Cumartesi, 06 Şubat 2021 22:35

YEİS; ALLAH’IN RAHMETİNDEN ÜMİT KESMEK

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

YEİS; ALLAH’IN RAHMETİNDEN ÜMİT KESMEK


- 623 -
Kavram no 192
İmtihan 19
İman 33
Bk. Af; Tevbe; Günah
YEİS; ALLAH’IN RAHMETİNDEN ÜMİT KESMEK


• Yeis; Anlam ve Mâhiyeti
• Ümitsizlik-Küfür İlişkisi
• Ümitsizlik Psikolojisi
• Ümit; “Yeis”in Zıddı
• İnsan Psikolojisini Dengeleyen İki Unsur: Korku ve Ümit
• Kur’ân-ı Kerim’de Yeis ve Allah’ın Rahmeti
• Hadis-i Şeriflerde Yeis ve Allah’ın Rahmeti
• Günahların Affı İçin Gerekli Şart; Tevbe
• Yeis Yok!
“Ey oğullarım! Gidin de Yusuf’u ve kardeşini iyice araştırın, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.” 3188
Yeis; Anlam ve Mâhiyeti
Yeis (Ye’s): Umudunu kesmek, ümitsizlik, ümid ve güvenle bağlanacağı şeyden ümidini kesmek anlamında, “yeise” fiilinden masdardır. Yeis (ümitsizlik), recânın (umut etmenin) karşıtıdır. Yeis, bir kimsenin bir şeyden emel ve umudunu kesmesi, güvenini kaybetmesi, kalbinden ümit ve emeli tamamen kesip umuttan tümüyle uzak ve boş olması anlamına gelir. Kur’ân-ı Kerîm’de bu anlamda kullanılmıştır: “Ey iman edenler! Allah’ın kendilerine gazab ettiği o kavim ile dost olmayın ki kabirlerde bulunan kâfirler nasıl ye’se düştülerse (ümitlerini kestilerse), onlar da öylece âhiretten ümitlerini kesmişlerdir (ye’se düşmüşlerdir).”3189 Çünkü ölmüş ve kabre girmiş olan kâfirler, Cehennemdeki ebedî kalacakları mevkilerini gördükleri ve âhiret nimetlerinden mahrûmiyetleri belli olduğu için her yönüyle Cennet’ten ümitleri kesilmiş ve ye’sleri gerçekleşmiştir. Ölmemiş kâfirler de ölülerin diriltilmesinden ve âhiretten tamamen ümitlerini kesmişlerdir.
Kur’ân-ı Kerîm'de yalnız bir âyette “ye's” “bilmek” anlamınadır: “Efe lem yey’esi’llezîne âmenû... İman edenler şu hakikati bilmediler mi ki Allah dileseydi, insanların hepsini zorla hidâyete eriştirirdi...”3190 (Bu âyette geçen yeis kelimesinin de diğer âyetlerde kullanıldığı şekilde ümitsizlik anlamında kullanıldığını tercih eden -Elmalılı gibi- müfessirler de vardır: “İman edenler (kâfirlerden) ümitlerini kesmediler (ve anlamadılar) mı ki Allah dileseydi bütün insanları hidâyete erdirirdi…” Önemli olan,
3188] 12/Yûsuf, 87
3189] 60/Mümtehine, 13
3190] 13/Ra’d, 31
- 624 -
KUR’AN KAVRAMLARI
insanların kendi ihtiyarları ile hakkı arayıp iman etmeleridir.
Kelâm ve Akaid kitaplarında ye's kelimesi “imanü'l-ye's” ve “tevbetü'l-ye's (tevbe-i ye's)” şeklinde kullanılır. Bir kimsenin bir şey hakkında kendi bilgi ve ihtiyariyle karar veremeyerek ye's ve korkuya düşmesine ye's hâli denilir. Ye's kelimesi yerine be's kelimesi de şu âyete uymak için kullanılır. “Be’simizi (azâbımızı) gördükleri vakit iman etmeleri kendilerine fayda verecek değildir.”3191 Be’s; azap, şiddet, sıkıntı, güç ve kuvvet demektir.
Bir kâfir, yani Allah’a veya Allâh’ın peygamberlerine ve âhiret gününe iman etmeyen bir kimse, ölürken ölümün şiddetli halleri kendisine gelip çattığı ve İlâhî azâbı müşâhede ettiği vakit iman ederse, bu imana iman-ı ye’s veya iman-ı be’s denilir. Bir fâsıkın ölürken günahlarından tevbe etmesine de tevbe-i ye’s denilir.
İman-ı ye’s (ye’s halinde iman) makbûl değildir. Ye’s halinde iman üç şekilde olur:
1- Peygamberler gelip Allah'ın emirlerini tebliğ ederler, doğruluklarına dair mûcizeler gösterirler. İnanmayanların üzerine Allah'ın azâbının ineceğini söylerler. Bundan sonra geride mü’minlerin dışında Fir'avn gibi kalpleri katılaşmış inanmayan kimseler kalır. Azâb-ı elîm olan helâk âyetleri gelip inanmayanları yakalayınca, bu sırada iman edenlerin imanları kabul edilmez ve bunların imanları kendilerine bir fayda vermez. Çünkü kendi ihtiyarları ile değil, korku ve ümitsizlikten dolayı iman etmiş oldukları için, bu imanları bir iman-ı ye's veya iman-ı be's olur. Önceden serbest irâdeleri ile iman etmedikleri halde, peygamberlerin geleceğini söyledikleri azâbın apaçık görüldüğü böyle yeis zamanında imanları sahih olmaz ve hiçbir fayda vermez. Gaybe iman esastır. Göz önünde hazır olana ve meşhûde inanmakla iman sahih olmaz. Nitekim âhirette diriltildikten sonra kâfirlerin iman etmesi de böyledir.
İhtiyârî olan, gayb ve istikbâle taalluk eden ve burhanlarla gerçeği istidlâl ile elde edilen ve gelecek için bir hayır kazanacak kadar ölümden önce bulunan bir vakitte husûle gelen iman makbuldür. Olacak, olmaya başladıktan ve iş işten geçtikten sonra inanmakta bir fayda yoktur. Olacağa olmadan önce inanılmalı ki zararlarından korunmak için hazırlık ve tedâriklerde bulunulabilsin. Bu gerçekleri şu âyetler apaçık bir şekilde ifade eder: “Öyle ya kendilerine peygamberleri mûcizeler getirince, onların nezdindeki ilme karşı şımarıklık gösterdiler (veya kendi bildikleri ile şımarıp mağrur oldular). İstihzâ edip eğlenceye aldıkları azap kendilerini çepeçevre kuşatıverdi. O çetin azâbımızı gördükleri vakit ‘tek olan Allah’a inandık, O’na eş tutmakta olduğumuz şeyleri inkâr ettik’ dediler. Fakat azâbımızı (be’simizi) gördükleri zaman iman etmeleri kendilerine fayda vermedi. Allah’ın kulları hakkında câri olan âdeti budur. İşte kâfirler burada hüsrâna uğradı”3192; “Nihâyet, Firavun suda boğulup can çekişirken ‘inandım, hakikat İsrail oğullarının iman ettiğinden başka tanrı yokmuş, ben de müslümanlardanım’ demişti. Şimdi mi iman ediyorsun?! Hâlbuki sen bundan evvel ömrün boyunca isyan etmiş, fesadçılardan olmuştun.” 3193
Yûnus kavmi gibi, bir millet peygamberlerin söyledikleri azap gelmeden önce
3191] 40/Mü’min, 85
3192] 40/Mü’min, 83-85
3193] 10/Yûnus, 90-91
YEİS; ALLAH’IN RAHMETİNDEN ÜMİT KESMEK
- 625 -
iman ederlerse imanları sahih olur. Yûnus kavmi, Hz. Yûnus’un söylediği azâbın emâreleri belirince, azap kendilerine gelmeden önce iman ettikleri için imanları sahih olup fayda vermiştir. 3194
2- Önceden iman etmeyen bir kâfir, üzerinde ölümün emâreleri belirip ölümün şiddetli halleri kendisini sardığı zaman iman ederse, bu iman-ı ye’s veya iman-ı be’s’dir; makbul değildir. Çünkü ölüm zamanında geride iman ile hayır işleyeceği hiçbir vakit ve imkân kalmamış, nefsi elinden çıkmıştır.
Bir kâfir ölümcül hastalığa yakalanır, ölümün şiddetleri belirmeden ve can boğazına gelmeden önce aklı başında olarak bir hayır kesbine imkân bulacak bir zaman ve lahzada olur ve ye’s (ümitsizlik) ve be’s (azap) tahakkuk etmeden iman ederse, bu iman makbûl ve sahih olur. Fakat hâlet-i nezi’de, can boğaza gelince ye’s halinde küfürden tevbe ederek iman etmek makbûl değildir: “Günahları işleyenlerden her birine ölüm gelince ‘işte ben şimdi tevbe ettim’ diyen kimselere tevbe yoktur. Kâfir olarak ölenlerin de tevbeleri makbûl değildir. İşte bunlara Biz çok acıklı bir azap hazırlamışızdır.”3195 âyeti gereğince günah işleyip günahlara dadanan mü'minlerin ölüm gelip çatınca ve hayattan ümitlerini kesmeden önce, tevbelerinin kabulü kat'i değildir; Allah'ın dilemesine bağlıdır.
Fakat mü'min olduğu halde bazı günahlara da bulaşmış olan insanın son nefesinde bile tevbesi makbul olabilir. Çünkü Allah Teâlâ “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin.”3196 buyuruyor. Fakat imansızın son nefesindeki tevbesi makbul değildir. Çünkü bunun önceden iman ve irfandan nasibi yoktur ve Allah’ın rahmetinden ümidini kesmiştir. Bunda bütün İslâm âlimlerinin ittifakı vardır. Bir kısım âlimler, iman-ı ye’si, vaktinde dikilmediği için, tutup büyümekten uzak olan ve kuruyacak fidana benzetirler.
Peygamberimiz (s.a.s.) “Allah, kulunun tevbesini, canı boğazına gelmediği müddetçe kabul eder.”3197 buyurur. Hadiste geçen gargara ile murad, ye’s halidir. Bir kulda, ye’s ve be’s halinin tahakkukundan sonra, onun Allah’ın emirlerini yerine getirmesi aklen ve naklen tasavvur olunamaz. Nitekim Allah Teâlâ, “Onlar (kâfirler) eğer tekrar, hayata döndürülseler, nehy olundukları şeylere tekrar dönerlerdi. Muhakkak onlar yalancıdırlar”3198 buyurmuştur. Bu âyet-i kerime, kâfirin ölürken iman etmesinin kendi istek ve ihtiyârı ile olmayıp mecburî olduğuna delâlet eder. Çünkü kâfirler, ölürken İlâhî azâbı görürler ve meleklerin verdiği şiddetli acıyı tadarlar: “Melekler o kâfirlerin yüzlerine ve arkalarına vura vura ve ‘gelecekte de tadın cehennem azâbını’ diyerek canlarını alırken onları bir görmeliydin!”3199; “Onların (kâfirlerin) hali ne olacaktı melekler onların yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını alırken”3200 “Ölümün şiddet ve dehşetleri içinde meleklerin pençelerini uzatarak kendilerine: ‘Canlarınızı çıkarın! Allah’a karşı haksız olanı söyleye geldiğiniz, Allah’ın âyetlerinden kibirlenerek uzaklaşmış olduğunuz içindir ki bugün hakaret azâbıyla cezalandırılacaksınız’
3194] bk. 10/Yûnus, 98
3195] 4/Nisâ, 18
3196] 39/Zümer, 53
3197] Ahmed bin Hanbel, Müsned, II/132, 153, III/425, V/362; Tirmizî, De’avât,13, 98; İbn Mâce, Zühd 13, 30
3198] 6/En’âm, 28
3199] 8/Enfâl, 50
3200] 47/Muhammed, 27
- 626 -
KUR’AN KAVRAMLARI
dedikleri zaman o zâlimleri sen bir görmeliydin!”3201; “Hele can boğaza gelince, o vakit siz görürsünüz!”3202 Bütün bu âyetler, kâfirlerin ölürken İlâhî azâbı müşâhede ettiklerine delâlet eder. Bu sebeple onların iman etmeleri ümitsizlik ve korkudan dolayı olup ihtiyârî değildir.
İmam Mâtüridî’den sonra Mâtüridîlerin en büyük kelâmcısı Ebu’l-Mu’in Meymûn b. Muhammed en-Nesefî, ye’s ve be’s halinde bir kişinin iman etmesinin geçersizliğinin sebeplerini şöyle açıklar:
1- Bir kimsenin ye's (ümitsizlik ve korku) halinde iman etmesi, kendisine yönelen ve yakasına yapışan azâbı gidermek için olup ihtiyârî ve hakiki iman değildir. Hakiki iman ihtiyar ve istek ile Allah'a yaklaşmak ve O'nun rızâsını elde etmek için sahip olunan imandır.
2- Ye's ve be's halinde kişiyi ihtiyarsız olarak inanmaya mecbûr eden, gördüğü âhiret azâbının başlangıcı olan bir sıkıntı ve azaptır. Bundan kurtulması için imana sığınır. İmansız kişi dünyada ölürken azap çeker, bununla âhirete intikal eder.
3- Kişinin ölürken ve öldükten sonra nefsi elinden çıkmıştır. Ölürken nefsinde tasarrufa ve bir hayır kesbederek onunla faydalanmaya güç getiremez.
4- Bu şekilde bir imanın faydasının bulunmayacağı hakkında nass vârid olmuştur. 3203
Ebû Mansûr el-Matürîdî de ye’s halindeki iman hakkında şöyle der: “Bu zaman (kişinin can çekiştirdiği zaman), azâbın indiği vakittir. O vakit kişi şâhid ile (göz önündeki azap ile) gâibe dair bir delil getiremez ki, onun (inandım) sözü ilim ve bilgiden meydana gelen inanç olsun. Çünkü bu şekilde iman, korku ve azâbı gidermek için inanmadır. İsteği ile çalışarak erişilen iman değildir ki, inanması çalışıp çabalama ile husûle gelen iman olsun.” 3204
3- Güneşin Batıdan doğması veya semâ (yıldızlar) parçalanıp üzerlerine düşmek gibi kıyâmetin açık ve büyük alâmetleri zuhur ettiğinde veya kıyâmet kopmaya başlayınca ya da öldükten sonra diriltildiğinde kâfirin iman etmesi de bir iman-ı ye’sdir, kendisine fayda vermez. Bu husus Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle ifade edilir: “Onlar (kâfirler) ancak kendilerine azap meleklerinin gelmesini yahut Rabbinin gelmesini veya Rabbinin âyet ve helâk mûcizelerinden bazısının gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinin âyetlerinden bazısı geldiği gün, daha önceden iman etmemiş veya imanında bir hayır kazanmış olmayan hiçbir kimseye o gün iman etmesi asla fayda vermez. De ki, ‘Bekleyin, şüphesiz biz de bekliyoruz.”3205 Burada meleklerden murad, ölüm veya azap melekleridir.
Allah Teâlâ’nın iki türlü âyeti vardır:
a) Allah’ın varlığına ve ekmel sıfatlarına delâlet eden, gelecekteki hâdiseleri
3201] 6/En’âm, 93
3202] 56/Vâkıa, 83-84
3203] Bk. Ebu’l-Mu’in Meymûn b. Muhammed en-Nesefî, Tabsıratü’l-Edille, vrk. 8b-9a. Râşid Efendi Kütüphanesi, Numara: 496. Fatih Kütüphanesinde 2907 numarada kayıtlı nüsha, vrk. 10a
3204] Te’vîlât li-Ebî Mansûr Matürîdî, vrk. 182a. Numara: 47, Râşid Efendi Kütüphanesi, Kayseri
3205] 6/En’âm, 158
YEİS; ALLAH’IN RAHMETİNDEN ÜMİT KESMEK
- 627 -
meydana gelmelerinden önce haber veren ve gösteren âyet ve delillerdir ki iman ve âhiret bunlarla kazanılır.
b) Bir kısım âyetler (alâmetler) de hâdise ve vâkıaların bilfiil ortaya çıkmaya başladıklarını ve İlâhî kudretin tecellisini gösterirler. Bunlar gelince açıkça herkese belli olduğundan, ihtiyârî olarak delil ile istidlâl ederek gayba inanma ihtimali kalmaz ve bu zaman iman etmenin bir faydası olmaz. Bu âyetler gelmeden önce inananlar kurtuluşa erer. Bu ikinci kısım âyetler de kıyâmetin büyük âlametleridir ki bunları görenler iman edeceklerdir. Fakat bunlar gelmeden önce iman edenler veya iman edip amel-i sâlih işlemiş ve iyilik yapmış olanların imanları makbûl olacaktır. Yoksa önceden iman etmemiş veya imanla bir hayır kazanmamış kişinin, kıyâmetin büyük ve açık olan âyetleri zuhur edince veya kıyâmet koparken ya da öldükten sonra diriltilince iman etmesi de bir iman-ı ye’sdir, kendisine fayda vermez. Güneşin Batıdan doğması gibi kıyâmetin büyük âlametleri zuhur ettiğinde teklif zamanı geçeceği için imanın kabul olunmayacağına dair Buhârî ve Müslim’in de rivâyet ettiği birçok hadis vardır.
Müfessirler, yukarıda meali zikredilen 6/En’âm suresi, 158. âyete “Kıyâmetin büyük alâmetleri zuhur edince çocuklar müstesnâ, bundan önce iman etmemiş veya imanında bir hayır kazanmamış kimseye, iman etmesi fayda vermez. Bir kimse önceden iman etmiş olup da bu alâmetler zuhur edince fırsat bulur ve bir hayır işlerse faydasını görebilir” şeklinde mânâ vermişlerdir.
Elmalılı Hamdi Yazır, bu âyeti tefsir ederken: “lem tekün âmenet kablü: Önceden iman etmemiş” cümlesinin “min kablü: önceden” sözü ile kayıtlı olduğunu, bu cümleye terdid edatı olan” ve-veya” ile atfedilen “veya imanında bir hayır kazanmamış kimseye” cümlesinde bu “min kablü-önceden” kaydının olmadığını ve “ma'tûfun aleyhin kaydını ma'tûfta da itibar etmek zarûrî değildir” kaidesini nazar-ı itibare alarak şöyle demiştir: “Bir kâfir, o gün âyâtın zuhûru üzerine iman eder ve o iman ile bir hayır kesbine imkân da bulursa ye's ü be's tamamen tahakkuk etmemiş olduğundan, bu imanın dahi menfaat verebilmesi melhuzdur. Yani o günkü imanın makbûl olabilmesi için her halde o imandan sonra bir hayır kesbine imkân bulunmalıdır.” 3206
Merhum Hamdi Yazır’ın tefsirine göre; bir kişi kıyâmetin büyük alâmetlerinden önce iman etmiş olursa, onun kurtuluşu için bu kâfi olacaktır. Fakat bu âyetlerin zuhûrundan itibaren iman etmenin kabulü için, bu imanı ile beraber hayır işlemesi de şarttır. Çünkü vakit daralmıştır. Henüz kıyâmet kopup bitmeden ve vâkıa tamam olmadan iman etmekle birlikte hayır ve iyilik işlemek fayda verecektir. Kıyâmet kopup bitince ve vâkıa tamam olunca be’s ü ye’s tamam olacak ve artık iman etmek de fayda vermeyecektir. Bununla beraber, kıyâmetin kopmasının alâmetleri belirince, henüz kopup bitmeden büsbütün ye’se düşmeyerek hemen iman edip sâlih amel işlemelidir. 3207
İslâm âlimleri ye’s ve be’s (ümitsizlik, korku ve azap) halinde iman etmenin geçersiz olduğunda ittifak etmişlerdir. Fâsık mü’minin ye’s halinde tevbe etmesinin makbul olup olmamasında ihtilâf etmişlerdir. Hanefi Matüridîlerden ve Şâfiîlerden bazı âlimler, âsî mü’minin ye’s halinde bile günahlarından tevbesi
3206] Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, III, 2108
3207] Bk. Hamdi Yazır, a.g.e., a.y. 2108
- 628 -
KUR’AN KAVRAMLARI
makbuldür, demişlerdir.
Yalnız Muhyiddin İbnü'l-Arabî Fusûsü'l-Hikem'inde ve bunun te'sirinde kalan Celâleddîn ed-Devvânî “Risâle fi Beyân-ı İmân-ı Fir'avn” isimli eserinde Fir'avn'ın suda boğulurken iman etmesinin makbûl olduğuna dair görüş beyân etmişlerse de, bu görüşler Kur’ân-ı Kerîm'in âyetlerine ters düşer. Kur'an varken bunlara itibar edilmez. Zamanımızda iman-ı ye'sin geçerliliğine dair Fusûsu'l-Hikem'deki İbn'ü'l-Arabî'ye ait olduğu iddia edilen görüşün tesiri altında kalarak delilsiz görüşler ileri süren Mahmûd el-Gurâb gibi çağdaş yazarlar da mevcuttur. 3208
Yeis; sözlükte, arzu edilen şeyden uzaklaşmak demektir. Kavram olarak ‘yeis’, istek ve arzunun tükenmesi, ümitsizlik, umudun kalmaması anlamındadır. Kur’an, ‘yeis’ kelimesine eş anlamlı ‘kunût’ (sonu tı ile) kelimesini de kullanır. ‘Kunût’, hayrdan ümidi kesmek demektir. Bir âyette ikisinin birlikte kullanıldığını görüyoruz: “İnsan, hayr istemekten bıkkınlık duymaz, fakat ona bir şer dokundumu, artık o, yeise düşen bir umutsuzdur.” 3209
İnsan, yaratılışı gereği, kendine faydalı olan şeyi çok ister. Bunun için gayret eder, çaba gösterir. Sıkıntı ve zorluktan hoşlanmaz. Elindeki nimet ve imkânların gitmesini sevmez. Bir zorluğa düştüğü, elindeki nimetlerin bir kısmı imtihan için elinden alındığı zaman, hemen şikâyete başlar ve bunu bir şer, kendisi hakkında hayr olmayan bir şey olarak değerlendirir. Sonra da ümitsizlik üstüne ümitsizliğe düşer.
Yeis hali, bir ümitsizlik veya kötümserlik halidir. İnsanın, kendisine dokunan bir zorluk, sıkıntı, istediğini elde edememesi ânında düştüğü psikolojik durumu anlatmaktadır. Şüphesiz bu durum, insana âit egoizmin, inkârcı insanların da nankörlüğünün görüntüsüdür. Çünkü hakkıyla iman edenlerde böyle bir durum, böyle bir rahatsızlık olmaz.
İnkârcıların Bir Özelliği Olarak Yeis
Yeis psikozu inkârcı insanların bir özelliğidir. Onların özellikle ölümden sonra gördükleri gerçek karşısında artık bir ümitleri kalmaz, dünyaya bir daha dönmelerinin imkânı da yoktur, karşılaştıkları kötü sonucu başlarından kimse savamaz.
“Ey iman edenler! Allah’ın kendilerine gazap ettiği bir kavmi velî (dost ve müttefik) edinmeyin; ki onlar, kâfir olanların kabirlerdekilerden (onların dirilmesinden, kurtuluştan) umut kesmeleri gibi âhiretten ümit kesmişlerdir.”3210 Onları gören hayattaki inkârcılar da ölümden sonrası için bir umut ve kurtuluş yolu beklemezler, rahmet ve cennet nimetlerinden yeise düşerler.
Rabbinin verdiği nimetlere yeterince kanaat getirip şükretmeyen nankör kimseler, isterler ki ellerindeki dünyalık imkânlar, bol nimetler hiç eksilmesin, artsın ve böylece sürüp gitsin. Elindeki nimet eksilince veya biraz sıkıntı olunca hemen ümitsizliğe kapılmaya ve Allah (c.c.) hakkında yanlış düşünmeye başlarlar. Bu kötü duyguların sahibi, Allah’ı kendisene bol bol nimet verirken ‘cömert’, nimet kesilince bu sefer de ‘ihânet eden’ diye nitelendirmeye cüret eder. Kur’an, bu konuda dikkat çekici bir örnek veriyor: “Fakat insan, ne zaman onun
3208] Muhiddin Bağçeci, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 400-402
3209] 41/Fussılet, 49
3210] 60/Mümtehıne, 13
YEİS; ALLAH’IN RAHMETİNDEN ÜMİT KESMEK
- 629 -
Rabbi kendisini bir denemeden geçirse, ona bir ikramda bulunsa, onu bolca nimetlendirse ‘Rabbim bana ikramda bulundu’ der. Ama ne zaman onu deneyerek, rızkını kıssa (azaltsa), hemen der ki, ‘Rabbim bana ihânette bulundu.”3211
İşte bu şekilde nankörlük illetiyle hasta olanlar, ümitsizliğe düşerler. Bunun sebebi bu gibi kimselerin Allah’ın rahmetinin boyutlarını anlamamaları veya işledikleri cürümlerin çokluğundan ürkmeleridir. Ya da Allah’ın nimet ve rızık verirken hikmete uygun olarak verdiğini idrâk edememeleridir. Hâlbuki Allah'a teslim olmuş olan ihlâslı bir mü'min Allah'ın takdir ettiğine itiraz etmez. Payına düşene râzı olur. İlâhî adâletten şüphesi yoktur. Ayrıca o inanır ki, işlediği her tür amelin mutlaka karşılığını alacaktır. Allah'ın azâbından da emin değildir. Bunun sebebi de, kendi işlediği sâlih amellerin tam olup olmamasındaki şüphesidir. Yoksa Allah'ın rahmetinden umut kesmez, Allah'ın ihlâsla işlenmiş bir sâlih ameli boşa çıkaracağını aklının ucundan bile geçirmez.
Demek ki, ümitsizlik hastalığı inanç zayıflığından ya da Allah'ın sıfat ve fiillerinden şüpheye düşme nankörlüğünden kaynaklanmaktadır. Böyle kimseler, Allah'ın adâletinden şüphe ettikleri gibi, rızık verenin Allah olduğunu da unuturlar. Yaptıkları güzel işlere Allah'ın yeterli karşılığı vermeyeceği endişesini taşımaktadırlar. Böyle bir durum, gerçek imanla bağdaşmaz. “Biz insan üzerine nimetler akıttığımızda o Bizden yüz çevirip yan çizer. Ona bir şer dokununca da çok ümitsiz birisi haline geliverir.” 3212
Yeryüzündeki bütün kötülükler, bütün aksaklıklar, bütün ifsatlar insanların yaptıkları yüzündendir. Bu nedenle Allah (c.c.) insanlara uyarıcı ve müjdeleyici elçiler göndermiştir. Kötülük yapan kimseler, bir anda her şeyin bittiğini düşünerek ümitsizliğe kapılırlar, Allah’ın affının büyük olmadığını sanırlar. Hâlbuki Allah hakkındaki bu düşünce yanlıştır. “Biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman, onunla sevinirler, fakat kendi ellerinin sunduğu (şeyler) sebebiyle onlara bir kötülük isâbet ettiğinde de, hemen umutsuzluğa kapılırlar.” 3213
Allah (c.c.), yarattığı insanın günah işleyeceğini de, isyan edeceğini de bilir. Ancak O, hatasını anlayıp tevbe edenleri, inkârdan sonra imanı tercih edenleri hem bağışlar, hem de onların tevbelerinden râzı olur. İnsan sürekli hata yapar, Allah (c.c.) da hatalarından vazgeçenleri (tevbe edenleri) bağışlamaya devam eder.
Allah'ın Rahmetinden Ümitsiz Olunmaz
Ümitsizliğin en kötüsü Allah’ın rahmetinden ümit kesmektir. Böylesine bir ümitsizlik kimileri için şirk, kimileri için de büyük günahtır. Kur’an şöyle diyor: “Oğullarım, gidin de Yusuf ve kardeşinden bir haber getirin ve Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden umut kesmez.”3214; “De ki: ‘Sapıklar dışında Rabbinin rahmetinden kim ümit keser.” 3215
Allah (c.c.), günahkâr mü’minleri ümitsizliğe düşmemeleri konusunda uyararak, Allah’ın rahmetinden yeise düşenin yanlışlığına işaret ediyor: “De ki: Ey
3211] 89/Fecr, 15-16
3212] 17/İsrâ, 83; Ayrıca bk. 11/Hûd, 9-10; 41/Fussılet, 49
3213] 30/Rûm, 36
3214] 12/Yusuf, 87
3215] 15/Hıcr, 50
- 630 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım, Allah’ın rahmetinden yeise düşmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, merhamet sahibidir.”3216 Tâkip eden âyetlerde bu bağışlamanın, ancak tevbe ederek Allah’a teslim olmakla ve Allah’tan gelene (Kur’an’a) uymakla mümkün olabileceği vurgulanmaktadır.
Yeis bir ümitsizlik, eli kolu bağlı bekleme, kötümserlik ve biraz da tembellik durumudur ki, hiçbir insan için câiz değildir. Kimileri çoğu zaman yapılması gerekeni yapmaya üşenirler veya ne yapacaklarını bilemezler. Sonra da elleri koynunda bekleyerek umutsuzluğa düşerler. Allah (c.c.), her bir başarıyı sebeplere bağlamakta, günah ve hataları tevbeden sonra bağışlayacağını müjdelemektedir.
Rabbimiz, bütün umutların bittiği yerde, gökten yağmur indirip yeri canlandırır. Tıpkı yağmur gibi olan rahmetini de her zaman gönderir, ölü kalpleri diriltir, kötülükleri iyiliğe çevirir. O, kendisinden hakkıyla korkup sakınanlara her zaman mutlaka bir çıkış yolu yaratır.3217 Ancak Allah’ın azâbından da kimse emin olamaz, zira kimin hakkıyla kulluk yaptığını ve kimin ibâdetinin kabul olduğunu ancak Allah bilir. 3218
Ümitsizlik Mikrobu
Daha çok, Allah’ın; Et-Tevvab, Er-Rahman, Er-Rahim, El-Mucib, El-Kahhar, El-Kadir, El-Muntakim, El-Afuv isim ve sıfatlarının yeterince anlaşılamamasından doğan bir virüs olan ümitsizlik; hem akideye zarar verir hem de dostluğa...
Allah’tan ümidini kesenler, bu yeislerinin doğal sonucu olarak ibâdet ve kulluk yapma ihtiyacı hissetmezler... Çünkü öyle bir Allah’a inanmışlardır ki; en ufak bir hatayı kesinlikle affetmez... Ümitsizlik mikrobu insanı hem ibâdetlerden soğutur hem de sosyal hayattan... 3219
İnsanın ümitsizliği, elindeki nimetlerde eksilme, umduğunu bulamama yüzünden, başka bir deyişle “işlerin tıkırında gitmemesi” halinde baş gösteriyor. İnsanın egoizmi, kendisini tüm nimetlere peşinen hak sahibi gördüğünden; en küçük anlamda kuyruğuna basılması onu feryat ettiriyor, isyana, ümitsizliğe itiyor. İnsan egosu için, Allah verirken çok yüce, çok cömert ve güzeldir; ama vermemeye, hele hele verdiğinden eksiltmeye başlar başlamaz ihânetle suçlanır.3220
Ümitsizliğin en kötüsü ve ümitsizliği şirk benzeri günah haline getirense Allah’ın rahmetinden ümidi keserek ebedî hayatın karanlık hale geldiğini, kurtuluş ve tevbe ümidinin kalmadığını düşünmektir.
Bu büyük günahı gereğince anlamak için tevbe sırrını çok iyi kavramak gerekir. Çünkü ümitsizlik, esas anlamıyla, tevbe kapısının kapandığını, her şeyin bittiğini, artık kurtuluş ümidi kalmadığını düşünmektir. Günahların en büyüğü, insanın Allah’ın rahmetinden daha büyük bir günah olabileceğini düşünmesidir. Bu, Allah’a âcizlik, yetersizlik isnat etmektir. İnsanın en büyük günahlarından
3216] 39/Zümer, 54
3217] 65/Tahrîm, 2
3218] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, Beyan Y., s. 759-762
3219] Feyzullah Birışık, Allah İle Dostluk Nasıl Kurulabilir? Karınca Yayınları, s. 79
3220] bk. 89/Fecr, 15-16
YEİS; ALLAH’IN RAHMETİNDEN ÜMİT KESMEK
- 631 -
biri ve kendisine yaptığı en kahredici zulüm budur.3221 Ankebût sûresi 23. âyet, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyi, Allah’ın âyetlerine küfür ve Allah’a varışı inkârla birleştirmektedir.
Kur’an, ümitsizliğe düşmüş bir topluluğun dost edinilmesine şiddetle karşı çıkar. Böyle bir topluluk mezara gömülmüş bir güruhtur ki, Allah’ın gazabına uğramış olmak onların belirgin özelliğidir. 3222
Ümitsizlik-Küfür İlişkisi
Ümitsizlik, organik ve psikolojik bozukluğun bir belirtisi olup, kişide her şeyin boş görünmesine, umut halinin tamamen yok olmasına sebep olan bir ruhsal durumdur. Böyle bir müzmin hastalığa yakalanın kurtuluşu hemen hemen imkânsızdır. Mü’minin böyle bir duruma düşmemesi için Kur’an, bütün ümit kapılarının açık olduğunu, şirkten başka bütün günahların bağışlanabileceğini özellikle vurgular. “Şüphesiz ki Allah, kendisine şirk/ortak koşulmasını bağışlamaz; bundan başka (günahları) dilediği kimseler için bağışlar…” 3223
Kur’an’da yeis ve kunut, kâfirlerin özelliği olarak belirtilmektedir. “İnsana tarafımızdan bir rahmet tattırıp da sonra bunu kendisinden çekip alıversek o, ümidini kesen bir adam, bir nankör olur.”3224 Bu âyette geçen nankörlük k-f-r kökünden geldiğinden bu kavram, aynı zamanda burada küfür anlamında da kullanılmış ve sahibi ümitsiz olarak nitelendirilmiştir. Zira ümitsizliğin bir küfür eylemi olduğu başka âyetlerde açık bir şekilde ifade edilmektedir: “Allah’ın rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?”3225; “…Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfir topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.” 3226
Kâfirler, Allah’ın rahmetinin genişliğini, ilminin ve kudretinin kemâlini bilmezler; bundan dolayı âhiret hakkında ümitleri bulunmamaktadır. “Ey iman edenler! Allah’ın kendilerine gazap ettiği bir kavmi velî (dost ve müttefik) edinmeyin; ki onlar, kâfir olanların kabirlerdekilerden (onların dirilmesinden, kurtuluştan) umut kesmeleri gibi âhiretten ümit kesmişlerdir.”3227 Bu âyette kâfirler âhiretten o kadar ümitsiz olarak tasvir edilmişler ki, bir ölünün mezardan kalkıp geri gelmesi nasıl umulmazsa, öylesine umutsuz oldukları ifâde edilmiştir. Veya âhirette makamı belli olup gerçeklere şâhit olmuş, âhiretin kalıcı nimetlerinden mahrum olup azâbını tatmış ve artık kurtuluş ümidi kalmamış kimsenin ümitsizliği gibi ifâde edilmiş ve bununla da onlardaki umutsuzluğun şiddeti vurgulanmıştır. 3228
Yukarıdaki âyetlerde ümitsizlik, tamamen kâfirlere hasredilmektedir. Aşağıdaki âyette ise ümitsizlik ile küfür arası âdeta birleştirilmiş, birbirinden ayrılmaz iki unsur gibi ifâde edilmiştir: “Kâfir kavimden başkası Allah’ın rahmetinden umut kesmez.”3229 Hâlbuki müslümanların da bir insan/beşer olma hasebiyle zaman za3221]
39/Zümer, 53; 15/Hıcr, 36; 12/Yûsuf, 87
3222] 60/Mümtehıne, 13; Kur’an’ın Temel Kavramları, s. 624-627
3223] 4/Nisâ, 48
3224] 11/Hûd, 9
3225] 15/Hıcr, 56
3226] 12/Yûsuf, 87
3227] 60/Mümtehıne, 13
3228] Ebû’s Suud, İrşâdu Akli’s-Selîm ilâ Mezâye’l-Kur’âni’l-Kerim, VII/241
3229] 12/Yûsuf, 87
- 632 -
KUR’AN KAVRAMLARI
man ümitsizliğe düşmeleri mümkündür. Bu durum da, kâfir ile mü’minin aynı kategoriye sokulmalarını zorunlu kılmaktadır; hâlbuki bu gibi âyetler, müslümanı ümitsiz olarak nitelememekte, mutlak ümitsizliği sadece kâfire hasretmektedir. Mü’min, Allah’ı ve nimetlerini tasdik eden biri olarak mütâlaa edilmekle beraber kâfir, asla bunları kabul etmeyen biridir. Çünkü kavram olarak küfür, bir şeyi gizlemek anlamını ifâde etmekle beraber örfte, Allah ve nimetlerini inkâr mânâsında kullanılmaktadır. Bu münâsebetle mü’min, ümitsizliğe düştüğü zamanda Allah ve nimetlerini inkâr etme konumuna düşmediğinden, kâfir ile bu hususta aynı kategoriye girmez. Kâfir, küfrünün sonucu olarak devamlı ümitsizlik içindedir. İnançsızlığının neticesi olarak, nimetin kendisine gelişini bir tesâdüf olarak değerlendirmektedir. Bu münâsebetle yok olan nimetin tekrar kendisinin eline geçmesini âdeta imkânsız kabul edeceğinden dolayı, devamlı bir ümitsizlik içindedir.3230 Çünkü tesâdüfler gelişigüzel olduklarından bir sefer daha tahakkukları imkânsızlıkla eş değerdedir. Hâlbuki müslüman, zaman zaman bu konuda fütur gösterse de, nimetlerin ancak Allah’ın takdirinin sonucu olduğuna inanır. Takdirlerin ise, her zaman tahakkukları mümkün olduğundan ümitsizliği kalıcı ve sürekli değil, düşüncesizliğin bir eseri olarak anlık veya kısa sürelidir. Bundan dolayı karamsar bir ümitsizlik, imansızlığın bir neticesi olarak kâfirlerin genelini içine alacak olan ayırt edici bir özellikleri olmuştur. Bu durum bize, bunun gibi bir zaaf noktasında kâfir ve müslüman ayrımını yapmaya götürmektedir ki, işte Kur’an perspektifinde bu mevzûda esas olan da, budur.
Ümitsizlik ruha yerleşince, artık onda bir hayat filizi yeşeremez; bundan dolayı Allah, kulların ümitsizlik konumuna düşmemeleri için onları daima kendisine karşı ümitlerini muhâfaza etmeye çağırmakta ve kullarına karşı bütün günahları affedecek derecede merhametli olduğunu belirtmektedir: “De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” 3231
Bunlardan hareketle Kur’an hükümleri, mü’minin ümitsiz olamayacağını, olduğu takdirde ümitsizliğinin asla uzun ve karamsar bir tarzda olmamasını gerekli kılmaktadır. Bu zaafın, insanın bütün verimini yok ettiği ve kişiyi âdeta yaşayan ölüye çevirdiği gerekçesiyle Kur’an’ın bütün ümit kapılarını açık tuttuğunu söyleyebiliriz. 3232
İlâh kavramının bir anlamı da sığınılacak yer, umut bağlanacak makam demektir. İnsanların bu makama yönelişleri ise duâdır. “Rabbinize yalvara yakara ve gizlice duâ edin. Bilesiniz ki O, haddi aşanları sevmez. Yeryüzü ıslah edildikten sonra orada bozgunculuk yapmayın. (Allah’ın azâbından) korkarak ve (rahmetini) umarak O’na duâ edin. Muhakkak ki ihsan sahiplerine/iyilik edenlere Allah’ın rahmeti çok yakındır.”3233 Kur’an’da duâ üzerine öğretilenler, sığınılacak ve umut bağlanacak makamın tek olduğu, duâ ve umut edilecek başka bir mercî aramamak gerektiğini gösteriyor. Kime sığınılır ve gerçek anlamda ümit beslenip ondan beklenti içine girilirse, o makam, kişi ya da şey her ne ise, o ilâh edinilmiş olur.
“İnsanlara bir zarar dokunduğu zaman Rablerine gönül vererek yalvarır duâ ederler.
3230] Râzi, Tefsir-i Kebir, 17/191
3231] 39/Zümer, 53
3232] Hayati Aydın, Kur’an’da İnsan Psikolojisi, Timaş Y., s. 162-165
3233] 7/A’râf, 55-56
YEİS; ALLAH’IN RAHMETİNDEN ÜMİT KESMEK
- 633 -
Sonra onlara kendi tarafından bir rahmet tattırdığı zaman da bakarsın onlardan bir kısmı Rablerine şirk/ortak koşuyorlar.”3234; “İnsana bir sıkıntı dokunuverince Bize yalvarır. Kendisine tarafımızdan bir nimet verdiğimiz zaman da ‘o bana bilgimden dolayı verildi’ der. Bu bir imtihandır, fakat pek çokları bilmez.”3235; “Gerçekten insan, tahammülsüz ve huysuz yaratılmıştır. Kendisine şer dokunduğu zaman sızlanır. Kendisine hayır dokunduğu zaman cimrilik eder.’’3236 Herkes böyle midir? Tabiatıyla hayır. Âyetin devamında namazını devamlı kılanlar, yoksula yardım edenler, cezâ gününü doğrulayanlar, Allah’ın azâbından korkanlar bu insanlara benzemezler denir. 3237
Ümitsizlik Psikolojisi
Allah Teâlâ, insanı bazen darlıkla, bazen de genişlikle imtihan eder. Bolluk, nimet, refah ve huzurla yapılan imtihanın derecesi, kimi zaman şiddet, sakıntı ve musîbetle yapılan sınavdan daha fazla olabilir, nimetlerle denenme daha zor gelebilir. İnsan zorluklarla sınandığını daha kolay anlasa da, rahatlık ve nimetlerle imtihan olduğunu çoğunlukla unutur. Aslında bolluk da, bir başka imtihan şeklidir; tıpkı sıkıntı ve darlıkla sınanıldığı gibi. Allah, kendisine iman ve itaat edenleri çeşitli şekillerde dener. Darlık ve sıkıntı ile imtihan edilen mü’min sabreder, bollukla sınava tâbi tutulunca da şükreder. Neticede her iki husus da mü’min için hayırlı olur. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: “Ne tuhaftır ki, mü’minin bütün işleri hayırdır. Ve bu hayır, mü’minden başkası için yoktur. Ona bir bolluk isâbet edince şükreder ve bu, onun için hayırlı olur. Ve yine ona bir sıkıntı dokununca da sabreder. Bu da onun için hayır olur.” 3238
Bol rızık ve çeşitli nimetlerle imtihanın yapıldığını şu âyet gâyet açık bir şekilde ifâde etmektedir: “Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında, üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman onları ansızın yakaladık, birden bire onlar bütün ümitlerini yitirdiler.”3239 Önceki ümmetler, kendilerine gönderilen peygamberlere iman etmedikleri için, Allah onlara çeşitli darlık ve musîbetler verdi; fakat onlar, yine iman etmediler. Cenâb-ı Allah, cezalarını daha da arttırmak için onlara bütün nimetlerin kapılarını açtı, bol rızık ve nimetlere gömüldüler. Nimetin gerçek sahibine şükredecekleri yerde zevk ve sefâya daldılar, O’nu unutup şehvetlerine teslim oldular. İşte böyle tam bir sarhoşluk ve dalgınlık ânında Allah onları yakaladı ve neye uğradıklarını bilemediler. Ne yapacaklarını düşünmekten âciz kaldılar ve helâk olup gittiler. Onlara hürriyet ve refahın verildiğini, maddî ve mânevî bütün engellerin kaldırıldığını, her taraftan üzerlerine nimetler gönderildiğini, iyi-kötü her şeyin kendilerine bol bol açık bulundurulduğunu ifâde eden Elmalılı, bu âyeti şöyle tefsir eder: Her türlü rahatlar, sıhhatler, zaferler, başarılar, zevkler, sefâlar önlerinde âmâde idi. Ne arzu etseler bulacak, ne isteseler yapabilecek hale geldiler. Kendilerine, kendi irâdelerinden başka yasak koyacak ve kayıtlayacak bir şey görünmüyordu. Öyle serbest bir imtihana kondular ve öyle derece derece yükselmeleri arttı ki, nihayet bu hürriyet ve refah ile ferahlandılar. Tuttukları yolun iyi olduğuna ve bütün bunların kendi hakları olduğuna ve her sorumluluktan kurtulmuş olduklarına
3234] 30/Rûm, 33; Aynı zaafa işaret eden diğer âyetler için bk. 41/Fussılet, 51; 39/Zümer, 8.
3235] 39/Zümer, 49
3236] 70/Meâric, 19-21
3237] 70/Meâric, 22-27
3238] Müslim, Zühd 64; Ahmed bin Hanbel, IV/332, 333, VI/15, 16
3239] 6/En’âm, 44
- 634 -
KUR’AN KAVRAMLARI
hükmettiler. Hiçbir kayıt, hiçbir kaygı duymaz oldular, keyiflerini çattılar. Tam böyle ferahlandıkları, “gel keyfim gel!” dedikleri bir sırada kendilerini birden bire bastırıp yakalayıverdik. O saat İblis gibi bütün ümitleri kesildi. Ümitsizlik ve tam mahrûmiyet içinde donakaldılar. 3240
İnsan, elindeki nimetlerin, yaşadığı huzur ortamının elinden alınması ile de imtihan olunmaktadır.3241 Zorluklarla sınanmayı hatırlatan bu âyetlerde insanın karakteri çizilmektedir. Bu âyetler; huzur, refah, mutluluk ve nimet içinde yüzerken haktan yüz çeviren bir ruh halini sıkıntı, musîbet, darlık ve yokluk ânında ise ye’se düşen, karamsar, bezgin ve üzgün bir tavır sergileyen insanın durumunu çok güzel tasvir etmektedir. Yeis, karamsarlık ve üzüntü hali, insanı nankörlüğe sevk etmekte ve küfre yaklaştırmaktadır. Önceki halini, bol bol rızıklarla geçirdiği o mutlu yaşayışını hiç hesaba katmadan ve nimetleri hiç hatırlamadan, içinde bulunduğu fakirlik ve zarûret halini ve musîbetin verdiği sıkıntıları ve ıstırapları anlatır durur. “Önceden bol bol veren ve ihsanda bulunan yine verir” demez de; ümitsizliğe, karamsarlığa kapılır. Nimetin sahibine ve nimetlere nankörlük etmeye başlar. Yeis, karamsarlık, bezginlik, üzüntü ve yılgınlık nankörlüğü oluşturan ve küfre kapı açan sebeplerdir.
Şu âyet, peygamberler başta olmak üzere hiçbir mü’minin Allah’ın yardımından ümidini kesmemesi ve ye’se düşmemesi gerektiğini bize bildirmektedir. “Nihayet peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıkları sırada onlara yardımımız gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir. Suçlular topluluğndan (ise), azâbımız asla geri çevrilmez.” 3242
Yeis konusunda Kur’an’ın şu mesajı bizim için çok önem arzetmektedir: “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin.”3243 Mü’min hangi durumda olursa olsun Allah’ın rahmetinden asla ümidini kesmez. Zira Allah’ın rahmetinden ümit kesmek ancak kâfirlere mahsustur.3244 İbn Abbas (r.a.): “Mü’min her durumda Allah’tan gelecek bir hayır ümidi içindedir. Çünkü mü’min bir sıkıntıya düştüğünde, Allah’a yönelir; bolluk ânında ise, O’na hamdeder” demiştir. Allah’ın rahmetinden ümit kesmek, ancak insanın, âlemin ilâhının kâmil mânâda eşyaya kadir olmadığına veya tam mâlûmâtının bulunmadığına ya da cömert değil; cimri olduğuna inandığında söz konusu olur. Hâlbuki bu üç şeyden her biri o insanın küfrünü gerektirir. Allah’ın rahmetinden ümit kesmek ise ancak kâfir kimse için söz konusudur.3245
Yeis, karamsarlık ve buna bağlı olarak aşırı üzüntü, şikâyet, sızlanma gibi hususlara sebep olmaktadır. Nankörlük de bu sebeplerin verdiği ruh hâletinden kaynaklanmakta ve insanı küfre yaklaştırmaktadır. 3246
Yeis ve bu yüzden oluşan karamsarlık bir hastalıktır; kalbin, iç dünyanın hastalığı, psikolojik hastalık. Ve bu hastalık benzer nice mânevî hastalığın dâvetçisi ve tetikleyicisidir.
3240] Elmalılı H. Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, III/1928
3241] 11/Hûd, 9; 17/İsrâ, 83; 30/Rûm, 36
3242] 12/Yûsuf, 110
3243] 39/Zümer, 51
3244] 12/Yûsuf, 87
3245] F. Râzi, Tefsir-i Kebir, 18/159
3246] Kerim Buladı, Kur’an’da Nankörlük Kavramı, Pınar Y., s. 137-139
YEİS; ALLAH’IN RAHMETİNDEN ÜMİT KESMEK
- 635 -
İnsanın genel karakteristik özelliklerinden birisi, onun nimetler karşısında şımarıp böbürlenmesi, zararlar karşısında da ümitsizliğe ve bedbinliğe düşmesidir.3247 Bu âyette geçen “yeûs” kelimesi ümitsiz anlamına gelir. Daha geniş mânâda yeûs; ilerisi hakkında bütün ümidini kesen, Allah’ın bu sıkıntıyı kaldırabileceğine inanıp sabretmeyen, şükretmeyen ve büsbütün nankör kesilen kişi demektir.
Bu âyet-i kerimedeki “insan” lafzından murad, mutlak mânâdır, genel olarak insanlar. Bu mânânın mutlak ve umûmî olduğuna işaret eden birtakım vecihler şunlardır:
1. Allah Teâlâ Hûd sûresinin bu âyetlerinin akabinde gelmekte olan 11. âyette “ancak sabredip sâlih amel işleyenler müstesnâ” diyerek bir istisnâda bulunmuştur. İstisnâ olmasaydı, bu cümle de kendinden önceki cümlelerin hükmünü alacaktı. Böylece âyetteki “insan” lafzı içerisine sabredip sâlih amel işlemeyen hem mü’min, hem de kâfir bütün insanlar girmektedir.
2. Bu âyet-i kerime ayrıca şu türdeki âyetlerle de uygunluk arzetmektedir: “Doğrusu insan hırslı yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokundumu sızlanır. Kendisine hayır dokundumu vermez. Ancak namaz kılanlar bunun dışındadır.” 3248
3. İnsanın mizacı genelde zayıflık ve âcizlik gibi özellikler arzeder. İbn Cüreyc diyor ki: “Ey Âdemoğlu! Allah’tan sana bir nimet geldiği zaman kefûrsun/nankörsün. Senden o nimeti aldığı zaman ise yeûs ve kanût, yani ümitsizsin.”3249 Görüldüğü gibi İbn Cüreyc de “insan (Âdemoğlu)” lafzını genel olarak kullanmıştır.
Böylece bu âyette eksik yapılı; içinde bulunduğu ânı yaşayıp geleceği hiç düşünmeyen, geçmişi de anmayan, sonra karşılaştığı şeylerden dolayı çabucak isyan eden bir insan tasvir edilmektedir.3250 İnsana, lezzetini alacağı bir nimet tattırılsa, sonra da bu nimet çekilip alınsa, sabırsızlığı ve Allah’a güveninin tam olmayışı nedeniyle ümitsizliğe düşer, daha önceki nimetleri de unutur inkâr eder.3251 Ama kendisine dokunan bu sıkıntılardan sonra zenginlik ve sıhhat tattırılsa “kötülük ve musîbet benden gitti” der, övünür. İnsanlara karşı böbürlenir, kendisini saran nimetlerden dolayı şımarır, şükürden uzaklaşır ve nimetin hakkını edâ etmez. Bu âyetlerde “izâka (tattırmak)” ve “mess (dokundurmak” fiillerinin seçilmesinin sebebi şudur: İnsanın dünyada nimet ya da sıkıntı olarak karşılaştığı şeyler âhirette karşılaşacaklarının sadece birer numûnesi gibidirler. Bu nedenle bu fiiller kullanılmıştır3252 Ancak Allah’ın rahmette bulunduğu kişiler bu sonuçtan uzaktırlar.3253 Çünkü âyette zikredilen böbürlü davranış sefil insan karakteri ile ilgilidir. Bu karakter şudur: İnsan, tabiatı gereği sathî, sun’î bir yapıya sahiptir ve derin düşünceden çekinir. Bu yüzden refaha erip kudret sahibi olduğunda zevkine düşkün, kibirli ve böbürlü bir hal alır. O kadar ki herhangi bir ihtimalin bu mutlu şartları sona erdirebileceğini hayal etmek bile istemez. İşler bir gün tersine döndüğünde de, ümitsizliğin heykelleşmiş biçimi haline gelir
3247] 11/Hûd, 9-10
3248] 70/Meâric, 19-22
3249] F. Râzî, Mefâtihu’l Gayb, 17/190
3250] Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l Kur’an, 7/125
3251] Kadı Beyzavî, Envâru’t Tenzîl ve Esrâru’t Te’vîl, III/305
3252] Beyzavî, a.g.e., III/306
3253] İbn Kesir, Muhtasaru Tefsîr-i İbn Kesir, II/213
- 636 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ve her yerde kötü tâlihinden şikâyet etmeye başlar. Hatta Allah’ı suçlamaktan, O’nun ulûhiyetine hakaret etmekten bile geri durmaz. Fakat talihi tekrar geri döndüğü zaman uzak görüşlülüğü, bilgi ve başarısıyla övünmeye başlar. 3254
Böyle bir kimse artık ferîh ve fahûrdur. Allah korkusu hatırına gelmez, mağrur bir tavır alır. O nimetin hukukunu hamd ve şükürle edâ edecek yerde iftihar eder durur. Hâsılı insan, dünyada ya nimetten ya da zarûretten hâlî değildir. Bu insan bazen nimet ve bazen de zarûretle imtihan olur. Yine insan, fıtraten rahmet sebebiyle itminan ve onun alınıp çekilmesinden dolayı da elem duyar. Her iki halde de, yani rahmet verildiğinde Rahmân ve Rahîm olan Allah’ı, rahmet çekilip alındığında da yine O’nun ihtiyârını, hikmet ve imtihanını tefekkür ederek en güzel şekilde davranmak lâzım gelirken insanda öyle psikolojik bir hal vardır ki, bundan dolayı çokları mün’imi (nimet veren Allah’ı) düşünmez. Daha önce eline nimet geçtiğini gördüğü halde o elinden alınıverdiği zaman her şeyi unutur, ümitsiz ve karamsar olur. Zarûret tecrübesi gördüğü, birtakım sıkıntılarla daha önceden karşılaştığı halde de bir nimet tadınca bir daha bu nimet elinden alınamaz ya da acı göremezmiş gibi istikbalden emin olarak ferahlanır, iftihar eder durur ki zikrolunan inkâr ve istihzâlar hep bu psikolojik durumla alâkalıdır. 3255
İnsan karakteri devamlı değişim üzeredir. Kendinde bir güç bulduğu zaman mübâlağalı bir şekilde kibir ve büyüklük gösterir. Ancak zayıflık ve âcizlik hissederse zillet ve meskenet içerisine düşer.3256 İnsanın bu hali şu âyet-i kerimelerde dile getirilir: “İnsan, hayr/iyilik istemekten bıkkınlık duymaz, fakat ona bir şer/kötülük gelince ümitsizliğe/yeise düşer, me’yûs olur. Başına gelen bir sıkıntıdan sonra kendisine katımızdan bir rahmet tattırsak ‘elbette bu benim hakkımdır, kıyâmetin kopacağını sanmıyorum. Rabbime döndürülürsem muhakkak ki O’nun nezdinde de güzel şeyler bulacağım’ der. Andolsun ki Biz muhakkak kâfirlere yaptıklarını bildireceğiz ve andolsun ki muhakkak Biz onlara ağır bir azap tattıracağız.” 3257
Bu âyet-i kerimelerde de insanın taşkınlığına bir başka örnek vardır. Allah, insana bir nimetle mukabelede bulunduğu zaman bu nimet onu şımartır da mün’imi unutur ve şükürden yüz çevirir. Allah’ı zikretmekten, O’na yalvarmaktan uzaklaşır, kendini kibir ve azamete kaptırır. Ama ona bir zarar ya da fakirlik isâbet ettiğinde de devamlı duâ eder. Bu âyetlerde yapılan tasvir; Allah’ın hidâyetini benimseyip O’nun doğru yolunda yürümeyen beşer ruhunun dorudan doğruya ince bir resmidir. Bu tip kimselerin nasıl her an değiştiklerini, zaafa düştüklerini, hayrı övdüklerini, nimeti inkâr ederek bollukla gururlanıp sıkıntıyla bağırdıklarını inceden inceye tasvir etmektedir. Şu insan iyilik istemekten usanmaz. Ama bir fenalık dokunacak olursa ümit ve heyecanını yitirir. Bu halden kurtuluşun ve çıkışın olmayacağını zanneder, bütün sebeplerin yok olduğunu kabul eder. İçi sıkılır, üzülür, Allah’ın rahmetinden ve yardımından ümidini keser. Çünkü Rabbine bağlılığı yoktur.
Bir başkası da Allah kendisine sıkıntıdan sonra rahmetini tattırsa nimeti
3254] Mevdûdî, Tefhîmu’l Kur’an, II/353
3255] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, IV/2768
3256] F. Râzi, Tefsir-i Kebir, 27/138
3257] 41/Fussılet, 49-51
YEİS; ALLAH’IN RAHMETİNDEN ÜMİT KESMEK
- 637 -
küçümser, şükrünü unutur ve bolluk onu baştan çıkararak şımartır. “İşte bu benim hakkım” der. Âhireti unutur ve böyle bir şeyin olacağını çok uzak bir ihtimal sayar. “Kıyâmetin kopacağını sanmıyorum” der. Kendisinde bir böbürlenme belirir ve Allah’a karşı çıkarak katında kendisinin de bir yeri olduğunu sanır. Âhireti ve Allah’ı inkâr eder. Ama yine de Rabbine döndürülecek olsa O’nun yanında kendisinin önemli bir yeri olduğunu kabul eder. Ve der ki: “Rabbime döndürülürsem muhakkak ki O’nun nezdinde güzel şeyler bulacağım.” Ama bunların hepsi birer gurur ve kuruntudan ibârettir. Allah, kendisine nimet verdiği zaman insan şımarır, azıtır, büyüklenir, sırtını döner ve gider. Ama bir kötülük dokunacak olursa küçülür, düşer, aşağılaşır, yalvarır ve bıkmadan, usanmadan duâ eder durur.
İnsanın ruhundaki yüce ve basit değerleri ne kadar titizlik ve dikkatle tescil etmektedir bu âyetler. Çünkü onu tavsif eden, onun giriş-çıkış noktalarını bilen, hangi noktada ne gibi harekette bulunacağını, Allah’ın dosdoğru yolu olmaksızın nerede yanılacağını bilen yaratıcısıdır.3258
Allah başka bir âyet-i kerimede de şöyle buyurur: “İnsana nimet verdiğimiz zaman, yüz çevirip yan çizer. Ona bir zarar dokununca da umutsuzluğa düşer.”3259 Ancak geniş ve dar anlarında Allah’ın korumuş olduğu kişiler bu noksanlıktan uzaktır. Çünkü, Cenâb-ı Hak insana mal, âfiyet, fetih, rızık ve nusretle nimette bulunduğu ve insan istediğine kavuştuğunda Allah’a karşı itaat ve ibâdet vazifelerinden genelde yüz çevirir. Aynı şekilde Cenâb-ı Hak insana musîbetler, dert ve üzüntüler gibi birtakım şerleri dokunduracak olsa insan bu defa da umutsuzluğa düşer.3260 İbn Abbas’a göre bu âyet-i kerimedeki “insan” kelimesi ile kastedilen Velid bin Muğîre’dir. Ancak, fark edileceği gibi âyet hüküm açısından umûmîdir. Çünkü, genelde insanın karakteri, maksûduna ve matlûbuna ulaştığında aklanma, Allah’a itaat ve ubûdiyetten uzaklaşarak gâfil olma şeklinde tezâhür eder.3261
11/Hûd, 9 ve 41/Fussılet, 49. âyetlerden anlaşılacağı üzere yeûs karakterinin nankörlükle yakın ilişkisi vardır. Çok ümitsiz anlamındaki yeûs, kimi yerde küfrân-ı nimet ifâden bir sözcük ile bulunurken, kimi yerde de imanın zıddı olan kelime grubu ile beraber bulunmaktadır. 3262
İnsana bir sıkıntı, bir zarar, bir musîbet dokunduğu zaman ümitsizliğe düşer. Allah’ın sıkıntıları giderecek, daralmış göğüslere nefes aldırıp ferahlatacak yardımından, lütuf ve rahmetinden ümidini keser. Kendisinden çekilip alınan nimetler gibi bir nimetin tekrar geriye dönebileceğinden şiddetli bir ümitsizlik içinde bulunur. Kur’an bunu şu şekilde ifâde eder: “İnsana nimet verdiğimiz zaman (Bizden) yüz çevirip yan çizer; ona bir de zarar ve ziyan dokunacak olsa iyice karamsarlığa düşer.”3263 Bu âyette geçen yeûs kelimesi, nankörlüğün tam karşılığıdır. İnsan cinsine sıhhat ve zenginlik gibi şükrü gerektiren nimetler verildiğinde, şükür ve zikirden yüzçevirmekte, hastalık ve fakirlikle başbaşa kaldığında ise, Allah’ın
3258] Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l Kur’an, 12/63-64
3259] 17/İsrâ, 83
3260] İbn Kesîr, a.g.e., II/396-397
3261] F. Râzî, a.g.e., 21/35; Mûsâ Kâzım Gülçür, Kur’an’da Karakter Eğitimi, Işık Y., s. 36-41
3262] 60/Mümtehıne, 13; 12/Yûsuf, 87
3263] 17/İsrâ, 83
- 638 -
KUR’AN KAVRAMLARI
rahmetinden şiddetli bir şekilde ümidini kesmektedir. 3264
Yeûs anlamına çok yakın şekilde kullanılan “kanût” kelimesi ise; hayırdan, Allah’ın rahmetinden ümidini kesen kimseye denir. Başına gelen bir sıkıntının savuşup gideceğinden ümitsiz olan kişi için kullanılır. Kur’ân-ı Kerim’de k-n-t kökü türevleriyle birlikte altı yerde geçmektedir. Kanût olarak ise bir âyette yeûs kelimesi ile birlikte zikredilmektedir. “İnsan hayır (mal, sağlık, refah gibi dünyalık arzular) istemekten usanmaz. Fakat kendisine bir şer/kötülük (fakirlik, mihnet ve sıkıntı) dokunursa hemen ümitsizliğe düşer, üzülüverir (feyeûsun kanût).”3265 Yeûs, kalbin sıfatıdır. Kanût ise, yeis halinin yüzde ve insanın dış görünüşünde belli olmasıdır. Yeûs, duânın icâbetinden ümitsiz olan, kanût ise Rabbine karşı kötü zanda bulunan insan. Yeûs, başa gelen musîbet ve sıkıntıların gitmesinden ümidini kesen, kanût ise, bunların devam edeceği zannında bulunan kimse diye tefsir edilmiştir.3266 Türkçede her iki kelimenin karşılığı olarak da “ümitsiz” kelimesi kullanılır. Bu açıklamaya göre de mânâ yönünden bu iki kelimenin birbirine çok yakın olduğu anlaşılır.
Allah’ın rahmetinden ümit kesmenin, imanın zıddı olan “küfür”le bağlantısını şu âyetin ışığı altında daha iyi anlayabiliriz: “…Rabbinin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?”3267 Bu âyete göre, Allah’ın rahmetinden sapık olan kâfirler ve zâlimler ümitlerini keserler. Mü’minler ise her hâl u kârda Allah’a şükür ve hamd ederek İlâhî rahmetten, Allah’ın lütuf ve ihsânından asla ümitlerini kesmezler. “De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin.”3268 Allah’ın rahmetini ummuk ve beklemek mü’minin vasfıdır. Şükran duygusu ile Rabbine bağlı olan mü’min, başına gelen sıkıntı ve zarardan dolayı asla ümidini yitirmez. Nankörlük bir yönüyle Allah’ın nimetini unutmanın bir tezâhürüdür. Ümitsizliğe düşmek de, nankörlüğün bir sonucudur. Kanût kelimesinin eş anlamlısı olan yeûs kelimesi, 11/Hûd sûresinin 9. âyetinde nankör anlamına gelen “kefûr” kelimesiyle beraber bulunmaktadır.3269 Bu kelimenin de küfür kelimesiyle aynı kökü paylaştığı unutulmamalı, dolayısıyla ümitsizliğin küfür veya en azından küfre yaklaştırıcı özelliği unutulmamalıdır.
Bu konuyu içeren âyetlerin Kur’ân-ı Kerim’de sık sık tekrarlanması; bu tutum ve davranışların insan psikolojisinde derin izlere sahip olduğunu gösteriyor. Sıkıntı ve felâket ânında ümidini yitirmek, bolluk ve refahta şımarmak, kibirlenmek, büsbütün cimri kesilmek… İşte insanın genel ruh yapısı…
Ümit; “Yeis”in Zıddı
Umut veya ümit: Ummak, emel, arzu, beklenti. Bazı şeylerin olması konusunda beslenen his; ummaktan doğan güven duygusu; bu duyguyu veren kimse veya şey demektir. Aynı zamanda, ummanın verdiği rahatlık, ferahlık duygusuna umut denir. Bunun zıddı olan yeis de umutsuzluktan doğan karamsarlık, üzüntü demektir. Recâ da “ileride meydana gelmesi umulan arzu edilen bir şeye kalbin duyduğu ilgidir.”
3264] Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, III/314
3265] 41/Fussılet, 49
3266] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi’l Kur’an, VIII/332; Şevkânî, a.g.e., IV/652
3267] 15/Hıcr, 56
3268] 39/Zümer, 53
3269] Kerim Buladı, a.g.e., s. 84-86
YEİS; ALLAH’IN RAHMETİNDEN ÜMİT KESMEK
- 639 -
Mü’minler Allah’tan korkmakta oldukları kadar O’ndan umut kesmemekle de yükümlüdürler: “Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin.”3270 Çünkü umutsuzluk insanı kendini düzeltme, arındırma çabalarından yoksun bırakır. Kur’an, mü’minin her durumda umut içinde olmasını gerektirecek müjdelerle doludur: “Şüphesiz Rabbin onların zulümlerine karşı mağfiret sahibidir.”3271; “Rabbiniz bol rahmet sahibidir.” 3272
“Rahmetim her şeyi kaplamıştır.”3273 Fakat bu ve benzeri âyetler ne yaparsa yapsın insanın mutlaka bağışlanacağı anlamına gelmez. Umut (recâ), sebebsiz ve insanı umduğu şeye ulaşmak için çalışmaktan alıkoyacak, kötülük ve günahları önemsiz gösterecek bir beklenti değildir. “Onlar ki inandılar, hicret ettiler, Allah yolunda savaştılar; işte onlar Allah’ın rahmetini umarlar “(yercûne)”3274; “Allah’a iman edenleri ve O’nun kitabına sarılanları Allah rahmetine ve bol nimetine kavuşturacak, önleri kendisine götüren doğru yola eriştirecektir”3275 ve “Ey iman edenler, Allah’tan korkun, O’nun elçisine inanın ki size rahmetinden iki pay versin, sizin için ışığında yürüyeceğiniz bir nur yaratsın ve sizi bağışlasın”3276 gibi âyetlerde açıklandığı üzere umut ancak gerekli şartları hazırladıktan sonra sonucu Allah’tan ummaktır. Bunun aksi bir beklenti Hz. Peygamber’in (s.a.s.) “Nefsini hevâsına tâbi kılıp şehevî arzularının peşinde ömrünü tükettikten sonra Allah’tan Cennet isteyen ahmaktır” hadisinde tanımladığı gibi ahmaklıktır.
Korku ve umut birbirini bütünleyen ve mü’mini kemâle erdiren iki niteliktir. Bu nedenle Kur’an mü’minleri tanımlarken iki niteliği birlikte anar: “Yanları yataklardan uzaklaşır, korkarak ve umarak Rab’lerine duâ ederler.”3277 İslâm bilginleri bu tür Kur’ânî yönlendirmelerden yola çıkarak mü’minin sürekli korku ve umut arasında olması gerektiğini belirtmişlerdir. 3278
“Kötülükler yaptıktan sonra ardından tevbe edip inananlar(a karşı,) muhakkak ki Rabbin, o(tevbe ve îmâ)ndan sonra, elbette bağışlayandır, merhamet edendir.” 3279
“Ve onlar Allah ile beraber başka tanrıya yalvarmazlar. Allah’ın haram ettiği canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa cezasını bulur.”
“Kıyâmet günü onun için azâb kat kat yapılır ve o, azâb’ın içinde hor ve hakîr olarak kalır.”
“Ancak tevbe edip inanan ve faydalı bir iş yapanlar, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere değiştirecektir. Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.”
“Kim tevbe eder ve faydalı iş yaparsa o, makbul bir kimse olarak Allah’a döner.” 3280
“Gündüzün iki tarafında (sabah, akşam) ve gecenin yakın saatlerinde namaz kıl; çünkü
3270] 39/Zümer, 53
3271] 13/Ra’d, 6
3272] 6/En’âm, 147
3273] 7/A’râf, 156
3274] 2/Bakara, 218
3275] 4/Nisâ, 175
3276] 57/Hadîd, 28
3277] 32/Secde, 6
3278] Ahmed Özalp, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 392
3279] 7/A’râf, 153
3280] 25/Furkan, 68-71
- 640 -
KUR’AN KAVRAMLARI
iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, ibret alanlara bir öğüttür.” 3281
A’râf, 153’üncü âyette yaptığı kötülüklerin ardından uslanıp inanan kimselere karşı Allah’ın bağışlayan, esirgeyen olduğu vurgulanır. Furkan, 68-71. âyetlerde şirk koşan, adam öldüren, zina eden kimselerin kat kat azaba çarpılacakları, ancak çok bağışlayan merhametli Allah’ın, günâhlarından dönen, inanıp iyi işler yapan kimselerin kötülüklerini iyiliklere çevireceği belirtiliyor. Burada dikkat edilmesi gereken bir incelik vardır.
Furkan sûresi 68-69. âyetlerde üç büyük günâhı yapan kimseye azâbın katlanacağı, yani iki kat azâbedileceği belirtilmiştir. Furkan 70-71. âyetlerde de tevbe edip inanan ve uslanan kimselerin affedilecekleri, Allah katında makbul olacakları yine iki kez vurgulanmaktadır. Âyetler arasında her bakımdan mükemmel bir uyum vardır.
Hûd sûresi 114. âyette de yine Allah’ın, günâhlarından tevbe edip uslanan ve güzel işler, ibâdetler yapan, gündüzün uçlarında ve gece saatlerinde namaz kılan kimselerin kötülüklerini iyiliklere değiştireceği, iyiliklerin, kötülükleri gidereceği vurgulanmaktadır.
Günâhların iyiliklere çevrilmesi şu anlama gelir: Daha önce günâh işler yapan kimseler, dönüp sevap işlemeğe başlarlar. Kötü olan halleri ve işleri iyiye döner. Halleri düzelir. Eskiden kötü iken iyi insan oluverirler. Yahut Allah, tevbe edenlerin, eskiden işledikleri günâhları sevaba döndürür, iyi iş yapmışlar gibi onlara sevap verir. Fakat birinci anlam daha doğrudur. Çünkü ikinci âyette “İyiliklerin, kötülükleri gidereceği” ifadesi de birinci anlamı güçlendirmektedir. Bu, tıpkı kirlenmiş olan kimsenin, su ve sabun ile bedenini temizlemesi gibidir. Nasıl su ve temizlik maddeleri, görünür kiri giderirse, ibâdet, güzel ameller, tevbe ve istiğfar da kötü eylemlerin rûh üzerinde bıraktığı günâh kirlerini giderir.
Bu ve benzeri âyetler, umutsuz insanlara umut sunmakta, insanları karamsarlıktan, günâhta ısrardan kurtarmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm'in her yerinde insanlara bu umut aşılanmaktadır. Bütün bunların amacı, insanlara zorluk değil, kolaylık ve umut sunarak onları günâh vâdîsinden çekip Allah'a yöneltmektir. Yüce Allah, kendisine yönelen kulunu büyük lütfuyla affeder: “(Tarafımdan onlara) De ki: ‘Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Allah bütün günâhları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayan, çok merhametlidir.” “Size azâb ansızın gelip çatmadan önce Rabbinize dönün, O’na teslim olun. Sonra size yardım edilmez.”3282 buyurmuştur. Hz. Peygamber’in: “İslâm, kendinden önceki işlerle ilgiyi keser”3283 mealindeki sözleri de bu umut ışığını yakmaktadır. 3284
İnsan Psikolojisini Dengeleyen İki Unsur: Korku ve Ümit
Sözlükte beklenti anlamını ifade eden ümit, Kur’an’da tama’ ve recâ kelimeleri ile ifade edilir. Tama’, kalbin ileride meydana gelecek olan şeyi arzu edip ona yönelmesi, bu konuda hırs göstermesidir. Recâ ise, ye’sin (ümitsizliğin) zıddı olup meydana gelmesi mümkün olan, arzu edilen bir şeyin tahakkukunun
3281] 11/Hûd, 114
3282] 59/Zümer, 53-54
3283] Ahmed bin Hanbel, Müsned 4/199, 204, 205
3284] Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları : 21/450-451
YEİS; ALLAH’IN RAHMETİNDEN ÜMİT KESMEK
- 641 -
istenmesidir. Korkuyu ifade eden havf ise, insanın zanna ya da bilgiye dayanarak bazı işaretlerden hareketle gelecekte hoşuna gitmeyecek bir şeyin meydana gelmesinden veya sevilen bir şeyin elden gitme endişesine kapılarak bundan kalbinin elem duymasıdır.
Kurân-ı Kerim, çeşitli âyetlerinde insanın korkularından bahseder. İnsan düşünen, etrafını gözleyen, kâinatın birçok tehlikelerine karşı ne kadar âciz kaldığının idrâkinde olan bir varlıktır. Bundan dolayı insan, tehlikelere karşı kendisini korumak mecbûriyetindedir. İnsanı buna sevk eden şey ise fıtratındaki korku hissidir.
Bugünkü ilmî araştırmalar, insan psikolojisinin korku ve ümit adında iki temel duyguya dayandığını göstermektedir. Bu iki duygu, insanın hayattaki yönelişini, hedefini tayin etmektedir. Önümüzde nefsin iki zıt çizgisi var: Korku ve ümit. Tabiatı icabı nefis korkar ve ümitlenir. Çocuk birbirine komşu bu iki yetenekle yaratılır ve o büyüdükçe bunlar da onunla büyür ve gelişir, çeşitlenir. Bu ikisi insanın hayatına yön verir. Hedeflerini, davranışlarını, duygu ve düşüncelerini sınırlar, ayarlar ve dengeye sevk eder.
Kur’an, korku ve ümit çizgisine yönelir ve ilk iş olarak bu iki çizgiden her türlü fâsit ve sahte korkuyu ve sapık emeli ayıklar. Sonra sadece kendisi için gerekli olanı umacak, korkulması gerekli olandan korkacak şekilde ayarlar. Bu yapılmazsa insanın rûhî dengesi bozulur, hastalanır. Bilhassa korku hissi yönlendirilmezse rûhî bunalımların ve akıl hastalıklarının çok mühim bir sebebi olur. Bunun için “korku, psikiyatrinin atomu gibidir” denilmiştir. Yani birçok rûhî hastalığın temelinde o yatar. İnsanların çoğu, fıtratlarındaki korku hissi iyi yönlendirilmediği için, gerçek mercî olan Allah’a tevcih edilmediğinden binlerce sahte korkunun elinde huzursuzluğun esiri olmuş, çırpınıp durmaktadır. Gerek bizzat kendisini, gerek toplumu iyi müşâhede edebilen her insaf sahibi bu fikre katılır.
Kur’an, bu iki temel duyguya sık sık vurgu yapar. Kur’an’daki ibret amaçlı olaylar ve derslerin büyük bir kısmının bu iki temel duyguyu hedeflediklerini söylemek mümkündür. Çoğu kez rahmet ve azap âyetleri ile cehennem azâbı ve cennet hayatının birbirlerini takip ettikleri görülür. Zaten dinde de, hem Allah’ı sevmek hem de O’ndan korkmak bir esas olarak kabul edilmektedir. Bundan dolayı Allah, hem sevilmeli, hem de kendisinden korkulmalıdır. Nitekim Kur’an’da mü’minler, duyguları itibarıyla bu her iki durumu dengede tutan kimseler olarak tanıtılır: “Korkarak ve umarak Rablerine duâ ederler...” 3285
Peygamber Efendimiz de şöyle buyurur: “Mü’minler, Allah’ın azab ve azâbının miktarını bilselerdi hiç biri Cenneti ümid etmezdi. Kâfirler de Allah’ın rahmetinin ne kadar çok olduğunu bilselerdi, hiç biri O’nun rahmetinden ümit kesmezdi.”3286
Ümit: Kur’an’da ümit anlamında kullanılan tama’, haram işleme3287 Allah’ın mal vermesi,3288 sâlihlerden olma,3289 cennete girme3290 ve bulutlardan yağmur
3285] 32/Secde, 16
3286] Müslim, Tevbe 23
3287] 33/Ahzâb, 32
3288] 74/Müddessir, 15
3289] 5/Mâide, 84
3290] 7/A’râf, 46; 70/Meâric, 38
- 642 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yağma beklentisi içinde olmak3291 ile rahmet ve bağışlanma, recâ ve ümit3292 gibi hususlarda kullanılmaktadır. Bundan dolayı bu kelime, Kur’an’da sözlük anlamında olduğu gibi, beklenti ve ümit içinde olmayı ifade etmektedir.
Yine Kur’an’da ümit ifade eden recâ ise, saygı bekleme3293 Allah’a kavuşma,3294 rahmet ümidi içinde bulunma3295 ve hakkında yapılacak bir muâmele beklentisi içinde olma3296 anlamlarında kullanılır. Kur’an, ümit bağlamında zaman zaman insanın dünyada yaptığı iyi işler ve onlara verilecek cennet nimetlerini dile getirmiş ve bununla muhâtabını iyi amele, güzel ahlâka sevk etmeyi amaçlamıştır. 3297
Beyne’l Havfi ve’r-Recâ; Korku ve Ümit Arası: Havf, tatlı bir korku, Allah’ın celâl, kibriyâ ve azameti karşısında haşyet duyma... Recâ, zevkli bir ümit. O’nun lütuf, ihsân ve kereminden daima ümitvâr olma... Hayırları işlemek, amel-i sâlih; şerlerden kaçmak ise takvâdır. Amel-i sâlih işlendikçe recâ kapısı, takvâda ilerlendikçe havf kapısı açılır. Her iki kapıdan da aynı neticeye erilir: Cennet. Takvâ ve sâlih amel nasıl birbirlerinden kesin hatlarla ayrılmıyorsa, havf ve recâ da öyle... Bir mü’min Allah’ı hem sevecek, O’nun rahmetinden daima ümitvâr olacak, hem de O’ndan korkacak, azâbından emin olmayacaktır. İşte bu iki meziyet, kalbi safha safha terakkî ettirir, dalga dalga güzelleştirir; ona mânâ ve ulviyet kazandırır...
Korku ve ümit, bir âhenk içinde olmalı. Geceyle gündüzün, dünyanın başını sırayla sarması gibi... Bu arz küresi, hiçbir zaman, ne tam bir karanlığa bürünmüş ne de topyekün bir aydınlığa kavuşmuştur. Arzın bir yüzü kararırken beri tarafı aydınlanır, bir tarafı aydınlanırken ötesi kararır. Bu nöbetleşme ile arzın başında, her an hem aydınlık hem de karanlık hükmeder. Mü’min de her an, hem ümit ve hem de korku içinde olmalı. Zira Allah hem Ğaffâr’dır, hem de Kahhâr. Bağışlaması da vardır, kahrı ve perişan etmesi de.
Havf ve recâ imandandır... Her ikisi de mü’minin sıfatları. Bundandır ki, hangisi ruhtan çekilse, küfür tehlikesi belirir. Havf etmeyen insan, isyan yolunu tutar, bu yolun sonunun ise küfre çıkma tehlikesi vardır. Recânın azalması da ümitsizliğe yol açar. Bu da sonu küfre çıkabilecek bir başka yol...
Bazı kimseler, alenen, sıkılmadan ve daha kötüsü, seve seve günah işlemekte ve sırası geldiğinde de kendilerini teselli sadedinde, “Allah Ğafur ve Rahîm değil mi?” demekteler. Hâlbuki, Ğafur ve Rahîm olan Allah’a isyandan sıkılmak gerekmez mi? İsterse hiç azap etmesin, cehennemine atmasın. Kaldı ki, bir kulun af ve mağfirete ermesi için birtakım şartlara uyması gerek. Ğafur ve Rahîm isimleri, isyanını alenen ve severek işleyenlerden çok, yaptığı günahtan vicdanen rahatsız olan, sıkılan ve kötü halinden kurtulmak isteyenlerin ilticâ edecekleri isimler. Bu isimler, mü’mini yeisten kurtarır. Yoksa -hâşâ- âsînin isyanını devam ettirmez. Bu sözü sarf edenler Allah’ın sadece Ğaffâr ve Settâr değil; Kahhâr ve Cebbâr da olduğunu hatırlarından çıkarmasalar böyle bir hataya düşmezlerdi...
3291] 13/Ra’d, 12; 30/Rûm, 2
3292] 7/A’râf, 56; 32/Secde, 16
3293] 71/Nûh, 13
3294] 18/Kehf, 110; 29/Ankebût, 5
3295] 2/Bakara, 218; 4/Nisâ, 104
3296] 9/Tevbe, 106
3297] Hayati Aydın, Kur’an’da İnsan Psikolojisi, s. 86-88
YEİS; ALLAH’IN RAHMETİNDEN ÜMİT KESMEK
- 643 -
Kur’ân-ı Kerim’de bir kısım âyetler, mü’mini cennetle müjdelerken, bir kısmı da âsileri cehennemle tehdit ediyor. Kalbin bir atıp bir sessiz kalması gibi, insanı bir havfa bir recâya sevk etmekle hoş bir âhenk meydana getiriyorlar. Fâtiha, Kur’ân-ı Kerim’in fihristi, hülâsası, özü ve özeti. Onda da havf ve recâ dersi birlikte veriliyor: “Hamd”de medih ve senâ hâkim. “Mâlik-i yevmi’d-dîn”, havf dersi verir. “İbâdet” recâya, “istiâne” havfa işaret ederler. “Sırât-ı müstakîme hidâyet talebi”: Recâ; “Mağdûb ve dâllînden olma korkusu” : Havf. Fâtiha’yı okuyan bir mü’minin ruhu, o hissetmese de, havf ve recâ dalgaları arasında seyerân eder. 3298
Korku-Ümit Terazisinde Ağır Basan Taraf Korku Olmalıdır
Korku hissi insan tabiatında, diğer birçok hislere ve hatta zıddı olan ümit hissine oranla daha kuvvetlidir. Bundan dolayı Kur’ân-ı Kerim, bu hissi özellikle muhâtap almış ve gerçek mevkiine oturtmaya gayret etmiştir. Kur’an’da yapılacak bir araştırma, korku üzerine âyetlerin daha çok olduğunu ortaya koyacaktır. Kur’an’ın korku hissini daha çok gündeme getirmesi, insanın en fazla frenlenmeye ve gem vurulmaya, bir noktada dengede tutulmaya muhtaç duygusunun, taşkınlık, haddi aşmak, zulüm işlemek, yani kısacası yasakları çiğnemek eğilimi olmasındandır. İnsan, bu huylarından ancak korku sebebiyle vazgeçebilir. İnsanı, işlemeğe pek hırslı olduğu günahlardan, ancak onun korku hissine hitap ederek, cezâî müeyyideler/yaptırımlar koyarak ve hatta uygulayarak vazgeçirebilirsiniz.
Hiçbir ülkenin şu veya bu günah ve suçları işlemeyen insanlara ‘şu şekilde mükâfatlar vereceğiz’ diye bir ceza hukuku anlayışları yoktur. Beşerî terbiye sistemlerinde her ne kadar örnek davranışlara özendirmeye yönelik ödüllendirme usulleri varsa da insanları, yasakları işlemek ve yasaları çiğnemekten caydırmak için korkutucu yaptırımlar daha ağır basmaktadır. Bundan da anlaşılıyor ki korku, insandaki haddi aşma, haksızlık etme ve taşkınlıklar yapma gibi his ve eğilimleri frenleyen çok özel bir duygudur. Korku, insan arzu ve iştihalarını helâl ve haram sınırında dengeli tutmaktadır. Bu yüzden Kur’an’da korkutan âyetlere daha çok yer verilmiştir. Aslına bakılırsa bu âyetler ne fazla ne de azdır. İnsandaki tuğyanı zararsız seviyede tutmak için yeterli ve dengelidir.
İmam Gazâli, “korkunun recâdan daha fazla olması mı, ikisinin birbirine denk olması mı efdaldir?” başlığı altında meseleyi çok güzel ele almıştır. Ona göre; ilk bakışta hangisinin efdal olduğunu söylemek zordur. Bu, “ekmek mi, su mu efdal?” sorusuna benzer. Acıkan için cevap başkadır, susamış olan için başka. Korku da ümit de kalbi tedavi eden bir ilaçtır. Birbirlerine üstünlükleri kalpteki hastalığa göredir. Allah’ın mekrinden emin olma hastalığı varsa, buna ilâç korkudur. Rahmet-i İlâhîden ümitsizlik hastalığı varsa ilâç recâ, yani ümittir. Hangi hastalık galip ise onun ilâcı efdaldir. Aynı şekilde insanın isyan yönü daha galipse korku efdaldir. İnsanların çoğunlukla günah ve isyan hastalığına müptelâ oluşlarını nazarı itibara alırsak korkunun daha makbul olduğunu söyleyebiliriz. İnsanlara daha faydalı olan, korku halidir. Çünkü insanlar için en uygun olanı, kişiyi ibâdete yönelten, bütün haram arzuları törpüleyen, kalbi dünyaya meyletmekten koruyan, korku tarafının ümitten daha fazla olmasıdır. Bu ölüm vakti gelene kadar böyle olmalıdır. Herkese yaraşan, şiddetli hastalık halinde, ölüm ânında3299
3298] Alâaddin Başar, Nur’dan Kelimeler, s. 127-129
3299] Nevevî, Riyâzü’s Sâlihîn Terc. I/479
- 644 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Allah sevgisi ve ümidin ağır basmasıyla dünyadan ayrılmaktır. 3300
Mustafa Sabri Efendi de, İslâm’da korku hissine verilen önemin, bir yanlış değerlendirme olmadığını, bilakis aksini iddia edenlerin, Avrupalıların tesiri altında kaldıklarını anlatır. Ona göre, insan tabiatüstü varlık olmadığından maddî faydalara ve maddî sakıncalara daha çok bağlanır. Bundan dolayı, korku altında itaat, bağlılıkların belki en kuvvetlisi ve en ciddisidir. İnsanı gizli ve açık bütün eylemlerinde onu takip eden ve hiç aldanmayan ilâhî kontrolün sonsuz tesir eden korkusu, muhabbet bağına kıyas edilemeyecek şekilde, itaat ve boyun eğmenin en amansız müeyyidesi, yani yaptırımıdır. Bunu kabul etmeyen reformcularımızın tenkitleri, İslâm’ın temel esaslarına yabancılıklarından (veya kasıtlı olup kötü niyetlerinden) kaynaklanır. Müslümanlara özellikle Allah korkusunu telkin eden eski âlimleri suçlu bulan kişiler, bu eğer bir suç ise, bu suçu Kur’ân-ı Kerim’e atfetmelidirler. Çünkü O’nun hemen her sayfasında korku ifade eden bir âyet vardır. Hucurât sûresinin on üçüncü âyetinde “Allah katında en şerefliniz, en müttakî; yani Allah’tan en çok korkup sakınanızdır” buyruluyor.
İnsanın yaratıcısı ve sahibi olan Allah, gönderdiği kitabında fıtrata en uygun olanı yapmış ve korku hissine ağırlık vermiştir. Kur’ân-ı Kerim’i baştan sona kadar dikkatsizce okuyan bir kimse bile bunu fark eder. Böyle olması, yani Kur’an’da korkuya önem verilmesi, çok az kavramda görülen bir özellikle bu kavramın çok çeşitli kelimelerle ifade edilmesi, fıtrata uygunluktan başka bir şey değildir. 3301
Takvâ, Kur’an’da defalarca övülen bir sıfattır. Allah indinde insanların taşıyacakları en yüksek şeref pâyesidir. Fıtrat dini İslâm, insanların ulaşmalarını arzu ettiği takvâ ve etka mertebelerinin tahakkuk etmesi için, bunların dayandığı korku hissini işletip, bu övülen vasıflara mü’minlerin sahip olmasını temin etmiştir. Daha doğrusu İslâm ve onun kitabı Kur’an, insanın tekâmül usûlünü ortaya koymuştur. Mânen yükselmeyi dileyen için başka yöntem yoktur. Korkuya verilen önemin sebebi, neticesinin takvâ oluşundandır.
İnsan, şu uçsuz bucaksız gibi görünen evrende kendisini kuşatan korkutucu unsurlara, içinde bulunduğu tehlikelere, geceye, vahşi tabiata, yırtıcı hayvanlara; açlık, susuzluk, çıplaklık; düşman, işkence ve ölüm gibi kendisiyle burun buruna yaşayan korkulara bakacak olursa, kâinat kitabında da korkunun, emniyet vaad eden ögelerden daha ağır bastığını, daha objektif bir şekilde görecek ve anlayacaktır. Hal böyleyken Kur’an’da korku hissinin daha çok uyarılması, neden zor anlaşılan bir mesele olsun? İnsanın beşikten mezara kadar geçirdiği hayat mâcerasında ona ümit ve emniyetten daha çok, korku arkadaşlık etmiştir şüphesiz. Bu da gösteriyor ki Allah, kulunu korku ile terbiye ediyor. İnsana öyle geliyor ki: Kâinattaki korku miktarı insandaki isyan arzusuna denktir. Yeter ki insan bu korkudan haberdar olsun.
İnsanı Rabbine yönelten duygular, nimetlerden, emniyet ve ümitten kaynaklansaydı Kur’an’da insanın nankörlüğünden bahsedilmez; şükreden kulların ve şükür amelinin azlığı sık sık vurgulanmazdı. Belki bazı kimseler, Yüce Allah’ın “Rahmetim her şeyi kuşatmıştır”3302 meâlindeki âyetlerin ve Allah’ın âhirette daha
3300] İmam Gazâli, İhyâi Ulûmi’d Din, c. 4, s. 303
3301] Mustafa Sabri Efendi, naklen: L. Cebeci, Kur’an’a Göre Takvâ, s. 27-28
3302] 7/A’râf, 156
YEİS; ALLAH’IN RAHMETİNDEN ÜMİT KESMEK
- 645 -
çok rahmetiyle muâmele edeceğine dair hadislerin ışığı altında rahmetin daha ağır bastığını düşünebilir. Bu, ilk bakışta doğru bir eğilim gibi görünse de, dikkatle bakıldığı zaman bu görüş hemen kıymetini kaybeder. Çünkü Allah’ın rahmet sıfatıyla muttasıf olması, gadabıyla değil de, mahlûkata rahmetiyle muâmele etmesi bile O’nun korku hissini uyarmasını gerektirir.
Anneler neden çocuklarını daha çok tehlikelere karşı uyarır ve onları korkuturlar? Çokça merhametlidirler de ondan. Yüce Allah da eğer Kur’an’da korku hissini fazlaca uyarmışsa, bu da O’nun her şeyi kuşatan rahmeti gereğidir. Korkutmak bir azap değil; rahmettir. Çünkü korkutanın korkutmakla maksadı, korkuttuğu kimseleri tehlikelerden yana selâmete dâvet etmek hedefine yöneliktir. Bu yüzden Allah’ın rahmetinin genişliği fikrini esas alarak Kur’an’da korku hissinin az uyarıldığını iddia etmenin tutarsızlığı açıktır. Kur’an’da, dağ gibi deniz dalgalarının insanı kuşattığı an, insanların Allah’a yönelip dini yalnız O’na has kılarak Allah’ı tanıdıkları3303 anlatılmaktadır.
Korku, hem kâinatta hem de Kur’an’da başlı başına bir denge unsurudur. Çünkü, duygularımız ne gereksiz ve ne de zararlıdır; her his bir maksat için yaratılmıştır. Önemli olan, bu duygularımıza güzel istikametler vermek ve aşırılıklardan kaçınıp sınır koyabilmektir.
Korku olmazsa insandaki taşkınlık arzusu artar. Korkusuz insan da serazat bir şekilde her yasayı fütursuzca çiğner dolaşır. Buna bağlı olarak da tüm beşerî dengeler alt üst olur. Korku çok aşırı olursa bu sefer pusup susan insan, kendini tehlikelere ve onursuzluklara teslim edip helâk veya zelîl olur. Hiç korkmayan insan gibi, aşırı korku yüzünden de kişi, normal aktivitesini kaybedip asıl fonksiyonunu yerine getiremez.
Kur’ân-ı Kerim, insanı bir bakıma ilâhî tekliflerle dengeleyerek, âlemleri fesattan koruyor diye de değerlendirebiliriz. Bu tekliflerden emir ve yasaklar manzûmesini ihlâl edenler, en şiddetli azap ve cezalarla korkutuluyor. Emre itaat edenler ise ümitlendiriliyor. İşte bu korkutma ve ümitlendirme çok hassas bir denge istiyor; bu da insanın Rabbı olan Allah’ın Kitabında en âdil biçimde yapılmıştır.
İnsanda azgınlık yeteneği çok; o halde korkutma işlemi de o kadar çok olmalı. İnsanda gurur, yani aldanış, avunma ve temenni gibi ümidi kötüye kullanma diyebileceğimiz huylar da çok. O halde “Şeytan sizi Allah’ın rahmetine güvendirerek aldatmasın.”3304 şeklinde insana mesaj veren âyetler de o nisbette Kur’an’da vardır. Ancak, ne var ki ümitlendiren âyetlerle, korkutan âyetler sayıldığı zaman, korkutan âyetler çok fazla çıkar. (Yukarıda listesi verilen korku ile ilgili kelimeler Kur’an’da, toplam olarak 646 yerde geçerken; ümit anlamına gelen recâ (28) ve tama’ (12) kelimeleri, türevleriyle birlikte toplam olarak 40 yerde kullanılmıştır.)
Bu durum, dengesizlik ifade etmeyeceği gibi, bilâkis dengenin ta kendisidir. Korku ve ümit dengesi derken, korkuyu terazinin bir kefesine, ümidi de diğer kefesine koyun, eşit olsunlar, işte bu dengedir demek istemiyoruz. Bu fevkalâde yanlış bir denkleştirme olur. Eşitlik ayrı şeydir, adâlet ayrı. İşte böyle bir denkleştirme yüzündendir ki Kur’an’da “korkutan” âyetlerin çokluğu, kişide
3303] 31/Lokman, 32
3304] 31/Lokman, 33; 35/Fâtır, 5
- 646 -
KUR’AN KAVRAMLARI
aritmetiksel bir dengesizlik intibaı uyandırsa bile bu, adâlet gereğidir. Bu konuda kavramların hizmet ettikleri maksatlarıyla olan mutâbakatına “denge” demek daha doğrudur.
“Korku” duygusunun maksadı beşerî taşkınlıkları frenlemektir. O halde korku; bu taşkınlıkları durduracak miktarda olmalıdır. Ümit duygusunun maksadı ise, korku ümitsizliğe ve karamsarlığa dönüştüğü zaman, bu hali kendisine çekerek korkunun miktarını ayarlamaktır. Buna göre de ümit, korkuyu kendi miktarına çekecek derecede olmalıdır. Bu da ümit miktarının dengede olması demektir ki işte bu durum, Kur’an’da dengeli olarak vardır. “Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.’’3305 Hiç insanın rabbı/terbiyecisi, terbiye edeceği varlığa ne kadar korku, ne kadar ümit gerekir, bilmez mi?!
Selim kalp, korku ve ümit hislerinin en hassas dengeleri üzerindedir. Çünkü o, daima korku ve ümit arasındadır. Ne Allah’a sûi zan besleyecek kadar ümitsiz ve korkak olur; ne de şımaracak kadar ümitvar.
Bazı kıssalarda Allah korkusundan ölen, çıldıran, dağlara düşen kimselerin hikâyelerini şüphesiz duymuş veya okumuşuzdur. İşte bu halin de dengelenmesi gerekir. Kişinin işlediği günahları, Allah’ın rahmetinden ümit kestirecek derecede büyütmesi ne kadar yanlış ve ne kadar tehlikeli ise; işlediği sevapları da şımaracak kadar çok görmesi ve kendini beğenmesi de o derece yanlış ve tehlikelidir. Öyle ki kul ümitsizlikten kurtulması için bile korkutulur. Yani, eğer Allah’tan ümit keserseniz, ebedî hüsrâna uğrarsınız denir. Bu noktada bile korku yine rahmetin bir tecellisi olarak zuhur eder. İşte Gazâli, “günahın gizli ve açığını, zâhir ve bâtınını terk eden müttakîye gelince, ona da yaraşan korku ve ümit tarafını eşit tutmaya çalışmasıdır”3306 demektedir.
Aşırı günahlara dalan biri için “Nefislerine günah işlemekle zulmeden kullarım, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin”3307 gibi rahmet âyetlerinin, Allah’ın azâbından emin olanlar için de azap âyetlerinin okunması gibi bir tebliğ ve telkin üslûbu kişide korku ve ümit dengesini gerçekleştirecektir. Özetle korku ve ümit, hem insanın yeis ve ümit gibi hislerindeki aşırılıkları dengeleyen birer âmil ve unsur, hem de asılları itibariyle insanda kâfi miktarda olmaları gereken huylar olarak karşımıza çıkmaktadır. 3308
Kur’ân-ı Kerim’de Yeis ve Allah’ın Rahmeti
Ümitsizlik, ümit kesmek anlamında yeis ve türevleri, Kur’ân-ı Kerim’de toplam 13 yerde zikredilir.3309 Yine ümitsizlik, ümit kesme şeklinde yeis kelimesiyle aynı anlama gelen k-n-t ve türevleri de Kur’ân-ı Kerim’de toplam 6 yerde kullanılır.3310 Kunut, yeisten daha fazla ümitsizlik anlamını ifâde etmekle beraber, asıl olarak hayırdan ümit kesmek anlamındadır. Yeis kelimesinin zıddı olan “ümit”
3305] 67/Mülk, 14
3306] İmam Gazâli, a.g.e. c. 4, s. 306
3307] 39/Zümer, 55
3308] Faruk Gürbüz, Kur’an’da Denge, Denge Y., s. 182 vd.
3309] 5/Mâide, 3; 11/Hûd, 9; 12/Yusuf, 80; 12/Yusuf, 87; 12/Yusuf, 87; 12/Yusuf, 110; 13/Ra’d, 31; 17/İsrâ, 83; 29/Ankebût, 23; 41/Fussılet, 49; 60/Mümtehıne, 13; 60/Mümtehıne, 13; 65/Talâk, 4
3310] 15/Hıcr, 55, 56; 30/36; 39/Zümer, 53; 41/49; 42/Şûrâ, 28
YEİS; ALLAH’IN RAHMETİNDEN ÜMİT KESMEK
- 647 -
anlamındaki recâ (r-c-v) kelimesi ve türevleri de Kur’an’da toplam 28 yerde geçer.
Kur'an'da rahmet kelimesi ise, türevleriyle birlikte 339 yerde geçmektedir. Rahmetin, Allah için kullanıldığı durumlarda bağış ve lütuf kastedilir.
Rahmet, Allah'ın ilk ve en belirgin vasfıdır. Azap ve gazap istisnâ ve şartlı iken; rahmet ve lütuf genel ve istisnasızdır. “Azâbımı dilediğime isâbet ettiririm. Rahmetime gelince, o, her şeyi topyekün sarıp çevrelemiştir.’’3311 Ayrıca Allah, merhamet edenlerin en merhametlisi (Erhamur Râhımîn)dir.3312
Allah’ın rahmeti, insanın elde edip biriktirebileceği her türlü değerden daha üstün ve güvenilirdir.3313 O halde, kurtuluşu ümid etme bakımından, ibâdet ve ameline güvenmekten; Allah’ın rahmetini ümid etmek daha iyidir. Bu konuda en doğru yol, hem müslümanca ibâdet ve amel sergilemek, hem de amellerimize değil; Allah’ın rahmetine güvenmektir.
Rahmet; incelik, ihsan, bağışlama, acıyıp merhamet etme demektir. Allah’ın kullarına acıması, onlara sevgi, şefkat ve merhametle muâmele etmesi anlamında Kur’ânî bir tâbirdir. Allah Teâlâ, kullarına rahmet ve şefkatle davranmayı Kendisine vâcip kıldığını açıklamıştır: “Rabbinız, sizden her kim bilmeyerek fenalık yapar da arkasından tevbe eder ve nefsini düzeltirse, ona rahmet etmeyi Kendi üzerine almıştır. O, bağışlayan ve merhamet edendir.”3314 Rahmet, bütün yaratıkların iyiliğini isteyip onlara yardım etme arzusu duymaktır. Allah, şânına yakışır bir acıma ve şefkat ile muâmele eder.
Hayatın kaynağı da bu İlâhî rahmettir. “Benim rahmetim her şeyi içine almıştır.”3315 Rahmetin zıddı gazaptır. Halkın isyanı ve verilen nimetleri kendi istekleri ile kötüye kullanmaları sonucunda, ikinci derecede tecelli eden rabbânî bir hikmettir gazap. İsyan edenlere karşı gazâbın hükmü olan cezalandırma olmasaydı, sonunda itaat ile isyanın, imanla küfrün, nankörlük ile şükrânın farkı olmaması gerekirdi. Bu da hikmete uymayan bir eksiklik olurdu.
“Allah, kendisine şirk/ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını (günahları), dilediği kimse için bağışlar. Allah’a şirk/ortak koşan kimse büyük bir günah (ile) iftirâ etmiş olur.” 3316
“… Allah buyurdu ki: Kimi dilersem onu azâbıma uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatır. Onu, ittika edip sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize iman edenlere yazacağım.” 3317
“Nihâyet, Firavun suda boğulup can çekişirken ‘inandım, hakikat İsrail oğullarının iman ettiğinden başka tanrı yokmuş, ben de müslümanlardanım’ demişti. Şimdi mi iman ediyorsun?! Hâlbuki sen bundan evvel ömrün boyunca isyan etmiş, fesadçılardan olmuştun.” 3318
3311] 7/A’raf, 156
3312] 12/Yûsuf, 64, 92; 21/Enbiyâ, 83; 23/Mü’minûn, 109-118
3313] 3/Âl-i İmrân, 157
3314] 6/En’âm, 54
3315] 7/A’raf, 156
3316] 4/Nisâ, 48; benzer âyet için bk. 4/Nisâ, 116
3317] 7/A’râf, 156
3318] 10/Yûnus, 90-91
- 648 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Eğer insana tarafımızdan bir rahmet (nimet) tattırır da sonra bunu ondan çekip alırsak, tamamen ümitsiz ve nankör olur. Eğer kendisine dokunan bir zarardan sonra ona bir nimet tattırırsak, elbette ‘kötülük benden gitti’ der. Çünkü o (bunu derken) şımarıktır, kibirlidir. Ancak (musîbetlere) sabredip sâlih amel/güzel iş yapanlar böyle değildir. İşte onlar için bir bağış ve bir büyük mükâfat vardır.” 3319
“Ey oğullarım! Gidin de Yusuf’u ve kardeşini iyice araştırın, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.” 3320
“…İman edenler (kâfirlerden) ümitlerini kesmediler (ve anlamadılar) mı ki -bilmediler mi- Allah dileseydi bütün insanları hidâyete erdirirdi (ama Allah öyle dilememiştir)…” 3321
“(İbrâhim) dedi ki: Rabbinin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?” 3322
“Biz insan üzerine nimetler akıttığımızda o Bizden yüz çevirip yan çizer. Ona bir şer dokununca da çok ümitsiz birisi haline geliverir.” 3323
“Biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman, onunla sevinirler, fakat kendi ellerinin sunduğu (şeyler) sebebiyle onlara bir kötülük isâbet ettiğinde de, hemen umutsuzluğa kapılırlar.” 3324
“Onlar korkarak ve ümit ederek Rablerine duâ ederler.” 3325
“De ki: Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım, Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, merhamet sahibidir. Rabbinize yönelin. Azap size gelmeden önce O'na teslim olun, sonra size yardım edilmez. Ansızın ve hiç farkına varmadığınız bir sırada size azap gelmeden önce Rabbinizden size indirilen en güzel söze, Kur'an'a uyun. Kişinin ‘Allah'a karşı aşırı gitmemden dolayı bana yazıklar olsun! Gerçekten ben alay edenlerdendim’ diyeceği günden sakının.” 3326
“O çetin azâbımızı (be’simizi) gördükleri vakit ‘tek olan Allah’a inandık, O’na eş tutmakta olduğumuz şeyleri inkâr ettik’ dediler. Fakat azâbımızı (be’simizi) gördükleri zaman iman etmeleri kendilerine fayda vermedi (verecek değildir). Allah’ın kulları hakkında câri olan âdeti budur. İşte kâfirler burada hüsrâna uğradı (o zaman hüsrâna uğrayacaklardır).” 3327
“İnsan, hayr/iyilik istemekten bıkkınlık duymaz, fakat ona bir şer/kötülük gelince ümitsizliğe/yeise düşer, me’yûs olur. Başına gelen bir sıkıntıdan sonra kendisine katımızdan bir rahmet tattırsak ‘elbette bu benim hakkımdır, kıyâmetin kopacağını sanmıyorum. Rabbime döndürülürsem muhakkak ki O’nun nezdinde de güzel şeyler bulacağım’ der. Andolsun ki Biz muhakkak kâfirlere yaptıklarını bildireceğiz ve andolsun ki muhakkak Biz onlara ağır bir azap tattıracağız.” 3328
3319] 11/Hûd, 9-11
3320] 12/Yûsuf, 87
3321] 13/Ra’d, 31
3322] 15/Hıcr, 56
3323] 17/İsrâ, 83
3324] 30/Rûm, 36
3325] 32/Secde, 16
3326] 39/Zümer, 53-56
3327] 40/Mü’min, 84-85
3328] 41/Fussılet, 49-51
YEİS; ALLAH’IN RAHMETİNDEN ÜMİT KESMEK
- 649 -
“O, (insanlar) ümitlerini kestikten sonra, yağmuru indiren, rahmetini her tarafa yayandır. O velîdir/hakiki dosttur, hamîddir/övülmeye lâyık olandır.” 3329
“Ey iman edenler! Allah’ın kendilerine gazap ettiği bir kavmi velî (dost ve müttefik) edinmeyin; ki onlar, kâfir olanların kabirlerdekilerden (onların dirilmesinden, kurtuluştan) umut kesmeleri gibi âhiretten ümit kesmişlerdir.” 3330
“Fakat insan, ne zaman onun Rabbi kendisini bir denemeden geçirse, ona bir ikramda bulunsa, onu bolca nimetlendirse ‘Rabbim bana ikramda bulundu’ der. Ama ne zaman onu deneyerek, rızkını kıssa (azaltsa), hemen der ki, ‘Rabbim bana ihânette bulundu.” 3331
Hadis-i Şeriflerde Yeis ve Allah’ın Rahmeti
“Mü’minler Allah’ın azap ve azâbının miktarını bilselerdi hiç biri Cennet’i ümit etmezdi. Kâfirler de Allah’ın rahmetinin ne kadar çok olduğunu bilselerdi hiç biri O’nun rahmetinden ümit kesmezdi.” 3332
“Allah Teâlâ buyurdu ki: ‘Şüphesiz rahmetim gazâbımdan öne geçmiştir.” 3333
“Allah Teâlâ, rahmetini yüz parçaya ayırdı. Doksan dokuzunu yanında bıraktı, bir parçasını yeryüzüne indirdi. İşte bu bir parça rahmet sebebiyle bütün yaratıklar birbirine merhamet eder. Hatta yavrulu bir kısrak (dişi at), yavrusunun daha rahat emebilmesi için bu sâyede ayağını kaldırır.” 3334
“Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah Teâlâ sizi helâk eder ve yerinize, günah işleyecek (fakat tevbeleri sebebiyle) mağfiret edeceği kimseler yaratırdı.” 3335
“Kim güneş Batıdan doğmazdan evvel tevbe ederse Allah tevbesini kabul eder.” 3336
“Allah, kulunun tevbesini, canı boğazına gelmediği müddetçe kabul eder.” 3337
“Son nefesini vermedikçe Allah, kulun tevbesini kabul eder.” 3338
“Âdemoğlunun hepsi hata edici, günah işleyicidir. Ancak, hata işleyenlerin en hayırlısı, tevbe edip Allah’tan affını dileyendir.” 3339
Günahların Affı İçin Gerekli Şart; Tevbe
Özellikle yukarıda zikredilen hadis-i şeriflerden ümit boyutunu öne çıkarıp Allah’ın af ve merhametini istismar ederek kendine zulmeden ve günah deryâsından çıkmamayı normal sayan hasta karakterli insanların Allah’ın azâbından emîn olmama ilâcına sarılmaları şarttır. Günahların affedilmesi için
3329] 42/Şûrâ, 28
3330] 60/Mümtehıne, 13
3331] 89/Fecr, 15-16
3332] Müslim, Tevbe 23
3333] Buhârî, Tevhid 15, 22; Müslim, Tevbe 14-16
3334] Buhârî, Edeb19, Rikak 18; Müslim, Tevbe 17; Tirmizî, Deavât 100
3335] Müslim, Tevbe, 9, hadis no: 2748; Tirmizî, De’avât 105, h. no: 3533
3336] Müslim, Zikr 43, h. no: 2703
3337] Ahmed bin Hanbel, Müsned, II/132, 153, III/425, V/362; Tirmizî, De’avât,13, 98; İbn Mâce, Zühd 13, 30
3338] Tirmizî, De’avât 103, h. no: 3531; İbn Mâce, Zühd 30, h. no: 4253
3339] Tirmizî, Kıyâmet 50, h. no: 2501; İbn Mâce, Zühd 30, h. no: 4251; Ahmed bin Hanbel, 3/198; et-Tâc, c. 5, s. 515
- 650 -
KUR’AN KAVRAMLARI
her şeyden önce günahı günah olarak kabul etmek, bunun kendisine yakışmadığı bilinciyle Allah’a isyandan vazgeçip günahlarına pişman olup tevbe etmek gerekir. Affedilmek için kul açısından mutlaka yapışılması gereken tevbe ne demektir?
“Tevbe” sözlükte, asla geri dönmek demektir. Kulun, geçici olan günah halini terkedip günah öncesi duruma, düzgün hale (salâh haline/fıtrata) dönmesi anlamına gelir. Tevbe: Yaptığının kabahat veya günah olduğunu bilip, onu bırakıp terk ederek Allah'a dönmek, yani O'nun emirlerine uymak ve yasak ettiği şeylerden kaçınmak sûretiyle Allah'a sığınarak O'ndan affetmesini, bağışlamasını dilemek, yaptıklarından pişman olduğunu da belirterek yalnız O'na yalvarmak” demektir.
Bu açıdan ‘tevbenin’ şeriat dilindeki anlamı, kulun günahını itiraf ve ondan pişmanlık duyup bir daha yapmamaya karar vermesi; Allah’ın da bu ‘asla dönüş’ü, yani bu pişmanlığı kabul ederek günahı mağrifet etmesidir. ‘Tâib’, tevbe eden demektir. Allah'ın sıfatlarından ve isimlerinden biri ‘Tevvâb’dır. Tevvâb, tevbeleri çok çok kabul eden anlamındadır.
Tevbe, yalnızca yapılan bir hatadan pişmanlık duyup, Allah’tan af dileme değil, aynı zamanda sürekli duâ ve istiğfar ederek temizlenme gayretidir. Allah’a mürâcaat ve O’na dönme kulluğudur. Bu bakımdan Kur’an mü’minlere ‘hep beraber tevbe edin’ 3340 diyerek, bu yönelişi haber veriyor. Bazılarına göre tevbe, bir hatadan veya bir günahtan vazgeçme, pişman olmadır. Bu tevbe çok önemli olmakla beraber, asıl önemli olan kulun yerine getirmediği dinî emirlerden dolayı yaptığı tevbedir. Çünkü insanın kalbinin ve bedeninin birtakım görevleri vardır; Allah (c.c.) insana o görevleri yerine getirmesini emretmiştir. Ancak insanların bazısı ya cahilliklerinden, ya sapıklıktan, ya da hakka karşı inatçı olmalarından dolayı bu emirleri yerine getirmemiş olabilirler. Tevbenin büyüğü, bu tür inatçılığı ve gafleti terkedip Allah’a itaat etmeye dönmedir.
Yapmamız gerektiği halde yapmadığımız veya gereği gibi yerine getirmeyip kusurlu ve eksik şekilde yerine getirdiğimiz hususlardan ve ihmalden de tevbe edilmelidir. Daha iyi olamadığımız için, mücâhid ve müttakî olamadığımız, sâlih amel yarışında en ön sıralarda yer alamadığımız için tevbe. Örnek olamadığımız için, canlı Kur’an olamadığımız için tevbe. Tevbe, günahların kötülüğünü anlayıp Allah’a yönelmek, bağışlanma dilemektir. Tevbe, işlenilen günah sebebiyle uğratılacak azaptan kurtuluş vesilesidir; tevbe bir müjdedir: “Tevbe edenler, ibâdet edenler, hamd edenler, (İslâm uğrunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah’ın sınırlarını koruyanlar; sen mü’minleri (cennetle) müjdele.” 3341
Tevbe, kurtuluş umuduyla Allah’a yönelmek, kurtuluş ümit etmektir. Tevbe etmemek ise zâlim olmak, nefse zulmetmektir. Tevbe etmemek, imandan sonra fısktır, Allah’ın yolundan ayrılmaktır. “İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir. Kim tevbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.’’3342 Tevbe, insanın zulmetmesinden sonra, durumunu fark edip o durumundan vazgeçmesi,
3340] 24/Nûr, 31
3341] 9/Tevbe, 112
3342] 49/Hucurât, 11
YEİS; ALLAH’IN RAHMETİNDEN ÜMİT KESMEK
- 651 -
kurtulması, yani kendisini düzeltmesinin adıdır. “Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak ki Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.” 3343
Allah (c.c.) kullarına tevbe etmelerini, hatalarından vazgeçmelerini, bir günaha düşerlerse, yalnızca kendisinden bağışlanma istemelerini emrediyor. 3344
Peygamberimiz (s.a.s.) de kendisinin her gün yetmiş defa tevbe ve istiğfar ettiğini söylüyor.3345 O, insanlara şöyle sesleniyor: “Ey insanlar, Allah’a tevbe edin! Muhakkak ki ben (de en azından) günde yüz defa tevbe ederim.”3346 Yine buyuruyor ki: “Kalbimin üzerini unutkanlık (sıkıntı-gaflet) kaplar da bunun için günde yetmiş defa istiğfar ederim.” 3347
İslâm’a göre ‘tevbe’ başlı başına bir ibâdettir. Bu ibâdette hem günah ve hatalardan vazgeçme, hem kulluk görevini yeniden yerine getirmeye dönüş, hem de Allah’a yakınlaşma ve zikir vardır. Tevbe yalnızca mü’minlerin yaptığı bir ibâdet değildir. Bir inkârcı, müslüman olduğu zaman; bir şirk koşan müşrik, şirki terkedip İslâm’ın iman ilkelerini kabul ettiği zaman tevbe etmiş sayılır. Demek ki tevbe ya inkârdan, ya günahtan, ya da Allah’ın emrini yerine getirememekten dolayı yapılır. Müslüman, günahından ihlâslı bir şekilde tevbe ederse bu tevbesi kabul edilebilir. Bu kabul edilmenin anlamı, günahın verdiği zarardan kurtulmaktır. Kişi işlediği eski günaha tekrar dönmezse, o günahın dünyadaki ve âhiretteki zararından kurtulması ümit edilir.
İslâm’da hiç günah işlemeyen insanların oluşturduğu bir toplum idealizmi yoktur. İslâm, gerçekçi bir dindir. İnsan beşer, bazen şaşar. Konuştuğunda insan bazen dili sürçtüğü gibi, yürüyen insanın az da olsa ayağının kaydığının (zelle) görüldüğü gibi, hatasız kul, günahsız insan olmaz. Bunları çok sık yapmak yanlıştır; ve de düştüğünde hemen ayağa kalkmak istemeyen kimsedir suçlu. Hatta bir hadis-i şerifte: “Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder ve günah işleyip hemen arkasından da tevbe eden bir kavim yaratırdı.”3348 buyrulur. “Mü’minlerin ekine benzediği, günah rüzgârlarıyla eğilip tevbe ile hemen doğrulduğu” anlatılır. Yine bir hadis meali şöyledir: “Hayırlı olanlarınız, çeşitli fitne ve imtihanlara mâruz kalıp çokça tevbe edenlerinizdir.” İslâm’a göre günahsız olanlar yalnızca peygamberlerdir. Günahsız toplum ve kişi düşünülemez. Çünkü kişi ‘beşer’ olması dolaysıyla her an nefsinin isteklerine ve şeytana aldanabilir. Önemli olan, günahı işledikten sonra, günahta ısrar etmemek, günahı savunmamak ve hemen vazgeçmektir.
Tevbe, Hz. Âdem'le başlar. Ilk insan Hz. Âdem (a.s.) ve eşi, işledikleri günahtan dolayı Allah’a tevbe ettiler ve tevbeleri kabul edildi. Tevbenin zıddı ise inat, kibir ve hatada bile bile ısrardır; bunlar da şeytanın ve şeytan karakterindeki insanların özellikleridir. Âdem'le şeytanın farkı tevbede ortaya çıkmaktadır. O yüzden Âdem gibi olmak, yani adam olmak, şeytanlaşmamak için, bir hata yapmış olsak hemen tevbe çeşmesiyle arınmamız temel şarttır. Bilindiği gibi, Allah’ın secde emrini dinlemeyen İblis, yaptığı hatayı savundu, isyanından dolayı pişman
3343] 5/Mâide, 39
3344] bk. 11/Hûd, 1-3, 47, 52; 39/Zümer, 53-55; 24/Nûr, 8; 9/Tevbe, 117-118 v.d.
3345] Buharî, Deavât 3; Tirmizî, Tefsir 48, Hadis no: 3259
3346] Müslim, Zikir ve Duâ 12, Hadis no: 2702, 4/2075; İbn Mâce, Edeb 57, Hadis no: 3816
3347] Müslim, aynı yer; Ebû Dâvud, Salât - Istiğfar, Hadis no: 1515, 2/84
3348] S. Müslim bi Şerhi’n Nevevî, 17/65
- 652 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olmadı, tevbe etmedi. Bu yüzden de ebediyyen kovulmuşlardan oldu. Günahta ısrar ve kibirlenmek tevbenin önünde engeldir. 3349
Konuyla İlgili Âyetlerden Çıkan Hüküm ve Hikmetler
Bu ayetlerden aşağıdaki hükümler anlaşılmaktadır:
1- Allah Teâlâ, mü’minlerden sâdır olan bütün günahları bağışlayabilir ve onun büyük günahlarını da affedebilir. Bu, Allah'ın dilemesine ve fazlu keremine kalmış bir şeydir.
2- Allah Teâlâ, tevbe edilip, O'na dönülür, ihlâslı ve sâlih amel işlenir, kendisine boyun eğilip, emir ve nehiylerine itaat edilirse, şirk, küfür ve masiyetleri bağışlar. Bütün bunlar, ölümle azap gelmesinden önce dünya hayatımdayken olabilir. Zira o azaptan kaçıp kurtulmak veya bir yardım edici sayesinde bu azâbı geri çevirmek söz konusu değildir.
3- Amel: Helâl dediklerini helâl, haram dediklerini de haram kılmak, emirlerine ittiba ve itaat etmek, yasaklarından ve masiyetlerden de kaçınmak suretiyle Kur’ân-ı Kerim'e ittiba demektir. Burada şu söylenebilir: Allah Teâlâ kullarını bağışlamayı vaad ettiği zaman, hemen ardından iki şeyi emir buyurmaktadır:
a) Tevbe ile Allah'a dönmek.
b) Sözün en güzeline uymak ki o Kur'an'dır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Allah, sözün en güzelini, birbirine benzer ikişerli bir Kitap halinde indirdi.” 3350 Kur’an’ın tüm ayetleri güzeldir. Buradaki ittiba ise, Allah’ın, Kitabı’nda inzal buyurduğu emirlerle amel ve masiyetlerden kaçınmaktır.
4- Kusurlu kimse, kıyâmet günü üç türlü tavır sergileyecektir:
Birincisi: İtaat konusunda gösterdiği aymazlık ve kendisinin dünyadayken Kur’an’la, Peygamberle ve Allah’ın veli kulları olan mü’minlerle aley edenlerden olması dolayısıyla hasret ve pişmanlık.
İkincisi: Hidayeti kaybetmiş olmaktan dolayı mazeret aramak. Bu tavır, müşriklerin kendilerine delil olarak ileri sürdükleri şu hususa yakın bir anlam arz etmektedir: “Allah'a ortak koşanlar diyecekler ki: “Allah isteseydi ne biz, ne de babalarımız ortak koşmazdık. Kendi kendimize hiçbir şeyi haram da kılmazdık.” 3351 Bu, kendisiyle bâtıl bir dâvânın kastedildiği hak bir sözdür.
Üçüncüsü: Dünyaya yeniden dönme temennisi. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Nihayet onlardan birine ölüm geldiği zaman şöyle der: “Rabb'im! Beni geri döndürünüz. Ki terkettiğim dünyada yararlı bir iş yapayım.” Hayır! Bu onun söylediği, olmayacak bir laftır.” 3352
5- Yüce Allah, onların söylediğine, hidayeti kaybetmiş olmak gibi bir gerekçeye dayanmanın bâtıl olduğunu söyleyerek cevap vermektedir. Çünkü hidayet hazır idi. Dolayısıyla bu mazeret ortadan kalkmıştır. Fakat bu gerekçeyi ileri süren kul Kur’an’ı tekzip etmiş ve onun ayetlerine uymayıp büyüklenmiştir. Böylece ona karşı küfre düşenlerden ve onu bilerek inkâr edenlerden olmuştur. 3353
3349] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, 704 vd.
3350] 39/Zümer, 23
3351] 6/En’âm, 148
3352] Mü’minûn, 23/99-100
3353] Tefsîru’l Münîr, Zümer sûresi, 53 ve devamındaki âyetlerin tefsiri
YEİS; ALLAH’IN RAHMETİNDEN ÜMİT KESMEK
- 653 -
Yeis Yok!
Âtîyi karanlık görerek azmi bırakmak…
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.
Dünyâda inanmam, hani, görsem de gözümle:
Îmânı olan kimse gebermez bu ölümle.
Ey dipdiri meyyit! “İki el bir baş içindir”
Davransana… Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin.
Kurtulmaya azmin, niye bilmem ki, süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz?
Âtîyi karanlık görüvermekle apıştın?
Esbâbı elinden atarak ye’se yapıştın!
Karşında ziyâ yoksa sağından, ya solundan,
Tek bir ışık olsun buluver… Kalma yolundan.
Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk!
Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!
Herkes gibi dünyâda henüz hakk-ı hayâtın,
Varken, hani herkes gibi azminde sebâtın?
Ye’s öyle bataktır ki: Düşersen boğulursun.
Ümmîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!
Azmiyle, ümîdiyle yaşar hep yaşayanlar;
Me’yûs olanın rûhunu, vicdânını bağlar,
Lâ’netleme bir ukde-i hâtır ki: Çözülmez…
En korkulu cânî gibi ye’sin yüzü gülmez!
Mâdâm ki ondan daha mel’un, daha çirkin
Bir seyyie yoktur sana; ey unsur-i îman,
Nevmîd olarak rahmet-i mev’ûd-i Hudâ’dan,
Hüsrâna rızâ verme… Çalış… Azmi bırakma;
Kendin yanacaksan bile evlâdını yakma!

“İş bitti… Sebâtın sonu yoktur!” deme; yılma.
Ey millet-i merhûme, sakın ye’se kapılma.3354
Lâkin hani bir nefhası yok sende ümîdin!
“Ölmüş” mü dedin? Âh onu öldürmeli miydin?
3354] Safahat, Üçüncü Kitap
- 654 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Hakkın ezelî fecri boğulmazdı, azâlim,
Ferdâların artık göreceksin ki ne muzlim!
Onsuz yürürüm dersen, emîn ol ki yürünmez.
Yıllarca bakınsan, bir ufak lem’a görünmez.
Beyninde uğuldar durur emvâcı leyâlin;
Girdâba vurur alnını, koştukça hayâlin!
Hüsran sarar âfâkını, yırtıp geçemezsin.
Arkanda mı, karşında mı sâhil, seçemezsin.
Ey, yolda kalan, yolcusu yeldâ-yı hayâtın!
Göklerde değil, yerde değil, sende necâtın:
Ölmüş dediğin rûhu alevlendiriver de,
Bir parça açılsın şu muhîtindeki perde.
Bir perde açılsın, diyorum, çünkü bunaldın;
Nevmîd olarak nûr-ı ezelden donakaldın!
Ey, Hakk’a taparken şaşıran, kalb-i muvahhid!
Bir sîne emelsiz yaşar ancak, o da: Mülhid.
Birleşmesi kabil mi ya tevhîd ile ye’sin?
Hâşâ! Bunun imkânı yok, elbette bilirsin.
Öyleyse neden boynunu bükmüş, duruyorsun?
Hiç merhametin yok mudur evlâdına olsun?
Doğduk, “yaşamak yok size!” derlerdi beşikten;
Dünyâyı mezarlık bilerek indik eşikten!
Telkîn-i hayât etmedi aslâ bize bir ses;
Yurdun ezelî yasçısı baykuş gibi herkes,
Ye’sin bulanık rûhunu zerk etmeye baktı;
Mel’un aşı bir nesli uyuşturdu, bıraktı!
“Devlet batacak!” çığlığı beyninde öter de,
Millette beka hissi ezilmez mi ki? Nerde!
“Devlet batacak!” İşte bu öldürdü şebâbı;
Git yokla da bak, var mı kımıldamaya tâbı?
Âfâkına yüklense de binlerce mehâlik,
Batmazdı, hayır batmadı, hem batmayacaktır;
Tek sen uluyan ye’si gebert, azmi uyandır.
Kâfî ona can vermeye bir nefha-i îman;
Davransın ümîdin, bu ne haybet, bu ne hirman?
Mâzîdeki hicranları susturmaya başla;
YEİS; ALLAH’IN RAHMETİNDEN ÜMİT KESMEK
- 655 -
Evlâdına sağlam bir emel mâyesi aşla.
Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol…
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.3355
Umutlu olan mutlu olabilir. Umutsuzluk mutsuzluktur.
İnsanlardan umut kesebilirsiniz, hatta kendinizden bile; ama mü’minseniz Allah’tan asla!
“En büyük felâket, ümidi kesmektir.”3356
“Ümitsizlik mahrûmiyetimizi arttırmakla kalmaz, zaafımızı da çoğaltır.”
“Hayatta ümitsiz durumlar yoktur; ümitsizlik besleyen insanlar vardır yalnızca.”
“Akıllı ve uyanık olun; sizi ümitsizliğe götüren olaylar, mutluluğa da götürebilir.”
“Ümitsiz yürek, petrolsüz lambaya benzer, hiçbir şeyle aydınlatılamaz.”
“Umudunu yitirmiş olanın, başka kaybedecek şeyi yoktur.”
“Umut olmadan, umut edilen şey ele geçirilemez.”
“İnsanları canlandıran ümittir, öldüren de yeis.”
“Mağlûbiyete uğrayınca ümitsizliğe kapılma, her başarısızlıkta bir zafer arzusu yatar.”
“Ümit gidince, yaşama zevki de gider.”
“Ümitsizlik, sersemlerin elde ettiği bir neticedir.”
“Ümitsiz yaşanmaz.”3357
“Bugünle yetinen insan bilmez umudu.”
“Yeis, en dehşetli bir hastalıktır. Her kemâlin engelidir.”
“Yeis, aczden gelir; düşünce sapmasının, kalp kararmasının ve ruh sıkıntısının kaynağıdır.”
“Aklın umutsuzluğa düştüğü yerde gönül ve sevgi umut besler.”
“Ummadığın keçiden bir batman yağ çıkar.”3358
“Ummadığın taş baş yarar.”3359
“Ümidinizi fânî varlıklara değil; Allah’a bağlayın.”
“Bütün ümidimiz Allah’ın rahmetinde.”
“Allah bir kapıyı kaparsa bin kapıyı açar.”3360
“Umut imanın anasıdır.”
“Ümit, ruhun vazgeçilmez ihtiyaçlarındandır.”
3355] Mehmed Âkif Ersoy, Safâhat, Yedinci Kitap
3356] Arap Atasözü
3357] Atasözü
3358] Atasözü
3359] Atasözü
3360] Hadis rivâyeti
- 656 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Ümitle sallanırsak rahat uyuruz.”
“Umut, uyanık adamın rüyasıdır.”
“Umut, çalışan insanların rüyasıdır.”
“Ümit olmasaydı, yaşama da olmazdı.”
“Ümit, cesaretin yarısıdır.”
“Ümit, insanoğlunun bütün acılarının merhemidir.”
“Çıkmayan candan umut kesilmez.”3361
“En korkulu anlarında bile ümidini kaybetme, unutma ki iliklerin en lezzetlisi en sert kemikte bulunur.”
“Ümit, en bedbaht insanlardan bile ışığını esirgemez.”
“Umut, mutluluktan alınmış bir miktar borçtur.”
“İnsan mutluluğu, bir şey sevmek, bir şey yapmak, bir şey umut etmekle kazanır.”
“Her korkuda bir ümit olduğu gibi, her ümitte de bir korku vardır.”3362
“Umutlarımıza göre söz verir ve korkularımıza göre hareket ederiz.”
“Güneşin doğuşu ile gece firar edecektir. Ve bu bahçe birlik şarkısı ile çınlayacaktır. Ümit… Ümit!..3363
“Ümit! Ah, hayatın biricik tatlı merhemi!”
“Güçlük kolaylıkla beraberdir, kendine gel, ümidi bırakma! Akıllı insan bilir ki, ölümün arkasında bile daha güçlü bir hayat beklemektedir.”
“Gelecek, ümit sahibi için vaadlerle doludur.”
“Hayat dardır, doğru; ama ümit de geniş.”
“Küçük balık ölünceye kadar balina olmayı ümit eder.”3364
“Ümit denen şey olmasaydı, herhalde insanların ömrü çok daha kısa olurdu.”
“Ümit, fakirin ekmeğidir.”
“Umut iyi bir kahvaltıdır, ama akşam yemeğinin yerini tutmaz.”
“Umut iyi bir yol arkadaşı, kötü bir kılavuzdur.”
“Evet, ümitvâr olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ İslâm’ın sadâsı olacaktır.”
3361] Atasözü
3362] Arap Atasözü
3363] Muhammed İkbal
3364] Danimarka Atasözü
YEİS; ALLAH’IN RAHMETİNDEN ÜMİT KESMEK
- 657 -
Kur’ân-ı Kerim’de Yeis ile İlgili Âyet-i Kerimeler
A- Ümitsizlik, Ümit Kesmek Anlamında Yeis ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 13 Yerde): 5/Mâide, 3; 11/Hûd, 9; 12/Yusuf, 80; 12/Yusuf, 87; 12/Yusuf, 87; 12/Yusuf, 110; 13/Ra’d, 31; 17/İsrâ, 83; 29/Ankebût, 23; 41/Fussılet, 49; 60/Mümtehıne, 13; 60/Mümtehıne, 13; 65/Talâk, 4.
B- Ümitsizlik, Ümit Kesmek Anlamında K-n-t ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 6 Yerde): 15/Hıcr, 55, 56; 30/36; 39/Zümer, 53; 41/49; 42/Şûrâ, 28.
C- Yeis Kelimesinin Zıddı Olan Ümit Anlamındaki Racâ (r-c-v) Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 28 Yerde): 2/Bakara, 218; 4/Nisâ, 104, 104; 7/A’râf, 111; 9/Tevbe, 106; 10/Yûnus, 7, 11, 15; 11/Hûd, 62; 17/isrâ, 28, 57; 18/Kehf, 110; 24/Nûr, 60; 25/Furkan, 21, 40; 26/Şuarâ, 36; 28/Kasas, 86; 29/Ankebût, 5, 36; 33/Ahzâb, 21, 51; 35/Fâtır, 29; 39/Zümer, 9; 45/Câsiye, 14; 60/Mümtehıne, 6; 69/Haakka, 17; 71/Nûh, 13, 78/Nebe’, 27.
D- Ümit Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
a- Allah’ın Rahmetinden Ümit Kesilmez: 12/Yûsuf, 87; 15/Hıcr, 55-56; 39/Zümer, 53.
b- Allah’ın Rahmetinden Ümit Kesenler Kâfirlerdir: 12/Yûsuf, 87; 15/Hıcr, 56.
c- Korku İle Ümit Arasında Bulunmak: 32/Secde, 16; 39/Zümer, 9; 57/Hadîd, 22-23; 70/Meârci, 27-28.
E- Allah’ın Rahmetiyle İlgili Âyet-i Kerimeler
a- Allah’ın Rahmeti: 2/Bakara, 64, 207, 218; 3/Âl-i İmrân, 107; 4/Nisâ, 83, 113; 6/En’âm, 12, 16, 133; 7/A’râf, 63; 11/Hûd, 28, 43, 63; 12/Yûsuf, 53; 17/İsrâ, 100; 18/Kehf, 16, 58, 65...
b- Allah Dilediğine Rahmet Eder: 2/Bakara, 105; 3/Âl-i İmrân, 74; 12/Yusuf, 56; 29/Ankebût, 21...
c- Allah’ın Mü’minlere Rahmeti: 2/Bakara, 157, 178; 4/Nisâ, 175; 6/En’âm, 54; 7/A’râf, 52, 72, 154; 9/Tevbe, 21, 71; 11/Hûd, 58, 66, 94 ; 33/Ahzâb, 43...
d- Allah’ın Rahmetini İstemek: 2/Bakara, 218, 286; 3/Âl-i İmrân, 8, 159; 7/A’râf, 23, 149, 151; 10/Yûnus, 86; 17/İsrâ, 24, 28, 57; 18/Kehf, 10; 21/Enbiyâ, 83...
e- Allah, Kendisine İtaat Edene Rahmet eder: 3/Âl-i İmrân, 132; 24/Nûr, 56.
f- Allah, Kendi Yolunda Savaşanlara Rahmet eder: 3/Âl-i İmrân, 157; 4/Nisâ, 96.
g- Allah, Kendisinden Korkanlara Rahmet Eder: 6/En’âm, 155; 49/Hucurât, 10; 57/Hadîd, 28.
h- Allah, İyilik Yapanlara Rahmet Eder: 7/A’râf, 56.
i- Allah, Kur’an Okuyana Rahmet Eder: 7/A’râf, 204.
j- Allah, İnfak Edenlere Rahmet Eder: 9/Tevbe, 99.
k- Allah, Tevbe Edenlere Rahmet Eder: 17/İsrâ, 8, 54; 27/Neml, 46.
l- Allah’ın Rahmeti Boldur: 3/Âl-i İmrân, 73; 7/A’râf, 156; 10/Yûnus, 58; 35/Fâtır, 2; 57/Hadîd, 9.
m- Allah’ın Rahmeti Dünyada Herkesi Kuşatır: 7/A’râf, 156.
n- Allah’ın Rahmeti Her Şeyi Kuşatmıştır: 7/A’râf, 156; 40/Mü’min, 7.
o- Allah, Âhirette Kâfirlere Rahmet etmez: 7/A’râf, 49.
p- Yağmur Rahmettir: 7/A’râf, 57; 25/Furkan, 48; 27/Neml, 63; 30/Rûm, 46, 50; 42/Şûrâ, 28.
r- Kur’an Rahmettir: 7/A’râf, 203; 10/Yûnus, 57-58; 12/Yûsuf, 111; 16/Nahl, 64, 89; 17/İsrâ, 82; 27/Neml, 77; 28/Kasas, 86; 29/Ankebût, 51; 31/Lokman, 3; 44/Duhan, 6; 45/Câsiye, 20.
s- Peygamberimiz Rahmettir: 9/Tevbe, 61; 21/Enbiyâ, 107; 28/Kasas, 46; 44/Duhan, 6.
t- Allah’ın Rahmetine Vesile Aramak: 5/Mâide, 35; 17/İsrâ, 57.
u- Allah’ın Rahmetinden Ümit Kesilmez: 12/Yûsuf, 87; 15/Hıcr, 55-56; 39/Zümer, 53
y- Allah’ın Rahmetinden Ümit Kesenler: 12/Yûsuf, 87; 15/Hıcr, 56; 29/Ankebût, 23; 41/Fussılet, 49.
z- Allah’ın Rahmetini İnkâr (Nankörlük) Etmek: 10/Yûnus, 21; 11/Hûd, 9; 23/Mü’minûn, 75; 30/Rûm, 33, 36; 41/Fussılet, 50; 42/Şûrâ, 48.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Şâmil Y. c. 6, s. 400-402
2. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. c. c. 21, s. 450-451
3. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y., s. 759-762
4. Şirk Psikolojisi, Hamdi Kalyoncu, Marifet Y., s. 84-87
5. Kur’an’da İnsan Psikolojisi, Hayati Aydın, Timaş Y., s. 162-165
- 658 -
KUR’AN KAVRAMLARI
6. Kur’an’da İnsan Psikolojisi, Abdurrahman Kasapoğlu, Yalnızkurt Y., s. 55-57
7. Kur’an’da Denge, Faruk Gürbüz, Denge Y., s. 182-191
8. Kur’an’da Nankörlük Kavramı, Kerim Buladı, Pınar Y., s. 85-86, 137-140
9. Kur’an’da Karakter Eğitimi, Mûsâ Kâzım Gülçür, Işık Y., s.
10. Kur’an’ın Temel Kavramları, s. 624-629
11. Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Akçağ Y., 11/529-542, 14/469-472, 17/352, 4/221-222, 4/501-513, 8/132, 13/261-262
12. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 279; 311-313
13. Hadislerle Kur’ân-ıKerim Tefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. c. 2, s. 311-312; 363
14. Mefâtihu’l Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahreddin Râzi, Akçağ Y. c. 2, s. 439-441; c. 3, s. 57
15. Kur’ân-ı Kerim Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 126-127
16. Hulâsatü’l Beyan Fî Tefsîri’l Kur’an, Mehmed Vehbi, Üçdal Neşriyat, c. 1, s. 106; 143-144
17. İslâm Ansiklopedisi, T. Diyanet Vakfı Y. c. 16, s. 528-531; c.18, s. 422-423
18. İhyâi Ulûmi’d-Din, İmam Gazâli, Bedir Y. c. 4, s. 286-350
19. Tenbihu’l Gâfilin ve Bostanu’l Ârifin, Ebulleys Semerkandi, Bedir Y. s. 407-414
20. Hayâtü’s- Sahâbe, M. Yusuf Kandehlevî, İslâmî Neşriyat Y. c. 2, s. 211-215; c. 3, s. 244-249
21. Kur’an’da Kulluk, Zekeriya Pak, Kayıhan Y. s. 212-216
22. Kur’ânî Kavramlar, Muhammed el-Behiy, Yöneliş Y. s. 109-112
23. Kur’an’da Dini ve Ahlâkî Kavramlar, Toshihiko Uzutsu, Pınar Y. s. 259-267
24. Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 460-465
25. Kur’ân- Kerim’de Salah Meselesi, Ömer Dumlu, D.İ.B. Y. s. 142-144
26. Kur’an ve İnsan, Celal Kırca, Marifet Y. s. 321-325
27. Tevhid ve Fazileti, Osman Öztürk, Yenda Y. s. 262-263
28. İlâhî Kanunların Hikmeti, Sünnetullah, Abdülkerim Zeydan, İhtar Y. s. 274-276
29. İman Risalesi, Mustafa İslâmoğlu, Denge Y. s. 237-244
30. Yokluğunda Düşülmüş Notlar, Mustafa İslâmoğlu, Denge Y. s. 95-97; 204-206; 243-245
31. Nurdan Kelimeler, Alâaddin Başar, Zafer Y. c. 1, s. 126-129
32. Kur’an Okumaları, Metin Karabaşoğlu, Karakalem Y. c. 1, s. 32-40
33. Selefin İzinde, Kul Sadi Yüksel, Yenda Y. s. 211-232
34. Kur’an’da Değişim, Gelişim ve Kalite Kavramları, Bayraktar Bayraklı, İFAV Y. s. 139; 179-180
35. Kur’an’da İnsan ve Toplum, Ekrem Sağıroğlu, Pınar Y. s. 250-251
36. İslâm Terbiye Metodu ve Ahlâk Sistemi, Muhammed Kutub, Hisar Y. s. 178-198
37. İslâm’a Göre İnsan Psikolojisi, Muhammed Kutub, Hicret Y. s. 97-106
38. İnsan ve Davranışı, Doğan Cüceloğlu, Remzi Kitabevi, Y. s. 276-278; 440-444
39. Çocuk Ruh Sağlığı, Atalay Yörükoğlu, Özgür Y. s. 289-304
40. İnsanı Anlamak, Özcan Köknel, Altın Kitaplar Y. s. 247-251
41. İnsan Psikolojisi Üzerine Etüdler, Muhammed Kutub, İşaret Y. s. 103-113
42. Kur’an Açısından Korku ve Büyü, Ahmet Baydar, Beyan Y. s. 7-62
43. Korku ve Ümid, Mehmed Zâhid Kotku, Seha Neşriyat
44. Korku ve Ümit ve Aşk, Sadık Yalsızuçanlar, Akçağ Y.
45. Korkular, Özcan Köknel, Altın Kitaplar Y.
46. Korkunun Sanatları, Giovanni Scognamillo, İnkılâp Kitabevi Y.
47. Korkmaktan Korkmayın, Douglas Hunt, Yılmaz Y.
48. Korku, Pierre Mannoni, İleşitim Y.
49. Korku Cumhuriyeti, Ahmet Kahraman, Tüm Zamanlar Y.
50. Korkusuz Yaşama Sanatı, Josef Kirschner, Arıtan Y.
51. Korku ile Nefret Arasında, David Grossman, Cep Kitapları Y.
52. Korku ve Kaygı, Hoimar Von Ditfurth, Metis Y.
53. Korku ve Titreme –Diyalektik Lirik- Soren Kıerkegoard, Ara Y.
54. Kur’an’a Göre Takva, Lutfullah Cebeci, Seha Neşriyat
YEİS; ALLAH’IN RAHMETİNDEN ÜMİT KESMEK
- 659 -
55. Din Psikolojisi, Hayati Hökelekli, t. Diyanet Vakfı Y.
56. Stres ve Dinî İnanç, Necati Öner, T.D.V. Y.
57. İnsan ve Psikoloji, Hayrani Altıntaş, Kültür Bakanlığı Y.
58. Kaygıdan Mutluluğa Kişilik, Özcan Köknel, Altın Kitaplar Y.
59. Psikanaliz Sözlüğü, Charles Rysroft (Terc. M. Sağman Kayatekin), Ara Y.
60. Rahmet, İhsan Atasoy, Nesil Basın Yayın
61. Rahmet, Yunus Vehbi Yavuz, Aksa Yayın Pazarlama
62. Rahmet Ayetleri, Said Köşk, Anahtar Y.
63. Rahmet Peygamberi, Ebul Hasen Ali en-Nedvi, İz Y.
64. Rahmet Toplumu, Ahmet Taşgetiren, Erkam Y.
65. Rahmet Deryası, Halil Günaydın, Pamuk Y.
66. Rahmet Kapısı, Samiha Ayverdi, Kubbealtı Neşriyat

Okunma 1040 kez