Cumartesi, 06 Şubat 2021 17:32

İÇKİ VE KUMAR

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

İÇKİ VE KUMAR


- 827 -
Kavram no 84
Haramlar 11
Bk. Hesap ve Allah’ın Hesaba Çekmesi;
İsyan-İtaat; Gazap; Takvâ; Fesâd-İfsâd
İÇKİ VE KUMAR
• Hamr/İçki; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur'ân-ı Kerim'de İçkinin Haramlığı ve Yasaklanma Aşaması
• Hadis-i Şeriflerde İçki
• Tarih Boyunca İçki
• İçkinin Zararları
• Uyuşturucu Maddeler
• Yiyecek ve İçeceklerde İslâmî Esaslar
• Akıl Emniyeti
• Sarhoşluk
• Hadd-i Şürb; İçki İçme Cezâsı
• Meysir/Kumar; Anlam ve Mâhiyeti
• Kumarın Zararları
• Kur'ân-ı Kerim'de Meysir/Kumar
• Hadis-i Şeriflerde Kumar
• Haramın Devlet Eliyle İşlenmesi
• Ve... Günümüz
"Sana, şarap ve kumar hakkında soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için birtakım faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür. Yine sana iyilik yolunda ne infak edip harcayacaklarını sorarlar. 'İhtiyaç fazlasını' de. Allah size âyetleri böyle açıklar ki, düşünesiniz." 3603
Hamr/İçki; Anlam ve Mâhiyeti
"Hamr" sözlükte, bir şeyi örtmektir. Bir şeyi örten örtü anlamında ‘hımâr’ aynı kökten gelmektedir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de bu kelime çoğul olarak (“humur” şeklinde) kadınların başlarını örttükleri ‘başörtü’ mânâsında kullanılmaktadır.3604 Hamr kavram olarak; insanın, akıl yürütme ve düşünme yeteneğini örten her türlü uyuşturucu anlamına gelir. Türkçedeki şarap, içki veya uyuşturucu denilen maddelerin genel adıdır. Kur’an-ı Kerim’de aynı anlamda kullanılmaktadır. Özellikle içki içmeyi yasaklayan âyetlerde geçmektedir.
Kur’an’ın inzal olduğu devirde Araplar imal ettikleri içkilere ‘hamr’ adını vermekte idiler. Onlar üzüm, bal, hurma, buğday ve arpadan sarhoşluk veren içkiler üretirlerdi. Bunların tümü ‘hamr’ diye anılırdı ve hepsi de aklı baştan alan uyuşturuculardı. Günümüzde daha çok “alkollü içki” tanımı kullanılmaktadır. ‘Hamr’,
3603] 2/Bakara, 219
3604] 24 Nûr/31
- 828 -
KUR’AN KAVRAMLARI
alkollü içki tanımından daha geniştir ve bütün uyuşturucuları; esrar, LSD, eroin, morfin gibi şeyleri de içerisine almaktadır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır. “Her sarhoş edici ‘hamr’dır. Ve her sarhoş edici haramdır. Kim dünyada hamr içer ve tevbe etmeden, onun tiryakisi olduğu halde ölürse, Âhirette (Âhiret) şarabı (içeceği) içemez.” 3605
Sarhoşluk veren şeyler katı ve akıcı olmak üzere iki çeşittir. Katı uyuşturucular afyon, eroin, esrar, kokain, LSD, mariuhana gibi bitkilerden elde edilen maddelerdir. Akıcı olanlar ağız yoluyla alınan alkollü içkilerdir. Çeşitli maddelerden yapılmaktadır. Bira, likör, şampanya, votka, rakı, şarap, cintonik, viski gibi çeşitleri vardır.
‘Hamr’, adı verilen bütün sarhoş edici maddeler, insandaki düşünme ve akıl yürütme faâliyetlerini dumûra uğratır, aklı baştan alır. Vücudu gevşetip normal hareket etmesini engeller. Aklı perdeler, insanı ne yaptığını bilmez bir duruma düşürür. Buna göre ‘hamr’, belli bir maddenin adı değil; sarhoşluk verip ve uyuşturan, aklı perdeleyen maddelerin meydana getirdiği bütünün genel adıdır. ‘Hamr’ın az veya çok olması farketmez. İslâm’a göre hepsi zararlıdır ve hepsi de haramdır. 3606
Hamr’ın Haram Kılınması: Bütün içkilerin ve uyuşturucuların zararlı olduğunu herkes bilir. Aklı başında olan hiç kimse ‘hamr’ın insana zararlı olmadığını iddiâ edemez. “İnsan vücudunun alkole de ihtiyacı vardır” diyenler, yalnızca demogoji yapmış olurlar. İnsan, vücudunun ihtiyaç duyduğu mineralleri çeşitli sebze ve meyvelerden alır. İnsan vücudunun karbona ihtiyacı vardır ama karbon demek olan kömürü kimse yemez. Vücudun demire de ihtiyacı vardır ama hiç kimse bu ihtiyacından dolayı demir kemirmeğe kalkışmaz.
İçkinin zararlı olduğu bilindiği ve bunun zararını herkes gördüğü halde ilk çağlardan beri yapılmakta ve içilmekte; insanların çoğu da hâlâ içmeye devam etmektedir. Bu gün dünya genelinde içki tüketiminin korkunç boyutlarda olduğunu görmekteyiz. Bazı ülkelerde su yerine alkollü içki içilmektedir. Dünyada kişi başına düşen içki tüketimi ürkütecek boyutlardadır. İçki aleyhine yapılan kampanyaların fazla bir etkisi olmamaktadır. (Zâten bu kampanyalar, direkt veya film vb. şekilde dolaylı olarak yapılan reklamlara oranla pek önemli de değildir.)
İşin garibi Kur’an’a inandığını söyleyen toplumlarda bile içki tüketimi çağımızda giderek artmaktadır. İslâm içkiyi kesin bir dille yasaklıyor, içenleri tehdit ediyor, içki içmeyi imana zarar veren şey olarak niteliyor. Ancak günümüz müslümanları, İslâm’ın birçok hükmünü eğip büktükleri gibi, içki karşısındaki duyarlılığı da yitiriyorlar. İslâm’ın yasakladığı ve hoş görmediği birçok davranış Batı kültürünün etkisiyle onların da hayatına giriyor. Fâize müslümanlardan bazıları başka bir isim vererek, bazıları câiz diye fetvâ vererek, kimileri de günahını önemsemeyerek fâiz alıp veriyorlar. Kumara; toto, loto, piyango, at yarışı, sayısal, şans oyunu deyip takılıyorlar. Tesettüre; çağdaşlık, moda, kamusal alanda yasak deyip uymuyorlar. Bunun gibi bazıları da içki içmeyi, neredeyse kişiliği tamamlayan, normal bir davranış olarak kabul etmektedir. Peygamberimiz buyuruyor ki:
3605] Buhârî, Eşribe 1; Müslim, Eşribe 72, hadis no: 2003; Ebû Dâvud, Eşribe 5, hadis no: 3679; Muvattâ, Eşribe 11, hadis no: 846; Tirmizî, Eşribe 1, hadis no: 1861; Nesâî, Eşribe 21-22
3606] Nesâî, Eşribe 24
İÇKİ VE KUMAR
- 829 -
“Ümmetimden bir grup, ‘hamr’ı (sarhoşluk veren içecekleri) kendi taktıkları bir adla helâl kılmaya çalışırlar.” 3607
İslâm, içki içmeyi (hamr’ı) büyük günahlardan saymakta ve kesin ifâdelerle yasaklamaktadır. Bilindiği gibi, İslâm beş ana maddenin korunmasını hedef almıştır. Bunlardan biri de akıldır. Akıl, ya yanlış ve bâtıl fikirlerle bozulur, ya da sarhoşluk verici şeylerle. Allah’ın insana verdiği her şey bir emânettir. Akıl, can, mal, sağlık, beden, toprak, gökyüzü, çocuk ve benzerleri. İnsan bu emânetleri en güzel şekilde korumalıdır. Bu emânetlere zarar veren, onların yapısını bozan davranışlardan kaçınmalıdır. Bu emânetleri tehlikeye düşürmemelidir. İçki yasağı, akıl nimeti ve emânetini koruma konusunda çok önemli bir tedbirdir.
Bu yasak, aynı zamanda bir sınamadır. İnsan, yapısı açısından hem takvâya hem de hevâya (nefsinin isteklerine) uymaya meyillidir. İster ki, hoşuna giden şeylere sahip olsun, onlardan yararlansın. Ama dünya hayatı bir imtihandır. Kişi birtakım davranışlarına sınır koymazsa, fazilete ulaşamaz. Canının istediğini yapmaya devam ederse, Kur’an’ın sakındırdığı, günah, isyan, sapıklık, azgınlık, şirk ve küfür gibi hatalara düşebilir. Allah (c.c.) bazı davranışlardan râzı olmaz. Bunları da elçileri aracılığıyla insanlara bildirmiştir. Hem fıtratı/kişiliği korumak, hem Allah’ı râzı edip sınavı kazanmak, hem de verilen emânetleri korumak için, yasaklara kulak vermek gerekir.
İçkinin Zararları: Rabbimiz yeryüzünde bizim faydalanmamız için bir yığın helâl rızık yaratmışken, insanın kendine zararlı bir şeyi yiyecek veya içecek olarak seçmesi, ondan zevk alması akıl dışı bir olaydır. Ne yazık ki, Allah’a kulluk etmeyi hayatlarından çıkaranlar için ne içki yasağının, ne de diğer yasak ve emirlerin bir anlamı vardır. Bunlar canlarının istediğini yapmaya çalışırlar. Hoşlandıklarını yaparlar da yeryüzünü ifsâd ederler (bozarlar), azgınlaşır, haddi aşarlar, zâlim ve müstekbir olurlar. Yeryüzünü yaşanmaz hale getirirler.
Hamr içmekle, önce insanın aklı, doğal işlevini kaybeder. Akılla beraber din konusundaki duyarlılık da gider. Sarhoşların nesilleri de içki içmenin zararını görürler. İçki içmekle işlenen cinâyetlerin, verilen zararların, batan ocakların, yitirilen şereflerin sayısı belli değildir. O yüzden Peygamberimiz; “İçki bütün kötülüklerin anasıdır.”3608 buyurmuştur.
Kur’ân-ı Kerim nâzil olmaya başladığı devirde Araplar arasında içki çok yaygın bir gelenekti, âdetâ hayatın bir parçasıydı; tıpkı günümüzde bazı toplumlarda gördüğümüz gibi. Kur’an, yeni müslüman olan bu insanlara içkiyi birden bire yasaklamadı. Aşamalı olarak onların içkiyi terketmelerini sağladı. Bu konuda gelen ilk âyet, üzümlerden rızık ve içecek elde etmeyi hatırlatıyordu.3609 İkinci gelen âyet, içki hakkında soru soranlara, ‘onun zararının faydasından çok olduğunu’ haber veriyordu.3610 Bazı sahâbeler bu âyetle içkinin haram kılınacağını anlamış ve içkiyi terketmişlerdi. Üçüncü âyet, içkiliyken namaz kılınmamasını söylüyordu.3611 Son gelen âyet ise içkiyi tamamen yasaklıyordu: “Ey iman edenler, hamr, kumar, dikili taşlar (putlar) ve şans için kullanılan fal okları ancak şeytanın işlerinden
3607] Dârimî, Eşribe 8, hadis no: 2106
3608] Nesâî, Eşribe 44
3609] 16/Nahl, 67
3610] 2/Bakara, 219
3611] 4/Nisâ, 43
- 830 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olan pisliklerdir. Öyleyse bunlardan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz. Gerçekten şeytan hamr ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah’ı zikretmekten ve namazı kılmaktan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz, değil mi?” 3612
Görüldüğü gibi Rabbimiz ‘hamr’ kullanmayı şeytanın pisliklerinden saymaktadır. Şeytan içki ve kumarla insanlar arasına kavga sokar, onları Allah’a ibâdetten uzaklaştırır. Bugün aynen bu şekilde olmuyor mu? İçki ve kumarla uğraşanların durumu Kur’an’ın anlattığı gibi değil mi? Hepsi de şeytanın emrine girmiş birer zavallı değiller mi?
İnsan, alışkanlıklarından kolay kolay ayrılamaz. O yüzden onlara sunulacak emir ve yasaklar, onların uygulayabileceği şekilde olmalıdır. İnsanı tanıyan Rabbimiz, içki gibi bir konuda aşamalı bir metod uygulamıştır.
İslâm, içki yasağını bir iman meselesi olarak ele alıyor. Nitekim son gelen âyette, ‘hamr’ ve kumarın şeytanın pisliği olduğu özellikle vurgulanıyor ve soruluyor: ‘Artık vazgeçtiniz, değil mi?’ Eğer Allah’a ve O’nun Rasûlüne iman ediyorsanız, eğer Allah’ın azâbından korkup, affını umuyorsanız, eğer şeytanı düşman biliyorsanız, bu pis işi bırakın!
“Allah’a ve Ahiret gününe iman eden hamr içmesin, Allah’a ve Ahiret gününe iman eden içki içilen sofraya oturmasın.”; “Hamr içenin kalbinden iman nuru çıkar.”; “Üç kişi cennete giremez: Deyyus (karısını kıskanmayan), erkekleşen kadın ve içki düşkünü.”3613 buyuran Peygamberimiz işin önemini ortaya koyuyor. İslâm mü’minlerin duygusal olarak da içkiden nefret etmelerini tavsiye ediyor. Mü’min, hayatına hiç bir şekilde içkiyi ve kumarı sokmamalıdır. Birkaç defa bu yasakları çiğneyen kişi, bunları terketmekte çok zorlanır. Alışkanlık haline getirdiği zaman ise, iş tehlikeli bir noktaya ulaşır.
İçkiyi kesin bir şekilde yasaklayan âyetin sonunda Allah (c.c.) mü’minlere yumuşak bir şekilde soruyor: “Artık (içki içmekten) vazgeçtiniz, değil mi?” Bu ifâde tarzı, şüphesiz kalplere etki eden, duygulandıran, yaptıkları yanlıştan insanları alıkoyacak tatlı bir yöntemdir. Bunu duyan o günün mü’minleri içkiyi derhal bıraktılar. Bu günümüzün içkicilerine de ibret olmalı.
Aklın sıhhatli düşünme ve muhâkeme yeteneğini gideren, sarhoşluk denilen hale sebep olan içeceklere “hamr” denilir. Kur’an’da geçen “hamr” kelimesinin, fakîhlerin çoğu aklı gideren bütün içkileri kapsamına aldığını söylemişlerdir. Hanefîler “hamr”ı şöyle izah etmişlerdir: “Köpüklenip kuvvetlenen yaş üzüm suyu.” Yalnızca bu tür içkilerin ismi hamr'dır. Bunun dışındaki sarhoşluk veren içkiler hamr kelimesinin şumûlüne girmez. Bu tür içkiler, sarhoşluk verdiği için hamr'a kıyasla haramdır Fakîhlerin çoğunluğu (cumhûr-ı ulemâ) ise, sarhoşluk veren bütün içeceklerin azının da çoğunun da haram olduğunu ve hamr kelimesinin kapsamına dâhil olduğunu söylemişlerdir. 3614
İçki içmek İslâm'da yasak olduğu gibi, Hıristiyanlık ve Yahûdilikte de, önceki şeriatlerde de bu konuda bazı yasaklar getirilmiştir. Yahûdilerin kutsal kitabı Tevrat'ta şu cümleler dikkati çeker: "Ve Rab Hârun’a söyleyip dedi: Sen ve
3612] 5/Mâide, 90-91
3613] Kütüb-ü Sitte, 8/169
3614] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 249-252
İÇKİ VE KUMAR
- 831 -
seninle beraber oğulların, toplanma çadırına girdiğiniz zaman, ölmeyesiniz diye şarap ve içki içmeyin, nesillerinizce ebedî kanun olarak, tâ ki, kutsalla, bayağı şeyi ve murdarla temiz olanı birbirinden ayırt edesiniz." 3615
İncil'de bu konuda şöyle denir: "Onlar yemek yerlerken, İsa ekmek aldı, şükran duâsı edip parçaladı ve tâbîlerine verdi ve dedi ki: ‘Alın, yiyin, bu benim bedenimdir. Ve bir kâse şarap alıp şükretti ve onlara vererek dedi ki, bundan içiniz. Çünkü bu benim kanım, günahların bağışlanması için birçokları uğrunda dökülen ahdin kanıdır. Fakat ben size derim: Babamın melekûtunda sizinle taze olarak onu içeceğim o güne kadar, ben asmanın bu ürününden artık içmeyeceğim." 3616
Eski Türklerin İslâm'dan önce Şamanizm'e bağlı oldukları bilinmektedir. Bu dinde genellikle sevinçli zamanlarda ve kutsama törenlerinde Kımız vb. çeşitli içkilerin içildiği bilinmektedir. 3617
İslâm'dan önce ve İslâm'ın ilk devirlerinde, câhiliye Arapları içki içer ve bunu hayatın bir parçası gibi görürlerdi. İslâm beş şeyin korunmasına büyük önem vermiştir. Bunlar: Akıl, sağlık, mal, ırz ve dindir. İçki içen kimse bu beş unsuru da koruyamaz duruma düşer. Amerika'da içki aleyhtarlarının kurduğu bir teşkilat yeryüzünde ilk defa içkiyi kimin yasakladığını araştırır. İlk yasağın Hz. Muhammed (s.a.s.) tarafından ortaya konulduğu anlaşılınca O'nun hâtırasına New York'ta "Muhammed Çeşmesi” adını verdikleri bir âbide yaptırırlar.3618 (Peygamberimizin içkiyi Allah’ın emriyle kesin bir şekilde yasakladığı doğrudur; ama bunu yasaklayan Allah, çok eski şeriatlerde de yasaklamıştır; eğer Tevrat ve İncil tahrif edilmemiş olsaydı, bu yasak, net bir şekilde görülecekti. Şimdiki Kutsal Kitaplarda bile bunu bulmak mümkündür.)
Kur'an-ı Kerîm'de içki yasağı tedrîc prensibine göre gelmiştir. Mekke'de inen ilk âyette yasak hükmü yer almaz. "Hurma ve üzüm ağaçlarının meyvelerinden içki yapıyor ve ayrıca güzel rızık ediniyorsunuz, bunda aklı eren bir kavim için elbet bir ibret vardır." 3619
Bundan sonra Hz. Ömer bir gün Rasûlullah’a (s.a.s.) gelerek şöyle dedi: "Ya Rasûlullah! Şarap, malı helâk edici ve aklı giderici olduğu malumunuzdur. Yüce Allah'tan, şarabın hükmünü bize açıklamasını iste. Hz. Peygamber; "Ey Allah'ım, şarap hakkında bize açıklayıcı beyanını bildir" diye dua edince şu âyet indi: "Sana içkiyi ve kumarı sorarlar, de ki. "Onlarda hem büyük günah hem de insanlar için bazı faydalar vardır. Ancak günahları faydalarından daha büyüktür." 3620 Bu âyet inince, bazı sahabîler "büyük günah" diye içkiyi bırakmış bazıları ise "insanlara faydası da var" diyerek içmeye devam etmişlerdir.
Bir gün Abdurrahman b. Avf bir ziyafet vermiş, ashâb-ı kirâmdan bazıları da bu ziyafette hazır bulunmuştu. Yemekte içki de içmişlerdi. Akşam namazının vakti girince, içlerinden birisi imam olmuş ve namaz kıldırırken "kâfirûn"
3615] Tevrat, Levililer, Bab, 10, Cümle 8-11
3616] İncil, Matta, bab, 26, Cümle 26-29, Yuhanna, Cümle 30 vd
3617] Mehmet Aydın-Osman Cilacı, Dinler Tarihi, Konya 1980, s. 97 vd
3618] Yeşilay Dergisi, sayı 441, Ağustos 1970
3619] 16/Nahl, 67
3620] 2/Bakara, 219
- 832 -
KUR’AN KAVRAMLARI
sûresini yanlış okumuştu. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Yâ Rabbi bize içki konusundaki beyanında ziyade yap" diye dua etmiş ve daha sonra şu âyet inmiştir: "Ey iman edenler, siz sarhoşken ne söyleyeceğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın."3621 Bu sûrette içki yalnız namaz vakitlerinde olmak üzere yasaklanmıştır. Artık onu içenler yatsı namazından sonra içiyorlar, sarhoşlukları geçtikten sonra sabah namazını kılıyorlardı.
Yine bir gün Utbe bin Mâlik (r.a.) bir evlenme ziyafeti vermişti. Sa'd b. Ebî Vakkas da oradaydı. Deve eti yediler, içki içtiler, sarhoş olunca da asalet iddiasına kalkıştılar. Sa'd bu konuda kavmini öven ve Ensar'ı hicveden bir şiir okudu. Ensar'dan birisi buna kızarak, sofradaki bir deve kemiği ile Sa'd'ı yaraladı. Sa'd da durumu Rasûlullah (s.a.s)'a şikâyette bulundu. Bunun üzerine bu konuda kesin içki yasağı bildiren âyetler indi: "Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın amelinden bir murdardır. Bunlardan kaçınınız ki, felaha eresiniz. Şeytan içki ve kumarla aranıza kin ve düşmanlık sokmak, sizi Allah'ı anmaktan ve namazı kılmaktan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?" 3622
Hz. Peygamber’in çeşitli hadisleri bu konuda uygulama esaslarını gösterir: "Her sarhoşluk veren şey hamrdır/şaraptır ve her sarhoşluk veren şey haramdır. Bir kimse şarabı dünyada içer de ona devam üzere iken tevbe etmeden ölürse âhirette kevser şarabını içemez." 3623; "Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır." 3624 Hz. Peygamber'e ilaç için şarap yapmanın hükmü sorulunca; "Şüphesiz şarap deva (ilâç) değil aksine derttir." 3625; "Ümmetimden birtakım kimseler, çeşitli adlar koyarak içki içeceklerdir." 3626
İçkinin yasak oluşu icmâ-ı ümmetle sâbittir. İslâm fakihleri bu konuda görüş birliği içindedirler. Ancak müctehidler arasında bazı içki çeşitleri üzerinde ihtilaf vardı. Hz. Ömer bu konudaki şüpheleri kaldırmak için, Allah elçisinin minberinden "aklı perdeleyen her şey içkidir" sözüyle özlü bir tarif yapmıştır. Buna göre insana aklını kaybettiren ve onu iyi ile kötüyü, hayırla şerri ayıramaz duruma getiren her şey içki sayılır. Sıvı veya katı olması sonucu değiştirmez. Afyon, eroin ve benzeri bütün uyuşturucular aynı niteliktedir. Çünkü bunları kullanan kişilerde aklın fonksiyonları değişir; uzağı yakın, yakını uzak görür; olağan şeylerden ayrılarak, olmayan ve olmayacak şeyleri hayal etmeye ve rüyalar denizinde yüzmeye başlar. Bazı uyuşturucular da vücûdu durgunlaştırır, sinirleri uyuşturur, ruhsal çöküntülere yol açar, ahlâkı düşürür, iradeyi zayıflatır ve ferdi topluma faydasız hâle getirir. İşte İslâm dini, fert ve toplum için faydalı olan şeyleri emrederken, zararlı olanları da yasaklamıştır. İslâm'ın yasakları tıb tarafından incelendiğinde, bunların fert ve toplum yararına olduğu görülür. Nitekim, içki ve domuz eti gibi yasaklar ilmin ve tıbbın süzgecinden geçirilmiş, nice maddî ve mânevi zararları uzmanlarca açıklanmıştır. 3627
İslâm, içkinin içilmesini yasakladığı gibi, müslümanlar arasında ticaretini de yasaklamıştır: "Peygamber (s.a.s) içki konusunda on kişiyi lânetlemiştir: Sıkan, kendisi
3621] 4/Nisâ, 43
3622] 5/Mâide, 90-91
3623] Müslim, Eşribe, 73
3624] el-Askalânî, Bulûğu'l Merâm, Terc. A. Davudoğlu, lV, 61 vd.
3625] el-Askalânî, a.g.e, IV, 61
3626] el-Askalânî, a.g.e, IV, 61
3627] bk. Yusuf el-Kardâvî, el-Helâl ve'l-Harâm fi'l-İslâm, Terc. Mustafa Varlı, Ankara 1970, s. 50-53, 75-88
İÇKİ VE KUMAR
- 833 -
için sıkılan, içen, taşıyan, kendisi için taşınan, içiren, satan, parasını yiyen, satın alan ve kendisi için satın alınan..." 3628
Mâide sûresindeki kesin içki yasağı bildiren âyet geldikten sonra Allah Rasûlu uygulama ile ilgili olmak üzere şöyle buyurdu: "Şüphesiz Allah içkiyi haram kılmıştır. Bu âyeti haber alıp da yanında içki bulunan kimse, ondan içmesin ve satmasın..." 3629
Kur'ân-ı Kerim'de İçkinin Haramlığı ve Yasaklanma Aşaması
Hamr kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de toplam 7 Yerde geçer.3630 Bilindiği gibi, içki yasağı tedricî şekilde getirildi. Kur’ân-ı Kerim’de bu âyetler, şu iniş sırasını tâkip etti: Önce içkinin güzel olan rızıklardan ayrı olarak (güzel olmayan) bir rızık/gıda olduğunu belirten âyet 3631 indi, sonra içkide büyük zarar ve günah olduğuna dâir âyet3632 bunu tâkip etti. Daha sonra sarhoşken namaza yaklaşılması yasaklandı.3633 En sonunda da içkiyi kesin şekilde yasaklayan ve onu şeytan işi bir pislik ilan eden âyet nâzil oldu. 3634
“Hurma ve üzüm gibi meyvelerden hem sarhoşluk veren içki, hem de güzel gıdâlar edinirsiniz. İşte bunlarda da aklını kullanan kimseler için büyük bir ibret vardır.” 3635
"Sana, şarap ve kumar hakkında soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için birtakım faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür. Yine sana iyilik yolunda ne infak edip harcayacaklarını sorarlar. 'İhtiyaç fazlasını' de. Allah size âyetleri böyle açıklar ki, düşünesiniz." 3636
“Ey iman edenler! Siz sarhoş iken -ne söylediğinizi bilinceye kadar-, cünüp iken de -yolcu olan müstesnâ- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya bir yolculuk üzerinde bulunursanız, yahut sizden biriniz ayak yolundan gelirse, veya kadınlara dokunup da bir su bulamamışsanız o zaman temiz bir toprakla teyemmüm edin: Yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz Allah çok affedici ve bağışlayıcıdır.” 3637
“Ey iman edenler! Hamr (sarhoşluk veren içecekler), kumar, dikili taşlar (putlar, putlaştırılan heykeller), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan içkide ve kumarda, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ın zikretmekten ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz, değil mi?” 3638
“Müttakîlere vaad olunan Cennetin durumu şöyledir: İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme
3628] Tirmizî, Büyû', 59; İbn Mâce, Eşribe, 6
3629] Müslim, Müsâkât, 67; bk. Buhârı, Megâzî, 51; Büyû, 105, 112; Müslim, Büyû, 93; Fer', 8; İbn Mâce, Ticârât, 11; Ahmed b. Hanbel, II, 213, 362, 512, III, 217, 324, 326, 340; İbn Kesîr, Muhtasaru Tefsîri İbn Kesîr, Beyrut (t.y), I, 544-547; Hamdi Döndüren, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 88-90
3630] 2/Bakara, 219; 5/Mâide, 90, 91; 12/Yusuf, 36, 41; 24/Nûr, 31; 47/Muhammed, 15
3631] 16/Nahl, 67
3632] 2/Bakara, 219
3633] 4/Nisâ, 43
3634] 5/Mâide, 90-91
3635] 16/Nahl, 67
3636] 2/Bakara, 219
3637] 4/Nisâ, 43
3638] 5/Mâide, 90-91
- 834 -
KUR’AN KAVRAMLARI
baldan ırmaklar vardır. Orada meyvelerin her çeşidi onlarındır. Bunlardan da öte Rablerinden bir bağışlama vardır. Bu, ateşte ebedî kalan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu hiç?” 3639
“(Ey Muhammed!) Hayatın hakkı için, onlar, sarhoşluklar içinde bocalıyorlardı.” 3640
“Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyâmet vaktinin depremi müthiş bir şeydir! Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiğinden vazgeçer, her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir; fakat Allah’ın azâbı çok dehşetlidir.” 3641
“Ölüm sarhoşluğu bir gün gerçekten gelir de, ‘işte (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir’ denir.” 3642
“Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını, yalan yemin ve şâhitlik ile yemeniz için o malları hâkimlere (reislere, yetkili idarecilere veya mahkeme hâkimlerine el altından) vermeyin.” 3643
“Ey iman edenler! Aranızda karşılıklı rızâya dayanan ticâret olması hali müstesnâ, mallarınızı, bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah size merhamet edecektir. Kim düşmanlık ve haksızlık ile bunu (haram yemeyi veya öldürmeyi) yaparsa, (bilsin ki) onu ateşe sokacağız; bu ise Allah’a çok kolaydır. Eğer yasakladığımız büyük günahlardan kaçınırsanız; sizin, küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız.” 3644
İçki Mâide sûresi 90. âyet le mutlak anlamda haram kılınmadan önce, hakkında iki hüküm daha inmişti.3645 Son hüküm gelmeden önce Hz. Peygamber (s.a.s.) kendileri mutlak yasağa hazırlamaları için halkı toplamış ve onları uyararak şöyle demişti: "Allah insanların içki içmelerinden asla hoşlanmaz. Mutlak yasak yakında gelse gerektir. Bu yüzden ellerinde içki bulunanlar en iyisi mi onu satsınlar." Bundan bir süre sonra, Mâide sûresi 90. âyet inince, "Şu anda ellerinde içki bulunanlar artık onu ne içebilir, ne de satabilir; bu yüzden onu yok etsinler." diye ilânda bulundu. Bunun üzerine dökülen içkiler Medine sokaklarında aktı. Bununla birlikte bazıları "Onu Yahudilere hediye edemez miyiz?" diye Hz. Peygamber'e (s.a.s.) sordular. Cevap şöyleydi: "Onu haram eden, hediye olarak verilmesini de yasaklamıştır." Daha bazıları "Onu sirke yapamaz mıyız?" diye sordular. Cevap: "Hayır, dökmelisiniz" şeklinde oldu. Bir başkası tekrar tekrar sordu: "İçkiyi ilaç olarak da kullanamaz mıyız?" Hz. Peygamber (s.a.s.) üstüne basa basa bunu da reddetti ve şöyle buyurdu: "Hayır, o bir ilaç değil, bir hastalıktır." Yine, bir başkası daha sordu: "Efendim, biz çok soğuk bir yerde yaşıyoruz ve işimiz de yorucudur. Bu bakımdan, yorgunluğumuzu gidermek ve ısınmak için içki içiyoruz." Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle dedi: "İçtiğiniz sarhoşluk veriyor mu?" "Evet" dedi adam. Bunun üzerine, Hz. Peygamber (s.a.s.) "Ondan el çek!" buyurdular. Soruyu soran adam bu kez, "Bizim orada oturanlar bunu kabul etmeyecektir." dedi. Hz. Peygamber (s.a.s.) buna da
3639] 47/Muhammed, 15
3640] 15/Hıcr, 72
3641] 22/Hacc, 1-2
3642] 50/Kaf, 19
3643] 2/Bakara, 188
3644] 4/Nisâ, 29-31
3645] 2/Bakara, 219, 4/Nisâ, 43
İÇKİ VE KUMAR
- 835 -
şöyle karşılık verdi: "Eğer kabul etmezlerse git, onlarla savaş!"
İbn Ömer'den (r.a.) rivâyet edilen bir hadise göre Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardır: "Allah içkiyi ve onu içeni, sunanı, satanı, alanı, üreteni, ürettireni, taşıyanı ve kendisine taşıtanı lânetlemiştir." Bir başka hadisinde Hz. Peygamber (s.a.s.) müslümanlara içkiyle birlikte sunulan yemekten yemeyi yasaklamıştır. Yasağın ilk döneminde, içkiyi çıkarmada ve içmede kullanılan aletlerden yararlanılmasını bile yasaklamış, fakat daha sonra yasa iyice yerleşince bunların kullanımına izin vermiştir.
Arapça "hamr" kelimesi öncelikle üzümden yapılan şarap anlamına geliyorsa da, buğday, arpa, kuru üzüm, hurma ve baldan yapılan içkiler için de kullanılır olmuş ve yasak, sarhoşluk veren her şeyi içine almıştır. Hadisler bu noktada oldukça açıktır: "Her sarhoşluk veren hamrdır ve haramdır”; "Sarhoşluk veren her içki haramdır"; "Her sarhoşluk veren şeyi yasaklıyorum." Cuma hutbelerinden birinde Halife Hz. Ömer (r.a.) hamr'ı "düşünme melekesini gideren her şey" olarak tanımlamıştır.
Bu bağlamda Hz. Peygamber (s.a.s.) genel ilkeyi şöyle koymuşlardır: “Çoğu sarhoşluk veren şeyin en az miktarı da haramdır; bir bardağı sarhoşluk veren şeyin bir damlası da haramdır..." Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanında sarhoş için belli bir ceza yoktu. Tutuklanıp mahkemeye çıkarılan suçlu ayakkabılarla dövülür, tepiklenir, yumruklanır, çomaklanır ve kırbaçlanırdı. Bu suç için verilen cezanın en yüksek miktarı kırk kırbaçtı. Hz. Ömer'in (r.a.) halifeliğinin ilk günlerinde de aynı ceza uygulanıyordu. Fakat o suçların arttığını görünce, diğer sahabelere de danışarak cezayı seksen kırbaca çıkardı.
İmam Mâlik, İmam Ebu Hanife ve bir rivâyete göre İmam Şafiî de aynı görüşteydiler. Fakat, İmam Ahmed b. Hanbel ve bir başka rivâyete göre İmam Şafiî, içki içmenin cezasının kırk kırbaç olduğu fikrindedir. Hz. Ali (r.a.) de kırk kırbacı kabul etmiştir.
İslâm fıkhına göre, yasağın üzerinde durmak İslâm Devleti'nin görevidir. Nitekim, Hz. Ömer (r.a.) zamanında Beni Sakif kabilesinden Ruveyşid adlı bir adamın dükkanı, içinde gizlice şarap üretilip satıldığı için yakılmıştır. Başka bir seferinde ise, şarap sattıkları için bir köyü yaktırmıştır. 3646
Hadis-i Şeriflerde İçki
“Her sarhoşluk veren şey ‘hamr’dır. Ve her hamr (sarhoş edici) haramdır. Kim dünyada hamr içer ve tevbe etmeden, onun tiryakisi olduğu halde ölürse, Âhirette (Âhiret) şarabı (içeceği) içemez.” 3647
“Ümmetimden bir grup, ‘hamr’ı (sarhoşluk veren içecekleri) kendi taktıkları bir adla helâl kılmaya çalışırlar.” 3648
“İçki bütün kötülüklerin anasıdır” 3649
3646] Tefhîmu’l Kur’an, Mâide, 90. âyetin tefsiri
3647] Buhârî, Eşribe 1, Edeb 80, Ahkâm 21, 22, Meğâzî 60; Müslim, Eşribe 72-75, hadis no: 2003; Ebû Dâvud, Eşribe 5, hadis no: 3679; İbn Mâce, Eşribe 9, 13, 14; Muvattâ, Eşribe 11, hadis no: 846; Tirmizî, Eşribe 1, hadis no: 1861; Nesâî, Eşribe 21-22, 40, 49, 53
3648] Dârimî, Eşribe 8, hadis no: 2106
3649] Nesâî, Eşribe 44
- 836 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“...İçki içme. Çünkü içki, bütün şerlerin/kötülüklerin anahtarıdır.” 3650
"... Sarhoşluk vereni içmeyin; her sarhoşluk vereni haram kıldım." 3651
"... İnsanı sarhoş edip namazdan alıkoyacak her içki haramdır." 3652
“Çoğu sarhoş eden şeyin azı da haramdır.” 3653
“Her kim zehir içerek kendini öldürürse, cehennem ateşinde ebedî kalarak daima o zehri içmekle meşgul olacaktır.” 3654
"Allah Teâlâ hastalığı da ilacı da indirmiştir. Ve her hastalığa bir ilaç var etmiştir. Öyleyse tedâvi olun. Ancak haram olan şeyle tedâvi olmayın." 3655
“Allah sizin için haram kıldıklarında şifâ yaratmamıştır.” 3656
“Alkollü içkiler devâ değil; derttir.” 3657
“Allah, alkollü içkileri içen kişiye Cehennem’de azab göreceklerin irinlerini içirmeye and içmiştir.” 3658
“Allah'a ve âhiret gününe iman eden kimse, üzerinde içki içilen sofraya/masaya asla oturmasın!” 3659
“Hamr (sarhoşluk veren içki ve uyuşturucu) içenin kalbinden iman nuru çıkar.” 3660
“Üç kişi cennete giremez: Deyyûs (karısını kıskanmayan), erkekleşen kadın ve içki düşkünü.” 3661
“Allah şaraba (alkollü içkilere), yapanına, yaptıranına, taşıyanına, taşıtanına, alım satımında bulunanına, parasını yiyenine, kendisi için satın alınanına, garsonuna ve içenine lânet etti.” 3662
"Zinâ eden, zinâ ettiği anda mü'min değildir. Hırsızlık eden, çaldığı anda mü'min değildir. Şarap içen, içtiği anda mü'min değildir." 3663
“İçki içilmesini yasaklayan Allah Zülcelâl, içkinin alım ve satımını da haram kılmıştır.” 3664
"Allah bir şeyi haram kılınca, onun bedelini de haram kılar." 3665
3650] İbn Mâce, hadis no: 4034
3651] Nesâî, Eşribe: Tefsîru'l-Bit'i ve'l-Mizr
3652] Müslim, Eşribe 70
3653] Tirmizî, Eşribe 3; Ebû Dâvud, Eşribe 5; Nesâi, Eşribe 25
3654] Buhârî, Tıb 56; Müslim, İman 175; Ebû Dâvud, Tıb 11; Tirmizî, Tıb 7; Mesâî, Cenâiz 68; İbn Mâce, Tıb 11
3655] Ebû Dâvud, Tıbb 11, hadis no: 3874
3656] Tâc, c. 3, s. 212
3657] Câmiu’s Sağîr, 1/72
3658] Tâc, c. 3, s. 145
3659] Tirmizî, Edeb 43; Ebû Dâvud, Et’ıme 18
3660] Kütüb-ü Sitte, cilt 8, s. 169
3661] Kütüb-ü Sitte, 8/169
3662] Tirmizî, Büyû’ 58; İbn Mâce, Eşribe 6; Ebû Dâvud, Eşribe 2
3663] Buhârî, Mezâlim 30, Eşribe 1; Müslim, İman 100-104; Ebû Dâvud, Sünnet 15; Nesâî, Kat'u's-Sârik 1, Kasâme 49; İbn Mâce, Fiten 3; Dârimî, Eşribe 11; Ahmed bin Hanbel, II/317
3664] Müslim, hadis no: 930
3665] Ebû Dâvud, Büyû' 38, 63, 64
İÇKİ VE KUMAR
- 837 -
"Şüphesiz Allah içkiyi haram kılmıştır. Bu âyeti3666 haber alıp da yanında içki bulunan kimse, ondan içmesin ve satmasın..." 3667
“Haramla beslenen vücut (cennete girmez;) ona ancak ateş yaraşır.” 3668
"...Bir kimse ellerini semâya kaldırarak: 'Ya Rabbi, ya Rabbi, diye duâ eder. Hâlbuki, yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, kendisi haramla beslenmiş olursa, duâsı nasıl kabul edilir?" 3669
“Bilmiş ol ki, haramdan gıdasını alıp büyüyen bir ete ancak ateş evlâdır.” 3670
"Öyle bir devir gelecek ki, insanoğlu, aldığı şeyin helâlden mi, haramdan mı olduğuna hiç aldırmayacak."3671 Rezîn rivâyetinde şu ziyâde vardır: "... Böyle kimselerin hiçbir duâsı kabul edilmez."
“Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyeni yap! Doğruluk gönül rahatlığı, yalan ise kuşkudur.” 3672
“Ey insanlar, şüphesiz ki Allah, Tayyib’dir. Tayyibden (temiz, hoş ve helâl olandan) başka bir şey kabul etmez. Allah, mü’minlere de, Rasûllere emrettiği şeyi emreder: ‘Ey Rasûller, helâl olan şeylerden yiyin ve sâlih amellerde bulunun. Çünkü Ben, sizin yaptıklarınızı bilirim.3673 ve “Ey iman edenler, size verdiğimiz rızıkların tayyiblerinden (helâl ve hoş/temiz olanlarından) yiyin.’3674 buyurmuştur.” dedi. Sonra devam etti: “Bir kimse (Hak yolunda) uzun sefere çıkar, saçları dağılmış, toza-toprağa bulanmış bir halde ellerini semâya kaldırarak: ‘Yâ Rabbi, Yâ Rabbi’ diye duâ eder. Hâlbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, kendisi haramla beslenmiş olursa, böyle birinin duâsı nasıl kabul edilir?” 3675
“Muhakkak insanlara öyle bir zaman gelecek ki, o vakit kişi eline geçirdiği malı helâldan mı, yoksa haramdan mı kazandığını düşünmeyecektir.” 3676
“Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyâmet günü gelmeden önce o kimseyle helâlleşsin. Yoksa kendisinin sâlih amelleri varsı, yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından alınır, (hak sahibine verilir.) Şâyet iyilikleri yoksa, kendisine zulüm yaptığı kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yükletilir.” 3677
“Her müslümanın öteki müslümana kanı, ırzı (nâmusu) ve malı haramdır.” 3678
3666] 5/Mâide, 90
3667] Müslim, Müsâkât, 67; Buhârı, Megâzî, 51; Büyû, 105, 112; Müslim, Büyû’, 93; Fer', 8; İbn Mâce, Ticârât, 11; Ahmed bin Hanbel, II/213, 362, 512, III/217, 324, 326, 340
3668] Mişkâtu’l Mesâbih, hadis no: 2787; Keşfu’l Hafâ, hadis no: 2632
3669] Müslim, Zekât, 65; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'an, 3173; Dârimî, Rikak 2720
3670] Tirmizî, Salât 429, hadis no: 609; Dârimî, Rikak 60, hadis no: 2779
3671] Buhârî, Büyû' 7, 23; Nesâî, Büyû' 2
3672] Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme 22, hadis no: 2637; Nesâî, Eşribe 50, hadis no: 5677; Dârimî, Büyû’ 2, hadis no: 2535
3673] 23/Mü’minûn, 51
3674] 2/Bakara, 172
3675] Müslim, Zekât 65; Tirmizî, Tefsîrul’l-Kur’an 3, hadis no: 3173; Dârimî, Rikak 9, hadis no: 2720
3676] Buhârî, Büyû’ 35; Nesâî, Büyû’ 2, hadis no: 4432; Darîmî, Büyû’ 5, hadis no: 2539
3677] Buhârî, Mezâlim 10, Rikak 48
3678] Müslim, Birr 32; Tirmizî, Birr 18
- 838 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"Kuşları ürkütüp isimlerinden, seslerinden ve hareketlerinden mânâlar çıkarmak, uğursuzluğa inanmak, kum üzerine çizgiler çizerek geleceğe yönelik hükümler çıkarmak bir çeşit sihir ve kehânettir." 3679
“Gerçekten Allah, çalışıp kazanan mü’min kulunu sever.” 3680
“İnsanların yediği şeylerin en temizi (helâli), kendi kazancından olanıdır ve kişinin çocuğu onun kazancındandır.” 3681
Enes bin Mâlik (r.a.) şöyle diyor: "Hamr haram edildiği zaman ben, Ebû Talha'nın evindeki bir topluluğa şarap sunuyordum. Çünkü ben onların en küçüğü idim. O gün onların içtikleri hamr, büsr ve temr (karışımı) idi. Birinin, 'Şarap haram kılındı' diye bağırdığını duyduk. Medine sokaklarında (şarap) aktı. Ebû Talha bana 'Dışarı çık da bunları dök!' dedi. Çıkıp döktüm..." 3682
Tarih Boyunca İçki
Doğal bir olay olan mayalanma dolayısıyla alkol, ilk devirlerden itibaren biliniyor olmalıdır. Kur’ân-ı Kerim’de, Hz. Yusuf’un Mısır’da hapiste iken rüyasını yorumladığı iki kişiden birinin hükümdarın sarayında şarap sâkîsi olduğu belirtilmektedir.3683 Tevrat ve İncil’in bugünkü şeklinin yer aldığı Kitab-ı Mukaddes’in değişik bölümlerinde içkinin zararlarına işaret edilir.3684 Ancak Kitap ehli, bira, şarap ve likör türü içkilere yemeklerinde ve bazı dinî merâsimlerinde yer verirler, içkinin kesin haram olduğunu kabul etmezler. Eski Türk kültüründe de içkinin önemli bir yeri olmuştur. Türkler şaraba süci, bor, çağır gibi adlar vermişlerdir. Bazı Türk topluluklarında, geleneği hâlen devam eden, kısrak sütünden “saba” denilen tulumlarda özel bir mayalama usûlüyle yapılan “kımız” millî bir içki olarak telâkkî edilmektedir. Türkler ayrıca ayranı uzun müddet tulumlarda bekleterek bir tür rakı üretmişlerdir. Câhiliye devri Araplarında daha çok üzüm ve hurmadan değişik içkiler yapılmakta, ayrıca Suriye, Irak ve Yemen’den Arabistan topraklarına içki getirilmekteydi.
İslâmiyet’ten öce içki içmeyen ve onu haram kabul eden hanîfler de vardı. Bununla birlikte bi’setten sonra dahi içkinin haram kılınmasına kadar Arap, yahûdi ve hıristiyan tüccarlar Medine’de içki satmaya devam etmişlerdir. İçkinin haram kılınmasından sonra da alışkanlıklarını bırakamayıp gizlice içki kullanan3685 veya açıktan için kendilerine had uygulanan kimseler olmuştur.
Emevîler döneminde refah seviyesinin yükselmesi ve farklı kültürlerin etkisiyle içki kullanımı yaygınlaştı. Yezid bin Muâviye, Abdülmelik bin Mervan, Yezid bin Abdülmelik ve Velid bin Yezid gibi Emevî hükümdarlarının içki kullanmaları da bunda etkili oldu. Ömer bin Abdülaziz içkiyle mücâdele etmiştir. Abbâsi hükümdarlarından Hâdî İlelhak, Emin, Me’mûn, Mu’tasım Billâh, Vâsık Billâh ve Mütevekkil Alellah içkiye düşkündü. Fakat İbn Haldun’un da işaret ettiği üzere
3679] Ebû Dâvud, Tıb 23; Ahmed bin Hanbel, III/477, V/60
3680] İbn Kesir, c. 4, s. 397
3681] Ebû Dâvud, Büyû’ 77, hadis no: 3528; İbn Mâce, Ticâre 1, hadis no: 2137-2138; Nesâî, Büyû’ 1, hadis no: 4427-4430; Tirmizî Ahkâm 22, hadis no: 1372; Dârimî, Büyû’ 6, hadis no: 2540
3682] Müslim, Eşribe 41
3683] 12/Yûsuf, 41
3684] Hâkimler, 13/4-6, 14; Levililer, 10/8-10; Luka, 1/15
3685] Ebû Dâvud, Edeb 45
İÇKİ VE KUMAR
- 839 -
Hârun Reşid gibi bazıları hakkında söylenenler doğru değildir.3686 Mansûr ve Mühtedî Billâh ise içkiyle mücâdele etmişlerdir. Abbâsî dönemi İslâm devletlerinin hükümdarları arasında sarhoş olup akla gelmedik çılgınlıklar yapanlar bulunduğu gibi, ilaç için bile içki kullanmayan da vardı.
Çoğu pagan kökenli antik dinlerde bir vecd aracı olarak dinî bir içeriğe sahip bulunan içki, özellikle şâmanik karakterli dinlerde sarhoş edici özelliğinin getirdiği kendinden geçme hali dolayısıyla, şâmanın öteki âlemle ilişki(!) kurmasını sağlayan kutsal bir araç olarak düşünülmüştür. Yahûdilik ve Hıristiyanlık gibi dinlerde ya haram kılınmış veya sınırlandırılmış; İslâm’da ise tümüyle ve kesin bir şekilde yasaklanmıştır.
İçkinin Zararları
İslâm’ın tüm emir ve yasakları, öncelikle Allah’a itaat edip O’nun rızâsını kazanmak için yerine getirilir. Müslüman bilir ki, Allah’ın bizim bazı şeyleri yapıp bazı şeyleri terk etmemize hiçbir ihtiyacı yoktur. O’nun emirlerine itaat, bizim için hem dünya ve hem de âhiret açısından büyük faydalar sağlar. Yasakladıkları şeyler de bizim için zararlı olduğu için haram kılınmıştır. İçki yasağına uymamak, öncelikle ve en önemli zarar olarak âhirette büyük cezâsı olan bir suçtur. Kur’an’da içki yasağının putlara tapınma (ensâb -dikili taşlar-) yasağıyla birlikte zikredilmesi,3687 içki haramlığının derecesinin putlara tapınmaya denk olarak kabul edilebileceğine delâlet eder. Kur’an, bunun çirkinliğini; “şeytan işi pislik” olarak belirtir.3688 İçkinin ayrıca toplumsal zararlarını da özlü bir şekilde belirten Kur’an, içki ve kumar yoluyla şeytanın insanlar arasına düşmanlık ve kin sokmak istediğini3689 açıklar. Peygamberimiz (s.a.s.) de, içki içen kimsenin, tevbe etmeden öldüğü takdirde âhiret şarâbından içemeyeceğini belirtir. 3690
Mü’mini sarhoşluk veren içkileri içmekten alıkoyan en güçlü ve mutlak otorite, sahip bulunduğu imanıdır. Allah’tan başka sahte tanrılara ve putlara tapmak onun için ne ise, içki içmek de aynı şeyi ifâde eder. Çünkü Yüce Allah “içki” içmeyi “putlara tapma”ya izâfe etmek sûretiyle zikretmiştir.3691 İmanının iç dinamikleri mü’min kimseye putlara itaat etmemeyi, onlardan korkmamayı, onları sevmemeyi emrettiği gibi, aynı dinamikler Allah’ın koyduğu içki yasağına tam bir itaat göstermeyi de emreder. Şu hadis-i şerif, içki yasağı ile iman arasındaki bağı çok net bir şekilde kurmaktadır: “... Şarap içen, içtiği anda mü'min değildir." 3692
Bilindiği gibi, sarhoşluk veren her şey “hamr”, yani Türkçe söyleyişiyle “içki” kabul edilir. Ve her hamr/içki, az da içilse, bir damla da alınsa, içinde alkol miktarı az olan “bira” ve benzeri içecek de olsa; bir “rics -pislik-”tir.3693 Kur’an, Allah’’ın verdiği temiz rızıklardan yememizi emretmiş, habîs/pis olan yiyecek ve içecekleri yasaklamıştır.3694 Ancak pislikler, pis şeyler, pis insanlar içindir; onlar kendilerine
3686] Mukaddime, s. 18
3687] 5/Mâide, 90
3688] 5/Mâide, 90
3689] 5/Mâide, 91
3690] Buhârî, Eşribe 1, Edeb 80, Ahkâm 21, 22, Meğâzî 60; Müslim, Eşribe 72-75
3691] 5/Mâide, 90
3692] Buhârî, Mezâlim 30, Eşribe 1; Müslim, İman 100-104
3693] 5/Mâide, 90
3694] 2/Bakara, 172; 7/A’râf, 157
- 840 -
KUR’AN KAVRAMLARI
helâl kılınmış sayısız temiz gıdaları bırakıp pis şeyleri tercih ederler.3695 Yediği ve içtiği haram olan, haramla beslenmiş kişilerin duâsı da kabul edilmeyecektir.3696 Haramla beslenip gıdalanan vücudun hakkı ise Cehennem ateşidir.3697 “Allah, alkollü içkileri içen kişiye Cehennem’de azab göreceklerin irinlerini içirmeye and içmiştir.”3698 Hadis-i şeriflerde Cennete giremeyeceği belirtilen üç kişiden biri, içki tiryakisidir.3699 Allah’ın lânetinin de içki içene, imal edenlere, taşıyan, satana, garsonuna Allah’ın lânet ettiğini bildiren hadis-i şerif,3700 içki konusunda yardımcı olan veya geçimini şu veya bu şekilde içkiyle bağlantılı yapanlara da Allah’ın rahmet nazarıyla bakmayacağını haber verir.
İçki, uyuşturucu vb. sarhoşluk veren şeyleri kullanan kimselerin kalbinden iman nurunun çıkacağını3701 bildiren Peygamberimiz, içki, bira vb. içilen adına kahve de denilse, bazılarının evdeki içkili sofrası da olsa, meyhâne cinsinden bu sofra veya masalara oturulmasını yasaklamıştır.3702 Bazı insanlar, içinde alkol miktarı az olduğu veya az miktarda içilince sarhoş yapmadığı gibi gerekçelerle “bira”yı veya bir-iki kadeh içmeyi haram kabul etmeyebiliyor. Bu haramı daha büyük hale getirir; Allah’ın haram kıldığı bir hükmü kabul etmediği için insanı küfre sokabilir. Peygamberimiz, sanki ta 14 asırdan bu mantığı şu şekilde deşifre eder: “Ümmetimden bir grup, ‘hamr’ı (sarhoşluk veren içecekleri) kendi taktıkları bir adla helâl kılmaya çalışırlar.” 3703
Sarhoş eden şeyleri kullanmanın ve kumar oynamanın haram olmadığını söylemek, bütün âlimlerin görüş birliği ile küfürdür. Eğer Peygamber (s.a.s.) kumar oynayana değil de şarap içene had vurmayı uygun görmüş ise, bu, aklı gideren şarabın, kişiyi, başkalarının hakkına tecâvüz etmeğe de sürükleme ihtimaline bağlı olabilir. Allah'ın elçisi, şarap içene, te'dîb ve ta'zîr türünden had vurmuştur. Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve Tirmizî Hz. Peygamber’in (s.a.s.) şarap içeni sopa ve ayakkabı ile dövdüğünü (veya dövdürdüğünü) rivâyet ederler. Ebû Hüreyre şöyle diyor: "Şarap içen birisi, Allah'ın elçisine getirildi. Rasûlullah: "Onu dövünüz!" dedi. Kimi eliyle, kimi ayakkabısı ile kimi elbisesiyle vurdu. Adam dönüp giderken bazıları ona: 'Allah seni perişan etsin!' deyince Allah'ın Rasûlü (s.a.s.) buyurdu ki: "Hayır, öyle demeyin. Ona karşı siz de şeytana yardım etmeyin!" 3704
Alkollü şuruplardan ve tedâvi amaçlı da olsa Allah’ın haram kıldığı pisliklerden kaçınmak gerekir. Bu konudaki hadislerin zâhirine baktığımızda bu tür ilaçlardan da sakınılmalı, aynı cins ilacın alkolsüzü tercih edilmeli veya en azından hayatî önem taşımayan bu tür ilaçlar kullanılmamalıdır. "Allah Teâlâ hastalığı da ilacı da indirmiştir. Ve her hastalığa bir ilaç var etmiştir. Öyleyse tedâvi olun. Ancak haram
3695] 24/Nûr, 26
3696] Müslim, Zekât 65; Tirmizî, Tefsîrul’l-Kur’an 3; Dârimî, Rikak 9
3697] Tirmizî, Salât 429; Dârimî, Rikak 60
3698] Tâc, c. 3, s. 145
3699] Kütüb-ü Sitte, 8/169
3700] Tirmizî, Büyû’ 58; İbn Mâce, Eşribe 6
3701] Kütüb-ü Sitte, cilt 8, s. 169
3702] Tirmizî, Edeb 43; Ebû Dâvud, Et’ıme 18
3703] Dârimî, Eşribe 8, hadis no: 2106
3704] Buhârî, Hudûd11/184-185
İÇKİ VE KUMAR
- 841 -
olan şeyle tedâvi olmayın."3705; “Allah sizin için haram kıldıklarında şifâ yaratmamıştır.”3706; “Alkollü içkiler devâ değil; derttir.”3707 "Peygamber habîs (pis, zehir) ile tedâviden men etti." 3708
Bu hadislere rağmen, alkolün ilaç olarak kullanılıp kullanılamayacağı konusunda mezheb âlimlerinin görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Kur'an'da; leş, domuz eti gibi haram kılınan yiyecekler belirtildikten sonra, "Kim çâresiz kalır da bunlardan yemek zorunda kalırsa, aşırı gitmeden, başkasının hakkına saldırmadan yediği takdirde kendisine günah yoktur." 3709 ifâdesiyle, zorunlu durumlarda bu haram şeylerden yenilebileceği belirtilmiştir. Bu ifâde, alkol içeren maddelerin ilaç olarak kullanılabileceğini düşündürür.
M. Reşid Rızâ'ya göre ilâçlara, belli olmayacak ve normalde sarhoş etmeyecek ölçüde alkollü içki katmak, haram değildir. Elbiseye azıcık ipeğin karışması zarar vermediği gibi, ilâca -zarûret gereği- alkol karıştırmakta da bir sakınca yoktur. Reşid Rızâ şöyle diyor: "Hamrın sarhoş eden miktarı, içerdiği zarar ve bozukluktan dolayı bizzat haramdır. Bundan azı da, kötülüğe meydan vermemek için haramdır. Fakat zarûret halinde, haram olan şeyler mubah olur. Güvenilir doktorun tanıklığıyla şarapla tedavi zorunluğu doğarsa "zarûretler, miktarına göre takdir edilir" kuralına uyulur. Ne kadar alkol almak gerekli ise o miktar alınabilir. Ondan fazlası haram olur." 3710
İçki doğurgan bir kötülüktür; her günah, başka bir günaha kapı açar, ama içkinin açtığı kötülük/günah kapıları hem daha âcil açılır hem de kapıların sayısı çok fazladır. “İçki bütün kötülüklerin anasıdır.”3711; “...İçki içme. Çünkü içki, bütün şerlerin/kötülüklerin anahtarıdır.” 3712
İçki, sadece içene zarar vermekle de kalmaz; İçki içmenin toplumsal ve psikolojik yönleri bulunmaktadır. Çünkü içki, bireyin âilevî, sosyal ve meslekî faâliyetlerini önemli ölçüde aksatmaktadır. Alkol bağımlısı olan kişilerde sinir sistemi işlevinde birçok bozukluklar ortaya çıkmasına bağlı olarak şizofreni ve duygusal bozukluklar meydana gelmektedir. Aynı zamanda da, alkolik olan kişinin; işini, âilesini, yaşamını kaybedebildiği, alkolik kadınlarda ise, çocuğun özürlü veya sakat doğurma ihtimalinin çok yüksek bir düzeyde olduğu ve büyük oranda streslere yol açtığı da tesbit edilmiştir.3713 Kur’an da, (her iki dünyada da) kurtuluşa ermek için içki ve kumardan uzak durmayı tavsiye etmektedir. 3714
Günümüzde içki, hiddet ve öfkenin ortaya çıkmasına etki eden en büyük faktör olarak kabul edilmektedir. Sarhoş bir insan, sanki hiç uygarlaşmamış bir kimse gibi hareket eder. Çünkü içki içen bir kimsenin akıl işlevi aksadığı için ağzından çıkan sözlere dikkat edememekte ve hareketlerini kontrol altına
3705] Ebû Dâvud, Tıb 11
3706] Tâc, c. 3, s. 212
3707] Câmiu’s Sağîr, 1/72
3708] Ebû Dâvud, Tıb 11
3709] 5/Mâide, 3
3710] Tefsiru'l-Kur'âni'l-Hakîm, 7/89-90
3711] Nesâî, Eşribe 44
3712] İbn Mâce, hadis no: 4034
3713] Doğan Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı, Remzi Kitabevi, s. 471, 473
3714] 5/Mâide, 90
- 842 -
KUR’AN KAVRAMLARI
alamamaktadır. Buna bağlı olarak kendi kendini denetleyemez hale gelmekte ve başkalarına karşı olan saygısını yitirerek bazı aşırı davranışları sergileyebilmektedir. Bu durum da, çevresindekileri rahatsız etmekte ve toplumda bir kinin oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Kur’an da, bu alışkanlığın toplumda düşmanlıklara sebebiyet verdiğine dikkat çekmektedir: “... Şeytan içki ve kumar yolu ile aranıza düşmanlık ve kin sokmak ister...” 3715
Toplumun temeli, fertler arası nezâket bağlarına dayanmakta, hislerin taşkınlığı ise, büyük oranda bu bağları koparmaktadır. İçki içen bir kimse, içki içmediği zamanlar, insanlığa karşı duyduğu kini gizleyebilmekte ve düşmanlık eğilimlerini frenleyebilmektedir. Ancak içkinin bu gibi insanda zihinsel ve devinsel işlevleri kalıcı bir şekilde bozduğu için, kişiliği menfî yönde değiştirdiği, ferdi kuşkucu ve aşırı saldırgan yaparak topluma karşı düşmanlık duygularını geliştirdiği tesbit edilmiştir. 3716
Fahreddi Râzî, içkinin aklı giderdiği ve onun yerine şehvet ve gazabı hâkim kıldığını, bunun da kişi ile toplum arasında çatışmanın meydana gelmesine sebebiyet verdiğini, bu çatışmanın ise, zamanla dövüş ve cinâyete dönüştüğünü ifâde etmektedir. Yapılan bir istatistikte, adam öldürme olaylarını gerçekleştiren fâillerin üçte birinin kanlarında yüksek oranda alkol bulunmuşturd. Bu durum, Kur’an’da içkinin zararlarını dile getiren ifâdelerin haklılığını ortaya çıkarmaktadır. 3717
Bugün hemen hemen hiçbir tedâvi edici özelliğinin bulunmadığı bilinen ve bütün dünyada bağımlılığı ve kötüye kullanımı en yaygın madde olan alkol, insanlık tarihi boyunca farklı şekillerde algılanmış, üretim ve tüketimi devlet tarafından bazen Amerika Birleşik Devletleri’nde olduğu gibi yasaklanmış, bazen de glasnost öncesi Sovyetler Birliği’nde görüldüğü gibi teşvik edilmiştir. Alkol kullanımı ve doğurduğu sonuçlar çağımız da özellikle Batı ve batılılaşma yolundaki toplumların en önemli problemlerinden biridir. Alkol kullanımının, yol açtığı sağlık sorunları yanında, trafik kazaları, intiharlar, suça yönelme, aile bölünmesi, iş hayatının bozulması, meslek kayıpları ve çeşitli ekonomik yıkımlar açısından toplumlara verdiği zararlar çok boyutlu bir biyo-psikososyal sorun oluşturmaktadır.
Alınan alkolün yaklaşık % 10’u midede, kalanı ise ince bağırsaklarda emilerek kısa sürede kana karışır. Aç karnına alınan alkolün emilmesi daha hızlı, tok karnına alınanınki daha yavaştır. Dolayısıyla kandaki alkol yoğunluğunun en yüksek noktaya ulaşma süresi 30-90 dakika arasında değişir. Alkol emildikten sonra vücut özümleme faâliyetine geçerek kandaki alkol yoğunluğunu düşürmeye çalışır ve büyük bir kısmını karaciğerde yakarak su ve karbondiokside dönüştürürken kalanı da solunum ve idrar yoluyla dışarı atar. Ancak bu süreçte vücut, asetaldehid birikmesi sonucu zehirlenme belirtileri göstermeye başlar. İnsan vücudu aşırı alkol yüklenmesine karşı bir noktaya kadar kendini savunmakta ve mide yaptığı salgılarla cidarını korumaya çalışırken arkasından çıkış kapağını kapatarak alkolün ince bağırsağa geçip kana karışmasını engellemekte, daha sonra da kusma refleksiyle onu dışarı atmaktadır. Ancak yine de aşırı yüklenme devam ettiğinde
3715] 5/Mâide, 91
3716] Cüceloğlu, a.g.e. s. 235-238
3717] Hayati Aydın, Kur’an’da İnsan Psikolojisi, s. 304-305
İÇKİ VE KUMAR
- 843 -
alkol koması ve arkasından ölümün gerçekleşmesi kaçınılmaz olmaktadır.
Alkol, merkezî sinir sistemi ve beyin üzerine fizyolojik baskı yapar. İçkinin beyni uyarıcı etkisi olduğu şeklinde bir görüş varsa da, bu doğru değildir. Alkol alındığı zaman başlangıçta kişinin canlanması, neşelenmesi, beyindeki savunma ve karşı kontrol mekanizmalarının ilk anda baskı altında kalmasının sonucudur. Bu durum, birçok kimseyi ve bazı hekimleri yanıltmakta ve az dozda alınan alkolün uyarıcı etki yaptığı gibi yanlış bir kanaate yol açmaktadır. Alkol zehirlenmesinin bir miktar ilerlemesiyle kişinin bunalımı yatışmakla birlikte kendini kontrol edemediği görülür; hâfıza zayıflar, dikkat toparlanamaz ve basîret tamamen kaybolur. Kendine aşırı güven kazanan kişi canlı, taşkın ve girişkendir. Kontrolsüz mizaç dalgalanmaları ve duygusal patlamalar ortaya çıkar; bu psikolojik değişikliklere davranış ve idrâk bozuklukları da eşlik eder.
Akşamları içki alınması genellikle uykuya dalmayı kolaylaştırırsa da, alkolün asıl uyku üzerinde ters etkisi vardır. Alkol, uykunun hızlı göz hareketlerinin olduğu ve rüyaların görüldüğü dönemini etkileyerek derin uykuyu azaltır ve daha sık, daha uzun uyanma dönemleriyle uyku parçalanmasını arttırır; dolayısıyla uykuya yardım ettiği kanaati yanlıştır. Alkol zehirlenmesinin başlangıcında şahıslar çok konuşkan ve hoş sohbet veya tam tersine içe kapanık ve somurtkan, yahut hırçın ve kavgacı ya da gülme ve ağlama nöbetlerinin birbirini takip ettiği bir görüntü sergiler. Bazı kişilerde alkolün tesiri kısa sürede görülmez, yani alkol alımı onlar için zehirlenmenin başlangıcında genellikle rahatlatıcı ve neşelendirici rol oynar. Fakat sıkıntılarını, problemlerini ve öfkelerini kontrol altında tutabilen bu şahıslar, ilerleyen saatlerde alkolün alkolün kontrol mekanizmalarını depresyona uğratması ve bu arada savunma mekanizmalarını da yıkması sonucunda daha sıkıntılı, üzüntülü, öfkeli ve saldırgan olurlar; bu yüzden beraber içmeye gittiği arkadaşını içki masasında öldürenlerin sayısı az değildir. Bazıları da çok hafif etkisi olabilecek kadar az miktarda alkol aldığı halde, hemen çılgınlık derecesinde ağır davranış bozuklukları gösterir.
Aşırı içki içmenin ilk ve en önemli yan etkisi karaciğer hasarı şeklindedir. Yine, aşırı ve uzun süreli kullanma mide, bağırsaklar ve pankreasta ağır bozukluklara, tansiyon yükselmesine ve kalp atışlarının düzensiz hale gelmesine sebep olur. Ayrıca kan yapımıyla ilgili sistemi olumsuz yönde etkileyerek karaciğer, kalın bağırsak ve akciğer gibi çeşitli organlarda kanser riskini arttırır. Alkoliklerin % 10’unda kısırlık ve alkole bağlı sirozu olan erkeklerin % 30-50’sinde testis küçülmesi görülmektedir. Genellikle otuz beş yaşından sonra, çok uzun süreyle fazla miktarda alkol kullanımından dolayı hâfıza bozuklukları meydana gelir. Aşırı alkol kullanımı, kişinin eşine olan sevgi ve saygısının, bu arada cinsel ilgisinin de giderek azalıp kaybolmasına, özellikle onu umursamaz ve aşağılayıcı tavırlar takınmasına, içinde beliren kıskançlık ve aldatılma duygularını şiddetle sergilemesine yol açar. Çok sinirli, huzursuz, alıngan, her şeyden şüphe eden ve sık sık öfke patlamaları gösteren bu kişilerde önceleri sadece sarhoşluk ânında dışa vurulan şüphe, korku ve saldırgan davranışlar zamanla süreklilik kazanıp gerçek bir hezeyan halini alır ve kişinin bütün düşüncelerine ve hayatına hâkim olur. Hastalardaki aldatılma ve kıskançlık hezeyanları, şahsın aile hayatını sarsan ve bazen intihara veya adam öldürmeye yol açabilecek kadar tehlike arzeden, “alkol paranoyası” adı verilen bir hastalıktır. Son yıllardaki çalışmalar, alkol kullanımıyla ilişkili zararların ve bozuklukların sadece alkolü kullananlarla ve yetişkinlerle
- 844 -
KUR’AN KAVRAMLARI
sınırlı kalmadığını, gelecek nesilleri de etkilediğini göstermiştir. Bir alkolik kadının özürlü bir çocuğa sahip olma riski % 35 gibi yüksek bir orandadır. Bu risk, anneleri içki içen çocukların ana rahminde iken alkole mâruz kalmalarının sonucudur. Alkol ana rahmindeki büyümeyi ve doğum sonrası gelişmeyi engeller; çocukta zekâ geriliğine, boy kısalığına ve davranış bozukluklarına sebep olur.
Evliliklerde kaçınılmaz bir gerilme ve tahribata yol açan alkol, ailede sosyoekonomik problemlere yol açabilir. Sürekli çekişme ve şiddetle dolu bir aile atmosferi çocuklar üzerinde yıkıcı bir rol oynar ve sarhoş anne babalar çocuklarının onlarla özdeşleşmesi açısından kötü örnek oluştururlar. Aşırı alkol alan kişilerin çocuklarında duygusal çöküntü ve davranış bozukluklarının gelişme riski çok yüksektir, bu çocukların çoğu okulda da başarılı olamaz. Alkol kullanımı ile antisosyal kişilik gelişmesi arasında âşikâr bir ilişki vardır ve bu durum, özellikle çocuk yaşta alkole başlayan gençlerde görülür. Alkol, suça yönelimi ve saldırgan davranışları kamçılar; ayrıca, başka madde bağımlılıklarını da körükler. Her yıl, sadece alkol kullanımı ile doğrudan ilişkili binlerce ölüm meydana gelmektedir. Dünya Sağlık Teşkilatı’nın Türkiye’nin de içinde bulunduğu otuz ülkeyi kapsayan son araştırma raporlarına göre cinâyetlerin % 85’i (% 60-70’i aile içine dönüktür), tecâvüzlerin % 50’si, şiddet olaylarının % 50’si, eşlerini dövenlerin % 70’i, işe gitmeyenlerin % 60’ı ve akıl hastalıklarının % 40-50’si (bu oran bizzat alkol kullananlarla ilgilidir; onlardan doğan çocuklarda aklî ârızalar % 90’lardadır) alkolden kaynaklanmaktadır. 3718
Son yıllarda dünyayı felâkete götüren alkollü içkilere âit verilen haberler korkunçtur. Rusya’da yılda bir milyon kişi, alkole bağlı hastalıklardan ölmektedir. İngiltere’deki bir araştırmaya göre, genç ve orta yaştaki insanların ölümlerinin % 25’i alkolden olmaktadır. ABD Sağlık Bakanı, Kongreye verdiği raporda ağız, gırtlak, akciğer, karaciğer kanserlerinde alkollü içkilerin birinci sırada sorumlu olduğunu açıkladı. Dünya sağlık örgütü, suçların % 60’ının alkollü kimseler tarafından işlendiğini, ırza geçme olaylarında bu oranın % 85’e çıktığını yayınlamıştır. Yine, yapılan istatistikler bir alkoliğin neslinden gelenlerin % 30 suçlu, % 45 akıl hastası olduğunu ve bu zararın beş kuşak sürdüğünü ortaya koymuştur.
Alkollü içkinin hafifi, kuvvetlisi olmaz. Dünya Alkolle Mücadele Derneği Başkanının açıkladığına göre alkoliklerin tümü işe bira ile başlamıştır ve alkollü içkilerin yeryüzüne böyle süratli yayılmasının sebebi biranın kolayca meydana getirdiği alışkanlıktır. İçkinin insan sağlığına olumsuz etkilerini anlamak için önce onun kimyasal birkaç özelliğini bilmek gerekiyor. Bilindiği gibi, alkol temel bir eriticidir. Özellikle yağları eritir. Besin açısından ise bir sentez ürünü değil; bir ayrışım ürünüdür. Temel besin maddesi şekerin, bakteriler tarafından kullanılması, yani yenmesi sırasında ortaya çıkan, artık bir kimyasal maddedir. Bu özellikleri sebebiyle insan vücudunda alkol zararlı bir kimyasal madde kabul edilir ve karaciğer tarafından hemen yakılıp bozulur (detoksike). Şu halde bazı alkol sempatizanlarının iddia ettiği gibi alkol kesinlikle besin değildir. Vücuda girince tüm besinlerin aksine, kontrol edilmeden yanar. 3719
İnsan vücuduna alkolün etkisine gelince:
3718] Musa Tosun, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 21, s. 462-463
3719] Bakara sûresinin 219. âyetinde işaret edilen zâhirî yarar bu olabilir
İÇKİ VE KUMAR
- 845 -
a) Alkolün sindirim sistemine etkisi: Alkolün zararlı etkisi ağızdan başlar. Normalde ağzımızda özel canlı bir ortam vardır (flora). Bu ortam, mikropların yaşamasını âzamî derecede zorlaştırır. İşte alkol bu florayı bozduğundan diş etlerinin kolayca mikroplanıp kronik iltihaplanmasına sebep olur. Bu yüzden alkol alışkanlığı olanlarda dişler çabuk çürür.
Ağızdan sonra, yutak ve yemek borusu gelmektedir. Bu iki organ birbirinin devamıdır. Çok zor görevler görür; çok duyarlı bir iç zarı vardır (mukoza). İşte, alkol, bu iki organın da iç yüzlerini tahriş eder, dayanıksız hale getirir. Bu organların kanserlerinde alkol, kesinlikle sorumlu tutulmaktadır. Nitekim özellikle 1980 yılından itibaren ağır alkollü içkilerle mücâdelede kanser merkezleri çok ciddi adımlar atmıştır.
Alkolün midede devamlı gastrit yaptığı bilinmektedir. Yemek borusu ve yutak kanserlerinde olduğu gibi, kesinlik kazanmamakla birlikte, mide kanserine de alkolün yardımcı olacağı kanaati hâkimdir. Alkol, çok ince kimyasal işlemlerin yapıldığı 12 parmak bağırsağına en ağır etkileri yapar; onun salgı düzenini, kimyasal duyarlığını bozar. Alkol, sindirim olayının merkezi sayılan bu organı bozarken safra salgısını da altüst eder. Bütün alkoliklerin 12 parmak bağırsağı ve safra kesesi hastadır. En azından düzensiz çalışmakta ve safradır. Bu hal şiddetli gaz şeklinde, her alkoliğin kulağını çekmektedir.
Bu düzensizlik, tüm bağırsakları etkilediğinden, devamlı alkol kullananlarda sindirim sisteminin düzen ve kompüter âhengi bozulmuştur. Normal vücut, sindirim sistemine verdiği özel tâlimatla kendine yararlı olanı sindirdiği halde; devamlı alkol alanlarda bu kontrol kalkmış ve sindirim kontrolsüz yürür hale gelmiştir. Alkolün zahirî bir faydası gibi görülen şişmanlatması, bu kontrolsüz sindirimden doğar. Halk arasında çok isâbetli bir tanımla bu şişmanlığa kof şişmanlık denir. Gerçekte öyledir. Zira, bu bilinçsiz sindirim, hücre arasında yağ depo etmekten öte geçemez; hatta bu yağ birikimi bazen kalp kaslarına da yansır. Kalp yağlanarak, tehlikeli problemlere yol açar. Şüphesiz alkolün en vahim etkisi karaciğer üzerinedir. Karaciğer her alkol molekülünü zehir kabul eden hassas bir laboratuardır. Alkolün karaciğer üzerine etkisi iki yönlüdür: 1- Karaciğer hücreleri alkolü tahrip etmek için bu göreve bağımlı kalıp diğer görevlerini ihmal eder. 2- Karaciğerin birbirinden hassas kimyasal işlemleri, alkolün kontrolsüz müdâhalesiyle bozulur. Bu yüzden karaciğer bir işlemi defalarca yapmak zorunda kalarak, ileri derecede yorulur.
Bu etkiler, karaciğerde çok olumsuz sonuçlar meydana getirir. Bunların en meşhuru alkol sirozudur. Siroz, karaciğer tahribinin tam oluş belgesidir. Ancak alkol alanlar, “ben siroz olmuyorum” diye teselli bulmamalıdır. Daha tehlikelisi, alkolün karaciğerin görevlerini tek tek aksatıp yok etmesidir. Bunlardan ilki, kan yapımı için gereken maddelerin karaciğer tarafından yapılamaması ve bu görevin ileri derecede aksamasıdır. Bu yüzden bütün alkol kullananlar kansızdır. Yüz damarlarının genişlemiş olması sebebiyle yüzleri kanlı görülse de kemil iliği haraptır. Yine karaciğerde alkol alanlarda yeterince korunma maddesi yapılamaz. Bu yüzden alkol kullananlarda, hastalıklara karşı genel bir dayanıksızlık vardır. Alkol bazen hızlı karaciğer iflâsları oluşturur ki, bu durumda alkol alan kimse, karaciğer komasında ölür. Karaciğerle ilgili hiçbir olay yoktur ki, alkolden zararlı etki görmesin.
- 846 -
KUR’AN KAVRAMLARI
b) Alkolün dolaşım sistemine etkisi: Alkolün dolaşım sistemine etkisi karaciğere etkisi ile hem dolaylı yoldan, hem kalp kasına etkisi de iki yönlüdür. Kandaki yağlı besin maddelerinin yanmasına başrolü oynayan karaciğerin güçsüzlüğe uğraması, damarların sertleşmesine, tansiyonun yükselmesine sebep olur. Diğer yandan, alkol hızlı yanarak dolaşım debisi denilen akımın akış yöntemini bozar ve kalbi yorar. Ayrıca alkol, kalpte yağlanma yaparak ve sinir sistemine yaptığı etki yolu ile de kalbi ciddî şekilde bozar. Alkoliklerin sonunda ya sirozla ya kalp yetmezliğiyle öldükleri bilinmektedir. Çeşitli sebeplerle dolaşım problemleri olanların bir damla alkol almaları bile hayatı hiçe saymak demektir.
Dolaşım sisteminin nihâî bir bölümü sayılan böbrekler de alkolden fevkalâde zarar görür. Zira böbrekler süzme işlemini çok hassas kimyasal değerlerde yürütür. Alkol böbreklerin bu hassas çalışmasını da altüst eder. Özellikle az alkol, bu işlemleri daha şiddetle bozar. Devamlı bira içenlerin böbrekleri mutlaka ârızalanır.
Vücudun en önemli sistemlerinden biri olan lenf (beyaz kan damarları) sistemi, alkolden çok zarar görür. Zira bu sistemin yapısında yağ bileşikleri çok önemli bir yere sahiptir. Alkolün yağ bileşiklerine olan olumsuz etkisi, bu hârika korunma sistemini tahrip etmektedir.
c) Alkolün sinir sistemine etkisi: Alkol, kalın yağ barajları ile korunan sinir sisteminin hücre zarlarını aşarak sistemin elektriksel iletişimini bozar. Bu etki, iki tarzda kendini gösterir. Birincisi, sarhoşluk dediğimiz ânî etkidir. Ancak bundan daha tehlikeli olanı kronik etkidir. Alkol, her geçen gün sinir sistemini tahrip ederek onda saymakla bitmeyen hastalıklar doğurur. Üstelik alkolün ilk etkisi yavaş, hatta belirsiz de geçse, bu kronik etkisini sürdürür. Bu yüzden bazılarının “ben sarhoş olmuyorum, alkole dayanıklıyım” iddiâsı tamamen bir tesellidir. Bu etki, genç yaşlarda, hele çocukluk çağında fevkalâde vahimdir. Alkol, sinir sisteminde polinevrit, alkol cinneti, korsakof sendromu gibi bilinen hastalıklar dışında, çeşitli merkezlerde telâfisi güç tahripler yapmaktadır. Hâfıza kaybı ve ellerdeki titremeler bu tahribatın habercileridir.
d) Alkolün soya yaptığı etkiler: Alkol, yağ eritici gücü ile cinsiyet hücrelerine de geçmekte ve onda onarılması güç sakatlıklar doğurmaktadır. Gelecek nesillerde çeşitli zekâ gerilikleri, kas yetersizlikleri en bilinen örnekleridir. Yapılan birçok araştırmalarda ruh hastalıkları taşıyan şahısların anne ve babalarının alkolik olduğu tesbit edilmektedir. Alkolün, soya çekimde, yumurta hücresini daha kolay tahrip ettiği tesbit edilmiştir. Bu yüzden alkolik annelerin çocuklarına hemen hemen daima bir irsiyet (soya çekim) sarsıntısı görülmektedir. Babanın alkolik olması da yine yüzde otuzdan fazla problem oluşturmaktadır.
e) Alkolün psikososyal etkileri: Toplum dengesi ve düzeni açısından alkolün ne denli zararlı olduğu bilinmektedir. Biz bu etkilerin en önemlilerini sıralamak istiyoruz:
Algınlık nedeni ile toplumun fertlerini devamlı kavgaya sürüklemektedir.
Aile düzenini yıkmakta, sonu gelmeyen boşanmalar, topluma ters çocuklar, tüm toplumu sarsmaktadır.
Alkolün verdiği uyuşukluk, tembellik, iş gücünü azaltmakta, toplumun
İÇKİ VE KUMAR
- 847 -
üretim gücü düşmektedir.
Fertlerde yaygın bir umursamazlık meydana getirmektedir. Bunun sonucu millî kaygılar, birlik ve toplumdaki dertlere karşı direnme kaybolmaktadır.
Bu dört husus, Batılı sosyologları öylesine kaygılandırmıştır ki, alkolün yaygınlaşması halinde millî şuurlarının çökeceğinden duydukları korkuları tüm devlet kademelerine yansımışlardır.
İşte Kur’ân-ı Kerim, hiçbir toplumun, hiçbir fikir akımının mücâdeleye cesâret edemediği toplumları kemiren bu derdi, kestirip atmış, asırlar boyu müslüman toplumları bu illetten korumuştur. Dünyanın en ünlü Higiyon (Hıfzıssıhha) bilim adamı Ord. Prof. Hirch, kitabında şöyle demektedir: “Medenî Amerika’nın 15 yıl yürütemediği içki yasağını İslâmiyet 14 asır başarı ile yürütmüş, insanları ve medeniyeti çok önce yok olmaktan kurtarmıştır.” 3720
Alkolü Bırakmak: Alkolizm tedâvisinde başarılı olabilmek için, kişinin durumunu kabullenmesi, alkolü bırakmaya kesin kararlı ve tedâvi için istekli olması gerekir. Hasta, alkolü bırakmayı istemediği halde, eşinin veya yakınlarının arzusu yahut baskısı ile ya da alkolle ilişkili bir bozukluğun ortaya çıkması sebebiyle doktora gittiğinde başarı şansı çok daha az olmakta, zoraki tedâvi o kişiyi geçici bir süre alkolden uzak tutmaktan başka bir anlam taşımamaktadır. Öte yandan tedâvi, alkolün kesinlikle ve tam anlamıyla terkedilmesinin sağlanmasına yönelik olmalıdır. Çünkü alkol bağımlısının az veya kontrollü içmesi diye bir çözüm yolu yoktur; bunun aksini savunmak, hastanın da hekimin de kendini aldatmasından başka bir şey değildir. Bugün alkolle mücâdelenin en etkili yolunun alkole hiç başlamamak olduğu kabul edilmektedir. Bu sebeple, kişinin kendine ve çevresine zarar vermeden mâkul ölçülerde(!) alkol kullanmasının hoş karşılanıp onaylanması belki de insanları alkolizme götüren en etkili yol ve en tehlikeli tuzaktır. Zira bütün teorik yaklaşımlara rağmen alkole başlayan kimselerden kimin kontrollü içme aşamasında kalacağı ve kimin alkolik olacağı önceden kestirilememektedir. Alkolikler sadece alkol kullananlar arasından çıktığına göre, alkolizmi önlemenin en kesin yolu alkolün ilk kadehini ağza sürmemektir.
Kişi ve toplumu alkolden uzak tutacak tedbirleri almadan ve insanları alkolizme götüren sebepleri ortadan kaldırmadan, yani bataklığı kurutmadan ve insanlara Allah korkusunu vermeden sorun çözülemez. Kişinin mânevî değerlerini geliştirip kendi yasağını kendisinin koymasını sağlayan Dinin koruyucu rolü her şeyden daha etkilidir. Nitekim İslâm’da içkinin kesin olarak haram kılınması sebebiyle, gerek devletin alkolü yasakladığı ve gerekse yasaklamadğı İslâm ülkelerinde alkolizm oranı çok düşüktür. İçki içmenin günah olduğuna inanan müslümanların çok büyük bir kısmı, ağızlarına bir damla bile alkol koymazlar. Günah olduğuna inanmakla birlikte, kendini tutamadığını söyleyerek alkol alan müslümanların da çoğu Ramazan ayı gelince içkiyi bırakır; bunlar oruç tutmasalar bile o ay hiç içmezler; bu da içkiden kurtulmak için iyi bir fırsattır. İnsanoğlunun kesin isteyip de kurtulamayacağı hiçbir bağımlılık, tutsaklık yoktur. Bırakmak isteyen, mutlaka bir çözüm bulacaktır. Zâten içki bağımlılığı ve benzerleri terkedilemeyecek bir şey olmuş olsa, Allah’ın bunu bıraktırmaya çalışmasının bir anlamı olmazdı. “Hamr (sarhoşluk veren içecekler), kumar, dikili taşlar (putlar, putlaştırılan
3720] Halûk Nurbaki, İslâm Dininin İnsan Sağlığına Verdiği Önem, s. 76-85
- 848 -
KUR’AN KAVRAMLARI
heykeller), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz... Artık (bunlardan) vazgeçtiniz, değil mi?”3721 Unutmayalım ki, Allah, kimseye zerre kadar zulmetmez ve kimsenin sırtına kaldıramayacağı yükü yüklemez. “... Bir şeyi yapmaya azmettiğin, karar verdiğin zaman Allah’a tevekkül et/güven...” 3722
Uyuşturucu Maddeler
Sinir sistemini uyuşturan ve böylece kişinin düşünme ve muhakeme melekesini yok eden maddelere uyuşturucu maddeler denir. Sürekli uyuşturucu madde kullanan kimselerde bu maddelere karşı bağımlılık meydana gelir. Çok çeşitli uyuşturucu madde vardır. Bunlar; alkol, morfin, eroin, kokain, afyon, eter, esrar gibi maddelerdir. Yatıştırıcılar ve uyku ilaçları da uyuşturucu maddelerindendir.
Uyuşturucu alışkanlığı günümüz insanının en büyük sosyal problemlerinden birini oluşturmaktadır. Materyalist ve kapitalist toplumlarda, sistemlerin çarpıklıklarından ortaya çıkan sosyal problemler, insanları uyuşturucu maddelerin tutsağı haline getirmektedir.
En yaygın olarak kullanılan uyuşturucu maddeler, alkol içeren içkilerdir. Gayri İslâmî toplumlarda bu tür içkiler yaşamın bir parçası olarak kabul edilmektedir. Diğer uyuşturucu maddelerin satışı ve kullanımı dünyanın hemen her yerinde suç kabul edilmiş ve cezalandırılmıştır. Ancak bu cezalar, uyuşturucu maddelerin kullanımının yaygınlaşmasını ve sosyal bir felaket haline gelmesini engelleyememiştir. Bunun sebebi, çağdaş toplumların yaşam felsefelerinin insanları bu tür alışkanlıklara itecek uygun ortamları hazırlamaya elverişli olmasıdır. Manevî boşluk, ideal yoksunluğu ve bu yolda yapılan etkinler, sosyal felaketlere yol açan, bağımlılarını delilik, hatta intihara sürükleyen uyuşturucu alışkanlığını yaygınlaştırmaktadır.
Uyuşturucuya müptela olan kimseler, her türlü insanî değerlerini kaybederek uyuşturucu madde ticareti yapanların kölesi haline gelmektedirler. Karşı konulmaz bir ihtiyaç haline gelen uyuşturucuyu temin edebilmek için çarpınan bu kimseler, çoğu zaman hırsızlık yapmakta, çeşitli şiddet eylemlerine girişmekte, cinâyetler işlemektedirler. Kişiyi rûhen ve bedenen çok süratli bir şekilde çökertip mahveden uyuşturucu alışkanlığının tedavisi son derece güçtür. Tedavi görüp iyileştiği kabul edilenlerin tekrar normal hayata dönüp topluma uyum sağlamaları imkânsız olmaktadır.
İslâm, toplumu, ifsad edecek, huzurunu bozacak, onu sosyal bunalımlara itecek her şeyi ta başından yasaklayarak gerekli düzenlemeleri yapmakta ve böylece insanları kötülüklerin pençesine düşmekten kurtarmaktadır. Allah Teâlâ, sarhoşluk veren alkollü içkileri haram kılmış ve bu harama riâyet etmeyenler için cezalar koymuştur. İslâm hukukunda alkollü içkiler yanında insanları uyuşturup akıl ve muhakeme kabiliyetlerini yok eden diğer bütün maddelerin kullanımı da haram kabul edilmiş ve şiddetle yasaklanmıştır.
Kimyevî uyuşturucuların ortaya çıkmasından önce yaygın olarak kullanılan uyuşturucu, esrar (hind keneviri). Bunun içindir ki, İslâm hukukçuları genelde bütün uyuşturucuların haram olduğunu kabul ederken, konu içerisinde esrara
3721] 5/Mâide, 90-91
3722] 3/Âl-i İmrân, 159
İÇKİ VE KUMAR
- 849 -
daha fazla yer vermişlerdir.
Esrar, "cannabis sativa" denilen boyu 1-3 m. uzunluğunda ılıman iklimde yetişen ve halk arasında "Hint keneviri" adıyla bilinen yıllık yabani bir bitkinin gövde ve yapraklarıyla çiçek kısmından elde edilen bir uyuşturucudur. Etken maddesi "Tetrahydrocannabinol" olan esrar, en eski çağlardan beri bütün dünyada bilinen ve kullanılan bir uyuşturucudur. M.Ö. 2737 yılında Çin'de yazılmış bir eserde kenevirin fiziksel ve ruhsal etkilerinden bahsedilerek bazı hastalıkların tedavisinde kullanımı için sağlık verilmiştir. Esrarı doğudan batıya taşıyan ünlü Venedikli gezgin Marco Polo (1254-1324)'dur. İbn Sina (980-1037) kenevire "kınnap" adını vermiş ve bu bitkiyi incelemiştir. Kenevir ve haşhaş yetiştiren ve tedavide bunları kullanan Sümerler, Asurlular, Mısırlılar, Romalılar, Yunanlılar ve İslâm dünyasında bu bitki çeşitli amaçlarla yetiştirilmiştir. 12-13. yüzyılda İsmailiye mezhebine mensup Hasan Sabbah dünya cenneti kurmak amacıyla müritlerine esrar içirtmiş ve onlara korkunç cinâyetler işletmiştir.
Evliya Çelebi İstanbul'da esnaf-ı benkçiyan adı verilen esrar dükkânları bulunduğunu zikretmiştir. 19. yüzyılda İstanbul'da bir dirhem esrar bir kuruşa satılıyordu ve gerek zenginler arasında gerekse fakirler arasında yaygın olarak kullanılıyordu. Üretim ve tüketimi yasaklanmasına rağmen, bütün dünyada gizlice alınıp satılan esrar en yaygın uyuşturuculardan biri olmuştur.
Esrar az miktarda kullanıldığında içinde tatlı hayallar, halk arasında esrar dalgası denilen hülyalar doğurur, fazlaca alınan esrar ise dalgın bir uyku hali, geçici çılgınlıklara varan taşkınlıklar meydana getirir. İçine beng otu veya tatula karıştırılıp macun haline getirilerek veya sigara içine karıştırılarak tüketimi yaygın olan esrar Arapça "haşiş" denilen olgun Hint keneviri yapraklarının kalburdan geçirilmesiyle veya roeşin ceket giyerek olgun kenevir tarlası içinde bu bitkiye sürtünerek dolaşanların ceketine yapışan reçineli kılların kazınmasıyla da elde edilmektedir.
19 Şubat 1920 ve mükeakip tarihlerde hazırlanmış olan Cenevre Afyon Anlaşması'nın I. maddesinin son fıkrasında herhangi bir isim altında ticarete çıkarılacak reçinesi alınmamış kenevirin kurumuş dişi organlarıyla çiçeklenmiş veya meyvelenmiş çiçek yataklarına Hint keneviri denilir. Bu tarif kenevirin belli çeşidinden çok, onun bazı organlarını ima etmekte ve böylece herhangi bir kenevir çeşidinde esrar maddesinin bulunabileceği anlaşılmaktadır. 3723
İslâm'da sarhoşluk veren "içki"ler yanında her türlü uyuşturucu yasaklanmıştır. Çünkü bunlarda da sarhoş edici özellik vardır. Âyet-i kerimede: "Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz, şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz."3724 ve hadislerde genel olarak sarhoşluk veren sıvı veya katı bütün maddelerin içilmesi, kullanılması yasaklamıştır. "Sarhoşluk veren her içki haramdır."3725; "Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır."3726; "Her sarhoşluk veren fey içki (hamr) hükmündedir ve her sarhoşluk veren fey haramdır." 3727
3723] Türk Ansiklopedisi, XV, 348-349: İbn Abidin, Reddil'l Muhtar, Terceme, A. Davudoğlu, XVI, 72-79
3724] 5/Mâide 90
3725] Buhâri, Vırdû, 81, Eşribe 4, 10; Müslim, Eşribe, 67-68
3726] Ebû Dâvud, Eşribe, 5: Tirmizî, Eşribe, 3
3727] Müslim, Eşribe, 7375; Buharî, Edeb, 80
- 850 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Esrar, İslâm dünyasında 12. yüzyılda Tatar istilasına uğranıldığı sırada ortaya çıkmıştır. Dört büyük müctehidin yaşadığı dönemlerde esrardan söz edilmemesi, onun o zamanlar bilinmediğini gösterir. Sonraki mezhep imamları esrarın haram olduğuna dair fetvalar vermişler ve onu satanın te'dib olunacağını bildirmişlerdir. 3728
Esrar ve diğer bütün uyuşturucu maddeler aynı içki gibi kişiyi Allah'ın zikrinden ve namazdan alıkoyar. Bu maddelerin haramlığı içkinin haramlığından daha hafiftir. Bu yüzden esrar içene had cezası uygulanmaz, tazir cezası uygulanır. İbn Vehba'nın, el-Vehbaniyye adlı manzum eserinin şerhini yapan eş-Şurunbulalî (ö. 1069/1658) adı geçen şerhin "haram ve mubah; hazr ve ibâha" kısmında esrarın İslâm hukukuna yansıyan hükmünü şu şiirinde toplamıştır: "
“Esrarın haramlığına ve yakılmasına fetva verdiler.
Kaçınılsın içilmesin diye, böyle bir kimsenin boşamasını geçerli saydılar.
Onun satıcısına tedib cezası öngördükleri gibi, fâsıklığını da tesbit ettiler.
Onu helâl sayanın da zındık olduğunu yazdılar.” 3729
Argoda diş, dalga, ot, fin, sankız, ampes cığaralık, cuk, gonca, hurda, kaynar toprak, nefes, minare gölgesi, davul tozu gibi adları olan esrar, psikoaktif maddelerden biridir. Keyif verici, uyarıcı yatıştırıcı etkileri sebebiyle kullanılmakta; ancak ruhsal, davranışsal, gelişimsel bozukluklara yol açmaktadır. Hâlbuki insanları iyiye, doğruya, en güzele götüren İslâm dini, bütün zararlı şeyleri yasaklamıştır. İyiliği emreden ve kötülükten alıkoyan İslâm, uyuşukluğu, gevşeme ve bilinç bozukluğunu, tabii olmayan uyarılmayı caiz görmez. Bilinci karartan esrar kullanımında zaman ve yer algısı değişip, insanın tabiî ve fatn tekâmülü bozulduğu için kıyas yoluyla bu maddenin vb. nin haram olduğuna hükmedilerek, kullanımı yasaklanmıştır. Zaten bütün dünyada bu maddeler yasa dışı yollardan üretilip, el altından satılmakta ve gizlice kullanılmaktadır. Batı dünyasında bir zamanlar hippi denilen gençlik gruplarının popüler uyuşturucusu olan esrar, insanı kendine bağımlılaştırarak gerçek dünyadan koparan, psişik bağımlılık yaratan bir maddedir. Bağımlı kişilerde çeşitli ruhi ve bedeni semptomlarla kendini belli eden bir hastalık hali meydana gelir ki, o artık normal bir insan sayılamaz. Uyuşturucu kullananların bağımlılıkları, onları fuhşa, günaha, ve dolayısıyla murdar olmalarına yol açmaktadır. Aklı olmayanın dini de olmaz ilkesinin yer aldığı İslâm'da, sarhoşluk haramdır. Sarhoş eden bir şey, beyin işlevlerini etkileyerek akıl dinamiklerini ortadan kaldırır. Bu sebeple İslâm toplumlarında aklı korumak esastır ve sarhoş edici her şey yasaktır. Çünkü İslâmî yaşayışın belti bazı ilkeleri vardır ve bunlar materyalist, ruhsuz, sahte ve geçici dünya cennetlerinin bunalımları ve delilik problemleri doğurmaktadır. Ayrıca bu gibi uyuşturucu maddeler çok kullanılmadığı için bu hastalıklar en çok Batı dünyasında görülmektedir. Her türlü sapıklık, hastalık ve yozlaşma da İslâm'ın en güzel yoluna tâbi olmamaktan dolayı insanların Câhiliyette ısrar etmeleri ve kendilerine zulmetmelerine yol açmaktadır. 3730
3728] İbn Abidin, a.g.e., XVI, 77; Yusuf el-Kardavî, İslâm'da Helal ve Haram, Trc: Mustafa Varlı, Ankara 1970, 85-87
3729] İbn Âbidin, a.g.e., XVI, 72-73
3730] Hamdi Döndüren, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 258-259
İÇKİ VE KUMAR
- 851 -
Yiyecek ve İçeceklerde İslâmî Esaslar
Her kültürün, her medeniyetin kendine has bir kıyafeti, kendine has mutfağı vardır. İslâm’ın da özel bir mutfağı, yemek kültür ve âdâbı vardır. Müslüman kalmanın şartları arasında, İslâm kıyafetinin muhâfazası gibi, mutfağının da korunması icap eder. Kâmil manada müslüman olmak için İslâm mutfağından yemek şarttır. Başka bir ifade ile gayr-ı müslim mutfaktan beslenerek müslüman kalmak zordur, kendi kendisini aldatmaktır. İslâm mutfağında haram yiyecekler ve haramla elde edilmiş gıdalara yer yoktur. İslâm mutfağında sözgelimi, şarap, domuz, leş, yırtıcı hayvan eti, besmelesiz kesilmiş hayvan eti, böcek, haşerat yoktur. İslâm, kendine has bir medeniyettir. Kur’an ve hadis, bu kültürel müesseseye geniş yer verir. Sadece haram helâl konulara değil, en küçük âdâbına kadar her şeyini ele alır. Kendi hükmünü eksiksiz verir, bir başka kültürden taklit ve iktibasa yer bırakmaz. Müslümana, yeme içme ile hükümleri, sünnet ve edepleri öğrenip tatbik etmek düşer.
Kur’ân-ı Kerim’de Yeme İçme ile İlgili Âyetler: Yeme anlamına gelen "ekl" türevleriyle birlikte Kur'an'da 109 yerde geçer. İçme anlamına gelen "ş-r-b" kelimesi ise türevleriyle birlikte 39 yerde kullanılır. Kur’an’ın en uzun sûrelerinden birinin adı, “Mâide”, yani sofra’dır. Bu surenin baş tarafı, yiyecekle ilgili temel meseleleri, haram ve helâl yiyecekleri açıklar. Kur’an’da yenilip içilmesi haram olan gıdalar sayılır, sayılan az miktardaki gıdaların dışındaki tüm yiyecek ve içeceklerin, bazı şartlara riâyet edilerek helâl olduğu belirtilir.3731 Allah’ın haram kıldıklarını helâl kılmaya veya helâl kıldıklarını haramlaştırmaya kimsenin hakkı olmadığı belirtilir.3732 Kur’an’ın bu konuda vurgu yaptığı şeylerden biri, yenilecek gıdaların “helâl ve temiz” olmasının gereğidir.3733 Helâl olan gıdalar da olsa, yeme içme konusunda aşırılığa kaçıp israf etmeyi de Kur’an yasaklar. 3734
Yiyeceklerin Temizinden ve Helâlından Faydalanmak: Helâl kılmak da, haram kılmak da Allah’a ait bir haktır. Hiç kimsenin, zühdünden, yani dünyaya rağbet etmemesinden dolayı, nefsini kırmak için ve Allah’ın mubah kıldığı bir şeyi, lezzet verdiği için haram kılması caiz değildir. Bir şey, helal ise, nefsimizin hoşuna gidecek şekilde temiz ve lezzetli de olsa, ondan yararlanmak caiz olur. Çünkü İslâm, mubah oldukça lezzet veren şeylerden faydalanmayı kişiye yasaklamamıştır. Eğer o şey, haram ise, ondan uzak durmak ve o nitelik onda oldukça onu kullanmamak gerekir. Allah, haram kılmadığı bir zîneti, süsü veya temiz rızıkları haram sayanları reddeder. “De ki: ‘Allah’ın, kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti?’ De ki: ‘O, dünya hayatında mü’minlerindir; kıyamet günü de yalnız onlarındır.’ İşte Biz, bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz.” 3735
Müslümana düşen, helalinden ne bulduysa yemesi, leziz olana kendini zorlamaması ve bunu âdet ve alışkanlık haline getirmemesidir. Tiryakilik, alışkanlık yapan, onsuz yapamadığımız şeyler, giderek helal olmaktan çıkan bir duruma gelebilir. Tiryakilik yapan gıdalardan sakınmaya çalışmalıdır. Peygamberimiz, bulduğu zaman karnını helal yiyeceklerle doyurur, ama yemede aşırıya, lüks ve
3731] 6/En'âm, 119; 7/A'râf, 32
3732] 5/Mâide, 87; 6/En'âm, 140; 66/Tahrim, 1; 9/Tevbe, 37
3733] 2/Bakara, 168; 5/Mâide, 88; 8/Enfâl, 69; 16/Nahl, 114
3734] 6/En'âm, 141; 7/A'râf, 31
3735] 7/A'râf, 32
- 852 -
KUR’AN KAVRAMLARI
israfa kaçmaz ve şükreder; bulamayınca da sabrederdi. Eline geçtikçe tatlı yer, rastladıkça bal şerbeti içer, buldukça et yerdi. Bunların hiç birini özellikle yapmadığı gibi; âdet ve alışkanlık da edinmemişti. “Size verdiğimiz rızkın temizlerinden yiyin. Ama bu hususta taşkınlık etmeyin; sonra gazabım üzerinize iner. Kimin üstüne gazabım inerse artık o, (ateşe) düşmüştür.” 3736
Allah, insanların ve canlıların ihtiyaç duyduğu her şeyi yaratarak, yeryüzüne depo etmiştir. İnsana düşen; hem bu dünyadaki, hem ahiretteki rızkı için gayret sarfetmektir. Ama gayretin yönü ve içeriği ile rızkın helalını veya haramını tercih etmiş olacaktır. Böylece de ahiret rızkını bu dünyadan kendisi göndermiş veya sadece burada tüketmiş olacaktır.
"Câhiller, 'Üzümünü ye, bağını sorma' dese de, müslüman, bağını sormadığı -şüpheli- üzümü yemez, hele suyunu hiç içmez.
Yiyeceklerin Helâl ve Haramlığı: İslâm, beden ve ruh sağlığına büyük çapta önem vermiş, sıhhati korumayı ibâdet kabul etmiş, sağlığı zedeleyici özelliği bulunan maddelerin eğlence, gıda ve tedavi için alınmasını haram kılmıştır.
Yiyecek ve içecekler konusunda tarih boyunca toplumların ve bazı filozofların düşünce ve davranışları farklı olmuştur; bunları ifrat, tefrit ve itidâl ölçüleri içinde toparlamak mümkündür. Hayvanın da insan gibi can taşıdığını, kıymaya hakkımız bulunmadığını ileri sürerek et yemeyi haram sayan Brehmenler ile bazı filozoflar ifrâta gitmişlerdir. "Vejetaryen" denilen et yemeyen, eti kendine haram sayan anlayış da bazı çevrelerce bir ayrıcalık ve inanç gibi değerlendirilir. Umumiyetle bitkiler, hayvan ve insanlar için; hayvanlar, bazı hayvanlar ile insanlar için; insanlar ise Allah'a kulluk için yaratılmıştır; tabiî nizam budur.
Brehmenler, tefrit yönünü alırken ifrâta kaçanlar da olmuştur: “Ağızdan giren değil; çıkan onu pisler” diyen Pavlos’a dayanarak yeme içme sınırını çok geniş tutan hıristiyanlar da aşırıya sapmışlardır. Meşrû yoldan elde edilen temiz ve faydalı şeyleri helâl kılan İslâm ise itidâli temsil etmektedir. 3737
Allah ve Rasûlü, bazı yiyecek ve içecekleri, bazı giyecekleri, bir kısım iş ve davranışları haram kılmış, yasaklamışlardır. Bunların bir kısmının hikmetini, haram kılınış sebeplerini açıklamışlar, bazılarını ise açıklamamışlardır. Açıklanan ve deneyerek zararlarını anladığımız nice haram ve yasaklardan uzaklaşmanın, birey ve toplum halinde insanların faydasına, iyiliğine olduğunu, ebedî saâdetlerini hedef aldığını görünce, insaflı bir düşüncenin şu neticeye varması zarûrî oluyor: “Aklımız ve bilgimizin kavrayabildiği bunca haramda, bu ölçüde büyük hikmet ve faydalar olduğuna göre, aynı kaynaktan gelen diğer yasakların da -şimdilik bilgimiz dışında kalan- hikmetleri olacaktır."
İnsanların yasaklama ve engellemeleri -en azından başlangıçta- zararı çekmeden önce değil; zararı denedikten ve acıyı çektikten sonra olabilmektedir. İnsanın ruh ve beden sağlığı üzerindeki çalışmalar, insanlık tarihi kadar eskidir. Meselâ bin yıllık âmiyâne tecrübe ve otuz yıllık da ilmî araştırma sonunda bir yiyecek veya içeceğin insan sağlığı için zararlı olduğu anlaşılırsa, bu zarar bu kadar uzun bir zaman sineye çekilmiş olmaktadır. Daha önce aynı şekilde bilmek
3736] 20/Tâhâ, 81
3737] 2/Bakara, 168
İÇKİ VE KUMAR
- 853 -
imkânı olsaydı elbette tedbirler de o zaman başlayacak, zarar asgariye inecekti. Durum böyle olunca ihtimaliyet hesabı -bilimsel ölçülere göre zararını bilemediğimiz, fakat- ciddî (müslümanlar açısından en temel) bir kaynağın zararlı veya haram olduğunu bildirdiği şeyden çekinmemizi gerektirir.
Böyle bir ihtimali hiçe saymak ve zararını bilimsel olarak bilemediğimiz bir şeyi sakınmadan yemek için insanlığın, bilinebilecek her şeyi bilmiş, meçhûlü kalmamış olması gerekir. Hâlbuki doğu ve batının ilim adamları, insanlığın bildiğinin, bilmediği yanında denizden bir damla, güneşten bir ışıncık kadar olduğunu itiraf etmektedirler.
Haram İçecekler ve Keyif Vericiler (İçkiler Uyuşturucular ve Sigara)
a- İçki: Dilimizde içki, Arapçada “hamr” ve “müskir” kelimeleri, içildiği zaman azı veya çoğu sarhoşluk veren içecekler için kullanılmaktadır. İslâm dini, bütün sarhoşluk veren içkileri haram kılmış, içmeyi yasaklamıştır: “Ey iman edenler! Şarap (alkollü içkiler), kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan içkide ve kumarda, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ı zikretmekten/hatırlayıp anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçersiniz değil mi?” 3738
Peygamberimiz (s.a.s.) sadece içkiyi yasaklamakla kalmamış; içki içenleri bizzat cezalandırmıştır. Sahih-i Müslim’de bu husus şöyle rivâyet edilir: “Hz. Peygamber’e içki içmiş bir sarhoş getirildi. Peygamber ona yaprakları soyulmuş iki hurma değneği ile 40 kadar sopa vurdu.” 3739
Her sarhoş eden içki hamrdır ve haramdır. İslâm ulemâsına göre, azı veya çoğu sarhoşluk veren her içki, âyette geçen “hamr” mefhûmuna dâhildir ve haramdır. Bir soru üzerine Rasûlullah’ın (s.a.s.): “Her sarhoşluk veren şey hamrdır ve her hamr haramdır”3740 buyurması bu hükmün sağlam delilidir.
Çoğu Sarhoş Edenin Azı da Haramdır: Sarhoşluk veren içkiler, zamanla alışkanlık ve bağımlılık sağladığı için az içenin giderek çoğa kaçtığı, önceleri az tesir ederken alışkanlık arttıkça aynı miktarın tesir etmediği görülmektedir. Bu sebeple içkiyi önlemenin en kesin yolu, azını ve çoğunu yasaklamaktır. İşte dinimiz de aynı yoldan yürüyerek çoğu sarhoş eden içkinin azını içmeyi de menetmiş, haram kılmıştır. İslâm müctehidlerinin büyük ekseriyeti, bu hükümde birleşmişlerdir. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) şöyle buyuruyor: “Çoğu sarhoş eden şeyin bir avucu da haramdır.” 3741
Kendisi içki içmese bile, içki içilen bir masaya, içki içilen bir yere girip oturmak da haramdır. “Allah'a ve âhiret gününe iman eden kimse, üzerinde içki içilen sofraya/masaya asla oturmasın!” 3742
İçki Ticareti: Alkollü içkileri içmek yasak olduğu gibi, üzüm veya arpasını şarap veya bira fabrikalarına satan, onun nakliyesini yapan, dükkânında içki satan,
3738] 5/Mâide, 90-91
3739] Müslim; S. Müslim Ter. M. Sofuoğlu, c. 5, s. 306
3740] Müslim, Eşribe 73-75; Buhârî, Edeb 80, Ahkâm 21
3741] Tirmizî, Eşribe 3; Ebû Dâvud, Eşribe 5; Nesâi, Eşribe 25
3742] Tirmizî, Edeb 43; Ebû Dâvud, Et’ıme 18
- 854 -
KUR’AN KAVRAMLARI
aracı olan, içkiye direkt ve dolaylı vesile olan kimse de lânetlik bir haram işlemiştir. “Allah şaraba (alkollü içkilere), yapanına, yaptıranına, taşıyanına, taşıtanına, alım satımında bulunanına, parasını yiyenine, kendisi için satın alınanına, garsonuna ve içenine lânet etti.” 3743
Alkollü İlaç ile Tedâvi: Birisi Rasûl-i Ekrem’e şarabı sordu. O da onu menetti. Soran adam: ‘Ben onu yalnızca ilâç ve tedâvi için yapıyorum’ deyince de: “O ilâç değil; derttir.”3744 buyurdu. Bu mealde olan hadislere dayanan âlimler, sarhoşluk veren içkilerin tedâvide kullanılmasını da câiz görmemişlerdir. Ancak, bu hüküm normal durumlara aittir. Eğer başkası bulunmadığı için içki veya alkollü ilâcı uzman ve müslüman bir doktor bir hastaya yazarsa, burada zarûret prensibi işler ve tedavi câiz olur.
b- Uyuşturucu Maddeler: Esrar, afyon, eroin, kokain, morfin gibi uyuşturucu maddeler, alkollü içkilerin tesirini de fazlasıyla taşımaktadırlar. Zararları da bu etki ölçüsünde fazladır. İslâm’ın ana kaynakları helâl ve haram olan şeylerin bir kısmını zikretmiş, geri kalanların haram ve helâl kılınma illetini taşımalarına göre hükme bağlanmasını istemiştir. Şu halde haram hükmünün illetini (sarhoş etme, uyuşturma) taşıyan bütün maddeleri vücuda almak haramdır.
c- Sigara ve Benzeri: Tütün, 15. Asırdan sonra yeni dünyadan İslâm ülkelerine girmiş, o zamandan beri de İslâm ulemâsı tütünün hükmü üzerinde durmuşlardır.
1- Tütünün mubah olduğunu söyleyenler, zararı olmadığı ve Şârî’ tarafından men edilmediği deliline dayanmışlardır. Hâlbuki:
a- Sigaranın zararı, bugün ilmen kesin olarak bilindiği için zararsız denemez.
b- Şârî’in men etmediğini söylemek de isabetli değildir. Çünkü Şârî’ her haramı ismen zikretmemiştir. Hüküm kaynakları yalnız sarîh ve hususî nasslar değildir. Nasslarda geçenlerin haram kılınış sebeplerine (illetlerine) bakılarak yapılan kıyaslar ve diğer istidlâl yolları vardır.
2- Sigara içmek mekruhtur diyenlerin dayanağı, kıyasla sabit bir hükme “haram” demekten çekinmeleri ve sigaranın zararları hakkında kesin bilgi sahibi olmamalarıdır.
3- Sigara içmek (özellikle tiryakilik) haramdır diyenlerin mesnedi zarar, israf ve nafaka mükellefiyetidir. Zarar: Sigara hem içenin sıhhatine, hem de yanında bulunanların sıhhat ve rahatına zarar vermektedir. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.): “Ne doğrudan ne de karşılık olarak zarar vardır.”3745 buyurarak zarar vermeyi men etmiştir. Allah Teâlâ da “Kendinizi elinizle tehlikeye atmayın...”3746; “kendinizi öldürmeyin...”3747 buyurmuştur. Malı faydasız yere harcamak da israftır. “Yiyin, için; isrâf etmeyin.”3748 âyeti ile “Peygamber (s.a.s.), malın boşa harcanmasını yasakladı.”3749 hadisi, isrâfı haram kılmaktadır. Nafaka mükellefiyeti: Kocalar, babalar ve muhtaç yakınları3743]
Tirmizî, Büyû 58; İbn Mâce, Eşribe 6
3744] Müslim, Eşribe 12; Ebû Dâvud, Tıb 11
3745] Ahmed bin Hanbel, Müsned, 5/327; Muvattâ, Akdiye, 31; İbn Mâce, Ahkâm 17
3746] 2/Bakara, 195
3747] 4/Nisâ, 29
3748] 7/A'râf, 31
3749] Buhâri, Zekât 18; Husûmât 3, İ’tisâm 3; Müslim, Akdiye 14
İÇKİ VE KUMAR
- 855 -
na bakan erkekler, nafaka (onların yiyecek, giyecek, mesken, tedâvi... ihtiyaçlarını temin) ile mükelleftir. Çoluk çocuğunun nafakasından keserek sigaraya para vermek haramdır.
Netice olarak denebilir ki: Bu üç sebepten birisinin gerçekleştiği yer, zaman ve durumda sigara içmek haramdır. Bunlar gerçekleşmez ise mekruhtur. Her iki durumda da sigaranın içilmemesi, terkedilmesi dince gereklidir. Nargile ve enfiye gibi alışkanlıkların hükmü de sigara alışkanlığı gibidir.
Rabbimiz’in âyetleri ve Peygamberimiz’in açıklamaları ile belirlenen bütün bu haramlar, şüphesiz, mü’minlerin sağlığını koruma hikmetine dayanmaktadır. Bu yasaklara uymanın, -hâşâ- Allah'a bir katkısı olmaz, O âlemlerden müstağnîdir, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Allah’ın hududuna riâyet edip haram ve helâllere itaat, insana dünya ve âhirette çok şey kazandıracaktır.
Yukarıda açıklanan maddeler dinimizde yasaklandığı gibi, İslâm’da kişinin hastalanması ve ölümüne sebep olabilecek zehirli, uyuşturucu ve zarar verici her çeşit maddeleri kullanmak, bunları yemek ve içmek de haram kılınmıştır. Sigara gibi zararları tıbben sâbit olmuş maddeleri kullanmak din açısından mahzurludur. Mü’minler, dinlerini koruyabilmek için helâllığı ve haramlığı şüpheli olan maddelerden de kaçınmakla yükümlüdürler. “Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyene sarıl! Doğruluk gönül rahatlığı, yalan ise kuşkudur.”3750; “Muhakkak helâl belli, haram da bellidir. Lâkin aralarında helâle de harama da benzer şüpheli şeyler vardır ki, onları insanların çoğu bilmez. Şüpheli şeylerden kaçınan bir kimse; dinini, ırzını (insanî kıymetini) korumuş olur. Şüpheli şeylere dalan bir kimse, harama düşme tehlikesindedir. O, tıpkı sınır kenarında hayvan otlatan ve nerede ise yasak yerde otlatacak bir çoban gibidir. Bilin ki, her hükümdarın hudûdu vardır; Allah’ın sınırları ise haramlardır...” 3751
Doktorların, özellikle mü’min ve uzman doktorların, hastaları için sakıncalı görüp yasakladıkları maddelerin hastalar tarafından yenilip içilmesi de haramdır. 3752
İçki ve Uyuşturucu Madde Yapımı ve Satımı ve Yardımı da Yasaktır: Peygamberimiz (s.a.s.) içkiyi yasaklarken içkiyi îmal edip üreten, taşıyan, hizmet eden, yazan, şâhidlik eden... kimselerin de lânetlendiğini haber vermiştir: “Allah şaraba (alkollü içkilere), yapanına, yaptıranına, taşıyanına, taşıtanına, alım satımında bulunanına, parasını yiyenine, kendisi için satın alınanına, garsonuna ve içenine lânet etti.”3753 İslâm, kazanç elde etmek için iş ve ticaret gibi yolları meşrû kılmakla beraber, kapitalist, pragmatist, maddeci görüşlerden farklı olarak üç ana tedbir ve prensip üzerinde duruyor: 1- Karşılıklı rızâ, 2- İyi niyet ve dürüstlük, 3- Menfaat temin ederken başkalarını zarara sokmamak. “Ey insanlar! Mallarınızı aranızda haksızlıkla değil; karşılıklı rızâ ile yapılan ticaretle yiyin, haram ile nefsinizi mahvetmeyin; Allah şüphesiz ki size merhamet eder. Bunu, kim aşırı giderek haksızlıkla yaparsa onu ateşe sokacağız.
3750] Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme 22, hadis no: 2637; Nesâî, Eşribe 50, hadis no: 5677; Dârimî, Büyû’ 2, hadis no: 2535
3751] Buhârî, İman 45, Büyû’ 5; Müslim, Müsâkat 107-108; İbn Mâce, Fiten 14, hadis no: 3984; Nesâi, Büyû’ 2, hadis no: 4431; Tirmizî, Büyû’ 1, hadis no: 1219; Ebû Dâvud, Büyû’ 1, hadis no: 3329-3330; İbn Mâce, Fiten 3984
3752] 2/Bakara, 195; 4/Nisâ, 29
3753] Tirmizî, Büyû 58; İbn Mâce, Eşribe 6
- 856 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Bu, Allah’a kolaydır.” 3754. Âyette geçen “kendinizi mahvetmeyin (öldürmeyin)” ifadesi çok düşündürücüdür. Bâtıl yollarla, başkalarının rızâ ve menfaatlerini gözetmeden elde edilen kazançlar görünüşte menfaat ise de aslında zarar ve intihardır. Dünyada intihardır; çünkü birçok suçların, cinâyetlerin, anarşinin temelinde bu âmilin önemli bir yeri vardı. Âhirette felâkettir; çünkü sağladığı haram kazanç kişiyi ateşten kurtaramayacaktır.
Haram Olan Şeyleri Satmak: “Allah ve Rasûlü şarap, boğazlanmamış hayvan (meyte), domuz ve put satışını haram kılmıştır.”3755; “Allah bir şeyi haram kılınca onun bedelini de haram kılar.”3756 İçki, zina ve kumar gibi haram yollardan kazanç da haramdır: “İçki içilmesini yasaklayan Allah, içkinin alım ve satımını da haram kılmıştır.” 3757
Haram Kazanç Yolları: Aslında helâl olan, fakat içki, kumar, fuhuş ve fâiz parası gibi haram yollarla kazanılmış olan paralarla alınan gıda maddelerini yemek de haramdır. Böyle haram parayla elde edilen yiyecekler, farkında olmasak bile beden ve ruh sağlığımız açısından sakıncalı, âhiret gıdalarına ulaşma açısından engelleyici özelliktedir. Kur’an, helâl ve temiz gıdalardan yememizi emretmiş, maddî bakımdan temiz olsa da, haram olan gıdalar, manevî yönden temiz değildir.
Mü’min, kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin ihtiyaçlarını karşılamak ve gücü yetiyorsa toplumdaki ihtiyaçları gidermek için Allah’ın meşrû kıldığı, helâl yollardan geçimini temin etmeye çalışacaktır. Geçim zorluğunu bahane ederek haram yollardan para kazanmaya çalışmak, dünyada zulme ve sömürüye sebep olmak, âhirette ilâhî azaba uğramak demektir. Peygamberimiz bu gerçeği şöyle açıklar: “Haramla beslenen vücut (cennete girmez;) ona ancak ateş yaraşır.” 3758
Haramla beslenen kimse, Allah'tan uzaklaşacağı için, duâsı da Allah tarafından kabul edilmeyecektir. "...Bir kimse ellerini semâya kaldırarak: 'Ya Rabbi, ya Rabbi, diye duâ eder. Hâlbuki, yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, kendisi haramla beslenmiş olursa, duâsı nasıl kabul edilir?"3759 Müslümanın yiyeceğine, içeceğine, giyeceğine ve diğer ihtiyaçlarına dikkat edip, bu konuda haramlardan tüm gücüyle uzak durması gerekmektedir. Helâl lokmanın getireceği nimet de büyük olacaktır: "Kim helâl lokma yer, Sünnet (Şeriat) gereğince amel eder ve insanlar da, onun kötülüklerinden emin olurlarsa, o kişi muhakkak cennete girer." 3760
Allah'a hakkıyla kulluk yapan, temiz ve helâl rızıklardan başkasını istemeyip nimetlere şükreden sâlih kullara, Allah dünyada da güzellikler ve zenginlikler verir. Nankörlük edenlerin kendilerine gelmesi için, onları cezalandırır: "Allah, güven (ve) huzur içinde olan bir şehri misal verir ki, o şehrin (halkının) rızkı her taraftan bol bol gelirdi. Fakat, Allah'ın nimetlerine nankörlük ettiler de yapmakta oldukları şeylerden dolayı Allah, onlara açlık ve korku elbisesini tattırdı. Andolsun ki, onlara kendilerinden peygamber geldi de onu yalanladılar. Onlar (kendilerine) zulmederlerken azap onları hemen yakalayıverdi." 3761
3754] 4/Nisâ, 29-30
3755] Buhârî, Meğâzî 51, Büyû’ 105; Müslim, Büyû’ 93
3756] Ebû Dâvud, Büyû’ 38, 63, 64
3757] Müslim, hadis no: 930
3758] Mişkâtu’l Mesâbih, hadis no: 2787; Keşfu’l Hafâ, hadis no: 2632
3759] Müslim, Zekât, 65; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'an, 3173; Dârimî, Rikak 2720
3760] Tirmizî, Sıfatu'l Kıyâmet, 2640
3761] 16/Nahl, 112-113
İÇKİ VE KUMAR
- 857 -
Akıl Emniyeti
Arapça'da lügat olarak "hayvanı bağlamak ve tutmak" gibi mânâlara gelen akıl, insanı zararlı fiillerden alıkoymak ve imsâk mânâsına gelir. Istılâhî olarak "bilmek, anlamak, şuurlu olmak" gibi mânâlar ifade eder. İnsanın zarûrî ve nazarî bütün ilimleri, akıl vasıtasıyla kavradığı inkâr edilemez. Dikkat edilirse günümüzde akıl, "beyin" denilen organın bir fonksiyonu gibi mütâlaa edilmektedir. Hâlbuki İslâm ulemâsı aklı: "Kalpte bulunan, hak ve bâtılı ayırt etmede vâsıta olan nurdur" şeklinde tarif etmişlerdir. Bu tarif temelde, şu âyet-i kerimeye dayanır: "Andolsun ki, biz cin ve ins'ten bir çoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, bununla idrak edemezler. Gözleri vardır, bunlarla göremezler. Kulakları vardır, bunlarla işitemezler. Onlar dört ayaklı hayvan gibidir, hatta daha sapıktırlar. Onlar gaflete düşenlerin ta kendileridir."3762
Bu âyet-i kerimede geçen yefkahûne bihâ ibaresi, kalple alâkalıdır. Yefkahûne, ince idrâk ve keskin kavrayış mânâsına gelir. "Fıkıh" kelimesi de aynı mânâdadır. Kâfirlerin ve müşriklerin kalplerinin bulunduğu, fakat bununla idrak edemediklerini esas alan İslâm ulemâsı "akıl, kalpte bulunan bir nurdur" tarifini esas almıştır. İnsanın mükellef olması, aklî melekelerinin sıhhatli olmasıyla yakından alâkalıdır. Kur'ân-ı Kerim'de: "Ey iman edenler... İçki, kumar, (tapmaya muhsus) dikili taşlar, fal okları ancak şeytanın amelinden birer murdardır. Onun için bunlardan kaçının ki, muradınıza eresiniz." 3763 buyurulmuştur. İmam Gazzâlî: "Hadd-i Şürb (içki cezâsı) insanların aklî melekelerini muhâfaza içindir. İlâhî teklife muhâtap olan akıl, ancak bununla muhâfaza edilebilir."3764 hükmünü zikreder.
Kumar'ın, tapmaya mahsus dikili taşların (Brahman'ın heykeli vs. gibi) ve fal oklarının da, insanın aklî melekelerini tahrip ettiği bilinmektedir. Çünkü bunlarla şeytanın kalbe vesvese verdiği, haber-i sâdık'la sabittir. Âyet-i kerimede bunların tamamı, şeytana has ameller olarak nitelendirilmektedir. Akıl, kalpte bulunan bir nur olduğuna göre, şeytan bu vâsıtalarla aklı perdelemeyi esas alıyor, demektir.
Sihir, kehânet, ilm-i remil ve bunun gibi fiillerin haram kılınması da, akıl emniyetiyle yakından alâkalıdır. Bu noktada biraz kehânet üzerinde durmakta fayda vardır. Kehânet, kâinatın geleceğine âit haber vermek ve esrârı (gizli sırları) bazı vâsıtalarla bildiğini iddia etmektir. İdeolojik sistemlerin tamamı, gâibten haber verme, geleceğe hükmetme ve istatistiklere dayanarak gizli sırlan çözmeye çok önem verirler. Son yıllarda "Mâsum imam ve her sırra vâkıf mahfuz şeyh" teorileri de, ümmet arasında yayılma temâyülü göstermektedir. Bütün bunlar "akıl emniyetine" vurulan darbelerdir. Ayrıca filozofların ve ideologların "aklı putlaştırdığı" gerçeğini dikkate alarak, sırf onlara muhâlefet niyetiyle, aklın fonksiyonlarını iptal eden mü'minlere de rastlanmaktadır. Unutmayalım ki "ifrat" ve "tefrit"; akıl emniyetine vurulmuş en büyük kelepçedir. Unutmayalım ki, akıl zarûrî bir vâsıtadır. Ancak yeterli değildir; vahye daima muhtaçtır. 3765
3762] 7/A'râf, 179
3763] 5/Mâide, 90
3764] Gazzâlî, el-Mustasfa min İlmu'I-Usûl, Beyrut,1937, c. I, s. 287 vd
3765] Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, s. 42-44
- 858 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Sarhoşluk
Sıvı veya katı birtakım maddelerin kullanılması sonucu aklın örtülmesi ve kişinin iradesini kontrol edemez duruma gelmesine sarhoşluk denir. Yerle göğü, erkekle kadını ayıramayacak derecede alkol veya bir uyuşturucu alana "sarhoş" denir.
Ebû Hanîfe'ye göre, yaş üzümden yapılan içkiye "şarap (hamr)", buğday, arpa, darı vb. maddelerden yapılana ise "nebîz" denir. Kendi ihtiyarı ile az veya çok şarap içene sarhoş olsun veya olmasın içki cezası uygulanır. Nebiz içene ise sarhoş olmadıkça had cezası uygulanmaz.
Çoğunluk İslâm fakihlerine göre, her sarhoşluk veren madde şarap hükmündedir. Delil şu hadistir: "Her sarhoşluk veren şey hamr (şarap)'dır. Her hamr da haramdır."3766 Çoğunluk İslâm hukukçularına göre, sözüne hezeyan (saçma sapan sözler) hakim olan ve ne söylediğini bilmeyen kimse sarhoş sayılır. Bu yüzden içkinin azı da çoğu da haddi gerektirir.
Sarhoşluk mubah veya haram bir yolla meydana gelme durumuna göre sonuç doğurur:
1. Mubah yolla sarhoş olmak: İlaç içmek, bal yemek veya haram bir içkiyi zorlama sonucu içmekten dolayı sarhoş olmak "baygınlık" hükmünde olup, haddi gerektirmez. Bu yüzden de böyle bir sarhoşluk sırasında işlenen fiillerden dolayı mâli yükümlülükler hariç sorumluluk söz konusu değildir. Söz ve akitleri geçerli değildir. Bu şekildeki sarhoş, uyuyan veya baygın olan kimseye benzer. 3767
2. Haram yolla sarhoş olmak: İslâm'ın haram kıldığı bir içkiyi kendi ihtiyarı ile kullanma sonucu sarhoş olmaktır. Bu şekildeki sarhoşun, söz ve fiillerinden sorumlu olup olmaması konusunda iki görüş vardır:
Hanefîlere, bir kısım Şâfiîlere ve Mâlikîlerin çoğuna göre; sarhoş, söz ve fiillerinden tam olarak sorumludur; akitleri, alış-veriş ve talak gibi tasarrufları geçerlidir; namaz, oruç gibi ibâdetlerden sorumludur. Haddi gerektiren bir suç işlerse ayılınca cezası uygulanır. Bu görüş, "suç suçu meşrû kılmaz" prensibine dayanır. Hatta böyle bir kimse suçları çift işlemiş sayılır. Meselâ sarhoşken birisini öldürse iki suç işlemiş olur. İçki kullanma suçu ve adam öldürme suçu. 3768
Muhammed el-Pezdevî (ö. 493/ tı 1099) şöyle der: "...Sarhoştan şer'î yükümlülükler kalkmadığına göre, ona şer'î hükümlerin de uygulanması gerekir; çünkü sarhoşluk aklı yok eden bir şey olmayıp, aklı bastıran bir zevktir. Ma'siyete sebep olduğu için o, bir özür sayılamaz." 3769
Diğer yandan Hanefiler, istihsan yoluyla sarhoşun irtidadını geçerli saymamıştır. Çünkü sarhoşken itikadın değişmesi söz konusu olmaz ve evli ise, nikâhına da zarar gelmez.
3766] Buhârî, Edeb, 80, Ahkâm, 22; Müslim, Eşribe, 73-75, 64, 69
3767] el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', Mısır 1327/1909, V,112; Abdülkadir Ûdeh, et-Teşrîul-Cinâîl-İslâmî, Kahire 1959, I, 561-564; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm Hukuku, İstanbul 1983, s. 138, 139
3768] Ebû Zehrâ Usulül-Fıkh, Kahire (t.y), s. 345 Ömer Nasuhi Bilmen, İstilâhât-ı Fıkhıyye Kâmusu, I, 234-235
3769] Pezdevî, el-Usûl, Keşfül-Esrâr kenarında, IV, 1475
İÇKİ VE KUMAR
- 859 -
Ahmed bin Hanbel'e ve Şâfiî'ye nisbet edilen iki görüşten birisine göre, ne söylediğini bilmeyecek derecede sarhoş olanın akitleri geçerli değildir. Çünkü şuuruna sahip olmayan kimse, irade beyanında bulunmuş sayılamaz. Özellikle şüphe sonucu düşen kısas ve had cezaları sarhoşa uygulanamaz. Burada şuura sahip olmamak şüphe derecesindedir. Hadis-i şerifte şöyle buyurulur: "Gücünüzün yettiği kadar şüphelerle had cezâlarını düşürünüz." 3770
İbn Teymiyye (ö. 728/1327) bu konuda değişik bir görüşe sahiptir. O, sarhoş olmadan önceki iradeyi araştırır. Eğer kişi, sırf suç işlemek amacıyla içki içmiş ve sarhoş olunca da önceden planlanan suçu işlemiş olursa, tam sorumluluk söz konusu olur. Suç, önceden düşünülmeksizin, sarhoşluk sırasında işlenmişse, ceza öncekine nisbetle hafifletilir 3771
Sarhoşluk veren içkiler zamanla alışkanlık meydana getirip bağışıklığa yol açmakta, alışkanlık arttıkça aynı miktar etkili olmayıp kişi giderek içki miktarını arttırmaktadır. Bu sebeple az miktarda içmek, sonuçta kişiyi alkol bağımlılığına kadar götüren tehlikeli yolun başlangıcı niteliğinde görülmüş ve az-çok, sarhoş olma-olmama ayrımı yapılmaksızın bütün sarhoş edici içkiler yasaklanarak etkili bir yöntem seçilmiştir. Öte yandan yasağın tâlili yapılırken kişinin sarhoş olması gibi değişken ve sübjektif bir ölçü değil; içkinin sarhoş edicilik vasfı taşıması gibi açık bir ölçü benimsenmesi de alkol bağımlılığına götüren tehlikeli yolu başlangıçta kapatması yönüyle bir diğer etkili önlem olmuştur. Fakîhlerin literatürde yer alan ayrıntılı tartışmalarının kendi dönemlerinde sarhoş edici içkileri tanımlama amacına yönelik olduğu düşünülürse; onların bu genel yaklaşımından günümüzde rakı, likör, bira gibi isimler alan ve az veya çok içildiğinde sarhoş edici olan alkollü içkilerin doğrudan yahut dolaylı olarak İslâm’ın içki yasağı kapsamında bulunduğu, içenin sarhoş olup olmadığına bakılmaksızın azının içilmesinin de haram sayıldığı sonucu çıkmaktadır.
Fert ve toplumların içki iptilâsına düşmemeleri veya böyle bir alışkanlıktan kurtulabilmeleri için içki yasağı tek başına yeterli olmayabilir. Bu sebeple gerek Hz. Peygamber’in hadislerinde gerekse bundan hareketle geliştirilen fıkıh ahkâmında, içki kullanımına ve alışkanlığına dolaylı olarak yol açabilen yardımcı fiillerin de yasaklandığı veya kınandığı görülür.3772 İslâm âlimleri, bu anlamdaki hadislerden ve günah sayılan fiillerin işlenmesine yardımcı olunmaması ilkesinden3773 hareketle şarap üreten kimseye üzüm satma, hatta gayri müslimin bağında bekçilik etme de dâhil içki üretim ve tüketimine doğrudan veya dolaylı olarak yardımcı olmayı içren fiillerin cevazını tartışma gereği duymuşlardır. Çoğunluk, böyle bir anlam taşıyan yardımcı fiilleri kural olarak doğru bulmamış, Hanefî fakîhleri ise mâsiyet ve günah olan şeyin içki içme fiili olduğunu, buna doğrudan yol açmayan fiillerin, arada kuvvetli bir sebep-sonuç bağı kurulamadığı sürece ayrı bir zeminde değerlendirilmesi gerektiğini söylemişlerdir. Ancak Henefî fakîhlerinin, tamamıyla hukuk mantığı ve tekniğiyle alâkalı, hukukî fiillerin tanımı ve kategorik ifâdesi mâhiyetindeki bu yaklaşımı, onların içkiyle mücâdele konusunda benzeri bir hassâsiyete sahip olmadıkları anlamına gelmez. Nitekim bütün fakîhler, Hz. Peygamber’in, üzerinde içki bulunan sofraya oturulmasını
3770] Ebû Dâvud, Salât, 14; Tirmizî, Hudûd, 2
3771] İbn Teymiyye, Muhtasaru'l-Fetâvâ, s. 650; H. Döndüren, a.g.e. c. 5, s. 347
3772] İbn Mâce, Eşribe 6; Tirmizî, Büyû’ 58
3773] 5/Mâide, 2
- 860 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yasaklayan hadisinden hareketle3774 müslümanın içki meclisine katılmaması, her durum ve şart altında içkiye karşı tavır alması, bulunduğu mecliste içki içilmesini önlemeye çalışması, buna gücü yetmiyorsa, o tür toplantıları terketmesi gerektiğinden söz eder. İlgili hadisler ve İslâm âlimlerinin bu hassâsiyeti, toplumda içki kullanımını özendirecek ve içki tüketiminin sıradan bir âdet ve alışkanlık olarak algılanmasına zemin hazırlayacak her türlü propaganda, reklam ve tanıtımın önlenmesi, yeni yetişen nesillerin içkiyle karşılaşmasını en aza indirecek önlemlerin alınması gereğini de ifâde etmektedir.
Fıkıh kaynaklarında, içkiyle mücadelede etkili olunup sonuç alınabilmesi için içki kullanım ve alışkanlığına yol açabilen veya destek veren dolaylı fiillerin de çok defa içki yasağı kapsamında mütâlaa edildiği ve aradaki bağın kuvvetine göre mekruh–haram çizgisinde bir noktaya yerleştirildiği bilinmekle birlikte bu kuralın uygulanmasında çok katı davranıldığı ve kaçınılmaz hallerin göz ardı edildiği de söylenemez. Nitekim susuzluk, yutkunma güçlüğü gibi zor durumlarda kalan kimselerin zarûret ölçüsünde içki içebileceği, hatâen veya ikrah altında içki içen kimsenin günahkâr olmayacağı konusunda görüş birliği vardır. İçkinin tedâvi amacıyla kullanılmasında da benzeri bir yaklaşım sergilenir. Hz. Peygamber, kendisine şarabın ilâç olarak kullanımı sorulduğunda, “O, ilâç değil; derttir.”3775 demiş, İslâm âlimleri de sarhoşluk veren içkilerin tedâvi ve sağlığı koruma amacıyla içilmesini câiz görmemişlerdir. Ancak, bu hüküm normal durumlara göredir. İçkinin tedâvi ediciliği tıbben kesinlik kazandığı ve alternatif bir ilâcın da bulunmadığı hallerde içilmesi zarûret hükmünü alır; sınırlı olmak üzere ve geçici bir süre için câiz görülebilir. Meselâ, kronik içki bağımlılarının tedâvisinde böyle bir durum ortaya çıkabilir. İnsanın içki konusunda zaafları, kendine bahane üretmeye eğilimi, gerçekçi ve samimi davranmasının da çok zor olması sebebiyle bu konuda, sağlığını korumaya ve tedâviye ihtiyacı olan fertlerin kişisel tesbit ve takdirleri değil; uzmanlığına ve dinî inançlara saygılı olduğuna güvenilen doktorların bilimsel kanaatinin esas alınması gerekir. Öte yandan içki yasağı, içkinin sarhoşluk amacıyla içimesini konu edindiğinden alkollü maddelerin ilâç yapımında kullanılması ayrı bir husus teşkil eder ve kural olarak câizdir.
İçkinin dinen necis olup olmadığı tartışması, İslâm’ın şarabı ve sarhoş edici diğer içkileri yasaklamasının sonuçlarından biridir. İbn Hazm ve dört büyük sünnî fıkıh mezhebinin müctehidleri de dâhil fakîhlerin büyük çoğunluğu, ilgili âyetin3776 “rics (pislik)” olarak nitelendirmesinden hareketle şarabı kan ve idrar gibi necâset-i galîza grubunda mütâlaa etmiş, yani çok az miktarının dahi vücutta, elbisede veya namaz kılınan yerde bulunmasını namazın sıhhatine engel kabul etmiştir. Onların bu yorumlarında, insanlara şarabın haram oluşunu ve ondan uzak durmanın gereğini daha iyi anlatabilme gayretinin de etkili olduğu söylenebilir.
Şarabın ve diğer içkilerin İslâm hukukunda hukuken korunmaya değer (mütekavvim) bir mal olup olamayacağı tartışması da İslâm’ın içkiyle mücâdele kararlılığının bir başka boyutunu teşkil eder. Şarabın mütekavvim bir mal sayılmadığında, dolayısıyla alınıp satılmasının, mülkiyete veya herhangi bir hukukî
3774] Ebû Dâvud, Et’ıme 18
3775] Müslim, Eşribe 3; Ebû Dâvud, Tıb 11
3776] 5/Mâide, 90
İÇKİ VE KUMAR
- 861 -
işleme konu olmasının câiz olmadığında, telef edildiği takdirde tazmin edilmesi gerekmediğinde fakîhler görüş birliği içindedir. Kur’an’da şarabın haram kılınışını bildiren âyetin üslûbu, Hz. Peygamber’in şarabın içilmesinin yanı sıra; satılması, satın alınması, parasının yenmesi, taşınması gibi yardımcı fiilleri de şiddetli bir üslûpla kınaması, yenilip içilmesi haram olan şeyin satışının da haram olduğunu belirtmesi ve o döneme kadar iyi bir gelir kaynağı olan şarap ticaretini yasaklayıp elde mevcut şarapları imhâ ettirmesi, sahâbe uygulamasının da bu yönde gelişmesi, müslümanlar açısından şarabın hukuken tanınmayan ve korunmayan bir mal statüsünde tutulmasının dayanağını teşkil eder. Bu yaklaşım, insanları içki kullanımına ve bağımlılığına götüren yolun başlangıcında alınmış ciddî bir önlem mâhiyetindedir. Bununla birlikte, diğer din mensuplarına, kamu düzenini ihlâl etmedikçe ahvâl-i şahsiyye ve özel hukuk alanında dinlerine göre davranma hakkı verildiğinden, şarap gayri müslimler hakkında mütekavvim mal sayılmış, gayri müslimlere içki içme ve içki ticareti hakkı tanınmış, onların içkisini telef eden müslümanın bunu tazmin etmesi gerektiği belirtilmiştir.
İçkinin haram kılınması, yasağın kapsamı ve içki alışkanlık ve bağımlılığına götüren yolların kapanması, fert ve toplumların bu yönde hazırlanması ve eğitimi konusunda İslâm’ın öngördüğü programın ve bir dizi tedbirin belki de son halkasını, sarhoşluk suçuna kamu düzeninin bir gereği olarak had cezaları grubunda yer alan maddî-cezâî bir müeyyide uygulaması teşkil eder. Sarhoş olsun veya olmasın, hamr kullanan kimseye uygulanan “hadd-i hamr” ile hamr dışındaki diğer içkileri kullanıp sarhoş olan kimseye uygulanacak “hadd-i sekr” konularında meselâ sarhoşluğun hangi derecesinde haddin uygulanacağı, suçun oluşması, isbatı ve cezânın infâzı gibi hususlarda İslâm hukukçuları arasında esasa veya ayrıntıya ilişkin birçok fıkhî tartışma cereyan etmiştir. Fıkıh literatürünün cezâ hukuku bölümünde ortaya çıkan bu zengin doktrin, sonuçta İslâm’ın içkiyle mücâdelesinin bir başka boyutu olup getirilen yaptırımların, ferdî ve sosyal realiteleri de göz ardı etmeyerek insanlığı bu içki hastalığından kurtarmaya yönelik etkili bir çaba olarak görülmesi gerekir. 3777
Hadd-i Şürb; İçki İçme Cezâsı
“Hadd”: Sınır çekmek, bilemek dikkatle bakmak, ayırmak ve ceza tatbik etmek demektir. Bir isim olarak; sınır, son, bıçak vb. ağzı, tarif ve şer'î ceza. Çoğulu hudûd gelir. Bir hukuk terimi olarak hadler; İslâmî ölçüler, İslâm Dininin ortaya koyduğu helâl-haram sınırları, miktarı ve niteliği nasslarda belirlenmiş olan şer'î cezalar demektir.
Mükellef, yani akıllı ve ergin kişilerin yaptığı işlerin Allah ve Resûlünün rızasına uygun olup olmadığını gösteren ölçüler vardır. Bu ölçüler Kur'ân ve Sünnetle bildirilmiştir. İslâm'da mükelleflerin yaptığı işlerin (ef'al-i mükellefi) değer hükmünü gösteren ölçüler şunlardır: Farz, vacip, Sünnet, Müstehap, Helâl, Mübah, Mekruh, Haram, Sahih, Fâsit, Batıl. Mükellefin yaptığı her iş, şer'î sınırları gösteren bu ölçülere göre değerlendirilir. Sonuçta ona göre ceza veya mükâfaat alır; yapılan iş ya geçerli (sahih) veya geçersiz (fâsid, bâtıl) olur.
Şer'î hadlerin genel anlamı Allah'ın koyduğu helâl-haram ölçüleridir. Bu mana aşağıdaki âyet ve hadislerden anlaşılmaktadır: Nisâ sûresi 12. âyette mirasla ilgili
3777] Mustafa Baktır, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 21, s. 461
- 862 -
KUR’AN KAVRAMLARI
hükümler açıklandıktan sonra şöyle buyurulmaktadır: "Bunlar Allah'ın sınırlarıdır, Kim Allah'a ve elçisine itaat ederse Allah onu, altından ırmaklar akan cennetlere sokar, orada ebedî kalırlar. İşte büyük kurtuluş budur. Kim de Allah'â ve O'nun Elçisine karşı gelir, O'nun sınırlarını aşarsa, Allah onu ebedi kalacağı ateşe sokar. Onun için alçaltıcı bir azab vardır."3778 Burada Allah'ın emirleri “O'nun sınırları” olarak ifade edilmiş, bu sınırları aşanların ceza ile karşılaşacakları haber verilmiştir.
"Allah'ın yasak sınırına uyup o sınırı aşmayanlar kendilerine Cennet va'dedilen mutlu kişilerdir. Allah onlarla alış-veriş yapmış, Cennet karşılığında mallarını ve canlarını satın almıştır.3779 "(Bu alışverişi yapanlar), Tevbe eden, ibâdet eden, hamdeden, rükü' eden, secde eden, iyiliği emredip kötülükten meneden ve Allah'ın (yasak) sınırlarını koruyan (onları çiğnemeyen) insanlardır. O mü'minleri müjdele." 3780
Allah'ın yasak sınırları, şüphesiz O'nun haram kıldığı işlerdir. Allah'ın haram kıldığı fiiller yani günahlar, büyük ve küçük olmak üzere ikiye ayrılır.3781 Büyük günahların sayısı hakkında kesin bir rakam yoktur.
İslâm ceza hukuku (Ukûbat) terimi olarak hadler; "belirli bazı suçlara İslâm'ın tayin ettiği cezalar" dır. Bu cezayı gerektiren suçlar beş tanedir: zinâ, hırsızlık, içki içmek, kazf (namuslu kadına zina iftirası) ve yol kesme (hırâbe). İslâm ceza hukukunda "had"ler "Allah hakkı" olarak kabul edilmiştir. Yani haddi (İslâm'ın tesbit ettiği cezayı) gerektiren suçlar amme hukukuna tecavüz anlamı taşımaktadır. Kısas kul hakkı olduğu için buna had denilmemiştir. Haddin dışında kalan yani Kur'an ve Sünnetle tayin edilmeyip hâkimin takdirine bırakılmış cezalara ta'zir cezaları denir. Hapis, teşhir, sürgün vb. 3782
İçki içme cezası dışındaki hadler Kur'an'la, içki içme cezası ise Sünnetle sâbittir.
3. İçki İçme Cezası (hadd-i şürb): İçki içmek Mâide sûresi 90. âyetle kesin olarak yasaklanmıştır. Fakat cezası Hz. Peygamberin sünneti ve uygulamasıyla sabittir. Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir, içki içene 40 sopa (celde) vurdular. Hz. Ömer zamanında içki içenler çoğalınca o, arkadaşlarıyla istişare etti. Haddin en az miktarı olan 80 değnek vurulmasını kararlaştırdılar. 3783
İçki içme cezası uygulanabilmesi için içen kimsenin akıllı, ergin müslüman ve konuşabilen bir kimse olması lâzımdır. Sarhoş olarak yakalanan ve içki içtiği şahidler vasıtasıyla tesbit edilen kimseye bu ceza uygulanır. "Rasûlullah’a (s.a.s) şarab içmiş bir adam getirdiler. Rasûl-i Ekrem: "Ona hadd vurunuz" buyurdu. Ebu Hüreyre demiştir ki: Bizden bir kısmı eliyle, (bazıları da) ayakkabısı ve elbisesiyle dövdüler. (Dayaktan sonra) çekilip gidince: Allah seni rüsvay etsin!' dediler. Peygamber (s.a.s): “Böyle söylemeyin, ona karşı şeytana yardım etmeyin” buyurdu." 3784
İslâm'ın koyduğu bu had cezâlarını uygulamakta titiz davranılması ve kesinlikle taviz verilmemesi gerektiği birçok hadis-i şerifle bildirilmiştir. Bu konuda acıma duygusuna kapılınmaması uyarısı da yukarıda ilgili âyet meâlinde
3778] 4/Nisâ, 13-14s
3779] 9/Tevbe, 111
3780] 9/Tevbe, 112
3781] bkz. 53/Necm, 32; 18/Kehf, 49
3782] ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, 2. baskı, Dimaşk 1405/1985, IV, 284 vd.
3783] bk. Dârimî, Hudûd,10; A. b. Hanbel, IV, 389
3784] Buhârî, Hudûd, 4; Müslim, Hudûd, 35; Ebû Dâvud, 35, 36; Tirmizî, Hudûd,14,. 15
İÇKİ VE KUMAR
- 863 -
geçmiştir. Hadlerin uygulanması konusunda bazı hadisler: "Allah'ın hadlerini yakında ve uzakta yerine getiriniz. Hiçbir kınayanın kınaması sizi Allah'ın hakkını yerine getirmekten alıkoymasın."; "Allah'ın yasaklarına uyan kimseyle o yasakları (hududu) ihlâl eden kimse, bir gemiye binip, kur'a çekerek bir kısmı alt kata bir kısmı üst kata yerleşen topluluk gibidir. Aşağı katta olanlar su almak istedikleri zaman yukarı katta olanlara gidip: ‘Sizi zarara sokmadan biz kendi katımızda bir delik açsak!’ derler. Eğer yukarıdakiler onları serbest bırakırsa hepsi helâk olur, mani olursa hepsi kurtulur." 3785
Şer'î hadlerin tatbiki konusunda gözden uzak tutulmaması gereken bazı hususlar vardır: Her şeyden önce had cezaları bütün müessese ve kurumlarıyla işleyen İslâm Devletinde ve Devletin hâkiminin kararlarıyla uygulanır. Toplumda suça sebep olabilecek bütün unsurların ortadan kaldırılmış olması, insanların islâmî eğitimle yetiştirilmiş olması, fertlerin maddî manevî ihtiyaçlarını devlet tarafından eksiksiz giderilmiş olması gerekir.
Suça götüren yolların tamamen kapatılamaması, şüphelerden sanığın faydalanması, suçun sübut bulması için gerekli şartların tam teşekkül etmemesi gibi sebeplerle geçmişte had cezaları nadir olarak uygulanmıştır. Buna, yöneticilerin bu cezaları uygulamakta gösterdikleri ihmal, acz ve gevşekliği, kayıtsızlığı da eklemek gerekir.
Hadis-i Şerifte: "Şüphelerden dolayı hadleri kaldırınız (uygulamayanız)."3786 buyurulmuştur. İslâm cezâ hukukunda bu önemli bir prensiptir. Bu prensibe göre, Hz. Ömer'in tatbikatıyla, kıtlık yılında hırsızlık yapanın eli kesilmemiş; efendisinin veya akrabasının malından çalan kimseye de, o malda hakkı olabileceği şüphesiyle, bu had uygulanmamıştır. Aşağıdaki örnekler de bu prensiple ilgilidir:
- Dört kişi bir şahsın zina ettiğine şehâdette bulunur; ancak bunlardan ikisi gönüllü diğer ikisi ise gönülsüz olarak şâhitlik yaparlarsa Ebû Hanife'ye göre, bunların hiçbirine yani erkeğe, kadına ve şâhitlere had tatbik edilmez.
- Suçluya celde (dayak cezası) uygulanırken şahitlerden birisi şehadetinden dönse, kalan kırbaçlar vurulmaz.
- İki kişiden birisi bir şahsın "içki içtiğine", diğeri ise, o şahsın "içki içtiğini ikrar ettiğine" şehâdette bulunurlarsa yine sarhoşluk haddi uygulanmaz.
- Bir kimse önce hırsızlık yaptığını ikrar eder; sonra bu ikrarından döner ve daha sonra da bu malın bir kısmını çaldığını tekrar ederse eli kesilmez. 3787
Meysir/Kumar; Anlam ve Mâhiyeti
“Meysir”, Türkçede “kumar” karşılığıdır; nasıl sonuçlanacağı önceden belli olmayan ihtimalli bir şeye bağlı kalarak mal vermek veya almaya denir. Adı ne olursa olsun bu özelliği taşıyan para veya mal karşılığı oynanan her oyun ve ortak bahis, kumardır. Kolaylıkla mal çarpmak veya çarptırmak olduğu için Kur'an'da "meysir" denilen kumar, kolaylık anlamındaki "yûsr" kökünden gelmektedir.
Kumar, insana yaratıcısını unutturan, namaz kılmaktan alıkoyan, tembelliğe
3785] et-Terğib ve't-Terhib, 4/25, 27
3786] Ebû Dâvud, Salât,14; Tirmizî, Hudûd, 2
3787] Geniş bilgi iç in bkz. Cevat Akşit, İslâm Ceza Hukuku ve İnsanî Esasları, İst. 1987, 2. Baskı; Halit Ünal, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 2, s. 283
- 864 -
KUR’AN KAVRAMLARI
sürükleyen, çalışma gücünü yok edip insanlar arasına kin ve düşmanlık saçan haksız bir kazanç yoludur. Fert ve toplum hayatında unutulmaz yaralar açan kumarın her türlüsü İslâm dininde haram kılınmıştır. Bu konuda Kur'an-ı Kerimde şöyle buyurulur. “Aranızda mallarınızı haksız sebeplerle ve bâtıl yollarla yemeyin.”3788; “Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şüphesiz şeytan içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan, namazdan alıkoymak ister.” 3789
Tavla, satranç, dama, iskambil, tenis ve bilârdo gibi oyunların hepsi kumar amacıyla oynandığı ve bunlarla kazanç elde etmek istendiği takdirde, kumar hükmünde olduklarında şüphe yoktur. Hz. Peygamber'in tavlayı yasaklayan çeşitli hadisleri vardır. İslâm hukukçularının çoğunluğu bu hadislerdeki genel yasaklamaya bakarak, kumar amacı olsun veya olmasın tavlanın câiz olmadığını söylemişlerdir. İbn el-Müseyyeb ve bazı bilginler ise, kumar amacı dışında tavla oynamanın haram olmadığı kanaatindedir. İskambil ve domino oyunları da tavla ile aynı niteliktedir.
Tavla Oyunu: "Tavla oynayan elini domuzun etine ve kanına batırmış gibi olur."3790; "Tavla oynayan Allah ve Rasûlünün emrini dinlememiş olur." 3791 hadislerini göz önüne alan cumhûr tavla oynamanın haram olduğu hükmünü benimsemişlerdir. İskambil kâğıdı ile oyunların da tavla gibi olduğu değerlendirilir. Tavla, şansa da dayanan ve zarla oynanan oyun olduğu, iskambil de yine şansa dayandığı ve kumar aracı/oyunu olduğu için câiz olmaz. Said bin el-Müseyyeb'in de dâhil bulunduğu bazı din bilginleri ise hadislerin kumara âit olduğunu, kumarsız tavla oynamanın (bunlara düşkünlük göstermemek ve kumara âlet etmemek şartıyla) câiz olduğunu söylemişlerdir.
Arapça ve Türkçe’ye Farsça’dan geçmiş olan "satranç" denilen oyun ise, sahâbe devrinde Araplar arasında ortaya çıktığı ve bu oyun tanındığı halde, satrançdan, bu konuda Hz. Peygamber'den sağlam bir hadis intikal etmemiştir. Sahâbe ve tâbiîn bilginleri ile daha sonrakiler satrançla ilgili üç görüş öne sürmüşlerdir:
Abdullah bin Abbas, Ebû Hüreyre, İbn Sirîn, Hişam bin Urve, Saîd bin el-Müseyyeb, Saîd bin el-Cübeyr gibi sahâbe ve tâbiîn bilginlerine göre satranç oynamak mubahtır. İmam Şâfiî'ye göre, satranç tenzihen mekruh; Ebû Hanîfe, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel'e göre ise haramdır. Satrancın bir şans oyunundan çok, bir zekâ oyunu ve beyin sporu özelliği dikkate alınarak, bir de hakkında kesin bir yasaklama hükmünün bulunmadığına bakılarak kesin haram dememek gerekir. Ancak sahâbenin bunu tavlaya kıyas ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim, Abdullah bin Ömer'den şöyle dediği nakledilir: "Satranç tavladan daha kötüdür." Hz Ali'nin onu, kumar türünden saydığı belirtilir.3792 Diğer yandan Yahyâ bin Saîd'in, İmam Mâlik'ten şu sözleri işittiği nakledilir: "Satrançta hayır yoktur, satranç ve onun dışındaki diğer bâtıl kumar oyunlarını oynamak çirkindir (mekruh). İmam Mâlik bunları söylerken şu âyeti okuyordu: "Hakk'ın dışında sapıklıktan başka ne vardır." 3793
3788] 2/Bakara, 188; 4/Nisâ, 29
3789] 5/Mâide, 90-91
3790] Müslim, Şi'r 15; İbn Mâce, Edeb 43
3791] Ebû Dâvud, Edeb 56
3792] İbn Kesîr, Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azım, İstanbul 1985, III, 170
3793] 10/Yûnus, 32; bkz. Mâlik, Muvattâ, Rü'yâ, 7
İÇKİ VE KUMAR
- 865 -
Satranç, sahâbe devrinde İslâm dünyasınca tanınmış ve hükmünde görüş ayrılığı meydana gelmiştir: Sahâbeden Hz. Ali, Abdullah İbn Ömer, mezheplerden Hanefî ve Hanbelîlere göre haramdır. İbn Abbas, Ebû Hüreyre, İbn Sîrîn, Said bin el-Müseyyeb, İbn Cübeyr gibi sahâbe ve tâbiûn fukahâsına göre mubah; Şâfiî ve Mâlikîlere göre haram değil, mekruhtur. Nevevî'nin nakline göre tenzîhen mekruh nev'indendir. Satrancı haram saymak için sağlam bir delilin bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Dama da satranç benzeri bir oyundur. Tenis ve bilârdo oyunlarında ise spor hâkimdir. Meşrû olmayan başka unsurlar eklenmediği takdirde mubah olmaları gerekir.
Sonuç olarak, kumar amacı olmaksızın sadece dinlenmek, eğlenmek ve zevk için oynanabilen oyunların da mubah olabilmesi için dört şart öngörülmüştür: (Satranç, tenis, bilardo, futbol gibi oynanan) oyun;
a. Namazın geçmesine veya gecikmesine yol açmamalı, düşkün/hasta olup çokça zamanını bununla harcamamalı,
b. Hiçbir menfaat beklememeli, kumara âlet etmemeli (yenen şunu kazanacak, yenilen şunu verecek gibi),
c. Oyun sırasında dilini kötü ve boş sözlerden korumalı, rakîbe veya ortalığa çirkin sözler sarfetmemeli,
d. Normal dinlenme ve eğlenme ölçülerini aşarak vakit israfına yol açmamalıdır. 3794
Piyango ve Toto: Piyango, sayısal, spor toto, loto, altılı ganyan, müşterek bahis gibi düzenlenen ve oynananlar da kumardır. Bunlar, daha büyük kalabalıkların oynadığı, Milli Piyango gibi bazılarında devletin oynattığı ve bundan para kazandığı kumardır, kumarın bütün unsurlarını içine almaktadır. Bunlardan bazı tesis ve hayır(!) kurumlarının yararlanması, İslâmî açıdan mâzeret değildir; çünkü İslâm, kendi toplumu içinde, menfaat vaad etmeden hayra yardımcı olması mümkün olmayan fertlerin bulunacağını düşünmez. İslâm'ın getirdiği ve öngördüğü devlet, ekonomi, hukuk, toplum ve ahlâk düzeni gerçek hayır kurumlarını yaşatmak için kumar düzenlemeye muhtaç değildir. Müslümanların iyilik ve hayır yapmaları için "Allah rızâsı", teşvik unsuru olarak yeterlidir.
İslâm kumarı kesin olarak yasaklamış, haram kılmıştır. Bunu yaparken belli bir şeklini kasd etmemiş, mânâ ve neticesini hedef almıştır. Hangi âlet ve metodla oynanırsa oynansın, oyunun -önceden belli olmayan- sonunda taraflardan biri veya birkaçı kâr ya da zarar edecekse kumar gerçekleşmiş demektir. Meselâ, birçok kişi, aralarında para toplayıp çekilecek kura veya yapılacak yarışma vb. sonunda içlerinden bir kısmı buna sahip olacak, diğerleri kaybedecekse kumardır. "Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları, şüphesiz şeytan işi pisliklerdir; bunlardan kaçının ki saâdete eresiniz. Şeytan şüphesiz içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı zikirden/anmaktan, namazdan alıkoymak ister. Artık bundan vazgeçtiniz değil mi?"3795 meâlindeki âyet, kumarı hem haram kılmakta, hem de bu hükmün hikmetlerini sıralamaktadır. Kumarın haram kılınmasındaki
3794] 10Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 403-404
3795] 5/Mâide, 90-91
- 866 -
KUR’AN KAVRAMLARI
hikmetleri şöyle sayabiliriz:
1- Müslüman, hayat ve kazancı şansa ve tesâdüfe değil; aldığı tedbir ve verdiği emeğin sonucuna bağlamalıdır.
2- Başkasının malı haramdır; bunu almanın yolu ya -çeşitli şekilleriyle- mübâdele (ticâret vb. yolla el değişimi) veya bağış vb. dir; kumar haksız kazanç yoludur.
3- Kaybeden, verdiğine râzı görünse bile, kalbinden üzüldüğü ve kazanana kin ve düşmanlık duyduğu şüphesizdir.
4- Kaybeden kazanmak, kazanan bu zevki yeniden tatmak için tekrar oynarlar ve bu hal, giderek alışkanlık kazandırır, kişiyi kumarcı yapar.
5- Kumar ibâdetlere engel olur.
6- Kumarın zararı bireylerle sınırlı kalmaz; topluma sirâyet eder. Üretime katılmayan, işsiz-güçsüz, kumar oynamakla vakit öldüren kimselerin çoğalmasına sebep olur.
Kumarın Zararları
Yasak ve günah olması bakımından içki ile kumar arasında hiç bir fark yoktur. Allah Teâlâ her ikisini de, aynı âyet-i kerime ile harâm kılmıştır: "Ey iman edenler, içki, kumar, putlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden birer pisliktir. Onun için siz bunlardan kaçının ki muradınıza eresiniz." 3796
Oynayana kazanç veya zarar getiren her türlü şans oyunu kumardır. Kumar, haksız yere başkasının malını almak, bile bile ortaklaşa hırsızlık yapmaktır. Kumar, toplumsal bir felâkettir. Dinin şiddetle yasakladığı bu yıkıcı kötülüğün pekçok âileyi sefil ve perişan ettiği her zaman görülmektedir. Hırsın verdiği heyecan ile sabahlara kadar kumar masalarından ayrılmayanlar, orada, sağlıklarını, servetlerini, ahlâklarını ve vakitlerini bırakarak insanlıktan uzaklaşır; bir gün kazananlar başka bir gün kaybederler.
Kumarda kaybedilen parada çoluk-çocuğun, fakirlerin hakkı vardır. Kazanılan para da meşrû değildir. Kumar yaygınlaştıkça toplumsal zararlar artar. Çalışmanın yerini tembellik alır. İş hayatında verim düşer. Kumar beraberinde içki, yalancılık, hırs, kin, intikam, cinâyet gibi kötülükleri de getirir. Kumar âile hayatında düzensizliklere, anlaşmazlıklara, ihmallere sebep olur. Kumar yüzünden, dinini, namusunu, evini satan, her türlü kutsal değeri ayaklar altına alan pekçok kişi vardır.
Kumar, içki gibi çok kısa bir zamanda alışkanlık hâline gelir. Bir daha ondan kurtulmak çok zor olur. Bunun için içki ve kumar alışkanlığı çok tehlikeli tutkulardandır. Sonunda para kazanılan veya kaybedilen, zar, oyun kâğıtları, piyango, spor-toto, loto, müşterek bahis gibi her türlü şans oyunu kumardır. Bütün şans oyunları başlangıçta eğlenmek ve vakit geçirmek için oynanır. İnsan, kazandıkça kazanma zevki ve hırsı için oynar. Kaybettikçe, kayıplarını çıkarmak için yine oynar. Sonunda kumarbaz oluverir. Her şeyini kumarda kaybeden, nesi varsa satan ve kumara yatıran, bütün ömrü sefâlet içinde geçen, karısını ve çocuklarını
3796] 5/Mâide, 90
İÇKİ VE KUMAR
- 867 -
mahveden kumarbazların, başlangıçta kumara bir eğlence gözü ile baktıkları unutulmamalıdır.
Sosyal bir âfet olan kumardan sakınmak kadar çevremizdeki insanları özellikle aile fertlerimizi de bundan korumak önemli bir görevdir. Kur'an'ı Kerimde âile bireylerinin zararlı kötü işlerden sakındırılıp, Allah ve rasûlünün istediği bir yaşantı için eğitilmesi görevi aile reislerine verilmektedir: "Ey iman edenler! Yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden kendinizi ve ailenizi koruyun. Ateşin başında sert ve şiddetli, Allah emrine karşı gelmeyen, verilen emirleri olduğu gibi yerine getiren melekler vardır. " 3797
Kumar oynayan insanlarda istenmeyen davranışların yer ettiği, şahsiyet bozukluklarının meydana geldiği gözlenmiştir. Kumarın en bâriz olumsuz yanı, toplumun bireyleri arasında kin ve düşmanlık meydana getirmesidir. Bu tezâhürleri görebilmek için uzun araştırmalar yapmaya gerek yoktur. Kumar, nefislerde kin ve husûmet duygularının yer etmesine sebep olur. Kumar oynayan bir kimse, karşısındaki kumarcıya ister istemez içinde bir kin duyacaktır. Zira göz göre göre önündeki malı gasbedilmektedir. Karşı taraf mal kazanmış iken, mal sahibi kahrından ölüp ölüp dirilmektedir. Her ne kadar bu kumar partileri dostluk ve mutluluk sevdâsıyla tertiplenmiş olsa bile, neticede düşmanlık ve kin tohumları ekmektedir. Kumar insanı aldatır. İçkinin vermiş olduğu sarhoşluk gibi bir hale sokar insanı. Kumarbazların üzerine çöken sarhoşluk, sarhoşlarınkinden pek farklı değildir. “Ey iman edenler! Hamr (sarhoşluk veren içecekler), kumar, dikili taşlar (putlar, putlaştırılan heykeller), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan içkide ve kumarda, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ın zikretmekten ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz, değil mi?” 3798
Kumarda kaybeden kimse, kazanacağım ümidiyle devam eder ve mağlup olur. Sonuçta malını kaybeder ve fakir düşer. Ardından da düşmanlık duygusu kaplar bütün benliğini. Kumar oynayanlar arasında görünürde samimi bir muhabbet havası gözlense bile, aralarındaki kin ve düşmanlık hiçbir zaman eksik olmaz. Kumar, başlıbaşına bir felâkettir. Kumar oynayan bir insan şuur ve duygularını kaybeder. Parasının ve bütün varlığının elinden nasıl çıkıp gittiğini dahi anlayamaz. Çünkü her verişinde bir önce verdiğini yeniden kazanmak peşinde koşar ve her defasında da kaybeder. Evine eli ve cebi boş döndüğü zaman içi, parasını alan kişiye karşı kin ve düşmanlıkla dolar. İçine düştüğü buhran sonucu onu öldürmeye bile kalkar veya bizzat kendini öldürmeye kalkışır.
Kumar, oyuncuların kalbindeki kin ve düşmanlık ateşini alevlendirir. Kumar dolayısıyla kişiliğin kaybolması da bir gerçektir. Kumar, sebepsiz bir düşmanlık, kin ve hoşnutsuzluk doğurur. Aklı düşünmekten alıkor, insanı tembellik ve pısırıklığa sevkeder. Sinirleri mahveder "Sana, içki ve kumar hakkında soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için birtakım faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür..." 3799
Kumar oynayan kişinin karakter yapısına topluca baktığımızda şu hususların
3797] 66/Tahrîm, 6
3798] 5/Mâide, 90-91
3799] 2/Bakara, 219
- 868 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ön plana çıktığı görülür: Düşmanlık, kin ve nefret, zihinsel güçte zayıflama, tembellik, kişilik (ahlâk ve terbiye) bozukluğu, sinir sisteminin tahrip olması, kıskançlık, atâlet, durgunluk, üzüntü ve heyecanlar arasında geçen bir ömür. 3800
Kur'ân-ı Kerim'de Meysir/Kumar
Kur’ân-ı Kerim’de kumar anlamında “meysir” kelimesi 3 âyette geçer. 3801
"Sana, şarap ve kumar hakkında soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için birtakım faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür. Yine sana iyilik yolunda ne infak edip harcayacaklarını sorarlar. 'İhtiyaç fazlasını' de. Allah size âyetleri böyle açıklar ki, düşünesiniz." 3802
“Ey iman edenler! Hamr (sarhoşluk veren içecekler), kumar, dikili taşlar (putlar, putlaştırılan heykeller), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan içkide ve kumarda, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ın zikretmekten ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz, değil mi?” 3803
Hadis-i Şeriflerde Kumar
“Kim, arkadaşına: ‘Gel seninle kumar oynayalım’ derse, hemen (bir şeyler) tasadduk etsin!" 3804
"Tavla oynayan, Allah'a ve Rasûlüne âsî olmuştur." 3805
"Tavla oynayıp, sonra kalkarak namaz kılanın durumu, irin ve domuz kanı ile abdest alıp, kalkarak namaz kılanın durumuna benzer." 3806
Tefsirlerden İktibaslar
Mâide sûresi 90. âyette geçen “ensâb” ve “ezlâm” kelimelerini açıklayalım: “Ensâb”, “nusub” kelimesinin çoğuludur. Arapça'da nusub, özelikle herhangi bir aziz veya tanrı için kendilerine kurban gayri meşru bir tapınmadan dolayı kurbanın kesildiği her türlü yer için kullanılır.
“Ezlâm” Fal okları demektir. Meysir, ensâb ve ezlâm kelimeleriyle, üç tür yasaktan bahsedilmektedir: Tanrı yerine konulan, şirk araçlarından, meselâ bir tanrı, tanrıça veya benzerlerinden, şirk olan yollarla talihini öğrenmek için fal okları çekmeyi veya gelecekleri ya da anlaşmazlıkları çözümlemekle ilgili işaretler almayı yasaklamaktadır. Söz gelimi, Mekke'nin putperest Kureyş kabilesi bu amaçla Kâbe'de Hûbel putunu seçmişlerdi, onun yanında yedi fal oku bulundururlardı. Putun bakıcısına (din adamına) kurban sunduktan ve bir takım merasimlerden sonra bir ok çekerler ve onun üzerine kazınmış bulunan yazıları Hûbel'in hükmü olarak kabul ederlerdi.
3800] Abdurrahman Kasapoğlu, Kur’an’da Ahlâk Psikolojisi, s. 130-132
3801] 2/Bakara, 219, 5/Mâide, 90 ve 91
3802] 2/Bakara, 219
3803] 5/Mâide, 90-91
3804] Buhâri, Eymân 5, Tefsir, Necm, Edeb 74, İsti'zân 52; Müslim, Eymân 5, hadis no: 1647; Ebû Dâvud, Eymân 4, h. no: 3247; Tirmizî, Nüzûr 17, h. no: 1545; Nesâî, Eymân 11, -7, 7-
3805] Ebû Dâvud, Edeb, 56; İbn Mâce, Edeb, 43; Muvattâ 6; Ahmed bin Hanbel, IV/394, 397, 400
3806] Ahmed bin Hanbel, V/370
İÇKİ VE KUMAR
- 869 -
İkinci tür yasak, akla ve bilgiye başvurmadan herhangi bir şeyi iyi veya kötü işareti saymak, hayatın günlük sorunları hakkında mantıksız ve bâtıl karar alma yöntemleri ve yollarından, veya belli şeyleri, olayları, durumları ve benzerlerini uğursuzluk sayarak gelecek olaylar hakkında körce sonuçlara varmaktan oluşmaktadır. Kısaca, fal yöntemlerini ve kehanetleri içine almaktadır.
Üçüncü yasak türü, kazanmanın meziyet ve liyâkate, hak, hizmet ve diğer aklî yargılara değil de, salt şansa dayandığı tüm kumar çeşitlerini kapsamaktadır. Örneğin, belli bir bilet sahibini çok sayıda aynı türden bilet sahiplerinin zararına ödüllendiren tüm lotarya ve piyango çeşitleri, çok sayıda doğru cevabın içinde yalnızca şansa dayanarak işaretlenen bir cevaba ödül veren bulmacalar, tüm bunlar haramdır.
Ne var ki, eşit derecede meşru iki şey veya hak bulunup da, aralarında hiçbir aklî seçim yapma yöntemi olmadığı zamanlarda kura çekmek İslâm'da meşrudur. Söz gelimi ortada her bakımdan aynı hakka sahip iki kişi bulunsun, hâkim birine öncelik tanıyacak hiçbir aklî yargı yolu bulamasın ve taraflardan hiçbiri hakkından vazgeçmesin. Böyle bir durumda, iki taraf da razı olursa sorun kura ile çözülür. Veya, iki meşru şeyden birini seçmek zorunda kalıp da, seçimde güçlük çeken kişi kura atabilir. Hz. Peygamber (s.a.s.) eşit hakka sahip iki kişi arasında seçim yapması gerekip de, kendisi birinin lehine karar verdiğinde diğerinin alınacağını hissettiği zaman bu yöntemi uygularlardı.
Fal oklarıyla kehanet anlamındaki ezlâm tabiatı gereği bir tür kumarsa da, meysir'le arasında küçük bir fark vardır. Ezlâm, şirk ve bâtıl inanca bulanmış kehanet ve kura biçimleri için kullanılırken, meysir servetin şans aletleriyle kazanılıp bölüşüldüğü biçimler için kullanılır.
Mâide sûresi 90. âyette dört şey, mutlak olarak haram kılınmaktadır: İçki, kumar, ensab (Allah'tan başkalarına tapınmak için adanmış ve içlerinde Allah'tan başka şeylerin adlarına kurbanlar ve hediyeler sunular yerler) ve kehânet araçları. 3807
Bu âyetin3808 indiği zamana kadar, içki ve kumarı yasaklayan bir âyet inmemişti. Fakat Kur'an-ı Kerim'in hiçbir yerinde bu iki kötü alışkanlığın helâl olduğunu söyleyen bir hüküm de yoktu.
Yüce Allah yeni oluşmakta olan bu müslüman cemaati elinden tutarak onu adım adım istediği yolda ilerletiyor, onu kendisi için tasarladığı misyona uygun olarak yapılandırıyordu. Bu önemli misyon, bu büyük görev, insanın kendini içki ve kumar yolunda harcaması ile bağdaşmazdı; ömrü, bilinci ve enerjiyi amaçsız insanların eğlencelerinde boşu boşuna tüketmekle bağdaşmazdı. Çünkü sözkonusu amaçsız kimseler nefislerine haz veren şeyler ile oyalanır, peşlerinden bir an bile ayrılmayan serserilik ve sorumsuzluk, kendilerini içki ile sarhoş olmaya ve kumarla oyalanmaya daldırır. Kimi zaman da bu zavallıları kovalayan kör nefisleri olur. Onlar da kendilerinden kaçarak içkinin ve kumarın kucağına atılırlar. Tıpkı Câhiliye toplumunda yaşayan sıradan insanların yaptıkları gibi. Bu dün böyle idi, bugün de böyledir, yarın da böyle olacaktır. Yalnız İslâm, insan nefsine yönelik eğitim metodu uyarınca bu konuda yavaş, soğukkanlı ve zorlamacılıktan
3807] Tefhîmu’l Kur’an, 5/Mâide, 90. âyetin tefsiri
3808] 2/Bakara, 219
- 870 -
KUR’AN KAVRAMLARI
uzak adımlar ile ilerliyordu.
Bu âyet-i kerime içki ve kumar yasağı konusunda atılmış ilk adımdır. Burada önemli bir noktaya kısaca değinmek istiyoruz. Maddî nesneler ve davranışlar her zaman mutlak anlamda, katıksız biçimde kötü olmayabilirler. Şu dünya üzerinde iyilik, kötülükle ve kötülük de iyilikle karışık olarak bulunur. Fakat herhangi bir nesnenin ya da davranışın helâl ya da haram olmasının ekseni, kriteri, iyiliğin ve kötülüğün baskın olup olmamasıdır. Buna göre içkinin ve kumarın günahı, zararı, yararından daha ağır bastığına göre bu durum bir yasaklama, bir haram sayma gerekçesi oluşturur. Böyle olmakla birlikte bu âyette açık bir yasaklama ve haram sayma hükmüne yer verilmemiştir.
İslâm’ın Eğitim Metodu: Burada Kur'an'ın, İslâm'ın ve hikmet sahibi yüce Allah'ın eğitim metodunun bir özelliği dikkatimizi çekiyor. Bu eğitim metodu İslâm'ın birçok yasal düzenlemesini, birçok farzını ve birçok direktifini incelerken somut biçimde meydana çıkıyor. Biz burada içki ve kumardan sözederken bu eğitim metodunun kurallarından birine işaret etmek istiyoruz.
Eğer emir ya da yasak imana dayalı düşünce ile yani inanç sistemi ile ilgili isé İslâm o konuda kesin hükmünü, o konuda söyleyeceğini daha baştan ortaya koyuyor. Fakat eğer emir ya da yasak bir alışkanlıkla, bir gelenekle veya karmaşık bir sosyal uygulama ile ilgili ise o zaman İslâm işi ağırdan alıyor; konuya yumuşak, tedrici ve kolaylık gösterici bir tarzda yaklaşıyor, uygulamayı ve itaati kolaylaştıracak pratik şartlar hazırlıyor. Meselâ İslâm, "Tevhid mi, yoksa şirk mi?" sorunuyla karşı karşıya kaldığı zaman kararlı ve kesin bir darbe ile daha baştan emrini yürürlüğe koydu; Bu konuda hiçbir tereddüde, hiçbir duraksamaya, hiçbir hoşgörüye, hiçbir tavize; hiçbir orta yolda buluşma beklentisine yer vermedi. Çünkü burada mesele düşüncenin temel ilkesidir, onsuz ne iman olur ve ne de İslâm ayakta durabilir.
Ama İslâm içki ve kumar meselesine gelince, bu bir alışkanlık ve adet meselesidir. Alışkanlıklar ise ancak tedavi yolu ile bıraktırılabilir. Bu yüzden İslâm, müslümanların vicdanlarını ve şeriat mantıklarını uyarmakla işe başladı; Bu amaçla içkinin ve kumarın günahını, yararından daha büyük olduğunu belirtti. Bu demektir ki, bu alışkanlıkları bırakmak onları sürdürmekten daha iyidir. Arkasından Nisa sûresinin şu âyeti ile ikinci adım atıldı: "Ey mü’minler, sarhoşken ne dediğinizi bilecek duruma gelinceye kadar namaza yaklaşmayın." 3809
Bilindiği gibi günde beş vakit namaz vardır ve bu namaz vakitlerinin çoğunluğu kısa aralıklıdır, bu aralıklar sarhoş olup arkasından ayılmak için yeterli değildir. Burada içki alışkanlığının pratiğe aktarma imkânını daraltma ve içki alma periyodları ile ilgili olan alışkanlığın sürekliliğini kırma girişimi ile karşı karşıyayız. Çünkü içki ya da uyuşturucu madde tutkunlarının alışkanlık haline getirdikleri vakit gelince bu maddeleri kullanma ihtiyacı duydukları bilinen bir şeydir. Eğer bu vakit, bu maddeler kullanılmadan geçiştirilir ve bu geçiştirme birkaç kez tekrarlanabilirse alışkanlık zayıflamaya başlar ve alt edilmesi mümkün hale gelir.
Bu iki adım atıldıktan sonra içki ve kumarın haram olduklarını belirten son ve kesin yasaklama hükmü geldi: "Ey mü’minler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları
3809] 4/Nisâ, 43
İÇKİ VE KUMAR
- 871 -
kuşkusuz Şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan uzak durun ki, kurtuluşa eresiniz." 3810
Gerçekten de içki, kumar, anıt taşları ve fal okları Câhiliye hayatının en önemli özellikleriydi ve Câhili toplumun en köklü gelenekleri arasında yer alıyorlardı. Pratik uygulamaları ve bu toplumun en önemli geleneklerini, alışkanlıklarını oluşturmaları açısından; birbiri ile köklü bağları bulunan bir demeti oluşturuyorlardı. Câhiliye Arapları alabildiğine aşırı şekilde içki tüketiyorlardı. Toplantılarında fazla içki tüketmeleri ile övünüyor ve bunu bir övünç kaynağı olarak görüyorlardı. Şiirlerinde ve övgülerinde; içkiyle iftihar etmek, önemli bir odağı oluşturuyordu! İçki meclislerinde hayvanlar kesiliyor, içki içenlere, içki dağıtanlara, bu mecliste kahramanlık gösterileri yapanlara, bu toplantıya katılanlara ve etrafında toplananlara sunulmak üzere etler kızartılırdı! Bu hayvanlar, anıt taşları üzerinde kesilirdi. Anıt taşları Arapların, hayvanlarını üzerinde kestikleri ve kanlarını kendilerine sürdükleri putlardı. (Tanrılara yani tanrıların papazlarına kurban olarak sunulacak olan hayvanlar da bu taşlar üzerinde kesilirdi). İçki meclisleri ve benzeri sosyal nitelikli kesimlerde fal okları yolu ile kumar da oynanıyordu. Fal okları, Arapların, hayvanları aralarında paylaşırken başvurdukları bir oran ölçeğiydi. Herkes kendi okuna düşen orana bağlı olarak, hayvandan bir pay alıyordu. Okunda "üstün" yazılı olan, hayvanın en büyük payını alırdı. Bu sıralama okuna hiçbir pay düşmeyene kadar, aşağıya inerdi. Payına hiçbir şey düşmeyen adam, hayvanın sahibi de olabiliyordu. Bu durumda hayvanı tümden kaybetmiş olurdu!
Böyle sosyal içerikli gelenek ve alışkanlıkların birbiri ile kenetlendiği ortaya çıkmakta; bunların, Câhiliyenin pratiği ve itikadi düşüncelerine paralel bir biçimde seyrettiği gözlemlenebilmektedir. İslâm nizamı ilk etapta, bu gelenekleri ortadan kaldırmaya kalkmadı. Çünkü İslâm, bu geleneklerin bir takım yanlış inançlardan kaynaklandığını biliyordu. Bu problemin temeline inmeden meseleyi yüzeysel olarak halletmeye kalkmak, boşuna bir çabadan başka bir anlam ifade edemezdi. İlahî nizam, böyle bir metoda başvurmaktan uzaktı! İslâm ise, her şeyden önce, insanın gönlündeki düğümden, inanç sistemi düğümünden başlamıştır. Câhili inançların ve düşüncelerin hepsini kökünden söküp atmak, bunun yerine sağlam İslâm düşüncesini yerleştirmekle işe başlamıştır. İslâm'ın sarsılmaz düşüncesi, fıtrata dayalı olan kaidenin derinliklere yerleştirmekle yola koyulmuştur. İnsanlara, ilahlara ilişkin düşüncelerinin bozukluğunu açıklamış ve onları gerçek ilaha iletmiştir. Bu gerçek ilahı tanıdıktan sonra, bu gerçek ilahın sevdiği ve hoşlanmadığı şeylere kulak vermeye başlamışlardır. Ondan önce bu direktiflere kulak veremezlerdi! Bir emre, bir yasağa bağlılık gösteremezlerdi. Bu yasak ne kadar kendilerine hatırlatılırsa, ne kadar nasihat edilse de, onlar kendilerini Câhiliye alışkanlıklarından koparamazdı. İnsan fıtratının ilk bağı, akide bağıdır. Her şeyden önce, bu akide bağı oluşturulmadıktan sonra, insanın fıtratında bir ahlâka, bir eğitime, sosyal bir inkılâba yol açmak mümkün olamaz. İşte insan fıtratının anahtarı buradadır. Bu fıtrat, kendi özel anahtarı ile açılmadığı sürece, hazineleri kapalı kalacak, yolları doğrulmayacaktır. Ne zaman bir pencere açılsa, bir başka pencereler kapanacak, bir taraf aydınlansa, öbür taraflar karanlıkta kalacak, bir düğüm çözülse, pek çok düğümler kapalı kalacaktır. Ne zaman bir geçit açılsa, birçok geçitler ve yollar kapanacaktır... Ve bu hal sonsuza kadar devam edip gidecektir...
3810] 5/Mâide, 90; Fî Zılâli’l Kur’an, 2/Bakara, 219. âyetin tefsiri
- 872 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Bu nedenle İslâm nizamı, Câhiliyenin bir sürü rezilliklerinden ve sapıklıklarından sadece bir bölümünü oluşturan bu rezilliklerinden ve sapıklıklarından tedaviye başlamamıştır. Bunun yerine akideden işe başlamıştır. Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet etmekle işe başlamıştır. "Allah'tan başka ilah yoktur" ilkesinin yerleştirilmesi zaman olarak öyle uzun bir dönem kapsadı ki, bu zaman dilimi onüç seneyi buldu. Bu esnada, bu gayeden başka hiç bir gaye yoktu! İnsanlara geçek ilahlarını tanıtma, onları bu ilaha kul yapma, insanları onun otoritesine bağlama gayesi... Neticede insanlar kendilerini Allah'a adadılar. Artık insanlar, Allah'ın kendileri için seçtiğinden başka hiçbir seçenek olmadığını idrak etmişlerdi. İşte tam bu sırada, ibâdet nitelikli semboller de dâhil olmak üzere yükümlülükler gelmeye başladı. Bu esnada, Câhiliyenin sosyal, ekonomik, psikolojik, ahlâkî ve günlük hayata ilişkin kalıntılarının temizlik işlemi başladı... Bu yükümlülükler, Allah'ın emrettiğinde, kulların tartışmasız itaat edeceği bir zaman dilimine denk getirilmişti. Çünkü onlar, artık her ne olursa olsun Allah'ın bir emri veya yasağı karşısında hiçbir seçenekleri olmadığını kavramışlardı!
Başka bir ifade ile: Emirler ve yasaklar "İslâm"dan sonra, teslim oluştan sonra... Müslümanın içinde tereddüt kalmadıktan sonra... Allah'ın emrine rağmen kendisinin herhangi bir görüşü ve seçeneğinin olabileceğini düşünmez duruma geldikten sonra başlamıştı. Veya üstad Ebu'l Hasan en-Nedvi'nin "Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti" adlı eserinde, "Büyük Düğüm Çözüldü" başlığı altında değindiği gibi:
"... En büyük düğüm. Şirk ve küfür düğümü... Çözüldü... Ardından bütün düğümler çözüldü. Peygamber (salât ve selâm üzerine olsun) onlara karşı ilk cihadını yaptı. Fakat her emir ve yasağın beraberinde yinelenen bir cihada ihtiyaç duymadı. İslâm, ilk savaşta Câhiliyeye karşı bir zafer elde etti. Artık her savaşta zafer onların oluyordu. Onlar kalpleriyle, gönülleriyle, ruhlarıyla ve bütün varlıklarıyla toptan İslâm'a girmişlerdi. Doğru olan kendilerine açıkladıktan sonra, peygambere zorluk çıkarmıyorlardı. O'nun verdiği hükme karşı gönüllerinde herhangi bir burukluk duymuyorlardı. Emrettikten veya yasakladıktan sonra kendilerine seçenek yoktu. Nefislerinin kendilerini aldattığı şeyleri Peygambere anlatıyorlar ve cezayı gerektiren bir suç işlediklerinde vücutlarını korkunç azaba teslim ediyorlardı. İçkinin yasaklama emri geldiğinde, içkiyle dolup taşan kadehler onların elindeydi. Allah'ın emri, onların ıslak dudakları ile yanık yürekleri arasına girdi. Şarap fıçıları kırıldı ve Medine sokaklarına döküldü"
Bununla beraber içkinin ve buna bağlı olarak kumarın yasaklanışı, aniden meydana gelen bir olay değildi. Psikolojik, gelenek ve alışkanlıklar birtakım ekonomik yönleri de bulunan bu köklü sosyal hastalığın tedavisinde, bu kesin yasaktan önce birkaç adım atılmış, bir kaç aşama kat edilmişti. İslâm nizamında içki probleminin tedavisinde bu âyetler, üçüncü ya da dördüncü merhaleydi.
Birinci merhale, hedefe atılan ilk oku oluşturuyordu. Allah, Mekke'de indirilen Nahl sûresinde buyuruyor bize, "Hurmaların ve üzümlerin meyvelerinden sarhoşluk veren bir nesneyi ve güzel bir rızkı elde ediyorsunuz."3811 Bu müslümanların duygularını harekete geçiren ilk uyarıydı ve burada sekr (sarhoşluk veren madde), güzel rızkın karşıtı olarak zikrediliyordu. Sanki bu bir şey, güzel rızık başka bir şeydi.
3811] 16/Nahl, 67
İÇKİ VE KUMAR
- 873 -
İkinci merhale, müslümanların gönlünde, yasama uzandığı yolu ile dini duyarlılığı harekete geçirmeye yöneliktir. Bakara sûresinde yer alan bir âyetti bu: "Sana içki ve kumar hakkında soru soruyorlar. De ki; onların ikisinde de büyük günahlar vardır. İnsanlara bazı yararları varsa da günahları yararlarından büyüktür." 3812 Burada onlar! terk etmenin daha iyi olacağına işaret ediliyor. Zira günahının yararından büyük olduğu belirtiliyor. Yoksa hiçbir yararı olmayan şeyler çok azdır. Bir şeyin helal oluşu veya haram oluşu zararının veya yararının ağır basmasına bağlıdır.
Üçüncü merhale, içki alışkanlığını kırıyor ve bununla namaz farizası arasında bir bağdaşmazlığı gündeme getiriyordu. Nisa sûresindeki bu âyette şöyle deniyordu. "Ey mü’minler, sarhoş iken ne dediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın." Beş vakit namaz çoğunlukla bir birbirine yakındır. Bu vakitler arasında sarhoş olup ayılmaya yeterli bir zaman yoktur. Bu uygulama pratik olarak içki alışkanlığını sürdürmenin alanını daraltmaktaydı. Özellikle "Subuh" adı verilen sabalı içkisi ile "Gabuk" adı verilen ikindi veya akşam içkisi gibi Câhiliye gelenekleri kaldırılıyordu. Ayrıca bu, belli seanslarla içki almayı gerektiren tiryakilik ve alışkanlık halini sürdürmeyi engelliyordu. Öte yandan müslümanların gönüllerinde özel bir ağırlığı bulunan bu emir, namaz farizasını zamanında yerine getirme ile içki alışkanlığını zamanında karşılamak arasında, bir çelişki ortaya çıkarıyordu!
Sonra dördüncü merhale olan, son ve kesin noktaya gelindi. Artık gönüller buna tam anlamı ile hazırlanmış bulunuyordu. Bundan sonra yasağın gelişinden, insanların anında itaati ve boyun eğişinden başka bir şey kalmamıştı.
Ömer b. Hattab (r.a.) dedi ki; "Allah'ım içki konusunda içimizi rahatlatacak bir açıklama yap" (Herhalde Hz. Ömer'in (r.a), insanın içini rahatlatacak bir açıklama arzusunu kamçılayan Nahl sûresinin âyetidir. Kendisinin de belirttiği gibi Ömer, Câhiliye döneminde içki içen bir adamdı. Bu da içki kullanma alışkanlığının Câhili toplumda, köklü bir alışkanlık, olduğunu göstermektedir.) Bunun üzerine Bakara sûresinin şu âyeti gönderildi: "Sana içki ve kumar hakkında soru soruyorlar. De ki, onların ikisinin de büyük günahı vardır. İnsanlara bazı yararları varsa da günahları yararlarından büyüktür." Ömer çağırıldı ve kendisine bu âyet okundu. Ömer yine: "Allah'ım içki konusunda içimizi rahatlatacak bir açıklama yap". dedi. Ardından Nisa sûresindeki şu âyet gönderildi: "Ey mü’minler, sarhoş olduğunuz halde namaza yaklaşmayın." Ömer yine çağırıldı ve kendisine bu âyet de okundu. Bu sefer de Ömer: "Allah'ım içki konusunda içimizi rahatlatacak bir açıklama yap" dedi. Arkasından Maide sûresindeki şu âyet indi. "Şeytan, içki ve kumar yolu ile aranıza kin ve düşmanlık tohumları ekmek, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık bunlara son veriyorsunuz değil mi?" Bunun üzerine Ömer: "Son verdik, son verdik" diye, bu İlâhî çağrıya içtenlikle katıldığını dile getirdi. 3813
Hicretin üçüncü senesinde, Uhud savaşından sonra indirilen içkiyi yasaklayıcı âyetlerden sonra, Medine sokaklarında dolaşıp: "Ey ahali, artık içki haram kılınmıştır" diye, bağırılmasından başka bir şeye ihtiyaç kalmamıştı... Bunun üzerine, elinde bardağı olan onu kırdı, ağzında bir yudum içki olan onu geri tükürdü. Şarap fıçıları kırıldı, içki şişeleri kırıldı. Böylece sarhoşluk ve içki kullanımı yokmuş gibi halledildi!
3812] 2/Bakara, 219
3813] Ashâbus Sünen
- 874 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Şimdi de Kur'an'ın sunuş tarzına; eğitim ve yönlendirme yöntemini kapsayan metoduna bir göz atalım: "Ey mü’minler, içki, kumar, anıt taşları ve fal okları şeytan işi iğrençliklerdendir, bunlardan uzak durunuz ki, kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumar yolu ile aranıza kin ve düşmanlık tohumları ekmek, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık bunlara son veriyorsunuz değil mi? Allah'a ve peygambere itaat edin, Onlara karşı gelmekten sakının. Eğer bu direktife sırt çevirirseniz, bilin ki, Peygamberimizin görevi sadece açıkça duyurmaktır." 3814
Bu âyetler, bu bölümün alışılagelen hitap şekliyle başlıyor: "Ey mü’minler..." Bir taraftan mü’minlerin kalplerini harekete geçirmek, öbür taraftan bu imanın zorunlu sonucu olan, bağlılık ve itaat eylemini hatırlatmak için...
Bu etkili hitaptan sonra, net ve açık bir biçimde ifade edilen kesin bir hüküm yer alıyor: "İçki, kumar, anıt taşları ve fal okları şeytan işi iğrençliklerdendir." Bunların hepsi, Allah'ın helâl kıldığı "tertemiz nimetler" sıfatıyla uyuşmayan kirli işlerdir. Ve bunlar şeytan işidir... Şeytan ise insanın tarihi düşmanıdır. Mü’minin, bir işten duygusal olarak nefret etmesi, psikolojik olarak tiksinmesi, fıtrat olarak ondan ürküp kaçması, korkarak ondan uzaklaşması ve ondan sakınması için, bu işin şeytan işi olduğunu öğrenmesi yeterlidir!
İşte bu esnâda, kurtuluş umudu ile birlikte yasak konuyor. Bu aynı zamanda, derin psikolojik duyguları harekete geçiren bir dokunuştur: "Bunlardan uzak durunuz ki, kurtuluşa eresiniz." Bundan sonra âyet-i kerime, bu pisliğin gerisinde bulunan şeytanın planını açıklamaya geçiyor: "Şeytan içki ve kumar yolu ile aranıza kin ve düşmanlık tohumları ekmek sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister." Böylece müslümanın gönlünde; şeytanın hedefi, tuzağının amacı, iğrençliğinin yolu aydınlanmış oluyor... Bu hedef, içki ve kumar yolu ile müslümanların arasında, kin ve düşmanlık tohumlarını ekmektir. Aynı şekilde, "iman edenleri" Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymaktır bu. Öyleyse bu, ne korkunç bir hile...
Şeytanın güttüğü bu hedefler, birer realitedir. Müslümanlar bu gerçekleri, gerçeğin kendisi olan ilahi ifadeler aracılığıyla tasdik ettikten sonra, realiteler dünyasında da onları görebilirler. Şeytanın, içki ve kumar yolu ile insanlar arasına kin ve düşmanlık tohumunu nasıl ektiğini görmek için, uzun bir araştırmaya gerek yoktur. İçki, insanın aklını başından alır, etini ve kanını bir sel gibi harekete geçirir, şehevi arzu ve isteklerini alevlendirir. Çoğunlukla içkiye arkadaş olan kumar ise, insanın gönlünde binbir çeşit kin ve hüsran duygusu bırakır. Çünkü, kumarda kaybeden kişi, gözlerinin önünde malını elinden alana ister-istemez kin besleyecektir. Malını bir ganimet olarak alıp götüren kumarcıya, kaybeden adam, elbette ki kahrolacaktır. Bu işlerin yapıları gereği olarak, kin ve düşmanlığı harekete geçirmesi normaldir. Meseleye oldukça yüzeysel olarak bakan birtakım kimselerin, bu tür bir araya gelişleri; dostluk ve mutluluğun bir parçası olarak algılamaya çalışmaları boşunadır. Zira bu işler, birbirine dost olan imanları çatışma ve patlama alanlarında karşı karşıya getirmektedir.
Allah'ı zikredip anmaktan ve namazdan alıkoymaya gelince; bunların ikisi üzerinde düşünmeye bile gerek yoktur. İçki her şeyi unutturur. Kumar da alıkoyar. Kumarcılara göre, kumarcının aklı ile sarhoşun aklı arasında fark yoktur. Kumarcının alemi de sarhoşun alemi gibi, içki masalarını, kadehleri ve kumar oyununu aşmaz!
3814] 5/Mâide, 90-92
İÇKİ VE KUMAR
- 875 -
Şeytanın iğrenç hedefini belirten bu işaret, amacına ulaşıp, "iman edenlerin" kalplerini uyarmak ve onları harekete geçirmek istediğinde bir soruya yer veriliyor. Bu öyle bir sorudur ki, onu, Hz. Ömer'in bu âyeti dinlediği sırada verdiği cevaptan başka biçimde cevaplamak mümkün değil: "Artık bu işlere son veriyorsunuz değil mi?" Ömer hiç beklemeden cevap verir: "Son verdik, son verdik"
İçki-Kumar Yasağı; Allah’a İman ve Takvâ: Fakat âyet-i kerime, o büyük etkisiyle beraber sürüyor: "Allah'a ve peygambere itaat edin. Onlara karşı gelmekten sakının. Eğer bu direktife sırt çevirirseniz, biliniz ki, Peygamberimizin görevi sadece, açıkça duyurmaktadır." 3815
Her şeyin kendisine bağlı olduğu kaide: Allah'a itaat, peygambere itaat... Yani İslâm... Allah'a ve peygambere mutlak itaat. Sonra onlara karşı gelmekten sakındırmak ve üstü kapalı bir tehdit: "Eğer bu direktife sırt çevirirseniz, biliniz ki, peygamberimizin görevi sadece, açıkça duyurmaktır." Gerçekten de peygamber tebliğ etmiş ve açıklamıştı. Açıkça duyurma eyleminden sonra, muhalefette diretenlere sorumluluk yükü biniyordu. Bu üstü kapalı üslup ile ifade edilen ve insanın belini büken bu tehdit mü’minlerin yüreklerini hoplatmaktadır! Onlar, karşı gelip itaat etmedikleri zaman, kendilerinden başka hiç kimseye zarar veremezler. Peygamber (salât ve selâm üzerine olsun) tebliğini ve görevini yapmıştır. Onların işlerinden elini çekmiştir. Artık onlardan sorumlu değildi O. Kendisine itaat etmeyip karşı geldikleri takdirde, onlardan hiçbir azabı savamaz. Onların işi yüce Allah'a kalmıştır. Sırtını dönen isyankârları cezalandırmaya, Allah'ın gücü elbette yetecektir!
İşte ilahî yol, kalplerin kapısını böyle çalıyor, gönüllerin kilitlerini böyle açıyor... Kendisi için, bu gönüllere varan yollar, geçitler buluyor. Bu yasağın kendisiyle ilgili olarak geldiği içkinin ne olduğunu açıklamamız yerinde olur. Ebû Dâvud'un İbn Abbas'tan aldığı habere göre "Akla sarhoşluk veren her şey içkidir ve sarhoşluk veren her şey haramdır." Hz. Ömer (r.a) Peygamberimizin (salât ve selâm üzerine olsun) minberinde ve sahabeden bir topluluk huzurunda yaptığı konuşmada, şöyle demişti: "Ey insanlar, içkinin indiği sırada içki beş şeyden yapılıyordu: Üzümden, hurmadan, baldan, buğdaylardan ve arpadan. Aslında içki, akla sarhoşluk veren her şeydir." 3816
Her iki rivâyete göre de içki, sarhoşluk meydana getiren, akla zarar veren her şeydir. Herhangi bir türüne mahsus değildir. Ve sarhoşluk veren her şey haramdır. Sarhoşluk veren herhangi bir madde ile meydana gelen sarhoşluk halı, İslâm'ın müslüman kalplerin her zaman Allah'a bağlı olması, her an Allah'ın kontrolü altında olduğunu duyabilmesi için farz kıldığı, sürekli uyanıklık hâli ile bağdaşmaz. Müslümanın kalbi, bu uyanıklıkla, hayatın gelişmesi ve yenilenmesinde, hayatın zaaflarında ve bozukluklardan korunmasında, kendisini, malını ve namusunu korumasında, müslüman cemaatın güvenliğini, yasasını ve düzenini her türlü saldırıdan korumasında önemli bir fonksiyon icra edecektir. Müslüman fert, kendi başına ve arzuları ile baş başa bırakılmış değildir. Her an sürekli uyanıklık gerektiren yükümlülükleri vardır. Rabbina karşı yükümlülükleri, kendisine karşı yükümlülükleri, ailesine karşı yükümlülükleri bütün insanlığa karşı mesajını iletmesi ve onlara doğru yolu göstermesi için evrensel yükümlülükleri
3815] 5/Mâide, 92
3816] Kurtubi Tefsiri
- 876 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bulunmaktadır. Tüm bu yükümlülükleri yerine getirebilmesi için, sürekli olarak uyanık olması istenmektedir. Hatta İslâm onun Allah'ın helâl kıldığı nimetlerden yararlanırken bile, bu nimetlere karşı uyanık durmasını, şehevî arzuların ve lezzetlerin kölesi olmamasını istemektedir.
Müslüman gerekli olarak arzularına hakim olmak zorundadır. İşine hakim olan adamın durumu gibi bu isteklerin ancak bir kısmını yerine getirir. Sarhoşluğun verdiği şuursuzluk halı ise, hiçbir şekilde bu yükümlülük halı ile bağdaşmaz.
Sonra bu sarhoşluk hali, aslında belli zaman dilimlerinde hayatın realitelerinden kaçmaktan ve çakır keyiflik halinin veya aklî dengesizliğin körüklediği düşüncelere dalmaktan başka bir şey değildir. İslâm ise, insanların bu yola başvurmalarını hoş karşılamaz. Onların gerçekleri görmelerini, gerçeklerle yüzyüze gelmelerini, gerçeklerin içinde yaşamalarını, hayatlarını bu gerçeklere uygun biçimde yönlendirmelerini ister. Bu hayatlarını bir takım hayaller ve kuruntuların temeline dayandırmalarını istemez. Çünkü gerçeklerle yüzyüze gelmek, azim ve iradenin harekete geçmesini sağlar. Gerçekleri bırakıp bir takım hayallere dalmak ve kuruntulara kapılmak ise; çözülmeden, azmin kırılmasından, iradenin erimesinden başka bir şey değildir. İslâm sürekli olarak irade eğitimine önem vermekle iradeyi, köklü alışkanlıkların, tiryakiliklerin bağlarından kurtarmaya çalışır. Sadece bu değerlendirme bile İslâm'ın, neden içkiyi ve diğer uyuşturucu maddeleri haram kıldığını görmemize yeterli olacaktır. Zira bunlar, şeytan işi iğrençliklerdir... insan hayatının düzenini bozmaktır.
Bazı fıkıh bilginleri, içkinin, diğer pislikler gibi hem içilmesinin haram hem de kendisinin pis olduğunu söylerken diğer bazı bilginler, sadece içilmesinin haram olduğunu söylemişlerdir. Cumhura göre, içkinin kendisi de içilmesi de haramdır. Rabia, Leys b. Said Şafiî'nin arkadaşı Müzeni ve daha sonraki bazı Bağdatlı fıkıhçılara göre ise, içkinin sadece içilmesi haramdır. Bu tefsirde meseleye bu kadar değinmemiz yeterlidir.
Bu âyetlerin indirilmesi, burada içkinin haram kılındığının bildirilmesi ve şeytan işi iğrençliklerden olmakla nitelendirilmesi, İslâm Toplumu'nda sözcükleri bir, nedenleri ve hedefleri ayrı olan iki sesin yükselmesine neden oldu.
Bu açıklamayı olduğu gibi kabul eden fakat, işin içinden çıkamayan bazı sahabiler: "İçki içtiği halde vefat eden kardeşlerimiz ne olacak? İçki haram kılınmadan önce Uhut'ta karınlarında içki olduğu halde şehit edilen arkadaşlarımızın durumu nedir?" dediler. Şaşkınlık ve kargaşalık peşinde birtakım fırsatçılar da bu veya buna benzer bir şeyler söylediler. Bununla, gönüllerde yer alan yasama nedenlerine duyulan güveni sarsmayı veya içkinin haram kılınmadığı sıralarda vefat edenlerin, şeytan işi iğrençliklerden biri olan içki ile karınları dolu olduğu halde vefat ettiklerinden dolayı, imanlarının boşa gittiği imajını yaymayı hedef alıyorlardı. İşte tam bu sırada aşağıdaki âyet indi: "İman edip iyi ameller işleyenler, -Allah'tan korkup iman ettikleri, arkasından yine Allah'tan korkup mü’minliklerini devam ettirdikleri takdirde vaktiyle tattıkları haram yiyecek ve içeceklerden dolayı sorumlu tutulmazlar. Hiç kuşkusuz Allah iyilik yapanları sever."
Bu âyet-i kerime, her şeyden önce, haram kılınmadan önce hiçbir şeyin haram olmayacağını, haram kılınmanın âyetten önce değil, âyet ile birlikte gerçekleştiğini, hem dünya hem de ahiret ile ilgili meselelerde âyetin kendisinden önceki
İÇKİ VE KUMAR
- 877 -
halleri kapsamayacağını bildirmektedir. Çünkü hükmü ortaya koyan âyettir. Öldüklerinde, o sırada haram kılınmamış olan içkinin karınlarında bulunması, onlar açısından herhangi bir sorumluluk doğurmaz. Zira onlar bu durumda, haram kılınmış bir iş yapmış ve bir günah işlemiş olmaz. Onlar Allah'tan korkuyor, iyilik yapıyor, her şeyde Allah'ın kendilerini gözettiği bilinciyle hareket ediyorlardı. Niyetlerinin ve eylemlerinin Allah tarafından görüldüğünü biliyorlardı. Bu hal üzere bulunan birisi harama el uzatmaz ve bir tek günah işlemez.
Biz burada Mu’tezile'nin, içkinin pisliği hakkındaki hükmüne bağlı olarak körüklediği tartışmaya girmek istemiyoruz. Mutezile, içkinin bu pisliğinin, yüce Allah'ın içkinin haramlığına ait hükmünden mi, yoksa içkinin kendisinden ayrılmayan bir niteliğinden mi olduğunu araştırır. Haram kılınan şeylerin, bu haramlıklarının kendilerinden ayrılmayan bir nitelikten mi, yoksa bu niteliğin haram kılınmasından mı kaynaklandığını tartışır. Bizim anlayışımıza göre, bu tür konulardaki tartışmalar boş tartışmalardır ve İslâmî duyarlılığa tamamen yabancıdır!.. Yüce Allah bir şeyi haram kıldığında, onu neden haram kıldığını bilir. İster haram kılış nedenini bildirsin ister bildirmesin fark etmez. ister haram kılmak; haram kılınan şeydeki değişmez bir nitelikten olsun isterse, onu kullananın bizzat kendisine veya içinde yaşadığı cemaata zarar veren bir sebepten olsun, değişen bir şey olmaz. Her şeyi bütünü ile bilen yüce Allah'tır. Ve O'nun emrine itaat etmek farzdır. Bütün bunlardan sonra tartışmaya girmek, gerçek bir ihtiyaçtan kaynaklanamaz. Hâlbuki gerçekçilik, bu ilahî yolun vazgeçilmez özelliğidir. Buna bağlı olarak hiç kimse, "Madem ki haram kılınma, haram kılınan nesnedeki bir niteliğe bağlıdır, öyleyse haram kılınmadan önce nasıl mübah kılınmıştır?" dememelidir! Yüce Allah'ın belirli bir süre haram kılmadan bırakmış olmasının, bir hikmeti olmalıdır. Çünkü her şeyin dizgini, Allah'ın elindedir. Zaten ilah oluşunun gereği de budur.
İnsanların herhangi bir nesneyi güzel görmesi, ya da çirkin bulması bu konuda hüküm olamaz. İnsanın helallik ve haramlık hususunda neden olarak gördüğü sebep, o hükmün gerçek sebebi olmayabilir. Allah'a karşı edebli olmak, O'nun hükümlerini kabul etmeyi ve uygulamayı gerektirir. İster hikmeti veya illeti bilinsin, ister bilinmesin fark etmez. Çünkü, "Allah bilir, siz bilmezsiniz."
Allah'ın yasasını uygulamanın her şeyden önce, kulluk temeline dayanması gerekir. Yüce Allah'a karşı, kulluğunu ortaya koymak ve O'na itaat etmek temeline dayanmalıdır. Zaten teslimiyetin anlamı, İslâm'da budur. Bu kesin itaattan sonra, insan aklının gücü yettiği ölçüde Allah'ın emrettiği ve yasakladığı şeylerin hikmetini araştırması doğru olabilir. Hikmeti araştırılan bu emir ve yasakların hikmetini, Allah'ın açıklayıp açıklamaması fark etmez. Beşer aklının bu hikmeti kavrayıp kavramaması da bir şeyi değiştirmez. Herhangi bir şeyde, Allah'ın yasasını güzel görecek olan yetki sahibi yalnız Allah'tır. Allah herhangi bir işte emrini veya yasağını bildirdikten sonra tartışma biter, emir veya yasak kesinleşmiş olur. İyi veya kötü görme olgusunun, insanın aklına bırakılması, Allah'ın yasasında son merciin insan olduğu anlamına gelir. Öyleyse, ilahlığın konumunu ve insan aklının konumunu gerçekten iyi tesbit etmek gerekmektedir!
Buradan âyet-i kerimenin ifâde tarzına ve ifade tarzının taşıdığı anlama geçeceğiz: "İman edip iyi ameller işleyenler, Allah'tan korkup iman ettikleri, arkasından yine Allah'tan korkup mü’minliklerini devam ettirdikleri ve sonra yine Allah'tan korkup
- 878 -
KUR’AN KAVRAMLARI
iyilik yaptıkları takdirde vaktiyle tattıkları haram yiyecek ve içeceklerden dolayı sorumlu tutulmazlar. Hiç kuşkusuz Allah, iyilik yapanları sever." 3817
Kur'an-ı Kerim'in bu ifade tarzı, takvânın bir kere iman ve ameli salih ile bir kere yalnız imanla, bir kere de yalnız ihsanla birlikte tekrar edilmesi hakkında, Tefsircilerin görüşleri içinde içimizi rahatlatan bir görüşe rastlayamadık. Duygularımı tam ifade edemese de, şu ana kadar rastladığım en güzel yaklaşım İbn Cerir Taberi'nin yaklaşımı oldu. "Birinci takvâ: Allah'ın emirlerini kabul etmek, onları tasdik etmek, onlara boyun eğmek ve uygulamaktır. İkinci takvâ: Bu tasdik üzerine sebat etmektir. Üçüncü takvâ: İhsan'dır. Nâfilerle Allah'a yaklaşmaktır.
Birinci baskıda bu konuda yaptığım yorum şöyleydi: "Bu ifade tarzı, önce ana hatları verip, sonra detaylara inmekle pekiştirmeyi arttırmak içindir. Birincisinde takvâyı, imanı ve amel-i sâlihi özet olarak vermiştir. İkincisinde takvâyı iman ile birlikte, üçüncüsünde amel-i salihin kendisi olan ihsan ile birlikte, vermiştir. Bu pekiştirmenin amacı üzerinde durulan olguyu iyice yerleştirmek, amellerin değerlendirilmesinde değişmez yasayı oluşturan iç bilinci Allah'ın her şeyi kontrol ettiğine dair ince ve hassas bilinci ortaya çıkarmak... Her an O'nunla ilişki içinde olduğunu idrak etmek bilincini... Allah'a iman etmeyi, O'nun emir ve yasaklarını doğrulamayı, kesin biçimde yeralan akidenin apaçık tercümanı olan amel-i salihi, gizli olan akide ile bunun ifadesi olan amel arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmayı hedef almaktadır. İşte hükmün illeti, nedeni budur, yoksa dış görünüş ve dış şekiller değildir... Bu ana kaide ise, tabii olarak pekiştirmeyi tekrarı ve açıklamayı gerektirir."
Artık bu yaklaşımı, biçimi rahatlatıcı olarak göremiyorum. Fakat şu âna kadar içime bir başka yaklaşım doğmuş değil... fakat yardım Allah'tandır. 3818
“Ey Muhammed! Sana şarap içmeyi ve kumar oynamayı, şarabı ve kumarı soruyorlar...”3819 Bunu soranlar Hz. Ömer ve Muaz ile birlikte sahâbeden birtakım kişilerdi. "Ya Rasûlallah, şarap hakkında bize bir fetvâ ver, çünkü aklı gideriyor" dediler ve bu âyet indi.
Hamr: Âyet metninde yer alan "hamr" kelimesi, örtmek anlamına masdar olduğu halde, çiğ üzüm şırasından keskinleşmiş ve köpüğünü atmış olan şaraba isim olmuştur. Çünkü şarab aklı bürüyüp örter ve bir deyim ile kafayı dumanlar ki buna "humar" denilir. "Hamr" kelimesinin bu üzüm şarabına isim olarak verilmesi özel bir isimlendirmedir. Bu nedenle "hamr" kelimesi bir de genel olarak akla humar veren, yani "kafayı dumanlandıran şey" anlamına kullanılır ki bu mânâya göre sarhoşluk veren şeylerin hepsi "hamr"dır. İbnü Ömer hazretlerinden rivâyet edilmiştir ki şarabı haram kılan âyet indiği gün, şarap beş şeyden: üzümden, hurmadan buğdaydan, arpadan, darıdan idi. Ve hamr, aklı bürüyüp örten demektir. Ebu Davud'da Numan b. Beşir'den rivâyet olunduğu üzere, Rasûlullah (s.a.v.) buyurmuştur ki: "Üzümden bir şarap, hurmadan bir şarap, baldan bir şarap, buğdaydan bir şarap, arpadan bir şarap vardır." demektir. Buna dayanarak İmam Mâlik ve Şâfiî ve bunlardan önce veya sonra gelmiş bir çok âlimler ve fıkıhçılar, Kur'ân'daki hamr (şarab)ın genel anlamı ile mutlak
3817] 5/Mâide, 93
3818] Fi Zılâli’l Kur’an, 5/Mâide, 90-93. âyetlerin tefsiri
3819] 2/Bakara, 219
İÇKİ VE KUMAR
- 879 -
olarak sarhoşluk verici demek olduğuna ve dolayısıyla her çeşit sarhoşluk verici nesnelerin Kur'ân âyeti ile aynen haram bulunduğuna ve her birinin yalnız sarhoşluk verme derecesi değil, damlalarının bile içilmesinin ve kullanılmasının, alınıp satılmasının asla câiz olamayacağına hükmetmişlerdir. Çünkü bundan sonra Maide Sûresinde: "İçki, kumar, putlar ve fal okları hep şeytanın işinden olan murdar bir şeydir. O halde ondan kaçının." 3820 buyurularak aynen "rics", yani pis olduğu beyanı ile kaçınma emri buna dayandırılmıştır.
Fakat İmam-ı A'zam Ebu Hanife hazretleri ile beraber sahabe ve tabiinden birçok alimler ve fıkıhçılar "hamr" kelimesinin açık ve kesin olan anlamı, özellikle üzüm şarabı olduğundan; inkârı, insanı küfre sokacak biçimde Kur'ân âyeti ile "li aynihi" (bizzat) haram olan şarabın bu olduğuna ve diğer sarhoşluk verici nesnelerin aynen ve bizzat değil, sarhoşluk verici olmalarından dolayı Kur'an'ın bu âyetine kıyası uygun düşerek, "Her sarhoşluk verici şey haramdır." gibi hadis-i şeriflerle haram olduklarına ve dolayısıyla hamrın aynen necis olması yüzünden bir damlasının bile içilip kullanılması kesinlikle haram ve müslüman için alınıp satılması caiz olmadığına; ancak üzüm şarabı bulunmayan ve ondan yapılmış olmayan diğer sarhoşluk verici nesnelerin haramlığı, ancak sarhoşluk verme niteliği ile sabit olduğundan, içilmekten başka bir şekilde kullanılmaları için, alınıp satılmasının da caiz olabileceğini söylemişlerdir. Demek olur ki Kur'ân âyeti, üzüm şarabının aynen, haramlığında kesin hüküm ifade eder. Bu âyetin diğer sarhoşluk verici nesneleri kapsamına alması sözcük olarak değil haramlığın hikmeti olan "sarhoşluk verme" sebebi dolayısıyla ve hadisi şeriflerin açıklamaları iledir. Kur'ân'daki sözcüklerin genel anlam ifade etmesi muhtemel ise de, özel anlamda olduğu gibi kesinlik ifade etmez. Buna göre, İslâm dininde genel olarak sarhoşluk veren şeylerin, sarhoşluk verici olarak kullanılmaları haram; fakat üzüm şarabı aynen ve mutlak olarak haramdır. Ve bunu inkâr eden kâfirdir. Üzüm şarabının ve bundan yapılmış olan sarhoşluk verici şeylerin, bizzat kendisi necistir. Öbürlerinin ise necis olması şüphelidir. Mesela üzerine şarab, şampanya, rakı, konyak dökülmüş olanlar, her halde yıkamadıkça namaz kılamazlar. Fakat üzüm şarabından yapılmış olmayan ispirto, bira ve diğer sar -hoşluk verici şeyler içilemezse de elbiseye veya bedene sürülmesi de namaza engel olur diye iddia edilemez. Ebu Hanife hazretleri bu şekilde şaraptan başka sarhoşluk veren şeylerin bizzat kendisinin ve damlasının necis ve haram olmadığına ve dolayısıyla sarhoş etme derecesine varmaksızın, fasıklara ve kâfirlere benzeme kastı da bulunmaksızın, kuvvet için az bir miktarda içilmesinin caiz olabileceğini söylemiş ise de, "Fethu'l-Kadîr" de "Kitabu'l-Eşribe"de açıklandığı üzere, üç mezheb ile Hanefi mezhebinde dahi tercih edilen, "Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır." hadis-i şerifi gereğince, çoğu sarhoş edenin azının da haram olmasıdır. Şer'an içme açısından bütün sarhoş edici şeyler, âyetin genel anlamı ile hamr (içki)dır. Günümüzün fen bilimcilerinin, Kimya ilmine göre düşünceleri de "ihtimar" (kendiliğinden köpürüp kabarma, ekşiyip mayalanma) denilen kimyasal bir olay olma itibarıyla, her çeşit sarhoşluk vericinin hamr özelliğinde ortak olmasıdır ki buna Arapça "el-kuhl" kelimesinin frenkleştirilmişi olan "alkol", "el-kûl" veya sadece "kûl" derler. Bu, hamrın genel anlamına uygun ise de, aynı zamanda özel anlamının esas olduğuna da işaret etmektedir. Doktorluk ve tedavi açısından konuya bakınca, bu açıdan konu, "Kim mecbur kalırsa, diğerinin hakkına tecavüz
3820] 5/Maide, 90
- 880 -
KUR’AN KAVRAMLARI
etmemek ve zaruret miktarını geçmemek şartı ile..." 3821 ruhsatına uyarak, zaruret ve zaruret hükmünde bulunan ihtiyaç meselelerinden birisi olur.
İslâm dininde şarabın ve sarhoşluk verici nesnelerin yasak edilmesi tedricen (aşama ile) olmuştur. İslâm'ın geldiği ilk zamanlar, henüz şarap mübahtı. Bu konuda derece derece dört âyet inmiştir. Önce Mekke'de, "Hurma bahçelerinin ve üzüm bağlarının meyvelerinden de, hem bir sarhoşluk verici şey çıkarırsınız, hem de bir güzel rızık."3822 âyeti inmişti. O zaman müslümanlar da içerler, Hz. Peygamber ses çıkarmazdı. İkinci olarak yukarıda geçtiği üzere Hz. Ömer, Muaz ve diğer bazı sahabelerin, "Ey Allah'ın Rasûlü, şarap hakkında bize bir fetva ver, çünkü o aklı gideriyor." diye hükmünü sormaları üzerine bu âyet indi ve ilk haram kılma bununla başladı. Bu âyette yasaklık açık olmakla birlikte caiz olma ihtimali de yok değildi. Bunun üzerine hemen terk edenler bulunduğu gibi, henüz terk etmeyenler de vardı. Sonra bir namaz olayı üzerine, "Ey iman edenler! Sarhoş iken namaza yaklaşmayın." 3823 âyeti indi. Bunun üzerine içenler pek azaldı ise de yine vardı. Bir gün İtban b. Mâlik, Sa'd b. Ebi Vakkas ile beraber birkaç kişiyi davet etmiş, içki içmişler, sarhoş oldukları zaman, övünmeye ve şiir söylemeye başlamışlar. Bu sırada Sa'd, Ensardan birinin hicvini (şiir yolu ile yerme) konu alan bir şiir okumuş, o da bir çene kemiği ile ona vurup başını yarmıştı. Bundan dolayı Sa'd, Hz. Peygambere giderek şikâyet etmiş, bunun üzerine Rasûlullah'ın: "Allahım! Şarap hakkında bize yeterli beyanda bulun!" diye, duâ etmesi üzerine Mâide Sûresindeki: "Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları hep şeytanın işinden olan murdar bir şeydir. O halde ondan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. İçki ile kumarda şeytan sırf aranıza düşmanlık ve kin düşürmeyi ve sizi Allah'ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymayı ister. Artık vaz geçiyorsunuz değil mi?" 3824 âyetleri inmiş ve bununla şarabın haramlığı son derece şiddetli bir şekilde yasaklanmıştır. Hz. Ömer bunu dinleyince, "İnteheynâ ya Rabbî" yani tamamen vazgeçtik ya Rabbî demiştir. Hz. Ali'nin: "Bir kuyuya bir damla şarap düşse, sonra oraya bir minare yapılsa, o minarede ezan okumazdım ve bir damla şarap bir denize düşse sonra o deniz kuruyup da yerinde otlar bitse orada hayvan gütmezdim." dediği, Abdullah b. Ömer hazretlerinin de: "Bir parmağımı şaraba sokmuş olsam, o parmak bende kalmazdı, yani keser atardım." dediği nakledilmiştir ki ilâhî emir üzerine Rasûlullah'ın ashabının, ne büyük iman ve takvâları bulunduğunu anlamalıdır. Allah cümlesinden razı olsun.
Meysir: Meysire gelince yüsür veya yesardan mimli masdar olarak kumar oynamak anlamınadır. Kumarda ya kolaylıkla zahmetsiz mal çarpmak veya çarptırmak vardır. Kumar demek de zar gibi ne olacağı belli olmayan tehlikeli bir şeye bağlanarak mal vermek veya almak demektir. Câhiliye devrinde Araplar gerek kendilerine ve gerekse Acemlerden ve diğerlerinden belledikleri "nerd" yani tavla, "satranç" ve diğerleri gibi oyunlarla kumar oynarlardı. Kısacası frenklerin piyango dedikleri tarzda bölüşme yolu ile bir kumarları vardı ki bunu "hayır" bile sayarlar ve övünerek yaparlardı. Şöyle ki: Zar yerinde "ezlâm ve aklâ" denilen on adet okları vardı. Bunlara: Fezz, tev'em, rakib, hils, nafis, müsbil, muallâ, menih, sefih, vağd derlerdi. Menih, sefih, vağddan başka diğerlerinin bir hissesi bir payı olurdu. Meselâ, piyango çekilmek üzere, bir deve kesilir, yirmi sekiz
3821] 2/Bakara, 173
3822] 16/Nahl, 67
3823] 4/Nisâ, 43
3824] 5/Mâide, 90-91
İÇKİ VE KUMAR
- 881 -
hisseye ayrılır; fezze bir, tev'eme iki, rakibe üç, hilse dört, nefise beş, müsbile altı, muallaya yedi, hisse ayrılır. Menih, sefih vağd okları boş ve mahrumdur. Bu on kalemin hepsi "rebâbe" denilen bir torbaya atılıp adaletli kişinin önüne konulur, o da torbayı çalkalayıp elini sokar, katılan herkes adına bir ok çeker, hissesi bulunan ok çıkanlar belirlenmiş olan hisseyi alırlar, boş ok çıkanlar da mahrum kalırlar ve fakat devenin bedelini öderler. Hisse çıkanlar da paylarına çıkan hisseyi fakirlere verirlerdi. Böylece meysir öncelikle diğer kumarlara göre ehven-i şer (şerrin en hafifi) görünen ve hayır zannedilen böyle dağıtım ve bölüşme; yani piyango tarzına denilmiş ve bundan, bütün kumarlara da "meysir" denilmiştir. Hatta bir hadis-i şerifte, çocukların aşık ve ceviz oynamalarının bile meysirden olduğu beyan edilmiştir. İki kişiden biri diğerine şu kadar yumurtayı yiyebilsen şu senin olsun demişti. Bunlar Hz. Ali'ye hüküm vermesi için başvurdular. Hz. Ali bu kumardır diye izin vermedi. Zaten hayır namına piyango haram olunca diğer kumarların haydi haydi haram olacağı anlaşılır. Şarap ile kumarın bir soruda bir araya getirilmesi de sarhoşluk veren şeylerle kumarın beraber bulunduklarına işarettir.
Cevaben de ki: bunlarda büyük bir zarar ve günah vardır. Genel olarak ikisi de malları telef ve insanları perişan eder. Çoğu zaman bunlar birbirini sürükler. Önce şarap aklı giderir ; akıl ise hem dinin, hem dünyanın dayanağıdır. Artık sarhoşlukla öyle cinâyetler yapılır ve kumarbazlıkla öyle fenalıklara düşülür ki bunlar saymakla bitmez, ancak "büyük günah" adı ile anlaşılır. Bununla birlikte, bunlarda insanlara bazı yararlar da vardır. Bu cümleden olarak biraz neşe ve lezzet duyulur, birçok ticareti yapılır. Korkaklara cesaret ve mizaca kuvvet gelir. Kumarda, bazıları bedavadan mal ele geçirir. Günahları da faydalarından, zararları yararlarından çok büyüktür.
Şu halde yararları gerçek ve sağlam bir yarar değildir. Verdikleri neşe humar (aklı örtmek)a dönüşür. O gelip geçici cesaret, felaket nedeni olur. O gelip geçici mizaç kuvveti, sağlığı bozar; kazanılan malın hayrı olmaz, bir kâr yüz zarar getirir. Buna tutulanlar yakalarını zor kurtarır. Kısacası neşe ve lezzetleri kişisel ve gelip geçici olduğu halde; zararları, ortaya çıkardıkları kötü sonuçlar, hem kişisel ve sosyaldir, hem bedensel ve hem de ahlâkidir. Bulaşıcı hastalıklar gibi herkese geçicidir. Cezasını başında çekmeyenler sonunda çekerler. Hayali olan bir parça kâr için, kesin ve genel bir zarara düşmek de akıl işi değildir. Zararı gidermek, yarar sağlamaktan önce gelir. Şu halde bunların aklen haram olması gerekir. Bu âyet de böyle delâlet-i iltizamiye (dolaylı bir delaletle) şer'an bunların haramlığını ifade etmiş olur. Kur'ân'da şarap hakkında başka bir âyet olmasaydı, sadece bununla şarabın haramlığı sabit olurdu. Ancak bu haram kılma, bizzat ifadenin kendi kelimesinden açıkça anlaşılan bir haram kılma olmazdı; aklına güvenerek zararlarını sınırlayıp ve yararlarından istifade edeceğini zannedenler bulunabilirdi. Bunun için, ashabı kiram arasında bu akla dayanan haramlıktan, şer'i haramlık anlamayan kişiler olmuş, daha sonra, "Murdardır, ... ondan kaçının."3825 emri ile açık ve mutlak bir şekilde şer'i haramlık meydana gelmiştir.
Kısacası, şarap içmeyiniz veya sarhoşluk veren şeyleri kullanmayınız, kumar oynamayınız, piyango ile hayır yapılır zannetmeyiniz; bunların, kötülüğü hayrından, günahı yararından çok büyüktür. Buna karşı, hayır olmak üzere sana ne
3825] 5/Mâide, 90
- 882 -
KUR’AN KAVRAMLARI
harcayacaklarını yine soruyorlar, iki anlama gelir. Birisi nereye harcama yapılacağını sormak, diğeri de ne verilerek harcama yapılacağını sormaktır ki birincisinde, yani nafaka verilecek, mal harcanacak kimseler ve yerler, ikincisinde de verilecek mal, yani bizzat nafakanın kendisi sorulmuş olur. Yukarda birincisinin cevabı verilmişti. Şimdi kumarın yasak edilmesinden sonra, ikincisine cevap olarak, de ki fazlasını harcayınız. Yani malınızın gerekli ihtiyaçlarınızdan fazlasını infak ediniz. Piyango, kumar gibi gayri meşrû araçlarla değil, meşru nedenlere sarılarak mal kazanınız. Ve bu maldan kendinizin aile ve çocuklarınızın gerekli ihtiyaçlarına yeterli olanından fazlasını yukarda açıklanan yerlere ve hayır yerlerine harcayınız. Diğer âyetlerde de görüleceği üzere küçük çocuklar, eş, muhtaç olan ana-baba ve bunlarla aynı hükümde olan usul (dedeler, nineler), kişinin ailesinden ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerdendir ve bunların nafakası, kişinin kendi nafakasından sayılır. Dolayısıyla hayır yapacağız diye kendinizi ve bakmakla yükümlü olduğunuz ailenizi (ehl ü ıyal) nafakasız bırakmak caiz olmaz. Hayır yerlerine harcama bunların fazlasından yapılır. İşte böyle Allah sizin için şer'i hükümlerine delalet eden, onları gösteren âyetler, nasslar, deliller açıklayacaktır ki, siz bunları düşünesiniz, düşünüp de bunların amaçlarını öğrenesiniz ve gereğince amel edesiniz. 3826
“Ey iman edenler! Helâl olan güzel şeyleri haram etmediğiniz gibi, haram olan pisliklerden de iyi sakınınız. Bu cümleden olarak muhakkak ki hamr, yani sarhoş edici şeyler ve meysir, yani piyango ve kumar, ensâb yani tapılmak için dikilmiş taş vesâir putlar, kumar ve piyango kalemleri, okları, zarları, bütün bunlar başka bir şey değil, ancak birer ricstir, aklınızın tiksineceği, iğreneceği pis, murdar bir şeydir, şeytanın işlerindendir. Şeytanın işi, şeytanın teşvikidir. O halde bu pislikten çekininiz, uzak durunuz ki kurtuluşa eresiniz.” 3827
Bu âyet, müskirât (şarhos edici şeyler)ın yasaklanması ve haram edilmesi hakkında üçüncü ve son olarak nazil olan âyettir ki birincisi Nisâ Sûresindeki "Sarhoş olduğunuz zaman namaza yaklaşmayın."3828 ikincisi de Bakara sûresindeki "Senden içki ve kumarı sorarlar. De ki: Onun ikisinde büyük bir günah vardır."3829 âyeti idi. Allah Teâlâ bu âyette içki ve kumarın haramlığını çeşitli yönleriyle tekit etmiştir. Birinci olarak cümlenin başı ile başlanmış; ikinci olarak putlar ve fal okları ile beraber zikredilerek, "Şarap içen puta tapan gibidir" hadis-i şerifi delaletince puta tapıcılık kabilinden gösterilmiş; üçüncü olarak "pislik" adı verilmiş; dördüncü olarak başlı başına şer veya galip olduğuna tenbih edilerek "şeytanın işlerinden" buyurulmuş; beşinci olarak bizzat kendilerinden çekinilmesi emredilmiş; altıncı olarak, bu çekinme, kurtuluş ümidine bir sebep yapılmıştır.
Yedinci olarak da bu beyandan asıl maksat, içki ve kumarın haram kılındığını hatırlatan ve bunların haram kılınmasını gerektiren dine, dünyaya ait kötülük ve veballerini anlatmış ve şeytanın işini açıklayarak buyurulmuştur ki: İçki ve kumarda şeytanın gayesi, başka değil, ancak aranıza kin ve düşmanlık düşürmek ve sizi Allah'ı anmak ve yadetmekten, namazdan menetmektir. Ki bir defa bunlar olduktan sonra artık her günah, her cinâyet işlenir, ne din kalır, ne iman, ne dünya kalır ne ahiret. Sekizinci olarak, bütün haram olma sebepleri açıklandıktan sonra itaat sözü alınmak üzere soru takriri ile anlaşmayı belgelemek için
3826] Elmalılı Muhammed H. Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 2Bakara, 219. âyetin tefsiri
3827] 5/Mâide, 90
3828] 4/Nisâ, 43
3829] 2/Bakara, 219
İÇKİ VE KUMAR
- 883 -
buyuruluyor ki: Artık siz şimdi bu yasaklamayı kabul ettiniz ve içki ve kumardan tamamen vazgeçtiniz mi? Elbette geçtiniz değil mi? Bunun üzerine Hz. Ömer'in ne söylediği Bakara sûresinde geçmiş idi.
Dokuzuncu olarak genelde itaati belgelemek ve tekid edilerek muhalefetten sakındırmak sûretiyle buyuruluyor ki: Vazgeçiniz ve Allah'a itaat ediniz, Peygamber'e de itaat ediniz, ve karşı gelmekten çekininiz. Eğer itaatten yüz çevirecek olursanız biliniz ki, bizim Rasûlümüzün üzerine ait olan vazife açık bir tebliğden ibarettir ki, O da onu işte yapmıştır. Ondan ötesinin sorumluluğu ve zararı ona değil, sırf sizin kendinize aittir.
Rivâyet ediliyor ki, içkiyi haram kılan âyet nazil olduktan sonra ashab, "Ey Allah'ın Rasûlü, ya bundan önce vefat eden ve şarap içmiş bulunan kardeşlerimizin ahirette hali ne olacak? " demişler, şu âyet nazil olmuş: İman edip salih, iyi işler yapanlar haramdan sakınıp iman etmekte ve güzel ameller yapmakta ciddi olarak, dış görünüş ve içyüzü bakımından sebat ettikleri sonra yine haram kılınandan sakınıp iman ettikleri sonra ittikada, kötülüklerden sakınmakta devam edip ihsan (iyilik) yaptıkları, güzel ameller araştırarak onlarla güzelce meşgul oldukları takdirde, geçmişte tattıkları, yani yasaktan önce içtikleri içkide günah yoktur. Bunlar "ihsan mertebesi"ndedirler. Ve Allah iyilik yapanları sever, onları cezalandırmaz. Şu halde, kurtuluş ve saadetin gayesi ruhbanlıkta değil, bu şartlar altında iyilik yapmaktadır.
Görülüyor ki, bu âyette iman ve güzel amel iki defa ve takvâ üç mertebe olarak zikredilmiş ve neticede ihsan mertebesine gelmiştir ki, takvânın bu üç defa zikri, çeşitli vecihlere ve takvâ mertebelerine işarettir. Birinci olarak, geçmiş, şimdi, gelecek, üç zamana işarettir. İkinci olarak üç hâle işarettir ki, birincisi insanın kendisiyle yine kendi nefsi ve vicdanı arasında takvâ ve iman, ikincisi kendisiyle insanlar arasında takvâ ve iman, üçüncüsü kendisiyle Allah arasında takvâ ve imandır. Bunun için üçüncüsünde iman, ihsana tebdil edilmiş, Peygamberimiz’in (s.a.s.) "İhsan, senin Allah'a, onu görüyormuş gibi ibâdet etmendir. Her ne kadar sen Onu görmüyorsan da, muhakkak ki o seni görüyor" tarifine işaret buyurulmuştur. Üçüncü olarak, Bakara sûresinin başında açıklandığı üzere başlangıç, orta ve nihâyet olmak üzere takvânın üç derecesi bulunduğuna işarettir. Dördüncü olarak, sakınılacak şeylerin derecelerine işarettir. Çünkü önce azabdan sakınmak için haramı terk, ikincisi harama düşmemek için şüpheleri terk, üçüncüsü nefsi noksandan korumak, tabiat ve alışkanlık kirlerinden temizlemek için bazı mubah şeyleri terketmek gerektir. Nitekim bu noktaya yukarıdaki "Allah'ın size helal kıldığı güzel şeyleri siz haram etmeyiniz."3830 ilâhî sözünde de bir işaret vardır. Zira "Güzel şeyler size helal kılındı."3831 âyeti delaletince helal kılınanlar zaten tayyibât (güzel şeyler) olduğu halde, helallerin tayyibât (güzeller)ı "Allah'ın helal kıldığı güzel şeyler." buyurulması "tayyibâtın tayyibâtı" (güzellerin güzelleri) meâlini ifade eder ki, bu da kıymetsiz olan mubahlardan bir çekinmeyi içine alır. 3832
Haramın Devlet Eliyle İşlenmesi
Müslüman insanın müşrik düzenlerin egemenliği altında yaşamak zorunda
3830] 5/Mâide, 87
3831] 5/Mâide, 4
3832] Elmalılı Muhammed H. Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 5/Mâide, 90-93. âyetlerinin tefsiri
- 884 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kalması, başlıbaşına bir problemdir, aynı zamanda müslümanlar için ardı arkası gelmeyen problemlerin de kaynağıdır. İşte, uygun şartların gerçekleşmesi halinde müslümanlara hicret etme emrinin veriliş sebebi de budur. (Sözkonusu bu şartlar: 1- Hicret edeceği yerin maksadına uygun olması, 2- Müslümanların bu konuda -varsa- yetkili emîrinin veya makamının hicret etme emir ve isteği, 3- Hicret edebilecek imkâna sahip olmaktır.) Çünkü müslüman insan, gayr-ı İslâmî müşrik düzenlerin egemenliğinde yaşadığı sürece, her zaman için islâmî bir hayat sürdürmek ve İslâm'a göre yaşamak isteği karşısında egemen düzenin sürekli olarak engeller ürettiğini görecektir.
Problem kimi zaman bazı müslümanlar için, özellikle böyle bir müşrik düzenin çatısı altında İslâm'ın özünü kavramak imkânını ve fırsatını yakalayamamış kimseler için, İslâmî bir hayatı sürdürememek boyutlarını daha da aşar, onun karşısında inancına mal olacak türden problemler çıkartır. Sözkonusu bu problemler kimi zaman düzenin bu alanda özel olarak görevlendirdiği elemanlar aracılığı ile dahi üretilebilir. İslâm'ı gereği gibi bilmeyen, daha doğrusu kulaktan dolma, yarım yamalak bir şekilde çevrelerinden ya da atalarından öğrenegeldikleri yanlış ve haktan uzak, bilgi sanılan birikimlere dayanarak ahkâm kesenlerin tahribatını buna eklersek, islâmî olmayan bir düzenin çatısı altında yaşamak durumunda olan insanların -özellikle de İslâm'ı gereği gibi öğrenebilmek fırsatını bulamamış kimselerin- problemlerinin hangi boyutlara kadar ulaşabileceğini kestirmek gerçekten güçtür.
İşte müşrik ve câhilî düzenlerin egemenliği altında yaşayan birtakım müslümanların karşı karşıya kaldıkları problemlerden birisi de, birtakım işlerin devlet eliyle işlenmesi halinde, bunların işlenmesinden yalnızca devletin sorumlu olacağı, ferdin bu alanda herhangi bir sorumluluğunun olmayacağı ya da olsa bile çok az olacağı kanaatidir. Bu yanlış kanaatten hareketle birçok kimse, "eğer devlet eliyle fâizin alınıp verildiği kurumlar kurulmuş ise, vatandaşın fâiz alıp vermesinde bir sakınca yoktur; devlet eğer tesettürü emretmiyorsa, ana baba ya da koca da bu iş üzerinde o kadar durmuyorsa, şer'an mükellef bir hanımın örtünüp örtünmemesi, üzerinde fazlaca durulacak türden bir problem değildir; içkinin serbestçe içildiği, yahut fuhşun açıkça işlendiği, her türlü ahlâksızlığın eğlence ve sanat merkezleri adını taşıyan çatılar altında işlenebildiği ve devletin de bu alanda izin verdiği, hatta teşviklerde bulunduğu bir yerde artık bu gibi haramların işlenmesinin ciddî bir vebali olmasa gerek; devlet, bizzat kendisi çeşitli yollarla kumar oyunlarını teşvik ediyorsa, artık bunun vebali -eğer varsa- herhalde devletin olmalıdır..." gibi kanaatler, müslümanın haramı kolaylıkla işlemesini sağlamakla kalmıyor, bu gibi kanaatlere kendisini kaptırması halinde itikadî bakımdan büyük bir sarsıntı geçirmesine sebep teşkil ediyor. Çünkü müslüman, böyle bir ortamın ve bu tür propagandaların etkisi altında kalarak, haramı helâl görmek, vebalsiz görmek gibi bir bakış açısına, bir anlayışa sürükleniyor. Haramı helâl kabul etmenin, itikadî bakımdan ne kadar büyük bir tehlike teşkil ettiğini söylemeye gerek yoktur.
Burada müslümanın dikkat etmesi gereken bazı hususlar vardır, onlara kısaca değinmekte yarar vardır:
1. İslâm'ın devletten beklediği ya da İslâm adına hükmetmek üzer var olan bir devletin varlığının asıl sebebi, Allah'ın emir ve hükümlerinin, İslâm şeriatinin
İÇKİ VE KUMAR
- 885 -
istisnâsız bütün hükümlerinin yaşanmasını sağlamak ve kolaylaştırmaktır. Devleti, şeriatin emrettiklerinin kolaylıkla işlenebilmesini sağlamak için gerekli her şeyi sağlamakla görevli olduğu gibi, şeriatin yasakladığı ve toplum hayatında herhangi bir şekilde varolmasını istemediği her türlü ahlâkî, fikrî, amelî ve sosyal rahatsızlık, âfet ve kötülüğün kökünü kesmekle yükümlüdür. Hatta bu tür rahatsızlıkların baş göstermemesi için gereken ön tedbirleri almakla da yükümlüdür.
2. İslâm'ın meşrû gördüğü yollarla başa geçmemiş, İslâm'ın hedef ve maksatlarını gaye edinmemiş, İslâmî değerlere iman etmeyen kimselerin esasen müslümanları yönetebilme hak ve selâhiyetleri yoktur. Bu yönetimlerin mekanizmalarında yer alanlar hangi yolla başa geçmiş olurlarsa olsunlar ve yapısında yer aldıkları siyasal ve sosyal düzenin adı ne olursa olsun, durum değişmez. Dolayısıyla bu tür yönetimlerin yönetici kadroları, -gayri meşrû emir ve izinleri bir tarafa- şeriatın emrettiği ve izin verdiği şeyleri müslümanlara emretmek hak ve yetkisine dahi sahip değildirler. Çünkü emredebilmek yetkisine sahip olabilmek için şeriatın öngördüğü ve müsâade ettiği bir yolla başa geçmek ve gereken şart ve nitelikleri taşımak vazgeçilemez bir şarttır. Dolayısıyla, İslâm ile hükmetmemeyi esas alan düzenlerin, mâhiyetleri ne olursa olsun, verdikleri emir ve hükümlerin müslüman için en ufak bir değer taşımaları ve asgarî bir itibara dahi sahip olmaları mümkün değildir.
3. Hiç kimsenin Allah'ın emir ve hükümlerine aykırı teşrî' yapma (kanun koyma) yetkisi yoktur. Değil İslâm ile hükmetmemeyi esas amaç edinen beşerî düzenler, değiş İslâm'ın öngörmediği bir yolla müslümanların başına gelmiş yönetim ve yöneticiler, İslâm ile hükmeden yönetimlerin dahi, hatta bütün müslümanların ve hatta bütün beşeriyetin dahi Allah'ın ve Rasûlünün koyduğu bir hükmü olsun değiştirme yetkileri yoktur. Bu husus, dinin kesin gerçeklerinden biridir. Allah'ın emir ve hükümlerine aykırı hüküm koymaların ve bunların kabul edilmesinin küfrü gerektirdiği, dinin apaçık gerçeklerindendir, yani zarûrât-ı diniyyedendir.
Buna göre, dinen yasak olduğuna dair kesin bilgiye sahip olunduktan sonra, çağımızda şu veya bu şekilde müslümanlara musallat olmuş beşerî düzenlerin helâl ve harama dair koydukları yasaları, yaptıkları teşrîleri/hükümleri kayıtsız ve şartsız olarak reddetmek gerekir. Onların bu haramların işlenmesini sağlayıcı ve kolaylaştırıcı bütün kurum ve mekanizmaları İslâm açısından reddedildiği gibi, bu kurumların işlemesinde ve işletilmesinde de herhangi bir görev ve fonksiyon yüklenmek de müslüman için câiz değildir. 3833
Bazı Haramlara veya Dinî Emirlere Karşı Tavır: Kur'ân-ı Kerim'in açık ve kesin hükümleriyle ya da mütevâtir sünnetle yasaklanan bir haram eylemin çağımızda geçersizliğini ya da yersizliğini söylemek ve bu haramları çiğneyenleri savunmak da günümüzde çokça görülen itikadî sapmalardan bir tanesidir. Esasında bu tür iddia ve itirazlar, İslâm'ın evrensel ve çağlar üstü bir din ve bu dini gönderenin insanların her zamandaki tüm ihtiyaçlarını bilen, çok merhametli bir zât olduğunu inkâr anlamındadır. "on dört asır önce gelmiş bir dinin ve bedevî Araplara gönderilmiş bir peygamberin öğretilerinin, modern çağın meselelerini ne oranda bir yeterlilikle ele alabileceği" hususunda tereddüt etmektedirler. İslâm'ın günümüz şartlarına uygun çözümler getiremediğini iddia etme cür'etinde
3833] M. Beşir Eryarsoy, İman ve Tavır, s. 316-320
- 886 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bulunan hem itikadî ve hem kültürel anlamda câhiller, İslâm'ın başka çağların ve ortamların ürünü olduğunu söyleyerek bu tür şüpheleri topluma yaymak ve Allah'ın dinine iftira atmak istemektedirler.
Yüce Rabbimiz, bütün insanların kıyâmete kadarki ihtiyaç ve problemlerinin neler olacağını bilerek Hz. Muhammed Mustafa'yı son peygamber, dinini ve şeriatını da son din ve şeriat yapmıştır.3834 O, Yüce Allah'ın bütün insanlığa göndermiş olduğu bir peygamberdir.3835 Onun şeriatı ve peygamberliği insanlık için bir zorluk ve sıkıntı sebebi değil; başka sona bir rahmettir.3836 Allah'ın ona göndermiş olduğu din, son din olduğu gibi, eksiksizdir. Bu eksiksizliği ve mükemmelliği ile o, insanlık için kâmil bir nimetinin ifadesi ve tecellîsidir.3837 Bu ve diğer özellikleri dolayısıyla Allah katında geçerli olan biricik din, İslâm'dır. 3838
İslâm'ın her çağın, her kuşağın ve her türlü şart ve ortamın meselelerine çözüm getirecek kimlikte olduğunu bilip kabul etmek, İslâm'ın tüm haram ve helâllerinin, yani yasak ve müsâadelerinin en doğru, en âdil, en mükemmel çözümler olduğunu benimsemek bir iman meselesidir. Buna rağmen, İslâm'ın yetersiz olduğunu ileri sürmek ya da çağın gereklerine cevap veremeyeceği türünden iddialarda bulunmak, açık ve kesin delilleri yalanlamak, Allah'ın âyetlerine ters düşen bir iddiâ olacağından kesin ve apaçık bir küfürdür. Bu konuda şüphe ve tereddütün hükmü de aynıdır. Çünkü kat'i olaras sâbit olmuş naslarda şüphe ve tereddüt de küfürdür.
Sarhoş olmayacak kadar içilen içkinin veya meselâ bir şişe biranın haramlığını kabul etmeyen, hem de kendisinin müslüman olduğunu iddia eden nice insan vardır. Kumarın sadece büyük otellerin gazinolarında oynanan büyük paralarla oynandığını kabul ederek devletin hem de “millî” adı ile sunduğu piyangosunu veya benzeri sayısal, toto, loto, altılı ganyan gibi her yıl sayılarının arttığı kumar çeşitlerini helâl kabul eden insanların sayısı hiç de az değildir. Fâizin gereğini savunmak, İslâm'ın bazı suçlar için öngördüğü cezâları kabul etmemek ya da olumsuz herhangi bir şekilde (ağır olmakla, zâlimlikle vs.) nitelemek, İslâm'ın kesin delille sâbit herhangi bir haram hükmünün günümüzde gereksizliğini ya da uygulanmasının imkânsızlığını ileri sürmek, İslâm'ın şu ya da bu şekilde düzeltilmesi gerektiğini, bazı hükümlerinin ve tümünün çağa uydurulması gerektiğini savunmak gibi iddiâlar, düzen, çevre ve medyanın etkisiyle giderek artmaktadır. Bütün bunlar küfürdür.
Bu tür iddiâ ve tezlerin ortak özellikleri şunlardır: Bu hükümler şu anda gereksizdir ya da bu haramlar bu çağa uygun değildir. Bu iddiâ ve ifadeler ise, doğrudan doğruya Allah'ın ilim ve hikmetine karşı girişilen bir hücumdur. Yani doğrudan doğruya Allah'a iman ile bağdaşmasına imkân olmayan yaklaşımlardır. İkinci olarak, kesin delillerle sâbit olmuş hükümlerin, haramların gereksizliğini veya günümüzde uygulanamayacak şekilde devrinin geçtiğini, yetersizliğini söyleyerek bu hükümlerin değiştirilmesini istemek demektir. Bu da, kesin delille sâbit olmuş hükümleri reddetmek anlamındadır. Allah'ın dininden başka bir
3834] 33/Ahzâb, 40
3835] 7/A'râf, 158; 34/Sebe', 28
3836] 21/Enbiyâ, 107
3837] 3/Mâide, 3
3838] 3/Âl-i İmrân, 19
İÇKİ VE KUMAR
- 887 -
din aramak, Allah'ın hükümlerinden başka hükümlerle hükmetmeye kalkışmak demektir. Bu ise küfürdür, zulümdür, fâsıklıktır.3839 Aynı zamanda Kur'an'ın hükümlerini beğenmeyen müşriklerin, başka bir Kur'an getirmesi veya onda değişiklikler yapması için teklifte bulunan müşriklerin tavırlarının aynısını şu kadar asır geçtikten sonra tekrarlamaktır. Oysa Peygamber de dâhil olmak üzere hiçbir kimseye böyle bir yetki verilmiş değildir: "Onlara âyetlerimiz açık açık okununca bizimle karşılaşmayı ummayanlar dediler ki: 'Bundan başka bir Kur'an getir veya onu değiştir!' De ki: 'Onu kendiliğimden değiştiremem. Ben, ancak bana vahyolunana uyarım..." 3840
Allah'ın indirdiği hükümlerin dışında hükümler koymak, başlıbaşına ve tevbe edilmediği takdirde asla bağışlanmayacak, cezâsı ebediyyen cehennemde kalmak olan bağışlanmaz bir suçtur. Bundan ayrı olarak Allah'ın hükmünden başka bir hüküm gösterip bunun Allah'tan olduğunu ileri sürmek ise, Allah'a karşı bir iftirâdır ve ötekinden geri kalmayan ikinci bir suçtur: "Şüphe yok ki onlar, sana vahyettiğimizden başkasını Bize karşı uydurman için seni fitneye düşürmek istiyorlar (bunu yaptığın takdirde) o vakit seni dost edinirlerdi. O takdirde de Biz sana hayatın da ölümün de kat kat azabını tattırırdık." 3841; "Eğer Bize karşı bazı sözler uydurmuş olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalar, sonra da onun şah damarını koparırdık." 3842
Görüldüğü gibi, Kur'an'ın, İslâm'ın birtakım hükümlerinin değiştirilmesini ya da kaldırılmasını istemenin asıl amacı, mü'minleri fitneye düşürmek, ayaklarının hak yoldan kaymasına zemin hazırlamaktır. Çağdaş câhilî düzenlerin, müslümanlara ve İslâmî hareketlere karşı uygulama ve tavırlarında bu amaç ve doğrultudaki komplolar önemli bir yer tutmaktadır. Câhilî düzen ve yönetimler bunu başarabildikleri takdirde ve bu amaçlarına ulaşabildikleri oranda kendilerini başarılı kabul eder ve İslâm adına girişilen hareketlerden, asıl çizgiden uzaklaşıp sapmaları oranında hoşnut olurlar. Tabii aynı oranda da o hareketin İslâm'la, Kur'an'la ilişkisi kalmaz. 3843
Helâl ve Haram Kılma Sadece Allah'ın Hakkıdır: İslâm, helâl ve haram kılma yetkisini sınırlandırmış, halkın nazarında veya Allah katında dereceleri ne olursa olsun bu yetkiyi insanların elinden almış ve onu yalnız Allah'ın hakkı olarak kabul etmiştir. Bir haram hükmünü Allah'ın kullarına yüklemeye ne hahamların, ne papazların, ne hocaların, ne devlet yetkililerin, meclis veya kanunların yetkisi vardır. Bu helâl ve haram hükmünü veren kimse, Allah'ın hakkını çiğnemiş ve yalnız Allah'a âit olan bu teşrîî hükümde haddini aşmış olur. Bu hükümleri koyan insan ve kurumların hükmünü kabul edip ona göre hareket eden insan da; onları Allah'ın ortağı kabul etmiş sayılır ve onun bu hareketi de küfür kabul edilir: "Yoksa, Allah'ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara meşrû kılacak ortakları mı vardır?" 3844
Kur'ân-ı Kerim, helâl ve haram hükmünü hahamların ve papazların ellerine teslim eden ehl-i kitabı haber verir. "Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını
3839] 5/Mâide, 44, 45, 47
3840] 10/Yûnus, 15
3841] 17/İsrâ, 73-75
3842] 69/Haakka, 44-46
3843] M. Beşir Eryarsoy, a.g.e., s. 264-266
3844] 42/Şûrâ, 21
- 888 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ve Meryem oğlu Mesih'i rableri olarak kabul ettiler. Oysa tek Allah'tan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. O'ndan başka ilâh yoktur. Allah, koştukları eşlerden münezzehtir." 3845 Bir gün Adiy bin Hâtem, henüz müslüman olmadan önce, hıristiyanken Hz. Peygamber (s.a.s.)'e gelmişti. Peygamber'in bu âyeti okuduğunu duyunca; "Onlar, haham ve papazlarına ibâdet etmiyorlar ki?!" demiş ve bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştu: "Evet! Onlar helâlı haram, haramı da helâl yaptılar. Hıristiyanlar da onlara tâbi oldular. İşte bu, onların birbirlerine ibâdetidir." 3846
Hiç kimsenin Allah'ın emir ve hükümlerine aykırı kanun ve hüküm koyma, haram (yasak) ve helâl (serbest kılma) hükmü vermeye yetkisi yoktur. Bırakın kâfirleri, müslümanların, âlim ve müctehidlerin, İslâmî bir yönetimin, hatta bütün beşeriyetin dahi Allah'ın ve Rasûlünün koyduğu bir tek hükmü olsun değiştirme yetkileri yoktur. Allah'ın haramların helâl (yapılabilir, serbest), helâllarını da haram (yapılamaz, yasak) kabul etmek, Allah'ın emir ve hükümlerine aykırı hüküm koymak ve bunları kabul etmek, bir mü'mini kâfir yapmaya yeterlidir. "... Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendisidir."3847; "Yoksa onlar (İslâm öncesi) câhiliyye idâresini mi istiyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır?" 3848
Beşerî düzenlerin helâ ve harama dair koydukları yasaları, yaptıkları teşrîleri/hükümleri kayıtsız ve şartsız olarak reddetmek gerekir. Allah'ın indirdiği hükümlerin dışında hükümler koymak, Allah'ın haramlarını helâl, helâllarını haram etmek, başlıbaşına ve tevbe edilmediği takdirde asla bağışlanmayacak, cezâsı ebediyyen cehennemde kalmak olan affedilmez bir suçtur.
Tıpkı bunlar gibi, Kur'an, Allah'ın izni olmadan helâl ve haram hükümlerini kendi kafalarına göre veren müşrikleri de haber vermektedir: "De ki: 'Bana söyleyin: Allah'ın size indirdiği rızkın bir kısmını haram, bir kısmını helâl kıldınız. Bunu size Allah mı bildirdi, yoksa Allah'a karşı yalan mı uyduruyorsunuz?" 3849; “Dillerinizin yalan yere nitelemesinden ötürü, ‘Şu helâldir, bu haramdır’ demeyin. Sonra Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah’a karşı yalan uyduranlar ise iflâh olmazlar.”3850 Bu âyetlerden İslâm hukukçuları ittifakla kabul etmişlerdir ki: Helâl ve haram kılma hakkı yalnız Allah'ındır. Kendilerinin görevi de helâl ve haramı sadece tebliğ etmektir.
Ve... Günümüz
İçinde bulunduğumuz ülkedeki içki tüketiminin, dinimizin kesin yasaklamasına rağmen ne büyük rakamlara ulaştığı konusunda yüz karası bir istatistiğe göz atalım: Avrupa ülkelerinde 20 yıl içinde alkollü içkideki artışlar: İngiltere: % 50, Danimarka: % 113, Almanya: % 182, İrlanda: % 200, Hollanda: % 250, Türkiye: % 350. İçki yüzünden trafik kazalarını hemen her gün medyadan izliyor, âile fâcialarını ve değişik suçları tâkip ediyoruz. Bu konuda kazanan sadece şeytan ve onun emrindeki düzen ve düzenbazlar oluyor. İslâm dışı düzenler, sigaranın üzerine “sağlığa zararlıdı” diye yazma ihtiyacı duyduğu halde, içki şişesinin üzerine bunu bile yazmıyorlar, daha çok içki üretimi ve satışı için Tekel Bakanlığı
3845] 9/Tevbe, 31
3846] Tirmizî, Tefsûru Sûre
3847] 5/Mâide, 44
3848] 5/Mâide, 50
3849] 10/Yûnus, 59
3850] 16/Nahl, 116
İÇKİ VE KUMAR
- 889 -
kurup insanları sarhoş etmeye çalışıyorlar. Netice, onların iftihar edeceği cinstendir: Hiçbir konuda Avrupa’da birinci olamayan ülke, içki tüketiminde ve sarhoşluktan kaynaklanan trafik kazalarında devamlı birinci olmaktadır. Şeytan ve şeytanî güçler, övünebilirler.
Her türlü kötülüğün kaynağının cehâlet olduğu bir gerçektir. Cehâletle savaşmak için ilim şarttır ve toplumu eğitip yetiştirmek için de okullar gereklidir. Esas görevinin lugat ve dinî terim anlamıyla cehâletle savaş olması gereken okullar, toplumların her çeşit hayırlı/faydalı olan hususları bilip bunları yapacak ve her çeşit şer/zararlı olan şeyleri tanıyıp bundan kaçınacak insan yetiştirecek fabrikalardır. Ama gelin görün ki, câhilî düzenlerin eğitim kurumları da cehâletle savaşıp kişileri eğiteceği yerde, diplomalı câhil yetiştiren, dinine ve değerlerine düşman hale getirilen yerler olabilmekte, bireysel ve toplumsal fesat ve ahlâksızlık yuvası olabilmektedir. Okul kapılarında uyuşturucular rahat bir şekilde pazarlanabilmekte, okuldaki çocukların altyapısı buna hazır hale getirilmektedir. Uyuşturucu kullananların önemli bir kesimini liseli gençler oluşturduğu gibi, içkiye (özellikle bira’ya) başlama yaşı ilköğretim öğrencileri yaşına inmektedir. Okulların yakınlarında sigara, bira gibi zararlı ve alışkanlık yapan maddeler en fazla sürümü olan pazarı oluşturmaktadır. Kahvehane, atari salonları, internet salonları gibi yerlerin müdâvimlerinin önemli oranı öğrencilerden oluşmaktadır.
Günümüzde nice sporun kumara âlet edildiği görülmektedir. At yarışları, aslî yapısıyla belki mâsum, meşrû ve güzel bir spordur, ama günümüzde hemen hiç kimse bunun spor tarafıyla meşgul olmamaktadır. Bu spor dalı, tümüyle kumar aracı olarak görev yapmaktadır. Altılı ganyan gibi adlarla insanlar spor adıyla kumarbaz yapılmaktadır. Yine Spor Toto, Loto gibi futbol maçlarıyla ilgili tahminler kumar olarak değerlendirilmektedir. Piyango, sayısal, spor toto, loto, altılı ganyan, müşterek bahis gibi şans oyunları denen değişik adlarla icrâ edilen bu kumarlarda devletin teşviki ve halkını kumarbaz yapmak için gayretlerini unutmamak gerekir. Vatandaşının karnını doyuramayan ve hatta onu soymak için binbir hile ve dayatma içindeki düzenin, açlık ve sefâlet denizine attığı vatandaşına yardım mâhiyetinde, sarılsınlar diye uzattığı yılandır şans/kumar oyunları. Düzenin ve gayri İslâmî çevrenin kurbanı halk için de göz kırpan, işveli ve nazlı dilberdir, o kaçtıkça halk devamlı koşar, ha bire yakalamak için ömür tüketir. Sadece ömür değildir tükenen, umut, para, Allah’ın hudûdu, izzet, dâvâ, ideal ve Cennet adaylığı... Vatandaşını her çeşit zararlı unsurlardan koruma görevi olan düzen, vatandaşını kumarbaz yaparak onların sırtından para kazanmanın keyfini çıkartır.
Gazetelere yansıdığı şekliyle CIA'in resmî istatistiklerine göre, dünyada sigara içen insan sayısı 1milyar 150 milyon. Sigara içen müslümanların sayısı 400 milyon. En büyük sigara üreticisi Phillip Morris. Bu da kazancının % 12'sini İsrail'e gönderiyor. Müslümanların, çeşitli markalarla piyasaya sunulan Morris'e günlük cirosu: 800 milyon dolar. Müslümanların ortalama günlük kâr katkısı 80 milyon dolar. 9.600.000 dolar müslüman parası her gün İsrail'e gitmiş oluyor, evet her gün! Ve Türkiye, yıllık 150 milyon kg. sigara tüketimiyle; Brezilya, Güney Kore ve Hindistan'dan sonra 4. sırada yer alıyor. Dünya Bankasının 1999-2000 yıllarında yaptığı sigara araştırmasının sonuçlarına göre, sigara kullanımı son on yılda dünyada % 4,12 azalırken, Türkiye'de ise % 52,18 oranında arttı.
- 890 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Sigara, içki ve kumarın bir de ekonomik yönü var. Sigara ve içki tükettikçe tükenen insanımız, bir yandan bedenini, enerjisini, sağlığını tüketirken, diğer yandan da parasını tükettirmekte, hem de en azılı düşmanlarına. Her sigara, İslâm düşmanlarına malzeme, her iskambil bileti, müslümanın karşısına bir silâh olarak çıkmaktadır.
Her kaka kola İsrail için bir kurşun, her MC Donald hamburgeri, bir tank mermisi, her Amerikan ve Yahudi firmalarının sattığı bir ürün, bir Filistin çocuğunun ölümü demek. Parasını israf eden, sağlığını harap eden, imanî hayatını tehlikeye atan ve yavaş yavaş intihar eden içki ve kumar gibi haramlara parasını veren her müslüman, farkında olmasa da, İslâm’a ve müslümanlara savaşa katkıda bulunuyor, tâğut yolunda infakçı ve savaşçı oluyor. "İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kâfirler ise tâğut (bâtıl dâvalar ve şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır." 3851 Ve iki hadis rivâyeti:
“Kim bir kişinin zâlim olduğunu bilerek ona yardım etmek üzere zâlim ile birlikte yürürse, İslâm’dan dışarı çıkmış olur.” 3852
“Kim bir zâlime yardım ederse, Allah Teâlâ, o zâlimi ona musallat eder.” 3853
At yarışı, piyango, loto, şans topu, on numara gibi resmî ve millî kumarlardan halkın cebinden çıkan bu kara, kapkara paranın, 2001 yılında tam 1 katrilyon 37 trilyon lira olduğu açıklandı. 2002 yılının ilk sekiz ayında ise 1 katrilyon 198 trilyon liraya yükselmiş bu rakam. Halk, evine ekmek götürmekte zorlansa da sigaraya ve kumara yatıracak parayı bulabiliyor demek ki. Bu hale gelen vatandaşı kandırıp umut satmak da, ona hizmet etmekle görevli düzene düşüyor elbette. Halkın cebinden çıkan bu paraların yarısından çoğu, devlete gidiyor. Diğer kalanlar da Ahmed’in parası Mehmed’e... Kumar vebalini de kazanan ve kaybeden herkes sırtına yüklenirken; psikolojik, sosyal ve daha önemlisi din yönüyle kaybeden hep halk oluyor. Dolaylı ve dolaysız bunca vergi vermek yetmiyor mazlum halka, bir de bu tür kumarlarla “enâyi vergisi” veriyor, “cehâlet vergisi” ödüyor. Dünyada huzursuzluğu, âhirette cehennemi dişinden tırnağından artırdığı, çocuklarının da hakkı olan para ile satın alıyor. Ne kötü bir alışveriş bu! “İşte onlar, hidâyete karşılık dalâleti satın alanlardır. Ancak, onların bu ticareti kazanmamış ve kendileri de doğru yola girememişlerdir.” 3854 Bu katrilyon liraların içine vergisi verilmediği için kaçak/yasak kabul edilen kahvehane ve gayri resmî kumarhanelerde oynananlar tabii ki dâhil değil. Alıp satacak bir şeyi kalmayan gariban insanlara umut tâcirliği yapan, onlara umut satarak sukut-ı hayaller içinde başka ciddî meseleleri düşünemeyecek müstaz’af yığınlar düzenin eseridir; doğru, ama bu oyuna gelen halkın hiç mi kabahati yoktur? Hatta bunlara seyirci kalan müslümanların, tebliğcilerin?!
Akıl ve beden sağlığını gideren her çeşit içkiyi ve insanlar arasında düşmanlığı, kini sokan, Allah’ı zikirden ve namazdan alıkoyan her çeşit kumar ve gayr-ı meşrû eğlenceyi yasaklayan Rabbimize hamd ve şükürler olsun! Pragmatist ve kapitalist tuzaklara düşmeyerek helâl yol dışına taşmadan geçimini temin eden ve kazandığı paraları resmî ve gayr-ı resmî kumar masalarında ve içki
3851] 4/Nisâ, 76
3852] İbn Kesir, Hadislerle K. K. Tefsiri, c. 5, s. 2089; Râmuz el-Ehâdis, c. 2, s. 445
3853] Deylemî; İbn Aslâkir, Tarih
3854] 2/Bakara, 16
İÇKİ VE KUMAR
- 891 -
kadehlerinde tüketmeyen, beden ve ruh sağlığını koruyan, imanını çaldırmayan müslümanlara selâm olsun!
"İçki, bütün kötülüklerin anasıdır." (Hadis-i Şerif)
"İçkinin seslendiği yerden ahlâk ve hayâ kaçar."
"İçki dolu her kadeh lânetliktir, içindeki de şeytan."
"Şarabın boğduğu insan, denizin boğduğundan fazladır."
"Fitneye ekser sebep bezm-i cihanda bâdedir."
"Kumar, kendi parasını hiç uğruna başkasına vermek ya da başkasının parasını beleşten kapmaktır."
"Kumar oynayan servetinin, zamanının, özgürlüğünün ve sağlığının kaybından suçludur."
"Kumardaki tehlikeye karşı bedava bir sigorta vardır; hiç oynamamak."
"Kumarı olanın tomarı yağmaya gider."
"Kumar, yalanın aynasıdır."
"Kumar, hırs ve tamahın çocuğu, kötülüğün kardeşi, israfın anası, zarar ziyanın babasıdır."
"Kumarla içkiye kim pey sürür / İlk tadışta birden başın döndürür / Azın azın ocağını söndürür / Âhir hânümânın yıkar demişler.
"Alışkanlıklara, zıt alışkanlıklarla hâkim olunur."
"Alışkanlıkların zincirleri, önce duyulmayacak kadar hafif, sonra kırılmayacak kadar güçlü olurlar."
"Alışkanlık, bir halata benzer, insan her gün bir lifi örer ve sonunda, onu koparamayacak kadar güçlü yapar."
"Alışkanlık, anahtarı kaybolmuş bir kelepçedir."
- 892 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Hamr ve Meysir (İçki ve Kumar) Konusuyla İlgili Âyetler
Hamr Kelimesinin Geçtiği Âyetler (7 Yerde): 2/Bakara, 219; 5/Mâide, 90, 91; 12/Yusuf, 36, 41; (24/Nûr, 31); 47/Muhammed, 15.
C- Sekr (Sarhoşluk) Kelimesinin Geçtiği Âyetler (7 yerde): 4/Nisâ, 43; 15/Hıcr, 15, 72; 16/Nahl, 67; 22/Hacc, 2, 2; 50/Kaf, 19.
Meysir Kelimesinin Geçtiği Âyetler (3 Yerde): 2/Bakara, 219; 5/Mâide, 90, 91.
D- İçki (Alkol) ve Alkollü İçkiler:
a- İçkide Büyük Günah Vardır: 2/Bakara, 219.
b- Sarhoşken Namaza Yaklaşmamak: 4/Nisâ, 43.
c- İçkinin Rızık Olması: 16/Nahl, 67.
d- İçki Yasağı: 5/Mâide, 90-91.
e- İçkinin Tevbesi: 5/Mâide, 93.
D- İçki Yasağı Hakkındaki Âyetlerin İniş Sırası
a- İçki Rızıktır: 16/Nahl, 67.
b- İçkide Büyük Zarar ve Günah Vardır: 2/Bakara, 219.
c- Sarhoşken Namaza Yaklaşmamalıdır: 4/Nisâ, 43.
İçki Haramdır: 5/Mâide, 90-91.
F- Kumar:
Kumarda Büyük Günah Vardır: 2/Bakara, 219.
Kumar Yasağı: 5/Mâide, 90-91.
Kumarla Mala Sahip Olmak: 2/Bakara, 188; 4/Nisâ, 29-31
Konu ile İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 21, s. 455-464
2. Şamil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 3, s. 88-90, 403-404
3. Kur'an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. c. 7, s. 263-278, c. 13, s. 342-344, c. 2, s. 167-179
4. İslâm'ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. s. 249-252
5. Kelimeler Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu, İnkılâb Y. s. 42-44
6. Ahkâm Tefsiri, Muhammed Ali Sâbunî, Şamil Y. c. 1, s. 220-230, 409-420, c. 2, s. 5-14
7. Câhiliye ve Ehl-i Kitab Örf ve Âdetleri, Ali Osman Ateş, Beyan Y. s. 474-484
8. Kur'an'da İnsan Psikolojisi, Hayati Aydın, Timaş Y. s. 303-306
9. Kur'an'da Ahlâk Psikolojisi, Abdurrahman Kasapoğlu, Yalnızkurt Y. s. 57-61, 130-132
10. İslâm'da İnanç, İbâdet ve Günlük Yaşayış Ans., İçecekler md. Menderes Gürkan, c. 2, s. 346-350
11. İslâm'da Helâl ve Haram, Yusuf el-Kardavi, Hilâl Y. s. 75-83, 309-317
12. İlimler ve Yorumlar, Hekimoğlu İsmail, H. Hüseyin Korkmaz, Türdav Y. s. 50-51, 260-261
13. Alışkanlık Yapan Zararlı Maddeler Nelerdir? Münip Yeğin, Merak Ettiklerimiz, Cihan Y. s. 135144
14. İslâm Dininin İnsan Sağlığına Verdiği Önem, Haluk Nurbaki, DİB Y. s. 76-85
15. Hadislerde Koruyucu Hekimlik, Ahmet Turhanoğlu, Rağbet Y. s. 51-53
16. Peygamberimiz ve Tıp (Tıbb-ı Nebevî), Mahmud Denizkuşları, Marifet Y. s. 61-63
17. İslâm Geleneğinde Sağlık ve Tıp, Fazlur Rahman, Ankara Okulu Y. s. 78-79
18. Tıp ve İslâm Gözüyle Alkol, Ömer Kılıç, İzmir, 1965
19. Bilim ve Din Işığında İçki ve Sigara, İsmail Özcan, Hisar Y.
20. İçki, Mehmed Zâhid Kotku, Seha Neşriyat
21. İçkinin Kokusu, Sigaranın Dumanı ve Kadın, H. Hicran Göze, Boğaziçi Y.
22. Alkol ve Arkadaşları, İlkay Kasaturan, Sistem Y.
23. Alkol ve Sigara, Kenan Durdu, Şelale Y.
24. Bira ve Alkoliz m, Heyet, Yeşilay Cemiyeti Y.
25. Alkollü İçkiler, Sigara ve Diğerleri, A. Özyazıcı, M.E.B. Y.
26. Alkol ve Uyuşturucularla İşimiz Bitti, Civan Samerdem, Doruk Y.
İÇKİ VE KUMAR
- 893 -
27. Alkol ve Madde Kötüye Kullanım, Marc A. Schuckıt, Saray Medikal Y.
28. Uyuşturucu Kültürü, Selahaddin Kaptanağası, Necati Özfatura, Yeşilay Cemiyeti Y.
29. Uyuşturucu ve Gençlik, İbrahim Kapaklıkaya, Nesil Basım Yayın
30. Uyuşturucu Zehirler ve Cinsel Çılgınlıklar, Ahmet Arif Kızılyalın, Tekin Y.
31. Uyuşturucu, Gerilla ve İktidar, Ricardo Knabe, Gökkuşağı Y.
32. Beyaz Savaş, Çağrı Erhan, Bilgi Y.
33. Haşhaşdan Eroine, Martin Booth, Sabah Kitapları Y.
34. Alkol ve Diğer Maddeler ile İlişkili Bozukluklar, Musa Tosun, İstanbul 2000
35. Uyuşturucu Madde Bağımlılığı, Salih Yaşar Özden, İstanbul 1992
36. Sigara, Ebu Bekir Câbir Cezairî, Bahar Y.
37. Sigara ve İnsan, Osman Arı, Form Y.
38. Sigara ve İnsan Sağlığı, Heyet, İlmî Neşriyat
39. Sigaranın Öteki Yüzü, Metin Şahin, İpek Y.
40. Sigaranın Saltanatı, Richard Klein, İletişim Y.
41. Sigarayı Bırakmanın Kolay Yolu, Allen Carr, E Y.
42. Sigara Raporu, Selahaddin Kaptanağası, Yeşilay Cemiyeti Y.
43. Son Asırların Vebası: Sigara, Selman Koç, Nil A.Ş. Y.
44. Hayatın İçinden Fıkıh, Vecdi Akyüz, Rağbet Y.
45. Helâl-Haram, Mehmet Paksu, Nesil Basım Yayın
46. İslâm'da Helâl ve Haram, Yusuf el-Kardavi, Hilâl Y.
47. Günlük Hayatımızda Helâller ve Haramlar, Hayreddin Karaman, Nesil/Yeni Şafak/TDV. Y.
48. İslâm’da Helâler ve Haramlar, İbn Hace Heytemî, Kayıhan Y.
49. İslâm’da Helâller ve Haramlar, İsmail Mutlu, Mutlu Y.
50. Haram Olan Eylemler, Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neşriyat
51. İslâm’da Emir ve Yasakların Hikmeti, Süleyman Uludağ, Türkiye Diyanet Vakfı Y.
52. Büyük Günahlar, Hâfız Zehebî, Ankara Fazilet Y.
53. Büyük Günahlar, Bilâül Uzun, Hak Y.
54. Büyük Günahlar, Celal Yıldırım, Uysal Kitabevi Y.
55. Kur'an'da Günah Kavramı, Sadık Kılıç, Hibaş Y.
56. Kur'an'da Şer Problemi, Lutfullah Cebeci, Akçağ Y.
57. Şarabın İcadı ve Dört Vasfı, Hasan Özdemir, Türkoloji Dergisi, sayı 11, 1993, s. 134-160

 
Okunma 917 kez
Bu kategorideki diğerleri: « İBRÂHÎM (a.s.) İHLÂS »