Kitap, Kur’an, Okuma ve Yazma

Kitap, Kur’an, Okuma ve Yazma (1)

Pazartesi, 18 Ocak 2021 15:59

Kitap Kur'an okuma yazma

Yazan

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله


DAVUD EMRE YAYINEVİ
Kitabın Adı:
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ
İTİKADİ KAVRAMLAR -5-
KİTAP, KUR’AN,
OKUMA VE YAZMA
Yazarı:
Ahmed KALKAN
Tashih:
Ahmed Kalkan
Mizanpaj:
Ehl-i Dizayn
Kapak Tasarım:
Ehl-i Dizayn
İstanbul 2011
Baskı:
?????
Dâvud Emre Yayınevi
Telefon: (0 216) 632 29 58
www.davudemreyayinevi.com
KİTAP, KUR’AN,
OKUMA VE YAZMA
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ
İTİKADİ KAVRAMLAR
-5-
Ahmed KALKAN
İnsanlara karşı ticarî amaç güdülmeyen bu eserin hiçbir hakkı mahfuz değildir. Kâr gayesi güdülmemek şartıyla dileyen dilediği şekilde, tümünü veya bir kısmını çoğaltabilir, korsan baskı yapabilir, dağıtabilir, iktibas edebilir, kitabın ve yazarın ismini vererek veya vermeyerek kopye edebilir, mesaj amaçlı kullanabilir. Yazarın hiçbir telif hakkı sözkonusu değildir, şimdi ve sonra bir hak talep etmeyecektir. İlim, insanlığın ortak malıdır. Ve ilim Allah için kullanılınca insana fayda sağlar.
İTHAF
Canlı KUR’AN olmaya çalışıp toplumu KUR’AN’la canlandırmaya gayret eden ve tâğutlara karşı KUR’AN’la mücadeleyi bayraklaştıran her yaştan muvahhid gençlere…
Doğru okuyup doğru anlayan, dosdoğru yaşayıp insanları doğrultmaya çalışan
KUR’AN dostlarına…
Ümmetin ihyâsının vahdet içinde yeniden KUR’AN’a dönüşle mümkün olduğunu kavrayıp nebevî usûlle KUR’AN ve tevhid eksenli dersler ve cemaat çalışması yapan tâvizsiz dâvetçilere, her yaştan genç dâvâ erlerine…
Önsöz
“Oku!” diye başlayan bir Kitab’ın mensûbuyuz. Neyi okumaktan ziyade nasıl okumamız gerektiği anlatılır Alak sûresinde. Rabbimizin ismiyle ve izniyle okumamız istenir. Okumayı tavsiye ederken, Peygamberimiz’in “faydasız bilgiden Allah’a sığındığını” unutmayalım. Mideyi nasıl zararlı gıdalarla doldurmak zararlı ise, zihnin gıdası olan kitaplar için de aynı durum sözkonusudur. Beynin ve gönlün hastalanması, midenin hastalığından elbette çok daha kötüdür. Hazmedilmeyen gıdalar nasıl hastalıklara sebep oluyorsa, özümsenip hazmedilmeyen kitaplar ve okuma da kafanın ve gönlün hastalanmasına sebep olabilir. Bilgi, sindirildiği zaman hayata dönüşür. Bir kısmı düşünceyi,bir kısmı duyguyu, bir kısmı da eylemi besler. Beslemeyen bilgi, kendisinden Allah’a sığınılması gereken faydasız bilgidir. Gıda zehirlenmesi gibi bilgi zehirlenmesi de olabilir. Bilgiyi ölçme ve değerlendirmenin, bilgiyi elde etmek kadar, belki daha fazla önemi olduğunu unutmamalıyız. Elimize geçen her kitabı okumak, bazen ciddi zararlara sebep olabilir. Her kitabı değil, bizim için faydalı olacağına inandığımız güzel kitapları seçerek okumalıyız. Faydalıdan ziyade, en faydalı olanları seçmek ya da güvenilen bir büyüğün tavsiye ettiği kitaplardan, program dâhilinde okumak en güzelidir.
Okumak, sadece boş zaman işi değildir. Okumayı boş zaman işi kabul edenler, onu çekirdek çitlemek, pul koleksiyonu yapmak türünden çok basit görmüş ve teferruat saymış olurlar. Okuma dürtüsü, bilgi ve hikmet sevgisinden kaynaklanmalıdır. O zaman okumak, bir zahmet değil; bir lezzet halini alacaktır. Bu zevki tadan biri, okumayınca rahatsız olur, sanki bir tarafının eksildiğini hisseder. Kitaplar sadece bilgiyi öğretmezler, aynı zamanda hayatı da öğretirler.
Elektronik ve dijital yazıların, çağdaş insanı olanca kuşatmasına reğmen, kitabın önemi devam edecektir. Kitaplar, bilginin en sâdık taşıyıcıları olmayı sürdürecektir. Kitaba alternatif olarak çıkartılan bilgi taşıma araçlarının hayli baştan çıkarıcı câzibesi bile kitabı tahtından etmeyi başaramamıştır. Her alanda ve her şeyde olduğu gibi, doğruyu, iyiyi, güzeli kitap konusunda aramak, okurların başta gelen görevidir.
Ciddi kitapları ve özellikle Kur’an’ı bütün dimağımızı, bütünü ruhumuzu ve şuurumuzu vererek okumalıyız. Okuduklarımız üzerinde düşünmeli ve hayatımıza daha iyi yön verebilmeliyiz.
Unutmayalım, bütün kitaplar bir Kitab’ı daha iyi anlamak için olmalı, ya da bütün kitapları bir tarafa koyarak Allah’ın Kitabı Kur’an’ı, hayata tatbik edip hâkim kılmak için, canlı Kur’an olmak gâyesiyle okumalıyız.
Bu kitap, sizi kulluk görevlerini yapmaktan, sözgelimi, Kur’an’ı anlayarak okumaktan engelliyorsa, yırtıp atın bu kitabı. Rabbinizin kitabını sevdirecekse, onu tavsiye edecek, onu daha uygun şartlarda okumaya çalıştıracaksa insanları, okuyun, okutun. Ama esas olarak Kur’an’ı okuyun, Allah’ın dinini Allah’tan, birinci elden alıp öğrenelim. Haydi okumaya… Kur’an’ı sanki yeni iniyor gibi, sanki şahsımıza nâzil oluyor gibi, Allah bizden ne istiyor, diye merak edip O’nun mesajını her sözden üstün tuttuğumuzu ispat edecek bir okuyuşla haydi okumaya…
Ahmed Kalkan
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Temmuz 2011, Ümraniye

- 9 -
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ
İTİKÂDİ KAVRAMLAR -5-
KUR’AN

Kitab; Anlam ve Mâhiyeti

Kur’an; Anlam ve Mâhiyeti

Zalike’l- Kitab (Bu Kitap) Ne Demektir?

Kur’an Hakkında Kısa Bilgi

Kur’an Konuları

Kur’an’da Kur’an

Bu Kitab’ı Kim Göndermiştir?

Bu Kitap Niçin Gönderilmiştir?

Bu Kitap Neyi Anlatmaktadır?

Kur’ân-ı Kerim Hakkında Bilgi

Gerçek Anlamda Çağ Kapatıp Çağ Açan Sadece Kur’an’dır

Bu Kitabı Nasıl Okumalı, Ona Nasıl Yönelmeliyiz?
“Kendisinde hiçbir şüphe olmayan bu Kitap, müttakîler için (takvâya, sorumluluk bilincine sahip olanlara) hidâyet kaynağı (rehber-kılavuz) ve yol göstericidir.” 1
Kitab; Anlam ve Mahiyeti
Kur’an’ın temel kavramlarından biri olan “kitab” 255 yerde geçmektedir. Türkçedeki ‘kitap’ anlamı yanında; yazılı şey, yazı, yazılan ve yazdırılan anlamlarına da gelir. “El-Kitab”: Allah’ın Kitabı demektir. Kur’an ıstilâhında Kitab; Allah tarafından yazdırılan şey anlamında kullanılır ve bu anlamda imanın temel konularından biri de Kitaplara imandır.
Kur’an’ın “kitab”la ilgili ifâdelerinden şunların kast edildiği anlaşılır:
Genel anlamda vahy, 2
Son Peygamber’e gelmiş bulunan vahiyler toplamı, 3
1] 2/Bakara, 1-2
2] 43/Zuhruf, 4; 13/Ra'd, 39
3] 2/Bakara, 2; 38/Sâd, 29; 41/Fussılet, 3; 43/Zuhruf, 2; 44/Duhan, 2
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 10 -
Bütün kâinat,
İnsan,
Levh-ı Mahfuz’daki Evrensel kayıt kitabı (evrensel kompütür), 4
Her ferdin fiillerinin kaydedildiği bireysel disket. 5
Kur’an’a göre insanın önüne, okunmak üzere konan üç temel
kitap vardır: Kâinat kitabı, vahy kitabı (Kur’an) ve insanın bizzat
kendisi. Kur’an, diğer iki kitabın gereğince okunup değerlendirilmesini
kolaylaştıran bir nurdur/ışıkdır. Evren ve insan adlı kitapların
gerektiği şekilde okunabilmesi için, bizzat Allah, vahy
kitabı aracılığıyla insana yardımcı olmak için devreye girmektedir.
Kur’an, bu üç kitabın belirli pasaj ve parçalarını “âyet” olarak
anmaktadır. Kur’an, bir âyetler topluluğu olduğu gibi, kâinat ve
insan da âyetler topluluğudur.6 Ne vahy kitabı, insan ve eşyaya
ait ilimler olmaksızın çözülebilir; ne de eşya ve insan, vahy kitabı
olmadan lâyıkıyla anlaşılabilir.
Kur’ân; Anlam ve Mahiyeti
Kur’an, Allah’ın Kitabı’nın özel adıdır. Kur’an’da, Kur’an için
birkaç isme daha yer verilmekle birlikte; en çok Kur’an adı geçmektedir.
Bu ad Kur’an’da 70 defa geçer. Kur’an kelimesi için iki
ayrı kök gösterilir. Bunlardan biri, okumak anlamındaki kıraat;
ikincisi toplamak, kompoze etmek anlamındaki karn köküdür.
Kur’an, ilk emri olan “ikra’” yani oku anlamındaki kelimeyle aynı
kökten bir isim taşıyarak okumaya ve ilme en büyük değeri verdiğini
belirttiği gibi, neyi ve nasıl okumamız gerektiğini de gösterir.
Birçok inceliği ve gerçeği topladığı için de toplamak mânâsındaki
bir köke dayanması ayrı bir hikmet sergiler.
“Bu o Kitaptır ki, kendisinde hiçbir şüphe yoktur. Müttakîler için rehberdir,
kılavuzdur (Hûden).” 7
Bu âyet, Kur’an açıldığında Fâtiha’dan sonra ilk okunan âyettir.
Kur’an’ı eline alan okuyucu için elinde tuttuğu Kitabın ne olduğu,
ne işe yarayacağı ve kime fayda vereceğinin açıklanmasıyla başlamaktadır.
Bu Kitap, “lâ raybe fîh”, kendisinde şüphe bulunmayan
bir Kitaptır. Allah’tan (c.c.) geldiği kesindir. Kitabı okuyan kişinin
ilk öğrenmesi gereken onun bir Allah kelâmı olduğunu şeksiz ve
şüphesiz kabul etmesidir. Allah’tan geldiği konusunda meydana
4] 18/Kehf, 47-49; 45/Câsiye, 29
5] 17/İsrâ, 13-14
6] 51/Zâriyât, 20-21; 41/Fussılet, 53
7] 2/Bakara, 2
KUR’AN
- 11 -
gelebilecek bir “acaba?” endişesi, Kitap ile kul arasındaki irtibatı
zayıflatacağından, öncelikle bu konudaki endişenin giderilmesi
ve tam bir güvenle Allah ile konuşuyormuşçasına Kitapla uyum
sağlanılmalıdır. Zira tüm Kitap boyunca birçok açıklama yapılacak,
yol gösterilecektir. Ona yaklaşan kişinin, Kitabı bu bakışla değerlendirmesi
gerekir.
Rayb kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de toplam 17 yerde geçer.8 Bu
kelimenin kökü, değişik kullanım biçimleriyle Kur’an’da toplam
36 yerde geçer. Rayb; r-y-b kökünden şu anlamda kelimeler geliyor:
Râbehû-rayben: Şüpheye düşürmek, şüphe vermek; Rayb: Zan,
şüphe, töhmet; İrtâbe: Şüphe etti, itham etti. Âyette geçen “Lâ
raybe fih (onda şek, şüphe yoktur)”un anlamı, “Bu Kitabın Allah’tan
olduğunda en ufak bir tereddüt bile geçersizdir” şeklinde olmalıdır.
Zira Kitabı eline alan bir okuyucu ilk önce bu Kitabı kimin
yazdığını ve nereden geldiğini merak eder. İşte bu şüphe, daha
ilk cümlede ortadan kaldırılıyor. Bu Kitap açık, apaçık bir hakikat
olarak işte elimizin altındadır.
“Lâ raybe fih” ifâdesiyle Kitabın “hak” olduğu; “Hûden” ifâdesiyle
“ne işe yarayacağı”, “li’l-muttekıyn” ifâdesi ile de “kime” yarayacağı
açıklanmış oluyor.
Hidâyet kelimesinin kökü olan “Hdy” kelimesi ve türevleri
Kur’an’da 317 yerde geçer. Hidâyetin zıddı olan dalâlet kelimesinin
kökü “d-l-l” ve türevleri ise toplam 188 yerde kullanılır.9 H-d-y
kökünden şu anlamlarda kelimeler geliyor: Hidâyet: Doğru yolu
bulmak, yoluna girmek. Hûden (li): Yol tarif etmek, yol göstermek;
Ehdâ: Mekke’ye kurbanlık sevketmek; Hâdâ: Hediyeleşmek, sulh
yapmak; İhtedâ: Doğru yolu buldu, doğru yol üzerinde durdu;
Hâdî: Yol gösteren, boyun, aslan; Hâdiye: Önde olan; Hûdâ: Yol
gösterme, itaat ve kulluk; Hedy: Saygıdeğer kişi, hal ve gidiş. Bu
kitabın ne işe yarayacağının “Hûden” lafzı ile anlatılışı genel bir
yol gösterme ve rehberlik-kılavuzluk fonksiyonuna işaret etmektedir.
Ayrıca şu veya bu konuda diyerek kısıtlama yapılmayarak
sadece yol göstericidir denilmesi, akla gelebilecek her alanı kapsamaktadır.
Arapçada, devenin önünde yularını tutup ona çölde
yol gösteren kişiye “Hâdî” denilmektedir. Bu Kitab’ın yol gösterişi
genel ve temel esaslardadır. O her şeyin genel rotasını çizer. Temel
8] Rayb Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 17 Yerde:) 2/Bakara, 2,
23; 3/Âl-i İmrân, 9, 25; 4/Nisâ,87; 6/En’âm, 12; 10/Yunus, 37; 17/İsrâ, 99; 18/
Kehf, 21; 22/Hacc, 5, 7; 32/Secde, 2; 40/Mü’min, 59; 42/Şûrâ, 7; 45/Câsiye,
26, 32; 52/Tûr, 30.
9] Hidâyet konusu ve hidâyetle ilgili âyetler için Bk. 1/Fâtiha, 6; İhdinâ’ssırâta’l
müstekîm âyeti.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 12 -
yönleri belirtir. Meselâ; doğu, batı, kuzey, güney gibi temel yönleri
bildirir. Rasûller, güneybatı, kuzeydoğu vb. ara yönleri gösterir.
Bunlar doğrultusunda muttakî fakih de daha iç yönleri bulabilir.
Bu Kitabın kime yararlı olacağı ise li’l-muttekıyn (Allah’tan sakınanlar
için) ifâdesi ile açıklanır. V-k-y kökünden şu kelimeler gelmektedir:
Vekaa: Sakınmak, korkmak, korumak, düzene koymak;
İttikaa: Korku, saygı; et-takvâ: Allah’ın emirlerini tutup yasaklarından
kaçınma; Muttekıy: Allah’tan sakınan; Takıyye: Korkmak,
gerçek durumunu gizlemek. Bu kitap Allah’tan sakınan, O’nun
koyduğu kuralları çiğnemekten çekinen ve bu hissi taşıyan kişilere
fayda verecektir. Diğerleri için ise sadece okunan, ezberlenen,
araştırılan, bilgi sahibi olunan bir Kitap konumunda kalacaktır.
Bu kitabın gerçekten Hûden olabilmesi, onu eline alan kişinin
niyet ve hisleri ile gerçekleşebilecektir. Zira burada canlı olan okuyucudur.
Niyeti ne ise, ameli de ona göre olacaktır. Kitabı eline almaktan,
okumaktan maksadı ne ise, yararı da ona göre olacaktır.
Bu Kitabın fayda verişi kişinin kasdına göre değişmektedir.
Eğer kasdı kafasında önceden edindiği bir fikre delil bulmaksa,
kasdı beğenmediği ve uymak istemediği bir ilkeyi, kuralı değiştirmekse,
kasdı bilgi sahibi olmaksa, kasdı Bu Kitabı sermaye yapıp
üzerinden geçinmekse, bu niyetler ona zarar vermeyecek; bu
kasdı taşıyana zarar verecektir. Kasdı Allah’tan sakınmak, kalbi
titreyerek gerçekten hayatına onunla yön çizmekse Bu Kitap işte
bu kişiye Hûden olacak, fayda verecektir. Bütün bunlar Bu Kitaba
hiçbir zarar vermeyecek, o tazeliğini ve zindeliğini daima koruyacak,
ona yaklaşanlar eskiyecek, gelip geçecek; Bu Kitap ebedîyete
kadar yaşayacaktır.
“Rablerinden korkanların derileri ondan ürperir. Sonra derileri de kalpleri
de Allah’ın zikriyle yumuşar. İşte Bu Kitap Allah’ın insanlar için gönderdiği
bir rehber (Hûden)dir. Allah onunla dilediğini hidâyete erdirir. Kimi de
Allah saptırırsa ona hidâyet edecek yoktur.” 10
Kur’an’ın önsözü durumundaki Fâtiha’dan sonra, Kitab’ı ilk
açan okuyucu için; “Bu Kitap kendisinde şek ve şüphe bulunmayan
bir Kitaptır. Müttakîler için rehberdir, kılavuzdur (Hûden).”11 açıklaması
yapılarak okuyucunun Kitap hakkında endişe etmemesi gerektiği
âdeta teyid edilmiştir. Lâ raybe fih denilerek Kitabın varlığı; Hûden
denilerek de kitabın ne amaçla gönderildiği anlatılmaktadır. Böylece
Kitabı eline alan mü’min, Allah’tan olduğu kesin olan Bu
10] 39/Zümer, 23
11] 2/Bakara, 2
KUR’AN
- 13 -
Kitab’ı rehber-kılavuz edinerek yolunu bulabilecektir.
Devam eden ikinci âyette yapılması gerekenler topluca özetlenmiştir.
Gayb diye ifâde edilen çıplak gözle göremediği, kendini
aşan birkaç konuya kesin iman edecek, Salât şeklinde anılan amellerden
ilkiyle bazı görevleri yerine getirmeye başlayacaktır. İnfak
şeklinde ifâde olunan inandığı ve bağlandığı bir dine hizmet için
çaba ve gayretlerini ilkiyle bu esasları başkalarına da götürecektir.
Bunlara ilk kendisinin inanmadığını, devam edegelen tarihî
mücâdelenin izleyicisi olduğunu hatırlaması için kendinden öncekilerle
de irtibatını kuracak, son olarak inzal olunan Bu Kitab’a,
Kitabın indiği şahsa (Hz. Muhammed (s.a.s.) ve önceden inzal olan
Kitaplara ve Rasûllere de iman edecektir. Bütün bu inanç, amel ve
gayretleri hayatın ikinci ve ebedî bölümü olan Âhiret için yapacak,
onun varlığına sanki görüyormuşçasına inanacaktır. Eğer böyle
yaparsa hayatın dünyadaki bölümünün imtihanını başaracak ve
kurtulmuş olacaktır.
Kur’an’da Kur’an
Kur’an, kendisini bir kılavuz, rehber olarak tanıtıyor. Kur’an,
insanlara hayatları boyunca takip etmeleri gereken esasları, yasaları
gösteren ve onları teşvik eden bir kitaptır. Kur’an, akleden
insanlar için bir öğüt ve hatırlatmadır. Kur’an’ı, kendi dilinden tanımaya
çalışalım:
“Elif Lâm Râ; Bunlar, gerçeği açıklayan Kitab’ın âyetleridir. Biz, onu
anlayasınız diye Arapça bir Kur’an olarak indirdik. Biz, bu Kur’an’ı sana
vahyederek en güzel kıssaları anlatıyoruz. Oysa daha önce sen bunlardan
habersizdin.” 12
“Bu, Allah’ın izniyle, insanları karanlıklardan aydınlığa, güçlü ve hamde
lâyık olan, göklerde ve yerde olanların sahibi Allah’ın yoluna çıkarman
için sana indirdiğimiz kitaptır.” 13
“Kur’an, âlemler için bir öğüt ve hatırlatmadan başka bir şey değildir.” 14
“Bu Kitap, hiç şüphesiz müttakîler için rehberdir.” 15
“Bu Kur’an, onunla uyarılsınlar, tek bir ilâh bulunduğunu bilsinler ve
akıl sahipleri öğüt alsınlar diye insanlara tebliğ edilmiştir.” 16
“De ki, Kur’an’ı Rûhul Kudüs (Cebrâil) Rabbinin katından mü’minlerin
12] 12/Yûsuf, 1-2
13] 14/İbrahim, 1-2
14] 68/Kalem, 52
15] 2/Bakara, 2
16] 14/İbrahim, 52
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 14 -
imanlarını pekiştirmek, müslümanlara doğruluk rehberi ve müjde olmak
üzere hak olarak indirmiştir.” 17
“Bu Kur’an, insanlara bir açıklama, müttakîlere yol gösterme ve bir
öğüttür.” 18
“Doğrusu size Allah’tan bir ışık ve apaçık bir Kitap gelmiştir. Allah,
rızâsını gözetenleri onunla selâmet yollarına eriştirir ve onları, izni ile karanlıklardan
aydınlığa çıkarır, onları doğru yola iletir.” 19
“O halde Allah’ın indirdiği Kitap ile aralarında hükmet. Allah’ın sana
indirdiği Kur’an’ın bir kısmından seni vazgeçirmelerinden sakın. Onların
heveslerine uyma. Eğer yüzçevirirlerse bil ki, Allah, bir kısım günahları yüzünden
onları cezalandırmak istiyor. İnsanların çoğu gerçekten fâsıktırlar.” 20
“Biz sana onu böyle Arapça bir Kur’an olarak indirdik ve onda tehditleri
türlü biçimlerde açıkladık. Belki sakınırlar veya onlara bir öğüt olur.” 21
“Andolsun, bu Kur’an’da insanlara her çeşit misali türlü şekillerde açıkladık.
Ama insanların çoğu inkâr ederek yüzçevirirler.” 22
“Âlemlere uyarıcı olsun diye kuluna hak ile bâtılın arasını ayıran ölçüyü
indiren ne yücedir!” 23
“De ki, bu, mü’minlere doğruluk rehberi ve şifâdır.” 24
“Kur’an’ı insanlara ağır ağır okuman için bölüm bölüm indirdik.” 25
“Rabbinizdin size indirilen Kitaba uyun; ondan başka veliler edinerek
onlara uymayın. Pek az öğüt dinliyorsunuz.” 26
“O gün zâlim kişi ellerini ısırıp ‘keşke Peygamber’le beraber bir yol
tutsaydım, vay başıma gelene, keşke falancayı dost edinmeseydim, and
olsun ki beni, bana gelen Kur’an’dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve
yardımcısız bırakıyor.’ der. Peygamber: ‘Ey Rabbim, doğrusu kavmim/toplumum
bu Kur’an’ı terk etmişti.’ der.” 27
“Benim Kitabımdan yüzçeviren bilsin ki, onun dar bir geçimi olur ve
Kıyâmet günü de onu kör olarak haşrederiz. O zaman, ‘Rabbim, beni
17] 16/Nahl, 102
18] 3/Âl-i İmran, 138
19] 5/Mâide, 16
20] 5/Mâide, 49
21] 20/Tâhâ, 113
22] 17/İsrâ, 89
23] 25/Furkan, 1
24] 41/Fussılet, 44
25] 17/İsrâ, 106
26] 7/A'râf, 3
27] 25/Furkan, 27-30
KUR’AN
- 15 -
niye kör olarak haşrettin? Oysa ben gören bir kimseydim’ der. Allah: ‘İşte
böyle, âyetlerimiz sana gelmişti de sen onları unutmuştun (önemsememiştin,
arkana atmıştın) bugün de öylece unutulursun’ der.” 28
“Gerçekten, indirdiğimiz belgeleri ve doğru yolu Kitapta insanlara
açıkladıktan sonra, onu gizleyen kimselere hem Allah lânet eder, hem de
bütün lânet edenler lânet ederler. Ancak tevbe edip hallerini düzeltenler
hâriç. Onların tevbesini kabul ederim.” 29
“Gerçekten, Allah’ın indirdiği Kitaptan bir şeyi gizlemede bulunup da
onu az bir değere değişenler var ya, onların karınlarına tıkındıkları ancak
ateştir. Allah, Kıyâmet günü onlarla konuşmaz ve onları günahlarından
arındırmaz. Onlara elem verici bir azap vardır.” 30
“Kur’an’ı işlerine geldiği gibi bölenlere de azâbı indirmişizdir. Onlar
Kur’an’ı bölüp ayıranlardır. Rabbine and olsun ki mutlaka yaptıklarının
hesabını hepsine soracağız. Sana emrolunanı açıkça söyle ve müşriklerden
yüzçevir!” 31
“Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?
Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık;
Kıyâmet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta
olduklarınızdan asla gafil değildir.” 32
“Onlar Kur’an’ı düşünmezler mi, yoksa kalpleri mi kilitli?” 33
Bu Kitab’ı Kim Göndermiştir?
Şu âyetlere dikkatle göz atalım: “Bu Kur’an, Allah’ındır. O’ndan
başkasına nispet edilemez. Ancak o daha önceki inen Kitapları tasdik
edici ve hükümleri açıklayıcı, âlemlerin Rabbinden indirilmiştir. Bunda hiç
şüphe yoktur.”34 “Onlar hâlâ Kur’an’ın Allah kelâmı olduğunu ve mânâsını
düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından olsaydı muhakkak
ki içinde birbirini tutmayan çok söz ve ifâdeler bulurlardı.”35 “Bu
Kur’an, sana, hükmünde hikmet sahibi olup her şeyi bilen Allah katından
veriliyor.”36 “Bu Kur’an, Rahmân, Rahim tarafından indirilmedir.”37 O, bir
şair sözü değildir, bir kâhin sözü de değildir. Siz pek az düşünüyorsunuz.
28] 20/Tâhâ, 124-126
29] 2/Bakara, 159-160
30] 2/Bakara, 174
31] 15/Hicr, 90-94
32] 2/Bakara, 85
33] 47/Muhammed, 24
34] 10/Yûnus, 37
35] 4/Nisî, 82
36] 27/Neml, 6
37] 41/Fussılet, 2
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 16 -
O âlemlerin Rabbından indirilmedir.”38 “Eğer o peygamber bazı sözler uydurup
bize isnat etmeye kalkışsaydı, biz onu kuvvetle yakalar ve ondan
intikam alırdık. Sonra da onun kalp damarlarını keserdik. O vakit, sizden
hiçbir iniz ona siper de olamazdınız.”39 “Kur’an’ı şeytanlar getirmedi;
Kur’an’ı indirmek onlara uygun düşmez; hem de buna güçleri yetmez.” 40
Bu Kitab’ın Allah’tan geldiğinde şüphesi olanlara lâ raybe fîh
ifâdesini teyid için yukarıdaki âyetlerle tafsilatlı açıklamalar yapılmaktadır.
Kur’an’ın Allah kelâmı olmadığı, olamayacağı yolundaki
itirazlar şu noktalarda toplanıyordu: Onun bir şair sözü olabileceği,
Onun bir kâhin sözü olabileceği, Onun bir şeytan ilhamı ve
vesvesesi olabileceği, Peygamberin uydurması olduğu. Yukarıdaki
âyetlerde bu iddialara bir bir cevap verilerek reddedilir. Ve doğru
olan ortaya konur. İnanan inanır; inanmayan inanmaz. “Bu Kur’an,
bir Peygamberin (Allah’tan) getirdiği sözdür.” 41
Rasûlullah (s.a.s.) bir toplum içinde yaşıyordu. Onlardan biriydi.
Ancak ona vahy olunuyordu. O da aldığı vahyi açıklıyor, insanları
buna çağırıyordu. Ona iman edenler, karşı çıkanlar oluyordu.
Rasûl (s.a.s.) bu şekilde toplum içinde 23 yıl yaşadı. Bunun 13 yılını
Mekke’de; 10 yılını Medine’de geçirdi. Kur’an bu süre içerisinde
peyderpey nâzil oldu. Onun ölümü ile birlikte Bu Kitap tamamlanmış
oldu.
Kur’an’daki âyetlerin olaylarla iç içe nâzil olduğunu bilmemiz
bize Kitabın indiği toplum ve çevreden bağımsız anlaşılmayacağı
gerçeğini öğretir. Zira o bir toplum hareketine öncülük etmiş,
yönlendirmiş Kitaptır. Onu masa başı kitabı olarak ele almak yanlış
sonuçlara götürür.
İlâhî vahy insana ve içinde yaşadığı topluma hitap etmektedir.
Onu anlayacak, hayata geçirecek, toplum düzeni olarak bir sisteme
dönüştürecek insandır. Bu Kitap’ta insanın düşünce, duygu,
irade ve ünsiyet gibi yeteneklerini harekete geçirici âyetler vardır.
Bu yeteneklerini kullanan insan, toplum içinde diğer insanları da
etkileyecek, Şeytanın ilhamına kulak verenlerle Allah’tan gelen
vahy ile mücâdele edecek; canını, malını bu yolda feda edecektir.
Böylelikle İlâhî vahye olan bağlılığını ve imanını ispat etmiş
olacaktır. Mücâdele, Allah’ın sözünün Şeytanın sözüne galebe
çaldığı, İlâhî vahyin toplumda “ekber” hale geldiği âna kadar devam
edecek, sonra dünyadaki tüm toplumlarda da bu İlâhî hedef
38] 69/Haakka, 41-43
39] 69/Haakka, 44-47
40] 26/Şuarâ, 210- 211
41] 69/Haakka, 40
KUR’AN
- 17 -
gerçekleşinceye kadar sürecektir. İşte Allah’ın kitabı Kur’an, bütün
bunları yapacak insana-topluma hitap etmektedir. İnsan bu
mücâdele içinde yetişecek, olgunlaşacak, kemal noktasına ulaşacaktır.
Bu Kitap Niçin Gönderilmiştir?
“Elif, Lâm, Râ. Bu Kur’an, öyle bir Kitaptır ki, insanları Rablerinin izniyle
zulumattan nura, her şeye galip ve hamde lâyık olan Allah’ın yoluna
çıkarmak için onu sana indirdik.”42 “O (Kur’an) sizi zulumattan nura çıkarmak
için apaçık âyetler olarak kuluna (Peygamber’e) indirilmiştir.”43 “O bir
peygamber gönderdi; Allah’ın açıklayıcı âyetlerini sizlere okuyor ki iman
edip salih amel işleyerek zulumattan nura çıkasınız.” 44
Bu Kitab’ın niçin gönderildiğini açıklayan birçok âyetten bazıları
bunlar. Buna göre Kitabın inzal amacının şu esaslar üzerine
kurulduğu söylenebilir:
Âyetlere göre şeytanın egemenliği altına giren herhangi bir
durum zulumat (karanlıklar) olarak vasıflandırılmaktadır.
Rasûller bu zulumattan nura çıkışı gerçekleştirmek (dönüşümdeğişim)
için seçilmişlerdir. Kitap ve âyetler bu ihracın (çıkışın) sağlanması
için gönderilmişlerdir.
3- Bu çıkış, Allah’ın izniyle Kur’an ve salih amelle, yani çaba
ile gerçekleşecektir. “Zulumattan nura çıkarmak için” ifâdesi bu
Kitabın niçin gönderildiğini en veciz bir şekilde açıklamaktadır.
Kur’an’a göre, aslolan toplumun karanlıklardan aydınlığa çıkmasıdır.
Faziletli toplumun inşa edilmesidir. Bu arada fertler de bu
mücâdele esnasında yetişip ahlâkî faziletlerle donanacaklardır. 45
Zulumât, karanlıklar demektir. Zulüm kelimesi de aynı kökten
gelmektedir. Dolayısıyla Nur kaynağından gelen aydınlığı kendine
veya başkalarına engelleyip karanlıkları tercih, bir zulümdür aynı
zamanda. O yüzden “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, zâlimlerin
ta kendileridir.”46 Nur, tek olduğu halde; karanlıklar, yanlışların sayısı
kadar çoktur. Allah, yeryüzünü maddî ışık kaynağı güneşten
mahrum yaratmadığı, bir an olsun mahlûkatını ışıksız bırakmadığı
gibi; gönlümüzü ve yolumuzu aydınlatan nur’dan da bizi mahrum
bırakmamış, elçi ve Kitap göndermiştir. Karanlık, fıtrî değil;
ârızîdir. Karanlıklar, ışık kaynağıyla irtibatın kesilmesi olduğundan
42] 14/İbrahim, 1
43] 39/Zümer, 39
44] 65/Talâk, 11
45] İhsan Eliaçık, İtikad Üzerine, Şafak Y., s. 20
46] 5/Mâide, 45
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 18 -
zâlim insanın nur düşmanlığının neticesi oluşturduğu zindanlardır.
Zindan; ışıktan, nurdan uzak yaşansın diye insanın kendi eliyle ördüğü
duvarlardır. Âhiretteki cezanın sebebi, dünya hayatını kendine
ve başkalarına zindan etmektir. İnsan, asr-ı saadetteki insanı
mutlu eden kuralları değil de; zindanı, zindanları tercih ediyorsa,
kendisi bilir. Ama başkalarına zindan hayatı yaşatmaya kimsenin
hakkı yoktur. Saadet asrı insanının saadetine benzer bir mutluluğu,
burada başlayıp orada bitmeyen mutluluğu, insana çok gören
tâğutlar tarafından binâ edilmiştir zindanlar. “Allah, mü’minlerin
dostudur, onları karanlıklardan nura (aydınlığa) çıkarır. İnkâr edenlere
gelince, onların dostları da tâğuttur. O, onları nurdan (aydınlıktan) alıp
karanlığa götürür.”47 Zâlim insan, ışığa karşı gözlerini kapatmış, karanlıklar
içinde yaşamayı tercih etmiş, Allah’ın “gözleri vardır, onlarla
(görülmesi gerekeni) görmezler.”48 dediği körlüğü seçmiş, kendine de
yazık (zulüm) etmiş insandır. Zâlimlerin en büyükleri olan tâğutlar
ise, gören göze düşman olan, başkalarını da körlüğe zorlayan ışık
(nur) düşmanı vahşilerdir.
Karanlıklar, korkuyu meydana çıkarır. Bu korku, yanlış bir korkudur.
Allah korkusu, yani takvâ değil; vehimlerden oluşan korkudur;
fobidir, aç kalmaktan, insanlardan... kısacası korkulmaması
gerekenlerden korkmaktır. Karanlıklar, şeytanların faaliyetleri için
uygun bir ortam oluşturur. Karanlıklar, insanın önünü ve ilerisini
(istikbalini) görmesine engeldir. Yolda ne gibi tehlikelerin olduğunu
görüp bilemez karanlıkların insanı. Işığın yardımını reddettiğinden,
nurla, göz nuruyla görerek işini yapamaz; yapıp ettiklerini
ancak el yordamıyla yapar, körebe gibi tuttuğunu yakalar. Fili de
tuttuğu yeriyle tanır ve tanıtır.
Aydın insan, münevver insan, câhiliyye karanlıklarını reddedip,
bir adı da “Nur” olan Allah’ın Kitabıyla nurlanıp başkalarını aydınlatmaya
çalışan insandır. Kur’an’la bağı kopmuş insan, aydın değil;
olsa olsa kara karanlıkların kapkara adamıdır. Kur’an’sız hayat, karanlıkların
nuru boğduğu vahşi bir hayattır, zindan hayatıdır, körlerin
hayatıdır. “Kim benim zikrimden (Kur(an’dan) yüz çevirirse şüphesiz
onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, Kıyâmet günü kör olarak haşredeceğiz.
O: ‘Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Oysa ben, hakikaten
görür idim!’ der. (Allah) buyurur ki: İşte böyle. Çünkü sana âyetlerimiz
geldi; ama sen onları unuttun. Bugün de aynı şekilde sen unutuluyorsun.
Doğru yoldan sapanı ve Rabbinin âyetlerine inanmayanı işte böyle cezalandırırız.
Âhiret azâbı, elbette daha şiddetli ve daha süreklidir.” 49
47] 2/Bakara, 257
48] 7/A'râf, 179
49] 20/Tâhâ, 124-127
KUR’AN
- 19 -
Bugün fert ve toplumları Kitap yönlendirmiyor. Vatandaşa
“Kitapsız!” denildiğinde hemen herkes bu sözü büyük bir hakaret
kabul eder ama, yaşayışıyla bu sözü hak edip etmediğini düşünmez.
Kitapsız toplumdur câhiliyye toplumu. Devlet, Kitapsız devlettir.
Öldükten sonra sorulacak sorulardan birinin “Kitabın ne?”
sorusu olacağı hadis-i şeriflerde bildirilmiştir. “O gün onların ağızlarını
mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şâhitlik eder.”50
“Kitabın ne?” sorusuna o gün ellerimiz “falan gazete”, “filânın
nutku”, “falan anayasası”, ya da “şu kanal”, “bu televizyon”... diyebilir.
Yani, Kitabımız diye iddia ettiğimiz Allah’ın Kitabı yerine,
bize yön veren, bizim O Kitap’tan fazla okuyup baktığımız, etkilendiğimiz,
uyduğumuz ne ise vücudumuz yalan da söyleyemeden
onları itiraf edecektir. “Kitabım Kur’an” sözü bir tekerleme
ve bir iddiadan mı ibârettir, yoksa tümüyle yaşayışımıza yön veren
gerçeği mi yansıtmaktadır? İnanmak, inandığını yaşamaktır. Ateşin
yakıcı olduğuna inanan, kolay kolay elini ateşe uzatmaz.
Bu Kitap Neyi Anlatmaktadır?
Tüm peygamberler ve Allah’tan getirdikleri kitapların ana fikri
insanoğlunu ulûhiyeyyet ve ubûdiyyet konusunda aydınlatmaktır.
Hz. Âdem ve Havvâ’nın yeryüzüne indirilişinden bu yana binlerce
sene geçmiş ve insan nüfusu altı milyara ulaşmıştır. Bu rakam şu
anda diri olanların sayısıdır. Geçmişte yaşayıp ölenler de eklenince
milyarları bulmaktadır. Allah, yeryüzünü hiçbir zaman rehbersiz
ve kılavuzsuz bırakmamış, daima elçilerle kitaplar göndererek insanlara
yol göstermiştir. Kitaplar bu rehberliğin yazılı metinleridir.
Allah’ın insanlara çağrısı ve onlar için gösterdiği hayat tarzı kitaplara
kaydedilerek insanoğlunun elinde vesika olarak bulunması
sağlanmıştır. Ancak bu rehberlik en son “Bu Kitap” ile sona ermiştir.
Bir daha Nebî seçilmeyecek, yazılı metinlerden oluşan Kitap
gönderilmeyecektir. Artık insanlık son Rasûlün (s.a.s.) getirdiği
Kitapla yükümlü olacaklardır.
Bu Kitabı Nasıl Okumalı, Ona Nasıl Yönelmeliyiz?
Kur’an okuyor veya dinliyor olmamız, tek başına, bizi aldatmasın.
O İlahi Kelâm’ı okurken, dinlerken, üzerinde düşünürken,
sahih bir niyet taşıma gereği de unutulmasın. Bilelim ki Kur’an’a
gerçekten muhatap olmamız, doğru bir niyetle, samimiyet ve
ihlâsla ona yönelme şartına bağlanmış bulunuyor.
Bizatihi Kur’an’ın tarifiyle, âlemlerin Rabbinden gelen;51 in-
50] 36/Yâsin, 65
51] 56/Vâkıa, 80
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 20 -
sanları hidâyete erdiren ve hakkı bâtıldan ayıran;52 sonsuz hikmetler
yüklü;53 sonsuz derecede kerim;54 bir Ezelî Kelâm’dır Kur’an.
“Onun ahlâkı Kur’an’dı”55 diye tarif edilen Ümmî Nebî (s.a.s.) kendi
hayatıyla, Kur’an’ın bu sıfatlara hakkıyla mazhar olduğunun en
birinci delilidir. Keza, ondan aldıkları hidâyet dersiyle bütün insanlık
tarihine manidar ubudiyet örnekleri sunan sahabiler de. Ve
herbiri ondan aldığı hakikat nuruyla kemale eren milyonlarca asfiya
ve salih kullar ile hayatları onunla nurlanan yüz milyonlarca
mü’min de onun tüm bu özellikleri hakkıyla taşıdığının şahidi ve
delilidir.
Fakat bizatihi Kur’an, muhâtabı olan bizleri, kendisine sahih
bir niyet ve sağlam bir itikad ile samimiyet ve ihlâs içinde muhatap
olma konusunda uyarır. Meselâ Al-i İmran sûresinin yedinci
âyetinde, kalbinde ‘kaypaklık’ taşıdığı halde ‘saptırma ve fitne
için’ onu okuyanların varlığına dikkat çeker. Bir sonraki âyette
ise, hidâyet bulduktan sonra kalbimizi eğriltmenin mümkün olduğunu
bildiren bir duâyla yüz yüze geliriz. Böylesi dehşetli bir
tehlikeye karşı insan, acziyet ve tevâzu içinde Rabbine sığınma
durumundadır: “Ey Rabbimiz! Bize doğru yolu gösterdikten sonra kalbimizi
kaydırma, bize katından bir rahmet ver. Gerçekten her şeyi veren
Sen’sin.”56 Tüm bu hususlar şunu açıkça gösterir:
Kur’an, gerçekten âlemlerin Rabbi namına bir İlâhî hitaptır.
Bütün kâinatın Sahibi, bütün mahlûkatın Hâlikı namına bir ezelî
konuşmadır. Hakîm, Kerîm ve Rahîm bir Rabbin kelâm-ı Ezelîsi
olarak sonsuz hikmet, kerem ve rahmet yüklüdür. Furkan’dır ve
mu’cizü’l-beyandır. Dolayısıyla onu okumak, okumaların en
güzelidir. Onu dinlemek, dinlemelerin en güzelidir. Onunla düşünmek,
tefekkürün en güzelidir. Ona göre yaşanan bir hayat,
hayatların en güzelidir. Tüm bunlarla birlikte, unutulmaması gereken
husus, eşsiz bir hidâyet rehberi olan Kur’an’ın doğru bir niyetle
okunmasıdır.
Kur’an’dan öğrendiğimize göre, ona yönelirken dikkat edilecek
hususlar şunlardır: İyi niyet, istiâze, Kur’an’a temiz olarak
dokunup yaklaşmak, Kur’an’a kulak verip susmak, onu tane tane,
özümseyerek okumak.
Kur’an’a yönelirken dikkat edilecek ilk husus, recmedilmiş
52] 2/Bakara, 185
53] 36/Yâsin, 2
54] 56/Vâkıa, 77
55] Müslim, Musâfirîn, B. 18, Hds. 139; Ebû Dâvud, Tatavvu, B. 26, Hds. 1342;
Nesâî, K. Leyl, B. 2, Hds. 1601; Dârimî, Salât B. 165, Hds. 1342
56] 3/Âl-i İmran, 8
KUR’AN
- 21 -
şeytana karşı, Rabbimize sığınmaktır: “Kur’an okumaya başladığın
zaman, kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.”57 İlk iş budur. Neden? Çünkü
Kur’an’ın defaatle ders verdiği üzere, şeytanı şeytan kılan şudur:
O, kendince bir ‘üstünlük’ vehmi üreterek Allah’ın yarattıklarını
iyi-kötü, eksik-mükemmel ayrımına tabi tutmuştur. Bu şekilde,
hem kendine bir üstünlük vermiş, hem de Allah’ın kudretine kusur
ve noksan yüklemeye kalkışmıştır. Kendince açtığı bu yoldan
yürüyerek, nefis ve esbab şirkine zemin hazırlamış; böylece, Rabbine
karşı isyan ve inkâr cür’etini bulmuştur. İnsanı nefisperest olmaya
sevkeden de, esbabperestliğe meylettiren de odur. Bütün
kötülüklerin, bütün bâtıl düşünce ve hayat tarzlarının gerisinde
şeytanın bir dahli vardır. Bu bakımdan şeytandan istiâze etmek,
tüm kötülüklerden uzaklaşma anlamını taşır.
Kur’an’ı böylesi bir sığınma içinde okumak, onu bütün menfiliklerden
Allah’a sığınarak okuma anlamını barındırır. Şahsi bir
menfaat için okuma da bu anlama dâhildir; bir dünya menfaati
için okumak da. Onu okurken nefsin aldatmalarından uzak durma
da bunun içindedir; dünyevî bir ideolojinin gözlüğünü takmak da.
Ona şöhret için muhatap olmak da bunun içindedir; kendi aklına
güvenip, aklını doğrulama mercii, Kur’an’ı ise aklın kölesi kılmak
da. Zaten istiâze’nin bir esprisi, acziyetin kabulüdür. Acziyetini kabul
etmeyip sadece kendisine güvenen kimse, başkasına sığınmaz.
Dolayısıyla istiâze eder etmez, şeytanın bacağını Allah’ın izniyle
kırmış oluruz. Kendisi bir üstünlük vehmiyle Allah’a isyan eden,
Kur’an’da belirtildiği üzere kibirlenerek kâfir olan şeytanın ürettiği
en büyük tuzak, bizde de böyle bir üstünlük vehmi ve bir kibir
hali uyandırmak; nefsimizi okşayarak, enâniyetimizi kamçılamaktır.
“Şeytanlar ene’nin gaga ve pençesiyle akılları havaya kaldırıp
insanı dalâlet derelerine atıyorlar.” İstiâze sâyesinde, bu tehlike,
yolun daha başında bertaraf edilmektedir.
İkinci bir husus, ona ‘temiz’ olarak yönelmektir. “Temizlerden
başkası ona (Kur’an’a) dokunamaz.”58 Yani ‘ancak temiz olanlar ona
dokunabilir.’ Bu âyetle emredilen bu temizlik, iki yönlü bir hazırlık
niteliğindedir. En basit anlamıyla, bu temizlik şartı, insana sıradan
bir kitap ve sıradan bir hitap ile yüz yüze olmadığını hatırlatır. O
âna dek iştigal olunan ve muhtemelen nefsânîlik ve dünyevîlik
karışmış hallerden arınma tâlimi yapılır. Böylece, kalpler ve akıllar,
Rabbin pak, saf, temiz, bozulmamış, münezzeh, mukaddes ve ulvi
Kitab’ına lâyıkınca muhatap olmaya hazırlanır. Bu arınma gerçekleşmeden
o muhâtabiyetin sağlanması zaten mümkün değildir.
57] 16/Nahl, 98
58] 56/Vâkıa, 79
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 22 -
Onun nuruna açılmamız, ancak dünyevîlik ve nefsânîliklerden temizlenmemizle
mümkün olacaktır.
Âyette geçen ‘dokunma’yı bu açıdan da dikkate almak gerekir.
Bu ifâde, dünyevî kirlerden, nefsânî vehimlerden âzâde olamayan
bir insanın, okusa bile onun hakikatini kavrayamayacağını da ihsas
eder. Temiz bir kalple, selim bir fıtratla ona muhatap olmayan,
o hakikat okyanusundan maalesef hissesiz kalmaktadır.
Kur’an’a yaklaşım konusunda bir üçüncü husus: “O Kur’an okunduğunda
ona kulak verin ve susun ki rahmet edilesiniz.”59 Bu âyette,
‘okuma’ ve ‘dokunma’nın yanına, iki husus daha eklenir: ‘Dinleme’
ve ‘susma.’ Dinlemek, tüm Kur’an’da en çok sözkonusu edilen
insanî fiillerden biridir. Anlamanın ilk şartı odur. Kur’an okunurken
dinlemeyen biri, onu nasıl anlayabilir ki? Yine dinleme, saygılı
olmanın ve ciddiye almanın işaretidir. Kulun edebine yakışan
da budur. En küçük bir âmiri konuşurken dahi dinlemeye memur
olan insan, bütün âlemlerin Rabbi, bütün yaratıkların yaratıcısının
kelâmı karşısında nasıl dinlemez, nasıl susmayıp konuşmayı sürdürür?
Âyette zikredilen ‘dinleme’ ve ‘susma’ yalnız şu maddî kulağımıza
ve dilimize ait değildir. İstenen, aynı zamanda, her vakit
şeytanı dinleyen nefsin, hep gelip geçici zevklerin zebûnu olan
hevâ ve hevesin susmasıdır. Ayrıca, semavî bir hitap karşısında
dünyevî fikriyat ve felsefelerin asıl tutulmamasıdır. Hüdâ’nın karşısına
dehâ (!) ile çıkmamaktır. Bütün bir felsefe tarihinin ana tavrı
olan, vahye sırtını çevirip yalnızca kendi aklıyla hakikatı bulma
iddia ve inadında olmamaktır. Bilakis, bizi yaratan, bize bu sûreti,
bu sîreti, bu fıtratı, bu aklı ve tüm bu duyguları veren; bizim yüz
yüze olduğumuz, her bir mevcudundan gerek gözümüzle, gerek
dilimizle, gerek fikrimizle, gerek kalbimizle istifâde ettiğimiz şu
kâinatı da yaratan bir Rabbin bir âlet olarak yarattığı aklı o şekilde
kullanmaktır. Onu sürücü değil, binek; hâkim değil, hizmetkâr
yapmaktır.
Diğer bir husus, tüm bu şartlara azamî derecede riâyet gayretiyle
okumaya başladığımız Kur’an’ı, her bir harfine hakkını vererek,
tane tane okumaktır. “Kur’an’ı tertil ile tane tane oku.”60 Her
sûresi, her âyeti, her kelimesi ve her harfi böylesine i’cazlı ve îcazlı
bir Kitab, ancak ve ancak tane tane okunur. Düşüne düşüne, sindire
sindire okunur. Onu hızla okuyup geçmek, dil kıpırdarken aklı,
kalbi ve pek çok duyguyu hissesiz bırakmak demektir. “Kur’an’ı tertil
59] 7/A'râf, 204
60] 73/Müzzemmil, 4
KUR’AN
- 23 -
ile tane tane oku” buyrulması; sözkonusu özümsemenin usûlünü
de bildirmektedir. Hızlıca okunup geçilen hangi şey özümsenir ki?
Tane tane okuma, okunan şeyi özümseme, sindirme, benimseme
ve hayatının her anını ona göre yaşama niyetini yansıtır. Nitekim,
Kur’an, nûrânî sırlarını, “fıtratımın kemâli sensiz olamaz” diyerek
ona ciddiyetle muhatap olanlara açmaktadır. 61
“Gerçekten bu Kur’an, insanları en doğru yola iletir. (Bildirdiği) hayırlı
amelleri yapan mü’minlere kendileri için pek büyük mükâfatın olduğunu
da müjdeler.”62 İnanmak ve kanunlarına göre yaşamak mecburiyetinde
olduğumuz Kur’an nedir?
Kur’an; Allah’ın insanlığa son peygamber ve önder olarak
gönderdiği Hz. Muhammed’in, Cebrâil isimli melek aracılığı ile
Yüce Rabbimizden vahiy yoluyla alıp insanlığa sunduğu hayat nizamıdır.
Hayatın başlangıcı ve sonucunu açıklayan âyetleri, sunduğu
hayat kanunları, felâket ve mutlulukla neticelenen yaşayış şekillerine
ait tarihî belgeleri, kâinatla ilgili ilmî mûcizeleri ve Hakk’ı,
bâtıllardan ayırıcı düsturları ile Kur’ân-ı Kerim bütün akıl sahipleri
için hidâyet kaynağıdır.
Kur’an; kâinat nizamının son bulacağı zamana kadar yaşayacak
bütün insanların muhtaç olacakları itikadî, ictimaî, iktisadî,
hukukî ve ahlâkî en üstün hayat kanunlarını ihtiva eden bir Hak
Kitaptır. Kur’an; bütün insanlığın bilginleri, aydınları, teknokratları,
sosyologları, hukukçuları, edebiyatçıları, ahlâkçıları ve devrimcileri
ile bir araya gelseler dahi bir benzerini meydana getiremeyecekleri
İlahî kanunlar manzumesidir. Kur’an; lafızları ve
insanlığı kuşatıcı hayat düsturları ile ilâhî, edebî ve ebedî bir Hak
Kitap olduğu içindir ki, zaman aşımı, mekân değişimi onu eskitemez,
yürürlükten düşüremez. O, her zaman yeni, her dem taze,
her devirde eksiksiz ve mükemmeldir. Bunlara rağmen, yaşadığımız
câhiliyye toplumunda Kur’an’ın sunduğu hayat düsturlarına
göre yaşanılması, egemen güçlerce engellenmekte, otoritesi
yıkılmaya çalışılmakta ve o, nesillerimize bir mâzi ve ölü kitabı
şeklinde tanıtılmak istenmektedir.
Bir ilke, bir kanun fert ve cemiyet hayatında ilgi ve saygı görüyor,
tatbik olunuyorsa onun varlığının anlamı ve değeri vardır.
Yok, sadece varlığına ve gerekliliğine inanılmakla yetiniliyor da
fertlerin irâdelerine ve toplum hayatının akışına yön vermiyorsa
onun mevcudiyetinin fiilî bir önemi yoktur. İnanılan ve kabul
edilen bu ana kaideyi iman ve amel hayatımıza uygulayarak şu
61] M. Karabaşoğlu, Kur'an Okumaları, Karakalem Y., s. 15 vd.
62] 17/İsrâ, 9
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 24 -
soruları kendimize yöneltebiliriz:
Yüce Allah’ın varlığına, birliğine, yaratıcılığına, bilgisi ve gücü
sınırsız, ortağı olmayan bir Rab olduğuna inanmamızın hayatımızdaki
rolü nedir? Onun bildirdikleri, emirleri ve yasaklarını ihtivâ
ettiğine inandığımız Kur’ân-ı Kerim’in kişisel ve sosyal hayatımızdaki
etkinliği nedir? Kur’ân-ı Kerim vicdanların hâkim düzeni ve
pratik hayatın tatbik edilir nizamı olmadan mâziyi, hali, istikbali
bilen Allah’ı fiil ve hayatımızda biricik ma’bud; ortaksız ilâh tanımamız
mümkün müdür? Elbette ki değildir. Zira Allah’ın haram
kıldıklarını helâl kılan, helâl kıldıklarını da haram kılan kişileri ve
sosyal kurumları meşrû tanımak, onları ma’bud edinmektir. İlâhî
yasaları yürürlükten düşürmek ve bu yasalarla çelişen prensipleri
yüceltmek ise Allah’a şirk koşmaktır.
Devrimiz müslümanları, ilâhlar edinip Allah’a ortak koşmayı,
sadece putlara tapmak gibi eksik ve kısır bir anlayış içinde kabul
eder olmuşlardır. Bu kabulden ötürüdür ki, Allah’ın ferdî, ailevî ve
ictimaî hayatı tanzim edecek emir ve yasaklarını içeren Kur’ân-ı
Kerim, düzenleyicisi olması gereken günlük hayattan çekilmiştir.
Dirileri canlılığa ve ebedîlik aşkına erdirmesi gerekirken mezarlık
kitabı olmuştur. “Ümmetimle ilgili olarak korktuklarımın en korkutucu
olanı, Allah’a şirk koşmalarıdır. Dikkat edin, ben size onlar aya, güneşe
ve puta tapacaklar demiyorum. Fakat Allah’tan başkasının emirlerine ve
arzularına göre iş yapacaklar (Bu da onlar için Allah’a bir nevi şirk koşmak
olacak).” 63
Allah’ın yanı sıra ilâhlar tanımak, bağışlanmayacak ve cehennem
azâbına uğratacak pek büyük bir suç olduğu içindir ki,
ilk mü’minler ilâhlar edinme anlamına gelebilecek davranışlardan
şiddetle kaçınıyorlardı. Bu sebepledir ki Kur’an’la bildirilen
helâllar ve haramlarla çelişen inançları, gelenekleri ve uygulamaları
hemen bırakıyorlardı. Kur’ân-ı Kerim’in yasalarına uymayı
Allah’ı ma’bud tanımanın gereği görüyorlardı. Bu şuurlarından
ötürüdür ki Rabbimizin Kur’an’da “Namaz kılınız” emri gelince
bütün mü’minler namaz kılmaya başlamıştı. “Zekât veriniz” emri
gelince, şartlarını taşıyan mü’minler, vermeyi bir iman zevki ve
vicdan neşesi haline getirmişlerdi. “Savaşınız” buyruğu ise bütün
mü’minleri iman saflarında savaşmaya hazırlamıştı.
Allah’ı biricik ma’bud; ortaksız ilâh kabul etmeyi, O’nun kitabı
Kur’an’ın düsturlarına göre yaşamak mânâsına anlayan ilk
mü’minlerin hayatından iki örnek verelim:
63] İbn Mâce, Hadis no: 4205
KUR’AN
- 25 -
Asrımızın câhiliyyeti gibi karanlık bir câhiliyyet hayatı yaşayan
miladi 6.-7. asır Araplarında alkollü içkiler her dudağın sevgilisi,
her merasimin protokol gereğiydi. Böyle bir cemiyetin insanı olan
Ebû Büreyde şöyle nakleder: “Bir gün oturmuş içki içmeye başlamıştık.
Ben bir ara kalktım, Peygamber’in huzuruna çıktım, selâm verdim ve orada
içkinin haram edildiğini bildiren âyetin indirildiğini öğrendim. Derhal
arkadaşlarımın yanına döndüm ve alkollü içkileri içme yasağını bildiren
âyetleri “... artık bu iptilâdan vazgeçersiniz değil mi?”64 cümlesine kadar
okudum. Arkadaşlarım hemen kadehlerindeki içkileri döktüler, küpleri
devirdiler ve ‘Vazgeçtik ya Rabbi! Vazgeçtik ya Rabbi!’ dediler.” 65
Kur’an’ın bu yasağından sonra Medine yolları günlerce içki
aktı. Artık İslâm toplumunun içki diye bir problemi kalmamıştı.
Annemiz Hz. Aişe (r.a.) de şöyle anlatıyor: “Allah’a yemin ederim ki
ben Allah’ın Kitabına iman ve onu tasdik etme bakımından Ensar kadınlarından
daha gayretlisini görmedim. Nur sûresinin ‘Başörtülerini yakalarına
vursunlar (başlarını, saçlarını, kulaklarını, gerdanları ve sinelerini
sımsıkı örtsünler)’66 anlamındaki âyeti nâzil olup da erkeklerin herbiri evlerine
dönerek karısı, kızı, kızkardeşi ve akrabasına Allah’ın indirdiği âyeti
okuyunca onların herbiri Allah’ın Kitabına iman ve onu doğrulamak için
örtülerine büründüler. Bu âyetin nüzûlünü takip eden sabah örtülerine
bürünmüş olarak Hz. Peygamber’in arkasında namaza durdular. Örtülerine
sımsıkı büründükleri için sanki başlarında kargalar varmış gibiydiler.” 67
Kısaca kadın ve erkek, Peygamber devrinin her mü’mini,
Kur’an’ın ferdî ve ailevî hayatı tanzim eden her emrini, sosyal,
iktisadî ve hukukî münâsebetleri düzenleyen her düsturunu aynı
iman ve şuurla derhal tatbik ediyor ve Kur’an’ı yaşanan bir nizam
haline getiriyordu. Onlar biliyorlardı ki, Kur’an’ın yüce emir
ve yasaklarını tatbik etmemek; şanlı Peygamber’in önderliğinde
yaşamamak, imanı anlamsız kılmak, hayatı gayesiz bir mâceraya
sürüklemek, âhiret saâdetini putperestliğe feda etmektir. Biz de
bugün kişilerin putlaştırıldığı, düzenlerin ilâhlaştırıldığı modern
câhiliyette yaşıyoruz. Dünya ve âhirette hor ve hakir olmaktan
kurtulmak için ashâbın Kur’an’a yaklaştığı gibi yaşamalıyız. Sadece
Allah’a kul olabilmek, özgürlüğe kavuşup yükselmek için Kur’an’ı
harfiyyen ve aynı heyecanla hayatımıza geçirmeliyiz. “(Siz) O’nun
Kitabı Kur’an’a uyun. O’nun emirleri ve yasaklarına aykırı gitmekten de sakının
ki merhamet olunasınız (da dünya ve âhirette mutluluğa eresiniz.)” 68
64] 5/Mâide 90
65] İbn Kesir, 5/Mâide 90 âyetinin tefsiri
66] 24/Nûr, 31
67] İbn Kesir, 24/Nûr, 31 âyetinin tefsiri
68] 20/Tâhâ, 98; 6/En'âm, 155; Ali Rızâ Demircan, İslâm Nizamı, Eymen Y., 1/88-
92
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 26 -
Kur’ân-ı Kerim Hakkında Bilgi
Kur’an, Allah’ın Kitabı’nın özel adıdır. Kur’an’da, Kur’an için
birkaç isme daha yer verilmekle birlikte; en çok Kur’an adı geçmektedir.
Bu ad Kur’an’da 70 defa geçer. Kur’an kelimesi için iki
ayrı kök gösterilir. Bunlardan biri, okumak anlamındaki kıraat;
ikincisi toplamak, kompoze etmek anlamındaki karn köküdür.
Kur’an Nedir?
Allah’ın kendisine hitap ettiği en son peygamber, Hz. Muhammed
(s.a.s.); insanlığa gönderilen son kitap ise Kur’ân-ı Kerîm’dir.69
Kur’an, İslâm’ın ortaya koyduğu her tür inanma, düşünme ve
davranma biçimlerini belirleyen tek temel dayanaktır. Hz. Peygamber,
bu dayanağa istinaden ve onun doğrultusunda hareket
etmiş, insanlara ulaştırmakla görevli olduğu bu mesajı öncelikle
hayatında kendisi uygulayarak fiilî hâle getirmiştir. Bu hususta
Hz. Âişe’nin şu tanıklığı yeterli ve anlamlıdır: “Allah Resulü’nün
ahlâkı, Kur’an’dı.”70 Bundan daha doğal bir sonuç olamazdı; zira
genelde bütün elçiler, özelde de Hz. Peygamber, aldığı haberi/mesajı
sadece duyurmakla görevli bir postacı değildir. Aldığı mesajı
öncelikle kendi hayatına dinamik bir şekilde yansıtabilmelidir ki
ancak o zaman söylediği ile eylediği arasındaki uyum gün gibi
âşikâr olabilsin. Dolayısıyla “Kitab”ı, “peygamber”den kopuk ve
ayrı bir metin olarak algılamak, en başta bu metnin kendisine
ihânet olacaktır. Peygamber, insanlar için hem bir “uyarıcı”, hem
de “en iyi model”dir. 71
Kur’an’ın Tanımı
Allah’ın, Hz. Peygamber’e indirdiği Kur’an ile ilgili olarak çeşitli
tanımlar yapılmıştır. Âlimler tarafından yapılan bu tanımlardan
herbiri Kur’an’ın belirli yönlerini vurgulamaktadır. Bunlar arasından
en kapsamlı olan tanım şudur: Kur’an; Hz. Muhammed’e vahiy
yoluyla indirilmiş, mushaflarda yazılmış, Hz. Peygamber’den
bizlere tevâtür yoluyla nakledilmiş, okunmasıyla ibâdet edilen,
benzerini getirmekten insanların âciz kaldığı Allah kelâmıdır.
Bu tanımda yer alan temel özellikleri şimdi ayrıntısıyla ele alalım:
Allah’ın Kelâmı: Kur’an’ın en önde gelen bu niteliği, hiç şüphesiz
onun sahip olduğu hakikatlerin ve bilgilerin kaynağına
69] 33/Ahzâb, 40
70] Buharî, Edeb 309; Müslim 1/514, 746; Hâkim, 2, 342
71] 33/Ahzâb, 21
KUR’AN
- 27 -
işaret etmektedir. Bu da ona inanmanın en temel gerekçesidir. Yaratan
tarafından söylenmiş bir söz elbette ki diğer bütün sözlerin
üstündedir ve bu özelliğinden dolayı bir kutsallık kazanır. Zira yaratan,
diğer bütün lütuf ve ihsanlarına ilâveten, yarattığı insana
tenezzül buyurarak söz söyleme lütfunda bulunmuş ve bu vesileyle
de insan diğer yaratıklar arasında bir imtiyaza sahip olmuştur.
Kur’an’ın, Allah’ın Kelâm’ı oluşunda dikkat edilmesi gereken bir
husus da onun bir beşer tarafından uydurulmadığı, dolayısıyla da
ihtivâettiği hakikatlerin herhangi bir beşerin ortaya koyabileceğinin
çok ötesinde olduğudur. Kur’an’a, peygamber de olsa hiçbir
insanın sözü karışmamıştır, karışamaz da: “Eğer o (peygamber), bize
birtakım sözler isnat etmiş olsaydı onu sağ elinden yakalardık ve şah damarını
koparırdık ve hiçbir iniz onu koruyamazdı.” 72
Hz. Muhammed’e İndirilmiş: Bu ifade Allah’ın, daha önce başka
peygamberlere indirmiş olduğu kitapları (Tevrat, Zebûr, İncil
gibi) dışarıda tutarak yalnızca Peygamber Efendimiz’e indirilen
vahyin Kur’an olarak isimlendirileceğini vurgulamaktadır. 73
Mushaflarda Yazılmış: Mushaf terimi iki kapak arasında toplanmış
sayfalar anlamına gelir ki Kur’an’ın elimizde tuttuğumuz
kitap biçimini ifade eder. Kur’an, Hz. Peygamber’den sonra kitap
hâline getirilmiş; ezberlenmesinin yanı sıra yazıya da geçirilerek
günümüze kadar ulaştırılmıştır.
Tevâtür Yoluyla Nakledilmiş: Bir haber veya sözün, bir araya
gelerek yalan söylemeleri mümkün olmayan çok sayıda kimse tarafından
aynı şekilde aktarılmasına tevâtür denir. Kur’ân-ı Kerîm,
mushaflarda yazılı olmasının yanı sıra ayrıca ezberlenmiş ve insanlarca
kuşaktan kuşağa şifâhen/sözlü olarak da aktarılmıştır.
Kur’an, bu özelliğiyle yeryüzünde hiçbir kitaba -ne İlâhî, ne de
insanî hiçbir kitaba- nasip olmayan bir ayrıcalığa sahiptir.
Okunuşuyla İbadet Edilen: Kur’an, insan hayatının her alanıyla
ilgili temel ilkeleri ortaya koyarak bunların uygulanmasını talep
eder. Bununla birlikte Kur’an bir ibâdet dilidir de aynı zamanda.
Onun içindir ki namazın, namaz olması Kur’an’dan bir parçanın
-kişinin güç yetirebildiği kadarının- 74 okunmasıyla mümkündür.
Kur’an dışında bir şeyin okunması bu şartı yerine getirmez.
İnsanları Âciz Bırakan: Kur’an, hem lâfız hem mana hem de bu
ikisinin oluşturduğu nazım/düzen/armoni itibarıyla bir bütünlük
72] 69/Haakka, 44-47
73] 2/Bakara, 185; 10/Yûnus, 37; 17/Isrâ, 73-75
74] 73/Müzzemmil, 20
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 28 -
oluşturur. Gerek indiği dönemde gerekse sonraki dönemlerde
ne lâfız ne de mânâ açısından onun benzeri bir kitap meydana
getirilmemiştir, getirilememiştir. Kendisinin İlâhî kaynaklı olduğunu
iddia ederken Kur’an, bir sûresinin benzerini getirmelerini
isteyerek hasımlarına meydan okumuş, bunu yapamadıklarını ve
de yapamayacaklarını kesin bir dille ifade etmiştir.75 Kur’an’ın bu
özelliği, onun en son kitap oluşunu ve Kıyâmete kadar da bu şekilde
devam edeceğini göstermektedir.
Kur’an’ın Diğer İsimleri
Kur’an’ın altmış kadar ismi olduğu belirtilir. Bunların hepsi
Kur’an’da mevcut olan ve genelde Kur’an’ın özelliklerinin anlatıldığı
kullanımlardan çıkarılmıştır.
Belli başlıcaları şunlardır:
Kitab: “Elif. Lâm. Mim. Bu kitab ki, kendisinde hiç şüphe yoktur;
muttakîler için bir kılavuzdur.” 76
Tenzîl (İndirilme): “Şüphesiz bu, âlemlerin Rabbi tarafından
tenzîldir.” 77
Vahiy (Bildirim): “Bu bildirilen vahiyden başka bir şey değildir.” 78
Kelâmullah (Allah’ın Kelâmı): “Ve müşriklerden biri senin korumana
başvurursa onu koruma altına al, olur ki böylece kelâmullahı işitir.” 79
Zikr (Hatırlatma): “Muhakkak ki Zikr’i Biz indirdik ve şüphesiz onun
koruyucuları da Biziz, Biz.” 80
Furkan (Hakkı bâtıldan ayıran): “Bütün insanlığa bir uyarıcı olsun
diye kuluna furkânı indiren ne yücedir!” 81
Hüdâ (Rehber, kılavuz, hidâyet): “Muhakkak Rabbinizden size
apaçık bir kanıt, bir hüdâ, bir rahmet geldi.” 82
Rahmet: “Muhakkak ki bu (Kur’an), hidâyet ve inananlar için rahmettir.”
83
Şifâ: “Ey insanlar! İşte Rabbinizden size bir öğüt, kalplerdekiler için
75] 2/Bakara, 23-24; 11/Hûd, 13; 17/Isrâ, 88; ayrıca Bk. 15/Hicr, 9
76] 2/Bakara, 1-2
77] 26/Şuarâ, 192
78] 53/Necm, 4
79] 9/Tevbe, 6
80] 15/Hicr, 9
81] 25/Furkân, 1
82] 6/En’âm, 157
83] 27/Neml, 77
KUR’AN
- 29 -
bir şifâ ve inananlar için bir hidâyet ve rahmet geldi.” 84
Mev’iza (Öğüt): “Gerçek şu ki biz size apaçık âyetler, sizden önce
geçip gitmiş toplumlardan bir ders ve müttakîler için bir mev’iza indirdik.” 85
Hikmet: “Evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın.”86
Rûh: “İşte sana da kendi buyruğumuz altında rûhu vahyettik.” 87
Ahsenü’l-Hadîs (Sözün en güzeli): “Allah, sözün en güzelini, birbirine
benzer, ikişerli bir Kitap hâlinde indirdi. Rablerinden korkanların,
ondan derileri ürperir, sonra derileri ve kalpleri Allah’ın zikriyle yumuşar.
İşte bu Allah’ın rehberidir. Dilediğini bununla yola iletir. Ama Allah kimi
sapkınlığında bırakırsa artık ona yol gösteren olmaz.” 88
Belâğ (Duyuru): “Bu, onunla uyarılsınlar; O’nun yalnız tek tanrı olduğunu
bilsinler ve sağduyu sahipleri öğüt alsınlar diye insanlara yapılmış
bir duyurudur.” 89
Beyân (Açıklama): “Bu, insanlara bir açıklama, korunanlara yol gösterme
ve öğüttür.”90
Burhân (Delil): “Ey insanlar, size Rabbinizden delil geldi ve size apaçık
bir nur indirdik.” 91
Emr (Buyruk): “Bu, Allah’ın size indirdiği buyruğudur. Kim Allah’tan
korkarsa onun kötülüklerini örter ve onun mükâfatını büyütür.” 92
Hablullah (Allah’ın ipi): “Ve topluca Allah’ın ipine yapışın, ayrılmayın;
Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman
idiniz, kalplerinizi uzlaştırdı. Onun nimetiyle kardeşler hâline geldiniz. Siz
ateşten bir çukurun kenarında bulunuyordunuz, sizi ondan kurtardı. Allah
size âyetlerini böyle açıklıyor ki yola gelesiniz.” 93
Hâdî (Rehber, kılavuz): “Gerçekten bu Kur’an en doğru yola iletir
ve iyi işler yapan mü’minlere, kendileri için büyük bir ecir olduğunu müjdeler.”
94
84] 10/Yûnus, 57
85] 24/Nûr, 34
86] 33/Ahzâb, 34
87] 42/Şûrâ, 52
88] 39/Zümer, 23
89] 14/Ibrâhîm, 52
90] 3/Âl-i Imrân, 138
91] 4/Nisâ, 174
92] 65/Talâk, 5
93] 3/Âl-i Imrân, 103
94] 17/Isrâ, 9
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 30 -
Hikmet: “Bunlar üstün hikmettir! Ama uyarılar fayda vermiyor.” 95
en-Nebeü’l-Azim (Büyük haber): “De ki: “O, büyük bir haberdir.” 96
Nûr (Aydınlık): “Artık Allah’a, Elçisine ve indirdiğimiz nûra inanın.
Allah yaptıklarınızı haber almaktadır.” 97
Risâlet (Mesaj): “Onlara bir âyet gelince: ‘Allah’ın elçilerine verilenin
aynısı bize de verilmedikçe katiyen inanmayız!’ dediler. Allah, risâletini
koyacağı yeri bilir. Suç işleyenlere Allah katında bir aşağılık ve yaptıkları
hileye karşı çetin bir azap erişecektir.” 98
Tafsîlü’l-Kitab (Kitabın açıklaması): “Bu Kur’ân, Allah’tan başkası
tarafından uydurulacak bir şey değildir. Ancak kendinden öncekinin
doğrulaması ve kitabın açıklamasıdır. Onda asla şüphe yoktur. Âlemlerin
Rabbi tarafından indirilmiştir.” 99
Tasdîku’l-Kitab (Kitabı doğrulayan): “Elbette onların
hikâyelerinde akıl sahipleri için ibret vardır. Kur’ân uydurulacak
bir söz değildir; ancak kendinden öncekinin doğrulaması, her şeyin
açıklanması; inananlar için bir kılavuz ve rahmettir.” 100
Tezkira (Hatırlatma): “Kur’an korunanlar için bir hatırlatmadır.” 101
el-Urvetü’l-Vüskâ (Sağlam kulp): “Dinde zorlama yoktur. Doğruluk,
sapıklıktan seçilip belli olmuştur. Kim tağutu inkâr edip Allah’a inanırsa
muhakkak ki o, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitendir,
bilendir.” 102
Kur’an’ın bu isimlerinde iki önemli hususiyet dikkati çekmektedir.
İlk dört maddedeki isimler Kur’an’ın mâhiyeti, tabiatı ve yapısını
nitelerken daha sonrakiler onun muhtevası hakkında bilgi
vermektedir. Başka bir ifadeyle, ilk dört madde Kur’an’ın kaynağı
ve nasıl bir hitap olduğuyla, diğerleri ise onun insanlar üzerinde/
arasında gerçekleştirdiği işlev ve görevleriyle ilişkilidir
Kur’an Hakkında Özet Bilgi
Kur’an; âlemlerin Rabbi tarafından son peygamber Hz. Muhammed
(s.a.s.)’e indirilen kitabın en çok söylenen ismidir.
Kur’an’ın diğer isimlerinden bazıları da şunlardır: Zikir, Furkan,
95] 54/Kamer, 5
96] 38/Sâd, 67
97] 64/Teğâbün, 8
98] 6/En'âm, 124
99] 10/Yûnus, 37
100] 12/Yûsuf, 111
101] 69/Haakka, 48
102] 2/Bakara, 256
KUR’AN
- 31 -
Mushaf, Kitabu’l-Mübin, Kelâmullah, Nur, Hüdâ, Şifa, Mev’ize...
Bazı müfessirler, Kur’an veya Kitaba sıfat olarak gelen tabirleri de
sıralayarak, bu isimlerin sayısını yüze kadar çıkarmışlardır.
Kur’ân-ı Kerim, yirmi üç senede peyderpey nâzil olmuştur.
Kitab’ın hepsi bir defada indirilmemiştir. Kur’an, bölüm olarak
114 sûreye ayrılır. Bu sûrelerin hepsi aynı uzunlukta değildir. Elli
sayfalık bir sûre olduğu gibi, bir satırlık sûre de vardır. Sûreler de
âyetlere ayrılır. En kısa sûre üç âyet, en uzun sûre de iki yüz seksen
altı âyettir. Âyetlerin uzunlukları da eşit değildir. Bir sayfalık bir
âyet olduğu gibi bir kelimelik âyetler de vardır. Kur’an, sayfa adedine
göre de cüzlere ayrılır. Her cüz yirmi sayfadır. Kur’an, toplam
otuz cüzdür. Her cüz de kendi içinde dört hizb’e ayrılır. Her hizb,
beş sayfadır.
Kur’an Konuları
Kur’an’ın dış yapısıyla ilgili bu bilgileri verdikten sonra içyapısına,
konularına geçebiliriz. Kur’an, ülûhiyet ve ubudiyet konularını
içerir. Rabbimiz ve sıfatları, yaratıklar, özellikle de insan ve
onun Rabbiyla ve diğer yaratıklarla ilişkileri Kur’an’ın ana konusudur.
Kur’an, Rabbimizın bize mesajları olduğu için, konuları da kul
ile Rab arasındaki ilişkiler bağlamında, kulun varlık âlemindeki
konumu, kendisini yaratan Rabbin özellikleri, insanın ilişki içerisinde
olduğu ve olabileceği her şeyi içermektedir. Kısaca maddeler
halinde sıralayacak olursak:
• Allah Teâlâ,
• İnsanlar,
• Tabiat ve evren,
• Rasûller, Nebîler ve iyi kulların örnekliği,
• Toplum ve Tarih,
• Göremediğimiz, fakat etkilendiğimiz varlıklar (melek,
cin),
• Kötülük örnekleri, isyancı kullar (şeytan, Fir’avun, Karun,
Ebû Leheb, kâfirler, müşrikler, zâlimler, fasıklar,
münâfıklar...),
• Helâklar, Kıyâmet, âhiret, cennet, cehennem,
• Allah’ın gönderdiği kitaplar ve konuları,
• İnsandan yapması istenen emirler, tavsiyeler; yapmaması
istenen yasaklar, uyarılar ve sakındırmalar,
• Dünya, evren ve hayatla ilgili hükümler.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 32 -
Rasûlullah (s.a.s.) bir toplum içinde yaşıyordu. Onlardan biriydi.
Ancak ona vahy olunuyordu. O da aldığı vahyi açıklıyor, insanları
buna çağırıyordu. Ona iman edenler, karşı çıkanlar oluyordu.
Rasûl (s.a.s.) bu şekilde toplum içinde 23 yıl yaşadı. Bunun 13 yılını
Mekke’de; 10 yılını Medine’de geçirdi. Kur’an bu süre içerisinde
peyderpey nâzil oldu. Onun ölümü ile birlikte Bu Kitap tamamlanmış
oldu.
Kur’an’daki âyetlerin olaylarla iç içe nâzil olduğunu bilmemiz
bize Kitabın indiği toplum ve çevreden bağımsız anlaşılmayacağı
gerçeğini öğretir. Zira o bir toplum hareketine öncülük etmiş,
yönlendirmiş Kitaptır. Onu masa başı kitabı olarak ele almak yanlış
sonuçlara götürür.
İlâhî vahy insana ve içinde yaşadığı topluma hitap etmektedir.
Onu anlayacak, hayata geçirecek, toplum düzeni olarak bir sisteme
dönüştürecek insandır. Bu Kitap’ta insanın düşünce, duygu,
irade ve ünsiyet gibi yeteneklerini harekete geçirici âyetler vardır.
Bu yeteneklerini kullanan insan, toplum içinde diğer insanları da
etkileyecek, Şeytanın ilhamına kulak verenlerle Allah’tan gelen
vahy ile mücâdele edecek; canını, malını bu yolda feda edecektir.
Böylelikle İlâhî vahye olan bağlılığını ve imanını ispat etmiş olacaktır.
Mücâdele, Allah’ın sözünün Şeytanın sözüne galebe çaldığı,
ilâhi vahyin toplumda “ekber” hale geldiği âna kadar devam edecek,
sonra dünyadaki tüm toplumlarda da bu ilâhi hedef gerçekleşinceye
kadar sürecektir. İşte Allah’ın kitabı Kur’an, bütün bunları
yapacak insana-topluma hitap etmektedir. İnsan bu mücâdele
içinde yetişecek, olgunlaşacak, kemal noktasına ulaşacaktır.
Kur’an, Hz. İsa’dan 610 yıl sonra yeni ve son bir Rasûl (s.a.s.)
ile başlayan zulumattan nura çıkış hareketinin kılavuz kitabıdır.
23 yıl süren bir devrim hareketinin yol gösterici metinlerinin
(âyetlerinin) bir araya getirilmesiyle oluşmuştur. Bu açıdan Kur’an
23 yıllık bir toplumsal değişme mücâdelesi içinde anlaşılabilir.
Âyetlerin inmesiyle beraber Rasûlullah harekete geçmiş, içinde
yaşadığı toplumu bu âyetlerle değiştirmek için gece gündüz çalışmıştır.
Nihâyet çağrısı kendi doğup büyüdüğü Mekke’de değil;
Medine’de yankı bulmuştur. Orada toplumun lideri olarak Peygamberliğine
devam etmiş, 10 yıl içinde insanlık için örnek bir
toplum modeli kurulmuştur. Bu esnada yüzlerce âyet nâzil olmuş,
ilk günden son güne kadar harekete sürekli Kur’an rehberlik etmiş,
Rasûlullah da uygulamış, âyetlerin pratiğe geçirilmesinde
Kur’an’ın mücessem bir ifâdesi olmuştur.
Kur’an, Peygamberimiz’in en büyük mûcizesidir. Diğer
KUR’AN
- 33 -
mûcizeler, belirli bir zamanda ve belirli bir yerde yaşayan sınırlı
sayıdaki insanın şahid olduğu olağanüstülükler olduğu halde;
Kur’an, her coğrafyada, Peygamberden sonra her tarih diliminde
yaşayanlar için apaçık görülen bir mûcizedir. Edebiyat yönüyle
mûcizedir, benzerinin yazılamayacağı için mûcizedir, problemlere
çözüm getirip ölümcül hastalıklara şifa olduğu için mûcizedir, evrensel
hakikatleri ihtiva etmesi yönüyle mûcizedir. Değiştirilmesi
gerekmeyen, eskimeyen ve en âdil kanunları içermesi yönüyle
mûcizedir.
Tarih, coğrafya, cinsiyet, maddi farklılıklara rağmen tüm insanları
her yönüyle kuşatması, her topluma ve her bireye çıkış
yolları göstermesi yönüyle mûcizedir. Okunmasıyla, kolay öğrenilmesiyle,
okunuşunda ruhları arındıran, dinlendiren âhengi, musikisi
ile ruhları huzura kavuşturan, gönülleri titreten nağmeleriyle
mûcizedir. En çok okunan kitap olması, en çok ve en kolay ezberlenen
kitap olması yönüyle mûcizedir. Anlamlarının derinliğiyle
mûcizedir. En doğru, en güzel kelâm olması, bıktırmaması, okundukça
güzelliğinin artması yönüyle mûcizedir. Bitmeyen hazineleriyle,
gaybdan verdiği haberlerle mûcizedir...
Bütün mûcizelerinin yanında Kur’an, tarihin akışını değiştirmiş,
en köklü değişiklikleri gerçekleştirmiş, en sağlam nizamı
oluşturmuş, pratikte muhteşem meyvelerinin görüldüğü, her isteyene
nimetlerini sunan bir ağaçtır. Kendisine yönelenlere sırlarını
açan, hazinelerini saçan gökten inen muazzam bir sofradır. Göklere
doğru tırmanmak, yükselmek isteyenlere Allah’ın uzattığı
kopmaz bir iptir. Tarihin şahid olduğu en büyük devrim, Kur’an’ın
gerçekleştirdiği inkılâbdır. Kur’an, kişileri kısa zamanda, tepeden
tırnağa değiştirdiği gibi; toplumları da nuruyla ihya etmiş, diriltmiş,
değiştirmiş, dönüştürmüştür.
Fert planında sözgelimi, Ebû Cehil’in samimi arkadaşı, eli
silâhlı katil adayı Ömer, Peygamber’i öldürmeye giderken kendisi
dirilmiş, dinlediği Kur’an onu bir anda değiştirivermiştir. Kızını
toprağa diri diri gömen Ömer, Kur’an sâyesinde insanları ihya
eden, karıncayı ezmemek için yere dikkatli basan merhamet ve
adalet timsali Hz. Ömer oluvermiş. Fert planında tek tek yaşanan
bunun gibi sayısız örnekler yanında, Kur’an, toplumu da, düzeni
de kökten değiştirmiştir. Kabile halinde yaşayıp, sık sık birbirlerine
saldıran, o güne kadar tarihte ciddi varlık gösteremeyen, devlet
ve medeniyet nedir bilmeyen baldırı çıplak insanlar, Kur’an’ın
gerçekleştirdiği inkılâp sâyesinde çok kısa bir zaman içinde üç kıtada
at koşturan, en büyük devlet ve medeniyet olmuşlar.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 34 -
Gerçek Anlamda Çağ Kapatıp
Çağ Açan Sadece Kur’an’dır
Kur’an çağ kapatıp çağ açmıştır. Hemen her konuda olduğu
gibi, câhiliyyenin çağ anlayışı da cahilcedir. İnsanlığın hattındaki
en büyük fay kırılmasını da hakkı görmek istemediği için görmezden
gelir, farklı çağ anlayışını zanna ve uydurmalara dayanarak
değerlendirir. İslâm’ın çağ anlayışı, tevhid mücâdelesini yansıtan
olaylarda, vahyin verdiği doğru haberler ışığındadır. İlk insan, aynı
zamanda ilk peygamberdir. Ulu’l-azm denilen büyük peygamberler
de çağ kapatıp çağ açmış devrimci liderlerdir. Nuh tufanı, o tarihte
ve sonraki etkileriyle yeni bir çağı belirler. İbrahim (a.s.) putperest
çağa destansı meydan okumaları ve mücâdeleleriyle tevhid
çağını yeniden oluşturan inkılâbın köşe taşıdır. Mûsâ (a.s.) ve İsa
(a.s.) da öyle. Ve en büyük inkılâb, Kur’an’ın yaptığı inkılâb; en büyük
inkılâbçı da Hz. Muhammed (s.a.s.)’dir. Kur’an’la câhiliyye çağı
kapanmış; mutluluk çağı başlamıştır. Kur’an’la birlikte Kur’an’ın
oluşturduğu yeni çağın adı asr-ı saâdet; inkılâbçı insanın adı da
müslüman’dır artık. Diğer devrimler, adına inkılâb denilemeyecek
basit, sınırlı, sahte, avutucu değişimlerdir. Daha doğrusu zindanları
değiştirmenin adına devrim adı verilip insanlar kandırılmıştır.
Karanlıklar, zulümler, hapisler, kölelikler arasındaki değişikliğin
adına devrim; küçük değişikliklerin veya tahmine ya da uydurmaya
dayanan zaman dilimlerinin adı çağ olamaz.
Peki, Kur’an, aynı Kur’an olduğuna göre, bugünkü câhiliyyeyi
niye değiştiremiyor? Bugünkü insanlar Kur’an okudukları halde,
niçin karanlıklardan sıyrılıp değişik bir kimliğe bürünemiyor?
Yani Kur’an, niye artık inkılâb yapamıyor? Kur’an değişmemiştir
ama, Kur’an okuyanlar başkalaşmıştır. Kur’an anlayışı, Kur’an’a
bakış, Kur’an’a yaklaşım değişmiştir. Kur’an, aynı Kur’an’dır, ama
Kur’an’a yönelmesi gereken insan, Kur’an’a sahabe gibi yönelmiyor.
Çeşme, bindört yüz yıldır akmaktadır. Bu güne kadar onun
hayat veren lezzetli suyunu içenleri suladığı, nimetlendirip dirilttiği
gibi, hâlâ canlandıran rahmet suyunu sunmaya devam etmektedir.
Ama biz, kabımızı o çeşmenin altına tutmuyor, çeşmeden
yararlanmayı bilmiyorsak suç elbette çeşmenin değil; bizimdir. Karanlıklarda
yaşayan insan çeşmenin yolunu unutmuş olabilir, ama
çeşmenin suyundan az da olsa tatmış olanların yapmaları gereken
büyük görevleri olmalıdır. Hele o çeşmenin yanı başındaki yangınları
farkeden itfaiyeci (dâvet ve tebliğci) görevini yapmıyorsa,
karanlıktan yararlanarak yangını çıkaran ve değişik araçlarıyla
yangını körükleyenler kadar, o da suçlu değil midir? Kendilerini
ve toplumlarını değiştirmek isteyenlere Kur’an yardıma hazırdır;
KUR’AN
- 35 -
referansları, örnekleri ortadadır. Değişim ve dönüşüm projelerini,
kendisine yöneleceklere sunmaya, yol göstermeye, yollarını aydınlatmaya
hazır beklemektedir.
Bir ilâcın şifaya vesile olması için, o ilacın kullanılması gerekir.
Sadece reçetenin veya prospektüsün okunmasıyla şifa beklenemez.
“Kur’an şifadır.”103 Hem ferdî hastalık, problem, stres ve
buhranlarımıza; hem de sosyal kargaşamıza. Aynı zamanda devlet
yönetiminin ölümcül hastalıklarına şifadır. Bunun böyle olduğu
sayısız deney ve tecrübelerle kanıtlanmış tarihî ve güncel bir
vâkıadır. Aynı ilaç, bayatlamadan bozulmadan duruyor. Raflarda,
kabından açılmadan tutuluyor. Uygulayacak hastaları bekliyor.
Kur’an, gerçekten âlemlerin Rabbi namına bir İlâhî hitaptır.
Bütün kâinatın Sahibi, bütün mahlûkatın Halikı namına bir ezelî
konuşmadır. Hakîm, Kerîm ve Rahîm bir Rabbin kelâm-ı Ezelîsi
olarak sonsuz hikmet, kerem ve rahmet yüklüdür. Furkan’dır ve
mu’cizü’l-beyandır. Dolayısıyla onu okumak, okumaların en güzelidir.
Onu dinlemek, dinlemelerin en güzelidir. Onunla düşünmek,
tefekkürün en güzelidir. Ona göre yaşanan bir hayat, hayatların
en güzelidir. Tüm bunlarla birlikte, unutulmaması gereken husus,
eşsiz bir hidâyet rehberi olan Kur’an’ın doğru bir niyetle okunmasıdır.
Kur’an’dan öğrendiğimize göre, ona yönelirken dikkat edilecek
hususlar şunlardır: İyi niyet, istiaze, Kur’an’a temiz olarak
dokunup yaklaşmak, Kur’an’a kulak verip susmak, onu tane tane,
özümseyerek okumak.
Mü’min, Kur’an insanıdır. O’nu okumak, anlamak ve yaşamakla
emrolunmuştur. İnandığı ve hayat nizamı edindiği Kur’an’a karşı
mü’minin ilk vazifesi, O’nu sık sık okumaktır. Kur’an’ın ilk emri
“oku” iken O’nu okuyamamanın mâzereti olamaz. Her mü’min,
asgari olarak günde beş defa namaz aracılığı ile Kur’an’la doğrudan
doğruya bir bağlantı kuracaktır. İslâm’ın iman, ahlâk, iktisat,
hukuk vs. düsturlarını teşkil eden Kur’an âyetlerini, Rabbinin
huzurunda, Rabbinden indirildiği şekliyle okuyarak ve dinleyerek
Allah’a ibâdet edecektir. Kur’an’ı okumak, mü’min için ne derece
lüzumlu ise, öğrendiklerini korumak ve unutmamak da o nisbette
zarûrîdir. Kur’an’ı okumaktan asıl gaye, onu anlamaktır.
İslâm, ana kanunlarını teşkil eden Kur’an’ın anlaşılmasını belirli
bir zümrenin tekeline bırakmamıştır. Kur’an, her bir kişi için
gönderilmiştir ve Kur’an mesajı ana hatlarıyla herkes tarafından
anlaşılacak kadar açıktır. “Andolsun ki biz, Kur’an’ı anlaşılması;
103] 10/Yûnus, 57; 17/İsrâ, 82; 41/Fussılet, 44
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 36 -
üzerinde düşünülmesi için kolaylaştırmışızdır. O halde bir düşünen (ibret
alan) var mı?”104 Kur’an’ı biraz olsun anlayarak okumuş olmak için,
Kur’an’ın orijinal harfleriyle yazılmış metnini ihtivâ eden meal ve
tefsirlerden sıra ile günlük dersler takip etmeliyiz. Bir sayfa metin,
akabinde de okunan sayfanın meal ve tefsirini okumalıyız. Ayrıca,
çeşitli konulardaki Kur’an âyetlerini açıklayan ilmî eserleri de ciddi
bir gayretle takip etmeliyiz. Kur’an’ı okumanın, onu anlamak
için olacağı gerçeğini kavrayamayan birçok mü’min, Kur’an’ı yıllarca
okudukları, defalarca hatmettikleri halde, meal ve tefsirlere
rağbet etmedikleri için, Kur’an’ın mana zenginliklerinden feyz
alamamışlar, ellerindeki Kitab’ı hayatlarına geçirememişlerdir. Biz,
bu duruma düşmemeliyiz.
Kur’an’ımızı okumak, anlamak için olacağı gibi; anlamak da
şüphesiz tatbik etmek için olacaktır. Mü’minin Kur’an’a imanı, zaten
onu yaşamak içindir. “İşte bu Kur’an, indirdiğimiz mübarek bir Kitabdır.
Artık Kur’an’a uyun, (onun emir ve yasaklarına aykırı davranıştan)
sakının ki merhamet olunasınız.”105 Mü’min, Kur’an’ı, musikisinden
yararlanmak ve kültürünü artırmak için okumayacaktır. Onu yaşamak
için öğrenecek, okuyacak ve dinleyecektir. “Allah, şu Kur’an’la
amel eden toplumları yükseltir. Onun izinden gitmeyenleri de alçaltır.” 106
Tatbik olunmayan bilgilerden bir menfaat edinilemeyeceği
gibi; inanılan, okunan, anlaşılan, fakat yaşanmayan Kur’an’dan
da özlenen faydalar sağlanamayacaktır. “Benim zikrimden
(Kur’an’ımdan) yüzçeviren kişi(ler) için (buhranlarla dolu) dar bir hayat ve
geçim sıkıntısı vardır.” 107
Bir ilke, bir kanun fert ve cemiyet hayatında ilgi ve saygı görüyor,
tatbik olunuyorsa onun varlığının anlamı ve değeri vardır.
Yok, sadece varlığına ve gerekliliğine inanılmakla yetiniliyor da
fertlerin irâdelerine ve toplum hayatının akışına yön vermiyorsa
onun mevcudiyetinin fiilî bir önemi yoktur. İnanılan ve kabul edilen
bu ana kaideyi iman ve amel hayatımıza uygulayarak şu soruları
kendimize yöneltebiliriz:
Tefsir, Te’vil, Tercüme ve Meal
Tefsir, İlâhî muradı kesin olarak beyan ettiği için çok daha
hassâsiyet ve itinâ gerektiriyor. Aynı zamanda tefsiri yapanı derin
ve ağır bir sorumluluk altına sokmuş oluyor. Bu yüzden, Hz.
Peygamber’den veya sahâbeden sahih bir rivâyetle menkul
104] 54/Kamer, 17
105] 6/En'âm, 155
106] Riyâzü's-Sâlihin ve Terc. II, 341
107] 20/Tâhâ, 124
KUR’AN
- 37 -
olmayan haber ve izahlara itibar edilmemelidir.
Te’vil, muhtemel mânâlardan birini tercih etmek olduğuna
göre, burada te’vili yapanın tercihi önem kazanıyor. Şüphesiz
ki, âyeti te’vil eden kişinin bilgi ve kabiliyeti, İlâhî kelâma ve
Hz. Peygamber’in sünnetine vukufu, Arap dili ve edebiyatına
hâkimiyeti, bağlı bulunduğu mezhebi, hatta yaşadığı çevrenin
sosyo-ekonomik ve politik yapısı, kurumsal faktörler... onun tercihinde
etkili olacaktır. Burada beşerî bir tercih sözkonusu olduğu
için, tercümesinin de daha rahat ve endişeden uzak olarak yapılabileceği
söylenebilir.
Herbiri Kur’an ilimlerinin birer dalı olan Tefsir, Te’vil ve Tercüme;
bunların üçü de, İlâhî mesajın insanlara en güzel şekilde
anlatılıp kavratılmasını hedeflemektedir.
Tefsir
Bir şeyi iyice açıklamak, keşfetmek anlamında “el-Fesr” masdarından
tef’il babında bir kelime. Istılâhta beşerî takat oranında,
Allah Teâlâ’nın muradına delâlet etmesi yönünden Kur’ân-ı
Kerim’i inceleyen bir ilimdir.
Konusu, Kur’an âyetleridir. Gâyesi, iki cihanda selâmete
ve mutluluğa ulaşmak için Allah Teâlâ’nın kitabını yine O’nun
murâdına uygun bir şekilde anlamak, anlatmak ve yararlı hükümler
çıkarmaya kudret kazanmaktır.
Tefsir ilminin şerefi: Bu ilmin şerefi, bilinen bir gerçektir. Allah
Teâlâ; “Dilediğine hikmeti verir, hikmet verilen kimseye çok şeyler
verilmiştir”108 buyurur. İbn Abbas (r.a.)’dan gelen bir rivâyete göre
âyet-i kerimede geçen “hikmet” kelimesi, Kur’an’ın nâsihini,
mensûhunu, muhkem ve müteşâbihini, ilk ve son inen âyetlerini,
helâl ve haramını, mesellerini bilmek anlamındadır. Âlimlerin
icmâ’ına göre Tefsir ilmini öğrenmek farz-ı kifayedir. Bu itibarla
Tefsir ilmi Şer’î ilimlerin en yücelerindendir. Mevzû, gâye ve kendisine
duyulan ihtiyaç yönünden de ilimlerin en şereflisidir. 109
Tefsire olan ihtiyaç: Kur’ân-ı Kerîm’in tefsirine büyük bir ihtiyaç
vardır. Vakıa, Kur’ân-ı Kerîm bir belâğat mûcizesidir, birçok
meseleleri, hükümleri pek açık lafızlarla beyan buyurmuştur. Fakat
ilmî, edebî, ahlâkî, hukukî, sosyal hakikatlerine kadar açık bir
tarzda yazılmış olurlarsa olsunlar; yine bunları herkes gereği gibi
anlayamaz; bu hususta şerhlere, izahlara ihtiyaç görülür. Bunun
108] Bakara, 269
109] Mennâ' el-Kattan, Mebâhis Ulumi'l-Kur'an, Beyrut, 1408/1987, s. 327
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 38 -
içindir ki, en beliğ ediplerin, en güçlü yazarların eserleri hakkında
birçok şerhler, haşiyeler yazılmıştır.
Bununla beraber, herhangi bir mesele, birçok meselelerle ilgili
olabilir. Mütehassıs olmayanlar bu ilgiyi göremezler. Bu meseleleri
bir arada düşünmeye ve mütalâaya muktedir olamazlar. Müfessirler
ise, her meseleyi izah eder ve o mesele ile ilgili olan diğer
meseleleri de ortaya koyar. Artık bu hususta bilinmesi gereken
maddeler bir tablo halinde gözler önüne serilir. Böylece mütalâa
sahipleri fazla araştırmalardan kurtulmuş olur; az zamanda çok
bilgi sahibi olurlar. Bir de herkes, Kur’an lafızlarının, ibarelerinin
inceliklerini anlayamaz ve en ibret verici noktasına işaret edilen
bir kıssanın, bir olayın teferruatına vakıf olamaz. Müfessirler ise,
lafızlara ait incelemeleri yaparlar, kelimelerin ve terkiplerin hakiki,
mecazî ve kinayeli mânâlarını, işaretlerini, delâletlerini gösterirler,
Kıssalara, olaylara dair yeterli derecede bilgi verirler. Böylece
Kur’an’ın hakikatları, güzellikleri büyük bir açıklıkla ortaya
çıkarmış olur.
Tefsirler başlıca iki kısma ayrılır:
1- Rivâyet tefsirleri: Bu tefsir, selefden nakledilegelen eserlere
dayanan tefsir-i naklîdir ki, buna et-Tefsir bi’l-me’sur veya Bi-
Tariki’r-Rivâye Tefsir de denir. Bu tefsirlerde âyetlerin mânâları,
nüzûl sebepleri, nâsıh ve mensuh olanları gösterilir. Böylece
rivâyet yolu ile yapılan tefsirlerin başlıca kaynakları, Hadis-i Şerif
kitapları ile Siyer ve Tarih kitaplarıdır. Bunlara muhalif, aklın hükmüne
aykırı olan rivâyetlere itimat edilmez.
2- Dirâyet Tefsirleri: Buna rey ile tefsir de denir. Bu tefsirde
müfessir, âyet hakkında açıklayıcı bir nakil bulamayınca reye başvurur.
Yani ictihad eder, ve Lugat, Belâğat gibi lisan ilimlerinden
yararlanır. Müfessir bunu yaparken, müfessirde aranan bazı şartları
taşıması tabiidir. Gerek rivâyet ve gerekse dirâyet sahasında
oldukça faydalı birçok tefsir te’lif edilmiştir.
Terceme: Bu kelimenin kökü dört harfli (rubâî) “Terceme” fiilidir.
Cevheri bu kelimenin “Raceme”den geldiğini söylemektedir.
Lügat mânâsı bir çok manaya gelmekle birlikte; bir kelâmı, bir
dilden başka bir dile çevirmek, demektir. IstIlâhi mânâsı ise, bir
kelâmın mânâsını diğer bir lisanda dengi bir tabir ile aynen ifade
etmektir. Tercüme yapılırken, kelâmın bütün mânâ ve maksatlarına
itina gösterilmesi icab etmek gerekir. 110
110] Cevherî, Sıhah, 5/1928; Zebidî, Tâcu’l-Arûs, 8/211; Menâhil, 2/16; Zehebî, et-
Tefsîr ve’l-Müfessirîn, 1/23; Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, 215-216
KUR’AN
- 39 -
Terceme iki kısımda incelenebilir:
1) Harfî veya lafzî terceme: Aslına benzemesi gözetilen, başka
bir deyimle eş anlamlılardan birinin yerine konulmasını hedefleyen
tercemedir. Lafızları çeşitli yönlerden incelenmesini gerektiren
zor bir terceme türüdür. Kur’an için mümkün değildir. Çünkü
bütün insanlar ve cinler bir araya gelseler benzerini meydana getiremezler.
Aksi taktirde Kur’an’ın belâğat hususiyetleri ve i’cazı
kaybolur.
2) Mânevî veya tefsiri terceme: Nazmında ve tertibinde aslına
benzemesi gözetilmeyen tercemedir. Bunda asıl gaye, mânânın
güzel bir şekilde ifade edilmesi olduğu için uygulaması kolaydır.
Üstelik harfi tercemeye tercih edilmiştir.
Kur’an’ın Tercemesi yapılabilir mi? Bu hususta âlimler farklı
görüşler ileri sürmüşlerdir. Fakat hepsinin ittifak ettikleri nokta
Kur’an’ın harfi tercemesinin yapılamıyacağıdır. Buna karşılık tefsiri
tercemenin yapılacağına izin verilmiştir. Çünkü bu tün terceme,
lafzın mânâsını daha geniş bir sözle mümkün olduğu kadar
ifade etmektedir. Üstelik bu terceme aslının da aynı sayılmamaktadır.
Yalnız yapılan tercemenin Kur’an’ın yerine geçmeyeceği ve
Kur’an’ın değer hükmünü taşımayacağı da bilinmelidir. Kur’ân-ı
Kerim’in zengin olan Avrupa lisanlarına yapılan tercümeleri bile
asıl mânâyı ifade etmekten çok âcizdir. 111
Meal
Yaşadığımız ülkede Kur’ân-ı Kerim tercümesi yerine, daha çok
“meal” lafzı kullanılmaktadır. Özellikle son zamanlarda yapılan
Kur’an tercümelerinin hemen hepsi “meal” diye isimlendirilmişlerdir.
Meal kelimesi, “döndü, aslına rucû etti” anlamına gelen
âle fiilinden türemiştir.112 Meâl; “Evl” kökünden mimli masdardır.
Bir şeyin varacağı yer ve gâye mânâsında ism-i mekân da olur.113
Mânâsı ise, “bir şeyin hülâsası, zübdesi, neticesi”, âkıbeti ve dönüp
varacağı yer (masîr) demektir. “İşte dayanamadığın işlerin te’vili/
içyüzü budur.”114 Bu âyette geçen te’vilin aslının “meal” olduğu ve
bu mânâda kullanıldığı da söylenmiştir. 115
Meal kelimesi lügatte “evl” kökünden mimli mastardır. Bir
111] Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, 217-218; Ali Turgut, Tefsir Usûlü ve Kaynakları,
222-223
112] İbn Teymiyye, Meccmeu' Fetâvâ, 13/291; Mennâ' el-Kattan, Mebâhis fî
Ulûmi'l-Kur'an, 325
113] Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, I (Mukaddime, 30; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, I/33
114] 18/Kehf, 80
115] Mennâ' el-Kattan, 326
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 40 -
şeyin varacağı yer ve gâye mânâsına mekân ismi de olur. Bir şeyin
koyulaşıp katı hale gelmesine de meal denir. Istılâhta ise, bir sözün
mânâsının her yönüyle aynen değil de, biraz noksanıyla ifade
edilmesine meal denir. İşte Kur’ân-ı Kerim’in tercemesi için kullanılan
meal kelimesi, onu aynen terceme etmeye imkan olmadığını,
daha doğrusu yapılan işte bir eksikliğin mevcud olduğunu belirtmek
içindir. Arapça bilmeyen müslümanlara, mümkün mertebe
Allah’ın kelâmını kendi dilleriyle anlatmak ve müslüman olmayanlar
arasında İslâm’ı yaymak için Kur’ân-ı Kerimin tercemesi zaruridir.
Salahiyetli veya salahiyetsiz şahısların yaptıkları tercemelerde,
fahiş hatalar yapıldığı gözönünde bulundurulacak olursa,
müslümanlar tarafından doğruya en yakın bir şekilde, Kur’an’ın
bütün dillere tercemesi şartı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Bunun da selâhiyetli heyetler tarafından yapılması gereklidir. 116
Buraya kadar serdedilen mâlumattan, Kur’an’ın bütün özellik
ve inceliklerini, mânâ ve maksatlarını edâ ederek tercümesinin
mümkün olmadığı anlaşılıyor. Bu durumu ileri sürerek Kur’an’ın
başka dillere çevrilmesine itiraz edenler olabilir. Nitekim böyle de
olmuştur. Ancak, unutmamak gerekir ki, Kur’an sadece Araplara
nâzil olmamıştır. Hz. Peygamber evrensel bir mesaj sunmuştur.
Onun bu misyonu, Kur’ân-ı Kerim’de “âlemlere rahmet”,117 “tüm insanlara
beşîr/müjdeleyici ve nezîr/uyarıcı”118 olarak gönderilmiş olmak
gibi ifâdelerle belirtilmektedir. Tebliğ ettiği Kur’an’ın da bütün
beşeriye indirildiğini beyan eden pek çok âyet mevcuttur. 119 Dolayısıyla,
Kur’an’daki emir ve yasaklar, kural ve kaideler, hüküm
ve hikmetler Araplar kadar, dilleri farklı olan diğer müslümanları
da, hatta bütün insanları da ilgilendirmektedir. O halde Kur’an,
Arapların dışındaki müslümanların onu anlayıp kavramalarıy, emir
ve yasaklarına şuurlu bir şekilde uymaları, kıssa ve hikmetlerinden
ibret almaları... diğer insanların da üzerinde düşünüp tedebbür
etmeleri, tahkik ve tedkiklerde bulunmaları... için, eksik ve yetersiz
de olsa onların dillerine tercüme edilmeli; ancak bunun “meal”
olduğu da belirtilmelidir.
Kur’ân-ı Kerim, sadece Türkçe değil; hiçbir dile aynen çevrilemez.
Her ne kadar Farsça, Fransızca, İngilizce gibi bazı diller, kelime
hazinesi açısından zengin iseler de, yine de Kur’an’ın tüm mânâ
ve maksatlarıyla bu dillere tercüme edilmesi mümkün olmamakta,
116] Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, 220-221
117] 21/Enbiyâ, 107
118] 7/A'râf, 158; 34/Sebe', 28; 35/Fâtır, 24
119] Bk.2/Bakara, 158; 6/En'âm, 19; 17/İsrâ, 82, 89; 18//Kehf, 54; 30/Rûm, 58; 39/
Zümer, 27; 41/Fussılet, 44
KUR’AN
- 41 -
bu açıdan bu diller de yetersiz kalmaktadır. Buna rağmen, hemen
hemen tüm bu dillere yapılan çevirilere “Kur’an tercümesi” denmiş,
sadece içinde yaşadığımız toplum, Kur’an’a duyduğu sevgi
ve saygının bir gereği olarak tercümeye “meal” deme nezâket ve
inceliğini göstermiştir. 120
Kur’ân-ı Kerim’in Doğu ve Batı Dillerindeki Tercemeleri
Kur’anı Kerim Hz.Peygamber Aleyhisselam’a indirilirken
bir yandan da çeviriliyordu. Aynı zamanda değişik dillere sahip
uluslar Müslüman olduklarında onlar kendi dillerine çeviriyordu.
Selman-ı Fârisî Farsça’ya çevirmişti. İlk tercümeler Farsça ve Türkçe
dillerindeydi. Batı’da Latince olarak tercümenin tarihi 1143’tür. Bu
türcüme 1543’te basılmıştır. Bugün bütün dünya dillerinde Kur’an
tercümesi bulunmaktadır. Kur’ân-ı Kerim’in İslâm’ın ilk devrinden
itibaren başka dillere tercüme edildiğine dair örneklere rastlamaktayız.
Kur’ân-ı Kerim hemen hemen bütün Avrupa dillerine
terceme edilmiştir. Doğu ve Afrika dillerinin de çoğuna tercüme
edilen Kur’an’ın hemen her dilde meali vardır.
65 dilde 2 bin 672 adet basılmış Kur’ân-ı Kerim tercümesi var.
Sırasıyla Farsça, Türkçe ve Urduca tercümeler, tespiti yapılan tercümelerin
yaklaşık yüzde 95’ini oluşturuyor. Bu oran Türkçe meal
çalışmalarının ne kadar yaygın olduğunu ortaya koyuyor.
Türkçe Mealler
En eski elyazması Türkçe meal Şirazlı Hacı Devletşah oğlu
Muhammed’in istinsah ettiği (1333) mealdir ve Türk-İslam eserleri
Müzesi’ndedir. Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki bir nüsha Harezm
Türkçesinde yapılmıştır.
Osmanlı Türkçesiyle yazılmış ve kelime kelime yapılmış olan
tercemelerin, muhtelif kütüphanelerimizdeki sayısının 60’a vardığını
biliyoruz. Latin harfleriyle yapılmış meallere gelince, sayıları
hayli çoktur ve gittikçe artmaktadır. Günümüzde yayınlanan Türkçe
meal sayısının 2010 yılı itibarıyla 200’e yaklaştığını ifade edebiliriz.
Türkçe yazılmış veya Türkçeye tercüme edilip yayınlanmış
tefsir sayısının da 50 civarında olduğunu belirtelim.
Bu kaynağın herkes tarafından okunup anlaşılması için çabalar
her dönemde sürüyor. Bu yüzden pek çok kişi Kur’an meal ve
tefsiri yazdı. Kesin olmayan bilgilere göre Türkiye’de 2000 yılı itibarıyla,
son 50 yılda 115 farklı kişi, 115 farklı meal kaleme aldı
ve piyasaya sürdü. Mustafa Nejat Sefercioğlu, İslâm Tarih, Sanat
120] Hidâyet Aydar, Kur'ân-ı Kerim'in Tercümesi Meselesi, s. 73-75
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 42 -
ve Kültür Araştırma Merkezi’nin (IRCICA) 1998′de tamamlanan
bir araştırmasından yola çıkarak “Kur’an Bibliyografyası” isimli bir
kitap yazdı. En çok basılıp satılan meal olarak, rekor, aslında özel
olarak meal şeklinde yazılmayan, tefsirinden alıntı olarak basılan
Elmalılı Hamdi Yazır’ın mealindedir. İlk basıldığı haliyle ve farklı
kişilerin sadeleştirip farklı yayınevlerince basılan günümüz diliyle
Elmalılı meali bir milyondan fazla sattı. Yarım milyonu deviren
meallerin sayısı da azımsanamaz. İşaret Yayınları’nın bir yetkilisi,
Muhammed Esed’in “Kur’an Mesajı” mealinin 500 binden çok
sattığını söylüyor. Yaşar Nuri Öztürk’ün “Kur’an-ı Kerim Meali
(Türkçe çeviri)” kitabı 150 baskı yaptı. Bu da 500 bin civarında
bir satışa tekabül ediyor. Prof. Suat Yıldırım ve Prof. Süleyman
Ateş’in mealleri de çok satanlardan. Diyanet İşleri Başkanlığı da
farklı kişilere meal yazdırıyor. Bir heyet tarafından kaleme alınan
ve Türkiye Diyanet Vakfı tarafından çıkarılan “Kur’an-ı Kerim Meali”
ve yine Diyanet tarafından bastırılan Prof. Dr. Halil Altuntaş
ile Dr. Muzaffer Şahin imzalı aynı adlı eser de çok satanların başında.
Türkiye’de yılda tahminen 650 – 700 bin adet meal okuyucuyla
buluşuyor.
Kur’ân’ın Tedrîcî Olarak İnzâl Edilmesi
Kur’an, peyderpey, parça parça indirilmiştir. Kur’an, Hz.
Peygamber’in yirmi üç yıllık risaleti süresince âyet âyet, bazen
birkaç âyet, bazen de kısa sûreler hâlinde, ama aralarında mutlaka
zaman boşlukları bulunarak nâzil olmuştur. Bunun önemli
bir yönü bulunmaktadır; zira Kur’an’ın bu şekilde indirilişi, bizlere,
onun anlaşılması ve uygulanmasına dair bir yöntem/usul de
sunmaktadır.
Kur’an, Hz. Peygamber’e ilk defa Ramazan ayında,121 mübârek
bir gecede,122 Hira mağarasındayken indirilmeye başlanmıştır.
Hz. Peygamber’e inen ilk âyetler Alâk Sûresi’nin ilk âyetleridir.123
Kur’an’ın bu ilk inişinin -yaklaşık olarak- hicretten önce on üçüncü
yılda (ki milâdî Temmuz veya Ağustos 610 tarihine denk gelmektedir),
Hz. Peygamber kırk yaşlarında iken gerçekleştiği belirtilir.
Kur’an’ın peyderpey indirilişinde, önemli hikmetler mevcuttur.
Kur’an’ın peyderpey indirilişine, bizzat Kur’an’ın kendisi tanıklık
etmektedir:
“Kâfirler ‘Kur’an ona bir bütün olarak bir kerede indirilseydi ya!’ derler.
121] 2/Bakara, 185
122] 49/Duhân, 3; ayrıca Bk.97/Kadr, 1
123] Buharî, Bed’ü’l-vahy, 1
KUR’AN
- 43 -
Oysa Biz onu kalbine iyice yerleştirelim diye indirdik ve böyle belli bir düzen
içinde ağır ağır okuduk.” 124
“Biz bunu (Kur’an’ı) hakikatle indirdik ve o da sana hak olarak indi.
Biz seni yalnızca bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Ve ayrıca
onu insanlara yavaş yavaş okuyasın diye bir okuma/kur’an olarak bölüm
bölüm ayırdık ve parça parça indirdik” 125
“Parça parça inene (Kur’an’a) ant olsun!” 126
“(Kur’an’ın) parçalar hâlinde indirilişini tanıklığa çağırırım. Eğer bilirseniz
bu büyük bir yemindir. O gerçekten değerli bir okumadır/kur’andır.
Sağlam korunan kelâm içindedir. Ona ancak arındırılmış olanlar dokunur.
Âlemlerin Rabbinden indirilmedir!” 127
Bu âyetler hem Kur’an’ın Hz. Peygamber’in yirmi üç yılı bulan
peygamberliği süresince peyderpey (müneccemen) vahyedilmiş
olmasındaki tarihî gerçeği, hem de bununla birlikte kendi içinde
tutarlı bir bütün olduğunu128 ve dolayısıyla ancak bir bütün olarak
ele alınırsa, yani her bölümü diğer bütün bölümler gözönünde
bulundurularak okunursa tam olarak anlaşılabileceğini ifade etmektedir.
Kur’an’ın Muhtevâsı ve İşlevi
Bütün peygamberlerin getirdiği din, İslâm/Teslimiyet olduğundandır
ki onlara uyanları da Allah “Müslüman/Teslim olan” diye
adlandırmıştır: “Ve Allah uğrunda gösterilmesi gereken çabayı gösterin.
O sizi seçti ve din konusunda üzerinize bir zorluk yüklemedi. Atanız
İbrâhim’in milletini/inancını izleyenler olarak, elçinin size, sizin de bütün
insanlara tanık olmanız için sizi önceden Müslüman/Teslim olanlar diye
isimlendirdi. Öyleyse namaz kılın ve zekât verin ve sımsıkı Allah’a bağlanın.
Sizin efendiniz odur. O ne yüce Efendi, ne yüce Yardımcıdır.” 129
Allah’ın, Müslümanlar olarak adlandırdığı kimselerin oluşturduğu
topluluğun, çevresinde halkalandığı inanç merkezi (ümmet)
de ortaktır: “Gerçek şu ki bu sizin ümmetiniz tek bir ümmettir; çünkü
hepinizin Rabbi benim. Öyleyse bana kulluk edin.”130; “Muhakkak ki bu
sizin ümmetiniz bir tek ümmettir, çünkü hepinizin Rabbi benim. Öyleyse
Benden sakının.” 131
124] 25/Furkân, 32
125] 17/Isrâ,105-106
126] 53/Necm, 1
127] 56/Vâkıa, 75-80
128] 4/Nisâ, 82
129] 22/Hac, 78
130] 21/Enbiyâ, 92
131] 23/Mü’minûn, 52
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 44 -
Farklı zamanlarda ve farklı coğrafyalarda yaşamalarına rağmen,
kendilerini Allah’a teslim edenlerin, içinde yaşadıkları şartlar
gereği getirilen özel durum ve uygulamalar dışında (“Biz herbiriniz
için bir yol/sistem (şir’a) ve bir hayat tarzı/yöntem (minhac) belirledik.
Eğer Allah dileseydi hepinizi bir tek topluluk yapardı, ama size indirdikleri
aracılığıyla sizi sınamak için böyle diledi. O hâlde hayırlı işlerde yarışın!
Hepinizin dönüşü Allah’adır; o zaman Allah farklı olduğunuz hususları
size bildirecektir.”132 Tek Allah inancına dayanan bütün dinler, Hıristiyanlık
ve yahûdiliğin sonradan tahrif olmasıyla birlikte, aslı
itibarıyla hak dindir, evrensel bir bütünlüğe ve ortak bir yapıya
sahiptir: “O, sizin için dinden Nûh’a emrettiğini ve sana vahyettiğimizi,
İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya emrettiğimizi teşrî buyurdu. Dini tastamam
yerine getirin ve bu konuda ayrılığa düşmeyin.” 133
Allah’ın bütün peygamberleri aracılığıyla gönderdiği ve adına
İslâm dediği bu dinin temel ilkelerini de yine Allah kendisi açıklamaktadır.
Bu ilkeler kurtuluşun temel ve yegâne şartıdır. Bu şartlar
peygamberlere gelen bütün vahiylerin ortak paydasıdır. Bu
sebeple Kur’an’ın getirmiş olduğu her türlü mesaj, emir, nehiy ve
açıklama, bu şartlar altında ele alınabilir. İşte bütün inananların
ortak olarak üzerinde birleştikleri şartları Kur’an bize şöyle açıklar:
“Hiç kuşku yok ki (bu ilâhî kelâma) inananlar ile Yahûdi inancının
takipçilerinden, Hıristiyanlardan ve Sâbiîlerden her kim Allah’a ve âhiret
gününe inanır ve (bu inanca) uygun ve doğru işler yaparsa elbette onların,
Rableri yanında mükâfatları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur. Ve onlar
üzülmeyeceklerdir de.” 134
Kur’an’ın Bölümleri
Âyet: Sözlükte işaret, delil, alâmet anlamlarına gelen âyet
kelimesi Kur’an’da mûcize, alâmet, ibret, delil ve benzeri anlamlarda
kullanılır. Kâinatta bulunan her şey bir âyettir; zira Allah’ın
varlığına ve yüceliğine işaret eder. Kur’an’ın en küçük birimi de
âyettir; zira o da Allah’ın mesajını göstermektedir. Bazı sûrelerin
başında bulunan müstakil harflerin (hurûf-ı mukattaa) âyet sayılıp
sayılmamasından ve iki âyeti birbirinden ayıran durakların
tespitindeki değişik yaklaşımlardan dolayı Kur’an âyetlerinin sayısı
hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bu görüşlere göre
âyetlerin sayısı, 6204, 6214, 6219 şeklinde farklılık göstermektedir
ki, elimizde mevcut olan Kur’ân-ı Kerîm mushafları 6236 âyetten
oluşmaktadır. Bir sûrenin içindeki âyetlerin sıralanışı/tertibi Hz.
132] 5/Mâide, 48
133] 42/Şûrâ, 13
134] 2/Bakara, 62; 5/Mâide, 69
KUR’AN
- 45 -
Peygamber’in talimatına dayanmaktadır.
Sûre: Sözlükte yüksek rütbe, mevki, yüksek bina, etrafı surlarla
çevrili şehir anlamlarına gelen sûre kelimesi Kur’an’ın, en az
üç âyetten oluşan, farklı uzunluklara sahip her bir özel bölümüne
verilen addır. Kur’an’da 114 sûre bulunmaktadır. En uzun sûre
286 âyetli Bakara, en kısası ise 3 âyetli Kevser’dir. Mushaflarda ilk
sûre Fâtiha, son sûre de Nâs’dır. Sûrelerin isimleri tevkıfî (Hz. Peygamberin
emri ve işaretine bağlı) olmadığından bazen bir sûrenin
birden fazla ismi bulunmaktadır.
Cüz: Altı yüz sayfalık Kur’an mushafının yirmi sayfalık her bir
bölümüne denir. Kelime anlamı parça, bir bütünü oluşturan bölüm
demektir. Kur’an otuz cüze bölünmüştür.
Aşr veya Rukû‘: Her bir sûrenin içinde bir pasaj tarzında konu
bütünlüğüne sahip olan ve âyet sonundaki duraklarda “ayn” harfiyle
gösterilen kısa bölümlerin adıdır. Yaklaşık onar âyetten oluşurlar.
Kur’an İlimlerine Dair Kimi Kavram ve Terimler
Kur’an’ın inişinden itibaren, ona inananlar bu İlâhî kelâmı
anlamaya ve hayatlarında canlı kılmaya çabalamışlardır. Ancak
Kur’an’ın inişinin üzerinden zaman geçtikçe Kur’an’ın indiği dönemde
yaşayan insanların karşılaşmadığı kimi anlama sorunları
ortaya çıkmaya başlamıştır. Her kuşak kendinden önceki nesillerin
Kur’an’a dair anlayış ve yorumlarını öğrenmiş ve kendinden sonrakilere
aktarma ihtiyacı duymuştur. Kur’an’ın indiği dönemde yaşayan
insanlar (sahabe) elbette bu inişe tanıklık etmiş; hangi şartlarda
hangi âyetlerin indiğini, dolayısıyla âyetlerin delâlet ettiği
anlamların neler olduğunu herhangi bir sorun yaşamadan anlamışlardır.
Zaten Kur’an, onların kullanageldikleri ve hiçbir sûrette
yabancılık çekmeyecekleri bir dil formunda nâzil olmuştur. Ancak
yıllar geçtikçe ve farklı din ve milletlerden insanlar İslâm’a girdikçe
İslâm toplumunda çeşitli görüşler ortaya çıkmaya ve bunlar tartışma
konusu yapılmaya başlanmıştı. Bu etkiyle insanlar sorunları
çözmek üzere Kur’an’a başvurmak durumunda kalmış; ancak her
düşünce sahibi kendi düşüncesini Kur’an’da bulmaya ya da kendi
görüşünü Kur’an’a dayanarak benimsetmeye kalkışmıştı. Bu ve
benzeri sebeplerden ötürü sahabeden itibaren her çağda yaşayan
ilim adamları Kur’an’la ilgili çalışma ve araştırmalar yapmaya
ve bu çalışmalarını belirli bir yönteme göre ortaya koymaya çaba
göstermişlerdir. Yapılan bu çalışmalara Ulûmu’l-Kur’an/Kur’an
Ilimleri denmiş, bu ilimlerde takip edilen yönteme de Usûl-i Tefsir/
Tefsir Yöntemi adı verilmiştir. Şimdi Kur’an İlimlerine dair birtakım
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 46 -
kavram ve terimlere değinelim:
Sebeb-i Nüzûl: Kur’an âyetlerinin iniş sebebi demek olan bu
ifade, Kur’an’ın peyderpey inen parçalarının, belirli bir olgu veya
olay üzerine belirli bir maksadı elde etmek üzere indirildiğini işaret
etmektedir. Kur’an’ın ahkâm (hukukî hükümler) ve ahlâka ait
olan âyetlerinin çoğu, sebeb-i nüzûl adı verilen ortamlarda inmiştir.
Kur’an’ın yirmi üç yıllık bir süre zarfında bölük bölük, âyet âyet
inmesindeki çeşitli hikmetlerden biri de yeni oluşmaya başlamış
bir İslâm toplumunun, gelen vahiyleri özümsemesini kolaylaştırmak
ve bu suretle insanları tekâmülî bir tarzda yavaş yavaş, tedricen
eğitmek ve biçimlendirmektir. İşte sebeb-i nüzûl, vahyin hangi
durumlarda nasıl bir tavır aldığını göstermektedir ki bu da âyetler
arasındaki münasebetleri anlamamızı kolaylaştırıcı bir etkiye sahiptir.
Âyetlerin inişiyle ilgili olarak bahsedeceğimiz iki kavram daha
bulunmaktadır:
1. Mekkî âyetler: Hicretten önce inen ve genellikle iman ve
ahlâkla alâkalı olan âyetlerdir.
2. Medenî âyetler: Hicretten sonra inen ve genellikle ibâdet,
hukuk ve diğer semavî din mensuplarıyla münasebet gibi konuları
ele alan âyetlerdir.
Bu ayrımın bilinmesi hangi hükümlerin hangi olgu ve şartlara
göre nâzil olduğunu öğrenmeyi sağlar ki bu da Kur’an metnini
daha iyi anlamamıza yardımcı olur.
Muhkem ve Müteşâbih: Âl-i Imrân Sûresi’nin yedinci âyetinde
Kur’an âyetleri iki kısma ayrılmıştır:
1. Muhkem: Kelime mânâsı sağlamlaştırılmış, berkitilmiş demek
olan muhkem, mânâsı ve lâfzı itibarıyla herhangi bir şüpheye
yer bırakmayacak şekilde belirgin ve belli olan anlamına gelir.
2. Müteşâbih: Sözlükte birbirine benzeyen, benzeşen anlamına
gelir. Müteşâbih âyet ise ya lâfız ya da mana yönünden başkasına
benzemesi sebebiyle anlaşılmasında kapalılık bulunan, bu
sebeple ilk anlaşılan mânâsı kastedilmeyen âyetler demektir.
Bu durumda muhkem, lâfzın zahirî anlamı itibarıyla yoruma ihtiyaç
duymazken müteşâbih, ilk bakışta anlamı kapalı geldiği/göründüğü
için ancak muhkeme başvurarak anlaşılabilir. Müteşâbih
âyetleri, genellikle, gayb âlemiyle ilgili olan durum ve olguların
sembolik ve benzetme yoluyla anlatımı şeklinde ifadelendirmek
daha uygun bir anlayış olacaktır. Allah’ın sıfatları ile âhiretteki
KUR’AN
- 47 -
mükâfat ve azap durumlarını anlatan âyetler müteşâbih grubuna
girer. Örneğin, bize cennet ve cehennemden bahseden âyetler, tamamıyla
bizim bildiğimiz ve idrâk dünyamıza dâhil olan olgu ve
olaylardan yola çıkarak yapılan tasvir ve anlatımları içermektedir.
135
Hurûf-ı Mukattaa: Kelime anlamı bölünmüş, ayrık harfler demek
olan hurûf-ı mukattaa, Kur’an’ın yirmi dokuz sûresinin başında
bulunan ve elifbâ (alfabe) harflerinin tek olarak kullanılmasıyla
ya da ikili, üçlü, dörtlü veya beşli bir kompozisyon çerçevesinde
bir araya gelmesiyle oluşan; harflerin sesleriyle değil, kendi adlarıyla
“Nûn”, “Yâ. Sîn”, “Elif. Lâm. Mîm”, “Tâ. Sîn. Mîm.”, “Elif.
Lâm. Mîm. Râ.”, “Kâf. Hâ. Yâ. Ayn. Sâd.” şeklinde okunan harfsembollerdir.
Bu harfler hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür.
Bu tür bir kullanımın o dönemki Arap şiir/söz söyleme geleneğinde
mevcut olduğu, hatibin/şairin muhatabın dikkatini söze/
şiire çekmek gayesiyle eserine alfabenin bir veya birkaç harfiyle
başladığı bize kadar ulaşan bilgiler arasındadır. Dolayısıyla Arap
diliyle inen bir kitabın diğer durumlarda olduğu gibi burada da
Arap edebiyat kültüründen faydalanması kadar tabiî bir şey düşünülemez.
Ayrıca şunu da hemen belirtelim ki hurûf-ı mukattaa
hakkında ileri sürülen her türlü düşünce ve yorum nihâyetinde
birer içtihattır. Bu harflerin aslını ve esasını Allah bilir.
Kur’an’ı Okumak ve Anlamak
Kur’an’ı okumaktan bahsederken burada onu Arapçasından
ezbere veya yüzüne okumayı kastetmiyoruz. Elbette yerine getirene
bu tarz bir okuyuşun faydası vardır. Ancak bizim burada
üzerinde durduğumuz husus, Kur’an’ın anlaşılması olduğundan
dolayı Arapça bilmeyen ya da Arapça bilgisi Kur’an’ı orijinal metinden
okuyup anlayacak bir düzeyde olmayan kişinin bu okuyuşu
bizim konumuz dışında kalmaktadır. Dolayısıyla bundan sonra
kullanacağımız “Kur’an’ı okumak” ifadesiyle onun mushaftan,
yani Arapçasından anlamaksızın yüzünden veya ezbere okunmasını
değil, anlamının okunmasını kastettiğimiz önemle akılda tutulmalıdır.
Kur’an, anlaşılmak için okunur. Zira Allah’ın, Resûlullah’a
Kur’an’ı indirmesinin amacı onu insanlara duyurması ve iletmesidir.
136 İnsanlar da kendilerine duyurulan ve iletilen bu mesajı
anlamakla yükümlüdürler.137 Zira hayatlarını Allah’ın istediği is-
135] 13/Ra‘d, 35; 47/Muhammed, 15
136] 16/Nahl, 44, 64; 5/Mâide, 15,19; 14/Ibrâhîm, 4
137] 2/Bakara, 219, 221, 243, 266; 24/Nûr, 61; 7/A’râf, 176; 10/Yûnus, 24; 16/Nahl,
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 48 -
tikamette düzenlemekle sorumlu tutulan insanlar bunu ancak
kendilerinden isteneni anladıkları zaman yerine getirebilirler. Bu
yüzden Kur’an okumak farzdır: “Bir de Kur’an’ı okumakla emrolundum.”
138
Rasûlullah (s.a.s.) “Muhakkak ki ileride kapkaranlık geceler
misâli fitneler olacak!” buyurdu. “Onlardan kurtuluşun yolu nedir,
Ey Allah’ın Resûlü?” denildi. Buyurdu: “Allah’ın kitabı! Onda sizden
öncekilerin olayları, sizden sonrakilerin haberleri ve sizin de hükmünüz
vardır. O, kesin çizgidir; şaka değildir. Her kim kibirlenerek onu terk ederse
Allah onun belini kırar. Her kim ondan başka hidâyet ararsa Allah onu
saptırır. O Allah’ın sapasağlam ipidir. O, apaçık bir nurdur. O hikmetli
bir hatırlatmadır. O dosdoğru yoldur. Hevalar onun sâyesinde kaymaz.
Görüşler onun sâyesinde dağılmaz. Âlimler ona doymazlar. Onun çokça
tekrarı usanç vermez. Hayretengiz yönleri tükenmez. Her kim onun
ilmiyle ilimlenirse ileri gider. Her kim onunla amel ederse ecirlenir. Her
kim onunla hükmederse adalet eyler. Her kim ona tutunursa doğru yolu
bulur.” 139
Kendini Kur’an’a Açmak
Kur’an’ı okumaya niyetlenen kişinin ondan faydalanması için
öncelikle kendisini Kur’an’a açması gerekir. Bu da ancak kendisine
yapılan uyarı ve hatırlatmaya kulak veren için sözkonusudur:
“Sen ancak uyarıyı/hatırlatmayı izleyeni ve gıyaben Rahmân’dan korkan
kişiyi uyarabilirsin.”140 Bu sebeple, Kur’an okumaya yönelen kimsenin
onu okumakla neyi amaçladığını çok iyi belirlemesi gerekir.
Kur’an’ı anlamak için okumalıyız; kendi düşünce ya da emellerimizi
destekleyeceğini umduğumuz âyetleri bulmak için değil.
Kur’an’ı Yaşamak, Kur’anla Yaşamak
Kur’an okumaktan maksat onu anlamak, onu anlamaktan
maksat ise onu yaşamak, pratiğe dökmek, “yap” dediklerini yapmak,
“yapma” dediklerinden de kaçınmaktır. Okuyup anladığımız
hâlde eğer onu uygulamaz isek Peygamber’in Kur’an’da zikredilen
şu sitemine maruz kalanlardan oluruz: “Ve (o gün) Resul şöyle
diyecek: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur’an’ı terk edilecek bir şey olarak gördü.”
141
44; 38/Yâsîn, 29; 4/Nisâ 82; 47/Muhammed, 24; vd.
138] 27/Neml, 92
139] Ahmed b. Hanbel, 1, 91; Dârimî, Fezâilü'l-Kur'ân, 1; Tirmizî, Sevâbü'l-
Kur'ân 14, 2908
140] 36/Yâsîn, 11
141] 25/Furkan, 30
KUR’AN
- 49 -
Huzurun Kaynağı Kur’an
Kur’an anlamamız için kolaylaştırılmıştır. Bunu bize haber veren
bizzat Allah’tır.142 Anlaşılması için kolaylaştırılan Kur’an, hayata
aktarıldığı ve canlı kılındığı durumda insana mutluluk ve huzur
verir; sıkıntı ve darlık değil: “Kur’an’ı sana, bedbaht olasın diye
indirmedik. Yalnızca saygısı olana, yeri ve yüce gökleri yaratan
Allah katından bir öğüt, bir uyarıcı olsun diye indirdik.” 143
Kitaplara İman
“O müttakîler (takvâ sahipleri) ki, sana indirilene (Kur’an’a) ve senden
önce indirilenlere (İlâhî Kitaplara) iman ederler. Onlar âhirete de yakînî
olarak, kesin bir şekilde iman ederler.”144
Kitaplara iman
“O takvâ sahipleri ki, onlar sana indirilene de, senden önce indirilene
de iman ederler.”145
İman esaslarından biri de Kur’an’a ve Kur’an’dan önceki kitap
ve suhuflara (küçük kitaplara) inanmaktır. O kitaplar ki Allah
tarafından Rasullerine gönderilmiş ve Rasuller de hiçbir kapalılık
bırakmadan o kitaplardaki hükümleri insanlara tebliğ etmişlerdir.
Bu kitaplarda Allah insanlara emirlerini, yasaklarını, mükâfatını
ve azâbını açıklamıştır.
Biz müslümanlar, peygamberlere gönderilen kitapların hepsine
inanırız. Ancak, Kur’ân-ı Kerim hâricindeki kitaplar sonradan
insanlar tarafından bozulmaya uğramışlardır. Bu sebeple biz onların
bozulmuş haline değil bozulmamış haline inanıyoruz.
Mü’minlerin Kur’an’a ve önceki kitaplara inanması, Hz.
Âdem’den kıyâmete kadar insanların tek bir dini, tek bir Rabbi olduğunu
ispatlıyor. Onun için de bu inanç büyük bir değer taşır. Bu
akîde, mü’minlerin ruhlarından kötü taassubu kökünden söküp
attığı için büyük öneme sahiptir. Bu akîde sahibi her mü’min, hak
olan geçmiş bütün din ve peygamberlere inanır.
Bu inanca sahip olan insanlar, peygamberden peygambere
intikal eden tek dini (İslâm’ı) bulmuş olurlar. Böylece sağlam bir
akîdeye sahip olduktan sonra Kur’an’a uymaları ve onu pratik hayatlarında
yaşamaları kaçınılmaz bir görevdir. Çünkü hayat tarzını
142] 54/Kamer, 17, 22, 32, 40; 19/Meryem, 97; 44/Duhân, 58
143] 20/Tâhâ, 2-4; ayrıca Bk.13/Ra’d, 28; Kur’an Anlaşılsın Diye, Heyet, Yekder Y.,
s. 10-39
144] 2/Bakara, 4
145] 2/Bakara, 4
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 50 -
ancak Kur’an tesbit eder. Müslümanlar Allah’ın indirdiği kitaba
göre hayatlarını düzenler. Kur’an’ın dışındaki bütün hayat modelleri
yanlıştır ve sapıklıktır. Eğer Kur’an ölçüsüne göre değil de,
insanların akıllarına göre hayat modelleri tesbit edilmeye çalışılırsa,
o zaman ne kadar insan kafası varsa o kadar da hayat modeli
ortaya çıkar. Bu modellerin hiçbir i vahye dayanmadığı gibi, aynı
zamanda herbiri değersizdir. Mü’minin hayat modeli, onu yaratan
Allah tarafından çizilmiştir. Mü’min ondan başkasını kabullenemez.
Bu gerçeği Allah Teâlâ şöyle ifâde ediyor: “Kim İslâm’dan
başka bir din (yol) ararsa, o istediği din kendisinden kabul olunmayacaktır.
Ve o, âhirette de ebedî hursân/zarar çekenlerdendir.”146
Mü’minler bilmelidir ki, İslâm dille söylenen laflardan ibâret
olmadığı gibi, sadece kalple tasdik edilen bir inanç da değildir.
İslâm, Allah’ın dinine teslimiyet demektir. Bu teslimiyet pratik
hayatta bizzat görülmelidir. Yukarıdaki âyette görüldüğü gibi,
mü’minin dini sadece İslâm’dır; İslâm’ın ana kaynağı da Kur’an’dır.
Kur’ân-ı Kerim, kendinden önceki kitapları tasdik eder, fakat
onlarla amel etmeyi emretmez. Kur’an geldikten sonra artık önceki
kitapların hükmü tamamen neshedilmiştir (kaldırılmıştır).
Allah Teâlâ hiçbir insanı tebliğsiz bırakmamıştır. Her topluma
kendi dinini bildirmiştir. Beşer hayatını peygamberlerine gönderdiği
kitaplarla tanzim etmiştir. Her topluma itikad, şeriat, ahlâk ve
edeplerini gösteren hak kitaplar göndermiştir.
Tarih boyunca kimileri bu kitapları alıp kabul etmişler, kimileri
de reddetmişlerdir. Kimileri ise alıp kendilerine göre değiştirmişlerdir.
Bugün yahûdilerde bulunan Tevrat ve hıristiyanlarda
bulunan İncil tamamen değişikliğe uğratılmıştır. Birçok kısımlar
çıkartılmış, birçok kısımlar da ilave edilmiştir. Dolayısıyla önceki
İlâhî kitapların aslı kalmamıştır. Allah Teâlâ da onları neshetmiştir.
Öyleyse bu kitaplara tabi olan hiç kimse hak yolda (İslâm’da)
değildir. Hatta bir defasında Hz. Ömer’in elinde Tevrat sayfalarını
veya Tevrat’ın tefsiri kabul edilen rivâyetleri içeren Mişna kitabını
gören Rasûlullah (s.a.s.): “Ey Ömer, vallahi Hz. Mûsâ da aramızda
olsaydı bana uymaktan başka bir şey yapmazdı.”147 diyerek onun elindeki
Tevrat (veya onun yorumunu içeren) sayfalarını yok etmesini
buyurmuştur.
Öyleyse Mü’min de Kur’an’dan başka hiçbir kaynağa bağlanamaz.
Çünkü Kur’an geldikten sonra -ister değiştirilsinler, ister
146] 3/Âl-i İmran, 85
147] Ahmed bin Hanbel, III, 378
KUR’AN
- 51 -
değiştirilmesinler- hiçbir hükmüne uyulmaz. Onların hükmü kalmayıp
nesholunmuşlardır.
Allah’ın peygamberlerine indirdiği kitaplar büyüklüklerine
göre iki kısımda incelenirler: Suhuflar (Küçük Kitaplar) ve Büyük
Kitaplar.
Suhuf (Sayfalar -Küçük Kitaplar-)
Allah tarafından gönderilen kitaplardan bazıları birkaç sayfadan
meydana gelen küçük kitaplardır. Bunlara sahifeler (sayfalar)
anlamına gelen “suhuf” denilir.
Kur’ân-ı Kerim’de açıklanan bazı öğütlerin “es-suhufu’l-ûlâ (ilk
suhufta/sayfalarda)” mevcut olduğu148 bildirilmiştir. Yine benzer
öğüt ve hükümlerin İbrâhim ve Mûsâ’nın suhufunda/sayfalarında149
da bulunduğu bildirilerek suhuf denilen küçük ebatlı İlâhî
kitapların mevcûdiyeti Kur’ân-ı Kerim’de ifâde edilmiştir. Sayfalar
halinde kayda geçirildiği için Kur’an, Kur’an’a da suhuf der.150 Bununla
birlikte hangi peygambere ne kadar suhuf verildiği açıklanmamıştır.
Kur’ân-ı Kerim, Hz. İbrâhim’in soyundan İshak, Yakup,
Süleyman, Yusuf, Zekeriyya, Yahya Peygamberler’e kitap verildiğini
belirtir.151 Hadislerde de suhuf hakkında fazla bilgi yoktur.
Bazı rivâyetlerde Hz. Âdem’e 10, Hz. Şit’e 50, Hz. İdris’e 30, Hz.
İbrâhim’e 10 sayfa (suhuf) verildiği nakledilirse de, bu konuda kesin
bilgi ifâde eden sahih hadisler mevcut değildir.
Peygamberlerin sayısını bilemediğimiz gibi suhuf ve kitapların
tümünü ve hangi peygamberlere ne miktarda verildiği de Kur’an
ve sahih sünnette tüm ayrıntılarıyla bildirilmemiştir. Peygamberlere
indirilen küçük-büyük bütün kitaplara (suhuf ve büyük kitaplara)
icmâlî olarak iman şarttır.
Büyük Kitaplar
Kur’ân-ı Kerim’in haber verdiği büyük kitaplar dört tanedir.
Bu kitaplar şu peygamberlere gönderilmiştir:
1 Tevrat (’ın bir bölümü, İsrâiloğullarına indirilen kitapların
-Ahd-i Atîk’in- ilk 5 kitabı): Hz. Mûsâ’ya,
2 Zebûr: Hz. Dâvud’a,
3 İncil: Hz. İsa’ya,
4 Kur’ân-ı Kerim: Hz.Muhammed’e indirilmiştir.
148] 20/Tâhâ, 133; 87/A’lâ, 18
149] 87/A’lâ, 19
150] 80/Abese, 13; 98/Beyyine, 2
151] 4/Nisâ, 54; 6/En’âm, 89; 57/Hadîd, 26
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 52 -
Zebûr, Tevrat ve İncil’in aslı bozulmuş, insanlar tarafından tahrif
edilip değiştirilmişlerdir. Kur’ân-ı Kerim, kendinden önceki kitapların
hükmünü nesh etmiş, yani ortadan kaldırmıştır.
Kitapların Gönderiliş Amacı
Kitapların gönderiliş amaçlarının başında insanların dünya ve
âhiret mutluluğunu sağlamak gelir. İnsanı yaratan Allah, insanın
hayatı boyunca takip edeceği itikat, ibâdet, ahlâk, emir ve yasakları
içine alan kitap ve sahifeleri ilk insandan itibaren göndermiştir.
Bu kitaplar sayesinde insanlar hidâyeti, dünya huzuru ve âhiret
saâdeti gibi pek çok gerçeği anlamışlardır.
Vahy ve Vahyin Çeşitleri
“Vahy”in sözlük anlamı: Bir şeyi gizli ve çabuk bildirmek demektir.
Vahyin terim anlamı: Allah Teâlâ tarafından doğrudan
doğruya, ya da elçi melek vasıtası ile peygamberlere bildirilen ve
kesinlik ifâde eden bilgilere vahiy denir.
Vahyin Çeşitleri
1) Sâdık Rüya: Allah dilediği bilgileri doğru bir bilgi ile peygamberlerine
bildirmiştir. Peygamberlerin rüyalarında gördükleri
şeyler aynen gerçek çıkmıştır. Peygamber Efendimize de zaman
zaman vahiy böyle gelmişti.
2) İlham Yoluyla Vahiy: Allah’ın dilediği şeyleri peygamberin
kalbine koyması şeklindeki vahiy çeşididir.
3) Perde Arkasından Vahiy: Allah ile peygamber arasında bir
vasıta olmadan ve söyleyeni görmeden Allah kelâmının işitilmesidir.
4) Melek Aracılığı İle Gelen Vahiy: Allah Teâlâ’nın, bildirmek
istediği bilgileri bir melek ile peygamberine bildirmesi şeklidir. Bu
melek Cebrâil (a.s.)’ dir.
Kitab; Anlam ve Mâhiyeti
Kur’an’ın temel kavramlarından biri olan “kitab” Kitabımızda
255 yerde geçmektedir. Türkçedeki ‘kitap’ anlamı yanında; yazılı
şey, yazı, yazılan ve yazdırılan anlamlarına da gelir. “El-Kitab”:
Allah’ın Kitabı demektir. Kur’an ıstılahında Kitab; Allah tarafından
yazdırılan şey anlamında kullanılır ve bu anlamda imanın temel
konularından biri de Kitaplara imandır.
Kur’an’ın “kitab” la ilgili ifâdelerinden şunların kast edildiği
anlaşılır:
KUR’AN
- 53 -
Genel anlamda vahy152
Son Peygamber’e gelmiş bulunan vahiyler toplamı153
Bütün kâinat
İnsan
Levh-ı Mahfuz’daki Evrensel kayıt kitabı (evrensel kompütür)154
Her ferdin fiillerinin kaydedildiği bireysel disket155
Kur’an’a göre insanın önüne, okunmak üzere konan üç temel
kitap vardır: Kâinat kitabı, vahy kitabı (Kur’an) ve insanın bizzat
kendisi. Kur’an, diğer iki kitabın gereğince okunup değerlendirilmesini
kolaylaştıran bir nurdur (ışık). Evren ve insan adlı kitapların
gerektiği şekilde okunabilmesi için, bizzat Allah, vahy kitabı aracılığıyla
insana yardımcı olmak için devreye girmektedir. Kur’an,
bu üç kitabın belirli pasaj ve parçalarını “âyet” olarak anmaktadır.
Kur’an, bir âyetler topluluğu olduğu gibi, kâinat ve insan da
âyetler topluluğudur.156 Ne vahy kitabı, insan ve eşyaya ait ilimler
olmaksızın çözülebilir; ne de eşya ve insan, vahy kitabı olmadan
layıkıyla anlaşılabilir.
Kur’ân-ı Kerim’in Özellikleri
Kur’an; âlemlerin Rabbi tarafından son peygamber Hz. Muhammed
(s.a.s.)’e indirilen kitabın en çok söylenen ismidir.
Kur’an’ın diğer isimlerinden bazıları da şunlardır: Zikir, Furkan,
Mushaf, Kitabu’l-Mübin, Kelâmullah, Nur, Hüdâ, Şifa, Mev’ize...
Bazı müfessirler, Kur’an veya Kitaba sıfat olarak gelen tabirleri de
sıralayarak, bu isimlerin sayısını yüze kadar çıkarmışlardır.
Kur’ân-ı Kerim, yirmi üç senede peyderpey nâzil olmuştur.
Kitab’ın hepsi bir defada indirilmemiştir. Kur’an, bölüm olarak
114 sûreye ayrılır. Bu sûrelerin hepsi aynı uzunlukta değildir. Elli
sayfalık bir sûre olduğu gibi, bir satırlık sûre de vardır. Sûreler de
âyetlere ayrılır. En kısa sûre üç âyet, en uzun sûre de iki yüz seksen
altı âyettir. Âyetlerin uzunlukları da eşit değildir. Bir sayfalık bir
âyet olduğu gibi bir kelimelik âyetler de vardır. Kur’an, sayfa adedine
göre de cüzlere ayrılır. Her cüz yirmi sayfadır. Kur’an, toplam
otuz cüzdür. Her cüz de kendi içinde dört hizb’e ayrılır. Her hizb,
beş sayfadır.
152] 43/Zuhruf, 4; 13/Ra'd, 39
153] 2/Bakara, 2; 38/Sâd, 29; 41/Fussılet, 3; 43/Zuhruf, 2; 44/Duhan, 2
154] 18/Kehf, 47-49; 45/Câsiye, 29
155] 17/İsrâ, 13-14
156] 51/Zâriyât, 20-21; 41/Fussılet, 53
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 54 -
Kur’ân-ı Kerim, Peygamberimizin en büyük mûcizesidir.
Kur’ân-ı Kerim Allah’ın koruması altındadır. O’nun bir kelimesi
bile değiştirilmemiştir ve değiştirilemeyecektir. Dünyanın bir
ucundaki Kur’an (Mushaf) ile diğer ucundaki Kur’an aynıdır. Allah,
Kur’an’da şöyle buyuruyor: “O’nu Biz indirdik, O’nun koruyucusu elbette
Biziz.”157
Kur’ân-ı Kerim’in Peygamberimize gönderilmesi 23 senede tamamlanmıştır.
Kur’ân-ı Kerim, Hz. Ebû Bekir zamanında yazılı sayfalar
birleştirilerek mushaf haline getirilmiş, Hz. Osman zamanında
çoğaltılmıştır. Kur’ân-ı Kerim’de 114 sûre vardır. Kur’ân-ı Kerim,
yeryüzünde en çok okunan, ezberlenen ve yazılıp basılan kitaptır.
Kur’an’ın âyetleri ruhları coşturur, kalplere huzur verir. Kur’an,
insanları dalâlet ten hidâyete, karanlıklardan nûra, bâtıldan hakka
kavuşturur. Kur’ân-ı Kerim baştan sona hikmet hazinesidir.
O’nun delilleri açık ve ikna edicidir. Haberleri doğru, hükümleri
sağlamdır. Çünkü Kur’ân-ı Kerim Allah kelâmıdır. Bu yüzden
Kur’ân-ı Kerim’de çelişki veya hatalar bulunmaz. Kur’ân-ı Kerim
insanlar için bir rehber, bir yol göstericidir. Allah Kur’ân-ı Kerim’de
şöyle buyurmaktadır: “Bu kitapta asla şüphe yoktur. O müttakîler
(Allah’tan korkanlar) için yol göstericidir.”158; “Sana indirdiğimiz bu kitap
mübârektir; âyetlerini düşünsünler, aklı olanlar da öğüt alsınlar.”159
Kur’ân-ı Kerim’deki sûreler Mekkî ve Medenî olmak üzere ikiye
ayrılır. Mekkî sûreler; Peygamberimiz Medine’ye hicret edene
kadar nâzil olan sûrelerdir. Medeni sûreler; hicretten başlayarak
Peygamberimizin vefatına kadar nâzil olan sûrelerdir.
Mekkî sûrelerde daha çok inancı kuvvetlendirici âyetler nâzil
olmuştur. Medenî sûrelerde ise, daha çok ahkâm âyetleri, yani dinin
dünyada nasıl yaşanacağını gösteren âyetler nâzil olmuştur.
İlk inen âyetler Alak sûresinin ilk 5 âyetidir. Son inen âyet ise
(müfessir ve araştırmacıların çoğunluğuna göre) Mâide sûresinin
3. âyetidir. Kur’ân-ı Kerim Fâtiha sûresi ile başlar, Nâs sûresi ile
sona erer.
Kur’ân-ı Kerim’in birçok ismi daha vardır. Bu isimlerden bazıları
şunlardır: Furkan (hak ile bâtılı ayıran), Hüdâ (hidâyet veren),
Hakîm (hüküm koyan), Nûr, Şifâ, Rahmet, Zikir...
Kur’ân-ı Kerim Allah kelâmıdır. Hiç kimse Kur’ân-ı Kerim’in
157] 15/Hıcr, 9
158] 2/Bakara, 2
159] 38/Sâd, 29
KUR’AN
- 55 -
dengi bir kitap meydana getirememiştir ve getiremeyecektir.
Kur’ân-ı Kerim bu konuda birçok âyette insanlara ve cinlere meydan
okumaktadır: “Bu Kur’an gibi bir kitap meydana getirmek için bütün
insanlar ve cinler bir araya gelseler ve birbirlerine yardım etseler, yine
O’nun bir eşini meydana getiremezler.”160
Ne mutlu Kur’an gölgesinde hayatını sürdüren canlı
Kur’an’lara…
160] 17/İsrâ, 66
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 56 -
Kur’an-ı Kerim İle İlgili Âyet-i Kerimeler
Kitab Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 255 Yerde -ktb kökü ve
türevleri toplam 322 Yerde-) 2/Bakara, 2, 44, 53, 78, 79, 85, 87, 89, 101, 101,
105, 109, 113, 121, 129, 144, 145, 146, 151, 159, 174, 176, 176, 177, 213, 231,
235; 3/Âl-i İmrân, 3, 7, 7, 19, 20, 23, 23, 48, 64, 65, 69, 70, 71, 72, 75, 78, 78, 78,
79, 79, 81, 98, 99, 100, 110, 113, 119, 145, 164, 184, 186, 187, 199; 4/Nisâ, 24,
44, 47, 51, 54, 103, 105, 113, 123, 127, 131, 136, 136, 140, 153, 153, 159, 171;
5/Mâide, 5, 5, 15, 15, 15, 19, 44, 48, 48, 57, 59, 65, 68, 77, 110; 6/En’âm, 7, 20,
38, 59, 89, 91, 92, 114, 114, 154, 155, 156, 157; 7/A’râf, 2, 37, 52, 169, 169, 170,
196; 8/Enfâl, 68, 75; 9/Tevbe, 29, 36; 10/Yûnus, 1, 37, 61, 94; 11/Hûd, 1, 6, 17,
110; 12/Yûsuf, 1; 13/Ra’d, 1, 36, 38, 39, 43; 14/İbrâhim, 1; 15/Hıcr, 1, 4; 16/Nahl,
64, 89; 17/isrâ, 2, 4, 13, 14, 58, 71, 71, 93; 18/Kehf, 1, 27, 49, 49; 19/Meryem, 12,
16, 30, 41, 51, 54, 56; 20/Tâhâ, 52; 21/Enbiyâ, 10; 22/Hacc, 8, 70; 23/Mü’minûn,
49, 62; 24/Nûr, 33; 25/Furkan, 35; 26/Şuarâ, 2; 27/Neml, 1, 28, 29, 40, 75; 28/
Kasas, 2, 43, 49, 52, 86; 29/Ankebût, 27, 45, 46, 47, 47, 48, 51; 30/Rûm, 56; 31/
Lokman, 2, 20; 32/Secde, 2, 23; 33/Ahzâb, 6, 6; 26; 34/Sebe’, 3; 35/Fâtır, 11, 25,
29, 31, 32, 40; 37/Sâffât, 117, 157; 38/Sâd, 29; 39/Zümer, 1, 2, 23, 41, 69; 40/
Mü’min, 2, 53, 70; 41/Fussılet, 3, 41, 45; 42/Şûrâ, 14, 15, 17, 52; 43/Zuhruf, 2, 4,
21; 44/Duhân, 2; 45/Câsiye, 2, 16, 28, 29; 46/Ahkaf, 2, 4, 12, 12, 30; 50/Kaf, 4;
52/Tûr, 2; 56/Vâkıa, 78; 57/Hadîd, 16, 22, 25, 26, 29; 59/Haşr, 2, 11; 62/Cum’a,
2; 68/Kalem, 37; 69/Haakka, 19, 19, 25, 25, 25; 74/Müddessir, 31, 31; 78/Nebe’,
29; 83/Mutaffifîn, 7, 9, 18, 20; 84/İnşikak, 7, 10; 98/Beyyine, 1, 4, 4, 6.
Kitab Kelimesinin Çoğulu Kütüb Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam
6 Yerde:) 2/Bakara, 285, 4/Nisâ, 136; 21/Enbiyâ, 104; 34/Sebe’, 44; 66/
Tahrîm, 12; 98/Beyyine, 3.
Kur’an Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 70 Yerde:) 2/Bakara, 185;
4/Nisâ, 82; 5/Mâide, 101; 6/en’âm, 19; 7/A’râf, 204; 9/Tevbe, 111; 10/Yûnus, 15,
37, 61; 12/Yûsuf, 2, 3; 13/Ra’d, 31; 15/Hıcr, 1, 87, 91; 16/Nahl, 98; 17/isrâ, 9, 41,
45, 46, 60, 78, 78, 82, 88, 89, 106; 18/Kehf, 54; 20/Tâhâ, 2, 113, 114; 25/Furkan,
30, 32; 27/Neml, 1, 7, 76, 92; 28/Kasas, 85; 30/Rûm, 58; 34/Sebe’, 31; 36/Yâsin,
2, 69; 38/Sâd, 1; 39/Zümer, 27, 28; 41/Fussılet, 3, 26, 44; 42/Şûrâ, 7; 43/Zuhruf,
3, 31; 46/Ahkaf, 29; 47/Muhammed, 24; 50Kaf, 1, 45; 54/Kamer, 17, 22, 32, 40;
55/Rahmân, 2; 56/Vâkıa, 77; 59/Haşr, 21; 72/Cinn, 1; 73/Müzzemmil, 4, 20; 75/
Kıyâmet, 17, 18; 76/İnsân, 23, 84/İnşikak, 21; 85/Bürûc, 21.
D- Kur’an’la İlgili Konular
Kur’an’a İman: Bakara, 2, 41, 97, 99, 129, 137, 176, 185,285; Al-i İmran, 4, 7,
87; Nisa, 136, 140, 162; Maide, 15, 48; En’am, 92, 153, 157; A’raf, 2-3, 52; Enfal,
41, Tevbe, 111...
Kur’an’ı ve Âyetlerini İnkâr: Bakara, 98; Al-i İmran, 4, 19, 21-22; Nisa, 56; Maide,
10; En’am, 21, 27, 39, 49, 93, 124, 157; A’raf, 36-37, 40, 177, 182; Enfal,
54; Yunus, 17, 69-70, 95; Hud, 18; Nahl, 56, 62, 116; Taha, 100-101; AnkEbût,
23, 47, 49, 68...
Âyetleri Satmak: Bakara, 41, 174-176.
Âyetleri Gizlemek: Bakara, 159-160, 174-176.
Kur’an Sorumluluğuna Ulaşmak: Haşr, 21.
Kur’an, Kafirler İçin Hasrettir: Haakka, 50.
Kur’an’ın İnmesi, Mazeret gösterilmemesi İçindir: En’am, 156-157
Cinlerin Kur’an Dinlemeleri: Ahkaf, 29-31; Cin, 1-2, 13, 19.
Kur’an Dinlemek:A’raf, 204; Enfal, 20-22
Kur’an Âyetleri, Mü’minlerin İmanını Artırır: Enfal, 2; Tevbe, 124-125; Nahl,
102; Furkan, 73; Secde, 15; Zümer, 23; Zariyat, 55.
KUR’AN
- 57 -
Kur’an Âyetleri, Kafirlerin Küfrünü Artırır: Tevbe, 124-125; İsra, 41, 46, 60, 82;
Hacc, 72; Şuara, 5-6, 198-201; Yasin, 45-46, Casiye, 9.
Kur’an Okurken Allah’a Sığınmak: Nahl, 98.
Kur’an Okumak: Neml, 92; AnkEbût, 45; Fatır, 29-30, Hadid, 16-17; Müzzemmil, 4.
Kur’an’a Sarılmak: Zuhruf, 43-44.
Kur’an’a Tabi olmak: Enfal, 20-22.
Kur’an Allah Katındandır: Bakara, 2; Al-i İmran, 7; Nisa, 82, 166; Yunus, 37;
Hud, 1, 35; Ra’d, 1; Kehf, 2, 29; Furkan, 6; Şuara, 192, 210-212; Neml, 6; Kasas,
45-46; AnkEbût, 50; Secde, 2-3; Yasin, 5; Zümer, 1; Mü’min, 2-3; Fussılet, 2, 42;
Şura, 3 ...
Kur’an’ın İ’cazı; Kur’an Eşsizdir ve Aciz Bırakır: Bakara, 23-24, 62; Enfal, 31;
Yunus, 38-40; Hud, 13-14; Nahl, 103; İsra, 88; Şuara, 210-212; Lokman, 27;
Fussılet, 41-42.
Kur’an’ı Cebrail İndirmiştir: Bakara, 97; Nahl, 102; Şuara, 193-194; Tekvir, 15-24.
Kur’an, Ramazan Ayında İnmiştir: Bakara, 185.
Kur’an, Kadir Gecesinde İnmiştir: Duhan, 2-3; Kadr, 1.
Kur’an, Şeytan Sözü Değildir: Tekvir, 25-26.
Kur’an, Kâhin Sözü Değildir: Haakka, 42.
Kur’an, Peygamber Sözü Değildir: Haakka, 40, 44-47.
Kur’an, Şiir Değildir: Yasin, 69; Haakka, 41.
Kur’an Sözlerinde Bozukluk Yoktur: Kehf, 1.
Kur’an’ın Manasında Çelişki Yoktur: Kehf, 1; Zümer, 28.
Kur’an, Hak Olarak İnmiştir: Bakara, 252; İsra, 105; Fatır, 31; Zümer, 2, 41;
Casiye, 6; Haakka, 51.
Kur’an’ın Geleceği, Önceki Kitaplarda Bildirilmiştir: Şuara, 196-197; Ahkaf, 10.
Kur’an, Hz. Muhammed’e Verilmiştir: Bakar, 99, 119, 151; Nisa, 163; Hıcr, 87;
Nahl, 44; Kehf, 1; AnkEbût, 47; Şura, 52; Haakka, 40; Müzzemmil, 5.
Kur’an Kolaylaştırılmıştır: Meryem, 97; Kamer, 17, 22, 32, 40; A’la, 8.
Kur’an’ın Arapça Olması: Yusuf, 2; Ra’d, 37; Nahl, 103; Meryem, 97; Taha, 113;
Şuara, 193-194; Zümer, 28; Fussılet, 3, 44; Şura, 7; Zuhruf,2-3; Duhan,58; Ahkaf,
12.
Kur’an’ın Koruyucusu ve Öğreticisi Allah’tır: Hıcr,9; İsra, 86-87; Kıyame, 16-19
Kur’an, Korunmuştur ve Değişmez: En’am, 115; Yunus, 15-17; Hıcr, 9; Kehf,
27; AnkEbût, 48-49; Zuhruf, 5; Vakıa,77-78; Haakka,40;Abese,13-16;Buruc, 22,
A’la, 6-7
Kur’an, Parça Parça İnmiştir: Nahl, 89; İsra, 82, 106; Taha, 4; Furkan, 32-33;İnsan,
23
Kur’an Hidâyettir: Bakara, 2, 185; Al-i İmran, 138; A’raf, 52, 203; Yunus, 57;
Yusuf, 111; İbrahim, 1; Nahl, 64, 89; Neml, 2, 77; Lokman, 2-3; Zümer, 23; Fussılet,
44; Şura, 52; Casiye, 11, 20.
Kur’an Şereflidir: Vakıa, 75-77; Kalem, 52; Abese, 13-14.
Kur’an’a Temiz Olanlardan Başkası El Süremez: Vakıa, 79.
Kur’an, Hak İle Batılı Ayırır: Bakara, 185; Al-i İmran, 4; Nahl, 64; Furkan, 1;
Şuara, 2; Neml, 1, 76, 78; Tarık, 11-14; Beyyine, 3.
Kur’an, Öğüttür: Bakara, 231, Al-i İmran, 138; En’am, 90; A’raf, 2; Yunus, 57;
Yusuf, 104; Taha, 2-3; Nur, 34; AnkEbût, 51; Yasin, 69; Sâd, 87; Kaf, 45; Zariyat,
55; Haakka, 48; Müzzemmil, 19; Müddessir, 54-55; İnsan, 29;Abese,11-
12;Tekvir, 27-28
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 58 -
Kur’an, Kendinden Önceki Kitapları Tasdik Eder: Al-i İmran, 3; Nisa, 47; Maide,
48; En’am, 92; Yunus, 37; Yusuf, 111; Fatır, 31; Ahkaf, 12.
Kur’an Hikmet Doludur: Al-i İmran, 58; Yunus, 1; Ra’d, 37; Lokman, 2; Yasin,
2; Zuhruf, 4.
Kur’an, Beyandır, Açıklar: Bakara, 118, 221-222; Al-i İmran, 138; En’am, 97-98;
Yusuf, 1; Hıcr, 1; Nahl, 89; İsra, 89; Kehf, 54; Hacc, 16; Nur, 34, 46; Kasas, 2; Sâd,
67-68, 88; Fussılet, 2-4; Duhan, 2; Talak, 11.
Kur’an, Nurdur: Nisa, 105; Şura, 52; Teğabün, 8.
Kur’an, İlahi Kanundur: Nisa, 105; Maide, 48; En’am, 115; A’raf, 3.
Kur’an, Şaka ve Eğlence Değildir: Tarık, 14.
Kur’an Şeriatı: Maide, 48; En’am, 151-153
Kur’an, Feyiz Kaynağıdır: En’am, 155; Sâd, 29.
Kur’an, Muhammed Ümmetine Mirastır: Fatır, 32.
Kur’an, En Doğruya Götürür: İsra, 9; enbiya, 106; Zuhruf, 43; Cin, 2.
Kur’an, Mü’minlere Mükafat, Kafirlere Azap Haberi Verir: İsra, 9-10
Kur’an, Mü’minleri Kafirlerden Korur: İsra, 45.
Kur’an İnzardır, Korkutur: En’am, 51; Kehf, 2, 4; Meryem, 97; Furkan, 1; Yasin,
6, 70; Fussılet, 4; Şura, 7; Ahkaf, 12.
Kur’an Müjdedir, Sevindirir: Kehf, 2-3; Meryem, 97; Neml, 2; Fussılet, 4; Ahkaf, 12.
Kur’an zikirdir: Taha, 99-100; Enbiya, 10, 50.
Kur’an Şifadır: Yunus, 57; İsra, 82; Fussılet, 44.
Kur’an Rahmettir: A’raf, 203; Yunus, 57-58; Yusuf, 111; Nahl, 64, 89; İsra, 82;
Neml, 77; Kasas, 86; AnkEbût, 51; Lokman, 2-3; Duhan, 6; Casiye, 20.
Kur’an, Bütün İnsanlara Tebliğdir: İbrahim, 52.
Kur’an’daki Secde Âyetleri: A’raf, 206; Ra’d, 15; Nahl, 50; İsra, 107; Meryem,
58; Hacc, 18; Furkan, 60; Neml, 25; Secde, 15; Sâd, 24; Fussılet, 37; Necm, 62;
İnşikak, 21; Alak, 19.
Kur’an-ı Kerim İle İlgili Hadis-i Şerif Kaynakları
(Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, İbrahim Canan, AkçağY.)
-İlk rakam: Cilt; sonraki rakam: Sayfa numarasıdır.-
1. Kur’an’ın Faziletine Dair: 3, 224-225
2. Kur’an En Büyük Mûcize: 12, 388
3. Kur’an’a Temiz Olanların Dokunmasıyla İlgili Hususun Mahiyeti: 4, 288-
289
4. Kur’an’dan Bir Tek Âyeti İnkar Edenin Durumu: 17, 314
5. Kur’an’ı Ezberledikten Sonra Unutan: 3, 242
6. Kur’an’dan Öğrenilen Sûrelerin Unutulmasının Cezası: 15, 318-319
7. Kur’an, İslâm’ın Anayasasıdır: 1, 338
8. Kur’an Öğrenip Öğreten: 16, 540-54
9. Kur’an Öğretimine Ücret Alınır mı? 11, 349; 16, 250-251; 17, 247.
10. Kur’an’da Geçen Malca ve Kuvvetçe Güçlü Olan Kavimler: 12, 376
11. Kur’an, Her şeye Ehemmiyeti Nisbetinde Yer Verir: 14, 482-483
12. Kur’an, İki Büyük Dairenin Mühim Meselelerini Açıklar: 14, 483
13. Kur’an’da İnsanların Maymuna Çevrildiğini Belirten Âyetler ve Evrim
Farkı: 11, 147
14. Kur’an-ı Kerim’in İcazı: 12, 390-391
KUR’AN
- 59 -
15. Kur’an İlimleri Kıyamete Yakın Yok Olacak: 17, 548
16. Kur’an’ı İnkar Edenlere Cevap: 12, 391-393
17. Kur’an’ın Hz. Peygamber’i Uyarması: 1, 345
18. Kur’an’da Hz. Muhammed Ümmetinin Tebcili: 3, 262-263
19. Kur’an’da Mesleki Ihzariyeler: 14, 484
20. “Kur’an Hakkında Münakaşa Küfürdür” den Maksat Nedir? 5, 271
21. Kur’anda, Hadiste Olmayan Hususların Çözümünde Âlimler Ne Yapmalı?
1, 312-314
22. Kur’an-ı Kerim ve İtaat: 5, 62-66
23. Kur’an’ın Kalbi Yasin: 4, 209
24. İhlas Sûresi Kur’an-ı Kerim’in Üçte Biri Demektir: 17, 490
25. Kıyamet Günü Kur’an’ın İnsan Şeklinde Gelişi: 17, 490
26. Kur’an-Sünnet Münâsebeti: 1, 337-338
27. Kur’an Şifadır: 11, 332, 334; 17, 449
28. Kur’an ve Hadis Arasındaki Fark: 1, 349
29. Kur’an ve Hadise Uymaya Dair: 2, 328
30. Kur’an ve Hadisin Sübut Yönü: 1, 351
31. Kur’an ve İlim: 1, 407-411
32. Kur’an ve Kadınlarla İstişare: 16, 159-160
33. Kur’an ve Sünnete Sarılma Bölümü: 2, 327
34. Kitabullah İle Hükmetmeyi Terk Halinde: 17, 540
35. Kur’an’ı Yazma ve Öğretmenin Ücreti: 14, 506
36. Kur’an’dan Başka Şeyi (Hadis vs.) Reddedecek İnsanlar: 2, 333-334
37. Koltuğuna Oturup Kur’an’dan Başka Bir şey Tanımayınız Diyenler: 2,
233-234
38. Kur’an’ın Tertibi Bölümü: (Cem Edilmesi, İstinsahı...) 4, 477-493
39. Kur’an’ın Tilaveti ve Kıraati Bölümü: 4, 430-476
40. Kur’an’ı Hizb ve Evrad Kılma: 4, 453-455
41. Kur’an Nasıl Okunur?: 8, 431
42. Kur’an Okuyanın Ahiretteki Durumu: 17, 489
43. Kur’an Tilavet Etmek: 3, 229
44. Kur’an’ı Hafi ve Cehri Okumak: 3, 234-235
45. Kur’an’ın Kıraatini Sesle Güzelleştirmek: 3, 239; 4, 433-436; 17, 88
46. Kur’an’ı Güzel Sesle Okuyanı Cenab-ı Allah Dahi Dinler: 17, 91
47. Kur’an’ı Kekeleyerek Mahir Olarak Okumak: 3, 238
48. Kur’an’ı Lahn ve Terci’ İle Okumak: 3, 233
49. Kur’an’ı Teğanni İle Okumak: 4, 434
50. Kur’an Tilavetine Verilen Sevap: 3, 230
51. Kur’an Okuyunca Cennette Derecenin Yükselmesi: 3, 237
52. Kur’an’ı Okurken ve Namaz Kılarken Sesin Alçaltılıp Yükseltilmesi: 4, 66
53. Kur’an’ın Kıraati Anında Ağlamanın Dışındaki Hareketler Bid’attır: 4,
449
54. Kur’an’ı Okuma Şekli: 17, 89
55. Kur’an Okurken Manaya Nüfuz Edilmesi: 4, 450
56. Kur’an Okuma Zamanları: 12, 271
57. Kur’an Okuyan Kimsenin Vasfı: 17, 91
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 60 -
58. İnsanlar, Kur’an’la Olan İlgi Derecesine Göre Değişik Evsaftaki Topraklara
Düşen Yağmura
59. Benzetilmiştir: 2, 336-337
60. Kur’an, Kıyamete Yakın Bir Gecede Kaldırılacak: 17, 549
61. Kur’an’ın Terci’ İle Okunmasının Yasak Oluşu: 4, 437-438
62. Ashabın Kur’an Okuyuş Şekli ve Zamanları: 12, 271
63. Kur’an Tilavetinde Hz. Peygamber ve Ashab Ağlardı: 4, 448-449
64. Kur’an Okumada Hz. Muaz’ın takip Ettiği Usul: 12, 271
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. KİTAB, EL-KİTAB
2. Tevhid, Muhammed Kutub, Risale Y. s. 227-242
3. İnanç ve Amelde Kur’ani Kavramlar, Muhammed El-Behiy, Yöneliş Y. s.
34-38
4. İnanmak ve Yaşamak, Ercüment Özkan, Anlam Y. s. 23-36
5. Kelime-i Tevhid Davası, Kul Sadi Yüksel, Yenda Y. s. 91-111
6. Yeryüzünün Vârisleri, Kul Sadi Yüksel, Yenda Y. s. 134-146
7. Sorularla Tevhid ve Akaid, Mehmet Alptekin, Saff Y. s. 51-61
8. İslâm İnanç İlkeleri, Mevlüt Uyanık, Esin Y. s. 111-121
9. Akaid ve Şeriat, Mahmut Şeltut, Yöneliş Y. c. 1 s. 88-113
10. İnancımız, Ömer Küçükağa, Buruc Y. s. 83-101
11. İslâm Nizamı, A. Rızâ Demircan, Eymen Y. c. 1 s. 49-53; 88-92; c. 2 s. 218-223
12. İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 3, s. 405-411
13. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. 182-183
14. İman Risalesi, Mustafa İslâmoğlu, Denge Y. s. 251-
15. İbâdet mi Ayin mi? Mustafa Karataş, Dersaadet Y. s. 108-121
16. Hak Yolda Yürürken (Davet İçin Yol Azığı), Mustafa Meşhur, Fecr Y. s.
17-30
17. Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 15-22
18. Kur’an ve Hayat, Celalettin Vatandaş, Pınar Y. s. 87
19. Kur’an Okulu Cüz Cüz Kur’an, Hanif Yay. I, s. 44-46
20. Kur’an Araştırmaları, 1, 2, Mevlüt Güngör, Kur’an Kitaplığı Y.
21. Kur’an Araştırmaları I, II, Muhammed Kutub, (Terc. Akif Nuri) Fikir Y.
22. Kur’ani Araştırmalar, Murteza Mutahhari, Tuba Y.
23. Kur’an Ansiklopedisi, El-İtkan Fi Ulumi’l-Kur’an, I-II, Suyuti, Hikmet Neşr.
24. El-İtkan Fi Ulumi’l-Kur’an, Celaleddin Suyuti, Ravza Y.
25. Kur’an’a Bakış, Ali Şeriati, Fecr Y.
26. Kur’an’a Muhatap Olmak ve Engelleri, M. Said Çekmegil, Nabi-Nida Y.
27. Kur’an Çalışmalarında Yöntem, Mustafa Müslim, Fecr Y.
28. Kur’an Işığında Düşünmek, Ebû Haşim Hicazi, Fıtrat Y.
29. Kur’an Bilgisi, M. Sadeddin Evrin, Doğuş Matbaası, Ankara
30. Kur’an Bilgisi, Cavit Yalçın, Vural Y.
31. Kur’an’a Doğru, Mahmut Şeltut, (terc. M. Beşir Eryarsoy), Bir Y.
32. Kur’an’a Giriş, Hasan El Benna, İslâmoğlu Y.
33. Kur’an’a Hizmet İçin Kur’an Hamilinin Adabı- , İmam Nevevi, Türdav Y.
34. Kur’an’a Yönelirken, Mehmet Alagaş, İnsan Dergisi Y.
KUR’AN
- 61 -
35. Kur’an’a Yönelişler, Celal Kırca, Tuğra Neşriyat
36. Kur’an Bilinci, Abdullah Ali, Denge Y.
37. Kur’an’da Kur’an, Ejder Okumuş, Dünya Y.
38. Kur’an Kur’an’ı Tanımlıyor, Muhammed Çelik, Şule Y.
39. Kur’an Bize Ne Diyor? Hikmet Taşkın, Madve Y.
40. Kur’an Cevap Veriyor, İzzet Derveze, Yöneliş Y.
41. Kur’an Çalışmalarında Yöntem, Mustafa Müslim, Fecr Y.
42. Kur’an Çerçevesinde, Haşimi Rafsancani, Endişe Y.
43. Kur’an’da İnsan ve Medeniyet, Ramazan El-Buti, Risale Y.
44. Kur’an’da Ölçü ve Ahenk, Abdürrezzak Nevfel, İnkılab Y.
45. Kur’an’da Dini ve Ahlâki Kavramlar, Toshihiko İzutsu, Pınar Y.
46. Kur’an’da Allah ve İnsan, Toshihiko İzutsu, Pınar Y.
47. Kur’an’da İnsan ve Toplum, Ekrem Sağıroğlu, Pınar Y.
48. Kur’an’da İslâmi Düşünce, Seyyit Ali Hamenei
49. Kur’an’da İslâmi Düşüncenin Genel Yapısı, S. Ali, Bir Y.
50. Kur’an’ın Harika Mesajları, 1, 2, Haluk Nurbaki, Damla Y.
51. Kur’an’ı Anlamak Farzdır, Abdullah Yıldız, Şemseddin Özdemir, Pınar Y.
52. Kur’an’ın İkna Hususiyeti, Muhammed Çelik, Çağlayan Y.
53. Kur’an’ın Bütünlüğü Üzerine -Kur’an’ın Kur’an’la Tefsiri- , Halis Albayrak,
Şule Y.
54. Kur’an Işığında Düşünmek, Ebû Haşim Hicazi, Fıtrat Y.
55. Kur’an Kıssalarına Giriş, M. Sait Şimşek, Yöneliş Y.
56. Kur’an’la Birlikte Düşünmek, İsmail Kazdal, Birleşik Y.
57. Kur’an’la Parıldayan Gerçekler, Nuray Oktay, Zariflik Birliktir Y.
58. Kur’an Mesajı, Muhammed Esed, (terc. Cahit Koytak) İşaret Y.
59. Kur’an Nedir, Mehmet Paksu, Nesil Basım Yayın
60. Kur’an Nedir, Ahmed Nedim Serinsu, Şule Y.
61. Kur’an Nizamı, Süleyman Ateş, Dergah/ Yeni Ufuklar Y.
62. Kur’an Niçin İndirildi? Muhammed Ahmed Abdüsselâm, Fecr Y.
63. Kur’an’ın İnsan-Biçimci Dili, Nadim Macit, Beyan Y.
64. Kur’an Sempozyumu, Heyet, Zaman Gazetesi Y.
65. Kur’an Sembolizmi, Sadık Kılıç, Kılıç Y.
66. Kur’an-Sünnet Bütünlüğü, Necati Kara, İhtar Y.
67. Kur’an Kültürü ve Ehemmiyeti, Muzaffer Can, Cantaş Y.
68. Kur’an Okulu, Muhammed Bagır Es-Sadr, Bir Y.
69. Kur’an Üzerine Makaleler, Rudi Paret, Bilgi Vakfı Y.
70. Kur’an ve Sünnet, Soruşturma 2, Sor Y.
71. Kur’an-Sünnet Bütünlüğü, Necati Kara, İhtar Y.
72. Kur’an ve Sünnet Üzerine, Hikmet Zeyveli, Bilgi Vakfı Y.
73. Kur’an ve Mesajı, John Davenport, Kültür Basın Yayın Birliği Y.
74. Kur’an ve İnsan, Celal Kırca, Marifet Y.
75. 1. Kur’an Haftası Kur’an Sempozyumu: Kur’an’ın Aydınlığına Doğru,
Heyet, Fecr Y.
76. 1. Kur’an Sempozyumu, Heyet, Bilgi Vakfı Y.
77. Kur’an-ı Kerim’den Âyetler ve İlmi Gerçekler, Haluk Nurbaki, Damla Y.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 62 -
78. Kur’an “Temel İlkeler” , T. B. İrving, İlke Y.
79. Kur’an Tarihi, İsmet Ersöz, Ravza Y.
80. Kur’an Tarihi ve Kur’an Okumanın Edepleri, Ahmet Cevdet Paşa, Kültür
Bas. Y. Birliği
81. Kur’an-ı Kerim Tarihi, Muhammed Hamidullah, Marmara Ün. İlahiyat
Fak. Y
82. Muhtasar Kur’an Tarihi, Ahmed Cevdet Paşa, özel yayın
83. Şiada ve Sünni Kaynaklarda Kur’an Tarihi, Ekin Y.
84. Kur’an-ı Kerim’den Nasiplenme, Nail Çivrili, Şahsi Y.
85. Kur’an-ı Kerim’den Dersler ve Öğütler, Ö. Nasuhi Bilmen, Bilmen Y.
86. Kur’an-ı Kerim’in Evrensel Mesajı, 1, 2, Süleyman Ateş, Kur’an Okulu Y.
87. Kur’an-ı Kerim’in Evrensel Mesajına Çağrı, Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar
Neşriyat
88. Kur’an-ı Kerim Hakkında Bilmediklerimiz, Arif Arslan, Adım Y
89. Kur’an-ı Kerim Nasıl Bir Kitaptır? İsmail Cerrahoğlu, Altınkalem Y.
90. Kur’an-ı Kerim Cevap Veriyor, Abdüsselâm Erzen, Terazi Y.
91. Kur’an-ı Kerim’in Hedefleri, Sadık Yılma, Yeni Ufuklar Y.
92. Kur’an-ı Kerim Meleğin Vahyidir, Sadık Yılma, Yeni Ufuklar Y.
93. Kur’an İlimleri ve Kur’an-ı Kerim Tarihi, Abdurrahman Çetin, Dergah Y.
94. Kur’an İlimleri, Subhi Es-Salih (terc. Said Şimşek), Hibaş Y. (Esra Y)
95. Kur’an İlimleri, Muhammed Ali Sabuni, İnsan Y.
96. Kur’an-ı Kerim ve Kur’an İlimlerine Giriş, Suat Yıldırım, Ensar Neşriyat
97. Kur’an-ı Kerim Bilgileri, Osman Keskioğlu, T. Diyanet Vakfı Y.
98. Kutsal Kitabımız Kur’an-ı Kerim, Ahmet Okutan, özel yayın
99. Kur’an-ı Kerim ve 19 Efsanesi, Heyet, İnkılab
100. 19 Meselesi ve Edip Yüksel’e Cevaplar, Bahaeddin Sağlam, Tebliğ Y.
101. Kur’an-ı Kerim ve 19 Efsanesi, Mahmut Toptaş, İnkılab Y.
102. İnsanlar da Kayar, Emine Şenlikoğlu Özkan, Mektup Y.
103. Kuran Okumaları, Metin Karabaşoğlu, Karakalem Y.
104. Kur’an’ı Nasıl Okuyalım? Muhammed Kutub, Bir Y. ;
105. Kur’an-ı Kerim’in Nüzulü ve Kıraati, İsmail Karaçam, Nedve Y.
106. Kur’an’ı Nasıl Okumalı ve Okutmalı? Osman Zümret, Özel Y.
107. Kıraat İlminin Talimi, Necati Tetik, İşaret Y.
108. Kur’an’ı Okuma Adabı, Fikri Aksoy, Din Kültürü Neşriyat
109. Kur’an Okumanın Mükafatı ve Sûrelerin Fazileti, Bayram Altan, Kılıç Y.
110. Kur’an’ın Faziletleri, İbn Kesir (terc. Mehmed Sofuoğlu), Türdav Y.
111. Kur’an-ı Kerim’in Faziletleri ve Okunma Kaideleri, İsmail Karaçam, Mar.
İl. F. V. Y.
112. Kur’an-ı Kerim’in Fazileti Hakkında Kırk Hadis, Aliyyül Kari, Bahar Y.
113. Kur’an-ı Kerim’den Âyetler, Mehmet Akif Ersoy, Nakışlar Y.
114. Kur’an’ı Anlamak İçin Temel Prensipler, Mevdudi, İMKO Y.
115. Kur’an’ı Anlama’nın Anlamı, Dücane Cündioğlu, Tibyan Y.
116. Kur’an’ı Anlama Metodu, M. Hüseyin Beheşti, Kıyam Y.
117. Anlamın Buharlaşması ve Kur’an, Dücane Cündioğlu, Kitabevi Y.
118. Kur’an’ı Anlamada Yöntem, Muhammed Gazali, Şule Y.
119. Kur’an’ı Anlamak ve Yaşamak, Muhammed Savval, Işık Y.
KUR’AN
- 63 -
120. Kur’an’ı Anlamak 1, 2, İsmail Kazdal, Kur’an Okulu Y.
121. Kur’an’ı Anlamak Farzdır, Abdullah Yıldız, Şemseddin Özdemir, Pınar Y.
122. Kur’an’ı Anlama Yolu, Mahmut Toptaş, Cantaş Y.
123. Kur’an’ı Anlamak, Cemaleddin Kasımi, İz Y.
124. Kur’an’ı Nasıl Anlayalım? Mevdudi, Bir Y. ; İşaret Y.
125. Kur’an’da Anlamı Kapalı Âyetler, Hüseyin Yaşar, Beyan Y.
126. Kur’an’ı Anlamada Siyakın Rolü, Mustafa Ünver, Sidre Y.
127. Kur’an’ın Anlaşılmasında Esbab-ı Nüzul’ün Rolü, Ahmed Nedim Serinsu,
Şule Y.
128. Kur’an’ın Anlaşılmasında İki Mesele, (Muhk-Müt., Nesh) M. Sait Şimşek,
Yöneliş Y.
129. Kur’an-ı Kerim’de Muhkem ve Müteşabih, M. Fatih Kesler, Osmanlı Y.
130. Kur’an’ın Müteşabihleri Üzerine, Muhsin Demirci, Birleşik Y.
131. Kur’an’ın Nasih ve Mensuh Âyetleri, Ahmet Gürkan, Yeni İlahiyat
Kitabevi Y.
132. Kur’an’da Temsili Anlatım, Veli Ulutürk, İnsan Y.
133. Kur’an’da Sembolik Anlatımlar, Necmettin Şahinler, Beyan Y.
134. Kur’an Sembolizmi, Sadık Kılıç, Kılıç Y.
135. Kur’an Mûcizesi -Müsbet İlimlerde- Hikmet Özdemir, Gonca Y.
136. Kur’an Mûcizesi, Muhammed M. Şaravi, Esra Y.
137. Kur’an Mûcizesi, Faruk Yılmaz, Furkan Y.
138. Kur’an Mûcizeleri, Haluk Nurbaki, Mayaş Y.
139. Mûcizeler Mûcizesi Kur’an, Ahmed Deedat, İnkılab Y.
140. Kur’an-ı Kerim Mûcizesi, Malik bin Nebî, T. Diyanet Vakfı Y.
141. Sonsuz Mûcize Kur’an, İsmail Karaçam, Çağ Y.
142. İslâm’ın En Büyük Mûcizesi Kur’an, Muhammed Mahmud Es-Savvaf,
Emin Y.
143. Kur’an’da Edebi Veche, Safvet Senih, Nil A.Ş.
144. Kur’an’da Edebi Mûcize, Abdullah Aymaz, -özel yayın-
145. Kur’an’da Edebi Tasvir, Seyyid Kutub, Çigi Y.
146. Kur’an-ı Kerim ve Fenni Keşifler, Suat Yıldırım, D.İ.B. Y.
147. Kur’an ve Peygamberimiz’in Çağımızı Aşan Mesajları, M. Avni Özmansur,
Altınkalem Y.
148. 20. Asırda Kur’an İlimleri Çalışmaları, Halil Çiçek, Timaş Y.
149. Kur’an Yorumunda Çağdaş Yönelimler, J. M. S. Baljon, Fecr Y.
150. Kur’an’a Bilimsel, Filolojik, Pratik Yaklaşımlar, J. J. G. Jansen, Fecr Y.
151. Kur’an’a Yönelişler, Celal Kırca, Tuğra Neşriyat
152. Kur’an ve İnsan, Celal Kırca, Marifet Y.
153. Kur’an’da Fen Bilimleri, Celal Kırca, Marifet Y.
154. Kur’an-ı Kerim ve Müsbet İlim, Fahri Demir, D. İ. B. Y.
155. Kur’an ve İlimler, Safvet Senih, Nil Y.
156. Kur’an ve Bilim, Celal Kırca, Marifet Y.
157. Kur’an’ın İlmi Sırları, Süleyman Aksoy, Sır Y.
158. Kur’an’ın Matematik Sırları, Haluk Nurbaki, Damla Y.
159. Kur’an’dan Tekniğe, Şaban Döğen, Nesil Basım Yayın
160. Kur’an’dan İcatlara, Şaban Döğen, Nesil Basım Yayın
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 64 -
161. Kur’an’da İlmi Mûcizeler, Abdülmecid Zindani, Kayıhan Y.
162. Kur’an’a Göre Uzayda Hayat Var, Rauf Pehlivan Gür, Gonca Y.
163. Kur’an ve Kainat Âyetleri, Safiye Gülen İnkılab Y.
164. Kur’an ve Kainat Âyetleri -Allah, Kainat ve İnsan- Fethullah Han, İnkılab Y
165. Kur’an’da Zihin Eğitimi, Yaşar Fersahoğlu, Marifet Y.
166. Kur’an’ın Zihin İnşası, Seyyid Abdüllatif, Pınar Y.
167. Kur’an-ı Kerim Tarihi ve türkçe Tefsirler Bibliyografyası, M. Hamidullah,
Yağmur Y.
168. Tefsir Üzerine, İbni Teymiyye, Pınar Y.
169. Tefsir İlminin Temel Meseleleri, Cemaleddin El-Kasımi, İz Y.
170. Tefsirde İsrailiyyat, Abdullah Aydemir, D. İ. B. Y.
171. Kur’an-ı Kerim’in Tercümesi Meselesi, Hidâyet Aydar Kur’an Okulu Y.
172. Kur’an-ı Kerim Tefsirlerinde Hurafe ve Bid’atlar, M: Hüseyin Ez-Zehebi,
Saba Y.
173. Peygamberimiz’in Kur’an’ı Tefsiri, Suat Yıldırım, Kayıhan Y.
174. Kur’an Tefsirinde Fıkhi Tefsir Hareketi ve İlk Fıkhi Tefsir, Mevlüt Güngör,
Kur’an Kitaplığı
175. Kur’an Tefsirinde Yeni Bir Metod, Emin Huli, Kur’an Kitaplığı
176. Günümüz Tefsir Problemleri, M. Said Şimşek, Esra Y.
177. Kur’an Tercümesi Meselesi, Mustafa Sabri Efendi, Bedir Y
178. Kur’an Tercümeleri, Salih Akdemir, Gün Y.
179. Cumhuriyet Dönemi Kur’an Tercümeleri (Eleştirel Yaklaşım), S. Akdemir,
Akid Y.
180. Büyük Tefsir Tarihi, Tabakatü’l-Müfessirin, Ö. Nasuhi Bilmen, Bilmen Y.
181. Tefsir Usulü, İsmail Cerrahoğlu, D.İ.B. Y.
182. Hadislerin Kur’an’a Arzı, Ahmet Keleş, İnsan Y.
183. Kelimeler Kavramlar 1- 2, Yusuf Kerimoğlu, İnkılab Y.
184. Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Vecdi Akyüz, Kitabevi Y
185. Çarpıtılan, Değiştirilen, İnkar Edilen Kur’ani Kavraml., R. Yılmaz,
MücahedeY.
186. Kur’ani Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Müstansır Mir, İnkılab Y.
187. Ana Konularıyla Kur’an, FazlurRahman, Fecr Y.
188. El-Mucemü’l-Müfehres Li Elfazı’l-Kur’ani’l-Kerim, Muhammed Fuad
Abdülbaki, Çağrı Y.
189. Kelime ve Konularına Göre Alfabetik Kur’an Fihritli, Recep Aykan, Pınar Y.
190. Konularına Göre Kur’an (Sistematik Kur’an Fihristi), Ömer Özsoy, Fecr Y.
191. Konularına Göre Kur’an-ı Kerim Fihristi, Nevzat Yüksel, Bayrak Y.
192. Kur’an-ı Kerim Fihristi, Abdülvehhab Öztürk, Timaş Y.
193. Kur’an-ı Kerim Fihristi, Bedrettin Çetiner, Marm. Ünv. İlahiyat Fak. Vakfı Y.
194. Kur’an-ı Kerim Fihristi, Muhammed El Arabi, El-Azzuzi, Sönmez Y.
195. El-Müfredat Fi Garibi’l-Kur’an, Rağıb El-İsfahani, Kahraman Y.
196. Terimler Sözlüğü, -Kitabu’t-Ta’rifat, Seyyid Şerif Cürcani, Bahar Y.
197. El Vücuh Ve’n- Nezair, Mukatil b. Süleyman, İlmi Neşriyat
198. İki Kur’an Sözlüğü, Cemal Muhtar, Marmara Ün. İlahiyat Fak. Y.
199. Kur’an Lügatı, Zeliha Topaloğlu, Nil A.Ş.
200. Kur’an-ı Kerim Lügatı, Mahmut Çanga, Timaş Y.
KUR’AN
- 65 -
201. Kur’an-ı Kerim Sözlüğü, Abdülvehhab Öztürk, Şamil Y.
202. Kıraat ve Tecvid Istılahları, Nihat Temel, Mar. Ün. İlahiyat Fak. V. Y.
203. Umdetül Huffaz; Kur’an Kelimeleri Sözlüğü, Mesud İbni İbrahim Halebi,
Hizmet Kit.
204. Âyetlerle Cep Kitapları Serisi (20 Kitap), Said Köşk, Anahtar Y.
205. Hadis-i Şerifler Işığında İlahi Kelamın Müdafaası, İmam Buhari, İz Y.
206. Sözün Özü (Kelam-ı İlahi’nin Tabiatına Dair), Dücane Cündioğlu, Tıbyan Y.
207. Nüzulünden Günümüze Kur’an ve Müslümanlar, Zeki Duman, Fecr Y.
208. Kainatı Aydınlatan Kur’an-ı Kerim’den İnciler, Mehmet Fikri Seyhan,
Şahsi Y.
209. İslâm’a İtirazlar ve Kur’an-ı Kerim’den Cevaplar, Süleyman Ateş, Kılıç
Kitabevi Y.
210. Yüce Kitabımız Hz. Kur’an, Tayyar Altıkulaç, T. Diyanet Vakfı Y.
211. Son İlahi Kitap Kur’an-ı Kerim, Osman Keskioğlu, D. İ. B. Y.
212. İslâm’da Kur’an, Tabatabai, Bir Y.
213. İcazü’l-Kur’an, Nedim Yılmaz, Fatih Yayınevi Neşriyat
214. Garp İlminin Kur’an-ı Kerim Hayranlığı, İ. Hami Danişmend, Dergah Y.
215. Âyetler Işığında Reçeteler, M. Said Çekmegil, Nabi-Nida Y.
216. Âyetlerden İşaretler, Abdülkadir Es-Sufi, Yeryüzü Y.
217. Esenlik Yurdunun Çağrısı, Celaleddin Vatandaş, Pınar Y.
218. Esbab-ı Nüzul, Abdülfettah El-Kadi, Fecr Y.
219. Esbab-ı Nüzul, El-vahıdi, İhtar Y.
220. Vahiy Gerçeği, M. Zeki Duman, Fecr Y.
221. Muhammedi Vahiy, M. Reşid Rızâ, Fecr Y.
222. Yemin Olsun ki, Sadık Kılıç, İhtar Y.
223. İncilerden Üç Sûre, Muhammed Mahmud Es-Savvaf, Emin Y
224. Gözardı Edilen Kur’an Hükümleri, Cavit Yalçın, Vural Y.
225. Ahkam-ı Kur’aniye, Konya’lı Mehmed Vehbi, Can Kitabevi
226. Cassas ve Ahkamu’l Kur’an’ı, Mevlüt Güngör, Kur’an Kitaplığı
227. Fert ve Topluma Kur’an’ın Mesajı, Vehbe Zuhayli, Risale Y.
228. Yeniden Kur’an’a Dönüş, Salih Çavuşoğlu, Hanif Y.
229. Soruşturma 2, Kur’an ve Sünnet, Heyet, Sor Y.
230. Temel Kaynaklardan Yararlanmada Yöntem, Hüseyin Hatemi, İşaret Y.
231. Kur’an’a Hicret, Adil Akkoyunlu, Çıra Y.
232. Ramazan ve Kur’an, Mehmet Pamak, İlkyay Y.
233. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 156-161; 182-183
234. Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 80-81
235. Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Yay. s. 30-34 (*308-315)
236. İtikat Üzerine, İhsan Eliaçık, Şafak Y. s. 20-60
237. Kelimeler Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu, İnkılab Y. c. 1 s. 105
238. Kur’an Okulu Cüz Cüz Kur’an, Hanif Yay. Kavramlar: Kur’an: 1, s. 44-46
239. İman Risalesi, Mustafa İslâmoğlu, Denge Y. s. 251-
240. Kur’an’da Kur’an, Ejder Okumuş, Dünya Y. s. 11-13
241. Kur’an’ın Faziletleri, İmam Nesai, Hüner Y.
242. Kur’an’ı Yeniden Düşünmek, Kazım Dönmez, Rağbet Y.
243. Kur’an ve İslâm Üzerine, Ömer Rızâ Doğrul, Ağaç Kitabevi Y.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 66 -
244. Kur’an’a Hicret, Adil Akkoyunlu, Çıra Y.
245. Kur’an En Büyük Mucize, Said Alpsoy, Gelenek Y.
246. Kitab’a Vâris Olanlar, Mustafa Akman, Ekin Y.
247. Yeniden Kur’an’a Yönelmek, Doç. Dr. Bahattin Dartma, Rağbet Y.
248. Kur’an Nedir? Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu, Şule Y.
249. Kur’an’ı Nasıl Anlayalım, Ebû’l Ala Mevdudi, İşaret Y.
250. Kur’an’ı Nasıl Okuyalım, Prof. Muhammed Kutub, İşaret Y.
251. Kur’an’ı Anlamanın Anlamı, Dücane Cündioğlu, Kaknüs Y.
252. Kur’an’ı Anlamak Farzdır, Şemseddin Özdemir/ Abdullah Yıldız, Pınar Y.
253. Kur’an’ın Zihni İnşası, Seyyid Abdullatif, Pınar Y.
254. Kur’an’dan Nasıl Yararlanılır, Ebû’l Hasan Ali En-Nedvi, Şule Y.
255. Sahabenin Kur’an Anlayışı, Dr. Mehmet Sürmeli, Mavi Y.
256. Kur’an’ı Anlamaya Giriş, Şemseddin Özdemir/ Abdullah Yıldız, Pınar Y.
257. Anlamın Buharlaşması ve Kur’an, Dücane Cündioğlu, Kaknüs Y.
258. Temel Kaynağımız Kur’an, Fevzi Zülaloğlu, Ekin Y.
259. Kur’an Surelerinin Sıralanışındaki Sırlar, İmam Suyuti, Rağbet Y.
260. Kur’an’da İnsanlık Öğretisi, Şehid Murtaza Mutahhari, Ağaç Kitabevi Y.
261. Kur’an’da İnsan Tipleri ve Davranışları, Dr. H.Emin Sert, Bilge Y.
262. Ana Konularıyla Kur’an, Prof. Fazlur Rahman, Ankara Okulu Y.
263. Kur’an Dili ve Retoriği, Mustafa Öztürk, Kitabiyat Y.
264. Kur’an’a Giriş, W. Montgomery Watt, Ankara Okulu Y.
265. Kur’an’da Allah ve İnsan, Toshihiko Izutsu, Yeni Ufuklar Neşriyat
266. Kur’an ve Tarihselcilik, Dr. Şevket Kotan, Beyan Y.
267. Kur’an’a Bakış, Dr. Ali Şeriati, Fecr Y.
268. Kur’an’a Giriş, Abdullah Draz, Kitabiyat Y.
269. Kur’anı Anlamada Yöntem, Muhammed Gazali, Şule Y.
TEFSİR KONUSUNDA YARARLANILABİLECEK KAYNAKLAR
Türkçe Tefsirler
1. Fi Zılâli’l-Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. 16 cilt
2. Tefhimu’l Kur’an, Mevdudi, İnsan Y. 7 cilt
3. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Eser Y. 8 cilt
4. Et-Tefsiru’l-Hadis, İzzet Derveze, Ekin Yayınları 7 cilt
5. Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. 16 cilt
6. Tefsir-i Kebir (Mefâtihu’l Gayb), Fahreddin Râzi, Akçağ / Huzur Y. 24 cilt
7. Tefsir-i Kebir, Mukatil bin Süleyman, İşaret Y. 4 cilt
8. Kur’an Yolu, Türkçe Meal Tefsir, Heyet, D.İ.B. Y. 5 cilt
9. Kur’an Mesajı, Muhammed Esed, İşaret Y. 3 cilt
10. Besairu’l Kur’an, Ali Küçük, 20 cilt
11. Safvetü’t Tefâsir, Muhammed Ali es-Sâbûnî, İz Y. 7 cilt
12. Kur’ân-ı Kerim’in Türkçe Meâl-i Âlisi ve Tefsiri, Ö. Nasuhi Bilmen, Bilmen
Y. 8 cilt
13. El-Esas fi’t-Tefsir, Said Havvâ, Şamil Y. 16 cilt
14. Tefsîru’s-Sa’dî, Abdurrahman es-Sa’dî, Guraba Y. 5 cilt
15. Muhtasar Taberî Tefsiri, İmam Taberi, Ümit Y. 6 cilt
KUR’AN
- 67 -
16. Min Vahyi’l Kur’an, Muhammed Hüseyin Fadlullah, AkÂdemi Y. 10 cilt
17. El-Mizan fî Tefsiri’l-Kur’an, Tabatabâî, Kevser Y.
18. Ruhu’l-Furkan Tefsiri, Mahmud Ustaosmanoğlu, Siraç Kitabevi Y.
19. Kur’ân-ı Kerim Şifâ Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. 8 cilt
20. el-Câmiu li Ahkâmi’l Kur’an, Kurtubî, 20 cilt
21. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neşriyat 12
cilt
22. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. 30 cilt
23. Beyânu’l-Hak, M. Zeki Duman, Fecr Y. 3 cilt
24. Celâleyn Tefsiri, Celâleddin Suyûti, Sağlam Y. 3 cilt
25. Et-Tefsirü’l-Münir, Vehbe Zuhayli, Risale Yayınları
26. Kur’an’a Bakışlar Zeynep el-Gazali, Uysal Kitabevi Y.
27. Dâvetçinin Tefsiri, Seyfuddin el-Muvahhid, Hak Y.
28. Vedahu’l Burhan, Muhammed Ebû’l-Hasan En-Nisaburi, Tevhid Yayınları
2 cilt
29. Nesefi Tefsiri, İmam Nesefi, Ravza Yayınları 8 cilt
30. Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraktar Bayraklı, Bayraklı Y.,
22 c.
31. Büyük Kur’an Tefsiri, Ali Arslan, Arslan Yayınları / Okusan 16 cilt
32. İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Celal Yıldırım, Anadolu Yayınları
33. Hulâsatü’l-Beyan Fî Tefsîri’l-Kur’an, Mehmed Vehbi, Üçdal Neşriyat 8 cilt
34. Furkan Tefsiri, Hicazi, İlim Y./Vahdet Y.
35. Yaşayan Kur’an Türkçe Meal/Tefsir, R. İhsan Eliaçık, İnşa Y. 3 cilt
36. Ruhu’l-Beyan, İsmail Hakkı Bursevi, Erkam Y.
37. Taberi Tefsiri, Taberi, Hisar Yayınevi
38. Tefsiru’l Kur’an, Ebû’l-Leys Semerkandi, Sezgin Neşriyat / Hizmet
Kitabevi
39. Ebûssuud Tefsiri, Ebûssuud, Boğaziçi Y.
40. Ebû Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları
41. İbn Kayyim Tefsiri, Polen Y.
42. Talat Koçyiğit, İsmail Cerrahoğlu, Kur’ân-ı Kerim Meal ve Tefsiri, D.İ.B. Y.
43. Tanrı Buyruğu Kur’ân-ı Kerim’in Tercümesi ve Tefsiri, Ömer Rızâ Doğrul,
İnkılâp Y. 1-2
44. Tibyan Tefsiri Ayntabi Mehmed Efendi, Terc: Ahmed Davudoğlu, Huzur
Y. 4 cilt
45. Şemseddin Yeşil, Füyuzat, Yeşil Yayınevi
46. Hayat Kitabı Kur’an Gerekçeli Meal-Tefsir, Mustafa İslâmoğlu, I-II, Düşün Y.
47. Kelâmullah Allah’ın Kelâmı, Meâl-Tefsir, Mehmet Türk, EDAV Y. (Konya)
48. Kur’an’ın Tümünü Kapsamayan, Bazı Sûre ve Âyet Tefsirleri
49. Kur’an’ın Konulu Tefsiri, Muhammed Gazali, Şûrâ Y. (var)
50. Celal Yeniçeri, Uzay Âyetleri Tefsiri, Erkam Yayınları (var)
51. İbni Teymiyye, Müşkil Âyetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları (var)
52. Fâtiha Tefsiri ve Namaz, Ömer Temizel, Şahsi Y. (var)
53. Fâtiha Üzerine Mülâhazalar Hikmet Işık, Nil Y. (var)
54. Fâtiha’nın Kırk Yorumu, Haluk Nurbaki, Damla Y. (var)
55. Fâtiha Sûresi Tefsiri, Ramazanoğlu Mahmud Sami, Erkam Y. (var)
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 68 -
56. Fâtiha ve En’am Sûreleri Tefsiri, Suat Yıldırım, Nil A. Ş. (var)
57. Fâtiha Sûresi ve Türkçe Namaz, Sait Şimşek, Beyan Y. (var)
58. Sorularla Fâtiha Sûresi, Zabit Durmuş- Ali İçipak, Yenda Y. (var)
59. Fâtiha Sûresi, Âzad, Bir Y. (var)
60. Fâtiha Sûresi Tefsiri, Sadreddin Konevi, İz Yayıncılık
61. Fâtiha Sûresi, Mahmut Toptaş, Cantaş Y.
62. Fâtiha Şuuru, Mustafa Çelik, Fütüvvet Y. (var)
63. Fâtiha Üzerine Mülahazalar, M. Fethullah Gülen, Nil Y.
64. Besmele ve Fâtiha Tefsiri, Ebûlleys Semerkandi, Sezgin Neşriyat
65. Rahmân ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla, Harun Yahya, Araştırma Y.
66. Kur’an Okulu, Heyet, Hanif Y.
67. Âyet Yorumları, Ali Şeriati, Kıyam Y.
68. İki Sûre İki Yorum, Ali Şeriati, Endişe Y.
69. İlk Mesajlar, M. Ali Baltaş, Birleşik Dağıtım Ankara
70. Ahkâm Tefsiri, Muhammed Ali Sabuni, Şamil Y. 1 (2 var) (küçük boy,
koyu kahverengi)
71. Ahmed Davudoğlu, Kur’ân-ı Kerim Meâli ve Tefsir-i Tibyân Tefsîri,
Akpınar Y.
72. Bakara Sûresi Tefsiri, Ramazanoğlu Mahmud Sami, Erkam Y. (var)
73. Bakara Sûresi Yorumu, Halûk Nurbaki, Damla Y. (var)
74. Âyet-el Kürsî Yorumu, Halûk Nurbaki, Damla Y. (var)
75. Tefsir-i Sâvî (4 cilt), Ahmed Savi, Eser Neşriyat
76. Tefsir-ül İbn-i Abbas, Abdullah İbni Abbas, Eda Neşriyat
77. Tefsiru Ebdei’l-Beyan Li Cemî’-i Âyi’l-Kur’an, Muhammed Bedreddin, Nil
A.Ş. Y.
78. Kelimâtu’l-Kur’an Fî Tefsîri’l-Beyan, M. Mahluf, Esma Y.
79. Abdullah Parlıyan, Özlü Tefsir (var)
80. Tevbe Sûresinin Gölgesinde Cihad Dersleri, Abdullah Azzam, Buruc Y.
81. Kur’an Araştırmaları, Muhammed Kutub, Fikir Y. 2 cilt (1 var)
82. Eûzü Besmelenin Ve Fâtiha’nın İlginç Nükteleri, Eşref İba, Şahsî Y.
83. Besmelenin Şerhi, Abdülkerim bin İbrahim Cîlî, Kitsan Kitap Kırtasiye Y.
84. Besmele Tefsiri, Hacı Bektaş Veli, Kültür Bakanlığı Y.
85. Besmele ve Fâtiha Tefsiri, Ebûl Leys Semerkandi, Hizmet Kit.
86. Asım Yılmaz, İşaratu’l Furkan ve Tevhid-i Beyan
Türkçeye Tercüme Edilmemiş Bazı Arapça Tefsirler
1. Mecmuâtu’t Tefâsîr (Hâzin, İbn Abbas, Nesefî, Kadı Beydavî Tefsirleri),
Çağrı Y. İst. 1979
2. Keşşâf an Hakaikı Kavâmidi’t Tenzîl, Zemahşerî, Kahire, 1953
3. Mir Muhammed Kerim el-Baküvi, Keşfu’l-Hakayık
4. Abdürrazzâk, Tefsir
5. Cemaleddin Kasımî, Tefsir
6. Ebû Tâlib el-Mekkî, Tefsiru’l Müşkil
7. Beğavî Tefsiri, Meâlimu’t-Tenzil
8. Mâverdi, Mâverdi Tefsiri
9. İmam Vahidî, Tefsiru’l-Veciz
10. Muhammed Emin Şankitî, Edvâu’l-Beyan Tefsiri
KUR’AN
- 69 -
Bazı Mealler
1. Ahmet Ağırakça, B. Eryarsoy, Meal, Buruc Y.
2. İnsanlığa Son Çağrı, Meal, Hamdi Döndüren, Çelik Y. 2 cilt
3. Son Mesaj, Mustafa Yıldız, Çıra Y.
4. Allah’ın Kelâmı (Meal-Tefsir), Mehmet Türk, Edav Y.
5. Kısa Açıklamalı Kur’an-ı Kerim Meali, Mahmut Kısa, Armağan Kitaplar
6. Hayat Kitabı Kur’an, Gerekçeli Meal-Tefsir, Mustafa İslâmoğlu, Düşün Y.
7. K.K. ve Açıklamalı Meali, Heyet, T. Diyanet Vakfı Y.
8. K.K. Yüce Meali, S. Gümüş, Y. Çiçek, M. Demirci, İpek Y.
9. Nüzul Sırasına Göre K.K. Türkçe Anlamı, Ali Bulaç, Birim Y.
10. K.K. ve Özlü Tefsir, Tefsirlerin Özü, Abdullah Parlıyan, Konya Kitapçılık
11. K.K. Meali, H. Altuntaş, M. Şahin, D.İ.B. Y.
12. K.K. ve İzahlı Meal-i Âlîsi, Ali Fikri Yavuz, Sönmez Neşriyat
13. Kur’an-ı Kerim’in Açıklamalı Meali, (Fatiha, Bakara), Abdülaziz Bayındır,
Sül.Vakfı Y.
14. Feyzü’l Kur’an, K.K. Açıklamalı Meali, Hasan Tahsin Feyizli, Server
Neşriyat
15. Kur’an-ı Kerim Meali (Türkçe Çeviri), Yaşar Nuri Öztürk, Yeni Boyut Y.
16. Kur’an Türkçe Çeviri, Sadık Türkmen, Sistem Y. 2 cilt
17. K.K. ve Kelime Meali, Medine Balcı, Ebrar Y. 2 cilt
18. K.K. Türkçe Anlamı ve Kelime Meali, Halil Uysal, Kitap Kent Y.
19. K.K. ve Türkçe Meali, Hasan Karakaya, Kerim Aytekin, İkra Y.
20. Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, T.D.Vakfı Y., Heyet
21. Suat Yıldırım, Kur’an-ı Hakim ve Açıklamalı Meali, Işık Yayınları
22. Kur’an’ın Anlaşılmasına Doğru, Tefsirî Meal, Ahmet Tekin, Kelam Y.
23. Açıklamalı K.K. Meali, Tercümânu’l Kur’an, Mevdudi, İnkılab Y.
24. Kur’an-ı Kerim Meali, Şaban Piriş
25. Kur’ân-ı Kerim Meali, Talât Koçyiğit, Hüner Y.
26. Yaşayan Kur’an, Türkçe Meal-Tefsir, İhsan Eliaçık, İnşa Y.
27. Kur’an’a Bakışlar, Meal-Tefsir, Zeynep Gazali, Uysal Kitabevi Y.
28. Kur’ân-ı Kerim Yüce Meali, S. Gümüş, Y. Çiçek, M. Demirci, İpek Y.
29. Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Anlamı, Mustafa Hizmetli, Erguvan Y.
30. Kur’ân-ı Kerim Meali ve Yüce Tefsiri, Hacı Murad, Doğuş Y.
31. Aziz Kur’an Çeviri ve Açıklama, Muhammed Hamidullah, Beyan Y.
32. Kur’an Mesajı Meal-Tefsir, Muhammed Esed, İşaret Y.
33. Açıklamalı Kur’an-ı Kerim Meali, Ahmet Ağırakça, M. Beşir Eryarsoy,
Buruc Y.
34. Nüzul Sebepli Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali, Ahmet Ağırakça-Beşir
Eryarsoy, İst. 1987
35. Kur’an-ı Kerim’in Türçe Anlamı, Ali Bulaç, Bakış Y.
36. Yüce Kur’an-ı Kerim Meali ve Tefsir Notları, (3 cilt), Ebû’l-A’lâ Mevdudi,
Merve Y.
37. Kur’ân-ı Hakim ve Meâl-i Kerim, Hasan Basri Çantay, Çantay Kitabevi Y./
Risale Y.
38. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali, M. Beşir Eryarsoy, Şafak Y.
39. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali, Heyet, Hikmet Neşriyat
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 70 -
40. Kur’an-ı Mecîd ve Tefsirli Meâl-i Âlîsi, Mahmud Ustaosmanoğlu, Yasin Y.
41. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Açıklama, İsmail Mutlu, Nesil Basım Yayın
42. Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Heyet, Marm. Ün. İlâhiyat Fak. Vakfı Y.
43. Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Bahaeddin Sağlam, Tebliğ Y.
44. Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, İsmail Mutlu, Yeni Asya Gazetesi
Neşriyat
45. Kur’an-ı Kerim ve İzahlı Meali, Ahmed Davudoğlu, Çile Y./Timaş Y./
Merve Yayın Paz. / Çelik Y. /Seha Neşriyat
46. Kur’an-ı Kerim Meali, Ahmed Davudoğlu, Şelale Y./Temel Neşriyat/
Cevher Y./Bahar Y.
47. Elmalılı Meali, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Azim Dağıtım Y./İhtar
Y./Huzur Y./İslamoğlu Y./Eser Neşriyat
48. Kur’an-ı Kerim ve Meali, İsmail Kurt, Huzur Y.
49. Kur’an-ı Kerim’in Açıklamalı Türkçe Meali, İ. Atasoy, Ü. Şimşek, M. Paksu,
İ. Mutlu, Ş. Döğen, C. Uşşak, İst. 1989
50. Kur’an-ı Kerim ve Türçe Anlamı (Meal), Hüseyin Atay, Yaşar Kutluay,
D.İ.B. Y.
51. Kur’an-ı Kerim ve Yüce Meali, Abdullah Aydın, Aydın Y.
52. Kur’an-ı Kerim ve Meali, Ali Arslan, Okusan Yayıncılık
53. Kur’an’ı Anlamaya Doğru, Açıklamalı Kur’an-ı Kerim Meali, Ahmet
Tekin, Özel Y.
54. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, Hasan Rızâ, Diyanet İşleri Başkanlığı Y.
55. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, İsmail Hakkı İzmirli, Eren Y.
56. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlatımı, Bekir Sadak, Ötüken Neşriyat
57. Kur’an-ı Kerim Meali, Ziya Kazıcı, Çağrı Y.
58. Kur’an-ı Kerim Meali, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Basım Yay./Akçağ Y.
59. Kur’an-ı Kerim Meali, Ali Arslan, Devran Y.
60. Kur’an-ı Kerim Meali ve Tefsiri, Ayntabi Mehmed Efendi, İst. 1956
61. Kur’an, İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu, Ank. 1957
62. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Tefsirli Meal-i Âlîsi, Enver Baytan, İst. 1986
63. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı (Meâni-i Kur’an, İzmirli İsmail Hakkı,
İst. 1977
64. Kur’an-ı Kerim Türçe Meali, H. Karakaya, K. Kabakçı, M. Süslü, K.
Seyidhanoğlu, K. Aytekin, İst. 1981
65. Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, Celal Yıldırım, İst. 1982
66. Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, Talat Koçyiğit-İsmail Cerrahoğlu, Ank.
1985
67. Kur’an-ı Kerim Meali (Türkçe Anlam), Ziya Kazıcı, Necip Taylan, Çağrı Y.
68. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Açıklamalı Tercümesi, Ali Özek , Hayreddin
Karaman, Ali Turgut, Mustafa Çağırıcı, İ. Kâfi Dönmez, Sadreddin
Gümüş, Ank. 1993/S. Arabistan Krallığı, Medine
69. Kur’an-ı Kerim, Ş. Oral, Y. Z. Ersal, M. Runyun, A. S. Yücesoy, A. Güven,
M. A. Köksal, M. Ş. Özmen, K. Edip Kürkçüoğlu, H. Atay ve Y. Kutluay
(3 cilt), Ank. 1973
70. Kur’an-ı Kerim’in Konularına Göre Ayrılmış Türkçe Anlamı, Ahmet
Okutan, İst. 1967
71. Türkçe Kur’an-ı Kerim, Osman Nebioğlu, İst. 1957
72. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, H. E. Çalışkan, Güneş Gaz. Y.
KUR’AN
- 71 -
73. Kur’an-ı Kerim ve Meali, Akpınar Y.
74. Kur’an Tercümesi, Muhammed bin Hamza, İst. 1976
75. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali, Abdullah Tüzüner, İst. 1973
76. Kur’an-ı Kerim Meali, Enver Baytan, Baytan Y.
77. Kur’an-ı Kerim ve Meali, Abdülbâki Gölpınarlı, Remzi Kitabevi Y.
78. Fuyuzat; Kur’an-ı Mübin’in Mealen Tefsiri, Şemsettin Yeşil, İst. 1964
79. Kur’an-ı Kerim ve Türçe Anlamı (Meal) (3 cilt), Hüseyin Atay ve Yaşar
Kutluay, D.İ.B. Y.
80. Kur’an-ı Kerim, Besim Atalay, İst. İ962
81. Kutsal Kur’an Türkçe Meali, Sadi Irmak, İst, 1962
82. Kur’an-ı Kerim Meali, Y. N. Öztürk, Yeni Boyut Y.
83. Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Yüce Meali, Ayntabî Mehmed Efendi,
Huzur Y.
84. Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Açıklaması, Osman Keskioğlu, Eren Y.
85. Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Anlamı, Ş. Taha, Birleşik Dağıtım Ankara Y.
86. Kur’an ve Açıklamalı Meali, Heyet, Nesil Basım Yayın
87. Kur’an Meali, Ahmet Varol, Ozan Y.
88. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Tefsirli Meal-i Âlîsi, Hasan Rızâ, Baytan Y.
89. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, Mustafa Hizmetli, Birleşik Y.
90. Nüzul Sırasına Göre Kur’an-ı Kerim Meali, Mesut Okumuş, Birleşik
Dağıtım Ankara Y.
91. Kur’an-ı Kerim ve Kürtçe Meali, Abdullah Varlı, Şahsi Y.
92. İngilizce Kur’an-ı Kerim Meali, Heyet, İlmi Neşriyat
93. Kur’an-ı Kerim’in Mealen Manzum Açıklaması, A. Adnan Sütmen, Üçdal
Neşriyat
94. Tanrı Buyruğu Oku, Kur’an Nazım Çeviri, Rızâ Çiloğlu, İst. 1987
95. Kur’an-ı Kerim, Süleyman Tevfik Özzorluoğlu, İst. 1932
96. Lafzen ve Meâlen Kur’an-ı Hakim’in Tercümesi, Ali Rızâ Sağman, İst.
1980
97. Kur’an-ı Kerim ve Yüce Meali, Süleyman Ateş, Kılıç Y./Yeni Ufuklar
Neşriyat/Şura Y.
98. Kur’an-ı Hakim ve Öztürkçe Meali, Dabbetu’l-Arz Profesör 1400 (Alevi
Dedeleri), Ank. 1995
99. İslâm’ın Mukaddes Kitabı Kur’an-ı Kerim, Türçe Tercüme ve Tefsiri, Hacı
Murat Sertoğlu, İst. 55
100. İniş Sırasına Göre Kur’an-ı Kerim Meali, Y.N.Öztürk, Yeni Boyut Y.
101. Mevzularına Göre Âyetü-i Kerimeler ve Mealleri, (2 cilt), Şamil Y.

- 73 -
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ
İTİKÂDİ KAVRAMLAR -5-
OKUMA VE YAZMA

Kırâat/Okuma; Anlam ve Mâhiyeti

Yazma

Alfabe; Yazının Temel İşaretleri

Okuma-Yazma Kavramıyla İlgili Diğer Yakın Kavramlar

Namazda Okumak; Kıraat

Kur’an’ı Okumak (ve Ona Tâbi Olmak); Tilâvet

Tertîl

Kur’an’ı Nasıl Okumalı, Nasıl Anlamalıyız?

Kur’ân-ı Kerim’de Okuma, Yazma ve İlim

Hadis-i Şeriflerde Okuma, Yazma ve İlim

Kalem

Kitab

Bilgisizlik Olarak Cehâlet (Cehl)

Günümüz İnsanı ve Okuma
Kırâat/Okuma; Anlam ve Mâhiyeti
Okuma: Yazılı bir metnin harflerini tanıyarak ne yazıldığını anlamak, kıraat etmek, tilâvet etmek; yazılı bir metnin muhtevâsını kavramak ve öğrenmek demektir. Okumanın hayatımızdaki yerini ve önemini bilmeyen yoktur. Ama, günümüzde ekonomik problemler, kapitalist düzenin çalışma şartları, televizyon, bilgisayar gibi teknolojik ve eğlenceye dayalı araçlar, boş vakitlerin okuyarak değerlendirilmesine engel olmaktadır. Okumayı bilmek yetmemekte, okumaktan zevk almamız da gerekmektedir. Gerekli gördüğümüz yerleri not alarak, tartıp tartışarak, düşünüp üreterek tekrarlayıp yankılaştırarak, benimseyip sindirerek, genişletip tazeleyerek, gözleyip örnekleştirerek, hayatta nasıl bir yer aldığını ve nasıl uygulanacağını değerlendirerek okumalıyız. Açlık yemekle giderildiği gibi, bilgisizlik de okumakla giderilir. Okumak bir gâye değil, bir araçtır. Niçin okuduğumuzu, okuduktan sonra bizde nasıl değişiklik olması gerektiğini değerlendirmemiz gerekir. Bir kitabı okuduktan sonra, eskisinden daha akıllı, daha şuurlu hareket edebilmeliyiz.
Okuma eylemi, çok kapsamlı ve oldukça karmaşık bir eylemdir.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 74 -
İstenilen sonucu elde edebilmek için göz ve beyin arasında dikkatli
bir işbirliği gerekir. Yani sayfada yazılı olan harflerin anlattığı
fikirlerin tamamen kavranması şarttır. Aynı zaman okuma amaçlarımız
da farklılık gösterir. Değişik okuma tekniklerine ve hızlı okumaya
âşina olmak çok önemlidir. İlgili yazının uzunluğu, zorluğu
ve konusuna göre doğru tekniğin seçilmesi gerekmektedir. Okumada
kullanılan başlıca üç teknik; taramak, gözden geçirmek ve
detaylı okumadır. İyi okumak, anlayarak okumak demektir. Okurken
bütün akıl, bilgi birikimi ve hayal gücü harekete geçirilmelidir.
Gözlerin kelimeler üzerinde dolaşması yetmez. Durulması ve
düşünülmesi gereken yerler vardır. Altı çizilmesi, notlar alınması
gereken yerler bulunabilir. Bütün benliği vererek açık bir zihinle
okumanın gereği, fikir veren ciddi kitaplarda daha fazla ortaya
çıkar.
Kitap, size istediğiniz zaman ders vermeye hazır bir öğretmendir.
Büyük insanlarla oturup sohbet etmenin, onlarla konuşmanın
yolu “okumak”tır. Bir kitabı dikkatle okumak, onun yazarıyla saatlerce
sohbet etmek demektir. Kitaplar, insanlar, ülkeler ve asırlar
arasında bilgi alışverişini sağlayan araçlardır. Değerli kitaplar, insana
düşünmeyi de öğretir. Okumak, anlama yeteneğini geliştirir,
duyguları güzelleştirir, sezgi gücünü arttırır, olayları ve insanları
anlamakta, problemleri çözmede yol gösterir. Mesleğinde, bulunduğu
konumda yükselmek, başarılı olmak isteyenlerin yapması
gereken en önemli işlerden biri okumak olmalıdır.
Sadece kitap değildir okunması gereken. İnsan, tüm eşyayı,
tüm varlığı, tüm olayları, hayatı ve öteki hayatı, duyguları, her
şeyi okumalı, okuyabilmelidir. Eşyanın dilinden anlayacak şekilde,
yabancı ve yerli dile sahip olmalıdır. “Oku!” emrinin yöneldiği şey,
tek bir şey değildir. Ama, okunacakların içinde kitap, kitapların
içinde de “O Kitab” baş sırayı alır.
Okumayı tavsiye ederken, Peygamberimiz’in “faydasız bilgiden
Allah’a sığındığını” unutmayalım. Mideyi nasıl zararlı gıdalarla
doldurmak zararlı ise, zihnin gıdası olan kitaplar için de
aynı durum sözkonusudur. Beynin ve gönlün hastalanması, midenin
hastalığından elbette çok daha kötüdür. Hazmedilmeyen
gıdalar nasıl hastalıklara sebep oluyorsa, özümsenip hazmedilmeyen
kitaplar ve okuma da kafanın ve gönlün hastalanmasına
sebep olabilir. Bilgi, sindirildiği zaman hayata dönüşür. Bir kısmı
düşünceyi,bir kısmı duyguyu, bir kısmı da eylemi besler. Beslemeyen
bilgi, kendisinden Allah’a sığınılması gereken faydasız bilgidir.
Gıda zehirlenmesi gibi bilgi zehirlenmesi de olabilir. Bilgiyi ölçme
ve değerlendirmenin, bilgiyi elde etmek kadar, belki daha fazla
OKUMA VE YAZMA
- 75 -
önemi olduğunu unutmamalıyız. Elimize geçen her kitabı okumak,
bazen ciddi zararlara sebep olabilir. Her kitabı değil, bizim
için faydalı olacağına inandığımız güzel kitapları seçerek okumalıyız.
Faydalıdan ziyade, en faydalı olanları seçmek ya da güvenilen
bir büyüğün tavsiye ettiği kitaplardan, program dâhilinde
okumak en güzelidir.
Okumak, sadece boş zaman işi değildir. Okumayı boş zaman
işi kabul edenler, onu çekirdek çitlemek, pul koleksiyonu yapmak
türünden çok basit görmüş ve teferruat saymış olurlar. Okuma
dürtüsü, bilgi ve hikmet sevgisinden kaynaklanmalıdır. O zaman
okumak, bir zahmet değil; bir lezzet halini alacaktır. Bu zevki tadan
biri, okumayınca rahatsız olur, sanki bir tarafının eksildiğini
hisseder. Kitaplar sadece bilgiyi öğretmezler, aynı zamanda hayatı
da öğretirler.
Elektronik ve dijital yazıların, çağdaş insanı olanca kuşatmasına
reğmen, kitabın önemi devam edecektir. Kitaplar, bilginin en
sâdık taşıyıcıları olmayı sürdürecektir. Kitaba alternatif olarak çıkartılan
bilgi taşıma araçlarının hayli baştan çıkarıcı câzibesi bile
kitabı tahtından etmeyi başaramamıştır. Her alanda ve her şeyde
olduğu gibi, doğruyu, iyiyi, güzeli kitap konusunda aramak, okurların
başta gelen görevidir.
Ciddi kitapları ve özellikle Kur’an’ı bütün dimağımızı, bütünü
ruhumuzu ve şuurumuzu vererek okumalıyız. Okuduklarımız üzerinde
düşünmeli ve hayatımıza daha iyi yön verebilmeliyiz.
Unutmayalım, bütün kitaplar bir Kitab’ı daha iyi anlamak için
olmalı, ya da bütün kitapları bir tarafa koyarak Allah’ın Kitabı
Kur’an’ı, hayata tatbik edip hâkim kılmak için, canlı Kur’an olmak
gâyesiyle okumalıyız.
Kur’an’ın ilk iki sûreye okumanın ve yazmanın
önemini vurgulayarak
başladığını biliyoruz.1 Zaten okumak anlamına gelen
“Kur’an” kelimesinin
bu kitaba ad olması bir tesadüf değildir.
Henüz vahyin ve mücâdelenin ilk yıllarında, geceleyin kalkıp
Kur’an okuma ve bunun metodu konusunda özlü bilgiler veren
Müzzemmil sûresinin ilk âyetlerinin uygulamasıyla ilgili olarak
aynı sûrenin son âyeti, Rasûlullah (s.a.s.) ile birlikte bir topluluğun
geceleyin Kur’an okuduğunu bizlere haber vermektedir.2 Bir
âyet-i kerimede hem okumak için hem de insanlara okutmak için
1] 96/Alak, 1-6; 68/Kalem, 1-2
2] 73/Müzzemmil, 1-8, 20
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 76 -
Kur’an’ın parça parça indirildiği ifade edilir.3 Bu âyette “insanlara
okuman için” ifadesinden, Rasûlün başkalarına Kur’an öğretmesinin
istendiği açıkça anlaşılmaktadır.
Kur’an’da, okumayı emreden çok sayıda âyet vardır. Bu
âyetlerin uygulanıp hayata geçirilmesi ile ilgili olarak belirtmemiz
gereken bir hususa dikkat çekmek istiyoruz. Mekke’deki
mücâdelenin, Rasûlün önderliğinde bir avuç arkadaşı tarafından
gizlice yürütüldüğünü dikkate alırsak, bu âyetlerin gereği olarak
resmî birtakım eğitim kurumları görme beklentisine girmemiş
oluruz. Zira Mekke mücadelesinin tarzı gereği eğitim kurumları
da sivil
ve gizli bir özellik arzetmektedir. “Erkam’ın evi” örneğinde
olduğu gibi, bu iş için, daha çok, dikkat çekmeyen emniyetli
yerler seçilmiştir. Yine dönemin hassasiyeti gereği Rasul (s.a.s.),
Mekke’de okuma-yazmaya ağırlık verme yerine daha çok sohbet
şeklindeki bir eğitime önem vermiştir. Zira başka çalışmalara zaman
yoktu. Müslümanlar çok kısa zamanda Kur’an’ı ve mücâdeleyi
öğrenmek zorundaydı. Dahası Rasul, göstermelik şekilciliğe değil,
bilakis eğitimin muhtevâsına önem veriyordu. Dolayısıla bu zor
şartlar altında insanların eğitilmesi, bireysel ve sosyal bir değişimin
gerçekleşmesi çok daha önemliydi. Nasıl ve ne şekilde bir eğitim
uygulanacağı ise şartların elverdiği ölçüde insanın inisiyatifine
bırakılmıştı. Neticede bu gibi durumlarda sözlü eğitim, yazılı eğitime
oranla zaman kazandırma ve takibatlarda risk önleme açısından
daha müsaitti ve bu sebeple tercih edilmişti. Yazılı eğitime ve
kurumlaşmaya ise Medine döneminde geçilmiştir.4
Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)’e Kur’an’dan, önce ‘ikra” âyeti inmiştir.
Oysa, daha henüz Rasûl’ün elinde okuyacağı bir şey yoktu. Öyleyse,
Rasûl’e daha ilk başta okuması emredilen neydi? Bu konuda,
birkaç seçeneği belirtmeyi
uygun görüyoruz.
1. Bilginler
‘Kur’an’ın bir gecede indirildiğini, ‘inzalini’ belirten
âyetler konusunda ayrılıklara düşmüşlerdir. Bu noktada, genellikle
kabul edilen görüş, Kur’an’dan ilk âyetin Kadir gecesi indiği, daha
doğrusu, Kur’an’ın Kadir
gecesi inmeğe başladığı şeklindedir. Bu,
yanlış bir görüş değildir. Çünkü, Kur’an’a dikkatle bakanlar, gerek
Kitap, gerekse Kuran kelimesinin, bütün olarak Kitap
ve Kur’an
için kullanıldığı gibi, Kur’an’ın bir bölümü
için de kullanıldığını
görürler. Şu halde, Kur’an’ın bir tek kelimesi bile Kur’an’ın bütünü
yerine geçmektedir. Kur’an âyetleri, kelimeleri, hattâ harfleri
birbirleriyle iç içe bir örgü halindedir. Bu bakımdan, bir âyetin,
3] 17/İsrâ, 106
4] Tuncer Namlı, Ahlâkî Kavramlarda Anlam Arayışı 1, Fecr Y., 176-177
OKUMA VE YAZMA
- 77 -
hattâ bir kelimenin tam olarak anlaşılabilmesi için Kur’an’ın bütünüyle
anlaşılması gerekir. Bunu, Yunus Emre bir deyişinde, “dört
kitabın manâsı saklıdır
bir ‘elifte”, bir diğer deyişinde, “dört kitabın
manâsı Lâilâhe illallah” şeklinde ifade etmekte, aynı zamanda,
üzerinde büyük tartışmalar olan “Lâ ilâhe illâllah
diyen Cennet’e
girer” 5 hadisini de gâyet güzel açıklamış olmaktadır. Bu noktada,
Hz. Ali’nin de şöyle bir sözü vardır: “Kur’an hamd sûresinde
toplanmıştır, hamd sûresi besmelede toplanmıştır, besmele başında
b harfinde toplanmıştır, b altındaki noktada toplanmıştır,
ben
o noktayım.” Sufîler, Kur’an’ın ilk kez toplu halde Peygamber’in
kalbine indirildiğini, sonra da yerine
ve zamanına göre parça parça
indirildiğini belirtir ler ki, bu da yaptığımız açıklamalarla aynı
anlama gelmektedir.
Şu halde, ‘ikra’ = Kur’an’ diyebiliriz.
2. Peygamber’ den okuması istenen kâinat da olabilir. Gerçekten,
kâinat
da Allah’ın âyetlerinden oluşmakta, Kur’an da Allah’ın
âyetlerinden oluşmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz
gibi,
Kur’an Kâinatın durulmuş ve sözle, ya da yazıyla ifade edilmiş
biçimidir; insan da ‘küçük kâinattır’,
şu halde insanı da okumak
gerekmektedir. Temelde,
bu açıklamayla, yukarıdaki açıklama birbirini
tamamlamaktadır.
3. Bu “ikra” emrinden şu çok önemli gerçeği ortaya
çıkarıyoruz:
İlk çağlarda insanlar, kutsal metinlerini yazıya dökmenin,
onlara karşı bir saygısızlık olacağına inanırlardı.
Bu yüzden, eski
kutsal metinler ağızdan ağıza aktarılırdı.
İnsanlar yazmaya başladıktan
sonra, ezberleme
ve sözlü aktarım güçleri zayıfladı. Eskiden
beri, geleneğin,
eğitim ve öğretimin en etkili aktarım aracı
esasen sözlü aktarımdır. Sözlü geleneğin çok büyük bir toplam
oluşturan dizeleri, yüzlerce yıldan beri kuşaktan kuşağa aktarılmış
ve korunmuştur).6 Bu gerçeği
İslâm da vurgulamış ve bir yandan
Peygamber’in ümmîliği
üzerinde dururken, bir yandan da ona
“yaz” değil,
“oku” emrini vermiştir. Okumak, illâ kitap okumak
demek
değildir; okumak öncelikle ezberden okumayı
ifade eder. Bu
yüzden, Hz, Peygamber’e bir kitaptan
okuması emredilmiyordu;
ruhundan, kalbinden okuması
emrediliyordu; çünkü, ortada yazılı
bir kitap yoktu
okunacak. İslâm’da hadisler de ağızdan ağza aktarılmış
ve ancak 160-150 yıl sonra kâğıda geçirilmiştir. Gerçi İslâm
yazmayı yasaklamaz, teşvik de eder. Fakat, aslolan yazmak değil,
okumaktır. Bu bakımdan, İslâm’ da Kur’an’ın belki yazılmasından
çok, ezberlenmesi üzerinde
durulmuştur. Ama, ne zaman ki yazı
okumanın önüne geçmiş, modern medeniyet hep yazı üzerinde
5] Sahih-i Müslim, hadis no: 43, 44, 45
6] Martin Lings, Antik İnançlar Modern Hurafeler, Yeryüzü Y. İst. 1980
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 78 -
durmuş,
o zaman sözlü aktarım ve kalpten okuma önemini
yitirmiş,
bilginlerin pek çoğu ‘ilim’ değil, Kur’an’ın diliyle, “kitap yüklü
eşekler” haline gelmişlerdir.7
Yazma
Yazı: İsteklerimizi anlatmak için kullandığımız sözlerin, birtakım
şekiller halinde gösterilmesidir. İnsanların birbirleriyle iletişim
kurmak için kullandıkları, dil denen sistemin belli işaretlerle
belirleyen ikinci bir sisteme yazı diyoruz. Yazı, sözün resimleşmiş
(şekillenmiş, simgelenmiş) biçimidir. Yazı, alfabe denen ve seslerin
yerini tutan işaretlerden oluşur. Yazı, zihnimizde oluşan sözlerin
kâğıt üzerine dökülmüş şeklidir.
Yazının insanlık tarihindeki önemi hayli büyüktür. Peygamberlerin
bir kısmına Kitap verilmiş, bir kısmı da önceki Peygamber’e
gönderilen kitapla hükmetmiştir. Kitaplarda yazı vardır. Ve genel
kabule göre ilk peygamber Hz. Âdem’e de küçük kitap (suhuf)
verilmiştir.
Yazma: Harfleri, heceleri veya fikir anlatan işaretleri yan yana
getirip istenilen şeyi anlatan şekiller ortaya koymaktır. Söz uçar,
yazı kalır. Bir atasözünde: “Âlim unutmuş, kalem unutmamış”
denir. Yazıyı boşluğa dağılan sözlerden üstün kılan unsurlardan
biri, insanı geleceğe taşımasıdır. Yeryüzündeki bütün kitapların ve
defterlerin yakılması halinde birçok şeye yeniden başlamak gerekecektir.
Dolayısıyla yazı, geçmişten büyük hazineler devralmamızı
ve gelecek nesillere bırakmamızı sağlar. Güzel yazmak için; iyi
düşünmekle beraber, anlatım açık, cümleler kısa, kelimeler yerli
yerinde, cümleler dilbilgisi kurallarına uygun, istenen konunun
düşünceleri kafada iyice yoğrulmuş, gereksiz kelime tekrarlarından
arınmış olmalıdır.
Peygamberimiz Zamanında Yazı ve Yazılı Eğitim: Mekke’de
yazılı bir eğitime ağırlık verilmemiş; daha çok okuma, teşvik edilmişti.
Medine artık müslümanların özgür vatanı idi, yetki ellerine
geçmiş ve devlet olmuşlardı. Nasıl ibâdetlerini evde yerine getirme
zorunluluğundan
kurtulup mescid edinmiş ve orada cemaat
olarak açıktan ibâdet etme hürriyeti elde etmişlerse, eğitimi ve
öğretimi de mescidde açıktan icra edecek hale gelmiş ve kurumlaşmışlardı.
Daha Medine’nin ilk iki yılında, gelmiş olan Bakara
sûresinde, alış verişte yazışma ve kâtiplerden bahsediliyor,
iş akitlerinin
yazılması emrediliyor.8 Tıpkı gayr-i müsiimlerle yapılan söz-
7] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Y., 72- 73
8] 2/Bakara, 282-283; 24/Nûr, 33
OKUMA VE YAZMA
- 79 -
leşmede olduğu
gibi, yazılı hukuka bile adım adım geçiliyordu.
Hepimizin
çok iyi bildiği gibi Bedir esirlerinin okuma yazma öğretmeleri
karşılığında serbest bırakılması bu gelişmelerin bir parçasıdır.
Hatta, esirlere verilen bu görev, Rasulün (s.a.s.) daha önceden
başlatmış olduğu atılımın sadece bir uzantısıdır. Vatandaşların
(müslümanlann) eğitimi o kadar önemli ki müslüman olarak gelen
Mekkeli kadınların imtihan edilmesi emrediliyordu. Toplumsal
düşünce ve inancın korunması açısından bu samimiyet denemesi
çok ileri bir adımdır (60/Mümtehine, 10). Sahabenin dolayısıyla
müslümanlann eğitimi
konusunda Allah Rasülünün bu kadar titiz
olmasının en büyük teşvik edicisi Kur’an’ın ilmi ve öğrenmeyi
emreden âyetleriydi şüphesiz (Tuncer Namlı, Ahlâkî Kavramlarda
Anlam Arayışı 1, Fecr Y., 177).
Alfabe; Yazının Temel İşaretleri
Dilin seslerini gözlerimizle ayırmaya yarayan işaret sistemine
“yazı” denir. Yazı, çeşitli işaretlerle gösterilir. Dilde kullanılan sesleri
gösteren işaretlere de “harf” adı verilir. Bir dildeki harflerin
belli bir sıraya göre dizilmesine ise “alfabe” denilir.
Alfabelerin Ana Özelliği: Her kavim ve ulus, inandığı kutsal kitabın
yazıldığı alfabeyi kullanmaktadır. Tarihte de böyle olmuştur.
Dünyada hiçbir kavim ve ulus yoktur ki, din değiştirmeden alfabe
değiştirmiş olsun. Alfabe değişikliği, toplumun tümüyle değişmesini
ve tarihiyle bağlarını toptan koparmasını gerektireceğinden
dolayı komünist ülkeler, ihtilal yapanlar (ve Rusya, komünizm
rejimine geçince) bile alfabe değiştirme cesaret ve cür’etini göstermemişler,
böyle bir girişimi köklerine, tarih ve kültürlerine bir
ihânet olarak kabul etmişlerdir.
Çin alfabesi beş bin karakterden, daha doğrusu resim-kelimeden
oluşmaktadır. I. Dünya Savaşı sırasında James Yen adında bir
Çinli, bu alfabeyi sadeleştirerek bin karaktere indirdiği bir alfabe
ile okuma yazma öğretmede devrim sayılacak gelişmeye öncülük
etti. Hâlâ Çinliler, binlerce harfden oluşan alfabe kullanmaktadır.
Japonya’nınbazı kabilelerinde de, bin harften fazla harfi olan
alfabe kullanıldığı halde, bu yazılarını değiştirmeyi akıllarının
uçlarından bile geçirmemektedirler. Kutsal kitaplarının yazılı bulunduğu
bu alfabeyi terk etmeyi, önce dinlerine ve kültürlerine
bir ihânet olarak görmekte, bu alfabeleriyle teknik gelişmelerde
Batıdan hiç de geri kalınmayacağını da ispat etmektedirler.
Türklerin Tarihten Beri Kullandığı Alfabeler: Türkler de tarihlerinde
birkaç din değiştirmişler, yeni bir dini kabulleriyle beraber,
o dinin yazılı metinlerinin veya kutsal kitabının yazısını/alfabesini
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 80 -
de kabul etmişlerdir. Bu alfabeler şunlardır: Göktürkçe, Uygurca,
İslâm alfabesi, Latin alfabesi.
Türkler, İslâmiyet’i seçmeleriyle birlikte kabul ederek kültür birikimlerini
o yazıyla eserlere geçirdikleri alfabeyi (elifbâyı) 900 yıl
kadar benimseyip kullanmışlardır. Bu yazıya, bazıları yanlış olarak
“Arap yazısı” demektedir. Fakat, Kur’ân-ı Kerim’in sadece o yazıyla
doğru olarak yazılabildiğinden ve bütün Müslümanların ortak yazısı
olduğundan, bu yazı çeşidine Kur’an yazısı veya İslâm alfabesi
denilmesi daha doğru olur. Türkler bu yazıyı öylesine benimseyip
kabullenmişlerdi ki, bu yazıya Osmanlıca denmeye başlanmış, değişik
stiller (hat, yazı çeşitleri) katarak, yazıyı daha da zenginleştirmişler,
nâdîde hat ve hattatları kültür dünyasına kazandırmışlardı.
Türkleri, İslâm kültüründen ve Kur’an’dan koparmak isteyen
düşmanları, bunun yazı değişikliğiyle en kolay bir şekilde gerçekleşeceğini
biliyorlardı. Bundan dolayı, Osmanlı Devletine akıl vererek
Türklerin diğer kurum ve hayat tartında olduğu gibi, yazıda
da Batıyı taklit etmesini tavsiye ve telkin ediyorlardı. Defalarca
yetkililer tarafından reddedilmesine rağmen, sık sık Osmanlı devleti
ve halkının yüzlerce senedir kullandığı alfabeyi atıp Batının
yazısını kabul etmesini teklif etmişlerdi. Komünizm ihtilaliyle bile
kendi yazısını değiştirmeyen Rusya, 1870 yıllarından itibaren defalarca
elçiler göndererek Türkler için yeni Batı alfabe taslakları
sunmuşlardır. Fakat, eski hayat tarzındaki bunca değişikliğe ve
Batının nice bâtılına kapılarını açmakta tereddüt etmeyen son dönem
Osmanlı yönetimi, yazısını/alfabesini değiştirecek kadar bir
teslimiyete düşmemiş, bu teklifleri hep reddedebilmiştir.
Latin Alfabesinin Kabulü: Harf devriminden bu yana Türkçe
konuşup yazan her insan, Atatürk devrimlerini benimsemeyen
Müslümanlar dâhil, herkes (ilk zamanlar devlet zoruyla, sonraları
artık çaresiz normal karşılayarak) Latin alfabesini kullanmaya ve
giderek benimsemeye başlamıştır. Bu alfabeye bazıları Türk alfabesi
demektedir. Bu, tümüyle yanlıştır. Çünkü ne eski Türkler böyle
bir alfabe kullanmışlar, ne de bu alfabenin Türk ve Müslümanlarla
bir ilgisi olmuştur. Bu yazı çeşidi Batılı ülkelerin kullanageldikleri
bir alfabedir. Latin alfabesi, Batıyı her alanda taklit eden, eskiyle
ve özellikle İslâm’la bağları kökünden koparmak için devrimler
yapan yeni Türkiye Cumhuriyeti rejimince 1 Kasım 1928 tarihinde
ve 1353 sayılı kanunla kabul ve tesbit edilmiştir. Bu kanuna göre
Türk alfabesi olarak kabul edilen Latin alfabesinin Türkçe uygulamasında
29 harf vardır. Bu yazı sisteminde her ses için ayrı bir harf
ve her harf için de yalnız bir ses ilkesi göz önünde tutulmuştur.
OKUMA VE YAZMA
- 81 -
Başka bir medeniyetin alfabesinin kabulü, o uygarlığa teslimiyetin
bir sembolü kabul edilebilir; teslimiyetin ve onda erimenin
bir göstergesi. Alfabe ve medeniyet değişikliği, tüm tarihin, kültürün,
çağdaş insanı eskiye ve İslâm’a bağlayan nice köprülerin
yıkılması anlamına gelir.
Evet, dünyada din değiştirmeksizin alfabe değiştiren tek kavim
olarak Türkler gösterilmektedir. Harf devrimi ve diğer devrimlerle
birlikte, ortak bir medeniyeti paylaştıkları tüm kavimlerden
laiklik ve kurumlardaki kıyafet gibi birçok konuda farklı bir yol
izlenmiştir. Tüm Arap ülkeleriyle birlikte, İranlılar, Hintliler, Afganlılar,
Pakistanlılar, Malezya, Endonezya gibi ülkelerdeki Müslümanlardan,
tüm Müslüman Afrikalılardan, onların medeniyetlerinden
kesin çizgilerle farklılaşılmış; eski bağ ve ilişkilerin terk
edilmesine, bir de yazı değişikliği gibi aşılması mümkün olmayan
duvarlar örülmüştür. Ülkemiz, bunun yanında, Batılılar tarafından
da sürekli dışlanmış, onların bu ülkeden şikâyetleri de bir türlü
bitmek bilmemiştir.
Bu yazı değiştirmede gerekçe bellidir: Batı uygarlığına girmek,
eskiyle bağları koparmak ve eski harflerin zorluğu, yeni harflerin
kolaylığı.
Yazıyı değiştirmekle, Batının teknik ve bilimsel gelişmelerine
ne kadar ayak uydurduğumuz her zaman tartışılmış, ama Müslümanlarla,
İslâmî eserlerle ve Kur’an’la bağımızın kolayca koptuğunu
herkes rahatlıkla görebilir. Eski harflerin zorluğu ve yeni
harflerin öğrenilmesinin kolaylığı ise tam bir yutturmaca ve aldatmacadan
başka bir şey değildir.
Latin alfabesini kullanan ülkelerle yazı birliği oluşturup onların
gelişmelerinden yararlanmak iddiasının gerçekliği ise çok
götürmektedir. Öncelikle belirtelim ki, Batıdan alındığı halde, bu
alfabe, Batının kullandıklarıyla bile tam uyum sağlamaktadır. A, e,
ı, i gibi birçok harf Batıda değişik şekilde okunup seslendirilmektedir.
Batıda kullanılan birçok harf, kullandığımız bu alfabede
yer almamaktadır: Q (q), W (w), X (x) gibi. Yine, iki, hatta üç sesli
harfin veya bir sesli bir sessiz harfin yan yana gelip değişik bir ses
meydana getirmesinin Türk alfabesinde bulunmayışı gibi problemler
söz konusudur. Ayrıca, kullandığımız bu alfabedeki birçok
harfi, Batılı hiç tanımamaktadır: Ç, ğ, ö, ş, ü gibi. Latin harflerinin
Batıdaki kullanımında bu harflerin bilinmemesinden dolayı, bilgisayarlarda,
özellikle internet üzerinden iletişimlerde bu harflerin
yazımı büyük çapta problem olmaktadır. Batılılar nice harfi de
bizdekinden çok değişik telaffuz etmektedir. Renault yazıp reno
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 82 -
okumaktalar. Bizim Cek diye yazıp okuduğumuz ismi, onlar Jack
diye yazmaktalar. Bu tür örnekleri çoğaltmak kolay. Söz gelimi bir
Arap, eğer ille Latin alfabesiyle yazacaksa veya bir Batılı bir kelimeyi
yazıya geçirecekse, Türklerin yazıya geçirdiğinden çok farklı
olacaktır bu. Meselâ şeyh kelimesi shaıkh şeklinde yazılmakta,
ama şeyh diye okunmakta…
Devlet zoruyla da olsa, rejimin politikası gereği, okuma-yazma
oranı Türkiye’de % 90’ların üzerine çıkmış olabilir, ama halkın
kültür seviyesi acaba nasıldır? Okuma-yazma bilenlerin kaçta kaçı
acaba hayatta gazeteden başka bir eseri hiç okumamış, mektup
yazmada bile zorlanıp dilekçelerini hep arzuhalcilere yazdırmaktadır?
Bu anketi kim yapacaktır? Çinliler ve Japonlar, alfabe değiştirmedikleri
(alfabeleri gerçekten çok zor ve çok fazla harfli olduğu)
halde, niye Türkiye’den daha geri değiller? Türkiye, alfabesini
değiştirdiği halde, niye yeterli kalkınma yapıp ilerleyemedi? Halkın
kültür seviyesinde niye ciddi gelişmeler olmadı; geçim ve seçimden
başka bir şey konuşmayan ve anlamayan duruma düştü?
Kullandığımız Latin alfabesi, Türkçe kelimeleri doğru olarak,
eksiksiz biçimde karşılayamamakta ve iddia edildiğinin aksine
eski harflerden daha kolay belletilememektedir. Bunlardan daha
acısı, Kur’an, bu harflerle okunamamakta ve yazılamakta, dilimize
Arapça ve Farsça’dan girmiş binlerce kelime yanlış yazılmakta,
yanlış okunmakta, dilimiz de küçük düşürülmektedir.
Kur’an yazısında, dolayısıyla 900 senedir kütüphanelerimizi
dolduran eserlerde bulunan harfler, tam olarak Türkçeye yeni
harflerle aynen yazılıp aktarılamamaktadır. Çünkü eski alfabemizde
bulunan nice harfin tam karşılığı yeni alfabede bulunamamaktadır:
Se, ha, hı, zel, dat, ayın, kaf, lâm, vav; eski alfabemizdeki
bu harfler, yeni yazıda tam karşılıkları olmayan harflerdir. Ayrıca
birçok eski harfin karşılığı tam olarak tesbit edilemekte, eski alfabedeki
birkaç harf, aralırnad okunuş farkları olduğu halde, yeni
alfabede tek harfle gösterilmekte, telaffuz ve anlam karışıklığına
götürmektedir. Örnek verecek olursak:
Elif ve ayın harfleri a harfiyle karşılanmakta, sesler birbiriyle
karışmaktadır.
Te ve tı harfleri, t harfiyle harfiyle karşılanmakta, sesler birbiriyle
karışmaktadır.
Se, sin ve sat harfleri, s harfiyle karşılanmakta, sesler birbiriyle
karışmaktadır.
Ha, hı ve he harfleri, h harfiyle karşılanmakta, sesler birbiriyle
OKUMA VE YAZMA
- 83 -
karışmaktadır.
Dal ve dat harfleri, d harfiyle karşılanmakta, sesler birbiriyle
karışmaktadır.
Zel, ze, zı ve dat harfleri, z harfiyle karşılanmakta, sesler birbiriyle
karışmaktadır.
Kaf ve kef harfleri, k harfiyle karşılanmakta, sesler birbiriyle
karışmaktadır.
Ayrıca, eski alfabede kef harfinin dikey çizgisine sağa doğru
iki tane eğik çizgi eklenerek veya kef harfinin içine üç nokta
konularak gösterilen nazal n (yani genizden gelen n sesi hiçbir
harfle artık yazılamamakta, vav sesinin kalın ve yuvarlaklığı “v”
sesiyle verilememekte, he harfinin göbekten geliyormuşçasına
değişik fonetik özelliği “h” harfiyle tümden kaybolmakta, ha, hı
ve ayın harflerinin boğazdan çıkan değişik telaffuzları yeni alfabe
sâyesinde tarihe karışmaktadır. Yine, uzatma işaretlerinin aynı zamanda
inceltme işareti olarak da kabul edilmesiyle, önceki harfin
uzun mu, yoksa ince mi okunacağının karıştığı ve bilgisayarlardaki
zorluk da eklenerek artık bu işaretin tümden kaldırılması, Arapça
ve Farsça’dan dilimize girmiş yüzlerce kelimenin hecelerinin uzun
okunamayışı ile telaffuzun ve şivenin bozulması gibi problemler
eklenebilir. Türkçe’deki ince ve kalın “e”leri de bu alfabe ile ayırt
etmek mümkün olmamaktadır.
Kur’an, Latin alfabesiyle doğru bir şekilde yazılıp okunamadığı
gibi, Kur’an terimleri, dinî tabir ve kavramlar da doğru bir
şekilde okunmak, kökü bilinmez, anlaşılmaz hale gelip kolayca
unutulması veya anlamlarının yozlaştırılması sağlanıyordu. Eski
yazı denildiği halde, Kitab’ımızın yazısı olduğu için eskimeyen ve
eskimeyecek olan bu yazımuz, sağdan sola doğru yazıldığından,
gözün yapısına uygunluk arzediyor, gözü bozmuyordu. Onun için,
eski Türklerde ve hâlâ İslâmî alfabeyi kullanan kavimlerde gözlük
takana (veya lens kullanmak zorunda kalana) fazla rastlanmaktadır.
Ayrıca, şimdiki harflerin şekillerinin sert ve donukluğuna, bu
harflerle sanat ve üstün beceri gösterilememesine karşılık; Kur’an
harflerinin güzel yazılması, hârikulâde tablolar ve sanat eserleri
meydana getiriyor, hattatların ve kâtiplerin kabiliyeti güzel bir estetik
oluşturuyor, okuyanları ve hatta sadece harflere bakanları
tabii zevke gark ediyor ve sanat gösterisine dönüşüyordu.
Var mısınız, günlük işlerimizde kendi yazımızı kullanalım, en
azından kendi aramızda hilâl/kamerî takvimini kullanalım, kendi
medeniyetimize uygun kıyafetleri kuşanalım! Gücümüz yettiğince
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 84 -
ve kendi çapımızca devrimleri devirelim…
Okuma-Yazma Kavramıyla İlgili
Diğer Yakın Kavramlar
İlim
Kur’an’ın, 854 yerde ilimden bahsetmesi, bilmeye, öğrenmeye
verdiği önemi gösterir. Ayrıca Allah, Kur’an’ın bilgiye dayalı bir
kitap ve yol göstermek için bir rahmet olduğunu ifade ediyor9.
Bilmeksizin zan ile konuşmayı yasaklıyor (3/Âl-i İmran, 66; 4/Nisâ,
157). Bilenlerle
bilmeyenlerin bir olmayacağından (39/Zümer, 9),
Allah’tan en çok âlimlerin korkacağından (35/Fâtır, 28), iman edenlerle,
kendilerine ilim verilenlerin derecelerinin yükseleceğinden
(58/Mücâdele, 11) bahsediyor. “Rabbım ilmimi artır, de” (20/Tâhâ,
114) âyetiyle de mü’minin ruhuna şiddetli bir ilim ateşi yakıyor.
Ancak ilmi, amaçsız bir şekilde kendi başına bir değer olarak alıp
kutsamıyor. Onun salt bir bilgi yığını olarak biriktirilmesini yeterli
bulmuyor, bir gâyeye hizmet etmesini ve topluma aktarılmasını
da istiyor. İşte tebliğ ve inzarın böyle bir fonksiyonu vardır.
Tebliğ ve inzâr
Kur’an, tebliğ kelimesinden yaklaşık 25 defa çeşitli şekillerde
bahsediyor. Açıkça “sana indirileni tebliğ et” diyerek bunu
farz
kılıyor.10 Ayrıca Kur’an 130 defa inzardan ve uyarıdan bahsediyor.
Rasulün tebliğci, uyarıcı ve müjde-leyici (mübelliğ, münzir ve beşir)
olduğunu zikrediyor.11 Tebliğ ve inzar deyince
yüzeysel olarak gerçeği,
insanlara bir defa duyurmakla tebliğin tamamlandığı gibi bir
anlayış, şimdiye kadar düşüncelerimize
hakim oldu. Ancak Kur’an,
olayı bu kadar yalın olarak ele almıyor. Inatlaşmış inkârcıların ve
iman etmeyecek olanların tekrar uyarılmasına gerek görmezken,
Allah’tan korkan ve Kur’an’a uyan kimselerin uyarılmasını (inzar)
istiyor.
12 Uyarılan kimse Allah’tan korkuyor ve Kur’an’a tabi oluyorsa
niçin uyarılacak, bu sorunun cevabını bulmamız gerekiyor.
Hem bu âyet Mekkîdir ve imanla ilgilidir.
İşte buradaki “Korkan
ve tabi olan” kimsenin uyarılmasından
maksat o kimsenin eğitilmesidir.
Dolayısıyla bu tür kimseler için tebliğ ve uyarı bitmemiştir,
devam etmektedir. Diğer bir deyişle tebliğ, anlık bir olay değil,
düzenli bir süreçtir
ve eğitimcinin yaptığını yapmaktadır. Bu sebeple
kendisinin
davetçi olduğunu hissedenler aynı zamanda iyi
9] 7/A’râf, 52
10] 5/Mâide, 67
11] 26/Şuarâ, 115, 13/Ra'd, 7; 14/İbrâhim, 52; 24/Nûr, 52
12] 36/Yâsin, 6-11
OKUMA VE YAZMA
- 85 -
birer eğitimci
olmak zorundadırlar.
Dâvet, Tezkir ve İrşad
İnsanları, İslâm anlamında hayra çağırmayı Allah emretmektedir.
Ancak bu çağırıyı zihinsel ve kültürel derinliği olmayan, yüzeysel
ve yalın bir tellallık olarak algılamak, kavramı anlamından
saptırmak olur. Çünkü Allah bu çağrının hikmetle ve güzel öğüt
(va’z)le yapılması gerektiğini söylüyor.13 Burada hikmet ve mev’ıza
kelimelerinin muhtemel aniamiarı-nı kısaca belirtmek gerekirse,
bu iki kelimenin, muhatabın gönlüne ve dimağına işleyen bir eğitim
ve öğretimden bahsettiği muhakkaktır. Çünkü Bakara ve Ali
İmran sûrelerinde kitabın ve hikmetin öğretilmesinden bahsediliyor,
Peygamberin
de bunun için gönderildiği açıkça söyleniyor.14
Dolayısıyla dâvet kavramının eğitimden ayrı düşünülmesi mümkün
değildir.
Tezkir kavramında da böyle bir öğütten ve eğitimden bahsedildiğine
inanıyoruz. Sen müzekkirsin (öğüt veren), öğüt vermek
fayda verecekse öğüt ver, öğüt mü’minlere fayda verir bu sebeple
öğüt ver ve Kur’an’la öğüt ver 15 âyetlerinde anlatılmak istenen,
eğitimin ve eğitim yönteminin ta kendisidir. Özellikle mü’minlere
fayda
verecek “Kur’an’la öğüt” bunu çağrıştırmaktadır.
Hatta, öğüt almak anlamında kullanılan tezekkür kelimesi
öğrenmek
anlamında kullanılmaktadır. “De ki hiç bilenlerle bilmeyenler
bir olur mu? Ancak akıl sahipleri tezekkür eder (öğüt
alır).” 16âyetinde geçen tezekkür öğrenme anlamındadır.
Çünkü
konu bilmek ve bilmemektir. Zaten kelimelerin
Türkçe anlamı
üzerinde düşünüldüğü zaman öğüt vermek öğretmek, öğüt almak
da öğrenmek anlamına gelir.
Aynı şekilde Kur’an, iyilik ve doğruluk anlamına gelen
Rüşd’ün,17 öğrenilmesinden ve öğretilmesinden bahsediyor.18 Dolayısıyla
Kur’an, mürşid kavramını, kişiye doğruyu öğreten eğitimci
anlamında kullanmaktadır. Yine Allah, Rasûlü aracılığı ile
mü’minlere İmanı sevdirdiğini, inkârı ve isyanı kötü gösterdiğini
belirtiyor. Buna uyanları da Raşidier olarak niteliyor.19 Dolayısıyla
Allah ve Rasûlü onların mürşidi oluyor.
13] Nahl/125
14] 2/Bakara,
129, 151; 3/Âl-i İmran, 164
15] 88/Ğâşiye, 21; 87/A'lâ, 9; 51/Zâriyât, 55; 50/Kaf, 45
16] 39/Zümer, 9
17] 2/Bakara, 256
18] 18/Kehf, 66
19] 49/Hucurât, 7
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 86 -
Tefekkuh ve Tefekkür
Bu kavramları Kur’an, bilgiyi öğreten açısından değil, kendisine
bilgi sunulan kimselerin anlaması ve düşünmesi açısından
kullanıyor
ve edilgen kalıplarda zikrediyor. Tefekkür, ye-tefakkahu
veya yefkahu şeklinde.20 Sonraki dönem İslâm âlimleri sıkça kullandıkları
fıkıh ve fakih, fikir ve mütefekkir
kelimelerini Kur’an’ın
bu ifadelerinden alarak kavramlaştırmışlardır. Benzer şekilde
Kur’an, irfan kelimesini bizim kullandığımız kalıpta kullanmamış,
örf-mâruf şeklindeki kalıplarda
kullanmıştır. Her iki kelimeyi de
kişiler için “tanınan” ve soyut ifadeler için “âdet olmuş uygulamalar”
anlamında kullanmıştır.21 Bazen aynı kelimeyi iyilik anlamında
kullanırken,22 bazen de bilmek anlamında
kullanmıştır.23
Sonraki dönemlerde
irfan kelimesini kavramlaştıranlar, daha çok
bu anlamda meşhurlaştırmışlardır. İlim-irfan görmüş” deyimine
bakılırsa daha çok terbiye anlamına kullanıldığını farkederiz.
Daha sonraları tâlim ve terbiyenin kullanılması, bundan hareketle
olmalı diye düşünüyoruz.
Tedris, Maarif, Tâlim-Terbiye
Terbiye kavramına Kur’an’da “Rabb” kelimesinin dışında rastlayamıyoruz.
Ancak Araplar, bu kelimeyi “çocuğu büyütüp
beslemek,
doyurmak vs.” anlamında kullandıkları için terbiye kelimesinin
İslâm ümmeti tarafından bu anlamda kavramlaştırıldığını
görüyoruz. (Mevarid, Rabb kelimesi). Edeplendirme anlamında
tedip kelimesinin herhangi bir türevini
de zikretmez Kur’an. Ancak
Medrese, Müderris ve Tedris kavramlarının aynen olmasa bile
türevlerinin Kur’an’da kullanıldığını görüyoruz. Kitabı okumak ve
öğrenmek anlamında
Kur’an’da 7 âyette geçmektedir. “Kur’an’ı
indirdik ki Kitap sadece bizden önceki iki gruba indirildi, biz onların
kitabını
okumaktan fdiraset) habersizdik” demeyesiniz”.24 Hicri
II. asırdan itibaren kurulup gelişen eğitim kurumlarının adı olan
medrese, okutulan ders ve müderris kelimeleri hep bu mastardan
türetilmiştir.
Tanzimattan itibaren medreseden ayrı olarak açılan modern
okulların ve eğitim işlerinin tanziminden sorumlu bakanlığın kurulmasında
farklı kavramların kullanıldığını görüyoruz. Söz konusu
bakanlık önce Mekâtib-i Umumiye Nezâreti (1846), daha sonra
20] Muhammed Fuad Abdulbâki, Mucemül Müfehres li-Elfâzı’l Kuran
21] 2/Bakara, 146; 7/A'râf, 46
22] 2/Bakara, 235
23] 2/Bakara, 89; 7/A'râf, 199
24] 6/En'âm, 156
OKUMA VE YAZMA
- 87 -
da Maarif-i Umumiye Nezâreti (1856) adları ile anılmıştır. Cumhuriyetle
birlikte ise Tâlim-Terbiye ve Eğitim-Öğretim kelimeleri
yaygın olarak kullanılmıştır.
Kur’an’ın Eğitime Yönelik İlkeleri
Okumaya, yazmaya ve ilim öğrenmeye yönelik olarak Kur’an’ın
söylemi konusunda daha önce bilgi vermiştik. Bunlara
tekrar girmeden
eğitime yönelik teklif ettiği ilkeleri de kısaca
ortaya koymak
gerekir. Çünkü ilâhi kitap, insanın eğitimini
belirsizliğe terk
etmemiştir. Ancak bu ilke ve kurallar, daha çok genel bir nitelik
arzetmekte, teknik düzenleme işlemlerini
insan düşüncesine bırakmaktadır.
Şimdi bu ilkelere kısaca göz atalım:
Her şeyden önce bilmeyi, anlamayı ve düşünmeyi öngören
ilâhi vahiy; bilmeden konuşmayı,25 yapmadıklarını
söylemeyi 26yasaklıyor;
insanın bildiklerini uygulamasını istiyor ve uygulamayan
kimseleri kınıyor.27 Dolayısıyla eğitimcinin tutarlı olmasını istiyor.
Öğretmedikçe sorumlu tutmuyor.28 İnsanın sorumluluğu ile
bilgilendirilmesini
doğru orantılı olarak görüyor. Kolaylaştırmayı
emrediyor,
zorlaştırmayı çirkin buluyor29; yumuşak muâmeleyi
emrediyor,30 muhâtabın seviyesine
göre ve anlayacağı bir dille öğretilmesi
gerektiğini öneriyor.31 Affedici olmayı, ceza
ve sert muameleye
tercih ediyor.32
Faraziyeler üretmekten sakındırıyor,33 hedefi olmayan salt
bir eğitim kutsamasını kabul etmiyor. Hem uzun vadeli hem de
kısa vadeli hedefleri gözönünde bulunduruyor,
fakat uzun vadeli
olanları ön plana çıkarıyor.34 Bu nedenle inançlı bir eğitim ve öğretim
öneriyor,35 seküler ve dinsiz bir eğitimi reddediyor.36 İnançlı
bir eğitimde, ferdin ve âlemin, kısaca tabiatın parçalanmasını
kabul etmiyor, bütünleştirici
ve tevhidi bir dünya görüşü kazandırmayı
hedefliyor.37 Bu tevhidi bilinçle Allah’tan başka kimseden
korkmayan, kendine güven kazanmış, şahsiyetli bir fert ve ümmet
25] 3/Âl-i İmran, 66
26] 61/Saff, 2
27] 62/Cum'a, 5
28] 17/İsrâ, 15
29] 22/Hacc, 78
30] 3/Âl-i İmran, 159; 20/Tâhâ, 44
31] 2/Bakara, 233, 286; 41/Fussilet, 44
32] 57/Hadîd, 199
33] 5/Mâide, 101, 102
34] 25/Furkan, 77; 15/Hicr, 56; 74/Müddessir, 45; 75/Kıyâmet, 20, 21
35] 96/Alak, 1
36] 38/Sâd, 26
37] 17/İsrâ, 44; 13/Ra'd, 16
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 88 -
yetiştirmeyi amaçlıyor.38
Yöntem olarak telkin, soru-cevap,39 tartışma,40 tekrar, kıssa,
meseller ve örneklemeye
sıkça baş vuruyor. Dahası eğitimcinin
örneklik etmesi ve kendisinden örnek alınması gerektiğini söylüyor.
41 Tümden gelim ve tüme varım metodlarının her ikisini de
kullanıyor.42
Kur’an’ın Çocuk Eğitimi ile İlgili Hükümleri
Bu tür ilkeleri çoğaltmak mümkün, ancak yazımızın sınırlarını
zorlamak istemiyoruz. Zira konumuzu daha çok çocuk eğitimi
ilgilendiriyor.
Dolayısıyla bu bilgiler ışığında kısaca çocuk eğitimine
değinmemiz gerekiyor. Çünkü Kur’an’ın çocuk eğitimiyle
ilgili de
birçok hükmü vardır şöyle ki:
Her şeyden önce Kur’an’ın tesbit etmeye çalıştığımız eğitimle
ilgili genel prensipleri çocuklar için de geçerlidir. Zira Allah
yetişkinlere
karşı yapmadığımız şeyleri söylememizi nasıi abes olarak
telakki ediyorsa çocuklara karşı da benzeri bir tutuma girmek
haydi haydi abestir. Yani çocuklara karşı da tutarlı olmak zorundadır
eğitimci. İster ebeveyn olsun, ister öğretmen olsun farketmez.
Allah Teâlâ yetişkinleri bile uyarmadan sorumlu tutmuyorsa
ve cezalandırmıyorsa, sorumluluğu olmayan çocuklar, nasıl cezalandırılır
ve dövüiür? Hatta genel bir ilke olarak Allah’tan başkasından
korkmayı yasaklayan Kur’an’ın hükmüne rağmen
çocuklar
nasıl korkutularak eğitilir? Dolayısıyla dayak nasıl cennetten çıkarılır?
Büyüklere bile yumuşak muameleyi emreden Kur’an’ın bu
hükmü, çocuklar için daha da öncelikli
olarak geçerlidir. Büyüklerin
gücüne göre sorumluluk yükleyen
Kur’an, çocukların seviyesine
göre yük yüklemeye de aynı şekilde öncelik vermiş olur. Zira
kolaylaştırmaya çocukların,
büyüklerden daha çok ihtiyacı vardır.
Özel olarak da Kur’an, çocukların eğitimine yönelik hükümler
koymuştur. “Kendinizi ve ehlinizi ateşten koruyunuz.” 43âyeti, bunun
en bariz örneğidir. Mallarımızı Allah yolunda harcamamız nasıl
imtihansa, çocuklarımızı, Allah yolunda yetiştirmemiz de, aynı
şekilde imtihandır.44
38] 5/Mâide, 3, 44; 2/Bakara, 150
39] 26/Şuarâ, 70-75
40] 56/Vâkıa, 58-72; 16/Nahl, 125
41] 33/Ahzâb, 21; 60/Mümtehine, 4, 6
42] 10/Yûnus, 31; 2/Bakara, 255
43] 66/Tahrîm, 6
44] 8/Enfâl, 28
OKUMA VE YAZMA
- 89 -
Ayrıca Allah, Lokman (a.s.)’ın dilinden çocuğa öğüt verme konusunda
çok ciddi bir örnek sunmaktadır. Allah’a ortak koşma,45
namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten me-net, başına gelene
sabret,46 insanlardan yüz çevirme,
şımararak yürüme, çünkü Allah
kibiriileri sevmez,47 yürümende ve konuşmanda mutedil ol.”.48
Allah, terbiye konusunda iman, amel ve ahlâk eğitimini
bütünlük
içinde sunmaktadır. Anne-babaya itaati öğütlerken,
çocuğun
şirk koşmasını dayattıkları zaman onlara bile
itaat etmemesini
isteyerek,49 çocuğa sınırlı bağımsızlık ve şahsiyet kazandırmaktadır.
Ancak ebeveynine
karşı üf bile demeyecek vefalı bir insan
olarak yetiştirilmesi
ve merhamet duygusunun kazandırılması çok
önemli bir hedef olarak önümüze konmaktadır,.50
İşte Rasûlün, çocuk eğtimindeki hassasiyetinin altında
Kur’an’ın bu hükümleri yatmaktadır. Benzeri bir duyarlılıkla bizler
de benzeri ibretleri yakalar ve uygulayabiliriz.51
Namazda Okumak; Kıraat
Kıraet, ‘harflerin ve kelimelerin ‘tertîl’ üzere birbirlerine
ulanması’
demektir. Bu yüzden, ağızdan tek bir harfin çıkmasına ‘kıraet’
denmez.52 Kıraet temelde
dilin irâdeye dayalı bir eylemidir.
Akıllı ve konuşan bir insanın ağzından, seslerin kendilerine özgü
yerlerine
göre çıkmasıdır. Bu nedenle, Cebrail’in eylemine ‘kıraet’
denmez; İlâhî eylem de bir kıraet değildir. Aynı şekilde, insanın
dışındaki, sözgelimi, bir mikrofondan, taştan veya teypten çıkan
sesler de kıraet olmaz; bu sesler ister doğrudan kendilerinden çıksın,
isterse bir insan sesinin yansımaları olarak çıksın farketmez.
Bir kitabı sessiz okumak ‘kıraet’ olmadığı gibi, bir çalgıda çınlayan
ses de kıraet değildir. Şu kadar ki, bu, teypte
çalınan (okunan
değil) Kur’an’ın dinlenmeyeceği anlamına
gelmez. Ama, teypte
Kur’an’ı çalmak bir ‘kıraet’ değildir.53
Öte yandan, Kıraet, Kelâm’ı rastgele söylemek, ağızdan çıkarmak
değil, düzenli ve güzel bir biçimde, harfleri ve sözleri
birbirine ekleyerek çıkarmaktır; çıkarma
işlemi gizli olarak da
yapılabilir, açık olarak da yapılabilir. Gizli ve açığın ‘hafî, celî, sir,
45] 31/Lokman, 13
46] 31/Lokman, 17
47] 31/Lokman,
18
48] 31/Lokman, 19
49] 31/Lokman, 14, 15
50] 17/İsrâ, 23, 24
51] Tuncer Namlı, Ahlâkî Kavramlarda Anlam Arayışı 1, Fecr Y., 178-185
52] Müfredat, 402
53] Hak Dini Kur'an Dili, IV; 2361
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 90 -
cehr’ gibi dereceleri
vardır. Kur’an, namazda ne sesin çok fazla
yükseltilmesini,
ne de duyulamayacak derecede kısılmasını değil,
bu ikisi arasında orta bir yol tutulmasını emreder.
54 Bunu, Hz.
Peygamber, gündüz namazlarında
(öğle ve ikindi) kendi duyacağı
kadar, sabah,
akşam ve yatsı namazlarında ise daha sesli okumak
sûretiyle tesbit etmiş ve uygulamıştır.55 56
Kıraat, okumak demektir, Namazda kıraat ise; namaz kılanın
kendisi işitecek şekilde, diliyle harflerini çıkararak Kur’ân-ı Kerîm
âyetlerinden bir miktar okuması demektir. Kıraat, namazın bir rüknü
olarak farzdır. Okuyanın kendisinin bile işitemeyeceği okuma,
kıraat sayılmaz. Ancak imama uyan kimse bundan müstesnâdır.
Nâfile ve vitir namazının bütün rekatlarında, farz namazların
ise herhangi iki rek’atinde kıraat farzdır. Kur’ân-ı Kerîmde şöyle
buyurulur: “O halde Kur’ân’dan kolayınıza geleni okuyun”.57 Buradaki
emir vücub içindir. Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur:
“Kıraatsiz namaz olmaz”.58
Farz olan kıraat miktarı Ebû Hanîfe’ye göre, en az altı harfli
bir âyet kadar olmalıdır. “Sümme nazara (sonra baktı)”,59 “Lem
yelid (O doğurmamıştır, baba değildir)” 60âyetleri gibi. Bu ikinci
âyetin aslı “lem yevlid” olduğu için aslî harfler altıya tamamlanır.
Ebû Yusuf’a, İmam Muhammed eş-Şeybânî’ye ve Ebû Hanîfe’den
başka bir rivâyete göre, namazda kıraat, farkı olan her rek’atte en
az kısa üç âyet veya böyle üç âyet miktarı uzun bir âyettir. İhtiyata
uygun olan da budur.61
Kıraatin, dört rek’atlı farz namazlarda ilk iki rek’atte ifası farz
değil vâcip hükmündedir. Hz. Ali’nin62; “ilk iki rek’atteki kıraat,
son iki rek’atteki kıraat yerine geçer” dediği nakledilir. Abdullah
54] Isra: 110
55] Rasûl-i Ekrem'in namaz kıldırırken sesini fazla yükselttiği,
bunun üzerine
müşriklerin Kur'an'a ve onu indirene, getirene
küfrettiği ve İsrâ sûresi
110. âyetin indiğine dair rivâyetler vardır: Örnek olarak bk. Sünen-i
Tİrmizî Tercemesi, c. 5, hadis no: 3352, 3353. Rasûlullah'ın akşam, yatsı
ve sabah namazlarında
cehrt, gündüz namazlarında yanındaki kişinin
duyacağı
kadar 'içten' okuduğu mezhepler yanında kabul edilmekle beraber
değişik rivâyetler de yok değildir -Bk. İbn Mâce, h. no: 829, 830-
56] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Y., s. 68-69
57] 73/Müzzemmil, 20
58] Müslim, Salât, 42; Ebû Dâvud, Salât, 132, 167
59] 74/Müddessir, 21
60] 112/İhlâs, 3
61] el-Kâsânî, Bedâyîu's-Sanâyi', Beyrut 1328/1910, I, 110; İbnü'l-Hümâm,
Fethu'l-Kadîr, Kahire, t.y., I, 193, 205, 222, vd.; ez-Zeylaî, Tebyînü'l Hakâik,
l, 104, vd.; İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtar, Mısır, ty., I, 415
62] ö. 40/660
OKUMA VE YAZMA
- 91 -
b. Mes’ud 63 ve Hz. Aişe,64 farz namaz kılanın son iki rekatte dilerse
Kur’ân-ı Kerim okuyacağını, dilerse tesbihle meşgul olabileceğini
belirtmişlerdir. Fâtiha, başka bir sûre veya uç âyetin okunması
da böyledir.65
Namazda Fâtiha Sûresi’ni okumak Hanefî fakîhlere göre farz
değil vâciptir. Gizli veya açık okunan namazlarla, imam veya cemaatin
okuması hükmü değiştirmez. Hz. Peygamber, namazını
yanlış kılan (musî’) sahâbeye, namazın kılınış şeklini tarif ederken
kıraatle ilgili olarak; “Sonra, Kur’ân’dan ezberinde olan, sana kolay
geleni oku” 66 buyurmuştur.
Çoğunluk İslâm hukukçuları namazda Fâtiha’nın okunmasını
farz kabul ederler. Onlar “Kur’ân’dan kolayınıza gelen yeri okuyun”
âyetini Fâtiha olarak tefsir ederler. Çünkü hadislerde şöyle
buyurulmuştur; “Fâtiha okunmadıkça namaz olmaz”67, “Ümmü’l-
Kur’ân’ı (Fâtiha) okumayan kimsenin namazı yeterli olmaz”68,
“Ben namazı nasıl kılıyorsam, siz de öyle kılın” 69
Hanefiler bu konuda aşağıdaki delillere dayanırlar:
a. Kur’ân’dan kolayına gelen yeri okuma emri mutlaktır. Bu
emir, Kur’ân adı verilen herhangi bir yerden en az kıraatla gerçekleşir.
Diğer yandan, namaz dışında Kur’ân okumanın farz olmadığı
icmâ ile sabittir. Durum böyle olunca namazda kıraatın farz
olusu kesinleşmiş bulunur.
b. Namazda Fâtiha’nın okunmasını bildiren hadisler âhâd haber
türündendir. Farz oluşu kesin Kur’ân delili ile sabit olan bir
hükmün üzerine âhâd haberle ziyade yapmak câiz değildir. Bununla
Fâtiha’nın okunması vacip olarak sâbit olur. O’nu terketmek
tahrîmen mekruhtur. Yanılarak terkeden veya geciktiren sehiv
secdesi yapar
c. Namazını yanlış kılan sahabeye Hz. Peygamber; “Namaza
kalktığın zaman, tam olarak abdest al, sonra kıbleye yönelerek
63] ö 32, 652
64] ö. 57/676
65] ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletuh, Dımaşk 1405/1985, I/646
66] Buhâri, Husûmât 4, İsti'zân 18, İstitâbe 9, Eymân 15; Müslim, Salâ, 45; Ebû
Dâvud, Salât 144, Tatavvu' 17, Vitr 22; Tirmizî, Salât 110, Kur'ân 9; Nesâî,
İftitâh 7, 37, Tatbik 77; İbn Mâce, İkame 72; Ahmed bin Hanbel, Müsned,
I/40, 43, II/437
67] Müslim, Salât 42; Ebû Dâvud, Salât 132, 167; Tirmizî, Salât 116; Ahmed bin
Hanbel, II/307, 428, 443
68] Tirmizî, Mevâkît, 29, 116
69] Buhârî, Ezân 18, Edeb 27, Ahad 1
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 92 -
tekbir getir, sonra Kur’ân’dan bildiğinin kolay gelenini oku” 70 buyurmuştur.
Eğer Fâtiha’nın okunması farz veya rükun olsaydı, bunun
yanlış namaz kılan bu sahâbeye Hz. Peygamber’in bildirmesi
gerekirdi.
d. Ubâde b. es-Sâmit (r.a)’ten 71 rivâyet edilen; “Fâtiha’yı
okumayan kimsenin namazı yoktur.” 72hadisi, faziletin yokluğu
anlamına gelir Namazın sahih olmadığını ifade etmez. Nitekim;
“Mescid’e komşu olanın namazı mescidde kılmadıkça geçerli değildir”
hadisinde de; “fazileti eksik olur” anlamı vardır.73 Ancak
Dârekutni’nin naklettiği bu hadis zayıftır.
Hanefîlere göre, ne Fâtiha’nın ve ne de başka sûrelerin başındaki
besmeleler âyet değildir. Sadece, 27/Neml Sûresi’nin otuzuncu
âyetindeki besmele bir âyettir. Enes (r.a)’ten 74şöyle dediği nakledilmiştir:
“Rasûlullâh (s.a.s), Hz. Ebû Bekir,75 Ömer 76 ve Osman 77
ile birlikte namaz kıldım. Bunlardan hiçbirisini besmele çekerken,
işitmedim”.78
Tek başına namaz kılan kimse Sübhânekeden sonra gizli olarak
eûzü besmele okur ve her rek’atte Fâtiha’dan önce besmeleyi
tekrar eder. Fâtiha bitince “âmin” der. Anlamı: “Ey Rabbimiz, duamızı
kabul buyur” demektir.79
İmama Uyan Cemaatin (Muktedî) Kıraati:
Hanefîlere göre, imama uyan için kıraat yoktur. Dayandıkları
deliller şunlardır:
a. Kitap. Âyette şöyle buyurulur: “Kur’ân-ı Kerîm okunduğu
zaman onu dinleyiniz ve susunuz ki merhamet olunasınız”.80 Ahmed
b. Hanbel, bilginlerin, bu âyetin namaza ait olduğunda görüş
birliği içinde bulunduklarını belirtir. Âyet; “dinleme” ve “susma”yı
emretmektedir. Birinci sabah, akşam ve yatsı namazları gibi sesli
(cehrî) okunan namazlara âittir. Susma ise, açık veya gizli okunsun.
Bütün namazları kapsamına alır Buna göre namaz kılanların sesli
70] Buharî, Husûmât 4, İsti'zân 18, İstitâbe 9, Eymân 15; Müslim, Salât 45; Ebû
Dâvud, Salât 144; Tirmizî, Salât 110, Kur'ân 9; Nesaî, iftitah 7, 37
71] ö. 34/654
72] Müslim, Salât 42; Ebû Dâvud, Salât 132, 167; Tirmizî, Salât 116
73] ez-Zeylaî, Nasbu'r-Râye, I/365, 366; ez-Zühaylî, a.g.e., I/647
74] ö. 91/717
75] ö.13/634
76] 23/643
77] ö. 35/655
78] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 264, 273, 275, 278
79] ez-Zühaylî, a.g.e., I, 646, 647
80] 7/A'râf, 204
OKUMA VE YAZMA
- 93 -
namazda dinlemeleri, sessiz kılınanlarda ise susmaları vacip olur.
Bu prensibe uymamak tahrimen mekruhtur.
b. Sünnet. hadiste şöyle buyurulur: “Kim imanın arkasında namaz
kılarsa, imamın kıraati onun da kıraatidir.”.81 Bu hadis, gizli
ve açık okunan bütün namazları kapsamına alır. Başka bir hadiste
söyle buyurulur: “İmam, kendisine uyulmak için öne geçirilmiştir.
Bu yüzden, o tekbir alınca siz de alınız. Okuduğu zaman ise
susunuz”.82
Hz. Peygamber bir gün ikindi namazını kıldırırken, arkasında
cemaatten bir adam “Sebbihi’sme Rabbike’l-a’lâ” sûresini okumaya
başladı. Rasûlullah (s.a.s), namazın sonunda cemaate dönerek,
okuyanın kim olduğunu sordu. Bir adam kendisinin okuduğunu
söyleyince Hz. Peygamber: “Ben, sizden bazılarınızın benimle
münâkaşa ettiğinizi sandım” 83 buyurdu. Bu hadis, gizli okunan
namazda cemaatın kıraatte bulunmaması gerektiğine delâlet
eder. Sessiz kılman namazda böyle olunca, sesli okunan namazlarda
öncelikle gerekli olur.
c. Kıyas. Cemaat üzerine kıraat gerekseydi, diğer rükünlerde
olduğu gibi, namaza imam rukuda iken yetişen (mesbûk) kıraatten
sorumlu tutulurdu. Ama rükû’da yetişen kimse o rek’ate yetişmiş
sayılır. Böylece, cemaatin kıraati, cemaate sonradan yetişenin
(mesbûk) kıraatine kıyas yapılmıştır 84
Hanefilerin dışında kalan çoğunluk İslâm hukukçularına göre,
namazda kıraat olarak Fâtiha’nın okunması gerekir. “Fâtiha okumayanın
namazı yoktur”, “Kendisinde Fâtiha okunmayan namaz
yeterli olmaz”, “Namazı ben nasıl kılıyorsam, siz de öyle kılınız”
hadisleri bunun delilleridir.85 Her namazın ilk iki rek’atında
Fâtiha’dan sonra bir sûre okunması ise sünnettir. İmama uyan
kimse, gizli okunan (sırrı) namazda Fâtiha ve bir sûre okur. Mâlikî
ve Hanbelîlere göre sesli okunan (cehrî) namazda hiçbir şey okumaz.
Şâfiîlere göre ise, cehrî’de yalnız Fâtiha’yı okur. Ahmed bin
Hanbel’in, açıklık kazanan görüşüne göre, cemaat, imamın ilk ara
verişinde, Fatihâ’nın yarısını, ikinci arada ise geri kalanını okur. Bu
ikisi arasında, imamın okuyuşunu dinler.86
81] İbn Mâce, İkâme 13
82] Buharî, Salât 18, Ezân 51, 74, 82, 128, Taksîru's-Salât 17; Müslim, Salât 77, 82
83] Müslim, Salât 48
84] el-Kâsânî, a.g.e., l, 110 vd.; ez-Zühaylî, a.g.e., l, 648
85] bk. İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, Mısır, ty., I, 119 vd.; İbn Kudâme, el-
Muğnî, 3. baskı, Kahire, ty., I, 376-491, 562-568; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb,
Matbaatü'l-Bâbî el-Halebî, I, 72
86] ez-Zühaylî, a.g.e., I, 649
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 94 -
İslâm bilginleri, namazda Arapçanın dışında bir dille yapılacak
kıraatin yeterli olmadığı konusunda görüş birliği içindedirler.
Çünkü Kur’ân’ın dili Arapçadır, Âyetlerde; “İşte böylece, Biz onu
Arapça bir Kur’ân olarak indirdik”.87 “Şüphesiz Biz, kâfirlerin: ‘Bu
Kur’ân’ı, Muhammed’e bir adam öğretiyor’ dediklerini çok iyi biliyoruz.
Kendisine isnatta bulundukları bu adamın dili yabancıdır.
Kur’ân ise açık, fasîh arapçadır”88; Kur’ân-ı Kerîm lafız ve mânâsı
ile mûcizedir. Lafızlar terceme ile değiştirilirse Kur’ân, nazım özelliğini
kaybeder. Bu sebeple terceme, ne Kur’ân ve ne de benzeri
(misil) sayılmaz. Ancak, O’nun tefsîri sayılabilir. Tefsîr, tefsir edilenden
başkadır. Bu arada, bazı Hanefîler’e göre Fâtiha’yı okumaktan
âciz olan kimse, 89
Kıraat, bilindiği gibi, okuma demektir. Kıraathane de okuma
evi, okuma yeri anlamına gelir. Eskiden kahvehanelere kıraathane
denilirdi. Gazete ve dergilerin, kitapların okunduğu yerlerdi
de onun için bu ad veriliyordu. Bir nevi kültür merkezi görevi
üstlenen kahvehanelerde kitap okunması, meddah hikâyelerinin
anlatılması, şiir söylenmesi, bu yerlerin “kıraathane” ismiyle anılmasına
da sebep olmuş, bu isim, günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.
İsim olarak hâlâ kahvehanelere kıraathane denilmekle
birlikte, içinde kitap ve dergi okunan kahvehane yok gibidir.
Bugünkü haliyle tam bir tembelhane, kumar ve bira içimi gibi büyük
günahların açıkça işlendiği yerler olarak görev yapmaktadır
kahvehaneler.
Kur’an’ı Okumak (ve Ona Tâbi Olmak); Tilâvet
Tilâvet kelimesi, Arapça “t-l-v-” kökünden türemiş bir mastardır.
Sözlükte; bir kimseye uyup ardından gitmek, tâbî olmak;
okumak gibi anlamlara gelmektedir.90 Tilâvet, her sözü okumak
için kullanılırsa da, genel olarak tilâvet denilince, Kur’an-ı Kerîm’i
okumak anlaşılır olmuştur. Kur’an’ı ve bir kitabı okumakla birlikte
mânâyı düşünmek de bu kelimenin taşıdığı anlamlar içinde bulunmaktadır.
91
Kur’an-ı Kerîm’de bu kök, belirtilen her iki anlamda da kullanılmaktadır.
Meselâ, Şems sûresi, 2. âyetinde “Ve’l-kameri izâ
telâhâ” ifadesinde, uymak, tabi olmak, izlemek anlamındadır:
87] 20/Tâhâ, 113
88] 16/Nahl, 103
89] Fâtiha'yı öğreninceye kadar Arapçadan başka bir dille geçici olarak tercümesini
okuyabilir (el-Kâsânî, a.g.e., I, 112. (Hamdi Döndüren, Şamil İslâm
Ansiklopedisi
90] Âsım Efendi, Kâmus, IV, 886-887
91] Râgıb, Müfredât, 99
OKUMA VE YAZMA
- 95 -
“Onu (güneşi) izlediği zaman aya yemin olsun”.92 Müfessirler bu
âyeti, “ayın güneşi izlediği zaman” şeklinde yorumlamışlardır.93.
Bakara sûresi, 44. âyetinde de; “tetlûne’l-kitâb” ifâdesinde, okumak
anlamındadır: “Kendinizi unutursunuz da insanlara iyililikle
mi emredersiniz? Halbuki siz Kitab’ı (Tevrât’ı) okuyup durursunuz.
Artık akletmez misiniz?”.94 Bakara sûresi, 121. âyetindeki
“yetlûnehû hakka tilâvetih” ifadesi de hem gerçek anlamda, gönüllerine
sindirerek, anlayarak okumak, hem de “tam mânâsıyla
tâbi olmak” anlamlarında yorumlanmıştır.
Kur’an-ı Kerîm’de tilâvet; Kur’an, Allah’ın âyetleri, Kitab,
Allah’ın haram kıldıklarının okunması, Peygamberlerin kıssalarının
aktarılması gibi konularla ilgili olarak geçmektedir.95 Tilâvet;
Kur’an’ı, Kitâb’ı ve Allah Teâlâ’nın âyetlerini okumakla birlikte,
bunlar üzerinde iyice düşünmek, gereğince amel etmek anlamlarını
da içermektedir. Bu bakımdan kıraat, genel bir anlam ifade
ederken, tilâvet daha özel bir anlam taşımaktadır. Onun için her
tilâvet kıraattir, fakat her kıraat tilâvet değildir, denilmiştir.96
Tilâvet denilince, yukarıda belirttiğimiz anlamlarla birlikte genel
olarak Kur’an’ın tilâveti, okunmasının anlaşıldığını söylemiştik.
Âlimler, Kur’an’ın tilâveti konusuna büyük önem vermişler ve bunun
için uyulması gereken birtakım âdâb ve kurallar sunmuşlardır.
Kur’ân tilâvetinin insanın ruhuna işlemesi ve onu yükseltmesi için,
insanın Kur’an karşısındaki durumunu çok iyi anlaması gerekmektedir.
Tilâvetin mânevî yönü ile ilgili birtakım hususlar bulunmaktadır.
Bunları şöylece özetleyebiliriz: Kelâmın büyüklüğünü ve ulviyetini
anlamak, okunan kelâmın beşer sözü olmadığını Allah’ın
olduğunu idrâk ederek, O’nun büyüklüğünü kalbinde hissetmek;
kalp huzuru ve nefsin dedikodularını terketmek; düşünmek, anlamak,
Kur’an’ı anlamaya engel olan hallerden sıyrılmak, Kur’an
okuyan kimsenin O’nun bütün hitaplarında kendisinin kastedildiğini
kabul etmek, vb. gibi konular.97
Kur’an-ı Kerîm’de secde âyetleri bulunmaktadır ve bunların
sayısı da 14’tür. Bunlara tilâvet secdesi adı verilmektedir. Kur’an’ı
okuyan veya işiten kimsenin, bu yerler geldiğinde secde etmesi
92] 91/Şems, 2
93] bkz. Müfredat, 100
94] 2/Bakara, 44
95] bkz. 2/Bakara, 252; 6/En'âm, 151; 7/A'râf, 175; 10/Yûnus, 15; 26/Şuarâ, 69;
28/Kasas, 45
96] Müfredât, 100
97] bu konuda daha geniş bilgi için bkz. İsmail Karaçam, Kur'an-ı Kerîm'in Faziletleri
ve Okuma Kâideleri, 434-454
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 96 -
gerekmektedir. Ebû Hanîfe’ye göre Kur’an’ı okuyan ve dinleyen
üzerine tilâvet secdesi vaciptir. bu secde namazın içinde, dışında
yalnız veya bir imama uymak sûretiyle cemaat halinde de yapılabilir.
98
Tilâvet, ‘Te-Lâ’ fiil kökünden gelir. ‘Gerek cismen, gerekse yaptıklarına
uymak sûretiyle birinin ardına düşmek, ardından gelmek,
demektir. Türkçe’de kullanılan
ve ‘ikinci derecede’ anlamına gelen
‘tali’ kelimesi de ‘te lâ’dan türemedir.99 ‘Ve’l-kameri izâ telâhâ’
âyetinde, ‘ay onu(güneşi) izlediği zaman’ 100 anlamı
verilmiştir. Burada
‘izlemek’, güneşten sonra doğduğu,
nurunu güneşten aldığı
gibi çeşitli şekillerde yorumlanmıştır.
Ragıp el-İsfahanî, ‘güneşin
yolunda gittiği,
ışığını ondan aldığı’ şeklinde tefsir etmektedir. İ.
Kuteybe de, ‘güneşi izlediği zaman’ şeklinde yorumlamıştır.
101
Bu âyetin dışında, Kur’an’da tilâvet, ‘Allah’ın haram ettikleri,
Zülkarneyn, Adem’in iki oğlu’ gibi kıssalar, Kur’an, Allah’ın
âyetleri ve Kitapla ilgili olarak geçer; yani ‘kitabı tilâvet, Allah’ın
âyetlerini tilâvet’ gibi.102 Tilâvet, ‘Kur’an’ı, Kitab’ı veya
Allah’ın
âyetlerini okumakla birlikte, üzerlerinde düşünmek,
bir hadiste
buyurulduğu gibi, azapla korkutulan
âyetler okunurken Allah’a
sığınmak, müjdelerle ilgili âyetlerde hamdetmek, âyetlerin gereklerini
yapmak,
haramları anlayıp inanmak ve işlememek, emirleri
ise yerine getirmek’ anlamlarını da içerir. Bu yönüyle, Kıraet genel
bir anlam ifade ederken, Tilâvet daha
özel bir anlam ifade
eder. ‘Her tilâvet kıraettir, fakat,
her kıraet tilâvet değildir.’ ‘Onu
tilâvetin hakkı olan bir tilâvette tilâvet ederler’ 103 âyetinde bu
gerçek ifade edilmekte, Kitab’ın ilmine vâkıf olma ve Kitapla
amel etme durumu açıklanmaktadır. “Şeytanların
tilâvet ettiklerine
uydular” 104âyetinde,
şeytanlardan hem ins, hem cin şeytanları
kastedilmektedir.
Kur’an, vahy’i açıklarken belirttiğimiz
gibi, şeytanların da kendi adamlarına vahyde bulunduklarını,
yani, birbirleriyle anlaşabilecekleri bir dilde konuştuklarını,
şeytanların
fısıldama ve vesvese sûretiyle vahyde bulunduğunu, insandan
olan şeytanlarınsa gizli
gizli toplantılarda Allah’ın vahyine
karşı fısıldaştıklarını anlatır. İşte, bu âyette belirtilen ‘şeytanların
tilâveti’
böyle bir tilâvettir; kendi vahylerindeki emir ve yasakları
98] Erdoğan Pazarbaşı, Şamil İslâm Ansiklopedisi
99] Müfredat, 75
100] 91/Şems, 2
101] Tefsîru Ğarib'il-Kur'an, s. 529
102] 6/En'âm, 151; 27/Neml, 92; 28/Kasas, 45; 2/Bakara, 252; 7/A'râf, 175; 26/
Şuarâ, 69; 10/Yûnus, 15 vs.
103] 2/Bakara, 121
104] 2/Bakara, 102
OKUMA VE YAZMA
- 97 -
fısıldamaları, gizli gizli birbirlerine ve adamlarına
aktarmaları ve
kendilerine tilâvet olunan kişilerin de, gerek tilâvet sözcüğünün
anlamında yer aldığı, gerekse,
‘uydular’ kelimesiyle de belirtildiği
gibi, bu emir ve yasakları yerine getirdikleri bildirilmektedir, Bu
âyetteki tilâvet kelimesini İ. Cerir et-Taberî ‘rivâyet etme’
anlamında
kullanmıştır.105 Yaptığımız açıklamada
bu anlam da vardır;
insandan ve cinden olan şeytanlar
birbirlerine kendi işleriyle ilgili
olarak rivâyette, yani aktarımda bulunmaktadırlar.106
Tertîl
Tertîl kelimesi, Arapça “rtl” kökünden “tef’l” ölçüsünde bir
mastardır. Sözlükte; sözü güzel, yerinde ve düzenli söylemek, bir
şeyi doğru yapmak, düzenlemek, sıralamak, açık açık hakkını vererek
açıklamak gibi anlamlara gelmektedir.107 Aralarında çok az
açık bulunan ve gâyet düzgün görünen dişler için de “sağr retl”
ifadesi kullanılır.108 Bir metni okurken yavaş yavaş, acele etmeksizin,
tâne tâne, her bir harfin edâsının, nazmının ve mânâsının
hakkını vermek sûretiyle okumaya da tertl denmektedir. Kur’an
okunuşuyla ilgili olarak, kelimeleri ağızdan kolaylıkla ve düzgün
bir biçimde çıkarmak anlamındadır.109 Kıraatta tertîl; yavaş yavaş,
acele etmeden, harfleri ve hareketleri dizilmiş inci taneleri gibi
açık bir şekilde, mana ve hikmeti düşünerek metni tâne tâne okumak
anlamında kullanılmaktadır.110
Kur’an tertîl üzere nâzil olmuştur. Hz. Peygamber; “Allah,
Kur’an’ı indirildiği şekilde okuyanı sever” sözleriyle Kur’an’ı tertîl
ile okumayı teşvik etmişlerdir.111 Nitekim Kur’an-ı Kerîm’deki
“Kur’an’ı açık açık, tâne tâne (tertîl ile) oku” 112 âyet-i kerîmesi
de bu konuyu açık bir şekilde anlatmaktadır. Âlimler bu âyetle
ilgili olarak bazı yorumlarda bulunmuşlardır. Fahreddin Râzî,
“Kur’an’ı tertîl ile okumak; mânâsını anlayarak, âyetlerin içerdiği
gerçekleri iyice düşünerek okumaktır. Allah’ın azametini belirten
âyetleri, bu azameti gönlünde hissederek, tehdîd ve müjdeyi içeren
âyetleri de, ümit ve korku duygularıyla dolup taşarak okumaktır”
113 demektedir. Gazâlî de, Kur’an okumaktan maksadın,
105] Nakl. İbn Kuteybe, a.g.e., s: 59
106] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Y., s. 69
107] bkz. Râgıb, Müfredât, 273
108] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, VIII, 5426
109] İbn Kuteybe, Tefsîru Garîbi'l-Kur'an, 262
110] Kurtubî, Tefsîr, I, 17
111] İbnü'l-Cezerî, en-Neşr, I, 207
112] Müzzemmil, 73/4
113] bkz. Râzî, Tefsîr, XXX, 174
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 98 -
mânâsını anlamak ve üzerinde düşünmek olabileceğini; bunun
için de Kur’an’ın tertl üzere okunmasının gerekli olduğunu vurgulamıştır.
114 Bu açıklamalar ışığında Kur’an’ın tertîl ile okunmasını;
onun anlamını düşünerek, harflerin çıkış yerlerine ve tecvide
dikkat ederek, anlamına göre sesi yükseltip alçaltarak, bir hadiste
belirtildiği gibi, hitap ifade eden yerlerde karşıdakine hitab eder
gibi bir ses tonuyla, durulacak yerde durup, geçilecek yerde geçerek,
ağır ağır, Kur’an’ın gerçek amacını hem duyup, hem de dinleyenlere
duyurarak okumaktır, şeklinde açıklayabiliriz.115
Âlimler, Kur’an-ı Kerîm’i sür’atlice okuyup, çok okumanın mı,
yoksa ağır olarak okuyup az okumanın mı daha üstün olduğu konusunu
tartışmışlar, bir kısmı “Tertîl ve tedebbür ile az okumak
diğerinden daha üstündür” demişlerdir. İbn Abbas ve İbn Mes’ud
bu görüşü savunmaktadırlar. Bu görüşün sahiplerine göre, kıraatten
maksat; Kur’an’ı anlamak, düşünmek, içindekileri bilmek
ve onunla amel etmektir.116 Buhârî, Sahîh’inde Kur’an’ın tertîl ile
okunmasının gerekliliğine ve sür’atli olarak okumanın mekruh olduğuna
dâir bir bab açmış ve bu şekilde okumanın hoş olmadığını
Abdullah b. Mes’ud’dan rivâyet ettiği bir hadisle açıklamıştır.117
İbn Kayyim, İbn Mes’ud’dan şu rivâyeti nakleder: “Alkame, İbn
Mes’ud’dan Kur’an okurdu, sesi güzel bir kimse idi. İbn Mes’ud
ona “Anam babam sana feda olsun, Kur’an’ı tertl ile oku, çünkü
tertîl onun süsüdür” dedi. Yine İbn Mes’ud: “Şiir söyler gibi
Kur’an okumayın, çürük hurma atar gibi dağıtmayın. O’nun incelikleri
üzerinde durun, kalbinizi onunla harekete geçirin”.118 Bu
konuda İbn Abbas’tan da şöyle bir rivâyet nakledilmektedir: İbn
Abbas’a Ebû Hamze: “Ben süratli Kur’an okuyan bir kimseyim.
Çoğu zaman bir gecede Kur’an’ı bir veya iki defa okurum” deyince,
İbn Abbas: “Benim ağır ağır bir sûre okumam, bana senin bu
yaptığından daha güzel geliyor. Eğer sen bu işi yapacaksan, kulakların
duyacağı ve kalbin anlayacağı bir kıraatle oku” demiştir.119
Süratli okuyup, çok okumanın daha fazîletli olduğunu söyleyenler
de kim ne kadar fazla Kur’an okursa, o kadar çok sevap kazanacağını
belirten hadisi 120 hareket noktası yapmışlardır. Üçüncü bir
görüş daha vardır ki, o da konuyu insanın tabiat ve alışkanlığı
ile değerlendirenlerin görüşüdür. Yani Kur’an’ın kıraatini sür’atli
114] bkz. Gazâlî, İhyâ, I, 289
115] bkz. Ali Ünal, Kur'an'da Temel Kavramlar, 71
116] İbn Kayvim el-Cevziyye, Zâdü'l-Meâd, I, 88
117] Buhârî, Sahîh, VI, 109 vd
118] İbn Kayyim, Zâdü'l-Meâd, 1, 89
119] İbn Kayyim, Zâdü'l-Meâd, I, 89
120] bkz. Şerhu Sahîhi't-Tirmizî, XI, 34
OKUMA VE YAZMA
- 99 -
veya ağır şekilde okumaya alışmış olan kimseler, alıştıkları şekilde
okumalarıdır.121
Kur’an-ı Kerîm’de “r-t-l” kökü dört defa ve hepsi de “tef’îl” ölçüsünde
geçmektedir. İkisi Furkan sûresi, 4. âyetinde “ve rattili’l-
Kur’âne tertîlen” şekillerinde geçmektedir. Furkan, 32’de, inkâr
edenlerin Hz. Peygamber’e, Tevrat ve İncil’de olduğu gibi, Kur’an-ı
Kerîm’in de parça parça değil de, hepsinin birden indirilmesi gerektiği
yolundaki sözlerini anlatan âyetin devamında “Biz onu senin
kalbine iyice yerleştirmek için böyle (parça parça indirdik) ve
onu tane tane (ayırarak) okuduk” 122 ifâdesinde, Kur’an’ın parça
parça indirilmesinin sebep ve hikmetleri anlatılmakta, Müzzemmil,
4.’de de, daha önce açıkladığımız gibi, Kur’an’ın tertîl ile; açık açık,
tane tane okunması istenmektedir.123 Bu Kur’an ifâdelerinden anlaşıldığına
göre, “tertîl” kavramı hem Kur’an’ı kalbe iyice yerleştirmek
amacıyla bölümlere ayırmak, açıklamak,124 hem de onun
mânâsını düşünmek, anlamak ve yaşamak amacına yönelik olarak
ağır ağır, dura dura okumak anlamlarını ifâde etmektedir.125
Tertîl, Kıraet’in bir şeklidir. ‘Ra-Te-Le’ fiilinden ‘tef’îl’ babında
masdardır. ‘Bir şeyi doğru yapmak, dosdoğru
düzenlemek, kusursuz
bir düzen içinde, açık açık hakkını vererek açıklamak demektir.
Aralarında pek az açık bulunan ve gâyet düzgün görülen ön dişlere
‘sağr retl denir.126 Yani, ‘tertîl’, ‘şeyleri aralarında az bir açıklıkla
oldukça düzgün bir şekilde düzene koymak’
anlamını taşımaktadır.
Kur’an’ın okunuşuyla ügili olarak, ‘kelimeleri ağızdan kolaylıkla
ve düzgünce çıkarmak’
anlamını verir.127 Allah, “Kur’an’ı tam
bir tertîl
üzere oku” 128 buyurmaktadır. Bu, Kur’an’ı anlamını düşünerek,
harflerin çıkış yerlerine ve tecvide dikkat ederek, anlama
göre sesi yükseltip alçaltarak,
bir hadiste belirtildiği gibi, hitap
ifade eden yerlerde
karşıdakine hitap eder bir ses tonu vererek,
durulacak
yerlerde durup geçilecek yerlerde geçerek, ağır ağır ve
Kur’an’ın gerçek amacını hem duyup, hem de dinleyenlere duyurarak
okumak demektir.
121] geniş bilgi için bkz. İsmail Karaçam, Kur'an-ı Kerîm'in Fazîletleri ve Okunma
Kâideleri, 189-191
122] 25/Furkan, 32
123] 73/Müzzemmil, 4
124] bkz. Sâbûnî, Safvetü't-Tefâsir, II/573
125] Bkz. Sâbûnî, III/728; Erdoğan Pazarbaşı, Şamil İslâm Ansiklopedisi
126] Hak Dini Kur'an Dili, VIII, 5426
127] İbn Kuteybe, a.g.e. 262
128] 73/Müzzemmil, 4
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 100 -
Kur’an’ı Nasıl Okumalı, Nasıl Anlamalıyız?
Kur’an’ı Anlamak Farzdır; Kur’an, Anlaşılması Zor Bir
Kitap Değildir
Allah’ın insanlığa sunduğu en son ve mütekâmil din olan
islâm’ın ana kaynağı Kur’an’ın önündeki en büyük engel, onun
ortalama insanlar tarafından anlaşılması zor hatta imkânsız bir
kitap olduğu tarzındaki “zan”dır. Maalesef bugün, müslümanlar
arasında doğrudan Kur’an’la muhatap olmanın günah olduğu,
Kur’an meâli ya da tefsirini okumanın mahzurlu olduğu, dahası
Kur’an’ı kendi başına okuyanın sapıtacağı veya küfre düşeceği
tarzındaki kanaatler-kasıtlı ya da kasıtsız olarak-hayli yaygınlaştırılmış
bulunuyor. Bu yüzdendir ki, günümüz müslümanı ile inandığı
dinin esasını açıklayan Kitab-ı Mübin arasına konulan kalın duvarlar
bir türlü aşılamamaktadır. Kur’an’i bir temele dayanmayan
birçok sözde dinî, mezhebî, tasavvufî yaklaşım, bâtıl anlayış ve
hurâfenin müslümanlar arasında bu denli yaygınlaşmasının biricik
nedeni, Kur’an’dan kopuk olmak, Kur’anî kültüre sahip olmamak
ve Kur’anî bakış açısından yoksun bulunmaktır.
Kur’an, ısrarla kendisinin Allah katından bütün insanlar ve
inananlar için rehber, yol gösterici, uyarıcı, açıklayıcı, kolaylaştırılmış
bir kitap olarak, bir rahmet olarak gönderildiğini hatırlatır
dururken; O’nun zorlaştırılmış, kapalı, şifrelerle dolu veya sadece
uzmanların çözüp anlayabileceği bir kitap olduğunu söylemek,
gaflet değilse ihânettir. Kur’an’ın kapağını açıp da birkaç sayfa
okuyan bir müslüman, Allah’ın kitabının ne kadar kolay anlaşılır,
ne kadar cezbedici ve ne kadar kuşatıcı bir kitap olduğunu hemen
farkedecektir. Kur’an’ın Arapça’dan herhangi bir dile yapılan
çeviri ya da meâlindeki kapalılık, hata, dil yanlışı veya isabetsizlikler,
Kur’an’ı okumamanın veya O’nu anlamaya çalışmamanın
mâzereti olamaz. Üstelik, meâl, tercüme veya tefsirlerdeki- bir
yerde doğal karşılanması gereken- beşerî hatalarda, öyle sanıldığı
kadar büyük ve düzeltilemez yanlışlar değildir. Kaldı ki, bu engelleri
aşmak da yine Kur’an’la doğrudan muhatap olması gereken
müslümana düşmektedir. Ancak, görünen o ki, müslümanlar
arasında yaygınlaştırılan anlayış, bu tür meâl ya da terceme yanlışlarına
karşı ihtiyatlı olmak değil, tam tersine şudur: “Sakın ha,
doğrudan Kur’an’la muhatap olmayın; onu her önüne gelen anlayamaz;
binâenaleyh, onu anlamak için mutlaka bir aracıya başvurmak
zorundasınız.” İşte Kur’an’la müslüman arasındaki en büyük
engel budur ve kafalardaki bu betonlaşmış zihniyeti yıkmadan da
müslümanların iflah olması mümkün değildir. İslâm dünyasının ve
Türkiye müslümanlarının içinde bulundukları düşünce tembelliği,
OKUMA VE YAZMA
- 101 -
zihin kirliliği, karamsarlık, üretimsizlik, bağnazlık, kısırlık, parçalanmışlık,
rezalet ve sefalet bu granitleşmiş zihniyetin bir sonucu
olarak “Kur’an’ın terkedilmiş bırakılmasından” kaynaklanmaktadır.
Kur’an’ın kapalı, muğlak, ne dediği anlaşılmayan ya da aracısız
anlaşılması mümkün olmayan bir kitap olması Allah’ın sünnetine
ve adaletine ters düşer.
Bir kere İslâm, Allah ile insanlar arasındaki bütün put, vesen,
ilâh, sihirbaz, cibt, rahip vs. türünden ne kadar aracı ve vasıta varsa
hepsini ortadan kaldırmak için gelmiştir. Allah, kendisi ile kulu
arasında hiçbir engeli kabul etmez.
“Dikkat edin! Katıksız din yalnızca Allah’a aittir. O’ndan başka
veliler edinenler, “Biz bunlara bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar
diye ibâdet ediyoruz” derler. Doğrusu Allah, hiçbir yalancı
kâfiri doğru yola iletmez.” 129
Bu yüzdendir ki Allah, yüce kitabında doğrudan “insanlara”
ve “inananlara” hitab eder; uzmanlara, aracılara veya din adamları
sınıfına değil. Kur’an sayfalarını şöyle bir karıştıran herkes, bu
gerçeği kolayca farkeder. Bu gerçek, hiçbir zaman, bir başkasının
bilgi, tecrübe ve araştırmalarından yararlanmamak anlamına gelmez.
Ancak, tekrar hatırlatalım ki, Kur’an’ın doğrudan muhatabı
birey olarak insandır.
İkincisi; Allah âdildir ve asla kullarına zulmetmek istemez. Dolayısıyla,
Kur’an’ın bizim anlayış seviyemizin üzerinde, ağır ve kavranılması
güç bir kitap olduğunu söylemek, hâşâ Allah’a zulüm
izafe etmek olur. Bu tür iddialarda bulunanların şu Kur’an beyanlarından
habersiz oldukları âşikârdır:
“Allah kimseye gücünü aşan bir sorumluluk yüklemez.”
130“Allah sizi zorlamak istemez; Allah sizi arıtıp üzerinize olan
nimetini tamamlamak ister ki, şükdesiniz.” 131“Tâ, Sin. Bunlar,
Kur’an’ın ve apaçık olan kitab’ın âyetleridir.” 132“O,size Kitab’ı
açıklamış olarak indirmiştir.” 133“Allah, dinde sizin için bir zorluk
kılmamıştır.” 134
Üçüncü olarak, insanları dünya ve âhiret mutluluğuna
129] 39/Zümer, 3
130] 2/Bakara, 285
131] 5/Mâide, 6
132] 27/Neml, 1
133] 6/En’am, 114
134] 22/Hacc, 78
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 102 -
kavuşturmak, onların yanlışlara düşmesini önleyip iyi ve güzel
davranışlarda bulunmasını sağlamak, insan ve toplum hayatını
a’dan z’ye düzenlemek amacıyla gönderilmiş olan bir dinin herkesçe
“anlaşılabilir” ve “kavranabilir” ilkeler ve kurallar ortaya
koyması, tabiatının gereğidir. Kur’an, insanları irşat ve uyarmak
için geldiğine göre, mesajı ve içeriği kapalı, anlaşılmaz ve soyut
olamaz.
Kur’an’ı Nasıl Okumalıyız?
Kur’an’ı nasıl okumak, onunla nasıl ilişki kurmak gerektiğine
dair
çok sayıda âyet vardır. Bu âyetlerde bir hidâyet kitabı olan
Kur’an’ı özüne ve amaçlarına uygun olarak okumanın yolları gösterilmiştir.
Söz konusu yollar, aynı zamanda onun tefsirinin de
yöntemine ilişkin
köşe taşlarını da belirleyecek bir yeterliliktedir.
Kullarına karşı engin bir rahmet kaynağı olan Rabbimiz mehametinin
bir tezahürü olarak indirdiği Kur’an’da yorumlama kılavuzu
yerine geçecek köşe taşları mesabesindeki ilkeleri de beyan etmiştir.
Bize düşen, arınmak ve arındırmak, vahiyle yenilenmek yenilemek
için kılavuza uygun düşecek
tutumlar içerisine girebilmektir.
Kur’an’da Nâsih ve Mensuh Var mıdır?
Nesh, bir şeyi yerinden yok etmek mânâsındadır. Bir şeyin yerine
başkasını yerleştirmek demektir. Güneş gölgeyi nesh etti, onun
yerine geçti. İhtiyarlık gençliği nesh etti de aynı manaya gelir.
Neshin şer’î ıstilâh olarak mânâsı, herhangi bir hükmün
hilâfına diğer bir delilin o hükmü kaldırması veya değiştirmesidir.
Nâsih, hükmü kaldıran; mensuh, hükmü kalkan âyettir.
Kur’an’da nâsih ve mensûh var mıdır, yok mudur; çok mühim
bir bahistir. Biz burada bu bahsi aydınlatmak istiyoruz.
Her şeyden evvel şu noktayı belirtmek isteriz ki, Kur’an’ı
Kerim’den herhangi bir âyetin neshedilmiş olduğuna dair bir tek
hadis-î şerîf rivâyet edilmemektedir.
Hz. Peygamber, böyle bir şeyden bahsetmediğine göre, bunun
nereden çıkmış olduğunu anlamak çok kolaydır. Demek ki,
Asr-ı Saâdet’ten sonra, birbirini tutmadığı görülen iki âyet karşısında
kalanlar, bunlardan birinin diğerini neshetmiş olduğunu
sanmışlardır. Halbuki Kur’an’ı Kerîm, nasıl tefsir edilmesi gerektiğini
anlatan kaideleri beyan ederken bütün kitapta birbirine
uymayan, birbirini tutmayan iki âyet bulunmadığını belirtmiştir.
Diğer bir âyet-i kerîmede, Kur’an’ın âyetleri arasında hiçbir ayrılık
OKUMA VE YAZMA
- 103 -
bulunmadığını anlatarak, “...Bu Kur’an Allah’tan gayrısı tarafından
olsaydı, elbetteki, içinde birçok ayrılıklar ve âhenksizlikler bulacaklardı.”
135 diyor. Madem ki Kur’an içinde hiçbir ayrılık, hiçbir
âhenksizlik yoktur, nâsih ve mensûh’un da bulunmaması icab eder.
Çünkü, nâsih ve mensûhun temeli, âyetler arasında uygunsuzluklar
bulmaktır. Çünkü, nâsih ve mensuhun temeli, âyetler arasında
uygunsuzluklar bulmaktır.
Nesih meselesini Kur’an’a dayamak isteyenler, Bakara süresi
106. âyetini delil olarak sunmuşlardır. “Biz bir âyeti nesheder, yahut
unutturursak, ondan daha hayırlısını yahut eşini getiririz.”
Bu âyetin, daha önceki şeriatlerin neshinden bahsettiği son
derece âşikârdır. Çünkü nesihten başka “insâ”dan, yani unutturulan
âyetlerden bahsediyor. Bu ise Kur’an’a uymaz; Bilakis
Kur’an’ın saklanmış ve korunmuş olduğu bildirmekten başka A’lâ
süresinde Hz. Peygamber’e “Biz sana Kur’an’ı okutacağız ve sen
asla unutmayacaksın” deniliyor. Esasen Kur’an’ı Kerim’in âyetleri
vahy oldukça hemen yazıldığı için, onun unutulmasına imkân
yoktur. Buna mukabil, İslâm’dan önceki dinlerden ve şeriatlerden
mühim kısımların unutulmuş olduğu şüphe götürmez. Onun için
Kur’an, bu âyetle, daha önce gönderilen şeriatlerin neshedilmiş,
fakat ondan daha hayırlısının İslâm dini ile gönderilmiş olduğunu
bildirmektedir.
Elhasıl, Kur’an’ı Kerim kendi âyetlerinden bazılarının neshedilmiş
olduğuna dair vûcuda getirilen nazariyeleri doğrulayacak
hiçbir âyeti ihtivâ etmemektedir.
A-Yöntemin Temel İlkelerini Kur’an’dan Çıkararak
Okumalıyız
Yönteme dair Kur’an’da geçen iki temel kavramdan söz edeceğiz.
Şüphesiz tefsir usûlüne ilişkin olarak ilâhî kelâmın dile getirdiği
çok sayıda
kelime ve kavramdan bahsetmek mümkündür.
Diğerlerinin bu ikisi
etrafında dönmesinden dolayı, onlara uzun
uzadıya değerlendirmeyeceğiz,
Kur’an’ı Kur’an ile tefsirde belki
de en belirleyici rol üstlenen iki kavramdan söz etmek mümkündür:
Muhkem, müteşâbih ve buna bağımlı
olarak anlaşılması gereken
te’vil kavramı.
135] 4/Nisâ, 82
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 104 -
B- Kur’an’ı, Tefsir Usûlü’nün Anahtar Terimlerini Bilerek
Okumalıyız
Muhkem – Müteşâbih Meselesi
Bu meseleyle ilgili anahtar âyet-i kerime şudur: “Sana Kitab’ı
indiren O’dur. O’nda kitabın anası/temeli olan muhkem âyetler
vardır. Diğerleri de müteşâbih âyetlerdir. Kalplerinde eğrilik
olanlar, fitne çıkarmak ve bunları kendilerine göre yorumlamak
için İlâhî kelâmın müteşâbih âyetlerinin peşine düşerler. Oysa
Allah’tan başka kimse onun tevilini/kesin anlamını bilemez. İlimde
derinleşenler ise, “Biz ona inandık; (ilâhi kelâmın) tümü Rabbimizdendir.”
derler. Bunları ancak temiz akıl sahipleri düşünür ve
anlarlar.”.136
Muhkem, açık olup mânâsının anlaşılması için bir başka şeye
ihtiyaç göstermeyen, kendi başına kolayca anlaşılabilen âyetlerdir.
Müteşâbih ise, mânâsı kapalı olan, doğrudan doğruya lafzından
ne murad edildiği anlaşılmayıp başka bir âyetle tefsir edilen, birbirine
benzer çeşitli anlamlara gelebilen âyetlerdir.
Muhkem âyetler, farzları, emir ve nehiyleri, helal ve haramı,
vaad ve va’di açıklayan âyetlerdir. Müteşâbih âyetler ise, bunların
dışında birbirlerini tasdik eden âyetler ile kıssa ve darbı meselleri
ihtivâ eden âyetlerdir.
Şatıbî, müteşâbih unsurların Kur’an’da çok az olduğunu
söyler ve buna delil olarak da yukarıdaki âyeti gösterir. Âyette
geçen “onda ümmü’l kitab olan muhkem âyetler vardır.” ifadesinden,
muhkemlerin büyük çoğunlukta olduğu sonucunu çıkarır.
“Ümmü’l Kitab,” kitabın anası demektir; bir şeyin anası ise o
şeyin büyük çoğunluğunu ve tamamına yakın kısmını teşkil eder.
Ümmü, aynı zamanda asıl, esas manalarına da gelir.
Kur’an sadece insanlar arasında meydana gelen anlaşılmazlıkları
ortadan kaldırmak ve onların problemlerine çözüm getirmek
için gelmiştir. Müşkil ve açık seçik olmayan bir şey, sadece yeni
açmazlara ve şaşkınlıklara sebep olur ve asla hidâyet ve beyan
özelliği taşımaz. Oysa ki şeriat, ancak bir beyan ve hidâyettir. Dolayısıyla
bu da, müteşâbihin çok olmadığının bir delili olur. Öyle ki,
eğer bizzat nass (delili), şeriatta müteşâbih unsurların bulundurduğunu
göstermeseydi, müteşâbihlikten söz etmeye imkân bile
olmayacaktı. Ancak, nass ile varlığı bildirilen bu müteşâbih unsurlar,
mükellefe (sorumluya) iman ve tasdik ötesinde bir hüküm
136] 3/Âl-i İmrân, 7
OKUMA VE YAZMA
- 105 -
getirmemektedir ve bu durum gâyet açıktır.
Muhkem: Kur’an’ın muhkem oluşu her şeyden onun korunmuşluğu
ve tahkim kılınışı ile alakalıdır. Rabbimiz mesajını cin ve
insan şeytanlarından hem indiriliş sürecinde hem de daha sonra
korumuştur. Muhkemdir Kur’an. Çünkü hükümleri sağlamlaştırılmıştır;
yerinde sökülüp atılması imkânsız
kayalar gibidir. İlâhî
ahkamın yerinden edilmesi, özüne müdahale edilmesi soyut ve
somut güçlerin başarabileceği bir iş değildir.
Rabbimiz âyetlerindeki mesajını beşerin elinde oyuncak olmaktan,
her türlü tasavvurun meşrulaştıncı aracı olmaktan korumuştur.
Bu nedenle Kur’an, kendi bütünlüğünde göreceliğe, hakikatin
birbiri ile çelişen
çoğulculuğuna elvermeyecek bir mahiyet
taşımaktadır. Kimi kötü niyetli insanların İlâhî mesajı emellerine
alet etme gayreti göstermeleri, Kur’an ile değil ancak ve ancak
Kur’an’a rağmen ve onun dışında olabilir.
Kur’an tarihi boyunca
-ki on dört asırdır mesajın bulandırılmasına yol açan iyi ve kötü
niyetli saptırma gayretleri vardır- görülen bu türden çabalar, İlâhî
vahyin özüne ilişkin hiçbir tesirde bulunamamıştır.
Tevhid mücadelesinin sapmasını önleyecek açıklıkta ilkeler
koyan Yüce Rabbimiz, arınmak isteyenler için mesajını muhkem
kılmıştır. Bu bağlamda Kur’an’ın tüm mesajı muhkemdir: “Elif-
Lâm-Râ. (Bu) İlâhî bir kitaptır ki, âyetleri her şeyden bütünüyle haberdar
olan hikmet sahibi Allah tarafından (kendi bütünlüğünde)
muhkem kılınmış/birbiri ile izah edilerek açık ve anlaşılır kılınmış
ve mufassalen/ayrıca birbiriyle bağlantılı olarak etraflı bir biçimde
dile getirilmiştir.”.137 Kur’an’ın, her tür cin ve insan şeytanın
“İslâmî mücâdeleyi saptırarak başarısını gölgeleme gayretlerini
boşa çıkaracak evsafta oluşunu” vurgulayan diğer âyetler için bkz.
22/Hacc, 52; İlâhî vahyin göreceliğe elvermeyecek açıklıkta oluşunu
vurgulayan âyet için bkz. 47/Muhammed, 20.
Müteşâbih: ‘Ş-b-h’ kök harflerinden türeyen bir ismi fail olan
müteşâbih; kısaca
aralarında tenakuz ve çelişki olmayan şeylerin
bir biri ile benzeşen
karakterde olması demektir. Kur’an’ın bütün
sûrelerinde yer alan âyetleri mesajın özü itibariyle birbirine benzer;
aralarında her hangi bir çelişki, uyumsuzluk yoktur. İlâhî vahiy,
farklı konular üzerinden,
farklı sahnelerde mesajını dillendirmiş
olsa da tüm âyetleri arasında açık ve anlaşılır bir denkliği esas almıştır.
Bu nedenle tüm âyetler -muhkemler de dahil- müteşâbihtir.
Müteşâbihin kapalı, muhkemin
kapalı manalar ihtivâ ettiği önyargısı
doğru değildir. Eğer müteşâbihler, mânâsı kapalı âyetlerden
137] 11/Hûd, 1
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 106 -
müteşekkil olsaydı, “tüyleri diken diken eden, kalpleri yatıştıran
duyarlılığa” nasıl yol açacaktı?
“Allah sözlerin en güzelini, müteşâbihen/birbiri ile uyumlu,
kendi içinde tutarlı, her türlü ifadesini çeşitli çeşitli biçimlerde tekrarlayan
bir İlâhî kelâm şeklinde indirir. Rablerinden korkanların
ondan tüyleri ürperir; (fakat) sonunda Allah’ın rahmetini hatırlayınca
kalpleri ve tenleri yumuşar, sakinleşir.” 138
Kur’an’ın mesajı itibariyle kendi bütünlüğü içinde ihtilafsız
-tertîl ve tertip esasına göre- tutarlı,
mesajı birbiri ile uyumlu ve
çelişkisiz bir kitap oluşunu vurgulayan diğer âyetler için bkz. 4/
Nisâ, 82 (İhtilafsız); 25/Furkan, 32 (Tertîlen/tertipli; tutarlı bir bütün
oluşturacak şekilde);
10/Yûnus, 37; 18/Kehf, 1; 32/Secde, 2; 39/
Zümer, 28; 98/Beyyine, 3 (Suhufun mutahhara/arı-duru, kirlilik
bulaşmmamış); 80/Abese, 11-16 (mutahhar/arı-duru, kirlilik bulaşmamış).
Müteşâbihin Te’vîli: Te’vil; bir şeyin gerçekleşme zamanı, âhiri,
nihai anlamı demektir.
Tefsirde yorum anlamına gelen bu kelime
Kur’an-ı Kerim’de terim
olarak müteşâbihle ilişkilendirilmiştir. 3/
Âl-i İmrân sûresi, 7. âyete göre, “müteşâbihin te’vilini/nihai anlamını
Allah’tan başkası” bilemez. Müteşâbihin terim anlamını
izah ve te’vili bu bütünlük içinde
kavramaya çalışmadan önce
âyeti okuyalım: “... İlâhî kelâmın özü (temeli) olan mukemler/açık
ve kesin hükümlü
mesajlar ile müteşâbihleri/benzetmeler içeren
mesajlardan oluşan bu İlâhî kelâmı sana bahşeden O’dur. Fitne
çıkarmak/kalpleri
hakikatten sapmaya meyilli olanlar, sırf kafaları
karıştıracak şeyler
bulmak için ona (keyfî) anlamlar yüklemek için
müteşâbihleri gündeme getirirler. Oysa onların te’vül’ni Allah’tan
başkası bilemez.
Bu yüzden bilgide derinleşenler şöyle derler: ‘Biz
ona inanırız tümü (muhkemler de müteşâbihler de) Rabbimizin
katındandır. Derin
kavrayış sahipleri dışında kimse bundan düşünüp
öğüt almaz.” 139
Bu âyette müteşâbih, gaybın/görünmez alemin bilgisinin insan
zihnine kavratılması için yüksek teşbihlerle izah edilmesi bağlamında
geçmektedir. Müteşâbihin ilk bakışta öne çıkan; “benzeşmek,
birbirine
uyumlu olmak” mânâsı, kavramsal bir mahiyet
kazanarak genişlemiştir.
Böylece müteşâbihin terim anlamı şöyle
bir mahiyet kazanmış
olmaktadır:
Müteşâbih; Yüce Allah’ın sınırlı kavrama yeteneğine
sahip olan
138] 39/Zümer, 23
139] 3/Âl-i İmrân, 7
OKUMA VE YAZMA
- 107 -
insanoğluna, görünmez âlemin bilgisini yüksek teşbihlerle
beyan
ettiği âyetlerdir. Eğitimde de kullanılan “bilinenden bilinmeyene,
somuttan soyuta” yöntemi insanoğlunun sınırlı kavrama yeteneğini
harekete geçirmek için neredeyse tek yoldur. Yani Allah’ın
zatını tanıtan sıfatları, cennet, cehennem, melekler v.b. konular
ancak teşbihlerle -müteşâbih olarak- beyan edilebilirdi. Gayb âleminin
başka türlü de -mesela, soyuttan somuta, bilinmeyenden
bilinene
doğru- açıklanması, tanıtılması idrâk alanı sınırlı beşeri
noksanlıklar
taşıyan insanlara izah edilmesi mümkün de değildir.
Tanımdan da anlaşılacağı gibi, kapalılık müteşâbih âyetlerin
Kur’ân’î lafızlarında değil, yüksek benzetmelerle insan zihinine
yaklaştırılmak
istenen konuların sınırları aşan boyutundadır. Bir
örnekle izah edecek olursak; cennet Rabbimizin teşbihlerle biz
mü’minlere anlattığı akidevî bir konu olup, çok sayıda âyette ondan
söz edilmiştir.
Bu söz edişler müteşâbih/benzetmeli bir mahiyet
taşımakta ve bizim
kalplerimizde İlâhî kelâmın murad ettiği
kadarı ile sınırlı bir inanç oluşturmaktadır. Öte yandan Ahiret hayatında
bir mutluluk yurdu olarak mü’minlere va’dedilen cennetin
bilgisi Kur’an’da anılanlarla
sınırlı değildir. Fakat insan olarak
dünyada kavrayabileceklerimiz
de bize anlatılanlarla sınırlıdır.
Şimdi bu durumda bize anlatılanların ardına düşmek boşuna
bir çaba olmaktadır. İşte gözün kulağın ve kalbin sorumlu olduğu
bu boş çaba içerisine düşenler müteşâbih’in te’vilini araştırmaya
kalkmakla
suçlanmaktadırlar. Müteşâbih’in te’vilinin peşine düşenlerin
ise, “halis niyet taşımayan fitneciler” olduğu beyan edilmiştir.
C- Amacına Uygun Olarak Okumalıyız
İlâhî mesajın temel amcacı, “muttakileri hidâyete erdirmek”tir.
Rabbani bir tebyin olan Kur’an, kalbini hak söz ile arınmaya açık
tutan
ve kendine alçak gönüllü olmayı ahlâk edinen kimseler için
hidâyet kaynağıdır. Yoksa O, her insanın sadrına şifa verecek değildir.
Bu nedenle Kur’an’ı her okuma ve anlama çabası hidâyetle
sonuçlarımayabilir.
Bunda şaşılacak bir şey yoktur.
Kur’an ile kimlerin hidâyete erebileceğini aşağıdaki birkaç
âyetin mealinden okuyalım: “(Şu) söylenen her sözü (dikkatle)
dinleyen ve onların en güzeline
uyan (kullarım)a (müjdeler vardır,
çünkü) onlar Allah’ın hidâyetine mazhar olmuşlardır ve onlar gerçekten)
akıl iz’an sahipleridir.” 140
140] 39/Zümer, 18
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 108 -
“Kur’an insanoğluna bir rehber (hüden), bu rehberliğin apaçık
bir delili (beyyine) ve doğruyu yanlıştan ayırt edici bir ölçü
(furkan) olarak (ilk defa) bu Ramazan Ayı’nda indirilmiştir...”.141
Kur’an’ın bir hidâyet kitabı olduğunu ve “ancak takvâ sahipleri
için rehber olabileceği” ısrarla vurgulayan çok sayıda âyet vardır,
bunlardan bazıları için bkz. 2/Bakara, 1 -3; 3/Âl-i İmran, 101; 6/
En’âm, 104; 7/A’râf, 203; 10/Yûnus, 107; 16/Nahl, 104; 17/İsrâ, 9;
45/Câsiye, 29-30 vd.
Kur’an’ın temel amacı, insanları hidâyete sevk etmektir. Bu
nedenle
onun bir hidâyet kitabı olduğunu unutarak okumak, insanı
yanıltıcı
sonuçların handikaplarına düşürecektir. Mesela, onu
bilimsel gelişmeler hakkında bilgi vermek zorunluluğu ile karşı
karşıya bırakmak,
Kur’an’ın hidâyet kitabı olduğunu unutmak demektir.
Geçmişte
bu tür bir yanılgı ile Kur’an’a yaklaşanlar, dünyanın
düz olduğunu ve dönmediğini İlâhî kelâma onaylatmak gibi
bir handikapa düşmekten
kendilerini kurtaramamışlardır.
Tefsir’deki yetkinliğinden kuşku duymadığımız Fahruddin
Razi, 27/Neml, sûresi 61. âyette geçen “yeri sizin döşek kıldık”
şeklindeki nimet
vurgusunu, dönemin bilimsel anlayışını belirleyici
kılarak tefsir edince ortaya bugün için gülünüp geçilecek bir
yorum çıkmıştır. Razi
döşek meselinin çağrışımlarını, yeryüzünün
küre şeklinde olduğunu
ama dönmediğini -sakin olduğunu- ispatlamak
için kullanarak şöyle demiştir: “Eğer hareketli olsaydı, mutlak
mânâda o yeryüzü bizim için bir döşek olmazdı. Çünkü yüksekten
atlayan bir kimsenin bu durumda yer yüzüne düşmemesi
gerekirdi. Zira yeryüzü kayıp gitmektedir. Bu insan da boşlukta
kalmaktadır.”.142
“Döşek meseli” aslında Yüce Allah’ın insanoğluna nimetlerini
hatırlatmaktan ibarettir. Bu ve benzer âyetlerin mesajının amacı
dışında
yorumlanması son derece yanlıştır. Şükür gerektiren bir
çok İlâhî lutfun hatırlatıldığı diğer âyetlerin mesajı gibi bu da kendi
gâyesi ve bütünlüğü -bağlamı- içinde tefsir edilmelidir. Bu sebeple,
yeryüzünün beşiğe benzetildiği 43/Zuhruf sûresi, 10. âyeti
de aynı şekilde “dünyanın
hareketli olduğuna, döndüğüne kanıt
olarak kullanılmamalıdır. Çünkü “bilim”in verileri her zaman için
“yanlışlanabilir” tartışılabilir, hipotetik materyaller ihtivâ etme kabiliyetini
haizdir. Bundan daha fazla değer vermek, Kur’an’ı ikincil
kaynak durumuna düşürür; bilimi birincil-belirleyici, etkin kaynak
141] 2/Bakara, 185
142] Fahruddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir Mefatihu'l-Gayb, Ankara, 1988, cilt: 2, s.
113-114
OKUMA VE YAZMA
- 109 -
mesabesine çıkarır. Ki, bu durumda
İlâhî olanın beşeri olan tarafından
kuşatılması, belirlenmesi durumu
ortaya çıkar.
Böyle bir yanılgı ile günümüzde Kur’an’ı tefsir etmeye kalkanlar
da abesle iştigal anlamına gelecek uğraşlar içine girebilmişlerdir.
Nasıl
dünyanın düz oluşuna ilişkin hakim bir yargıyı,
Kur’an’dan delillendirmeye kalkmak yanlışsa, hipotetik-zanni
yargılar içeren ve her zaman “yanlışlanabilir” bîr mahiyet taşıyan
kimi moda düşünce ve kanaatleri -meselâ dünyanın döndüğü ve
yuvarlak olduğu gibi- İlâhî vahye onaylatmaya çalışmak da yanlıştır.
Bu tür yanlışları Kur’an’ı bilimsel yorumlama kaygısı güden
“modern
bâtınîler” çokça yapmaktadırlar. Örneğin, cehennemin
bir bölümü
ve sıfatı olan “sekar”a, bilgisayar diyecek kadar modern
bilim karşısında kompleksli hareket eden bazı yorumcuların
düştüğü durum,
en az dünyanın düz olduğunu söyleyenlerinki kadar
traji-komik bir vehâmet düzeyini imlemektedir.143
Yahut da İlâhî kelâmın amaçları arasında yer almayan “insanlığın
aya gidebilme imkânı” hakkında Kur’an’ı konuşturmaya kalkanlar,
zorla kendisinden bilgi devşirmeye çalışmakla nevalarını
Yüce Allah’a onaylatmaya çalışarak aslında zanni olanla yakînî
olanı kuşatma
altına almak gibi abes bir görev üstlenmiş olmaktadırlar.
Kısacası, ona olmayan anlamlar yüklemek veya gâyesi
dışında bilgiler sağmak
maksadı ile okumak son derece yanıltıcı
sonuçlara yol açacaktır.
Bu da Kur’an’ın moda bir akımın, bir
felsefi görüşün, bir ideolojinin
yedeği, onaylayıcısı durumuna
indirgemek mânâsına gelecektir. İşin vehameti ve traji-komikliği
ise, aradan zaman geçmesi ile anlaşılacaktır.
Orta çağda Katolik
Kilisesi’nin bu ikrah ile dayattığı, “dünyanın
düz ve kainatın merkezi
olduğu” inancı bugün ne kadar komik karşılanmakta ise, hipotetik/
bilimsel bir dille ifade edilmesi gereken rnoda bir düşüncenin
dînî bir ifade ile i’tikad haline getirilmesi gelecekte
o kadar
komik karşılanabilecektir.
Her zaman yanlışlanabilir doğrular içeren bilimsel konuların
dînî ifadeler aracılığıyla kutsanmaya çalışılması veya mü’minlerde
varolan kompleksleri giderme gâyesi ile Kur’an’ın enstrümantal/
araç durumuna
düşürülmesi son derece yanlıştır. Çünkü bir hidâyet
kitabı olan Kur’an’ın hipotetik bilgiler verme gâyesi yoktur. İlâhî
kelâmın gâyesi;
Allah’ın mütevazi, arınmak isteyen kullarına yol
göstermektir.
143] Y. N. Öztürk, Kur'an'daki İslâm, İstanbul, 1993, s. 21
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 110 -
Özetle, Kur’an’ın amacı; ona gönül veren mü’minler için, insanların
etkilerine açık olan itikadı ve amelî alanları sürekli yeniden
onarmayı öğreten hükümler va’z etmektir. Buna ek olarak
yeryüzünde adaleti ikame
etme görevini icra ederken karşılaşılan
sorunlara ‘Ahiretin önceliği ilkesi’nden hareketle çözümler bulmayı
mü’minlere öğretmektir.
1-Allah’ın Adı ile ve Arınmak İçin Okumalıyız
a) Besmele ile Başlamak Farzdır: Kendi yaşamının farkında
olup, kaderini tayinde söz sahibi kılınmış
bir varlık olan insanoğlu
bilinçli olduğu oranda beşeri zaaflarından
arınabilmektedir. Bu
nedenle eylemlerini bir alışkanlık eseri değil
de belli bir şuurla
yapması insanların tekamülü için elzemdir. İlâhî vahyi önyargılardan
arınarak okumak gerekir. Salt “Allah’ın adı ile” O’nun rızasını
kazanmak maksadı ile girişilen çabalar, mesajın doğru kavranmasında
başarılı olabilecek bir mahiyet taşımaktadır. Zaten Allah’ın
adı ile başlamayan, İlâhî vahyin ölçüleri anlamlandırılmayan
hiçbir
fikri arınma ve hiçbir amel İslâmîlik vasfını hak edemez.
Değil mi
ki İlâhî vahiy, ilk hitabını “Yaratan Rabbînin adı ile oku!” şeklinde
yapmıştır? Öyleyse O’nun adı ile başlama bilinci taşımayan
hiçbir
fehm-fıkh ve eylemlilik çabası Rabbânî rızâya ulaşamayacaktır.
Övülmeye değer bulunan bu bilinçlilik hali, İlâhî vahyin ilk
hitabında
şöyle dillendirilmiştir: “Oku! insanı bir alaktan Yaratan
Rabbinin adı ile oku! Çünkü Rabbin sonsuz kerem sahibidir.” 144
Allah’ın adı ile okumak, O’nun rızasını ve memnuniyetini
arzulayarak
mücadeleyi biçimlendirmek anlamına da gelmektedir.
Bu noktada
Kur’an okumaları eğer şer odaklarını memnun etmeyi
amaçla” yarak yapılıyorsa, İlâhî rızadan hiçbir iz taşımayan
sonuçların hası olmasına engel olmak mümkün olmayacaktır. Bu
nedenle aşağıdaki âyette beyan edildiği üzere, niyetin halis olması
gerekmektedir; Allah’ın
adını yüceltmeyi amaçlamayan okuma
hiçbir şekilde İlâhî vahyin
bütüncül mesajını doğru takdir edemeyecektir:
“Ama (hem gece hem de gündüz) Rabbinin adını an! Ve
bütün varlığınla kendini O’na ada!” 145
Önyargılardan arınarak, Allah’ın rızasını kazanmak için
Kur’an’ı okumak, istiâze ile/şeytani olan her tür güç odaklarından
İlâhî vahyin
esenliğine sığınarak mümkündür. Hem şeytani güçleri
hem de Rabbi memnun etme amacı taşıyan Kur’an okumaları,
yarım gönüllü
münafıkların işidir. Günümüzde bu tür münafıklar,
144] 96/Alak, 1-3
145] 73/Müzzemmil, 8
OKUMA VE YAZMA
- 111 -
Kur’an’ın aslına nüfuz edemedikleri için mânâsında, meal ve tefsirinde
reform yapma, İlâhî vahyin te’vili ile tahrif yapmaya yönelmektedirler.
Çünkü
onlar her işlerinde olduğu gibi vahyi te’vil
etmede de Allah’a istiâze’de bulunmamakta, tâğutlara sığınmaktadırlar.
Oysa sığınmaya değer tek güç Allah’tır: “Şimdi Kur’an
okuyacağın zaman, hemen o kovulmuş şeytandan istiâze yap:
Allah’a sığın (Eûzü-Besmele çek). Gerçekte onun İmana erişenlerin
ve Rablerine güven bağlamış olanların üzerinde bir nüfuzu/
etkisi
yoktur. Onun yalnızca kendisini izlemeye istekli olanlar üzerinde
ve bir de ona tanrısal nitelikler yakıştıranlar üzerinde etkisi
vardır.”
146
Kur’an’ı Her Türlü Vesvese ve Önyargıdan Arınarak Sırf Allah
İçin Okumak: Kur’an’ın ilk cümlesi “Oku” emriyle başlar; ancak,
şöyle devam eder; “Yaratan Rabbinin adıyla...” 147Yani besmele
ile... Allah adına, O’nun rızasını kazanmak için, O’nun lütfu ve keremi
ile, O’nun yardımı ve inâyetiyle, O’nun koruması ve gözetimi
altında...
Buna ilâveten, Kur’an okurken şeytan iğvâsı ve vesvesesinden
Allah’a sığınmak gerekir; “Kur’an okumak istediğin zaman kovulmuş
şeytandan Allah’a sığın.” 148
Kafası ve gönlü şeytani vesveselerle dopdolu ve karmakarışık
hale gelmiş, günahkâr, kibirli ve nefsinin esiri olmuş kimseler
Kur’an’ın mânâlarını anlamakta güçlük çekerler, hatta anlamayazlar.
Kalb, şeytani vesveselerden, dünyevi düşünce ve endişelerden
kurtulduğu nisbette Kur’an’ı anlamak kolaylaşır.149
Kur’an’a yönelirken kurtulmamız gereken tek şey, şeytani vesvese
ve iğvâlar değildir. Kafamızdaki betonlaşmış önyargılardan
ve kalıplaşmış sabit fikirlerinden de kurtulmak zorundayız. Bu
tür beşerî zaafların cenderesinden kurtulup en azından özgür bir
kafa ile Kur’an’a yaklaşma arzusu taşımadan, onu okuyup anlamayı
amaçlayan bir gönül hazırlığı yapmadan bir kitabın kendine
özgü engin ve parlak niteliklerini kavramak mümkün olmaz.
2) Tâğutları İnkâr Ederek Okumalıyız
“Günümüzde birtakım çevrelerin sistemlerin düzenlerin onayını
alabilmek için veya zâlimlerden “aferin” alabilmek için, ya
da özgüvenden
yoksun kompleksli kişiliğini doyurmada dünyayı
146] 16/Nahl, 98-100
147] 96/Alak,1
148] 16/Nahl, 98
149] İhya, 1/807
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 112 -
ahirete tercih
eden bir ahlâkı tercih ettiği için Kur’an’ı yorumlamaya
kalkan Samiriler vardır. Böyle kimselerin Kur’an’ı doğru
anlama ve doğru tebliğ etmeleri mümkün değildir. Çünkü Onlar
Kur’an’ı Allah’ın adı ile değil tâğutun adı ile okumakta, yorumlamakta,
hatta tefsirleri ile tahrif etmeye kalkmaktadırlar.
Tâğuttan yardım dilemek için, zâlimlerin rızasını elde etmek
için Kur’an’a yapılan tüm müracaatlar telafisi imkânsız yanlışlara
yol açacak, İlâhî mesajın bir kısmının ya neshi/hükmünün ortadan
kaldırılmak
istenmesi ile ya da müstekbirlerin hatırı için tahrif
edilmesi sonuçlanacaktır. İslâmî bir dâva, tâğutlardan müdâhane/
yağcılık ve ilkesizlik yaparak onların gönüllerini alma anlamına
gelecek hiçbir yardım almamalı, İlâhî mesajı da onların gözlüğü
ile okuyup yorumlamaya
kalkmamalıdır. “Saray uleması” diye
geçmişte ünlenen Samiri kılıklı bir takım “dîn!” uzmanlarının
Allah’ın bizim için seçip râzı olduğu İslâm’ı zâlimlerin hizmetlerine
sunabilmek için çeşitli çabalar
içerisinde oldukları tarih boyunca
vaki olmuştur. Böyle kimselerin
varlığı fitne/sınama vesilesi olarak,
Kıyamet’e kadar da devam edecektir.
Furkanın/doğru ile yanlışı ayırdetmenin ölçülerini lütfeden
İlâhî kelâm, zâlimlerin yanlışlarını onaylama, fasıkların günahlarına
fetva çıkarma aracına indirgendiğinde tabii ki, sonuçta Kur’an
anlaşılamayacaktır. Çünkü Kur’an, sadece kalplerini arınmaya açık
tutan, mütevazi, Rablerine karşı sorumluluk bilinci taşıyan kimseler
için bir hidâyet
kaynağıdır. Muttakiler için Kur’an’ın genel
mesajı Arapça bilmeseler de meal, tefsir okumasalar da, ilkesel
ve amelî yol göstericiliğe
İlâhî rızayı kazanmaya elverecek açıklıktadır.
Çünkü yeryüzünde
her zaman İslâm’ı yaşayan sünnet ile
hayatına hakim kılmış bir zümre mutlaka var olmuş, Kıyamet’e
kadar da var olmaya devam edecektir.
Tâğutu inkâr etmeden iman etmek nasıl mümkün değilse,
tâğut adına Kur’an’a başvurmak da fehm-fıkh çabalarında istenmeyen
neticelerin
hasıl olmasına yol açacaktır. Aslında Kur’an, bütün
boyutları
ile açık ve anlaşılır bir mahiyet taşımaktadır. Fakat
asıl sorun, müstağnilerin,
müstekbirlerin, zâlimlerin kısaca arınmak
değil saptırmak için pazarlıklı bir şekilde Kur’an’ın açacağı
kapıların önünde bekleşen
kötü niyetli kimselerden ve onlara
içerden izinsiz yardım yapmaya
kalkan işbirlikçilerin “Allah’ın adı
ile” olmayan çabalarından kaynaklanmaktadır.
Tâğutların râzı olduğu bir mücadele nasıl İslâmîlik vasıflarından
uzak ise, İlâhî rızayı elde etmede bulanık niyetler taşıyan her okuma
da Kur’an’ı yanlış anlamaktan, yanlış yerlerde araçlaştırmaktan
OKUMA VE YAZMA
- 113 -
asla kurtulamayacaktır. Rabbimiz çok sayıda âyette bu tehlikeye
dikkat çekerek loyalist/bağımlı, yamalıkçı, eklemlemeci, entegrist
kişilerin muhtemel saptırmalarına karşı bizleri uyarmakta, mücadelenin
‘ tagutu inkâr”la başlaması gerektiğini beyan etmektedir:
“O halde tâğuta/şeytani güç ve düzenlere (uymayı) reddedenler ve
Allah’a inananlar, hiçbir zaman kopmayacak en sağlam mesnede/
urvetü’l-vüskaya tutunmuşlardır. Zira Allah her şeyi işitendir, her
şeyi bilendir.” 150
Burada Peygamberimizin “müstekbirlerin hatırı için mustaz’afların
kalbini kırmakla sonuçlanabilecek eğilimleri”nin eleştirildiği
80/Abese
Sûresi âyetleri hatırlanmalıdır. Eğer bu eğilime
Rabbani izin çıkmış
olsaydı, İslâmi mücadele ana caddesinden, asıl
ekseninden sapabilecekti.
Öte yandan bundan daha kötüsü İlâhî
vahyin sağladığı olanakları
zâlimlerle ilişkilerde, heba etmek de
mümkündür.
Bu sebeple Kur’an’ın mesajının gönüllerde meydana getirdiği
kazanımların yok olmasına yol açabilecek, haksızlığı körükleyici,
sömürüye
çanak tutucu, zulmü meşrulaştırıcı tutumlardan kaçınmak
şarttır.
Aksi takdirde Rabbani mesaj, “mücadelede kazanılanın
masada kaybedilmesi” mânâsına gelebilecek ilişki biçimlerinin
meşrulaştırıcı aracı durumuna düşürülmüş olacaktır. Ki bu tür anlama
ve yorumlama
şekilleri ile, İlâhî mesajın doğru kavranması/
fıkhedilmesi imkânsızdır.
Kur’an ile olan ilişkide niyetin sonucu
nasıl da belirlediğini aşağıdaki âyetleri mealinden okuyalım: “Ve
(gerçeği anlamamalarından ötürü onlara) Kur’an okunduğu zamanlar
seninle Ahiret’e inanmayacaklar arasına görünmeyen bir
perde çekeriz. Ve kalplerine, kalplerine onu kavramalarına engel
olacak bir örtü koyarız ve kulaklarına da bir tıkaç. Ve bu yüzden
Kur’an okunurken ne zaman Rablerinden tek ilâh olarak söz etsen
nefretle sırtlarını dönüp giderler. Seni dinledikleri zaman, Biz onların
aslında neye kulak kesildiklerini ve kendi aralarında görüştükleri
zaman, bu zâlimlerin (birbirlerine): ‘(Eğer Muhammed’e
uyarsanız), düpedüz büyülenmiş bir adama uymuş olacaksınız.’
dediklerini
çok iyi biliyoruz.” 151
3) Müdâhanesiz Okumalıyız
Tâğutlarla ilişkiyi belirleyen bir diğer ilke de, “müdâhane etmemektir.
Müdâhane; şer güçlerin ilgisini, sevgi ve hoşnutluğunu
elde etmek için yağcılık yaparak ilkesiz davranmaktır. Bu ilkesizlik
hali ile yapılan Kur’an okumaları, “Allah’ın adaleti ikame etme
150] 2/Bakara, 256
151] 17/İsrâ, 45-47
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 114 -
emri”ne hizmet edeceğine, bir kısım âyetlerin içinin boşaltılmasına,
bir kısmının tahrifine ve neshine/hükmünün ortadan kaldırılmasına
yol açabilecek tehlikeleri özünde barındırmaktadır.
Bize göre Kur’an’ın kimi konularını kimileri ile rekabete sokmak,
birbirleri ile üstünlük yarısına sokmak müdâhanedir. Fariza
veya tavsiye içeren âyetleri birbirleri içerisinde kıymetlendirme
hiyerarşisine tabi tutmak,
anlatım kolaylığından çok etkisiz kılma
çabasından başka bir şey değildir. Mesela, ilim öğrenmek de, tesettürü
başörtüsü ile taçlandırmak da gereklidir. Fakat bunların
birinin diğerinden daha üstün ve öncelikli olduğunu iddia etmek
gayba taş atmaktır. Çünkü hagisinin Allah katında
diğerinden
daha öncelikli olduğunu O’ndan başkası bilemez.
Aynı şekilde Allah’ın bazı âyetlerinin “yasama ruhu, fiilî yasama
ayırımları ile, devir değişti” türünden bahanelerle neshine yol
açabilecek
tutumlar içerisine girmek, Kur’an’ı Allah’ın adı ile değil,
tâğutun adı ile okumaktan ileri gelmektedir. Ki, bu tutum Kitab’ı
ikincil kaynak durumuna düşürmekte, seküler aklı birincil kaynak
durumuna
yükseltmektedir. İlkeyi değil, icâbât-ı vakt-i hal’i (reel
politiği veya
mevcut durumun geçici, dönemsel şartlarını) kutsallaştıran,
müstekbirlerin hatırı için mustazafların gönlünü kırmaya
yol açan bu tür tutumlar, Kur’an mesajının yanlış anlaşılmasına ve
yanlış yaşanmasına
yol açacaktır. Aşağıdaki âyetler zâlimlerle olan
ilişkilerde Kur’an talebelerinin takınması gereken onurlu tutuma
dair Rabbani buyrukları
özetlemektedir. Bu tür saptırıcılara karşı
nasıl uyarıldığımızı ve tehlikelerin her zaman varolacağını, Peygamberimizin
şahsında dile getiren İlâhî vahyin mesajından okuyalım:
“Gerçek şu ki, yalnız senin Rabbin, kimin kendi yolundan
saptığını
blîlir ve yalnız O’dur, kimin doğru yolda olduğunu bilen.
O halde kâfirlerin arzu ve özlemlerine uyma. Onlar senin (kendilerine
müdâhane yapmanı/yağcılık yapacak derecede yumuşak davranmanı
isterler ki, kendileri de sana yumuşak davransınlar. Ayrıca
yemin edip duran alçağa uyma, yahut iğrenç dedikodular yapan
iftiracıya, yahut iyiliğe mani olana, (yahut) günahkar zorbaya, yahut
ihtiraslarına esir olmuş zâlime ve bütün bunların ötesinde (insanlara)
hiçbir faydası dokunmayana.” 152
4- Arınmak İsteyenlere Öncelik Vererek Okumalıyız
“İçlerinden seni dinleyenler vardır. Biz onların kalpleri üzerine
anlamamaları için örtüler, kulaklarına da ağırlıklar koyduk. Her
mucizeyi görseler de ona yine inanmazlar. Seninle tartışmak için
152] 68/Kalem, 7-13
OKUMA VE YAZMA
- 115 -
sana geldiklerinde o Kâfirler derler ki; bu öncekilerin masallarından
başka bir şey değildir.” 153
Arınmak gibi
hiçbir niyet taşımayan -üstüne üstlük mücadeleyi
ekseninden saptırmaya
çalışan- müstekbirleri kale alan bir yorumlama
yöntemi, İlâhî vahyin neshi ve tahrifi ile, İslâm dâvâsının yolundan
sapması ile sonuçlanabilecektir. Çünkü kendilerini arınmaya
muhtaç hissetmeyen,
gurur ve kibir küpü bir kalp ile Kur’an’ın
açacağı kapıların önüne
gelen bu kimseler, aslında gereğince
iman etmek için değil, saptırmak
için gelmişlerdir. Mü’minlerin bu
kimselerin kalıplarına ve dış görüntülerine aldanarak atacakları
her adım, İslâm dâvâsının sapmasına ve Kur’an’ın temiz gönüllere
gidecek mesajının tarihte ve günümüzde
zâlimlerin hoşuna gidecek
şekilde İlâhî mesajının önünün tıkanmasına
yol açacaktır.
Tarihte İlâhî vahyi tâğutların istekleri, şirk kültürlerinin etkisi
ile yorumlayan
işbirlikçi Sâmirî’lerin örnekleri çoktur. Geçmiş vahiyler
bu şekilde
asıl amacından, mihverinden sapmış ve onların
şahitlikle görevli ümmetleri geçici olanın büyüsüne kapılarak saf,
an, duru olan Rabbani
mesajı bu nedenle bulandırarak sonraki
nesillere aktarmışlardır. Bu duruma en iyi örnek, Yahudiler ve
Hristiyanlardır. Hristiyanlar Yunan pagan kültürü ile zihinleri talan
edilmiş ve Roma uygarlığının hakim putperest paradigmasının
etkisi altında yaşayan geniş kitlelerin cazibe merkezi olabilmek
için onların yanlışlarını önce sineye çekmişlerdir. Daha
sonra da
sineye çektikleri şirk tezahürlerini İsa Peygamberin şahsında
yeniden
üretmiş, yeniden canlandırmışlardır. Aynı şekilde benzer bir
yanlışı da kapitalistleşme sürecinde yapmışlardır. Sanayi devrimi
ile birlikte
başlayan, 1789 Fransız Devrimi ile perçinlenen süreçte,
“sınırsız maddî olanaklar elde etme, sonsuz büyüme amacı ile hareket
eden” talancı liberal dünya görüşü, her tür mistik tasavvuru
önünde engel
olarak görmüştür.
Halen de içinde yaşadığımız bu dönemin miladı olan Fransız
Devrimi’nin laik-seküler idealleri ile Hristiyanlığın hayata çekidüzen
vermeyi
amaçlayan nasslarına sokağa çıkma yasağı konulmuştur;
dini bir çok görüntü vicdanlara ve mabedlere hapsedilmiştir.
Tabii ki Hristiyanlığın seküler politikaların emrine verilme süreci
başlamamıştır. Maalesef Yunan pagan kültürünün şirk unsurlarını,
M.S. 325 yılında başlayan konsiller zinciri ile, gerçek dinin tahrifinde
kullanmaktan çekinmeyen Katolik Kilisesi, yeni dönemde de
liberal
dünya görüşünün “Allah’a alan tahsis etme emeli”ne karşı
direnememiş, sessizliğe bürünerek durumu sineye çekmiştir.
153] 6/En’âm, 25
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 116 -
Bireylere sınırsız
bir hareket alanı açan, hiçbir güce karşı sorumluluk
bilinci uyandırmayan bu dünya görüşü Birinci ve İkinci Dünya
talan savaşlarını
örgütlemiştir.
Rabbimiz önyargı ile İlâhî bildirime yaklaşanlar için hakikatin
kapılarını
kapatmıştır. Çünkü niyetleri annmak değil, saptırmaktır.
Öyleyse müstekbirlerin kabulünü kolaylaştırmak gâyesi ile de olsa
İlâhî hakikat dili eğip bükerek değil, olanca çıplaklığı ve olanca
açıklığı ile dillendirilmelidir. Çünkü kendini kendine yeterli görüp
kibire kapılanlar, haksız yollarla elde ettikleri menfaatlerinin ve
statülerinin sarsılacağı hiçbir hakikati
kabule yanaşmayacaklardır.
Eğer zâlimler, tevhid ve adaletin yegane
teminatı olan İlâhî
hakikatin kapılarına dayandılarsa bilinmelidir ki bu, saptırmak
içindir desteklemek için değil. Yüce Allah ve mesajı karşısında
takınılması gereken alçak gönüllü tutum yerine, istiğnayı ahlâk
edinen yeryüzünün mağrur putperestleri, yaşadıkları müddetçe
İlâhî vahyin saf kaynağını asıl mihverinden, kendi bütünlüğünde
kopararak bozmaya çalışacaklardır. İsrâ Sûresi’nden konu ile ilgili
ufkumuzu açan uyarıcı bir kaç âyet okuyalım: “(Ey Muhammedi)
onlar (yolunu şaşırmış kimseler), Bizim adımıza,
vahyettiğimizden
başka bir şey ortaya atasın diye, seni ayartarak vahyettiğimiz
gerçeklerden uzaklaştırmaya çalışmaktalar, öyle
ki, bunu başarabilselerdi,
seni kendilerine hemen dost edinirlerdi.
Eğer sen(in
imanını) berkitmemiş olsaydık, belki de onlara biraz olsun eğilim
gösterecektin. O zaman sana hayatta da, ölümünden sonra da kat
kat (azap) tattırırdık ve Bize karşı sana yardım edecek kimseyi de
bulamazdın!”.154 Rasûlullah’ın Müstekbirler’in saptırma amacıyla
tezgâhladıkları oyunlara karşı Rabbimiz’den tarafından korunduğu,
birçok âyette tekrar edilmiştir.155
İlâhî vahyin ebedi mutluluğun anahtarlarını veren hatırlatma
ve öğütlerinden, sadece arınmak isteyenlerin bir nasibi vardır.
Yoksa kötü niyetle Kur’an’ın mesajına yaklaşanların ondan bir
hayır elde etmeleri mümkün değildir. Öyleyse tâğutların rızasını
elde etmek amacı ile Kur’an’ı emellerine alet eden okumalardan
dolayı, Allah’ın adı ile, annmak için vahye gönül veren biz
mü’minler moralimizi bozmamalıyız.
Çünkü aşağıdaki âyetler,
Peygamberimizi bile kuşatacak kadar amellerini süsleyen bu tür
saptırıcıların her zaman bulunacağını
beyan etmektedir: “İstiğnâ
edene/kendini kendine yeterli görüp Allah’a muhtaç olduğunu
154] 17/İsrâ, 73-75
155] bkz. 2/Bakara, 120, 145; 5/Mâide, 48-49; 6/En’âm, 150; 10/Yûnus, 93; 13/
Ra’d, 37; 18/Kehf, 27-28; 28/Kasas, 49-50, 87; 42/Şûrâ, 24; 68/Kalem, 8-10;
69/Hakka, 44-48.
OKUMA VE YAZMA
- 117 -
itiraf edecek tevazuya sahip olmayanlarla gelince, sen bütün
ilgiyi
ona gösterdin. Halbuki, onun arınmaktan geri kalmasından
sen sorumlu değilsin. Ama sana büyük bir istekle geleni ve (Allah
) korkusu ile (yaklaşanı) sen görmezden geldin! Elbette bu (mesaj)
lar yalnızca birer hatırlatma ve öğütten ibarettir. Kim istekliyse
O’nu hatırlayıp öğüt alabilir.” 156
Sözün özü, Kur’an mağrur ve iflah olmaz müstekbirleri değil,
mustad’aflan kollayan bir bilinçle okunmalıdır. Geçmiş yüzyıllardaki
ve günümüzdeki örneklerini incelediğimizde görüleceği üzere,
“yeryüzündeki
küçük dağları ben yarattım edası” ile dolaşan
kibir müptelası zâlimleri celbetmek için, Kur’an’ın mesajında her
hangi bir oynama yapmak doğru değildir. Aksine Kur’an’ı okurken
ve hayata müdâhil kılarken, mustazafları kollayan bir tebliğ
usûlü takip
etmeliyiz.
İlâhî vahyin korunmuş kaynağı olan Kur’an’ı kolaylaştırmak,
inceltmek
adına yapılan yumuşatma çabaları terk edilmelidir. İlkeyi
yumuşatmak
yerine da’vet’te “ruveydâ/yavaş yavaş, planlı bir
şekilde, sevgi ile düşmanın kalbini feîh etme ilkesi”ni hatırlayıp
işletmek daha
doğru bir tutumdur.
Tâğut olduğu basiretli her mü’mince hemen takdir edilebilecek
güçlerin rızasını elde etmek için Kur’an okumak, her sûrenin
başında
yer alan “besmele ilkesi”ne aykırıdır. Ki bu ilke birincil derecede
önemli olup, besmelesiz Kur’an okumak hem şeklen hem
de öz itibariyle
haramdır.
D- Sürekli Olarak Okumalıyız
İnsanoğlu unutkan bir varlık olduğu için sürekli hatırlamaya
muhtaçtır.
Bu nedenle, İlâhî vahyin insan benliğinde amaçlanan
tesiri uyandırabilmesi için, onunla sürekli hemhal olunmalıdır. İnsanlara
asli görevlerini, varoluş gâyelerini hatırlatan Kur’an sürekli
okunmalı,
başucu kitabı yapılmalıdır ki, amaç hasıl olabilsin.
Yoksa ikinci dereceden
bir kaynakmış gibi, arada sırada başvurulan
bir kitap durumuna
düşürülmesi mü’minler için olacak şey değildir.
Çünkü Kur’an öncelikle müslimler, sonra da bütün insanlık
için müzekkirdir/İlâhî bir hatırlatmadır.
Sürekli okumanın bir hikmete binaen olması da şarttır. Yoksa
bilinçsiz
bir şekilde öylesine okumak, her hangi bir faydaya haiz
olmaktan
uzaktır. Bu nedenle İlâhî kelâmı, Rabbimizle iletişim
kurmanın,
O’nun buyruklarını öğrenmenin en sağlam en sahih
156] 80/Abese, 5-12
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 118 -
yolu olduğu
için tüm yaşamımızı kuşatacak şekilde okumalıyız. Bu
iletişimin amacı, “salt malumat edinmek için değil, bir derin bilinç,
bir yerleşik
inanç ve dünya üzerine ondan kaynaklanan ahiret
ekinleri ekmek”
için olmalıdır.
1- Kur’an Tezkire’dir
“Gerçek şu ki; bu (Kur’an) muttakiler için bir tezkiredir.”.157
Bu âyette de beyan edildiği üzere, biz muttakiler kalplerimizi
Allah’ın arındırmasına açık tutup, O’na karşı sorumluluk bilinci taşımanın
bir gereği olarak, şer odakları ile mücadele için savunma
ve taarruz yöntemlerini öğrenmek için Kur’an’i sürekli okumalıyız.
Çünkü İlâhî Kelâm, Allah’ın özellikle gayba iman eden muttaki
kullarına
öğüt vermek, asli görevlerini hatırlatmak için gönderilmiş
bir zikir kaynağıdır. Gayba iman etmeyen kâfirlerin ondan
okumak sûretiyle amaçlanan verimliliği alması, mümkün değildir.
Kur’an’ın bir tezkire/Rabbani buyrukları hatırlatma elçisi oluşunu
vurgulayan diğer âyetler için bkz. 20/Tâhâ, 3; 69/Hakka, 48; 74/
Müddessir, 49; 76/İnsan, 29; 80/Abese, 11.
2- Kur’an Zikrullahtır
Kur’an Allah’ın hatırlanması, hatırlatılması için bir bilinçlenme,
bir arınma ve arındırma kaynağıdır. Şan ve şeref anlamına da
gelen zikr, her şeyden önce Rabbimizin gönüllerimize şifa verecek
olan öğütlerini hatırlatan bir elçiliktir. Kalpler ancak ve ancak bu
zikir ile tatmin olur, dinginleşir, huzura erer, doyuma erişir. “Onlar
ki, imana ermişler ve Allah’ı zikir ile kalpleri huzur ve doyum bulmuştur.
Çünkü bilin ki, kalpler gerçekten de ancak Allah’ı
anarak
huzura erişir.” 158
Kur’an, rahman ve rahim olan Allah’ın öğüt ve uyarıları ile
doludur.
Bu öğütlere tabî olanlar, kendisi ile dünyâ ve Ahiret’te
şereflenir,
onurlanır, vesveseci cin şeytanlarının süsledikleri günahlara
ve zikri örtbas etmek isteyen velveleci insan şeytanlarına
karşı karşı direnme
gücü bulur.
“... Onlar Rahman’ın zikrini/insanlara asli sorumluluklarını hatırlatan
uyarılarını ört bas ederler; gizleyip saklarlar.”.159 “... Unutmayın
ki o (Kur’an) bütün insanlığa bir zikirden/asli sorumlulukları
hatırlatıcı öğütlerden ibârettir.”.160 Kur’an’ın zikrullah oluşunu
vurgulayan diğer âyetler için bkz. 7/A’râf, 2; 12/Yûsuf, 104; 15/Hicr,
157] 60/Haakka, 48
158] 13/Ra’d, 28
159] 21/Enbiyâ, 36
160] 6/En’âm, 90
OKUMA VE YAZMA
- 119 -
9, 16; 16/Nahl, 44; 19/Meryem, 97; 20/Tâhâ, 99; 21/Enbiyâ, 10; 25/
Furkan, 29; 29/Ankebût, 51; 36/Yâsin, 11, 69; 38/Sâd, 1, 8, 49, 87;
41/Fussilet, 41; 68/Kalem, 51-52; 81/Tekvîr, 27.
E- Gâyeli Okumalıyız
1- Hikmetlerini Tefekkür Ederek Okumak
Kur’an’ı öylesine, her hangi bir kitabı okuyor gibi okumak
amaçlanan
verimin kazanılmasını imkânsız hale getirecektir. Çok
sayıda âyet sonunda Rabbimiz “Neden tefekkür, tedebbür, tezekkür
etmiyorsunuz?”
buyurarak, gâyeli okuyuşa dikkatlerimizi çekmektedir.
Bu sebeple Kur’an’ı tezekkür için, Rabbimize, kendimize ve
çevremize
karşı sorumluluklarımızı hatırlamak için, tedebbür için;
işin inceliğini kavramak, iyiden iyiye düşünmek, bazı şeylerin kıyas
ile sonucunu önceden kestirecek basiret ölçüleri edinmek maksadı
ile okumalıyız.
Hakikatin kaynağının Kur’an olduğunu takdir edecek olanlar,
sadece
ulu’1-elbâb/akıl sahipleridir: “Bu (Kur’an) bütün insanlığa
bir mesajdır. Öyleyse artık onunla uyarı bulsunlar ve bilsinler ki,
tek ilâh O’dur; ve ulu’l-elbâb/sağduyu sahipleri de bunu akıllarında
tutsunlar.”
161
Kâinat âyetleri ile Kur’an arasında irtibat kurmak için okumalıyız.
İkisini birbirine kırdırmak için yoğun çaba sarfeden bilimi
seküler ideolojilerine alet eden tabiat bilimcileri kevnî âyetler ile
İlâhî vahyin hakikatlerini kapıştırmak için bıkmadan usanmadan
çalışmaktadırlar. Biz İbrahim (a) gibi kevnî olan ile vahyî olanı
dengeli bir şekilde okumayı
becerecek bir basirete sahip olmalıyız.
“Onlar ki ayakta dururken, otururken ve uyumak için uzandıklarında
Allah’ı anar (ve ) göklerin ve yerin yaratılışları üzerinde tefekkür
ederler/iyice inceden inceye düşünürler. (Ve şöyle derler):
‘Ey Rabbimiz! Sen bunlan(ın hiç birini) anlamsız amaçsız yaratmadın.
Sen yücelikte sınırsızsın, sübhansın. Bizi ateşin azabından
koru!” 162
Öyleyse şunu söyleyebiliriz: Yüzeysel okuyanlar Kur’an’dan
gerekli
faydayı sağlayamazlar. Kafa yormadan, derin bir kavrayışı
amaçlamadan, işin inceliğine vakıf olma gâyesinden uzak olarak
okumak, İlâhî vahyin mesajını doğru anlamayı engelleyecek
olumsuz tutumlar olarak anılabilir.
161] 14/İbrâhim, 52
162] 3/Âl-i İmran, 191
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 120 -
Aşağıdaki âyetlerde beyan edildiği üzere, Kur’an’ı gereğince
anlamak,
iyice kavramak için “derin bir tefekkürle, halis bir niyetle,
arınmak isteyen bir kalple” İlâhî vahyin mesaj kapılarını tıklatmak
gerekmektedir.
“Öyleyse, onlar bu Kur’an üzerinde hiç düşünmezler mi? Yoksa
kalpleri üzerinde kilitler mi var?” 163Gereğince idrâk etmek isteyenler
için Kur’an’ın mesajının anlaşılması
Rabbimiz tarafından
kolaylaştırılmıştır; (tabii ki, sadece müddekkirler/sahiden idrâk
etmek isteyenler için): “Bu nedenle biz bu Kur’an’ı zikr için/akılda
kolay tutulması için, kolaylaştırdık.” 164Gereğince idrâk etmek
isteyenler için Kur’an’ın kolaylaştırıldığı defalarca vurgulanmıştır;
bkz. 54/Kamer, 22, 32, 40. Derin tefekkür sahipleri, Kur’an’ın
lafzı ile mânâsı arasındaki uyumunu idrâk edebilirler; tedebbür,
tefekkuh ve tezekkür sahipleri için mesajın çelişkisizliği, âhengi,
icazı onun Allah’tan indirildiğine dair bir kanıttır: Bk. 4/Nisâ, 82.
Yeryüzündeki
ve Kâinattaki eşsiz dengelerin varlığı da tezekkür
edilmesi/üzerinde düşünülmesi gereken
bir konudur: 27/Neml, 62.
2- Sorumluluklarımızı İdrâk Etmek İçin Okumak
İlâhî vahyin mesajını okumanın temel gâyesi, hidâyete ermek,
yani sâlih ameller işlemeye hazır bir benlik kazanmak, arınmak,
bilgilenmek, bilinçlenmek olmalıdır. Rabbimizin öz benliklerimizde
oluşturmayı hedeflediği gâyenin gerçekleşmesi imkânsız değildir.
Fakat basit, yüzeysel ve sıradan bir iş de değildir. Çünkü
Kur’an “kavlün sekiyi” dir. Yani ağır sorumluluklar yükleyen bir
mesajın kaynağıdır: “Ey örtülere bürünen! Gece biraz ilerleyince
kalk! Gece yarısı -gece yarısı biraz önce ya da sonra- (kalk) ve
Tertîlen/ağır ağır (derin bir bilinç, düzenli ve gâyeli bir okuyuşla),
duyarak-hissederek Kur’an okul Biz sana kavlen sektyli/sorumluluğu
ağır bir mesajı tevdi edeceğiz.” 165 F- Bilinçlenmek İçin Okumalıyız
Bilinçli bir şekilde, ibret almak için, basiretli bir gözle okumalıyız.
Kur’an’dan ahiret gününe iman etmeyenler ders alamazlar.
Müddessir Sûresi’ndeki Rabbani beyan’a göre, İlâhî vahy’in
mesajının
sadece, öte dünya gerçeğine iman edenler için “faydalı
öğüt” niteliği vardır: “Asla onlar öte dünya(ya inanmazlar ve on)
dan korkmazlar. Aslında
bu (Kur’an) bir öğüttür Ve dileyen herkes
ondan ders alabilir. Ama o (öteki dünyaya inanmaya)nlar, Allah
dilemedikçe ondan ders almazlar. Çünkü o (Kur’an’ı indiren Rab),
163] 47/Muhammed, 24
164] 54/Kamer, 17
165] 73/Müzzemmil, 1-5
OKUMA VE YAZMA
- 121 -
takvâ ve mağfiretin kaynağıdır.” 166 Kur’an’ı gereğince anlayanlar,
iyi niyetle okuyup, bütün benlikleri ile kulak ve gönül verenlerdir.
Kur’an gerçeği gördüğü halde kabule
yanaşmayan, ön yargılarının
esareti altında olup, kötü niyetli bir şekilde İlâhî vahye yaklaşanların
hakikate karşı körlüklerini inatlaştıran bir işlev görür.
Kur’an’a başvurma amacının, okuma niyetinin anlama-idrâk etme,
ve gereğince kavramaya
ilikin sonucu nasıl belirlediğine ilişkin hakikati
dile getiren bir grup âyet için bkz. 5/Mâide, 64-68; 6/En’âm,
25, 39; 7/A’râf, 176; 9/Tevbe, 125; 17/İsrâ, 41, 45, 46, 82; 18/Kehf,
57; 22/Hacc, 72; 23/Mü’minûn, 63, 71; 26/Şuarâ, 200-203; 41/Fussilet,
44; 56/Vâkıa, 79. Kur’an’dan ancak ulu’l-ebsâr/derin kavrayış
sahipleri ders alır: 59/Haşr, 2; 69/Haakka, 50.
Bizi Âlim Yapacak Bir Okuyuş Hedeflemeliyiz
“Yoksa siz, gece boyunca secde ederek yahut ayakta durarak/
kıyam ederek kendini Allah’a ibadete adayan, ahirete öncelik veren
ve Rabbinin rahmetim dileyen kimse (ile kendinizi bir mi tutuyor)
sunuz? De ki! Hiç bilenlerle (alimlerle) bilmeyenler (cahiller)
bir olur mu? Ancak yalnızca akıl- izan sahipleri bunun farkındadır.”
167
Gece az uyumak övülmüş bir sâlih ameldir. Yüce Allah cennetini
hak eden takvâ sahiplerin özellikleri arasında “az uyuyup çok
ibadet ve zikirle meşgul olmayı” saymıştır: “Gecenin az bir kısmında
uyurlardı.
Bağışlanmak için kalplerinin derinliğinden gelerek
yalvarırlardı.”
168
Yukarıda meallerini verdiğimiz âyetler de göstermektedir ki,
gece
kıyamı huşû ile Kur’an okuyup arınmak ve arındırmak için
gereken
bilincin kazanılmasında asla ihmal edilmemesi gereken
olanaklar
sunmaya namzettir.
İnsanları birbirinden üstün kılan hasletin ne olduğunu, tabii ki
en sarih bir şekilde Rabbimizin beyanlarından öğrenebiliriz. Gece
kıyamının yüreklerimize katkısını unutmayalım. Çünkü, gece yapılan
ibadet özgüven aşılar, kalbe dinginlik kazandırır. İnsan ve cin
şeytanlarına karşı cihadımızda bilinç hazırlığı sağlar, bizi diğer
insanlarından üstün kılar. Bu nedenle Kur’an’ı huşû ile okumak,
İlâhî merama uygun bir şekilde mesajı kuşanmak, yerinden oynatılamaz
bir kaya gibi kalbimize yerleştirmek için bu imkândan
yararlanmak gerekmektedir.
166] 74/Müddessir, 53-56
167] 39/Zümer, 9
168] 51/Zâriyât, 17-18
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 122 -
Bizzat kendi öz benliğimizden gelen kötülük çağrılarına ve
dışımızdaki
şer güçlerin bizi sürüklemek istedikleri cehennem
çukurlarına
karşı silâhlanmak, hazırlıklı olmak zorundayız. Bu hazırlığın
yöntemlerinden
biri de düzenli Kur’an okuyuşu ve ibadetle
taçlandırılmış gece kıyamıdır.
G- Huşû İle Okumalıyız
“Onların bu elçiye indirilen (Kur’an’ı) anlamaya başladıkları zaman
gözlerinden yaşlar boşaldığını görürsün, Çünkü ondaki hakikatin
bir kısmını tanırlar, (ve) ‘Ey Rabbimiz!’ derler. Biz inanıyoruz,
öyleyse bizi hakikate şahitlik yapanlarla birlikte tut!”.169 Kur’an’ı
ağlayarak secdelere kapaklanacak bir duyarlılıkla okumak, övülmüştür:
17/İsrâ, 107-109; 19/Meryem, 58; 32/Secde, 15-16).
Kur’an’ı anlamak gözlerden yaşların boşandığı bir duyarlılığa
yol açıyorsa, anlamlıdır. Yoksa arınmayı ve arındırmayı amaçlamayan,
salt mekanik bir bilgilenme aracı olarak görülmesi,
mü’minlerle müşrikler
(müslümanlarla-şarkiyatçılar/oryantalistler)
arasında varolması gereken farkları ortadan kaldırır; ki bu farkın
ortadan kalkması demek,
Kur’an’ın sıradanlaştırılması demektir.
İlâhî olma vasfı olan bir kitap, her şeyden önce insan ile yaratıcı
arasındaki temel ilişki biçimi olan “imtihan” araçlarını düzenler.
Yoksa
insanlar arasında -hele hele mü’minler arasında- bir bilgi
yarışının müsabaka alanı olarak görülemez. Böyle bir muamele
İlâhî vahye ihanet anlamına gelir.
Duygu ve duyarlılık dolu bir gönülle Kur’an’ın bize açacağı
kapılara
dayamalıyız tüm kalbimizi. Çünkü mü’minlerin Kur’an’ı
okudukları
ve dinledikleri zaman takınması gereken tutum “İmanın
kökleşmesi,
kalplerin korku ile titremesi, ümit ile yatışması
“dır. Enfal Sûre-si’nden bir âyet ile, bu örnek gösterilen duyarlılığa
dikkatlerimizi yoğunlaştıralım:
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki,
her ne zaman Allah’tan söz edilse kalpleri korku ile titrer; Ve kendilerine
her ne zaman O’nun âyetleri ulşatırılsa inançları güçlenir,
Rablerine tevekkül ederler/güven
hisleri ile dolarlar.”.170
Kur’an’ı okumak da dahil tüm eylemlerimizi Allah’a tevekkül
ederek, sadece O’na güvenip dayanarak yapmalıyız; bu konuda
Yusuf Peygamberin örnek gösterilen tevekkülü için bkz. 12/Yûsuf,
85-86.
1- Huşû ile Okumanın Vakitleri
169] 5/Mâide, 83
170] 8/Enfâl, 2
OKUMA VE YAZMA
- 123 -
Cahiliyyenin karanlığını bir meşale gibi ışık huzmeleri saçarak
âyetleri ile aydınlatan Rabbimiz huşû ile Kur’an okumanın övülen
bir vakti olarak geceye dikkatlerimizi çekmektedir. Çünkü gece
zamanın idrâkine varmamızı sağlayıcı işaretlerle doludur.
“Rahman’ın has kulları ki, onlar yeryüzünde tevazu ve vekar
içinde yürürler ve ne zaman kötü niyetli, dar kafalı kimseler kendilerine
laf atacak olsa (sadece) ‘selâm!’ derler. Onlar ki, gecenin
derinliklerinde
secdeye vararak ve kıyama durarak Rablerini anarlar.”
171 Yüreklere çöreklenmiş olan cahiliyye alışkanlıklarından
arınmak ve gündüz yapılacak mücadeleye hazırlık için, gecenin
uygun bir vakit
olduğunu belirtilmiştir. Peygamberimiz gibi öncü
mü’minlere tavsiye
edilen gece kıyamı ile ilgili âyetlerde vurgulandığına
göre bu vakitler,
öz benliğimizi ve çevremizi Kur’an ile
irşad etme eğitimi için huşû ile göreve kendini vermek için çok uygundur.
Bu olanaktan Kur’an’ı gereğince okuyup, gündüze hazırlanmak
için, hem fert olarak
hem de toplu olarak yararlanmalıyız.
Gece “Kur’an ile” Rabbimize ibadet etmek; benliğimizin kötülüğe
çağıran vesveselelerine karşı yenilmez bir iman donanımı
kazandıracaktır.
Çünkü geceleyin rukular, secdeler tüyleri diken
diken eden kalpleri yumuşatıp yatıştıran, gönülleri dinginleştiren
bir muhteva
kazanmaya gündüzden daha uygundur.
Zor zamanda mücadeleyi üstlenen Peygamberimiz ve öncü
mü’minler, gecenin üçte birini veya daha azını, bazen daha çoğunu
kıyam
halinde, uyanık geçiriyor, ibadet ediyor, gündüzü planlıyorlardı.
Müzzemmil Sûresi’nden öğrendiğimize göre, gecenin bazı
vakitlerinde
kalkıp düzenli, planlı bir şekilde Kur’an okuyup namaz
kılmak; gündüzün meşakkatlerine ve her taraftan saldıran
şeytani tuzaklarına karşı, iman ettiğimiz değerlere uygun hareket
edebilme azmini yakalayabilmek
ve bizi bekleyen ağır sorumluluklara
hazırlık için şarttır.
Kur’an Okumak İçin En Uygun Zamanı Seçmek: Kur’an’ı, geneği
gibi, duygulanarak okuyabilmek ve üzerinde yeterince düşünüp
kavrayabilmek için en uygun zaman, mekân ve ortam seçilmelidir.
Öyle ki, göz, kulak ve dil ile kafa, gönül ve kalp arasında
tam bir harmoni ve uyum sağlanmış olsun. Bu konstrasyonu sağlamadan
Kur’an atmosferine girmek, onu hissetmek ve anlamak
çok zor olacaktır.
Bu yüzden Allah Teâlâ, Kur’an dâvetçisine “gece kıyamı” nı
171] 25/Furkan, 63-64
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 124 -
tavsiye eder ve dil ile kalp arasında sağlanması gereken uyuma
dikkat çeker: “Ey örtüsüne bürünen! Birazı hâriç gece kalk! Veya
bunu artır ve ağır ağır Kur’an oku! Doğrusu biz sana (sorumluluğu)
ağır bir söz indireceğiz. Gerçekten gece kalkmak, (kalp ve
uzuvlar arasında) tam bir uyuma ve sağlam bir kırâate daha elverişlidir.
Çükü gündüz senin uzun süre uğraşacağın şeyler vardır.” 172
Görüldüğü gibi, Kur’an’ı huşû içinde okumaya, üzerinde derin
derin düşünmeye en müsait ortamın gece vakti olduğunu yine
Kur’an beyan ediyor. Herkesin uykuya daldığı, insan zihninin en
uyanık ve zinde olduğu, sessiz, sakin ve riyasız bir ortamda gece
kıyamında bulunup ibâdet etmek ve uzun uzun Kur’an okumak...
Müzzemmil 6’da geçen “eşeddü vat’en” ibaresinin anlamı bu olmalıdır.
“Gerçekten gece vakti, kalp ile dil arasında tam bir harmoni
oluşturmak için çok elverişli bir ortamdır. Bu ortamda kul ile
Allah arasına başka bir engel giremez; dolayısıyla kişi, diliyle ne
söylüyorsa kalbinin sesi de aynı şeyi söyler. Yine aynı âyette geçen
“ekvamü kıylen” ifadesi de şu anlama gelir; gece vakti, Kur’an’ı
sakin, huşû içinde ve yüreğinde duya duya okumaya, dolayısıyla
onu en iyi bir şekilde anlamaya çok uygun bir zamandır. 173Gündüz
vakti ise, meşgalelerin çokluğu ve dikkati dağıtan, zihnî çabayı
zayıflatan etkenlerin çeşitliliği nedeniyle okuma, anlama ve
kavramaya pek fazla uygun bir zaman dilimi değildir.
2- Makam-ı Mahmûda Erişmeyi Hedefleyen Bir Okuyuş
İsra Sûresi’nde buyurulduğuna göre Teheccüd Namazı, nefsi
tekamül
ettirir; makam-ı mahmuda yükseltir: “Ve gecenin bir vaktinde
kalkıp kendi isteğinle yaptığın nafile (ilave) bir eylem olarak
teheccüd namazı kıl! Ki, böylece Rabbin seni belki makam-ı mahmuda
(övgüye değer bir konuma) yükseltir.” 174
Mü’miminleri makam-ı mahmuda yükseltenin gece yakarışı
olduğunu,
Kur’an’ın sarih beyanlarından anlamaktayız. Allah’a
ibadeti amaçlamayan bir Kur’an kıraati asla maksada erişebilme
kudretini kendinde bulamayacaktır. Bu sebeptendir ki, İlâhî övgüye
mazhar olmanın
yollarından biri olarak Kur’an’da teheccüd
namazı önerilmiştir.
Aynı zamanda bir Kur’an tilavetini de içeren
teheccüd namazı, bütün mü’minler için farz değildir. Ancak peygamberler
gibi toplumlara
dinin şahitliğini yaparak öncü olmaya
azmetmiş mü’minler için, “zorunluluk derecesinde” bir ibadet
şeklidir. Çünkü sabikûnun orta yolda gidenlerden ve geriden
172] 73/Müzzemmil, 1-7
173] Tefhimü’l-Kur’an, 6/457
174] 17/İsrâ, 79
OKUMA VE YAZMA
- 125 -
gelenlerden her bakımdan farklarının olması gerekmektedir.
Gece kıyamında Kur’an’ı düzenli bir şekilde gâyeli olarak okumak,
tek başına olabileceği gibi, mü’minlerden bir grupla toplu
olarak da yapılmalıdır. Peygamberimizin hem tek başına
hem de
mü’minlerle birlikte Kur’an’ı geceleyin tertîlen okuduğuna Kur’an
şahittir: Tek başına kıraate örnek olarak bkz. 52/Tûr, 49; 73/Müzzemmil,
18. Mü’minlerle birlikte yapılan
kıraate örnek olarak bkz.
73/Müzzemmil, 20.
Böyle yüce bir gâye ile Kur’an’a gönül vererek okuyanların yâr
ve yardımcısı Yüce Allah olacağından, İlâhî vahyin mesajını doğru
anlamanın teminatı da sağlanmış olacaktır. Çünkü gece kıyamında
huşû ile ibadet edip, düzenli bir şekilde Kur’an okumak, İlâhî
vahyin hidâyete yönelten işlevinden yararlanmanın birinci şartı
olan “takvâ”nın aşkın bir göstergesidir.
H- Bütüncül Okumalıyız
“Allah’ın indirdiği vahiyden bazı kısımları gizleyenler ve bunu
az bir kazanç karşılığı değiştirenlere gelince: Onlar karınlarını
ateşle
doldururlar. Ve Kıyamet Günü Allah onlarla ne konuşacak,
ne de (günahlarından) onları arındıracaktır. Şiddetli azap onları
beklemektedir.”
175
Geçmiş yüzyıllarda -Kur’an’dan önce- İlâhî vahye muhatap
olanların
temel yanlışlarından biri yukarıdaki âyette “Kitab’ı bölmek”
şeklinde ifade edilmiş ve bu tutum sahipleri ebedi azap ile
tehdit edilmişlerdir.
Kur’an; Rabbimiz tarafından beyan edilen,
tefsir edilen bir kitaptır. Bu nedenle bir yerde genel olan bir hüküm,
başka bir tahsis
edilebilmekte, bir âyette kapalı gibi duran hususlar
başka âyetlerde
mufassalen, musarrafen açıklanabilmektedîr.
Açıklamalar bazen aynı sûre içerisinde yer alırken, bazen de
Kur’an’ın tüm sûreleri içindeki
genel mesaja yayılmış olabilmektedir.
Bu durumda arınmak için, sâlih niyetlerle Kur’an’a gönül
verenlerin tek bir âyetin ilk anda akla
gelen anlamından hüküm
çıkarmak yerine, mesajın bütünlüğünde mündemiç olan öğütlerin
tümüne dikkat ederek karar vermesi gerekmektedir.
Bu konuyu
önceki konularda, musarraf, müfesser, mufassal
başlıkları ile
açıklamıştık.
Kur’an’ı atomik/parçacı bir şekilde okuma çabaları “Bektaşi
mantığı” diye önlenmiştir. Bu mantık “hakikatin bir kısmını öne
çıkarırken
diğer kısmını işine gelmediği için görmezden gelmeye
175] 2/Bakara, 174
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 126 -
çalışmak”-
diye özetlenebilir.
İnsan yaşamını tüm yönleri ile tevhid ve adaletin gerektirdiği
bir ölçüye göre kuşatmak isteyen İlâhî kelâmın mesajına karşı
düşmanlar
hem içerden -dost gibi gözükenler eli ile- hem de
dışarıdan olabilir.
Her iki düşman da, 3/Âl-i İmrân sûresi, 7. âyet
bağlamında izah etmeye çalıştığımız gibi, müteşâbih’in te’vili’ni
fitne konusu yapabilmek
için Kur’an’ın bütüncül mesajını göz
önünde tutmadan yoruma gidebilir. Oysa Rabbimiz bu âyette,
mesajın yanlış anlaşılmasının önüne geçmenin yollarından birini
açıklamakta ve “müteşâbih âyetlerin
muhkem âyetlerin temeli
üzerine bina edilerek anlaşılması gerektiğini”
beyan etmektedir.
Tek bir müteşâbih âyette geçen bir kelime
üzerinden fitne çıkarmak
maksadı ile yapılan atomik/parçalayıcı
tefsir çabaları hem iyi
niyetli olamaz; hem de iyi niyetli olsa bile vehametle sonuçlanmaktan
kendini kurtaramaz. Geçmişte Kitap Ehli’nin düştüğü bu
duruma biz mü’minlerin -Kur’an talebelerinin- de düşmemesi için
İlâhî vahyin mesajını hikmetleri ile birlikte bütüncül olarak okumak
zorundayız.
Hiçbir İlâhî hükmü diğeri ile üstünlük yarışma, -örneğin ilim
öğrenmek,
başörtüsünden daha öncelikli bir farzdır demek gibidiğeri
ile rekabete sokmamalıyız. Tüm ilâh mesajı bir bütünün
ayrılmaz parçaları ile görmeliyiz. Bu bağlamda Kur’an konularını
“i’tikad, ibadet,
şeriat-muâmelât” diye ayırmak ifade kolaylığı açısından
olmalıdır.
Yoksa Rabbimiz mesajını böyle ayırımlara tabi
tutmamıştır. Biz hiçbirini ötekinden ayırmamalıyız. Öyle ki, bütünün
parçalarından biri olmadığında eksik kalacağını, özgünlüğünü
-acebenliğini- yitireceğini
bilmeliyiz. itikad olmadan ibadet ve
şeriat ahkamı, şeriat olmadan
da ahlâkî ilkeler yetimdir, öksüzdür.
Öte yandan tâğutların rızasını elde etmek veya tembelliğe
mazeret
üretmek için Kur’an’ın bütünlüğünü parçalamak isteyen
kimselerin
-sınav devam ettiği müddetçe, Kıyamet’e kadar- her
zaman varolacağı
muhakkaktır.
Öyleyse bu tür durumlara hazır olmak lazımdır. Hazırlığımızı
da sağdan ve soldan yaklaşan insan şeytanlarının düşürebileceği
tuzaklara
karşı uyanık, tedbirli olmak sûretiyle yapmalıyız. Bilmeliyiz
ki, yeryüzünde İlahlık taslayan ve gücü elinde bulunduran insan
şeytanlarının
kalbini kazanmak için yağcılık yapacak gönüllü
münafıklar her zaman ümmet içersinde bulunacak, Kitab’ın bütünlüğünü
tâğutlar lehine bozmaya çalışacaklardır.
Bu tür kimselere karşı Rabbimiz, Rasûlullah’ın şahsında
bizleri uyarmaktadır: “O halde (ey peygamber! Sırf kâfirler
OKUMA VE YAZMA
- 127 -
hoşlanmıyorlar diye ve) onların ‘Niçin ona gökten bir hazine indirilmedi,
ya da niçin onunla (gözle görülür) bir melek gelmedi?’
diye söylenmelerinden
ötürü yüreğin daralıyor diye, sana vahyedilen
mesajın bir kısmını göz ardı etmen hiç doğru olur mu?
Unutma ki, sen sadece
bir uyarıcısın; Allah ise her şeyin üzerinde
gözetleyici olarak bulunuyor.” 176 İlâhî vahyin gönülleri aydınlatan
mesajını, “alimlerin hoşuna gitsin
diye”dünyevi menfaatler karşılığında
satanlar; onun bütünlüğünü göz ardı eden çabalar peşine
düşerek bunu yapmaktadırlar. Günümüzde
de Kur’an’ı zâlimlerin
hizmetine âmâde bir kitap haline getirmek
isteyenler, fitne çıkarmak
maksadı ile âdeta didik didik ederek onda çelişki aramakta,
fitne konusu yapılabilecek unsurlar bulabilmek
için çırpınmaktadırlar.
Biz mü’minlere düşen; bu tür durumlara düşmemek için,
Kur’an’ı bütüncül okumalı, parçacı yorumlardan kaçınmalı, İlâhî
rızayı elde etmek gâyesi ile Kitab’a yaklaşmalıyız; İlâhî vahyin bir
kısmını diğerine
kurban etmek” gibi şeytanların süslü gösterebileceği
uçurumların
cazibesine kapılmamalıyız. Şeytanların sağdan
yaklaşabileceğini bilerek hareket etmeliyiz. 2/Bakara sûresi, 86.
âyette beyan edildiği
üzere, garrâya/dünya hayatının cazibesine
kapılarak Kur’an’ı yorumlamaya
kalkmamalıyız; yoksa sonuç ebedi
mutluluğumuz açısından bir felaket olabilir!
Kur’an’ı mesajın bütününü göz önüne alarak okumak gerekir.
Fitne
çıkarmayı amaçlamayan iyi niyetli bir okuyucu bilmelidir ki,
İlâhî vahyin bir bölümünde gözüken kapalılık, ya başka bir yerde
giderilmiştir;
ya da konu şahitliklikle ilgili ise Rasûlullah’ın amelî
tanıklığına
bırakılmıştır. Haddi zatında parçacı okuyuş, çoğunlukla
kötü niyetli
hasedçiler -reformistler, tutarsızlık arayan ve mesajı
saptırmak isteyen kâfirler- tarafından yapılan bir iştir.
“Kitab’ın bir kısmına iman edip diğer kısmını göz ardı etmek,
bir kısmını diğerinin hükmünü iptal etmenin gerekçesi kılmaya
çalışmak”
gibi alçakça emeller taşıyanların, düştükleri zelil duruma
ilişkin Bakara Sûresi’nden bir âyet daha okuyalım: “... Yoksa
siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?
Sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında zilletten
ve Kıyamet
Günü en acıklı azaba uğratılmaktan başka bir şey olmayacaktır.
Zira Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.” 177
Dünya hayatının câzibesine kapılarak, ilâhi mesajın bir kısmını
-Tevrat’ın, İncil’in kendi içindeki kimi hakikatleri veya onların bîr
176] 11/Hûd, 12
177] 2/Bakara, 85
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 128 -
uzantısı oları Kur’an’ı- inkâr veya tahrif etmeye çalışmak sûretiyle
kazanç elde etmeye çalışacak kötü niyetli fitnecilerin geçmişte
varolduğunu
ve Kıyamet’e kadar da varolabileceğini Kur’an’ın
kimi âyetlerinin sarih beyanlarından
anlamaktayız; bkz. 2/Bakara,
41, 113; 3/Âl-i İmran, 7, 119; 5/Mâide, 44, 66, 68; 15/Hicr, 88-91.
Allah’ın kendilerine haksızlık yapacağından korkacak kadar iman
ilkelerine uzak olup dünya menfaatlerini önceleyenler, Kitab’ın
âyetleri arasında ayırım yaparlar: 24/Nûr, 46-51.
Kendi iç bütünlüğünde hiçbir çelişki ve tutarsızlık barındırmayan
Kur’an’ı Yüce Allah müşriklerin bütün tenkitlerine rağmen
tenzlien-tertîlen/yavaş yavaş, planlı bir şekilde indirmiştir. Bu nedenle
onun kıraati de nüzûlüne uygun olmalıdır. İlâhî kelâm yirmi
üç yıllık bir süreçte
indirildiği halde âyetleri arasında tam bir tutarlılık
ve tam bir iç bütünlük oluşturacak ilişki vardır.
Kur’an’ın yavaş yavaş indirilmesi onun mesajının muhataplarınca
özümsenmesini, yüreklere işleyen bir yaşam alanın kazanmasını
sağlamıştır.
İşte bu sebeptendir ki, İlâhî vahyi tam olarak
anlamak isteyenler
aceleci davranmamalıdır. Bir sonuç çıkarmadan
önce mesajın tümünü incelemeli, bir parça hakikatin diğer
âyetlere yayılan umûmi anlam örgüsü içindeki yerini doğru tespit
etmelidirler.
İlâhî kelâmda münferit gibi gözüken meselelerin bile mesajın
bütünlüğü
içinde bir yeri vardır. Bu bütünlüğü göz ardı ederek
yapılan kıraat, hikmetten yoksun sonuçlara yol açabilme ihtimali
taşımaktadır.
Hikmetle kıraat etmek ise tefhim ve tefsir ise konuları
bütünlük içinde ele almayı, hepsini ortak bir potada eritmeyi
gerektirir.
İşte bu nedenlerle Kur’an’ı mekanik bir şekilde, lalettayin sıradan
bir iş yapıyormuş gibi kıraat etmek doğru değildir. İlâhî vahyin
mesajını
kalbimizde duyumsamadan, gönlümüzde özümsemeden,
huşûsuz bir sekile papağan gibi tekrarlamaktan kaçınmak gerekir.
Bunun yerine mesajın kulaklara ve yüreklere işleyen mesajının
elfâzından ve meânisinden gerekli faydayı elde etmek için ağır
ağır, planlı bir şekilde
hazmederek okunması gerekmektedir.
Kur’anın kimi konulara ilişkin yaklaşımlarını bütünü göz önüne
tutmadan, tez canlılıkla, duygusal ve tepkisel bir şekilde açıklamaya
kalkmak aşağıdaki âyette yasaklanmaktadır: “Öyleyse (bil
ki) Allah, var olan her şeyin ötesinde yüceler yücesidir.
Mutlak
ve nihai egemenlik sahibi, mutlak ve nihai gerçektir. Dolayısı ile
Kur’an’ın vahyi bütünüyle sana ulaştırılmadan önce onun hakkında
(görüş bildirmekte) tezlik gösterme, fakat (daima) ‘Ey Rabbim!
OKUMA VE YAZMA
- 129 -
Benim ilmimi arttır’ de!” 178
İ- Tertîlen Okumalıyız
“Biz bu (Kur’an ‘ı) hak ile/batıl bulaştırmadan indirdik ve o da
sana
hak ile/hiçbir değişikliğe uğramadan ulaştı. Çünkü biz seni
yalnızca
bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Ve ayrıca onu
insanlara
yavaş yavaş (Alâ müksin) okuyasın diye, bir Kur’an/temel
bir okuma metni olarak bölüm bölüm açıkladık, âyet âyet
tenzîlen/planlı bir şeklîde, safha safha indirdik.” 179Tertîl ve tenzîle
ilişkin açıklamalara geçmeden önce Kur’an’ın kaynağı
ve oradan
indiriliş süreci hakkında ön bir bilgi vermek istiyoruz:
1- Kaynağından Tertîlen-Tenzîlen İnmiş Bir Kitap Olarak
Kur’an
Kur’an; levh-i mahfuzda, meleklerden oluşmuş bir güvenlik
kuşağı
ile cin şeytanlarının kötü emellerinden beri kılınmış olan
ümmül-kitaptan/ana kitaptan Rasûlullah’ın kalbine indirilmiştir.
“Şüphesiz bu İlâhî mesaj âlemlerin Rabbi tarafından tenzîlen/yavaş
yavaş indirilmiştir; onunla mutlak güvenilirlik derecesinde
olan bir
vahiy inmiştir; senin kalbine ki, (Ey Muhammed onunla) uyaran
kimselerden biri olasın.”.180 Kuran’ın kaynağının ilk mekânından
yavaş yavaş inişi ile ilgili diğer âyetler için bkz. 85/Burûc, 21-22.
Nüzûl Zamanı
İndiriliş zamanı itibari ile Kur’an; Ramazan ayının son on
günü içinde yer alan, bin aydan hayırlı bir değer biçilmiş Kadir
Gecesi’nde indirilmiştir. Nüzul/iniş zamanı ile ilgili âyetler için bkz.
2/Bakara, 185; 44/Duhân, 1-3; 89/Fecr, 1-2; 97/Alak, 1-5.
Yüce Rabbimiz Kur’an’ı yavaş yavaş, planlı bir şekilde indirmiştir.
Bu nedenle onun nüzûl şeklini dikkate alan “bütüncül bir okuma
sünneti “oluşturmak, biz mü’minlerin Allah’ın mesajına karşı
sorumlulukları
arasında yer almaktadır.
Rabbimiz gönülleri aydınlatan mesajını peyderpey, planlı ve
düzenli
bir şekilde indirmiştir. Ki bu sayede kalpler iyice ona aşina
olsun,
sıcak bir yakınlık kesbetsin, gönüllerde taht kuracak biçimde
pekişebilsin. Bu sebeple tertîlen indirilen İlâhî vahyin yine
aynı şekilde,
merhale-tedric olgusuna dikkat ederek okunması
gerekmektedir.
Aksi takdirde yanlış anlamaların önünün almak
mümkün olamayacaktır.
178] 20/Tâhâ, 114
179] 17/İsrâ, 105-106
180] 26/Şuarâ, 192-194
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 130 -
Yukarıdaki âyetin bir tefsiri bağlamında okunması gerektiğini
düşündüğümüz
Kıyâme sûresi âyetleri, tenzîl ve tertîle ilişkin olarak
yol gösterici bir muhteva içermektedir. Bu âyetlerde Rabbimiz
Kur’an’ın hıfzı ve tebyini esnasında acele etmemeyi, bilinçli planlı
bir şekilde hareket etmeyi Rasûlullah’ın şahsında vahye gönül
veren tüm mü’minlere emretmiştir: “Dilini hızla oynatıp durma.
Çünkü onu (senin kalbine) yerleştirmek
ve okutturmak Bizim işimizdir.
Böylece onu telaffuz ettiğimiz
zaman kelimelerini (bütün
zihnini vererek) takip et; sonra onun anlamını açıklamak da Bize
düşer.”.181 Bu âyet herkesten çok peygamberimiz Muhammed
(s.a.s.) ile ile alakalıdır. Yeni gelen vahyi an önce ezberlemek için
Allah’ın elçisi Muhammed (s.a.s.) acele ediyor, duygusal davranıp
unutmaktan korkuyordu. Vahyi indiren Yüce Allah Peygamberimizin
onu kolayca ezberde tutmasını da sağlayacak lutuflarda
bulunmuştur. Bu hakîkat Kıyâme Sûresi’nin alıntıladığımız
âyetlerinden başka, bir de Tâhâ Sûresi’nde dile getirilmektedir.
Öncelikle Peygamberimizin
Kur’an’ı ezberlemesi ve vahyin onun
kalbinde korunmasını anlatan âyetlerin bize de söyleceği yönteme
dair çok hikmetli bir mesajı vardır: 20/Tâhâ, 114.
Yukarıdaki âyette belirtildiği üzere Rasûlullah’a yüklenen
“bütün benliğini vererek Kur’an okuma” görevi, bizim de Allah’ın
vahyine karşı vazifemizdir. Rabbimizin vahiy ile gönüllerde meydana
getirmek
istediği amaçların hasıl olabilmesi ancak bu vazifeyi
yerine getirmekle
mümkündür.
Hem gereğince Kur’an okumalarımızda hem de İslâmî
mücadelenin
başarısını arzulamada, hem de kâfirlere muntakîm
olan Allah’ın vaîd ettiği dünyevi ve uhrevi azabın başlarına getirilmesinde
acele etmemek,
sabırlı olmak mü’minler olarak takınmamız
gereken vakarlı tutumlar arasında yer almaktadır.
İnsanoğlu aceleden yaratılmış bir varlıktır; her şeyin hemen
olmasını
isteyen bir karaktere sahiptir. Fakat biz mü’minler, hem
vahyin
mesajını kavrarken, hem de hayatımıza rehber olacak
tanıklıklar
ortaya koyarken acele etmememiz gerekir. Çünkü aceleye
getirilemeyecek,
ciddi sorumluluklar yükleyen bir İlâhî vahiy
karşısında sabır
ve metaneti kuşanmak gerekir. Ciddi bir şekilde
anlamak ve kavramak, amellerimizin sıhhatinin de teminatı olacaktır.
Hikmetli bîr derinlikten yoksun, bütünlükten uzak Kur’an
kıraati “yüzeysel olma zaafı”ndan kurtulamayacağı için, onu
gereğince kavramaktan söz edilemez. Bu nedenle Kur’an yüzeysel
değil derin, ciddiyetten uzak bir basitliğe indirgeyerek değil
181] 75/Kıyâme, 16-19
OKUMA VE YAZMA
- 131 -
hikmetli bir şekilde okunması gerekir.
Tenzîl ve tertîl esası üzere indirilen Kur’an’ın kıraati aynı şekilde
nüzûlüne uygun olması gerekiyorsa, tatbikinde de aynı ölçüler
geçerlidir.
Allah’ın va’d ve vaîdinin acele istenmemesi, sınava talip
olması
gereken mü’minlere yakışan bir tutum değildir. Adaletin
yegane teminatı
olan ve işlerin sonunu belirlemede hiçbir otorite
boşluğu oluşturmayan
kudreti sonsuz Yüce Allah’ın takdirlerinin
acele ile yerine getirilmesini beklemek doğru değildir. İslâmî
mücadelenin öncüleri olan mü’minler, tertit ile sabır arasındaki
ilişkiyi unutmadan hesaplarını
daima gözden geçirmek durumundadırlar.
Özetle; tenzîl ve tertîle İslâm’ı yaşamlaştırırken, yeryüzünü
Allah’ın
boyası ile boyarken de dikkat etmek gerekmektedir.
Allah’ın mü’minlere va’dettiği fetih-nusret/zafer ve yardımı da
aceleye gelmez.
Kâfirlere vaîd ettiği dünyevi-uhrevi azap da aceleye
gelmez. Bu durumda sabır; hem Kur’an’ın kıraatinde hem de
tatbikinde sürekli mü’minin başında bulunması gereken metanet
tacı olmaktadır. Mü’minler yakışan ahlaki tutum; acele etmeden
sabırlı bir şekilde, özümseye özümseye Kur’an’ı okumak ve sonuçların
gerçekleşmesini metanetle beklemektir; bize bu metaneti
tavsiye eden âyetler için bkz. 21/Enbiyâ, 37-44.
2- Tenzîlin Hikmetleri
“Gerçek şu ki, bu Kur’an’ı sana safha safha indiren Biziz.”.182
Tenzîl; bir şeyi yavaş yavaş, acele etmeden, hazmederek huşû ile,
bilinçli, planlı bir şekilde yapmak, iç bütünlük oluşturacak şekilde
indirmek
anlamına gelmektedir.
Kur’an’ın kaynağının “Tenzil” kelimesinin muhtevası bağlamında
dile getirildiği çok sayıda âyet vardır. İlahi mesaj âlemlerin
rabbi, yeri ve yüce gökleri yaratan, aziz/kudret sahibi, rahîm/rahmet
kaynağı, hakîm/hikmet sahibi, günahları bağışlayan, tevbeleri
kabul eden intikamı çetin, lütfu sınırsız, hamîd/en güzel övgülere
layık olan Allah tarafından safha safha indirilmiştir. 17/İsrâ, 106;
20/Tâhâ, 4; 25/Furkan, 25; 26/Şuarâ, 192; 32/Secde, 2; 36/Yâsin, 5;
39/Zümer, 1; 40/Mü’min, 2; 41/Fussilet, 2, 42; 46/Ahkaf, 2; 56/Vâkıa,
80; 69/Haakka, 43.
Kâfirlerin, müşriklerin bütün ısrarlarına rağmen rahmeti sonsuz
rübbimiz Kur’an’ı bir defada değil, yavaş yavaş, safha safha
indirmiştir.
Bizim de ilk nesil mü’minler gibi İlâhî vahyin bu
182] 76/İnsan, 23
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 132 -
karakterini göz önünde tutmamız, onu düzenli ve hikmetli bir
yöntemle okuyup anlamamız gerekmektedir.
İlâhî vahyin yirmi üç yıllık tedriç ile indirilmiş olmasının bakışta
akla
gelen hikmeti, şeriatın maksatlarının ve gâyelerinin iman
edenlerce iyice anlaşılıp kavranmasıdır. Sâlih amellerin kaynağı
olan Kur’an vahyin iyice kavranması ise uygulamanın sıhhati ve
Kıyamet’e kadar gelecek mü’minler için takip edilebilir örneklikler
oluşturabilmek için şarttır. Bu durumda Kur’an’ın indirilirinden
yüzyıllar sonra yaşayan biz mü’minler için tenzîlin safha safha olmasının
hikmeti de ortaya çıkmış olmaktadır:
Acele etmeden, yüzeyselliğin handikaplarına düşmeden,
derin
bir tefekkür, engin bir tefekkuhla Kur’an mesajını idrâk etmeye
çalışmak.
İnsanlığın ne yapacağını bilemez, şaşkın bir durumda kalmaması
için, âlemlerin rabbi Allah tarafından tenzîlen/parçaları
birbiri ile uyumlu
bütünlük oluşturacak şekilde, kontrollü olarak
yavaş yavaş indirilmiştir.
Kur’an’ın peyder pey, aralıklı olarak indirilmesinin
bir çok hikmeti vardır. Mesela tenzîlen indirilmiş olmasının
hikmetlerinden biri, insanların -öncelikle mü’minlerin- İlâhî
vahyin yol gösterici mesajlarına ihtiyacını
yangın bir yürekle hissetmesi
içindir. Diğer bir hikmet de, birdenbire
derin hakikatleri
kavramaktan aciz olan biz insanların mesajı iyice kavrayacak bir
sürece ihtiyacımız olduğu içindir.
Tenzîlin çok sayıda hikmetinden söz edebiliriz. Bir tanesini
daha anarak diğerlerini “ilimde derinleşenler”in selim akıllarının
engin kavrayışına bırakalım: Kur’an salt bir bilgi kaynağı değil, eylem
ve talimatlar dizgesi olduğu için, hayata geçirilmez malumatlar
yerine, yaşanılabilir hakikatlerin menşei olduğu için tenzîlen/
yavaş yavaş indirilmiştir.
“Kur’an indirilmiştir.” Öyleyse onu kutsama adına, göklere
çıkararak
-daha doğrusu geri gönderme cüretini göstererek- aşırı
tazim gösterisi yapmak doğru değildir. Çünkü İlâhî vahyin ‘mesajı
hayalın tam ortasına, yaşamın merkezine onu dönüçtürmek, ıslah
etmek için indirilmiştir. Bu nedenle Rabbani mesajın gönülleri
aydınlatan mesajından
faydalanmak için onunla iletişim kurmak
gerekir.
Kur’an’ı biçimsel ve mahiyet itibari ile ulaşılmaz bir yükseklikte
tutmaya gayret etmek, yüceltmek değildir; ince bir tahkirle,
örtük bir alçaltına girişimidir. Söz konusu girişim iyi niyetli ama
cahil kimseler eli ile olabileceği gibi kasıtlı bir şekilde de olabilir.
OKUMA VE YAZMA
- 133 -
Kur’an’ın kasıtlı bir şekilde indirilmiş olduğu yeryüzü ile -yani
hayat
ile- bağını koparmaya çalışanlar, Allah’ın mesajının sorumluluk
doğurmayan gerçek üstü bir alana ait olduğu vehmini yaymaya
çalışmaktadırlar.
İşte şirkde zaten bu yaklaşım şeklinde ortaya
çıkmaktadır.
Âfâkî bir ilâh tasavvuru görüntüsü altında, İlâhî mesajın tevhid
ve adalet asasının etki gücünü akıllarınca kırmaya çalışmaktadırlar.
Çığırtkanlık
yaparak her fırsatta çıkardıkları velveleler,
göz boyayıcı sihirler
ile İlâhî vahye gönül veren mü’minlerin önüne,
hem asli hüviyeti
ile hem de sağdan yaklaşarak çıkan şeytan
ve dostlarının hileli tuzaklarına karşı uyanık olmak zorundayız.
Günümüzde şeytan bir kesim üzerinde “bâtıl bir kutsiyet” şekli
oluşturarak etkili olmaktadır. Kur’an’ın yücelttiklerini iddia eden
bir kesim onu “anlaşılmaz, ulaşılamaz”
bir mevkiye çıkarmakla
azaltmaktadırlar. Bu bir tür aşağılamadır.
Çünkü, Kur’an’ın sadece
teberrüken/sevap kazanmak amacı ile okunabileceğini, anlamak,
ondan hüküm çıkarmak maksadı ile İlâhî vahye gönül vermeyi günah
saymaktadırlar.
(Kur’an-ı Kerim’i anlamak maksadı ile okumayı haram kabul
eden bir zihniyet yaşadığımız coğrafyada varlığını halen devam
ettirmektedir. Neredeyse tüm tercüme ve meal çalışmalarını
tahkir
eden bu zihniyet, sadece kendi anlayışlarını doğrulayan çabaları
meşru kabul etmektedir. Tam İlmihal adlı, 1248 sayfalık kitaplarının
da bir tür Kur’an tercümesi, meali, tefsiri olduğu gerçeğini
görmezden gelen bu zihniyet sahipleri, kendileri dışında gelişen
Kur’an’ı anlama çabalarını “dinsizlik” ve “cahillik”le itham etmekte
ve konu ile ilgili şu ibretlik
iddiaları ileri sürmektedirler:
“Kur’an-ı Kerim’in hakiki mânâsını anlamak, öğrenmek isteyen
bir kimse, din âlimlerinin kelâm ve fıkıh ve ahlak kitaplarını
okumalıdır.
Bu kitapların hepsi, Kur’an-ı Kerim’den ve hadisi şeriflerden
alınmış ve yazılmışlardır.
Kur’an tercümesi diye yazılan
kitaplar, doğru mana veremez. Okuyanları bunları yazanların fikirlerine,
düşüncelerine ve maksadlarına esir eder ve dinden ayrılmalarına
sebep olur.” Gümüş M. Sıddık, Tam İlmihal, Seâdet-i Ebediyye,
82. Baskı, Hakikat kitabevi, İstanbul,
2000, s. 46-25. mektup.
Yukarıdaki alıntı yaptığımız pasajda dile getirildiği gibi,
Kur’an’ı tercümelerden yanlış anlama
ihtimali vardır. Doğrudur.
Fakat aynı tehlike Tam İlmihal’den din öğrenilmeye kalkışıldığında
yok mudur? Belki meallerden daha fazla bu tür kitaplar zararlıdır.
Çünkü mealler
bütün zaaflarına rağmen tefsir kitaplarından
bile Kur’an’a daha yakındır; çünkü konusu doğrudan Kur’an’dır.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 134 -
Bir çok ihya önderi’ne küfürler dolu, sözde İslâm ilmihali olan bu
kitap
aynı zamanda bir Kur’an meali, tefsiri işlevi gördüğü gerçeğini
kim inkâr edebilir? İslâm’ı çok iyi bilmeyen halkın Kur’an
mealleri ile yanlış bilgilendirilme riski ne kadarsa, Tam İlmihal’le
de o kadardır; 1248 sayfalık bir kitap ne kadar anlaşılır bir mahiyet
taşıyor ki, Kur’an tercümeleri-mealleri de o kadar anlaşılır bir
mahiyet taşısın? Kısaca, yanlış anlama riski tercümeler kadar Tam
İlmihal için de söz konusudur.
Peki Kur’an’a “anlaşılmaz” damgası vurulduğunda neler olmaktadır?
Olan; “her adıma uygun bir fetva ısmarlamak ve gönül
rahatlığı ile faiz işlemleri yapmak, mankenleri yarı-çıplak bir vaziyette
televizyon programlarına çıkarıp, -harama bakmayı yasaklayan
âyetlerin meallerini
anlayamayacakları için- onlardan zekata
konu olacak servetler kazanmak”tır.)
Bu bakış açısının çok ciddi neticeleri olmaktadır. Kur’an’ı bir
hidâyet kılavuzu değil de, sevap kazanma aracı olarak görenler
artık bütün davranışlarını fetvalarla meşrulaştırma cihetine
gitmektedirler. Kendilerinin
İlâhî vahyin saf, tertemiz mesajının
gereklerini “biz kimiz onu anlamak
kim” diyerek, güya yüceltme
görüntüsü altında, Rabbani buyrukların
hayat damarlarına kasdetmektedirler.
Kendileri sağdan yaklaşan şeytanın vesveselerine
aldanan, garrâya kapılarak bâtıl bir kutsiyet havası
estiren din bezirganları,
beraberlerinde sürükledikleri milyonlarca insanın daha
önce yaptıkları sâlih amellerinin değer bakımından hubûtuna/sıfırlanmasına
yol açmaktadırlar.
Şeytan sağdan da yaklaşır, soldan da. Bu sebeple “dindarlık
görüntüsü
altında” doğru yoldan çelmek için önümüze çıkan
müşriklerin
oyunlarını bozmak, Kur’an’ın hayatın kalbine “indirilmiş”
bir kitap
olduğu gerçeğini unutmamak lazımdır.
Yanlış kutsiyet anlayışlarının aldatmasına kanmamalıyız.
Kur’an’ı şekil olarak yükseklerde tutmak yeterli değildir. Yüceltmek,
onun insan
hayatına yön vermek maksadı ile indirildiği hakikatini
daima göz önünde tutmak, mesajın rehberliğinde hayatımızı
idame etmektir. Kur’an yücelere aittir diye, aşağılarda/dünya
hayatında etkinlik kurmasına
izin vermemek, siyasetten, eğitimden,
sokaktan, giderek hayattan
kovarak bunun adını da “saygı”
koymak, büyük bir aldanma, aldatmacadır. Çünkü Kur’an; yüceler
yücesi bir makamdan aşağılık dünya hayatında yaşanan rezillikleri
törpülemek, ıslah etmek ve gerekirse
değiştirmek-dönüştürmek
için “indirilmiştir.”
OKUMA VE YAZMA
- 135 -
Münezzel Oluşunun Hikmetleri
Kur’an, kalemle yazmayı öğreten, vahiyle insanoğlundan arınmak
isteyenlere yol gösteren Yüce Allah tarafından sırası geldikçe,
planlı ve düzenli bir şekilde safha safha indirilmiştir. Öyleyse
okuyuşumuzda
bu nüzûl şeklini göz önünde tutmalıyız. Yani iniş
ortamındaki
canlılığa ve çözümü amaçlanan sorunun konu ile ilgili
bağlamına
dikkat ederek, acele etmeden, yüzeyselliğin tuzaklarına
düşmeden
Kur’an’ı okumalı, anlamalı, kavramalı ve amelî
cihetini de aynı şekilde düzenli bir şekilde gözetmeliyiz.
Tenzille ilgili -aynı kökten türetilmiş bir ismi mef’ul olan- bir
başka kelime de Münezzel’dir. İki âyette geçen ketime tenzil’in
kaynağı olan Yüce Allah’ın vahiy üzerindeki tartışılmaz otoritesini
ve belirleyiciliğini vurgulamaktadır. O hidâyet amacı ile indirdiği
vahyi bir defada
değil, peyderpey tebyin etmeyi takdir etmiştir.
Kur’an’ın Yüce Allah’ın takdiri ile, şükrü gerektiren büyük bir nimet
olarak bir defada değil safha safha, gerektikçe indirildiğini
vurgulayan
âyet için bkz. Enam: 6/114. Bu kelime bir de İsa peygamber
ve arkadaşlarının Allah’tan
kendilerine lütfetmesini istedikleri
“sofra” ile alakalı olarak geçmektedir: Maide: 5/11 5. Ki
“sofranın indirilmesi”, her şeyin gerçek sahibinin Allah olduğunu,
her şeyin belli
bir ölçü ile, planlı bir şekilde O’nun kudret elinden
çıktığını ifade etmektedir.
Öte yandan tenzîl ve tertîle uygun Kur’an tefsiri, bütün
âyetleri iniş sırasına göre okumak demek de değildir. Eğer öyle olsaydı
Yüce Rabbimiz Kur’an’ı nüzûl sırasına göre toplar ve o şekilde
okunmasını emrederdi.
İlâhî kontrol altında olduğunda kuşku
bulunmayan Kur’an’ın cem’i -ki yukarıda alıntıladığımız Kıyâme
sûresi âyetlerinde cem’in Rabbani
denetiminin mahiyetine ilişkin
önemli ipuçları vardır- bize mütevatir olarak gelen mushaf sıralamasına
göre oluşturulmuştur. Öyleyse “hangi âyetin hangisinden
önce indirildiğini kesin olarak bilmek gerektiği”
şeklindeki bir varsayım,
bunu “onsuz olmaz” denilebilecek kesinlikte
öne süremez.
Fakat yine de elimizde kesin karineler varsa ve güçlü
dayanaklara
sahip ictihadlar yapabilecek verilere sahipsek âyetlerin nüzûl sırasını
bilmek çok faydalı olacaktır. Bu durumda hangi âyetin hangisinden
önce indirilmiş olduğunu bilmek tabii ki, ufuk açıcı etkilere
haiz olacaktır. Fakat resmî bir nüzûl sırasının tespitinin de, sübutu
ve delaleti kati nasslarla mümkün olmadığının bilinmesi lazımdır.
Özetle, bizim vurgulamak istediğimiz hakikat, “Kur’an’ın peyder
pey -safha safha, aşama aşama- indirilmiş olduğu ve her tür
tefsirin bu gerçeği unutmaması gerektiği”dir.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 136 -
3- Tertîl’in Hikmetleri
“Kâfirler: ‘Kur’an ona bir bütün olarak bir kerede indirilseydi
yal’diyorlar. Oysa, Biz onu böyle tutarlı bir bütün oluşturacak
şekilde,
terülen/belli bir düzen içinde ağır ağır vahyediyoruz ki,
onunla senin kalbini pekiştirelim.”.183
Tertîl kelimesi Kur’an’da iki âyette geçmektedir. Birisi alıntıladığımız
âyet, diğeri ise 73/Müzzemmil, 4. âyettir. Düzenli, planlı
bir nüzul sonucunda ulusan Kur’an’ın bu sıfatını sabır,
acele, tenzil,
tedriç gibi kelimelerin muhtevası desteklemektedir. Birden
bire indirilmeyen
Kur’an’ın iniş biçimine uygun olarak, acele etmeden,
sindire sindire, palanlı bir şekilde
-hikmetlerine vakıf olmak
maksadıyla- okunması gerekir. Aşağıdaki âyette Kur’an vahyinin
bütünlüğünü göz önünde tutmadan acele ile karar vermek,
görüş bildirmede göstermek yasaklanmaktadır: 20/Tâhâ, 114.
Acele etmeden, bir bütünlük ve hedef gözeterek Kur’an
okumanın
gereğine işaret edilen bir başka kavram da tertîldir.
Kur’an bir defada değil, safha safha indirilmiştir ve bu biçime uygun
bir kıraat, tefsir, tebyin ve tefekkuh da teşvik edilmiştir.
İlâhî mesajı doğru kavramak ve doğru yaşamak konusunda
dikkat edilecek hususlara ilişkin olarak tertîl kelimesinin yol gösterici
muhtevasından
yararlanmak istiyoruz.
Tertîl, bir şeyi yavaş yavaş, acele etmeden, planlı-uyumlu bir
şekilde
yapmak demektir. Rabbimiz Kur’an’ı tertîlen/programlı,
parçaları
arasında eşsiz bir uyum oluşturacak şekilde indirmiştir.
Kur’an’ın indiriliş sıralaması ve tasnifinde Rasûlullah’ın doğrudan
bir dahli yoktur. Bir defada değil de sırası geldikçe yavaş
yavaş indirilen
Kur’an’ın nüzûlüne uygun olarak da okunması
gerekmektedir. Yani planlı, programlı, sabırlı, düzenli bir şekilde.
Kur’an’ı okurken acele etmemek, onu ağır ağır okumanın da ötesinde
yüzeysel değil derinlikli bir şekilde kıraat etmek demektir.
Tertîl Kur’an’ın bir parçasının diğerleri ile irtibatını kurmak,
yaşadığımız
coğrafyanın içinde bulunduğu şartları dikkate alarak,
tedrici göz önünde bulundurarak okumaktır. İslâmî mücaledelenin
ilk örneği olan Rasûlullah’ın Asr-ı Saadet’te gerçekleştirdiği
Sünnet’te, tertîlin, tedricin uygulanışı ile alâkalı çok sayıda örnek
vardır. Örneğin, Mekke döneminde fiilî bir kıtal cihadına izin vermeyen
Yüce Allah şartların değişmesi ile birlikte Medine döneminde
yaşayan müslümanlara adaletin
ikamesi ve doğru yol üzerinde
183] 25/Furkan, 32
OKUMA VE YAZMA
- 137 -
müşriklerin kurdukları barikat engellerinin bertaraf edilmesi için
kıtal cihadını teşvik etmiştir.
Tertîlen Kıraatin Vakti
Gece kalkıp çalışmayı, ibadet etmeyi öğütleyen Müzzemmil
Sûresi âyetlerinde ‘Kur’anı tertîlen okumak’ emredilmektedir. Bu
uyarı sadece mekanik bir plan yapmayı değil; aynı zamanda İlâhî
vahyin mesajını yüreklere
işleyen bir özümseme ile okunmasını
da gerektirmektedir. Programlı
okuyuşta, acele etmeden huşû ile
hareket etmek esastır. Kur’an’ı huşû ile kıraat etmede ise gecenin
önemli bir yeri vardır. Rabbimiz gecenin
sağlayacağı olanaklara,
çok sayıda âyette dikkatimizi çekmekte, sessizliğin imkânlarından
yararlanmayı özendirmektedir.
Gecenin derin düşünüş ve hikmetli engin bir kavrayışa
ulaşabilmek
için uygun bir vakit olduğunda kuşku yoktur. Bize
Kur’an’ın anlaşılması
ve yaşanması noktasında örnek şahitlikler
bırakan Rasûlullah ve arkadaşlarının bu olanaktan yararlanmaları
övgü ile Kur’an’da zikredilmiştir. Gece, İlâhî bir nimettir; Rabb’e
yaklaşmak, kendini görev
olarak planlanacak işlere vermek için,
gündüzden daha çok olanaklar
sunmaktadır.
Gecenin sağladığı olanakların farkında olan Peygamberimiz
bazen yalnız başına, bazen de mü’minlerle toplu olarak kalkıp
ibadet etmiş, Kurân’ı “tertîl üzere” okumuş, üzerinde tefekküre
dalmış, kavrayışını derinleştirip, öğrendikleri ile ertesi gün yapacaklarını
planlamıştır.
K- Amel Etmek İçin Okumalıyız
Kur’an’ı yaşamsal sorunlarımızı çözmek amacı ile okumalıyız.
Çünkü Rabbimizin rehberliğinde çözüm kaynağı, Kur’an’dır.
Hidâyetin ön şartı, salt bilgilenmek değildir. Bilginin takvâ sahibi
olabilmek için, kendi özümüzde ve çevremizde yer alan şeytani
unsurlara karşı
cihad usullerini öğrenmek için bir değeri vardır.
Bu sebeple aşağıdaki âyete göre, “Allah yolunda üstün gayret
göstermek”, dosdoğru yola iletilmenin şartlarından biri olarak
gösterilmektedir:
“Dâvâmız uğrunda cihad edenleri/üstün gayret
gösterenleri,
Bize varan yollara mutlaka yöneltiriz. Allah kuşkusuz
muhsinlerle/iyilik yapanlarla beraberdir.” 184
1- İnanç ve Eylem İçin Bilgilenmek
“Elif-Lâm-Mîm. İnsanlar (sadece) ‘inandık’ demeleriyle
184] 29/Ankebût, 69
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 138 -
bırakılacaklarını
ve sınava çekilmeyeceklerini mi sanıyorlar? Evet
andolsun ki, Biz kendilerinden öncekileri de sınadık; o halde (o
halde bugün
yaşayanlar da sınanacak ve) elbette Allah, doğru
davrananları ortaya çıkaracak ve yalancıların da kimler olduğunu
gösterecektir.” 185
Yeryüzündeki büyük sınavda Rabbimiz, rahmetinin bir tezahürü
olarak biz insanlara nübüvvet vahyi ile rehberlik etmektedir.
Bu şuurla
başvurulması gereken sonsuz rahmet sahibi Yüce
Allah’ın kelâmı, bir “inanç kılavuzundur. Hakikatin yakînî kaynağı
olan Kur’an; kesin bir inanç, derin bir bilinç ve can veren bir eylem
için, uygulamaya
geçirmek maksadı ile okunmalıdır.
İlâhî vahyin gönülleri aydınlatan mesajı felsefi spekülasyonların,
sonu gelmez kelâmi mülahazaların aracı olarak kullanılmamalıdır.
Aksi takdirde İlâhî iradenin amaçladığı bir verimliliğe yol
açması bir yana, Kur’an ifsada sürükleyen şeytanın sağdan yaklaşımlarının
aracı
durumuna indirgenmiş olur; ki bu durum basiret
ehli tarafından dünyada, Rabbimiz tarafından ahiret gününde
ona değer vermekten çok ihanet anlamı taşıyan bir tutum olarak
nitelenmekten asla kaçıp kurtulamayacaktır.
İnançlarımızın kaynağı olan Kur’an’a, “önceden sınırları belirlenmiş
tezlerin onaylayıcı aracı olarak yaklaşmak” biz mü’minlere
yakışmaz. Bilgiyi sömürü ajanlığı için kullanan müsteşriklere/şarkiyatçılara
uygun düşecek tavır/tutumlardan kaçınmak, İlâhî vahye
karşı üstümüze düşen vazifelerdendir. Bu nedenle salt akademikentelektüel
bilgilenme maksadıyla
okunan Kur’an’dan maksada
muvafık verim elde edilemez.
İmtihan şuuru ile okunmayan Kur’an’dan öğrenilecek bilgiler,
sırtımızda
yük olmaktan, bize hiçbir değer kazandırmayan şeyler
taşımaktan
öte bir anlam ifade etmeyecektir. Hayata ilişkin
sorunlarımızın
temel çözüm kaynağı olan Kur’an “sadra şifa” olması
için okunmalıdır.
Malumatfuruşçuluk için, bilgi hamallığı için
değil.
Alîmu’l-habîr olan Allah, salt bilgisini-kültürünü artırmak için
İlâhî vahye başvuranlar için hidâyet etme sözü vermemiştir. Geçmişte
İlâhî vahye muhatap olduğu halde, ona gerektiği değeri
vermeyen Kitap Ehli’nden ilmi ile amel etmeyenler “entel eşek
meseli” ile Cum’a Sûresi’nde anılmaktadır: “Tevrat’ın/İlâhî vahyin
yükü ile onurlandırılmış iken bunu taşıyamamış olanların durumu,
sırtına kitaplar yüklenmiş (ama onlardan habersiz bulunan)
185] 29/Ankebût, 1-3
OKUMA VE YAZMA
- 139 -
eşeğin durumuna benzer. Allah’ın mesajlarını yalanlamaya
şartlanmış
olanların durumu ne acıdır. Çünkü Allah rehberliğini
böyle
zâlim bir halka ihsan etmez.” 186
Yüreklerimize çöreklenmiş şirk alışkanlıklarını yok etmek,
şeytanın körüklediği küfrün ateşinin izlerini silmek için sürekli
Kur’an’a başvurmalıyız.
Şu dünya hayatının geçici heveslerine kapılıp
kalmamak için, Kur’an’ın aşkın dilinin elçiliğinde Allah’tan
yardım dilemeliyiz.
2- Gereğince Okumanın Anlamı
Gereğince takdir ederek okumalıyız. Gereğince takdir etmek
nedir?
Onu zanna ve vehime dayanan beşeri kuruntuların meşrulaştırıcı
aracı kılmamaktır. Arınmak ve ma’ruf olanın yaygınlaştırılması
için okumaktır. Öğrendikleri ile amel etmeyen veya amel
etmek için değil,
spekülasyon üretmek için Kitab’a başvuran kimseler
belki İlâhî mesajı
kısmen anlayabilirler; ama asla engin bir
kavrayışla onu idrâk edemezler.
Dolayısı ile öğrendikleri onları
hidâyete sevk etmez; ya dalâletlerini
ya da vehimlerini derinleştirmekten
başka bir işe yaramaz.
Aşağıdaki âyetlerde belirtildiği üzere, Kur’an hidâyete ermek,
arınmak, arındırmak, uyarılmak, uyarmak için okunmalıdır.
“O kitap ki, mü’minler için bir yol gösterici ve bir müjdedir. O
mü’minler ki, salatta/namazda devamlı duyarlıdırlar; arınmak için
infak ederler/sahip olduklarını Allah yolunda feda ederler ve ahirete
de canı gönülden iman ederler.” 187
“... Kulları arasından yalnızca ulemâ/gereğince anlama kavrama
gayreti içinde olanlar, Allah’tan (hakkıyla) korkar-çekinirler.
(Çünkü
yalnızca onlar bilirler ki) Allah sonsuz bir kudret sahibidir,
çok bağışlayıcıdır. Allah’ın vahyine (seksiz şüphesiz) uyanlar,
namazlarında
dikkatli ve devamlı olanlar ve kendilerine verdiğimiz
rızıktan gizli-açık ihtiyaç sahipleri için harcayanlar: İşte ancak
bunlar (dünyada
ve ahirette) kesintiye uğramayacak bir kazanç
umabilirler.” 188
Kur’an’a gereğince ilgi göstermek, “İlâhî mesajın gönülleri
ısıtan aydınlığına kalbimizi tamamıyla açmak” demektir. Salt bir
fehm/anlama çabası, Rabbani mesajı kavramak ve hayatın kalbine
onun aydınlık
meşalesini dikmek için yeterli değildir. Çünkü İlâhî
186] 62/Cum’a, 5
187] 27/Neml, 2-3
188] 35/Fâtır, 28-29
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 140 -
vahye gönül
vermeyen biri bile, Kur’an’dan bir şeyler öğrenebilir,
bir şeyler çıkarıp anlayabilir. Fakat şeriatın maksatlarını gerçekleştirecek
verimlilik,
onu ancak “bir inanç kaynağı, bir eytem talimatı’
olarak okumakla mümkün olabilir.
Kur’an’ı önceki ümmetlerin yaptıkları gibi, gereğince amel
etmekten
başka maksatların meşrulaştırıcı aracı kılmamak gerekir.
Ona gerçek anlamına uygun bir kavrayışı amaç edinerek, tam
anlamıyla
uygulamak gâyesi ile başvurmak lazımdır.
İlâhî kelâmı gereğince okuyup anlayabilmek için, arınma niyeti
ile tevazu tacını takmak, takvâyı kuşanmak lazımdır. Kur’an’ın
mesajındaki derin hikmetleri kavramak için tam anlamıyla nüfuz
etmeyi gâye edinen bir okuma yöntemi gerekir.
Bu yöntemle İlâhî mesajı kavramak, ona malumatfuruşçuluk
için değil uygulama düşüncesi ile başvurmak demektir. Aşağıdaki
âyet İlâhî mesajı gereğince okumanın, gönülden teslim olanlarca
yapılabileceğini
beyan etmektedir: “Kendilerine İlâhî kelâmı
emânet ettiklerimiz (ve) ona gereği gibi uyanlar -işte onlardır
(gerçekten) iman edenler; kâfirlere gelince- işte
onlardır asıl kaybedenler.”
189
Hikmetin temel kaynağı olan Kur’an’ın rehberliğinde oluşmamış
her tür yorumlama şekline mesafeli yaklaşmak zorundayız.
Değil mi ki, hayatı ve içinde yer alan her tür olguyu İlâhî vahyin
klavuzluğunda anlamlandırmak
gerekir? Öyleyse anlayışlarımızı,
bütün anlama çabalarımızı,
tüm tefekkür gayretlerimizi, de İlâhî
vahyin biricik korunmuş kaynağı
olan Kur’an’ın yönlendirmesine
açık tutmak boynumuzun borcu olsa gerek.
Bu bağlamda Kur’an’ın ruhundan onay alması mümkün olmayan
tarihselcilik, tarih üstücülük gibi dışardan yorumlama yöntemlerinin
hiçbir
değeri yoktur. Anlamı metnin dışına arayan tarihselcilik
de, anlamı metinin içinde ve içinde yaşanılan dünyanın
verilerinde arayan tarih üstücülük
de, bir birlerine zıt gözükmelerine
rağmen aynı kapıya çıkan sonuçlar
vermektedirler. Çünkü
her ikisi de anlamanın merkezine insanı koymakta, bu bakımdan
aşağıdan yukarıya doğru bir yorumlama usûlü ile konulan ele almaktadırlar.
Her ne kadar, bir tür risalet vehmi ile, “tarih
üstücü
rnealcilik” anlamın yukarıdan aşağıya doğru yağdığını iddia etse
de netice itibariyle durum bu meyandadır.
Kısaca Kur’an’ın denetiminde, İlâhî vahyin rehberliğinde oluşmayan
tüm geleneksel ve modern yorumlama biçimleri neticeleri
189] 2/Bakara, 121
OKUMA VE YAZMA
- 141 -
itibariyle asıl olan fer’, belirleyici olması gerekenin belirlenen, etkin
olması gerekenin
edilgen olması gibi zulümlere yol açmıştır;
açmaya devam etmektedir.
Bir imtihan alanı olan dünyada, tabii
ki denenme konularımız arasında
İlâhî vahyin insanlara iletilmiş
tek korunmuş kaynağı olan Kur’an’a, hayatımızda nasıl bir yer
verdiğimiz de vardır. Her mü’minin, Kitapla ilişkisini bu bilinçle
kurması da beklenmesi gereken bir şeydir.
Kur’an’ı doğru anlamanın yolu, tefsir/yorumlama usûlünün de
doğru olmasına bağlıdır. Yöntemin de Kur’anî olması gerektiğini
“hikmet” kavramı çerçevesinde dile getirmiştik. Buraya kadar
aktarmaya
çalıştığımız gibi, Yüce Allah’ın biz insanlara bahşettiği
bir bilgi,
İnanç-bilinç ve eylem klavuzu olan Kur’an’da, tefsir
yöntemine ilişkin temel yaklaşımlarımızın neler olması gerektiği
açıkça beyan edilmiştir. Bu köşe taşları oturtulmadan girişilen tefhim,
tefsir, tefek-kuh çabaları vehametle sonuçlanmaktan kendini
kurtaramayacaktır.
Tabii ki, Kur’an tek kaynak değil temel kaynaktır. Onaylı
gönderme
yapılarak bize önemsetilen Sünnet ve ilk muhataplarla
mesajın bağlantısını koparmak, Kur’an’ın doğru anlaşılmasını
mümkün kılacak
yolların kapanmasına neden olacaktır. Bu sebeple
her tür ikincil derecede kaynağın, her tür bilgilenme aracının
Kur’an’ı temel alarak değerlendirmeye tutulması gerekir.
Aceben/ilginç bir kitap olan Kur’an’dan orijinal, duyulmamış,
şaşırtan
bilgiler çıkarmak için yararlanmak mümkündür. Ancak
elde edilen bu ma’lûmât, mesajın bütünlüğü ve gâyeleri göz
önünde tutulmadan
kullanılmaya kalkıldığında bir işe yaramayacaktır.
Asıl amacı insanlardan takvâ sahiplerine hidâyet etmek
olan İlâhî vahyin kalpleri
aydınlatan, gönülleri ısıtan mesajına salt
bir ma’lûmât muamelesi yapmak doğru değildir.
Özetle; küfrün karanlığında kalarak ölüme terkedilmiş kalpleri,
ışık saçan bir meşale gibi aydınlatarak yeniden hayat veren
Kitabımızı,
“sorunlarımızın nihai çözüm kaynağı” gözü ile okumalıyız.
İlâhî kökeni unutmadan, beşeri yöntemlere bel bağlamadan
okumamız gereken İlâhî vahyin can veren mesajlarını günlük
hayatımızın her anında varoluşumuzun gâyelerini hatırlamak ve
hatırlatmak için okumalıyız.
Kur’an’ı belli bir plan ve program
içinde, duyarlı bir şekilde, takvâyı kuşanmış bir yüreğin duyarlılığını
taşıyarak okumalı, Yüceler Yücesi Rabbimizin katından “indirilmiş”
Kitab’a gönül vermeli, ona başvurmalı, onun yoluna baş
koymalıyız. (Fevzi Zülaloğlu, Temel Kaynağımız Kur’an, Ekin Y., s.
356-394.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 142 -
Kur’an’ı Tertîl üzere, Dura Dura Okumak
Kur’an-ı Kerim’i ağır ağır, dura dura, acele etmeden okumak,
onu anlamanın en önemli prensiplerinden biridir. Alel acele, âdet
yerini bulsun diye ve bir an önce bitirmek endişesiyle Kur’an’ın
mesajını anlamadan yapılan kıraat veya hatim, okuyucuya hiçbir
fayda 4’de “Kur’an’ı tam bir tertîl üzere oku!” emri ile, yüce kitabının
tane tane, yavaş yavaş ve hazmedilerek okunmasını istemiştir.
Üstelik sağlamaz.
Nitekim Allah Teâlâ, Müzzemmil, âyette geçen “rettil” emri,
daha sonra gelen “tertîlâ” mastarıyla kuvvetlendirilerek bu
tertîlin en güzel bir tarzda yapılması emredilmiştir.
Tertîl üzere okumak; Kur’an’ı dosdoğru ve güzel bir tarzda,
açık açık, hakkını vere vere, sesin mana ile ilişkisini ayarlayarak,
yerine göre şiddetli, yerine göre yumuşak bir tonla ruhî ve mânevî
bir uyum içinde, yani anlayıp yaşayarak okumak demektir.
İsrâ sûresinde de aynı prensibe dikkat çekilmiştir; “Biz onu
Kur’an olarak, insanlara dura dura okuyasın diye (âyet âyet, sûre
sûre)ayırdık; yine onu peyderpey indirdik.” 190
Rasûlullah bu tavsiye gereğince, gerek namazda, gerekse diğer
zamanlarda Kur’an’ı ağır ağır,dura dura okur, hızlı okumaktan
ısrarla kaçınırdı. Öyle ki; onun tertîl üzere okuduğu kısa bir
sûre, daha uzun bir sûre okuyanınkinden çok daha fazla sürerdi.
Her âyetin sonunda bir miktar durur, beklerdi; onu bir sonraki
âyete eklemezdi. 191
Tilâvetin Hakkını Vermek: Anlayarak Okumak
Bakara sûresinin 121. âyeti şöyledir: “Kendilerine kitap verdiğimiz
kimseler, onu gereği gibi/tilâvetinin hakkını vererek okurlar.”
Bu âyette sözü edilen tilâvetin (okumanın) hakkını vermekten
ne anlaşılmalıdır ?
Tilâvetin hakkını vermek; Kur’an’ın anlamını, hükümlerini düşünerek,
hissederek, sindire sindire ve yavaş yavaş kırâat etmek
demektir.
Mü’min, Allah’ın kitabını adeta Rabbi ile sohbet ediyormuşcasına
okumalıdır. Kur’an’daki emirlere uymaya, yasaklardan kaçınmaya
azmetmeli, yeri geldiğinde dua etmeli, yalvarmalıdır.
Kur’an’ı gereği gibi okumak, İmam Gazâli’nin belirttiği gibi,
190] 17/İsrâ, 106
191] Sıfatu Salâti-n Nebî, 77, 104
OKUMA VE YAZMA
- 143 -
“bütün gayret ve dikkatini harflerin mahreçlerini çıkarmaya yöneltip
mânâsını düşünmemek” demek değildir. 192 Tam tersine,
âyetlerin anlamlarını düşüne düşüne, anlayarak, hissederek
ve yaşayarak okumaktır. Bu bağlamda, Dehlevî’nin el-Fevzü’l-
Kebir’inde (s. 26) zikrettiği şu söz oldukça anlamlıdır: İnsanlar tecvid
kaidelerini ezberledikleri zaman, Kur’an tilâvetindeki huşûdan
alıkonulurlar.
Bakınız, Mehmet Âkif, Kur’an’ın sadece lafzına önem verip de
O’nun mânâısnı anlamaya yanaşmayan geleneksel alışkanlığımıza
nasıl isyan ediyor:
“Lafzı muhkem yalnız, anlaşılan, Kur’an’ın;
Çünkü kaydında değil hiçbirimiz mânânın.
Ya açar Nazm-ı Celil’in, bakarız yaprağına,
Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına.
İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyle bilin!
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için.”
Kur’an’ı Huşû İçinde ve Duygulanarak Okumak
Kur’an, huşû içinde, duygulanarak, hüzünlenerek, ürpererek,
gözyaşları içinde okunabilmelidir. Zaten Kur’an iyi anlaşılıp hissedilerek
okunduğunda huşû duymamak, ürpermemek mümkün
değildir;
“Rasûl’e indirileni duydukları zaman, kavradıkları gerçekten
dolayı gözlerinden yaşlar boşandığını görürsün.” 193
“Rablerinden korkanların bu kitaptan tüyleri ürperir. Sonra
hem derileri ve hem de kalpleri Allah’ın zikrine yumuşar ve yatışır.”
194
“Ağlayarak yüzüstü kapanırlar. Kur’an onların huşûunu arttırır.”
195
Rasûlullah Kur’an okurken çok duygulanır ve çok ağlardı. O,
zaman zaman ibn Mesûd’a Kur’an okutur ve dinlerken göz yaşlarını
tutamazdı.
“İbn Mes’ud anlatıyor: Resûlüllah bana; “Kur’an’ı bana oku!”
192] İhyâ, c. 1, s. 806.
193] 5/Mâide,83
194] 39/Zümer, 23
195] 17/İsrâ, 109
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 144 -
dedi. Ben hayretle; ‘Sana indirilmiş bulunan Kur’an’ı mı sana okuyayım?’
diye sordum. Bana; “Evet, ben onu kendimden başkasından
dinlemeyi seviyorum!” dedi. Ben de ona Nisâ sûresini okumaya
başladım. Ne zaman ki; “Her ümmete bir şâhid getirdiğimiz ve
ey Muhammed, seni de bunlara şâhid kıldığımız vakit durumları
nasıl olacak?” mealindeki âyete 196 geldim. “Dur!” dedi. Durdum
ve dönüp Rasûlullah’a baktım. Bir de ne göreyim, iki gözünden de
yaşlar akıyordu.” 197
Kur’an’ı Uygulamaya Dönük Olarak Okumak
Kur’an’ı bir müsteşrik (oryantalist) edasıyla salt bilgilenmek
için veya mezhebî ve hizbî bir yaklaşımla kendi önyargılarına gerekçeler
bulmak için okumanın, okuyucuya bir fayda sağlaması
mümkün değildir. Kur’an, okunup anlaşılsın ve uygulansın diye
indirilmiştir. O’nu bilgi hamallığı olsun diye, mâlumâtfürûşluk
yapmak için veya sırf sevap kazanmak amacıyla okuyup ezberlemenin
bir anlamı yoktur.
Hz. Peygamber, Kur’an’ı “uygulamak” amacıyla okuyanları
yücelterek onların bu eylemlerini takdir ve teşvik etmiş; Kur’an’ı
hayata aktarmayanları ise “münâfık” olarak tanımlayıp Ebû Cehil
karpuzuna benzetmiştir.
“Kur’an’ı okuyan ve okuduklarını uygulayan mü’min kişi, tadı
güzel, kokusu da güzel portakal meyvesi gibidir. Kur’an’ı okumayan,
fakat onunla amel eden mü’min kişi ise, tadı güzel, fakat
kokusu olmayan hurma meyvesi gibidir. Kur’an’ı okuyan, fakat
buyruklarıyla amel etmeyen münâfık gibi hareket eden de, kokusu
güzel, fakat tadı acı reyhane otu gibidir. Kur’an’ı okumayan ve
amel etmeyen münâfık gibi davranan da, tadı acı ve kötü, kokusu
yine tiksinilen acı Ebû Cehil karpuzu gibidir.” 198Esasen, herhangi
bir bilginin değeri ve kıymetinin, tatbikatla ortaya çıkması gibi;
Kur’anî bilgilerin, emir ve yasakların, ilke ve prensiplerin değeri,
anlamı ve kadrü kıymeti de uygulamayla anlaşılacaktır.
Merhum şehid Seyyid Kutub’un ifade ettiği gibi; “İlk nesillerin
dimamizmi ve bereketi, Kur’an’ı uygulamak amacıyla okumalarından
kaynaklanıyordu. Onlar Kur’an’a, kültürlerini geliştirme, bilgi
edinme, haz duyup tatmin olma gibi maksatlarla yanaşmazlardı.
Onlar Kur’an’ı Allah’ın öğrenmek üzere okurlar ve her emri de,
savaş alanında, aldığı günlük emri hemen uygulayan bir ordu gibi
196] 41. âyet
197] Buhâri, Fedâilu’l Kur’an 32, 33, 35; Müslim, Müsâfirûn 247; Tirmizî; Tefsir,
hadis no: 3027; Ebû Dâvûd, İlm 13
198] Buhâri, Fedâilü’l Kur’an, 82
OKUMA VE YAZMA
- 145 -
duyar duymaz yerine geitirirlerdi. İşte bu, uygulamak üzere öğrenme
şuurudur.” 199 Sahabenin bu konudaki tutumunu Abdullah
ibn Mes’ud şöyle anlatır: “Biz Kur’an’ı on âyet on âyet alırdık ve
aldığımız on âyeti anlayıp hayatımıza aktarmadan diğer on âyeti
almaktan kaçınırdık. Kur’an insanlara, onunla amel etsinler diye
nâzil olmuştur. İlk nesiller Kur’an’ı amel etmek için okudular. Sizin
herhangi biriniz ise, Kur’an’ı başından sonuna kadar okur; tek
bir harfini dahi bırakmaz; halbuki onunla amel etmeyi tamamen
terketmiştir.” 200 Kur’an ancak onu yaşayan, onun mücadelesini
veren, karşılaştığı sorunları onunla çözmeye çalışan, her fırsatta
ona başvuran, yanlışlarını onunla düzelten, doğrularını ondan öğrenip
pekiştiren, kısaca Yaşayan Kur’an olmaya çalışan insanlarca
anlaşılabilir. Kur’an’ı yaşayıp anlattıkça öğrenir, öğrenip yaşadıkça
anlatırsınız. Kur’an’ı okudukça imanınız güçlenir, imanınız güçlendikçe
de, yaşar ve mutmain olursunuz. “Uğrumuzda cihad edip
çaba sarfedenlere biz yollarımızı gösteririz 201
Kur’an’ı Tekrar Tekrar Okumak ve Onunla İrtibatı
Kesmemek
İnsan unutkan bir varlıktır. İnsan kelimesi, “unutmak-nisyan”
kelimesi ile aynı kökten türemiştir. Dolayısıyla insan, öğrendiği
şeyleri, verdiği sözleri, geçmişteki olayları genellikle unutur. En
kötüsü de Rabbini ve O’ndan gelen gerçekleri, öğütleri, uyarıları
unutma eğiliminde olmasıdır. Şeytanın görevi de insana Rabbini
ve emirlerini unutturmaktır.
Şu halde insanoğlu sık sık uyarılmaya, hatırlatırlatılmaya ihtiyaç
duyar. Bazı gerçekler, bazı emir ve yasaklar tekrar tekrar hatırlatılmalı
ve insanlar sıkça ikaz edilmelidir ki, hatalar, yanlışlar
tekrarlanmasın. Zaten Kur’an’ın bir adı da zikr ve tezkira‘dır ki,
hatırlatma ve öğüt anlamına gelir.
Bu yüzden Kur’an sık sık okunmalı, Kur’an’la irtibat kesilmemelidir.
Vahyin unutulması ve Kitab’ın uzun süre terk edilmesi,
imanın zayıflamasına ve kalbin katılaşmasına yol açar; “İman
edenler için hâlâ vakit gelmedi mi ki, kalpleri Allah’ın zikrine
(Kur’an’a) ve inen Hakk’a huşû duysun ve bundan önce kendilerine
Kitap verilmiş, sonra da üzerlerinden uzun zaman geçmekle
kalpleri katılaşmış, çoğu da yoldan çıkmış kimseler gibi olmasınlar.”
202
199] Yoldaki İşaretler, s. 10
200] İhyâ, 3/13
201] .(29/Ankebût, 69
202] 57/Hadîd, 16
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 146 -
Kur’an’ı Yeniden Hayat Rehberi Edinmek
Kur’an’ı okuyup anlama ve uygulama sorumluluğunu en güzel
bir şekilde yerine getirerek bize örnek teşkil edenler, hiç şüphe
yok ki, Allah Rasulü ve O’nun kutlu arkadaşları, takipçileriydi.
Kur’an’ı bir “hayat kitabı” olarak algılayan, onu dâvetlerinin
ekseni haline getiren ve hayatlarına aktaran ashâb-ı kiram ve
selef-i sâlihin, ondan aldıkları feyz ve bereketle başarıdan başarıya
koştular. Onlar, inen Kur’an âyetlerini hemen alıyor, ezberliyor,
yazıyor, yaşamlarını ona göre düzenliyor, çevresindeki insanlara
onu anlatarak gönüllerini fethediyorlardı. Yani müslümanlar, ilk
dönemlerde bütün güçlerini Kur’an’dan almışlardı. İslâm, Kur’an
etrafında yayılmış, odak noktasını Kur’an’ın teşkil ettiği o muazzam
kültür faaliyeti, İslâm toplumunu kısa zamanda dünyanın en
medenî, en huzurlu ve en mükemmel bir toplumu haline getirmişti.
Kur’an’dan aldıkları güçle asırlarca hükümran olmuş muazzam
imparatorlukla-rı dize getirmiş; sosyal adaleti, hakkı ve hukuku
gözeten örnek sistemler kurarak o günden bu güne bütün toplumlar
için model teşkil etmişlerdir.
O ilk nesilleri eğiten, yetiştiren, başarılı kılan mükemmel okul
Kur’an’dı. Ashabı ashab yapan, İslâm toplumunu ayakta tutan
Kur’an’dı. Onlar Kur’an’a sarılarak kâmil insanlar haline geldiler.
Hayatlarının her alanında onun ilkelerini ayakta tutarak başarılı
oldular ve örnek İslâm medeniyetinin temellerini attılar.
“Din bilginlerimiz, Kur’an’dan, yaşanan pratik bir hayat nizamı
çıkaracaklarına, onun yalnız dil ve üslûp özellikleri üzerinde
durdular. Fesâhat ve belâğat yönünden eşsiz bir eser olduğunu
belirterek ki, bunda şüphe yoktur; daha çok gramer bakımından
ondan yararlanma yoluna gittiler. Tefsirlerimizin büyük bir kısmı,
onu metin çözümlemesi için bir malzeme olarak kullandı. Onun
hayata uygulanmasından ibaret olan fıkıh, bir müddet sonra teferruat
içinde kaybolup gitti. Kısaca el birliğiyle Kur’an’ı hayatımızdan
uzaklaştırdık. Kur’an’dan uzaklaşınca da hayattan uzaklaştık.”
Günümüz müslümanları, Kur’an’ı yeniden hayatın içine sokmadıkça
onu bir “hayat rehberi” olarak kabul edip “anlamak ve
uygulamak için okumaya” yönelmedikçe ve hayatlarını Kur’an’ın
ölümsüz ilkeleri doğrultusunda yeniden düzenlemedikçe, içinde
bulundukları kaos, bunâlim ve sıkıntılardan kurtulamayacaklardır.
Kur’ân’ı Nasıl Okuyalım?
İnanmayanlar fazla ilgilendirmiyor bizi... İnandığını söyleyen
OKUMA VE YAZMA
- 147 -
bazı Müslümanlar da marjinal (sıra dışı) bir söz manzûmesi olarak
görüyorlar Kitabı... Kulak verilmeyen, dinlenmeyen; sadece
Mushaf’a (sahifelerine) saygı duyulan bir söz...
Bırakın büyükleri, üç yaşındaki bir çocuk, akıl hastası bir insan
bile bir şey söylese kulak kabartırız... Kur’an konuştuğunda; “bize
ne diyor?” diye dediğini merak eden, anlamaya çalışan kaç Müslüman
gösterebilirsiniz sağınızda, solunuzda?..
Yabancı dilde bir şarkı dinler gibi, Onu anlamadan dinlemek;
dinlemek değildir!... Ölü gözlerle bakmak; bakmak değildir. İşe
yaramaz, tarihî bir eşya gibi ilgilenmek; ilgilenmek değildir. Hiçbir
ev eşyasına dahi bu denli ilgisiz kalmıyor Müslümanlar.
Müslümanın
hayatında, Kur’an’ın yeri son sıralarda. Müslüman’la barışacağı,
kucaklaşacağı günü hasretle bekliyor Kur’an. Korkarım ilgisizliğe
mahkûm edilmenin dâvâcısı olarak çıkacak
Kitabımız yarın
karşımıza. Şefaatçi değil; şikâyetçi olacak! Dâvâcı olacak bizden.
Sanık
sandalyesine oturup hesap vereceğiz Yaratan’ın huzurunda...
Hasan Ali en-Nedvi, “Muhammed İkbal’in Mesajı” adlı eserinde
anlatıyor: Her gün sabah namazından sonra Kur’an okumaya
karar vermiştim.
Babam, beni görür ve ne yaptığımı sorardı.
“Kur’an okuyorum”
diye cevap verirdim. Tam üç sene hep bu suali
sormuş, ben de aynı cevabı vermiştim. Bir gün dedim ki: “Baba
bu soruların mânâsı ne? Hep aynı şeyi
soruyorsun; cevap veriyorum;
ertesi gün tekrar soruyorsun?” Bunun üzerine babam dedi
ki: “Oğlum, demek istiyorum ki; Kur’an’ı sana inmişçesine oku!”
İşte o günden itibaren Kur’an’ı anlamaya ve Ona tam yönelmeye
başladım. Şu söylediklerim, Onun nurlarından aldıklarımda. Ve
nazmettiğim şiirlerim, Onun incilerinden dizdiklerimdir.” 203
Müslüman, sen Kur’an okurken, ne okuduğunu düşünüyor
musun?
Sana inmişçesine; anlayarak, düşünerek ve yaşamak
amacıyla
okuyor musun? Hayatımızın her ânında bir uyarıcı, her
zaman, her yerde, en güvenilir, en güzel bir rehber O bize. Bunu
düşünüyor
musun?
Kur’an’la ilgilenmekten anladığımız, bundan başkası değil.
Güzel sesle, mahreçle okunan ama anlaşılmayan, düşünülmeyen,
yaşanmayan Kur’an’dan kimseye bir fayda yoktur. İmam
Gazali’nin tespiti ne kadar güzel! Şöyle diyor: “Ey insanlar! Sizden
öncekiler Kur’an’ı Kerim’i, Allah Teâlâ tarafından gönderilen
203] Ebu'l Hasen Ali El Haseni En Nedvi, Muhammed İkbal'in Mesajı, çev. Y. Işıcık,
s. 45
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 148 -
bir mektup (hayatın anayasası) bildiler. Gece
okur, düşünürler;
gündüz Ona uyarak iş yaparlardı. Siz ise, Ondan ders (almayarak
sadece) okutmakla meşgul oluyorsunuz. Mahreci (ses ve harflerin
ağızdan çıkış tarzını) ve irabı (kelimelerin
düzgün okunuş
şekli) düzeltiyorsunuz. Emirlerini ise basit ve kolay tutuyorsunuz
(önemsemiyorsunuz).
Muhakkak bilmek lâzım ki; Kur’ân-ı Kerim’den maksat; Onu
okumak değil; Ona uyarak iş yapmaktır. Okumak (ve ezberlemek)
ise, akılda tutmak içindir. Akılda tutmak da yapmak içindir. Emirlerine
uymadan Kur’ân-ı Kerim’i okuyan; efendisinden mektup
(emirnâme) alıp yapması (ve yapmaması) gereken işler bildirilen
bir kölenin, bir yere oturup mektubu yüksek sesle okuması ve
fakat emirlerinden hiçbirini yapmaması gibidir. Şüphesiz, azarlanmaya
ve cezalandırmaya müstahak olur...” 204
Evet, imam Gazali böyle diyor. Ve ne kadar güzel bir tespitte
bulunuyor. Bizler de Kur’an okurken, okuduklarımızı anlıyor ve
yaşıyor muyuz? Yoksa -anlamadan- irabına, mahrecine ve sesin
güzelliğine dikkat ederek -sadece- okuyor muyuz Rabb’imizin
emir ve yasaklarını içeren mektubunu? Peygamberimiz (s.a.s.),
şöyle buyuruyor: “Dikkat edin; Anlamadan
yapılan ibâdette hayır
yoktur. İncelikleri kavranmayan ilimde ve tedebbür etmeden
(düşünmeden, anlamadan) Kur’an okumada da hayır yoktur.” 205
Kur’an, boynunu bükmüş; Büyük Şairimiz Mehmet Akif’in
şiir diliyle
ifade ettiği acı gerçeklerin geçerliğini yitireceği günü
bekliyor... Şöyle diyor Akif: “İbret olmaz bize; her gün okuruz ezbere
de! Yoksa bir maksat aranmaz mı bu âyetlerde? Lafzı muhkem
yalnız, anlaşılan Kur’an’ın, Çünkü kaydında değil, hiçbirimiz
mânânın; Ya açar Nazm-ı Celil’in, bakarız yaprağına; Yahut üfler,
geçeriz bir ölünün toprağına. İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla
bilin, Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için!” Peygamberimiz
(s.a.s.)’in İbn Abbas’a duâsı: “Ey Allahım, bunu dinde
fakih (anlayış, idrâk, şuur sahibi) kıl. Kur’an’ın tevilini de (inceden
inceye araştırıp derinlemesine bilgi edinme, anlama ve yorumlamasını)
öğret.”.206 Ne güzel duâ! Rabb’im, bize de bu özellikleri
nasip buyursun.
Kur’an’ı bırakıp da, daha yararlı ve daha güzel bilgiler içerdiğini
zannedip başka sözlere, yazılara rağbet edenler, düşünemiyorlar
mı ki; yaratılmışların sözü, Yaratanınki gibi olmaz. Herkes
204] İmam Gazali, Kimya-yı Saâdet, Bedir Y., s. 168
205] Mevdudi, Modern Çağda İslâmî Meseleler, ter. Y. Işıcık, s. 25
206] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte, 2/101
OKUMA VE YAZMA
- 149 -
yanılır,
hata eder, aldanır. Ama Allah (c.c.) asla!
Yeryüzü insanlığının bugün sosyal, siyasi, ekonomik, psikolojik,
kültürel, ahlâkî, itikadî çöküntülerin, bütün sıkıntı ve problemlerinin
sebebi; Kur’an’dan ayrı düşüştür. Yaratana itaat ve kulluğu
terk ediştir.
Nasuh bir tevbe ile insanlık, yeniden Kur’an’a dönmedikçe;
Kur’an ile kucaklaşıp barışmadıkça; fert ve toplumların hayatlarına
vahiy hâkim olmadıkça; yapay tedbirlerle insanlığın sıkıntıları
ve problemleri bitmeyecek, gözyaşları dinmeyecek, yüzü
gülmeyecektir.
Gülmüyor işte. Gülmesi de mümkün değil!
Yeryüzünde güven, huzur, barış ve esenlik isteyenler; önce
kendileri Kur’an’la barışsınlar. Görecekler, bütün problem ve sıkıntıların
nasıl kolayca çözüldüğünü. Aksi halde, İnsanlar bekledikleri
mutluluğu, kâbusa dönen düşlerinde
bile göremeyeceklerdir.
207
Kur’ân-ı Kerim’de Okuma, Yazma ve İlim
Okumak anlamında K(a)-r-e kelimesi ve türevleri, Kur’ân-ı
Kerim’de toplam 88 yerde geçer. Yazmak anlamında K(e)-t-b kelimesi
ve türevleri ise toplam 322 yerde zikredilir. Tilâvet kelimesinin
kökü olan T-l-v ve türevleri toplam 3 yerde kullanılır. Kalem
ve çoğulu Aklâm kelimesi toplam 4 yerde geçer. İlim kelimesi ve
türevleri de toplam 854 yerde zikredilir. İlm’in zıddı cehâlet (c-h-l)
kelimesi ve türevleri toplam 24 yerde kullanılır.
“Yaratan Rabbinin adıyla (besmele ile) oku!
O, insanı bir alaktan yarattı.
Oku (ve öğren)! Rabbin ekremdir/en cömerttir.
O, kalemle (yazmayı) öğretendir.
İnsana bilmediklerini öğretendir.” 208“Nun. Kaleme ve satır satır
yazdıklarına andolsun.” 209“Bilmiyorsanız zikir ehline (bilenlere)
sorunuz.” 210”Hatırla ki; Rabbin meleklere, ‘Ben yeryüzünde
bir halife yaratacağım’ dedi. Onlar, ‘Biz hamdinle Sana tesbih ve
Seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan
dökecek insanı mı halife kılıyorsun?’ dediler. Allah da onlara ‘Sizin
207] Âdil Akkoyunlu, Kur’an’a Hicret, Çıra Yayınları: 95-98
208] 96/Alâk, 1-5
209] 68/Kalem, 1
210] 16/Nahl, 43
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 150 -
bilemeyeceğinizi Ben bilirim’ dedi211”Allah Âdem’e bütün isimleri,
(eşyanın adlarını ve ne işe yaradıklarını) öğretti. Sonra onları
önce meleklere arz edip, ‘Eğer siz sözünüzde sâdık iseniz; şunların
isimlerini Bana bildirin’ dedi.” 212”Melekler, ‘Yâ Rab! Seni noksan
sıfatlardan tenzih eder, kemâl sıfatlar ile tavsif ederiz ki, Senin
bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alîm
(her şeyi bilen) ve hakîm olan (her yaptığında hikmetler olan) ancak
Sensin’ dediler.” 213
“Allah, sizi analarınızın karnından hiç bir şey bilmez halde
çıkarmıştır.” 214“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik
de onlar bunu yüklenmekten
çekindiler, (sorumluluğundan)
korktular. Onu insan
yüklendi. Doğrusu o çok zâlim, çok câhildir.”
215“Ey iman edenler! Eğer fâsıkın biri size bir haber getirirse onun
doğruluğunu araştırın. Yoksa bir topluluğa câhilce sataşırsınız da
sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” 216“Utanmalarından
dolayı,
câhil, onların zengin olduklarını sanır.
Sen onları simalarından tanırsın.”
217
“Allah’ın kabul edeceği tevbe, ancak cehâletle işlenip de sonra
tez elden tevbe edenlerin tevbesidir.” 218
“Ssizden kim, cehâletle bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe
edip de kendini ıslah ederse...” 219
“Sonra şüphesiz Rabbin câhillik sebebiyle kötülük yapan, sonra
da bunıın ardından tevbe edip (durumunu) düzeltenleri (bağışlayacaktır).”
220
“Bir zamanlar Musa kavmine ‘Allah, bir sığır kesmenizi emreder
dedi. ‘Bizimle alay mı ediyorsun?’ dediler. ‘Câhillerden
olmaktan
Allah’a sığınırım’ dedi” 221
“Allah dileseydi, elbette onları hidâyet üzre toplayıp birleştirirdi;
o halde sakın câhillerden olma?” 222
211] 2/Bakara, 30
212] 2/Bakara, 31
213] 2/Bakara, 32
214] 16/Nahl, 78
215] 33/Ahzâb, 72
216] 49/Hucurât, 6
217] 2/Bakara, 273
218] 4/Nisâ, 17
219] 6/En’âm, 54
220] 16/Nahl, 119
221] 2/Bakara, 67
222] 6/Enâm, 35
OKUMA VE YAZMA
- 151 -
“Rabbim, ilimce herşeyi kuşatmıştır.” 223
“O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme. Ben
sana câhillerden olmamanı tavsiye ederim.” 224“Eğer sen onların
hilelerini benden çevirmezsen, onlara meyleder
ve câhillerden
olurum dedi.” 225
“...Allah’ın dilemesi müstesna yine de inanacak değillerdi. Fakat
çokları
cehâlet segiliyor.” 226“Ey Mûsâ! Onlara ait tanrılar gibi
bizim için de bir tanrı
yap!’ dediler. Musa, ‘Gerçekten siz câhil bir
toplumsunuz’
dedi.” 227“...Ben, iman edenleri kovacak değilim;
çünkü onlar Rabblerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizi câhillik yapan
bir topluluk olarak görüyorum.” 228
“De ki: ‘Rabbim ilmimi arttır.” 229“...Yeryüzünde tevâzu ile yürürler
ve câhil kimseler kendilerine laf attığında ‘Selâm!’ derler.” 230
“De ki: hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” 231
“İlim, ancak Allah katındadır.” 232
Hadis-i Şeriflerde Okuma, Yazma ve İlim
“İlim tahsil etmek maksadıyla bir yola giden kimseye Allah Teâlâ,
cennet yollarından birini açar. Melekler, ilim tahsil edene karşı memnuniyetleri
ve tevâzûları sebebiyle kanatlarını yere sererler. Göklerde
ve yerde olan her şey, hatta su içindeki balıklar, âlim için Allah’tan
rahmet diler. Âlimin, bilmeden ibâdet eden kimseye üstünlüğü, ondördündeki
dolunayın görünen diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir.
Âlimler, peygamberle-rin vârisleridir. Peygamberler ne altın ne de
gümüş bırakmışlardır; onlar miras olarak sadece ilim bırakmışlardır.
Kim ilmi almışsa büyük ve değerli bir şey almış demektir.” 233
“Kim ilim tahsil etmek için (evinden veya yerleşim yerinden) çıkarsa,
geri dönünceye kadar o kişi Allah yolundadır.” 234”İlim aramak,
her müslüman üzerine farzdır. Ehil olmayan insanlara ilim öğretmeye
kalkan kimse, domuzların boynuna cevher, inci ve altın gerdanlık
223] 6/En’âm, 80
224] 11/Hûd, 46
225] 12/Yûsuf, 33
226] 6/En’âm, 111
227] 7/A’râf, 138
228] 11/Hûd, 29
229] 20/Tâhâ, 124
230] 25/Furkan, 63
231] 39/Zümer, 9
232] 46/Ahkaf, 28
233] Ebû Dâvud, İlm 1; Tirmizî, İlm 19, hadis no: 2822; İbn Mâce, Mukaddime 17,
hadis no: 223
234] Tirmizî, İlm 2
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 152 -
takan adama benzer235
“Ey Ebû Zer, sabahleyin evinden çıkıp Kur’an’dan bir âyet öğrenmen
senin için yüz rekât nafile namaz kılmandan daha hayırlıdır.
Yine sabahleyin evinden çıkıp mükellefin ameliyle ilgili olan veya
olmayan ilimden bir bâbı öğrenmen (senin için) bin rekât nafile namazdan
daha hayırlıdır.” 236
“Kıyamet gününde âlimlerin mürekkebi, şehidlerin kanı ile
tartılır.”237
“Hikmet, mü’minin yitiğidir. Onu nerede bulursa o mü’minin
kendisi ona daha lâyıktır.” 238”Ne âlimlere karşı iftihar edip övünmek
için, ne câhillerle münakaşa etmek ve ne de meclislerin seçkin
köşelerinde yer almak için ilim talep edin. Bu yasağa rağmen
kim böyle yaparsa ateşe (müstahaktır), ateşe (müstahaktır).” 239
“Allah kim hakkında hayır dilerse, onu dinde fakîh (derin anlayış
sahibi) kılar.” 240
“Şeytana, bir fakîhi (dinde anlayış sahibi bir bilgini) aldatmak,
bir âbid(i aldatmak) tan daha zordur.” 241
“Rasûlullah (s.a.s.)’a biri âbid (ibâdetle çokca meşgul) ve diğeri
âlim (ilimle çokca meşgul) olan iki adamdan bahsedildi ve bunun
üzerine Rasûl-i Ekrem: “Bir âlimin bir âbide karşı üstünlüğü, benim
en aşağı mertebede olanınıza üstünlüğüm gibidir.” buyurdu.
Sonra şunları söyledi: “Allah, melekleri, göklerin ve yerin halkı,
hatta yuvalarındaki karıncalar ve balıklar, insanlara hayır (faydalı
şey) öğreten kişiye dua ederler.” 242
“İnsan öldüğü vakit bütün amelleri ondan kesilir. Yalnız üç şeyden
dolayı kesilmez; sadaka-i câriyeden, faydalanılan ilimden ve
kendisine dua eden sâlih evlâttan kesilmez.”243
“Allah’ım, huşûu olmayan (korkmayan) kalpten, kabul olmayan
duadan, doymayan nefisten ve fayda vermeyen ilimden sana
235] ." (İbn Mâce, Mukaddime17, hadis no: 224
236] İbn Mâce, Mukaddime, 16, hadis no: 219
237] Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, c. 2, s. 400
238] Tirmizî, Kitabu'l-İlm, 19, hadis no: 2827
239] İbn Mâce, Mukaddime 23; hadis no: 254
240] S. Buhâri, İlm 14, hadis no: 13; S. Müslim, İmâre 53, hadis no: 175; İbn Mâce,
Mukaddime 17, hadis no: 220-221
241] Tirmizi, İlm 19, hds no: 2821; İbn Mâce, Mukaddime 17, hds no: 222
242] Tirmizî, Kitabu'l-İlim 19, hadis no: 2825
243] Sahih-i Müslim, Vesâyâ 3, hadis no: 14 (1631; S. Tirmizî, Ahkâm, 36, Hadis
no: 1393
OKUMA VE YAZMA
- 153 -
sığınırım.” 244
“İlmin kaldırılması, câhilliğin kökleşmesi, şarabın içilmesi, zinanın
çoğalması kıyamet alâmetlerindendir.” 245
“Şüphesiz Allah, ilmi kullardan silmek sûretiyle değil, âlimlerin
ruhlarını kabzetmek sûretiyle giderecektir. Nihâyet hiçbir âlim bırakmayınca
insanlar, câhil kişileri başlarına geçireceklerdir. Bunlara
meseleler sorulacak; onlar da bilgileri olmadığı halde fetva
verecekler. Onlar bu sûretle hem kendileri sapıklığa düşerler, hem
de halkı sapıtırlar.” 246
“Allah’ın benim vasıtamla gönderdiği hidâyet ve ilim, bol
yağmura benzer. Bu yağmur bazen öyle verimli bir toprağa düşer
ki, onun bir kısmı toprağı suya doyurur ve çayırda bol ot
yetişir. Bir kısım toprak kurak olur, suyu üstünde tutar, gölcük
olur da Allah onunla insanları yine faydalandırır; ondan hem
kendileri içerler, hem de hayvanlarını sularlar, ekin ekerler. Bu
yağmur bir de diğer bir çeşit toprağa isabet eder ki, kıraç ve
kaygandır; ne suyu üstünde tutar, ne de ot bitirir. İşte Allah’ın
dinini anlayıp da Allah’ın benim vasıtamla gönderdiği hidâyet
ve ilimden faydalanan ve bunu bilip de başkasına bildiren kimse
ile; bunu duyduğu vakit kibrinden başını bile kaldırmayan ve
Allah’ın benimle gönderilen hidâyetini kabul etmeyen kimse
böyledir.” 247Hz. Ebûbekir (r.a.) Peygamberimiz’i anlatırken şöyle
ifade eder: “Rasûlullah (s.a.s.) (Vedâ Haccında) şöyle buyurdu:
“...Kanlarınız, mallarınız, ırzlarınız birbirinize haramdır. Burada
hazır bulunanlarınız, burada bulunmayanlara (yeni nesillere)
bunu tebliğ etsin. Olabilir ki, hazır olan kimse, bunu daha iyi
anlayan bir kimseye tebliğ etmiş olur.” 248
Kalem
Bir yazı âleti olan kalem Yunanca’da “sulak yerde yetişen kamış,
hasır otu, Hint kamışı” mânâlarına gelen kalamos ile Latince
kalamustan Arapça’ya ve oradan Türkçe’ye geçmiştir. Pek çok anlamı
yanında hat sanatında farklı yazılan da (aklâm-ı sitte) ifade
etmektedir. Ayrıca Farsça’dan geçen kilk ve hâme kelimeleri
de
Türkçe’de kalem karşılığında kullanılmıştır.
244] Tirmizî, Kitabu'd-Deavât 68, hadis no: 3711
245] S. Buhâri, İlm 22, hadis no: 22; S. Müslim, İlm 5, hadis no: 8 -2671-
246] S. Buhâri, İlm 35, hadis no: 41; S. Müslim, İlm 5, hadis no: 13 -2673-
247] S. Buhâri, İlm 21, hadis no: 21; S. Müslim, Kitabu'l-Fedâil 5, hadis no: 15
-2282-
248] S. Buhâri, İlm 10, hadis no: 9
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 154 -
Tarih öncesi çağlardan itibaren coğrafî bölgelere ve kullanılan
yazı malzemesinin türüyle yapısına göre farklı biçimde kalemler
geliştirilmiştir. Günümüze ulaşmış
en eski yazı örneklerinden
anlaşıldığına
göre kil tablet, kurşun ievha, bal mumu
veya sert bir
zemine kazılan yazılar için kemik, demir ve bronz gibi malzemelerden
yapılmış, sivri uçlu tığ kalemler (Yun. graphis, Lat. stylus)
kullanılmıştır. İstanbul Arkeoloji Müzesi ile British Mu-seum’da çeşitli
devirlere ait değişik malzemeden
yapılmış tığ kalem örnekleri
sergilenmektedir. Milâttan önce III. bin-yıldan itibaren Mısırlılar,
Yunanlılar ve Romalılar
yazı malzemesi olarak papirüs, parşömen
veya beyazlatılmış tahta kullanmaya
başladıklarında bunların
üzerine mürekkeple ve ucu bıçakla sivriltilmiş, eğri kesilmiş kamış
kalemle yazmışlardır. Romalilar’dan başlamak üzere diğer milletlerin
de kamışla beraber metalden ve kuş tüyünden yapılmış
kalemleri XIX. yüzyıla kadar kullandığı bilinmektedir. XII. yüzyıldan
sonra Avrupa’da kâğıt sanayiinin,
ilim ve tekniğin gelişip yayılmasıyla
beraber yazı alet ve malzemelerinde de büyük ilerlemeler
kaydedilmiştir. XVIII. yüzyılın başlarında Avrupa’da, 1840’lı
yıllardan
itibaren Osmanlı coğrafyasında demir uçlu yazı aletlerinin
kullanımı yaygın
hale gelmiştir. Ancak hattatlar yazının tabiatına,
hareket ve cereyanına daha uygun olması sebebiyle kamış
kalemi Avrupa yapımı metal uçlu yazı aletlerine tercih etmişler,
bu kalemle yazma geleneğini
günümüze kadar sürdürmüşlerdir.
Hat sanatında kullanılan en iyi cins kamış
kalem (kalem-i ney),
Hazar denizi sahilleri
ile Dicle nehri kenarındaki Vâsıt (Kut) şehri
çevresinde yetişen kamışlardan
elde edilmiştir; bu sonuncusu kalem-
i Vâsıtî diye tanınır. Eskiçağ’larda Cnidus ile Asya’da Anaetic
gölü çevresinde
de iyi tür kamışın yetiştiği bilinir. Kalem
için tabii
sertlikte, daire çemberi 15-25 mm. ve boğum mesafesi en az 20-25
cm. tutan silindir biçimindeki kamışlar makbul sayılır. Kamışın içi
boydan boya nâl denilen liflerle dolu olduğundan ilk açışta bunlar
çekilip çıkartılır. Sarımsı beyaz
renkli ham kamışlar sazlıktan kesildiği
haliyle kalem olarak kullanılamayacağından
belli bir sıcaklıkta
kurumaları için at gübresi içinde bekletilerek sertleştiri-lir, cinsine
göre değişik kahverengi tonlarına,
hatta siyaha dönerler. Tabii
sertliği dolayısıyla bu şekilde ıslah edilmesi icap etmeyen, üzeri
kendiliğinden benekli, menevişli (kaplan postu) bir cins kamış
kalem de vardır. Eskiden açılmamış kalem
tek veya çift boğumlu
olarak satılırdı.
Çatlak kamış açılırken kırıldığından sağlamlığını
tecrübe için 8-10 cm. yükseklikten
sert bir yere bırakılırdı, çatlak
ve zayıf ise zırıltılı bir ses çıkararak düştüğü
yerde kalır, sağlam ve
iyi cins kamış
ise dolgun ve tannan bir ses vererek sıçrar.
OKUMA VE YAZMA
- 155 -
Kalem açılıp da kullanılmaya başlandıktan
sonra ağzı zamanla
bozulduğundan yeniden açılması icap eder. Ancak mushaf gibi
büyük kitapları yazarken kalemi yeniden açmak mahzurlu olur.
Kalem tekrar
açılırken ağzının genişliği mikronla ölçülecek
kadar
ilkinden farklı olsa bu, bilhassa
nesih ve rikâ” gibi ince yazılarda
büyük
bir estetik kusur doğmasına sebep olur. Bu sebeple uzun
metinlerin ince hatla yazılmasında ağzı kolay aşınmayan bir kaleme
ihtiyaç duyulmuştur. XIX. yüzyılın
ilk yarısında İstanbul’dan
Hicaz’a giden
hattatlar, Endonezya’daki Cava adasından
hacca
gelenlerin elinde cava kalemini
görüp benimsemişlerdir. Bunlar,
yerde dallanan palmiye tipi bir ağacın lifleri
arasından sarmalı
olarak çıktıktan sonra sertleşip düzgünleşen abanoz gibi siyahımsı,
içi dolu, ince çubuklardır. İnceliği
dolayısıyla yazarken tutmak
zorlaştığından
ucu açıldıktan sonra başka bir kamış kalemin boşluğuna
yerleştirilip elde
rahat tutulacak kadar kalınlaşması sağlanır.
Sertliği sebebiyle kullanılması ve açılması güç olan cava kalemini
ilk defa Çömez Mustafa Vâsıf ve öğrencisi Kazasker Mustafa İzzet
efendiler nesih hattı ile yazdıkları eserlerde deneyip beğendikten
sonra diğer hattatlarca da bu kalem benimsenmiştir.
Yazının kalınlığı arttıkça kalemin ağzını da ona göre açabilmek
için kargı kalemi denilen ney kalınlığındaki kamışlardan veya
bambu kamışlarından faydalanılır. Ancak
celî yazmaya bunların
da yetmediği olur. O takdirde istenilen büyüklükte tahtadan
yapılan
celî kalemi kullanılır. Ağaç veya tahta kalem adı da verilen bu
cinsin ağız kısmı oyularak iki ucu çıkıntılı bırakılmak
sûretiyle, celî
yazıyı çizgi şeklinde yazan çeşidi yapılmıştır. İnsan eli çok büyük
celî yazıları yazabilecek kalemi kullanmaktan
âciz kaldığında ise
böyle yazılar
satranç (kareleme) usûlüyle küçükten büyütülerek
hazırlanmıştır.
Yeni açılacak kalemin boğum yeri bir parmak altından kalemtıraş
ile kesilip çıkartılır.
Bu yapılmazsa kalem şakkı düz olmaz,
eğri gidebilir. Daha sonra kalem sol elin içine yatırılıp orta boşluğu
ve cidarı
badem biçiminde görünene kadar yukarıdan aşağıya
meyilli olarak kesilir. Alttaki sivrilik yontulup inceltilir. Dil gibi
uzadığı için kalem dili denilen bu yassı kısmın iki kenarı istenilen
kalem ağzı genişliğine
göre alınır. İki taraftan aynı miktarda
alınmazsa görünüşü dengesiz olur. Kalemin dışını kaplayan sırçalı
kısım mürekkep
tutmayacağı için sadece ağız kısmından
bir parça
kalemtıraş yardımıyla giderilerek bu sağlanır. Kalemin dil ve ağız
kısımları aynı hizada bırakıldığı gibi
ağız kısmı daha genişçe yontulursa
çakşırlı kalem denilen bir cins ortaya çıkar.
Kalemin dili
uzunsa süratli yazmaya yardımcı olur, kısa bırakılırsa ağır yazılır.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 156 -
Yontma işlemi bittikten sonra kalemin
ağız kısmının elde veya
makta üstünde
kamış boyuna paralel olarak birkaç
santimetre
uzunluğunda düz bir hat halinde çatlatılarak iki yakaya ayrılmasına
şakk-i kalem denir. Küçük bir depo vazifesi gören bu çatlağa
mürekkep dolarak
yazarken aşağıya doğru devamlı akar. Şakkedilen
kalem ağzının yazandan
tarafa kalan yakasına ünsî, diğerine
de vahşî adı verilir. Kalem şakkedilirken vahşî taraf biraz daha
geniş bırakılır. Kalem
ağzının kesilip düzeltilmesi (katt-ı kalem)
işlemi de makta üzerindeki kamışın
kalem yuvası (yatağı) denilen
yive tesbit edilmesiyle yapılır. Vahşî tarafın uzun, ünsî tarafın
kısa kalacak şekilde eğri olarak kattedilmesi sırasında duyulan
çıtırtı
ile kesim tamamlanmış olur. Yeni kattedilmiş kalemle yazılar
çok keskin
yazılır, kullandıkça ağzı bozulacağı için harfler pürüzlü
olarak çıkmaya başlar.
Düz kattedilen kalemle yazılan yazılar
metanetli olur. çok eğri maktaa vurulmuş
kalemin yazılan zayıf
fakat halâvet-lidir. İkisinin ortası hepsinden iyisidir. Hat sanatında
eğri kattedilmiş kalemle yazmanın Yâküt el-Müsta’sımî ile başladığı
kaynaklarda ifade edilmektedir. Kalemin
ağzı eğri kesilmekle
elde tabii duruş şekli olan yazandan tarafa yatık olması
da sağlanır.
Ta’lik kalemi sülüse nazaran
daha az eğri ağızlıdır. Nesih kalemi
ondan da az. rik’a kalemi ise düze yakın
eğriliktedir.
Kalemi ağzındaki eğrilik kâğıda tamamıyla
intibak edecek
(buna kalemin secdesi
denir) şekilde tutup yukarıdan aşağıya
dik
olarak hareket ettirmekle harflerin
ince, sağdan sola yürütmekle
de kalın
kısımları yazılır. Sülüs ve nesihte harf şekilleri kalem
kâğıttan kalkmadan tutuş istikametine göre çıkarılır. Ancak ta’likteki
harf incelikleri kalemin ağız kısmı kâğıda
yarı yarıya değdirilerek
yapılır. Harflerin
ölçüleri nokta ile tesbit edildiği, bu da
kalemin ağız genişliğine bağlı olduğu için kalem hat sanatında
estetiği sağlayan
en önemli unsurdur.
Hattat kalemi elinde fazla sıkmadan tutar. Yazma işi bitince
kalemin ağzı sol elin şahadet parmağına sürülerek veya yalanarak
temizlenir. Aksi takdirde içindeki
zamk dolayısıyla mürekkep
kurur ve akıntıya mani olur. Bu durumda kalemin ağzı başparmak
üzerine bastırılıp çıtlatılarak
donmuş mürekkep temizlenir.
Kalemler divit veya kubur adı verilen hokkalı mahfazalarda
veya kalemdan (kalemlik)
denilen sade veya sanatlı kutular içinde
saklanır. Kalemdanın boyu ekseriya
30-40 cm. olduğundan boğumu
en uzun kamış kalemler bile içine rahatlıkla sığabilir. Yüksekliği
10 cm., genişliği de 15 cm. civarındadır. Ayrıca sol tarafında ahşaba
gömülü olarak bir veya iki hokka yeri bulunur. Birkaç santimetre
derinliği
bulunan üst kat bir tutmaçla çekilip kaldırıldığında
OKUMA VE YAZMA
- 157 -
kalemdanın zemin katı meydana çıkar. Her iki kademe de kalem
ve diğer yazı aletlerini muhafaza için kullanılır. Hatta tomar haline
getirilmiş aharlı kâğıtlar bile burada saklanabilir. Kalemdan
dikdörtgen prizma biçiminde olup kapaklıdır. Kapaklar bazılarında
düz ve keskin çizgilidir, muhaddeb (dışbükey)
olanlarına sandık
biçimi kalemdan denilir. Kalemdanın fildişi, sedef ve bağa ile imal
edilenlerine de rastlanılmakla beraber çoğunluğu ahşaptır. Altın
ve cazip
renkler kullanılarak bunlara işlenen desenlerin üzerine
rugan (lak) tabakası çekildiği için ruganî veya edirnekâri diye anılırlar.
Silindir biçimli oluşundan dolayı kubur denilen kalem mahfazaları
dibine doğrudan yahut döndürülerek yerleştirilen
hokka,
kalemlik kapağı üstüne ba-zan konulan rıhdan ile kişinin yanında
taşıyabileceği, 25-45 cm. arasında boyu ve 5-6 cm. çapı olan çok
yönlü bir yazma vasıtasıdır. Ruganî ve fildişi oyma sanatlı kubur ve
kalemdan örnekleri Topkapı Sarayı Müzesi’nde sergilenmektedir.
Kullanılmaktan dolayı küçülüp de istifade
edilemeyecek hale
gelen kalemin herhangi bir yere atılmaması, ayak altı olmayan
bir yerde toprağa gömülmesi bir gelenektir. Her kalem açılışında
çıkan ve eskilerin “bürâde-i kalem” dedikleri yongalar da biriktirilip
aynı şekilde gömülürdü.
Ayrıca hayatları boyunca açtıkları
kalemlerin yongalarını saklayarak öldüklerinde
gasil suyunun
bunlarla ısıtılmasını
vasiyet eden birçok hattat vardır (M. Uğur
Derman, TDV İslâm Ansiklopedisi)
Kitab
Kur’an’ın temel kavramlarından biri olan “kitab” 255 yerde
geçmektedir. Türkçedeki ‘kitap’ anlamı yanında; yazılı şey, yazı,
yazılan ve yazdırılan anlamlarına da gelir. “El-Kitab”: Allah’ın Kitabı
demektir. Kur’an ıstilâhında Kitab; Allah tarafından yazdırılan
şey anlamında kullanılır ve bu anlamda imanın temel konularından
biri de Kitaplara imandır.
Kur’an’ın “kitab” la ilgili ifâdelerinden şunların kast edildiği
anlaşılır:
Genel anlamda vahy 249
Son Peygamber’e gelmiş bulunan vahiyler toplamı 250
Bütün kâinat
İnsan
249] 43/Zuhruf, 4; 13/Ra'd, 39
250] 2/Bakara, 2; 38/Sâd, 29; 41/Fussılet, 3; 43/Zuhruf, 2; 44/Duhan, 2
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 158 -
Levh-ı Mahfuz’daki Evrensel kayıt kitabı (evrensel kompütür251Her
ferdin fiillerinin kaydedildiği bireysel disket 252Kur’an’a
göre insanın önüne, okunmak üzere konan üç temel kitap vardır:
Kâinat kitabı, vahy kitabı (Kur’an) ve insanın bizzat kendisi.
Kur’an, diğer iki kitabın gereğince okunup değerlendirilmesini
kolaylaştıran bir nur (ışık)dur. Evren ve insan adlı kitapların gerektiği
şekilde okunabilmesi için, bizzat Allah, vahy kitabı aracılığıyla
insana yardımcı olmak için devreye girmektedir. Kur’an, bu üç kitabın
belirli pasaj ve parçalarını “âyet” olarak anmaktadır. Kur’an,
bir âyetler topluluğu olduğu gibi, kâinat ve insan da âyetler topluluğudur
253. Ne vahy kitabı, insan ve eşyaya ait ilimler olmaksızın
çözülebilir; ne de eşya ve insan, vahy kitabı olmadan layıkıyla
anlaşılabilir.
Kitab “Ke-te-be” fiil kökünden türetilmiştir. Bu fiilin masdan
olan el-ketb deriyi deriye veya bir tabakayı
diğer tabakaya iple
bağlamak demektir. Bu anlamda “ketebtü’s-Sekae torbayı bağladım”
denilir. Terim olarak,
‘harf leri birbirine yazıyla bitiştirmek
anlamına gelir.
Bu bağlamda, ‘harflerin sözle de birbirine
bağlanması’na işaret eder. Bu bakımdan, arzdan çıkan seslerin
bir
tertip halinde olması durumunda, bu seslere de ‘kitap’ denilebilir,
yazılması şart değildir. Onun için, Allah’ın Kelâmı’na yazılı olmasa
da ‘kitab’254. Çünkü, Kur’an’da sürekli olarak geçen ‘kitap’ sözcüğü,
her zaman Kur’an’ın yazılı şeklini ifade etmez; Allah’ın kelimelerinin
bir düzen içinde birlik göstermesi
“yazma” demektir.
Evren bütünüyle, Allah’ın “ol” emriyle meydana gelen bir kelimeler
düzenidir. Evrenin bilgisi Allah’ın ezelî ilminde saklıydı;
sonra, Allah her bilgiye “ol” dedi
ve onlar da bir ‘kelime’ olarak
varoldular. Bu anlamda,
evren bu kelimelerden oluşan bir kitap
halini aldı. Allah evrendeki varlıkların görevlerini, kısaca, evrenin
işleyiş kanunlarını yazdı, bu işleyiş konusundaki hükmünü ortaya
koydu; bundan böyle ne olup biteceğini de belirledi. Böylece,
Allah’ın ezelî bilgisinden meydana getirdiği Ana Kitap’ta hiç bir
şey eksik bırakılmadı.
(Aslında, evrenin her an Allah tarafından
yeniden
yaratıldığı ve bu yaratmalar arasında bağ olduğu
için bir
devamlılık ortaya koyduğu bazı İslâm filozof
ve ariflerince belirtilmiştir.
Biz konunun anlaşılması
için ‘geçmiş zaman’ kullandık,
bunu ‘geniş zaman’la da ifade ve her zamana teşmil edebiliriz255.
251] (18/Kehf, 47-49; 45/Câsiye, 29
252] 17/İsrâ, 13-14
253] 51/Zâriyât, 20-21; 41/Fussılet, 53
254] denilir (Müfredat, s. 423; Külliyat-ı Ebl'1-Beka, s. 307
255] Muhammed İkbal, İslâm'da Dini Düşüncenin Yeniden Doğuşu, Ç. A. Asrar
Bir y. İst. 1984, s. 75. Abdülkerim Suruş, Evrenin Yatışmaz Yapısı, Ç. Prof.
OKUMA VE YAZMA
- 159 -
“Yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla
uçan hiç
bir kuş yoktur ki, sisin gibi bir ümmet
olmasınlar. Biz Kitap’ta hiç
bir şeyi eksik bırakmamışızdır.” 256“Mutlaka O’nun bilgisiyle düşen
bir yaprak, yerin
karanlıklarındaki bir tanecik, yaş ve kuru
hiç bir şey yoktur ki, apaçık bir Kitap’ta olmasın.”.257 Yaratılışla
birlikte yazılan, ‘hükmolunan her şey vakti gelince ortaya çıkar;
evrenin tümünde ne olup ne bitiyorsa, kesinlikle bu yazıya göre
olup bitmektedir.
“Yerde ve kendi öz nefislerinizde başınıza bir
şey gelmesin ki, biz onu yaratmadan önce, bir Kitap’ta bulunmuş
olmasın.” 258
Demek ki, Kitab’ın aslı, anası evrendeki her varlık
ve meydana
gelen her olaydır. Kur’an buna “Kitap, Ümül’Kitap, Levh-i Mahfuz”
gibi adlar verir ki, hemen
hemen hepsi de aynı anlamdadır.
Evren bu Ki-tab’ın açılmış biçimidir, her geçen.an bu Kitap’tan bir
kelimeyi daha ortaya koymaktadır. Allah, insanlık tarihi
boyunca
zaman zaman bu Kitab’ı, insanlar arasından
seçtiği elçileri aracılığıyla
harflerden oluşan kelimeler,
kelimelerden oluşan âyetler
ve âyetlerden oluşan sûreler halinde gâyet toplu olarak insanlara
göndermiştir.
Bu bağlamda, Tevrat, İncil, Kur’an gibi İlâhî
Kitaplar
evrenin sayfalara sığdırılmış toplu bir açıklamasıdır
denilebilir.
Evrendeki her şey, olmuş olacak her olay bu kitaplarda da öz ve
toplu olarak vardır.259 Şimdi, bu temel bilginin ışığında, Kitab’ın
bu gerçek
ve aslî anlamıyla ilgili olarak, diğer yan anlamlarına
da
kısa bir göz atalım:
1. Kitab, yukarıda da belirttiğimiz gibi, yazılı sayfalar anlamına
gelir: “Eğer sana kâğıt üzerine yazılı
bir kitap indirmiş olsaydık
da, onu elleriyle tutsalardı...” 260
2. Kitap, önce dileyip, sonra meydana getirme anlamını
da içerir:
“Allah, ‘Ben ve elçilerim gâlip geleceğiz’
diye yazdı.” 261
3. Kitap, ‘hükmetmek, farz kılmak’ anlamına gelmektedir:
“Yakınlığı
olanlar (ülü’l-erham) Allah’ın kitabın
birbirleri konusunda
H. Hatemt, İnsan yay, İst, 1984; Mevlâna Celaleddin er-Rumî, Mesnevi,
terceme ve şerh, A. Baki Gölpınarlı, İnkilâp ve Aka. İst. 1981 c. I-II, s: 138-
139
256] 6/En'âm, 38
257] 6/En'âm, 59
258] 57/Hadîd, 22
259] Hak Dini Kur'an Dili, III, 1920; Said Nursi, Sözler, Otuzuncu Söz, Ene ve Zerre
Risalesi
260] 6/En'âm, 7
261] 58/Mücâdele, 21
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 160 -
daha hak sahibidir.”262. “Üzerinize oruç yazıldı” .263 “Muhakkak
namaz mü’minlerin üzerine vakitli olarak yazıldı.”
264
4. Kitap, ‘kılmak, arasına katmak’ anlamındadır: “Bizi
şâhitlerden yaz.” 265
5. Kitap, ‘Allah tarafından gönderilmiş bir delil’ anlamına da
gelmektedir: “İnsanlardan, Allah hakkında hiç bir ilmi, hidâyeti ve
nur saçan bir kitap olmadığı halde mücadele eden vardır.” 266
6.“Muhakkak onlardan bir grup vardır ki, Kitab’da olmayan
bir şeyi, siz Kitab’da sanasınız diye dillerini
Kitab’a eğip büker.”267.
Bu âyette, birinci kitap, genel olarak Allah’ın kitabı
anlamındadır;
yani, Levh-i Mahfuz, Ümm’ül-Kitap veya
evren kitabı, ya da
Kur’an, Tevrat ve İncil gibi İlâhî
Kitap anlamındadır. İkinci kitap,
âyet Yahudilerle ilgili olduğu için Tevrat’ı kasdetmekte, yani, ‘aslında
Tevrat’ta olmadığı halde’ denmektedir. Üçüncü kitap ise,
Yahudiler’in Allah’ın Kitabı, ya da Tevrat yerine kendi elleriyle
yazdıkları ve “Kitab’ı elleriyle yazanların
vay haline” 268âyetinde
ve benzer daha başka âyetlerde anlatılan kitaptır.
7. Kitap, ‘yazma, yazışma, mektup’ anlamlarına da gelir: “Ellerinizin
altında bulunanlardan yazışmayla (akd) yapmak isteyenlerle,
eğer kendilerinde bir hayr görürseniz yazışın.”.269 “Bu mektubumu
götür.” 270
8. Kitap, Allah’ın hükümlerinin, ‘ahkâm’ın bütünü
anlamında
‘Şeriat’ demektir.
9. Kitabın bir önemli anlamı daha vardır ki, insanların
dünya
hayatındaki amellerinin yazılmasından oluşmaktadır. Kur’an’da
“söylediklerini yazacağız.” 271ve “onun için Kıyamet günü bir kitap
çıkarırız
da, “oku kitabını (deriz).”272 buyurulmaktadır.
İnsanlar kitaplarını Dîn Günü dünya hayatındaki
amellerine
göre ya önlerinden, ya sağlarından, ya da sol ve arkalarından alacaklar
ve öncüler, sağdakiler (yemîn ashâbı) ve soldakiler (şimal
262] 8/Enfâl, 75
263] Bakara: 183
264] 4/Nisâ, 103
265] 3/Âl-i İmran, 53
266] 22/Hacc, 8
267] 3/Âl-i İmran, 78
268] 2/Bakara, 79
269] 24/Nûr, 33
270] 27/Neml, 28
271] 19/Meryem,
79
272] 17/İsrâ, 13-14
OKUMA VE YAZMA
- 161 -
ashâbı) olmak
üzere üçe ayrılacaklardır.“Hayır hayır, muhakkak
facirlerin kitabı siccindedir. Bilir misin siccin nedir? Açık, sağlam,
yanlışsız, belirgin,
rakamlı bir kitaptır. Hayır, hayır, muhakkak
iyilerin kitabı ılliyyindedir. Bilir misin ılliyyîn nedir? Açık, sağlam,
yanlışsız, belirgin, damgalı, rakamlı bir kitap” 273âyetleri bu konuda
gerçekten
ilginçtir. İnsanların dünya hayatında kazandıkları
bir kitap halinde onların Ahiret’teki yerlerini hazırlamakta ve
oluşturmaktadır; ya kat kat derinlikler,
ya da kat kat yükseklikler
meydana getirmektedir
sahipleri için. İnsanların her sözü ve her
davranışı harf harf ve kelime kelime Ahiret’teki makamlarını ‘yazmakta’,
inşâ etmektedir.
Evreni ve evrendeki her türlü olayları, Allah’ın bütün bilgisini
harfler ve kelimeler olarak içeren ve Allah’tan geldiği biçimde
korunan son Kitap Kur’an-ı Kerim’dir. Nitekim, Kur’an’da ‘Ana
Kitab’ın Kur’anla eş anlamda kullanıldığı âyetler çoktur: “Bu apaçık
Kitabın âyetleridir; muhakkak onu Arapça Kur’an olarak indirdik.”
.274 “Bunlar Kur’an’ın ve apaçık Kitab’ın âyetleridir.” 275
Kur’an’da “apaçık kitap” olarak geçen kitap, genel
anlamıyla
Kitap’tır. Bu kitap’tan Allah’ın murad ettiği bilgiye sahip olanlar,
göz açıp kapayıncaya kadar
yüzlerce kilometrelik bir uzaklıktan
herhangi bir nesneyi getirebilirler. “Yanında Kitap’tan bir ilim bulunan
kimse de, ‘sen gözünü yummadan ben onu sana getirebilirim’
dedi.”
276
İlâhî kitaplar insanlara yol göstericidir; öncüdür, rahmettir,
iman edenler için hidâyet kaynağıdır. İnsanların
ihtilâf ettikleri
her konuda hükmün kendilerine göre verilmesi için gönderilmişlerdir.
‘Mizan’ ve ‘demir (otorite) le birlikte insanların hayatını düzenlemek
üzere
gönderilmişlerdir. İnsanların karanlıklardan ışığa,
zulümden
adalete ulaşmaları için gönderilmişlerdir 277 278
Bilgisizlik Olarak Cehâlet (Cehl)
Fıkıh usulü eserlerinin, İslâm hukukunda sorumluluk
ve hakların
genel teorisini ele almayı hedeflediği
söylenebilecek olan “elmahkûm
fih-bih” bölümünde sorumluluğun temel ilkeleri açıklanırken,
öncelikle kişinin ne ile yükümlü olduğunu
bilmesi şartı
üzerinde durulur. Bu şart, İslâm’da
kişinin sorumlu tutulması için
273] 83/Mutaffifîn, 7-9, 18-19
274] 12/Yûsuf, 1-2
275] 27/Neml, 1
276] 27/Neml, 40
277] 2/Bakara,
213; 57/Hadîd, 25; 14/İbrâhim, 1; 16/Nahl, 64; 46/Ahkaf, 12
278] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Y., s. 30-34
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 162 -
yükümlülüğünün
kendisine bildirilmiş olması gereğini ifade eden
tebliğ ilkesinden kaynaklanır. Peygamber gönderilmedikçe
kimseye
azap edilmeyeceğini, müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberlerin
gönderildiğini
279 bildiren âyetler ve benzeri naslar
bu ilkenin
dayanağım oluşturur.
Tebliğ olmadan sorumluluğun bulunmayacağı ilkesi
hemen
hemen bütün âlimlerce kabul edilmiştir.280 Burada sorumluluğun
temel şartı olan ‘bilme’den maksadın, daima bilfiil bilgi sahibi
olma değil, bilgiye
yahut bilme imkânına sahip bulunma olduğuna
dikkat edilmelidir.281 Nitekim Molla Hüsrev 282 cehâleti ıstilâh
olarak, bilinebilecek durumda olan dini esasları bilmemektir şeklinde
tanımlamaktadır.
Fakihler, dini hükümlerden haberdar olmama halinde
bunlarla
yükümlü olunmayacağı ilkesinin uygulamasmda kural olarak
darul-İslâmda bulunmayı bilgi karinesi, darul-harpte bulunmayı
da bilgisizlik karinesi olarak kabul etmişlerdir.283
Dâru’l-İslâmda bulunan kişi bakımından namaz kılmanın farz
ve namuslu kadınlara iftira etmenin haram olması gibi dinin kesin
hükümlerini bilmeme başlı başına günah sayıldığı için, böyle bir
kişinin bu tür hükümleri bilmemesi mâzeret olarak kabul edilmemiştir.
Öte yandan Şehabeddin el-Karafi 284 dinî vecibelerin nasıl
yerine getirileceğine ilişkin bilgileri
edinmeyi ihmal etmenin bir
çeşit masiyet olduğuna,
dolayısıyla bu çerçevedeki temel bilgileri
öğrenmemiş olmanın da mâzeret sayılamayacağına işaret eder.
İslâm ülkesinde yaşayan kişi için çoğunluğun
bilgisi dışında kalamayacak
dinî hükümleri bilmemenin mâzeret sayılamayacağı bir
kuraldır.
Fiili imkânsızlık durumunda bunun bazı istisnaları
meşru bir
mâzeret sayılmıştır. Ancak bazı yazarların
belirttiği gibi 285 bunlar
da esasen birer istisna değil,
‘bilme imkânı bulunmadıkça sorumlu
tutmama’ ilkesinin bir gereği sayılmalıdır. Kesin delillerle
sabit olmayan ve geniş kitleler arasında yaygın olarak bilinmeyen
279] 17/İsrâ, 15; 4/Nisâ, 165; Gâmidî el-Abdelî - A, B. Sadi, Akidet’ül-Muvahhidin,
151
280] İbn Teymiye, Fetevâ, 20/37-38; Al-i Perme, 22-56
281] Abdulaziz Buhârî, Keşful-Esrar, -Metin- 3/1455, 1466-1467, -Hâmiş- 3/1466;
Murtaza Mutahharî, Adl-i İlâhî, 346
282] v. 885-/1480
283] Ahmet Özel, Ülke Kavramı, 177-178
284] v. 684/1285
285] Abdülkadir Udeh, Ceza Hukuku, 1/620-621
OKUMA VE YAZMA
- 163 -
hükümler hakkındaki bilgisizlik ise hemen bütün âlimlerce Dâru’lİslâmda
bulunanlar bakımından
da mâzeret olarak kabul edilmiştir.
Cehlin mâzeret sayılması hallerinde dikkat edilmesi gereken
bir husus, davranışa bağlanan hukuki sonucu bilmemenin değil,
davranışın yasak olduğunu bilmemenin
özür kabul edilişidir.
Cehlin sorumluluğa etkisi konusundaki temel yaklaşımlar yukarda
özetlendiği şekilde olmakla birlikte
detaylar incelendiği
takdirde bu yaklaşımlarda fakihlerin kendi dönemlerindeki şartların
belirleyici bir rol oynadığı ve birçok somut olayda farklı değerlendirmeler
yapıldığı dikkat çekmektedir.
Cehle bağlanan fıkhi sonuçlar, kelâmcıların metodunu
esas
alan eserlerde ‘sorumlulukta bilgi şartı’ konusu işlenirken ele alınmakla
beraber fukaha metoduna
göre kaleme alınan eserlerde
ağırlıklı olarak ‘ehliyet arızaları’ başlığı altında incelenmiştir. Hanefi
âlimlerinin öncülüğü ile fıkıh usulü eserlerinde önemli bir yer
tutan ehliyet teorisine göre ehliyet arızaları
semavi ve müktesep
olmak üzere iki kısma ayrılır. Birincisi insanların irâdesi dışında
oluşur, ikincisi ise onların irâdesine bağlı sebepleri ifade eder ki
bu ikinci grup içinde cehl de yer almıştır. Ancak
bu çerçevede söz
konusu edilen durumların tamamı
ehliyeti ortadan kaldırıcı veya
daraltıcı Özellikte
değildir. Abdülaziz el-Buhari’nin 286 belirttiği
gibi bazı arızalar ehliyeti etkilememekle beraber ilgili kişiler bakımından
bazı hükümlerde değişiklikler meydana getirdiklerinden
bu teori içinde yer almıştır 287. “
Allah, sizi analarınızın karnından hiç bir şey bilmez halde çıkarmıştır.”
288 mealindeki
âyette de ifade edildiği gibi cehl sonradan
oluşan bir özellik olmamakla birlikte insanın gerçek hüviyetini aşan
ve küçüklük hali gibi bazen bulunup bazen bulunmayan olumsuz
bir durum olduğu için ‘arıza’ olarak nitelendirilmiş ve kişinin kendi
çabası ile bilgi sahibi olup bu olumsuz özelliği giderme imkânına
sahip bulunması sebebiyle müktesep arızalar
arasında sayılmıştır289.
Cehâletin İnsan ve Toplum Üzerindeki Etkisi
Mâzeret, yapılması yahut sahip olunması gereken bir hususta
öyle yapmamayı veya olamamayı tecviz eden gerekçe(ler)dir. Biz
burada konumuz itibariyle İslâmî nasları bilmemekten doğan gerek
itikadî ve gerekse amelî yanlışlıkları ya da sapmaları doğuran
286] v.730/1330
287] Buhârî, Keşfu’l-Esrar, 3/1382-1383, 4/262-263, 330; ayrıca bkz. Pezdevî, Keşf
Pezdevi, 4/262-263
288] 16/Nahl, 78
289] İbn Melek, Şerh'ul-Menar, 972-973; Aktaş, Cehâlet, 94-99
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 164 -
nedenlerin geçerli olup olmadığını değerlendirmeye ve bunların
mâzeret teşkil edip etmeyeceğini ortaya koymaya çalışacağız.
Cehâleti Bilerek Tercih Etmek
Allah (c.c.), Kur’an’ı insan için göndermiştir. Onu imana, iyiye
ve doğruya çağırmış; her türlü kötülükten
sakındırmıştır. Ancak
insanı bu konuda zorlamamıştır. İnanç ve irâde hürriyeti içerisinde
insanlar,
inanç, söz ve fiil itibariyle farklı durumlar sergilemişlerdir.
İnsanlardan kimisi yapıp ettikleriyle iyi,kimisi de kötü nitelik kazanmıştır.
Allah, Kur’an’da insanları ırkları, renkleri, cinsiyetleri
ve fiziksel yapıları
itibariyle değil, inançları ve ahlâkî yönleriyle
değerlendirmiştir.
Akıl kelimesinin anlamlarından biri olarak bağlamayı
dikkate
alarak gerçeklerle bağlantı kurmak olarak niteleyebileceğimiz
akletme, insanoğlunun diğer yaratıklardan ayrıldığı mümeyyiz
vasfıdır. Doğru yola girmenin akletme ile sıkı bir ilişkisi vardır.
Burada önemli olan kulun akıllı olmasından çok bu aklı kullanıp
kullanmadığıdır. Çünkü Kur’an, aklım
kullanmayanları aklı bulunmayanlara
benzetir. Esasen akletmek ile iman etmek arasında sıkı
bir ilişki vardır.
Kur’an’da akl kelimesinin sadece fiil olarak yer alması, onun
dinamik bir uygulama alanına sahip olduğunu gösterir. Kur’an’da
“akl” fiili, insanlar tarafından yapılabilen, yapılması gereken ve
ihmal edilmesi kınanan bir zihin faaliyetine işaret ediyor. Aklın
fiil olarak geçtiği her yerde bu eylem daima olumlu karşılanmaktadır.
Buna göre akıl bir kabiliyettir.
Bir malzeme, bir veri değildir.
Akıl salt bir kabiliyet olunca onun, verisiz hiç bir muhakeme yapamayacağı
ve hiçbir sonuç üretemeyeceği gerçeği ortaya çıkar.
Tıpkı program yüklenmemiş bir bilgisayar
ya da işlerlik kazandırılmayan
‘okur-yazar’lık özelliği gibi.
Ancak Kur’an’ın bu buyruğuna rağmen, bugün, insanımız
Kur’an’da sadece fiil şeklinde geçen akıl kelimesini “ heva” kelimesinin
grameri içinde kullanmaktadır. Bu demektir ki insanlar
akletmenin yerine hevayı koymuşlardır. Ya da Kur’an’nı akletmeye
teşvik ettiği hemen her yerde kınamış olduğu taklidi.
Oysa bu kavramların her birinin alanı ve fonksiyonu
apayrıdır.
Bunlardan, akıl ile ilme sahip çıkmak
şarttır. Zira cehâletle, ne hak
ile rehberlik etmek ne de adaleti müesses hale getirmek mümkündür.
Fert olarak herkesin akletmesi ve buna göre davranmasının
yanında bir de ulus olarak (kavim) akletmek gerekir. Akledilecek
OKUMA VE YAZMA
- 165 -
ki hem ferdi ve hem de toplumsal irâde 290 ile doğrular tercih edilebilsin
ve bu yolda bir süreç izlensin.
İrade sahibi olmak, Allah’ın (c.c.) insanoğluna bahşettiği
üstün
bir özelliktir. Bu, şey veya şeyler arasından
baskı altında kalmadan
birini seçme yetisine sahip olmaktır. Belki de insanoğluna
emanetin veriliş
gerekçesi de budur. Onlar kendilerine verilen akıl
sayesinde ve kendilerini kuşatan fıtrî yapı, çevre ve şartların da
desteğiyle bilgi ve beceri itibariyle sıfır noktada yaratılmış olma
yani ‘hiçbir şey bilmez’ özelliklerini bertaraf edeceklerdir. Böylece
kendilerini hayata hazırlayacaklardır. Kendilerini bekleyen ancak
böylesi olanaklarla doğru bir şekilde keşfedemeyecekleri, künhüne
esaslıca vakıf olamayacakları akıbetlerinden yana ise ‘Kitap’ ile
muttali olacaklardır.
Nitekim bilgi eylemlerin anlamlı ve meşru kabul
edilebilmesinin ilk şartıdır.
Fakat Âdemoğlu kendisindeki bu özellikleri (akıl-irâde) kullanmaz
yahut birine ihale edip onların bu özellikleri kendi yerine
kullanmalarına terk ederse ya da bizzat kendisi, biraz da koşulların
etkisiyle bu özelliklerini farklı alanlarda kullanır ise bu durumda
böylesi birinin arzu edilen veya edilmesi gereken neticeye
ulaşması düşünülemez.
Buna göre, insan sırf İslâm toplumunda yahut İslâm’ın egemen
olduğu bir coğrafyada yaşadığı için diğer bir ifade ile kendi
şuur ve irâdesini kullanması neticesi olmaksızın böylesi bir ortamın
ferdi olmak hasebiyle ‘hükmen müslüman’ olmakla, yani
kendisinden
sadır olan fiilî bir iman olmadan Allah’ın vadettiği
mükafaatlara nail olması olanaksızdır.291
Esasen insanoğlu özgür irâde sahibi bir varlıktır. Muhatap olduğu
şeylere karşılık verme, irâdasini dilediği
şekilde tayin etme
olanağına sahiptir. Bu noktada
iki yönlü bir olgudan sözedilebilir.
Biri, kendine
rağmen ve belki onun adına ortaya konulan şeyler.
İkincisi de kişinin karşısında bulduğu ve tepki göstermesi istenen
şeylere müteveccih kendi irâdesini
devreye sokarak şöyle veya
böyle herhangi bir tercihte bulunması.
Kişi devraldığı yahut karşılaştığı şeylere karşı hür irâdesini
devreye sokmak durumundadır. Nitekim emanetin arz edilmesi
de ondaki bu istidadına binaendir. O bu kabiliyetini etkin kılarak
önündekine karşı bir tepkide bulunacak ve bu tavrına göre de bir
290] 2/Bakara, 113-119; 20/Tâhâ, 79; 37/Sâffât, 27-30; 39/Zümer, 39-41
291] İbn Teymiye, Feteva 26/30-32; Al-i Ferrac, 86 vd.; Mutahharî, Adl-i İlâhî,
350-351
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 166 -
sonuçla karşılaşacaktır. Diğer bir ifadeyle özgür irâde sahibi fertlerden
oluşan toplum, kendine ait teşekkül
eden irâdesini Allah’ın
(c.c.) kendisine tevdi ettiği
emanete karşı faal bir şekilde kullanma
olanağına
sahiptir. Muhatap olduğu bu hususa karşı tavrını ister
olumlu, isterse olumsuz bir şekilde ortaya koyacaktır.
Bu tavır, sözgelimi
Yunus’un (a.s.) kavmi gibi olumlu olursa292, bu zaten İlâhî
irâdenin de dilemiş olduğu
bir vaziyettir. Yok, eğer durum bunun
aksine cereyan etmişse, bu da artık öz irâdeleriyle seçmiş oldukları
bir yoldur, Bu durumda da artık, her yeni gelen peygamberin geldiği
kavmine nispet ettiği sıfat
gibi bir vasfa mahkûm oluverirler.
Artık Allah (c.c.) dilemiş ise helâk edilmekte veya bunlara, tayin
edilen
bir ecele binaen belirli güne kadar mühlet verilmektedir.
Bu bağlamda günümüz açısından Allah’ın kitap ve elçiler göndermiş
olması ve fertlerin/ toplumun da, hadiste kendisinden sorumluluğun
kaldırıldığı bildirilen kişilerden müteşekkil olmaması
hasebiyle, özelde son elçinin mesajı bağlamında bilmemekten
yana mazur sayılamazlar. Kaldı ki insanların kendisinden
yana
mesul tutulacağı ve ilelâhire tahrif edilmeden baki kalacağı bildirilen
bu anlaşılır kitabın geliş gerekçesi de insanlara bunu ilan
etmektir.293
Bu anlamda söz konusu ilan çerçevesinde şahit-şehadet kavramları
bağlamında insanları bilgilendirdiğini,
böyle iken insanların
herhangi bir özürleri söz konusu olmasın diye kitap ve bununla
beraber elçiler göndermiş olduğunu, bu elçilerin tebliğleri
hususunda insanlara karşı Allah’ın şahitleri ve bizim de Allah’ın
yanında, peygamberlerin dini tebliğ ettiklerine
dair şahitler olduğumuzu
bildirir. Nitekim Rasûlullah’ın Veda Haccında ‘haberiniz
olsun tebliğ ettim mi?’ diye buyurması herhalde buna işarettir.
Esasen fertlerin sorumluluklarının bilincinde ve tevhid esaslarını
bilerek iman etmesi, neleri kabul, neleri redderek iman ettiğinin
farkında olması gerekir.
Çünkü bilinmeyen bir şey tasdik edilemez.
Bilinecek
ki inanılan bu kitabın temel prensiplerine aykırı
hususlar yine bu kitaptandır, zannıyla tasdik edilmesin.
Analarından birşey bilmez olarak doğan çocuklar,
doğup büyüdükleri
çevre ve toplumun eğilimlerine
göre atalarının kendilerine
tâlim ettiği çerçevede
bir bilgilenme yoluna girmektedirler.
Bu noktada çocuk, öğretilenlere karşı sadece alıcı pozisyonundadır.
Ancak atalarından ve toplumdan - çevreden edinilerek
292] 10/Yûnus, 98; 37/Sâffât, 148
293] 7/A'râf, 172; 67/Mülk, 10; 43/Zuhruf, 44; 5/Mâide, 19; 28/Kasas, 46; 32/Secde,
2-3
OKUMA VE YAZMA
- 167 -
inanılan bu bilgilerin her zaman için doğru
ve yanlıştan arı olduğu
söylenemez. Kaldı ki bu safhada, henüz, bir benimsemeden de
bahsedilemez. Mamafih yine de hayatını idame için doğru veya
yanlış algıladığı bu dökümanı almak durumundadır.
Çünkü hiç bir
inanmış fert yaratıldığı gibi kalkış
olamaz. Zira iman yaratılışın
üzerine kişinin bilinçli
kazanımı, kendi elinin emeği, alın teriyle
ulaştığı asgari bilgi ve bilinç düzeyidir. İşte fert ancak sağlıklı bir
süreç içersinde ulaştığı bu düzey ile sapıklıktan
kurtularak hidâyet
üzere ve ona tâbi olanlardan
olmaktadır.
Başka bir açıdan insanın, sosyal bir varlık olarak hayatını devam
ettirebilmesi için doğuştan getirdiği zarurî bir bilgiye sahip
olmaması hasebiyle kesbî bir bilgi sahibi olmak zorunluluğu vardır.
Esasen insanî bilgi ile hayvanı bilgi arasındaki temel fark ve
onun ahlâkî bir varlık olmasının da esası bu kesbî özelliğidir.
294
Bu anlamda Rabbimiz, biz insanoğlunu bir tabiat kanunu olarak
sıfır bilgi düzeyinde yaratmış ve ancak
bizden bunu bu düzeyden
takatimiz nisbetinde ötelere taşımamızı istemiştir. Aynı
zamanda bizi, bizleri kuşatan özellik ve şartlar itibariyle böylesi
bir süreci yaşamaya da ehil kılmıştır. Esasen sözgelimi İsa (a.s.) gibi
295 mûcizevî bir şekilde birtakım farklı özelliklerle dünyaya gelen
insanların bu durumları ile, normal yapı içerisindeki bir insanın
sahip olduğu özelliklerle doğmayan ve - veya imkânlara sahip
olamadan hayat sürmekte olan bir insanmki aynıdır. Çünkü birinci
durum bilinen tabiat kanunlarına muhalif olduğundan mucize
sayılırken ikinci durum da aynı şekilde bir hikmete binaen ya
özelliklerden mahrumiyet şeklinde ya da sahip olunan olanaklar
bağlamında semavî bir araz olarak değerlendirilmektedir.
Dolayısıyla
normal özellik ve imkânlar içersinde bir hayat seyreden
fertlerin- toplumların bilgilenerek hayata hazırlanmak şeklindeki
gerekli süreci yaşamamaları kendileri için mükteseb bir araz olarak
mâzeret olamamaktadır.296 Buna göre deli veya bütün olanaklardan
mahrum olarak dağ başında yaşayan
bir fert için mâzeret
kabul edilen cehâletin, bu durumda olmadığı halde cehâleti bilerek
seçen kimseler
için mâzeret kabul edilmesi söz konusu bile
olamamaktadır Nitekim ulema da cehâletin mazeretlik boyutunu
hep özel istisnai
durumları dikkate alarak ifade etmektedir.297
Özetle istisnaî durumlar kendi özelinde
ve genel durumlar ise
294] Bilgi Özcan, 79- 89, 96, 127, 133, 164; Özgültekin, 83-84
295] 3/Âl-i İmrân, 46
296] Bkz. Nesefi, Keşf'ul-Esrar, 2/477; Faruk Aktaş, Kitaba Varis Olanlar II, 53
297] Örnek olarak bkz. er-Remeli, Nihâyet’ul-Muhtac, -bab'u hükm'i tarik'issalat-
2/418, -Kitab'ur-ridde- 7/395; ayrıca bkz. Mihne, 11-12,298
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 168 -
yine kendi bağlamında değerlendirilmek durumundadır. Kaldı ki
istisnaî-özel durumlar genel geçer bir kısım kuralların varlığını
işaret
ediyor olsa gerektir.
Bu nedenle sosyal hayatın uç noktalarından alınan
istisnaî örnekler,
hele dini öğrenme sürecini yaşayan
ve pratiği de buna bağlı
olarak gelişen ayrıca evveliyatı malum ve o esnadaki konumu
belli olan sahabenin hayatından gösterilen eksantrik fenomenlerden
hareketle kural belirlemek 298 çok da isâbetli olmasa gerektir.
Değilse aynı yayınevinin yayımladığı
diğer bir kitapta cehâletin
mâzeret olmadığı yönündeki ifadeler 299 ile kişiler kendileriyle çelişkiye
düşmüş olacaktır.
Sözgelimi Ömer (r), Aişe (rh) ve İbn Abbas’ın (r) âyetlerde geçen
“eben”, “haraç”, “fatıres-semavat” “ğîslin”, “hannan”, “evvah”
ile “fadih”in ne anlama geldiğini
bilmemesi300, onların tevhidi
de bilmediğine, dinin
mantalitesinden haberdar olmadıklarına
mı alamet sayılmalıdır. Yahut bunların hepsinin hadiste bahsi
geçen cariye 301 misali olduğunun alameti midir. Ya da Peygamberin,
onların dinin özünü anlayıp anlamadığına
aldırış etmeden
İslâm’ını kabul ettiğini mi ortaya koyar.
Oysa Ashab hâlis Arap idi. Onlar üstün üslupların
zevkine varıyor
ve Rasûlullah’a (s.a.s.) gelen âyetleri anlıyorlardı. Nitekim
Kur’an da mesajını, günlük hayatlarında kullandıkları ‘dil’e ve
bu dildeki kavramlara
yükleyerek veriyordu. Kur’an’dan herhangi
bir şeyin mânâsını anlamada güçlük çektiklerinde onu hemen
Rasûlullah’tan soruyorlardı. Esasen Kur’an, hüda ve kılavuz kitap
olarak anlaşılsın için inmişti.
Soruyorlardı çünkü hayat düsturlarını ondan alıyorlardı.
Bilmediklerinde
ondan öğrenme yoluna gidiyorlardı.
Onların yanlış
anladığı fark edildiğinde ise O veya O’nun terbiyesinden geçmiş
şahsiyetler
düzeltme yoluna gidiyorlardı. Mesela fecirden ak iplik
kara iplikten seçilinceye kadar âyeti inince Adiy b. Hatem’in yaptığı,
buna bir örnektir. O, biri beyaz diğeri siyah iki ipliği yastığının
altına koyar şafak vakti çıkarıp bakardı. Bunlar birbirinden ayırd
edilecek olduysa vaktin girdiğine hükmederdi. Rasûlullah (s.a.s.)
bunu duyunca onun bilmezliğine kinaye olarak ‘yastığın pek de
enlidir.’ deyip durumu düzeltme
yoluna gitmişti. Bunun gibi Ebû
298] Bkz. Ahmed Ferid, Cehâlet Özürdür, 36, 39-40, 81 vd.; Hakkı Aydın, Hukuku
Bilmeme (I 251-254; agm., Hukuku Bilmeme (II, 45, 50, 57, 58, 61
299] el-Kaysi, Mealim 31, "Kuşkusuz toplumun sahih akideyi batıl akidelerle karıştırmasının
esas sebebi cehâlettir. Bu ise özür değildir." 35, 58, 96
300] İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, 155; Zemahşeri, Keşşaf, 3/595
301] Canan, Kütüb-i Sitte, 2/232-233
OKUMA VE YAZMA
- 169 -
Hureyre’nin necaset kelimesini yanlış anlamasını düzeltmiştir.
Keza “kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın”âyetinden
istinbad sadedinde savaştan kaçan mücahidlere Ebû Eyyub el-
Ensari, bu tarz anlamanın yanlış olduğunu, âyetin esasen şöyle
şöyle anlaşılması gerektiğini
ifade etmiştir.302
Buna göre, bilinebilecek durumda olan dinî esasları
bilmemek
veya bilebilecek kabiliyette olan bir kimsenin bilgisizliği ya da akıl
ve idrâk sahibi bir kimsenin dinî esasları bilmemesi diye tarif edilen
cehâlet, faraza mâzeret olsa idi o zaman bu insanların,
kendilerinden
kaynaklanan sebeplerden neşet etmiş bu cehâletten dolayı
bilinen duruma geldikleri için mazur görülmeleri gerekecekti.
Değil mi ki malum
durum cehâletlerinden kaynaklanmıştır.
Şu halde insanlar yanlışa doğru diye inanmışlar ise bunun
kendilerini bağlayıcı olması gerektir. Değilse
kimse -bir hinlik söz
konusu değilse- yanlışa, yanlış olduğunu bilerek, farkında olarak
doğru diye inanmaz. Aksine inanılan her yanlışa doğru olduğu
zannıyla iman edilmiş, teslim olunmuştur. Bu nedenledir ki yanlış
olana doğru diye sarılmış hiç kimse
sırf bu sebeple cerh edilemez.
Çünkü o bunu, doğru olduğunu sanarak samimiyetle kabul etmiştir.
Nitekim birilerinin yanlış olduğuna inanılan kabulleri,
onların
bu hususları kasten benimsedikleri veya iddialarında ciddi olmadıkları
gibi izahlarla değil, aksine bunları, doğru olduğu kanaatiyle
kabul ettikleri
esas alınarak gerektiği şekilde bertaraf edilmeye
çalışılmaktadır. Ancak bunun, onların dürüstlüklerine
bir halel
getirdiği de düşünülmemektedir. Sözgelimi
geçmişte muhaddisler,
‘yanlışa’ doğru diye itikat ettikleri için bidatçı olarak nitelenen
kimselerden,
hadis almakta mahzur görmemişlerdir.303 Çünkü
bunlar da sonuçta yanlışı yanlış olduğunu bile bile kabul eden
kimseler değildirler. Esasen ahlâkî yönden
dürüst olduktan sonra
kimse iddiaları cihetiyle olduğundan farklı şekilde itham edilmediği
gibi bu dürüstlük de, vaki iddiaların, şâyet gerçekten yanlış
ise doğruluğunu gerektirmemiştir. Buna göre birileri cehâleti sebebiyle
yanlışa doğru diye inanmış yahut bu yanlışı aynı sebeple
işlemekte ise bunların bu tutumlarından
sorumlu olacakları açıktır.
Çünkü zaten sapmaların tezahürü de bu şekildedir.
Esasen burada konu, farkında olarak içine düşülen
ya da
tercih edilen vaziyet değildir. Ve zaten bu ikinci durum tartışma
konusu bile olmamıştır. Oysa bilindiği gibi dinin usul- temel ve
302] Bkz. İbn Kesir, Tefsir, 3/768
303] Bkz. Tecrid-i Sarih, 1/327-332 -Mukaddime-; krş. Sakallı, T., Hadis, 131
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 170 -
furu- ayrıntı diye birtakım prensipleri vardır.304 Ve bunlardan temel
prensiplere -özellikle günümüzde- yabancı kalmak söz konusu
değildir. Çünkü iradî bir tercihten ibaret olan Din’e örfen değil,
ancak bu usulü kabul ile dahil
olunabilir.
“Bugün bütün dünyada, gerek imanı ve küfrü tanımakda, gerekse
ibâdetleri doğru yapmakda, câhillik
özür değildir. Dinini
bilmediği için aldanan cehennemden
kurtulamayacaktır. Allah-u
Teala bugün dinini dünyanın her tarafına duyurmuş, imanı, helâli,
haramı farzları öğrenmek pek kolaylaşmıştır. Bunları, lüzumu
kadar öğrenmek farzdır” 305
“Velhâsıl akıllı olana özür ve bahane yoktur. Eğer câhil, İslâm
dinini işitmeyip nazar ile sahih marifet elde ederse, hakikaten
mü’min olup, cennetlik olur. Eğer imandan ve küfürden birini
elde etmezse, mazur
olup, hükmen mü’min kılınıp cennet ehli
olur. Küfür itikad ederse mazur olmaz. Kâfir olur, cehennem
ehli
olur. Zira ehliyetnamesi olduğu açıktır.”306
“Bir kimse cehâleti sebebiyle küfür olduğunu bilmeyerek
kendi
arzusuyla kelime-i küfrü söylese o kimse daire-i İslâm’dan çıkar
ve küfrün bataklığına dahil olur. Buhara ve Semerkand imamları
ittifak ettiler
ki câhil tav’an (isteyerek) kelime-i küfrü söylese kâfir
olur. Zira cehil mâzeret sayılmaz. Fetva da bu kavil üzeredir.”307
“Artık bugün hiçbir millet din hususundaki cehâletinden dolayı
mazur sayılamaz... Binaen aleyh Allahu Teala kendi fazl ve keremi
ile insanlara peygamberler
göndermiş ve bu veçhile insanlar
hakkında
‘Hüccet-i ilâhiye’ tamam olmuş artık kimsenin ‘ne yapayım,
Allah’ı bilemedim Allah’a dair bilgi edinemedim’
demeğe
mecali kalmamıştır.” 308
“Mükellef (sorumlu olabilecek durumdaki kişi) Allah’tan başkasına
ibâdetinde yahut Allah’tan başkasına
kurban, O’ndan
başkasına adak vesair Allah’a mahsus olan ibâdetlerden biriyle
Allah’tan başkasına
yaklaşmak kastıyla yaptığı şeylerden dolayı,
Müslim’in Ebû Hüreyre’den onun da Rasûlullah’tan (s.a.s.)
rivâyet ettiği hadise binaen mazur görülemez. Ancak İslâmî olmayan
bir ülkede olup kendisine davet ulaşmamışsa bu durumda
bizzat cehâletten dolayı değil kendisine mesaj ulaşmamış olması
304] Bkz. Al-i Ferrac, 259 vd.; krş. Ferid, 57
305] Hüseyin Hilmi Işık, Seadet-i Ebediyye, 51, 362, 474; aynı ifadeler için bkz.
Kadızade, Amentü Şerhi, 47-48; krş. Ferid, 24, 27-28, 41, 43, 88
306] Kadızade, 22
307] M. Zahid Kotku, Ehli Sünnet, 251; Emali şerhi 46. madde
308] Ö. Nasuhi Bilmen, İlmihal, 1, 9
OKUMA VE YAZMA
- 171 -
nedeniyle
mazur görülür... Nebi (s.a.s.) kendisinin mesajını
duymuş
olanla İslâm ülkesinde yaşayıp da Rasûlü işitmiş olan hiçbir
kimseyi mazur görmemiştir. Dolayısıyla
kimse cehâletinden dolayı
imanın temel ilkelerinden
yana câhil diye mazur görülemez.”309
“Biz kırsal kesim Arablarından birçoğunun ebeveyni,
akrabası,
kabirler yanında kurban kesmek, kabir ehliyle tevessül etmeyi
onlara adak adamayı, kederlerin giderilmesi ve hastaların şifa
bulması hususunda
kabir ehlini, ölüleri vasıta aracı kılarak yardım
dilemeyi âdet edinmiş ve bu hal üzere ölmüştür.
Ancak onlara tevhidin,
La ilâhe illallah’ın mânâsını anlatacak kimse de ulaşmamış
ve adağın, duanın
ibâdet olduğunu bunların sadece Allah için yapılabileceğini
öğretecek kimse gelmemiş. İşte bu durumdaki
kişilerin
cenazelerinde yürümek, cenaze törenlerine katılmak, üzerine
salât okumak, onlar için dua ve istiğfar etmek, haclarını kaza
etmek ve onlar için sadaka vermek doğru mudur?
Cevap: Yukarda vasfedilen haliyle ölen kişinin cenazesine katılmak,
üzerine salât okumak, onun için dua ve istiğfar etmek,
haccını kaza etmek ve adına
sadaka vermek câiz değildir. Çünkü
zikredilen ameller şirk amelleridir... Ayrıca haklarında söz konusu
edilen, işledikleri amelleri kendilerine anlatacak
kimsenin gelmediği
noktasında ise hiç mazur değildirler. Çünkü anlatılan konularda
Kur’an âyetleri
gâyet açıktır. Öte taraftan aralarında ilim ehli
de mevcuttur. Bu haliyle içinde oldukları şirk haline dair sorma
öğrenme- araştırma imkânları da var iken buna rağmen onlar
bundan yüz çevirmiş, içinde oldukları hale râzı olmuşlardır.”310
İnsan, eğitimin meydana getirdiğinden başka bir şey değildir.
Zira insan, kabiliyetlerini kendi kendine
geliştirme yeteneğine sahip
değildir. Kabiliyetlerini
geliştirmek için mutlak sûrette eğitime
muhtaçtır.
İnsanları, önceden saptanmış kurallar çerçevesinde
toplum yaşayışında yerlerini almak üzere belli amaçlara göre yetiştirme
sürecinden 311geçirirken kendisinin felahına yardımcı olacak
türden ne kadar çok bilgi verilmişse yahut bu kişi toplumsal
çevresinde bu yöne müteveccih motivasyonlar almışsa kendisine
mal edeceği-ettirileceği mantık o denli Allah’ın (c.c.) olmasını istediği
mantığa uygun düşecektir. Çünkü
fert birtakım fıtrî özelliklere
sahip olarak doğmakla
beraber genelde yaşadığı çevrenin
309] Abdulaziz b. Abdullah b. Baz, İlmi Araştırmalar Fetva, Davet ve İrşad Dairesi
Genel Başkanı, Fetva Tarihi, H. 22.12.1405, sayı: 9257, bkz. Gâmidî, 458-
459
310] Fetva Tarihi, 18/3 H. 1401, sayı: 3547, bkz. Gamidi, 362, 456, 457
311] İlhan Yıldız, Yaygın Eğitim, 301, 308; Mehmet Kocatepe, Eğitim,
15-17
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 172 -
ürünüdür. Elbette çevre duvarını yıkan örnekler olmuştur 312 ve
olmaya da devam edecektir. Ancak toplumsal anlamda
bu çevre,
ferdi ne yöne kanalize ederse o da genel anlamda tayin edilen bu
yöne kanalize olacaktır.
Sözgelimi Ömer’in (r.a.) sınamak niyetiyle
kendisinden
koyun satın almak istediği çocuğun takındığı sağlıklı
tavır ve verdiği cevap, Kur’an’ı okumamış olsa bile onun öğretilerinin
etkilediği atmosferde yaşıyor
olmasından neşet etmiştir.313
Esasen sünnetullah insanın müspet veya menfi geliştirdiği
tavrı baz alarak gerçekleşmektedir. Bu anlamda değişmeyi belirleyen
sebeplerin faili hür irâde sahibi fertlerden oluşan toplumdur.
Nitekim Kur’an, değişim-helâk çerçevesinde toplumları yok eden
sebepleri hatırlatmaya ve onlardan ibret alarak kendilerini kontrol
etmelerini sağlamaya yönelik ortak
anlamlar taşıyan muhtelif
kavramlar kullanır.
Dinin insanın tutum ve davranışlarını, insanlar-arası ilişkileri
ve toplumsal hayatı belirleyen temel bir kurum olması ve de topluma
bir zihniyet ve değerler
sistemi ile bilinç düzeyi kazandıran
bir kurum olması hasebiyle bunun (dinin) neşet ettiği inancın da
topluma yansıması gereği söz konusudur. Sosyal tezahürü olmayan
saf bir din olayından bahsetmek, hele İslâm özelinde olası olmadığına
göre, bir dine mensup olan fert, dinin dünya hakkındaki
değerler manzumesini kabul etmek ve davranışlarını buna göre
ayarlayarak kendisine sağladığı formu pratize etmek durumundadır
314 şeklindeki iddiası, hem çeliştiği
genel geçer Kur’an mantığına
315 binâen ve hem de Esed’in ifadesiyle ‘b’as ve ahireti inkâr
günahı sâlih amellerine ağır basacak ve Allah’ın, kâfirin amelini
kabul etmeyecek’ 316 olması sebebiyle kabul edilemez).
İslâmda inanç temellerini incelemek ve bilmek her ferdin temel
vazifesidir. Bu, toplumu oluşturan bütün fertlerin müçtehid
olması ya da bu seviyeye çıkması ve nihâyet bunu gerçekleştirmiş
olması gerektiği
anlamında değildir elbette. Ancak herkesin delil
ve burhan olmaksızın bir şeyi kabul etmemesi gerektiği de açıktır.
312] Bunun bir örneği Ebû Zerr'dir. Bkz. Tecrid, 9/239-243
313] Seyyid Abdullatif, Zihni İnşa, 18; krş. M. Ebû Zehra, İmam, 15, 127
314] Bkz. Murat Sülün, İman-Amel, 186, 276, 301, 332, 358, 425, ancak Sülün'ün
belirttiği, iman etmemiş kişinin amelinin kendisine fayda vereceği (188,
401, 406; ayrıca bkz. Mutahhari, Adl-i İlâhî, 372-379, 423-425
315] bkz. 2/Bakara, 62; 3/Âl-i İmran, 22; 4/Nisâ. 150-151; 5/Mâide, 5; 6/En'âm,
88; 9/Tevbe, 17, 54; 11/Hûd, 16; 14/İbrâhim, 18; 16/Nahl, 97; 17/İsrâ, 19; 21/
Enbiyâ, 94; 24/Nûr, 55; 27/Neml, 4-5, 89; 32/Secde, 18-19; 42/Şûrâ, 22; 47/
Muhammed, 1, 32; 90/Beled, 19
316] 7/A'râf, 31; 11/Hûd, 27; 18/Kehf, 104; 21/Enbiyâ, 101; 34/Sebe’, 65; 36/Yâsin,
11; 47/Muhammed, 3., 9. notlar
OKUMA VE YAZMA
- 173 -
İslâm, baba ve atalarının inançlarına
körükörüne bağlılığı yererek,
kulak, göz ve kalbin sorumluluğundan yana uyarıda bulunmaktadır.
Başka bir ifade ile fertler, Allah’ın (c.c.) doğru yolun bulunması
tavsiyesine karşılık daha önce bilmedikleri
şu anki sahip oldukları
envai türlü bilgileri edinmişlerse bunun sorumluluğunun
kendilerine ait olduğunu bilmek durumundadırlar. Çünkü bu durumda
irâdelerini İslâmî ilkeleri öğrenmeye yönelik
harcamadıklarından
dolayı bu noktada söz konusu
ilkelere câhil kalmaktadırlar.
Oysa mükellef, muhatap olduğu duruma dair bilgiyi, peşine
düşmek-sormak sûretiyle öğrenmek zorundadır. Sorarak
öğrenme
imkânına sahip olduğu halde bunu yapmamışsa bunun sorumluluğu
kendisine aittir.317 İşte cehâleti bilerek tercih etmiş olmak,
bu demeye gelse gerektir318. Öyle ya mükellef, kendi gayreti,
yönelmesi olmadıkça Allah’ın, bil-biliniz 319 tarzında ifade
edilen
buyruklarındaki hususları ve hatta diğer bütün direktiflerini, nasıl
bile bilecektir? Oysa bilindiği
gibi Mekke insanı da bilgisizce
“biğayri ilm” 320 evlâtlarını öldürmekte ve çeşitli haramlar ihdas
etmiş durumda idi. Keza kendilerini biğayri ilm saptıran önderler
vardı.321 Ancak bu bilgisizlikleri ve de bilgisizlerin kendilerini saptırıyor
oluşu onlara bir yarar sağlamamış ve bununla “muhtedîn”
322 olamamışlardı. Böyle iken onlar da kendilerini doğru yol üzere
zannetmekte ve bu nedenle doğru yol arayışı içerisinde olmamışlardı.
Esasen ‘teklif-i mâ lâ yutak’ olamaz, ancak kişilerin müsait oldukları
zamanlarında farklı şeylere harcamış
oldukları vakit, güç
ve enerjilerinin tükenmiş olması nedeniyle sunulan teklife takat
edemeyişleri farklı olmaktadır.323 Çünkü Allah’ın gönderdiği kitabına,
verdiği akıl ile zamanında çalışmamış, bunun yerine farklı
şeylerin bilgisiyle donanan ve de emeğini
o uğurda harcayan insanın
sorumluluğu ayrıdır.
İşte bu tür insanlar, kıyamet sahnesinde
şâyet, biz akledip işitir olsaydık, buranın sakini olmazdık324, kalkanına
sığınmış ve cehâleti bilerek tercih etmiş insanlardır.
Buna göre cehâletin/bilgisizliğin mâzeret oluşu, hakkında
317] Bkz. Ebû Hanife, 72; Elmalılı, 3/489; Mustafa Sabri, İlâhî Adalet, 124-125
318] Krş. 50/Kaf, 37; Elmalılı, 2/245; Aydın, Hukuku Bilmeme (II, 49 vd.
319] 2/Bakara, 196, 223, 235; 5/Mâide, 92, 98; 8/Enfâl, 28; 28/Kasas, 50; 47/Muhammed,
19; 57/Hadîd, 20
320] 6/En'âm, 140 ve 148; 7/A'râf, 28, 30, 131; 21/Enbiyâ, 24, 39; 27/Neml, 61; 28/
Kasas, 57; 30/Rûm, 56 vd.; 31/Lokman, 20
321] Bkz. 6/En'âm, 144; 16/Nahl, 24, 25; 31/Lokman, 6
322] 6/En'âm, 140; 18/Kehf, 5
323] Krş. Bebek, 66; Elmalılı, 2/240-241; Said, Bilgi, 33
324] 67/Mülk, 10; krş. 43/Zuhruf, 78-80
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 174 -
bilginin bulunmadığı konularda olması ön şartıyladır. Oysa Allah’ın
dini ve O’nun istekleri hususunda
böyle bir durum söz konusu
değildir. Çünkü
O’nun kitabı, kendi metoduyla insanoğluna durmadan
seslenmekte, hayra çağırmakta ve anlaşılmayı
beklemektedir.
“Yani zulümle suçlanamayız. Çünkü onlar uyarıcıların
uyanlarına
kulak asmadılar. Ve helâk oldular.
Onları uyarmak ve helâk
olmadan önce kendilerini
doğruya çağırmak yolunda hiç bir çaba
sarfedilmemiş olsaydı, o zaman helâk edilmeleri zulüm olurdu.” 325
Hak Dini Kur’an Dili adlı tefsirinde Elmalılı (V. 1942) ise şöyle
diyor: “Bu bilgisizlikleri onlar için aslında
müşriklikte ısrar etme
açısından bir mâzeret olmamakla beraber, okuyup yazmaları mektep
ve medreseleri olmayan, okuma yazma bilmeyen bir kavim
olduklarından dolayı arap müşriklerinin çoğunluğuna
nazaran
bu habersiz oluşlarında bir mâzeret olma şüphesi bulunabilirdi...
Onun inişi işitildikten
sonra onu öğrenme ve öğretme ile meşgul
olmayıp hükümlerinden habersiz kalmanın bir mâzeret teşkil etmeyeceğini
kesin olarak anlatmak gibi bir hikmeti de ihtivâ etmektedir.”
326 Esasen Kur’an, toplumda oluşan olumsuzluklara
karşı tarafsız kalınmasına bile itiraz etmektedir327. Çünkü anlaşılıyor
ki, toplum hayatında yapılması mutlaka gerekli olan sosyal
görevler yapılmadığı zaman, fatura sadece kötülüklerin sahiplerine
değil, orada yaşayanların tamamına kesilmektedir. Bunun da
ötesinde Kur’an, yeryüzünün herhangi bir parçasında
meydana
gelen olayı da tüm yeryüzünün olayı
olarak görmekte ve daima “,
arz” kelimesini kullanmaktadır. Bu nedenle cehâleti bilerek tercih
etmiş yani sorumluluğu bile bile üstlenmiş olmamak için Kur’an’ın
özellikle üzerinde durduğu ataları taklit
hususu, onlardan tevarüs
edilen değerlerin sorgulanması
noktasında aklını kullanmayanların
konumunda
olmamak hususunda dikkatli olunması gerektiği
ve Kur’an’ın bunu ısrarla vurguladığı bilinmelidir.
328
Kur’an kıssaları mahiyetleriyle beraber, kullar bunlardan ibret
alıp kendi durumlarını bu zaviyeden
gözden geçirsinler emrini de
havidir. Bu anlamda
Kur’an kıssaları da bir mânâda ahkâm âyetlerinin
işlevini görmektedir. Bu nedenle insanın, kıyamet
sahnesi
şeklinde cereyan eden tasvirleri de dikkate alarak Kur’an’m mesajına
kulak vermesi gerekir.
329
325] Mevdudi, Tefhim, 4/61, 181, 472; krş. Muhammed Kutub, Akide, 238 vd.
326] Elmalılı, 3/489, 6/En’âm, 156
327] 7/A'râf, 164, 165; 8/Enfâl, 33; İbn Teymiye, Siyaset, 103-104
328] 46/Ahkaf, 5; 10/Yûnus, 35-36, 66
329] Der Râh-ı Hak, 176; Mevdudi, Firavun, 86-87
OKUMA VE YAZMA
- 175 -
Bilindiği gibi İslâm-teslim olmak, irâdeye bağlı bilinçli bir eylemdir.
Kur’an’m bütün mesajı insanın iradî eylemleriyle oluşturacağı
yaşamını düzgün bir çizgide tutmaya yöneliktir. Bu nedenle
insanlar hem bireysel hem de toplumsal yönden sorguya çekileceklerdir.
Bu sorgulamanın bireysel olan yönü uhrevi, toplumsal
yönüyse dünyevi olmaktadır. Kur’an’-ın ifadeleri, bireyleri içgüdüleriyle
değil, sahip oldukları
hür irâdeleriyle yaptıklarından sorumlu
varlıklar
halinde kabul etmektedir. İşte yolunu seçme hakkıyla
doğan birey, uyumlu ya da uyumsuz rollerden
birini tercih
ederken her halükârda rolünden yana davranışlar sergilemeye çalışmak
durumundadır.
Özetle iki boyutlu insanın hangisini tercihi,
kendi
hür irâdesinde somutlaşmaktadır.330
“İslâm insanı mütemadiyen, öğrenme ve öğretmeye
teşvik eder.
Böyle olmasına rağmen, bir müslümanın öğrenmemesi mâzeret
sayılır mı? Hayır hiç bir zaman ‘cehâleti’ sebebiyle iyiliği kötülükte,
itaati isyanda arayan bir kimse mazur değildir. Ancak yeni
müslüman
olmuş, henüz öğerenecek zamanı bulamamışsa, o, mazurdur.
Bundan başkası mazur olamaz. Nitekim Allahu Teala, bilmiyorsanız
zikir ehline
sorunuz buyurmuşlardır.” 331
“Ahkâm-ı şer’iyeye cehil, dâr-ı İslâm’da özür olmadığından
bir kimse ma’siyetin, ma’siyet olduğunu
bilmeyerek işlemesinden
azabından halas olması lazım gelmeyeceğine bu âyet delalet
eder. Çünkü; Fahr-i Razi’nin beyanı veçhiyle bir kimse ma’siyetin,
ma’siyet olduğunu bilmese velakin öğrenmeye muktedir
oldukça
o ma’siyetin ikabından kurtulamaz. Mesela Yahudi, yehudiyetin
küfür olduğunu bilmeyerek
Yehudiyette devam ettiğinde onun
hakkında cehil özür olmaz. Zira; din-i İslâmın zuhuruyla edyân-ı
sâirenin butlanını tahkik etse öğrenebileceğinden
tahkik etmediğinden
dolayı mazur olmaz.” 332Bunun gibi İslâm kültürünün egemen
olmadığı diğer bir ifade ile Hıristiyan ve Yahudilerin ya da
İslâm’dan habersiz insanların yaşadığı bölgelerde oryantalistlerin
tahrif ederek 333 tanıttığı ve dolayısıyla özünden farklı ve yanlış
330] 6/En'âm, 49; 35/Fâtır, 42; Said, Yasalar, 54, 61-62, 75; agm., Bilgi,
76-77
331] Altıntaş, Câhiliyye, 57-58,63; ayrıca bkz. Enbiya: 21/7; Gazali, Kimya-yı Saadet
I-II, 101-102; Razî, 4/192, 204-206, 11/40, 103-104, 145, 18/299, 348,
23/12; el-Hemmam, el-Feteva el-Hindiyye, 2/276-277; Kutub, Fi Zilal,
2/247-250, 327,343-345, 397-398, 464, 3/226-227, 377-380, 5/142, 457-458,
464 vd., 6/204, 350-354, 507-512, 530-536, 7/90, 8/401-406, 460-462, 9/48,
58-60, 86-90, 12/534, 13/316; Rıza, el-Menar, A'raf: 7/172-173 tefsiri; Gamidi,
456 vd.; Bilmen, Tefsir, 2/117 vd.
332] Vehbi, 2/862
333] Sözgelimi müsteşriklerin hazırlamış olduğu ve türkçeye uzun bir süreçte
tercüme edilmiş olan, üstelik adına da islâm Ansiklopedisi dedikleri ciltlerce
kitap bunun bir örneğidir. Ayrıca bkz. Paret, 19, 53-71, 101-104, 134-
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 176 -
bir şekilde algılandığı İslâm’a karşı lakayt ve dahası düşman olan
insanlar mazur olmuyorsa 334 eğer bu durumda dosdoğru şekline
ulaşma imkânları olduğu halde bunu değerlendirmeyen
insanlar
mazur olabilir mi acaba?
Diğer bir açıdan, “fetret” ehlinden olsa bile insanlar yapıp ettiklerinden
dolayı müstehak oldukları
sıfatla nitelenirler. Bunun
gibi dünya ahkâmı itibariyle
durumlarına uygun muhatap oldukları
hukuk
ile sorumlu tutulurlar. Bu böyle iken fetrette bile
olsa
kişi bir adım ileri atarak kendi tercihi ve rızasıyla
tevhidi tebdil ve
tağyir etmişse, keza kendi irâdesiyle dinin şirk diyerek reddettiği
bir itikadı benimsemiş,
küfür-şirk dediği bir ameli işliyorsa onun
bundan sorumlu tutulacağı, mazur görülemeyeceği aşikârdır.335
Risâlet gelmeden yani fetret döneminde de eşya ve olayların
değer hükmü olarak “iyi-güzel=hüsn ve kötü-çirkin= kubh” olduğunu
akıl nimeti vasıtasıyla bilebilmek mümkün olduğu halde 336
Allah (c.c.) insanoğlunu sırf bununla muahaze etmeyip ilaveten
bir de uyarıcı ve müjdeleyici bir elçi göndermeyi
gerekli görmüştür.
Ancak bu dönemde bile insanlar
yaptıklarından dolayı ahiret
ahkâmı açısından
bir anlamda İslâm’ın ‘kanunilik ilkesi’nin bir gereği
olarak mazur olmakla beraber dünya ahkâmı açısından niteleme
itibariyle mazur sayılmamaktadırlar.
337 Başka bir ifade ile
Allah, biz hükmedici değil,
bunun yerine azap edici değiliz demiştir.
338 Nitekim
ilk şirkin Nuh (a.s.) kavminde başladığı bilinmektedir.
Ama aynı zamanda bu elçinin hitap ettiği o insanları
müşrik
diye nitelediği de malumdur. Bu nedenle
kişiler her ortamda yapıp
ettikleriyle alakalı İslâm’ın değer hükmüyle muhâtaptır.339 Öte
taraftan yine kişi, fetrette bile olsa kendi rıza ve tercihiyle İslâm’a
göre küfür ve şirk olan bir tasarrufta bulunmuş
ise bu tasarrufu
kendisini bağlayıcı olmakta ve fetret hali kendisi için bir özür teşkil
etmemektedir.
Bu bağlamda olmak üzere gelen elçi sorumlu oldukları
hususları
kendilerine beyan ettikten daha doğru bir ifade ile
135; Ekinci-Gilchrist, 53-55, 60,78-82, 94
334] Krş. Süleyman Dünya, İman-Küfür Sınırı, 186-188; Razi, 7/431-432
335] İbn Habib, el-Munammak, 174; Nesefi, Keşf'ul-Esrar, 2/456 vd.; krş. Tecrid,
Menakıb, n. 1435, 9/234 vd.; İbn Hişam, 1/116; ayrıca bkz. Nesefi, Tefsir,
2/125
336] İbn Teymiye, Feteva, 8/428 vd., 11/676 vd.; Ali-i Ferrac, 17 vd.; Mevdudi, Tefhim,
7/132-134
337] Krş. -Tevrat- Levililer 5/17; -İncil- Romalılara 2/13, 3/20, 5/13, 7/7
338] 17/İsrâ, 15; Ali Ferrac, 44, 53, 55, 280, 281; bu durum çoğu zaman birbirine
karıştırılmaktadır. Örnek olarak bkz. Ferid, 37-39, 75-79, 95, 98, 103
339] Krş. 9/Tevbe, 6; İbn Kayyım, Zad'ul-Mead, 4/226
OKUMA VE YAZMA
- 177 -
gündemlerine soktuktan itibaren 340 iman etmeyenler bu davranışlarından
ötürü sorumlu tutularak hesap vermek durumunda
bırakılmaktadırlar.
“Bir peygamberin davetini işitip küfür ve şirkte
ısrar edenler cehennemde azap olunacaktır. Bunda hiç bir niza
ve ihtilaf yoktur.” 341
Buna göre Son Peygamber’in gelişinden bu yana günümüzde
ve de gelecekte mesajın gündemde oluşu,
daha doğru bir ifade ile
tahrif edilmemiş olarak dileyenin rahatlıkla ulaşabilme olanağına
sahip olması
hasebiyle bir fetret döneminden bahsetmek olası
değildir.342 Çünkü her ne sebeple olursa olsun İslâm
düşüncesini
öğrenmek yerine başka şeylerin peşine
düşen insanların burada
cehâleti bilerek tercih ve öte şeylerin de bilerek âlimi olmaları realitesi
söz konusudur. Bu nedenle böylesi sebeplerden kaynaklanan
bilgisizliği, fetret olarak izah etmek imkânsızdır.
Nitekim fukaha
fetret deyince genelde İsa (a.s.) ile Rasulü Ekrem arasındaki zamanı
kastederler. Bu sürede
gelip geçenlere ehli fetret demişlerdir.343
Öte yandan fetret dönemlerinde yaşamış insanların
yaptıkları
ve inandıklarıyla hesaplarını Allah’a verecekleri, Allah’ın ise
onlara ne yapacağı hususunda
ahkâm kesmenin gereği olmadığı
açıktır. Ancak
şu bilinmektedir ki içinde yaşanılan bu dönem
fetret dönemi değildir. Aksine bir düşünce, İslâm’ın evrenselliğini
iptal mânâsına geleceği gibi artık elçi gelmeyecek ve Muhammed
son elçidir şeklindeki İslâm’ın temel hükümlerinden birini
geçersiz kılarak yeni bir peygamber beklemek gerektiği sonucunu
doğuracaktır. Şu halde bu dönemin fetret dönemi olmadığım
çünkü Kur’an’ın tahrif edilmediğini ve hükmünün iptal edilmediğini
bilmek lazım. İnsanlar onu kulak ardı etmiş, öğrenmeye
gayret göstermemiş
yahut gerek görmemişse bunun kendileri için
mâzeret sayılması doğru olmasa gerektir. Çünkü bu kitabın ölçülerini
ve temsilcisinin hayatının güzelliğini
esas alması gerekirken
bunun yerine başka şey-kişiler koyan birinin mazur olduğunu söylemek
olası
değildir.
Konuyla ilgili kaynaklarda peygamberin mesajının
ulaştığı
kimselerin cehâletinin mâzeret olup olmadığından
öte peygamber
mesajı ulaşmamış, bundan
haberdar olamamış kişilerin bile
mazur sayılıp sayılamayacağı tartışması yapılmaktadır344; Kuşku-
340] Krş. Buhârî, Keşfu’l-Esrar, 3/1466-1467
341] Tecrid, Cenaze, n. 665, 4/543
342] Krş. –İncil- Yuhanna 15/22
343] Tecrid, Cenaze, h. no: 665, 4/544; fetret için bkz. Aktaş, Cehâlet, 256-271
344] Bkz. Maturidi, Tevhid, 79 vd., 248 vd.; Hanifi Özcan, Çoğulculuk,
47, 57, 80,
88, 96
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 178 -
suz Allah’tan mesaj almayan-alamayan ya da kendisine mesajın
ulaşmadığı insanların, üzerinde bulundukları hale binaen sorumlu
tutulmaları ilâhî adalete uygun düşmeyecektir. Zira bilindiği gibi
Allah (c.c.) kendisi hakkındaki doğru bilgiye (tevhid), insanların
akıllarıyla yapacakları muhakeme sonucu ulaşmalarını şart koşmamış
yahut mükellefiyeti sırf buna yüklememiş; aksine aynı
zamanda
elçiler de göndermiş ve mesuliyeti bunların risaletlerinden
haberdar olup olmamaya bağlamıştır. Esasen risaletten habersiz
bir toplum bırakılmamıştır. Ancak süreç içerisinde tahrifatın yapıldığı
da bir realitedir. İşte bu tahrifatın
yapıldığı bölgelerde doğanyaşayan
ve bu tahrifata varis olan kimselerin çevrelerinde bulduklarından
ötürü sapıklıkta olmaları, -bu sapıklıklarının kendileri
için ‘doğru’ kabul edildiği
anlamında değil fakat sorumluluğun
şartları olan akıl ve risaletten ikincisinden sağlıklı bir şekilde haberdar
olamadıkları
için- kendilerini ahiret ahkâmı açısından sorumlu
kılmamaktadır.
Öte yandan nihaî referansı İlahî Hikmet’te
mündemiç, kötülük(ğ)ün varlığıda yadsınamaz.Nitekim araştırmacıların
çeşitli açılardan değerlendirdiği 345bu problemi kimileri
Tanrının yokluğuna gerekce saymıştır.346 Ancak kudret, adalet ve
merhamet sahibi Allahın kullarını bunun tasallutuna terk etmediği
de ayrı bir realitedir. Zira ‘kötülük’ denilenin, bunu gerektirecek
çapta olmadığı bir yana, Kadir Adil ve Rahim olan Allah’ın insanoğlunu
maruz kaldığı böylesi şeylere terk etmediği,aksine çeşitli
vasıtalarla temasını sürdürdüğü de mâlumdur. Kaldı ki kötülüğün
varlığı,terbiye,uyarı,disiplin,imtihan,ceza vs.açılardan kullar
için bir bakıma gereklidirde.Ancak yinede ferdin mesajla sağlıklı
buluşmasına engel teşkil ediyorsa bununda mesuliyete mani bir
durum oluşturacağı ve dolayısıyla ahiret ahkamı açısından cezaya
müstehak kılmayacağı anlaşılmaktadır. -Allah’u a’lem-). Bu durum
günümüz şartlarında ve özellikle bölge coğrafyası açısından değerlendirildiğinde
insanlara tebliğin ulaştığı, herkesin peygamberin
mesajından haberdar olduğu, cehâletlerinin bunu önemsemeyişlerinden
yahut edindikleri kanaat önderlerine tabi olmaktan
kaynaklandığı görülmektedir.347
Durum - Mekân Açısından Cehâlet
Cehâletin-bilmemenin iki ayrı ortamı vardır. Biri, İslâm’ın egemen
olduğu ülke olan Dâru’l-İslâm, diğeri İslâm’ın dışında bir
345] BKZ.Werner,13vd.
346] bkz. C. Sadık Yaran, Kötülük,10,36-37; Mutahhari, Adl-i İlâhî, 81
347] Mustafa Akman, Kur'an'da Câhil Câhiliye Cehâlet, Buruc Yayınları, s. 164-
189
OKUMA VE YAZMA
- 179 -
inancın- hayat tarzının egemen olduğu ülke olarak dâru’l-harbdir.348
Dâr, lugatlarda yerleşme mekânı olarak tavsif edilir.349 Bunların
birincisinde
söz konusu şeyin (bilmemek) mâzeret olmadığı
noktasında
konuyla ilgili hiçbir ihtilaf varid değildir. “Dâru’l-İslâmda
bilmemek mâzeret değildir.”.350 “Bize göre bilmemek özür değildir.
Akıl bilgiye götüren
bir vâsıtadır.”.351
Dâru’l-İslâmda bilgisizliğin özür sayılmadığı bir kaidedir. Çünkü
Dâru’l-İslâmdaki kişilerin bilgi sahibi oldukları farzedilmektedir.
Bu nedenle müslüman bilmesi gereken hususları bilmemekle
mazur sayılmaz.
Dolayısıyla şer’i hükümlere bilgisizlik - cehâlet
iddiasıyla kimse muhâlefette bulunamaz. Çünkü burada
cehâlet
özür sayılamaz.
Buna göre İslâm diyarında oturan herkesin farzları
da, yasakları
gösteren genel esasları da bilmesi gerekir. Onları bilmemek
özür sayılmaz. Ancak delili
kesin olmayan hususlar bunun dışındadır.
Aslında bu gibi delili kesin olan hususları bilmemek suçtur. Suç
ise başka bir suçu meşru kılmaz.
Fakihlerin cumhuru, İslâm ülkesi olmayan memleketlerde
İslâmî hükümler hakkındaki cehâletin şer’î teklifleri kaldıracak derecede
kuvvetli bir mâzeret olduğunu kabul etmiştir. Sözgelimi;
bir kimse Dâru’l-harbte müslüman olsa ve İslâm diyarına göçmese;
bu yüzden de namaz, oruç ve zekât gibi farzları
bilmediği için
yerine getirmese, öğrendiği zaman
onları kaza etmekle mükellef
olmaz. Bu son kaideye
İmam Züfer 352 muhalefet etmiştir. O, kişi,
İslâm’ı kabul etmekle bütün hükümlerini üzerine
almış demektir.
Öyleyse onları yerine getirmelidir. Bilmediği için vaktinde eda etmemekte
mazurdur.
Fakat öğrenince mükellef olduğu vecibeleri
kaza
etmesi gerekir espirisinden hareketle öğrenince onları kaza
etmesi vacip olur, demiştir.
İmam Züfer’in bu yaklaşımının aksine, fukahanın çoğunun
yaklaşımı şöyledir: Dâru’l-harb, şer’î hükümlerin
bilinmesine elverişli
değildir. Hükümlerin kaynakları orada meşhur olacak şekilde
herkese ulaşmamıştır. Oradaki bilgisizlik, delili bilmemektir. Delil
üzerinde cehâlet ise teklifi düşürür. Çünkü Dâru’l-harbde müslüman
olan kimseye hitap, teveccüh
etmez.353
348] Zeydan, Fıkıh, 145, agm., Fert ve Devlet, 23-24
349] İbn Manzur, 4/298; Elmalılı, 2/138 vd.
350] Damad, Mecme'ul-Enhür, 1/147 -Geçmiş namazların kazası bâbı-
351] Ziyauddin Gümüşhanevi, Ehli Sünnet, 55 ve 160
352] v.158/775
353] Bkz. Molla Hüsrev, 34S; Aydın, Hukuku Bilmeme I/271-272
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 180 -
Esasen Dâru’l-harbde müslümanlarm İslâmî hükümler
hakkında
bilgi sahibi oldukları farzedilemez. Çünkü Dâru’l-harb şer’i
hükümlerin öğrenildiği, bilinebileceği
yer değil, aksine onların
öğretümediği, bilinmediği
bir yerdir. Başka bir ifade ile Dâru’lharb,
İslâmî hükümlerin yayılıp tanındığı bir memleket değildir.
Ancak yine de “aslında İslâm diyarı olup sonra dâru’l-harbe
dönüşen memleketlerin halkı, bilmemelerinden
dolayı mazur
sayılamazlar.”.354
Dâru’l-harbte müslüman olup da emirleri yerine getirmeyen
kişi hakkında Ebû Hanife 355 ve İmameyn’in görüşü şöyledir: “Bu
husustaki dini hitap-delil o kimseye kavuşmadığından, bilgisizliği
özür sayılır. Çünkü bu durumda kendisi kusurlu değildir.
Bilgisizlik,
delilin kendisinin kapalı ve gizli kalmasından ileri gelmiştir...
Dâru’l-harb üzerinde tebliğ velâyeti kesik olduğundan, şer’i hitap
oradaki mükelleflere takdiren ulaşmış sayılmaz... Buna mukabil
Dâru’l-İslâmda bir kimsenin bu husustaki bilgisizliği
özür kabul
edilmez. Çünkü Dâru’l-İslâmda bulunmakla
onun hakkında hükmen
bu ilim sabittir. Bilgisizliği kendi şahsi kusuruna dayandığından
özür sayılamaz.”.356 Ancak mezhep imamları, darul-harpte
İslâm’a giren kimsenin, müslümarüara farz olan hükümleri, güvenilir
bir yolla öğrenmesi halinde, yapması gerekeni terkte ve terk
etmesi gerekenleri yapmada mazur sayılamayacağında müttefiktirler.
Buna göre “cehâlet, kitap ve sünnet nass’ı ile sabit olan hükümler
hakkında bir mâzeret teşkil etmez.” 357
Buradaki temel espiri şudur: Bir şeyi bilmekten öte, o şeye ulaşabilme
olanağının olup olmadığı daha
önemlidir. Bu nedenle söz
konusu mevzuda bilgisizliğin,
mükellefin kendi kusuru olup olmaması
çok önemlidir. Çünkü vücup için bilfiil bilgi değil de hükmü
bilme imkânının bulunması yeterlidir. Dâru’l-İslâmda bu imkân
var olmasına karşın Dâru’l-harbde yoktur.
Nitekim beşerî kanunlar da bilfiil bilme yerine bilebilme olanağına
sahip olmayı esas almışlardır. Bu kanunlara göre hükümlerin,
sözgelimi resmi gazetede
yayınlanması gibi bilinen neşir
yoluyla neşr edilmesi durumunda artık bu hükümlerin herkes tarafından
bilindiği kabul edilir. Dolayısıyla kanunu bilmemekle hiç
kimse mazur görülmemektedir. Buna göre kaide şudur: Kanunun
354] Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, 415
355] v. 150/767
356] Özel, 178
357] Ebû Zehra, Fıkıh Usulü, 301
OKUMA VE YAZMA
- 181 -
bilinmemesi itirâzı kabul olunamaz.
Başka bir ifade ile çağdaş kanunlar da, kanun hakkında bilgi
edinme imkânı ile yetinmekte, bilfiil bilgi sahibi olmayı şart koşmamaktadır.
Milletin her ferdi için bilgi edinme imkânı hâsıl olunca
cehâlet özür sayılmamakta ve dolayısıyla kişi, bilfiil bilgi sahibi
olmasa bile, biliyor farzedilmektedir.
Anlaşıldığı gibi bilgisizliğin kişinin kendi kusurundan
dolayı olması
durumunda bunun özür olamayacağı
açıktır. Bunun yanında
esas olan, doğrudan
doğruya bilmek değil, bilebilme imkânının
varolmasıdır.
Nitekim Fakih Kâsani 358de buna dikkat çekmekte ve
Dâru’l-İslâmı ilim yurdu olmakla nitelemekte ve buna bağlı olarak
da bilmemenin
mâzeret olamayacağını belirtmektedir.359
Dikkat etmek lazım; bilmemek-cehâlet ayrı, bilmeye
çalışmamak
ayrıdır. Gene bilmek için imkân olduğu halde câhil kalmak
bambaşkadır. Bu, doğrudan
kişinin kendi kusurudur. Ve zaten
başlı başına bir suçtur.360
“Şu kadar var ki ilmin-bilginin gerçekten var olması
şart değildir.
Aksine ona ulaşma imkânının var olması yeterlidir. Bu ise
Dâru’l-İslâmda mümkündür. Çünkü o şer’î ahkamın bilindiği, darulilimdir.
Bu imkân Dâru’l-harbte bulunmaz. Çünkü orası darulcehâlet,
İslâmdan yana bilgisizlik yurdudur. Yalnız bu, iman, şükr-i
nimet, küfrün haramlığı, küfran ve sair benzer konularda farklıdır.
Çünkü bu ahkâm şeriatın
vacib kılmasıyla kayıtlı değildir. Aksine
bu, bize -hanefiler- göre mücerred akılla vacibdir. Bu ibareyi Ebû
Yusuf 361 Ebû Hanife’den 362 rivâyet etmiştir. Ebû Yusuf şöyle dedi:
Ebû Hanife şöyle diyordu: “Yaratıklardan hiç kimse için yaratıcısına
dair bilgi hususunda cehâlet mâzeret değildir. Çünkü bütün yaratıklara
Rabbi bilme ve onun tevhidi noktasında vücubiyet vardır.
Bilmekle mükelleftirler... Farzlara gelince bunlara dair bilgiye sahip
olamaz, bu bilgi ona ulaşmaz ise bu durumda onun hakkında
hükmi delil kaim olmaz. Sorumlu olmaz... dâru’l-harbde Allah’a
iman konusunda bilmemek
bir mâzeret değildir.” 363
Burada vasatın/ortamın esas alınması prensibi söz konusu olduğundan
dolayı kişinin aklını kullanmak gibi kendi imkânlarıyla
ulaşabileceği hususlar yine mâzeret sayılmamaktadır. Sözgelimi
358] v.587/1191
359] Kâsani, 7/132
360] Bkz. eş-Şafii, er-Risale, 197-198; M. Ebû Zehra, Suç ve Ceza, 1/425-436
361] v.182/798
362] v.150/767
363] Kâsani, 7/132
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 182 -
Allah’a iman etmek
noktasında kişi aklını kullanmak sûretiyle
imana
ulaşabilir denilerek bu hususta da cehâlet, mâzeret kabul
edilmemektedir.364
Buradaki temel husus şu olmaktadır. Dâru’l-harb diye tesmiye
edilen vasatta sadece İslâmî değerlerin o bölgeye ulaşması cihetiyle
bazı istisnalar söz konusudur.
Orada gayri İslâmî bir yönetimin
egemen oluşundan kaynaklanan bir durum mevcuttur. Söz
konusu otorite orada İslâm’ın yayılmasına, anlatılmasına mani olmakta
bu nedenle İslâmî hükümler bilinememektedir. Bu anlamda
böylesi bir yerde değil
bilfiil bilmek, bilebilme olanağına sahip
olmak dahi söz konusu değildir. Esasen cihadın gerçek sebebi
de
budur. Çünkü o (cihad), bir bakıma İslâm’ın mesajını ulaştırmak,
önündeki engelleri kaldırmak ve İslâm’ın hâkimiyetini tesis etmek
demektir.365
Bu anlamda Mekke’de, müslüman olmanın değil, ama Allah’ın
dininin anlatılmasının önünde ciddi mânâda engeller bulunmadığından
cihada gerek duyulmamıştır.
Çünkü orada dinin elçisi
mesajını her halükârda kitlelere iletebiliyordu. Gündeme sokup
kamuoyu oluşturabiliyordu. Öyle ki uzak yerlerden bile mesajını
duyup merakla dinlemeye yahut kabule
gelenler olmakta idi366.
Bu nedenle insanların, merak
etmişlerse ve de kendilerini saptıran
önderlerinin
hegamonyasından kurtulup peşine düşmüşlerse öğrenme
imkânları mevcuttu. Nitekim kurulan panayırlarda
“gece
sohbeti halkaları, tertiplemeleri, problemlerin çözümü, karmaşık
meselelerin sağlıklı biçimde halledilmesi ve bütün bunlar için
oturumlar düzenlemelerde ele geçmez olanaklar sağlıyordu.”.367
Buna binâen Rasûlullah (s.a.s.) da gerek bu dönemlerde gerekse
hac döneminde gelmiş olan halkın çadırlarını
dolaşıp yaygın eğitim
çerçevesinde mesajını anlatıyordu.
368
Keşful-Esrar’ın yazarı konuyu şu şekilde değerlendirmektedir:
Dâru’l-İslâmda yaşayan kişiye hitap, ya tebliğ sûretiyle gerçekten
ya da bu ortamda yaygınlığına
binaen takdiren ulaşmış sayılır.
Nitekim o da bu ülkenin bir ferdidir. Onun inkârı taannüt
ve cehâlettir. Cehâletin taannüt (inat) şeklinde olmayanı mâzeret
sayılmaz. Taannütle beraber olanı ise hiç mâzeret sayılamaz.
Dâru’l-harbten hicret etmemiş müslümanın cehâleti kendisi
364] Ayrıca bkz. Udeh, 1/400-404
365] Draz, 64-65; Said, Şiddet, 32, 35, 46, 49, 55-56, 69-70
366] Bkz. Buhârî, Menâkıb, b. 9 n. 28, 7/3317; Tecrid, Menâkıb, n. 1436, 9/239 vd.
367] Derveze, Hayat, 1/193, 263, 3/179
368] Yıldız, 330, 335; M. Ali Kapar, Asr-ı Saadet, 2/341
OKUMA VE YAZMA
- 183 -
için mâzerettir. Öyle ki bunlar onu bağlamaz
bile. Çünkü inmiş
emirler onun açısından gizli
sayılır. Dolayısıyla hakkındaki cehâlet
özür sayılır. Kaldı ki onun bunda bir kusuru (ihmali) bile yoktur.
Çünkü bu cehâlet bizzat delilin ortada olmayışından kaynaklanmıştır.
Nitekim hitap da ilkin inerken böyledir. Kendisine ulaşmamış
olan kişi mazurdur. Küba ehli kıssası ile içkinin haram kılmışıyla
ilgili rivâyetlerde olduğu gibi. Ancak hitap, İslâm ülkesinde
yaygınlaşınca şüphesiz şeriat sahibince tebliğ tamamlanmış sayılır.
Kim bu andan sonra câhil kalırsa
kesinlikle bu tamamiyle kendi
kusuru ve ihmali sonucunda olup delilin gizli oluşundan dolayı
olmamaktadır.
Bu nedenle mazur olamaz. Tıpkı şehirde
su bulunmasına
rağmen peşine düşmeyip teyemmüm
ederek namaz kılanın
durumu gibi. Bunun namazı
câiz değildir.
Esasen Dâru’l-harb, cehâlet ve ahkâmın kaybolma ülkesidir.
Bu nedenle orada yaşayanın cehâleti hadleri
kaldırmada bir şüphe
olarak kabul edilebilir. Ne ki zina hakkındaki cehâleti kaale
alınamaz. Çünkü zina bütün dinlerde haramdır. Onun haramlığına
dair bilgi şer’î hitabın- ulaşmasına bağlı değildir. Ta ki onun
nezdinde haramlığı kesinleşmiş olsun. Bu nedenle böylesi bir şüphe
haddin iskatına vesile olamaz. Keza zımminin, içkinin haram
olduğuna dair cehâleti de böyledir. Çünkü o, İslâm ülkesinin bir
ferdidir. Ve içkinin haram olduğu ilkesi de her tarafta
yaygındır.
Bu yüzden onun bu konudaki cehâleti hadler açısından şüphe sayılamaz.
Acaba işitmiş midir diye tereddüde sebep sayılamaz. Bilakis
onun bilgisizliği onun öğrenme isteyişindeki ihmalkârlığından
kaynaklanmış olup ve bu da mâzeret sayılamaz.
Dâru’l-harbteki
hicret etmemiş müslümanın şeriat konusundaki cehâleti özürdür.
Öyle ki bir müddet orda kalsa namaz kılmasa da oruç tutmasa da
keza namaz kılıp oruç tutması gerektiğini bilmese
de bunları kaza
etmesi gerekmez. Şüphesiz nazil olmuş hitap onun açısından gizlidir.
Çünkü hitap ona ne işitmiş olması sûretiyle gerçekte ve ne de
yayılmış
olması ve şöhreti dolayısıyla takdiren ulaşmamıştır.
Bilindiği
gibi Dâru’l-harb, İslâm ahkâmının yayılıp şöhret bulduğu bir
ortam değildir. Bu sebeple
hitaba dair cehâlet mâzerettir. Çünkü
o delili aramada
kusur etmemiştir. Aksine buradaki cehâlet bizzat
delillerin gizli kalmış olmasından kaynaklanmıştır.
Şöyle ki onlara
yapılan tebliğin kesik olması
sebebiyle orada yayılamamıştır.
Anlatılanlardan anlaşılmıştır ki şüphesiz hitabın/mesajın hükmü,
muhatap ondan haberdar olmadıkça
kesinleşmez. Çünkü
onun, ondan haberdar olmadan
ona inanması gücünü aşar. Bu
sebepten dolayı mazur görülür. Fakat hitap İslâm beldesinde yaygıntaştığında
artık dinin sahibince tebliğ kesinlikle tamamlanmış
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 184 -
demektir. Çünkü onun, herkese teke tek tebliğ etmesi, gücünü
aşar. Şüphesiz onun yapabileceği,
daveti yaymak (gündeme sokmak)
tır. Nitekim Peygamber (s.a.s.), çevredeki krallara mektup ve
elçiler göndermek sûretiyle kendisini herkese tebliğci yapmıştır.
Öyle ki o şöyle diyordu: “Âgâh olun. Ben tebliğ
ettim mi? Allah’ım
sen şâhid ol!” Bundan şu anlaşılır:
Tebliğ, hitabın şöhret bulması
ve yayılmasıyla tamam olur. Kim de onun şöhret bulmasından
sonra câhil kalırsa bu tamamıyla onun kendi kusurundan kaynaklanmıştır.
Yani o, bu sebepten dolayı câhil kalmıştır. Çünkü hitap,
gizli kalışının aksine şöhretinden
dolayı rahatlıkla bulunabilecek
hale gelmiştir.
Bu nedenle biz, Dâru’l-İslâmda bir zımmi müslüman
olduğunda bir müddet geçtiği halde vacip olduğunu
bilmediğinden
namaz kılmayacak olursa onun bunları kaza etmesi gerekir
demiştik. Çünkü o, hükümlerin şüyu bulduğu beldededir. Keza o
insanların
toplanmalarını görmekte ve ayrıca İslâm’ın ahkâmını
sorma imkânına sahiptir. Kaldı ki sormamak ve öğrenmemek ondan
kaynaklanan bir kusurdur. Bu nedenle o mazur görülemez.
Şöyle ki şehirde su bulunmasına rağmen, olmadığı zannıyla su
talep etmeyip (aramayıp) teyemmüm ederek namaz kılan kişinin
namazı geçerli değildir. Çünkü o normalde suyun bulunduğu bir
yerdedir. Ve onu temin etmemekle
de kusurludur369.
Günümüzde İslâm’ın ilkeleri, insanlardan ne istediği,
nelerden
sakınmaları gerektiği hususu âleme yayılmış durumdadır. Kimse
bu bilgilere, söz konusu
mesaja ulaşamadığını iddia edemez. Yahut
kimsenin
buna ulaşması noktasında bir bahane, bir mâzeret
ileri sürmesi mümkün değildir. Yaşadığımız coğrafyada bu inancı
tercih edip de, öğrenmek için gayret gösterdiği halde ulaşamayan,
öğrenme imkânı
bulamayan tek kişiden bahsedilemez. Bilindiği
gibi öğrenmemekten dolayı veya bilmek için gayret göstermemekten
dolayı bilmemek ayrıdır, gayretine rağmen öğrenememiş,
istediği halde imkân bulamamış
dolayısıyla bilememiş ve câhil kalmış
olmak bambaşkadır.
Şâyet bu böyle olmasaydı, İmam Şafii’nin 370dediği gibi bu durumda
cehâlet, ilimden daha üstün olurdu. Zerkeşi’nin 371 nakline
göre o şöyle demiştir: “Eğer câhil cehlinden ötürü mazur sayılsaydı
bilgisizlik ilimden üstün tutulmuş olurdu.”.
372 Öyle ya bilen,
öğrenmiş olan mükellef olacak, noksanından sorumlu tutulacak,
ötekisi mazur görülecek,
affedilecek. Bu, İslâm’ın temel ilkelerine
369] Buhârî, Keşfu’l-Esrar, 3/1455, 1466-1467; Nesefî, Keşf'ul-Esrar, 2/456
370] v.204/-819
371] v.794/1392
372] Dönmez, Cehâlet, 7/220
OKUMA VE YAZMA
- 185 -
terstir.
Çünkü fert öğrenmek istemiyor, kendisinde ve içinde olduğundan
yana bir kaygı duymuyor; hatta bunu kendince bir bahane
kabul edip kalkan olarak kullanıyor ise onun bu tavrına prim
verilmesi düşünülemez.
Kaldı ki işledikleri amellerden yani kendi elleriyle yapıp ettiklerinden
dolayı insanların felah yahut helâke duçar olduklarına ve
kesbettikleri sıfatlarıyla muahaze edildiklerine dair gelen naslarda
kısacası kıyamet sahnelerinde insanların bunları bilerek yahut
bilmeyerek hak ettiklerine bakılmamasma rağmen
bu durumda
olan kimselerin aynı akibete maruz
kaldıkları belirtilmektedir.
Öte yandan din, herhangi bir kişi yahut kavmin tekeline terk
edilmemiştir. Çünkü bu, tevarüs edilen bir makam değildir. Bu
nedenle bir kavim sebepleri ne olursa olsun dini değerlerini ve
yaşantısını değiştirmiş
ise bunun kendileri için cehâlet mâzereti
olarak
kabul edilmesi düşünülemez. Çünkü geçmişlerden
geriye
kalan doğru ölçüler, doğru bir şekilde inanıp pratize edilmedikçe
bunların kabul edilmişliğinden
bahsedilemez.
Şu husus da unutulmamalıdır ki peygamberler gereken nasihat
ve tebliğde bulunmuş ve kitaplarda da şükretme ve küfretmenin
yolları açık açık kaydedilmiştir.
Bu iki yola gidilmemesinin sonuçları
da bütün çıplaklığı ile gözler önüne serilmiştir. Bu nedenle
“Senin zikrini unuttular ve böylece yıkıma uğrayan
bir kavim oldular”
373 âyetinin de ışığında kişiler nerede
bulunursa bulunsunlar,
hangi ‘dar’da yaşıyorlarsa
yaşasınlar içinde bulundukları durumun
hükmünü
alırlar. Diğer bir ifade ile İslâm, fertleri fiil-fail
ayırımı yaparak değil, herkesi fiiline göre değerlendirmektedir.
374
Yalnız bu hükmetmeyi, azabetmek hususundan ayrı tutmaktadır.
Yani mesaj, gerçek anlamda ikame edilmeden ve insanlar da
çeşitli vesilelerle
bilgilendikleri bu İslâm’a karşı olumsuz- ilgisiz
bir tavır sergilemedikleri sürece azap etmemekte ve fakat değer
hükmünü vermekten de imtina etmemektedir.
Kaldı ki son mesaj
bağlamında böylesi bir durum da söz konusu olamaz; çünkü ilk
nesil olarak sahabe kendilerinden sonra gelecek insanlara, hiçbir
konuda, cehâletlerini affettirecek bir mâzeret bırakmadılar.
Bir başka husus ise İslâm’ın kendi sahasında bile fertlerinin duyarlı
olmasını isteyerek başka düşüncelerin
insanlarına benzemekten
sakındırmakta oluşudur.
Gerçekten bir dinin mensubu, bir felsefî sistemin inançlısı, bir
373] 25/Furkan, 17-19; bkz. 6/En'âm, 44, 70; 7/A'râf, 51; 37/Sâffât, 28, 34
374] Bkz. 9/Tevbe, 6; Al-i Ferrac, 44 vd., 234-235; Aktaş, Cehâlet, 271-280
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 186 -
örfün bağlısı kişi, tamamen veya kısmen
farklı bir dinin, bir felsefenin,
bir örfün prensipleriyle
kaynaşır, mensublarıyla münasebetlerini
sürdürür
ve onları taklid ederse, kendi dini, sistemi
ve örfü
ile olan bağlarını zaafa uğratmış olur. Bu zaaf giderek büyür ve
kaynaşılan prensiplere, taklid olunan kişilere muhabbete ve bağlılığı
doğurur.
Bu kaçınılmaz bir gerçektir. Bunun içindir ki İslâm
dini, bâtıl din ve ideolojilerin bağlılarının mü’minler üzerinde müessir
olmaması ve onları karanlık
inanç ve amellere sürüklememesi
için teşebbühün/benzemenin her çeşidini yasaklamıştır.
Durum böyle iken fertlerin kendilerinden kaynaklanan
sebeplerden
dolayı yanlışa düşmelerini mâzur görmesi düşünülemez.
Bu bağlamda kendi sahasında yaşamayan fertlerin içinde bulundukları
durumu tavsif etmekle beraber birtakım özel hükümlere
bağladığı görülmektedir.375
Günümüz İnsanı ve Okuma
Nüfusu 7 milyon civarında olan Azerbaycan’da kitaplar ortalama
100.000 tirajla basılırken; 75 milyonluk Türkiye’nin 1.000 veya
2.000 olarak basılır. Gelişmiş ülkelerde kişi başına kitaba harcanan
para, yılda ortalama 100 ABD doları iken, Türkiye’de 10 doların
altındadır. Amerika’da 72 bin, Almanya’da 65 bin, İngiltere’de 48
bin, Fransa’da 39 bin, Brezilya’da 13 bin, Türkiye’de ise sadece 6
bin 31 çeşit kitap basılıyor. Japonya’da yılda toplam olarak 4 milyar
200 milyon adet kitap basılıyor. Türkiye’de ise yalnızca 23 milyon.
Japonya’da kişi başına düşen kitap sayısı yılda 25, Fransa’da 7,
Türkiye’de ise yılda 12 bin 89 kişiye 1 kitap düşüyor. Türkiye’de her
100 kişiden sadece 4 kişi kitap okuyor. Birleşmiş Milletler İnsanî
Gelişim Raporu’nda, kitap okuma oranında Malezya, Libya ve Ermenistan
gibi ülkelerin bulunduğu 173 ülke arasında Türkiye, 86.
sırada. Türkiye’de yüksek öğrenim görenlerin oranı 1965’e göre
14 kat arttı. Ama yüksek öğrenim mezunlarının kitap okuma oranı
1965’in de altında kaldı.
Türkiye’de dergi okuma oranı: % 4, kitap okuma oranı: % 4,5,
gazete okuma oranı: % 22, radyo dinleme oranı: % 25, televizyon
izleme oranı: % 94. Türkiye’de yaşayan insanlar, her akşam ortalama
4 saat televizyon karşısında. Bu saatlerin toplamı ayda 15 gününe
(bir iş günü sekiz saat hesabıyla) tekabül eder. Sanki hayatı
yaşamıyor, sadece seyrediyor insanımız. Üstelik seyrettiği hayatla
yaşadığı hayat arasında hiçbir bağlantı yok. Televizyonda izlenen
aileler, müslümana yabancı, İslâm kültürüne ve inancına tümüyle
375] Mustafa Akman, Kur'an'da Câhil Câhiliye Cehâlet, Buruc Y., 189-202
OKUMA VE YAZMA
- 187 -
uzak. Tv. Programları, tümüyle zamanı kemiriyorlar.
Okunan kitaplar içinde Kur’ân-ı Kerim’in oranını merak edip
araştıran bile çıkmamış. Elbette müslümana yakışacak oranda olduğu
söylenemez. Bu kadar az kitap okunan ülkede, kitap okuyanların
ne tür kitap ve dergi okudukları da, çok satanlar listelerinden
ve hangi kitapların kaç baskı yaptığından belli oluyor. Hayatında
onlarca kitap okuyanlar, hâlâ Kur’an meali ve tefsiri okuyacak zaman
bulamıyorlar. Okul kitabından, Ahmed’in, Mehmed’in, hatta
John’un, Mary’nin kitabını okumaya fırsat bulanlar, Allah’ın
kitabını okuma ihtiyacı hissetmedilerse, bu insanlara ne denir?
“Kitapsız” diye bir kelime var, dilimizde, hakaret olarak kullanılan.
Allah’ın kitabını hayatın merkezine koymayan, hayat kitabı
edinmeyen, onu okumayan, hayatına geçirmeyen, onsuz yaşayan
insanlar için kullanılır bu ifade. Şimdi tam günümüz insanını tanıtıyor
bu kelime. Bu tür insanlar, kabirde ya da âhirette: “Kitabın
ne?” sorusuna, büyük ihtimalle “filan gazete, filan tv. kanalı, falanın
romanı, filanın nutku” gibi cevaplar verecekler istemeseler de.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 188 -
Âyet-i Kerimelerde Okuma, Yazma ve İlim
A. Ka-ra-e Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Kur’an
Kelimesiyle Beraber Toplam 88 Yerde:) 7/A’râf, 204; 10/Yûnus, 94; 16/
Nahl, 98; 17/İsrâ, 14, 45, 71, 93, 106; 26/Şuarâ, 199; 69/Haakka, 19; 73/
Müzzemmil, 20, 20; 75/Kıyâmet, 18; 84/İnşikak, 21; 87/A’lâ, 6; 96/Alak,
1, 3.
B. Kur’an Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 70 Yerde:) 2/Bakara,
185; 4/Nisâ, 82; 5/Mâide, 101; 6/en’âm, 19; 7/A’râf, 204; 9/Tevbe, 111; 10/
Yûnus, 15, 37, 61; 12/Yûsuf, 2, 3; 13/Ra’d, 31; 15/Hıcr, 1, 87, 91; 16/Nahl,
98; 17/isrâ, 9, 41, 45, 46, 60, 78, 78, 82, 88, 89, 106; 18/Kehf, 54; 20/Tâhâ,
2, 113, 114; 25/Furkan, 30, 32; 27/Neml, 1, 7, 76, 92; 28/Kasas, 85; 30/Rûm,
58; 34/Sebe’, 31; 36/Yâsin, 2, 69; 38/Sâd, 1; 39/Zümer, 27, 28; 41/Fussılet,
3, 26, 44; 42/Şûrâ, 7; 43/Zuhruf, 3, 31; 46/Ahkaf, 29; 47/Muhammed, 24;
50Kaf, 1, 45; 54/Kamer, 17, 22, 32, 40; 55/Rahmân, 2; 56/Vâkıa, 77; 59/
Haşr, 21; 72/Cinn, 1; 73/Müzzemmil, 4, 20; 75/Kıyâmet, 17, 18; 76/İnsân,
23, 84/İnşikak, 21; 85/Bürûc, 21.
C. K-t-b Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Kitab Kelimesiyle
Beraber Toplam 322 Yerde:) 2/Bakara, 79, 79, 178, 180, 183, 183, 187,
216, 246, 246, 282, 282, 282, 282, 282, 282, 282, 282, 282, 283; 3/Âl-i
İmrân, 53, 154, 181; 4/Nisâ, 66, 77, 77, 81, 127; 5/Mâide, 21, 32, 45, 83; 6/
En’âm, 12, 54; 7/A’râf, 145, 156, 156; 9/Tevbe, 51, 120, 121; 10/Yûnus, 21;
19/Meryem, 79; 21/Enbiyâ, 94, 105; 22/Hacc, 4; 24/Nûr, 33; 25/Furkan, 5;
36/Yâsin, 12; 43/Zuhruf, 19, 80; 52/Tûr, 41; 57/Hadîd, 27; 58/Mücâdele, 21,
22; 59/Haşr, 3; 68/Kalem, 47; 82/İnfitâr, 11.
D. Kitab Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 255 Yerde:) 2/Bakara,
2, 44, 53, 78, 79, 85, 87, 89, 101, 101, 105, 109, 113, 121, 129, 144, 145,
146, 151, 159, 174, 176, 176, 177, 213, 231, 235; 3/Âl-i İmrân, 3, 7, 7, 19,
20, 23, 23, 48, 64, 65, 69, 70, 71, 72, 75, 78, 78, 78, 79, 79, 81, 98, 99, 100,
110, 113, 119, 145, 164, 184, 186, 187, 199; 4/Nisâ, 24, 44, 47, 51, 54, 103,
105, 113, 123, 127, 131, 136, 136, 140, 153, 153, 159, 171; 5/Mâide, 5, 5,
15, 15, 15, 19, 44, 48, 48, 57, 59, 65, 68, 77, 110; 6/En’âm, 7, 20, 38, 59, 89,
91, 92, 114, 114, 154, 155, 156, 157; 7/A’râf, 2, 37, 52, 169, 169, 170, 196;
8/Enfâl, 68, 75; 9/Tevbe, 29, 36; 10/Yûnus, 1, 37, 61, 94; 11/Hûd, 1, 6, 17,
110; 12/Yûsuf, 1; 13/Ra’d, 1, 36, 38, 39, 43; 14/İbrâhim, 1; 15/Hıcr, 1, 4; 16/
Nahl, 64, 89; 17/isrâ, 2, 4, 13, 14, 58, 71, 71, 93; 18/Kehf, 1, 27, 49, 49; 19/
Meryem, 12, 16, 30, 41, 51, 54, 56; 20/Tâhâ, 52; 21/Enbiyâ, 10; 22/Hacc, 8,
70; 23/Mü’minûn, 49, 62; 24/Nûr, 33; 25/Furkan, 35; 26/Şuarâ, 2; 27/Neml,
1, 28, 29, 40, 75; 28/Kasas, 2, 43, 49, 52, 86; 29/Ankebût, 27, 45, 46, 47, 47,
48, 51; 30/Rûm, 56; 31/Lokman, 2, 20; 32/Secde, 2, 23; 33/Ahzâb, 6, 6; 26;
34/Sebe’, 3; 35/Fâtır, 11, 25, 29, 31, 32, 40; 37/Sâffât, 117, 157; 38/Sâd, 29;
39/Zümer, 1, 2, 23, 41, 69; 40/Mü’min, 2, 53, 70; 41/Fussılet, 3, 41, 45; 42/
Şûrâ, 14, 15, 17, 52; 43/Zuhruf, 2, 4, 21; 44/Duhân, 2; 45/Câsiye, 2, 16, 28,
29; 46/Ahkaf, 2, 4, 12, 12, 30; 50/Kaf, 4; 52/Tûr, 2; 56/Vâkıa, 78; 57/Hadîd,
16, 22, 25, 26, 29; 59/Haşr, 2, 11; 62/Cum’a, 2; 68/Kalem, 37; 69/Haakka,
19, 19, 25, 25, 25; 74/Müddessir, 31, 31; 78/Nebe’, 29; 83/Mutaffifîn, 7, 9,
18, 20; 84/İnşikak, 7, 10; 98/Beyyine, 1, 4, 4, 6.
E. Kitab Kelimesinin Çoğulu Kütüb Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler
(Toplam 6 Yerde:) 2/Bakara, 285, 4/Nisâ, 136; 21/Enbiyâ, 104; 34/Sebe’,
44; 66/Tahrîm, 12; 98/Beyyine, 3.
F. Tilâvet Kelimesinin Kökü Olan T-l-v ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i
Kerimeler (Toplam 63 Yerde:) 2/Bakara, 44, 102, 113, 121, 121, 129, 151,
252; 3/Âl-i İmrân, 58, 93, 101, 108, 113, 164; 4/Nisâ, 127; 5/Mâide, 1, 27;
6/En’âm, 151; 7/A’râf, 175; 8/Enfâl, 2, 31; 10/Yûnus, 15, 16, 61, 71; 11/Hûd,
OKUMA VE YAZMA
- 189 -
17; 13/Ra’d, 30; 17/İsrâ, 107; 18/Kehf, 27, 83; 19/Meryem, 73; 22/Hacc, 30,
72, 72; 23/Mü’minûn, 66, 105; 26/Şuarâ, 69; 27/Neml, 92; 28/Kasas, 3, 45,
53, 59; 29/Ankebût, 45, 48, 51; 31/Lokman, 7; 33/Ahzâb, 34; 34/Sebe’, 43;
35/Fâtır, 29; 37/Sâffât, 3; 39/Zümer, 71; 45/Câsiye, 6, 8, 25, 31; 46/Ahkaf,
7; 62/Cum’a, 2; 65/Talak, 11; 68/Kalem, 15; 83/Mutaffifîn, 13; 91/Şems, 2;
98/Beyyine, 2.
G. Kalem ve Çoğulu Aklâm Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 4
Yerde:) 3/Âl-i İmrân, 44; 31/Lokman, 27; 68/Kalem, 1; 96/Alak, 4.
H. İlim Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 854 Yerde
-Ilm kelimesi 105 Yerde-): 2/Bakara, 13, 22, 26, 29, 30, 30, 31, 32, 32, 32,
33, 33, 42, 60, 65, 75, 77, 78, 80, 77, 95, 101, 102, 102, 102, 102, 102, 102,
103, 106, 107, 113, 115, 118, 120, 127, 129, 137, 140, 143, 144, 145, 146,
151, 151, 151, 158, 169, 181, 187, 184, 188, 194, 196, 197, 197, 203, 209,
215, 216, 216, 220, 224, 223, 227, 230, 231, 232, 232, 232, 233, 235, 235,
235, 239, 239, 244, 244, 246, 247, 247, 251, 255, 255, 256, 259, 260, 261,
267, 268, 270, 273, 280, 282, 282, 282, 283; 3/Âl-i İmrân, 7, 7, 18, 19, 19,
29, 34, 35, 36, 48, 61, 63, 66, 66, 66, 66, 71, 73, 75, 78, 79, 92, 115, 119,
121, 135, 140, 142, 142, 154, 164, 166, 167, 167, 167; 4/Nisâ, 11, 12, 17,
24, 25, 26, 32, 35, 39, 43, 45, 63, 70, 83, 92, 104, 111, 113, 113, 127, 147,
148, 157, 162, 166, 170, 176; 5/Mâide, 4, 4, 4, 7, 34, 40, 49, 54, 61, 76, 92,
94, 97, 97, 97, 98, 99, 104, 109, 109, 110, 113, 116, 116, 116, 116; 6/En’âm,
3, 3, 13, 13, 33, 37, 50, 53, 58, 59, 59, 59, 60, 67, 80, 81, 83, 91, 91, 96, 97,
100, 101, 105, 108, 114, 115, 117, 117, 119, 119, 124, 128, 135, 139, 140,
143, 144, 148; 7/A’râf, 7, 28, 32, 33, 38, 52, 62, 62, 75, 89, 109, 112; 123,
131, 160, 182, 187, 187, 187, 188, 200; 8/Enfâl, 17, 23, 24, 25, 27, 28, 34,
40, 41, 42, 43, 60, 53, 60, 61, 66, 70, 71, 75; 9/Tevbe, 2, 3, 6, 11, 15, 16,
28, 36, 41, 42, 43, 44, 47, 60, 63, 78, 78, 78, 93, 94, 97, 97, 98, 101, 101,
103, 104, 105, 106, 110, 115, 123; 10/Yûnus, 5, 5, 18, 36, 39, 40, 55, 65,
68, 79, 89, 93; 11/Hûd, 5, 5, 6, 14, 14, 31, 31, 39, 46, 47, 49, 79, 79, 93;
12/Yûsuf, 6, 6, 19, 21, 21, 22, 34, 37, 40, 44, 46, 50, 51, 52, 55, 68, 68, 68,
73, 76, 76, 77, 80, 81, 83, 86, 86, 89, 96, 96, 100, 101; 13/Ra’d, 8, 9, 19, 33,
37, 42, 42, 43; 14/İbrâhim, 9, 38, 52; 15/Hıcr, 3, 4, 21, 24, 24, 25, 38, 53,
86, 96, 97; 16/Nahl, 8, 19, 23, 25, 27, 28, 38, 39, 41, 43, 55, 56, 70, 70, 70,
74, 74, 75, 78, 91, 95, 101, 101, 103, 103, 125, 125; 17/İsrâ, 12, 25, 36, 47,
54, 55, 84, 85, 102, 107; 18/Kehf, 5, 12, 19, 21, 21, 22, 22, 26, 65, 65, 66,
66; 19/Meryem, 43, 65, 70, 75; 20/Tâhâ, 7, 52, 71, 71, 98, 104, 110, 110,
114, 135; 21/Enbiyâ, 4, 4, 7, 24, 28, 39, 51, 65, 74, 79, 80, 81, 110, 110; 22/
Hacc, 3, 5, 5, 8, 28, 52, 54, 54, 59, 68, 70, 70, 71, 76; 23/Mü’minûn, 51, 84,
88, 92, 96; 24/Nûr, 15, 18, 19, 19, 21, 25, 28, 29, 31, 32, 33, 35, 41, 41, 58,
59, 60, 63, 64, 64; 25/Furkan, 6, 42; 26/Şuarâ, 34, 37, 38, 49, 49, 112, 132,
155, 188, 197, 197, 220, 227; 27/Neml, 6, 15, 16, 25, 40, 42, 52, 61, 65, 66,
74, 78, 84; 28/Kasas, 13, 13, 14, 37, 38, 50, 56, 57, 69, 75, 78, 78, 80, 85;
29/Ankebût, 3, 3, 5, 8, 10, 11, 11, 16, 32, 41, 42, 43, 45, 49, 52, 60, 62, 64,
66; 30/Rûm, 6, 7, 22, 29, 30, 34, 54, 56, 56, 59; 31/Lokman, 6, 15, 20, 23,
25, 34, 34, 34; 32/Secde, 6, 17; 33/Ahzâb, 1, 5, 18, 40, 50, 51, 51, 54, 63;
34/Sebe’, 2, 3, 6, 14, 21, 26, 28, 36, 48; 35/Fâtır, 8, 11, 28, 38, 38, 44; 36/
Yâsin, 16, 26, 36, 38, 69, 76, 79, 81; 37/Sâffât, 41, 158, 164, 170; 38/Sâd,
69, 81, 88; 39/Zümer, 7, 9, 9, 26, 29, 39, 46, 49, 49, 52, 70; 40/Mü’min, 2,
7, 19, 42, 57, 70, 83; 41/Fussılet, 3, 12, 22, 36, 47, 47; 42/Şûrâ, 12, 14, 18,
24, 25, 35, 50; 43/Zuhruf, 9, 20, 61, 84, 85, 86, 89; 44/Duhân, 6, 14, 32, 39;
45/Câsiye, 9, 17, 18, 23, 24, 26; 46/Ahkaf, 4, 8, 23; 47/Muhammed, 16, 19,
19, 26, 30, 31; 48/Fetih, 4, 18, 25, 25, 26, 27, 27; 49/Hucurât, 1, 7, 8, 13,
16, 16, 16, 18; 50/Kaf, 4, 16, 45; 51/Zâriyât, 28, 30; 52/Tûr, 47; 53/Necm, 5,
28, 30, 30, 30, 32, 32, 35; 54/Kamer, 26; 55/Rahmân, 2, 4; 56/Vâkıa, 50, 61,
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 190 -
62, 76; 57/Hadîd, 3, 4, 6, 17, 20, 25, 29; 58/Mücâdele, 7, 7, 11, 14; 59/Haşr,
22; 60/Mümtehıne, 1, 10, 10, 10; 61/Saff, 5, 11; 62/Cum’a, 2, 7, 8, 9; 63/
Münâfıkun, 1, 8; 64/Teğâbün, 4, 4, 4, 11, 18; 65/Talâk, 12, 12; 66/Tahrîm,
2, 3; 67/Mülk, 13, 14, 17, 26, 29; 68/Kalem, 7, 7, 33, 44; 69/Haakka, 49;
70/Meâric, 24, 39; 71/Nûh, 4; 72/Cinn, 24, 26, 28; 73/Müzzemmil, 20, 20,
20; 74/Müddessir, 31; 76/İnsan, 30; 77/Mürselât, 22; 78/Nebe’, 4, 5; 81/
Tekvîr, 14; 82/İnfitâr, 5, 12; 84/İnşikak, 23; 87/A’lâ, 7; 96/Alak, 4, 5, 5, 14;
100/Âdiyât, 9; 102/Tekâsür, 3, 4, 5, 5.
I. İlm’in Zıddı Cehâlet (c-h-l) Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i
Kerimeler (Toplam 24 Yerde): 2/Bakara, 67, 273; 3/Âl-i İmrân, 154; 4/Nisâ,
17; 5/Mâide, 50; 6/En’âm, 35, 54, 111; 7/A’râf, 138, 199; 11/Hûd, 29, 46;
12/Yûsuf, 33, 89; 16/Nahl, 119; 25/Furkan, 63; 27/Neml, 55; 28/Kasas, 55;
33/Ahzâb, 33, 72; 39/Zümer, 64; 46/Ahkaf, 23; 48/Fetih, 26; 49/Hucurât, 6.
İlim Konusundaki Âyet-i Kerimeler
1. Allah’tan Başkasının Bilgisi Sınırlıdır: Bakara, 30-33, 255; Yusuf, 76;
Lokman, 34.
2. İnsana Bilmediğini Öğreten Allah’tır: Bakara, 32; Nisa, 113; Mâide, 110;
Haakka, 51; Alak, 5.
3. Firâset ve İlham: Hıcr, 75; Nahl, 68; Muhammed, 17.
4. Allah’tan İlim İstemek: Tâhâ, 114.
5. Âlimlerin Üstünlüğü: Al-i İmran, 7, 18; Nisa, 162; İsra, 107; Hacc, 54;
Şuara, 197; Ankebût, 43;Fâtır, 28; Zümer, 9; Mücadele, 11.
6. Câhillerden Yüzevirmek: Bakara, 67; Mâide, 50; En’am, 35; A’raf, 199;
Hûd, 46.
7. İlim ile Amel Etmek (Bilgiyi Hayata Uygulamak): Mâide, 105; Cum’a, 5.
8. Bilmediğini Sorarak Öğrenmek: Nahl, 43; Enbiya, 7.
9. Çok Soru Sormaktan Sakınmak: Mâide, 101-102; Mücadele, 12.
10. Allah’ın Adı ile Okumak: Alak, 1-3.
11. Öğrenmek: Bakara, 129, 151; Kehf, 60, 82; Ahzab, 34.
12. Kalemin İlim Yönünden Değeri: Kalem, 1; Alak, 4.
13. Yakıyn, İlmin Dereceleri: Vâkıa, 95; Haakka, 51.
14. Bildiğini Öğretmek: Bakara, 129, 151; Tevbe, 122; Abese, 2-4.
15. Bildiğini Gizlemekten Sakınmak: Bakara, 159, 174.
16. Bilmeden Hüküm Vermenin Kötülüğü: En’am, 119, 144; Hacc, 8; Lokman,
20; Mü’min, 83.
17. İnsanın Bilemeyeceği Şeyler: Ra’d, 8; Lokman, 34.
18. Bilinmeyen Bir Şeyin Ardına Düşmekten Sakınmak: İsra, 36.
19. Allah, Her Şeyi Bilir: Bakara, 29, 33, 231, 244, 255-256, 282; Al-i İmran,
5, 29; Nisa, 24, 111; Mâide, 7, 99; En’am, 3, 13, 59, 73, 101; Hûd, 5; Ra’d,
8-10; İbrahim, 38; Nahl, 19, 23; Tâhâ, 7, 98; Enbiya, 110; Hacc, 7, 76;
Mü’minun, 92; Neml, 6; Kasas, 69; Ankebût, 45, 52, 61; Lokman, 16, 23,
34; Secde, 6; Ahzab, 1; Sebe’, 1-2; Fâtır, 38, 44; Yâsin, 81; Zümer, 7, 46;
Mü’min, 3, 19; Fussılet, 47; Şûrâ, 12, 24-25; Zuhruf, 84; Feth, 4; Hucurat,
1, 8, 13; Hadid, 3-4, 6; Mücadele, 7; Haşr, 22; Teğâbün, 4, 11, 18; Tahrim,
2; Mülk, 13-14; İnsan, 30.
OKUMA VE YAZMA
- 191 -
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Namazda ve Namaz Dışında Kur’an Okumanın Hükmü, Abdullah Tunca,
Marifet Y.
2. Kur’an Okuma Âdâbı, İmam Nevevî, Tevhid Y.
3. Kur’ân’ı Okuma Âdâbı, Hâfız Fikri Aksoy, Şahsî Y.
4. Kıraat İlminin Ta’limi, Necati Tetik, İşaret Y.
5. Kırâat ve Tecvîd Istılahları, Nihat Temel, İFAV Y.
6. Kur’ân-ı Kerim’in Fazîletleri ve Okunma Kaideleri, İsmail Karaçam,
Marmara Ün. İlâhîyat F. Vakfı Y.
7. Kurân-ı Kerim’in Nüzûlü ve Kırâati, İsmail Karaçam, Nedve Y.
8. Kur’an’ı Nasıl Okuyalım, Muhammed Kutub, İşaret Y.
9. Kur’an’ın Faziletleri (Fezâilu’l-Kur’an), İbn Kesir, mütercim Mehmed
Sofuoğlu, Türdav Y.
10. İmam Şâfiî’nin Kur’an Okumaları, Gıyasettin Arslan, Rağbet Y.
11. Tarihte Dil, Yazı, Bilim ve Toplum, H. Sabahattin Payzın, 1992, İzmir,
Şahsî Y.
12. Yazının Hikâyesi, Hasan Ali Ediz, Doğan Kardeş Y.
13. Eski Türklerde Yazı, Kâğıt, Kitap ve Kâğıt Damgaları, Şinasi Tekin, K.
Tuba Çavdar, Eren Y.
14. İslâm Yazısına Dair, Kadir Mısıroğlu, Sebil Y.
15. Medeniyet Âleminde Yazı ve İslâm Medeniyetinde Kalem Güzeli, 1-3, M.
Bedreddin Yazır, D.İ.B. Y.
16. Hat Sanatımız, Tarihçesi Malzeme ve Âletler Meşkler, Muhiddin Serin,
Kubbealtı Neşriyat
17. Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, Muhittin Serin, İstanbul 1999
18. Eski Çağ’da Yazı Malzemeleri ve Kitabın Oluşumu, Nuray Yıldız, Ankara
2000
19. Antikçağ’da Kitap, H. Blanck, trc. Zehra Aksu Yılmazer, Ankara 2000
20. Osmanlı Hat Sanatı, M. Uğur Derman,
Berlin 2001
21. Eski Yazıları Okuma Anahtarı, Mahmud Yazır, Vakıflar Genel Müdürlüğü Y.
22.
23. Atatürk ve Harf Devrimi, M. Şakir Ülkütaşır, Türk Dil Kurumu Y.
24. Türkiye’de Kitap Okuma Alışkanlığı, Servet Bayram, İstanbul Ticaret
Odası Y.
25. Okuma Becerisi, İlgisi ve Alışkanlığı Üzerine Psiko-Sosyal Bir Araştırma,
Üstün Dökmen, M.E.B. Y.
26. Tefekkür ve Edebiyat, Hekimoğlu İsmail, Türdav Y.
27. Edebiyata Müslümanca Bakmak, Selim Çoraklı (Cemal Doğan), Birleşik Y.
28. Kur’an’da Beden Dili, Necati Kara, Bilge Y.
29. Kur’an’ın İnsan-Biçimci dili, Nadim Macit, Beyan Y.
30. Kur’an’da Zihin Eğitimi, Yaşar Fersahoğlu, Marifet Y.
31. Kur’an’da Cehâlet Câhil Câhililiye, Mustafa Akman, Buruc Y.
32. İslâm Hukuku Açısından Cehâlet, (Uzr b’il-Cehl), Al-i Ferrac, Terc.
Mustafa Akman, Kayıhan Y.
33. Kitab’a Vâris Olanlar, Mustafa Akman, Ekin Y.
34. Kur’an’da Cehâlet Kavramı, Faruk Aktaş, Ekin Yay., İst. 2001.
35. Lisan ve İnsan, Yusuf Alan, TÖV Y.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 192 -
36. Kur’an-ı Kerim ve İletişim, Abdurrahman Kasapoğlu, Nursan Y.
37. İletişim ve Dil, İsa Kayaalp, T.D.V. Y.
38. İnsan İlişkilerinde 4x4’lük İletişim, Oğuz Saygın, Hayat Y.
39. İletişim, Stuart Sillars, çev. Nüzhet Akın, M.E.B. Y.
40. Anlayarak Hızlı Okuma, Adil Maviş, Hayat Y.
41. Çok Hızlı Okuma Teknikleri, F. Richaude, M. Gauquelin, F. Gauquelin,
Nil Y.
42. Dil ve Diksiyon Yazılı ve Sözlü Anlatım Bozuklukları, Sıddık Akbayır,
Akçağ Y.
43. Söz ve Diksiyon Sanatı, Nüzhet Şenbay, YKY.
44. Konuşma Sanatı, Diksiyon, Yavuz Özdem, Kariyer Y.
45. Güzel Konuşma ve Yazma Sanatı, Ömer Sevinçgül, Zafer Y.
46. Örnekleriyle Kompozisyon Bilgileri, Aylâ Abak, Hazar Y.
47. Güzel Konuşma Yazma, Sâlih Sarıca, Mustafa Gündüz, Fil Y.
48. Türkçe (Güzel Konuşma, Okuma ve Yazma) Öğretim Rehberi, Nusret
Alperen, M.E.B. Y.
49. Elifbe’den Alfabeye Türkiye’de Harf ve Yazı Meselesi, Rekin Ertem,
Dergâh Y.
50. Tanzimattan Cumhuriyete Alfabe Tartışmaları, Hüseyin Yorulmaz,
Kitabevi Y.
51. Oku Oku Budur Sonu, İhsan Ünlüer, Çağdaş Y.
52. Mefhumlardan Tefekküre, Hayri Bilecik, Hülbe Y., s. 90-93
53. Kur’an’da Zihin Eğitimi, Yaşar Fersahoğlu, Marifet Y. s. 150-377
54. Kur’an’da Cehâlet, Câhil, Câhiliye, Mustafa Akman, Buruc Y.
55. Bilgiden Tevhide Yükseliş, Ekrem Sağıroğlu, Timaş Y.
56. Bilgi Bilinci, Ekrem Sağıroğlu, Denge Y.
57. Bilginin Gücü, M. Said Çekmegil, Timaş Y.
58. Bilim ve Yeni Bilim, Bünyamin Duran, Nesil Y.
59. Çağdaş Bilimin Saplantısı, Zübeyir Yetik, Akabe Y.
60. Batılı Bilginin Eleştirisi Üzerine, Korkut Tuna, İst. Ün. Ed. Fak. Y.
61. Batıda İlmî Skandallar, Ali Çankırılı, Adım Y. / Feza Y.
62. İlim ve İdeoloji, Sadettin Elibol, Birlik Y.
63. Modern Bilimin Arka Plânı, İlhan Kutluer, İnsan Y.
64. Bilimin Öteki Yüzü, Bougenaya, M. Karabaşoğlu, Senai Demirci, İz Y.
65. İslâm Bilimi Tartışmaları, Mustafa Armağan, İnsan Y.
66. Bilginin İslâmileştirilmesi, İsmail Farukî, Risale Y.
67. Müslümanın Bilgilenme ve Değerlendirme Metodu, Mehmet Sümbül,
Ümmet Y.
68. Bilgi Çağı, Hasan Tekeli, Simavi Y.
69. İslâm Düşüncesinde Allah-Âlem İlişkisi, Halife Keskin, Beyan Y.
70. İlim ve Bilim, Abdülfettah Şahin ve heyet, T.Ö.V. Y.
71. İslâm’da Bilginin Temelleri, Şakir Kocabaş, İz Y.
72. Din ve Bilim, Cafer Sadık Yaran ve heyet, Sidre Y.
73. İslâm’da Bilim ve Teknoloji Tarihi, Mehmet Bayraktar, Rehber Y./T.
Diyanet Vakfı Y.
74. Bilimden Damlalar, Ömer Öztürkmen, Ötüken Neşriyat
OKUMA VE YAZMA
- 193 -
75. Tasavvuf ve Modern Bilim, Mehmet Bayraktar, Seha Neşriyat
76. İlim Uğrunda, Abdülfettah Ebû Ğudde, Ebru Y.
77. İslâmiyet’te ve Hıristiyanlık’ta İlim Anlayışı, Polat Has, T.Ö.V. Y.
78. Ta’limü’l-Müteallim Tercümesi, Burhaneddin Zernuci, Furkan Kitabevi
79. Ta’limü’l-Müteallim (İlim Öğrenme Âdâbı), Abdullah Naim Şener,
Sönmez Neşriyat
80. Müslüman İlim Öncüleri 1-2, Şaban Döğen, Yeni Asya Gaz. Neşriyat
81. Müslüman İlim Öncüleri Ansiklopedisi, Şaban Döğen, Nesil Basım Yayın
82. Allah, İlim ve İnsan, C. Ceressy Morrison, Şelâle Y.
83. Allah ve Modern İlim, 1-2, Abdürrezzak Nevfel, Hikmet Y.
84. İlimler ve Yorumlar, Hekimoğlu İsmail, Türdav A.Ş. Y.
85. İmanla Gelen İlim, Halûk Nurbaki, Damla Y.
86. İslâm İlimleriyle Tanışma, Murteza Mutahhari, Endişe Y.
87. İslâm ve İlim, Seyyid Hüseyin Nasr, İnsan Y.
88. İslâm ve İlim, Şaban Döğen, Gençlik Y.
89. İslâm ve İlim, Enver Yılmaz, Nizam Y.
90. İslâm ve Bilim, Derleme, Seha neşriyat
91. İlimlerin Özü, Nevî Efendi, İnsan Y.
92. İlim, Mehmet Zahit Kotku, Seha Neşriyat
93. Âlim, Mehmet Zahit Kotku, Seha Neşriyat
94. Bilgi Toplumu, Mustafa Temiz, Seha Neşriyat
95. Bilim ve Teknolojinin Gelişimi ile Türk İslâm Bilginlerinin Yeri, Lütfi
Göker, M. E. B. Y.
96. Değişim Sürecinde İnanç-Bilim İlişkisi, İslâmî Araştırmalar Dergisi, c. 11,
sayı 1-2, 1998
97. Bilgi, Bilim ve İslâm, Heyet, 1-2, İSAV Y. / İlmî Neşriyat
98. Bilgi Üzerine Söyleşi, Paul Feyerabend, Metis Y.
99. İhvân-ı Safâ Felsefesinde Bilgi Problemi, İsmail Yakıt, Üçdal Neşriyat
100. Maturidi’de Bilgi Problemi, Hanifi Özcan, Marm. Ün. İlâhîyat Fak. Y.
101. Âmidî’de Bilgi Teorisi, Emrullah Yüksel, İşaret Y.
102. İlmî Tavır ve Ötesi, Seyit Ahmet Arvasi, Burak Y.
103. Uzay Âyetleri Tefsiri, Celâl Yeniçeri, Erkam Y.
104. Kur’an ve Bilim, Celal Kırca, Marifet Y.
105. Kur’an-ı Kerim’de Fen Bilimleri, Celal Kırca, Marifet Y.
106. Kur’an Bilim, M. Harun Osmanoğlu, Gül-San Y.
107. Kur’an-ı Kerim ve Tabiat İlimleri, Ahmet Yüksel Özemre, Furkan Y.
108. Kur’an ve İlimler, Safvet Senih, Nil A.Ş. Y.
109. Kur’an’dan İcatlara, Şaban Döğen Nesil Basım-Yayın
110. Kur’an’ın İlmî Sırları, Süleyman Aksoy, Sır Y.
111. Kur’an-ı Kerim ve Müsbet İlim, Fahri Demir, D. İ. B. Y,
112. Kur’an-ı Kerim’den Âyetler ve İlmî Gerçekler, Halûk Nurbaki, T. Diyanet
Vakfı Y.
113. Bilim Açısından İmanın 6 Şartı, Halûk Nurbaki, Nesil Basım-Yayım
114. Bilimden İmana, Cevat Babuna, Babıali Kültür Yayıncılğı
115. İlimlerden Açılan Pencere, Sinan Bengisu, Zafer Y.
116. Bilim ve Uygarlık Açısından İslâm, Vahidüddin Han, İşaret Y.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 194 -
117. İlim ve Âlim, Heyet, Ankara Fazilet Y.
118. İslâm ve Bilim, Derleme, Seha Neşriyat
119. İslâm ve Bilim, Pervez Hoodbhoy, Cep Kitapları Y.
120. İslâm ve İlim, Necmettin Erbakan, Furkan Basın Y.
121. Ortaçağ İslâm Dünyasında Bilim ve Teknik, Zeki Tez, Dicle Ün. Y.
122. İlim ve Din, A. Adnan Adıvar, Remzi Kitabevi
123. Bilim ve Teknoloji Ansiklopedisi, John David Yule, Remzi Kitabevi
124. Bilim Tarihi, Mehmet Bayraktar, Koza Eğitim Y.Akıllar, Beyinler ve Bilim,
John Searle, Say Y.
125. Bilim Tarihi, Feyzullah Akben, Gün Y.
126. Bilim Tarihi, Cemal Yıldırım, Remzi Kitabevi
127. Beşerî Bilim Teorileri, Julien Freund, Türk Tarih Kurumu Y.
128. Bilim Kutsal Bir İnektir, Anthony Standen, Şule Y.
129. Bilimin Arka Yüzü, Adrian Berry, Tübitak Y.
130. Okulsuz Toplum, Ivan Illıch, Birey Toplum Y.
131. Bilimsel Bilginin Sosyolojisi, Barry Barnes, Vadi Y.
132. Bilimin Öncüleri, Cemal Yıldırım, Tübitak Y.
133. Bilim ve Din, Bertrand Russel, Cem Y.
134. Din ile Bilim, Bertrand Russel, Say Y.
135. Çocukluk ve Gençlik Çağında İslâmî Eğitim ve Psikolojik Temelleri, Ömer
Özyılmaz, Pınar Y. 2003
136. Kur’an’da Tebliğ ve Eğitim Psikolojisi, Mehmet Şanver, Pınar Y. İst. 2001
137. Hz. Muhammed ve Öğretim Metodları, Abdulfettah Ebû Gudde, Umran
Y. İst. 1998
138. Hz. Peygamber ve İlim, Yusuf el-Kardavî, Şule Y. İst, 1993
139. İslâm’da Aile ve Çocuk Terbiyesi Sempozyumu, Heyet, İSAV, İlmî Neşriyat,
İst. 1995
140. İslâm’da Aile ve Çocuk Terbiyesi 2, İSAV, Ensar Neşriyat, İst. 1996
141. Ailede Çocuğun Din Eğitimi, Abdurrahman Dodurgalı, İFAV Y., İst, 1996
142. Aile Okulu, Kemalettin Erdil, T. Diyanet Vakfı Y. Ank. 1991
143. Ailede Eğitim, Hüseyin Ağca, T. Diyanet Vakfı Y. Ank. 1993
144. Din Eğitimi ve Öğretiminde Metodlar, Mustafa Öcal, T. Diyanet Vakfı Y.
2. Bs. Ank, 1991
145. Türkiye’de Din Eğitimi ve Öğretimi, İslâm Medeniyeti Vakfı, İst. 1993
146. İslâm’ın ve İlmin Işığında Çocuk Eğitimi, H. Hüseyin Korkmaz, Feza Y. 93;
Tuna A.Ş. Y. İst. 95
147. Kur’an’da Çocuk Eğitimi, İbrahim Canan, Nesil Y., İst. 1996
148. Rasûlullah’a.Göre Âilede ve Okulda Çocuk Terbiyesi, İbrahim Canan,
Yeni Asya Y. İst. 79; Türdav
149. İslâm’da Temel Eğitim Esasları, İbrahim Canan, Yeni Asya Y., İst. 1980
150. Din Eğitimi ve Öğretimi (İman-İbadet), Halis Ayhan, DİB Y. Ank. 1985
151. Çocuğumuzu Nasıl Eğitelim, Bakiye Marangoz, Mektup Y. , İist 1988
152. Çocuk Eğitim Rehberi, Ana-Babanın El Kitabı, Nurhan Şener, Toker Y., 2.
Bs., İst. 1976
153. İslâmî Hayatta Âile ve Çocuk Terbiyesi, Ayşenur Zehra, İttihad Y., İst.
1993
154. Kemalist Eğitim ve Din Düşmanlığı, Burhan Bozgeyik, İttihad Y., İst. 1993
OKUMA VE YAZMA
- 195 -
155. Sınıfta Pozitif Disiplin, J. Nelsen, L. Lott, S. Glenn, Hayat Y. İst. 1999
156. SOS! Ana Babalara Yardım, Lynn Clark, Ph. D., Evrim Y., İst. 1996
157. Her Yönüyle Çocuğunuz, Şule Bilir, Pelin Bilir Adıyaman, Alkım Y., İst.
158. Yaratıcı Bir Çocuk Yetiştirme, Cynthia MacGregor, Papirus Y., 2. Bs. İst. 1997
159. Sevgi Eğitimi, Veysel Sönmez, Anı Y., 5. Bs. Ank. 1997
160. Çocuğunuz ve Oyun, Arnold Arnold, Fitzhugh Dodson, Denge Y., İst. 1998
161. Eğitimi Zor Çocukların Psikolojisi, Alfred Adler, Baha Matbaası, İst. 1965
162. Çocuklar Nasıl Öğrenir, Ahmet Rahmi Ercan, Alkım Y. Ankara
163. Çocuğunuzu Yanlış Eğitiyorsunuz, Yengeç Kitabı, Salzmann, Çocuk
Vakfı Y., İst. 1991
164. Fî Zılâli’l-Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 116-117
165. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 265-272
166. Tefhimu’l Kur’an, Mevdudi, İnsan Y. c. 1, s. 62
167. Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 119-123
168. Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. c. 2, s. 276-284
169. Mefatihu’l-Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahreddin Razi, Akçağ Y. c. 2, s. 262-332
170. El-Mîzan Fî Tefsîri’l-Kur’an, Muhammed Hüseyin Tabatabai, Kevser Y. c.
1, s. 164-166
171. Min Vahyi’l-Kur’an, Muhammed Hüseyin Fadlullah, Akademi Y. c. 1, s.
166-170
172. Safvetü’t Tefâsir, Muhammed Ali es-Sabuni, Ensar Neşriyat, c. 1, s. 82-83
173. Davetçinin Tefsiri, Seyfuddin el-Muvahhid, Hak Y. c. 1, s. 97-101
174. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, Kuba Y. c. 1, 125-126; c. 2, 221-222
175. İslâm Ansiklopedisi, Şâmil Y. c. 3. s. 133-137
176. İslâm ve Türk Ceza Hukukunda Hukuku Bilmeme (Cehâlet) (I), Hakkı
Aydın, ATA.Ü.İ.F.D., sy. 12, Erzurum 1995.
177. ‘İslâm ve Türk Ceza Hukukunda Hukuku Bilmeme (Cehâlet) (II), Hakkı
Aydın, Cumhuriyet Ü.İ.F.D., sy. 1, Sivas 1996.
178. İslâmiyet’in Eğitimimize Getirdiği Değerler, Nevzat Ayasbeyoğlu, MEB Y.
179. İlim - İslâm Münâsebeti, Mehmed Aydın, İsav, Bilgi, Bilim ve İslâm
180. Eğitime Giriş ve İslâmiyet’in Eğitime Getirdiği Değerler, Halis Ayhan,
181. Din Eğitimi ve Öğretiminde Metodlar, Mustafa Öcal, Ankara 1990
182. Öğretimde Program, İlke ve Yöntemler, N. Kemal Önder, İstanbul 1992
183. Asr-ı Saadetle Yazı ve Vahiy Katipleri, Mustafa A’zami, Trc: Durak Pusmaz,
Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadetle İslâm, Beyan
Yay., İst. 1994.
184. Kur’an’ın Zihni İnşası, Seyyid Abdullatif, Trc: Mehmed Kürşad Atalar,
Pınar Yay., İst. 1995.
185. Kitab’a Varis Olanlar, Mustafa Akman, Ekin Yay., İst. 2004.
186. Kur’an’da Cehalet Kavramı, Faruk Aktaş (Mustafa Akman), Ekin Yay., İst. 2001.
187. Bütün Yönleriyle Cahiliyye, Ramazan Altıntaş, Konya 1990.
188. İslâm ve Türk Ceza Hukukunda Hukuku Bilmeme (Cehalet) Hakkı Aydın,
(I), ATA.Ü.İ.F.D., sy. 12, Erzurum 1995.
189. İslâm ve Türk Ceza Hukukunda Hukuku Bilmeme (Cehalet) (II) Hakkı
Aydın, Cumhuriyet Ü.İ.F.D., sy. 1, Sivas 1996.
190. Hüccetullahü ‘l-Baliğa, Ahmed Şah Veliyyullah Dihlevi, Trc: Mehmet
Erdoğan, İz Yay., İst. 1994.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 196 -
191. Fevz’ul-Kebir fi Usuli’t-Tefsir, Dihlevi, Trc: Mehmed Sofuoğlu, Çağrı Yay.,
İst. 1980.
192. İslâm Hukukunda Suç ve Ceza, Ebu Zehra, Trc: İbrahim Tüfekçi, Kitabevi,
İst. 1994.
193. İslâm Hukukunda Ahkâmın Değişmesi, Mehmet Erdoğan, M.Ü.İ.F.V.
(Hav) Yay,, İst. 1994.
194. Cehalet özürdür Bid’atçı Tekfircilere Reddiye, Ahmed Ferid, Trc: Mustafa
Yiğit, Guraba Yay., İst. 1996.
195. Rasûlullah (s.a.s.) Döneminde İlköğretim Kurumları ve İşlevleri, Şakir
Gözütok, Dini Araştırmalar (Dergisi), c 1 sy. 2, Eylül-Aralık 1998.
196. İslâm ‘da Sembolik Dil,Sadık Kılıç, İnsan Yay., İst. 1995.
197. İslâm ‘da Bilginin Temelleri (Emr Kitabı), Şakir Kocabaş, İz Yay., İst. 1997.
198. Hz. Muhammed’ın Mekke Döneminde Uyguladığı Yaygın Eğitim,
Mehmet Kocatepe, İttifak Kültür Serisi, (Bursa 1997) Konya 1999.
199. İslâm Hukukunda Milletlerarası Münasebetler ve Ülke Kavramı, Ahmet
Özel, Marifet Yay., İst. 1982.
200. Kur’an’da İlim ve Cehalet Kavramları, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi),
Ömer Özgültekin, H.Ü.S.-B.E., Urfa 1996.
201. İslâmi Mücadelede Bilginin Gücü, (Oku Kalemle Öğreten
Rabbin En
Büyük Kerem Sahibidir.) Talat Sakallı, Trc: Abdullah Kahraman, Pınar
Yay., İst. 1997.
202. Cahiliyye Kelimesinin Mana ve Menşei, Süleyman Tülücü, ATA.Üİİ.F.D.,
sy. 4, Ankara 1980.
203. İslâm Ceza Hukuku ve Beşeri Hukuk, Abdulkadir Udeh, Trc: Akif Nuri,
İhya Yay., İst. 1976.
204. Kuran’da Cahillik ve İlim, Veli Ulutürk, İlim ve Sanat Dergisi, sy. 16,
Kasım-Aralık 1987.
205. Hz. Peygamberin Mekke Dönemi Yaygın Eğitim Çalışmaları, İlhan Yıldız,
Y.Y.ÜİF.D. sy. 2 Aralık 1998.
206. Kur’an’da Cehalet Kavramı, Faik Yılmaz, Y.Y.-Ü.İ.F.D., sy. 2, Van, Aralık 1998.
Sonsöz
Eğer bu kitabı gerçekten okuyup mesajını anladıysanız, bunu ve buna benzer diğer kitapları bir kenara koymalısınız ve hemen elinize Allah’ın Kitabı’nı alıp meal ve tefsiriyle okumaya başlamalısınız. Daha önce okuduysanız, yine yeniden ve sürekli okumalısınız. Anlayarak, yaşayışınızla ve güncel hayatla bağlantı kurup O’nun gösterdiği istikamet doğrultusunda her şeyi gözden geçirerek Kur’an’a yönelmeniz, bu okuyup bitirdiğiniz kitabın yazılış amacına hizmet etmiş olacaktır.
Haydi Kur’an’a; Elimize, gönlümüze ve yaşantımıza almak ve bir daha bırakmamak için…

 

Ortam