Cumartesi, 06 Şubat 2021 14:20

DOĞRULUK / SIDK

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

DOĞRULUK / SIDK


• Sıdk/Doğruluk; Anlam ve Mâhiyeti
• Doğruluk ve Önemi
• Kur’ân-ı Kerim’de Sıdk/Doğruluk Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Sıdk/Doğruluk ve Kizb/Yalancılık Kavramı
• Doğruluk; İmanın Dışa Yansıması
• Sâdıklarla/Doğrularla Beraber Olmak
• Dosdoğru Yol; Sırât-ı Müstakîm
• Doğruluğun Zıddı; Kizb/Yalancılık
• Yalanın Psikolojik ve Sosyolojik Zararları
• Yalanın Sırıtan Yüzü; Ya da Yalanı ve Yalancıyı Nasıl Tesbit Ederiz?
• Günümüz ve Yalan Dolan...
• Kur’ân-ı Kerim’de Kizb/Yalancılık Kavramı
• Yalan Söylemenin Câiz Olduğu Yerler
• Târiz Yoluyla Söylenen Yalana Benzer İfadeler
• Çocuklar Neden Yalan Söyler?
• Yalan Yemin
“Gerçek iyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin iyiliğidir ki, Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. Allah rızâsı için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunan köle ve esirlere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Andlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte sâdık/doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır.”3531
Sıdk/Doğruluk; Anlam ve Mâhiyeti
‘Sıdk’ sözlükte, yalanın (kizb’in) zıddı olan doğruluk demektir. Bu doğruluk, geçmişte olduğu gibi gelecekte de olabilir. Söz vermede veya başka bir konuda doğru olmayı, sözünde durmayı da ifade eder. Sıdk, yalnızca konuşmada ve bir olayı veya bir haberi başkalarına aktarmada değil; kelâmın (sözün) bütün çeşitlerinde -ki buna yazı da dâhildir- doğru olmaktır.
Sıdk/doğruluk, haber verilen ile saklanılan şey arasındaki uygunluktur. Bir başka deyişle, gönüldekinin dille söylenene uyması; kişinin içinin ve dışının aynı olmasıdır. İnsanın içi ve dışı farklı olursa, sıdk (doğruluk) gerçekleşmez. Böyle bir durumda sözün bir kısmına yalan, bir kısmına doğru denilebilir. Örneğin; bir kâfir, içinden inanmaksızın, ‘Muhammed Allah’ın rasûlüdür’ dese, bu hüküm söz olarak doğrudur. Ancak, bunu söyleyen kâfir, içinden bunun doğru olmadığına
3531] 2/Bakara, 177
- 866 -
KUR’AN KAVRAMLARI
inanmaktadır. Münâfıklar Peygamberimize gelerek dediler ki: “Biz şehâdet ederiz ki sen Allah’ın peygamberisin.” Bu ifade söz olarak doğrudur. Allah (c.c.), Hz. Muhammed (s.a.s.)’in kendi rasûlü olduğunu biliyor. Ancak, Allah (c.c.) münâfıkların bu sözü söylerken yalancı olduklarına da şâhitlik yapıyor.3532
Şüphesiz ki sözü en doğru olan, sözün en doğrusunu söyleyen yalnızca Allah’tır. “O Allah ki, O’ndan başka ilâh yoktur. Kendisinde hiç bir şüphe olmayan kıyâmet gününde sizleri mutlaka toplayacaktır. Allah’tan daha doğru sözlü kimdir?3533 Kur’an, peygamberlere ve Hz. Muhammed’e (Allah’ın selâmı tümünün üzerine olsun) indirilmiş olan vahyi kabul etmeyi ‘tasdik’ (doğrulama), onu yalanlamayı da ‘tekzib’ (yalanlama) kelimeleriyle ifade ediyor. Bu anlamda İslâm’ı din olarak kabul eden kimseler ‘sâdık’ kişilerdir. Onlar, hem ‘Elest bezmi’nde verdikleri sözlerini yerine getirirler, hem doğru sözlü Peygamberi tasdik ederler (doğrularlar), hem de dilleri ve kalpleriyle, gelen vahyin doğruluğuna inanırlar. Bu noktada iman kavramı ile ‘tasdik’ kavramı arasında kullanım bakımından farklılık bulunmaktadır. ‘Tasdik’ her türlü haber hakkında kullanılır. Sözgelimi, ‘bir, ikinin yarısıdır’, ‘elma ağaçta yetişir’ gibi bilinen gerçekleri söyleyen kimseye ‘doğru söylüyorsun, seni tasdik ediyorum’ deriz. Ancak böyle bir haberi veren kimseye ‘sana iman ediyorum’ denmez. İman kavramı daha çok ğayb (duyu organlarıyla algılanamayan) şeyler hakkında kullanılır. Ğayb haberini verene, ‘o kimseye iman ettik’ ve haber verilen şey için de ‘ona iman ettik’ denilebilir. Kur’an’da bu kullanımı görmekteyiz. Hz. Yusuf’un kardeşleri babalarına; “Ama doğru söylesek de sen bize iman etmezsin” dediler.3534 Yani ‘bizi onaylamaz, bizi tasdik etmezsin’ demek istediler.3535
Kavram ve anlam bakımından da ‘iman’ ve ‘tasdik’ kelimeleri arasında fark vardır. ‘İman’, ‘emn’ yani güven kökünden türemiştir. Bunun için o; hem ‘haber vermeyi’, hem bir ‘isteği’, hem de ‘benimsemeyi’ ifade eder. Oysa ‘tasdik’ böyle değildir. Yani birine ‘güven’ duymayı gerektirmeyecek bir haber verilince ‘falanca iman etti’ denilmez. Tasdik, haber verme çeşitleri ile ilgili bir kelimedir. Tasdik, bir şeyi haber verenin doğruluğunu bildirmek, bunun zıddı olan ‘tekzib’ ise haber verenin yalan söylediğini bildirmek için kullanılır.
Bazen sevilen, bazen nefret edilen, bazen dost edinilen, bazen düşman sayılan, kimi zaman itaat edilen, kimi zaman da isyan edilen, bazen boyun eğilen, bazen de kendilerine karşı kibirli davranılan ‘zâtlar’ önünde takınılan durumlar ‘iman ve küfür’ kavramlarıyla anlatılır. ‘Sâdık ve sıdk’ kavramları ilgili oldukları kelimelere bağlıdırlar. ‘Sâdık (gönülden, içten) sevgi ve sâdık (içten) nefret’ deyimlerinde olduğu gibi. ‘Doğru’ veya ‘yalan’ hükümleri realitenin özü değil, onunla ilgili haberin niteliğidir. Sevgi ve nefret de sıfat olarak kullanılınca; ilgili nesnenin özünü değil, onunla ilgili durumu niteler. Ancak ‘iman’ ve ‘küfür’ böyle değildir. Bunlar, doğrudan doğruya inanılan veya inkâr edilen ‘zât’a dönüktürler.
Hacerü’l Esved’i selâmlarken Allah’a yapılan duâda ‘Seni tasdik ederek’ değil ‘Sana iman ederek’ denmekte ve ‘Kitabını tasdik ederek’ şeklinde söylenmektedir: “Allahım, Sana iman ederek, Kitabını tasdik ederek, Sana vermiş olduğum
3532] 63/Münâfıkûn, 1
3533] 4/Nisâ, 87, 122
3534] 12/Yûsuf, 17
3535] Ayrıca bkz: 9/Tevbe, 61; 23/Mü’minûn, 47; 44/Duhân, 21; 10/Yûnus, 89.
DOĞRULUK / SIDK
- 867 -
söze bağlı kalarak ve Peygamberine uyarak buraya geldim, Haceru’l Esved’i selâmlıyorum.”
Sâdık Kimselerin Özellikleri: Sâdık kimse, sözünde duran kimsedir. Onun içi ve dışı birdir. Yalan söylemez, hile yapmaz, kimseyi aldatmaz, işini düzgün yapar. Gittiği yol doğru bir yoldur. Mü’min, önce özünde (kalbinde) sâdık olmalıdır. Kalbinde yalana, hileye, düşmanlığa, hileye, fitneye yer vermemelidir. Ondan sonra da sözünde doğru olmalıdır. Konuşurken yalana, uydurmaya ve iftiraya başvurmamalıdır. Yalanın zararları açıktır, doğruluğun faydaları ise tartışılmayacak kadar çoktur. Mü’min, sonra da işinde doğru olmalıdır. İşini düzgün yapmalı, hileden ve aldatmadan uzak durmalıdır.
Sıdk sahibi olmaya ‘sadâkat’ denir. Sâdık kimseler, aynı zamanda ‘sadâkat’ sahibi kimselerdir. Mü’minlerin en önemli sıfatlarından biri de ‘sadâkat’ sahibi olmalarıdır. Türkçe’de sadâkat; müslüman kardeşinin iyiliğini istemek anlamına geldiği gibi, insanlara karşı dürüst davranmaya, dostluğa bağlı olmaya da denir. Bu anlamdaki sadâkatın zıddı ‘hıyânet’tir. Hâinlik ise olgun bir müslümana yakışmaz. Müslümanlar, karşılıklı işlerinde, başka insanlarla olan her türlü ilişkilerinde sadâkat ahlâkı üzere, dürüst ve iyiliksever olmalıdırlar. Karı-koca arasında mutlaka ‘sadâkat’ duygusu olmalıdır. Hem evdeki görevleri açısından, hem de iffetlerini koruma açısından birbirlerine karşı ‘sâdık’ olmalıdırlar.
Peygamberimiz, insanları aldatanları şiddetle tenkit ediyor ve onları kendisine bağlılardan saymıyor. Mü’min, verdiği sözde durur, emâneti yerine getirir, işini sağlam yapar, yalandan uzak durur, aldığı vazifeyi yerine getirir, emâneti ehline verir. Allah’a ibâdet ve itaatinde tam bir ‘sadâkat’ ahlâkı sergiler. Rabbine kalbinden bağlıdır. O’nun huzurunda O’nu kandırmaya, başkasına tapınmaya, ibâdetinde hile yapmaya yeltenmez. Ziya Paşa şöyle diyor:
“İnsana sadâkat yaraşır görse de ikrah
Yardımcısıdır doğruların Hazret-i Allah.”
Çok doğru olan, doğruluğun en güzelini yapanlara, Allah’tan gelen vahyi tereddütsüz kabul edenlere ‘sıddîk’ denir. Nitekim Hz. Ebu Bekr’ın lakabı Sıddîk idi. Sıddîk olanlar asla yalan söylemezler. Onlar, itikatlarında (inançlarında) doğrudurlar ve bunu fiilleriyle (amelleriyle) pekiştirirler. “Kitap’ta İbrahim’i de an. Çünkü O, sıddík bir nebî idi..”3536 Allah’a ve O’nun Rasûlüne hakkıyla iman edenler, Allah katında ‘sıddîk’lar ile şehidlerdir, sıddîk ve şehidlik mertebesine erenlerdir.3537
‘Sâdık’ olma sıfatı hem peygamberlerin, hem de Kıyâmetin kesinlikle olacağının doğru haberidir. Kimsenin şüphesi olmasın ki, Kıyâmet sâdık/doğru bir haberdir.3538 İnsanlara hakkı gönderen Rabbimiz, kendisinin sâdıklardan olduğunu, dolayısıyla gönderilen vahiyde bir yanlışlık olmadığını açıklıyor.3539 Allah (c.c.), Kur’an’ın bir benzerini yazmaya cür’et edenleri, bu sözlerini isbâta dâvet ediyor. Buyuruyor ki, “Eğer sâdık kimselerden iseniz, haydi dediğinizi yapın, onun bir benzerini getirin bakalım!”3540 İnkârcı ve yalancıların, Kur’an’ın bir benzerini yazamayacak3536]
19/Meryem, 41
3537] 57/Hadîd, 19
3538] 51/Zâriyât, 5
3539] 15/Hıcr, 64
3540] 2/Bakara, 23
- 868 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ları zaten baştan bellidir.
Kur’an, inkârcılara seslenerek diyor ki, “Eğer sâdık kimselerden iseniz, ölümü başınızdan savın, İslâm’ın yanlış olduğuna dâir bir deliliniz varsa getirin, Allah’tan başkasını yardıma çağırın bakalım.”3541 Sabredenler, sâdık olanlar, kunut yapanlar (boyun bükerek ibâdet edenler), müttakî olanlar, seherlerde Rablerine günahlarından dolayı istiğfar edenler övülmeye lâyık insanlardır.3542 Kıyâmet, öyle bir gündür ki, dünyada iken imanında doğru olan, Kur’ân-ı Kerim’i tam bir teslimiyetle kabul eden sâdık kimselerin bu sıdklarının/doğruluklarının fayda vereceği bir gündür.3543
Allah (c.c.) bütün insanları iman etmeye ve sâdık kimseler ile beraber olmaya dâvet ediyor.3544 Sâdık olanların, İslâm’ı, Kur’an’ı ve O’nu tebliğ eden peygamberi tasdik edip tam bir bağlılıkla ibâdet edenlerin mükâfatını Rabbimiz verecektir. Sıdktan uzak kalan ikiyüzlü münâfïklara ise azâbını tattıracaktır.3545 Sâdık olan kadınlar ile sâdık olan erkeklere Rabbimiz büyük bir ecir ve mükâfat hazırlamıştır. Çünkü onlar imanlarında doğru idiler ve hakkı gönülden tasdik etmişlerdi.3546 İman edenler sıdk sahibi sâdıklardır. Onlar Allah’ın katından gelen sâdık bir dâveti ‘tasdik’ ettiler ve ‘musaddık/doğrulayan, doğru kimse’ oldular. Rabbimiz onları şöyle övüyor: “Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddîklar (doğrulayanlar), şehidler ve sâlihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar.”3547
“Sadîk” arkadaş demektir. Yani arkadaşını doğrulayan, ona doğru davranan, ona sadâkatle bağlanan en yakın dost demektir. Arkadaş anlamındaki bu kelimenin ‘sıdk/doğruluk’ kelimesinden gelmesi, oldukça dikkat çekicidir. 3548
Kur’an’da kullanıldığı şekliyle, farz olan infak, yani zekât anlamında ve halk arasında meşhur olduğu şekilde nâfile infak mânâsında “sadaka” kelimesi de, sıdk kelimesinden türemiş ve doğrulukla ilgili bir kavramdır. İnsanın, sıdkını ortaya koyma, Allah’ın emânetini O’nun yolunda kullanma yolu olan infak için verilen mala ve paraya da sıdk kelimesinden türeyen “sadaka” denilir. İnsan, malının bir miktarını, verilmesi istenen ve gereken yerlere vermekle, Allah’ın “infak edin” emrini yeri getirdiğini ve dolayısıyla Allah’a inanıp hükümlerini tasdik ettiğini ortaya koymuş olur.
Doğruluk ve Önemi
Doğruluk; doğru olma hali, dürüstlük, sıdk, sadâkat, istikamet, hak, birr, hidâyet anlamına gelen itikadî ve ahlâkî bir kavramdır. Allah’ın emrine ve kanunlarına uygun bir yol izlemek ve insanların haklarına riâyet etmek demektir. İman eden ve inancını hayata geçiren doğru insan, Hz. Peygamber’in en güzel ahlâkını örnek alır. Kur’ân-ı Kerim, doğruluğa dair birçok âyet içerir. Doğruluk
3541] 3/Âl-i İmrân, 168; 2/Bakara, 111; 6/En’âm, 40
3542] 3/Âl-i İmrân, 17
3543] 5/Mâide, 119
3544] 9/Tevbe, 119
3545] 33/Ahzâb, 24
3546] 33/Ahzâb,35
3547] 4/Nisâ, 69
3548] Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, s. 562-566
DOĞRULUK / SIDK
- 869 -
anlamında, hak, istikamet, birr, hidâyet vb. kelimeler de kullanılmasına rağmen doğruluk, daha çok “sıdk” kelimesiyle karşılanır. Sadece “sıdk” kelimesi ve türevleri Kur’an’da 155 yerde kullanılır; yalan ve yalancılık anlamına gelen “kizb” kelimesi ise Kur’an’da tam 282 yerde geçer.
Doğruluk, ahlâkî vasıfların tümünü kendinde toplar. Özünde Allah’a, meleklere, âhirete, kitaplara, peygamberlere inanan, namaz kılan, zekât veren, oruç tutan, sabreden, sözünde duran, cihad eden... mü’minlerin bütün bu vasıfları doğruluk halinin tezâhürleridir. Doğruluk vasfı, doğru yolun anlaşılmasıyla gerçeklik kazanır. “Ancak Sana ibâdet eder ve ancak Senden yardım isteriz. Bizi doğru yola ilet. Nimet verdiğin kimselerin yoluna; gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil.”3549 âyetleriyle doğru yolun temel istek olduğunu vurgulayan Kur’an, baştan sona doğruluğun yolunu ve bunun aksi olan sapıkların yolunu açıklar. Allah’a kulluk etmek, doğruluğun ve doğru yolun ta kendisidir. Allah, O’na inananları ve kendi yoluna uyanları rahmet ve lutfa mazhar eder, onları doğru yola iletir. “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.”3550 buyuran Allah, hâlis kullarını şeytandan korumaktadır. Allah, mü’minlerin kendisinden korkmalarını ve ölçüyü doğru tutmalarını emretmektedir. Sözün de doğru olması için uyarılan mü’minler, doğrulukları karşılığında cennete gireceklerdir. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.
Doğruluk, en iyi, takvâ halinde gerçekleşebilir. Âyette “Doğrularla beraber olun.”3551 buyurulması, bu kavramın toplumsal oluşuna delâlet eder. Doğruluk bir mîsaktır, kulluk ahdidir. Ahde vefâ ve sadâkatin mükâfatı, hem dünyada, hem âhirette verilecektir. Sıddıkların özellikleri, ana hatlarıyla açıklanmıştır. Bunlar; sabır, itaat, infak, istiğfâr, ihlâs, takvâ, hayâ, emânet gibi özelliklerdir.
Doğruluğun karşısında yalancılık, bâtıl, dalâlet gibi özellikler bulunmaktadır. Muttakîler asla yalan söylemezler. Hz. Peygamber, “el-Emîn” olarak tanınmıştı. Yalancılık ise, dar anlamıyla insanın günlük hayatta söz ve davranışlarında doğruluktan uzaklaşması anlamına gelir. Geniş anlamda Allah’ın emir ve yasakları ile alay etmek, Allah’a iftirâda bulunmaktır. Bu da müşriklerin sıfatıdır. Allah yalancı kâfirleri doğru yola iletmeyeceğini Kur’an’da birçok âyette açıklamış, onları lânetlemiş ve büyük bir azâba uğrayacaklarını bildirmiştir. Allah, mü’minlere şöyle buyurur: “Yalan sözden kaçının.”3552 Bir diğer yalancı grup, münâfıklardır. Bunların özelliği, yalan söylemeleri ve yalan yere yemin etmeleridir. Bunlar sahtekâr kimseler olup küfürlerini gizlemişlerdir.
Davranışlarda doğruluğa hakkaniyet de denir. Bu da adâlet, insaf ve merhametten ibârettir. Doğruluğun, vahyî temellerinin anlaşılmasından sonra, düşüncenin eyleme geçirilmesinde en başta dile hâkimiyet gelmektedir. Dil, düşünceyi iletme aracıdır. Mü’minler söz söylerken doğruyu söyler, gereksiz yere konuşmaz, kötü söz söylemezler; ya hayır konuşurlar veya susarlar.
Doğruluk; düşüncede, sözde, niyette, irâdede, azimde, vefâ ve amelde doğruluk şeklinde tezâhür eder. Bütün bunların kaynağı, Kur’an ve Sünnettedir. Öte yandan, düşünce ve eylem birliği, doğruluğun esasıdır. Düşüncede ve inançta
3549] 1/Fâtiha, 5-7
3550] 11/Hûd, 112; 42/Şûrâ, 15
3551] 9/Tevbe, 119
3552] 22/Hacc, 30
- 870 -
KUR’AN KAVRAMLARI
tam mânâsıyla İslâm’a yönelinmedikçe ve İslâmî hükümlere teslim olunmadıkça davranışların doğru olması mümkün değildir. Doğru olan ahlâk, tümüyle sadece Hz. Peygamber’in ahlâkıdır. Zira Rasûlullah (s.a.s.) “dosdoğru ol!” mesajı ile “Hûd sûresi beni kocattı” diye buyurarak doğruluğun önemini ve insana yüklediği sorumluluğu ifade etmiştir. Yine O, “Beni Rabbim en güzel şekilde terbiye etti.” buyurmuştur.
Bugünkü beşerî sistemlerin işleyişi gerek toplumsal düzeyde gerek fert olarak, yalancılık temeline dayalıdır. Çünkü insanlarda Allah korkusu yeterli şekilde kalmamıştır. İnsanlararası ahlâkî ilişkiler sanal ve yapmacıktır, doğruluktan uzaktır. Toplum, emîn/güvenilir bir toplum değildir, kuşku toplumudur. Böyle bir toplumda hakikat, beyanların aldatıcılığı sebebiyle ortaya çıkamamakta; insanlar Allah için yaşamadıklarından, O’na gerektiği gibi inanıp davranışlarını O’na dayandırmadıklarından, söz ve işlerinde birbirlerine güven duygusunu tamamen kaybetmiş görünmektedirler.
İslâm dışı fert ve toplum hayatında doğruluğun temelleri, hatta doğruluğun bir anlamı yoktur. Çünkü düzenler zulüm üzerine kuruludur ve insanlar kişisel çıkarları peşinde birbirlerini kandırmak için türlü oyunlara başvurmaktadırlar. Bu, bozuk bir hayat düzeni/düzensizliğidir. Sorumsuz, çirkin davranışların hâkim olduğu düzen, müslümanların hakka yaklaştırıcı en güzel hasletlerini de yozlaştırmıştır. İnsanlar her geçen gün doğru yoldan uzaklaşmaya, âhiret yurdunu aramaktansa materyalist dünyaya gönül vermiş insanların hevâ ve heveslerine uymaya başlamışlardır. Câhilî bir toplumda müslümanlar da gayr-i İslâmî günlük hayata ayak uydurmuş gözüktükleri ve müslüman şahsiyetleriyle tanınamadıkları için, İslâm’ı tanıtmak ve yaşatmak mümkün olmamaktadır. Bizzat müslümanların doğruluk düstûruna uymamaları bir toplumun helâk olması için yeterlidir. Çünkü hakkı tavsiye eden olmazsa veya yeterli sayıda ve yeterli şekilde nehy-i ani’l-münker yapılmazsa o toplum çökmüş demektir. Bir sahâbi Hz. Peygamber’e “Yâ Rasûlallah, bana İslâm’ı öyle tanıt ki, senden başka birine (başka soru) sorma ihtiyacını duymayayım” deyince, Rasûlullah şöyle buyurmuştur: “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!”3553 Başka bir hadis-i şerifte de: “Doğru olunuz, kurtuluşa erersiniz.”3554 buyurulmuştur.
İslâm’ın hayat yolu sırât-ı müstakîmdir; yani dosdoğru yoldur. O yola girenlere bir üzüntü ve korku yoktur. Her şeyden önce doğruluk, müslümanın akîdevî özelliğidir. Meselâ, dosdoğru namaz kılmayan bir mü’min ibâdette tam doğruya uymadığından, diğer davranışlarında da hatalı olacaktır.3555 O yüzden, Kur’an’da “namaz kılın” denilmez, “namazı dosdoğru kılın, dimdik ayakta tutun, ayağa kaldırın” anlamında “namazı ikaame edin” diye emredilir.
İslâmî kaynaklarda doğruluk ve dürüstlük, çok çeşitli kelimelerle ifade edilmekte olup bunların başında “sıdk” ve “istikamet” kavramları gelir. “İnsanın söz ve davranışlarıyla niyet ve inancında doğru, dürüst ve iyilikten yana olması” şeklinde tanımlanabilecek olan “sıdk” erdemi, genellikle yalanın zıddı olarak kullanılır. “İstikamet” de, “Allah’ın buyruğuna uygun şekilde doğru, dürüst ve temiz kalpli olma” demektir. Doğruluk ve dürüstlük erdemine sahip olan kişiye
3553] Müslim, İman 62; Ahmed bin Hanbel, III/413
3554] İbn Mâce, Tahâret 4; Dârimî, Vudû’ 2
3555] Sait Kızılırmak, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. , s. 410-411
DOĞRULUK / SIDK
- 871 -
“sâdık” ve “sıddîk” denir.
İnsanlığın genel ahlâk anlayışında olduğu gibi, İslâm ahlâkında da doğruluk ve dürüstlük, insan onurunun ve sağlıklı toplum yapısının vazgeçilmez şartlarından biri olarak kabul edilmiş ve insanın kendi kişiliğine karşı en önemli ödevleri arasında gösterilmiştir. Hz. Peygamber, kendisinden güzel bir nasihat isteyen kişiye, “Alllah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!”3556 buyurmuştur. Doğruluk ve dürüstlüğün böylesine önemli olması, kişinin kendi şahsına karşı tutumundan başlamak üzere, ilişkili bulunduğu bütün kişilere ve çevrelere karşı her türlü tutum ve davranışlarını ilgilendiren, ticarî faâliyetlerden kamu görevlerine kadar hayatın bütün alanlarında ve bütün mesleklerde aranan bir erdem olmasından ileri gelir. İslâm ahlâk literatüründe konuşmada, niyet ve irâdede, karar vermede ve kararında durmada, (riyânın zıddı olarak) amelde, dinî ve mânevî hallerde dürüstlük gibi doğruluk ve dürüstlüğün çeşitli şekilleri üzerinde durulmuştur.
“Doğru” kavramıyla ilgili olarak kelimenin anlam sahasını tahlil eden değerlendirmesiyle İzutsu, şöyle der: Doğru kavramında temelde iki kutup, “sıdk” ve “hak” arasında bir bağıntı vardır. Hak, doğrunun nesnel yanını temsil etmektedir ve dil ancak ona uyum gösterdiğinde, “doğru” olabilir. O halde, öznel bir hâdise olarak doğru, dili hak yani “gerçeklik” ile uyum gösterecek bir tarzda kullanmaya bağlıdır. Allah ile insan arasındaki dinî ilgiye ait meselelerde doğru konuşma sorununa yöneldiğimiz zaman, bu husus müthiş bir önem kazanmaya başlar. Zira Kur’an’a göre vahiy, haktan başka bir şey değildir ve Allah’ın kendisi de mutlak Hak’tır. Her iki halde de “hakk”ın esas olarak; mesnetsiz bir şey, boş şey, yahut yalan demek olan “bâtıl”ın zıddı oluşu önemlidir.3557
Kur’ân-ı Kerim’de; “Hadîs (olayları haber veren söz) bakımından Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır?”3558 ve “Allah hak olarak vaad etti. Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır?”3559 buyrularak Allah’ın hem haber verme, hem de vaadini yerine getirme bakımından gerçek anlamda “sıdk” sahibi olduğu belirtilir. Kur’an’da daha çok peygamberler için kullanılan “sıddîk” ise, sıdkı en fazla olan, yani asla yalan söylemeyen kimse demektir. Sıdk terimi, peygamberlerin en önemli özelliklerinden biridir. Risâlette ehil olabilmek için her peygamberin bu sıfatı üzerinde taşıması gerekir. Öyle ki; içeriği sözü ve yaptığı anlaşması, ciddiyetle mizahı ve olay nakletmesi gibi bütün sözleri, süzgeçten geçirilirse, gerçeğe uygun düşer. Bu sıfat, herhangi bir sûretle yerinde olmazsa risâlet dâvâsı temelinden sarsılmış olacaktır. Çünkü insanlar doğru söylemeyen bir peygambere güvenemez. Doğru olan peygamberin herhangi bir sûrette gerçeğe ters düşen bir söz söylediği görülmemiştir. Bir peygamberin Allah nâmına dâvet ettiği şeyi kendi nefsinde yaşaması gerekir. Çünkü risâletin en büyük gâyesi Cenâb-ı Hakk’ın insanları mükellef kıldığı ahkâmı onlara tebliğ etmektir. Çünkü Allah ile ilişkisi olan kimse, herkesten daha çok O’nun azametini anlar. Dolayısıyla O’nun hiçbir emrine karşı gelmez. Zira O’na karşı gelmek ihânettir. Hâin olan kimse de Allah’ın risâletinin ehli olamaz. Kur’ân-ı Kerim’de birçok peygamber için doğruluk vasfı kullanılmakta, bazılarına “sıddîk” denilmektedir. “Kitap’ta İbrahim’i de an. Çünkü
3556] Müslim, İman 13
3557] Toshihiko İzutsu, Kur’an’da Dinî ve Ahlâkî Kavramlar, s. 141
3558] 4/Nisâ, 87
3559] 4/Nisâ, 122
- 872 -
KUR’AN KAVRAMLARI
O, sıddík/çok doğru bir nebî idi..”3560; “Kitapta İsmâil’i de an. Çünkü o vaade sâdık rasûl bir nebî idi.”3561; “Kitapta İdrîs’i de an. Hakikaten o, sıddîk bir peygamberdi.”3562 “Yusuf, ey sıddîk kişi!...”3563 Yine son nebî Hz. Muhammed (s.a.s.)’in de sâdık olduğu, yalancılardan olmadığı Kur’ânı-ı Kerim’in birçok yerinde anlatılmakta, İslâm tarihine, özellikle risâletin Mekke dönemine bakıldığında Rasûlullah (s.a.s.), gerçeğin şehâdeti, iman edenlerin ve hatta düşmanlarının şâhitliğiyle “el-Emîn” ve “Sâdıku’l-Va’du’l-Emîn” olduğu ortaya çıkmaktadır.
Sıdk kavramı, Kur’ân-ı Kerim’de Allah Teâlâ’nın vaad ettiği şeyleri yerine getirmesi özelliği olarak da kullanılır. “Rabbinin sözü sıdk/doğruluk ve adâlet bakımından tamamlanmıştır. O’nun kelimelerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur. O hakkıyla işiten ve bilendir.”3564 “İşte onlar öyle kimselerdir ki, amellerinin en güzelini onlardan kabul ederiz ve onların kötü amellerinden vazgeçeriz. Onlar cennet ashâbı arasındadırlar. Bu, onların vaad olunageldikleri sıdk/dosdoğru bir vaaddir.”3565
Sıdk, aynı zamanda Kur’ân-ı Kerim’in bir ismidir. “Sıdk (doğru olan Kur’an)ı getirene ve onu tasdik edenlere gelince, işte muttakîler onlardır.”3566 “Allah’a karşı yalan uyduran, kendisine gelen sıdkı (gerçek olan Kur’an’ı) yalan sayandan daha zâlim kimdir? Kâfirler için cehennemde yer mi yok sanki?”3567 Kur’ân-ı Kerim’de genel olarak doğruluktan ve doğruluğun fazîletinden bahseden pek çok âyet-i kerime vardır. Bu âyetlerden biri, mü’minlerin sâdıklarla beraber olmalarını emreder: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.”3568
Sadâkat, kıyâmette kulun kurtuluşu için bir garanti mâhiyetindedir. Allah’ın gazabından kurtuluşa sebeptir, onu cennete götüren bir araçtır doğruluk: “... Bu (gün), doğru söyleyenlerin (sâdıkların) sıdklarının kendilerine fayda vereceği bir gündür. Orada devamlı kalacakları altında ırmaklar akan cennetler onlarındır. Allah kendilerinden râzı olmuş, onlar da O’ndan râzı olmuşlardır ve işte bu en büyük kurtuluş ve saâdettir.”3569 Doğruluğun esası; bir şeyin meydana gelmesi, tamamlanması, kuvvetinin kemâle ermesi, kısımlarının bir araya toplanmasıdır.
Doğruluk (sıdk/sadâkat); niyet, söz ve amelde olur. Niyette doğruluk, son derece azimli olmak ve Allah’a yönelmek için irâdeyi kuvvetlendirmek ve engelleri aşmaktır. Bu ise Allah’ın farz kıldığı şeylere koşmakla elde edilir. Bunun da başında Allah yolunda cihad gelir. Cihadın bir türü de Allah’a dâvettir. Dâvete engel olan herkesten yüzçevirmek, bunlardan uzaklaşıp nefret etmek gerekir. Çünkü onlar gaflet içinde yaşayan insanlardır. Gözleriyle inanırlar; Dünyada gördüklerinden başka bir şey bilmezler, onların ulaştıkları bilgi derecesi budur. Gerçekte ise, cehâlet ve nefsânî arzular onları kuşatmıştır. Doğru kimsenin kalbi, çok hassas olur; dâvete engel olan kimselere karşı tahammül edemez. Bunun için de onlardan sıkılır; onlarla komşuluk, arkadaşlık yapamaz; onlarla düşüp kalkamaz,
3560] 19/Meryem, 41
3561] 19/Meryem, 54
3562] 19/Meryem, 56
3563] 12/Yûsuf, 46
3564] 6/En’âm, 115
3565] 46/Ahkaf, 16
3566] 39/Zümer, 33
3567] 39/Zümer, 32
3568] 9/Tevbe, 119
3569] 5/Mâide, 119
DOĞRULUK / SIDK
- 873 -
onlardan uzak kalmakla gönlü açılır; Allah’a kulluk ve O’na dâvet hususunda acele etmeye teşvik eden kimselerden hoşlanır.
Sözde sadâkat, dilin hakkı ve doğruyu söylemesidir. Dil böyle alışınca, artık hiçbir bâtıl konuşmaz.
Amelde sadâkat, şer’î yollara uyarak Rasûlullah’a tâbi olmak sûretiyle olur. Müslüman; sözde, niyette ve amelde sadâkati gerçekleştirince, sıddîkıyet derecesine ulaşır. Bu derece ise, Cenâb-ı Hakk’ın mü’min kullarından istediği Rasûlullah’a hitap ile yönelttiği bir derecedir: “Ve şöyle de:’Rabbim, beni sıdk (ve selâmet) çıkarışıyla çıkar ve tarafından da hakkıyla yardım edici bir hüccet ver.”3570 “Sıdk girdirişi ve çıkarışı” demek, müslümanın herhangi bir şeye ve herhangi bir işe girişip başlamasının, ondan çıkışı ve onu terkinin Allah için ve Allah ile olmasıdır. Yani yaptıkları ve yapmadıkları Allah’ın rızâsına bağlıdır. Kul bunları edâ ederken Allah’tan yardım dileyerek yapar. Maksadı da Allah’ın rızâsıdır. Gâyesi de yalnız Allah’tır. “De ki: ‘Benim namazım da ibâdetlerim de, hayatım ve ölümüm de, hiçbir ortağı olmayan âlemlerin Rabbı olan Allah içindir.”3571
Müslüman, sıddîkıyetin bu derecesine erince, hayatta onun nazarında rağbet edilecek başka bir gâye kalmaz. Ancak bunun ayakta kalışı Allah’ın rızâsına vesîle olacaksa ayakta kalmayı tercih eder. Şâyet bu gâyeyi kaçırır veya elde edemeyeceğini anlarsa, hayattan yüz çevirir. Hz. Ömer (r.a.)’in şöyle dediği rivâyet edilir: “Üç şey olmasaydı dünyada kalmayı istemezdim; 1- Allah yolunda iyi cins atlar sırtında savaşmak, 2- Gece ibâdetinin meşakkat ve zorluğuna katlanmak, 3- Sözün temizini, hurmanın temizini seçer gibi seçen kimselerle düşüp kalkmak.” Hz. Ömer’in (r.a.) arzu ettiği bütün bu sayılanlar Rabb’ı râzı edecek şeylerdir.
Sâdık bir müslüman dâvetçinin sadâkati onun yüzünden ve sesinden belli olur. “Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır.”3572 Rasûlullah’ı tanımadan evvel onunla konuşan kimseler şöyle derlerdi: “Vallahi, bu bir yalancı yüzü ve yalancı sesi değildir. Dâvetçinin yüzünde ve sesinde doğruluk eserinin görünmesi, muhâtabına tesir eder; onun sözünü kabule, ona saygı beslemeye sevkeder. Ancak, muhâtapları son derece kör kalpli kimselerse onlara tesir etmeyebilir. Ne olursa olsun, sadâkat, müslüman için ve Allah’a dâvet eden herkes için zarûrîdir. Çünkü imanın esası doğruluk; münâfıklığın esası da yalandır. Dâvetçinin yalancı olması mümkün değildir. Bir kimse dâvetçi ise yalancı değildir; yalancı ise dâvetçi değildir. Peygamberimizin buyurduğu gibi, yalan ahlâksızlığa sevkeder. Ahlâksız bir kimsenin ise dâvetçi olması mümkün değildir.
Yüce Allah, peygamberlerden ve iman edenlerden ahd olarak sâdıkları ve kâzipleri birbirinden ayırmıştır: “Biz nebîlerden kuvvetle ahitlerini almıştık. Senden, Nuh’tan, İbrâhim’den, Mûsâ’dan ve Meryem oğlu İsa’dan (evet) onlardan ağır bir mîsak (söz) aldık. Allah bu sözü doğrulara sadâkatlerinden sormak için aldı. Kâfirler için de çok acıklı bir azap hazırladı.”3573; “Mü’minler içinde Allah’a verdikleri sözde duran (sâdık olan) nice erler/yiğitler var. İşte onlardan kimi, sözü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehidliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir. Çünkü Allah sadâkat gösterenleri (sâdıkları) sadâkatları sebebiyle mükâfatlandıracak,
3570] 17/İsrâ, 80
3571] 6/En’âm, 162-163
3572] 48/Fetih, 29
3573] 33/Ahzâb, 7-8
- 874 -
KUR’AN KAVRAMLARI
münâfıklara -dilerse- azap edecek yahut da (tevbe ederlerse) tevbelerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, merhamet edendir.”3574; “İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece ‘iman ettik’ demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki, Biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.”3575
Yukarıdaki âyetlerde bahsedilen sâdık erlere Cenâb-ı Hak, mükâfat olarak “sıdk” mekânlarını “sıdk” bir vaad ile vaad etmiştir: “İçlerinden bir adama: İnsanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında onlar için yüksek bir sıdk/doğruluk makamı olduğunu müjdele, diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki, o kâfirler: Bu elbette apaçık bir sihirbazdır, dediler?”3576; “İşte onlar öyle kimselerdir ki, amellerinin en güzelini kendilerinden kabul ederiz ve onların kötü amellerinden (günahlarından) vazgeçeriz. Onlar cennet ashâbı arasındadır. Bu, onların (dünyada iken) vaad olunageldikleri sıdk (dosdoğru) bir vaaddir”3577; “Muhakkak ki muttakîler cennetlerde ve ırmakların kenarındadırlar. Sıdk makamında (doğruluk meclisinde) gâyet muktedir, güçlü bir Melikin (Allah’ın) huzurundadırlar.”3578; “Allah şöyle buyuracaktır: ‘Bu, sâdıklara/doğrulara, doğruluklarının fayda vereceği gündür. Onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da O’ndan râzı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş ve kazanç budur.”3579
Genel mânâda doğruluk, başkalarının maslahatını gözeterek, onlara doğru bilgi ulaştırmaktır. Doğru olmak, hem doğru söylemek, hem doğru düşünmek, hem de doğru davranış göstermektir. İnsan her işte doğru olanı bildirmeli, kendi zararına veya yakınları aleyhine olsa bile doğru sözü söyleyebilmelidir. Doğru sözlü olmanın verdiği güven duygusu, toplum fertleri arasındaki bağların çözülmesini, aralarındaki dayanışmanın kaybolmasını önler. Ayrıca doğru insan kendi kendisiyle çelişkiye düşmez. Kısacası yalancılıktan doğabilecek bütün psiko-sosyal problemlerin önü alınmış olur. Doğruluk, insanların iç dünyalarını huzura kavuşturur. Özellikle de mü’minlerin gönüllerini. Çünkü yalan, olgun bir vicdana rahatsızlık verir.
Olgun insan, bile bile söylemiş olduğu yalan sözle vicdanının, hele hele imanının sesi arasında çatışmaya girer. İşte doğruluk, bu tür çelişkilere düşmekten, huzursuzluktan insanı kurtarır. Hz. Peygamberimiz, bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurur: “Bil ki, doğruluk sükûnet (gönül huzuru), yalan ise şüphe ve tereddüt verir.”3580 Doğruluk, aynı zamanda diğer ahlâkî erdemlerin yolunu açan, insanı ahlâkî değerlere sahip çıkmaya sevkeden anahtar bir karakterdir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.); “Doğruluk insanı iyiliğe götürür...”3581 buyurmuştur. 3582
Doğruluk kelimesi, şu alanlardaki doğruluğu kapsar: Sözde, niyet ve irâdede, vefâda, amelde, azimde ve her çeşit rûhî/psikolojik hallerde doğruluk. Bunların hepsinde doğruluğu kazanan kimse sıddîktır. Sıddîklar da derecelere
3574] 33/Ahzâb, 23-24
3575] 29/Ankebût, 2-3
3576] 10/Yûnus, 2
3577] 46/Ahkaf, 16
3578] 54/Kamer, 54-55
3579] 5/Mâide, 119; Muammer Ertan, Şamil İslâm Ansiklopedisi, 5/399-401
3580] Tirmizî, Kıyâmet 60
3581] Müslim, Birr 105; Buhârî, Edeb 69
3582] Abdurrahman Kasapoğlu, Kur’an’da Ahlâk Psikolojisi, s. 76-77
DOĞRULUK / SIDK
- 875 -
ayrılır.
Sözde doğruluk, yani doğru sözlü olmak: Bu da haberlerde veya haberleri içine alan şeylerde olur. Haber de ya geçmişle veya gelecekle ilgili olur. Verdiği sözde durup durmamak, gelecekle ilgilidir. Sözünü korumak, herkesin borcudur. Doğruluk deyince ilk akla gelen, en meşhuru ve açığı budur. Eşya hakkında, olduğunun aksine haber vermekten dilini koruyan kimse sâdıktır.
İkinci doğruluk, niyet ve irâdedeki doğruluktur ki, bu ihlâs demektir. Yani kendisini harekete geçiren kuvvetin yalnız Allah rızâsı olmasıdır. Şâyet tutum ve davranışlarına nefsin arzularından bir şey karışırsa sadâkat niyeti bâtıl olur. Bu gibi adama da yalancı demek câiz olur. Nitekim hadis-i şerifte belirtildiği şekilde “ihlâs konusunda” üç kişiye sorulan sorular ve alınan cevaplarda bu durum açıklanmıştır. Meselâ âlime “ilminle ne amel ettin?” diye sorulunca, “Allah rızâsı için okuttum, ilim yaydım” diye cevap verince, kendisine; “yalancısın, sen, desinler için okuttun” denir. Okutmadın, denmez. “Okuttun ama irâdende yalancısın” denilir. “Doğruluk, kast ve irâdede tevhidin sıhhatidir.” Münâfıkların Hz. Peygamber’e “Sen Allah’ın rasûlüsün” demeleri, doğru bir söz olduğu halde, kalben buna inanmadıkları için inançlarında yalancı durumunda olduklarını anlıyoruz.3583 Bunlar, inandıklarını değil; inanmadıklarını haber verdikleri için de yalancıdırlar. Haber, vâkıaya uygun, fakat itikadlarına uygun değildir. Niyetleri doğru olmadığı için yalancıdırlar. Sıdk, öncelikle kalpten gelmeli ve itikat halinde olmalıdır; bu inancın dille ifadesi sıdktır; ama kalben itikat edilmeyen bir şeyin dille söylenmesi de yalandır. Söylenen sözü, fiilin doğrulaması, yani tasdik de sıdkın unsurlarındandır.
Doğruluk için niyette ihlâs şarttır. Doğru düşünce, düğru karar ve doğru davranışa niyet, sıdkın temelidir. Doğru bir işi yapmak, doğruluk için yeterli değildir; sâdık/doğru olmak için, onu doğru bir niyetle yapmak da gerekir. Ayrıca, doğruluğa azmeden insanın karar ve niyetinden vazgeçmemesi, düşünce ve azmini sarsacak ortam ve sebeplerden uzak kalması da gerekir.
Üçüncü doğruluk: Azimde vefâ/sadâkattir. Azim, bazen amelden önce gelir. Meselâ, insan kendi kendine; Allah bana servet verirse, onun tümünü veya şu kadarını tasadduk ederim; düşmanla karşılaşırsam onlarla bütün gücümle savaşırım, ölüme aldırış etmem; Allah bana bir makam nasip ederse, Allah’a isyan etmem ve kesinlikle adâleti uygularım” gibi azimlerde bulunur, kararlar verir. Bu azim, bazen içinden doğar ki, bu kesin ve doğru bir azimdir, bunda şüphe yoktur. Bazen de azimde tereddüt kokusu ve zâfiyet olur ki bu hal, doğruluğa ters düşer. İşte bazen doğruluk denilince bu mânâ kastedilir. Sâdık ve sıddîk, tereddüt ve zaafsız bütün iyiliklere tam bir kuvvet ve kesin bir azim ile karar vermeye denir. Doğruluğun bir çeşidi azimde vefâkârlıktır. Zira nefis, peşin söz vermekte özgür olduğu gibi cömerttir de. Fakat iş gerçekleşip tatbik sahasına konacağı zaman hevâ ve heveslerin hücumu ile bağları gevşer ve azminde vefâ gösteremez duruma düşer ki bu sadâkate aykırı olur. Bu sebeple Allah Teâlâ; “Allah’a verdikleri ahidde duran doğru adamlar vardır”3584 buyurmuştur.
Enes (r.a.) diyor ki: “Amcam Nadr’ın oğlu Enes, Bedir savaşında Rasûl-i
3583] 63/Münâfıkun, 1
3584] 33/Ahzâb, 23
- 876 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Ekrem’in sağında bulunamadı, yani savaşa katılamadı. Buna çok üzüldü ve kendi kendine: “Allah eğer beni ikinci bir savaşa ulaştırırsa, yapacağımı ben bilirim!” diyordu. Ertesi yıl Uhud savaşına katıldı. Öyle bir cihad etti ki, öldüğü vakit vücudunda seksenden fazla yara bulundu. Kızkardeşi: ‘kendisinde tanınacak bir durum yoktu, ancak elbisesinden onu tanıyabildim’ demişti. Ve bunun üzerine yukarıdaki âyet-i kerime nâzil oldu.”
Dördüncü derece doğruluk; amel yapmakta sadâkattir. Amelde gayret göstererek içini dışına, dışını da içine uygun hale getirmektir. Dış ameller, içeride olmayan bir şeyi yansıtmamalı, yani yapılan her amel, tamamen içten gelmeli ve gönlün tercümanı olmalıdır. Bu durum, insanın içinden gelmiyor diye ameli terketmesi değil; içinin de dışını tasdik etmesi demektir. Zâhirin (dış görünüş ve amelin) bâtına (iç dünyaya, gönle) uymaması maksatlı olursa, buna riyâ denir ve bu, ihlâsı yok eder; Kasıtsız olursa, sadâkati/doğruluğu yok eder. O yüzden “sıdk/doğruluk, gizli ve âşikâr olarak hakka uymaktır” denilir.
Bu sıdkı elde etmek için, dünyada kalmayı ve yaşamayı sırf hakkı tutup kaldırmak ve Allah’ın rızâsına mazhar olmak için arzu etmek gerekir. Her zaman nefsinin eksik ve kusurlarını görmek, dünyanın cezbeden, oyalayıp aldatan güzelliklerine kapılmamak, dünyevî endişelerle yol ve yön değiştirmemekle bu sadâkat gerçekleşebilir.
Doğruluğun beşinci ve en üstün derecesi ise, korku, ümit, saygı, zühd, rızâ, tevekkül, muhabbet ve diğer bütün rûhî/psikolojik durumlarda doğruluktur. “Gerçek iyilik, Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanmak, Allah rızâsı için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunan köle ve esirlere sevdiği maldan harcamak, namaz kılıp zekât vermek, andlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirmektir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabretmektir. İşte sâdık/doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Muttakîler ancak onlardır.”3585; “Mü’minler, ancak Allah’a ve Rasûlüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edip savaşanlardır. İşte sâdıklar/doğrular ancak onlardır.”3586 Sadâkatin derecelerinin zirvesi yoktur. Kul, bazı hususlarda sâdık olsa da, bazılarında olamayabilir. Hepsinde sâdık olan gerçek sıddîktır. Allah, bu dini, başlangıçta hem onun tebliğcisi Hz. Muhammed’i (s.a.s.), hem de bu İlâhî mesajı ilk olarak tasdik edip doğrulayan Ebû Bekir (r.a.) gibi iman eden ümmeti sıdkla sıfatlandırarak övmüştür: “Sıdk mesajıyla gelip doğruyu getiren ve onu tasdik edenler var ya, işte müttakîler, kötülükten sakınanlar onlardır.”3587
Sıdkın tamamen bir vicdan işi haline getirilmesi ve insan tabiatının her durumunda sadâkatin hemen ortaya çıkması, rızâ makamı olan sıdkın üst seviyesidir. “Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan ve peygamber olarak Muhammed’den (s.a.s.) râzı olmak”, en büyük sadâkattir. En önemli doğruluk, İslâm’ın hayatın tüm alanlarında tam bir teslimiyetle kabul edilmesi, Allah’ın tek ilâh, otorite; Rasûlullah’ın da yegâne rehber ve örnek edilmesidir.
3585] 2/Bakara, 177
3586] 49/Hucurât, 15
3587] 39/Zümer, 33
DOĞRULUK / SIDK
- 877 -
Kur’ân-ı Kerim’de Sıdk Kavramı
Kur’ân-ı Kerim’de “sıdk” ve türevleri, toplam olarak 155 yerde geçer. Bu âyetlerden örnekler görelim:
“Gerçek iyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin iyiliğidir ki, Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. Allah rızâsı için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunan köle ve esirlere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Andlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte sâdık/doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır.”3588
“Mü’minler, ancak Allah’a ve Rasûlüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edip savaşanlardır. İşte sâdıklar/doğrular ancak onlardır.”3589
“Allah’a ve peygamberlerine iman edenler, (evet) işte onlar, Rableri yanında sıddîklar/sözü özü doğru olanlar ve şehidlik mertebesine erenlerdir. Onların mükâfatları ve nurları vardır. İnkâr edip de âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar da cehennemin adamlarıdır.”3590
“Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar (doğrulayanlar), şehidler ve sâlihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar.”3591
“O Allah ki, O’ndan başka ilâh yoktur. Kendisinde hiç bir şüphe olmayan kıyâmet gününde sizleri mutlaka toplayacaktır. Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır?”3592
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklar/doğrularla beraber olun.”3593
“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece ‘iman ettik’ demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki, Biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.”3594
“Mü’minler içinde Allah’a verdikleri sözde duran (sâdık olan) nice erler/yiğitler var. İşte onlardan kimi, sözü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehidliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir. Çünkü Allah sadâkat gösterenleri (sâdıkları) sadâkatları sebebiyle mükâfatlandıracak, münâfıklara -dilerse- azap edecek yahut da (tevbe ederlerse) tevbelerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, merhamet edendir.”3595
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin. Böyle davranırsanız, Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Rasûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.”3596
3588] 2/Bakara, 177
3589] 49/Hucurât, 15
3590] 57/Hadîd, 19
3591] 4/Nisâ, 69
3592] 4/Nisâ, 87
3593] 9/Tevbe, 119
3594] 29/Ankebût, 2-3
3595] 33/Ahzâb, 23-24
3596] 33/Ahzâb, 70-71
- 878 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Şüphesiz bizim Rabbimiz Allah’tır’ deyip, sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu), onların üzerine melekler iner (ve derler ki:) ‘Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size va’dolunan Cennet’le sevinin. Biz, dünya hayatında da, âhirette de sizin velileriniziz. Orada nefislerinizin arzuladığı her şey sizindir. Ve istemekte olduğunuz her şey de sizindir. Çok bağışlayan, çok merhamet edenden (Allah’tan) bir ağırlanma olarak!”3597
“Şüphesiz bizim rabbimiz Allah’tır’ deyip, sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu), artık onlar için korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır. İşte onlar Cennet halkıdır. Yapmakta olduklarına karşılık olmak üzere, içinde ebedi olarak kalıcıdırlar.”3598
“Emrolunduğun gibi dosdoğru hareket et.”3599
“Ey Rabbimiz, bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet ver. Şüphesiz bağışı çok olan Sensin Sen.”3600
“De ki: Allah doğruyu söylemiştir. Öyle ise, hakka yönelmiş olarak İbrâhim’in dinine uyun. O, müşriklerden değildi.”3601
“Oturup da kardeşleri hakkında: ‘Bize uysalardı öldürülmezlerdi’ diyenlere, ‘Eğer doğru sözlü insanlar iseniz, canlarınızı ölümden kurtarın bakalım!’ de.”3602
“İman eden ve sâlih amel işleyenleri, içinde ebedî kalmak üzere, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Allah, (bu söylenenleri) hak bir söz olarak vaad etti. Söz verme ve onu tutma bakımından kim Allah’tan daha doğru olabilir?”3603
“Meryem oğlu Mesîh ancak bir rasûldür. Ondan önce de (birçok) peygamberler gelip geçmiştir. Anası da sıddîkadır/çok doğru bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak, onlara delilleri nasıl açıklıyoruz, sonra bak nasıl (haktan) yüz çeviriyorlar.”3604
“Ey insanlar, siz kendinize bakın; siz doğru yolda olduğunuz takdirde sapan dalâletteki kimse size zarar veremez!”3605
“Allah şöyle buyuracaktır: ‘Bu, sâdıklara/doğrulara, doğruluklarının fayda vereceği gündür. Onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da O’ndan râzı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş ve kazanç budur.”3606
“Rabbinin sözü, sıdk/doğruluk ve adâlet bakımından tamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O işitendir, bilendir.”3607
“... Biz elbette sâdıkız/doğru söyleyeniz.”3608
3597] 41/Fussılet, 30-32
3598] 46/Ahkaf, 13-14
3599] 42/Şûrâ, 15
3600] 3/Âl-i İmrân, 8
3601] 3/Âl-i İmrân, 95
3602] 3/Âl-i İmrân, 168
3603] 4/Nisâ, 122
3604] 5/Mâide, 75
3605] 5/Mâide, 105
3606] 5/Mâide, 119
3607] 6/En'âm, 115
3608] 6/En'âm, 146
DOĞRULUK / SIDK
- 879 -
“İçlerinden bir adama: İnsanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında onlar için yüksek bir sıdk/doğruluk makamı olduğunu müjdele, diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki, o kâfirler: ‘Bu elbette apaçık bir sihirbazdır’ dediler?”3609
“Yoksa, ‘Onu (Kur’an’ı) kendisi uydurdu’ mu diyorlar? De ki: ‘Eğer doğru iseniz Allah’tan başka çağırabildiklerinizi (yardıma) çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on sûre getirin.”3610
“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Beraberinde bulunan, putperestliğe tevbe etmiş kimseler de doğru hareket etsinler. Aşırı gitmeyin. Doğrusu Allah yaptıklarınızı görür.”3611
“Yusuf: ‘Hayır, o kendisi benim nefsimden (murâd almak) istedi’ dedi. Kadının akrabasından biri şöyle şâhidlik etti: ‘Eğer gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir, bu ise yalancılardandır. Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiştir. Bu ise, doğru söyleyenlerdendir. (Efendisi, Yusuf’un gömleğinin) arkadan yırtılmış olduğunu görünce, (kadına;) ‘şüphesiz bu, sizin tuzağınızdır. Çünkü sizin tuzağınız gerçekten büyüktür’ dedi.”3612
“Ey Yusuf, ey sıddîk/doğru sözlü kişi!...”3613
“Ve şöyle niyaz et: ‘Rabbim! Gireceğim yere sıdkla/doğruluk ve dürüstlükle girmemi sağla; çıkacağım yerden doğruluk ve dürüstlükle çıkmaya muvaffak kıl. Bana tarafından, hakkıyla yardım edici bir kuvvet ver.”3614
“Kitap’ta İbrahim’i de an. Çünkü O, sıddîk (sıdkı/doğruluğu bütün) bir nebî/peygamber idi.”3615 “Kitap’ta İsmâil’i de an. Gerçekten o, sözüne sâdıktı, rasûl ve nebî idi.”3616 “Kitapta İdris’i de an. Hakikaten o, sıddîk/pek doğru bir insan, bir peygamberdi.”3617
“Eşlerine zinâ isnâdında bulunup da kendilerinden başka şâhitleri olmayanlara gelince, onların her birinin şâhitliği, kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ederek şâhitlik etmesi, beşinci defa da, eğer yalan söyleyenlerden ise Allah’ın lânetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir.”3618
“Bana, sonra gelecekler içinde, iyilikle anılmak (lisân-ı sıdk) nasip eyle!”3619
“Hani Biz peygamberlerden mîsak/söz almıştık; senden, Nuh’tan, İbrâhim’den, Mûsâ’dan ve Meryem oğlu İsa’dan da. (Evet) Biz onlardan pek sağlam bir mîsak/söz aldık. Allah bu sözü, sâdıkları/doğruları doğruluklarıyla sorumlu kılmak için aldı. Kâfirler için de çok acıklı bir azap hazırladı.”3620
“Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, tâata devam eden erkekler ve tâata devam eden kadınlar, sâdık/doğru erkekler ve doğru
3609] 10/Yûnus, 2
3610] 11/Hûd, 13
3611] 11/Hûd, 112
3612] 12/Yûsuf, 26-28
3613] 12/Yûsuf, 46
3614] 17/İsrâ, 80
3615] 19/Meryem, 41
3616] 19/Meryem, 54
3617] 19/Meryem, 56
3618] 24/Nûr, 6-7
3619] 26/Şuarâ, 84
3620] 33/Ahzâb, 7-8
- 880 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”3621
“Doğruyu getiren ve onu tasdik edenler var ya, işte kötülükten sakınanlar onlardır. Onlar için Rableri yanında diledikleri her şey vardır. İşte bu, muhsinlerin/iyilik edenlerin mükâfatıdır.”3622
“Rablerine karşı gelmekten sakınanlar (müttakîler) ise, bölük bölük cennete sevk edilir, oraya varıp da kapıları açıldığında bekçileri onlara: ‘Selâm size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya’ derler. Onlar: ‘Bize verdiği sözde sâdık olan ve bizi, dilediğimiz yerinde oturacağımız bu cennet yurduna vâris kılan Allah’a hamdolsun. İyi amelde bulunanların mükâfatı ne güzelmiş!’ derler.”3623
“İman etmiş olanlar: ‘Keşke cihad hakkında bir sûre indirilmiş olsaydı!’ derler. Ama hükmü açık bir sûre indirilip de onda savaştan söz edilince, kalplerinde hastalık olanların, ölüm baygınlığı geçiren kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görürsün. Onlara yakışan da budur! (Onların vazifesi) itaat ve güzel sözdür. İş ciddiye bindiği zaman Allah’a sadâkat gösterselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı olurdu.”3624
“Andolsun ki, size vaad edilen, kesinlikle doğrudur ve cezâ mutlaka vuku bulacaktır.”3625
“Takvâ sahipleri cennetlerde ve ırmakların kenarlarında, güçlü ve Yüce Allah’ın huzurunda sıdk makamında/hak meclisindedirler.”3626
“(Allah’ın verdiği bu ganîmet malları,) Yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan, Allah’tan bir lütuf ve rızâ dileyen, Allah’ın dinine ve Peyamberine yardım eden fakir muhâcirlerindir. İşte sâdıklar/doğru olanlar bunlardır.”3627
Hadis-i Şeriflerde Sıdk/Doğruluk ve Kizb/Yalancılık Kavramı
“Şüphesiz ki sözde ve işte doğruluk hayra ve üstün iyiliğe yöneltir. İyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğrucu) diye kaydedilir. Yalancılık, yoldan çıkmaya (fücûr) sürükler. Fücûr da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında çok yalancı (kezzâb) diye yazılır.”3628
“(Sözde ve işte) Doğruluktan ayrılmayın. Çünkü doğruluk, şüphesiz hayır ile beraberdir (Sahibini hayra ve iyi amellere yöneltir). Doğruluk ve hayır (sahibi) da cennettedir. Yalancılıktan da sakının. Çünkü yalancılık şüphesiz şer ile beraberdir (sahibini kötülüklere sürükler). Ve yalancılıkla şer (sahibi) cehennemdedir. Allah’tan muâfât (yani, hoşlanılmayan şeylerden selâmet ve âfiyette olmayı) dileyin. Çünkü hiç kimseye imandan sonra âfiyetten daha hayırlı bir şey şüphesiz verilmemiştir. Birbirinize hased etmeyin. Birbirinize buğz etmeyin. Birbirinizle iyi ilişkileri kesmeyin. Birbirinizden yüz çevirip küsüşmeyin ve
3621] 33/Ahzâb, 35
3622] 39/Zümer, 33-34
3623] 39/Zümer, 73-74
3624] 47/Muhammed, 21
3625] 51/Zâriyât, 5-6
3626] 54/Kamer, 54-55
3627] 59/Haşr, 8
3628] Buhârî, Edeb 69; Müslim, Birr 103-105; Ebû Dâvud, Edeb 80; Tirmizî, Birr 46; İbn Mâce, Mukaddime 7, Duâ 5
DOĞRULUK / SIDK
- 881 -
ey Allah’ın kulları, kardeşler olun.”3629
Rasûlullah (s.a.s.)’a ‘Yâ Rasûlallah, insanların hangisi daha faziletlidir?’ diye soruldu. O şöyle buyurdu: “Kalbi mahmum (temiz) ve dili çok doğru olan her (mü’min) kişi.” Sahâbiler: ‘Ya Rasûlallah! Dili çok doğru olanı biliriz. Mahmum kalp nedir?’ diye sordular. Peygamberimiz şöyle cevap verdi: “Allah’tan korkan, tertemiz, içinde ne günah, ne zulüm ile yaratıklara kötülük etmek, ne kin, ne hased (çekememezlik) olan kalptir.”3630
İbni Mes’ud (r.a.), Peygamberimiz’den şunu naklediyor: “Hz. Peygamber bir gün yere düz bir çizgi çizdi ve ‘Bu Allah’ın yoludur’ dedi. Daha sonra bu çizginin sağına ve soluna başka çizgiler çizerek ‘Bunlar ise diğer yollardır. Her biri üzerinde yanlışa dâvet eden birtakım şeytanlar vardır.’ buyurdu. Arkasından da şu âyeti okudu: “Şu emrettiğim yol, Benim dosdoğru yolumdur. Hep ona uyun! Başka yollara ve dinlere uyup gitmeyin ki sizi O’nun yolundan saptırmasın. (Azabından) Korunmanız için (Allah) size böyle tavsiye ediyor.”3631
“Ey kalpleri halden hale değiştiren Allah’ım, benim kalbimi dinin üzere daim ve sabit kıl!”3632
“Allah’a iman ettim’ de ve dosdoğru ol.”3633
“Doğru olunuz, kurtuluşa erersiniz.”3634
“Ya Rasülallah, İslâm hakkında bana öyle bir söz söyle ki, onu senden sonra hiçbir kimseye sormayayım” diye soran Süfyan bin Abdullah Es-Sakafi’ye Peygamberimiz şöyle cevap verdi: “Allah’a iman ettim’ de, ondan sonra dosdoğru ol!”3635
“İstikamet üzere olunuz. Eğer istikametli olursanız, o ne güzel bir şeydir. Amellerinizin en hayırlısı da namazdır. Ve kâmil mü’minden başkası namazı muhâfaza edemez.”3636
“Dürüst ve emin (kendisine güvenilen) tüccâr; peygamberler ve şehidlerle beraberdir.”3637
“Alış-veriş yapan iki kişi (satıcı ve alıcı) birbirlerinden ayrılıncaya kadar muhayyerliğe (seçme, vazgeçme hakkına) sahiptirler. Bunlardan her biri dürüst ve doğru söyler ve (mala ait hususları) birbirlerine açıklarlarsa, bu alış-verişlerinde kendilerine bereket ihsân olunur. Eğer iki taraf (mal ve bedelin ayıbını) gizlerler ve yalan söylerlerse, bu alışverişlerinin bereketi giderilir.”3638
“Sana kuşku veren şeyi bırak, şüphe ve kuşku vermeyen şeyi al! Doğruluk, gönül rahatlığı, yalansa kuşkudur.”3639
3629] İbn Mâce, Duâ 5, hadis no: 3849
3630] İbn Mâce, Duâ 24, hadis no: 4216
3631] 6/En'âm, 153; İbn Mâce, Mukaddime 1
3632] Tirmizî, Kader 7; İbn Mâce, Mukaddime 13
3633] Müslim, İman 13, 62; Ahmed bin Hanbel, III/413
3634] İbn Mâce, Tahâret 4; Dârimî, Vudû’ 2
3635] Tirmizî, Zühd 47
3636] İbn Mâce, Kitabu't-Tahâre 4
3637] Tirmizî, Büyû’, 4, hadis no: 1225; İbn Mâce, Ticâre 1, hadis no: 2139
3638] Buhârî, Büyû’ 31; Müslim, Büyû’, 47, hadis no: 1532
3639] Tirmizî, Kıyâme 22, hadis no: 2637; Müslim, Birr 14-15, hadis no: 2553
- 882 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Münâfığın alâmeti üçtür: Söz söylediği zaman yalan söyler. Vaad ettiği vakit sözünde durmaz. Kendisine bir şey emânet edildiği zaman hıyânet eder.”3640
Dört huy vardır ki, bunlar kimde bulunursa o kişi tam münâfık olur. Kimde de bu huylardan biri bulunursa, onu terk edinceye kadar o kişide münâfıklıktan bir sıfat bulunmuş olur: Kendisine bir şey emânet edildiği zaman ona ihânet eder. Konuştuğunda yalan söyler. Söz verince sözünden döner. Düşmanlıkta haddi aşar, haksızlık yapar.”3641
“Kul, yalan söylediği vakit, vücuda getirdiği şeyin fena kokusundan ötürü, melek kendisinden bir mil uzaklaşır.”3642
“Cemaati (toplumu) güldürmek için yalan konuşanların vay haline, vay haline, vay haline!”3643
Rasûlullah’a: ‘Mü’min korkak olabilir mi?’ diye sorulduğunda: “Evet” diye cevap verdi. ‘Mü’min yalancı olabilir mi?’ diye sorulunca da: “Hayır!” buyurdular.3644
“Kim yalan söylemeyi ve yalanla amel etmeyi bırakmazsa, o kimsenin (oruç tutup) yemesini-içmesini bırakmasına Allah için hiçbir gerek yoktur.”3645
“Senin söylediklerini tasdik edecek bir mü’min kardeşine yalan söylemen çok büyük bir hiyânettir.”3646
“Haklı dahi olsa münâkaşayı terk eden kimseye cennetin kenarında bir makam (köşk), şaka da olsa yalanı terk edene cennetin ortasında bir makam (köşk), ahlâkını güzelleştirene cennetin en yüksek katında bir makamı söz veriyorum.”3647
“Her duyduğunu nakletmesi, kişiye yalan olarak yeter.”3648
“Yalan olduğunu zannettiği bir hadisi benden nakleden kimse, yalancılardan biridir.”3649
“Şüphesiz benim üzerimden söylenen bir yalan, başka birinin üzerinden söylenen yalan gibi değildir. Şimdi, kim (kasden) benim üzerimden yalan söylerse (benim söylemediğim bir sözü bana isnâd eder, hadis uydurursa), cehennemdeki yerine hazırlansın!”3650
Ebû Bekre (r.a.) şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.s.): “En büyük günahı size haber vereyim mi?” buyurdu. Biz: ‘Evet, yâ Rasûlallah’ dedik. Rasûl-i Ekrem: “Allah’a şirk koşmak, ana babaya itaatsizlik etmek” buyurduktan sonra, yaslandığı yerden doğrulup oturdu ve: “İyi belleyin, bir de yalan söylemek, yalancı şâhitlik yapmaktır” buyurdu. Bu son cümleyi sürekli tekrarladı. Biz daha fazla üzülmesini arzu etmediğimiz için “keşke sussa!” diye temennîde bulunduk.”3651
3640] Buhârî, Edeb 120, İman 26; Müslim, İman 107, hadis no: 59
3641] Buhârî, İman 24, 27, Mezâlim 17, Cizye 17; Müslim, İman 106; Ebû Dâvud, Sünnet 15; Tirmizî, İman 14; Nesâî, İman20
3642] Tirmizî, Birr 46, hadis no: 2039
3643] Ebû Dâvud, Edeb 88, hadis no: 4990; Tirmizî Zühd 8, hadis no: 2417
3644] Muvattâ, Kelâm 19
3645] Buhârî, Savm 13; Tirmizî, Savm 16, hadis no: 703; Ebû Dâvud, Siyam 25, hadis no: 2362
3646] Ebû Dâvud, Edeb 79, hadis no: 4971
3647] Ebû Dâvud, Edeb 8, hadis no: 4800
3648] Müslim, Mukaddime 5; Ebû Dâvud, Edeb 88, hadis no: 4992
3649] Müslim, Mukaddime I/9; Tirmizî, İlim 9
3650] Müslim, Mukaddime 4; Buhârî, İlim 47-51
3651] Buhârî, Şehâdât 10, Edeb 6, İsti’zân 35, İstitâbe 1; Müslim, İman 143; Tirmizî, Şehâdât 3, Birr 4, Tefsîru sûre 4/5, hadis no: 1964
DOĞRULUK / SIDK
- 883 -
“Zandan sakının. Çünkü zan, sözlerin en yalan olanıdır.”3652
“Ahdini bozan (sözünden cayan) herkes için kıyâmet günü bir bayrak dikilip ‘bu falanın vefâsızlık alâmetidir’ diye ilân olunacaktır.”3653
“Kıyâmet günü her vefâsız kişinin arkasında bir bayrak bulunacak ve vefâsızlığı ölçüsünde o bayrak yükseltilecektir. Bilin ki, vefâsızlık açısından kamu yöneticisinden daha büyük vefâsız yoktur.”3654
“Allah Teâlâ şöyle buyurdu: ‘Ben kıyâmet günü şu üç (grup) insanın düşmanıyım: Benim adıma yemin ettikten sonra sözünden cayan kişi, hür bir insanı köle diye satıp parasını yiyen kişi, ücretle bir işçi tutup işini gördüren ve işçinin ücretini vermeyen kişi.”3655
“Kıyâmet günü hesabı ilk görülecek kişi, şehid düşmüş bir kimse olup huzura getirilir. Allah Teâlâ ona verdiği nimetleri hatırlatır, o da hatırlar ve bunlara kavuştuğunu itiraf eder. Cenâb-ı Hak: ‘Peki, bunlara karşılık ne yaptın?’ buyurur. ‘Şehid düşünceye kadar Senin uğrunda cihad ettim’ diye cevap verir. ‘Yalan söylüyorsun. Sen, ‘babayiğit adam’ desinler diye savaştın, o da denildi’ buyurur. Sonra emrolunur da o kişi yüzüstü cehenneme atılır. Bu defa ilim öğrenmiş, öğretmiş ve Kur’an okumuş bir kişi huzura getirilir. Allah ona da verdiği nimetleri hatırlatır. O da hatırlar ve itiraf eder. Ona da: ‘Peki, bu nimetlere karşılık ne yaptın?’ diye sorar. ‘İlim öğrendim, öğrettim ve Senin rızân için Kur’an okudum’ cevabını verir. ‘Yalan söylüyorsun. Sen ‘âlim’ desinler diye ilim öğrendin, ‘ne güzel okuyor’ desinler diye Kur’an okudun. Bunlar da senin hakkında söylendi’ buyurur. Sonra emrolunur, o da yüzüstü cehenneme atılır. (Daha sonra) Allah’ın kendisine her çeşit mal ve imkân verdiği bir kişi getirilir. Allah verdiği nimetleri ona da hatırlatır. Hatırlar ve itiraf eder. ‘Peki, ya sen bu nimetlere karşılık ne yaptın?’ buyurur. ‘Verilmesini sevdiğin, râzı olduğun hiçbir yerden esirgemedim, sadece Senin rızânı kazanmak için verdim, harcadım’ der. ‘Yalan söylüyorsun. Hâlbuki sen, bütün yaptıklarını ‘ne cömert adam’ desinler diye yaptın. Bu da senin için zaten söylendi’ buyurur. Emrolunur, bu da yüzüstü cehenneme atılır.”3656
“Müslüman bir kimsenin malını elinden almak için yalan yere yemin eden kimse, Cenâb-ı Hakk’ın gazabına uğramış olarak O’nun karşısına çıkar.” Allah, Kur’an’ında da öyle buyurmuştur: “Allah’a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların âhirette bir payı yoktur. Kıyâmet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azâb vardır.”3657
“Yalan yere yemin ederek bir müslümanın hakkını gasbeden kimseye Allah cehennemi vâcip, cenneti de haram kılar.” Bunun üzerine bir kişi: ‘Eğer o hak, önemsiz bir şey ise, yine böyle midir, yâ Rasûlallah?’ diye sordu. Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Misvak ağacından bir dal parçası olsa bile böyledir.”3658
3652] Buhârî, vesâyâ 8, Nikâh 45, Ferâiz 2, Edeb 57, 58; Müslim, Birr 28; Tirmizî, Birr 56
3653] Buhârî, Cizye 22, Edeb 99, Hiyel 99; Müslim, Cihad 11-17; Ebû Dâvud, Cihad 150; Tirmizî, Siyer 28; İbn Mâce, Cihad 42
3654] Müslim, Cihad 15-16; Tirmizî, Fiten 26
3655] Buhârî, Büyû' 106, İcâre 10; İbn Mâce, Ruhûn 4
3656] Müslim, İmâre 152
3657] 3/Âl-i İmrân, 77) (Buhârî, Eymân 11, 17; Müslim, İman 220, 222; Ebû Dâvud, Eymân 2; Tirmizî, Büyû’ 42; Nesâî, Âdâbu’l-Kudât 36; İbn Mâce, Ahkâm 7
3658] Müslim, İman 218; Nesâî, Âdâbu’l-Kudât 30; İbn Mâce, Ahkâm 9
- 884 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Büyük günahlar şunlardır: Allah’a şirk/ortak koşmak, ana babaya itaatsizlik etmek, haksız yere bir kimseyi öldürmek ve yalan yere yemin etmek.”3659
“Kişinin sahip olmadığı bir malı hususunda nezir yapması mûteber değildir. Mü’mine lânet etmek, onu öldürmek gibidir. Her kim dünyada kendini bir şeyle öldürürse, kıyâmet gününde o şeyle azâb olunur. Kim malını çok göstermek için yalan yere bir şeyi iddiâ ederse, Allah onun malını daha ziyâde azaltmaktan başka bir şey yapmaz. Bir de her kim yalan yere bir şeye yemin-i sabr ederse (o da öyledir).”3660
“En büyük yalan, görmediği rüyayı ‘gördüm’ diye kişinin gözlerine iftirâ etmesidir.”3661
“Kim görmediği bir rüyayı ‘gördüm’ deyip anlatırsa, âhirette yerine getirmesi mümkün olmayan bir işe, iki arpa tanesini birbirine düğümleme cezâsına çarptırılır. Kim, bir topluluğun duyulmasını istemedikleri bir sözü öğrenmeye çalışır (kulak hırsızlığı yapar)sa, kıyâmet günü kulaklarına eritilmiş kurşun dökülür. Kim de herhangi bir canlının sûretini (put olan resim ve heykelini) yaparsa, o da kıyâmette, yapamayacağı halde, ‘haydi buna can ver!’ diye zorlanarak azâb edilir.”3662
“Bu gece rüyamda bana iki kişi gelerek ‘haydi yürü, gidiyoruz’ dediler. Ben de onlarla beraber gittim. Yanı üzerine yatmış bir adamın yanına vardık. Elinde bir kaya parçası bulunan bir başka adam, onun başı ucunda ayakta duruyor, elindeki kayayı, yanı üzerine yatmış olan adamın tepesine indiriyor, başını yarıyordu. Taş yuvarlanıp gidiyor, adam taşı arkasından koşup alıyor, o geri gelinceye kadar ötekinin başı iyileşiyor, eski haline geliyordu. Adam, önce yaptığını aynen tekrarlayıp duruyordu. Ben, yanımdakilere: ‘Sübhânallah! Bu nedir?’ dedim. ‘Yürü, yürü hele’ dediler. Yürüdük. Derken sırt üstü yatmış bir adamın yanına vardık. Başucunda da, elinde demir çengel bulunan bir başkası duruyordu. Bu adam, yatan kişinin bir tarafına geçip elindeki çengelle avurdunu, burnunu ve gözünü ta ensesine kadar yarıyor, sonra öbür tarafına geçip orasını da aynı şekilde parçalıyordu. Bir tarafını yarıncaya kadar önceki yardığı taraf eski haline geliyor, adamı da sürekli aynı şekilde parçalamaya devam ediyordu. (...) ‘Bu gece boyunca hayret verici çok şey gördüm. Gördüklerimin anlamı nedir?’ dedim. Onlar: ‘Anlatalım’ dediler ve anlattılar: ‘İlk önce yanına vardığın kafası taşla yarılan adam var ya, o, Kur’an’ı öğrendiği halde terkeden ve farz namaz vaktini uyku ile geçiren kimsedir. (Allah ona Kur’an’ı öğretmişti, o geceleri hep uyku ile geçirip Kur’an okumamış, gündüz de Kur’an’la amel etmemişti. Ona da kıyâmete kadar böyle azâb edilir.) Avurdu, burnu ve gözleri demir çengelle yarılan adam, evinden çıkıp etrafa yalanlar yayan kişidir. (O, yalancının biriydi. Sürekli yalan söylerdi. Onun yalanları ufukları kaplıyordu. İşte o yalancı adam, kıyâmet gününe kadar böyle azâb olunacaktır.)...”3663
“İnsanların arasını düzeltmek maksadıyla birinden ötekine uygun/hayırlı sözler taşıyan veya hayırlı konuşan yalancı sayılmaz.”3664
Ümmü Külsûm şöyle dedi: “Ben Rasûlullah (s.a.s.)’ın şu üç hal dışında, halkın yalan söylemesine ruhsat verdiğini hatırlamıyorum: Harpte, kişilerin arasını
3659] Buhârî, Eymân 16, Diyât 2, İstitâbetü’l-Mürteddîn 1; Tirmizî, Terfsîru sûre 4/6; Nesâî, Tahrîm 3, Kasâme 48
3660] Müslim, Eymân 47, hadis no: 176 -110-
3661] Buhârî, Ta’bîr 45
3662] Buhârî, Ta’bîr 45; Ebû Dâvud, Edeb 88; Tirmizî, Rüyâ 8; İbn Mâce, Rüyâ 8
3663] Buhârî, Ta’bîr 48, Cenâiz 93
3664] Buhârî, Sulh 2; Müslim, Birr 101, hadis no: 2605; Ebû Dâvud, Edeb 50, hadis no: 1920; Tirmizî, Birr 26, hadis no: 2004
DOĞRULUK / SIDK
- 885 -
düzeltmekte ve (aile dirliğini sağlamak için) kocanın hanımına, hanımın kocasına söylediği sözlerde.”3665
“Yalan, yalnız üç yerde câizdir: Adam, karısını memnun etmek için (yalan) konuşur, savaşta ve insanları birbiriyle barıştırmak için.”3666
Abdullah bin Mes’ûd (r.a.) şöyle derdi: “Kul yalan konuşmaya devam ettikçe, Allah katında yalancılardan yazılıncaya ve kalbinin tamamı kararıncaya kadar kalbinde siyah bir leke belirir.”3667
Doğruluk; İmanın Dışa Yansıması
İman edenlerden, münâfıklarla değil; sâdıklarla beraber hareket etmelerini isteyen Kur’an,3668 vahyin bizzat kendisinden sıdk diye bahseder.3669 Allah’tan gel(diği kesin olarak bilin)en doğruları kabul edip onaylayan (tasdîk eden) mü’minin en belirgin özelliği, kendisinin de sâdık ve emîn olmasıdır. Bu anlam, mü’min lafzının içyapısında mevcuttur. Kendisine güvenilmeyen bir mü’min düşünülemez! Güvenilmezlik, ikiyüzlü kâfirlerin, yani münâfıkların en büyük özelliğidir; mü’minlere mü’min gözüküp kendi şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında “biz sizinle beraberiz, onlarla sadece dalga geçiyoruz!”3670 diyen ikiyüzlülerin!
Mü’minin verdiği söze riâyet etmesi, yaptığı anlaşmaya, kâfirlerle bile yapılmış olsa, karşı taraf uyduğu sürece3671 bağlı kalması gerekir.3672 Güvenilmezliği, münâfık özellikleri arasında sayan3673 ve mü’mini; komşusunun, şerrinden emîn olduğu;3674 bir başka deyişle “insanların, malları ve canları hususunda şerrinden emin oldukları kimse”3675 olarak tanıtan Hz. Peygamber, sıdk kavramına vurgu yapmaktadır. Sıdkı, gerçek mü’minlerle ikiyüzlüleri ayıran temel tavır olarak gören Kur’an, imanın denendiği zamanlarda gösterilen sadâkati bu kökten gelen kelimelerle ifade eder3676 ve cennetliklerin temel özelliklerini sıralarken sıdka da yer verir.3677 Kur’an’dan yola çıkarak rahatlıkla diyebiliriz ki; imanın esası doğruluk; münâfıklığın esası da yalandır. Mü’minin temel özelliği, niyetlerinde, söz ve davranışlarında doğruluk; münâfık ve ikiyüzlü kâfirlerin temel özelliği de eğriliktir, yalandır, hile ve aldatmadır.
Sıdk kavramına yakın anlamı olan bir diğer kelime, “istikamet”tir. İman ettikten sonra hak yolda sebat ederek yalpalamamak, dalâlete düşmemek anlamına gelen istikamet kavramı, Kur’an’da, hangi hususla ilgili zikredilmekte ise, o hususta tam anlamıyla dürüst hareket etmek anlamında kullanılır. İman etmekle kalmayıp her hal ve durumda istikamet üzere olmak, imanın testi mâhiyetindeki
3665] Müslim, Birr 101
3666] Tirmizî, Birr 26, hadis no: 2003; Ebû Dâvud, Edeb 58, hadis no: 1921
3667] İmam Mâlik, Muvattâ, Kelâm 18
3668] 9/Tevbe, 119
3669] 39/Zümer, 33
3670] 2/Bakara, 14
3671] 9/Tevbe, 6-10
3672] 5/Mâide, 1; 16/Nahl, 91-92, 95
3673] Buhârî, İman 24, Şehâdât 28; Vesâyâ 8; Edeb 69; Müslim, İman 107-108; Tirmizî, İman 20
3674] Tirmizî, Kıyâmet 60
3675] Tirmizî, İman 12; Nesâî, İman 8; İbn Mâce, Fiten 2; Ahmed bin Hanbel, II/206, 215, 379
3676] 33/Ahzâb, 8, 24
3677] 33/Ahzâb, 35
- 886 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bütün olaylar karşısında, nifaka düşmeden samimi ve dürüstçe tavır alabilmek, gerçekleştirilmesi gerçekten zor bir olgudur. Kur’an’ın, sadece mü’minlere değil; bizzat Hz. Peygamber’e,3678 Hz. Mûsâ ve Hz. Hârun’a3679 bile, istikamet üzere bulunmasını emretmiş olması, bunu izah eder mâhiyettedir. İstikamet üzere yaşayan mü’minleri medheden3680 Kur’an, kendisinin, ancak istikamet üzere bulunmak isteyen mü’minlere öğüt teşkil edebileceğini belirtir.3681
Yalancılık da (Genel Olarak) Nifakın ve Küfrün Dışa Yansımasıdır. Yalancılık, münâfıklığın ayrılmaz bir niteliğidir. Her yalancı, münâfık olmayabilir; ama her münâfık mutlaka yalancıdır. Münâfıklar, sahip bulundukları düşünce yapısını ve dünya görüşünü, yapmış oldukları bütün kötü fiilleri daima yalan ile gizlemeye, kendilerini mâsum göstermeye çalışmışlardır. Bu ikiyüzlü insanlar, öncelikle düşünce ve dünya görüşlerini, bakış açılarını gizlemek için yalana başvururlar. “Şehâdet ederiz ki, sen muhakkak Allah’ın peygamberisin, dediler. Allah da bilir ki, sen elbette O’nun peygamberisin, fakat Allah o münâfıkların hiç şüphesiz yalancılar olduğunu da biliyor.”3682 Münâfıkların ağzından çıkan “sen muhakkak Allah’ın peygamberisin” sözü münâfıklar tarafından kalplerinde doğrulanmamış ve tasdik edilmemiştir. Sözleriyle onun peygamberliğini ikrar ederlerken kalpleriyle yalanlarlar. İnançlarıyla ikrarları çelişir. Nefislerinde onun peygamberliğini kabul etmezken, ağızlarıyla “sen muhakkak Allah’ın peygamberisin” demeleri, onların yalancılığını gösterir.
Yapmış oldukları kötü fiilleri de daima yalan ile örtmeye, yalan söyleyerek kendilerinin suçsuz olduğunu göstermeye çalışırlar. “Bir de müslümanlara zarar vermek için ve daha evvel Allah ve Rasûlü ile harb edenin gelmesi iştiyakı ile beklemek ve gözetmek için bir bina yapıp onu mescid edinen ve bununla iyilikten başka bir şey kasdetmedik diye mutlaka yemin edecek olanlar vardır. Allah şâhitlik eder ki, onlar şeksiz şüphesiz yalancıdırlar.”3683 Münâfıkların yalancılık karakteri inanç noktasında olduğu gibi, amel ve davranış alanında da kendini gösterir. Zarar vermek için gerçekleştirdikleri bir eylemi, “iyilik olsun diye yaptık” diyerek yalanı rahat bir şekilde kullanırlar. 3684
Sâdıklarla/Doğrularla Beraber Olmak
“Ey iman edenler! Allah’tan ittika edin ve sâdıklarla beraber olun.”3685 Kalbin Allah’ın dışındaki şeylerden ve özellikle bâtıldan korunması ve devamlı hayır telkinlerine muhâtap kılınması için, gönül ehli sâlih ve sâdıklarla ünsiyet/ilişki zarûrîdir. Çünkü her uzuvda bir irâde bulunmasına rağmen, yalnız kalpte irâde yoktur ve kalp, çevresinden gelen telkinlerin kendisine ulaştığı istikamete tâbi olma eğilimindedir. Kalp, içinde bulunduğu ortamın rengine, şekline ve âhengine bürünür.
Cenâb-ı Hakk’a hakkıyla kulluk yapmak için Allah’ın sâdık kullarıyla beraber
3678] 11/Hûd, 113; 42/Şûrâ, 15
3679] 10/Yûnus, 89
3680] 41/Fussılet, 30; 46/Ahkaf, 13
3681] 81/Tekvîr, 28; Murat Sülün, Kur’ân-ı Kerim Açısından İman-Amel İlişkisi, s. 322-324
3682] 63/Münâfıkun, 1
3683] 9/Tevbe, 107; Ve yine yalan yere yemin edecek olan yahûdilerin yalancılığıyla ilgili olarak; bk. 9/Tevbe, 42
3684] Abdurrahman Kasapoğlu, Kur’an’da İman Psikolojisi, s. 248-249
3685] 9/Tevbe, 119
DOĞRULUK / SIDK
- 887 -
olup onların etki dairesi içinde yaşamak, dinin emridir. Ancak, sâdıklarla beraberlik, sâdık muhâtaba duyulan sevgi nisbetinde gerçekleşir. Yoksa kuru kuruya bir beraberlik, -az çok bir fayda sağlasa da- istenilen neticeyi sağlamaz. Âbidlerin, âlimlerin ve sâdıkların sohbetinde bulunuyorum diye aldanmamalıdır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.)’den daha faziletli, daha üstün ve daha sâdık kimse yoktur. Hal böyle iken Sâlebe’nin duygusuz bir şekilde O’nun sohbetinde bulunması ona hiçbir fayda sağlamadı. Bir zamanlar sahâbilerden biri olmasına rağmen bu hissizliği onu helâke sürükledi.
Bütün kâinatta bir aynîleşme temâyülü mevcuttur. Üstelik bu genel aynîleşme eğilimi, hem fizikî keyfiyetler, hem de rûhî haller için geçerlidir. Meselâ; bir odanın herhangi bir köşesinde keskin bir koku şişesi devrilse, bundan etrafa yayılan koku, odayı dolduran havanın bütün zerrelerinde eşit hale gelinceye kadar o râyihayı fazlaca emmiş olan hava zerrelerinden diğer zerrelere doğru bir geçiş akımı olur. Sıcak, soğuk gibi bütün zıt tecellîler için de aynen geçerli olan bu durum, bir fizik kanunudur (Allah’ın fizik konusundaki değişmez yasasıdır). Ancak, bu yasanın beşerî hayatta ortaya çıkması için, aynîleşmeyi sağlayacak bir vâsıtaya ihtiyaç vardır ki o da sevgidir. Nefret ise, oluşacak etkiyi reddeden bir rol oynar. Halk dilinde bu nükteyi ifade maksadıyla, “kalpten kalbe yol vardır” şeklinde bir söz meşhur olmuştur.
Çoğunlukla güçlüler, zayıflara ilham kaynağı olagelmiştir. Esâsen insan tabiatındaki mevcut eğilimlerden bir de taklit hissidir. Bir çocuk, başlangıçta bütün fiil ve hareketlerini bu his ile düzenler. Fakat bu eğilim, hayat boyu -az veya çok- daima mevcut olur. Bu bakımdan sâdıkların ibâdetlerindeki huşû, ahlâklarındaki yüksek seviye, şefkat, merhamet, rûhî incelik ve derinlikleri etrafındakilerde bu hali taklit ve tâkip hissi uyandırır. Nitekim mâzisi câhiliyye insanı olan sahâbi de, eşsiz bir örnek olan Allah Rasûlüne karşı duydukları bu his ile zirveleşmişlerdir. Ayrıca “sahâbi” ve “sohbet” kelimelerinin aynı kökten geliyor olması da dikkat çekicidir. Ashâb-ı kirâm, Allah Rasûlüne duydukları muhabbet, hürmet ve edeb duyguları içinde mânevî sohbet ve terbiyeden murâd edilen istifadenin en somut ve mükemmel bir örneği oldular.
Ashâb-ı kirâmın, mâzileri itibarıyla çorak topraklara benzeyen gönül âlemleri, Allah Rasûlünün sohbet meclisindeki mânevî iklimin rahmet ve bereket sağanaklarıyla yoğruldu. Bu sâyede zamanında üstüne toprak basılmış eşsiz fazilet ve mânâ tohumları büyüyüp gelişti. Câhiliyye devrinin merhametsiz, vicdansız, kız çocuklarını diri diri toprağa gömecek kadar katı, hak ve hukuk tanımaz insanı eridi, kayboldu. Aynı silüet içinde fakat bu defa gözü gönlü yaş dolu, diğergâm, ince, hassas bir insan hüviyeti teşekkül etti.
O insanlar, Allah Rasûlünün şahsiyetini ve yüce ahlâkını gittikleri her yere taşıdılar. Kıyâmete kadar örnek gösterilecek destansı fazîletler sergilediler. Onlar hakkında Kur’an’da Yüce Rabbimiz şöyle buyurur: “(İslâm dinine girme hususunda) Öne geçen ilk muhâcirler ve ensâr ile onlara güzellikle tâbi olanlar var ya, işte Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da Allah’tan râzı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu, büyük kurtuluştur.”3686 Allah’ın gerçek dini anlatılan, Allah için yapılan veya O’nun rızâsı için iştirak edilen bütün sohbetler, Allah Rasûlünün sohbetlerinden bir yankıdır.
3686] 9/Tevbe, 100
- 888 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Zira mânevî istifadenin merkezi O’dur. Rûhî heyecanlarla dolu sohbetler de hep o merkezden zincirlemeyle naklolan parıltılardır. Sâdıkların böyle ders ve sohbetlerini ganîmet bilmelidir. Zira bu yerler, öyle bir cennettir ki; içinde İlâhî sevgi ile çağlayan gözler ve gönüller vardır.
Gâfil ve Fâsıklarla Beraberlik: Güzel kalbî hayatın korunması için gâfil ve fâsıklarla ünsiyetten/samimi ilişkiden şiddetle sakınmalıdır. Zira kokuşmuş mezbele ve leşler üzerinden geçip gelen bir rüzgâr, onların çirkin kokularını alarak etrafa yayar, nefesleri tıkar ve ruhları daraltır.
Mânevî hallerin eşyaya bile sirâyet etmesi karşısında, eşyadan daha hassas olduğunda şüphe bulunmayan insan kalbini, ne kadar titizlikle muhâfaza etmek gerektiği ortadadır. Halkın amel ve ahlâkından cansız varlıklar bile etkilenir. Bu itibarla türlü çirkinliklerin icrâ edildiği bir yerdeki ibâdetle, amel-i sâlih ve hayırlara mekân olmuş bir yerdeki ibâdet, kıymetçe birbirinden çok farklıdır. Bunun içindir ki, Kâ’be hareminde, yani Mescid-i Haram’da kılınan bir namaz, diğer yerlerde kılınanlardan kat kat üstündür. Bu halin zıddı olarak, Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, Arafat’la Müzdelife arasındaki Vâdi-i Muhassır mevkiinden hızlı olarak geçmiştir. Bu tavır karşısında ashâb merakla: “Yâ Rasûlallah! Ne hal oldu ki, burada hızlandınız?” diye sorunca, Hz. Peygamber Efendimiz: “Allah Teâlâ, bu mekânda zâlim Ebrehe ordusunu kahretti” buyurmuşlardır.
Yine, bin bir meşakkat dolu Tebük Seferinden dönüşte ashâb-ı kiram, gölgelenmek ve su temin edebilmek için Semûd kavminin taşları oyarak yapmış olduğu köşklere girdiler. Bunun üzerine Efendimiz; “Bu mekânda Cenâb-ı Hak Semûd kavmini helâk etti. O kahırdan bir hisse gelmemesi için buralardan su almayın” buyurdu. Ashâb: “Yâ Rasûlallah! Kırbalarımıza su doldurduk ve bu sudan hamur yaptık” deyince Hz. Peygamberimiz: “Suları boşaltın ve hamurları dökün!” emrini vermiştir. Bu ve benzeri olaylar, hâlet-i rûhiyenin, cemâdâta (cansız varlıklara) da sirâyet edip yansıdığını gösteren tipik birer örnektir.
Gönül erleri olan sâdık, sâlih ve ârifler de, kalplerindeki sevgi ve vecdlerini sohbetlerine taşırlar. Kalplerindeki esrârın nuru cemaate akseder. Meydana gelen yankı ve boyanma neticesinde gönüller yetenek ve istidâtlarına göre hakikat nuru ile dolar. Tıpkı; gül, karanfil gibi nâdîde çiçeklerle bezenmiş bir bahçe üzerinden esen sabah melteminin, gittiği yerlere, gönüllere bahar ferahlığı veren latîf râyihalar götürmesi gibi. “Ey iman edenler! Allah’tan ittika edin ve sâdıklarla beraber olun.”3687
Hallerdeki sirâyet, yukarıda ifade edildiği gibi, muhabbet ve ünsiyet oranında gerçekleşir. Kâmil bir mü’min olabilmek için, sâdık ve sâlihlerle yakınlık içinde bulunmak ve onları sevmek, bu eğilimin kuvvetlenip arzu edilen neticeyi oluşturması için şarttır. Şeyh Sâdî-i Şirâzî, hallerdeki sirâyet hususiyetini şöyle ifade eder: “Ashâb-ı Kehf’in köpeği sâdıklarla beraber olduğu için büyük bir şeref kazandı. Adı Kur’ân-ı Kerim’e ve tarihe geçti. Lût Peygamber’in karısı ise fâsıklarla beraber olduğu için küfre dûçâr oldu.” 3688
3687] 9/Tevbe, 119
3688] Âdem Ergül, Kur’an ve Sünnette Kalbî Hayat, s. 50-55
DOĞRULUK / SIDK
- 889 -
Dosdoğru Yol; Sırât-ı Müstakîm
“Bizi dosdoğru olan yola (sırât-ı müstakîme) ilet! Nimet verdiğin kimselerin yoluna. Kendilerine gazap edilmiş ve sapmışların yoluna değil!”3689 Kur’an-ı Kerim’de onlarca âyette geçen “sırât-ı müstakîm” tamlaması, yol anlamındaki “sırât”la; doğru, sapmaz, şaşırtmaz anlamındaki “müstakîm” kelimesinin birleşmesinden oluşmaktadır. Kur’an’ın, hedefe götürücü ve erdirici yol olarak gördüğü yol, sırât’tır. Sırât, lügatta cadde, anayol, işlek ve büyük yol anlamına gelir. “Essırât”: “Allah’ın yolu” demektir. Müstakîm ise, hiçbir yerinde meyil ve eğrilik bulunmayan, dümdüz ve dosdoğru demektir. Sırât-ı müstakîm: Dosdoğru olan yol anlamındadır. Sırât-ı müstakîm (doğru yol): İki nokta arasındaki en kısa çizgiye denir. Dünya noktasından Cennet noktasına en kısa yoldan eğilip bükülmeden, yalpalamadan gidilecek yolun adıdır.
Kur’an’da Sırât-ı Müstakîm: Kur’ân-ı Kerim’de 32 âyette geçen sırat-ı müstakîm’in Kur’an’daki öteki isimleri şunlardır: a- Es-sıratu’s seviyy: Düz yol3690 b- Sevâu’s-sırat: Yolun doğrusu3691 c- Sebîlu’r- Reşad: Murada erdiren yol.3692
Sırât-ı müstakîmin Kur’ân-ı Kerim’deki zıddı (karşıtı): Sırat-ı cahıym: Cehennem yolu’dur.3693 Kur’ân-ı Kerim’de ayrıca ve açıkça bir sırât-ı cennet’ten söz edilmediğine göre, sırât-ı müstakîm “Cennet yolu” anlamını da taşıyor demektir.
Allah’ın ve Kur’an’ın öngördüğü sistemin bir diğer adı, Cenâb-ı Hakk’ın bile bağlı olduğu3694 sırât-ı müstakîm/dosdoğru sistem3695 olup İblis’in, Allah’a meydan okuyarak insanoğlunu saptırıp uzaklaştıracağını söylediği şey de bu sırât-ı müstakîmdir.3696 Kur’an’da sırât-ı müstakîm üzere bulunduklarına tanıklık edilen karakterler olark: -Allah’ın, her kimi isterse sırât-ı müstakîme ileteceğini bildiren âyetlerin3697 tefsiri sadedinde- peygamberleri,3698 Allah’a iman edip O’na sımsıkı sarılanları3699 ve Allah’ın rızâsını arayanları3700 görüyoruz.
Sırât-ı Müstakîm’in Kur’an-ı Kerim’deki tanımlamaları:
a- İlâhî nimete ermişlerin yolu: “Bizi doğru yola hidâyet et; kendilerine nimet verdiklerinin yoluna...”.3701 Kendilerine Allah’ın nimet verdikleri ise bir başka âyette şöyle açıklanmaktadır: “Allah’a ve Rasûl’e itaat edenler; Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehidler ve sâlihlerle beraberdirler. Onlar ne güzel arkadaştır.”3702
b- Allah’ın yolu (sırâtullah): “...Ve elbette sen, doğru yola çağırıyorsun, göklerin
3689] 1/Fâtiha, 6-7
3690] 20/Tâhâ, 135; 19/Meryem, 43
3691] 38/Sâd, 22
3692] 7/A'râf, 146; 40/Mü'min, 38, 39
3693] 37/Saffat, 23; 4/Nisâ, 168-169
3694] 11/Hûd, 56
3695] 19/Meryem, 36; 23/Mü’minûn, 73…
3696] 7/A’râf, 16
3697] 2/Bakara, 142; 6/En’âm, 39; 10/Yûnus 25
3698] 6/En’âm, 87; 16/Nahl, 121; 22/Hacc, 67...
3699] 4/Nisâ, 175...
3700] 5/Mâide, 16
3701] 1/Fâtiha, 5-6
3702] 4/Nisâ, 69
- 890 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ve yerin sahibi Allah’ın yoluna.”3703
c-İslâm dini: “Sen onları doğru bir yola (İslâm’a) çağırıyorsun. Ama âhirete inanmayanlar (bu senin çağırdığın) yol (İslâm)dan sapıyorlar.”3704
d- Allah’a kulluk: “Ey Ademoğulları, ben size Şeytana tapmayın; o, sizin için apaçık bir düşmandır, bana kulluk edin, bu dosdoğru yol (sırât-ı müstakîm)dur diye bildirmedim mi?”3705
e- Sünnetullah: “Allah, kimi doğru yola iletmek isterse, onun göğsünü İslam’a açar; kimi de saptırmak isterse onun göğsünü, (o kimse) göğe çıkıyormuş gibi dar ve tıkanık kılar. Allah inanmayanları küfür bataklığında bırakır. İşte Rabbının sırât-ı müstakîmi, dosdoğru yolu budur.”3706
f- Hz. İbrahim’in dini (Hanîflik): “De ki; Rabbım, beni sırât-ı müstakîme (doğru yola) iletti; Dosdoğru dine, Allah’ı birleyen İbrahim’in dinine.”3707
g- Adâlet: “...Aramızda hak ile hükmet, zulmetme. Bizi yolun ortasına (adâlete) götür.”3708 “Gerçekten Rabbın, doğru bir yol üzerindedir (O âdildir, katında kimse zulme uğramaz).”3709
Tefsirlere baktığımızda “es-sırâta’l-müstakîm” den maksadın ne olduğu hakkında şu rivâyetleri görürüz: Allah’ın yolu, doğru yol, uygun yol, Allah’ın kitabı, iman ve imana bağlı olan şeyler, İslam ve İslam şeriatı, Peygamberimiz’in ve ashabının büyüklerinin yolu, cennet yolu, sırat köprüsü (cehennem köprüsü), ifrat ve tefrit arası mûtedil (dengeli, orta) yol. Âyette sözkonusu edilen doğru yol (sırât-ı müstakîm), hakka ulaştıran yoldur. Hakka ve doğruya ulaştıran yol ise, peygamberlerin yoludur. Bütün peygamberler insanları aynı yola dâvet etmişlerdir. Bu nedenle sözkonusu edilen yol ile kast edilenin, Peygamberimizin yolu olduğunu söyleyenler de elbette isabet etmişlerdir. Bazı müfessirler, bununla Kur’an’ın, bazıları İslâm’ın kastedildiğini söylemişlerdir. Kuşkusuz İslam da, Kur’an da Hz. Muhammed (s.a.s.)’in ve kendisinden önceki peygamberlerin yoludur. Bu nedenle bu görüşlerin tümü arasında bir ihtilaf sözkonusu değildir.
Cadde, ana yol, büyük yol anlamlarına gelen “sırât”, İslâm terminolojisinde ayrıca, Cehennem çukurlarının üzerinden geçip Cennet’e uzanan, ‘kıldan ince, kılıçtan keskin’ yol olarak da geçer. Bu yol, yani ‘kıldan ince, kılıçtan keskin’ olan yol, bir bakıma, yalnızca Cehennem çukurlarından geçen değil; insanın dünya hayatına gelişiyle başlayan yoldur. İnsanın, daha doğrusu mü’minin yeryüzündeki hayatı sırattır. Bu hayatı yaşama, sırattan geçmedir. Bu yol, bir yerde Cehenneme uzanırken; bir yerde de Cehennemi aşıp Cennete varır. Dosdoğru yol, yani sırat-ı müstakim tektir. Dünya hayatında insanların bu yol üzere olmaları gerekir. Geniş bir yoldur bu. İnsanların dünya hayatları ve âhiretteki gerçek mutlulukları için her türlü gerekli imkânı ve araç-gereci kendinde barındıran bir yoldur. Fakat bu yol, aynı zamanda ‘kıldan ince, kılıçtan de keskince’ bir yoldur. İnsan, Allah
3703] 42/Şûrâ, 52-53
3704] 23/Mü'minûn, 73-74
3705] 36/Yâsin, 60-61
3706] 6/En'âm, 125-126
3707] 6/En'âm, 161
3708] Sâd, 22
3709] 11/Hûd, 56
DOĞRULUK / SIDK
- 891 -
elinden tutmazsa, her an bu yoldan kayıp, bozuk yollara sapabilir. Her adım başında oturmuş kötü yol davetçileri vardır. “Her yolun başına oturup da, tehdit ederek iman edenleri Allah’ın yolundan çevirmeye ve onu eğriltmeye çalışmayın.”3710
İnsan, her adım başında bu yoldan (sırat-ı müstakim) sapabilir. Bu bakımdan, bir insan, ömrünün sonuna kadar dosdoğru yolda yürürken, son anlarında kâfir ölebilir. Yine, ömrünün sonuna kadar başka yollardayken, son anlarında dosdoğru olan yola girebilir. Bu bakımdan, peygamberler, örneğin Hz. Yusuf, “Beni müslüman olarak öldür ve beni salihlere kat” diye dua etmiştir. İşte, ömür boyu Allah’ın yolunda kalabilmek ve özellikle bu yol üzerindeyken can verebilmek için her an Allah’a dua etmek gerekir: “Rabbımız, hidâyete ulaştırdıktan sonra kalplerimizi eğiriltme ve katından bize rahmet bağışla.”3711 diye yalvarmak gerekir. “Ey kalpleri evirip çeviren, kalplerimizi dinin üzerinde sabit kıl!”3712 diye, hem dille, hem davranışlarla niyaz etmek gerekir. İşte, dünya hayatında “sırat-ı müstakim” üzerinde olan insanlar, ‘kıldan ince, kılıçtan keskince’ yolu geçen insanlar, âhirette de Cehennemin üzerindeki “sırat”tan geçip, Cennete ulaşacaklardır. Dünya hayatında, Allah’ın yolu dışındaki yollarda yürüyenler; Âhirette Cehenneme uzanan yola girip, ateşin içinde yuvarlanacaklardır: “Toplayın o zâlimleri, onların eşlerini ve Allah’ın dışında taptıklarını. Götürün onları Cehennemin yolu (sıratı)na.”3713
Çok değişik yollar vardır; kısa, uzun, dar, geniş, eğri, dolambaç, düz, yolcusuna sıkıntı veren, rahat yolculuk sağlayan, hedefe götüren, hedeften uzaklaştıran... Fakat bütün bu yollardan hedefe gitmeye en uygun olanı hiç itirazsız düz (kısa), geniş, rahat ve amaçlanan hedefe götürme özelliklerine sahip olanıdır. Fâtiha’nın 6. âyetinde kul, Allah’tan bir istekte bulunur; bir yolcu olarak kendisine dosdoğru yolu göstermesini, böyle bir yola ulaştırmasını ister. Kulun isteği sadece doğru olan herhangi bir yol değildir. Kul, dosdoğru bir yol ister. Yolculuktan amaç, bir yere gitmek değil midir? O halde, kim yolunun dar, uzun, dolambaçlı ve bozuk olmasını ister? Kim varacağı yere gitmeyen veya çıkmaz sokaklar gibi devamı bulunmayan bir yolda yolculuk yapmak ister? Kulun isteğindeki titizliğinin nedeni işte budur. İstenilen yol dosdoğru olan yoldur. Âyetteki yol’dan ne kast edildiğine gelince:
Bazı hadislerde insan bir yolcuya, dünya ise yolculuk sırasında bir süre dinlenmek için oturulan hana benzetilir. Bu hanın biri giriş, diğeri çıkış için iki kapısı vardır. Dünya hayatı, sonu ebedi geleceğe, yani âhirete çıkan bir yoldan ibarettir. “Sizden herbirinize bir şeriat ve bir yol belirledik”3714; “De ki, şüphesiz Rabbim beni doğru yola, dosdoğru dine, Allah’ı birleyen ibrahim’in dinine iletti. O, ortak koşanlardan değildi.”3715 Bu ve diğer bazı âyetlerden de anlaşılıyor ki, “yol”dan maksat din, yani inanç ve hayat tarzının dayandığı esaslar ile bu esasların oluşturduğu yaşam şeklinin kendisidir. Bu durumda dosdoğru yola iletilme isteğinden, “Beni dinlerin inanç ve hayat tarzlarının en doğrusuna, doğruluğu konusunda hiçbir şüphe taşımayanına sahip ve mensup kıl!” anlamı kastedildiği anlaşılır. Sırat-ı müstakim; İslam, Kur’an ve Rasûlüllah’ın yolu ve bunların dayanağı Allah’ın bildirdiği
3710] 7/A'râf, 86
3711] 3/Âl-i İmran, 8
3712] Tirmizî, Kader 7; İbn Mâce, Mukaddime 13
3713] 37/Sâffât, 22-23; Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Kırkambar Y. s. 129-130
3714] 5/Mâide, 48
3715] 6/En'âm, 161
- 892 -
KUR’AN KAVRAMLARI
vahiydir. Fâtiha sûresinin sözkonusu âyetinden, kulun Allah’tan, kendisini Allah tarafından tayin olunan bir hayat tarzına iletmesini istediği anlaşılır. Bu isteğinde ve ısrarında da haklıdır. Çünkü insanlık tarihi, insanın bireysel ve toplumsal hayatını kuşatan sistem arayışlarıyla doludur. Filozoflar, bilim adamları ve düşünürler... tarafından oluşturulan sistemlerin tamamı insanlığı huzur ve saâdete kavuşturacağı iddiasıyla ortaya çıkmış; uygulama imkanına kavuşanlarsa hep zulme ve sömürüye neden olmuş, arkalarında perişan insanlar veya darmadağın toplumlar bırakarak tarihin sayfalarına gömülmüştür. Bu nedenle, insanın bireysel ve toplumsal hayatın şeklini ve yönünü tâyin edecek esaslar belirleme gayretinin Kur’ân-ı Kerim tarafından dayanaksız bir çaba olarak nitelendirilmesi3716 oldukça anlamlıdır. Böylesi bir gayretin çözümsüz olduğunun belirtilmesi de oldukça gerçekçidir. Çünkü bu konu insanın ilmini, güç ve yeteneklerini aşar. Bu iş, âlemlerin rabbı Allah’a ait olup insanların bireysel ve toplumsal hayatlarında gerçek huzur ve saadeti sağlayacak bir sistemin sahibi ancak O’dur. “De ki: Yol gösterme ancak Allah’ın yol göstermesidir.”3717; “Asıl doğru yol, Allah’ın yoludur’ de!”3718; “Yolu doğrultmak Allah’a aittir.”3719
Dosdoğru yolun, dosdoğru inancın ve hayat tarzının ne olduğu Kur’an’da bildirilip gösterilmiştir: “Biz ona hayır ve şerri, her iki yolu da göstermedik mi?”3720; “Onları (peygamberleri) emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık.”3721; “Şüphesiz ki bu Kur’an, insanları en doğru yola götürür.”3722
İbni Mes’ud (r.a.), konuyla ilgili olarak şunu naklediyor: “Hz. Peygamber bir gün yere düz bir çizgi çizdi ve ‘Bu Allah’ın yoludur’ dedi. Daha sonra bu çizginin sağına ve soluna başka çizgiler çizerek ‘Bunlar ise diğer yollardır. Herbiri üzerinde yanlışa dâvet eden birtakım şeytanlar vardır.’ Buyurdu. Arkasından da şu âyeti okudu: “Şu emrettiğim yol, benim dosdoğru yolumdur. Hep ona uyun! Başka yollara ve dinlere uyup gitmeyin ki sizi O’nun yolundan saptırmasın. (Azabından) korunmanız için (Allah) size böyle tavsiye ediyor.” 3723
Sırât-ı müstakîm, istikamet üzere olan yol demektir. İstikamet; doğruluk, dürüstlük, her çeşit işte i’tidal (denge) üzere bulunma, adalet ve doğruluktan ayrılmayıp, yasaklardan sakınmak, İslam’ın doğru yolu üzerinde yürüme demektir. Dinin emrettiği vazifeleri, emrolunduğu gibi yapmaya çalışan bir müslüman dosdoğru bir insandır. İstikametin karşıtı, hıyanettir ki; doğruluğu bırakıp, hak ve hukuka tecavüz etme, verilen sözde durmama ve ahde riâyet etmeme demektir. Rasûl-i Ekrem bu konuda; “Allah’a iman ettim’ de ve dosdoğru ol.”3724 buyurdu. “Yâ Rasûlallah, İslâm hakkında bana öyle bir söz söyle ki, onu senden sonra hiçbir kimseye sormayayım” diye soran Süfyan bin Abdullah Es-Sakafi’ye de öyle cevap verdi: “Allah’a iman ettim’ de, ondan sonra dosdoğru ol!” 3725
3716] 68/Kalem, 36-41; 53/Necm, 28
3717] 6/En'âm, 71
3718] 2/Bakara, 120
3719] 16/Nahl, 9
3720] 90/Beled, 10
3721] 21/Enbiyâ, 73
3722] 17/İsrâ, 9
3723] 6/En'âm, 153; İbn Mâce, Mukaddime 1
3724] Müslim, Kitabu'l-iman 13
3725] Tirmizî, Kitabü'z-Zühd 47
DOĞRULUK / SIDK
- 893 -
Mü’min, Allah’a gereği gibi iman ettikten sonra; gerek itikadda, gerekse amelde dosdoğru olmak zorundadır. İmanda istikamet üzere olmak; şirkten, küfürden, irtidaddan, ilhaddan, bid’at ve hurâfelerden tamamen uzaklaşmak, onlarla her türlü ilişkiyi kesip bunları bütünüyle reddetmek demektir.
Davranışta istikametin önemini, “Emrolunduğun gibi dosdoğru hareket et.”3726 âyetinde görüyoruz. Hz. Peygamber, Hûd sûresinin, özellikle bu sûredeki “dosdoğru ol” emrinin kendisini ihtiyarlattığını, saçlarını ağarttığını belirtmiştir. İslamî hareketin bel kemiği durumundaki müslüman gençliğin de günümüzde en önemli problemi istikamettir. Bazen çok radikal; bazen çok uzlaşmacı, bazen takvâ; bazen gevşeklik ve zikzaklar, yalpalamalar...
Müslümanlar için gerçek gaye; Allah’ın rızasını kazanmaktır. Bu, dünya ve âhiret mutluluğu demektir. Hedefe en kısa ve sağlam yoldan kavuşmak ise, bütün müslümanların ortak arzusudur. Genel anlamda insanı, özel manada da müslümanı, ilahi hoşnudluğa ve gerçek mutluluğa aday kılan Allah, peygamberi aracılığı ile kendisine giden doğru ve en kısa yolu tanıtmıştır. Bu yol, hiç şüphesiz ki doğru yol (sırat-ı müstakim) dur. Allah, bu yolu ilahi rızaya ve mutluluğa kavuşmak için vesile kıldığını ve ona uyulmak gerektiğini çeşitli âyetlerle açıklamıştır. Bunlardan biri: “İşte benim doğru yolum bu, ona uyun! Başka yollara uymayın ki, sizi O’nun yolundan ayırmasın. (Azabından) korkarsınız diye (Allah) söze böyle tavsiye ettti.” 3727
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor: “İstikamet üzere olunuz. Eğer istikametli olursanız, o ne güzel bir şeydir. Amellerinizin en hayırlısı da namazdır. Ve kâmil mü’minden başkası namazı muhafaza edemez.”3728 İstikamete ve kurtuluşa ermek için huşu içinde namaz kılmanın şart olduğunu unutmamak gerekiyor. İstikamet üzere olmayı beceren muvahhid mü’minleri Allah şöyle över: “Şüphesiz bizim rabbimiz Allah’tır’ deyip, sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu), artık onlar için korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır. İşte onlar Cennet halkıdır. Yapmakta olduklarına karşılık olmak üzere, içinde ebedi olarak kalıcıdırlar.”3729; “Şüphesiz bizim Rabbimiz Allah’tır’ deyip, sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu), onların üzerine melekler iner (ve derler ki:) Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size va’dolunan Cennet’le sevinin. Biz, dünya hayatında da, âhirette de sizin velileriniziz. Orada nefislerinizin arzuladığı her şey sizindir. Ve istemekte olduğunuz her şey de sizindir. Çok bağışlayan, çok merhamet edenden (Allah’tan) bir ağırlanma olarak!”3730
İman, İslam, kitap, peygamber, iffet, namus, izzet, adalet, doğruluk, sadakat gibi kelimeleri hayatından çıkaran ve yerine bunların zıddını koyarak insanları sapıtanların yolunu da bize verme yâ Rabbi diyoruz. Burada hiç unutmamamız gereken husus şudur: İstiâne konusunu işlerken de gördüğümüz gibi, kavli duadan önce fiili dua gelmelidir. Çağdaş sapıklar ve tâğutlarla, düzenbazlar ve onların düzenleriyle mücadele etmeksizin onların yolunu dille reddet- menin fazla bir anlamı olmayacaktır. Vaşington’a giden uçağa bindiği halde, “ya Rabb, beni Mekke’ye ulaştır” diye dua etmek bir netice vermeyeceği gibi, bu istek
3726] 11/Hûd, 112; 42/Şûrâ, 15
3727] 6/En'âm, 153
3728] İbn Mâce, Kitabu't-Tahâre 4
3729] 46/Ahkaf, 13-14
3730] 41/Fussılet, 30-32
- 894 -
KUR’AN KAVRAMLARI
sünnetullah’a da terstir ve Allah’la alay etmek demektir.
1- Sırat-ı Müstakim’de Olabilmenin Gerekleri: Şartları, öncelikle âyet ve hadislerden yararlanarak çıkarmalıyız:
a- İman: Sırat-ı müstakim, iman edenlerin yolu demek olduğuna göre ilk şart imandır. Allah Teâlâ, şöyle buyurmaktadır: “Doğrusu Allah, iman edenleri mutlaka doğru yola eriştiricidir.”3731; “Kim Allah’a sarılmışsa, doğru yola iletilmiştir.”3732; “Allah’a inanıp O’na yapışanları (Allah), kendinden bir rahmet ve lutfa sokacak ve onları doğru bir yola iletecektir.”3733
İman’dan yoksun olanlar için “doğru yolda” olma şansı söz konusu değildir. “Allah’ın âyetlerine inanmayanları Allah, doğru yola eriştirmez.”3734 O halde, sırat-ı müstakimde olmanın ilk adımı, asgari şartı İslam imanıdır. “Müslüman olanlar doğru yolu aramış (bulmuş)lardır.”3735 İmanda aranan nitelik ve kaliteyi “kâmil, sağlam, tahkîkî” kelimeleriyle ifade etmek gerekmektedir. Böylesi bir imanın tezahürü ise, gerekirse candan geçebilecek bir tereddütsüzlüktür. “Şâyet onlara ‘kendinizi öldürün’ ya da ‘memleketinizi terkedin!’ diye emretmiş olsaydık; pek azından başkaları bunu yapmazlardı. Kendilerine verilen öğüdü yerine getirmiş olsalardı, onlar için, daha hayırlı ve daha sağlam (bir güvence) olurdu. O zaman, onlara büyük bir ecir verir ve onları sırat-ı müstakime, doğru yola eriştirirdik.”3736
b- Yöneliş: İkinci gerek,; sırat-ı müstakimde olmayı arzu etmek, bu konuda yegâne hidâyet ediciye yönelmektir. Kısaca yöneliş de diyebiliriz. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “De ki, doğrusu Allah dilediğini saptırır ve kendine yöneleni doğru yola eriştirir.”3737
Bu yönelişin sadece yöneliş olarak kalmaması, bir anlamda “mücahede” niteliğine ulaşması, yönelişte ısrar ve samimi davranılması da gereklidir. “Bizim uğrumuzda cihad edenleri, elbette yollarımıza eriştireceğiz.”3738 Bu, bir anlamda da “Allah rızası peşinde olmak” demektir. Böylesi, köklü bir niyet ve hareket içinde olanlar hakkında Allah şöyle buyurmaktadır: “Gerçekten size Allah’tan bir nur ve açık bir kitap geldi. Onunla, Allah, rızâsının peşinde gidenleri esenlik yollarına iletiyor ve onları, kendi izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarıp dosdoğru bir yola ulaştırıyor.”3739
c- Sünnet: Sırat-ı müstakimde olabilmenin bir diğer gereği de İslam esaslarına İslam’ın istediği gibi, onun sınırlar içinde kalarak sahip çıkmaya çalışmaktır. İslam’ın koyduğu sınırlar aşılarak mü’minlik hali ve dolayısıyla sırat-ı müstakimde olma başarısı gösterilemez. Bu konuda en büyük yardımcı sünnettir. “Söz, amelsiz makbul olmaz; niyetsiz de söz ve amel müstakim olmaz. Sünnete mutabık düşmedikçe ne söz, ne amel, ne de niyet mûteber ve müstakîm olur!”3740 Demek ki, sırat-ı müstakimde olabilmek için niyyet, söz ve fiil olarak sünnete
3731] 22/Hacc, 22
3732] 3/Âl-i İmran, 101
3733] 4/Nisâ, 175
3734] 16/Nahl, 104
3735] 72/Cinn, 14
3736] 4/Nisâ, 66-68
3737] 13/Ra'd, 27
3738] 29/Ankebut, 69
3739] 5/Mâide, 16
3740] Telbîsü İblis, s. 18
DOĞRULUK / SIDK
- 895 -
uygun davranmak gerekmektedir. “Rasûlullah’ın izinden gidenler ve sünnetine uyanların dışında kalan halk için Allah’a giden yol kapalıdır.”3741
Sünneti aşarak ya da ihmal ederek sırât-ı müstakîmde olma imkânı yoktur. Sünnette ise, müslümanların tümünü kucaklayan, aralarında takvâ ve hizmet ölçüsü dışında herhangi bir sebeple ayırım yapmayan bir genel esas geçerli olduğuna göre; bütün müslümanları kucaklayan bir gönül genişliğine sonuna kadar sahip olmak da sırat-ı müstakimin bir başka gereği olmaktadır.
d- Gönül Genişliği: Müslümanın, öteki müslümanlara karşı duyarlı davranması ve onları kendi haklarına sahip bilmesi, sevgiye saygıya, yardıma layık görmesi, onlardan kopmayı düşünmemesi, sun’i bir takım ayrılık sebepleri ihdas etmemesi sırat-ı müstakim’in en geniş kapsamlı gereği olmaktadır. “Onlardan sonra gelenler derler ki; ‘Rabbımız, bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde mü’minlere karşı bir kin bırakma! Rabbimiz, sen çok şefkatli, çok merhametlisin!”3742
Kendi imanına göstereceği dikkati, öteki müslümanların imanı konusunda da göstermek, müslümanı olur-olmaz sebeplerle küfre nisbet etmemek her müslümanın görevidir. Çünkü Rasülüllah (s.a.s.) bir hadis-i şerifinde “Kardeşine kâfir diyenin bu sözü, ikisinden biri hakkında tahakkuk eder. Söylenen öyle değilse, söyleyene döner.”3743 buyurmaktadır. “Doğrusu Rabbın, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir.”3744
Yolda doğru yürümemek, bir takım istenmeyen olaylara sebep olabilir.3745 Bunun için, önce yolun kıymeti bilinmeli, sonra o yolun yolcusu olmanın, daha sonra da o yoldaki öteki yolcuların. Çünkü Allah, müslümanlar hakkında şöyle buyurmuştur: “İşte onlar, Rablerinden bir hidâyet üzere olanlar, işte onlardır kurtulanlar.”3746 Âyette geçen müflihin’den olmaktan daha büyük nimet olmadığına göre; Allah’tan bir hidâyet üzere olmak da felâh/kurtuluşun ön şartı bulunduğuna göre, sırat-ı müstakimde olmak en büyük nimettir: Bunun böyle bilinmesi de, nimetin devamı için şarttır. 3747
Doğruluğun Zıddı; Kizb/Yalancılık
Yalan; Doğru olanın veya doğru bildiğinin aksini söylemektir. Dürüstlükle uyuşmayan, dolayısıyla insan onurunu aşındıran kötülüklerin başında yalan gelir. Kur’an ve hadislere göre yalan, bir münâfıklık alâmetidir.3748 İslâm dini, prensip olarak insanın ruhsal gelişmesine, toplum düzenine ve barışına zarar veren her türlü kötülüğü yasaklamakla birlikte, gerek âyetlerde ve gerekse hadislerde yalan konusunda oldukça ağır ifadelerin kullanıldığı görülmektedir. Bunun sebebi, ahlâk kültüründeki veciz ifadesiyle yalanın “bütün kötülüklerin anası (ümmü’l-habâis)” olmasıdır. İslâm ahlâk anlayışına göre doğruluk, bütün
3741] a.g.e., 20
3742] 59/Haşr, 10
3743] Buhâri, Edeb 73; Müslim, İman 111
3744] 16/Nahl, 125
3745] bk. 72/Cinn, 15-16
3746] 2/Bakara, 5
3747] Sırat-ı Müstakim ve Yolcuları, İ. L. Çakan, 153-172
3748] 4/Nisâ, 145; 63/Münâfıkun, 1; Buhârî, İman 24; Müslim, İman 107
- 896 -
KUR’AN KAVRAMLARI
iyiliklerin temeli, yalan ise bütün kötülüklerin anası kabul edilmiştir.
Riyâ ve dalkavukluk gibi davranışlar da doğruluk ve dürüstlüğe aykırı, Kur’an’ın azîz saydığı3749 mü’minin onurunu zedeleyen, dolayısıyla kişinin kendisini özenle koruması gereken kötülüklerdir. Çünkü dalkavukların ve riyâkârların en büyük sermâyeleri yalandır. Onların asılsız veya abartılı, böyle olduğu için de dürüstlükle bağdaşmayan övgüleri hem kendi kişiliklerini lekelemekte, hem de övülen kişilerin boş ve temelsiz bir gurura kapılarak kusurlarını görmelerine engel olmaktadır. Bu yüzden Hz. Peygamber, bu kişileri insanların en kötüleri arasında saymış3750 “Dalkavuklarla/meddahlarla karşılaştığınızda yüzlerine toprak savurun!” 3751 buyurarak onlara yüz verilmemesini öğütlemiştir.
Dinde, ıslah amaçlı, harp esnâsında ve karı-koca arasında maslahat için yalana ruhsat verilmişse de, yalan gibi izâfî olan şeylerin miktarları, ölçü altına alınıp tâyin edilememekte, hatta bu gibi olgular için; “sınırları belli olmayan ve muayyen olmayan bir şey sûistimâle sebep olabileceği gerekçesiyle hükümlere illet ve mahal olamaz” denilmektedir. Bundan dolayı yalana teşebbüs edecek olan bir kimsenin, hukuk nezdinde söyleyeceği yalanı doğru söylemeye tercih edecek sebeplerin mukayesesini büyük bir ictihad dairesinde yapması lâzımdır ki, yalanı kullanabilmeye ruhsatı olabilsin; bu ise, çoğu kimse için mümkün değildir.
İslâm hukukunda “lian” (eşler arası zinâ isnâdından ötürü karşılıklı yemin etmeleri) meselesinde şâhitlerin temin edilmemesi durumunda, dört sefer doğru söylediklerini, beşincide mürâcaat ettikleri lian tarzları, yalan isnâdı üzerine cereyan ederek eşlerden her biri bu âyeti okur: “Eğer yalancılardan ise Allah’ın lâneti üzerine olsun!”3752 Lian gibi ağır bir işte yalanın böyle değerlendirilesinin nedeni, onun küfür ve nifak göstergesi olup yüksek ahlâkî değerleri tahrip etmesinden ötürüdür. Yalan, Kur’an nazarında büyük cürümlerden biridir. Hatta Kur’an, münâfıkların sayısız cürümleri içinde yalanlarıyla azaba müstahak olduklarına dikkat çekmektedir: “Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için acıklı bir azap vardır.”3753
Bu veriler ışığında konuşma hususunda yalnızca iki yol kalmaktadır: “Ya sükût etmek ya da doğruluk.” Sâdi-i Şirâzî’nin dediği gibi “ya akıllılar, dürüstler gibi doğru söz söylemeli, ya da hayvanlar gibi suskun oturmalıdır.”
Kur’an’ın en fazla hücuma tâbi tuttuğu yalan, Allah’ı, âyetlerini, âhiret gününü, peygamberlerini, nimetlerini yalanlama hususundadır. Geçmiş ümmetlerden Nûh kavmi, Âd, Semûd, Lût, Ress ve Firavun kavimlerinin bu hususları yalanladıkları,3754 bu yüzden de Kur’an bunların çetin azaba müstahak olduklarını belirtmektedir: “... Bu şekilde onlardan öncekiler de (peygamberleri) yalanladılar da sonunda azâbımızı tattılar...”3755 Kur’an, buna şâhit olmak üzere muhâtapların
3749] 63/Münâfıkun, 8
3750] Buhârî, Edeb 52; Müslim, Birr 100
3751] Müslim, Zühd 14
3752] 24/Nûr, 7
3753] 2/Bakara, 10
3754] 26/Şuarâ, 105, 123, 141, 160; 38/Sâd, 12; 50/Kaf, 12
3755] 6/En'âm, 148
DOĞRULUK / SIDK
- 897 -
yeryüzünde gezip dolaşarak yalanlayanların hallerini görüp ibret almaya teşvik etmektedir: “De ki: Yeryüzünde dolaşın, sonra yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu düşünüp araştırın.”3756
Kur’an, Allah ve âyetlerini yalanlama hususunda, genellikle zâlim kelimesinin ism-i tafdîl (üstünlük karşılaştırma kipi) formunu kullanmaktadır. Bundan dolayı yukarıda sayılan yalanların içinde de, en buğz edilen yalan da, Allah’a ve âyetlere karşı olan iftira ve yalan olduğunu söyleyebiliriz: “Allah’a karşı yalan uyduran veya O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kim vardır?”3757 Âhiret gününü ve peygamberleri yalanlama hususu da, Kur’an’da sık sık işlenen temalardan biridir. Bu hususları yalanlamanın, eskilerin tarzı olduğu belirtilmektedir: “(Rasûlüm!) Eğer seni yalancılıkla itham ettilerse (yadırgama); gerçekten, senden önce apaçık mûcizeler, sahîfeler ve aydınlatıcı kitap getiren nice peygamberler de yalanlandı/yalancılıkla itham edildi.”3758 Allah’ın nimetlerini yalanlama konusu ise, Rahmân sûresinde yoğun bir tema halinde işlenmiş olup birer ikişer âyet aralıklarıyla; “Öyleyken Rabbınızın hangi nimetlerini yalanlarsınız?” şeklindeki bir ifâde, toplam 31 sefer tekrar edilmiştir. Yalanın birer çeşidi olarak kabul edilen zaaflar ise yalan şâhitlik, iftirâ ve koğuculuktur.
Yalan Şâhitlik: Kur’an’da yalan şâhitlik, “şehâdet-i zûr” ve “kavl-i zûr” ile ifade edilmektedir. Yalan şâhitlik, sosyal realitede büyük zararlara, ruhlarda büyük bunalımlara sebebiyet veren, kendisiyle hakların ayaklar altına alındığı, toplumun anarşiye sürüklendiği yalan çeşidinin en kötüsüdür. Toplum yaşantısı ve ruhlardaki bu zararından dolayı Kur’an, yalan şâhitliği rics (pislik) dediği putlara tapma ile birlikte zikretmiştir: “... Artık o pis putlardan ve yalan sözden sakının.”3759 Kur’an, yalan şâhitlikte bulunmamayı, iman etmiş olanların sıfatları arasında zikretmektedir: “Onlar ki, yalan şâhitlik etmezler, boş bir şeye rastladıklarında vakar ile (oradan) geçip giderler.”3760
Koğuculuk: Nemîme/koğuculuk; fesatçılık yapmak, ara bozmaya gayret etmek amacıyla insanlar arasında söz getirip götürmek, sözü yalanlarla süslemek anlamındadır. İslâm, nemîmeyi büyük günah olarak kabul ederek, onu münâfıklık ameli saymıştır. “(Rasûlüm!) Alabildiğine yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan laf getirip götüren (nemîm), iyiliği hep engelleyen, mütecâviz, günaha dadanmış, kaba ve haşin, bütün bunlardan sonra bir de soysuzlukla damgalanmış kimselerden hiçbirine boyun eğme!”3761
İftirâ: Kur’an’da bu eylem, genellikle “atmak” anlamına gelen fiil olan r-m-y kökünden gelen ve muzârî (hal ve gelecek zaman) formu olan “yermûne” ile ifâde edilmektedir: “İffetli hür kadınlara zinâ (suçunu yakıştırıp iftirâ) atan, sonra (bunu isbat için) dört şâhidi getiremeyenlere seksen değnek vurun ve onların şâhitliklerini ebediyyen kabul etmeyin. Onlar tamamen fâsık/günahkârdırlar.”3762 Âyette belirtilen “muhsanân” ifâdesinin altına hem bekâr kızlar, hem de evli kadınlar ile hükmen
3756] 6/En'âm, 11
3757] 7/A'râf, 37
3758] 3/Âl-i İmrân, 184
3759] 22/Hacc, 30
3760] 25/Furkan, 72
3761] 68/Kalem, 11-13
3762] 24/Nûr, 4
- 898 -
KUR’AN KAVRAMLARI
erkekler de girmekle birlikte, kadınların çoğulu kullanılmış, tağlîbe (genelleştirmeye) gidilmiştir. İslâm’da en ağır ceza olarak kabul edilen kısas dahi, iki şâhitle infâz edilirken, iftirâ isnâdında bulunan kişilerden dört tane şâhidin istenilmesi bunun gerçek fâillerini yakalama ve iftirâcıları korkutma amacı gözetilmiştir. Bu durum, böyle değil de, kolay bazı şartlara bağlanılsaydı, elbette büyük sûiistimaller olacaktı. Hâlbuki nâmuslu kadınlara zinâ isnâdında bulunmak, psikolojik olarak onlar için ölümden beterdir. İftirâ suçunun bu büyüklüğünden dolayı, cezası her ne kadar kısas kadar ağır görünmese de, ondan daha ağırdır. Kısasa eşdeğer olan seksen celde (sopa) ile beraber, müslüman toplum arasında ömür boyu şehâdetin kabul edilmemesi sûretiyle güvensiz bir kişi olma yaftasıyla dolaşmak gibi mânevî cephesiyle beraber mütâlaa edildiğinde, en ağır bir ceza olduğu ortaya çıkmaktadır.
İftirâ, toplumda büyük belâ ve zararlara sebep olan, insanın şerefini ihlâl eden suçlardan biri olduğundan dolayı Kur’an, buna giden yolları kapatmak gâyesiyle fâsıkların getirdikleri haberlerin iyice araştırılmasını tavsiye etmektedir: “Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa sataşırsınız da sonra yaptığınıza pişman olursunuz.”3763 Fâsıkların getirdikleri haberler, eğer iyi bir şekilde araştırılsa, toplumda haksız şekilde meydana gelecek olan zararlar önlenmiş olacaktır. Çünkü bu tarz insanlar, şeytanın daima etkileri altında olup, hayâlî kurgularını orada burada söyler, bu hususta hiçbir fenâlıktan çekinmezler. Nitekim Kur’an, bu tarz kişileri, “effâk esîm” olarak mübâlğa kipi halinde iki sıfatla nitelemektedir: “Size şeytanların kimler üzerine inip durduğunu haber vereyim mi? Her günahkâr iftirâcı-yalancı sahtekâr (effâk esîm) üzerine iner. Bunlar (şeytanın iftirâ ve yalanına) kulak verirler; çokları da yalancıdır.”3764 Bunların niteliklerinden biri, çok iftirâcı ve yalancı olmaları, diğeri ise, günahtan asla çekinmeyişleridir. Bundan dolayı bu nitelikleri, toplumun kendilerinden şiddetle sakınmasını gerektirmektedir. 3765
Kur’an’da tam 60 yerde geçen “iftirâ” kelimesi, çoğunlukla yalanla birlikte gündeme getirilmiş ve en büyük iftirâ suçunun Allah’a iftirâ olduğu vurgulanmıştır. Allah’a yalan uydurup iftirâ edenin zâlim olduğu,3766 müşriklerin büyük bir günah olarak Allah’a iftirâ etmiş oldukları3767 belirtilmiş, Allah’ı ve âyetlerini yalanlayarak iftirâ atanlardan daha zâlim kim olduğu, olumsuz cevap açısından sorulmuştur.3768 Kur’an, iftirânın tanımını ve iftirâya uğrayana verdiği ezâyı şu şekilde beyan eder: “Mü’min erkekleri ve mü’min kadınları, yapmadıkları bir şeyle (suçlayıp) incitenler, bir iftirâ ve açık bir günah yüklenirler.”3769 İftirânın insanlar açısından en ağırı nâmus üzerine atılan iftirâdır. Bunu, Hz. Âişe ile ilgili olarak “ifk” olayında görmekteyiz. Bu konuyla ilgili Nûr sûresinde geniş değerlendirme vardır.3770 İffetli bir kadına zinâ isnâdında bulunup da bunu dört erkek şâhitle isbat edemeyen bir kimse “kazf” cezasına çarptırılır. Bunlara ceza olarak seksen değnek
3763] 49/Hucurât, 6
3764] 26/Şuarâ, 221-223
3765] Hayati Aydın, Kur'an'da İnsan Psikolojisi, s. 259-264
3766] 3/Âl-i İmrân, 94
3767] 4/Nisâ, 48
3768] 6/En'âm, 21, 93, 144; 7/A'râf, 37; 10/Yûnus, 17; 11/Hûd, 18; 18/Kehf, 15; 29/Ankebût, 68; 61/Saff, 7
3769] 33/Ahzâb, 58
3770] 24/Nûr, 11-16
DOĞRULUK / SIDK
- 899 -
vurulur ve bundan sonra şâhitlikleri kabul edilmez. Zinâ isnâdında bulunan kimse, kadının kocası olur ve dört şâhitle bunu isbat edemezse, “mulâane” (lian) yoluna başvurulur.3771
Yalan denilince, akla yalanı iş edinme, çok yalan söyleme gelir. Yalan, kişinin gerçeği saklayıp bildiğinin aksini söylemesidir. Yalancılık, çok çirkin bir huydur. Dinimiz yalanı kesin şekilde haram kılmış ve şiddetle yasaklamıştır. Yalan, rûhî bir hastalıktır, müslümanların kendilerini bundan kesinlikle korumaları gerekir. Çocuklar daha küçükken doğru sözlülüğe alıştırılmalı, yalanın zararları kendilerine anlatılmalıdır. Cenâb-ı Hak, “Yalan sözden kaçının.”3772 diye emrettiği halde basit dünya menfaatleri için yalan söyleyenler vardır. Özellikle yalan yere şâhitlik yapmak çok kötü bir davranış ve büyük bir günah sayılmıştır. Gerçek bir müslüman kendi aleyhine de olsa, doğru söylemeli ve asla yalana yaklaşmamalıdır. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Adâleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şâhitlik eden kimseler olun. (Haklarında şâhitlik ettikleriniz) Zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adâletten sapmayın, (şâhitliği) eğip büker yahut şâhitlik etmekten kaçınırsanız (bilin ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”3773
Peygamber Efendimiz de yalan söylemenin ve yalan şâhitlik yapmanın büyük günahlardan olduğunu ısrarla belirtmiştir. Ayrıca, yalanın münâfıklık alâmetlerinden olduğunu haber vermiştir.3774 Peygamberimiz, “...Yalan kötülüğe, kötülük cehenneme götürür...”3775 buyurmuştur. Yalanın en büyük kötülüğü işte budur. Yani, insanı Allah’ın rızâsından uzaklaştırıp cehenneme götürmesidir. Ayrıca yalan, insanları birbirine düşürür, güven duygusunu yok eder, toplum içinde karışıklıklara sebep olur; dostlukları yıkar, yerine düşmanlık tohumları eker. Yalan, er geç ortaya çıkacağından, yalancılar, kendilerine güvenilemeyen, saygı duyulmayan ve sevilmeyen insanlar durumuna düşerler. Kısaca yalan, insanı dünyada da âhirette de felâkete sürükler.
Yalan, söz ve davranışlarda gösterilen doğrudan ayrılıp uzaklaşmayı hedef alan bir davranıştır. Bencil birtakım sonuçlar elde etmek kasdıyla yapılan bir hareketi, hatayı gizlemek amacıyla, işin doğrusunu da bildiği halde isteyerek gerçeğe uygun olmayan beyan ve girişimlerde bulunmak, hakikati değiştirmek şeklinde görülen yanlış ifadelere “yalan” denir. Yalancılık, sözle olabildiği gibi, hareketle (jest, mimik vs.), yazı ve susmayla da olabilir.
Yalanın Psikolojik ve Sosyolojik Zararları
Yalan söylemenin yol açtığı pek çok psiko-sosyal olumsuzluklar vardır. Her şeyden önce yalan, toplum bireylerini birbirine bağlayan güven duygusunu ortadan kaldırır. Çünkü yalan söyleyene güven duymamak, ancak doğruyu söyleyene güvenmek esastır. Yalancılık, fertler arasındaki birlik ve dayanışmayı kaldırarak insanları birbirine düşürür, düşmanlıklara sebep olur. Yalnız insan ilişkilerini değil; insan sinirlerini de bozar, insanın içinden gelen sesi (vicdan) susturur, meseleleri yozlaştırır. Kur’ân-ı Kerim, bu psiko-sosyal gerçeklerden dolayı ve daha
3771] 24/Nûr, 6-9
3772] 22/Hacc, 30
3773] 4/Nisâ, 135
3774] Müslim, İman 107
3775] Buhârî, Edeb 69; Müslim, Birr 103-105
- 900 -
KUR’AN KAVRAMLARI
önemlisi imanının bir gereği olarak mü’minlerden yalan söylememelerini emir buyurmuştur: “... Pislikten, putlardan sakının; yalan sözden kaçının.”3776 İmanın iç dinamikleri, mü’mine nasıl putlardan sakınmayı emrediyorsa, aynı şekilde yalandan sakınmayı da emreder. Allah’a ortak koşmaktan sakınmakla, yalandan sakınmak konusunda mü’mini vazifelendiren ilk kaynak imanın iç dinamikleridir: “En büyük günahı size haber vereyim mi? Allah’a şirk koşmak, ana babaya itaatsizlik etmek ve İyi belleyin, bir de yalan söylemek, yalancı şâhitlik yapmaktır”3777
Yalanın sebepleri nelerdir? Bunun nedenlerinin çocuklarda ve yetişkinlerde farklı olduğu noktasından hareketle psikologlar her iki grubu ayrı ayrı ele almak ihtiyacı duymuşlardır. Çocukların yalan söyleme nedenleri arasında daha çok şu hususlar ön plana çıkmaktadır: Övünmek, kendini üstün göstermek, ilgi çekmek, sevgi sağlamak, menfaat elde etmek, utanmak, çekinmek, alay edilmekten korkmak, cezalandırılmaktan çekinmek, acı ve üzüntü verici şeylerden kurtulmak, statü kaybetme endişesi, hepsinden de önemlisi büyükleri ve çevresindeki diğer çocukları taklit etmek. Yetişkinlerin yalan söyleme sebepleri arasında ise şu hususlar belirtilir: Bir çıkar elde etmek veya zarardan kurtulmak, kin beslediği kimseden intikam almak, düşmanını gözden düşürüp kendini haklı göstermek, aşağılık duygusu nedeniyle kendini başkalarına kabul ettirebilmek, yalanı alışkanlık haline getirmek, iyilik yapmak düşüncesiyle yalan söylemek.
Bazen yalancılık, psiklojik bir hastalık, yani patolojik/marazî bir durum halini alabilir. Bu durum, olağan kabul edilen yalancılıktan farklıdır. Olağan yalancılıkta (psikolojik deyim olarak “olağan yalancılık”; din ve sâlim fıtrat, bunu ne kadar olağan kabul eder, o ayrı bir konu!) bencil bir menfaate ulaşmak sözkonusudur. Marazî yalancılıkta ise, birey hiç olmazsa görünüşte bir çıkar sağlama peşinde değildir. Patolojik yalan, duyguların bozukluğunun bir belirtisi olarak değerlendirilir. Bazı patolojik yalanların temelinde aşağılık duygusu ve güç istemi olduğu söylenir. Sürekli söyledikleri yalanla aşağılık duygusunu ödünleyip yatıştırmak isteyebilirler. Bazılarında bu hal isterik bir durumun, bazılarında da bunamalı bir kişiliğin işareti olabilir. 3778
Yalan, toplumda karşılıklı güven duygusunu yıkan, insanların birbirlerine karşı olan sevgi ve saygı duygularını sarsan, yüksek ahlâkî değerleri tahrip eden büyük bir âfettir. En içten toplumların dahi yıkılmasına yol açabilen bir hastalıktır. Yalan, fıtratta olmadığı için bebekler ve küçük çocuklar kendiliğinden yalan söylemezler, büyüklerini taklit ederek yalana alışırlar. Kasıtlı yalanın, temyiz yaşına tekabül eden 6-7 yaşlarından sonra söylendiği ileri sürülmektedir. Bu yaşa varmayan çocuk, yalanı gerçekten ayırt edememekte, sadece bazı mübâlağalara sapabilmektedir. Örnek olarak hayvanat bahçesinde yılan ve fil görmüş bir çocuk, yılan ve filin uzunluk ve cüsseleri kendisine sorulduğunda hiç çekinmeden kasıtsız olarak yılanı, “çok uzun, dünya kadar”, fili ise, en az evleri kadar büyük olarak anlatır.
Yalan söyleye söyleye insan kalbi, devamlı yalancı bir intibâ ile kaplanarak, ruh hayatı, evhamlar dünyası halini alır. Artık kişi bu safhada âdeta iğneli bir
3776] 22/Hacc, 30
3777] Buhârî, Şehâdât 10, Edeb 6, İsti’zân 35, İstitâbe 1; Müslim, İman 143; Tirmizî, Şehâdât 3, Birr 4, Tefsîru sûre 4/5, hadis no: 1964
3778] Abdurrahman Kasapoğlu, Kur’an’da Ahlâk Psikolojisi, s. 74-75
DOĞRULUK / SIDK
- 901 -
beşikteymiş gibi yaşamaya başlar. Bu durum, ileride büyük buhran ve streslere sebebiyet verir. Nitekim münâfıkların yalana pervâsızca başvurmaları, onları psikolojik bazda streslere itmiş olacak ki, Kur’an, onları hasta olarak nitelemektedir: “Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elîm bir azap vardır.”3779 “Kalplerinde hastalık bulunanların: ‘Bize bir felâket gelmesinden korkuyoruz!’ diyerek onların arkasından koşuşturduklarını görürsün...”3780 “Senden ancak Allah’a ve âhiret gününe iman etmeyenler; kalpleri şüpheyle çalkalanıp şüpheler içinde bocalayıp duranlar (savaşa çıkmamak için) izin isterler.”3781
Yalan, toplumda büyük bir oranda nefret uyandırmaktadır. Toplumda yalan söylediği görülen herhangi birinin, itibarı sarsılmaktadır. Nitekim bir hadis-i şerifte bu durum şöyle belirtilir; “Bir insan, yalan söylediğinde söylediği yalanın pis kokusu yüzünden melek ondan bir mil uzaklaşır.”3782 Bu hadiste yalanın pis bir koku salgıladığı söylenilmektedir. Rûhânî varlıklar olan meleklerin, bu pis kokudan rahatsız olduklarını göz önüne aldığımızda, bu kokunun aynı sınıftan olan insan ruhlarını da tiksindirdiğini, bunun da tesirinin toplum yaşantısında, nefret şeklinde tezâhür ettiğini söylememizin mümkün olabileceği kanısındayız.
Kur’an, en büyük tesirlerinden birisini, sosyal yaşantıda göstermektedir. Birçok âyet, cemiyet yaşantısını ihlâl eden suçları, büyük günah kategorisine sokarak onlara karşı mücâdele eder. Bu münasebetle toplum yaşantısının dayanağı olan meslek ve sanat sahiplerinin alışverişlerinde büyük oranda güvenilirlik ve doğruluğa ihtiyaç duyulmaktadır. Yalan ise, bu husustaki güvenilirliği yıkmaktadır. Bundan dolayı Kur’an yalana karşı amansız mücâdele vermiş ve ona devam edenleri dalâlet bataklığına saplanıp kalmakla tehdit etmiştir: “Allah haddi aşan ve (iddiâsında) çok yalancı olan kimseyi doğru yola ulaştırmaz.”3783 “Şüphesiz Allah, yalancı ve inkârcı kimseyi doğru yola iletmez.”3784
Yalan, fıtrata ters olduğu için, insan beyni başta olmak üzere birçok organın çalışma yapısı anormalleşir, yalan söylemek için daha anormal ve olağandışı efor sarfetmek zorunda kalır. Kalp ritimlerinde değişiklik, çeşitli salgılarda farklılık, heyecanın artması gibi sinir sisteminde anormallikler ortaya çıkar. Bu normal dışı davranışları tesbit eden “yalan makinesi” insanın yalan söylediğini büyük ihtimalle tesbit eder. Beden dili de yalanı çoğunlukla ele verir: Burna fazla kan pompalandığından, kaşınma isteği ortaya çıkacak, bundan dolayı yalan söyleyen çoğunlukla eliyle burnunu tutacaktır. İnsan diline söylettiği gibi kolayca gözlerine de yalan söylettiremez, yalancı, muhâtabının gözlerine normal bir şekilde bakmakta zorlanacaktır. Heyecan faktörü kendini belli edecek, ses yapısı, normalin dışına çıkıp biraz farklılaşacaktır. O yüzden iyi bir gözlemci, (buna ferâset ve basiret sahibi olan da diyebiliriz), kişinin beden dilinden yalan söyleyip söylemediğini büyük bir ihtimalle çıkarabilecektir. Bunları bilip bedene de yalan söyletmek, mümkün olabilir mi? Olabilirse, bu kişinin psikolojik ve fizyolojik yapısında ne gibi sarsıntılara yol açar? Oraya girmeden ifade edelim ki, yalanı insan
3779] 2/Bakara, 10
3780] 5/Mâide, 52
3781] 9/Tevbe, 45
3782] Tirmizî, Birr 46
3783] 40/Mü'min, 28
3784] 39/Zümer, 3; Hayati Aydın, a.g.e. s. 259, 261
- 902 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ruhu, vicdanı, psikolojik yapısı, fıtratı, hatta organları (vücut dili), özellikle de imanı kabul etmemektedir.
Günümüzdeki stres, rûhî bunalım ve sebepsiz sıkıntıların, suçluluk duygusu, intihar isteği gibi mânevî hastalıkların büyük bölümünün “yalan”la ilgisi olduğunu söylemek zor olmaz. Bunlar, yalancılara verilecek esas uhrevî cezânın küçük avanslarıdır; Yalandan kaçınan sâdıklar/doğrular ise, bütün bu acılardan ve vicdan azâbından emîn oldukları gibi bu doğruluklarının karşılığını esas olarak âhirette alacaklardır. Unutmamak lâzımdır ki, esas cezâ ve ödül yeri âhirettir. “Allah şöyle buyuracaktır: ‘Bu, sâdıklara/doğrulara, doğruluklarının fayda vereceği gündür. Onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da O’ndan râzı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş ve kazanç budur.”3785
Yalanın Sırıtan Yüzü; Ya da Yalanı ve Yalancıyı Nasıl Tesbit Ederiz?
Sosyal hayatta birçok durumda, insan kendi gerçek duygularını gizlemek ister, ancak herhangi bir biçimde kendisini ele verir. Bir topluluk içinde kişi sinirli, gergin ve hatta korkuyor olabilir; fakat yüzüne iliştirdiği bir gülümsemeyle mutluluk maskesi taşıması mümkündür. Dikkatli bir gözün algılayabileceği bazı küçük ipuçları iç ve dış dünyalar arasındaki bu farkın anlaşılmasına yardımcı olur.
İnsanlar yalan söyledikleri zaman, (özellikle yalan konusunda hayli tecrübeli olanların) en başarılı şekilde kontrol ettikleri, yüz ifadeleridir. İnsan en çok mimiklerinin farkında olduğu için yalan söylerken en çok ve en iyi yüzünü kontrol eder. Çünkü insan, yalan söyleyeceği zaman yüzünün alacağı biçimi kontrol etmek için bilinçli bir çaba harcamaktadır. Hiç şüphesiz çok dikkatli bir gözlemci veya uzman için yalan söyleyen biri, mimikleriyle de çok sayıda ipucu vermektedir. Ancak genel olarak düşünüldüğünün aksine, bir kişinin yalanını yüzüne veya gözüne bakarak anlamak, pek kolay değildir.
İnsan ağzıyla yalan söyleyebilir, ama bedeniyle asla söyleyemez; tüm vücudunu yalana teslim edemez; buna en güzel kıvamda yaratılan fıtrat müsaade etmez. Bu sebeple söylediğinde dürüst olmayan birinin, davranışlarıyla sözlerinin doğru olmadığı konusunda bazı ipuçlarıyla kendisini ele vermesi kaçınılmazdır.
Yalan söylerken insanların davranışlarında gözlenen farklılıklar çok sayıda araştırmaya konu olmuştur. Bu araştırmalardan çıkan sonuçlar şöyle özetlenebilir:
1- Yalan söyleyen kişilerin yaptıkları jestler azalmaktadır. Normal olarak el jestleri ifâdeyi güçlendirmek amacıyla yapılır. Kişi, büyük çoğunlukla konuşulan kelimelerin anlamını artırmak için yaptığı el hareketlerinin farkında değildir. İnsan konuşurken elini salladığını bilir, ancak ellerinin gerçekte tam olarak ne yaptığını bilmez.
Ellerinin bir şeyler yaptığını bilmek, ancak ne yaptığını tam olarak bilmemek, kişiyi şüpheye düşürür ve böylece ellerin hareketleri azalır. Belki de insan, içinde yaşadığı çelişkiden ötürü, ellerinin kendisini ele vereceğinden çekinir ve ellerini ya cebine sokar, ya üzerine oturur veya bir eliyle diğerini tutar. Bu kendi
3785] 5/Mâide, 119
DOĞRULUK / SIDK
- 903 -
kendine temas, zor zamanda anne elinin tutulması yerine geçerek, iç gerginliği de hafifletir.
2- Yalan söyleyen kişinin elini yüzüne götürme ve yüz çevresine değdirme sayısı artmaktadır. Bir konuşma sırasında insan elini arada sırada yüzüne götürür. Ancak, kişinin samimi olmadığı bir görüşme sırasında bu jestin sayısında büyük ölçüde artış görülmektedir. Elin yüze gitmesi sırasında yapılan hareketler çeneyi tutmak, dudaklara bastırmak, ağzı örtmek, burna deymek, yanağı ovuşturmak, gözün altını kaşımak, kulak memesini çekmek ve saçla oynamaktır. Bir yalan sırasında bütün bu jestlerin sayısında artış görülmekle beraber ağzı örtmek ve burna değmek jestlerinde âdeta patlama olur.
İnsan, yalan söylerken neden ağzını kapatır? Bunu tahmin etmek çok zor değildir. İnsan, ağzından çıkacak kelimeleri tutmak ve yaptığını örtmek ihtiyacındadır. Elin ağzı örtmesi, çeşitli biçimlerde olur. Parmak dudakların üzerinde trampet çalabilir, işaret parmağı üst dudak üzerinde durabilir veya el ağzın hemen yanında durabilir. Çocuklar yalan söylerken elleriyle ağızlarını kapatırlar. Hiç şüphesiz yetişkinler için elin ağza gitmesi, kişinin yalan söylediği konusunda tek belirleyici hareket değildir. Kişi söylediği konusunda tereddüt içindeyse, hata yapmaktan korkuyorsa, zaman kazanmak istiyorsa da eli ağız çevresinde olabilir. Bu sebeple elin burna gitmesi, ağzı örtmesine kıyasla daha gelişmiş, ince ve soyutlanmış bir harekettir. Ağzı örtmeye gelen el, hemen yukarıda bulunan burna uzanır ve böylece daha sembolik ve stilize bir hareket yapılmış olur.
Yalan söyleyen veya ağzından çıkanlar konusunda yeterince samimi olmayan bir insanın elinin burnuna gitmesinin en önemli sebebi fizyolojiktir. Çünkü yalan söylediği sırada bir iç gerginlik yaşayan insanın bedeninde birçok fizyolojik değişiklik olur. Kan basıncının yükselmesi, kalp atış (vurum) sayısının artması, ter bezi faâliyetlerinin artması gibi yalan söylerken kaydedilen fizyolojik değişikliklerin yanı sıra burunda bir kaşınma duygusu yaşanır. Coldoni’nin ünlü masalında yalan söyleyen Pinokyo’nun burnunun büyümesi sebepsiz değildir. Yazar, son derece önemli bir gerçeği yakalamış ve abartarak çocuk literatürüne geçirmiştir.
3- Yalan söyleyen bir insanın konuşurken beden hareketlerinde bir artış olmaktadır. Yalan söylendiği zaman duyulan rahatsızlık ve huzursuzluk, özellikle otururken kişinin durumunda değişiklik yapmasına, oturduğu koltukta öne-arkaya veya sağa-sola hareket ederek pozisyon değiştirmesine sebep olmaktadır. Bu pozisyon değişikliğinin ardında, büyük bir ihtimalle, “keşke başka bir yerde olsaydım” duygusu yatmaktadır. Oturur durumda artan beden hareketleri televizyondaki açık oturum, panel veya sohbet türü programlarda sık sık görülmektedir. Yalan konusunda çok tecrübeli olan politikacılar bile kendilerini güç durumda bırakan sorular karşısında koltuğun sınırlarını zorlayan hareketler ve koltuk üzerinde mini gezintiler yapmaktadır.
4- Yalan söyleyen bir kişinin el jestleri azalırken, el sallama hareketi artmaktadır. Belki de böylece kişi, elini silkme biçiminde hafif hafif sallayarak, sözleriyle ilgili sorumluluğun kendisine âit olmadığını anlatmak istemektedir.
5- Yalan söyleyen bir insanın yüz ifâdesi büyük çoğunlukla normale çok yakındır. Bu alanda uzmanlaşmadan, bir kişinin mimiklerine bakarak yalan
- 904 -
KUR’AN KAVRAMLARI
söylediğini anlamak çok güçtür. Yüz ifâdesinde yalanı ele veren en önemli ipucu, kişinin gözlerini konuştuğu kişiden sık sık kaçırmasıdır.
İşaretlerin Geçerliliği: Bu araştırmalardan elde edilen bu bilgileri mutlak doğrular olarak değil; geçerliliği, tekrarlanmasına ve izlediği sıraya bağlı ve kişinin içinde bulunduğu bağlamın değerlendirilmesiyle anlam kazanan bir anahtar olarak kabul etmek gerekir. Yukarıda sıralanan özelliklerin varlığı, kişinin yalan söylediği değil; yalan söyleme ihtimalinin olduğunu gösterir. Bu araştırmaları sınamak için çalışmalar yapan başka araştırmacılar, yukarıda sıralanan davranışların yalan veya samimiyetsizliği ortaya çıkartmak için kullanılacak anahtarın kendisi değil; ancak bir parçası olduğunu söylemektedirler. Örneğin, bir konuşma sırasında birdenbire büyük bir suçlamayla karşılaşmamız durumunda, bocalamamız, birçok kere elimizi yüzümüze götürmemiz, oturduğumuz yerde huzursuzluğumuzu yansıtan hareketler yapmamız mümkündür. Bu durumda suçlamaları yerinde, savunmalarımızı da gerçek dışı olarak mı kabul etmek gerekir?
Benzer şekilde, iş için mülâkata çağrılan bir kişi, kendisine sorulan sorularla bunaldığı zaman elini birçok defa yüzüne götürebilir ve oturduğu yerde huzursuzluk işaretleri gösterebilir. Bütün bunların, adayın vereceği bilgilerin nasıl değerlendirileceğini bilememesinden ve hata yapmak endişesinden kaynaklanması da muhtemeldir.
Sıralanan sebeplerden ötürü bu işaretleri yalan söylemenin âşikâr ve kesin delilleri olarak değil; beynimizin içindeki düşünceler ve gerçek duygularla, dış dünyaya yansıyan ifâdelerin bir çelişkisi olarak kabul etmek daha yerinde olur. Bu çelişki, açık bir yalan olabileceği gibi, samimiyetsizlik, tereddüt ve şüphe de olabilir. 3786
Günümüz ve Yalan Dolan...
Düzen, yalanı el altından (hatta el üstünden) teşvik etmektedir. Sözgelimi, en nâmuslu tüccarı zulümden farksız vergiler isteyerek, kendi malının yalancısı durumuna zorlamaktadır. Gereksiz bürokrasi ve formaliteler de kişiyi yalana alıştırmaktadır. Eğitimin de yalandan pek uzak olmadığını söylemek gerekir. Zaten şirk en büyük yalan olduğuna göre, şirke dayalı câhilî eğitim ve kültürün temel malzemesinin yalan olması kaçınılmaz olacaktır. Evrim teorisinden, inkılâp tarihindeki balıkların kavağa çıkmasına, sosyal konularda hakka ve hakikate ters çarpıtılmış olay ve yorumlara kadar sayısız yalan, bilim diye insanımıza verilmektedir. İnsanın çevresi de Allah’tan hakkıyla korkan insanlardan oluşmuyorsa, altta kalmamak, ayıplanmamak için, kalabalığa uymak endişesiyle bulaşıcı mikroplardan çok hızlı bir şekilde yalan mikrobu tüm çevreye yayılacaktır. Tüccarın, esnafın, pazarcıların, ağızlarıyla veya tezgâhları ve vitrinleriyle söyledikleri yalanlara şâhit olmayan kimse var mıdır? Malın kusurunu söylemeyip gizlemek bile yalan kabul edilip kazancı haramlaştırdığı halde, açıkça yalan söylemek, hatta yalan yere yemin etmek sıradan bir olay halindedir. Günümüz medyası yalan pazarı halindedir. Arz-talep meselesi; yalan alıcıları, hem de para vererek müşterileri varsa, yalandan para kazanan yalan tüccarları niye olmasın ki?!
Yalancılık, günümüz câhilî düzenlerinde ve İslâm dışı çevrelerde açıkgözlük
3786] Zuhal Baltaş-Acar Baltaş, Bedenin Dili, s. 143-144
DOĞRULUK / SIDK
- 905 -
olarak değerlendirilmekte, doğruluğun karın doyurmadığı için enâyilik olduğu söylenmektedir. Öyle ya; “doğruluk karın doyurmaz!”, “doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.” Günümüzün en popüler ve saygın kabul edilen meslekleri temelde “profesyonel yalancılık” diye tanımlanabilecek, meslek icabı yalan söylemenin kaçınılmaz kabul edildiği uğraşlardır. Politikacılar, diplomatlar, avukatlar, reklâmcılar, pazarlamacılar, halkla ilişkiler şirketlerinin temsilcileri, sinema ve tiyatro sanatçıları, falcılar, sihirbazlar, medyumlar, cinciler, muskacılar, antikacıların... bu saygın(!) mesleklerinden dolayı görev ve meslek icabı, (geçim endişesiyle, yani kutsal geçim tanrısının izniyle) çok rahat yalanlar söylemek zorunda(!) oldukları kabul edilir. Nasıl sanatçıların sanat adına her boyaya girip, her çirkinliği üzerlerinde göstermeleri gerekiyorsa, bu durum, kutsal(!) mesleklerinin gereği ise; aynen öyle, diğerlerinin de söyledikleri yalanlar, günah veya kara değil; “beyaz yalan” kategorisine sokulmaktadır. Bu kimseler, yalan söyleme becerilerini öylesine geliştirip parlatırlar ki, insanlar bu yalanları duymak için can atarlar, teşvik ederler ve bundan mutluluk bile duyarlar.
Fıtrata ve fıtrat dini olan İslâm’a uyup her çeşit yalanı reddedip karşı çıkmak yerine; günümüzde yalanlar, farklı kategorilere ayrılmakta ve âdi yalandan farklı kabul edilen yalanlara toleransla bakılmakta, hatta teşvik edilmektedir. Modern câhilî kültüre göre yalanlar çeşitlidir: Kişinin söylediği yalanın, karşısındaki tarafından bilindiği, fakat karşı çıkılmadığı “ortak yalan”lar vardır. Bir programa veya dâvete katılmak istemeyen kişi, dâveti yapan kişiye “işim var” veya “başka programım var” ya da “başkasına sözüm var” der. Bunu söylerken, karşısındakinin söylediği yalanı anladığını da tahmin edebilir. Bu şekildeki “ortak yalan”lar modern insanların gündelik hayatlarında önemli bir yer tutar. İkinci gruptaki yalanlar, doğrusu ortaya konamayacağı için karşı çıkılmayan yalanlardır. Bu tür yalanın ortaya çıkması kimseye yarar sağlamayacağı için kimse konunun üzerine gitmez. Üçüncü grupta profesyonel yalancıların söyledikleri yalanlar vardır. Profesyonel yalancılar, meslekleri gereği yalan söylemek zorunda olanlardır. Bunların yalanları çoğunluğun rahatsız olup şikâyet ettiği yalanlar değildir. Dördüncü gruptaki ise, işi yalan söylemek olmayan ve bu konuda çok usta(!) olmayan sıradan insanların söyledikleri ve kendilerine dünyevî yarar sağlayan, basit çıkar amaçlı küçük veya büyük yalanlar gelir. Bunlar fark edildiği zaman “yalan!” diye adlandırılan “âdî yalan”lardır. Ayrıca, nezâket icabı, alışkanlık gereği söylenen “âdet yalan”lar vardır, “moda yalan”lar vardır, “beyaz yalan”lar vardır. Bir yalanın sakıncasız olduğunu, hatta beyaz, bembeyaz(!) olduğunu tesbit etmek ise, azgınlaşmış hevâya, câhilî çevreye kalmıştır.
Ama bu arada “yalan”la “yanlış”ı da karıştırmamak gerekir. Yanlış da, gerçeğe uymayan, doğru olmayan bir şeydir, ama çoğunlukla bu, bir hatadan, bir yanılmadan veya bilgisizlikten kaynaklanan bir durumdur. Yalan ise, kandırmak için kasıtlı olarak söylenen asılsız, gerçeğe uymayan uydurma sözdür.
Coldini’nin meşhur masalında olduğu gibi, her yalan söyleyenin burnu uzasaydı, modern insanın burun uzunluğu ortalaması kaç cm. (km. mi demeliydim?) olurdu, dersiniz?!
Kur’ân-ı Kerim’de Kizb/Yalancılık Kavramı
Kur’ân-ı Kerim’de “kizb” ve türevleri, toplam olarak 282 yerde geçer. Doğruluğun karşılığı “kizb”dir. Yalan karşılığında Kur’an’da daha çok bu kelime kullanılır.
- 906 -
KUR’AN KAVRAMLARI
En çok bu kelime kullanılmakla birlikte, yine yalan anlamında Kur’an’da hars ve zûr kelimeleri de kullanılmıştır. Kur’an’da hars (hı, ra, sat) kelimesi 5 yerde;3787 zûr kelimesi ise 4 yerde geçer.3788 Hars, bilgisi olmaksızın sırf zan ve tahmin yoluyla söylenilen yalandır; ister bu ihbar, söylenilene uygun olsun veya olmasın, yine yalan olarak mütâlaa edilmektedir. Çünkü bu ifade sahibi, bir bilgi, kuvvetli bir zan ve işitme sûretiyle değil de, sırf tahmine dayanarak ihbarda bulunmaktadır: “... Siz zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.”3789 Bu tür zan üzerine bir ihbar, yalanın en katmerlisi olarak mütâlaa edilmektedir.
Kur’an bu çeşit yalancılara karşı gâyet sert davranmaktadır: “Harrâsûn/Koyu yalancılar kahrolsun! Onlar, bilgisizliğin sarhoşluğu ve mahmurluğu içinde kalmış gâfillerdir.”3790 “Zûr” da, yalan anlamını ifade etmektedir. Ancak, bu kelimenin geçişlisi olan “tezvîr” ise, söylenilen yalanı süslemeyi ifade etmektedir. Kur’an’da bu kelime, genellikle yalan şâhitlikte kullanılmaktadır. Nitekim Kur’an’da mü’minlerin sıfatları anlatılırken bunlardan birinin, yalan yere şâhitlikte bulunmamak olduğu belirtilmekte ve bu nitelik de, zûr kavramıyla ifade edilmektedir: “Onlar ki, yalan yere (zûr) şâhitlik etmezler...”3791
‘Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda tartışanlara: ‘Gelin, sizler ve bizler de dâhil olmak üzere, karşılıklı olarak çocuklarımızı ve kadınlarımızı çağıralım, sonra da duâ edelim de Allah’tan yalancılar üzerine lânet dileyelim.”3792
“Artık bundan sonra her kim Allah’a karşı yalan uydurursa, işte bunlar, zâlimlerin ta kendileridir.”3793
“Ey Rasûl! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla ‘inandık’ diyen kimselerden ve yahûdilerden küfür içinde koşuşanlar (ın hali) seni üzmesin. Onlar durmadan yalana kulak verirler, sana gelmeyen (bazı) kimselere kulak verirler; kelimeleri, yerlerinden sonrasına kaydırıp değiştirirler. ‘Eğer size şu verilirse hemen alın, o verilmezse sakının!’ derler. Allah bir kimseyi şaşkınlığa (fitneye) düşürmek isterse Allah’a karşı sen, onun lehine hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah’ın kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Onlar için dünyada rezillik vardır ve âhirette onlara mahsus büyük bir azap vardır. Hep yalana kulak verir, durmadan haram yerler. Sana gelirlerse ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir zarar veremezler. Ve eğer hüküm verirsen aralarında adâletle hükmet. Allah adâletten ayrılmayanları sever.”3794
“Kim Allah’a karşı yalan sözlerle iftirâ edenden veya O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlimdir? Şurası iyi bilinsin ki, zâlimler kurtuluşa ermezler.”3795
“Onların ateşin karşısında durdurulup, ‘âh ne olur, keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve müslümanlardan olsak’ dediklerini bir görsen! Bil’akis daha önce gizlemekte oldukları şeyler kendilerine göründü. Eğer onlar, (dünyaya) geri gönderilseler yine men olundukları şeylere döneceklerdir. Zira onlar,
3787] 6/En'âm, 116, 148; 10/Yûnus, 66; 43/Zuhruf, 20; 51/Zâriyât, 10
3788] 22/Hacc, 30; 25/Furkan, 4, 72; 58/Mücâdele, 2
3789] 6/En'âm, 148
3790] 51/Zâriyât, 10
3791] 25/Furkan, 72
3792] 3/Âl-i İmrân, 61
3793] 3/Âl-i İmrân, 94
3794] 5/Mâide, 41-42
3795] 6/En'âm, 21
DOĞRULUK / SIDK
- 907 -
kesinlikle yalancıdırlar.”3796
“... Kim, Allah’ın âyetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha zâlimdir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmelerinden ötürü azâbın en kötüsüyle cezâlandıracağız.”3797
“Onlar, ilmini kavrayamadıkları ve yorumu kendilerine asla gelmemiş olan (Kur’an’ı) yalanladılar. Onlardan öncekiler de böyle yalanlamışlardı. Şimdi bak, zâlimlerin sonu nasıl oldu?!”3798
“De ki: Allah’a karşı yalan uyduranlar asla kurtuluşa ermezler.”3799
“Kim, Allah’a karşı yalan uydurandan daha zâlimdir? Onlar (Kıyâmet gününde) Rablerine arz edilecekler, şâhitler de, ‘işte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir’ diyecekler. Bilin ki, Alllah’ın lâneti zâlimlerin üzerinedir. Onlar, (insanları) Allah’ın yolundan alıkoyan ve onu eğriltmek isteyenlerdir. Çünkü onlar özellikle âhireti inkâr ederler.”3800
“Yusuf: ‘Hayır, o kendisi benim nefsimden (murâd almak) istedi’ dedi. Kadının akrabasından biri şöyle şâhidlik etti: ‘Eğer gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir, bu ise yalancılardandır. Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiştir. Bu ise, doğru söyleyenlerdendir. (Efendisi, Yusuf’un gömleğinin) arkadan yırtılmış olduğunu görünce, (kadına;) ‘şüphesiz bu, sizin tuzağınızdır. Çünkü sizin tuzağınız gerçekten büyüktür’ dedi.”3801
“Allah’ın âyetlerine inanmayanlar, ancak yalan uydurur. İşte onlar, yalancıların kendileridir.”3802
“Dillerinizin yalan olarak vasfettiği şeyler hakkında, ‘bu helâldır, bu da haramdır’ demeyin, çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. Kuşkusuz Allah’a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa eremezler. (Kazandıkları) Pek az bir menfaattir. Hâlbuki onlar için acıklı bir azap vardır.”3803
“... Pislikten, putlardan sakının; yalan sözden kaçının.”3804
“Eşlerine zinâ isnâdında bulunup da kendilerinden başka şâhitleri olmayanlara gelince, onların her birinin şâhitliği, kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ederek şâhitlik etmesi, beşinci defa da, eğer yalan söyleyenlerden ise Allah’ın lânetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir.”3805
“Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi? Onlar; günaha, iftirâya düşkün olan herkesin üstüne inerler. Bunlar (şeytanlara) kulak verirler ve onların çoğu yalancıdır. Şâirler (e gelince), onlara da sapıklar uyarlar. Onların her vâdide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi? Ancak iman edip sâlih amel yapanlar, Allah’ı çok zikredenler ve haksızlığa uğratıldıklarında kendisini savunanlar
3796] 6/En'âm, 27-28
3797] 6/En'âm, 157
3798] 10/Yûnus, 39
3799] 10/Yûnus, 69
3800] 11/Hûd, 18- 19
3801] 12/Yûsuf, 26-28
3802] 16/Nahl, 105
3803] 16/Nahl, 116-117
3804] 22/Hacc, 30
3805] 24/Nûr, 6-7
- 908 -
KUR’AN KAVRAMLARI
başkadır. Haksızlık eden zâlimler, hangi inkılâba (dönüş ve âkıbete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.”3806
“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece ‘iman ettik’ demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki, Biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.”3807
“Allah’a karşı yalan uyduran, kendisine gelen sıdkı (gerçek olan Kur’an’ı) yalan sayandan daha zâlim kimdir? Kâfirler için cehennemde yer mi yok sanki?”3808
“... Şüphesiz Allah, haddi aşan yalancı kimseyi doğru yola eriştirmez.”3809
“Kahrolsun o kötü yalancılar! Onlar, koyu bir cehâlet içerisinde kalmış gâfillerdir.”3810
“Münâfıklar sana geldiklerinde: ‘Şâhitlik ederiz ki sen Allah’ın Peygamberisin’ derler. Allah da bilir ki sen elbette, O’nun Peygamberisin. Allah, münâfıkların kesinlikle yalancı olduklarını bilmektedir.”3811
“Rabbinden bir mükâfat, bir hediye, bir hesap görme olarak orada (cennette) onlar ne boş bir lakırdı, ne de birbirlerine karşı yalan işitirler.”3812
“Gerçek şu ki, şâyet yapmakta olduğu kötü davranışlardan vazgeçmezse, derhal alnından (perçeminden) yakalar, cehenneme atarız. Çünkü o, yalancı, günahkâr bir alın! O, hemen gidip meclisini (kendi taraftarlarını) çağırsın. Biz de zebânîleri çağıracağız. Hayır! Ona uyma! Allah’a secde et ve yalnızca O’na yaklaş!”3813
Yalan Söylemenin Câiz Olduğu Yerler
Yalan, aslında haramdır; ancak zarûrî hallerde yalana ruhsat verilmiştir. Kur’an’ın ahlâk normları çerçevesinde genel olarak yalancılık olumsuz bir karakter olarak değerlendirilir. Fakat insanlar arasında barışı sağlamak, savaş gibi durumlarda düşmana fırsat vermemek, bir doktor olarak gerekiyorsa hastaya moral vermek ve benzeri durumlarda şeklen yalana benzeyen davranışlar mâzur görülmüştür. Doğrunun bilinmesi bazı durumlarda zararlara yol açar. Bir şeyin hakikatini bilmemek, câhilin veya başkasının maslahatına daha uygun olduğu durumlar vardır. İşte bu durumlarda yalan, o câhilliği oluşturduğu için bazen ruhsatlı, hatta bazen farz olur. Yalanın günah olması, kendisinden dolayı değil; söyleyenin, muhâtabın veya başkasının zararına yol açtığı içindir. O yüzden bazı yerlerde, yalan doğrudan daha hayırlıdır. Bir insanı öldürmek için kovalayan zâlime, saklanan mazlumun yerini doğru olarak söylemek, elbette yalan söylemekten çok kötü ve büyük günahtır. Böyle bir durumda, yalansız ıslah gerçekleşmeyecekse, gerekli olan yalan söz, dinin yasağı değil; emri olan bir yalandır.
Konuşma, maksat ve hedeflere ulaştırma vesilesidir. O yüzden, yalanla ulaşılabilen her güzel maksada doğrulukla da ulaşılabiliyorsa, bu durumda yalan
3806] 26/Şuarâ, 221-227
3807] 29/Ankebût, 2-3
3808] 39/Zümer, 32
3809] 40/Mü'min, 28
3810] 51/Zâriyât, 10-11
3811] 63/Münâfıkun, 1
3812] 78/Nebe', 35-36
3813] 96/Alak, 15-19
DOĞRULUK / SIDK
- 909 -
söylemek haramdır. Eğer o güzel hedefe doğrulukla değil; ancak yalanla varılabiliyorsa, burada yalan söylemek mubahtır, ama tekrar edelim; eğer o maksat mubahsa/güzelse. Eğer elde edilmesi istenen maksat, farz ise, ona varılmak için yalan söylemek de farz olur. Nitekim, bir müslümanın kanını, canını, nâmusunu korumak farz olduğu gibi, onu korumak için gerekli yalanı söylemek de farzdır. Ne zaman savaş ve benzeri durumlarda zulmün ve fesâdın önlenmesi yalan söylenmeden olmuyorsa, bu takdirde yalan söylemek câizdir. Ancak, yalanın câiz ve ruhsatlı olduğu yerlerde bile, başka imkân varsa, yalandan kaçınmak uygundur. Çünkü yalan, şeytanın ve nefsin kolay istismar edebileceği bir kapıdır. O yüzden yalanın esasında haram olduğunu unutmamak, ancak zarûret için ve zarûret miktarı mubah olduğunu değerlendirmek şarttır.
“İnsanların arasını düzeltmek maksadıyla birinden ötekine uygun/hayırlı sözler taşıyan veya hayırlı konuşan yalancı sayılmaz.”3814 Ümmü Külsûm şöyle dedi: “Ben Rasûlullah (s.a.s.)’ın şu üç hal dışında, halkın yalan söylemesine ruhsat verdiğini hatırlamıyorum: Harpte, kişilerin arasını düzeltmekte ve (aile dirliğini sağlamak için) kocanın hanımına, hanımın kocasına söylediği sözlerde.”3815 “Yalan, yalnız üç yerde câizdir: Adam, karısını memnun etmek için (yalan) konuşur, savaşta ve insanları birbiriyle barıştırmak için.”3816
Görüldüğü gibi, üç yerde yalan konuşmanın câiz olduğuna dair açık bir istisnâ vardır. Yalnız, bütün bu durumlarda bile, doğru söyleyerek ihtiyaç giderilecekse, yalana mürâcaat edilmemelidir. Yalan kapısı, mecbur olmadan hiç aralanmamalı, şeytanın bu yalancı ağız kapısından kalbe girip orayı işgal etmesine fırsat verilmemelidir.
Bunların dışında kalıp da sahih maksat taşıyanların da bunların hükmünde olduğu belirtilir. Zâlim bir kimseden parasını, malını, canını korumak için yalan söylemek, İslâm’ın hükümleriyle hükmetmeyen devlet yönetimine ve zulmedecek güçlere karşı müslümanlara zarar verecek bilgiler vermemek için, meselâ çocuğu eğitmek için gerekli korkutma, caydırma ve sakındırma amacıyla, yani, yalandan daha büyük günahlara, kötülük ve zararlara engel olmak için başka çözüm yoksa, ifsâd değil; ıslah amaçlı yalana mürâcaat etmek mubahtır. Tüm bunların da sınırı vardır, bu ruhsatlar istismar edilmemelidir. Meselâ, doğru söyleminin büyük mahzurları olduğu herhangi bir durumda, yalan söylemenin de mahzurları unutulmamalı, iki sakıncalıdan ehven olan tercih edilmelidir. İki tarafın sakıncaları da birbirine yakın ise, doğru tercih edilmelidir. Çünkü yalan, zarûretten veya çok mühim bir sebepten mubah sayılmıştır. Tercih sebebi olmayınca, iş aslına rücû eder; asıl olan şey, yalanda haramlık olduğundan, yalanda yasaklık devreye girer. Maksatları ve sakıncaları ölçmek zor olduğu için, imkân nisbetinde yalandan kaçınmalıdır. Bu konuda ölçü olarak; sadece kendi şahsını, kendi menfaat ve maslahatını ilgilendiren hususlarda imkân nisbetinde yalana başvurmamalı; başkası ile alâkalı konularda, diğer insanları zarara düşürmemek ve onların maslahatlarını korumak için gerekli olduğu kadar doğrudan tâviz verilebilmelidir. Ama ne yazık ki insanlar, çoğunlukla kendi menfaatleri, basit çıkar ve kârları için yalana başvurmaktalar. Mubah olduğu kanaatiyle
3814] Buhârî, Sulh 2; Müslim, Birr 101, hadis no: 2605; Ebû Dâvud, Edeb 50, hadis no: 1920; Tirmizî, Birr 26, hadis no: 2004
3815] Müslim, Birr 101
3816] Tirmizî, Birr 26, hadis no: 2003; Ebû Dâvud, Edeb 58, hadis no: 1921
- 910 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yalan söyleyen herkes ictihad yapmaktadır. Yalan söylemesini gerektiren sebebin İslâm şeriatında doğru söylemekten daha önemli olduğu değerlendirmesini yapmaktadır. Bu ictihadın çok güç bir şey olduğunu unutmamak gerekir. Yalan mahzurludur; bu özel durumda doğruluktan da mahzur doğacaktır; bu iki mahzuru karşılaştırmak, doğru bir terâzi ile tartmak durumundadır. Doğruluktan doğan sakıncanın/mahzurun şer’an yalandan daha şiddetli bir sorumluluk doğuracağını bildiği ve değerlendirdiği zaman yalan söyleyebilir. Hayır, eğer o maksat, doğrunun maksadından daha kıymetsiz ise, doğruluk farz olur. O yüzden mutlaka gerekli olmayan yalanı terketmek daha evlâdır. Kan dökmek ve günaha girmek gibi hususlardan kaçınmak için, yalan mutlaka gerekiyorsa o durumlarda tercih edilir.
Bazı dinini ve kendini bilmezler, amellerin faziletleri ve günahların şiddeti hakkında hadis uydurmanın câiz olduğunu ve bundan maksadın sahih olduğunu iddiâ etmişler ve iyi niyetle(!) nice hadis uydurmuşlardır. Allah’a ve Rasûlüne yalan isnâd etmek, dine iftirâ etmek, en büyük günahlardandır. “Benim üzerime yalan uyduran cehennemdeki yerine hazırlansın.”3817
Târiz Yoluyla Söylenen Yalana Benzer İfadeler
Seleften nakledildiğine göre, gerektiği zaman târiz yoluyla konuşmak, insanı yalanın günahından kurtarabilir. Hz. Ömer (r.a.). “târiz yoluyla konuşmakta, insanı yalandan kurtaran bir taraf vardır” demiştir. Bundan maksat, insan yalan söylemeye mecbur kaldığı vakit, îmâ ve târiz yollu sözlerle onu atlatmaktır. Zarûret olmadığı zaman, târiz yoluyla konuşmak da câiz değildir. Bu konu istismar edilmemeli, yalana köprü yapılmamalıdır. Borcuna sâdık olmayan bir kimse borç isteyince onu darıltmadan geri çevirmek için, “cebimde beş kuruş yok” demek gibi, karşıdaki insanın farklı anlayacağı, fakat ağızdan çıkan sözün aslında gerçeğe ters olmadığı, yalana benzeyen sözler târiz olarak değerlendirilir. İbrâhim Nehâî, kendisini ilimden ve hayırdan alıkoyacak sevmediği bir adam kapıya geldiği zaman, hizmetçisine şöyle tenbih ederdi: “Benim için, ‘burada değil’ deme; ‘dur, mescide bir bakayım, onu arayayım’ de.” Şa’bî de, sevmediği biri kendisini aradığı zaman, hemen bir daire çizer ve hizmetçisine, “parmağını bu dairenin içine koy ve ‘burada değil’ de” diye târiz yollu ifade kullandırırdı.
Bütün bu ve benzeri yollar, ihtiyaç halinde başvurulan sâlim yollardır. Zarûret olmadıkça bunlara başvurulmaz, câiz değildir. Zira bunlar, her ne kadar açıkça yalan değillerse de, yalanı arttıran ve ona benzeyen şeylerdir ve mecbur olunmadıkça, bu tür şeylere mürâcaat, mekruhtur. Fakat normal durumlarda da, târiz yoluyla yalana benzer söz söylemek, açık yalan söylemekten, günah ve azap bakımından daha hafiftir. Târizler, açık yalan gibi olmadığından, hafif sebeplerden dolayı mubah olabilirler. Şaka ile başkasının gönlünü hoş etmek gibi. Peygamber Efendimiz, şaka ile de olsa hiç yalan söylememiş ve şaka ile de olsa yalana müsâade etmemiştir. Ama güzel nükteler, şakalar yapmıştır: Bir adam için “gözünde beyaz olan adam”, bir başkasına (her büyük devenin de, aslında bir devenin yavrusu olduğunu kastederek); “seni deve yavrusuna bindireyim” buyurması, ihtiyar bir kadına “cennete ihtiyarlar gitmeyecektir” demesi, sonra bunu, “gençleşerek gideceklerdir” diye açıklaması gibi.
3817] Buhârî; Müslim
DOĞRULUK / SIDK
- 911 -
Günlük hayatta yalana sık rastlanırken; yine yalana benzer, ama câiz de olmayan veya en azından riskli ifâdelere de çok şâhit olunmaktadır. Şaka ile söylenen yalanlar, mübâlağalı/abartılı anlatımlar, kibarlık ve alışkanlık gereği söylenilen ve adına beyaz yalan denilen sözler (karnı açken, davet edildiği sofraya oturmamak için, kibarlık veya utangaçlıktan dolayı “ben tokum” veya “iştahım yok” demek gibi, “Nasılsın?” sorusuna verilen bazı cevaplar gibi, “saat kaç?” sorusuna çoğu cevap gibi). Bazen içeriğine katılmadığı halde, muhâtabın bir konuşmayı dinlediğini belirtmek için “evet” dediği veya arada bir kafasını salladığı olur. Bunlar da tasdik anlamına ve anlatılanın onaylandığı hükmüne gelebilir. Bütün bu ve benzeri durumları iyi tahlil etmek, yalanla ilgisini tesbit etmek gerekmektedir. Bunların bazısı, açık yalan, bazısı yalanla doğru arası bir söz veya fâsıklığa girmeyen yalan grubundan ya da târiz grubuna dâhil olabilir. Kişinin muhâtabına; “seni on defa aradım”, “ben sana bunu yüz kere dedim” demesi; bununla sayıyı değil mübâlağayı anlatmak istemesi gibi; eğer kişi, sadece bir defa aramış veya söylemiş ise, bu durumda sözü yalan olur; ama birkaç kez aramışsa, bu sözüyle günahkâr olmaz.
Çocuklar Neden Yalan Söyler?
Çocuğunuz da böyle veya buna benzer davranışlar gösteriyorsa paniğe kapılmayın, çünkü bu olayları yaşayan sadece siz değilsiniz. Bütün çocuklar yalan söyler. Ama yalancı doğmazlar. Sadece, yalan söylemeyi öğrendikleri bir gelişim süreci yaşarlar.
Yalancılık çok çirkin ve kötü sıfatlardan biri ve hem de büyük günahlardandır. Onurlu ve şahsiyetli bir insan yalan söylemez. İslam dini de bu çirkin sıfatı kınamış ve büyük bir günah saymıştır.
Çocuğunuzun yalanıyla özellikle ilk yalanıyla karşılaştığınızda, size en kaygı verici olan, onun kötü karakterli olabileceği korkusudur. Paniğe kapılmadan, sakin ve doğru dürüst düşünebilmek için en iyisi olay geçinceye kadar serinkanlı olmaya çalışmaktır. Çocukların yalan söylemeleri, doğruyu söylemeleri kadar normal gelişim gösteren bir davranıştır.
Uzmanlar, yalanın kişinin özerkliğini sağlama ve kendisini ailesinden farklı bir birey olarak kabul ettirme sürecinde geliştiğini vurgularlar. Çocuklar, anne - babalarını kandırarak onların her şeye gücü yeten, her şeyi bilen insanlar olmadıklarını anlarlar. Bir çocuğun ilk araştırıcı yalanı söylemesi kaçınılmazdır. Bu yalanlara hazırlıklı olmanız gerekir. Bu, gerçeği sınama yolunda atılmış bir adım ve yaşam deneyimidir.
Uzmanlar yedi yaş öncesinde çocuğun yalan söylemediğini ileri sürerler. Bu yaş dönemindeki çocukların yalanları kendilerine hoş gelen hayallerden kurulmuş bir oyundur. Kendilerine haz sağlamak için böyle bir oyunu oynayıp dururlar sürekli. Kendi düşlerine gerçekmiş gibi bakan anlatma meraklısı çocuklara “yalancı” damgasının vurulması oldukça yanlıştır.
Çocuk büyüdükçe gerçekleri daha iyi anlamaya başlayacak, gerçekdışı durumları ayırabilecektir. Bu nedenle okul öncesi dönemde çocuğun doğru olmayan her sözüne yalan damgası vurmak yanlış olur. Böyle bir durumla karşılaşıldığında çoğu anne-baba çocuklarını suçlamakta hatta cezalandırmaktadır. Gelecekte çocukta yalanın yerleşmesinde, ailelerin onlara iyi birer model olmaları çok önemli
- 912 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bir etkendir. Bu nedenle çocuklar sık sık cezalandırılmamalı, onlara iyi örnek olunmalı, gerçeklik kavramları gelişemediğinden hayal ile gerçeği ayırt edememeleri karşısında onlara yalancı etiketi yapıştırılmamalıdır.
Çocuk Yalan Söylemeyi Nasıl Öğrenir?
Yetişkinleri taklit, çocuğu yalana iten en büyük etkendir. Yetişkinler kendi aralarında ve daha da önemlisi, çocuklara yalan söylerler. Bunun da ötesinde yetişkinler, bazen çocuğun yalan söylemesini isterler. Örneğin, “Dün Evdeydik diyeceksin”’ ya da, “bunu yaptığımı babana söylemeyeceksin” gibi tembihlerde çocuğu yalana iterler. Yalan söylemenin empoze edilişi açık bir şekilde olmayabilir, örnek olma da bir tür telkindir. Örneğin, istemediği bir yere gitmemek için başının ağrıdığın bahane eden anne, sofrada çocuğuna ellerini yıkayıp yıkamadığını sorduğunda, çocuk yemeğe başlamak için olumlu yanıt verecektir. Bundan sora her durumda isteğine uygun yanıt arayacak ve bundan suçluluk duymayacaktır.
Sinemaya giden ana-baba diş hekimine gidiyorum derse, kapı çaldığında evvela çocuğuna “yok!” dedirtirse, o çocuk doğru bir genç olamaz.
“Ahmet Bey 6 ve 7 yaşlarında iki oğlu ile bir gişeden geçiyorlar. 6 yaşındaki çocuklar ücretsiz. Baba gişe memuruna çocuğunun birinin yedi yaşında olduğunu söyleyip ödemesini yapıyor. Gişe memuru “Siz söylemeseydiniz ben yaşlarını bilemezdim” diyor. Baba “Ama onlar zaten biliyorlar” cevabını veriyor.”
Yukarıdaki örnek doğruluğun vaaz veya konferans şeklinde anlatılması değil, yaşayarak, örnek olma dili ile anlatılması gerektiği mesajını vermektedir.
7 yaşına kadar çocukta gerçeklik duygusu gelişmemiştir. Anne çocuğa “Bu senin değil, alma” dediğinde çocuk anlamaz, boş boş bakar. Çünkü mülkiyet duygusu gelişmemiştir. Her şeyin kendisine ait olacağını düşünür, doğuştan benmerkezcidir. Anne ve babanın rolü burada önemlidir. Yalanın, hırsızlığın yanlış olduğu çocuğa öğretilmelidir. Vazoyu kıran çocuk elinde vazo parçaları varken ben kırmadım diyebilir. Annenin aşırı tepkisi veya ilgisizliği çocuğun bu konudaki değerlerini oluşturacaktır.
Çocuk takdir edilmek, ilgi ve şefkat beklentisi için yalan söyleyebilir. Cezadan kurtulmak veya suçu saklamak için, eleştiriden kaçmak için, olduğu gibi değil büyüklerin istediği gibi görünmek için yalan söyleyebilir. Bazı çocuklarda çocuksu düşmanlık, kıskançlık duygusu da yalan söyletebilir. Çocuğun yanlış ana-baba tutumlarına karşı tek silahı genelde yalan söyleme olmakta; yalan davranış kalıbı huy haline gelmektedir.
Bir gün büyük suç işleyen gencin idamına karar verilir. İdam sehpasında gence son isteği sorulur. O da annesinin dilini öpmek istediğini söyler. Anne çağırılır. Genç annesinin dilini öperken ısırır. Sonra şöyle der: “Bana küçükken yalan söylemeyi öğrettin, ben de böyle oldum”.
Yalana yol açan bir başka olay, suçu çocuğa baskıyla kabul ettirmektir. Gilbert Robin’in örneği şöyle: Anne şeker kutusunu bulamaz ve kızını almakla suçlayarak: -’Sen yaptın, biliyorum, itiraf edersen cezalandırmayacağım!’ der. Sonunda çocuk, yapmadığı suçu kabul etmek zorunda kalır.
Çocuğuna işine yarayacağı zaman yalan söyleyebileceği düşüncesini öğreten
DOĞRULUK / SIDK
- 913 -
ve gösteren anne-baba çocuğun geleceğini şekillendirmiş olmaktadır. Yalanı teşvik eden aile durumuna düşmemek amaç olmalıdır.
Yalan Çeşitleri
Yalanının birçok çeşidinden söz etmek mümkündür. Bunlardan bazıları şunlardır:
1. Taklit yalanları: Çocukları eğlendirmek için, onların ilgilerini çekmek için büyükler tarafından söylenenlerin çocuk tarafından gerçekmiş gibi algılanmasıdır.
2. Hayali yalanlar: Bu yalanlar erken çocukluk döneminde, okul çağına gelmemiş çocuklarda görülür. Hayal ile gerçeği ayırt edemediğinden yalan söyler.
3. Abartı yalanları: Abartı çocuklarda oldukça sık görülen bir özelliktir.
4. Sosyal yalanlar: Toplumumuzda en çok görülen yalan türüdür. Çocuklar bu yalanları daha çok anne ve babalarından öğrenirler. Örneğin sağlıklı olmanıza rağmen sizi davet ettikleri yere, rahatsızım diyerek katılmamanız.
5. Savunma yalanları: Çocukların ve gençlerin kendilerini korumak için söyledikleri yalanlardır.
6. Dikkat çekme yalanları: Çocuklar, çoğu zaman dikkat çekmek için yalana başvururlar. Ödevini yapmayan bir çocuk, “ödevimi yaptım, hem de okulda yaptım” diyebilir.
7. Takdir-Mükâfat yalanları: Başkalarının beğenisi amacı ile söylenen yalanlardır.
8. İnadına söylenen yalanlar: Sevilmeyen kimseler için ya da birisini kızdırmak amacı ile söylenen yalanlardır.
9. İntikam yalanları: Çocukların, karşılarındaki insanlardan intikam almak amacı ile başvurdukları yalanlardır.
10. Menfaat yalanları: Bu tür yalanlar, başkalarından çıkar ve menfaat beklenildiği zamanlarda sık olarak söylenmektedir.
11. Patolojik yalanlar.
Yalan Söylemenin Nedenleri
Zihinsel düzeyi düşük çocukların gerçeğe çok aykırı yalanlar söyledikleri, buna karşılık normal ve üstün zekâya sahip olanlarınsa, mantığa daha uygun yalanlar söyledikleri ve ayrıntılı öyküler uydurdukları saptanmıştır. Aileye bağlılık, dayanışma, verilmiş söze saygı gibi durumlar yalan söylemeye neden olabilir. Örneğin, 10 yaşındaki bir kız çocuğu, karnelerin alındığı gün, anne ve babasına karnelerin verilmediğini söyler. Oysa karnesi kötü olduğu için anne babasının ona kızmayacağını ve onu kınamayacağını çok iyi bilir. Ama yalnızca annesini üzmeme kaygısı içindedir. Çünkü iyi bir karne getireceğine söz vermiştir.
Çocuk çekingenlikle de yalan söyleyebilir. Bu tip yalanını oluşumunda heyecana kapılma önemli rol oynar. Bir gün anne babasının, konukları önünde şiir okuması isteğine “Unuttum” karşılığını verir. Şiiri çok iyi hatırlamasına karşın,
- 914 -
KUR’AN KAVRAMLARI
topluluk karşısında okumaya cesareti yoktur. Çekingenlik çoğu kez çocuğun hatasını itiraf etmesini engeller ve ceza kaygısından daha güçlüdür.
Bazen de çocuk kendisini fazla karışılması nedeniyle yalan söyler. Bu durumda hata yetişkindedir. Eğitici çocuğun dünyasına ait her şeyi öğrenmek ister. Bu davranış çocuğu zayıflığıyla alay edilmiş izlenimini verir. Kendince karşılık vermek için yalandan yararlanır. Örneğin, ikide bir kardeşini sevip sevmediği sorulan çocuk, aslında kardeşini sevdiği halde: “Sevmiyorum” yanıtını verebilir.
Bunun yanı sıra, iyi gelişmemiş ahlâk bilinci ve grup içinde statü kaybetme endişesi bazen çocuğu içinde bulunduğu bazı durumları utanç verici gibi gösterebilir. Örneğin, ailenin fakirliği, cinsel konular üzerine bilgi eksikliği gibi. Çocuk bu durumda ailesinin geçim sıkıntısı yokmuş gibi tanıtır, cinsel konuların kendisi için sır olmadığını söyler.
R. Allendy’e göre, yalana neden olan dört etken, aşağılık duygusu, suçluluk duygusu, saldırganlık ve kıskançlıktır. Olması gereken eğitimsel koşullarda yetişmiş normal çocuk yalan söylemez. Eğitimci ve yetişkinlerin, kendileri ve çevreleriyle barış içinde olan çocukların, yalana en az başvuranlar olduklarını unutmamaları gerekir. Bir tür aldatma olan, derste kopya çekmekle bencillik arasında sıkı bir bağlantı vardır. Yine yalancılık; hırsızlık, okuldan kaçma gibi davranış bozukluklarıyla yakından ilgilidir. Bu tür çocuklar, ceza tehlikesinden korunabilmek için çekinmeden yalana başvurur, olanı doğru gibi değil de, büyüklerin istedikleri gibi göstermekten çekinmezler.
Yalanların çoğu sosyal yalan çerçevesi içindedir; okuldaki başarısızlığını saklamak, küçük hırsızlıklarını gizlemek ve ilgi görmek amacıyla söylenmektedir. Yalan söylemesinin nedeni, ailesi tarafından sevilmediğine inanması, evine dönmek istemesi, aile baskısı, sevilme isteği, mutluluk özlemidir.
Çocuk ergenlik dönemine girdiğinde, yalanın türü ve içeriği değişir. Genç; nezaket, gönül alma, vb. nedenlerle özel ve tümüyle bilinçli bir davranışla yalana başvurur ki bu tür “yalan” adını alır.
Ne Yapmalı?
Çocuğun yalan söylemesiyle etkili bir mücadele için öncelikle yalanın ne tür olduğu bilinmelidir. İncelediğimiz yalan tipleri arasındaki farkların iyice görülmesi ve yalandan çok, buna neden olan psikolojik faktörler ele alınmalıdır. Küçük çocuğun (sözde) yalanları, ahlâkî bir hata gibi görülmemelidir. Böyle bir davranış karşısında değer yargılarını anlatmak ya da kızgınlıkla cezalandırmak yanlış olur. Önceden çocuğa doğru söylemenin övülmeye değer bir davranış olduğu anlatılmalıdır.
Yetişkinler çocuğa iyi birer örnek olmalı ve davranışlarında, çocuklarında görmek istemedikleri hatalara yer vermemelidirler. Patolojik yalan karşısında hem psikolojik durum, hem de eğitsel etkenler üzerinde durulması gerekir.
Aşırı duygusal çocuğun kaygı ve çekingenlik yüzünden yalan söylemesi nedeniyle ona güven verilmeli, öfke ve kınama tepkilerinden kaçınılmalıdır. Oluşmuş bir yalan karşısında mücadele, kötünün iyisini yapmaktan başka bir şey değildir.
Aşırı kızgınlık, çocuğun yalanını engellemek açısından olumsuz bir davranıştır.
DOĞRULUK / SIDK
- 915 -
Bu yolla oluşturulan suçluluk duygusu, çocuğu yalandan uzaklaştıracak yerde, daha çok yaklaştırır. Genelde yalan bir hata gibi görülür ve suçluluk duygusu itirafla son bulur. Çocuğun itiraf etmesine yardımcı olmalıdır. Ancak çocuğu kendisi ve çevresiyle barıştırmazsa, itirafın değeri olmaz.
Davranışınızın, konuşmaktan daha etkili olacağını unutmayın. Toplumdaki herkes, başta anne, baba ve öğretmenler yalan söylemekten kaçınmalıdırlar. Çocuğun çevresindeki kişiler ne kadar dürüst olurlarsa çocuk da o kadar dürüst olacaktır.
Çocukların yaptıkları hatalara karşı anlayışlı olmaya çalışın. Hatalarının karşılığını hemen cezalandırma yoluna gitmeyin. Onu dinleyin ve açıklama yapmasına imkân tanıyın. Çocuklarınızın arkadaşlarını tanımaya çalışın. Bazen arkadaş, anne ve babadan daha etkilidir. Çocuğunuzun arkadaşlarını evinize davet ederek, yanlış davranışlar edinmesinin önüne geçin. Çocuklarınızdan asla yapamayacakları beklentilerden uzak olun. Onların yetenekleri doğrultusunda isteklerde bulunun. Bunun için de çocuğunuzu tanımaya çalışın.
Çocuğunuzun bedenî ve zihnî gücünü, sosyal ve duygusal özelliklerini gerçekçi bir gözle tanımaya çalışın. Okul ödevlerini yapıp yapmadığını, arkadaşları ile ilişkilerini, televizyonda hangi programları izlediğini, bilgisayar ve interneti nasıl kullandığını, boş zamanlarında neler yaptığını, nerelere gittiğini öğrenin.
En önemlisi, insan olarak çocuklarımıza iyi birer örnek olmamızdır. Onların nasıl olmasını istiyorsak önce kendimizin öyle olmak zorunda olduğumuzu unutmayalım. Çocuklarımızın yalan söylemeleri üzerinde önemle durmak zorundayız. Şu an, içinde bulunduğumuz zaman ve toplum bakımından bu durum hiç de kolay değildir. Ama nasıl bir kurt, meyveyi için için yer bitirir, işe yaramaz bir hale getirir ise yalan da toplumu aynı şekilde içten içe yiyip bitirecektir. Yalanın topluma nükleer bombalardan daha büyük zararlar vereceği gerçeğini her zaman hatırlamak zorundayız.
Kısaca, yalancılık olayı çevresel ilişkilerle birlikte ele alınmalıdır. Önce çocukta yalancılığın gelişmesini kolaylaştıran nedenlerin bulunması gerekir. Sonra da aile çevresiyle işbirliği yapılır, çocuğa doğruluğun yararları, getireceği haz ve avantajlar elle tutulur biçimde öğretilmelidir.
Yalan Yemin
Yalan yemin; vâkıaya aykırı olan bir şeyin doğruluğuna yemin etmek demektir. Yalan yere yemin eden kişi, Allah’ı yeminine şâhit göstererek insanları kandırmak istediği için O’nun mukaddes adını istismâr etmekte, O’na iftirâda bulunmaktadır. Bu nedenle Hz. Peygamber, büyük günahların en büyüklerinden birinin de yalan yemin olduğunu söylemiştir.3818 “Birbirinizi aldatmak için (yalan) yemin etmeni, bu yüzden yere sağlama basan ayak sürçebilir ve Allah yolundan alıkoymanıza karşılık kötü bir azap tadarsınız. Bunun için size (âhirette de) büyük bir azap vardır.”3819 âyeti, yalan yemin cezâsının İlâhî azap olduğunu belirtmektedir.
Bir kimse, geleceğe yönelik yaptığı bir yemini bozduğunda, keffâretini ödemek sûretiyle yemin günahından kurtulur; fakat yalan yemin, öyle büyük bir
3818] Buhârî, Edeb 6
3819] 16/Nahl, 94
- 916 -
KUR’AN KAVRAMLARI
günahtır ki, onun cezâsını keffâret dahi düşüremeyeceği için, yalan yeminde keffâret olmaz. Böyle bir günah işleyen kişi, yalanına şâhit gösterdiği Allah’a tevbe etmeli, af dilemeli ve bir daha bu günahı işlememelidir. Onun günahının affı ancak Allah’a kalmıştır. Yalan yeminle başkalarının hakkını almışsa, isterse bu kanun yoluyla olsun, ikinci bir günah daha işlemiş olur. Haksız yere elde edilen bu hak, sahibine dönmedikçe tevbe ile kurtuluş olmaz. Meselâ bir kimse, ödemediği borcunu bile bile “ödedim” diye yemin etse, karşı taraf da alacağını isbat edemese ve mahkeme, yalan yemin edenin borçsuz olduğuna hükmetse, bu kişi iki büyük günahı birden işlemiş olur.
Bir de dikkatsizlik, kötü alışkanlık, hata... gibi sebeplerle yalan yere yemin etmek durumuna düşülür. Şüphesiz bunun günahı, diğeri gibi değildir. Fakat gelişigüzel, gereksiz ve boş yere Allah’ın adını anmak, gerekmediği halde O’nun adına yemin etmek de bir günahtır. Bu nedenle dile hâkim olmalı, yemini alışkanlık haline getirmemeli, ancak çok önemli durumlarda yemin etmelidir.
Yeminde niyet, yemin ettirenin maksadına göredir. Bu nedenle, yemin eden kişi, kalbinden başka şeyleri geçirerek yemin ederse yine yalan yemin etmiş olur. Meselâ, Ahmed’e olan borcu için yemin ettirilen kişi, Mehmed’e ödemiş olduğu borcu kast ederek, “borcumu ödedim” diye yemin ederse, yalan yemin etmiş olur. 3820
“Acı da olsa doğruyu söyleyin.” (Hadis-i Şerif Meali)
“Hakk’a uygun olan şey, gerçek anlamda ‘hakikat/doğru’ olabilir. Hakk’a uygunluğu isbatnamayan göreceli/sanal ‘doğru’, bir zandan ibârettir.”
“Gerçek doğruluk, doğru bir niyetle, tevhid halinin doğruluğudur.”
“Yanlış sonsuz şekillere girebilir; doğru ise yalnız bir türlü olabilir.”
“Evvelâ doğruyu bilmek gerektir; doğru bilinirse yanlış da bilinir, ama evvelâ yanlış bilirse doğruya ulaşılamaz.”
“Doğruyu yanlıştan ayırmanın tek çâresi, mümkün olduğu kadar şüphe etmektir. Ve doğru da, kendisinden şüphe edilmeyen şeydir.”
“Doğruluk, her çeşit koşul altında meyve verir.”
“Doğruluğun en güzel meyvesi, ruh huzûrudur.”
“Doğruluk, hayatta iyi bir nâmın en vefâlı dostudur.”
“Hiçbir miras, doğruluk kadar zengin değildir.”
“Doğruluk, çok büyük bir kuvvettir. Doğru, kimseye mağlûp olmaz. Saâdet, doğruların bahçesinde yetişen çiçektir.”
“Birisi size: ‘Dürüst insan diye bir şey yoktur’ derse, o kimsenin bir düzenbaz olduğuna inanın. Çünkü doğru olan, doğruları bulur.”
“insanların doğruluğu, yaptıkları işle ve ulaştıkları makamla değil; davranışlarıyla ölçülür.”
“Her söylediğin doğru olmalı; fakat her doğruyu (her yerde) söylemek doğru
3820] Akif Köten, Şamil İslâm Ansiklopedisi, 6/373
DOĞRULUK / SIDK
- 917 -
değildir.”
“Dinlerseniz, size her zaman doğru yolu gösteren bir sesin var olduğu görür, unutmazsınız.”
“Doğruyu konuşmak için, iki kişi gerekir. Doğru söyleyen, doğru dinleyen.”
“Şurada burada güçlü adımlarla dolaşmaktansa, doğru yolda sekerek yürümek iyidir.”
“Düşe kalka, ama dosdoğru!”
“Doğru bilinmeyince eğri bilinmez.”
“Doğru gidenin başı duvara çarpmaz.”
“Doğru, Mevlâ’sından başka kimseden korkmaz.”
“Doğru, sarsılır ama yıkılmaz.”
“Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.”
“Doğru söyleyenin bir ayağı üzengide gerek.”
“Doğru söz acıdır.”
“Doğru söz çok kişiye batar.”
“Doğru söz yemin istemez.”
“Doğru söze akan sular durur.”
“Doğru söze ne denir?”
“Doğru söze canım kurban.”
“Doğru yol usandırır ama selâmettir.”
“Doğruluk Hak kapısıdır.”
“Doğruluk minârede kalmış, onun da içi eğri.”
“Doğruluk su kabağıdır, batmaz.”
“Doğrunun yardımcısı Allah’tır.”-
“Hak doğrudadır.”
“Hak, doğrunun yardımcısıdır.”
“Sadâkat selâmettir.”
“Hak söz acı olur.”
“Hak söze mecnun dahi râzı olur.”
“Doğru yolda giden kaplumbağa, yanlış yolda koşan yarış atını geçer.”
“İnsana sadâkat yaraşır görse de ikrâh,
Yardımcısıdır doğruların Hazret-i Allah.”
“Âlem içre ne var fenn ü hüner;
- 918 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Doğruluktur cümlesinden mu’teber.”
“İstemez doğru giden menzil-i maksûda delil.”
“Rabbim Allah’tır” de, sonra dosdoğru ol;
Sırât-ı müstakîmdir, budur en doğru yol.”
“Küfrün mâhiyeti yalan, imanın mâhiyeti doğruluktur.”
“Yalan uyduranlar, ancak Allah’ın âyetlerine inanmayanlardır.”3821
“Allah’ım, kalbimi nifaktan, edeb yerimi zinâdan ve dilimi yalandan temizle.” (Hadis-i Şerif Meali)
“Şaka da olsa yalandan kaçınmadıkça ve kendisi için sevdiğini başkaları için de sevmedikçe insanın imanı kemâle ermez.” (Hadis-i Şerif Meali)
“Yalan, nifak kapılarından bir kapıdır.” (Hadis-i Şerif Meali)
“Yalan rızkı azaltır.” (Hadis-i Şerif Meali)
“Allah yanında en büyük hata, yalan konuşmak ve en kötü pişmanlık, kıyâmet günündeki pişmanlıktır.” (Hz. Ali)
“Eğri olanın gölgesi de eğridir.” (Hz. Ali)
“Müseyleme’yi esfel-i sâfilîne düşüren “yalan” olduğu gibi, Muhammedü’l-Emîn’i âlâ-yı ılliyyîne çıkaran da doğruluktur.”
“Hayır için söylenen yalan, fitne çıkaran doğrudan iyidir.”
“Yalanın faydası bir kere içindir gerçeğin ise sonsuzdur.”
“Yalan geçici, doğru ebedîdir.”
“Doğru söylediği zaman kimse inanmayacak... İşte yalan söylemenin dünyadaki cezâsı budur.”
“Yalancının cezası, kendisine inanılması değil; onun kimseye inanamamasıdır.”
“Yalancı, bacaları karartan is gibi insanların içini karartır.”
“Yalancı, Allah’a karşı isyan edip kafa tutan, fakat insanlardan korkan bir serseridir.”
“İnsanlar, kendilerine karşı yalan söylemek zorunda kaldıkları kimselerden nefret ederler.”
“Günah işlemenin birçok araçları vardır; fakat yalan, bunların hepsine uyan bir saptır.”
“En zâlim yalanlar, genellikle sessizlik içinde söylenir.”
“En iğrenç yalan, gözyaşı şekline girendir.”
“Yalana borçlu olduğumuz mutluluk, gerçek mutluluk değildir.”
3821] 16/Nahl, 105
DOĞRULUK / SIDK
- 919 -
“Bulmak istersen saâdet, söyleme asla yalan.”
“Biz hakiki müslümanız; aldanabiliriz ama aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz!”
“Hoşumuza giden yalanları avuç dolusu yutarız da, acı gerçekleri yudum yudum içeriz.”
“Yılandan korkma, yalandan kork!”
“Yalan kadar insanı alçaltan bir şey yoktur.”
“Bir kez yalan söyleyenler ikincisini de söyleyebilirler.”
“Az yalan söylenmez; yalan söyleyen her yalanı söyler.”
“Yersiz yeminlerle kendini bu kötü alışkanlıktan kurtaramaz, insanları da inandıramazsın. En iyisi, yemin gerektirmeyecek kadar doğru konuş.”
“Hiçbir hayvan yalan kadar velûd/doğurgan değildir: Bir yalan en aşağı on yalan doğurur.”
“Hayatımda hiç yalan söylemedim, diyenler o dakikada bir katmerli yalan daha söylemiş demektir.”
“En çok kendinden söz eden, en büyük yalancıdır.”
“Düzenci bir kimse, tepeden tırnağa kadar yalan demektir.”
“Abartma, dürüst insanların yalanıdır.”
“Hak olmadıkça, yalan ortaya çıkmaz.”
“Eşyanın ve olayların kendileriyle uğraşın, çünkü onlar yalan söylemesini bilmezler.”
“İşe yalan karıştırmak, altın ve gümüş paralar için bir karışım kullanmaya benzer. Demir, bakır gibi karışımlar, madene sağlamlık verebilir ama kıymetini de düşürür.”
“Yalan pek tatlı bir şey olmalı ki, bu günahı dilimizle işleriz.”
“Yalanı söküp atmadan hakikati dikmeğe kalkışma; tutmaz.”
“Yalan söyleyenlerin güçlü bir belleğe ihtiyaçları vardır.”
“Yalan söyleyen unutkan olmamalı.”
“Yalanlar, gerçeklerle bağdaşmadığı gibi, genellikle kendi aralarında da çatışırlar.”
“Üç çeşit yalan vardır: Zararsız yalanlar, zararlı yalanlar ve istatistikler.”
“Yalanın dostu, gerçeğin de düşmanı çoktur.”
“Nice üstün görünümler altında yalan dolan vardır!”
“Yalan dinlemek, yalan söylemekten güçtür.”
“Yalan dünya!”
- 920 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Yalancı dünyada rahat olmaz.”
“Yalan ile iman bir yerde durmaz.”
“Yalan var ki gerçekten yeğdir.”
“Yalancıda ne vefâ olur, ne de ar; ne semtine uğra, ne yanına var.”
“Yalancının evi yanmış, kimse inanmamış.”
“Yalancının gemisi yürümez.”
“Yalancının mumu yatsıya kadar yanar.”
“Yalancının yalanı tükenmez.”
“Kâzip, kâtibin kardeşidir.”
“Ateşe yansa da beyt-i kezzâb, / İnanub kimse getirmez ana âb.”
“Merd olan kizbe tenezzül itmez. / Zillet-i kizbe tahammül itmez.”
“Güzel düşün, iyi hisset, yanılma, aldanma;
Ne varsa doğrudadır, doğruluk şaşar sanma.”
“Yalan bir ağaçtır, yemişi gerçek
Nereye çeker isen var bunu sen çek.”
“Sermâye-i şâirân tükenmez
Dünya tükenir, yalan tükenmez.”
“Doğruluk dilde yok, dudaklarda;
Hayr ayaklarda, şer kucaklarda.”
“Yalancılar ve ikiyüzlüler, her şeyi sözle yapan, yani hiçbir şey yapmayan kişilerdir.”
DOĞRULUK / SIDK
- 921 -
Kur’ân-ı Kerim’de Sıdk Kelimesi
A- Kur’ân-ı Kerim’de Sıdk ve Türevleriyle İlgili Âyet-i Kerimeler (155 yerde): 2/Bakara, 23, 31, 41, 89, 91, 94, 97, 101, 111, 177, 196, 263, 264, 271, 276, 280; 3/Âl-i İmrân, 3, 17, 39, 50, 81, 93, 95, 152, 168, 183; 4/Nisâ, 4, 47, 69, 87, 92, 114, 122; 5/Mâide, 45, 46, 46, 48, 75, 113, 119, 119; 6/En’âm, 40, 92, 115, 143, 146; 7/A’râf, 70, 106, 194; 9/Tevbe, 43, 58, 60, 75, 79, 103, 104, 119; 10/Yûnus, 2, 37, 38, 48, 93; 11/Hûd, 13, 32; 12/Yûsuf, 17, 26, 27, 46, 51, 82, 88, 88, 111; 15/Hıcr, 7, 64; 17/İsrâ, 80, 80; 19/Meryem, 41, 50, 54, 56; 21/Enbiyâ, 9, 38; 24/Nûr, 6, 9, 61; 26/Şuarâ, 31, 84, 101; 27/Neml, 27, 49, 64, 71; 28/Kasas, 34, 49; 29/Ankebût, 3, 29; 32/Secde, 28; 33/Ahzâb, 8, 8, 22, 23, 24, 24, 35, 35, 35, 35; 34/Sebe’, 20, 29; 35/Fâtır, 31; 36/Yâsin, 48, 52; 37/Sâffât, 37, 52, 105, 157; 39/Zümer, 32, 33, 33, 74; 40/Mü’min, 28; 44/Duhân, 36; 45/Câsiye, 25; 46/Ahkaf, 4, 12, 16, 22, 30; 47/Muhammed, 21; 48/Fetih, 27; 49/Hucurât, 15, 17; 51/Zâriyât, 5; 52/Tûr, 34; 54/Kamer, 55; 56/Vâkıa, 57, 87; 57/Hadîd, 18, 18, 19; 58/Mücâdele, 12, 13; 59/Haşr, 8; 61/Saff, 6; 62/Cum’a, 6; 63/Münâfıkîn 10; 66/Tahrîm, 12; 67/Mülk, 25; 68/Kalem, 41; 70/Meâric, 26; 75/Kıyâme, 31; 92/Leyl, 6.
B- Kur’ân-ı Kerim’de Sırat-ı Müstakimle İlgili Âyet-i Kerimeler (33 yerde): 1/Fâtiha, 6; 2/Bakara, 142, 212; 3/Âl-i İmrân, 51, 101; 4/Nisâ, 68, 175; 5/Mâide, 16; 6/En’âm, 39, 87, 126, 153, 161; 7/A’raf, 16; 10/Yûnus, 25; 11/Hûd, 56; 15/Hıcr, 41; 16/Nahl, 76, 121; 19/Meryem, 36; 22/Hacc, 54; 23/Mü’minûn, 73; 24/Nûr, 46; 36/Yâsin, 4, 61; 37/Sâffât, 118; 42/Şûrâ, 52; 43/Zuhruf, 43, 61, 64; 48/Fetih, 2, 20; 67/Mülk, 22.
C- Kur’ân-ı Kerim’de Kizb ve Türevleriyle İlgili Âyet-i Kerimeler (282 yerde): 2/Bakara, 10, 39, 87; 3/Âl-i İmrân, 11, 61, 75, 78, 94, 137, 184, 184; 4/Nisâ, 50; 5/Mâide, 10, 41, 42, 70, 86, 103; 6/En’âm, 5, 11, 21, 21, 24, 27, 28, 31, 33, 34, 34, 39, 49, 57, 66, 93, 144, 147, 148, 150, 157; 7/A’râf, 36, 37, 37, 40, 64, 64, 66, 72, 89, 92, 92, 96, 101, 136, 146, 147, 176, 177, 182; 8/Enfâl, 54; 9/Tevbe, 42, 43, 77, 90, 107; 10/Yûnus, 17, 17, 39, 39, 41, 45, 60, 69, 73, 73, 74, 95; 11/Hûd, 18, 18, 27, 65, 93; 12/Yûsuf, 18, 26, 27, 74, 110; 15/Hıcr, 80; 16/Nahl, 36, 39, 62, 86, 105, 105, 113, 116, 116, 116; 17/isrâ, 59; 18/Kehf, 5, 15, 61; 20/Tâhâ, 48, 56; 21/Enbiyâ, 77; 22/Hacc, 42, 42, 44, 57; 23/Mü’minûn, 26, 33, 38, 39, 44, 48, 90, 105; 24/Nûr, 7, 8, 13; 25/Furkan, 11, 11, 19, 36, 37, 77; 26/Şuarâ, 6, 12, 105, 117, 123, 139, 141, 160, 176, 186, 189, 223; 27/Neml, 27, 83, 84; 28/Kasas, 34, 38; 29/Ankebût, 3, 12, 18, 18, 37, 68, 68; 30/Rûm, 10, 16; 32/Secde, 20; 34/Sebe’, 8, 42, 45, 45; 35/Fâtır, 4, 4, 25, 25; 36/Yâsin, 14, 15; 37/Sâffât, 21, 127, 152; 38/Sâd, 4, 12, 14; 39/Zümer, 3, 25, 32, 32, 59, 60; 40/Mü’min, 5, 24, 28, 28, 28, 37, 70; 42/Şûrâ, 24; 43/Zuhruf, 25; 50/Kaf, 5, 12, 14; 52/Tûr, 11, 14; 53/Necm, 11; 54/Kamer, 3, 9, 9, 18, 23, 25, 26, 33, 42; 55/Rahmân, 13, 16, 18, 21, 23, 25, 28, 30, 32, 34, 36, 38, 40, 42, 43, 45, 47, 49, 51, 53, 55, 57, 59, 61, 63, 65, 67, 69, 71, 73, 75, 77; 56/Vâkıa, 2, 51, 82, 92; 57/Hadîd, 19; 58/Mücâde, 14, 18; 59/Haşr, 11; 61/Saff, 7; 62/Cum’a, 5; 63/Münâfıkun, 1; 4/Teğâbün, 10; 67/Mülk, 9, 18; 68/Kalem, 8, 44; 69/Haakka, 4, 49; 72/Cinn, 5; 73/Müzzemmil, 11; 74/Müddessir, 46, 75/Kıyâme 32; 77/Mürselât, 9, 15, 19, 24, 28, 34, 37, 40, 45, 47, 49; 78/Nebe’, 28, 28, 35; 79/Nâziât, 21; 82/İnfitâr, 9; 83/Mutaffifîn, 10, 11, 12, 17; 84/İnşikak, 22; 85/Burûc, 19; 91/Şems, 11, 14; 92/Leyl, 9, 16; 95/Tîn, 7; 96/Alak, 13, 16; 107/Mâun, 1.
D- Kur’ân-ı Kerim’de Yalan Anlamında “Hars” ve Türevleriyle İlgili Âyet-i Kerimeler (5 yerde): 6/En’âm, 116, 148; 10/Yûnus, 66; 43/Zuhruf, 20; 51/Zâriyât, 10.
E- Kur’ân-ı Kerim’de Yalan Anlamında “Zûr” Kelimesi ve Türevleriyle İlgili Âyet-i Kerimeler (4 yerde): 22/Hacc, 30; 25/Furkan, 4, 72; 58/Mücâdele, 2.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Fi Zılâli’l-Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 329-336
2. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 491-492
4. Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 348-363
5. Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. c. 3, 682-690
6. Hulâsatü’l-Beyan Fî Tefsîri’l-Kur’an, Mehmed Vehbi, Üçdal Neşriyat, c. 1, s. 295-298
7. Mefatihu’l-Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahreddin Razi, Akçağ Y. c. 4, s.259-279
8. El-Mîzan Fî Tefsîri’l-Kur’an, Muhammed Hüseyin Tabatabai, Kevser Y. c. 1, s. 598-604
9. El-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, İmam Kurtubi, Buruc Y. c. 2, s. 483-492
10. El-Esâs fi’t-Tefsîr, Said Havvâ, Şamil Y. c. 432-438
11. Rûhu’l Furkan, Mahmut Ustaosmanoğlu, Siraç Kitabevi Y. c. 2, s. 221-234
12. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neşriyat c. 1, s. 287-289
13. Et-Tefsîru’l-Hadis, İzzet Derveze, Ekin Y. c. 5, s. 163-165
14. Kur’an Mesajı, Muhammed Esed, İşaret Y. c. 1, s. 48-49
- 922 -
KUR’AN KAVRAMLARI
15. Min Vahyi’l Kur’an, Muhammed Hüseyin Fadlullah, Akademi Y. c. 3, s. 163-173
16. Şamil İslâm Ansiklopedisi (Doğruluk: Sait Kızılırmak), 1/410-411; (Sadâkat: Muhiddin Bağçeci,) 5/311-312; (Sıdk: Muammer Ertan,) 5/399-401; (Yalan: Şamil,) 6/372
17. Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Y. c. 1, s. 389-396
18. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. s. 562-566
19. Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 478-480; Nil Y. s. 494-497
20. Kur’an’da Temel Kavramlar, Cavit Yalçın, Vural Y. s. 94-101
21. Kur’an’da Dinî ve Ahlâkî Kavramlar, Toshihiko İzutsu, Pınar Y. s. 140-141
22. Mefhumlardan Tefekküre, Hayri Bilecik, Hülbe Y. s. 99-105
23. İslâm’da Nefis Tezkiyesi, Said Havva, Petek Y. s. 302-307; 454-460
24. Kur’an ve Sünnette Kalbî Hayat, Âdem Ergül, Altınoluk Y. s. 50-59
25. Kur’an’da İman Psikolojisi, Abdurrahman Kasapoğlu, Yalnızkurt Y. s. 248-249
26. Kur’an’da Ahlâk Psikolojisi, Abdurrahman Kasapoğlu, Yalnızkurt Y. s. 73-77
27. Kur’an’da İnsan Psikolojisi, Hayati Aydın, Timaş Y. s. 258-262
28. Nur’dan Kelimeler, Alâaddin Başar, Zafer Y. c. 1, s. 130-135
29. Risâle-i Nur’dan Vecizeler, Şaban Döğen, Gençlik Y. s. 400-401, 498-500
30. İman ve Sâlih Amel, Abdülhamid Bilali, buruc Y. s. 131-135
31. Kur’ân-ı Kerim Açısından İman-Amel İlişkisi, Murat Sülün, Ekin Y. s. 321-324
32. Takvâ Bilinci, Hüseyin K. Ece, Denge Y. s. 189-191
33. İnanmak ve Yaşamak, Ercüment Özkan, Anlam Y. c. 3, s. 169-177
34. Kur’an’da Mü’minlerin Özellikleri, Beşir İslâmoğlu, Pınar Y. s. 120-127
35. İhyâ-i Ulûmi’d Din, İmam Gazzâli, Arslan Y. c. 6, s, 320-345, c. 10, s. 63-77; Bedir Y. c. 3, s. 296-316, c. 4, s. 692-703
36. Gunyetu’t-Tâlibîn, Abdülkadir Geylânî, Sağlam Kitabevi Y. s. 1158-1160
37. Tenbîhu’l-Gâfilîn, Ebu’l-Leys Semerkandî, Bedir Y. s. 155-161
38. Edeb-i Dünya ve Din, Ebu’l-Hasan el-Mâverdî, Bahar Y. s. 370-386
39. Yeryüzünün Vârisleri, Kul Sâdi Yüksel, Madve Y. s. 177-192
40. Kur’an’da Günah Kavramı, Sadık Kılıç, Hibaş Y. s. 176, 178, 193
41. Kur’an Işığında Evrensel Dengeler ve İnsan, Yaşar Düzenli, İFAV Y. s. 289-2919
42. Müslümanın Ahlâkı, Muhammed Gazâli, Ribat Y. s. 34-45
43. Bedenin Dili, Zuhal Baltaş-Acar Baltaş, Remzi Kitabevi Y. s. 141-146
44. Yeni İslam İlmihali, Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Y. s. 578-587
45. İlmihal, Heyet, İSAM Y. c. 2, s. 515-517
46. Sızıntı, sayı 181, Şubat 94
47. Doğru Yolun Sapık Kolları, Necip Fâzıl Kısakürek, Büyük Doğu Y.
48. Yalan Haber Dosyası, Tamer Korkmaz, Feza Y.
49. Sırat-ı Müstakim ve Yolcuları, İsmail Lütfi Çakan, Şamil Y.
50. Sırat-ı Müstakim 1, 2, İbni Teymiyye, (terc. Salih Uçan) Pınar Y.
51. Sırat-ı Müstakim’de Yürümek İçin, İbrahim Balcı-Medine Balcı, Ebrar Y.

 
Okunma 960 kez
Bu kategorideki diğerleri: « DİN GÜNÜ DUÂ »