16. HUTBE: ALÂK SÛRESİ IŞIĞINDA HAYATIN ALLAH İÇİN OLMASI -1

16. HUTBE: ALÂK SÛRESİ IŞIĞINDA HAYATIN ALLAH İÇİN OLMASI -1 (1)

Alâk Sûresi Işığında Hayatın Allah İçin Olması -1-

 Ayet:

اِقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذ۪ي خَلَقَۚ خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ عَلَقٍۚ اِقْرَأْ وَرَبُّكَ الْاَكْرَمُۙ

اَلَّذ۪ي عَلَّمَ بِالْقَلَمِۙ عَلَّمَ الْاِنْسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْۜ

“Oku, yaratan Rabbinin adıyla (besmele ile). O insanı alâktan (aşılanmış yapışkan bir hücreden, embriyodan, ilişip yapışan bir sudan, sevgi ve ilgiden) yarattı. Oku! O, ekrem (sonsuz kerem sahibi) olan, cömertliğinin sonu olmayan Rabbin, kalemle yazmayı da öğretendir. İnsana bilmediklerini de ancak O öğretti.” [1]

Hayatın Allah için olması demek, tüm yaşayışımızı Allah’ı râzı edecek şekilde tanzim etmek demektir. Adama bilinci demektir; dâvâ adamına özgü yaşamak, dâvetçi/tebliğci olmak, lillâh (Allah için) ve fillâh (Allah yolunda) yaşamak demektir. Her durumda, her oturumda, her konumda, her işte, her zamanda ve her yerde Allah’ı akıldan çıkarmamak, her yaptığı işle Allah arasında bağ ve bağlantı kurmaktır.

İnsanların yaratılış gayelerinin Allah’a kulluk,  yani Allah için yaşamaları olduğunu belirten Kur’an,[2] baştan sona hayatın nasıl Allah için olabileceği sorusunun cevabını vermektedir. Örnek olarak nüzul yönüyle ilk âyetleri verebiliriz. İlk inen sûre olan Alâk sûresinde hayatın nasıl inşâ edilip Allah’a tahsis edilebileceğiyle ilgili önemli veriler görebiliriz. Şöyle ki;

1- Yüce Yaratıcı’yı gereği gibi idrâk etmek ve her şeyin tek gerçek sahibi olarak hayatın merkezine oturtmak (kulluk bilinci), Allah’ın insanı zaaftan kuvvete çevirmesindeki hikmetin beyanı ve diğer mahlûkattan ayırt edilmesi için ona “oku” diye emrettiğini unutmamak gerekir. Öncelikle okumalıyız. Her işe ve özellikle okumaya besmele çekerek başlamalıyız.[3] 

2- Okuyacağız; Neyi?: İnsan, kâinat ve vahy adlı kitapları; birbirleriyle tefsir ederek. Nasıl?:  Bi’smi Rabbike: Rabbinin ismi ve izniyle. Tâğutlardan değil, O’ndan izin alarak, O’nun ismini anarak, O’nun yardımını isteyerek, O’nun istediklerine uymak için. Besmele ile: Aynı zamanda: “İsim” kelimesi; ad, ad vermek anlamına geldiği gibi, -bi harf-i cerri ile de- (b’ismi) yüceltmek, yükseltmek anlamına gelmektedir. Nitekim gökyüzü anlamında “semâ” kelimesi aynı kökten gelmektedir. O yüzden, “bismillâh”ın veya “bismi Rabbike”nin anlamı, “Allah’ı (Rabbini) yücelterek” şeklinde de anlaşılabilir. [4] 

3- Okumak; O’nun ismi ile, O’nun izin verdiklerini, O’nun rızâsını kazanmak için. Öncelikle Kur’an’ı hayatın kitabı olarak algılayarak, anlamak ve yaşamak maksadıyla okumak ve toplumu mânevî-ahlâkî ilkeler doğrultusunda Kur’an’a çağırmak; aynı zamanda bu konuda gereken organizasyonların yapılması (vahyin zihnî ve sosyal inşâsı) dâvâ adamı mü’minlerin görevidir. [5]

4- Okumanın ve ilmin ilk temeli Allah’ı tanımaktır. Bu, İslâm’ın ilk temeli olduğu gibi, ilmin de esasıdır. İlmin esas kaynağı vahiydir. Kur’anî mesajın «Oku» emriyle başlaması, vahyin ve İslâm’ın okumaya ve ilme verdiği önemi en güzel bir şekilde yansıtmaktadır. Ayrıca bilimin ve dünya nimetlerinin insanı hak yoldan ve Allah’a tam anlamıyla bir kul olmaktan alıkoyması muhtemel olduğu için, bunun ancak Allah’a ibâdet ile tamamlanacağı ve ilim ile ibâdetin birbirlerinden ayrılmaz unsurlar olduğu da sûrenin ilk ve son âyetleri arasındaki insicâmdan anlaşılmaktadır.[6]

5- “Oku” emri önemli bir emir. Her hayrı içeren kapsamlı bir ifade. İmandan da ibâdetlerden de önce okumamız gerekiyor. Çünkü ilim, imandan da ibâdetlerden de önce gelir. Kişi, bilmeden neye nasıl inanacak ve ibâdetini nasıl yerine getirecektir? Kâfirlerden ayrışmamız daha ilk âyetin ilk kelimesinden sonra ortaya çıkıyor: “Oku, Yaratan Rabbinin adıyla (besmele ile).” Kâfirler, müşrikler de okurlar. Ama farkımız biz Allah’ı hatırlayarak O’nun ismiyle ve O’nun izniyle okuruz. Allah’a yaklaşmak için okuruz. Onlarsa öyle bir ihtiyaç hissetmezler. Sadece kendileri besmelesiz değildir; eğittiklerini de besmelesiz yapmaya çalışmakta, besmeleyi meclislerinde, mahkemelerinde, okullarında yasaklamaktadırlar. Onların besmelesi tâğutun adıyladır. İlk âyette kâfirler ve müşriklerle, müslümanlar arasında besmele simgesiyle bir ayrışma istendiği sezilmekte, sûrenin devamında bu berâet/ayrışma pekiştirilmekte, son âyette zirveye çıkarılarak onlara itaat yasaklanmakta ve isyan emredilmektedir. [7] 

6- Yalnız başına “Oku” hitabı değilse bile; “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” emri, mü’minlerle kâfirler arasında bir ayrışma sağlıyor. Mü’min-kâfir ayrılıyor, saflar netleşiyor. Demek diğer insanlar da okuyor; ama Kur’an’ı değil, Allah’ın; vahiy başta olmak üzere okunmasını istediğini istediği gibi okumayı değil; şeytan vahiylerini, parayı, faydasız bilgileri, televizyon kanallarını, eğlenceyi okuyorlar, insanların canına okuyorlar; gecenin son üçte birinde değil, ilk üçte birinde okuyorlar. İşte mü’minlerle kâfirler arasındaki okuma açısından da fark… Önemli olan okumak değil; Allah’ın râzı olacağı şeyleri, O’nun râzı olacağı gibi okumaktır [8]

7- İlk inen âyette Allah’ın “Rab” isminin vurgulanması, O’nun yarattığı kullarını eğitip yetiştirdiği, ihtiyaçları olan her ne ise onları ihsan ettiğini değerlendirmemiz gerekmektedir. Nice sıfatlarından “yaratma” sıfatının zikredilmesi de; ancak yaratmaya kadir olanın Rab olabileceğini ve kendi yaratılmamızdan başlayarak tefekkür etmemizi işaretle vurguluyor. [9]

8- “Alâk’tan, Aşılanmış, Asılı, Yapışkan Bir Hücreden Yaratılmak”: İslâmî hareketin de ilk aşamada dışarıdan kimsenin fark etmedediği güvenli bir yere yapışması, oraya sağlamca tutunması ve belirli bir büyümeye ulaşıncaya kadar o gizliliği sürdürmesine işaret kabul edebiliriz. Hücre faaliyetine benzer cemaat çalışması, dâru’l-erkam gayreti… Üç karanlıkla örtülü, dıştan gelecek olumsuz etkilere karşı korunaklı bir yer. Kendisi gibi olanlarla neticeye ulaşmak için, hayırda yarış içinde olması, Aynen 300 milyon spermin yumurtayı döllemek için şampiyonluk yarışı gibi. Toprak altındaki tohum gibi… Bir buğday başağını düşünelim: Evimize ekmek olarak gelip bize enerji vermesi için hangi aşamalardan geçmiştir? Bir tohumun toprağa düşmesi, yere gömülmesi, çiğnenmesi, karanlık yer altı zindanlarında uzunca çile çekmesi... Yarılıp/yaralanıp ikiye bölünmesi, ölmesi lâzımdır; ölme yok olma değil; daha güzel bir hayata dirilme olduğundan değişmesi, başak olması gerekir. Sonra küçücük buğday başağı, yumuşacık taze bir ot şeklinde olmasına rağmen sert toprağı deler, zindan hayatı biter ve yeryüzüne çıkar. O yumuşak cüssesi ile soğuğa, yakıcı sıcağa, şiddetli rüzgârlara ve daha nice zorluklara göğüs gerer. Eğilse de direnir, kırılmaz. Yazın kavurucu sıcağında olgunlaşır, artık bir buğday gitmiş, yerine 70’den 700’e kadar çoğalan buğday başağı olmuştur. Bu aşamalardan geçen buğday dânesi, bir ölür, yüz dirilir.[10] Şehidler de başak gibidir, bir ölür, bin dirilir. Canlı şehid kabul edebileceğimiz tevhid ve şehâdet erleri de ölümden korkmadığını gösteren çabalarla Allah yolunda ölmeyi göze alarak aynı berekete sebep olurlar. [11]   

9- Alâk kelimesinin bir anlamı da alâka, ilgi, sevgi. İslâmî faâliyetlerde gayret ve çabanın, sevginin yeri çok önemlidir. İslâmî çalışmanın da anası sevgidir. Sevgi ananın enerjisinden, sütünden beslenir. Sevgiyle, dayanışmayla büyür. O sevginin, alâkanın, ilginin çocuğudur. [12]

10- İnsanın ana rahminde asalak misali çok küçük canlı olarak spermadan, yapışkan hücreden yaratıldığına dikkat çekiliyor. Oku emrinden sonra gelen insanın alaktan yaratıldığını belirten bu ifadeler, okumaya insanın yaratılışını araştırarak başlanması ve insan adlı kitabın da mutlaka okunması gerektiğine işaret ediyor. [13]

11- İnsanın bir damla hakir sudan, alâktan yaratıldığına vurgu yapılarak gurura kapılmaması istenmektedir. İnsanın aslı, hakir bir su ve onun embriyona dönmüş şeklidir. Okumayıp vahye teslim olmayan, kendini müstağnî görerek tuğyân edip azgınlaşan insanların kibirlenip gurura kapılması ne kadar tuhaftır? İnsan, yaratılışındaki hakir suyu ve bunca acziyetini görüp bildiği halde, nasıl olur da kendini yüceltir ve Rabbine karşı müstağnî tavırlar takınarak kulluktan kaçınır?[14]

12- Allah’ın insanı alâktan yaratması, “alâk” kelimesinin diğer anlamı olan sevgi ve ilgiden yaratılması demektir. Allah’ın kendisini çok sevdiğini ve rahmet sıfatlarının, lütuf ve ikramının üzerinde bolca görüldüğü bir vâkıadır. Bizi çok seven Allah’ı bizim de sevmemiz ve bizi O’na yaklaştıracak ibâdet ve itaate dört elle sarılmalıyız. [15]

13- Sonsuz kerem sahibi Yüce Yaratıcı’nın bizlere bahşettiği nimetlerin devamlı hatırlanması, insanların aynı yerden geldiğini, bir damla hakir sudan yaratıldığını unutmayarak yaratılış ve insan olma yönünden diğer insanlarla eşitlik inancına sahip olmak, ırkçılığın her türlüsüne tavır almak gerekir. [16]

14- Okuma iki çeşittir. Birisi metlüv âyetlerin okunması, yani okunan, kulağa hitap eden işitsel âyetler, Kur’an’ın âyetleri; ikincisi meşhûd âyetlerin okunması. Meşhûd, yani müşâhede edilen, görülen, göze hitap eden görsel dediğimiz ay gibi, güneş gibi, yıldızlar, bitkiler, ağaçlar, semâ, arz gibi âyetler olmak üzere Rabbimizin iki tür âyeti vardır. İnsan da âyetler mecmuâsı olduğu ve enfüsünde bulunan âyetlere[17] vurgu yapıldığı için, ayrı ele alırsak; birbiriyle tefsir edilerek Allah’ın ismi ve izniyle okunması istenen üç kitabın olduğu; bunların hem gözlem yaparak ve hem de yazılı bir metinden veya yazı olmasa da okunması, tefekkür edilip hayırlı neticeler çıkartılması istenmektedir. Bu sûrenin birinci ve üçüncü âyetlerinde “oku” emrinin tekrarı, bu ayrı âyetlerin ayrı ayrı okunması anlamına da gelebilir. Demek ki, başta Kur’an olmak üzere okunması gereken kitapları hayatımız boyunca ve günün her zaman diliminde okumamız isteniyor. Kur’an’ı da her zaman, ama özellikle gece,[18] ağır ağır, tane tane,[19] anlayarak,[20] düşünerek,[21] dersler çıkararak,[22] yaşama gâyesiyle[23] ve öğrendiklerimizi paylaşma[24]  arzusuyla okumamız  emrediliyor. [25]

15- Allah, sonsuz kerem sahibidir, cömertliğinin sonu yoktur. İlmi insanın hizmetine vermekte son derece cömertliğini sergiledi. İnsanoğluna fıtrat olarak, yaratışında öğrenme ve hakkı bulma kabiliyeti verdi. Ama bunlar bilgisayarlara yerleştirilen hazır bilgi çipleri gibi algılanmamalı; bilgi levhaları ya da paket programların zihne yerleştirilmesi şeklinde değil; ilim elde edecek, vahyi anlayacak kapasite ve yeteneği verdi. Ayrıca, “kalem”le vurgulandığı şekilde ilim araçlarını ihsan etti. Ve insana, o araçlardan yararlanacak özellikler verdi. Yine bir lütuf olarak görme, işitme, akletme (beyin) ve duyumsama (kalp) yolu ile bilgiye ulaşma nimeti vermiştir. Yarattığı insanın nefsine takvâ ve fücur olarak iki farklı özelliği, yani kötülük ve iyilik yapma kabiliyetini de ilham edip veren[26] Allah, sonsuz rahmetiyle insanın takvâ yolunu bulması için “vahiy” göndermiştir. Vahyin hidâyeti, rehberliği olmadan hakka, ilme, doğru bilgiye ulaşılamayacaktır. [27] 

16- İlâhî eğitim ve öğretim aracı olan kalemin ve meşrû her türlü ilim aracının gereği gibi kullanılması; buna bağlı olarak âlim ve aydın kadrolar yetiştirilmesi, kalem gibi araçlarla ilmin üretilmesi  ve başkalarına ulaştırılması, ihmal edilemeyecek görevlerimizdendir. [28]

17- Allah Tealâ’nın, vahiy ilimlerini bilmede, sosyal bilimlerin insanlar arasında yayılmasında, müsbet ilimler aracılığıyla insan ve kâinat adlı kitapların vahyin tefsiri ve Allah’ın yarattıklarının tefekkürünün aracı olan okuma ve yazma öğrenilmesini de (işaret yoluyla) emretmektedir. Çünkü okuma-yazma; bilimlerin, kültürlerin, edebiyat ve sanat­ların ilerlemesinde, uygarlık ve medeniyetlerin gelişmesinde, dinin doğru öğrenilip öğretilmesinde esas teşkil etmektedir. [29]

18- Allah Tealâ’nın cehâlet karanlığından ilim aydınlığına çıkarmak için, insana bilmediğini öğretmesi, O’nun keremi ve fazlındandır. Onu ilim­le şerefli ve onurlu yapmıştır. İnsanlığın babası Âdem de meleklere onunla üstün gelmiş ilim sahibi olmasıyla yeryüzünün halifesi vasfını kazanmıştır. İlmin kaydedilmesi, daha sonraki nesillere intikali yazı ve kalem ile olduğundan, yazının fayda ve faziletleri çoktur. Öyle ki Allah, yazı ve talimi insana ihsan ederken Zâtını nihâyetsiz kerem sahibi olmakla methetmiştir. “Rabbin nihâyetsiz kerem sahibidir. Ki O, kalemi (yazı yazmayı) öğretendir.” Yani Allah, in­sana kalem vâsıtasıyla bilmediklerini, ilimleri öğretti. Ya da, kalemle ona yazıyı öğretti. Rasûlullah’ın (s.a.s.) ümmî olup da sonradan Allah tarafından öğretil­mesi, ümmî (okuma-yazma bilmeyen) Araplar arasında mûcizesinin isbâtı için daha elverişli ve hüc­ceti için de daha güçlü olmuştur. [30]

19- Allah katında değer, mal ve mevki ile değil, takvâ iledir. Allah, ibâdetlerini yerine getiren ve emirlerine uyan sâlih insanlara değer verir. Müslümanların, kendilerini müstağnî görüp tuğyân ederek azgınlaşmaması; yeryüzünde sahiplik iddiası ile değil, emanetçi sorumluluğu ile hareket etmesi icap etmektedir. Özellikle okumayan ve kendini beğenmiş insanların Allah’ın kendisine ikrâm edip verdiği nimetleri inkâr etmesi; servet ve taraftar çokluğu ile veya Meclisten kendisine destek gelecek umuduyla azgınlaşarak nimetlere nankörlük yapması; böylece azgınlaşması sözkonusudur. Çünkü Allah, insandaki basit bir mizacı haber vermiştir: Kendisini müstağnî ve çok zengin görürse şımarık, kibirli ve azgın birisi olur.    Okumak ve ilim sahibi olmak farzdır. Okumayınca insan azar. Kendisini Allah’a muhtaç hissetmeyip İlâhî hayat sistemi dışında kalan kişi azgınlaşır ve O’na âsi olur. [31]

20- Sûrenin ilk âyetleri ilmin övgüsüne, ikinci bölüm âyetleri de malın yergisine delâlet ediy­or. Dine teşvik ve kişiyi Allah’tan uzaklaştıran dünyadan, maldan uzak durmak için bu yeterlidir. [32]

[1] Alak, 1-5

[2]  51/Zâriyât, 56

[3]  Alâk Sûresi, 1. âyet

[4]  1. Âyet

[5]  1. Âyet

[6]  1. âyet

[7]  1. âyet

[8]  1. âyet

[9]  1. âyet

[10]  48/Fetih, 29

[11]  2. âyet

[12]  2. âyet

[13]  2. âyet

[14]  2. Âyet

[15]  2. âyet

[16]  3. âyet

[17]  41/Fussılet, 53

[18]  73/Müzzemmil, 2-6, 20

[19]  73/Müzzemmil, 4

[20]  Bk. 12/Yûsuf, 2

[21]  Bk. 38/Sâd, 29

[22]  Bk.54/Kamer, 17, 22, 32, 40

[23]  Bk.7/A’râf, 3

[24]  Bk. 51/Zâriyât, 55

[25]  3. Âyet

[26]  91/Şems, 8

[27]  3-5.âyet

[28]  4-5. âyet

[29]  4-5. âyet

[30]  4-5. âyet

[31]  6-7. âyet

[32]  6-7. âyet