Cumartesi, 06 Şubat 2021 18:21

İNZÂR

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

İNZÂR


- 345 -
Kavram no 97
Görevlerimiz 18
Bk. Emr-i Bil’ma’ruf; Güzel Söz; Katılık- Yumuşaklık; Sanat
İNZÂR
• İnzâr; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur'an'da İnzâr Kavramı
• Mü'minlerin Uyarılması
• Uyarının Fayda Etmediği Kâfirler
• Çağdaş Davetçi/Uyarıcının, İnzarın Fayda Edip Etmediğiyle İlgili Konum Tespiti
• Bütün Toplumlar Peygamber Aracılığıyla Uyarılmıştır
• Elçi Gönderilmeyen, Uyarı Yapılmayan Toplumlar Helâk Edilmezler
• Toplumun Önderleri Toplumdan Sorumludur
"Gerçekten kâfir olanları (küfürlerinde bilinçli olarak ısrar eden kimseleri) inzâr etsen de etmesen de (azap ile uyarıp korkutsan da korkutmasan da) müsâvidir. Çünkü onlar iman etmezler." 1314
İnzâr; Anlam ve Mâhiyeti
İnzâr; adakta bulunma anlamına gelen "ne-ze-ra" kökünden türemiş bir kavramdır. "İnzar"ın kelime anlamı, bir şeyin sonucundaki tehlikeyi haber verip sakındırmak, uyarmak, tenbih, ikaz, ihtar, dikkatini çekmek, korku verip uyanık kılmak demektir. İnzar, korkulu bir şeyden sakındırmak için uyarmak, yani, "ileride şu fenalık var, sakın!" diye doğru yolu göstermektir. Sevinç haberi vererek müjdelemek demek olan "tebşir" in zıddıdır. İnzar kelimesinin "korkutmak"la ilgisi varsa da, Türkçe'de bir kelime ile ifade etmek gerektiğinde "uyarı" diye tercüme edilmesinin daha uygun olduğunu görüyoruz.
İnzar işini yapan, yani bir tehlikeyi haber vererek başkasını uyaran kimse ya da nesneye "nezîr" veya "münzir" denir. Nitekim, kabile çatışmalarının yoğun olduğu câhiliyye döneminde, baskına gelen düşmanları görerek kabilesini bundan haberdar eden kimseye "nezîr" denmiştir. Avı uyardığı için, yayın tınlama sesine ve ölümün uzak olmadığını hatırlatan uyarıyı yaptığı için, ağarmış olan saça da "nezîr" tabiri kullanılmıştır.
Kur'an'da İnzâr Kavramı
Kur'ânî bir kavram olarak "inzâr" , Cenâb-ı Allah'ın, peygamberleri aracılığıyla kullarını uyarması, onları kötü akibetten sakındırmasıdır. "İnzâr" görevini ifa etmeleri sebebiyle peygamberlere de "nezîr" ve "münzir" denir. Âlemlerin Rabbi olması hasebiyle kullarını en iyi tanıyan ve onlara nasıl hitab edilmesi gerektiğini en iyi bilen Allah Teâlâ, insanlık tarihi boyunca, hak yoldan saparak şirk ve inkâr bataklığına saplanan kavimleri "inzâr" etmeleri için, zaman zaman
1314] 2/Bakara, 6
- 346 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"nezîr"ler göndermiş ve bunların uyarılarına kulak asmayanları, kendilerinden sonrakilere ibret olacak şekilde cezalandırmıştır. "Âd kavminin kardeşini an ki, o, Ahkaf'da kavmini uyarmıştı. Kendinden önce ve sonra uyarıcılar gelmiş olan kavmine; 'Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Ben, sizin, büyük bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum' demişti."1315 Kur'an'da çoğunlukla inzar kelimesi ile ifade edilen uyarı, bazen cehennem azabı ve bazen de eski kavimlerin başlarına gelen helâk hatırlatılarak yapılır. "Görmedin mi, Rabbin ne yaptı Âd kavmine; ülkelerde benzeri yaratılmamış olan İrem'e; vadilerde kayaları yontan Semûd'a; kazıklar sahibi Fir'avn'a! Ki, hepsi ülkelerinde azgınlık ederek fesadı yaymışlardı. Bunun için Rabbin onların üstüne azap kamçısı yağdırdı."1316
Kur'ân-ı Kerim'de inzâr kelimesi, türevleriyle birlikte 130 yerde geçer.
İnzar/uyarma görevi, yalnız Allah'ın ülûhiyetine inanan bir eylemin toplumsal anlamda başlamasıdır. İnzar (uyarma), hayatî önemi olan bir haberin dost-yabancı demeden herkese açıkça duyurulmasıdır. Kavramda, gizlilik yerine açıklık ana dir. Dolayısıyla muhataplar sınırlı değildir; uyarı görevinin iletilmesi tüm insanlara yöneliktir. Uyarıda önemli olan tevhiddir, Allah'ın ülûhiyetidir. "(İnsanları) uyarın ki, Ben'den başka ilâh yoktur."1317 "Bu, insanlar için bir tebliğdir, bununla uyarılsınlar ve bilsinler ki 'O, tek bir ilahtır ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar."1318 "Bu Kur'an bana, sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyedildi."1319 "İnsanları, onlara azabın geldiği gün ile uyar."1320
Rasûlullah (s.a.s.)'in İslâm'ı tebliğ için risalet görevine ilk defa "inzar"la başlamış olduğunu da Kur'an'dan öğreniyoruz: "Ey örtüye bürünen! Kalk, inzâr et."1321 Bu emirden sonra, Peygamberimiz (s.a.s.) "inzar" görevine başlamış ve "Sen ilk olarak en yakın hısımlarını/akrabalarını inzâr et"1322 emri uyarınca, önce yakın hısımlarını uyarmıştır. Rivâyete göre "En yakın hısımlarını uyar" âyeti nâzil olunca, Hz. Peygamber, Safâ tepesine çıkıp çevresindeki insanları çağırmıştı. Halkın toplandığını gören Allah elçisi; "Ey Abdülmuttalib oğulları! Ey Fihr oğulları! Ey Lüeyy oğulları! 'Şu dağın arkasında size saldırmak isteyen bir süvari birliği var' desem, beni tasdik eder misiniz?" diye sorar. Onlar da "evet" derler. Bunun üzerine; "Ben sizi önünüzdeki azapla uyaran bir nezîrim." der. Ebû Leheb: "Bundan böyle hüsranda olasın!" diye beddua eder.1323
Bundan sonra Rasûlullah (s.a.s.), hayatının sonuna kadar inzar görevini eksiksiz bir şekilde yapmıştır. Bir yandan müşrikleri hak yola dâvet ederek inanmayanları âhiret azabıyla inzar etmiş, diğer yandan kendisine inananları, her türlü günaha karşı uyarmıştır. Bu tür inzarlar, Kur'an'da büyük bir yer tutar:
"Ey ehl-i kitab! Peygamberlerin arası kesildiğinde, size açıklayıp duran elçimiz gelmiştir. Tâ ki; 'bize ne müjdeci, ne de uyarıcı gelmedi', demeyesiniz. İşte size hem müjdeci hem
1315] 46/Ahkaf, 21
1316] 89/Fecr, 6-14
1317] 16/Nahl, 2
1318] 14/İbrahim, 52
1319] 6/En'âm, 19
1320] 14/İbrahim, 44
1321] 74/Müddessir, 1-2
1322] 26/Şuarâ, 214
1323] Buhâri, Tefsir Sure 111/1-2
İNZÂR
- 347 -
de uyarıcı gelmiştir. Allah her şeye kaadirdir."1324
"Eğer yüz çevirirlerse de ki; 'İşte sizi Âd ve Semûd'u çarpan yıldırım gibi bir azapla inzar ettim."1325
"Sizi, yakın gelecekteki azapla uyardık. O gün kişi, elleriyle sunduğuna bakar. Kâfir de; 'keşke toprak olsaydım' der."1326
Tüm bunlara rağmen, inkârcılar ve inanmak istemeyenler yine de inanmaz, karanlığı aydınlığa tercih ederler. "Kâfirleri inzâr etsen de etmesen de birdir, inanmazlar."1327 "Göklerde ve yerde bulunanlara bir bakın!' de. Ama inanmayacak bir millete âyetler ve inzarlar fayda vermez."1328 "Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar. Sen, ancak zikre (Kur'an'a) uyan ve görmeden Rahman'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte böylesini, bir mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele."1329
Mü'minlerin Uyarılması
"Sen, ancak görmeden Rab'lerinden korkanları ve namaz kılanları uyarırsın."1330
"Sen ancak zikre (Kur'an'a) uyan ve görmeden Rahmân'dan korkan kimseleri uyarabilirsin. İşte böylesini mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele." 1331
"Kulları içinden ancak bilginler, Allah'tan korkar."1332
"Sen ancak, huşu sahibi, Allah'tan korkanları uyarırsın."1333
Kur'ân-ı Kerim, huşû sahibi, Allah'tan korkan kimseler için bir öğüttür. 1334
Allah'a iman edenler, kâfirlerin uyarılmasından farklı inzar ediliyor: "Rablerine toplanacaklarından korkanları Kur'an'la uyar. Ondan başka ne bir dost ne de bir şefaatçileri vardır. Umulur ki sakınırlar." 1335
"Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında iri gövdeli, sert tabiatlı, Allah'ın kendilerine emrettiği şeylere karşı gelmeyen ve emredileni yapan melekler vardır." 1336
"Bir de öyle bir fitneden sakınınız ki, içinizden yalnızca zulmedenlere isabet etmez. Biliniz ki, Allah'ın azabı şiddetlidir." 1337
"Öyle bir günden sakınınız ki, o günde kimse, kimse için bir şey ödeyemez, şefaati kabul edilmez, fidye alınmaz ve onlara yardım da edilmez." 1338
1324] 5/Mâide, 19
1325] 41/Fussılet, 13
1326] 78/Nebe', 40
1327] 2/Bakara, 6
1328] 10/Yûnus, 101
1329] 36/Yâsin, 10-11
1330] 35/Fâtır, 18
1331] 36/Yâsin, 11
1332] 35/Fâtır, 28
1333] 79/Nâziât, 45
1334] 20/Tâhâ, 3
1335] 6/En'âm, 51
1336] 66/Tahrim, 6
1337] 8/Enfâl, 25
1338] 2/Bakara, 48
- 348 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Gerçekten iman edenler için, ayrıca herhangi bir dünyevî cezaya gerek kalmaksızın, her türlü kötülüğe karşı caydırıcı olarak bu "inzar"/uyarılar yeterlidir.
"Hiç şüphesiz kâfirleri ha korkutmuşsun, ha korkutmamışsın; onlara göre birdir. Onlar iman etmezler."1339 Bu âyette geçen inzarın kalpleri mühürlü kâfirlerin inzar edilmesinin faydasızlığı o kâfirler içindir. Âyette "Senin korkutmanla korkutmaman birdir" denmiyor. Eğer tebliğin tesirsiz kalırsa tereddüt etme, şüpheye düşme! Hata, senin tebliğ ettiğin nur gibi âyetlerde değil; o âyetlere gözlerini yumanlardadır. Güneşli havada gözlerini yumarak giderken kanala veya çukura düşen kişi kabahati güneşe bulamaz. Gözlerini kapayan kişi için güneşin doğmasıyla batması aynıdır, farketmez. Sen, insanların yollarının cehennem çukuruna doğru gittiğini, düşerlerse çıkamayacaklarını onlara söyle, o yoldan onları çevirmeye çalış, cennete giden yola gitsinler. Bu küfür yolunda yürürlerse ailelerde iffet, insanlarda merhamet, mahkemelerde adâlet, toplumda huzur kalmaz.
Senin bu korkutmalarına rağmen ateş çukuruna doğru koşuyorlarsa bu onların yaptıkları kötülükler nedeniyle Allah'ın onların akıllarını, kulaklarını, gözlerini kapatmasındandır. Allah, Yâsin sûresinin 10. âyetinde bu âyetin bir kısmını tekrarladıktan sonra 11. âyette Kur'an'a uyan Rahmân'a iman eden kişilerin uyarıya kulak vereceklerini haber verir.
Günümüzde "ben Allah'tan korkmam, Allah varsa beni çarpsın" diyen kâfirler, ormanlar kralı aslan'ın yelesine konup sonra da "hani aslan, neredeyse karşıma çıksın, ben aslandan korkmam" diyen sinek gibidirler. Aslandan korkmak için ceylan olmak lâzım. Aslan hakkında bilgisi olmayan ondan korkmaz. İki yaşındaki çocuk korkmadan elektrik cereyanına elini uzatırsa bu onun cesaretine işaret etmez, cehâletine işaret eder. "Allah'tan ancak âlim kulları korkar."1340
Uyarıların, sert ve katı olması gerekmez. Bilakis yumuşak uyarılar ve tavırlar, daha etkili ve güçlü olabilir. Cenab-ı Hak, "Fir'avn'a gidin, çünkü o azdı. Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt alır veya korkar."1341 buyurarak, dikkatimizi bu noktaya çekmektedir. Korkulacak tek varlık ise, ancak Allah'tır. Mü'minler, uyarı görevlerini yerine getirirlerken, kendilerini kınayacak kişilerden korkmayacaklardır.1342 "Onlar ki, Allah'ın gönderdiği emirleri tebliğ ederler/duyururlar; Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka kimseden korkmazlar. Hesap görücü olarak Allah (herkese) yeter."1343 Uyarı, öncelikle akrabaya,1344 sonra yakın çevreden yayılarak bütün insanlara olacaktır.1345
Uyarının Fayda Etmediği Kâfirler
Âyette geçen kâfirlerden maksat, küfrün kalplerinde kök saldığı için iman yeteneğini yitirecek noktaya gelmiş inatçı inkârcılardır; yoksa genel kapsamıyla herhangi bir küfür içinde olan tüm kâfirler değildir. İnanmak istemeyen, tüm alıcılarını kapatanlar, hidâyet için gerekli yolları ve arayışları terkedenleri uyarıp uyarmamak, onlar için aynıdır, farketmez. Yoksa, âyette, bütün kâfirler için uyarı
1339] 2/Bakara, 6
1340] 35/Fâtır, 28; Mahmut Toptaş, Şifa Tefsiri, Cantaş Y., c. 1, s. 90-91
1341] 20/Tâhâ, 44
1342] Bk. 5/Mâide, 54
1343] 33/Ahzâb, 39
1344] 26/Şuarâ, 214
1345] 14/İbrahim, 44; 10/Yûnus, 2
İNZÂR
- 349 -
fayda vermez denilmiyor. Kâfirlerden, İslâm dâvetini başından beri karşısına alan, kalplerini hakka, düşünmeye, yani İslâm’a kapatanlar; reddetmek bile olsa, bilinçli olarak reddetmeye yanaşmayanlar kimselerdir. Bunlar, tutumunda ısrar eden, inatçı bir tavır takınanlardır. Ne kendisinin, ne de başkasının takınılan tavrın doğruluğu veya yanlışlığı konusunda herhangi bir düşünce deneyimine veya pratik bir diyaloga girmesine müsaade etmeyen kesimdir. Hemen bundan sonra gelen âyette açıklandığı üzere, kendi tavır ve davranışları yüzünden kalpleri mühürlenen, gözlerinde perde olan insanlardır. İşte teşvik ve ikazın, korkutmanın fayda vermediği grup budur. Bunlar, Allah’ın âyetlerini dinlemeye, çağrıldıkları şeyi düşünmeye hazır değillerdir. Basiretlerini kullanmaya, Allah’ın yüceliğini takdir etmelerini isteyen etrafını kuşatmış koca kâinat kitabının âyetlerini okumaya, evreni ibretle incelemeye hazır değillerdir.
Biz, peygamber’in bu grubun hidâyete gelmesi için birçok defa, değişik vasıtalar ve yöntemler kullanarak insanüstü bir gayretle çabaladığını, karşılaştığı nankörlük, inkâr, psikolojik ve manevî komplekslere rağmen bu çabasından geri durmadığını biliyoruz. Peygamber, İslâm’ın ana ilkelerinden hareketle dâvet eylemini gerçekleştiriyor, bu yolda her çeşit meşrû vasıtaya başvuruyordu. Hz. Peygamber, bütün insanların, bu arada yukarıda özellikleri belirtilen inatçı inkârcıların da imana gelmesi ve hidâyete tabi olmasını hırsla istiyordu. Allah, rasûlünü teskin etmek için, onun tebliğ görevini yaptıktan sonra, hidâyetin peygamberin elinde olmadığını hatırlatarak neticenin olumsuz olduğuna üzülmemesi gerektiğini bildirmek için bu âyetleri indiriyordu. İbn Kesir, bu âyetin bunun üzerine indiğini Abdullah İbn Abbas'tan rivâyet eder.1346 ‘Öyleyse Ey Peygamber, sen kendini mahvedecek şekilde onların uğrunda hebâ etme. Kendilerine hakkı tebliğ et; yüz çevirirlerse onlar için üzülme. Yüz çevirmeleri seni mahvetmesin, ümitsizliğe de düşürmesin. Senin için ancak tebliğ vardır. Hesap bize âittir. Ve sen ancak bir uyarıcısın’ anlamında söyleniyordu: “O kâfirleri uyarsan da uyarmasan da (azap ile) onları korkutsan da korkutmasan da müsavidir; çünkü onlar iman etmezler.”1347
Peygamberimiz, risâlet görevini yapmak için, kalkması ve uyarması/korkutması1348 gerekiyordu. Uyarıya, yakınlarından, yakın akrabalarından başlaması1349 gerekiyordu. “Ey peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun elçiliğini yapmamış olursun.”1350 emrini tüm içtenliği ve tüm kapsamıyla yerine getiriyordu. ama Peygamber’in tüm insanları ateşten kurtarmak için, kendini harap edecek şekilde çabası, dünyevî açıdan somut bir sonuç getirmemiş, başarılı netice sağlamamıştır. Çünkü karşısındaki toplum, tavır ve tutumlarıyla, kalp ve duyularıyla düşünmeye ve inanmaya karşı kendilerini kilitliyor; kendilerini büyüklük taslama çıkmazına atıyorlardı. Bu yüzden, uyarının kendilerine fayda etmeyeceğini bildiren âyetler, peygamber’in onlara karşı konumunu belirliyordu. Artık Peygamber, sonuçsuz kalacağını kesin bildiği bir çağrıyla zamanını harcamamalı, bu alandaki enerji ve çabasını başka bir tarafa aktarmalıdır. Davasını, gönlünü bu mesaja kapatmayan başka insanlara yönelmelidir. Kalplerini imana
1346] İbn Kesir, Çağrı Y. 2/180
1347] 2/Bakara, 6
1348] 74/Müddessir, 2
1349] 26/Şuarâ, 214
1350] 5/Mâide, 67
- 350 -
KUR’AN KAVRAMLARI
açan, gözlerini sırât-ı müstakime diken ve faydalı sözlere kulak veren başka topluluklara çağrıda bulunmalıdır.
Çağdaş Dâvetçinin/Uyarıcının, İnzarın Fayda Edip
Etmediğiyle İlgili Konum Tespiti
Bugünkü insanın, dünkü insandan farkı olmadığı gibi, çağdaş küfrün durumu ve sapıklığı da, dünkü küfrün durumuyla aynıdır. Küfrün genel karakteri, kâfir toplulukların ana özellikleri değişmemiştir. Buna göre müslümanın, içinde yaşadığı toplumları bilinçli bir şekilde incelemesi gerekir. Orada yaşayan insan tiplerinden hangisine girdiklerini belirlemesi gerekmektedir. Ortam ve tebliğ tavrını vahyin ışığı altında belirleyerek, Peygamber dönemindeki muhataplarla kendi muhataplarını kıyaslayarak durum tesbiti yapmalıdır. Bu tesbitten sonra artık o insanlara karşı Kur’anî bir tavır koymalıdır. Eğer, karşı karşıya bulunduğu topluluklar, düşünce ve eylem olarak inatçı bir tutum takınıyor, akletmek ve görmek istemiyorlarsa onlarla diyaloga geçmek, boşuna harcanan bir enerji olabilir. Petrol çıkmayacağı belli olan yere sondaj zahmet ve israfına defalarca girmemeli; petrol çıkma ihtimali yüksek olan yerlere sondaj salmalı, çıkan petrolleri rafine ederek arındırma görevini ihmal etmemelidir.
Tabii, insanların dâvete duyarsız olup olmadıklarını, kalp ve diğer alıcılarını kapatıp kapatmadıklarını tespit etmek için; yeterli, verimli, kapsamlı bir şekilde, usul ve metodlara riâyet edilerek gerçek dinin gerçek şekilde tebliğinin ulaştırılmasının şart olduğu unutulmamalıdır. Yani, doğru bir şekilde uyarı yapılmadan muhatapları damgalandırmak yanlış olur; bunun bilincinde ve bu aşamalardan sonra muhatapları tasnif etme gereğini dâvetçi müslüman aklından çıkarmamalıdır. Eğer muhatap kitle, düşünce yoluyla akide meselelerine, hatta hayatla ilgili konulara yatkın değillerse, akıllarını kullanmak istemiyorlarsa, doğrudan bir diyaloga hazır değillerse, müslüman, onlarla iman arasındaki engeli, var olan psikolojik duvarı yıkmak için başka yollar aramalıdır. Ondan sonra, insan ve düşünce önündeki, iman ve müslümanca anlayış ve hayat önündeki engelleri yok ettikten sonra onlarla yeniden bir diyaloga girmeyi denemelidir.
Kâfirlerin hakka karşı tutumları, onlara tebliğ yapmamıza engel değildir. Âyette "kâfirleri uyarsan da uyarmasan da onlar için eşittir" denilir; "senin için birdir" denilmez. Yani, hem peygamber, hem peygamberin vârisi olan tebliğciler, kâfirlere uyarı görevini yapmak zorundadır; kâfirleri uyarıp uyarmamaları kendileri açısından aynı değildir. Zâten biz, onların kalplerinin mühürlü olup olmadığını da bilemeyiz. Fir'avn'a, Ebû Cehil'e bile hem de defalarca tebliğ edilmesi peygamberlerin görevleri arasındaydı. Tabii ki, onlar kadar küfürde azgın bile olsalar, günümüzdeki keferelere de İslâm tebliğ edilmelidir. Fakat, bu tebliğler insanların hidâyetine sebep olmayabilir. Bu sonuca üzülmememiz, yılgınlığa, ümitsizliğe kapılmamamız gerekir. Çünkü bunlar hakkı ve kurtuluşu istemeyen gruptan olabilir.
Bütün Toplumlar Peygamber Aracılığıyla Uyarılmıştır
Yaptıkları hangi davranışın gelecekte kendileri için fayda, hangisinin zarar getireceği, toplumlar tarafından kesin bir şekilde bilinemez. Toplumun nelere muhtaç olduğu, ihtiyaçlarının hayvanlara ilham edildiği gibi edilseydi, o zaman
İNZÂR
- 351 -
insan türü olmazdı. Ya arı ve karınca gibi bir başka hayvan türü veya melekler gibi olurlardı. Oysa insanlar imtihan olunmaktadır ve Allah, dikkat edeceği şeyleri onlara bildirmektedir. “Kısa ve doğru yolu Allah gösterir.”1351 “Bize yollarımızı göstermişken neden Allah'a dayanmayalım?”1352 “Biz ona yolu gösterdik.”1353
Toplumların, tercih ve seçimlerinde dikkat edecekleri fayda ve zararın ölçüsü, ilahî yasalardır. Bu yasalara bakarak; hangi şeylerin kendileri için iyi, hangilerinin kötü olduğunu öğrenip hareket edeceklerdir. Bu nedenle Allah, her topluma yasalarını açıklayan elçiler göndermiştir. “Her toplumun bir yol göstericisi vardır.”1354; “Her toplum içinde mutlaka bir uyarıcı geçmiştir.”1355; “Andolsun biz her toplum içinde Allah'a kulluk edin, tâğuta kulluktan kaçının diye bir peygamber gönderdik.”1356; “Andolsun senden önce, evvelki (toplum)ların kolları içine de elçiler gönderdik”1357 Bu elçiler, Allah’ın yasalarına uyulmasını isteyerek emredilen davranışlardaki güzellikleri ve yasaklanan çirkinlikleri açıklarlar. Yaptıkları davranışların sonunda nasıl bir karşılık göreceklerini toplumlarına bildirirler.
Eğer, elçiler gönderilmeseydi helâk edilenler Allah'a: “Bize önce bir elçi gönderseydin inanırdık, senin âyetlerine uyardık. Neden bizi hiç uyarmadan cezalandırdın?” deyebilirlerdi. İşte, kimsenin Allah'a karşı bahanesi kalmasın diye Allah elçiler göndermiştir. “Kendi elleriyle yaptıkları (günahları) yüzünden başlarına bir felaket geldiği zaman: ‘Ey Rabbimiz, bize bir elçi gönderseydin de âyetlerine uyup mü’minlerden olsaydık’, diyecek olmasalardı (seni göndermezdik. Bu bahanelerine fırsat vermemek için seni gönderdik).”1358; “Bunları müjdeleyici ve uyarıcı elçiler olarak (gönderdik) ki, elçiler geldikten sonra insanların Allah'a karşı bahaneleri kalmasın.”1359; “Ey kitap ehli, elçilerin arasının kesildiği, bir boşluk meydana geldiği sırada size elçimiz geldi, size gerçekleri açıklıyor ki, (yarın kıyamette:) ‘bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi’ demeyesiniz. İşte size müjdeleyici ve uyarıcı geldi.” 1360
Nitekim, Allah'a ortak koşanlar böyle söylediklerinde Allah, elçiler gönderdiğini belirterek, bu iddialarını reddetmiştir: “Şirk koşanlar: ‘Allah dileseydi ne biz, ne de atalarımız O’ndan başka bir şeye tapmazdık ve O’nsuz hiçbir şeyi haram kılmazdık’ dediler. Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı. Elçilere düşen, yalnız açıkça tebliğ etmek değil midir? Andolsun Biz, her toplum içinde, Allah'a kulluk edin, tâğut(a kulluk etmek)ten kaçının diye bir elçi gönderdik.” 1361
Kur’an yirmi beş elçiden bahseder: Âdem, İdris, Nuh, Hûd, Sâlih, İbrahim, Lût, İshak, İsmail, Yakub, Yusuf, Eyyub, Şuayb, Mûsâ, Hârun, Yunus, Dâvud, Süleyman, İlyas, Elyasa, Yahya, Zekeriyyâ, Zülkifl, İsa ve Muhammed (s.a.s.). Bütün elçiler bunlardan ibâret değildir. “Andolsun Biz, senden önce de elçiler gönderdik. Onlardan
1351] 16/Nahl, 9
1352] 14/İbrahim, 12
1353] 76/İnsan, 3
1354] 13/Ra’d, 7
1355] 35/Fâtır, 24
1356] 16/Nahl, 36
1357] 15/Hıcr, 10
1358] 28/Kasas, 47; 20/Tâhâ, 134
1359] 4/Nisâ, 165
1360] 5/Mâide, 19
1361] 16/Nahl, 35-36
- 352 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kimini sana anlattık, kimini de anlatmadık.”1362 âyeti, Kur’an’da adı zikredilmeyen elçilerin de olduğunu söyler.
En son gönderilen elçi, Hz. Muhammed (s.a.s.)’dir. Kur’an bize ondan sonra elçi gönderilmeyeceğini söyler: “Allah’ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur.”1363 İslâm’dan sonra etkili ve kapsamlı bir dinî hareketin olmaması bu sözü kuvvetlendirir. Öte yandan yeni bir elçiye gerek de yoktur. Kur’an’a baktığımızda bir peygamberin dört şey için gönderildiği görülür:
Daha önce kendilerine herhangi bir peygamberin gönderilmediği topluma gönderilir.
Bir önceki elçinin talimatı unutulmuş, tahrif edilmiş, gösterdiği yolun takip edilmesi mümkün değilse yeni elçi gönderilir.
Önceki elçilerin vaaz, telkin ve talimatı eksik kaldığı, toplumları yeteri kadar hidâyet bulamadığından, dinin tamamlanması için yeni elçi gönderilir.
Bir elçiye yardımcı olmak için, yeni elçi gönderilir.
Bu durumlar gözden geçirildiğinde, Hz. Muhammed’den (s.a.s.) sonra, yeni bir peygamber gönderilmesine ihtiyaç olmadığı görülür. Zira o, yeryüzündeki bütün toplumlara gönderilmiştir. Getirdiği mesaj (Kur’an) korunmuştur. Getirdiği mesajda tamamlanacak herhangi bir şey yoktur. Yardımcıya da ihtiyacı yoktur. Olsaydı, yaşadığı zamanda gönderilirdi. 1364
Diğer taraftan, Hz. Muhammed’in (s.a.s.) son peygamber olması ve Kur’an’ın en son vahiy olması, müslüman olduğunu ileri sürenlere, açıkça çok ciddi bir sorumluluk yüklemektedir. Mesajın, onu duymayanlara iletilmesi, peygamberden sonra müslümanların görevidir.
Elçi Gönderilmeyen, Uyarı Yapılmayan Toplumlar Helâk Edilmezler
Evren, harika güzelliği ve âhengi ile bir yaratıcıya işaret ederek, insanların fıtratlarında mevcut olan yaratıcıyı kabul etme duygusunu harekete geçirir. İnsanların akılları da iyilik ve kötülük arasında bir ayırım yapabilir. Ancak, bunlar (fıtrat ve akıl), çeşitli nedenlerle fonksiyonlarını yerine getirmeyebilirler. Evrene serpiştirilmiş âyetlere (iman delillerine) dikkat edilmeyebilir. İnsanların sağlam fıtratları, saptırıcı faktörlere maruz kalabilir. Cinlerden ve insanlardan olan şeytanlar, insanların bünyelerinde yer alan zaaf noktalarına dayanarak, onları saptırır. Akıl, insanı, arzu ve isteklerin, zaafların ve şehevî ihtirasların baskısı altında bırakabilir.
İnsanların fıtratlarının ve akıllarının evrende yer alan âyetleri, yani hidâyet delillerini ve iman belirtilerini araştırıp hayatlarını dayandıracakları bir sistemi belirlemesi, sonuçta hak ve doğruluk üzere bulunmayı gerçekleştirmesi mümkün görülmediğinden, sorumlu kabul edilmesi ona yapılmış bir haksızlık olarak değerlendirilebilir. Fıtratlar ve akıllar sapabildiğinden, onlara fonksiyonlarını hatırlatan bir uyarıcı gerekir. Uyarıcı olmadan fıtratların ve akılların insanları
1362] 40/Mü’min, 78
1363] 33/Ahzab, 40
1364] Mevdûdi, Tefhimü’l Kur’an, İnsan Y., c. 4, s. 480-481
İNZÂR
- 353 -
doğruya götürememesi nedeniyle, onları cezalandırmanın zulüm olduğu söylenebilir.
Allah insanların fıtratlarını dıştan gelen sis tabakasının etkisinden, yozlaşmadan, sapıklıktan kurtarmak, aklını arzu ve isteklerin, zaafların ve şehevî ihtirasların baskısından kurtarmak amacıyla onlara peygamber göndermeden, âyetlerini açıklamadan sorumlu tutmayı dilememiştir.1365 “Biz hiçbir kenti helâk etmedik ki, onun uyarıcıları olmasın (helak etmeden önce mutlaka uyarıcı gönderdik.)(Uyarıcılar) uyarırlardı. Biz zulmedici değildik.”1366; “Bu böyledir. Çünkü Rabbin, halkı habersiz iken ülkeleri zulüm ile helak edici değildir.”1367; “Biz elçi göndermedikçe azap edecek değiliz.” 1368
Âyetlerden Allah’ın elçi göndermediği birtakım toplumlar bulunabileceği anlaşılmamalıdır. Aksine, âyetler şunu vurgulamaktadır: Eğer Allah elçi gönderip uyarmadan kentleri helâk etseydi, o kentlerin halkına zulmettiği değerlendirmesi yapılabilirdi. Allah ise zulümden münezzehtir. Bundan dolayı elçiler gönderir, insanları uyarır, onlara hak yola gelmeleri için fırsat verir, süre tanır, yola gelip gelmeyeceklerine bakar. Bütün bunlara rağmen yola gelmezlerse, o zaman cezayı hak ederler. “Ey cin ve insan topluluğu, içinizden size âyetlerimi anlatan ve bu gününüzle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi? ‘Kendi aleyhimize şahidiz’ dediler. Dünya hayatı onları aldattı ve kendilerinin kâfir olduklarına şahitlik ettiler.”1369 Âyet, insan ve cin topluluklarına elçi gönderildiği vurguluyor. Aksi takdirde insanların cezalandırılması âdil kabul edilmeyebilir. Çünkü bu durumda insanlar, doğru yola uymalarını gerektiren bilginin kendilerine ulaşmadığı, bu nedenle de cezalandırılmamaları gerektiği özrünü (veya bahanesini) ileri sürebilirler. “Dediler ki: ‘Rabbinden bize bir âyet (mûcize) getirmeli değil mi?’ Onlara önceki kitaplarda bulunan delil gelmedi mi? Şâyet onları ondan önce bir azap ile helâk etseydik: ‘Rabbimiz, bize bir elçi gönderseydin de, böyle alçak ve rezil olmadan önce senin âyetlerine uysaydık’ derlerdi.” 1370
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) de, kendilerinin ve atalarının uyarılmadığı bir topluma gönderilmiştir. “Babaları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için (seni gönderdik).”1371 Ancak, Peygamberimiz’in uyarısı, bütün insanlığı da içine alır. O’ndan sonra uyarıcı gelmeyeceği için, bütün toplumlar O’nun mesajını kendilerine hidâyet kaynağı kabul edip, rehber edinmelidirler. Şu da bir gerçek ki, O’nun mesajının bütün insanlara eksiksiz bir şekilde açıklanması, O’ndan sonraki müslümanların görevidir. Bu yapılmadan, O’nun dâvetini hiç işitmemiş, işitse bile, kasıtlı bir tarzda saptırılmış olarak işiten toplumların helâk olmalarını beklemek, sünnetullahın anlaşılmaması demektir. Zira toplumların helâki ile ilgili sünnetullahın hükmü çerçevesine, dâvetle karşılaşan ve uyarılan toplumlar girer: “Çünkü Rabbin, halkı habersiz iken ülkeleri zulüm ile helâk edici değildir.” 1372
1365] Seyyid Kutub, Fi Zılâli’l Kur’an, Hikmet Y., c. 3, s. 675
1366] 26/Şuarâ, 208-209
1367] 6/En’âm, 131
1368] 17/İsrâ, 15
1369] 6/En’âm, 130
1370] 20/Tâhâ, 133, 134
1371] 36/Yâsin, 6
1372] 6/En’âm, 131; Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah ve Helâk Edilen Toplumlar, 47
- 354 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Toplumun Önderleri Toplumdan Sorumludur
Toplumların inanıp inanmamasında, başlarında bulunan liderlerinin büyük etkisi vardır. Toplumda yüksek makam sahibi insanlar lider olurlar ve insanların çoğu; iyi de olsa, kötü de olsa bu liderlere uyarlar. Bu nedenle onların kötü amelleri kendileriyle sınırlı kalmaz, bilakis bir topluluğun bozulmasına sebep olur. İyi amelleri de kendileriyle sınırlı kalmaz ve birçok insanın da kurtuluşuna vesile olur. İşte bu nedenle, yani hem kendi günahları, hem de başkalarını doğru yoldan saptırmaları yüzünden cezalandırılırlar. İyi amel işlediklerinde de, sadece kendi işledikleri iyi amelleri nedeniyle değil; iyiye yönelttikleri diğer insanlar nedeniyle de mükâfatlandırılırlar.1373
“Rabbimiz bunlar bizi saptırdılar. Bunlara bir kat daha ateşten azap ver!”1374; “Rabbimiz, bunu bizim önümüze kim getirdiyse, onun ateşteki azabını bir kat daha artır!’ dediler.”1375; “Ey peygamber kadınları! Sizden kim açık bir edepsizlik yaparsa, onun azabı iki kat yapılır. Bu Allah'a göre kolaydır. Fakat sizden kim Allah ve elçisine itaate devam eder ve iyi işler yaparsa, ona da ödülünü iki kat veririz ve onun için bol bir rızık hazırlarız. Ey peygamber kadınları! Siz herhangi bir kadın gibi değilsiniz.”1376 Çünkü peygamber hanımları, diğer kadınlara örnektir. Onların ufak hatası, başkalarının tamamen yolu şaşırmalarına neden olur.
Kur’an, kıyamet günü olacakları tasvir ederken, toplumları saptıran liderler ve onlara uyanlar arasında geçen tartışmaları da anlatır: “Kıyamet koptuğu günde ‘Firavun ve ailesini azabın en çetinine sokun!’ (denilir). Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken, müstaz’aflar (zayıf bırakılanlar, ezilenler), müstekbirlere (büyüklük taslayanlara, sömürenlere) dediler ki: ‘Biz size uymuştuk. Şimdi siz şu ateşin ufak bir parçasını bizden savabilir misiniz?”1377; “Zayıf düşürülenler, büyüklük taslayanları: ‘Siz olmasaydınız elbette biz iman eden insanlardan olurduk’ diyorlardı. Büyüklük taslayanlar da zayıf düşürülenlere dediler ki: ‘Bize hidâyet geldiği zaman sizi ondan biz mi çevirdik? Hayır, zaten siz kendiniz suç işliyordunuz. Zayıf düşürülenler, büyüklük taslayanlara: ‘Hayır, gece gündüz dolap (kurar, kötülük aşılardınız). Allah'a nankörlük etmemizi, O’na eşler koşmamızı emrederdiniz’ dediler.”1378; “Rabbimiz, azdırdıklarımız şunlar. Kendimiz azdığımız gibi onları da azdırdık.”1379
Toplumun önde gelenleri, insanların ilahî mesajı kabul etmemeleri için, her türlü yola başvururlar. Güçlü olduklarından, insanların çoğu onlardan korkar ve elçiye ilgi göstermezler. Böylece gerçekler gizlenmiş olur: “Ve her yolun başında oturup da tehdit ederek (insanları) Allah yolundan çevirmeye ve o (Allah yolu)nu eğriltmeye çalışmayın.”1380; “Kavmin inkâr eden ileri gelenleri dediler ki; ‘Eğer Şuayb’a uyarsanız, muhakkak siz ziyana uğrarsınız.”1381; “Fir’avun ve adamlarının, kendilerine kötülük yapmasından korktukları için kavminin içinde Mûsâ’ya yalnız (genç) bir kuşaktan başkası
1373] Mevdûdi, Tefhimü’l Kur’an, İnsan Y., c. 4, s.410
1374] 7/A’raf, 38
1375] 38/Sâd, 61
1376] 33/Ahzab, 30-32
1377] 40/Mü’min, 46-47
1378] 34/Sebe’, 31-33
1379] 28/Kasas, 63
1380] 7/A’râf, 86
1381] 7/A’râf, 90
İNZÂR
- 355 -
inanmadı. Çünkü Firavun, yeryüzünde çok büyüklenen ve çok aşırı gidenlerdendi.”1382; “Hahamlardan ve râhiplerden birçoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve (insanları) Allah yolundan çevirirler.” 1383
Oysa bu liderlerin, toplumun ıslahı için çalışmaları gerekirdi. Ayrıca toplumda bulunan ve gerçekleri görebilen insanların da toplumu gittiği kötü yoldan çevirmeleri için çalışmaları gerekirdi: “Sizden önceki nesillerde akıllı kimselerin, (insanları) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan men etmeleri gerekmez miydi?”1384; “Baksana şunlara, Allah’ın nimetini nankörlüğe çevirdiler, kavimlerini de helâk yurduna kondurdular.”1385; “Rabbânîler (din adamları) ve hahamların, onları günah söz söylemekten ve haram yemekten men etmeleri gerekmez miydi? Yaptıkları şey ne kötüdür.” 1386
Bu son âyet, toplumların mânevî önderleri olan din adamlarının da toplumun geleceğinden sorumlu olduğunu göstermektedir. İbn Kesir’e göre, Rabbânîlerden maksat, onların aralarında yetki sahibi olan bilginlerdir. Bunlar, toplumda kötülüklerin yayılması karşısında suskun durmamalı, insanları yaptıkları şeylerin kötülükleri hakkında ikaz etmelidirler. Allah’ın âyetlerini insanlara en açık bir şekilde anlatmalı, bunu yaparken de hiçbir şeyden çekinmemelidirler. Hidâyetin ve manevî gücün kaynağı olması beklenen âlimlerin bozulması, bir toplumun bozulmasındaki son adımdır. Bunların bozulmasının takip ettiği tabii yol, hakikati ya egemen güçlerin ve zenginlerin isteklerine taviz vererek değiştirmeleri şeklinde olur; ya da genel olarak toplumun inatçı arzuları (hevâları) ile uzlaşmaya götüren hafif anlayışla olur. Her iki durumda da din adamları önce baskı altında kalır ve taviz verirler, (işte her şey, bu tâvizle başlayarak) sonunda anlayışları hafifleşir, şuurları kararmaya başlar; ya para veya yaranmak, ya da her ikisini de elde edebilmek için, uzlaşmaya giderler. 1387
Kur’an, dini iyi bilenlerin çeşitli nedenlerle gerçeklerin üzerini örtmelerini ve âyetleri tahrif etmelerini ağır bir dille kınamaktadır. “Allah’ın indirdiği kitaptan bir şeyi gözardı edip saklayanlar ve onun değerini az bir şeye satanlar; onların yedikleri karınlarında ateşten başka bir şey değildir. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları arındırmaz. Ve onlar için acıklı bir azap vardır.”1388; “İndirdiğimiz açık delilleri ve hidâyeti, Biz Kitapta insanlara açıkça belirttikten sonra gizleyenler (var ya), işte onlara hem Allah lânet eder, hem de tüm lânet edebilenler lânet ederler.”1389; “Allah, kendilerine kitap verilenlerden: ‘Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz’ diye söz almıştı. Fakat onlar, verdikleri sözü sırtlarının ardına attılar ve ona karşılık birkaç para aldılar. Ne kötü şey satın alıyorlar!”1390; “Onlardan bir grup var ki, Kitap’ta olmayan bir şeyi siz, Kitap’ta sanasınız diye, dillerini Kitap’la eğip büker (sözlerini Kitabın sözü imiş gibi göstermek için dillerini bükerek okur, onları Kitabın sözlerine benzetmeye çalışır)lar ve ‘Allah’ın katındandır’ derler. Oysa o, Allah katından değildir. Bile bile Allah'a karşı yalan söylerler.” 1391
1382] 10/Yûnus, 83
1383] 9/Tevbe, 34
1384] 11/Hûd, 116
1385] 14/İbrahim, 28
1386] 5/Mâide, 63
1387] 2/Bakara, 48
1388] 2/Bakara, 174
1389] 2/Bakara, 159
1390] 3/Âl-i İmran, 187
1391] 3/Âl-i İmran, 78
- 356 -
KUR’AN KAVRAMLARI
İnzar (Uyarma) Konusunda Âyet-i Kerimeler
Uyarma Anlamındaki İnzâr Kelimesinin Kökü “N-z-r” ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 130 Yerde): 2/Bakara, 6, 6, 119, 213; 4/Nisâ, 165; 5/Mâide, 19, 19; 6/En’âm, 19, 48, 51, 92, 130; 7/A’râf, 2, 63, 69, 184, 188; 9/Tevbe, 122; 10/Yûnus, 2, 73, 101; 11/Hûd, 2, 12, 25; 13/Ra’d, 7; 14/İbrâhim, 44, 52; 15/Hıcr, 89; 16/Nahl, 2; 17/İsrâ, 105; 18/Kehf, 2, 4, 56, 56; 19/Meryem, 39, 97; 21/Enbiyâ, 45, 45; 22/Hacc, 49; 25/Furkan, 1, 7, 51, 56; 26/Şuarâ, 115, 173, 194, 208, 214; 27/Neml, 58, 92; 28/Kasas, 46, 46; 29/Ankebût, 50; 32/Secde, 3, 3; 33/Ahzâb, 45; 34/Sebe’, 28, 34, 44, 46; 35/Fâtır, 18, 23, 24, 24, 37, 42, 42; 36/Yâsin, 6, 6, 10, 10, 11, 70; 37/Sâffât, 72, 73, 177; 38/Sâd, 4, 65, 70; 39/Zümer, 71; 40/Mü’min, 15, 18; 41/Fussılet, 4, 13; 42/Şûrâ, 7, 7; 43/Zuhruf, 23; 44/Duhân, 3; 46/Ahkaf, 3, 9, 12, 21, 21, 29; 48/Fetih, 8; 50/Kaf, 2; 51/Zâriyât, 50, 51; 53/Necm, 56, 56; 54/Kamer, 5, 16, 18, 21, 23, 30, 33, 36, 37, 36, 39, 41; 67/Mülk, 8, 9, 17, 26; 71/Nûh, 1, 2; 74/Müddessir, 2, 36; 77/Mürselât, 6; 78/Nebe’, 40; 79/Nâziât, 45; 92/Leyl, 14. (Ayrıca; n-z-r kökünü paylaşan, fakat “nezretmek, adamak anlamındaki âyetler -toplam 5 yerde-: 2/Bakara, 270; 3/Âl-i İmrân, 35; 19/Meryem, 26; 22/Hacc, 29; 76/İnsan, 7.)
İnzâr Konusundaki Âyet-i Kerimeler
1- Korkutma (Uyarma) ve Müjdeleme Görevi: Bakara, 119; En’am, 51; Yunus, 2; Enbiya, 45; Şuara, 214; Fâtır, 18; Müddessir, 1-2.
2- Öğüt Verme Görevi: En’am, 69-70; Kaf, 45; Zariyat, 55; Tur, 29; A’lâ, 9-11.
3- Uyarı Kimlere Fayda Verir?
Uyarıyı İman Edecek Olanlar Dinler: Rum, 52-53; Yasin, 11; Kaf, 45; Zariyat, 55; Abese, 1-11; A’lâ, 9-11.
Kâfirler Uyarıyı Dinlemez: Rum, 52-53.
İnsanların Çoğu, Doğru Yola Gelmez: Maide, 49; A’raf, 179; Yusuf, 103-104.
4- İyiliği Emretmek, Kötülükten Sakındırmak
İyiliği Emretmek ve Kötülükten Sakındırmak: Maide, 105; A’raf, 199; Tevv be, 71; Hacc, 41; Lokman, 17.
Hayırlı Ümmet, İyiliği Emreder, Kötülükten Sakındırır: Al-i İmran, 110; A’raf, 181; Tevbe, 71.
İyiliği Emreden, Kötülükten Sakındıran Bir Topluluk Bulunmalıdır: Al-i İmran, 104; Hud, 116.
Allah, İyiliği Emredecek ve Kötülükten Sakındıracak Bir Toplum Meydana Getirir: Maide, 54; İbrahim, 19-20.
İyiliği Emir ve Kötülükten Sakındırma Görevini Yaparken, Başa Gelecek Belalara Sabır Göstermek: Al-i İmran, 186, 195; En’am, 10, 34; A’raf, 127-128; Yunus, 109; Hıcr, 97-98; Nahl, 96; Lokman, 17; Sâd, 17; Casiye, 14; Ahkaf, 35; Kaf, 39; Müzzemmil, 10; Müddessir, 7.
Peygamberimiz’in Bu Konudaki Özelliği: A’raf, 157, 199.
Bu Görevi Yapanların Mükâfatı: Tevbe, 112.
Kitap Verilenlerden İman Edenler, Bu Görevi Yapardı: Al-i İmran, 114.
İsrailoğullarından Kâfir Olanlar, Bu Görevi Yapmazdı: Maide, 79.
Bu Konuda Yardımlaşmak: Maide, 2.
Kötülük Etmekte Yardımlaşmaktan Sakınmak: Maide, 2.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 190-198
2. Hadislerle Kur’an Tefsiri, İbni Kesir, Çağrı Y. c. 2, s. 180-184
3. Tefsir-i Kebir (Mefatihu'l-Gayb), Fahreddin Razi, Akçağ Y. c. 1, s. 475-495
4. Fi Zılali'l Kur'an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 83-84
5. Tefhimu’l-Kur’an, Mevdudi, İnsan Y. c. 1, s. 50
6. Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 90-97
7. El-Mizan Fi Tefsiri'l-Kur'an, M. Hüseyin Tabatabai, Kevser Y. c. 1, s. 81-84
8. Min Vahyi'l-Kur'an, M. Hüseyin Fadlullah, Akademi Y. c. 1, s. 53-61
9. Davetçinin Tefsiri, Seyfuddin El-Muvahhid, Hak Y. c. 1, s. 43-45
10. Bakara Sûresi Yorumu, Haluk Nurbaki, Damla Y. 81-119
11. İslâm Ans Şamil, c. 3, s. 167-168
12. Kur'an'da Sünnetullah ve Helak Edilen Kavimler, Nuri Tok, Etüt Y. s. 47-61
13. Esenlik Yurdunun Çağrısı, Celalettin Vatandaş, Pınar Y. s. 73-76
14. Kur'an Okumaları, Metin Karabaşoğlu, Karakalem Y. s. 32-38
15. Kur'ani Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Mustansır Mir, İnkılab Y. s. 97
16. İlk Mesajlar, M. Ali Baltaşı, Birleşik Y. s. 171

Okunma 912 kez
Bu kategorideki diğerleri: « İNSAN - NÂS İRTİDÂD »