Cumartesi, 06 Şubat 2021 15:45

FESÂD - İFSÂD

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

FESÂD - İFSÂD


- 53 -
Kavram no 48
Haramlar 4
Bk. Fısk-Fâsık; Nifak-Münâfık; Küfür-Kâfir;Günah; Haram; Câhiliyye; Sâlih Amel
FESÂD - İFSÂD
• Fesâd ve İfsâd; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı kerim’de Fesâd Kavramı
• Tevhid ve Fesat
• Fesâdın Tek Etkeni İnsanlardır
• İfsâda Karşı Islahat
• Fesat Karşısında Mü’minlerin Görevleri
• Gerçek Islahatçılar Aynı Zamanda İnkılâpçıdır
• İnsan Hakları İhlâli Şeklindeki Fesat
• Fesâdın Görüntüleri
• Fesâdın Zıddı Salâh
• Fesatçılara Verilen Ceza
“Onlara: ‘Yeryüzünde fesâd çıkarmayın’ denildiği zaman, ‘Biz ancak ıslah edicileriz’ derler.
Kesin olarak bilin ki, onlar ancak kötülük yapan fesâtçılar (bozguncular)dır. Lâkin, anlamazlar (yani yapmakta oldukları kötülüğü fark etmezler).” 147
Fesâd ve İfsâd; Anlam ve Mâhiyeti
Fesâd, “fe-se-de” fiil kökünden gelir; bir şeyi itidal (denge) dairesinden az veya çok çıkarmak demektir. Bu fiil, yiyecek ve içecekler için bozulma, kokma; ameller için geçersiz olma, hükmü olmama; bunların dışındaysa gerek nefis gerekse bedende meydana gelen maddî-manevî bozulma; toplumda ortaya çıkan kokuşma ve dengeden sapma durumlarını ifade etmek için kullanılır.
Fesâd, sözünü ettiğimiz fiilin mastarıdır; bozulma, kokuşma, itidalden çıkma anlamlarına gelir. İfsâd: Bozmak, fesâd çıkarmak, ifsad etmek, itidalden (dengeden, faydalı ve âdil olmaktan) çıkarmak, kokuşturmak demektir. Faydalanılan bir şeyin bozulmasına fesâd; bunun zıddına da salah denir ki, bu da bir şeyin doğru bir hale getirilmesidir. Fesat kelimesi, Kur’an’da çeşitli âyetlerde genellikle ‘yeryüzünde fitne uyandırıp, insanların durumunu ve yaşama yollarını doğruluktan saptırıp, dünyevî ve uhrevî çıkarları zedelemek’ anlamında kullanılır. Müfsid; bu fiilin ism-i fâili olup, bozan, bozgunculuk yapan demektir. Fesâdın zıddı salah; ifsadın zıddı ıslah; müfsidin zıddı muslih ve fâsidin zıddı da sâlihdir.
Fesâdın esasını varlık ve oluştaki dengeyi bozmak, bozgun ve yozlaşmaya sebep olmak oluşturur. Bu da, bazen insanın iç dünyasında, bazen bedenimizde, bazen de dışımızdaki dünyada meydana gelir.
147] 2/Bakara, 11-12
- 54 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kur’ân-ı Kerim’de Fesâd Kavramı
Kur’ân-ı Kerim’de fesâd ve ifsâd kelimesi, isim ve fiil halinde toplam 29 yerde kullanılır. Fesat çıkaran, fesâdçı anlamına gelen müfsid kelimesi ise Kur’an’da topla 21 defa zikredilir. Fesâd kelimesi, değişik kişilerin sıfatı olarak değişik cepheleriyle Kur’an’da yer alır.
Tevhid ve Fesat
Hevâlarını ilâh edinen insanlar yani böylesi hevâdan ilâhlar birbirleriyle çatışacaklarından yeryüzündeki fesâdın başlıca etkeni, yeryüzünün müfsidleridir. Kur’an, evrende egemen olan birliğin, düzenin ve dengenin yani sulhun tevhidden yani İlâh’ın bir olmasından kaynaklandığını, eğer göklerde ve yerde birden fazla ilâh olsaydı, sulhun bozulup, yerine fesâdın hâkim olacağını belirtir: “Eğer o ikisinde (göklerde ve yerde) Allah’tan başka ilâhlar olsaydı muhakkak fesâda uğrarlardı.”148
Göklerde yalnızca Allah’ın ilâhlığı egemendir; yeryüzünde de insan elinin ulaşamadığı yerlerde yine Allah’ın ilâhlığı egemen olup, buralarda fesat yerine sulh vardır. Fakat yeryüzünde bazı insanlar Allah’ı değil de hevâlarını ilâh edindiklerinden, dolayısıyla birden fazla hevâ birden fazla ilâh ortaya çıkar. Bunun sonucunda böyle insanlar daha başka insanlar üzerinde rableşir, ellerinin ulaştıkları yerleri mülk edinmeye, buraları egemenlikleri altına almaya çalışır yani Allah’ın rablik ve melikliğini tanımayıp, kendi hevâlarını bu makama oturturlar. Bu insanlar, ister kâfir, ister münâfık olsun durum değişmez ve bunların işi, kendiliklerinden yeryüzünde fesat çıkarmaktır; kendilerini ıslah edici saysalar bile. “İnsanlardan mü’min olmadıkları halde, Allah’a ve âhiret gününe inandık diyenler vardır. Allah’ı kandırmaya çalışırlar, iman edenleri de; ama farkında olmadan yalnızca kendilerini kandırmaktadırlar. Kalplerinde hastalık vardır onların, Allah da hastalıklarını arttırmıştır. Yalan söylemelerinden dolayı acıklı bir azap vardır onlar için. Kendilerine ‘yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiği zaman, ‘biz ancak ıslah edicileriz’ derler. Dikkat edin, onlardır müfsid (fesat çıkarıcılar), ama şuurunda değillerdir.”149
“Onlara ‘yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde; ‘biz ıslahatçılarız’ derler.” 150 İlk insanın imanı tabiatın ilk yaratıldığı günlerdeki gibi tertemizdi. Karalar, denizler ve havalar, mü’minlerin imanı gibi pırıl pırıldı. Önce imana şirki bulaştırdılar. Allah’ın kanunlarını hiçe sayarak kendilerini ilâhlaştırdılar. Ondan sonra tabiata da müdahale ederek gönüllerindeki pisliği tabiata da akıtmaya başladılar. Rabbimiz: “Ey iman edenler! Müşrikler ancak pisliktir.”151 buyurur.
Kendilerine sorarsanız, bozguncu değildirler. Hatta kafa tutarcasına, bu faâliyetlerinin yapıcı ve mâsum olduğunu söylemekten çekinmezler. O tertemiz elbiselerinin içinde kara gözlüklerinin gerisinde tabiatı kirletmek, dünyanın her tarafında anarşi çıkartıp insanların kanını paraya çevirmek, kimyasal silâhlar satarak midesini şişirmek için koşan bu hasta adamlara: “yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın” deseniz, onlar “biz Yalta, Malta zirvesinde, Londra zirvesinde insanları ıslah için bir araya geliyoruz” diyorlar. Peki ama her zirvenizin sonunda Hama’da, Halepçe’de, Afganistan’da, İran’da, Azerbaycan’da yüz binlerce insan
148] 21/Enbiyâ, 22
149] 2/Bakara, 8-11
150] 2/Bakara, 11
151] 9/Tevbe, 28
FESÂD - İFSÂD
- 55 -
öldürülüyor.152
Bozgunculuğun en korkuncunu yaptıkları halde, dönüp de “bizim hareketlerimiz yapıcıdır” diyenler, her asırda pek çoktur. Böyle diyorlar, çünkü ellerindeki ölçü bozuktur. Evet, ihlâsın, samimiyetin ve hüsn-i niyetin ölçüsü bozulunca bütün değer ve ölçüler hassasiyetini kaybeder. Niyet ve vicdanları her şeyi Allah için yapma samimiyetinden mahrum olanlar, davranışlarındaki bozgunculuğu görememekte mâzurdurlar. Çünkü onlarda, hayır-şer; iyilik-kötülük ölçüleri, Rabbânî bir temele oturmamıştır. Onlar, şahsî ihtiraslarının esiridirler.153
Rabbimiz bizi uyarıyor: “Gözünüzü açın, asıl fesatçılar onlardır, ancak farkında değiller.”154 Islahatçıyız diyerek gelen, batının akıl hocalıklarına aldanmayalım. Bunlar bozguncudurlar. Ancak bozgunculuk yaptıklarının bozgunculuk olduğunu bilmezler. “Akrebin kimseye kin’i yoktur. Ancak, onun sokması fıtratının gereğidir.” İyi niyetli kâfirler yönetici olsalar, içlerindekini dışa vuracaklar. İçlerindeki küfür zehir olunca iyi niyetlerle de olsa insanlığı ve tabiatı zehirleyecektir. Şeker hastasına çok iyi niyetlerle her gün baklava yediren câhil insan gibidirler. 155
Fesâdın Tek Etkeni İnsanlardır
Allah, yeri ve gökleri eşsiz bir nizam, ölçü ve uyum içinde yaratmıştır. Yeryüzünün düzenini ve huzuru bozan insandır. Kur’an, fesâdın her türünün insanın eseri olduğunu açıkça belirtir.156 Bu yüzdendir ki ilâhî irade, yeryüzünü fesâda veren kötü insanları, onlara Mûsâllat edilen başka insanlarla durdurmayı sünnetullahtan biri halinde işletmektedir.157 Yeryüzünde fesâdın tek etkeninin insanlar olduğunu şu âyet çok net ve çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor: “İnsanların elleriyle kazandıklarından dolayı karada ve denizde (çölde, kırda ve şehirde) fesat ortaya çıktı.”158
Hevâ ve heveslerini ilâh edinen insanlar, yeryüzünde kendi keyiflerine göre bir sistem kurmayı arzu ederler. Dünyevî hırslarını, iştah ve şehvetlerini tatmin için her yola başvururlar. Hedeflerine varabilmek için hiçbir kural tanımazlar. Diğer insanların haklarına ve hürriyetlerine tecavüz ederler. İşte yeryüzünde fesâdın kaynağı budur. Allah’a açıkça isyan, yeryüzünü fesâda vermek olarak kabul edilmiştir. Çünkü İslâmî hükümler, insanların huzuru için vaz’ olunmuş kanunlardır. İnsanlar bu hükümlere sımsıkı sarıldıkları zaman, düşmanlık ortadan kalkar ve herkes kendi ameliyle meşgul olur. Böylece hem yeryüzünün/doğanın, hem de orada yaşayan insanların salâhı gerçekleşir. Ancak, insanlar İslâm’a sarılmayı bırakıp, kendi nefislerinin arzuladığı şeyleri yapmaya başlarlarsa, o zaman fesat ortaya çıkar. Mesele bu açıdan ele alınırsa, yeryüzündeki fesâdı ve fesâdın kaynağını tespit etmek kolaylaşır. Kâfirler ve münâfıklar, gayr-ı meşrû amelleriyle fesat üretmektedir.
Allah, halife olarak insanı yeryüzünde yerleştirme iradesini meleklere söylediği zaman, onlar Allah’ın vahyi dışına çıkıp çıkmamada serbest olacak bir
152] Mahmut Toptaş, Şifâ Tefsiri, Cantaş Y., c.1, s.101
153] Seyyid Kutub, Fi Zîlâli'l Kur'an, c. 1, s. 88
154] 2/Bakara, 12
155] Mahmut Toptaş, a.g.e. c. 1, s.102
156] Bak. 2/Bakara, 30: 40/Mü'min, 26
157] Bak. 2/Bakara, 251)
158] 30/Rûm, 41
- 56 -
KUR’AN KAVRAMLARI
varlığın hevâsına uyup yeryüzünde fesat çıkaracağını kestirmişler ve “orada kan döküp fesat çıkaracak birini mi var edeceksin?”159 diye sormuşlardı. Fakat her ne kadar insanların büyük bölümü müfsid olsa bile, içlerinde öyleleri vardır ki, meleklerin de üzerine çıkar ve Allah’a en yakın olan mertebeye yükselir. Bu bakımdan, “büyük hayır için az şer terk edilemeyeceği”nden Allah insanı yeryüzünde halife yapmış ve vahyine uyanlara müfsidlerle savaşma emrini vermiştir. Müfsidler kalben korkak ve kendilerini hep huzursuz hissettiklerinden, birbirleriyle fesâdda yardımlaşırlar. O halde ıslah edicilerin de yardımlaşmaları ve müfsidlerle savaşmaları gerekir. Yoksa, yeryüzünde hep fesat egemen olur ve insanın hem yaratılışındaki, hem de hilâfetindeki amaç gerçekleşmez: “Eğer Allah’ın, insanları bir kısmıyla bir kısmını def edip savması olmasaydı, yeryüzü fesâda uğrardı; ama Allah âlemlere karşı lütuf sahibidir.” 160
İnsanın fesâda meyilli yapısı da, sâlih mü’mini iç fesâda karşı daima uyanık olmaya zorlamalıdır. Bu, nefisle cihdaddır; nefsin fesâda meyline karşı cihad. Mücâhid, fesâdı salâha çevirendir. Gerçek mücâhidlik, kişinin içini salâha çevirmeden ortaya çıkmaz; çıkarsa bu cihad değil, terör olur.
İfsâda Karşı Islahat
Her şeyi bir ölçü ile yaratan Rabbimiz, imkânlarını verip düzen ve yolunu gösterdiği beşerî alandaki dengenin âkıbetini, irâdeli davranışlarımıza bırakmış ve insan cinsi için imtihan sahası kılmıştır. Yaratıcımızın, doğru yolda olanları müjdelemek, sapanları uyarmak üzere elçiler gönderdiği insanlar, önce tek bir ümmet idi.161 Düzene konulmuş olan yeryüzünde ifsad/bozgunculuk yapmamalı ve kulluklarını unutmamalıydılar.162 Ama insanlardan birçoğu hevâlarına uyarak Allah’ın âyetlerini unutup kendi başlarına büyüklük taslamaya, başıboş arzularını ilâh ve birbirlerini velî edinmeye başladıklarında ulaşılan sonuç büyük bir fesat, bozgun ve kargaşa idi.163 Sonsuz güç ve rahmet sahibi olan Rabbimiz, bozgunculukları sonucu kargaşa ve karanlık içine düşen Âdemoğullarına, içlerinden gönderdiği elçiler aracılığıyla hidâyet yolunu tekrar tekrar göstermiş ve kendilerini ıslah edip (düzeltip) kurtuluşa ermelerini dilemiştir.164
Fesat Karşısında Mü’minlerin Görevleri
Mü’minler, müfsidlerin fesatlarına karşı tavır almalı, inkılâpçı bir düzeltme ile ıslahatçı olmalıdır. İradeli tercihlerle ulaşılacak olan iman ve sâlih amel yolunu bizlere mutluluk ve kurtuluş hedefi olarak gösteren Rabbimiz, aynı zamanda Mûsâ (a.s.)’ın, kardeşine devrettiği ıslahat görevini165 bütün mü’min kullarının da üstlenmesini istemiş ve bozgunculuk yapanların işlerini ıslah etmeyeceğini bildirmiştir.166 Şu âyetler de bu konuyu yeterince anlatmaktadır: “Sizden önceki nesillerden akıllı kimselerin, (insanları) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan men etmeleri gerekmez miydi? Fakat onlar arasından, ancak kendilerini kurtardığımız pek az kişi
159] 2/Bakara, 30
160] 2/Bakara, 251; Ali Ünal, Kur'an'da Temel Kavramlar, s. 276
161] 2/Bakara, 213
162] 7/A’râf, 56
163] 8/Enfâl, 73
164] 7/A’râf, 35
165] 7/A’râf, 142
166] 10/Yûnus, 81
FESÂD - İFSÂD
- 57 -
böyle yaptı. Zulmedenler ise kendilerine verilen refahın peşine düşüp şımardılar ve suç işleyenler olup çıktılar. Halkı ıslahatçı kimseler olsaydı, Rabbin o şehirleri haksız yere helak edecek değildi.”167
Kur’ân-ı Kerim’in birçok yerinde “sâlih amel” ile “iman” kavramları âdeta bağımsız düşünülemeyecek kadar iç içe bir birliktelikte kullanılmıştır. Sâlih amel, açıkça imanın dışa yansıyan gerekliliğidir. Sâlih amelde bulunabilmenin şartı olarak, ıslahat çabaları söz konusu olmakta ve bu da mü’minlerin temel görev alanlarını belirlemektedir. Yeryüzünün ifsad edildiği, zulüm ve şirkin alabildiğine azgınlaşıp câhilî kültür ve uygulamaları yaygınlaştığı ve vahyî ölçülerden uzaklaşıldığı her dönemde, ıslahat çabalarının gerçekleştirilmesi mü’minlerden beklenilen temel farîzalardır. Rabbimizin müjdelediği sonuca da, ancak bu konularda göstereceğimiz sâlih amellerimizle ulaşabiliriz. Zaten mü’minlerden beklenilen, zorbalara uymaları veya boyun eğmeleri değil; ıslah edicilerden olmalarıdır.168
Muslihun (ıslahatçı olanlar), Rablerine ibâdette kimseyi ortak koşmayan,169 Allah’ın kitabına sımsıkı sarılan,170 cehâlet ve kötülükten arınmaya çalışan,171 mü’min kardeşlerinin arasını ıslah eden,172 rasullerin canından önce kendi canlarının kaygısına düşmeyip Allah yolunda susuzluğa, açlığa, yorgunluğa hazır olan,173 iyiliği emredip kötülükten sakındıran ve hayır işlerine koşan,174 Allah’a çağırıp ben müslümanlardanım diyen175 kimselerdir.
Gerçek Islahatçılar Aynı Zamanda İnkılâpçıdır
Islahat çabalarıyla verilen mücadele, egemen şirk güçlerinin hâkimiyetini hayatın bütün şubelerinden söküp atmaya çalışan aktivite kadar,176 en az, iman ettikten sonra imanlarına zulüm karıştıran ve kötü amellere meyleden müslümanları uyandırıp ıslah etmeyi amaçlayan iç aktiviteyi de177 bünyesinde barındırmaktadır. İster Yüce Allah’ın ilâhlığını ve rubûbiyetini tanımayan veya O’na ortaklar koşarak azgınlık yapan tutumlar sonucu olsun, isterse tevhid dinine girdikten sonra câhilî arzu ve anlayışların tesiriyle itikadî ve amelî yanlışlıklara ve kötülüklere bulaşma sonucunda olsun, yeryüzünde ve toplumsal hayatta baş gösteren bozulma, çözülme, tuğyan ve zulüm karşısında ortaya konabilecek olumlu çabanın Kur’an’daki tanımı ıslahat ve sâlih ameldir. “Mevcut düzenin ıslah edilmesi” gibi ifadelerle karşımıza çıkan kısmî düzeltme, uzlaşma, düzenle müslümanı bağdaştırma şeklinde anlayış, ıslahat kavramını tahrif etmektir. Islahat, günümüzde yanlış olarak inkılâpçı hareketlerin karşısında, düzen ve sistem içi hafif yumuşatma ve zâlim düzenin devamı anlamlarında kullanılıyorsa, bu Kur’an’ın anlaşılmasını istediği bu kavramdan ve içeriğinden uzaklaşmadır yanlıştır. Islahat, devrimci bir eylemdir. Bozulmuş ve sapmış olanı düzeltme ve vahyî
167] 11/Hûd, 116-117
168] 28/Kasas, 19
169] 18/Kehf, 110
170] 7/A’râf, 170
171] 17/İsrâ, 9
172] 49/Hucurât, 10
173] 9/Tevbe, 120
174] 3/Âl-i İmran, 114
175] 41/Fussılet, 33
176] 7/A’râf, 85-86; 11/Hûd, 116-117
177] 5/Mâide, 39; 3/Âl-i İmrân, 86-89
- 58 -
KUR’AN KAVRAMLARI
hakikatleri yeniden egemen kılma çabasıdır. Islahatçı, insan ve toplumların düşünce ve eylemlerinde vahyî doğrular istikametinde köklü bir değişimi ve dönüşümü gerçekleştirmeyi amaçlar ve bu işin sünnetine uygun bir mücadele içinde olmaya çalışır. Hasenât ise, genelde fıtrî bir iyiliği, insanlara hizmeti ifade eder. Ancak ıslahat çabaları doğrultusunda yapılan hasenatların, anlamlı ve kalıcı olan değerinden bahsedilebilir.178
Islahat; kesin ve muhkem olan vahyî ölçüye dayanarak cahilî bütün tutum ve davranışları, ifsad edilmiş bütün kurumları tepeden tırnağa değiştirmeyi amaçlamış devrimci bir tavırdır. Islahatçı (muslih), ilâhlık taslayan egemen şirk güçlerine karşı gösterdiği tavır kadar, şirk güçlerinin saldırısı karşısında ümmet bünyesinin mukavemetini yıkan, onu hastalıklı kılan iç bozulmaya karşı da mücadele vermek zorundadır. Islahatçı, kendi ümmetinin, dış güçlerin saldırılarından önce, kendi halini bozması, olumsuz olarak değiştirmesi sonucunda gerilediğini ve Allah’ın verdiği nimetleri elinden kaçırdığını bilir.179 Islahatçı; Allah’ın düşmanlarıyla mücadele etmek kadar, düşmanla mücadele edecek sağlıklı bir bünyeye sahip olma çabasının da taşıyıcısıdır. O, bozulma ve zilletin nedenlerini, şeytanî güçlerin aslî görevi olan saldırılarından önce, çözülmeye ve hastalanmaya müsait hale gelmiş olan kendi ümmetinin itikadî ve amelî tutumlarında arar. Islahatçı, kurtuluşa kişisel iyiliklerle ulaşılamayacağını bildiği gibi; ıslah çabalarında kendi nefsini de unutmaz. Ve o yine bilir ki, iman edip sâlih amel işleyenler, insanların en hayırlılarındandır.180
Islah eylemi, her türlü bozulma, tuğyan ve şeytanî tuzak karşısında tevhidî ilkeleri yaşatmayı ve Allah’ın dinini yeryüzünde hâkim kılmayı amaçlayan soylu ve köklü bir uğraştır. Islahatçı, vahiy temeline bağlı inkılâpcı bir öz taşır. O, Rabbimiz‘in ilettiği buyruklar doğrultusunda öncelikle kendini ıslah ederek181 kendi nefsinde inkılâbı gerçekleştirmiş ve bu olumlu değişimi çevresine, toplumuna ve yeryüzüne taşımayı amaçlamıştır. İman edip sâlih işlerde bulunalar, halkın en hayırlılarıdır182 ve onların da çok olmadığı bilinmektedir.183
Kur’an bize, ıslah kavramının günümüzde olduğu gibi geçmiş tarihte de yanlış veya kasıtlı tutumlar nedeniyle Allah’ın rızası dışında kullanıldığını göstermektedir. Sâlih amelle kötü ameli (seyyiât) birbirine karıştıranlar184 olduğu gibi, kendilerine bozgunculuk yapmayın diye ihtar edilenlerden “biz ıslah edicileriz”185 diye cevap verenler de çıkmıştır. Oysa Allah, bozgunculuk edeni (müfsid), ıslah edenden (muslih) ayırır.186 Allah’ın kitabı, sâlih kulların özelliklerini ortaya koyan en temel, muhkem ve mutlak ölçüdür.
Islah çabalarının birinci elden muhatapları, ilâhî vahye kulaklarını tıkamamış, gerçekler karşısında gözlerini yummamış olanlardır. İnandıkları halde, bilmeyerek
178] 18/Kehf, 30
179] 8/Enfâl, 53
180] 98/Beyyine, 7
181] 6/En’âm, 48
182] 98/Beyyine, 7
183] 38/Sâd, 24
184] 9/Tevbe, 102
185] 2/Bakara, 12
186] 2/Bakara, 220
FESÂD - İFSÂD
- 59 -
kötülük işleyenlere187 veya cehaletleri dolayısıyla bu duruma düşenlere,188 câhilî anlayış ve tavırlarından sonra tevbe etme ve kendilerini düzeltme (ıslah) kapıları açık tutulmaktadır. Bu bozulma ve kötülük hali, tarihî süreç içinde toplumların bünyesinde de tezahür edebilmektedir. İslâm ümmetinin bugün yaşadığı hastalıklı ve câhilî durum, buna şâhitlik etmektedir.
Müslümanlar, tevhidî bilinçlerini, rıza gösterdikleri sistemler içinde yozlaştırmışlar ve büyük ölçüde yitirmişlerdir. Peygamberimiz’den bu yana ıslahat çabalarını ve tevhidî mücadelelerini sürdüren muvahhid müslümanların gayretlerine rağmen, işbaşına geçtiklerinde bozgunculuk yapanlar,189 Allah’ın indirdiği apaçık belgeleri ve Kitap’ta açıkladığı hidâyeti gizleyenler190 İslâm ümmetinin bilincini ifsad etmişler ve müslüman kitlelerin halini bozup değiştirmişlerdir. Ve İslâm ümmeti, Rablerinin kendilerine verdiği arza vâris olma nimetini ellerinden kaçırmıştır. “Bu böyledir, çünkü bir millet kendilerinde bulunanı değiştirmedikçe Allah onlara verdiği nimeti değiştirmez. Allah işitendir, bilendir.”191
Fakat Allah yeryüzünü sâlih kullarına vâris kılmak;192 insanları kurtuluş ve mutluluk yoluna eriştirmek istemektedir.193 Bununla birlikte değişim, yine bizim ve beraber olduğumuz toplumun iradesine bağlı tutulmuştur. Bireysel ve toplumsal alanda başarılı oluşun yolu, yine ıslahat çabalarıyla oluşacaktır. “Bir toplum, kendi nefsindekini değiştirmedikçe, kuşkusuz Allah da o toplumun bulunduğu durumu değiştirmeyecektir.”194 “Ey iman edenler, Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin. Ki (Allah) işlerinizi ıslah etsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse, büyük bir başarıya erişmiş olur.”195
İlk âile kurumuyla oluşmaya başlayan toplumsal yaşam; şeytanî olanla Rabbanî olan arasındaki tartışma, çatışma ve imtihanlarla çeşitlenerek bugüne dek süregelmiştir. Tevhid-şirk kutuplaşmasında süregelen toplumsal mücadeleler tarihi, ıslah edilmiş olan yeryüzünde196 Allah’a verilen sözden cayıp, bozgunculuk yapanlarla,197 inanıp sâlih amellerde bulunanlar198 arasında devam edegelen sürekli bir çatışmayı oluşturmaktadır. Tevhid ile şirkin, hak ile bâtılın, ma’ruf ile münkerin, muhkem ile muharref olanın arasındaki çatışma bugün de sürüp gitmektedir.
Hidâyet nimetine nankörlük eden yaratıcısı yanında başka velîler edinen, kendi aczini unutarak büyüklük taslayan ve böylece yeryüzünde bozgunculuk yapan, fitne çıkaran, kötülüğü yaygınlaştıran, vahiy dinini tahrif etmeye kalkışan veya bu konuda aracı olanların söz konusu cahilî eğilimleri ve bozgunculukları, rasullerin öncülüğünü yaptığı sâlih kulların ıslahat çabalarıyla insanlık tarihi
187] 6/En’âm, 54
188] 16/Nahl, 119
189] 2/Bakara, 205
190] 2/Bakara, 159
191] 8/Enfâl, 53
192] 21/Enbiyâ, 105
193] 9/Tevbe, 20
194] 13/Ra’d, 11
195] 33/Ahzâb, 70-71
196] 7/A’râf, 56
197] 13/Ra’d, 25
198] 98/Beyyine, 7
- 60 -
KUR’AN KAVRAMLARI
süresince giderilmeye, düzeltilmeye çalışılmıştır. Tartışma, çatışma ve imtihan alanı dediğimiz tevhidî mücâdele ortamı da bu çerçevede oluşmaktadır. 199
Özellikle mü’minlerin kâfirlere ve münâfıklara, kısaca muslihlerin müfsidlere karşı savaşı yalnız insanlar için değil; tüm varlıklar için bir rahmettir. Yeryüzünü fesâda boyayan kâfirler korkaklıkları, paylaşmak istedikleri rant ve sahip oldukları hırs sebebiyle birbirleriyle yardımlaşırlar. Bunlara karşı muslihlerin/müslümanların, fesâda ve müfsidlere karşı ortak bir cephe meydana getirmeye gayret etmeleri kulluk ve hilâfet görevleridir. “Küfredenler birbirlerinin velîsi, gönül dostudurlar. Eğer siz bunu yapmazsanız (iman edip hicret ederek canlarınızla ve mallarınızla Allah yolunda cihad edip yardımlaşmaz ve böylece birbirinizin velîsi olmazsanız) yeryüzünde fitne ve büyük bir fesat baş gösterir.”200 Günümüzde fitne ve fesâdın iktidarı, bütün kurumları ve kurallarıyla ayaktadır. Müslümanlar da birbirlerinin velâyetine râzı olmamanın ve cihadı terk etmenin ıstırâbını yaşamaktadırlar.
Fesâdın temelinde insanın doğal değerleri ve evrendeki mevcut nizamı, kendi hevâsı ve doymazlıkları uğruna altüst etmesi yatar.201 Bunun sonucu, şirkin en büyük fesat olmasıdır. Çünkü şirk, tüm yaratıklardaki değer ve nizamı şuursuz maddeye yükleyerek bozmaya çalışmaktır. Kur’an’da fesat olarak sayılan eylemlerin başlıcaları, iman etmeyip insanları Allah yolundan alıkoymak, büyüklenmek, haksız yere kan dökmek, tuğyankârlık/azgınlık taşkınlık yapmak, fahşâ ve münker (çirkin ve kötü söz, fiil) işlemek, nesil ve ekini helâk etmek, homoseksüellik, yol kesmek, hırsızlık, insanları gruplara ayırmak, sihirbazlıktır.202 Kısaca, dinî hükümlerin dayandığı “nesil, mal, can, din ve akıl emniyetini/güvenliğini yok edici eylemler fesat sınırına girebilir.
İnsanın ürettiği fesattan en büyük payı putperestlik, ikinci olarak münâfıklık, üçüncü olarak da yahûdi kesimi almaktadır.203 En yıkıcı fesat, insanın saltanat ve sahip olma uğruna sergilediği fesattır.204 Böyle olduğu içindir ki, insanlık tarihi boyunca medeniyet ve saltanatların çöküşüne de fesatlar sebep olmuştur.205
Bakara sûresinin 11-12. âyetlerinde olduğu gibi fesat, daha ziyade, münâfıkların bir vasfı olarak zikredilmektedir. Ancak, fesâd çıkarmanın, bozgunculuk yapmanın tasvip edilecek bir yanı olmadığı gibi, hiçbir kimse de, kendisinin böyle çirkin bir fiille vasıflanmasını istemez. Nitekim münâfıklar da, kendilerinin böyle bir özellikle vasıflanmalarını kabullenmemektedirler. Münâfıklar, kendilerinin müfsid değil; muslih olduklarını ileri sürmektedirler.206 Bu âyette geçen fesâd kelimesini, İbn Mes’ud ve ashâbdan bazılarının “küfür ve ma’siyet işlemek” , İbn Abbas ‘ın da, sadece “küfür” kelimeleri ile tefsir etmeleri bu fiilin son derece çirkin olduğunu ve her türlü kötülüğü içerisine alabileceğini göstermektedir. Genelde nefisleri, nesepleri, malı, aklı ve dini ifsâd etmek diye sıralanan bu kötülükler, fesâdın çerçevesi içerisinde mütâlea edilmektedir.
199] Hak Söz, sayı, 3-4, s. 1-2
200] 8/Enfâl, 73
201] Bak. 23/Mü'minûn, 71
202] Bak. 2/Bakara, 205; 12/Yûsuf, 37; 29/Ankebut, 28-30; 28/Kasas, 3-4; 10/Yûnus, 91; 16/Nahl, 88; 7/A'râf, 86; 27/Neml, 14; 89/Fecr, 12
203] Bak. 17/İsrâ, 4; 7/A'râf, 85; 2/Bakara, 11
204] Bak. 27/Neml, 34
205] Bak. 28/Kasas, 4, 83; 89/Fecr, 12; 40/Mü'min, 26; 27/Neml, 14
206] 2/Bakara, 11-12
FESÂD - İFSÂD
- 61 -
Kur’ân-ı Kerim’de “yeryüzünde fesat çıkarmayın” veya “ıslah edildikten sonra yeryüzünde fesat çıkarmayın” anlamlarındaki ifadeler, bazı âyetlerde tekrar edilir. Selef ulemâsına göre “yeryüzünde fesat çıkarma” ifadesi, Allah’a açıktan isyan etmek demektir. Müfessirler, bu ifadeyi, genel olarak, Allah’a şirk koşma, Allah’a isyan, yeryüzünün fesatla dolması, peygamberleri yalanlama, nübüvveti inkâr etme dolayısıyla Allah’ın emirlerini kabul etmeme, Allah’ın dini hakkında şüphe etme, kibirlenme ve büyüklük taslama, harp ve fitne çıkarma şeklinde yorumlamaktadırlar.
Âyetlerde mutlak olarak zikredilen fesâd, ister inanç, isterse amelî konularda olsun, insana zarar veren ve onu maddî ve mânevî helaka götüren her türlü davranıştır. Fesat çıkaranları (müfsidleri) Allah’ın sevmeyeceği,207 onların işlerini düzeltmeyeceği208 gerçeği ortaya çıkmaktadır.
Allah’ı inkâr ve Allah yolundan alıkoymak, en büyük fesâdlardandır, sonuçları da acıdır: “İnkâr (küfr) eden ve Allah’ın yolundan alıkoyanlara fesatlarına/bozgunculuklarına karşılık azap üstüne azap veririz.”209
Peygamberleri ve getirdiklerini yalanlama da fesâdın büyüklerindendir. Kur’an’da, peygamberlerin getirip yerleştirmeye çalıştığı mesaja ve bu doğrultuda kurmaya çalıştığı İslâmî düzene, birtakım sözde gerekçelerle karşı çıkan ve her türlü engelleme yollarını deneyen kimseler fesatçılar/bozguncular olarak adlandırılmakta ve bu olumsuz davranışlarının kendilerine bir yarar sağlamadığı; tam tersine helâklarına sebep olduğu vurgulanmaktadır.210
İnsan Hakları İhlâli Şeklindeki Fesat
Fesâdın yaygın görünüşü, insan hakları ihlalleridir. Bunlar, kan dökücülük, sömürü ve tahakküm ilişkileri biçiminde kendini gösterir. “...Kim bir kimseyi, bir kimseye (cinâyete) veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu diriltirse (ölümden bir hayat kurtarırsa), bütün insanları diriltmiş gibi olur. And olsun ki onlara belgelerle peygamberlerimiz geldi. Sonra buna rağmen onların pek çoğu, yeryüzünde taşkınlık edenler (müsrifûn) oldu.”211 Kadınları bırakıp erkekleri öldüren Firavun,212 kızlarını toprağa diri diri gömen Mekke câhiliyyesinin insanları,213 daha anne karnındayken kürtajla çocuklarının hayatlarına kıyan veya oğlan kız demeden tüm çocuklarının ebedî hayatlarını öldüren modern câhiliyyenin ortak tavrı yaşama hakkına tecavüzdür. Bu da, temel insan haklarının en başlarında gelen canın korunmasını ihlaldir ve fesâdın en büyüklerindendir.
Yine malın korunmasını ihlal eden hırsızlık, ölçü ve tartıda eksiklik de fesattır.214
Bir toplumda bozgunculara engel olunamaması ve bozguncuların sayısının
207] 5/Mâide, 64; 28/Kassas, 77
208] 10/Yûnus, 81
209] 16/Nahl, 88
210] Bak. 29/Ankebut, 36-37; 7/A'râf, 103, 109-110, 127; 27/Neml, 13-14; 40/Mü'min, 26-27
211] 5/Mâide, 32
212] 7/A'raf, 127
213] 16/Nahl, 58-59; 81/Tekvir, 8-9
214] Bak. 12/Yûsuf, 70-73; 11/Hûd, 84-94; 7/A'râf, 85-93
- 62 -
KUR’AN KAVRAMLARI
artması, bu toplumu ayakta tutan sosyal düzenin bozulması, işlerin çığırından çıkması, toplumsal hayatta hiçbir şeyin yolunda gitmemesi ve kargaşa ortamının hâkim olması demektir. Özellikle zâlim yöneticiler ve politik seçkinler, toplumlarında kötülüğü ve fesâdı yaygınlaştırırlar. Bu fesatçılar, ister peygamber, isterse kendi topluluklarından çıkan şuurlu insanlar olsun, bütün ıslahçılara karşı çıkarlar, onlarla mücadele ederler. “Dünya hayatına dair konuşması senin hoşuna giden, pek azılı düşman iken, kalbinde olana (samimi olduğuna) Allah’ı şahit tutan, işbaşına geçince ortalığı fesâda verip bozgunculuk yapmaya, “hars”ı (ürünü, ekini) ve nesli yok etmeye çabalayan insanlar vardır. Allah bozgunculuğu sevmez.”215 Bu âyetin metninde yer alan “hars” (ekin, ürün) kelimesi iki şekilde yorumlanır:
Hars, emek yoluyla sağlanan kazanç ve gelirdir. Çoğunlukla dünyevî malları, özellikle de hem toprağın işlenmesi yoluyla elde edilen ürünü, hem de bizzat işlenmiş tarlanın kendisini gösterir. Hars, bu bağlamda ürün olarak anlaşılırsa, bu mecazî olarak, genelde insan davranışlarına, özelde de toplumsal tavırlara uygulanabilir. Onun için hars, günümüzde kültür kelimesinin karşılığı olarak da kullanılmaktadır.
Bazı müfessirler ise, görüşlerini “kadınlarınız sizin hars’ınızdır”216 ifadesine dayandırarak, bu âyette de “hars”ın eşleri anlattığını öne sürerler. Bu durumda “harsın ve neslin yok edilmesi”, âile hayatının sarsıntıya uğraması ile ve sonuçta bütün bir toplumsal yapının çökmesi ile eşanlamlı olur.
Fesâdın Görüntüleri
Tuğyân: Hak ve adâlet sınırını aşma (tuğyan) ve fesâd/bozgunculuk, birbirini tamamlayan özelliklerdir. 217
Kendisi Bozgunculuk Çıkardığı Halde Sâlihlere Bozgunculuk İsnad Etmek: “Mûsâ’yı, Firavun ve erkânına gönderdik. Âyetlerimize karşı haksızlık ettiler. Fesatçıların/ bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak.”218 “Firavun, müfsidlerden (fesatçılardan, bozgunculardan) idi.”219 Kendileri fesatçı olan Firavun ve yandaşları, kendilerini ıslahatçı olarak görüyorlar, toplumu ıslah etmek isteyen Mûsâ’ya (a.s.) fesatçı/bozguncu damgası vuruyorlar ve halkı onun aleyhine kışkırtıyorlardı: “Mûsâ’yı ve milletini, yeryüzünde bozgunculuk yapsınlar, seni tanrılarınla baş başa bıraksınlar diye mi bırakıyorsun?”220 Firavun da şöyle demişti: “Bana izin verin de Mûsâ’yı öldüreyim. O, Rabbine yalvaradursun. Onun, sizin dininizi değiştireceğinden veya yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum.” 221 Firavun ve yandaşları, kendi düzenlerini değiştirip yıkacak olan Hz. Mûsâ’yı, bozgunculuk yapmakla suçluyorlardı. Firavun düzenine karşı çıkan ve sosyal ıslah programı öneren Hz. Mûsâ, karşı çıktığı düzen tarafından bozgunculuk suçlamasıyla, vatan haini, bölücü olarak görülüyor, böyle gösterilmek isteniyordu. Her devirde kâfirlerin tavrının farklı olmadığı, küfrün tek millet olduğundan tek tip tavır sahnelediği, günümüz dünyasındaki çok belirgin benzerliklerle değerlendirilebilir.
215] 2/Bakara, 204-205
216] 2/Bakara, 223
217] Bak. 89/Fecr, 9-14
218] 7/A'raf, 103
219] 28/Kasas, 4
220] 7/A'râf, 127
221] 40/Mü'min, 26
FESÂD - İFSÂD
- 63 -
İnsanları Bölme: Kur’an’da insanları yapay ayrımlara tâbi tutup bölme, Firavunca bir fesâd yöntemi olarak savunulmaktadır: “Firavun, memleketin başına geçti, halkını fırkalara (kastlara, yüksek ve aşağı sınıflara) ayırdı. İçlerinden bir topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını boğazlıyor, kadınlarını sağ bırakıyordu. Çünkü o, müfsidlerden/fesâd çıkaranlardan idi.”222 Firavun’un zayıf, güçsüz gördüğü grup, Mısır toplumunda en aşağı basamaklara itilen ve hemen hemen bütün insan haklarından yoksun bırakılan İsrailoğullarıydı. İnsanları, sınıflara bölmek, bazı ırklara ayrıcalık vermek, kendileri devletin rantını yiyip halkı sömürerek elit tabakayı (burjuva, sömürücü, kapitalist, bürokrat kesim, mutlu ve putlu azınlık) oluşturup, toplumu da halk tabakası, orta direk, batılı-doğulu, Türk-Kürt, zengin-fakir, irticacı-modern vb. ayrımlarla insanları sınıflara yapay gruplara ayırarak bölen fesâdçılar; mü’min-müşrik ayrımına bölücülük damgası vurarak sömürüye ve zulme dayanan kendi bölücülüklerini unutturmak istemektedirler.
Bilim Yoluyla Fesâd: Çağımız buhranlarının temel nedenlerinden biri, bilime karıştırılan yalanlar, insan itikadını ve yaşayışını saptıran nifaklardır. Gerçekte ilim, ilâhî sanatı tetkik hikmeti olduğu halde; hiç bağdaşmaması gereken cehaletle (câhiliyye) bilim, zorlama yollarla, şeytanî hile ve uydurmalarla bağdaştırılmış ve fesat araçlarından biri olmuştur.
Ahlâk Yoluyla Fesâd: Çağlar boyu toplumlar içinde ahlâkı fesâda verip, toplumları çökerten münâfık ve müşriklerin devrimizdeki ulaştıkları durum, dört ayaklıları bile utandıracak boyutlara gelmiştir.
Ekonomi Yoluyla Fesâd: Dinimiz, insanların meşru ihtiyaçlarını karşılamak için belirli şartlarla helal dairesi içinde çalışmalarını ibâdet kabul eder. Cimriliği haram kıldığı gibi, israfı da şeytanın kardeşliği olarak değerlendirir. Fesatçılar ise, israf ve tüketim hızlanması sloganlarıyla toplumları tüketim toplumu yaparak mahvetmektedir. Ülkeler, toplumlar, âileler, evlilik kurumları, iş bulma konuları... gibi yapılar, savurganlık ve kapitalist düzenin zulmü sebebiyle iflas etmiş durumdadır. Aç insanın, dini (dolayısıyla ahlâkı ve tüm yaşama biçimi) de kolaylıkla yozlaşmış, insanlar karınlarını doyurmaktan ve bazıları da eşya sevgisinden ve yarışından başka şey düşünemez hale gelmiştir. Modernizmin, modanın, mal-eşya yarışının, lüksün ve reklâmın fesâdı yaygınlaştırmadaki rolleri, tahmin edildiğinden de çok fazladır.
Politika Yoluyla Fesâd: İnsanların inanç yapısını bozan ve huzurunu ciddî biçimde kaçıran belki en önemli fesâd yolu budur. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen, bu yüzden fâsık, zâlim ve kâfir olan tâğutların zulmü her alanda karşımıza çıkmaktadır. Bu onlarca fesâdın kaynağı olduğundan, müslümanların reddetmeleri ve mücadele etmeleri gereken fesâdın başı sayılır.
Fikir Yoluyla Fesâd: Filozof, düşünür yazar, öğretmen... sıfatları, fesâdın câhil halk kesimlerince kabulünü kolaylaştırması açısından büyük ihanet özelliğindedir. Allah’a inanmayan, O’ndan hakkıyla korkmayan insanın hele ağzı laf yapıyor, kalemi yazabiliyorsa bunun fesâdının şerrinden herhalde şeytan bile Allah’a sığınıyordur.
Teknoloji Yoluyla Fesâd: Uydular, casus uçaklar, bombalar, füzeler, cep telefonları, gizli kameralar, tele kulaklar...
222] 28/Kasas, 4
- 64 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Medya Yoluyla Fesâd: TV. kanalları ve boyalı basın... Örnek vermeye gerek var mı?
Ve En Büyük Fesâd Yolu; Düzen: Tüm kural, kurum ve kuruluşlarıyla doğurgan fesâd. Diğer fesâdlar, bu ananın gayr-ı meşrû çocukları. Tâğûtî düzenlerin tümü en büyük müfsiddir.
Ahlâklılar Fesâdçılar Kadar, Mü’minler En Az Kâfirler Kadar Cesur Olmadıkça…
Ahlâklılar, ahlâksızlar kadar cesur olmadıkça, mü’min olduğunu iddia edenler en az kâfirler kadar dâvâları için bedel ödemeye hazır olmadığı müddetçe, “mü’minim” diyenlerin kılavuzu Kur’an olması gerektiği halde, tâğutlar ve tâğutî anlayışlar olduğu sürece… Evet, böyle oldukça ümmetin burnu daha nice leş kokusuna muhatap olacak, mü’minliği tartışılacak tevhidden habersiz halk yığınları ve onları güden muhâfazakâr demokratlar izzeti yanlış yerde aramanın cezası olarak zillet içinde zillet yaşayacak…
Artık ihtilaller, askerî darbeler devri geçti. Şimdiki moda; Farklı biçimleri olan postmodern darbeler… Muhtıralar, internet bildirileri, kapatma davaları ve daha nicelerini görmeye aday olduğumuz benzerleri… Böylece bir taşla birkaç kuş vurulmuş oluyor. Posmodern darbeciler, hem maşa kullanarak fazla risk almamış ve hem de tüm isteklerini muhâtaplarına kendi istekleriymiş gibi yaptırarak kendi köklerini kendilerine kurutturmuş oluyor. Böylece muhafazakâr partileri daha ehlileştirmiş, etkisizleştirmiş ve onun eliyle özellikle İslâmî özgürlük taleplerine set çekmiş oluyorlar. Altı yıldır İslâm ve müslümanlar adına hiçbir icraat ortaya koyamayanlara “ne yapalım, müsaade etmiyorlar” diye bahaneler bulup halkın, bu gerekçelerle, beklentilerini çıkmaz Şubat ayının gelmeyecek otuzuncu gününe ertelemelerini sağlamış oluyorlar. Bırakın Şubat’ın 30’unu, takvimler politikacılara ve destekçilerine göre Şubat’ın 29’unu bile gösteremiyor. Korkudan 28’inde takılıp kalmış, hâkî renkli o sayfayı koparıp atamıyor, yeni sayfa açamıyorlar. Kapatmaya gerek yok (kapatıp niye kahraman yapsınlar ki), “kapatırım ha!” diyenlerin korkusu yetecektir hem iktidara, hem halka.
Her hükümetin olduğu gibi bu hükümetin de İslâm adına bir şey yapmamış olması yeterli görülmüyor, irtica denilen müslümanlığa ve müslümanlara karşı tavrının daha sert olması isteniyor. Sadece üniversitelerde ve sadece başörtüsü yasağını kaldırmayı bile kolay kolay uygulamaya koyamayacakları şekilde, tükürdüklerini yalatıyorlar. Kim demiş T.C. hukuk devleti diye? Bizim açımızdan zaten “hukuk” kelimesi “hak” kelimesinin türevi olduğundan; “Hak” da öncelikle Cenâb-ı Hak ve O’nun hak olarak koyduğu hükümleridir; tâğutun hukuk dediği gerçek Hak ve hukuka ters dayatmalardır. Kendi yasalarına ve anayasalarına bile uymayanlar hangi inancında samimi olabilir? Demokrasi ve kanun adlı kendi putlarını acıkınca yiyen putperestler Allah’a itaat eder mi, Allah’a itaat edenleri sever mi hiç? Onlarınki sürpriz değil, onlar kendilerine yakışanı yapıyorlar. Ama onların putlarını cilalayıp halka da şirin göstermeye çalışan, buna rağmen tek ilâh Allah’a iman ettiklerini söyleyen, devletle halk arasında köprü kuran kimselerin tavırları esas problem.
Zâlimler zulümlerini “adâlet”i parti adlarının önüne koyanlar eliyle icrâ ediyorlar. Hükümet davul taşıyor, tokmak başkalarının elinde; istediği havadan
FESÂD - İFSÂD
- 65 -
çalıyorlar. Davulculara kıvırtmak, halka da oyna(t)mak kalıyor. Ayrımcılık ve adâletsizliğin birçok yansımasından biri olan katsayı, yat sayıya çoktan dönüştü bile. Halkın da din adına zaten fazla istediği bir şey olmadığı halde, derin devlet kendi halkına, Kürt olsun Türk olsun fark etmez; hiçbirine güvenmiyor, onları baskı altında tutmayı yeğliyor.
Demokrasi oyunu budur: Kim halkı oyalıyor, o halktan oy alıyor. Ver oyunu, gör oyunu.
Ilıman İslâm dedikleri ucûbeyi ülke insanına ve Ortadoğu’ya yerleştirme ve ülkenin uzaktan yönetilmesi için Batılıların elinde sağcı muhafazakâr partilerin üstlendiği rolleri şu an için daha iyi oynayacak başrol oyuncuları yok. Müslüman halkın gazını almak ve BOP denilen proje için, yani Ortadoğu’yu yeniden dizayn edip oralara T.C. tipi demokrasi ihraç etmek için bugünkü aktörlere devamlı ihtiyaç vardır. Muhalefettekilerin esas oğlanı oynamaları mümkün gözükmüyor; onlar hep kötü rolde kalmalı. Ayrıca, Amerika’nın Türkiye’ye ve Ortadoğu’ya başka sürprizleri de olabilir; ılıman İslâm denilen muharref din anlayışını kökleştirmek için halife ve mehdiler sunabilir yakın bir zamanda. Önümüzdeki zaman dilimleri bereketli değil ama hayli hareketli günlere gebe.
Demokrasi neymiş? Bugüne kadar nice demokrasi adına ve ona rağmen planlar, oyunlar, onun şirin maskesinin ardında sırıtan çirkin yüzünü göremeyen bazı müslümanlar artık demokrasinin Hak ve hatta halk açısından ne büyük kandırmaca olduğunu geç de olsa bilmem anlayabilecekler mi? Yoksa, tam tersine (her seçim öncesi mağdûra, ehven-i şerre destek olma teraneleriyle), bizim mahalleden daha fazla demokrasiye, tevhid parmağı lekeli/boyalı çoğunluğa kayma mı olacak? Korkarım ikincisi olacak. Demokrasi oyunu bizde böyle oynanır; % 47 oy değil; % 97 oy alarak şeklen iktidar olsanız bile fiilen iktidar olamıyorsunuz. Tam tersine, esas iktidar gücünü elinde bulunduran derin devletin sizin elinizle size oy verenlerin inançlarına ve yaşayışlarına düşmanca tavırlar takınmak için sizi zorlayabiliyorlar. İletişim çağının olumlu tarafları da var; bilmeyen kalmadı. Uzun yıllardır memleketi Ergenekon gibi çeteler yönetiyormuş. Çetelerin çetelesini tutmak bile mümkün değil; her taraf çete kaynıyor. Düzen çeteler, mafyalar, gladyolar düzeni. Tutuklanan insanlara bakıyorsunuz ki, ne kadar farklı dallardan ve ne kadar farklı görüşleri olduğu sanılan kimseler. “Küfrün tek millet” olduğu yeniden yine beliriyor. Öyle anlaşılıyor ki, Ergenekon çetesi rolünü ve misyonunu doğru, âcil ve gereği gibi oynayamadı; değişmesi lâzım. Ergenekon gider, Ötüken gelir. Ama derin örgütlenmeler bitmez. Derin devletin sadece Ergenekon’dan ibaret olduğunu kim iddia edebilir?
Yönetim olarak tümüyle Allah’ın indirdikleriyle hükmedildiği ve yöneticilerin Allah’a hesap verme şuuruyla Kur’an kanunlarını uyguladığı, İslâm’ın tanımladığı adâletten zerre kadar ayrılmadığı ve zâlimlerin erişemeyeceği bir makam olan Kur’an’ın “imam” dediği halifelik görevini üstlendiği bir ülkede, evet sadece böyle bir dâru’l-İslâm’da yöneten bellidir, yönetilen bellidir. Aslında öyle yerlerde yönetim ve kanun koyma hakkı sadece Allah’a ait kabul edilir, imam/halife ve yardımcıları ise İlâhî hükümleri uygulayan ve Kur’an adlı İslâm Anayasasına ters düşmeyen ictihadları hayata geçiren bizden birileridir. Kendilerinden olan bu yöneticilere sıradan bir vatandaş bile hesap soracak, yönetenler en az haftada bir Cuma namazında câmide “imam” olarak, Hakk’a verecekleri hesaplarını
- 66 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kolaylaştırmak için halka hesap verecektir.
Böyle olmadığı durumlarda ise, halk bazen müslümanlık adına, bazen kutsal(!) devlet nâmına, bazen demokrasi uğruna ne zulümlere muhâtap olacaktır. Osmanlı’nın o muhteşem yönetiminde de (o günün demokrasisi ve hiyerarşisi diyebileceğimiz şekilde) derin devlet vardı. İlk zamanlar örf-âdet, tarikatler ve şeyhler, sonraları saray protokolü ve padişah anaları ve sevgilileri kadınlar saltanatı, sonra Yahûdiler ve giderek devlet içinde devlet konumuna gelen (Hıristiyanların çocuklarından devşirilen ve Bektaşi tarikatine mürit yapılarak içe kapanması istenen) Yeniçeriler derin devlet görevi üstlendi. Özellikle Tanzimat sonrası ise dışarıdan Batılı ülkeler ve içeriden Batılı zihniyete sahip İslâm düşmanı “aydın” denen karanlıklar, gayri müslim azınlıklar derin devlet rolündeydi. Sonra, meşrutiyet, dönmeler (özellikle Selanikliler), jön Türkler, özellikle İT (İttihat ve Terakki) cemiyeti derin devlet olarak Osmanlı’yı yönetti. Sonra kurtarıcılar sahneye çıktı. Ülkeyi yok yere ve nâhak şekilde, İslâm için olmayan ve müslümanların taraf olmaması gereken bir savaşa (1. Dünya Savaşına) sürükleyen derin devlet ülkeyi iyice bir kurtardı. Kurtaranlar ülkeyi kim olduğu resmen ifade edilemeyen (devlet tarafından hep dost ve müttefik kabul edilen) “düşman”lardan değil; İslâm’dan kurtardılar. O günden bugüne de yönetimi hep bu kurtarıcılar ellerinde bulundurdular. “Efendim, artık cumhuriyetten sonra ve özellikle demokrasiye geçildikten beri halk, kendi seçtiği yöneticiler tarafından yönetiliyor” mu diyen var hâlâ? Şaşarım bu akılsız akla; özellikle gözler önüne serilen bunca oyunun bazı figüranları afişe edildikten sonra! Ergenekon, buzdağının görünen kısmı. Kartel medyası, para ve para babaları TÜSİAD vb. burjuva kesimi, silahlı kuvvetler, yattığı yerden Atatürk, Anayasa mahkemesi, Yargıtay, YÖK gibi masum kabul edilip dokunulamayan güçler, tabii ki Amerika ve İsrail, BM (Bir leşmiş İlletler) gibi uluslar arası kuruluşlar, Siyonist ve masonik örgütler ve mafya yönetiyor ülkeyi. Derin bir iman olmayınca, gönüllerin ta derinliklerinden coşan Allah’la irtibat, O’nun kanunlarını her şeyin üstünde gören, takvâ ve âhiret bilincini kuşanan muvahhid mü’min özelliği kuşanılmadıkça bu durum devam edecek. Batılı kâfirler dışarıdan, bunca kurtarıcı ve yönetici içeriden memleketi tümüyle ve iyice kurtarmalarına az kaldı. Zaten insanımız tümüyle kurtuldu sayılır (İslâm’dan ve müslümanca yaşayıştan). Ama yetmiyor bu kurtarıcılara. Kökten dinsizlik olmalı. Ülkenin yönetiminin her şeyiyle Batılı gâvurlarınki gibi olması yetmez; halk da her şeyiyle gâvurdan daha gâvur oluncaya kadar bu kurtarma girişimleri devam edecek. Ya da, eh % 1 de olsa bir ihtimal daha var: Ülkenin kurtarıcılardan kurtulması.
Ümitsiz miyiz? Müslüman hiç ümitsiz olur mu? Allah’tan ümit kesmek, ancak kâfirlerin işi. Allah’ın mü’minlere rahmetinden, yardımından da ümit kesemeyiz. Ama bunun tahakkuku için mü’minliğini ispatlayan ve yardıma hak kazanan, her çeşit şirkten uzaklaşan muvahhid mü’minler olmak gerekiyor. Kendini “mü’min” sayanların yeniden “iman” edip tevhid eri olmaları, “Kitabım Kur’an” diyenlerin başka kutsallardan ve kitapsızlıktan kurtulup “Kur’an”a sarılmaları, tüm “tâğut”ları reddedip cihad bilincine ulaşmaları gerekiyor öncelikle. Yoksa bu zillet artarak devam edecek ve korkarım ki, âhiretteki azâbın keffâreti değil; bir avansı olacaktır.
Fesâdın Zıddı Salâh
FESÂD - İFSÂD
- 67 -
Fesâdın zıddı olan salâh ise, mü’minlerin belirgin vasfı ve peygamberin istekleri arasındadır. Âyette ifade edilen Hz. Yusuf’un duâsı bu gerçeği belirtmektedir: “Benim canımı müslüman olarak al ve beni sâlih insanlar arasına kat.”223 Râzî’nin yorumuna göre, seni Allah’a itaate çağıran her şey salâh; Allah’tan alıkoyan her şey de fesâddır. İbn Teymiye’ye göre ise, her çeşit hayrı içerisine alan salâh; şerrin her çeşidini içerisine alan da fesâddır. Yine Ebu Hayyan gibi bazı âlimlere göre salâh, mutedil ve güzel bir hal üzere olmaktır.
Salâh, mü’minlerin önemli bir vasfı olup, bu vasıfla mü’minler, Allah’ın emir ve yasaklarını gözetir, O’nun seçkin kulları arasına girmeye çalışır, tutum ve davranışlarında itidalli olmayı tercih ederek dünya ve âhiret saâdetini elde etmek isterler. Çünkü salâh vasfı, hem dünyevî, hem de uhrevî özelliği bünyesinde taşımaktadır. Başka bir ifadeyle âhirette sâlih insanlardan olmanın yanında, bu dünyada da iyi insanlardan olmak önemli bir husustur. Allah, seçkin kullarını bu vasıfla ayırt etmektedir. Salâh, sıfatların en üstünü olup, bununla vasıflanmak ise, derecelerin en mükemmeline delâlet etmektedir. O halde, böyle bir hususiyet taşıyan vasfın, sadece uhrevî yönü olmayıp, dünyevî yönünün de bulunması gerekir. 224
Peygamberlerin önemli duâları içinde fesat üretenlere mağlup olmama dileği de yer almaktadır.225 Çünkü fesat, yurtları kaos ve mutsuzlukla doldurmakta, kitleleri lanet ve azabın kucağına itmektedir.226
Kur’an’da fesâdın zıddı olan salâh ve fâsidin zıddı olan sâlih ve müfsidin zıddı olan muslih kelimeleri sık sık kullanılmaktadır. Fesat çıkaran fâsid’in zıddı olan sâlih kelimesi, Kur’an’da toplam 132 yerde zikredilir. İfsâd kelimesinin zıddı olan ıslah kelimesi ise Kur’an’da 7 âyette geçer. Yine, sulh ve türevlerinin geçtiği âyet-i kerime sayısı toplam 32’dir. Muslih kelimesi ve çoğulu ise Kur’an’da toplam 5 yerde geçer. Sâlih amel, değişik konuları, Allah’ın faziletli görevlerini ifade edecek şekilde çok geniş kapsamlıdır.
Kur’an, fesat üreten birey ve kitlelerin insanların karşısına barış üreticileri olarak çıkabileceklerini de söylemektedir.227 Sulh/barış taraftarı gözüken nice sahte barışçılar vardır. Bunlar barışçı kimliğiyle savaşların en gaddarcasını yapmakta, ıslah adına yeryüzünü ifsad etmektedirler. İnsanları mahvetmenin adına kurtarmak denilebilmekte, Firavunlara Mûsâ adı verilmekte, nice sahte kahraman ve sahte kurtarıcılar insanları ifsad etmektedir.
Islah adıyla ifsadı, barışçılık iddiasıyla gerçek barışseverliği ayırmada kullanılacak ölçüleri Kur’an şöyle bildirmektedir: Allah’a Kur’an’ın istediği gibi iman, âhirete yakînen inanmak, sâlih amel yani insanlığın hayrına katkıda bulunacak hizmetler gerçekleştirmek. 228
İnsanların toplum içerisindeki haklarını tespit etmek ve toplum düzenini tesis etmek, siyasetle yakından ilgilidir. Bilindiği gibi siyaset: “insanları dünya
223] 12/Yûsuf, 101
224] Ömer Dumlu, Kur'an-ı Kerim'de Salâh Meselesi, DİB Y., s. 10-13
225] Bak. 29/Ankebut, 30
226] Bak. 16/Nahl, 88; 13/Ra'd, 25
227] 2/Bakara, 11
228] Kur'an'ın Temel Kavramları, 125-126
- 68 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ve âhirette kurtulacakları yola irşad etmekle, onların salâh ve menfaatlerine çalışmak” şeklinde tarif edilmiştir. İnsanların hevâ ve heveslerini tatmine yönelen “zâlim siyaset/çirkin politika, tâğutî yönetim” fesâdın yayılmasına vesile olur. “İnsanlardan öyle kimseler vardır ki; onun dünya hayatına ait sözü hoşunuza gider ve o kimse kalbinde olana Allah’ı şahit tutar. Hâlbuki o, düşmanların en amansızıdır. O, iktidara (velâyete) geldiğinde, yeryüzünde fesat çıkarmaya, ekini ve nesilleri helak etmeye koşar. Allah ise fesâdı sevmez.” 229 Zâlim siyasette, hem tahrip etme, hem şüphe uyandırma söz konusudur. Fesâdın yaygınlaşması konusunda tâğutî düzenlerde alabildiğine yarış vardır. Zâlim politikacılar, fitne ve fesat kumkuması boyalı basın, ahlâksız kanallar, hatta en masum kabul edilen resmî ve çoğu toplumsal kurumlar fesat yarışında şeytanı bile geride bırakma gayretindedirler.
Fesatçılara Verilen Ceza
“Allah, kimin muslih/düzelten, kimin de müfsid/bozguncu olduğunu bilir.”230 “Allah, fesâdı sevmez.”231 Allah, ahdini bozanlara, bağları gözetmeyenlere ve fesat çıkaranlara lânet eder yardım ve inâyetini keser.232 Hüsrâna (zarara) uğrayanlar işte onlardır.233
“İnsanların kendi elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde (çölde, kırda ve şehirde) fesat çıkar. Böylece, onlar yaptıklarının bir kısım karşılığını daha dünya hayatında görürler.”234 Pek çok toplum, fesat çıkarmaları yüzünden dünyevî belâ görmüş ve helak olmuştur. Allah, A’râf sûresinde peş peşe Semud, Medyen ve Sodom halklarının bozgunculukları dolayısıyla başlarına gelen felaketleri anlatır.235 İsrailoğulları da yaptıkları fesâdların karşılığını dünyevî felaketler halinde görmüşlerdi.236 Kur’an, fesâd-helâk ilişkisi çerçevesinde, geçmişte bozguncuların uğradığı sona dikkat çeker ve fesatçıların uğradığı sonun incelenmesini ister. Bu incelemeden amaç, bu konu üzerinde düşünülmesi ve aynı sonuçlarla karşılaşılmaması için davranışların gözden geçirilmesidir. İnkârcılık yapıp Allah yolundan alıkoyanlara, fesâdlarına karşılık, azap üstüne azap verilir.237
Yeryüzünü fesâda veren veya fesâdı başka türlü izale edilemeyen kimselerin cezaları, öldürülmeye varacak kadar ağırdır. Bu konudaki ayrıntılar fıkıh kitaplarında uzun uzun belirtilmiştir. “Allah ve Rasûlü’yle savaşanların (örneğin faiz alıp verenler gibi238) ve yeryüzünde fesâda koşanların cezası, öldürülmeleri veya asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi veya o yerden nefyedilmeleri (sürülmeleri, hapsedilmeleri)dir.”239 “Allah ve Rasûlü’yle savaşanlar” ifadesi ile, başka insanların Allah inancını sarsmaya ve yıkmaya yönelik bilinçli davranışlarının yanı sıra, Allah’ın koyduğu ve bütün elçilerinin açıkladığı ahlâkî ilkelere düşmanca bir muhalefet edilmesi anlatılmaktadır. “Eli ve ayağını kesmek” deyimi, birinin
229] 2/Bakara, 204-205
230] 2/Bakara, 220
231] 2/Bakara, 205
232] 13/Ra'd, 25
233] 2/Bakara, 27
234] 30/Rûm, 41
235] Bak. 7/A'râf, 85-94
236] 17/İsrâ, 4-7
237] 16/Nahl, 88
238] 2/Bakara, 279
239] 5/Mâide, 33
FESÂD - İFSÂD
- 69 -
gücünü yok etmek olarak da anlaşılabilir. Hem fiziksel, hem de mecazî anlamda kötürüm hale getirilmeyi gösteriyor olabilir. “min hılâf/çaprazlama” ifadesi de döneklik/sapkınlık yüzünden biçiminde de karşılanabilir.
Hevâ ve heveslerini ilâh edinen zümreler, yeryüzünde fesâdın iktidarını sağlamış ve bunun devamı için kurumlar kurmuş, kurallar oluşturmuştur. Müslümanlara düşen görev, fitne ve fesat yeryüzünden kaldırılıncaya, din sadece Allah’ın oluncaya kadar bütün gücüyle mücâhede, mücâdele ve mukâtele etmektir.
- 70 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Fesat - Salâh Konusunda Âyet-i Kerimeler
A- Fesâd ve İfsâdKelimesinin İsim ve Fiil Halinde Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 29 Yerde): 2/Bakara, 11, 27, 30, 205, 205, 251; 5/Mâide, 32, 33, 64; 7/A’râf, 56, 85, 127; 8/Enfâl, 73; 11/Hûd, 116; 12/Yûsuf, 73; 13/Ra’d, 25; 16/Nahl, 88; 17/İsrâ, 4; 21/Enbiyâ, 22; 23/Mü’minûn, 71; 26/Şuarâ, 152; 27/Neml, 34, 48; 28/Kasas, 77, 83; 30/Rûm, 41; 40/Mü’min, 26; 47/Muhammed, 22; 89/Fecr, 12.
B- Müfsid Kelimesi ve Çoğulunun Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 21 Yerde): 2/Bakara, 12, 60, 220; 3/Âl-i İmrân, 63; 5/Mâide, 64; 7/A’râf, 74, 86, 103, 142; 10/Yûnus, 40, 81, 91; 11/Hûd, 85; 18/Kehf, 94; 26/Şuarâ, 183; 27/Neml, 14; 28/Kasas, 4, 77; 29/Ankebût, 30, 36; 38/Sâd, 28..
C- Sâlih Amel Anlamında “Sâlih” Kelimesi ve Çoğulunun Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 132 Yerde): 2/Bakara, 25, 62, 82, 130, 277; 3/Âl-i İmrân, 39, 46, 57, 114; 4/Nisâ, 34, 57, 69, 122, 124, 173; 5/Mâide, 9, 69, 84, 93, 93; 6/En’âm, 85; 7/A’râf, 42, 73, 75, 168, 189, 190, 196; 9/Tevbe, 75, 102, 120; 10/Yûnus, 4, 9; 11/Hûd, 11, 23, 46, 61, 62, 66, 89; 12/Yûsuf, 9, 101; 13/Ra’d, 29; 14/İbrâhim, 23; 16/Nahl, 97, 122; 17/İsrâ, 9, 25; 18/Kehf, 2, 30, 46, 82, 88, 107, 110; 19/Meryem, 60, 76, 96; 20/Tâhâ, 75, 82, 112; 21/Enbiyâ, 72, 75, 86, 94, 105; 22/Hacc, 14, 23, 50, 56; 23/Mü’minûn, 51, 100; 24/Nûr, 32, 55; 25/Furkan, 70, 71; 26/Şuarâ, 83, 142, 227; 27/Neml, 19, 19, 45; 28/Kasas, 27, 67, 80; 29/Ankebût, 5, 7, 9, 27, 58; 30/Rûm, 15, 44, 45; 31/Lokman, 8; 32/Secde, 12, 19; 33/Ahzâb, 31; 34/Sebe’, 4, 11, 37; 35/Fâtır, 7, 10, 37; 37/Sâffât, 100, 112; 38/Sâd, 24, 28; 40/Mü’min, 40, 58; 41/Fussılet, 8, 33, 46; 42/Şûrâ, 22, 23, 26; 45/Câsiye, 15, 21, 30; 46/Ahkaf, 15; 47/Muhammed, 2, 12; 48/Fetih, 29; 63/Münâfıkun, 10; 64/Teğâbün, 9; 65/Talâk, 11, 11; 66/Tahrîm, 4, 10; 68/Kalem, 50; 72/Cinn, 11; 84/İnşikak, 25; 85/Bürûc, 11; 95/Tîn, 6; 98/Beyyine, 7; 103/Asr, 3.
D- Islâh Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 7 Yerde): 2/Bakara, 220, 228; 4/Nisâ, 35, 114; 7/A’râf, 56, 85; 11/Hûd, 88;
E- Sulh ve Islah Kelimesinin Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 32 Yerde): 2/Bakara, 160, 182, 224; 3/Âl-i İmrân, 89; 4/Nisâ, 16, 128, 128, 128, 129, 146; 5/Mâide, 39; 6/En’âm, 48, 54; 7/A’râf, 35, 142; 8/Enfâl, 1; 10/Yûnus, 81; 13/Ra’d, 23; 16/Nahl, 119; 21/Enbiyâ, 90; 24/Nûr, 5; 26/Şuarâ, 152; 27/Nenml, 48; 33/Ahzâb, 71; 40/Mü’min, 8; 42/Şûrâ, 40; 46/Ahkaf, 15; 47/Muhammed, 2, 5; 49/Huucurât, 9, 9, 10.
F- Muslih Kelimesi ve Çoğulunun Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 5 Yerde): 2/Bakara, 11, 220; 7/A’râf, 170; 11/Hûd, 117; 28/Kasas, 19.
Fesat Konusunda Âyet-i Kerimeler
a- Fesat Çıkarmak: Bakara, 11, 27, 205; Al-i İmran, 63; Maide, 33, 64; A’raf, 56; Tevbe, 47-48; Yunus, 23, 40; Hud, 85, 116; Ra’d, 25; Kasas, 77, 83; Ankebut, 36; Ahzab, 60-62; Muhammed, 22-23.
b- Münâfıklar Fesat Çıkarırlar: Bakara, 11-12, 205; Nisa, 83; Tevbe, 107; Muhammed, 22; Münâfıkun, 7.
c- Fesat Helak ve Azap Sebebidir: Nahl, 45-47; Neml, 48-52.
d- Fesat Çıkarmak, Azap ve Yok Oluş Sebebidir: Nahl, 45-47; Neml, 48-52.
e- Yok Olmaya Layık Bir Toplumun Öncüleri İtaatten Çıkar ve Şımarırlar: En’am, 123; İsra, 16; Zuhruf, 22-23; Nuh, 21-24.
f- Dünya Nimetleriyle Şımarık Toplumlar Yok Olmuştur: Kasas, 58.
g- Cennet, Zulüm ve Fesattan Sakınanlarındır: Kasas, 83; Ankebut, 36.
h- Kötü Amel İşleyenler: Fatır, 8, 10; Yasin, 12; Fussılet, 46; Casiye, 15.
Sâlih Amel Konusundaki Âyetler
a- Sâlih Amel İşlemek: Kehf, 110; Fatır, 10; Yasin, 12; Haşr, 18; Müzzemmil, 20.
b- Sâlih Amel İşleyenlerin Mükâfatı: Bakara, 25, 82, 277; Al-i İmran, 57; Nisa, 57, 122-123, 173; Maide, 9; A’raf, 42; Yunus, 9, 26; Hud, 11, 23; Ra’d, 29; Kehf, 30-31, 107-108; Meryem, 60-63; Enbiya, 94; Kasas, 84; Ankebut, 7, 9, 58-59; Lokman, 8-9; Secde, 19; Fatır, 7; Fussılet, 8; Şura, 22-23; Muhammed, 12; Talak, 11; İnşikak, 25; Büruc, 11; Tin, 6; Beyyine, 7-8.
c- Sâlih Amel İşleyenlerin Üstünlüğü: Asr, 1-3.
d- Sâlih Amel, Dünyalık Şeylerden Hayırlıdır: Kehf, 46; Meryem, 76.
e- Sâlih Amel İşleyenlerin Kusurlarını Allah Bağışlar: Ankebut, 7; Necm, 32.
f- Allah’ın, Sâlih Amel Nasib Etmesi İçin Süleyman a.s.’ın Duâsı: Neml, 19; Ahkaf, 15.
g- Sâlih Amel İşleyenlerin Yaptıkları, Kendi İyilikleri İçindir: Rum, 44-45; Fussılet, 46; Casiye, 15.
FESÂD - İFSÂD
- 71 -
h- Amelsiz İman: En’am, 158.
i- Amelde İhsan: Bakara, 112.
j- Kötü Amel İşleyenler: Fatır, 8, 10; Yasin, 12; Fussılet, 46; Casiye, 15.
k- Bütün Amelleri Allah Bilir ve Görür: Fecr, 14; Adiyat, 11.
l- Bütün Amellere Karşılık Verilecektir: Zariyat, 6; Necm, 31; Zilzal, 6-8.
m- Amellere Göre Dereceler Vardır: En’am, 132; Ahkaf, 19; İnsan, 1-2; Leyl, 4.
n- Amellerin Boşa Gitmesi: Muhammed, 33.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 210
2. Hadislerle Kur’an Tefsiri, İbni Kesir, Çağrı Y. c. 2, s. 190-192
3. Tefsir-i Kebir (Mefatihu’l-Gayb), Fahreddin Razi, Akçağ Y. c. 2, s. 38-41
4. Fi Zılali’l Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 88
5. Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 101-102
6. Min Vahyi’l-Kur’an, M. Hüseyin Fadlullah, AkÂdemi Y. c. 1, s. 72-75
7. Davetçinin Tefsiri, Seyfuddin El-Muvahhid, Hak Y. c. 1, s. 48-49
8. Bakara Suresi Yorumu, Haluk Nurbaki, Damla Y. 131-138
9. İslâm Ansiklopedisi, T. Diyanet Vakfı Y. c. 12, s. 421-422
10. İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 2, s. 170-173
11. Kur’an’da Siyasi Kavramlarvecdi Akyüz, Kitabevi Y. s. 339-366, 481-485
12. Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 276-281
13. Kelimeler Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu, İnkılab Y. s. 135-139
14. İnanç ve Amelde Kur’ani Kavramlar, Muhammed el-Behiy, Yöneliş Y. s. 206-209
15. Kur’an’da Dini ve Ahlâki Kavramlar, Toshihiko İzutso, Pınar Y. s. 279-281, 268-273
16. Kur’an’da Günah Kavramı, Sadık Kılıç, Hibaş Y. s. 160-164
17. Kur’an’da Salah Meselesi, Ömer Dumlu, DİB. Y. 4-13, 79-154
18. Kur’an’ın Zihni İnşası, Seyyid Abdüllatif, Pınar Y. s. 75-83
19. Kur’an’da Toplumsal Çöküş, Ejder Okumuş, İnsan Y. s. 161-171, 180-181
20. Esenlik Yurdunun Çağrısı, Celalettin Vatandaş, Pınar Y. s. 183-187

 
Okunma 924 kez
Bu kategorideki diğerleri: « FELÂH / KURTULUŞ FETİH »