4. HUTBE: SÂLİH AMELİN AÇTIĞI GÜZEL KAPILAR

4. HUTBE: SÂLİH AMELİN AÇTIĞI GÜZEL KAPILAR (1)

Sâlih Amelin açtığı güzel kapılar

Âyet:

اِلَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ عَمَلاً صَالِحاً فَاُو۬لٰٓئِكَ يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِهِمْ حَسَنَاتٍۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً

“Tevbe edip mü’min olarak sâlih amel (erdemli işler) yapanın durumu başkadır; Allah böylelerinin kötülüklerini/günahlarını güzelliğe/sevaplara iyile kötü hallerini iyiye çevirecektir. Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.”[1]

 

Hadis:

“Ameller ancak niyetlere göredir.”[2]

“Allah, sizin ceset ve sûretlerinize değil; kalplerinize ve amellerinize bakar” [3]

“Amellerin efdal olanı, Allah’ın farzlarını eda, haramlardan kaçınmak ve Allah katında sadık niyettir.”[4]

Amel-i Sâlih: İyi, güzel, faydalı, sevaba ve Allah’ın rızasına sebep olacak, haram sınırına girmeksizin kişinin iman, iyi bir niyet ve ihlâs ile yapmış olduğu davranışlar. Amel, iş manasına gelir. Sâlih ise, elverişli, yararlı, yarayışlı, kendisi doğru olan, kendini düzelten demektir. Dolayısıyla amel-i sâlih; kişiye âhiret saadetini sağlamaya, Allah’ın rızasını kazanmaya elverişli olan, Allah katında bir değer ifade eden davranışlardır.

Amel: İş, vazife, hareket, idare, işlemek, yapmak, davranış, etki, ibâdet, hayırlı iş anlamlarına gelir. Daha ziyade canlıların bir maksatla, bilinçli bir şekilde yaptıkları işe amel denir. Yapılan işte bir gaye ve maksat yoksa buna fiil denir, amel denmez. Amel, niyete, iradeye bağlı olarak yapılan iştir; amel, bilinçli bir aksiyondur. Fakat fiilde bilinç her zaman söz konusu olmayabilir. Kur’ân-ı Kerim’de amel kelimesi çeşitli kalıplarda 350 defa geçmektedir. Amel, iyi (sâlih) ve kötü (seyyi’)  amel olmak üzere ikiye ayrılır. İnsan yeryüzüne, nasıl davranışlar göstereceği, iyi ve kötü amellerden neler yapacağı belli olsun diye çıkarılmıştır.

“Hanginizin daha iyi amel işleyeceğini denemek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur.” [5]

“Şüphesiz ki sizi biraz korku, açlık, mal, can ve ürün eksikliğiyle imtihan edeceğiz. (Ey Muhammed) sabredenleri müjdele!”[6]

İslâm’da bir iyiliğin ve sâlih amelin dünya ve âhirette ecir ve sevap kaynağı olması için bu ameli işleyen kimsenin imanlı olması şarttır. Bu konuda iman ön şarttır.

İmanı kuvvetlendiren, sağlamlaştıran, onu çepeçevre sararak koruyan sâlih amellerdir. Kur’ân-ı Kerim’de sâlih amel anlamında “sâlih” kelimesi ve çoğulu, toplam 132 yerde geçer. Amel-i sâlih, Kur’ân-ı Kerim’de doksan küsur yerde doğrudan doğruya veya dolaylı olarak emredilmiştir. Sâlih amelden söz eden âyetler genellikle önce imana değinerek başlarlar. Bunların hep “iman edip sâlih amel işleyenler...” şeklinde oldukları görülmektedir. Bu da iman ile amelin, bir bütünün ayrılmaz parçaları olduğunu ortaya koyar. İman olmadan güzel davranışların hiçbir önemi olmadığı gibi, sâlih amel olmadan da kuru bir imanın tadı yoktur. [7]    

Allah ve Rasûl’üne iman etmenin, çok geniş anlamda, sâlih amelden sayıldığını görmekteyiz. Nitekim bir hadiste Hz. Peygamber’e “hangi amel efdaldir?” diye sorulmuş, o da: “Allah ve Rasûl’üne iman etmektir” buyurmuştur.[8] İman kavramında olduğu gibi, takva, şükür, sabır gibi diğer kalbî fiilleri de sâlih amel içerisinde mütalaa etmek mümkündür. Meselâ şükür, kalp amellerindendir ve kalp amelleri de, âzâların amellerinden daha şereflidir. Bundan dolayı Allah’ı zikretmek, en faziletli amellerden sayılmıştır. Fiilleri, kalbî ve bedenî, yani organlara ait olmak üzere iki kısma ayırmak mümkündür. Buradan hareketle, müfessirler, sâlih ameli çeşitli kısımlara ayırmaktadırlar. Fahreddin Râzi, kulun amelini üç kısma ayırmakta ve bunları da:

Kalbin ameli, kulun fikri, inancı ve tasdiki,

Dilin ameli, kulun zikri ve şehadeti,

Âzâların ameli, kulun tâaati ve ibâdeti şeklinde sıralamaktadır.

Elmalılı da, bir yerde sâlih ameli, kalbî, bedenî ve mâlî olmak üzere üçe ayırırken, başka bir yerde ise, sâlih amelin iki kısım olduğunu, bunlardan birinin bedenî ibâdetler gibi, mükellefin öncelikle kendi salahına yarayan ameller; diğerinin de, zekât ve sadaka gibi başkalarına faydalı olan ameller olduğunu kaydeder. Sâlih amelleri, kalbî ve bedenî olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Bedenî olan da, namaz gibi sadece bedeni ve kişiyi ilgilendiren; zekât gibi hem ferdi ve hem de toplumu ilgilendiren mâlî olmak üzere ikiye ayrılır.     

 

Amellerde Niyet

Niyet, kasdetmek, azmetmek anlamlarına gelmekte olup, kalbin, şimdiki halde veya gelecekte, bir faydayı celb veya bir zararı def için, maksada uygun gördüğü şeye yönelmesinden ibarettir şeklinde formüle edildiği gibi, çok geniş anlamda, gerçekleştirilmesi ve sakındırılması eşit olan muayyen bir şeye doğru, iradenin meydana geldiği bir harekettir şeklinde de tanımı yapılmaktadır. Ayrıca, Allah’ın rızasını kazanmak veya bir hikmete imtisal için, iradeyi bir fiile yönlendirme, tahsis etme diye de tarif edilmektedir. Gazali ise, niyeti: “şu anda veya gelecekte faydalı olduğunu anladığı şeye gönlün meyli ve yönelmesidir” şeklinde tarif ederek,  “gönlün temayülü olmadan kuru bir irade ile bir şey meydana getirmek mümkün değildir” şeklindeki açıklaması da, niyette kalbin önemine dikkat çekmekte ve ayrıca, irade ile niyet arasındaki bağı vurgulamaktadır. Çünkü mesuliyet, niyet ve buna bağlı olarak da işi irâdî olarak yapmaktır.

“Ameller ancak niyetlere göredir.”[9]; “Ameller, ancak niyete göre değerlendirilir. Kimin hicreti, Allah ve Rasûl’üne ise, onun hicreti Allah ve Rasûlünedir. Kimin de hicreti, nail olacağı bir dünya veya nikâh edeceği bir kadın ise, onun hicreti de onadır.” [10]   

Ameller, niyetlerle değer kazanmakta ve şekillenmektedir. Çünkü amellerin direği niyettir ve bir amel, hayırlı olması için niyete muhtaçtır. Aynı şekilde, amellerin bâki kalması, sâlih olması, Allah rızasına bağlanırken; sâlih amellerde niyetin şart olduğu da açıktır. Muaz bin Cebel’in, sâlih amelde, ilim, niyet, sabır ve ihlâsın bulunması gerektiği kanaatinde olduğu rivâyet edilmektedir. Bu rivâyette zikredilen hususlar, birbirine bağlı kavramlardır. İlim, dünya ve âhiret ile ilgili şeyleri, akıl ile alakalı gerçekleri bilmektir. İlim, yapılacak olan işleri bilerek yapmayı sağlayacaktır. Sonra da niyet gelir. Niyeti ilim ve amel desteklemektedir. Ancak ilim önce gelir. Zira ilim asıldır. Amel ise, ilme tâbidir ve ilmin dalı ve meyvesidir. Daha sonra da sabır gelmektedir ki, bu da meşakkat, güçlük ve belalara karşı tahammül etmektir. İşte bunların neticesinde ihlâs ortaya çıkmaktadır.

Niyetin önemi, şu misalde daha belirgin bir şekilde görülmektedir: Bir kimse öğle vaktinde, güneşin karşısında, alnını secdeye koysa ve yaptığı bu secde ile, Allah’a ibâdeti kasdetse, bu hareket İslâm’ın tasvip ettiği bir davranış olur. Fakat bu secdesi ile güneşe tapmayı kasdetse, bu da küfür olur.[11] Bu misal bize, “ameller niyetlere göredir” prensibinden hareketle, niyet gerçeğini en güzel bir şekilde anlatır. Nitekim Hz. Peygamber’in:

“Allah, sizin ceset ve sûretlerinize değil; kalplerinize ve amellerinize bakar” [12] hadisi de ayrıca niyet gerçeğini beyan etmektedir.

Amellere kıymet kazandıran niyettir. Bir amelin sâlih olup olmaması niyete bağlıdır. Hz. Ömer’in:

“Amellerin efdal olanı, Allah’ın farzlarını eda, haramlardan kaçınmak ve Allah katında sadık niyettir.”[13] şeklindeki ifadesinde de görüldüğü gibi niyet esastır. Bununla birlikte, ilim ve amel de niyette gözetilen unsurlardır. Ayrıca saadete de, ilim ve amelle erişilebileceği bir gerçektir. Çünkü hayır, saadet, kemal ve salah, faydalı ilim ve sâlih amelle mümkündür ki, bunlar da niyeti destekleyen unsurlardır.

 

Amellerin Önemi

Ameller, iyi (sâlih) ve kötü olmak üzere ikiye ayrılmakta olup, sâlih amelin zıddı olarak kötü amel zikredilmektedir. Mü’minlerin kurtuluşlarının iman ve sâlih amel sayesinde olacağı Kur’an’da ısrarla ifade edilmektedir.[14] Bununla birlikte, namaz kılıp, kendilerine rızık olarak verilenden infak ettikleri, hem kendi peygamberlerine ve hem de diğer peygamberlere ve getirdiklerine inandıkları,[15] oruç tuttukları,[16] Allah anıldığı zaman yüreklerinin ürperip Allah’ın âyetleri okunduğunda da imanlarının arttığı,[17] kısaca namazlarında huşu içerisinde olmaktan, boş şeylerden yüz çevirmekten tutun da, ırzlarını korumaya, sözlerinde durmaya varıncaya kadar[18] bütün ahlakî özelliklere sahip oldukları belirtilmektedir. Bu özelliklere sahip mü’minlerin Firdevs cennetlerine varis olacakları zikredilir.[19] Buna mukabil,  kötü amel işleyenlerin cehennemlik oldukları da vurgulanır. [20]

Böylece inanç açısından iki zıt kutupta olan İnsanlardan hangisinin daha rahat olacağı, ruh enginliği kazanacağı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Zira sâlih amel, kişiyi Mevlâ’sına yaklaştırır. Bununla birlikte İnsan, sâlih amellerle, önce kendisini düzeltir, sonra da başkalarının salâhına çalışır. Kişinin kendini düzeltmesi asıldır, başkasının düzelmesine çalışması ise ikinci derecededir. Başkasını ıslah, salâh nisabının zekâtıdır. Kendisi sâlih olmayan, başkasını nasıl ıslah edebilir, ağaç doğrulmadan gölge nasıl doğrulabilir, doğru olabilir?

Dengeli bir hayat sürdürebilmek için, İnsan ruhu, sadece nazarî hakikatlerle beslenemez. Bilmeye ve inanmaya olan ihtiyacından başka, ister şahsî davranışlarında, isterse Allah veya İnsanlarla olan münasebetlerinde olsun, İnsan, hareketlerini devamlı bir şekilde tanzim edecek amelî kurallara muhtaçtır. Bu amelî kurallar, çeşitli şekilleriyle Kur’ân-ı Kerim’de gösterilmektedir. Meselâ, sıkıntı anında Allah’a yapılacak bir yalvarış, bir duâ ve bu duânın  da Allah tarafından kabul edileceğini bilmek,[21] İnsanı son derecek rahatlatabilir ki, bu da sâlih ameldir. Aslında İnsanda iki kuvve bulunmaktadır. Bunlar, nazarî ve amelî kuvvetler olup, nazarî kuvvenin kemali, İnsanın Hakk’ı tanımasıyla; amelî kuvvenin kemali ise, onun sadece hayırları işlemekle gerçekleşebileceği kaydedilmektedir. [22]

İnsanda bulunan bu kuvveler, onun, hem maddî ve hem de manevî yönünü işaret etmektedir. Böylece İnsandan sudur eden fiillerin bilinçli olduğu ve dolayısıyla âyetlerde geçen “iman edenler” kaydı ile, İnsanın Allah’ı bilmesindeki nazarî kuvvesine;  “sâlih ameller” kaydı ile de, onun Allah’a kulluk/ ibâdet etme konusundaki amelî gücünün kemaline delâlet etmektedir. Şu halde biz, İnsanın dinen olumlu sayılabilecek davranışlarının sâlih amel olduğu genel hükmüne varabiliriz.

“İslâmiyet’in çok önemli olan amelî yönü, Kur’ân-ı Kerim’de esaslı ve açık bir şekilde kurtuluş ve ebedî saadete ermenin kaçınılmaz bir şartı olarak zikredilir. Hatta bu amelî yönün Kur’an’da açıkça geçmediği hallerde imanla ilgili olarak daha önce belirtilen esaslar uyarınca sade mü’min tabiriyle bile zımnen ifade edilmiş olduğunu görmek hiç de zor değildir.”[23] Çünkü “sâlih amel, Allah’ın bir lütfudur ve nimetine şükreden kullarını buna muvaffak kılar.” [24]

Sâlih amelin önemini, İmam Şafii’nin dünyayı büyük bir denize, sâlih amelleri de, bu denizde seyreden gemiye benzetmesinden anlamak mümkündür. Aynı şekilde Gazali’nin: “Ameller, kalp hastalığının ilacıdır. Kalp hastalığı çoğu zaman hissedilmez. Aynası olmayan bir adamın yüzündeki alaca hastalığı gibidir. Zira o, bu hastalığı hissetmez. Ona söylense, bunu doğrulamaz”[25] şeklindeki açıklaması ve benzetmesi de, sâlih amelin önemini ifade etmektedir.

Sâlih amelin önemi, İnsanı mutluluğa kavuşturmasıyla da anlaşılabilir. İnsanın mutluluğu, Râzi’nin ifadesine göre[26]  ya ruhî veya bedenî veyahut da hâricî şeylerle olmaktadır. Rûhî olanı, en mükemmeli, bedenî olanı ortası, harici olanı ise en düşüğüdür. Ruhî mutluluk, kalbin taat ve hizmetle meşgul olmasıyla, harici mutluluk ise aile efradının mutluluğuyla olmaktadır. Aslında Kur’ân-ı Kerim’de ahlakî terimler genellikle tasvîrîdir.

İyinin ne olduğunu mü’minlerin; kötünün ne olduğunu ise kâfirlerin, münafıkların ve şeytanın tasvirlerinden çıkarabiliriz. Kur’an’daki felâh, necât ve hidâyet gibi saadetle ilgili terimler çok kere mü’minlerin vasıflarından sonra zikredilmiştir. Amellerin önemi, İnsanları mutlu veya mutsuz etmesi, başka bir ifadeyle saadete ve şekavete, bedbahtlığa götürmesiyle bilinebilir. Burada da sâlih amelin, kişiyi mutlu ettiği; kötü amelin de bedbaht ettiği, onu karamsarlığa sürüklediği açıktır.

 

Sâlih Amelin açtığı kapılar

Allah’ın kullarının hayrı için onların yapmalarını emrettiği faydalı amellerin sâlih amel kategorisine ulaşması için, başkalarını ıslahı hedef edinmesidir. Farklı formlarda Kur’an’da birçok yerde zikredilen (“amilû’s-sâlihât”, “amelen sâlihan”) “sâlih amel” ifadesi, Kur’an’da “Allah’ın râzı olduğu, imana uygun davranış, sorumluluk bilinci” gibi anlamlarının yanında, esas olarak “sahibini ve başkalarını ıslah edici iyi davranışlar” anlamında kullanılır. Meselâ, huşû ile edâ edilmeyen namaz, şeytanı kaçırmaz, namazda birçok vesvese insanı kuşatırken; topluma tevhidi ilan ettiği için sâlih amel olan ezan şeytanı ezan sesinin duyulmayacağı yere kadar kaçırıp uzaklaştırır.[27] Kıldığımız namazların, yaptığımız ibâdetlerin hayata müdâhale etmesi, bizi ve toplumu fahşâ ve münkerden alıkoyacak[28] şuurda olması, o ibâdeti sâlih amel kategorisine yükseltir. Şuayb’ın (a.s.) namazı gibi. Onun namazı sâlih amel vasfında, toplumun şirkine müdâhale eden bir namazdır:

“Dediler ki, Ey Şuayb! Babalarımızın taptıklarını (putları) bırakmamızı veya mallarımız hakkında dilediğimiz gibi tasarrufta bulunmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor?”[29]

Namaz kılarken, ibadet bilinciyle ilgisi olmayan dünyevî konular maalesef çoğumuzun aklına geliyor. Sâlih amel bilincinden mahrum olduğumuz için şeytan bizi namazda bile meşgul ediyor. Sahih hadis kitaplarının hemen hepsinde şu hadis-i şerif rivayeti vardır:

“Namaz için ezan okunduğu zaman, şeytan oradan uzaklaşır, ezanı duyamayacağı yere kadar kaçar. Ezan bitince geri gelir. İkamete başlanınca yine uzaklaşır, ikamet bitince geri dönüp kişi ile kalbinin arasına girer ve “şunu hatırla” , “bunu düşün” diye insanın aklında daha önce hiç olmayan şeylerle vesvese verir. Öyle ki kişi kaç rekât kıldığını bilemeyecek hale gelir.” [30]

Rasulullah, bu hadisinde, insî ve cinnî şeytanların ezandan duyduğu rahatsızlığı beliğ bir üslupla dile getirmektedir. Akla şöyle bir soru gelebilir (veya gelmelidir): Kur’an’a başlarken, namaz kılarken, bizden uzaklaşmayan şeytan, namaz kadar önemi büyük ve terk edilmesi caiz olmayan bir ibadet olmadığı halde, ezandan niye kaçar? Cevabı, ezanın mesajında ve sosyalitesindedir, yani insanların ıslahına çağıran sâlih amel cinsinden olmasındadır. Ezan tebliğdir, dâvettir, başkalarının kurtuluşunu istemektir. Mesaj sunmaktır, hakkı haykırmaktır ezan; yani sâlih ameldir, toplumu ıslah etmeye yönelik bir dâvettir, emr-i bi’l ma’ruftur. Peki, her tebliğ, her mesaj şeytanı kaçırır mı? Ezanlara ve müezzinlere, vâizlere ve vaazlara da şeytan yaklaşamaz mı? Cevap, ezandaki ifadelerdedir. Ezanda nelerin tebliği yapılmaktadır? Dinin temel esasları, Allah’ın en büyük olduğu, O’ndan başka ilah olmadığı. Başka? Kurtulmak için namaz kılmanın şart olduğu, önder ve kılavuzun kim olduğu... Tüm insanların bu esaslara ve namaza dâvet edilmesidir ezan. Net, pazarlıksız, kesin bir ifadeyle tebliğdir ezan, çünkü şâhidlik yapılmaktadır. Ve güzel bir üslûpla, gönüllere işleyecek şekilde insanlara çağrıdır ezan. Peki, bugünkü ezanlar, şeytanı gerçekten kaçırıyor mu? Cevap yine ezan ifadesinde. Ezana, “ezân-ı Muhammedî” denir. Anlamı, Muhammed’e (s.a.s.) ait çağrı, Muhammedî üslûpla ilân. Demek ki, sünnete uygun bir usûl ve metodla tevhidî mesajın ister minareden, ister başka yerden insanlara sunulması, şeytanları bizden uzaklaştıracaktır. İnsan ve cin şeytanlarını, korkutup kaçırmak isteyenlere duyrulur.  

Sâlih amellere Allah kesintisiz nimet ve cennet vaad etmektedir: “İman edip sâlih amel işleyen, dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlar başka; onlar için kesintisiz bir ödül vardır.” [31]

 Sâlih ameli işlerken niyetimize, ihlâsımıza, huşûmuza göre sevabımız yükselir, hatta o amel, bizim seyyiâmızı hasenâta (günahlarımızı sevaba) çevirir. Evet, toplumun çirkinliklerini güzelleştirme, ifsâdını ıslaha çevirme gayreti, benzeri olan en güzel ödüle insanı ulaştırır; kişinin kötülük ve günahını iyilik ve sevaba çevirir.

“Tevbe edip iman ederek sâlih amel işleyenin (erdemli işler yapanın) durumu başkadır; Allah böylelerinin günahlarını sevaba, kötü hallerini iyiye çevirecektir. Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.” [32]

Sâlih amel, insanı meleklerle yarıştırır ve onları geçebilecek yolu açar. Sâlih amel sahibi, canlıların en hayırlısı, en iyisi olmakla müjdelenir: “İman edip salih ameller işleyenler ise; işte onlar da yaratılmışların en hayırlılarıdırlar.” [33]

Dâvet ve emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker başta olmak üzere, toplumsal yönü fazla olan, insanları ıslah çalışmaları, en önemli sâlih amellerdendir. Bu görev, şeytanı uzaklaştırır, insanı Allah’a yaklaştırır, kişiyi Allah’ın cündü/askeri yapar. Tabii, usûlüne uygun yapılırsa. Namazın nasıl kılınma usûlü varsa, Kur’an ve sünnet, davet ve tebliğ denilen bu görevin yapılış usûllerini belirtir.

Sâlih amellerle güzelleşmiş Müslümanca bir ömür sürdüren tevhid ehli mü’minlere selâm olsun!

 

[1]  25/Furkan, 70

[2]  Buhâri, Bed’ü’l-Vahy 1; Müslim, İmâre 155

[3]  Müslim, Birr ve Sıla 10; İbn Mâce, Zühd 9

[4]  Hz. Ömer’in sözü, Gazâli, İhyâ-i Ulûmi’d-Din, 4/362

[5]  67/Mülk, 2

[6]  2/Bakara, 155

[7]  Şamil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 1, s. 128

[8]  Buhâri, İman 18

[9]  Buhâri, Bed’ü’l-Vahy 1; Müslim, İmâre 155

[10]  Müslim, İmâre 155; Buhâri, İman 41

[11]  Fahreddin Râzi, Tefsir-i Kebir, 9/25

[12]  Müslim, Birr ve Sıla 10; İbn Mâce, Zühd 9

[13]  Gazâli, İhyâ-i Ulûmi’d-Din, 4/362

[14]  28/Kasas, 67

[15]  2/Bakara, 3-4

[16]  2/Bakara, 183

[17]  8/Enfâl, 2

[18]  40/Mü’min, 2-8

[19]  23/Mü’minûn, 9-10

[20]  2/Bakara, 81

[21]  2/Bakara, 47

[22]  Fahreddin Râzi, Tefsir-i Kebir, 12/53

[23]  Abdullah Draz, Kur’an’ın Anlaşılmasına Doğru, s. 91

[24]  Seyyid Kutub, Fi Zılâli’l Kur’an, Hikmet Y., c. 11, s. 137

[25]  Gazali, İhyâ-i Ulûmi’d Din, c. 4, s. 138

[26]  Fahreddin Râzi, Tefsir-i Kebir, 28/20

[27]  Buhari, Ezan 4, Amel fi’s-Salât 18, Sehv 6; Müslim, Salât 19, Mesâcid 89

[28]  29/Ankebût, 45

[29]  11/Hûd, 87

[30]  Buhâri, Ezan 4, Amel fi’s-Salât 18, Sehv 6; Müslim, Salât 19, Mesâcid 89

[31]  95/Tîn, 6

[32]  25/Furkan, 70

[33]  98/Beyyine, 7