Pazartesi, 01 Mart 2021 09:13

48.HUTBE: TATİL DE NE DEMEK?

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

TATİL DE NE DEMEK?

ÂYET:

ذَرهُْمْ يَاأكُْلُو وَيَتَمَتَّعُو وَيُلْهِهِمُ لْامََلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ

“Onları bırak; yesinler, eğlensinler ve boş emel onları oyalayadursun. (Kötü sonucu) yakında bilecekler!” [1]

فَانَِّ مَعَ لْعُسْرِ يُسْرًۙ نَِّ مَعَ لْعُسْرِ يُسْرًۜ فَاذَِ فَرغَْتَ فَانْصَبْۙ وَلِىٰ ربَِّكَ فَارغَْبْ

“Demek ki zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Evet, doğrusu her güçlüğün yanında bir kolaylık var. O halde önemli bir işi bitirince hemen diğerine koyul. Ve yalnız rabbine yönel.” [2]

Tatil, bir yönüyle atalet, tembellik, iş yapmamak, yaptığı işi bırakmak demektir; diğer yönüyle dinlenmek, istirahat etmek, bir işi geçici olarak bırakmak, ara vermek, yapılan işi değiştirmek, tekrar işe başlamak için enerji toplamak demektir. Birinci anlamıyla Müslüman için tatil düşünülemez; ikinci anlamıyla ise tatilsiz Müslüman, tatilsiz insan düşünmek mümkün değildir. Bir şey, yozlaştırılmış, aslını ve güzelliğini kaybetmiş ise, o şeyin aslının ve doğrusunun câiz olmayıp terk edilmesi gerektiğine delil olmaz. Yaşadığımız ülke açısından İslâm hâkim değil, mahkûm konumunda. Şu an, hayat İslâm’ın istediği şekilde ve Müslümanca yaşanılacak şekilde kurgulanmış değil. Hangi şey Müslümanca yapılıyor ki, bugün tatil de Müslümanca yapılmış olsun? Böyle oluyor diye, işin aslına da karşı çıkmak gerekmez tabii. İnsan makineden çok farklıdır. Makinenin devamlı aynı şeyi yapmaktan canı sıkılmaz, morali etkilenmez, psikoloisi bozulmaz, motivasyonu zarar görmez. İnsan ise, sürekli aynı şeyleri yapmaktan rahatsızlık duyar ve değişiklikler ister. Değiştirme ve değişme anlamında tebdil ve tebeddül, insanî bir özelliktir. Tümüyle âtıl olup hiçbir iş yapmama anlamında Müslüman için tatil ne kadar yanlış ise; dinlenmek, zaman zaman yaptığımız işi değiştirmek anlamında tatil de o kadar ihtiyaçtır.

İnşirâh Sûresi 7. âyet; şunları söyler: “Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul.

Boş kaldığın zaman yine yorul. Din ve dünya ile ilgili işlerinin, ibadetlerinin birini bitirdiğin zaman, hemen ötekine başla! Boş kaldığın zaman (ibadet ve dua ile) yorul.” Sıhhatini tam olarak bilmesem de Peygamberimiz’in de şöyle dediği rivayet edilmektedir: “Men lâ ta’tîle lehû, lâ tahsîle leh…” yani; “Tatili olmayanın (zihnini, bedenini dinlendirmeyenin) tahsili de olmaz; yok sayılır.” Hz. Ömer’in de bu konudaki sözü, insan psikolojisinin sırlarını verecek cinstendir:

“Haftada bir gün tatil vermezseniz, tüm haftayı tatil yaptırırsınız.”

ASIL EĞLENME VE DİNLENME MEKÂNI, DÜNYADAN SONRADIR!

Bir okul düşünün, günde altı saat ders yapıyor olsun ve hiç teneffüs vermesin. Hiç ara vermeden peş peşe bu dersi hangi öğrenci kaldırabilir? Ve zorla tahammül eden öğrenci bu teneffüssüz dersten ne kadar verim alıp yararlanabilir? Ancak, öğrenci psikolojisi ile o dersi devamlı kaynatmak isteyenler çıkabilir, ders yerine devamlı teneffüsü tercih edenler olabilir. İtiraz ve tepkimiz, tatilin ve dinlenmenin kendisine değil, nasıllığına yönelik olmalıdır. Dinlenme ve tatili, amaç değil; araç olarak görür bir Müslüman. Daha verimli çalışmak için lazım olan enerjiyi elde edecek, tazelenmeyi sağlayacak bir araç olacaktır. Asıl eğlenme ve dinlenme mekânı dünyadan sonradır. Yani burası çalışma, orası tatil yeridir; burası ağaç dikme, sulama ve üretme; orası ise meyve toplama mekânı; burası çalışma, orası ödül ve istirahat yeri; burası ‘din’lenme yeri, orası dinlenme yeridir.

MÜSLÜMANIN TATİLİ DE KULLUK DAİRESİNİN VE ŞERİAT ÇERÇEVESİNİN İÇİNDE OLMALIDIR

Bindiğimiz ne ise, ondan daha fazla yararlanmak için onu yormamak gerekiyor. Bedenin aşırı yorulması, onu makul bir süre dinlendirdiğimizde alacağımız verim kadar verim almamıza engel olan ve sonu zulme kadar varabilecek bir eziyettir. Bizim duraklamamız, hatta biraz geri çekilmemiz, daha sistemli ve daha yüksek atlamak için gerilmemiz için olur. Yoksa yaptıklarımızı faydasız hale getirip yok etmek anlamında tatil olmaz. Sonra, nelerden tatil yapabileceğimiz de önemlidir. İnsan nefes almaktan tatil yapar mı? Su içmenin, beslenmenin tatili olur mu? Beslenme saatlerini değiştirebiliriz en fazla; Ramazan’da gıda saatlerini değiştirmek, alışkanlıklarımızı gözden geçirmek için olmalıdır. Ama bu, yiyip içme konusunda tümüyle tatil yapmak anlamına gelmez elbette. İnsan imandan, ahlâktan, namazdan, infaktan ilimden, cihattan tatil yapabilir mi? “Evet” denilecek olursa “insanlıktan tatil yapılabilir” denilmiş olur. İnsan, alışkanlıklarını gözden geçirecek, tiryakilik dediğimiz bağımlılıktan kurtulmaya çalışacak, onları tatile çıkaracaktır. Kendini esir alan, iradesini işlemez hale getiren maç hastalığından, telefon, televizyon ve dizi bağımlılığından… Yani kişiyi tutsak haline getiren, kendine bağımlı yapan ne varsa onları tümüyle tatile göndermesi gerekir. Özgürlüğümüzün ilanıdır bizi tutsak eden ne varsa onlardan kurtulmak. Allah’a kulluğu tatil etmek ise nefsin hevâsını tanrılaştırıp onun köleliğini kabullenmek demek… İnsanlıktan, İslamlıktan tatil olur mu hiç? Tatil, onsuz olamayacağımız şeyler konusunda olmaz. Bu anlamda hicret tatildir, tatil de hicret. Bireyselliği tatile gönderip cemaatin bizi koruyan kanatlarının altına sığınmak, dünyevileşmeyi dönüşü olmayan tatile yollamak, tembellik ve atâleti tatile çıkarmak; o tatilcilerle bağlarımızı koparmak gerekiyor. Balığın tatili, suyun içinde gerek. Suyun dışındaki tatil, tatil değil ölümdür onun için. Müslümanın tatili de kulluk dairesinin ve şeriat çerçevesinin içinde olmalıdır. Tatil, Allah’la bağımızı güçlendirdiği oranda makbul; Allah’la aramızı açtığı oranda merdut kabul edilmeli. Allah’tan uzaklaştıran tatil helâkımız; Allah’a doğru, Allah için tatil ise baş tacımız. Aklını tatile gönderemiyorsa insan, imanını, vicdanını da, ibâdetini, itaatini de tatile gönderemez. Hayatımızın devamını sağlayan hayatî ihtiyaçlarımızı tatile çıkaramıyorsak, bizi yoktan var eden yaratıcımıza, bize hayat verip canlandıracak şeylere çağırdığı zaman, Allah ve elçisinin mesajına uymak[3] ve bu kulluğu ölüm gelinceye kadar sürdürmek[4] zorundayız. Haramları süresiz tatile gönderemeyen, kulluk bilincini tatile göndermiş olur. Allah’ın güneşi hiç tatil yapmıyor, iç organlarımız, herhangi bir gün tatile çıkmıyor. Kalbimiz, “ben bugün tatildeyim, kan pompalamayacağım, tatil yapacağım” dese ne olurdu? “Ben bugün namazı tatile gönderdim” demek için ben bugün Allah’ın bütün nimetlerinin bana karşı tatil yapmasına hazırım demeye kalkmaktır ki, bu intihar demektir. İlki de mânevî intihar.

MÜSLÜMANIN TATİLİ DE EĞLENCESİ DE ANCAK MÜSLÜMANCA OLABİLİR!

Öncelikle soruyu tashih edeyim; “Müslüman, İslam’ın izin verdiği şekilde kendini âtıl bırakmalı mı” diye soruyorsunuz. İslâm, bir Müslümanın kendini âtıl bırakmasına, atâlet ve tembellik içinde ot gibi hayat sürmesine izin vermez. İslâm dinlenmenin en doğru ve en fıtrî yolunun iş değişikliği olduğunu söyler.[5] Ve kolaylığın zorlukla beraber olduğunu ısrarla belirtir.[6] Müslümanın tatili de, eğlencesi de olur, fakat bu ancak Müslümanca olabilir. Nefsimizin de bizim üzerimizde hakkı vardır. O hakkı fıtrî özellikler çerçevesinde yerine getirmek gerekir. Mesele tatil yapıp yapmamak meselesi değil, tatili nasıl yapacağımız meselesidir.

İSLÂM’DA “BOŞ VAKİT” KAVRAMINA YER YOKTUR!

Müslümanlar açısından “boş kalmak, işlevsiz olmak” anlamında “tatil”, sığınak değil; ancak şeytanî bir tuzaktır. “Boş zaman” kavramı, “tatil” kavramı gibi, modern çağın zihnimize ve oradan da tüm organlarımıza bulaştırdığı bir virüstür. İslâm’da “boş vakit” kavramına yer yoktur. Çünkü dinimiz, her anımızdan hesaba çekileceğimiz bilinciyle zamanımızı hep dolu dolu geçirmemizi ister.

TEBDÎL-İ MEKÂNDA (YAŞANILAN YERİ DEĞİŞTİRMEDE) FERAHLIK VARDIR!

İnsan, hayrın ve güzelliğin zirvesine doğru yol alabilmek için devamlı değişmek/gelişmek zorundadır. Değişiklik, insanı esir eden bağlardan kurtulma çabasıdır. Yozlaşmamak, donuklaşmamak için; mü’minin bir ayağı sırât-ı müstakîmin sâbit/değişmeyen çizgisinde, diğer ayağı ise tekâmül/olgunlaşma arayışında bir pergel olmalıdır. Tebdîl-i mekânda ferahlık vardır. İnsan, bazen yaşadığı çevrenin dışına çıkıp, kendini saran şartlara ve hatta kendisine dışarıdan bakabilmeli, bazen farklı bir kimse gibi kendini gözlemleyebilmeli ki, objektif değerlendirmelerde bulunabilsin, muhâsebe yapabilsin. İnsanın iç dünyası anlamında psikolojisi, uzun süre aynı yerde zapt edilemez, aynı şeyle devamlı meşgul olamaz; kuş gibi özgürdür, sık sık kanatlanır daldan dala konar. Bazen bedenin de ruhu takip etmesi kaçınılmaz olur. 

Günlük hayatında kendisine fazla vakit ayıramayan kişinin kendisini kontrol etmesine, “bu gidiş nereye?” diye kendini sorgulamasına, işine, evine uzaktan ve dışarıdan bakmasına, tefekkür edip geleceğini daha düzenli hale getirerek planlı, programlı, sistemli yaşamaya insanı götürmelidir tatil. Tatilleri tanıdıklarından kopuk yerlerde geçirmektense, kendi köyünde, varsa ana ve babasının yanında geçirmeli; tabiatla iç içe olabilmelidir. Tatili, sıla-i rahmi yerine getirmenin, akraba ve hemşehrilerine davet ve tebliğ ile tevhidî dâvâyı ulaştırabilmenin yolu olarak görebilmelidir. Hayatındaki monotonluğu kırarak, yapmadığı veya yapamadığı olumlu şeyleri hayatına geçirmeye çalışmalıdır. Meselâ, eşiyle, çocuklarıyla yeterince ilgilenme, sarsılan bazı ilişkilerin sağlamlaşması tatil ortamlarında daha mümkün olacaktır.

FAZLA VAKİT KALMADI

Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası/ahiret için çalışandır. Aciz/sefih kişi de, nefsini, hevâsına tâbi kılan ve Allah`tan dileklerde bulunup duran (bunu yeterli sayan) dır.” [7] İnsanın uzunca zahmetlere katlanıp ileride lazım olacak birikimler yapması ne kadar olumlu değerlendirilirse, bunları zaruri olmayan yerlere ve özellikle israf kabul edilecek şekilde birkaç gün içinde harcaması da o derece olumsuz bir durumdur, önceki olumluluğu da boşa çıkarır. Bir çuval pirinci ayıkladıktan sonra çamura döküveren kimse gibi yapmış oluruz.

Dün, en sevdiğimiz gıdaları yemiş, eğlenmiş, günümüzü zevkle geçirmiş olsaydık, bugüne kalan hiçbir şey olmayacaktı; gafletle geçirilen, dolayısıyla kaybedilen zamandan başka. Hele o zevk ve eğlenmelerde ölçüye dikkat etmediysek, bugüne ve yarına kalacak olan sadece günah yükü olacaktı. Yok, dünü zorluk ve sıkıntılarla geçirmiş isek de bugün için pek bir şey değişmeyecek, hatta bu gün daha az sıkıntı içinde isek, dünle karşılaştırdığımızda bu, mutluluk sebebi olacaktı. Ve eğer o sıkıntılar Allah için idiyse ve sabrettiysek, bugüne ve yarınlara taşınacak kalan şey, sevaplar olacaktı. Hayat, dünler, bugünler ve yarınlardan ibaret olduğuna göre; dün geçmiştir, yok hükmündedir. Yarını yaşayacağımız meçhuldür, bugünü değerlendirmek ve âhirete azık hazırlamak en akıllı yol olsa gerek. Hayat, bir yönüyle oyun ve eğlenceden ibaret. Hayat oyunu bitmek üzere, göz perdelerimizin kapanmasına kim bilir, belki fazla bir vakit kalmadı. Zevkler, sanal; hayat ise bir oyun, masal, rüya. Bir varmış bir yokmuş.

İNSAN, İHTİYAÇ LABİRENTLERİNDE YOLUNU ŞAŞIRMAKTADIR

İnsanın dünyevî olarak zarûrî ihtiyacı, beslenme/gıda, giyinme/tesettür ve ev/barınmadan ibaret olduğu ve bu gereksinmelerini israfa ve lükse kaçmadan helâl yoldan temin etmesi, kalan birikimlerini infak etmesi gerektiği halde, tüketim toplumunun bir ferdi olarak insan, günümüzde ihtiyaç labirentlerinde yolunu şaşırmaktadır. Alınır, tüketilir, tekrar alınır, alınır... Ömür biter, alınacaklar ve ihtiyaçlar(!) bitmez. Kimi savunmacı ve uzlaşmacı insanlar öyle derler: “Batılıların sadece tekniği alınmalı, ahlâk ve kültürü alınmamalıdır.” Düşünülmez ki, teknik ve teknolojik aygıtlar, dünya görüşü ve yaşama biçimiyle birlikte gelir. Zaten bunlar, belirli bir kültürün ürünüdür ve o arka plandan koparılamaz. Batılıların birkaç basit unsurunu aldığını düşünenler tatilsiz, tatilde de israfsız yapamıyor artık.

İNSANIMIZ “DOYMAK BİLMEYEN GÖZLERİYLE” DÜŞÜNÜYOR!

İnsanımız artık aklıyla değil; bin bir çeşit göz alıcı illüzyonlarla tahrik edilen “doymak bilmeyen gözleriyle” düşünüyor, daha doğrusu düşündüğünü zannediyor. Tatil adı altında sergilenen cepten para çaldırma yarışına katılmanın aklı tatile çıkarmakla eşdeğer olduğunu unutuyor. Çarşılar, pazarlar, marketler, vitrinler de insanın bu midesi olmayan gözlerine nasıl hitap ediyor? Başkalarına (kendinden maddî yönden öndekilere) bakıyor bu gözüyle düşünen insan ve mukayese ediyor: “Onda var, bende niye yok?”; “O böyle tatil yapıyor, benim ondan ne eksiğim var?” Ve daha çok harcamak için daha çok çalışması, çalışması, çalışması gerektiğini görüyor. Sonra bakıyor ki, çalışarak kazanılan para “ihtiyaç” maskesini takmış “gereksiz” veya “olmasa da olur”lara yetmiyor, çalışmadan para kazanmanın yollarını arıyor. Herkes bir başkasını kandıracak yollar bulmaya çalışıyor. Kumarın bin bir çeşidi, sahtekârlığın hiç akla gelmeyecek şekli, insanları en yakınlarına bile itimat edemeyen, yardım edemeyen, borç veremeyen duruma getiriyor. “Haram” mı, “ayıp” mı? O da ne demek? Güldürmeyin insanı! Hangi devirde, hangi kültürde yaşıyoruz?

Dünkü lezzet veya acı, bugün yok hükmünde. Akıllı, bazı istek ve zevklerini ertelemesini bilen, az önemli ile çok önemliyi ayırt edebilen insandır. İnsan, en çok 60-70 yaşında hükmü infaz edilecek müebbet hapisteki bir idam mahkûmu gibi gününü bekliyor. Ölüm olmasa, belki bazı zevklerin kıymeti olabilir; ama ölüm var, ruh ve ego ise sonsuzluk ve yarınlarda mutluluk istiyor. Bir çelişki doğuyor. Temel çatışma denilen bu durumdan kurtulmak için insan, sonunu, yani ölümü hatırlamak istemeyip unutmaya çalışmak için eğlenceye, içki ve uyuşturucuya, futbol-müzik-TV seyretmek gibi avutucuya yöneliyor; bu temel çatışmadan ölümü yok sayarak kurtulmaya çalışıyor. İslâm insanı ise, bilir ki, ölüm yokluk değil; daha güzel, daha hayırlı ve ebedî bir âleme açılan kapıdır. Dolayısıyla böyle bir çatışma, gerçek Müslüman için söz konuşu olmaz, olmamalıdır.

İSLÂMÎ KAVRAMLAR İSTİSMAR EDİLEREK “İSLÂMİ TATİL KÖYÜ” GİBİ İFADELERLE MÜSLÜMAN AİLELER BU YERLERE ÇEKİLMEYE ÇALIŞILIYOR

“Tekbir” giyimle başlayan İslâmî(!) moda, “Âlâ” Dergisi’yle kamuoyuna sunuldu. Başlara taç olmaktan çıkıp ayağa düşmüş şekliyle başörtüsü, artık bir aksesuara, modaya dönüştü; genç kızlarımız artık mini eteklerinin altına yeşil çorap giyerek “İslâm modası”nı takip ediyor. Amerikalı artistlerle Ramazan sofralarında reklamları yapılan Cola Turka “helal gıda” sembolü oldu… Ne demişler? “Demokrasilerde çare tükenmez” demişler. Nasıl olsa, muvahhid mü’minler uyuyor ya da birbirleriyle uğraşıp kavga ediyor veya artık mevcudu kalmayan su kuyusuna düşme ihtimali olan farenin suyu ne oranda pisleme olasılıklarının denklemini çözmek gibi çok hayatî şeylerle meşguller. Onların kutsal(!) meşguliyetleri devam ede dursun, jet hızıyla birileri Müslümanların eksiklerini kapatma cihadındalar. Tabii canım, Müslümanlar her şeyin en iyisine lâyıktırlar; Eğlencenin de tatilin de. Özel ultra tatil, onların da hakkıdır; “çalışmak da ibadettir” diyerek çalışıp para biriktirdiler, tatil için verilen para nasıl olsa “infak” yerine geçecektir; çünkü bu tatil, tabii canım helâl cinsinden. Bakın işte delil ve ispatı: Plajlarda haremlik-selamlık uygulanacak; özel aile plajlarına girmenin Suriye’deki savaş benzeri kaç cihaddan daha faziletli olduğuna dair rivayetleri tatil köyünün imamı belirleyecektir. Beşşar zulmü altında inleyen, karnını zor doyuran Suriye’deki Müslümanlar sorarlarsa söylersiniz, Türkiye’li Müslümanlar meşguller; onlar mübarek tatil cihadı içindeler. Filistinliler Yahudilere taş atmaya, Suriyeliler bulabilirse zâlimlere mermi atmaya baksınlar; buradakiler de yaz boyunca uzak tatil bölgelerine hicret edip kulaç atıyorlar. Filistin’de, Suriye’de açlıktan kemikleri mi sayılıyor Müslümanların? Buradakileri de normal teraziler tartmıyor, araba kantarlarında tartılıyorlar. Fazla kiloları vermek için en az beş yıldızlık tatil, israf mı sayılır, hadi canım sen de…

HAYAT ŞEKLİ DEĞİŞTİ, EVLER DEĞİŞTİ, KIYAFETLER DEĞİŞTİ,  HER ŞEYDEN ÖNEMLİSİ İNANÇ DEĞİŞTİ

Arz-talep meselesi… Hayat şekli değişti, evler değişti, kıyafetler değişti. Her şeyden önemlisi inanç değişti. “Müslümanım” diyenler artık farklı. Ashâb-ı Kehf’i izleyen ashâb-ı keyif müslümancıklar varsa, bunlara hizmet de olacak. Bunların tatil ihtiyacı da karşılanacak. Ne zamandır Müslümanca haremlikselamlık plajları olan lüks otellerde tatil yapamamanın sıkıntısını çeken bu insanlar mevcut iktidar sayesinde bu imkânlara da kavuştu. Bugün çarşıda, pazarda, tezgâhta, masa ve kasa başında, başörtülü bayanların “örtülü çıplak” diye tanımlanabilecek şekilde başörtülü yozlaşmanın görüntüleri olayın geri planını veriyor aslında. Pardesü, çarşaf cinsinden bir şey olmaksızın sadece başörtü, altına etek veya pantolon, üstüne bluz cinsinden bir şey giyerek çarşı pazarda dolaşma veya işyerlerinde ya da okullarda bu kıyafetle yabancı erkeklere (iş arkadaşlarına, sınıf arkadaşlarına, müşterilere…) boy gösterme… Yasak savma kabul edilemeyecek tarzda, çok ince veya çok kısa ya da çok dar ceket gibi bir dış giysi. Yüzde makyaj, dudaklarda ruj, yanaklarda allık, gözlerde boya ve hatta başörtüsünün rengine uygun özel lens, kaşlarda inceltme ve vücutta ağır parfüm kokusu gibi acaiplikler… Yani, başörtülü sekreter veya tezgâhtar bayanların büyük çoğunluğu başta olmak üzere ev hanımı veya ev kızı olmadıkları imajını her haliyle yansıtmaya çalışarak entel takılan genç bayanların da önemli bir kesiminin çarşıda, okulda, işte… başörtülü mankenlere benzeme gayreti… Üstü kapalı altı havalı; uygunsuz etek üstü türban; üstte başörtüsü altta dar kot pantolon; üstü Mekke, altı Paris; bacakları açık ama başı kapalı tipler… Bunların babaları var, akrabaları var, bazılarının kocaları da. Sayıları da giderek artıyor. Peki, bunların tatil ihtiyacını kim giderecek? Bunların plaj ihtiyaçları görmezden mi gelinecek? Birileri çıkıyor, bu hizmetleri insanımıza sunuyor. Talep varsa arz da olacaktır.

Dini istismar edip kapitalizmi dinleştirme, meşrulaştırma demek olan ve bir adı da hedonizm olan hazcılığı İslâmî kavramlarla uzlaştırma çabaları, önce “Cihad Köfte Salonu, Takvâ Kereste, İhlâs Banka, Uhuvvet Fırın, Vahdet Nalbur, Nur Berber” tabelaları ile başladı. İhlâstan tümüyle uzak zihniyetlerin “İhlâs” Finansları “İflâs” Finansa dönüşmekte gecikmedi. “Onların iflâsı da tatil köyleri ile başlamıştı” diye Fadıllara birileri hatırlatmalı diyeceğim, ama her ikisinin de bu düzende kolay kolay sırtı yere gelmez. Düzen bunların düzeni.

Allah’ın dinine yardım etmeyince, Allah’ın yardımından ve O’nun ayakları sağlam tutup kaydırmaması müjdesinden de mahrum oluyor insanlık. “Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır. Ayaklarımızı istikamet üzere sâbit kıl (Bize cesaret ver ki tutunalım), kâfir kavme karşı bize yardım et!” [8]

YAKINDA, ÇOK YAKINDA!

Dünkü lezzet veya acı, bugün yok hükmünde. Akıllı, bazı istek ve zevklerini ertelemesini bilen, az önemli ile çok önemliyi ayırt edebilen insandır. İnsan, en çok 60-70 yaşında hükmü infaz edilecek müebbet hapisteki bir idam mahkûmu gibi gününü bekliyor. Ölüm olmasa, belki bazı zevklerin kıymeti olabilir; ama ölüm var, ruh ve ego ise sonsuzluk ve yarınlarda mutluluk istiyor. Bir çelişki doğuyor. Temel çatışma denilen bu durumdan kurtulmak için insan, sonunu, yani ölümü hatırlamak istemeyip unutmaya çalışmak için eğlenceye, lüks otellerde kahkaha atmaya, içki ve uyuşturucuya, futbol, TV, seyretmek, müzik dinlemek gibi avutucuya yöneliyor; bu temel çatışmadan ölümü yok sayarak kurtulmaya çalışıyor. İslâm insanı ise, bilir ki, ölüm yokluk değil; daha güzel, daha hayırlı ve ebedî bir âleme açılan kapıdır. Dolayısıyla böyle bir çatışma, gerçek Müslüman için söz konusu değildir.

Allah’ı, âhireti akıllarına getirmeden lüks tatil köylerinde ve eğlence yerlerinde keyif sürenler mi? “Onları bırak; yesinler, eğlensinler ve boş emel onları oyalayadursun. (Kötü sonucu) yakında bilecekler!”[9] Yakında, çok yakında!

İki yol var: Biri dünyevîleşme, dünyayı âhirete tercih; ikincisi ise dünyayı ebedî hayatın kapısı yapmak. Bugün yol ayrımındayız: Ya hevâmız veya Rabbimiz. Ya geçici menfaat veya dâvâ. Ya fâni olan ya bâki olan. Tercih bize kalmış. Tercihini Allah’tan yana yapanlara selâm olsun!

MÜSLÜMANLAR NASIL DİNLENMELİ, TATİLLERİNİ NASIL KULLANMALI?

Biz ve çocuklarımız tatili nasıl değerlendirmeliyiz? Mesela tatilde, müfredatı önceden tespit edilmiş, planlı, programlı dersler yapılabilir, kitap okuma saatleri düzenlenebilir. Bu derslerde inanç ve ahlâk eğitimleri öncelikli olmalıdır. Tatilde eğer aile bu eğitimi veremiyorsa, çocuklarına İslâm`ı, tevhidi, cahiliye kurumlarındaki şirk ve küfrü güncel boyutlarıyla anlatacak hayırlı insanlara müracaat etmelidirler. Yaz sıcağında sahillerde tatil değil; koruyucu ve kuşatıcı şemsiyeler şeklindeki cami kubbelerinin altındaki tatlı serinliklerde tatil yapılmalıdır.

ANA-BABALAR, YAZ TATİLLERİNİ ÇOCUKLARININ İSLÂMÎ EĞİTİMİ İÇİN FIRSAT BİLMELİDİR!

Yaz geldi, cehennemi hatırlatan sıcaklarla birlikte çocuklar için tatil başladı. Ana-babalar, yaz tatillerini fırsat bilerek, daha önce ihmal ettikleri çocuklarının İslâmî eğitimini yoğunlaştırılmış ama sevdirme eksenli programlarla yerine getirmek için tüm gayretlerini sarf edebilmelidir. Evlerde, müfredâtı önceden tesbit edilmiş, planlı, programlı dersler yapılabilir, kitap okuma saatleri düzenlenebilir. Bu derslerde, çocukların yaş ve seviyelerine göre, öncelikle inanç ve ahlâk eğitimleri, rûhî/psikolojik eğitimleri, zihnî eğitimleri verilebilir. Kendilerinden direkt sorumlu olduğu çocuklarına Kur’an ve zarûrî bilgiler ve şuur vermede zorlanan, bu konularda yetersizliğini fark eden ana-babalar, suçlarını kabullenip Allah’tan af dilemeliler. Sonra, kendilerine vekil olacak güzel kurum ve hayırlı insanları bulmalılar. Böyle kurum ve şahıslara emanet ederek işlerinin bitmeyeceğini de bilmeliler. Çocuklarını başlarından savma için baştan savma elif-be kültürüyle yetinmemelidirler. Bunaltıcı yaz sıcağının en güzel alternatifi sahillerde tatil değil; koruyucu ve kuşatıcı şemsiyeler şeklindeki câmi kubbelerinin altındaki tatlı serinliktir. Zorlukların yerini kolaylığın alması, yorgunluğun giderilmesi için en güzel yol, bir başka güzel işe geçip o faâliyetle dinlenmek ve Rabbe rağbet etmektir.[10] Müslüman açısından “boş kalmak, işlevsiz olmak” anlamında “tatil”, sığınak değil; şeytânî bir tuzaktır. Şuurlu bir mü’min, “din”lenmeden dinlenemeyeceğini bilir. Bu bilinci en önemli İlâhî emanet olan çocuklarına da taşır.

Çocuklara, her şeyden önce Allah`ı ve Rasûlünü (dolayısıyla Kur’an’ı, namazı, tesettürü, güzel ahlâkı) sevdirip güncel itikadî sapmalardan koruyabilecek tevhidî bir imanı gönüllerine severek nakşetmeye çalışmalıyız. Elif-bâyı öğretmekle işin bitmeyip onunla başladığını unutmamak gerekir. Kur`an`ı okuyabilmesi, sevebilmesi, anlamıyla ilgilenmesi için gerekli ön bilgiler, Kitapsızlıktan kurtulup hayatta Kur’an’la canlanıp O’nunla yaşayabilmesi için gerekli tüm çabalar için yaz ayları fırsat bilinmelidir.

Haydi çocuklar! Kur’an öğrenmeye… Haydi ana-babalar! Başlara taç hazırlamaya… Haydi hocalar! İnsanların en hayırlısı olma yarışına... Hayye ale’l-Kur’an!

 

[1] ] 15/Hicr, 3

[2] ] 94/İnşirâh, 5-8

[3] ] 8/Enfâl, 24

[4] ] 15/Hıcr, 99

[5] ] 94/İnşirâh, 7

[6] ] 94/İnşirâh, 5-6

[7] ] Tirmizi, Kıyame,25; İbn Mace, Zühd, 31

[8] ] 2/Bakara, 250

[9] ] 15/Hicr, 3

[10] ] bkz. 94/İnşirâh, 7-8

Okunma 797 kez