Cuma, 26 Şubat 2021 08:35

35.HUTBE: SIRAT-I MÜSTAKIYM, DOSDOĞRU YOL VE YOLCU

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

SIRÂT-I MÜSTAKİM, DOSDOĞRU YOL VE YOLCU

ÂYET:

ۜ قُلْ نَِّ هُدَى للّٰهِ هُوَ لْهُدٰىۜ

[1]Asıl doğru yol, Allah’ın yoludur’ de!”وَعَلَى للّٰهِ قَصْدُ لسَّب۪يلِ وَمِنْهَا آجَائِرٌۜ وَلَوْ آَشَاءَ لَهَدٰيكُمْ جَْمَع۪ينَ۟

Doğru yolu göstermek Allah’a aittir. Yolun eğrisi de vardır. Allah dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi. 942

وَهَدَيْنَاهُ لنَّجْدَيْنِۚ

“Biz ona hayır ve şerri, her iki yolu da göstermedik mi?”[2]وَجَعَلْنَاهُمْ ئَِمَّةً يَهْدُونَ بِامَْرنَِا

“Onları (peygamberleri) emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık.”944

نَِّ هٰذَ لْقُرْنَٰ يَهْد۪ي لِلَّت۪ي هِيَ قَْوَمُ

“Şüphesiz ki bu Kur’an, insanları en doğru yola götürür.” [3]

Sırât-ı müstakıym: Dosdoğru olan yol anlamındadır. Dosdoğru yol; İki nokta arasındaki en kısa çizgiye denir. Dünya noktasından Cennet noktasına en kısa yoldan eğilip bükülmeden, yalpalamadan gidilecek yolun adıdır sırât-ı müstakıym.

“İstikamet”in esas anlamı, doğru olmaktır. Ancak, bu istikamet için esas olan doğruluk, herkesin kendi anlayışına bağlı olan göreceli doğruluk değil; iman, ahlâk, vicdan ve akl-ı selime muvâfık olan dosdoğru olmaktır. Zira bu seviyeye erişmemiş bir doğruluk anlayışı, sadece sözde ve lâfta kalır, davranış ve yaşayış haline gelemez.

Sırât-ı Müstakıym: İslâm kültüründe ilmin gâyesi tevhid; amel ve ibâdetin zirvesi, istikamettir. İstikamete erişenlerin yoluna da sırât-ı müstakıym denir. Sözlüklerde sırât, yol, müstakıym de doğru diye belirtilmiştir, ama bu “doğru”yu, düz bir hat olarak düşünemeyiz. Zaten, yuvarlak bir dünya üzerinde böylesine müstakıym bir doğru çizmek de mümkün değildir. O halde, istikametin türediği kök olan “kavm” veya “kıvam” kelimelerinin, “ayağa kalkıp durmak” mânâsından hareketle “müstakıym”e; “aşağıdan yukarıya yükselen doğru”dur, diyebiliriz. Bu durumda sırât-ı müstakıyme de; “dünya durağından mânen yükselerek Allah’a ulaşan en doğru ve en kısa yol” mânâsını vermek mümkün olur. Bu anlamda bizi yücelere doğru yükseltmek için Allah’ın gökten uzattığı ipi olan hablullaha/Kur’an’a sımsıkı yapışmak[4] istikamet için, sırât-ı müstakıym için temel şarttır.

Bu esaslara sımsıkı sarılıp istikamet etme gayreti içinde olanlar, Kur’ân-ı Kerim’de bakın nasıl müjdeleniyorlar: “Rabbimiz Allah’tır’ deyip de sonra istikamet sahibi olarak dosdoğru yaşayanlara, hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.”[5] Bu âyette sırât-ı müstakıym; Cenâb-ı Hakk’ın nimete erdirdiği kimselerin, gazaba uğramayanların, sapmayanların yolu olarak târif ediliyor. Acaba, böylesine yüceltilen İnsanlar kimlerdir? Bu sorunun cevabını da yine Cenâb-ı Hak’tan öğreniyoruz: “Allah’a ve Rasûl’e itaat edenler; Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehidler ve sâlihlerle beraberdirler. Onlar ne güzel arkadaştır.” [6]

HİDÂYET, YÖN BULMAK; İMAN, YÖNÜ BULDURAN KUVVET

İnsan hayatının en önemli meselesi yön bulmaktır. İman, yönü bulduran kuvvettir. Ancak bulunan yönde yürüyebilmek, bizi yol problemiyle karşı karşıya getirir. Yönün işe yaraması, bu yönde yürümemizi sağlayacak yolu gerekli kılar. Bu bakımdan Kur’an, yol konusu üzerinde çok durmaktadır. Kur’an’da geçen sırat, sebil, tarik ve şeriat kelimelerinin hepsi -aralarında nüanslar olmasına rağmen- yol anlamındadır.

YOL VE YOLCU

İnsan, her adım başında bu yoldan (sırât-ı müstakıym) sapabilir. Bu bakımdan, bir insan, ömrünün sonuna kadar dosdoğru yolda yürürken, son anlarında kâfir ölebilir. Yine, ömrünün sonuna kadar başka yollardayken, son anlarında dosdoğru olan yola girebilir. Bu bakımdan, peygamberler, örneğin Hz. Yusuf, “Beni müslüman olarak öldür ve beni sâlihlere kat.”[7] diye duâ etmiştir. İşte, ömür boyu Allah’ın yolunda kalabilmek ve özellikle bu yol üzerindeyken can verebilmek için her an Allah’a duâ etmek gerekir: “Rabbimiz, hidâyete ulaştırdıktan sonra kalplerimizi eğriltme ve katından bize rahmet bağışla.”[8] diye yalvarmak gerekir. “Ey kalpleri evirip çeviren, kalplerimizi dinin üzerinde sâbit kıl!”[9] diye, hem dille, hem davranışlarla niyaz etmek gerekir. İşte, dünya hayatında “sırât-ı müstakıym” üzerinde olan İnsanlar, ‘kıldan ince, kılıçtan keskince’ yolu geçen İnsanlar, âhirette de cehennemin üzerindeki “sırât”tan geçip, cennete ulaşacaklardır. Dünya hayatında, Allah’ın yolu dışındaki yollarda yürüyenler; âhirette cehenneme uzanan yola girip, ateşin içinde yuvarlanacaklardır: “Toplayın o zâlimleri, onların eşlerini ve Allah’ın dışında taptıklarını. Götürün onları cehennemin yolunu (sırâtına).” [10]

Çok değişik yollar vardır; kısa, uzun, dar, geniş, eğri, dolambaç, düz, yolcusuna sıkıntı veren, rahat yolculuk sağlayan, hedefe götüren, hedeften uzaklaştıran... Fakat bütün bu yollardan hedefe gitmeye en uygun olanı hiç itirazsız düz (kısa), geniş, rahat ve amaçlanan hedefe götürme özelliklerine sahip olanıdır. Fâtiha’nın bu âyetinde kul, Allah’tan bir istekte bulunur; bir yolcu olarak kendisine dosdoğru yolu göstermesini, böyle bir yola ulaştırmasını ister. Kulun isteği sadece doğru olan herhangi bir yol değildir. Kul, dosdoğru bir yol ister. Yolculuktan amaç, bir yere gitmek değil midir? O halde, kim yolunun dar, uzun, dolambaçlı ve bozuk olmasını ister? Kim varacağı yere gitmeyen veya çıkmaz sokaklar gibi devamı bulunmayan bir yolda yolculuk yapmak ister? Kulun isteğindeki titizliğinin nedeni işte budur. İstenilen yol dosdoğru olan yoldur. Âyetteki ‘yol’dan ne kast edildiğine gelince:

Bazı hadislerde insan bir yolcuya, dünya ise yolculuk sırasında bir süre dinlenmek için oturulan hana/otele benzetilir. Bu hanın biri giriş, diğeri çıkış için iki kapısı vardır. Dünya hayatı, sonu ebedî geleceğe, yani âhirete çıkan bir yoldan ibârettir. “Sizden her birinize bir şeriat ve bir yol belirledik”[11]; “De ki, şüphesiz Rabbim beni doğru yola, dosdoğru dine, Allah’ı birleyen, tevhid ehli İbrâhim’in dinine iletti. O, şirk/ortak koşanlardan değildi.”[12] Bu ve diğer bazı âyetlerden de anlaşılıyor ki, “yol”dan maksat din, yani inanç ve hayat tarzının dayandığı esaslar ile bu esasların oluşturduğu yaşam şeklinin kendisidir. Bu durumda dosdoğru yola iletilme isteğinden, “Beni dinlerin inanç ve hayat tarzlarının en doğrusuna, doğruluğu konusunda hiçbir şüphe taşımayanına sahip ve mensup kıl!” anlamı kastedildiği anlaşılır. Sırât-ı müstakıym; İslâm, Kur’an ve Rasûlullah’ın yolu ve bunların dayanağı Allah’ın bildirdiği vahiydir. Fâtiha sûresinin söz konusu âyetinden, kulun Allah’tan, kendisini Allah tarafından tayin olunan bir hayat tarzına iletmesini istediği anlaşılır. Bu isteğinde ve ısrarında da haklıdır. Çünkü insanlık tarihi, insanın bireysel ve toplumsal hayatını kuşatan sistem arayışlarıyla doludur. Filozoflar, bilim adamları ve düşünürler... tarafından oluşturulan sistemlerin tamamı İnsanlığı huzur ve saâdete kavuşturacağı iddiasıyla ortaya çıkmış; uygulama imkânına kavuşanlarsa hep zulme ve sömürüye neden olmuş, arkalarında perişan İnsanlar veya darmadağın toplumlar bırakarak tarihin sayfalarına gömülmüştür. Bu nedenle, insanın bireysel ve toplumsal hayatın şeklini ve yönünü tayin edecek esaslar belirleme gayretinin Kur’ân-ı Kerim tarafından dayanaksız bir çaba olarak nitelendirilmesi955 oldukça anlamlıdır. Böylesi bir gayretin çözümsüz olduğunun belirtilmesi de oldukça gerçekçidir. Çünkü bu konu insanın ilmini, güç ve yeteneklerini aşar. Bu iş, âlemlerin rabbi Allah’a ait olup insanların bireysel ve toplumsal hayatlarında gerçek huzur ve saâdeti sağlayacak bir sistemin sahibi ancak O’dur. “De ki: Yol gösterme ancak Allah’ın yol göstermesidir.”[13]; “Asıl doğru yol, Allah’ın yoludur’ de!”957; “Yolu doğrultmak Allah’a aittir.” [14]

Dosdoğru yolun, dosdoğru inancın ve hayat tarzının ne olduğu Kur’an’da bildirilip gösterilmiştir: “Biz ona hayır ve şerri, her iki yolu da göstermedik mi?”[15]; “Onları (peygamberleri) emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık.”[16]; “Şüphesiz ki bu Kur’an, insanları en doğru yola götürür.” 961

İbn Mes’ud (r.a.), konuyla ilgili olarak şunu naklediyor: “Hz. Peygamber bir gün yere düz bir çizgi çizdi ve ‘Bu Allah’ın yoludur’ dedi. Daha sonra bu çizginin sağına ve soluna başka çizgiler çizerek: ‘Bunlar ise diğer yollardır. Her biri üzerinde yanlışa dâvet eden birtakım şeytanlar vardır’ buyurdu. Arkasından da şu âyeti okudu: “Şu emrettiğim yol, Benim dosdoğru yolumdur. Hep ona uyun! Başka yollara ve dinlere uyup gitmeyin ki sizi O’nun yolundan saptırmasın.

(Azâbından) korunmanız için (Allah) size böyle tavsiye ediyor.” [17]

Acaba insan, asıl gayesi olan, kurtuluş yolu olan cennet yoluna mı gider, yoksa bu güzelim yoldan saparak (dalâlet), isyan çölleri içinde bocalar durur mu? İşte, bu sorunun cevabı olarak hâdî olan Allah, hidâyet kitabı olarak Kur’an’ı göndermiş, insanların çölleştirdikleri yollardaki karanlıkları aydınlatmış, onlara yol göstermiştir.

Müslümanlar için gerçek gaye; Allah’ın rızasını kazanmaktır. Bu, dünya ve âhiret mutluluğu demektir. Hedefe en kısa ve sağlam yoldan kavuşmak ise, bütün müslümanların ortak arzusudur. Genel anlamda insanı, özel manada da müslümanı, İlâhî hoşnutluğa ve gerçek mutluluğa aday kılan Allah, hidâyet etmiş, peygamberi aracılığı ile kendisine giden doğru ve en kısa yolu tanıtmıştır. Bu yol, hiç şüphesiz ki doğru yoldur (sırât-ı müstakîm). Allah, bu yolu İlâhî rızâya ve mutluluğa kavuşmak için vesile kıldığını ve ona uyulmak gerektiğini çeşitli âyetlerle açıklamıştır. Bunlardan biri: “İşte Benim doğru yolum bu, ona uyun! Başka yollara uymayın ki, sizi O’nun yolundan ayırmasın. (Azâbından) korkarsınız diye (Allah) söze böyle tavsiye etti.” [18]

Dünyada İslâmî devlete, âhirette tükenmeyen Cennete çıkan bu sırât-ı müstakîmi Rabbimiz’den istiyoruz. Gazaba uğrayanlarla sapıkların yolunu istemiyoruz. Yâ Rabbi, diye milyonlarca kere dua ediyor, âmin diyoruz. “Bize hidâyet ver; dosdoğru yola bizi yönlendir.” Mekke’ye, Kudüs’e gidecek olursanız, önce araştırırsınız: Hangi şirket, hangi yoldan, kaç liraya, kaç günde getirip götürür diye bilgi ve broşür edinirsiniz. Allah (c.c.) da şöyle demiş oluyor: Siz şimdi doğru yolu; dünyada devlete, âhirette Cennete götürecek sırât-ı müstakîmi mi istiyorsunuz? Buyurun: “Elif Lâm Mîm. İşte bu Kitap, O’nda hiç şüphe yoktur. Müttakîler için hidâyettir, doğru yolu gösterendir.” [19]

YOL VE YOLCULUK ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

“Bu dünyada bir garip gibi yaşa; yolcu gibi ol!”[20] Dünya iki kapılı bir han/ otel; insan da yolcu. Hidâyet ve dalâlet adlı iki yol var; birinin son durağı cennet, diğerinin de ateş. Yolcuyu yoldan, yolu yolculuktan, yolculuğu menzilden ayrı değerlendirmek yanlıştır. Yolu bilmeyenlerin, yoldan çıkmış ve bâtıl/yanlış yolda olanların hak yolun yolcusunu anlamaları çok zordur. Yol hikâyesi okumak, kişiyi yolcu yapmaya yetmez. Yolcuyu anlamanın en kesin ve kestirme yolunun yola çıkmak ve yolcu olmaktan geçtiğini bilmeyenler, “dosdoğru yol”u ve “o yolun yolcuları”nı anlayamaz. Sırât-ı müstakıym adlı o yol, insanlık tarihiyle yaşıttır ve dünyanın sonuna kadar, yolun en sonuna kadar yolcuları bitmeyecektir. Ömür biter, yol bitmez; ama her yol cennete gitmez.

Kutlu yolun sâdık yolcuları, yolunu kesmek isteyen eşkiyâlara karşı yol silâhlarını yanlarından ayırmazlar; onlar, tüm şartlarda yürüyen kervanın yolcularıdır. Onlar bilirler ki, yolcu yolunda gerek. Neticeye ulaşmak isteyen bir yolcunun, tüm dikkatini diğer yolculara veya yoldan çıkanlara değil; yola vermesi gerektiğinin şuurundadır güzel yolcu.

Yolculuk yapmak yerine, yola yatan, bir engele takılıp düştüyse kalkmak için çabalamayan, yolun kendi bulunduğu şeridinin dışındaki şeritlerden gidenlere çelme takıp tekme atan, yoluna devam etmeyi bırakıp yol, yolcu ve menzil üzerine nutuk atanlar, doğru yolun dosdoğru yolcuları olma vasfını kaybetme riskleri büyük olan, yoldan çıkmaya aday kimselerdir. Çıktığı yolda kurallara uygun şekilde yarışan, yol arkadaşlarıyla yardımlaşabilen, yola gelmeyen insanlara acıyıp yolun genişliğini ve güzelliğini onlara da göstermeye çalışarak yolculuğunu bitiş noktasına kadar sürdüren insan, yolun sonunda ödül almaya hak kazanacaktır.

“Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol;

Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.” [21]

“Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak;

Haykırsam kollarımı makas gibi açarak.” [22]

Dönülmez ufkun akşamlarına gelmeden ve yol yakınken, dosdoğru yolun doğru yolcusu olarak yola düşmek, yola koyulmak yakışacaktır âhiret yolcusuna. Yolda yorulmak normaldir, hatta yalpalayıp sendelemek de. Ama düşe kalka da olsa yola devam gerek; yola yatıp yolu kapamak, diğer yolculara da ihânettir. Yolu tıkamaktansa yoldan çıkıp başkalarına yol açmak, menziline ulaşmak isteyenlere yol vermek, hiç değilse diğer yolcuların, o yola baş koyanların bedduâsından kurtulmak demektir.

Başkalarını yola getirmek için, yola çağıranın öncü ve yolcu olması, yola düşmesi şarttır. Yol göstermek için, yolu, yoldaki engelleri bilmek ve yol haritasına sahip olmak da gerekecektir. Doğru yolu bulmak ve yoldan çıkmamak için, rehbere ve yoldaki işaretlere uymanın olmazsa olmaz önemde olduğu unutulmamalıdır. Dünya gurbetinde yol alan kişinin ana vatanı ve baba ocağı cennete ulaşmaması için, kırk harâmîler yol başlarını tutmuş, yolları kesmiş olsa da, yolsuzluk içinde yollanıp yolunu bulanlar, yolu şaşırtmaya çalışsa da, yolcunun azığında takvâ var ise çıkış yolu ihsân edecek, sırât-ı müstakıyme hidâyet edecektir yolun sahibi.

Tüm yolsuzlukların ve yoldan çıkmanın sebebi, hak yoldan sapmaktır. Her şeyin yolu yordamı olur da sonucu cennete çıkacak güzel yolun düzeni, işaretleri ve kuralları olmaz mı? Asgarî ve âzamî hız belirtilmez mi? Çok yavaş gidenin, doğru yolda zikzaklar çizen, hangi şeritte gittiği belli olmayan yolcunun kazaya uğrama riski gibi; aşırılıkları seven sürat tutkunu İnsanların da ulaşmak istedikleri yere sağ sâlim erişmeleri zordur. Sırat köprüsü gibi uzun ince yolun, yolunca geçilmesi için, yoldaş ve yol arkadaşlarının aynı yolun gerçek yolcularından seçilmesi gerektiğini unutmamalı yolcu.

Kalabalık yolda arabamıza yolcu çağırmaktır tebliğ. “Kalabalık yol” dedim. O kadar çok araba var ki yolda… Kimi süslü-püslü, nefse hoş gelecek görüntülerle döşenmiş, kimi modern mi modern. Bazı arabalar süratiyle, bazıları kalabalık yolcularıyla aday yolcuları cezbediyor. Arabanın nereye gittiği, çoğu yolcunun umurunda bile değil, kimi arabaların zikzak çizmesi, bir km. ileri, 2 km. geri gitmesi de.

Arabalarına çeşitli yöntemlerle çağıranlar da çok. Otogarlardaki çığırtkanlar gibi bazıları. Yaka-paça zorla kendi arabalarına bindirecekler neredeyse yolcu adaylarını. Yarı yolda indirecek mi, kazaya kurban mı edecek, şoför ehliyetsiz mi, hepsinden önemlisi araba hangi istikamete gidiyor, belli değil.

Bazıları da yolun kapalı olduğunu, nice insanın yoldan geri döndüğünden yola çıkarak tahminle karışık değerlendiriyor. Aslında kapalı olan, yoldan kaçmaya çalışanın alıcıları. Yol almak isteyene yol açık, bahaneyi bırak sen de yola çık.

Üzerinde Washington, ya da İsrail yazdığı halde “bu araba Mekke’ye gider” diyen çığırtkanlar mı ararsınız, soyguncu şeytanla işbirliğinden sâbıkalı şoförler mi, hepsi mevcut.

Bütün bunlar ve benzerleri sizi korkutmasın. Siz de arabanızı hazırlayın; daha doğrusu Nuh’un gemisinin servis otosu için yolcu çağırmaya çalışın. Aman ha unutmayın; ilk işiniz çok yolcu almaktan önce, tertemiz arabaya leke sıçrat(tır)mamak. Sürat yapılmayacak yerdeki sürat, yoldakilerin üzerine çamur sıçratabilir mümkün ki. Az önce çamura boyadığımız kişiyi hangi yüzle arabanıza çağırabilirsiniz ki?! Yoldaki İnsanların niceleri yolcu olduğunun farkında bile değil; istikametlerinin farkında olmadıkları gibi. Sanki kör ebe oyunu oynuyor; önüne kim geçtiyse onu şoför olarak seçebiliyor. Körlere kılavuzluk çok zor değildir, ama kör olduğunun farkında olmayan bakarkörlere, sarhoşlara rehberlik ve onları gitmeleri gereken yere yönlendirmek zorun da zorudur.

Yolda kalmışları, yoldan çıkanları, yanlış araba ve kötü şoför seçenleri iknâ etmek kolay olmasa gerek. Başka şoför ve arabalarla uğraşıp boşa vakit geçirme. Ezanı oku, ezandaki tevhidî dâvetle kurtuluş gemisine çağır İnsanları. “Kurtuluş gemisi” dedim; bu, senin-benim derneğimiz, vakfımız, radyomuz, dergimiz, partimiz, tarikatimiz, cemaatimiz… değil. Belki o hüsn-i zanla biniyoruz o arabalara ve sırât-ı müstakıym yolcusu olduğumuz konusunda hiç şüphemiz yok; olsun! Yolcuları veya yolcu olmadığını sanan yolcu adaylarını başka bir beşerî tabelaya / çalışmaya değil; Allah’a dâvet etmeliyiz, sadece Allah’a, O’nun yoluna (İslâm’a), O’nun kitabına; O’nun peygamberinin yaptığı gibi.

“Şüphesiz bu Benim dosdoğru yolumdur, ona uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yol sizi Allah’ın yolundan ayırır. İşte (kötülükten) sakınmanız ve takvâlı olmanız için Allah size bunları emretti.” [23]

“Sadece Bana ibâdet ve kulluk edin. Dosdoğru yol budur.”[24]

“De ki: İşte bu benim yolumdur. Ben Allah’a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol (basîret) iüzerindeyiz (kör bir saplantı içinde değiliz). Allah’ı (ortaklardan) tenzih ederim. Ve ben şirk koşanlardan değilim.” [25]

Dünya hayatının nazenin yolcuları! Sizler için açılmış nice yollar var. Fakat, bu yolların sadece birinden gitmeniz istenmiş sizden. Dünya hayatı bir labirent gibi... Çıkış yolu bir tane... Aramak, bulmak lâzım. Bunun için de labirenti kuşbakışı görebilecek yerde durmak gerek. Deneme yanılma yoluyla da belki çıkış yolu bulunabilir. Fakat süreli bir arama içinde buna vakit yok. Öyleyse “yolcu yolunda gerek” uyarısına kulak verip, bizim için açılmış doğru yolda, yola devam etmeliyiz. Gereksiz meşguliyetlerle yerimizde saymak ciddi bir zaaf. Yolculuğumuzda tahribat oluşturacak tavırlara göz yummak da bir fâcia. Gideceğimiz yolun tahrip olması bizim yürüyüşümüzü zorlaştıracaktır. Hele yol kesicilerin güçlenmesine izin vermek yolculuğu sekteye uğratacaktır. Onlarca yolsuzluğun yaşandığı dünyada, ana yola (sırât-ı müstakıyme) açılacak zeminler oluşturmalıyız. Şairin dediği gerçeği haykırmalıyız. “Yol onun, varlık onun; gerisi hep angarya/ yüzüstü çok süründün ayağa kalk ......”

Yol açmak... Ulaşılamayan nice köylere, nice insanlara, nice cevherlere... Önder olmak, öncü olmak. Bize dosdoğru yolu açanın da bizden istediği bu değil mi? İyi bir işte “çığır” açanların, arkasından gelenler kadar sevap kazandığı müjdesini alıyoruz; tabii bunun tersi de mümkün.

Elbette merkeze ulaştıracak yolları açmak her zaman kolay olmuyor. Bazen kazma kullanmak yeterli iken, bazen de buldozer ya da dinamit kullanmak gerekebiliyor. Hiçbir yol açma görevlisi, karşılaştığı dağ gibi engellere gelince “buraya kadar!” dememiştir, deme hakkı yoktur. Çözüm bulmuş, meydan okumuş: “Dağlar seni delik delik delerim, kalbur alır toprağını elerim” demiş, tünel açmış, köprü kurmuş; şehirleri kasabalara, kasabaları köylere bağlamış, İnsanı İnsana kavuşturmuştur.

Bütün bu işleri beceren dünya hayatının nazenin yolcuları! Hemcinslerinizi yoldan çıkarmaya çalışan, Yaradan’a götüren yolu tahrip eden yolsuzlara karşı kullanacak kazmanız, buldozeriniz, dinamitiniz yok mu? “Yolcu yolunda gerek”, eğleşmek size göre değil.

Yol açanların aynı zamanda yolculuğu kolaylaştıracak yürüyüş tarzı geliştirmeleri gerekir. Zira sırat-ı müstakıym adlı ana yolun sahibi o yolun yolcularına yolu kolaylaştırmıştır. Seçtiği yol önderi de “kolaylaştırın, zorlaştırmayın” uyarısında bulunmuştur.

Açtığınız yollarda yürüyen yolculara, kendilerinin de yol açma sorumluluğunun olduğunu; en azından açamıyorlarsa da, yolda yatıp eğleşerek arkadan gelenleri oyalamamaları gerektiğini hatırlatın. Çoğu idealist yolcular realist yolculara takılıp hızlarını yavaşlatmışlardır. Bu durumda yola devam ederken yoldaşımızı da doğru seçmemiz gerekliliği ortaya çıkıyor.

Yola çıkarken yalnız kalma tehlikesini de göze almalıyız. Eğer çevremiz, korkaklar, tembeller ve zoru göze alamayanlardan müteşekkil ise bu tehlike ile her zaman karşı karşıyayız. Ama yola sebatla devam edersek, A mıntıkasında olmasa da, B mıntıkasında kendimize göre yoldaş bulma ümidi vardır. Zira, dosdoğru yolun sahibi bizzat kendisinin yoldaşımız olacağını vaad ediyor.

Her şeye rağmen yoldaşınızı çok iyi seçmek zorundasınız. Duygusallığa, zaafa yer yok bu yolculukta. Yolcu ve yoldaş yolunda gerek.

Bugün yolunda gitmiyorsa işler, yolsuzlukla uğraşanlar ve bunların yolsuzluğuna göz yumanlardadır suç. Küçük bir tahribatın onarılmaması gayya çukurlarının oluşmasına sebebiyet verecektir. Yoldan sorumlu sorumsuzların ihmali nasıl kazalara sebebiyet veriyorsa, ana yolun sahibine yapılan haksızlıklara göz yumanların âkıbeti nasıl olacak?! Sırât-ı müstakıym adlı doğru yol da bir tanedir, sahibi de. Kimse ortak olmaya çalışmasın. Bu yolsuzluğu savunacak avukatlara da söz yok orada. Yoldaşlık ana yolun sahibine göre değilse bu yoldaşlık külfet. Yolun sonunda hesaptan kurtulmak için yoldaşını bile feda eder yolcu. Fakat nihai sonda yoldaş yoldaşa hiç bir şey yapamaz. Ve o gün geldiğinde... Ana yolun sahibinin diğer yolları ortadan kaldırdığı, yolcuları tek bir merkezde topladığı gün, o gün geldiğinde... eğleşen İnsanlar yarışı kaybettiklerini anlayacaklar; kazanmak için yeni arayışlar içine girecekler, ama... artık o engele ne kazma, ne buldozer, ne dinamit...

YOLCU YOLUNDA GEREK...

Dosdoğru yolun sahibine doğru giderken her birimiz dönüşü olmayan bir yola giriyoruz. Dünya yollarına benzemiyor. Bütün yollar Roma’ya çıkmıyor. Bütün yolcularda Roma’ya gitmiyor.

Ey doğru yolun doğru yolcuları! Gerek yaya, gerek koşarak, gerek bineklerle yola devam edin, ama sakın ha yolda çakılıp kalmayın, yolda yatıp eğleşmeyin. Parsanın payı sadece size ait. Haydi koşun... Yolcu yolunda gerek. Ne kadar yol koştunuz, ne de çabuk yoruldunuz? Daha gidilecek çok yol var. Haydi yola!

Yolda giderken yürüyüşünüze de dikkat edin. Anayolun sahibi öyle istiyor. Yolsuz yolcular gibi mağrurluk, zâlimlik, ayağınıza takılanı ezmek yok bu yürüyüşte. Başı havada gitmek de yok. Yolda kalmışa iyilik yapacaksın, yolcuya hakkını vereceksin, sağına soluna bakıp senden önceki yolcuların bıraktıklarına bakıp tefekkür edeceksin. Ve anayolun sahibini her handa zikredeceksin. Zira güzel yolculuğun referansı bu.

Yol ağzında, yol ayrımındayız; bitmek bilmeyen dünyevî işleri yoluna koyma uğraşıları, bizi ana yolumuzdan etmemeli, burada misafir ve yolcu olduğumuzu unutmamalıyız. Yoldan kalmamalı, yolumuza/hedefimize bakmalıyız ki, yolumuzu gözleyenlerin gözleri yolda kalmasın.

Yol açıklığı ver yâ Rab! Bizi yolumuzdan etmek isteyenlere fırsat verme. Bizi kendilerine nimet verdiklerinin yolu olan dosdoğru yola hidâyet et; yoldan sapmış ve gazaba uğramışların yoluna değil Allah’ım!

 

[1] ] 2/Bakara, 120 942] 16/Nahl, 9

[2] ]943]  9021/Beled, /Enbiyâ, 1073

[3] ] 17/İsrâ, 9

[4] ] 3/Âl-i İmrân, 103

[5] ] 46/Ahkaf, 13

[6] ] 4/Nisâ, 69; Hayri Bilecik, Mefhumlardan Tefekküre, Hülbe Y., s. 99 vd.

[7] ] 12/Yûsuf, 101

[8] ] 3/Âl-i İmran, 8

[9] ] Tirmizî, Kader 7; İbn Mâce, Mukaddime 13

[10] ] 37/Saffât, 22-23; Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Kırkambar Y., s. 129-130

[11] ] 5/Mâide, 48

[12] ] 6/En’âm, 161

[13] 5] 68956] 6/En’âm, /Kalem, 36-41; 53/Necm, 71        28

[14] ] 2958] 16/Bakara, /Nahl, 1209

[15] ] 90/Beled, 10

[16] ] 21/Enbiyâ, 73 961] 17/İsrâ, 9

[17] ] 6/En’âm, 153; İbn Mâce, Mukaddime 1

[18] ] 5/En’âm, 153

[19] ] 2/Bakara, 1-2

[20] ] Buhârî, Rikak 3. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 25; İbni Mâce, Zühd 3

[21] ] Mehmed Âkif Ersoy, Safahat

[22] ] Necip Fâzıl Kısakürek, Çile

[23] ] 6/En’âm, 153

[24] ] 36/Yâsin, 61

[25] ] 12/Yusuf, 108

Okunma 810 kez