Cumartesi, 06 Şubat 2021 22:11

ULU’L-EMR

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

ULU’L-EMR


- 249 -
Kavram no 184
İmtihan 14
Görevlerimiz 46
Bk. İtaat-İsyan; Bey’at; İmam; Halife
ULU’L-EMR


• Ulu’l-Emr; Anlam ve Mâhiyeti
• Ardından Ağıt Yakmak İçin Değil; Muhteşem Dönüşünü Hızlandırmak İçin HİLÂFET
• İslâm Devlet Başkanı Olarak Ulu’l-Emr Ya da Halife
• Ulu’l-Emrin Görevleri
• Râşid Halifeler; Örnek Ulu’l-Emrler
• İmam; Ulu’l-Emr’in Diğer Adı
• Başında Ulu’l-Emr Olan İslâm Devletinin Temel Özellikleri
• Kur’ân-ı Kerim’de Ulu’l-Emr
• Hadis-i Şeriflerde Ulu’l-Emr
• Ulu’l-Emr, Halife Ya da İmam Denilen Müslümanların Liderinin Önemi
• İzinden Gidilen Ulu’l-Emirler/Önderler; Takvâ İmamları ve Küfür İmamları
• Zâlim ve Fâsık Ulu’l-Emrin İmâmeti
• Zâlim ve Fâsık Ulu’l-Emre/İmama Karşı Kıyam Hakkı
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan ulu’l-emre (emir sahiplerine/idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah’a ve âhirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah’a ve Rasûl’e götürün (onların tâlimâtına göre halledin); bu hem daha hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” 1516
Ulu’l-Emr; Anlam ve Mâhiyeti
Ulu’l-Emr; emir sahipleri demektir. Ulu’l-emr kavramı, “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e de itaat edin, sizden olan ulu’l-emre de. Sonra bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, hemen onu Allah’a ve Rasûlüne arzedin, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanan kimselerdenseniz...”1517 anlamındaki âyette geçer. Ayette geçen “ulu'lemr“ (emir sahipleri)'nin kimleri kasteddiği konusunda görüş birliği yoktur. Sahâbî ve tâbiûn ile müfessirlerin bu konudaki görüşleri beş maddede toplanabilir:
a) Ulu’l-emr, râşid halifelerdir.
b) Ulu’l-emr, ordu komutanlarıdır.
c) Ulu’l-emr, şer’î hükümler konusunda fetva veren müctehid bilginlerdir.
d) Ulu’l-emr, ehl-i hall ve'l-akd denilen müctehid bilginlerin icmalarıdır.
1516] 4/Nisâ, 59
1517] 4/Nisâ, 59
- 250 -
KUR’AN KAVRAMLARI
e) Ulu’l-emr, imamlar, fâzıl ve âdil fakihlerdir.
Çağdaş İslâm bilginleri, kavramı hemen bütün görüşleri içine alacak denli geniş kapsamlı bir tanımlama yoluna gitmişlerdir. Örneğin Mevdûdi, “Müslümanların herhangi bir işinin başında olan herkesi kapsar. Din âlimleri, düşünürler, politik liderler, yöneticiler, mahkemelerdeki kadılar, kabile başkanları ve buna benzer kimseler”1518 şeklinde açıklar.
Klasik tefsirlerde aktarılan beş görüş, iki temel görüşe indirgenebilir. Bu iki görüş, ulu’l-emrin âlimler ve yöneticiler olduğu yolundaki görüşlerdir. Ebû Bekr er-Râzî tarafından savunulan icmâ görüşü, bu görüşlerin dışında kalır. Şiilerce savunulan görüş ise, ulu’l-emrin âlimler olduğu görüşü ile yöneticiler olduğu görüşünü dolaylı olarak içine alır.
Ulu’l-emrin âlimler olduğu yolundaki görüş, birçok sahâbe ve tâbiînden nakledilir. Müfessirlerden, hatta hukukçulardan önemli bir kesim de bu görüşü benimserler. Ne var ki bu görüş içinde “itaat“ konusu yeterince açıklanabilmiş değildir. Emir sahibi, yaptırım gücünü de elinde bulundurmalıdır. Oysa âlimlerin halk üzerinde bağlayıcı bir emir ve yetkisi yoktur. İtaat söz konusu olduğunda, ister istemez, ulu’l-emrin yöneticiler olduğu görüşü ağırlık kazanır. Bu görüş, yöneticilere itaatin gerekliliğini belirten çok sayıda hadisle de desteklenir. Özellikle İslâm siyaset bilimcileri, yöneticiler olarak kabul ettikleri ulu’l-emr'e itaat konusunu ayrıntılı biçimde incelemişler, bu itaatin sınırlarını, şartlarını tesbit etmişlerdir.
Fahreddin Râzî'ye göre, ulu’l-emrin yöneticiler olarak kabul edilmesi durumunda ortaya önemli bir sorun çıkar. Çünkü ilgili âyet, ulu’l-emre itaati mutlak biçimde, hiçbir kayıt ve şarta bağlamadan emretmektedir. Böyle bir emir, ancak günahlardan korunmuş, masum bir insan hakkında söz konusu olabilir. Aksi durumda yöneticilere masiyette de itaat edilmesi emredilmiş olmaktadır. Tüm ümmetin masum insanı tanıması mümkün olamayacağına göre, âyetteki ulu’l-emrin bir insan, bir yönetici olması mümkün değildir. Öyleyse, âyetin kasdettiği ulu’l-emr, ehl-i hal ve'l-akd denilen müctehid bilginler topluluğunun ortak kararı, yani icmadır. Böyle bir icma, Kur'an ve Sünnet'ten sonra üçüncü kaynağı oluşturduğundan herkesin kayıtsız şartsız uyması, itaat etmesi gerekir.
Şîî bilginler de âyetteki emrin niteliğinde er-Râzî ile birleşirler. Onlara göre de böyle bir emir ancak masumlar için söz konusu olâbilir ve bu nedenle âyetteki ulu’l-emrden maksat, masum imamlardır. Bunların tanınması ise, önceki imamın açıklamasına bağlıdır. Ulu’l-emr, masum imamlardan sonra, onların temsilcisi olan âdil ve âlim fakihleri belirtir. Bu da imamların rivâyetleri ile açıklanmıştır. Bu nedenle, masum imamlara nasıl itaat edilmesi gerekiyorsa, onlardan sonra yönetim yetkisini ellerinde tutan âdil fakihlere de öyle itaat edilmelidir. Ancak fakihlere itaat, onların adâlet niteliği ile kayıtlıdır. Fısk işleyen fakih, yönetim yetkisini, dolayısıyla itaat hakkını kaybeder.
Ehl-i sünnet bilginleri, âyetteki ulu’l-emri yöneticiler olarak yorumlarken buradaki itaati de tanımlayıp sınırlandırmışlardır. İlke olarak, yöneticilere itaat farzdır. Fakat yöneticiden Allah'a isyan anlamına gelecek bir emir çıkması durumunda, müminlerden itaat yükümlülüğü düşer. Buna karşılık aynı yöneticinin
1518] Tefhîmu’l-Kur’an, İstanbul 1991, I, 371
ULU’L-EMR
- 251 -
Kur'an ve Sünnet'e uygun emirlerine uyulması gerekir. Fısk işlemesi halinde yöneticinin velayet yetkisi düşer. Eğer görevden alınması mümkünse, görevden alınmalıdır. Ama mümkün değilse, toplum düzeninin bozulmaması için, zorla görevden almaya, isyan etmeye kalkışılmamalıdır. 1519
Ulu’l-emre İtaat: Dinimiz, ulu’l-emr yani emir verme yetkisi olanlara itaat etmeyi, İslâmî siyasetin mühim bir prensibi yapmıştır. Ayet-i kerime, itaat edilecek ulu’l-emrin Müslüman olmasını şart koyar. 1520
İtaatle İlgili Bazı Meseleler: Ulu’l-emre itaat bahsi, her devirde ehemmiyetini koruyan dinî mevzulardan biridir. Bu sebeple mevzuya giren bazı meseleleri âyet ve hadislerin ışığı altında biraz daha açmada fayda vardır.
Kur’ân-ı Kerim ve İtaat: Kur’ân, birçok âyetlerinde bu meseleyi de alır. Esasen Müslüman, zımnen, Allah’ın emirlerine itaat etmeyi peşinen kabul etmiş insan demektir. “Kaalû belâ” diye bilinen ruhlardan alınan misakın mâhiyeti de temelde itaate dayanır: Ulûhiyet’e emir, ubûdiyete itaat düşmektedir. Yani Allah emredecek, kul da itaat edecektir. İslâm’ın özü, bu emir-itaat sırrında düğümlenmektedir.
Dinin hakiki mânâda tezâhürü, mü’min kişiye vaad edilen, dünyevî ve uhrevî yardım, zafer, mükâfat ve nimetler hep bu “itaat” vazifesinin yerine getirilmesine bağlanmıştır. Dünyevî saâdet, sosyal terakki, ferdî kemâlât hepsi “itaat“ keyfiyyetine bağlıdır. Allah'a hakiki mânâda itaat etmeyen kimse veya toplum, dinin vaadettiği dünyevî ve uhrevî mükâfatları beklemeye hak sahibi değildir:
“Kim Allah’a ve Rasûlü’ ne itaat ederse Allah onu, altından ırmaklar akan cennetine koyar.” 1521
“Kimler Allah’a ve Rasûl’e itaat ederlerse, Allah’ın kendilerine nimet verdiği kimselerle beraber olur.” 1522
“Kim Allah’a ve Rasûlü’ne itaat eder, Allah’tan korkar ve çekinirse işte onlar kurtuluşa erenler (üstün gelenler)dir.” 1523
“Allah’a ve O’nun Rasûlü’ne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ile zaafa düşersiniz, rüzgârınız (gücünüz kesilip) gider. Bir de sabır (ve sebat) edin (katlanın). Çünkü Allah sabredenlerle berâberdir.” 1524
İtaat Edilecek Üç Makam: İslâm dini itaat edilecek üç makam gösterir: Allah, Allah’ın Rasûlü ve ulu’l-emr. İlk ikisine itaati, yanyana ve mükerrer seferler bizzat Kur'ân-ı Kerim dile getirir. Zira esas itaat Allah ve Rasûlü’ne olan itaattir. Ulu’l-emre (yani müslüman otoriteye) olan itaat ise, onların emirleri Allah ve Rasûlü’nün emirlerine uyduğu, muvâfık düştüğü takdirde meşrûdur, mûteberdir. Bununla beraber, Kur’ân-ı Kerim’de bir kerede bu üç makam beraberce zikredilerek itaat emredilir: “Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Peygambere ve sizden olan ulu’l-emre/emir sahiplerine de itaat edin. Eğer bir şey hakkında çekişirseniz onu Allah'a
1519] Ahmet Özalp, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 248-249
1520] 4/Nisa, 59
1521] 4/Nisâ, 13
1522] 4/Nisâ, 69
1523] 24/Nûr, 52
1524] 8/Enfâl, 46
- 252 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ve Peygamber'e döndürün, eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız (böyle yapın). Bu hem hayırlı, hem netice itibariyle daha güzeldir.“ 1525
Ulu’l-emr: Halkımızın diline ulu’l-emr olarak, Kur’ân’daki şekliyle girmiş olan bu tâbire bazen “emir sahibi”, bazen “veliyyü’l-emr” şeklinde de rastlarız. Aynı mânâda olmak üzere halîfe, imam gibi tâbirlerin kullanıldığına da rastlanır.
Sahâbe ve Tâbiîn’den bu yana ulu’l-emrden kastedilen kimseler hakkında değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bir kısmı bununla “ulemâ”nın kastedildiğini söylerken, diğer bir kısmı “ümerâ”nın kastedildiğini ileri sürmüştür. Bundan sadece Sahâbe’yi anlayanlar da olduğu gibi, İslâm devletinde görevli bütün memurları (vülât) anlayanlar da olmuştur.
Nevevî daha pratik bir târif kaydeder: “Ulu’l-emr, ümerâ ve vâlilerden, itaat edilmesi Allah tarafından vâcip kılınmış olan herkestir.” Ve bu târifin, halef ve selef -müfessir, fakîh vs. her çeşit âlimin ortak görüşü olduğunu belirtir.
Ömer Nasûhi Bilmen, fıkıh ıstılâhı olarak ulu’l-emr'i şöyle târif eder: “Ya İslâm cemaatinin intihâbiyle veya kendisinin kuvvet ve nüfûzuyla hâkimiyyet makamını ihrâz edip, Müslümanların bir emniyet ve selâmet dâiresinde yaşamalarını te'mine muvaffak olan herhangi bir müslim zattır.“
Burada görüldüğü gibi, umûmiyetle devlet reisi kastedilmekle birlikte, yerine göre, bugünkü tâbirle “otorite” denilen devleti temsil durumundaki etkili ve yetkili herkes için ulu’l-emr tâbiri ıtlak olunabilir ve olunmaktadır. Şu halde imam, halife, emîr, âmil, me’mur, âmir vs. gibi kelimelerin her biri ulu’l-emr mefhumunu ifade eder. 1526
Ulu’l-emr Etrafında Birlik: Hz. Peygamber (s.a.s.) İslâm toplumunun bütünlük ve haşmetini, sulh ve saâdetini, bir reis etrafında meydana getirilecek birlik ve berâberlikte gördüğü için, lisanının bütün belâgat ve talâkatı ile bir imam (ulu’l-emr) etrafında toplanmaya teşvik etmiş; bölünüp dağılmaları, birlik ve cemaatten ayrılmaları şiddetle takbih etmiş, ayrılanları kınamış, tehdit ve terhîbde bulunmuştur. İmam etrafında teşekkül etmesi istenen bu birlik ve beraberlik her şeyden önce imama itaate bağlıdır.
Buhârî’nin Enes’ten (r.a.) kaydettiği bir rivâyette: “Üzerinize, başı, kuru üzüm gibi siyah Habeşli bir köle bile tâyin edilse dinleyin ve itaat edin” denmektedir. Müslim’in kaydettiği bir rivâyette, Ebû Zerr: “Halîlim (Hz. Peygamber) bana: ‘Kolları kesik bir köle bile olsa emîri dinleyip itaat etmemi’ tavsiye etti” demektedir.
Şârihler, gerek “kuru üzüm“, gerekse “kolları kesik” tâbirleriyle emîrin nesebce düşük, görünüşçe çirkinliğinin ifade edilmek istendiğini, yani emîre nesep ve fizyonomisine bakılmadan itaat etmek gerektiğini söylerler.
Bir diğer rivâyet de şöyledir: “...Üzerinize, emîr olarak, bir Habeşli köle bile tayin edilse onu dinleyin ve itaat edin. Sizden biri İslâm’ı ile boynunun vurulması arasında muhayyer bırakılmadıkça itaate devam etsin. Böyle bir durumda boynunu uzatsın. Anasız kalasıca, dini gittikten sonra, onun ne dünyası kalır, ne de âhireti.”
Şu hadiste imama isyan, kıyâmet alâmeti olarak zikredilir: “Nefsimi elinde
1525] 4/Nisâ, 59
1526] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 5/62-64
ULU’L-EMR
- 253 -
tutan Zât-ı Zülcelâl'e kasem ederim ki, imamınızı öldürmedikçe, birbirinize kılıç çekmedikce ve dünyanıza şerirleriniz reis olmadıkça kıyâmet kopmaz.“
Bazı rivâyetlerde emîre itaat Allah’a itaatle aynı ayarda tutulmaktadır: “Kim bana itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Kim de bana isyân ederse Allah’a isyân etmiş olur. Emîrime kim itaat ederse bana itaat etmiş olur. Emîrime kim isyan ederse, bana isyân etmiş olur.” 1527
Biat Şartı İtaat: Bir kısım rivâyetler, ilk Müslümanlar ile biat akdi yaparken, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) onlara her hâl ü kârda itaat etmeyi şart koştuğunu göstermektedir. Müslümanlığının kabul edilmesi için teklif edilen ilk şartlar arasında bunun zikri, otorite ve itaatten yoksun o devir Araplarının nazarında itaatin ehemmiyetini tesbit gâyesini gütmelidir: Übâdetü’bnü’s-Sâmit der ki: “Biz, Allah Rasûlü’ne, kolaylıkta olsun, zorlukta olsun; gönlünümüzün hoşuna giden şeylerde olsun, hoşuna gitmeyen şeylerde olsun... itaat etmek üzere biat ettik.” 1528
Hoşa Gitmese de İtaat: Sâdece yukarıda kaydettiğimiz Übâdetü’bnüs-Sâmit rivâyetinde değil, başka sahâbîlerden de gelen biatla alâkalı pek çok rivâyette, Hz. Peygamber’in itaat şartını koşarken verilen emir hoşa gitse de, gitmese de, içinde bulunulan şartlar bolluk veya darlık her ne olursa olsun, imamdan küfrünü gerektiren bir hâl zâhir olmadıkça “itaat etmek“ şartını çok vâzıh olarak duyurduğunu görmekteyiz. 1529
Allah İçin Biat: Her hâl ve şartta itaatin gerçekleşmesi için, Hz. Peygamber (s.a.s.) bey’at (biat) ve itaatin sırf Allah rızâsı için yapılması, buna dünyevî bir maksad dâhil edilmemesi için başkaca tenbihlerde bulunmuştur. Allah rızâsından başka, dünyevî bir maksatla bey'atta bulunanlar hakkında şiddetli tevbih ve kınamalar gelmiştir: “Üç kişi vardır ki, Allah Kıyâmet gününde onlarla ne konuşur, ne onlara nazar eder, ne de onları günahlarından arındırır, onlara acıklı bir azâb vardır... (Bunlardan biri de:) Sırf dünyevî bir menfaat için bir imama biat eden kimse; öyle ki, dünyalıktan istediklerini verirse biatında sâdıktır vermezse sâdık değildir.”1530 Yani, özetle, Müslümanların imâmına, mâsiyet olmayan, yani Allah’a isyâna götürmeyen hususlarda itaat farzdır.
İslâm Devlet Başkanı Olarak Ulu’l-Emr ya da Halife
Siyasî anlamda “halîfe” veya “ulu’l-emr”: Bey’at sonucu mü’minler adına tasarruf (yönetme) yetkisine sahip olan ve Allah’ın indirdiği ahkâmın adâlet ve istişâre ile tatbikini sağlayan kimse demektir.
Hilâfetin akdî temeli, ümmetin halifeyi seçme hakkı bulunduğu esasına dayanır. Ulu’l-Emr veya Halife, özel bir seçim olan bey’atla seçilir. Ehl-i Hal’ ve’l-Akd denilen ümmetin seçkin temsilcileri tarafından bey’atla seçilerek görev alır. Bu kurumun; imam veya halife denen ulu’l-emr küfre meyleder, açıkça fısk olan işleri yapar, yönetimi hakkıyla icrâ edemeyecek duruma düşerse halifeyi azletme (hal’ etme) yetkisi vardır. Halife, şeriatı, bu seçkin temsilcilerden oluşan organla
1527] Buhârî, Ahkâm 1; Müslim, İmâre 33; Nesâî, Bey’at 26; İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 5/64-65
1528] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 5/65
1529] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 5/65
1530] Buhârî, Şirb 2, Hiyel 12; Müslim, İman 173, h. no: 108; Ebû Dâvud, Büyû’ 62, h. no: 3474, 3475; Nesâî, Büyû’ 6, h. no: 7, 247
- 254 -
KUR’AN KAVRAMLARI
istişâre ederek icrâ eder. Bu organ, aynı zamanda şûrâ organıdır.
Halifelik, bütün ümmetin bağlılığını gerektirecek şekilde, dini ve müslümanları, tüm insanî özellikleri korumak, sosyal hayatı idare etmek konusunda Hz. Peygamber’e halef olmak demektir. İslâmî devlet yönetiminde olmazsa olmaz olan temel esaslar: Bey’atla başa geçen halifelik/imamlık, adâlet (Allah’ın indirdikleriyle hükmetmek) ve şûrâ prensipleridir. Bey’atla işbaşına gelmeyen, adâlet ve şûrâ prensiplerine yeterince uymayan kişi, müslümanların ulu’l-emri olamaz.
Ulu’l-Emrin Görevleri
1- Allah’ın hükümlerini tatbik etmek,
2- Namazları, özellikle Cuma ve Bayram namazlarını kıldırmak,
3- Zekât ve diğer vergileri toplamak,
4- Kadıları (hâkimleri) ve valileri tâyin etmek,
5- İslâm devletinde yaşayan fertlerin malını, canını, dinini, ahlâkını, neslini korumak,
6- İslâm devletinin sınırların korumak, cihadı tanzim etmek,
7- Orduları hazırlamak, seferberlik emri vermek, komutan tayin etmek ve gerekirse
komutanlık yapmak,
8- İslâm devleti içinde zulme uğrayanlara veya ihtiyaç sahibi olanlara yardım etmek,
9- İslâm devletinde yaşayan fertler arasındaki ihtilafları çözmek ve fitneleri engellemek.
Hz. Peygamber, hayatta olduğu sürece peygamberlik görevinin yanısıra devlet başkanlığını da şahsında toplamıştı. Bu nedenle Hz. Peygamber hayatta iken, kurulan ilk İslâm devletinin başkanını belirlemek gibi bir problemle karşılaşılmış değildi. Diğer taraftan Peygamberimiz, kendisinden sonraki halifeyi/ulu’l-emri belirleyen herhangi bir söz de söylememişti. Durumun böyle olması nedeniyle Hz. Ebû Bekir (r.a.) halife seçilene kadar bazı farklı görüşlerin ortaya çıktığını görüyoruz. Ancak bu durumlar geçici ve oldukça kısa bir süre için sözkonusu olmuş; bir müddet sonra unutulup gitmiştir. Yani bu görüş ayrılıkları Hz. Peygamber’in vefatından sonra Hz. Ebû Bekir halife seçilinceye kadar devam etmiş ve onun seçilmesiyle son bulmuştur. Hz. Ebû Bekir, halife seçildikten sonra yaptığı konuşmada şunları söyledi: “İnsanlar! Sizin en iyiniz olmadığım halde başınıza getirildim. İyi davranırsam bana yardımcı olun; saparsam düzeltin beni. Doğruluk emanet, yalan hıyânettir. İçinizdeki güçsüz, hakkını alıncaya kadar benim yanımda güçlüdür. İçinizdeki güçlü de, Allah’ın izniyle hakkı ondan alınıncaya kadar benim yanımda zayıftır. Sizden kimse cihadı terketmesin; çünkü onu terkeden bir kavmi, muhakkak Allah zillete düşürmüştür. Allah'a ve Rasûlüne itaat ettiğim sürece bana itaat edin. Allah’a âsi olursam, bana itaatiniz gerekmez!” Hilâfet kurumunda bu ilk mesaj, bir yandan onun kişiliğini ve görev anlayışını dile getirirken; bir yandan da, “hilâfet”in hangi temellere dayandığını ve varlık gâyesini açıklamaktadır.
ULU’L-EMR
- 255 -
Râşid Halifeler; Örnek Ulu’l-Emrler
Rasûl-i Ekrem’den sonra, müslümanların devlet ve hükümet reisine “Rasûlullah’a halef olan” anlamında “halife” denmiştir. Bu halifelerin ilk dördü hemen her yönüyle örnek halifelerdir. Bunlara hulefâ-i râşidîn/râşid halifeler denir.
Hz. Peygamber’den (s.a.s.) sonra gelen ilk dört halifenin hilâfet süreleri, Saâdet Asrının ikinci dönemini teşkil eder. İslâm hukukçularının büyük bir çoğunluğu, bu dönemdeki uygulamalara, alınan kararlara büyük bir önem verir ve bunları İslâm hukukunun kaynakları arasında görürler. Çünkü onların uygulamaları Hz. Peygamber’e zaman itibariyle en yakın olmak, O’nun eğitiminden geçmiş olmak, vahyin nüzulüne tanık olmak, sünneti yakından tanımak gibi ayırıcı özellikler nedeniyle önem taşır, başkalarının fikir ve düşüncelerine göre üstünlük arz ederler. Hakkında nass bulunmayan konularda Râşid Halifelerin uygulamaları oldukça değerlidir. Bunun nedeni ise, onların hem veliyyü’l-emr olarak mü’minlerin kendilerine itaat etmekle yükümlü olmaları; hem de İslâm’ın özünü en iyi kavramış bulunmalarıdır. Bununla ilgili verilecek örnekler pek çoktur. Mesela, Hz. Ebû Bekir'in zekât vermeyenlerle ilgili olarak aldığı kararlar, Hz. Ömer’in (r.a.) Irak topraklarıyla ilgili görüşleri ve bunları etrafındakilere de delilleriyle birlikte açıklayıp kabul ettirmesi, Hz. Ali’nin (r.a.) Hâricilerle savaşmak ile ilgili tutumları kendi konumlarında olduğu gibi, sonra bunlardan çıkarılan sonuç ve hükümlerle ilgileri bakımından oldukça önemlidir.
Çünkü bütün bunlarla ilk defa karşılaşılıyordu ve bunların İslâmî bir çözüme bağlanmaları gerekli idi. Yine Hz.Peygamber’in vefatından hemen sonra onun yerine geçecek devlet başkanını belirlemek konusu ortaya çıktı. Hz. Ebû Bekir'den sonra gelen diğer üç halife de farklı şekillerde belirlendi. Onlar ile ilgili durumlar İslâm hukukunda devlet başkanının başa geçiş yollarının farklı olabileceği görüşünü belirledi. Bu konuda kesin ve açık bir hükmün bulunmayışı, bu tabii sonucu doğurmuştur. Bu ise İslâm'ın, her çağda her toplum için uygulanabilir olmasının kanıtları arasındadır. Hulefâi Râşidîn’den sonra Muaviye’nin hilâfete geçmesiyle birlikte, hilâfetin tarihinde saltanatın egemenliği de başlamış olur. Artık, 4 halifeden sonra kâmil anlamda halifelik değil; eksik halifelik veya ismi halifelik olan saltanat başlamış oldu. Emevîlerden toplam 14 halife/sultan işbaşına geçti. Emevilerden sonra Abbasilerin uzun saltanat dönemleri başlar. Abbasilerden de toplam 37 halife/sultan hüküm sürmüştür. Abbasilerden sonra, 1924’teki ilgâsına kadar hilâfet Osmanlılarda kaldı. 29 halife/padişahın idaresindeki Osmanlılardaki hilâfet de ondan öncekilerden pek farklı değildi. Hilâfet kurumu, 23 Mart 1924’de T.B.M.M.’nin 431 nolu kanunuyla tam 1293 yıl devam ettikten sonra şimdilik tarihe terkedilmiştir.
Hilâfetin akdî temeli, ümmetin halifeyi seçme hakkı bulunduğu esasına dayanır. Halife, özel bir seçim olan bey’atla seçilir. Ehl-i Hal’ ve’l-Akd denilen ümmetin seçkin temsilcileri tarafından bey’atla seçilerek görev alır; bu kurumun halife küfre meyleder, açıkça fısk olan işleri yapar, yönetimi hakkıyla icra edemeyecek duruma düşerse halifeyi azletme (hal’ etme) yetkisi vardır. Halife, şeriatı, bu seçkin temsilcilerden oluşan organla istişâre ederek icra eder. Bu organ, aynı zamanda şûrâ organıdır.
Halifelik, bütün ümmetin bağlılığını gerektirecek şekilde, dini ve
- 256 -
KUR’AN KAVRAMLARI
müslümanları, tüm insanî özellikleri korumak, sosyal hayatı idare etmek konusunda Hz. Peygamber’e halef olmak demektir. İslâmî devlet yönetiminde olmazsa olmazlardan biri bey’atla başa geçen halifelik/imamlık, adâlet (Allah’ın indirdikleriyle hükmetmek) ve şûrâ prensipleridir. 1531
Kur’ân-ı Kerim’de: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan (müslüman) emir sahiplerine (ulu’l-emre) de itaat edin. Eğer bir şey hakkında ihtilafa düşerseniz, onu (ihtilaf konusunu Allah’a ve Rasûlüne havâle edin. Eğer Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız (böyle yapın). Bu hem hayırlı, hem netice bakımından daha güzeldir. Sana indirilene de Senden evvel indirilmiş olan (kitap)lara da iman ettiklerini boş yere iddia edenlere bir bakmadın mı ki; onu inkâr etmeleriyle emrolundukları halde, yine tâğutun huzurunda muhakeme edilmelerini arzu ediyorlar. Şeytan da onları uzak bir sapkınlıkla büsbütün saptırmak ister.” 1532 Mü'minlerin kime, hangi şartlarda ve nasıl itaat edecekleri, neyi kesinlikle reddedecekleri burada açıkça izah olunmuştur. Rasûl-i Ekrem’in (s.a.s.), “Kim ulu’l-emre itaatten bir el kadar ayrılırsa, kıyamet gününde Allah’a, fiili (ameli) hususunda lehinde hiçbir hücceti olmayarak kavuşacaktır. Kim de boynunda (ulu’l-emre) beyatı olmayarak ölürse, câhiliyye ölümü ile ölür.” 1533 buyurduğu rivâyet edilmiştir. İslâmî eserlerde “halife”, “imam”, “ulu’l-emr” kavramları hep aynı mâhiyeti beyan için kullanılmıştır.
Hanefi fıkıh bilginlerinden İbn Hümam, mü'minlerin kendi içlerinden halife/imam seçmelerinin sebebi, İslâm'ın hükümlerini edâ etmek içindir demektedir.1534 İmam Nesefî de bu konuda şunları söyler: “Üzerimizde İslâm devlet başkanı olan halifeyi/imamı seçilmiş görmeden bir günün geçmesi caiz değildir. İmam, devlet başkanı olan halifedir. İmametin/hilâfetin hak olduğunu kabul etmeyen kimse dinden çıkar. Çünkü dinî hükümlerden bir kısmının farz olması, imamın varlığına bağlıdır. Cuma namazı, bayram namazı ve yetimleri evlendirmek gibi... İmamı inkâr eden kimse, farzları inkâr etmiş olur (En-Nesefî, Bahrü’l-Kelâm fi Akaidi’l-Ehli’l-İslâm). Tarihî kaynaklarda, Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)’in vefâtından sonra sahâbîlerin Rasûlullah’ı defnetmeden önce halife seçme hususunda titiz davrandığı kayıtlıdır.
Kâfirlerin, tâğutî güçlerin; Allah’ın indirdiği hükümlere mukabil olmak ve onların yerine geçmek üzere koydukları hükümleri reddetmek farzdır. Onların, mü’minler üzerinde velâyet hakkının bulunmayacağı hususu kat’idir. Dolayısıyla mü’minler; kâfirlerin veya mürtedlerin istilasına uğrarlarsa, kuvvetle başlarına geçen bu yönetimi kabul etmezler. Onlara karşı cihadın farz-ı ayn olduğunu bilirler. Nitekim İmam Serahsi; “Cihaddan maksat; müslümanların emniyet içerisinde bulunmaları, din ve dünya işlerini yürütme imkânına kavuşmalıdır” der. İstila altında iken dahi mü’minlerin müstevlilerin liderine itaat etmeyip kendi içlerinden bir halife/imam seçmeleri vaciptir. 1535
1531] Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 2, s. 424
1532] 4/Nisâ, 59-60
1533] S. Müslim, 2/1478, hadis no: 1851; ayrıca S. Buhari, Ahkâm, 8/105
1534] İbn Hümam, Kitabü’l-Müsâyere, s. 265
1535] Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, s. 181-182
ULU’L-EMR
- 257 -
İmam; Ulu’l-Emr’in Diğer Adı
“İmam” kelimesinin sözlük anlamı; önde olan, kendisine uyulan, önder, lider demektir. “İmam” kelimesi, anne demek olan “el-ümm” kelimesinden türemiştir. “Ümmet” kavramı da aynı köke dayalı olarak; bir köke, bir öze, bir anne gibi asıla bağlı olan mânâsına gelir.
“İmam”, bir anlamda “ümmet”in önderidir. “İmam”, kendisine uyulan bir liderdir. Bir kök durumundadır ve arkasında bir cemaat vardır. Bu cemaat de bir imamın/önderin peşinde olduğu için “ümmet” adını almaktadır. Ümmetsiz imam, imamsız ümmet olmaz.
İslâm hukukunda “imâmet”, dünyayı din ile idâre etmekte peygamberliğe vekâlet etmektir. Müslümanların işlerini yönetmek için Rasûlullah’a vekil olana da imam denir. “İmam”, müslümanların özel bir seçim sistemi olan “biat”ı ile seçilen, ümmetin (müslüman toplumun) din ve dünya siyasetini idare etmek üzere seçilmiş müslüman önderlere denir. Bu mânâda ‘imam’, İslâm’la yönetilen bir ülkenin müslüman başkanıdır. Bu imama “ulu’l-emr”, “halîfe”, “emîru’l-mü’minîn” de denilir. Mü’minler, kendi zamanlarında müslümanların serbest biatıyla (özel seçimiyle) iş başına gelen imama tâbi olmak durumundadırlar. Böyle bir imama biat etmeden ölen müslümanlar hata etmiş olurlar.
Namaz kıldırmak için önde olanlara da, “namaz imamı, namazda önder” denmiştir. Çünkü o da namazda önde bulunmaktadır ve arkasında bir cemaat (bir ümmet) namaz için toplanmaktadır. Namazda ümmet durumunda olan cemaat, ümm (ana, kök, asıl, önder) durumundaki imama yani cemaatin liderine uymaktadırlar.
Peygamberimiz’in kızı Hz. Fâtıma (r. anhâ) ile Hz. Ali’nin (r.a.) soyundan gelen önderlere de “imam” adı verilmektedir. Bu temiz soydan silsile yoluyla gelen önderlere ‘Ehl-i Beyt imamları’ denilmektedir ki sayıları on iki tanedir.1536 İmam Ali, İmam Câfer-i Sâdık, İmam Zeynelâbidin gibi.
Dikkat edilirse, bunların tümünde bir önderlik ve peşinde olan bir cemaat olgusu (ümmet) söz konusudur. “İmam”, özet olarak, bir topluluğa önder olan demektir. Günümüz Türkiye’sinde, imam kavramının diğer bütün anlamları kaybolmuş ve yalnızca namaz/câmi imamlığı mânâsı kalmıştır. O da, çoğunluğun kafasında basit karşılığı olan bir kavramdır.
Görünen o ki, bugün paramparça olan İslâm ümmetini ilimde, siyasette ve toplumsal hayatta bir araya toplayacak müslüman imamlara -önderlere, rehberlere- ihtiyaç vardır. Müslümanların biatıyla (özel ve serbest tercih ve onaylamasıyla seçilmiş) halifelere de ‘imam’ denildiğini tekrar hatırlayalım. Müslümanlar, bu şekilde seçilmiş bir imamın önderliğinde her tür işlerini ve ibâdetlerini daha iyi yerine getirirler, yaşadıkları coğrafyayı daha iyi ıslah ve tanzim ederler.
Müslümanlar, her devirde bol miktarda meydanda olan “küfür ve şirk” imamlarını çok iyi tanımalı, onların peşinden gitmemelidir. Onların kurduğu düzenlere, ortaya koydukları dünya görüşlerine ve hayat anlayışlarına karşı dikkatli olmalıdır. 1537
1536] Bk. Buhârî, Ahkâm; Müslim, İmâre 9, hadis no: 1821
1537] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 302
- 258 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Rasûlullah’ın vefatını müteâkip ashâbın imam/halîfe seçtikleri ve İslâm ümmetinin imamsız bir zamanının geçmesine rızâ göstermedikleri tevâtüren sâbittir. Nitekim Hz. Ebûbekir, meşhur ilk hutbesinde buna işaret ederek diyordu ki; “Haberiniz olsun ki, Muhammed (s.a.s.) vefat etmiştir ve bu dini ayakta tutacak bir reise mutlaka ihtiyaç vardır.” Muhtemel bir zararın defedilmesi ve ümmetin çeşitli maslahatı bakımından da imam/halîfe seçilmesinin vâcip olduğunda icmâ edilmiştir. Bu nedenle herkes Hz. Ebûbekir’in sözünü yürekten kabul etmiştir. 1538
Taftazânî, şunları da söylemektedir: “İmâmet-i kübrâ meselesi, itikadî esaslardan olmayıp fıkhı ilgilendiren bir meseledir. Fıkıh kitaplarımızda zikredilmiştir ki; millet için, dini yaşatacak, sünneti ayakta tutacak, mazlumları koruyacak ve haklıyı haksızdan ayıracak bir başkana/imama mutlaka ihtiyaç vardır.1539 İmamın seçimi ise; “ehl-i hall ve’l-akd”in seçmesi ile olur. Diğer bir görüşe göre; daha evvelki imam tarafından bir tavsiye ile beraber halkın ileri gelenlerinin bey’atından ibârettir. Bu iki görüş arasında gerçekte büyük bir ayrılık yoktur. Bu ihtilâf, ilk halîfelerin tesbit tarzından ileri gelmektedir.
Müslümanların Ulu’l-emri Olan İmamda Aranan Şartlar: İmamın mükellef, müslüman, hür ve erkek olmasından başka şu şartları da taşıması gerekir:
1- İlim: İmâmete aday gösterilecek kimse, Allah’ın insanlara bildirdiği kanunlarını tam mânâsıyla bilip derinliğine nüfuz edecek kadar âlim olmalıdır.
2- Adâlet: İmamlığa aday olacak kimsenin âdil olması gerekir. Bu makam, adâletle iş görmesi gereken bütün diğer makamları idare ve kontrol eden bir makamdır. O halde imamın her şeyden evvel âdil olması gerekir. Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenlerin, zâlilmlerin ta kendisi olduklarından1540 İmamların, Allah'ın hükmünü gereken titizlikle uygulamaları şarttır. Yine adâlet, fıskın (fâsıklığın) zıddı olduğundan, âdil olması gereken imamın, günahlarda ısrar eden veya büyük günah işleyen birisi olmaması gerekmektedir.
3- İktidar ve ehliyet: Dinin korunması, düşmanla savaş, Allah’ın hükmüne uygun çeşitli kanunların çıkarılması, İslâm’a uygun hükümlerin konulması ve şer’î cezaların (hadlerin) tatbik edilmesi gibi birçok hususta imamın, zamanında karar vermesi ve bu kararı yerinde tatbik edebilecek ehliyete ve fevkalâde bir siyâsî basîrete sahip olması gerekir. Bazı eserlerde ayrı birer sıfat olarak zikredilen cesaret, ictihad ve rey sahibi olması da iktidar ve ehliyetin içinde değerlendirilebilir.1541
4- Bünyesinin sağlam ve ârızâsız olması: İmâmet makamına gelecek kimsenin delilik, körlük, sağırlık, dilsizlik, iki el ve ayağının yokluğu gibi noksanlıklardan berî ve duyularının sağlam olması lâzımdır. Çünkü bu noksanlıklar, imamın üzerine aldığı işleri başaramamasının sebeplerindendir. Bu bakımdan eğer bu eksiklikler, şahsın sadece görünüşünü ilgilendiren cinsten ise, o zaman bu şart, bir kemal şartı olur.1542 Meselâ körlük, sağırlık, dilsizlik sebebiyle imam azledilir; fakat ağır işitmek ve kekemelik sebebiyle azledilemez.
1538] Taftazânî, Şerhu’l-Makasıd II/271
1539] Taftazânî, a.g.e. II/27
1540] 5/Mâide, 45
1541] Taftazânî, a.g.e. II/271
1542] İbn Haldun, Mukaddime I/342-343
ULU’L-EMR
- 259 -
İmâmet makamına gelecek kimsenin Kureyş’li olmasına gelince; “İmamlar Kureyştendir“ hadis-i şerifi ile ileri sürülen bu şartı, bazı âlimler, meselâ Ebûbekir Bâkıllâni gibi ilim adamları kabul etmemişlerdir.1543 Bu hususta İbn Haldun’un görüşü şudur: “Halîfenin/imamın Kureyş’ten olmasının şart koşulmasının asıl sebebi, Kureyş’in devleti idare ve koruma kudretine sahip olduğu ve çekişmeleri ortadan kaldırabildiği içindir. Şâri’, hüküm ve kaideleri yalnız bir kavim, bir asır ve sadece bir toplum için ortaya koymamıştır. Müslümanların idaresi başında bulunacak kavmin, devleti idare ve koruma kuvvetine sahip ve kendi zamanında diğer kavimlerden üstün olması şarttır. Şâri’in maksadı herhalde işte budur. Bu açıklamalardan halîfeliğin, her asırda Kureyş’e mahsus olacağı değil; her ülkenin o zamanda devleti idare etme kudretine sahip olan kavmin elinde olacağı anlaşılır ve o kavim devletin başına geçer.” 1544
“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (emir sahiplerine) itaat edin.”1545 Bu âyet-i kerimeye göre, imama/halîfeye itaat farzdır. Yalnız, bu itaat imamın Allah’ın emrine uyması ile kayıtlanmıştır. “Allah’a isyan konusunda yaratılmışlara itaat edilmez.”1546 “Ma’siyet emredilirse, ne dinlemek vardır, ne de itaat!” 1547
Eğer halîfe Allah’ın emrine uymazsa, kendisi ikaz edilir; dinlemezse azledilir. Nitekim Hz. Ebûbekir (siyasetin düsturu sayılan) meşhur ilk hutbesinde bu hususu şöyle açıklar: “Ben, sizin en hayırlınız olmadığım halde başınıza geçmiş bulunuyorum. Eğer doğru yolda yürürsem bana yardım ediniz; doğrudan saparsam bana gerçek yolu gösteriniz. Doğruluk emânet; yalan ise hiyânettir. İçinizde zayıf bir kimse, hakkını kendisine vererek rahatlatıncaya kadar nazarımda kuvvetlidir. Kuvvetli de, başkasının hakkını ben kendisinden alıncaya kadar yanımda zayıftır. Hiç biriniz Allah yolunda cihadı terk etmesin; çünkü cihadı terk eden kavmi Cenâb-ı Allah zillete düşürür. Bir kavimde de kötülükler yayıldımı, Allah onları genel belâlarla terbiye eder. Ben Allah ve Rasûlüne itaat ettiğim müddetçe bana itaat ediniz. Eğer Allah ve Peygamberine itaat etmezsem sizin de bana itaatiniz gerekmez!”1548 Taberînin bu naklinden de anlaşıldığı gibi, imâmet makamında olan kimseye Allah ve Rasûlüne bağlı olduğu müddetçe itaat edilir. Allah’a karşı isyan eden bir kimseye itaat etmeme, İslâm’da çok meşhur ve bilinen bir prensiptir. 1549
Başında Ulu’l-Emr Olan İslâm Devletinin Temel Özellikleri
Kur’an’da imâm ve imâmetle ilgili âyetler, ahkâmla ve Allah’ın indirdiğiyle hüküm konusunu içeren âyetlerle birlikte değerlendirildiğinde, bu konudaki hadis-i şerifler ve İslâm âlimlerinin görüşleri ışığında şu gerçekler ortaya çıkar:
1- İslâm, yönetim sahasında mükemmel bir sistem getirmiştir. Bu, İslâm’ın her zamana ve her yere uygun olduğunu, evrensellik ve kapsamlılığını bize gösterir.
1543] Bk. İbn Haldun, Mukaddime, 345
1544] İbn Haldun, Mukaddime, I/345-347
1545] 4/Nisâ, 59
1546] Müslim, İmâre 38, hadis no: 1839
1547] Buhârî, Ahkâm 4; Müslim, İmâre 38, hadis no: 1839
1548] et-Taberî, Târihu’r-Rusül ve mülûk, IV/1829
1549] Geniş bilgi için bk. El-Mâverdî, el-Ahkâmu’s-Sultâniyye, terc. Ali Şafak, s. 5-25; Ahmet Yaşar, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 143-144
- 260 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Bu düzen ebedîdir ve kıyâmete kadar da tatbiki mümkündür. Bu ümmetin sonra gelenlerine yaraşacak sistem, önce gelenlerine yaraşan ve “asr-ı saâdet” örneğinde ortaya çıkan sistemden başkası değildir.
2- İmâmetin vâcip oluşu, Kitap, sünnet, icmâ ve şer’î kurallarla sâbittir. Bu ümmetin temsilcileri olmaları, bu önemli konuda ümmetin vekili olmaları bakımından “ehl-i hal ve’l-akd”e yöneltilen bir farz-ı kifâyedir. Ehl-i hal ve akd bu işte zayıflık gösterirse, bu vâcibin yerine getirilmesi için gücü yeten her müslüman gayret göstermedikçe kendilerini vebalden kurtaramaz ve gücü yetip de bu faâliyeti göstermeyen herkes günahkâr olur.
3- “İslâm, hüküm alanında bir düzen getirmemiştir. ‘İslâm devleti’ diye bir şey olmaz. Müslümanlara câhiliyye düzenlerinden farklı bir İslâm devletini kurmak farz kılınmamıştır” diyenlerin iddiâsı kesinlikle bâtıldır, geçersizdir.
4- İmâmet vesiledir; gâye değildir. Gâye, Allah’a ibâdet/kulluk yaparak O’nun rızâsını kazanmaktır. İmâmet ümmetin hayır ve adâlet üzere kalmasını, hakkın hak, bâtılın da bâtıl olarak kabul edilip bunun geçerli kılınmasını sağlamaya bir vesiledir. O ümmet ki, iyiliği emreder, kötülükten sakındırır ve Allah’a inanır; O’nun indirdikleriyle hükmetmek için Kur’an’a uygun düzenin oluşması için gayret eder. Kendisinin ve toplumunun, İslâmî değişim ve dönüşümü için tüm gayretlerini seferber eder; bu gayretlerini de, beşerî metotlara göre değil; Allah’ın çizdiği hudûda ve Rabbânî usûle göre ortaya koyar.
5- İmâmetin hedeflerinin en önemlisi, dini korumak, dünyayı da din ile yönetmektir. Bu ise, imamın boynuna takılan görevlerin en önemlisidir. Zira din ile siyaseti/yönetimi ayıran ve dünyayı bu dinin dışında yöneten mü’min olamaz.1550 Dini siyasetten ayırıp “din başka, devlet başka” deyince; devlet dinsiz, din de devletsiz/güçsüz kalacaktır.
6- İzzet, şeref ve İslâm ümmetinin ayakta kalışı, ancak Allah’ın kitabı ve Rasûlü’nün sünnetinin hükmüne dönmekle mümkündür. Dini koruyup müslümanlara izzet ve şereflerini iâde etmek, İslâmî hilâfeti/imâmeti oluşturup onun uygulanmasına çalışmakla gerçekleşebilir.
7- İmâmete geliş usûlü, Kur’an ve sünnet ilkeleri çiğnenmemek şartıyla ümmete bırakılmıştır. Râşid halîfelerin iş başına geliş şekilleri ve bey’atın yapılış tarzı örnek alınmalı ve bu örnekler çağa uyarlanabilmelidir.
8- İmâmete dayalı sistemde 3 ana esas dikkate alınmalıdır. Bunlar; “bey’at” denilen İslâm’a has özel seçim sistemi, “adâlet” denilen Allah’ın indirdiğiyle hükmetme1551 ve zerre kadar haksızlık yapmama gayreti, “istişâre” denilen emin ve ehil kimselerle, işinin uzmanı ve dinini yaşayan takvâ sahibi güvenilir kişilerle danışarak onların öneri, eleştiri ve tavsiyelerini dikkate alma şeklindeki uygulamadır.
9- İmamı seçme yetkisine sahip olanlar, “ehl-i hal ve’l-akd” diye isimlendirilen ümmetin en âlim ve seçkinleridir. Demokrasilerde olduğu gibi seçime bütün insanlar direkt olarak katılamaz. Şûrâ’ya da bundan dolayı, en uygun ve en akıllı
1550] 5/Mâide, 44
1551] 5/Mâide, 45
ULU’L-EMR
- 261 -
olanlar seçilir. Çağdaş demokrasilerde olduğu gibi milletvekili olabilmek için insanları iknâ etmeye (kandırmaya) ve bu uğurda boş yere ve çokça para harcamaya ve propaganda yapmaya gerek de yoktur.
10- İmâmet verâset yoluyla (babadan oğula) intikal etmez. İslâm, bir ırka, bir soy ve kabileye ayrıcalık verme anlayışını kabul etmez. Krallıkla imâmetin bir farkı da; birinde soy, diğerinde ehliyet/yetenek ve en uygun olanı belirlemenin öne çıkmasıdır.
11- Bey’at, imâmete lâyık bir imamın bulunduğu vakit müslümanın boynuna borçtur. Aksine bir tavır, kişinin câhiliyye ölümü ile ölmesini sonuçlandırabilir. Keyfî ve indî gerekçelerle bey’atı bozmak da, meşrû imamın meşrû her emrine en küçük bir itaatsizlik de haramdır.
14- Devrim yoluyla ve zorla imâmete geçmek, şer’î bir yol değildir. İmâmet, ümmetin bey’atı olmaksızın gerçekleşmez.
15- İmam adayının o makama ehil olabilmesi için imâmete ait şartları taşıması gerekir.
16- İmamın, mevcut insanların en faziletlisi olması şart değildir. Zaten bunu tesbit de mümkün olmayabilir. Evlâ olan, faziletlilerden biri olması, müslümanlara en faydalı ve en uygun olanının seçilmeye çalışılmasıdır.
17- Ümmetin maslahatıyla ilgili olarak imamın üzerinde birçok görev vardır. Bunları imamın yerine getirme zorunluluğu ve sorumluluğu vardır. Fakat bu görevleri yerine getirebilmesi için kendisine yardım edilmesi, kendisinin ümmet üzerindeki haklarındandır.
18- Âdil imama karşı çıkmak ve fitneyi uyandırmak haramdır, büyük günahlardandır. Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmettiği ve ma’siyeti emretmediği müddetçe imama itaat vâciptir. Şeriata ters düşen yerde, Allah’a isyan kabul edilecek durumlarda itaat ise haramdır. İmamların otoritesi, Kitap ve sünnete uygun davranmasına bağlıdır. Allah’a itaat ettiği müddetçe kendilerine itaat edilir. Allah’a karşı geldiklerinde de kendilerine karşı gelinir. Yaratıcı’ya isyanda mahlûka itaat yoktur. Kim isyanda onlara itaat ederse, günah hem emredene ve hem de emri uygulayanadır.
19- Şûrâ, meşrû ve gereklidir. İmamın seçilmesi ânında şûrânın olması vâcip olduğu gibi, halkın işlerinin düzenlenmesinde de şûrâ gereklidir. Bu, halkın direkt veya dolaylı seçimiyle oluşabilecek “Danışma Meclisi” şeklinde seçilecek milletvekillerinden veya İslâm’a ters düşmeyen çağın anlayış ve ihtiyaçlarına uygun farklı şekillerde istişâre meclisinden oluşabilir.
20- İslâm hukuk sistemi ve yönetim tarzı, geçmişte ve bugün uygulanan beşerî sistemlerin tümünden farklı özelliklere sahiptir. Güttüğü amaç, gâyeye götüren araçlar vesileler, hedefler, dayandığı kaynak/referans, ulaşmak istediği hedef... yönünden sayılamayacak farkı vardır. O, beşerî düzenlerden çok ayrı bir sistemdir. Onunla beşerî hüküm, rejim ve kanunları kıyaslamak mümkün değildir. 1552
1552] Süleyman ed-Demirci, El-İmâmetu’l-Uzmâ, İslâm’da Devlet Başkanlığı, s. 491-493
- 262 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kur’ân-ı Kerim’de Ulu’l-Emr Kavramı
Kur’ân-ı Kerim’de “Ulu’l-Emr” kavramı iki yerde geçer: 4/Nisâ, 59; 83. Ulu’l-Emr terimiyle hemen hemen aynı anlamda kullanılan “önder” anlamında “imam” kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de tekil olarak 7, çoğul olarak da 5 olmak üzere toplam 12 yerde geçmektedir. Kur’ân-ı Kerim’de “Halîfe” kelimesi 2 yerde, onun çoğulları “Halâif” ve “Hulefâ’ ” kelimesi de 7 yerde zikredilir.
Ülül’l-emr veliyyü'l-emr'in çoğuludur. Kur'ân-ı Kerim'de ulu’l-emr tâbirinin geçtiği ilk âyette, onlara itaat emri yer alır.1553 Ulu’l-emr tâbirinin geçtiği bu âyetten önceki âyet, emânetlerin ehline verilmesi ve adâletli hüküm verilmesini istemektedir. 4/Nisâ, 59 âyeti, bunun devamı niteliğinde, itaat konusunu ele almakta ve itaatin Allah’a, Peygamber’e ve ulu’l-emre gösterileceğini, çekişme durumunda çözümün, Allah’a ve peygamber’e götürülerek bulunacağını belirtmektedir. 4/Nisâ, 60 âyeti ise, Kur’an’a ve önceki kitaplara iman ettiklerini iddiâ eden bazılarının, tâğutun önünde muhâkeme olunmalarını istediklerini açıklıyor. Bu durumda peşpeşe gelen bu üç âyetin, öncelikle, “kamu işleri”ni ele aldığını düşünebiliriz; işin ehline verilmesi, adâletli hüküm verme, ulu’l-emre itaat edilmesi. Âyette geçen ulu’l-emr ifâdesi de öncelikle, kamu/siyaset işlerini yürütenler biçiminde anlaşılabilir.
Daha sonraki âyetler1554 ise, münâfıkların itaatsizliklerini dile getirmekte ve peygamberlerin itaat edilmek üzere gönderildiklerini belirtmektedir. 4/Nisâ, 65 âyeti, konuyu daha da pekiştiricidir. “Rabbine andolsun ki aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tâyin edip sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe iman etmiş olmazlar.” 4/Nisâ, 69 âyeti ise, Allah’a, Peygamber’e itaat edenlerin, Allah’ın nimete eriştirdiği peygamberler, sıddıklar/dosdoğru olanlar, şehidler ve sâlihler/iyilerle beraber olacağını bildiriyor.
Ulu’l-emr kelimesinin geçtiği ikinci âyette ise, düzeni temsil eden ulu’l-emr’e itaat ile düzensizliği temsil eden şeytanın izinden gitme, birbirine karşıt iki durum olarak sunulur.1555 Bu âyet, ulu’l-emr tâbirine, daha geniş bir kavram yükler gibidir. Buna göre ulu’l-emr, haberlerden (edinilen bilgilerden) akıl yürüterek birtakım sonuçlar çıkarma gücüne sahiptir, uzman kişilerdir. 1556
4/Nisâ, 59 âyeti, çeşitli ilkeler vazetmektedir:
1- Allah’a ve Rasûlüne her konuda itaat edilmesi şarttır.
2- Allah ve Rasûlünün yanısıra, ulu’l-emre de itaat edilmesi gerekir.
3- Belki ulu’l-emrden, emir sahiplerinden farklı düşünülebilir; ama Allah ve Rasûlünden farklı düşünülemez, onlara kayıtsız şartsız itaat gerekir.
4- Emir sahipleri ile halk arasında veya emir sahiplerinin kendi aralarında bir görüş ayrılığı çıktığı takdirde, meselenin Allah’a ve Rasûlüne götürülmesi lâzımdır.
Burada birkaç husûsun belirtilmesine ihtiyaç var. Birincisi, âyetteki “Allah“
1553] 4/Nisâ, 59
1554] 4/Nisâ, 61-64
1555] 4/Nisâ, 83
1556] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasî Kavramlar, s. 135-136
ULU’L-EMR
- 263 -
ifâdesinden maksat, “Allah'ın Kitabı“, “Rasûl“den maksat da “Hz. Muhammed'in Sünneti“dir. Âyet sadece Hz. Peygamber zamanındaki müslümanlara değil, daha sonra gelecek olan müslümanlara da seslenmektedir ve kendisinden sonra Peygamber'i “sünnet“i temsil etmektedir. İkinci husus, “meseleleri Allah ve Rasûlüne götürmek”, Kur’an ve Sünnet’in lafzına bakarak çözülemeyen bir meseleyi, sözkonusu iki kaynağın rûhuna bakarak çözmek demektir. Üçüncüsü, “emir sahipleri” sarâhatle yöneticilere atıfta bulunduğu gibi, aynı zamanda âlimlere ve müslüman aydınlara da atıfta bulunmaktadır. Haddizâtında, “emir sahipleri” denilirken, müslüman topluluğa yön verme ve önderlik yapma konumundaki her müslüman (etkili ve yetkili kişi) kastedilmektedir. 4/nisâ, 83’deki ulu’l-emr, “isâbetli çıkarımlar yapabilenler“ olarak târif edilmektedir. Bu da göstermektedir ki, İslâm'da emir sahipliği (otorite) veya liderlik basîret ve ilme sahip olanların hakkıdır ve İslâm, babadan oğula geçen, aristokratik veya oligarşik yönetimin hiçbir biçimini kabul etmez. 1557
“Hatırla ki Rabbin meleklere: ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ dedi. Onlar: ‘Biz hamdinle Seni tesbih ve Seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun?’ dediler. Allah da onlara: ‘Sizin bilemeyeceğinizi Ben bilirim’ dedi.” 1558
“Bir zamanlar Rabbi İbrâhim’i birtakım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince; ‘Ben seni insanlara imam/önder yapacağım’ demişti. ‘Soyumdan da (imamlar/önderler yap, yâ Rabbi!)’ dedi. Allah: ‘Ahdim zâlimlere ermez (onlar için söz vermem)’ buyurdu.” 1559
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan ülülemre (emir sahiplerine/idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah’a ve âhirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah’a ve Rasûl’e götürün (onların tâlimâtına göre halledin); bu hem daha hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” 1560
“Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar; hâlbuki onu, Rasûl’e veya aralarında onlardan olan ulu’l-emre (yetki sahibi kimselere) götürselerdi, onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi. Allah’ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız hâriç, şeytana uyup giderdiniz.”1561
“Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler) hususunda sizi deneyip sınamak için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve gerçekten O, bağışlayan, merhamet edendir.” 1562
“Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerini bozarlar ve dininize saldırırlarsa, küfrün imamlarına/önderlerine karşı savaşın. Çünkü onların yemin (diye bir şeyleri) yoktur. (Onlara karşı savaşırsanız) umulur ki küfre son verirler.” 1563
“Her insan topluluğunu, imamları/önderleri ile birlikte çağıracağımız günde kimlerin amel defterleri sağından verilirse, onlar, en küçük bir haksızlığa uğramamış olarak amel
1557] Mustansır Mîr, Kur’ân-î Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, s. 59-60
1558] 2/Bakara, 30
1559] 2/Bakara, 124
1560] 4/Nisâ, 59
1561] 4/Nisâ, 83
1562] 6/En’âm, 165
1563] 9/Tevbe, 12
- 264 -
KUR’AN KAVRAMLARI
defterlerini okurlar.” 1564
“Allah, içinizden iman edip salih amel işleyenlere, onlardan öncekileri halef (güç ve iktidar sahibi) kıldığı gibi, onları da yeryüzünde istihlâf edeceğine (halifeler yapacağına), onlar için râzı olup beğendiği dini temelli yerleştireceğine ve korkularını güvene çevireceğine dair söz vermiştir. Çünkü onlar Bana kulluk eder, hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Bundan sonra inkâr eden kimseler fâsık (yoldan çıkmış) kimselerdir. Namaz kılın, zekât veren, Peygamber’e itaat edin ki, size merhamet edilsin. İnkâr edenlerin, Bizi yeryüzünde âciz bırakacaklarını sanmayın. Varacakları yer ateştir. Ne kötü dönüş yeridir.” 1565
“Ve onlar (iman edip tevbe edenler), ‘Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine imam/önder kıl!’ derler.’’ 1566
“Biz istiyoruz ki, o yeryüzünde müstaz’aflara (güçsüz düşürülenlere) lütufta bulunalım, onları imamlar/önderler yapalım, onları vârisler kılalım (ötekilerin yerini aldıralım).” 1567
“Onları (Firavun ve askerlerini) (insanları) ateşe çağıran imamlar/öncüler kıldık. Kıyâmet günü onlar yardım görmeyeceklerdir.” 1568
“Sabrettikleri ve âyetlerimize yakînî olarak (kesin bir şekilde) iman ettikleri zaman, onların içinden, emrimizle doğru yola ileten imamlar/rehberler yaptık.” 1569
“İnsanları yeryüzünde halîfe (hâkim) kılan O’dur. İnkâr edenin inkârı kendi aleyhinedir. İnkârcıların inkârı, Rableri katında yalnızca kendilerine gazabı arttırır. İnkârcıların inkârı, hüsrandan başkasını artırmaz.” 1570
“Ey Davud! Şüphesiz seni, yeryüzünde halife (hükümran, iktidar sahibi) kıldık. Öyleyse, insanlar arasında adaletle hükmet. Hevâ ve hevese uyma. Yoksa seni Allah yolundan saptırır. Doğrusu, Allah’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin azap vardır.” 1571
Hadis-i Şeriflerde Ulu’l-Emr Kavramı
“Kim ulu’l-emre itaatten bir el kadar ayrılırsa, kıyamet gününde Allah’a, fiili (ameli) hususunda lehinde hiçbir hücceti olmayarak kavuşacaktır. Kim de boynunda (ulu’l-emre) beyatı olmayarak ölürse, câhiliyye ölümü ile ölür.” 1572
“Kim itaatten dışarı çıkar, cemaatten ayrılır ve bu halde ölürse, câhiliyye ölümü ile ölür.” 1573
“Kim itaatten çıkar, cematten ayrılırsa (ve bu halde ölürse) cahiliye ölümü ile ölmüş olur. Kim de körükörüne çekilmiş (ummiyye) bir bayrak altında savaşır, asabiyet (ırkçılık) için gadablanır veya asabiyete çağırır veya asabiyete yardım eder, bu esnada da öldürülürse
1564] 17/İsrâ, 71
1565] 24/Nur, 55-57
1566] 25/Furkan, 74
1567] 28/Kasas, 5
1568] 28/Kasas, 41
1569] 32/Secde, 24
1570] 35/Fâtır, 39
1571] 38/Sâd, 26
1572] Müslim, 2/1478, hadis no: 1851; Buhari, Ahkâm, 8/105
1573] Buhârî, Ahkâm 4; Müslim, İmâret 53, h. no: 1848; Nesâî, Tahrim 28, h. no: 7 -123-; İbn Mâce, Fiten 7, h. no: 3948
ULU’L-EMR
- 265 -
bu ölüm de cahiliye ölümüdür. Kim ümmetimin üzerine gelip iyi olana da, kötü olana da ayırım yapmadan vurur, mü’min olanlarına hurmet tanımaz, ahid sahibine verdiği sözü de yerine getirmezse o benden değildir, ben de ondan değilim.” 1574
“İnsanlar üzerinde olan büyük imam, çoban (gibi)dır. (Çobanın sürüden sorumlu olduğu gibi) O da halkından sorumludur.” 1575
“Kim imama bey’at etmeden ölürse, câhiliyye ölümü (gibi bir ölüm) ile ölür.” 1576
“Üç kişi sefere çıktıkları zaman içlerinden birini emir tâyin etsinler.” “Üç kişi, yeryüzünde bir çölde oldukları vakit, içlerinden birisini emir tâyin etmemeleri onlara helâl olmaz.” 1577
“Kim Bana itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur; kim Bana isyan ederse Allah’a isyan etmiş olur. Kim Benim emîrime itaat ederse Bana itaat etmiş; kim de Benim emîrime isyan ederse Bana isyan etmiş olur.”1578
“Dinleyin ve itaat edin! Üzerinize tâyin olunan vâli/yönetici, başı siyah kuru üzüm gibi Habeş’li bir köle olsa bile sizin aranızda Allah’ın kitabını uyguladığı müddetçe dinleyin ve itaat edin.”1579
“Müslüman bir kimseye, kendisine ma’siyet (Allah’a isyan, günah hususlar) emredilmediği müddetçe, hoşlandığı ve hoşlanmadığı (her) hususta (İslâm devleti yöneticisini) dinleyip ona itaat etmesi gerekir. Eğer ma’siyet emredilirse, ne dinlemek vardır, ne de itaat!” 1580
“Allah’a isyan konusunda yaratılmışlara itaat edilmez.” 1581
Körü Körüne İtaat Yok: Hz. Peygamber (s.a.s.) Ensâr’dan birinin komutanlığında bir ordu yola çıkarır ve komutanlarına itaat etmelerini askerlere tenbih eder. Sefer sırasında bir ara askerlere öfkelenen komutan odun toplamalarını, büyük bir ateş yakmalarını emreder. Odunlar alev alev iyice tutuşunca komutan askerlere yeni bir emir vererek: “Ateşin içerisine kendinizi atın” der. Emri yerine getirmek üzere kalkan askerlerden bâzıları ateşin yanında duraklayarak: “Biz Hz. Peygamber’e (s.a.s.) kendimizi ateşten korumak için tâbi olduk, bir de ateşe mi gireceğiz?” derler ve girmezler. Bu bekleyiş içerisinde komutanın da öfkesi diner. Dönüşte vak’a Hz. Peygamber’e (s.a.s.) anlatılınca, itaat ederken itaatin körü körüne olmaması gerektiğini şu cevâbıyla ifâde eder: “Eğer ateşe girselerdi, ebediyyen çıkamazlardı. Allah’a isyan olan şeyde (kula) itaat yoktur. İtaat mâruftadır, aklın ve şeriatın iyi kabûl ettiği şeydedir.”
1574] Müslim, İmâret 53, h. no: 1848; Nesâî, Tahrim 28, h. no: , 123); İbnu Mâce, Fiten 7, h. no: 3948
1575] Buhârî, Ahkâm 1; Müslim, İmâre, hadis no: 1705; Ebû Dâvud, İmâre 1; Tirmizî, Cihad 7, hadis no: 1705; Ahmed bin Hanbel, 2/54
1576] Müslim, İmâre 58, hadis no: 1851
1577] Ebû Dâvud, Cihad 87; Ahmed bin Hanbel, 2/177
1578] Buhârî, Ahkâm 1, Cihad 109; Müslim, İmâre 33, hadis no: 1853; Nesâî, Bey’at 26, hadis no: 7 -154
1579] Buhârî, Ahkâm 4, Ezan 54, 56; Müslim, İmâre 37; Nesâî, Bey’at 27
1580] Buhârî, Ahkâm 4, Cihad 108; Müslim, İmâre 38, hadis no: 1839; Tirmizî, Cihad 29, hadis no: 1708; Ebû Dâvud, Cihad 86, h. no: 2626; Nesâî, Bey’at 34, h. no: 7 -160-; İbn Mâce, Cihad 40, hadis no: 2864; Ahmed bin Hanbel, 6/111
1581] Müslim, İmâre 38, hadis no: 1839
- 266 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Üç kişi vardır ki, kıyâmet gününde Allah onlarla konuşmaz, onlara bakmaz, onları tezkiye etmez/temize çıkarmaz. Hem onlara elîm bir azap vardır. Bunlar: 1- Kırda fazla suyu olup da onu yolcuya vermeyen, 2- İkindiden sonra bir kimseye bir mal satan ve o malı ‘(kendim) şu kadara aldım’ diye Allah’a yemin ederek, gerçek bunun aksine olduğu halde müşteriyi kendisine inandıran, 3- Bir imama, yalnız dünyalık için bey’at eden, dünyalık verirse sözünde duran vermezse durmayan kimselerdir.” 1582
“Bir kimse imama bey’at eder de ona şaklayan elini ve kalbinin semeresini verirse, elinden geldiği takdirde hemen ona itaat etsin! Başka biri gelir de onunla çekişirse sonradan çıkana itaat etmeyin!” 1583
“Benden sonra sizin (yönetim) işinizi birtakım insanlar üzerine alacaklar, sünneti söndürecekler, bid’atı ihdâs edecekler (uyduracaklar), namazı vakitlerinden geciktirecekler.” Bunun üzerine İbn Mes’ud Rasûlullah’a sordu: “Ben onlara yetişirsem ne yapmalıyım?” Rasûlullah şöyle buyurdu: “Ey Ümmü Abd’in oğlu! Allah’a isyan edene itaat olmaz!” 1584
“Sizden kim yaşarsa çok ihtilâf görecektir. Size vâcip (gerekli) olan Benim sünnetim ve hidâyette olan râşid halîfelerimin sünnetine uymanızdır. Bu sünnetlere tutunun ve azı dişlerinizle ısırırcasına bunlara sıkı sıkı sarılın. Dinde sonradan uydurulan işlerden (bid’atlerden) sakının. (Din ve ibâdet olarak) Sonradan çıkarılan şey bid’attir. Ve her bid’at dalâlettir/sapıklıktır.” 1585
“Nübüvvet hilâfeti otuz senedir. Sonra krallık olur.” 1586
“Sizin aranızda Allah’ın, olmasını dilediği kadar nübüvvet olacak, sonra peygamberliği kalkmasını dilediği zaman kaldıracak. Sonra nübüvvet metodu üzerine hilâfet olacak; o da Allah’ın olmasını istediği kadar olacak. Sonra hilâfeti, kalkmasını dileyince kaldıracak. Sonra ısırıcı krallık olacak. O da Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak. Sonra ısırıcı melikliği, kalkmasını dilediği zaman kaldıracak. Sonra zorba/zâlim krallık olacak. O da Allah’ın, olmasını dilediği kadar olacak. Onu da kalkmasını dilediği zaman kaldıracak. Sonra nübüvvet metodu üzere hilâfet olacak.” 1587
“Benî İsrâili peygamberler yönetirdi. Bir peygamber vefat ettiği zaman yerine (başka) bir peygamber geçerdi. Şu muhakkaktır ki, Benden sonra peygamber yoktur. Ama halîfeler gelecek, hem de çok olacaklardır.” Ashâb: “O durumda bize ne emredersin?” diye sordular. “Birinciye ve ondan sonra gelene yaptığınız bey’atı tutun! Onlara haklarını verin. Çünkü Allah halka, gözetmelerini istediği şeyden soracaktır.” 1588
Câbir bin Semûre (r.a.)’nin rivâyetine göre Rasûlullah şöyle buyurdu: “On iki halîfe olacak.” Râvi Câbir diyor ki; Sonra, bir kelime dedi ki, ben onu işitemedim.
1582] Buhârî, Ahkâm 48; Müslim, İman 173; Tirmizî, Siyer 35, hadis no: 1595; İbn Mâce, Ticâret 30, hadis no: 2207
1583] Müslim, İmâre 46; Ebû Dâvud, Bey’at 25; İbn Mâce, Fiten 9; Nesâî, Bey’at 25; Ahmed bin Hanbel, 2/161
1584] Ahmed bin Hanbel, 5/301, hadis no: 3790; İbn Mâce, Cihad 40, hadis no: 2865
1585] Tirmizî, İlim 16, hadis no: 2676; Ebû Dâvud, Sünnet 5; İbn Mâce, Mukaddime 6, hadis no: 42; Dârimî, Mukaddime 6
1586] Ebû Dâvud, Sünnet 8, hadis no: 4647, 4648; Tirmizî, Fiten 48, hadis no: 2226
1587] Ahmed bin Hanbel, 4/273
1588] Buhârî, Enbiyâ 50; Müslim, İmâre 44, hadis no: 1842; İbn Mâce, Cihad 42, hadis no: 2871; Ahmed bin Hanbel, 2/97
ULU’L-EMR
- 267 -
Babama: “Ne söyledi?” diye sordum. O da; “Hepsi Kureyş’den” dedi.” 1589
“Müslüman bir halka, Allah’ın görüp gözetmek üzere idâreci kıldığı hiçbir kul yoktur ki, onları aldatıp (zulmetmiş) olduğu halde ölürse muhakkak Allah ona cenneti haram etmiş olmasın.” 1590
“Müslümanların idare işini üzerine alıp da onlar için çalışmayan ve hayır istemeyen hiçbir âmir yoktur ki, onlarla (müslümanlarla) birlikte cennete girebilsin.” 1591
“İslâm’ın tutunulması gereken kulpları (yapılması gereken emirleri) tek tek çözülecek; herbir kulp koptukça insanlar önlerindekilere benzeyecekler. O kulpların ilki hüküm (hâkimiyetin Allah’ın olması, Kur’an’la hükmedilmesi), sonuncusu da namazdır.” 1592
“Ümmetim yağmur gibidir; evveli mi, sonu mu daha hayırlıdır, bilinemez.” 1593
Hz. Peygamber’e “cihadın hangisi efdaldir?” diye sorulunca: “Zâlim sultana karşı hakkı söylemektir.” 1594
Hz. Ebû Bekir’e (r.a.) Ahmes’li bir kadın şöyle bir soru sormuştur: “Câhiliyyeden sonra Allah’ın getirdiği bu iyi ve uygun işin (İslâm’ın) bekası ne kadar sürer?” Hz. Ebû Bekir (r.a.): “İmamlarınız sizi (İslâmî) istikamet üzere doğru tuttuğu müddetçe” diye cevap vermiştir. 1595
Hz. Ömer bin Hattab (r.a.) şöyle diyor: “İmamları (yöneticileri) ve rehberleri istikamet üzere oldukları müddetçe, insanlar istikamet üzere olmaya devam edecektir.”1596
Selman’dan (r.a.) rivâyet edilmiştir ki, Halîfe Ömer İbn Hattab (r.a.), Selman’a (r.a.), “halîfe ile melik/kral arasındaki farktan sorduğunda Selman (r.a.) şu cevabı vermiştir: “Müslümanların arazisinden bir dirhem veya daha az veya daha çok toplarsan, sonra da onu lâyık olmayan yere koyarsan (sarfedersen) işte sen bu halinle kralsın demektir. Halîfe ise, halka adâletle davranandır, aralarında adâletli ve düzgün bir şekilde taksimat yapandır, erkeğin ev halkına ve ananın çocuğuna olan şefkati gibi halkına şefkat ve merhamet eden ve Allah’ın kitabıyla hükmedendir”. Kâ’b, bu cevap üzerine şöyle dedi: “Bu mecliste halîfe ile melikin arasını ayırt edecek kimseyi zannetmiyordum. Fakat Allah Selman’a cevabı ilham etti.”1597
Zâlim Yöneticilere Karşı Dikkatli Olunmalıdır: Bir kısım hadislerde, cemiyetteki fitnenin ümerâ, yâni idâreciler zümresinden çıkacağına dikkat çekilerek böylesi âmirlere yaklaşılmaması istenir. Bazı hadislerinde kendisinden sonra, hidâyetten ayrılacak imamların çıkacağını haber veren Hz. Peygamber (s.a.s.), ümmeti için en büyük endişeyi bunların verecekleri fesad ve hâsıl edecekleri
1589] Buhârî, Ahkâm; Müslim, İmâre 9, hadis no: 1821
1590] Buhârî, Ahkâm 8
1591] Müslim, İman 229, hadis no: 142
1592] Ahmed bin Hanbel, 5/251; İbn Hibban, Sahih, hadis no: 257; Hâkim, el-Müstedrek, 4/92
1593] Tirmizî, Emsâl 6, hadis no: 2873
1594] Ahmed bin Hanbel, 5/251; İbn Mâce, Fiten 20, hadis no: 4011-4012; Tirmizî, Fiten 13, hadis no: 2175; Ebû Dâvud, Melâhim 17
1595] Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr 25; Dârimî, Mukaddime 23
1596] et-Tabakatu’l-Kübrâ, İbn Sa’d, 3/292; Beyhakî, Sünen
1597] et-Tabakatu’l-Kübrâ, İbn Sa’d, 3/306; Târihu’l-Hulefâ, es-Süyûtî, s. 140
- 268 -
KUR’AN KAVRAMLARI
helâk ve tahribat sebebiyle duyduğunu da mükerreren ifâde eder.
Tirmizî’nin bir rivâyeti şöyle: “Benden sonra bir kısım (kötü) emîrler başınıza geçecek. Kim onlarla hemhâl olur, onların yalanlarını tasdik eder ve zülumlerinde onlara yardımcı olursa o benden değildir, ben de ondan değilim. Böyleleri cennette Havz-ı Kevser’in başında benimle buluşamaz da. Her kim onlarla hemhâl olmaz, zulümlerinde onlara yardımcı olmaz, yalanlarını da tasdik etmezse o bendendir, ben de ondanım. O, benimle Havz-ı Kevser’in başında buluşacaktır.” 1598
Sefîne (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) buyurdu ki: “Hilâfet, ümmetim arasında otuz yıl sürecektir. Bundan sonra saltanat gelecektir.” Said İbn Cumhân dedi ki: “Sonra ilâve etti: “Hz. Ebû Bekir (r.a.)’in hilâfetine Hz. Ömer’in hilâfetini, Hz.Osman’ın hilâfetine Hz. Ali’nin hilâfetini (radıyallahu anhüm ecmain) ekle (parmaklarınla say) bak!” dedi. Bunları (sayınca hakikaten) otuz yıl bulduk.” Sefîne’ye: “Emevîler, hilâfetin kendilerinde (devam ettiğini) zannederler” denmişti, şu cevabı verdi: “Benî’z-Zerkâ yalan söylüyor. Onlar krallardır, hem de en kötü krallar.” 1599
Açıklama:
1- Sefîne, aslında bir lakaptır, gemi demektir. Burada Sefîne (r.a.), Rasûlullah (s.a.s.)’ın bir âzatlısıdır. Ebû Abdirrahman diye künyesi vardır. İsminin ne olduğu kesinlikle bilinmiyor, Mihrân vs. diyen olmuştur. Lakabı kendisine Rasûlullah (s.a.s.) vermiştir. Sebebi, bir yolculuk sırasında çok eşya taşımış olmasıdır. Şöyle anlatır: “Rasûlullah (s.a.s.) ile birlikte yolculuk yapıyorduk. Yolculardan yorulanlar oldu. Bunlar kılıçlarını, kalkanlarını üzerime koydular. Böylece çok sayıda kılıç ve kalkan taşıdım. (Bunu gören) Rasûlullah (s.a.s.): “Sen sefînesin” diye iltifatta bulundular.”
2- Rivâyetin Ebû Dâvud’da gelen bir vechinde: “Nübüvvet hilâfeti otuz yıldır” denmiştir.
3- Alkamî der ki: “Rasûlullah’tan (s.a.s.) sonra gelen otuz yıl içinde Dört Halife ile Hz. Hasan (radıyallâhu anhüm)’ın halifelikleri vardır. Şöyle ki:
Hz. Ebû Bekir’in hilâfeti 2 yıl 3 ay 10 gündür.
Hz. Ömer’in hilâfeti 10 yıl 6 ay 8 gündür.
Hz. Osman’ın hilâfeti 11 yıl 11 ay 9 gündür.
Hz. Ali’nin hilâfeti 4 yıl 9 ay 7 gündür.
Hz. Hasan’ın hilâfeti 7 aydır.
Nevevî’nin verdiği rakamlarda ufak tefek fark mevcuttur. Bizce mühim değil.
4- Hadiste geçen: “Bundan sonra saltanat (kraliyet=mülk) gelecektir” demek, “nübüvvet hilâfetinden sonra...” demektir. Âlimler, bu hadise dayanarak Emevî ve daha sonraki devirlerde devlet başkanları “halife” ünvanını almış olsalar da, bu halifeliğin Dört Halife döneminde olduğu gibi nübüvvet hilâfeti olmadığını, sâdece bir isimden ibaret olduğunu söylemişlerdir. Nübüvvet hilâfetine bihakkın
1598] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 2/276-302
1599] Ebû Dâvud, Sünnet 9, h. no: 4647, 4648; Tirmizî, Fiten 48, h. no: 2227
ULU’L-EMR
- 269 -
lâyık olabilmek için amel yönüyle sünnete uymak gerekir. Sefîne’nin (r.a.), Hz. Muâviye için: “Meliklerin birincisi” dediği rivâyet edilmiştir. Öyle ise nübüvvet hilâfetinden maksad kâmil mânâda Rasûlullah (s.a.s.)’a halef olmaktır ki, âlimler bunu beş halife ile sınırlarlar.
5- Benî’z-Zerkâ, Benî Mervân demektir. Zerkâ, Emevîler’in geçmişteki annelerinden biridir. 1600
“Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mes’ulsünüz. İmam çobandır ve sürüsünden mes’ûldür. Erkek ailesinin çobanıdır ve sürüsünden mes’uldür. Kadın, kocasının evinde çobandır, o da sürüsünden mes’ûldür. Hizmetçi, efendisinin malından sorumludur ve sürüsünden mes’ûldür.” Râvî İbn Ömer der ki: “Bunları Rasûlullah (s.a.s.)'tan işitmiştim. Zannediyorum ki şöyle de demişti: “Kişi bâbasının malında çobandır, o da sürüsünden mes’ûldür.”1601
Açıklama: 1- Hadis, herkesin bir sorumluluk ve selâhiyet dairesinin olduğunu göstermektedir. “Çoban” diyen tercüme ettiğimiz kelime râi’dir. Lügat açısından güden demek ise de, hadiste “muhâfazası için bir şeyler tevdi edilmiş güvenilir muhâfız” mânâsına kullanılmıştır.
2- İmam'dan maksat devlet reisidir. Bazı rivâyetlerde “emîr“ denmiştir. Esasen bu bahiste emîr ve imam kelimeleri müterâdif (eş mânâlı) olarak kullanılmıştır.
3- Dikkat edilirse imam, erkek, kadın, hizmetçi, evlat gibi fonksiyonları farklı şahıslar, “çoban“ vasfıyla tavsifte birleşmektedirler. Şüphesiz bunların herbirinin sorumlu olduğu husûslar farklıdır.
Hattâbî: “İmamın çobanlığı, hudûdu tatbik ve hükümde adâlete riâyetkâr olmak sûretiyle şeriatı korumaktır; erkeğin ailesine çobanlığı, işlerini idâre, haklarını yerine getirmek; kadının çobanlığı evin, çocukların, hizmetçilerin işlerini tanzim etmek, her hususta kocasına hayırhah olmaktır; hizmetçinin çobanlığı, eli altında bulunan şeyleri koruması, kendisine terettüp eden hizmetleri yapmasıdır“ der.
4- Tîbî demiştir ki: “Bu hadisten anlıyoruz ki, çoban zâtı için tutulmaz, mâlikin, güdülmesini istediği şeylerin muhâfazası için tutulur. Öyle ise, Şâri'in müsâde ettiği şeyler dışında tasarrufta bulunmamalıdır. Hadis, bâbında böylesine tatlı, böylesine câmi, böylesine beliğ bir başka örneği olmayacak mükemmellikte bir temsîldir. Zîra önce mücmel ve özlü şekilde beyanda bulunup arkadan tafsîl etti. Mükerrer kereler harf-i tenbîhe (uyarıcı unsura) yer vermektedir.“
Bazı âlimler hadisin, baştaki: “Hepiniz çobansınız, hepiniz sürünüzden mes'ulsünüz“ şeklindeki mutlak ifadesiyle hiç kimsesi olmayan bekârı da çobanlar arasına dâhil ettiğine dikkat çekmiştir. “Zîra, derler, böyle birisi organları üzerine çobandır, fiil, söz ve itikad nevinden her ne emredilmişse yapmaları her ne yasaklanmışsa terketmeleri meselesinde, insanın organları, kuvveleri, hisleri kişinin sürüsü hükmündedir. Öyle ise insanın bir nokta-i nazardan, güdülen olması, bir başka nokta-i nazardan güden olmasına mâni değildir.“
1600] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/411-412
1601] Buhârî, Ahkâm 1, Cum’a 11, İstikrâz 20, Itk 17, 19 vesâya 9, Nikâh 81, 90; Müslim, İmâret 20, h. no: 1829; Tirmizî, Cihâd 27, h. no: 1705; Ebû Dâvud, İmâret 1, h. no: 2928
- 270 -
KUR’AN KAVRAMLARI
5- Bu hadisi tamamlayan bir başka rivâyet Ebû Hüreyre'ye aittir: “Her çoban kıyamet günü hesaba çekilecektir: “Sürüsüne Allah’ın emrini tatbik etti mi etmedi mi?”
Bu bâbta gelen başka hadisleri de nazar-ı dikkate alan ulemâ şu kesin hükme ulaşmıştır: “Mükellef kimse, hükmü altındakilere karşı vazifelerinde kusur işlemiş ise kıyamet günü muâheze edilecektir.” Burada İbnu Hacer’in hadisle ilgili olarak kaydettiği bir notu iktibas etmek münâsip düşer: “Bu hadiste, bâzı taassup sahiplerinin Emevîler lehine uydurdukları yalan da reddedilmektedir. Şöyle ki: Ebû Ali el-Kerâbîsî’nin “Kitabu’l-Kazâ”sında şunu okumuştum, “Bize Şâfiî’nin amcası, Muhammed İbnu Ali’den bildirdiğine göre demiştir ki: “İbnu Şihâb, halife Velid İbnu Abdi’l-Melik’in yanına girmişti. Velid ona şu hadisten sordu: “Allah bir kulunu hilâfet çobanlığına getirirse, onun hasenâtını yazar, fakat seyyiâtını yazmaz.” İbnu Şihâbi’z-Zührî: “Bu düpedüz yalandır” dedi ve şu mealdeki âyeti okudu: “Ey Dâvud, biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. O halde insanlar arasında hak ve adâletle hükmet. Hükmünde hevâ ve hevese (hissiyâta) tâbi olma ki bu, seni Allah yolundan saptırır. Çünkü Allah yolundan sapanlar hesap gününü unuttukları için onlara pek çetin bir azâb vardır”1602 Velid, bu cevab üzerine: “İnsanlar bizi dinimizden ayartıyorlar” dedi.”1603
“Allah kime müslümanların işlerinden bir şeyler tevdi eder, o da onların ihtiyaçlarına, isteklerine, darlıklarına perde olur (giderirse), kıyâmet gününde Allah da onun ihtiyaç, istek ve darlıklarına perde olur (giderir).”1604 Hadisin Tirmizî’de gelen vechi daha sarih: “Herhangi bir imam kapısını bir ihtiyaç ve istek sahibine, bir darda kalmışa örterse, kıyamet günü Allah da semâ kapılarını onun ihtiyaç, istek ve darlığı karşısında kapatır.” 1605
“Allah bir kimseyi başkaları üzerine çoban yapmış, o da idaresi altındakilere hile yapmış olarak ölmüş ise, Allah ona cennetini kesinlikle haram eder.”1606
Müslim’in Hasan Basrî’den kaydettiği diğer bir rivâyet şöyledir: “Çobanların en kötüsü hutame denen merhametsiz deve sürücüsüdür, sakın onlardan olma!”
Açıklama: Birinci rivâyette raiyyete hile yapmak, ikinci rivâyette raiyyete merhametsiz davranmak kötülenmektedir. Rasûlullah (s.a.s.) âmir durumda olanları hileden de merhametsizlikten de menetmektedir.
Âlimler burada yasaklanan hile için şöyle derler: “Bu, âmirin raiyyetin malını almak, kanını dökmek veya ırzını lekelemek veya haklarını engellemek, dinî ve dünyevî meselelerden öğretmesi vacib olan şeylerin öğretilmesini terketmek, aralarında hududun ikâmesini, müfsidlerin cezalandırılmasını ihmal etmek, halka göstermesi gereken himâyeyi terketmek gibi zulüm kelimesiyle ifade edilebilecek davranışlarıyla hâsıl olur.“
“Bir işe me’mur tayin ettiğimiz kimse, bizden bir iğne veya ondan daha küçük bir şeyi gizlemiş olsa, bu bir hıyânettir (gulûl), kıyamet günü onu getirecektir.” Bunun üzerine, Ensar’dan bir zat kalkarak: “Ey Allah’ın Rasûlü! Vazifeyi benden geri al!” dedi. Hz. Peygamber (s.a.s.): “Sana ne oldu?“ diye sordu: “Senin (az önce şunu şunu) söylediğini işittim ya!” deyince Hz. Peygamber (s.a.s.): “Ben onu şu anda tekrar
1602] 38/Sâd, 26
1603] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/420-422
1604] Tirmizî, Ahkâm 6, h. no: 1332, 1333; Ebû Dâvud, Harâc 13, h. no: 2948
1605] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/422-423
1606] Buhârî, Ahkâm 8; Müslim, İman 227, h. no: 142, İmâret 21, h. no: 142
ULU’L-EMR
- 271 -
ediyorum: Kimi memur tayin edersek az veya çok ne varsa bize getirsin. Ondan kendisine ne verilirse alır, ne yasaklanırsa onu terkeder.” 1607
Açıklama: 1- Hz. Peygamber (s.a.s.) bu hadiste devlet adına vergi toplayan memurun takip edeceği edebi açıklıyor: Memurluk gereği kendisine her ne verilmişse onu getirip hazineye teslim etmelidir. Az veya çok, hiçbir şeyi şu veya bu mülâhaza ile temellük edip, kendine ayırmamalıdır.
2- Hıyânet diye çevirdiğimiz kelimenin aslı gulül'dür. Gulül, esas itibariyle ganimet malından yapılan çalma için kullanılır. Ancak, gerek mahiyet ve gerekse uhrevî mes'uliyetleri yönüyle benzediği için Hz. Peygamber (s.a.s.) her iki davranışı da gulülle ifade etmiştir.
3- Kıyâmet günü, kişinin çaldığı şeyi getirmesi, onun mahşer yerinde hesap vermek üzere toplanan insanların içinde rezilrüsvây edilmesi içindir. Bu ifade memurları dürüstlüğe teşvik etmeye, hıyânetten caydırmaya, ne kadar değersiz olursa olsun devlet malına karşı saygıyı ikame etmeye yöneliktir.
4- Münâvî, hitâbın Müslümanlara olduğunu, çünkü beytü'lmale ait emvâlle ilgili bir hizmete kâfirin memur olarak tayin edilmesinin şer'an yasak olduğunu belirtir.
5- Adamın vazifeden istifası, memurluğun hakkını yerine getiremeyip vebâle düşmekten korktuğu içindir.1608
6- Bütün bu hususlar, esas olarak İslâm devletinde geçerlidir.
“Kıyâmet günü, insanların Allah’a en sevgili ve mekân olarak en yakın olanı, âdil imamdır. Kıyamet günü, insanların Allah’a en menfûru/çirkin olanı O’ndan mekân olarak en uzak olanı da zâlim sultandır.” 1609
Emîr Olmanın Tavsiye Edilmeyişi
Umumî Açıklama: Hz. Peygamber (s.a.s.), insanlar üzerine âmil olmayı, bir başka ifade ile me’murluğa talib olmayı tavsiye etmez. Şüphesiz bunun çeşitli sebepleri vardır:
Her şeyden önce memurluk muhâtaralı bir meslektir, pek çok sorumluluklar araya giriyor, kul hakkı araya giriyor, adâletli olmak gibi, mânen son derece ciddi ve tehlikeli mes’uliyetler araya giriyor. Üstelik, mesleğin tabiatı icabı, bîtaraflığı, adâletli olmayı önleyen sebepler çok ve galip...
Me’murun çoğalması devlete iktisadî bir kısım problemler getirmektedir: İstihsal azalması devlet imkânlarının memurlara ayrılarak prodüktif ve kalkınmaya yönelik yatırımların ihmâli vs...
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) aslî geçim kaynaklarını ticaret, zanaat, zîraat diye tesbit ederken me'murluğu zikretmemiş olması da mânidardır. Durum böyle iken bugün insanların devlet kapısında me'mur olmaya koşmaları İslâmî bir esprinin ifadesi değildir. Sünnetin rağmına, çeşitli zorlamalarla yapılan tâyinler sebebiyle bir kişinin yapacağı bir işe çok sayıda insan memur olarak konmakta,
1607] Müslim, İmâret 30, h. no: 1833
1608] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/426-427.
1609] Tirmizî, Ahkâm 4, h. no: 1329
- 272 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bu durum insanlarımızı tembelleştirdiği gibi istihsal azmini, çalışma şevkini de kırmakta, tembelliği milletimize ikinci bir tabiat haline getirmektedir.
Memurluğa tâlip olmak, liyâkatsizlerin iş başına geçmeleri gibi bir başka mahzur daha getirmektedir. Müteâkip hadislerde, bu meseleye Rasûlullah’ın (s.a.s.) nasıl eğildiğini, bir kısım tâliblere, açık bir üslubla: “Sen memurluğa layık değilsin“ dediğini göreceğiz.1610
Mikdâm İbn Ma’dikerib (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) omuzuma vurdu ve: “Ey Kudeym (Mikdamcık)! Emîr, kâtip, ârif olmadan ölürsen kurtuluşa erdin demektir!” dedi.” 1611
Açıklama: 1- Kudeym, Mikdam’ın ism-i tasgiridir, Mikdamcık demektir. Bu tasgir, terhim yani sevgi ifade eder.
2- Kâtip ve ârif, emîrin yardımcısıdır. Ârif, halk hakkında bilgi edinir, bu bilgileri emîre aktarır. Aliyyu’l-Kârî, buradan: “Halkın tanıdığı, meşhur bir kimse olma” mânâsını da anlar. Ve der ki: “Hadis, böylece hamul’ün (bilinmemezlik) rahat, şöhretin âfet olduğuna işaret etmiş olmaktadır.”
Ancak, asıl mânâ önceki mânâdır, yani uzaktan yakından memurluğa talib olmamak tavsiye edilmektedir. 1612
Ebû Zerr (r.a.) anlatıyor: “Ey Allah’ın Rasûlü! dedim, beni memur ta’yin etmez misin?” Bu sözüm üzerine, elini omuzuma vurdu ve sonra da: “Ey Ebû Zerr, sen zayıfsın, memurluk ise bir emanettir. (Hakkını veremediğin takdirde) kıyamet günü rüsvaylık ve pişmanlıktır. Ancak kim onu hak ederek alır ve onun sebebiyle üzerine düşen vazifeleri eksiksiz edâ ederse o hâriç“ buyurdu.” 1613
Abdurrahman İbn Semüre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: “Ey Abdurrahman! Emîrlik isteme. Eğer senin talebin üzerine sana emîrlik verilirse, istediğin şeyin sorumluluğu sana yüklenir. Eğer sen talibi olmadan sana emîrlik verilirse, o işte yardım görürsün. Bir iş için yemin eder, sonra da aksini yapmakta hayır görürsen, daha hayırlı gördüğün ne ise onu yap, ettiğin yemin için de kefârette bulun.” 1614
Açıklama: 1- Hz. Peygamber’in (s.a.s.) emîrlik taleb etmemeyi tavsiye ettiği hadislerden biri de budur. Bu hadiste, talebin bir mahzuru belirtiliyor: “İşiyle yalnız bırakılmak, üst makamların desteğine mazhar olmamak. İbnu Hacer der ki: “Hadisin mânâsı şudur: “Kim emîrliğe talib olur ve kendisine de verilirse, hırsı sebebiyle, kendisine yardım edilmez. Bu hadisten, “hükümle ilgili bir vazife taleb etmenin mekruh olduğu” neticesi çıkarılır, emîrliğe keza, kisbe vs. memuriyetler de girer. Kezâ hadis, bu meselede hırs gösterenlerin yardımdan mahrum kalacaklarını da ifade eder.”
2- Hadiste, tamamen başka bir konuya giren ikinci bir kısım daha var: Bir işi yapacağım diye yemin ettikten sonra bunun mahzurlu olacağını gören kimsenin
1610] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/428
1611] Ebû Dâvud, Harâc 5, h. no: 2933
1612] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/429
1613] Müslim, İmâret 17, h. no: 1826; Ebû Dâvud vesâyâ 4, h. no: 2868; Nesâî vesâya 10, h. no: 6 -255
1614] Buhârî, Ahkâm 5, 6, Eymân 1; Müslim, İmâret 19, h. no: 1652; Ebû Dâvud, Harâc 2, h. no: 2929; Tirmizî, Nüzûr 5, h. no: 1529; Nesâî, Âdâbu’l-Kudât 5, h. no: 8 -225-
ULU’L-EMR
- 273 -
durumu. Hz. Peygamber (s.a.s.) “yeminimi yerine getirmem lâzım” gerekçesiyle mahzurlu görülen işi yapmakta ısrar edilmemesini tavsiye ediyor. Müslüman, şeriatın ve aklın gösterdiği şer şeyi yapmada ısrar etmemelidir. Yemin bile etmiş olsa... Zîra, dinimiz yeminin tutulmaması halinde kefaret ödemek sûretiyle, onun günahından kurtulma çaresi getirmiştir. Bu mesele, sâdece hadisle değil, âyet-i kerime ile de takrir edilmiştir: “Allah yeminlerinizin kefaretle çözülmesini size farz (meşrû) kılmıştır...“1615
Ebû Mûsâ (r.a.) anlatıyor: “Yanımda amcamın evlatlarından iki kişi daha olduğu halde Rasûlullah’ın (s.a.s.) huzuruna girdim. Yanımdakilerden biri: “Ey Allah’ın Rasûlü! Allah’ın sana tevdi ettiği işlerden bazıları üzerine bizi emîr tayin et” dedi. Diğeri de aynı talepte bulundu. Rasûlullah’ın (s.a.s.) onlara cevabı şu oldu: “Biz, -Allah’a kasem olsun- bu işe, onu talep eden veya ona hırs gösteren hiç kimseyi tâyin etmeyiz!” 1616
Açıklama: 1- Bâbın bu son rivâyeti de emîrlik talebini reddeden hadislerden biridir. Aslında hadis kitaplarında bunun başka örnekleri de var. Rasûlullah’ın (s.a.s.) bu talepleri bazen daha değişik daha mülâyim bir üslubla reddettiği de olmuştur. 1617
Zâlim bir devletten görev almamak için hapsi, kırbaçlanmayı ve sonunda ölmeyi bile göze alanların başında İmam-ı Âzam Ebû Hanife (rahimehullah)’nin geldiğini yeri gelmişken kaydediyoruz
İmam ve Emîre İtaatin Vâcip Oluşu
“Dinleyin ve itaat edin! Hatta, üstünüze, başı kuru üzüm danesi gibi siyah Habeşli bir köle bile tayin edilmiş olsa, aranızda Kitabullah’ı tatbik ettikçe... (itaatten ayrılmayın).”1618
“Kim bana itaat etmişse mutlaka Allah’a itaat etmiştir. Kim de bana isyan etmiş ise, mutlaka Allah’a isyan etmiştir. Kim emîre itaat ederse mutlaka bana itaat etmiş olur. Kim de emîre isyan ederse mutlaka bana isyan etmiş olur.”1619
“Müslüman kişiye, hoşuna giden veya gitmeyen her hususta itaat etmesi gerekir. Ancak, masiyet (Allah’a isyan) emredilmişse o hariç, eğer masiyet emredilmişse, dinlemek de yok, itaat de yok.”1620
İmam masiyet emredecek olursa itaat hakkını kaybeder. Masiyet dinen günah olan, Allah’a isyan mânâsı taşıyan fiildir, namazı terketmek, içki içmek, kumar oynamak birer masiyettir. Şu halde imam bu nevi emirlerde bulunursa bu emirlere itaat edilmez.
Rasûlullah’ın (s.a.s.) koyduğu kaide şudur: “Allah’a isyanda kula itaat yoktur.” Bu mânâ, hadislerde farklı ifadelerle te’kid edilmiştir. “Allah’a itaat etmeyene itaat yoktur.” “Allah’a isyan edene itaat yoktur.”
1615] Tahrim 2; İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/431-432
1616] Buhârî, Ahkâm 7, 12, İcâre 8, İstitâbe 2; Müslim, İmâret 7, h. no: 1733; Ebû Dâvud, Harâc 2, h. no: 2930; Nesâî, Âdâbu’l-Kudât 4, h. no: 8 -224-
1617] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/432-434
1618] Buhârî, Ahkâm 4, Ezân 54, 56
1619] Buhârî, Ahkâm 1, Cihad 109; Müslim, İmaret 33, h. no: 1853; Nesâî, Bey’at 27, h. no: 7 -154-
1620] Buhârî, Ahkâm 4, Cihad 108; Müslim, İmâret 38, h. no: 1839; Tirmizî, Cihad 29, h. no: 1708; Ebû Dâvud, Cihad 86, h. no: 2626; Nesâî, Bey’at 34, h. no: 7 -160
- 274 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Ulemâ, küfre düşen imamın mün’azil olduğunda (azledilmiş sayılacağından), bu durumda bütün Müslümanlara, isyan etmenin vacib olduğunda icma etmiştir. İbn Hacer, hükmü şöyle bağlar: “İsyana gücü yetene sevap vardır. Müdâhene eden (taviz verip yağcılık yapan) günahkâr olur. Âciz kalana da oradan hicret gerekir.“
“...Ey Allah’ın Rasûlü, bahsettiğiniz fitne devrine ulaşırsak ne tavsiye edersiniz?” “Müslümanların cemaatine ve imamına uy.“ “Ya onların cemaatleri ve imamları yoksa?” “(O takdirde) mevcut fırkaların hepsini terket. Hatta bir ağacın köküne dişlerinle tutunmuş vaziyette olsan bile ölüm sana gelinceye kadar öyle kal (ve fakat fitneye karışma).”
Hadiste geçen “bir ağacın köküne dişlerinle tutunmuş vaziyette olsan bile...” tabirinden, karışmamak sebebiyle maruz kalınacak sıkıntı her ne olursa olsun, insanların kınaması, ayıplaması nevinden mânevî; açlık, susuzluk vs. nevinden maddî olan tahammülü zor her çeşit zorluklara, darlıklara, meşakkatlere tahammülün kinâye edildiği şârihlerce belirtilmiştir. 1621
Ümmiye Bayrağı: Âlimlerin bir kısmı, bununla, gâyesi, hedefi belli olmayan mübhem bir umurun kastedildiğini söylemiş, misal olarak bir kavmin asabiyet için yaptığı savaşı göstermiştir. Şahsî ihtiras ve gadab yolunda yapılan mukâtelenin de buraya girdiğini ayrıca belirtmişlerdir. Bayrak tâbirine yer verilmesini nazar-ı dikkate alan bazıları, bu tâbirle hak mı bâtıl mı olduğu meçhul olan bir iş üzerine toplanmış kimselerin kinaye edildiğini söylemişlerdir. Şu halde, hadis, bu çeşit savaşlara katılmayı yasaklamaktadır. 1622
Asabiyet: Sıkça geçen ve kavmiyetçilik, ırkçılık gibi tâbirlerle tercüme ettiğimiz bu kelime, -İbnu’l-Esîr’in açıklamasına göre- “kavmine zulümde yardım eden kimse“ mânâsına gelen asabî'den gelir. Lügat yönünden asabî, asabesi için öfkelenen ve onları himaye eden kimse demektir. Asabe ise, bâba cihetinden gelen akrabalara denir.
Asabiyet, Tarafgirlik Demektir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yasakladığı asabiyetin “zulümde kavmine yardım etmek“ olduğu anlaşıldıktan sonra şunu söyleyebiliriz: Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanında insanları, zulümde başkasına yardım etmeye sevkeden en mühim âmil kavmî beraberlik, kan bağı idi. Zamanımızda bunun yerini başka şeyler de almıştır. Bu yeni şey, bâzan ideolojidir, bâzan siyasettir, bazen bölgeciliktir, bazen şu veya bu maksadla teşkil edilen grubculuktur, bazen grupçuluklara karşı olmak düşüncesiyle teşkil edilen grubculuktur, bâzan da eskiden olduğu gibi kabilevi, ırkî birliktir. Sebep ne olursa olsun, ileri sürülen bahane ne gösterilirse gösterilsin, adâletin tatbikine, liyâkatların haklarını almasına mani olan, lâyıkı varken liyâkatsizi iş başına getiren, mazluma karşı zâlimi koruyan her çeşit tarafgirlikler Hz. Peygamber’in (s.a.s.) diliyle lânetlenen yasaklanmış olan asabiyettir. Bu nokta-i nazardan asabiyet tâbirinin zamanımızdaki en uygun karşılığı tarafgirliktir. Zîra tarafgirlik uğruna, değil aynı kabileden olanlar, aynı aileden olanlar bile birbirlerine düşman vaziyeti almakta, haksızlıklar işlemektedir. 1623
1621] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/442-443
1622] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/443
1623] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/443-444
ULU’L-EMR
- 275 -
Kâ’b İbnu Ucre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) bana şunu söyledi: “Ey Kâ’b İbn Ucre, seni, benden sonra gelecek ümerâya/yöneticilere karşı Allah’a sığındırırım. Kim onların kapılarına gider ve onları, yalanlarında tasdik eder, zulümlerinde onlara yardımcı olursa, o benden değildir, ben de ondan değilim; âhirette havz-ı kevserin başında yanıma da gelemez. Kim onların kapısına gitmez, yalanlarında onları tasdik etmez, zulümlerinde yardımcı olmazsa o bendendir, ben de ondanım; o kimse, havzın başında yanıma gelecektir. Ey Kâ’b İbnu Ucre! Namaz bürhandır. Oruç sağlam bir kalkandır. Sadaka hataları söndürür, tıpkı suyun ateşi söndürdüğü gibi. Ey Kâ’b İbnu Ucre! Haramla biten bir ete mutlaka ateş gerekir.”1624
Açıklama: Rasûlullah (s.a.s.) Kâ’b İbn Ucre’yi muhatap ederek ümmet-i merhumeye yalancı, zâlim ve sefih ümerâya karşı nasıl davranılacağını ders vermektedir: Onlara uğramamak, yalanlarına kapılmamak, zulümlerine iştirak etmemek. Namaz, oruç, zekât gibi farzları edâ etmek, bunların uhrevî mükâfaatını düşünerek sefih ümeranın dünyevî menfaatlarına iltifat etmemek, istikametten ayrılmamak.
Süfyan-ı Sevrî (rahimehullah), “...O benden değildir ben de ondan değilim” ibâresinin te’vil edilmesini istemez. “Zahiri esas alınmalıdır, zecr hususunda bu daha beliğ” dermiş.1625
“Emîr, halka karşı sûizanna düşerse halkı ifsad eder.”1626
Açıklama: Rasûlullah (s.a.s.) bu hadislerinde ümerânın (idarecilerin) halka karşı siyasetlerinde uymaları gereken mühim bir prensip vaz’ediyor. Suizanla hareket etmemek, onları müttehem, kuşkulu kimseler yerine tutmamak, haklarında hüsn-i zannı, güveni esas almak. Aksi takdirde halk, ahlâken bozulacaktır. en-Nihaye’de, “Yani emîr insanları bazı şeylerle itham ederek, alenen suizanda bulunursa bu hal onları haklarında ittiham olunan fenalıkları işlemeye sevkeder” der.
Ulu’l-Emr, Halife ya da İmam Denilen Müslümanların Liderinin Önemi
İmamsız ümmet, başsız beden gibidir. Organizmanın canlılığı, ruhu ne ise; ümmet için imam da odur. İmamsız toplum, bir cesetten farksızdır. Ümmetin başına gelenler, imâmetin başına gelenlerle doğru orantılıdır. Kur’an’da ümmet ile imâmet kavramları birbiriyle yakın irtibat halindedir. Allah İbrâhim’i (a.s.) insanlara imam yapmıştır.1627 O imamların başıdır. Aynı zamanda o, imamların kendisinden geldiği bir ümmettir.1628 Dolayısıyla Hz. İbrâhim’in şahsında imâmet ve ümmet kavramları birlikte gündeme gelmişlerdir. O yüzden rahatlıkla şu hükme varılabilir: Ümmet; tek bir imama bey’at ederek bağlı olan mü’minler topluluğudur. İmama bağlı olmadan ümmet teşekkül edemez. Ümmetsiz imam, imamsız ümmet olmaz.
“Gerçek şu ki sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse
1624] Tirmizî, Salât 433, h. no: 614; Nesâî, Bey’ât 35, 36, h. no: 7 -160-
1625] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/449-450
1626] Ebû Dâvud, Edeb 44, h. no: 4989
1627] 2/Bakara, 124
1628] 16/Nahl, 120
- 276 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Bana ibâdet/kulluk edin.”1629 Mü’minler olarak hepimiz Allah’ın huzurunda tek ümmet inancını ve şuurunu koruyup korumadığımız hususunda hesap vereceğiz. İslâm ümmeti, tektir, birdir; küfür ümmeti ise sayısız denecek kadar çok olabilir. Tek ümmet inancının saptırılmadan devam etmesi, tek imamın varlığına bağlıdır. Esasen imâmet, bir ümmet sorunudur. Ümmet olmadan imâmet de olmaz. İmâmetin ihyâsı, ümmetin varlığına bağlanmıştır. Çünkü İslâm’da tek ümmet ve tek imam esastır. 1630
İmâmet; “din ve dünya işlerinde Rasûlullah’a niyâbeten (vekil olarak) başkanlık, devlet reisliği” diye tanımlanmıştır. “Dinin uygulanması, dinin sınırlarının korunması konusunda, ümmetin tümünün kendisine uyması vâcip olmak üzere Râsûlullah’ın halîfeliğini yapmak” diye de ifade edilmiştir.1631 Mâverdî de şöyle diyor: “İmâmet; dinin bekçiliği ve dünya siyaseti konularında peygamberliğe halef olarak konulmuş ve kabul edilmiş bir müessesedir.”1632 İbn Hümam; “Mü’minlerin, kendi içlerinden imam seçmelerinin sebebi, İslâm’ın hükümlerini hakkı ile edâ etmek içindir”1633 diyerek önemli bir noktaya işaret ediyor. İmam Ebû Muin en-Nesefî de bu konuda şöyle der: “Üzerimizde İslâm devlet başkanı olan imamı görmeden bir günün geçmesi câiz değildir. İmam, devlet başkanı olan halîfedir. İmâmetin hak olduğunu kabul etmeyen kimse kâfir olur. Çünkü dinî hükümlerden bir kısmının farz olması, ancak imamın varlığına bağlıdır. Cuma namazı, bayram namazı ve yetimleri evlendirmek... gibi. İmamı inkâr eden kimse, farzları inkâr etmiş olur. Farzları inkâr eden de kâfir olur.” 1634
Siyerle ilgili kaynaklarda Rasûl-i Ekrem’in vefatından sonra sahâbenin, daha Rasûlullah’ı defnetmeden önce imam/halife seçme hususunda titiz davrandığı kaydedilir. İbn Âbidin, bu konuyla ilgili şunları zikreder: “Rasûlullah (s.a.s.) pazartesi günü vefat etmiş, çarşamba günü defnedilmiştir. Bu arada ashâb-ı kiram, her şeyden evvel müslümanların başına bir halife seçmekle meşgul olmuşlardır. Bu sünnet, bugüne kadar devam edegelmiştir. Bir imam vefat ettimi, onun yerine başkası seçilmedikçe defnedilmez. İmamın, müslüman ve hür/özgür olması şarttır. Zira kâfir, müslüman üzerine velî olamaz. Köleden de halife olmaz. Çünkü onun kendine velî olmaya bile gücü yokken, nasıl başkasına velî olabilir? Sabî ve köle de deli gibidir. İmam, muktedir, yani hükümleri yürütebilir, mazlumun hakkını zâlimden almaya, sınırları ve memleketi korumağa, asker sevkine vs. gücü yeter olmalıdır.” 1635
Kâfirlerin (tâğutî güçlerin); Allah’ın indirdiği hükümlere mukabil/alternatif olmak ve onların yerine geçmek üzere koydukları hükümleri reddetmek farzdır. Onların, mü’minler üzerinde velâyet hakkının bulunmayacağı hususu kesindir.1636 Dolayısıyla mü’minler; kâfirlerin veya mürtedlerin istilâsına/işgâline uğrarlarsa, zor gücüyle başlarına geçen bu yönetimi kabul etmezler. Onlara karşı cihadın farz-ı ayın olduğunu bilirler. Nitekim İmam Serahsî; “Cihaddan maksat;
1629] 21/Enbiyâ, 92
1630] Mustafa Çelik, İslâmî Hareket Fıkhı, c. 4, s. 42
1631] Abdülkadir Udeh, İslâm ve Siyasî Durumumuz, s. 121-122
1632] İmam Mâverdi, el-Ahkâmu’s-Sultâniyye, s. 5
1633] Kemâleddin İbn Hümam, Kitabü’l-Müsâyera, s. 265
1634] İmam Ebû Muîn en-Nesefî, Bahrü’l Kelâm fî Akaidi’l-ehli’l-İslâm
1635] İbn Âbidin, Reddü’l-Muhtar al’d-Dürri’l-Muhtar, c. 2, s. 384
1636] 4/Nisâ, 141
ULU’L-EMR
- 277 -
müslümanların emniyet içerisinde bulunmaları, din ve dünya işlerini yürütme imkânına kavuşmalarıdır”1637 diyerek, hassas bir noktaya işaret eder. İşgal altında iken dahi; mü’minlerin (müstevlîlerin liderine itaat etmeyip) kendi içlerinden bir imam seçmeleri vâciptir. Nitekim İbn Âbidin bu konuyu şu şekilde izah etmektedir: “Eğer görev verecek sultan yoksa veya kendisinden görev alacak bir yetkili bulunmazsa (ki bazı müslümanların yaşadığı bölgelerde olduğu gibi) o bölgelerde gayr-ı müslimler hâkim olmuşlar, müslümanlar bir bakıma azınlıkta kalmışlar veya müslümanlar mahkûm durumda, gayr-ı müslimler ise hâkim durumdadırlar. Kurtuba’da (İspanya’da) bugün (yazarın yaşadığı tarihlerde) olduğu gibi. Bu durumda ne yapılmalıdr? Gerekli (vâcip) olan, müslümanların kendi aralarından birine bu görevi (imâmeti) vermeleridir. Onda ittifak etmeleri vâciptir. Onu kendilerine imam/idareci olarak seçerler, o da kadı tâyin eder. Böylece kendi aralarında vuku bulan hâdiselerin yargı organlarına (mahkemeye) aktarılması sağlanmış olur. Yine buralarda kendilerine Cuma namazı kıldıracak bir imam nasbederler. İnsanın mutmain olduğu, kabul edebileceği görüş de bu olsa gerektir. Bu görüş istikametinde amel edilmelidir.1638 Kâfir oldukları; kendi ikrarları ve beyyine ile sâbit olan işgalcilerin tâyin ettiği kadı kabul edilemez. Çünkü velâyet hakkı, kat’i nasslarla sâbittir. 1639
“İçinizden hayra çağıran ve ma’rûfu emredip münkerden nehyeden bir ümmet bulunsun. Kurtuluşa erenler, işte bunlardır.”1640 Bu âyeti tefsir ederken Elmalılı Hamdi Yazır şunları söyler: “Ümmet, öne düşen, çeşitli insan gruplarını toplayan, kendilerine uyulan bir topluluk demektir ki, hepsinin önünde “imam” bulunur. Cemaat ile namazlar, bu muntazam ve hayırlı sosyal tertibin görüntüsünü ifade eden gözle görülür şeklidir. Bu şekilde hayra dâvet ve emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i ani’l-münker yapacak bir ümmet ve imâmet teşkili, müslümanların imandan sonra ilk dinî farîzalarıdır. (Farîza; İslâm açısından yapılması mecburî olan, farz, Allah’ın emri demektir.) Bu farîzayı yerine getirebilen müslümanlar âyetin açık hükmü gereğince kâmil (tam) kurtuluşa ererler.” 1641
Devletsiz toplum, toplumsuz birey olmaz. Fert olarak insanın yaratılış maksadı “Allah’a kulluk”tur. Bu gâyenin gerçekleşebilmesi için ferdin canı, malı, dini, aklı, nesli ve şerefi korunmalıdır. Korunma ancak düzen içinde olur; düzen ise devlettir, kanun hâkimiyetidir. Yönetimsiz devlet, başkansız yönetim olmayacağına göre, devlete bir başkan gereklidir. İslâm’da bu başkana, halîfe ve emîru’l-mü’minîn sıfatlarının yanısıra, imam denilmiştir. Birçok hadis-i şerif, müslümanlara, İslâm devletinin müslüman ve ehil başkanını tanımalarını, ona bey’at ve itaat etmelerini; bey’at “şartlı” itaat sözü ve vekâlet mâhiyetinde olduğu için, imam, şartlara riâyet etmediği veya liyâkat vasfını kaybettiği takdirde ona itaat etmemelerini (değiştirip yerine lâyık olanı getirmelerini) emretmektedir.
Her sosyal hareket gibi, İslâmî hareketin de rehberlere ve baş rehbere (imam/önder) ihtiyacı vardır. Hareket, İslâmî olunca, İslâm’ın hayata hâkim kılınması gibi bir hedefe yönelince rehberlerin de İslâm âlimi, İslâm’ı iyi bildiği kadar iyi yaşayan kimseler olması zarûret haline gelmektedir. Tesbihin başlangıç ve bitiş
1637] İmam Serahsî, el-Mebsût, c. 10, s. 3
1638] İbn Âbidin, a.g.e. c. 12, s. 145
1639] Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, s. 182-183
1640] 3/Âl-i İmrân, 104
1641] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Y. c. 2, s. 407
- 278 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yerini belirleyen, tesbihi boncuk dizisinden ayırıp “tesbih” yapan şeyin adına “imâme” denir. Tesbih bile imâmesiz olmadığına göre, ümmetin imamsız olması elbette mümkün değildir.
İzinden Gidilen Ulu’l-Emirler/Önderler; Takvâ İmamları ve Küfür İmamları
Allah, Kur’an’da imam kelimesini genelde peygamberler ve kitap için kullanmakla birlikte; Kitabı ve peygamberleri kendisine örnek edinerek dâvânın yaşanması ve yaşanılır kılınması için öncülük eden muttakî önderlere karşı cephe oluşturarak, insanların hidâyeti anlamasını ve hidâyete tâbi olmasını engelleyebilmek için mücâdele edenleri de Allah küfür imamları/önderleri diye belirlemiştir.
Böyle bir toplumda, bilinçli kimselere haksızlık karşısında susmayan inançlı insanlara çok büyük görevler düşer. Zira Allah, insanları bilinçlenmeye ve akletmeye çağırır. Allah, kullarını, kullara kul olmaktan kurtarıp sadece kendisine kulluk yapmalarını sağlayarak gerçek hürriyetlerine kavuşmalarını ister. İşte bu sebeple, küfrün önderleri olan müstekbirler, fırsatını buldukları an müslüman dâvâ erlerini ve onların imamlarını yok etmeye çalışırlar. Rabbimiz ise, Müslümanların Kur’an’ı kendilerine imam (rehber) edinmelerini istemektedir.
Kur’an bize rehberlik ederek küfrün önderlerine karşı sürekli bir mücâdele içerisinde olmamızı öğütler; onlarla savaşmamızı emreder,1642 İşte bu savaş, yani cihad, organize olmuş imamlı bir cemaatle olur. Toplum, müttakî bir topluluktur. İmamları ise takvâ sahiplerinin önderidir. Onlara takvâda öncülük eder. Bu toplumda bütün hesaplar âhiret üzerine yapılır, âhireti kazanmanın mücâdelesi verilir. “Ve onlar (iman edip tevbe edenler), ‘Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine imam/önder kıl!’ derler.” 1643
İmam, bir rehber ve önderdir; insanlara öncülük eder. İmâmet ise bir makamdır, rehberlik ve önderlik makamı. İmâmet, Âdem’le başlamış ve Rasûlullah’a kadar kesintisiz olarak vahiyle birlikte devam etmiştir. Rasûlullah’tan sonra ise bu makam, O’nun getirdiği Kitab (Kur’an)’a vâris olan, Kitabı yaşayıp toplumda yaşanılır kılabilmek için mücâdele veren imamlar tarafından sürdürülecektir.
Zâlim ve Fâsığın İmâmeti
Yüce Allah, kulu ve elçisi olan İbrâhim’i (a.s.) ateşten koruduğu gibi, evlâtlarını da korumuş ve onlara peygamberler arasında üstün mevki ve mertebe de vermiştir. Kur’ân-ı Kerim Hz. İbrâhim’in önderliğinden ve evlâtlarından şöyle bahsediyor: “Bir zamanlar Rabbi İbrâhim’i birtakım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince; ‘Ben seni insanlara imam/önder yapacağım’ demişti. ‘Soyumdan da (imamlar/önderler yap, yâ Rabbi!)’ dedi. Allah: ‘Ahdim zâlimlere ermez (onlar için söz vermem)’ buyurdu.”1644 Allah Teâlâ, sevdiği kulu İbrâhim’i herkesin tâbi olduğu bir imam/önder yaptığını beyan ediyor. Çünkü İbrâhim (a.s.), Yüce Allah’ın sınavlarını tümüyle ve en güzel şekilde kazanmıştı.
1642] 9/Tevbe, 12
1643] 25/Furkan, 74
1644] 2/Bakara, 124
ULU’L-EMR
- 279 -
İmamlık veya diğer bir adıyla önderlik, sıradan basit bir görev değildir. Babadan oğula geçen veya soy sop takip eden bir verâset malı olmadığı gibi, zâlim, fâcir, fâsık, münâfık ve müşrik gibi kimselerin de gelip oturduğu bir makam değildir. İmamlık; iman, amel, şuur ve yaptırıcı güce sahip olanların hakkıdır. Bu üstün meziyetlere sahip olmayanlar babası ve atası ne olursa olsun, o yüce makama getirilemez. İslâm, bir saltanat ve hükümdarlık dini değildir. İslâm, hak ve adâlet dinidir. Kim o mertebeye ulaşırsa onun hakkıdır.
İmamlığı sadece bir devlet başkanı olarak düşünmek doğru değildir. İmamlık; risâlet imamlığı, hilâfet imamlığı, devlet imamlığı, cemaat imamlığı ve namaz imamlığı şeklinde geniş bir muhtevâya sahiptir. Hangi şekliyle olursa olsun, o makamlara geçecek şahsın zâlimlik, fâsıklık ve benzeri sıfatlardan uzak kalarak tam bir adâlet sıfatına sahip olması şarttır. Allah Teâlâ’nın İbrâhim (a.s.)’e söylediği “zâlimlere imamlık ahdim erişmez” ifadesi, sadece İbrâhim nesline münhasır değildir. Her dönemde geçerli bir kuraldır. (Geniş Bilgi için bk. İmam Kavramı, 91. Kavram)
Zâlim ve Fâsık Ulu’l-Emre/İmama Karşı Kıyam Hakkı
İmam Âzam, zâlim ve fâsık yönetime karşı müslümanların silâhlı başkaldırısını emr bi’l-ma’ruf ve nehy ani’l-münker farîzasının bir parçası olarak görmüştür. Bu konuda İmam Ebû Hanife ilk değildir. Emevîler, hilâfeti ellerine geçirdiğinden beri silâhlı kıyamı savunan sahâbe ve ulemâ eksik olmamıştır. (Geniş Bilgi için bk. İmam Kavramı, 91. Kavram)
Devletsiz toplum, toplumsuz birey olmaz. Fert olarak insanın yaratılış maksadı “Allah’a kulluk”tur. Bu gâyenin gerçekleşebilmesi için ferdin canı, malı, dini, aklı, nesli ve şerefi korunmalıdır. Korunma ancak düzen içinde olur; düzen ise devlettir, kanun hâkimiyetidir. Yönetimsiz devlet, başkansız yönetim olmayacağına göre, devlete bir başkan gereklidir. İslâm’da bu başkana, halîfe ve emîru’l-mü’minîn sıfatlarının yanısıra, imam denilmiştir. Birçok hadis-i şerif, müslümanlara, İslâm devletinin müslüman ve ehil başkanını tanımalarını, ona bey’at ve itaat etmelerini; bey’at “şartlı” itaat sözü ve vekâlet mâhiyetinde olduğu için, imam, şartlara riâyet etmediği veya liyâkat vasfını kaybettiği takdirde ona itaat etmemelerini (değiştirip yerine lâyık olanı getirmelerini) emretmektedir. Her gece, kıldığımız vitir namazlarının son rekâtında Allah’a yöneticiler hakkında söz vermekteyiz: “Ve nahleu ve netrukü men yefcuruk / (Ey Rabbimiz, Sana isyan eden emîri/yöneticiyi hal’ eder, alaşağı ederiz (eğer alaşağı etmeye gücümüz yetmezse) onu kendi haline yardımsız bırakır, terk ederiz.”
Her sosyal hareket gibi, İslâmî hareketin de rehberlere ve baş rehbere (imam/önder) ihtiyacı vardır. Hareket, İslâmî olunca, İslâm’ın hayata hâkim kılınması gibi bir hedefe yönelince rehberlerin de İslâm âlimi, İslâm’ı iyi bildiği kadar iyi yaşayan kimseler olması zarûret haline gelmektedir. Tesbihin başlangıç ve bitiş yerini belirleyen, tesbihi boncuk dizisinden ayırıp “tesbih” yapan şeyin adına “imâme” denir. Tesbih bile imâmesiz olmadığına göre, ümmetin imamsız olması elbette mümkün değildir.
“İpi kopan tesbihim, / Dağılmış tane tane;
Acı ama, tesbihim / Hani nerde imâme?”
- 280 -
KUR’AN KAVRAMLARI
İslâm Devletinin akdî temeli, ümmetin halifeyi seçme hakkı bulunduğu esasına dayanır. Ulu’l-emr, özel bir seçim olan bey’atla seçilir. Ehl-i Hal’ ve’l-Akd denilen ümmetin seçkin temsilcileri tarafından bey’atla seçilerek görev alır. Bu kurumun; halife küfre meyleder, açıkça fısk olan işleri yapar, yönetimi hakkıyla icra edemeyecek duruma düşerse halifeyi azletme (hal’ etme) yetkisi vardır. Halife, şeriatı, bu seçkin temsilcilerden oluşan organla istişare ederek icra eder. Bu organ, aynı zamanda şûrâ organıdır. Halk direkt olarak da şûrâ meclisini seçebilir.
Ulu’l-Emr, ümmetin imamı demektir. İmam denilince de, sözlük anlamına da uygun olarak, çevresine önderlik ve öncülük eden kimse anlaşılır. Bunun için imamın, hem namaz ibâdetinin, hem de her türlü hayırlı hizmetin yerine getirilmesinde toplumuna önderlik etmesi, ilim ve ahlâkıyla, söz ve davranışlarıyla insanların takdirini kazanması beklenir. Tabii, her şeyden önce, imâmet-i kübrâ için olduğu gibi, namaz imamının da müslüman olması gerekir. Bazılarının, “bu da mevzû mu edilir, tabii ki imamların hepsi müslümandır” diyecekleri büyük ihtimaldir. Ama günümüzde imamlarda aranacak ilk şart, onların her çeşit şirkten arınmış, sadece Allah’tan korkan muvahhid birer müslüman olmalarıdır. İmamlar ve cemaatler, gereği gibi muvahhid mü’min olsalar, nihâi tercihlerini Allah’tan ve âhiretten yana yapsalar, her şey bir başka olacaktır.
Mü’minlerin ulu’l-emri/imamı/lideri, ancak mü’minlerden olur. Herhangi bir kâfirin mü’minlere yönetici olma hakkı yoktur. “Allah kâfirlere mü’minler üzerine asla velâyet hakkı tanımamıştır.”1645 Ümmetin ekserisi, müslüman olduğu halde fâsık veya zâlim olan birisinin de imam ve yönetici olma hakkına sahip olmadığı görüşündedir. Bu anlayış, Kur’an’da “imam” ve “itaat” kavramıyla ilgili âyetler değerlendirildiğinde tercih etmek zorunda olduğumuz bir tavırdır. Kur’an’da kâfirlerin, ancak kâfirlere imam olduğu, kendisine uyanları ateşe/cehenneme ulaştıracağı ifade edilir. Fâsık ve zâlimlerin de, ancak kendileri gibi imamları olacaktır. Çünkü insanlar nasıl iseler, öyle idarecilere/imamlara müstahak olacak ve o şekilde yönetileceklerdir.
Mü’minlerin ulu’l-emri olan mü’min imamlar ise, imamların imamı Hz. İbrâhim örnekliğinde ortaya konulur. O, put ve putçulara karşı tek başına bir ümmettir. Ve aynı zamanda ümmetin imamıdır. O’nun İshak, İsmail gibi oğulları, Ya’kub, Dâvud, Mûsâ, İsa, Muhammed (salevâtullahi aleyhim ecmaîn) gibi torunları imamdır. Kur’an, apaçık bir imam/rehber olduğu gibi, yol (hidâyet yolu, sırât-ı müstakîm) da imamdır. İmam hakkındaki Kur’an’ın bu tanımlarından yola çıkarak diyebiliriz ki; iyilik imamı, peygamberlerin izinden ayrılmayan, Kur’an’ın ahkâmını inanarak uygulayan ve İslâm hidâyeti üzere, sırât-ı müstakîm yolunda önder kişidir. Bu özellikleri taşımayan kimse, mü’minlerin ulu’l-emri/imamı olamaz; olsa olsa, küfür imamı/önderi olabilir.
İslâm’ın toplumsal hükümlerini yaşayabilmek, bulunduğumuz yere İslâm’ı hâkim kılabilmek için imamın mevcûdiyeti, başta gelen esaslardandır. “Cemaat mi, arasından imamı çıkarır, yoksa imam mı kendi cemaatini yetiştirir, oluşturur?” sorusuna, her iki açıdan cevap vermek mümkündür.
Günümüzde İslâmî ve ideal anlamda cemaat bile olamayan müslümanların, aralarından ulu’l-emr, yani imam çıkarmaları ve imamsız devlete tâlip olmaları
1645] 4/Nisâ, 141
ULU’L-EMR
- 281 -
gerçekleşmeyecek bir düşten ibârettir. Rüyanın gerçek olması için önce cemaat ve ümmet bilincine sahip olmalı ve içimizden bizi çekip çevirecek bir imam çıkarması için dil ve fiil ile duâ etmeliyiz: “Ve onlar (iman edip tevbe edenler), ‘Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine imam/önder kıl!’ derler.”1646
Selâm olsun hidâyet imamlarına ve hidâyete tâbi olan muttakîlere! Yazıklar olsun toplumu hidâyetten engellemeye çalışan önderlere ve onların izindekilere! Selâm olsun, imamların unutulduğu ortamlarda ortaya çıkarak cemaatlerini oluşturmaya ve başlarında kendilerinden ulu’l-emr olacak imâmet/hilâfet müessesesini gerçekleştirmeye çalışanlara!
1646] 25/Furkan, 74
- 282 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Konuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
A- Kur’ân-ı Kerim’de Ulu’l-Emr Kelimesinin Geçtiği Âyetler (2 Yerde): 4/Nisâ, 59, 83.
B- Kur’ân-ı Kerim’de “İmam” ve Çoğulu “Eimme” Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (12 Yerde): 2/Bakara, 124; 9/Tevbe, 12; 11/Hûd, 17; 15/Hıcr, 79; 17/İsrâ, 71; 21/Enbiyâ, 73; 25/Furkan, 74; 28/Kasas, 5, 41; 32/Secde, 24; 36/Yâsin, 12; 46/Ahkaf, 12.
C- Kur’ân-ı Kerim’de “Halîfe” ve Çoğulu “Halâif” ve “Hulefâ’ ” Kelimesinin Geçtiği Âyetler (9 Yerde): 2/Bakara, 30; 6/En’âm, 165; 7/A’râf, 69, 74; 10/Yûnus, 14, 73; 27/Neml, 62; 35/Fâtır, 39; 38/Sâd, 26.
D- Kur’ân-ı Kerim’de “Ümmet” Kelimesinin Geçtiği Âyetler (51 Yerde): 2/Bakara, 128, 134, 141, 143, 213; 3/Âl-i İmrân, 104, 110, 113; 4/Nisâ, 41; 5/Mâide, 48, 66; 6/En’âm, 108; 7/A’râf, 34, 38, 159, 164, 181; 10/Yûnus, 19, 47, 49; 11/Hûd, 8, 118; 12/Yûsuf, 45; 13/Ra’d, 30; 15/Hıcr, 5; 16/Nahl, 36, 48, 89, 92, 92, 93, 120; 21/Enbiyâ, 92, 92; 22/Hac, 34, 67; 23/Mü’minûn, 43, 44, 52, 52; 27/Neml, 83, 28/Kasas, 23, 75; 35/Fâtır, 24; 40/Mü’min, 5; 42/Şûrâ, 8; 43/Zuhruf, 22, 23, 33; 45/Câsiye, 28, 28.
E- Kur’ân-ı Kerim’de “Ümmet” Kelimesinin Çoğulu Olan “Ümem” Kelimesinin Geçtiği Âyetler (13 Yerde): 6/En’âm, 38, 42; 7/A’râf, 38, 160, 168; 11/Hûd, 48, 48; 13/Ra’d, 30; 16/Nahl, 63; 29/Ankebût, 18; 35/Fâtır, 42; 41/Fussılet, 25; 46/Ahkaf, 18.
F- İmam Kelimesinin Farklı Anlamları:
a- Önder, Rehber, Lider: 2/Bakara, 124; 11/Hûd, 17; 25/Furkan, 74; 46/Ahkaf, 12.
b- Kitab, Levh-i Mahfûz: 36/Yâsin, 12
c- Yol: 15/Hıcr, 79
d- Liderler: 9/Tevbe, 12; 21/Enbiyâ, 73; , 17/71; 28/Kasas, 5, 41; 32/Secde, 24.
G- Halife - Hilâfet Konusuyla İlgili Ayetler: 2/Bakara, 30; 6/En’âm, 133, 165; 7/A’râf, 69, 74, 129, 169; 10/Yûnus, 14, 73; 11/Hûd, 57; 19/Meryem, 59; 24/Nûr, 55; 27/Neml, 62; 35/Fâtır, 39; 38/Sâd, 26.
Konuyla İlgili Hadis-i Şerif Kaynakları
Ülül Emr: K. Sitte, 5/61-66
3/407-408
İmamet: 6/403-502
13/491-2
2/285, 295
9/122-123
Buhârî, Salât 5-7, 60; Ezan 51, 54; Meğâzî 53, 82, Hudûd, 86, Edeb 74; Ahkâm 1, 4, 8, 48; Enbiyâ 5; Menâkıbu’l-Ensâr 25.
Müslim, Mesâcid 289-290; Salât 178; İmâre, 9, 33, 37, 38, 44, 46, 58; İman, 173, 229.
Tirmizî, Fiten 13, 48, 75; Menâkıb 19, 33; Salât 174; Mevâkît 39, 149; Cihad 7, 29; Siyer 35; İlim 16.
Nesâî, İmâmet 3-4, 39, 41; Bey’at 25, 26, 27, 34.
İbn Mâce, Fiten 8, 9, 20; Mukaddime 6, 11, Ezan 3; İkamet 46-48, 78; Ticâret 8, 30; Cihad 40, 42.
Ebû Dâvud, Salât 32, 40, 60-62, 63, 134; Büyû’ 37; İmâre 1; Cihad 87, 96; Bey’at 25; Sünnet 5, 8; Melâhim 17.
Müsned-i Ahmed, I/21, 23, 55, 84, 118, 119, 152, 209, 333, 375; II/54, 97, 161, 177, 232, 336; III/129, 183, 428, 457, 475; IV/21-22, 118, 148, 203-204, 273, 405, 461; V/29-30, 71, 251, 301; VI/111, 405.
Dârimî, Mukaddime 6, 23.
İbn Hibban, Sahih, hadis no: 257.
Hâkim, el-Müstedrek, 4/92.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. İslâm’da Devlet Adamı ve Âlim, Abdülaziz el-Bedrî, Kültür Basın Yayın Birliği Y.
2. İslâm ve Siyasî Durumumuz, Abdülkadir Udeh, Pınar Y.
ULU’L-EMR
- 283 -
3. İslâm’da İdarî Siyaset, Seyyid Abdullah Cemaleddin, Hira Y.
4. İslâm’da Siyasî Düşünce ve İdare, Harun Han Şirvani, Nur Y.
5. İslâm’da Siyaset Düşüncesi, Derleme, İnsan Y.
6. İslâm’da Devlet ve Siyaset, Kelim Sıddıkî, Endişe Y.
7. İslâmî Bir Devlet İstiyoruz, Âyetullah Muhammed B. Mehdi el-Hüseynî Şirazî, İkbal Y. (Yenda)
8. Siyasal İslâm, Üstad Ca’fer Sübhanî, İkbal Y. (Yenda)
9. İslâmî Devlet Düzeni, Ahmed Ağırakça, Düşünce Y.
10. İslâmî Siyaset Teorisi ve Sorunlar, Heyet, Ekin Y.
11. İslâm’da Ferd ve Devlet Münasebetleri, Hz. Ali, Ebû Yusuf, Abdülkadir Zeydan, Kayıhan Y.
12. İslâm Siyaset İlişkileri, Süleyman Uludağ, Dergâh Y.
13. İslâm ve Siyasî Durumumuz, Abdülkadir Udeh, Pınar Y.
14. Devlet Bilinci, Ahmet Mercan, Denge Y.
15. Ümmet Bilinci, Atasoy Müftüoğlu, Denge Y.
16. Devlet ve Devrim, Münir Şefik, Dünya Y.
17. Din Bürokrasisi, Davut Dursun, İşaret Y.
18. İslâm’ın İlk Döneminde Siyasal Katılma, Davut Dursun, Beyan Y.
19. Osmanlı ve Safevîlerde Din-Devlet İlişkisi vecih Kevserânî, Denge Y.
20. Devlet ve İnsan, Alaaddin Özdenören, Nehir Y.
21. Dünya İslâm Devleti ve Prensipleri, M. Sait Çekmegil, Nabi-Nida Y.
22. Dünya İslâm Birliği, Muhammed Ebû Zehra, Çev. İbrahim Sarmış, Esra Y.
23. Dünya İslâm’a Muhtaç, Ahmet Selim, Timaş Y.
24. Medine Düşünceleri, Hüseyin Hatemi, Yeni Asya Neşriyat
25. İslâmî Topluma Doğru, Reyhan Şerif, Akabe Y.
26. Uzlaşma Tehdidi Karşısında İslâmî Hareketler, Heyet, Ekin Y.
27. Dönüştürme Bilinci ve İslâmî Hareket, Ali Değirmenci, Ekin Y.
28. Kur’an’da Toplumsal Değişim, Celaleddin Çelik, İnsan Y.
29. İslâm Cemaatine Doğru, Abdurrahman Dilipak, Risale Y.
30. Ulemâ ve Dinî Otorite, Derleme, İnsan Y.
31. Hz. Ali Dönemi ve İç Siyaset, Mustafa Günal, İnsan Y.
32. İslâm ve Yürürlükteki Kanunlar, Abdulkadir Udeh, İİFSO Y.
33. İslâmî Direniş, M. Hüseyin Fadlullah, Bengisu Y.
34. İhvan-İslâm ve Demokrasi, Fethi Osman, Endülüs Y.
35. Batı’da Din-Devlet İlişkileri, Fransa Örneği, Jacques Robert, İz Y.
36. Mehdîlik ve İmamiye, İbrahim Süleymanoğlu, Nil A.Ş. Y.
37. Türkiye’de Din-Devlet İlişkileri ve Diyanet İşleri Başkanlığı, Kâmil Kaya, Şahsî Y. (Birleşik Dağıtım)
38. Tuğyana Karşı Ulemâ, M. Recep el-Beyyûmî, Eksen Y.
39. İslâm Şeriatı, Abdülkadir Udeh, Nur Y.
40. Din ve Laiklik, Ali Fuad Başgil, Yağmur Y.
41. Teoriden Pratiğe İslâmî Hareket, Fidan Güngör, Fıtrat Y.
42. Hükümet Darbesi Tekniği, Curzio Malaparte, Çev. Refik Özdek, Bedir Y.
43. Câhiliyyenin Hükmünü mü İstiyorlar, Ziyaeddin el-Kudsi, Hak Y.
44. Câhiliyye Düzeninin Ruh Haritası, Mustafa Çelik, Ölçü Y.
45. Lâ 1-2, Mustafa Çelik, Ölçü Y.
46. Riyâset ve Siyasette Ehliyet, Muhammed Zeki, Bayrak Y.
47. İslâm’da İmamet ve Hilâfet, Hasan Gümüşoğlu, Kayıhan Y.
48. El-İmâmetü’l-Uzmâ, İslâm’da Devlet Başkanlığı, Süleyman ed-Demirci, terc. İbrahim Cücük, Ravza Y.
49. İmam Humeyni, Heyet, Daruttakrib Y.
50. Bir Devrimin Anatomisi, Kadri Çelik, Evrensel Yayıncılık
51. Devletçilik Bumerangı, Durmuş Hocaoğlu, Ufuk Kitapları, da Y.
52. Çoğulculuk ve Toplumsal Uzlaşma, Abant Platformu 4, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Y.
- 284 -
KUR’AN KAVRAMLARI
53. Bir Politikbilim Perspektifi, Ali Yaşar Sarıbay-Süleyman Seyfi Öğün, Asa Y. Bursa, 98
54. Hz. Peygamber’in Devleti, Mehmet Birsin, Birleşik Y., İst 96
55. Halifelik ve Emirlik, Mahmut Şâkir, Terc. Bilal Uzun, Hak Y.
56. Hilâfet: Modern Arap Düşüncesinin Eleştirisi, Fehmi Şinnavi, İnsan Y.
57. Halifesiz Günler, Hakan Albayrak, Denge Y.
58. Hilâfet ve Şehâdet, Muhammed Bâkır es-Sadr, Objektif Y.
59. Hilâfet ve Halifesiz Müslümanlar, Sadık Albayrak, Araştırma Y.
60. Hilâfet Nasıl Yıkıldı? Abdülkadim Zellum, Hizbü’t-Tahrir Y.
61. Hilâfet ve Kemalizm, Şeyhülİslâm Mustafa Sabri, Alem Y. / Araştırma Y.
62. Hilâfetin İlgasının Arkaplânı, Şeyhülİslâm Mustafa Sabri, İnsan Y.
63. Hilâfet-i İslâmiyye ve T. B. M. Meclisi, İsmail Şükrü, Bedir Y.
64. Hilâfet (Geçmişi ve Geleceği ile), Kadir Mısıroğlu, Sebil Y.
65. Hilâfet ve Saltanat, Mevdudi, Hilâl Y.
66. Hilâfetin Saltanata Dönüşmesi vecdi Akyüz, Dergâh Y.
67. Hilâfet Hareketleri, Mim Kemal Öke, T. Diyanet Vakfı Y.
68. Hilâfetin Kaldırılması Sürecinde Cumhuriyetin İlânı ve Lütfi Fikri Dâvâsı, 1-2, Murat Çulcu, KastaşY.
69. Halifeliğin Kaldırılması ve Lâiklik, Seçil Akgün, Turhan Kitabevi Y.
70. Tek Başına Bir Ümmet, Necmettin Şahiner, Beyan Y.
71. İmamlar ve Sultanlar, Mustafa İslâmoğlu, Denge Y.
72. İmamet ve Rehberiyyet Reçetesi, Murtaza Mutahhari, çev. Ünal Çetinkaya, Endişe Y.
73. İmamet ve Rehberiyet Felsefesi, Muhammed Beyşehri, çev. Ünal Çetinkaya, Endişe Y.
74. İmam En Büyük Önder, Ensari Kirmani, çev. İrfan Keser, Endişe Y.
75. İmamiye Şiasında On İkinci İmam ve Mehdi İnancı, Mustafa Öz, Marm. Ün. İl. Fak. Vakfı Y.
76. Resmî İdeolojinin Ücretli Köleleri, Mustafa Çelik, Misak Y.
77. Kur’an’da Siyasî Kavramlar vecdi Akyüz, Kitabevi Y. s. 127-138
78. Kur’ânî Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Mustansır Mîr, İnkılab Y. s. 59-60
79. Bu Böyledir, Kul Sadi Yüksel, Yenda Y. c. 1, s. 193-244
80. İslâm Ansiklopedisi, T. Diyanet Vakfı Y. c. 17, s. 539-540, c. 15, s. 299-300
81. İslâm Ansiklopedisi, Şâmil Y. c. 2. s. 422-438
82. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, Kuba Y. c. 1, s. 122-123
83. Terimler Sözlüğü (Kitabü’t-Târifât), Seyyid Şerif Cürcani, Bahar Y. s. 101
84. Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 519-523
85. Kelimeler Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu, İnkılab Y. s. 180-184
86. Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Süleyman Uludağ, Marifet Y. s. 219-220
87. Kur’anî Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Mustansır Mir, İnkılâb Y. s. 75-76
88. Kur’an Kıssalarına Giriş, M. Sait Şimşek, Yöneliş Y. s. 167-177
89. T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, (M. Sabri Küçükaşçı) T.D.V. Y. c. 22, s. 178-190, 201-207
90. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, (Abdullah Yücel) Şâmil Y. c. 3, s. 142-144
91. Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, (Nureddin Yıldız) Risale Y. c. 2, s. 236-240
92. İslâmî Hareket Fıkhı, Mustafa Çelik, Ölçü/Yenda, c. 4, s. 37-47
93. İlmî ve Siyasî Tahliller, Molla Mansur Güzelsoy, Fıtrat Y. s. 15-35
94. Kelimeler Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu, İnkılab Y. s. 180-183
95. Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 534-537
96. Kur’an’da Siyasî Kavramlar vecdi Akyüz, Kitabevi Y. s.127-135
97. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. s. 301-302
98. Tartışılan Sorular, Mehmed Alagaş, İnsan Dergisi Y. s. 69-79, 127-130
99. İslâm’ın Anlaşılmasının Önündeki Engeller, Abdurrahman Çobanoğlu, İhtar Y. s. 55-69
100. İbâdet mi Âyin mi? Mustafa Karataş, Dersaadet Y. s. 95-103
101. İslâm Cemaatine Doğru, Abdurrahman Dilipak, Risale Y. s. 86-105
102. İslâmî Hareket, İlkeler ve Sorunlar 2, Muhammed Fadlullah, Ekin Y. s. 197-207, 271-284, 93-
ULU’L-EMR
- 285 -
103. İslâmî Hareketin Tarihî Seyri, Beşir İslâmoğlu, Denge Y.
104. Bu Böyledir, Kul Sadi Yüksel, Yenda Y. s. 193-244
105. İslâm Siyaset İlişkileri, Süleyman Uludağ, Dergâh Y. s. 50, 60-64
106. Teşkilat ve Teşkilatçılık, H. Mustafa Genç, Akabe-Biat Y. s. 123-148
107. Dâvâ Erlerine Mesaj ve Metod, Teşkilatçılık, Ahmet Akgül, Doğuş Y. s. 23-33
108. Bu Böyledir, Kul Sadi Yüksel, Yenda Y. s. 193-218
109. İslâm Devlet-Dünya Düzeni 1-2, Süleyman Karagülle
110. İslâm ve Siyasî Durumumuz, Abdülkadir Udeh, terc. M. Beşir Eryarsoy, Pınar Y.
111. Bu Din Benim Dinim Değil, Abdurrahman Dilipak, İşaret/Ferşat Y.
112. Ahkâmu’s-Sultâniyye, İmam Mâverdi, Bedir Y.
113. İman ve Tavır, M. Beşir Eryarsoy, Şafak Y.
114. İslâm Devlet Yapısı, M. Beşir Eryarsoy, İşaret/Bunuc Y.
115. Cumhuriyet Dönemi Din-Devlet İilişkileri, 1-3, Hasan Hüseyin Ceylan, Rehber Y.
116. Hâkimiyet Allah’ındır, Ziyaüddin el-Kudsi, Hak Y.
117. Hükmüllah, Heyet, Hilâl Y.
118. Hâkimiyet Allah’ındır, Âyetullah eş-Şiran, İhtar Y.
119. İnanç Sorunları, Hudaybi, İnkılâb Y.
120. İslâm Siyasi Düşüncesinde Muhalefet, Nevin A. Mustafa, İz Y.
121. İslâm’ın Siyasi Yorumu, Ebû ’l-Hasan Ali Nedvi, Akabe Y.
122. Siyasi Hutbeler, Şeyh Said Şaban, Endişe Y.
123. İslâm’da Mülk ve Hilâfet, Şahin Uçar, İz Y.
124. Devlet ve Devrim, Münir Şefik, Dünya Y.
125. Modern Çağda İslâm’ın Politik Sistemi, Lokman Tayyib, İlke Y.
126. Anayasa ve Demokrasi, Abdurrahman Dilipak, Emre Y.
127. Laiklik, Demokrasi ve Hâkimiyet, M. Beşir Eryarsoy, Buruc Y.
128. Siyasi Hutbeler, Şeyh Said Şaban, Endişe Y.
129. İslâm’da Hükümet, Mevdudi, Hilal Y.
130. Gelin Bu Dünyayı Değiştirelim, Mevdudi, Özgün/İnkılâb Y.
131. İslâm İnkılâbının Süreci, Mevdudi, Özgün Y.
132. İslâm Nizamı, Mevdudi, Hilal Y.
133. İslâm’da Siyasi Sistem, Mevdudi, Özgün Y.
134. Kur’an’a Göre Dört Terim, Mevdudi, Beyan Y.
135. İslâm Kapitalizm Çatışması, Seyyid Kütüb, Bir/Arslan Y.
136. Yoldaki İşaretler, Seyyid Kütüb, Fecr/Dünya/Özgün/Pınar Y.
137. İslâm’ın Dünya Görüşü, Seyyid Kütüb, Arslan Y.
138. İslâm Toplumuna Doğru, Seyyid Kütüb, İslâmoğlu Y.
139. Yaşasın Şeriat, Abdurrahman Dilipak, Görüş/Risale Y.
140. Ümmet ve Ulus Kimliklerin Çatışması, Abdullah Ahsen, Çev. Kemal Çayır, İnkılâb Y.
141. Ümmet ve İmâmet, Ali Şeriati, Çev. Ahmet Sait, Fecr Y.
142. Ümmet ve Uygarlık Krizi, A. Ebû Süleyman, Çev. Âlim Güner, Akabe Y.
143. Ümmeti Yıkan İthal Çözümler, Yusuf Kardavi, Çev. Resül Tosun, Akabe Y.
144. Ümmet ve Yahûdiler, Mustafa Yalçın, İlke Y.
145. İslâm Toplumu, Mücteba Uğur, Çağrı Y.
146. İslâm Toplumuna Doğru, İsmail Lütfi Çakan, Şamil Y.
147. İslâm Toplumuna Doğru, Seyyit Kütüb, İslâmoğlu Y.
148. İslâmî Topluma Doğru, Reyyan Şerif, Akabe Y.
149. İslâm Toplumunun Oluşumu, Said Ramazan Bûtî, Şûrâ Y.
150. İslâm’da Ferd ve Cemiyet, Muhammed Kutup, Hikmet Y.
151. İslâm’da Toplum Düzeni, Muhammed Ebû Zehra, Kayıhan Y.
152. İslâm’da Sosyal Düzen, Mustafa Râfii, Fikir Y.
- 286 -
KUR’AN KAVRAMLARI
153. İslâmî Şahsiyet ve Toplumsal Değişim, Mehmet Pamak, Buruc Y.
154. Örnek İslâm Toplumu, Muhammed Kutup, Risale Y.
155. Özlenen İslâm Toplumu, Seyyid Kutup, Kültür Basın Yay. Birliği
156. Siyasal ve Sosyal Boyutlarıyla İslâm, Yunus Vehbi Yavuz, Tuğra Y.
157. Sosyalleşme, Sosyal Gelişme ve İslâm, İzzet Er, Furkan Y.
158. İslâm – Laiklik, Yusuf Kardavi, Denge Y.
159. İslâm, Laiklik ve Kenan Evren, N. Yücel Mutlu, Rehber Y.
160. İslâm ve Laisizm, Nakib Attas, Pınar Y.
161. Laik Düzende İslâm’ı Yaşamak, 1-2, Hayreddin Karaman, İz Y.
162. Laiklik Yargılanıyor, Rauf Pehlivan, Gonca Y.
163. Laik Vahşet, Faruk Köse, Mektup Y.
164. Laiklik Çıkmazı, Ahmed Taşgetiren, Erkam Y.
165. Laiklik Devrini Kapamıştır, İsmail Kazdal, İhya Y.
166. İslâm Açısından Laiklik, Muhammed İslâmoğlu (Sadreddin Yüksel), Özel Y.
167. Laikliğin Neresindeyiz? Safâ Mürsel, Yeni Asya Y.
168. Laik Demokratik Cumhuriyet İlkelerine Bağlı Kalacağıma, Abdurrahman Dilipak, Risale Y.
169. Laisizm, Abdurrahman Dilipak, Beyan Y.
170. Din ve Laiklik, Ali Fuad Başgil, Yağmur Y.
171. Türkiye’de Laiklik İdeolojisi, Ahmet Parlakışık, Objektif Y.
172. Türkiye’de Laiklik ve Fikir Özgürlüğü, Fehmi Koru, Beyan Y.
173. Müslüman Laik Olamaz, Ali Kemal Saran, Şelale Y.
174. Sosyalizm Bitti Laiklik Alır mıydınız? Yavuz Bahadıroğlu, Nesil Basım Y.
175. Osmanlı ve Safevîlerde Din-Devlet İlişkisi vecih Kevseranî, Denge Y.
176. Medenî Vahşet, Hüsnü Aktaş, Ölçü Y.
177. Çağdaş Truva Atı Demokrasi, İsmail Kazdal, İhya Y.
178. Demokrasi Risalesi, Yaşar Kaplan, Timaş Y.
179. Alaturka Demokrasi ve Alaturka Laiklik, İhsan Süreyya Sırma, Beyan Y.
180. Demokrasi ve Totalitarizm, Raymond Aron, Kültür Bakanlığı Y.
181. İzmlerin Çöküşü ve İslâm’ın Yükselişi, M. Emin Gerger, Şelale Y.
182. İslâm Işığında Hareketler ve İdeolojiler, Fethi Yeken, İslâmoğlu Y.
183. Değişim Sürecinde İslâm, J. Esposito, J. Donohue, İnsan Y.
184. İlahlar Rejiminin Anatomisi, Mustafa Çelik, Ölçü Y.
185. İslâm’a Göre Partinin Hükmü, Muhammed Fatih, Tevhidî Çekirdek Y.
186. Siyasal Katılım, Zübeyir Yetik, Fikir Y.
187. Devlet ve Din, Çetin Özek, Ada Y.
188. Dünya İslâm Birliği, Muhammed Ebû Zehra, Esra Y.
189. İslâm Dünyasına Siyasi Bakışlar, Âsaf Hüseyin, İz Y.
190. Modern Çağda İslâm’ın Politik Sistemi, Lokman Tayyib, İlke Y.
191. İslâmî Hareket Fıkhı, Mustafa Çelik, Yenda Y. c. 4, s. 37-47
192. Ceza Hukuku ve Demokratik Düzenin Korunmasında Laiklik İlkesi, Çetin Özek, 1978, İstanbul
193. Türk Hukukunda Laikliği Koruyucu Ceza Hükümleri, Çetin Özek, 1961, İstanbul
194. Ümmet ve İmâmet Soruşturması, Tevhid Dergisi, sayı 18, 19, 20, Haz, Tem, Ağustos 1991
195. Bir İman Toplumu Olarak Ümmet, Vahdettin Işık, Haksöz Dergisi, sayı 60 (Mart 1996)
196. Kur’an’da İmam ve İmamet, Cafer Tayyar Soykök, Haksöz, sayı 62, 64 (Mayıs, Temmuz, 1996)

 
Okunma 1038 kez
Bu kategorideki diğerleri: « UNUTMA / NİSYÂN