 151; 17/İsrâ, 23; 31/Lokman, 14
497] 4/Nisâ, 1
498] Buhârî, Edeb, hadis no: 5984; Müslim, Birr, hadis no: 2556
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 112 -
özel bir insan grubu şekillenir. Bir taraftan evliyâ göklere uçurulur,
onlara karada ve denizde, yerde ve gökte Allah’a ait nice görevler
havâle edilir; fakat böyle bir anlayıştaki yanlışlıklar düşünülmez.
Buna karşın Kur’an’ın şiddetli yasaklamasına rağmen kimileri
inkârcıları, zâlimleri veya tâğutları veli/dost ve sırdaş edinir. Böylelerine
toplumun velâyet-yönetim yetkisini seve seve verir. Hatta
onların müslümanların aleyhine olan düşmanlıklarına ortak olur.
Bazıları da Kur’an’a göre velâyeti caiz olmayan zorbaların İslâm
ülkelerinde kurdukları gayri İslâmî düzenlere ses çıkarmazlar, onların
siyasetlerinden memnun kalırlar. Onların zulüm sistemlerine
destek olur ve bunun ne anlama geldiğini hiç akıllarına getirmezler.
Birçokları ömürlerini aslı astarı olmayan velî-evliyâ menkıbeleriyle
(hikâyeleriyle) tüketirken, müslümanların velâyetini gasbedenlerin
İslâm âlemini ne hale getirdiklerini, müslümanlara
nasıl davrandıklarını hiç düşünmezler. Yanlış velî-evliyâ düşüncesi
sebebiyle niceleri Tevhid dininin dışına çıkarlar da farkında bile
olmazlar. Bu konuyu Kur’an’ın ve sünnetin çerçevesi dışında değerlendirenler,
özel bir statü verdikleri evliyâda olağanüstü güçler
ve yetkiler görürler. Onların peşine takılır, bir dediklerini iki
etmezler. Ağızlarından, ya da kalemlerinden çıkan sözleri doğru
mu yanlış mı diye düşünmeden benimserler. Evliyâ dedikleri kimselerde
mutlaka tabiatüstü bir güç ve kerâmet görmek isterler.
Göremeyince de kendileri uydururlar. Ya da önceden uydurulmuş
malzemeyi kendi şeyhleri için kullanırlar.
Her konuda olduğu gibi bu konuda da şaşmaz ölçü Kur’an’dır.
Öyleyse velî veya evliyâ kimdir, özellikleri nelerdir? “Haberiniz olsun;
Allah’ın velîeri (evliyâullah), onlar için korku yoktur, onlar mahzun da
olacak değillerdir.”499 Onlar Allah’tan hakkıyla korkup çekindikleri
için, onlara dünyada ve âhirette korku yoktur. Onların ilerisi güzel
olduğu için geçmişle ilgili hüzünleri (üzüntüleri) kalmamıştır. Hesapları
sebebiyle korkmayacaklar ve hesaplarının kötü olmaması
sebebiyle de üzülmeyecekler.
Bu müjdeye kavuşacak olan “evliyâ” kimdir? Cevabı bu âyeti
takip eden ikinci âyet veriyor: “Onlar iman edenler ve (Allah’tan) korkup
sakınanlardır. Müjde, dünya hayatında ve âhirette onlarındır. Allah’ın
sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük kurtuluş budur.”500 Ölçü iman ve
takva. Kim hakkıyla iman eder, imanını şirk veya riyâ gibi şeylere
bulaştırmazsa ve arkasından da Kur’an’ın tanımladığı takvâya
499] 10/Yûnus, 62
500] 10/Yûnus, 63-64
DOSTLUK
- 113 -
ulaşırsa, işte böyleleri Allah’ın velîleridir.
Yukarıda ifade edildiği gibi, Kur’an ‘velî’ kelimesini hem olumlu
hem de olumsuz anlamda kullanmaktadır. Şeytanın velîsi olabildiği
gibi, putların da velîsi olabilir. İnkârcılar ve zalimler her
bakımdan birbirlerinin velîsidirler. Buna karşın Allah mü’minlerin
velîsi/dostu ve yardımcısıdır. O, müslümanların kendi aralarında
da velâyet ilişkisinin olmasını emretmektedir. Bunun yanında
Rabbimiz iman edip takvâ sahibi olan kullarını kendine ‘velîlerevliyâu’llah’
olarak seçiyor. Demek ki mü’münler için sıradan
bir velî olmak değil; Allah’ın velîlerinden, evliyâullahtan olmak
önemlidir.
Mü’min zaten İslâm’a bütün benliği ile iman edendir. Buna
bağlı olarak bütün mü’minler de takvâ üzere yaşamak zorundadırlar.
İman takvâyı gerektirir. Takvâsız mü’min olunamayacağına
göre, Allah’ın râzı olduğu bütün mü’minler evliyâdır, Allah’ın
velîsidir. Allah da onların mevlâsıdır. Yukarıda mü’minlerin hepsinin
birbirlerinin velisi olduğu açıklanmıştı. Elbette mü’min deyince,
akla, Allah’tan hakkıyla korkup çekinen teslim olmuş müslüman
gelir.
Peygamberimiz’den gelen bir rivâyet konuyu daha anlaşılır bir
şekilde açıklıyor. Peygamberimize Allah’ın velîleri kimlerdir diye
sorulmuş, O da şöyle buyurmuştur: “Onlar öyle kimselerdir ki, görüldükleri
zaman Allah hatırlanır, zikredilir.”501 Hz. Ömer’den (r.a.) rivâyet
edilen bir hadiste de, kendileri şehid veya nebî olmadıkları halde
nebîlerin ve şehidlerin gıpta ettiği, aralarında ticaret ve akrabalık
olmadığı halde birbirlerini Allah için seven kimselerden bahsedilmektedir.
502
Evliyâullah (Allah’ın velî kulları), Allah için severek birbirlerine
dost, yârân, ahbap olurlar.503 Ya da onlar Allah uğruna, O’nun
adıyla, O’nun celâli için birbirlerini severler. Bu sevgi ile beraber
birbirlerine ilgi gösterirler. 504
Takvâ sahibi mü’minler, Hakk’ın canlı şâhitleridir. Onlar,
İslâm’ın güzelliklerini pratik hayatlarında gösterirler. Onlar İslâm’ı
öylesine güzel yaşarlar ki, onlara bakıldığı zaman Rabbimizin ve
O’nun verdiği nimetlerin hatırlanmaması mümkün değildir. İşte
Allah’ın velî kulları, müttakî mü’minlerdir. Bu gibi mü’minler özel
501] Dürrü’l Mensur, 4/370; naklen Elmalılı, 4/495
502] Müstedrek, 4/170; naklen Elmalılı, 4/495
503] Ebû Dâvud, Sünne 2, hadis no: 4596, 4/197
504] Müslim, Birr 38, Hadis no: 2567, 4/1988; Tirmizî, Zühd 53; Dârimî, Rekaik 44,
hadis no: 2760, 2/221; Ahmed bin Hanbel, 2/237, 328, 338, 370, 533; 3/87,
4/128, 386
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 114 -
bir sınıf değillerdir. Bu velîlik sıfatını onlar iman ettikleri ve uydukları
Kur’an’dan alırlar. Ne peşlerine gelenlerden, ne de yukarılarda
olduğu zannedilen ve olağanüstü şahsiyet olarak düşünülen
kimselerden.
Bilindiği gibi İslâm’da ruhbanlık ve özel bir sınıf statüsü yoktur.
Herkes Allah’ın önünde eşittir ve herkes Rabbine kulluk yapmakla
yükümlüdür. Kimsenin Allah katında bir imtiyazı (ayrıcalığı) yoktur.
Üstünlük, derece ve sevap kazanma ölçüsü yalnızca takvâdır.
Kimin takvâlı olduğunu da yalnızca Allah bilir. Allah’ı râzı etmeye
çalışan kullara Allah’ın pek çok yardım ettiğini, onlara çok hayırlar
verdiğini, görünen ve görünmeyen nimetlerle desteklediğini,
mü’min topluluklarla çeşitli yardımları ulaştırdığını Kur’an haber
vermektedir. Mü’minler zaten kerem sahibi insanlardır; Allah dilerse
onlara daha fazla kerâmette bulunabilir.
Kerâmet velî olmanın şartı değildir. Allah dilediği kuluna dilediği
nimeti değişik şekillerde ulaştırır. Tekrar edelim ki velî olmanın,
yani ‘evliyâullah’tan olmanın şartı iman ve takvâdır. Velî
olmak evliyâ sayılmak için başka törenlere, şartlara, uzun boylu
açıklamalara, tarîkat silsilelerine, başkaları tarafından verilecek
ünvanlara ihtiyaç yoktur. Kur’an, kimin velî olduğunu açık açık
anlatmaktadır. 505
Tasavvuf Etkisiyle Velî ve Evliyâ
Kavramlarında Anlam Kayması
Müslümanım diyenlerce tahrif edilen Kur’an kavramlarından
biri, “velî” kavramıdır. Kur’an ve sünnetteki gerçek mânası
yönüyle bu kavramın içi boşaltılarak tevhidî konumundan soyutlanıp
velâyet, ayrıcalıklı bir sınıfa nisbet edilmiştir. Yaşadığımız
toplumda, “tevhid”e zarar vermeye müsâit vesîle, şefaat ve velî
anlayışları vardır. Eğer nefsimizi ve çevremizi Kur’an’ın gözlüğüyle
görmeye çalışırsak, yanlışlıkların önüne geçebiliriz. Tasavvufun
etkisiyle, geleneksel anlamda velî (veya evliyâ); benliğini Allah’ta
yok etmek sûretiyle birtakım üstün vasıflar kazanarak, hârikulâde
şeyler gösterebilen büyük insan anlamında kullanılmaktadır. Hatta
daha da ileri gidilerek Allah adına kâinatın idaresini düzenlemeye
yetkili kişiler olarak algılanmaktadır.
Hicretin ilk asrında başlayan zühd ve takvâ anlayışı, giderek
tasavvufî bir şekle bürünmüş ve 9. yüzyıldan sonra ise geniş
ve renkli bir tefekkür meydana getirmiştir. Velî kavramının,
Türkler’in İslâm’a girişinden sonra, İslâm öncesi dinlerinden
505] Hüseyin K. Ece, a.g.e., s. 755-757
DOSTLUK
- 115 -
taşıdıkları Şamanizm, Budizm, Zerdüştlük, Mazdeizm, Maniheizm
ve Hıristiyanlık gibi inançların tesiriyle ıstılahlaştığı görülmektedir.
Öyle ki, Allah’a yakın olduğu kabul edilen velî diye vasfedilen bu
kişilerin fevkalâde kuvvet ve kudretlerle mücehhez olduğuna ve
herhangi bir konuda -sağ veya ölü iken- yardımlarının söz konusu
olacağına inanılmaktadır. Böyle bir anlayış velînin takdis olmasıyla
sonuçlanmaktadır. Yukarıdaki anlamıyla müslümanlar arasında
yaygınlaşan bu velî kavramının menşe’ itibarıyla İslâmiyet’le ilişkisi
olmadığı söylenir. Aynen hıristiyanlıktaki saint/aziz kültü gibi,
müslümanlar arasında yaygınlaşan bu velî kelimesinin İslâm’dan
önceki putperest kültürlerle yakın alâkası olduğu ifade edilir.506
Eski Türk şamanları incelendiğinde bunların Türk velî tipine
çok benzediği anlaşılır. Gelecekten haber veren, hava şartlarını değiştiren,
felâketleri önleyen, yahut bunları düşmanlarına Musallat
eden, hastaları iyileştiren, göğe çıkıp uçabilen, ateşte yanmayan,
yani bu özelliklere sahip olduklarına inanılan Türk şamanları bu
hüviyetleriyle âdetâ İslâm sonrası eserlerde velî veya evliyâ olarak
tanındı. Şamanist Türkler, şamanların hârikulâde insanlar olduklarına,
ruhlar ve gizli güçler ile ilişki kurup onlara istediklerini yaptırabildiklerine
inanırlardı. Türklerin velî telakkisinin oluşmasında
eski atalar kültürünün de önemi vardır. Ata öldükten sonra onun
ruhunun üstün birtakım güçleri olduğuna inanılır ve ondan şefaat
beklenir. Bu üstün rûhânî güçlerle donanmış insan tipinin müslümanlıktaki
velî tipiyle ilgi kurulmasında güçlük çekilmedi. Kur’ân-ı
Kerim’deki çeşitli mûcizeler gösteren peygamberlerin şahsiyetini
kendi din adamlığıyla benzeştirdiler. Velî ve evliyâ kültürünün
oluşmasına sebep olan unsurlar şunlardır: a) Eski Türk inançları, b)
Budizm ve Şamanizm, c) İslâm öncesi kültür, d) Kitab-ı Mukaddes
kaynaklı inançlar, d) İslâm’ın (Kur’an ve hadisler) yanlış yorumu.
10-12. asırlarda İslâmiyet, Orta Asya’da yayılırken tekkelerin
çoğu eski Budist manastırlarının yerine, yahut yakınlarına yapılıyor,
zamanla manastırdaki azize ait menkıbeler, yerli halkla
ilişkiler kurmada kolaylık olması için İslâmî bir hüviyete dönüştürülüyordu.
Bu usûl, hem Anadolu’da, hem de Rumeli’de tatbik
edildi. Meselâ, Hacı Bektaş’ın Sulucakarahöyük’te kurduğu tekke,
burada yaşayan Hıristiyanların takdis ettiği Saint Charalambus’a
ait kilise ve kültürü İslâmî bir havaya büründürüldü. Bu örnekler
çoğaltılabilir. Bu velî veya evliyâların neler yaptıklarını Abdurrahman
Câmî’ye ait, tasavvuf kitaplarının meşhurlarından olan eseri
Nefehâtü’l-Üns min Hazerâti’l-Kuds isimli eserden takip edelim:
506] Bk. E. A. Westermarck, İslâm Medeniyetinde Puta Tapma Devrinden Artakalan
İtikatlar, Ankara, s. 11, 19-20; Haksöz, sayı: 11 (Şubat 92), s.14
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 116 -
1) Yoğu var etmek, varı yok etmek, 2) Gizli şeyleri açığa çıkarmak,
açıkta olanları gizlemek, 3) Ölüyü diriltmek, diriyi öldürmek, 4)
Duâyı gerçekleştirmek, 5) Gıyâben söylenenleri işitmek, 6) Gaybden
ve gelecekten haber vermek, 7) Su üzerinde yürümek, mekân
aşmak, 8) Aynı anda muhtelif yerlerde görünmek, 9) Hayvan, bitki
veya cansız maddelerin tesbih ettiklerini duymak, 10) Havada dolaşmak,
11) Vahşi hayvanları emrine almak.
Yukarıda sayılan özelliklere uygun, tarihte ve günümüzde var
sayılan velîlere örnekler veren külliyât bir hayli yaygındır. Örnek
olarak; Hacı Ubeydullah Ahrar denilen şahıs Semerkant’ta otururken,
aynı anda İstanbul’u fetheden Fâtih’in ordusuna yardım eder
şeklindeki olay, bütün klasik kaynaklarda çok rahat bir şekilde
anlatılır.507 Bazıları da “insanın kalbinden geçirdiğini bilir, gelenin
sormadan cevabını verir, istemeden ihtiyaç sahibinin muhtaç
olduğu şeyi bağışlardı. Gönüllere ve rüyalara tasarrufu vardı. Bereket
gittiği yerlere yağardı. 508
Bazıları da Allah ile konuşabiliyor, hatta O’nu da emri altına
alıyor: “Hak Teâlâ dedi: ‘Yâ Cüneyd, ben seninim, sen benimsin.
Şimdiye değin sen benim dediğimi tutardım; şimdiden sonra ben
senin dediğini tutarım.”509 Bir başkası: “Evliyâdan bazıları vardır
ki, sâdık mürîde vefâtından sonra, hayattayken olduğundan daha
fazla menfaat eriştirir. İsterse o velî, kabrinde meyyit olsun. Kabrindeyken
müridini yetiştirir. Müridin kabrinden onun sesini işitir.
Nitekim Ebu’l-Hasan Hırkani, Beyazıd Bestami’den bu şekilde feyz
almıştır.510 Bazıları işi daha da ileri götürerek; “Allah beni över,
ben de onu. O bana kulluk eder, ben de O’na. Bir halde O’nu ikrar
eder ve eşyadaki çokluk ve değişikliği görünce inkâr ederim.” 511
Velî (veya şeyh) ile sohbetin usûlü: “Evvelâ mümkün ise gusl
ile olmazsa taze bir abdestle iki rekât namaz kılmak, anlayamadığı
bir şey varsa, onu kendi kusuruna haml etmek, hiçbir sûrette
şeyhin kavl, fiil ve ahvâline kat’iyyen itiraz etmemek, şeyhin
kelâmını hakdır diye itikad etmek... Sohbet bitince çok oturmayıp
hemen kalkıp izin istemek ve ellerini dizlerini öpüp geri geri
gitmek...”512; “Allahu Teâlâ’nın ism-i zâhirleri o kadar çok tecelli
etti ki, her şeyde ayrı ayrı göründü, hatta nisâ (kadınlar) şeklinde,
507] İrfan Gündüz, Osmanlılar’da Devlet-Tekke Münâsebetleri, Sehâ Neşriyat, s.
43-44
508] Mehmed Zâhid Kotku, Ehl-i Sünnet Akaidi, Sehâ Neşriyat, s. 7
509] Feridüddin Attar, Tezkiretü’l-Evliyâ, Erkam Y. s. 158
510] Es-Seyyid Abdülhakim Arvasî, Râbıta-i Şerife, Büyük Doğu Y. s. 19
511] Muhyiddin-i Arabî, Fusûsu’l-Hikem, M.E.B. Y. s. 48
512] M. Zâhid Kotku, Tasavvufî Ahlâk, c. 1, s. 90
DOSTLUK
- 117 -
onların organları halinde ayrı ayrı zâhir oldu. Bu tâifeye o kadar
bağlandım ki, nasıl bildireyim, kendimi tutamıyordum. Onların
şeklindeki zuhur başka hiçbir şeyde yoktu.” 513
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Allah adına, din adına bu anlatılanların
İslâm’la bir ilgisi olmadığı halde, bu eserlerin Kur’an
rehberliğinde yeniden okunması ve yeniden değerlendirilmesi
gerekir.
Yukarıda görüldüğü gibi, Kur’an-ı Kerim’e göre, gerçek velî
Allah’tır, Birçok âyette Allah’ın mü’minlerin velîsi ve yardımcısı olduğunu
görmekteyiz.514 Yine Kur’an, Allah’tan başka velî edinmeyi
yasaklar. “Onların Allah’ın dışında kendilerine yardım edecek velîleri
yoktur.”515; “Yoksa O’nun dışında birtakım velîler mi edindiler? İşte Allah
velî olan O’dur. Ölü olanları da diriltir. Her şeye güç yetiren O’dur.”516;
“Haberin olsun, hâlis (katıksız) olan din, yalnızca Allah’ındır. O’ndan başka
velîler edinenler (şöyle derler): ‘Biz bunlara bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar
diye ibâdet ediyoruz.’ Hiç şüphesiz Allah kendi aralarında ihtilâf
ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı kâfir olan
kimseyi hidâyete eriştirmez.” 517
Kur’an, insan vasfı olarak velî konusunda da mü’minlerin birbirlerinin
velîleri olduğunu belirtir. “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar,
birbirlerinin velîleridirler; iyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar,
namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler. Allah’a ve Rasûlüne itaat ederler.
İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır.”518; “İyi bilin
ki Allah’ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar Allah’a
iman etmiş ve muttakî olmuşlardır.”519 Allah’ın dostları olduğu gibi,
şeytanın da dostları vardır. “Şeytanları inanmayanların evliyâsı kıldık.”520
Takvânın özelliklerini de Kur’an, özellikle Bakara, 3-5 ve 177.
âyetlerde açıklar. Bu âyetlere göre takvâ, iman ve sâlih amellerdir.
İslâm’ın yaşanması ve hayata geçirilmesidir. Kur’an’ın, Rasûlün hayatıyla
örnek davranışlar haline, yaşayan Kur’an haline gelmesidir.
Mü’min ve müslüman olmanın yolu velî olmanın yolu, Kur’an ve
sünnete uygun yaşamaktan geçer. Kur’an, takvâ sahibi olmamızı
istiyor. Hatta daha da ileri giderek, gerçek mü’minlerin, takvâ sahiplerine
önderler olmasını öneriyor. Bu da yaşanan hayata yön
513] İmam-ı Rabbâni, Mektubat Tercümesi, 1. Mektup, Sönmez Neşriyat, s. 6
514] 2/Bakara, 257; 3/Âl-i İmrân, 68; 7/A’râf, 155; 9/Tevbe, 116
515] 42/Şûrâ, 46
516] 42/Şûrâ, 9
517] 39/Zümer, 3
518] 9/Tevbe, 71
519] 10/Yûnus, 62-63
520] 7/A’râf, 27
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 118 -
verip İslâm’a uygun bir şekilde örneklik yapmakla mümkündür.
Allah’ın dostlarının kerâmeti, ihsânı ve takvâsı; Kur’an’ı, yaşanan
bir hayat haline getirmesidir. Bazılarının anladığı gibi, kâinata tasarrufta
bulunma, duâlara icâbet etme, öldüklerinde geri kalanları
mezardan idare etme, mezarları üzerinde kubbeler inşâ edilme
şeklinde değlidir.
Kur’an, Hz. Peygamberimiz’e şöyle buyurur: “De ki: ‘Ben kendime
Allah’ın dilediğinden başka ne bir yarar, ne de bir zarar verme gücüne
sahibim. Eğer gaybı bilseydim, elbette çok hayır elde ederdim ve
bana kötülük dokunmazdı. Ben sadece iman edenler için bir uyarıcı ve
müjdeleyiciyim.”521 Yine Kur’an’da insanların kalplerine tasarrufta
bulunmak, hakka meyletmeyen kimselerin kalplerine imanı yerleştirmek
ve buna benzer hususlarda peygamberlere bile yetki verilmediği522
halde, birtakım insanlara takvâ adına Kur’an dışı ilâhî
sıfatlar vermek, İslâm’ı bilmemek veya bile bile düşmanlık etmek
demektir. Kur’ân-ı Kerim, peygamberlerin bile sahip olduğu bütün
kudret, azamet, üstünlük ve şerefin Allah’a itaat edip tamamıyla
O’nun hükümlerini uygulamada olduğunu belirtir.
Hz. Peygamber, Kur’an’dan yüzçevirir, Allah’ın kelâmını değiştirmeye
kalkar ve kendi sözlerini ona ilâve edecek olursa; onun
başkası üzerinde hiçbir üstünlüğe sahip olamayacağı açıklanır.
“Sana gelen ilimden sonra, eğer onların hevâlarına/arzularına uyacak olursan,
andolsun ki Allah’tan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı olur.”523;
“De ki: ‘Onu kendi tarafımdan değiştirmek benim için imkânsızdır. Ben,
sadece bana vahyolunana uyarım. Şayet ben Rabbime karşı gelirsem
büyük bir günün azâbından korkarım.”524 Kur’an’da açıklanan bu tür
âyetlerin hepsi, Rasûlullah’ın herhangi bir muhâlefeti, sapması
veya âyetleri gizlemesinden korkulduğu için indirilmemiştir. Bu
âyetlerin indirilmesinden maksat, insanlara, peygamberin Allah’a
olan yakınlığının sebebinin peygamberin -hâşâ- Allah ile bazı ortak
sıfatlara sahip olması veya akrabalık -hıristiyanlıktaki oğul
anlayışı gibi- bağı olmadığını göstermektir. Böylece, peygamberin
özelliğinin, uyarıcı, müjdeleyici olması ve Allah’ın hükümlerine
kayıtsız şartsız bağlanması olduğu açıklanmaktadır.
Velî olmak, eşyanın tabiatını tersine döndürmek sûretiyle
değil; bilakis eşyanın tabiatı gereğince, sünnetullahın açığa çıkması,
fıtratın gelişmesi ve Allah’ın râzı edilmesiyle mümkün olmaktadır.
Allah katında yalnızca takvâ ile insanlar birbirlerinden
521] 7/A’râf, 195
522] 27/Neml, 80; 35/Fâtır, 22-24
523] 2/Bakara, 120
524] 10/Yûnus, 15
DOSTLUK
- 119 -
ileride olabilmektedirler. Bu da, azâbından korunmak ve rızâsını
kazanmakla mümkündür. Kim Allah’a, O’nun bildirdiği gibi inanır
ve sâlih amel işlerse, işte kurtulanlar yanız bunlar olacaklardır.
Peygamberlerin hepsi, Allah’ın velî kullarıdır. Onlar Allah’ı râzı
etmişler, tevhidi hayatlarında uygulamışlar ve en güzel şâhitler
olmuşlardır. Mü’minler de Allah’ın velî kullarıdır. Allah, iman
eden ve sâlih amel işleyen kullarını velî/dost edinmektedir. Velînin
büyüklüğü buraya kadardır. Müslümanlar da ayrıca, birbirinin
velîsidirler. Birbirine yardım eden, bağışlayan, malından yediren,
koruyan, kollayan insanlardır. Muhâcir ve esârın birbirlerini velî
kabul etmeleri ve uygulamaları ile elimizdeki sağlam bilgiler, bizler
için örnek teşkil etmektedir.
İslâm akaidinde, bazı dinî çevrelerde bilinen anlamda kişilere
kutsallık izâfe edilerek, hatta onları insanlık vasıflarının da üzerine
çıkarmak gibi hayâlî ve mitolojik tipler icat etmek anlayışına
yer yoktur. Kur’an’da net bir şekilde açıklanan “evliyâ”nın diğer
insanlardan farkı; beşer tabiatının üzerine çıkması, fevkalâdelikler
göstermesi veya günahları bağışlaması değil; tevhidî bir inanca sahip
olması, münkerden kaçınması ve ma’rûfu emretmesi, her türlü
şirke, zulme, haksızlığa karşı tavır sahibi olmasıdır. 525
Velî/ermiş kabul edilen rûhânîler hakkında birçok menkabeler
yazılmıştır. Bu kişilerin hayat öyküleri ve onlara mal edilen olağanüstülükler
dikkat ve ibretle incelenmeye değer. Bu mitolojik
hikâyeler velî kabul edilenlerle ilgili inanış biçiminin eksenini oluşturmaktadır.
Bu hikâyelerde insanüstü özellikler o kadar astronomiktir
ki Allah’ın kitabı ve Rasûl’ün sünnetiyle aydınlanmış aklı
başında hiçbir mü’min, bunların gerçekliğini kabul edemez. Çünkü
evliyâlık, ermişlik denen inanış kadar, sünnetullahı (Allah’ın
evrendeki değişmez kanunlarını) kökünden inkâr eden, Allah’ın
kâinat üzerindeki sınırsız egemenliğini yok sayan ve O’na açıkça
kafa tutan başka bir inanış biçimi hemen hemen yoktur. Herhangi
bir halifenin, kendi şeyhi hakkında rivâyet edilen bu mitolojileri
hiçbir zaman yalanlamamış olması, tarîkat liderleri hakkında ciddî
bir ahlâk sorununun varlığını ortaya koymaktadır. Gerçekten de
hemen hiçbir şeyh, kendisini mezun etmiş olan mürşidinin göklere
çıkarılmasına şimdiye kadar itiraz etmemiştir.
Aslında menkabe geleneği, yabancı kaynaklıdır. Özellikle şamanlıktaki
“kam“ kültünün, budizmdeki “arhanı“ kültünün ve
hıristiyanlıktaki “azizler“ kültünün etkisi altında peydahlanan
velîlik/ermişlik inancına bağlı olarak bu gelenek yerleşmiş ve
525] Arif Çiftçi veli ve Evliya Terimleri Üzerine, Haksöz, 11
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 120 -
zamanla kurumlaşmıştır.
Tasavvuftaki Evliyâ Nasıl Bir Kişiliktir? Tasavvuftaki anlayışa
göre bazı yüce ruhlu insanlar, keskin bir sezgiye, olağanüstü ve
gizemli güçlere sahiptir. Bu kişilere, her dinin mistik toplulukları
tarafından verilen bazı sıfatlar vardır. Evliyâ, aziz, saint, surp, ermiş
gibi. Kalabalıkların çok büyük saygı ve bağlılık gösterdiği bu
şahısların, çilehâne, manastır, savmia ve stupa gibi özel ve kutsal
sayılan mekânlarda seyr u sülûk, mücâhede, çile riyâzet ve yoga
gibi her dine göre çeşitli adlar altında mistik egzersizler yaparak
günahlarından arındığına ve bir ruh temizliğine kavuştuğuna inanılır.
Bunlar artık himmet, bereket ve tasarruf sahibidirler. Allah
adına, kâinat ve tabiat olaylarını yönetirler (!)
Evliyâ denilen bu insanlar hakkındaki inanışlardan bazıları
şöyledir: Bunlar günahsız, yüce ve yanılmaz şahsiyetlerdir; kutsal
birer kişiliğe sahiptirler. Gizliyi ve özellikle gönüllerden geçenleri
bilirler. Duâları makbuldür; ne dilerlerse Allah o dileği yerine
getirir. Aynı anda birkaç yerde bulunabilirler. En uzak mesâfeleri
en kısa bir zamanda katederler. İslâm ordularının (veya bugünkü
ordunun) ön saflarında düşmana karşı çarpışır ve zafer sağlarlar...
Bu inanç çerçevesinde şartlandırılmış duygusal insanlar, evliyâ
diye niteledikleri kişilerin, böylesine olağanüstü güçlerine kendilerini
inandırmış, onların hayalleri zorlayan mitolojik hikâyelerini
kaleme almışlardır. Tarih boyunca bu konuda “menâkıbnâme“ adı
altında yazılan kerâmet hikâyeleri, ciltler dolusu birikim oluşturmuştur.
(Bunların bazıları, filmlere konu olmuş, “İhlâs“lı müridlerce
menkabeler senaryolaşmıştır.)
Her zâtın velîlik derecesi, ona mal edilen menkabelerle ölçülmeye
başlanmıştır. Mürîd, üstünlük, olağanüstülük, yücelik ve
kerâmet olarak mürşidi için tasavvur edebileceği her meziyet ve
olayın, eylemsel biçimde yaşanmış ve gerçekleşmiş olduğundan
asla kuşkulanmaz. Ondan sonra da bunları, hayâlinin enginliği
ve dilinin zenginliği oranında anlatmaya ve yaymaya başlar. İşte
menkabeler böyle oluşmuştur.
Hayatta olduğu sürece “Efendi Hazretleri“, “Efendi Baba“,
“Efendi“ unvânı verilen bu zatların her konuştuğunda hikmetler
aranır, her sözü sayfalar dolusu yorumlara konu olur, attığı her
adımdan, yaptığı her hareketten, göz atmasından, nazar etmesinden,
gülümsemesinden, ya da hapşırmasından bile türlü anlamlar
çıkarılır. Meselâ, bir kaza mı oldu, “Efendi Hazretleri bunu işaret
buyurmuştu“, yağmur mu yağdı, “Efendi Hazretleri biraz önce
duâ etmişti“, çevrelerinde sevilmeyen birinin başına bir belâ mı
DOSTLUK
- 121 -
geldi, “Efendi onu çarptı“ vs. Öldükten sonra üzerine saltanatlı
bir türbe inşâ edilir; mezarının üzerine süslü bir sanduka kurulur;
adı, hayat tarzı, sözleri ve ona ait hemen her şey kurumlaşır ve
kutsallaşır.
Hâlbuki İslâm’da böyle bir evliyâ telâkkisi yoktur ve olamaz.
Nitekim ilk zâhidler olarak bilinen Hasan el-Basrî, Süfyan es-Sevrî,
Abdullah bin el-Mübârek, Fudayl bin İyad, Şakıyk-ı Belhî, Ma’rûf
el-Kerhî, Ebû Süleyman ed-Dârânî, Bişr el-Hafî, Seriyy es-Sakatî,
Hâris el-Muhâsibî ve Sehl bin Abdullah et-Tüsterî gibi şahsiyetlere,
yaşadıkları çağda böyle bir kişilik mal edilmemiştir. Velî kavramı,
müslümanların ilk üç kuşağı tarafından tamamen Kur’an’ın tanımladığı
şekilde benimsenmiştir.
Bazılarının tebliğ adına gündeme getirdikleri dinin merkezini
şekiller ve hayâller cümbüşü süsler. Din onlar için âyindir, tesbihtir,
sarıktır, takkedir, cübbedir, kavuktur, sakaldır, çarşaftır, türbedir,
tekkedir, mezar taşlarıdır, kıssa ve menkabelerdir. Bulutlar üstünde
uçuşan pembe kanatlı evliyâlardır. Halk açısından da din, yine
şekilcilik ve teferruatın merkezde olduğu bir anlayış ve yaşayıştır.
Halka göre de İslâm, büyük kubbeli dev câmilerdir, kandildir, mevlittir,
ilâhîdir, ezgidir, mehter marşıdır, fetih kutlama törenleridir,
festir, kılıçtır, tuğradır, bid’attır, hurâfedir... İslâm’ın, esas olarak
Kur’an ve Sünnet’ten ibaret olduğu, dolayısıyla bu iki kaynağın,
hayata geçirilmesiyle ancak İslâm’dan söz edilebileceği, hemen
hiç kimsenin ilgisini çekmemektedir. Onun için eğer kutsallaştırılmış
eşya ve kavramlar hakkında en ufak bir olumsuz düşünceniz
varsa dindar kabul edilen toplumun ölçülerine göre belki müslüman
bile sayılmazsınız, en azından sapıksınız.
Bilindiği gibi, İslâm’ın temeli imandır ve imanın da ağırlık
merkezi Allah Teâlâ’ya Kur’an’da bize kendini tanıttığı sıfatlarıyla
inanmaktır. Bu inancın özü ise, kâinatın yaratıcısı, yöneticisi, yönlendiricisi
ve düzenleyicisi olarak Yüce Allah’ın bir, eşsiz, benzersiz,
ortaksız vekilsiz, başlangıçsız, sonsuz ve ölümsüz olduğu; ezelden
ebede her şeyi bildiği, gördüğü, duyduğu ve her şeye egemen olduğudur.
Tevhîdin en kısa özeti budur ve bununla birlikte Allah
Teâlâ’nın sonsuz ve sınırsız egemenliği üzerinde hiçbir kimsenin
ve herhangi bir gücün hiçbir halde asla etkili olamayacağıdır. Dolayısıyla,
yaratığın sebep olduğu herhangi bir etki, yalnızca Allah
tarafından yönetilen kâinat düzeninin, birbirine bağlı disiplinleri
ve kuralları çerçevesinde ancak meydana gelebilir. Gerçek bu iken,
tarihin akışı içinde ve çeşitli etkenler altında zamanla “ermişlik”
diye bir inanç peydahlanmış, böylece “evliyâ” diye -sözde- üstün
güçlere sahip bazı kimselerin, Allah adına kâinat olaylarına yön
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 122 -
verebileceklerine inanılmaya başlanmıştır. Bütün bu anlayışlar,
Kur’an ve sahih sünnet çerçevesi içinde sorgulanmalı, inançlardan
şirk kalıntıları temizlenmeli velî kavramı da, diğer İslâmî kavramlar
gibi, Kur’an’la sağlaması yapılarak i’tidal içinde yeniden değerlendirilmelidir.
Müslümanım diyenlerin kendilerini, inanç ve amelleriyle
elden geçirmesi, sağlam teraziyle tartması gerekmektedir. 526
Bilindiği gibi, “Velî” Allah’ın isimlerinden biridir. Allah kendisinin
velî olduğunu söylemektedir; yani koruyucu, kollayıcı, dost,
yardımcı, yakın, sahip, efendi mânâsında. Veliyyullah olarak kullanıldığında
ise Allah’ın dinini koruyucu, O’nun dininin yardımcısı,
O’nun dostu, O’nu sahip ve efendi edinen, yani özetle Allah’ı râzı
eden kimse demektir. Bu durumdaki kimseyi Allah yakın edinmekte,
O’nu sevmekte, O’ndan râzı olmaktadır. Kullarının arasında
Allah’a yakınlığı ile mümtâz bir mevkii bulunmaktadır veliyyullahın.
Bu seçkinlik, o kişinin Kur’an’ı ahlâk edişinin doğal bir sonucu
olarak güzel ahlâkı sebebiyle insanlar tarafından sevilmek,
beğenilmek, imrenilmek halidir. Allah’ın ona yardımı, sünnetullahı,
eşyanın tabiatını tersine döndürmek sûretiyle değil; bilakis
eşyanın tabiatı gereğince onun işlerinin kolay olmasının, başarıya
ulaşmasının gerçekleşmesidir.
Bir müslümanın, diğer müslümanların velîsi olduğuna gelince,
mesele hiç de halkın anladığı gibi değildir. Zira, âyetlerde geçen
“velî” kelimesi, birbirinin yardımcısı, birbirine hak yolunda
yardım eden, malından yediren, birbirini bağışlayan, bir vücudun
parçaları arasındaki uyum gibi uyum içinde ve aynı vücudun sağlığını
korumaya yönelik bir birliktelik kastedilmektedir. Muhâcir
ve Ensâr’ın Hz. Peygamber’i velî olarak kabullenmeleri, birbirlerinin
velîsi olduklarıyla ilgili uygulamalar, karşılıklı tavırları, sözleri
ve Peygamber’in de onları velî/dost edinmesiyle ilgili bilgiler,
bu velîliğin boyutlarını gösterir. Bu gerçek velîlerin hiç biri gaybı
bilmediği gibi, hiç birinin gezdiği yerlere bereket yağdırdıklarına,
kızgınlık duyduklarının ölümünü isteyip öldürdüklerine, onları
çarptıklarına veya taş yaptıklarına, denizin üzerinde yürüdüklerine,
kuru ağacı yeşerttiklerine ve benzeri kerâmetlerine rastlamamaktayız.
O kadar rastlamamaktayız ki, Hz. Hamza, Uhud Harbinde
kendisini öldürmek için fırsat kollayan ve en çok on-onbeş
adım ötesinde bulunan eli mızraklı Vahşi’nin varlığından habersizdir.
Hz. Ömer, iki adım gerisinde, safta namaza durarak kendisini
öldürmek için hazırlanan ve hançerleyerek bunu gerçekleştiren
Firuz isimli Ebû Lü’lü künyeli Zerdüştî kölenin niyetinden
526] Geniş bilgi için bkz. Ferit Aydın, Tarikatta Râbıta ve Nakşibendilik, s. 285-
305
DOSTLUK
- 123 -
(kalbinden geçenden) habersizdi. Hz. Ali, kendisini öldürmek için
aylardır plan kuran ve anlaştığı arkadaşlarıyla kararlarının bir parçası
olarak kendisini öldürmek için namaz kıldığı câmide bulunan
ve onu hançerleyerek emelinin gerçekleşmesini sağlayan Abdurrahman
İbn Mülcem’in yanına kadar sokulan varlığından habersiz
idi.
Rasûlullah (s.a.s.)’ın kendilerine İslâm’ı öğretmeleri için gönderilmesini
istedikleri tebliğcileri tuzak kurarak yolda öldürenlerin
niyetlerinden habersiz olduğu tarihî bir vâkıa olarak karşımızda
durmaktadır. Peygamber’in ve Hz. Ebû Bekir (r.a.) ve
Hz. Ömer (r.a.) gibi özellikle ileri gelen sahâbenin, Muhâcirlerin
ve Ensârın, âyetlerle sâbit bulunduğu üzere yaptıkları amellerden
ötürü Allah’ın dostluğunu kazandıklarını biliyoruz.
Velâyetlerinden emin olduğumuz bu insanların hiç birinin uçtuğu,
su üzerinde yürüdüğü, gaybı bildiği ile ilgili sahih mâlûmâta
sahip değiliz. Müslümanlık lâfla değil; iman ve yaşayışla isbat
edilir. Nasıl ki Rasûlullah, amelleriyle, örnek yaşayışıyla527 İslâm’ı
bize öğretmiştur. Rasûlullah’ın Uhud’da dişi kırılır, bu velîlere bir
şey olmaz; Rasûlullah gaybı bilmez, bu velîler bilir. Rasûlullah
ölüleri (meselâ amcası Hz. Hamza’yı, oğlu İbrahim’i) diriltemez,
bu velîler diriltir. Rasûlullah kılıçla, kalkanla savaşır, bu velîler
üfürükleriyle savaşır... 528
“O’nun berisinden çağırdıklarınız kendilerine yardım edemezler
ki size yardım etsinler.”529; “Belki kendilerine yardımları dokunur diye
Allah’ın berisinden ilâhlar/tanrılar edindiler. Ama onların yardıma güçleri
yetmez. Oysa ki kendileri onlar için hazır askerdirler.”530; “De ki, Allah’ın
berisinden çağırdıklarınıza bakın bakalım. Gösterin bana, yeryüzünde
yaratmış oldukları ne vardır? Yoksa onların göklerde bir ortaklığı mı bulunuyor?
Eğer doğru iseniz, bu konuda bana, bundan önce gelmiş bir
Kitap veya bir bilgi kalıntısı getirin bakalım. Allah’ın yakınından kendisine
kıyâmete kadar cevap veremeyecek olanı yardıma çağırandan daha
sapık kim olabilir? Oysa ki bunlar onların çağrısından habersizdirler.”531;
“Şunu bilin ki, göklerde kim varsa ve yerde kim varsa hepsi Allah’ındır.
Allah’ın dûnundan/yakınından birtakım ortaklar çağıranlar neyin peşindedirler?
Bunların peşine takıldığı belli bir kuruntudan başka bir şey değildir.
Onlarınkisi sadece saçmalamadır.” 532
527] 33/Ahzâb, 21
528] Geniş bilgi için bkz. Ercüment Özkan, Tasavvuf ve İslâm, özellikle s. 51-100
529] 7/A’râf, 197
530] 36/Yâsin, 74-75
531] 46/Ahkaf, 4-5
532] 10/Yûnus, 66
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 124 -
Bu âyetlerde geçen “dûne” kelimesine, çoğu mealde “başka,
gayrı” anlamı verilmektedir. Bu mânâ, “dûne” kelimesinin anlamlarından
biridir. Ama bu kelimenin asıl anlamı, “fevka”nın
zıddı, yani en üst mertebeden beri, ondan aşağıca demektir. Bir
şey, öbüründen biraz aşağıda olunca, bunu ifade için “dûne” kelimesi
kullanılır. Buna göre, âyetlerde geçen “min dûnilâllâh”, yani
“Allah’ın dûnundan” ifadesi, Allah’ın en yakınından, yani berisinden
demek olur. Zaten Allah’tan başka velîlere tutananlar, hep onların
Allah’a çok yakın olduğuna inanmışlardır.
Tasavvufî anlamda velî olmak için aranan şartların başında
kerâmet gelmektedir. Hemen bütün tasavvuf kitaplarında velîliğin
alâmetlerinden sayılan kerâmet, yani velîlerin izhar edebileceği
birtakım hârikulâde olaylar dolayısıyla velîliğin, peygamberliğe
benzer bir statü kazandığı dikkat çeker. Mevcut olan bu paralellik,
daha 9. yüzyılda, peygamberlerin sonuncusu olması sebebiyle Hz.
Muhammed (s.a.s.) için kullanılan “Hâtemu’l-Enbiyâ” terimine
benzer bir “Hâtemu’l-Evliyâ” (Velîlerin mührü/sonuncusu) kavramının
doğmasına sebep olmuştur.
Burada, bir de velîler arasındaki mertebeler silsilesinden bahsetmek
gerekir. Velâyet kavramı, 9. yüzyılda kendi içinde bir mertebelenmeye
tâbi tutulmuştur. Şüphesiz velî telâkkisindeki gelişmelerden
kaynaklanan bu duruma göre velîler, bir piramid şeklinde
muhtelif derecelere ayrılmışlardı. Bu piramidde en alt tabakadan
başlayarak sayıları gittikçe azalmak üzere sırayla Recebiyyûn,
Müfredûn, Asâib, Nukabâ, Nücebâ, Abdal, Efrâd, Evtâd, İmâmân
yer alır ve tepede ise, hepsinin başı olan Kutb bulunur. Dolayısıyla
Kutb, bir devirde yeryüzünde mevcut bütün velîlerin en büyüğü
olup kâinat, onun otoritesi altında, zikredilen tabakaları oluşturan
velîler tarafından yönetilir. Velî kavramındaki, Kur’an’daki anlamdan
sapma ve gelişme, sonraki bazı mistik etkilerin, meselâ
Yeni Eflâtunculuk’un ve Gnostisizm’in rolüne dikkat çekmek gerekir.
Aynı etkilere mâruz kalan hıristiyan mistisizmindeki “saint
(aziz)” telâkkisiyle, tasavvuftaki “velî” telâkkisi arasında benzer
noktalar hayli fazladır. Meselâ, hıristiyan mistisizminde “saint”,
“Allah adamı” ve “Allah dostu”dur. Genel mânâda da, bütün dürüst
hıristiyanlar Allah dostudur. Fakat özel anlamda asıl Allah
dostu olan, saint/aziz, yani bütün dünyevî zevk ve bağlardan kurtularak
birtakım riyâzet ve mücâhede usûlleriyle kendini Allah’a
adayan, Ona ulaşabilen hıristiyandır. Hıristiyan mistisizmindeki bu
telâkki, tasavvuftaki “velâyet-i âmme” (bütün müslümanların genel
mânâda velî olduğu) ve “velâyet-i hâssa” (dar mânâsıyla tasavvuftaki
velî) telâkkisini andırmaktadır. Ayrıca, tasavvufta olduğu
DOSTLUK
- 125 -
gibi “saint” (aziz)in kerâmet (miracle) kavramıyla sıkı ilişkisi de
dikkat çeker.
Velî telâkkisindeki bu farklı statünün, ilk zamanlarda İslâm
ulemâsı muhitlerinde ve onlara bağlı halk çevrelerinde birden
bire kabul görmeyip tepki ile karşılandığını biliyoruz. Özellikle
sûfî çevrelerin bütün gayretlerine rağmen, peygamberlik ile velîlik
arasındaki paralel noktalar şiddetle reddedilmiştir. Aynı şekilde
mu’tezile mezhebi, birtakım üstün vasıflarla techiz edilmiş böyle
bir insan telâkkisini, dinin esasına aykırı olduğu düşüncesiyle
asla benimsememiştir. Fakat zamanla bu tepkilerin mutasavvıflar
tarafından değerlendirilip hesaba katılması sonucu, uyuşma için
gösterilen gayretler boşa çıkmadı. İlk tepkilerin giderek şiddetini
kaybettiği ve hatta sünnîliğin velîlik telâkkisini sadece benimsemekle
kalmayıp savunduğu bile görüldü. Hiç şüphesiz bu değişmede
İmam Gazâlî’nin (öl. 1111) unutulmaz çabasının büyük rolü
olmuştur. Artık günümüzde, halkın büyük çoğunluğu, tasavvufî
anlamdaki velî telâkkisini kabul etmeyenleri, eksik (sapık) müslüman
sayar; bazı çevrelerde ise bunlar müslüman bile kabul olunmaz.
Türklerin İslâmiyet’e girişinden sonra tasavvufun velî telâkkisi,
Türk mutasavvıflarınca da aynen benimsenerek devam ettirilmiştir.
Velînin peygambere denk tutulduğu ve onun gibi, söylediği
her sözün mutlak kabul gördüğü sözkonusu olmuştur. 533
Velî Kültü
Velî kültünün kaynağı ve mâhiyeti: A. Yaşar Ocak, Türk Halk
İnançlarında ve Edebiyatında Evliya Menkabeleri adlı eserinde
velî kültü ve kaynağı hakkında şu bilgileri verir: Velî kültünü, kısaca,
fevkalâde kuvvet ve kudretlerle mücehhez olup Allah’a
yakın kabul edilen bir şahsiyetin herhangi bir konuda -sağ veya
ölü iken- yardımının dokunacağına inanılması ve bunu temin için
belli yollara başvurulmasıdır, şeklinde tarif edebiliriz. Bu anlayış
velînin takdis olunmasıyla sonuçlanmaktadır. Din sosyolojisi bilginleri,
pek çok yerde, halk müslümanlığının bu anlayış etrafında
geliştiği kanaatini ileri sürerler.
Velî kültünün, dinler tarihi araştırmalarına göre, Budizm, hıristiyanlık
ve İslâmiyet gibi büyük dinlerin hâkim olduğu sahalarda
benzerlikler gösterdiği dikkati çekiyor. Fakat böyle bir kültün
Budizm’de ötekilerden daha eski olduğu muhakkaktır. Uzmanlar,
533] A. Yaşar Ocak, Türk Halk İnançlarında ve Edebiyatında Evliyâ Menkabeleri,
s. 3-4
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 126 -
gerek hıristiyanlık, gerekse müslümanlıktaki aziz, yahut velî kültünün
kaynağını, bu dinlerin ortaya çıktığı ve yayıldığı sahalarda eskiden
mevcut birtakım kültlere bağlamaktadırlar. Genellikle hıristiyanlıktaki
aziz kültünün, eski çağlardaki çeşitli tabiat kültleriyle,
mitolojik tanrı ya da kahraman kültlerinden geliştiğini meydana
koyan araştırmalar vardır. Hıristiyanlık için burada bir fikir beyan
edecek durumda bulunmamakla beraber, müslümanlıktaki velî
kültünün menşe’ (kaynak) itibarıyla İslâmiyet’le bir ilgisi olmadığı
rahatça söylenebilir. Zira dikkatle bakılırsa, hıristiyanlıktaki aziz
kültü gibi, müslümanlıkta da velî kültünün İslâm’dan önceki putperest
kültlerle yakın alâkası görülecektir. Anadolu da dâhil, İslâm
âleminin hemen her tarafında, İslâmiyet’in oralara girdiği devirlerden
beri yaşayagelen muhtelif velî kültlerini tesbit mümkün olmaktadır.
Çünkü buralarda eskiden mevcut mahallî tabiat yahut
ata kültleri, tasavvufun velî telâkkisinin ister istemez yardımıyla
halk çevrelerinde yorumlanıp velî kültü haline inkılâp etmiştir. Bu
kültlerin çoğu, zamanımıza kadar varlıklarını sürdürme imkânına
kavuşmuşlardır.
Muhtelif velî kültleri incelendiği zaman, gözden kaçırılmaması
gereken bir nokta vardır: Kült konusu velîlerin, ait oldukları
toplumun sosyal, dinî veya ahlâkî değerlerinin tamamının, yahut
bir kısmının temsilcisi olduğu, en azından buna inanıldığı görülür.
O toplum, sözkonusu değer ile takdis ettiği velîyi özdeşleştirmiştir.
İşte ancak bu özdeşleştirmeye yarayacak vasıfları taşıyan, yahut
bu vasıflar kendisinde olduğu kabul edilen velî, kült konusu yapılmaktadır.
Böylece o velî, o toplum için, tâbir câizse artık sade bir insan
değil; inandığı değerler bütününün ta kendisidir. İşte bu safhadan
sonra kerâmet unsuru ortaya çıkar. Daha yaşamakta iken o velî,
bu dünyadakinden bambaşka, fevkalâde olaylarla süslü bir dünya
ile kuşatılır. Velî öldükten sonra, kendisi hayatta iken sahip olduğuna
inanılan insanüstü hüviyetinin, güç ve kudretinin devam
ettiğine inanılır; hatta bu güç ve kudret, bir gizliliğe bürünerek
daha da artar.
Bu merhaleden sonra psikolojik âmillerin işin içine girdiğini
ve kültün oluşmasını tamamladığını söyleyebiliriz. Bu psikolojik
âmiller şunlardır: Velî, fevkalâde rûhânî kudretlerle mücehhez
olduğu için, artık toplumda ona karşı korku ile karışık bir saygı
duygusu hâkim olmaya başlar. Velîye karşı yapılacak herhangi
bir saygısızlığın, çarpılma, âniden veya feci bir şekilde ölüme
yakalanma vs. şeklinde cezalandırılacağına inanılır. Buna paralel
olarak velînin sözkonusu rûhânî kudretinden, birtakım iyiliklerin
DOSTLUK
- 127 -
cezbedilmesi ve kötülüklerin giderilmesi yolunda faydalanma arzusu
doğar (feyz ve bereket kavramı). Nihayet, dünyada bu tarzda
menfaati sağlanacak olan velînin öbür dünya da Allah katında
yardımcı olması için onu memnun etme çabası ortaya çıkar ve
bunun sonunda bir tatmin duygusu müşâhede edilir. Bütün bu
sosyal ve psikolojik faktörler kültün teşekkülünü tamamlamış olur.
Ancak, burada, kültün oluşmasında âdeta bir harç vazifesi gören
“kerâmet” kavramının önemine bir daha işaret etmek yerinde olacaktır.
Zira kültün gelişip yayılmasını, yerine göre mahallî olmaktan
çıkıp genelleşmesini sağlayacak olan da odur. Velînin bulunduğu
yerin dışındaki insanları külte iştirak ettiren bu kerâmetlerdir.
Velînin mezar veya türbesinin mevcûdiyeti, bir bakıma kültün
de yaygınlık derecesini gösteren bir alâmet sayılabilir. Çünkü herhangi
bir yerde, zamanımızdan çok önce ve hayli itinalı yapılmış
bir türbe, genellikle içindeki velînin çok itibarlı olduğuna, dolayısıyla
yöresel değil; bütün bir toplumun katıldığı bir kültün varlığına
delildir. Velînin mezar veya türbesi, genellikle bulunduğu
yerin normal mezarlığında yer almaz; dikkati çekecek bir mevkîde,
yahut yol kavşaklarında, kasaba, köy veya şehirlerin en işlek yerlerine
yakın yerlerde yapılır. Çünkü buralar, kültün icrâ edildiği,
yani ziyâretlerin, kendine mahsus merâsim ve kurban işlemlerinin
yapıldığı yerler olması dolayısıyla halka açık vasıfta bulunması
gerekir. Mezar veya türbenin bizzat kendisi, mukaddes ve mahrem
bir yer olarak muâmele görür. Türbeler, çoğu zaman velînin
eşyalarının da muhâfaza edildiği yerlerdir. Bu eşyalar genellikle
velînin günlük hayatta kullandığı takke, tesbih, pabuç, cübbe vb.
nesneler olup kudret ve kudsiyetinin bunlarda da aynen var olduğuna
inanılır; ziyâretlerde bunlardan da faydalanılır. 534
Ölen velîlerin (evliyâ kabul edilen şeyhlerin) kabirlerinde yapılan
bid’at ve hurâfeler, hatta şirk unsurları da ayrı bir problemdir.
Bunların türbelerine çabut/bez bağlamalar, eğilmeler, kabrin
etrafını tavaf şeklinde dönmeler, secdeler, kabre karşı namaz
kılmalar, mum yakma, duâ etme, kabirde yatan ölüden meded
beklemek, ona adak adayıp kurban kesmeler... Şeyhlerin bir kısmının
ölmeden tarîkatın devamını oğluna, damadına bırakıp aile
tekelinde tutması da kendi teorileri açısından bile tuhaftır. Velî/
evliyâ kabul edilen şeyhlerin kerâmeti diye öyle hikâyeler anlatılır
ki; Kur’an’da anlatılan birçok peygamber mûcizesinin bile bu
kerâmetler kadar olmadığı görülür. “Şeyh uçmaz, mürit uçurur“
deyimiyle halkın arasında ifadesini bulan bu gerçek, ayrı tarikatların
müritlerinin birbirlerine karşı hava atma sistemleridir. En çok
534] A. Yaşar Ocak, a.g.e., s. 4-7
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 128 -
ve en büyük kerâmeti gösteren şeyhin müridi olmanın gururunu
tatmak isteyen müridler, böylece her seferinde şeyhlerini diğer
şeyhten biraz daha fazla uçurarak bu yarışı karşılıklı devam
ettirirler. Hayvanları, insanları canlandıranlar, denizlerin üstünde
yürüyenler, aynı anda birçok yerde gözükenler, neler, neler... Superman
velîler kalplerden geçeni bilir, uzaktan kumandalı yönlendirmelerde
bulunur, bir bakışıyla hidâyete erdirir, dilediğini çarpar,
üfürüğüyle şifâlar saçar, dokunuşlarıyla âlemlere nurlar yağdırır,
âlemlerin mülkü ellerindedir, her şeye tasarruf ederler. Bu anlayışların
çoğu, akaidi ilgilendiren konulardır.
Şirk konusunda büyük tehlikelerden biri, evliyâ kültüdür.
Allah’a ulaştıracak vâsıtalar halinde birilerine tanrılık vasfı verilir.
Allah’ın evliyâsı konusundaki Yûnus, 62. âyette Kur’an, ilk iş
olarak bir evliyâ tanımı vermektedir. Bu tanım, “gözünüzü açın,
dikkat edin, sakın oyuna gelmeyin, uyanık olun!” anlamındaki
“Elâ” edatıyla başlar. Bu ifade biçimi de gözden uzak tutulmaması
gereken mesaj vermekte; yani “dikkatli olmazsanız ayağınız kayar,
aldatılır, hüsrâna uğrarsınız” denilmiş olmaktadır. “Gözünüzü açın!
Allah’ın evliyâsı için korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir de. Onlar iman
eden ve takvâ sahibi olanlardır... “535 Bu âyete ve velî konusundaki
diğer âyetlere göre, iman ve takvânın dışında bir evliyâ alâmeti
yoktur. İman ve takvâdan tâviz verildiği, bunların yozlaştırıldığı
durumda Rahmân’ın evliyâsı yok; şeytanın evliyâsı vardır.
“Gözünüzü açıp kendinize gelin! Hâlis (arı-duru) din yalnız Allah’ındır.
Onun yanında birilerini daha velîler edinerek ‘Biz onlara, bizi Allah’a yaklaştırmaları
dışında bir şey için kulluk-kölelik etmiyoruz’ diyenlere gelince,
hiç kuşkusuz Allah onlar arasında, tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü
verecektir. Şu bir gerçek ki Allah, yalancı ve nankör kimseyi doğru yola
iletmez.”536 Bu âyet velî kabul edilenleri “Allah ile insan arasında
yakınlaştırıcı ve şefaatçı” kabul etmenin tevhid açısından yanlışlığını
açıklar. Allah insana şah damarından daha yakındır537 ve şefaat
tümüyle ve sadece Allah’ın elindedir.538 Dolayısıyla Allah ile kul
arasında herhangi bir mesâfeden ve herhangi bir şefaatçıdan söz
edilemez ki yaklaştırıcıya veya şefaatçıya ihtiyaç duyulsun. “Yaklaştırma”
iddiası, temelden çürüktür. Çünkü Allah’ın kulundan
ayrı ve uzak olduğunu iddia etmek de Kur’an’a aykırıdır. Evliyâ
kültünün sosyal ve hukuksal dayanağı yapılabilecek oluşumlara
da imkân verilmemiştir. Din sınıfı, din kıyafeti yoktur. Din adamı
535] 10/Yûnus, 62-63
536] 39/Zümer, 3
537] 50/Kaf, 16
538] 39/Zümer, 44
DOSTLUK
- 129 -
tâbiri yoktur. Aforoz ve vaftiz yoktur. Allah’a kul olmak için birilerinin
tesciline, okuyup üflemesine ihtiyaç bırakılmamıştır.
Halk, tarihin her döneminde ortalama kültür seviyesinin üstüne
çıkamamış, bazı dönemlerde ise içlerinde okuma ve yazma
bilen insanların bile azlığı, ekonomik, sosyal ve siyasal sebeplerle
zihnî olarak çocuksu vasfa daha yakın olmuştur. Halk muhayyilesi,
özellikle böyle toplumlarda çocuk psikolojisi gibidir. Çocuğun
masala ve kahramanlara ihtiyacı vardır. Bunu kitaptan, kulaktan,
televizyondan temin edemiyorsa, kendi hayalinde üretir, diğer
çocuklarla yardımlaşarak böyle bir dünya oluşturur. Çocuktaki
masal kahramanlarının yerini, halk arasında destan kahramanı,
efsâneleştirilmiş kahramanlar, mitler alır; bunlar hayâlî kahramanlar
olabildiği gibi; daha çok eski devirlerde yaşamış, ama
hayatı masallaşmış, içine hayâlî unsurlar karışmış yüce kişilikler
de olabilir. Efsânelerin, destanların, masalların, mitolojik tanrıların,
evliyâ menkıbelerinin, nice kıssa ve fıkraların kaynağında bu
çocuksu halk muhayyilesinin zenginliği ve saflığı yatar. Halk, aynen
çocuk gibi “soyut”u anlamakta zorlanır, onu somutlaştırarak
benimser. “Büyük insan“ denilince, takvâ gibi daha çok, iç/gönül
özelliği olan tarafı anlayamaz; onu insanüstü olarak düşünüp büyüklüğünü
gözle görülür hale getirir. Büyük insan demek, normal
insandan farklı olarak havada uçan, denizde yürüyen insandır.
Halkın ve özellikle çocukların bu anlayışı, “Malkoçoğlu“, “superman“
filmlerine ve yarı tanrı yarı insan mitolojik figürlere (Herkül,
Zeyna vb.) konu edilir.
Velî Kavramıyla İlgili Bazı Tasavvufî Terimler
Velî Kavramının Tasavvufî Yorumla Anlaşılmasına Yardımcı
Olabilecek Bazı Tasavvufî Kavramlar: Velî kavramının başına
gelenler nice Kur’ânî kavramın da başına gelmiştir. Tasavvufî anlayışla
tahrife uğramış diğer kavramlara örnek olması açısından
velî kavramının arka planını anlamak için, bu kavramla akrabalığı
olan bazı kavramları birlikte değerlendirmek gerekmektedir. Aşağıdaki
kavramların tasavvufî içerikleri velî kavramının tasavvufî
anlamdaki özel mânâsını daha anlaşılır kılacaktır.
Tasavvuf, farklı inanç ve yaşayışını ifade edebilmek için kendine
has terim üretmiş veya bazı Kur’ânî kavramları alarak, onların
içini değişik biçimde doldurup, kendi anlayışına uygun tarzda
anlamlandırmıştır. Velî kavramındaki tahrifi daha iyi anlayabilmek
için, bu kavramla ilişkili bazı tasavvufî kavramları tanımanın
faydası olacağı açıktır. Aşağıdaki kelime ve terimler, tasavvuf ve
tasavvuf tarihi uzmanı Süleyman Uludağ’ın Tasavvuf Terimleri
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 130 -
Sözlüğü’nden alınmıştır.539 Uludağ, bu ansiklopedik sözlüğü, meşhur
tasavvuf kitaplarına dayanarak hazırlamış, hemen tüm yorumlarla
ilgili tasavvufun kaynak eserlerine atıflarda bulunmuştur.
Gerekli gören okuyucu, (kelime açıklamalarının sonunda parantez
içinde verilen) kitaptaki sayfa numaraları yardımıyla daha geniş
bilgi alabilir, kaynaklarını öğrenebilir. Kelimelerin tasavvufî anlam
ve yorumlarının bilinmesi velî kavramını olduğu kadar, tasavvufu
da yakından tanımaya vesile olacaktır.
Abdal: Sayıları yedi veya yetmiş olarak gösterilen bir evliyâ
zümresi. Bkz. Büdelâ.540
Arâis-i Hak: Hakk’ın gelinleri. (Arûs; gelin, güveyi, düğün) Tasavvufta;
Başkalarından kıskandığı için Hakk’ın, kimliklerini halka
açıklamadığı ve gizli tuttuğu velîleri. Hakk’ın harîm-i ilâhideki has
dostları, özel ilgisine mazhar olan kulları. Gerdek gecesi gelini damaddan
başkası görmediği gibi bunları da ilâhî haremde Hak’tan
başkası görmez. Bunlara “arûs-i azrâ” (bâkire gelinler, dilber gelinler)
ismi de verilir. 541
Arbede: Savaşmak, kavga etmek. Tasavvufta; Cezbeli sâliklerin
ve galebe halindeki bazı sûfîlerin Cenâb-ı Hak ile tartışmaları, çekişmeleri
ve kavga etmeleri. Buna müşâcere ve muhâseme de denir.
Bir naz ve samimiyet halidir. 542
Ârif: Bilen, vâkıf, âşinâ, tanıyan, anlayışlı, kavrayışı mükemmel,
irfan sahibi. Tasavvufta; Allah Teâlâ’nın kendi zâtını, sıfatlarını,
isimlerini ve fiillerini müşâhede ettirdiği kimse. Keşf ve
müşhâhede yoluyla yani mânevî ve rûhî tecrübelerle Allah hakkında
zevkî ve vecdî bilgilere sahip olana “ârif” denir. Ârif, kendisi
sustuğu halde diliyle Hakk’ın konuştuğu kimsedir. Ârif, kendi varlığında
fâni, Hak ile bâkîdir.” İbn Arabî, ârifin dış âlemde “şeyler”
(eşya) yaratma gücüne sahip olduğunu ve bu gücün onun himmeti
olduğunu söyler.543 Onun yarattığı şeye “mahluk-ı ârif” denir.
Ârif, sûfîlikte kâmil insandır. 544
Atılan ok geri dönmez: Bir velî bedduâ ettimi mutlaka hedefini
bulur. Bedduânın hedefine ulaşmasına engel olmak ve onu geri
almak velînin elinde değildir. Şeyhe ve velîye karşı işlenen suçun
539] Marifet y. 3. Baskı
540] s. 14
541] s. 50-51
542] s. 51
543] bk. Füsûs, 6. Fasl
544] s. 52-53
DOSTLUK
- 131 -
tevbesi ve affı olmaz. 545
Azrâ: Dilber, bâkire. Tasavvufta; a- Kimsenin keşfedemediği ve
sırrına vâkıf olamadığı yüce hakikat, b- Hakk’ın halktan gizli tuttuğu
ve sakladığı velîsi. 546
Bed duâ: Birinin aleyhinde yapılan duâ. Velînin yaptığı bedduâ
mutlaka yerini bulur. 547
Bekçi: Sahip, hâkim, hâmi, muhâfız. Her beldenin bir sahibi,
yani mânevî bekçisi ve muhâfızı vardır; Bu da velîdir. 548
Beşler: Cebrâil’in kalbi üzere bulunan (rûhânî his ve bilgilerini
ondan alan) beş ermiş. Ruhların hükümdarı olan Cebrâil’in
nefesinden ve ilminin feyzinden kalpler hayat bulduğu gibi, tarik
ehlinin hükümdarları olan beşlerin nefes ve ilim feyzinden de gönüller
hayata kavuşur. 549
Bî-reng: Renksiz. Tasavvufta; dinlerin birliği (vahdet-i edyân).
Bütün renklerin aslı renksizlik olduğu gibi, bütün dinlerin aslı da
bir ve aynıdır. Bu da bütün insanların “elest bezmi”nde kendilerinin
kul, Allah’ın Rab olmasını kabul etmelerinden ibâret olan
tek ve bir dindir. Belli bir mertebeye ulaşan mutasavvıf, bütün
din mensuplarına aynı gözle bakar. Çünkü hepsinin aslı birdir. Bütün
dinler ve mezheplerde esas olan sözkonusu dinin renkleridir.
Hallâc’a göre insanlar, kendilerinin tercih ettikleri din üzere değil;
kendileri için tercih edilen din üzere bulunurlar. İbn Arabî’ye göre
Allah, kendisinden başkasına ibâdet edilmemesine ferman buyurduğundan,
esasen Ondan başkasına ibâdet etmek mümkün değildir,
başka şeylere ibâdet edenler farkında olmadan Ona ibâdet
ederler. 550
Büdelâ: Bedel, karşılık, denk, bir şeyin halefi ve değişiği anlamına
gelen “bedel”in çoğuludur. Tasavvufta; Yediler (yedi evliyâ)
anlamına gelir. Bunlardan her biri gözden kaybolur, bir anda çok
uzak mesafelere giderler. Gözden kayboldukları vakit, yerlerine
her yönden kendilerinin tıpkısı olan canlı bir beden bırakırlar. Hâl,
hareket ve şekil bakımından aslından ayırt edilmeyen bu bedene
“bedel” ve “bedil” denir. Bedel bırakma gücüne sahip olan velîlere
“büdelâ” denir. 551
545] s. 64
546] s. 78
547] s. 90; bk. atılan ok geri dönmez;
548] s.92
549] s. 96
550] s. 102-103
551] s. 106
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 132 -
Cihad: Savaş. Tasavvufta; sâlikin nefsini zabt u rabt altına
alması için vermiş olduğu mücâdele, bu maksatla çekilen çile.
Cihâd-ı asğar: Küçük savaş. Tasavvufta; düşmana karşı cephede
verilen savaş. Cihâd-ı ekber: Büyük savaş. Tasavvufta; nefse karşı
verilen savaş. Nefsin kahr ve mahv edilmesi. 552
Çaput: Türbelere bağlanan kumaş parçaları. 553
Çarpmak: Bir ermişin veya yatırın gazabına uğramak. Velîlere,
ermişlere, yatırlara veya kutsal şeylere hakaret edilip bu gibi kişiler
ve nesneler aşağılanınca ermişlerin ve yatırların mâneviyâtı ve
rûhâniyeti onları cezalandırır. 554
Derviş: Fakir, yoksul, dilenci. Tasavvufta; sûfî, mutasavvıf, fakir,
mürid, müntesip. Derviş kelimesi, dilenmek anlamına gelen
“derviz”den gelir. Aslında derviş, dilenci demektir. 555
Destur: İzin, ruhsat, müsâade. Tasavvufta; Bazı tarikatlarda,
özellikle Mevlevîlikte ve Bektâşîlikte şeyhlerden ve tarikat büyüklerinden
müsâade almak için kullanılan bir deyim. Cesâret isteyen
zor bir işe girişilirken evliyânın rûhâniyetinden faydalanmak
ve onlardan güç almak için “destûr!” denir. Ekseriya; “Destûr yâ
pir!”, “destûr yâ Ali!” denir.556
Dörtler: Ricâl-i ilâhiye adı da verilen dört ermiş, evtâd-ı erbaadan
başka olup onlara imdad ederler. Halleri rûhânî, kalpleri
semâvî olduğundan yeryüzünde meçhul, ama semâda tanınırlar.
İbn Arabî bunları Endülüs’te ve Suriye’de gördüğünü söyler.557
Efendi: Sözü geçen, buyruğu yürüyen, itiraz edilmeksizin kendisine
uyulan kimse. Tasavvufta; şeyh, pir. Doğu geleneğinde padişah
efendi, tebaa onun kullarıdır. Hükümdar, emri altındakilere:
“kullarım”, onlar da sultanlarına “efendimiz (mevlânâ, seyyidenâ)”
diye hitap ederler. Aslında efendi (seyyid, mevlâ) köle sahibi demektir.
Buradan kalkan dervişler, şeyhlerine “efendi”, “efendimiz”,
“efendi hazretleri” gibi ünvanlar verir, kendilerini de onun
kulları yerine korlar. Şeyh ise müritlerinden; “bendelerim”, “kullarım”
diye söz eder. Şeyhe şah ve sultan da denir. “Efendi ne isterse
etmek gerek / Kuluz biz düşer mi sual eylemek” (İzzet Molla). 558
552] s. 121
553] s. 127
554] s. 127
555] s. 142-143
556] s. 143
557] s. 154
558] s. 163-164
DOSTLUK
- 133 -
Efrâd: Ferdler, eşsiz şahsiyetler. Tasavvufta; kutbun gözetimi
dışında kalan gayb erenler. Bunların belli bir sayıları yoktur. 2, 3,
6 ve 10 olabilir. 559
Eren: Ulaşan, varan. Tasavvufta; vâsıl, ehl-i vüsûl, vuslatı gerçekleştiren
velî, ermiş, kâmil insan. Horasan erenleri: Anadolu’nun
fethi sonrasında Horasan’dan gelen ermişler. 560
Evliyâ: Velîler, dostlar. Tasavvufta; ermişler, erenler. Özel anlamda
sadece Allah’ın kendilerine kerâmet ve ilham ihsan ettiği
kâmil mü’minler evliyâdır. Evliyânın çeşitli varlıklar üzerinde etkli
olan bir mânevî gücü vardır. Duâları Allah katında makbul olur. 561
Evliyâiye: Allah’ın velîsi ve dostu olma seviyesine yükselenlerden
mükellefiyetin ve ibâdetlerin düşeceğine inanan mutasavvıflar
zümresi. 562
Evtâd: Direkler, sütunlar. Tasavvufta; biri doğuda, diğeri batıda,
üçüncüsü kuzeyde, dördüncüsü güneyde bulunan dört büyük
velî. İbn Arabî, Allah bu bölgeleri bu ermiş kulları aracılığı ile korur,
der. 563
Fal: Uğur, kÂdem, meymenet; ileride yapılması düşünülen bir
işin hayırlı ve faydalı sonuçlar verceğine dair bazı ipuçlarının ve
işaretlerin bulunduğuna inanmak. Şeyhin hâl, hareket ve tavırlarını
ileride iyi şeylerin olacağının işareti olarak kabul etmek de
faldır. Fakat mutasavvıflar bu çeşit fallara “işâret”, “beşâret” gibi
isimler verirler. 564
Fenâ fillâh: Fenâ; yokluk, hiçlik demektir. Fenâ fi’l-vücûd: Varlıkta
fâni olmak, her şeyi hem Allah olarak görmek, hem Allah
olarak bilmek, bu hale zevkle ulaşmak. Bu mertebede bulunanlar;
“lâ mevcûde illâllah (Allah’tan başka varlık yoktur; her şey
Allah’tır)” derler. Fenâ fillâh; Allah’ta fâni olmak. Kulun, beşerî vasıflardan
ve aşağı arzulardan sıyrılıp ilâhî vasıflarla donanması. 565
Fenâ fişşeyh: Müridin mürşidde, dervişin, pîrinde fâni olması.
Mürîdin kendi şahsî irâde ve arzularını yok edip yerine şeyhinin
irâde ve arzusunu koyması. Şeyhinin hatasını kendi isâbetli fikrine
tercih edecek derecede ona uyması. Şeyhte fâni olmak, Allah’ta
559] s. 164
560] s. 174
561] s. 180-181
562] s. 181
563] s. 181
564] s. 185
565] s. 188
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 134 -
fâni olmanın mukaddimesi ve başlangıcıdır. 566
Feyz: Taşmak. Tasavvufta; sâlikin çalışması ve çabası sözkonusu
olmaksızın Allah tarafından onun kalbine herhangi bir
husûsun verilmesi. Feyz-i isnâdî: Şeyhe ve müridlerine senet ve
silsile vâsıtasıyla gelen feyz, rûhânîler yoluyla ulaşan feyz, irfan. 567
Firâset: Sezmek, hissetmek. Tasavvufta; Yakîn, keşfetme ve
gaybı görme, gaybı bilme. 568
Gavs: Sığınma, ilticâ etme demektir. Tasavvufta; kendisine sığınıldığı
zaman kutba “gavs” denir (Kâşânî, Ta’rîfât). Sûfîler darda
ve sıkışık durumda kaldıkları zaman: “Yetiş yâ Gavs!”, “Meded
yâ Gavs!”, “İmdâd yâ pîr!” diye feryad eder ve kutbun mânevî
himâyesine ilticâ ederler. “Gavs-ı a’zam”: En ulu gavs, buna
“kutb-ı ekber” de denir. Hz. Peygamber’in bâtınından ibârettir.
Velîliğin en yüce mertebesi budur. Abdülkadir Geylânî’ye özellikle
Gavs-ı a’zam denir. 569
Gayb erenler: Göze görünmeyen velîler. Üçler, yediler, kırklar,
abdallar gibi bazı velîler vardır ki, gâiptirler, göze görünmezler;
kısa zamanda uzun mesâfeler katederler. 570
Habîbiye: “Bir kimse, yaratılmışlardan ilgisini keserek Allah’ı
kendisine sevgili ve dost edinirse, ondan teklifler düşer” diyen
mutasavvıflar zümresi. 571
Hâce, hâcegân: Efendi, bey, ağa, hoca. Tasavvufta; şeyh,
mürşid. Özellikle ilk nakşî şeyhleri seyyid, efendi ve şeyh gibi
ünvanlar yerine “hâce” ünvanı ile anılır. Bu yüzden Abdulhalik
Gucdüvânî’ye nisbet edilen bir tarîkate de hâcegân adı verilmiştir.
(Hâcegân; hocalar demektir.) 572
Hâcib-i Hak: Hakk’ın kapıcısı. Tasavvufta; Hak ile halk arasında
aracı olan insan-ı kâmil ve şeyh-i vâsıl. Kâmil insan hâcib olması
sıfatıyla müridi Hakk’ın huzûruna alır, Hakk’ın nâibi olması sıfatıyla
da Onun mülkünde tasarrufta bulunur. İbn Sina: “Allah’ın
huzûru, gelişigüzel herkesin oraya giremeyecekleri kadar ulu bir
makamdır” demiştir. Bu yüce makama bir usûle göre ve bir şeyh
566] s. 188-189
567] s. 192
568] s. 194
569] s. 201
570] s. 202; Bk. Ricâlu’l-gayb.
571] s. 211
572] s. 212
DOSTLUK
- 135 -
rehberliğinde girilmesi gerektiğine inanılır. 573
Hâtemu’l-Evliyâ: Hâtem; mühür, yüzük, son demektir. Tasavvufta;
sâlikin bütün makamları kat etmesi ve nihayete ermesine
hâtem denir. “Hâtemu’l-enbiyâ”: Son peygamber. “Hâtemu’levliyâ:
Son velî veya velîlerin en ulusu, bir rivâyete göre İbn
Arabî. Hatm-i velâyet görüşünü Hakim Tirmizi ortaya atmış, İbn
Arabî bunu geliştirmiştir. Hatm-i nübüvvet, zamanla sınırlı olup
Hz. Peygamber’le sona erdiği halde; hatm-i velâyet zaman üstüdür,
ezelden ebede kadar sürer, zira nübüvvet Nebî’nin velâyet
Allah’ın vasfıdır. 574
Hatm-i Hâce: Nakşî tarikatında toplu olarak icrâ edilen bir zikir
ve duâ biçimi. Umûmiyetle Pazartesi ve Cuma geceleri okunur.
Abdest alınır. Kıbleye karşı diz çöküp oturulur, tevbe ve istiğfar
edilir, tarikat silsilesine dâhil olan bütün şeyhlerin ruhlarına teveccüh
edilip onlardan yardım ve imdad istenir. 575
Hayâl: Mâsivâ, Allah’tan mâadâ her şey. Tasavvufta; mutasavvıflar
Hak hâriç diğer tüm varlıkların gerçek bir varlığı bulunmadığı,
bunların birer hayal, akis ve gölge varlıklar olduğunu söylerler.
Özellikle vahdet-i vücud anlayışına bağlı olanlar bu görüştedirler.
Sevgilinin zihnindeki hayâli de önemlidir. 576
Hayzu’r-ricâl: Erkeklerin hayzı. Tasavvufta; sâlikin cezbeye
kapılarak ve vecde gelerek kendinden geçmesi, bu yüzden hayız
gören kadınlar gibi Allah’ın huzûruna çıkamaması, namaz kılamaması
hâli. Bazı mutasavvıflar, kerâmetleri ve hârikulâde halleri de
bir eksiklik olarak değerlendirir ve bu hallere erlerin hayzı derler.
Henüz irşad ehliyetini kazanamadığı için kendisine uyulmayan ve
örnek alınmayan sâlikler de hayız halinde sayılır. İrşad ehliyetini
kazandıkları zaman artık er olurlar. 577
Hıfz: Koruma. Tasavvufta; Evliyânın günah işlemekten ve hatada
ısrar etmekten koruma hali. Peygamberimiz’in ismet sıfatına
karşılık, ermişlerin hıfz sıfatı vardır. Peygamberler ma’sûm velîler
mahfûzdur. Allah peygamberi günah işlemekten velîyi günahta
ısrar ve devam etmekten korur. Mahfûz olmak velî olmanın şartıdır.
578
Himmet: Ermiş kişilerin maksadı hâsıl eden, iş bitiren ve
573] s. 213
574] s. 227
575] s. 228
576] s. 229-230
577] s. 231-232
578] s. 235-236
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 136 -
dilediklerini yerine getiren mânevî gücü. Himmet-i ricâl: Erenlerin
himmeti. Erlerin himmeti dağları yerinden oynatır. Pirler, dervişlerini
himmetleriyle terbiye ve idâre ederler. 579
Hulûl: Bir şeyin diğer bir şeye girmesi. Tasavvufta; Allah’ın bazı
eşyaya veya kişilere girmesi inancı. Bu inançta olan mutasavvıflara
hulûl ehli adı verilir. 580
Hulûliye: “Güzel kadınlara ve oğlanlara (tüysüzlere) bakmak
helâldır, Allah’ın bazı sıfatları bize hulûl eder. Bu hal içinde iken
öpüşmek ve sarmaş dolaş olmak câizdir” diyen mutasavvıflar
zümresi. 581
Hurriyye: Kendilerinden geçmiş bir halde iken cennetten gelen
hûrîlerle seviştiklerini ve cinsî temas kurduklarını iddia eden
mutasavvıflar zümresi. 582
İlhâm: Bildirmek, haber vermek. Tasavvufta; a) Feyz yoluyla
kalbe gelen özel bir anlam ve bilgi. Düşünmekle kazanılan bir bilgi
değildir. b) Kalbe konulan iyilik hissi, hayır duygusu. İlhamın
kaynağı ya Allah veya melektir. Velîler, ilhamı peygamberlere vahiy
getiren meleğin aldığı kaynaktan alırlar. 583
İmâmân: İki imam. Tasavvufta; biri kutbun sağında, diğeri
solunda yer alan iki velî. Sağdaki melekût, soldaki mülk âlemine
bakar. Soldakinin mertebesi daha yüksek olduğundan, kutbun
halifesi olur. 584
İnhinâ: Eğilmek, boyun eğmek. Tasavvufta; müritlerin şeyhlerini
veya halifesini ya da birbirini eğilerek selâmlamaları. Bu tür
selâmı secde sayıp reddedenler: “Ne senden bana rükû, ne benden
sana sana kıyam; selâmün aleyküm, aleyküm selâm” derler. 585
İnsân-ı Kâmil: Yetkin insan, kâmil insan. Tasavvufta; Allah’ın
zât, sıfat, isim ve fiilleriyle en mükemmel biçimde kendisinde
tecellî ettiği insan. Gavs, kutup, hakiki mürşid. İnsân-ı kâmil,
Allah’ın sûreti, Allah da onun rûhu gibidir. Diğer taraftan insân-ı
kâmil, âlemin rûhu; âlem de onun sûretidir. İnsân-ı kâmil, Allah’ın
gözü (aynullah) dür, âlemin nûrudur. 586
579] s. 243
580] s. 247
581] s. 247
582] s. 249
583] s. 263
584] s. 265
585] s. 268
586] s. 269-270
DOSTLUK
- 137 -
İrfân: Marifet, keşf, hads, ilham, sezgi, mânevî ve rûhî tecrübe
ile elde edilen bilgi, tecrübî bilgi. 587
İhvân: Kardeşler. Tasavvufta; Belli bir tarîkate ve şeyhe bağlı
olanlar birbirinin kardeşi (ihvân), bunun dışında kalanlar ecnebî,
ağyâr, digerân (başkaları)dır. Bazı hallerde yabancıların tarîkat
âyinlerine alınmaları, şeyhin özel sohbetine katılmaları hiçbir
tarîkatte uygun görülmemiştir. Belli bir tarîkat mensupları, bir
âile gibidir. Şeyh baba ve peder (ata), şeyhin karısı ana-bacı ve
vâlidedir. Müridler ise şeyhin evlâdıdır. Bu evlât, yekdiğerinin kardeşi
(ihvânı, birâderi)dir. 588
İstiğâse: Sığınmak, ilticâ etmek, meded ve yardım istemek,
imdad demek. Tasavvufta; darda kalan bir tarîkat ehlinin şeyhini
yardıma çağırması veya ölü ermişlerin ruhlarından imdat dilemesi.
Sıkışık durumda kalan bir kimsenin Allah’tan veya peygamberin
rûhâniyetinden yardım istemesi de istiğâsedir. Son dönem mutasavvıfları,
şeyhlerden ve yatırlardan daima istiğâsede bulunmuşlardır.
Kendisinden medet umulan en büyük velî “gavs”tır. 589
İstimdâd: İmdat istemek, medet ummak, âcil yardım talebinde
bulunmak. Tasavvufta; tarîkat ehlinin şeyhlerden veya ölü
velîlerin ruhlarından yardım istemeleri. “Meded yâ şeyh!” “meded
yâ gavs-ı a’zam!” demeleri. “Zikir murâd eden kimse, iki
dizi üzerine oturup ağzını kapatır, gözlerini yumar, bütün his ve
kuvvetlerini faâliyetten menederek şeyhin rûhâniyetine teveccüh
edip ondan istimdâdda bulunur.” 590
İstişfâ’: Şefaat istemek, bir işin görülmesi için birinin aracı
(vâsıta vesîle) olmasını istemek. Tasavvufta; tarîkat ehlinin yatırlardan
ve ermişlerin ruhlarından Allah katında şefaatçı ve aracı
olmalarını istemeleri. 591 **
İşrâf: Bilmek, haberdar olmak, vâkıf olmak, Tasavvufta; bâtınî
hallere vâkıf olmak, insanların rûhî hallerini ve kalplerinden geçirdiklerini
bilmek. Firâsetten farkı, firâsetin geçici, işrâfın kalıcı
olmasıdır. 592
Keşf: Açığa çıkarma, perdenin açılması. Örtülü olanı açma,
gizli olanı meydana çıkarma, sezme, tahmin etme. Tasavvufta;
a) Perdenin ötesindeki gaybî hususlara ve hakiki şeylere, bunları
587] s. 271
588] s. 260
589] s. 276
590] s. 279
591] s. 280
592] s. 283
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 138 -
yaşayarak ve temâşâ ederek vâkıf olmak. Mükâşefe, beden ve
his perdesinin kalkması ve ruh âleminin seyr edilmesi. b) İlham.
Doğrudan ve aracısız Allah’tan alınan bilgi. Bu bilgi ya ilâhî hitabı
işitmek ve dinlemek veya gayb âlemini görmek sûretiyle elde
edilir. c) İbn Arabîye göre velîler, bilgileri peygamberlere vahiy
getiren meleğin aldığı kaynaktan doğrudan alırlar. Bazı keşifler
kesin bilgi verir. Sûfîlere göre maddî ve duyulur âlemden gelen
tesir, kir ve pas kalbin gayb âlemini görmesine engel olan bir perde
(hicâb) oluşturur. Riyâzet ve tasfiye ile bu perde kalkınca gayb,
ayân-beyân olarak görülür. Bu perdenin açılmasına, yani kalp gözünün
açılmasına keşf denir. Keşf-i zamâir: Bir velînin başkalarının
kalbinden ve zihninden geçen şeyleri bilmesi. Keşf-i ahvâl-i kubûr:
Bir velînin mezarlarda gömülü olan ölülerin o âlemdeki hallerini
bilmesi. 593
Kırklar: Ricâlu’l-gayb veya gayb erenlerden 40 velî. 594
Kıtmîr: Köpek. Ashâb-ı Kehf’in köpeği. Tasavvufta; sûfî olmadığı
halde, sûfîlerin arasında bulunan kimseye kıtmîr denir. Dervişler
ve müridler bir köpek sadâkatı ile şeyhlerinin kapısında beklemeyi
ve ulumayı en büyük şeref bilirler. M. Bahâeddin Nakşbend,
Abdülkadir Geylânî’nin türbesine şu ibârenin yazılmasını emretti:
“Pirlerin kapısında köpek ol, / Eğer Hakk’a yakın olmak istersen. /
Zira arslanlardan daha şereflidir. / Geylânî’nin kapısındaki köpek.”
595
Kutb (kutub): Medâr, değirmenin alt taşına yerleştirilen ve üst
taşın dönmesini sağlayan demir. Tasavvufta; a) En büyük velî, b)
Her zaman, âlemde Allah’ın nazar kıldığı yer olan tek kişi (Kâşânî).
c) Kutub, âlemin rûhu, âlem de onun bedeni gibidir. Her şey kutbun
çevresinde ve onun sâyesinde hareket eder. Yani her şeyi o
idare eder.596 Kutbu’l-aktab: Kutubların kutbu, kutbu’l-ekber: En
ulu kutub. Kutbu’l-irşâd: Rehber kutub. Tasavvufta; Her üç terim
de halkı irşad etmek ve hidâyete erdirmek işiyle görevli velî anlamına
gelir. Bu velî, arştan ferşe kadar tasarrufta bulunur. 597
Meded: İmdad, yardım, himâye. Meded Allah’tan istenir. Tasavvufta;
ermişlerin ruhlarından yardım istemeye de meded denir.
Alevî-Bektâşi zümreler “yetiş yâ Ali” anlamında meded kelimesini
kullanırlar. 598
593] s. 310-311
594] s. 314
595] s. 315-316
596] Tehânevî, II/1268; İbn Arabî, Fusus, 39, 73
597] s. 325-326
598] s. 353
DOSTLUK
- 139 -
Mürid: İrâde ve talep eden, ehl-i irâde, isteyen, arzu eden.
Tasavvufta; a) İrâdesi olmayan, irâdesinden soyutlanan, irâdesini
kullanmayan. b) Kendisine semânın kapısı açılan ve isimle Hakk’a
erenler arasına katılıp ona eren. c) Tarîkate giren ve şeyhe bağlanan,
derviş, bende; efendisi olan şeyhin kulu. Cenâze, onu yıkayan
kişinin önünde nasıl irâdesiz ise, mürid de şeyhinin önünde o
şekilde irâdesizdir. Bir kör, kendisini yeden kişiyi uçurumun kenarında
nasıl takip ederse, mürid de her hususta şeyhini öyle takip
eder. Mürid kendi şahsî irâdesini şeyhinin irâdesinde yok etmiştir
(Fenâ fi’ş-şeyh); onun için irâdesizdir. d) Şeyhinin emir ve irâdesini
yerine getiren bir âlettir. e) Kendisi için Hakk’ın irâde ettiğinden
başka bir şey irâde etmeyen, Hakk’ın irâdesi önünde ve karşısında
kendi irâdesini hiçe sayan. 599
Mürşid: Rehber, delil, kılavuz, yol gösteren. Tasavvufta; a)
Sırât-ı müstakîmi gösteren, dalâletten önce hak yola ileten. b)
Şeyh velî, er, eren, pîr. 600
Nâz: Tasavvufta; a) Sevgisinin, dertli ve mahzun âşığına güç
vermesi. b) Sevgilisinin âşığını kandırması, ona cilve yapması,
bilmezlikten gelmesi. Nâz ehli: Hakk’a nazı geçen, Hakk’a karşı
nazlanan velî. Naz ehli, Yüce Mevlâ ile gayet samimi, her türlü
resmiyetten ve kayıttan uzak sohbet eder ve ona içlerini dökerler.
Cüneyd Bağdâdî: “Üns ehli münâcât esnasında öyle sözler söyler
ki halk bu sözleri küfür sayar” der. 601
Nazar: Bakmak, bakış. Tasavvufta; şeyhlerin ve ermişlerin müridlere
ve sülûk ehline bakışı ki bu bakış ruhlarına tesir ederek
onlara yeni bir şekil verir, gönüllerini feyzle doldurur, ruhlarını olgunlaştırır.
Bu nazarın eğitici ve yetiştirici bir özelliği olduğu için
“velîler müridlerini kaplumbağanın yavrularını yetiştirmeleri gibi
nazarla yetiştirirler” denilmiştir. Nazar-ı Hakkânî: Şeyhin nazarı ile
müridin aşk ve cezbeye tutularak fenâya ermesi. “Sûfîlerin sohbeti
gibi nazarları da feyz kaynağıdır. Zira onların nazarı, ayn-ı
nazar-ı Hak’tır.” 602
Niyâz: Duâ, yalvarma, tevâzu gösterme, selâm, himmet, baş
kesmek. Tasavvufta niyaz: “Derviş, huzûr-ı mürşide vardıkda mürşidini
hak bilerek hayır himmet talebi için yüzünü gözünü yerlere
sürerek niyaz etmek âdâb-ı tarîkattandır.” “İnhinâ ederek şeyhin
el, diz ve eteğini tutmak ve öpmek”. Niyâz ve niyâz âyini, bazen
599] s. 388
600] s. 388-389
601] s. 401
602] s. 402
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 140 -
müridin şeyhine secde etmesi şeklini de almıştır. 603
Nübüvvet: Peygamberlik. Tasavvufta; İbn Arabî, Son peygamber
Hz. Muhammed (s.a.s.)’in getirdiği şeriat çerçevesinde
evliyânın keşf ve ilham yoluyla Allah’tan aldıkları irfâna ve bilgilere
umûmî ve mutlak nübüvvet adını vermektedir. 604
Nücebâ: Seçkinler, soylular. Tasavvufta; kırklar. Bunlar halkla
ilgili hususları düzeltir, onların yüklerini taşır, sadece halkın hukuku
konusunda faâliyet gösterirler. 605
Nükabâ: Nakibler, denetçiler, gözetleyenler. Tasavvufta; Bâtın
ismiyle tahakkuk edip bu ismin mazharı olduklarından halkın içlerine
bakıp (ruhlarını okuyup) oradaki en gizli hususları açığa
çıkaran üç yüzler. Sırları örten perdeler onlar için ortadan kalktığından
bu gibi hususları bilirler. Bursevî bunların sayılarının 12
olduğunu söyler. 606
Pîr: Yaşlı kişi, ihtiyar. Tasavvufta; şeyh, mürşid. Pîr-i tarîkat:
Tarîkatın ilk kurucusu, sâhib-i tarîkat. “Pîr aşkına”, “pîr hakkı için”,
“pîrim hakkı için” deyimleri, yemin olarak kullanılır. Bir işe teşebbüs
edildiği zaman: “Yâ Allah yâ pîr” denir. Tekkelerde ve türbelerde
tarîkat kurucusu şeyhin ismi “yâ Hazret-i Pîr” diye başlar.
Pîr-i hâcât: İhtiyaçları karşılayan şeyh. 607
Râbıta: Bağ, ilişki. Tasavvufta; mürîdin, rûhaniyetinden feyz
alacağına inanarak kâmil şeyhinin sûretini (şeklini) zihninde tasavvur
etmesidir. Râbıta: Müridin şeyhini severek yâdetmesi ve
sûretini zihninde canlandırmasıdır. Râbıta, müridin kalben şeyhi
ile beraber olmasıdır. Müridin ilk hedefi, şeyhinde fâni olmaktır.
Zira şeyhte fâni olmak, Allah’ta fâni olmanın mukaddimesidir.
Sâlik, râbıta vâsıtasıyla önce şeyhi ile sonra Allah ile mânevî ve
bâtınî bir ilişki kurar. 608 ***
Racül, ricâlü’l gayb: Racül: Adam, merd, kişi. Tasavvufta; İster
erkek ister kadın olsun Hakk’ın dostluğunu kazanmış faal, hakşinas,
âdil ve faziletli şahsiyetler. 609
Rûhânî: Tamamen gayrı maddî ve gayri cismânî varlıklara (melek
ve cin gibi) rûhânî dendiği gibi, rûh tarafı madde tarafına ağır
603] s. 411-412
604] s. 415
605] s. 416
606] s. 416
607] s. 420-422
608] s. 425
609] s. 430-431
DOSTLUK
- 141 -
basan varlıklara da rûhânî denilir. Gerek gayri müslimlerin azizlerine,
gerekse evliyâya rûhânî denilir. 610
Sâlik: Yolcu. Tasavvufta; a) Allah’a giden yolu tutana seyr halinde
bulunduğu sürece müridle müntehî (vâsıl, eren) arasındaki
mutavassıta (ortadakine) sâlik denir. İlmi ve tasavvuru ile değil;
hâli ile makamlarda seyreden sâlik bu halde iken ayne’l-yakîn türünden
bilgi sahibi olur. b) Menzil-i maksûda varmak azmi, hedefe
ulaşmak kararı ile tasavvuf yolunu tutan, bu yolun gerektirdiği
hususları maddî ihtiyaçlardan önde tutan, tasavvufu meslek edinen
insanlar. 611
Sekr: Sarhoşluk, mest olmak, kendini kaybetmek. Tasavvufta;
a) Zâhirî ve bâtınî kayıtları bir yana bırakıp Hakk’a yönelmek.
b) Kuvvetli bir vârid (tecellî) ile kendinden geçip rûhî bir haz ve
zevke erme. c) Sekr vecd ehline hastır. Sekr halindeki sâlik, şer’î
hükümlere aykırı sözler söyleyebilir, davranışlarda bulunabilir. 612
Sekizler: Gayb erenlerden olan sekiz evliyâ. Bunlara kahr ricâli,
kuvvet ricâli de denir. Şiddetli ve hiddetli velîlerdir, himmetleri
faal ve tesirlidir. Teveccüh ettikleri ruhları etkileri altına alırlar.
Tasarruf sahibidirler, murad ettikleri nesneler vücuda gelir, teveccühlerinin
semeresi hâsıl olur. Bunlara hürmet edilir, ama yakınlarında
olmaktan sakınmak lâzımdır. 613
Selâm secdesi: Sûfîlere göre, ibâdet secdesinin dışında secde-i
tahiyyât denen, saygı ve sevgi duyulan bir insana selâm secdesi
vardır. Sonraki bazı mutasavvıflar selâm secdesini câiz görmüşlerdir.
Mevlevî şeyhleri ve dervişleri, baş keserek birbirine secde
ederler. Secdeyi Hz. Mevlânâ teşrî etmiştir (meşrû kılmıştır). Bazı
tarîkatlarda dervişler şeyhlerinin eteklerini öper, ayak bastıkları
yere yüz sürer. Hükümdarlara ve din ulularına secde etmek, öteden
beri şark kavimlerinde âdettir. 614
Şeyh: Çoğulu; Meşâyih, şüyûh, eşyâh. Yaşlı, ihtiyar, pîr, bey, önder,
kabile başkanı. Tasavvufta; a) Nefsinden fâni Hak’ta bâki velî,
Hak dostu. b) Tâliplere rehberlik etmek ve onları irşâd etmek ehliyetine
ve liyâkatine sahip olan insan-ı kâmil, rehber, delil, mürşid.
Şeyh, kâmil ve mükemmildir; başkalarını da kemâle erdirir. Şeyh-i
tarikat: Mürid ve müntesiblerini, bir annenin bebeğini terbiye
etmesi ve yetiştirmesi gibi terbiye edip yetiştiren şeyh. Tarîkat
610] s. 440
611] s. 451
612] s. 457-458
613] s. 458
614] s. 460
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 142 -
şeyhleri böyledir. Bunlar mürid ve müntesiblerinin mal, beden ve
ruhları üzerinde mutlak olarak söz sahibidirler. Mürid ne dil, ne
kalb ile şeyhine itiraz edebilir. Şeyhine “hayır!” diyen bir mürid
iflâh bulmaz. Şeyhe karşı işlenen günahın tevbesi olmaz. Şeyhin
önündeki mürid, gassâlin önündeki cenâze gibidir, irâdesi yoktur;
şeyh ona hangi şekli verirse onu muhâfaza eder, şeyhte fâni olmak
Allah’ta fâni olmanın mukaddimesidir. Allah’a giden yol, şeyhten
geçer. Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır. Şeyh keşif ve kerâmet sahibidir.
Allah’ın arz üzerindeki halifesidir. Allah adına hareket eder.
Şeyh, Hz. Peygamber’in nâibidir, Onun temsilcisidir. 615
Tarîkat: Yol. Tasavvufta; Hakk’a ermek için tutulan, birtakım
kuralları ve âyinleri bulunan yol. Gerçek anlamda tarîkatlar hicrî
6.; milâdî 12. asırda ortaya çıkmaya başladı. Kadiriyye, Rifâiyye,
Yeseviye, Bektâşiye, Nakşbendiye, Kübreviye, Mevleviye, Halvetiye
ve Şâzeliye bunların en tanınmışlarıdır. Tarîkatler arasında ortak
esaslar bulunduğu gibi; birçok farklı yönler de bulunur. 616
Tasarruf: Faâliyet göstermek, yetki kullanarak iş yapmak. Tasavvufta;
Kerâmet göstermek, olağanüstü yollardan iş yapmak ve
tesir etmek, insanlara ve eşyaya hükmetmek ve onları idare etmek,
Allah’ın eşyayı ve bütün varlıkları velîsine Mûsâhhar kılması.
Hakikatte tasarrufta bulunan (mutasarrıf) Allah’tır. Fakat velîler
de himmetleriyle varlıklar üzerinde tasarrufta bulunurlar. Zira Allah
her şeyi onlara Mûsâhhar kılmıştır. Velîler himmetleri ile tasarrufta
bulunurlar. Fakat ism-i a’zamla tasarrufta bulunduklarına
da inanılır. Bazı velîlerin öldükten sonra da tasarrufta bulunduklarına
inanılır. 617
Tayy-i mekân: Yerin dürülmesi, mesâfenin kısalması sûretiyle
gerçekleşen kerâmet, uçmak. Bast-ı zaman: Zaman içinde zaman
yaratmak.618 (Tayy-ı mekân, yerin, evliyâ için katlanarak küçülmesi
demektir. Evliyâ, aynı saatlerde birkaç yerde bulunabilir; yani yerin
katlanmasıyla velî olan zat, aynı saatlerde dünyanın, birbirinden
son derece uzak birçok yerlerinde bulunabilir. 619
Tayy-i zaman: Zaman içinde zaman yaratmak.620 (Tayy-ı zaman,
zamanın durdurulması anlamına gelir.) Velî, bu sûretle, bir
yandan bulunduğu yerde zamanı durdurarak, ya da zamanın akışını,
bir diğer yerdeki zamanın akışına göre yavaşlatarak yaşar.
615] s. 496-497
616] s. 510-511
617] s. 512
618] s. 514
619] -F. Aydın, s. 287
620] s. 514
DOSTLUK
- 143 -
Zamanın katlanmasıyla, -ya da durdurulmasıyla- evliyâ, örneğin
birkaç saniye içinde başka bir ülkeye intikal ederek orada yıllarca
kaldıktan, hatta ev, bark, çoluk çocuk sahibi olduktan sonra tekrar
eski yerine döner ve hayatına, kaldığı noktadan devam eder. Öyle
ki döndüğü zaman, meselâ, gitmeden önce önüne konmuş olan
yemek hâlâ sıcacık durmaktadır. Onu sofrada bekleyenler sadece
birkaç saniye içinde ortadan kaybolmuş olmasına hayret ederler
vb. 621
Teberrük: Bir şeyi (kutsal) sayıp ondan bir hayır, bir fayda, bir
uğur, bir bereket ummak. 622
Tecellî: Âşikâr olmak, açığa çıkmak, görünmek, zuhûr etmek.
Tasavvufta; gaybden gelen ve kalbe zâhir olan nurlar. Görünmeyenin
kalpte görünür hale gelmesi. 623
Tecessüd: Cesedleşme, maddeleşme, bedenleşme. Tasavvufta;
Rûhun ceset ve madde haline gelmesi, bedenleşmesi. a) Bir velînin
rûhu başka bir yerde, ayrı bir beden ve madde kalıbı ile zâhir olabilir.
b) Ölen bir velînin rûhu eskisinin tıpkısı olan bir beden kalıbı
ile zâhir olabilir. Tecessüd, reenkarnasyon ve tenâsühten ayrı bir
olaydır. 624
Teferrüc: Seyretme, temâşâ etme. Tasavvufta; mânen yükselen
sâlikin rûhî bir mi’râc yapması, ulvî-süflî, maddî-mânevî bütün
âlemlerde seyahat etmesi, her şeye yukarıdan bakması. 625
Teveccüh: Yönelme, öz alâka. Tasavvufta; a) Şeyhin Hakk’a,
müridin mürşide yönelmesi, gönlünü ona bağlaması. b) Nakşîlikte
muhabbet râbıtasının bir şekli. Mürid, şeyhin rûhâniyetine muhabbet
yoluyla teveccüh eder, teveccüh esnâsında öyle bir istiğrak
(trans) haline geçer ki, beşerî ve bedenî varlığından haberdar olmaz.
Bu durumda şeyhin rûhâniyeti müridin bâtınında faâliyete
geçip onun beşerî vasıflarını ortadan kaldırır, tedrîcen mürid,
mürşidinin rûhânî vasıflarıyla sıfatlanır. Şeyhin müridine teveccühü,
bütün mânevî gücünü ve rûhânî tesirini müridin kalbi üzerine
yoğunlaştırarak ona feyz akıtması, onu büyük bir mânevî değişime
uğratmasıdır. 626
Türbe: Toprak, hâk. Tasavvufta; Bir ermişin ve yatırın kabrinin
bulunduğu üstü kapalı mekân, ziyâret yeri. Buralara adaklar
621] -F. Aydın, s. 287
622] s. 514
623] s. 514-516
624] s. 516
625] s. 519
626] s. 530-531
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 144 -
adanır, mumlar yakılır, dilekler dilenir, serili postlarda namaz kılınır,
duâ edilir, paralar verilir, çapıtlar bağlanır. Ermişin ve yatırın
sağ insanlara mânen, ama gerçekten yardımcı olacağına inanılır.
627
Üçler: Üç büyük velî. Gayb erenlerden üç ulu ermiş. Üçler,
Hak’tan istimdad eder, halka imdad eder, insanlara şiddet ve kahr
ile değil; mülâyemet ve merhametle muâmele ederler. Üçler, erkeklerden
de kadınlardan da olabilir. Üçlerden biri aralıksız ve kesintisiz
Hak’tan aldığı feyzi halka akıtır. Üçler bir kutub, iki imamdan
oluşur. Kutb veya gavs-ı a’zam, Alah adına mülk ve melekût
âlemini idâre eder. Kutbun iki vezîri (yardımcısı) vardır. Bunlara
imâmân denir. Pek çok yöre, türbe, mahalle, semt ve kasaba; ismini
üçlerden alır. 628
Vahdet-i şühûd: Vahdet; Birlik demektir. Vahdet-i şühûd: Tasavvufta;
sâlikin her şeyi Allah olarak, Allah’ın tecellîleri olarak
görmesi, O’ndan başkasını görmemesi hali. Bu hal, sekr, galebe ve
gaybet gibi isimler verilen vecd ve istiğrak halinde kendini gösterir.
Bu halde iken sâlik, nefsinden fâni olması sebebiyle kendini de
görmediğinden Hallâc gibi: “Ene’l-Hak” der. Bayezid Bestâmî gibi,
“Sübhânî mâ a’zame şânî (Bana tesbih olsun, benim şânım ne yücedir!)”
der. “Cübbemin altındaki, Allah’tan başka bir şey değil”
der. Yûnus gibi “Ete kemiğe büründü, Yûnus diye göründü” der.
Fakat bu hal geçtikten sonra Hak ile halkı ayrı ayrı görür, yaratanı
yaratılandan ayırır. 629
Vahdet-i vücud: Bir bilme, Allah’tan başka varlık olmadığının
idrâk ve şuûruna sahip olmak. Şuhûdî tevhidde, yani vahdet-i
şuhûdda sâlikin her şeyi bir görmesi geçicidir; birlik, bilgide değil;
görmededir. Vahdet-i vücudda ise, birlik bilgidedir. Yani sâlik
gerçek varlığın bir tane olduğunu, bunun da Hakk’ın varlığından
ibâret bulunduğunu, Hak ve O’nun tecellîlerinden başka hiçbir
şeyin hakiki bir varlığı olmadığını bilir. Ancak, vahdet-i vücud
ehli, bu bilgiye nazarî olarak değil; yaşayarak ve mânevî tecrübe
ile ulaşır. Bunun böyle olduğunu başka bir yoldan bilmenin bir
değeri yoktur. Vahdette kesret – kesrette vahdet: Birlikte çokluk
– çoklukta birlik. Vahdet ehline göre vahdet gerçek, kesret hayaldir.
Bir olan varlığın çok görünmesi sadece bir görünüş meselesidir.
Gerçek sûfî, çoklukta birliği görür. “Lâ maksûde (lâ matlûbe,
lâ murâde) illâllah” kusûdî, “lâ meşhûde illâllah” şuhûdî, “lâ
627] s. 538-539
628] s. 545
629] s. 553
DOSTLUK
- 145 -
mevcûde illâlllah” vücûdî tevhiddir. 630
Vahiy: Hakk’ın hitâbı. Sûfîlere gelen ilhâm. İbn Arabî; “Sözlerimiz
vahy-i kelâm değildir ama vahy-i ilhamdır” der. 631
Velâdet: Doğum. Tasavvufta; Tâlibin mürşide intisab etmesi
ve tarîkate girmesi. Buna velâdet-i sâniye (ikinci doğum, mânevî
doğum) denir. Şeyh ile mürîdi arasında öyle bir kaynaşma (teellüf)
hâsıl olur ki neticede mürîd şeyhin parçası olur, tıpkı tabiî
velâdette oğul babanın parçası olduğu gibi. “İnsan iki kere doğmadan
melekût âlemine yükselemez.” İlk doğumla madde âlemi
ile irtibat kuran insan, ikinci doğum ile melekût âlemi ile irtibat
kurar. Mürîdin babası, onun bedeninin, şeyhi ise rûhunun var
oluş sebebi olduğundan, şeyh baba, mürîd onun oğludur. Mürid,
babasının bel, şeyhinin yol evlâdıdır. Şeyh, bir anne bebeğini
nasıl sütü ile beslerse, öylece onu irfânı ve feyzi ile besler. Buna
redâ (süt emme süresi) denir. Seyr ve sülûkünü tamamlayan ve
rûhen olgunlaşarak bâliğ ve reşîd olan mürîde şeyh icâzetnâme
(hilâfetnâme) verir. Buna fitâm (sütten kesme) denir. Bu yüzden
müridler, şeyhlerine baba (eb, vâlid, peder); şeyhler ise müridlerine
evlâdları nazarıyla bakarlar. 632
Vesîle: Vâsıta, aracı, sebep, bahâne. Tasavvufta; a) Allah’a yaklaşmak
veya bir dileğin kabul edilmesini veya bir musîbetin defedilmesini
sağlamak için ermişlerin türbelerine gidip onların ruhlarında
ve yatırlardan meded ummak. Tasavvufî anlamda vesîle ve
tevessül budur. 633
Yatır: Ermişlerin gömülü olduğuna ve ziyâretçilerine fayda ya
da (çarparak) zarar verdiğine itikad edilen mezarlar. 634
Yediler: Yedi büyük velî, gayb erenlerden yedi ulu ermiş.
Bunlara ricâl-i ûlâ da derler. Her nefeste mi’râc yapıp Allah’ın
huzûrundan marifet-ilim tahsil ederler. Yediler, yedi abdal denilen
Ricâlu’l-gaybden ayrıdır. Pek çok semt, türbe ve mahalle; ismini
yedilerden alır. 635
Zıllullah: Tanrı’nın gölgesi. Tasavvufta; vâhidiyet mertebesini
kendi gerçeği haline getiren insan-ı kâmil. 636
630] s. 553-554
631] s. 554
632] s. 563-564
633] s. 568
634] s. 578
635] s. 579
636] s. 587
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 146 -
Ziyâret: Mübârek ve kudsal olduğuna inanılan ermişlere ait
kabir ve türbelerin ziyâret edilmesi; Buralarda duâ ve ibâdet edilmesi,
kurban kesilmesi. Ziyâret edilen yere ziyâretgâh (mezar) denir.
637
Not: Tüm bu kavramların yukarıdaki anlamları, tasavvuf felsefesine
göredir. Tasavvuf erbâbının kendi inançları doğrultusunda
bu kelimelere yükledikleri anlam ve yorumları aksettirmektedir.
Veli ve evliyâ kavramlarının tasavvuftaki karşılıklarını daha iyi anlayıp
değerlendirme yapabilmeye yardımcı olacakları düşünüldüğünden
bu tasavvufî lügatçe hazırlanmıştır.
* “Mürîdim ister doğuda olsun ister batıda / Hangi yerde olsa
da yetişirim imdâda.” A. Geylâni’ye ait olan bu şiir için.638; “Darda
kalmış kişi duâ ettiği zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı
gideriyor ve sizi yeryüzünün hâkimleri yapıyor? Allah ile beraber başka
bir ilâh mı var? Ne kadar az düşünüyorsunuz.”639; “De ki: Allah’ın dışında
kuruntusunu ettiklerinizi çağırın bakalım; onlar, sıkıntınızı ne gidermeye,
ne de bir başka tarafa çevirmeye güç yetirebilirler.” 640
“Yoksa onlar Allah’tan başkasını şefaatçiler mi edindiler? De ki: Onlar
hiçbir şeye güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi (şefaatçi edineceksiniz)?
De ki: Bütün şefaat Allah’ındır. Göklerin ve yerin hükümranlığı
O’nundur. Sonra O’na döndürüleceksiniz.”641 “İzni olmadan O’nun katında
kimmiş şefaat edecek?...” 642
Râbıta konusunda geniş bilgi almak isteyenler, Ferit Aydın’ın
Ekin yayınlarından Tarikatta Râbıta ve Nakşibendilik adlı kitabına
bakabilir.
“Ve derler ki: ‘Rabbimiz biz efendilerimize, büyüklerimize itaat ettik de,
böylece onlar bizi yoldan saptırdılar.” 643
“Rabbinizden size indirilene uyun. O’ndan başka evliyânın/dostların
peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.” 644
Velî kavramını özetlersek; İslâm, normal hallerdeki beşerî
münâsebetleri tanzim ederken, kavramın bütün mânâları itibarıyla
müslümanın velîsinin, ancak, kendisi gibi müslüman olacağını,
637] s. 591
638]] bk. S. Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Risâle-i Nur Külliyatı, Nesil Y. c. 2, s. 2083
639] 27/Neml, 62
640] 17/İsrâ, 56
641] 39/Zümer, 43-44
642] 2/Bakara, 255
643] 33/Ahzâb, 67
644] 7/A’râf, 3
DOSTLUK
- 147 -
gayri İslâmî unsurların müslümanın velîsi olamayacağını ifade etmiştir.
Buna göre, ne yahûdi ve hıristiyanları ne de münâfık ve
gayr-ı müslimleri, bir müslüman velî/dost edinemez. Ancak, ihtiyaç
halinde insanlığın gereği olan güler yüz ve tatlı söz söylemek
mânâsına gelen müdârâ ve şerlerinden korunmak için gönlündeki
duygu, düşünce ve inancı saklı tutmak kaydıyla takıyye yapması
câizdir.
Müslüman olmayanlarla velâyet/dostluk içinde bulunmayı
yasaklayan İslâm, şerlerinden emin olunması halinde İslâm’ın ve
müslümanların maslahatına olan konularda ticaret, ziraat, sanat
ve müspet bilimler arasında yardımlaşmaya, ittifak ve anlaşma
yapmaya müsaade etmiştir. Aynı şekilde sadece ehl-i kitap kapsamına
giren gayr-ı müslimlerin yemeklerinden yiyip zinâ etmemeleri
ve iffetli olmaları şartıyla bayanlarını nikâhlamaya izin vermiştir.
Allah, bütün müttakîlerin velîsidir, zâlimler ise ancak kendileri
gibi zâlim ve inkârcılara velî olabilirler. Şüphesiz ki korkmadan
günaha dalan ve şirk koşarak Allah’tan uzaklaşan kimseler
zâlimdirler. 645
Velî kavramı, tarihsel süreç içinde, özellikle tasavvufun etkisiyle
Kur’an’daki anlamının dışına kaydırılmış, müttakî mü’minlerin
vasfı olmaktan çıkarılıp, olağanüstü özellikleri bulunan insanüstü
şahsiyetlerin sıfatı olarak kullanılmıştır. Velî sıfatını bütün
mü’minler, Kur’an’daki şekliyle anlayıp hayatlarına geçirmeli,
kâfirleri velî/yönetici kabul etmemeli, kendileri de birbirlerinin
velîsi/dostu olmak için görevlerini yerine getirmeli velînin
kerâmetle ve özel statülerle ilgisi olmadığını kabullenmelidir.
“Allah Teâlâ, iyiliğini murad ettiği kimseye, unuttuğunu hatırlatacak
ve hatırında olanı yapmaya yardım edecek iyi ve sâlih
bir dost nasib eder.” 646
“Dostuna sevginde ölçülü ol; Belki de bir gün düşman olur.
Düşmana buğzunda ölçülü davran; Belki de bir gün baş dostun
olur.” 647
“Fenalıklardan uzak duran ve daima verdiği sözü yerine getiren
insanlarla dostluk kurmalıyız.” 648
“Dost edinin, onlar sizin için dünya ve âhiret sermayesidir.
645] 45/Câsiye, 19
646] Hadis-i Şerif
647] Hadis-i Şerif
648] Hz. Ali r.a.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 148 -
Cehennem ehlinin “Bizim için samimi bir dost da yoktur.”649
diyeceklerini duymadınız mı?” 650
“Dostun dostu dosttur; ölümsüz Dost’un dostu ise en yakın
dosttur.”
“O Dost’u bulanın kaybettiği hiçbir şey olmadığı gibi; O Dost’u
kaybedenin de bulacağı bir şey yoktur.”
“Senin dindarlığını arttıran dost, her karşılaştığında eline bir
altın bırakan dosttan daha hayırlıdır.”
“Faziletli olan ve faziletleri bakımından birbirine benzeyen insanlar
arasındaki dostluk, mükemmel bir dostluktur.”
“Bir kimsenin, düşmanının düşmanı olması, onu dost edinmesine
kâfi sebep değildir.”
“Dost vefalı olduktan sonra düşman ne yapabilir?”
“Dost kazanırsan tut, düşman kazanırsan güt.”
“Dost, bizi Allah’a yaklaştıran; düşman, bizi Allah’tan uzaklaştıran
kimsedir.”
“Dost, bizi iyi yola öğütleyendir.”
“Dostun attığı gül onulmaz yara açar.”
“Dostun attığı taş, baş yarmaz.”
“Dost dostun ayıbını yüzüne söyler.”
“Dostuna borçlu olma!”
“Dostu olmayan insan, en yoksul insandır.”
“Birçok arkadaşımız olabilir, ancak dostlarımız azdır.”
“Dostunu medh edersen, biraz yerecek yerini koy.”
“Dostların sıkıntıda iken, onları mutlu oldukları zamankinden
daha çok ara.”
“Dost sanma şanlı vaktinde dost olanı; dost bil gamlı vaktinde
elinden tutanı.”
“Dost yüzünden, düşman gözünden belli olur.”
“Dosta varırız gülle; düşmana atarız gülle!”
649] 26/Şûrâ 101
650] Hz. Ali r.a
DOSTLUK
- 149 -
“Dostunu hemen ölüverecekmiş gibi sev; düşmanını hiç ölmeyecekmiş
gibi telâkki et.”
“Denendikten sonra dost edindiklerini bağrına bas; ama her ilk
tanıştığınla, hemen dost olma.”
“Düşmanlarını hoşnut etmek için dostlarını kıranlar, düşmanlarını
memnun edemediği gibi, dostlarını da yitirirler.”
“İnsanlardan kendini çekmen sana düşman, herkese yakınlık
göstermen ise sana kötü dostlar kazandırır.”
“Dostluk sırasında sende olmayan meziyetlerden söz eden
adam, düşmanlık sırasında sende bulunmayan fenalıkları da
sana yükleyebilir.”
“Dostluğun kolları birbirimizi dünyanın bir ucundan diğer ucuna
kucaklayabilecek kadar uzundur.”
“Arz eyle bu pendi kendi özüne;
Dost addetme her güleni yüzüne.”
“Hoş gününde her kişi yârân bula;
Dost odur kim kem gününde yâr ola.”
“Dosttan bol şey de yok dünyada
Dosttan bulunmaz şey de.”
“Lokman hekim sarabilmez yaramı
Dost eli değmezse çare mi olur?”
“Bazı insanlar iyilik etmek, birbirini sevmek için değil; iyilik
görmek, sonunda da nefret etmek için dost olurlar.”
“İnsanlarla dost ol. Çünkü kervan ne kadar kalabalık ve halkı
çok olursa, yol kesenlerin beli o kadar kırılır.”
“Hiçbir şey sâdık dost kadar ucuza alınamaz. Yani ne kadar pahalıya
mal olsa, gene de ucuzdur.”
“Biri gerçeği duymak istemediği, öteki yalana hazır olduğu zaman,
dostluk dostluk olamaz.”
“Dostlar kavun gibidir; neden mi? Bir tane iyisini bulmak için
yüzlercesini yoklarsınız da ondan.”
“Kara günlerinde senden çok üzülecek bir dostun olmasaydı, o
günlere katlanmak güç olurdu.”
“Dost yüzü görmemek çetin bir iştir, ama bu hasret, onu
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 150 -
düşmanla birlikte görmekten daha hafiftir.”
“Yastık diye başını ateşe dayayan, yatak diye yılanların üzerine
yatan bir adam, güvendiği bir dostundan düşmanlık sezen bir
adamdan daha rahat uyur.”
“Dostlara acılarını paylaştığını göstermek, birlikte yas tutmakla
değil; onlara elbirliğiyle yardım etmekle olur.”
“Birbirlerine zıt karakterlere sahip olan insanlar, birbirlerini
anlamak ve tamamlamak şartıyla iyi dost olabilirler.”
“Güller, lâleler, karanfiller, bütün çiçekler solar. Çelik ve demir
kırılır, ama gerçek dostluk ne solar, ne de kırılır.”
“Gerçek dostlar, iyi günlerinizde, dâvet edince sizi ziyâret ederler;
kara günlerinizde dâvetsiz gelirler.”
“Dostlarımızın sefâletine acımak iyi; fakat onların imdâdına
koşmak daha iyidir.”
“Dostluk, yolu üzerinde ot bitmesine müsaade etmez.”
“Dostun kusuruna bakılmaz.”
“Dostlara itimad etmemek, onlar tarafından aldatılmaktan
daha ayıptır.”
“Dostlar öyle bir ailedir ki, insan o ailenin fertlerini yalnız kendi
seçer.”
“Dostuna, bir gün düşmanın olabilecekmiş gibi davran.”
“Dostluk, iki vücutta müşterek bir ruha benzer.”
“Dostsuz kalan şahsın durumu, sol elden mahrum kalan sağ
elin durumu gibidir.”
“Dost, rahatlık veren bir merhemdir.”
“Dost, kötü günde belli olur. İyi günde ise binlercesi bulunur.”
“Gerçek dost, onu unutanı unutmayandır.”
“Ana babayı kader tayin eder, dostlar ise seçilir.”
“Dostları çoğaltmak, zekâ inceliğindendir.”
“Dostluk iyi kimseler arasında çabuk temellenir; güçlükle yıkılır.”
“Dost kazanmak isteyen kimse, dostluğu paylaşmayı bilmelidir.”
“Ayıpsız dost arayan, dostsuz kalır.”
“Dostluğundan fayda görmediğin kimsenin, husûmetinden de
DOSTLUK
- 151 -
sana pek bir zarar gelmez.”
“Aklın bağlamadığı dostluğu, akılsızlık kolayca çözebilir.”
“Hiçbir dost, dostluğunu ispat edene kadar dost değildir.”
“Dostluk, kanatsız sevgidir.”
“Dost, hem iyi görünen, hem iyi olan insandır.”
“Yalnız kendi nefsini düşünerek dost arayan, hizmetçi arıyor
demektir.”
“Dertlerini dökecek dostları olmayanlar, kendi yüreklerini kemiren
yamyamlardır.”
“Dost, kendisiyle samimi olabildiğim ve yanında yüksek sesle
düşünebildiğim kişidir.”
“Kuşun yuvası, örümceğin ağı, insanın dostları vardır.”
“Dost, sanki insanın bir ikinci kendisidir.”
“İyi insanlar, kara günde en emin dostturlar.”
“Dostlarımla beraber olunca yalnız değilim. O dakikadan sonra
da iki kişi değiliz.”
“Köle misin? Senden dost olmaz. Zorba mısın? Senin dostların
olmaz.”
“Dostluk, görünceye kadar değil, ölünceye kadar olmalı.”
“Dostluk o kadar kolay kurulur ki... Ama sürdürmek!”
“Dostluktan saygıyı kaldıran onun en büyük süsünü kaldırmış
olur.”
“Düşüncede uyum, dostluğu doğurur.”
“Kendine dost olan, bilin ki herkese de dosttur.”
“Eğer hiç dostun yoksa sen bir dost ol!”
“Dostun olsun istiyorsan dost ol!”
“Dünyada ve âhirette benim Velî’m (yardımcım ve işimi deruhde eden)
Sen’sin. Beni müslüman olarak öldür ve sâlihler arasına kat.”651
Ne mutlu Allah’la ve O’nun dostlarıyla dost olanlara ve dostluğunu
ispatlayanlara! Yazıklar olsun, Allah’ın düşmanı ve şeytanın
dostlarıyla dost olup Allah’ın ve müslümanların dostluklarını
kaybedenlere!
651] 12/Yusuf, 101
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 152 -
Velâyet/Dostluk Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
A- Velî Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyetler (232 âyet): 2/Bakara, 64, 83,
107, 115, 120, 123, 137, 142, 144, 144, 144, 149, 150, 150, 177, 205, 246, 257,
257, 282, 286; 3/Âl-i İmrân, 20, 23, 28, 32, 32, 63, 64, 68, 68, 82, 111, 122, 150,
155, 175; 4/Nisâ, 33, 45, 75, 76, 80, 89, 89, 89, 115, 115, 119, 123, 135, 139, 144,
173; 5/Mâide, 43, 49, 51, 51, 51, 55, 56, 57, 80, 81, 92, 107; 6/En’âm, 14, 51, 62,
70, 121, 127, 128, 129; 7/A’râf, 3, 27, 30, 79, 93, 155, 196, 196; 8/Enfâl, 15, 16,
20, 23, 34, 34, 40, 40, 40, 72, 72, 73, 75; 9/Tevbe, 3, 23, 23, 25, 50, 51, 57, 71,
74, 74, 76, 92, 116, 129; 10/Yûnus, 30, 62, 72; 11/Hûd, 3, 20, 52, 57, 113; 12/
Yûsuf, 48, 101; 13/Ra’d, 11, 16, 37; 16/Nahl, 63, 76, 82, 100; 17/İsrâ, 33, 46, 97,
111; 18/Kehf, 17, 18, 26, 44, 50, 102; 19/Meryem, 5, 5, 45, 70; 20/Tâhâ, 48, 60;
21/Enbiyâ, 57, 109; 22/Hacc, 4, 13, 78, 78; 24/Nûr, 11, 47, 54; 25/Furkan, 18;
27/Neml, 10, 28, 49, 80; 28/Kasas, 24, 31; 29/Ankebût, 22, 41; 30/Rûm, 52; 31/
Lokman, 7; 32/Secde, 4; 33/Ahzâb, 5, 6, 6, 6, 15, 17, 65; 34/Sebe’, 41; 37/Sâffât,
90, 174; 39/Zümer, 3; 40/Mü’min, 33; 41/Fussılet, 31, 34; 42/Şûrâ, 6, 8, 9, 9, 28,
31, 44, 46; 44/Duhân, 14, 41, 41; 45/Câsiye, 10, 19, 19; 46/Ahkaf, 29, 32; 47/
Muhammed, 11, 11, 20, 22, 38; 48/Fetih, 16, 16, 17, 22, 22; 51/Zâriyât, 39, 54;
53/Necm, 29, 33; 54/Kamer, 6, 45; 57/Hadîd, 15, 24; 58/Mücâdele, 14; 59/Haşr,
12; 60/Mümtehıne, 1, 6, 9, 9, 13; 62/Cum’a, 6; 64/Teğâbün, 6, 12; 66/Tahrîm, 2,
4; 70/Meâric, 17; 75/Kıyâme, 32, 34, 34, 35, 35; 80/Abese, 1; 88/Ğâşiye, 23; 92/
Leyl, 16; 96/Alak, 13.
B- Dost ve Dostluk
a- Allah En Güzel Dost ve En Güzel Yardımcıdır: 22/Hacc, 78; 42/Şûrâ, 9.
b- Mü’minlerin Allah’tan Başka Dost ve Yardımcıları Yoktur: 2/Bakara, 107,
120, 286; 3/Âl-i İmrân, 150; 4/Nisâ, 45; 5/Mâide, 55; 6/En’âm, 51; 7/A’râf, 196;
9/Tevbe, 16, 116; 29/Ankebût, 22; 32/Secde, 4; 42/Şûrâ, 31.
c- Allah İman Edenlerin Yardımcısıdır: 2/Bakara, 257; 3/Âl-i İmrân, 139, 160; 6/
En’âm, 127; 9/Tevbe, 40; 30/Rûm, 47; 45/Câsiye, 19; 47/muhammed, 11.
d- Savaşta Allah’ın Yardımı ve Dostluğu: 2/Bakara, 214; 3/Âl-i İmrân, 125-127,
139, 148; 8/Enfâl, 9-13, 17-18, 39-40; 9/Tevbe, 25; 22/Hacc, 40, 60, 47/Muhammed,
7.
e- Allah’ın Velîleri/Dostları Kimlerdir: 10/Yûnus, 63.
f- Allah’tan, Peygıamber’den ve Mü’minlerden Başka Dost Yoktur: 5/Mâide,
55; 9/Tevbe, 16.
g- Peygamberimiz’in Dostluğu: 5/Mâide, 55; 9/Tevbe, 16, 128.
h- Mü’minlerin Dostluğu: 3/Âl-i İmrân, 118; 4/Nisâ, 144; 5/Mâide, 55; 9/Tevbe,
16, 71, 119.
i- Sıddîklarla ve Sâlihlerle Beraber Olmak: 4/Nisâ, 69; 9/Tevbe, 119; 26/Şuarâ, 83.
k- Sâlihlerle Dostluk İçin Duâ: 26/Şuarâ, 83; 27/Neml, 19.
l- Zâlimlerin Dostluğu: 11/Hûd, 113.
m- Kâfirlerin Dostluğu: 2/Bakara, 105, 217; 3/Âl-i İmrân, 28, 118-120, 149-150;
4/Nisâ, 44-45, 101, 140, 144; 5/Mâide, 57; 6/En’âm, 68; 9/Tevbe, 23; 13/Ra’d, 37;
28/Kasas, 86; 58/Mücâdele, 22; 60/Mümtehine, 13.
n- Kâfir Akrabanın Dostluğu: 9/Tevbe, 23; 11/Hûd, 45-47; 58/Mücâdele, 22.
o- Münâfıkların Dostluğu: 2/Bakara, 204; 4/Nisâ, 89, 139-140; 5/Mâide, 41, 52;
9/Tevbe, 50-51; 58/Mücâdele, 14; 63/Mümtehine, 1-2, 6-9.
p- Yahûdilerin Dostluğu: 2/Bakara, 105, 120, 145; 5/Mâide, 51, 80-82; 60/
Mümtehine, 13.
r- Hıristiyanların Dostluğu: 2/Bakara, 105, 120, 145; 5/Mâide, 51, 82.
s- Ehl-i Kitab’ın Dostluğu: 2/Bakara, 105, 109, 120; 3/Âl-i İmrân, 100; 4/Nisâ,
DOSTLUK
- 153 -
44-45; 5/Mâide, 57-59.
C- Arkadaş ve Arkadaşlık
a- Arkadaşa İyilik Etmek: 4/Nisâ, 36.
b- Peygamberlerin, Sıddîkların ve Şehidlerin Arkadaşlığı: 4/Nisâ, 69; 9/Tevbe,
119; 26/Şuarâ, 83.
c- Şeytanın Arkadaşlığı: 4/Nisâ, 38; 41/Fussılet, 25; 43/Zuhruf, 36, 38; 50/Kaf, 27.
D- Kardeşlik ve Barış
a- Din Kardeşliği Allah’ın Nimetidir: 3/Âl-i İmrân, 103.
b- Mü’minler Kardeştir: 11/Hûd, 45-47; 49/Hucurât, 10, 13.
c- Mü’minlerin Dostluğu: 3/Âl-i İmrân, 118; 4/Nisâ, 144; 9/Tevbe, 16, 71, 119.
d- Mü’min Kardeşi Kendine Tercih Etmek: 59/Haşr, 9.
e- İnsanların Arasını Düzeltmek: 4/Nisâ, 114; 8/Enfâl, 1; 49/Hucurât, 9-10.
f- Sulh (Barış) Daha Hayırlıdır: 4/Nisâ, 128.
g- Dargınları Barıştırmak: 2/Bakara, 182, 224, 228; 4/Nisâ, 35, 114, 128; 8/Enfâl,
1; 11/Hûd, 88; 49/Hucurât, 9-10.
h- Savaşan Mü’minleri Barıştırmak: 49/Hucurat, 9.
Velâyet/Dostluk Konusuyla İlgili Hadis-i Şerif Kaynakları
1. Buhârî, Salât, 80; Menâkıbu’l-Ensâr 45; Teheccüd, 33; Zekât 4; Savm 60;
Enbiyâ 3; Fezâilu’l-Ashâb 5; Meğâzî 9, 83, 84; Rikak 42; Tefsîru Sûre 60:
İ’tisâm 14, Enbiyâ 50; Hîbe hadis no: 2620
2. Müslim, Birr 38, 159, 161; ilm 6; Fedâilu’s-Sahâbe, 161
3. İbn Mâce, Mukaddime 11, 18; Menâsik 56; Fiten 17
4. Ebû Dâvud, İlm 10; Cihad 95, 98; Sünne 2
5. Tirmizî, Menâkıb 14; Zühd 45, 53, 64; Birr 60; İlm 7; Tefsîr 60; Siyer 40
6. Nesâî, Sehv 19; Kasâme 27;
7. Müsned-i Ahmed bin Hanbel, 1/80; 2/237, 328, 338, 370, 533, 53 3/87,
225; 4/128, 386; 5/137; 6/357-358;16/178
8. Dârimî, Rikak 44, 48; Diyât 2
9. Müstedrek 2/141
10. Riyâzu’s-Sâlihîn, 1/398
11. Kütüb-i Sitte: 4/47-48; 5/71-74, 157-158; 7/110; 10/137-138
12. Mişkâtu’l-Mesâbih, hadis no: 5014; 5347; 3/1349
13. Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, 1/69
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. İslâm Ansiklopedisi, T. Diyanet Vakfı Y. c. 9, s. 511, c. 10, s. 52
2. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, (Sami Şener) Şâmil Y. c. 1, s. 414-416
3. Kur’an Ansiklopedisi, S. Ateş, KUBA Y. c. 5, s. 274-295, 370-375
4. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. s. 747-758
5. İslâmî Terimler Sözlüğü, Hasan Akay, İşaret Y. s.
6. Kur’ânî Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Mustansır Mîr, İnkılâb Y. s.
7. Kur’an’da Ulûhiyet, Suad Yıldırım, Kayıhan Y. s. 188-191
8. Kur’an ve Psikoloji, Osman Necati, Fecr Y. s. 35-38
9. Yeryüzünün Vârisleri, Kul Sâdi Yüksel, Madve Y. s. 274-277
10. İman ve Tavır, M. Beşir Eryarsoy, Şafak Y. s. 272-275
11. Dinde Ölçülü Olmak, Abdurrahman bin el-Luveyhık, Kayıhan Y. s. 136-
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 154 -
141
12. Kur’an’da Siyasî Kavramlar vecdi Akyüz, Kitabevi Y. s. 63-91
13. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. s.
14. İlâhî Kanunların Hikmeti -Sünnetullah-, Abdülkerim Zeydan, İhtar Y. s.
175-211
15. Kur’an ve İnsan, Celâl Kırca, Marifet Y. s. 193-200
16. Kur’anî Kavramlar, Muhammed el-Behiy, Yöneliş Y. s. 226-228
17. Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 524-531
18. Kur’an’da Temel Kavramlar, Harun Yahya, Vural Y. s. 130-134
19. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. s. 747-757
20. İnanç ve Amelde Kur’anî Kavramlar, Muhammed el-Behiy, Yöneliş Y.
s.226-229
21. Kelimeler Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu, İnkılab Y. s. 337-342
22. İslâm ve Sosyal Değişim, İhsan Eliaçık, Bengisu Y. s. 84-86
23. İnanmak ve Yaşamak, Ercüment Özkan, Anlam Y. c. 1, s. 141-160
24. Tasavvuf ve İslâm, Ercümend Özkan, Anlam Y.
25. Tasavvuf ve İslâm, Abdurrahman el-Vekîl, Tevhid Y.
26. Tarikatta Râbıta ve Nakşibendilik, Ferit Aydın, Ekin Y. s. 285-299
27. Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış, Abdülaziz Bayındır, Özel Y.
28. Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslâm, İbrahim Sarmış
29. Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Süleyman Uludağ, Marifet Y.
30. Bektaşi Menâkıbnâmelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri, Ahmet Yaşar
Ocak, Enderun Kit. Y.
31. Türk Halk İnançlarında ve Edebiyatında Evliyâ Menkabeleri, A. Yaşar
Ocak, Kültür ve Tur. Bak. Y.
32. Allah Dostları, İmam Şevkânî, Tevhid Y.
33. Dinde Ölçülü Olmak, Abdurrahman b. El-Luveyhık, Kayıhan Y. s. 136-141
34. Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Remzi Kaya, Ayışığı Kitapları; Kitabevi Y.
35. İslâm’a Göre Dost ve Düşman, Muhammed bin Said el-Kahtani, Kayıhan
Y.
36. Kur’an’da Velî ve Velâyet, Mikdat Öccü, Suffe Y.
37. Dostluk Üzerine, Fethi Gemuhluoğlu, Boğaziçi Y.
38. Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı, Dale Carnegie, Timaş/Âlem/
Sistem/Akış Y.
39. Dost Diye Diye, Emine Işınsu, Ötüken Neşriyat
40. Dost’tan Dosta, Ahmed Hulûsi, Kitsan Kitap Kırtasiye
41. Dosta Doğru, Abdurrahim Karakoç, (Dostluk Şiirleri), Ocak Y.
42. Dostlar Sofrası, Nâsır-ı Hüsrev, İnsan Y.
43. Dostunuzu Tanıyın, Barbara Schott, K. Birker, Mozaik Y.
44. İslâm’a Göre Dost ve Düşman, Muhammed Fatih El-Murâbıt, Tevhid Y.
45. Allah Dostları, İmam Şevkânî, Tevhid Y.
46. Veli ve Evliya Terimleri Üzerine, Arif Çiftçi, Haksöz, sayı: 11 (Şubat 92)
47. Velâ 1-2, Hamd bin Ali bin Atik, Tevhid Y.
48. Velâ 2, Süleyman bin Abdullah, Tevhid Y.
49. Velâ 3, Abdurrahman Abdülhalık, Tevhid Y.
50. Velâ ve Velâyet Üzerine, Mutahhari, Kevser Y.
DOSTLUK
- 155 -
51. Velâyet-i Fakih, Muntazari, Endişe Y.
52. Allah’ın Velîleri ile Şeytanın Velîleri Arasındaki Fark, İbn Teymiyye, İhyâ/
Birleşik Y.
53. Ümmet Bilinci, Atasoy Müftüoğlu, Denge Y.
54. İslâm Cemaatine Doğru, Abdurrahman Dilipak, Risale Y.
55. İslâm ve İnsan Hakları, Muhammed Umara, Denge Y.
56. İslâm’da Karşılıklı Haklar ve Vazifeler, Mehmet Talu, Şelâle Y.
57. Cihan Sulhü ve İslâm, Seyyid Kutubu, Arslan Y.
58. Sınıfsız Dünya, Saadettin Elibol, Dergâh Y.
59. Yürek Devleti, Mustafa İslâmoğlu, Denge Y.
60. İslâm’da Sevgi ve Kardeşlik, Hüsnü Ethem Cerrar, Dünya Y.
61. İslâm Kardeşliği, Abdullah Ulvan, Uysal Kitabevi Y.
62. Kardeşlik Çağrısı, Mehmet Metiner, Risale Y.
63. Kardeşlik ve Hoşgörü, Muhammed Pıtchall, Akabe Y.
64. Sevgi Medeniyeti, Rehber Y.
65. Müslümanların Kaynaşması, Selâmet Y.
66. İslâm’da Müsamaha, İmam Gazali, Marifet Y.
67. İslâm’da Hoşgörü ve Sınırı, Taner Akçam, Başak Y.
68. Müsamahada Ölçü, Heyet, İttihad Y.
69. İslâm Siyasi Düşüncesinde Muhalefet,
70. Sulh Çizgisi, İbrahim Canan, TÖV Y.
71. Vahdet Ama Nasıl, Abdurrahman Dilipak, Risale Y.
72. Vahdete Yedi Adım, Mehmed Alagaş, İnsan Dergisi Y.
73. Tevhidin Düşmanı Tefrika, Ramazan Yılmaz, Mücahede Y.
74. İnsanları Tefrikaya Düşüren Faktörler, Mahmut Balcı, İhtar Y.
75. İslâm Tarihinde Mezhep Çatışmaları ve Taklit, Abdülcelil Candan, Denge Y.
76. Mezhep Meselesi ve Fıkhî İhtilâflar, Ebu’l Feth el-Beyânûnî, Risale Y.
77. İhtilâftan Rahmete, Ebu’l Feth el-Beyânûnî, Risale Y.
78. İhtilâflar Karşısında İslâmî Tavır, Yusuf el-Kardavî, İlke Y.
79. İslâm’da İhtilâf Usûlü, Câbir Alvânî, Risale Y.
80. Münakaşalar ve İhtilâf Sebepleri, Zekeriya Güler, T.D.V. Y.
Sonsöz
Eğer bu kitabı gerçekten okuyup mesajını anladıysanız, bunu ve buna benzer diğer kitapları bir kenara koymalısınız ve hemen elinize Allah’ın Kitabı’nı alıp meal ve tefsiriyle okumaya başlamalısınız. Daha önce okuduysanız, yine yeniden ve sürekli okumalısınız. Anlayarak, yaşayışınızla ve güncel hayatla bağlantı kurup O’nun gösterdiği istikamet doğrultusunda her şeyi gözden geçirerek Kur’an’a yönelmeniz, bu okuyup bitirdiğiniz kitabın yazılış amacına hizmet etmiş olacaktır.
Haydi Kur’an’a; Elimize, gönlümüze ve yaşantımıza almak ve bir daha bırakmamak için…

 

Ortam