Cumartesi, 06 Şubat 2021 18:37

İSTİŞÂRE / ŞÛRÂ / DANIŞMA

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

İSTİŞÂRE / ŞÛRÂ / DANIŞMA


- 703 -
Kavram no 105
Görevlerimiz 20
Ahlâkî Kavramlar 21
Bk. Hüküm-Hâkimiyet; İsyan-İtaat; Ahlâk
İSTİŞÂRE / ŞÛRÂ / DANIŞMA
• Şûrâ/İstişâre; Anlam ve Mâhiyeti
• İstişârenin Fazileti
• Kur’ân-ı Kerim’de Şûrâ/İstişâre
• Rasûlullah’ın Sünnetinde İstişâre ve Konuyla İlgili Hadis-i Şerifler
• İslâm'da Kadınlarla İstişâre
• İstişârenin Önemi
• İstihâre; İstişâreden Sonra Yapılması Gereken Duâ
• İstihârenin Yozlaştırılıp Rüya Falına Dönüştürülmesi
• Tefsirlerden İktibaslar
“Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Şâyet kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için duâ et; (umuma ait) işlerde onlarla istişâre et, onlara danış. Artık kararını verdiğin zaman da Allah'a tevekkül et, O’na dayanıp güven. Çünkü Allah, tevekkül edenleri kendisine sığınanları sever.” 2723
İstişâre/Şûrâ; Anlam ve Mâhiyeti
İstişâre: Herhangi bir konuda doğruya ulaşmak veya yaklaşmak için bir başkasının görüşüne başvurma demektir. Müşâvere, şivâr, meşvûre, meşvere(t), meşûre, istişâre, danışıp işaret ve görüş almak anlamına geldiği gibi, müşâvere ve işaret; arı kovanından bal almak, rey vermek mânâlarına da kullanılır. Toplanıp meşveret eden cemâate de şûrâ denir.2724 İstişârenin lügat anlamı ile ıstılah (terim) mânâsı arasında yakın bir bağ vardır. Çeşitli görüşlere başvurmak sûretiyle doğruyu elde etmek veya ona yaklaşmalarının, çeşitli çiçeklerden gerekli malzemeyi alıp işledikten sonra ortaya çıkardığı balı kovandan alması gibidir. Bu bakımdan Kur'ân-ı Kerîm olayın ehemmiyetini şu şekilde ortaya koymuştur: "İş husûsunda onlarla müşâvere et."2725; "Onların işleri aralarında istişâre iledir." 2726
İstişâre, kişinin kendisini ilgilendiren konularda bir başkasının görüşüne başvurması veya idârecilerin ümmetin durumunu ilgilendiren konularda müşâverede bulunması şeklinde iki cepheden ele alınabilir. Birinci durumda istişâre sünnettir.2727 İdârecilerin ümmetin durumunu ilgilendiren konularda istişârede bulun2723]
3/Âl-i İmrân, 159
2724] İbn Manzûr, Lisanü'l-Arab, IV, 434-437; Zebîdî, Tâcu'l-Arûs, III, 318-320; Elmalılı, Hak Dini, İstanbul 1979, II, 1213
2725] 3/Âl-i İmrân, 159
2726] 42/Şûrâ, 38
2727] Nevevî, Şerhu'l, Müslim, Kahire 1347-49/1929-30, IV, 76
- 704 -
KUR’AN KAVRAMLARI
masının hükmü konusunda ise farklı görüşler vardır. "İş husûsunda onlarla istişâre et”2728 âyetinin vücûb mu nedb mi ifade ettiği konusunda ulema ihtilâf etmişlerdir.
Mâlikîler dinî konularda İslâm devletinin yönetimi ile ilgili mevzûlarda idarecilerin istişârede bulunmalarının vâcip olduğu görüşündedirler. Hatta İbn Atiyye ve İbn Hüveyzimendâd böyle bir durumda âlimlere danışmayan idarecinin azlinin vâcip olduğunu savunmuşlardır.2729 İmam Şâfiî istişâreyi nedb'e hamletmiş, ancak daha sonraki şâfiî fukahâsı âyetin vücup ifade ettiği görüşünü benimsemişlerdir.2730 Bu konuda Hanefilere nisbet edilen bir görüş bulunmamakla birlikte, Cessâs'ın (v. 370/980) 42/Şûrâ, 38. âyetinin tefsirinde "istişârenin iman ve namaz kılmakla birlikte ele alınması, konunun önemine ve bizim bununla emrolunduğumuza delâlet etmektedir" şeklindeki sözünden istişârenin vâcip olduğu görüşünü benimsediğini anlıyoruz. 2731
Hz. Peygamber (s.a.s.) istişâreye teşvik etmiş; kendisi de Bedir'de Ebû Sufyân'ın geldiğini haber alınca ne gibi tedbir alınacağı konusunda Ensar'la müşâvere etmiş; ayrıca Bedir esirleri konusunda, Uhud ve Hendek Gazvelerinde, Hudeybiye'de, Tâif Seferinde, İfk hâdisesinde, ezan konusunda olduğu gibi birçok mevzûda ashâbıyla istişâre etmiştir. Hatta Ebû Hureyre, Rasûlullah'tan daha çok ashâbıyla/arkadaşlarıyla istişâre eden kimse görmediğini belirtmektedir. Bundan dolayı İbn Teymiyye; “idâreciler istişâreden muaf olamazlar. Çünkü Allah onu peygamberine emretmiştir” demektedir.2732 Bunun yanısıra sahâbe ve özellikle Hulefâ-i râşidîn istişâreye büyük önem vermişler, Hz. Ebû Bekir ve Ömer (r.a.); istişâre etmek üzere Hz. Osman, Hz. Ali, Abdurrahman b. Avf, Muaz b. Cebel, Ubey b. Kâ'b, Zeyd b. Sâbit ve diğer ashab'tan oluşan birer müşâvere heyeti oluşturmuşlardır.2733
İslâm hükümeti, 3/Âl-i İmrân, 159. âyette belirtildiği üzere meşveret (istişâre) esası üzerine kurulmuştur.2734 Bu özelliğiyle İslâm idaresi bir şahsın diktatörlüğüne dayanan "otokrasi"den; kendisinde İlâhî bir sıfat olduğu iddiasıyla ortaya çıkan kişinin idaresine dayanan "teokrasi"den; üstün azınlık sınıfının hâkimiyetine dayanan "oligarşi"den; kişilerin hevâ ve heveslerine göre idare ettiği "demagoji"den ayrılır. 2735
İslâm'daki istişâre sistemi çoğunluk veya azınlık farkı gözetilmeksizin, imkân dâhilinde herkesin görüşünü almayı gerektirmekte; bunun yanında görüşler
2728] 3/Âl-i İmrân, 159
2729] Kurtubî, el-Câmi li-Âhkâmi'l-Kur'ân, Kahire 138687/1966-67, IV, 249-250; M. Tahir b. Âşûr, et-Tahrîr ve't-Tenvîr, Tunus 1984, IV, 148
2730] Fahreddin er-Râzî, Mefâtihu'l-Gayb, Kahire 1934-62, IX, 76; Nevevî, a.g.e., IV, 76
2731] Cessâs, Ahkâmü'l-Kur'an, Beyrut, ts., V, 263; M. Tâhir b. Aşûr, a.g.e, IV, 148
2732] İbn Teymiyye, es-Siyâsetü'ş Şer'iyye (Mecmû'u Fetâva içinde); Riyad 1381-86, XXVIIl, 386, 387; Hemmâm Abdurrahîm Sa'd, "Arzu'l Ehâdisi'n-Nebeviyye el-Müteallike bi'ş-Şûrâ", eş-Şûrâ fi'l-İslâm içinde), Amman 1989, 1, 85-107
2733] İbn Sa'd, et-Tabakât (nşr. İhsan Abbas), Beyrut 1388/1968, II, 350-352; Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ, Haydarâbâd 1355, X, 114- 115; Müttakî el-Hindi, Kenzu'l-Ummâl, Beyrut 1405/1985, V, 627; Said Ramazan el-Bûtî, "eş-Şûrâ fî Cehdi'l-Hulefâi'r-Râşidîn; eş-Şûrâ fi'l-İslâm içinde, l, 113-167
2734] Abdülkerim Zeydan, el- Vecîz f; usûli'l fıkh, Bağdad 1405/1985, s. 358; M. Hamîdullah, İslâm Peygamberi (Trc. S. Tuğ), İstanbul 1980 II, 942
2735] İzzüddin et-Temîmî, eş-Şûrâ beyne'l-Esâle ve'l-Muâsıra, Amman 1405/1985, s. 27-28
İSTİŞÂRE / ŞÛRÂ / DANIŞMA
- 705 -
içinde tercihe şayan olanın parmak hesabıyla değil, derin ve tarafsız aklî araştırma neticesi tesbit edilmiş olanın tatbik mecbûriyetini içermektedir.2736 Bu sistem iktidar nazariyesinde bir yenilik olup, kapitalist demokratik rejimlerdeki şekliyle ekseriyetin ekalliyete; sosyalist demokratik rejimlerde olduğu gibi ekalliyetin ekseriyete tahakkümünü saf dışı etmektedir. Bununla beraber İslâmî müşâvere sistemi, arzu edilen neticeyi verebilmesi için belli bir pedagojik (terbiyevî) hazırlık devresini gerektirmektedir. 2737
Devlet başkanının istişâre edeceği heyet değişik bir kadro teşkil edebilir. Şûrâ meclisi Uhud savaşında Hz. Peygamberin müslümanlarla istişâresinde olduğu gibi bazen halkın çoğunluğu;2738 bazen Havâzin ganimetleri meselesinde olduğu gibi istişâre ânında mevcut müslümanların tamamı; bazen Hendek muhâsarasında Gatafan'ın çekilmesi için yapılacak antlaşmalarda görüldüğü üzere Sa'd b. Muâz ve Sa'd b. Ubâde gibi kendi kavimleri içinden yükselmiş kişiler;2739 bazen de Bedir esirleri konusunda olduğu gibi, müslümanların bir kısmı şûrâ meclisini oluştururlar.2740 Ancak şûrâ meclisi kimlerden oluşursa oluşsun, ortaya çıkan hükümler, İslâm'ın genel prensiplerine aykırı olamayacağından, halk üzerinde keyfî bir idare, diktatörlük, zulüm ve adâletsizlik meydana getirmeyecektir. Zira İslâm âdil bir sistemdir.
Devlet erkânı bilmedikleri ve içinden çıkamadıkları dinî konularda âlimlerle; cihadla ilgili konularda ordu komutanlarıyla; ümmetin menfaatine yönelik mevzûlarda halk büyükleriyle; memleket dâvâlarında yazarlar, nâzırlar, işçi ve memur temsilcileriyle istişâre etmeleri durumunda bu prensip amacına ulaşır. istişâre yapılan kişiler hakkıyla dindar, bilgili (sahasında uzman), akıllı ve tecrübeli olmalıdır. 2741
İstişâre bir nevi ictihad demektir. Konusunu ise Kur'an ve Sünnetin açıkça beyan etmediği konular teşkil eder.2742 Devlet başkanı ile şûrâ meclisi arasında anlaşmazlık çıkması halinde, ihtilâf konusunu tartışıp inceledikten sonra görüş bildirecek bilirkişilerden oluşacak hakem heyeti kurulabilir. Hz. Ömer bunu tatbik etmiştir. Şam'a giderken, yolda, orada veba salgını olduğunu öğrenince, yola devam edip etmeme konusunda muhâcirlerle istişâre etmiş; anlaşma olmaması üzerine ensarla görüşmüş; yine netice çıkmayınca ilk muhâcirlerden Kureyş büyükleriyle müşâvere etmiş ve onların geri dönme yolundaki teklifini kabul ederek maiyetiyle birlikte geri dönmüştür.2743 Bu gibi durumlarda Hz. Peygamber’in çoğunluğun görüşüne uyduğu da olmuştur. Meselâ Uhud'da Medine'nin dışına
2736] Ma'rûf ed-Devâlibî, İslâm'da Devlet ve İktidar (trc. Mehmed S. Hatipoğlu), İstanbul 1985, s. 55
2737] Devâlibî, a.g.e., s. 56
2738] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 351
2739] Abdurrezzak, el-Musannef, Beyrut 1403/1983, V, 367-368; Heysemî, Mecmau'z Zevâid, Beyrut 1967, VI, 130-133
2740] Ahmed b. Hanbel, a.g.e., III, 105, 188, 219-220; Abdülkerim Zeydan, İslâm'da Ferd ve Devlet, İstanbul 1978, s. 99-100
2741] Kurtubî, a.g.e., IV, 249-250
2742] Şerbâsî, Yes'elûneke fi'd-dîni ve'l-Hayât, Beyrut 1980, IV, 169; M. Vehbi, Hulâsatü'l-Beyân, İstanbul, ts. (Üçdal), II, 766
2743] Buhârî, Tıb 30; Hiyel 13; Müslim, Selâm 98, 100; Muvatta', Medine 22, 24; Ahmed b. Hanbel, Müsned I/194; M. Reşid Rızâ, Tefsirü'l-Menar, Beyrut, ts. (Dârü'l-Ma'rife), V, 196-197; Zeydan, a.g.e., s. 103
- 706 -
KUR’AN KAVRAMLARI
çıkmanın aleyhinde olduğu halde, ekseriyetin isteği üzerine şehir dışında savaşmıştır. 2744
İstişârenin Fazileti
İstişâre ile işlerin güzel neticelere varması, siyâsî, ictimâî, askerî vs. bütün alanlarda problemlerin çözülmesi mümkündür. Kişi ne kadar akıllı, zeki ve tecrübeli bulunursa bulunsun, Cenâb-ı Hakk'ın Kur'an-ı Kerîm'inde işaret ettiği ve fâillerini övdüğü müşâvere esasına uygun hareket etmedikçe, faydalı sonuçlara ulaşması ve problemlerini güzel bir şekilde çözümlemesi pek mümkün değildir. Zira Hz. Peygamber (a.s.) akıl ve zekâ yönüyle insanların en mükemmeli iken, Allah ona bile müşâvereyi emretmiştir.
Hz. Peygamber (a.s.) vahyin indirilmediği durumlarda daima arkadaşları ile istişâre yoluna gitmiştir. Ashâb-ı kirâm, Rasûlullah’ın (a.s.) kendi fikriyle hareket ettiğini bildikleri konularda, kendi fikirlerini O'na açıklar, o da uygun fikir doğrultusunda hareket ederdi. Bunun örnekleri pek çoktur.
Peygamber Efendimiz. Bedir savaşında, kendilerine en yakın kuyunun başında durdu ve orayı karargâh yapmak istedi. Bu sırada Ashab'tan Hubâb el-Cümuh, Peygamberimize "Yâ Rasûlallah! Burayı, Allah'ın seni yerleştirmiş olduğu ve bizim ileri geri gitmeğe yetkimiz olmayan bir yer olarak mı seçtin? Yoksa bu bir görüş, bir harp taktiği midir?" diye sordu. Rasûlullah (a. s.) "Hayır; bu bir görüş ve bir harp taktiğidir" dedi. O zaman sahâbî "O halde yâ Rasûlallah! Burası uygun bir yer değil, orduyu kaldır. Düşmana en yakın kuyuya gidelim. Orada bir havuz yapıp içine su dolduralım, geride kalan kuyuları tahrip edelim, düşman istifade edemesin" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) "Sen güzel bir fikre işaret ettin" buyurdu ve bu sahâbînin dediği şekilde hareket etti.
Toplumların düştükleri hatalar, çok defa işi kendi başına yürütme sonucu olmaktadır. Bu işi kendi başına yürütme ne kadar genişlerse, hataların sayısı o nisbette artar; ne kadar daralırsa hatalar da o nisbette azalır. Gerçi hatadan büsbütün kurtulmak imkânsızdır. Çünkü hatadan uzak kalan sadece Allah'tır. Ancak meselelerin çözümünde birçok fikir bir araya gelirse, mükemmel veya nisbeten doğru bir çözüm elde edilebilir. Bu sûrette, sorumlu kimselerin üzerindeki sorumluluk yükü de hafifler ve sorumluluk müşterek olur.
İstişâre ederken gözönünde bulundurulması gereken en önemli noktalardan biri, kime veya kimlere danışılacağı konusudur. Bu husus, yapılacak olan bir işin hayırla neticelenmesine önemli derecede etki eder. Bu yüzden danışılacak olan kişinin, akıl ve tecrübe sahibi, dindar ve faziletli, samimi, sağlam fikirli, keskin görüşlü, insan psikolojisini iyi tahlil edebilme, doğruluk ve güvenilirlik gibi değerlere sahip olmasına dikkat edilmelidir. Öte yandan, aklı bir şeye ermeyen, ahlâksız, mağrur kimselere danışmanın kişiye hiçbir yarar sağlamayacağı da açıktır.
Görüşlerinde ve düşüncelerinde daima isabet edenlerin, bir iş yapmaya niyetli olduklarında, istişâre etmelerine şaşılmamalıdır. Çünkü böyle kimseler, kendi görüşlerini yoklarlar, zekâ ve anlayışlarını denerler. Bu şekilde hareket etmekle
2744] Ahmed b. Hanbel, a.g.e., III/351; Zeydan, a.g.e., s. 103-104; Mefâil Hızlı, Saffet Köse, Şamil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 3, s. 230-231
İSTİŞÂRE / ŞÛRÂ / DANIŞMA
- 707 -
fikir ve düşüncelerini zinde tutarlar.
Herhangi bir konuda istişâre etme ihtiyacı ortaya çıkarsa, şu iki metoddan biri ile problem halledilir: Birincisi, birkaç kişiyle ayrı ayrı görüşülür, fikirleri alınır; fikirler hangi noktada daha çok birleşiyorsa, o uygulanır. İkincisi, birkaç kişi toplanıp görüşleri sorulduğu zaman her biri fikirlerini söyler, daha sonra bu kişiler birbirlerinin görüşlerini inceleyerek en uygun görüşte karar kılarlar ki bu görüşle de sağlıklı hareket etmek mümkündür.
Abbâsî yöneticilerinden Me'mun, oğluna nasihat ederken, istişâre konusunda şöyle demiştir: "Şüphen olan işlerde, tecrübe sahibi, gayretli ve şefkatli ihtiyarların görüşlerine başvur. Çünkü onlar, çok şey görüp geçirmişler, zamanın inişli-çıkışlı, ikballi-hezimetli olaylarına şâhit olmuşlardır. Onların sözü acı da olsa kabul ve tahammül et. Danışma kuruluna korkak, hırslı, kendini beğenmiş, yalancı ve inatçı kişileri alma''
Kendilerini beğenen, başkalarının görüş ve düşüncelerine değer vermeyen kişiler, hiç kimseye danışmazlar. İşlerini kendi görüş ve düşünceleri doğrultusunda çözümlemeye çalışırlar. Bu şekilde davranma ise, çoğu zaman yanlışlıklara sebep olur. Yapılan işlerden fayda yerine zarar elde edilir.
Bir kişiye bir iş hakkında düşüncesi sorulup da, o kişinin düşüncesi etrafında iş halledilmeye çalışılırken, işin sonucu iyi çıkmazsa, düşüncesi sorulan kişi azarlanmamalı ve tekdir edilmemelidir. Zira, bu dünyada herkesin, kendi düşünce ve fikirlerinin uygun olduğunu zannetmesi normaldir. Kişi, görüşündeki hatasıyla kınanır ve azarlanırsa, kendisine ümitsizlik ve güvensizlik gelir. Bu durumda olan kişiye danışılınca da, doğru olan görüşünü gizler ve hata yapma korkusu ile o konuda hiçbir şey söylemez.
Kısaca belirtmek gerekirse, istişâreye yani danışmaya, Yüce Allah'ın emri, Peygamber Efendimiz’in sünneti olarak önem verilmelidir. Atalarımız da "ulu sözü dinleyen, ulu dağlar aşar", "akıl akıldan üstündür" diyerek, istişârenin gerekliliğini kısa ve öz bir şekilde ifade etmişlerdir. 2745
Kur’ân-ı Kerim’de Şûrâ/İstişâre
Kur’ân-ı Kerim’de “şûrâ” kelimesi ve türevleri, toplam 3 yerde geçer: 2/Bakara, 233; 3/Âl-i İmrân, 159; 42/Şûrâ, 38.
“Emzirmeyi tamamlamak isteyenler için anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların (annelerin) yiyeceği giyeceği bilinen (örf)e uygun olarak çocuk kendisinin olana (babaya) aittir. Kimseye güç yetireceğinin dışında (yük ve sorumluluk) teklif edilmez. Anne, çocuğu, çocuk kendisinin olan baba da çocuğu dolayısıyla zarara uğratılmasın; mirasçı üzerinde (ki sorumluluk ve görev) de bunun gibidir. Eğer (anne ve baba) aralarında rıza ile ve danışarak (çocuğu iki yıl tamamlanmadan) sütten ayırmayı isterlerse ikisi için de bir güçlük yoktur. Ve eğer çocuklarınızı (bir sütanneye) emzirtmek isterseniz vereceğinizi örfe uygun olarak ödedikten sonra size bir sorumluluk yoktur. Allah'tan korkup-sakının ve bilin ki Allah yaptıklarınızı görendir.” 2746
“Allah'tan bir rahmet dolayısıyla onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli
2745] Şamil İslâm Ansiklopedisi, s. 231-232
2746] 2/Bakara, 233
- 708 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları, bağışla onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşâvere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.” 2747
“(Süleyman'ın mektubunu alan Sebe'melikesi,) "Beyler, ulular! Bana çok önemli bir mektup bırakıldı" dedi.
"Mektup Süleyman'dandır, rahmân ve rahîm olan Allah'ın adıyla (başlamakta)dır."
"Bana baş kaldırmayın, teslimiyet gösterip bana gelin, diye (yazmaktadır)."
“(Sonra Melike) dedi ki: Beyler, ulular! Bu işimde bana bir fikir verin. (Bilirsiniz) siz yanımda olmadan (size danışmadan) hiçbir işi kestirip atmam.”
“Onlar, şu cevabı verdiler: Biz güçlü kuvvetli kimseleriz, zorlu savaş erbabıyız; buyruk ise senindir; artık ne buyuracağını sen düşün.”
“Melike: Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar. (Herhalde) onlar da böyle yapacaklardır, dedi.” 2748
“(Bu sevaplar, iman edip) Rablerine icâbet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işleri kendi aralarında şûrâ ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler (içindir).” 2749
Rasûlullah’ın Sünnetinde İstişâre ve Konuyla İlgili Hadis-i Şerifler
İstişârenin Önemi ve İstişâre Emri: Kur'ân-ı Kerim, beşeriyet kadar eskiliğini göstermek sadedinde Hz. Süleyman'ın mektubu üzerine, takip edilecek siyasetin tesbiti maksadıyla yakınlarını toplayan Belkıs'ın yaptığı istişâre2750 başta olmak üzere Firavun'un Hz. Mûsâ'ya karşı alınması gerekli tedbirleri tesbit için etrafındakilerle yaptığı istişâreden, Hz. İbrâhim'in, oğlu İsmail'le ilgili olarak, onun kurban edilmesi husûsunda gördüğü rüya üzerine, çocuk İsmail'le yaptığı istişâreye2751 varıncaya kadar kaydettiği misallerden başka, iki ayrı âyette Hz. Peygamber’e (s.a.s.) ve müslümanlara istişâreyi emreder. Birinci âyet, Müslümanların sosyal meselelerini aralarında yapacakları istişâre ile yürütmelerini emreder: "...İşleri, aralarında şûrâ iledir."2752 Bu âyetle alâkalı olarak belirtilmesi gereken bir husus şudur: Burada kaydedilen parçayı Kur'ân-ı Kerim'deki ilgili metnin bütünü içerisinde görecek olursak "istişâre emri"nin başta Allah'a iman olmak üzere, tevekkül, büyük günahlardan sakınma, namaz... gibi İslâm'ın temel prensipleri meyanında zikredildiğini görürüz. Bu durum istişârenin ehemmiyetine parmak basmayı gâye edinir: "Size verilen şey hep dünya hayatının geçici (birer) faidesidir. Allah indinde olan (sevap) ise daha hayırlıdır, daha süreklidir. (Bu sevaplar) iman edip de ancak Rablerine güvenip dayanmakta, büyük günahlardan ve fâhiş kötülüklerden kaçınmakta, öfkelendikleri zaman bizzat (kusurları) örtmekte (bağışlamakta) olanlara, Rablerinin (tevhid ve ibâdete aid dâvetine) icâbet edenlere, namaz(ların)ı dosdoğru kılanlara -ki bunların
2747] 3/Âl-i İmrân, 159
2748] 27/Neml, 29-34
2749] 42/Şûrâ, 38
2750] 27/Neml 29-33; 7/A'râf, 109-112
2751] 37/Sâffât, 101, 102
2752] 42/Şûrâ, 38
İSTİŞÂRE / ŞÛRÂ / DANIŞMA
- 709 -
işleri daima aralarında müşâvere iledir-, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden (Allah'a tâat uğrunda) harcamakta bulunanlara, kendilerine tagallüb ve zulüm vaki olduğu zaman elbirlik (mazluma) yardım eyleyenlere mahsustur." 2753
Diğer âyet ise, doğrudan doğruya Hz. Peygamber’e (s.a.s.) müteveccihtir: "Onlarla iş husûsunda istişâre et."2754 Yani her hususta "en güzel örnek vermekle mükellef olan" Hz. Peygamber’de (s.a.s.)n sosyal meselelerin cereyanında ve amme işlerinin tedvirinde de örnek olması, bu işlerde istişâreyi müstekar bir esas yapması istenmektedir. Bizzat Rasûlullah: "Allah bana farzların ikamesini emrettiği gibi müdâretu'nnâsı da emretmiştir."2755 buyurur. Müdâretu'nnâs ise, insanlara iyi davranmak, onlarla iyi geçinmek, onlara mültefit olmak, onları kazanmak, gönül alıcı olmak gibi sosyal kaynaşmayı sağlayacak davranışların hepsine birden şâmil olmuştur. 2756
Konuyla İlgili Hadis-i Şerifler
Bu konuyla ilgili olarak gelen rivâyetler, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ve ashâbının (r. anhüm) hayatlarında istişâre keyfiyetinin mühim bir düstur olarak yer etmiş bulunduğunu gösterir. Öyle ki, bu mevzûda gelen hadislere dayanarak Hz. Peygamber’in (s.a.s.) etrafındakilerle istişâre etmeden bir karara varmadığı, bir icraatta bulunmadığı bile söylenebilir. Bir rivâyette şöyle der:
"Müslümanların fikrini almadan "emîr" tayin etseydim, İbnu Ümmi Abd'i tayin ederdim." 2757
"Müsteşar (kendisiyle istişâre edilen kişi), güvenilen bir kimse (olmalı)dır." 2758
"Biriniz (din) kardeşine danıştığı zaman, danışılan kimse ona hak ve doğru bildiğini söylesin." 2759
“Azm, görüş sahipleriyle istişâre etmek ve onların görüşlerine uymaktır.” 2760
“Kim bilmeden fetvâ verirse, yapılan işin günâhı, o fetvâ verene gider. Kim müslüman kardeşine bile bile yanlış yol gösterirse, ona hiyânet etmiş olur.”2761
“Kişiye bildiği bir şey sorulduğu zaman onu gizlerse; Allah, Kıyâmet günü o kimseyi ateşten bir gemle (yularla) bağlar.” 2762
Hz. Peygamber (s.a.s.), Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer için: “Siz bir danışmada oy birliğine varırsanız, ben size aykırı hareket etmem.” demiştir. 2763
“İstihâre eden aldanmaz, istişâre eden pişman olmaz, iktisâd eden (tutumlu harcayan)
2753] 42/Şûrâ 36-38
2754] 3/Âl-i İmrân, 159
2755] Münâvî, Abdurrauf, Feyzu'l-Kadir Şerhu'l-Câmii's-Sağîr, Beyrut, 1972, II/159; İbn Kesir, Tefsir, Beyrut, 1966, II/142
2756] Münâvî, a.g.e. II/215, III/205
2757] İbn Sa’d, Tabakatu’l-Kübrâ, Beyrut, 1960, 3/154; Tirmizî, Humus, hadis no: 1966, Menâkıb 380
2758] Ebû Dâvud, Edeb 114; Tirmizî, Zühd 39, Edeb 57; İbn Mâce, Edeb 37
2759] İbn Mâce, Edeb 37
2760] İbn Kesîr, Tefsir I/420
2761] Ebû Davud, İlm 8, hadis no: 3657
2762] Ebû Dâvud, İlm, Bâbu Kerâhiyyeti Me’i’-llm
2763] Ahmed bin Hanbel, 5/227
- 710 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yoksul olmaz.”2764 Bu rivâyetin senedinde çok zayıf bir kişi vardır. Hadis zayıf olmakla birlikte, ruhu ve anlamı itibarıyla doğrudur.
Hz. Enes: "Arkadaşları ile istişârede Hz. Peygamber kadar ileri giden bir başkasını görmedim" der.2765 Hz. Ömer, Peygamberimiz’in müslümanlarla alâkalı bir meselenin istişâresi için Hz. Ebû Bekir ile birçok geceler boyu başbaşa kaldıklarını bazen bu istişârelere kendisinin de katıldığını belirtir. 2766
Suyûtî, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) diğer insanlardan farklı olan husûsiyetlerini belirtirken bu özelliklerden biri olarak "istişâre yapma mecbûriyeti"ni de zikreder. Bu mecbûriyeti delillendirme sadedinde Hz. Peygamber'den: "Allah bana farzları yapmamı emrettiği gibi, (istişâre yoluyla) insanları iyi idare etmemi (müdâretu'nnâs) de emretti" hadisini kaydeder. 2767
Telâkki: Hz. Peygamber’i (s.a.s.) meşverete bu kadar ehemmiyet vermeye sevkeden şey meşveretin tesiri hakkında taşıdığı inanç idi. İstişâre edenin "asla pişman olmayacağını" belirten2768 Hz. Peygamber’e (s.a.s.) göre: "Bir millet istişâre ettiği müddetçe zillete düşmez."2769 Bu inancı takviye eden diğer bir görüşüne göre, bir meselede ferdî görüşler yanılabilirse de cemaatin görüşü asla yanılmaz: "Allah, ümmetimi dalalet üzere birleştirmez. Allah'ın eli cemaat üzerinedir."2770 Öyle ise gerek ferdî ve gerekse içtimâî meselelerde mümkün mertebe çok kimsenin görüşleri müdahele edip kaynaşmalı, müşterek nokta bulunmalı ve buna da uyulmalıdır. "Gelip geçen bütün peygamberlerin ikisi semâ ehlinden, ikisi de arz ehlinden olmak üzere istişâre edeceği dört veziri olageldiğini ve kendisinin de aynı şekilde dört vezirle takviye edildiğini"2771 belirten Hz. Peygamber, sâlih (liyâkatli) bir müşâvirin ehemmiyetini belirtme sadedinde bir başka hadislerinde şöyle buyururlar: "Sizden, üzerine mes’ûliyet yüklenen bir kimse için Allah hayır murad ederse, ona "sâlih" bir vezir nasip eder de unuttuğu şeyleri hatırlatır, hatırladığı şeylerde de yardımcı olur."2772 Hadisin Ebû Dâvud'daki vechinde: "Allah, bir lider (emîr) hakkında hayır murad ederse kendisine dürüst bir vezir nasib eder.. Allah onun için hayır murad etmezse kendisine kötü bir veziri musallat eder de unuttuğu şeylerde hatırlatmada, hatırladığı şeylerde de yardımda bulunmaz."2773 der.
Hz. Peygamber, istişârenin sosyal hayata getireceği huzur ve saadeti ifade için de: "Umerânız (yöneticileriniz) hayırlılarınızdan, zenginleriniz de cömertlerinizden olur ve işleriniz de aranızda istişâre ile yürürse; yerin üstü sizin için yerin altından daha hayırlıdır."2774 der.
Teşvik: Problemi olan herkesin, meselesini bir bilenden sorması bizzat
2764] Taberânî, el-Câmiu’s-Sağîr, Keşfu’l-Hafâ, 2/242
2765] Tirmizî, Cihad 34
2766] Hakim en-Nisaburî, el-Müstedrek, Haydarabad, Deken 1335 baskısından ofset, 2, 227
2767] Suyûtî, Hasâisu'l-Kübrâ, Kahire, 1967, s. 125; Kütüb-i Sitte, 16/127
2768] Heysemî, Nuruddin Mecmau'z-Zevâid, Beyrut, 1967, 2/280
2769] Zemahşerî, Keşşâf I/332
2770] Tirmizî, Fiten 7, hadis no: 2168
2771] Tirmizî, Menâkıb 44, hadis no: 3680
2772] Nesâî, Bey’a 33
2773] Ebû Dâvud, Harac ve’il-İmâra 4, hadis no: 2932
2774] İbn Kesir, en-Nihâye fi’l-Fiten, Kahire, 1969, I/24; Kütüb-i Sitte, 16/127
İSTİŞÂRE / ŞÛRÂ / DANIŞMA
- 711 -
Kur'ân-ı Kerim tarafından: "Bilmiyorsanız bir bilenden (ehl-i zikr) sorun."2775 diye emredilmekten başka Hz. Peygamberimiz de "Akıllara sorun, doğru yolu bulursunuz, (bu emrime) âsi gelmeyin, pişman olursunuz!"2776 der. Bir tebliğinde: "Kardeşiniz, birinizden bir şey soracak olursa, ona mutlaka yol gösterin."2777 diye emrederken, sorana verilecek bu cevabın bir vazife olduğunu da ayrıca belirtir: "Bir Müslümanın diğer bir müslüman üzerindeki haklarından biri, ondan tavsiye (nasihat) talep ettiği zaman kendisine tavsiyede (nasihatta) bulunmasıdır." 2778
Hz. Peygamber İstişâreye Muhtaç mı? Bu soru, Hz. Peygamber hakkında kabul edilen umûmîi telâkkîler muvâcehesinde hatıra gelebilecek mühim bir sorudur. Zira, Rasûlullah'ın Kur'an'da ifadesini bulan vahiy dışındaki sözlerinde bile vahy-i gayr-i metluv denen bir nevi vahye, irşâ-ı İlâhîye mazhar olduğu, onun kendi hevâsından bir şey söylemediği gerek Kur'an'da2779 ve gerek hadislerde2780 gelmiş bulunan nasslarla ifade edilmiştir. Abdullah İbnu Amr'dan gelen rivâyet "öfkeli halinde bile ağzından sadece hak kelam çıktığını" ifade ederken,2781 Ebû Hureyre'den gelen bir rivâyet "şakalaşmalarında da haktan başka bir şey çıkmadığını" ifade eder. Bu sonuncu rivâyet aynen şöyle: "Hz. Peygamber (s.a.s.), bir defasında: "Ben haktan başka bir şey söylemem" buyurdu. Orada bulunan Ashab'tan bazıları: "Ama siz, ey Allah'ın Rasûlü, bizimle şakalaşıyorsunuz" dediler. Cevaben: "(Şaka sırasında da olsa) haktan başka bir şey söylemem" buyurdu." 2782
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) her an İlâhî murâkabe altında bulunduğunu, kendisinden husûsî ictihâdına mebnî meselelerde hata varid olacak olsa bile, bu hata üzerinde sonuna kadar hata üzerinde kalmayıp İlahî tashih ve uyarıya mazhar olacağına en güzel, en ikna edici misal, Bedir esirlerine yapılacak muamele ile alâkalı istişâreden sonra gelen vahiydir. Hz. Peygamber'in aldığı karar İlahî iradeye uygun gelmemesi sebebiyle müteakiben gelen vahy Hz. Peygamber’i (s.a.s.) hüngür hüngür ağlatacak kadar şiddetli bir ifade ile tenbih ve tashih etmiştir. İstişarede Hz. Ebû Bekir fidye mukabili serbest bırakılmalarını, Hz. Ömer hepsinin öldürülmelerini, Abdullah İbnu Ravaha ateşte yakılmalarını teklif etmişti. Hz. Peygamber ise, Hz. Ebû Bekr'in görüşünü muvâfık bularak, fidye mukabili serbest bırakılmalarını karar altına almıştı.2783 Bu kararı şiddetle kınayan âyette şu ibare de mevcuttur: "...Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azab erişirdi." 2784
Burada şunu belirtmemiz gerekmektedir: Hz. Peygamber (aleyissalâtu vesselâm) her hususta en güzelin, en faydalının, en doğrunun örneğini vermek vazifesiyle görevlidir. İstişare husûsunda da bu görev onun omuzlarındadır.
Şu halde Hz. Peygamber, taşıdığı peygamberlik vasfının bir yönü icabı
2775] 16/Nahl, 43; 21/Enbiyâ, 7
2776] İbn Hacer, el-Metâlibu’l-Âliye, Kuveyt, 1973, 3/17
2777] Ebû Dâvud, Edeb 114; Tirmizî, Zühd 39
2778] İbnu'l-Hac el-Mâlikî, el-Medhal, 1293, 4/45; Mâverdî, Edebü'd-Dünyâ ve'd-Dîn, İstanbul, 1299, s. 239-40; Kütüb-i Sitte, 16/127
2779] 53/Necm, 3
2780] Bk. Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensû, Mısır, 1314, 6/122
2781] Ebû Dâvud, İlim 3, hadis no: 3646
2782] Ahmed bin Hanbel, II/340; Tirmizî, Birr 57
2783] İbn Kesir, Tefsir, 3/346
2784] 8/Enfâl, 67-68
- 712 -
KUR’AN KAVRAMLARI
istişâreye muhtaç değilse de, diğer bir yönü, yani örnek olmak, öğretmek yönüyle de istişâre yapmakla görevlidir. Hasan-ı Basri şöyle der: "Cenâb-ı Hak: "İş husûsunda onlarla istişâre et" diyerek mahlûkatın en kâmiline meşvereti emretti. Bu emir, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ashâbına olan ihtiyacı sebebiyle değildir. Bu emirle Cenab-ı Hak, bize meşveretin fazilet ve ehemmiyetini öğretmek ve Müslümanların meşvereti hayatlarında tatbik etmelerini sağlamak; kişinin, âlim bile olsa insanlarla meşverette bulunması gerektiğini öğretmek istemiştir." 2785
Katâde de aynı âyeti açıklarken emrin Hz. Peygamber'in ashâbının fikirlerine olan ihtiyacından ziyade terbiyevî yönünü dile getirir: "Allah, müşâvereyi Ashab'ın Hz. Peygamber'e ülfet ve yakınlığını artırmak ve onların (içlerinden geçebilecek her çeşit mülâhazaları bertaraf ederek) nefislerini hoş kılmak için emretti."
Müşâvere emrinin "kalplerin hoş kılınması" gayesine yönelik olduğu farklı âlimlerce te'yid edilen bir husustur.2786 İlk nazarda mübhem gibi gelen bu tabirin aydınlanması maksadıyla İbn Kesir'in: "Böylece insanlar, yaptıkları işlerde daha şevkli (enşât) olurlar" izahını2787 kaydedebiliriz.
İstişâreye ehemmiyet vermeyen diktatörlerin hâlet-i rûhiyesini inceleyen araştırmacılar onların son derece kuşkulu ve ürkek olduklarını, zaman zaman delilik derecesine varan ruhî bunalımlar geçirdiklerini ifade ederler.
Siyasî tarihçiler, diktatör idarelerin, bizzat diktatörlerin ölümü ile sona erdiğini ifade ederken, sosyolog ve içtimaiyatçılar da temeli istişâreye dayanan "demokratik" idare ve terbiyenin halktaki mesuliyet ve teşebbüs ruhunu artırdığını belirtirler.
Şu halde, istişârenin ehemmiyetinden bahsederken onun bu yönüne de hususen parmak basmak gerekmektedir: İstişâre idare edenle idare edilenler arasında karşılıklı sevgi, saygı, itimad ve güvenin en mühim sebeplerinden biridir. Fikri alınan kimse, onlara karşı içinden geçebilecek kuşku, endişe, suizan, korku gibi hislerden kalbini temizleyerek kendisine değer verilmiş olma düşüncesinin de iştirakiyle samimi bir hürmet ve itaat duygusuyla bağlanacak, idare eden de bilmukabele ona karşı daha ziyade merhamet ve şefkatini ziyadeleştirecektir. Eski âlimlerimiz bu durumu "ülfetin ziyadeleşmesi", "kalplerin hoş kılınması" gibi tâbirlerle ifade etmişlerdir.
En Büyük Dâhî De İstişâreye Muhtaçtır: Hz. Peygamber (s.a.s.), "İşleri, aralarında şûrâ iledir" âyetinin âlim-câhil, idare eden-idare edilen herkese şâmil olan umûmî emrine rağmen hiç kimsenin şu veya bu mülahaza ile kendisini istişâreden müstağni addetmemesi, mutlaka istişâreye yer vermesi gereğini ifade zımnında: "Ben vahiy gelmeyen hususlarda sizden biriniz gibiyim" der2788 ve "Allah Teâlâ, ikisi semâ ehlinden: Cibril ve Mîkâil ve ikisi de arz ehlinden: Ebû Bekir ve Ömer olmak üzere dört vezirle beni takviye etti" diye ilâve eder.2789
Hz. Peygamber, müslümanları kendisiyle istişâreye teşvik etmek, bilhassa
2785] İbn Ma’n ed-Dürrî, Temyiz, Yazma, Damat İbrahim Paşa, No: 945, 60/a
2786] Bk. İbn Kesir, Tefsir II/142, 143; Muhammed İbn Allan, Delîlu’l-Fâlihîn, Mısır, 1971, III/209
2787] İbn Kesir, Tefsir II/142
2788] Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 1/178, 9/146
2789] Münâvî, Feyzu’l-Kadir, II/217
İSTİŞÂRE / ŞÛRÂ / DANIŞMA
- 713 -
dünyevî işlerin tedviriyle alâkalı hususlarda, herkesin şahsî fikrini söylemede, kendi nübüvvet otoritesi karşısında içlerinden geçebilecek tereddüd ve çekingenlikleri kırabilmek için daha da ileri giderek: "...(Şunu bilin ki) ben de bir insanım, söylediklerimde isâbet de ederim, hata da ederim"2790; "...Siz dünyanızın işini benden daha iyi bilirsiniz"2791 gibi beyanlarda bulunmuştur.
Hz. Peygamber (s.a.s.) kendisinden sonra gerek ilmî ve gerek içtimâî vaziyeti ne olursa olsun herkesin mutlaka istişâre ile hareket etmesi gereğini ifade eden bir beyânı Hz. Ali'nin bir sorusu üzerine varid olmuştur. Aslı uzun olan mezkûr rivâyette Hz. Ali, Hz. Peygamber’e sorar: "Ey Allah'ın Rasûlü, hakkında Kur'an'da âyet gelmemiş, sizin sünnetinizde de bir benzeri hükme bağlanmamış (hakkında emir veya yasak beyan edilmemiş) bir hâdise ortaya çıkarsa, ne yapmamızı irşad buyurursunuz?" Rasûlullah'ın cevabı şudur: "Onu (fukahâ) ve mü'minlerden âbid olanlar arasında istişâre edin. Fakat asla husûsî bir kimsenin re'yi ile hükme bağlamayın..."2792
İbn Teymiyye, Hz. Peygamber'e Kur'an'da gelen istişâre emrine dayanarak, "Hiçbir veliyyülemrin (otoritenin) kendini, istişâre etmekten müstağnî addedemeyeceğini belirttikten sonra, Kur'an'da gelen mezkûr emrin gâyeleri husûsunda âlimlerin şu tesbiti yaptıklarını kaydeder:
1- Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ashâbının kalplerini kazanması (te'lif),
2- Hz. Peygamber'den sonra bu prensibe uyulması,
3- Hakkında vahiy gelmeyen harp, cizye, vesâir her çeşit işte onların reylerini elde etmesi.2793
Ashâb ve İstişâre: Ashâb, Hz. Peygamber'den aldığı derse uyarak istişâreye gerekli ehemmiyeti vermiştir. Hz. Ebû Bekr Kur'an-ı Kerim'in kitap haline konmasından2794, zekât vermemek için isyan eden bedevîlerle savaşa2795 kadar bütün devlet işlerinde istişâreye yer verdiği gibi, sağa sola tâyin ettiği komutanlara bile istişâre ile hareket etmeleri husûsunda ta'mimler yollamıştır.2796
Bu hususta Hz. Ömer'in işgal ettiği mevki daha dikkat çekicidir. Hz. Peygamber'in kabr-i şerifleri ile minber arasında "meclisu'l-muhâcirîn"in yer aldığını; Hz. Ali, Hz. Osman, Hz. Zübeyr, Hz. Talha, Hz. Abdurrahman İbnu Avf'ın burada devamlı üye oldukları, zuhur eden her meseleyi onlara vazederek onlarla istişâre ettiği,2797 sorulan suallere sünnete uygun cevabı bulmak için istişârelere başvurduğu2798 rivâyetlerde belirtilir. Hicrî takvimin konmasıyla sonuçlanan tarih vazıyla ilgili istişâre bunların mühimlerinden biridir.2799 Onun, istişâre meclisine gençleri de alıp, fikirlerini rahatça söylemeleri husûsunda teşviklerde bulunduğu
2790] Heysemî, a.g.e. I/178
2791] a.g.e. I/179
2792] Heysemî, a.g.e. I/180
2793] İbn Teymiyye, es-Siyâsetü’ş-Şer’iyye, s. 161) (Kütüb-i Sitte, 16/131)
2794] Tirmizî, Tefsir, (Tevbe Sûresi), hadis no: 3102
2795] Buhârî, Zekât 1
2796] Heysemî, a.g.e. 5/319
2797] Alâuddin Aliyyu’l-Muttakî, Kenzu’l-Ummâl, Haleb 1978, 13/624
2798] Bk. Şâfiî, Risâle, Mısır, 1940, s. 427; Müslim, es-Sahîh, Selâm 98
2799] Taberî, Tarih, Beyrut, tarihsiz, 4/188
- 714 -
KUR’AN KAVRAMLARI
da rivâyetlerde gelmiştir. Hatta onun, askerî komutanların yanına müşâvirler tayin ettiği de bilinmektedir. 2800
Hz. Peygamber'in Müşâvirleri: Hz. Peygamber, istişâreye son derece ehemmiyet verdiğini belirttikten sonra, şahsî hayatındaki tatbikatı göstermek bakımından, fiilen istişârede bulunduğu bazı şahsiyetleri belirtmede fayda var. Hemen kaydedelim ki, bu hususta ilk akla gelen kimseler Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer'dir. İbn Abbas onları Hz. Peygamber’in "iki havârîsi ve iki veziri" olarak tavsif eder.2801 Rasûlullah'ın devlet işlerinin yürütülmesinde bu iki zâta ne kadar önem verdiğini: "Ebû Bekr ve Ömer benim nazarımda, bir baş için göz ve kulak mesabesindedir."2802 hadisinden anlayabiliriz. Hz. Peygamber bu kulak ve göz gibi kıymetli tuttuğu müşâvirlerin görüşlerini ne kadar üstün tuttuğunu, "Ebû Bekr ve Ömer istişâre sırasında bir meselede ittifak edip birleştilermi asla itiraz etmem."2803 sözüyle ifade eder. Hz. Peygamber'in "İkinizle beni takviye eden Allah'a hamd olsun."2804 dediği de rivâyetler arasında gelmiştir.
Gerçekten de bu iki müsteşar son derece nafiz görüşlü kimselerdir. Onların bu husustaki liyâkatlerini ifâde eden rivâyetler çoktur. Hz. Ömer için oğlu Abdullah: "Ömer'in bir şey için: "Zannederim bu şöyle olmalıdır" deyip de onun zannettiği şekilde hâsıl olmadığı vâki değildir"2805 der. Yine Abdullah İbn Ömer'in ifadesiyle ortaya çıkan bir meselede herkes bir görüş beyan ederken Hz. Ömer bir başka görüş beyan edecek olsa meseleyle alâkalı olarak gelen âyet her seferinde Hz. Ömer'i te'yid etmiştir.2806 Nitekim bu durumlarda on beş kadarında Hz. Ömer'den "şöyle olsaydı" diye vâki olan temennîyi tâkiben, temennîsine muvâfık âyetler gelmiştir. Tesettür, münâfıklara kılınan cenâze namazı, Bedir esirlerine uygulanacak muâmele ile alâkalı vahiyler bunlardandır. Hz. Ömer'e vahy-i İlahî'nin muvâfakatı olarak bilinen bu hadisler2807 onun ne kadar nâfiz, basîret ve ne kadar berrak bir fıtrat-ı selîme sahibi olduğunun ve Hz. Peygamber'in: "Benden sonra bir peygamber gelseydi bu Ömer olurdu"2808 veya "Allah, hakkı Ömer'in lisanına ve kalbine koymuştur."2809 iltifatlarının ne kadar doğru olduğunun en güzel delilleridir.
Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) bu husustaki kapasitesini dile getiren rivâyetler de çoktur. Onların burada zikrinden sarf-ı nazar ederek, onun görüşlerindeki isâbetlilik derecesini ifade eden Hz. Peygamber'den rivâyet edilen şu hadis rivayetini kayıtla yetiniyoruz: "Allah, Ebû Bekir'in (kararlarında) hata yapmasından, semâsının fevkinde rahatsız olur." 2810
Hz. Peygamber'in bu iki zat dışında başka müşâvirleri de olmuştur. Az sonra belirtileceği üzere, istişâre edilecek mesele kimi veya kimleri alâkadar ediyorsa,
2800] Heysemî, a.g.e. 5/319
2801] İbn Kesir, Tefsir, 3/143
2802] Münâvî, Fevyzu’l-Kadîr, I/189
2803] Heysemî, a.g.e. 9/53
2804] Usdü’l-Ğâbe, 6/10
2805] Buhârî, Menâkıb 35
2806] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Kahire, 1959, II/51
2807] Bk. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, II/51; Heysemî, a.g.e. 9/67-69
2808] Tirmizî, Menâkıb 48
2809] Tirmizî, Menâkıb 45
2810] Heysemî, a.g.e. 9/46
İSTİŞÂRE / ŞÛRÂ / DANIŞMA
- 715 -
kadın-erkek, yaşlı-genç, hattâ mü'min-münâfık ve müşrik ayırımı yapmadan fikirlerine başvurmuş, lüzumuna inandığı ve fayda mülâhaza ettiği herkesle istişârede bulunmuştur.
Bununla beraber, umûmiyetle gerek Ensar ve gerekse Muhâcirûn'un temsilcileri durumunda olan büyükler, onun sıkça mürâcaat edip istişâre yaptığı kimseleri teşkil etmekte idi. Bu meyanda Hz. Ebû Bekir ve Ömer'den sonra bilhassa Hz. Osman, Hz. Ali, Talha, Zübeyr, Üseyd İbn Hudayr, Sa'd İbn Muaz ve Sa'd İbn Ubâde, Muaz İbn Cebel vs. sıkça istişâre ettiği kimseler arasında zikredilebilir. 2811
Münâfık ve Müşriklerle İstişâre: Burada husûsen zikre şâyân iki isim Abdullah İbn Ubey İbni Selül ve Abbas İbn Abdilmuttalib'tir. Bunlardan birincisi Medine'deki münâfıkların başı olarak birçok ıstıraplara sebep olduğu halde Hz. Peygamber (s.a.s.) zaman zaman kendisiyle istişâre etmiştir. Bu meyanda Uhud Savaşı'nın nerede yapılacağı husûsunda icrâ edilen istişâredeki tutumu ve neticeleri mühimdir. 2812
İbn Abbas'a gelince, Hz. Peygamber Mekke' de iken, onunla henüz müşrik olmasına rağmen, "isâbetli rey ve kuvvetli zekâ sahibi" olması sebebiyle, hicret gibi en gizli, en kritik bir meselede bile istişâre ederek fikrini almıştır.2813
İstişare Konuları: Hz. Peygamber'in ashâbıyla yaptığı istişâreler gözönüne alınınca bunların çok çeşitli sahalara girdikleri görülür. Çoğunlukla harp ve askerlikle alâkalı iseler de sadece bunlara münhasır değildir. Nitekim namaz vakitlerini duyurma şekli ile alâkalı olan istişâre, dinî olduğu gibi, ifk (Hz. Âişe'ye iftira) meselesinde yapılan istişâre de tamamen dünyevî ve hatta hususi bir meselenin müşâveresi gibi gözükmektedir. Misallerden gelen bu tenevvü (çeşitli sahalarla ilgili olma) sebebiyle İslâm âlimleri, istişâreye arzedilmesi gereken meseleler husûsunda farklı iddialarda bulunurlar. "Bir kısmı harb ve düşmanla alâkalı meselelerde gerekli derken, diğer bir kısmı dünya ve din işlerinde lüzumlu, bir başka grup da, insanları ahkâmın sebepleri ve içtihadın yapılış tarzı hususlarında uyarmak için dinî meselelerde yapılmalıdır" demişlerdir. 2814
İstişare Dışı Konular: Dinî mevzûların bile istişâre şümûlüne girdiği söylenirken, vahyin gelmediği hususlara giren dinî meselelerin kastedildiğini belirtmek gerek. Nitekim Ashâb, Hz. Peygamber'in teklifleri geldikçe: "Bu vahiyse diyeceğimiz yok, ama şahsî re'yiniz ise kanaatimiz şudur... Şöyle yapılırsa daha iyi olur... Biz bunu kabul edemeyiz.." şeklinde konuşmuşlardır. Şu halde vahiyle açıklama ve tesbit edilen meselelerde vahye ters düşen kanaatler ileri sürmek, münakaşa yapmaya kalkmak mü'minlik edebine aykırıdır, bu hususlarda tam bir teslimiyet gerekmektedir.
Hz. Peygamber Allah'a, âhirete, kadere iman gibi imana müteallik meselelerde münâkaşa ve hatta mübâhaseyi yasaklamıştır.2815 Kısmen mevzûmuzun dışına çıkan bu bahse bir örnek kaydedip geçeceğiz: Hz. Ali'nin rivâyetine göre,
2811] Bk. Heysemî, a.g.e. I/178
2812] İbn Hişam, Sîret, Mısır, 1955, 3-4, 63
2813] Bk. İbnu’l-Esir, Üsdü’l-Ğâbe, Kahire, 1970, III/165; İbn Hacer, Tehzîbu’t-Tehzîb, Haydarabad, Deken 1378 baskısından ofset, 5/123; Taberî, a.g.e. 2/239
2814] Bk. Suyûtî, Rasâıisu’l-Kübrâ, 3/258
2815] Buhârî, Bed’u’l-Halk 11; Müslim, İman 212-217
- 716 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bir gece kendilerine uğrayan Hz. Peygamber: "Namaz kılmıyor musunuz?" diye sorunca Hz. Ali: "Ey Allah'ın Rasûlü, bizim nefislerimiz Allah'ın kudret elindedir. O, bizim (namaza) kalkmamızı dilerse bizi kaldırır (biz de namaz kılarız)" cevabını verir. Hz. Peygamber kaderle alâkalı bu meselede münâkaşaya girmektense cevap bile vermeden geri döner, gider. Ancak, giderken kendi kendine şu âyeti telaffuz ettiğini Hz. Ali işitir: "İnsanın en çok yaptığı iş tartışmadır." 2816
İstişârenin Mekanizması: İslâm'ın istişâreye verdiği önemi belirttikten sonra, İslâmî istişârenin safhalarıyla alâkalı birkaç mühim noktayı açıklayabiliriz:
1- Müşâvirin Durumu: İstişârede en mühim hususlardan biri budur.
Sünnette kimlerle istişâre edilebileceği husûsunda gerek kavlî ve gerekse fiilî hadisler, örnekler bolca varid olmuştur. Buna göre:
a. Liyâkat: Müsteşar, fikri alınacak hususta akıl, tecrübe ve bilgi yönleriyle liyâkatli olmalıdır. Hadiste: "Âkil (akıllı) olandan fikir alın ki, doğruyu bulasınız..."2817; "İşini bilmen, akıllı kişiye danışıp sonra da ona uymandır."2818 denir. Âlimler, kendini beğenen, tecrübesiz gençle, aklına araz gelmiş yaşlılardan fikir almamayı tavsiye ederler. 2819
Liyâkatlı ve tecrübeli kimse, güvenilebilir olduğu takdirde müşrik bile olsa fikrine başvurulabileceği husûsunda yukarıda zikri geçen Hz. Peygamber'in amcası Abbas ile henüz o müslüman olmazdan önce yapmış bulunduğu istişâre delil olarak gösterilebilir.
Ahlâk kitaplarında kaydedilen: "Müsteşarın fikren gam ve kederden sâlim olması" şartını da liyâkatle alâkalı bir husus olarak değerlendirebiliriz. 2820
b. Mûtemed/Güvenilir Olmak: Fikrine başvurulacak kimsenin liyâkattan başka itimad edilen biri olması aranmalıdır. Hz. Peygamberimiz mükerrer olarak: "Müsteşar güvenilir olmalıdır"2821 der. Bir başka hadiste: "Müsteşar dürüst olmalıdır, bir kimseye bir şey danışılırsa kendisine yapılmasını arzu ettiği şeyi tavsiye etmelidir."2822 buyurur, böyle hareket etmeyenin davranışını da "...kardeşine ihânet etmiştir" diyerek ihânet gibi ağır bir suçla suçlayarak kınar.2823 Hz. Peygamber, istişârede dürüstlükten ayrılanları kınayan hadislerden birinde de şöyle buyurur: "Kişi kendisinden fikir danışanlar hakkında hayırhah olduğu müddetçe görüşlerinde isâbetli olmaya devam eder. Ancak, danışanı ne zaman aldatmaya kalkarsa Allah da onun fikirlerindeki sıhhati (isâbetliliği) kaldırır." 2824
Dürüstlük Başta Gelir: "Hz. Peygamber, yukarıda kaydettiğimiz bazı hadislerde fikir danışana cevap vermenin bir vecibe olduğunu beyan etmekle beraber, kanaat beyan ederken dürüstlüğün şart olduğunu bilhassa tebarüz ettirir. Mürâcaat edenle müsteşar arasında mevcut hasmane düşünceler, menfi hisler
2816] 18/Kehf, 54) (Buhârî, İ’tisâm 18)
2817] İbn Hacer, el-Metâlibu’l-Âliye, 3/17; Alâuddin Aliyyu’l-Muttakî, a.g.e. 3/409
2818] Alâuddin Aliyyu’l-Muttakî, Kenzu’l-Ummâl, 3/110
2819] İbnu’l-Hac, a.g.e. 4/46
2820] A.g.e. 4/46
2821] İbn Mâce, Edeb 37, hadis no: 3745-3746; Tirmizî, Zühd 39, Edeb 57
2822] Alâuddin Aliyyu’l-Muttakî, a.g.e. III/409; Heysemî, a.g.e. 8/96
2823] Alâuddin Aliyyu’l-Muttakî, a.g.e. III/411
2824] A.g.e. III/409
İSTİŞÂRE / ŞÛRÂ / DANIŞMA
- 717 -
sebebiyle dürüst olmayacaksa sükût etmesi, konuşmaması gereklidir: “Müsteşar güvenilir olmalıdır, sorulana dilerse cevap verir, dilerse sükût eder (cevap vermez).”2825; “Ancak, cevap verecekse yapılacak iş kendisi için yapılıyormuşcasına (doğru) cevap versin.”2826 Şu halde mesela Mâverdî gibi bazı âlimler: "Bir kimseye dost veya düşman kim (istişâre için) mürâcaat ederse etsin, fikrini gizlemede hiçbir özür yoktur" sözünü2827 bu hadisin ruhsatıyla ihtiyatla karşılamak gerekir.
Sorulara doğru cevap vermek husûsunda delil olarak, normal durumda kişi hakkında medar-ı bahs edilmesi gıybet sayılabilecek bir açıklamayı, mürâcaat ve sual üzerine yapılmış bulduğumuz şu hadisi gösterebiliriz. Hz. Peygamber, evlenmek niyetiyle Ebû Cehm ve Muâviye hakkında kendisine fikir danışan Fâtıma Bintu Kays'a şu enteresan cevabı verir: "Ebû Cehm sopasını omuzunda taşır (yani dayak atıcıdır). Muâviye'ye gelince, o da fakir ve malsızdır, sen Üsame İbn Zeyd ile evlen." 2828
c. Müslüman ve Dindar Olmak: Bazı hadisler, istişâre edilecek kimsenin Müslüman ve mütedeyyin olmasını şart koşar: "Kim bir işe girişmek ister de o hususta Müslüman biri ile müşâvere ederse Allah onu işlerin en doğrusunda muvaffak kılar." 2829
Ahlâk kitaplarına "müttakî, mütedeyyin olmak" şeklinde girmiş olan bu şartın, kezâ "nasih/öğüt veren ve muhib/dost, sevgi sahibi olmak", "sorulan hususta müsteşarın menfaati olmamak" gibi kaydedilen diğer şartlarda da olduğu üzere, esas gâyesi yukarıda kaydettiğimiz "güvenilir olmak" şartını gerçekleştirmeye râcîdir. 2830
d. İlgili Olmak: Bu vasıf liyâkat maddesinde mütâlea edilebilirse de, ayrıca ele alınmasında fayda vardır. Aslında ilgi, liyâkattan oldukça farklı bir husustur. Hz. Peygamber 'in birkısım sünnetini, hatıra gelebilecek bazı sualleri böylece daha rahat açıklığa kavuşturabileceğiz. Nitekim Uhud Seferi sırasıda, savaş şehrin içinde mi, yoksa dışında mı olmalı? diye müzâkere yapılırken münâfık Abdullah İbn Übey İbn Selül'ün fikrinin alınması bu mesele ile olan alâkası sebebiyledir. Zira, üç yüz civarında bir grubun lideri durumunda idi.
Bu konuyla ilgili olarak, kadınla istişâre meselesi de mevzûbahs edilebilir. Zaman zaman, birkısım kitaplarda mutlak bir ifade ile "kadınla istişâre etmeyin."2831 şeklindeki tavsiyenin sünnete uymadığını söyleyebiliriz. Zira en azından kadını ilgilendiren meselelerde onunla istişâre edilmesi husûsunda Hz. Peygamber'den çok net "emirler" varid olmuştur: "Kendilerini ilgilendiren hususta kadınlarla istişâre edin."2832; "Kızları husûsunda kadınlarla istişâre edin."2833; "Bakire kızla, (evlendirmezden önce) babası müşâvere etmelidir."2834; "Dul kadın, kendisiyle istişâre edilmeden evlendirilmemeli, bâkire kız da izni alınmadan nikâhlanmamalıdır..."2835 gibi.
2825] Heysemî, a.g.e. 8/97
2826] Alâuddin Aliyyu’l-Muttakî, a.g.e. III/410
2827] Mâverdî, a.g.e. s. 240
2828] Müslim, Talâk 36; Tirmizî, Nikâh 38; Nesâî, Nikâh 22
2829] Alâuddin Aliyyu’l-Muttakî, a.g.e. III/409
2830] Bk. Abdullah Şevket İbn Muhammed Hamdi, Ahlâk-ı Dinî, İstanbul, 1328, s. 282; İbnu’l-Hacc, a.g.e. 4/46
2831] Bk. İbnu’l-Hacc, a.g.e. 4/46
2832] Üsdü’l-Ğâbe, 4/15
2833] Ebû Dâvud, Nikâh 24
2834] Ebû Dâvud, Nikâh 24, 26
2835] Buhârî, İkrâh 3; Müslim, Nikâh 64
- 718 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Evlenme gibi şahsını alâkadar eden bir mevzûda fikrinin alınması ve ona uyulması kesinlikle ifade edilir ve hatta "kızın arzusunun hilâfına yapılan nikâhın bizzat Rasûlullah tarafından iptal edilmesi"2836 vak'asına dayanan "cumhur" bu çeşit nikâhın bâtıl olduğuna hükmeder.2837
Şüphesiz bir erkek, kadını veya kızı ile sadece evlenme meselesinde "istişâre etmekle" kayıtlı değildir. Bu hususu te'yid eden bir rivâyette: "Hz. Peygamber kadınlarla da istişâre eder, onların beyan ettikleri görüşleriyle amel ederdi"2838Bunun aksini ifade eden rivâyete rastlamadık. Tirmizî'de "kızıl rüzgâr"la alâkalı hadiste geçen "kişi annesine bakmaz, kadınına itaat eder." cümlesinde kınanan husus, kadınla yapılan istişâre değil, annenin ihmal edilmesidir. Nitekim aynı hadiste "...babasına bakmaz, arkadaşına rağbet gösterir."2839 denilmektedir.
Kadınla istişâre meselesindeki tereddüdü izâle edecek iki örneği Hz. Ömer'den kaydedebiliriz. Birincisi, bilinen bir vak'adır. Hz. Ömer bir cuma hutbesi sırasında, evlenmelerde kadınlara verilecek olan mihir için bir sınırlama getirerek mübâlağaya kaçılmasını önlemek istediği zaman cemaatte bulunan bir kadının, bizzat Kur'an'dan okuduğu âyetle bu kararın yanlışlığını hatırlatması üzerine Hz. Ömer: "Bir kadın isâbet, bir erkek hata etti. Bir emîr (lider) cedelleşti ve cedeli kaybetti" diyerek kendi iddiasından rücû edip kadının görüşüne uyar. 2840
İkinci misalimiz mevzûmuz açısından daha dikkat çekicidir. Bir gece teftişinde Hz. Ömer, kocası cihad için uzak bir yere gitmiş olan bir kadının "bekârlıktan yakındığını" işitince, kızı Hafsa'ya (ve kadınlardan tecrübeli olanlara)2841 mürâcaat ederek: "Kızım, (söyle bakalım) bir kadın kocasından ne kadar müddet ayrı kalmaya tahammül edebilir?" diye sorar ve onun verdiği cevaba dayanarak Allah yolunda askerlik denebilecek cihad için sefer müddetini altı ay olarak sınırlar. 2842
Şu halde, kadını ilgilendiren şahsî, ailevî meselelerde fikri alınacağı gibi, ihtisasına giren meselelerde de fikri alınabilecektir. Zaten liyâkat ve ilgisi olmayan hususlarda erkek de olsa kendisiyle istişâre tavsiye edilmemiştir. Öyle ise, "kadınla istişâre etmeyin" mealindeki mutlak tavsiyeler menşeini sünnetten almazlar, bazı ciddi kitaplarda2843 tasrih edildiği üzere "hükema" sözüdür. Ne var ki, dinî kitaplarımıza girmiş bulunan -darb-ı mesel, israiliyat, etibba ve hükema sözü nevinden- her şey, halk tarafından zamanla dinin kendisi zannedilerek, hadisle, Kur'an'la iltibas edilmiştir.
2. İstişârenin Şekli: İslâmî istişârede müşâvirlerin durumunu belirttikten sonra istişârenin uygulanışına da deyinmek gerekir. Burada karşımıza farklı şekiller çıkmaktadır:
a. Doğrudan Re'ye Mürâcaat: Karara bağlanacak bir mesele zuhur edince
2836] Buhârî, İkrâh 4
2837] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî 15/351, Azimâbâdî, Avnu’l-Ma’bûd, Medine 1968, 6/119 ve devamı
2838] İbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, Mısır, 1963 (ofset), I/27 denmektedir.
2839] Tirmizî, Fiten 38
2840] Bk. Bâkıllânî, et-Tehmîd, Beyrut 1957, s. 199
2841] A.g.e. s. 198
2842] Said İbn Mansur, Sünen, Malegaon, 1967, II/186; Bâkıllânî, a.g.e. s. 198; Bk. İbrahim Canan, Hz. Peygamber’in Sünnetinde Terbiye, s. 326-327
2843] 92
İSTİŞÂRE / ŞÛRÂ / DANIŞMA
- 719 -
salâhiyetli veya ilgili kimselere başvurarak fikirlerinin alınması demektir. Bunun misali Hz. Peygamber'in hayatında çoktur. Bedir'de harbe karar vermek,2844 Bedir Harbi'nden sonra da elde edilen esir ve ganimetler mevzûunda takip edilecek tutum için,2845 Hendek Harbi'nin hazırlık şekli için2846 yapılan istişâreler umûmiyetle bilinen örneklerdir.
Hz. Peygamber, bu durumda beyan edilen görüşlerden en uygununu seçerdi.
b. Liyâkatlinin Müdâhalesi: Bazı durumlarda Hz. Peygamber'in şahsî mürâcaatı varid olmadan, ortaya çıkmış mesele ile alâkalı olarak hâriçten müdâhale vakaları olmuştur. Bu müdâhaleler "liyâkatli ağız"dan geldiği veya "mâkul" bulunduğu takdirde daima hüsn-ü kabul görmüştür. Bununla alâkalı örnekler de çoktur. Bu ikna edici örnekler Hubab İbnu'l-Münzir ile alâkalı olanlarıdır. Bedir Savaşı'na karar verildikten sonra Hz. Peygamber ordunun savaş vaziyeti alacağı yeri tayin ederek yerleşme emrini vermişti ki, Hubab huzura çıkarak harp mevziini seçme işini vahyin irşadı ile değil de kendi re'yi ile yaptı ise buranın uygun olmadığını Hz. Peygamber'e söyledi. Hz. Peygamber de: "Hayır, vahiy değil, kendi reyimle seçmiştim" der. Hubab'ın fikrine uygun olarak yeniden yerleşim yapılır.2847 Aynı Hubab'ın gerek Hayber,2848 gerek Tâif2849 seferleri sırasında, gerekse Benû Nadr ve Benû Kureyza gazvelerinde2850 Hz. Peygamber tarafından, her seferinde kabul edilen benzer tekliflerine rastlıyoruz.
Fetih günü Mekke'nin haramiyetini ilân eden Hz. Peygamber'in bu meyanda "otlarını yolmanın da harama dâhil olduğunu" söylemesi üzerine amcası Abbas tarafından izhir denen ve günlük hayatta muhtaç olunan bir otun bu yasaktan hâriç tutulması için yapılan talebin kabul edilmesi,2851 şarap yapılan,2852 eşek eti pişirilen kapların kırılması için verdiği emre "kırılmayıp yıkandıktan sonra kullanılması"2853 için yapılan teklifin kabul edilmesi gibi örnekler Hz. Peygamber'in çok farklı konularda muhâtaplarını dinleyip görüşlerini değerlendirdiğini gösterir.
c. Yersiz Teklif: Şunu da belirtelim ki, münhasıran dini alâkadar eden meselelerde vaki olan telkin ve tavsiyeleri Hz. Peygamber ciddiye almamıştır. Nitekim O'nun kadın-erkek, yaşlı-genç herkese, her hususta düşünce ve kanaatlerini serbestçe söyleme husûsundaki cesâret verdiren müsâmahakâr davranışı sebebiyle, bazı kimselerin, zaman zaman "yersiz" ve "densiz" diyebileceğimiz davranışları ve teklifleri de olmuştur. Bunlardan biri, bir yolculuk sırasında vâki olur: Akşam vakti girince Hz. Peygamber (s.a.s.) orucunu açmak için su ister. Bunun üzerine muhâtabı emri hemen yerine getireceği yerde: "Biraz daha bekleyin, ortalık kararsın" karşılığında bulunur. Hz. Peygamber (s.a.s.), her seferinde aynı şekilde mukabelede bulunan muhâtabının -ki Bilâl-i Habeşî'dir-2854 mütâleasını nazar-ı
2844] İbn Sa’d, a.g.e. II/14
2845] Tirmizî, Cihad 34
2846] İbn Sa’d, a.g.e. II/66
2847] İbnu Sa'd II/15; Hâkim, a.g.e., III/427; Vâkıdî, Meğâzî Oxford, 1966, I/53
2848] Vâkıdî, a.g.e. II/645
2849] Vâkıdî, a.g.e. II/325-326
2850] Suyûtî, Hasâisu’l-Kübrâ, III/257-258
2851] Buhârî, Cenâiz 76; Müslim, Hacc 445-448
2852] Buhârî, Eşribe 8
2853] Buhârî, Meğâzî 38
2854] Ebû Dâvud, Savm 19, hadis no: 2352
- 720 -
KUR’AN KAVRAMLARI
dikkate almaksızın emrini üç defa tekrar ederek orucunu açtıktan sonra, iftar vaktiyle alâkalı açıklamada bulunur.2855
İkinci bir misal, hac menâsikinin tâlimi sırasında meydana gelir. Peygamberimiz (s.a.s.) hacc esnasında Zilhicce'nin dördüncü (veya beşinci) günü beraberinde kurbanlıklarını getirmeyenlere, ihramdan çıkmalarını emretmişti. Sahâbîler, "ihramdan çıkmak için vaktin henüz gelmediğine" hükmederek bu emri tatbik etmek istemiyorlardı.2856 Rasûlullah bu tutum karşısında o kadar öfkelenmişti ki, Hz. Âişe'nin yanına döndüğü zaman öfkesi hâlâ yüzünden okunuyordu." 2857
Gerek iftar vakti, gerek ihramdan çıkma günü gibi, tamamen dinî hususlarda, dünyada Hz. Peygamber'den başka kim daha liyâkatlı ve selahiyetli olabilirdi ki, bu çeşitten itiraz ve teklifleri ciddiye alsın?
d. Saygısız Müdâhale: Her ne kadar normal istişâre çerçevesinde mütalaa edilmesi zor da olsa, istişâre mevzûu ele alındığı zaman temas edilmesinde fayda mülahaza edilecek bir husus da Hz. Peygamber'in "saygısızca" diye tavsif edeceğimiz bazı itiraz ve müdâhaleler karşısındaki tutumudur. Zira insanlar arasında birkısım ölçüsüz ve saygısız davranışlara sapan kimseler her zaman mevcuttur. Bunlar karşısında Hz. Peygamber’in (s.a.s.) davranışını ibret almamız için bilmekte fayda vardır. Kısaca "sabır" ve "müsâmaha" olarak tavsif edeceğimiz bu sünneti sergileyen bir iki misal kaydedeceğiz:
Birinci misalimiz, Abdullah İbnu Zi'l-Huvaysira denen bir Temimlinin davranışıdır. Hz. Peygamber Huneyn'de elde edilen ganimeti (veya Hz. Ali'nin Yemen'den2858 göndermiş bulunduğu sadaka malını (İbn Hacer, bu farklılıktan hareketle, aynı itirazcının iki ayrı yerde olay çıkardığına hükmeder2859) dağıtırken ortaya atılarak: "Ey Muhammed! Allah' tan kork, âdil ol, bu taksim Allah'ın rızâsı aranmayan bir taksim oldu" der. Bu söze fena halde öfkelenen Hz. Peygamber (s.a.s.) ona şu cevabı verir: "Eğer ben de âsî/isyankâr isem, kim O'na mutî/itaatkâr olabilir? Yer, gök ve insanlar içerisinden Allah, beni seçip itimat eder de, siz etmez misiniz?" Hz. Peygamber'in son derece üzüldüğünü gören ashabdan bazıları bu saygısızı şiddetli bir şekilde cezalandırmak, hatta öldürmek için izin isterlerse de Rasûlullah (s.a.s.): "Ben müşriklerin ‘Muhammed arkadaşlarını öldürüyor’ demelerini istemem" diyerek hiçbirisine müsâade etmez. 2860
Bir başka vak'a, Hz. Zübeyr ile Medineli arasında çıkan su ihtilâfının halli sırasında meydana gelir. Hz. Peygamber ihtilâfı: "Ey Zübeyr (mâdem su, komşuna senin tarlandan geçiyor) tarlanı önce sen sula, sonra da suyu komşuna sal" diye hükme bağlamıştı. Karardan memnun olmayan Medineli: "Ya Rasûlallah sen kararı Zübeyr lehine verdin, çünkü o senin halaoğlundur" diye itiraz eder.2861 Hz. Peygamber'i yüzü renklenecek kadar öfkelendiren bu ölçüsüz itiraz üzerine gelen bir vahiy, bu çeşitten zuhur edecek durumları şiddetle kınar: "Onlar senin hükümlerini
2855] Buhârî, Savm 44
2856] Müslim, Hacc 111, 144
2857] Müslim, Hacc 130, Heysemî, a.g.e. III/233
2858] Nesâî, Zekât 78
2859] -Fethu’l-Bârî 15/321-322-
2860] Buhârî, Enbiyâ 6, 26, İstitâbe 7; Ahmed bin Hanbel, Müsned III/353, 354, 355; Müslim, Zekât 142
2861] Buhârî, Tefsir 86
İSTİŞÂRE / ŞÛRÂ / DANIŞMA
- 721 -
içlerinden gelen hoşlukla, tam bir teslimiyetle karşılamadıkları müddetçe mü'min değillerdir." 2862
Kezâ, zinâ suçunu işleyen kadınların cezâlandırılabilmesi için dört şâhit getirilmesini emreden âyetin2863 nüzûlü vesilesiyle vâki bir sual üzerine Hz. Peygamber'in, karısı ile yabancı bir erkek yakalayan kimsenin zânîleri öldüremeyeceğini, dört şâhitle mahkemeye mürâcaat edebileceğini beyan etmesi üzerine, Sa'd İbn Ubâde' nin: "Ey Allah'ın Rasûlü, hüküm böyle mi?2864 Yani ben karımla bir yabancaya yakalayıp da dört şâhit bulup gelinceye kadar dokunmayacağım ha?!" sorusuna Hz. Peygamber: "Evet hüküm böyledir" demesi üzerine Sa'd itiraz ederek: "Hayır, seni hak ile gönderen Zât-ı Zülcelâl'e kasem olsun, böyle birini görürsem hemen kılıcımla kellesini uçururum" der. Hz. Peygamber, İlâhî hükme karşı gelmeyi ifade eden bu ânî feverâna karşı: "Ey Ensar, ey Medineliler! Efendiniz Sa'd'ın ne dediğini işitiyorsunuz. Evet, Sa'd kıskançtır, ben ondan daha kıskancım, Allah ise benden daha kıskançtır"2865 cevabını verir. Cemaatten Sa'd'ın kıskançlığını te'yid eden bazı konuşmalardan sonra olacak, biraz yatışan Sa'd özür dileyerek şöyle der: "Ey Allah'ın Rasûlü, bu (söylediğiniz) haktır ve Rab Teâlâ'nın indinden gelmiştir. Fakat ben (ilk defa duyunca işte böyle bir) tuhaf oldum" der. 2866
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) büyük bir sabır ve müsâmaha ile karşıladığı feveranlar zaman zaman Hz. Ömer'den gelmiştir. Bunlar meyanında, bilhassa Hudeybiye Sulhü üzerine vaki olan itiraz kayda değdiği için az sonra etraflıca temas edeceğiz.
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) sert, haşin ve bazen rencide edici çıkışlara sabır, sükût, mülâyemet ve mümkün mertebe güleryüzle mukabele edişi, etrafındaki insanların dağılmalarını önlemeye yönelik idi. Bu davranışın O'nun başarısındaki büyük rolünü bizzat Kur'an-ı Kerim te'yid etmektedir. Nitekim yukarıda kısmî olarak kaydetmiş olduğumuz Hz. Peygamber'e müşâvere etmeyi emreden âyet şöyle der: "O vakit sen Allah'tan bir rahmet olarak onlara yumuşak davrandın. Eğer (bilfarz) kaba, katı yürekli olsaydın onlar etrafından herhalde dağılıp gitmişlerdi bile. Artık onları bağışla (Allah'tan da) günahlarının affını iste, iş husûsunda onlarla müşâvere et." 2867
Dilimizdeki "insanın yere bakanı ile suyun duru akanından kork" sözü de, Hz. Peygamber'in sert ve hatta saygısızca itirazlara cesaret veren müsâmahalı davranışındaki hikmet ve maslahatı anlamaya yardımcı olabilir. İnsanlar muhâlefetlerini ifade edemezlerse birkısım gizli telakkilerin gelişmesinden ve beklenmedik zamanlarda tehlikeli patlamalar halinde ortaya çıkmasından korkulmalıdır.
3- Kararın Alınması: İstişârenin mühim bir safhası, müzakere edilen mevzû üzerine değişik görüşler serdedildikten sonra kararın alınması safhasıdır. Hz. Peygamber'in sünnetinde bunun çeşitli şekillerde yapıldığı görülür:
a- Ekseriyetin Re'yi: Uhud Harbi için yapılan istişârede karar böyle alınmıştır.
2862] 4/Nisâ, 65
2863] 4/Nisâ, 15
2864] Ahmed bin Hanbel, Müsned, I/238
2865] Heysemî, a.g.e. 4/328
2866] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî 11/232
2867] 3/Âl-i İmrân, 159
- 722 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Başta Hz. Peygamber (s.a.s.) olmak üzere yaşlılar düşmanın şehir içinde karşılanması fikrinde idiler. Ancak, çoğunluğu teşkil eden gençler bunu tezlil edici bularak erkekçe meydanda savaşmayı istiyorlar ve bunda ısrar ediyorlardı. Hz. Peygamber: "Öyleyse siz bilirsiniz" diyerek kabul etti. 2868
b- Görüşlerden birinin tercih edilip seçilmesi: "Bazı durumlarda Hz. Peygamber, beyan edilen görüşlerden birini oylamaya başvurmadan, şahsen tercih etmiştir: Bedir esirlerine yapılacak muamelede öyle olmuştur.
c- Kararı Tehir Etmek: Ortaya atılan görüşlerden hiçbirini kabul etmeksizin, durumun tavzihini zamana bırakma şekli de olmuştur. Namaz vaktini duyurmak için benimsenecek vasıta mevzûunda bu tarz uygulanmıştır. Sahabelerden bazısı çan çalmayı, bazısı ateş yakmayı, bazısı da boru öttürmeyi teklif ediyordu. Hz. Peygamber hiçbirini uygun bulmayarak kararı tehir etti. Ertesi gün Abdullah İbnu Zeyd'in rüyada ezberlemiş olduğu bugünkü ezan şekli benimsendi. 2869
d- İcbârî Karar: Hz. Peygamber'in hayatında, az da olsa müşâvirlere rağmen re'sen alınmış olan karara da rastlanır. Bunun en iyi misali Hudeybiye Anlaşması'dır. İstikbale mâtuf stratejik hedef ve gayelerini, zâhirî ve peşin görüntüsü sebebiyle anlamayarak "tezlil edici" bulan "Ashâb-ı Rasûl"ün hemen hemen tamamı2870 sulhtan memnun değildir. Öyle bir anlaşma yapmaktansa erkekçe savaşmak istiyorlardı, bu sulh ise zilleti kabullenmek gibi bir şeydi. Hz. Peygamber anlaşmanın mündemiç bulunduğu maslahat ve mes'ut neticeleri o anda açıklamayı mahzurlu telâkki ettiğinden olacak, bu sulhla alâkalı iknâ edici konuşma yapmaktansa, bu hususta sükûtu tercih edip, daha önce gerçekleşen vaadleri hatırlatarak bunda da hayır olduğu husûsunda etrafındakileri iknâya çalışıyordu. 2871
Özetle, Hz. Peygamber Hudeybiye'de peygamberlik otoritesine dayanarak itirazları susturdu ve bu anlaşmayı kabul ettirdi. Hz. Ömer'le, Hz. Peygamber arasında geçen konuşma hem ashabtaki memnuniyetsizliğin, hem de Hz. Peygamber'in ısrarındaki kararlılığın derecesini kavramak için kayda değer:
"Ey Allah'ın Rasûlü biz hak üzere, onlar da bâtıl üzere değiller mi?
"Şüphesiz öyle."
"Bizim ölülerimiz cennetlik, onlarınki cehennemlik değil mi?"
"Şüphesiz öyle."
"Öyleyse niye dinimizde bu zilleti kabulleniyoruz? Allah bizimle onlar arasında (savaşla belirlenecek) hükmünü vermezden önce geri mi döneceğiz? (Olmaz böyle şey)!"
"Ey Hattab'ın oğlu, ben Allah'ın elçisiyim (ve O'nun emrine muhâlif de değilim)2872 ve Allah da ebediyyen bizi terketmeyecektir."
Hz. Ömer bundan sonra Hz. Ebû Bekr'in yanına giderek Hz. Peygamber'e
2868] Heysemî, a.g.e. 6/107
2869] Müslim, Salât 1; İbn Mâce, Ezan 1; Beyhakî, es-Sünenu’l-Kebîr, Haydarabad 1344, I/421
2870] Vâkıdî, a.g.e. II/607
2871] A.g.e., II/609
2872] A.g.e., II/609
İSTİŞÂRE / ŞÛRÂ / DANIŞMA
- 723 -
söylediklerini ona da tekrar eder. Hz. Ebû Bekr de: "(Onun emrine uy, zira şehâdet ederim ki) O, Allah'ın Rasûlüdür ve Allah O'nu ebediyyen terketmeyecektir" cevabını verir. Arkadan Fetih sûresi iner, Hz. Peygamber sûreyi baştan sona Hz. Ömer'e okur. Hz. Ömer, "Yani bu bir fetih mi?" diyerek hâlâ devam eden üzüntü ve endişesini dile getirir. 2873
Isrardaki hatasını bilâhare anlayarak keffâreti için yıl orucu tutup, köleler âzad edecek olan Hz. Ömer başta olmak üzere, Hz. Ebû Bekir ve diğer pek çok sahâbî ittifakla Hudeybiye Sulhü'nün "İslâm'ın en büyük zaferi olduğunu" ifade edeceklerdir. 2874
Hülâsa, istişâre sonunda kararın alınmasında yegâne prensip, bugünkü Batı parlamenter sisteminde cârî olan parmak usûlü (demokrasi) değildir. Son söz; nazar-ı âmm, bilgi ve vukufiyeti başkalarına nazaran daha geniş olan esas mes'ul kişinindir, yani Hz. Peygamber'indir.
4- Şahsî Kanaatinde Direnmemek: Sünnette gelen mühim müşâvere örnekleri tetkik edilirse Hz. Peygamber'in müzâkereye sunduğu meselelerde şahsî kanaatlerinin benimsenmesi için, Hudeybiye Sulhü hâriç, çok ısrar etmediği görülür. Bedir'de seçmiş olduğu ilk savaş mevziini, Hubab'dan gelen teklif üzerine terkettiği gibi, Uhud Savaşı'nın Medine'nin içinde yapılması istikametindeki kanaatine rağmen gençlerin çoğunlukla "şehrin dışında" olmasını istemeleri üzerine de dışarı çıkmayı kabul etmiştir.
Bir başka iknâ edici misal Hendek Savaşı sırasında, imza safhasında bozulan bir anlaşmadır. Hz. Peygamber savaşın uzaması ve şehirde sıkıntının artması üzerine düşman cepheyi dağıtmak düşüncesiyle, bazı bedevi gruplarla cepheyi terketmeleri mukabilinde Medine hurma mahsulünden belli bir yüzdenin kendilerine verilmesi esasına dayanan bir anlaşma yapmak üzereydi. Mutabakat hâsıl olan anlaşmaya Medineli liderlerin: "Ey Allah'ın Rasûlü, bu, itaat etmemiz gereken bir vahiy değil de şahsî re'yin ise hayır... Onlar şimdiye kadar bizim hurmalarımızdan da parayla satın alarak veya ikramımız olarak yediler, bu ise bir zillettir. Allah seninle bize hidâyet verdi, şerefimizi artırdı bunu kabul etmeyiz..." derler. Bunun üzerine Hz. Peygamer "Bu İlâhî bir emir değildir, şahsî fikrimdir, size arzettim" diyerek fikrinden vazgeçer ve mutâbakat, imza safhasında bozulur. Râvîler, Hz. Peygamber'in bu itiraz karşısında üzüntü değil "memnuniyet" izhar ettiğini kaydederler.2875
Hz. Peygamber, fitne alâmetleri meyanında "Rey sahibinin kendi reyini beğenmesi"ni de zikretmek sûretiyle2876 istişâre meselesinde önemli bir prensibe dikkat çekmiş oluyor.
5- Müşâvirleri Gücendirmemek: İstişâre mevzûunda mühim bir husus da farklı ve bazen da birbirine zıd fikirlerin ortaya atılması sırasında liderin alacağı tavırdır. Zira fikirlerden birinin kabulü, diğerlerinin reddi demek olacağından buradaki farklı bir kabul veya red şekli, reddedilen fikir mensuplarını gücendirip yersiz bir muhâlefete sevkedebilir.
2873] Buhârî, Fardu’l-Humus 36; Vâkıdî, a.g.e., II/608
2874] Vâkıdî, a.g.e., II/607, -610
2875] Heysemî, a.g.e., 6/132; Üsdü’l-Ğâbe, II/357
2876] İbn Mâce, Fiten 21
- 724 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Bu endişeyi Hz. Peygamber'in hayatında bâriz bir şekilde görmekteyiz. Nitekim, Bedir esirlerine yapılacak muamele husûsunda cereyan eden istişâre sırasında müşâvirlerden gelen farklı görüşleri teker teker dinlendikten sonra, bunlardan sadece Ebû Bekir'in görüşünü muvâfık bulsa da diğerlerine de iltifat eder: "Ey Ebû Bekr senin misâlin Hz. İbrâhim'e benziyor. O, Allah'a kavmi hakkında şöyle demişti: "Rabbim bana uyanlar bendendir, uymayanlara gelince, sen af ve mağfiret edicisin."2877; "Ey Ömer senin de misâlin Hz. Nuh gibidir. O, kavmi için şöyle demişti: "Rabbim! Yeryüzünde kâfirlerden tek canlı bırakma."2878 Hz. Peygamber (s.a.s.) Hz. Ebû Bekir'i Hz İsa'ya2879, Hz. Ömer'i Hz. Mûsâ'ya2880 benzetmeye devam ederek onların fikirlerine muvâfık gelen âyetleri okur ve her ikisini de fikirleri sebebiyle doğrular, takdir eder. 2881
Burada kaydı gereken bir durum Hz. Ömer'le alâkalı olarak rivâyet edilmektedir. O da, istişâre sırasında herkesin re'yini serbestçe söylemesi, rahatça münâkaşa edilmesi, ileri sürülen fikirlerdeki farklılıklar sebebiyle müşâvirlerin birbirine gücenmemesi gereğidir. Said İbnu'l-Müseyyeb der ki: "Ömer İbnu'l-Hattab ve Osman İbn Affân aralarındaki bir mesele için öyle bir nizâya girerlerdi ki, onları seyreden birisi: ‘Artık bunlar bir daha bir araya gelmezler’ derdi. Ancak, en güzel ve en tatlı bir şekilde ayrılırlardı." 2882
6- Tatbikat Sırasında Azim: İstişârede karar alındıktan sonra tatbikat sırasında tereddüde yer vermemek İslâmî istişârenin mühim bir vasfıdır. Bunun üzerine hassasiyetle ve ısrarla durulur. Karar safhasından sonra tereddüd ve çekingenlik kesin bir dille reddedilir. Bizzat Kur'ân-ı Kerim'de istişârenin emredildiği âyette istişârenin bu vasfı da belirtilir. Âyet şöyle: "...İş husûsunda onlarla müşâvere et. Bir kere de azmettinmi artık Allah'a güvenip dayan. Çünkü Allah, kendine güvenip dayananları sever." 2883
Uhud Harbi için gençlerin reyine uyularak şehir dışına çıkmaya karar verilip hazırlığa başlandıktan sonra bazı yaşlıların uyarısı sonucu gençler fikirlerinden caymışlardı, düşmanla şehir içinde karşılaşmayı kabullenmişlerdi. Zırhını giymiş bulunan Hz. Peygamber'e yeni gelişme intikal ettirilince, bu tereddüdü: "Bir peygamber giydiği zırhı savaşmadan çıkarmaz. Emrettiğim hususlara iyi bakın ve onlara uyun... Sabrettiğiniz takdirde zafer sizindir" diyerek reddeder. 2884
Burada şu noktanın da belirtilmesinde fayda var: İstişâre edilerek bir fikir benimsendikten sonra onun başarı veya başarısızlığına terettüp edecek sorumluluk sadece bu fikri teklif edene düşmez. Sorumluluk ortaktır. Nitekim Uhud Savaşı başarısızlıkla sona erince, Hz. Peygamber'in "harbi şehrin dışında yapalım" diyen gençlere herhangi bir ayıplamada bulunduğunu görmüyoruz.
2877] 14/İbrâhim, 36
2878] 71/Nûh, 26
2879] 5/Mâide, 115
2880] 10/Yûnus, 88
2881] Taberî, a.g.e., II/295; İbn Kesir, Tefsir, III/346
2882] Alâuddin Aliyyu’l-Muttakî, a.g.e., 10/186-187
2883] 3/Âl-i İmrân, 159
2884] Vâkıdî, a.g.e., I/214
İSTİŞÂRE / ŞÛRÂ / DANIŞMA
- 725 -
Batı Demokrasisi
Demokrasinin Tenkidi: İslâm'daki şûrâ ile Batı demokrasisini birbirine iltibas edenlere, içine düştükleri yanlışlığı göstermek için, demokrasiye bizzat Batılılar tarafından yöneltilen bazı tenkidleri hatırlatmada fayda umuyoruz.
René Guénon, Modern Dünyanın Bunalımı (La Crise du Monde Moderne) adlı eserinin altıncı bölümünde insanların Batı'da, birkısım telkin ve sahte fikirlerle teshir edilip aldatıldığını belirttikten sonra en ziyade laf kalabalığına getirilerek kitleleri aldatma vesilesi yapılan "demokrasi"ye sözü getirerek hülâsaten şunları söyler:
"Eğer "demokrasi", halkın kendi kendini idaresi şeklinde tarif edilirse, ortada gerçek bir imkânsızlık, fiiliyatta basit bir varlığı dahi görülmeyen bir şey kabul edilmiş olmaktadır. Bu şey sadece bizim zamanımızda değil, başka hiçbir devirde de vaki olmamıştır. Kelimeler bizi aldatmamalıdır. Esasen aynı adamların hem idare eden, hem de idare edilen kimseler olacağını kabul etmek aklen mütenakız bir düşünce olur. Zira Aristo mantığına göre, aynı bir varlık aynı zaman ve şartlarda bilfiil ve bilkuvve halinde olamaz. Halkın kendi kendini idare ettiğine dair boş hayalin kafalarda yer etmesi içindir ki "halkoyu" mefhumu icad edilmiştir. Bu icada göre, kanunu yapan şeyin ekseriyetin efkârı olduğu farzedilmektedir. Fakat burada gözden kaçan husus, efkâr-ı umumeyenin çok basit ve kolay bir şekilde yönlendirildiği ve şekillendirildiğidir. Her zaman, uygun telkinlerle önceden tesbit edilen şu veya bu istikamete onun tevcihi mümkündür. Biz şimdi efkâr-ı umumiye (kamuoyu) tekvin etmek (kamuoyu oluşturmak) tabirini kim uydurdu bilemiyoruz, fakat bu, tam bir gerçeği ifade ediyor. Ancak şûrâsı da muhakkak ki, görünürdeki idareciler efkâr-ı umumiyeyi tekvin etmek için lüzumlu olan vasıtalara her zaman sahip değiller."
Herhangi bir meselede fikrini beyan etmeye çağrılan halk içerisinden ezici çoğunluğu meseleyi anlamayacak kimselerin teşkil ettiğini, anlayanların sayıca çok az kaldıklarını ve binaenaleyh o meselenin kanunlaşmasında anlamayanların, liyâkatsizlerin rol oynadığını böylece kanunların meseleye vakıf olmayan kimselerce çıkarıldığını belirten Guénon: "Kanunu, ekseriyetin yapması gerektiği" fikrinin eşyanın tabiatı icabı fiiliyatta tamamen nazariyatta kalıp hiçbir tatbikî duruma tekabül etmemekten başka, temelden hatalı olduğunu söyler ve şöyle devam eder: "Bu fikrin en zahir kusuru az yukarda belirttiğimiz husustur, yani "ekseriyetin re'yi liyâkatsizliğin ifadesidir ve bu da haddizatında zekâ noksanlığından veya sırf cehaletten ileri gelir. Bu hususun daha iyi anlaşılması için "kitle psikolojisi" ile alâkalı bazı tesbitlerden istimdad edebiliriz: umumiyetle bilinen bir duruma göre, "bir kalabalık içerisinde nihai efkâr, kalabalığı teşkil eden fertler tarafından ileri sürülen fikirlerden, vasat seviyede olanlara göre bile değil, en aşağı seviyede olan fikirlere göre teşekkül etmektedir."
Guénon devamla, modern hükümetlerin ısrarla üzerinde durup, kendi meşruiyetlerinin yegâne kaynağı kabul ettikleri bu "en büyük çoğunluğun kanunu" prensibinin mâhiyetçe ne olduğunu belirtmeye geçer ve şöyle der: "Bu sadece ve sadece maddenin ve ezici kuvvetin kanunudur. Öyle bir kanun ki, onu esas alarak ağırlığıyla sürüklenen bir kitle, güzergâhında rastladığı her şeyi ezer geçer. İşte bu noktadadır ki "demokratik" telakki ile "materyalist" telakki arasındaki telâki (ittisal, birleşme) noktası ortaya çıkar. Bu telâkiyi hal-i hazır zihniyete
- 726 -
KUR’AN KAVRAMLARI
samimiyetle bağlayan şey de bu husustur. Bir başka ifadeyle bu, normal, tabii nizamın alt üst edilmesidir. Zira bu, çokluğun, çokluğu sebebiyle üstünlüğünü ilan etmektir, işte böylesi bir üstünlük sadece ve sadece madde dünyasında mevcuttur. Tersine, manevî âlemde, daha umumi olarak cihanşümul nizamda ise hiyerarşinin zirvesini birlik ve vahdet tutar. Zira vahdet, bütün çokluğun kendisinden çıktığı aslî prensiptir. Fakat, bu prensip bir kere inkâr edildi veya nazardan kaçtımı artık geriye, kendini bizzat maddeye rabteden kesret-i mahz (sırf çokluk) kalır." 2885
Aslî vasfı azınlığı çoğunluğa, keyfiyeti kemmiyete ve binnetice havassı avâma (yani seçkin zümreyi halk tabakasına) kurban etmek2886 olarak vasıflandırılan demokrasinin eşyanın tabiatına zıd olan ve "hiçbir devirde fiilî hayatta tatbikat bulamamış bir vehim ve hayal" ithamını yenmesine sebep olan yapısı sebebiyledir ki, bugün, her şeye rağmen demokrasiye hararetle taraftar olanlar tarafından belirtilen bir başka endişe mevzûbahs olmuştur:
Teknokrasi: Zâhirde demokrasi olsa bile fiiliyatta meselelere ve icraata yön veren, hâkim olan o meselelerden anlayan -ve halkın temsilcisi olmaksızın iş yapan- mütehassıs şahıslardır, teknik ekiptir. Demokrasinin bu noktadaki zaafı şöyle ifade edilmiştir: "(İcraatta bir bakanlık müdürü, bugün, astığı astık kestiği kestik, mesuliyetsiz bir müstebittir, milleti temsil eden bir meb'ustan hatta bizzat bakandan çok daha güçlüdür. Zira bu, siyasî dalgalanmalarla onlar gibi değişmez. Ve bu, üstelik teknik bir maharete de sahiptir ve öbürlerinin çoğu zaman mahrum bulundukları siyasî cambazlıklara da alışmıştır. Demokrasi bu durumda Teknokrasi girdabında batma tehlikesiyle başbaşadır."2887
Diğer bazı bilim adamları, devrimizde teknolojinin, "ânî karar verme"ye daha da ehemmiyet kazandırdığını, bu işte, acemi temsilcilerden ziyade, "mütehassıs teknisyenler"in mahâret ve selâhiyet sahibi olduğunu belirterek, en ziyade demokrat bilinen Amerika Birleşik Devletleri'nde bile parlamenterlerin, fiilen ortadan kaldırılmamakla birlikte, sessizce hükümsüz hale getirildiklerini ifade ederler. 2888
Halk iradesinin gerçek manada hâkimiyetine mani olan başka "baskı grupları" da vardır. Bunlardan bir kısmı gizlidir, bir kısmı açık. Açık olanlara ticarî, iktisadî teşekküller, meslekî cemiyetler (barolar, sendikalar, işverenler, emekliler ve benzeri cemiyetleri gibi) hususi menfaat grupları misal olarak zikredilebilir. Bunlar "çoğu kere hükümete baskın çıkarlar" ve "kanun yapıcının irâdesini kırarlar." 2889
Hemen belirtelim ki, burada gâyemiz demokrasi hakkında lehte veya aleyhte birkısım nazariyeleri açıklamak değildir. Ancak, Batı'nın uzun asırlar boyunca çetin mücadelelerle elde ettiği ve zamanımızın en müstebit idarelerini bile "demokratik" vasfına hararetle sahip çıkmaya sevkedecek kadar fevkalâde bir revaç ve teshir gücü kazanmış bulunan demokratik idarelere rağmen Batılı cemiyetlerde bunu da reddeden görüşlerin çıkış sebebini belirtmeye çalışıyoruz.
2885] Guénon, La Crise du Monde Moderne, pp 118-128
2886] A.g.e., p. 123
2887] Cuvillier, Manuelle du Sociologie, II/645
2888] Parkinson, L’Evolotion de la pensee Politique, Paris, 1964, II/305
2889] Cuvillier, a.g.e., II/645
İSTİŞÂRE / ŞÛRÂ / DANIŞMA
- 727 -
İslâm'da Kanun Koyma Mekanizması: Demokrasi ile şûrâyı ayıran temel noktalardan biri bunlara tanınan yetkinin çerçevesinde kendini gösterir: Demokrasi. Guénon'un da açıkladığı üzere, çoğunluk adına iddiasıyla, hâkim (teknotrat) zümrenin -bu zümre üzerinde hâkimiyet kurmuş görünür-görünmez baskı güçlerinin tesiriyle- her çeşit kanunu yapma oyunudur. Şu veya bu kanunu yapamaz diye bir sınır yoktur. İslâm'da ise kanun koyma işi iktidarda olanlara tanınan bir hak değildir. Bu, farklı bir mekanizmadır. Şöyle ki:
1- Temel hakların korunmasına yönelik birkısım kanunlar var ki, bunlar Kur'an ve Hz. Peygamber (aleyissalâtu vesselâm) tarafından tesbit edilmiştir; hiçbir devirde, hiçbir kimse tarafından kaldırılamaz, değiştirilemez, azaltılamaz, çoğaltılamaz. Zina, hırsızlık, katl, şarap içme, irtidad gibi ağır cürümlerin cezası böyledir. Bunlara hudud denir. Devlet bunları tatbikatla vazifelidir. Bunların tatbiki karşısında kimse kimseyi itham edemez. “Şeriatın kestiği parmak acımaz” sözü buradan gelir.
2- (Kur’an’da ve sünnette hükmü bulunmayan hususlarda, Kur’an ve sünnetin genel ilkelerine ve onların ruhuna aykırı olmamak kaydıyla, düzenleme yapma yetkisini İslâm, insanlara vermiştir.) Yeni meseleler için kanun yapma işi, dindarlık ve ilmî yeterlilik gibi birkısım zor şartları nefsinde toplayan kimselere aittir. Kanun yapacak kişide bulunması gereken zaruri sıfatlar arasında "iktidarda olmak", "resmî vazifeli olmak" gibi sıfatlar yoktur.
3- Otoriteye itaat keyfiyeti sınırlıdır. Allah'ın emirlerine isyanı emreden hiçbir âmire itaat yoktur.
4- Dinin ferde tanıdığı tabiî hakları ortadan kaldırıcı kanun yapılamaz. Böylesi bir icraat var ise, bu meşrû olamaz, keyfîdir, zulümdür.
5- Din, ferde tanınmış olan tabii haklara uymayan, şahsî zararlara sebep olan zâlimane icraatlar karşısında -halka zarar verecek fitnelere sebep olmamak için- sabretmeyi tavsiye ederse de icraatcıyı zâlim ilân eder. İktidarda olana hiçbir sûrette kanunsuz icraatta bulunma selahiyeti tanımaz.
6- Sultan (iktidar sahibi, yönetici otorite) kanun önünde diğer fertler gibidir. Hiçbir hususi haktan istifade edemez. Meselâ bugün milletvekillerine tanınan teşriî ma'suniyet (dokunulmazlık) İslâmî sistemde yoktur.
7- İslâm, teşriat (kanun koyma) sistemiyle idare edilenleri, idare edenlere karşı koruduğu gibi, diğer birkısım teşriatıyla da başka zümreleri korumuştur. Şöyle ki:
a) Zekâtı farz etmek, faizi haram kılmak, sadaka ve diğer hayır işlerine, sadaka-i câriyeye teşvik gibi emirleriyle fakirleri zenginlere karşı korumuştur.
b) Çocukların temyiz yaşına kadar terbiyesini anaya vermek, büluğ yaşına kadar:
1) Nafakasını temin etmek.
2) Terbiye ve bir meslek öğrenimi dâhil olan talimini vermek gibi vazifeleri veliye, velisi yok ise devlete -kaçınılması mümkün olmayan- bir vazife, bir vecibe yapmak.
- 728 -
KUR’AN KAVRAMLARI
3) Kezâ büluğ devresinden önce işlediği suçlar sebebiyle cezaî ehliyet tanımak.
4) Te'dib için dövmelerde gerek ebeveyne ve gerekse muallim ve diğer büyüklere üçten fazla vurma hakkı tanımamak gibi teşriatıyla çocukları korumuştur.
c) Kur'an-ı Kerim'in "anne ve babanızdan biri yanınızda ihtiyarlığa ererse onlara "öf" bile demeyin" âyetinde ifadesini bulan çeşitli teşriatıyla, "ihtiyarlarımıza hürmet etmeyen bizden değildir" gibi prensipleriyle yaşlıları korur.
d) Tarihte ilk defa çok evlenmeyi tahdid ve "biri tavsiye" etmek, kadınlara -bir iki hususi durum dışında- erkeklere tanınan hak ve vazifeleri aynen tanımak, miras, mülkiyet, boşanma gibi haklar tanımak, şahıslarına karşı işlenen suçların cezasını erkeklere karşı işlenen suçların cezasıyla bir tutmak ve hatta "cennet anaların ayağı altındadır", "sizin en hayırlınız eşine karşı en iyi davranandır" gibi teşriatıyla kadınları korur.
e) İlme yaptığı mükerrer teşvikleri, tefekkür ve düşünceye verdiği ehemmiyetle ilmi, ilim adamını korumuştur. Kur'an-ı Kerim kalemi, satırı, okumayı övmekten başka, "Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" der. Hz. Peygamber alimle cahilin arasındaki farkı yıldızla güneş arasındaki , peygamberle peygamber olmayan bir kimse arasındaki farka benzetir. "İlim talep edenin geçtiği yere melekler kanatlarını gerer", "Bir saatlik tefekkür bin senelik nafile ibâdetten daha hayırlıdır" der. Keza "Alim verdiği hükümde isabet ederse iki sevab kazanır, yanılırsa bir sevab kazanır. Zira hüküm vermek bir ibâdettir, hüküm verme sevabını alır; yanılma (iradî olmadığı için) günaha sebep olmaz" diyerek hep ilme teşvik eder ve ilim adamını korur.
Şimdi sorabilir miyiz: Acaba hangi zümrenin "İslâm dini bizi ezmiştir" demeye hakkı vardır? Dinî kanunlar tarafından Batılı manada ezildiğini söyleyen bir zümre, bir kişi çıkabilir mi?
Ancak şu da bir gerçektir: Müslüman cemiyetlerde de ezenler ezilenler olmuştur. Fakat bu durumu din tahsin edip hoş karşılamaz, bilakis takbih eder, reddeder. Zalimane iş yapan hiçbir kimse, zulmünü meşrulaştıracak bir fetvayı dinde bulamaz. Din hiçbir zümreye özel ayrıcalık tanımaz. Zulmeden kimse sultan (devlet başkanı) bile olsa dinin bir hükmünü terketmiş olmaksızın yani günahkâr psikolojisine düşmeden herhangi bir zulme tevessül edemez.
Şu halde devlet reisinden aile reisine; çobandan evdeki hizmetçiye kadar bütün icraatçılar, dindar oldukları nisbette, kendi sorumlulukları dairesinde zulümden, haksızlıktan uzak olacaklardır. Bu sebeple İslâm tarihinde hakiki manada dindar fakat zâlim ve müstebit sultan örneğine rastlanmaz. Dindar fakat hodfüruş, mağrur, benlik sahibi, raiyyetine karşı zalim bir tek örnek bulmak mümkün değildir.
Bu söz, "İslâm tarihinde kötü idareciler gelmemiştir" mânâsına alınmamalıdır. Öyle olsaydı medeniyet gerilemez, Müslümanlar bu hallere düşmezlerdi. Hatta dindarların dindar olmayanlara karşı sayıca azınlıkta olduklarını söyleyebiliriz.
Batı'da ise durum bunun tersidir. Orada din namına her zümre ezilmiştir.
İSTİŞÂRE / ŞÛRÂ / DANIŞMA
- 729 -
Çocuklar hususi himaye edici kanunlardan istifade etmedikleri gibi, 19. asrın sonlarına kadar büyüklerle bir muamele görmüşler ve ezilmişlerdir. Söz gelimi bir çocuğun işlediği suçun cezası idam gerektiriyorsa idam edilmiştir. Kadınlar yakın zamana kadar mülkiyet hakkına sahip olmadıkları gibi, asırlarca onlarda ruh var mı yok mu münakaşası yapılmıştır. Kilise "Allah namına icraatta bulunmak" selahiyetine dayanarak; asiller, kontlar ve krallar kanunlardan aldıkları hususi imtiyazlara dayanarak insanları ezmişlerdir. Bütün bu durumlar orada birbirine düşman kadın-erkek, devlet-vatandaş, kilise-sivil, patron-işçi vs. ikiliklerini varedegelmiştir. Bu meyanda, bütün insanlar kilisenin benimsediği bazı peşin hükümleri olduğu gibi benimsemeye, aklı kullanmamaya zorlandığı için, en ziyade ezilenler düşünen kafalar olmuş, ilim adamları olmuştur. Bu ezici durumlara karşı, ilk önce düşünen kafalardan gelmek ve kiliseye karşı olmak üzere muhalefet ve mücadeleler başlamış, kilise-devlet ayırımı (laiklik), insan hakları, kadın hakları, çocuk hakları gibi birkısım haklar elde edilmiştir.
Bütün bu mücâdelelerin Batı şartları içerisinde belli bir haklılığı vardır, yapılması lazım olan şeyler yapılmıştır. Hatta, temelde isyan ve eskiye aksülamel yattığı için zaman zaman ifratlara kaçılmış olsa bile bu mücadeleleri Batı şartları içerisinde haklı görmemek mümkün değildir.
Hürriyet Telakkisi: Batı demokrasisi ile İslâmî şûrâyı ayıran temel noktalardan biri hürriyet telakkisinde yatar. Demokraside, fert her çeşit içtimâî değerlerin kaynağıdır. İslâm'da ise, "hakk"ın ve değerlerin, hayır-şer hükümlerinin kaynağı vahy-i İlahîdir. Kur'an ve peygamber (Kitap ve Sünnet) diye de ifade edilir. Ancak, peygamberin de vahiyle hükmettiği kabul edilir. Dolayısıyla bu meselede esas, şu âyettir: "Allah ve Peygamberi bir meselede hüküm beyan ettikleri vakit, gerek mü'min olan bir erkek, gerek mü'min olan bir kadın (ona aykırı olacak) işlerde kendilerine muhayyerlik yoktur. Kim Allah ve Rasûlü'ne isyan ederse muhakkak ki o, apaçık bir sapıklıkla yolunu sapıtmıştır." 2890
Öyle ise demokrasideki hürriyet anlayışı İslâm'da abdiyete/kulluğa yerini bırakır. Bir başka deyişle, biri insanî, ferdî dışında her çeşit değerleri reddederek, kişisel bütün değerlendirmelerin yegâne yetkilisi yaparak insanın kıymet ve hürmetini bu değer koyma hürriyetinde ararken, İslâmiyet bu yetkiyi sadece Allah'a verir, insan için en mümtaz kıymeti onun kulluk vasfında, yani Allah'ın koyduğu nizama uyma derecesinde arar.
Esâsen mü'min, İlâhî nizama samimiyetle inanan, Müslüman da, o nizama "teslim olan, uyan" demektir. Ferdiyetci, hümanist bir espri ile kişinin kendi düşüncelerini tebcil etmesi, kendi kanaatlerine göre iyi-kötü, hayır-şer hükümleri getirmesi Kur'ân-ı Kerim ifadesiyle kişinin hevâsını ilahlaştırmasıdır: "Hevâ ve hevesini tanrı edinen, bilgisi olduğu halde Allah'ın şaşırttığı, kulağını ve kalbini mühürlediği kimseyi gördün mü? Onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir?" 2891
Âyette geçen "bilgisi olduğu halde" tabiri husûsiyetle üzerinde durulması gereken bir noktaya dikkat çekmektedir: Hevâsını tanrılaştıranlar, sıradan kimseler değil, "bilgisi olan" (entellektüel) kimselerdir, bu davranış o canibten gelecektir. Yine âyette, böylesi sapıkların irşadının çok zor olacağına işaret edilmektedir.
2890] 33/Ahzâb, 36
2891] 45/Câsiye, 23
- 730 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Bir diğer âyette, hevâya uymak, yani dinî ölçülere ters düşen ölçüler, değerler koymak bir başka ifade ile yukarıda açıkladığımız muhtevada bir ferdiyetçilik, sapıklıkların en büyüğü ilan edilir: "... Allah'tan bir yol gösterici olmadan hevâsına uyanlardan daha sapık kim vardır?..."2892
Burada geçen "Allah'tan bir yol gösterici" ifadesini kabaca "dinî metod" olarak anlayabiliriz. Zira, ihtiyaç halinde, -izahı burada uzun kaçacak olan- belli şart ve kayıtlar tahtında ilim adamları da hüküm koyabilir, o takdirde bu hüküm de dinî olur. Dinin tesbit ettiği "metodoloji"ye uymadan konan hükümler "hevâ"dır, sapıklıktır.
Peygamberler de Hür Değildir: İslâm'a göre, sadece sıradan bir insanın değil, rehberlik vazifesi ile görevli olan peygamberlerin de aslî vasıfları kulluktur. En büyük insan kabul edilen Hz. Peygamber (s.a.s.) bile her şeyden önce "kul"dur. Bizzat kelime-i şehadete dâhil edilmiş olan O'nun "kul olmak" vasfı "elçi olmak" vasfından önde gelir (abduhû ve Rasûlühû). Hatta Hz. Peygamber, bu ifadedeki sırayı ters çeviren bir mübtedîye müdâhele ederek: "Hayır öyle değil, ben peygamber olmazdan önce kul oldum." der ve bu sıranın tesadüfî olmayıp, kasıtlı, düşünceli olduğunu ifade eder. 2893
Elçilik vasfı dışında o da diğer insanlar gibi bir insandır. İnsanlara dinî tebliğde bulunurken Allah'tan aldığını bildirir, artırmaz, eksiltmez, kendi hevâsından hiçbir şey söylemez, o her söylediğinde vahye dayanır, İlahî irşada istinad eder, İlahî iradeye uymayan hiçbir hükümde, değerlendirmede bulunmaz.2894 Nitekim Hz. Peygamber müşriklerden ve yahûdilerden gelen birkısım sualleri ânında cevaplamamış, vahiy beklemiştir.
İslâm dininin Peygamberi, İlâhî tasvib olmaksızın, kendi hevâsına göre dinî hüküm koyma selahiyetine sahip olmazsa, onun dışında kalan kimselerin böyle bir selahiyete sahip olmayacağı açıktır. Dolayısıyla hiçbir kimse, mesela ibâdetlerin zaman, miktar, şekil ve tarzlarını değiştiremeyeceği gibi, insanlar arasındaki mülkiyet hakkını, insanların mal, can, ırz dokunulmazlığını (dinin belirttiği şartlar tahtında olmaksızın) kaldıramaz. Sözgelimi âyet-i kerimede "Rabbinin rahmetini onlar mı bölüyorlar? Onların bu dünya hayatındaki geçim rızıklarını aralarında biz böldük. Bir kısmını derecelerle diğerinin üstüne çıkardık ki, bir kısmı bir kısmını tutup çalıştırsın."2895 denmiş iken, çıkıp içtimâî sınıfları kaldırmaya kalkmak, olmayacak bir şeyi talepten öte, tanrılığını ilan etmek olur.
Hürriyet Alanı: Hakkullah (Allah’ın hakkı) denen, münhasıran ibâdetlere taalluk eden meselelerde, kul haklarına taalluk eden, âmmeyi (geneli, halkı) ve sosyal münasebetleri alâkadar eden meseleler dışındaki dünyevî hayatı ilgilendiren ve dinin sınır getirmediği meselelerde kul elbette ki serbesttir. Hz. Peygamber bunu: "Siz dünya işlerini benden iyi bilirsiniz" diyerek ifade etmiştir. Bizzat Kur'an'daki "aklınız yok mu?", "hiç düşünmez misiniz?", "tefekkür edin" gibi pek çok âyetlerle mü'minler ilmî keşiflere, tabiatın ve eşyanın sırlarını çözmeye teşvik edilirler.
2892] 28/Kasas, 50
2893] Babanzâde Ahmed Nâim, Tercid-i Sarih Tercümesi, D.İ.B. Y. Ankara, 1957, II/880 (Dipnotta)
2894] 5/Mâide, 67; 53/Necm, 3
2895] 43/Zuhruf, 32
İSTİŞÂRE / ŞÛRÂ / DANIŞMA
- 731 -
Şu halde dinin koyduğu tahdidler/sınırlandırmalar ibadetler, değer hükümleri ve beşerî haklarla alâkalıdır. Bunlar dışında kalan ilmî keşifler, medenî ilerlemeler, teknik icadlar tahdidin dışındadır ve bu sahalarda yeniliklere, araştırmalara fazlaca teşvikler yapılmıştır. Nitekim dinî emirlere hakkıyla uyulan devirlerde Müslümanlar ilim, teknik ve medeniyette fevkalâde ilerlemeler kaydettiler, keşiflerde, icadlarda bulundular. Bütün dünyanın hayran kaldığı İslâm medeniyeti, bu medenîleştirici ruhun tezahürü olarak ortaya çıkmıştır. Zamanımızdaki Batılı araştırıcıların ifadesiyle bugünkü Garp medeniyeti de İslâm medeniyetinin bir eseri olarak vücuda gelmiştir.
Sınırlamanın Gâyesi: Dinî sınırlamaların bir gâyesi, fıtratında hayvanlarda olduğu şekilde birkısım sınırlar bulunmayan insanlığı, ifrat ve tefritten koruyarak medeniyetin ilerlemesine en uygun bir vasatta tutmayı gaye edinmektir. Nitekim beşerî münasebetlerle alâkalı değerlendirmeler insanlara bırakılınca, insanlar adedince farklı ve birbirine zıt değerlendirmeler ortaya çıkmış ve beşerî huzur yok olmuştur. Aslında insanlık değerlerden boşaltılmış olmuyor, atılanların yerine yenileri, beşerî olanları konuyor.
İslâm'ın ahkâm koyma işinde insanlara yetki tanımayışının mühim bir sebebi, üzerinde ısrarla durulması gereken bir gayeye matuftur. Bu gaye de insanların, insanlar tarafından sömürülmesini, en azından, idare edilenlerin, idare edenler tarafından sömürüldükleri husûsunda, birçok sosyal fesâdın kaynağı olabilecek bir duyguyu "sömürülme kompleksi"ni önlemektir.
Batıdaki ihtilallerin, isyanların temelinde bu duygunun yattığını geçmiş bahislerde gördük. Batılı, her devirde idare edenler tarafından sömürüldüğüne inanmış, bu duygunun altında ezilmiş, onun sevkiyle idare edenlere karşı isyanlar etmiştir.
Sömürüden kurtulma yolunda kilise hâkimiyeti, feodalite, krallık, demokrasi hepsini birer birer denemiş, hepsine isyan etmiş ve görmüştür ki, Batı'da iktidarı ele geçirenler kanunları kendi menfaatleri doğrultusunda yapmaktadırlar.
Bu Batılı tecrübe, Batı insanını "idarenin, otoritenin, hiyerarşinin olduğu yerde kaçınılmaz şekilde sömürme var, insanların şahsiyetini ezme var" müşahedesine götürmüş ve "her çeşit otoriteyi reddetme" noktasına, devlet, kilise, mektep, aile, baba, büyük gibi hiyerarşi ve otorite odaklarının tamamını ortadan kaldırma düşüncesine getirmiştir.
"Tabiat boşluğu sevmez" kanununca, nizamsız bir medenî hayat olamayacağına göre, Batının bu son talebi ya Batı'yı tamamen batıracak veya asırlardır aradığı manayı tabiatında taşıyan İslâm'a gelmesine sebep olacaktır. Zira "gerçek İslâm insanın insan tarafından sömürülmesi" değil, "insanların hepsinin yaratıcısı olan Allah tarafından hepsine eşit şekilde tatbik edilmesi için konan ahkâm" mânâsını taşımaktadır. 2896
İslâm'da Kadınlarla İstişâre
"İslâm'da istişâre" mevzûu açıldığı vakit her seferinde, mevzû üzerine gelen suallerden biri "kadınla istişâre" meselesidir, bunun da sebebi muhtemelen, bu
2896] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: c. 16, s. 124-158
- 732 -
KUR’AN KAVRAMLARI
mesele hakkında verilen ana fikrin, dinleyenler tarafından çoğunlukla bilinen ve bir bakıma umumi kültür halini almış bazı mevcut malumata ters düşmesidir. Umumiyetle şu soruyla karşılaşırız: "Kadınlarla istişâre edin, fakat onların sözüne uymayın" diye sahih bir hadis var mı? Bu konuda esas nedir? Kadınlarla istişârenin hükmü nedir?"
Hemen kaydedelim ki, kadınla istişâreyi mutlak bir ifade ile reddetmek hem Kur'an ve hem de sünnette gelmiş bulunan birkısım muhkem naslara aykırıdır. Açıklayalım.
1- Kur'an'a Göre: Kur'ân-ı Kerim'de, kadınla istişâreyi ne sarahaten ne de zımnen men eden bir âyet vardır. Aksine bazı meselelerde kadınla istişâre emredildiği gibi, muhtelif istişâre örnekleri de vardır.
a- Çocuğun süt emme müddeti Kur'an-ı Kerim tarafından iki yıl olarak tesbit edildikten sonra, aynı âyetin devamında, anne ile baba, aralarında istişâre ederek, daha önce de sütten kesebilecekleri belirtilir: "Ana-baba aralarında istişâre ederek ve anlaşarak (daha önce) sütten kesmek isterlerse ikisine de sorumluluk yoktur." 2897
b- Boşanan kadın ve erkekle ilgili olarak gelen bir âyette, yine çocuğun emzirilmesi meselesinde bu işi bizzat annenin varılacak mutabakatla, ücretle yapabileceği belirtilir: "Çocuğu sizin için emzirirlerse, onlara ücretlerini ödeyin, aranızda uygun bir şekilde anlaşın, eğer güçlükle karşılaşırsanız, çocuğu başka bir kadın emzirebilir." 2898
c- Kadınla istişâre bahsini münakaşa eden âlimler tarafından da delil olarak zikredilen, daha ikna edici bir diğer Kur'anî delil Hz. Mûsâ'nın çoban olarak tutulması için Hz. Şuayb Peygamber'e, kızı tarafından yapılan teklifi içeren âyettir: "İki kadından biri: ‘Babacığım! Onu ücretli olarak tut; ücretle tuttuklarının en iyisi bu güçlü ve güvenilir adamdır’ dedi."2899 Hz. Şuayb, kızı tarafından yapılan bu teklifi kabul eder ve Hz. Mûsâ çoban olarak tutulur.
d- Kur'an-ı Kerim'de verilen çeşitli istişâre örneklerinden biri Sebe Melikesi (Belkıs) ile alâkalı, Belkıs, Hz. Süleyman'dan tehdidkâr bir mektup alır. Bunun üzerine, askerî komutanlarının da hazır bulunduğu bir mecliste müzakere açar ve fikirlerini sorar: "Ey ileri gelenler! Ben Süleyman'dan mühim bir mektup aldım. Bismillahirrahmanirrahim diye başlıyor ve "Sakın bana asi olmayın, teslim olarak bana gelin" diyor. Ey ileri gelenler! Vermem gereken emir husûsunda bana fikrinizi söyleyin. Siz benim yanımda hazır bulunmadıkça bir iş hakkında kesin bir hüküm vermedim." 2900
İstişâre adabı yönünden mühim bir örnek olan bu sahnenin devamını kaydetmede fayda var. Meclisteki komutanlar şu cevabı verirler: "Biz güçlü kimseler ve zorlu savaş adamlarıyız, (siyasetten fazla anlamayız) emir senindir, sen emretmene bak!" Hanım lider kararını verir: "Doğrusu hükümdarlar bir şehre girdikleri vakit orasını tahrib edip bozarlar, şerefli ahalisini de zelil kılarlar. (Süleyman'ın askerlerinin de) yapacakları budur. Ben onlara bir hediye göndereyim de, elçilerin ne ile döneceklerine bakayım." 2901
2- Sünnete Göre: Hz. Peygamber’in (s.a.s.) sünnetinde de durum Kur'an’dakine
2897] 2/Bakara, 233
2898] 65/Talâk, 6
2899] 28/Kasas, 26
2900] 27/Neml, 30-32
2901] 27/Neml 33-35
İSTİŞÂRE / ŞÛRÂ / DANIŞMA
- 733 -
yakındır. Zira Rasûlullah da birkısım meselelerde kadınlarla istişâreyi mükerrer hadislerinde emretmiştir. Ayrıca birçok kereler kadınlara da başvurup, görüşlerini aldığı ve onlarla amel ettiği de Ashab tarafından rivâyet edilmiştir. Ama ne var ki, kadınlarla istişâreyi yasaklayan birkısım zayıf rivâyetler de vârid olmuştur. Nitekim, konuya girerken kaydettiğimiz soruda zikredilen muhtevâ, böyle bir rivâyetin tercümesidir. "Kadınlarla istişâre edin, fakat onlara muhalefet edin."2902
Münâvî tarafından "muteber bir aslının olmadığı" belirtilen bu rivâyeti2903 genişçe tahlile tabi tutan Sehâvî, el-Makaasıdu'l-Hasene'de şu bilgileri kaydeder: "Ben bu sözün Hz. Peygamber'e nisbet edildiğine hiçbir yerde rastlamadım. el-Askerî, Hz. Ömer'e nisbet edilen, bu söze yakın şu rivâyeti kaydeder: "Kadınlara muhâlefet edin. Zira onlara muhâlefette bereket vardır." İbn Lâl, içinde çok zayıf râvîden başka inkıtânın (yani kopukluğun) da yer aldığı bir senedle -ki aynı senedle hadisi ed-Deylemî de rivâyet etmiştir- şu rivâyeti kaydeder: "Enes'in rivâyetine göre, Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Sizden hiç kimse istişâresiz bir iş yapmasın. Şâyet kendisine fikir verecek birisini bulamazsa, bir kadınla istişâre etsin, ama ona muhâlefet etsin. Zira kadına muhâlefette bereket vardır." 2904
Bu mevzûda kitaplarda rastlanan ve Hz. Peygamber’e (s.a.s.) nisbet edilen diğer bir rivâyet de Hz. Aişe ve Zeyd İbnu Sabit'ten gelmektedir: "Kadınlara itaat pişmanlıktır." Ne var ki, âlimler bunun da "sahih" değil, "zayıf" (ve bazısı da mevzû) olduğunu belirtirler. 2905
Ancak, aynı mânâyı ifade eden, zayıf da olsa başka rivâyetler de gösterilebilir (Üsdü'l-Gâbe 2, 205; 6, 275, Suyûti, el-Leali'de -II/174-: "Kadınlara itaat ettiği zaman erkekler helâk olmuştur" rivâyetini de kaydeder. Suyûtî bu rivâyeti, Taberânî ve Hâkim'in tahric ettiğini, Hâkim'in hadise "sahih" hükmünü verdiğini belirttikten sonra şahsî kanaatini belirtmez ve bahsi "Allahu a'lem -doğruyu Allah bilir- sözüyle kapar.).
Burada hatıra şöyle bir soru gelebilir: "Hadis ilminin umumi prensiplerinden birine göre, zayıf hadisle de amel edilebildikten başka, bir mevzûda birkaç tane zayıf hadis var ise, bunlar birbirlerini kuvvetlendirir ve ayrıca "sahih bir asla" dayandıklarını gösterir. Şu halde, bu meselede aynı prensip mûteber olamaz mı?"
Cevap: Evvelâ, zayıf hadisle (âlimlerin bazılarına göre) amel edilebilir, bu doğrudur. Ancak, zayıf bir hadisle amel edebilmek için, zayıf hadisin âyete veya sahih hadise muhâlefet etmemesi, bir bakşa ifade ile o mevzûda zayıf hadisten başka "nass"ın bulunması lâzımdır. Yukarıda görüldüğü üzere, "Kadınla istişâre etmeyin" ifadesi değil sahih hadislere, bizzat Kur'an'a aykırıdır.
İkinci olarak; Bu mevzûdaki zayıfların birbirini destekleyip kuvvetlenmeleri ve bir "sahih asl"a delalet etmeleri meselesine gelince, sözkonusu rivâyetlerin ifade ettiği manayı "mutlak" değil "mukayyed" olarak alırsak cevap müsbet olabilir. "Kadınlarla istişâre edin ve fakat muhalefet edin" veya "kadınlara itaat pişmanlıktır", "kadınların re'yi ile amel kalbi ifsad eder" gibi rivâyetler
2902] Aslında, bu rivâyete ciddî hadis kitaplarında rastlanmaz.
2903] Münâvî, Feyzu'l-Kadir 4/263
2904] Sahâvî, el-Makaasıdu'l-Hasene, s. 248-249
2905] Keşfu'l-Hafâ, II/3; Geniş bilgi için, Bk. Münâvî, a.g.e., 4/262-63
- 734 -
KUR’AN KAVRAMLARI
söylendiği şekilde yani mutlak olarak alınınca, "hiçbir meselede, hiçbir sûrette, hiçbir kadınla istişâre etmeyin" mânâsı çıkar. Hâlbuki en azından bazı meselelerde istişârenin bizzat Kur'an-ı Kerim'de emredildiğini gördük. Sünnette gelen deliller ise daha çoktur.
Sünnette Nazarî Beyan: Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayatında kadınlarla istişâre örnekleri eksik değildir. Burada da, örneklere geçmeden önce, istişâreyi mutlak bir tarzda nehyeden ifadeleri cerh ve reddedici mâhiyette olan bazı rivâyetleri kaydedeceğiz. Bunlar bazı meselelerde "kadınlarla istişâre etmeyi" emretmektedir:
"Kendilerini ilgilendiren hususlarda kadınlarla istişâre edin." 2906
"Kızları husûsunda kadınlarla istişâre edin." 2907
"Bâkire kızla, (evlendirmezden önce) babası müşâvere etmelidir." 2908
"Dul kadın kendisiyle istişâre edilmeden evlendirilmemeli, bâkire kız da izni alınmadan nikâhlanmamalı." 2909
Görüldüğü üzere, özellikle evlenme gibi şahsî bir meselede fikrinin alınması ve ona uyulması, tekrarla, ısrarla talep edilmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s.) kızın arzusu hilâfına, babası tarafından gerçekleştirilen birkısım nikâhları, şikâyet üzerine, iptal etmiştir.2910 Rasûlullah'ın bu çeşit tatbikatını esas alan cumhur, kızın rızası hilafına yapılan nikâh akitlerinin bâtıl olacağına hükmetmiştir. 2911
Bir erkek şüphesiz, kadını veya kızı ile sadece evlenme meselesinde "istişâre etmek"le kayıtlı ve me'mur değildir. Bu hususu te'yid eden bir rivâyette "Hz. Peygamber (s.a.s.) kadınlarla bile istişâre eder, onların beyan ettikleri görüşleriyle amel ederdi" denmektedir.2912 Bunun aksini ifade eden, yani kadınlarla istişâre edip de beyan edilenin aksini yaptığını tespit eden rivâyete rastlamadık. Tirmizî'de "kızıl rüzgâr"la alâkalı hadiste geçen "kişi annesine bakmaz, kadınına itaat eder" cümlesinde kılınan husus, kadınla yapılan istişâre değil, annenin ihmal ve istiskal edilmesidir. Nitekim aynı hadiste, "... babasına bakmaz, arkadaşına rağbet gösterir" denmektedir.2913
Sünnette Fiilî Örnekler: Kadınla istişâre husûsunda nazarî beyanlardan başka, fiilî örnekler de mevcuttur:
1- İlk örnek olarak, nübüvvetin bidâyetlerine ait bir vak'ayı zikredebiliriz. Rasûlullah (s.a.s.) henüz peygamberliği husûsunda bilgi ve yakin sahibi değilken, o safhaya hazırlayıcı mahiyette geçirmekte olduğu İlahî terbiye icabı, sık sık birkısım harika durumlara mazhar oluyor ve bunlardan ciddi şekilde korkuyordu. İlk vahiyden sonra, gördüklerini ve hissettiği korkuyu muhterem zevceleri Hatice-i Tahire validemize açtılar. Vâlidemiz (radıyallahu anhâ), Rasûlullah’ı (s.a.s.) şöyle
2906] Üsdü'l-Ğâbe, 4/15
2907] Ebû Dâvud, Nikâh 24
2908] Ebû Dâvud, Nikâh 24, 25
2909] Buhârî, İkrâh 3; Müslim, Nikâh 64
2910] Buhârî, İkrâh 4
2911] İbn Hacer, Fethu'l-Bârî 15/351; Azimâbâdî, Avnu'l-Mabud 6/119
2912] İbn Kuteybe, Uyûnu'l-Ahbâr 1/27
2913] Tirmizî, Fiten 38
İSTİŞÂRE / ŞÛRÂ / DANIŞMA
- 735 -
teselli etti: "Korkma, Allah seni asla mahcup etmez. Zira sen akraba hukukunu gözetir, muhtaçlara yardım, fakirlere iyilik, misafirlere de ikram edersin..."2914
2- Değişik bir örnek "ifk (iftira)" hâdisesiyle alâkalıdır. Âyet-i kerime ile iç yüzü ortaya konan ve kitaplarımızda teferruatıyla açıklanan ifk yani Hz. Âişe vâlidemize (radıyallahu anhâ) münâfıklarca yapılan iftira hâdisesi üzerine Rasûlullah (s.a.s.) zevce-i tâhireleri hakkında geniş bir tahkikat açmıştı. Bu tahkikat sırasında, sadece Hz. Ali gibi ileri gelenlerin değil, Berire -ki Hz.Aişe'nin cariyesi idi- gibi cariye bir kadının da fikrine mürâcaat etmişti.2915
3- Üçüncü örnek, diğerlerinden hem daha meşhur, hem de mühim bir istişâre hâdisesidir. Kadınla istişâre meselesini ele alan âlimler, istişârenin caiz olduğunu söylerken, delil olarak bunu kaydeder. Rasûlullah’ın (s.a.s.) Hudeybiye Sulhü sırasında zevcesi Ümmü Seleme'nin tavsiyelerine uymasıyla ilgili vak'a. Kısaca özetleyelim:
Hicretin altıncı yılında, Müslümanlar, başlarında Rasûlullah (s.a.s.) olduğu halde, umre yapmak kastıyla Mekke'ye müteveccihen yola çıkarlar. Ancak Mekkeli müşrikler, ziyarete müsaade etmezler. Fakat Müslümanlarla aralarında Hudeybiye sulh anlaşması yapılır. Anlaşma tamamlandıktan sonra, Hz. Peygamber yanındakilere: "Kalkın, kurbanlarınızı kesin, ihramdan çıkın, başlarınızı traş edin" emrini verir. Ne var ki Kâ'be'yi tavaf için gelmiş bulunan Ashab, sulh anlaşmasının muhtevasından memnun olmadığı için tavaf yapmadan umre ile ilgili traş olmak, kurban kesmek gibi diğer menasiki de yapmaktan imtina ederler.
Rasûlullah emri üç kere tekrarlar. Ashab yine de şaşkın şaşkın bakınmakla mukabelede bulunurlar. Rasûlullah son derece öfkeli halde, çadırına, zevce-i pakleri Ümmü Seleme validemizin (r. anhâ) yanına girerler. Aralarında şu konuşma geçer:
"Neyin var ya Rasûlallah?"
"Hayret ey Ümmü Seleme! Ben insanlara ısrarla ‘Kurbanlarınızı kesin, traş olun, ihramdan çıkın!’ diye emrettim, hiç kimse bu çağrıma cevap vermedi. Emrimi işittikleri halde sadece yüzüme bakıyorlar."
"Ya Rasûlullah, sen kalk, kurbanlığına git ve kes. Onlar mutlaka sana uyacaklar ve kurbanlarını keseceklerdir."
Bu tavsiye üzerine Rasûlullah (s.a.s.) gider ve kurbanlık devesini keser. Aynen Ümmü Seleme validemizin (r. anhâ) dediği gibi, Rasûlullah'ı gören Ashab-ı Güzin de teker teker kalkıp kurbanlarını keserler. 2916
İmâmu'l-Harameyn, bu hâdiseyi yorumlarken: "Beyan ettiği fikirde isabet etmiş Ümmü Seleme'den başka kadın bilinmiyor" demiş ise de, kendisi yukarıda zikri geçen Hz. Şuayb'ın kızı örnek gösterilerek tenkid edilmiştir. 2917
Ashab'tan Örnek: Kadınla istişâre meselesindeki ıtlakı kaldırıp, tereddüdü izale edecek birkaç örneği de Ashab'tan kaydedelim:
2914] Buhârî, Bed'ü'l-Vahy 1
2915] Buhârî, Şehâdât 16
2916] Vâkidî II/613
2917] Keşfu'l-Hafâ 2, 3
- 736 -
KUR’AN KAVRAMLARI
1- Birincisi, umumiyetle bilinen bir vak'adır. Hz. Ömer, bir cuma hutbesi sırasında, evlenmelerde kadınlara verilecek olan mehir için, bir tahdid getirerek, mübalağaya kaçılmasını önlemek istediği zaman, cemaatte bulunan bir kadın âyet okuyarak: "Ey Ömer, Allah "Bir eşin yerine başka bir eşi almak isterseniz, birincisine bir yük altın vermiş olsanız bile, ondan bir şey almayın..."2918 diyerek sınırlamazken, sen nasıl sınır koyarsın?" diye müdâhale eder. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.): "Bir kadın isabet, bir erkek hata etti, bir emîr (lider) cedelleşti ve cedeli kaybetti" diyerek kendi iddiasından rücu edip kadının görüşüne uyar. 2919
2- Şu kaydedeceğimiz misal mevzûmuz açısından daha dikkat çekicidir. Bir gece teftişinde, Hz. Ömer (r.a.), kocası cihada gitmiş olan bir kadının "bekârlıktan" yakındığını işitince, kızı Hafsa vâlidemize (ve kadınlardan tecrübeli olanlara2920 mürâcaat ederek: "Kızım (söyle bakayım), bir kadın kocasından ne kadar müddet ayrı kalmaya tahammül edebilir?" diye sorar ve aldığı cevaba dayanarak askerlik müddetini altı ay olarak tahdid eder/sınırlar.2921
3- el-İsâbe'de İbnu Hacer'in kaydettiği bir rivâyet, istişâreye son derece ehemmiyet veren Hz. Ömer’in (r.a.), zaman zaman, akıl ve faziletce üstün, okuma yazma bilen bir kadın olan Şifa Bintu Abdillah'a da mürâcaat ettiğini ve hatta onun re'yini başkalarının reyine tercih edip, uyduğunu belirtir.2922
4- Hâlid İbn Velid de, bazı meselelerde, kızkardeşi Fâtıma Bintu'l-Velid ile istişâre etmiştir.2923
5- En mühim örneklerden biri, Abdurrahman İbnu Avf'ın Hz. Ömer’den sonra halife tesbitindeki tutumudur. Hz. Osman'ı belirlerken üç gün herkesten fikrini sormuş bu meyanda kadınların da görüşünü almayı ihmal etmemiştir. İslâm'da kadınların rey hakkı meselesine en mükni örnektir. 2924
Meselemizi rivâyetler açısından hülasa etmek gerekirse, kadınla istişâreyi kesinlikle yasaklayan muhkem bir nass mevcut değildir. Üstelik cevazına delalet eden rivâyetler çoktur. Kur'anî örneklerden başka, bizzat Hz. Peygamber (aleyissalâtu vesselâm)'in ve birkısım meşhur sahabilerin hayatlarında, kadınla istişârenin fiilî örnekleri vardır. Aleyhte gelen zayıf hadislerin sahih bir asla delalet edebilme ihtimaline karşı da "Yasağı mutlak değil, mukayyed olarak anlamak gerekmektedir" deriz.
Bu Meselede Temel Prensip: Kadınla istişâre meselesini, istişâre adabı üzerine, âlimlerin sünnete dayanarak tesbit ettiği umumi prensipler muvacehesinde ele almak en doğru yoldur. Bu cümleden olarak, müşâvirin "liyâkat"ı üzerinde ısrarla, ittifakla durulmuştur. Öyle ise istişâre etme ihtiyacı duyulan mesele kadının ihtisas, bilgi ve tecrübesiyle alâkalı değilse elbette ona mürâcaat fayda değil, zarar getirebilir. Nitekim Münavi, "Kadınlara itaat pişmanlıktır" rivâyetini -zayıf
2918] 4/Nisâ, 20
2919] Bk. Bâkillânî, et-Temhîd s. 199
2920] Said İbn Mansur, Sünen II/186; Bâkillânî, a.g.e. s. 198; İbrahim Canan, Hz. Peygamber'in Sünnetinde Terbiye, s. 526-527
2921] İsâbe 4, 341
2922] Üsdü'l-Ğâbe, 7/233
2923] İbn Kesir (v. 774), el-Bâisu'l-Hasis, Beyrut, 1951, s. 183
2924] Said İbn Mansur, Sünen II/186; Bâkillânî, a.g.e. s. 198; İbrahim Canan, Hz. Peygamber'in Sünnetinde Terbiye, s. 526-527
İSTİŞÂRE / ŞÛRÂ / DANIŞMA
- 737 -
olduğuna dikkat çekmekle beraber- "erkeklere ait işlerde" diye kayıtlar. 2925
Liyâkat açısından erkek, kadından farklı değildir. Bilgi, görgü, ihtisas, tecrübe ve alâka gibi mürâcaatı meşru ve gerekli kılan bir vasfı taşımadıkça, sırf "erkek olduğu için" erkeğe mürâcaat hiçbir alim tarafından tavsiye edilmemiştir. Yukarıda kaydedilen misallerde, Hz. Şuayb'ın kızının, o meselede bilgi ve dirâyet sahibi olduğunu gösteren rivâyetleri müfessirler kaydederler. 2926
Şu halde liyâkatli olan herkes, kadın veya erkek, istişâreye layıktır. Olmayan da değildir, ölçü cinsiyet değil liyâkattır.
Haklı Cihet: Şûrâsı da bir gerçek ki, kadınlar, fıtrî durumları icabı, çoğunlukla, erkeklere nazaran daha hissî, daha acelecidirler. Binnetice, görüşlerinde objektivite ve hasbilik ihtimali daha zayıftır. Bu sebeple, onlarla istişâre mevzûunda daha bir ihtiyatlı hareket etmek gerekir. Nitekim, beşerin tarihî tecrübesi, kadınların nüfuz ve hâkimiyet kurduğu sarayların, çeşitli entrikalarla kaynayarak "devletleri ve saltanatları fesada götürdüğünü" tesbit etmiştir. 2927
Öyleyse, kadınlarla istişâreyi yasaklayan rivâyet, bu beşerî tecrübenin, hadis formuna dökülmüş, öfkeli ve mübalağalı bir ifadesi olabilir, mutlak bir hakikat değil. Hadis olduğuna hükmedenler de mefhumunu kayıtlayarak almaya mecburdurlar, ıtlakı üzere değil. Doğruyu Allah bilir. 2928
İstişârenin Önemi
Yaratılış itibarıyla (fizikî ve ruhî açıdan) birbirlerine bağımlı olan insanlar, cemiyet halinde yaşamak durumundadırlar. Hz. Âdem’den (a.s.) itibaren her cemiyette mutlaka bir otorite (iktidar) ve o otoriteye bağlı kitleler vardır. İnsanlığın ilerlemesini veya düşüşünü belirleyen faktörlerin başında; siyasî iktidarların, kendilerine itaat eden insanları yönlendirmeleri gelir. Bir misâl verelim: Tren; sürücüsünün istediği yönde hareket eder. Raylar döşenmiştir. Yolcular ona tâbidir. Eğer başka bir yöne gitmek istiyorlarsa ya treni, ya sürücüyü değiştirmek mecburiyetindedirler. Bu misalden de anlaşılacağı üzere insan medeniyetinin yönünü, siyasî iktidar ve kudret sahipleri belirler. Elbette bütün toplumlarda hem iktidar, hem muhalefet cephesi vardır. Ancak iktidar sahipleri; bütün kaynakları kontrol ettikleri için, insanların düşüncelerini ve davranışlarını bile şekillendirebilirler. Sosyal mücadele içerisinde insanların birbirleriyle müşâveresi ve ortak hareketleri daima gündemdedir. Dolayısıyla şûrâ veya müşâvere İslâmî birer kavram değil, sosyal mücadelelerde daima mürâcaat edilen bir usûldür. Sadece müslümanlar değil, kâfirler de birbirleriyle müşâvere etmek ihtiyacını hissederler. Bazı çevreler "Efendim!.. Şûrâ gibi bir İslâmî kavramı harcamayalım. Bizim şûrâ üyesi olacak ehliyetimiz yoktur" derken, meseleye vâkıf olmadıklarını ortaya koymaktadırlar. Şimdi önce "şûrâ nedir?" sualine cevap arayalım. Daha sonra Kur'ân-ı Kerîm'de kıssalar yoluyla verilen müşâvere örneklerini gözden geçirelim.
Arap lisanında işaret masdarı "ilâ" ile kullanıldığı zaman "el veya göz yahud da kaş ile imâ etmek" anlamına gelir. Aynı kelime "alâ" ile kullanıldığında ise
2925] Feyzu'l-Kadir 4, 262
2926] İbn Kesir 5/273
2927] Feyzu'l-Kadîr, 4/263
2928] İ. Canan, Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, c. 16, s. 158-166
- 738 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"emretmek ve re'y vermek" mânâsını ifade eder. Bu anlamda müşâvere işaret almak demektir. Müşâvere, şivar, meşveret, meşûrâ, meşvûra; aynı kökten türemiş kelimeler olup "danışıp işaret almak, rey almak ve bir mesele hakkındaki görüşünü sormak" mânâsınadır. Toplanıp meşveret eden cemaate şûrâ denilir. 2929
Meşûrâ kelimesi ise teknik istişâre mânâsınadır. Gelişi güzel herhangi bir kimsenin fikrine mürâcaat etmeyip bizzat istişâreye ehil olan kimseleri seçmek ve ihtisasa hürmet etmek önemlidir. Herhangi bir problemle karşılaşan kimse; o problemini çözecek eğitim düzeyine sahip ve tecrübeli şahıslara öncelik verir. Herhangi bir suç isnadıyla mahkemeye verilen kimse, o sahada mâhir bir avukat bulmaya gayret sarfeder. Meselesini onunla istişâre eder. İşte bu fiile meşûrâ (teknik istişâre) denilir. Herhangi bir hastalığa tutulan kimse için de aynı usûl geçerlidir. Mutlaka hastalığı konusunda ihtisas yapmış bir doktoru tercih eder. Sosyal mücadelelerde de durum farklı değildir. Allah Teâlâ (c.c.) ihtisas sahibi kimselerden faydalanmanın şeklini anlatmak üzere; Sebe Kraliçesi Belkıs'ın, çevresindeki ileri gelenlerle (mele topluluğu) nasıl müşâvere ettiğini haber vermiştir. Şimdi Kur'ân-ı Kerîm'den. bu olayı birlikte okuyalım: "(Süleyman, Hüdhüd kuşuna hitaben) Dedi ki; ‘Bakalım doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mı oldun? Şu mektubu götür, onu kendilerine bırak. Sonra onlardan ayrıl ve onların verecekleri cevabı bekle. (Sebe Kraliçesi) Dedi ki; ‘Ey Mele (ileri gelenler topluluğu), bana çok şerefli bir mektup bırakıldı. O muhakkak Süleyman'dandır ve şöyle (demekte)dir: Rahman ve rahim olanın (Allah'ın) adıyle.. Bana karşı baş kaldırmayın.
Allah'a teslimiyet göstererek bana gelin! (Kraliçe) şöyle devam etti: ‘Ey Mele!.. bana bu meselede akıl (rey) veriniz. Sizin şâhid olmadığınız hiçbir emirde (umumla ilgili meselelerde tek başıma) karar vermem. (Onlar-mele topluğu- düşünüp, şöyle) Dediler: ‘Biz güç ve kuvvet sahipleri, çetin savaş erbabıyız. Emir sana aittir. Bize ne emredeceksen emret! (Kraliçe) Dedi ki: ‘Şüphesiz ki hükümdarlar bir memlekete girdiklerinde orasını perişan ederler. Halkından şerefli olanları hor ve hakir kılarlar. Bunlar da böyle yapacaklardır. Ben onlara bir hediye göndereyim de, (elçiler) ne ile dönecekler bakayım. Bunun üzerine vaktâki (o gönderilen heyet) Süleyman'a geldi. (Süleyman) Dedi ki: ‘Siz bana mal ile mi yardım ediyorsunuz? İşte Allah'ın bana verdiği (ni'metler ki onlar) size verdiğinden daha çok hayırlıdır. Belki siz hediyenizle böbürlenirsiniz. Dön onlara!.. Andolsun önüne geçemeyecekleri ordularla gelir, onları hor ve hakir oldukları halde, oradan (memleketlerinden) çıkarırım. (Sonra Süleyman) Dedi ki: ‘Ey Mele!.. (İleri gelenler topluluğu) onun tahtını kendileri (Allah'a) teslimiyet göstererek gelmelerinden evvel, hanginiz bana getirir? Cinnilerden bir ifrit: ‘Sen makamından kalkmadan ben onu (tahtını) sana getiririm. Buna da muktedir ve eminim dedi. Nezdinde kitaptan bir ilim bulunan (zât, Asaf b. Berhiya): ‘Onu sana gözün kendine dönmeden (gözünü yumup açmadan) evvel getiririm. Vaktaki (Süleyman) tahtı yanında durur bir halde gördü: ‘Bu, dedi, Rabbimizin fazl-u lûtfûndandır. Şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim, beni imtihan ettiği içindir. Kim şükrederse kendi faidesinedir. Kim de nankörlük ederse, şüphe yok ki Rabbim (onun şükründen) tamamen müstağnidir. (Hem o) Hakkı ile kerem sahibidir." 2930
Dikkat edilirse Sebe Kraliçesi'nin çevresinde bir müşâvere heyeti (mele topluluğu) vardır. Güneşe secde eden bu topluluk, siyasî ve sosyal problemlerini "şûrâ
2929] Geniş bilgi için Bk. Dr. Âbidin Sönmez, Şûrâ ve Rasûlullah'ın Müşâveresi, İst. 1984, İnkılâb Yay., sh.17-19
2930] 27/Neml, 27-40
İSTİŞÂRE / ŞÛRÂ / DANIŞMA
- 739 -
yoluyla" çözme gayretindedirler. Âyette geçen "mele", toplumun seçkin ve mümtaz kesimini ifade içindir. Hz. Süleyman (as)'ın çevresinde de bir "müşâvere heyeti" vardır. Dolayısıyla herhangi bir toplumu ilgilendiren meselelerin müşâvere yoluyla çözülmesi faydalı bir usûldür. İman veya küfürle bir ilgisi yoktur. Nitekim Fir'avn'un; Hz. Mûsâ’ya (a.s.) karşı mücadele verirken, çevresindekilerle sık sık müşâvere ettiği sabittir. Fir'avn'un çevresindeki ileri gelenler (mele topluluğu), Hz. Mûsâ’nın (a.s.) öldürülmesini, değişik sosyal sebeplerle kabul etmezler. Fir'avn onları ikna etmek için şunları söyler: "Fir'avn: ‘Bırakın beni (izin verin), dedi, Mûsâ'yı öldüreyim. (Varsın o) Rabbine yalvarsın. Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden yahut yeryüzünde fesad çıkaracağından korkuyorum." 2931
Câhiliyye döneminde mekke müşrikleri, karşılaştıkları bütün problemleri, müşâvere yoluyla çözüyorlardı. Dar'un Nedve'de şûrâ meclisini yöneten şahıs Yezid b. Zema b. Esved idi. Kureyş'in yönetiminde ona verilen görev, şûrâyı faal hale getirmektir. Nitekim Allame Zemahşerî, "İş husûsunda onlarla müşâvere et"2932 meâlindeki âyeti tefsir ederken, bu hususa geniş yer vermiştir. Kelime-i şehadet getirerek "tevhid mücadelesine" katılan Kureyş'lilerin, daha önceden müşâvere usûlünü bildikleri üzerinde özellikle durmuştur. 2933
Şurası muhakkaktır ki; gerek aileyi, gerek toplumu ilgilendiren konularda müşâvere etmek nassla sabittir. İslâm dini, müşâverenin alanını tayin ve tesbit etmiştir. Kur'ân-ı Kerim'de: "Anneler çocuklarını tam iki yıl emzirirler. (Bu) emmeyi tam yaptırmak isteyenler içindir. O (annelerin) ma'ruf şekilde yiyeceği ve giyeceği (nafakası), çocuk kendisinden olan babaya aittir. Kimse güç yetiremeyeceği bir şeyle mükellef tutulamaz. Ne bir anne çocuğu yüzünden, ne de çocuğun babası, o çocuğu sebebiyle zarara sokulmasın. Mirasçıya düşen de bunun gibisidir. Eğer (anne ve baba) aralarında anlaşarak ve müşâvere ederek, çocuğu memeden kesmeyi arzu ederlerse, ikisine de günah yoktur."2934 hükmü beyan buyrulmuştur. Müfessirler bu âyetin, talak âyetinden sonra gelmesini dikkate alarak, meseleyi izah etmişlerdir. Boşanan erkek ve kadının; çocuklarıyla ilgili hususlarda müşâvere etmeleri ve birbirlerini zarara sokmamaları esastır. Fahrüddin-i Râzi, bu âyetin tefsirinde; "Bu en doğru olan görüştür. Buna göre, bu sınırlamadan (tam iki yıldan) maksat, karı-koca emzirme müddetinde anlaşmazlığa düştüklerinde, onların bu anlaşmazlıklarını sona erdirmektir (...) Buna göre şâyet baba, iki yıl dolmadan çocuğunu sütten kesmeyi ister, annesi de razı olmazsa, babanın isteğine itibar edilmez. Aksi durumda da böyledir. Ancak müşâvere eder ve anlaşırlârsa, mesele yoktur" demiştir. Dikkat edilirse; aile içerisindeki bir meselede, tarafların müşâvere etmeleri teşvik edilmiştir.
Bilindiği gibi; Kur'ân-ı Kerîm'deki sûrelerden birisinin ismi, Şûrâ sûresi'dir. Mü'minler arasındaki velâyetin tabiî sonucu olarak müşâvere daima gündemde kalmıştır. Hatta işlerini müşâvere yoluyla çözmek, mü'minlerın vasfı olarak zikredilmiştir. Nitekim bir âyet-i kerimede: "Size verilen şey, hep bu dünya hayatının geçici birer faidesidir. Allah'ın katında olan ise daha hayırlıdr, daha süreklidir. (Bunlar) iman edip de, ancak Allah'a güvenip dayanmakta, büyük günahlardan ve fâhiş kötülüklerden kaçınmakta, öfkelendikleri zaman derhal (kusurları) örtmekte olanlara, Rabblerinin (tevhide ve ibâdete dair) dâvetine icabet edenlere, namazlarını dosdoğru kılanlara; ki bunların işleri
2931] 40/Mü'min, 26
2932] Âl-i İmrân sûresi:l59
2933] Geniş bilgi için Bk. Dr. Âbidin Sönmez, a.g.e., sh. 26
2934] 2/Bakara, 233
- 740 -
KUR’AN KAVRAMLARI
aralarında müşâvere iledir, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden (İslâm için) harcamakta bulunanlara, kendilerine tegallüp ve zulüm vâki olduğu zaman, hep birlikte mazlûma yardım edenlere mahsustur."2935 hükmü beyan buyrulmuştur. Müfessirlerin cumhuru, bu âyet-i kerimenin Mekke'de inzal buyrulduğunu belirtmişlerdir. Dolayısıyla İslâmî bir devletin; henüz gündemde olmadığı bir zaman, ki bunların işleri aralarında müşâvere iledir denilerek, mü'minler övülmüştür. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz (s.a.s.): "Bilin ki Allah ve Rasûlü müşâvereden muhakkak mustağnîdirler. Fakat Allahû Teâlâ müşâvereyi benim ümmetime bir rahmet kıldı. Mü'minlerden her kim istişâre ederse doğrudan mahrum olmaz. Her kim müşâvereyi terkederse hatadan kurtulamaz."2936 buyurmuştur.
Şurası unutulmamalıdır ki; mü'minler birbirinin velileridir ve meselerini istişâre ederler. Gerek devlet, gerek cemaat planında; mü'minlerin işlerini üzerine alan kimse (emîr), kaba ve katı yürekli olmamak durumundadır. Ayrıca müşâvere usûlüne riâyet etmek mecburiyetindedir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de Resûl-i Ekrem’e (s.a.s.) hitaben "(O vakit) Sen Allah'tan bir esirgeme sayesindedir ki, onlara mülâyemetle (yumuşak, merhametli) davrandın. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın, onlar etrafından dağılıp gitmişlerdi bile!.. Artık onları bağışla (Allah'dan da) günahlarının affolmasını iste. İş husûsunda onlarla istişâre et!.. Bir kere de azmettin mi, artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah kendine güvenip, dayananları sever."2937 hükmü beyan buyrulmuştur.
Dikkat edilirse; Resûl-i Ekrem’e (s.a.s.) iş husûsunda onlarla istişâre etmesi emir sigasıyla bildirilmiştir. Tefsir-i Taberi'de: "Buradaki istişâreden maksadı Resûl-i Ekrem’in sahabesinin reyine kıymet verdiğinin anlaşılması ve İslâmî mücadelede onlardan yardım istediğinin bilinmesidir" hükmü yer almaktadır. İbn-i Murdeveyh'in Hz. Ali’den (r.a.) rivâyet ettiğine göre; Peygamberimiz’e bu âyette geçen azm'in mânâsı sorulmuş, bunun üzerine şu şekilde izah etmiştir: Azm'den maksad; rey sahipleriyle istişâre etmek ve onların görüşlerine uymaktır."2938 Dolayısıyla "Müşâvere heyetinin vardığı sonuç, mü'minlerin emirini bağlayıcıdır" diyen fûkaha, bu hadise dayanmıştır. İmam-ı Kurtubî; istişâre husûsundaki nassları izah ettikten sonra; "istişâreyi terkederek zorbalığa meyleden imamın azledilmesi gerektiğini" beyan etmektedir. Müftâbih (tercih edilen ve kendisiyle fetvâ verilen) kavil budur.2939
Mü'minler herhangi bir mesele ile karşılaştıkları zaman; önce o mesele ile ilgili kat'i nass bulunup bulunmadığını araştırmak mecburiyetindedirler. Eğer kat'i nass mevcut ise, işittik ve itaat ettik demeleri farzdır. Eğer kat'i nass mevcut değil ise, ilim ve takva sahibi kardeşleriyle müşâvere etmeleri gerekir. Zira Hz. Said b. Müseyyeb’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre; Hz. Ali’nin (r.a,) "Kat'i nass bulunmayan meselelerde nasıl hareket edeceklerine" dair suali üzerine Resûl-i Ekrem’in: "Mü'minlerden ilim ve takva sahibi olanları toplayıp istişâre ediniz. Bir kişinin reyine göre hükmetmeyiniz."2940 buyurduğu bilinmektedir. Dolayı2935]
42/Şûrâ, 36-39
2936] Şihâdübdin Ebû's-Senâ Mahmud b. Abdullah el Alûsi, Rûhu'l-Meâni fi Tefsiri'l-Kur'ân, Kahire 1301, c. I, sh. 706
2937] 3/Âl-i İmrân, 159
2938] İbn Kesir, Tefsirû'l-Kur'ân'il-Azim, Beyrut 1969, I/420
2939] Imam Kurtubî, el-Camü li Ahkâmi'I-Kur'ân, Kahire 1967, IV/249 vd
2940] İbn-i Abdi'I-Berr, Câmiû'I-Beyani'l-İlm, Kahire 1349, II/59; Ayrıca el-Alûsî, a.g.e., VII/530;
İSTİŞÂRE / ŞÛRÂ / DANIŞMA
- 741 -
sıyla hakkında kesin nass bulunmayan meselelerde; ilim, ihtisas ve takva sahibi mü'minlerle mütavere etmek ve şûrâ yoluyla meseleleri çözmek bir vecibedir. (5)
İstihâre; İstişâreden Sonra Yapılması Gereken Duâ
İstihâre: Hayır dileme, yapmak istediği bir şeyin kendisi hakkında hayırlı olup olmadığını anlamak için iki rekât namaz kılıp duâ etmek.
Bir iş yapılmak istenildiğinde istihâre yapmak menduptur. Hz. Peygamber, ashâb-ı kirâma önemli işlerinde istihâreye başvurmalarını telkin buyurdu. Câbir (r.a)'den şöyle dediği nakledilmiştir: "Rasûlullah (s.a.s) bütün işlerinde, Kur'an'dan sûre öğretir gibi istihâreyi de öğreterek şöyle derdi: "Sizden biriniz bir işe niyetlendiği zaman farzın dışında iki rekât namaz kılsın ve şöyle desin:
"Allahümme innî estehîruke bi ilmike ve estakdiruke bi kudretike ve es'elüke min fadlike'l-azîm. Fe inneke takdiru ve lâ akdiru ve ta'lemu ve lâ a'lemu ve ente allâmu'l ğuyûb. Allâhümme in künte ta'lemu enne hâze'l-emre hayrun lî fî dînî ve meâşî ve âkıbeti emrî (ev kale:) âcili emrî ve âcilihî. Fekdurhu lî ve yessirhu lî summe bârik lî fîhi. Ve in künte ta'lemu enne hâze'l-emre şerrun lî fî dînî ve meâşî ve âkıbeti emrî (ev kale:) âcili emrî ve âcilihî f'asrifhu annî va'srifnî anhu ve'kdur lî el-hayra haysü kâne. Sümme raddınî bihî"2941
İstihâre duâsının anlamı: "Allah'ım yapmayı düşündüğüm su işin işlenmesinden yahut terkinden hangisinin hayırlı olduğunu bana ilminle kolaylaştır. Kudretinle senden güç istiyorum. Senin büyük fazlından ihsan buyurmanı dilerim. Şüphesiz senin her şeye gücün yeter; benim gücüm yetmez. Sen bilirsin, ben bilemem. Sen şeyi çok iyi bilensin, Allah'ım. Eğer bu işi dinim, yaşayışım ve işimin sonucu veya dünya veya âhiretimin sonucu bakımından benim için hayırlı olduğunu bilirsen o işi bana takdir et, kolaylaştır ve onu bana mübarek kıl. Eğer bu işi; dinim, yaşayışım ve işimin sonucu veya dünya veya âhiretimin sonucu bakımından benim için şer olarak bilirsen, onu benden, beni de ondan uzak eyle. Nerede olursa olsun benim için hayır olanı takdir et. Sonra da beni bu hayırla hoşnut buyur"
Sa'd b. Ebi Vakkas'tan, Rasûlullah (s.a.s.)'in şöyle buyurduğu rivâyet edilir: "Âdemoğlunun Allah'tan hayır dilemesi (istihâresi) saâdetindendir. Allah'ın hükmüne râzı olması da saâdetindendir. Allah'tan hayır istemeyi terketmesi ise onun bedbaht Sîret Ansiklopedisi, İst. 1988, İnkılâb Yay., I/384
2941] Buhârî, Teheccüd 25, Deavât 49, Tevhid 10; Tirmizî, Vitr 18; İbn Mâce, Akâme 188; Ahmed bin Hanbel, III/344
- 742 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olmasındandır. Allah'ın hükmüne râzı olmaması da, Âdemoğlunun bedbahtlığındandır."2942
İstihâreden önce veya sonra, gerekli istişâreler yapılır ve o iş hakkında karar verilir Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyrulur: "İş konusunda onlarla istişâre yap. İstişâreden sonra o işi yapmaya tam olarak karar verince, artık Allah'a dayan ve güven"2943 İstihâre hadisi İbn Mes'ud, Ebû Eyyûb el-Ensârî, Ebû Bekir, Ebû Saîd, el-Hudrî, Sa'd b. Ebî Vakkas, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Ebû Hureyre ve Enes b. Mâlik gibi büyük sahâbîlerden nakledilmiş, bu rivâyetleri senetleriyle birlikte, Buhârî, şârihi Aynî, "Umdetu'l-Kâri" adlı şerhinde tek tek zikredilmiştir. Rivâyetler arasında bazı metin farklılıkları vardır.
Enes b. Mâlik'ten gelen rivâyet istihâreyi teşvik eder. Bu hadîs şöyledir: "İstihâre yapan kimse hüsrâna uğramaz, istihâre eden pişman olmaz, iktisatlı davranan kimse de muhtaç duruma düşmez."2944
İstihâre namazında nelerin okunacağı hadisle sâbit değilse de, birinci rekâtta Fâtiha'dan sonra Kâfirun, ikinci rekâtta ise, İhlâs sûrelerinin okunması güzel görülmüştür. Nevevî bunu müstehap görür. İmam Gazzalî de bu sûrelerin okunması gereğinden İhyâ'da söz etmiştir. İbn Ömer'in şöyle dediği nakledilmiştir: "Rasûlullah (s.a.s.)'i bir ay süreyle izledim, sabah namazının sünnetinde, Kâfirun ve İhlâs sûrelerini okurlardı. Gazzâlî'nin bu gibi hadislerden mülhem olarak, istihâre namazında da benzer kıraati uyun gördüğü söylenebilir.
İstihâre namazından sonra, istihâre duâsı okunur ve istenilen şeye niyet edilerek, Kıbleye dönülmek suretiyle yatılır. Böylece istihâreye üç veya yedi geceye kadar devam edilebilir. Çünkü Hz. Peygamber'in bazı duâları üç defa tekrar ettiği, hatta Enes bin Malik'e istihâreyi yediye kadar tekrar etmeyi telkin buyurduğu nakledilir.2945
İstihâre, iyiliği veya kötülüğü kestirilemeyen bir iş hakkında sözkonusu olur. Hayırlı ve sevaplı olduğu kesin olarak bilinen bir konuda istihâreye gerek kalmaz. İstihâre namazı, kerâhat vakitleri dışında her zaman kılınabilir. Çünkü hadiste vakit belirtilmemiştir. (6)
Sözlükte “hayırlı olanı isteme” anlamına gelen istihâre, terim olarak “bir iş veya davranışta Allah katında hayırlı olanı, kılınan nâfile bir namaz ve duâ ile talep etme” mânâsında kullanılır. “Hayr” kelimesi ve çeşitli türevleri Kur’an’da 196 yerde geçmekle birlikte aynı kökten türeyen “istihâre” yer almaz. Ancak, insanın şer zannettiği bir şeyin hayır olabileceğini2946, bir şey hayırlı olduğu halde ondan hoşlanmayabileceğini, şer olduğu halde onu sevebileceğini2947, Allah’ın her türlü noksanlıktan münezzeh olup dilediğini yaratarak seçtiğini2948, her türlü hayrın O’nun elinde bulunduğunu, her şeye gücünün yettiğini2949, bir işe girişirken başkalarına danışmak (istişâre etmek) ve karar verince de Allah’a güvenip
2942] Ahmed bin Hanbel, I/167; Tirmizî, Kader 15
2943] 3/Al-i İmrân, 159
2944] S. Buhârî, Tecrîd-i Sarih Tercümesi, Ankara 1985, IV/135
2945] Tecrid-i Sarih Tercümesi, IV/142, 143
2946] 24/Nûr, 11
2947] 2/Bakara, 216
2948] 28/Kasas, 68
2949] 3/Âl-i İmrân, 26
İSTİŞÂRE / ŞÛRÂ / DANIŞMA
- 743 -
dayanmak gerektiğini, böyle yapanlara Allah’ın yeteceğini2950 ifâde eden âyetler İslâm’da istihârenin dayandığı temel çerçeveyi oluşturur. Âlimlerin sünnet veya müstehap saydıkları istihârenin meşrûiyeti Câbir bin Abdullah’tan rivâyet edilen şu hadise dayandırılmaktadır: “Rasûlullah, Kur’an’dan bir sûre öğretir gibi işlerimizin tamamında bize istihâreyi öğretiyor ve şöyle diyordu: “Biriniz bir şey yapmaya niyet edince farz dışında iki rekât namaz kılsın ve arkasından şu duâyı yapsın...” Hz. Peygamber sözüne devamla, “istihâreyi yapan kişi bu sırada işini de söylesin” dedi.2951
İstihâre duâsının, bu niyetle kılınacak iki rekât nâfile namazdan sonra okunmasının en uygun usûl olacağı konusunda dört mezhep görüş birliği içindedir. Mâlikî ve Şâfiî mezheplerine göre herhangi bir namazdan sonra da sözkonusu duânın okunması câizdir. Hanbelîler’in dışında kalan üç mezhebe göre istihâre namazını kılmak mümkün değilse, sadece duâ ile yetinilebilir. İstihâre namazı kerâhet vakitleri hâriç her zaman kılınabilir. Bütün mezheplere göre istihâre namazının en fazîletlisi, iki rekât olarak kılınanıdır.
İstihâre duâsının, namazdan hemen sonra ve kıbleye dönülerek okunması, ellerin kaldırılması ve duâ âdâbına riâyet edilmesi, duânın kabul olma ihtimalini arttıran güzel davranışlar olarak telakki edilmiştir. Kişinin olumlu veya olumsuz bir karara varamaması halinde Hanefî, Mâlikî ve Şâfiî âlimleri, Enes bin Mâlik’ten gelen bir rivâyete dayanarak.2952 istihârenin yediye kadar tekrarlanabileceğini söylemişlerdir. Şâfiî ve Mâlikî âlimleri, Hz. Peygamber’in bir rahatsızlık sebebiyle başkasını “okuyarak” tedâviye izin vermesi ve bu vesîleyle söylediği, “Kardeşine faydalı olmaya gücü yeten bunu yapsın.”2953 sözünden hareketle; başkası adına istihâre yapmanın câiz olduğunu ileri sürerken Mâlikî fakîhi Hattâb bu uygulamanın bir dayanağını bulamadığını belirtmiştir.
İstihâre, kişinin gerekli bütün çabayı sarfedip araştırma ve istişârelerini tamamladıktan sonra hakkında hayırlısını takdir etmesi için Allah’a duâ etme, kulluk şuurunu canlı tutma ve ortaya çıkacak sonuca rızâ göstererek ruh sağlığını koruma gibi çok amaçlı metafizik bir olaydır. Bu sebeple de iyi veya kötü olduğu açık şekilde bilinen bir şeyi yapıp yapmama konusunda değil, gerek dünyevî gerek uhrevî bakımdan kişi hakkında hayırlı olup olmayacağı kestirilemeyen işlerde sözkonusu olabilir. Dinen iyi ve hayırlı olduğu bilinen işlerin zamanı, şekli vb. hususunda da istihâre yapılabilir. İnsan, geleceği bilemediğinden bir şeyi ilk bakışta iyi zannetse de onun sonucundan emin olamaz. Bu sebeple bir iş yapacağı ve ileriye yönelik önemli bir karar vereceği zaman istihâre yoluyla her şeyi bilen Allah’ın kılavuzluğuna ve yönlendirmesine başvurması, O’ndan yardım istemesi, kişinin davranışlarındaki sorumluluğunu kaldırmamakla birlikte, onda bir güven hissi doğuracağı ve takdire rızâ göstermesini sağlayacağından önem taşımaktadır. Dolayısıyla istihârenin dinî öğretideki kader, tevekkül ve sabır anlayışıyla yakın ilgisi bulunur.
Hz. Peygamber’in tavsiyesi doğrultusunda istihâre eskiden beri İslâm dünyasında âdet olmuş ve önemli önemsiz birçok hususta günlük hayatın bir parçası haline gelmiştir. Kumandanlar sefere çıkmadan, sultanlar veliahtlarını
2950] 3/Âl-i İmrân, 159; 65/Talâk, 3
2951] Ahmed bin Hanbel, Müsned III/, 344; Buhârî, Deavât 49, Tevhid 10; İbn Mâce, İkame 188
2952] Münâvî, I/450
2953] Ahmed bin Hanbel, III/302, 334, 382, 393; Müslim, Selâm, 61-63
- 744 -
KUR’AN KAVRAMLARI
belirlemeden önce istihâre yapar ve bunun sonucuna genellikle uyarlardı. Evlilik öncesinde ve çocukların isimlerinin konması esnâsında da istihâre yapmak âdet olmuştur. Ayrıca birtakım tartışmalı dinî meselelerde fetvâ verirken bazı âlimler ulaştıkları sonucu istihâreyle destekleme yoluna gitmişlerdir.2954 (7)
İstihârenin Yozlaştırılıp Rüya Falına Dönüştürülmesi
İstihâre; aslında, Allah’tan hayır istemek, hayır duâsı demektir. İstişâre edilerek yapmaya karar verilen meşrû ve mubah bir eylemle ilgili olarak azmedip karar verdikten sonra, o işin sonucunun bilinmediği için, eğer hayırlı ise Allah tarafından kolaylaştırılıp nasip edilmesini, değilse zorlaştırılıp nasip edilmemesini istemek için duâdır. Klâsik uygulama şekli ise, bir çeşit rüya falıdır. Bir işin iyi ya da kötü sonucunu, önceden rüyada kestirme şeklinde kullanılarak sünnette olan bu duâ, dejenere edilmiş ve tahrife uğramıştır. Aslında rüya, bilgi kaynağı değildir; rüya ile amel edilmez. Rüyaların çoğu şeytânîdir veya arzuların simgeleşmiş şekli rüya halinde ortaya çıkar. Dolayısıyla istihâreye yatmak ve görülen rüya ile amel etmek, gayrı meşrû ve akıl dışı bir hurâfedir.
İnsanların, yapmak istedikleri bir işin kendileri hakkında iyi veya kötü sonuçlar doğuracağını anlamak için fal vb. uygulamalara çok eskiden beri başvurdukları bilinmektedir. Nitekim câhiliyye Arapları bir işe başlamadan önce, üzerine “evet” veya “hayır” yazılı “ezlâm” denilen fal oklarıyla karar verirlerdi. Kur’ân-ı Kerim “şeytan işi” olarak nitelendirdiği bu uygulamayı yasaklamış2955 peygamberler dâhil hiç kimsenin gaybı ve dolayısıyla bir işin kendisi için hayırlı olup olmadığını bilemeyeceğini, Allah’ın dilemesi dışında kendisine fayda ve zarar verecek bir güce sahip bulunamayacağını bildirmiştir.2956
Enes bin Mâlik’ten nakledilen istihâre hadisinin devamında Rasûl-i Ekrem, “Sonra kalbine ilk doğan duyguya/düşünceye bak, ona uygun davranman hayırlı olur” demiştir.2957 Buna göre istihârenin sonucunda insanın içine farahlık, genişlik ve iç huzuru gelirse o işi yapması; sıkıntı, huzursuzluk ve darlık hali doğarsa yapmaması daha hayırlı görülmüştür.
İbnü’l-Hâc el-Abderî, hadislerde ifâde edildiği şekliyle meşrû istihârenin bundan ibâret olduğunu, ayrıca bir işâret almak amacıyla kişinin veya bir başkasının onun adına rüya görmek üzere uyumasının, gün ve kişi adlarından uğur çıkarma gibi davranışlara başvurmasının bid’at olduğunu belirtir.2958 İbnü’l-Hâc ayrıca, istihâre ile birlikte istişâre etmesinin de sünnete uygun bulunduğunu söyleyerek kişinin her ikisini de ihmal etmemesi gerektiğini kaydeder.2959 Bazı kaynaklarda rüyada beyaz veya yeşil görülmesinin o işin hayırlı olduğuna, siyah veya kırmızı görülmesinin şer olduğuna delâlet ettiğine dair nakledilen görüşler2960 şahsî tecrübelere dayanmakta, dolayısıyla dinî bir mâhiyeti bulunmamaktadır.2961
2954] meselâ bk. İbnü’s-Salâh, Fetâvâ ve Mesâilü İbni’s-Salâh, I/293, 396; II/434, 484, 485, 507
2955] 5/Mâide, 3, 90
2956] 7/A’râf, 188
2957] Münâvî, I/450
2958] el-Medhal, IV/37-38
2959] a.g.e., IV/40
2960] İbn Âbidîn, II/27
2961] Semîr Karanî Muhammed Rızk, s. 42-43
İSTİŞÂRE / ŞÛRÂ / DANIŞMA
- 745 -
Zâlim yöneticileri halkın gözünde temize çıkarmak için onların istihâreye çok önem verdiği hakkında şâyialar yayılır, dolayısıyla halkın şer zannettiği nice yanlış uygulamanın aslında hayır olduğu, halk anlamasa da yöneticilerin bir bildiklerinin ve dayandıkları gerekçenin olduğu belirtilir. Böylece halkın zâlim yöneticilere tepki duyması önlenmeye çalışılır. Şâir Accâc, Haccâc’ı överken; onun istihâre etmeden hiçbir iş yapmadığını söyler.2962 Abdullah ibn Tâhir, Irak’a vali tayin edildiği zaman babası ona, idârî kararlarını verirken istihâre etmesini tavsiye etmiştir.2963 Ancak, yöneticilerin, tüm işlerini istihâre ile yaptıkları hakkındaki rivâyetlerin çoğu uydurmadır.
İstihâre Namazı
İstihâre, "hayır" veya "hıyare" aslından gelir. Hayır taleb etmek demektir. Daha doğrusu, iki şeyden birine muhtaç olana onların hayırlısını taleb etmek mânâsına gelir. Rasûlullah (s.a.s.), bir iş yapmaya karar verenlere istiharede bulunmayı tavsiye etmiştir. Bu muayyen âdâba uyarak rüyada o işin hayırlı olup olmayacağı husûsunda Allah'tan bir işaret taleb etmek ve bu işarete göre hareket etmektir.
İstihârede bulunmaya teşvik eden, ehemmiyetini haber veren birçok hadis vârid olmuştur. Bazıları zayıf ise de başta Buharî olmak üzere pek çok muteber hadis kitaplarında yer alacak sıhhatte olanları da mevcuttur. Bazıları şöyledir: Allah'a istihâre, kişinin saadet vesilelerinden biridir." "İstihâre eden zarara düşmez." Rasûlullah bir iş yapacağı zaman şöyle dua ederdi: "Allahım, bana hayır ver ve benim için hayırlı olanı seç." 2964
Hz. Câbir (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) bize, Kur'an'dan bir sûre öğrettiği gibi her işte istiharede bulunmamızı öğretirdi. Derdi ki: "Biriniz bir işi yapmaya arzu duyduğu zaman, farzlar dışında iki rek'at namaz kılsın, sonra şu duayı okusun: "Allahım, senden hayır taleb ediyorum, zira sen bilirsin. Senden hayrı yapmaya kudret taleb ediyorum, zira sen vermeye kadirsin, Rabbim yüce fazlını da taleb ediyorum. Sen her şeye kadirsin, ben âcizim. Sen bilirsin, ben câhilim. Sen gaybları bilirsin. Allahım, eğer biliyorsan ki bu işi bana dinim, hayatım ve sonum için -veya hal-i hazırda ve ileride demişti- hayırlıdır, bunu bana takdir et ve yapmamı kolay kıl. Sonra da onu hakkımda mübarek kıl. Eğer bu işin, bana dinim, hayatım ve âkıbetim için -veya hal-i hazırda ve ileride dedi- zararlıdır; onu benden çevir, beni de ondan çevir. Hayır ne ise bana onu takdir et, sonra da bana onu sevdir!"
Hz. Câbir dedi ki: "Bu duadan sonra yapacağı işi zikrederdi."2965
Açıklama: Bu hadis, Rasûlullah’ın (s.a.s.) istihâreye günlük hayatta ne kadar fazla yer verdiğini ifade etmektedir. Öyle ki Kur'an'dan sure öğrettiği ciddiyette istihâre öğretmekte, "her işte" yani büyük-küçük, basit-mühim, yolculuk, evlenmek, ticâret vs. gibi her çeşit işte başvurulmasını tavsiye etmektedir.
Burada Kur'an öğretimi ile istihâre öğretimi arasında bir benzetme mevzûu
2962] Divan, rakam 12, 83; Arâcîzu’l-Arab, s. 120
2963] Tayfûr, Kitâbu Bağdâd, s. 49
2964] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/398
2965] Buhârî, Da'avât: 48; Teheccüd: 25, Tevhîd: 10; Ebû Dâvud, Salât: 366, (1538); Tirmizî, Salât: 394, (480); Nesâî, Nikâh: 27, (6, 80, 81); İbnu Mâce, İkâmet: 188, (1383); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/399
- 746 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bahistir. Bu iki öğretim arasındaki benzerliğin mahiyeti -teknik tâbiriyle vechü't teşbih- nedir? Yeterince açık değildir. Her ne kadar "ciddiyet" diye kısmen kayıtlamış -isek de bu, hadisin ilk nazarda anlaşılması içindir. Hadîsin aslında bu kayıt yoktur. Âlimler, bu hususta muhtelif tahminlerde bulunmuşlardır. Şöyle ki;
Bazıları: "Bütün işlerde istihâreye olan umumî ihtiyaçtır, tıpkı namazda Kur'an'a olan umumî ihtiyaç gibi..." demiştir.
Bazıları der ki: "Burada murad, teşehhüdle ilgili olarak İbnu Mes'ud hadisinde vâki olan alış tarzıdır: Rasûlullah (s.a.s.), elim ellerinin arasında olduğu halde bana teşehhüdü öğretti veya Tahâvî'nin rivâyetinde: "Teşehhüdü Rasûlullah'ın ağzından kelime kelime alırım" veya Teberânî'nin rivâyetinde: "...harf harf aldım" denir.
İbn Ebî Cemre: "Aradaki benzetme, istihâne duasının harf ve kelimelerinin yerli yerinde ezberlenmesi, ondan ziyade ve noksanın uzak tutulması, onun öğrenilmesi ve ona devam edilmesidir" der.
"Bu, ona gösterilecek ihtimam, bereketinin tahakkuku ve onun için izhar edilecek ihtiramdır" diyen de olmuştur.
"Her ikisinin de vahiy yoluyla bilinmiş olmaları cihetinden, aralarındaki benzerlik mevzûbahis olabilir" de denmiştir.
İbn Ebî Cemre'nin de belirttiği üzere "her iş" tâbirinden mübah olan işleri anlayacağız. Çünkü farz, vacib, haram ve mekruh işler için "yapayım mı, yapmıyayım mı?" diye bir tereddüte, istihareye gerek yoktur. Mü'min farz ve vacibleri yapmakla mükellef olduğu gibi, haram ve mekruhlardan da kaçmakla mükelleftir. Dahası, müstehab olan, Rasûlullah'ın sünnetinde mevcut olan bir fiilin yapılması için de istihâreye başvurulmaz, İslâmî edebe aykırıdır. İstihâre, mübah işlerde olur. Bir de müstehab işlerden ikisi teâruz edecek olursa veya iş müstehab olmakla beraber yapılması muhayyerse birini tercih için veya yapmaya karar vermek, başlama zamanını tesbit için istihâre gerekli olabilir. Sözgelimi umreye gitmek isteyen kimse bu yıl mı gitsin gelecek yıl mı? Şu ayda mı bu ayda mı? gibi...
3- Burada kaydı gereken bir husûs, hadiste geçen "biriniz... arzu ettiği zaman" ibaresiyle ilgilidir. Tercümede arzu etmek olarak çevirdiğimiz yapılacak iş husûsunda akla düşen ilk arzudur. Bu arzunun yapılmasına kadar zihinde geçen birkısım ruhî-aklî safhalar, mertebeler vardır: İbnu Hacer bunları şöyle sıralar: Önce himmet gelir, bunu lümme, bunu da hatre tâkib eder. Sonra niyet, sonra irâde, sonra da, azimet gelir. Bunlardan ilk üç safhaya sorumluluk olmaz, ama son üçe (niyet, irade ve azimet) sorumluluk terettüp eder.
4- Hadiste ".. . zira sen bilirsin" diye tercüme ettiğimiz tabirini, "ilmin sebebiyle" diye de anlamanın mümkün olduğu belirtilmiştir. Bu takdirde mâna şöyle olur: "Allahım, senden iki işten hayırlısına gönlümü açmanı taleb ediyorum; zira sen, büyük-küçük bütün işlerin mâhiyetini, ne olduğunu, ne olacağını bilirsin, işlerin en hayırlısını senden başka kimse bilemez."
5- Bazı âlimler, istihare namazını akşam ve sabahın sünnetleriyle kıyaslıyarak, birinci rek'atte Kâfirûn, ikinci rek'atte de İhlâs sûresinin okunmasını uygun görürler. Namazın sonunda da sadedinde olduğumuz hadiste geçen dua okunur. Şunu da kaydedelim ki, Nevevî gibi birkısım âlimler, istihare namazında Kâfirun
İSTİŞÂRE / ŞÛRÂ / DANIŞMA
- 747 -
ve İhlâs surelerinin okunmasına "müstahab" derken, el-Irâkî: "Bu meseleye temas eden hadislerin hiçbirinde istihare namazında hangi surelerin okunacağına dair bir kayda rastlamadım" demiştir.
Sonra abdestli olarak kıbleye yönelerek yatar. Rüyada beyaz veya yeşil görmesi, niyetindeki şeyi yapmasının hayırlı olacağına; siyah veya kırmızı görmesi de hayır değil şer getireceğine delâlet eder.
Yapılacak iş husûsunda taleb edilen işâreti alamayan kimsenin, aynı iş için istihâre namazını yedi kere tekrar etmesi gerektiğini İbnu's-Sünnî'nin Hz. Enes'ten kaydettiği merfû' bir rivâyet göstermektedir: “Bir iş için istihâre edince yedi kere tekrarla. Sonra kalbine ilk gelen hususa dikkat et, zira hayır ondadır.” Bu hadis rivâyetinin zayıf olduğu belirtilmiştir.
6- "Farzlar dışında" tabiri, farz namazların arkasından istihâre duası'nın okunmasıyla, istihâre sünnetinin yerine gelmeyeceğini gösterir. Bu iki rek'at namaz müstakillen kılınmalıdır. 2966
“İnsanlar üç çeşittir: Tam adam, yarım adam ve hiçbir şeye yaramayan adam. Aklı ve görüşü olup bunlara göre hareket etmekle beraber, istişâre de eden kimse, tam adamdır. Sadece kendi aklı ve görüşü ile hareket edip istişâre etmeyen, yarım adamdır. Aklı ve görüşü olmadığı halde, istişâre de etmeyen, hiçbir şeye yaramayan değersiz adamdır.”2967
2966] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/399-401
2967] Katâde
- 748 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Şûrâ ve Rasûlullah’ın Müşâveresi, Âbidin Sönmez, İnkılâb Y.
2. İstişâre, Ümit Şimşek, Nesil Basım Yayın
3. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 230-232
4. Kur'an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. c. 10, s. 517-523
5. Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, İbrahim Canan, Akçağ Yayınları: c. 16, s. 124-166
6. Kur'an'ın Temel Kavramları, s. 552-555
7. Kur'an'da Siyasi Kavramlar, Vecdi Akyüz, Kitabevi Y. s. 95-97
8. Elmalılı Tefsirinde Kur'ânî Terimler ve Deyimler, M. Yaşar Soyalan, Ağaç Y. s. 241-242
9. Kelimeler Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu, İnkılâb Y. s. 306-312
10. İstihâre:
11. T. D.V. İslâm Ansiklopedisi, T. Diyanet Vakfı Y. c. 23, s.
12. Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 215
13. Kur'an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. c. 10, s. 509-512

 
Okunma 950 kez
Bu kategorideki diğerleri: « İSTİKBÂR - MÜSTEKBİR İSYAN - İTAAT »