52. HUTBE: İTİDÂLDEN SAPMA: ILIMLI İSLÂM

52. HUTBE: İTİDÂLDEN SAPMA: ILIMLI İSLÂM (1)

İTİDÂLDEN SAPMA: ILIMLI İSLÂM

ÂYET:

مَْ حَسِبْتُمْ نَْ تَدْخُلو لْجَنَّةَ وَلَمَّا يَاأتِْكُمْ مَثَلُ لذ۪ينَ خَلَوْ مِنْ قَبْلِكُمْۜ مَسَّتْهُمُ لْبَاأ آسَْاءُ وَلضَّ آرَّءُ وَزلُْزلُِو حَتّٰى يَقُولَ لُرسَُّولُ وَلَّذ۪ينَ مَٰنُو مَعَهُ مَتٰىَّ نَصْرُ للّٰهِۜ آلََا نَِّ نَصْرَ للّٰهِ قَر۪يبٌ ﴿٢١٤﴾

“Yoksa, siz ey mü’minler, kendinizden evvel geçenlerin halleri hiç başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle ezici sıkıntılar, kımıldatmaz zarûretler dokundu ve öylesine sarsıldılar ki, peygamber ve beraberinde iman edenler; ‘Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?’ diyesiye kadar. Bilin ki Allah’ın yardımı muhakkak yakındır.” [1]

Sıcak savaşın (canla cihadın) terk edildiği, bununla birlikte “ben de müslümanım” diyen insanların resmî nüfusa göre çoğunlukta olduğu topraklarda soğuk ve sıcak şekilde süren hak ve bâtıl savaşı, günümüzde “hakiki İslâm” ile “ılımlı ve sahte İslâm” arasındaki savaşa dönüştü. Evet, müslümanların yaşadığı tüm ülkelerde Kur’an ve Sünnet çizgisindeki muvahhid müslümanların karşısında, yine kendisini müslüman; savunduğu ve koruduğu şeyleri de İslâm diye takdim eden zihniyet vardır. İslâm’ın ve müslümanların karşısına erkekçe çıkılmıyor. Müslümanın eğer birazcık ferâseti, azıcık basîreti varsa, hemen sahteliğini teşhis edebileceği şekilde İslâm maskesi takarak bâtıl, hak adı ve görünümüyle hakkın karşısına olanca zulüm ve istibdâdıyla çıkıyor. Bu maske yırtılmadan, altındaki iğrenç yüz teşhir edilmeden, halkın Allah’ın râzı olacağı hakiki İslâm safında yer almasına imkân ve ihtimal yoktur. Barışın, huzurun, müslümanca güzelliklerin önündeki en önemli engel, bu sahte müslümanlar ve bu sahte İslâmlardır, yani ılımlı İslâm anlayışıdır.

Nâsır’lar, Kaddâfi’ler, Ziyaülhak’lar, devleti ele geçirinceye kadar hep bu maskeyi takmışlar, durumlarını kuvvetlendirinceye kadar tâvizsiz İslâm inkılâpçısı geçinmişler, oyunlarını sürdürebilmek için zaman zaman kullanmak üzere bu maskeyi yanlarında hazır bulundurmayı ihmal etmemişlerdir. Müslümanların yaşadığı hemen her ülkede lider ve önder kabul edilenlerin tavrı da çok farklı olmamıştır. Bu oyunun, yaşadığımız topraklarda daha zengin mizansenlerle oynandığını görmemek için kör olmak gerekmektedir.

Bugün din, din adına tahrip ediliyor. Din adına, ehl-i sünnet adına İslâm’ın devlet ve şeriat anlayışına en büyük düşmanlıklar yapılıyor. Çoğu radyo ve TV’deki din programlarıyla hakiki İslâm’a en büyük iftiralar atılıyor. Din, önce câmilerde sonra dinin öğretildiği okullarda ve din dersi ve dinle ilgili programlarda kâfirlerin ve düzenlerinin hizmetine sunuluyor.

Din dersleriyle putlar ve putçu düzenler gençlere sevdirilmeye çalışılıyor. Din öğreten kurs, okul ve fakültelerde bu uzlaşmacı, tâvizci, Amerikancı İslâm’ın askerleri yetiştirilmek isteniyor. İslâmî değişim ve dönüşüme, tâğutlarla mücâdeleye, câhil halktan önce resmî din teşkilâtları karşı çıkıyor. Küfre ve küfrün tüm kurumlarına, dinî kurumlarla yardım ediliyor.

Allah’la harbetme kabul edilen fâiz, hac için Diyanetin mecbûriyetlerinden biri haline getiriliyor. “Câmi, siyasete âlet edilmemeli” diyen egemen güçler, câmileri ve tüm dinî kurumları kendi devlet siyasetine istediği doz ve şekilde âlet ediyor ve kullanıyor.

Vaazlarla, dinî konuşma ve din dersleriyle tâğutlara ve onların düzen ve uygulamalarına saygılı, putlara hürmetkâr veya en azından müsâmahakâr, düzene ayarlanmış vatandaş yetiştiriliyor. Allah’ın evi olması, sadece Allah’a çağrı yapılması gereken yerler olan câmiler (), devlet dairesi; Peygamber’in vârisi ve Allah’ın memuru olması gerekenler de zâlim bir düzenin memuru haline geliyor. Câmiler bile Allah’ın değil, tâğûtî yasaların hâkimiyeti altına giriyor.

Bu insan eliyle değiştirilerek kuşa benzetilmiş muharref müslümanlığa hizmet etmek amacıyla din öğretecek öğretmenler putlara saygı duruşunda bulunabiliyor. Din kurumlarında görev almak veya öğrencilere din anlatmak isteyenler, hangi dine hizmet edeceklerini karıştırmasınlar diye, ılımlı İslâm ilkeleriyle ancak bağdaşabilecek sözler söylüyor, daha işe başlarken nasıl bir din tercihi yaptığını zâhiren deklare etmiş oluyorlar. Tâğûtî düzene ve tâğutların yoluna bağlı kalacaklarına dâir taahhüde giriyor, belge imzalamakta tereddüt etmiyorlar. Din eğitimi almak isteyen bir kız, İmam-Hatip ve İlâhiyat Fakültelerinde yine bazı din hocalarının teşvik ve zorlamasıyla, en azından rızâsıyla başını açmak zorunda bırakılıyor. Bazıları da başörtü farîzasını teferruat, böyle bir din tercihini de büyük hizmet diye sunuyor.

Resmî kurumlar böyle de, bazı gönüllü teşkilatlar farklı mı? Subay ve astsubayların askerî gazinolarda içki içebileceklerine, oralardaki her çeşit haram eğlencelere katılabileceklerine dair bazı hoca efendiler fetvâlar verebiliyorlar. Üniversitelerdeki kızların ılımlı bir dine hizmet için başlarını açabileceğini, açmaları gerektiğini tavsiyeden de öte emredebiliyorlar. Bazıları köşelerine çekilmiş, sadece tesbih çekmekle işin hallolacağını düşünüyor. Havadan sudan konuşmayı tercih edip, suya sabuna dokunmamaya özen gösteriyor. Hâlbuki suya sabuna dokunmadan temizliğin ve temiz kalmanın mümkün olmadığını çocuklar bile bilmektedir.

Televizyon müftüleri zaten malûm. Çoğu TV. ve gazetelerin bütün imkân ve fırsatları kullanarak zaten gerçek İslâm’la savaştığını bilmeyen yok. Onların birkaç kuşu birden vurmak için atmak istediği taş olarak programlarında yer verdiği yeşil rengin ne derece ılımlı tonları olduğunu, yeşilden başka her renge benzediğini görmeyen, bilmeyen yok. Bu program ve köşelerin Allah’ın dinine değil de; ulusal muharref Türk dinine hizmet etmeyi amaçladığını, bu çerçeveye uymayan basit ve etkisiz bireysel tavırların bu çorbaya çeşni katsın diye dozu ayarlı acı biber şeklinde kabul edildiğini görmek gerekir.

Uslandırma ve sulandırma: Ilımlı İslâm anlayışının dış kaynaklı olduğunda şüphe yok. Zaten tek millet olan küfür cephesi, yerlisi ve yabancısıyla işbirliği yaparak İslâm’ın rengini değiştirmeye çalışıyorlar. Allah’ın râzı olduğu dinden ve onu yaşayanlardan râzı olmayacak olan Batılılar,[2] Müslümanları hak dinden uzaklaştırmak için silâhlı ve silâhsız her çeşit mücâdele ve fitneden çekinmediklerini tarih boyunca ve güncel nice örneklerle ortaya koyarlar. BOP (Büyük Ortadoğu Politikası), müslümanların kökünü kazıyamayacağını ve çok pahalıya mal olan işgallerle işi halledemeyeceğini anlayan büyük şeytan Amerika’nın kendilerine göre doğunun ortasında, Ortadoğu’da radikal diye tanımladığı kaynağa bağlı gerçek İslâm’ı terörize edip suçlamak, yasakla(t)mak ve ılımlı İslâm anlayışını daha bir yayıp dayatmaktır. Böylece uslandırılmış ve sulandırılmış bir dini İslâm diye takdim edip sadece adı ve kâfirleri rahatsız etmeyecek özellikleri kalan din anlayışı ile yetinen sözde müslümanları emperyalist hedefleri istikametinde köleleştirmektir.

Halk ne yapsın; artık halk Peygamber denilince sadece gülü aklına getirmektedir. İbâdet denilince sadece cuma ve teravih namazını, Allah’a yaklaşma denilince kandil gecelerindeki bid’atleri, kabirleri yüceltmeyi, evliyâyı uçurtmayı, mevlitleri, içinde bol bol aşk, sevda kelimeleri geçen ezgi ve ilâhîleri gündemine alıyor. Allah’tan değil; türbelerden ve Hızır’dan medet umuyor, Allah’a (bilinçsizce şirk karıştırarak) iman edip tâğutlara kulluk yapıyor, “Allah devletimize zeval vermesin!” duâlarını dilinden eksik etmiyor.

Küfre isyânı emreden din, kâfirlerin ve küfrün koltuk değneği, düzenin destek ve dayanağı haline gelmiş durumda. Laiklik ve demokrasi, düzen ve kurucusu dinle ilgili konuşma ve derslerle sevdirilirken, Allah ve Rasûlü’nün istediği hakiki dine giden yollar din adına tıkanıyor. Müslümanların kestiği kurbanların derileriyle gerçek dine düşman kurumlar biraz daha güçleniyor. Kur’an’ı seçim nutuklarında öpüp alnına koyanlar Kur’an’ı mahkûm ediyor, ahkâmına düşmanlık yapıyor. İnsanlar, Allah’ın indirdiğiyle hükmedilmesini değil; câhiliyye hükümlerinin namaz kılanlar tarafından yürütülmesini istiyor.

Özetin özeti olarak kısa ve basit bir çerçevesini çizdiğimiz Atatürk ilkelerine ters düşmeyen, tâğûtî ilke ve yasalara uygun ve saygılı bu İslâm, Amerika ve Avrupa’nın da râzı olduğu İslâm’dır. Hâlbuki Kur’an, hıristiyan ve yahûdilerin, kendi milletine (dinine) tâbi olmadıkça Rasûl-i Ekrem’in şahsında müslümanlardan kesinlikle râzı olmayacaklarını beyan ediyor.[3] Nasıl, onlar Allah’ın dininden ve ona uyan dindardan râzı değillerse, onların râzı olduğu bir dinden ve dindarlıktan da Allah’ın (ve muvahhid mü’minlerin) râzı olması beklenemez.

Yine, laikliğe aykırı olup olmadığı hiç tartışılmadan, cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana müftü, vâiz ve imamlara, din öğretmenlerine maaş, makam ve imkânlar veriyorlar. Tabii, Allah’ın hükmüyle hükmedilmesine en büyük irtica damgası vuran bir düzen, bu maaşları Allah rızâsı için vermeyeceğine göre, niçin veriyor dersiniz? Elbette ılımlı İslâm için ve bu tür İslâm’a katkı sağlayanları ödüllendirmek için.

Bütün bunlar, yaşanılan, anlatılan, serbest olan, teşvik gören dinin, adına İslâm denilse de gerçek İslâm’la öz yönüyle alâkası olmayan tahrif edilmiş sahte bir din olduğudur. Aslında, tek hak din olan İslâm’ın o devirdeki şekli olan gerçek hıristiyanlık nasıl tahrif edilmiştir? Müslümanlar bu hususu tekrar düşünmeli ve ona göre tedbir almalıdır. Çünkü aynı oyun günümüzde İslâm’a karşı da oynanmaktadır. Müslümanların da bu oyuna gelmediklerini maalesef söyleyemiyoruz. Onları uyaracak olanların kendi horlamaları, şeytanî bir müzik gibi ruhlara dinî(!) gıda ve heyecan vermekte, uyarıcılar icrâ ettikleri mûsikîye ninnileri de güfte ve nağme olarak katmakta, bu sanatlarının karşılığı olarak ücretlerini de efendilerinden almaktadırlar.

Önceleri örf-âdet dini haline getirilmiş, pasifize edilerek uyuşturulmuş şekliyle, bid’at ve efsânelerle, Kesikbaş hikâyeleri, Bektaşî fıkraları, uydurma kerâmet ve evliya menkabeleleriyle, gâfil veya hâin, câhil veya yobaz, yarım veya çeyrek hocalar vâsıtasıyla yarı yarıya tahrif edilmiş ve sultanların emrine, sarayların yönlendirmesine çoktandır girmiş bir İslâm’ı devralan Kemalizm, hiç de güçlük çekmedi dini bugünkü sulandırılmış haline getirmek için. İnkılâplarla, zorlamalarla, karşı çıkan üç-beş hocayı darağaçlarında sallandırma, diğerlerine maaş ve makamlar dağıtarak avlamayla, devletin tahakkümü ve değişik yönlendirmeleriyle, küfür rejiminin kurumlarıyla, özellikle kurs, okul, din teşkilatı ve demokrat/muhâfazakâr/sağcı partiler aracılığıyla vatancılık, milliyetçilik (daha doğrusu ulusalcılık) ilâvesiyle, atalar mirası olan din anlayışını bugünkü ulusal Türk dini haline kolaylıkla getirdi. Ve bugün İslâm, aslî hüviyetini halk yığınlarının zihninde ve yaşayışında kaybederek şu çizgilere geldi:

Putlara ve putçulara (isteyerek veya istemeyerek) yardım eden,

Mü’min-kâfir ayrımı değil; Türk-yabancı, devletçi ve bölücü diye insanları ayıran,

Tüm kâfirlere değil; sadece komünizme, biraz da Ermenilere ve Yunanistan’a düşman olan,

Düzeni veya düzenin bazı kurumlarını savunan,

Dini siyasetten ayrı kabul edip devleti dinden, dini de devletten ayıran,

Grupçu, partici, ağabeyci, üstadcı olan, sahte kahraman ve sahte şeyhlerin izinden gitmeyi şeref sayan,

Dâvâ için her yolu meşrû gören, hizmet için her tavizci fetvâya uyan,

Müslümanım demek yerine; Türküm, milliyetçiyim, mukaddesatçıyım, demokratım, filan partiliyim, falan tarikattanım demeyi tercih eden,

Doğduğu veya doyduğu yeri putlaştıran, ümmetçi değil; ırkçı olan,

Ulusal simgelerle, ulusal sınır ve ulusal tarihiyle gurur duyan,

Cihad denilince ürken; korkak, uyuşuk, mıymıntı ve pasif yaşayıp dünyevîleşen,

Namaz ve tesbihle, virdlerle yetinen; mukaddesâta ve farzlara hücum edilir, haramlar şiirleşip süslenirken, nâfilelerle uğraşıp kapısına ve kalbine kadar gelen tehlikeden haberdar olmayan,

Yöneticilerinin Allah’ın indirdiğiyle hükmedip etmemesini önemsemeyen, düzenin İslâmî olup olmadığını cehâlet veya ihânetinden ötürü tespit edemeyen,

Bildiği hakikatleri ketmedip gizleyerek lânete uğrayan ve dilsiz şeytanlığa rızâ gösteren,

Rızık endişesiyle Allah’ın dinini ve âyetlerini satan, âyet ve hadisleri kâfirlerin istediği şekilde te’vil ve tefsir eden,

İslâm’a düşman bir düzen ve devletin sanayileşip zenginleşmesini, kalkınmasını İslâmlaşmasından önce isteyen,

Ülkenin daha bir Batılı olmasını, AB’nin, Avrupa’nın (gazab edilmiş ve sapıtmışların) yoluna uymayı fazilet gibi gören,

Bazı küçük tamir ve ıslahatlarla yetinen, düzenin her şeyiyle baştan aşağı değişmesi gerektiğini düşünmeyen,

Uzlaşmacı ve tâvizci; biraz Allah’ı, biraz da tâğutları memnun etmeye çalışan,

Yaşadığı ülkede iki kişinin öldüğü bir âfete üzüldüğü kadar Filistin’deki vahşete, Irak’taki işgale vb. üzülmeyen, onlara duâlarıyla bile destek olmayan,

Amerika’nın çıkarları doğrultusunda Kore’de savaşmayı normal gördüğü halde, meselâ Filistin, ya da sözgelimi Lübnan’da siyonist yahûdilere karşı müslümanlarla beraber savaşmayı aklının ucundan geçirmeyen,

İslâm devleti, imamet, bey’at, çocuklarının müslümanca yetişmesi gibi konulara ehemmiyet vermeyen ya da önem verdiğini düşünse de takınılacak tavrı belirleyemeyen,

Hafta sonu müslümanı, Cuma ve Bayram müslümanı haline gelen... müslüman tipi sadece yetişmedi, tümüyle kökleşti; Halkın çoğunluğunu teşkil etti. Ve o noktaya gelindi ki, gerçek İslâm’ın topluma ve düzene hâkimiyeti konusunda, kâfirlerden önce; müslümanım diyen halk, hatta câmi cemaati, belki başlarında da namaz kıldırma görevlisi olmak üzere karşı çıkmakta tereddüt etmeyecek bir halk oluştu. Bütün bunlar ılımlı İslâm’ın hânesine yazılabilir.

Kur’an, tahrif edilmekten Allah tarafından korunacak, ümmetin tümü dalâlette birleşmeyecek, az sayıda da olsa, daima hakkın müdâfiîleri her devirde mevcut olacaktır.

“Şüphe yok ki Kur’an’ı Biz indirdik ve muhakkak onu (tahrif ile tebdilden, değişikliğe uğramaktan) Biz koruyacağız.”[4];

“(Kâfirler) istiyorlar ki, Allah’ın nûrunu (İslâm Dinini), ağızlarıyla (kötü söz ve iftirâlarıyla) söndürsünler. Allah ise nûrunu tamamlayacaktır; isterse kâfirler hoşlanmasınlar.” [5]

Ama Allah bunu kullarının eliyle yapmak istiyor. Sünnetullah bunu gerektirir. Halifeliğin anlamı budur. Tüm tarih boyunca peygamberler ve mü’minlerin, Efendimiz ve ashâbının çile çekmesinin sebebi budur. “Yoksa, siz ey mü’minler, kendinizden evvel geçenlerin halleri hiç başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle ezici sıkıntılar, kımıldatmaz zarûretler dokundu ve öylesine sarsıldılar ki, peygamber ve beraberinde iman edenler; ‘Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?’ diyesiye kadar. Bilin ki Allah’ın yardımı muhakkak yakındır.” [6]

Evet, Allah (c.c.) Kur’an’ı ve İslâm’ı koruyacak, ama sadece müslümanım demekle yetinerek Allah için fedâkârlık yapıp çileye katlanmayanları, müttakî olmayanları koruyacağına dâir, onların fikir ve İslâm anlayışlarını tahrifattan muhâfaza edeceğine dâir bir vaadi yoktur. Aksine, Kıyâmete yakın müslümanların bu sapmalarının vuku bulacağını, âhir zaman fitnelerini, müslümanların inanç, fikir ve amellerinin müthiş bozulmaya uğrayacağını anlatan, kurtuluş için Kur’an ve Sünnete yapışmayı salık veren yüzlerce hadis rivâyeti vardır.

 

[1] ] 2/Bakara, 214

[2] ] 2/Bakara, 120

[3] ] 2/Bakara, 120

[4] ] 15/Hıcr, 9

[5] ] 61/Saf, 8

[6] ] 2/Bakara, 214