Cumartesi, 06 Şubat 2021 15:52

FITRAT

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

FITRAT


- 209 -
Kavram no 51
Nimetler 4
Bk. Nefs; Ruh; İnsan-Nâs
FITRAT
• Fıtrat; Anlam ve Mâhiyeti
• İnsanî Dengeler Açısından Fıtrat
• Fıtrat Kavramının Eğitim Açısından Değerlendirilmesi
• Kur’ân-ı Kerim’de Fıtrat Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Fıtrat Kavramı
• Fıtrat ve Sanat
• Fıtrat Gerçeği ve İnsandaki Aşınma
• Tefsirlerden İktibaslar
“Sen yüzünü hanîf (tevhid eri) olarak dine, yani Allah insanları hangi fıtrat üzere yaşatmış ise o fıtrata çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” 741
Fıtrat; Anlam ve Mâhiyeti
Fatr Sözcüğü ve Anlam Sahası: ‘Fıtrat’ kelimesinin kökü ‘fatr’dır. ‘Fatr’ sözlükte, uzunlamasına yarmak, ikiye ayırmak, yaratmak, icat etmek, bir şeyi özellikleriyle ortaya koymak, bir şeyi meydana getirmek anlamlarına gelir. ‘Fıtrat’ buna ‘te’ harfinin ilavesiyle yapılan bir isim masdardır. Sözlükte; yaratılış, belli yeteneklere ve yatkınlığa sahip oluş, karakter, mizaç, doğal eğilim, huy gibi mânâları vardır. Aynı kökten gelen ‘iftar’ orucu açmak, ‘infitar’ ise yarılmak, açılmak, fışkırmak demektir ki Kur’an’da bir sûrenin adıdır.
Bu masdarın fâil (özne) ismi olan ‘Fâtır’, Allah’ın güzel isimlerinden birisidir. Bunun anlamı, yerleri ve gökleri Yaratan demektir. ‘Fâtır’ kelimesi ile yine Yaratan mânâsına gelen ‘Hâlık’ arasında ince bir fark vardır. ‘Fâtır’ sıfatı ‘Hâlık’ sıfatının içindedir ve ilk defa yaratmaya başlayan demektir. Kur’an’da buna şöyle işaret edilmektedir: “….De ki: Sizi ilk defa yaratan, sizi tekrar diriltecektir…”742 Modern ilmin de tespit ettiği gibi yer ve gökler daha önceden duman (gaz bulutu) halinde yaratılmıştı. Allah (c.c.) ‘ol’ emriyle yeri ve göğü birbirinden ayırdı. Gezegenler ve diğer gök cisimleri meydana geldi, yeryüzünde hayat başladı. “O nankörler görmediler mi ki göklerle yer bitişik idi, biz onları ayırdık ve her canlıyı sudan yarattık. Hâlâ inanmıyorlar mı?”743 Yerin ve diğer gök cisimlerinin ilk hali olan dumanın (gaz bulutunun) yarılıp, içinden gezegenlerin ve yeryüzünde hayatın ortaya çıkartılması ‘fatr’ kelimesiyle ifâde ediliyor.
‘Fatr’ ilkin yaratmaya başlama demektir ki, ‘ibdâ’ (yoktan var etme) fiilinden sonraki aşamadır. Bu bakımdan Kur’an ‘fatr’ fiilini her zaman Allah (c.c.)
741] 30/Rûm, 30
742] 17/İsrâ, 51
743] 21/Enbiyâ, 30
- 210 -
KUR’AN KAVRAMLARI
hakkında kullanmaktadır. Yaratılan, yokluğun içerisinden çıkartılan ise göklerdir, yerdir, insanlar ve diğer canlılardır.744 ‘Fâtır’ Kur’an’da bir sûrenin ismidir. Allah (c.c.) için ‘Fâtıru’s-semâvâti ve’l-arz / Gökleri ve yeri Yaratan’ denilir.745 Anlaşılan odur ki ‘fatr’ veya ‘fıtrat’ ilk yaratılışı ifâde ettiği gibi, devam eden bir yaratılışı da anlatır. ‘Fatr veya fıtrat’, bir şeyi yoktan ve örneksiz var etmek ve onu, belli bir hedefe doğru açıp ortaya koymak, dal budak saldırmaktır.
Fıtrat Nedir? Bir cisimden başka bir cismin meydana gelmesi, ona ait tohumun yarılıp açılmasından, filizlenip büyümesinden meydana gelir. Gelişen o canlı tekrar tohuma dönüşmekte, tohum tekrar filizlenip aynı cins canlının neslinin devamını sağlamaktadır. Bu sürekli oluşum bir ‘fatr’ olayıdır. Bunu Yaratan da ‘Fâtır’ olan Allah’tır. Evrendeki her ölüm yeni bir oluşumun, yeni bir hayatın başlangıcıdır. Dünyanın ölümü bile âhiret hayatına bir doğuştur. Nitekim Kur’an bu olayı ‘infitar’ (gök yarıldığı zaman) ifâdesiyle anlatıyor. 746
Tohum veya çekirdek, kendinden çıkacak olan canlının özü ve özetidir. O türe ait bütün özellikleri kendi bünyesinde barındırmaktadır. Bir şeyin ilk defa yokluktan ortaya çıkışı veya bir maddeden (tohumdan) meydana gelişi bir ‘fatr’dır. Bunun ortaya çıkış biçimi veya taşıdığı özellikler de ‘fıtrat’tır. Her yaratığın ‘fıtrat’ üzere kazandığı özelliklere de onun ‘tabiatı’ denir.
Evren, Allah’ın ‘Fâtır’ sıfatıyla bir ‘fıtrat’ üzere yaratılmış, bu fıtrat üzerinde bir tabiat (bir âdet) kazanmış ve hayatını bu fıtrat çizgisi üzerinde sürdürmektedir. Kâinattaki bütün varlıklar Allah’ın kendileri için var ettiği ‘fıtrat’ üzerindedirler. Her varlık, kendi tabiatının gereğini yapar, o çizgisinin dışına çıkmaz. Kur’an şöyle buyuruyor: “O halde yüzünü, Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiç bir değişme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.” 747
Bu âyette geçen ‘fıtrat’ın insandaki inanma ve ibâdet etmeye meyli ve kabiliyeti anlamına geldiği söylenmektedir. Buradaki maksat, her kişinin kendine ait özelliği değil, bütün insanların insan olarak yaratılışlarındaki esas ve hepsinde ortak olan genel yaratılıştır. Meselâ, insan bedenine ait bütün organlar ve organların görevleri bir fıtrattır. Gözün iyi görmemesi, kulağın iyi duymaması sonradan gelen bir ârızadır. Fıtrat’ta esas olan bütün insanlardaki bu gibi özelliklerin genel olarak bulunmasıdır. Bunun gibi Allah (c.c.) bütün insanları kendine inanma ve ibâdet etme, verdiği nimetlere şükretme kabiliyetinde ve bunlara meyilli olarak yaratmıştır. Kalbin görevi bütün organlara hâkim olarak, onları Allah’ın emrine tabi kılmasıdır. Bu da bir ‘fıtrat’tır.
Fıtratın İşleyişi: İnsan ve ona ait organlar fıtrat üzere kaldıkları sürece, Allah’a teslim olurlar. Eğer onlara dış etkenler tesir etmezse, onların fıtratında âlemlerin Rabbine teslimiyet vardır. Bu bakımdan İslâm fıtratın dinidir. İslâm, fıtrat olarak Allah’a teslim olma kabiliyetinde yaratılan organların bu teslimiyetlerini sağlar. Ancak, hayatına İslâm’ın hâkim olmadığı kimseler şeytanın saptırmasıyla bu kabiliyetlerini ters yönde kullanırlar.
744] 43/Zuhruf, 27; 21/Enbiyâ, 56; 20/Tâhâ, 72
745] 35/Fâtır, 1; 6/En’âm, 14; 12/Yûsuf, 101; 14/İbrahim, 10. vd.
746] 82/İnfitâr, 1-4
747] 30/Rûm, 30
FITRAT
- 211 -
İslâm’a göre, inanmanın ve ibâdet etmenin iki kaynağı vardır. Bunun birincisi insandaki bu fıtrat’tır. İnsanın yaratılışı, tabiatı (doğası) Allah’ın dini İslâm’ı kabul etmeye, onu uygulamaya, Allah’ın emirlerine uymaya; kısaca yalnızca Allah’a ibâdet etmeye uygundur. Allah (c.c.) insanın aslını böyle temiz ve saf kılmıştır. İnanmanın ikinci kaynağı, insanın kendi çabasıyla ve iradesiyle inanması, İslâm’ı hayat nizamı olarak seçmesi, ya da kendi arzusuyla ibâdet ederek sevap kazanmasıdır (kesb-kazanç). Allah (c.c.), fıtrat’a zıt özelliklerin ve anlayışların bulunduğu yerlerde elçileri aracılığıyla Din gönderir ve insanları öz fıtratlarına uygun davranmaya çağırır. İnsanın kendi fıtrat’ına uygun olarak Allah’ı bir bilip O’na kulluk etmesi de ‘hanif’liktir.
Peygamberimiz (s.a.s.) buyuruyor ki: “Her çocuğu annesi fıtrat üzere dünyaya getirir. Onun bu hali konuşma çağına kadar devam eder, sonra anne-babası onu hırıstiyan, yahudî, mecusi (ateşe tapan) yapar. Eğer anne-baba müslüman iseler, çocuk da müslüman olur.” 748
Bütün insanlar saf, temiz, İslâm’a meyilli bir şekilde yaratılırlar. Ancak onu eğitim, çevre ve dış etkenler değiştirir, fıtrattan uzaklaştırır, ya da fıtrata uymayan davranışları yapmasına sebep olur. İnsanı itaat etmeye de isyan etmeye kabiliyetli yaratan Rabbimiz, ona Hakk’a uyacak, Hakk olan şeyleri tercih edebilecek kabiliyetleri de vermiştir. Fıtrattan ayrılmayan, bozulmayan kimse Allah’ın âyetlerine kulak verir, gereğini yapar. Çünkü yapısında bu maya, bu özellik bulunmaktadır. Şeytan ve fıtrata aykırı dış faktörler insanı bu durumdan uzaklaştırırlar.
İslâm, insanı asıl fıtratına dâvet eden, fıtratının gereğini yapmasını sağlayan İlâhî dindir. Mü’minler, insanların hayra ve imana eğiliminin önündeki engelleri kaldırmakla, insanları fıtratlarıyla yüz yüze getirmekle yükümlüdürler. Kendi fıtratlarını yeterince tanıyanlar, Allah’ı bırakıp başka tanrılara tapınmazlar. İslâm’da cihad ibâdeti insanları bu fıtratla yüz yüze getirme çabasıdır.
İnsanlar; güzel, doğru, Hakk’a uygun, adâletli, isâbetli iş yapıyorlarsa, merhametli, şefkatli ve iyiliksever iseler, hatalarından dolayı pişman oluyorlarsa, insanları, hayvanları, tabiatı, çocuklarını, düşkünleri seviyorlarsa, ana-babalarına ve başkalarına iyilikte bulunuyorlarsa; fıtratlarının gereğini yapıyorlar demektir. Kötü, çirkin, yanlış iş yapanlar, zâlim ve merhametsiz olanlar, günaha düşenler ve isyan edenler, inançsız olanlar veya yalancı tanrılara ibâdet edenler temiz fıtratlarından uzaklaşanlardır.
Allah (c.c.) insanları kendi fıtratlarına uygun davranmaya dâvet ediyor. Bu fıtrat da Allah’ın insanlara gönderdiği İslâm’a inanıp ona uygun yaşamaktır. İslâm, insanların temiz fıtratlarına uygun hareket etmelerini istiyor. Bu bakımdan ‘fıtrat’a müdâhale; örneğin, vücudun şeklini değiştirmeyi, kadınların erkeklere, erkeklerin kadınlara benzemesini, canlı türlerine onları bozmak üzere el atmayı hoş görmemektedir. Kısaca fıtrat, Fâtır olan Allah’ın insanlara ve varlıklara yoktan var ederek verdiği kabiliyet, onlara ait programdır. Allah’ı tanıma ve O’na ibâdet etme eğilimi, ruh temizliği, olumlu yetenekler ve benzeri şeylerdir.
748] Buhârî, Cenaiz 79, 80, 93; Müslim, Kader 22, hadis no: 265; Ebû Dâvud, Sünnet 18, hadis no: 4714; Tirmizî, Kader 5, hadis no: 2138; Ahmed bin Hanbel, Müsned 2/233, 435
- 212 -
KUR’AN KAVRAMLARI
İnsana düşen bu temiz fıtratı tanımak ve ona uygun davranmaktır. 749
Fıtrat; Yaratılış, yapı, karakter, tabiat, mizaç, peygamberlerin sünneti, kalb-i selîm, âdetullah demektir. Ayrıca hilkat, tabii eğilim, hazır olmak, huy, cibilliyet, içgüdü, istidât gibi mânâlara da gelir. Terim olarak fıtrat: “Allah Teâlâ’nın mahlûkatını kendisini bilip tanıyacak ve idrâk edecek bir hal, bir kabiliyet üzere yaratmasıdır.750 Fıtrat; ilk yaratılışı kavramlaştırdığı gibi, sürüp giden her yaratılışı da anlamında toplar. Yani herhangi bir şeyin bir maddeden veya ilk yaratılıştaki gibi yokluktan ilk icadı ve ilk çıkışına fatr, bunun ortaya çıkış biçimine ve taşıdığı özellikleriyle birlikte görünüşüne fıtrat denir. Yaratığın fıtrat üzerinde kazandığı öz niteliklerine de tabiat denilmiştir. Kâinatın Allah’ın fıtratı üzere işleyişi İslâmî dilde âdetullah, sünnetullah, fıtratullah ifâdeleriyle isimlendirilmektedir. 751
Fıtratın geniş anlamları Kur’an-ı Kerîm’de şu âyetlerde açıklanmaktadır:
“Sen Hakka yönelerek kendini Allah’ın insanlara yaratılışta (Fıtratallah) verdiği dine ver. Zira Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. İşte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler.” 752
“Allah sizi annelerinizin karnından bir şey bilmez halde çıkarmıştır. Belki şükredersiniz diye size kulak, göz ve kalb vermiştir.’’ 753
“Allah’ın kanununda bir değişme bulamazsın.” 754
“Nefse ve onu şekillendirene... Ona bozukluğunu ve korunmasını ilham edene andolsun ki nefsini temizleyen iflâh olmuş, onu kirletip örten ziyana uğramıştır. Semûd, azgınlığından yalanladı... Rableri de günahları yüzünden azabı başlarına geçirdi, orayı dümdüz etti.” 755
“Biz ona hayır ve şer olmak üzere iki yol gösterdik.” 756
“Biz ona yolu gösterdik, ya şükredici veya nankör olur.” 757
“Rabbimiz, her şeye yaratılışını verip sonra onu doğru yola iletendir.” 758
“Kendini tezkiye edip temizleyen kurtuluşa, mutluluğa ermiştir.’’ 759
“O (adamın) tezkiye olmamasından sana ne?” 760
“De ki: Herkes yaratılışına göre davranır. Rabbiniz kimin en doğru yolda olduğunu bilir.” 761
749] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, Beyan Y., s. 203-206
750] İbn Manzur, Lisânü'l-Arab, Beyrut, (t.y.), V, 55
751] Râgıp el-İsfahânî, el-Müfredât, 38 vd.; M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, III, 1889 vd.; Ali Ünal, Kur'an'da Temel Kavramlar, İstanbul 1986, 198 vd
752] 30/Rûm, 30
753] 16/Nahl, 78
754] 35/Fâtır, 43; Ayrıca bk. 17/İsrâ, 77; 33/Ahzâb, 62; 40/Mü’min, 85; 48/Feth, 23
755] 91/Şems, 7-14
756] 90/Beled, 10
757] 76/İnsân, 3
758] 20/Tâhâ, 50
759] 87/A'lâ, 14
760] 80/Abese, 7
761] 17/İsrâ, 84
FITRAT
- 213 -
“Nefislerinizde olanı gözlemiyor musunuz?” 762
“Öncekilere uygulanan yasayı görmezler mi? Sen, Allah’ın kanununda bir değişiklik bulamazsın.” 763
“Dilediğini yaratır ve onlar için hayırlı olanı seçer.” 764
“De ki: Yeryüzünde gezin ve bakın, yaratılış nasıl başlamış?” 765
“Yaratıcıların en güzeli olan Allah’ın şanı ne yücedir.” 766
“Onlar nefislerinde olanı değiştirmedikçe Allah bir toplumun durumunu değiştirmez.” 767
Kur’ân-ı Kerîm’deki bu âyetler, birbirini tefsir ederek fıtratın anlamını açıklar. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) şu hadisleri bu anlamı apaçık bir şekilde genişletmektedir:
“Kötülük yapmak seni üzüyorsa, artık sen mü’minsin.” 768
“Her çocuğu annesi fıtrat üzere dünyaya getirir. Onun bu hali konuşma çağına kadar devam eder, sonra ebeveyni onu hırıstiyan; yahûdi, mecûsî yapar. Eğer ana-babası müslüman iseler, çocuk da müslüman olur.” 769
“Beş şey fıtrattandır: Sünnet olmak, kasıkları traş etmek, bıyıkları kısaltmak, tırnakları kesmek, koltuk altındaki tüyleri yolmak.” 770
‘’Çocuklarınıza öğreteceğiniz ilk söz ‘Lâ ilâhe illâllah’ olsun.” 771
“İçini tırmalayan, kalbinde çarpıntılar oluşturan, gönlünü bulandıran şeyi terk et.” 772
“Hayr, nefsin kendisine ısındığı, kalbin rahatladığı, yüreğin oturduğu şeydir. Şer de nefsin kendisine ısınamadığı, kalbin mutmain olmadığı, içinde tereddüt ve ıstıraplar meydana getiren şeydir, her ne kadar fetvâ veren müftîler hilâfına fetvâ verseler de.” 773
“Seni işkillendiren (vicdanını rahatsız eden) şeyi bırak, işkillendirmeyene (sıkıntı ve huzursuzluk vermeyen şeye) geç.” 774
“Kötülük, insanın içine sıkıntı veren şeydir.” 775
“Müftîler sana fetvâ verseler de bir de kalbine (vicdanına) danış.” 776
762] 51/Zâriyât, 21
763] 35/Fâtır, 43
764] 28/Kasâs, 68
765] 29/Ankebût, 20
766] 23/Mü'minûn, 14
767] 13/Ra'd, 11
768] Ahmed bin Hanbel, Müsned, V, 251-252
769] Buhâri, Cenâiz 79; Müslîm, Kader 22-25; İman 264; Ahmed bin Hanbel, Müsned, II, 233, 435
770] Buhâri, Libas 51, 63, 64; Müslim, Tahâret, 49; Ebû Dâvûd, Teraccül 16; Tirmizî, Edeb 14
771] Abdurrezzak San’ânî, Musannef, Beyrut 1970, IV, 334
772] İbn Hibban; Hakîm
773] Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV, 194
774] Ahmed bin Hanbel, Nesâî, Taberânî
775] Müslim, Birr 14
776] Dârimî, Buyû’ 2
- 214 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Ameller niyete göredir.” 777
“Rabbim buyuruyor ki: Ben bütün insanları Hanîf (sâlim fıtrat, tevhid) üzere dünyaya gönderdim. Sonra şeytanlar onları dinden saptırdılar. Benim helâl ettiklerimi onlara haram ettiler, insanlara Bana şirk/ortak koşmalarını söylediler. Oysa o ortaklar hakkında hiçbir delil indirmemiştim.” 778
Bütün bu açıklamalar fıtratın anlamını belirlemektedir: Her doğan Allah’ın en güzel yaratması ile doğar. Eğitim ve çevre faktörü, fıtratı ya İslâm üzere devam ettirir yahut fıtratı bozarak yaratılış amacından saptırır. Bütün insanlar Haniflik (tevhid) üzere yaratılmakta, sonra şeytan ve nefis onları bozmaktadır. Allah insanın nefsini takvâ ve fücurla yoğurarak yaratmış, şeytanın hilelerine karşı yine de kullarını kurtarmak için peygamberler aracılığıyla onları fıtrat dini hakkında bilgilendirmiştir. Allah’ın yaratılış kanunu kevnî ve şer’î şekillerde değişmeyen bir yasadır. İnsanı yaratan Allah onda iyilik ve kötülüklerle dolu dünya hayatında iyilikten yana tercih yapabilecek bir kabiliyet (vicdan) vermiştir. Bozulmamış, fıtratını korumuş insan iyiden yana tavır aldığı gibi, herhangi bir şekilde Allah’ın âyetlerini de akıl veya kalple kavramaya meyillidir. Ancak insanoğlunun kalbine her an şeytan veya melekler tarafından hayır ve şer telkin edilmektedir. İşte bunu kesin olarak hidâyete çevirmek İslâm dininin görevidir. İslâm, fıtratı korur, geliştirir, nefsi arındırarak insanların kurtuluşunu gerçekleştirir. Allah, yaratıklarını en güzel şekilde yaratır ve terbiye eder. Vahye bilerek karşı çıkan insanı şeytan ve grubu -fıtrata aykırı her türlü eğitimci, devlet, âile, toplum düzeni- saptırır. Bu aşamada İslâm ancak bir öğüt, bir tebliğdir, dileyen inanır, kurtulur; dileyen batağa sapar.
İslâm ümmeti insanları yaratılışlarındaki hayra eğilimli taraflarını ortaya çıkarmak ve onları en yüksek ahlâka ulaştırmakla yükümlüdür. İnsanlığın günah ve şirk bataklığından doğru yola çekilmesi, vicdanların İlâhî saflığına dönüşü, takvâ ile en güzel olana uyulması için İlâhî, kutsal bir nur yani İslâm’ın rehberliği şarttır.
İnsanlar fert olarak nefislerinde olanı gözlerlerse veya kâinattaki her çeşit, sayısız nimetleri aklederlerse veya geçmiş ümmetlerin başına gelenlerden ibret alırlarsa hakikati idrâk edebilirler. Her insan, nefsine ve topluma karşı yaptıklarında bir kötülük oluştuğunun farkındaysa vicdan azâbı duyabiliyorsa onda bozulmamış bir ahlâkî yapı vardır. Kur’an ve Sünnet “en güzel ahlâk”ı tamamlamıştır, artık geçerli olan İslâm’ın ahlâkıdır.
Bütün yaratılmış varlıklar bu kâinatta Allah’ın değişmeyen yasasına, sünnetullaha göre yaşamaktadırlar. İnsan yeryüzünde halife olarak yaratılmış ve emâneti yerine getirmekle sorumlu tutulmuştur: Allah’ın “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye yaratılışta sorguladığı insan, Rabbine şu sözü vermişti: “Evet, şâhidiz.”779 Allah insanı yaratmış, ona düzen ve ölçülü bir biçim vermiştir. Onu en güzel şekilde yaratmış, doğruyu ve yanlışı göstermiş, insan da ya şükreder yahut inkâr eder halde temkin edilmiştir. Bundan sonra dünya hayatında kendini arıtan, yüzünü hanif olarak Allah’a çeviren, kendisini fatr edene ibâdet eden kurtulacaktır. 780
777] Buhâri, Itk 6
778] Müslim, Cennet 63; Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV, 162
779] 7/A'râf, 132
780] bk. 76/İnsân, 3; 95/Tîn, 4; 50/Beled, 10; 4/Nisâ, 28; 17/İsrâ, 51; 67/Mülk, 3; 82/İnfitâr, 7-8
FITRAT
- 215 -
Yine Kur’ân-ı Kerîm’deki kutsal bilgilendirme yolu, insanı âfâk ve enfüsteki âyetleri düşünmeye, akletmeye çağırdığı gibi, insanın en çok acz içindeyken, meselâ denizde bir gemide yol alırken âniden gelen bir fırtınada deniz ortasında acz içinde kalınca, bütün yalanlama, fitne ve fücûru, ortak koştuklarını unutan insan, hemen Allah’a duâ etmektedir. Bu, insanın fıtraten Allah’ın bilincinde olduğuna bir delildir. Bu mânevî hak duygusu her ferdde mevcuttur ve insanı yoldan çıkaran, işlediklerini süslü göstererek onu âsi yapan şeytandır. 781
Dünyadaki her yeni doğan çocuk, tertemiz, sâf, her şeyi alma kabiliyeti ile donatılmış yapısını konuşma çağına kadar sürdürür. Bundan sonra ona “lâ ilâhe illâllah” öğretilmez ve fıtratın anlamıyla eğitilmezse âilesi onu yahudi, hıristiyan, Mecusi, müşrik tarzda eğitir ve buna göre onda bir kişilik yapısı gelişir. Hâlbuki Allah: “Sen yüzünü hanîf (tevhid eri) olarak dine, yani Allah insanları hangi fıtrat üzere yaşatmış ise o fıtrata çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.”782 buyurmaktadır. Buna göre bütün insanlar Allah’a inanmak ve ona kulluk etmekle fıtratta sebat etmelidirler. Yoksa Allah’ın öğütlerinden yüz çevirip O’ndan bağımsız davranmak, âyetleri yalanlamak fıtrata aykırı düşmek olacağı gibi, bu sebeple Allah’ın azabına da müstahak olunur. Çünkü fıtratı bozmak, Allah’a karşı gelmek demektir. Meselâ müşrikler, fıtrata uygun doğan hayvan yavrularının kulağını keserlerdi. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi. Kâbe’de Allah’a ortak koştukları birçok putlar bulundururlardı. Fıtratı inkâr etmek için kendilerine de vahiy indirilmesini veya peygamberlerin birer melek olması gerektiğini ileri sürerlerdi. Onların helâk edilmeleri de bu yüzden oldu. Hiç kimse Allah’ın insanı kul olarak yaratması kanununu değiştiremedi ve değiştirmeye kalkanların azapla kuşatılması da bir kanun olarak uygulandı.
İslâm’a göre hayatın anlamı ancak fıtrata uygun yaşamaktır. İslâm’dan başka, gelmiş geçmiş hiçbir din ve ideoloji bunu sağlayamamıştır. Üstelik laik çağdaş düşünce sistemleri, vahye karşı çıkmak ve laikliği savunmakla, insan fıtratına ters düşecek şekilde insanın kurtuluşunu din dışı bir yolda göstermek istemişlerdir. Ancak insanın fıtratı her şeye rağmen, her türlü muhteşem teknik gelişmelere, maddî ilerlemelere rağmen tabiatı gereği gerçek mutluluğu bulamamakta, büyük bir mânevî boşluğa düşmektedir. Bu boşluk, Allah’ın sınırlarını aşmak ve nefsine zulmetmektir.783 Bu boşluğu çeşitli dinler doldurmak istemekte ancak hepsi de fıtrata aykırı muharref ve ilkel teklifler getirdikleri için insanlar İslâm’dan başka kurtuluş olmadığını anlamaktadırlar. Çünkü: “Kalpler ancak Allah’ı zikredip anmakla huzur bulur.” 784
Fıtrat kavramının daha geniş açıklamasına geçmeden önce, ilgili bazı âyetleri vermek herhalde daha yararlı olacaktır:
“Ben yüzümü hanif olarak, gökleri ve yeri fatr eden’e çevirdim.” 785
781] Münâvî, Feyzu'l-Kadir, Beyrut 1972, V, 34; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1978, VI, 3822
782] 30/Rûm, 30
783] 65/Talâk, 1
784] 13/Ra'd, 28; M. Emin Ay, Sait Kızılırmak, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 2, s. 188-190
785] 6/En’âm, 79
- 216 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Bizi kim döndürür?’ diyecekler; ‘ilk kez sizi fatr eden’ de.” 786
“Bana ne oluyor ki, beni fatr eden’e ibâdet etmeyeyim ve O’na dönersiniz.” 787
“Hayır, dedi, Rabbiniz göklerin ve yerin rabbidir ki, onları fatr etti.” 788
“Allah’ın fıtratı ki, insanları onun üzerinde fatr etti; Allah’ın yaratmasında değiştirme yoktur.” 789
“Çevir bakışını, hiç fütur görür müsün?” 790
“Gökler nerdeyse üstlerinden tefattur edecek.” 791
“Gök infitar ettiği zaman.” 792
Fıtrat kelimesinin ortaya koyduğu gerçek, göklerin ve yerin yaratılmadan önce bir bütün halinde bulundukları ve sonradan yarıldıklarıdır 793. Nasıl insan şu anda göğe baktığında hiç bir yarık görmezse, göklerle yer de başlangıçta, şimdiki gök gibi değil ama durumunu Allah’ın bildiği yarıksız, çatlaksız bir bütün halindeydi. Zifiri karanlık bir gecede bir ışık görünüverdiği, bir elektrik düğmesi çevriliverdiği zaman karanlık hemen o noktada yarılır. Yine, aynı şekilde, fecrden akşama kadar kurallarına bağlı kalınarak tutulan bir oruç, kurallarından biri çiğneniverdiğinde, sözgelimi ağza bir lokma yemek, ya da bir yudum su alındığında hemen yarılır, açılır, bütünlüğü gider. İşte bunun gibi, göklerle yer de böyle bir bütünlük, kesiflik, hattâ karanlık haldeydi. Allah kâinatı yaratmak, yani, bu kesif bütünlüğü ve bir aradalığı açmak istedi; yaratılışı takdir etti ki, bu halkın/yaratmanın başlangıcıdır ve halk kavramının anlamının içindedir. Bu dileyiş üzerine, ‘ol’ emriyle bütün ve kesif haldeki yaratılışın içinde ışıkla bir delik açtı, bir yarıklık meydana getirdi. Bunu ise, önünde hiç bir model olmadan, hiç bir örneğe dayanmadan yaptı (bed’a). İşte, bu ilk yarma, açma olayı fatr, açma veya yarma biçimi ise fıtrattır. Demek ki, fatr yaratılışta dileme ve takdirden sonraki ikinci aşamadır. (Burada yeniden hatırlatmalıyız ki, aşama ve birine -ikinci olma bize göredir, Allah’a göre değildir.) Fatr ve fıtrat bu ilk yaratılışı içine aldığı gibi, devam edegelen her yaratılışı da içine alır. Bir maddeden bir cismin meydana gelmesi de böyle bir yarma ile başlar; tohum ve çekirdeklerin toprak altında yarılıp, cücükleyerek ilk filizlerini vermeğe başlaması da fatr ve fıtrat olayıdır. Tohum veya çekirdek, kendinden çıkacak bitkinin özü ve özetidir, tüm özelliklerini kendinde barındırmaktadır. Bitki bir fatr olayıyla tohumundan veya çekirdeğinden çıkmaya başlar; sonunda yine çekirdeğine veya tohumuna dönüşür. İşte, herhangi bir şeyin ister bir maddeden olsun ister ilk yaratılış olayındaki gibi, kâinatın maddesi olan ‘yokluk’tan olsun, ilk icadına ve ortaya çıkışına fatr, ortaya çıkış biçimine ve taşıdığı özellikleriyle birlikte görünüşüne fıtrat, yaratığın fıtrat üzerinde kazandığı öz niteliklerine de tabiat denilir. 794 Demek oluyor
786] 17/İsrâ, 51
787] 36/Yâsin, 22
788] 21/Enbiyâ, 56
789] 30/Rûm, 30
790] 72/Mülk, 3
791] 42/Şûrâ, 5
792] 82/İnfitâr, 1
793] bk. 21/Enbiyâ, 30
794] Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, III/1889-1890
FITRAT
- 217 -
ki, kâinat Allah’ın fatrıyla aldığı fıtratı üzerinde işleye işleye tabiatını kazanmış, yani fıtrat üzerinde bir âdet edinmiştir; bu yüzden, İslâmî terminolojide ‘tabiat kanunları’ diye bir deyim söz konusu değildir; bunun yerine ‘âdetullah’ vardır.
Bütün varlıklar fıtratları doğrultusunda yürürler. İnsanlar da, insan olmak açısından Allah’ın fatr ile kendilerine verdiği fıtrat üzerindedirler. Sözgelimi, iki göz, iki kulak, iki ayak, bir baş, saç, burun sahibi olmak fifrattandır. Eğer varsa doğuştan gelen bazı eksiklik, fazlalık veya sakatlıklar, ana karnında kazanılan veya anne-babadan gelen birtakım özelliklerdir, yoksa fıtrattan değildirler. Bunun gibi, insan bedenindeki her organın da fıtrî bir fonksiyonu vardır; göz görecek, kulak işitecek, ayak yürüyecek, el tutacaktır. Bu organlarda sonradan ortaya çıkan bozukluklar ve hastalıklar yine fıtrî değil, İslâmî terminolojide kesbîdir, yani, kazanılmıştır. Allah insanda âzâların yöneticisi, bilginin ve hayrın merkezi olarak kalbi varetmiştir ki, kalp de ruhun emrindedir. Kalbin tüm organlara Allah’ın isteği doğrultusunda hâkim olması da fıtrattandır. Nitekim, bir hadis-i şerifte, “Her doğan fıtrat üzere doğar; ama anne-babası onu hırıstiyan, yahudi veya mecusi yapar; bir hayvan da derli toplu bir hayvan yavrular; hiç burnu, kulağı kesik doğmuş bir yavru görür müsünüz?” 795 buyrulmuştur. Tıpkı bunun gibi, insandaki organların da fıtrî görevleri vardır. Bu organlar, insan fıtratı üzerinde kaldığı sürece, kaçınılmaz biçimde, tıpkı kâinattaki varlıklar gibi Allah’a tam bir itaat içinde olur. Bu bakımdan, İslâm fıtratın dinidir; doğuşundan itibaren insanı kötülüğe çeken dış etkenler olmazsa, insanın İslâm’dan uzaklaşması mümkün değildir; ama dış etkenlerin İslâm’ın tersi yönde olduğu bir toplumda, İblis bu etkenleri kullanır. İslâm’da otoritenin görevi bu etkenleri İslâmîleştirmektir; kadınların örtünme nedenlerinden birini de, tüm diğer İslâmî yasaklarda olduğu gibi burada aramalıdır.
İşte, dinin iki kaynağı vardır: Biri, öncelikle fıtrattır ki, Allah’ın dinidir. İkincisi de kesb’dir. Fıtrat bütünüyle İlâhî, kesb ise bütünüyle insanîdir; yani, insan iradesini dilediği yönde kullanmakla ya günah kazanır, ya da sevap kazanır. Allah, İslâm dışı bir ortamda veya fıtrata zıt özelliklerin şu veya bu derecede bulunduğu bir ortamda insanların sevap kazanmaları için Dini’ni gönderir; yani hükümler kor, bazı şeyleri emreder, bazı şeyleri de yasaklar. İnsanlar bu hükümleri yerine getirmeli, emirleri tutup yasaklardan kaçınmalıdırlar; bu da hanifiliktir; fıtrat üzere olmadır. İnsanlar hanif olmalı, fıtrat üzerinde bulunmalı, eğri yollarda değil, Allah’ın doğru yolunda gitmeli ve yaratılışı değiştirmemelidirler. Yani, Allah’ın fıtratını bozmamalı, kadını erkekleştirip erkeği kadınlaştırmamalı, fıtratın aksi kurallar koymaya kalkışmamalıdırlar. İşte bu, dosdoğru, sağlam dindir; insanın mutluluk ve kurtuluşunu garanti eden dindir:
“Yüzünü hanîf olarak din üzerinde tut; üzerinde insanları fatr ettiği Allah’ın fıtratıdır bu. Allah’ın yaratması (‘halk’ı) değiştirilemez; budur sağlam, doğru din, ama insanların çoğu bilmez.” 796 Allah’ın fıtratı insan dışında tüm kâinatta hâkimdir; bu bakımdan, göklerde fıtrata aykırı bir fatr, yani yarık görülmez. Allah başta insanları nasıl fatr ettiyse, onları yine öyle öldürdükten sonra diriltecektir. Kıyâmet ve Haşr meydana gelecektir, çünkü bu fıtratta, yaratılıştaki fıtratta vardır. Allah böyle fatr etmiştir, bu bakımdan kaçınılmazdır, Kıyamet günü geldiği zaman, şu anda
795] Elmalılı, a.g.e., VI/3824
796] 30/Rûm, 30
- 218 -
KUR’AN KAVRAMLARI
hiç bir fatr /yarık taşımayan gök birden infitar edecek, yani yarılacaktır, bu da onun fıtratındadır. 797
“Fatr” kökünden türemiş bir kelime olan fıtrat, “ilk yaratılış” anlamını ifâde etmektedir. İlk yaratılış mutlak yokluğun yarılarak içinden varlığın çıkması demek olduğuna göre, bu yarılmanın sonucunda ortaya çıkan ilk varlık hali fıtrat demektir. Böylece fıtrat, yaratılışın aldığı ilk şekli, henüz dış tesirlerle etkilenmemiş ve başkalaşıma uğramamış olan varoluşun ilk saf halini ifâde etmektedir.
Fıtratı bir terim olarak; insanın doğuştan sahip olduğu Allah’a inanma, bağlanma ve O’na ibâdet etme duygusu ve eğilimi şeklinde tarif etmek mümkündür.798 İbn Manzûr bu terimi, çocuğun ana rahminde mutluluk ya da şekavet (mutsuzluk) durumunda yaratıldığı tabiî bünye; aynı zamanda tevhîdî yani Allah’ın birliğini ve Hz. Muhammed’in nübüvvetini ifâde eden şehâdet hakikati olarak tanımlamaktadır.”799 Buna göre denilebilir ki fıtrat, kişinin doğuştan getirdiği bir özelliktir ve insanın inancı, değer yargısı, hayata bakış açısı ve dünya görüşü üzerinde etkisi bulunmaktadır. Böyle olduğu içindir ki fıtratı, kişinin aklı, davranışları ve dış dünyanın kurumlarından ayrı olarak düşünmek mümkün görülmemiştir.800 Bu hakikati Kur’ân-ı Kerîm: “Sen yüzünü, Allah’ı birleyici olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir ki o, insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”801 tarzında dile getirirken, Allah Rasûlü Muhammed (s.a.s.) de: “Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra onu ana-babası yahudi, hıristiyan ya da mecusi yapar.”802 diyerek insanın temiz, her türlü yanlış inanç ve düşünceden uzak, iyilik duygularıyla bezenmiş bir fıtratla dünyaya geldiğini, ancak toplumsallaşma sürecinde âilesi tarafından başka bir inancın takipçisi haline getirildiğini ifâde etmiştir. Bu nedenledir ki, İslâm (âlimlerinin çoğunluğu), bulûğ çağına ermeden ölen her çocuğun cennete gireceğini kabul etmektedir.
Görüldüğü gibi Hz. Peygamber’in fıtratla ilgili sözünde, her insanın tek olan Allah’a bağlanmaya ve O’na ibâdet etmeye doğuştan temayüllü olduğu fikri yer almaktadır. Söz konusu hadiste ifâdesini bulan bir başka husus da, fıtratın davranışlar üzerinde belirleyici bir etkisi olmakla birlikte, bunun zorlayıcı olmamasıdır.803 Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar gelen bütün peygamberlerin aslî görevleri de, insanın doğuştan sahip olduğu bu “inanma” yeteneğini birtakım olumsuzluklardan korumak ve İlâhî irâde istikâmetinde gelişmesini sağlamaktır. İşte insanlığın, fıtratın gereklerini yerine getirmesini ve aslî yeteneğini kaybetmemesini hedeflfl eyen bu İlâhî sistem de tevhidî bir mesaj niteliği taşımaktadır. Bu, bir anlamda insanı müslüman yapan ve onu Allah’a olan aslî inancıyla barıştıran şehâdetin teyidini oluşturmaktadır. 804
797] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Yayınları, s. 198-202
798] Hüseyin Peker, Din Psikolojisi, s. 66
799] İbn Manzûr, Lisânu 'l-Arab, Fatr maddesi
800] Yâsin Muhammed, "Fıtrat ve İslâm Psikolojisi", İslâmî Sosyal Bilimler Dergisi, sayı, 2, İstanbul 1995, s. 44
801] 30/Rûm, 30
802] Buhârî, Cenâiz 79, 80, 93; Kader 3; Müslim, Kader 25; Ebû Davûd, Sünnet 17; Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV, 315, VI, 347
803] Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi, s. 125
804] Yâsin Muhammed, Fıtrat, s. 45
FITRAT
- 219 -
Şurası da bir gerçek ki, fıtrat-ı selimeye sahip olan her insanın önünde bir benlik (nefis) engeli bulunmaktadır. Bu benlik, Allah’a inancı olumsuz yönde etkileyen, “nefs-i emmâre” yani kötülüğü emredici kuvvetli bir meyildir.805 Bu meyil, “kuvve-i gadabiyye” ve “kuvve-i şeheviyye” nin oluşturduğu behîmî bir kuvvettir. Kur’ân sözünü ettiğimiz bu kuvvet ile akıl, idrâk ve irâdenin meydana getirdiği melekûtî kuvveti, bir anlamda fıtratı birbirinin zıddı iki yol olarak takdim etmektedir: “Biz ona (insana) iki yolu gösterdik” 806; “Biz ona (insana) yolu gösterdik. İster şükredici olsun, ister nankör.”807 Buna göre İnsan fıtratına aykırı hareket edip nefsinin hevâsına uyarsa küfür yoluna, fıtratına uygun davranarak vahyin ışığında yürürse şükür yoluna girmiş olur. İnsanın kendi fıtratına uygun bir yola tâbi olması da, onun akıl ve irâde gücünü müsbet yönde ve halife olma potansiyelini amacına uygun bir tarzda kullandığı anlamına gelmektedir. Aksi yöndeki hareketi ise, insanlığa bağışlanan gücü ve imtiyazı kendi bencil menfaati için harcaması demektir.
Burada şu hususa da işaret etmek gerekir ki, kişi hayatı boyunca ne yaparsa yapsın, ister fıtratın gereğini yerine getirsin, ister getirmesin; varlığının özü olan mânevî tabiatından asla kaçamaz. Zâhiren putlara, bir başkasına veya herhangi bir sisteme tapar gibi görünse de, o kimse esasen yalnızca Allah’ın yerine geçirecek bir varlık bulmuş demektir. Bu, bir anlamda kişinin aslî tabiatını yüzeysel bir boyutta göstermesinden başka bir şey değildir. Çünkü insanlığın aslî karakteri, varlık öncesi konumunda onunla Allah arasında yapılmış olan bir antlaşma ile tasdik edilmiştir.808 Bu tasdik, “Kıyamet günü ‘Biz bundan habersizdik’ demeyesiniz diye Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini (mikro zerreler halinde) aldı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ (onlar da) ‘Evet (buna) şâhid olduk’ dediler.”809 mealindeki âyette net bir şekilde ifâdesini bulmuştur. Buna göre Yüce Allah insanlara Rubûbiyyetinin ve vahdaniyyetinin delillerini göstermiş, onların akıl ve basiretleri de, kendi fıtratlarına hak ile bâtılı ayırt edecek kabiliyetin yerleştirilmiş olduğuna şahitlik etmişlerdir. 810
Sonuç olarak şunu söyleyelim ki, İslâm inancına göre her insan müsbet yönde bir bağlanma güdüsüne sahip olarak dünyaya gelmektedir. İnsanda mevcut olan bu hissî ve biyolojik güdüler, tabiatları itibarıyla kötü olmamakla birlikte kötü dürtülere açıktırlar. Bundan dolayı nefsin, kötü arzulardan, hevâ ve heveslerden korunması ve mânevî olarak yüksek seviyelere ulaşması için İlâhî kanunlara uygun olarak kontrol edilmesi ve yönlendirilmesi gerekmektedir. Bu yapılmadığı takdirde fıtrata aykırı hareket kaçınılmaz olacak ve bunun neticesinde de menfi yönde bir bağlanma ortaya çıkacaktır. 811
Fıtrat kavramına bağlı olarak, rüşd çağına erişmeden ölen çocukların âhiretteki durumu hakkında da değişik görüşler ileri sürülmüştür, a) Çocuk yaşta ölenlerin tamamının âhiretteki durumu Allah’ın dilemesine bağlıdır; çünkü eğer yaşasalardı ne yapacaklarını ancak Allah bilir, b) Mü’minlerin çocukları
805] 12/Yûsuf, 53
806] 90/Beled, 10
807] 76/İnsân, 3
808] Yâsin Muhammed, Fıtrat, s. 46
809] 7/A'râf, 172
810] Zemahşerî, Keşşaf, II, 176; Nesefî, Medârik, II, 85
811] Muhsin Demirci, Kur’an’ın Temel Konuları, İFAV Yayınları, 131-134
- 220 -
KUR’AN KAVRAMLARI
cennete girer, kâfirlerin çocuklarının durumu ise Allah’ın dilemesine bağlıdır, c) Mü’minlerin çocukları cennete, kâfirlerin çocukları cehenneme gider, d) Bütün çocuklar cennetliktir, e) Kâfirlerin çocukları cennet ehlinin hizmetçisi yapılır, f) Kâfirlerin çocuklan imtihandan geçirildikten sonra cennete veya cehenneme girerler. İbn Abdülber çoğunluğun ikinci görüşü benimsediğini kaydeder.812 Fıtrat kelimesini “İslâm” veya “hakkı kabule yatkınlık, selâmet ve istikamet” mânâsında anlayanlar, genellikle müslümanların çocuklan gibi kâfirlerin çocuklarının da cennete gireceğini söylerler. Ayrıca bu âlimler diğer bazı deliller yanında, fıtrat hadisinin bir rivâyetinde yer alan ve müslümanların çocukları gibi müşriklerin çocuklarının da fıtrat üzere doğduğunu belirten ifâdeyi 813 kendi görüşlerine delil gösterirler.
Müslümanların rüşd çağına ulaşmamış çocuklarına miras, mülkiyet, cenâze namazı gibi konularda büyüklere uygulanan hükümler uygulanır. Gayri müslim çocuklarının tâbi tutulacağı hükümler tartışmalı olmakla birlikte âlimlerin büyük çoğunluğu dünyevî konularda bunları anne ve babalarının dinlerinden kabul etmiş ve savaş sırasında hayatlarının korunması dışında, haklarında gayri müslimler için belirlenmiş hükümlerin uygulanması gerektiğini söylemiştir; tarihteki uygulama da bu yönde olmuştur.
Fıtrat, insanın hem ruhî hem de fizikî bakımdan yaratılıştan sahip bulunduğu temel özelliklerini ifâde ettiğinden, estetik maksatlarla vücudun bazı bölümleri veya organları üzerinde yapılan, aslî yapıyı değiştirecek nitelikteki müdahaleler fıtrat bozmaya yönelik davranışlar olarak kabul edilmiş, İslâm âlimleri konuyla ilgili hadisleri de gözönüne alıp bu tür müdahaleleri şer’î bakımdan sakıncalı görmüşlerdir. Ancak hangi ameliyelerin fıtrata müdahale sayılacağı ve bunların hükümlerinin neler olduğu hususunda çok farklı görüşler ileri sürülmüştür. 814
İçinde fıtrat kelimesinin yer aldığı diğer bazı hadisler de vardır ki bunlara farklı mânalar verilmiştir. Bu hadislerde beş veya on şeyin fıtrat (veya fıtrattan) sayıldığı bildirilmektedir. Bunlar sünnet olmak, etek tıraşı olmak, tırnakları kesmek, koltuk altı kıllarını gidermek, bıyıkları kısaltmak, sakalı uzatmak, misvak kullanmak, buruna su çekmek, parmak aralarını yıkamak, taharetlenmek gibi daha çok dış görünüşle ve temizlikle ilgili hususlardır. 815 Bu hadislerde geçen fıtrat kelimesine genellikle “âdet ve sünnet” anlamı verilmiştir. İbnü’l-Esîr bu kısa tarifi, “geçmiş peygamberlerin ve şeriatların üzerinde ittifak ettikleri, müslümanların yapmaları gereken dinî esaslar” şeklinde açıklar. 816
Fıtrat: İnanan Bir Varlık Oluşun Dînî Karşılığı
İslâm literatüründe insanda yaratılıştan gelen bir inanma istidadını ifâde etmek için kullanılan ortak kavram “fıtrat” kelimesidir. İslâm âlimlerinin değerlendirmesine göre fıtrat, insanın inanan bir varlık oluşundan başlayarak daha geniş anlamlar taşıyan bir kavramdır.
Fıtrat ayrıca din ve millet mânasını da ihtiva eder. Meselâ “on şey
812] et-Temhîd, XVIII, 96-97
813] Buhârî, Cenâ'iz 92, 93; Ahmed bin Hanbel, Müsned, V/9
814] M. Osman Şübeyr, IV/9, s. 161-221
815] Buhârî, Libâs, 51, 63, 64; İsti'zân 51; Müslim, Tahâret 49-51, 56; Salât 9
816] en-Nihâye, III, 457; Hayati Hökelekli, TDV. İslâm Ansiklopedisi, c. 13, s. 47-48
FITRAT
- 221 -
fıtrattandır şeklinde başlayarak; bıyıkları kısaltmak, sakalı uzatmak, dişleri misvaklamak, buruna su çekmek gibi fiilleri sayıp bunların fıtrattan olduğunu belirten rivâyetlerde817 fıtratın İslâm anlamına geldiği söylenmiştir. Bu kullanımda fıtratın “peygamberlerin sünneti” anlamını taşıdığı görüşünde olanlar da mevcuttur.
İslâm âlimleri, insanda fıtrat adını verdikleri yaradılıştan gelen özel bir yapının var olduğu fikrinde birleşmekle beraber, bu temel anlama ilâveten fıtrata başka mânalar yüklemekte ve bu açıdan birbirlerinden farklı görüşler ileri sürmektedirler. 818
Fıtratın ne olduğu hakkında sahip olunan düşüncelerde genelde üç ana delile dayanılmıştır. Bunlar Kur’ân-ı Kerim’de Rûm Sûresi, 30. âyeti ile A’râf Sûresi’nde bütün insanların Allah’ı Rab olarak kabul ettiklerine dair alınan sözü zikreden mîsâk âyeti 819 ve meşhur fıtrat hadisi. Hz. Peygamber’e izafe edilen rivâyete göre Rasûlullah şöyle buyurmuştur: “Dünyaya gelen hiçbir çocuk yoktur ki fıtrat üzere doğmasın. Daha sonra ebeveyni onu yahudi, hıristiyan, veya mecûsî yapar. Tıpkı hayvanın yavrusunu sapa sağlam, organları yerli yerinde doğurması gibi. Siz onda bir eksiklik görüyor musunuz?” Sonra Ebû Hüreyre (ö. 58/678) şu mealdeki âyeti okumuştur: “Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa ona çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur.” 820 Bunun yanında bütün insanların hanîf olarak yaratıldığı, daha sonra şeytanların onları dinlerinden çevirdiğini bildiren hadis 821 bu tartışmalarda zikredilir.
Fıtratın Farklı Yorumları
Birbiriyle aynı veya benzer delillerden hareket etmelerine rağmen İslâm âlimleri arasında “fıtratın ne olduğu?” sorusu farklı şekillerde cevaplanmıştır. Verilen cevapları beş kategori altında incelemek mümkündür.
1. Selefî âlimlerinin çoğunlukla benimsediği anlayışa göre fıtrat, İslâm anlamına gelmektedir. 822
Mu’tezile ve Eş’arîler de bu görüşe iştirak etmişlerdir.823 Bu durumda her çocuğun fıtrat üzere yaratılması, İslâm üzere yaratılması demektir.824 Bu anlayışa göre aslî ve fıtrî din İslâm olup, zamanla, hadisin de bildirdiği gibi, ebeveynin tesiri ve çevrenin etkisiyle farklı dinleri benimseme, fıtrattan sapmadır. Fıtratı İslâm olarak açıklayanlar yukarıdaki delillerle birlikte insanların başlangıçta tek bir ümmetken sonradan kendilerine peygamberler gönderildiğini bildiren nassı 825 da delil olarak kullanırlar. Fıtratı İslâm olarak tanımlayanlar gayri müslimlerin çocuklarını da müslüman olarak kabul etmişlerdir.
817] Müslim, Tahâret 56; Tirmizî, Edeb 14; Ebû Dâvûd, Tahâret 29; Ahmed bin Hanbel, VI, 137; İbn Mâce, Tahâret 8; Nesâî, Ziynet 1
818] krş. Murtaza Mutahhari, Fıtrat Üzerine, s. 136
819] 7/A’râf, 172
820] Buhârî, Cenâiz 80, 93; Müslim, Kader 6; Ahmed bin Hanbel, II, 275, 393, 410
821] Müslim, Cennet 16; Ahmed bin Hanbel, IV, 162-163
822] İbn Abdülber, et-Temhîd, XVIII, 72; İbn Teymiyye, "Fî kelâm ale'l-fıtra", Mecmuatü'r-Resâil, s. 317; Tehânevî, Keşşaf, "Fıtrat" md.
823] Mâtürîdî, Risâle fi'l-Akaid, s. 19
824] Sübkî, Küllü mevlûdin, s. 19
825] 2/Bakara, 213
- 222 -
KUR’AN KAVRAMLARI
2. Bir kısım âlimler ise fıtratın İslâm demek olduğunu kabul etmekle beraber, bu halin sadece müslüman doğanlar için söz konusu olduğunu ileri sürerler.826 Bu görüş sahipleri her çocuğun fıtrat üzere doğduğunu beyan eden hadisin umum ifâde etmediğini bu durumun sadece müslümanlar için söz konusu olduğunu belirtmişlerdir. Aslında bu anlayış birinci yaklaşımla aynı olmakla beraber, İslâm oluşu sadece müslümanlara hasretmesi açısından bu düşüncenin sınırlandırılmış halidir. Onlara göre fıtrat üzere yaratılmak bütün insanlara ait bir özellik olmayıp, sadece müslümanların vasfıdır.
3. Fıtrat, Yaratan’ın kullarından aldığı mîsâka delâlet eder827 veya fıtrat tevhide şâhid olmaktır.828 Buna göre bütün insanlar rubûbiyyet ve tevhid şuuruyla dünyaya gelirler. Allah’ın rablığı fıtratla bilinir.829 İbn Kesîr (ö. 774/1373) selef ve haleften bazılarının fıtratla, tevhid üzere yaratılmayı anladıklarını nakletmiştir. Elest bezmindeki ikrar insandaki bu yapıyı ortaya koymaktadır. 830 Bu düşünceyi kabul edenler fıtratı İslâm olarak izah edenlerle benzer delilleri kullanırlar.
4. Fıtrat, kişinin, başlangıçta Allah’ın ilminde olduğu şekliyle mü’min ya da kâfir olarak yaratılmasıdır.831 Buna göre başlangıçta mü’min olarak yaratılanlar mü’min olarak, kâfir olarak yaratılanlar da kâfir olarak öleceklerdir. Ahmed bin Hanbel’den (ö.241/855) rivâyet edilen görüşlerden biri de budur. Ona fıtrat üzere yaratılışın ne olduğu sorulmuş o da “saâdet veya şekavet üzere yaratılış” şeklinde cevap vermiştir. 832
Ahmed bin Hanbel’in (ö.241/855) bu görüşte olduğu ancak daha sonra terk ettiği şeklinde açıklamalar da mevcuttur.833 Bu anlayışın savunulmasında ağırlıklı olan düşünce, konuyla ilgili naslardan elde edilen sonuçlardan ziyade, insanın iman veya inkâr etmesini onun kendi fiillerine bağlayan Kaderiyye düşüncesini benimseyenleri reddetmektir. 834
Onlar bu amacı gerçekleştirdiği için böyle bir düşünceyi kabul etmişlerdir. Görüşlerine Allah’ın bir grubu doğru yola ilettiğini, bir grup hakkında da sapıklığın gerçekleştiğini bildiren âyetle,835 âyetin tefsirinde zikredilen hadisleri delil getirmişlerdir. Ayrıca insanların mü’min ve kâfir olarak yaratıldığını ifâde eden hadisle, Hızır’ın öldürdüğü çocuğun kâfir olarak yaratıldığını bildiren hadis gibi rivâyetleri kullanmışlardır. Ancak bu düşünce yaygın olarak kabul edilmeyip, bir kısım âlimler tarafından zayıf görülüp eleştirilmiştir. 836
5. Fıtrat insanın iman veya küfürden selim olarak yaratılmasıdır. 837 Ancak, insan iman ve küfürden birini seçme istidadına sahip olarak yaratılmıştır. Bir
826] bk. Kurtubî, Tefsîr, XIV, 19; Hayati Hökelekli, "Fıtrat", DİA, XIII, 47
827] İbn Abdülber, a.g.e., XVIII, 90; Fahreddin er-Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, XV, 119-120
828] Sübkî, a.g.e., a.y.
829] İbn Teymiyye, a.g.e., s. 318, 321, 324; Mâtürîdî, Te'vîlât, 273a
830] İbn Kesîr, Tefsîrü'l-Kur'ân, III, 505
831] İbn Manzûr, Lisânü'l-Arab, "Ftr" md.; Sübkî, a.g.e., s. 18
832] bk. İbn Abdülber, a.g.e., XVIII,.78; İbn Teymiyye, a.g.e., s. 319; Sübkî, a.g.e., s. 17
833] eş-Şerî'a, s. 169; krş. Mustafa Akçay, Dini Sorumluluk Açısından Fetret Ehli, s. 74
834] Mustafa Akçay, a.g.e., s. 75
835] 7/A'râf, 30
836] bk. Kurtubî, a.g.e., a.y.
837] İbn Abdülber, et-Temhîd, XVIII, 69; İbn Manzûr, a.g.e., a.y.; Tehânevî, Keşşaf, "Fıtrat" md.; Sübkî, a.g.e., s. 16
FITRAT
- 223 -
kısım âlimler doğan çocuğun ne küfür ne de tasdik üzere, ne hayır ne şer üzere olmayıp her iki tarafa da meyledecek istidatta yaratıldığını; iyi ve kötü bütün ahlâka ve her çeşit ilme sadece kabiliyeti olduğunu kabul etmişlerdir. 838 Bu duruma göre “birtakım doğal eğilimlerle gelen insan ruhu beyaz bir sayfa gibidir. Üzerine yazılanı alır. Toprak kendisine ekileni bitirdiği gibi insan da kendisine aşılanan düşünceleri alır.”839 Bu son ifâdelerin sahibi S. Ateş’in de fıtratı her iki tarafa da meyledebilecek bir yetenek olarak kabul ettiği izlenimi doğmakla beraber, onun eserinin bir başka yerinde her insanda Allah inancının var olduğunu ve bu inancın sonradan kazanılmayıp yaratılıştan kaynaklandığını840 ifâde etmesi birbiriyle çelişik bir görünüm arz etmektedir. Benzer bir durum Ebû Hanîfe’nin (ö.150/767) yazılarında da tespit edilmiştir. İmam, el-Fıkhü’l-ekber adlı eserinde hem “Allah’ın insanları küfür ve imandan hâlî olarak yarattığını, yaratılıştan imana veya küfre zorlamadığı, onları mü’min veya kâfir olarak yaratmadığını” belirtmekte hem de mîsâk âyetini zikrederek insanların bu fıtrat üzere doğduklarını, küfre sapanın bu fıtratı değiştirip bozduğunu açıklamaktadır.841 Aslında burada çelişki değil, vurgu farkı vardır. Açıklanmak istenen, insanın yaratılışının onu imana veya küfre icbar edecek bir nitelikte olmadığı, iman ve küfrün kulun fiili olduğu düşüncesidir.
İnsanın iman ve küfürden sâlim yaratıldığı düşüncesini kişinin dini kabule, hakkı tanıyıp boyun eğmeye uygun bir yapıda yaratılması veya “tevhidi ve İslâm Dini’ni kabul edecek, reddetmeyecek yapıda yaratılması”,842 “dini kabule hazırlanmış yaratılış”,843 “gerçeğe meyletme yeteneği”,844 “Allah’ı ve onun birliğini bilme hususunda doğal istidat”,845 “Allah’a inanmaya ve O’na ibâdet etmeye doğuştan olan ihtiyaç” 846 şeklinde biraz daha özelleştirenler de mevcuttur. Bu görüşün dayanağı Kur’ân’da f-t-r kökünden türeyen kelimelerin kullanımından hareket ederek fıtratın hilkat anlamına geldiği fikridir. Buna göre fıtrat hadisinde Hz. Peygamber “her doğan çocuk marifet elde edebilecek yani akıl yürütebilecek çağa ulaştığında Rabbini bilebileceği bir yaratılış hali üzere doğar” demektedir.
Fıtratla İlgili Yorumların Değerlendirilmesi
Fıtrat üzerinde açıklama yapan her düşünce sahibi kendi görüşünü temellendirmek için başlangıçta zikredilen naslarla birlikte muhtelif delilleri kullanmıştır. Esasen fıtratı İslâm, mîsâk, hatta tevhidi kabul edecek bir yapıda yaratılış gibi imanın konusuna işaret ederek tanımlayanlar, her ne kadar ilk bakışta farklı bir düşünce olarak görülse de, temelde fıtrata nötr bir istidat olmaktan öte olumlu mânalar yüklemeleri hususunda birleşirler.
Bu temel husustan hareket edildiğinde fıtrat, yönü ve konusu belirlenmiş inanma hali veya konusu değişebilen nötr bir inanma istidadı olarak iki ana
838] bk. İbn Teymiyye, "Fî kelâm ale'l-fıtra", Mecmuatü'r-resâil, s. 319
839] Süleyman Ateş, Yüce Kur'ân'm Çağdaş Tefsiri, VII, 21
840] a.mlf, a.g.e., III, 413
841] Ebû Hanîfe, Fıkhu'l-ekber, s. 72
842] Zemahşerî, el-Keşşâf, V, 9
843] Cürcânî, Tarîfât, "Fıtrat" md.
844] Cevdet Said, Bireysel ve Toplumsal Değişmenin Yasaları, s. 54
845] M. Osman Necati, Kur'an ve Psikoloji, s. 40
846] Yâsin Muhammed, "Fıtrat ve İslâm Psikolojisi" İslâmî Sosyal Bilimler, IH/2 (1999), s. 44
- 224 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kısma ayrılır. İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu birinci anlayışı benimsemekte ancak daha ziyâde son devir âlimleri arasında ikinci yorumu kabul edenler bulunmaktadır.847 Fıtrat üzerine master tezi hazırlayan Yasin Muhammed çağdaş düşünürler arasında fıtratın iki yönlü (duâl) bir yetenek olduğu şeklinde üçüncü bir anlayışı verirse,848 Seyyid Kutub (1906-1967) ve Ali Şeriati’nin (1933-1977) bu anlayışta olduğunu belirtir.849 Yazar, Seyyid Kutub’un Şems Sûresi’nde insana iyiliğin ve kötülüğün ilham edildiğini bildiren âyetin tefsirindeki beyanlarından hareketle böyle bir sonuca varmış görünmektedir. Ancak Seyyid Kutub mîsâk âyetinin tefsirinde tevhid gerçeğinin insanın fıtratında gizli olduğunu belirtmektedir.850 O halde Yasin Muhammed’in Seyyid Kutub hakkındaki düşüncesi isâbetli görünmemektedir. Benzer bir yorum Şeriati’nin konuyla ilgili fikri verilirken yapılmıştır. Şeriati insanda iki farklı yön bulunduğunu belirtir. O, bu birbirine zıt iki yönü insanın bir taraftan balçıktan yaratılması diğer taraftan da İlâhî ruhtan bir parça taşımasına dayandırır.851 Ancak Şeriati’nin buradaki kastı insanın yaratılıştan rubûbiyyet şuuru içinde olduğunu reddetmek değildir. Aksine o, insandaki tapınma/ibâdet temâyülünün yaratılıştan gelen içgüdüsel bir karakterde olduğunu savunur.852 Bu durumda onun fıtrata olumlu mâna vermediğini ileri sürmek pek doğru bir yaklaşım olmasa gerektir. Bu bağlamda biz fıtratın duâl bir şekilde anlaşıldığı düşüncesine katılmadığımızı, daha açık bir ifâdeyle, zaten bu anlayışının temsilcisi olarak zikredilen şahısların, aslında bu görüşte olduklarının tam anlamıyla temellendirilemediğini belirtme gereğini hissediyoruz.
Aslında fıtratın nötr bir kabiliyet olduğu düşüncesi realiteyi daha iyi izah eder görünse de naslar çerçevesinde düşünüldüğünde onun, yönü belirlenmemiş bir yetenekten ziyâde, en azından insanın rubûbiyyet şuurunu taşıyarak, Hakk’ı kabule uygun bir yapıda yaratılmış olduğu fikri ağırlık kazanmaktadır. Zira Rûm Sûresi’nde hanîf dini Allah’ın fıtratı olarak ortaya konulmuş ve insanın bu hal üzere yaratıldığı belirtilmiş ve yüzün Allah’ın yaratılışına çevrilmesi istenmiştir. Bu bize İbn Teymiyye’nin (ö.728/1328) de belirttiği gibi fıtratın nötr bir kabiliyetten öte müsbet bir yapısı olduğunu gösterir, aksi halde vahiy tarafından övülmesi anlamsız olurdu. 853
Bu bağlamda fıtratın insanın yaratılışında Hakk’ı tanımaya müsait bir yapıda oluşu şeklinde konusuna da işaret edilerek açıklanışı, izah edenlerin dinî yapıları da düşünüldüğünde daha iyi anlaşılacaktır. Her şeyden önce evrenin yegâne hâkiminin Allah olduğunu kabul eden ve mensup oldukları dinin, insana Rabbi tarafından gönderilmiş tek ve mutlak Hak Din olduğuna inanan insanın, yaratılışında taşıdığı inanma temâyülünün, onun Rabbi tarafından gönderilen dine doğru olduğunu ileri sürmesi, kişinin inancıyla tamamen uyumlu bir açıklamadır.
Bu, âdeta Fâtır (Yaradan) sıfatının yegâne sahibi olan Allah’ın eseri olan insana kendi mührünü basması demektir. A’râf Sûresi’nde başlangıçta insanın Rabbini kabul ettiğini bildiren mîsâk âyetinde de aynı gerçek ortaya konulmaktadır.
847] Hayati Hökelekli, "Fıtrat", DİA, XIII, 47
848] Yasien Mohamed, Fıtrah, The hîamic Concept of Human Nature, s. 64
849] Yasien Mohamed, a.g.e., s. 73
850] Seyyid Kutub, Fi zilâl, III, 102
851] Ali Şeriati, İslâm Sosyolojisi Üzerine, s. 85
852] Ali Şeriati, Sanat, s. 47
853] İbn Teymiyye, "Fî kelâm ale'l-fıtra", Mecmuatü'r-resâil, s. 319
FITRAT
- 225 -
Burada insanın mü’min veya kâfir olarak dünyaya gelişinin bildirilmesinden öte insanın da aynı evrendeki canlı cansız diğer varlıklar gibi, istese de istemese de Rabbinin yaratışına tâbi olduğuna, ulûhiyyet açısından bütün âlemde tasdik edilen tevhidi, insan varlığının da onayladığına işaret edilmektedir. Yeryüzündeki her şeyin semâvât ve arzın, Rabbini tesbih ettiği854 gibi insan varlığı da Rabbine boyun eğmektedir. Zira en güzel şekilde yaratılan insan varlığı Rabbini kabul edecek bir yapıya sahip olmaya diğer varlıklardan daha çok lâyıktır.855 Nitekim bu teslimiyet ve kulluk hali onun ibâdet için yaratıldığını beyan eden âyetle856 de ifâde edilmiştir. Ancak insan, yaratılışındaki bu teslimiyete irâdesiyle katılabilme hürriyetine sahiptir.
Fıtratı İslâm veya tevhid üzere oluş şeklinde tanımlayanlar dahi yaratılıştan bütün insanların sahip olduğu fıtrî imanı dünyada mü’min sıfatını almak için yeterli görmemişlerdir.857 Bu sebeple İmam Ebû Hanîfe Allah’ın hiç kimseyi küfre ve tâate zorlamadığını, kâfir veya mü’min yaratmadığını belirtir.858 O halde, imanın fıtrî ve kesbî olarak ikiye ayrılması859 anlamlıdır. Gerçekten mü’min olabilmek için kişinin kesbî imana sahip olması gerektiği açıktır. Elmalılı da dinin kaynağını fıtrî ve kesbî olmak üzere ikiye ayırmakla860 aynı hususa dikkat çekmiştir. Aslında mâlum fıtrat hadisinin değişik varyantlarında bu duruma işaret eden unsurlar mevcuttur. Meselâ Sahih-i Müslim’de “dili kendisi hakkında açıklamada bulununcaya kadar.” cümlesi vardır. Üstelik bir başka rivâyette “her doğan çocuk fıtrat üzere dünyaya gelir. Diliyle inancını ifâde edecek çağa gelince ya şükreden bir insan olur ya da inkâr eden bir insan olur.”861 hadisi de bu durumu ortaya koyar.
Neticede insan ister İslâm veya tevhid üzere, isterse de sadece dini kabule hazır olarak yaratılmış veya iman yahut inkâr halini taşımayan selim bir tabiatta yaratılmış olsun, fıtrat kişinin iman etmesinde ilk adımda benzer bir fonksiyon icrâ eder. Öncelikle her durumda insanda imana veya küfre müsait bir yapının varlığı kabul edilmiş olur. Zaten kişiyi inanan bir varlık kılan da bu özelliğidir. Eğer insan bir şeye inanmaya müsait bir yapıda olmasaydı dış dünyadan aldığı uyarımlar, etkiler onu hiç bir şeye inandıramazdı. Dış uyarım, yok olan bir şeyi var edemez. Bazı psikologlar bu düşünceden hareketle yeni doğan bir bebeğin ne dinsiz ne de anti dinsel bir varlık olduğunu, ancak dine karşı ya da din için birtakım gelişmelere sahne olabilecek potansiyele sahip olduğunu belirterek insanın kalıtım bakımından dindar bir varlık olduğunu ifâde etmişlerdir.862 “Nitekim insan dışındaki varlıklarda dine uygun bir yapı olmadığı için onlarda dinî inanç ve hayattan bahsetmek söz konusu değildir.” 863
İnsanın bu durumunu ondaki diğer duygulara benzetebiliriz. Meselâ insanda işitme duygusu olduğu için kâinattaki sesleri işitebiliyor. Eğer onda bu yapı
854] bk. 17/İsrâ, 44; 57/Hadîd, 1; 59/Haşr, 1; 61/Saff, 1
855] İbn Teymiyye, a.g.e., s. 324
856] 51/Zâriyât, 56
857] Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu'1-gayb, XXV, 120
858] Ebû Hanîfe, Fıkhü'l-ekber, s. 72; Ali el-Karî, Şerhu'l- Fıkhu'l-ekber, s. 77
859] Ali el-Karî, a.g.e., s. 75
860] Elmalılı, Hak Dini, V/3824
861] Ahmed bin Hanbel, IV, 353
862] bk. İbrahim N. Özgür, Çocuk Psikolojisi, s. 217
863] Mustafa Akçay, Dini Sorumluluk Açısından Fetret Ehli, s. 87
- 226 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olmasaydı ne kadar fazla ses olursa olsun insan işitmeye muktedir olamazdı. Aynı şekilde insanda görmeyi, renkleri ayırt etmeyi sağlayan bir yapı olduğundan dolayı insan etrafındaki varlıkları görür ve ayırt eder. Eğer insan bu kabiliyette yaratılmış olmasaydı, dış dünyayı algılayacak duyulara sahip olmasaydı, göremezdi. Fıtratı, Rabbin rubûbiyyet ve vahdâniyyeti kendisiyle bilinen Allah şuuru (mârifetullah) olarak açıklamakla birlikte Mâtürîdî (ö.333/944) onu yeni doğan bebekteki emme içgüdüsüne benzetir.864 Eğer çocukta bu güdü olmasaydı emme fiili gerçekleşmezdi.
Elbetteki onun işiteceği ve göreceği nesneleri belirleyen hâricî sebeplerdir ama insan, bunları algılayabilecek bir yetenekte yaratılmıştır. Aynı durum İslâm literatüründe fıtrat adı verilen dinî yapı için de söz konusudur. Onun konusu dış dünyada alınan verilere göre belirlenmektedir. Nitekim konuyla ilgili hadisler bu gerçeği ifâde ederek, insanın fıtratını Hakk’a iman etme için yeter sebep saymamış, âilenin fonksiyonunu vurgulamıştır.
Buna ilâveten fıtratı, konusuna da işaret ederek açıklayanlara göre dış uyarımlar almadığı zaman dahi fıtrat insanın Rabbini bulmasına yardımcı olabilir. Zira insanın zihnî ve duygusal yapısı Hakk’ı bulabilecek yeterlilikte olmaktadır. Bezm-i elesti mecaz olarak yorumlayanlara göre Allah insanı kendi ulûhiyyetini kavramalarına yetecek ölçüde bilgi kapasitesiyle donatmış, böylelikle sanki ona “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sormuş onlar da evet diyerek bunu tasdik etmişlerdir. 865
Üstelik Kur’ân dış dünyanın çeldirici etkenleri olmasa kişinin taşıdığı bu yapının onu Hakk’a ileteceğine işaret etmektedir. Bunun en güzel örneği, günlük hayatında Allah’ı inkâr eden kişinin, sığınacağı hiçbir kimse kalmadığı zaman ortaya koyduğu ruh halidir. Kur’ân’da bu hal şiddetli bir fırtına esnâsında bir gemide olan kâfirin, dini Allah’a has kıldığı anlatılarak açıklanır. Burada hâricî etkenlerden sıyrılan, onların geçiciliği ve önemsizliğinin farkına varan kişi Rabbine sığınmakta, gaflet örtüsü kalkmakta ve kişi Rabbinin varlığının farkına varmaktadır. 866
Modern psikolojide yapılan anketler de benzer sonuçlar vermektedir. Araştırmalara göre kendilerine muhtelif tasvirler sunulan ve içinde bulundukları ortamda âdeta kendilerine gösterilen sahneyi yaşıyormuş psikolojisine sokulan insanlar, en fazla boğulma sahnesinde Allah’a sığınmışlar; boğulma psikolojisi onların duâ etme eğilimini artırmıştır. 867
Diğer bir husus; bir müslümana göre insan, ancak Hakk’a boyun eğdiği zaman kendi varlığıyla, yaratılışıyla çelişmeyecek, uyumlu olacaktır. Bu durumda insanın Hak’tan başkasına yönelmesi, yaratılışına aykırı davranması demektir. İşte böyle bir halde fıtratın kişinin Hakk’ı bulmasında yardımcı oiması mümkündür. 868
İnsanî Dengeler Açısından Fıtrat
864] Mâtürîdî, Te'vîlât, 564a
865] Yusuf Şevki Yavuz, "Bezm-i Elest", DİA, VI, 107
866] Âmulî, el-Akîde, s. 52
867] bk. Antoine Vergote, Din İnanç ve İnançsızlık, s. 49
868] Hülya Alper, İmanın Psikolojik Yapısı, Rağbet Y., s. 162-170
FITRAT
- 227 -
İnsan parçalanmaz bir bütündür. Onda imtiyazlı hiçbir saha yoktur. İç dünyasının coşkunluğunda her şeyin bir mânâsı vardır. İnsan hakkında yapılacak araştırma, onun iç dünyasında daha derin keşifleri mümkün kılacaktır. Bu incelemeler, aynı zamanda, her parçayı bütününe göre etüt etme gerekliliğine cevap verebilmelidir. İnsan, özünde İlâhî bir söz taşımaktadır. Mutlak yaratıcı, ona bu sözü ilka etmiştir.869 İnsan kendisine ilka edilen bu sözün gereğini yerine getirebilecek donanıma sahiptir. İnsan; doğuştan, bozulmamış, aslî ve saf bir yaratılışa sahiptir. Bu yaratılış, insanın bir değer olarak varlık alanına çıkmasını irâde edene İlâhî İrâde’nin tasarımına tam olarak cevap verebilecek niteliktedir. Bu nitelik “fıtrat” olarak adlandırılmış ve fıtrat, ısrarla izlenmesi gereken bir yol olarak takdim edilmiştir. 870
Fıtrat, bir bakıma, ekilmiş bir tarlada tohumların patlaması, birtakım değerlerle donatılmış hazinenin kapılarının açılması ve içerideki kıymetli metâların parıltısının dışarıya yansıması görünümünde bir olgudur. Bundan dolayı fıtratta var olan, böylece de fıtrî bir niteliğe sahip olan her bir tezâhür, aslı itibarıyla önemlidir ve olumludur. Fıtratta olumsuz bir tohum yoktur. İnsanın kerîm olması da871 buradan kaynaklanmaktadır.
Fıtratla ilgili hadisi,872 et-Temhîd isimli eserinde ayrıntılı bir şekilde yorumlayan şârihlerden İbnu Abdi’1-Berr (368/463), fıtrat terimi ile ilgili altı ayrı tanıma yer vermiştir: Bu tanımları; “ilk yaratılışta Allah’ın insan tabiatına yerleştirdiği yaratanını tanıma eğilimi, doğan çocuğun müslüman olarak doğması, dolayısıyla fıtrattan maksadın İslâm olduğu, fıtratın başlangıç anlamını içermesinden hareketle, Allah’ın her insan için başlangıçta belirlediği ve değişmesi mümkün olmayan mü’minse mü’min, kâfirse kâfir şeklindeki inanç açısından durumu ve bunun tabii sonucu, Allah’ın Âdemoğlundan başlangıçta misak alması esnâsında, Allah’ın Rabliğini, isteyerek ve can ü gönülden kabul edenler fıtrat üzere olmayı temsil ederken, zorla kabul edenlerin ise, fıtratın dışında kalmış olmaları, zorla veya istekli şeklinde bir ayırıma gitmeksizin, Allah’ın insandan başlangıçta kendi rubûbiyetini tasdike dayalı olarak aldığı misak ve nihâyet, Allah’ın kullarını kalplerini dilediği gibi evirip çevirmesi” şeklinde delilleriyle birlikte kritik ederek özetledikten sonra kendi tercihine de yer verir. Ona göre, fıtrattan maksat, dengeli yaratılış (selâmet) ve istikamettir. Çünkü Allah, “Ben bütün kullarımı hanifler olarak yarattım.”873 buyurmaktadır. Hadiste yer alan hanif kelimesi Arap lisanında, müstakim, sâlim anlamındadır.874 İbn Teymiyye buradaki selâmeti, gönlün bâtıl inançlardan arındırılmış, sahih olan inançları kabul anlamında değerlendirmiştir. Ona göre, kişinin ana ve babasının yahûdi veya hıristiyan olmasının onun fıtratı üzerinde etkili olması, bâtıl ve fâsit olan şeylerin ârızî olduğunu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla eğer insan dışarıdan olumsuz bir etkiye kapılmaz ise, fıtratının selâmeti ile İslâm’a ulaşır. 875
İlgili hadisin son bölümünde yer alan “tıpkı bir hayvandan yaratılışı tam bir
869] 2/Bakara, 31; 7/A’râf, 172
870] 30/Rûm, 30
871] 17/İsrâ, 80
872] Buhârî, Cenâiz 79, 80, 93; Müslim, Kader 22-25
873] Müslim, Cennet 63, Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV/162
874] İbn Abdilber, et-Temhîd, Tıtvan 1987, XVIII, 57-97
875] İbn Teymiyye, Fetâvâ, IV, 245
- 228 -
KUR’AN KAVRAMLARI
hayvanın dünyaya gelmesi gibi. Hiç kulağı kesik ve enenmiş bir hayvan yavrusu gördünüz mü?” ifâdesinden fıtratın sadece insanlara ait değil, tüm varlıkta geçerli bir kanun olduğunu anlamak mümkün gözükmektedir. Bütün varlıklar kendilerine ait fıtratları doğrultusunda hareket ederler. İnsanın uzuvları, diğer hayvanların oluşumu ve hayatiyetlerini sürdürmeleri ve bütün bir yeryüzü ve semâ, genel bir ifâde ile yaratılmış olan her varlığın kendine özgü fıtratı vardır ve her şey kendilerine ait fıtratlarından kaynaklanan fonksiyonlarını yerine getirirler.
Bu açıdan bakıldığında, her şeyin fıtratını ve ilgili kanunlarını koyan Allah olduğuna göre, tüm varlıkların kendilerine özgü fıtratlarına uygun davranmaları sebebiyle, Allah’a teslim olmuşlardır ve bu anlamda onlar müslümandır. İslâm’ın fıtrat dini oluşunu da bu açıdan değerlendirmek yerinde olur.
Hadiste ifâdesini bulan bir başka önemli husus da, fıtratın davranışlar üzerinde belirleyici bir etkisi olmakla beraber, bunun zorlayıcı olmamasıdır. Fıtrat, çevre şartlarına göre şekle giren esnek bir tabiata sahiptir. Her ne kadar insanda Allah’a inanmaya ve bağlanmaya yönelik bir eğilim varsa da, çevre şartları bunu, İslâm’ın dışında bir başka din ve inanç kalıbına göre geliştirip şekillendirmeye ya da onu büsbütün köreltip ortadan kaldırmaya yönelik bir etki gösterebilmektedir. Buna göre, çocuk doğduğu anda onda hazır ve sınırları belirlenmiş bir din ya da Allah inancı yoktur, fakat buna tabii bir eğilim vardır. 876
Râgıb el-İsfahânî ise fıtratı; “süzülmüş bir biçim, görünüş veya cisim üzerinde bir şeyi meydana getirmek, özellikleriyle ortaya koymak” olarak tanımladıktan sonra, bu özelliğin, insanın özüne yerleştirilmiş “Allah’a imana sevk edici gizli bir güç” olduğunu söyler ve buna “Onlara kendilerini kimin yarattığını sorarsan, mutlaka Allah diyeceklerdir” 877 âyetini delil olarak gösterir.878 Benzer bir tanıma yer veren Seyyid Şerif el-Cürcânî ise fıtratı, “dini kabule müsait bir karakterde yaratılış” olarak tanımlar.879 Daha genel bir ifâde kullanan Ebû’l-Bekâ da fıtratı, “yaratılmış olan her varlığın ilk oluşumunda kendisini başkalarından ayırıcı olarak özüne yerleştirilen nitelikler”, şeklinde tarif eder. 880
Buraya kadar söylediklerimizden hareketle fıtratı; insanın ve diğer tüm varlıkların zamana ve mekâna göre değişmeyen yönü, başka bir anlatışla, ilk yaratma faâliyeti sonucu yaratılışın aldığı ilk tarz ve şekli, henüz dış tesirlerle etkilenmemiş ve başkalaşıma uğramamış olan varoluşun ilk saf halini ifâde eden teknik bir terim olarak anlamak mümkündür. Fıtrat, bütün insanlar için ortak ve genel olan yaratılış özelliğidir. İslâm anlayışına göre bu yaratılış tam, eksiksiz, kusursuz gelişip olgunlaşmaya elverişlidir. 881
İnsanın yapacağı tek şey, zaten doğruyu ve hakikati bulmaya müsait şekilde yaratılmış olan duyularını ve aklını, yaratılış amaçları doğrultusunda kullanmak ve onlardan gereği gibi faydalanmaktır. İnsan doğruyu ve hakikati bilecek şekilde yaratılmıştır. Bunun için de, kabiliyetlerini gereği gibi ve doğru olarak kullanıp düşünme ve araştırma eylemlerini kesintisiz sürdürmelidir. Çünkü fıtrat,
876] Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi, Ankara, 1993, s., 125-126
877] 43/Zuhruf, 87
878] Müfredât, s. 384
879] Ta’rifât, s. 168
880] Külliyât, s. 697
881] Hökelekli, Din Psikolojisi, s. 124
FITRAT
- 229 -
ancak bilgi, eğitim ve ahlâk yoluyla gelişip olgunlaşır. 882
Fıtrat; duyu, akıl, içgüdü ve ruhsal haberdarlık yoluyla, doğru ve yanlış arasında ayırım yapmayı sağlayan bir araçtır. İnsan bu aracın rehberliğini dikkate alarak kendini ve etrafındaki nesnelerin gerçekliğini anlamaya çalıştığında, elde ettiği bilgi, objesine uygun bir şekilde meydana gelecektir. O halde duyular ve aklın doğru olarak kullanılmasıyla, bilginin, objesine uygun, yani doğru bir bilgi olarak meydana gelmesini sağlayacak bir kabiliyet, başka bir deyişle bilginin doğruluğunu temin eden kriterler insana yaratılışta verilmiştir. Fıtratın hakemliği ile ulaşılan bilginin en yüksek boyutu varoluş ile Allah’ın birliği arasındaki ayırımdır. İnsan, yaratılıştan gelen işaretleri yani âyetleri okuma ve anlama kabiliyetine sahiptir. Bu işaretleri; anlama, Allah’ın birliğindeki tüm varlıkların kaynağını anlamaya yol açar. Fıtrat, bu çeşitli analitik seviyelerin ve onların karşılıklı işaret ve sonuçlarının bir anlayış ve görüş geliştirmek üzere ifâde edilmesini sağlayan bir kabiliyettir. Fıtrat, doğuştan gelen her insan tarafından sahip olunan bir akıl, bir ahlâk duygusu olduğundan, bilinçli bir şekilde uygulandığında, insanın, hayatın sosyal ve kültürel yönlerini armonik bir denge halinde düzenlenmesini kolaylaştırır. 883
Fıtratı önceden kurulmuş bir âhenk olarak algılamak, yerinde bir değerlendirmedir. Tabii haliyle bütün bir varoluşun dünyası, kendi arasında uyumu ve dengeyi ortaya koyan fıtratlarına uygun seyrini sürdürmektedir. Tüm bozulmalar, her şeyin kendi fıtratının izini takip etmemesiyle meydana gelmektedir. İnsan fıtratı insan için, bir atın doğasının o atı belirlemesi gibi, belirleyici bir niteliğe sahiptir. Bir insanın üstün meziyetlere sahip olması veya ahlâksızlıklar içinde kalması, başarı veya acı çekmesi ve aktif veya pasif oluşu, kendine mahsus fıtratının ifâde ettiği modele ne ölçüde yaklaşıp yaklaşamadığına bağlıdır. İnsanın özgürlüğü ve refahı, fıtrî modelinin rehberliğinde kendisini gerçekleştirmesi ile mümkündür. Bundan dolayı İlâhî vahiy, insanı daima asıl ve temiz fıtratını korumaya dâvet etmekte, tüm yanlışlıklarının fıtratının sesine kulak vermemesi sonucu meydana geldiğini hatırlatmaktadır. Bundan dolayı Allah, kurtuluşa ermenin yolu olarak, bir bakıma terk edilen asla yeniden dönmek anlamına geleni “tevbe”yi önermektedir. 884
Allah Rahîm ve Vedûd’dur.885 Eğer Allah’ın sevgi sıfatı olmasaydı, kullarına hidâyet yollarını göstermez, mü’min kulunun tevbesinden dolayı sevinç duymazdı. Öyle ki hadiste, üzerinde azığı bulunan devesini çölde kaybeden kişinin, yorgunluktan uykuya dalıp, uyandığında devesini kaybettiği yerde bulması ile nasıl sevinirse, Allah da mü’min kulunun tevbesine o denli sevineceği haber verilmektedir.886 Tıpkı bunun gibi, kendisine gaflet ârız olup da, hevâ ve heves çöllerinde kimliğini kaybeden kişinin yapacağı şey, hemen terk ettiği ilk mekânına yani bozulmamış sâf fıtratına teslimiyetle dönmesidir. Şüphesiz kaybettiği şeyi orada bulacaktır. Tevbe, terk edilen fıtrata gönül huzuru ile geri dönmektir.887 Sevgi
882] Gazâlî, İhyâ, III, 56
883] İslâmî Antropolojinin Oluşturulması, s. 126
884] 24/Nûr, 31
885] 11/Hûd, 90
886] Buhârî, Deavât 3; Müslim, Tevbe 2, 3; Tirmizî, Kıyâme 49; Ahmed bin Hanbel, Müsned, I/383
887] RB, IV/177
- 230 -
KUR’AN KAVRAMLARI
dolu olan Allah’ın zaman zaman kimi uyarılar yapması, insanın terk ettiği asla yeniden dönmesini sağlamaktır. Terk edilen asıl, şüphesiz insanın temiz fıtratıdır. Nitekim Kur’an’da: “Hâlbuki kendilerine gösterdiğimiz her işaret, öncekinden daha etkileyici idi ve her defasında onları belki (Bize) dönerler diye azâba çarptırdık.” 888 şeklinde anlatılan “dönerler” ifâdesi ile ilgili Muhammed Esed şunları kaydetmektedir: “Allah’a dönme kavramı, Allah’ın varlığını kavrama içgüdüsel yeteneğinin insan tabiatında mevcut olduğunu, Allah’tan uzaklaşmanın ise aslî bir eğilim veya durum olmayıp yalnızca mânevî dejenerasyonun bir sonucu olduğunu îmâ eder.889
Bize göre, nasıl ki Kur’ân-ı Kerim’de yer alan Âdem’in kıssası aynı zamanda Âdemoğlunun kıssası ise, aynı şekilde Âdem’in iki oğlunun yapıp ettiklerinin de diğer Âdemoğullarının yapabileceği türden şeyler olduğunu ifâde etmektedir. Kezâ, el-İnsanın iç dünyasına ilişkin söylenenlerin de aynı şekilde, tüm insan cinsinin fıtrî olarak özünde bulunan değerler olduğunu kabul daha isabetli gözükmektedir. Muhtemeldir ki, bu niteliklerin kimi insanların kınandığı bir atmosferde yer almış olması, bahse mevzu olanların, o niteliklerini tek taraflı, diğer bağlarından kopararak meşrû sınırının dışına çıkarmış olmaları sebebiyledir. Buradan hareketle şunu söyleyebiliriz: Fıtrat, iddia edildiğinin aksine, boş sayfa değildir. Fıtrî olan her şey olumlu ve gereklidir. Fıtrat, tek düze değildir. İnsanın, beşer ve melek arasında el-İnsan olarak varlığını sürdürmesine ihtiyaç duyacağı çift kutuplu olma özelliğine sahip her türlü potansiyele sahiptir. Önemli olan, insanın çift yönlü olan bu potansiyel imkânlarının sınırlarını tahrip etmeden, her şeyi kendi zaman ve mekânında kullanma becerisini gösterebilmesidir. İnsan realitesinin hem iyiyi, hem de kötüyü birlikte barındırdığını anlayıp kabul etmedikçe, tam anlamıyla insan olamayız.
İnsana hitap eden ve insandan bahseden Kur’ân âyetlerinin üslûbuna baktığımızda, daima ikili (mesâni) bir tarzda geldiğini görürüz. Şüphesiz, çift tabiatlı olan insanın hidâyetine vâsıta olacak olan Kelâm’ın bu tabiatı gözeterek, her iki yöne de temas etmesinden daha tabii bir şey olamaz. Örneğin Kur’ân-ı Kerim, insanlara hem müjdeleyici ve hem de uyarıcı (korkutucu) olarak gönderilmiştir.890 Çünkü insan eğer, sadece korku yönüne ağırlık verir, o tarafa doğru meylederse, sızlanarak, tahammülsüzlük gösterir. Yalnız ümit duygularını harekete geçirir ve onlara daha fazla meylederse, o takdirde şımarık ve azgın davranışlar ortaya koyar. Bundan dolayı insanın ıslahı ve düzelmesi, tabiatının sağlıklı, bedeninin hastalıktan korunmuş olması, kendisini kemâle ulaştıracak denge (itidal) üzere olmaktır. Hz. Ali’nin bir hutbe esnâsında şöyle söylediği rivâyet edilmektedir: Gerçekten insanın gönlünde olan şeyler beni hayrete düşürür. Onda ne oranda hikmet ve güzellik varsa, o oranda da onun karşısında zıtları bulunmaktadır. İnsanın gönlüne ümit rüzgârları esse, hemen onu, aşırı istekler (tamah) baskı altına alır. Kişide aşırı istekler hareketlenince de, bu defa hırs onu helâk eder. Ümitsizlik kişiyi kuşatınca, üzüntü onu öldürür. Kendisine hiddet (gazap) ârız olunca, kini şiddetlenir, rızâ ile mutlu olunca, dikkati unutur, korkuya kapılınca hüzün onu meşgul eder, herhangi bir musibete mâruz kalınca, sabırsızlığı ve derbederliği onu yıkar, bitirir, biraz mala kavuşunca, zenginlik onu azdırır, yoksulluk yakasından yapışınca, belâ ve keder onu alt eder, açlık onu yorarsa, zâfiyet
888] 43/Zuhruf, 48
889] Kur’an Mesajı, c. 3, s. 1004, 41 nolu dipnot
890] 41/Fussılet, 39
FITRAT
- 231 -
oturtur. Öyleyse her bir eksiklik (taksir) zararlı ve her bir aşırılık, fazlalık ise ifsat edicidir. 891
Fıtrat Kavramının Eğitim Açısından Değerlendirilmesi
Fıtrat kelimesi, sözlükte yarmak, yaratmak anlamındaki “fatr” kökünden isim olup yaratılış, yapı, karakter, mizaç, belli yetenek ve yatkınlığa sahip oluş, peygamberlerin sünneti, kalb-i selîm, âdetullah anlamlarında kullanılır. Fıtrat, ilk yaratılış ânında varlık türlerinin temel yapısını, karakterini ve henüz dış tesirlerden etkilenmemiş olan ilk durumlarını belirtir. Fıtrat, ilk yaratılışı kavramlaştırdığı gibi, sürüp giden her yaratılışı da anlamında toplar. Evrenin Allah’ın fıtratı üzere işleyişine sünnetullah, âdetullah, fıtratullah denir.
Fıtrat kelimesinin Kur’an terminolojisinde hangi anlamda kullanıldığı konusunda şu âyet önemlidir: “Sen, yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa ona çevir. Zira Allah’ın yaratmasında değişiklik olmaz. İşte dosdoğru din budur. İnsanların çoğu bilmez.” 892 Yine, fıtrat konusunda şu çok meşhur hadisin de önemi büyüktür: “Dünyaya gelen her insan, fıtrat üzere doğar; sonra anne ve babası onu yahudi, hırıstiyan, mecusi (farklı bir rivâyete göre veya müşrik) yapar.” 893
Bu âyet ve hadisin izahı ile ilgili olarak fıtrat tanımında farklı yaklaşımlar söz konusudur. Başta selef ulemâsı olmak üzere âlimlerin ekserisi fıtrat kelimesinin “İslâm” anlamına geldiğini ileri sürmüşlerdir. Fıtrat hadisi, insanların tabiî, aslî ve fıtrî dinlerinin İslâmiyet olduğunu, daha sonra çevre tesirleriyle farklı dinlere yönelmenin asıl ve fıtrattan sapma, hastalık ve ârıza kabul edildiğini gösterir. Bu görüşe göre gayri müslimlerin çocukları da müslüman sayılır; dünya ve âhirette müslüman muâmelesi görür. Bazı âlimler, fıtratı selâmet ve istikamet şeklinde tanımlar.
Fıtratın mâhiyeti konusunda şu âyetlerin anlamları da büyük önem taşır: “Rabbimiz, her şeye yaratılışını (varlık ve özelliğini) veren, sonra da onu doğru yolu gösterendir.”894; “Dilediğini yaratır ve onlar için hayırlı olanı seçer.”895; “De ki: Herkes kendi şâkilesine (yaratılış, mizaç ve meşrebine) göre davranır. Rabbiniz kimin en doğru yolda olduğunu bilir.”896; “Onlar, nefislerinde olanı değiştirmedikçe Allah bir toplumun durumunu değiştirmez.” 897 Kur’ân-ı Kerim’deki bu âyetler birbirini tefsir ederek fıtratın anlamını açıklar. Yine, fıtrat konusunda 16/Nahl, 78; 35/Fâtır, 43; 17/İsrâ, 77; 33/Ahzâb, 62; 40/Mü’min, 85, 48/Feth, 23; 91/Şems, 7-14; 90/Beled, 10; 76/İnsan, 3; 87/A’lâ, 14; 80/Abese, 7; 51/Zâriyat, 21; 29/Ankebût, 20; 23/Mü’minûn, 14 âyetlerine de bakılabilir.
Peygamberimiz’in şu hadisleri de fıtratın anlamını genişletmektedir: “Kötülük yapmak seni üzüyorsa, artık sen mü’minsin.” 898; “Çocuklarınıza öğreteceğiniz ilk söz
891] Fahreddin Râzi, MV, 64; Nazm, XVII, 142; Yaşar Düzenli, Kur’an Işığında Evrensel Dengeler ve İslâm, Marmara Ün. İlâhiyat Fak. Y., s. 99-101
892] 30/Rûm, 30
893] Buhâri, Cenâiz 79, 80, 93; Müslim, Kader 22-25, İman 264; Ahmed bin Hanbel, Müsned, II/ 233, 435
894] 20/Tâhâ, 50
895] 28/Kasas, 68
896] 17/İsrâ, 84
897] 13/Ra'd, 11
898] Ahmed bin Hanbel, Müsned, V/ 251-252
- 232 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Lâ ilâhe illâllah olsun.” 899; “İçini tırmalayan, kalbinde çarpıntılar oluşturan, gönlünü bulandıran şeyi terk et.” 900; “Hayır, gönlün (vicdanın) kendisine ısındığı, kalbin rahatladığı, yüreğin oturduğu şeydir. Şer de gönlün (vicdanın) kendisine ısınamadığı, kalbin mutmain olmadığı, içinde tereddüt ve ıstıraplar meydana getiren şeydir; her ne kadar müftîler hilâfına fetvâ verseler de.” 901; “Müftîler sana fetvâ verseler de bir de kalbine (vicdanına) danış.”902; “Ameller niyete göredir.” 903; “Seni işkillendiren (vicdanını rahatsız eden) şeyi bırak, işkillendirmeyene geç.”904; “Kötülük, insanın içine sıkıntı verir.”905; “Rabbim buyuruyor ki: ‘Ben bütün insanları hanîflik (sâlim fıtrat, tevhid) üzere dünyaya gönderdim. Sonra şeytanlar onları dinden saptırdılar. Benim helâl ettiklerimi onlara haram ettiler; insanlara bana ortak koşmalarını söylediler. Oysa o ortaklar hakkında hiçbir delil indirmemiştim.” 906
Fıtrat üzerinde yer yer farklı yorumlar olmakla birlikte en ma’kul olanı ve giderek en çok ilgi göreni, fıtratın, ilk yaratılış sırasında Allah’ın insan tabiatına bahşettiği yaratanını tanıma eğilimi, ruh temizliği vb. olumlu yetenek ve yatkınlıkları ifâde ettiği şeklindeki anlayıştır. Bu anlayışa göre, yeni doğanlarla ilgili fıtrat kavramı, onların yaratılış, tabiat ve mizaç bakımından genellikle temiz ve sağlıklı olduğuna işaret eder. Buna göre fıtrat; hakkı benimseme yatkınlığı şeklinde anlaşılmalıdır. Fıtrat, Allah’ın, mahlûkatını, kendisini bilip tanıyacak ve idrâk edecek bir hal, bir kabiliyet üzere yaratmasıdır. Fıtrat, ruh temizliği, Hakkı benimseme yatkınlığı, olumlu yetenek ve meyiller olarak da tanımlanır. Fıtratın insanı sırat-ı müstakime çekişi, mıknatısın demiri çekişine benzer. Mıknatıs özelliği eşyada, doğruya gidiş özelliği de insanın yaratılışında vardır.
Fıtrat hadisindeki “...sonra ebeveyni onu yahudi, hırıstiyan... yapar” ifâdesi, çocuklardaki temiz yaratılışın ve iman yatkınlığının çocuk devresinde çeşitli etkilere göre değişmeye elverişli olduğunu, dolayısıyla eğitimin önemini göstermektedir.
İbn Teymiyye, fıtratı İslâm olarak yorumlayan görüşü benimsemekle birlikte, bazı nüanslarla bu son görüşü de ma’kul bulmaktadır. Buna göre, fıtrat; nötrlük, çocuğun iyilik ve kötülüğe, iman ve inkâra eşit derecede elverişli yaratılması şeklinde anlaşılırsa, bu takdirde onun dünyaya boş bir levha gibi geldiği kabul edilmiş olur. Bu görüş ise, fıtratı öven ve onun devam ettirilmesini emreden âyetle907 ve fıtrat konusundaki hadislerle çatışır. Nitekim, fıtrat hadisinin devamındaki “...sonra ebeveyni onu yahûdi, hırıstiyan... yapar” cümlesinde “veya müslüman yapar” ifâdesinin yer almaması, fıtratın esas itibarıyla “İslâm” yahut en azından “İslâm’a yatkınlık” anlamı taşıdığını gösterir. Ayrıca İbn Teymiyye, insan fıtratındaki çizginin Allah’ın ve Allah’ın dininin tanınması ve ikrar edilmesi yönünde olduğunu, çocuğun bu yönde gelişmesi için yeni şartların hazırlanmasına bile ihtiyaç bulunmadığını söyler. Çocuğun fıtratında bulunan doğru çizgide yetişmesini engelleyecek olumsuz şartların ve âmillerin giderilmesi ve böylece
899] Abdürrezzak, Musannef IV/334
900] İbn Hibban, Hakîm
901] Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV/194
902] Dârimî, Büyû, 2
903] Buhâri, Itk 6
904] Ahmed, Nesai, Taberani
905] Müslim, Birr 14
906] Müslim, Cennet 63; Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV/162
907] 30/Rûm, 30
FITRAT
- 233 -
onun fıtrî kabiliyetinin önünün açılması yeterlidir. Hz. İbrahim’in küçük yaşlarda çevresindeki put ve şirk unsurlarına rağmen fıtratının sesiyle Allah’ı bulması ve tevhide ermesi bu tezi destekler. İslâm dünyasında felsefî roman türünde yazılmış Hay bin Yakzân gibi eserler, insanın fıtratı konusunda temelini Kur’an ve sünnetten alan bu şekildeki iyimser felsefenin sonucudur.
İslâm, insanın doğuştan iyi olduğunu kabul eder. “Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.” 908 İnsanın eğitime müsait olması, fıtratı gereğidir. Bozulma, insanda fıtrî değil; ârızîdir: “Sonra onu esfel-i sâfilîne (aşağıların aşağısına) indirdik.” 909 Her doğan Allah’ın en güzel yaratması ile doğar. Eğitim ve çevre faktörü, fıtratı ya İslâm üzere devam ettirir yahut fıtratı bozarak yaratılış amacından saptırır. Bütün insanlar hanîf olarak yaratılmakta, sonra fıtrata müdâhale eden şeytan veya onun temsilcileri onları bozmaktadır. Allah, insanın nefsini takvâ ve fücurla yoğurarak,910 ama takvâya meyilli olarak yaratmış, şeytanların hilelerine karşı kullarını Rahmân isminin tecellîsiyle yardım etmek ve Rab ismiyle eğitmek için gönderdiği vahiyle onları fıtrat dini hakkında bilgilendirmiştir. Bu yaratılış kanunu, kevnî ve şer’î şekillerde değişmeyen İlâhî bir yasadır.
Allah, iyilik ve kötülüklerle dolu dünya hayatında, rahmetiyle muâmele ederek insanın imtihanı kazanabileği şekilde iyilikten yana tercih yapabilecek bir kabiliyet, bir vicdan vermiştir. Vicdan, fıtratın sesidir. Bozulmamış, fıtratını korumuş insan, iyiden yana tavır aldığı gibi, herhangi bir şekilde Allah’ın âyetlerini de akıl ve kalple kavramaya meyillidir. Ancak insanoğlunun kalbine her an şeytan veya melekler tarafından hayır ve şer telkin edilmektedir. İşte bunu kesin olarak hidâyete çevirmek, sırât-ı müstakimde tutmak, İslâm’ın ve müslümanların görevidir. İslâm, fıtratı korur, geliştirir, nefsi arındırarak insanların kurtuluşunu gerçekleştirir. Allah, yaratıklarını en güzel şekilde yaratır ve terbiye eder. Vahye bilerek karşı çıkan insanı, şeytan ve askerleri -fıtrata aykırı her türlü eğitimci, devlet, âile, düzen- saptırdığı için fıtratı bozulmuş, vicdanı, gönlü hastalanmıştır. Bu aşamada İslâm ancak bir öğüt ve tebliğdir. Dileyen inanır, fıtratına yönelip kurtulur; dileyen fıtratını köreltip batağa sapar. Müslüman eğitimci de, insanları yaratılışlarındaki hayra eğilimli taraflarını ortaya çıkarmak ve onları yüksek ahlâka ulaştırmakla yükümlüdür. İnsanlığın şirk ve isyan bataklığından doğru yola çekilmesi, vicdanın fıtrî saflığına dönüşü, takvâ ile en güzel olana uyulması, İlâhî prensip ve İslâmî rehberliğe ulaştırmak için İslâmî eğitim şarttır.
“Çocuklarınıza öğreteceğiniz ilk söz Lâ ilâhe illâllah olsun.” 911 Dünyadaki her yeni doğan çocuk, tertemiz, sâf, her şeyi alma yeteneği ile donatılmış yapısını konuşma çağına kadar sürdürür. Bundan sonra ona kelime-i tevhid öğretilmez ve fıtratı doğrultusunda eğitilmezse âilesi -kendi eliyle direkt olarak veya medya, okul gibi çevre şartlarıyla endirekt yolla yahudi, hırıstiyan, ateist, ataist veya müşrik yapar. Bütün insanlar, Allah’a inanmak ve O’na kulluk etmekle fıtratta sebat etmelidirler. Anne babalar, kendileri veya vekilleri olan eğitimciler aracılığıyla çocuklarının fıtratlarını bozacak eğitimden sakınarak kendilerini ve ehillerini ateşten korumak zorundadırlar. Fıtratı bozmak,
908] 95/Tîn, 4
909] 95/Tîn, 5
910] 91/Şems, 8
911] Abdürrezzak, Musannef IV/334
- 234 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Allah’a karşı gelmek demektir.
İslâm’a göre hayatın anlamı ancak fıtrata uygun yaşamaktır. Hiçbir beşerî, cahilî eğitim anlayışı bunu sağlayamamıştır, sağlayamaz. Çağdaş laik eğitimin vahyin dışa yansımasına en küçük çapta bile hoşgörü ile yaklaşmaması, temiz fıtratın, selîm kalbin, saptırılmamış aklın önünü tıkamaktadır.
İslâm, insanı, Allah’a yaraşır bir kul olmak için hazırlar. İslâm’ın eğitim anlayışı da bunu hedefler. İnsanı istikamette tutmak, o yolda yürümek için insanı yeterli kılmaktır eğitim. İnsanı, dış çevresinin, Rabbine ve kendi fıtratına yabancı fikir ve davranışların etkisi dışında tutup, fıtratını dışa yansıtma sürecidir. Eğitim, yapaylıkla fıtrîliğin mücadelesinde fıtratın gâlip gelmesini temin etmektir. Dış hayat, insan için bir mücâdele, bir cihad alanı olduğuna göre; insanı bu savaş için gerekli olan silâhlarla donatmaktır eğitim. Bu silahlar: İlim, iman ve düşmanla mücâdele tekniğidir. Bu düşman, başta şeytan olduğu gibi, onun içimizdeki temsilcisi hevâ, İslâm dışı düzendeki temsilcisi tâğut ve aynı zamanda cahilî eğitimin tüm uzantılarıdır. Eğitim, bunları kitapta değil; insan ruhunda yazmaktır.
İnsan, fıtraten savaşçıdır. Mücâdele hırsı bundan kaynaklanır. İnsanın fikirlerini, inançlarını savunmasının nedeni bu özelliğidir. Cihadın temelinde bu fıtrî özellik vardır. Fakat, insan bu yeteneğini bazen ifsâd/bozmak için kullanır.912 Melekler tarafından insanın kan dökme ve fesat özelliğinin bulunduğu ifâdesinin yanlış olduğunu Allah belirtmiyor. Fakat, insanın bu olumsuz özelliklerinin eğitilmesi için ona ilim veriyor.
Özetlemek gerekirse, insan; doğuştan iyidir, en güzel kıvamda, fıtrat üzere, İslâm’a yatkın şekilde yaratılmıştır. İnsanı yaratan Allah, hayır ve şerlerle imtihan ettiği dünya hayatında kullarına tercihlerini iyilikten yana kullanabilecek bir yetenek vermiştir. Anne babalar ve eğitimciler, çocukların fıtratını bozacak eğitim içerik ve şartlarından sakınarak kendilerini ve çocukları ateşten koruyabilirler. Fıtratı bozmak Allah’a isyan etmektir. Eğitim, insanın fıtratını bilmeden ve onunla uyum sağlamadan yapılırsa, yanlış neticeler alınacağı muhakkaktır. Fıtrat; İslâm’la, tevhidle, güzelliklerle, hayırla bezendiğinden eğitim bunları önceliklemez ve bu temellere dayanmazsa, meleklerin endişe ettiği fesat ve ifsat (anarşi, huzursuzluk, kargaşa, kaos) ortaya çıkar. Eğitim; insanı, dış çevresinin, Rabb’ına ve kendi fıtratına yabancı fikir ve davranışların etkisi dışında tutup fıtratındaki güzellikleri dışa yansıtma sürecidir. Sanallık ve yapaylıkla fıtrîliğin mücâdelesinde fıtratın gâlip gelmesini temin etmeye çalışmaktır.
Kur’ân-ı Kerim’de Fıtrat Kavramı
Fıtrat kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de bir yerde kullanılır.913 Bu âyette yaratılış, yaratma kanunlarına, tekvînî şeriata uygun olan din, yani fıtrat anlamında kullanılır. Fıtrat kelimesinin kökü olan “f-t-r” ve türevleri Kur’ân-ı Kerim’de toplam olarak 20 yerde zikredilir. Fiil olarak fetara kelimesi Kur’an’da lügat anlamı olan yaratmak, icad etmek anlamlarında kullanılır. Fatr kelimesinin çoğulu olan futûr da, yarık, çatlak anlamındadır. İnfitar kelimesi de Kur’an’da parçalanmak, çatlamak anlamında kullanılır.
912] Bk. 2/Bakara, 30
913] 30/Rûm, 30
FITRAT
- 235 -
“Sen yüzünü hanîf (tevhid eri) olarak dine, yani Allah insanları hangi fıtrat üzere yaşatmış ise o fıtrata çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” 914
“Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.” 915
“Rabbimiz, her şeye yaratılışını verip sonra onu doğru yola iletendir.” 916
“Allah sizi annelerinizin karnından bir şey bilmez halde çıkarmıştır. Belki şükredersiniz diye size kulak, göz ve kalb vermiştir.’’ 917
“Allah’ın kanununda bir değişme bulamazsın.” 918
“Nefse ve onu şekillendirene... Ona bozukluğunu ve korunmasını ilham edene andolsun ki nefsini temizleyen iflâh olmuş, onu kirletip örten ziyana uğramıştır. Semûd, azgınlığından yalanlandı... Rableri de günahları yüzünden azabı başlarına geçirdi, orayı dümdüz etti.” 919
“De ki: Herkes kendi şâkilesine (yaratılış, mizaç ve meşrebine) göre davranır. Rabbiniz kimin en doğru yolda olduğunu bilir.” 920
“Nefislerinizde olanı gözlemiyor musunuz?” 921
“Öncekilere uygulanan yasayı görmezler mi? Sen, Allah’ın kanununda bir değişiklik bulamazsın.” 922
“Dilediğini yaratır ve onlar için hayırlı olanı seçer.” 923
Hadis-i Şeriflerde Fıtrat Kavramı
“Dünyaya gelen her insan, fıtrat üzere doğar; sonra anne ve babası onu yahudi, hırıstiyan, mecusi (farklı bir rivâyete göre veya müşrik) yapar.” 924
“Her çocuğu annesi fıtrat üzere dünyaya getirir. Onun bu hali konuşma çağına kadar devam eder, sonra anne-babası onu hırıstiyan, yahudî, mecusi (ateşe tapan) yapar. Eğer anne-baba müslüman iseler, çocuk da müslüman olur.” 925
“Her doğan fıtrat üzere doğar; ama anne-babası onu hırıstiyan, yahudi veya mecusi yapar; bir hayvan da derli toplu bir hayvan yavrular; hiç burnu, kulağı kesik doğmuş bir yavru görür müsünüz?” 926
914] 30/Rûm, 30
915] 95/Tîn, 4
916] 20/Tâhâ, 50
917] 16/Nahl, 78
918] 35/Fâtır, 43; Ayrıca bk. 17/İsrâ, 77; 33/Ahzâb, 62; 40/Mü’min, 85; 48/Feth, 23
919] 91/Şems, 7-14
920] 17/İsrâ, 84
921] 51/Zâriyât, 21
922] 35/Fâtır, 43
923] 28/Kasâs, 68
924] Buhâri, Cenâiz 79, 80, 93; Müslim, Kader 22-25, İman 264; Müsned-i Ahmed, II/ 233, 435
925] Buhârî, Cenaiz: 80, 2/118; Cenaiz: 93, 2/125; Müslim, Kader: 22, Hadis no: 265 4/2047; Ebû Davud, Sünnet: 18, Hadis no: 4714, 4/229; Tirmizî, Kader: 5, Hadis no: 2138, 4/447; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/233, 435
926] Elmalılı, a.g.e., VI/3824
- 236 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Her doğan çocuk fıtrat üzere dünyaya gelir. Diliyle inancını ifâde edecek çağa gelince ya şükreden bir insan olur ya da inkâr eden bir insan olur.” 927
“Dünyaya gelen hiçbir çocuk yoktur ki fıtrat üzere doğmasın. Daha sonra ebeveyni onu yahudi, hıristiyan, veya mecûsî yapar. Tıpkı hayvanın yavrusunu sapa sağlam, organları yerli yerinde doğurması gibi. Siz onda bir eksiklik görüyor musunuz?” Sonra Ebû Hüreyre (ö. 58/678) şu mealdeki âyeti okumuştur: “Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa ona çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur.” 928
Ashâbdan el-Esved ibn Serî1 şöyle dedi: “Peygamber(s.a.s.)e geldim, onunla beraber savaştım, zafere ulaştım. O gün insanlar o kadar savaştılar ki çocukları dahi öldürdüler. Bunu Allah’ın Elçisi duyunca: ‘Şu kavimlerin hali nice olur ki çocukları öldürecek kadar ileri gittiler!’ buyurdu. Bir adam: ‘Yâ Rasûlâllah, onlar müşriklerin çocukları değil mi?’ dedi. Peygamber (s.a.s.): ‘Hayır, dedi, sizin hayırlınız müşriklerin çocuklarıdır. Çocukları öldürmeyiniz, çocukları öldürmeyiniz, her çocuk fıtrat üzere doğar. Dili dönünceye dek bu fıtratta kalır. Dili inancını söyleyecek kadar açılınca annesi babası onu ya Yahudi, ya da Hıristiyan yaparlar.” 929
“Rabbim buyuruyor ki: ‘Ben bütün insanları hanîflik (sâlim fıtrat) üzere dünyaya gönderdim. Sonra şeytanlar onları dinden saptırdılar. Benim helâl ettiklerimi onlara haram ettiler; insanlara bana ortak koşmalarını söylediler. Oysa o ortaklar hakkında hiçbir delil indirmemiştim.” 930
“Fıtrat beştir (beş şey fıtrattandır): Sünnet olmak, etek tıraşı olmak, bıyığı kısaltmak, tırnakları kesmek, koltuk altındaki tüyleri yolmak.” 931
‘’Çocuklarınıza öğreteceğiniz ilk söz ‘Lâ ilâhe illâllah’ olsun.” 932
“Hayr, nefsin kendisine ısındığı, kalbin rahatladığı, yüreğin oturduğu şeydir. Şer de nefsin kendisine ısınamadığı, kalbin mutmain olmadığı, içinde tereddüt ve ıstıraplar meydana getiren şeydir, her ne kadar fetvâ veren müftîler hilâfına fetvâ verseler de.” 933
“Seni işkillendiren şeyi bırak, işkillendirmeyene geç.” 934
“Müftîler sana fetvâ verseler de bir kere kalbine danış.” 935
“Ameller niyete göredir.” 936
“Kötülük, insanın içine sıkıntı veren şeydir.” 937
927] Ahmed bin Hanbel, IV, 353
928] Buhârî, Cenâiz 80, 93; Müslim, Kader 6; Ahmed bin Hanbel, II, 275, 393, 410
929] İbn Mâce, Cihâd 30; Ahmed bin Hanbel, Müsned 3/435, 488; Dârimî, Siyer 25
930] Müslim, Cennet 63; Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV/162
931] Buhârî, Libâs 51, 63, 64, İsti'zân 51; Müslim, Tahâret 39, h. no: 257; Muvatta, Sıfatu'n Nebiyy 3, h. no: 2, 921; Tirmizî, Edeb 14, h. no: 2757; Ebû Dâvud, Teraccül 16, h. no: 4198; Nesâî, Tahâret 10, 11, h. no: 1, 14, 15
932] Abdurrezzak San’ânî, Musannef, Beyrut 1970, IV, 334
933] Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV, 194
934] Ahmed bin Hanbel, Nesâî, Taberânî
935] Dârimî, Buyû 2
936] Buhâri, Itk 6
937] Müslim, Birr 14
FITRAT
- 237 -
“Kötülük yapmak seni üzüyorsa, artık sen mü’minsin.” 938
“İçini tırmalayan, kalbinde çarpıntılar oluşturan, gönlünü bulandıran şeyi terk et.” 939
Fıtrat Kavramı, Hadis-i Şeriflerde Hangi Anlamlarda Kullanılır?
Fıtrat, Râgıb’a, göre, asıl itibarıyla boylamasına yarılmadır. “Yarık”a, “ihtira” ve “icâd”a dahi fıtrat denmiştir. Ebû Şâme’ye göre, fıtrat’ın aslı “İlk yaratılış” mânasınadır. Nitekim Kur’an’da Cenâb-ı Hakk’ın ismi olarak Fâtıru’s-Semâvât ve’l arz (göklerin ve yerin yaratıcısı) tâbiri geçmektedir. Hadis-i şerifte de: “Küllü mevlûdin yûledu alâ’l-fıtrati; Her doğan çocuk, fıtrat (yani Allah’ın ilk ortaya koyduğu yaratılış) üzere doğar” buyrulmuştur. Bu açıklama şu âyete de işâret etmektedir: “Fıtratallahillezî fetarannâse aleyhâ; …Allah’ın insanları üzerine yarattığı, o fıtrat...”940 Burada ifâde edilen mânâ şudur: Her insan eğer doğduğu anda terkedilecek (ve hiçbir hâricî telkin ve tercihte bulunulmayacak) olsa, aklı onu hak din’e yani tevhîd’e götürür. Bu söyleneni şu âyet dahi te’yîd eder: “O halde (habibim), sen yüzünü bir muvahhit olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir ki, O insanları bunun üzerine yaratmıştır.”941 Bu hususu, yine yukarıda kaydettiğimiz hadisin devamı da te’yîd eder: “...Çocuğu ebeveyni yahudî veya hıristiyan veya mecusi... yapar.” Şu halde sadedinde olduğumuz hadis şöyle demiş olmalıdır: “Fıtrattan olan şu beş şeyi kim yaparsa nefsini, Allah’ın kullarını yaratmış bulunduğu aslî fıtrat ile muttasıf kılar.” Bundan da maksad, insanları bu beş şeye teşvik etmek, onların en mükemmel sıfatları takınıp en güzel sûret üzere olmalarını sağlamaktır.”
Fıtrat’ın mânasını açıklama sadedinde Hattâbî şunu kaydeder: “Ulemânın ekserisi bu hadiste “fıtrat”tan muradın sünnet olduğunda ittifak etmiştir.” Hattâbî’den başkaları da bu görüştedirler. Derler ki: “Hadisin mânası: “Şu beş şey geçmiş peygamberlerin sünnetindendir” demektir.
Bir kısım âlim de “fıtrat’ın mânası ‘din’dir” der. Ebû Nuaym el-İsfehânî, Mâverdî, eş-Şeyh Ebû İshâk sadedinde olduğumuz hadiste fıtrat’tan muradın din olduğunu söyleyenlerdendir. İbn Salâh, fıtrat kelimesini sünnet’le açıklamayı yadırgayarak sünnetü’lfıtrat şeklinde mahzuf bir izâfet çerçevesinde anlaşılmasının daha uygun olacağını söylemiş ise de, bu itiraza itiraz eden Nevevî, hadisin: «Sünnetten olarak bıyığın kesilmesi, koltuk altının yolunması, tırnakların kesilmesi vardır» şeklindeki vechini göstererek fıtratın izafetle kayıtlamadan, mutlak haliyle sünnet mânâsında anlaşılmasının doğru olduğunu delillendirmiştir. İbn Hacer, fıtrat yerine «sünnet» kelimesinin muhtelif rivâyetlerde vârid olduğunu belirtir.
Fıtrat›ın mânasını tespitte Kadı Beyzâvî daha eslem bir yol tutar. O›na göre, ulemânın ileri sürdüğü bütün mânalar sahihtir. Kelime, hepsini ifâde edecek câmî bir mana taşımaktadır. Binaenaleyh ihtira, cibillet, din, sünnet mânalarına gelir. Der ki: «Fıtrat, peygamber tarafından ilk defa ihtira edilen ve bütün şeriatlarce ittifakla benimsenmiş olan eski sünnet (es-Sünnetü›lkadîme) dir. Sanki bunlar, cibillî, fıtrî emirlerdir, insanlık bunlar üzerine yaratılmıştır.»
938] Ahmed bin Hanbel, Müsned, V/ 251-252
939] İbn Hibban, Hakîm
940] 30/Rûm, 30
941] 30/Rûm, 30
- 238 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Şunu da belirtmek gerek. Hadisin bazı vecihlerinde fıtrat yerine kullanılmış olan sünnet kelimesi, ıstılâhi mânadaki sünnet değildir, yani «vâcib»in mukabili olan sünnet değildir, yol mânâsına gelen sünnettir. Bu görüşte cezm eden şeyh Ebû Hâmid, Mâverdî ve başkaları: «Bu, şu hadiste olduğu gibidir: “Size benim sünnetime ve benden sonra da Hülafâ-i Râşidin’in sünnetine uymak gerekir.” Mâlikî fakihlerinden Ebû Bekir İbnu’l-Arabî sadedinde olduğumuz hadiste geçen beş haslete uymanın vâcib olduğuna hükmetmiş ve: “Zîra kişi, bunları terkedecek olsa insani görünüşünü kaybeder, insanlığını yitirenden nasıl İslâm’lık beklenir?” demiş ise de Ebû Şâme: “Hadisin taleb ettiği şeyler, ahlâkı güzelleştirmeye mahsus olan nezâfettir. Bunun için Şâri’den vâcib kılıcı bir emre gerek yoktur. İnsanların fıtrî meyilleri yeterlidir, mücerred nedb ifâde eden beyan kâfidir” demiştir. 942
Hadislerde Belirtilen Fıtrattan Olan Şeyler
Fıtrat’ın ne olduğunu kavradıktan sonra “fıtrat”a giren şeyleri bilmeye sıra gelmiş olmaktadır. Sadedinde olduğumuz hadis “fıtrat”tan olan beş şeyi saymaktadır: Hitân (sünnet olmak), etek traşı, bıyığı kesmek, tırnakları kesmek, koltuk altını yolmak.
Fıtrat’tan haber veren hadisler ya burada olduğu gibi hasr ifâde eden bir üslûba sahiptir ya da ba’ziyet (parça, kısım) ifâde eden bir üslûba sahiptir. Sadedinde olduğumuz hadis, “Fıtrat beştir” diyerek kesin bir üslubla hasr ifâde etmekte, sanki bir altıncı “fıtrat” yokmuş intibâını vermektedir. Hâlbuki aynı hadis: «Fıtrat beştir veya fıtrattan beş şey vardır...» şeklinde şekk ifâde eden bir tarzda da rivâyet edilmiş olmaktan başka, “Fıtrattan beş şey vardır...” diye kesinlikle ba’ziyet (kısım) ifâde eden üslûpla da rivâyet edilmiştir. Kaldı ki, bu hadisle hasr kastedilmediğini gösteren başka rivâyetler de vardır. O rivâyetlerde, fıtrat’la ilgili hasletler değişik rakamlarla ifâde edilir ve burada sayılan beş şeyin dışında başka hasletler de sayılır. Az sonra açıklayacağımız hadiste fıtrattan olan on haslet sayılırken, İbnu Ömer’den kaydedilen bir hadiste üç haslete yer verilmiştir: “Fıtrattan üç şey: Etek traşı, tırnakların kesilmesi, bıyığın kesilmesidir.”
Şu halde bu hadislerde zikredilen rakamlardan murad hasr değildir. Âlimler, verilen rakamlar hakkında farklı yorumlar ileri sürmüşlerdir. Rasûlullah, önce beş hasleti duyurdu, sonra ziyâdeleri ilan etti. Beş hasletin ehemmiyetini te’kidde mübâlağa için hasr’a yer verilmiştir. Hadislerde bunun başka örneği de var: “Din nasihattır” veya “Hacc Arafat’tır” hadislerinde olduğu gibi. Dinin içinde pek çok mesele olduğu halde, “nasihat”ın ehemmiyetini tebârüz ettirmek (vurgulamak) için, “Din nasihattır” buyurulmuştur. İkinci örnek de öyle: Hacc’ın en mühim rüknü Arafat vakfesi olduğu için “Hacc Arafat’tır” denmiştir. Tirmizî’nin tahric ettiği: “Kim bıyığını kısaltmazsa bizden değildir” hadisi de te’kid ifâde eder.
Ebû Bekir İbnu’l-A’rabî, “fıtrat”a giren hasletlerin otuza baliğ olduğunu söylemişse de, İbnu Hacer: “Fıtrat lâfzıyla bizzat hadislerde ifâde edilen hasletleri kastetmişse otuzu bulmaz, fıtrat’a izâfe edilmeksizin daha âmm olarak beyan edilen hasletleri kasdetmiş ise bunlar otuzu çok geçer, tahdîde gelmez” der. Bu hadislerde (Fıtrat kelimesine izâfe edilerek) zikredilen hasletlerin hepsi (mecmûu) toplam olarak on beşi bulur...” Sadedinde olduğumuz hadiste gelen beş şey dışındakiler şunlardır:
942] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 7/523-525
FITRAT
- 239 -
1- Abdest,
2- İstinşak (burna su çekmek),
3- İstinsâr (sümkürmek),
4- İstinca,
5- Misvak,
6- Cuma günü (haftalık) yıkanma,
7- Sakalın uzatılması,
8- Saçın (tepe-alın arasından yanlara) ayrılması,
9- Parmak mafsallarının yıkanması,
10- İntizâh (abdestten sonra -vesveseyi def için- pantalonun ön kısmına avuçla bir miktar su çilemek).
Hadislerde “Fıtrat” kelimesine izafe edilmeden beyan edilen hasletlerin çokluğuna dikkat çeken İbnu Hacer, örnek olarak Tirmizî’de gelen Ebû Eyyub (radıyallâhu anh) rivâyetini kaydeder: “Eski peygamberlerin sünnetinden dört tanesi şunlardır: Hayâ, koku sürünmek, misvâk, nikâh (evlenmek).”
Dînî ve dünyevî maslahatlara yönelik olan bu hasletler zımnında İbn Hacer örnek olarak şunları zikreder: Dış görünüşün (hey’et) güzel kılınması, bedenin toptan veya parça parça temizliği, büyük ve küçük abdestleri bozduktan sonra temizlikte ihtiyât, temas ettiğimiz insanlara kötü kokularla eza vermekten kaçınmak, putperest, mecûsî, hıristiyan, yahudî gibi gayr-ı müslimlere ait şiarlara (alâmetlere) muhâlefet şâri’ninemirlerine uyma... “Size şekil verip de şeklinizi güzel yapan... Allah’tır.” 943 âyetinin işâret ettiği hususun korunması; çünkü, mezkûr hasletlerin muhafazası ile bu gerçekleştirilecektir. Zîra âyet-i kerîme sanki şöyle demektedir: “Sûretinizin güzelliğini devam ettirecek şeyleri koruyun.”
En eski peygamberlerden beri insanlığa talim edilen ve görüldüğü üzere esasını temizlik ve hâricî görünüş teşkîl eden bu hasletlere riâyetin dünyevî neticesini İbn Hacer şöyle noktalar: “Bu hasletler korununca mürüvvet ve insanlarla matlub kaynaşma hasıl olur. Çünkü insan, güzel bir hey’et ve sevimli bir dış görünüş izhâr edebilirse başkalarına daha câzip, daha çekici gelen bir hal kazanır. Böylece sözü dinlenir, fikri kabul edilir.” 944
Hz. Âişe (r. anhâ) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: “On şey fıtrattandır: Bıyığın kesilmesi, sakalın uzatılması, misvak, istinşak (burna su çekmek), mazmaza (ağza su çekmek), tırnakları kesmek, parmak mafsallarını yıkama, koltuk altını yolmak, etek traşı olmak, intikâsu’lmâ yani istinca yapmak.” 945
İslâm ulemâsı “fıtratta olan hasletler” le ilgili hadisleri açıklarken iki noktaya dikkat çekerler:
1) “Fıtrattan olan hasletler”, âyet-i kerîmede Hz. İbrahim’in ibtilâ (imtihan)
943] 40/Mü'min, 64
944] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 7/525-527
945] Müslim, 56, h. no: 261; Ebû Dâvud, Tahâret 29, h. no: 53; Tirmizî, Edeb 14, h. no: 2758; Nesâî, Zînet 1, h. no: 8, 126, 127
- 240 -
KUR’AN KAVRAMLARI
edildiği bildirilen “kelimeler”dir. Âyet meâlen şöyle: “Rabbi İbrahim’i birtakım kelimelerle (emirlerle) denemiş, o da onları yerine getirmişti...” 946 Sahih bir senetle İbn Abbâs’tan geldiği üzere: “Hz. İbrahim’in ibtilâ (imtihan) edildiği ve onun da yerine getirmiş olduğu kelimelerden maksad fıtrat hasletleridir. Bunlardan biri de sünnet olmaktır.”
2) Bu hasletlerin yerine getirilmesi gereklidir, çünkü bir başka âyette Hz. İbrahim’e (a.s.)’e uyulması emredilmektedir: «Şimdi ey Muhammed! Sana, ‘Doğruya yönelen, puta tapanlardan olmayan İbrahim›in dinine uy’ diye vahyettik.» 947
Bazı âlimler, buradan da hareketle, “İbtilâ çoğunluk itibarıyla, vâcib olan işlerde vâki olur” mülâhazasıyla, fıtrattan olan hasletlere uymanın, vâcib bile olduğunu söylemişlerdir. Ancak diğer bazıları, bunları Hz. İbrahim’in (a.s.) vücub bir vazife olarak yapmış olması halinde bize de vecibe olabileceğini, fakat bir nedb olarak yapmış ise bizim için de vücûb değil, nedb ifâde edeceğini söyleyerek îtiraz etmişlerdir. Öyleyse bu fıtrat hasletlerinin vücub ifâde edip etmediğinin tespitinde başka deliller getirmek gerekecektir. Esas olan, bunların vücub ifâde etmemesidir, nedb ifâde etmesidir.
Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.), bize bıyığın makaslanıp, tırnağın kesilmesini, koltuk altının yolunup, eteğin traş edilmesini kırk gün aşmayacak şekilde vakitledi.” 948
Açıklama: Bu hadis vücutta yapılacak bazı temizliklerle ilgili bir müddet fikri vermektedir. Hadis, ulemânın da anladığı üzere tırnak kesmek, bıyık ve diğer traşları yapmak için kırk günü beklemeyi emretmiyor. Bu fazlalıklar çıktıkça hemen atılması esastır. Kırk gün, âzamî müddeti ifâde eder ve “Kırk günü geçirmeyin” mânasında anlaşılması gerekir.
Bu sayılan temizliklerin haftanın hangi gününde, günün hangi saatinde ve ne sûretle yapılması gerektiği hakkında mevsûk (sahih) rivâyet mevcut değildir. Sadece, Rasûlullah’ın temizlik işlerini cuma günü yaptığına dair rivâyet vardır. Beyhakî, Rasûlullah’ın tırnaklarını cuma günü kesmeyi sevdiğine dair Ebû Câfer Bâkır’dan mürsel bir rivâyet kaydetmiştir. Mevsuk olmayan bazı zayıf rivâyetlerde alaca hastalığına sebep olacağı belirtilerek çarşamba günü tırnak kesmek yasaklanmıştır. Ancak Münâvî, Süheylî’den naklen şunu kaydeder: “Çarşamba gününün uğursuzluğu, Hz. Peygambere uymayı terk sonucu şundan bundan uğursuzluk çıkarmayı âdet edinerek, çarşambadan da uğursuzluk arayan kimseyedir. Bunu yapmak ise tevekkülü az olan insanların harcıdır. Böylelerine, o günkü tasarrufları zarar verir.” Münâvî der ki: “Velhasıl, müneccimler gibi bâtıl bir inançla uğursuzluk getireceği düşüncesiyle çarşamba gününden kaçınmak şiddetle haramdır. Çünkü haftanın her günü Allah’ındır. Tek başına ne fayda ne de zarar verir. Onun dışında da bir zarar, bir mahzur yoktur. Kim günlere uğursuzluk izafe ederse kendi uğursuzluğunu bulur. Kim de Allah’tan başka hiçbir şeyin, fayda ve zarar vermeyeceğine kani olursa, bu meselede hiçbir şeyin ona kötü bir tesiri olmaz. Bil ki uğursuzluk sadece buna inanan kimseye gelir. Öyle ise asıl belâ bu bâtıl inançtır.” Şunu da kaydedelim ki, gayr-i mevsuk (sahih
946] 2/Bakara, 124
947] 16/Nahl, 123
948] Müslim, Tahâret 51, h. no: 258; Ebû Dâvud, Teraccül 16, h. no: 4200; Tirmizî, Edeb 15, h. no: 2759; Nesâî, Tahâret 13, 14, h. no: 1, 15, 16
FITRAT
- 241 -
olmayan) bir kısım rivâyetlerde, çarşamba gününe uğursuzluk izafe edilirken, yine gayr-i mevsuk (sahih olmayan) diğer bazılarında da “uğur” izâfe edilmiştir. Haftanın her gününün nasıl bir uğur getireceğini ayrı ayrı sayan bir rivâyette çarşamba günü için: “Kim çarşamba günü tırnaklarını keserse vesvese ve korku çıkar, yerine emniyet ve şifa girer” der.
Şârihlerin bir kısmı herhangi bir rivâyete dayanmaksızın tırnak kesmede şu tertibe uyulmasını kaydederler: Önce sağ elin şehâdet parmağından başlayarak, sonra orta, yüzük, serçe parmaklarını tırnaklarını sırayla kesip en sonunda baş parmağa geçilmelidir. Sol elde ise küçük parmaktan başlayıp yüzük, orta, şehâdet ve başparmağa sırayla geçilmelidir. Ayak tırnakları kesilirken sağ ayağın küçük parmağından başlayıp sol ayağın başparmağına geçip sırayla en son küçük parmağa ulaşılmalıdır. Nevevî bu tertibe müstehab demiş ise de rivâyetten delil kaydetmemiştir. Tırnaklar parmağa zarar vermeyecek şekilde imkân nisbetinde dipten kesilmelidir.
Koltuk altı kıllarının temizliği için hadislerde hep “yolmak” tâbiri kullanılır. Dolayısiyle, ulemâ, bu temizliğin “yolarak” yapılmasının sünnet olduğunu söylemekte ittifak eder. Ancak, bunun bir vecibe olmadığı, dileyenin traş edebileceği veya ilaçla bertaraf edebileceği de söylenmiştir. Nitekim İmam Şâfiî gibi şeriat ve sünneti çok iyi bilen ve tatbik eden bir büyüğün yolmanın acısına dayanamadığı için, koltuk altlarını berbere kazıttığı rivâyetlerde gelmiştir.
Bu temizliğe de sağ koltuktan başlamak müstehabdır. Bıyıkları keserken de sağdan başlanır. Daha önce belirtildiği üzere, bıyığın dipten kazınması ile yukarıdan alınması meselesi ihtilâflıdır. Hanefîler dipten kazınmasını efdal görür. İmam Mâlik, dipten kesilmesini âfet sayar, böyle yapanların te’dib edilmesini emredermiş. Ona göre, bıyık üst taraftan da kesilmemeli, dudağın ucunun etrafı açılmalıdır. 949
Fıtrat ve Sanat
İnsan, yaratılışı gereği birtakım estetik duygular, estetik özellikler taşır. Bazı olay ve eserlerin etkisiyle özel estetik tatlara, yüksek haz ve zevke ulaşır. Sanat, insanın işte bu yaratılış özelliğine dayanan estetik bir uğraştır.
İnsan, maddî ve mânevî yapısıyla Allah’ın muhteşem bir sanat eseridir. Bu güzel yaratığı diğer varlıklardan ayıran birçok özellik vardır. Düşünme, konuşma, gülme, irâde, Allah’ın emânetini yüklenme, yeryüzünde halifelik, tefekkür ve hepsinden önemlisi din duygusu; yani irâdesiyle, serbest seçimiyle Allah’a inanıp kulluk etmesi, cihada koşması bunlardan bazıları. Güzeli sevmesi, estetik duygular gibi yüksek hisler de insanın yaratılışında, yani fıtratında mevcuttur. İnsan bu hislere doğuştan sahip bulunmaktadır.
Din fıtrattır. Yaratılışımıza ters bir şey emredilmez. İslâm hayat dinidir, fıtrata yani insanın rûhî ve bedenî özelliklerine tümüyle uygun dindir. Yaratılış özelliklerimiz, her konuda önem taşır ve din hiçbir zaman bunları göz ardı etmez, inkâr etmez ama başıboş da bırakmaz. Din fıtrî özelliklerimize, özellikle zevklerimize sınır koyar; alabildiğine azmasına, haddi aşmasına, insanın efendisi, rabbı olmasına müsâade etmez. Aynı zamanda onlara istikamet verir. Eğer kabiliyet
949] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 7/529
- 242 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ve zevklerimiz doğru istikamet üzere gitmezse araba yoldan çıkıp devrilir veya başka arabalara çarpar. Verilen emânet ve hilâfet ehliyeti kötüye kullanılmış, istismar edilmeye başlanmış olur. O zaman helâkı, cehennemi dünyadan yaşamaya başlar insan. İşte din, sınır koyma ve istikamet gösterme hidâyetiyle insanın fıtratına uygun davranmasını ibâdet sayar. Kabiliyetlerin geliştirilmesini ve olgunlaştırılmasını ister. Sanat ve estetik duygularımızı bu açıdan değerlendirmek gerekir. Allah tarafından insan rûhuna yerleştirilen güzellik duygusu ve sanattan zevk alma, ölçü ve âhengin rûha tat vermesi gibi özellikleri insandan söküp atmak mümkün değildir. Bunlara sahip olmaktan daha önemlisi, bunları yerli yerince ve kararınca kullanmaktır. Bu konuda kullanma kılavuzuna (Kur’an’a) uymuş olsa insanın huzurlu olmaması imkânsızdır.
Varlık âleminde bulunan her şey, Allah’ın çizdiği yolda yürümekte, O’nun buyruğu doğrultusunda hareket etmektedir.950 Tüm varlıklar Allah’a ibâdet ve itaat içindedirler: “O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur.”951 Şu varlıklar âleminde Allah’ın kanunlarına riâyet etmeyen bir tek yaratık gösterilebilir mi? Varlıklardan hangisi fıtratının dışına çıkmış, fıtratını bozmuştur? Sadece insan. İnsanın dışında hiçbir varlık gösterilemez. Zâlim ve câhil insan, istek ve kaprislerine uyduğunda tabiattaki İlâhî kanunların dışına çıkmaktadır. Bu, fıtratı bozmadır. Evrende hiçbir bölüm kendi isteği yönünde seyretmemektedir. Arzu ve hevâsına tâbi olmamaktadır. Rabbiyle ve kendi dışındaki diğer varlıklarla bağlantısını koparmamaktadır. Aksine varlıklar arasında çok sağlam ve etkili bir ilişki söz konusudur.
Kabiliyet ve zevklere doğru istikamet verilmemesi ve sınır çizilmemesi halinde hudûdullaha riâyetsizlik olacak, insan tuğyâna başlayacaktır. Bu, rûhun tüm dengelerini alt-üst eden bir sapma ve sapıklıktır. Fesat ve kargaşadır. Ahsen-i takvimlikten vazgeçip esfel-i sâfilîni tercihtir. İnsan hayvanlaşmaya başlamıştır. Bu fıtrata da isyandır. Fıtrat bozulmaya başlamıştır artık. Bu kötü değişiklik başka bozulmalarla neticelenecektir: “Şüphesiz ki bir toplum, kendilerindeki iyi hali değiştirmedikçe, Allah da onlara verdiği nimeti değiştirmez.”952 Rûhun, rûhî zevklerin sapması insanın bozulmasına sebep olacak, insanlar bozulunca içinde yaşanılan toplum da, idaresi ve tüm değerleriyle bozulmadan nasibini alacak, insanlar nasılsa, lâyık oldukları şekilde öyle yönetileceklerdir.
Allah her şeyi yerli yerince yaratmış. Güzellikleri yaratmış görmemiz için. Göz vermiş güzellikleri görmek için. Biri yaratılıp diğeri yaratılmasaydı, rûhun güzeli arama ve sevme ihtiyacı nasıl giderilecekti? Ne güzel fıtrat, ne güzel uyum! Sen ne güzelsin Allah’ım!
Fıtrat Gerçeği ve İnsandaki Aşınma
Her şeyi yaratan, yaratıklarına uygun şekiller verip onları yaratılış amacına göre planlayan Allah’tır. Allah, insanları, İslâm fıtratı üzere yaratmıştır. İslâm, fıtrat ve insanlık dinidir; onun insan yaratılışına ve hayatına aykırı düşen bir yanı yoktur. Sahih inanç ve sağlıklı gidişat da, bu dine hanif olarak bağlanmaktır. İslâm, fıtratı geliştiren ve insandaki aşınmayı gideren tek doğru dindir. İnsanların
950] Bk. 20/Tâhâ, 50
951] 17/İsrâ, 44
952] 13/Ra'd, 11
FITRAT
- 243 -
darda kalıp fıtratlarındaki aşınmayı fark edince Allah’a yönelmeleri, kurtuluşu sadece O’ndan istemeleri,953 bâtıl din olgularının insanın ihtiyacına cevap veremediklerini gösterir. Bundan da anlaşılıyor ki, insanların fıtrî dini İslâm’dır; onların başka dinlere yönelmeleri ise, fıtrattan ve İslâm’dan sapmadır.
Fıtrat, varlık türlerinin temel yapısını, karakterini ve henüz dış tesirlerden etkilenmemiş olan ilk durumlarını belirtir.954 Her insanda bulunan Allah’ı tanıma yeteneği ve hakkı benimseme eğilimi fıtrattır.955 Ayrıca bu kelime “İslâm, iman ikrarı ve misak” olarak da yorumlanmıştır. 956
Işık Kaynağı: Fıtrat gerçeğini iyi tespit etmek için, bu kavrama açıklık getiren âyet ve hadislere bakmak gerekir. F-t-r kökü, çeşitli kullanım biçimleriyle Kuran’da 20 kez geçer. Ancak anılan kökün “fıtrat” şekli sadece bir âyette957 yer alır. Bu âyet, fıtrat olumsuz etkenlerden korunduğu sürece, her ferdin tevhid liyâkati üzere gelişeceği; ancak fıtratullaha karşıt ve onunla çatışan bir ortamda, fıtratın bozulmaya ve aşınmaya mâruz kalacağı mesajını vermektedir.
Hz. Peygamber de, fıtratla ilgili bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Her doğan çocuk, fıtrat üzere doğar. Sonra annesi ile babası onu Yahudi, Hıristiyan veya Mecusi yapar.” Allah Elçisi bu sözleriyle, fıtrî eğilimin çeşitli etkenlere göre değişebileceğini belirtmiş; döneminin en İyi bilinen üç dini sistemini, fıtrata karşıt bir konumda göstererek İslâm dışı değerlerden uzak durulması gerektiğine dikkat çekmiştir.
Demek ki fıtrat, yaratılış anında Allah’ın insana bahşettiği Yaratan’ını tanıma eğilimi ve ruh temizliğidir. Kişinin özgün yaratılışı ve insani kıvamıdır. O, insanı İlâhî yaratılış çizgisinde tutan yönlendirici bir fonksiyona sahip olduğundan, insanlık terazisinin ayarı ve mihenk taşıdır; yaratılıştan içimizde taşıdığımız bir “ışık kaynağı”dır. İşte bu özelliğinden dolayı fıtrat, engelleyici olumsuz faktörlerin bulunmadığı hallerde, yolumuzu aydınlatan bir iman ışığı olur. İnsan bu emsalsiz ışık kaynağı ile Allah’ı bulur, O’na yönelir ve en umulmadık anlarda yüce duyguların iklimine ulaşır. Şu halde insan, yeryüzünde gerçek misyonunu icrâ edebilmek için, muhtaç olduğu gücü fıtratından alabilecektir. Çünkü o, içinde doğduğu çevreden önce, evrensel ölçekli bir fıtrata sahiptir. Kuran’da, çevresine rağmen fıtratına dönebilen insanların varlığından söz edilmesi958 bu tespiti doğrulamaktadır.
Fıtrat Kaybının ve İnsandaki Aşınmanın Nedenleri
Fıtratın kendi yolunu bulmasını engelleyen ve insan şahsiyetinde aşınma meydana getiren etkenlerin en önemlileri şunlardır:
a) Allah’a şirk/ortak koşmak: Fıtratın doğru çizgide ilerlemesini engelleyen en tehlikeli etken şirktir. Şirk, fıtratı bozan öldürücü bir illettir. Bu yüzden Yüce Allah, fıtratın şirkle kirletilip yitirilmesini yasaklamıştır.959 Gerçekten de şirk, fıtrat
953] Bk. 10/Yûnus, 22
954] Bk. İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, V, 55-59; M. İsmail İbrahim, Mu'cemu'l elfâzi ve’l-A'lâmi’l-Kur 'âniyye, s. 402
955] Bk. İbn Manzur. age, V, 57
956] Bk. Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur'an, XII/25 vd.
957] 30/Rûm, 30
958] Bk. 66/Tahrîm, 11; 18/Kehf, 10-26; 36/Yâsin, 20-27) vb.
959] Bk. 30/Rûm, 31
- 244 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ve tevhidle çelişen bir sapıklıktır.
b) “Hevâ”ya uymak: Hevâ, insan benliğinin keyfîliği tercih edişi ve haksız arzulara olan aşırı düşkünlüğüdür. Hevâya uymak da, şeytanın düzenine bağlanıp onun arzusuna uygun bir hayatın izleyicisi olmaktır. Hevâya uyan kimse, İslâm’ın ilke ve değerlerinden uzaklaştığı için fıtratını yozlaştırmış olur. Çünkü Allah katında en büyük günah sayılan şirk ve inkâr tapınışının objesini, hevâya uymak oluşturur. 960
c) Allah’ı unutmak: Fıtrat kaybının bir nedeni de Allah’ı unutmaktır. İnsandaki bozulma ve yozlaşma, Allah’ı unutmakla başlar. Bu durum insanı inanç alanının dışına iter ve kendi öz benliğinden uzaklaştırır. Kuran’ın bildirilerinde, bu konuda oldukça dikkat çekici uyarılar vardır. “Allah’ı unuttukları için, Allah’ın da onlara öz benliklerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar, yoldan çıkmış olanların ta kendileridir.” 961 meâlindeki âyet, bu uyarılardan sadece biridir. Allah’ı unutup günahkâr bir kul haline düşmenin odak noktasında, kalbin katılığı yer almaktadır. Bilindiği gibi kâinatın ekseni insan, insanın varlık ekseni de kalptir. O, bireysel ve toplumsal değişimlerin başlangıç noktasıdır. Bu yüzden her türlü sapma ve yabancılaşma da ilk gelişimini kalpte gösterir. Kalp, kendi kendine bir kötülük kaynağı değildir; ama kötü davranış ve saplantılar, onu insanın kurtuluşunu tehdit eden bir merkez haline getirebilir. 962
d) Yakın ve hâkim çevrenin etkisinde kalmak: İnsan, Allah’a inanma eğilimi ile doğar. Ancak yakın ve hâkim çevrenin olumsuz etkisi ile bu eğilim başka yönlere çevrilir. Bunun için müslümanlar, hem İslâmî şahsiyetlerini, hem de kendi nesillerini yakın ve hâkim çevrenin olumsuz etkisinden korumalıdırlar. Kuran, İnsanı yozlaştıran etkenlerin ortadan kaldırılmasını hedefler ve fıtratı yeniden ihyâ etmek ister. 963
İnsanları, kendi görüşlerimize, dernek ve cemaatlerimize dâvet etmek yerine; direkt Allah’a dâvet etmenin zarûri bir yönlendirmesi olarak; muhâtaplarımıza: “Şu cemaate katıl, şuraya gel!” yerine, “kendine gel!” demeliyiz. İnsanın öncelikle kendine gelmesi, kendi fıtratına dönmesi, kendi vicdanının sesini dinlemesi, kendini tanıması, kendini bulması gerekmektedir. Bu yöneliş gerçekten yerine getirilirse kişi Rabbine dönecek, fıtratı ve vicdanı onu Rabbine teslim edecektir. Vicdan içimizdeki fıtratın sesinden başka bir şey değildir. Fıtrat da Allah’a ulaştıran yoldur, tevhiddir.
Nefsin iki ayrı yönü olduğu Kuran’da bildirilir ve nefsin bir kısmının “hevâ”dan, yani insanı Allah’ın yolundan alıkoyan bencil tutku ve hırslardan oluştuğuna dikkat çekilir. Nefsin öteki kısmı olan vicdan ise, insanı Allah’a ve dinin içerdiği doğrulara yöneltir, nefsin içindeki “fücur”dan sakınmasını sağlar. Vicdan, insana Allah’ın üflediği “ruh”tan, fıtrattan kaynak bulur.
Kur’an’da Allah’ın insana Kendi ruhundan “üflediği” şöyle haber verilir: “O, yarattığı her şeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu bir özden (sülale’den), basbayağı bir sudan yapmıştır. Sonra onu ‘düzeltip
960] Bk. 45/Câsiye, 23 vb.
961] 59/Haşr, 19
962] Bk. 3/Âl-i İmrân, 8; 61/Saff, 5 vb.
963] Fahrettin Yıldız, Kur’an Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret Y., s. 190-193
FITRAT
- 245 -
bir biçime soktu” ve ona rûhundan üfledi.” 964
İşte insanın sahip olduğu tüm güzel vasıflar, Allah’ın kendisine “üflemiş” olduğu ruhtan kaynaklanmaktadır. İnsan, eğer nefsin fücûruna (hevâsına) saplanarak bu ruhu örtmezse, fıtratına uygun inanç ve yaşayışa yönelir.
Zaten Kuran’ın tüm hükümleri, insanın içindeki vicdana uygun, o vicdanın gereklerine göre belirlenmiş durumdadır. Rûm Suresi’ndeki iki âyet, bu konuda açıklayıcıdır: “Hayır, zulmedenler, hiçbir bilgiye dayanmaksızın kendi hevâ (istek ve tutku)larına uymuşlardır. Allah’ın saptırdığını kim hidâyete erdirebilir? Onların hiçbir yardımcıları yoktur. Öyleyse sen yüzünü hanîf (tevhid eri) olarak dine, yani Allah insanları hangi fıtrat üzere yaşatmış ise o fıtrata çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” 965
Âyetlere göre, inkâr eden kâfir ve müşrikler nefislerinin fücûruna, yani hevâlarına uyarak sapmışlardır. Buna karşın mü’minlerin yapması gereken, Allah’ın insanlara vahiy yoluyla ulaştırdığı dine uymaktır. Ve bu din, Allah’ın insanları yarattığı fıtrata (yaratılışa), yani Allah’tan kendilerine üflenmiş olan ruha, vicdana en uygun yaşam şeklidir.
Fıtrat, âdeta Fâtır (Yaradan) sıfatının yegâne sahibi olan Allah’ın eseri olan insana kendi mührünü basması demektir. İmanî noktada yaşanan bu fetret döneminin üstesinden, çağlar boyu yaşanan benzeri bütün fetret dönemleri gibi, fıtratla gelinecektir. F-T-R, yani ‘yarmak,’ ‘çatlatmak’ kökünden gelen bir kelimedir fıtrat; ve, incecik suyun fıtratında taşıdığı istidad ile donduktan sonra en sert çelik kapları demiri çatlatması, incecik köklerin sert kayaları yararak suya yol bulması misali, fıtratlar uyandığında iman adlı âb-ı hayata erişilecektir. Fetret fıtratla aşılacaktır.
964] 32/Secde, 7-9
965] 30/Rûm, 29-30
- 246 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Fıtrat Kelimesiyle İlgili Âyet-i Kerimeler
A- Fıtrat Kelimesinin Geçtiği Âyet (1 Yerde): 30/Rûm, 30.
B- Fıtrat Kelimesinin Kökü Olan F-t-r ve Türevlerinin Kullanıldığı Yerler (Toplam 20 Yerde): 6/Enâm, 14, 79; 11/Hûd, 51; 12/Yûsuf, 101; 14/İbrâhim, 10; 17/İsrâ, 51; 19/Meryem, 90; 20/Tâhâ, 72; 21/Enbiyâ, 56; 30/Rûm, 30, 30; 35/Fâtır, 1; 36/Yâsin, 22; 39/Zümer, 46; 42/Şûrâ, 5, 11; 43/Zuhruf, 27; 67/Mülk, 3; 73/Müzzemmil, 18; 82/İnfitâr, 1.
Geniş Bilgi alınabilecek Kaynaklar
1. Fıtratın Dirilişi, Sadık Kılıç, Nehir Y., İst. 1991
2. Fıtratı Tağyir Risalesi, Ahmet Mahmut Ünlü, Şahsî Y., İst. 1998
3. Fıtrat Üzerine, Murtaza Mutahhari, Çev. Ömer Çiçek, Bengisu Y., ist. 1992
4. Din ve Fıtrat, Y.N.Öztürk, Yeni Boyut Y., İst. 1997
5. İslâm Fıtrî Yol, Abdülvâhid Hamid, Terc. Murat Çiftkaya, Kitabevi Y., İst. 1997
6. İslâm’da Bâtıla Benzemenin Hükmü, Ali Rıza Demircan, Eymen Y., İst.
7. Hadislere Göre Yahudi ve Hırıstiyanlara Uymak, Mirza Tokpınar, İnsan Y., İst. 2003
8. İmanın Psikolojik Yapısı, Hülya Alper, Rağbet Y., s. 162-170
9. Çocukta Dinî Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi, Kerim Yavuz, DİB Y., s. 106-114
10. Kur’an Işığında Evrensel Dengeler ve İslâm, Yaşar Düzenli, Marmara Ün. İlâhiyat Fak. Y., s. 99-104
11. Kur’an Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, Fahrettin Yıldız, İşaret Y., s. 190-193
12. İslâm’a Göre Câhiliye ve Ehl-i Kitab Örf ve Âdetleri, Ali Osman Ateş, Beyan Y.
13. İslâm’ın Kabul veya Reddettiği Halk İnançları, Beyan Y.
14. İslâm Dininin Yasak Ettiği Bâtıl İnanışlar, Recep Aktaş, Bahar Y.
15. Yaşayan Câhiliyye, Aysel Zeynep Tozduman, İnkılâb Y.
16. TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 13, s. 47-48
17. Şamil İslâm Ansiklopedisi, M. Emin Ay, Sait Kızılırmak, c. 2, s. 188-190
18. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y., c. 6, s. 247-252
19. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y., s. 203-206
20. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y., s. 203-206
21. Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Beyan Yayınları, s. 198-202
22. Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, İbrahim Canan, Akçağ Y., c. 7, s. 523-530
23. Hurâfeler ve Bâtıl İnanışlar, İsmail Lütfi Çakan, Marifet Y. / Büşra Y.
24. Yaşayan Hurâfeler, Kemalettin Erdil, T. Diyanet Vakfı Y.
25. İslâm’a Sokulan Bid’at ve Hurâfeler, Mustafa Uysal, Uysal Y.
26. Dilek Taşları, Sabiha Ünlü, İnkılâb Y.
27. Kavram ve Mâhiyet Olarak Sünnet ve Bid’at, Ali Çelik, Beyan Y.
28. Dünden Bugüne İbâdetlerde Bid’at, Abdülhay Leknevî, Vahdet Y.
29. İslâm’dan Önce Arap Tarihi ve Câhiliye Çağı, Ank. Ün. İlâhîyat Fak. Y.
30. Hurâfeler ve Menşeleri, Abdülkadir İnan, Diyanet İşleri Başkanlığı Y.
31. İslâm Hukukunda Örf ve Âdet, Selâhattin Kıyıcı, İşaret Y.
32. Taklitlerin Çarpışması, Muhammed Kutub,
33. Kur’an ve Hadise Göre Bid’at, Harun Ünal
34. Kitabu’l-Esnâm: Putlar Kitabı, İbnü’l-Kelbî, Terc. Beyza Düşüngen, s. 28, 48, 62
35. Sosyal Âdet ve Gelenekler, Nermin Erdentuğ, Kültür Bakanlığı Y.
36. Osmanlı Halkının Geleneksel İslâm Anlayışı ve Kaynakları, Hatice Kelpetin Arpaguş, Çamlıca Y.
37. İslâm’ın Anlaşılmasının Önündeki Engeller, Abdurrahman Çobanoğlu, İhtar Y. s. 54-69
38. Fıtrat ve İslâm Psikolojisi, Yâsin Muhammed, İslâmî Sosyal Bilimler Dergisi, sayı, 2, İstanbul 1995
39. Atalar Dini Üzerine, Mustafa Başbekleyen, Haksöz, sayı:12, Mart 92, s. 6-7
40. Anadolu Örf ve Âdetlerinde Eski Kültürlerin İzleri, A. Ü. İlâhîyat Fak. Sayı 17, Yıl, 1969

 
Okunma 965 kez
Bu kategorideki diğerleri: « FISK / FÂSIK FİRAVUN »