Ahmed Kalkan

Ahmed Kalkan

Web sitesi adresi: http://Ümraniye Kalemder

Bismillâhirrahmânrrahîm

Afganistan ve mazlum halkı, modern Batı seküler paradigmasının ürettiği insanî ve İslamî olanın düşmanı iki katil ideolojiden, önce 1979 yılında komünizmin temsilcisi Sovyetler Birliği’nin (Rusya’nın) saldırı, işgal ve katliamına muhatap oldu. Onun zelil bir biçimde mağlup edilerek kovulmasından sonra Afganistan’ın onurlu mücâhid evlatları 1996’da oranın şartlarında olabilecek en âdil yönetimi kurdular. Daha yeni sistemi tam oturtamadan bu sefer de seküler Batının ikinci sapkın ideolojisi olan kapitalizmin temsilcisi ABD ve AB ülkeleri öncülüğünde katil demokrasilerin ve onların oluşturduğu kanlı vahşi silahlı güç olan NATO’nun saldırı, işgal ve katliamına muhatap oldular.

İşgalcilerden birincisi komünist Rusya, bu işgal sürecinde ağır bir darbe yiyerek çöktü ve Sovyetler dağıldı. Afganistan İslamî direnişinin yaşattığı bu yenilgi, aynı zamanda komünizmin de sonunu getirdi ve komünist sistem yıkıldı. İnşaAllah Taliban İslamî direnişinin ABD ve NATO’ya yaşattığı bu ağır yenilgi de aynı zamanda kapitalizmin tükenişinin ve yıkılışının ilanı olur.

Gerek mazlum Afgan halkı gerekse onun onurlu mücahid evlatları, Batının sapkın iki ideolojisini temsil eden alçak sadırı ve işgal süreçlerinde, çok acılar çektiler, büyük bedeller ödediler. Ülkeleri yakıldı, yıkıldı ve kaynakları talan edildi. Bu halkın evlatları devşirilmeye, kişiliksizleştirilip emperyalizmin köleleri kılınmaya, ahlakları bozulup yozlaştırılmaya, özetle emperyalistlerin kendilerine benzetilmeye çalışıldı. İşte böyle zor şartlar içindeki bir toplumda yeniden bağımsız özgün bir İslamî düzeni oturtmanın ne kadar zor olduğunu, öncelikle Taliban öncüleri bilmeli, bu yüzden çok mutedil ve sabırlı olmalı, toplumu ve sistemi İslamîleştirme sürecini ilmek ilmek dokuyarak ilerlemeliler. Aynı zamanda oralara dışarıdan bakıp değerlendirme yapanlar bu zor şartları bilmeli ve bu yüzden daha insaflı ve daha anlayışlı olarak mahkûm eden ağır eleştirilerden kaçınıp merhametli nasihatlerle yetinmelidirler.

Şimdi bir de Çin ve Rusya ile yeni ilişki ve imtihanlar bu kardeşlerimizi zorlayacak, bu zor şartlarda birçok imkâna ve politik desteğe muhtaç olan Taliban yönetiminden, verilecek destekler karşılığında yeni tavizler istenecektir. Bu tür küresel silahlı zalim güçlerle ilişkide kaçınılmaz olan hep zayıf olanların kullanılmasıdır. İnşaAllah böyle bir sonuç Taliban yönetimi için tecelli etmez de zaafa ve başkalarının politikalarına alet olacak konumlara sürüklenmelerine yol açmaz.

Biz Türkiyeli Müslümanlar, böyle zor şartlarda Amerika’ya ve onun yardakçılarına, kapitalist emperyalizmin kanlı katil silahlı gücü NATO’ya karşı büyük bir zafer kazanan ve İslamî bir devlet kuracaklarını açıklayan Taliban’ın önlerindeki büyük imtihanı kazanması için dualar ediyoruz. Kur’an’ın ana esaslarını çizdiği ve Rasulullah’ın Medine’de oluşturduğu o güzel örnek devleti kendilerine ölçü almalarını, ırkçı ve mezhepçi savrulmalara fırsat vermeden, aşırılıklardan uzak vasat bir çizgide durmalarını ve bu çağda küresel katil demokrasilerin sömürü ve zulümleri altında bunalmış olan tüm insanlığın acil ihtiyacı olan İslamî adalet devleti modelini ortaya koyarak örneklik teşkil etmelerini Rabbimizden niyaz ediyoruz. Şu anda, dünyada örnek alınacak tek bir İslam devletinin bile olmadığı acı gerçeği karşısında inşaAllah bu boşluğu dolduracak bir âdil şahidlik yapmaları için dua ediyoruz.

Ne kadar başarılı olacakları meselesi ise, hem yönetenlerin nitelik ve becerisine hem de toplumun nitelik ve uyumuna bağlıdır. Bunlar bile yetmemektedir. Çünkü çok zor şartlarda yaşamak zorunda bırakılan ve kaynakları çalınıp fakirliğin dibine vurmuş bir toplumdan bahsediyoruz.  Üstelik emperyalist güçler tarafından kuşatılmaya ve bazı imkânlar karşısında sürekli yönlendirilmeye, sıkıştırılmaya çalışılacak bir toplumun geleceğini konu ediniyoruz. Allah (c), bu zor şartlarda, böyle bir toplumu yönetmek üzere göreve başlayan Müslümanların yar ve yardımcıları olsun ve her türlü oyun ve tuzaklara karşı onları korusun inşaAllah.

Bir devir sona eriyor. İnşaAllah yüzyıllar sonra bir İslâmî adalet devleti kurulur. Bu konuda neden bir umudun sevinci yaşanmıyor ve neden Müslümanlar arasında ciddi bir heyecanla karşılaşılmıyor? Neden bir bayram havası esmiyor? Aynı katil emperyalist güç Vietnam’dan zelil bir biçimde kaçtığında, Müslüman olmayan o mazlum halkın zaferine nasıl sevindiysek, bugün aynı emperyalist güce aynı zilleti yaşatarak kaçmak zorunda bırakan Müslümanların cihadı olunca, iki kat sevinmemiz gerekmez mi?

Buna rağmen yaşanan tereddütlerin sebeplerini irdeleyelim:

  1. Toplumda İslâm devleti isteyenlerin sayısı gittikçe azaldı. Toplum, eskiye göre daha demokratikleşti, sağcılaştı, muhafazakârlaştı. Artık başlarında halife ya da İslam emiri değil, seküler cumhurbaşkanı görmek isteyenler çoğaldı. Müslümanım diyenlerin bile çoğunluğu Allah’ın şeriatı ile hükmedilmeye bilerek veya bilmeyerek düşman oldu. Üstelik aynı çoğunluk, cihad eden Müslümanları terörist kabul etmeye de başladı.
  2. Müslümanlar ümmet planında birbirlerini yeterince tanımıyor. Tanımamaktan daha kötüsü, kâfirlerin verdiği bilgilerle tanıyor. O yüzden kâfirler, mü’minleri birbirlerine kötü tanıtarak aralarında sevgi ve güven bağını bile yok ediyor.
  3. Hemen hepsi Yahudi lobilerinin ve küresel fesad odaklarının kontrolünde olan dünya çapındaki ajansların, haber kaynaklarının kirli bilgi üretmeleri, komplo teorileri yaymaları bir vâkıa olduğu halde, Müslümanların bunlardan ciddi anlamda etkilendikleri esefle kaydedilecek büyük bir zaaf olarak sırıtıyor.
  4. Bazı ülkelerin gayr-i insanî ve gayr-i İslâmî devletlerinin adına İslâm devleti gibi ünvanlar yükledikleri halde; zulmün, güvensizliğin, kandırmaların, rüşvetin ve her türlü insanlık dışı uygulamaların görüldüğü ülkeler olduğuna bakarak; Afganistan’da kurulacak devletin Suud tipi, Mısır benzeri, İranvârî bir devlet olabilir endişesi, mü’minlerin sevinmelerine engel oluyor. Bu sahte İslam devletleri, İslâm’ın gerçek anlamda uygulanma ihtimali büyük olan yeni devlete de soğuk bakmaya sebep oluyor.
  5. Unutulmamalıdır ki, Taliban, Afganistan’ın insanî ve İslamî bakımdan en sağlıklı gerçeği olup, en kötü Taliban yönetimi bile Afganistan şartlarında, alternatifleriyle mukayese bile edilemeyecek bir olumluluğu temsil eder. Taliban’a 20 yıl önce hükümet oldukları süreçte ABD tarafından, Orta Asya’dan okyanusa inecek petrol ve doğal gaz boru hatlarının geçişi projelerine onay vermeleri için, daha sonra da Usame bin Ladin’i teslim etmeleri karşılığında çok büyük maddi menfaatler ve sürekli iktidar vadedildiği halde kabul etmediler. İşbirlikçi Afgan yöneticilerinin çok daha düşük menfaatlere satılmalarına rağmen, onlar Afgan halkının haklarını korumak için ve ilkeleri uğruna reddedip asla taviz vermediler. İşte böyle ahlaklı duruşlarıyla Taliban liderleri, adil, emin ve dürüst bir örneklik sergileyip o süreçte hükümetlerinin yıkılmasını ve ölümü bile göze almışlardı. İşte bugün bu dürüst ve adil kadro 20 yıl aradan sonra tekrar iş başına geliyor. Afgan halkı ve insanlık adına da olsa buna sevinmek gerekmez mi?
  6. Bu gelişe sevinemeyip bir sürü zanna dayalı tereddütler üretenler, mevcut ABD ve NATO işgalinin ve işbirlikçi yönetimin sürmesini mi istemektedirler? Çünkü Taliban’ın zaferine sevinemeyenler, görevdeyken çaldıkları yetmezmiş gibi, biraz tehlike oluştuğunda halkını yüzüstü bırakıp kaçarken dahi fakir halkının on milyonlarca dolar parasını çalıp uçağına doldurarak götürmeyi ihmal etmeyen Amerikan işbirlikçisi Cumhurbaşkanı Eşref Gani ve Amerika yönetimde kalsaydı, Afganistan’daki işgal devam etseydi bunlardan daha iyiydi demiş olurlar.

Peki, nasıl değerlendirmeli ve neler yapmalıyız?

  1. Müslümanların bu konuda biraz ihtiyatlı davranmaları, sütten ağızlarının yandığı ile de ilgili olmalıdır. 1979’da Amerika’ya karşı halk ayaklanması yaparak “İslam İnkılabı”nı gerçekleştirdiklerini söyleyen İran’ın, hem içeride Fars ulusçusu ve mezhepçi uygulamalarını hem imamın etrafında oluşan devrim muhafızları sınıfının halkı sömüren adaletsizliklerini ve baskıcı düzenini hem de özellikle Suriye’de ve daha nice olaylarda hiç de İslam devleti gibi davranmadığını gören Müslümanlar olarak yine benzer durumlar olabilir diye endişe duyulması anlaşılabilir. Ancak yapılacak şey; Amerika ve NATO’ya zilleti yaşatmış Müslümanların zaferi hakkında şüphe ve tereddütler üretmek değil, bu gelişmeyi her hâlükârda olumlayarak umutlu ve hayra teşvik edici açıklamalar yapmaktır. Taliban’ın taassuptan uzak, grupçuluğa prim vermeden, ihtilaflı konularda daha temkinli, ümmeti kuşatan, cihad ruhunu terk etmeden İslam’ın güler yüzünü gösteren, Kur’an ve Sünnet çizgisini bu çağa en güzel şekilde taşıyarak hepimizin “işte İslâm devleti böyle olur” diyeceği uygulamalar içinde olmasını diliyor ve bekliyoruz.
  2. Hepimizin Tâliban ile ilgili olarak, ilk hükümetleri döneminden zihnimizde kalan izler sebebiyle, onun kimi aşırı yorumlara dayalı din anlayışı ve uygulamaları ile ilgili bazı çekindiğimiz, ihtiyatla yaklaştığımız hususlar olabilir. İlk hükümet dönemi dâhil yaklaşık 25 yıllık mücadele sürecinde edindikleri tecrübe ve olgunlaşma sonucunda bu yanlışları da en aza indirecekleri umudu ve duasıyla yeniden değerlendirelim. Bilinmelidir ki, bütün yanlışlarına ve kimi aşırı uygulamalarına rağmen ilk Taliban hükümeti de, dünyanın değişik yerlerinde yönetime geçen önceki ve sonraki hükümetler içinde en dürüst, en ahlâklı ve halkının çıkarlarını en fazla koruyan hükümetti. İnşaAllah bu sefer, eski yanlışları da tekrar etmeden ana hattıyla Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmeden bir devlet kursunlar da, ayrıntılarda farklı beklentiler ve zamanla tekâmül ederek daha da oturacak kimi detay konular, onlara bakışımızı değiştirmez, değiştirmemelidir.
  3. Öncelikle empati yaparak, bu mücahid kardeşlerimizin yaşadıkları çok zor şartları idrak etmeli, işlerinin ne kadar zor olduğunu anlamaya çalışmalıyız. Sonuçta böyle şartlarda doğal karşılanması gereken muhtemel kimi hatalı uygulama ve politikalarını, o ülkenin şartları, toplumun niteliği ve zaruretleri içinde âdil biçimde değerlendirip merhametle nasihatler yapmalı ve hikmetli biçimde “emr-i bi’l ma’ruf” görevimizi ifa etmeliyiz.
  4. Dünyanın çeşitli yerlerindeki ulemâ Afganistan ile daha baştan ilişkilerin yolunu bulmalı, onlarla şimdiden dostluk ve diyaloglar geliştirmeli, onları şimdiden uyarmalı, nasihatler etmelidirler. İmkân bulan âlimler ziyaretler gerçekleştirip hem tebrik etmeli, hem de daha iyiye teşvik edici roller oynamalıdırlar.
  5. İslâmî kuralları uygulamada bir geçiş döneminin gerekliliği unutulmamalı, önce İslam hukuku mutedil bir içerikle hazırlanmalı ve bu süreçte  toplumun İslam hukukuna hazırlanması sağlanmalıdır. Bu konularda hem onlar Müslüman âlimlerden görüş istemeli, hem de bu konuda katkıda bulunabilecek olan âlimler onlarla temasa geçip katkılarda bulunmalıdırlar. Taliban kadrolarına, İslamî bir yönetimin temel esasları olan Hakikat, adalet ve merhamet, emanet, liyakat ve ehliyet, meşveret ve şura ölçülerini hiçbir sebeple ihmal etmeyen bir ciddiyet ve tutarlılık sürekli yol gösterici olmalıdır.
  6. Dünya Müslümanları, mağlûbiyet psikolojisinden kurtulmalı, Allah’ın izni ve yardımıyla tevhid ehli mü’minler olarak kendimize güvenimizi yeniden kuşanmalıyız. Evet, bu devirde kâfirlere ve hatta daha önemlisi müslüman geçinenlere rağmen İslam devleti kurulabileceğini, kurulan devletin Müslümanca sürdürülebileceğini önce kendimize kabul ettirebilmeliyiz.
  7. Ayrıca karşı cephe için de ders alınacak bir gerçek, kaçıncı defa tekrar etti. Amerika, dostlarını yine yüzüstü bıraktı. Dinlerini dünya karşılığında satanlar, âhirette ne büyük değerleri kaybettiklerini görecekleri gibi, dünyada da rezil ve rüsvay oluyorlar. Amerika da onları belli bir süre kullandıktan sonra, düştükleri zilletin bataklığında utançlarıyla baş başa bırakıveriyor.

Rabbimiz, küresel emperyalist katil demokrasileri yenilgiye uğratıp Afganistan’dan zillet içinde kaçmalarını sağlayan Müslümanların yar ve yardımcısı olsun, Kur’an’a ve sünnete uyumlu bir İslamî adalet sistemi kurarak rızasını kazanmayı nasip etsin inşaAllah.

20.08.2021 Cuma

Kur’an’a Nebevî Dâvet   –   İlmi ve kültürel Araştırmalar Vakfı (İLKAV)     

Mehmet Pamak – Ahmet Turgut Ulucak – Emrullah Ayan – Ahmed Kalkan

Cumartesi, 06 Şubat 2021 23:17

BİBLİYOGRAFYA

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

BİBLİYOGRAFYA
BİBLİYOGRAFYA
Kur’ân-ı Kerim Meallerinden Bazıları
1. Ahmet Ağırakça, B. Eryarsoy, Meal, Buruc Y.
2. İnsanlığa Son Çağrı, Meal, Hamdi Döndüren, Çelik Y. 2 cilt
3. Son Mesaj, Mustafa Yıldız, Çıra Y.
4. Allah’ın Kelâmı (Meal-Tefsir), Mehmet Türk, Edav Y.
5. Kısa Açıklamalı Kur’an-ı Kerim Meali, Mahmut Kısa, Armağan Kitaplar
6. Hayat Kitabı Kur’an, Gerekçeli Meal-Tefsir, Mustafa İslâmoğlu, Düşün Y.
7. K.K. ve Açıklamalı Meali, Heyet, T. Diyanet Vakfı Y.
8. K.K. Yüce Meali, S. Gümüş, Y. Çiçek, M. Demirci, İpek Y.
9. Nüzul Sırasına Göre K.K. Türkçe Anlamı, Ali Bulaç, Birim Y.
10. K.K. ve Özlü Tefsir, Tefsirlerin Özü, Abdullah Parlıyan, Konya Kitapçılık
11. K.K. Meali, H. Altuntaş, M. Şahin, D.İ.B. Y.
12. K.K. ve İzahlı Meal-i Âlîsi, Ali Fikri Yavuz, Sönmez Neşriyat
13. Kur’an-ı Kerim’in Açıklamalı Meali, (Fatiha, Bakara), Abdülaziz Bayındır, Sül.Vakfı Y.
14. Feyzü’l Kur’an, K.K. Açıklamalı Meali, Hasan Tahsin Feyizli, Server Neşriyat
15. Kur’an-ı Kerim Meali (Türkçe Çeviri), Yaşar Nuri Öztürk, Yeni Boyut Y.
16. Kur’an Türkçe Çeviri, Sadık Türkmen, Sistem Y. 2 cilt
17. K.K. ve Kelime Meali, Medine Balcı, Ebrar Y. 2 cilt
18. K.K. Türkçe Anlamı ve Kelime Meali, Halil Uysal, Kitap Kent Y.
19. K.K. ve Türkçe Meali, Hasan Karakaya, Kerim Aytekin, İkra Y.
20. Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, T.D.Vakfı Y., Heyet
21. Suat Yıldırım, Kur’an-ı Hakim ve Açıklamalı Meali, Işık Yayınları
22. Kur’an’ın Anlaşılmasına Doğru, Tefsirî Meal, Ahmet Tekin, Kelam Y.
23. Açıklamalı K.K. Meali, Tercümânu’l Kur’an, Mevdudi, İnkılab Y.
24. Kur’an-ı Kerim Meali, Şaban Piriş
25. Kur’ân-ı Kerim Meali, Talât Koçyiğit, Hüner Y.
26. Yaşayan Kur’an, Türkçe Meal-Tefsir, İhsan Eliaçık, İnşa Y.
27. Kur’an’a Bakışlar, Meal-Tefsir, Zeynep Gazali, Uysal Kitabevi Y.
28. Kur’ân-ı Kerim Yüce Meali, S. Gümüş, Y. Çiçek, M. Demirci, İpek Y.
29. Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Anlamı, Mustafa Hizmetli, Erguvan Y.
30. Kur’ân-ı Kerim Meali ve Yüce Tefsiri, Hacı Murad, Doğuş Y.
31. Aziz Kur’an Çeviri ve Açıklama, Muhammed Hamidullah, Beyan Y.
32. Kur’an Mesajı Meal-Tefsir, Muhammed Esed, İşaret Y.
33. Açıklamalı Kur’an-ı Kerim Meali, Ahmet Ağırakça, M. Beşir Eryarsoy, Buruc Y.
34. Nüzul Sebepli Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali, Ahmet Ağırakça-Beşir Eryarsoy, İst. 1987
35. Kur’an-ı Kerim’in Türçe Anlamı, Ali Bulaç, Bakış Y.
36. Yüce Kur’an-ı Kerim Meali ve Tefsir Notları, (3 cilt), Ebû’l-A’lâ Mevdudi, Merve Y.
37. Kur’ân-ı Hakim ve Meâl-i Kerim, Hasan Basri Çantay, Çantay Kitabevi Y./Risale Y.
38. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali, M. Beşir Eryarsoy, Şafak Y.
39. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali, Heyet, Hikmet Neşriyat
40. Kur’an-ı Mecîd ve Tefsirli Meâl-i Âlîsi, Mahmud Ustaosmanoğlu, Yasin Y.
41. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Açıklama, İsmail Mutlu, Nesil Basım Yayın
42. Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Heyet, Marm. Ün. İlâhiyat Fak. Vakfı Y.
43. Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Bahaeddin Sağlam, Tebliğ Y.
44. Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, İsmail Mutlu, Yeni Asya Gazetesi Neşriyat
45. Kur’an-ı Kerim ve İzahlı Meali, Ahmed Davudoğlu, Çile Y./Timaş Y./Merve Yayın Paz. / Çelik
BİBLİYOGRAFYA
- 1079 -
Y. /Seha Neşriyat
46. Kur’an-ı Kerim Meali, Ahmed Davudoğlu, Şelale Y./Temel Neşriyat/Cevher Y./Bahar Y.
47. Elmalılı Meali, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Azim Dağıtım Y./İhtar Y./Huzur Y./İslamoğlu Y./Eser Neşriyat
48. Kur’an-ı Kerim ve Meali, İsmail Kurt, Huzur Y.
49. Kur’an-ı Kerim’in Açıklamalı Türkçe Meali, İ. Atasoy, Ü. Şimşek, M. Paksu, İ. Mutlu, Ş. Döğen, C. Uşşak, İst. 1989
50. Kur’an-ı Kerim ve Türçe Anlamı (Meal), Hüseyin Atay, Yaşar Kutluay, D.İ.B. Y.
51. Kur’an-ı Kerim ve Yüce Meali, Abdullah Aydın, Aydın Y.
52. Kur’an-ı Kerim ve Meali, Ali Arslan, Okusan Yayıncılık
53. Kur’an’ı Anlamaya Doğru, Açıklamalı Kur’an-ı Kerim Meali, Ahmet Tekin, Özel Y.
54. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, Hasan Rızâ, Diyanet İşleri Başkanlığı Y.
55. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, İsmail Hakkı İzmirli, Eren Y.
56. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlatımı, Bekir Sadak, Ötüken Neşriyat
57. Kur’an-ı Kerim Meali, Ziya Kazıcı, Çağrı Y.
58. Kur’an-ı Kerim Meali, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Basım Yay./Akçağ Y.
59. Kur’an-ı Kerim Meali, Ali Arslan, Devran Y.
60. Kur’an-ı Kerim Meali ve Tefsiri, Ayntabi Mehmed Efendi, İst. 1956
61. Kur’an, İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu, Ank. 1957
62. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Tefsirli Meal-i Âlîsi, Enver Baytan, İst. 1986
63. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı (Meâni-i Kur’an, İzmirli İsmail Hakkı, İst. 1977
64. Kur’an-ı Kerim Türçe Meali, H. Karakaya, K. Kabakçı, M. Süslü, K. Seyidhanoğlu, K. Aytekin, İst. 1981
65. Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, Celal Yıldırım, İst. 1982
66. Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, Talat Koçyiğit-İsmail Cerrahoğlu, Ank. 1985
67. Kur’an-ı Kerim Meali (Türkçe Anlam), Ziya Kazıcı, Necip Taylan, Çağrı Y.
68. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Açıklamalı Tercümesi, Ali Özek , Hayreddin Karaman, Ali Turgut, Mustafa Çağırıcı, İ. Kâfi Dönmez, Sadreddin Gümüş, Ank. 1993/S. Arabistan Krallığı, Medine
69. Kur’an-ı Kerim, Ş. Oral, Y. Z. Ersal, M. Runyun, A. S. Yücesoy, A. Güven, M. A. Köksal, M. Ş. Özmen, K. Edip Kürkçüoğlu, H. Atay ve Y. Kutluay (3 cilt), Ank. 1973
70. Kur’an-ı Kerim’in Konularına Göre Ayrılmış Türkçe Anlamı, Ahmet Okutan, İst. 1967
71. Türkçe Kur’an-ı Kerim, Osman Nebioğlu, İst. 1957
72. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, H. E. Çalışkan, Güneş Gaz. Y.
73. Kur’an-ı Kerim ve Meali, Akpınar Y.
74. Kur’an Tercümesi, Muhammed bin Hamza, İst. 1976
75. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali, Abdullah Tüzüner, İst. 1973
76. Kur’an-ı Kerim Meali, Enver Baytan, Baytan Y.
77. Kur’an-ı Kerim ve Meali, Abdülbâki Gölpınarlı, Remzi Kitabevi Y.
78. Fuyuzat; Kur’an-ı Mübin’in Mealen Tefsiri, Şemsettin Yeşil, İst. 1964
79. Kur’an-ı Kerim ve Türçe Anlamı (Meal) (3 cilt), Hüseyin Atay ve Yaşar Kutluay, D.İ.B. Y.
80. Kur’an-ı Kerim, Besim Atalay, İst. İ962
81. Kutsal Kur’an Türkçe Meali, Sadi Irmak, İst, 1962
82. Kur’an-ı Kerim Meali, Y. N. Öztürk, Yeni Boyut Y.
83. Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Yüce Meali, Ayntabî Mehmed Efendi, Huzur Y.
84. Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Açıklaması, Osman Keskioğlu, Eren Y.
85. Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Anlamı, Ş. Taha, Birleşik Dağıtım Ankara Y.
86. Kur’an ve Açıklamalı Meali, Heyet, Nesil Basım Yayın
87. Kur’an Meali, Ahmet Varol, Ozan Y.
88. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Tefsirli Meal-i Âlîsi, Hasan Rızâ, Baytan Y.
89. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, Mustafa Hizmetli, Birleşik Y.
90. Nüzul Sırasına Göre Kur’an-ı Kerim Meali, Mesut Okumuş, Birleşik Dağıtım Ankara Y.
- 1080 -
BİBLİYOGRAFYA
91. Kur’an-ı Kerim ve Kürtçe Meali, Abdullah Varlı, Şahsi Y.
92. İngilizce Kur’an-ı Kerim Meali, Heyet, İlmi Neşriyat
93. Kur’an-ı Kerim’in Mealen Manzum Açıklaması, A. Adnan Sütmen, Üçdal Neşriyat
94. Tanrı Buyruğu Oku, Kur’an Nazım Çeviri, Rızâ Çiloğlu, İst. 1987
95. Kur’an-ı Kerim, Süleyman Tevfik Özzorluoğlu, İst. 1932
96. Lafzen ve Meâlen Kur’an-ı Hakim’in Tercümesi, Ali Rızâ Sağman, İst. 1980
97. Kur’an-ı Kerim ve Yüce Meali, Süleyman Ateş, Kılıç Y./Yeni Ufuklar Neşriyat/Şura Y.
98. Kur’an-ı Hakim ve Öztürkçe Meali, Dabbetu’l-Arz Profesör 1400 (Alevi Dedeleri), Ank. 1995
99. İslâm’ın Mukaddes Kitabı Kur’an-ı Kerim, Türçe Tercüme ve Tefsiri, Hacı Murat Sertoğlu, İst. 55
100. İniş Sırasına Göre Kur’an-ı Kerim Meali, Y.N.Öztürk, Yeni Boyut Y.
101. Mevzularına Göre Âyet-i Kerimeler ve Mealleri, (2 cilt), Şamil Y.
Türkçe Tefsirler
1. Fi Zılâli’l-Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. 16 cilt
2. Tefhimu’l Kur’an, Mevdudi, İnsan Y. 7 cilt
3. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Eser Y. 8 cilt
4. Et-Tefsiru’l-Hadis, İzzet Derveze, Ekin Yayınları 7 cilt
5. Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. 16 cilt
6. Tefsir-i Kebir (Mefâtihu’l Gayb), Fahreddin Râzi, Akçağ / Huzur Y. 24 cilt
7. Tefsir-i Kebir, Mukatil bin Süleyman, İşaret Y. 4 cilt
8. Kur’an Yolu, Türkçe Meal Tefsir, Heyet, D.İ.B. Y. 5 cilt
9. Kur’an Mesajı, Muhammed Esed, İşaret Y. 3 cilt
10. Besairu’l Kur’an, Ali Küçük, 20 cilt
11. Safvetü’t Tefâsir, Muhammed Ali es-Sâbûnî, İz Y. 7 cilt
12. Kur’ân-ı Kerim’in Türkçe Meâl-i Âlisi ve Tefsiri, Ö. Nasuhi Bilmen, Bilmen Y. 8 cilt
13. El-Esas fi’t-Tefsir, Said Havvâ, Şamil Y. 16 cilt
14. Tefsîru’s-Sa’dî, Abdurrahman es-Sa’dî, Guraba Y. 5 cilt
15. Muhtasar Taberî Tefsiri, İmam Taberi, Ümit Y. 6 cilt
16. Min Vahyi’l Kur’an, Muhammed Hüseyin Fadlullah, Akademi Y. 10 cilt
17. El-Mizan fî Tefsiri’l-Kur’an, Tabatabâî, Kevser Y.
18. Ruhu’l-Furkan Tefsiri, Mahmud Ustaosmanoğlu, Siraç Kitabevi Y.
19. Kur’ân-ı Kerim Şifâ Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. 8 cilt
20. el-Câmiu li Ahkâmi’l Kur’an, Kurtubî, 20 cilt
21. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neşriyat 12 cilt
22. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. 30 cilt
23. Beyânu’l-Hak, M. Zeki Duman, Fecr Y. 3 cilt
24. Celâleyn Tefsiri, Celâleddin Suyûti, Sağlam Y. 3 cilt
25. Et-Tefsirü’l-Münir, Vehbe Zuhayli, Risale Yayınları
26. Kur’an’a Bakışlar Zeynep el-Gazali, Uysal Kitabevi Y.
27. Dâvetçinin Tefsiri, Seyfuddin el-Muvahhid, Hak Y.
28. Vedahu’l Burhan, Muhammed Ebû’l-Hasan En-Nisaburi, Tevhid Yayınları 2 cilt
29. Nesefi Tefsiri, İmam Nesefi, Ravza Yayınları 8 cilt
30. Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraktar Bayraklı, Bayraklı Y., 22 c.
31. Büyük Kur’an Tefsiri, Ali Arslan, Arslan Yayınları / Okusan 16 cilt
32. İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Celal Yıldırım, Anadolu Yayınları
33. Hulâsatü’l-Beyan Fî Tefsîri’l-Kur’an, Mehmed Vehbi, Üçdal Neşriyat 8 cilt
34. Furkan Tefsiri, Hicazi, İlim Y./Vahdet Y.
35. Yaşayan Kur’an Türkçe Meal/Tefsir, R. İhsan Eliaçık, İnşa Y. 3 cilt
36. Tebyînu’l Kur’an, İşte Kur’an, Hakkı Yılmaz, 11 cilt
BİBLİYOGRAFYA
- 1081 -
37. Ruhu’l-Beyan, İsmail Hakkı Bursevi, Erkam Y.
38. Taberi Tefsiri, Taberi, Hisar Yayınevi
39. Tefsiru’l Kur’an, Ebû’l-Leys Semerkandi, Sezgin Neşriyat / Hizmet Kitabevi
40. Ebûssuud Tefsiri, Ebûssuud, Boğaziçi Y.
41. Ebû Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları
42. İbn Kayyim Tefsiri, Polen Y.
43. Talat Koçyiğit, İsmail Cerrahoğlu, Kur’ân-ı Kerim Meal ve Tefsiri, D.İ.B. Y.
44. Tanrı Buyruğu Kur’ân-ı Kerim’in Tercümesi ve Tefsiri, Ömer Rızâ Doğrul, İnkılâp Y. 1-2
45. Tibyan Tefsiri Ayntabi Mehmed Efendi, Terc: Ahmed Davudoğlu, Huzur Y. 4 cilt
46. Şemseddin Yeşil, Füyuzat, Yeşil Yayınevi
47. Hayat Kitabı Kur’an Gerekçeli Meal-Tefsir, Mustafa İslâmoğlu, I-II, Düşün Y.
48. Kelâmullah Allah’ın Kelâmı, Meâl-Tefsir, Mehmet Türk, EDAV Y. (Konya)
49. Tefsir-i Sâvî (4 cilt), Ahmed Savi, Eser Neşriyat
50. Tefsir-ül İbn-i Abbas, Abdullah İbn Abbas, Eda Neşriyat
51. Tefsiru Ebdei’l-Beyan Li Cemî’-i Âyi’l-Kur’an, Muhammed Bedreddin, Nil A.Ş. Y.
52. Kur’ân-ı Kerim Meâli ve Tefsir-i Tibyân Tefsîri, Ahmed Davudoğlu, Akpınar Y.
53. Özlü Tefsir, Abdullah Parlıyan, Konya Kitapçılık Y.
54. İşaratu’l Furkan ve Tevhid-i Beyan, Asım Yılmaz
55. Menar Tefsiri, Ekin Y.
Kur’an’ın Tümünü Kapsamayan, Bazı Sûre ve Âyet Tefsirleri
56. Kur’an’ın Konulu Tefsiri, Muhammed Gazali, Şûrâ Y.
57. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 2 cilt, Mehmet Okuyan, Düşün Y.
58. Celal Yeniçeri, Uzay Âyetleri Tefsiri, Erkam Yayınları
59. İbni Teymiyye, Müşkil Âyetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları
60. Fâtiha Tefsiri ve Namaz, Ömer Temizel, Şahsi Y.
61. Fâtiha Üzerine Mülâhazalar Hikmet Işık, Nil Y.
62. Fâtiha’nın Kırk Yorumu, Haluk Nurbaki, Damla Y.
63. Fâtiha Sûresi Tefsiri, Ramazanoğlu Mahmud Sami, Erkam Y.
64. Fâtiha ve En’am Sûreleri Tefsiri, Suat Yıldırım, Nil A. Ş.
65. Fâtiha Sûresi ve Türkçe Namaz, Sait Şimşek, Beyan Y.
66. Sorularla Fâtiha Sûresi, Zabit Durmuş- Ali İçipak, Yenda Y.
67. Fâtiha Sûresi, Âzad, Bir Y.
68. Fâtiha Sûresi Tefsiri, Sadreddin Konevi, İz Yayıncılık
69. Fâtiha Sûresi, Mahmut Toptaş, Cantaş Y.
70. Fâtiha Şuuru, Mustafa Çelik, Fütüvvet Y.
71. Fâtiha Üzerine Mülahazalar, M. Fethullah Gülen, Nil Y.
72. Besmele ve Fâtiha Tefsiri, Ebûlleys Semerkandi, Sezgin Neşriyat
73. Rahmân ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla, Harun Yahya, Araştırma Y.
74. Kur’an Okulu, Heyet, Hanif Y.
75. Âyet Yorumları, Ali Şeriati, Kıyam Y.
76. İki Sûre İki Yorum, Ali Şeriati, Endişe Y.
77. İlk Mesajlar, M. Ali Baltaş, Birleşik Dağıtım Ankara
78. Kısa Sûrelerin Tefsiri, Mehmet Okuyan, Düşün Y.
79. Beş Surenin Tefsiri, M. Zeki Duman, Fecr Y.
80. Kur’an İkliminden, Fâtiha ve Kısa Surelerin Meal ve Tefsiri, M. Vehbi Dereli, Esra Y.
81. Ahkâm Tefsiri, Muhammed Ali Sabuni, Şamil Y.
82. Bakara Sûresi Tefsiri, Ramazanoğlu Mahmud Sami, Erkam Y.
83. Bakara Sûresi Yorumu, Halûk Nurbaki, Damla Y.
84. Âyet-el Kürsî Yorumu, Halûk Nurbaki, Damla Y.
- 1082 -
BİBLİYOGRAFYA
85. Kelimâtu’l-Kur’an Fî Tefsîri’l-Beyan, M. Mahluf, Esma Y.
86. Tevbe Sûresinin Gölgesinde Cihad Dersleri, Abdullah Azzam, Buruc Y.
87. Kur’an Araştırmaları, Muhammed Kutub, Fikir Y. 2 cilt
88. Eûzü Besmelenin Ve Fâtiha’nın İlginç Nükteleri, Eşref İba, Şahsî Y.
89. Besmelenin Şerhi, Abdülkerim bin İbrahim Cîlî, Kitsan Kitap Kırtasiye Y.
90. Besmele Tefsiri, Hacı Bektaş Veli, Kültür Bakanlığı Y.
91. Besmele ve Fâtiha Tefsiri, Ebûl Leys Semerkandi, Hizmet Kit.
Türkçeye Tercüme Edilmemiş Bazı Arapça Tefsirler
92. Mecmuâtu’t Tefâsîr (Hâzin, İbn Abbas, Nesefî, Kadı Beydavî Tefsirleri), Çağrı Y. İst. 1979
93. Keşşâf an Hakaikı Kavâmidi’t Tenzîl, Zemahşerî, Kahire, 1953
94. Mir Muhammed Kerim el-Baküvi, Keşfu’l-Hakayık
95. Abdürrazzâk, Tefsir
96. Cemaleddin Kasımî, Tefsir
97. Ebû Tâlib el-Mekkî, Tefsiru’l Müşkil
98. Beğavî Tefsiri, Meâlimu’t-Tenzil
99. Mâverdi, Mâverdi Tefsiri
100. İmam Vahidî, Tefsiru’l-Veciz
101. Muhammed Emin Şankitî, Edvâu’l-Beyan Tefsiri
102. Menâr Tefsiri, Reşid Rıza,Muhammed Abduh
Arapça Sözlükler
1- El- Mu’cemu’l-Vasît, Mısır Arap Dili Akademisi, Kahire, İstanbul
2- el-Eşbâh ve’n-Nezâir, Mukatil bin Süleyman
3- el-İsfahânî Râgıb Huseyn, el-Müfredât fi Garibi’l- Kur’ân, Beyrut, ts.
4- El-Müncid fi’l-Luğa, Luvis Ma’lûf, Beyrut, Tahran
5- Em-Mu’cemu’l-Arabî el-Esasî, Komisyon, Paris
6- Kamusu1-Muhît, Fîrûzâbâdî Mecdu’ddîn, Beyrut, ts.
7- Kitâbu’t-Ta’rîfât, Seyyid Şerif Cürcânî, Mısır,1938; Arapça-Türkçe Terimler Sözlüğü, Bahar Y.
8- Lisânu’l-Arab, İbn Manzûr Ebû’l Fadl Cemâluddîn Muhammed, Beyrut, ts.
9- Mevsuatun Lugaviyyetun Hadîsetun, er-Rida Eş-Şeyh Ahmed, Beyrut, 1960
10- Mu’cemu Mekayisi’l-Lüga, İbnu Fâris Ebû’l Hasen Ahmed, Mısır, 1972
11- Mu’cemu’l-Mufassal fi’l-Lügati ve ‘l-Âdâb, Ya’kub Ramîl Bedî, Beyrut, ts.
12- Tâcu’l Arûs, ez-Zebîdî Muhammed b. Murteda, Mısır, 1306
Kur’an Kavramlarıyla İlgili Arapça Kitaplar
1. Abdurrahim, Abdulcelil, et-Tefsîru’l-Mevdui li’l-Kur’âni’l-Kerîm fi Keffeteyyi’l- Mîzan, Amman, 1993.
2. Abdurrezzâk İbrahim, el-Cedîd fi Ahkâmi’t-Tecvîd, Amman, ts.
3. Ahmed Emin, Duha’l-İslâm, Mısır, 1938.
4. Bâcî, Ebû’l Velîd Süleyman, İhkâmu’l-Fusül fi Ahkâmi’l-Usûl, Beyrut, 1989.
5. Behiy, Muhammed, Nahve ‘l-Kur’ân, Kahire 1986.
6. Beyyûmî, Seyyid Mursî İbrahim, Menâhicu’t-Tefsir Beyne ‘l-Kadîm ve ‘l-Hadîs, Kahire, ts.
7. Dıraz Muhammed Abdullah, en-Nebeu’l-Azîm, Beyrut, 1970.
8. Ebû Ra’s, Mervân, Dirasetun Mevduiyyetun fî Sureti z-Zümer, Ürdün Üniversitesi, BaslmYüksek Lisans Tezi, 1986.
9. el-Askalâni İbn Hacer, el-İsâbe fi Temyîzi’s-Sahâbe, Mısır, 1939.
10. el-Cârim Ali Emîn, el-Belâgatu ‘l-Vâdıha, Lübnan, ts.
11. el-Cürcânî es-Seyyid eş-Şerif Ali b. Muhammed, et-Ta’rîfât, Mısır,1938.
12. el-Hâşimî es-Seyyid Ahmed, Cevâhiru’l-Belâga, İstanbul, 1984,
13. el-Hicâzî Muhammed Mahmûd, el-Vahdetu 1-Mevdûiyye fi’l-Kur’âni’l-Kerîm, Kahire 1970.
14. el-İsfahânî Râgıb Huseyn, el-Müfredât fi Garibi’l- Kur’ân, Beyrut, ts.
BİBLİYOGRAFYA
- 1083 -
15. el-Kazvînî, Muhammed b. Abdurrahman, Telhîsu’l- Miftah, Mısır, 1949.
16. el-Kûmî Ahmed es-Seyyid, M.Ahmed Yusuf Kasım, et-Tefsîru’l-Mevdûî, Kahire, 1982.
17. el-Kurtubî Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed Ensârî, el-Câmiu’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, Beyrut, ts. 1/69.
18. Elmaî Zahir b. Avad, ed-Dirâsâî fi’t-Tefsiri’l-Mevdûî li’l-Kur’âni’l-Kerîm, er-Riyad, 1405.
19. el-Meâsimi Harun, Hecâu’l-İbtidâi, Ürdün, 1988.
20. er-Rida Eş-Şeyh Ahmed, Mevsuatun Lugaviyyetun Hadîsetun, Beyrut, 1960.
21. es-Sadr, Muhammed Bakır, Medresetü’l-Kur’âniyye, Lübnan, 1981.
22. es-Sagîr, Muhammed Huseyn Ali, Mebâdii’l- Âmme li Tefsiri’l- Kur’âni ‘l-Kerîm,
23. es-Suyûtî Celâluddîn, el-İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, Kahire, 1995.
24. ez-Zebîdî Muhammed b. Murteda, Tâcu’l Arûs, Mısır, 1306.
25. ez-Zehebî, Muhammed Huseyn, et-Tefsir ve’l-müfessirûn, Beyrut, ts.
26. ez-Zerkânî Muhammed Abdulazîm, Menâhilu’l-İrfân fi Ulûmi’l-Kur’ân, Kahire, ts.
27. ez-Zerkeşî Bedruddîn, el-Burhân fi Ulûmi’l-Kur’ân, Mısır, 1957.
28. Feramâvî Abdulhay, el-Bidâye fi’t-Tefsîri’l-Mevdûî, Kahire 1977.
29. İbn Teymiyye el-Mukaddime fi Usûli’t-Tefsir, Tanta, 1988.
30. İbnu’l-Bârizî (738) Nâsihu’l-Kur’âni’l-Azîz ve Mensûhu nşr: Hatim Salih ed-Dâmm, Beyrut, 1983.
31. Kâtib Çelebi Mustafa b. Abdullah, Keşfu ‘z-Zunûn an Âsâmi’l-Kutubi ve ‘l-Fünûn, İstanbul, 1972.
32. Khalidi, Salah Abdulfettah, et-Tefsîru’l- Mevdûî Beyne’n-nazariyyeti ve’t-Tatbik, Ürdün, 1998.
33. Müslim, Mustafa, Mebahis Fi’t-tefsiri’l-Mevdui, Beyrut.
34. Pezdevî Ali b.Muhammed, Usûlü Pezdevî, Beyrut, 1994.
35. Said, Abdussettar, el-Medhal ilâ et-Tefsir’il-Mevdûî, Mısır, 1986.
Kur’an Kavramlarıyla İlgili Kitap Listesi
1. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y.
2. Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y.
3. İnanç ve Amelde Kur’anî Kavramlar, Muhammed el-Behiy, Yöneliş Y.
4. Kelimeler Kavramlar I-II, Yusuf Kerimoğlu, İnkılab Y.
5. İslâmî Kavramlar, Mevdudi, Pınar Y.
6. Kur’anî Kavramlar, Heyet, Hazırlayan Fevzi Zülaloğlu, Ekin Y.
7. Düzeltilmesi Gereken Kavramlar, Muhammed Kutub, Risale Y.
8. Çağdaş Kavramlar ve Düzenler, Ali Bulaç, Düşünce / Endülüs Y.
9. Temel Kavramlar, İbrahim Yarengünü, Yenda Y.
10. Temel Kavramlar 1-2, Nuri Yılmaz, Mana Y.
11. Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Doç. Dr. Ömer Dumlu, Anadolu Y.
12. Ahlâkî Kavramlarda Anlam Arayışı, Tuncer Namlı, Fecr Y.
13. İstismar Edilen Kavramlar, Abdullah Palevi, Şahsi Y., Konya
14. İstismâr Edilen 40 Âyet, Alaaddin Palevî, Şahsî Y.
15. Kur’an’da Dinî ve Ahlâkî Kavramlar, Prof. Dr. Toshihiko İzutsu, Pınar Y.
16. Kur’an’da Siyasî Kavramlar, Vecdi Akyüz, Kitabevi Y.
17. Çarpıtılan, Değiştirilen, Farziyeti İnkâr Edilen Kur’ânî Kavramlar, Ramazan Yılmaz, Mücahede Y.
18. Nur’dan Kelimeler 1-4, Alâaddin Yaşar, Zafer Y.
19. Elmalılı Tefsirinde Kur’anî Terimleri ve Deyimler, Mehmet Yaşar Soyalan, Ağaç Y.
20. Kur’an’da Değişim Gelişim ve Kalite Kavramları, Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı, İFAV Y.
21. Kur’an Semantiği Açısından İnançla İlgili Temel Kavramlar, Mehmet Soysaldı, Çağlayan Y.
22. Kıyamet ve Âhiretle İlgili Kavramların Öğretimi, Dr. Osman Taştekin, Palmiye Y.
23. Şamil İslâm Ansiklopedisi 1-6, Şamil Y.
- 1084 -
BİBLİYOGRAFYA
24. İnanç, İbadet, Günlük Yaşayış Ansiklopedisi 1-4, İFAV Y.
25. İslâm Ansiklopedisi 1-40, T. Diyanet Vakfı Y.
26. Kur’an Ansiklopedisi 1-30, Süleyman Ateş, KUBA Y.
27. Kur’an’ın Temel Kavramları, Yaşar Nuri Öztürk, Yeni Boyut Y.
28. Kur’an’da Temel Kavramlar, Cavit Yalçın, Vural Y.
29. Kur’an Kavramları, 1-10, Ahmed Kalkan, Davud Emre Y.
Sözlükler, Kur’an Sözlükleri ve Fihristleri
30. Dinî Kavramlar Sözlüğü, D.İ.B. Y.
31. İslâmî Terimler Sözlüğü, Hasan Akay, İşaret Y.
32. Müfredat, Râgıb el-Isfahanî, Pınar Y./Çıra Y.
33. Arapça-Türkçe Terimler Sözlüğü, Kitâbu’t-Ta’rîfât, Seyyid Şerif Cürcânî, Bahar Y.
34. Kur’an Terimleri Sözlüğü, el-Eşbâh ve’n-Nezâir, Mukatil bin Süleyman, İşaret Y.
35. Kur’an-ı Kerim Lugatı, el-Miftâh, Doç. Dr. Mahmut Çanga, Timaş Y.
36. Kur’ânî Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Mustansır Mîr, İnkılab Y.
37. İslâm İnançları Sözlüğü, Orhan Hançerlioğlu, Remzi Kitabevi Y.
38. Kur’an Fihristi, Recep Aykan, Pınar Y.
39. Konularına Göre Kur’an-ı Kerim Fihristi, Nevzat Yüksel, Bayrak Y.
40. Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ferit Devellioğlu, Şahsî Y. Ankara, 1984
41. Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat, Heyet, Türdav Y.
42. Büyük Türkçe Sözlük, D. Mehmet Doğan, Beyan Y.
43. Türkçe Sözlük, 1-2, Heyet, Türk Dil Kurumu Y.
44. Hayat Büyük Türk Sözlüğü, Heyet, Hayat Y.
45. Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, 3 cilt, M. Zeki Pakalın, M.E.B. Yay., İst., 1983
46. Osmanlı Tarih Lügatı, Midhat Sertoğlu, Enderun Kitabevi
47. Kamus-ı Türkî, Şemseddin Sami, Çağrı Y.
48. Ahmed Cevdet Paşa, Belâgat-ı Osmâniyye, (Hazırlayanlar: Doç. Dr. Turgut Karabey, Doç. Dr. Mehmet Atalay) Ankara, 2000.
49. Edebiyat Lügati, Tâhiru’l Mevlevî, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1973.
50. Edebiyatımızda İslâmî Kaynaklı Sözler, (Ansiklopedik Sözlük), Mehmet Yılmaz, Enderun Kitabevi
51. Arapça’dan Türkçeleşmiş Kelimeler Sözlüğü, Dr. Hamza Ermiş, Ensar Neşriyat
52. El-Mevârid, Arapça-Türkçe Lügat, Mevlüt Sarı, Bahar Y.
53. Kıraat ve Tecvid Istılahları, Nihat Temel, İstanbul, 1997.
Kur’ân-ı Kerim’le İlgili Kitaplar
1. 1. Kur’an Haftası Kur’an Sempozyumu: Kur’an’ın Aydınlığına Doğru, Heyet, Fecr Y.
2. 1. Kur’an Sempozyumu, Heyet, Bilgi Vakfı Y.
3. 19 Meselesi ve Edip Yüksel’e Cevaplar, Bahaeddin Sağlam, Tebliğ Y.
4. 20. Asırda Kur’an İlimleri Çalışmaları, Halil Çiçek, Timaş Y.
5. Adım Adım Vahiy, Mehdi Bâzergân, Fecr Y.
6. Ahkâm-ı Kur’aniye, Konya’lı Mehmed Vehbi, Can Kitabevi
7. Akaid ve Şeriat, Mahmut Şeltut, Yöneliş Y. c. 1 s. 88-113
8. Aklî Tefsir Hareketi, Abdulbaki Güneş, Âhenk Y.
9. Allah ve Modern İlim 1-2, Abdurrezzak Nevfel, Hikmet Y.
10. Ana Konularıyla Kur’an, FazlurRahman, Fecr Y.
11. Anlamın Buharlaşması ve Kur’an, Dücane Cündioğlu, Kitabevi Y.
12. Âyetler Işığında Reçeteler, M. Said Çekmegil, Nabi-Nida Y.
13. Âyetler Işığında, Mustafa İslamoğlu, Denge Y.
14. Âyetler ve Yetenekler, Necmettin Şahinler, Beyan Y.
15. Âyetlerden İşaretler, Abdülkadir Es-Sufi, Yeryüzü Y.
BİBLİYOGRAFYA
- 1085 -
16. Âyetlerle Cep Kitapları Serisi (20 Kitap), Said Köşk, Anahtar Y.
17. Benzerini Getiremezler, Muhammed Kutub, Beka Y.
18. Büyük Tefsir Tarihi, Tabakatü’l-Müfessirin, Ö. Nasuhi Bilmen, Bilmen Y.
19. Cassas ve Ahkamu’l Kur’an’ı, Mevlüt Güngör, Kur’an Kitaplığı
20. Cumhuriyet Dönemi Kur’an Tercümeleri (Eleştirel Yaklaşım), S. Akdemir, Akid Y.
21. Çarpıtılan, Değiştirilen, İnkar Edilen Kur’ani Kavraml., R. Yılmaz, MücahedeY.
22. Çöküntü Asrında Kur’an Kültürü ve Ehemmiyeti, Muzaffer Can, Cantaş Y.
23. El- Akl ve Fehmü’l Kur’an, Haris El- Muhasibi, İşaret Y.
24. El Vücuh Ve’n- Nezair, Mukatil b. Süleyman, İlmi Neşriyat
25. El-İtkan Fi Ulumi’l-Kur’an, Celaleddin Suyuti, Ravza Y.
26. El-Mucemü’l-Müfehres Li Elfazı’l-Kur’ani’l-Kerim, Muhammed Fuad Abdülbaki, Çağrı Y.
27. El-Müfredat Fi Garibi’l-Kur’an, Rağıb El-İsfahani, Kahraman Y.
28. Esbâb-ı Nüzûl ve Kur’an’ın Anlaşılması, Yakup Bıyıkoğlu, Rağbet Y.
29. Esbab-ı Nüzul, Abdülfettah El-Kadi, Fecr Y.
30. Esbab-ı Nüzul, El-vahıdi, İhtar Y.
31. Esenlik Yurdunun Çağrısı, Celaleddin Vatandaş, Pınar Y.
32. Ey İman Edenler Kur’an’dan İlâhî Çağrılar, Ebubekir el-Cezâirî, İhtar Y.
33. Fahreddin Râzî’ye Göre Kur’an’da İ’câz Sorunu, Ayhan Erdoğan, Kutluboğa Y. Konya
34. Fert ve Topluma Kur’an’ın Mesajı, Vehbe Zuhayli, Risale Y.
35. Garp İlminin Kur’ân-ı Kerim Hayranlığı, İsmail Hami Danişmend, Hareket Y./Dergâh Y.
36. Gözardı Edilen Kur’an Hükümleri, Cavit Yalçın, Vural Y.
37. Günümüz Tefsir Problemleri, M. Said Şimşek, Esra Y.?Kitap Dünyası Y.
38. Hadis-i Şerifler Işığında İlahi Kelamın Müdafaası, İmam Buhari, İz Y.
39. Hadislerin Kur’an’a Arzı, Ahmet Keleş, İnsan Y.
40. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. 182-183
41. Hak Yolda Yürürken (Davet İçin Yol Azığı), Mustafa Meşhur, Fecr Y. s. 17-30
42. Hayatımızdaki Kur’an, Mehmed Paksu, Nesil Y.
43. İbâdet mi Ayin mi? Mustafa Karataş, Dersaadet Y. s. 108-121
44. İbn Teymiye ve Konulu Tefsir, Ömer Dumlu, Anadolu Y.
45. İbn Teymiyye’nin Kur’an Anlayışı, Enver Arpa, Fecr Y.
46. İcazü’l-Kur’an, Nedim Yılmaz, Fatih Yayınevi Neşriyat
47. İki Kur’an Sözlüğü, Cemal Muhtar, Marmara Ün. İlahiyat Fak. Y.
48. İlimler ve Yorumlar Açısından Kur’an’a Yönelişler, Celal Kırca, Tuğra Y.
49. İmam Şâfiî’nin Kur’an Okumaları, Gıyasettin Arslan, Rağbet Y.
50. İmamiyye Şiasının Tefsir Anlayışı, Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neşriyat
51. İman Risalesi, Mustafa İslâmoğlu, Denge Y. s. 251-
52. İnancımız, Ömer Küçükağa, Buruc Y. s. 83-101
53. İnanç ve Amelde Kur’ani Kavramlar, Muhammed El-Behiy, Yöneliş Y. s. 34-38
54. İnanmak ve Yaşamak, Ercüment Özkan, Anlam Y. s. 23-36
55. İncilerden Üç Sûre, Muhammed Mahmud Es-Savvaf, Emin Y
56. İnsanlar da Kayar, Emine Şenlikoğlu Özkan, Mektup Y.
57. İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 3, s. 405-411
58. İslâm İnanç İlkeleri, Mevlüt Uyanık, Esin Y. s. 111-121
59. İslâm Nizamı, A. Rıza Demircan, Eymen Y. c. 1 s. 49-53; 88-92; c. 2 s. 218-223
60. İslâm Tefsir Ekolleri, Ignaz Goldzıher, trc. Mustafa İslamoğlu, Denge Y.
61. İslâm’a İtirazlar ve Kur’ân-ı Kerim’den Cevaplar, Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Y.
62. İslâm’da Kur’an, Allâme M. H. Tabatabaî, Bir Y.
63. İslâm’a İtirazlar ve Kur’an-ı Kerim’den Cevaplar, Süleyman Ateş, Kılıç Kitabevi Y.
64. İslâm’da Kur’an, Tabatabai, Bir Y.
65. İslâm’ın En Büyük Mûcizesi Kur’an, Muhammed Mahmud Es-Savvaf, Emin Y.
- 1086 -
BİBLİYOGRAFYA
66. Kainatı Aydınlatan Kur’an-ı Kerim’den İnciler, Mehmet Fikri Seyhan, Şahsi Y.
67. Kalem ve Muhammed Sûreleri Çerçevesinde Söylem ve Eylem, Orhan Tutar, Kardeşlik Y.
68. Kelime ve Konularına Göre Alfabetik Kur’an Fihritli, Recep Aykan, Pınar Y.
69. Kelime-i Tevhid Davası, Kul Sadi Yüksel, Yenda Y. s. 91-111
70. Kelimeler Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu, İnkılab Y.
71. Kendi Dilinden Kur’an ‘Tanımak ve Yaşamak’, Muhammed Bayraktar, Ravza Y.
72. Kıraat İlminin Ta’limi, Necati Tetik, İşaret Y.
73. Kırâat ve Tecvid Istılahları, Nihat Temel, İFAV Y.
74. Kitab-ı Mukaddes, Kur’ân ve Bilim, trc. Suat Yıldırım), Maaurice Bucaille, Işık Y.
75. Konularına Göre Kur’an (Sistematik Kur’an Fihristi), Ömer Özsoy, Fecr Y.
76. Konularına Göre Kur’an-ı Kerim Fihristi, Nevzat Yüksel, Bayrak Y.
77. Konulu Tefsir Metodu, A. Cüneyt Eren, Nil Y.
78. Konulu Tefsir Metodu, Şahin Güven, Şûrâ Y.
79. Kur’an Anlaşılsın Diye, Heyet, Edam
80. Kur’an Araştırmaları 1-2, Muhammed Kutup, Seriyye Kitapları Y.
81. Kur’an Atlası, Yerler, Kavimler, Peygamberler, Şevki Ebû Halil, Fecr Y.
82. Kur’an Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, Fahrettin Yıldız, İşaret Y.
83. Kur’an Bilim, Fen Bilimleri ve Sosyal Bilimlerlerle ilgili 70 Âyet, M. Harun Osmanoğlu, Gül-San Y.
84. Kur’an Bilimi, Bahauddin Hürremşahî, İhtar Y.
85. Kur’an Bilinci, Abdullah Ali, Denge Y.
86. Kur’an Coğrafyası, Ali Akpınar, Fecr Y.
87. Kur’an Çalışmalarında Yöntem, Konulu Tefsire Metodik Bir Yaklaşım, Mustafa Müslim, Fecr Y.
88. Kur’an Çevirilerindeki Hatalar, Edip Yüksel, Milliyet Y.
89. Kur’an Dersleri, Fevzi Zülaloğlu, Söylem Y.
90. Kur’an Dili ve Retoriği, Mustafa Öztürk, Kitabiyat Y.
91. Kur’an En Büyük Mucize, Ahmet Deedat, Evs Y.
92. Kur’an En Büyük Mucize, Said Alpsoy, Miraç Kitapları, Ayraç Dağıtım
93. Kur’an Görülen Mucize, Reşad Halife, Edip Yüksel, Timaş Y.
94. Kur’an Hiç Tükenmeyen Mucize, Kur’an Araştırmaları Grubu, İstanbul Y.
95. Kur’an Işığında Kâinat ve Göklerin Fethi, Mehmet Eminoğlu, Eminoğlu Y.
96. Kur’ân İlimleri Ansiklopedisi 1-2, el-İtkan fî Ulûmi’l Kur’an, Suyûtî, Madve Y.
97. Kur’an İlimleri ve Tefsir Istılahları, Cüneyt Eren, Ekev Y.
98. Kur’ân İlimleri, Muhammed Ali Sâbuni, İnsan Y.
99. Kur’an İlimleri, Subhi es-Salih, Hibaş Y.
100. Kur’an İsimleri Antolojisi, Salih İbrahim el-Büleyhî, Pınar Y.
101. Kur’an Kıssaları ve Medeniyetlerin İnşâsı, Abdulbaki Güneş, Gündönümü Y.
102. Kur’an Kıssalarına Giriş, M. Sait Şimşek, Yöneliş Y.
103. Kur’an Mucizeleri, 1-2, Harun Yahya, Araştırma Y.
104. Kur’an Mucizeleri, Adem Yakup, Güneş Y.
105. Kur’an Mucizeleri, Halûk Nurbaki, Mayaş Y.
106. Kur’an Okumanın Âdâbı, İmam Nevevî, Tevhid Y.
107. Kur’an Okurken Zihne Takılan Âyetler, Abdülcelil Candan, Elest Y.
108. Kur’an Sempozyumu, Zaman Gazetesi Y.
109. Kur’an Tarihi, Muhsin Demirci, İst. 1997
110. Kur’an Tefsiri Açısında Mesnevî, Hüseyin Güllüce, Ötüken Y.
111. Kur’an Tefsirinde Sünneti Devre Dışı Bırakan Hareketler, Cüneyt Eren, Ekev Y.
112. Kur’an Tefsirinde Yeni Bir Metod, Emîn el-Hûlî, Şahsî Y. Kur’an Kitaplığı
113. Kur’an Tefsirinde Yöntem, Ömer Dumlu, Anadolu Y.
BİBLİYOGRAFYA
- 1087 -
114. Kur’an ve Fen Bilimleri, Celal Kırca, Marifet Y.
115. Kur’an ve Hadislerde Günümüzde Ortaya Çıkan İlmî Gerçekler, Hasan Günaydın, Türdav
116. Kur’an ve Hayat, Celaleddin Vatandaş, Pınar Y.
117. Kur’an ve İlimler, Safvet Senih, Işık Y.
118. Kur’an ve Kâinat Âyetleri, Fethullah Han, İnkılab Y.
119. Kur’an ve Mesajı, John Davenport, Kültür Basın Yayın Birliği Y.
120. Kur’an ve Sünnet Sempozyumu, İrfan Vakfı Y.
121. Kur’an’a Bakış, Ali Şeraiti, Fecr Y.
122. Kur’an’a Hicret, Adil Akkoyunlu, Çıra Y.
123. Kur’an’a Hizmet İçin, İmam Nevevî, Türdav Y.
124. Kur’an’a Muhatap Olmak ve Engelleri, M. Said Çekmegil, Nabi-Nidâ Y.
125. Kur’an’a Yeni Yaklaşımlar, Mustafa Mahmûd, Işık Y.
126. Kur’an’a Yönelirken, Mehmed Alagaş, İnsan Dergisi Y.
127. Kur’an’da Denge, Faruk Gürbüz, Denge Y.
128. Kur’an’da Deyimler ve Kur’an’ın Anlaşılmasındaki Rolü, Abdulcelil Bilgin, Pınar Y.
129. Kur’an’da Edebî Mucize, Abdullah Aymaz, Şahsî Y.
130. Kur’an’da İlmî mucizeler, Abdulmecid Zindanî, Kayıhan Y.
131. Kur’an’da İslâmî Düşünce, Seyyit Ali Hamanei, İslâmî Tebliğ Teşkilatı Y.
132. Kur’an’da Müşkül Âyetler, Sabri Demirci, Nesil Y.
133. Kur’an’da Nesh Meselesi, Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neşriyat
134. Kur’an’da Nesih, Remzi Kaya, Şahsî Y., Bursa
135. Kur’an’da Ölçü ve Âhenk, Abdurrezzak Nevfel, İnkılab Y.
136. Kur’an’da Sembolik Anlatımlar, Necmettin Şahinler, Beyan Y.
137. Kur’an’da Temsilî Anlatım, Veli Ulutürk, İnsan Y.
138. Kur’an’da Zihin Eğitimi, Yaşar Fersahoğlu, Marifet Y.
139. Kur’an’ı Anlama Kılavuzu, Şaban Piriş, İstişare Y.
140. Kur’an’ı Anlama Sorunu, Sadık Kılıç, İhtar Y.
141. Kur’an’ı Anlamada Siyakın Rolü, Sidre Y.
142. Kur’an’ı Anlamada Temel Bir Problem (Te’vil), Yusuf Işıcık, Esra Y.
143. Kur’an’ı Anlamada Temel İlkeler, Yusuf Işıcık, Esra Y.
144. Kur’an’ı Anlamada Yöntem, Muhammed Gazâlî, Şûle Y.
145. Kur’an’ı Anlamak, Abdullah Kara, Ahsen Y.
146. Kur’an’ı Anlamaya Giriş, Heyet, Ekdağ Y.
147. Kur’an’ı Anlamaya ve Yaşamaya Doğru, Salih Abdülfettah el-Hâlidî, 2 Kaynak Y.
148. Kur’an’ı Hedef Alan Tahrifatçılar, Ahmet Tekin, Kelam Y.
149. Kur’an’ı Nasıl Anlayalım, Mevdudi, İşaret Y./Bir Y.
150. Kur’an’ı Nasıl Anlayalım, Muhammed Cemil Ziynû, Guraba Y.
151. Kur’an’ı Okuma Âdâbı, Hâfız Fikri Aksoy, Şahsî Y.
152. Kur’an’ı Yeniden Düşünmek, Kâzım Dönmez, Marifet Y.
153. Kur’an’ın Ana Konuları, M. Sait Şimşek, Beyan Y.
154. Kur’an’ın Anlaşılmasına Doğru, Abdullah Draz, Mim Y.
155. Kur’an’ın Anlaşılmasında Dil Problemi, Mehmet Murat Karakaya, Marifet Y.
156. Kur’an’ın Anlaşılmasında İki Mesele (Müteşâbih, Nesh), M. Sait Şimşek, Yöneliş Y.
157. Kur’an’ın Bütünlüğü Üzerine, Kur’an’ın Kur’an’la Tefsiri, Hâlis Albayrak, Şûle Y.
158. Kur’an’ın Evrenselliği Kur’an Sembollerinin Dili, Bahaeddin Sağlam, Tebliğ Y.
159. Kur’an’ın Faziletleri, İbn Kesir, Türdav Y.
160. Kur’an’ın Harika Mesajları, Halûk Nurbaki, Damla Y.
161. Kur’an’ın Hayata Müdahalesi, Heyet, Umran Dergisi Y.
162. Kur’an’ın İklîmi’nden 1-2, Muhammed Vehbi Dereli, Esra Y.
163. Kur’an’ın İnsan-Biçimci Dili, Nadim Macit, Beyan Y.
- 1088 -
BİBLİYOGRAFYA
164. Kur’an’ın Kör Dediği Kur’an’ın Gör Dediği, Ahmed Kalkan, Beka Y.
165. Kur’an’ın Metni Üzerindeki Tartışmalar, Muhammed aydın, Değişim Y.
166. Kur’an’ın Mu’tezilî Yorumu, Mustafa Öztürk, Ankara Okulu
167. Kur’an’ın Müteşabihleri Üzerine, Muhsin Demirci, Birleşik Y.
168. Kur’an’ın Nâsih ve Mensuh Âyetleri, Ahmet Gürkan, Yeni İlahiyat Kitabevi Y.
169. Kur’an’ın Semantiği Üzerine, Ahmet Çelik, Ekev Y.
170. Kur’ân’ın Temel Konuları, Muhsin Demirci, İFAV Y.
171. Kur’an’ın Türkçe Tercümeleri, Zülfikâr Durmuş, Rağbet Y.
172. Kur’an’ın Üslûbu ve Tekrarlar, Erdoğan Baş, Pınar Y.
173. Kur’an’ın Yeniden Yorumlanması, Şehmus Demir, İnsan Y.
174. Kur’an’ın Zihni İnşâsı, Seyyid Abdullatif, Pınar Y.
175. Kur’an’la Birlikte Düşünmek, İsmail Kazdal, Birleşik Y.
176. Kur’an’la Uyarmak, Orhan Tutar, Kardeşlik Y.
177. Kur’an’la Yaşamak, Ali Kerimî Cehrumî, İnsan Y.
178. Kur’anda Edebi Tasvir, Seyyid Kutup, Hilal Y.
179. Kur’an-ı Kerim (Sistematik Bir İnceleme), H. Necati Demirtaş, Boğaziçi Y.
180. Kur’an-ı Kerim Hakkında Bilmediklerimiz, Arif Arslan, Adım Y.
181. Kur’ân-ı Kerim Tarihi ve Türkçe Tefsirler Bibliyoğrafyası, M. Hamidullah, Yağmur Y.
182. Kur’an-ı Kerim Tarihi, Muhammed Hamidullah, Beyan Y.
183. Kur’ânı- Kerim Tefsirlerinde Bid’at ve Hurafeler, Muhammed Seyid Hüseyin ez-Zehebî, Nursan Y.
184. Kur’ân-ı Kerim ve 19 Efsanesi, Heyet, İnkılab Y.
185. Kur’ân-ı Kerîm ve Tabiat İlimleri, Ahmet Yüksel Özemre, Furkan Y.
186. Kur’an-ı Kerim’de Edebî Sanatlar, Cüneyt Eren, H. Özcan, Aktif Y. Erzurum
187. Kur’ân-ı Kerim’de Lafzî Müteşâbihler, Muhammed Aydın, Nûn Y.
188. Kur’ân-ı Kerim’de Muhkem ve Müteşâbih, M. Fatih Kesler, Osmanlı Y.
189. Kur’ân-ı Kerim’den Âyetler ve İlmî Gerçekler, Halûk Nurbaki, T. Diyanet Vakfı Y.
190. Kur’ân-ı Kerim’i Anlamaya Yönelik Metotlar, Cüneyt Eren, Ekev Y.
191. Kur’an-ı Kerim’i Tanımanın Temel İlkeleri, Özden Y.
192. Kur’ân-ı Kerîm’in Fazîletleri ve Okunma Kaideleri, İsmail Karaçam, Marmara Ün. İl. Fk.
193. Kur’ân-ı Kerim’in Nüzûlü ve Kırâati, İsmail Karaçam, Nedve Y. / İFAV Y.
194. Kur’ân-ı Kerîm’in Tercümesi Meselesi, Hidayet Aydar, Kur’an Okulu Y.
195. Kur’an-ı Kerimde Fen Bilimleri, Celal Kırca, Marifet Y.
196. Kur’anî Araştırmalar 1-3, Ayetullah Şehit Murtaza Mutahharî, Tûba Y.
197. Kur’anî Sesleniş (Sûrelerin Mesajları), Osman Kayaer, Fecr Y.
198. Kur’anü’l Mecid, İzzet Derveze, Ekin Y.
199. Kur’an “Temel İlkeler” , T. B. İrving, İlke Y.
200. Kur’an Ansiklopedisi, El-İtkan Fi Ulumi’l-Kur’an, I-II, Suyuti, Hikmet Neşr.
201. Kur’an Araştırmaları 1, 2, Muhammed Kutub, (Terc. Akif Nuri) Fikir Y.
202. Kur’an Araştırmaları, 1, 2, Mevlüt Güngör, Kur’an Kitaplığı Y.
203. Kur’an Bilgisi, Cavit Yalçın, Vural Y.
204. Kur’an Bilgisi, M. Sadeddin Evrin, Doğuş Matbaası, Ankara
205. Kur’an Bilinci, Abdullah Ali, Denge Y.
206. Kur’an Bize Ne Diyor? Hikmet Taşkın, Madve Y.
207. Kur’an Cevap Veriyor, İzzet Derveze, Yöneliş Y.
208. Kur’an Çalışmalarında Yöntem, Mustafa Müslim, Fecr Y.
209. Kur’an Çerçevesinde, Haşimi Rafsancani, Endişe Y.
210. Kur’an Işığında Düşünmek, Ebu Haşim Hicazi, Fıtrat Y.
211. Kur’an İlimleri ve Kur’an-ı Kerim Tarihi, Abdurrahman Çetin, Dergah Y.
212. Kur’an İlimleri, Muhammed Ali Sabuni, İnsan Y.
BİBLİYOGRAFYA
- 1089 -
213. Kur’an İlimleri, Subhi Es-Salih (terc. Said Şimşek), Hibaş Y. (Esra Y)
214. Kur’an Kıssalarına Giriş, M. Sait Şimşek, Yöneliş Y.
215. Kur’an Kur’an’ı Tanımlıyor, Muhammed Çelik, Şule Y.
216. Kur’an Kültürü ve Ehemmiyeti, Muzaffer Can, Cantaş Y.
217. Kur’an Lügatı, Zeliha Topaloğlu, Nil A.Ş.
218. Kur’an Mesajı, Muhammed Esed, (terc. Cahit Koytak) İşaret Y.
219. Kur’an Mûcizeleri, Haluk Nurbaki, Mayaş Y.
220. Kur’an Mûcizesi -Müsbet İlimlerde- Hikmet Özdemir, Gonca Y.
221. Kur’an Mûcizesi, Faruk Yılmaz, Furkan Y.
222. Kur’an Mûcizesi, Muhammed M. Şaravi, Esra Y.
223. Kur’an Nedir, Ahmed Nedim Serinsu, Şule Y.
224. Kur’an Nedir, Mehmet Paksu, Nesil Basım Yayın
225. Kur’an Niçin İndirildi? Muhammed Ahmed Abdüsselâm, Fecr Y.
226. Kur’an Nizamı, Süleyman Ateş, Dergah/ Yeni Ufuklar Y.
227. Kur’an Okulu Cüz Cüz Kur’an, Hanif Yay. I, s. 44-46
228. Kur’an Okulu, Muhammed Bagır Es-Sadr, Bir Y.
229. Kuran Okumaları, Metin Karabaşoğlu, Karakalem Y.
230. Kur’an Okumanın Mükâfatı ve Sûrelerin Fazileti, Bayram Altan, Kılıç Y.
231. Kur’ân Okurken Zihne Takılan Ayetler (Müşkilü’l-Kur’an), Abdulcelil Candan, Elest Y.
232. Kur’an Sembolizmi, Sadık Kılıç, Kılıç Y.
233. Kur’an Sempozyumu, Heyet, Zaman Gazetesi Y.
234. Kur’an Tarihi ve Kur’an Okumanın Edepleri, Ahmet Cevdet Paşa, Kültür Bas. Y. Birliği
235. Kur’an Tarihi, İsmet Ersöz, Ravza Y.
236. Kur’an Tefsirinde Fıkhî Tefsir Hareketi ve İlk Fıkhî Tefsir, Mevlüt Güngör, Kur’an Kitaplığı
237. Kur’an Tefsirinde Yeni Bir Metod, Emin Huli, Kur’an Kitaplığı
238. Kur’ân Tefsirinin Kaynakları, Sadreddin Gümüş, İstanbul 1990
239. Kur’an Tercümeleri, Salih Akdemir, Gün Y.
240. Kur’an Tercümesi Meselesi, Mustafa Sabri Efendi, Bedir Y
241. Kur’an Üzerine Makaleler, Rudi Paret, Bilgi Vakfı Y.
242. Kur’an ve Bilim, Celal Kırca, Marifet Y.
243. Kur’an ve Hayat, Celalettin Vatandaş, Pınar Y. s. 87
244. Kur’an ve İlimler, Safvet Senih, Nil Y.
245. Kur’an ve İnsan, Celal Kırca, Marifet Y.
246. Kur’an ve Kâinat Âyetleri -Allah, Kainat ve İnsan- Fethullah Han, İnkılab Y
247. Kur’an ve Kâinat Âyetleri, Safiye Gülen, İnkılab Y.
248. Kur’an ve Mesajı, John Davenport, Kültür Basın Yayın Birliği Y.
249. Kur’an ve Peygamberimiz’in Çağımızı Aşan Mesajları, M. Avni Özmansur, Altınkalem Y.
250. Kur’an ve Sünnet Üzerine, Hikmet Zeyveli, Bilgi Vakfı Y.
251. Kur’an ve Sünnet, Soruşturma 2, Sor Y.
252. Kur’an Yorumunda Çağdaş Yönelimler, J. M. S. Baljon, Fecr Y.
253. Kur’an’a Bakış, Ali Şeriati, Fecr Y.
254. Kur’an’a Bilimsel, Filolojik, Pratik Yaklaşımlar, J. J. G. Jansen, Fecr Y.
255. Kur’an’a Doğru, Mahmut Şeltut, (terc. M. Beşir Eryarsoy), Bir Y.
256. Kur’an’a Giriş, Hasan El Benna, İslâmoğlu Y.
257. Kur’an’a Göre Uzayda Hayat Var, Rauf Pehlivan Gür, Gonca Y.
258. Kur’an’a Hizmet İçin Kur’an Hamilinin Adabı- , İmam Nevevi, Türdav Y.
259. Kur’an’a Muhatap Olmak ve Engelleri, M. Said Çekmegil, Nabi-Nida Y.
260. Kur’an’a Yönelirken, Mehmet Alagaş, İnsan Dergisi Y.
261. Kur’an’a Yönelişler, Celal Kırca, Tuğra Neşriyat
262. Kur’an’da Allah ve İnsan, Toshihiko İzutsu, Pınar Y.
- 1090 -
BİBLİYOGRAFYA
263. Kur’an’da Anlamı Kapalı Âyetler, Hüseyin Yaşar, Beyan Y.
264. Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, Toshihiko İzutsu, Pınar Y.
265. Kur’an’da Edebi Mûcize, Abdullah Aymaz, -özel yayın-
266. Kur’an’da Edebi Tasvir, Seyyid Kutub, Çigi Y.
267. Kur’an’da Edebi Veche, Safvet Senih, Nil A.Ş.
268. Kur’an’da Fen Bilimleri, Celal Kırca, Marifet Y.
269. Kur’an’da İlmi Mûcizeler, Abdülmecid Zindani, Kayıhan Y.
270. Kur’an’da İnsan ve Medeniyet, Ramazan El-Buti, Risale Y.
271. Kur’an’da İnsan ve Toplum, Ekrem Sağıroğlu, Pınar Y.
272. Kur’an’da İslâmi Düşünce, Seyyit Ali Hamenei
273. Kur’an’da İslâmi Düşüncenin Genel Yapısı, S. Ali, Bir Y.
274. Kur’an’da Kur’an, Ejder Okumuş, Dünya Y.
275. Kur’an’da Ölçü ve Ahenk, Abdürrezzak Nevfel, İnkılab Y.
276. Kur’an’da Sembolik Anlatımlar, Necmettin Şahinler, Beyan Y.
277. Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Vecdi Akyüz, Kitabevi Y
278. Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 15-22
279. Kur’an’da Temsili Anlatım, Veli Ulutürk, İnsan Y.
280. Kur’an’da Zihin Eğitimi, Yaşar Fersahoğlu, Marifet Y.
281. Kur’an’dan İcatlara, Şaban Döğen, Nesil Basım Yayın
282. Kur’an’dan Tekniğe, Şaban Döğen, Nesil Basım Yayın
283. Kur’an’ı Anlama Metodu, M. Hüseyin Beheşti, Kıyam Y.
284. Kur’an’ı Anlama Yolu, Mahmut Toptaş, Cantaş Y.
285. Kur’an’ı Anlamada Siyakın Rolü, Mustafa Ünver, Sidre Y.
286. Kur’an’ı Anlamada Yöntem, Muhammed Gazali, Şule Y.
287. Kur’an’ı Anlamak 1, 2, İsmail Kazdal, Kur’an Okulu Y.
288. Kur’an’ı Anlamak Farzdır, Abdullah Yıldız, Şemseddin Özdemir, Pınar Y.
289. Kur’an’ı Anlamak İçin Temel Prensipler, Mevdudi, İMKO Y.
290. Kur’an’ı Anlamak ve Yaşamak, Muhammed Savval, Işık Y.
291. Kur’an’ı Anlamak, Cemaleddin Kasımi, İz Y.
292. Kur’an’ı Anlama’nın Anlamı, Dücane Cündioğlu, Tibyan Y.
293. Kur’an-ı Kerim Bilgileri, Osman Keskioğlu, T. Diyanet Vakfı Y.
294. Kur’an-ı Kerim Cevap Veriyor, Abdüsselâm Erzen, Terazi Y.
295. Kur’an-ı Kerim Fihristi, Abdülvehhab Öztürk, Timaş Y.
296. Kur’an-ı Kerim Fihristi, Bedrettin Çetiner, Marm. Ünv. İlahiyat Fak. Vakfı Y.
297. Kur’an-ı Kerim Fihristi, Muhammed El Arabi, El-Azzuzi, Sönmez Y.
298. Kur’an-ı Kerim Hakkında Bilmediklerimiz, Arif Arslan, Adım Y
299. Kur’an-ı Kerim Lügatı, Mahmut Çanga, Timaş Y.
300. Kur’an-ı Kerim Meleğin Vahyidir, Sadık Yılma, Yeni Ufuklar Y.
301. Kur’an-ı Kerim Mûcizesi, Malik bin Nebî, T. Diyanet Vakfı Y.
302. Kur’an-ı Kerim Nasıl Bir Kitaptır? İsmail Cerrahoğlu, Altınkalem Y.
303. Kur’an-ı Kerim Sözlüğü, Abdülvehhab Öztürk, Şamil Y.
304. Kur’an-ı Kerim Tarihi ve türkçe Tefsirler Bibliyografyası, M. Hamidullah, Yağmur Y.
305. Kur’an-ı Kerim Tarihi, Muhammed Hamidullah, Marmara Ün. İlahiyat Fak. Y
306. Kur’an-ı Kerim Tefsirlerinde Bid’at Ve Hurafeler, ez-Zehebi, Nursan Y. / Saba Y.
307. Kur’an-ı Kerim ve 19 Efsanesi, Heyet, İnkılab
308. Kur’an-ı Kerim ve 19 Efsanesi, Mahmut Toptaş, İnkılab Y.
309. Kur’an-ı Kerim ve Fenni Keşifler, Suat Yıldırım, D.İ.B. Y.
310. Kur’an-ı Kerim ve Kur’an İlimlerine Giriş, Suat Yıldırım, Ensar Neşriyat
311. Kur’an-ı Kerim ve Müsbet İlim, Fahri Demir, D. İ. B. Y.
312. Kur’an-ı Kerim’de Muhkem ve Müteşabih, M. Fatih Kesler, Osmanlı Y.
BİBLİYOGRAFYA
- 1091 -
313. Kur’an-ı Kerim’den Âyetler ve İlmi Gerçekler, Haluk Nurbaki, Damla Y.
314. Kur’an-ı Kerim’den Âyetler, Mehmet Akif Ersoy, Nakışlar Y.
315. Kur’an-ı Kerim’den Dersler ve Öğütler, Ö. Nasuhi Bilmen, Bilmen Y.
316. Kur’an-ı Kerim’den Nasiplenme, Nail Çivrili, Şahsi Y.
317. Kur’an-ı Kerim’in Evrensel Mesajı, 1, 2, Süleyman Ateş, Kur’an Okulu Y.
318. Kur’an-ı Kerim’in Evrensel Mesajına Çağrı, Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neşriyat
319. Kur’an-ı Kerim’in Fazileti Hakkında Kırk Hadis, Aliyyül Kari, Bahar Y.
320. Kur’an-ı Kerim’in Faziletleri ve Okunma Kaideleri, İsmail Karaçam, Mar. İl. F. V. Y.
321. Kur’an-ı Kerim’in Hedefleri, Sadık Yılma, Yeni Ufuklar Y.
322. Kur’an-ı Kerim’in Nüzulü ve Kıraati, İsmail Karaçam, Nedve Y.
323. Kur’an-ı Kerim’in Tercümesi Meselesi, Hidâyet Aydar Kur’an Okulu Y.
324. Kur’an’ı Nasıl Anlayalım? Mevdudi, Bir Y. ; İşaret Y.
325. Kur’an’ı Nasıl Okumalı ve Okutmalı? Osman Zümret, Özel Y.
326. Kur’an’ı Nasıl Okuyalım? Muhammed Kutub, Bir Y. ;
327. Kur’an’ı Okuma Adabı, Fikri Aksoy, Din Kültürü Neşriyat
328. Kur’an’ın Anlaşılmasında Esbab-ı Nüzul’ün Rolü, Ahmed Nedim Serinsu, Şule Y.
329. Kur’an’ın Anlaşılmasında İki Mesele, (Muhk-Müt., Nesh) M. Sait Şimşek, Yöneliş Y.
330. Kur’an’ın Bütünlüğü Üzerine -Kur’an’ın Kur’an’la Tefsiri- , Halis Albayrak, Şule Y.
331. Kur’an’ın Faziletleri, İbn Kesir (terc. Mehmed Sofuoğlu), Türdav Y.
332. Kur’an’ın Harika Mesajları, 1, 2, Haluk Nurbaki, Damla Y.
333. Kur’an’ın İkna Hususiyeti, Muhammed Çelik, Çağlayan Y.
334. Kur’an’ın İlmi Sırları, Süleyman Aksoy, Sır Y.
335. Kur’an’ın İnsan-Biçimci Dili, Nadim Macit, Beyan Y.
336. Kur’an’ın Matematik Sırları, Haluk Nurbaki, Damla Y.
337. Kur’an’ın Müteşabihleri Üzerine, Muhsin Demirci, Birleşik Y.
338. Kur’an’ın Nasih ve Mensuh Âyetleri, Ahmet Gürkan, Yeni İlahiyat Kitabevi Y.
339. Kur’an’ın Zihin İnşası, Seyyid Abdüllatif, Pınar Y.
340. Kur’ani Araştırmalar, Murteza Mutahhari, Tuba Y.
341. Kur’ani Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Müstansır Mir, İnkılab Y.
342. Kur’an’la Birlikte Düşünmek, İsmail Kazdal, Birleşik Y.
343. Kur’an’la Parıldayan Gerçekler, Nuray Oktay, Zariflik Birliktir Y.
344. Kur’an-Sünnet Bütünlüğü, Necati Kara, İhtar Y.
345. Kutsal Kitabımız Kur’an-ı Kerim, Ahmet Okutan, Şahsî Y.
346. Lügavî Kur’an Okumaları, Muhammed Şehrûr, Sidre Y.
347. Mitoloji, Kitab-ı Mukaddes ve Kur’ân-ı Kerim, Sadık Kılıç, İzmir 1993
348. Mucizeler Mucizesi Kur’an, Ahmet Deedat, İnkılab Y.
349. Muhammedi Vahiy, M. Reşid Rıza, Fecr Y.
350. Muhtasar Kur’an Tarihi, Ahmed Cevdet Paşa, Şahsî Y.
351. Müsbet İlimlerde Kur’an Mucizesi, Hikmet Özdemir, Gonca Y.
352. Namazda ve Namaz Dışında Kur’an Okumanın Hükmü, Abdullah Tunca, Marifet Y.
353. Necmüddîn Dâye ve Tasavvufî Tefsiri, Mehmet Okuyan, Rağbet Y.
354. Nüzûlünden Günümüze Kur’an ve Müslümanlar, M. Zeki Duman, Fecr Y.
355. Nüzulünden Günümüze Kur’an ve Tefsir, H. Mehmet Soysaldı, Fecr Y.
356. Olayların Kur’anca Yorumu, Mehmed Paksu, Nesil Y.
357. Örneklerle Konulu Tefsir, Ahmed Muhammed ez-Zahrânî, Akçağ Y.
358. Peygamberimizin Kur’an’ı Tefsiri, Suat Yıldırım, Kayıhan Y.
359. Ramazan ve Kur’an, Mehmet Pamak, İlim ve Kültür Y. / İlkyay Y.
360. Sahâbenin Kur’an Anlayışı, Mehmet Sürmeli, Mavi Y.
361. Son Asır Türk Aydınının Kur’an’a Bakışı, Yitik Masumiyet, Ahmed Bedir, Merkür Y.
362. Son İlâhî Kitap Kur’an-ı Kerim, Osman Keskioğlu, Diyanet İşleri Başk. Y.
- 1092 -
BİBLİYOGRAFYA
363. Sonsuz Mûcize Kur’an, İsmail Karaçam, Çağ Y.
364. Sorularla Tevhid ve Akaid, Mehmet Alptekin, Saff Y. s. 51-61
365. Soruşturma 2, Kur’an ve Sünnet, Heyet, Sor Y.
366. Sözün Özü (Kelam-ı İlahi’nin Tabiatına Dair), Dücane Cündioğlu, Tıbyan Y.
367. Şia’da ve Sünnî Kaynaklarda Kur’an Tarihi, Şaban Karataş, Ekin Y.
368. Şifreci Yanılgı, Yakup Kansızoğlu, Rağbet Y.
369. Tarihsellik ve Esbâb-ı Nüzul, Ahmet Nedim Serinsu, Şule Y.
370. Tarihte Tefsir Hareketi ve Tefsir Anlayışları, Ali Eroğlu, Ekev Y.
371. Tefsir Çeşitleri ve Konulu Tefsir, Davut Aydüz, Işık Y.
372. Tefsir İlminin Temel Meseleleri, Cemaleddin El-Kasımi, İz Y.
373. Tefsir Tarihi, İsmail Cerrahoğlu, Fecr Y.
374. Tefsir Usulü ve Kaynakları, Ali Turgut, Marmara Ün. İlahiyat Fak. Vakfı Y.
375. Tefsir Usûlü ve Tarihi, Muhsin Demirci, Marmara Ün. İlâhiyat Fak. Y.
376. Tefsir Usulü, İsmail Cerrahoğlu, D.İ.B. Y.
377. Tefsir Usûlüne Giriş, İbn Teymiye, Esra Y.
378. Tefsir Üzerine, İbni Teymiyye, Pınar Y.
379. Tefsir ve Hadis Usûlünün Bazı Meseleleri, M. Tayyib Okiç, Nûn Y.
380. Tefsir ve Hadiste İsrâiliyyât, Muhammed Hüseyin Zehebî, Rağbet Y.
381. Tefsirde Dirayet Metodu, Mustafa Çetin, Zemzem Yayınları
382. Tefsirde İsrailiyyat, Abdullah Aydemir, D. İ. B. Y.
383. Temel Kaynağımız Kur’an, Fevzi Zülaloğlu, Ekin Y.
384. Temel Kaynaklardan Yararlanmada Yöntem, Hüseyin Hatemi, İşaret Y.
385. Temel Konularda Kur’an Öğretisi, Mehmed Alagaş, İnsan Dergisi Y.
386. Tenasüb, İmam Suyuti, Tevhid Y.
387. Tercüme Problemleri ve Mealler, Faruk Gürbüz, İnsan Y.
388. Terimler Sözlüğü, -Kitabu’t-Ta’rifat, Seyyid Şerif Cürcani, Bahar Y.
389. Tevhid, Muhammed Kutub, Risale Y. s. 227-242
390. Toplum, Din ve Kur’an Üzerine Düşünceler, Sabri Yazıcıoğlu, Uludağ Y. Bursa
391. Türk Toplumunun Kur’an-ı Kerim Kültürü, Murat Sülün, Ayışığı Y.
392. Türkiye Kur’an Makaleleri Bibliyografyası, Murat Sülün, Ömer Çelik, İFAV Y.
393. Ulûmu’l Kur’an Kur’an İlimleri, Mennâ Halil el-Kattân, Timaş Y.
394. Umdetül Huffaz; Kur’an Kelimeleri Sözlüğü, Mesud İbni İbrahim Halebi, Hizmet Kit.
395. Usul-i Din Dinin Kaynaklarına Bir Bakış, İbn Hazm, İnsan Y.
396. Vahiy Gerçeği, M. Zeki Duman, Fecr Y.
397. Vahiyle Gelen Hayat, Sefer Göltekin, Pınar Y.
398. Vahy ve Medeniyet, Sûre Okumaları, Bahaeddin Sağlam, Tebliğ Y.
399. Yemin Olsun ki, Aksâmu’l-Kur’an, Sadık Kılıç, İhtar Y.
400. Yeniden Kur’an’a Yönelmek, Bahattin Dartma, Rağbet Y.
401. Yeniden Kur’an’a Dönüş, Salih Çavuşoğlu, Hanif Y.
402. Yeryüzünün Varisleri, Kul Sadi Yüksel, Yenda Y. s. 134-146
403. Yüce Kitabımız Hz. Kur’an, Tayyar Altıkulaç, T. Diyanet Vakfı Y.
404. Yüz Cevapla Kur’an Nedir? Vahyi Hayata Taşımak, M. Emin Yıldırım, Kalem Y.

- 1094 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
KUR'AN KAVRAMLARI
KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
1- Aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) Allah'ın verdiği nimete karşılık, nimetin artması için hamd edilir.
b) Hayırlı bir işe başlarken, çoğunlukla da o işi bitirince hamd edilir.
c) Hamd, şikâyetçilik ve nankörlüğe karşı bir ilaçtır.
d) Her şey, bütün varlıklar Allah'a hamd etmektedir.
2- "Varlıklar âlemini yaratan, terbiye ederek geliştiren, onları maddi ve manevi olgunluğa götüren, terbiyenin bütün gereklerine mâlik ve her şeye sahip olan" anlamına gelen Allah'ın ismi, hangi kavramdır?
a) Allah b) Rahman c) Din gününün sahibi d) Rab
3- "Benim .............. her şeyi içine alıp kuşatmıştır." Mealindeki A'raf suresi 156. ayette geçen bu ifadede, boş bırakılan kelime hangisidir?
a) azabım b) rahmetim c) affım d) rızkım
4- Sözlükte; itaat etmek, boyun eğmek, tevazu göstermek, bağlanmak ve hizmet etmek anlamlarına gelen kavram aşağıdakilerden hangisidir?
a) istiâze b) istiâne c) ibâdet d) hamdele
5- Ferdî ibadetlerle yetinmeyip tebliğ, mesaj ve davetin öne çıktığı, dolayısıyla İslam'ın topluma ve hayata ulaştırılmasının öneminin ifadesi olarak, şeytanı kaçıran ibadet, aşağıdakilerden hangisidir?
a) Namaz b) Kur'an okumak c) Salevat getirmek d) Ezan okumak
6- "Ezelde bütün yaratılmışlar hakkında hayır ve rahmet irade buyuran, sevdiğini sevmediğini, inananı inanmayanı ayırt etmeyerek bütün varlıklara sayısız nimetler ihsan buyuran" Allah'ın bu özelliklerine ne isim verilir?
a) Rahmân b) Rab c) Rahîm d) Mâlik
7- Besmelenin dinî hükmü nedir? Yani, bir işe başlarken besmele çekmek, dinin hangi hükmüne girer?
a) Farz b) Vâcip c) Sünnet d) Yapılan işe göre değişir.
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1095 -
8- Kıyamet konusunda, aşağıdaki anlayışlardan hangisi yanlıştır?
a) Kıyametin ne zaman kopacağını Peygamberimiz dahil hiçbir kimse bilmez; sadece Allah bilir.
b) Önemli olan, kıyametin ne zaman kopacağı değil; kıyamet ve sonrasına neler hazırladığımızdır.
c) Kendi ölümümüz küçük kıyamet sayılır.
d) Kıyamet alâmetlerini bilip saymak dinin önemli esaslarındandır.
9- Dua ile ilgili olarak aşağıdaki ifadelerden hangisi doğrudur?
a) Dua dili Arapçadır. Başka dille yapılan duanın kabul edilmeme ihtimali büyüktür.
b) Dua ederken seci yapmak, kafiyeye benzer uyumlu kelimeler kullanmak güzeldir.
c) Sadece sözle dua olmaz. Sebeplere yapışmak, yani fiille dua yapmak da şarttır.
d) Duanın kabul olması için Allah'ın bir veli kulunu, evliyadan birini vesile yapmalıdır.
10- Kâfirlerin de dünyada rızıktan mahrum bırakılmamaları Allah'ın hangi sıfatının gereğidir?
a) Rab b) Rahmân c) Rahîm d) Ma'bud
11- Besmele ile ilgili olarak aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) İlk inen âyet, besmele ile okumayı emretmektedir.
b) Besmele Kur'an ayetidir. Neml suresindeki ayette besmele geçmektedir.
c) Kur'an'da bir sûre (Tevbe sûresi) besmeleyle başlamaz. Diğer sûreler besmele ile başlar.
d) Hayvan keserken "bismillâhirrahmanirrahim" denilmesi gerekir.
12- Aşağıdakilerden hangisi, Allah'ın bir sıfatı değildir?
a) Evrenin, bütün varlıkların ve tüm insanların Rabbıdır.
b) Hesap ve hüküm gününün hâkimidir.
c) Din büyüklerinin vasıtasıyla kendisinden yardım istenilendir.
d) Çok merhamet eden ve ahirette mü'minlere nimetler verendir.
13- "İnsanların kötülüklerden korunabilmeleri için bütün ilahi emir ve yasaklara uyarak, söz ve işleriyle Allah'a sığınmayı istemelerini ifade eden kavram, aşağıdakilerden hangisidir?
a) istiâze b) istiâne c) duâ d) besmele
- 1096 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
14- Aşağıdaki ifadelerden hangisi doğrudur?
a) Hamd ile şükür aynı anlamdadır.
b) Hamd, sadece nimetlere karşı yapılır. Şükür ise her zaman yapılmalıdır.
c) Elhamdü lillâh sözüne hamdele denir.
d) Bir kimse aksırınca (hapşırınca) ona karşı elhamdü lillâh denir.
15- Din günü ile ilgili olarak aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) "Din gününün sahibi" ifadesinden insanın ve kâinatın boşuna yaratılmadığı ve iyi kötü her amelin karşılığının görüleceği anlaşılır.
b) Din günü, Allah'ın ödül ve cezasının bir gereğidir. Din gününe, âhirete inanmamak, ilâhi adaleti istememek demektir.
c) Din gününe, âhirete inanmak, ölüm korkusunun insanda bir kâbusa ve kronik bir hastalığa dönüşmesini engeller.
d) Din günü inancı, insanın dünyayı önemsemeyip sadece ahirete değer vermesi bilincini oluşturur.
16- "De ki ........... olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?" Furkan suresi 77. ayetinde geçen bu ifadede boş bırakılan yere hangi kavram gelmelidir?
a) duânız b) ibâdetiniz c) hamdiniz d) merhametiniz
17- Herhangi bir eylemin Allah'a ibadet olabilmesi için aşağıdaki gruplardan hangisi bütünüyle doğrudur?
a) İnanç (iman) ; tâat (meşruluk) ; usûl (metod) ; niyet (maksat).
b) İnanç (iman) ; takva (Allah korkusu) ; sabır (sabretmek) ; şükür (şükretmek).
c) İnanç (iman) ; ihlas (samimiyet) ; ümid (umut) ; takva (sakınma).
d) İnanç (iman) ; salât (namaz) ; savm (oruç) ; sadaka (zekât).
18- Kur'an'da "Allah" lafzından sonra en çok geçen Allah'ın ismi hangisidir?
a) Rab b) Rahman c) İlâh d) Rahim
19- Besmele'nin tam doğru anlamı nedir?
a) Esirgeyen, bağışlayan Allah'ın adıyla.
b) Rahman, Rahim Allah'ın adıyla.
c) Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla başlıyorum.
d) Çokca merhamet eden Allah'ın adıyla okuyorum.
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1097 -
20- Kur'an'a başlarken yapmamız gereken istiaze ile şeytandan Allah'a sığınıyoruz. Şerrinden Allah'a sığındığımız şeytan hakkında, aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) Şeytan, hem cinlerden; hem de insanlardan olur.
b) Şeytan vesvese vermekle kalmaz; insana dediğini yaptırmak için baskı yapar.
c) İnsanı içinden tahrik edip, onu Allah'a isyana sevk eden her türlü duygu ve düşünce şeytanîdir, şeytandandır.
d) Şeytanın mü'minler üzerinde fısıldamanın (sessizce günaha teşvik etmenin) dışında bir gücü ve egemenliği yoktur.
21- "Çok merhamet edici, verdiği nimetleri iyi kullananları daha büyük ve ebedi nimetler vermek suretiyle mükâfatlandırıcı" anlamına gelen güzel isim aşağıdakilerden hangisidir?
a) Allah b) Rahman c) Rahim d) Din gününün sahibi
22- Seçeneklerden hangisi, "dingünü" kavramının ifade ettiği anlamlardan biri değildir?
a) Allah'ın bütün kullarına merhametinin görüleceği "Rahmet günü"
b) Hayrın hayır; şerrin de şer olarak görüleceği "Kıyamet günü"
c) Yapılan işlerin karşılığının tam olarak verileceği "Ceza günü"
d) İnsanların yaptıkları işlerin, Allah tarafından takdir edilip hesabının görüleceği "Hesap günü"
23- "Ancak Senden yardım isteriz" âyetinde belirtildiği şekilde dua, sadece Allah'a yapılır. Yalnız Allah'a yapılan dua konusunda vesile (onun hürmetine demek) konusunda aşağıdaki hükümlerden hangisi tam doğrudur?
a) Ameller ve Peygamberimiz dahil, hiçbir şeyi Allah'a dua ederken vesile yapamayız.
b) Amellerle vesile yapılabilir; ama, hiçbir insanla vesile yapılamaz. Bu kesinlikle şirktir.
c) Sahâbeler, Peygamberimiz öldükten sonra da Peygamberimiz'le vesile yapmışlardır.
d) Hiçbir insanı vesile yapmamak en uygun, en emin yoldur.
24- Kur'an'da Allah'tan başka rabb kabul edilen veya bu iddiada bulunan kimselerden bahsedilmektedir. Seçeneklerden hangisi bu anlamda Kur'an'da geçmez?
a) Ebû Cehil b) Fir'avn c) Rahipler d) Hz. İsa
- 1098 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
25- Besmele, eski ümmetlerin de bildikleri ve kullandıkları bir ifadedir. Kur'an-ı Kerim bu konuda Hz. Muhammed (s.a.s.)'den önce iki peygamberin besmelesini örnek veriyor. Bu peygamberler kimlerdir?
a) Hz. Nuh ve Hz. Süleyman
b) Hz. Âdem ve Hz. Süleyman
c) Hz. Âdem ve Hz. İbrahim
d) Hz. Nuh ve Hz. Mûsâ
26- Seçeneklerden hangisi, Allah'dan başkasını rab kabul etme şirki anlamına gelmez?
a) Yatırlara kurban kesmek, onlara dua etmek.
b) Din adamlarının helâl kıldığını helâl kabul etmek.
c) Namaz, oruç gibi ibadetleri terk etmek.
d) Önderleri, din büyüklerini sevmede ve onlara bağlanmada aşırı gitmek.
27- Sözlükte; iyilik, üstünlük ve erdemlilikle niteleme (medhetme) ve övme anlamına gelir. Terim olarak ise; "bütün medih türlerini içerip sevgi ve ta'zimle Allah'a yönelen övgü ve şükrü ifade eder."
Yukarıdaki tanım, hangi kavramı karşılamaktadır?
a) Rab b) istiâze c) hamd d) istiâne
28- İstiâze ile ilgili olarak aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) Kur'an okumaya besmeleden de önce istiâze ile başlanır.
b) Tuvalete ve banyoya girmeden önce besmele çekilmeyip sadece istiâze yapılır.
c) Muavvizeteyn (Felak ve Nas) sureleri istiaze ile ilgili sûrelerdir.
d) İstiâze, sadece "eûzü billâhi mineşşeytanirracim" denilerek yapılır. Başka kelimelerle yapılmaz.
29- İslâm'dan önce müşrik Araplar, işlerine başlarken besmele yerine ne söylerlerdi?
a) Bismikellahümme
b) bismi'l Lât ve'l Uzzâ
c) Bismillâh
d) bismi'l Hubel ve'l Menat
30- Kur'an-ı Kerim'de, ancak Allah'a ibadet edilmesi gerektiği ifade ediliyor. Bazı insanların Allah'tan başka ibadet ettiği varlıklar sayılmaktadır. Aşağıdakilerden hangisi Kur'an'da tapınılan bir varlık olarak direkt söylenmemiştir?
a) para b) tâğut c) şeytan d) putlar
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1099 -
31- "Besmele ile başlanmayan her iş ........... " Bu hadis-i şerifteki boş bırakılan yere ne gelmelidir?
a) Yarım ve eksiktir.
b) Günah ve yanlıştır.
c) Şeytan işidir.
d) Bereketsiz ve güdüktür.
32- Allah'a ibâdetin tanımı, aşağıdakilerden hangisidir?
a) Allah'ın farz kıldığı İslam'ın beş şartına (namaz, oruç, hac, zekât ve kelime-i şehadet getirmeye) ibâdet denir.
b) Yapılması sevap olan, Allah'a yakınlık ifade eden, yalnız O'nun rızasını kazanmak niyetiyle yapılan her türlü harekete ibâdet denir.
c) Allah'ın yüceliği karşısında kulun aczini itiraf etmesi, sevgi ve ta'zim duyguları içinde Allah'tan lütuf ve yardım dilemesine ibâdet denir.
d) Kulların Allah'a karşı memnuniyet ve sevinçlerini O'na şükürlerini bildirmelerine ibâdet denir.
33- Lutf ile olan rehberliğe, yol gösterip kılavuzluk yapmaya, hayra ulaştırmaya ve hayırda muvaffak kılmaya Kur'an kavramı olarak ne ad verilir?
a) Sırat-ı Müstakim b) Hidayet c) Takva d) Felâh
34- Sapmak, şaşmak, karanlıkta kalmak, bocalamak ve kaosa yenik düşmek; Doğru yoldan bile bile veya iğfâle kapılarak sapmaya Kur'an terminolojisinde ne ad verilir?
a) Hidâyet b) Fücur c) Dalâlet d) Fısk
35- Para, mal veya benzeri ihtiyaç malzemelerini Allah yolunda harcamaya ne ad verilir?
a) Rızık b) İnfak c) Felâh d) Takva
36- Fatiha suresindeki "Bizi doğru yola hidayet et; kendilerine nimet verdiklerinin yoluna..." (Fatiha, 5-6) ayetlerinde ifade edilen Allah'ın nimet verdikleri kimseler, Nisa suresi 69. ayette açıklanır: "Allah'a ve Rasül'e itaat edenler; Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, ......... , şehidler ve .......... le beraberdirler. Onlar ne güzel arkadaştır." Bu ayet mealinde, boş bırakılan yerlere gelmesi gereken, seçeneklerden hangisidir?
a) Nebiler - Rasüller
b) Takva Sahipleri - Mü'minler
c) Salihler - Müttakiler
d) Sıddıklar - Salihler
- 1100 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
37- Sırat-ı müstakimde olabilmenin gereklerini ayetlerden yola çıkarak tespit ettiğimizde iman, hidayet sahibine yönelmek, sırat-ı müstakimden olmayı arzu etmek ve Rasülullah'ın sünnetine uymanın yanında; diğer yol arkadaşları olan mü'minlerle ilgili bir şart daha vardır. Bu şart, seçeneklerden hangisi olabilir?
a) Gönül genişliği (Tüm müslümanlara sevgi)
b) Yaratılanları, Yaratan'dan ötürü sevmek (Tüm yaratıkları sevmek)
c) Ashab sevgisi (Asr-ı saadetteki müslümanlarla gönül birliği)
d) Yol arkadaşlarına karşı muhabbet (Cemaat üyeleriyle dayanışma)
38- Âhiretle ilgili olarak aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Âhiret inancı, hemen bütün din ve düşünce sistemlerinde de mevcuttur.
b) Reenkarnasyon, Hindu dininden geçen, ruhların, insan ölünce başka bedenlere geçeceğine inanılan, temelde de âhireti ve yeniden dirilişi inkâr anlayışıdır.
c) Dünya ayrı, âhiret ayrıdır. Din ve âhiret işleriyle dünya işlerini birbirine karıştırmamak gerekir.
d) Kur'an'da âhirete sadece inanmak yeterli görülmemekte, ona kesin bilgi, şuur ve şehadet, yani yakinlik istenmektedir.
39- İman konusunda aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) İman, ibadet ve taatlerle artar ve günahlarla eksilir.
b) Şizofreni (çift şahsiyetli akıl hastalığı) olanlar hariç, normalde kişi, inandığı gibi davranır, inancına uygun şekilde yaşar.
c) Takva sahiplerinin ilk ve en büyük özelliği, iman etmektir.
d) İman ile İslâm; mü’min ile müslüman aynı anlamdadır. Kur’an’da her iki kavram aynı anlamda kullanılır.
40- Kur’an’a göre, insanın önüne okunmak üzere konan 3 temel kitap vardır. Bu üç kitabın belirli pasaj ve parçalarını Kur’an, “âyet” olarak belirtmektedir. Kur’an; diğer iki kitabın gereğince okunup değerlendirilmesini kolaylaştıran bir nurdur. Nedir bu 3 kitap?
a) Kur’an, Hukuk, Nutuk
b) Kur’an, Kâinat, Anayasa
c) Zebur, Tevrat, İncil
d) Kur’an, İnsan, Evren
41- Hem süs, hem de her türlü etkiden koruyucu olarak dış ve içe giyilen parçaları da bulunan bir örtü ve elbise olarak Kur’an’da “Ve ......... elbisesi, işte o hayırdır.” (A’raf, 26) şeklinde tanımlanan, “fücur”un zıddı olan, yukarıdaki âyette boş bırakılan yere gelmesi gereken kavram nedir?
a) Hamd b) Takva c) Gayb d) Felâh
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1101 -
42- “O, insanları ve toplumları ve toplumları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için gönderilmiştir. Bir adı da Nur’dur. Onun hâkim olmadığı yerler zulumatla (karanlıklar ve zulümlerle) kaplıdır.” Bu özellikler, aşağıdakilerden hangisine aittir?
a) Peygamberler
b) Hz. Muhammed (s.a.s.)
c) Hidâyet
d) Kur’an
43- Rızık konusunda fiilî dua, aşağıdakilerden hangisiyle en uygun şekilde yapılır?
a) Çalışarak
b) Sabrederek
c) Rızık için dua ederek
d) Errızku Ala’llah deyip, buna inanarak
44- “Rasûlullah’ı Allah’ın katından getirmiş olduğu bilinen haber ve hükümlerde tasdik etmek, bunu diliyle de ikrar edip, tatbik etmeye çalışmaya ne ad verilir?
a) İman b) Mü’min c) Takva d) Hidâyet
45- Seçeneklerden hangisi, imanın sahih olması için gerekli şartlardan biri değildir?
a) Ölüm döşeğinde ve can çıkmak üzereyken değil; daha önce iman edilmelidir.
b) Dinin, Kur’an’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr etmemek şarttır.
c) Gücü yettiği kadar elfâz-ı küfür ve ef’âl-i küfür ihmal edilmemesi gerekir.
d) Din veya dince mukaddes sayılan şeylerle alay, hakaret, inkâr ve küçük görmek gibi hususlardan kaçınılması gerekir.
46- Lügatta, faydalanılması için verilen bağış, pay, hisse, nasip gibi anlamlara gelen; Allah’ın canlılara zevk ve yararlanma nasip ettiği faydalanılan gıda, mal, evlât, eş, iş, ilim gibi şeylere ne denir?
a) Nimet b) Hidâyet c) Felâh d) Rızık
- 1102 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
47- “Takvanın bir anlamı da haşyet, yani ta’zim ve saygıdan ileri gelen korkmaktır. Bu korku, kulun Rabbıyla arasındaki sevgiyi yıpratma korkusudur. O yakacak diye değil; O sevmeyecek diye korkmaktır takva.” Bu ifadelerden yola çıkarak Allah sevgisi ve Allah korkusu hakkında aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) O’nu hem sevmeli, hem de O’ndan korkmalıyız.
b) Ümit ve korku arası yaşamalıyız.
c) Allah, korkulmaya değil; sadece sevilmeye lâyıktır.
d) O’nu sevme yönümüz ağır basmalı, O’ndan korkarken bile sevgiyi öne çıkartmalıyız.
48- Kelime anlamı korumak, korunmak, sakınmak’tır. Kavram olarak, kuvvetli bir himâyeye girerek korunmak, haramları terk edip şüpheli şeyleri bırakmak suretiyle nefsi günahlardan korumak anlamında kullanılır. Tanımı yapılan bu kavram, aşağıdakilerden hangisidir?
a) Takvâ b) İnfak c) Hidâyet d) Gayb
49- Mutlak gaybı, Allah’ın dışında;
a) Peygamberler bilirler
b) Melekler bilirler
c) Peygamberler ve melekler bilirler
d) Hiçbiri (bilmez)
50- Malla, parayla yapılan infaklar üç kısma ayrılır. Seçeneklerden hangisi malla yapılan üç çeşit infakı doğru olarak belirtir?
a) Zekât, sadaka-i fıtır, adak
b) Zekât, oruç keffareti, sadaka
c) Zekât, humus, öşür
d) Zekât, sadaka, îtâ
51- Lügat anlamlarından bazıları dua, patlama, parlama, tutuşma olan fiilî bir dua ve niyaz, eyleme dönüşmüş bir tevhid, Allah'ın huzurunda boyun eğiş ve Allah düşmanlarına karşı nefret dolu bir kıyam ve başkaldırı özelliğini taşıyan ve tevhidden sonra ilk emir olan Kur'anî kavram nedir?
a) Cihad b) İbadet c) Salât d) İstiâne
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1103 -
52- Gaybla ilgili olarak aşağıdaki cümlelerden hangisi yanlıştır?
a) Gaybın bir kısmını, Allah, vahy yoluyla peygamberlerine bildirmiştir.
b) Yıldızlar gaybı bilmezler, ama yıldızların, burçların insanların geleceğiyle ve kaderiyle ilgili bağlantıları vardır.
c) Cinler gaybı bilmezler. Cinciler de gaybden haber verdikleri konularda kesin yalancıdırlar.
d) Gaybla ilgili olarak mü’minlere lazım olacak kadar, yani çok az bilgi verilmiştir.
53- Rızık konusunda aşağıdaki hüküm cümlelerinden hangisi yanlıştır?
a) Rızık artıp eksilmez, ama rızkı helâl veya harama dönüştürmek bize bağlıdır.
b) Çok çalışarak çok para kazanılabilir, ama yararlanılmayan para rızık değildir.
c) Kendisinden yararlanılan iman, ibadet, takva, güzel ahlâk ve ilim de rızıktır.
d) İslâm, helâl yoldan kazanılan para ve malı, çalışıp kazanana ait kabul eder; yani mülk ve para, helâl kazanç sahibinindir; Kimse müdahale edemez.
54- Takva sahibi mü'minlere vaad edilen, önündeki engeli yarıp kendini kurtarmak ve istediğine ermek, zafere kavuşmak, yani dünyada başarı ve mutluluk, âhirette ebedî kurtuluş ve saadet anlamına gelen Kur'anî kavram, aşağıdakilerden hangisidir?
a) İnfak b) Felâh c) Hidâyet d) Sırat-ı müstakim
55- Gaybla ilgili aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Gayb, yalnız gelecekle ilgili olarak insanın duyularıyla farkedilir, görülür olmayan şeylere denir.
b) İman esaslarının tümü gaybtır. Gaybe iman da takva sahiplerinin ilk vasfıdır.
c) Peygamberler gaybla ilgili özel konumdadırlar. Onlara gaybdan vahy gelmektedir.
d) Peygamberler de beşerdir. Kendiliklerinden gaybı bilemezler.
- 1104 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
56- "Namazların hepsini ve hele salât-ı vustâ'yı muhâfaza ediniz."
(2/Bakara, 238) Bu âyette geçen salât-ı vustâ nedir?
a) Her şahıs için, engellerin çokluğu sebebiyle kılınması müşkil olan ve ortada kalan namaz hangisi ise, vustâ namazı odur.
b) Sabah namazıdır. Çünkü uykudan uyanarak sabah namazı kılmak özel gayret ister.
c) Salât-ı vustâ orta namaz demektir. Beş vaktin ortasındaki namaz ikindi namazıdır. Dolayısıyla salât-ı vustâ, kesin olarak ikindi namazıdır.
d) Salât-ı vustâ, beş namaz demektir. Beş vakit namazı devamlı kılmaya salât-ı vustâ denir.
57- İnfak; malda, hem zekât olarak, hem de zekâtın dışında başkalarının hakkı olduğu kabulü ile gerçekleşir. İnfak konusunda aşağıdaki ifadelerden yanlış olan hangisidir?
a) İnfak, sadece maldan olmaz. İlimden, güler yüzden, güzel sözden, teselliden de infak yapılmalıdır.
b) Rızkın gerçek sahibi Allah’tır. Dünyada mal ve rızık sahibi görünen insan, aslında bir postacı, emanetçi ve veznedar konumundadır.
c) İnfak etme konusunda Sâlebe, güzel ve örnek bir şahsiyettir.
d) İnfak, kişinin parayı putlaştırmasına, israfa ve dünyevîleşmesine engeldir.
58- Dünyadaki en büyük devrim, onun eseridir. O, gerçek anlamda, bir çağı kapatıp yepyeni bir çağ açmıştır. Cahiliyye, onunla kovulmuş, mutluluk çağı onunla başlamıştır. Tarihin şahit olduğu en muhteşem topluluk, onun sayesinde oluşmuştur. Tüm mucizeler içinde de baş sırayı o alır. Bu özelliklere sahip olan şey, aşağıdakilerden hangisidir?
a) Din
b) Kur’an
c) Hz. Muhammed (s.a.s.)
d) Allah’ın halifesi
59- Namaz konusunda aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Namaz, insanı fahşâ ve münkerden (kötü ve iğrenç şeylerden) vazgeçirir.
b) Namaz, insanın işinin rast gitmesini, dünya işlerinde kişinin rahatlamasını ve başarısını sağlar.
c) Namaz, gönülleri ferahlatan, ruhları aydınlatan bir şifa kaynağıdır.
d) Namaz; dua, tevbe, zikir, şükür, tesbih gibi ögeleriyle mü'mini mânen eğiten ve olgunlaştıran bir ibadettir.
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1105 -
60- Âhiret bilincine sahip olmak ve dünya)âhiret dengesi sağlamak için dünya, doğru değerlendirilmelidir. Dünya konusunda aşağıdaki değerlendirmelerden hangisi yanlıştır?
a) Dünya oyun ve eğlenceden, süs ve övünmeden geçici bir faydalanmadan ibarettir.
b) Dünya, hakiki manada huzur ve rahatın bulunduğu gerçek vatanımız değildir.
c) Dünyada imtihan vesilesi olarak kadınlar, evlatlar, altın ve gümüşler, iyi binekler sevdirilmiştir.
d) Müslüman, âhiret endişesiyle yaşaması gerektiği için dünya ile ilgilenmemeli; dünyayı, onu tercih edenlere bırakmalıdır.
61- Bazı sebepler yüzünden müslüman görünmesine rağmen, içindeki küfrü gizleyen, kalbiyle inanmadığı halde, "ben de mü'minim" diyenlere Kur'an terminolojisinde münafık dendiği malumdur. Münafıklar aslında kâfir oldukları halde, kâfirlerden bazı farklı özelliklere sahiptirler. Aşağıdakilerden hangisi bu farklılık konusunda yanlıştır?
a) Kâfir, inanç konusunda açık olduğu halde; münafık casus gibi kendini gizler.
b) Kâfirler, inanç konusunda mert ve net oldukları halde; münafıklar, duruma göre renk alan kaypak, kalleş bir karaktere sahip kimselerdir.
c) Kâfir, İslam'a düşmanlığını açıkça gösterebildiği halde; münafık yalancıdır, müstehzîdir, müslümanlarla alay etmektedir.
d) Kâfirler, genellikle muslih/islah edici oldukları halde; münafıklar, fesatçı/müfsid insanlardır.
62- Lügatta, bir şeyin dengesinden çıkması, bozulma ve geçersiz olma anlamlarına gelen; kavram olarak, toplumda ortaya çıkan kokuşma, bozulma ve dengeden sapmaya Kur'an terminolojisinde ne ad verilir?
a)fesad b) tuğyan c) zulmet d) nifak
- 1106 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
63- "Bakara" kelimesinin anlamı ve Kur'an'da en uzun sureye bu ismin verilmesine sebep olarak Kur'an'da "bakara" konusundaki kıssa, aşağıdakilerden hangisidir?
a) Bakara; inek, buzağı demektir. Hz. Musa, kavmini Allah'ın yardım ettiği denizin yarılması mucizesiyle Fir'avn'un zulmünden kurtarıp Mısır'dan çıkarttıktan sonra, bir ara Rabbinden emir almaya gittiğinde Sâmiri isimli bir yahudi, altından buzağı yaparak İsrailoğullarını yeniden putperestliğe çekmek istedi. Bu olaya Bakara olayı denir. Ve bu yüzden bu sureye bu isim verilmiştir.
b) Bakara, inek demektir. Bakara suresinde ineklere tapan Hindistan'daki Hindu dininin Peygamberimiz'in yaşadığı dönemdeki putperest/inekperestlerin dalâleti anlatılmaktadır. Bu sebepten dolayı, bakaraya, yani ineğe tapanlara cevaplar veren bu sureye Bakara suresi denmiştir.
c) Bakara, inek demektir. Bu, Kur'an'da Bakara suresinde bir kıssada geçen bir özel inek için kullanılmıştır. Bakara, Hz. Musa devrinde, İsrailoğulları arasında fâili bulunamayan bir cinâyetten dolayı diyet olarak kurban edilmesi gereken ve bazı özellikleri olan bir inektir. Bu olaydan bahsettiği için bu sureye Bakara suresi denmiştir.
d) Bakara, hayvan demektir. Bu, sığır cinsinden hayvanlara verilen ortak addır. İsrailoğullarının Allah'a verdikleri sözden ve O'nu tek ilah kabulünden caymalarından ve Cumartesi günü yasağını çiğneyip azgınlaşmalarından sonra Allah, onları hayvanlara çevirdi. İşte bu mucizevî olayla hayvan şekline çevrilenlere Bakara denir. Bu olayın anlatıldığı sureye de bu yüzden Bakara suresi denilmiştir.
64- "Gerçek şu ki kâfir olanları inzar etsen de inzar etmesen de/uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir; iman etmezler.” (Bakara, 6) ayetinden, aşağıdaki yargılardan hangisi anlaşılmaz? Yani, bu ayetten yola çıkılarak, kâfirlere karşı uyarı görevi konusunda aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) Tüm kâfirler, yoldan çıkmış, Allah'ın nimetlerini inkâr eden, gerçeği örten, İslam'ı görmezlikten gelen kimselerdir. Bunları, uyarsak da uyarmasak da bizim için fark etmez; çünkü onlar iman etmezler.
b) Ortaya çıkan karakter tahlili ve delillerle tebliğin büyük ihtimalle sonuç vermeyeceği belli olan kişilerle uğraşmakla vakit geçirmeyip; netice getirme ihtimali büyük olan kişilere inzar/uyarı görevi yapılmalıdır.
c) Kâfirlerin hakka karşı tutumları, onlara tebliğ ve uyarı yapmamıza engel değildir. İnzarın yapılıp yapılmaması, onlar için eşittir, farketmez; ama bizim için bu görevi yapıp yapmamak eşit değildir.
d) Ayetteki ifade, tüm kâfirleri kapsamaz. İnzarın/uyarının fayda etmediği kâfirler, akıllarını ve alıcılarını kullanmayarak kendi olumsuz tavırları yüzünden kalpleri mühürlenen, doktorun ümitsiz vaka kabul ettiği hasta gibi olan inatçı kâfirlerdir.
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1107 -
65- Küfürle ilgili olarak aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Küfrün bir şekli, kutsal denebilecek olumlu küfürdür. Müslüman, tağuta küfr etmeli, tağutun kâfiri olmalıdır.
b) Küfür, fıtrata ters düşünce ve davranıştır. Bir anormallik, nankörlük ve hastalıktır; Kalpte başlayan ve diğer organlara sirayet eden bulaşıcı bir mikroptur.
c) Müslümanın küfrü, küfr-i berâedir. Yani, küfr edilmesi gereken şeyden teberrî etmek, uzaklaşmak, reddetmek, otorite ve hâkimiyetini kabul etmemek şeklinde olur.
d) Küfür, kalple ilgili inançsızlıktır. İnsanın amel yönüyle hiçbir davranışı onu küfre sokmaz, kâfir kılmaz.
66- Lügat anlamı, taşkınlık, azgınlık, sınırı aşmak olan "isyan ve günahta sınır tanımayacak ölçüde ileri gitme"ye ne denilir?
a) inzar b) fesad c) tuğyan d) ifsad
67- Özellikle siyasî otorite ve yöneticinin tuğyanını başkalarına ulaştırması, Allah'ın indirdiği hükümlere alternatif olmak ve onların yerine geçmek üzere hükümler koyan varlıklara ne ad verilir?
a) tâği b) müfsid c) kâfir d) tâğut
68- Kalbin hastalığı ve mühürlenmesiyle ilgili aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Kalbin hastalığı; kibir, hayasızlık gibi kötü ahlak ve kötü huylarla ilgili, yani günah işlemekle ortaya çıkar. Tevbe edilip güzel amellerle silinmedikçe kalpte leke halindeki bu hastalık büyür ve giderek tüm kalbi kaplar.
b) Kalbin mühürlenmesi, sebep değil; sonuçtur. Tertemiz bir kalple dünyaya gelen insan, günah işleyerek kirlettiği kalbini, günahlarda ısrar etmek ve imana karşı olumsuz ve inatçı bir tavır takınarak, mikropların tümüyle kalbini kaplamasına sebep olacak davranış ve inançta bulunması sebebiyle kalp mühürlenir.
c) Kalbin selim vasfını, sağlığını korumak için, onu şirk ve küfür başta olmak üzere haramlardan korumak; bedenin sağlığı için gerekli gıdalar gibi, kalbe lazım olan ibadet, zikir, tefekkür gibi gıdalarla kalbi yeterli ve dengeli beslemek şarttır.
d) Kâfir ve münafıkların kalbinde hastalık vardır. Allah da onların hastalığını arttırmıştır. Allah, tüm kâfir ve münafıkların kalbini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerinde de perdeler vardır. Kalpleri mühürlü olduğu için, bu sebepten dolayı onlar iman etmezler.
- 1108 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
69- Bir şeyi dengesinden çıkaran, bozan, bozgunculuk yapan kimseye Kur'an terminolojisinde ne ad verilir?
a) muslih b) müfsid c) tâğut d) tâği
70- Allah'ın insan için koyduğu aşılmaması gereken hududu aşan, ölçüyü kaçıran, haddini bilmeyip taşkınlık yapan azgın kimseye ne ad verilir?
a) tâği b) müfsid c) nezir d) tâğut
71- Allah'ın nuru konusunda aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Mutlak nur, âlemleri ve gönülleri nurlandıran Allah'tır.
b) Kur'an'da "Allah'ın nuru" ifadesi, kalbî-ruhî gerçekleri belirtir. İman ve İslam anlamında, hidayeti içeren, kurtuluşa götüren şeyler anlamında kullanılır.
c) Hz. İbrahim, Allah'ı görmek istemiş, ama Nur dağına Allah'ın nuru tecellî edip dağ paramparça olduğu için Hz. İbrahim de nurun şiddetine dayanamayıp bayılmıştır.
d) Kâfirler, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler; ama Allah, nurunu tamamlayacaktır.
72- Gerçeği örten, nimeti inkâr eden, Yaratıcı'nın en büyük nimetleri olan ayetleri, din, peygamberlik ve hidayet gibi hususları görmezlikten gelen kimseye Kur'an terminolojisinde ne ad verilir?
a) tâği b) ifsad c) kâfir d) münzir
73- Bir uyarının, propaganda değil de; gerçek bir "inzar" olabilmesi için bazı şartlar gerekir. Aşağıdaki seçeneklerden hangisi inzar için gerekli şartlardan biri değildir? Yani, inzar konusunda aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Uyarının, kesin vahyî gerçeklerle ilgili olması ve karşı çıkanın Allah'a (O'nun hükümlerine) karşı çıktığının belirgin olması
b) Uyarıda muhatabın sınırsız olması; tanıdık ve yabancı demeden herkese tebliğin ulaştırılmaya çalışılmasıyla birlikte, yakın çevrenin ihmal edilmemesi, hatta imkân nisbetinde yakın çevreye öncelik verilmesi
c) Uyarı ve davetin açıktan değil; gizli olarak yapılması ve kalbi mühürlü olan kimselere değil; gerçeği araştıran kimselere hakkın ulaştırılması
d) İçine bâtıl karışmamış hakkın tebliğ edilmesi; Tevhidin kişisel ve toplumsal alana yayılması/taşınması; uyarıda bunların ana konuyu teşkil etmesi
74- Bir şeyi, bir yönden öteki yöne çevirmek anlamı taşıyan ve Kur'an'da bir adı da "fuad" olarak kullanılan kelime, seçeneklerden hangisidir?
a) hidayet b) gayb c) infak d) kalb
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1109 -
75- Kur'an'da; vahyin dışında ve onunla zıtlaşacak bütün düşünce sistemleri için mecazî anlamda kullanılan ve küfrün her çeşidini içine alan, Kitabımız'da iman nurunun karşılığı olarak ve hep çoğul olarak kullanılan kavram, aşağıdakilerden hangisidir?
a) mefsedet b) zulumât c) tuğyan d) küfür
76- Bir insanın imanını koruması, özellikle küfrün egemen olduğu yerlerde hayli zordur. Mü'mini, imanını giderip onu küfre sokarak kâfir yapan hususlar:
istinkâr (Dinden olan bir hükmü inkâr etmek) istihfâf (Dinden olan bir hükmü küçümsemek, hafife almak) istihkar (Dinden olan bir hükmü hakir, çirkin görmek) istihzâ (Dinden olan bir hükmü alaya almak, onunla eğlenmek) gibi durumlardır. Bunlar gibi, yine insanı küfre sokan diğer özellik, seçeneklerden hangisidir?
a) istishâl: Kolay saymak; Dinden olan bir hükmü kolay kabul etmek
b) istihlâl: Dinden olan bir haramı helâl; helâlı haram kabul etmek
c) istikbâr: İnsanlara karşı kibirlenmek, başkalarını küçük görmek
d) istiz'âf: Kendini zayıf görüp zâlimlere karşı âciz duruma düşmek
77- Uyarı görevini yapan, inkâr bataklığına sapan kavimleri cehennem azabıyla korkutan ve eski kavimlerin başlarına gelen helâkı hatırlatarak ilâhî ikaz vazifesini yerine getiren peygamberlere, özellikle Peygamber Efendimiz'e, yapmış oldukları bu görevden dolayı Kur'an'da ne ad verilir?
a) nezîr/münzir
b) sâlih/muslih
c) el-emîn/el-mü'min
d) hâdî/mehdî
78- "Dikkat! Gerçekten cesette bir et parçası vardır; o doğru olursa bütün vücut doğru olur. O fesada uğrar, bozulursa bütün vücut bozuk olur. Dikkat, o .......tir." Bu meşhur hadis-i şerifte boş bırakılan yere gelmesi gereken kavram, aşağıdakilerden hangisidir?
a) kulak b) dil c) el d) kalp
- 1110 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
79- Tuğyânın (ve küfrün) temel sebeplerinden biri olan "istiğnâ" ne demektir?
a) Büyüklük taslayarak insanlara zulmetmek, haksızlıkla hükmetmek; Büyüklenip kibirlenerek yeryüzünde fesat ve fitne çıkarmak, müstekbirlik
b) Kendini her yönden zengin kabul edip, kimseye muhtaç olmadığı anlayışına sahip olarak kibir ve gurur içinde bulunmak
c) Ayartma, azdırma, baştan çıkarma, fesat, ara bozma, karışıklık ve dinsizlik
d) Fesat çıkarmak, bozmak, faydalanılan bir şeyin bozulması, insanların inanç ve yaşayışını doğrudan saptırmak
80- Fesadla ilgili aşağıdaki hükümlerden hangisi yanlıştır?
a) Fesad, ya otoritesizlikten, yani başı boşluktan çıkar; ya da otoritenin meşrû ve âdil olmamasından, yani başı bozukluktan meydana gelir.
b) Tabiat güçlerinde ve hayvanlarda fesad söz konusu değildir. Fesad, sadece insanların yaptıklarıyla ve cinlerin faaliyetleriyle ortaya çıkar. O yüzden insan, fesad çıkarıp yeryüzündeki dengeyi bozduğundan, hayvandan da aşağı olabilmektedir.
c) Ahlaklılar, müslümanlar, yani muslihler/ıslahçılar, müfsidler kadar güçlü ve aktif olmazsa fesad yayılır. Kur'an, müfsidlerle beraber, onlara karşı çıkmayanların da helak olduğunu haber vermektedir.
d) Mü'min, iman edip salih amel işleyen kimsedir. Kâfir ve münafık da inanmayıp yeryüzünde fesad çıkaran kimsedir. Onun için mü'min hiçbir şekilde fesad sayılan işi yapmaz; yaparsa kâfir olur. Kâfir de hiçbir şekilde salâh sayılacak bir eylemde bulunamaz; onun tüm yaptıkları, fesad kavramının içinde değerlendirilir.
81- Allah'ın Kur'an'da nur konusunda Hz. Peygamberimiz için sıfat olarak belirttiği unvan nedir?
a) Sirâc-ı münîr: Işık saçan kandil
b) Menba-ı nur: Nur kaynağı
c) Nûru's-semâvâti ve'l-ard: Göklerin ve yeryüzünün nuru
d) Muhricun mine'z-zulumâti ile'n-nûr: Karanlıklardan nura çıkartan
82- Lügat olarak; eşyaya rağbeti olmak, tükenmek, ölmek, tünel, tarla faresinin (köstebek) deliğinden çıkıp girmesi anlamlarına gelen ve inanç yönünden Kur'an'da anlatılan üç gruptan birinin tavrını ifade eden kelime, seçeneklerden hangisidir?
a) ifsad b) infak c) nifak d) inzar
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1111 -
83- Kur'an'da ve mü'minlerin ıstılahında daha çok mecazî ve manevî anlamı akla gelen, bu şekilde kullanılınca şan, şeref, eşyayı ve onun gerçekliğini görünür kılan tecellî anlamında kullanılan İslam, vahiy, hidayet ve kalbî-ruhî gerçekleri ifade eden kelime, seçeneklerden hangisidir?
a) salâh b) ıslah c) infak d) nur
84- Günümüzde asr-ı saadetteki fonksiyonu elinden alınmış, tevhidî bilinç ve anlayışa katkı sağlamayan, gösteriş ve israf mantığıyla inşa edilmiş, müslümanları düzene asimile etmeye çalışan devlet dairesi halinde işlevi olan bazı camilerin varlığı tartışma konusudur. Bu tartışmanın odak kavramı, asr-ı saadette münafıkların yaptığı bir mesciddir. Tevbe suresi 107. ayette belirtildiği gibi, münafıklardan bir topluluk, İslam cemaatini bölmek, zarar vermek, hakkı tanımamak, yani fesat ve fitne için, Kuba mescidine karşılık olarak bir mescid/cami yapmışlardı. Bu mescidin Kur'an'da ifade edilen şekliyle adı nedir?
a) Mescid-i Kuba
b) Mescid-i Nifak
c) Mescid-i Dırar
d) Mescid-i Fitne
85- Lugat anlamı, tehlikeyi haber verip sakındırmak, uyarmak, ikaz, ihtar olan, Kur'anî kavram olarak da Allah'ın, peygamberleri aracılığıyla kullarını uyarıp kötü âkibetten sakındırmasına ne denilir?
a) inzar b) nezîr c) ıslah d) münzir
86- Kur'an'ın bütün insanları, benzerini getirmekten âciz bırakmasına ne denilir?
a) Mucize Kur’an c) İcâzâtü'l-Kur'an
b) İ'câzü'l-Kur'an d) Mu'cizâtü'l-Kur'an
87- Aşağıdaki cehennemle ilgili ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) Cehennemin yakıcı ateşi gibi dondurucu soğuğu da bir azap türüdür.
b) Cehennem ehli açlık ve susuzluk hissedecek; kendilerine yemek olarak zakkum ve darî' denilen zehirli bitki, içecek olarak da kaynar su ve kanla karışmış irin verilecektir.
c) Allah'ın emirleri doğrultusunda yaşayan gerçek mü'minler, cennete gidecekleri için cehenneme hiç uğramayacak, oradaki manzarayı hiç görmeyeceklerdir.
d) Cehenneme sadece kâfirler değil; günahın çepeçevre kendisini kuşattığı isyankâr müslümanlar da Allah affetmediyse girecektir.
- 1112 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
88- Lügat anlamı misil, denk, eş ve benzer demek olan; açıkça tapınılsın veya tapınılmasın ilâh yerine konan, tanrı olarak benimsenen aşırı bir sevgi ve kayıtsız şartsız bir itaatle yönelinen Allah'ın dışındaki şeylere Kur'an terminolojisinde ne ad verilir?
a) İ'câz b) Entât c) Endâd d) Tâğut
89- Mucizede üç ana şart vardır. Seçeneklerin hangisinde bu üç şart tümüyle doğru olarak sayılmıştır?
a) Hârikulâde bir olay olması, meydan okunarak gösterilmesi, benzerinin getirilememesi.
b) Peygamberlerin eliyle gerçekleşmesi, anormal bir olay olması, insanları benzerini getirmekten âciz bırakması.
c) Allah tarafından meydana getirilmesi, hârikulâde bir olay olması, gündüz vakti gösterilmesi.
d) O devirdeki meşhur özelliğin cinsinde olması, kendi zamanında geçerli ve rağbetli olan şeyden üstün olması, insanlar büyük bir meydana toplanarak herkesin gözü önünde gösterilmesi.
90- Hıcr suresi, 44. ayette cehennemin 7 kapısı olduğu açıklanmaktadır. Kur'an'da geçen cehennemle ilgili sıfatların bu kapıların veya cehennem tabakalarının ismi olduğu kabul edilmektedir. Seçeneklerden hangisinde bu cehennem tabakalarının isimleri tümüyle doğrudur?
a) Cehennem, Cahıym, Hâviye, Hutame, Lezâ, Saıyr, Sakar.
b) Cehennem, Cehmân, Cahıym, Tâğıye, Hutame, Cezâ, Sakar.
c) Cahıym, Hâviye, Semûm, Siccîn, Veyl, Hutame, Saıyr.
d) Cahıym, Sâviye, Hutame, Karia, Semûm, Veyl, Saıyr.
91- Âlimler, Kur'an'daki "endâd" kelimesiyle ilgili olarak bununla ne murad edildiği konusunda değişik görüşler ileri sürmüşlerdir. Aşağıdaki görüşlerden hangisi endâdın anlamıyla ilgili ileri sürülen doğru görüşlerden biri değildir?
a) Endâd, müşriklerin, kendilerini Allah'a yaklaştırsınlar diye ilah edindikleri, fayda umup zararları gidereceğini bekleyerek yöneldikleri putlardır.
b) Müşriklerin kayıtsız şartsız kendilerine itaat edip aşırı saygı duymayı gerekli gördükleri, Allah'ın haramlarını helâl/sakıncasız sayan yönetici, lider ve başkanlarıdır.
c) Allah'tan başka insanın kalbini işgal edip insanı meşgul eden arzu ve hevesler insanı esir ediyorsa, bu nefsânî hevâ ve heves endâddır.
d) Kendilerine sevgi ve saygı duyulan futbolcu, şarkıcı, yönetici, lider veya medyumlar, insanları kandıran âlim ve bilginler endâddır.
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1113 -
92- Allah, insana takvâyı da fücuru da ilham etmiştir. Ama Allah'ın merhamet yönünün ağır basmasından dolayı, insanın hayra meyletmesi için, onu hidayete kılavuzluk edecek unsurlarla takviye etmiştir. Aşağıdakilerden hangisi bu unsurlardan biri değildir?
a) Fıtrat (İslam'a yatkınlık)
b) İstiğnâ (kendini yeterli görmek)
c) Peygamber ve kitap (vahy)
d) Akıl ve vicdan (doğruya ve güzele meyil)
93- Aşağıdaki seçeneklerden hangisi "semâ" ile ilgili şirk anlayışlarından değildir?
a) Yıldızların ve burçların insanların kaderine etki ettiği anlayışı; mesela, iki kişi anlaşamıyorsa "yıldızları barışmıyor da onun için" denilmesi, birisi ölünce "bir yıldız kaydı" denmesi gibi.
b) Esas anlamı gök, gökyüzü ve yörünge olan "felek" in, insanın kaderine hükmeden, aynı zamanda yuvarlaklığından dolayı kambur, adaletsizliğinden dolayı kahpe olduğu söylenen bir güç kabul edilmesi.
c) Allah'a endâd kabul etmek, yani sevgide ve itaatte aşırılığa gidilerek yüceltilen, Allah'ın dışında bazı kişi ve putların ilah kabul edilip O'na eş tutulması.
d) Burç ve yıldız fallarına ya da kişinin doğum tarihindeki astroloji haritalarına bakılarak insanın kaderiyle ve geleceğiyle ilgili değerlendirmelerde bulunulması.
94- "Su" ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) Su rahmettir; ama aynı zamanda bazıları için ceza ve azaptır da.
b) Zemzem, mübarek ve kutsal bir sudur; zemzem içen günahlardan temizlenmiş olur.
c) Her canlı şey sudan yaratılmıştır.
d) Susayan insanlara, hatta hayvanlara su vermek çok sevaptır.
95- Lügat anlamı olarak sert ve çirkin olmak ve dibi görünmeyen derin kuyu anlamlarına gelen kavram, hangi kelimeyle karşılanır?
a) Nâr b) Endâd c) İ'câz d) Cehennem
96- Selefin yerini alan, sonradan gelen, birinin yerine bırakılan, vekil olan, yönetici, mü'minlerin emîri, İslâm devleti başkanı anlamlarına gelen kelime, aşağıdakilerden hangisidir?
a) Müstaz'af b) Halife c) Melek d)Âlim
- 1114 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
97- Yaratma ile ilgili olarak aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) Kulların fiillerini de Allah yaratmıştır. Kul, bir eylemi yaratmaz; yapar.
b) Gerek fizikî ve cismanî bakımdan, gerek davranış ve maneviyat/ruhî (fıtrat) bakımından Allah, insanı en güzel bir biçimde yaratmıştır.
c) Allah, semaya ve arza "ol" demiş; onlar da hemen oluvermiş, yani yaratılma hemen tamamlanmıştır.
d) Allah, görülen varlıkları olduğu gibi, görülmeyenleri, soyut nesneleri, ölümü, hayatı ve bilmediğimiz nice şeyleri de yaratmıştır.
98- Halk (yaratma) kavramıyla ilgili olarak aşağıdaki yargılardan hangisi tümüyle doğrudur?
a) Halk (yaratma), bir şeyi varken yok etmek ve yoktan var etmek, cansız bir şeye can vermek, canlıdaki ruhu almak demektir.
b) Türkçede yaratmak anlamına gelen halk kelimesi, Allah'ın dışında hiç kimsenin icadı ve sanatı için mecaz anlamında bile olsa kullanılamaz; kullanılırsa Allah'ın yaratıcılığı inkâr edildiği için insan küfre girer.
c) Halk, bir şeyden başka bir şey icad etmek, yapmak anlamına da gelir. Bu anlamda ve mecaz olarak insan için kullanılabilir; ama yaratıcılıktaki kutsallığı ve kudreti basite almaya yol açtığı için kullanılmaması tavsiye edilir.
d) Müşrikler, yeri-göğü yaratan, canlı-cansız her şeyi yoktan var eden Allah'a inanmadıkları için, insanın yaptığı basit şeylere "filan kimse şunu yarattı" gibi sözler sarfetmekten çekinmezler.
99- "İnsan"la ilgili olarak aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Müşrikler, beşer olmayan melek veya meleğe benzer bir peygamber istiyorlardı. Günümüzdeki bazı insanlar da dâvetçi/hocaları, hatta hacca gidenleri beşer olarak görmek istememekte; onların dünya işleriyle, ticaretle ilgilenmesine olumsuz bakmaktadır.
b) Yüzlerce seneden bugüne batılılar, içlerindeki inançsız insanların uydurdukları dinler olan materyalizm, kapitalizm, komünizm, scientizm ve determinizmin etkisiyle insanı ruhtan ibaret varlık kabul edip, onun maddî yönünü inkâr etmişlerdir.
c) İnsanın âciz ve zayıf olarak yaratılması da insan için aslında bir nimettir. İnsan böylece insanlarla ve Rabbıyla ünsiyet içinde yaşamanın tadını almaktadır. Âcizlik, kişiyi sosyalleşmeye ve birbirlerine yardımcı olmaya itmekte; zayıflık da, Allah'a kulluğa/ibadete, dolayısıyla O'nunla ünsiyete sebebiyet vermektedir.
d) İnsanın maddî gereksinimlerini öne çıkarıp, ruhî/manevî ihtiyaçlarını ihmal etmesi, hayvanlaşması, hatta dört ayaklılardan daha aşağıya düşmesi demektir. Bunun yanında manevî/ruhî gıdaları aşırı şekilde alıp diğer yönü ihmal etmesi de nefsine zulümdür.
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1115 -
100- "İnsan"la ilgili olarak aşağıdaki lügat ve ıstılah tanımlarından hangisi kısmen de olsa yanlıştır?
a) "İnsan" sözcüğü, üns kelimesinden türemiştir. Üns, yakınlık ve ünsiyet demektir. İnsan, bir yandan diğer insanlarla bir arada yaşama durumundadır, o yüzden bu yakınlığı; bir yandan da daima Allah'a ihtiyacı vardır, bütün varlıkların üstünde Allah'a yakınlığı ifade için insan denmiştir.
b) "İnsan" kelimesinin, nesy = unutmak fiilinden geldiği söylenir. Bu durumda insan unutkan demektir. Kur'an'da insandan (Adem) söz edilirken "Adem'e ahit verdik de unuttu." buyurulur.
c) İnsan, beden ve ruhtan oluşan, düşünen, şuurlu, iman ve ilim sahibi ibadet eden bir varlıktır. Halife olarak yaratılan, üstün, yapıcı yeteneklere sahip, organik ve biyolojik yapı bakımından bazı ihtiyaçları/zayıflıkları ve bazı ahlakî zaafları olan bir yaratıktır.
d) İnsan, İslam dışı kültürlerde tek yönüyle değerlendirilse de, aslında iki yönlü bir varlıktır: Ademiyet ve beşeriyet. Ademiyet, insanın adam olması demektir, yani insanın dış yapısını, toprak yönünü, fizikî özelliklerini ifade eder. Beşeriyet tarafı ise, insanın halifeliği, ruh yapısı, manevî tarafı, melekî yönüdür.
101- Yaratma ile ilgili aşağıdaki yargılardan hangisi tümüyle doğrudur?
a) Yaratma, âlemlerin; sema, arz ve içindekilerin yaratılmasıyla tamamlanmış, bitmiştir.
b) Şerleri, kötülükleri, zarar veren şeyleri Allah yaratmaz; onlar şeytanın eserleridir.
c) Allah, insanı topraktan, melekleri ve cinleri nurdan yaratmıştır.
d) Yaratma, Allah'ın işidir. Yaratıcılık O'ndan ayrılmaz bir vasıftır. O devamlı ve tekerrür halinde yaratır.
102- İlk insan Hz. Âdem'in yaratılışıyla ilgili aşağıdaki hükümlerden hangisi yanlıştır?
a) Aslımız hakir toprak olduğundan büyüklenmeye hakkımız yoktur. Toprak, tevâzuyu ve secdeyi simgeler. İnsana da yakışan bu özelliklerdir.
b) İnsan iki boyutludur. Topraktan yaratılan beşer yönü ve ilâhî ruhtan üflenen mânevî yönü. İnsanın üstünlüğü mânevî yönüyledir.
c) İlk insan ilk peygamberdir. Onun için o, suç altında ezilen ve affedilmeyen biri değil; vahye muhatap olan yüce şahsiyettir.
d) İlk insan, topraktan var edilen, hiçbir şey bilmeyen bir yaratıktı. Sonra gelişip tekâmül ederek dünyaya uyum sağlamaya başladı. Giderek konuşmayı öğrendi, olgunlaşarak bu günkü seviyesine yükseldi.
- 1116 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
103- Kur'an'da, kendisinin mucizeliğini gösteren birçok delil vardır. Bunların her biri bir i'caz yönüdür. Yani Kur'an bir değil; çok çeşitli yönleriyle mucizedir. Aşağıdaki seçeneklerden hangisi bu i'caz yönlerini doğru olarak içerir?
a) Kur'an'ın fesahat ve belâğatı, nazmı ve te'lifi, tüm bilimsel gerçekleri ihtiva etmesi, insanların tüm ihtiyaçlarına çözümler getirmesi, her harfinin ayrı bir melek tarafından inzal edilmesi.
b) Kur'an'ın nazmı ve te'lifinin âhengi/uyumu, fesahat ve belâğatı, bütün insanların gerçek ihtiyaçlarını karşılayacak esaslar ihtiva etmesi, gelecekten haber vermesi ve bunların gerçekleşmesi.
c) Kur'an'ın fesahat ve belâğatı, edebî eserlerin en güzeli olması, her okuyanın etkilenip müslüman olması, gelecekten haber vermesi ve bunların gerçekleşmesi, ihtiyacı olanların O'nu okuduğunda tüm ihtiyaçlarının sağlanması.
d) Kur'an'ın fesahat ve belâğatı, nazmı ve te'lifinin insanı hayran bırakması, O'nu okuyan kimseye hiçbir zarar ve şerrin gelmemesi, istikbalde olacak olayları, yani gelecekle ilgili tüm konuları özlü olarak içermesi.
104- Endâdla ilgili olan aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Endâd edinmek, kâfir insanlara, bâtıl görüş ve İslam dışı kurallara aşırı sevgi besleyip mutlak itaat etmektir; Peygamberlere, Allah'ın velî kullarına, takvâ sahibi âlim ve evliyalara sevgi beslemek, hiçbir şekilde endâd/şirk koşma anlamına gelmez.
b) Allah'ın belirli nitelik ve güçlerini başkalarına atfetmek, mesela kayıtsız şartsız itaat edilecek Allah'tan başka otorite kabul etmek endâd kapsamına girer.
c) Endâd edinmek şirk koşmak demektir. Şirkin küçüğü ve gizli olanı da vardır. Mesela sebepleri yüceltmek (şoför frene basmasaydı ölmüştüm, filan doktor hayatımı kurtardı gibi sözler söylemek, bu sözlerle mecazı değil, gerçeği kasdetmek; sebepleri olayı gerçekleştiren asıl unsur görmek).
d) Allah'ın kulları üzerindeki hakkı, insanların sadece O'na ibadet edip hiçbir şeyi Allah'a endâd/ortak koşmamalarıdır. Allah, bu endâd kabul etmeyi kesinlikle affetmez.
105- Mâlum olanın olduğu hal üzere bilinmesine, bir şeyin hakikatini/gerçeğini idrâk etmeye ne denir?
a) vahy b) ilim c) hilâfet d) istiz'âf
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1117 -
106- "Müstekbir" karakteri hakkında aşağıdaki hükümlerden hangisi doğrudur?
a) Müstekbirler, halkın inancını bile paylaşmayan, kendi hevâlarından başka ilâh kabul etmeyen menfaatçi tiplerdir.
b) Peygamberlere ilk inanan insanlar, müstekbirler olmuştur. Peygamberimiz'e Mekke'de iman edenlerin, yani ilk müslümanların çoğu bu sınıftandır.
c) Her müslüman, müstekbir olmaya çalışmalı, İslâm tarihindeki meşhur müstekbir kahramanları örnek almalıdır.
d) Kâfirlerin tümü müstekbirdir. Hıristiyanlar ve özellikle ruhban sınıfı aşırı derecede müstekbirdir.
107- İblis'in Âdem (a.s.)'e secde etmeyişi ve bu hatasını savunmasındaki ifadelerden yola çıkarak, İblis'in mantığı konusunda, seçeneklerden hangisi yanlıştır?
a) Akılcılık: Allah'ın hükmüne rağmen kıyas ve mantık yürüttü; aklını tek ölçü kabul ederek akıllılık değil, akılcılık yaptı.
b) Irkçılık: Yaratıkları ruhî yapısıyla, Allah'ın verdiği nimetlerle değerlendirmeyip yaratıldığı maddenin özellikleriyle, asaletiyle ve soyuyla değerlendirdi.
c) Materyalizm: Âdem'i sırf toprak kabul etti; maddeye takıldı, ölçüsü madde idi.
d) Suçlama: Hz. Âdem'in yeryüzünde fesat çıkarıp kan dökeceğini iddia etti; fesat çıkaranın üstünlüğü olmazdı.
108- Namaz secdesi dışında başka secdeler de vardır. Seçeneklerden hangisi, dinimizdeki secde çeşitlerinden biri değildir?
a) Sabır secdesi b) Şükür secdesi
c) Sehiv secdesi d) Tilâvet secdesi
109- Peygamberimiz'in bir hadisinden anlaşıldığına göre sabır, üç çeşittir. Seçeneklerden hangisi, sabrın çeşitlerinden biri değildir?
a) Başa gelen musibetlere, hastalık, âfet ve belâlara tahammül etmek
b) Dinimize ve kutsal değerlerimize yapılan saldırı ve hakaretlere sabr etmek
c) Haramlardan kaçınmada, nefsimizin arzularına karşı direnmek
d) Allah'a itaat ve ibadetlerde, bunların zorluklarına karşı sabr etmek
- 1118 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
110- Meleklerin özellikleri konusunda aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a) Normal şartlarda gözle görülmeyen, yemeyen-içmeyen varlıklardır.
b) Nurdan yaratılmış varlıklardır, erkeklik-dişilikleri yoktur.
c) Görevleri icabı mutlak gaybı bilirler. O bilgi doğrultusunda kâinata yön verirler.
d) Güçlü, kuvvetli ve sür'atli varlıklardır. Allah'ın emrinden dışarıya çıkmazlar.
111- Tevbe edip sözünde durmamak, defalarca tevbesini bozup tevbeyi istismar ederek oyuncak haline getirmek konusunda aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Şeytan tevbesini bozmuş, tevbe ettikten sonra istikbâr ederek büyüklük taslamış ve inat etmiştir.
b) Tevbeyi bozmak, tükürdüğünü yalamak demektir; aynı yerde aynı kazayı defalarca yapmaktır.
c) Tevbeyi bozmak, ümid-korku dengesini de bozar. İnsanın psikolojik yapısını tahrip eder, kendine güveni kaybolmaya başlar.
d) Tevbeyi sık sık bozmak, nifak alâmetlerine sahip olmak demektir.
112- İstikbâr sahibi, istikbâr eden anlamına gelen "müstekbir" için, aşağıdaki yargılardan hangisi doğrudur?
a) Firavun başta olmak üzere, tâğutlar ve zâlim kâfirler müstekbirdir.
b) Hz. Âdem gibi olmak (adam olmak) için gücümüzün yettiği kadar müstekbir olmamız lâzımdır.
c) Aşağı görülüp sömürülmek üzere zayıf bırakılmış kimselere müstekbir denir.
d) Müstaz'aflar, müstekbirler sayesinde, müstekbirleri köleleştirerek zulümlerini sürdürürler.
113- "Asla geri dönmek", "geçici günah halini terk edip salâha/fıtrata dönmek" anlamlarına gelen "tevbe" için, aşağıdaki hükümlerden hangisi yanlıştır?
a) Tevbe, sadece dille söylenerek yapılan lisanla ilgili bir ibâdettir. "Estağfirullah" veya "tevbe ediyorum" sözleriyle tevbe gerçekleşir.
b) "Ayıp olur", veya "dokunuyor" diye bir kötülüğü bırakmak tevbe sayılmaz.
c) Tevbe etmemek, nefse zulmedip zâlim olmak ve imandan sonra fısktır.
d) Tevbe, başlı başına gerekli bir ibâdettir. Tevbe etmek için mutlaka bir şey yapılmış olması gerekmez.
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1119 -
114- "Vahiyle özdeşleşen anlamıyla ......... , kesin bilgi demektir. Onun için ilmi, yani hakka hakikate dayanan ilâhî nur olan Allah'ın verdiği bilgiyi kabullenmeyen insana profesör bile olsa ......... , bunların en meşhurlarına .......... , böyle kişilerin oluşturduğu toplum düzenine de .......... denir."
İlimle ilgili yukarıdaki ifadede boş bırakılan yerlere seçeneklerden sırasıyla hangisi gelmelidir?
a) bilgi - bilgisiz - zır câhil - bilgisiz toplum
b) din - kâfir - Firavun - tâğut
c) ilim - câhil - Ebu Cehil - câhiliyye
d) İslâm - câhil - İblis - şirk
115- Aşağıdakilerden hangisi şeytanın başvurduğu yöntemlerden biri değildir?
a) İnsanı Allah'la aldatır, O'nun affının geniş olduğunu, nasıl olsa günahları affedeceğini insana fısıldayarak vesvese verir.
b) Haramları süsler, bâtılı hak gösteren telkinlerde bulunur. Süslü, yaldızlı ve çekici, ama saptırıcı/çarpık sözlerle insanları kandırmaya çalışır.
c) İmanı güçlü olan, ihlâslı kullara zararı ve etkisi daha büyük olur. Onlara düşman olduğundan onları Allah yolundan saptırmaya çalışır, çoğunda da başarılı olur.
d) Mal ve dünyalık konusunda korkuya düşürür. İnfak ve sadaka konusunda cimrilik ve açgözlülüğü emreder. Bâtıl yollarda ise isrâfı teşvik eder.
116- Sözlükte, "eğilme ve boyun büküş" demektir. Özel anlamda namazın bir rüknü olan, genel anlamda ise melekleri, insanları, hayvanları ve cansızları da kuşatan, "üstün bir varlığın önünde saygıyla eğilme"ye Kur'an terimi olarak ne denir?
a) Tesbih b) Namaz c) İbâdet d) Secde
117- Melekler hakkında yanlış, hatta bâtıl ve küfür olan bazı anlayışlar vardır. Aşağıdaki seçeneklerden hangisi bu yanlış anlayışlardan biri değildir?
a) Meleklerin dişi olarak değerlendirilmesi, hatta bazı müşrikler tarafından -hâşâ- Allah'ın kızları olarak kabul edilmesi.
b) Meleklerin kanatları olduğunun iddia edilmesi, hatta ikişer, üçer ve dörder kanatlı olabileceğinin ileri sürülmesi.
c) Meleklerden yardım beklenmesi, dua edilmesi, hatta onlara tapılması, onların Allah'a şirk koşulması.
d) Azrâil gibi bir büyük meleğe saygısızca davranılması, hatta hakaret edilmesi.
- 1120 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
118- Hz. Âdem ve Havvâ'nın cennetteki hayatlarıyla ilgili olarak doğru kabul edilip nice kitaplara giren pek çok "isrâiliyât" vardır. Seçeneklerden hangisi isrâiliyât değil; Kur'an'ın bu konuda bildirdiği kesin doğrulardandır?
a) "Âdem, Allah'ın yasakladığı ağaçtan yemeseydi, insanlar cennette yaşayacaktı."
b) "Hz. Havvâ, yasak ağaçtan meyveyi ilk yiyen olduğu ve eşine de yedirdiği için, gebelik zorlukları, doğum sancıları gibi cezalara çarptırıldı."
c) "Hz. Âdem'in işlediği günah, onun çocuklarına da geçen aslî günahtır. O yüzden insan, günahkâr olarak dünyaya gelir."
d) "Şeytan, Hz. Âdem'i ve eşini cennette kandırarak onları elbiselerinden soydu, ayıp yerlerini ortaya döküp onları utandırdı."
119- Hilâfet ve halife konusunda aşağıdaki hükümlerden hangisi yanlıştır?
a) Peygamberimiz'den sonra, ona halef olarak mü'minlere emîr (İslâm devleti başkanı) olan kimseye halife denir.
b) Allah'ın bir ümmete, başkalarından sonra hâkimiyet ve istiklâl vermesi, birçok toplumları o ümmetin idaresi altında birleştirmesine istihlâf/halife kılma denir.
c) Allah, Âdem'i ve dolayısıyla bütün insanları kendisine halife kılmıştır. Bütün insanlar, Allah'ın halifesidir, vekilidir.
d) Hz. Peygamber'den sonra, müslümanların devlet ve hükümet başkanı olarak bey'atla seçilen dört örnek halifeye hulefâ-i râşidîn/râşid halifeler denir.
120- Şefaat konusunda aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Sahte tanrıların, putların şefaati olmaz. Müşriklerin putlarıyla ilgili şefaat beklentileri boşunadır.
b) Kur'an'da (şahs-ı muayyen/belirli kişi -isim- olarak, kimin veya kimlerin şefaat etme izni/yetkisi alacağı belli olmadığı gibi; muayyen şahıs olarak kime veya kimlere şefaat edileceği de belirtilmemiştir.
c) Şefaate güvenip sâlih amelleri terk etmek Kur'an'da açıklanan şefaat anlayışına terstir.
d) Şefaat, sadece âhirette olur ve her şefaat güzeldir; dolayısıyla dünyevî şefaat ve kötü şefaat olmaz.
121- Lügat anlamı, "büyüklenmek, kendini büyük görmek, böbürlenmek, diğer insanları küçük görmek" olan; terim olarak "Allah'a karşı kendini yeterli görerek isyan etme, Allah'ın hâkimiyetini reddetme, insanlara karşı kibirlenerek onlar üzerinde zorla egemenlik kurma anlayışı"na ne denir?
a) istiğnâ b) istiz'âf c) istikbâr d) istihzâ
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1121 -
122- "İblis: 'Ben, onları (insanları) saptırmak için Senin doğru yolun üstünde tuzak kuracağım. Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım. Sen onların çoklarını şükredenlerden bulamayacaksın' dedi." (A'râf, 16-17) Bu âyet mealinde şeytanın insana farklı yönlerden yaklaşması konusunda, seçeneklerden hangisi yanlıştır?
a) Şeytan insana önden yaklaşır: Dünyada yaşayacağımız önümüzdeki istikbâli yanlış değerlendirterek dünyaya düşkün, âhirete ise önem vermez hale getirmeye çalışır.
b) Arkadan yaklaşır: Arkada kalan ataları, geleneği, tarihi kötüler, hangi zihniyette olursa olsunlar atalarımızın yolundan gitmemize, onların izini takip etmemize engel olmaya çalışır.
c) Sağdan yaklaşır: Yani, ibâdet ve hayırlı işlerinde şüpheye düşürür, onları zor gösterir, geciktirtir veya ihmal ettirir.
d) Soldan yaklaşır: Her çeşit günahı güzel gösterir, haramlara karşı aşırı bir arzu ve iştah uyandırır.
123- Üzerine secde yapılması daha faziletli olan şey, seçeneklerden hangisidir?
a) Temiz ve güzel bir seccâde
b) Takvâ üzere yapılmış bir câminin içindeki halı
c) Evimizde üzerinde gece namazı kıldığımız sade yaygı/sergi
d) Toprak yer
124- Müstaz'af insanlar, Kur'an'a göre aralarında önemli farklar bulunan çeşitli gruplara ayrılırlar. Allah tarafından yeryüzünde halife ve vâris kılınma vaad edilen müstaz'af sınıf hangisidir?
a) Müstekbirlerce ezilen, onların da ister istemez zâlim müstekbirlere yardımcı olduğu, hizmetlerinde çalıştığı, ezilmişliği kabul edip halinden şikâyetçi olmayan mazlumlar.
b) Cihâda ve hicrete gücü yetmeyen zayıf, hasta, ihtiyar ve çocuklar.
c) Müstekbirlerce ezilmeye çalışılan güçsüz, zayıf ama imanlı veya tebliğe açık köleler, yalınayaklar, fakir insanlar.
d) Allah yolunda mallarını infak eden zengin müslümanlar, makam ve ünvan sahibi müttakî mü'minler.
- 1122 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
125- İblis hakkında aşağıdaki ifadelerden hangisi doğrudur?
a) İblis, meleklerin hocası idi. Melek değildi ama ilmi ve takvâsı sayesinde meleklerle beraber yaşıyordu.
b) İblis bir melekti. Allah, meleklere secde etmelerini emrettiğinde diğer melekler secde etti; o etmedi.
c) İblis kibirli olduğu kadar, aynı zamanda cahil/bilgisizdir. O secde emrindeki ilâhî hikmeti ve Âdem'in mânevî yapısını ve üstünlüğünü anlamadı.
d) İblis, cennete yılanın ağzında girdi ve önce Havvâ'yı kandırdı; Havvâ da kocasını.
126- Kur'an'a göre ilim, hakkı/gerçeği idrâk etmektir ve vahiyle özdeşleşmiştir. Buna göre, ilmin sınıflandırılması konusunda seçeneklerdeki ayrımların hangisi en doğrudur?
a) Dünyevî ilimler - uhrevî ilimler
b) Dinî ilimler - din dışı ilimler
c) Müsbet ilimler - menfî ilimler
d) Naklî ilimler - aklî ilimler
127- Bilim kırıntılarının "ilim" haline gelmesi için yapılması gerekenler konusunda aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a) Bilgilerin doğruluğunun vahiyle sağlamasının yapılması.
b) Bilgilerin bilimsel esaslara uygun olup müsbet ilim tanımına girmesi.
c) Bilgilerin anlaşılıp hazmedilmesi ve özümsenmesi.
d) Bilgilerin pratikte faydalı hale gelmesi ve uygulanması.
128- Secde konusunda aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Firavun, hayatı boyunca asla Allah'a inanmamış ve hiç secde etmemiş; 'ben sizin en üstün ilâhınızım' diyerek başka insanları kendine secde ettirmiştir.
b) Şeytan, secde emrini yerine getirmemiştir. Şeytanlaşan insanlara da secde çok zor geldiğinden yerine getirmezler.
c) Meleklerin Âdem'e secdesi, insana yapılan secde değildir. Âdem, kıble ve mihrab durumundaydı. Ya da bu konuda "secde", lügat anlamıyla kullanılan sembolik ve mecazî bir secdedir; yeryüzü halifesine boyun eğip itaat etme, onu saygıyla selâmlama anlamındadır.
d) Mânevî hastalıkların başı kibirdir. Şeytan secde etmeyerek ilk günahı, büyüklendiğinden dolayı işledi. Secde ederek mü'minler Allah'a karşı büyüklenmeyip âciz oldukları-nı belirtirler ve Allah'ı en büyük kabul ettiklerini O'na secde ederek isbat ederler.
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1123 -
129- İlim konusunda aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) İnsanın şirkten sakınıp tevhid şuuruyla yaşaması için gerekli ilimler edinmesi, hak ile bâtılı, helâl ile haramı ayırt edecek kadar bilgi öğrenmesi, içinde bulunduğu durumları ve yapması gereken her çeşit ibâdetle ilgili bilgiler edinmesi farzdır.
b) Tâif tebliğinden sonra Rasulullah oradaki müşrikler konusunda şöyle demişti: "Onlar bilmiyorlar." O yüzden her kötülüğün, küfür ve şirkin baş sebebi, cehâlet/bilgisizliktir.
c) İlim, kadın-erkek her insana farz olduğundan çocuklarımızı bulunduğumuz yerdeki okullara göndermeli ve en üst seviyede öğretim veren üniversitelere kadar her ne pahasına olursa olsun okutmalıyız.
d) İlim, iman etmeyi, müslümanca yaşamayı gerektirir. İlim, amel etmek için öğrenilir. İlmi gizlemek câiz değildir.
130- Göklerde ve yerde olanların hepsinin, güneş, ay, yıldızlar, dağlar ve ağaçların Allah'a secde ettikleri Hacc sûresi 18. âyette belirtiliyor. Bu secdeye ne ad verilir?
a) Teshirî secde: İster-istemez yapılan zorunlu secde; Allah'a itaatlerini belirttikleri davranış.
b) Teklifî secde: Allah'ın onları mükellef kılmasından dolayı yaptıkları secde; çünkü onlar da kulluk yapmak için yaratılmışlardır.
c) Tekfirî secde: Allah'ın secde emrine uymayan İblis'i tekfir edip lânetlemek için Allah'a yapılan secde.
d) Temsilî secde: İnsanların Allah'a yaptıkları secdenin bir benzeri, aynısı ve misli olan secde.
131- Kur’an’da aklı kullanmak övülmekte, kâfirlerin akıllarını kullanmadıkları belirtilmektedir. Aklını kullanmayanı müslüman kabul etmediği gibi, insan olarak bile görmez Kur’an. Kur’an’daki akıl ve vahiy anlayışından yola çıkarak aklın önemi hakkındaki aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Akıl, gerçeğin yegâne kaynağıdır. Akla uymayan bir şey, gerçek (hak) olamaz. Onun için İslâm, akıl ve mantık dinidir.
b) Kur’an’a göre salt akıl, kullanılmayan potansiyel olarak kalan bir akıl, hiçbir anlam ifade etmez. O yüzden Kur’an’da “akıl” kelimesi, hep fiil olarak (aklı kullanma şeklinde) geçer.
c) İslâm’a göre, ancak akıllı kimseler Allah’ın tekliflerinden sorumludurlar. Deliler ve iyiyi kötüden ayırt edemeyen, temyiz kabiliyetinde olmayan çocuklar sorumlu değillerdir.
d) Akla nakil, yani Kur’an ve onun açıklaması olan sünnet yön verirse isabetli karar alır. Hevânın (aşırı arzu ve isteklerin) güdümündeki akıllar, doğru hükme ve hidâyete ulaşamazlar.
- 1124 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
132- “Yapılmış olsa, meydanda bulunsa da hiçbir hükmü ve geçerliliği olmayan şey, hakkı örten perde, zulüm ve hak edilmeyen şey” anlamlarında kullanılan ve sözlükte “boş, boşa giden, doğru olmayan, hükümsüz” demek olan kelimeye Kur’an terminolojisinde ne ad verilir?
a) fâsid b) bâtıl c) günah d) yanlış
133- Bilindiği gibi “Benî İsrâil” ile ilgili Kur’ân-ı Kerim’de çok sayıda âyet vardır. Kur’an’da geçen “İsrâiloğulları” nın anlamları içinde aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a) İsrâil, Ya’kub (a.s.)’un lakabıdır. Dolayısıyla, Ya’kub oğulları demektir.
b) İsrâil, Allah’ın kulu anlamındadır. İsrâiloğulları, yahudi ve İbranilere denilir.
c) İsrâil, bugünkü muharref Tevrat’a göre, savaşan Tanrı veya Tanrıya karşı kuvvetli demektir. Hz. Ya’kub’un -hâşâ- Tanrı ile güreşip onu yendiği(!) için bu adı aldığı iftirası atfedilmektedir.
d) İsrâil, Kitap demektir. İsrâiloğulları anlamına gelen “benî İsrâil” de “ehl-i kitap”, yani kitap ehli demektir. Kendilerine Hz. Musa’nın şahsında Tevrat indiği için bu ad verilmiştir.
134- Bakara suresi 41. âyetinde “Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın” buyruluyor. Allah’ın âyetlerini az bir karşılığa, dünyevî çıkarlara değişen kimliğe Bel’am denilmesi meşhurdur. A’râf suresi 175-176. âyetlerinde özellikleri anlatılan Bel’am’la ilgili olarak, seçeneklerden hangisi yanlıştır?
a) Kendisine Allah’ın âyetleri verildiği halde hevâ ve hevesine uyup azgınlaşan, kâfir ve zâlimlerin emrindeki din adamlarına Bel’am denir.
b) Bel’am, azgınlığının temel sebebi, dünyevî makam – mevkî, mal – mülk, şan – şöhret sevdası olan, dinini satıp karşılığında çok az bir şey alan Firavunların emir ve hizmetine hazır resmî din adamı tipidir.
c) Bel’am, Allah’ın âyetlerini çok az bir paraya sattığı için bu ismi almıştır. O yüzden dini ve âyetleri, büyük makam karşılığında veya çok paraya satanlara Bel’am denilmez.
d) Adam şahsiyetini kaybederek, köpek gibi bir çanak yal veya bir kemik uğruna her çeşit zillete katlandığından bu karakter, Kur’an’da köpeğe benzetilmiştir.
135- Kelime anlamı olarak; bereket, artmak, üremek ve temizlemek demek olan, malda bereket ve artışı sağlayacak yola götürdüğü, cimrilik kirlerini giderdiği ve insanın iç dünyasında bir arınma meydana getirdiği için bu anlamları içeren kelime ile ifade edilen kavram nedir?
a) salât b) zekât c) infak d) namaz
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1125 -
136- “İyilik, hayır işlerinde genişlik, ihsân, itaat, doğruluk, bol bol iyilik ve iyilikte bulunan” anlamlarına gelen Kur’an kavramı nedir?
a) Hayr b) ihsan c) birr d) akıl
137- “Rükû edenlerle beraber rükû edin.” (2/Bakara, 43) âyeti, rükû ile kastedilen farz namazları cemaatle kılmayı ifade etmektedir. Kur’an’da emredilen “cemaat”, en geniş anlamda aşağıdaki ifadelerden hangisinde doğru olarak tanımlanmıştır?
a) Aynı dine inanan, aynı kıbleye yönelen, aynı fikir ve inanç etrafında bir araya gelen insanların oluşturduğu ümmet topluluğuna cemaat denir.
b) Cemaat, rastgele, tesadüfen oluşan veya şartların bir araya getirdiği insan grubu demektir.
c) Üyelerin yaptıklarının bilincinde olsun veya olmasın, şuurlu veya şuursuz kalabalığa, bir araya gelmiş kitleye denir.
d) Cemaat, namazdan namaza bir araya gelen, o semtteki câmiye devam eden müslümanların oluşturduğu beraber namaz kılma eylemlerine ve bu toplu ibadete katılanlara denir.
138- Bilindiği gibi, Bakara sûresi, 42. âyetinde: “Hakka bâtılı karıştırmayın.” denilmektedir. Aşağıdaki seçeneklerden hangisi hakka bâtılı karıştırmak konusuna girmez?
a) Yanlış, bâtıl, küfür veya şirk türünden düşünce ve davranışları hak olarak göstermek, hakkı bâtıl ile örtmek.
b) Bâtılın hâkim olduğu bir ortamda yaşadığı halde, yaşayışında bazı hak ve doğrulara yer vermek.
c) Hak ile bâtılı birbirinden ayırmamak, karışık olarak sunmak veya yaşamak.
d) Allah’a ait mutlak doğruların yanına tahrif edilmiş olanları, bâtılları, yalan ve yanlışları da katmak.
139- Sabır konusunda aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) Sabır, mü’minin silâhıdır. Namazla birlikte Allah’a dua etmenin temel vesilelerinden biridir.
b) Sabır özgürlüktür; Sahte tanrıların, egemen güçlerin, zâlimlerin ve nefsin emirlerine karşı direnip teslim olmamaktır.
c) İlk sarsıntıda sabır göstermek kolaydır; Sabrın kemâli, zor olayların sonunda gösterilen sabırdır.
d) Belâ, musibet ve zorluklar, en çok peygamberlere ve sâlih amel işleyen müttakî müslümanlara gelir.
- 1126 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
140- Sözlükte engellemek, alıkoymak, bağlamak gibi anlamlara gelen, idrâk etmek, kavrayış, zekâ, bilgi edinmeye yarayan güç ve bu güçle elde edilen bilgi, düşünme, anlama ve bilgiye ulaşma yeteneğine Kur’an terminolojisinde ne ad verilir?
a) Akıl b) fikir c) âyet d) delil
141- Sözlük anlamı olarak; “bir kimsenin bağışlanmasını istemek, başkası adına yardım istemek, dua ve rica etmek olan”, terim anlamı olarak; “bir mü’minin günahlarının bağışlanması için Allah’a dua edip yalvarma”ya Kur’an kavramı olarak ne ad verilir?
a) İstiâne b) duâ c) fidye d) şefaat
142- “Âyetlerimi az bir karşılık/bedel ile satmayın” (2/Bakara, 41) ifadesinin açıklaması, seçeneklerden hangisinde doğru olarak verilmiştir?
a) Âyetler, vahiy ürünü olduğu için, yüksek paralar karşılığında okunmalıdır.
b) Âyetler, birinci sınıf, kaliteli çerçevelere konup yüksek ücretlerle satılmalıdır.
c) Âyetler, dünya menfaati karşılığında terk edilmemeli, çıkarlar uğruna yanlış yorumlanmamalıdır.
d) Âyetleri satın almaya kimsenin gücü yetmez; onların bedeli yüksektir, pahalıdır.
143- Aşağıdakilerden hangisi İsrâiloğullarının karakteri ve yahudileşen insanların alâmet ve özelliklerinden değildir?
a) Dünyevileşmek, maddeyi putlaştırmak, altına, buzağıya ve heykele tapmak
b) Kur’an’ın değil; Tevrat’ın hükümleriyle hükmetmek, sadece Tevrat’a ve Onun hükümlerine uymak
c) Sözlerinde durmamak, Allah’a verdikleri ahidlerini bozmak
d) İçlerinden bazılarının maymuna çevrilmelerini gerektirecek kadar maymunca taklitçilik ve şahsiyetsizlik
144- Tâviz ve uzlaşma anlamında kullanılan; yağ çekmek, yumuşak davranmak, uzlaşmak, müsâmaha göstermek, hoşgörü, kararsızlık göstermek, iki yüzlü davranmak, net ve açık olmamak, bâtılı ve düşmanı hoş görmek, idâre-i maslahatçılık yapmak gibi anlamlara gelen ve dolayısıyla hakka bâtılı karıştırmak deyince ilk akla gelen, Türkçe "tâviz" ve "uzlaşma" kelimelerinin Arapça karşılığı olan kavrama ne ad verilir?
a) murâkabe b) ketm c) müdâhene d) hoşgörü
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1127 -
145- Aşağıda hak-bâtıl konusunda, seçeneklerden üçünde hakla bâtılın birbirine karışmış şeklini göreceksiniz. Hakla bâtılın karışması, hakkın ortadan kalkması demek olduğundan, doğru, yani katıksız hak olan cümle hangisidir?
a) Hak ile bâtıl, doğru ile yanlış, güzel ile çirkin, ancak vahiy ile bilinir ve vahiyle anlam kazanır. Vahiyle ispatlanmayan doğrular, mutlak doğru/kesin hak vasfını kazanamazlar.
b) Bâtıl, suyun üzerindeki köpük gibidir; hakkın asalağı olarak meydana gelir, bâtılın kendine ait gücü yoktur, o hakkın gücü ile hareket eder. Onun için bâtıl hak kadar, hatta daha fazla güçlüdür.
c) Hak ve hakikat Allah’a aittir. Onun için hak ve hukuktan bahseden herkes, Allah’tan ve O’nun hükmünden bahsediyor demektir.
d) Allah, bâtıl bir şeyi yaratmaz, sadece hakkı var eder. Bâtıl, sahte bir görüntüden ibarettir, yanılsamadır; aslında her şey sadece haktan ibarettir.
146- “Zekât”la ilgili olarak aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Zekât, hicretten sonra farz kılınmış bir ibadettir. Hicretten önce hiçbir ümmete farz kılınmamıştı. Sadece Muhammed (s.a.s.) ümmetine farz kılınan zekât, başka şeriatlerde yoktur.
b) Hz. Ebu Bekir halife olarak seçildikten sonra, zekât vermeyeceklerini bildirerek isyan eden kabilelere sırf bu yüzden savaş açmıştır.
c) Zekât, kişinin diğer insanlara karşı görevleri için baş örnektir. Zekât emri, insanın topluma karşı sorumluluklarını temsil eder.
d) Zekât, her müslümana farz değil; dinen zengin sayılan kişilere farzdır. Kişi, dinen zengin sayılır sayılmaz da farz olmaz; zengin olarak bir sene yaşadıktan sonra farz olur.
147- Yahudilik ve yahudileşme ile ilgili olarak, aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Yahudiler, başlangıçta müslüman idiler. Daha sonra dejenere olarak yahudileştiler.
b) Yahudileşmek, sadece Benî İsrâil için ve tarihte kalmış bir problem değil; tüm insanlık için ve bütün zamanlarda geçerli bir sorundur.
c) Yahudileşme eğilimi, müslümanları doğrudan ilgilendirdiği için Kur’an, 700’den fazla âyetiyle bu tehlikeye dikkat çekerek İsrâiloğullarının yahudileşme sürecini ibret olarak açıklamıştır.
d) İslâm, milâdî 571 yılında Hz. Muhammed (s.a.s.)’e gönderilmiş, yahudilikten çok farklı bir dindir. O yüzden yahudiler, müslüman olup müslümanlaşabilir ama, bir müslüman yahudi olamaz ve yahudileşemez. Yahudi özellikleri, müslümanların değil; sadece İsrailoğullarının özellikleridir.
- 1128 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
148- Bilindiği gibi Bakara suresi 44. âyette: “Siz Kitab’ı okuduğunuz, gerçekleri bildiğiniz halde, insanlara iyiliği emrediyor, kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?” buyruluyor. Âyette geçen “insanlara iyiliği emredip kendini unutmak” ifadesiyle ilgili olarak, aşağıdaki hükümlerden hangisi yanlıştır?
a) İyiliği emredip kendini unutmak, daha çok İsrâiloğullarının ve yahudileşen tiplerin özelliğidir; çifte standartlı olmak, özü başka sözü başka olmaktır.
b) Kendini unutarak kötülük/günah işleyen kimseler, iyiliği emredemez. Kendisi tümüyle günahlardan uzaklaşmalıdır ki, iyilikleri başkalarına emredebilsin.
c) Mâruf ve münkeri (kötülük ve iyiliği) gerektiği şekliyle bilen kimsenin günahının cezası, bunları bilmeyenlerin cezasına göre daha ağır olacaktır.
d) Başkasına iyilikle emredip kendisini unutmak, akılla bağdaşmaz. Çünkü bu, bindiği dalı kesmek, başkasını selâmete çıkarıp kendini ateşe atmaktır.
149- Namazdaki rükünleri yerli yerinde yapmak anlamına gelen, namazda rükû ve rükûdan sonra ayakta durma, secde ve iki secde arasındaki oturmanın hakkını vererek, tam bir sükûnet içinde ve yerli yerinde mutmain olarak yapmaya kavram olarak ne denilir?
a) Tertîl-i Kur’an
b) Ta’til-i bayram
c) Ta’dîl-i erkân
d) Ta’bîr-i menâm
150- Kelime anlamı olarak; “(aklın ve şeriatın gerektirdiği durumlarda) nefsi hapsetme, kendine hâkim olma, ayak direme, tahammül etme”, Kur’anî kavram olarak, “İslâm’ı nefsimize ve hayata hâkim kılma mücadelesinde iç ve dış düşmanlarımızdan gelen zorluklara göğüs gerip yılgınlık göstermeyerek aktif bir direnişte bulunma”ya kavram olarak ne ad verilir?
a) akıl b) hak c) sabır d) şükür
151- Sözlük anlamı "semizlemek ve gelişmek" olan, yani hayvanların bedenlerinde yedikleri gıdanın etkisinin apaçık ortaya çıkmasına denilen, bu anlamın bir benzeri olarak dinî ıstılahta Allah'ın nimetinin etkisinin kulun dilinde itiraf ve övgü olarak, kalbinde sevgi olarak, organlarında da itaat etme ve boyun eğme olarak ortaya çıkmasına ad olarak verilen kavram nedir?
a) Şükür b) zikir c) ihsan d)takvâ
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1129 -
152- Hz. Mûsâ, Firavun'a İslâm'ı tebliğ etme görevi verilince Allah'a duâ ederek bazı isteklerde bulunmuştu: "Fir'avn'a git. Çünkü o iyice azdı. Mûsâ 'Rabbim! dedi, ruhuma genişlik ver. İşimi bana kolaylaştır. Dilimin bağını çöz, ki sözümü anlasınlar. Bana ailemden bir de vezir (yardımcı) ver, kardeşim Hârun'u. Onun sayesinde arkamı kuvvetlendir. Ve onu işime ortak kıl..." (20/Tâhâ, 24-32) Âyetlerin devamında Hz. Mûsâ'nın bunları niçin istediği belirtilir. Kur'an'a göre Hz. Mûsâ, bunları niçin istiyordu?
a) "Tesbih ve zikrimiz artsın diye"
b) "Fir'avn'a galip gelelim diye"
c) "Bize inananların sayısı artsın diye"
d) "Küfür düzenini yıkalım diye"
153- Bir hadis-i şerife göre zulüm üç türlüdür. Bir zulüm vardır ki Allah onu affetmez. Bir zulüm vardır Allah onu affeder. Bir zulüm de vardır ki Allah onun mutlaka hesabını sorar. Seçeneklerden hangisi sırasıyla ve doğru olarak bu zulüm çeşitlerini açıklamaktadır?
a) 1- Şirk, 2- Kendi nefsine karşı işlediği zulüm, 3- Allah'ın emir ve yasaklarına isyan edilerek işlenmiş zulüm.
b) 1- Başkalarına karşı yapılan zulüm, 2- İnsanın kendi nefsine karşı işlediği zulüm, 3- Şirk.
c) 1- Şirk, 2- İnsanın kendi nefsine karşı işlediği zulüm, 3- Başkalarına yapılan zulüm.
d) 1- İnsanın kendi nefsine karşı işlediği zulüm, 2- Başkalarına yapılan zulüm, 3- Şirk.
154- Belâ/imtihan konusuyla ilgili aşağıdaki yargılardan hangisi tümüyle doğrudur?
a) Herkes Allah tarafından imtihan olmakta, denenip sınanmaktadır. Ama imtihanın yeri, süresi ve şeklini seçmek insanın elindedir.
b) Allah, kullarını dünyada imtihana tâbi tutarken, doğru cevapları önceden bildirmez; insanların birbirinden kopya çekmesini ve sınavda yardımlaşmayı yasak kılar.
c) Fitne kelimesi de Kur'an'da çoğunlukla imtihan anlamında kullanılır. Ama fitne kelimesi, mü'minlerin imtihanı için kullanılmaz; sadece kâfirlerin sınavı için kullanılır. Çünkü fitne, kâfirlerin alâmetidir; mü'minlere fitne hiç bulaşmaz.
d) Dinin emir ve yasakları çeşitli yönleriyle belâdır. Emredilen bazı hususlar, bedene zorluk verir, mü'minler münâfıklardan belâ ile ayrılır ve insanlar şükretsinler diye nimetlerle, sabretsinler diye zorluklarla belâya uğratılırlar.
- 1130 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
155- Kur'an'da Firavun'la ilgili âyetlerden yola çıkarak Firavnî düzenlerin, İslâm dışı rejimlerin temel özellikleri olarak aşağıdakilerden hangisi doğrudur?
a) Allah'ın yeryüzündeki hâkimiyetini reddetmek
b) Firavunu/tâğutu kanun koymaya, istediği gibi insanları yönetmeye yetkili ve itaat edilecek güç kabul etmek
c) Tevhid, adalet, özgürlük gibi nebevî çağrıları baskı ve işkencelerle susturmaya çalışmak
d) Hepsi
156- İhsânın tanımı hakkında aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) İhsân, güzel olan şeyi en güzel şekilde yapmaktır.
b) İslâm adına okuduğu ve duyduğu her şeye inanıp teslim olmak ve hiç günah işlememektir.
c) Allah'ın emirlerine itaat; yasaklarından kaçınmayı noksansız ve en iyi biçimde uygulamaktır.
d) İhsân; iyilik etme, güzel davranma, ikram etme, lutuf, bağış, uygunluk demektir.
157- Kur'ân-ı Kerim'de, baş tarafında yiyeceklerle ilgili temel konuların, haram ve helâl yiyeceklerin açıklandığı uzunca bir sûre vardır. Türkçe anlamı "sofra" demek olan bu sûrenin adı nedir?
a) Nisâ b) Enfâl c) Mâide d) Ra'd
158- Hz. Mûsâ ile ilgili âyetlerden öğrenmekteyiz ki, tevhid önderleri, İslâmî öğretilerin veya müslümanların selâmeti için yapmak istedikleri fiillerin mâhiyetini, ortaya koymak istedikleri işlerin ana gayesini net bir şekilde açıklamak zorundadırlar. Hz. Mûsâ, Firavun'un önüne iki mesajla çıktı. Bu iki şey ne idi?
a) 1- Müslüman olsun, 2- Yönetimi Hz. Mûsâ'ya bıraksın.
b) 1- Allah'a itaat edip tevhid akidesini kabul etsin, 2- Eskiden müslüman olan İsrâil oğullarına yaptığı baskı ve zulme son versin.
c) 1- Müslüman kölelere zorla yaptırdığı anıtkabirleri, piramitleri yıktırsın, 2- Putlara tapmaktan vazgeçsin.
d) 1- Saraydaki ahlâksızlıklara son versin, 2- Halkını aç bırakmasın ve onları küfre zorlamasın.
159- Sözlük anlamı; "denemek, yapmak, bitkin hale getirmek, başa gelen musîbet, elbisenin eskimesi/yıpranması" olan kavram hangisidir?
a) af b) belâ c) ihsân d) zulüm
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1131 -
160- "Şükür"le "hamd" arasındaki ilişki konusunda seçeneklerden hangisi yanlıştır?
a) Şükür; dil, kalp ve eylemle, yani tüm organlarla yapılır; hamd ise sadece kalp ve dil ile yerine getirilir.
b) Şükür, Allah'ın verdiği nimetlerine karşı yapılır; hamd ise Allah'ın zâtına karşı, O'nun yüce sıfatlarına yapılır.
c) Şükür gereken her şeye aynı zamanda hamd de gerekir; hamdin gerekli olduğu her şeye şükür gerekmez.
d) Şükür, küfür ve dalâlet/sapıklık dışında her şeye karşı yapılır; hamd ise her durumda değil, bir nimetin karşılığı olarak yapılır.
161- Zulüm konusunda aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Emaneti yüklenen insan: göklerin, arzın ve dağların kaçındığı bu kabulle zâlimlikten ve câhillikten kurtulmuştur.
b) Aslında şirk, en büyük zulümdür. Buna rağmen müşrikler, putlarını kıran Hz. İbrâhim'e bu eyleminden dolayı zâlim diyorlardı.
c) Allah, kendisine karşı yapılan en büyük zulmü bile, bu zulümden tevbe edilirse affeder.
d) İnsanın, başka insanlara karşı yaptığı zulmün affedilmesi için sadece Allah'a tevbe etmek yeterli değildir.
162- Af kavramıyla ilgili aşağıdaki hükümlerden hangisi yanlıştır?
a) Allah tarafından affedilmek için, öncelikle hatayı/suçu kabullenmek gerekir. Hatasızlık iddiası, şeytânî bir iddiadır. O, suçunu kabullenmediği için af da edilmedi.
b) Af, çirkin bir şeyi veya kötülüğü görmezden gelme, yapılan bir suçtan dolayı suçluyu cezalandırmama, ceza uygulamasından vazgeçme demektir.
c) İnsanların birbirini hoş görüp affetmesi, dinde tavsiye edilmiştir. Zâlim ve tâğutları cezalandırmak Allah'a aittir. Bizim onlara müsâmaha/hoşgörü ile bakmamız gerekir.
d) Esas güçlü, güreşte galip gelen değil; kızdığı zaman nefsine hâkim olabilen, öfkesini yutup intikam hissini kontrol edebilen insandır.
163- İnsanların, imtihanı en çetin olanlar, peygamberler ve sonra derece derece kâmil mü'minlerdir. Kişi, dini oranında belâ/imtihan edilir. Peygamberimiz ve muhterem eşi Âişe annemizin büyük iftiraya uğradıkları en büyük imtihana ne ad verilir?
a) iftira olayı b) kizb olayı c) ihanet olayı d) ifk olayı
- 1132 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
164- Kur'ân-ı Kerim'de Firavun'dan uzunca bahsedilmesi, onun Allah'ın hükmünü kabullenmeyip kendini ilâh yerine koyan tâğutların/azgınların ve müfsidlerin/bozguncuların prototipi/baş örneği olmasındandır. Her zaman diliminde ve her coğrafyada görülebilecek küfür rejiminin sembol tipleri de yine Firavun zamanından örneklenir. İslâm dışı rejimlerin temel direklerini oluşturan bu simge şahıslar kimlerdir?
1- Bürokrat, bakan, üst rütbeli subay sembolü ...........
2- Kapitalist ve emperyalist para babası, kartel ve holding sahiplerinin sembolü .............
3- Hakka bâtılı karıştırarak, dünyevî çıkar ve tâğutî yönetimlerin istekleri doğrultusunda dini istismar edip kullanan, Allah ve rasulü adına insanları aldatan sembol ...............
4- İslâm dışı rejimin emniyet güçleri, silâh zoruyla düzeni koruyan tâğutun askerlerinin sembolü ............
Bu sembol şahısların Firavun döneminde vurgulanan isimleri, aşağıdakilerden hangisinde doğru olarak sıralanmıştır?
a) Cünûd/asker, Karun, Hâmân/kâfir medya mensubu, büyücü ve kâhinler
b) Hâmân, Karun, Sâmirî/Bel'am, cünûd/asker
c) Hâmân, Karun/sihirbazlar, Bel'am/kâfir medya mensubu, cünûd/hizbuşşeytan
d) Firavun, Karun/Hâmân, Bel'am/Sâmirî, cünûd/asker
165- Firavun zamanından örneklenen İslâm dışı rejimlerin temel direklerini oluşturan aşağıda özellikleri belirtilen simge şahıslar kimlerdir?
1- Akı kara, karayı ak göstermeye çalışan, yalan ve hayallerle halkı kandıran yazar, gazete patronu; medyanın yani büyülü gücün sembolü ..............
2- Taraftar, sülâle, hânedan ve tâğutla aynı inancı paylaşan, onun yakınlarının sembolü ........
3- Küfür yönetiminde etkili olan egemen güçlerin, azınlık oldukları halde çoğunluğa kendi çıkarları doğrultusunda yön veren azgın grubun sembolü ............
4- Hakkı kabul edip müslüman olduktan ve Allah'ın nice nimetlerine muhatap olduktan sonra şımarıp azan, yer yer şirke sarılıp hakkı terk eden yahudileşme karakterinin sembolü ..............
Bu sembol şahısların Firavun döneminde vurgulanan isimleri, aşağıdakilerden hangisinde doğru olarak sıralanmıştır?
a) Sihirbaz/falcı, ehl-i Fir'avn, Hâmân/demokratik güçler, cahil halk
b) Okur yazar takımı, hizb-i Fir'avn, tâğutî meclis üyeleri, benî İsrâil
c) Sihirbaz/kâfir medya mensubu, âl/âl-i Fir'avn, mele'/mele-i Fir'avn, benî İsrâil
d) Sihirbaz/medyum, ehl/âl-i Firavn, hizb/mele-i Fir'avn, İsrâiloğulları
166- Allah'a, sanki O'nu görüyormuş gibi ibâdet etmeye ne ad verilir?
a) Muhsin b) ibâdet c) ihsân d) takvâ
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1133 -
167- İslâm, din işi - dünya işi diye laiklikte olduğu gibi amelleri ikiye ayırmadığı için, belirli çerçeve içinde yapılma şartıyla her yapılan müsbet işi ibâdet kabul eder. Aşağıdakilerden hangisi, yeme içmenin ibâdet olabilmesi için gerekli şartlardan biri değildir?
a) Yenilip içilen şey, helâl yiyeceklerden olmalı
b) Yenilip içilen şeye tuzla başlamalı
c) Yenilip içilen şeyde isrâfa ve oburluğa kaçmamalı
d) Yenilip içilen şey, helâl kazançla temin edilmiş olmalı
168- "Mü'minin işi tuhaftır; her işi hayırdır. Bu, yalnız mü'mine özgüdür. Sevindirici bir işle karşılaşırsa ............ , o işi kendisi hakkında ............ olur. Üzücü bir işle karşılaşsa ........ , o işi kendisi için hayırlı olur."Sahih-i Müslim'de ve Ahmed bin Hanbel'in Müsned'inde yer alan bu meşhur hadis-i şerifteki boş bırakılan yerlere sırasıyla seçeneklerden hangisi gelmelidir.
a) şükreder, hayırlı, sabreder c) ihsân eder, hayır, dayanır
b) sevinir, sevap, üzülür d) şımarmaz, ibâdet, sabreder
169- Bilindiği gibi zulmün anlamı ve sahası hayli geniştir. Farklı yönlerden ele alınan zulmün İslâmî ıstılahta farklı tanımları yapılmıştır. İslâmî terminolojide/ıstılahta zulüm kelimesinin esas anlamı olarak aşağıdaki tanımlardan hangisi yanlıştır?
a) Herkese her konuda eşit davranmamak, tüm insanları eşit görmeyip ayrımcılık ve bölücülük yapmak
b) Bir şeyi (veya bir hakkı) kendi yerinden başka bir yere koymak
c) Hak edenin hakkını vermemek, haksıza hak etmediği bir şeyi vermek
d) Allah'ın koyduğu sınırı, haddi tecavüz etmek, tayin ettiği sınırın dışına taşmak
170- Sözlük anlamı "her türlü iyi hal/durum" demektir. Geniş anlamı ve İslâmî ıstılahta kullanımı; "hayatın güzel olması, geçim yönünden geniş olmak, manevî olarak rahat/huzurlu olmaktır." İçerisinde iyilik, mutluluk, ihsan, bağış, hayırlı mal ve servet, her türlü güzel durum manaları bulunmaktadır. Allah'ın, lutuf olarak verdiği bağışlara, yiyecek içecek ve ihtiyacı karşılayan şeylere denilir. Bu kavram, seçeneklerden hangisidir?
a) ihsan b) şükür c) hidayet d) nimet
- 1134 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
171- Yeme-içme ile ilgili Kur'ân-ı Kerim'de çok az sayıda haram kılınan/yasaklanan gıdalar vardır. Seçeneklerden hangisi, bu yasakları tam ve doğru olarak belirtir?
a) Meyte, murdar hayvan, domuz, eşek eti, yırtıcı hayvan, içki
b) Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilen hayvanlar, sarhoşluk veren içkiler
c) Leş, domuz eti, besmelesiz kesilen hayvan, rakı
d) Domuz eti, leş, eşek eti, sarhoşluk veren içki, besmelesiz kesilen hayvan
172- "...Hakikatte onlar, sadece kendilerine zulm ediyorlardı." Bakara sûresi, 57. âyetinde geçen bu ifade için, aşağıdakilerden hangisi en doğru açıklamadır?
a) Zulümle adalet arasındaki temel fark belirtilmektedir.
b) O insanların kendi kendilerine eziyet ve sıkıntı çektirdikleri ifade edilmektedir.
c) Bumerangın dönüşü gibi, başkalarına yapılan zulüm, yapana döner; mazlumlar, her zaman zâlimlerden intikamını alır.
d) Onlar bu yaptıklarıyla, her şeyden önce kendilerine zarar vermekte, kendilerine yazık etmektedir.
173- Sözlük anlamı; "yok etmek, silip süpürmek, bir şeyi elde etmeye yönelik niyet, fazlalık, artıp çoğalmak" olan kavram, seçeneklerden hangisidir?
a) ihsân b) belâ c) zulüm d) af
174- Firavun, İsrâiloğullarından dünyaya gelen ve hayatta olan erkekleri ve erkek çocukları öldürüp kız çocuklarını hayatta bırakmaları için askerlerine tâlimatlar yağdırmıştı. Firavun'u bu katliamı işlemeye sürükleyen gerçek sebep ne idi?
a) Firavun, kan görmekten zevk alan birisi idi.
b) İsrâiloğullarının kendisini katletmesinden çekiniyordu.
c) Mevcut rejimi tehdit altında görüyor, tahtının ve saltanatının geleceğini garanti altına almak istiyordu.
d) Etrafındaki sihirbazlar ve dalkavuklar tarafından kandırıldığı için bu cinayetleri işliyordu.
175- "Muhsin" kelimesi, aşağıdaki şıklardan hangisinin karşılığıdır?
a) İşini en iyi ve en güzel yapan
b) Adaleti gözeten ve zulmetmeyen
c) Büyük günah işlemeyen
d) Nâfile ibadetleri çok fazla olan
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1135 -
176- Mütenebbî ne demektir?
a) Son peygamber
b) Sahte peygamber
c) Velî ve peygamber arasındaki mertebe
d) Kendisine Kitap verilmemiş peygamber
177- Allah, İsrâiloğullarını niçin "zâlim" olarak nitelemiştir?
a) Ellerine geçen çoluk çocuk her canlıyı katlettikleri, insanlara eziyet verip işkence çektirdikleri için
b) Sözlerinde durmadıkları için; Namaz, oruç, zekât gibi ibadetleri yerine getirmedikleri ve içki, kumar gibi yasakları çiğnedikleri için
c) Allah'ın âyetlerini doğrudan yalanlamadıkları halde, onları başka sözlerle değiştirdikleri, zaman zaman şirke bulaştıkları ve sık sık günah işleyip, kendilerine yazık ettikleri için
d) "Adalet" denilen hukuk ilkesini kendi yandaşlarının dışındakilere uygulamadıkları için
178- I. “Bükâ”; II. “evvâh”; III. “bekkâûn” kelimelerinin anlamları, seçeneklerin hangisinde sırasıyla ve doğru olarak verilmiştir?
a) I. Ağlamak; II. Çok ağlayan ve başkalarının acılarına merhametinden çok vah eden; III. Ağlayanlar anlamına gelen bu kelime, Tebük seferine imkânsızlıktan dolayı katılamadıklarından dolayı ağlayarak geri dönen yedi sahâbeye denir.
b) I. Üzülmek; II. Çok kederlenmek ve müslümanların dertleriyle dertlenmek; III. Çok üzülenler anlamına gelen bu kelime, Uhud savaşına imkânsızlıktan dolayı katılamadıklarından dolayı hüzünlü bir şekilde geri dönen dört sahâbeye denir.
c) I. Gülmek; II. Çok üzülenler anlamına gelen bu kelime, Uhud savaşına sıcakta savaşa gitmek zor geldiğinden dolayı katılamadıklarından dolayı peygamber ve ashâbın bunlarla konuşmayıp küs durdukları üç sahâbeye denir. III. Çok ağlayan, ve başkalarının acılarını benliğinde duyan, onlara ah edip ağlayan anlamında Hz. İbrahim’in bir sıfatıdır.
d) I. Allah’tan çok korkan; II. Allah’a duyduğu huşûdan dolayı kalpleri titreyenler; III. Korkusuz insanlar anlamına gelen bu kelime, sahâbelerden her savaşa katılıp büyük kahramanlık gösteren canlı şehidlere verilen addır.
179- Hadis-i Şeriflerden anlaşıldığına göre hüzün en çok hangi eyleme yakışır?
a) Namaz kılarken c) Kur’an okurken
b) Cihad esnasında d) Oruçlu iken
- 1136 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
180- Bakara sûresi 62. âyette “...kendileri için hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” diye Allah’ın kendileri hakkında müjdeler verdiği bu kişilerin özellikleri olarak verilen seçeneklerden hangisi, âyette geçmez, yani yanlıştır?
a) Allah’a hakkıyla ve gerçek anlamda iman edenler
b) Âhiret gününe yakînen iman edenler
c) Meleklere ve Allah’ın kitaplarına iman edenler
d) Sâlih amel/faydalı ve iyi işler işleyenler
181- “Korku Namazı” ne demektir?
a) Sel, yangın, yırtıcı hayvan ve özellikle savaş şartlarında düşman gibi bir engel karşısında bulunan bir cemaatin, iki grup halinde nöbetle kıldıkları namaza Korku Namazı denir.
b) Kalbin titreyerek, hüzünlü bir tarzda Kur’an kıraat edilerek huşû ile yapılan secdede Allah için gözyaşı dökerek veya ağlamaklı bir şekilde Allah korkusu ile kılınan namaza Korku Namazı denir.
c) Ölüme yakın bir zamana kadar namazı terk etmeyi alışkanlık haline getiren bir insanın, ihtiyarlayınca veya ölümcül bir hastalığa yakalanınca ölüm korkusu sebebiyle kıldığı namaza Korku Namazı denir.
d) Dünyevî korkular yüzünden, meselâ müslüman patronun gözüne girmek, müslüman bir anne babanın emretmesinden dolayı, dünyevî ceza ve korkulardan ötürü kılınan namaza Korku Namazı denir.
182- Arapçada bir dinden çıkıp başka bir dine giren kimseler anlamına gelir. O yüzden Rasûlullah’a ve İslâm’a giren ilk müslümanlara müşrikler bu ismi vermişlerdi. Kitap ehlinden çıkıp başka dine girmiş kimselere dendiği de söylenir. İçindeki bir grup, eski peygamberlere ve bazı Kitaplara inanırken, diğer bir grup ise yıldızlara, burçlara ve putlara taparlar. Kimdir bunlar?
a) Mandeenler b) Nasrânîler c) Sâbiîler d) Süryânîler
183- Şeklin bozulması, cismin kendi aslî şeklinden çıkması, kılık değiştirmek ve hilkat garibesi anlamlarına gelen kavram, aşağıdakilerden hangisidir?
a) Sâbiîn b) Mesh c)Bükâ d) Kesl
184- “İstenmeyen bir durumun başa gelmesinden veya geçmişteki bir kayıptan duyulan keder ve üzüntüye Kur’an kavramı olarak ne ad verilir?
a) havf b) hüzün c) gam d) sürûr
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1137 -
185- Kur’ân-ı Kerim, Allah’a ve Rasûlü’ne mutlak itaati emrettiği gibi; Allah ve Rasûlüne mâsiyet emretmeyen mü’minlerden olan ülü’l emre (yetkili kişiye) de itaati emretmektedir. Yine, Kitabımız bazı kimselere de itaat edilmesini yasaklamaktadır. Seçeneklerin hangisi, kendilerine itaatin yasaklandığı bu sınıflardan değildir?
a) Bazı günahlar işleyen ana babalara, büyüklerin kendilerinden küçük olanlara, âlimlerin kendilerinden ilim yönüyle daha düşük olanlara
b) Kâfirlere, ehl-i kitaba, münâfıklara, kendisini Allah yolundan saptırmak isteyen liderlere ve büyüklere
c) Şeytana, şeytanın dostlarına, günahkârlara ve nankörlere, yalancılara, ahlâksızlara, namaza engel olanlara
d) Şirke zorlayan ana babaya, halkın çoğunluğuna, insanların ve bilmeyenlerin hevâlarına/ kötü arzu ve isteklerine
186- Hüzün/üzüntü konusunda aşağıdaki yargılardan hangisi tümüyle doğrudur?
a) Benî İsrâilden iman edip sâlih amel işleyenlere korku ve hüzün yoktur. O yüzden bu vasıflara sahip olanlar, dünya hayatında tüm korkulardan ve üzüntülerden arınmış olacaklardır.
b) Dünyevî acı ve kayıplar için, başa gelen musibetlerden dolayı hüzünlenmek, sabırsızlık ve kaderi kabullenmemek olacağından büyük günahlardan biridir.
c) Âhiret için, Allah’a daha yakın olunmadığı, günahlar ve dünyevî bağlardan kurtulamadığı için hüzünle dolu olmak, devamlı bu halde yaşamak, Allah’ın emrettiği farz görevlerimizden biridir.
d) Dengeli ve mânevî sebepleri ağır basan hüzün; olgunluğun, önemsemenin, iman ve selim kalbin özelliklerindendir. Aşırıya kaçmayacak şekilde bu hüzün, tavsiye edilen fıtrî bir tavırdır. Allah’ı râzı etmeye koyulmuş mü’min, dünyada dertsiz/hüzünsüz yaşayamaz; onun hüznü cennette bitecektir.
187- Ağlamak hakkında aşağıdaki yargılardan hangisi doğrudur?
a) Ağlamak, sadece insana ait bir özellik ve erdemdir. Cansız cisimler, bitkiler, hayvanlar ve görünmeyen canlılar ağlamaz.
b) Ölülerin arkasından ağlanmaz; Peygamber Efendimiz, hiçbir ölünün arkasından gözyaşı dökmemiştir.
c) Gözyaşı dökmeden ağlamak, sağlık açısından zararlıdır. Strese direnç göstermek ve zararlı toksitlerden kurtulmak için zaman zaman gözyaşı dökmek tavsiye edilir.
d) Ağlamanın her çeşidi mübârektir; Allah’ın rahmetini harekete geçirir. Olgun insan, her çeşit vesileyle sık sık ağlayan kimsedir.
- 1138 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
188- Bilindiği gibi “nebî” lügatta haber getiren, haberci demektir. Allah’tan sağlam ve önemli haber getirdiği için peygambere nebî denmiştir. “Rasûl” ise, mesaj ve mesaj getiren elçi anlamındadır. Her iki kelime de Türkçede “peygamber” deyimiyle karşılanır. “Nebî” ve “Rasûl” kelimeleriyle ilgili olarak seçeneklerden hangisi doğrudur?
a) Nebî ve rasûl arasında fark yoktur. Kur’an, her ikisini aynı anlamda, peygamberler için kullanır.
b) Her ikisi de peygamber anlamına gelir. Fakat, rasûl, kendisine Kitap verilen peygamber demektir. Nebî ise kendinden önceki Kitabın hükümlerine tâbi olur.
c) Her ikisi de peygamber anlamına gelir. Fakat, nebî, kendisine Kitap verilen peygamber demektir. Rasûl ise kendinden önceki Kitabın hükümlerine tâbi olur.
d) Her ikisi de peygamber demektir. Fakat rasûl, kendilerinden mîsak alınan ülü’l azm/büyük peygamberlere denilir. Nebî ise diğer tüm peygamberlere denir.
189- Allah’ın, kendilerine; “Aşağılık maymunlar olun” diyerek şiddetle cezalandırdığı meshe uğrayan topluluk aşağıdakilerden hangisidir?
a) Hz. İsa’ya ihânet eden hıristiyanlar
b) Hz. Mûsâ zamanında yaşayan isyankâr yahûdiler
c) Peygamberimiz zamanında yaşayan münâfıklar
d) Cumartesi gününe saygısızlık edip taşkınlık yapanlar
190- Bakara sûresi 67-73. âyetlerde bahsedilen bakara olayı, Kur’an tertibine göre 2. sırada yer alan en uzun sûreye isim olarak verilecek kadar önemli görülmüştür. Her zaman diliminde ve her yerde görülebilecek bir şirk unsuru olan bakarayı kutsallaştırma, günümüzde de kaçınılması gereken ciddî problemlerdendir. Seçeneklerden hangisi bakara ve ıcl’le ilgili güncel şirk unsuru değildir, yani yanlıştır?
a) Hindistan’da hâlâ inek, kutsallaştırılmakta ve yer yer ona tapılmaktadır.
b) Sığır; bereketi, temel gıda maddesi olan ekmeği temsil etmektedir. Günümüzde de sosyalizm tarafından emeğin, kapitalizme göre de ekmeğin kutsallaştırıldığı ve ekmek parası için her yolun mubah görüldüğü anlayışı yaygındır.
c) Günümüzde de inek boynuzunun bazı kapılara asılıp, onun koruyuculuğuna hâlâ bazı insanlarca inanılır, bazı şehirlerin meydanlarına Apis öküzü ve boğa heykeli dikilir.
d) Benî İsrâil günümüzde de buzağıyı ve sığırı kutsal kabul eder. Allah’a ibâdet etmezler; buzağı heykellerine hâlâ tüm İsrâiloğulları tapmaya devam ederler.
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1139 -
191- Bakara sûresi 67-73. âyetlerde Allah, İsrâiloğullarından bir bakara/sığır kesmelerini istemişti. Bu âyetlerde verilmek istenen mesaj, vurgulanmak istenen ana fikir konusunda seçeneklerden hangisi yanlıştır?
a) Öldürülen bir insanın katilini ortaya çıkarmak
b) Kesilen bir ineğin bir parçasıyla, ölü insana vurulmak sûretiyle yeniden dirilme mûcizesinin gösterilmesi
c) Eski Mısırlıları ve putperest kavimleri taklit ederek İsrâiloğullarının da buzağı ve sığıra tapmalarından dolayı, bu davranışın yıkılması, putların kesilmesi ve tapınılan cisimlerin âcizliğinin vurgulanması
d) Câhiliyye dönemindeki insanlara eski kavimlerin davranışlarından güzel örnekler sunmak
192- İnsan psikolojisinin iki temel duygusu, doğuşla birlikte var olan fıtrî iki zıt çizgi, korku ve ümittir. İslâm, insanın hiçbir şeyden, bu arada ölüm ötesi azaptan korkup sakınmamayı uygun görmediği gibi; Allah’ın rahmetinden ümit kesmek demek olan yeis halini de mü’mine yakıştırmaz, kâfirlerin özelliği olarak görür. Beyne’l-havfi ve’r-recâ denilen korku ile ümit arasında bir dengeyi dinimiz tavsiye eder. Bu denge, aşağıdaki şıklardan hangisinde Kur’an çerçevesinde tavsiye olunan en güzel dengedir?
a) İnsanda korku ile ümit; her ikisi eşit olmalıdır.
b) Her ikisi de bulunmalı, fakat ümit tarafı ağır basmalıdır.
c) Her ikisi de bulunmalı, fakat korku tarafı ağır basmalıdır.
d) Olaylar ve insan kalbi değişkendir. Duruma göre bazen korku, bazen ümit ağır basmalıdır.
193- Hz. İbrahim’in peygamber olarak gönderildiği toplumun bâtıl inancı olduğunu gördüğümüz, etkinlikleri olmayan bir topluluk olarak varlıklarını hâlâ sürdüren, gezegen, burç ve yıldızları kutsallaştırıp yeryüzündeki insanlara etkisi olduğuna inanan ve hemen her yerde görülen burç ve yıldız fallarını icat eden, Kur’ân-ı Kerim’de üç yerde ismi geçen sâbiîlerin bir grubu tümüyle putperesttir. Bunlara Harrânîler diyoruz. Diğer grubu Allah’a inanır, bazı peygamberleri ve bazı Kitapları kabul eder, müslümanlarınkinden farklı da olsa namaz kılarlar. Bu özelliklerinden dolayı bazı müctehidler, bunları da ehl-i kitaptan sayarlar. Betâyih sâbiîleri de denen bu sâbiî grubunun adı nedir?
a) Mandeenler b) Hulûliye
c) Harran sâbiîleri d)Senevîler
- 1140 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
194- İsyan ve itaatle ilgili aşağıdaki hükümlerden hangisi yanlıştır?
a) İsyan, kıyam, ayaklanma, savaş ayrı şeylerdir; itaatsizlik ayrı. Küfre isyan edemeyen müslümanlar, en azından itaatsizlik yapmalıdır.
b) Allah’a itaatle birlikte Allah’ın itaat için izin vermediği, itaat etmeyi yasakladığı ilke ve şahıslara itaat, birbiriyle bağdaşmaz; biri varsa öteki yok demektir.
c) Allah’a ve Rasûlü’ne sadece itaat yeterli olmaz; bu itaatin kalben hiç sıkıntı ve şüphe duyulmadan gönüllü olarak yapılması da şarttır. Aksini Kur’an imansızlık olarak değerlendirir.
d) Ülü’l-emr konumunda olan büyüklere, cemaat yöneticilerine, liderlere ve devlet yetkililerine mutlak itaat gereklidir.
195- Ağlamanın zıddı olan gülme konusunda aşağıdakilerden hangisi tam doğrudur?
a) Gülmek kalbi öldürür. Bir müslüman, Allah korkusundan dolayı devamlı mahzun/üzgün olması gerektiğini bilir ve hiç gülmemeye çalışır.
b) Ağlamak, Rahmânîdir, sevaptır; gülmek ise şeytanîdir ve günahtır.
c) Bazı gülme çeşidi vardır ki alay ve aşağılama ifadesi taşır. Bu türden gülmeyi dünyada bazı kâfirler mü’minlere karşı uygularken, âhirette tam tersi olacaktır.
d) Halkın diliyle “bir kahkaha, bir kilo pirzolaya bedeldir.” Çok gülmenin ve özellikle kahkahanın dünyevî yönden ve sağlık açısından faydası büyüktür.
196- Kur’an’da hıristiyanların İslâm’a/tevhide zıt olan inançlarından bazı örnekler verilir. Aşağıdakilerden hangisi Kur’an’daki bu örneklerden biri değildir?
a) “Allah İsa’dır” derler.
b) Teslisi/üçlü ilâh anlayışını kabul etmekle kâfir olmuşlardır.
c) “İsa Allah’ın oğludur” derler.
d) “Melekler Allah’ın kızlarıdır” derler.
197- Kur’an’da korku anlamında başta “havf” olmak üzere, çeşitli kelimeler kullanılır. Seçeneklerden hangisinde bu kelimeler doğru olarak verilmiştir?
a) Huşû, inzâr, rehbet, hüzün, yeis, elem, veca’, fitne, haşyet.
b) Takvâ, ittika, huzur, inzâr, ibşâr, huşû, mevt, recâ, melâl.
c) Haşyet, takvâ, hazer, huşû, hudû, rehbet, vecel, işfak, feza’, ru’b, inzâr.
d) Havf, takvâ, haşyet, sebe’, girye, husrân, gazab, elem.
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1141 -
198- İslâm tarihinde ve fıkhî tartışmalarda “hulle” ve “iyne satışı” gibi konularda daha çok görülen, özellikle yemin ve talak konularında geniş alana yayılan, meshe uğrayan benî İsrâilin bu fecî cezaya çarptırılmasına sebep olan, aslında “şerli hilekârlık” denmesi gereken anlayışa klâsik deyimle ne ad verilmektedir?
a) intisâb-ı şeyhiyye c) hîle-i şer’iyye
b) şurba-i şehriyye d) âmâl-i şekliyye
199- Kur’ân-ı Kerim, Hz. İsa’ya Allah tarafından inzâl edilip verilen tek bir İncil’den bahseder. Bugünkü hıristiyanlara göre ise, bilindiği gibi bir değil; tam 4 İncil vardır. Aralarında önemli farklar ve çelişkiler bulunan bu 4 yasal İncil’in isimleri, hangi seçenekte doğru olarak verilmiştir?
a) Matta, Markos, Luka, Yuhanna
b) Matta, Barnaba, Markos, Yuhanna
c) Barnaba, Matta, Pavlos, Luka
d) Markos, Matta, Barnabas, Yuhanna
200- Ağlamayla ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) Kur’an hüzünle inmiştir. Onu hüzünle ve ağlayarak okumalı, ağlayamazsak ağlar gibi yapmalıyız.
b) Allah için ağlamak, cehennem ateşini söndürecek ve sahibini Arş’ın gölgesinde gölgelendirecek kadar faziletli bir davranıştır.
c) Kur’an okur veya dinlerken Peygamberimiz ve ashâbı sık sık ağlamışlardı.
d) Peygamberler dünyevî kaygılardan, meselâ çocuklarının kaybolması veya ölümlerinden dolayı hiç ağlamamışlar, sadece Allah korkusundan dolayı gözyaşı dökmüşlerdir.
201- Bakara olayı, hayvanları kutsal semboller olarak görüp onları yüceltme ve tapınmaya benzer saygınlık vermenin, insanı aşağılayan ve sakınılması gereken bir şirk unsuru olduğunu, dolaylı yoldan vurgular. Seçeneklerden hangisi, hayvanlar hakkında sonu putçuluğa varma tehlikesi olan küçük de olsa dinî yanlışlardan biri değildir?
a) Politik partilerin ve spor klüplerinin, amblemlerinde çoğunlukla bir hayvanı simge olarak kullanması dolayısıyla, bazı hayvanları yüceltip sembolleştirmek
b) Ev ve işyerlerinin kaza ve âfetlere uğramaması için, bir hayvan kesilip kanının binaya ve insanın alnına sürülmesi gerektiği inancı
c) Hayvanları sevmek, hayvan haklarından bahsetmek, onlara eziyet etmeyi eleştirmek gibi konuları zaman zaman gündeme getirerek hayvanları önemsemek
d) Bazı dinî içerikli konuşmalarda, insana, meleklerin veya insan cinsinden peygamberlerin örnek gösterildiği gibi, kedi ve özellikle köpeklerin model gösterilmesi ve yüceltilerek onlara özenti duyulması
- 1142 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
202- “Kur’anda korku anlamında daha çok kullanılan bir kelime olup, hoşlanılmayan bir durumun başa gelmesinden veya arzulanan bir şeyin elde edilememesinden duyulan kaygı ve korku için kullanılan” tâbir “Eğitim ve terbiye yöntemi olarak kullanılan korkutma için kullanılan” tâbir “Bazı şeylere karşı hissedilen aşırı, sürekli ve anlamsız korku, korku hastalığı için kullanılan” deyim Korku ile ilgili bu üç ifade, sırayla hangi kelimelerin tanımlarıdır?
a) havf; terhîb; fobi c) inzâr; havf; fobi
b) takvâ havf, fobi d) haşyet; fobi; takvâ
203- Kur’an’a göre şekil değiştirme olayı, sadece maymuna çevrilme şeklinde sınırlı kalmamıştır. Mâide sûresi 60. âyette Allah’ın, lânetlediği ve gazab ettiği kişilerin bir kısmını maymuna çevirdiği ifade edilirken, ceza olarak verilen iki kötü durumdan daha bahsedilir. Bunlar nelerdir?
a) Sığıra ve domuza çevrilme
b) Domuza çevrilme ve tâğuta tapanlardan kılınma
c) Kurt adama çevrilme ve taş haline getirilme
d) Domuza çevrilme ve şeytanlaşma
204- Hıristiyanlıkla ilgili aşağıdaki yargılardan hangisi, içinde kısmî doğrular olsa da tümüyle doğru kabul edilemez, yani yanlıştır?
a) Hıristiyanların kutsal kabul ettiği Kitab-ı Mukaddes, sadece 4 İncil’den ibaret değildir; tahrif edilmiş şekilleriyle Tevrat, Zebur ve 4 İncil yanında, bazı peygamberlere atfedilen kitaplar, Pavlos’un 15 ayrı mektup ve kitabından oluşmuş kitaplar kolleksiyonudur.
b) Hıristiyanlığın üç büyük mezhebi vardır. Bunlar; katoliklik, protestanlık ve ortodoksluktur. Ruslar, Bulgarlar ve Sırplar ortodoks; batı Avrupa ülkelerindeki halkın çoğu katoliktir. Protestanlık ise, katoliklikten ayrılma reformcu hıristiyan mezheplerinin ortak adıdır.
c) İncillerde “şâkirt” (öğrenci) kelimesiyle ifade edilen “havârîler”, Hz. İsa’nın tebliğ ettiği dine ve onun peygamberliğine iman eden, Kur’an’a göre müslümanlardan olan ve Hz. İsa’nın tebliğ ettiği fikirleri yaymayı üstlenen 12 yardımcıya verilen isimdir. Bunların en büyükleri ve lideri Petrus, Hz. İsa’ya ihanet edip onu ihbar ederek yakalatan ise Yahuda İskaryot’tur.
d) “Kutsal kabir”, Kudüst’te bulunan Hz. İsa’ya ait olduğuna inanılan mezara denir. Hıristiyanlarca Yusuf tarafından gömülen ve sonradan azize/ermiş Helena tarafından bulunan bu mezar kutsaldır. İslâm’a ve tüm müslümanların kabulüne göre de bu mezar kutsaldır. Hz. İsa İslâm’a göre de büyük bir peygamber kabul edildiğinden müslümanlar da bu mezarı kutsal kabul edip ziyaret ederler.
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1143 -
205- “Dünya hayatı” hakkında, aşağıdaki yargılardan hangisi tümüyle doğrudur?
a) İslâm, tevhid dini olduğundan, aralarında kesin bir ayrım yapılarak, birbirinden kopuk şekilde dünya ve âhiret, birbirinin zıddı ve düşmanı olarak değerlendirilir.
b) Laiklik denilen çok tanrılı anlayışta; din ve dünya birbirine girmiş, din-din dışı, din adamı-dünya adamı, dünya-ahiret, Sezar-Tanrı ayrımlarına yer verilmemiştir.
c) İslâm’da ibâdetlerin sadece âhirete yönelik faydası vardır. Âhiret için yapılması gereken bir ibâdetin dünyevî faydasını düşünüp değerlendirmek bir şirk anlayışıdır. Bu, dünya ile âhireti birbirine yaklaştırmak ve aralarında bağ kurmaktır ki, Kur’an bunu yasaklar.
d) Rasûlullah’ın özenle yetiştirdiği Kur’an talebeleri olan sahâbeler, dünyaya fazla önem vermiyor, zâhidlere has şekilde yaşıyordu. Ama onların yaşadığı zühd, insanı dünyanın ıslah ve îmârına iten yapıcı bir aksiyondu; dünyayı terk edici, dünya egemenliğini kâfirlere bırakan pasif bir inzivâ hayatı değil!
206- “İlâhî Kitaplar üzerinde herhangi bir kelimeyi bile bile değiştirmek, metnin aslını bozmak” anlamına gelen Kur’an kavramına ne denilir?
a) tahvif b) tahrif c) tahlif d) tahzif
207- Ana babaya tavır konusunda Kur’ân-ı Kerim’in emir ve tavsiyeleriyle ilgili aşağıdaki seçeneklerden hangisi tümüyle doğrudur?
a) Kâfir veya müşrik de olsa ana babaya her konuda itaat edilmeli, dedikleri yerine getirilmelidir.
b) Kâfir veya müşrik ana babaya saygılı ve kibar davranmayı Kur’ân-ı Kerim yasaklamıştır. Ancak müslüman olan ana babaya ihsanla/iyilikle davranmamız gerekir.
c) Hz. İbrahim’in putperest babasına “babacığım” demesini Kur’ân-ı Kerim, hata olarak belirtir ve bizim ona uymamamız gerektiği dolaylı olarak belirtilir.
d) Kâfir veya müşrik bile olsa ana babaya ihsanla davranmak, onlarla saygılı şekilde konuşmak gerekir. Onlar, çocuklarını Allah'a şirk koşmaya zorlarlarsa, sadece bu konuda onlara itaat edilmez; ama bu konumdaki ebeveynle de dünyada iyi geçinmeye çalışmak lâzımdır.
208- Hz. İsa’nın sıfatı olarak Kur’ân-ı Kerim’de bazı ifadeler kullanılır. Aşağıdaki seçeneklerden hangisi bunlardan biri değildir?
a) Allah’ın ruhu c) Mehdi
b) Allah’tan bir kelime d) Mesih
- 1144 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
209- Kur’an’ın yasakladığı büyük günahlardan birinin haksız yere adam öldürmek olduğunu biliyoruz. Peygamber öncesi müşrik Araplar, çocuklarını küçük yaşta diri diri toprağa gömerek öldürüyorlardı. Günümüzdeki modern câhiliyyede buna benzer uygulamaya ne ad verilmektedir?
a) Doğum kontrolü c) Kürtaj
b) Nüfus/Aile planlaması d) Azil
210- Kur’an’da geçen kavramlardan biri “ruh” ve “ruhu’l-küdüs”tür. “Ruhu’l-kudüs”e âlimler, birkaç farklı anlam vermişlerdir. Seçeneklerden hangisi, bu anlamlar içinde en kuvvetli delile sahip olduğu için geçerli kabul edilen görüştür?
a) Cebrâil (a.s.) b) Hz. Meryem c) Meleğin ruhu d)Vahiy
211- Kur’ân-ı Kerim, “güzel söz” söylememizi emreder. Muhâtap olarak kimlere karşı sözün güzelini söylememiz gerekir?
a) Mü’minlere karşı; Bize güzel söylemeseler bile sadece müslümanlara karşı
b) Mü’min-kâfir bütün insanlara; her durumda ve her konumda
c) İslâm’a karşı savaş açıp müslümanlarla mücâdele eden zâlimler hâriç, her insana
d) Münâfık ve müşriklerin güzel sözden etkilenmeyecek olanları hâriç, tüm insanlara
212- Bakara sûresi 78. âyette yahûdilerden Kitab’ı bilmeyenler hakkında ifade edilen Kur’an kavramlarından biri; “emâniy”dir. Bu kelimenin tekili olan “ümniyye”nin anlamı olarak verilen seçeneklerden hangisi yanlıştır?
a) Kuruntu, ütopya c) Kalbin temenni ettiği şey
b) Okudukları şey d) Ümmî, yani okuma yazma bilmeyen
213- İlâhî vahiy eseri bir Kutsal Kitabın tahrifi çeşitli yollarla yaplımıştır/yapılabilir. Aşağıdakilerden hangisi bir tahrif çeşidi sayılmaz?
a) Unutma ve unutturma; özellikle ketmetme/gizleme yoluyla
b) Dil sürçmesi, dil kayması sebebiyle ilâhî Kitaptaki bazı kelimeleri aslından farklı okumakla
c) Uydurma, hakka bâtılı karıştırma, kelimelerin yerini değiştirme veya asıl metinde olmaya kelimeleri ilâve etmek suretiyle
d) Anlamını, tefsir ve te’vilini saptırma, zâhirî anlamıyla ilgisi olmayan bâtınî anlamlar vermek, ilmî olmayan kendi kişisel re’yi ile istediği gibi yorumlayarak
214- Lügatta “daha yakın” veya “basit, alçak, âdi” anlamlarına gelen kavram, aşağıdaki seçeneklerden hangisidir?
a) Tahrif b) Dünya c) İhsan d) Sâbiî
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1145 -
215- “(Benî İsrâil) dediler ki, ‘sayılı birkaç gün müstesnâ, ateş (Cehennem) bize dokunmayacaktır.” (2/Bakara, 80) İsrâiloğullarının böyle iddialı konuşmalarının sebebi nedir?
a) Allah’ın onlara bu şekilde vaadde bulunması
b) Peygamberleri Hz. Mûsâ’nın şefaat etmeyi vaad edip, onlara bu konuda söz vermesi
c) Kitab’ın hükmünü iyi bildikleri ve Allah’ın azabı hakkında kesin ilim sahibi oldukları
d) Allah’ın hükümlerini ve azabını hafife alıp, kendilerini Allah’ın ayrıcalıklı ve özel kulları olarak görmeleri
216- Ana babaya güzel davranmak ve saygılı konuşmak konusunu Kur’ân-ı Kerim “öf” kelimesiyle somutlaştırır. Kur’an’da bu konuda gündeme getirilen “öf” ifadesiyle ilgili olarak, seçeneklerden hangisi yanlıştır?
a) Müslüman ana babaya “öf” demek yasaktır. Hak etmediği için müşrik veya kâfir ana babaya saygılı ifade kullanılması gerekmez.
b) İnançları ve davranışları nasıl olursa olsun, ana babaya “öf” bile demek yasaktır.
c) Kur’an, ana babasına “öf” diyen bir inançsız evlâttan kötü örnek olarak bahseder.
d) “Öf” tâbiri, her türlü kaba, saygısız söz ve davranış için örnektir. “Öf” dışındaki çirkin söz ve davranışlar da haramdır.
217- “Sayılı birkaç gün müstesnâ, ateş bize dokunmayacaktır” diyen sapıklara cehennemin ebedî olacağını bildiren Bakara sûresi 81. âyeti, ebedî cehennemlik olmanın sebebini hangi sebebe dayandırıyor?
a) “Kim Allah'a ve Rasûlüne iman edip itaat etmezse”
b) “Kim namazı ikame etmez, zekât vermekten kaçınır ve kan dökerse”
c) “Kim bir kötülük eder de, onun kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa”
d) “Kim ana babasına ihsan etmez, yetimlere ve miskinlere iyilik etmezse”
218- Bilindiği gibi Kur’an’ın anlattığı Hz. İsa ile hristiyanların ve yahûdilerin kabul ettiği Hz. İsa anlayışları birbirinden çok farklıdır. Yahûdîlere göre Hz. İsa nasıl birisidir?
a) Allah'a ortak koşulan, Allah’ın -hâşâ- oğlu kabul edilen biridir.
b) Diğer peygamberler gibi, Allah’ın bir peygamberidir.
c) Âhir zamanda çıkacağı kabul edilen kurtarıcı Mesih’tir.
d) Yahûdiliği bozmaya kalkan ve ölümü hak eden bir sahtekârdır.
- 1146 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
219- Bilindiği gibi, Bakara sûresi 84. âyette kan dökmenin yasak olduğu vurgulanmıştır. Haksız yere adam öldürmenin büyük günahlardan olduğunu biliyoruz. İslâm devletinin en temel görevlerinden biri, nefis/can emniyetidir. Hiçbir dinde/düzende görülmeyecek kadar insan haklarını gözeten İslâm; devlet, otorite ve tüm imkânlarını kullanmak suretiyle korumaya aldığı insanın 5 temel hakkı, seçeneklerden hangisinde doğru ve tam olarak verilmiştir?
a) Nefis/can emniyeti, din emniyeti, kıyafet emniyeti, inanç emniyeti, fikir emniyeti.
b) Nefis/can emniyeti, İslâm emniyeti, dil emniyeti, akıl emniyeti, nesil emniyeti.
c) Nefis/can emniyeti, din emniyeti, akıl emniyeti, nesil emniyeti, mal emniyeti.
d) Nefis/can emniyeti, din emniyeti, düşünce emniyeti, iş emniyeti, ibâdet emniyeti.
220- Kur’an açısından “en güzel söz” olarak bildirilen Allah'a dâvet, Kitabımız’a göre bazı özelliklere uygun yapılmalıdır. Seçeneklerden hangisi bunlardan değildir?
a) hikmet b) söz sanatlarını kullanmak
c) en güzel mücadele d) güzel öğüt
221- Batı dillerinde “reenkarnasyon” denilen, Türkçe’ye “ruh göçü” olarak tercüme edilen kavramın Arapça’sı ve kültürümüzde eskiden beri kullanıldığı şekli, seçeneklerden hangisinde doğru olarak yazılmıştır?
a) tenâsuh b) tenâsur c) tenâsül d) tenâsüp
222- Seçeneklerden hangisi Kur’ân-ı Kerim’e göre “güzel söz” sahibinin özelliklerinden biri değildir?
a) Allah'a dâvet c) Sâlih amel
b) Susmayı tavsiye d) “Ben müslümanlardanım” demek
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1147 -
223- Bakara sûresi 83 ve 84. âyetlerde, Tevrat’ın da büyük önem verdiği Allah’ın İsrâil oğullarından uyacaklarına dair kuvvetli söz aldığı ve bizim de uymamız gereken “on emir” sayılmaktadır. Bu on emirden ilk beşi şunlardır: 1- Allah’tan başka ma’bûd tanımayacak, O’ndan başkasına ibâdet/kulluk etmeyeceksiniz. 2- Ana babanıza ihsân edeceksiniz, 3- Akrabalarınıza, 4- yetim çocuklara, 5- yoksullara iyilik edeceksiniz. Diğer beş emir, aşağıdaki seçeneklerden hangisinde doğru sayılmıştır?
a) İnsanlara güzel söz söyleyin, Namaz kılın, Zekât verin, Kan dökmeyin, İnsanlarınızı memleketinizden çıkarmayın.
b) Yalan söylemeyin, İçki içmeyin, Adam öldürmeyin, Zina etmeyin, Kumar oynamayın.
c) Peygambere itaat edin, Namaz kılın, Oruç tutun, Zekât verin, Yalan yere yemin etmeyin.
d) İnsanlara güzel konuşun, Yalan söylemeyin, Adam öldürmeyin, Şehâdet kelimesini söyleyin, Namaz kılın.
224- Bakara sûresi, 85. âyette: “Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?” denilerek kendilerine Allah tarafından sert şekilde uyarı yapılan kimselere, âyetin devamında açıklanan ceza, seçeneklerden hangisinde doğru ve tam verilmiştir?
a) Yazıklar olsun onlara! Yazıklar olsun onların aldattıklarına. Cehennemdeki veyl deresi onlaradır.
b) Allah’ın, meleklerin ve insanların lâneti ve Allah’ın gazabı onlaradır. Âhirette ebedî cehennem onlar içindir.
c) Onlar, dünya hayatında rezil ve rüsvay olacaklar, kıyâmet gününde ise en şiddetli azaba itileceklerdir.
d) Onlar, kabirlerinden şeytan çarpmış gibi kalkacaklardır. Onlar Allah’tan başka yardım eden de bulamazlar.
225- Seçeneklerden hangisi, “dünya hayatı” konusunda Kur’an’ın değerlendirmelerinden biri değildir?
a) Kur’an, “dünya” kelimesini, kişiyi Allah’tan uzaklaştıran iğreti, âdi, sefil bir hayatın ifadesi olarak kullanmaktadır.
b) Kur’an, âhireti unutturmayan, kişinin kulluk görevlerine engel olmayan, insanı sapıklığa götürmeyen dünya hayatını kötülemez.
c) Kur’an, dünya hayatı için, oyun, oyalanma, eğlence, süs, aldatıcı geçinme aracı, mal ve çocuk bakımından bir övünme ve çoğalma yarışı olduğunu söyler.
d) Kur’an, dünya hayatıyla âhiret hayatı arasında kesin bir tercih yaparak ikisinden birini seçmemizi istiyor. Dünya güzelliğiyle âhiret güzelliğinin bir arada olamayacağını belirtiyor.
- 1148 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
226- Bakara sûresi 75-87. âyetler hakkında, seçeneklerden hangisi tümüyle doğrudur?
a) Bu âyetler, Medine’li müslümanlar, yani ensâr hakkında, onların Evs ve Hazrec’li iki kabile olarak birbirleriyle münâsebetleri konusunda inmiş ve bu ilişkileri düzenlemiştir. Dolayısıyla biz de bu emirleri yerine getirmeliyiz.
b) Bu âyetler, müslüman İsrâiloğullarının yahûdileşme sürecini ifade kapsamında inen âyetlerdir. Onlarla birlikte tabii ki, müslümanları da ikaz etmekte, ders vermektedir.
c) Bu âyetler, “biz nasârâyız” diyen hıristiyanlarla ilgili, onların Hz. İsa hakkındaki yanlış düşüncelerini açıklamak ve müslümanlara da öğretmek kasdıyla inmiştir.
d) Bu âyetler, ehl-i kitap hakkında inmiştir. Ehl-i kitabın birbirleriyle ilişkilerini düzenler ve onlara yapılan uyarıları, bizim de ibret almamız için anlatır.
227- “Hayır! Kim bir kötülük eder de onun kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler cehennemliktir. Onlar orada devamlı kalırlar.” (2/Bakara, 81) Bu âyet-i kerime, kötülüğün/günahın insanı tümüyle kuşatarak ebedî cehennemlik yapacağını belirtiliyor. Bilindiği gibi, affedilmeyen tek günah, şirktir. Demek, bazı günahlar işlene işlene sahibini şirke/küfre götürmekte ve ebedî cehennemlik yapmaktadır. Günahın insanı küfre götürmesi konusunda, seçeneklerden hangisi yanlıştır?
a) Günahın haram olduğunu kabul etmemek; Allah’ın haram saydığını helâl kabul etmek
b) Önemli bir farzı, herkesin bileceği şekilde açıktan terk etmek, meselâ Ramazan’da oruç yemek.
c) Günahı meşrûlaştırmak, ameliyle helâl kabul ettiğini göstermek; başkasını harama teşvik etmek, zorlamak
d) Günah işlediğinden dolayı kalbinde sıkıntı ve rahatsızlık duymamak, günahı normal görmek, meselâ harama besmele çekmek
228- Aşağıdakilerden hangisi günümüzde bazı “ben de müslümanım” diyenlerde de görülen ruha tapınmayla ilgili şirk unsurlarından değildir?
a) Yahûdilikteki teslis inancının unsurlarından biri olarak Ruhu’l-Kudüs’e (İlâhî özellik) verilip ona tapılması
b) Türbede yatan velî olduğuna inanılan kimselerin ruhlarından yardım, medet veya bereket istemek
c) Kahramanlaştırılan veya büyük kabul edilen kişinin, saygı duyularak kutsallaştırılan, heykellerinin temsil ettiğine inanılan ruhu ve tapınak haline getirilen kabri
d) Bazı ruhların ve rûhânî varlıkların memleketi koruyup kolladıkları, düşmanla savaştıklarını kabul ederek, ruhlara kutsallık ve ilâhî bazı sıfatların verilmesi
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1149 -
229- Hz. İsa’nın ref’i konusunda Kur’ân-ı Kerim’in verdiği bilgi ve âyetlerin anlamlarından anlaşılan kuvvetli delillerinden dolayı tercih etmemiz gereken görüş, seçeneklerden hangisinde doğru olarak verilmiştir?
a) Kur’ân-ı Kerim Hz. İsa’nın Allah tarafından göğe çıkarıldığını ve kıyâmete yakın dünyaya döneceğini açıklar.
b) Kur’ân-ı Kerim, Hz. İsa’nın Allah tarafından kendi katına yüceltildiğini belirtir. Yani, Hz. İsa’nın ruhunu Allah (c.c.), özel rahmetine yükselterek onurlandırmıştır.
c) Kur’ân-ı Kerim, Hz. İsa’nın ruh ve bedeniyle miraca çıkarıldığını, onun göklerdeki cennete yerleştirildiğini söyler.
d) Kur’ân-ı Kerim, Hz. İsa’nın çarmıha gerildiğini, ama hıristiyanların onun çarmıha gerildiğine inanmadıklarını belirtir.
230- Bakara sûresi 82. âyette cennette ebedî kalacak mü’minlerin temel özelliği olarak sâlih amel işlemeleri gösterilir. Sâlih amel tanımıyla ilgili seçeneklerden hangisi yanlıştır?
a) Amel-i sâlih; iyi, güzel, faydalı, sevaba ve Allah’ın rızâsına sebep olacak davranışlardır.
b) Kim insanlar için iyi, faydalı bir iş yapıyorsa, insanlara hizmet ediyorsa o davranış, sâlih ameldir. Meselâ, Edison’un elektrik ampulünü keşfedip aydınlatma aracı olarak insanlığa sunduğu hizmet, sâlih ameldir.
c) İman olmadan sâlih amel olmaz; sâlih amel olmadan da insanı kuru bir iman cehennemden kurtarmaz. Kur’an’da cennetlik insanların özellikleri anlatılırken, hemen her yerde bu iki kavram birlikte kullanılır.
d) Bir mü’min, Kur’an’da emir ve tavsiye edilen bütün sâlih amelleri eksiksiz yerine getiremez. O yüzden gücünün yettiği kadar sâlih amelleri yerine getirmeli, sonra Allah’ın affını ve yardımını istemelidir.
231- Sözün güzelliği ve hayırlı içeriğiyle ilgili kaçınılması gereken özelliklerden biri olarak Kur’an’da geçen kavramlardan olan “lehve’l-hadis” ne demektir?
a) faydasız, boş söz c) hayırlı ve etkili söz
b) Peygamberimiz’in hadisi d) zayıf hadis
232- Ruh hakkında aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Ruh hakkında bize Allah tarafından çok az bilgi verilmiştir.
b) Kur’an’a göre ruh, Allah’ın bizzat veya melek vâsıtasıyla üflediği hayat soluğu olduğu gibi; vahiy, Kur’an, Hz. İsa ve Cebrâil (a.s.)’e de denilir.
c) Varlıklardaki canlılık, hareket, irâde, şuur gibi özelliklerin merkezi/kaynağı kabul edilen soyut varlığa ruh denir.
d) Ruh hakkında Kur’an’ın verdiğinden fazla bilgi edinmeyi istemek, günah ve yasaktır.
- 1150 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
233- Bakara sûresi 87. âyette İsrâil oğullarından ebedî cehennemlik olanların peygamberlere karşı istikbâr ettikleri ifade edilir. Bir Kur’an kavramı olarak “istikbâr” konusundaki değerlendirmelerle ilgili olarak seçeneklerden hangisi yanlıştır?
a) İstikbâr; büyüklük taslamak, büyüklük kuruntusu içinde olmak demektir.
b) İlk istikbâra kapılan İblis’tir. O, Hz. Âdem’e secde emrine istikbârı yüzünden karşı geldi.
c) Aşağı görülüp sömürülmek üzere zayıf bırakılmış kimselere istikbâr eden anlamında müstekbir denilir. Bu yüzden, tâğutların idaresi altındaki mazlum halk kesimi, zavallı müstekbirler yığınıdır.
d) İstikbâr içinde olanlara müstekbir denilir. İstikbarın karşıtı istiz’âftır; müstekbirin karşıtı da müstaz’af.
234- “Kızmak, öfkelenmek, kızgınlık, intikam almak ve cezalandırma isteği” anlamlarına gelen kavram, aşağıdakilerden hangisidir?
a) lânet b) gazap c) fitne d) fısk
235- Nazar boncuğu veya üçgen şeklinde hazırlanıp içinde anlaşılmaz yazı, simge ve tılsımlar bulunan muskalar takmanın dindeki hükmü nedir?
a) sünnet b) mubah c) mekruh d) haram
236- “Lânet etmek”le ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) Kur’an ve hadislerde lânet kavramı, belirli şahıslardan ziyade, bazı amelleri işleyen kimseleri caydırmak için genel olarak isyankârlara atfedilir ve o yasağa dikkat çekip insanları sakındırma amacına yönelik olarak bu kavram kullanılır.
b) İsim vermeden, genel vasıflarıyla da olsa müslümanlara,işledikleri bazı suçlardan dolayı lânet edilemez. Meselâ, insanları haktan uzaklaştıran, müslümanların içindeki zâlim ve fâsıklara, bid’atçı ve tuğyankârlara lânet etmek, haramdır.
c) Başkalarına kötü örnek olacak şekilde günahları açıktan işleyen, ya da bazı haramları insanlara zorla yaptıran veya haramlarda çığır açarak insanları haramlara alıştırıp Allah'a isyana teşvik eden kimselere, genel bir üslûpla, isim zikretmeksizin bedduâda bulunup lânet etmek câizdir.
d) Halkın bazı yanlış telâkki ve davranışlarındaki hatalardan dolayı onları tel’in etmek, yani onlara “mel’un!” demek, doğru değildir. Bu itham, bazen onların hatalarından daha büyük bir suçu yüklenmek olabilir.
237- Başkasına zarar vermek için fırsat kollamak, onun iyiliğine olan işlerin tersini yapmaya çalışmak anlamına gelen, yani Türkçede “düşmanlık” kelimesiyle ifade edilen Kur’an kavramı hangisidir?
a) tabâbet b) ihânet c) adâvet d) kasâvet
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1151 -
238- Aşağıdakilerden hangisi şirk sayılmaz?
a) Allah'a inanmakla birlikte, Allah'a yaklaştıracağı gayesiyle başka varlıklara tapmak
b) Allah'a inanmakla birlikte, başka ilâhların varlığını kabul etmek
c) Allah'a inanmakla birlikte, yeryüzündeki otoriteyi Allah'a ait görmemek
d) Allah'a inanmakla birlikte, O’nun yasakladığı bazı haramları işlemek
239- Kur’an kavramlarından biri olan “ehl-i kitap” lügatta ne anlama gelir?
a) kitaplı, kendilerine kitap verilenler
b) ehliyetli, doğru kitaba sahip olanlar
c) kitabı, Allah’ın kitabını okumasını bilenler
d) elinde kitap bulunduranlar
240- Kur’ân-ı Kerim’de Allah Teâlâ’nın Hz. Süleyman (a.s.)’a bahşettiği bazı lütuflardan bahsedilmektedir. Aşağıdakilerden hangisi, bunlardan biri değildir?
a) Kendisinden başka kimseye verilmeyecek bir mülk ihsan edildi.
b) Rüzgâr, emrine verildi ve bazı cinler ona hizmet ediyordu.
c) Kendisine kuş dili öğretilmişti; kuşlarla, karıncayla konuşuyordu.
d) Tılsımlı bir yüzük verilmişti; Süleyman’ın mührü denilen bu yüzük sâyesinde şeytanlara, cinlere ve insanlara hükmediyordu.
241- “Sayıları çok olduğu halde, müslümanların kâfirlerin elinde, selin içindeki çer çöp gibi olacağı”nı bildiren hadis-i şerifteki bu durumun sebebi olarak gösterilen “dünyayı fazlaca sevip ölümden fazlaca korkmak” anlamına gelen kavrama ne denir?
a) fitne b) vehen c) şirk d) dünyevîleşmek
242- İslâm tarihinde ilk fitne olarak kabul edilen olay, aşağıdakilerden hangisidir?
a) Kerbelâ fâciası; Hz. Hüseyin’in “müslümanım” diyenlerce şehid edilmesi
b) Cemel ve Sıffîn vakaları; Ashâbın karşılıklı ordular halinde birbirleriyle savaşması
c) Hz. Osman’ın şehid edilmesi; Binlerce sahâbenin gözü önünde, onların müdâhale etmediği konumda Mısır’dan gelen “müslümanlar” eliyle Halife’nin öldürülmesi
d) Muâviye’nin İslâm’ın tasvip etmediği bir krallık özelliği olan, babadan oğula yönetimin devredilmesi anlayışını benimseyerek içkici oğlu Yezid’e, kendi hayatında kılıç zoruyla bey’at alması
- 1152 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
243- Gâipten haber veren, gelecekte olacak şeyleri bilebileceğini iddia eden; cin, yıldız/burç veya bazı tılsımlara dayanarak gelecekten haber vermeye çalışan, dolayısıyla bu iddiâlarla insanları kandıran kâfirlere ne ad verilir?
a) sihirbaz b) kâhin c) istidrac d) illüzyonist
244- Gazap konusunda aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) İnsan açısından gazap; fıtrata ters düşen, tümüyle kötü bir tavırdır. Ahlâklı bir müslüman, hiçbir zaman ve hiçbir kimseye gazap etmez.
b) Allah açısından gazap; Hak eden toplumlara Allah gazap eder. Allah’ın gazabı daha çok helâk şeklinde gerçekleşir.
c) Kul açısından gazap; Kur’an ve sünnete göre genelde kötü sayılmış, yersiz ve ölçüsüz gazap, bütün kötülükleri kendinde toplayan şeytanî bir eylem kabul edilmiştir.
d) Fıkıh açısından; gazap halinde yapılan işlerde bazı istisnâlar getirilmiştir. Meselâ, gazap halinde kinâye sözlerle boşama, niyet olmadıkça geçerli kabul edilmemiştir.
245- Kur’an’da, mü’minlerin onlarla ilişkileri konusunda kolaylık ve tebliğ açısından, diğer kâfir ve müşriklerden farklı olarak, kendilerine kısmî bazı ayrıcalıklar verilen “ehl-i kitap” kimlere denir?
a) Başta Kur’an olmak üzere Allah’ın gönderdiği küçük ve büyük tüm kitaplara iman edenlere
b) Kur’an’dan önce indirilmiş olan Allah’ın kitaplarının tahrif edilmemiş şekillerine, asıllarına inanan insanlara
c) Allah’ın Kur’an’dan önce göndermiş olduğu Tevrat, Zebur ve İncil’e tahrif edilmiş şekilleriyle inanan yahûdi ve hıristiyanlara
d) Hıristiyan ve yahûdi ülkelerinde yaşayan toplumlara; günümüzde İsrâil’de, Amerika ve Avrupa’da yaşayan insanlara, Batılılara
246- Allah'a şirk koşan kimselere, bilindiği gibi “müşrik” denilir. Müşrikler hakkındaki aşağıdaki hükümlerden hangisi yanlıştır?
a) Müşrikler, tarihin eski döneminde ve Arap câhiliyesinde yaşamış veya ehl-i kitabın içinden çıkmışlardır. Müslüman halkın içinde günümüzde müşrik yoktur.
b) Hıristiyanlar ve yahûdiler de aslında Hz. İsa’yı, Hz. Uzeyr’i Allah'a şirk koşan müşriklerdir.
c) Allah’ın hiç affetmeyeceği insanlar, müşriklerdir.
d) Müşrikler; göklerin, yerin ve insanların yaratıcısının Allah olduğunu kabul ederler.
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1153 -
247- Lügatta, kovma ve uzaklaştırma mânâsına gelen, halk tarafından sövme ve bedduâ anlamında değerlendirilen, Allah tarafından dünyada hayır ve başarı vermekten, âhirette de ilâhî lütuf ve rahmetten uzaklaştırma anlamı taşıyan kavram hangisidir?
a) lânet b) fesat c) fitne d) gazap
248- Düşmanlıkla ilgili aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Düşmanı, olduğundan küçük görmek de, büyük görmek de yanlıştır.
b) Hiç düşmanı bulunmamak da bir kusurdur. Meziyetleri olan ve sosyal faâliyetlerde bulunan kimsenin mutlaka düşmanları da olur.
c) Düşmanların insana hiçbir faydası olmaz. Düşman, bilinçli ve bilinçsiz şekilde kişiye sadece zarar verir.
d) İlk insanın ilk yanlışı, düşmanını tanımaması, onu dost zannetmesiyle olmuştur.
249- Sözlükte, altın ve gümüş gibi değerli mâdenlerin saflığını anlamak için onları ateşte eritmek, deneme ve imtihana tâbi tutmak anlamlarına gelen Kur’an kavramı, aşağıdakilerden hangisidir?
a) adâvet b) sihir c) gazap d) fitne
250- İnsanlara büyü yapılmasında kullanıldığı ileri sürülen cinlerle ilgili, aşağıdaki ifadelerden hangisi doğrudur?
a) Cin kelimesi; açık, insan duygularına yönelik zâhir, insanın tümüyle kavrayabileceği, görünebilen varlık anlamına gelir.
b) Cinler de insanlar gibi ibâdet için yaratılmışlardır. Aynen insanlar gibi mü’minleri ve kâfirleri vardır.
c) Cinler, cisim olarak insanlara benzerler; o yüzden insanlarla evlenebilirler. İnsanlara musallat olabilirler ve onlar üzerinde egemenlik kurabilirler.
d) Sara (epilepsi) ve halk arasında “inme” denilen felç, cinlerin insanlara verdiği büyük zararlardandır; yani bunlar, cin çarpmasından meydana gelmiş ruhî hastalıklardır.
- 1154 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
251- Düşmanlıkla ilgili olarak Kur’ân-ı Kerim, bize genel ölçüler verir ve bazı tavırlar takınmamızı emreder. Aşağıdakilerden hangisi bu konuda Kur’anî bir ölçü değildir ve yanlıştır?
a) Kur’an’a göre insanın eşi, çocukları ve kendisi/kendi nefsi bile kendine zarar verebilir, düşman olabilir.
b) Kur’an, dostları ve dolayısıyla düşmanları ikiye ayırır: Allah’ın dostları ve şeytanın dostları. Allah’ın dostları, şeytanı ve şeytanî görüş ve yaşayışı düşman bilirler; Şeytana ve şeytanî eylemlere dost olanlarsa, Allah'a düşmanlık yapmış ve O’nun düşmanlığını kazanmış olurlar.
c) Kur’an’a göre; düşmanımızın düşmanı bizim dostumuz, dostumuzun düşmanı bizim de düşmanımız, düşmanımızın dostu da bizim düşmanımızdır.
d) Kur’an, mü’minlerin kâfirleri dost kabul etmesini imanla bağdaştırmaz. Onları dost kabul edenlerin onlardan olduğu hükmünü verir.
252- Kur’ân-ı Kerim Allah’ın gazabına sebep olan bazı davranışları açıklar. Aşağıdakilerden hangisi Allah’ın gazabını gerektiren bir davranış değildir?
a) Şirk koşma ve puta, altına, buzağıya tapmak
b) Din'in bazı emirlerini unutmak, dinde ihmalkârlık ve hata
c) Yalan ve iftiracılık
d) Allah hakkında kötü zanda bulunmak ve nifak
253- “Yeryüzünde ......... tamamen kalmayıncaya ve ........ tümüyle ........ oluncaya (Allah için tatbik edilinceye ) kadar onlarla ........”
Fitne konusunda müslümanların görevlerini bildiren Bakara, 193 ve Enfâl sûresi 39. âyetlerin meâli olan yukarıdaki ifadede boş bırakılan yerlere, aşağıdaki seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) fitne; hüküm; İslâm’ın; cihad edin
b) fesat; egemenlik; Allah’ın; uğraşın
c) fitne; din; Allah’ın; savaşın
d) küfür, din; müslümanların; tebliğ edin
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1155 -
254- Sihir konusuyla ilgili, aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Sihir, Kur’ân-ı Kerim’de daha çok Hz. İsa’nın büyücülerle mücâdelesi bağlamında konu edilmiştir. Hz. İsa, sihirbazlarla yaptığı mücâdelelerin bazısında yenilmiştir.
b) Câhiliyye mensubu müşrikler, peygamberlere karşı çıkarken; onlara, getirdikleri vahye ve gösterdikleri mûcizelere “bu bir sihirdir/büyüdür” diye, bile bile iftira etmişlerdir.
c) Fayda ve zarar konusundaki anlayışla tevhidi zedelediğinden, korku ve vehimlere sebep olduğundan ötürü sihir ve büyü yapmak, büyük günahlardan sayılır ve şirk kabul edilir.
d) Sihrin bir aldatma, göz bağlama, el çabukluğu ve bazı teknik hilelere dayanan bir yanılsama mı, yoksa gerçekten insan zihni ve duyularına, hatta bedenine gerçek bir müdâhale mi olduğu, yani sihrin etkisinin olup olmadığı, İslâm ulemâsı arasında tartışmalı bir konudur.
255- Bir müslümanın, düşmanı olan kâfirlerden, ellerinde bazı yetkiler bulunan İslâm düşmanlarından gelecek tehlikeden dolayı, olduğundan farklı görünüp onlardan korunmasına ne ad verilir?
a) tahkiye b) tahiyye c) takiyye d) takviye
256- Toplum olarak Allah’ın gazabını hak edenler, tarihte genellikle “helâk” edilmişlerdir. Kur’ân-ı Kerim’e göre, aşağıdakilerden hangisi toplumsal helâkin sebeplerinden biri değildir?
a) uyarıcıları yalanlama
b) zulüm ve sömürü
c) istikbar (büyüklük taslama)
d) Unutarak ve hata ile haram işleme
257- Kur’ân-ı Kerim, Hz. Süleyman’a verilen lütuflardan biri olarak bir mâdenin kendisi için eritilerek sel gibi akıtıldığından bahseder. Bu mâden ne idi?
a) altın b) gümüş c) demir d) bakır
- 1156 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
258- Kur’ân-ı Kerim, Sebe’ kraliçesi Belkıs’ın tahtının Hz. Süleyman’ın isteği üzerine, göz açıp kapamadan daha kısa bir sürede yanına getirildiğini haber veriyor. Bunun üzerine, Kur’an’ın ifadesine göre Hz. Süleyman ne demişti?
a) “Bana bu nimetleri ve kimseye verilmeyen mülkü veren Allah'a hamd olsun!”
b) “Bu, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin verdiği lütfundandır.”
c) “Bana Belkıs’ın tahtını kısa zamanda getirdiğin gibi, onu da müslüman olarak bana ulaştır; Sen her şeye güç yetirensin!”
d) “Sen mülkü dilediğine verir, dilediğinden de mülkü çıkarıp alırsın. Dilediğini aziz kılar, dilediğini de zelil kılarsın. Sen her şeye kaadirsin!”
259- Gerçekten inandıkları kitabın hükümlerini yaşamaya çalışan ehl-i kitap için dinimiz, diğer müşriklere tanımadığı bazı ayrıcalıklar tanımıştır. Onların kestiklerinin helâl olması ve onlardan namuslu hanımlarla bir müslümanın evlenebilmesi bunlardandır. Diğer önemli ayrıcalık, aşağıdakilerden hangisidir?
a) İslâm idaresine itaat eden ehl-i kitap, cizye ve haraç karşılığında kendi ibâdetlerini serbestçe yapabilir ve İslâm memleketinde normal vatandaş haklarına sahip olurlar.
b) İslâm devletinde askerlik, komutanlık yapabilir; vezirlik, sadrâzamlık gibi yöneticiliklere getirilebilir; her çeşit saygın konumlarda bulunabilirler.
c) Kitap ehli olduklarından, İslâm devletinde okullarda onlardan yararlanılabilir; öğretmenlik gibi çocuk ve insan yetiştirme, eğitip terbiye etme konularında, diğer müşriklerin aksine onlara görev verilebilir.
d) Onlar ehl-i kitap olduklarından, âhirete şeksiz inandıkları müddetçe, diğer müşrikler gibi ebedî cehennemde kalmayacaklar, varsa cezalarını çektikten sonra müslümanlar gibi cennet hayatı yaşayacaklardır.
260- Bakara sûresi, 102. âyet, bilindiği gibi sihirle ilgili Kur’an’da en geniş bilgi veren âyettir. Bu âyette ifade edildiğine göre, kötülük yapmaları ve özellikle karı-koca arasını açmaları için insanlara sihir öğretenler kimlerdir?
a) Cinler b) melekler c) insanlar d) şeytanlar
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1157 -
261- Dünyayı âhiret hayatına tercih ettiklerinden dolayı Allah’a şirk koşanlar, ömürlerinin çok uzun olmasını arzu ederler. Seçeneklerden hangisi, yahûdi ve müşriklerin dünyaya karşı böyle hırsla dolu olmasının sebeplerinden biri değildir?
a) Dünyadaki nimetleri terketme korkusu
b) Âhirette, karşılaşacakları azabın şiddetini bildikleri için
c) Yeryüzünde halîfeliği gerçekleştirmek ve yeryüzünü îmar ve ıslah etmek için
d) Uzun yaşamak sûretiyle azabın kendilerinden uzaklaştırılacağını zannettikleri için
262- Allah’a, meleklerine ve peygamberlerine düşman olduklarını gizli veya açıktan ilân edenlere karşı Allah’ın tavrı ne olmuştur?
a) Allah bu tür inkârcı kâfirleri, hemen helâk etmiştir.
b) Allah, kendisini inkârcı kâfirlerin düşmanı olarak ilân etmiştir.
c) Onlar sadece kendilerine kötülük yapıp başkalarına zarar veremeyecekleri için, Allah onların bu tavırlarını dikkate almamıştır.
d) İnsanlara ibret olması için bunları domuza ve maymuna çevirmiştir.
263- Lügatta, “bir şeyi iptal etmek ve onun yerine başka bir şeyi getirmek, yok etmek, nakletmek, kaldırmak, hükümsüz kılmak, yazdırmak ve değiştirmek” gibi anlamlara gelen; ıstılahta ise, “şer’î bir delille sâbit şer’î bir hükmün daha sonra gelen yeni şer’î bir delille kaldırılması, ilgâsı, değiştirilmesi” demek olan, “önceden gönderilmiş olan kitapların Allah tarafından yürürlükten kaldırılıp yerine bir benzerinin getirilmesi” için kullanılan Kur’ânî kavram, aşağıdakilerden hangisidir?
a) hüküm b) nesh c) nisyân d) sehv
264- İslâm tarihi boyunca, dünyanın başka hiçbir ülkesinde bugüne kadar bir benzerine şâhit olunmayan bir uygulama ile, Türkiye’deki tüm câmilerde ezanın Arapça aslıyla okunuşu yasaklanmıştı. Namaz vakti gelince, minâreden “Tanrı uludur” diye başlayan Türkçe resmî ezan(!) okumayı kabullenmeyip “Allahu ekber!” diye başlayan esas ezanı okuyanlar, büyük işkence ve cezalara çarptırılıyordu. Bu uygulama, hangi yıllarda oldu?
a) 1932-1950 b) 1938-1946 c) 1940-1950 d) 1944-1960
- 1158 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
265- İbâdetlerin en büyüklerinden biri olan “zikir”, toplumumuzda sadece bir-iki anlamda kullanıldığı halde, Kur’ân-ı Kerim’de 30’un üzerinde farklı mânâlarda kullanılmaktadır. Seçeneklerden hangisi, zikrin anlamlarından belli başlılarını tümüyle doğru olarak vermektedir?
a) Anlamak, delil, düşünmek, namaz, oruç, zekât, görmek, işitmek, yaşamak, sevmek, saymak, ihsan...
b) Anmak, besmele, düşünmek, hatırlamak, ibâdet etmek, ibret almak, Kitab, Kur’an, namaz kılmak, okumak, öğüt, şükretmek...
c) İbret almak, iman etmek, dille anmak, tefekkür etmek, tesbih çekmek, cihad etmek, haccetmek, takvâ, hidâyet, ihsân, şükür, infak etmek...
d) Velî edinmek, hâkimiyet, rükû, secde, sabretmek, inzâr, müjdelemek, duâ etmek, rızık, bilmek, şefaat, affetmek...
266- Hevâ sahibi insanlara ve özellikle hevâsını tanrı edinenlere ceza olarak sunulan ve kelime anlamı “çukur”, “düşülen uçurum” olan Kur’ânî kavram, aşağıdakilerden hangisidir?
a) hızy b) râzıye c) cahîm d) hâviye
267- Bugün halk ve kültürlü kesim arasındaki kullanıldığı şekilde, anlamı tümüyle tahrif edilmiş Kur’an kavramlarından biri olan “millet” kavramı, Kur’ân-ı Kerim’de 15 yerde geçer. Bütün bu âyetlerde millet kelimesi, hangi mânâda kullanılır?
a) ulus b) halk c) din d) İslâm
268- “Mutlak .......... yoktur. .......... varlığı, aslî değil; ârızîdir, yani .......... zâtı yoktur. .........., bir şeyin veya bir kemâlin yokluğudur, eksikliktir. Allah hikmetsiz bir şey yaratmadığından, var olan bir şeyde mutlaka .......... yönü de vardır. Yani, .......... mutlak; .......... ise ârızî (yani, nisbî, göreceli)dir. Mutlak .......... vahiy bildirmiştir. Beşer kaynaklı .......... ise bilinmeyebilir; yani beşer açısından hoşa giden bir şey .......... olabildiği gibi; hoşa gitmeyen bir şey de .......... olabilir.”
Hayır-şer konusunda, İslâm düşünürlerinin Kur’an’dan yola çıkarak değerlendirmelerini belirten yukarıdaki ifadede boş bırakılan yerlere sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) şer; şerrin; hayrın; hayır; hayır; şer; şer; hayrı, şer; şer; hayır
b) hayır; şerrin; hayrın; şer; hayır; hayır; hayır; şerri; şer; şer; hayır
c) şer; şerrin; şerrin; şer; hayır; hayır; şer; hayrı; hayır; şer; hayır
d) şer; şerrin; şerrin; hayır; şer; şer; şer; hayrı; şer; hayır; şer
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1159 -
269- İhtilâf konusuyla ilgili olarak aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Fıkhî/ictihadî konularda ihtilâf kaçınılmazdır. Asr-ı saâdet döneminde ashâbdan itibaren bu tür ihtilâflar hep olagelmiştir.
b) Kur’an’da müteşâbih, müşterek ve mecâzî lafızların varlığı, insanların ihtilâfına zemin hazırlamıştır. İhtilâfın tümü, gayr-ı meşrû olsaydı, bu tür ifadeler yerine daha açıkları kullanılırdı. Demek ki hükmü açıkça bildirilen emir ve yasakların dışında; bazı konularda ihtilâf kaçınılmazdır; Allah kullarının nasıl ihtilâf ettiklerine bakmakta, ihtilâf ahlâkına uyup uymadıkları konularında kullarını imtihan etmektedir.
c) Hz. Peygamber’in Kur’an ve Sünnette cevabını bulamadıkları konularda sahâbeye verdiği ictihad izninin ihtilâfa sebep olacağı gayet açıktır. İctihadda isâbet eden kimsenin iki, hata edenin bir sevap kazanacağını ifade eden hadis-i şerifte, hata edene de sevap verileceğinin belirtilmesi, ictihadla ilgili ihtilâfın kınanmadığı, tam aksine tasvip edildiğine dair bir delildir.
d) Kur’an ve hadislerde “ihtilâf” kelimesi, mutlak olarak zikredildiğinde hep olumlu anlamda kullanılmış, daima ihtilâfın kaçınılmaz olduğu vurgulanmıştır. Özellikle dinî inançlarla, akîdevî konularla ilgili olarak ihtilâflar, rahmet olarak değerlendirilmiştir.
270- Hatırlama ve ezberin zıddı olan; yeni bir çabayı gerektirecek şekilde bir şeyin kalpten ve bellekten kaybolması veya insanın, ya düşünce zayıflığından veya gaflet ve kasıttan dolayı kendisine emânet bırakılan bir şeyi terk edip anmaması, ihmal etmesi anlamına gelen kelimeye, Kur’an kavramı olarak ne denir?
a) sehv b) nesh c) gaflet d) nisyân
271- Velî kavramıyla ilgili olarak aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Kur’an’ın dost olarak gösterdiği insanları sınırsız bir şekilde sevmek; Kur’an’ın düşman olarak tanıttıklarını da aşırı şekilde düşman kabul edip her durumda düşmanca tavır takınmak gerekir.
a) “Evliyâ” kelimesi velî kelimesinin çoğuludur; dostlar demektir. Kur’ân-ı Kerim’e göre, “Evliyâullah (Allah’ın dostları)” olduğu gibi; “evliyâu’ş-şeytan (şeytanın dostları)” da vardır.
a) Mü’minler; mü’minleri bırakıp kâfirleri, müşrikleri, hıristiyan ve yahûdileri dost edinemezler. Kâfirler birbirlerinin velîleri/dostlarıdır.
a) Düşmanlık ve dostluk, tevhidin gereğidir; imanın dışa yansımasıdır. Her din ve ideolojinin dostluk-düşmanlık anlayışı kendine hastır.
272- Sözlük anlamı, “yargı ve yargıda bulunmak, hükmetmek, karar vermek, idare etmek, ata gem vurmak” olan; terim olarak, “hakkında âyet ve hadis olan itikada ve ibâdete ait bütün prensipler” demek olan Kur’an kavramı, seçeneklerden hangisidir?
a) hükm b) nesh c) insâ d) ictihad
- 1160 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
273- Bilindiği gibi, namaz ve Kur’an okumaktan sonra en faziletli zikirler; “tehlîl”, “tesbîh”, “tahmîd” ve “tekbîr”dir. Bunlardan “tehlîl” ne demektir?
a) “Elhamdü lillâh (Hamd ve senâ, her çeşit övgü Allah içindir)” sözünü söylemektir.
b) “Sübhânallahi ve bi-hamdihî (Allah’ım, Seni hamdinle tesbih ederim)” demektir.
c) “Lâ ilâhe illâllah (Allah’tan başka ilâh/tanrı yoktur)” sözünü söylemektir.
d) “Muhammedur rasûlullah” sözünü söylemektir; bunun birinci kısmı olan “Lâ ilâhe illâllah” ifadesine ise tevhid veya kelime-i tevhid denir.
274- İslâm’a göre üç mescid, diğer câmilerden daha yüce ve ayrıcalıklıdır. Diğer câmilere göre bu mescdilerde kılınan namazlar çok daha faziletlidir. Hadis-i şerifte belirtildiği üzere, başka mescidlere özel olarak seyahat ve ziyaret câiz olmadığı halde; bu üç mescide özel olarak ziyaret yapılabilir. Bu üç mescidin adları, seçeneklerden hangisinde tümüyle doğru sıralanmıştır?
a) Mescid-i Harâm, Mescid-i Aksâ, Mescid-i Ayasofya
b) Mescid-i Harâm, Mescid-i Aksâ, Mescid-i Nebevî
c) Kâbe, Mescid-i Nebî, Mescid-i Kubâ
d) Kâbe, Mescid-i Aksâ, Mescid-i Selimiye
275- “Bir şeye karşı aşırı sevgi ve bağlılık, arzu ve istek, nefsin tabiatında olan hislerinin icabına göre hareket ederek yükseklerden yüz çevirip süflî tarafa eğilim göstermesi, benliğin şehvet tarafına geçerek ruha sırt çevirmesi” anlamına gelen Kur’an kavramı seçeneklerden hangisidir?
a) nefis b) şirk c) endâd d) hevâ
276- Sözlük anlamı olarak, “dost, arkadaş, yakınlık duyan, sevgi bağıyla bağlanan” gibi anlamlara gelen; ıstılah olarak, “bir kimsenin veya bir topluluğun menfaatleri ve elde etmek istedikleri amaçlar doğrultusunda her türlü işlerini üzerine alan ve bu konularda tam bir tasarruf hakkına sahip olan idareci, hâkim otorite, koruyucu, gözetici, mâlik, yardımcı, sırdaş ve dost” mânâlarında kullanılan, akîdeyi de yakından ilgilendiren Kur’an kavramı nedir?
a) kardeş b) mü’min c) velî d) muhsin
277- Bilindiği gibi, İslâm’ın kesin bir şekilde yasakladığı câhiliyye özelliklerinden biri ırkçılıktır. Yanlış olarak “milliyetçilik” de denilen ırkçılık ve kavmiyetçilik, hadis-i şeriflerde ve İslâmî literatürdeki hangi Arapça kelimenin karşılığıdır?
a) ırkiyye b) asabiyye c) milliye d) cinsiyye
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1161 -
278- “Hayır ve şer” konusuyla ilgili aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Şirk, küfür, isyan ve günahlar dahil, hiçbir şey aslında şer değildir; bizim şer zannettiğimiz her şeyde hayır vardır.
b) İmtihan için, kulun terbiyesi ve olgunluğuna yönelik belâlar, sonuç itibarıyla şer değil; hayırdır.
c) Vahiy ve vahiyle irtibatlı olan ilim ve hikmet mutlak hayırdır. Aslında hayır, bizim değil; Allah’ın hoşlandığı (râzı olduğu) şey, şer de O’nun hoşlanmadıklarıdır.
d) Kötülüklerin, günahların cezası olarak karşılaşılan musîbetler, aslında şer değil; hayırdır.
279- Aşağıdaki unutkanlık çeşitlerinden hangisi, sorumluluğu olmayan, kişiyi günahkâr yapmayan, beşer olmanın sonucu normal bir unutmadır?
a) önemsememekten dolayı unutmak; Mâun sûresinde “namazdan sehv (namaza önem vermemekten dolayı unutma)”, Hz. Âdem’in yasaklanan ağaçla ilgili unutması gibi.
b) nankörlük anlamındaki unutma; insanın başına bir sıkıntı gelince sadece Rabbine yalvardığı halde; Allah nimet verince, yalvardığını unutup, O’na eşler koşması gibi.
c) insanın yaptığı işte özenin kaybolmasından dolayı unutma; gafletten dolayı, dünyaya aşırı meyil ve şeytana uymaktan dolayı Allah’ı, ibâdeti unutmak gibi.
d) hayat tecrübesi esnasında kazanılan yeni bilgiler sebebiyle, eski bilgilerin zihinden çıkması şeklindeki unutma; Hz. Mûsâ ile genç arkadaşının denizin birleştiği yerde balıklarını unutması gibi.
280- Kur’ân-ı Kerimde, “Allah’ın mescidlerinde O’nun adının anılıp zikredilmesine engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zâlim kim vardır?!... Bunlar için dünyada rezillik, âhirette de büyük azap vardır.” (2/Bakara, ) buyuruluyor. Ayasofya Câmiinin vakfiyesini hazırlatan Fâtih de, “câmi vakfının bir şartını bile değiştirip farklı uygulama yapanlara lânet etmekte, azaplarının hafiflememesi için bedduâ” etmektedir. Bir câminin ibâdete kapatılıp müzeye dönüştürülmesi, sadece T.C.’de görülen bir uygulamadır. Doğu Roma İmparatorluğu’nun en önemli kiliselerinden biri olarak 537 yılında yapılan ve 29 Mayıs 1453 yılına kadar kilise olarak kullanılan yapı, İstanbul’un fethiyle birlikte câmiye çevrildi. Yaklaşık 480 yıl câmi olarak kullanılan, fetihle birlikte “İslâmbol”a dönüşen İstanbul’un en büyük fetih sembolü olan Ayasofya câmii, hangi tarihte müzeye çevrildi?
a) 1960 b) 1946 c) 1934 d) 1928
- 1162 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
281- Bakara sûresi, âyette ifade edildiği üzere, yahûdi ve hıristiyanların çoğu, gerçeği bildikleri halde, müslümanları niçin imanlarından vazgeçirip küfre döndürmek istemektedir?
a) müslümanları sevdikleri ve onların kurtulmalarını istedikleri için
b) düşmanlıklarından dolayı, onların cehenneme gitmelerini istedikleri için
c) içlerindeki kıskançlıktan ötürü, hasetçilik sebebiyle onların iyiliğini istemediklerinden
d) müslümanların kendilerini öldüreceklerini düşündüklerinden dolayı
282- Lügat anlamı; “fırka fırka, grup grup olma, ayrılma, anlaşmazlık” anlamına gelen, mü’minler arasına düşmanlık sokmak, onları parçalara ve bölüklere ayırmak, bir bütün olan (olması gereken) ümmeti bölüp parçalamak demek olan ve Tevhid dini İslâm’ın kesin bir şekilde yasakladığı ihtilâf şekline, Kur’an kavramı olarak ne denilir?
a) ihtilâf b) tefrika c) fırka d) münâzara
283- Bilindiği gibi, bir müslümana göre, hâkimiyet/egemenlik, kayıtsız şartsız Allah’a âittir. İslâm’a göre, Allah’ın indirdikleri ile insanları yönetmek zorunda olan yöneticide bulunması gereken bazı şartlar vardır. Seçeneklerden hangisi, bu şartlardan biri değildir?
a) Müslüman (ve müctehid) olmalı, ehil olmalıdır.
b) Özel bir seçim şekli olan “biat”la işbaşına gelmelidir.
c) Yönetimde şûrâyı (istişâre/danışma) esas almalı, adâletle hükmetmelidir.
d) Anlaşmazlık olursa, halkın hakemliğine gitmeli; halkın çoğunluğuna uymalıdır.
284- Kur’ân-ı Kerim’e göre, Allah’ın velîleri (evliyâullah) kimdir?
a) Müttakî mü’minler, yani iman edip Allah’tan korkup sakınanlar
b) Kerâmet gösterebilen, yani olağanüstü güçleri olan büyük insanlar
c) Kabirlerinde yattıkları yerden kâinatta tasarruf yapan, insanlara yardım eden zâtlar
d) Peygamberimizin zamanında yaşayan, günümüze kadar insanların örnek aldığı şahsiyetler
285- Sözlükte “terk etmek, önemsememek, dikkatsizlik, dalgınlık ve ihmal” gibi anlamlara gelen; terim mânâsıyla, “bir şeyin gerekliliği ortada iken bunun idrâk edilmemesi, ya da yeterince dikkatli ve uyanık hareket edilmediği için insana gelen yanılgı, bir şeyi bile bile terketmek, ona karşı unutkan bir tavır takınmak” şeklinde anlaşılan ve “zikir” kelimesinin karşıtı olan Kur’an kavramı nedir?
a) nisyan b) isyan c) unutma d) gaflet
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1163 -
286- Bakara sûresi, âyette ifade edildiği üzere, “Allah çocuk edindi” diyerek Allah’a çirkin şekilde iftirâ edenler, kimleri Allah’ın çocuğu olarak iddiâ etmişlerdir?
a) yahûdiler Hz. Uzeyr’i, hıristiyanlar Hz. İsa’yı, Mekke’li müşrikler melekleri
b) yahûdiler Hz. Mûsâ’yı, hıristiyanlar Hz. İsa’yı, Mekke’li müşrikler Hubel’i
c) yahûdiler Hz. Uzeyr’i, hıristiyanlar, Hz. Meryem’i, Mekke’li müşrikler atalarını
d) yahûdiler Hz. Mûsa’yı, hıristiyanlar, Hz. İsa’yı, Mekke’li müşrikler melekleri
287- Günümüzde mescidler/câmiler, sadece namaz kılmak için kullanılmaktadır. Temel örneğimiz olması gereken asr-ı saâdette ise, mescidlerin namaz kılma yanında; bireysel, sosyal ve siyasal hayatın hemen her alanıyla ilgili fonksiyon icrâ ettiğini görmekteyiz. Seçeneklerden hangisi, asr-ı saâdetteki mescidin fonksiyonlarından değildir?
a) hastahane, hapishane, askerî karargâh
b) ticaret, kayıp ilân yeri ve kısas uygulama mahalli
c) nikâh salonu, eğitim ve kültür merkezi
d) irşad, buluşma ve istirahat yeri
288- Medine’de, müslümanların arasına tefrika sokmak, onlara zarar vermek amacıyla, münâfıklarca inşâ edilen, içinde mü’minlerin namaz kılmaları Allah tarafından yasaklanan mescide Kur’an-ı Kerim’de ne ad verilmiştir?
a) karar b) zarar c) dırar d) ficâr
289- Sözlükte; “istenmeyen, arzu edilmeyen, her açıdan kendisinden kaçınılan şey” anlamlarına gelen, “fesat, bozukluk, kötülük, kötü şey, zulüm, cezayı gerektiren iş, sıkıntı, belâ, musîbet ” gibi mânâlarda kullanılan kavram nedir?
a) zarar b) haram c) fısk d) şer
290- Bakara sûresi âyette ifade edildiği üzere, yahûdiler ve hıristiyanlar, ne zaman müslümanlardan râzı olup onları kendilerine yakın hissederler?
a) Müslümanlar, onları taklit edip, onlara benzedikleri zaman
b) Müslümanlar, kendileri için tehlike oluşturmadıkları zaman
c) Müslümanlar, İslâm’ı terkedip onların milletine, yani dinine girdikleri zaman
d) Müslümanlar, cihadı terkedip onlarla iyi ilişkiler içinde oldukları zaman
- 1164 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
291- Câmiye giren kimsenin, mescidi selâmlama ve câmiye saygı gösterme kasdıyla Allah rızâsı için, kılması tavsiye edilen iki rekâtlık namaza ne ad verilir?
a) tahiyyetü’l-mescid
b) tahlîsu’l-mescid
c) tahliyetü’l-mescid
d) takıyyetü’l-mescid
292- Kur’an’da ve ıstılahta “din” kavramı, sadece hak din için, yani özel ve dar anlamıyla İslâm için kullanılmaz. Din kelimesinin geniş olarak ele alındığı ve ıstılahtaki veya pratikteki anlamı; “Bir dünya görüşünü, bir hayat şeklini belirleyen görüşler, emirler ve yasaklar manzûmesidir.” Yani, “üstünlüğü kabul edilen kanun ve kurallarla belirlenmiş yaşama şekline din denir.” Dolayısıyla “her din, bir hayat şeklidir ve her hayat şekli bir dindir” görüşü, genel itibarıyla doğru bir görüştür. Buna göre, dinlerin tasnifi konusunda aşağıdakilerden hangisi doğrudur?
a) Dinler dörde ayrılır: İslâm – Hıristiyanlık – Yahûdilik – Putperestlik
b) Dinler üçe ayrılır: Hak din (İslâm, Hıristiyanlık, Yahûdilik) – Bâtıl din (şirk) – Tâğûtî din (Putperestlik ve bir insanı putlaştırma/ilâhlaştırma)
c) Dinler üçe ayrılır: Hak din (İslâm) – Muharref dinler (Hıristiyanlık ve Yahûdilik) – Bâtıl dinler (Uydurma dinler; kapitalizm, komünizm, Kemalizm gibi)
d) Dinler dörde ayrılır: Hak din (İslâm), Muharref dinler (Kapitalizm, komünizm gibi) – Bâtıl dinler (Hıristiyanlık, Yahûdilik) – Uydurma dinler (Mecûsîlik gibi)
293- Zâlim ve fâsığın imâmeti/yöneticiliği konusunda, mürcie adlı sapık grubun dışında tüm İslâm âlimlerinin görüşü olarak, aşağıdakilerden hangisi doğrudur?
a) Zâlim ve fâsık yönetici, gayr-ı meşrûdur; ümmet, -eğer imkânı varsa- onu hemen alaşağı eder.
b) Zâlim ve fâsık yönetici, mekruh görülmekle birlikte, yöneticiliği câizdir/geçerlidir.
c) Zâlim ve fâsık yönetici, "ülü’l-emr" olduğu için kendisine itaat gerekir, isyan edilmez.
d) Özellikle günümüzde bu vasıflara sahip olmayan imam/yönetici bulunamayacağından, mecbûren ve fiilî durum olarak kabul edilir.
294- Güzel işleri, gerektiği gibi en güzel şekilde yapan, güzellikler sergileyen, ihsân üzere olan kişilere Kur’an kavramı olarak ne denilir?
a) Muhsin b) Husn c) İhlâs d) Muhlis
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1165 -
295- İlâhî gerçeklerden yüz çevirenleri Allah nasıl tanımlıyor?
a) Zekî ve uyanık b) Bedensel özürlü
c) Kendini bilmezler d) Zavallı
296- Bakara sûresi, 145. âyette kıble hususunda hangi gerçekler açıklanıyor?
a) Yahûdi ve hıristiyanlara her türlü âyet, delil olarak getirilmiş olsa bile müslümanların kıblesine dönmezler.
b) Hz. Peygamber ve O'nun ümmeti de ehl-i kitabın kıblesine dönecek değillerdir.
c) Onlar da birbirlerinin kıblesine dönmezler.
d) Hepsi.
297- Bakara sûresi, 139. âyetin hükmü doğrultusunda, Allah hakkında tartışma açıp O'nu polemik konusu yapan istismarcıların bu davranışları karşısında nasıl tavır almak gerekir?
a) Onları derhal öldürmek gerekir.
b) Onların polemiklerine polemikle karşılık vermek gerekir.
c) "Herkesin inancı ve dini kendisine aittir" diyerek tartışmayı kesmek gerekir.
d) Onları iknâ etmek için uğraşmaya devam etmek gerekir.
298- Bakara sûresi, 138. âyette "Sıbğatullah" olarak telaffuz edilen ve "Allah'ın boyası" anlamına gelen bu tâbir ile ne kastedilmiştir?
a) Allah'ın en çok sevdiği renk kastedilmiştir.
b) Allah'ın rengi/boyası anlamında kullanılmıştır.
c) Allah'ın arzuladığı fıtrat ve ahlâk güzelliği anlamında kullanılmıştır.
d) Hepsi.
299- Bakara sûresi’nin 125. âyetinde Allah Kâbe'nin bazı temel özelliklerinden bahsetmektedir. Seçeneklerden hangisi bu özelliklerden değildir?
a) Kâbe'nin inşâ edildiği taşlar cennetten indirilip getirilmiştir.
b) Kâbe güvenli bir yer ve toplanma mekânıdır.
c) Tavâf etme, rukû ve secde yeridir.
d) Temiz tutulması gereken bir mesciddir.
- 1166 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
300- Yahûdiler ve hıristiyanlar ne zaman müslümanlardan râzı olup onları kendilerine yakın hissederler?
a) Müslümanlar onlar için tehlike oluşturmadığı zaman.
b) Müslümanlar kendi dinlerini terk edip onların dinlerine girdikleri zaman.
c) Müslümanlarla barış sözleşmesi yaptıkları zaman.
d) Onlar müslümanları zaten kendilerine yakın hissetmektedirler.
301- Kur'ân-ı Kerim'de İbrâhim (a.s.)'den övgüyle söz edilmiş ve bazı güzel vasıflarından bahsedilmiştir. Aşağıdakilerden hangisi, İbrâhim (a.s.)'in Kur'ân-ı Kerim'de bahsedilen özelliklerinden biri değildir?
a) Hanîf (Muvahhid, Allah'ı bir tanıyan, Hakka yönelmiş)
b) Evvâh (Başkalarına çok üzülüp âh eden, bağrı yanık)
c) Halîl/Halîlullah (Dost, Allah dostu)
d) Cebbâr (Cebreden, zor kullanan, hak edenlere baskıcı)
302- Aşağıdakilerden hangisi, hak dinin özelliklerinden değildir?
a) Meleklere inanmak
b) Âhirete inanç
c) Tüm peygamberlerin şeriatına uymak
d) İtikatta değişmezlik
303- Güzel ve güzellik konusunda aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) "Husün" (güzellik/iyilik) ve "kubuh" (çirkinlik/kötülük); İlâhî övgü veya yergiye, sevap ve ikaba götüren fiillerin temel niteliğini belirten kavramlardır.
b) Husün ve hasene (güzellik ve iyilik), Kur'an'ın güzel dedikleridir. Kubuh ve seyyie (çirkinlik ve kötülük) de Kur'an'ın yasakladığı şeylerdir.
c) Husün ve kubuh konusunda, mezheplerin ve âlimlerin görüşünü şu iki cümle ile özetlemek mümkündür: "Allah'ın emrettiği şeyler güzel, nehyettiği şeyler çirkindir." "Allah, güzel olan şeyleri emreder, çirkin olan şeyleri de yasaklar."
d) Husün ve kubuh, subjektif ve göreceli kavramlardır. Neyin güzel ve çirkin olduğu, insandan insana göre değişir; herkes için geçerli olacak değişmez bir güzellik ve çirkinlik ölçüsünden bahsetmek mümkün değildir.
304- Sözlükte, "bir şeyi, içine karışmış ve değerini düşürmüş olan başka şeylerden temizleyip arındırmak, saflaştırmak" anlamına gelen; terim olarak "ibâdet ve iyilikleri riyâdan ve çıkar kaygılarından arındırıp sadece Allah için yapmak" demek olan Kur'an kavramı, seçeneklerden hangisidir?
a) Rızâ b) İhlâs c) Riyâ d) Hikmet
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1167 -
305- Kur'ân-ı Kerim'de insanları ateşe çağıran küfür imamlarına (kâfirlerin liderlerine/önderlerine) karşı müslümanların nasıl davranmaları emredilmektedir?
a) Onlarla savaşmak, dinimize saldırırlarsa, onları öldürmeye çalışmak.
b) Onlara emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i ani'l-münker yapmak.
c) Onlara tekrar tekrar dâvet ulaştırmak ve nasihat etmek.
d) Onları sevmemek ve onlarla beraber olmamak.
306- Sözlükte; cemaat, yol, din, nesil veya topluluk demek olan; terim olarak "kendi irâdeleriyle veya bir zorunluluk sonucunda aynı yerde, aynı zamanda veya aynı dine uymak sûretiyle bir arada yaşayan, tek bir dine mensup insan topluluğu"na Kur'ânî kavram olarak ne denir?
a) İmam b) Millet c) Ümmet d) Halk
307- Hadis-i şerifte "hikmet"in başı olarak ne gösterilmektedir?
a) Allah'a iman b) Allah sevgisi
c) Allah korkusu d) Allah'a ibâdet
308- Kapitalizm, Kemalizm, Demokrasi ve Laiklik için, aşağıdakilerden hangisi tam doğrudur?
a) Bunlar çağımızın idare şekillerindendir. İyisi de olur, kötüsü de.
b) Bunlar bâtıl/uydurma dinlerdendir. Bâtıl dinlerdeki tüm özellikler bunlarda da vardır.
c) Bunlar muharref dinlerdir.
d) Bunlar, din olarak kabul edilmez. Sadece yönetim şekli ve ideolojik anlayışlardır. Bunların, varsa kötülüklerinden sakınmalıyız.
309- Seçeneklerden hangisi ümmet bilincine en fazla zarar veren câhiliyye anlayışıdır?
a) Sosyalizm-komünizm b) Irkçılık-milliyetçilik/ulusalcılık
c) Ahlâksızlık-hayâ eksikliği d) İbâdetlerde ihmâlkârlık
310- Hz. İbrâhim'in duâsında belirtilen Peygamberimiz'in vasfı nedir?
a) Kitabı öğretmek b) Hikmeti öğretmek
c) İnsanları temizlemek d) Hepsi
- 1168 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
311- Bakara sûresinin 142-150. âyetlerinde temas edilen kıble değişikliği ve bu konuya verilen önem ile toplumdaki hangi değişiklik vurgulanmak istenmektedir?
a) İmamlığın/önderliğin el değiştirip İsrâiloğullarından alınıp Muhammed ümmetine geçmesi
b) İsrâiloğullarının bozulup değişmesi; İsmâiloğullarının ise kötü durumlarını ıslah edip hayra doğru değişmesi
c) Kudüs’ün ve orada bulunan Mescid-i Aksâ’nın İslâm hâkimiyetinden çıkması; Kâbe’nin ise putların mekânı olmaktan çıkıp tevhidin simgesi haline gelmesi
d) Ashâbın Mekke dönemindeki baskılardan kurtulup özgürce, istedikleri kıbleyi seçip oraya yönelebileceği şeklinde Medine’deki yönetimin değişip İslâmlaşması
312- Allah Teâlâ, biz mü'minlerden hangi hususta yarışmamızı emrediyor?
a) Bilgi edinmede b) Ticarette
c) Hayır işlemekte d) Helâl olan spor dallarında
313- Aşağıdakilerden hangisi "İslâm dini" için doğru değildir?
a) İslâm dini, insanın fıtratına (yaratılışına) uygundur.
b) İslâm dininin mesajı ve hükümleri, sadece Peygamberimiz’in yaşadığı zamana yöneliktir.
c) İslâm inanç esasları, herkesin anlayabileceği şekilde açık ve nettir.
d) İslâm’a göre hüküm ve egemenlik sadece Allah’a aittir.
314- İnsanların kendi kafalarından/hevâlarından uydurdukları hayat şekillerine/dinlere ne ad verilir?
a) Hak din b) Muharref din
c) Bâtıl din d) Dinsizlik dini
315- İslam’ın hükümleri; 1- İman, 2- amel, 3- Ahlâk, 4- Hukuk olmak üzere dört kısımdır. Buna göre; “devlet yönetimi, toplum idaresi, evlenme, boşanma, ticaret, cezalar, dâvâlar ve mirasla ilgili hükümler”, yukarıdaki hükümlerden hangisine girer?
a) İman b) Amel c) Ahlâk d) Hukuk
316- Kendisine uyulan, önde olan, önder ve lider anlamına gelen, cemaatin veya ümmetin önderine, dünyayı din ile idâre etmede peygamberliğe vekâlet eden kimseye Kur'ânî kavram olarak ne denir?
a) Halîfe b) Emîr c) İmam d) Sultan
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1169 -
317- Derin anlayış sahibi olma, gerçeğin bilgisi, isâbetli ve tutarlı iş yapma anlamına gelen, mü'minin kaybettiği yitiğine Kur'ânî kavram olarak ne denmektedir?
a) Hikmet b) Hüküm c) Fıtrat d) İmâmet
318- Bakara sûresi, 134 ve 141. âyetlerde belirtilen “herkesin yaptıklarının kendisine âit olduğu ve eski ümmetlerin yaptıklarından sorguya çekilmeyeceğimizi” bildiren Kur’an hükmü konusunda, seçeneklerden hangisi yanlıştır?
a) Herkes, yapmaması gerektiği halde yaptıklarından kendisi sorumludur.
b) Herkes yapması gerektiği halde yapmadıklarından kendisi sorumludur.
c) Kimse, emrettiği veya sebep olduğu, ama kendisinin bizzat yapmadığı suçlardan cezalandırılmaz.
d) Bir prensip olarak kimse, başkasının suçunu yüklenmez.
319- Aşağıdaki kavramlardan hangisi, kelime anlamı olarak "yol, şeriat, itaat, millet" anlamındadır?
a) Ümmet b) Din c) İman d) İslâm
320- Seçeneklerden hangisi, İslâm'ın özelliklerinden biri değildir?
a) Rabbânî olması b) Evrensellik
c) Tevhid dini olması d) Arapların dini olması
321- Bilindiği gibi, her insan Allah tarafından farklı imtihanlara tâbi tutulur. Topluma imam/önder olacak kimseler ise, çok yönlü ve pek zor sınavlardan geçerler. Hz. İbrâhim de büyük denemelerden geçmişti. Seçeneklerden hangisi İbrâhim (a.s.)'in sınavları konusunda tam doğru değildir?
a) Ailesiyle imtihan: Putperest babasıyla sınandığı gibi, çok sevdiği oğlunu kurban etmekle de imtihan olmuştur.
b) Ateşle imtihan: O, putlar ve putçularla tâvizsiz mücâdelesinden dolayı zâlim Firavun'la sınanmış, Neron tarafından ateşe atılmış, ama o ateşte yanmamıştır.
c) Hicretle imtihan: Allah'ın emriyle kavmini terketmiş, Mısır, Filistin, Mekke gibi farklı beldelerde tevhid mücâdelesini sürdürmüştür.
d) Çevreyle imtihan: Çevresindeki insanların tümünün müşrik ve ahlâksız olmasından dolayı, yalnız ve tek başına, tek kişilik ümmet olmakla sınanmıştır.
322- Aşağıdakilerden hangisi, bâtıl dinlerden değildir?
a) Kapitalizm b) Laiklik c) Kemalizm d) Yahûdilik
- 1170 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
323- Kişinin, başka insanlar görsün diye bir davranış içine girmesi, bir ibâdeti gösteriş için yapması, bir sâlih amelin insanların beğenisini, onların hoşnutluğunu kazanmak kasdıyla yapılmasına Kur'an kavramı olarak ne denir?
a) Riyâ b) Rızâ c) İhlâs d) Husün
324- Üstünlüğü kabul edilmiş, kanun veya kurallarla belirlenmiş olan dünya görüşü ve hayat biçimine ne ad verilir?
a) Din b) Devlet c) İslâm d) Hüküm
325- Azim, kasıt, kesin irâde, kalbin bir şeyi bilip karar vermesi, o işin niçin yapıldığını bilmesi anlamına gelen ve meşhur hadis-i şerifteki "amellerin ona göre olduğu" belirtilen kavram nedir?
a) Sâlih b) İhlâs c) Allah rızâsı d) Niyet
326- Seçeneklerden hangisi, sözlük karşılığı olarak; "teslim olmak, boyun eğmek, itaat etmek" anlamlarına gelir?
a) İman b) İslâm c) Ümmet d) İhlâs
327- Bâtıl dinlerin gerçek kurucusu/mimarı kimdir?
a) Firavun b) Nemrut c) Ebû Cehil d) Şeytan
328- Kur'an kavramlarından biri olan "husn-hasene" (güzellik ve iyilik) ile yakın anlam taşıyan kelimeler/kavramlar da Kur'an'da kullanılır. Aşağıdakilerden hangisi, bunlardan biri değildir?
a) Hayır b) Birr c) Tayyib d) Rics
329- Aşağıdakilerden hangisi, bir adı "İslâm" olan "Hak din"in, sonradan katmalar ve atmalarla tahrif edilmiş (bozulmuş) şeklidir?
a) Hristiyanlık b) Budizm c) Laiklik d) Mecûsîlik
330- İslâm dininin vahye dayalı olması, onun hangi özelliğindendir?
a) İnsanî oluşu b) Rabbânî oluşu
c) Kolay oluşu d) Evrensel oluşu
331- Seçeneklerden hangisi, İslâm dininin hükümlerinden biri değildir?
a) Din b) İman c) Amel d) Hukuk
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1171 -
332- Allah tarafından, peygamberler aracılığıyla insanlara bildirilen, dünyada ve âhirette insanları mutluluğa ulaştıracak hayat şekline ve dünya görüşüne ne denir?
a) İman b) Amel c) Hukuk d) İslâm
333- Sevgi konusundaki değerlendirmelerle ilgili olarak aşağıdaki seçeneklerden hangisi yanlıştır?
a) İmanın kemâli, Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir.
b) Allah’ı seven Rasûlullah’a tâbi olur.
c) Sevgi, bir şeyi Allah’ı sever gibi sevmektir. Herhangi bir şeyi Allah’ı sever gibi sevmeyen bir insanın sevgisi, gerçek sevgi sayılmaz.
d) Sevgi bir fedâkârlıktır, bedel ödemektir. Eylemi olmayan kuru sevgi, sevgi değildir.
334- Günahlar ve günahkârlarla ilgili sünnetullah (Allah’ın değişmez yasaları) konusunda aşağıdaki ifadelerden hangisi doğru değildir?
a) Kötülüğün cezası kötülüktür; Bir günah işleyen, sadece onun kadar (günahının misliyle) cezalandırılır.
b) Musîbetlerin tümünün sebebi, günahlardır. Kime çok musîbet gelmişse, onun çok günah işlediği anlaşılmış olur.
c) Kötülüğe/günaha seyirci kalıp rızâ göstermek, toplumun genelinin cezasını gerektiren bir günahtır.
d) Her musîbetin sebebi günah olmamasına rağmen, günah ve isyanlar musîbet sebebidir.
335- Çoğu kimselere göre, yanlış olarak, hasenesi ve seyyiesi (güzeli-çirkini) olduğu ileri sürülen, "Hz. Peygamber’den sonra ortaya çıkan, din ile ilgili olup bir eksiltme ve daha çok da bir ilâve mâhiyetinde olan, Rasûlullah’ın sünnetini/yolunu ve dini tahrip ve tahrif eden sapıklıklar"a dinî bir kavram olarak ne ad verilir?
a) Hurâfe b) Atalar yolu c) Câhiliyye d) Bid’at
- 1172 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
336- Haram-Helâl konusunda aşağıdaki ifadelerden hangisi tümüyle doğrudur?
a) Allah hiçbir kula haram-helâl koyma yetkisi vermemiştir. Dolayısıyla Peygamberimizin bir şeyi haram kılma ve nehyedip yasaklama yetkisi yoktur; O sadece Allah’ın Kitabını ve o Kitaptaki haramları insanlara tebliğ eder/ulaştırır.
b) Eşyada asıl olan haramlıktır. Allah merhametiyle bazı yasakları kulları için kaldırmış, sınırlı ve az sayıda kimi nimetleri helâl kılmıştır.
c) Her türlü eğlence araçları, keyif veren şeyler, dünya ziynetleri/süsleri dinimizde hoş görülmemiş, istisnâlar dışında bunların hemen hepsi haram kılınmıştır.
d) Haramlar konusunda iyi niyet geçerli değildir. İyi niyet haramı helâl yapmaz; iyi niyetle işlenmiş olması, bir haramın günahlığını kaldırmaz. Meselâ İslâm’a hizmet için yapılan bir haram, yine haramdır, günahtır.
337- Âyet kavramı konusunda aşağıdaki değerlendirmelerden hangisi doğru değildir?
a) Kur’an kültürüne göre, insanın önünde okunması gereken üç İlâhî kitap vardır: Kur’an, insan ve evren. Bu üç kitabın âyetlerini bir bütünlük içinde, birbirleriyle bağlantılı olarak okuyup gereğini yapmak, dünya ve âhiret saâdetinin temel sebebidir.
b) Allah’ın yarattığı insan ve kâinat âyetleri ve inzâl ettiği Kur’an âyetleri, aşamalı olarak ve zamana yayılmış şekilde değil; birden ve topyekün ortaya konulmuştur. Bu kitaplardaki âyetlerin okunması da zamana yayılmamalı, bir çırpıda okunup uygulanmalıdır.
c) Allah’ın varlığını, birliğini ve kudretini isbatlayan işaret ve delillere âyet denir.
d) Kur’an ilimlerinde âyet; sûrelerin içinde, başı ve sonu belli bir veya birkaç cümleden meydana gelmiş İlâhî sözlere denir.
338- Bakara sûresi âyet 159'da belirtildiğine göre Allah ve bütün lânet ediciler, kimlere lânet ederler?
a) Namazlarında eksikleri bulunanlara
b) Allah yolunda şehid düşmemiş olanlara
c) Musîbetlere sabretmeyenlere
d) Açık delilleri ve Kitapta gösterilen hidâyet yolunu gizleyenlere
339- Lügatta açık alâmet, nişan, belirti, iz, eser ve işaret anlamına gelen kelime, aşağıdakilerden hangisidir?
a) Şiar b) Âyet c) Cünâh d) Şeâir
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1173 -
340- Meselâ, ekmek yemenin haram olmadığı halde, hırsızlık yoluyla başkasının ekmeğini çalıp yemek helâl olmaz. Bunun gibi, “kendisi esâsen haram olmadığı halde, başka bir sebep dolayısıyla dinimizce yasaklanan” şeylere dinî literatürde ne ad verilir?
a) Li-gayrihî haram c) Li-aynihî haram
b) Zannî haram d) Helâla benzeyen haram
341- Günah konusunda aşağıdaki değerlendirmelerden hangisi tümüyle doğru değildir?
a) Büyük günah işleyen mü’minlerin bu günahlarından dolayı kâfir olup olmayacakları meselesi, bazı İslâm mezheplerince tartışılan bir konudur. O yüzden ehl-i sünnete ve diğer mezheplere göre günahlar imanı gidermese bile, samimi bir tevbeyle dönüş yapılana kadar imanın kemâl ve kalitesini, gönüldeki takvâyı giderir.
b) Günahı savunma, başka suçlu bulup kendini temize çıkarma, Allah’ın yasağına rağmen mantığını kullanıp günahın sebebini anlamadığından onu normal görme, secde etmeme günahı ve gerekçesiyle ortaya çıkan İblis/Şeytan tavrıdır.
c) Günah işlememeye çalışmak önemlidir, ama ondan daha önemlisi, günaha karşı tavırdır. Ancak hata ile, yanılarak ya da bir anlık şeytana uyarak günah işleyen mü’min, hatasında ısrar etmeyip hemen ondan vazgeçecek, pişmanlıkla tevbe çeşmesinde arınacaktır.
d) Hristiyanlıktaki aslî günah anlayışı gibi babanın günahı oğluna miras kalmaz. Kimse, kendisinin bizzat işlemediği günahtan dolayı suçlanamaz. O yüzden başkasının işlediği bir günah yüzünden, ona seyirci kalan, râzı olup tepki göstermeyen, günahı emrederek, onun işlenmesine izin vererek vesîle olanlar, günahkâr kabul edilip suçlanamazlar.
342- Kur’an’da “sevgi” kavramı en çok hangi kelimelerle ifade edilir?
a) “Velâyet” ve “zühd” c) “Hubb” ve “Meveddet”
b) “Endâd” ve “Asnâm” d) “Aşk” ve “Sevdâ”
343- Şehidlik konusunda aşağıdaki değerlendirmelerden hangisi yanlıştır?
a) Vatanı uğrunda kahramanca savaşıp düşman tarafından öldürülen kimseye şehid denir.
b) Şehid, Allah’ın bir sıfatı ve ismidir; “Eş-Şehîd”, Esmâu’l-Hüsnâ’dan biridir.
c) Şehid, Allah’la alışveriş yapmış, cennet karşılığında canını Allah’a satmış kimsedir.
d) Allah nazarında şehid kabul edilmek için mutlaka savaşta ölmek gerekmez.
- 1174 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
344- Lügat anlamı misil, denk, eş ve benzer(ler) demek olan; açıkça tapınılsın veya tapınılmasın ilâh yerine konan, tanrı olarak benimsenen, aşırı bir sevgi ve kayıtsız şartsız bir itaatle yönelinen Allah'ın dışındaki şeylere Kur'an terminolojisinde ne ad verilir?
a) Şiar b) Hurâfe c) Endâd d) Tâğut
345- Bakara sûresi âyette Allah yolunda öldürülen şehidlere “ölü” denilmesi yasaklanıyor, onların bizim anlayamayacağımız şekilde yaşadıkları, diri oldukları belirtiliyor. Sadece Allah için savaşıp O’nun yolunda öldürülen hakiki şehidlerin canlı kabul edildiklerinden dolayı cenâzelerine diğer cenâzelerden farklı muâmeleler yapılır. Bu farklı işlemlerle ilgili olarak, seçeneklerde belirtilenlerden hangisi doğru değildir?
a) Şehâdetleriyle günahlardan ve her çeşit pisliklerden arındıkları için, cenâzeleri yıkanmaz.
b) Yaşadıkları kabul edildiği için, elbiseleriyle gömülürler.
c) Allah için akıttıkları güzel kanlarla süslü elbiseleriyle Allah’ın huzuruna çıksınlar diye, kefenlenmezler.
d) Ölü kabul edilmediklerinden dolayı, cenâze namazları kılınmaz.
346- Tevhid, temel olarak ikiye ayrılır. Birincisini insanların hemen tümü denilecek kadar çoğunluğu kabul ettiği halde, ikincisi eski ve çağdaş câhiliyye tarafından kabul edilmez. Nedir bu iki tevhid çeşidi?
a) Allah’ın hâkimiyetiyle ilgili tevhid ve yaratıcılığıyla ilgili tevhid
b) Rubûbiyet tevhidi ve ulûhiyet tevhidi
c) Ubûdiyet tevhidi ve teslimiyet tevhidi
d) İtaat tevhidi, ibâdet tevhidi
347- Âlimler, Kur'an'daki "endâd" kelimesiyle ilgili olarak bununla ne murad edildiği konusunda değişik görüşler ileri sürmüşlerdir. Aşağıdaki görüşlerden hangisi endâdın anlamıyla ilgili ileri sürülen doğru görüşlerden biri değildir?
a) Endâd, müşriklerin, kendilerini Allah'a yaklaştırsınlar diye ilâh edindikleri, fayda umup zararları gidereceğini bekleyerek yöneldikleri ve Kâbe'ye koydukları meşhur putun adıdır.
b) Müşriklerin kayıtsız şartsız kendilerine itaat edip aşırı saygı duymayı gerekli gördükleri, Allah'ın haramlarını helâl/sakıncasız sayan yönetici, lider ve başkanlarıdır.
c) Allah'tan başka insanın kalbini işgal edip insanı meşgul eden arzu ve hevesler insanı esir ediyor ve kişiyi Allah’tan alıkoyuyorsa, bu nefsânî hevâ ve heves endâddır.
d) Kendilerine aşırı sevgi ve saygı duyulan futbolcu, şarkıcı, yönetici, lider veya medyumlar, insanları kandıran âlim ve bilginler endâddır.
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1175 -
348- Kur’ân-ı Kerim’de Allah’a nisbet edilerek kullanılan “şeâir” kavramının anlamları hakkında seçeneklerden hangisi yanlıştır?
a) Şeâir; Bir şeyin tanındığı belirtiler, nişanlar anlamına gelir.
b) Şeâir; Genel olarak ibâdetler, yahut hacdaki ibâdetler veya kurbanlar için kullanılır.
c) Şeâir; Farzlar, vâcipler ve kurban gibi dinî gelenekler, semboller, parola ve sloganlar anlamında kullanılan bir kavramdır.
d) Şeâir; Açık alâmet, nişan, belirti, iz, eser ve işaret anlamına gelir ve insan, evren ve Kur’an adlı üç temel şeâir vardır.
349- Şehidlik şuuruyla ilgili problemlerimizin başında gelen dünyevîleşmeyle ilgili olarak, “kâfirlerin elinde, selin önündeki çer-çöp gibi oyuncak olma”yı neticelendiren mânevî hastalığın adı olarak hadis-i şerifte “vehen”den bahsedilir. Peygamberimiz’in tanımlamasına göre ne demektir vehen?
a) Dünya zevklerini terkedip zühd hayatı yaşamak
b) Kendini tehlikeye atmak
c) Dünyayı sevmek ve ölümden korkmak
d) Âhireti inkâr edip hayatın sadece dünya hayatından ibâret olduğunu savunmak
350- Bakara sûresi âyette, sabredenlerin kendilerine bir musîbet geldiği zaman; "Biz Allah içiniz ve biz O'na döneceğiz" anlamında "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn" diyecekleri belirtiliyor. Herhangi bir musîbet zamanında söylenmesi gereken bu ifadeye ne denir?
a) İstircâ b) İstiğfâr c) İstişâre d) İstikrâ
351- Aşağıdaki seçeneklerden hangisi “tevhid” kelimesinin tanımıdır?
a) Allah’ın, insanlara, yapmalarını kesin bir şekilde emrettiği fiillere denir.
b) Allah’ın zâtında, sıfatlarında, isimlerinde ve fiillerinde bir tek olduğuna inanmaktır.
c) Kişinin leh ve aleyhinde olan hükümleri, fıkıh kurallarını öğreten ilmin adıdır.
d) Allah'a zâtında, sıfatlarında, isimlerinde ve fiillerinde ortak güçler tanımaktır.
352- Kur’an’da “günah” anlamında 20 civarında ayrı kavram kullanılır. Bunlardan en çok kullanılan 4 tanesi, aşağıdaki seçeneklerden hangisinde doğru olarak verilmiştir?
a) İsm, haram, kerîh, kabîh
b) Cünâh, haram, kasâvet, zillet
c) Cünâh, ism, zenb, vizr
d) Haram, isyan, kebâir, ismet
- 1176 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
353- “Kanun ve hüküm koyan, otorite ve güç sahibi, kendisinden yardım istenilen, kendisine ibâdet edilen, güvenilen, sevilen ve korkulan, itaat edilen ve emirlerine uyulan ihtiyaçları gideren, duâya karşılık veren, belâları gideren” gibi anlamlara gelen kelime, seçeneklerden hangisidir?
a) İlâh b) Rab c) Tâğut d) Bel’am
354- Aşağıdakilerden hangisi tevhid inancını bozmaz?
a) Allah’tan başkasına ibâdet, duâ ve mutlak şekilde itaat etmek
b) Kur’an’daki hükümlerden bazısının günümüzde geçersiz olduğunu söylemek.
c) Bazı günahlar işlemek ve Allah'a tevekkül etmek
d) İslâm’ı hafife almak, İslâm diniyle alay etmek
355- İnsanın yüce ve hakimiyet sahibi birine boyun eğmesi, itaat etmesi, ona isyan etmeden kulluk etmesine ne denir?
a) İbâdet b) İtaat c) İlâh d) Şükür
356- Endâdla ilgili olan aşağıdaki değerlendirmelerden hangisi yanlıştır?
a) Endâd edinmek şirk koşmak demektir. Şirkin küçüğü ve gizli olanı da vardır. Meselâ sebepleri yüceltmek ve bunları neticelerin gerçek fâili kabul etmek (şoför frene basmasaydı ölmüştüm, filan doktor hayatımı kurtardı gibi sözler söylemek, bu sözlerle mecazı değil, gerçeği kasdetmek; sebepleri olayı gerçekleştiren asıl unsur görmek) şirktir; sebepleri endâd edinmektir.
b) Endâd edinmek, sadece kâfir insanlara, bâtıl görüş ve İslâm dışı kurallara aşırı sevgi besleyip mutlak itaat etmektir; Peygamberlere, Allah'ın velî kullarına, takvâ sahibi âlim ve evliyâya aşırı da olsa sevgi beslemek, hiçbir şekilde endâd/şirk koşma anlamına gelmez.
c) Allah'ın belirli nitelik ve güçlerini başkalarına atfetmek, meselâ kayıtsız şartsız itaat edilecek Allah'tan başka otorite kabul etmek endâd kapsamına girer.
d) Allah'ın kulları üzerindeki hakkı, insanların sadece O'na ibâdet edip hiçbir şeyi Allah'a endâd/ortak koşmamalarıdır. Allah, bu endâd kabul etmeyi kesinlikle affetmez.
357- Aşağıdakilerden hangisi müşrikler için doğru değildir?
a) Müşrikler, göklerin ve yerin yaratıcısının Allah olduğuna inanırlar.
b) Allah’ın, göklerde hükmü geçen bir zât olduğunu kabul ederler.
c) Yeryüzündeki otorite hakkını Allah’a âit olarak görmezler.
d) Allah’ın ilâhlık vasıflarını başkasına vermezler.
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1177 -
358- Hac konusundaki değerlendirmelerle ilgili aşağıdaki ifadelerden (sonuçla ilgili hükümlerden) hangisi doğrudur?
a) Bazıları haccı kâfirlere karşı berâet (ültimatom ve uzaklaşma) yeri ve küfre karşı kıyam merkezi olarak görüyorlar; Bu Kur’an’a ters bir görüştür.
b) Haccın, başlı başına bir bayram ve fedâkârlık olayı, Hakk’a kurban olma şuuru olduğu yorumu yapılarak hacda kurban bayramı namazının kılınmayacağı ve bazı hac çeşidinde bir kısım hacılar için gerekli şükür kurbanı dışında Kurban bayramında kurban için hayvan kesilmesinin gerekmeyeceği savunulmaktadır; Bu çarpık ve yanlış bir yorumdur.
c) Umre yapmaya gücü yetenlerin hac yapmaya da güçleri yeteceğinden, sadece umre yapanların, umre için Kâbe’yi ziyâret edenlerin hac da yapması şarttır. Bazı zenginler hac zamanı dışında umreye gittikleri halde hacca gitmemektedir; Bu çok eksik ve yanlış bir uygulamadır.
d) Bazı kimselerin evlenme yaşında genç oğul veya kızları olduğu halde, kendileri ihtiyar sayılmayacak yaşta hacca gittikleri görülmektedir; Bu doğru bir uygulama değildir.
359- Allah kimler için "ölüler" ifadesinin kullanılmasını yasaklıyor?
a) Peygamberler için
b) Veli kişiler için
c) Depremde canını kaybedenler için
d) Allah yolunda öldürülenler için
360- Bakara sûresi 155. âyette Allah, insanları bazı şeylerle deneyeceğini, imtihana tâbi tutacağını açıklıyor. Bu âyette İnsanların imtihana tâbi tutulacakları şeyler âyetteki sıra ile nelerdir?
a) Canlardan azalma, malların ve ürünlerin eksilmesi, açlık, korku
b) Korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden azalma
c) Korku, açlık, evlâtlardan mahrumiyet, canların şehid olması, ürünlerin azalması
d) Canlardan geçip şehid olmak, mallardan vazgeçmek, korkudan uzaklaşmak, ürünlerden uzaklaşmak
- 1178 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
361- Allah sevgisini “aşk” olarak değerlendirip “İlâhî aşk” şeklinde ifade etmekle ilgili olarak aşağıdaki değerlendirmelerden hangisi yanlıştır?
a) Aşk, aşırı sevgi, yani sevgide ölçüyü aşma anlamına gelir. Allah için böyle bir aşırılık düşünülemeyeceğinden O’nun kuluna olan sevgisine aşk denemez. Kulun Allah’a duyduğu sevgi de ne kadar güçlü olursa olsun, yine de O’nu yeterince ve Allah’ın lâyık olduğu ölçüde sevemeyeceğinden kulun Allah sevgisi de aşk diye adlandırılamaz.
b) Aşk, sınırı aşma demek olduğu, Allah da sınırsız varlık olduğu için O’na duyulan sevgi, hiçbir şekilde aşırı olamaz; dolayısıyla aşk diye adlandırılamaz.
c) Aşk, insanı insan yapan aklı, fikri ve muhâkemeyi yok eder. Çünkü aşk bir cinnet halidir. Bu sebeple aşk yolunu tutanlar, çoğunlukla akıl ve mantığa meydan okumuşlar, düşüncenin ürünü olan ilmi hiçe saymışlardır. Şuur ve idrâk halini yok eden aşk, bir fazilet olamaz.
d) Kur’an Allah sevgisini “aşk” olarak ifade eder. Peygamberimiz ve ashâbı da Allah sevgisi anlamında sık sık “aşk”, “İlâhî aşk” kavramlarını kullanmışlardır. Dolayısıyla Allah sevgisini “aşk” olarak değerlendirmek Kur’an ve Sünnete uymaktır.
362- Allah'ın bağışlaması ve rahmeti -özellikle Bakara sûresi 157. âyete göre- kimler içindir?
a) Nâfile ibâdetlere özen gösterenler için
b) Allah'tan gelen her türlü musîbet ve sınavı büyük bir sabırla karşılayanlar için
c) Felâketler ve zulümler karşısında sesini çıkarmayanlar için
d) "Allah ğafûr ve rahîmdir" deyip günah işledikten sonra, ölmeye yakın tevbe edenler için
363- Aşağıdakilerden hangisinin Kur’ân-ı Kerim’de “Allah’ın şiarlarından” olduğu açıklanır?
a) Oruç ve zekât c) Sarık ve çarşaf
b) Safâ ve Merve d) Doğruluk ve güzel ahlâk
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1179 -
364- Atalar yoluna uymakla ilgili olarak seçeneklerdeki değerlendirmelerden hangisi yanlıştır?
a) Geçmişi tümüyle atmak, onunla bağları koparmak gerektiğinden, doğru yaptıklarını bilmiş olsak bile ataların yolunu tâkip etmek, onların âdet ve geleneklerini benimsemek, Kur’an’da kesin bir şekilde yasaklanmıştır.
b) Hakkın ve iyiliğin ölçüsü, ne eski ne de yenidir; ataların yolunun ölçü olarak kabul edilmesi de, onların her şeyiyle reddedilmesi de doğru değildir.
c) Allah’ın indirdiği delillere bakmayıp da ataların inanç ve yaşayışını, onlar bizim atamız olduğu için taklit etmek; hakkı bırakıp kuruntulara ve şeytanın izine uymak ve Allah’a eşler koşmak demektir.
d) Atalar yoluna körü körüne taassupla uyulmasını yasaklayan Kur’an, dinin esasları ve özellikle akîde hususunda İlâhî vahyin dışında başka kesin ölçüler kabul etmeyi yasaklar; Bâtıl din ve ideolojilerin Kur’an’a ters düşen prensip ve hükümlerinin, ataların veya çağdaş insanların kabulü, ya da halk çoğunluğunun yolu da olsa, kesin bir şekilde reddedilmesini ister.
365- Bakara sûresi 164. âyette, yer ve göklerle ilgili pek çok hâdiseler, ibret dolu örnekler verilmektedir. Allah, bu misalleri verirken insanları bir noktaya yönlendirmek istemektedir. İnsanların bu açıklamalardan veya bu âyetlerden ibret alabilmeleri için ne yapmaları gerekir?
a) Bol kitap okumaları gerekir
b) Allah'a yalvarmaları gerekir
c) Akıllarını kullanıp düşünmeleri gerekir
d) Ağlamaları gerekir
366- Sözlükte yasaklama, mahrum etme anlamlarına gelen; kavram olarak, Şârî’nin (şeriat koyucunun) bir şeyin yapılmamasını kesin ve bağlayıcı bir tarzda istemesine Kur’anî kavram olarak ne ad verilir?
a) Haram b) İsyan c) Günah d) Fısk
367- Müşriklere, 'Allah'ın indirdiklerine uyun' denildiğinde, ne tür tepkide bulunurlar?
a) Bu konuyu düşünüp değerlendireceklerini, araştırdıktan sonra karar vereceklerini, hangi görüşün delili kuvvetliyse ona uyacaklarını söylerler.
b) Atalarının üzerinde bulundukları yolda devam edeceklerini ifade ederler.
c) Allah'ın indirdiklerine derhal itaat ederler.
d) Herhangi bir tepki göstermeyip çağrıyı cevapsız bırakırlar.
- 1180 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
368- Haccın farz olması için bazı şartlar vardır. Seçeneklerden hangisi bu şartlardan biri değildir?
a) Müslüman ve hür olmak
b) Haccı yerine getirmeye güç yetirmek
c) Akıllı ve ergen olmak
d) Evlenecek çocuğu varsa önce onu evermek, evi yoksa ev sahibi olmak
369- "Ataların dini" tâbiri ile, "inançlar" arasında ne gibi bir bağlantı kurulabilir? Bu bağlantı konusunda aşağıdaki değerlendirmelerden hangisi doğrudur?
a) İnsanların inandıkları değerler atalarından kalan değerlere uygun düşmek zorundadır.
b) Ataların bıraktıkları değerlerden doğru-yanlış ayrımı yapılmaksızın hiçbirinin önemi yoktur.
c) İnsanlar, genellikle atalarının kendilerine miras olarak bıraktıkları inançları mukaddes olarak kabul ettikleri için, Allah'ın hükmü ile ters düşenler olunca, Allah'ın hükmüne inanmak istemezler; Bu tavır, müşriklerin en belirgin özelliklerinden biridir.
d) İnsan, ne olursa olsun babasını sevmek, dedelerinden kalan mirasa sahip çıkmak zorundadır. Bunun için âdet ve gelenekleri yüceltmek, onlara kutsallık atfetmek, ataların sözünü ve yolunu ölçü olarak görmek gerekir.
370- Bir şeyi ya da bir insanı Allah'ı sever gibi sevip itaat etmenin hükmü nedir?
a) Günah b) Büyük günah c) Küçük şirk d) Şirk
371- "İnsanlardan bazıları, Allah'ı sever gibi onları severler" ifadesinde insanların sevgice Allah'a denk tuttukları şeyler hakkında seçeneklerden hangisi yanlıştır?
a) Allah için ve belirli ölçüde sevilen Allah’ın sevilmeye izin verdikleri
b) Allah'ın velî kulu olduğu kabul ve zannedilen ölü veya diri zâtlar
c) İnsanların aşırı şekilde sevdikleri yakınları, yücelttikleri liderleri
d) Allah'a eş tutulan tanrılar ve izinden gittikleri tâğutlar
372- Allah'ın yenmesini kesinlikle haram kıldığı hayvan ve benzeri şeyler nelerdir?
a) İçki, kumar, leş, domuz, besmelesiz kesilen hayvan, at ve eşek eti
b) Eşek, domuz, vahşi hayvanlar, sürüngenler, balık dışında deniz hayvanları
c) Ölü (leş), kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına kesilen hayvan
d) Domuz, leş yiyen hayvanlar, pislik yiyen hayvanlar, yırtıcı hayvanlar
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1181 -
373- Oruç tutmamayı mubah kılan mâzeretler konusunda seçeneklerden hangisi yanlıştır?
a) Sefer (yolculuk) hali
b) Hastalık ve ileri derecede (ciddî hastalıklara sebep olacak şekilde) açlık ve susuzluk
c) Hâmilelik ve çocuk emzirme
d) Çevrede oruç tutmayanların çok olması ve oruç tutanın yadırganması durumu
374- İnsanın veya insan uzvunun telef edilmesi karşılığı olarak verilmesi gereken tazmînata, yani kan bedeline İslâmî literatürde ne ad verilir?
a) Diyet b) Kasâme c) Kısas d) Kıtâl
375- Bilindiği gibi, yalan söylemek, Kur’an’ın üzerinde önemle durduğu, nifakla ilgisi olan ve imana zarar veren ciddî günahlardandır. Buna rağmen, bazı zarûrî hallerde yalan veya şeklen yalana benzeyen sözler (târiz) gerekebilmektedir. Yalan söylemenin câiz olduğu yerler konusunda, aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a) Âile geçimi için karı-koca arasında
b) Dini insanlara güzel göstermek için
c) İnsanları birbiriyle barıştırmak için
d) Savaşta (ve zâlimlerin İslâm’a veya müslümanlara vereceği zarardan korunmak için)
376- Kur’ân’da çoğunlukla mânevî/kalbî problem ve rahatsızlıklar için kullanılan, sağlık veya sıhhatin az veya çok, geçici veya kalıcı olarak bozulması, kaybolması haline Arapçada Kur’an kavramı olarak ne ad verilir?
a) Meraz b) Yüsr c) Kasâme d) Emrâz
377- Asr-ı saâdetteki zarûrî durumlardan sonraki dönemlerde köleliğin devamı konusundaki âyet, Kur’ân-ı Kerim’in hangi sûresindedir?
a) Bakara sûresinde, kölelikle ilgili âyetlerde
b) Enfâl sûresinde, savaş esirleriyle ilgili âyetlerde
c) Tevbe sûresinde köleliğin kaynaklarıyla ilgili âyetlerde
d) Hiçbir sûrede köleliğin devamı sözkonusu edilmez. Kur’an, köleliğin kaynaklarını tümüyle kurutmuştur.
378- Zorluğun karşıtı olan; kolay, kolaylık, kolaylaştırma, hafifletme, zorluğu giderme anlamlarına gelen ve Arapça “usr” kelimesinin zıddı olan Kur’an kavramı aşağıdakilerden hangisidir?
a) Rakabe b) Yüsr c) Sıyâm d) Şiâr
- 1182 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
379- İslâm’a göre insanların örtmeleri ve dinen yabancı sayılan kimselere göstermemeleri gereken organlarına ne ad verilir?
a) Avret b) Tesettür c) Setr d) Hicab
380- İtikâfın tanımı konusunda aşağıdaki ifâdelerden hangisi yanlıştır?
a) İtikâf, bir mescid veya o hükümdeki yerde ibâdet için özel şekilde beklemek ve bulunmaktır.
b) Özellikle Ramazan ayı içinde günler ve geceler boyu mescide kapanarak ibâdet etmektir.
c) Bazı zaman dilimlerinde bütün dünyevî faâliyetlerden uzak bir şekilde bir câmiye çekilip namaz, zikir, duâ, ilim ve tefekkürle uğraşmaktır.
d) İtikâf, Ramazan ayı içinde câmilerde mukabele okumak veya dinlemek demektir.
381- Bir işe sarılıp devam etmek, düşmana karşı savaş malzemeleri hazırlamak ve müslüman ülkenin sınırını düşmana karşı korumak için beklemek diye tanımlanan Kur’ânî kavram, seçeneklerden hangisidir?
a) Kıyâm b) Ribat c) Nefr d) Gazâ
382- Doğruluk, haber verilen ile saklanılan/gönülde bulunan şey arasındaki uygunluk ve insanın içi ile dışının aynı olmasına Arapça’da Kur’ânî kavram olarak ne denilir?
a) Sıdk b) İstikamet c) Kizb d) Âkıle
383- Orucu bozup hem kazâ ve hem keffâreti (cezâ olarak iki ay peşpeşe oruç tutmayı) gerektiren durumlar konusunda seçeneklerden hangisi yanlıştır?
a) Ramazan ayında oruçlu iken bile bile cinsel ilişkide bulunmak
b) Ramazan ayında oruçlu iken özürsüz olarak bir şey yemek
c) Ramazan ayında oruçlu iken özürsüz olarak bir şey içmek
d) Ramazan ayında oruçlu iken bile bile eşiyle sevişmek, onu öpüp okşamak
384- Herhangi bir insanın kasden öldürülmesi karşılığında Allah'ın uygulanmasını emrettiği hüküm nedir?
a) Müebbed hapis b) Para cezası
c) Kısas d) Yüz sopa
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1183 -
385- Hac esnâsında, aşağıdaki davranışlardan hangisi yasaklanmamıştır?
a) Ticaretle uğraşmak, alışveriş yapmak
b) Günah sayılacak işlere yönelmek
c) Dünyevî telaşlar veya başka sebeplerle kavga etmek
d) Kadınlara yakınlaşmak, onlarla ilişkiye girmek
386- Bakara sûresinin 191 ve 192. âyetlerinde küfredenlere karşı savaş hukuku belirtilmektedir. Bu hükümler konusunda, aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a) Onlar size karşı savaş açarlarsa siz de onlarla savaşın.
b) Onlar savaştan vazgeçerlerse, siz vazgeçmeyin. Onları bırakmak, fitne çıkmasına sebeptir.
c) Savaş ânında, onları bulduğunuz yerde öldürün.
d) Sizleri çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın.
387- Hastalık, şifâ, tedâvi usûlleri ve bu konudaki tedbirlerle ilgili Peygamberimizin bilgilerine, tavsiye ve uygulamalarına İslâmî literatürde ne ad verilir?
a) Tıbb-ı Nebevî b) Hadis-i Nebevî
c) Kasas-ı Nebî d) Şifâ-yı Nebî
388- Bir erkek ve bir bayanın kapalı bir yerde (kapısı kapalı bir odada, kimsenin göremeyeceği ve izinsiz giremeyeceği şekilde) başbaşa yalnız kalmasına dinî literatürde ne ad verilir?
a) Zinâ b) Halvet c) Hicâb d) Cilbâb
389- Fidye ne demektir ve miktarı ne kadardır?
a) Oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlıların ve iyileşmesi mümkün olmayan hastaların tutamadıkları oruç karşılığı fakirlere vermek zorunda oldukları sadakadır. Miktarı, her bir oruç karşılığı, bir fakir doyumluluğu, yani bir fakirin bir günlük yiyecek masrafıdır.
b) Zekâtta zenginlik sınırını belirleyen miktardır. Zekâtla yükümlü olmak için bu miktar mala sahip olunması gerekir. Miktarı, gümüşte iki yüz dirhem, altında yirmi miskaldir. Para ve benzerlerinde de bu ölçüdür; yani 90 gram altın karşılığıdır. Koyunda kırk koyun, devede beş deve, sığırda otuz sığırdır.
c) Bir suç işleyenin aynı cinsten bir cezâ ile cezâlandırılması, kanın aynıyla ödetilmesi demektir. Miktarı, dişe diş, göze göz, kana kan, cana can şeklindedir.
d) İnsanın veya insan uzvunun telef edilmesi karşılığı olarak verilmesi gereken tazmînat, yani kan bedelidir. Miktarı, bin altın veya yüz deve ya da 200 sığır yahut iki bin koyundur.
- 1184 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
390- “Onları yakaladığınız yerde öldürün“ (2/Bakara, 191) âyetindeki emirde, hangi şartlardan bahsediliyor?
a) Kâfirler hangi şartlarda olursa olsun, yakalandıkları an öldürülmelidirler.
b) Bu âyet, savaş sahnesinden bahsediyor ve savaş ânındaki taktik emirdir.
c) Âyet, Ebû Cehil gibi Peygamber dönemindeki belirli kâfirlerden bahsediyor, bizi pek ilgilendirmez.
d) Âyet, suç işleyip kaçan büyük günahkârlardan bahsediyor. Bunlar yakalandıkları yerde öldürülmelidir.
391- “Allah size ........ diler, ........ istemez” Bakara sûresi âyet-i kerimesinin mealinin bir bölümü olan bu ifâdedeki boş yerlere seçeneklerden sırasıyla hangi iki kelime gelmelidir?
a) Hayır-şer b) Cennet-cehennem
c) Sevap-günah d) Kolaylık-zorluk
392- Kur’an ve Sünnete göre müslüman câriyenin yabancı erkeklere karşı örtünmesi gereken yerleri neresidir?
a) Erkeğin avret yerleri gibidir. Ayrıca sırtı da mahremdir.
b) Göbekle diz kapağı arasıdır.
c) Câriyeler, tesettür konusunda hür müslüman kadınlar gibidir (Çalışma şartlarına göre kısmî ruhsat/kolaylıklar olsa da Kur’an ve Sünnette bu konuda hür-câriye ayrımı yapılmamıştır.
d) Saçı, boynu, kolları hâriç tüm bedenidir.
393- Bilindiği gibi kasden adam öldüren kimsenin cezâsı kısas olarak öldürülmektir. Ama bu cezânın verilmesi için bazı şartlar vardır. Meselâ, öldüren kimsenin akıllı ve bülûğ çağına ermiş olması, kısas cezâsının İslâm devletinin yetkilileri tarafından yerine getirilmesi, şüphe halinde kısas cezâsının düşeceği gibi bazı gereklilikler vardır. Bunlar gibi, aşağıdaki maddelerden hangisi kısas cezâsı için gerekli olan şartlardan birisi değildir?
a) Toplu halde cinâyet suçunu işleyenlerin kısası, hepsine uygulanır.
b) Suçluların makam ve mevkîlerine göre ayrım yapılmaz; halkla devlet başkanı arasında fark yoktur.
c) Öldürülenin vârisleri veya yaralananın kendisi diyet isterse veya affederse kısas düşer.
d) Öldürülmüş olan kişi, öldürülmesi serbest olan, meselâ düşman askeri gibi birisi olmalıdır; Böyle birini öldürene kısas cezası verilir.
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1185 -
394- Oruç tutmanın mendup olduğu zamanlar, yani sünnet olan nâfile oruçlar konusunda aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a) Şevval ayında altı gün oruç tutmak, âşûra orucu tutmak
b) Her ay üç gün (özellikle kamerî ayların 13, 14 ve 15. günlerinde) oruç, pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmak
c) Üç aylar denilen Receb, Şâban ve Ramazan aylarında ara vermeden oruç tutmak
d) Zilhicce ayının ilk 9 günü, haram aylarda (zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb aylarında) ve Şâban ayında bazı günleri oruçlu geçirmek
395- İslâm'a ve müslümanlara karşı savaş açanlarla ne zamana kadar savaşma izni ve emri verilmiştir?
a) Müslümanlar, dünyevî çıkarlarını teminat altına alıncaya, rahat edinceye kadar
b) (Yeryüzünde) Fitne kalmayıp, din sadece Allah için tatbik edilinceye kadar
c) Bütün inkârcılar tamamen öldürülüp yok edilinceye kadar
d) İslâm devleti kuruluncaya, Allah'ın hükmü ile hükmedilinceye kadar
396- Nûr sûresinin 31. âyeti, müslüman hanımın avret mahallerini yabancı erkeklere göstermelerini yasaklıyor. Ziynet yerleri denilen kol, saç, boyun, dize kadar ayaklarını mahrem olanlara (evlenmesi yasak erkeklere) göstermesine izin veriyor. Bu âyette sıralanan bu kimseler: “Babası, kocası, kocasının babası, erkek kardeşi, erkek kardeşinin oğlu, kız kardeşinin oğlu, müslüman hanımlar, câriyesi ve kölesi, erkeklik duygusu kalmayan kimse, küçük erkek çocuk...” Âyette sayıldığı halde, burada belirtilmeyen diğer kişi, aşağıdakilerden hangisidir?
a) Amca oğlu b) Dayısının oğlu
c) Kocasının oğlu d) Teyze oğlu
397- Sözlük anlamı; aynıyla karşılık vermek, herhangi bir hakkı dengiyle takas edip değiştirmek olan ve kavram olarak, bir suç işleyenin aynı cinsten bir cezâ ile cezâlandırılması, kanın aynıyla ödetilmesine Kur’ânî kavram olarak ne ad verilir?
a) Kasâme b) Kısas c) Kıtâl d) Karz
398- Katili meçhul cinâyetlerde maktûlün bulunduğu köy veya mahalle halkından elli kişinin Allah’a yemin ederek “öldürmedik ve öldüreni de görmedik” diye yemin etmeleri anlamındaki İslâm cezâ hukuku terimine ne ad verilir?
a) Kasâme b) Kasem c) Kıstas d) Kısas
- 1186 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
399- Müslüman bir hanımın mahremi olmayan (yabancı) bir erkekle görüşmesi/konuşması konusunda uyması gereken bazı edepler vardır. Sadece hanımlara âit bu edepleri şöyle sıralayabiliriz: 1- Tesettüre uygun mütevâzi bir giysi, 2- Güzel kokudan (parfümden) kaçınmak, 3- Konuşurken ciddî olmak, 4- Hareketlerde ağırbaşlı olmak. Karşılıklı her iki cinsin de uymaları gereken bazı İslâmî edepler de vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: 1- Görüşme ortamının ciddî olması, 2- Gözlere sahip olup harama bakmama, 3- Birbirlerine dokunmaktan ve genel olarak tokalaşmaktan kaçınma, 4- Halvetten (kapalı bir yerde, başkalarının şüpheleneceği veya töhmet altında bulunacak şekilde karşı cinsle yalnız kalmaktan) kaçınma vb. Aşağıdakilerden hangisi, uyulması gereken bu edeplerden biri değildir?
a) Şüpheli veya sakıncalı yerlerde bulunmaktan kaçınma
b) Açık ve gizli günahtan, haram olan şeylerden kaçınma
c) Haremlik-selâmlık uygulaması veya perde arkasından konuşma, yani yüzyüze konuşmaktan kaçınma
d) Tekrarlanan uzun görüşmelerden, lâubâlilikten, gereksiz samimiyet ve laçkalıktan kaçınma
400- Seriyye ne demektir?
a) Peygamberimiz’in katılmadığı, bir sahâbînin kumandası altında gönderdiği askerî birlikler
b) Savaş ve benzeri bir maksatla, çarpışma yapılmasa bile Hz. Peygamber’in katıldığı askerî seferler
c) Allah yolunda gayret göstermek, çaba sarfetmek, İslâm’ı savunmak için ortaya konan bedenle, fikirle, malla veya mânevî yönünü olgunlaştırma gayretiyle ortaya konan uğraşlar
d) Kâfirlere karşı yapılan her çeşit seferler ve bu maksatla gerçekleştirilen askerî faâliyetler
401- Kısas cezâsı hangi durumda hafifletilebilir veya affedilebilir?
a) Öldüren kişinin zengin olması halinde
b) Öldüren kişinin makam-mevkî sahibi olması halinde
c) Öldürülen şahsın vârisleri tarafından bağışlanması halinde
d) Öldürme cezâsının hafifletilmesi veya affı asla sözkonusu değildir.
402- Doğru olanın veya doğru bildiğinin aksini söylemeye Arapça’da Kur’ânî kavram olarak ne ad verilir?
a) Sıyâm b) Sadâkat c) Tekzîb d) Kizb
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1187 -
403- Bakara sûresindeki 195. âyette "Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın" denilmektedir. İnsanlar kendilerini kendi elleriyle nasıl tehlikeye atabilirler? Bu âyette kast edilen mânâ nedir?
a) Allah'ın vermiş olduğu rızıktan güçleri yettiği halde ihtiyaç sahiplerine dağıtmayıp infakı ve cihadı terketmek
b) Savaş ve benzeri durumlarda öleceğini bile bile, düşman saflarına doğru ileri atılmak
c) Dünyevî sıkıntılardan dolayı kendi elleriyle kendine zarar verip intihar etmek
d) Devamlı oruç tutup aç kalarak kendini açlığa ve dolayısıyla ölüme terketmek
404- Öldürülen şahsın velîsinin katili bir miktar bağışlaması halinde kısas uygulamaktan vazgeçilir. Ancak, katil tarafının öldürülen kişinin velîsine veya yakınlarına belirlenen bir miktar tazmînat ödemesi gerekir. Bu ödemenin kavram olarak adı nedir?
a) Rüşvet b) Diyet c) Kan parası d) Bağış
405- “Hoşunuza gitmediği halde savaş size yazıldı/farz kılındı...” (2/Bakara, 216). Bu âyetin devamında aşağıdakilerden hangi insanî gerçek vurgulanmaktadır?
a) Sizin şer zannettiğiniz hayır, hayır zannettiğiniz şer olabilir. İnsanların hayır ve şer bilgisi ölçü değildir.
b) İnsanlar, bir şeyin arka planını araştırma gayreti içerisinde olmamalıdır. İnsanların savaş gibi İlâhî emirlerdeki hikmeti kavramaları mümkün değildir. Hikmet arayışı ölçü değildir.
c) Sizin hoşunuza gitmeyen bir şey hayırlı, hoşunuza giden bir şey de şerli olabilir. İnsanların hevâsı, yani hoşuna gitme duygusu ölçü değildir.
d) Sizin için doğru zannettikleriniz yanlış, yanlış zannettikleriniz doğru olabilir. Sizin bilginiz hayır ve şer için ölçü değildir.
406- Aşağıdakilerden hangisi bir müslümanın irtidat edip dinden çıkmasına sebep olmaz?
a) İslâm’daki emir ve yasakların gereksiz olduğuna inanmak
b) Tâğutlara gönülden itaat etmek
c) İslâm’ın emir ve yasaklarını kabul ettiği halde bir kısmını yerine getirmemek
d) Allah’tan başkasına ilâh derecesinde aşırı sevgi saygı göstermek
- 1188 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
407- Hz. Ömer döneminden bugüne kadar dünya müslümanlarının büyük çoğunluğunun kullanageldikleri hicrî takvimle ilgili aşağıdaki hükümlerden hangisi yanlıştır?
a) Hicrî takvime, kamerî takvim, İslâm takvimi gibi adlar da verilir.
b) Hicrî takvim, Peygamberimiz’in Mekke’den Medine’ye hicretini tarih başlangıcı olarak alır.
c) Hicrî takvimde de, milâdî takvim gibi bir yıl 365 gün sürer.
d) Hicrî takvim, Atatürk devrimlerinden biri olarak milâdî 26 Aralık tarihinde Türkiye topraklarında yürürlükten kaldırılmıştır.
408- Bireyden cemaate, cemaatten devlete adım atmak demek olan hicret için, aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Hicret, sadece bedenle bir yerden başka bir coğrafyaya göç etmek demek değildir; Amel, dil veya kalple Allah’a doğru yolculuğa da hicret denir.
b) Mekke’den Medine’ye hicret edenlere “ensâr”; onlara yardım eden Medine’li müslümanlara da “muhâcir” denir.
c) Küfürden imana, haramlardan helâllere, günahlardan sevaplara, isyandan itaate yapılan kutlu yolculuk da hicrettir.
d) Allah için gerektiğinde evi, iş yerini, mahalleyi, şehri veya ülkeyi değiştirebilmek; gerekiyorsa işi, eşi, aşı, okulu, makamı, rahatı, vatanı terk edebilmektir hicret.
409- Bilindiği gibi; idrar veya dışkı gibi ön veya arkadan herhangi bir şeyin çıkması, vücudun herhangi bir yerinden kan, irin veya sarı su çıkıp etrafına yayılması, cinsî münâsebette bulunmak veya ileri derecede sevişmek gibi şeyler maddî ve mânevî temizlik olan abdesti bozar. Bunlar gibi, abdesti bozan şeyler hakkında, aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a) Teyemmüm yapan kimsenin su bulması
b) Namazda sesli olarak gülmek
c) Ağız dolusu kusmak, bayılmak, delirmek, sarhoş olmak
d) Ağlamak, oturduğu yerde veya namazda uyuklamak
410- Sözlükte; Kararlı ve şuurlu bir şekilde gayret etmek, zorluklara karşı çaba göstermek, çalışmak, iç ve dış düşmanlara karşı koymak üzere elinden geleni yapmak, bütün gayreti harcamak anlamlarına gelen Kur’an kavramı, seçeneklerden hangisidir?
a) Cihad b) Kıtâl c) Müctehid d) Cidâl
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1189 -
411- Kumar konusunda aşağıdaki değerlendirmelerden hangisi yanlıştır?
a) Kumar karşılığı Arapça’da ve Kur’an’da “meysir” kelimesi kullanılır. Bu kelime, kolaylık anlamındaki “yüsr” kökünden gelmektedir. Kumar; kolaylıkla mal çarpmak veya çarptırmak olduğu için bu isim verilmiştir.
b) Nasıl sonuçlanacağı önceden belli olmayan ihtimalli bir şeye bağlı kalarak para veya mal vermeye veya almaya kumar denir. Adı ne olursa olsun bu özelliği taşıyan para veya mal karşılığı oynanan her oyun ve ortak bahis, kumardır.
c) Kumar amacıyla, yani bir tarafın kazanıp diğerinin kaybedeceği şekilde oynanan her çeşit oyun kumardır. Karşılığında bir çay veya basit bir menfaat olsa ve herhangi bir şeyin karşılıklı savunulmasıyla ortaya çıkabilecek şekilde bahse girilmesi bile kumardır ve haramdır.
d) Satranç, dama, tenis, bilardo gibi oyunlar, kumar amacıyla oynanmasa ve içlerinde zar, iskambil kâğıdı gibi temel kumar araçları bulunmamış olsa bile kumardır ve haramdır.
412- Evlenme sırasında kadına ödenen meblâğ; evlilikte kadının nikâh akdi veya cinsel temasla hak kazandığı mal, takı veya para anlamına gelen fıkhî terim, aşağıdakilerden hangisidir?
a) Mehir b) Başlık c) Velîme d) Mut’a
413- Bilindiği gibi her dönemde ortaya konabilecek cihadın farklı şekilleri vardır. Aşağıdaki seçeneklerden hangisi Allah yolunda cihadın çeşitlerinden biri değildir?
a) Nefsî isteklere karşı cihad
b) İlim ve dil ile yapılan cihad
c) Mal ile ve bedenle, canla yapılan cihad
d) Politika ile ve kâfirlerin silahını kullanıp onlardan gözükerek yapılan cihad
414- Sözlükte bir şeyi örtmek anlamına gelen ve terim olarak; insanın, akıl yürütme ve düşünme yeteneğini örten başta şarap olmak üzere her türlü içki ve uyuşturucu anlamına gelen Kur’an’ın yasaklayıp şeytan işi pislik kabul ettiği bu şeyin Arapça karşılığı nedir?
a) Şarâb b) Hamr c) Meysir d) Ensâb
415- Sözlük anlamı; reddetmek, geri çevirmek ve bir işten rücû etmek, dönmek olan ve terim olarak; iman ettikten sonra İslâm’dan dönüp başka bir dine geçmeye Kur’ânî kavram olarak ne ad verilir?
a) İrtidâd b) Şirk c) Küfür d) Dalâlet
- 1190 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
416- Nefsini temizlemek; onu şirk, günah, nifak, rics, cehâlet ve kötü duygular ve benzeri şeylerden arındırıp temizlemek, ona itaati ve takvâyı öğretmek; kısaca gönlü temizlemek anlamındaki kavram, aşağıdakilerden hangisidir?
a) Tezkiye b) Tahâret c) Tuhûr d) Vudû’
417- Aşağıdakilerden hangisi, insanı tevhid inancından çıkarıp mürted yapmaz?
a) Allah’tan başkasına ibâdet ve mutlak anlamda itaat etmek
b) Allah’tan başkasına duâ ve tevekkül etmek
c) Kur’an’daki hükümlerden bazısının günümüzde geçersiz olduğunu söylemek
d) Mü’min olduğu halde bazı günahlar işlemek
418- Rasûlullah’ın (s.a.s.) vefatından sonra dinden dönüp İslâm devletine savaş açanların isyanlarının bastırılması için yapılan askerî harekâtlara ne ad verilir?
a) Seriyye Savaşı b) Mürted Savaşı
c) Ridde Savaşları d) Şirk Savaşları
419- Bilindiği gibi, Allah adı anılarak yapılan yeminler üç çeşittir. Aşağıdakilerden hangisi, bu yemin çeşitlerinden biri değildir?
a) Ğamûs yemin; Geçmişteki veya bu zamandaki bir olayla ilgili olarak, bile bile yalan yere yemin etmektir.
b) Lağv yemini: Yanlışlıkla, yani sahibinin söylediği sözün hakikat dışı olduğu halde, doğru olduğu zannederek ettiği yemin; ya da kasıt olmadan, dil alışkanlığından dolayı insanın ağzından çıkan “hayır vallahi, evet vallahi” gibi yeminlerdir.
c) Akit Yemini: Nikâh akdi olarak yapılan yemin. Nikâh, kadın ve erkeğin birbirine bağlı olacaklarına dair Allah adına yaptıkları yemin hükmündedir. Bağlılığın zedelenmesi veya boşanma, bu yemini bozmak demek olduğundan keffâret de gerektirir.
d) Mün’akıde yemini: Bir şeyi yapmak veya yapmamak için edilen yemindir. Bu yemin gelecek ile ilgilidir.
420- İnsan, ölmeden önce vasiyet ederken, malının en fazla ne kadarını muhtaçlara ya da hayır kurumlarına bağışlayabilir?
a) İsterse tümünü bağışlamak için vasiyet edebilir.
b) Malının en çok üçte birini vasiyet edebilir.
c) Malının en fazla yarısını vasiyet edebilir.
d) Malının en fazla üçte ikisini vasiyet edebilir.
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1191 -
421- Evlenecek çift arasında dinî, iktisadî ve sosyal seviye bakımından yakınlık ve denkliğin var olmasına fıkhî terim olarak ne ad verilir?
a) Velîme/velâmet b) Kefâet/küfüv
c) Mehr-i muaccel d) İ’tidâl/mu’tedil
422- Bazı ibâdetlerin yerine getirilmesi için yapılan ve bizzat kendisi de ibâdet olan temizlenme anlamındaki abdest için, aşağıdaki değerlendirmelerden hangisi yanlıştır?
a) Abdest kelimesinin Arapça karşılığı vudû’ sözcüğüdür; Kur’an’da bu kelime geçmese de hadis-i şeriflerde bolca kullanılmıştır.
b) Abdest kelimesi Farsça’da su anlamına gelen “âb” ile el mânâsına gelen “dest” kelimesinden oluşmuş bileşik isimdir.
c) Abdest, Kur’an’da Mâide sûresinin altıncı âyetiyle namaza kalkmak istendiğinde farz kılınmış bir ibâdettir.
d) Abdestin yerini hiçbir şey tutamaz. Namaz kılmak için abdest farz olduğundan ve abdestsiz namaz kılınamayacağından dolayı, su bulununcaya kadar namaz terk edilebilir.
423- Yemin keffâreti konusunda aşağıdaki seçeneklerden hangisi yanlıştır?
a) Yemin keffâreti; gücü yeterse bir köle âzâd etmek veya on fakiri sabahlı akşamlı doyurmak, ya da on fakiri giydirmektir. Kişi bu üçü arasından herhangi birini seçebilir.
b) Yemin çeşitlerinden sadece mün’akide yeminlerinin bozulmasından dolayı yemin keffâreti gerektirir; diğer çeşit yeminlerden dolayı keffâret gerekmez.
c) Yemin keffâreti konusunda tercih edilebilecek üç çeşit cezânın hiçbirine gücü yetmeyen kimse, peşi peşine üç gün oruç tutar.
d) Yemin edilmeden önce keffâret ödenip daha sonra yemin edilmesi ve bozulması durumunda bu keffâret mûteberdir/geçerlidir.
424- Müslüman olduktan sonra, İslâm’dan dönüp başka bir dine giren veya dinsizliği tercih eden kimselere ne ad verilir?
a) Müşrik b) Mürted c) Kâfir d) Müfsid
- 1192 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
425- Tarihin şâhit olduğu en önemli hicret, Hz. Peygamberimiz’in doğup büyüdüğü Mekke’den Medine’ye yaptığı göçtür. Bu hicretle ilgili olarak aşağıdaki değerlendirmelerden hangisi, bütünüyle doğru değildir?
a) Peygamberimiz’in hicretinden önce Medine’nin adı “Yesrib” idi. Hicretten sonra “Peygamber Şehri” anlamında “Medinetü’n-Nebî” ve kısaca “Medine" adını aldı.
b) Bu hicretle müslümanlar toplumsal bir güce ve siyasal bir yapıya kavuştular. Hicretle birlikte İslâm devleti fiilen kurulmuş oldu.
c) Mekke’den Medine’ye hicret, Mekke’nin fethiyle bitmiş olduğu halde, müslümanların dinlerini yaşamalarına engel olunan her küfür diyarından müslümanca yaşayabilecekleri yere hicret etmeleri gerekir. Yani hicret, kıyâmete kadar sürecek bir eylemdir.
d) Mekke’de baskı gören, malları ellerinden alınan ve fakir bir hayat sürdürmek zorunda kalan müslümanlar, Medine’ye hicret eder etmez rahata kavuştular; müreffeh, zengin bir hayat yaşadılar. Peygamberimiz’in vefatına kadar savaşsız, kavgasız sâkin bir hayat geçirdiler.
426- Allah yolunda gayret göstermek, çaba sarfetmek demek olan cihad konusunda, aşağıdaki değerlendirmelerden hangisi yanlıştır?
a) Kur’ân-ı Kerim’de cihad emriyle ilgili olarak birçok yerde “Canınızla ve malınızla cihad edin” denilmektedir. O yüzden önce canla sonra malla cihad edilmelidir. Canıyla cihad edemeyen kimseler malıyla hiç cihad edemezler.
b) Cihad, bir saldırı değil; olabilecek bir saldırıya karşı yapılan bir savunmadır. İslâm’a ve müslümanlara karşı yapılan saldırıyı savabilmek üzere çaba göstermek, çalışmaktır.
c) Cihad kelimesi ile savaş kelimesi aynı anlamda değildir. Savaş, salt askerî harekât olup güce dayanırken; Cihad, askeri operasyonlar da dâhil İlâhî hedefler uğruna gösterilen fikrî, fiilî ve kalbî bütün çabaları içerisine alır.
d) Cihadın, yani Allah yolunda kararlı ve şuurlu çabanın daha çok ruhsal, yani nefisle olanına mücâhede; fikir ve İslâmî ilimlerde yapılanına da ictihad denilir.
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1193 -
427- Bilindiği gibi, içki tedricî olarak yasaklanmıştır. Bu konuda Mâide sûresinde son olarak kesin bir şekilde yasaklanan içki ve kumarla ilgili olarak Bakara sûresinde bunların bazı zararları hikmet cinsinden beyan edilir. Bu özellikler, seçeneklerden hangisinden tam ve doğru olarak verilmiştir?
a) Şeytan içki ve kumar yüzünden aranıza küfür ve nifak sokmak ve sizi Allah’ı anmaktan, ibâdetlerden alıkoymak ister.
b) Şeytan içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve zulüm sokmak ve sizi Allah’ı tefekkürden, namaz ve zekâttan alıkoymak ister.
c) Şeytan içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah’ı anmaktan, namazdan alıkoymak ister.
d) Şeytan içki ve kumar yüzünden aranıza fitne ve fesat sokmak ve sizi âhireti hatırlamaktan ve Allah’ı anmaktan alıkoymak ister.
428- Evliliğin sıhhat şartları, yani evliliğin geçerli olması için gerçekleşmesi gereken esaslar konusunda, aşağıdaki seçeneklerden hangisi yanlıştır?
a) Eşler arasında sürekli veya geçici bir evlenme engeli bulunmamalıdır.
b) İcap ve kabul siygası geçici değil; süreklilik bildiren bir üslûpla ifade edilmelidir.
c) Evlilik/nikâh akdi sırasında iki şâhidin bulunması gerekir.
d) Nikâh akdini İslâm devletinin yetkilisi ya da imam/hoca icrâ etmelidir.
429- Yemin konusundaki değerlendirmelerle ilgili olarak, aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Geçmişteki veya bu zamandaki bir olayla ilgili olarak bile bile yalan yere yemin etmek, yemin keffâretini gerektirmez.
b) Yemin, karşıdaki muhâtabın veya yemin isteyenin niyetine, o sözlerin zâhirî anlamına göredir.
c) Doğru yere çok da olsa yemin etmenin bir sakıncası yoktur. Meselâ bir esnafın, tüccarın, müşterisini iknâ etmek için ihtiyaç duyduğu oranda doğru yere yemin etmesi câizdir.
d) Bir müslüman, şartlar gerektirmedikçe, kendini mecbur hissetmedikçe yemin etmemeli; yemin ettiğinde de, sadece “vallahi”, “billâhi” veya “tallahi” diye yemin etmelidir.
- 1194 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
430- Bilindiği gibi, müslümanın dinden çıkıp irtidad etmesine sebep olan çirkin davranışlar sözkonusudur. Allah’a ibâdette O’na şirk koşmak, kâfirlerin uyduğu İslâm dışı ideolojilerin doğru olduğuna inanmak, şirk düzenlerini doğrulamak, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in getirdiklerinden bir şeyi uygunsuz görmek, İslâm’ı, dinin haram veya farzlarından birini alaya alıp eğlence konusu yapmak, mü’minlere karşı kâfirlere yardım etmek, İslâm’ın hükümlerinden birini kabul etmemek gibi. Aşağıdakilerden hangisi, bunlardan biridir, yani insanı tevhid inancından çıkarıp mürted yapar?
a) Dinî emirleri yerine getirmede gevşek davranmak
b) Namaz ve sabır gibi hayırlı amellerini Allah’a yaklaşmada vesile edinmek
c) İslâm’ın hükümlerinden birini kabul etmemek
d) Tâğutları beğenmeyip onlara isyan etmek
431- “.......... : Mirasçı, miras hakkı olan kişi demektir. Ölen bir kimsenin mal varlığına mirasçı olan akrabalarına denilir.”
“......... : Baba tarafından olan yakın akrabalar demektir. Bir miras hukuku terimi olarak; yalnız başına olduğunda bütün mirası alan, ashâbu’l-ferâizden mirasçı bulununca onlardan arta kalanı alan ve ölen mûrise araya kadın girmeksizin bağlanan erkek hısımlara denilir.”
“.......... : İslâm miras hukukunda belirli pay sahibi mirasçılar demektir. Mirastaki payları tek tek belirlenen mirasçılara, belirli pay sahibi mirasçılar anlamında bu isim verilmiştir.”
“.......... : Nesep hısımlarını ifade eder. İslâm miras hukuku terimi olarak; ashâbu’l-ferâiz ve asabeden olmayan kan hısımlarını tanımlamak için kullanılır.”
Yukarıda İslâm Miras Hukukuyla ilgili bazı kavramların tanımları yapılmış, ilgili kavramı ifade eden kelime yazılmamıştır. Boş bırakılan yerlere, sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) Vâris, Asabe, Ashâbu’l-Ferâiz, Zevi’l-Erhâm
b) Zev’l-Erhâm, Vâris, Ashâbu’l-Ferâiz, Asabe
c) Asabe, Vâris, Ashâbu’l-Ferâiz, Zevi’l-Erhâm
d) Ashâbu’l-Ferâiz, Zevi’l-Erhâm, Vâris, Asabe
432- Allah’tan başkası adına edilen yeminler konusunda, aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Allah’tan başkası adına; meselâ baba, anne, çocuğun başı, melek, şeref, namus vb. adına yapılan yeminler, fıkhen yemin hükmünde değildir.
b) Allah’tan başkası adına yapılan yeminler hadis-i şerife göre küfürdür, şirktir.
c) En çirkin ve en veballi yemin, “dinimi inkâr edeyim ki...” “Allah’ımı inkâr edeyim ki...” “Kâfir olayım...” gibi sözlerdir. Böyle yemin eden kişi, sözünde doğru olsa bile, bu sözler imanına zarar verir.
d) Allah da, kendisinden başkası adına yemin etmez.
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1195 -
433- Vasiyet konusuyla ilgili olarak aşağıdaki değerlendirmelerden hangisi yanlıştır?
a) Bir müslümanın vasiyet etmek istediği bir şey olup da vasiyeti yanında yazılı olmadan iki gece geçirmeye hakkı yoktur.
b) Bir insanın mirasçılarından bazılarına az, bazılarına çok mal bıraktığını vasiyet etme hakkı vardır. Mal, miras bırakanın kendi malıdır; istediğine dilediği şekilde vasiyet edip miras bırakır veya mirasından mahrum eder.
c) Sadaka-i câriye hükmüne giren vakıflar da vasiyet hükmü içinde değerlendirilmiştir. Vakfeden kimsenin bu konudaki vasiyetine uyulması gereklidir.
d) Bir müslümanın yazacağı vasiyetinde fânî meselelerden ziyâde, öncelikle geride kalanlara hakkı tavsiye, iyilikle emir, onlara tevhidî iman ve müslümanca hayat sürmeleri yolunda hatırlatmalar bulunmalıdır.
434- Miras konusuyla ilgili olarak aşağıdaki değerlendirmelerden hangisi yanlıştır?
a) Miras, haktır, helâldır. Miras bırakanın, kazancını tümüyle haramlardan oluşturması veya farklı bir inanca sahip olması, mirasçılarını değil; kendini ilgilendiren bir konudur. O yüzden ölen mirasçı kâfir olarak ölse bile, bıraktığı mal, müslüman mirasçıları tarafından usûlüne göre taksim edilerek yenilebilir.
b) Başkasını geçindirmek zorunda olmadığından şahsî malını dilediği gibi kullanabilecek olan kadınlara, erkek kardeşlerinin yarısı kadar mirası Kur’an uygun görmüştür.
c) Mecbur olmadıkları halde, sırf dünyevî menfaat için veya daha adâletli olacağını düşündüklerinden İslâmî olmayan bir devletin mahkemesine mürâcaat edip mirasın tâğûtî hükümlere göre taksim edilmesini istemek, Nisâ sûresi 14. ve 60. âyetlere göre itikadı ilgilendiren bir konudur.
d) Mirasın paylaşılmasına, varsa vasiyetteki görevler yerine getirildikten, ölenin borcu varsa ödendikten sonra geçilir.
435- Hadis-i şeriflerde Kur’an’ın en faziletli ve en büyük âyeti, Kur’an âyetlerinin efendisi, okuyana belirli bir müddet şeytanın yaklaşamayacağı ve belâlardan korunulacağı âyet, Kur’an’ın hangi âyetidir?
a) “Âmene’r-rasûlü” diye başlayan âyet
b) Bakara Sûresinin 222. âyeti
c) Bakara Sûresinin 255. âyeti
d) Bakara Sûresinin son âyeti
- 1196 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
436- Aslî ihtiyaçların dışında, zekât nisabı kadar mala sahip olmayan veya nisaptan daha fazla mala sahip olduğu halde, bunlar ihtiyaçlarına yeterli bulunmayan kimseye ............; hiçbir şeyi bulunmayan yoksula da ............ denir.
Yukarıdaki tanımlarda boş bırakılan yere, seçeneklerdeki kelime gruplarından hangisi gelmelidir?
a) fakir – miskin b) yoksul – miskin
c) mütevekkil – zâhid d) kâsib – fakir
437- Allah’ı bilme, tanıma, O’nu bütün sıfatlarıyla öğrenip hakkında bilgi sahibi olmaya kavram olarak ne ad verilir?
a) Ru’yetullah b) Ma’rifetullah
c) Sıbğatullah d) Sebîlullah
438- Güç yetirilemeyecek emir ve yasaklara dinî literatürde ne ad verilir?
a) ısran kemâ hamelteh b) teklîf-i mâ lâ yutak
c) tekellüf-i mükellef d) teklîf-i vüs’at
439- Esmâü’l-Hüsnâ konusundaki aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) Esmâü’l-Hüsnâ, âlimlerin ittifakı ile sadece 99 tanedir. Hadis rivâyetlerinde 99 olarak belirtilen ve Tirmizî’de tek tek sayılan bu isimlere Kur’an da başka ilâvelerde bulunmaz.
b) Kur’ân-ı Kerim’de esmâü’l-hüsnâ ile Allah’a isim verilmesi ve duâ edilmesi emredilerek O’nun isimleri konusunda eğriliğe saparak O’nu yanlış şekilde isimlendirenleri terk etmek emredilir ve onların Allah tarafından cezalandırılacakları belirtilir.
c) Tanrı kelimesi esmâü’l-hüsnâdan biri değildir. O yüzden Allah hakkında bu ismin kullanılması güzel ve doğru olmaz.
d) Esmâü’l-hüsnâ, Allah’ın isimleri olduğundan, bunlardan birini insanlara isim olarak aynen vermek doğru değildir. Özellikle, “el” belirtme takısıyla bu isimler Allah’ın dışındakiler için kullanılamaz. Yine, anlam yönüyle sadece Allah’a ait olan bir sıfatı içeren ismin, insanlara verilmesi çok yanlıştır.
440- Borç, kredi, ödünç anlamı, Arapça’da ve Kur’ân-ı Kerim’de (deyn sözcüğü dışında)hangi kelime ile karşılanır?
a) hasen b) vâde c) karz d) infak
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1197 -
441- Dâvud (a.s.)’un çok genç yaşta öldürdüğü Câlût kimdir?
a) Dâvud (a.s.)’dan önce, Benî İsrâil’i ezerek yöneten zâlim ve kâfir hükümdar
b) Hz. Dâvud’un öldürdükten sonra eski karısıyla evlendiği kendi ordusundaki güçlü komutanlarından biri
c) O zamanların süper gücü olan Amalika devletinin zâlim, zorba, güçlü ve zengin hükümdarı ve komutanı
d) Amalika kavminin ordusu içinde gücü ve savaşçılığıyla meşhur ünlü bir asker
442- Lügat anlamı taht, koltuk, sandalye demek olan; mecâzî olarak da ilim, güç, egemenlik, sultan gibi anlamlara gelen Kur’ânî kavram aşağıdakilerden hangisidir?
a) arş b) kürsî c) vüs’at d) tâkat
443- Lügatta; isteksizlik, rağbetsizlik, aza kanaat demek olan; terim olarak dünyaya ve maddî menfaate değer vermemek, çıkarcı, menfaatperest ve bencil olmamak, kalpte dünya ve çıkar kaygısı taşımamak, kanaatkâr olmak anlamına gelen İslâmî kavram seçeneklerden hangisidir?
a) kanaat b) fakr c) zühd d) tevekkül
444- “Lâ ikrâhe fi’d-dîn (dinde zorlama yoktur)” meâlindeki Bakara sûresi âyetten anlaşılması gereken nedir?
a) Hiç bir insan, diğer insanlara karşı yaptıklarından dolayı dünyada cezâ görmez, görmemelidir.
b) İnsanlar, dinî ve ahlâkî davranışlarında tümüyle özgürdür, hiçbir kınama ve suçlama ile karşılaşmamalıdır.
c) İnsanlar, din tercihlerinde ve inançlarında tam bir özgür irâde ile seçim yapma hakkına sahiptirler. Bu konularda herhangi bir baskıya uğramamalıdır.
d) Kimse kimseye karışmamalı, hiçbir konuda zorlama, baskı, yönlendirme ve tavsiyelerde bulunmamalıdır. Herkes yaptıklarının karşılığını sadece âhirette görecektir.
- 1198 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
445- Kur’ân-ı Kerim’e göre Allah’ı tümüyle inkâr edenler, önemsenmeyecek kadar azdır. Kur’ân-ı Kerim Allah’a hiç inanmayanlardan çok daha fazla, esas olarak Allah’a inandığı halde O’na şirk koşanlardan bahseder ve vurguyu en fazla tevhid konusuna yapar. Bununla birlikte Kur’an, Allah’ı inkâr etmede (ve O’na şirk koşmada) üç temel etkeni belirtir. Nedir bunlar?
a) Kibir ve inat, cehâlet ve tâğutların ifsâdı
b) Putlar ve endâd, nifak ve şirk
c) Bel’am, Karun ve Firavun zihniyeti
d) Aile, çevre, düzen ve devlet
446- Kur’ân-ı Kerim, Hz. Dâvud’un (a.s.) Allah tarafından ihsân edilen bazı özelliklerini belirtir. Kendisine Zebur, hikmet ve ilim verilmiş olması, hükümdarlık verilip yeryüzünde halife kılınması, ibâdete çok düşkün oluşu, fasl-ı hitap, yani açık ve güzel konuşması bunlardandır. Bunlar gibi Kur’an’ın ifade ettiği başka özellikler de vardır. Aşağıdaki seçeneklerden hangi grup, verilen bu özellikler konusunda tümüyle doğrudur?
a) Rüzgârın hizmetine verilmesi, kuşların dilini bilmesi
b) Adâletli karar vermesi, insanları etkilemesi, tek başına ümmet olması
c) Her gününü oruçlu geçirmesi, dağların ve hayvanların kendisiyle birlikte ibâdet etmesi
d) Demiri işleyip zırh yapması, dağların ve kuşların onunla beraber Allah’ı tesbih etmesi
447- Lügat anlamı; zorlamak, bir kimseyi istemediği ve çirkin gördüğü bir işi yapmaya mecbur tutmak olan, İslâm hukuku terimi olarak; bir kimsenin başkasına yaptığı, ondaki rızâyı kaldıran veya ehliyetini yok etmediği halde onun seçme özgürlüğünü bozan ya da şer’î yükümlülüğü kaldıran korkutma hali, yani bir kimseyi korkutmak sûretiyle rızâsı olmaksızın bir iş işlemek üzere haksız yere zorlamaya bir Kur’an kavramı olarak ne ad verilir?
a) teklif b) ikrâh c) karz d) ısr
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1199 -
448- Borç konusunda aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) Dinin kurallarına uymak, müslümanın Allah’a borcudur. Bu borcunu ödemesi için insan, kulluk ve ibâdeti ölünceye kadar hayatının her alanına yayması gerekir. Bu, aynı zamanda Allah’la yapılan bir ticarettir.
b) Kişinin kulluk görevi olarak boynuna borç olduğu halde îfâ etmediği namaz, oruç, hac gibi ibâdetler de borç kapsamı içinde değerlendirilir.
c) Kur’ân-ı Kerim, müslümanların birbirlerine sırf Allah rızâsı için güzel bir şekilde borç vermelerini tavsiye etmekte, bu borcu sanki Allah’a verilmiş gibi değerlendirmektedir.
d) Müslümanların birbirlerine güvenmeleri çok önemli olduğu için, birbirlerinden şüphe etmeleri demek olan borçların yazılmasını Kur’an uygun görmemektedir.
449- Âyetü’l-Kürsî de denilen Bakara Sûresinin 255. âyetinde geçen, “her şeyi, bütün varlıkları tutan, koruyan, gözetip yöneten; her varlığın var oluşu O’na dayanan anlamına gelen Allah’ın güzel ismi nedir?
a) el-Hayy b) el-Kayyûm c) el-Aliyy d) el-Azîm
450- Elinde bulunanla yetinme, dünya nimetlerinden kısmetine düşene râzı olma; israf, ihtiras, tama’ ve israftan kaçınma anlamına gelen İslâmî kavram aşağıdakilerden hangisidir?
a) tevekkül b) zühd c) takvâ d) kanaat
451- Bilindiği gibi insanlar ya Allah’ın velîsi/dostu veya tâğutun velîsi/dostudur. Âyetü’l-Kürsî’den bir âyet sonra bu hüküm zikredilir. Bu konuda, aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Allah, kendisine gereği gibi iman edenlerin velîsi, tâğut ise kâfirlerin velîsi/dostudur.
b) Allah, bütün yarattıklarının velîsidir; kâfirlerin velîsi/dostu ise kendileri gibi kâfir olanlar ve kendilerini sevenlerdir.
c) Allah, iman edenleri karanlıklardan nûra çıkarır; tâğut ise, dostlarını aydınlıktan karanlıklara ulaştırır.
d) Allah’ın dostlarına korku ve üzüntü yoktur; kâfirlerin hayatı karanlıklar içinde geçeceği gibi, âhirette de ebedî azap onlaradır.
452- Âcizlik gösterme, Allah’a güvenip dayanma, O’nun hükmünün kesinlikle meydana geleceğine gereği gibi inanma ve alınması gerekli tedbirleri aldıktan sonra gönlünü sadece Allah’a bağlama anlamındaki Kur’ânî kavram nedir?
a) zühd b) tevekkül c) kanaat d) ğınâ
- 1200 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
453- Lügat anlamı; güzel ödünç verme demek olan ve terim olarak; dinin emirlerine uygun, hiçbir maddî çıkar düşüncesi gözetmeksizin sırf Allah rızâsını kazanmak ve din kardeşinin sıkıntısını gidermek amacıyla karşılıksız borç vermeye Kur’an kavramı olarak ne ad verilir?
a) deyn b) infak c) fî sebîlillâh d) karz-ı hasen
454- Hz. Dâvud’un (a.s.) bu şekilde oruç tuttuğu için Peygamberimiz’in “savm-ı Dâvud” olarak açıkladığı ve nâfile oruçların en faziletlisi olarak belirttiği oruç, hangi zamanlarda tutulan oruçtur?
a) Recep, Şaban ve Ramazan aylarında toplam üç ay devamlı tutulan oruç
b) Senenin yarısının oruçla geçirildiği, yani sene boyunca bir gün yenilip bir gün tutulan oruç
c) Her pazartesi ve perşembe günleri tutulan oruç
d) Sene boyunca bir ay tutulup bir ay yenilen ve bu şekilde senenin yarısında tutulan oruç
455- Kur’ân-ı Kerim’de, bir haram için diğer yasaklara karşı çıkılırken kullanılan ifadelerden çok daha sert üslûp kullanılır. Bu yasağı çiğneyen kimsenin şeytan çarpmış kişiye benzetildiği, cehennemlik olduğunun vurgulandığı, malının bereketinin gideceği belirtilen, Allah’ın sevgisini kaybedeceği ifade edilen, Allah ve Rasûlü tarafından ilân edilmiş bir savaşla karşı karşıya olduğu açıklanan bu haram nedir?
a) sihir/büyü b) hamr/içki c) ribâ/fâiz d) meysir/kumar
456- Allah’a, O’nun zâtında, sıfatlarında, isimlerinde, fiillerinde ortağı ve dengi olmadığına, O’nun doğmadığına ve çocuğu olmadığına iman edip O’nu birlemek demek olan tevhid, klasik kabul içinde en genel şekliyle hangi kısımlara ayrılır?
a) Rubûbiyet ve ulûhiyet tevhidi olmak üzere ikiye ayrılır.
b) Zât, sıfat ve esmâ tevhidi olmak üzere üçe ayrılır.
c) Kâinattaki tevhid, toplumda tevhid ve kişide tevhid olmak üzere üçe ayrılır.
d) Tâğutların reddi olarak tevhid ve bel’amların reddi olarak tevhid olmak üzere ikiye ayrılır.
457- Lügatte sınır, sınır çekmek, son, bıçak ağzı, bilemek, dikkatle bakmak, ayırmak, şer’î ceza ve ceza tatbik etmek anlamlarına gelen; İslâm hukuk terimi olarak da, İslâmî ölçüler, İslâm’ın ortaya koyduğu helâl-haram sınırları, miktarı ve niteliği nasslarda belirlenmiş olan şer’î cezalar demek olan kavram, aşağıdakilerden hangisidir?
a) hesap b) had c) ceza d) karz
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1201 -
458- Hadis-i şerifte “öyle bir zaman gelecek ki, o devirde onu yemeyen kalmayacak. Doğrudan yemeyen kimseye en azında buharı veya tozu bulaşacak” denilen, günümüzde nice insanın câiz görerek yediği veya sakınan insanlara da düzenin ve çevrenin dayatmaları ve yönlendirmeleriyle az-çok bulaştığı bu şey nedir?
a) haram b) fâiz
c) kumar parası d) haram kazanç
459- Dâvud (a.s.) zamanında, peygamberlerinden cihad için bir hükümdar ve komutan istedikleri ve Allah tarafından hükümdar olarak Tâlût’un gösterilmesine rağmen, İsrâiloğulları onun melikliğine neden karşı çıkmışlardı?
a) Hükümdarda olması gereken bilgiye sahip olmadığı ve vücutça güçlü olmadığı için
b) Aynı dili konuşmadıkları için
c) Onun Allah tarafından tâyin edildiğine inanmadıkları için
d) Onda servet ve zenginlik yönünden geniş imkânlar olmadığı ve kendilerini hükümdarlığa daha lâyık gördükleri için
460- Tâlût ve askerleri, Câlût ve ordusuna karşı savaşmak için ayrıldıktan sonra bir nehir kenarına vardıklarında Tâlût, askerlerinin ırmaktan içmemelerini istemiş, fakat onların çoğu içmişti. Bu suyun içilmesinin yasaklanma sebebi ne idi?
a) Irmağın zehirli olma ihtimali vardı
b) Su içince savaş kabiliyetlerini yitirebilirlerdi
c) Su içme sebebi ile zaman kaybedilebilirdi
d) Askerlerin inançları ve disiplinleri imtihan ediliyordu
461- Allah'ın, mükâfatlarının kendi katında olduğunu; kendileri için hiçbir korkunun ve üzüntünün asla olmayacağını müjdelediği kimselerin özellikleri hakkında, aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a) Nâfile ibâdetleri ihmal etmemek
b) İman edip sâlih amel işlemek
c) Namazlarını dosdoğru kılmak
d) Zekâtlarını hakkıyla vermek
- 1202 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
462- Hadis-i şerifte; kime, hangi şekilde iftirâ atanın Cehennemde oturacağı yere hazırlanması istenmektedir?
a) Allah’a, O’nun kitap ve peygamber gönderdiğini kabul etmeyerek
b) Din’e, İslâm’ın tek geçerli din olduğunu ve insanların tüm temel problemlerine çözüm getirdiğini kabul etmeyerek
c) Peygamberimize, onun söylemediği bir sözü ona isnâd ederek
d) Peygamberlere, onların getirdikleri vahyi ve mûcizeleri yalanlayarak
463- Tuzak, hile ile aldatma, renklendirme, birini hile ile maksadından döndürme, hile, plan ve tedbir anlamlarına gelen Kur’an kavramı, aşağıdakilerden hangisidir?
a) Kazf b) Zillet c) Mülâane d) Mekr
464- Kur’ân-ı Kerim’de belirtilen sünnetullaha göre Allah’ın, kendilerine yardım etmesi için, mü’minlerin ne yapması gerekmektedir?
a) İbâdet ve duâ etmesi
b) İman edip sâlih amel işlemesi
c) Allah’a (Allah’ın dinine) yardım etmesi
d) Kâfirlere karşı cihad bilincinde olması
465- Kelime anlamı; insanın yenilmesine engel olan şey demek olan; üstünlük, şeref, haysiyet, kuvvet ve güç sahibi olmasını ifâde eden; kişinin alçaklıktan uzak değerini, şerefinin yüceliğini ve gâlibiyetini içeren kavram, seçeneklerden hangisidir?
a) Ensâr b) İzzet c) Mekr d) Şeref
466- Yaklaşık aynı dönemlerde yaşayan ve aynı çevrelerde, birbirlerine yakın yerlerde görev yapan Hz. İsa, Zekeriyya ve Yahya Peygamberlerin birbirlerine akrabâlık yönüyle yakınlıkları hakkında seçeneklerden hangisi doğrudur?
a) Hz. Zekeriyyâ, İsa (a.s.)’nın annesi Hz. Meryem’in teyzesinin kocasıdır; Hz. Yahyâ’nın da babasıdır.
b) Hz. Yahyâ, İsa (a.s.)’nın annesi Hz. Meryem’in kuzeni ve Hz. Zekeriyyâ’nın babasıdır.
c) Hz. İsa, Hz. Zekeriyyâ’nın teyzesin kocasıdır; Hz. Yahya’nın da kuzenidir.
d) Hz. Zekeriyyâ, Hz. Yahyâ’nın amcası ve Hz. İsa’nın halasının kocasıdır.
467- Lugat anlamı; kaynağa döndürmek olan, bir şeyi, kendisinden kastedilen mânâya ve gâyeye döndürmek şeklinde de tanımlanan, sonuç, varacağı nokta, döneceği durum anlamında da kullanılan Kur’an kavramı, aşağıdakilerden hangisidir?
a) Muhkem b) Müteşâbih c) Tefsir d) Te’vil
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1203 -
468- Talmud ne demektir?
a) Kitab-ı Mukaddes’in ilk bölümü olan Ahd-i Atik’in, yani Tevrat’ın bölümlerinden birinin adı
b) Yahûdîlerin dinî kanunlarını tefsir eden ve bu kanunlara göre ortaya çıkabilecek yeni problemlerine çözüm getiren en önemli derleme kitaba verilen ad
c) Hıristiyanlarca İnciller gibi kutsal sayılan, Ahd-i Cedid’in bölümlerinden biri, Pavlos’un risâlelerinden/kitaplarından birinin adı
d) Bugünkü İncillerde belirtildiği şekilde, Hz. İsa’nın havârîlerinden birinin adı.
469- Kur’ân-ı Kerim’e göre, müteşâbih âyetlere uyanlar kimlerdir?
a) Kalplerinde eğrilik bulunan, te'vil edip çarpıtarak toplumda fitne çıkarmak isteyenler
b) Kur'an ilimlerinde derinliğe ulaşmak isteyen âlimler
c) Kur'an'dan hüküm çıkararak insanların problemlerine çözüm getirmek isteyenler
d) Bu âyetlerle ictihad edip fetvâ verme gayretinde olan ilim ehli
470- Hz. Âişe anamıza atılan çirkin iftirâ olayına Kur’an kavramı olarak ne ad verilir?
a) Kazf b) İfk c) Lian d) Mekr
471- Kur’ân-ı Kerim’de uzun müddet peygamberlik yaptığı halde çok az insanın hidâyetine vesile olduğu, kendi oğlu ve karısı bile iman etmeyip müşrik olarak öldüğü belirtilen, putperest kavminin çeşitli hile ve baskılarına uzun zaman sabreden ulü’l-azm peygamber kimdir?
a) İsa (a.s.) b) Yahyâ (a.s.) c) Mûsâ (a.s) d) Nûh (a.s.)
472- Mal-mülk konusuyla ilgili aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Kur’an’a göre mal ve mülkün sahibi Allah’tır; insan sadece emânetçidir.
b) Allah, malı-mülkü dilediğine verir, dilediğinden de alır.
c) Mal, bir fitne/imtihan olduğundan, malını müdâfaa için öldürülen kimse, büyük günah üzere ölmüş sayılır.
d) Ölmüş (murdar) hayvan eti, bozuk gıdalar, zehirli maddeler gibi insanların yararlanamayacağı şeyler mal sayılmaz.
- 1204 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
473- Kur’ân-ı Kerim, iftirâ konusuyla ilgili olarak “ondan daha büyük zâlim kim olabilir?” dediği insanların özellikleri nelerdir?
a) Allah’a yalan uydurup şirk koşarak iftirâ eden müşrikler
b) Rasûlullah’ın iffet timsâli eşine iftirâ atan münâfıklar
c) İslâm’a hakaret eden ve Dine iftirâ atan müfterîler
d) Peygamberimiz’in söylemediği sözleri O’na isnâd edip hadis uyduranlar
474- Münâfıkun Sûresinin 8. âyetinde “izzet”in (onur, şeref; yenilgiye uğramayı ve aşağılanmayı önleyen güç, saygın konum) kime âit olduğu vurgulanır?
a) Yalnızca Allah’ın
b) Allah ve Rasûlünün
c) Allah, Rasûlullah ve sahâbîlerin
d) Allah, O’nun Rasûlü ve mü’minlerin
475- Hz. Yahyâ’nın Kur’ân-ı Kerim’de bahsedilen özellikleri konusunda aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a) Hz. Yahyâ’ya, henüz çocuk iken hikmet verilmiş, Kitab’ı kuvvetle tutması (onun hükümlerine sarılması) emredilmiştir.
b) Kur’ân-ı Kerim, “Yahyâ” adının, çok meşhur olduğunu, önceki kavimlerdeki sâlih insanların, çocuklarına bu ismi sık sık verdiklerini belirtir.
c) Ona kalp yumuşaklığı ve (günahlardan) temizlik verilmiştir. O Kur’an’da “takî” (müttakî) diye vasfedilmiştir.
d) Ana-babasına itaatlidir. “Dünyaya getirildiği gün, öleceği gün ve diri olarak (kabrinden) kaldırılacağı gün ona selâm olsun!” denilmektedir.
476- Kur’ân-ı Kerim’deki “ensârullah” kavramının kapsamına giren insanlar kimlerdir?
a) Mekke’den Medine’ye hicret eden muhâcir mü’minlere her türlü yardımı seve seve yapan Medine’li ensâr
b) Hz. İsa’nın; “Allah yolunda benim yardımcılarım kim olacak?” sorusuna “biz” diye cevap veren havârîler
c) Mallarıyla Allah yolunda infak eden ve canlarıyla cihad eden Peygamberimiz’in tüm ashâbı
d) Allah’a (Allah’ın dinine) yardım etmeye hazır ve bu yolda zorluklara göğüs gerecek her dönemde ve her yerdeki şuurlu, fedâkâr mü’minler
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1205 -
477- Mekr kavramının Kur’ân-ı Kerim’de kâfirlere ve Allah’a nisbet edildiği halde mü’minlere nisbet edilmemesinin sebepleri konusunda aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a) Sünnetullah, yani Allah’ın yeryüzündeki değişmez kanunu gereği kâfirlerin her konudaki tavrına karşı, mü’minler değil; Allah müdâhale etmektedir.
b) Kizb/yalan gibi mekr de, mü’minlerde normal halde bulunmaması gereken bir özelliktir. Mekr etmek, mü’minlerin emin ve ıslah edici özellikleriyle bağdaşmamaktadır.
c) Mekr, o kadar çirkin bir fiildir ki, bu suçun cezâsını aynı cinsten olmak üzere hemen Allah veriyor. Mekrin karşılığını/cezâsını mekr olarak mü’minler verecek olsa, âdil ve âcil olarak gerekli cezâ verilmeyebilir.
d) Kâfirler, sayılarını ve imkânlarını birleştirerek tüm mekr çeşitleriyle müslümanlara tavır alsalar bile, bunun cevabını ve cezâsını Allah üzerine aldığı için, sayıca ve kuvvet yönünden zayıf mü’minlerin imanları ve dâvâlarına güvenleri sarsılmamış, hatta güçlenmiş olur.
478- Lugatta; Bir şeyi açıklamak, keşfetmek anlamına gelen, terim olarak; beşerî tâkat oranında, Allah Teâlâ’nın murâdına delâlet etmesi yönünden Kur’ân-ı Kerim’i inceleyen bir ilim mânâsında kullanılan kavram, seçeneklerden hangisidir?
a) Te’vil b) Tefsir c) Müteşâbih d) Muhkem
479- “Kazf” kelimesi, İslâmî literatürde terim olarak ne anlamda kullanılır?
a) Nâmuslu bir erkek veya kadına zinâ suçlaması yaparak ona zinâ iftirâsı atmak
b) İslâm tarihinde mü’minlerin annesi Hz. Âişe’ye münâfıklar tarafından uydurulan çirkin iftirâ olayı
c) Zinâ sebebiyle evliliği sona erdirme yöntemi olarak; kocanın karısını zinâ ile suçlaması ve bunu dört şâhitle ispat edememesi halinde hâkim önünde ve özel şekilde, karı-kocanın karşılıklı olarak lânetleşip yeminleşmesi
d) Bir kadını zinâ ederken görmek ve bunu dört şâhitle ispat ederek o kadının zinâ cezâsına çarptırılmasına sebep olmak
480- A’râf Sûresinin 99. âyetine göre; Allah’ın mekrinden emîn olan/güvende olanlar kimlerdir?
a) Sâlih amel sahibi mü’minler
b) Hüsrânda olan kâfirler
c) Allah’ı kandırabileceğini düşünen münâfıklar
d) Her konuda Allah’a güvenen müttakî mü’minler
- 1206 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
481- Kur’ân-ı Kerim’de yahûdilerin bazı peygamberleri haksız yere öldürdükleri belirtilir. Kesin olarak bilinmemekle beraber, İslâm tarihçileri, bunların ikisinin ismi üzerinde büyük oranda ittifak etmişlerdir. Hangi seçenekte bu peygamberlerin ismi doğru olarak verilmektedir?
a) Hz. Yahyâ ve Hz. Zekeriyyâ
b) Hz. Yûşâ ve Hz. Yahyâ
c) Hz. Yahyâ ve Hz. İsa
d) Hz. Zekeriyyâ ve Hz. Elyesâ
482- Daha doğmadan Allah’a adanıp dâvâya vakfedilmiş olan ve güzel bir bitki gibi yetiştirilip Allah tarafından özel nimetlerle rızıklandırılan zâtın ismi seçeneklerden hangisidir?
a) Hz. İsa b) Hz. Meryem
c) Hz. Zekeriyyâ d) Hz. İsmâil
483- Birbirine benzeyen birey ve cüzleri bulunan şeyler, kendisinde karışıklık ve iltibas bulunan şey anlamına gelen, terim olarak Kur’ân-ı Kerim’de mânâsı kapalı, birçok anlama gelebilen, tefsirinde güçlük çekilen âyet veya kelimelere Kur’an kavramı olarak ne ad verilir?
a) Te’vil b) Muhkem c) Müteşâbih d) Tefsir
484- Bilindiği gibi, Allah Teâlâ’nın Hz. İsa’ya inzâl ettiği İncil ile bugün hıristiyanlarca kutsal kabul edilen İnciller arasında bazı farklar vardır. Hz. İsa’ya indirilen İncil tek olduğu halde, hıristiyanlar dört ayrı İncil kabul ederler. Seçeneklerden hangisi, günümüzde Kitab-ı Mukaddes’e göre sırasıyla bu dört İncil’i göstermektedir?
a) Matta, Tomas, Yuhanna, Petrus
b) Matta, Markos, Luka, Yuhanna
c) Pavlos, Matta, Petrus, Barnabas
d) Marko, Luka, Pavlos, Barnaba
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1207 -
485- Tahrif konusundaki aşağıdaki ifâdelerden hangisi yanlıştır?
a) Tahrif, bir kelimede harflerin yerini veya bir harfi değiştirme, bozma demektir. Bir ibârenin anlamını değiştirme, İlâhî kitaplar üzerinde herhangi bir kelimenin bile bile değiştirilmesi demektir.
b) Kur’ân-ı Kerim metnini tahrif ettirmeyerek Kıyâmete kadar aslını aynen korumayı Allah Teâlâ üzerine almıştır. Ama Tevrat ve İncil, o dönemlerdeki bilginlere havâle edilmiş, onlar da bazı çıkarlar ve kıskançlıktan dolayı bu emânetleri koru(ya)mayıp tahrif edilmesine sebep olmuşlardır.
c) Kur’an, metin olarak tahrif edilmemiştir ve edilmeyecektir, ama hadisler için bu sözkonusu değildir. Peygamber sözü olmayan nice uydurma hadisler ortaya atılmış ve bazı hadislere ilâvelerde bulunulmuş, yani hadisler yer yer tahrife uğramıştır.
d) Bugünkü Tevrat ve İncil, İslâm inancına göre tümüyle tahrif edilmiştir. Asıl Tevrat ve İncil'le bugünkü kutsal kitaplar arasında hiçbir ilişki kalmamıştır. Bugünkü Tevrat ve İncillerde, Kur'ân-ı Kerim'in tasdik ettiği hiçbir hüküm yoktur.
486- Zinâ sebebiyle evliliği sona erdirme yöntemi olarak; kocanın karısını zinâ ile suçlaması ve bunu dört şâhitle ispat edememesi halinde hâkim önünde ve özel şekilde, karı-kocanın karşılıklı olarak lânetleşip yeminleşmesine İslâm hukuk terimi olarak ne ad verilir?
a) Hud’a b) Kazf c) Lian d) Keyd
487- Hristiyanlara göre tek İlâhî kitap kabul edilen Kitab-ı Mukaddes konusunda aşağıdaki yargılardan hangisi doğrudur?
a) Kitab-ı Mukaddes, sadece dört İncilden ibâret kitaptır.
b) Tevrat ve İncillerden meydana gelmiştir. İçinde başka kitap yoktur.
c) Eski Ahit adı verilen 39 ve Yeni Ahit denilen 27 kitaptan meydana gelmiş koleksiyona Kitab-ı Mukaddes adı verilir.
d) Kitab-ı Mukaddes'in içinde yahûdilerin tüm kutsal kitapları da bulunduğu için, yahûdiler de Kitab-ı Mukaddes'e inanırlar.
- 1208 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
488- Dirâyet tefsiri ne demektir?
a) Tefsircinin, âyet hakkında açıklayıcı bir nakil bulamayınca kendi görüşüne başvurup Kur’an ve Arapça ile ilgili bilgilerden de yararlanarak ictihad edip Kur’an âyetlerini açıklayıp tefsir etmesi
b) Seleften nakledilegelen eserlere dayanan naklî tefsirdir. Bu tefsirde, hadis-i şerif, siyer ve İslâm tarihi ile ilgili kitap ve rivâyetlerden yararlanılarak âyetlerin nüzul sebepleri ve anlamları gösterilerek yapılan tefsir çeşidi
c) Mânâsı, te’vil ve tahsis kabul etmeyecek derecede açık olan muhkem âyetlerin tefsiri
d) Allah’ın zâtı ve sıfatlarıyla, gelecekle ilgili gaybî boyut taşıyan kıyâmet, cennet ve cehennemin keyfiyeti ve mecâzî ifâdelerle ilgili müteşâbihlerin tefsiri
489- Kur’ân-ı Kerim’de belirtildiğine göre, kendi ifâdesiyle gece-gündüz kavmini taptıkları putları terkedip şirksiz bir şekilde Allah’a iman ederek O’na kulluk yapmaya dâvet ettiği halde, dünyevî ölçüler içinde mağlûp/başarısız olan ve kavmi için “bu zâlim kâfirlerin hiçbirini yeryüzünde sağ bırakma” diye duâ eden peygamber kimdir?
a) İsa (a.s.) b) Nûh (a.s.)
c) Zekeriyyâ (a.s.) d) İbrâhim (a.s.)
490- Sağlam, anlamı açık, yoruma ihtiyaç hissettirmeyen, şüphe kabul etmeyen anlamlarına gelen; âyet ve hadislerde bulunan ve sevk edildiği maksada delâlet eden lâfız mânâsına gelen, anlamı te’vil ve tahsis kabul etmeyecek derecede açık olan lâfızlara ne denir?
a) Muhkem b) Te’vil c) Rivâyet d) Keyd
491- Tevrat hakkında, aşağıdaki ifâdelerden hangisi yanlıştır?
a) Tevrat’ın bir adı da Ahd-i Atîk, yani Eski Sözleşme’dir. Hem yahûdîlerce ve hem de hıristiyanlarca kutsal kabul edilen kitapların toplamına bu ad verilir.
b) Aslında Tevrat, Kitab-ı Mukaddes’in 39 kitaptan meydana gelen ilk bölümü olan Eski Ahid’in, Hz. Mûsâ’ya indirilen ilk beş bölümüne verilen addır.
c) Kur’ân-ı Kerim, Hz. Mûsâ’ya indirilen kitabın adı olarak Tevrat’tan hiç bahsetmez. Hz. Mûsâ’ya suhuf/sayfalar ve Kitap verildiğinden bahseder. Tevrat’ı da, Hz. Mûsâ’dan bağımsız olarak konu edinir.
d) Tevrat’a, yani Kitab-ı Mukaddes’in ilk bölümündeki kitaplara Allah’ın vahyi/kitabı olarak inanan yahûdiler, kitabın ikinci bölümü olan İncillere de inanırlar.
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1209 -
492- Kur'an'da bazı âyetler vardır ki, mânâlarını en doğru olarak sadece Allah bilir. Derin bilgi sahipleri ise, onlar hakkında ayrıntıya girmek istemezler ve yanlış konuşmaktan Allah'a sığınırlar. Hükmü kesin olmayan bu âyetlerde acziyetlerini kabul edip mânâ zorlamasına gitmezler. Kur'an'daki bu türden âyetlere ne ad verilir?
a) Mecaz b) Müteşâbih c) Kinâye d) Furkan
493- Bilindiği gibi, İncillerin bulunduğu hıristiyanlarca kutsal sayılan Kitab-ı Mukaddes’te Pavlos’a âit birçok mektup ve Rasullerin İşleri gibi kitaplar onlara göre İlâhî vahy sayılır. Mektupları ve yazdığı kitaplar, aynen İnciller gibi bağlayıcı ve kutsal kabul edilen Pavlos kimdir?
a) Hz. İsa’nın havârîlerinin lideri
b) Hz. İsa’nın havârîlerinden biri
c) Hz. İsa’nın İncilleri yazdırdığı kâtibi
d) Hz. İsa zamanında yaşayan yahûdîlerden ve İsa’dan sonra hıristiyanlığı kabul ettiği söylenen birisi
494- Âcizliğini kabul edip Allah’a güvenip dayanma, O’nun hükmünün mutlaka meydana geleceğine kesin olarak inanma ve alınması gereken tedbirleri alma anlamında Kur’anî terim, seçeneklerden hangisidir?
a) İman b) Tevekkül c) Müşâvere d) Azim
495- İstişâre konusuyla ilgili aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) İstişâre, kişinin kendisini ilgilendiren konularda başkalarının görüşüne başvurması olduğu gibi; aynı zamanda, müslüman idârecilerin ümmetin durumunu ilgilendiren konularda ehil/uzman ve emin/güvenilir kişilere danışmasıdır.
b) Peygamberimiz (s.a.s.), ümmetine istişâreyi tavsiye ve ona teşvik ettiği gibi; aynı zamanda kendisi de Bedir’de Ebû Süfyan’ın geldiğini haber alınca ne gibi tedbir alınacağı konusunda Ensarla müşâvere etmiş, Bedir esirleri konusunda, Uhud ve Hendek Gazvelerinde, Hudeybiye’de, Tâif seferinde, İfk hâdisesinde, ezan konusunda olduğu gibi birçok mevzûda ashâbıyla istişâre etmiştir.
c) İslâm’daki istişâre sistemi, azınlıkların değil; çoğunluğun görüşünün alınmasını gerektirdiği gibi; aynı zamanda, halkın ve danışılanların çoğunluğunun görüşünün tercih edilmesini gerektirir. Parmak hesâbıyla çoğunluk hangi görüşü savunuyorsa, o görüşün tatbik mecbûriyeti vardır.
d) Hakkında açık bir hüküm bulunan dinin temel emir ve yasaklarının uygulanıp uygulanmamasıyla ilgili istişâre olmaz. İstişâre, bir nevi ictihad demektir. Konusunu ise Kur’an ve Sünnetin açıkça beyan etmediği konular teşkil eder.
- 1210 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
496- Lügat anlamı; belli bir zaman parçası ve bu parçanın sonu, vakit ve son demek olan; terim olarak, insanın veya herhangi bir canlının, kendisine tâyin edilen ömür ve ömrün son bulması anlamına gelen Kur’an kavramı, aşağıdakilerden hangisidir?
a) Ölüm b) Mevt c) Ömür d) Ecel
497- Ma’rûf ve münkerin tanımıyla ilgili, aşağıdakilerden hangisi tam doğrudur?
a) Kur’ân-ı Kerim’de açık olarak emredilen farzlara ma’rûf; Kur’an’da açık olarak yasaklanan haramlara da münker denilir.
b) İnsanların ve özellikle yöneticilerin emrettiklerine ma’rûf; yasaklayıp men ettiklerine de münker denir.
c) Şeriatın emrettiği, Kur’an ve Sünnete uygun düşen güzel şeylere ma’rûf; Allah’ın râzı olmadığı, günah ve çirkin şeylere de münker denir.
d) Toplumda iyi görülen ve kitaplarda iyi ve güzel olduğu bildirilen her şeye ma’rûf; kötü ve çirkin görülen her şeye de münker denir.
498- Tevekkül kavramına mesnet olan ve Allah’ın, kendisine dayanılıp güvenilmesi gereken tek zât olduğunu belirten esmâü’l-hüsnâsından olan ismi, seçeneklerden hangisidir?
a) el-Azîz b) el-Vekîl c) er-Razzâk d) er-Rahmân
499- Aşağıdaki seçeneklerden hangisi, gâlibiyet kavramına anlam yönüyle yakın Kur’ânî terimlerden değildir?
a) Azim ve tevekkül
b) İzzet ve tevfîk
c) Zafer ve nusret
d) Felâh ve nasr
500- Gâlibiyet kavramıyla ilgili aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Allah Teâlâ, mü’minleri gâlip getireceğine dâir söz vermiştir.
b) Allah’ın yardımını bekleyenler, Allah’ın dinine yardım etmelidir.
c) Gâlibiyet, zafer ve başarı, çok ile değil; Hak ile birlikte olmakla mümkündür.
d) Allah, mü’minlere dünyada asla mağlûbiyet vermeyecektir. Gâlip gelemeyen mü’minler gerçek mü’min olmadıklarından mağlûp olmaktadırlar.
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1211 -
501- Ahzâb Sûresi, 21. âyetinde “Rasûlullah’ta sizin için çok güzel örnekler vardır” deniliyor ve bazı özellikler sayılarak bu vasıftaki kişiler için örnek olduğu vurgulanıyor. Sayılan bu özelliklerle ilgili aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a) Allah’a kavuşmayı umanlar
b) Âhiret güne kavuşmayı umanlar
c) Namaz kılanlar
d) Allah’ı çok zikredenler
502- İstihâre konusuyla ilgili aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Hakkında açık bir hüküm bulunan dinin emir ve yasaklarının yapılıp yapılmamasıyla ilgili istihâre olmaz.
b) İstihâre, ef’âl-i mükellefînden mubah alanına giren ve kişinin kendisi veya yakınlarıyla ilgili önemli gördüğü hususlarda yapılır.
c) İstihâre, istişâreden önce yapılır. İstihârenin hayırlı veya şerli çıkmasına göre istişâre yapılır.
d) Peygamebrimiz (s.a.s.)’in tavsiye ettiği sünnet veya mendup kabul edilen istihârede uykuya yatmak, rüyada yeşil veya siyah görmek diye bir şey yoktur.
503- Sözlükte “ısrarla istemek, kasdetmek, karar vermek, irâde, sabır” gibi anlamlara gelen; Kur’an’da ve terim anlamı olarak “iyilikte sebat, kararlılık” ve “kesin karar vermek” mânâlarına gelen Kur’an kavramı, seçeneklerden hangisidir?
a) Tevekkül b) Sabır c) Nusret d) Azm
504- Kelime anlamı; insanın yenilmesine engel olan şey demek olan; üstünlük, şeref, haysiyet, kuvvet ve güç sahibi olmasını ifâde eden; kişinin alçaklıktan uzak değerini, şerefinin yüceliğini ve gâlibiyetini içeren kavram, seçeneklerden hangisidir?
a) Ensâr b) İzzet c) Mekr d) Şeref
- 1212 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
505- Cimrilik ve cömertlikle ilgili aşağıdaki hükümlerden hangisi yanlıştır?
a) Türkçe'deki cömertlik kelimesinin Arapça'daki karşılığı "kerem" kavramıdır. Kerem; İyilik, cömertlik, şeref ve bağış demektir. Türkçe'ye de girmiş olan "ikrâm" kelimesi bu kökten gelir. İyi huylu, cömert ve insanlar arasında şeref ve îtibarı olan kimseye de "kerîm" denir.
b) İslâm'da mü'minler zorunlu olarak; bakımından sorumlu olan kimselerin nafakalarını temin ederek, malının zekâtını vererek cömertliğe adım atmak zorundadırlar.
c) Şeytan ve nefis, insana cimriliği emreder ve insanı fakirlikle korkutur.
d) İslâm, cömertlikte sınır tanımaz; cömertlik din açısından iyi olduğu için, fazlası daha iyi olur. Kur'an, cömertlikte insan ne kadar ileri giderse onu o kadar çok över.
506- İslâm ülkesinin sınırlarında Allah için nöbet tutan, iç ve dış düşmanlara karşı hazırlıklı olan kimseye ne denilir?
a) Murâbıt b) Mücâhid c) Cündullah d) Ceyşullah
507- Emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker konusunda aşağıdaki hükümlerden hangisi yanlıştır?
a) Emr-i bi’l ma’rûf, muhâtapları kurtarmasa bile, yerine getireni kurtarır.
b) İlim, başkalarına aktarmak için değil; öncelikle yaşamak için öğrenilmelidir.
c) Başkasına iyiliği emredip kendisini unutmak, Kur’an’a göre akıllılık değildir.
d) İnsan, kendi işlediği bir münkeri başkalarına yasaklamamalı veya kendi terk ettiği bir ma’rûfu başkalarına emretmemelidir.
508- Sonradan yozlaştırılıp rüyâ falına dönüştürülen; aslında hayır dileme, yapmak istenilen bir şeyin kendisi hakkında hayırlı olup olmadığını anlamak için iki rekât namaz kılıp Allah’a duâ etmek demek olan ve Peygamberimiz’in ashâbına ısrarla tavsiye ettiği şeye ne ad verilir?
a) İstihâre b) İstişâre c) İstiâre d) İstikare
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1213 -
509- Ecelle ilgili olarak verilen aşağıdaki hükümlerden hangisi yanlıştır?
a) Ecel değişmez. Allah Teâlâ, insanın ne zaman doğacağını ve ne zaman öleceğini ezelî ve kuşatıcı ilmiyle kesin olarak bildiği için ömrün uzaması, ya da kısalması, yani ecelin öne alınması veya ertelenmesi mümkün değildir.
b) İnsan bireylerinin eceli, yani Allah tarafından belirlenmiş ömürleri olduğu gibi; ümmetlerin, toplumların da bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman ne bir an geciktirilir, ne de bir an öne alınır.
c) Azrâil ismi Kur'ân-ı Kerim'de ölüm meleğinin ismi olarak açık şekilde ifâde edilir. O yüzden ölüm meleğinin Azrâil'den başkası olduğunu iddiâ etmek küfür sayılır.
d) Hayat veren ve öldüren, ölümü yaratıp takdir eden Allah’tır. Cenâb-ı Hakk'ın iki özelliği, esmâü'l-hüsnâdan "el-Muhyî" ve "el-Mümît" isimleriyle ifâde edilir.
510- İp, bağ, sağlam yapı, kervansaray, ülke sınırı, sınırda nöbet beklemek anlamına gelen, cihad ve gazâ ile ilgili bir terim olarak; sınır boylarında, düşman saldırısına uğrayabilecek yerlerde yapılmış, etrafı geniş surlarla çevrili, nöbetçilerin, muhâfızların ve bazı cephânenin kalması için yapılmış bir çeşit hudut karakoluna verilen ad, seçeneklerden hangisidir?
a) Murâbata b) Ribat c) Râbıta d) Murâbıt
511- Birlik, teklik, bir ve tek olma, parçalar arasındaki âhenkten doğan bütünlüğe İslâmî bir kavram olarak ne ad verilir?
a) İttifak b) Vahdet c) Müşâvere d) Tevhid
512- Allah Teâlâ, Kur'an'da; müslümanlar için "Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz" demektedir. En hayırlı ümmet ya da toplum olmanın özelliklerini de Kur'an-ı Kerim açıklar. Aşağıdakilerden hangisi, bu özelliklerden biri değildir?
a) Marûfu/iyiliği emretmek
b) Münkerden/kötülüklerden sakındırmak
c) Allah'a iman etmek
d) Cömert olmak
513- Kur'ân-ı Kerim'in bildirdiğine göre Peygamberimiz, etrafında toplanmış bulunan insanlara yumuşak davranmayıp sert ve katı davranmış olsaydı ne olurdu?
a) Münâfıklar yüz bulamazlardı
b) İnsanlar etrafından dağılır giderlerdi
c) Disiplin daha iyi sağlanmış olurdu
d) İnsanlar daha sıkı ve bağlılıkla kenetlenirdi
- 1214 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
514- Kur'an'dan yola çıkılarak; İslâmî devletin temel ilkelerinden biri olan ve müslüman yöneticilerin, yönetilenlerin fikir ve düşüncelerine danışmasına ne denilir?
a) Şûrâ/istişâre
b) Bey'at/biat
c) Cumhuriyet/demokrasi
d) Seçim/referandum
515- Vahdetle ilgili âyet-i kerîmede hep birlikte neye yapışmamız emredilir?
a) Allah'ın ipine, yani İslâm'a, Kur'an'a
b) Allah'ın hükmüne, yani Kur'an ve Sünnete
c) Allah'ın Peygamberine, yani Müslüman devlet başkanı ve emîrlere
d) Allah'ın rızâsı için vahdete, yani birlik ve bütünlüğe
516- Katılığın ve kabalığın zıddı olan; yumuşaklık ve zariflik anlamına gelen Arapça kelime/kavram, aşağıdakilerden hangisidir?
a) Kibar b) Ribat c) Mekr d) Leyn
517- Harcanması gereken malı sarfetmekten kaçınmaya, para ve malı çok sevdiğinden dolayı, başkasına bir şey vermekten çekinmeye Kur'ânî kavram olarak ne denilir?
a) Buhl b) İsrâf c) Bezl d) Nahl
518- Âl-i İmrân Sûresinin son âyetinde geçen “râbitû” kelimesinin anlamı olarak aşağıdaki seçeneklerden hangisi yanlıştır?
a) Ribat yapın, savaşa hazırlıklı olun
b) Birbirinize bağlanın, kenetlenin, irtibatlı olun
c) Bir şeyhe bağlanarak ona râbıta yapın
d) Cihad için hazırlanın ve uyanık bulunun
519- Vahdetle ilgili olarak aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) "Vahdet" kelimesi "tevhid" ile aynı kökü paylaştığından, ikisi arasında kopmaz bir bağ vardır.
b) Tevhid birlemek; vahdet de birleşmek demektir. Allah'ı birleyen muvahhid kimse, tevhide iman etmeyenlerle birleşemez.
c) Vahdet anlayış ve ahlâkından mahrum insan, gerçek muvahhid olamaz.
d) İslâm, bütün müslümanların her konuda tek bir görüş etrafında birleşmelerini ve hiçbir konuda en küçük fikir ayrılığına gitmemelerini kesin bir şekilde emreder.
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1215 -
520- Yumuşak huyluluk, yumuşak karakterlilik, sâkin tabiatlılık, nefse hâkim olma haline, insanın kendisini ve öfkesini kontrol altına alıp öfke ânında nefsine hâkim olmasına Kur'ânî kavram olarak ne ad verilir?
a) Hıl(i)m b) Murâbata c) halâvet d) İhsân
521- İçinde geçen "Onların işleri aralarında danışma iledir" âyetinden dolayı danışma anlamına gelen bir ad verilen sûrenin ismi nedir?
a) İstişâre b) Şûrâ c) Meşveret d) Müşâvere
522- Allah Teâlâ, hangi peygamber(ler)i kim(ler)e gönderirken yumuşak davranmayı emretmişti?
a) Hz. Muhammed'i (s.a.s.) Ebû Cehil ve Ebû Süfyan'a
b) İsa'yı (a.s.) yahûdilere
c) Mûsâ ve Hârun'u (a.s.) Firavun'a
d) İbrâhim'i (a.s.) Nemrut'a
523- Lügat anlamı, arı kovanından bal almak olan; "herhangi bir konuda doğruya ulaşmak veya yaklaşmak için başkalarının görüşüne başvurmaya Kur'ânî kavram olarak ne ad verilir?
a) İstişâre b) İstihâre c) İstiâre d) İstifâde
524- İsyanlarına rağmen, âsîleri, cezâlandırmada aceleci olmayan, gazabı kendisine gâlip gelmediği gibi, sapıkların düşüncesizlikleri ve âsîlerin isyanları kendisini öfkelendirmeyen, teennî ve af sahibi anlamına gelen Allah'ın güzel isimlerin biri olan kelime, hangisidir?
a) el-Kerîm b) el-Halîm c) er-Raûf d) el-Afüvv
525- Münâfıkun Sûresinin 8. âyetinde “izzet”in (onur, şeref; yenilgiye uğramayı ve aşağılanmayı önleyen güç, saygın konum) kime âit olduğu vurgulanır?
a) Yalnızca Allah’ın
b) Allah ve Rasûlünün
c) Allah, Rasûlullah ve sahâbîlerin
d) Allah, O’nun Rasûlü ve mü’minlerin
- 1216 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
526- “Bey’at sonucu mü’minler adına tasarruf (yönetme) yetkisine sahip olan ve Allah’ın indirdiği hükümlerin adâlet ve istişâre ile uygulanmasını sağlayan ve Kur’an’ın itaat edilmesini emrettiği müslümanların müslüman liderine ne ad verilir?
a) Âmir b) Emîr c) Ülü’l-Emr d) Vekil
527- “Fetih” kavramı, Kur’ân-ı Kerim’de farklı anlamlarda kullanılır. Aşağıdakilerden hangisi Kur’an’daki fetih kelimesinin anlamlarından biri değildir?
a) İlâhî yardım ve bereket gönderme
b) Zafer, kâfirlere yıkım ve İlâhî azap gönderme
c) Bilgilendirme, karar/yargı bildirme
d) Bir şehir veya ülkenin Arapların ya da Türklerin eline geçmesi
528- Sûfîler Kur’ân-ı Kerim’de insan nefsinin farklı özelliklerinden bahseden âyetleri değişik biçimde yorumlayarak nefsin altı mertebesi olduğunu ileri sürmüşler ve kendilerinden de yedincisi diye “nefs-i kâmile”yi ilâve ederek yedi mertebeye çıkarmışlardır. Aşağıdakilerden hangi grup, nefsin mertebeleri denilen bu merhalelerden değildir?
a) nefs-i emmâre, nefs-i levvâme
b) nefs-i mülheme, nefs-i mutmainne
c) nefs-i fâtiha, nefs-i câize
d) nefs-i râdıye, nefs-i mardıye
529- Kur'ân-ı Kerim'e göre en zararlı ve en kârlı ticâret nedir?
a) İçki gibi haram malı alıp satmak; ğanîmet
b) Allah'ın âyetlerini satmak; cihad ve infak
c) Maldaki kusuru gizleyip hile yapmak; alnının teri ve elinin emeğiyle geçinmek
d) Mal sevgisiyle kâr ettiği halde zekât vermemek; besmele ile helâl alış-veriş yapmak
530- Lügatta “kalkmak, dikilmek, ayaklanmak, doğrulmak ve dirilmek” anlamına gelen, terim olarak İslâm inancında, evrenin düzeninin bozulması, her şeyin altüst olarak yok olması ile ölen tüm insanların yeniden dirilerek ayağa kalması olayını dile getiren Kur’ânî kavram, aşağıdakilerden hangisidir?
a) kıyâmet b) âhiret c) mahşer d) ba’su ba’de’l-mevt
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1217 -
531- Zinâ kavramıyla ilgili aşağıdaki ifâdelerden hangisi yanlıştır?
a) Zinâ, bir erkeğin bir kadınla nikâhsız veya haksız olarak cinsel temasta bulunmasıdır.
b) Hıristiyanlıkta zinâ suç sayılmaz. Yahûdiler için ise, kendilerinden başkası ile zinâ suç sayılmaz.
c) Evli câriyenin zinâ cezâsı, hür bir kadının zinâ cezasının yarısıdır.
d) Zinâ eden erkeğe zâni, kadına da zâniye, her ikisine ve yaptıkları fiile de fâhişe denir.
532- Çocuğun ana-baba üzerinde hakları, yani ana)babanın görevleri konusunda, aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a) İmanla birlikte ibâdet şuuru
b) Güzel isim, iyi terbiye
c) Çocuklarına hayatları boyunca yetecek kadar miras bırakmak
d) Çocuklar arası eşit muâmele ve onları evlendirme
533- Kur’an’daki ülü’l-emr kavramından ve Allah’a isyan edene itaat konusuna açıklık getiren âyet ve hadislerden yola çıkarak, zâlim ve fâsığın emir sahipliği/yöneticiliği konusunda, mürcie adlı sapık grubun dışında tüm İslâm âlimlerinin görüşü olarak, aşağıdakilerden hangisi doğrudur?
a) Zâlim ve fâsık yönetici, gayr-ı meşrûdur; ümmet, -eğer imkânı varsa onu hemen alaşağı eder.
b) Zâlim ve fâsık yönetici, mekruh görülmekle birlikte, yöneticiliği câizdir/geçerlidir.
c) Zâlim ve fâsık yönetici, "ülü’l-emr" olduğu için kendisine itaat gerekir, isyan edilmez.
d) Özellikle günümüzde bu vasıflara sahip olmayan imam/yönetici bulunamayacağından, mecbûren ve fiilî durum olarak kabul edilir.
534- Helâl ve câiz olan alış-verişlerde müslümanların dikkat etmesi gereken bazı hususlar vardır. Aşağıdakilerden hangisi bunlardan biri değildir?
a) Çalıntı olan bir malı satmamak veya bile bile satın almamak
b) İhtikârdan (karaborsa) kaçınmak, malı değerinin çok üstünde satmamak
c) Ölçü ve tartının doğru olması ve alış-verişe yalan, yemin veya hilenin karıştırılmaması
d) Her alış-verişte pazarlık yapmak ve akit bitince musâfaha yapmak
- 1218 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
535- Bir kimsenin zinâ suçundan cezâlandırılması için gereken şartlar konusunda aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a) Suçlu, kendi özgür ifâdesiyle yetkili makamlar önünde zinâ suçunu itiraf etmelidir.
b) Evli bir kadına kendi kocası, evli olmayan bir kadına da kendi öz babası tarafından zinâ isnâd edilmesi.
c) En az dört kişi tarafından bilfiil çok net olarak bu çirkin işi görüp şikâyeti ve sonuna kadar bunda ısrarı.
d) Allah'ın indirdiği bütün hükümlerle hükmeden İslâm Devletinin (Dâru'l-İslâm'ın) varlığı ve bu suçun böyle bir ülkede yapılmış olması.
536- Karı-koca arasındaki ilişkide haram olanlar konusunda aşağıdaki ifâdelerden hangisi yanlıştır?
a) Hayız ve loğusalık hallerinde birleşme
b) Kadınlara anüslerinden yaklaşma
c) Gündüz birleşme
d) Çocuk düşürmek ve kürtaj (çocuk aldırmak)
537- Lügat olarak; insanların toplandığı yer demek olan, terim olarak; ikinci sûr’a üflendikten sonra insanların hepsinin diriltilerek kabirlerinden kalkıp muhâkeme edilmeleri için toplandıkları yer, Kur’an kavramı olarak ne ad alır?
a) mahşer b) ba’s c) neşr d) mîzan
538- Kapitalizm ve diğer maddeci görüşlerden farklı olarak İslâm, her mesleği, her iş ve ticareti meşrû görmez. İslâm’ın yasakladığı alanlarda ve haram kıldığı işlerde olmamak kaydıyla meşrû ticâret helâldir. Meşrû bir alış-veriş için üç ana tedbir ve prensip üzerinde durur. Aşağıdakilerden hangisi bunlardan biri değildir?
a) Alan ve satanın karşılıklı rızâsı
b) Herkese aynı fiyattan satmak, farklı fiyat söylememek
c) İyi niyet ve dürüstlük
d) Menfaat temin ederken başkalarını zarara sokmamak
539- Kur’ân-ı Kerim’de nefsin olumsuz yönü “nefs-i emmâre” ifâdesiyle değil; başka bir kelime ile belirtilir. Lügat anlamı olarak; boş, sonuçsuz, değersiz gibi anlamlara gelen, terim olarak da; bir şeye karşı aşırı sevgi ve bağlılık duyarak arzularını tatmin için Şeriatın dışındaki şeylere meyletmesi anlamına gelen bu kavram nedir?
a) Fısk b) Nefs-i Levvâme c) Fesat d) Hevâ
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1219 -
540- Nisâ Sûresi 34. âyetinde açıklandığı şekilde, kadınlardan itaatsizlik edenlere veya iffetli davranmayanlara karşı sırasına göre nasıl bir yaptırım uygulanır?
a) Yataklarında yalnız bırakılır, incitmeden hafifçe dövülür, kendilerine öğüt verilir.
b) Kendilerine öğüt verilir, yataklarında yalnız bırakılır, incitmeden hafifçe dövülürler.
c) Kendilerine öğüt verilir, incitmeden hafifçe dövülürler, yataklarında yalnız bırakılırlar.
d) Kadınlar hangi suçu işlerse işlesinler, kendilerine hiçbir yaptırım uygulanmaz.
541- Aşağıdakilerden hangisi, hadis rivâyetlerinden yola çıkılarak klasik müslüman bilginlerince kıyâmetin büyük alâmeti olarak sayılanlardan biri değildir?
a) Deccâl'ın ortaya çıkması, Duhânın çıkması, Dâbbetu'l-Arzın çıkışı
b) Güneşin batıdan doğması, Hz. İsa'nın inmesi, Ye'cûc ve Me'cûcun çıkışı
c) Gök taşlarının (meteor) düşmesi, zinâ ve binâların çoğalması, çok yüksek binâların inşâ edilmesi
d) Doğuda, batıda ve Arap yarımadasında olmak üzere üç bölgede yer çöküntülülerinin meydana gelmesi, Yemen'den çıkacak olan büyük bir ateşin insanları önüne katarak sürmesi
542- Kur'ân-ı Kerim’de (9/Tevbe sûresi, 12. âyete göre) insanları ateşe çağıran küfür imamlarına (kâfirlerin liderlerine/önderlerine) karşı müslümanların nasıl davranmaları emredilmektedir?
a) Onlarla savaşmak, dinimize saldırırlarsa onları öldürmeye çalışmak.
b) Onlara emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i ani'l-münker yapmak.
c) Onlara tekrar tekrar dâvet ulaştırmak ve nasihat etmek.
d) Onları sevmemek ve onlarla beraber olmamak.
543- Lügat anlamı “açma, yol gösterme, hüküm verme, gâlibiyet ve zafere ulaştırma” olan, terim olarak İslâm’da meşrû görülen savaşlar hakkında cihad kavramına benzer şekilde, müslümanların ülke veya şehirleri i’lâ-yı kelimetullah amacıyla İslâm’a açmaları, İslâm devleti idaresine almaları anlamına gelen Kur’ânî kavram nedir?
a) zafer b) cihad c) sefer d) fetih
- 1220 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
544- Kur'ân-ı Kerim'deki kullanım açısından fuhuş ve fâhişe kavramı konusunda aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a) Fuhuş, Kur'an'da sadece zinâ anlamında kullanılır. Fâhişe de zinâ yapan kadına denir.
b) Fuhuş, her türlü çirkin davranış, ahlâksızlık ve günah için kullanılır. Fâhişe de erkek ve kadın açısından cinsel suçları da kapsayan her çeşit günahı, ahlâksızlığı ifâde eder.
c) Davranışlarda olduğu gibi sözde de fuhuş olur. Her çeşit sınırı aşan söz ve eyleme fuhuş denir.
d) Allah'ın, yapılmasını ve söylemesini yasakladığı her şey fuhuş, bunları yapan erkek ve kadına da fâhiş ve fâhişe denir.
545- Kadınların dövülmesi konusunda aşağıdakilerden hangisi doğru değildir?
a) Peygamberimiz zaman zaman hanımlarını dövmüştür, ama fazla acı vermemeye özen göstermiştir.
b) Kadınlar basit konular yüzünden değil, ancak ciddi serkeşlik ve itaatsizlik gibi meşrû bir sebeple dövülebilir.
c) Dövme, en son çaredir. Kur'an'da belirtilen ilk iki ceza ve çözüm yolu fayda etmeyince ancak başvurulabilir.
d) Dövmenin usûlü de, miktarı da belirtilmiş, yüze vurulmaması ve çok acı verici olmaması istenmiştir.
546- Muhâcir ve Ensârın ileri gelenlerinden oluşan ashâbın bile anlamadığı ve zor kabullendiği bir olay, Kur’an tarafından apaçık bir fetih (zafer) olarak tanımlanır. Çok geçmeden bunun böyle olduğu herkes tarafından anlaşılan bu siyasî ve sosyal zafer nedir?
a) Mekke’nin Fethi b) Hayber’in Fethi
c) Hudeybiye Antlaşması d) Mûte Savaşı
547- Buhârî’nin rivâyet ettiği meşhur bir hadis-i şerife göre “kaybolduğu zaman, -yani işler ehil olmayanlara verildiği zaman- kıyâmeti beklememiz gerektiği”, yani o olmayınca toplumsal kıyâmet gibi sosyal bozukluğun olacağına dikkat çekilen şey nedir?
a) Cihad b) Emânet c) Sünnet d) Kur’an
548- Bilindiği gibi Kur'ân-ı Kerim, âilede kocanın eşi üzerinde "kavvâm" olduğunu belirtir. Aşağıdakilerden hangisi "kavvâm" kelimesinin anlamlarından biri değildir?
a) Aile reisliği
b) Bir şeyi hakkıyla yerine getirip ayakta tutmak
c) Koruyup gözetici ve yönetici
d) Faziletli ve üstün olma
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1221 -
549- Lügat anlamı "emir sahipleri" demek olan "ülü'l-emr", bilindiği gibi Nisâ sûresinin 59. âyetinde müslümanlardan olması ve Allah ve Rasûlüne itaat etmesi şartıyla kendisine itaat edilmesi gereken bir otoritedir. Ashâb, tâbiûn ve müfessirler ülü'l-emr kavramıyla kimin kastedildiği konusunda farklı şeyler ileri sürmüşlerdir. Aşağıdakilerden hangisi bunlardan değildir? Yani, itaat edilmesi Kur'an'la emrolunan ülü'l-emr tanımı içine girmez?
a) İmamlar, fâzıl ve âdil fakîhler, şer'î hükümlerle ilgili fetvâ veren müctehidler
b) Hangi inanca sahip ve hangi hükümlerle hükmederse etsin müslümanların başındaki idareciler
c) Râşid halifeler veya müslümanların başındaki müslüman ordu komutanları
d) Ehl-i hall ve'l-akd denilen müctehid bilginlerinin icmâları
550- İslâm'a göre alış-verişin helâl olması için bazı şartlar vardır. Aşağıdakilerden hangisi bu şartlardan biri değildir?
a) Ticareti yapılan mal, kıymetli ve dinen kullanılması ya da yenilmesi helâl olan cinsten olmalıdır.
b) Malın özellikleri belirli olmalı, gizli bir kusuru bulunmamalıdır.
c) Satılan mal mevcut olmalı, mal ve bedel belirli olmalıdır.
d) Malın alım-satımı açıkta olmalı, bu en az iki erkek şâhit huzurunda yapılmalıdır.
551- Eşlerin aralarının açılmasından ve evliliğin sona ermesinden korkulursa Kur'ân-ı Kerim nasıl bir çözüm aramayı tavsiye eder?
a) Derhal boşanmaları gerekir, bir arada kalmalarında fayda beklenmemelidir.
b) İki tarafın yakınlarından birer hakem getirip, problemleri gidermek gerekir.
c) Evliliklerini devam ettirme kararı alıncaya kadar kadını ve erkeği hapsetmek gerekir.
d) Karı-koca arasına girilmez. Daha fazla zarar ve hoşnutsuzluk getirir.
552- Aşağıdakilerden hangisi "kıyâmet"in Kur'an'da zikredilen diğer isimlerinden biri değildir?
a) es-Sâatu b) el-Yevmu'l-Hısâb
c) el-Yevmu'l-Ûlâ d) el-Yevmu'l-Âhır
- 1222 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
553- Bilindiği gibi Kur'ân-ı Kerim'de nefs kavramı birçok değişik anlamda kullanılmıştır. Aşağıdakilerden hangisi bu anlamlardan biri değildir?
a) Allah hakkında kullanıldığı gibi, sahte ilâhlar/tanrılar hakkında da kullanılır.
b) Ruh, özellikle insan rûhu, kalp, gönül, iç dünya anlamında.
c) İnsan bedeni, bedenle birlikte ruh veya kötülüğü emredici anlamında.
d) Öldürülmesi, yok edilmesi gereken kötülük odağı ve içteki şeytan ve tâğut anlamında.
554- Evli olan bir câriye, evlendikten sonra zinâ yapmış olur ise, onlara verilecek ceza nedir?
a) İdam edilerek cezalandırılır
b) Ömür boyu hapis cezası uygulanır
c) Genelevlerine konarak cezalandırılır
d) Hür kadınlara uygulanan cezanın yarısı verilir
555- Ticârette kâr sınırı konusunda aşağıdaki ifâdelerden hangisi doğrudur?
a) İslâm, ticârette belirli bir kâr oranı koymamış, yalnız bu kârın fâhiş/aşırı olmamasını şart koşmuştur.
b) Perakende mallarda net kâr % 20'nin üzerinde olmamalıdır.
c) Toptan mallarda kâr oranı % 5'in üzerinde olmamalıdır.
d) Bozulma ve çürüme ihtimali olan mallarda % 50'nin üzerinde olmamalıdır.
556- Arapça’da daha önceleri, bir şeyin özünü, kendisini belirten zamir olarak kullanıldığı halde, sonradan bu anlama ilâve olarak yirmiyi aşkın mânâyı dile getirecek biçimde kullanılmaya başlanan, “ruh, can, kan, benlik, kalp, iç, cevher, kimse, büyüklük, yücelik, irâde gibi anlamlarda kullanılan ve Kur’an’da da zamir biçiminden başka, daha çok ruh ve can anlamlarında kullanılan, tasavvufun etkisiyle halk arasında, öldürülüp yok edilmesi gereken kötülüğün kaynağı şeklinde anlam kayması geçiren kelime, aşağıdakilerden hangisidir?
a) Kalp b) Nefis c) Can d) Ruh
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1223 -
557- Hadis-i şeriflerde hiçbir kimsenin el emeğinden daha hayırlı yiyecek yemediği belirtilir ve dilenmek yasaklanır. Bir hadis-i şerifte halktan istemenin, yani dilenciliğin ancak üç özellikten birine sahip olanlar için câiz ve helâl olabileceği belirtilmiştir. Aşağıdakilerden hangisi bu üç özellikten biri değildir?
a) Altmış yaşını geçen yaşlı kimse, evlâtları da yoksa dilenip halktan isteyebilir.
b) Bir angarya yüklenen kimse ki, o verdiğini almak maksadıyla ister; alınca da istemez.
c) Mal varlığı bir felâkete uğrayan kimse ki, geçimini sağlayacak kadar ve o süre içinde istemesi helâldir.
d) Çevresinden aklı başında en az üç kişinin o kişi hakkında "yoksul düştü" diyeceği kadar fakirleşen kimse; bu da geçimini temin edinceye kadar isteyebilir.
558- Kur'ân-ı Kerim'in kıyâmet konusunda vurguladığı esaslar konusunda, aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a) Kıyâmetin zamanını Allah'tan başka kimsenin bilemeyeceği
b) Kıyâmet alâmetlerinin belirdiği ifâde edilir, ama bunlar hakkında bilgi verilmez
c) Kıyâmetin yaklaştığı, zamanının yakın olduğu ve ansızın geleceği
d) Her insanın ölümünün kendisi için kıyâmet olduğundan, tek bir kıyâmet değil, birçok kıyâmetlerin olduğu
559- Bilindiği gibi İslâm, insanları zinâ suçuna düşmekten kurtarmak için yalnızca cezâya başvurmamıştır. Geniş ölçüde yapıcı, düzeltici ve önleyici tedbirler de almış, cezâyı en son çare olarak görmüştür. Aşağıdakilerden hangisi, bu konuda dinimizin aldığı tedbirlerden biri değildir?
a) İslâm, her şeyden haberdar Allah korkusunu gönüllere yerleştirir ve her şeyin âhirette hesâbının sorulacağı bir şuur verir.
b) Bir müslüman, hangi toplumda yaşarsa yaşasın, yaşadığı toplumun ahlâkî ve siyasî durumu ne olursa olsun, zinâ suçunu işlerse, bu çirkin suçun büyüklüğünden dolayı İslâm, sert cezâları (yüz sopa veya recm) emretmiştir.
c) Evliliği tüm gençlere ve evli olmayan her yetişkin insana tavsiye etmekle kalmamış, evlilik için her türlü kolaylığı da getirmiştir. Zinâya giden tüm yolları kapatmıştır.
d) Tek kadınla yetinemeyenler için dört kadına kadar evlenme ruhsatı vermiştir. Güzelce geçinemeyen eşlere boşanma için gerekli kolaylık ve imkânları tanımıştır. Kadının toplumda dişiliğiyle değil, kişiliğiyle bulunmasını emrederek tesettür ve gözleri sakınmayı hükme bağlamıştır.
- 1224 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
560- Sözlükte, “insanı bir ırmağa, su içilecek bir kaynağa ulaştıran yol” anlamına gelen; dinî ıstılahta ise, “İlâhî emir ve yasaklar toplamı demek olan, âyet, hadis ve icmâya dayanan İlâhî kanun, din ve dinin amele ilişkin hükümlerinin tamamı”na verilen ad nedir?
a) Muâmelât b) Hüküm c) Şeriat d) İbâdet
561- İsraf kavramını Kur’ân-ı Kerim iki anlamda kullanır. Bunlardan biri, halk arasında israf denilince hemen akla gelen “savurganlık”tır. Unutulan ikinci anlam nedir?
a) Allah’ın koyduğu haddi (sınırı), ölçüyü aşıp çiğnemek, aşırı gitmek
b) Allah’ın hüküm koyduğu haramları helâl, helâlleri haram kabul etmek
c) Allah’a eş ve benzer isnâd etmek, endâd (benzer ve misiller) kabul etmek
d) Allah’ın sıfatlarından bazısını başkalarına vererek bir kimseyi aşırı yüceltmek
562- Kişinin Allah’ın dışında hayatının amacı kıldığı maddî-mânevî şeylere ne denir?
a) Tâğut b) Küfür c) İsyan d) Put
563- “Helâk” kavramıyla aynı kökten türeyen tehlüke (tehlike), helâke sebep olan, helâke/ölüme götüren şey demektir. Kur’ân-ı Kerim’de: “… Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın…” (2/Bakara, buyurulmaktadır. Bu âyetin nüzul sebebini açıklayan Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin izah ettiği şekilde, Kur’an’ın esas tehlike olarak kabul ettiği şeyler hakkında aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a) Cihadın mal ve canla tüm şûbelerini hayata geçirmede gayret sarfetmemek
b) Allah yolunda fedâkârlık yapmamak, infak görevini hakkıyla yerine getirmemek
c) Cimrilik yapmak gibi Allah’ın yasaklarından kaçmamak, Allah’a teslim olup itaate yönelmemek
d) Düşman saflarına hücum edip ölümün büyük ihtimal olduğu bir ortama korkusuzca atılmak
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1225 -
564- İslâm’a göre, hırsızlık cezâsı olarak had uygulanması (elin kesilmesi) için birçok şartın yerine gelmiş olması gerekir. Aşağıdakilerden hangisi bu şartlardan biri değildir?
a) Hırsızın âkıl-bâliğ olması; yani, bülûğa ermemiş çocuklarla, akıl hastalarına hırsızlık had cezâsı uygulanmaz. Çalınan malın nisap miktarında olması; yani en az iki kurbanlık koyun kıymetinde bulunması.
b) Çalan kimsenin hırsızlığını ikrar etmiş olması; yani hırsızlığı ikrar (itiraf) eden kimse, mal sahibi “malımı bu kimse çalmadı” dese, ya da ikrar eden kişi sonradan ikrarından vazgeçse de, çaldığı malı mahkemeye başvurulmadan önce sahibine geri verse de hırsızlık yaptığını kabul ve itiraf (ikrar) eden kimseye had cezâsı uygulanır.
c) Çalınan şeyin koruma altında olması, biriktirmeye elverişli olup çabuk bozulan şeylerden olmaması gerekir. Çalınan malda hırsızın alma hakkının bulunmaması ve hırsızlığın dâru’l-adlde (dâru’l-İslâm’da) yapılması. Dâru’l- harp veya dâru’l-bağiyde yapılan hırsızlığa had cezâsı uygulanmaz.
d) Malın mütekavvim olması; yani insanların değer verdiği, tecâvüz yoluyla telef edildiğinde tazmini/ödetilmesi gereken ve İslâm hukukuna göre alım-satımı meşrû/câiz olan mal olması. Meselâ, şarap veya domuz çalana had cezâsı uygulanmaz.
565- Sözlükte bilgisizlik anlamına gelen; genellikle, İslâm’ın hâkim olmasından önceki hayatı içine alan ve İslâm’ın ortaya çıkmasından önceki küfür ve sapıklık hali için kullanıldığı halde aslında her dönem için geçerli olan; ıstılah olarak “Allah’ın indirdiği hükümleri ve bilgileri kabul etmeyip bunların yerine insanlar tarafından konulan hükümlere, düşüncelere ve düzenlere inanma ve yaşama”ya ne ad verilir?
a) Câhiliyye b) Küfür c) Şirk d) Fısk
566- Bilindiği gibi, İslâm âlimleri “tevessül”ü hüküm bakımından genellikle üçe ayırırlar: 1- Allah’ın güzel isimlerinden veya yüce sıfatlarından biriyle O’na tevessül veya duâ eden kişinin işlediği sâlih amelle tevessül şeklindeki “meşrû tevessül”, 2- “Peygamberimiz’in, Kâbe’nin hürmetine Allah’ım Senden şunu istiyorum” gibi sözler şeklinde “bid’at olan tevessül”, 3- Ölülerle, Allah’tan başka dirilerle ve hâl-i hazırda bulunmayanlarla yardım istemek şeklinde ortaya çıkan tevessül. Bu son şekildeki tevessülün hükmü nedir?
a) Mekruh b) Haram c) Şirk d) Bid’î
- 1226 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
567- Mâlum olduğu gibi, Kur’ân-ı Kerim’de mal ve mülkün Allah’ın olduğu belirtilir. Mal ve paranın esas sahibinin O olduğundan, insanların istifâdesi için Allah’ın nimet olarak ihsan ettiklerinin emânet olduğu anlayışıyla O’nun ölçülerine uyarak yararlanmaktan sorumluyuz. Mal ve paranın kullanılmasında cimrilik de israf da yasaklanmıştır. Dinî literatürde harcamada tavsiye edilen orta yola ne ad verilir?
a) Sırât-ı müstakîm b) Vasat c) Ekonomi d) İktisad
568- Enbiyâ sûresi 21. âyette ifâde edildiği üzere: “Yuh olsun size ve Allah’tan başka taptıklarınıza! Siz aklınızı kullanmaz mısınız?” diye putperestlerin yüzüne haykıran zât kimdir?
a) İbrâhim (a.s.) b) Mûsâ (a.s.)
c) Nûh (a.s.) d) Yâsir (r.a.)
569- Aşağıdakilerden hangisi helâk konusunda “sünnetullah” denilen Allah’ın toplumlarla ilgili değişmez kanunlarından biri değildir?
a) Bütün toplumlar elçiler aracılığıyla uyarılmıştır; kendilerine elçi gönderilmeyen toplumlar helâk edilmez.
b) Kâfir ve zâlim toplumlar hemen helâk edilmezler, ama çok uzun zaman da varlıklarını sürdürmezler.
c) Kâfir ve zâlim toplumları, belki iman ederler diye sıkıntıyla da bollukla da Allah imtihan eder; onlar inkâr ve isyandan vazgeçip iman ederse Allah affeder, helâk etmez.
d) Azap geldikten sonra da olsa kâfirlerin inanması fayda verir; gelen helâki gören insanlar isyandan vazgeçerse helâk durdurulur.
570- Bir sanat eserinden, bir kitaptan eserin ve yazarın adını belirtmeksizin birtakım parçalar alma, kendininmiş gibi sunma ya da eserin bütününü kendine mal etme işine ………. denir. Çalma hastalığı, hırsızlık müptelâsı olmaya ………. denir. Kur’ân-ı Kerim’de farklı bir hırsızlık çeşidinin “başkasının konuştuğunu gizlice dinleme” yani kulak hırsızlığı olduğu belirtilir; buna ………. denir.
a) Gülnihal, Kleptomani, Söz çalma
b) İntihal, Kleptomani, İstirâku’s-sem’a
c) Kleptomani, İntihal, Sirkatu’s-sem’
d) Sirkat, Çalmakolik, Kulak çalma
571- Sözlükte, saçmalamak, sözde ölçüyü kaçırmak, sürçme, mizah gibi anlamlara gelen, Türk tasavvuf edebiyatında ciddi bir düşünce veya duyguyu çoğunlukla da İslâm inançlarını ve şeriatın hükümlerini iğneleyici ve alaylı bir şekilde anlatan şiirlere (ve sözlere) ne ad verilir?
a) Münâcat b) Muammâ c) Şathiye d) Mersiye
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1227 -
572- Kur’ân-ı Kerim’de câhiliyye kelimesi dört âyette geçer ve her birinde câhiliyyenin temel dört görüş ve görünüşü açıklanır. Aşağıdakilerden hangisi bunlardan biri değildir?
a) Câhiliyyenin kendine has (İslâm’a zıt) inanç sistemi ve Allah hakkında (yanlış) zannı vardır.
b) Câhiliyyenin (İslâm’ın zıddına) bir ahlâk anlayışı, ahlâksızlığı, özellikle kadınların toplum içindeki kıyafet ve davranışlarıyla cinsel fitne unsuru olması sözkonusudur.
c) Câhiliyyenin (İslâm’ın zıddına) peygamber, melek, âhiret anlayışı ve kader inancı vardır.
d) Câhiliyyenin (İslâm’ın zıddına) hüküm, yönetim ve devlet anlayışı, yani câhiliyye hükmü/yönetimi vardır.
573- Sözlükte bir şeye istek ve arzu ile ulaşmak demek olan, kendisiyle bir maksada ulaşılan, yaklaşma sebebi ve bir şeye yaklaşmak için ona yakınlığından faydalanılan şey demek olan; kavram olarak ise Allah’a yaklaşmada kendisinden yararlanılan şey, aşağıdakilerden hangisidir?
a) Vesile b) Kurbet c) Duâ d) İbâdet
574- Allah’ın emânet olarak verdiği ve nasıl kullanacağına bakarak insanları sınava tâbi tuttuğu malı ve parayı, canının istediği gibi sınır tanımadan harcayan israfçılara, saçıp savuranlara Kur’ân-ı Kerim hangi sıfatı uygun görür?
a) İblis’in askerleri
b) Şeytanın kardeşleri
c) Hizbu’ş-şeytan
d) Şeytanlaşan insanlar
575- Putlar, çeşit olarak çok fazla olmakla birlikte, genel olarak iki kısımda mütâlea edilebilir: 1- Herhangi bir şekil düşünmeksizin kafalara, gönüllere dikilen veya tâbî olunan (hayatın amacı kılınan, aşırı sevilen veya korkulan) modern putçuluk, 2- İnsan, hayvan, kuş veya bunların karışımı bir şeklin; ağaç, taş ve madenden yapılarak tapınılması biçiminde ortaya çıkan ilkel putçuluk. Bu ikinci tür putlara Kur’ânî kavram olarak hangi adlar verilir?
a) Küfür veya şirk
b) Endâd veya tâğut
c) Sanem veya vesen
d) Tapma veya tapınma
- 1228 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
576- Kur’ân-ı Kerim, ibret olması için bazı helâk edilen kavimlerden ve onların nasıl helâk edildiklerinden bahseder. Aşağıdakilerden hangisi bu konuda doğru değildir?
a) Nûh kavmi ile Firavun ve askerleri suda boğulmak sûretiyle helâk edilmişlerdir.
b) Lût (a.s.)’un sapık kavmi, homoseksüelliklerinin ve imansızlıklarının cezâsı olarak bir çığlık ve taş yağmuru ile helâke uğramışlardır.
c) Semûd kavmi, peygamberlerinin uyarılarına kulak tıkadıkları ve mûcize olarak gönderilen deveyi kestikleri için helâk edici bir sarsıntıya tutularak yok oldular.
d) Âd kavmi, peygamberleri Sâlih (a.s.)’i yalanlamaları sebebiyle maymunlaşarak ve domuzlaşarak helâk edilmişlerdir.
577- Bilindiği gibi, Kur’ân-ı Kerim “…Yiyin, için; ama israf etmeyin. O (Allah) israf edenleri sevmez” (7/A’râf, 31) buyurur. Peygamberimiz (s.a.s.) az yemiş, az yemeyi ve sofradan tam doymadan kalkmayı tavsiye etmiştir. Peygamberimizin tavsiyesine göre midenin kaçta kaçını “yiyecek”le doldurabiliriz?
a) Üçte birini b) Yarısını c) Dörtte üçünü d) Tümünü
578- Bulunan mal hakkında kullanılan, İslâm hukuku terimi olarak “mülkiyetini veya üzerindeki hakkını terk etme niyeti olmaksızın sahibinin irâdesi dışında kaybolmuş ve başkası tarafından bulunup sahibine verilmek üzere alınmış, bulanın sahibini bilmediği muhterem (üzerinde sahibinden başkasının tasarruf hakkı olmayan) mal”a ne ad verilir?
a) Lakit b) Lukata c) Yitik d) Lukût
579- Vesileye başvurmak, Allah’a yaklaşmak için sebep veya bir imkân aramaya dinî kavram olarak ne ad verilir?
a) İbâdet b) Tâat c) Tevessül d) Vesâil
580- A’râf sûresinde, insanlar için çirkin yerlerini örtecek giysi, süslenecek elbise indirildiği ifâde edildikten sonra, daha hayırlı bir elbiseden bahsedilir. Nedir bu elbise?
a) Hayâ elbisesi b) Takvâ elbisesi
c) Tesettür elbisesi d) İtaat elbisesi
581- Deve mûcizesi hangi peygambere verilmiştir?
a) Hûd (a.s.) b) Lût (a.s.)
c) Sâlih (a.s.) d) Şuayb (a.s.)
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1229 -
582- Homoseksüellikle ilgili aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Erkeklerin birbirlerine yaklaşarak fuhuş yapmaları, karşıt cinslerin fuhşundan daha çirkindir.
b) Homoseksüellik bireylerin azap, toplumların helâk sebebidir.
c) Homoseksüelliğe ilk olarak Lût kavminde rastlandığı için bu peygamberin ismine nisbet edilerek buna İslâmî literatürde Lûtîlik denilir; Lûtîliğe livâta demek doğru değildir.
d) Homoseksüellik, günümüzde de tedavisi mümkün olmayan AIDS gibi değişik bir helâke yol açmaktadır.
583- Her müslüman, yakınlarından başlayarak çevresindeki insanlara dinini tebliğ etmek ve İslâm’ı hâkim kılmaya çalışmak zorundadır. Ancak, insan bu dâvet, tebliğ ve iyiliği emretme görevini yerine getirmeye çalıştığı halde, bazen en yakınlarının bile müslüman olmasını sağlayamayabilir. Hz. İbrâhim’in babası, Hz. Nûh’un oğlu, Peygamberimiz’in amcası bu örnekler arasındadır. Allah, kâfir Firavun’un hanımını müslüman hanımlara örnek verirken, iki peygamberin hanımının da kâfir kadınlardan olduğunu vurgular (66/Tahrîm, 10). Allah’ın tek rab ve yegâne ilâh olduğuna ve peygamber kocalarına inanmayan bu kadınların müşrik kavimleriyle birlikte helâk olduklarını Kur’an haber verir. Hanımları müslüman olmayan ve kâfir eşleriyle sınanan bu peygamberler kimlerdir?
a) Nûh (a.s.) ve Lût (a.s.)
b) Lût (a.s.) ve Şuayb (a.s.)
c) Sâlih (a.s.) ve Hûd (a.s.)
d) Süleyman (a.s.) ve Yûsuf (a.s.)
584- Hûd, Sâlih, Lût ve Şuayb peygamberler, sırasıyla hangi kavimlere gönderilmişlerdir?
a) Şuayb, Semûd, Lût, Âd
b) Sâlih, Âd, Lût, Medyen
c) Hûd, Medyen, Lût, Semûd
d) Âd, Semûd, Lût, Medyen
585- Lügat anlamı “örtünmek, gizlenmek, bir şeyin içinde veya arkasında gizlenmek” demek olan ve bir fıkıh terimi olarak; erkek veya bayanın şer’an örtülmesi gereken yerlerini örtmesi demek olan kavram, aşağıdakilerden hangisidir?
a) Hicap b) Cilbâb c) Tesettür d) Libas
- 1230 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
586- Kur’an’da sözü edilen bir kabilenin ve yerleşim merkezinin adı olan, şark edebiyatlarında olduğu gibi, Divan edebiyatında da daha çok güzel bağları, mâmur ve gösterişli binalarıyla (maalesef olumlu) bir mazmun olarak kullanılan bir isimdir. Halk arasında, Şeddâd tarafından, Cennet’e karşılık olarak bina edildiğine inanılan bağ ve bahçeleriyle ünlü bir şehir olarak bilinen, Fecr sûresi 7-8. âyetlerde helâk edildiği belirtilen ve günümüzde bazı kızlara da (yanlış şekilde) isim olarak verilen bu yerin adı nedir?
a) Eyke b) İrem c) Ubar d) İber
587- Bugünkü çirkin kapitalizmin öncüsü konumunda olan ve bozuk düzenlerin bozuk terazisine örnek verilebilecek şekilde, ölçü ve tartılarda hile yaparak halkı kandıran ve içlerindeki az sayıdaki mü’minleri tehdit ederek Allah yolundan alıkoymak için yol başlarını tutan kavim hangisidir?
a) Medyen b) Semûd c) Âd d) Eyke
588- Semud kavminin ileri gelenlerinden müstekbirler/büyüklük taslayanlar, aşağıda belirtilen suçlardan hangisini işlemişlerdi?
a) Kendilerinden önce hiçbir kavmin yapmadığı çirkin fiil olan homoseksüellik suçunu işlemişlerdi.
b) Peygamberlerini öldürmüşlerdi.
c) Kendi peygamberlerine mûcize olarak verilen dişi deveyi, ayaklarını keserek öldürmüşlerdi.
d) Mü’minleri diri diri ateşe atmışlar, onları yanarken keyifle seyretmişlerdi.
589- Esmâü’l-Hüsnâdan el-Müızz ve el-Müzill ne demektir?
a) El-Müızz: İzzet ve kuvvet veren, yükselten, onurlandıran demektir. El-Müzill: (Daha çok âhirette) Zillete düşüren, hor ve hakir eden demektir.
b) El-Müızz: Hesap gören, kullarının yaptıklarını muhâsebeye tâbi tutan, amellerinin karşılığını verme hususunda kâfi olan demektir. El-Müzill: Keremi ve bağışı bol olan, cömert ve bir karşılık gözetmeden inâyetiyle ihsan eden anlamına gelir.
c) El-Müızz: Bütün varlık üzerinde gözcü olan, bütün işler kendisinin kontrolü altında bulunan; kullarının her şeyini gözeten ve müşâhedesi altında tutan demektir. El-Müzill de: Duâ ve isteklere cevap veren; Kendine yalvaranların isteklerini veren anlamına gelir.
d) El-Müızz: Geniş; bütün sıfatları sonsuz ve sınırsız olan, geniş rahmeti ile bütün varlıkları kuşatan demektir. El-Müzill ise: Mahlûkatını seven ve onların hayrını isteyen, iyi kullarını seven, onları rahmet ve rızâsına erdiren; sevilmeye ve dostluğu kazanılmaya tek lâyık olan anlamına gelir.
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1231 -
590- Bilindiği gibi kadın, kocasının yanında dilediği gibi giyinebilir. Eşler arasında örtünme bakımından bir sınır söz konusu değildir. Müslüman bir hanımın yakın akrabası dışındaki nâmahrem erkeklere karşı ise el ve yüzü dışındaki bütün vücudunu örtmesi gerekmektedir. Nur Sûresi 31. âyette müslüman hanımların diz kapağı ile göbeği (göğsü) arası, karın ve sırtı dışında diğer yerlerini yanlarında örtmek zorunda olmadığı akrabaları sayılmıştır. Aşağıdaki seçeneklerden hangisi, kendileriyle evlenilmesi haram olan ve yanlarında saç gibi organlarının örtülmesi şart olmayan bu yakın akraba gruplarından değildir?
a) Babası, kayınpederi
b) Oğlu, kocasının oğlu
c) Amcasının oğlu, halasının oğlu, teyzesinin oğlu
d) Erkek kardeşi, erkek kardeşinin oğlu, kız kardeşinin oğlu
591- Yaşadıkları bölgenin düzlüklerinde saraylar, köşkler yapıp oralarda keyif süren, helâkten kurtulmak için dağlarını, kayalarını yontarak muhkem binalar inşa eden, içlerinden iman eden müstaz’aflara baskılar yapan ve Allah’ın mûcize olarak verdiği emânete ihânet eden kavim hangisidir?
a) Âd b) Semûd c) Medyen d) Eyke
592- İman etmemekte ve suçlarını bırakmamakta direnen isyankâr homoseksüel Lût kavmi, hangi şekilde helâk olmuştur?
a) Üzerine uğradığı her şeyi toz haline getiren kurutucu, kavurucu bir rüzgârla helâk edildiler.
b) Suların azgınlaştırılıp tûfâna tutulmalarıyla yok olup gittiler.
c) Şiddetli depremle yurtlarında diz üstü donakalarak helâk oldular, sanki ülkelerinde hiç oturmamış gibi oldular.
d) Çığlık ve taş yağmuru ile helâke uğradılar.
593- Varlıkları daha önce bir misli ve benzeri olmaksızın ilk defa yaratan anlamına gelen güzel isim (esmâü’l-hüsnâdan biri) aşağıdakilerden hangisidir?
a) El-Muhsî b) El-Mümît c) El-Mübdî d) El-Müheymin
594- Kendilerine hak din tebliğ edildiği halde, tevhidî bir imana yönelmeyen geçmiş toplumların başlarına gelenler Kur’ân-ı Kerim’de niye anlatılmaktadır?
a) İbret ve ders alınması için ve benzer suçların fecî sonuçları bilinsin diye
b) Tarih bilgisi verilmek ve kültür artırmak için
c) İnsanların hoşlanacağı bir hikâye/kıssa olsun diye
d) Eski toplumların büyük uygarlık ve medeniyetlerine atıfta bulunmak için
- 1232 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
595- Kendilerinden önce hiçbir kavimde bu denli yaygın olmayan çirkin bir fuhşu işleyip kadınları bırakarak şehvetle erkeklere giden homoseksüel kavim, hangi Peygamber’in kavmidir?
a) Hûd (a.s.) b) Sâlih (a.s.) c) Şuayb (a.s.) d) Lût (a.s.)
596- Kullarına muâmelesi, tam adâlet ve merhamet üzere olan; adâletini dünyada ve âhirette kullarına gösterecek olan anlamına gelen güzel isim (esmâü’l-hüsnâdan biri) aşağıdakilerden hangisidir?
a) El-Muksıt b) El-Muğnî c) Er-Raûf d) El-Metîn
597- Esmâü’l-Hüsnâ ile ilgili aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) Esmâü’l-Hüsnâ, en güzel isimler demektir, Allah’a ait isimler bu tâbirle ifâde edilmektedir.
b) Kur’ân-ı Kerim’de doksan dokuz isimden bahsedilmektedir; Kur’an’dan yola çıkarak Allah’ın isimlerinin kesinlikle 99 olduğunu belirtmek gerekir.
c) Meşhur hadis-i şerifte, esmâü’l-hüsnâyı ihsâ eden kimsenin cennete gireceği belirtilir. “İhsâ” kelimesi, lügatta ezberleyip sayan, anlayan, benimseyen demektir. Ama burada "İslâm'ın ulûhiyyet inancını nasslara başvurmak sûretiyle tesbit edip anlamak, benimsemek ve bu inanca uygun bir ruhî yetkinlik kaydetmek" anlamını içermektedir.
d) A’râf sûresi âyetinde “Allah’ın isimleri konusunda ilhâda düşen kimseleri bırakın, terk edin, onlardan uzak durun!” denmektedir. İlhâd; sapmak, inkâr etmek, O’nun niteliklerinin anlamını eğip bükmek, hafife almak, tahrif etmek, bu sıfat ve isimleri başka varlıklara yakıştırmak, ya da Allah’ı bu güzel isim ve sıfatlarla belirtmekten kaçınmak demektir. Bu tür ilhâdı işleyenlerden uzaklaşmak, onları sevmemek mecbûriyetimiz vardır.
598- Mallar ve çocukların insanlara lutfedilmesinin sebebi nedir?
a) Onlarla iftihar edilip gururlanılması
b) Bunların dünya işlerinde büyük faydalarından dolayı, sahip olmayanın yarım insan sayılması
c) Zenginlik, çokluk ve övünç vâsıtası olması
d) Fitne/imtihan aracı olması
599- Kendi güçlerine aldanıp büyüklük taslayan ve “bizden daha kuvvetli kim var?” deyip kendilerine Hûd (a.s.) tarafından gelebilecek bir zararın olamayacağını ileri sürerek peygamberlerini sapıklık ve beyinsizlikle suçlayıp onu yalanlayan, âhireti inkâr edip yaşayışın sadece dünya hayatından ibâret olduğunu ileri süren ve bu özellikleriyle âdîlikte sembol olan kavim hangisidir?
a) Medyen b) Semûd c) Âd d) Eyke
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1233 -
600- Dünyevî çıkarı için imanını ve ilmini satan, atmalar veya katmalarla dini tahrif etmeye çalışan, Firavnî düzenleri devirmeye çalışan muvahhidlere hırlayan karakteriyle her devirde ve her ülkede görülebilecek olan ve belli bir şahıs olmaktan çok, bir karakter/tip olan Bel’am Kur’an’da köpeğe benzetilir; tâğutî düzenin kapılarında ev sahibinden kemik bekleyen ve kuyruk sallayan bir köpeğe. Kur’an’ın çeşitli âyetlerinde hakka bâtılı karıştıran, hakkı gizleyen, ilmiyle amel etmeyen, başkalarına iyiliği emretse bile kendini unutan, Allah’ın âyetlerini azâba karşılık çok ucuza satan; menfaatçi, uzlaşmacı ve menfaatçi tip, şiddetle sakınılması gereken bir karakter olarak tanıtılır. A’râf sûresi, âyette hayvanlar gibi, hatta daha aşağı ve sapık oldukları belirtilen bu tiplerin aynı sûrenin 175-âyetlerinde köpeğe benzetildiğini biliyoruz. Cum’a sûresi, 5. âyette ise sorumluluklarını yerine getirmeyen ve ilmiyle amel etmeyen bu bilginler hangi hayvana benzetilir?
a) Kitaptan beslenip kitaba zarar vermeye çalışan böceklere
b) Kitap yüklü eşeklere
c) İnsanları zehirleyen akreplere
d) Dilediği yerde bağırıp dilediği yeri pislediği halde akılsızların kendisine taptığı kutsal(!) ineklere
601- Şirki terk etmemekte ve sahtekârlığı bırakmamakta direnen isyankâr kapitalist Medyen kavmi, hangi şekilde helâk olmuştur?
a) Üzerine uğradığı her şeyi toz haline getiren kurutucu, kavurucu bir rüzgârla helâk edildiler.
b) Helâk edici bir sarsıntıya tutularak yok olup gittiler.
c) Çığlık ve taş yağmuru ile helâke uğradılar.
d) Şiddetli depremle yurtlarında diz üstü donakalarak helâk oldular, sanki ülkelerinde hiç oturmamış gibi oldular.
602- Esmâü’l-Hüsnâdan en-Nâfi’ ve ed-Dârr ne demektir?
a) En-Nâfî’: Daraltıp sıkan, kıtlık veren; Ruhları kabzeden demektir.
Ed-Dârr: Genişleten, açan ve bolluk veren anlamında güzel isimdir.
b) En-Nâfi’: Dilediğine fayda veren demektir. Ed-Dârr: Dilediği kuluna zarar veren; O'nun takdiri olmadan kimseye zarar verilemeyen, elem verici şeyler yaratan anlamındadır.
c) En-Nâfi’: Allah'ın her şeye, her istediğini yapacak sûrette gâlip ve hâkim olması, en zorlu zâlimlerin bile O'na boyun eğmek mecburiyetinde oldukları, hükmünün dışına hiçbir şeyin çıkamayacağı anlamına gelir. Ed-Dârr: Çok rızık veren ve yeteri kadar rızıklandırıp yiyecek ve içecek veren anlamında güzel isimdir.
d) En-Nâfi’: Her şeyde ve her olayda büyüklüğünü gösteren demektir. Ed-Dârr: Hidâyet lütfederek bâtıldan ve dalâletten uzaklaştıran anlamına gelir.
- 1234 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
603- Kur’an’da Şuayb (a.s.)’ın gönderildiği Medyen’den başka, aynı peygamberin tebliğine muhâtap bir bölgenin ismi olarak geçen bir kelime vardır. Bazı bilginler, bu beldede yaşayanların Medyen kavminden ayrı bir kavim olduğu kanaatini taşırlar. Ama, farklı adlandırmaya rağmen, Medyen kavminin diğer ismi olduğu daha doğrudur. “Ağaçlı vâdiler, sık ağaçlı orman” anlamına gelen ve Kur’an’da dört âyette zikredilen bu topluluğun, tüm bu yerlerde “kavm” kelimesiyle bahsedilmeyip ashâb kelimesiyle kullanılması, buranın Medyen’deki en önemli yerleşim yeri olduğunu düşündürmektedir. Şuayb Peygamber’in kavmi Medyenlilerin yurdu olan ve Tebük’ün kuzeyinde, Ürdün nehrinin doğu yakasında yer alan bu yerleşim yerinin adı nedir?
a) Semûd b) İrem c) Eyke d) Ubar
604- Evrenin bütün işlerini düzenleyen, gözeten, koruyan ve yöneten; insanları murâkabe eden, üstün gelen anlamına gelen güzel isim (esmâü’l-hüsnâdan biri) aşağıdakilerden hangisidir?
a) El-Musavvir b) El-Kaviyy c) Er-Reşîd d) El-Müheymin
605- Putperestliği bırakmamakta direnip tevhidî inanç ve ahlâka dâvet çağrılarına uymayan isyankâr Âd kavmi, hangi şekilde helâk olmuştur?
a) Helâk edici bir sarsıntıya tutularak yok olup gittiler
b) Çığlık ve taş yağmuru ile helâke uğradılar.
c) Üzerine uğradığı her şeyi toz haline getiren kurutucu, kavurucu bir rüzgârla, kasırgayla helâk edildiler.
d) Şiddetli depremle yurtlarında diz üstü donakalarak helâk oldular, sanki ülkelerinde hiç oturmamış gibi oldular.
606- Basit dünya karşılığında dinini satan, bir çanak yal uğruna sahibinin onca itip kakmasına kuyruk sallayan it gibi ilminin izzetini yok eden, dinî bilgisini kâfir yöneticilerin hizmetine veren resmî ulemâ tipi, saray mollası, makam sevdâlısı, yüzsüz ve onursuz, ırkçı, her şeye dilini sarkıtarak salya akıtan köpek karakterli, dünya arzularının peşinden koşup asla tatmin olmayan, doymayan, Kitab bilgisine rağmen azgınlaşan, istismarcı bir din bilgini karakterinin anlatılmasını ister Kur’an. Kitabımız’da adı geçmediği halde, A’râf sûresinin 175-âyetlerinde işaret edilip bazı özellikleri açıklanan bu kişinin kabul görmüş adı nedir?
a) Bel’am b) Karun c) Sâmirî d) Münâfık âlim
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1235 -
607- Tüm uyarılara rağmen şirk inanç ve ahlâkından vazgeçmeyen, Allah’ın mûcize ve emânetine saldırmaktan sakınmayan isyankâr Semûd kavmi, hangi şekilde helâk olmuştur?
a) Üzerine uğradığı her şeyi toz haline getiren kurutucu, kavurucu bir rüzgârla helâk edildiler.
b) Helâk edici bir sarsıntıya tutularak yok olup gittiler.
c) Başlarına gökten balçık yağarak helâke uğradılar.
d) Şiddetli depremle yurtlarında diz üstü donakalarak helâk oldular, sanki ülkelerinde hiç oturmamış gibi oldular.
608- İsrâ sûresinde gece namazı ile ilgili olarak ifâde edilen hususlar konusunda aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a) Peygamberimizin gecenin bir kısmında kalkması emredilmektedir.
b) Peygamberimize ait bir nâfile (5 vakit farz namazlarından ayrı) ibâdet konu edilmektedir.
c) Kur’an’la teheccüd edilmesi, teheccüd namazı kılınması talep edilmektedir.
d) Teheccüd namazı ümmet için şarttır; ama Peygamberimiz için nâfile bir ibâdettir.
609- Sözlükte esas olarak izlemek, izi tâkip etmek anlamında olan, bir haberi nakletme, bir olayı anlatma, hikâye etme demek olan Kur’an kavramı aşağıdakilerden hangisidir?
a) Hikâye b) Kıssa c) Vaaz d) Yeis
610- Nahl sûresinin hayvanların nimet ve ibret olarak var edildiğinden bahseden âyetinde “Allah, bilmediğiniz daha neler neler yaratmaktadır” buyrulmaktadır. Binek ve nakil araçları ile ilgili olan bu ifâdenin işaret ettiği hususlar konusunda aşağıdakilerden hangisi doğrudur?
a) Allah, insanların asla bilemeyecekleri şeyleri yaratmıştır. Bunlardan bir kısmı da ulaşım ve nakil araçlarıdır.
b) Nakil ve binek aracı olarak teknolojik gelişmelerin getirdiği ve getireceği yeniliklere işaret edilmekte ve bunların da Allah’ın insanlara verdiği akıl ve imkânların sonucu olarak Allah’ın yaratması cinsinden olduğu vurgulanmaktadır.
c) Önceki insanların bilmeyip sonradan Allah’ın yaratması cinsinden ortaya çıkan ve çıkacak olan binek ve nakil araçları daha faziletli ve daha mübârektir.
d) Her üç şık da doğru.
- 1236 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
611- Halk arasında kabul görüp yayılmış, teşbihe/benzetmeye dayalı, içerisinde bir düstûr ve hikmet taşıyan kinâyeli veciz söz, atasözü, deyim, misal/örnek anlamlarına gelen ve Kur’an’ın edebî ifâde şekillerinden, üslûp özelliklerinden biri olan Kur’an kavramı nedir?
a) Mesel b) Kıssa c) Sünnetullah d)Hücûd
612- Sünnetullah konusuyla ilgili aşağıdaki ifâdelerden hangisi yanlıştır?
a) Kâinatta insan tarafından alışılmış ne kadar tabiatta hüküm süren İlâhî kanun varsa, bunların hepsi Allah’ın evreni yaratırken koyduğu kurallardır; bunlar normal şartlarla değişmez; Ancak Allah dilerse bu tabiat olaylarının dışında hârikulâde olaylar meydana getirebilir.
b) “Tabiat kanunu” tâbiri tam doğru bir ifâde değildir. Bunun yerine “Allah’ın tabiattaki İlâhî kanunları” demek daha doğru olur.
c) Sünnetullah konusundaki Kur’ân-ı Kerim’in en önemli vurgusu, onlarda bir değişiklik bulamayacağımız hususudur. Allah’ın koyduğu bu kurallar değişmez.
d) Sünnetullah Allah’ın sünneti demek olduğundan biz de O’nun sünnetine uymalı, O’nun davranışlarını örnek alarak benzer güzel davranışlar sergilemeliyiz.
613- Yûsuf sûresinde, yeisle ilgili olarak Hz. Ya’kûb’un (a.s.) dilinden yapılan tavsiye ile ilgili olarak, aşağıdakilerden hangisi doğrudur?
a) Ümidin tükendiği yerde Allah’a yalvarmanın bir anlamı yoktur; artık iş işten geçmiştir.
b) Ümit, boş kuruntudan, oyalanmalardan ve şeytânî vesveselerden ibârettir.
c) Allah’ın rahmetinden ümit kesilmez. Ümidin yitirilmesi, imanın yokluğuna işarettir. Allah’ın rahmetinden ancak kâfirler ümidini keser.
d) İnsanın canı çıkmaya başlayınca ve çekeceği azâbı görünce Allah’tan ümit besleyerek tevbe edebilir, bu tevbe makbuldür.
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1237 -
614- Burak ne demektir?
a) Mirac gecesinde Allah tarafından Peygamberimize binmesi için verilen binite Burak denilir. Katırdan küçük ve merkepten büyük beyaz bir binek olduğu, adımını gözünün erişebildiği en son noktaya atıverecek kadar çok süratli giden mânevî bir binek olduğu rivâyet edilmektedir.
b) Burak mânevî bir asansör demektir. Yeşil örtüsü olan minder cinsinden bir mânevî araç olduğu ve uçan halı şeklinde Peygamberimizi göklere ulaştırdığı rivâyet edilir.
c) Cebrâil’in kanatlarından en büyüğüne Burak denilir. Peygamberimizin Cebrâil’in bu kanadının üstünde miraca çıktığı rivâyet edilmektedir.
d) Burak, Hz. Sâlih’in (a.s.) devesinin adıdır. Cennetten gelen bu deve, Peygamberimiz’e de mûcizevî şekilde miracda bineklik yapmıştır. Bu devenin altın renginde sapsarı olduğu, her attığı adımın yıldırım hızından yetmiş kat daha süratli olduğu rivâyet edilmektedir.
615- Peygamberlerin rüyaları konusunda aşağıdaki ifâdelerden hangisi yanlıştır?
a) Peygamberlerin görmüş oldukları rüyalar da diğer insanların rüyaları gibidir. Bu nedenle peygamberlerin rüya yoluyla Allah’tan vahiy almaları mümkün değildir.
a) Peygamberlere, özel bir ilim olan rüyâ tâbiri ilmi verilmiştir. Özellikle Yakub ve Yûsuf Peygamberlerin rüyâ tâbirleri Kur’an’da ayrıntılı olarak anlatılır.
a) Peygamberlerin rüyaları hep sâdık rüyalardır. Onlar, rüya vâsıtasıyla vahiy de alabilirler. Peygamberimize de sâdık rüyalar şeklinde vahiy gelmiştir, ilk vahiyler böyleydi.
a) Kur’ân-ı Kerim’de peygamberlerin gördüğü bazı rüyalardan örnekler verilmiş, bunların peygamberi bağlayan birer vahiy olduğu değerlendirilmiştir. Hz. İbrâhim’in oğlunu kurban ettiği rüya, Yûsuf’un (a.s.) güneş, ay ve on bir yıldızın secde ettiğiyle ilgili rüyası, Peygamberimizin Mescid-i Harâm’a gitme konusundaki rüyası peygamberlerin rüyalarına örneklerdir.
616- Kur’ân-ı Kerim’de bazı gıdalardan ve özellikle meyvelerden bahsedilerek insanların dikkatleri bunlara çekilir. Aşağıdaki seçeneklerden hangisi Kur’ân-ı Kerim’de bahsedilen meyve (ve sebze)lerden değildir?
a) Nar, kiraz, muz, hıyar
b) Elma, portakal, kavun, erik
c) Hurma, üzüm, zeytin, sarımsak
d) İncir, kabak, mercimek, soğan
- 1238 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
617- Sözlük anlamı “değiştirmek, bir şeyin gerçek formunu aslından başka yapmak” olan; kavram olarak “belirli bir tarihsel dönem içerisinde tabiatta, özellikle insan bireyinde ve toplumlarında gözlenen başkalaşma ve farklılaşmaları ifâde eden Kur’an kavramı aşağıdakilerden hangisidir?
a) Tahvîl b) Tebdîl c) Sünnetullah d) Tağyîr
618- Yusuf (a.s.)’a olan eğilim sebebiyle Aziz’in karısı hakkında dedikodu yapanlar için özel bir oturum hazırlanmış, gelen bütün kadınların ellerine bıçak verilmiş ve Yusuf (a.s.) onların karşılarına çıkarılmıştı. Yusuf’un (a.s.) güzelliği karşısında bütün kadınlar hayran olmuş şaşkınlıkla ellerini kesmişlerdi. Bu olaydan yola çıkarak aşağıdaki sonuçlardan hangisi doğrudur?
a) Bazı insanların çekiciliği karşı konulmazdır. Bu nedenle insanlar suçlanmamalıdır.
b) İnsanlar bazen çok zor şeylerle imtihan edilir. Şeytana karşı dikkatli olmak gerekir.
c) İnsanlar için çok câzip olan fiiller yanlış ve günah olmaz.
d) Kadınların kendi ellerini kesmeleri nasıl irâde dışı ve ayıplanamaz bir davranış ise, insana câzip ve güzel gelen karşı cinsle beraberlik durumu da aynıdır.
619- Allah’ın kâinatı idare ederken koyduğu kurallar, yaratıkları hakkındaki ve özellikle insan toplumlarıyla ilgili hüküm ve âdetlerine Kur’an kavramı olarak ne ad verilir?
a) Hikmetullah b) Hükmullah
c) Sünnetullah d) Kaderullah
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1239 -
620- Yeis kavramıyla irtibatı büyük olan “tevbe” konusundaki âyetlerden yola çıkarak yapılan değerlendirmelerle ilgili aşağıdaki ifâdelerden hangisi yanlıştır?
a) Tevbe, başlı başına bir ibâdettir. Bu ibâdette hem günah ve hatalardan vazgeçme, hem kulluk görevini yeniden yerine getirmeye dönüş, hem de Allah’a yakınlaşma ve zikir vardır.
b) Af dileme ve istiğfar edip temizlenerek Allah’a dönme demek olan tevbe, ya şirk ve küfürden/inkârdan, ya günahtan ya da Allah’ın emrini yerine getirememekten dolayı yapılır. Tevbenin zıddı inat, kibir ve hatada bile bile ısrardır; bunlar da şeytanın ve şaytan karakterindeki insanların özellikleridir. Âdem’le (a.s.) şeytanın farkı tevbede ortaya çıkmaktadır.
c) İnsanın hiç günah işlememesi mümkün değildir. Önemli olan, günahta ısrar etmemek, günahı savunmamak ve hemen vazgeçip tevbe etmektir. Samimi şekilde tevbe eden, o günahı hiç işlememiş gibi kabul edilir. Tevbe, Hz. Âdem’le başlar ve kıyâmet kopmaya başlayıncaya kadar devam eder.
d) İnsan, hatalarını, hele küçük günahlarını gözünde büyütmemelidir. Günaha devam ettiği halde, her günah işleyişten sonra tevbe ederek yüz defa bozmuş bile olsa, yalnız dille tevbe etmek yeterlidir. Böylece insan günahlarından arınır. Her günahın ardından tevbe kelimeleri de tekrar edilmelidir. Ölüm ânında da olsa tevbe geçerlidir. Esas tevbe, Allah dostu olduğu düşünülen bir zâtın huzurunda yapılır. Böyle bir tevbe geri çevrilmez.
621- Eski dönemlerde Arap câhiliyyesinde, İslâm öncesi Türklerde ve günümüzde değişik ülkelerde hâlâ bazı hayvanlar putlaştırılıp bunlara tapılmaktadır. Kur’ân-ı Kerim, putlaştırılarak tapılan bu hayvanlardan hangisini hangi dönemlerde ve hangi kavimle ilgili olarak örnek verir?
a) Sığır ve buzağı; Mûsâ (a.s.) döneminde; İsrâiloğulları
b) Deve; Sâlih (a.s.) döneminde; Semûd kavmi
c) Fil; Peygamberimizin doğumundan az önce; Ebrehe’nin kavmi
d) Balık; Yunus (a.s.) döneminde; Yûnus kavmi
- 1240 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
622- İsrâ ve mirac olayı konusunda aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a) İsrâ, Mekke’deki Mescid-i Harâm’dan Kudüs’deki Mescid-i Aksâ’ya gece yapılan mûcizevî bir yolculuk demektir. Mirac, Kudüs’deki Mescid-i Aksâ’dan yedi kat göklere ve Allah’ın dilediği yerlere yapılan yolculuk anlamında kullanılır.
b) İsrâ ve mirac, Allah’ın kendi kudretine delâlet eden alâmetlerden bir kısmını göstermek için Peygamberimiz eliyle gösterdiği Kur’ân-ı Kerim’den sonraki en önemli mûcizedir.
c) İsrâ ve mirac olayının ne zaman olduğu konusunda ashâb üçe ayrılır. Bir grup, isrâ ve miracın Peygamberimiz 25 yaşında iken Mekke’de vuku bulduğu görüşündedir. İkinci grup, Peygamberimiz’in vedâ haccından sonra isrâ ve miracın gerçekleştiğini ileri sürer. Üçüncü grup ise isrânın Peygamberimiz Mekke’de ve 25 yaşında iken, miracın ise Medine’de vefatına yakın vuku bulduğu görüşündedir.
d) Kur’ân-ı Kerim’le sâbit olduğu için “isrâ”yı inkâr eden kâfir olur. Kur’ân-ı Kerim ve mütevâtir hadisle sâbit olmayıp sadece âhad haber cinsinden sahih hadislere dayandığı için “mirac”ı inkâr eden kâfir olmaz (âlimlerin çoğunluğuna göre dalâlet ehli, sapık olur).
623- Ağacın Kur’ân-ı Kerim’de özel bir konumu vardır. Kur’an’da özel olarak bazı ağaç cinslerinden bahsedilmiştir. Aşağıdakilerden hangi grup Kur’an’da anlatılan ağaç cinslerinden değildir?
a) Şeceratü’l-ahdar (yeşil ağaç), Şeceratü’l-huld (ebediyet ağacı), yaktîn ağacı
b) Şeceratü’l-mübâreke (mübârek ağaç), Şeceratü’r-rıdvân (altında bey’at yapılan ağaç), tûbâ ağacı
c) Şeceratu’t-tayyibe (güzel sözün benzetildiği güzel ağaç), Şeceratü’l-habîse (çirkin sözün kendisine benzetildiği çirkin ağaç), zakkum ağacı
d) Şeceratu’l-libâs (giysi ağacı), Şeceratu’t-takvâ (takvâ ağacı), Silsile ağacı
624- Nâfile namazlardan hangisi Kur’ân-ı Kerim’de isim verilerek açıkça tavsiye edilmektedir?
a) Kuşluk namazı b) Teheccüd namazı
c) Hâcet namazı d) İstihâre namazı
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1241 -
625- Yûsuf sûresinin ilk âyetlerinde, Hz. Yusuf’un (a.s.) çocukken görmüş olduğu bir rüya hakkında, babası Yakub’un (a.s.) önemli bir tavsiyesi bulunmaktadır. Bu tavsiye aşağıdaki ölçülerden hangisine daha uygun düşmektedir?
a) Önemli rüya gören kişi, bunları kendi kardeşlerine anlatmamalıdır.
b) Önemli rüyalar, ehil olmayan ve iyi niyet taşımayan insanlara anlatılmamalıdır.
c) Rüyalardan hiçbirisi önem arzetmez. Herkese anlatılmasında hiçbir sakınca yoktur.
d) Rüyalar hiç kimseye anlatılmamalıdır. Yoksa, bazı sakıncalar ortaya çıkabilir.
626- Bilindiği gibi Kur’ân-ı Kerim’de birçok mesel/misal zikredilmiştir. Nahl sûresinde zikredilen bir karye/şehir halkı ile ilgili sünnetullah cinsinden anlatılan meselde aşağıdakilerden hangisi yer almamaktadır? Yani, seçeneklerden hangisi ilgili âyette geçmez?
a) Allah iman eden güven ve huzur içinde bir şehri misal vermektedir. O şehrin (halkının) rızkı her taraftan bol bol gelmekteydi.
b) Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiklerinden dolayı Allah, onlara açlık ve korku elbisesini tattırdı.
c) Açlık ve korku onları tekrar yola getirdi ve peygamber geldiğinde ona iman ettiler. Onun etrafında sağlam kale gibi kenetlenip kâfirlerle cihada koştular. Böylece bol rızkı ve cenneti hak ettiler.
d) Onlara kendilerinden peygamber geldiğinde onu yalanladılar. Onlar zulmederken azap onları hemen yakalayıverdi.
627- Bir sünnetullah olarak ifâde edilen bireysel ve toplumsal değişme konusunda Ra’d sûresindeki âyet-i kerimede vurgulanan hususla ilgili olarak aşağıdaki seçeneklerden hangisi doğrudur?
a) Kişinin içinde yaşadığı kavim (toplum) değişmedikçe Allah onların içindeki kişilerin durumunu değiştirmez.
b) Bir kavim ve içindeki kişiler toplumca değişmedikçe Allah onlarla ilgili sünnetini (sünnetullahı) değiştirmez.
c) Allah bir kavmi (toplumu) değiştirmedikçe, toplumdaki kişiler kendini değiştiremez.
d) Bir toplumun bireyleri kendindekini (kendi durumunu) değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı (o toplumu) değiştirmez.
628- Teheccüd namazının özelliğiyle ilgili olarak Kur’ân-ı Kerim aşağıdakilerden hangi ifâdeyi kullanır?
a) Gece neşesi b) Gece keyfi
c) Gece huzûru d) Gece mutluluğu
- 1242 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
629- Bilindiği gibi Kur’ân-ı Kerim’de insanların dikkatlerini çekmek ve ibret almalarını istemek için birçok hayvandan bahsedilir. Aşağıdaki seçeneklerden hangisi Kur’ân-ı Kerim’de bahsedilen hayvan cinslerinden değildir?
a) Kelebek, bülbül, kedi, tilki, kaplan
b) Koyun, deve, at, kuş, sivrisinek
c) Örümcek, çekirge, kurbağa, karga, arslan
d) Maymun, keçi, balık, yılan, kurt
630- Ra’d sûresi 11. âyetten yola çıkarak aşağıdaki değerlendirmelerden hangisi yanlıştır?
a) Bir toplum, kendinde bulunan iyi yaşayışı ve güzel ahlâkını kötüye değiştirmedikçe, daha genel tâbirle bir toplum kendini bozmadıkça Allah onlara verdiği nimetleri değiştirmez.
b) Bir toplum kötü ahlâkını düzeltmedikçe Allah onları düzeltmez. Toplum gittiği yanlış yoldan döner, doğru yola girer, ahlâkını düzeltirse Allah da onların durumunu düzeltir, kötü hallerini iyiye, sıkıntılarını mutluluk ve refaha çevirir.
c) Bir toplum ahlâkını bozar; şerlere, kötülüklere, fesatlara dalar, isyan ederse Allah da onlara lutfettiği nimetleri ellerinden alır, onları perişan eder. Böylece güçlerini kaybeder, felâketlere uğrar, küçülürler.
d) Allah’ın toplumlara koyduğu hüküm vardır. Bazı toplumlar Allah’a itaat eden İslâm toplumu, bazıları da isyan eden câhiliyye toplumudur. Bu durum değiştirilemez. Toplumlarla ilgili bu kadere sünnetullah denilir.
631- “Ümit ve güvenle bağlanacağı şeyden umudunu kesmek, ümitsiz olmak” anlamına gelen ve “Allah’la ilgili olarak bir mü’minin yapamayacağı, yapmış olsa küfre gireceği şey” demek olan Kur’an kavramı aşağıdakilerden hangisidir?
a) Yeis b) Tağyîr c) Nankörlük d) Şirk
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1243 -
632- Bilindiği gibi tasavvuf rüyalara çok önem vermiş, özellikle Allah dostu kabul ettikleri kimselerin rüya aracılığıyla ilim ve hadis alabildiklerini ısrarla ileri sürmüştür. Bu rüyalarla ilgili olarak İslâm âlimlerinin değerlendirmeleri içinde aşağıdakilerden hangisi doğrudur?
a) Rüya hali, insanlar arası bilgi akışının mümkün olduğu zaman dilimidir. Bu bilgiye güvenilir. Çünkü insan, rüyâsında melekûta ulaşır, eşyayı müşâhede eder.
b) Hz. Peygamber’den vefatı sonrasında rüya ile bilgi almak, O’ndan rüyada hadis rivâyet etmek ya da rüya aracılığıyla bir hadisin sıhhatini test etmek mümkün ve kabul edilen bir durumdur. Bütün bunları İslâm âlimleri onaylayıp tasdik eder.
c) Rüya da, keşif ve ilham gibi bilgi araçlarından biridir. Aynı zamanda ölen bir kimsenin âhiretteki ahvâli ile ilgili olarak, rüya aracılığı ile dünyadakilere bilgi verilir.
d) Rüya, bilgi kaynağı değildir, rüya ile amel olunmaz. Şeytanî de olabilecek ilhamlara ve rüyalara İslâm dini dayandırılamaz. Rüya ahkâm konusunda da delil olmaz. Rüya ile çok uğraşmak, ona önemli misyonlar yüklemek doğru değildir.
633- Kur’ân-ı Kerim’de Allah, kendisine bir ürünü yapması için bir hayvana vahiy/ilham ettiğini ve bu ilhamla o hayvanın insanlar için şifâ olan bir gıda ürettiğini belirtir. Bu hayvan ve yaptığı gıda nedir?
a) Koyun – Süt b) Tavuk – Yumurta
c) Arı – Bal d) Kurbanlık koç – Et
634- İbâdetleri ve çeşitlerini Kur’an ve Sünnetten öğrenmek zorundayız. Peygamberimiz’in sünnetinde olmadığı halde, yanlış bir sevap anlayışı neticesinde sonraki dönemlerde bazı özel namazlar da sünnet zannedilerek bazı çevreler tarafından nâfile namazlar içerisinde kabul görmüştür. Aşağıdaki seçeneklerden hangi gruptaki tüm namazlar, güvenilen (sahih) hadis kaynaklarında Peygamberimiz’in sünneti olarak belirtilen nâfile namazlardandır?
a) Evvâbîn namazı, Duhâ namazı, Abdest namazı, Berat namazı, Haftanın her günü için özel namaz
b) Terâvih namazı, tahiyyetü’l-mescid namazı, hâcet namazı, İstihâre namazı, Husûf namazı
c) İşrak namazı, Cuma gecesini ihyâ namazı, Korku namazı, Teheccüd namazı, Kuşluk namazı, Küsûf Namazı
d) Husûf namazı, Tesbih namazı, Receb ayı namazı, Regâib namazı, Mirac namazı
- 1244 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
635- Kur’ân-ı Kerim’de dikkatlerimizin çekildiği ve ibret almazın istendiği onlarca cins sebze ve bitkiden, 8 ayrı çeşit meyveden bahsedilir. Bu meyvelerden biri aynı zamanda Kur’an’ın bir sûresine de isim verilmiştir. 95. sûrenin ismi olan bu meyvenin Kur’an’daki Arapça ifâdesi ve Türkçesi nedir?
a) Zeytûn – Zeytin b) Tîn – İncir
c) A’nâb – Üzüm d) Nahle – Hurma
636- İstihâre konusuyla ilgili aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
a) İstihâre: Hayır dileme anlamına gelir; Yapmak istediği bir şeyin kendisi hakkında hayırlı olup olmadığını anlamak için bir müslümanın iki rekât namaz kılıp duâ etmesi demektir.
b) Peygamberimizin ashâbına önemli işlerinde başvurmalarını ısrarla tavsiye ettiği istihâre, hayır duâsı yapmak, duâdan sonra kalbine ilk doğan duygu ve düşüncenin, kalbin meylettiği şeyin hayırlı olduğu kanaatine varmaktır.
c) İstişâreden sonra yapılması gereken istihâre, iyiliği veya kötülüğü tam kestirilemeyen iş hakkında sözkonusu olur. Hayırlı ve sevap; ya da kötü ve günah olduğu kesin olarak bilinen bir konuda istihâre yapılmaz.
d) Bir işin iyi ya da kötü sonucu, istihâre ile önceden rüyada kestirilmiş olur. Rüya istihâre için esastır. Rüyada görülen beyaz veya yeşil renklerin o işin hayırlı; görülen siyah veya kırmızı renklerin o işin şer olduğuna delâlet ettiğine dair hadis vardır ve İslâm âlimleri bu konuyu böyle değerlendirir.
637- Kur’ân-ı Kerim’de dikkatimizi çekmek ve ibret alıp tefekkür etmemizi sağlamak için 30 çeşit hayvan cinsinden bahsedilir. Bunlardan bazıları Kur’ân-ı Kerim’in bazı sûrelerine isim olarak da konulmuştur. 2, 6, 16, 27, 29, 100 ve 105. sûreler, isimlerini o sûrede zikri geçen bu hayvanlardan alır. Aşağıdaki sûrelerden hangisi, bu çeşit sûre adlarından biri değildir?
a) Cemel (deve); Hüdhüd (kuş)
b) Bakara (sığır, inek); En’âm (deve, sığır, koyun cinsi)
c) Nahl (bal arısı); Neml (karınca)
d) Ankebût (örümcek); Fîl – Fil
638- Peygamber Efendimiz hadislerinde, hoşlanmadığımız bir rüya gördüğümüzde ne yapmamızı tavsiye etmektedir?
a) Sol tarafımıza (yastığın altına, hafifçe) tükürmeli ve eûzü çekmeliyiz (şeytandan Allah’a sığınmalıyız).
b) Üç defa öksürmeli ve besmele çekmeliyiz (bismillâhirrahmânirrahîm demeliyiz).
c) Hemen kalkıp namaz kılmalıyız.
d) Bu rüyayı kimseye söylememeliyiz.
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1245 -
639- Kıssa konusuyla ilgili aşağıdaki değerlendirmelerden hangisi yanlıştır?
a) Kıssalar, İsrâiliyatın ana giriş kapısı olmuştur. İsrâiliyat da, Kur’an ve Sünnete dayanan sahih din anlayışını dejenere eden, kaynağı bulandıran ve daha çok Yahûdi ve Hıristiyanların inanç, ahlâk, tarih ve efsâneye dayalı kültürlerinden İslâm’a karışan şeylerdir. Bu hurâfe ve isrâiliyât rivâyetleri en çok kıssalar yoluyla İslâm’a karıştırılmak istenmiştir.
b) Bazen küçük bir amele verilen büyük ödüller, bazen de küçük bir günah yüzünden cehenneme atılmalar gibi dinin temel ilkelerine ters düşen çok sayıda kıssa eskiden beri halk arasında meşhur olmuş, vaazlarda ve halkın rağbet ettiği kitaplarda çokça yer almıştır.
c) Tasavvufta kıssa çok önemlidir. Kerâmet hikâyeleri ve menkıbe denilen büyük zat kabul edilenlerle ilgili anlatılarda, rivâyetlerde, Mesnevî gibi meşhur eserlerde kıssadan büyük ölçüde yararlanılır.
d) Kur’an’da hiç kıssa anlatılmaz. Kur’an kıssalara karşı hep olumsuz tavır takınmamızı emreder. Bizim de kıssa ile meşgul olmamızı tümüyle yasaklar. Kur’an sadece peygamberlerin hayat hikâyelerini nakleder; bunlara da kıssa denilemez.
640- Yeis hali ve bu haldeki iman ve tevbe konusundaki değerlendirmelerle ilgili olarak aşağıdaki ifâdelerden hangisi yanlıştır?
a) Bir kimsenin yeis (ümitsizlik ve korku) halinde iman etmesi, kendisine yönelen ve yakasına yapışan azâbı gidermek için olup ihtiyârî, yani özgür seçmeye dayanan ve hakiki iman değildir. Hakiki iman ihtiyâr ve istek ile Allah’a yaklaşmak ve O’nun rızâsını elde etmek için sahip olunan imandır.
b) Kâfir bir kimse, ölürken ölümün şiddetli halleri kendisine gelip çattığı ve İlâhî azâbı müşâhede ettiği vakit iman ederse, bu imana iman-ı yeis denilir.
c) Yeis halinde de iman ve tevbe geçerlidir. Dünyada imanın ve tevbenin geçerli olmadığı hiçbir zaman yoktur. Ancak insan ölünce artık son pişmanlık fayda etmeyecek, sadece öldükten sonra iman ve tevbenin faydası görülmeyecektir.
d) Önceden iman etmeyen bir kâfir, üzerinde ölümün emâreleri belirip ölümün şiddetli halleri kendisini sardığı zaman; helâk işaretleri gelip iman etmeyenleri yakalayınca; güneşin Batıdan doğması gibi kıyâmetin açık ve büyük alâmetleri zuhur ettiğinde veya kıyâmet kopmaya başlayınca bütün bu durumlarda iman edenlerin imanları kabul edilmez, bu imanları kendilerine bir fayda getirmez. Bu zamanlardaki imana iman-ı yeis denilir.
- 1246 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
641- Müslim’in rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte rüyaların üç kısım olduğu ifâde edilmektedir. Aşağıdakilerden hangisi hadiste belirtilen bu rüya çeşitlerinden biri değildir?
a) Allah’tan müjde olan sâlih/doğru rüya
b) Şeytanın verdiği üzüntü cinsinden rüya
c) Kişinin kendi kendine konuştuğu şeyler (günlük uğraşılan ve ruhta/nefiste iz bırakan rüya)
d) Evliyâ kabul edilen kimselere ilham şeklinde gelen ve kesin bilgi oluşturan rüya
642- Kur’ân-ı Kerimin Kehf sûresinde: “Katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve kendisine ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kul” diye bahsedilen zât, müfessir ve âlimlerin ekserisine göre kimdir?
a) Mehdi b) Evliya c) Bel’am d) Hızır
643- Yöneticiliği birine vermek, bir kimsenin yöneticiliğini benimsemek demek olan ve kavram olarak, müslümanların devlet başkanını seçme, belirleme ve İslâmî hükümlere uygun tüm işlerde ona itaat ve bağlılık sözüne, bağlılık göstermesine Kur’ânî kavram olarak ne ad verilir?
a) hilâfet b) itaat c) bey’at d) fıtrat
644- Kelime anlamı olarak; huylar, seciyeler, insanın mânevî yapısını belirleyen özellikler demek olan ve terim olarak “insanın bir amaca yönelik olarak kendi arzusu ile iyi davranışlarda bulunup kötülüklerden uzak olması” şeklinde veya “insanın nefsinde yerleşen öyle bir hey’ettir ki, fiiller hiçbir fikrî zorlama olmaksızın, düşünüp taşınmadan bu meleke sâyesinde kolaylıkla ve rahatlıkla ortaya çıkar” diye tanımlanan Kur’an kavramı, aşağıdakilerden hangisidir?
a) takvâ b) ahlâk c) amel d) kardeşlik
645- Fıtratın tanımı konusunda, aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) Fıtrat: İnsanın dış tesirlerden etkilenen ve sık sık değişen ruh halini anlatan, Allah’ın insan gönlündeki değişik tecellileri anlamında bir Kur’an kavramıdır.
b) Fıtrat: İlk yaratılış sırasında Allah'ın insan tabiatına bahşettiği yaratanını tanıma eğilimi, ruh temizliği gibi olumlu yatkınlıkları ifâde eden bir kavramdır.
c) Fıtrat: Hakkı benimseme yatkınlığı, güzel yetenek ve meyiller anlamına gelir.
d) Fıtrat: Allah'ın, mahlûkatını, kendisini bilip tanıyacak ve idrak edecek bir hal, bir kabiliyet üzere yaratmasıdır.
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1247 -
646- “Hızır”la ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) Kur’ân-ı Kerim’de Hızır ismi geçmez. Kehf sûresinde bahsedilen kendisine rahmet ve ilim verilen kulun Hızır olduğu kabul edilir.
b) Hızır, Hz. İsa zamanında yaşamış, İlâhî izinle ona, bazı olayların içyüzünü gösterip izah etmiştir. Hızır, hâlâ hayattadır, Allah’ın izniyle zorda kalan mü’minlerin imdadına yetişir.
c) İslâm âlimleri, Hızır’ın peygamber, velî veya melek olduğu konusunda değişik görüşler ileri sürmüşlerdir. Onun peygamber olma ihtimali en doğru görüştür.
d) Hızır kelimesi, Arapça kaynaklarda hadır (hadr, hıdr) şeklinde yer alan ve Arapça menşeli olduğu kabul edilen bir kelimedir. Hadır: Yeşil, yeşilliği çok olan yer anlamındadır. Hızır’a bu ismin, kuru yerde oturduğunda altından otların yeşerip dalgalanması sebebiyle verildiği kabul edilmektedir.
647- Aşağıdaki gruplardan hangisi, Kur’an’ın çok önem verdiği ahlâkî davranışlardan değildir?
a) sâlih amel, infak, ıslah, ahde vefâ/sözde durmak, tevbe, şükür
b) sabır, adâlet, af, ihsân, ihlâs, Allah’ı sevmek ve Allah için sevmek, doğru olmak
c) misvak kullanmak, sakal bırakmak, türbeleri ziyaret etmek, bir âlime/mürşide bağlanmak
d) içki ve kumardan sakınmak, gıybet etmemek, alaydan kaçınmak, lakap takmamak
648- “Her doğan insan, …… üzere doğar. Sonra anne ve babası onu ……, hıristiyan, …… yapar.” Buhârî ve Müslim’in rivâyet ettiği ve müslüman halk arasında da meşhur olan bu hadis-i şerif mealinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) İslâm; müşrik; yahûdi
b) sünnetullah; yahûdi; dinsiz
c) iman; kâfir; yahûdi
d) fıtrat; yahûdi; Mecûsi
649- İnsanların birbirleri hakkında, ellerinde belge olmaksızın bir kısım çirkin tahminlerde bulunmaları, İslâmî kavram olarak aşağıdakilerden hangi tâbir ile ifade edilmektedir?
a) kesin yargı b) zulüm c) sûi zan d) nemîme
- 1248 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
650- Kehf sûresindeki kıssada anlatıldığına göre, Hz. Mûsâ, şartsız olarak tâbi olma sözü vermiş olduğu zâta, bir müddet sonra itiraz mâhiyetinde soru yönelterek vermiş olduğu sözü çiğnemişti. Buna rağmen Mûsâ (a.s.) özür dileyince, karşısındaki zât tarafından özrünün kabul edilmiş olmasının sebebi, aşağıdakilerden hangisidir?
a) O adamın, Mûsâ (a.s.) tarafından öldürülme korkusu
b) Mûsâ (a.s.)’ın, hiçbir kasıt taşımaksızın, kendi sözünü unutarak çiğnemiş olması
c) O adamın, Mûsâ (a.s.)’ı kovması halinde, yalnız kalacağı endişesi
d) Özrünü kabul etmese daha büyük yanlışlar yapacağının kesin şekilde belli olması
651- Müslümanlar Hudeybiye antlaşması ve ondan sonraki dönemler için Peygamberimiz’e bağlılık yemininde bulunmuşlardı. Bu bağlılık akdini ifade eden kavram, aşağıdakilerden hangisidir?
a) bey’at b) vefa c) sıdk d) eminlik
652- Cum’a namazının diğer farz namazlardan ayrılan özellikleri konusunda aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a) Mutlaka toplu halde (cemaatle) kılınır.
b) Kadınlar ve köleler Cuma namazı kılamaz.
c) Hutbe okunarak insanlara Allah (Ona zikir, ibâdet vb.) hatırlatılır.
d) Ezan okunduğunda, mü’minlerin alış-verişi bırakıp namaza gitmesi gerekir.
653- Zan konusuyla ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) İki türlü zan vardır. Zan, tahmin ve ihtimale dayandığından, zannın bazısı Kur’an’da yasaklanmıştır. Yasaklanan zan, daha çok sûi zan denilen kötü zandır.
b) Yasak edilen zannın içine, Allah Teâlâ’ya karşı duyulan hüsn-i zan, açıkça şüpheli yerlerde gezen kimse hakkındaki zan, dünya işlerinde yapılan zan girmez.
c) Herhangi birinin özel durumlarını araştırmak, eksiklerini, kusurlarını öğrenme isteği anlamına gelen “tecessüs” sûi zanla alâkası olmayan bir güzel ahlâk özelliğidir.
d) Tüm kâfirler kesin bilgiye değil, zanna uymaktadırlar. Doğruluğu kesin bilgi, Allah’tan gelen ilim, yani vahiydir. İnsanlar tarafından ortaya atılmış tüm ideolojiler, felsefe ve düzenler, birer zandır ve insanı kesin bilgiye götürmez.
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1249 -
654- Kehf sûresindeki kıssada, aşağıdaki seçeneklerde bahsedilen hangi noktaya işaret edilmektedir?
a) İnsanların, vermiş oldukları sözlerde her zaman durmaması normaldir.
b) İnsanlar, tâbi olma sözü verdikleri bir kişiye, itaat etmek zorunda değildir.
c) Kişi, unuttuğu şeyden dolayı kınanır. Olgun bir insan, verdiği sözü kesinlikle unutmaz.
d) Sabır, özellikle zorlu bir sınavdan geçebilmenin en önemli başarı fonksiyonudur.
655- Aşağıdakilerden hangisi, İslâm devlet başkanı demek olan ve kendisine bey’at edilip meşrû her emrine itaat edilmesi gereken “halife”nin görevlerinden biri değildir?
a) Allah’ın hükümlerini tatbik etmek
b) İslâm devletinde yaşayan fertlerin malını, canını, dinini, ahlâkını, neslini korumak
c) İslâm devleti sınırları içinde gayr-i müslimler varsa, onları zorla da olsa müslüman yapmak
d) Cihadı tanzim edip ordular hazırlamak, gerektiğinde İslâm ordusuna komutanlık yapmak
656- Ensar ile muhâcirler arasında oluşturulan muâhât/kardeşlik konusuyla ilgili aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a) Nübüvvetin on üçüncü senesi olan Hicretin ilk yılında Hz. Peygamber tarafından gerçekleştirilmiştir.
b) Hicretten 12 yıl sonra Hz. Ebû Bekir tarafından Ridde savaşları öncesinde ashâbın kenetlenmesi ve cihada hazır olması için gerçekleştirilmiştir.
c) Mal ve mülklerini Mekke’de bırakıp Medine’ye hicret eden muhâcirleri mahrûmiyetten kurtarmak ve onları Ensar ile kaynaştırmak için yapılan mânevî kardeşliktir.
d) Yüz civarındaki sahabi arasında yapılan bu kardeşlik; hak, eşitlik ve miras konusunda karşılıklı yardımlaşmayı gerekli kılıyordu. Miras hükmü, daha sonra inen âyet ile kaldırılmıştır.
- 1250 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
657- İnsan, birçok ahlâkî günahı diliyle işler. Nice sevaplar da dille mümkün olur. Kur’ân-ı Kerim, söze çok önem verir. Söz ve konuşma anlamına gelen “kavl” kelimesi ve türevleri Kur’an’da tam 1721 yerde geçer. Gıybet, alay, lakab, iftira, yalan gibi sözle işlenen ahlâkî problemleri haram ve günah sayan Kur’an’ın söz hakkındaki değerlendirmeleriyle ilgili olarak aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) Haklı bile olsa, hakkı müdafaa için de olsa, insanın konuşmasından susması daha hayırlıdır.
b) Güzel sözü güzel ağaca, kötü sözü de pis bir ağaca benzeten Kur’an, sözlerin en güzeliyle konuşmayı emreder.
c) Kur’an’a göre, insanların çoğunu güzel söz söylemekten ve güzel söze icâbet etmekten alıkoyan şeytandır.
d) Kur’an, sadece gıybet ve kötü lakabı değil, faydasız ve boş sözleri bile kurtuluşa engel görür.
658- Hızır hakkında tevhide ters birçok inanış ve anlayış vardır. Aşağıdakilerden hangisi bunlardan biri değildir?
a) Hızır, hâlen hayattadır ve kıyâmete kadar yaşayacaktır. Bazı insanlara ve özellikle Allah dostlarına gözükür, sonra âniden kayboluverir.
b) Hızır, Hz. Mûsâ’nın içyüzünü bilemediği için ilk anda itiraz edip sorular sorduğu bazı gaybî konularda Mûsâ (a.s.)’a dersler veren ilim ehli ve büyük ihtimalle peygamber olan bir zâttır.
c) Bazı kulların imdâdına yetişen, her yerde bulunabilen ve her kılığa girebilen, insanlara bereket ve bolluk saçan ya da kahredip helâk eden bir zâttır.
d) Baharı İlyas’la birlikte Hızır getirir; çiçekleri o açar, yeşillikleri onun attığı adımlar bitirir. Tabiattaki varlıkları kendi emrine alarak hizmetinde kullanabilir.
659- Aşağıdakilerden hangisi Hucurât sûresinde belirtilen ahlâkî haramlardan olan ve mü’minlerin birbirleri hakkında yapmaları şiddetle yasaklanmış olan günahlardandır?
a) Birbirlerine zulmü emretmek
b) Birbirlerini velî/dost edinmemek
c) Birbirlerinde kusur araştırmak
d) Birbirleriyle samimiyeti kesmek
660- Allah’ın mutlak birliğini (tevhidi) ifade eden, putçuluğu ve şirki reddeden, mutlak gerçeğin ve doğrunun tanımını yapan, Kur’an’da İbrâhim (a.s.)’in milleti/dini olarak da belirtilen dinî nitelik, aşağıdakilerden hangisidir?
a) kulluk b) muvahhid c) ibâdet d) hanîf
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1251 -
661- İman-ahlâk ilişkisi konusunda aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) İslâm dinindeki iman ve ibâdet esaslarıyla ahlâkî buyrukları kesin çizgilerle birbirinden ayırmak mümkün değildir; bunlar Kur’an ve hadislerde birbiriyle kaynaşmış durumdadır.
b) İmanı kâmil olan mü’minlerin ahlâkı gâyet güzel ve mükemmeldir; ahlâkı gerçekten ve tümüyle güzel olanların da imanları kâmildir.
c) İman ve amel ayrı olduğu gibi, imanla ahlâk da ayrıdır; biri olup diğeri olmayabilir.
d) Ahlâkî problemler, nice hadiste çoğu kez imanla irtibatlandırılarak ifade edilmiştir.
662- Hızır’la irtibatlandırılarak gündeme getirilen “âb-ı hayat” konusuyla ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) Âb-ı hayat, içeni ölümsüzlüğe kavuşturduğuna inanılan efsânevî su demektir.
b) Âb-ı hayat, hayat ağacı demektir. Bu ağaç, genel kabule göre Hz. Âdem’in Cennette yemesi yasak kılınan ağaçtır.
c) Âb-ı hayat, bütün dünya mitolojilerinde mevcut olan, câhiliyenin ortak bir kavramıdır.
d) Âb-ı hayatla ilgili efsâneler, asr-ı saâdetten çok sonraları tasavvufçular ve şâirler tarafından işlenmeye ve müslüman topluma yayılmaya başlanmıştır.
663- Hucurât sûresindeki bir âyette, kardeşlik hukukuyla ilgili olarak, mü’minlerden iki topluluk birbirleriyle savaşırlarsa, bu durumun halledilmesi için diğer mü’minlere bazı görevler verilmektedir. Aşağıdaki seçeneklerden hangisi, bu görevlerden biri değildir?
a) Barış isterlerse, aralarını düzeltmek; eğer savaşmayı tercih ederlerse kimin gâlip geleceğini beklemek
b) Aralarını düzeltip barış yapmalarını sağlamak
c) Barışa yanaşmayan saldırgan tarafla savaşmak
d) Aralarında adâletle hükmetmek, âdil olmak
- 1252 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
664- Hilâfet ve halife konusunda aşağıdaki hükümlerden hangisi yanlıştır?
a) Peygamberimiz'den sonra, ona halef olarak mü'minlere emîr olan, yani İslâm devletinin başkanı olarak kabul edilip kendisine bey’at edilen kimseye halife denir.
b) Allah, Âdem'i ve dolayısıyla bütün insanları kendisine halife kılmıştır. Bütün insanlar, Allah'ın halifesidir, vekilidir.
c) Allah'ın bir ümmete, başkalarından sonra hâkimiyet ve istiklâl vermesi, birçok toplumları o ümmetin idaresi altında birleştirmesine istihlâf/halife kılma denir.
d) Hz. Peygamber'den sonra, müslümanların devlet ve hükümet başkanı olarak bey'atle seçilen dört örnek halifeye hulefâ-i râşidîn/râşid halifeler denir.
665- Îsâr ne demektir?
a) İslâm’ın yasakladığı cimrilik demektir, yani cömertliğin zıddı anlamındadır.
b) Câhiliye ahlâkı demektir, yani her dönemdeki kâfirlerin kötü ahlâkı anlamına gelir.
c) Bir müslümanın, din kardeşini kendine tercih edecek özveri/fedâkârlık yapması demektir.
d) Peygamberimiz’e bey’at edip O’na itaat sözü vermek demektir.
666- Kehf sûresindeki kıssadan alınacak hikmetler cinsinden; insanlar için güvensizlik oluşturup, aralarında ayrılığı meydana getiren haklı gerekçelerden bir tanesi, aşağıdakilerden hangisidir?
a) İki taraftan bir tanesinin, güç ve mevki olarak diğerinden çok üstün olması
b) Dünyevî çıkarların iki taraf için de kaçınılmaz olması
c) Sözde durmama konusunda unutmanın bahane olarak sunulmasına rağmen, aslında unutmadığının bilinmesi
d) Verilen sözde durmamanın alışkanlık haline getirilmiş olması
667- Fetih sûresinin 10. âyetinde, mü’minlerin Allah rasûlüne olan bağlılık yeminleri hakkında hangi hususa vurgu yapılmaktadır?
a) Mü’minlerin birbirlerine bey’ati Allah Rasûlüne bey’at etmek gibidir.
b) Ciddi zorluklarla karşılaşılırsa, bey’at sözü geri alınabilir.
c) Allah Rasûlüne bey’at edenler, Allah’a bey’at etmiş olurlar.
d) Bey’at eden insanlar, mutlaka cennete girerler.
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1253 -
668- Aşağıdakilerden hangisi, Hanefî mezhebine göre Cuma namazının sahih olması için gerekli şartlardan biri değildir?
a) Cuma namazının cemaatle kılınması
b) Cuma namazının bir şehirde bir tek yerde kılınması
c) İslâm devlet başkanı veya onun nâibinin Cuma namazını kıldırması
d) Cuma kılınacak yerin şehir veya şehir hükmünde olması
669- Birinin, herhangi bir Müslüman kardeşinin arkasından, duyduğu zaman onun hoşuna gitmeyeceği (bedeninde, yaratılışında, soyunda, işinde, sözünde, dininde, dünyasında, elbise, ev veya bineğinde ya da aile fertlerinde bulunan eksiklik veya kusuru belirten) sözler söylemesine, böyle bir ahlâkî probleme Kur’an kavramı olarak ne ad verilir?
a) gıybet b) nemîme c) iftira d) sûi zan
670- Anlam olarak; yaratılış, belli yeteneklere ve yatkınlığa sahip oluş, karakter, mizaç, doğal eğilim, huy gibi mânâlara gelen ve insandaki Allah’a iman ve ibâdet etmeye meyil ve kabiliyeti ifade eden kelime aşağıdakilerden hangisidir?
a) bey’at b) fıtrat c) vicdan d) ruh
671- Kehf sûresindeki kıssadan bir gerçekliğin kavranılması konusunda alınacak hikmetler cinsinden; aşağıdaki seçeneklerde belirtilmiş olan açıklamalardan hangisi doğrudur?
a) İdrâk edilmesi zor olan hiçbir şeyde, asla gerçeklik payı bulunmaz.
b) İnsanlar bütün gerçekleri, bütün hikmeti ile ânında idrâk edebilir.
c) Bazı gerçekler, belirli bir süreçten sonra daha iyi kavranabilir.
d) Gerçekleri öğrenmenin yolu, sadece akıl yürütmek ve olayların zâhirine bakmaktır.
672- Fıtrat konusuyla ilgili olarak aşağıdaki hükümlerden hangisi yanlıştır?
a) İslâm’ın yaşanmadığı ortamlarda fıtrat bozulmaya ve aşınmaya başlar.
b) Fıtratın doğru çizgide ilerlemesini engelleyen en tehlikeli etken şirktir. Allah’ı unutmak ve hevâya uymak da fıtratı saptırır.
c) İslâm, insan yaratılışına, yaratılışındaki İlâhî yasalara veya başka bir ifadeyle Allah tarafından insan bünyesine uygun olarak konulmuş olan fıtrat dinidir.
d) Kâfirlerle müslümanların fıtratları çok farklıdır. Daha doğuştan itibaren bu farklılık kendini gösterir.
- 1254 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
673- İslâm ahlâkının özellikleri ve diğer ahlâk anlayışlarıyla arasındaki farklar konusunda, aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) İslâm ahlâkının kaynağı din, mihveri takvâ (Allah korkusu), gâyesi Allah rızâsıdır.
b) İslâm ahlâkı mutlak hayra sahiptir. Allah’ın, her şeyi her yerde gördüğü inancı ve O’nu râzı etme gayreti sözkonusudur.
c) İslâm ahlâkı son derece geniş insan özgürlüğüne dayanır. İnsan, gücünü dünyadaki menfaatleri doğrultusunda kullanmaya yönlendirilir.
d) İslâm ahlâkında genel maslahat önemlidir. Güç getirilemeyecek emirler ve zorlama yoktur. Zamana ve zemine göre değişmez, sâbit ilkelere dayanır.
674- “Hıdırellez” konusuyla ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi, tümüyle doğru değildir?
a) Hıdırellez, Hızır ve İlyas isimlerinin halk ağzında aldığı şekilden ibarettir. Hıdırellez, kökü İslâm öncesi eski Orta Asya, Ortadoğu ve Anadolu yaz (bahar) bayramlarına dayanan câhiliye törenidir.
b) Hıdırellez, İslâm’a göre kutsal kabul edilen bir gündür. Bütün dünyada 1 Mayıs’ta kutlanılan, bazılarına göre bahar bayramı denilen önemli bir gündür. Bu günü nâfile oruçla geçirmek ve gecesini de teheccüdle değerlendirmek gerekir.
c) Hıdırellez, halk arasında ölümsüzlük sırrına erdiklerine ve biri karada, diğeri denizde darda kalanlara yardım ettiklerine inanılan Hızır ve İlyas peygamberlerin yılda bir defa bir araya geldikleri gün olarak kabul edilir.
d) Baharın geldiğini müjdeleyen gün olarak kabul edilen Hıdırellez törenlerinde, yeşillik, su ve ateş hususlarıyla ilgili uygulamalar, bu halk bayramının putperest köklerini çok belirgin şekilde ortaya koymaktadır. Dilek tutma, uğursuzlukları giderme, adak adama ve ateşle ilgili bazı uygulamalar, genç kızların bu güne yükledikleri anlam ve eylemlerden dolayı tevhide ters nice inanış ve davranışlara şâhit olunan büyük bir bid’attir.
675- Hucurât sûresinde, kardeşlikle ilgili olarak yapmamız gereken bazı emir ve tavsiyeler vardır. Aşağıdakilerden hangisi bunlardan biri değildir?
a) Her durumda kardeşlerimizi savunmak, sürekli onların yanında yer almak
b) Kardeşlerin arasını bulup ıslah etmek, (kötü) lakap takmamak
c) Gıybet etmemek, sûi zanda bulunmamak
d) Tecessüs yapmamak, yani kusur araştırmamak, fâsığın getirdiği haberi araştırmak
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1255 -
676- Akabe Bey’atleri ile ilgili olarak aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) Hz. Peygamber (s.a.s.), Medine’den gelip ilk Müslüman olanlarla nübüvvetin on ikinci ve on üçüncü yılları olan miladî 621-622 yıllarında Mekke’nin Akabe adı verilen mevkiinde yaptığı iki anlaşma ve ahidleşmeye, Akabe Bey’ati adı verilir.
b) Gündüz vakti, Kâbe’nin etrafında bir ağacın altında yapılan bu bey’atler, açık şekilde ve Mekke’li müşriklere meydan okuyacak tarzda yapılmıştı. Bu bey’ate, aynı zamanda bey’atü’r-rıdvân adı verilir. Bu bey’atin altında yapıldığı ağaca da şecere-i rıdvân denilir.
c) Birinci Akabe bey’atine on iki kişi katılmıştı. Bunlardan yarısı, bir sene önce İslâm’ı kabul eden Hazrec kabilesine mensup altı kişi idi. İkinci Akabe bey’atine ise ikisi kadın yetmiş beş müslüman katıldı.
d) Rasûlullah’ın savaş ve barışta korunacağına dair kararların alındığı İkinci Akabe bey’ati, İslâm devletinin kurulmasında önemli bir dönüm noktası sayılır, bu bey’atle İslâm devletinin temeli atılmış kabul edilir.
677- Sanat konusunda aşağıdaki görüşlerden hangisi doğrudur?
a) Sanat, sanat içindir. Sanat, kendinden başka bir amaca hizmet etmemelidir.
b) Sanat, olağanüstü bir bilgi ve yetenek gerektiren üstün bir yaratıştır.
c) Sanat, duygu ve düşüncelerin, estetik biçimde ve ruhu besleyecek tarzda dışa vurulmasıdır, dinin estetik tebliğidir, hakkı arama, duyma ve duyurmadır.
d) Gerçek sanat, insanın güzellik duygusuna ve arzularına hitap eden ve sihirli bir yolla verilen eserdir, insan nefsine hoş gelen ses ve görüntülerdir.
678- Hz. Mûsâ-Hızır kıssasından alınacak ders ve ibretler konusunda, aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) Her bilenin üstünde bir bilen vardır. Kişi, kendi bilgisiyle böbürlenmemelidir.
b) Olaylarda Allah’ın hikmetleri vardır. İnsanın bazen kötü gördüğü bir şey, aslında iyidir; insan, içyüzünü bilemediği için onu şer zanneder.
c) İlim öğrenmek için gerektiğinde başka yerlere gitmeli ve yol zahmetine, tahsilin meşakkatine katlanmalıdır.
d) Bir âlimin/mürşidin huzurunda susmak, kalben bile olsa itirazdan sakınmak, onun şeriate aykırı görünen bazı sözleri ve davranışları karşısında efendisi hakkında şüpheye düşmeyip ona kayıtsız şartsız teslim olmak gerekir.
- 1256 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
679- Bey’at sonucu mü’minler adına ülkeyi yönetme yetkisine sahip olan ve Allah’ın indirdiği hükümlerin adâlet ve istişâre ile tatbikini sağlayan kimseye bir Kur’an kavramı olarak ne ad verilir?
a) sultan b) padişah c) halîfe d) cumhurbaşkanı
680- Kur’an’da eleştirilen şâirlerin vasıfları konusunda aşağıdaki özelliklerden hangisi yanlıştır?
a) Kendilerine sapıklar uyarlar.
b) Sözün en güzelini söylemeye çalışırlar.
c) Her vâdide şaşkın şaşkın dolaşırlar ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylerler.
d) Şeytanlara kulak verirler, onlardan ilham alırlar.
681- Kehf sûresindeki kıssada anlatıldığına göre, Hz. Mûsâ, Allah’ın lutfundan özel bir bilgi ile donatılmış olan bir zâtla karşılaşınca ona niçin tâbi olmak istemiştir?
a) Kendisini doğru yola iletecek bir bilgi öğretmesi için, tâbi olmak istemişti.
b) Zenginliğinden pay sahibi olmak istemişti.
c) Onun bulunduğu mevki sâyesinde, belirli siyasal menfaatler gözetmişti.
d) Düşmanlarının tehditlerine karşı, kendisini korumasını istemişti.
682- Zâlim ve fâsığın imâmeti/yöneticiliği konusunda, mürcie adlı sapık grubun dışında tüm İslâm âlimlerinin görüşü olarak, aşağıdakilerden hangisi doğrudur?
a) Zâlim ve fâsık yönetici, mekruh görülmekle birlikte, yöneticiliği câizdir/geçerlidir.
b) Zâlim ve fâsık yönetici, gayr-ı meşrûdur; ümmet, -eğer imkânı varsa- onu hemen alaşağı eder.
c) Zâlim ve fâsık yönetici, "ülü’l-emr" olduğu için kendisine itaat gerekir, isyan edilmez.
d) Özellikle günümüzde bu olumsuz özelliklerden uzak imam/yönetici bulunamayacağından, mecbûren ve fiilî durum olarak kabul edilir.
683- Ashâbın, Allah’ın râzı olacağı şekilde, Kur’an’ın hükümlerine uyacaklarına ve Rasûlullah’ı koruyup onun yanında düşmanlarına karşı sonuna kadar savaşacaklarına dair Hudeybiye’de Hz. Peygamber (s.a.s.) ile ahidleşmeleri olayına ne ad verilir?
a) Medine Vesikası b) Akabe Bey’ati
c) Bey’atu’r-rıdvân d) Huneyn Anlaşması
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1257 -
684- İnsanlar bakarak, dinleyerek de ibâdet etmiş olabilir. Aşağıdakilerden hangisi böyle ibâdet sevabı getirebilecek örneklerden biri değildir?
a) İlâhî emre uymak ve ibret almak için kâinata bakmak, evren adlı büyük kitabı okumak
b) Kâbe’ye bakmak, okumak için Kur’an’a bakmak
c) Ezanı dinlemek, Kur’an’ı dinlemek
d) Eski büyük câmilere bakmak ve mevlit dinlemek
685- Cuma namazıyla ilgili Hanefî mezhebinin ileri sürdüğü Cuma namazını halife veya onun vekilinin kıldırması şartı konusundaki delil hakkında, aşağıdakilerden hangisi doğrudur?
a) Bu konuda birçok sahih hadis vardır. Kuvvetli delillere dayandığı için diğer mezhepler de Hanefîlerin bu görüşünü aynen şart olarak kabul ederler.
b) Dârulharpte müslümanların başında halife olmadığı için, Cumanın bu şartı yerine gelmeyeceğinden kesinlikle Cuma kılınamaz. Müslümanlar kendi içlerinden birini seçerek arkalarında Cuma namazı kılamazlar; çünkü seçtikleri kişi onların halifesi veya onun tayin ettiği kişi değildir.
c) Bu konuda hiçbir âyet ve sahih hadis yoktur. Tek delil olarak ileri sürülen İbn Mâce’nin Câbir bin Abdillah’tan rivâyet ettiği hadis, İbn Mâce’nin kendi ifadesine göre de, hadis âlimlerine göre de zayıftır, amel edilemez. Kaldı ki, tüm Hanefî usûlcülere göre, sahih bile olsa (mütevâtir olmadığı için) delil kabul edilmemesi gerekir.
d) Allah ve Rasûlü, Cuma namazını bazı şartlar yoksa kılmayın, diye çok net uyarıda bulunmuştur. Cuma namazını halifenin kıldırması da bu şartlardandır. O yüzden Allah’ın ve peygamberinin koyduğu şartlara uyulmadığı ve onların bu şekilde namazı yasakladıkları için halifenin veya nâibinin kıldırmadığı Cuma namazını kılmak sevap değil, günahtır.
686- Kehf sûresinde anlatılan Hz. Mûsâ ile kendisine ilim ve rahmet verilen kul kıssasından yola çıkılarak alınacak ders ve ibretler konusunda aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) Unutmak gibi sevilmeyen şeyler, mecâzî olarak şeytana nisbet edilebilir.
b) Zâhirle hükmetmek çoğu zaman yanlış neticeler verir; her işin bâtınını keşfedip içyüzünü öne çıkararak gereken neyse ona göre davranmalıdır.
c) Bir kimse, ileride yapacağı bir işi söylerken önce “inşâallah” demelidir.
d) Hata yapılınca mutlaka özür dilemek gerekir.
- 1258 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
687- Cinler hakkındaki aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) Onlar da insanlar gibi Allah’a ibâdet edip kulluk yapmak için yaratılmıştır.
b) Cinlerden şerli olanlar, kendilerine tâbî olan insanları da yoldan çıkarırlar.
c) Göğün gizlediği sırları öğrenmek isterler; ama buna asla güçleri yetmez.
d) Özel yaratılışlarından ötürü, istikbali, insanların başına neler geleceğini bilirler.
688- Peygamber Efendimiz’e, ilk vahyedilen âyetler hangi sûrenin ilk âyetleridir?
a) Fâtiha b) Müzzemmil c) Alak d) Müddessir
689- İnsanların saâdet ilkelerinden bahseden Asr sûresinde, asra yemin edilmesinin sebebi olarak aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a) Asrın, zamanın önemine vurgu yapılmıştır.
b) Asrın, zamanın kötülüğüne dikkat çekilmekte, bu asırda yaşayan insanların hüsrandan kurtulamayacakları belirtilmektedir.
c) Zamanı iyi kullanıp değerlendirememe ile insanların hüsrâna uğramaları arasında çok yakın bir ilişki vardır.
d) Çoğu insan, kaybolup giden zamanı boşa harcamakta, Allah’ın gösterdiği istikamette zamanı değerlendirmekte ihmalkâr davranmaktadır.
690- Lügatta fısıltı, hışırtı ve fışırtı gibi gizli ses, fiskos, kuruntu, işkillenme gibi anlamlara gelen; terim olarak da kalpte meydana gelen şüphe, tereddüt, vehim, kuruntu, iç üzüntüsü, nefis ve şeytanın meydana getirdiği iç karışıklığı anlamlarında kullanılan, yani şeytanın insanın gönlüne ilkası, kötü bir işin yapılması, iyi bir işin terkedilmesi veya geciktirilmesi ya da eksik yapılması için insanı kışkırtması, aklını çelmesi, nefsin bayağı arzularına uymaya teşvik etmesi için kullanılan Kur’an kavramına ne ad verilir?
a) vesvese b) telkin c) dalâlet d) şeytanlık
691- Alevli ateşten, başka bir ifade ile enerjiden yaratılmış olan ve 72. sûreye isim olan gözle görülmeyen varlıklar, aşağıdakilerden hangisidir?
a) Melek b) Cin c) Ruh d) şeytan
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1259 -
692- Vesvese vermekle ünlü İblis'in Âdem (a.s.)'e secde etmeyişi ve bu hatasını savunmasındaki ifadelerden yola çıkarak, İblis'in mantığı konusunda, seçeneklerden hangisi yanlıştır?
a) Akılcılık: Allah'ın hükmüne rağmen kıyas ve mantık yürüttü; aklını tek ölçü kabul ederek akıllılık değil, akılcılık yaptı.
b) Irkçılık: Yaratıkları ruhî yapısıyla, Allah'ın verdiği nimetlerle değerlendirmeyip yaratıldığı maddenin özellikleriyle, asaletiyle ve soyuyla değerlendirdi.
c) Materyalizm: Âdem'i sırf toprak kabul etti; maddeye takıldı, ölçüsü madde idi.
d) Suçlama: Hz. Âdem'in yeryüzünde fesat çıkarıp kan dökeceğini iddia etti; fesat çıkaranın üstünlüğü olmazdı.
693- Yazılı bir metnin harflerini tanıyarak ne yazıldığını anlama, kıraat etme, tilâvet etme, yazılı bir metnin içeriğini kavrama ve öğrenmeye …….. denir. Dilin seslerini gözlerimizle ayırmaya yarayan işaret sistemine ……. denilir. Yazı, çeşitli işaretlerle gösterilir. Dilde kullanılan sesleri gösteren işaretlere ….. adı verilir. Bir dildeki harflerin belli bir sıraya göre dizilmesine ise …… denilir.
Yukarıdaki tanımlarda boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) okuma; yazı; harf; alfabe b) tilâvet; harf; yazı; kitap
c) kıraat; hece; harf; yazı d) okuma; alfabe; harf; kitap
694- Aşağıdakilerden hangisi şeytanın başvurduğu yöntemlerden biri değildir?
a) İnsanı Allah'la aldatır, O'nun affının geniş olduğunu, nasıl olsa günahları affedeceğini insana fısıldayarak vesvese verir.
b) Haramları süsler, bâtılı hak gösteren telkinlerde bulunur. Süslü, yaldızlı ve çekici, ama saptırıcı/çarpık sözlerle insanları kandırmaya çalışır.
c) İmanı güçlü olan, ihlâslı kullara zararı ve etkisi daha büyük olur. Onlara düşman olduğundan onları Allah yolundan saptırmaya çalışır, çoğunda da başarılı olur.
d) Mal ve dünyalık konusunda korkuya düşürür. İnfak ve sadaka konusunda cimrilik ve açgözlülüğü emreder. Bâtıl yollarda ise isrâfı teşvik eder.
695- Bilindiği gibi, Kur’ân-ı Kerim’e göre, insanın önüne, okunmak üzere konulan üç temel kitap vardır. Bu üç kitap, aşağıdakilerden hangileridir?
a) Kur’an; kâinat kitabı; insan b) Kur’an; İncil; Tevrat ve Zebur
c) Kur’an; akıl; kalp d) Kur’an; teknik; ahlâk
- 1260 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
696- Bazı kâfir cinlerin göklerdeki esrârı dinlemek ve gayba ait bilgileri çalmak için yakın göğün tavanına kadar uzandıklarında, kendilerine engel olan sert ve güçlü muhâfızlar ile bir tür alev huzmelerinden bahsedilir. Göğün sır kapısına yaklaşan her cinin peşine takılarak kovalayan bu ateş alevinin Kur’an’da geçen ifadesi, aşağıdakilerden hangisidir?
a) nâr b) şihâb c) misbâh d) nûr
697- Bilindiği gibi, Kur’ân-ı Kerim’de zamanı ifade eden çok sayıda kelime vardır. Bunlardan “Nehâr, fecr, duhâ, zuhr, leyl, ân ve dehr” kelimelerinin anlamları sırasıyla seçeneklerden hangisinde doğru olarak verilmiştir?
a) öğle, şafak, sabah, ikindi, akşam, şimdiki zaman, zaman
b) gece, öğle, kuşluk vakti, ikindi, gündüz, zaman, şimdiki zaman
c) sabah, öğle, şafak vakti, akşam, gündüz, süre, ebedî
d) gündüz, sabah, kuşluk vakti, öğle, gece, şimdiki zaman, uzun zaman
698- İnsanların kötülüklerden korunabilmeleri için bütün İlâhî emir ve yasaklara uyarak, söz ve işleriyle Allah'a sığınmayı istemelerini ifade eden kavram, aşağıdakilerden hangisidir?
a) istiâze b) istiâne c) duâ d) besmele
699- "İblis: 'Ben, onları (insanları) saptırmak için Senin doğru yolun üstünde tuzak kuracağım. Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım. Sen onların çoklarını şükredenlerden bulamayacaksın' dedi." (7/A'râf, 16-17). Bu âyet mealinde şeytanın insana farklı yönlerden yaklaşıp vesvese vermesi konusunda, seçeneklerden hangisi yanlıştır?
a) Şeytan insana önden yaklaşır: Dünyada yaşayacağımız önümüzdeki istikbâli yanlış değerlendirterek dünyaya düşkün, âhirete ise önem vermez hale getirmeye çalışır.
b) Arkadan yaklaşır: Arkada kalan ataları, geleneği, tarihi kötüler, hangi zihniyette olursa olsunlar atalarımızın yolundan gitmemize, onların izini takip etmemize engel olmaya çalışır.
c) Sağdan yaklaşır: Yani, ibâdet ve hayırlı işlerinde şüpheye düşürür, onları zor gösterir, geciktirtir veya ihmal ettirir.
d) Soldan yaklaşır: Her çeşit günahı güzel gösterir, haramlara karşı aşırı bir arzu ve iştah uyandırır.
700- Tedrîcîlik ne demektir?
a) Acele olarak, birden bire, geciktirmeden
b) Ezelden ebede, bütün zaman dilimlerini kapsayan süreç
c) Derece derece, azar azar, yavaş yavaş, basamak basamak ilerleme
d) Bu günün işini yarına bırakmayıp ertelemeden, şimdi, hemen
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1261 -
701- Alfabe konusunda aşağıdaki seçeneklerden hangisi doğrudur?
a) Türkler hâriç, her kavim ve ulus, inandığı kutsal kitabın yazıldığı alfabeyi kullanmaktadır. Din değiştirmeden alfabe değiştiren (Türkler hâriç) hiçbir ulus yoktur.
b) Alfabe değişikliği, toplumun tarihiyle, diniyle ve kültürüyle bağlarını koparmaz; tam tersine, onları daha da güçlendirir.
c) Çin ve Japonların alfabeleri çok zor olduğu ve yüzlerce harften meydana geldiği için, yirminci yüzyılda bu zor alfabelerini değiştirip Latin alfabesine geçtikten sonra, Batıyla boy ölçüşecek gelişme ve ilerleme göstermeye başlamışlardır.
d) Latin alfabesi, Türk ulusuna ait özel ve orijinal bir alfabedir; bu alfabeyi Türkler kendileri icat edip oluşturmuşlardır.
702- Vesveseci İblis’in lânete uğrayacak şekilde isyan etmesinin ve şeytanlaşan insanların tuğyân ve küfürlerinin temel sebeplerinden biri olan ve ilk nâzil olan Alak sûresinde de tuğyânın sebebi olarak gösterilen "istiğnâ" ne demektir?
a) Büyüklük taslayarak insanlara zulmetmek, haksızlıkla hükmetmek; Büyüklenip kibirlenerek yeryüzünde fesat ve fitne çıkarmak, müstekbirlik
b) Kendini her yönden zengin kabul edip, kimseye muhtaç olmadığı anlayışına sahip olarak kibir ve gurur içinde bulunmak
c) Ayartma, azdırma, baştan çıkarma, fesat, ara bozma, karışıklık ve dinsizlik
d) Fesat çıkarmak, bozmak, faydalanılan bir şeyin bozulması, insanların inanç ve yaşayışını doğrudan saptırmak
703- Zaman, çağ, yüzyıl, dehr, gündüz ve gece, ikindi vakti, kabile ve aşiret, yağmur, hapsetmek, men etmek, sıkıp suyunu çıkarmak mânâlarına gelen ve bir sûre ismi olan Kur’an kavramı, aşağıdakilerden hangisidir?
a) Zaman b) Asr c) Yevm d) Husrân
704- Ferdî ibadetlerle yetinmeyip tebliğ, mesaj ve dâvetin öne çıktığı, dolayısıyla İslâm'ın topluma ve hayata ulaştırılmasının öneminin ifadesi olarak, şeytanı kaçıran ibâdet, aşağıdakilerden hangisidir?
a) Namaz b) Kur'an okumak
c) Salevat getirmek d) Ezan okumak
- 1262 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
705- Vesvese vermesinden Allah’a sığınmamız gereken şeytan hakkında, aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) Şeytanın mü'minler üzerinde fısıldamanın (sessizce günaha teşvik etmenin) dışında bir gücü ve egemenliği yoktur.
b) İnsanı içinden tahrik edip, onu Allah'a isyana sevk eden her türlü duygu ve düşünce şeytanîdir, şeytandandır.
c) Şeytan vesvese vermekle kalmaz; insana dediğini yaptırmak için baskı yapar.
d) Şeytan, hem cinlerden; hem de insanlardan olur.
706- Bilindiği gibi, ilk emirler olan okuma-yazma, ilmi emretmektedir. Kur'an'a göre ilim, hakkı/gerçeği idrâk etmektir ve vahiyle özdeşleşmiştir. Buna göre, ilmin sınıflandırılması konusunda aşağıdaki seçeneklerde belirtilen tasniflerin hangisi en doğrudur?
a) Naklî ilimler - aklî ilimler
b) Dünyevî ilimler - uhrevî ilimler
c) Dinî ilimler - din dışı ilimler
d) Müsbet ilimler - menfî ilimler
707- İblis hakkında aşağıdaki ifadelerden hangisi tümüyle doğrudur?
a) İblis, meleklerin hocası idi. Melek değildi ama ilmi ve takvâsı sayesinde meleklerle beraber yaşıyordu.
b) İblis bir melekti. Allah, meleklere secde etmelerini emrettiğinde diğer melekler secde etti; o etmedi.
c) İblis kibirli olduğu kadar, aynı zamanda cahil/bilgisizdi. O secde emrindeki ilâhî hikmeti ve Âdem'in mânevî yapısını ve üstünlüğünü anlamadı.
d) İblis, cennete yılanın ağzında girdi ve önce Havvâ'yı kandırdı; Havvâ da kocasını.
708- Bilindiği gibi zaman izâfîdir. Kimine göre çok uzun olan bir süreç, kimine göre çok kısa kabul edilebilir. Allah nezdinde, yani âhirette bir günün, dünya günüyle kaç yıl ettiği Kur’an’da (22/Hacc, 47) bildirilmektedir. Buna göre bir âhiret günü kaç senedir?
a) on sene b) yüz sene c) bin sene d) on bin sene
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1263 -
709- Vesvesenin özellikleri hakkında seçeneklerden hangisi yanlıştır?
a) Vesvese bir hastalıktır, bir evham ve kuruntudur; şüpheler ve tereddütler zinciridir.
b) Vesveseye önem verdikçe şişer, önem verilmeyince söner. Vesvese gözde büyütülünce büyür, küçük görülünce küçülür. Vesveseden korkulunca hasta eder; korkulmayınca hafif olur, gizli kalır.
c) Bir musibet ve belâ olan vesvesenin mâhiyeti bilinmez ve tedavi yoluna gidilmezse insanı tedirgin etmeye ve ibâdetlerini zorlaştırmaya devam edip gider.
d) Vesvese, daha çok kâfirlerde veya zayıf imanlı kişilerde olur. İbâdetlerine dikkat etmeyen, dinî vazifelerini yerine getirmeyen, şuurlu bir İslâmî yaşayışta olmayan kimselerin kalbine çokça vesvese atılır. İbâdete devam eden samimi Müslümanlarda vesvese görülmez ya da çok az görülür.
710- Toplumda, mübârek gece olarak kabul edilen 5 gece vardır. Bunlar, sırasıyla mevlit, regâib, mirac, berat ve kadir geceleridir. Bunlar, sırasıyla kamerî ayların hangi tarihlerine rastlar?
a) Rabîu’l-evvel ayının 12. gecesi, Receb ayının ilk Cuma gecesi, Receb ayının 27. gecesi, Şaban ayının 15. gecesi, Ramazan ayının 27. gecesi.
b) Rabîu’l-evvel ayının 22. gecesi, Receb ayının 15. gecesi, Receb ayının 27. gecesi, Şaban ayının ilk cuma gecesi, Ramazan ayının 27. gecesi.
c) Rabîu’l-evvel ayının 12. gecesi, Receb ayının ilk Cuma gecesi, Şaban ayının 7. gecesi, Şaban ayının 27. gecesi, Ramazan ayının 27. gecesi.
d) Rabîu’l-evvel ayının 27. gecesi, Receb ayının 15. gecesi, Receb ayının 27. gecesi, Şaban ayının ilk cuma gecesi, Ramazan ayının 17. gecesi.
711- Bilindiği gibi, vesveseci şeytanın ilk atasına İblis denilir. Şeytanın kurumlaşmış şekline, yani şeytanın insanları Allah’ın yolundan uzaklaştırma gayretine, özellikle siyasî otorite ve yöneticinin tuğyânını, isyan ve azgınlığını başkalarına ulaştırarak Allah'ın indirdiği hükümlere alternatif olmak ve onların yerine geçmek üzere hükümler koyan varlıklara ne ad verilir?
a) zâlim b) tâğut c) kâfir d) müfsid
- 1264 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
712- Kur’an’da emredilen okuma-yazma konusunun içine giren “ilim” hususunda aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) İnsanın şirkten sakınıp tevhid şuuruyla yaşaması için gerekli ilimler edinmesi, hak ile bâtılı, helâl ile haramı ayırt edecek kadar bilgi öğrenmesi, içinde bulunduğu durumları ve yapması gereken her çeşit ibâdetle ilgili bilgiler edinmesi farzdır.
b) Tâif tebliğinden sonra Rasulullah oradaki müşrikler konusunda şöyle demişti: "Onlar bilmiyorlar." O yüzden her kötülüğün, küfür ve şirkin baş sebebi, cehâlet/bilgisizliktir.
c) İlim, kadın-erkek her insana farz olduğundan çocuklarımızı bulunduğumuz yerdeki okullara göndermeli ve en üst seviyede öğretim veren üniversitelere kadar her ne pahasına olursa olsun okutmalıyız.
d) İlim, iman etmeyi, müslümanca yaşamayı gerektirir. İlim, amel etmek için öğrenilir. İlmi gizlemek câiz değildir.
713- Muvatta adlı İmam Mâlik’in telif ettiği hadis kitabında rivayet edilen bir hadis-i şerifte (Muvatta, Sehv 1): “Sizden biriniz namaza durunca şeytan yanına gelir, onu şaşırtır. Kaç rekât kıldığını bilemez. Hanginiz böyle bir şeyle karşılaşırsa oturduğu yerde ……… etsin.” buyurulmaktadır. Hadis-i şerifte böyle bir durumda yapılması tavsiye edilen şey nedir (yukarıdaki metinde boş bırakılan yere hangi kelime grubu gelmelidir)?
a) sehiv secdesi b) şeytana lânet
c) namazı iâde d) zikir ve tesbih
714- Bilindiği gibi, okuma yazma emri, mü’minleri ilme teşvik eder. Yine bilmekteyiz ki, günümüzde eğitim kurumlarında öğretilen bilimle Kur’an’ın övdüğü ilim aynı değildir. Bilim kırıntılarının "ilim" haline gelmesi için yapılması gerekenler konusunda aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a) Bilgilerin doğruluğunun vahiyle sağlamasının yapılması
b) Bilgilerin bilimsel esaslara uygun olup müspet ilim tanımına girmesi
c) Bilgilerin anlaşılıp hazmedilmesi ve özümsenmesi
d) Bilgilerin pratikte faydalı hale gelmesi ve uygulanması
715- Bir hadis-i şerifte abdeste musallat olan bir şeytan olduğu ve abdest ve gusülde su vesvesesinden korunulması gerektiği belirtilir. Hadiste belirtilen şaşkınlık veren anlamına gelen bu şeytanın adı nedir?
a) Azâzil b) Hınzeb c) Vesvâs d) Velehân
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1265 -
716- Fâtiha sûresi, Kur'an'ın bir özetidir. Kur'an'ın ana konusu; Allah, Allah'la kâinat ve özellikle de Allah-insan ilişkileridir. Bunlar, Fâtiha'nın da temel konularıdır. Değişik bir ifadeyle; Fâtiha, "O", "O'nun günü", "O'nun gülü" ve "O'nun yolu"nu anlatır. Besmeleden başlayıp Er-Rahim'e kadar: O; Mâlik-i yevmi'd-dîn: O'nun günü; İhdina's-sırâta'l-müstakîm ise: O'nun yolu'nu ifade eder.
O'nun kulluğu ve O'nun gülleri'ni anlatan Fatiha'nın ayetleri, seçeneklerden hangisinde doğru gösterilmiştir?
a) İyyâke na'büdü: "O'nun kulu/kulluğu" ; ve iyyâke nesteıyn: "O'nun gülü/gülleri"ni anlatmaktadır.
b) İyyâke na'büdü ve iyyâke nesteıyn: "O'nun kulu/kulluğu" ; Sıratallezîne en'amte aleyhim: , "O'nun gülü/gülleri" ni anlatmaktadır.
c) İyyâke na'büdü ve iyyâke nesteıyn: "O'nun kulu/kulluğu" ; Gayri'l mağdûbi aleyhim veladdâllîn: "O'nun gülü/gülleri" ni anlatmaktadır.
d) Sırâtallezîne en'amte aleyhim: "O'nun kulu/kulluğu" Gayri'l mağdûbi aleyhim velâddâllîn: "O'nun gülü/gülleri" ni anlatmaktadır.
717- "............. şeytanın şerrinden Allah'a ........... Rahman, rahim Allah'ın .......... Hamd âlemlerin ........... Allah'a mahsustur. O, ......... rahimdir. .......... sahibidir. Ancak sana ............. ederiz ve yalnız senden ........... isteriz. Bize .......... yolu göster. Kendilerine ............ verdiklerinin yolunu; gazaba uğramış ve ....... olanların yolunu değil!" (1/Fatiha, 1-7)
Boş bırakılan yerlere sırasıyla seçeneklerden hangisi gelmelidir?
a) Kovulmuş; sığınıyorum; ismiyle; yaratıcısı; Rahman; dingülünün; ibadet; dua; dosdoğru; nimet; dalalette
b) Kovulmuş; sığınırım; adıyla; rabbı; Rahman; dingününün; ibadet; yardım; dosdoğru; nimet; dalâlette
c) Kovulmuş; sığınırım; adıyla; rabbı; Rahman; dingününün; ibadet; yardım; dosdoğru; nimet; hidayette
d) Kovulmuş; sığınırım; adına; rabbı; Rahman; dingününün; ibadet; yardım; dosdoğru; hidayet; delâlette
718- Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
“Elif Lâm Mîm
Kendisinde hiçbir şüphe olmayan o ......., müttakiler için bir .......... kaynağı ve yol göstericidir. O müttakiler ki, ........... inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan ......... ederler. Yine onlar, sana indirilenlere (Kur’an’a) ve senden önce indirilen kitap ve peygamberlere ve ........... gününe iman ederler. Onlar, Rablarından bir ........... üzeredirler ve .......... (kurtuluşa) ermiş olanlar ancak onlardır.” (2/Bakara, 1-5)
Bakara sûresinin ilk beş âyetinin meali olan yukarıdaki ifâdelerde boş bırakılan yerlere sırasıyla, seçeneklerden hangisi gelmelidir?
a) Kur'an, hidâyet, gayba, zekât, âhiret, hidâyet, felâha
b) Kitap, hidâyet, Allah'a, infak, kıyamet, felâh, hidâyete
c) Kitap, hidâyet, gayba, infak, âhiret, hidâyet, felâha
d) Kitap, hidâyet, İslâm'a, yardım, âhiret, hidâyet, saadete
- 1266 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
719- "Gerçek şu ki ........ olanları inzar etsen de inzar etmesen de/(azap ile) korkutsan da korkutmasan da onlar için .........; ......... etmezler.Allah, onların kalplerini ve kulaklarını ............ Onların gözlerine de bir çeşit ......... gerilmiştir ve onlar için (dünya ve ahirette) büyük bir........... vardır. ............. bazıları da vardır ki, ............. ......... 'Allah'a ve ahiret gününe iman ettik' derler. Onlar (kendi akıllarınca) güya Allah'ı ve ............. aldatırlar. Halbuki onlar ancak kendilerini ............ ve bunun farkında değillerdir.” (2/Bakara, 6-9)
Yukarıdaki ayet meallerinde boş bırakılan yere, seçeneklerden sırasıyla hangileri gelmelidir?
a) münafık, birdir, iman; mühürlemiştir, perde, ceza; kâfirlerden, inanmadıkları halde; mü'minleri, aldatırlar
b) kâfir, eşittir, iman; mühürlemiştir, örtü, azap; münafıklardan, inanmadıkları halde; mü'min olanları, kandırırlar
c) kâfir, birdir, iman; mühürlemiştir, perde, azap; insanlardan, inanmadıkları halde; mü'minleri, aldatırlar
d) kâfir, birdir, inkâr, ; mühürlemiştir, perde, azap; kâfirlerden, inanmadıkları halde; mü'minleri, aldatırlar
720- “Onların ............ bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını ............. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için acıklı bir ......... vardır. Onlara: 'Yeryüzünde .......... çıkarmayın' denildiği zaman, 'biz ancak ........... .........' derler. Şunu bilin ki, onlar fesatçıların/.............. ta kendileridir, lâkin ............. Onlara: 'İnsanların iman ettiği gibi siz de ...... ......’ denildiği vakit 'biz hiç, ......... (akılsız ve ahmak kişilerin) ......... ......... gibi iman eder miyiz!' derler. Biliniz ki, sefihler ancak kendileridir, fakat bunu bilmezler (veya bilmezlikten gelirler).” (2/Bakara, 10-13)
Yukarıdaki ayet meallerinde boş bırakılan yere, seçeneklerden sırasıyla hangileri gelmelidir?
a) kalplerinde, çoğaltmıştır, azap; salah, fesad edicileriz; salahçıların, anlamazlar; iman edin, sâlihlerin, iman ettikleri
b) kalplerinde, arttırmıştır, azap; fesad, ıslah edicileriz; tağutların, düşünmezler; iman edin, sefihlerin, inkâr ettikleri
c) kalplerinde, çoğaltmıştır, üzüntü; ifsad, ıslah edicileriz; bozguncuların, anlamazlar; iman edin, sefihlerin, iman ettikleri
d) kalplerinde, çoğaltmıştır, azap; fesad, ıslah edicileriz; bozguncuların, anlamazlar; iman edin, sefihlerin, iman ettikleri
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1267 -
721- “(Bu münafıklar) mü'minlerle karşılaştıkları vakit '(biz de) iman ettik' derler. (Kendilerini saptıran) .......... ile başbaşa kaldıklarında ise: 'biz ........ beraberiz, biz onlarla (mü'minlerle) ....... ediyoruz' derler. Gerçekte, ........ onlarla istihza (alay) eder de tuğyanlarında (.............) onlara fırsat verir, bu yüzden onlar bir müddet başıboş dolaşırlar. İşte onlar, ......... karşılık dalâleti satın alanlardır. Ancak, onların bu ticareti ........ olmamış ve kendileri de doğru yola girememişlerdir.” (2/Bakara, 14-16)
Yukarıdaki ayet meallerinde boş bırakılan yere, seçeneklerden sırasıyla hangileri gelmelidir?
a) arkadaşları, sizinle, istihzâ; mü'minler, fesatlarında; dalalete, kazançlı
b) şeytanları, sizinle, alay; Allah, azgınlıklarında; hidayete, kazançlı
c) şeytanları, onlarla, alay; Peygamber, azgınlıklarında; hidayete, kârlı
d) dostları, onlarla, istihzâ; mü'minler, sapıklıklarında; hidayete, kazançlı
722- Fesadla ilgili olarak aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) Fesadın önemli bir boyutuna günümüzde anarşi denmektedir. Anarşi; kanun, nizam, düzen tanımama diye tanımlanabilir. Gerçek kanun, nizam ve düzen İslam olduğuna göre, esas anarşist Allah'a isyan eden, Allah'ın hududunu gözetmeyen, haramları işlemekte ısrar edenlerdir.
b) Fesadın zıddı olan salah için, iyi niyet yeterli değildir. Münafıklar, yaptıkları fesadı belki de salah zannederek iyi niyetle yapabilirler. Ama değer ölçüleri bozuk olduğu için fesadı tanıyamayabilirler.
c) Münafıkların, fesadı ıslah adına yaptıklarını belirten ayetten (Bakara, 11) yola çıkarak, fesadın ortadan kalkması ve salahın ikamesi için tevhidî inanç ve Allah'ın hükmüne uygun eylem (amel-i sâlih) şarttır, diyebiliriz.
d) Fesad, temelde insanî bir eylem değildir. İnsan, Allah'ın halifesi olarak yaratılmıştır. Dolayısıyla insanın yaratılışında fesad değil; salah özelliği ön plana çıkar.
- 1268 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
723- “Onların (münafıkların) durumu, (karanlık gecede) bir ........... ........... kimse misalidir. O ateş yanıp da etrafını aydınlattığı anda Allah, hemen onların .......... (aydınlığını) giderir ve onları zulumât ............ içinde bırakır; (artık hiçbir şeyi) görmezler. Onlar sağır, ........ ve ........... Bu sebeple onlar geri dönmezler. Yahut (onların durumu), gökten sağanak halinde boşanan, içinde yoğun karanlıklar, gürültü ve .......... bulunan yağmur(a tutulmuş kimselerin durumu) gibidir. O münafıklar yıldırımlardan gelecek ......... ......... parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Halbuki Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır. (O esnada) ........ sanki gözlerini çıkaracakmış gibi çakar, onlar için etrafı aydınlatınca orada birazcık yürürler, karanlık üzerlerine çökünce de oldukları yerde kalırlar. ......... .......... elbette onların kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi. Allah şüphesiz her şeye kaadirdir.”(2/Bakara, 17-20)
Yukarıdaki ayet meallerinde boş bırakılan yere, seçeneklerden sırasıyla hangileri gelmelidir?
a) ateş yakan, nurunu, karanlıklar; kalpsiz, inançsızdırlar; şimşekler, çarpılma tehlikesiyle; yıldırım, Allah dileseydi
b) nurla aydınlanan, ışığını, karanlıklar; dilsiz, kalpsizlerdir; yıldırımlar, ölüm dehşetiyle; şimşek, onlar isteseydi
c) ateş yakan, nurunu, karanlıklar; dilsiz, körlerdir; yıldırımlar, ölüm korkusuyla; şimşek, Allah dileseydi
d) ışıkla aydınlanan, nurunu, aydınlıklar; kör, hastadırlar; yıldırımlar, ölüm korkusuyla, şimşek, Allah istemeseydi
724- “Hatırla ki Rabbin ..........e: 'Ben yeryüzünde bir .......... yaratacağım,' dedi. Onlar 'Biz hamdinle Seni tesbih ve Seni takdis edip dururken, yeryüzünde ......... çıkaracak, orada ........ dökecek insanı mı halife kılıyorsun?' dediler. Allah da onlara: 'Sizin bilemeyeceğinizi ben bilirim' dedi. Allah Âdem'e bütün isimleri .......... Sonra onları meleklere arzedip, 'Eğer siz sözünüzde .......... iseniz, şunların isimlerini bana bildirin' dedi. Melekler: 'Yâ Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, Senin bize ............ başka bizim .......... yoktur. Şüphesiz alîm olan/her şeyi bilen ve hakîm olan/her yaptığında hikmet olan Sensin' dediler.“ (2/Bakara, 30-31)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) melekler, halife, ifsâd, isyan; bildirdi, doğru; öğrettiğinden, bilgimiz
b) melekler, insan, kötülük, kan; öğretti, mü'min; bildirdiğinden, seviyemiz
c) melekler, halife, fesat, kan; öğretti, sâdık; öğrettiklerinden, ilmimiz
d) cinler, Âdem, fesat, kan; bildirdi, sâdık; bildirdiklerinden, mâlûmatımız
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1269 -
725- “(Bunun üzerine:) 'Ey Âdem! Eşyanın isimlerini ........... anlat' dedi. Âdem eşyanın isimlerini onlara anlatınca: 'Ben size, muhakkak semâvât ve arzda ........../görülmeyenleri (oralardaki sırları) bilirim. Gizli ve açık yapmakta olduklarınızı da .......... dememiş miydim?' dedi. Hani Biz meleklere (ve cinlere): Âdem'e .......... edin, demiştik. .......... hâriç hepsi secde ettiler. O, yüz çevirdi ve .........etti/büyüklük tasladı, böylece .........oldu. Biz: 'Ey Âdem! Sen ve eşin (Havvâ) beraberce .......... yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yiyin; sadece şu ......... yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz, her ikiniz de kendine kötülük eden ........... olursunuz' dedik.“ (2/Bakara, 33-35)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) Bana, duyulmayanları, biliyorum; itaat, şeytan, kibirlilik, lânetlilerden; buraya, meyveye, günahkârlardan
b) meleklere, gaybı, bilirim; secde, İblis, istikbâr, kâfirlerden; cennete, ağaca, zâlimlerden
c) meleklere, bilinmeyenleri, görürüm; hizmet, İblis, müstekbir cinlerden; dünyaya, ağaca, zâlimlerden
d) meleklere, gaybı, görürüm; secde, şeytan, kibirlilik, isyankârlardan; dünyaya, meyveye, zâlimlerden
726- “.......... onların ayaklarını kaydırıp haddi tecavüz ettirdi ve içinde bulundukları yerden (cennetten) onları çıkardı. Bunun üzerine: 'Bir kısmınız diğerine .......... olarak inin, sizin için ........... barınmak ve belli bir zamana kadar yaşamak vardır' dedik. Âdem, Rabbinden birtakım .........../ilhamlar aldı ve derhal .........etti. Allah tevbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır.Dedik ki: 'Hepiniz cennetten inin!' Eğer Benden size bir .......... gelir de her kim hidayetime tâbi olursa onlar için herhangi bir ......... yoktur ve onlar .......... çekmezler. ........./inkâr edip âyetlerimizi ............. gelince, onlar cehennemliktir, onlar orada .......... kalırlar.“ (2/Bakara, 36-39)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) şeytan, düşman, yeryüzünde; kelimeler, tevbe; hidâyet, korku, üzüntü; küfür, yalanlayanlara, ebedî
b) melekler, dost, cennette; ilhamlar, tevbe; yardım, endişe, üzüntü; şirk, yalanlayanlara, ebedî
c) şeytan, düşman, yeryüzünde; kelimeler, tevbe; Kur'an, korku, sıkıntı; küfür, inkârcılara, devamlı
d) Allah, düşman, cennette; mesajlar, tevbe; vahy, endişe, korku; küfür, yalanlayanlara, ebedî
727- “Ey İsrailoğulları, size verdiğim .......... hatırlayın (sakın onları unutmayın), Bana verdiğiniz ......... /....... tutun ki, Ben de size verdiğim ......../........ ........ ve sadece Benden korkun! Elinizdekinin (Tevrat'ın) aslını ........ edici olarak indirdiğime (Kur'an'a) ....... edin! Sakın ........ /onu inkâr edenlerin ilki olmayın! Âyetlerimi az bir karşılık ile ........, yalnız Benden (Benim azabımdan) ...........“ (2/Bakara, 40-41)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden
- 1270 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) nimetlerimi; ahdi/sözü; ahdi/sözü tutayım; tasdik; iman; fâsıkların; değişmeyin; sakının.
b) güzellikleri; misakı/sözü; misakı/sözü tutayım; tasdik; kabul; kâfirlerin; değişmeyin; korkun.
c) nimetimi; va'di/sözü; va'di/sözü tutayım; kabul; iman; müşriklerin; satmayın; sakının.
d) nimetimi; ahdi/sözü; ahdi/sözü tutayım; tasdik; iman; kâfirlerin; satmayın; korkun.
728- “Hakka bâtılı .......... bilip dururken hakkı ......... Namazı ........ kılın, zekâtı (hakkıyla) verin, ....... edenlerle birlikte siz de rükû edin. Siz ......... okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz) halde, insanlara ......(......) emredip kendinizi unutuyor musunuz? .......... kullanmıyor musunuz?“ (2/Bakara, 42-44)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) karıştırmayın; gizlemeyin; geciktirmeden; ibadet; okulda; dini (İslâm'ı); Aklınızı
b) katmayın; reddetmeyin; güzelce; rükû; Tevrat'ı; ma'rûfu (iyiliği); Bilginizi
c) karıştırmayın; gizlemeyin; dosdoğru; rükû; Kitab'ı; birr'i (iyiliği); Aklınızı
d) katmayın; unutmayın; tümüyle; secde; Kur'an'ı; ihsanı (iyiliği); Kafanızı
729- “Sabırla ve ......... (Allah'tan) .......... isteyin. Şüphesiz bu (sabır ve namaz), kalbi Allah'a .......... olanlardan başkasına ....... ve ....... gelir. İşte o, ....... Allah'a saygı ile ürperenler, kendilerinin herhalde ......... kavuşacaklarını ve O'na ......... düşünen ve kabullenen kimselerdir.“ (2/Bakara, 45-46)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) direnmeyle; yardım; teslim; gereksiz ve zor; vücudu; cennete; ulaşacaklarını
b) namazla; yardım; saygılı; zor ve ağır; kalbi; Rablerine; döneceklerini
c) namazla; cennet; ibadetli; zor ve yanlış; vücudu; cennete; ulaşacaklarını
d) duayla; affınızı; ibadetli; zahmetli ve zor; tüyleri; huzura; döneceklerini
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1271 -
730- “Ey .......... Özellikle size ........ nimetimi ve sizi (bir zamanlar diğer).......... üstün kıldığımı ......... İleride gelecek bir .......... korkun ki, o günde hiçbir kimse başkası için herhangi bir........ bulunamaz. Hiç kimseden ........ kabul olunmaz ve ......... (bedel) de alınmaz. Onlara asla ........ edilmez.“ (2/Bakara, 47-48)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) İsrâiloğulları!; verdiğim; insanlardan; hatırlayın; günden; ödemede; şefaat; fidye; yardım
b) insanlar!; sunduğum; insanlardan; hatırlayın; azaptan; ödemede; fidye; şefaat; hizmet
c) İsrâiloğulları!; verdiğim; müslümanlardan; anın; cezadan; şefaatte; para; ücret; yardım
d) müslümanlar!; verdiğim; müslümanlardan; hatırlayın; günlerden; ödemede; afda; fidye; hizmet
731- “Hatırlayın ki, sizi, Fir’avn .......... kurtardık. Çünkü onlar size .......... kötüsünü revâ görüyorlar, yeni doğan erkek çocuklarınızı ............. , fenalık için kızlarınızı ........... O size revâ görülenlerde (ve sizi onlardan kurtarmada) sizin için Rabbinizden büyük belâ/ ............ vardı. Yine hatırlayın ki, siz ........... sizin sebebinizle, denizi ......... , sizi .......... , Fir’avn taraftarlarını ........... boğduk.“ (2/Bakara, 49-50)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) ehlinden; belânın; öldürüyorlar; yaşatıyorlardı; ceza; savaşıyorken; yol yaptık; kurtardık; Kızıldenizde
b) taraftarlarından; azabın; katlediyorlar; bırakıyorlardı; azap; görüyorken; açtık; öldürmedik; Akdenizde
c) ehlinden; işkencenin; yaşatıyorlar; öldürüyorlardı; sınav; bakıyorken; yardık; koruduk; gölde
d) taraftarlarından; azabın; kesiyorlar; yaşatıyorlardı; imtihan; görüyorken; yardık; kurtardık; denizde
- 1272 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
732- “........... gece (söyleşmek) için .......... ile sözleşmiştik. O (huzurumuza gelmek üzere aranızdan) ayrıldıktan sonra, kendilerine ........../.......... edenler olarak ..........(ilâh) edindiniz. O davranışlarınızdan sonra belki (akıllanıp) ........... diye sizi .......... Hidâyeti/............. bulursunuz ümidiyle Mûsâ’ya Kitab’ı ve ........../hak ile bâtılı ........... (hükümleri) verdik.“ (2/Bakara, 51-53)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) kırk; İbrahim; zulüm/eziyet; sığırı; şükredersiniz; öldürmedik; doğru yolu; furkanı; ayıran
b) yedi; Mûsâ; eziyet/kötülük; öküzü; ibâdet edersiniz; bıraktık; İslâm'ı; hikmeti; açıklayan
c) kırk; Mûsâ; zulüm/kötülük; buzağıyı; şükredersiniz; affettik; doğru yolu; furkanı; ayıran
d) yirmi; İsa; zulüm/haksızlık; buzağıyı; kulluk edersiniz; hoş gördük; müslümanlığı; ilmi; öğreten
733- “Mûsâ kavmine demişti ki: ‘Ey kavmim! Şüphesiz siz, .......... (tanrı) edinmekle kendinize .........../.......... ettiniz. Onun için ............ tevbe edin de .......... (kötü duygularınızı) öldürün. Öyle yapmanız, yaratıcınızın katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah tevbenizi kabul etmiş olur. ............ edip tevbeleri kabul eden ancak O’dur. Bir zamanlar, ‘Biz Allah’ı ........... görmedikçe sana inanmayız’ demiştiniz de ......... durduğunuz halde hemen sizi ............ çarpmıştı. Sonra ........... akabinde sizi ........ , umulur ki, ...........” “ (2/Bakara, 54-56)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) sığırı; zulüm/eziyet; Rabbinize; kendinizi; merhamet; gözlerinizle; inkâr edip; şimşek; acınızın; ayılttık; kulluk edersiniz
b) buzağıyı; zulüm/kötülük; yaradanınıza; nefislerinizi; merhamet; açıkça; bakıp; yıldırım; ölümünüzün; dirilttik; şükredersiniz
c) öküzü; eziyet/kötülük; Allah'a; müşrikleri; rahmet; önümüzde; seyredip; şeytan; bayılmanızın; uyardık; ibâdet edersiniz
d) buzağıyı; zulüm/haksızlık; yaratıcınıza; düşmanlarınızı; merhamet; gözlerimizle; bakıp; azap; uyuşmanızın; uyandırdık; iman edersiniz
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1273 -
734- “Sizi bulutla gölgeledik, size kudret ......... ve .......... kebabı indirdik ve verdiğimiz güzel .........../.......... yiyin, dedik. Hakikatte onlar, sadece ........... zulüm/kötülük ediyorlardı. Bir zamanlar Biz, (......... çıktıkları vakit İsrâil oğullarına) ‘Bu ......... (şehre, kasabaya) girin, dilediğiniz yerde ondan dilediğinizi bol bol yiyin, ........... eğilerek girin, (girerken) ..........! (Yâ Rabbi bizi affet) deyin ki, sizin hatalarınızı bağışlayalım; zira Biz, .........../iyilik edenlere ziyade vereceğiz’ dedik.“ (2/Bakara, 57-58)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) helvası; bıldırcın; rızıklardan/nimetlerden; kendilerine; Tih'den; karyeye; kapısından; Hıtta!; muhsinlere
b) balı; keklik; yiyeceklerden/nimetlerden; nefislerine; Tur'dan; Kudüs'e; girişinden; Hınta!; şükredenlere
c) helvası; bıldırcın; rızıklardan/gıdalardan; kendilerine; dağdan; şehire; önünden; Tevbe!; müslümanlara
d) tatlısı; güvercin; nimetlerden/rızıklardan; kavimlerine; Sina'dan; Mısır'a; şehire; önünden; Hutta!; infak edenlere
735- “Fakat .......... , kendilerine söylenenleri başka ......... değiştirdiler. Bunun üzerine Biz, yapmakta oldukları ........... /kötülükler sebebiyle zâlimlerin üzerine gökten bir pislik (murdar bir ...........) indirdik. Yine bir zamanlar Mûsâ (Tih’de) kavmi için ......... istedi. Biz de ona ‘asanla .......... vur!’ dedik. Derhal (taştan) .............. pınar aktı. Her bölük, içeceği pınarı tanıdı. (Onlara) ‘Allah’ın rızkından ........... , .......... ; sakın arzda/yeryüzünde fesat çıkarmayın .......... ........... ’ dedik.“ (2/Bakara, 59-60)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) zâlimler; kitapla; fısklar; ceza; su; kayaya; kırk; yiyin için; küfre girmeyin
b) fâsıklar; günahla; günahlar; eziyet; pınar; dağa; on; infak edin; müfsid olmayın
c) zâlimler; sözlerle; fısklar; azap; su; taşa; on iki; yiyin için; bozgunculuk etmeyin
d) müşrikler; inançla; suçlar; azap; yağmur; taşa; on; ihsân edin; kargaşa çıkarmayın
- 1274 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
736- “Hatırlayın (ey .......... oğulları!) Verilen nimetlere karşılık, 'Ey .......... Bir tek yemekle dayanamayız, bizim için Rabbine duâ et de .......... bitirdiği şeylerden; sebzesinden, kabağından, sarmısağından, mercimeğinden, .......... bize çıkarsın' dediniz. Mûsâ ise (onlara): 'Daha .......... daha .......... ile değiştiriyor musunuz?! O halde .......... (şehre) inin. Herhalde istedikleriniz sizin için orada vardır.' dedi. İşte (bu hâdiseden sonra) üzerlerine zillet (..........) ve yoksulluk damgası vuruldu. Allah'ın gazabına uğradılar. Bu musîbetler (onların başına), Allah'ın âyetlerini inkâra devam etmeleri, haksız olarak nebîleri/peygamberleri .......... sebebiyle geldi. Onların hepsi, sadece isyanları, haddi aşmaları ve .......... sebebiyledir.“ (2/Bakara, 61)
Yukarıdaki âyet mealinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) Yahûdi; Mûsâ; Allah’ın; patatesinden; güzeli; çirkin; medineye; alçaklık; yaralamaları; küfürleri
b) İsrâil; Muhammed; yerin; pırasasından; iyiyi; çirkin; Kahire’ye; âdîlik; dövmeleri; hasetleri
c) Benîİsrâil; insanlar; yerin; soğanından; sevabı; günah; mısıra; alçaklık; öldürmeleri; kötülükleri
d) İsrâil; Mûsâ; yerin; soğanından; iyiyi; kötü; mısıra; alçaklık; öldürmeleri; düşmanlıkları
737- “Şüphesiz senden evvel .......... iman edenler, yani yahudilerden, hristiyanlardan ve .......... Allah’a ve âhiret gününe hakkıyla iman edip .......... amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir .......... olmadığı gibi onlar için .......... de yoktur (onlar üzülmeyeceklerdir). Bir zamanlar (Tevrat ile amel edeceğinize dair) sizden sağlam bir ........../söz almış, .......... üzerinize kaldırmış, ‘size verdiğimizi kuvvetle tutun, onda bulunanları daima hatırlayın. Umulur ki ittika eder .......... (demiştik). Ondan sonra sözünüzden dönmüştünüz. Eğer sizin üzerinizde Allah’ın ihsânı ve .......... olmasaydı, muhakkak hüsrâna/.......... uğrayanlardan olurdunuz.” (2/Bakara, 62-64)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) Peygamberlere; sâbiîlerden; sâlih; korku; hüzün; mîsak; Tûr’u; korunursunuz; rahmeti; zarara
b) Allah’a; dinsizlerden; güzel; korku; hüzün; ahid; Sinâyı; korunursunuz; lutfu; ziyana
c) İslâm’a; sâbiîlerden; güzel; hüzün; korku; mîsak, dağı; sakınırsınız; rahmeti; kayba
d) Peygamberlere; müslümanlardan; sâlih; korku; hüzün; ahid; dağı; korunursunuz; lutfu; felâkete
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1275 -
738- “İçinizden .......... günü .......... edip de, bu yüzden kendilerine: ‘Aşağılık .......... olun!’ dediklerimizi elbette bilmektesiniz. Biz bunu (maymunlaşmış insanları), hâdiseyi bizzat görenlere ve sonradan gelenlere bir .......... dersi, .......... için de bir .......... vesilesi kıldık. Mûsâ, kavmine: ‘Allah bir bakara/.......... kesmenizi emrediyor’ demişti de: ‘Bizimle .......... mı ediyorsun?’ dediler. ‘.......... olmaktan Allah'a ..........’ dedi.” (2/Bakara, 65-67)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) Cuma; taşkınlık; domuzlar; ibret; mü’minler; nasihat; sığır; şaka; müşriklerden; sakınırım
b) Cumartesi; azgınlık; maymun; nasihat; müttakîler; ibret; buzağı; kavga; câhillerden; sığınırım
c) Cumartesi; azgınlık; maymunlar; ibret; müttakîler; öğüt; sığır; alay; câhillerden; sığınırım
d) Cumartesi; isyan; maymun; öğüt; müslümanlar; ibret; inek; alay; kâfirlerden; yalvarırım
739- “Rabbine duâ et, bize o sığırı açıklasın’ dediler. ‘Allah diyor ki, o, ne yaşlı ne de körpe; ikisi arası bir .......... Size .......... hemen yapın’ dedi. Tekrar, ‘Rabbine duâ et, bize onun .......... anlatsın’ dediler. ‘O diyor ki, sarı renkli, parlak tüylü bir inekti, bakanlara .......... ve sürûr verir’ dedi. Yâ Mûsâ! Rabbine duâ et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın; zira o, bizce .......... (başka ineklere benzer oldu). Biz .......... emredileni yapmaya .......... buluruz’ dediler. Dedi ki: ‘Allah şöyle diyor: ‘O, henüz boyunduruk altına alınmayan, toprak sürmeyen, .......... sulamayan, serbest dolaşan (salma), renginde hiç .......... bulunmayan bir inektir.’ Bunun üzerine, ‘işte şimdi .......... anlattın’ dediler. Hemen ineği (güç belâ bulup) kestiler; amma az kalsın kesmeyeceklerdi.” (2/Bakara, 68-71)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) İnek; denileni; rengini; sevinç; anlaşılmadı; mutlaka; yol; tarla; beyazlık; doğruyu
b) Buzağı; emredileni; özelliklerini; neşe; karıştı; muhakkak; fırsat; bahçe; siyahlık; gerçeği
c) Sığır; söyleneni; şeklini; huzur; anlaşılmadı; inşâallah; çıkış; tarla; farklılık; doğruyu
d) İnek; emredileni; rengini; sevinç; karıştı; inşâallah; yol; ekin; alacası; gerçeği
- 1276 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
740- “(İnek kesildikten sonra Allah buyurdu:) ‘Hani sizden biriniz bir adam öldürmüştü de onun katili hakkında birbirinizle .......... Halbuki Allah .......... olduğunuzu ortaya koyacaktır. Haydi şimdi (öldürülen) .......... (kesilen ineğin) bir .......... vurun’ dedik. Böylece Allah ölüleri diriltir, size âyetlerini (Peygamberine verdiği mûcizelerini) gösterir. Umulur ki, .......... de gerçeği anlarsınız. Bunlardan sonra yine .......... .......... Artık kalpleriniz taş gibi yahut daha da kasvetli/katıdır. Çünkü .......... öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah .......... yukarıdan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan .......... değildir.” (2/Bakara, 72-74)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) Tartışmıştınız; bildiklerinizi; kadına; kulağıyla; düşünür; gönülleriniz; kaypaklaştı; taşlardan; korkusuyla; câhil
b) Atışmıştınız; gizlemekte; adama; parçasıyla; düşünür; kalpleriniz; katılaştı; taşlardan; korkusuyla; gâfil
c) Tartışmıştınız; bilmediğinizi; çocuğa; ayağıyla; hisseder; kalpleriniz; karardı; kayalardan; sevgisiyle; câhil
d) Savaşmıştınız; gizlemiş; mü’mine; parçasıyla; akleder; vicdanlarınız; öldü; betonlardan; coşkusuyla; gâfil
741- “Şimdi (ey mü’minler), onların size ......... mı sanıyorsunuz? Gerçek şu ki; onlardan vaktiyle bir zümre vardı. Allah’ın ........... işitirler, sonra onu anlamalarına rağmen bile bile ......... ederlerdi. (Münâfıklar) iman edenlere rastladıklarında ‘.........ettik’ derler. Birbirleriyle yalnız kaldıkları vakit ise ‘Allah’ın size ........... (Tevrat’taki bilgileri) onlara anlatıyor musunuz? (Sakın söylemeyin) Zira Rabbiniz katında onu, sizin ......... hüccet getirmelerini sağlamış olursunuz. Bunları düşünemiyor musunuz?’ derler. Gizlediklerini de, alenen yaptıklarını da ........ bildiğini ...........? Onlardan ......... (okur yazar olmayanlar) vardır ki, birtakım .......... hâriç, Kitab’ı (Tevrat’ı) bilmezler. Onların bildiklerinin hepsi, sadece ....... ve tahminden ibarettir (Bilmezler, fakat bilgiçlik taslarlar).” (2/Bakara, 75-78)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) İnanacaklarını, kelâmını, tahrif; iman, açtıklarını, aleyhinize; Allah’ın, bilmezler mi; ümmîler, kuruntular, zan
b) İnanacaklarını, Kitabını, inkâr; kabul, öğrettiklerini, lehinize; Allah’ın, görmezler mi; ümmîler, kuruntular, uydurma
c) Sataşmayacaklarını, sözünü, tahrip; kabul, öğrettiklerini, aleyhinize; Peygamberin, bilmezler mi; câhiller, tahminler, zan
d) İmanedeceklerini, sözünü, inkâr; kabul, açtıklarını, aleyhinize; Allah’ın, bilmiyorlar mı; ümniyyeler, tahminler, yalan
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1277 -
742- “Vay haline o kimselerin ki Kitab’ı (Tevrat’ı) elleriyle ..........., sonra o yazdıkları şeyi az bir para karşılığında ......... için ‘Bu Allah ...........’ derler. Ellerinin yazdıklarından ötürü vay haline onların! Yine kazandıklarından ötürü veyl onlara! (Benî İsrâil) dediler ki, ‘sayılı birkaç ...... müstesnâ, ateş (Cehennem) bize ..............’ De ki onlara: ‘Yoksa Allah katından bir ......... (söz) mü aldınız? Şayet öyle ise, Allah mutlaka ahdini (sözünü) tutacaktır. Yoksa siz Allah hakkında bilir bilmez konuşup duruyor musunuz? Hayır! Kim bir ........... eder de onun kötülüğü kendisini çepeçevre ............ işte o kimseler cehennemliktir. Onlar orada ............ kalırlar.” (2/Bakara, 79-81)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) yokederler, vermek, içindir; yıl, gelmeyecektir, yemin; küfür, dolanırsa, asırlarca
b) yazarlar, değişmek, Kitabıdır; ay, dokunmayacaktır, akit; günah, dönerse, yıllarca
c) yazarlar, satmak, katındandır; gün, dokunmayacaktır, ahit; kötülük, kuşatırsa, devamlı
d) taşırlar, değişmek, huzurundandır; gün, yakmayacaktır, yemin; kabahat, döndürürse, ebedî
743- “İman edip ......... amel/yararlı iş yapanlara gelince, onlar da ............ Onlar orada devamlı kalacaklar. Bir zamanlar Biz, benî İsrâil’e ‘yalnızca Allah'a ibâdet/kulluk edeceksiniz, ana-babaya .......... edecek, iyi davranacaksınız, yakın akrabaya, .........., miskinlere iyilik edeceksiniz’ diye emretmiş, onlardan bunu tutacaklarına dair söz almış ve ‘insanlara ........ söyleyin, namazı kılın, ......... verin’ demiştik. Ey benî İsrâil! Sonunda azınız hâriç, yüz çevirerek bu sözünüzden geri döndünüz. (Ey benî İsrâil!) ‘Birbirinizin ......... dökmeyeceksiniz, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız’ diyerek sizden söz almıştık. Her şeyi görerek sonunda bunları ......... etmiştiniz.” (2/Bakara, 82-84)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) Güzel, cehennemliktirler; iyilik, fakirlere, doğru, yardım; suyunu, ikrar
b) sâlih, cennetliktirler; ihsan, yetimlere, güzel, zekâtı; kanını, kabul
c) sâlih, cennetliktirler; ihsan, müslümanlara, sağlam, sadaka; içkisini, baştacı
d) faydalı, affedilirler; ikram, insanlara, güzel, selâm; şarabını, teslim
- 1278 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
744- “Bir zaman sonra siz öyle kimseler oldunuz ki, artık (verdiğiniz sözün tersine) birbirinizi .........., aranızdan bir grubu yurtlarından çıkarmaya, kötülük ve düşmanlıkta onlara karşı birleşmeye başladınız. Eğer onlar size ....... olarak getirilirse, onları esirlikten çıkarmak size haram kılınmışken esir mübâdelesi yapıyordunuz. Yoksa siz ......... bir kısmına inanıp bir kısmını ......... mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası, ancak, dünya hayatında rüsvaylık/rezilliktir. Kıyâmet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah, sizin yapmakta olduklarınızdan asla ........ değildir. Onlar, .......... karşılık .......... hayatını satın alan kimselerdir. O halde onlardan azap azaltılmaz ve onlar, kendilerine ........... edilenlerden de olmazlar. Andolsun Biz Mûsâ’ya Kitab verdik. Arkasından peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya mûcizeler verdik. Ve onu, ......... (Cebrâil) ile destekledik. Ne zaman gönlünüzün arzulamadığı şeyleri söyleyen bir elçi gelmişse, ona karşı ......... ettiniz/büyüklük tasladınız. Size gelen ........... bir kısmını yalanlarken, bir kısmını da ...........” (2/Bakara, 85-87)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) cezalandırmaya, köle, Kitab’ın, inkâr, bilmez; dünyaya, cennet, yardım; Mikâil, zulüm, sâlihlerden, yaralıyordunuz
b) öldürmeye, ölü, İslâm’ın, isyan, gâfil; âhirete, cennet, güzellik; ruh, isyan, insanların, seviyordunuz
c) dövmeye, yaralı, dinin, itiraz, câhil; dünyaya, âhiret, yardım; melek, kötülük, peygamberlerden, istemiyordunuz
d) öldürmeye, esir, Kitab’ın, inkâr, gâfil; âhirete, dünya, yardım; Rûhu’l-Kuds, istikbâr, peygamberlerden, öldürüyordunuz
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1279 -
745- “(Yahûdiler, Peygamberlerle alay ederek) ‘Kalplerimiz .........’ dediler. Bilâkis, küfür ve isyanları sebebiyle Allah onlara ........ etti. O yüzden onlar, pek azı hâriç, iman etmezler. Daha önce kâfirlere karşı yardım isterlerken kendilerine Allah katından ellerindeki ........ doğrulayan bir ........ gelip de Tevrat’tan bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince derhal ........ ettiler. İşte Allah’ın lâneti böyle kâfirlere, inkârcılaradır. Kullarından dilediğine ........, lütuf ve ihsânından (Kur’an ve Peygamberliği) göndermesini ....... için Allah’ın indirdiklerini inkâr edip kendi canlarına karşı satın aldıkları şey (azap) ve o sebeple de önceden gelmiş bir ......... üstüne gazaba uğramaları, ne kadar kötü! Ayrıca kâfirler için ihânet verici bir azap vardır. Kendilerine: ‘Allah’ın indirdiğine iman edin’ denilince: ‘Biz sadece ....... indirilene (Tevrat’a) inanırız’ derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Halbuki o ........., kendi ellerinde bulunan Tevrat’ı doğrulayıcı olarak gelmiş hak kitaptır. (Ey Muhammed!) Onlara: ‘Şayet siz gerçekten .......... idiyseniz daha önce Allah’ın peygamberlerini neden .........?’ deyiver.” (2/Bakara, 88-91)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) perdelidir; lânet; Tevrat’ı; Kitap; inkâr; Allah’ın; kıskandıkları; gazap; bize; Kur’an; inanıyor; öldürüyordunuz
b) temizdir; gazap; Tevrat’ı; Kur’an; düşmanlık; Rabbinin; beğenmedikleri; lânet; ırkımıza; Kur’an; inanmıyor; redddediyordunuz
c) doludur; lânet; Kitab’ı; İncil; iman; bağış; istemedikleri; gazap; yahûdilere; Kur’an; hidâyette; öldürüyordunuz
d) perdelidir; gazap; Tevrat’ı; Kur’an; kabul; ikram; kıskandıkları; lânet; kavmimize; Kitap; inanmıyor; beğenmiyordunuz
746- “Andolsun Mûsâ size apaçık ........ getirmişti. Sonra onun ardından, zâlimler olarak ........ (tanrı) edindiniz. Hatırlayın ki, ....... dağının altında sizden ........ almış: ‘Size verdiklerimizi kuvvetlice tutun, söylenenleri dinleyin, anlayın’ demiştik. Onlar: ‘İşittik ve ......... ettik’ dediler. İnkârları sebebiyle kalplerine ......... sevgisi dolduruldu. De ki: ‘Eğer inanıyorsanız, imanınız size ne kötü şeyler ........! (Ey Muhammed, onlara:) ‘Şayet (iddia ettiğiniz gibi) âhiret yurdu Allah katında diğer insanlara değil de yalnızca ........ aitse ve bu iddianızda doğru iseniz, haydi ........ temenni edin (bakalım)’ de. Onlar, kendi elleriyle önceden yaptıkları işler (günah ve isyanları) sebebiyle hiçbir zaman ......... temenni etmeyeceklerdir. Allah ......... iyi bilir.” (2/Bakara, 92-95)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) âyetler; putları; Arafat; yemin; iman; dünya; istiyor; kavminize; cenneti; cenneti; onları
b) mûcizeler; endâdı; Sina; misak; itaat; mal; terkettiriyor; size; ölümü; âhireti; fâsıkları
c) mûcizeler; buzağıyı; Tûr; söz; isyan; buzağı; emrediyor; size, ölümü; ölümü; zâlimleri
d) kitap; altını; Hira; söz; itiraz; put; emrediyor; size; yaşamayı; hayatı; zâlimleri
- 1280 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
747- “Yemin olsun ki, sen onları yaşamaya karşı insanların en ........ olarak bulursun. Şirk koşan müşriklerden/putperestlerden her biri de arzular ki, ....... sene yaşasın. Oysa (uzun) yaşatılması hiç kimseyi ........ uzaklaştırmaz. Allah onların yapmakta olduklarını eksiksiz görür. De ki: ........ kim düşman ise şunu iyi bilsin ki Allah’ın izniyle Kur’an’ı senin kalbine bir hidâyet rehberi, önce gelen kitapları ....... ve mü’minler için de ........ olarak o indirmiştir. Kim Allah’a, meleklerine, peygamberine, Cebrâil’e ve ......... düşman olursa, bilsin ki, Allah da inkârcı kâfirlerin ......... Andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik. (Ey Muhammed!) Onları ancak fâsıklar ......... eder. Ne zaman onlar bir ........ yaptılarsa, yine kendilerinden bir grup onu bozmadı mı? Zâten onların çoğu ....... etmez. Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı tasdik edici bir ......../elçi gelince ......... kitaptan bir grup, sanki Allah’ın kitabını bilmiyormuş gibi sırtlarının arkasına atarcasına ....... ettiler.” (2/Bakara, 96-101)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) hırslısı; yüz; cezâdan; meleklere; düzeltici; hidâyet; meleklere; Rabbidir; inkâr; sözleşme; inkâr; peygamber; âl-i; inkâr
b) düşkünü; bin; azaptan; Cebrâil’e; doğrulayıcı; müjdeci; Mîkâil’e; düşmanıdır; inkâr; antlaşma; iman; rasûl; ehl-i; terk
c) isteklisi; milyon; cezadan; Mîkâil’e; neshedici; müjdeci; Cebrâil’e; ilâhıdır; inkâr; ahit; red; peygamber; ehl-i; red
d) kötüsü; bin; azaptan; vahyedene; doğrulayıcı; sevindirici; meleklere; dostudur; iman; antlaşma; inkâr; nebî; vahyedilen; isyan
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1281 -
748- “Süleyman’ın hükümranlığı hakkında onlar, ........ söylediklerine tâbi oldular. Halbuki Süleyman kâfir olmadı (Büyü yapmadı ve ona inanmadı). Lâkin şeytanlar ........ oldular. Çünkü insanlara sihri (büyü ilmini) ve ........ Hârût ve Mârût’a indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki ........ herkese ‘Biz ....../imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız’ dedikten sonra ancak ilim öğretirlerdi. Onlar karı ile koca arasını açan şeyleri öğreniyorlardı. Büyücüler, Allah’ın izni olmadan hiçbir hususta ........ veremezler. Onlar (büyücüler) kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Onlar kesinlikle bilmişlerdir ki, kim onu (sihri) satın alırsa (ona para verirse), onun ........ nasîbi yoktur. Karşılığında kendi varlıklarını ....... şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı! Eğer iman edip ........ etselerdi (kendilerini kötülükten korusalardı), şüphesiz, Allah tarafından verilecek ....... daha hayırlı olacaktı. Keşke bunları anlasalardı! Ey iman edenler! ‘......’ demeyin; ‘unzurnâ’ deyin. (Söylenenleri) dinleyin. Kâfirler için elem verici bir azap vardır. (Ey mü’minler!) Ehl-i kitaptan ........ ve müşrikler/putperestler de Rabbinizden size bir ........ indirilmesini istemezler. Hâlbuki Allah rahmetini dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.” (2/Bakara, 102-105)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) şeytanların; zengin; Mısır’da; insan; fitneyiz; kötülük; cennetten; değiştikleri; ittika; güzellikler; bâünâ; kâfirler; kitap
b) büyücülerin; sihirbaz; Bâbil’de; peygamber; belâyız; zarar; saâdetten; edindikleri; takvâ; güzellikler; bârunâ; mü’minler; hayır
c) sihirbazların; büyücü; Kudüs’te; kişi; sınav; fitne; cennetten; aldıkları; infak; nimetler; bâiyâ; inananlar; kitap
d) şeytanların; kâfir; Bâbil’de; melek; fitneyiz; zarar; âhiretten; sattıkları; ittika; sevap; râinâ; kâfirler, hayır
- 1282 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
749- “Biz, bir âyeti .......... eder (yürürlükten kaldırır) veya onu .......... (ertelersek), mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki, .......... her şeye kadirdir. Bilmez misin, göklerin ve yerin .......... ve hükümranlığı yalnızca Allah'ındır. Sizin için Allah'tan başka bir ........../dost ve bir .......... yoktur. Yoksa siz de (ey müslümanlar), daha önce .......... sorulduğu gibi peygamberinize sorular sormak (,onu sorguya çekmek; daha önce Mûsâ’dan istenen şeyler gibi talepte bulunmak) mı istiyorsunuz? Kim .......... küfre değişirse, şüphesiz dosdoğru yoldan .......... olur. Ehl-i kitaptan çoğu, hak/hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki .......... ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip .......... döndürmek istediler. Yine de siz, Allah onlar hakkındaki .......... getirinceye kadar .......... bağışlayın. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.“ (2/Bakara, 106-109)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) yok; unutturursak; Kur’an; zenginliği; velî; cennet; İbrâhim’e; imanı; sapmış; kıskançlıktan; dininizden; azâbı; sevip
b) nesh; yanıltırsak; Peygamber; hükmü; sevgi; hidâyet; İsa’ya; hidâyeti; çıkmış; düşmanlıktan; küfre; hükmünü; salıverip
c) mesh; yanıltırsak; Rabbin; mülkiyet; evliyâ; yardımcı; Mûsâ'ya; İslâm’ı; geçmiş; hasedden; küfre; emrini; affedip
d) nesh; unutturursak; Allah; mülkiyet; velî; yardımcı; Mûsâ'ya; imanı; sapmış; kıskançlıktan; küfre; emrini; affedip
750- “Namazı kılın, .......... verin, önceden kendiniz için yaptığınız her .......... /iyiliği Allah'ın katında .......... Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı noksansız görür. (Ehl-i kitap:) 'Yahûdiler yahut .......... hâriç hiç kimse cennete giremeyecek' dediler. Bu onların .......... Sen de onlara: 'Eğer sâhiden doğru söylüyorsanız .......... getirin' de. Hayır, kim .......... olarak yüzünü Allah'a döndürürse (Allah'a hakkıyla kulluk ederse) onun .......... Rabbi katındadır. Öyleleri için ne bir korku vardır, ne de .......... çekerler. Hepsi de .......... (Tevrat ve İncil'i) okumakta oldukları halde yahûdiler: 'Hıristiyanlar .......... yolda değillerdir' dediler. Hıristiyanlar da: 'Yahûdiler doğru yolda değillerdir' dediler. Kitabı .......... de birbirleri hakkında tıpkı onların söylediklerini söylediler. Allah, .......... düştükleri hususlarda kıyâmet günü onlar hakkında hükmünü verecektir.“ (2/Bakara, 110-113)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) zekâtı; hayrı; görürsünüz; hıristiyanlar; uydurduklarıdır; Kitabınızı; muhsin; mükâfatı; sıkıntı; zikri; iyi; okuyanlar; tartışmaya
b) zekâtı; sevabı; bulacaksınız; müşrikler; avuntusudur; belgenizi; müslüman; ecri; dert; Kitabı; doğru; görmeyenler; sürtüşmeye
c) zekâtı; hayrı; bulacaksınız; hıristiyanlar; kuruntusudur; delilinizi; muhsin; ecri; üzüntü; Kitabı; doğru; bilmeyenler; ihtilâfa
d) infakı; güzeli; göreceksiniz; hıristiyanlar; kuruntusudur; hükmünüzü; mü’min; sevabı; üzüntü; Kitapları; doğru; okumayanlar; ihtilâfa
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1283 -
751- “Allah'ın ......... O'nun adının zikredilip anılmasına .......... olan ve onların .......... olmasına çalışandan daha zâlim kim vardır?! Aslında bunların oralara ancak .......... girmeleri gerekir (Başka türlü girmeye hakları yoktur). Bunlar için dünyada rezillik, âhirette de büyük azap vardır. Doğu da Allah'ındır batı da. Nereye .......... Allah'ın yüzü (zâtı) oradadır. Şüphesiz Allah('ın rahmeti ve nimeti) .......... O, her şeyi bilendir. Allah .......... edindi' dediler. Hâşâ! O, bundan münezzehtir. Oysa göklerde ve yerde olanların hepsi .......... hepsi O'na boyun eğmiştir. (O,) Göklerin ve yerin eşsiz .......... Bir şeyi dilediğinde ona sadece .......... der, o da hemen oluverir. Bilmeyenler (câhiller) dediler ki: 'Allah bizimle .......... ya da bize bir .......... (mûcize) gelmeli değil miydi?' Onlardan öncekiler de işte tıpkı onların dediklerini demişlerdi. Kalpleri (akılları) nasıl da birbirine ..........?! Gerçekleri iyice bilmek isteyenlere âyetleri apaçık gösterdik.“ (2/Bakara, 114-118)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) câmilerinde; engel; boş; müslümanca; dönerseniz; geniştir; ortak; ibâdettedir; hâkimidir; 'ol!'; olmalı; delil; benzedi
b) mescidlerinde; engel; harap; korkarak; dönerseniz; geniştir; çocuk; O'nundur; yaratıcısıdır; 'ol!'; konuşmalı; âyet; benzedi
c) evlerinde; karşı; harap; kibarca; yönelirseniz; geniştir; şirk; kuludur; yaratıcısıdır; 'canlan!'; konuşmalı; âyet; uydu
d) arzında; karşı; harap; dürüstçe; giderseniz; büyüktür; çocuk; tesbihtedir; yaratıcısıdır; 'ol!'; gezmeli; âyet; yaklaştı
752- “Doğrusu Biz seni .......... (Kur'an) ile müjdeleyici ve .......... olarak gönderdik. Sen cehennemliklerden .......... değilsin. .......... (dinlerine) uymadıkça yahûdiler de hıristiyanlar da .......... senden râzı (hoşnut) olmayacaklardır. De ki: 'Doğru yol/hidâyet, ancak Allah'ın yoludur.’ Sana gelen .......... sonra onların .......... /arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir velî/dost ne de bir yardımcı vardır. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler(den bazısı) onu, hakkını gözeterek .......... Çünkü onlar, ona iman ederler. Onu inkâr edenlere gelince, işte gerçekten .......... uğrayanlar onlardır. Ey İsrâiloğulları! Size verdiğim .......... ve sizi (bir zamanlar) cümle âleme üstün kılmış olduğumu ........... Ve bir günden sakının ki, o günde hiç kimse başkası nâmına bir şey .......... kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye .......... fayda vermez. Onlar hiçbir yardım da görmezler.“ (2/Bakara, 119-123)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) hak; uyarıcı; sorumlu; milletlerine; asla; ilimden; hevâlarına; okurlar; zarara; nimetimi; hatırlayın; ödeyemez; şefaat
b) Kitap; korkutucu; sorumlu; milletlerine; hiç; vahiyden; hevâlarına; okumazlar; zarara; nimetimi; zikredin; ödeyemez; fidye
c) hak; kolaylaştırıcı; biri; uluslarına; bugün; Kitaptan; nefislerine; okumazlar; zarara; nimetimi; hatırlayın; ödeyemez; şefaat
d) Kitap; uyarıcı; asla; inançlarına; Benden; hükümden; isteklerine; hükmederler; zarara; ihsânımı; unutmayın; ödeyemez; şefaat
- 1284 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
753- “Bir zamanlar Rabbi ......... birtakım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince; 'Ben seni insanlara ........ yapacağım' demişti. 'Soyumdan da (imamlar/önderler yap, yâ Rabbi!)' dedi. Allah: 'Ahdim ....... ermez (onlar için söz vermem)' buyurdu. Biz, Beyt'i (Kâbe'yi) insanlara toplanma mahalli ve ........ bir yer kıldık. Siz de İbrâhim'in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrâhim ve .......: 'Tavaf edenler, ibâdete kapananlar, rükû ve secde edenler için Evim'i ....... tutun' diye emretmiştik. İbrâhim de demişti ki: 'Ey Rabbim! Burayı emîn bir şehir yap, halkından Allah'a ve âhiret gününe iman edenleri çeşitli ......... rızıklandır/besle.' Allah buyurdu ki: 'Kim küfr edip inkâr ederse onu az bir süre ....... faydalandırır, sonra onu cehennem azâbına sürüklerim. Ne ...... varılacak yerdir orası!“ (2/Bakara, 124-126)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) İbrâhim’i; rasûl; zâlimlere; güzel; Ya’kub’a; helâl; meyvelerle; uzak
b) İbrâhim’i; peygamber; fâsıklar; güvenli; İshak’a; temiz; yiyeceklerle; fecî
c) İbrâhim’i; imam/önder; kâfirler; emîn; İsmâil’e; güzel; rızıklarla; kötü
d) İbrâhim'i; imam/önder; zâlimlere; güvenli; İsmâil'e; temiz; meyvelerle; kötü
754- “Bir zamanlar İbrâhim, ......... ile beraber Beytullah'ın ......... yükseltiyor, (şöyle diyorlardı:) 'Ey Rabbimiz! Bizden bunu ........ buyur; şüphesiz Sen her şeyi işitirsin, her şeyi bilirsin. Ey Rabbimiz! Bizi Sana ......... olanlardan/müslümanlardan kıl, neslimizden de Sana teslim olan müslüman bir ümmet çıkar, bize .......... yerlerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira, tevbeleri kabul eden, çok merhametli olan ancak Sensin. Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden Senin ........... kendilerine okuyacak, onlara Kitap ve .......... öğretecek, onları ............ bir peygamber gönder. Çünkü üstün gelen, hüküm ve hikmet sahibi olan, her şeyi yerli yerince yapan yalnız Sensin.“ (2/Bakara, 127-129)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) İshak; binâsını; kabul; teslim; ibâdet; yolunu; fazîleti; düzeltecek
b) İsmâil; temellerini; emir; itaatkâr; namaz; kitabını; hikmeti; düzeltecek
c) İsmâil; temellerini; kabul; teslim; ibâdet; âyetlerini; hikmeti; temizleyecek
d) İshak; binâsını; ihsân; bağlı; ibâdet; Kur’an’ını; hadisi; arındıracak
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1285 -
755- “İbrâhim'in, ........... kendini .......... başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, Biz onu dünyada (elçi) seçtik, şüphesiz o, âhirette de .......... /iyilerdendir. Çünkü Rabbi ona: ............ ol!' demiş, o da: 'Âlemlerin Rabbine teslim oldum, ......... oldum' demişti. İbrâhim de bunu kendi oğullarına .......... etti. Ya’kub da, ‘oğullarım! Allah sizin için o dini (İslâm’ı) seçti. O halde sadece müslümanlar olarak ..........’ (dedi).“ (2/Bakara, 130-132)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) yolundan; tanımayandan; erdemlilerden; güvenilir; sâlihlerden; emir; yaşayın
b) dininden; bilmezlerden; sâlihlerden; müslüman; müslüman; vasiyet; ölünüz
c) ümmetinden; terkedenden; sâlihlerden; adam; müslüman; tavsiye; geliniz
d) dininden; beğenenlerden; seçilmişlerden; müslüman; mü’min; vasiyet; ölünüz
756- “Yoksa Ya'kub'a ........... geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman (Ya'kub) ............: 'Benden sonra kime kulluk/ibâdet edeceksiniz?“ demişti. Onlar: 'Senin ve ataların İbrâhim, İsmâil ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk/ibâdet edeceğiz; biz ancak O'na teslim olduk/.......... olduk' dediler. Onlar bir .........., gelip geçti. Onların kazandıkları/yaptıkları (sevaplar) kendilerinin; sizin kazandıklarınız/yaptıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından .......... çekilmezsiniz. (Yahûdiler ve hıristiyanlar, müslümanlara:) 'Yahûdi ya da hıristiyan olun ki, .........., doğru yolu bulasınız' dediler. De ki: 'Hayır! Biz, .......... olan İbrâhim'in dinine uyarız. O, ............ değildi.“ (2/Bakara, 133-135)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) ölüm; oğullarına; müslüman; ümmetti; sorguya; hidâyeti; hanîf; müşriklerden
b) ecel; çocuklarına; mü’min; milletti; sorguya; hidâyeti; müslüman; putperest
c) Azrâil; halkına; hanîf; cemaatti; hesaba; istikameti; mü’min; kötülerden
d) hastalık; ümmetine; hanîf; ashâptı; muhâsebeye; hidâyeti; dürüst; yalancılardan
- 1286 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
757- “Biz, Allah'a ve bize ..........; İbrâhim, İsmâil, İshak, Ya'kub ve esbâta (torunlara) indirilene, Mûsâ ve İsa'ya verilenlerle Rableri tarafından diğer peygamberlere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında ......... gözetmeksizin inandık ve biz sadece Allah'a .......... olduk, O'nun için müslüman olduk' deyin. Eğer onlar da sizin .......... ettiğiniz gibi inanırlarsa doğru yolu bulmuş olurlar, dönerlerse mutlaka ........... içine düşmüş olurlar. Onlara karşı Allah sana yeter. O (her şeyi) işitendir, bilendir. Allah'ın (verdiği) ......... boyandık. Allah'tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O'na .......... /kulluk ederiz (deyin). De ki: 'Allah, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz olduğu halde, O'nun hakkında bizimle ........... mı girişiyorsunuz? Bizim yaptıklarımız (ın mükâfâtı) bize; sizin yaptıklarınız da size aittir. Biz O'na .......... kullarız, ihlâsla (gönülden)bağlananlarız.“ (2/Bakara, 136-139)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) gelenlere; din; teslim; arzu; ihtilâf; dinle; ibâdet; cihâda; bağlanan
b) indirilene; fark; inanır; dâvet; yanlış; renkle; itaat; savaşa; bağlı
c) gelenlere; ayrım; bağlı; kabul; dalâlet; güzellikle; ibâdet; kavgaya; inanan
d) indirilene; fark; teslim; iman, anlaşmazlık, rengiyle, ibâdet, tartışmaya, muhlis
758- “Yoksa siz, İbrâhim, İsmâil, İshak, Ya'kub ve ......... (torunların) yahûdi, yahut hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: 'Siz mi daha iyi ........., yoksa Allah mı? Allah tarafından kendisine (bildirilmiş) bir şâhitliği gizleyenden daha ......... kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan gâfil değildir. Onlar bir ümmetti; gelip geçti. Onların .......... /yaptıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da size âittir. Siz onların .......... sorguya çekilmezsiniz. İnsanlardan birtakım .........., ‘üzerinde bulundukları ......... onları çeviren nedir?’ diyecekler. De ki onlara; ‘doğu da, batı da Allah’ındır. O dilediğini doğru yola iletir.“ (2/Bakara, 140-142)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) ecdâdın; inanırsınız; kâfir; çalıştıkları; suçlarından; günahkârlar; kıblelerinden
b) ebsâtın; anlarsınız; fâsık; amelleri; küfürlerinden; kâfirler; ibâdetlerinden
c) esbâtın; bilirsiniz; zâlim; kazandıkları; yaptıklarından; beyinsizler; kıblelerinden
d) evlâdın; seçersiniz; beyinsiz; kazandıkları; dinsizliklerinden; câhiller; dinlerinden
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1287 -
759- “İşte böylece sizin insanlar üzerinde ......... olmanız, Rasûl’ün de sizin üzerinizde bir şâhit olması için sizi ......... (dengeli) bir ümmet kıldı. Senin arzulayıp da şu anda üzerinde bulunduğun kıbleyi (Kâbe’yi) Biz, ancak, Peygamber’e uyanı, ökçesi üzerinde geri dönenden (münâfıktan) ayırt etmemiz için kıble yaptık. Bu şekilde kıblenin (Kudüs’ten Kâbe’ye) çevrilmesi, Allah’ın hidâyet ettiği/yol gösterdiği kimselerden başkasına elbette ........ gelir. Allah sizin imanınızı asla zâyi edecek değildir. Şüphesiz Allah, insanlara (her şeye rağmen) şefkatli ve merhametlidir. (Yâ Muhammed!) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (gökten haber beklediğini) görüyoruz. Hemen seni, râzı olacağın/hoşlanacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Yüzünü (namazda) artık Mescid)i .......... tarafına çevir. (Ey müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki, ehl-i kitap, onun gerçek olduğunu çok iyi ........ Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir. Yemin olsun ki (habibim!) sen kendilerine kitap verilenlere her türlü ......... (mûcizeyi) getirsen yine de onlar (inatlarından) sana uyup kıblene dönmezler. Sen de onların kıblesine dönecek değilsin. Onlar da birbirlerinin kıblesine dönmezler. Sana gelen ......... sonra eğer sen onların .......... /arzularına uyacak olursan, işte o zaman sen haksız davrananlardan olursun.“ (2/Bakara, 143-145)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) şehitler; inançlı; zor; Aksâ; düşünürler; ihsânı; Kur’an’dan; isteklerine
b) şâhitler; orta; ağır; Harâm; bilirler; âyeti; ilimden; hevâlarına
c) bekçi; müslüman; güzel; mübârek; bilirler; âyeti; vahiyden; inançlarına
d) şâhit; vasat; hoş; Harâm; değerlendirir; yolu; Kitaplatan; milletlerine
760- “Kendilerine .......... verdiklerimiz onu (o kitaptaki peygamberi) öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir grup, bile bile gerçeği .......... Hak ve gerçek olan, ............ gelendir. Sakın .......... olma! Herkesin yöneldiği bir yönü (tutumu) vardır. O halde (ey mü’minler!) Siz de ......... işlerine koşun, hayırda ........... Nerede olursanız olun, sonunda Allah sizi bir araya getirir. Şüphesiz Allah her şeye kaadirdir. Nereden yola çıkarsan (namazda) yüzünü Mescid)i Haram tarafına çevir. Bu emir, elbette sana Rabbinden gelen ............ bir emirdir. (Bilin ki) Allah yaptıklarınızdan ............ değildir.“ (2/Bakara, 146-149)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) kitap; gizler; Rabbinden; kuşkulananlardan; hayır; yarışın; gerçek; habersiz
b) ilim; unutur; Kur’an’dan; şüphelenenlerden; din; koşuşturun; güzel; gâfil
c) vahiy; çiğnerler; Allah’tan; inançsızlardan; müslümanların; yarışın; doğru; gâfil
d) ilim; yayarlar; Hakdan; müşriklerden; insanların; yorulun; dinî; habersiz
- 1288 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
761- “Nereden yola çıkarsan yüzünü (namazda) .......... Haram’a doğru çevir. Nerede olursanız olunuz, yüzünüzü o yana çevirin ki, insanların aleyhinizde (kullanabilecekleri) bir ......... bulunmasın. Yalnız haksızlık edenler müstesnâ. Sakın onlardan korkmayın! Yalnız Benden korkun ki size olan nimetimi tamamlayayım. Umulur ki doğru yolu bulursunuz. Nitekim kendi içinizden, size âyetlerimizi ......... sizi temizleyen, size Kitab’ı ve .......... getirip size bilmediklerinizi öğreten bir Rasûl gönderdik. Öyle ise size Beni (tâat ve ibâdetle) .......... /anın ki Ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin, sakın .......... etmeyin! “Ey iman edenler! Sabır ve ......... ile Allah’tan ......... isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.“ (2/Bakara, 150-153)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) Mescid-i; delil; hatırlatan; dini; zikredin; münâfıklık; direnme; hidâyet
b) Kâbe-i; işaret; öğreten; ilmi; dillendirin; küfür; oruç; güzellik
c) Beyt-i; gerekçe; hatırlatan; hadisleri; hatırlayın; kötülük; güzellik; hayır
d) Mescid-i; delil, okuyan, hikmeti, zikredin, nankörlük, namaz, yardım
762- “Allah yolunda öldürülenlere .......... demeyin. Bilakis onlar .........., lâkin siz anlayamazsınız. Andolsun ki sizi biraz .......... ve açlık; .......... canlardan ve ürünlerden biraz .......... (fakirlik) ile imtihan eder/deneriz. (Ey Peygamber!) .......... müjdele! O sabredenler, kendilerine bir ........../belâ geldiği zaman: 'Biz Allah .......... (O'nun için yaşıyoruz) ve biz O'na .......... derler.“ (2/Bakara, 154-156)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) ölüler; diridirler; korku; mallardan; azaltma; sabredenleri; musîbet; içiniz; döneceğiz
a) ölü; diridir; fakirlik; meyvelerden; azaltma; fakirleri; fitne; yolundayız; dönüyoruz
a) ölüler; diridirler; sıkıntı; dünyadan; uzaklaştırma; sabırlıları; sıkıntı; içiniz; döneriz
a) şehidler; ölüdür; korku; mallardan; fazlalaştırma; mü’minleri; fitne; yarattı; güvendik
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1289 -
763- “İşte Rablerinden .......... ve rahmet hep onlaradır. Ve .......... /doğru yolu bulanlar da onlardır. Safâ ile .......... şüphesiz Allah’ın .......... /alâmetlerindendir. Kim Beytullah’ı .......... /ziyaret eder veya .......... yaparsa onları tavaf etmesinde bir .......... yoktur. Kim gönüllü olarak (tetavvû/..........) bir hayır/iyilik yaparsa, şüphesiz Allah onu .........., karşılığını verir.“ (2/Bakara, 157-158)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) salevât; istikameti; Merve; âyetlerinden; tavaf; hacc; fazilet; ibâdet; görür
b) bağışlamalar; hidâyeti; Merve; şiarlarından; hacc; umre; günah; nâfile; bilir
c) salevât; hidâyeti; Kâ’be; işaretlerinden; hacc; tavaf; sakınca; nâfile; unutmaz;
d) af; hidâyeti; Arafat; farzlarından; görür; hacc; yanlışlık; nâfile; sever
764- “İndirdiğimiz açık .......... ve Kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidâyet yolunu .......... hem Allah hem de bütün .......... ediciler lânet eder. Ancak, .......... edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği .......... başkadır. Zira Ben onların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeyi çokça .......... eden ve çokça merhamet edenim. (Âyetlerimizi) İnkâr etmiş ve .......... olarak ölmüşlere gelince, işte Allah'ın, .......... ve tüm insanların .......... onların üzerinedir.“ (2/Bakara, 159-161)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) hükümleri; gizleyenlere; azâb; iman; görenler; kabul; müşrik; peygamberin; lâneti
b) Kitabı; unutanlara; lânet; iman; duyanlar; kabul; günahkâr; meleklerin; bedduâsı
c) delilleri; gizleyenlere; lânet; tevbe; açıklayanlar; kabul; kâfir; meleklerin; lâneti
d) hükümleri; terkedenlere; şikâyet; tevbe; görenler; güzel; müşrik; peygamberin; azâbı
- 1290 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
765- “Onlar .......... lânet içinde kalırlar. Artık ne .......... hafifletilir, ne de onların yüzlerine bakılır. ......... bir tek ilâhtır. O'ndan başka ilâh yoktur. O, Rahmândır, Rahîmdir. Şüphesiz .......... ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara .......... veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah'ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı .........., yeryüzünde her çeşit .......... yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen .......... yönlendirmesinde aklını kullanan/düşünen bir toplum için (Allah'ın varlığını ve birliğini isbatlayan) birçok .......... /deliller vardır.“ (2/Bakara, 162-164)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) dünyada; azapları; Rabbınız; dünyanın; rahatlık; yağmurda; hayvanı; bulutu; şiarlar
b) devamlı; suçları; İlâhınız; göğün; fayda; hayatta; canlıyı; melekleri; mûcizeler
c) âhirette; cezaları; Rabbınız; arzın; nimet; güneşte; bitkileri; bulutları; işâretler
d) ebediyyen; azapları; İlâhınız; göklerin; fayda; suda; canlıyı; bulutları; âyetler
766- “İnsanlardan bazıları, Allah'tan başkasını Allah'a .......... /denk tanrılar edinir de onları Allah'ı .......... gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan .......... ise (onlarınkinden) çok daha fazladır. Keşke .......... azâbı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün .......... Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın .......... çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi. İşte o zaman (görecekler ki) kendilerine .......... arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla .......... ve (o anda her iki taraf da) azâbı görmüş, nihayet aralarındaki .......... kopup parçalanmıştır.“ (2/Bakara, 165-166)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) endâd; görür; sevgileri; kâfirler; cezânın; cezâsının; güvenilip; uzaklaşır; bağlar
b) endâd; sever; aşkları; günahkârlar; azâbın; rahmetinin; inanılıp; kaçar; ilişkiler
c) benzer; görür; sevgileri; müşrikler; hükmün; cehenneminin; güvenilip; kaçarlar; ipler
d) endâd; sever; sevgileri; zâlimler; kuvvetin; azâbının; uyulup; uzaklaşırlar; bağlar
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1291 -
767- “(Kötülere) Uyanlar şöyle derler: 'Ah, keşke bir daha .......... geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden .......... gibi biz de onlardan ..........! Böylece Allah onlara, işlerini, .......... ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık .......... çıkamazlar. Ey ..........! Yeryüzünde bulunanların helâl ve .......... olanlarından yiyin, şeytanın .......... düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir ..........“ (2/Bakara, 167-168)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) hayata; uzaklaştıkları; yüzçevirseydik; azap; azaptan; mü’minler; temiz; hilelerine; düşmanınızdır
b) dünyaya; kaçtıkları; kaçsaydık; hasret; cehennemden; mü’minler; güzel; oyununa; vesvesecinizdir
c) dünyaya; uzaklaştıkları; uzaklaşsaydık; pişmanlık; ateşten; insanlar; temiz; peşine; düşmanınızdır
d) eskiye; sakındıkları, sakınsaydık; korku; ateşten; insanlar; sevap; peşine; helâkınızdır
768- “O size ancak .........., çirkini ve Allah hakkında .......... şeyleri .......... emreder. Onlara (..........): 'Allah'ın .......... uyun' denildiği zaman onlar, 'Hayır! Biz .......... üzerinde bulduğumuz yola uyarız' dediler. Ya ataları bir şey .........., .......... da bulamamış idiyseler?“ (2/Bakara, 169-170)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) günahı; yanlış; yapmanızı; günahkârlara; emrine; yöneticilerimizi; bilmeyen; hidâyeti
b) kötülüğü; bilmediğiniz; söylemenizi; müşriklere; indirdiğine; atalarımızı; anlamamış; doğruyu
c) haramları; boş; konuşmanızı; kâfirlere; hükmüne; atalarımızı; anlamayan; hakkı
d) yanlışları; kötü; atfetmenizi; Kureyşlilere; emrine; putlarımızı; görmeyen; hakkı
769- “(Hidâyet çağrısına kulak vermeyen) .......... durumu, sadece .......... bağırıp çağırmasını işiten .......... durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, .......... ve körlerdir. Bu sebeple .......... Ey iman edenler! Size verdiğimiz .......... temiz olanlarından yiyin, eğer siz yalnız Allah'a .......... ediyorsanız O'na ......... “ (2/Bakara, 171-172)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) kâfirlerin; çobanın; hayvanların; dilsizler; düşünmezler; rızıkların; kulluk; şükredin
b) müşriklerin; sahibinin; koyunların; sakatlar; inanmazlar; nimetlerin; iman; güvenin
c) insanların; halkın; sığırların; dilsizler; sapıktırlar; gıdaların; itaat; yönelin
d) müşriklerin; kendilerine; hayvanların; topallar; inanmazlar; nimetlerin; iman; şükredin
- 1292 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
770- “Allah size ancak .......... (leşi), .........., domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı. Her kim bunlardan yemeye .......... kalırsa, başkasının hakkına saldırmadan ve haddi aşmadan bir miktar yemesinde .......... yoktur. Şüphe yok ki Allah çokça bağışlayan, çokça .......... edendir. Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi (âhir zaman peygamberinin vasıflarını) .......... onu az bir paha ile değişenler yok mu, işte onların yiyip de karınlarına doldurdukları, .......... başka bir şey değildir. .......... günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can .......... bir azap vardır.“ (2/Bakara, 173-174)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) ölüyü; kanı; mecbur; günah; merhamet; gizleyip; ateşten; Kıyâmet; yakıcı
b) ölüyü; içkiyi; gözü; güzellik; af; öğrenip; azaptan; Âhiret; çekici
c) murdarı; eşeği; muhtaç; yanlışlık; merhamet; örtüp; haramdan; Azap; acıtan
d) ölüyü; kanı; gönlü; sevap; rahmet; gizleyip; günahlardan; Din; yakan
771- “Onlar hidâyet/doğru yol karşılığında .......... /sapıklığı, mağfirete bedel olarak da .......... satın almış kimselerdir. Onlar .......... karşı ne kadar dayanıklıdırlar! O azabın .........., Allah'ın, Kitabı .......... olarak indirmiş olmasıdır. (Buna rağmen farklı yorum yapıp) .......... ihtilâfa/ayrılığa düşenler, elbette derin bir .......... içine düşmüşlerdir.“ (2/Bakara, 175-176)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) cehennemi; cehennemi; azaba; durumu; Kur’an; dinde; azâbın
b) dalâleti; azâbı; ateşe; sebebi; hak; Kitapta; anlaşmazlığın
c) dalâleti; cehennemi; azâba; hikmeti; hüküm; onunla; dalâletin
d) küfrü; azâbı; ateşe; gereği; Kitap; dinde; azâbın
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1293 -
772- “......... (gerçek iyilik), yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin iyiliğidir ki, Allah’a, âhiret gününe, meleklere, peyamberlere iman eder. Allah rızâsı için yakınlara, ..........., yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunan köle ve esirlere sevdiği maldan ......... eder, harcar, namaz kılar, zekât verir. Ahid/.......... yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında ........... İşte ........ /doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler/Takvâ sahibi olanlar ancak onlardır. Ey iman edenler! ............ hakkında size kısas yazıldı/farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın öldürülür. Ancak kim kardeşi tarafından ............ kısas düşer. Bundan sonra ma’rûfa/iyiye uymak, öldürülenin velîsine (gereken diyeti) güzel bir şekilde ve tam olarak ödemek gelir. O halde söylenenler, Rabbinizden bir ........... ve rahmettir. Her kim bundan sonra .......... kalkışırsa, muhakkak onun için elem verici bir azap vardır.“ (2/Bakara, 177-178)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) takvâ; ihtiyarlara; infak; andlaşma; dayanır; sıdk; şehid olanlar; bağışlanırsa; ihsan; tecâvüze
b) birr; yetimlere; fedâkârlık; sözleşme; güvenir; mü'min; ölenler; hoş görülürse; kolaylık; zulme
c) ihsân; düşkünlere; cömertlik; yazışma; çalışır; müttakî; yaralananlar; görülmezse; bağış; savaşa
d) birr; yetimlere; infak; andlaşma; sabreder; sâdık; öldürülenler; affedilirse; hafifletme; saldırıya
773- “Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için ........... vardır. Umulur ki, prensiplere uyar da kendinizi (kötülüklerden) korursunuz. Birinize .......... geldiği zaman, eğer bir hayır bırakacaksa anaya, babaya, .......... uygun bir biçimde .......... etmek, Allah’tan korkan üzerine ........... Her kim işittikten ve kabullendikten sonra onu (vasiyeti) değiştirirse, .......... onu değiştirenedir. Şüphesiz Allah (her şeyi) .......... ve (her şeyi) bilendir. Her kim, vasiyet edenin .......... meyletmesinden yahut günah işlemesinden endişe eder de (ilgililerin) aralarını bulursa kendisine .......... yoktur. Şüphesiz Allah bolca bağışlayan, çokça merhamet edendir.“ (2/Bakara, 179-182)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) hayat; ecel; akrabaya; infak; şarttır; vebali; gören; suça; vebal
b) rahmet; Azrâil; fakirlere; tavsiye; borçtur; ecri; takdir eden; günaha; ceza
c) hayat; ölüm; yakınlara; vasiyet; borçtur; günahı; işiten; haksızlığa; günah
d) rahmet; hastalık; çocuklara; vasiyet; farzdır; suç; gören; zulme; günah
- 1294 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
774- “Ey iman edenler! .........., sizden önce gelip geçmiş ümmetlere yazıldığı gibi sizin üzerinize de .......... /farz kılındı. Umulur ki .......... eder, takvâ sahibi olur/korunursunuz. Oruç size sayılı günler olarak yazıldı. Sizden her kim .......... yahut yolcu olursa, tutamadığı günler kadar diğer günlerde oruç tutar. İhtiyarlık veya şifâ umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mâzereti olup da oruç tutmağa güçleri yetmeyenlere .......... gerekir. Fidye, bir fakir doyumu miktarıdır. Bunun dışında kim gönüllü bir .......... yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer gerçekleri anlıyorsanız, her güçlüğe rağmen oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, hidâyetin/doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık .......... olarak kendisinde Kur’an indirilen aydır. Sizden her kim .......... (Ramazan ayının ilk hilâlini) görürse oruç tutsun (oruca başlasın). Kim o anda hasta veya .......... olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah size .......... diler, zorluk istemez. O, sayıyı tamamlamanızı, size doğru yolu gösterdiği için Allah’ı ta’zim etmenizi ister. Umulur ki şükredersiniz.“ (2/Bakara, 183-185)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) zekât; yazıldı; ihsân; rahatsız; kazâ; ibâdet; şâhidi; ayı; ölü; kolaylık
b) oruç; yazıldı; ittika; hasta; fidye; hayır; delilleri; hilâli; yolcu; kolaylık
c) oruç; vâcip; iman; yorgun; bedel; iyilik; kanıtı; hilâlleri; yaralı; rahmet
d) Kısas; gerekti; iman; hasta; borç; sevap; isbâtı; dolunayı; ihtiyar; kolaylık
775- “Kullarım sana Beni sorduğu vakit de ki: ‘Ben .......... Duâ edenini duâsını Bana duâ ettiği anda işitir, ona karşılık veririm. O halde kullarım da Benim .......... uysunlar ve Bana .......... etsinler, umulur ki doğru yolu bulurlar. Oruç gecesinde .......... yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık (Ramazan gecelerinde) onlara .......... ve Allah'ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz .......... (aydınlığı), siyah .......... (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yiyin, için; sonra akşama kadar orucu tamamlayın. .......... ibâdete çekilmiş olduğunuz zamanlarda kadınlarla birleşmeyin. Bunlar, Allah'ın koyduğu .......... Sakın bu sınırlara yaklaşmayın. İşte böylece Allah âyetlerini insanlara açıklar. Umulur ki ittika ederler/..........“ (2/Bakara, 186-187)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) yakınım; dâvetime; iman; kadınlarınıza; yaklaşın; ipliği; ipliğinden; mescidlerde; sınırlardır; korunurlar
b) yakındayım; çağrıma; ibâdet; eşinize; gidin; ipi; ipinden; câmilerde; yalnız; ölçüdür; çekinirler
c) yanınızdayım; dinime; itaat; câriyelerinize; söyleyin; bezi; örtüsünden; evlerinizde; ölçülerdir; korkarlar
d) buradayım; peygamberime; yakınlık; evliliğe; meyledin; koyunu; koyunundan; köşenizde; yasaklardır; sakınırlar
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1295 -
776- “.......... aranızda haksız sebeplerle .......... Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını, .......... yemin ve şehâdet ile yemeniz için o malları hâkimlere (reislere, yetkili idârecilere veya mahkeme hâkimlerine el altından) .......... Sana, yeni doğan .......... şeklindeki ayları sorarlar. De ki: ‘Onlar, insanlar ve özellikle .......... için vakit ölçüleridir. İyi davranış asla .......... arkalarından gelip girmeniz değildir. Lâkin iyi davranış, korunan ve .......... giden kimsenin davranışıdır. Evlere .......... girin, Allah’tan korkun; umulur ki kurtuluşa erersiniz.“ (2/Bakara,188-189)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) paralarınızı; harcamayın; kasem; sunmayın; dolunay; namaz; mescidlere; Cennete; güzelce
b) mallarınızı; yemeyin; yalan; vermeyin; hilâl; hac; evlere; ölçülü; kapılarından
c) mirasınızı; bölüşmeyin; gereksiz; göndermeyin; hilâller; ibâdet; evlere; doğru; besmeleyle
d) malınızı; atmayın; boş; vermeyin; hilâl; oruç; meseleye; yolunca; selâmla
777- “Size karşı savaş açanlara, Allah yolunda olarak savaşın. Sakın .......... gitmeyin, çünkü Allah aşırıları (haddi aşanları) sevmez. Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde .......... Sizi çıkardıkları yerden (Mekke’den) siz de onları çıkarın. .......... çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür. Onlar sizinle savaşmadıkça, .......... siz de onlarla savaşmayın. Eğer onlar (orada)size karşı savaş açarlarsa, derhal onları .......... Böyledir kâfirlerin cezâsı. Eğer onlar (savaştan) .......... (şunu iyi bilin ki) Allah ğafûr ve rahîmdir. Fitne tamâmen .......... oluncaya ve .......... de Allah için tatbik edilinceye kadar onlarla savaşın. Fitne çıkarmaktan vazgeçerlerse .......... (ve aşırılar hâriç hiç kimseye) düşmanlık ve saldırı yoktur.“ (2/Bakara, 190-193)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) üzerlerine; salıverin; fitne; Medine'de; öldürün; yılarlarsa; orada; devlet; müşrikler
b) ileri; savaşın; nifak; orada; dövün; yorulurlarsa; çok; hüküm; kâfirler
c) aşırı; öldürün; fitne; mescid-i harâmda; öldürün; vazgeçerlerse; yok; din; zâlimler
d) geri; yaralayın; fesad; Mekke'de; mağlûp edin; cayarlarsa; kapsayıcı; yönetim; zâlim
- 1296 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
778- “(Ey mü’minler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçmiş kavimlerin başlarına gelenler size de gelmeden .......... gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokundu ve öyle .......... ki Peygamber ve onunla beraber iman edenler nihâyet ‘Allah’ın .......... ne zaman gelecek?’ dediler. İşte o zaman (onlara), ‘Şüphesiz Allah’ın yardımı yakın’ (denildi). Sana (Allah yolunda) ne infak edip harcayacaklarını soruyorlar. De ki: .......... harcadığınız şey, ebeveyn, yakınlar, yetimler, fakirler ve yolcular içindir. Hayır olarak ne yaparsanız, şüphesiz Allah onu .......... ..........gitmediği halde savaş size yazıldı/farz kılındı. Sizin için daha .......... olduğu halde bir şeyden hoşlanmamanız mümkündür. Sizin için daha .......... /kötü olduğu halde bir şeyden .......... da mümkündür. Allah bilir, halbuki siz ..........“ (2/Bakara, 214-216)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) iyiliğe; zorlandılar; lütfu; hayır olarak; görür; yenilgiye; güzel; çirkin; sevmeniz; nankörsünüz
b) cennete; zorlandılar; peygamberleri; maldan; yazar; gücünüze; iyi; kötü; beğenmeniz; câhilsiniz
c) cennete; sarsıldılar; melekleri; paranızdan; unutmaz; kolayınıza; doğru; yanlış; sevmeniz; az bilirsiniz
d) cennete; sarsıldılar; yardımı; hayırdan; bilir; hoşunuza; hayırlı; şerli; hoşlanmanız; bilmezsiniz
779- “Sana haram aydan ve onda savaşmanın doğru olup olmadığından soruyorlar. De ki: ‘Haram ayda savaşmak büyük bir .......... Ancak, (insanları) Allah yolundan çevirmek, Allah’ı .......... etmek, Mescid-i Haram’ın ziyaretine mâni olmak ve halkını oradan çıkarmak; bunlar Allah katında daha büyük bir günahtır. Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden .......... kadar size karşı savaşa devam ederler. Sizden kim, dininden irtidâd edip döner de kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da âhirette de .......... sayılmıştır. Onlar cehennemliktir ve orada devamlı kalırlar. man edenler ve .......... edip Allah yolunda cihad edenler var ya, işte bunlar, Allah'ın rahmetini .......... Allah ğafûr ve rahîmdir. Sana şaraptan (sarhoş eden içkiden) ve .......... sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için birtakım zâhirî .......... vardır. Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür. Yine sana .........., iyilikte ne harcayacaklarını sorarlar: ‘Afv/ihtiyaçlarınızdan artakalanını verin' de. Böylece Allah size âyetleri açıklar, umulur ki düşünüp anlarsınız.“ (2/Bakara, 217-219)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) fazîlettir; isyan; çıkarıncaya; hükümsüz; amel; beklerler; zinâdan; güzellikler; zekâtta
b) yasaktır; terk; döndürünceye; günah; ibâdet; çekerler; hamrdan; şifâlar; sadakada
c) vebaldir; red; edinceye; yanlış; cihad; isterler; kumardan; iyilikler; bağışta
d) günahtır; inkâr; döndürünceye; geçersiz; hicret; umabilirler; kumardan; faydalar; infakta
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1297 -
780- “Dünya ve âhirette (lehinize olan davranışları düşünün ve ona göre hareket edin). Sana .......... hakkında sorarlar. De ki: ‘Onları ıslah edip yetiştirmek daha .......... Eğer (yeme, içme ve oturma gibi işlerde) onlarla beraber olursanız, unutmayın ki onlar sizin ......... Allah müfsit ile .......... (fesatçı/bozguncu ile ıslah edip düzelteni) bilir. Eğer Allah .......... sizi de zahmet ve meşakkate dûçar kılardı. Çünkü Allah azîzdir, hakîmdir. İman etmedikçe .......... /putperest kadınlarla nikâhlanmayın/evlenmeyin. Beğenseniz bile, müşrik bir kadından, imanlı bir câriye kesinlikle daha hayırlıdır/iyidir. İman etmedikçe müşrik/putperest erkekleri de (kızlarınızla) nikâhlamayın/evlendirmeyin. Beğenseniz bile, müşrik bir kişiden mü'min bir köle kesinlikle daha hayırlıdır. Onlar (müşrikler) .......... çağırır. Allah ise, izni (ve yardımı) ile cennete ve .......... çağırır. Allah, düşünüp anlasınlar diye .......... insanlara açıklar.“ (2/Bakara, 220-221)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) fakirler; güzeldir; dostlarınızdır; sâlihi; verseydi; kâfir; kötülüğe; rahmete; kitabını
b) yetimler; hayırlıdır; kardeşlerinizdir; muslihi; dileseydi; müşrik; cehenneme; mağfirete; âyetlerini
c) öksüzler; sevaptır; velîlerinizdir; mürşidi; emretseydi; inançsız; şerre; iyiliğe; hükümlerini
d) yetimler; sevimlidir; akrabalarınızdır; müslimi; sevmeseydi; dinsiz; azâba; hayra; Kur'an'ı
781- “Sana kadınların ayhalini sorarlar. De ki: ‘O, bir .......... (bir çeşit hastalıktır). Ayhalinde olan kadınlardan uzak durun (onlarla cinsî temasta bulunmayın). .......... kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah’ın size emrettiği .......... onlara yaklaşın. Şunu iyi bilin ki Allah .......... edenleri sever, temizlenenleri de sever. Kadınlarınız sizin için bir .......... Tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın. Kendinizi (temasa) önceden (iyi davranışlarla) hazırlayın. Her davranışınızda .......... korkun, bilin ki siz O’na mülâkî olacaksınız. Mü’minleri müjdele! İyi davranmanız, kötülüklerden korunmanız ve insanlar arasını düzeltmeniz gâyesiyle .......... bozmanıza Allah’ı engel kılmayın. Allah (her şeyi) işitir ve bilir. Allah sizi, yeminlerinizdeki kasıtsız yanılmadan dolayı .......... tutmaz. Lâkin .......... kazandığı şeyler ile (kötü düşüncelerden) sorumlu tutar. Allah ğafûrdur, halîmdir.“ (2/Bakara, 222-225)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) eziyettir; gusledinceye; şekilde; gusül; tarladır; Rabbinizden; sözlerinizi; mes'ul; kalplerinizin
b) rahatsızlıktır; yıkanıncaya; gibi; iman; ekininizdir; hastalıktan; ibâdetlerinizi; elinizden; davranışlarınızın
c) ezâdır; temizleninceye; yerden; tevbe; tarladır; Allah’tan; yeminlerinizi; sorumlu; kalplerinizin
d) sıkıntıdır; temizleninceye; tarzda; duâ; nimettir; günahlardan; namazlarınızı; suçlu; zihninizin
- 1298 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
782- “Eğer erkek kadını (üçüncü defa) boşarsa, ondan sonra kadın bir başka erkekle nikâhlanıp evlenmedikçe onu alması kendisine .......... olmaz. Eğer bu kişi de onu boşarsa, (her iki taraf da) Allah'ın sınırlarını muhâfaza edeceklerine inandıkları takdirde, yeniden evlenmelerinde beis yoktur. Bunlar Allah'ın .......... Allah, bunları bilmek, öğrenmek isteyenler için açıklar.“ (2/Bakara, 230) “Emzirmenin tamamlanmasını isteyen (baba) için, anneler çocuklarını iki tam .......... emzirirler. Onların beslenmesi ve giyimi iyilikle (mâruf ve uygulanan ölçüler içinde) .......... tarafına aittir. Bir insan, ancak gücü yettiğinden sorumlu tutulur. Hiçbir anne, çocuğu sebebiyle zarara uğratılmamalı, hiçbir baba da .......... yüzünden zarara girmemeli. Onun benzeri, vârise de (mirasçıya da) gerekir. Eğer ana ve baba her ikisi de birbiriyle görüşerek ve karşılıklı anlaşarak çocuğu memeden kesmek isterlerse, kendilerine günah yoktur. Çocuklarınızı (süt anne tutup) .......... istediğiniz takdirde, süt anneye vermeyi taahhüt ettiğiniz miktarı iyilikle teslim etmeniz şartıyla, üzerinize .......... yoktur. Allah’tan korkun. Bilin ki Allah, yapmakta olduklarınızı görür.“ (2/Bakara, 233) “Namazlara, (özellikle) .......... namaza devam edin. Saygı ve bağlılık içinde Allah’a kulluk edin.“ (2/Bakara, 238)
“Allah yolunda .......... ve bilin ki Allah, her şeyi işitir ve bilir.“ (2/Bakara, 244)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) helâl; sınırlarıdır; yıl; baba; çocuğu; emzirtmek; günah; orta; savaşın
b) câiz; hükümleridir; sene; baba; karısı; doyurmak; günah; farz; sarfedin
c) nikâh; yasaklarıdır; ay; anne; eşi; emzirtmek; vebal; son; yaşayın
d) haram; hudûdudur; yıl; anne; çocuğu; beslemek; sevap; ilk; okuyun
783- “Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ............ için Allah’a .......... /güzel bir borç verecek olan kim var? Allah (dilediğine) bol verir, (dilediğinden) ........... Sadece O’na döndürüleceksiniz. Mûsâ’dan sonra, Benî İsrâil’den ileri gelen kimseleri görmedin mi, ne yaptılar?! Kendileri için gönderilmiş bir ............ ‘Bize bir hükümdar gönder ki başımıza geçsin de Allah yolunda savaşalım’ dediler. ‘Size ........... yazılır/farz kılınır da ya savaşmazsanız!’ dedi. ‘Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde neden savaşmayalım?’ dediler. Üzerlerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hâriç geri dönüp kaçtılar. Allah ........... iyi bilir. Peygamberleri onlara ‘Bilin ki Allah, ............ size hükümdar gönderdi’ dedi. Bunun üzerine ‘Biz hükümdarlığa daha lâyık olduğumuz halde, kendisine servet ve ............ yönünden geniş imkânlar verilmemişken o bize nasıl hükümdar olur?’ dediler. ‘Allah sizin üzerinize onu seçti, ............ ve cüssede ona, sizden daha çok üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah her şeyi ihâta eder ve her şeyi bilendir’ dedi.“ (2/Bakara, 245-247)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) ödemesi; infak; keser; zât; düşmanlık; savaşanları; birini; mal; takvâda
b) bağışlaması; ödünç; az; komutana; emir; göndereceğini; Câlût'u; cüsse; ahlâkta
c) vermesi; karz-ı hasen; vermez; hükümdara; cihad; herşeyi; Dâvud'u; güç; malda
d) ödemesi; karz-ı hasen; kısar; peygambere; savaş; zâlimleri; Tâlût’u; zenginlik; ilimde
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1299 -
784- “Peygamberleri onlara, ‘Onun hükümdarlığının alâmeti, .......... size gelmesidir. Onun içinde Rabbinizden size bir ........... /ferahlık ve sükûnet, meleklerin taşıdığı, âl-i Mûsâ ve âl-i Hârun’un bıraktıklarından bir miktar ............ vardır. Eğer iman etmiş kimseler iseniz sizin için onlarda mutlaka bir ......... ve alâmet vardır’ dedi. Tâlût askerlerle beraber (cihad için) ayrılınca, ‘Biliniz ki Allah sizi bir ........... imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Kim ondan hiç tatmazsa bendendir (benimledir), ancak eliyle bir ......... içen de istisnâ edilmiştir (o da benimledir)’ dedi. İçlerinden pek azı müstesnâ hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve onunla beraber .......... edenler ırmağı geçince, ‘bu gün bizim ........... ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz yoktur’ dediler. Kendilerinin, sonunda Allah’ın huzuruna varacaklarını bilenler, kendi aralarında ‘nice ............ kişiler vardır ki, sayıca kendilerinden çok olan topluluklara Allah’ın ............ gâlip gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir’ dediler. Câlût ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında ‘Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır. Bize cesâret ver ki tutunalım. Kâfir kavme karşı bize yardım et’ dediler.“ (2/Bakara, 248-250)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) zaferin; güzellik; miras; delil; denizle; kova; savaş; reisimiz; kahraman; izniyle
b) peygamberin; sekîne; eser; işaret; suyla; az; cihad; silâhımız; imanlı; lutfuyla
c) tâbut’un; sekîne; bakıyye; âyet; rmakla; avuç; iman; Câlût’a; az; izniyle
d) sandığın; huzur; hayır; âyet; nehirle; tas; sabır; şeytana; güçsüz; yardımıyla
785- “Allah’ın izniyle onları ............ Dâvûd Câlût’u öldürdü. Allah ona (Dâvûd’a) ............. ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti. Eğer Allah .......... bir kısmı ile diğerlerini defetmeseydi/savıp hizaya getirmeseydi, elbette yeryüzünde ........... çıkar/nizam bozulurdu. Lâkin Allah bütün ............. lütuf ve keremi ile muâmele etmiştir.“ (2/Bakara, 251) “O .......... ki, Biz onlardan bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Allah'ın kendisi ile konuştuğu onlardandır. Bazısının derecelerini yükselttik. Meryem oğlu ........... açık mûcizeler verdik, kendisini Rûhu'l-Kudüs ile te'yid ettik/kuvvetlendirdik. Allah dileseydi o peygamberlerden sonra gelen ............ kendilerine açık belgeler geldikten sonra birbirleriyle savaşmazlardı. Fakat onlar .......... (herkes farklı görüşlere) yöneldi. Onlardan bir kısmı iman etti, bir kısmı da inkâr etti. Allah dileseydi onlar elbette savaşmazlardı. Fakat Allah murâd ettiğini yapar.“ (2/Bakara, 253)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) öldürdüler; peygamberlik; azgınlardan; isyan; yaratıklarına; insanlar; İsa'ya; mü'minler; zulmetti
b) yendiler; hükümdarlık; insanlardan; fesat; insanlığa; peygamberler; İsa'ya; toplumlar; ihtilâfa
c) sürdüler; kitap; savaşanlardan; fitne; müslümanlara; müslümanlar; peygamberi; zâtlar; mücâdeleye
d) defettiler; Zebur; zâlimlerden; savaş; peygamberlere; melekler; İsa'yı; peygamberler; akıllarına
- 1300 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
786- “Allah, kendinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır. O, .......... ve Kayyûmdur. Kendisini ne ........... yakalar, ne de uyuklama. Göklerde ve yeryüzünde bulunanların hepsi O’nundur. ............ olmadan katında hiçbir kimse ........... edemez. O, kullarının yapmakta olduklarını ve önceden yaptıklarını bilir (O’na hiçbir şey gizli kalmaz.). O’nun .......... hâriç, insanlar O’nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O’nun ............ (tahtı) gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine ağır gelmez. O, yücedir, büyüktür. Dinde ............ /zorlama (ve baskı) yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklık ve eğrilikten ayırt edilmiştir. O halde kim ........... inkâr edip Allah’a iman ederse, sağlam kulpa yapışmıştır ki, o hiçbir zaman kopmaz. Allah (her şeyi) işitir, bilir. Allah, iman edenlerin ........... Zira onları karanlıklardan kurtarıp nûra/aydınlığa çıkarır. İnkâr edip kâfir olanların dostları ise tâğuttur. Çünkü onları nûrdan/aydınlıktan alıp karanlığa götürür. Onlar .......... ehlidirler, orada devamlı kalırlar.“ (2/Bakara, 255-257)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) Hayy; uyku; izni; şefaat; dilemesi; kürsüsü; ikrâh; tâğutu; dostudur; ateş
b) Allah; unutma; emri; iman; verdiği; arşı; mecburiyet; küfrü; ilâhıdır; cehennem
c) İlâh; yorgunluk; Peygamber; şefaat; öğrettiği; saltanatı; icbâr; tâğutu; rabbidir; azâb
d) Diri; uyku; hidâyeti; iman; kitabı; cenneti; ikrâh; tâğutları; yardımcısıdır; günah
787- “........... sizi fakirlikle tehdit eder (korkutur, fakir olursunuz diyerek sadaka vermenize engel olur) ve sizin ........... olmanızı emreder. Allah ise size katından bir mağfiret ve lütuf vaad eder. Allah, her şeyi ihâta eden ve her şeyi bilendir.“ (2/Bakara, 268) “.........../fâiz yiyen kimseler (kabirlerinden), tıpkı şeytan çarpmış kimseler gibi çarpılmış olarak kalkarlar. Onların bu hali, ‘alış-veriş (ticâret) de fâiz gibidir’ demelerindendir. Oysa ki Allah, ........... helâl, fâizi haram kılmıştır. Bundan sonra kime Rabbinden bir ......... gelir de fâizden vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve işi Allah’a kalmıştır (Allah dilerse onu affeder). Kim tekrar ........... dönerse, işte onlar ateş ashâbıdır, orada devamlı kalırlar.“ (2/Bakara, 275) “Allah fâizi .......... (fâiz karışan malın bereketini giderir). ............ çoğaltır (içinde sadaka verilen malları bereketlendirir). Allah (günahta ısrar eden) günahkâr ............. hiçbirini sevmez.“ (2/Bakara, 276)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) Nefsiniz; cimri; katlanmış; alışverişi; emir; şirke; azaltır; infâkı; ribâcıların
b) kâfirler; günahkârlar; ribâ; rızkı; hüküm; haramlara; yasaklar; hayırları; fâizcilerin
c) tâğut; kâfir; haram; çalışmayı; izin; haramlara; siler; ticareti; insanların
d) şeytan; cimri; ribâ; ticâreti; öğüt; fâize; mahveder; sadakaları; kâfirlerin
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1301 -
788- “Göklerde ve yerde bulunanların hepsi Allah’ın ............ Gönlünüzde olanları açığa vursanız da gizleseniz de (fark etmez), Allah onunla sizi ........... çeker, sorgudan sonra dilediğini affeder, dilediğine de azap eder. Allah her şeye kaadirdir. Gönderilen Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, .......... de iman ettiler. Onlardan her biri Allah’a, O’nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. (Biz de onun için) “mağfiretini niyaz ederiz. ........... yalnızca Sanadır’ dediler. Allah her şahsa, ancak .......... yettiği kadar sorumluluk yükler. Herkesin kazandığı, kendi lehine, veya aleyhinedir. (Bundan sonra şöyle duâ edin:) ‘Ey Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi ........... çekme (mağfiret et). Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de .......... yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bizim gücümüzün yetmediği işlerden bizi ........... tutma, bizi affet, bizi bağışla, bize merhamet et. Çünkü Sen, bizim ............ /dostumuz ve yardımcımızsın. Kâfir kavimlere karşı bize yardım et.“ (2/Bakara, 284-286)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) ihsânıdır; hesaba; sahâbîler; kulluğumuz; imkânı; sorguya; büyük; azâba; ilâhımızsın
b) yarattıklarıdır; sorguya; ümmetler; hesabımız; gücü; günaha; taşınamayacak; mes'ul; Rabbimiz
c) mülküdür; hesaba; mü’minler; dönüş; gücü; hesaba; ağır; sorumlu; mevlâmızsın
d) kuludur; imtihana; melekler; ibâdet; kuvveti; imtihana; zor; imtihana; velîmizsin
789- “(Rasûlüm!) O, sana Kitab’ı .......... ile ve önceki kitapları .......... edici olarak tedrîcen indirmiş; (3/Âl-i İmrân, 3) Daha önce de, insanlara doğru .......... göstermek üzere Tevrât ile İncil’i ve hakkı bâtıldan .......... eden hükümleri göndermiştir. Bilinmeli ki, Allah’ın âyetlerini .......... edenler için şiddetli bir .......... vardır. Allah, .......... vermede mutlak .......... sahibidir.“ (3/Âl-i İmrân, 4)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) Cebrâil; kabul; inancı; tefrik; kabul; cehennem; karşılık; adâlet
b) Melek; iman; hükmü; temyiz; iman; cezâ; ödül; merhamet
c) doğru; kabul; hayatı; ayırt; ihmal; fitne; musîbetleri; izzet
d) hak; tasdik; yolu; ayırt; inkâr; azap; cezâları; güç
- 1302 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
790- “Sana Kitabı indiren .......... . O'ndan Kitabın .......... (temeli) olan bir kısım âyetler ..........; diğerleri ise müteşabihtir/benzeşenlerdir. Kalplerinde bir .......... /kayma olanlar .......... çıkarmak ve olmadık .......... /yorumlarını yapmak için ondan .......... olanına uyarlar. Oysa onun .......... Allah'tan başkası bilemez. İlimde .......... olanlar (derinleşenler) ise: ‘Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır’ derler. Temiz .......... sahiplerinden başkası öğüt alıp düşün(e)mez.“ (3/Âl-i İmrân, 7)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) O'dur; anası; muhkemdir; eğrilik; fitne; te’vilini; müteşabih; te’vilini; râsih; akıl
b) Allah'tır; esası; muhkemdir; bozukluk; fesat; anlamını; muhkem; açıklamasını; seviyeli; akıl
c) meleklerdir; hükmü; kolaydır; hastalık; olay; tefsirini; karışık; izahını; derinleşmiş; iman
d) Cebrâil'dir; anası; vardır; fitne; zorluk; açıklamasını; mecaz; tefsirini; zirve; vicdan
791- “Gerçek şu ki, .......... Adem’i ve .........., İbrâhim âilesini ve .......... ailesini seçip bütün insanlığın üzerinde bir .......... çıkardı.“ (3/Âl-i İmrân, 33) “Âlemler içinde .......... olsun Nûh'a. (37/Sâffât, 79) Gerçekten Biz ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz. (37/Sâffât, 80) Şüphesiz o, Bizim .......... olan kullarımızdandı.“ (37/Sâffât, 81) “..........karısı şöyle demişti: ‘Rabbim! Karnımdakini tümüyle .......... bir kul olarak sırf Sana .......... . Adağımı kabul buyur. Şüphesiz (niyâzımı) hakkıyla işiten ve (niyetimi) bilen Sensin.“ (3/Âl-i İmrân, 35)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) Allah; İsa'yı; İsrâil; dereceye; yüce; müttakî; Zekeriyyâ'nın; sâlih; vakfettim
b) Rabbin; Mûsâ'yı; İsmail; seviyeye; örnek; sâlih; İmrân'ın; güzel; verdim
c) Allah; Nûh’u; İmrân; konuma; selâm; mü’min; İmrân’ın; hür; adadım
d) Yaratıcı; Nûh'u; İmrân; yüksekliğe; müjde; elçimiz; Peygamber'in; iyi; ısmarladım
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1303 -
792- “Fakat çocuğu kız olarak doğurunca, Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilmekte iken: ‘Rabbim onu kız doğurdum, (Beyt-i Makdis’e hizmet bakımından) erkek kız gibi değildir. Ona .......... adını verdim. O’nu ve .......... lânetlenmiş .......... karşı korumanı diliyorum’ dedi.“ (3/Âl-i İmrân, 36) “Rabbi Meryem’e hüsn-i .......... gösterdi; onu güzel bir .......... olarak yetiştirdi. .......... da onun bakımı ile görevlendirdi. Zekeriyyâ, onun yanına, .......... her girişinde orada bir .......... bulur ve ‘Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?’ der; o da: ‘Bu, .......... tarafındandır, çünkü Allah, dilediğine sayısız rızık verir’ derdi.“ (3/Âl-i İmrân, 37)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) İsa; annesini; İblise; zan; insan; Zekeriyyâ'yı; mescide; nimet; Allah
b) Meryem; soyunu; şeytana; kabul; bitki; Zekeriyyâ’yı; mâbede; rızık; Allah
c) Meryem; Zekeriyyâ'yı; şeytana; teveccüh; çiçek; Yahyâ'yı; mihrâba; rızık; melek
d) İsa; çocuğunu; yahûdilere; kabul; çocuk; Zekeriyyâ'yı; câmiye; yiyecek; Allah
793- “Orada Zekeriyyâ, Rabbine duâ etti: ‘Rabbim! Bana tarafından .......... bir nesil bağışla. Sen, .......... hakkıyla işitensin.“ (3/Âl-i İmrân, 38) “Zekeriyyâ, .......... durmuş namaz kılarken .......... ona şöyle nidâ ettiler: ‘Allah sana, Kendisi tarafından gelen bir .......... tasdik edici, efendi, iffetli ve sâlihlerden bir .......... olarak Yahyâ’yı müjdeler.“ (3/Âl-i İmrân, 39) “Zekeriyyâ, ‘Rabbim! dedi, bana .......... gelip çattığına, üstelik karım da kısır olduğuna göre benim nasıl .......... olabilir?’ Allah şöyle buyurdu: ‘Öyle de olsa, Allah dilediğini yapar.“ (3/Âl-i İmrân, 40)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) hayırlı; duâyı; mihrapta; melekler; Kelime’yi; peygamber; ihtiyarlık; oğlum
b) müslüman; kullarını; mescidde; melekler; peygamberi; sâlih; ölüm; çocuğum
c) sâlih; herşeyi; câmide; insanlar; Kitabı; insan; yaşlılık; oğlum
d) güzel; sözleri; mihrapta; ruhlar; dini; zât; hastalık; çocuğum
- 1304 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
794- “Zekeriyyâ: ‘Rabbim! (Oğlum olacağına dâir) bana bir .......... ver’ dedi. Allah buyurdu ki: ‘Senin için alâmet, insanlara, .......... gün, işaretten başka söz söylememendir. Ayrıca Rabbini çok .........., sabah akşam tesbih et.“ (3/Âl-i İmrân, 41) “.........., İsrailoğullarının küfrünü, Allah’ın gönderdiği gerçekleri örtbas etme temâyüllerini .......... edince sordu: ‘Kim Allah .......... benim yardımcılarım olacak?’ Havârîler dediler ki: ‘Biziz Allah’ın yardımcıları (Allah yolunda senin yardımcıların biz olacağız). Allah’a .......... ettik. Sen de .......... ol ki şüphesiz biz ...........“ (3/Âl-i İmrân, 52)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) söz; beş; an; Zekeriyyâ; merak; uğruna; kulluk; şâhit; mâsumuz
b) işaret; yedi; düşün; İsa; his; için; duâ; râzı; mü'minleriz
c) alâmet; üç; zikret; İsa; fark; yolunda; iman; şâhit; müslümanlarız
d) özellik; dört; zikret; Meryem; nazar; için; havâle; emin; müslümanız
795- “Ey Rabbimiz! Bize .......... inandık ve bu .......... uyduk. O halde bizi .......... şâhitlik yapanlarla .......... tut.“ (3/Âl-i İmrân, 53) “(Yahûdiler gizlice) .......... (tuzak, hile, plan, strateji) kurdular; .......... da onların mekrine karşılık verdi. Allah mekr edenlerin en .......... /güçlü olanıdır.“ (3/Âl-i İmrân, 54)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) gönderdiğine; kitaba; mazlumlara; eşit; mekr; müslümanlar; üstünü
b) indirdiğine; elçiye; hakikate; bir; mekr; Allah; hayırlı
c) bildirdiğine; peygambere; İslâm'a; beraber; hile; onlar; büyüğü
d) yolladığına; dine; sen; aynı; mekr; İsa; yücesi
796- “Artık kim Allah’a karşı .......... edip yalan .........., işte bunlar, .......... ta kendisidirler. (3/Âl-i İmrân, 94) De ki: ‘Allah .......... söylemiştir. Öyle ise, .......... yönelmiş olarak (bâtıl olan her şeyden yüz çeviren, Allah’la birlikte başka şeylerin ilahlığını da tanımayan) .......... dinine/inanç sistemine .......... . O, .......... değildi.“ (3/Âl-i İmrân, 95)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) zulm; söylerse; münâfıkların; hakkı; Allah'a; İsa'nın; koşun; dalâlette
b) iftira; konuşursa; fâsıkların; doğru; kıbleye; peygamberlerin; uyun; zâlim
c) yalan; atfederse; kâfirlerin; söyleyeceğini; İslâm'a; İslâm; girin; kâfirlerden
d) iftira; uydurursa; zâlimlerin; doğruyu; hakka; İbrâhim’in; uyun; müşriklerden
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1305 -
797- *“Hep birlikte Allah’ın .......... (İslâm’a, Kur’an’a) sımsıkı yapışın; .......... . Allah'ın size olan nimetlerini .......... : Hani siz birbirinize .......... kişiler idiniz de O, gönüllerinizi .......... ve O'nun nimeti sâyesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir .......... çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size .......... böyle açıklar ki .......... yolu bulasınız.“ (3/Âl-i İmrân, 103) “Kendilerine apaçık .......... geldikten sonra parçalanıp .......... ederek ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için pek büyük bir .......... vardır.“ (3/Âl-i İmrân, 105)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) ipine; parçalanmayın; hatırlayın; düşman; birleştirmiş; ateş; âyetlerini; doğru; deliller; ihtilâf; azap
b) dinine; bölünmeyin; zikredin; kardeş; uzaklaştırmış; cehennem; hükümlerini; hidâyet; âyetler; düşmanlık; günah
c) ipine; parçalanmayın; düşünün; söven; uzlaştırmış; küfür; emirlerini; güzel; yasaklar; düşmanlık; azap
d) kitabına; birleşin; hatırlayın; kavgalı; yaklaştırmış; azap; kitabını; doğru; âyetler; kavga; günah
798- “Sizden, hayra .......... eden, emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker yapan (iyiliği .......... kötülüğü .......... eden) bir topluluk bulunsun. İşte onlar .......... erenlerdir.“ (3/Âl-i İmrân, 104) “Siz, .......... iyiliği için ortaya çıkarılmış en .......... ümmetsiniz; emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker yapar ve Allah’a iman edersiniz. Ehl-i kitap da .......... etseydi, elbet bu, .......... için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) pek çoğu .......... /yoldan çıkmışlardır.“ (3/Âl-i İmrân, 110)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) dâvet; emredip; men; cennete; dünyanın; mü’min; dâvet; kendileri; müşriktir
b) tavsiye; teşvik; men; sevaba; kavimlerin; güzel; kabul; sizin; sapıktır
c) teşvik; emredip; yasak; cennete; müslümanların; doğru; kabul; İslâm; kâfirdir
d) dâvet; emredip; men; kurtuluşa; insanların; hayırlı; iman; kendileri; fâsıktır
799- “.......... , ancak bir peygamberdir. Ondan .......... de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o .......... ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi .......... ? Kim (böyle) geri dönerse, .......... hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah, .......... mükâfatlandıracaktır.“ (3/Âl-i İmrân, 144)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) Peygamberler; evvel; yaralanır; geçeceksiniz; İslâm’a; mü’minleri
b) Muhammed; önce; ölür; döneceksiniz; Allah'a; şükredenleri
c) Rasûlullah; yüzlercesi; öldürür; döneceksiniz; müslümanlara; peygamberlerini
d) Muhammed; önce; yaralanır; inanacaksınız; peygambere; müttakîleri
- 1306 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
800- *“Allah'ın .......... ve kazâsı (izni) olmadıkça hiçbir kimseye .......... yoktur. O (ölüm), belli bir .......... /süreye göre yazılmıştır. Her kim, dünya .......... isterse, kendisine ondan veririz; kim de âhiret .......... isterse ona da bundan veririz. Biz, .......... mükâfatlandıracağız.“ (3/Âl-i İmrân, 145)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) eceli; ölüm; zamana; rahatını; güzelliğini; şükredenleri
b) irâdesi; cehennem; ecele; zenginliğini; zenginliğini; müslümanları
c) emir; ölmek; ecele; nimetini; sevabını; şükredenleri
d) hükmü; ecel; vakte; güzelliğini; güzelliğini; müttakîleri
801- “Allah’tan bir .......... ile onlara .......... davrandın. Şâyet kaba, katı .......... olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından .......... giderlerdi. Şu halde onları ..........; bağışlanmaları için .......... et; (umuma ait) işlerde onlarla .......... et, onlara danış. Artık .........., kararını verdiğin zaman da Allah'a .......... et, O’na dayanıp güven. Çünkü Allah, tevekkül edenleri kendisine .......... sever.“ (3/Âl-i İmrân, 159)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) lütuf; sıcak; sözlü; koşup; affetme; terk; sulh; niyetlenip; ilticâ; koşanları
b) rahmet; yumuşak; vicdanlı; küfredip; yakala; müsâade; mücâdele; hükmünü; duâ; inananları
c) nimet; güzel; sert; kaçıp; bırak; duâ; alışveriş; azmedip; mürâcaat; bağlananları
d) rahmet; yumuşak; yürekli; dağılıp; affet; duâ; istişâre; azmettiğin; tevekkül sığınanları
802- “Eğer Allah size .......... ederse, artık size .......... gelecek kimse .......... Ve eğer size yardımını .........., bundan sonra size kim .......... edebilir? Mü’minler ancak Allah’a .......... etmeli, sadece O’na güvenip ..........“ (3/Âl-i İmrân, 160)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) yardım; gâlip; yoktur; keserse; yardım; tevekkül; dayanmalıdır
b) merhamet; küfürle; olmaz; gönderirse; zarar; iman; inanmalıdır
c) lutuf; silâhla; olmayacaktır; keserse; hidâyet; duâ; kurtulmalıdır
d) rahmet; mağlûp; bulunmaz; ertelerse; yardım; yardım; durmalıdır
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1307 -
803- “Allah'ın, .......... /kereminden kendilerine verdiklerini (infakta) .......... edip cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o, kendileri için .......... ; tersine bu onlar için .......... /kötüdür. Buhl edip cimrilik ettikleri şey de .......... gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin .......... Allah'ındır. Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.“ (3/Âl-i İmrân, 180)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) nimetinden; kıskançlık; fazilettir; musîbettir; kıyâmet; hazineleri
b) ihsânından; sıkılık; sevaptır; günahtır; âhiret; içindekiler
c) fazlından; buhl; hayırlıdır; şerdir; kıyâmet; mîrâsı
d) lütfundan; acele; güzeldir; zararlıdır; savaş; mülkü
804- “Ey iman edenler, .......... ; direnip (düşman karşısında) .......... gösterin; .......... yapın, .......... için hazır olun (sınırlarda nöbet bekleşin; birbirinize bağlanın, kenetlenin, irtibatlı olun) ve Allah’tan .......... edin/korkun. Umulur ki .......... /kurtuluşa erersiniz.“ (3/Âl-i İmran, 200)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) mü’mince; kahramanlık; ribat; cennet; murâbata; cennete
b) sabredin; sebât; murâbata; cihad; ittika; felâha
c) savaşın; direnç; savaş; gâlibiyet; istiâne; rahmete
d) affedin; sabrınızı; istişâre; savaş; murâbata; felâha
805- “Ey insanlar! Sizi bir tek .......... /candan yaratan, ondan da yine onun .......... vücuda getiren ve ikisinden birçok erkek ve kadın .......... Rabbiniz (e karşı gelmek)den .......... edin/çekinin. Kendisi (nin adını öne sürmek sûreti) ile birbirinize .......... bulunduğunuz Allah’tan ve .......... (bağlarını kesmek)ten .......... Çünkü Allah sizin üzerinizde tam bir .......... “ (4/Nisâ, 1)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) nefisden; zevcesini; türeten; ittika; dileklerde; akrabalık; sakının; gözeticidir
b) çamurdan; yardımcısını; yaratan; uzak; duâda; kan; uzaklaşın; rabdir
c) ruhtan; eşini; vareden; hayâ; adakta; kardeşlik; kaçının; merhametlidir
d) özden; arkadaşını; olarak; vazgeçin; hayırda; güzellik; dönün; affedicidir
- 1308 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
806- “Kadınlarınızdan .......... yapanlara karşı aranızdan .......... şâhit getirin. Eğer şâhitlik ederlerse, o .......... ölüm alıp götürünceye veya Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde ..........“ (4/Nisâ, 15) “İçinizden fuhuş yapan her iki tarafa .......... verin; eğer .......... eder, uslanırlarsa artık onlara cezâ verip .......... etmekten vazgeçin. Çünkü Allah tevbeleri çok kabul eden ve merhamet edendir.“ (4/Nisâ, 16) “Zinâ eden kadın ve zinâ eden erkekten her birine .......... sopa vurun; Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsanız, Allah’ın .......... (hükümlerini uygularken) onlara acıyacağınız tutmasın. Mü’miinlerden bir grup da onlara uygulanan cezâya .......... olsun.“ (24/Nûr, 2)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) ahlâksızlık; iki; ahlâksızları; dövün; yol; zinâ; zinâ; kırk; emrini; râzı
b) zinâ; erkek; zinâkârları; tutun; cezâ; usluluk; fenâlık; hafifçe; indirdiği; hazır
c) fuhuş; dört; kadınları; hapsedin; cezâ; tevbe; eziyet; yüz; dininde; şâhit
d) nâmussuzluk; üç; fâhişeleri; cezâlandırın; zorluk; pişmanlık; idam; şiddetli; emrettiği; gözcü
807- “Ey iman edenler! Karşılıklı .......... dayanan .......... olması hâli müstesnâ, mallarınızı, .......... (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin. Ve .......... /kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, size .......... edecektir.“ (4/Nisâ, 29) “Kim düşmanlık ve .......... ile bunu (haram yemeyi veya öldürmeyi) yaparsa (bilsin ki) onu .......... koyacağız; bu Allah’a çok ..........“ (4/Nisâ, 30) “Allah, alış-verişi .........., ribâyı/.......... de haram kıldı.“ (2/Bakara, 275)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) anlaşmaya; durum; zulüm; canınızı; yardım; zulüm; cehenneme; yakışır; câiz; fâizi
b) rızâya; ticâret; bâtıl; nefsinizi; merhamet; haksızlık; ateşe; kolaydır; helâl; fâizi
c) güvene; anlaşma; haram; nefsinizi; lutuf; zorbalık; azâba; uygundur; helâl; tefeciliği
d) itimada; alış-veriş; bâtıl; rûhunuzu; yardım; haksızlık; cehenneme; güzeldir; yasal; karaborsayı
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1309 -
808- “Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine .......... kılması sebebiyle ve erkekler mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların .......... (yöneticisi ve koruyucusudur). Onun için .......... kadınlar itaatkârdır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de nâmuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından .......... ettiğiniz kadınlara .......... verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların .......... başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.“ (4/Nisâ, 34) “Eğer karı-kocanın aralarının .......... korkarsanız, erkeğin âilesinden bir .......... ve kadının âilesinden bir hakem gönderin. Bunlar .......... isterlerse Allah aralarını bulur. Şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.“ (4/Nisâ, 35)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) faziletli; reisi; müslüman; şüphe; güven; dışında; bozulmasından; erkek; düzeltmek
b) güçlü; başkan; mü'mine; güvensizlik; imkân; hâricinde; kötüleşmesinden; adam; ıslah
c) hâkim; lider; olgun; şüphe; iman; üzerine; düzelmesinden; ihtiyar; huzur
d) üstün; kavvâmıdır; sâliha; endişe; öğüt; aleyhine; açılmasından; hakem; barıştırmak
809- “Allah size, mutlaka .......... ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman .......... hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğütler veriyor! Allah’ın size yapılmasını .......... ettiği şey, mutlaka en güzeldir. Şüphesiz Allah her şeyi işiten ve her şeyi görendir.“ (4/Nisâ, 58) “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan .......... (emir sahiplerine/idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah’a ve .......... gerçekten inanıyorsanız onu Allah’a ve Rasûl’e götürün (onların tâlimâtına göre halledin); bu hem daha .......... hem de netice bakımından daha güzeldir.“ (4/Nisâ, 59) “Biz .......... göklere, yere, dağlara yükledik; onlar buna riâyetsizlikten çekindiler, (ihânet etmekten) .......... (Fakat) insan, (kendisine yüklenen emânete) ihânet etti. Böylece insan, hem çok .......... hem de çok câhil olduğunu ispatladı.“ (33/Ahzâb, 72)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) emânetleri; adâletle; tavsiye; ülü'l-emre; âhirete; hayırlı; emâneti; korktular; zâlim
b) memleketi; Kur'an'la; emr; halifelere; Peygambere; faydalı; Kur'an'ı; kaçındılar; günahkâr
c) emâneti; doğrulukla; hükm; âmirlere; Kur'an'a; önemli; İslâm'ı; korkmadılar; cesur
d) yönetimi; İslâm'la; murâd; yetkililere; İslâm'a; sevap; halifeliği; çekindiler; bilgili
- 1310 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
810- “Sizi .......... duranlar; eğer size Allah'tan bir ........... /(zafer (nasip) olursa, 'sizinle beraber değil miydik' derler. .......... (zaferden) bir nasipleri olursa (bu sefer de onlara), 'sizi yenip (öldürebileceğimiz halde) .......... korumadık mı?' derler. Artık Allah .......... gününde aranızda .......... ve kâfirler için mü'minler aleyhine asla bir yol/fırsat vermeyecektir.“ (4/Nisâ, 141) “Allah -ki, O’ndan başka ilâh/tanrı yoktur- sizi mutlaka kıyâmet gününde bir araya .......... Bunda şüphe yoktur. Allah’tan daha doğru .......... kim olabilir?“ (4/Nisâ, 87)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) araştırıp; gâlibiyet; kendilerinin; kâfirlerden; âhiret; olacaktır; getirecektir; hükümlü
b) gözetleyip; fetih; kâfirlerin; mü'minlerden; kıyâmet; hükmedecektir; toplayacaktır; sözlü
c) görüp; fütûhat; dostlarının; münâfıklardan; hesap; bulunacaktır; koyacaktır; varlık
d) seyredip; yardım; münâfıkların; müşriklerden; cezâ; konuşacaktır; toplayacaktır; hükmeden
811- “Ey iman edenler, Allah’tan .......... ve O'na .......... (yaklaşma yolu) arayın ve O’nun yolunda .......... edin, umulur ki böylece .......... erersiniz., “ (5/Mâide, 35) “Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık bir .......... ve Allah'tan, (başkalarına) bir .......... olmak üzere ........... kesin. Allah izzet ve hikmet sahibidir. Kim (bu) haksız davranışından sonra .......... eder ve durumunu düzeltirse şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Allah çok bağışlayan ve .......... edendir. Bilmez misin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsinin .......... Allah'a âittir; dilediğine .......... eder ve dilediğini bağışlar. Allah her şeye hakkıyla kaadirdir.“ (5/Mâide, 38-40)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) korkun; tevessül; mücâdele; mutluluğa; cezâ; örnek; saçlarını; af; ikram; ücreti; merhamet
b) korkun; vesile; cihad; kurtuluşa; cezâ; ibret; ellerini; tevbe; merhamet; mülkiyeti; azap
c) sakının; ibâdetle; gayret; cennete; sonuç; ibret; elini; şükür; yardım; mülkü; lütuf
d) çekinin; takvâ; savaş; huzura; suç; örnek; ayağını; istiğfar; rahmet; sahibi; ikram
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1311 -
812- “Sana da, daha önceki .......... doğrulamak ve onu korumak üzere Kitab'ı (Kur'an'ı) .......... . Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile .......... ; sana gelen hakkı/gerçeği bırakıp da onların .......... /arzularına uyma. (Ey ümmetler!) Her birinize bir .......... ve bir yol verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek .......... yapardı; fakat size verdiğinde (Şeriatler ve yolda sizi deneyip imtihan etmek için (böyle yaptı). Öyleyse ........../iyi işlerde birbirinizle yarışın. Hepinizin .......... Allah'adır. Artık size, üzerinde .......... düştüğünüz şeyleri (n gerçek tarafını) O .......... verecektir.“ (5/Mâide, 48)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) Tevrat’ı; indirdik; uygula; isteklerine; din; grup; ibâdette; duâsı; çalışmaya; hüküm
b) indirilenleri; indirdik; hükmet; keyiflerine; kitap; cemaat; güzel; sevgisi; ihtilâfa; bilgi
c) kitapları; verdik; yönet; hevâsına; hidâyet; canlı; takvâda; yönelişi; çekişmeye; karar
d) kitabı; gönderdik; hükmet; hevâlarına; şeriat; ümmet; hayırda; dönüşü; ayrılığa; haber
813- (Sana şu tâlimâtı verdik:) Aralarında Allah'ın .......... ile hükmet ve onların hevâlarına/arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmında seni .......... dikkat et. Eğer (hükümden) .......... bil ki (bununla) Allah ancak, .......... bir kısmını onların başına .......... etmek ister. İnsanların birçoğu da zâten .......... /yoldan çıkmışlardır.“ (5/Mâide, 49) “Yoksa onlar .......... hükmünü/.......... mi istiyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, .......... daha güzel .......... /yönetimi olan kim olabilir?“ (5/Mâide, 50)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) indirdiği; saptırmamalarına; yüzçevirirlerse; günahlarının; belâ; fâsıktır; câhiliyye; yönetimini; Allah’tan; hükmü
b) kitabı; terkettirmemelerine; vazgeçerlerse; suçlarının; musallat; kâfirdir; küfür; idaresini; İslâm’dan; kanunu
c) Kur’an’ı; bıraktırmamalarına; cayarlarsa; küfürlerinin; isnat; müşriktir; câhiliyye; idaresini; Kur’an’dan; şeriatı
d) dini; vazgeçirmelerine; saparlarsa; hatalarının; iâde; şeriatten; cehâlet; işlerini; Peygamberden; elçiliği
- 1312 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
814- “Görmediler mi ki, onlardan önce .......... size vermediğimiz bütün .......... kendilerine verdiğimiz, gökten üzerlerine bol bol .......... indirip evlerinin altından .......... akıttığımız nice nesilleri .......... ettik. Biz onları, .......... sebebiyle helâk ettik ve onların ardından başka .......... yarattık.“ (6/En’âm, 6) “İbrâhim, babası ..........: ‘Birtakım putları .......... mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni de kavmini de apaçık bir .......... içinde görüyorum’ demişti.“ (6/En’âm, 74)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) Mekke’de; güzellikleri; nimet; zenginlikler; yok; şirkleri; insanlar; İsmail’e; mâbudlar; dalâlet
b) yaşayan; nimetleri; rahmet; sular; var; şirkleri; kavimler; için; rab; küfür
c) yeryüzünde; imkânları; yağmurlar; ırmaklar; helâk; günahları; nesiller; Âzer’e; tanrılar; sapıklık
d) arzda; dünyayı; hidâyet; nurlar; var; zulümleri; varlıklar; Ya’kub’a; ilâh; hata
815- “Çardaklı ve çardaksız (asmalı ve asmasız üzüm) .........., ürünleri çeşit çeşit .......... , ekinleri birbirine benzer ve .......... biçimde zeytin ve narları .......... O’dur. Her biri .......... verdiği zaman .......... yiyin. Devşirilip toplandığı gün de .......... (zekât ve sadakasını) verin, fakat .......... etmeyin. Çünkü Allah .......... /israf edenleri .......... .“ (6/En’âm,
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) bahçeleri; hurmaları; benzemez; yaratan; ürün; meyvesinden; hakkını; israf; müsrifleri; sevmez
b) sularını; ağaçları; güzel; vareden; meyve; onlardan; infakını; savurganlık; cimrileri; affetmez
c) nimetini; meyveleri; benzersiz; yetiştiren; hurma; meyvelerden; gerekeni; israf; çokça; bağışlamaz
d) bahçeleri; meyveleri; muhteşem; üreten; meyve; meyvelerden; meyveleri; cimrilik; cimrileri; beğenmez
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1313 -
816- “Ey Âdem oğulları! Size ……… yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. ……… elbisesi ise daha ……… İşte bunlar, Allah’ın âyetlerindendir. Belki düşünüp ……… alırlar (diye onları indirdi).“ (7/A’râf, 26) “Ey Âdem oğulları! ………, ana)babanızı (Âdem ve Havvâ’yı), çirkin yerlerini ……… göstermek için elbiselerini ……… cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtıp bir ……… /belâya düşürmesin. Çünkü o ve ………, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz Biz şeytanları ……… etmeyenlerin dostları kıldık.“ (7/A’râf, 27)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) ayıp; takvâ; güzeldir; elbise; Allah; onlara; unutturarak; fitneye; taraftarları; ibâdet
b) avret; hayâ; iyidir; ibret; Rabbiniz; size; çıkartarak; musibete; Allah; itaat
c) çıplak; cennet; süslüdür; hikmet; İblis; Âdem’e; süsleyerek; sıkıntıya; melek; infak
d) çirkin; takvâ; hayırlıdır; öğüt; şeytan; kendilerine; soyarak; fitneye; kabilesi; iman
817- “Âd kavmine de kardeşleri ……… (gönderdik). O, (kavmine) dedi ki: ‘Ey kavmim! Allah’a ibâdet/kulluk edin, sizin O’ndan başka ……… /tanrınız yoktur. (Hâlâ O’na karşı gelmekten) sakınmayacak mısınız?“ (7/A’râf, 65) “Kavminden ……… gelen kâfirler dediler ki: ‘Biz seni bir ……… içinde görüyoruz ve gerçekten seni yalancılardan sanıyoruz.“ (7/A’râf, 66) “(Bunun üzerine Hûd): ‘Ey kavmim! dedi, bende beyinsizlik yoktur, fakat ben âlemlerin Rabbinin gönderdiği bir ………“ (7/A’râf, 67) “……… kavmine de kardeşleri Sâlih’i (peygamber olarak gönderdik). Dedi ki: ‘Ey kavmim! Allah’a ……… edin, sizin O’ndan başka ilâhınız/tanrınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir ……… gelmiştir. İşte o da, size bir mûcize olarak (gönderilmiş) Allah’ın şu ……… Onu (kendi haline) bırakın, Allah’ın arzında yesin (içsin). Sakın ona herhangi bir kötülükle dokunmayın; sonra sizi acıklı bir ……… yakalar. (7/A’râf, 73)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) Sâlih’i; rabbiniz; önde; sapıklık; insanım; Semûd; ibâdet; hüküm; mûcizesidir; helâk
b) Hûd’u; ilâhınız; cehennemden; yanlışlık; peygamberim; Âd; itaat; kitap; dinidir; cehennem
c) Hûd’u; ilâhınız; ileri; beyinsizlik; peygamberim; Semûd; kulluk; delil; devesidir; azap
d) İbrâhim’i; yaratıcınız; kılıçla; hayalcilik; liderim; Medyen; iman; deve; emanetidir; ateş
- 1314 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
818- “……… da (peygamber olarak) gönderdik. Kavmine dedi ki: ‘Sizden önce âlemlerden hiç birinin yapmadığı fuhşu mu yapıyorsunuz?“ (7/A’râf, 80) “Çünkü siz ……… bırakıp da şehvetle erkeklere gidiyorsunuz. Doğrusu siz, haddi aşan (azgın) bir kavimsiniz.“ (7/A’râf, 81) “Kavminin cevabı: ‘Onları (Lût’u ve ona inanan taraftarlarını) memleketinizden çıkarın, çünkü onlar fazla ……… insanlarmış!’ demelerinden başka bir şey olmadı.“ (7/A’râf, 82) “Biz de onu ve ……… başka âile efrâdını (iman edenleri) kurtardık. Çünkü karısı geride kalanlardan (kâfirlerden) idi.“ (7/A’râf, 83) “Ve üzerlerine (taş) yağmuru yağdırdık. Bak ……… sonu nasıl oldu!“ (7/A’râf, 84) “……… (oğullarına) da kardeşleri Şuayb’ı (peygamber olarak gönderdik). Dedi ki: ‘Ey kavmim! Allah’a ibâdet/……… edin. Sizin O’ndan başka ilâhınız/tanrınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir ……… gelmiştir: Artık ölçüyü ……… tam yapın. İnsanların eşyalarını eksik vermeyin. Islah edildikten sonra yeryüzünde ……… /bozgunculuk yapmayın. Eğer inananlardan iseniz bunlar sizin için daha hayırlıdır.“ (7/A’râf, 85)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) Şuayb’ı; evliliği; dürüst; kâfirlerden; müşriklerin; Semûd; iman; hüküm; kaçırmayın; kâfirlik
b) Lût’u; kadınları; temizlenen; karısından; günahkârların; Medyen; kulluk; delil; tartıyı; ifsâd
c) Mûsâ’yı; nikâhı; akıllı; oğlundan; kâfirlerin; Lût; itaat; mûcize; ölçün; taşkınlık
d) Lût’u; eşlerinizi; ahlâklı; eşinden; putperestlerin; Âd; infak; deve; dosdoğru; gâvurluk
819- “Onlara (yahûdilere) kendisine ……… verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de ……… tâkibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin (………) haberini oku. Dileseydik elbette onu ……… yükseltirdik. Fakat o, yere saplandı ve hevâsınınn/……… peşine düştü. Onun durumu, üstüne varsan da, kendi haline bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan ……… durumu gibidir. İşte âyetlerimizi yalanlayan ……… durumu budur. Bu ……… anlat, umulur ki düşünür, ……… alırlar. Âyetlerimizi yalanlayan ve kendilerine ……… olan kavmin durumu ne kötüdür!“ (7/A’râf 175-177),
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) âyetlerimizden; şeytanın; Bel’am’ın; âyetlerle; hevesinin; köpeğin; kavmin; kıssayı; ibret; zulmetmekte
b) ilim; kâfirlerin; Sâmirî’nin; göklere; nefsinin; eşeğin; kâfirlerin; âyetleri; hisse; zararda
c) akıl; müşriklerin; Bel’am’ın; yücelere; arzusunun; kedinin; Bel’am’ın; hidâyeti; akıl; kastı
d) hidâyet; azgınların; Bel’am’ın; peygamberliğe; nefsinin; hayvanın; Karun’un; dini; öğüt; güveni
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1315 -
820- “Esmâü’l-Hüsnâ (En güzel isimler) Allah’ındır. O’nu o ……… çağırın (adlandırın). O’nun isimleri konusunda ……… (eğriliğe) sapanları bırakın. Onlar yaptıklarının ……… göreceklerdir.“ (7/A’râf, “Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamber’e ……… etmeyin. (Sonra) bile bile kendi ……… hâinlik etmiş olursunuz.“ (8/Enfâl, 27) “İyi bilin ki ……… ve çocuklarınız birer ……… /imtihandan ibârettir. Allah yanında ise büyük ……… /mükâfatlar vardır.“ (8/Enfâl, 28)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) âyetlerle; küfre; karşılığını; inançsızlık; dininize; hanımlarınız; belâdan; cennetler
b) duâlarla; dalâlete; ürününü; itaatsizlik; cennetinize; babalarınız; sınavdan; ödüller
c) adlarla; yanlışlığa; suçunu; düşmanlık; huzurunuza; sağlığınız; cezâdan; sevaplar
d) isimlerle; ilhâd’a; cezâsını; hâinlik; emânetlerinize; mallarınız; fitneden; ecirler
821- “Bu arada ikisi ……… kendisine bir rahmet verdiğimiz ve kendisine ……… öğrettiğimiz ……… birini buldular.“ (18/Kehf, 65) “Mûsâ ona: “Sana öğretileni bana ……… götüren bir bilgi olarak öğretmen için peşinden gelebilir miyim?“ dedi.“ (18/Kehf, 66) “O: ‘Sen doğrusu benim yaptıklarıma ………, bilgi yönüyle ……… bir şeye nasıl dayanabilirsin?’ dedi.“ (18/Kehf, 67-68) “Mûsâ: “İnşallah ……… göreceksin, sana hiçbir işte ……… kaldırmayacağım“ dedi.“ (18/Kehf, 69) “O da: ‘O halde, bana ………, ben sana ……… herhangi bir şey hakkında bana soru sormayacaksın’ dedi.“ (18/Kehf, 70)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) katımızdan; ilim; kullarımızdan; hayra; dayanamazsın; kavrayamadığın; sabrettiğimi; baş; uyacaksan; anlatmadıkça
b) bizim; hikmet; peygamberlerimizden; cennete; bakamazsın; anlayamadığın; yaptığımı; el; uy; öğretirim
c) Kur’an’dan; kerâmet; evliyâmızdan; Rabbime; bak; kuşatamadığın; beni; bayrak; bak; gösterince
d) Gökten; sihir; dostlarımızdan; fazilete; sabret; sevmediğin; gücümü; el; takıl; emredince
- 1316 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
822- “Sen ……… görürsün de, onları yerinde durur sanırsın. Oysa onlar ……… yürümesi gibi yürümektedirler. (Bu,) Her şeyi ……… yapan Allah’ın ………. Şüphesiz ki O, yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır.“ (27/Neml, 88) “Ona (Dâvud’a), savaş sıkıntılarınızdan sizi koruması için ……… sanatını öğrettik. Artık ……… misiniz?“ (21/Enbiyâ, 80) “Sen yüzünü ……… (tevhid eri) olarak dine, yani Allah insanları hangi ……… üzere yaratmış ise o fıtrata çevir. Allah’ın ……… değişme yoktur. İşte dosdoğru ……… budur; fakat insanların çoğu bilmezler.“ (30/Rûm, 30)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) dağları; devenin; güzel; sanatıdır; zırh; görmez; muvahhid; fıtrat; fıtratında; din
b) dağları; bulutun; sapasağlam; sanatıdır; zırh; şükredecek; hanîf; fıtrat; yaratışında; din
c) varlıkları; insanın; doğru; lutfudur; savaş; bilmez; mü’min; yaratış; dininde; yaşayış
d) kâinatı; canlının; canlı; gücüdür; müzik; bilmez; fıtrat; din; sünnetinde; istikamet
823- “Muhakkak ki sana ……… edenler ancak Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın ……… onların ……… üzerindedir. Kim ……… bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de ……… verdiği ahde vefâ gösterirse Allah ona büyük bir ……… verecektir.“ (48/Fetih, 10) “Mü’minler ancak ………. Öyleyse kardeşlerinizin arasını ……… ve Allah’tan ittika edip ……… ki, ……… ulaşasınız.“ (49/Hucurât, 10)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) biat; eli; cemaati; dinini; söz; sevap; kardeştirler; bozmayın; sakının; cennete
b) itaat; yardımı; tümünün; ahlâkını; peygambere; ecir; dostturlar; gözetin; düşünün; felâha
c) biat; eli; ellerinin; ahdini; Allah’a; mükâfat; kardeştirler; düzeltin; korkun; merhamete
d) iman; vaadi; sözünü; kitabını; Allah’a; cennet; kardeştir; güzelleştirin; inanın; yardıma
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1317 -
824- “Ey mü’minler! Bir topluluk diğer bir topluluğu ……… almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha ………. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ………, birbirinizi kötü ……… çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık (günahkârlık/yoldan çıkmak) ne kötü bir ………! Kim de tevbe etmezse işte bu kimseler zâlimdir. Ey iman edenler! ……… çokça sakının. Çünkü zannın bir bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ………. Biriniz diğerinizin ……… yapmasın, arkasından çekiştirmesin. Sizden biriniz, ………. kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, ……… çok kabul edendir, çok merhametlidir.“ (49/Hucurât, 11-12)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) alaya; üstündürler; suçlamayın; isimlerle; durumdur; zandan; önemsemeyin; taklidini; ölü; ibâdetleri
b) gırgıra; hayırlıdırlar; öldürmeyin; sıfatlarla; günahtır; sûizandan; düzeltin; amelini; müslüman; amelleri;
c) gıybete; faziletlidir; eleştirmeyin; şekilde; suçtur; gıybetten; affedin; suçunu; mü’min; bağışları
d) alaya; iyidirler; ayıplamayın; lakaplarla; isimdir; zandan; araştırmayın; gıybetini; ölü; tevbeyi
825- “Ey iman edenler! ……… günü namaza çağrıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah’ı ……… (Onu anmak için namaz kılmaya) gidin ve ……… bırakın. Eğer siz gerçeği anlayan kimseler iseniz elbette bu, sizin için daha hayırlıdır. ……… bitince yeryüzüne dağılın ve Allah’ın ……… isteyin. Allah’ı çok ………, umulur ki kurtuluşa erersiniz. Onlar bir ticaret ve ……… gördükleri zaman hemen dağılıp oraya giderler ve seni ayakta bırakırlar. De ki: ‘Allah’ın yanında bulunan, ……… ve ticaretten daha hayırlıdır/faydalıdır. Zira Allah ……… verenlerin en hayırlısıdır.“ (62/Cum’a, 9-11) “Ve (ey Rasûlüm) sen elbette yüce bir ……… sahipsin.“ (68/Kalem, 4)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) cuma; ibâdete; ticareti; namaz; rızkını; anın; kâr; eşyadan; nimet; ahlâka
b) bayram; anmaya; işinizi; ibâdet; nimetini; hatırlayın; oyun; maldan; lutuf; ilme
c) cuma; zikretmeye; alış-verişi; namaz; lutfundan; zikredin; eğlence; eğlenceden; rızık; ahlâka
d) cuma; ibâdete; alım-satımı; gün; rahmetini; sevin; alış-veriş; rızıktan; sevap; güce
- 1318 -
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
826- “(Rasûlüm!) De ki: ………. bir topluluğun (benim okuduğum Kur’an’ı) ………. de şöyle söyledikleri bana ……….: ‘Gerçekten biz, doğru yola ileten ………. güzel bir Kur’an dinledik. Biz de ona ………. ettik. (Artık) Kimseyi ………. asla şirk/………. koşmayacağız.“ (72/Cinn, 1-2)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) cinlerden; dinleyip; vahyolunmuştur; hârikulâde; iman; Rabbimize; ortak
b) şeytanlardan; dinlemeyip; bildirilmiştir; çok; eşlik; Kur’an’a; müşrik
c) cinlerden; görüp; gösterilmiştir; anlamı; isyan; Peygamber’e; koşmadık
d) meleklerden; indirip; açıklanmıştır; ne; itaat; İslâm’a; küfür
827- “Yaratan ………. adıyla (………. ile) oku! O, insanı bir alaktan ………. .Oku (ve öğren)! Rabbin ekremdir/en ………. .O, ………. (yazmayı) öğretendir. ………. bilmediklerini ………. .“ (96/Alâk, 1-5)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) Rabbinin; Allah; varetti; zengindir; size; meleklere; öğretir
b) Rabbinin; besmele; yarattı; cömerttir; kalemle; insana; öğretendir
c) Allah’ın; Kur’an; oluşturdu; affedicidir; okumayla; herkese; gösterir
d) Rabbimizin; istiâze; yarattı; bağışlayandır; yazı; yarattıklarına; vahyeder
828- “………. yemin ederim ki ………. , gerçekten ………. içindedir. Bundan ancak ………. edip ………. ameller işleyenler, birbirlerine ………. ve sabrı ………. edenler ………. ,onlar hâriçtir.“ (103/Asr, 1-3)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) Zaman’a; insanlık; hüsran; inkâr; kötü; hayrı; emr; vardır
b) Asr’a; yaratıklar; sıkıntı; itaat; iyi; iyiliği; tavsiye; dışında
c) Asr’a; insan; ziyan; iman; sâlih; hakkı; tavsiye; istisnâdır
d) İkindi vaktine; varlıklar; nimetler; isyan; çirkin; kötülüğü; yasak; istisnâdır
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR
- 1319 -
829- “De ki: ………. insanların ………., İnsanların ………. (Mutlak sahip ve hâkimine, ……….), İnsanların ilâhına. ………. ve sinsi şeytanın ………. .O şeytan ki, insanların ………. vesvese verir, şüphe ve tereddüt sokar. Cinlerden ve ………. olan.“ (114/Nâs, 1-6)
Yukarıdaki âyet meallerinde boş bırakılan yerlere, seçeneklerden sırasıyla hangi kelimeler gelmelidir?
a) yönelirim; ilâhına; Rabbine; yardımcısına; İblis’in; kötülüğünden; zihnine; şeytanlardan
b) sığınıyorum; Rabbine; ilâhına; Melikine; tâğutun; şerrinden; ibâdetine; meleklerden
c) sığınırız; Allah’ına; ilâhına; Rabbine; fitneci; fitnesinden; abdestine; insanlardan
d) sığınırım; Rabbine; Melikine; yöneticisine; vesveseci; şerrinden; kalplerine; insanlardan
- 1320 -
CEVAP ANAHTARI
1- A
2- D
3- B
4- C
5- D
6- A
7- D
8- D
9- C
10- B
11- D
12- C
13- A
14- C
15- D
16- A
17- A
18- A
19- B
20- B
21- C
22- A
23- D
24- A
25- A
26- C
27- C
28- D
29- B
30- A
31- D
32- B
33- B
34- C
35- B
36- D
37- A
38- C
39- D
40- D
41- B
42- D
43- A
44- A
45- C
46- D
47- C
48- A
49- D
50- D
51- C
52- B
53- D
54- B
55- A
56- A
57- C
58- B
59- B
60- D
61- D
62- A
63- C
64- A
65- D
66- C
67- D
68- D
69- B
70- A
71- C
72- C
73- C
74- D
75- B
76- B
77- A
78- D
79- B
80- D
81- A
82- C
83- D
84- C
85- A
86- B
87- C
88- C
89- A
90- A
91- D
92- B
93- C
94- B
95- D
96- B
97- C
98- C
99- B
100- D
101- D
102- D
103- B
104- A
105- B
106- A
107- D
108- A
109- B
110- C
111- A
112- A
113- A
114- C
115- C
116- D
117- B
118- D
119- C
120- D
121- C
122- B
123- D
124- C
125- C
126- D
127- B
128- A
129- C
130- A
131- A
132- B
133- D
134- C
135- B
136- C
137- A
138- B
139- C
140- A
141- D
142- C
143- B
144- C
145- A
146- A
147- D
148- B
149- C
150- C
151- A
152- A
153- C
154- D
155- D
156- B
157- C
158- B
159- B
160- D
161- A
162- C
163- D
164- B
165- C
166- C
167- B
168- A
169- A
170- D
171- B
172- D
173- D
174- C
175- A
176- B
177- C
178- A
179- C
180- C
181- A
182- C
183- B
184- B
185- A
186- D
187- C
188- A
189- D
190- D
191- D
192- D
193- A
194- D
195- C
196- D
197- C
198- C
199- A
200- D
201- C
202- A
203- B
204- D
KUR'AN KAVRAMLARI KİTABIYLA İLGİLİ SORULARIN CEVAP ANAHTARI
CEVAP ANAHTARI
- 1321 -
205- D
206- B
207- D
208- C
209- C
210- A
211- B
212- D
213- B
214- B
215- D
216- A
217- C
218- D
219- C
220- B
221- A
222- B
223- A
224- C
225- D
226- B
227- B
228- A
229- B
230- B
231- A
232- D
233- C
234- B
235- D
236- B
237- C
238- D
239- A
240- D
241- B
242- C
243- B
244- A
245- C
246- A
247- A
248- C
249- D
250- B
251- C
252- B
253- C
254- A
255- C
256- D
257- D
258- B
259- A
260- D
261- C
262- B
263- B
264- A
265- B
266- D
267- C
268- C
269- D
270- D
271- A
272- A
273- C
274- B
275- D
276- C
277- B
278- A
279- D
280- C
281- C
282- B
283- D
284- A
285- A
286- A
287- B
288- C
289- D
290- C
291- A
292- C
293- A
294- A
295- C
296- D
297- C
298- C
299- B
300- B
301- D
302- C
303- D
304- B
305- A
306- C
307- C
308- B
309- B
310- D
311- A
312- C
313- B
314- C
315- D
316- A
317- A
318- A
319- B
320- D
321- B
322- D
323- A
324- A
325- D
326- B
327- D
328- D
329- A
330- B
331- A
332- D
333- C
334- B
335- D
336- D
337- B
338- D
339- B
340- A
341- D
342- C
343- A
344- C
345- D
346- B
347- A
348- D
349- C
350- A
351- B
352- C
353- A
354- C
355- A
356- B
357- D
358- C
359- D
360- B
361- D
362- B
363- B
364- A
365- C
366- A
367- B
368- D
369- C
370- D
371- A
372- C
373- D
374- A
375- B
376- A
377- D
378- B
379- A
380- D
381- B
382- A
383- D
384- C
385- A
386- B
387- A
388- B
389- A
390- B
391- D
392- C
393- D
394- C
395- B
396- C
397- B
398- A
399- C
400- A
401- C
402- B
403- A
404- B
405- C
406- C
407- C
408- B
409- D
410- A
411- D
412- A
413- D
414- B
415- A
416- A
417- D
418- C
419- C
420- B
421- B
422- D
423- D
424- B
425- D
426- A
427- C
428- D
429- C
430- C
431- A
432- D
433- B
434- A
435- C
436- A
437- B
438- B
- 1322 -
CEVAP ANAHTARI
439- A
440- C
441- C
442- B
443- C
444- C
445- A
446- D
447- B
448- D
449- B
450- D
451- B
452- B
453- D
454- B
455- C
456- A
457- B
458- B
459- D
460- D
461- A
462- C
463- D
464- C
465- B
466- A
467- D
468- B
469- A
470- B
471- D
472- C
473- A
474- D
475- B
476- D
477- A
478- B
479- A
480- B
481- A
482- B
483- C
484- B
485- D
486- C
487- C
488- A
489- B
490- A
491- D
492- B
493- D
494- B
495- C
496- D
497- D
498- B
499- A
500- D
501- C
502- C
503- D
504- B
505- D
506- A
507- D
508- A
509- C
510- B
511- B
512- D
513- B
514- A
515- A
516- D
517- A
518- C
519- D
520- A
521- B
522- C
523- A
524- B
525- D
526- C
527- D
528- C
529- B
530- A
531- B
532- C
533- A
534- D
535- B
536- C
537- A
538- B
539- D
540- B
541- D
542- A
543- D
544- A
545- A
546- C
547- B
548- D
549- B
550- D
551- B
552- C
553- D
554- D
555- A
556- B
557- A
558- D
559- B
560- C
561- A
562- D
563- D
564- B
565- A
566- C
567- D
568- A
569- D
570- B
571- C
572- C
573- A
574- B
575- C
576- D
577- A
578- B
579- C
580- B
581- C
582- C
583- A
584- D
585- C
586- B
587- A
588- C
589- A
590- C
591- B
592- D
593- C
594- A
595- D
596- A
597- B
598- D
599- C
600- B
601- D
602- B
603- C
604- D
605- C
606- A
607- B
608- D
609- B
610- D
611- A
612- D
613- C
614- A
615- A
616- B
617- D
618- B
619- C
620- D
621- A
622- C
623- D
624- B
625- B
626- C
627- D
628- A
629- A
630- D
631- A
632- D
633- C
634- B
635- B
636- D
637- A
638- A
639- D
640- C
641- D
642- D
643- C
644- B
645- A
646- B
647- C
648- D
649- C
650- B
651- A
652- B
653- C
654- D
655- C
656- B
657- A
658- B
659- C
660- D
661- C
662- B
663- A
664- B
665- C
666- D
667- C
668- B
669- A
670- B
671- C
672- D
CEVAP ANAHTARI
- 1323 -
673- C
674- B
675- A
676- B
677- C
678- D
679- C
680- B
681- A
682- B
683- C
684- D
685- C
686- B
687- D
688- C
689- B
690- A
691- B
692- D
693- A
694- C
695- A
696- B
697- D
698- A
699- B
700- C
701- A
702- B
703- B
704- D
705- C
706- A
707- C
708- C
709- D
710- A
711- B
712- C
713- A
714- B
715- D
716- B
717- B
718- C
719- C
720- B
721- B
722- D
723- C
724- C
725- B
726- A
727- D
728- C
729- B
730- A
731- D
732- C
733- B
734- A
735- C
736- D
737- A
738- C
739- D
740- B
741- A
742- C
743- B
744- D
745- A
746- C
747- B
748- D
749- D
750- C
751- B
752- A
753- D
754- C
755- B
756- A
757- D
758- C
759- B
760- A
761- D
762- A
763- B
764- C
765- D
766- D
767- C
768- B
769- A
770- A
771- B
772- D
773- C
774- B
775- A
776- B
777- C
778- D
779- D
780- B
781- C
782- A
783- D
784- C
785- B
786- A
787- D
788- C
789- D
790- A
791- C
792- B
793- A
794- C
795- B
796- D
797- A
798- D
799- B
800- C
801- D
802- A
803- C
804- B
805- A
806- C
807- B
808- D
809- A
810- B
811- B
812- D
813- A
814- C
815- A
816- D
817- C
818- B
819- A
820- D
821- A
822- B
823- C
824- D
825- C
826- A
827- B
828- C
829- D
Kitapla İlgili Küçük Bir İstatistik
• Toplam Sayfa Sayısı: 11.056
• Cilt Sayısı: 10
• Ana Kavram Sayısı: 201
• Toplam Dipnot (Kaynaklara Müracaat) Sayısı: 45.656
• Konularla İlgili Soru ve Cevap Sayısı: 829
• Toplam Hata Sayısı: Sayılamayacak kadar
- 1324 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER
Kur’an Kavramları Ansiklopedisi
Birinci Cilt A-B Harfi
ÂDEM (A.S.) / 1
• Âdem Kelimesi
• Hz. Âdem’in Yaratılışı
• Hz. Âdem’e Ruh Verilmesi
• Hz. Âdem’e İsimlerin Öğretilmesi
• Hz. Âdem’in Cennete Yerleştirilmesi; Âdem’in Cennetinin ve Yasak Ağacın Mâhiyeti
• İsrâiliyât ve Kitab-ı Mukaddes’e Göre Hz. Âdem
• Hz. Âdem’in Peygamberliği
• Hz. Âdem’in Kur’an’da Anlatılan Kıssasından Ders ve İbretler
AF / 31
• Af; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Af Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Af Kavramı
• Allah’ın Affediciliği
• Peygamberimiz’in Af ve Müsâmahası
• İnsanın Kendine Yapılanları Affetmesi
• Dâvetçi Açısından Af ve Müsâmaha
• Hoşgörü ve Müsâmaha
• Af ve Müsâmahanın Yozlaştırılması
AĞLAMAK - GÖZYAŞI / 55
• Ağlamak; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Ağlama ve Gözyaşı
• Allah Rasûlünün Dilinde ve Gözünde Gözyaşı
• Saâdet Asrında Gözyaşı
• İnsanlığın Derdiyle Dertlenip Hüzünlenmenin Göstergesi: Gözyaşı
• Psikoloji ve Sağlık Açısından Ağlamanın Önemi
• Gözyaşı Stres Düşmanıdır
• Ağlamanın Zıddı; Gülme
• Ağlayın, Su Yükselsin; Belki Kurtulur Gemi
• Gözyaşıyla Islanmış Düşünceler
AHİD / 87
• Ahd’in Tanımı ve Mâhiyeti
• Kalu Belâdaki Ahdimizi Hatırlamamak ve Sorumluluk
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1325 -
• İslâm Ahlâkında Ahid
• Ahdi Bozmak
• Hadis-i Şeriflerde Ahde Vefâsızlık/Ahdi Bozmak
ÂHİRET / 109
• Âhiret; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Âhiret
• Yakînî Bilgi, Kesin İnanç
• Âhirete İman
• Âhirete İmanın İnsan Hayatındaki Yeri
• Âhiret Şuuru
• Yaratılışa İnanan, Yeniden Yaratılmaya da İman Eder
• Âhiret Anlayışı Bizi Dirilişe Ulaştırır/Ulaştırmalıdır
• Gündüz Yaşıyor, Gece Ölüyor, Sabah Diriliyoruz
• Her Kış Bir Ölüm, Her Bahar Bir Diriliştir
• Ölüm; Gurbetten Vuslata Hicret
AHLÂK / 135
• Ahlâk; Anlam ve Mâhiyeti
• Ahlâk İlmi
• “İslâm Ahlâkı” Kavramının Kapsadığı Konular
• Güzel Huylar ve Çirkin Huylar (Faziletler ve Reziletler Listesi)
• Kur’ân-ı Kerim’de Ahlâk Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Ahlâk Kavramı
• Ahlâkî Örnek Olarak Hz. Peygamber (s.a.s.)
• Câhiliyye Ahlâkı
• Câhiliyye Teberrücü; Kadının Açılıp Saçılması
• Batı Câhiliyyesine Göre Ahlâk Anlayışı
• İman - Ahlâk Münasebeti; Lâ İlâhe İllâllah Ahlâkı
• Ahlâk ve Hukuk
• Aile Ahlâkı
• Ticaret Ahlâkı
• Ekonomi ve Tevhid
• Ekonomi ve Ahlâk
• Hangi Ahlâk?
• Ahlâk Toplumu
• Karakter (Huy) ve Karakterlerin Değişip Değişmemesi
• Edeb, Âdâb
• Âdâb-ı Muâşeret, Görgü Kuralları
• Ahlâkî Davranışlar
ÂİLEDE GEÇİM VE KADIN-ERKEK İLİŞKİLERİ / 359
• Âile; Anlam, Mâhiyet ve Önemi
• Âilede Haklar ve Görevler
• Ana-Babanın En Büyük, En Kutsal Görevi: Çocuklar, Çocuklar, Çocuklar!
• Gerçek Eğitim Yuvası Ev, Esas Öğretmen de Anne ve Babadır
- 1326 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
• Kur’ân-ı Kerim’de Âile ve Eşlerin Geçimi
• Hadis-i Şeriflerde Âile ve Eşlerin Geçimi
• Âilede Sağlıklı İletişim
• Âile Hayatı ile İlgili Haramlar
• Doğum Kontrolü
• Düşük Yapma
• Kadın-Erkek İlişkileri ve Âilede Geçim
• Erkeğin Yöneticiliği ve Dövme Yetkisi
• Kadın-Erkek Eşitliği mi, Adâlet, Uyum ve Birbirini Tamamlama mı?
• Teaddüd-i Zevcât/Poligami
• Kadınlarla; Özellikle Ev ve Çocuklar Konusunda İstişârenin Önemi
• Aile İçi Şiddet
AKIL / 459
• Akıl: Tanımı ve Mâhiyeti
• Aklın İşleyişi
• Kur’ân-ı Kerim’de Akıl
• Kur’ân-ı Kerim’e Göre Akıl ve Duyu Organlarının Önemi
• İslâm’da Aklın Önemi ve Değeri
• Akletmek, Aklı Kullanmak
• Aklın Gücü, Sınırı ve Sorumluluğu
• Akıl Emniyeti
• İnsan Hakları ve Özellikle Akıl Emniyeti Bağlamında İslâm-Câhiliye Karşılaştırması
• Akıl Hastalığı
• Aklî Delil a) Yakîniyât, b) Zanniyât
• Akıl-Vahiy İlişkisi
• Sefihlik
• Kur’anın Sefih Dedikleri
AKÎDE / 489
• Tevhidî Esaslar ve Günümüz
• Akîde; Anlam ve Mâhiyeti
• İslâm Akîdesinin Konusu
• Akîdenin Önemi ve Gayesi
• Akîdede Ölçü (İslâm Akîdesinin Kaynağı -Delili-)
• Akîdevî Esasların Değişmezliği
• İnsan İlişkilerinde İnancın Belirleyici Rolü
• Mü’minin İnsanlara Karşı İçsel Tutumu
• Mü’minin İnsanlar Hakkındaki Kanaati
• Akaidde Mezhep Olur mu?
• Akide Konularında Dikkat Edilmesi Gereken Bazı Hususlar
• İnsanımızda Tevhid Problemi ve Sebepleri
• Klasik Akaid Kitaplarının Eksik ve Hatalı Tarafları
• İslâm Akaidine Giren Yanlışlar ve Nedenleri
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1327 -
• Akaid Kitaplarına Giren Kur’an Dışı İnançlar
• Akîdede Vahdet
• Müslümanlar ve İslâmî Duruş
• Kur’an’ın çözüm olarak sunduğu İslâmî Duruş
ALLAH (C. C.) / 531
• Allah Lafzı; Anlam ve Mâhiyeti
• Allah’ın Sıfatları
• Allah’a İnanmak
• “Allah” Kelimesinin İçerdiği Anlam
• Ma’rifetullah; Allah’ı Tanımak
• Kur’ân-ı Kerim’de Allah’a İman ve O’nun Bazı İsim ve Sıfatları
• Konuyla İlgili Hadis-i Şeriflerden Bazıları
• Ru’yetullah; Allah’ın Görülmesi
• Allah Teâlâ’nın Güzel İsimleri (Esmâu’l-Husnâ)
• Allah Lafzı Yerine “Tanrı” Kavramı
• Allah Teâlâ’nın Birliği
• Allah Sevgisi
• Allah’ın Varlığına İcmâlî Birkaç Delil
• Allah’ı İnkar Etmede Önemli Olan Üç Etken
• Allah’sız Bir Dünyayı Kimler İster?
• Allah İnancı Olmayan Toplum Modelinin Zararları
• Allah’ı Düşündüren Kâinat Âyetleri
• Yegâne Yaratıcı Allah’ı İnkâr Edenleri Düşünmeye Dâvet
• Allah’ı İnkâra Dayalı Felsefî Akımlar
• Allah Nerede?
• Tesadüf Nedir? Bu Kâinat, Tesadüf Eseri Olarak Oluşabilir mi?
• Allah Lafzıyla Yapılan Kavram ve Deyimler Sözlüğü
• Allah Lafzı ve Günlük Hayatta Şiar Olarak Kullanım Alanları
• Elfâz-ı Küfür ve Allah Lafzı
• Allah’la İlgili Yakışıksız Sözler
ANA-BABAYA İHSAN / 733
• Vâlideyne İhsân; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Ana Babaya İhsan Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Anne Babaya İyilik
• Ana Babaya İtaatin Sınırı
• Allah’ın Hakkı, Her Hakkın Üzerindedir
• Babaya Karşı İbrahimî Tavır
• Bazı Genç Müslümanların Üslûp ve Yöntem Yanlışlıkları
• Ana Babaların Çocuklar Üzerindeki Hakları
ATALAR YOLU / 757
• Atalar Yolu; Anlam ve Mâhiyeti
• Atalar Yolu, Her Dönemdeki Câhiliyyenin Temel Dinidir
• Kur’ân-ı Kerim’de Atalar Yolu İle İlgi Âyetler
• Atalar Kültü; Sosyal Çevre ve Geleneğin Putlaştırılması
- 1328 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
• Hurâfe; Anlam ve Mâhiyeti
• Çokça Görülen Hurâfe ve Bâtıl İnanışlar
• Muska ve Muskacılık
• Yozlaştırılan Din; Halkın Dini ve Hakkın Dini
• Bu Din Benim Dinim Değil!
• Bid’at; Anlam ve Mâhiyeti
• Mescidlerdeki Bid’atler
• Bir Başka Bid’at; Mevlid
• Bir Büyük Bid’at Daha; Mescidlerin Süse Boğulması
• Taklit ve Taklitçilik
ÂYET VE ÂYETLERİ SATMAK HEM DE UCUZA / 825
• Âyet; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Âyet Kavramı
• Allah’ın Tabiattaki Âyetleri
• Kur’an Âyetleri (Cümleleri)
• Kur’ân Âyetlerinin Âyet (Delil ve Mûcize) Oluşu; Kur’an’ın İlmî İ’câzı
• Kur’an’ın Âyet Âyet İndirilmesi ve Hikmetleri
• Âyetler Topluluğu Anlamında Kitap
• Hz. Mûsâ (a.s.) ve Hz. Muhammed’in (s.a.s.) Âyetü’l-Kübrâsı
• Âyetleri Doğru Okuyup Anlayabilme İçin Gerekli Şartlar
• Semâ Âyeti
• İnsan Denen Âyet
• Âyetleri Satmak, Hem de Ucuza
• Âyetleri Az Bir Karşılık ile (Ucuza) Satmak
• Yahudi ve Hıristiyanları Taklit Perspektifi
• Allah’ın Âyetlerini Ucuza Satmak Konusunda Âyetler
• Kur’an Okuma ve Hatta Öğretme Karşılığında Ücret Almayı Yasaklayan Hadis-i Şerifler
• Ücretle Kur’an Okumanın Fıkıhtaki Yeri
• Zaruret Açısından Kur’an Kıraatine Ücret
• Hiçbir Peygamber, Tebliğ Karşılığında İnsanlardan Ücret İstemez
• İslâm ve Basit Çıkar Gözetmek
• Allah’ın Âyetlerini Satan Karakter: Bel’am
• Allah’ın Âyetlerini Satmak; Dünyevîleşmek ve Dünyayı Âhirete Tercih Etmektir
• Allah’ın Âyetlerini Satmak, Çok Zararlı Bir Ticarettir
AZİM VE TEVEKKÜL / 877
• Azim; Anlam ve Mâhiyeti
• Tevekkül; Anlam ve Mâhiyeti
• Kader ve Rızık
• Tevekkül; “Kısmetimde Varsa, Rızkım Ayağıma Gelir” Demek midir?
• Kader ve Tevekkül
• Kur’ân-ı Kerim’de Azim ve Tevekkül
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1329 -
• Hadis-i Şeriflerde Azim ve Tevekkül
• Allah el-Vekîl’dir, Kendisine Dayanılıp Güvenilmesi Gereken Tek Zâttır
• İnsanın Tevekküle İhtiyacı
• Sebat ve Kararlılık; Azmin Açılımı
BAKARA VE ICL (SIĞIR VE BUZAĞI) / 925
• Bakara ve Icl; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Bakara ve Icl
• Sığırın Kutsallaştırılıp Tanrılaştırılması
• Eski Türklerde Hayvanlarla İlgili İnançlar
• Arabistan Câhiliyyesinde Hayvanlarla İlgili İnançlar
• Günümüzde Hayvanları Kutsallaştırma
• Günümüzde Sığıra Tapma
BEL’AM: KİTAB BİLGİSİNE RAĞMEN
AZGINLAŞAN KİMSE / 949
• Bel’am Kimdir
• Kitab Bilgisine Rağmen Azgınlaşan Kimse
• Bel’am; Bir “Devlet Âlimi” Prototipi
• Kimlikten Karaktere Bel’am ve Bel’amlık
• Bel’am; Bir Din Tüccarı
• Kur’ân-ı Kerim’de Bel’am Karakteri; Sorumlu ve Sorunlu Âlimler
• Hadislerde Bel’am Tipli Kötü Âlimler ve İlmin Sorumluluğu
• Bel’amların Râzı Olduğu Devlet Dini ve Diyânet
• Çağından Sorumlu Kişiler; Âlimler
• En Korkunç Felâket: Âlimlerin Dünyevîleşmesi
• İlme İhânet Edenler
• Tefsirlerden İktibaslar
BESMELE / 1045
• Besmele: Tâğutun Adıyla Değil; Allah’ın İsmiyle ve İzniyle
• Kur’an ve Besmele
• Besmelenin Anlam Derinlikleri
• Besmele, Allah’la Yapılan Bir Sözleşme Gibidir
• Besmele, Her Peygamber ve Ümmetinin Kullandığı Bir Şifredir
• Besmele, Allah’tan İzin ve Onay İstemektir
• Besmele, Laik Mantığı Protestodur
• Besmele Çekmenin Hükmü
• Fâtiha ve Sûrelerin Başında Geçen Besmele Kur’an’dan Bir Âyet midir?
• Besmelenin Namazda Okunmasının Hükmü Nedir?
• Besmele Şuurunun Mü’mine Kazandırdıkları
- 1330 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
İkinci Cilt B-C-D Harfi
BEY’AT / 1
• Bey’at; Anlam ve Mâhiyeti
• Akabe Bey’atleri
• Bey’atu’r-Rıdvân
• Tasavvufta Bey’at Anlayışı
• Kur’ân-ı Kerim’de Bey’at Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Bey’at Kavramı
• Bey’at’le İşbaşına Gelen İslâm Devlet Başkanı: Halife
• Tefsirlerden İktibaslar
CÂHİLİYYE / 45
• Câhiliyye; Anlam ve Mâhiyeti
• Câhiliyyenin Temel Özellikleri; Câhiliyye Âdetleri
• Câhiliyye Şirk; İlim de İslâmiyettir
• Kur’ân-ı Kerim’de Câhiliyye Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Câhiliyye Kavramı
• Câhiliyyenin Dünü Bugünü
• Firavun; Her Dönem ve Her Yerdeki Câhiliyye Toplumunun Önderi
• “Câhiliyye” İrticâ/Gericilik, İlkellik ve Bağnazlık Demektir
• Toplum Değerlendirmesinde Câhiliyye Kavramı
• Câhiliyye Asabiyeti; Irkçılık/Kavmiyetçilik
• Câhiliyyenin Zulüm Anlayışı
• Câhiliyye Teberrücü; Kadının Açılıp Saçılması
• Kadının Câhiliyye Tuzaklarından Kurtuluşunun Simgesi; Tesettür
• Câhiliyyenin Sanat Anlayışı
• Câhiliyye, Tarihte Olduğu Gibi, Yine Kur’an’la Yok Edilecektir!
• Tefsirlerden İktibaslar
• Câhilin Bazı Karakteristikleri
• Câhiliyye Demek…
CEHENNEM / NÂR / 145
• Nâr ve Cehennem Kelimelerinin Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’an’da Cehennem Tasviri
• Cehennemin 7 Kapısı ve Cehennem Tabakaları
• Psikolojik Cezalar
• Cehennem Ehli
• Kur’an’da Cehennem Tabloları
• Cehennemle İlgili Bazı Hadis-i Şerifler
• Konuyla İlgili Birkaç Uyarı
• Ve Cehennemin Düşündürdükleri
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1331 -
CENNET / 167
• Cennet Kelimesi; Anlam ve Mâhiyeti
• Cennetin İsimleri ve Tabakaları
• Cennetin Tasviri
• En Büyük Zevk: Cennette Allah’ın Görülmesi
• Cennet Hayatı
• Cennet Nimetleri
• Cennette Cinsî Zevkler
• Amaç, Cismanî Zevkler Sağlayan Cennet Nimetleri Değil; Allah’ın Rızasıdır
• Cennetlikler
• Cehennem Korkusu - Cennet Ümidi (Allah ile İlişkilerimizde Denge)
• Cennet Ucuz Değil!
CİHAD / 191
• Cihad; Anlam ve Mâhiyeti
• Cihadsız Hayat, Yaşanmamış Demektir
• Kur’ân-ı Kerim’de Cihad Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Cihad Kavramı
• Cihad Emîri
• Mücâhid; Cihad Eri Yiğit
• Mücâhede; Önce Gizli Düşmana/Nefsin Hevâsına Karşı Cihad
• İctihad; Cihadın İlim ve Düşünce ile Yapılanı
• Müctehid; İlim ve Fikirle Cihad Eden Âlim
• Fikrî Cihad
• Günümüzde Cihad
CİMRİLİK VE CÖMERTLİK / 269
• Buhl/Cimrilik; Anlam ve Mâhiyeti
• Cimriliğin Psikolojisi
• Cimriliğin Zıddı, Cömertlik; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Buhl/Cimrilik Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Buhl/Cimrilik Kavramı
• Kerem/İkrâm; Cömertlik ve Bağış
• Cömertliğin Göstergesi; İnfak
• Dünya Hayatı, Sizi Aldatmasın!
CİN / 323
• Cinn; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Cin Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Cin Kavramı
• Cin Konusuyla İlgili Bazı Meseleler
• Fetişizm; Büyü ve Korku Dini
• Cin Sûresi
• Cinnet/Cünûn
• Melek, Cin, Şeytan Gibi Rûhânî Varlıkları Allah’a Şirk/Ortak Koşanlar
- 1332 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
• İfrît, Peri
• Gûl ve Gûlyabaniler
• Nazar Değmesi
• Sihir
• Kehânet ve Arâfet/Arrâflık
• Tütsüleme inancı
• Rukye İnancı
• Muskalar (Temâim)
CİNAYET / ADAM ÖLDÜRMEK / 409
• Cinâyet, Adam Öldürmek ve Kan Dökmek
• Kur’ân-ı Kerim’de Adam Öldürme ve Kan Dökme
• Hadis-i Şerif Rivâyetlerinde Kan Dökme
• Cinâyet; Büyük Zulüm
• Cana Kıymanın Uhrevî Sorumluluğu
• İslâm Hukukuna Göre Adam Öldürme ve Cezası
• Kısas ve Hikmeti
• Peygamberleri Maddeten ve Mânen Öldürmek
• İntihar
• Cinâyet İstatistikleri; Türkiye’de Günde Ortalama 5 Cinâyet
CUM’A NAMAZI / 433
• Cum’a; Anlam ve Mâhiyeti
• Cuma Namazı
• Hanefî Fıkhına Göre Cuma Namazının Sahih Olması İçin Şartlar ve Hanefîlerin Delilleri
• Günümüzde Cuma Namazının Sahih Olmadığı Görüşü ve Delilleri
• Kur’ân-ı Kerim’de Cum’a Namazı
• Hadis-i Şeriflerde Cum’a Namazı
• Cuma Namazını Kim Emrediyor, Kim Yasaklıyor?
• Cuma Namazı Etrafındaki Bazı Konular:
(Arûbe Gününe Cuma İsminin Verilişi, Cuma Sûresi ve Cuma Âyetinin Nüzûlü, Cuma Âyetindeki Nidâdan Kasıt Nedir?, Cuma Âyetindeki “Sa’y”in Mânâsı, Cuma Âyetinde Geçen Zikrullah Kavramı, Cuma Âyetinde Geçen Alış-Veriş Kavramı, Cuma Gününün Fazileti ve Bugündeki İcâbet Saati)
• Günümüzde Cuma Namazının Sahih Olmadığını Söyleyenlere Cevaplar
• Cuma Namazının Şartları
A- Farziyetinin Şartları
B- Sıhhatinin Şartları (Vakit, Cemaat, Hutbe, Hutbe Siyasî Bir Konuşma mıdır? Cuma Kılınacak Yerin Şehir Olması, Bir Beldede Bir’den Fazla Yerde Cuma Namazı, Cuma Namazını Devlet Başkanı veya Nâibinin Kıldırması Meselesi)
• Câbir Hadisinin Râvîleri ve Hadis İmamlarının Onlar Hakkındaki Tesbitleri
• Câbir Hadisi ile İlgili Diğer Görüşler
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1333 -
• Cuma Namazı Etrafındaki Bazı Şüpheler:
(Dâru’I-Harpte Cuma Namazı, Kûfelilerin Mektubu ve Siyasî Tavırla Cuma Namazı Kılmama İddiası, Mescid-i Dırar İddiası, Cuma Günü ve Hafta Tatili Meselesi, Cuma Namazını Edâdan Sonra Zuhr-i Âhir Adıyla Kılınan Namazın Dindeki Yeri ve Hükmü)
• Cuma Namazını Terk Etmenin Günahı
• Müctehid İmamların Sünnete Uyulması ve Sünnete Muhâlif olan Görüşlerinin Terkedilmesi Hususundaki Vasiyetleri
DÂVÛD (A.S.) / 633
• Dâvûd (a.s.); Hayatı ve Peygamberliği
• Hz. Dâvûd (a.s.)’un Özellikleri
• Dâvud Âilesine Verilen Nimetler ve Şükür
• Ekin Sahibinin Dâvâsı
• Tâlût ve Câlût
• Zebur; Dâvûd (a.s.)’a Verilen İlâhî Kitab
• Kur’ân-ı Kerim’de Dâvud (a.s.)
• Hadis-i Şeriflerde Dâvûd (a.s.)
• Tefsirlerden İktibaslar
• Dilleriyle Savaş İstedikleri Halde, Savaştan Kaçanlar
• Tâlût ve Câlût Kıssasından Çıkarılabilecek Hisseler
• Başarı ve Zafer “Çok” ile Birlikte Olmakta Değil; “Hak” ile Birlikte Olmaktadır
• Tâbûtu Getiren Adam ve Nehrin Öte Yakası
DEĞİŞİM/DÖNÜŞÜM (TAĞYÎR) / 691
• Tağyîr; Anlam ve Mâhiyeti
• Bireysel ve Sosyal Değişme ve Sosyal Değişimin Dinamikleri
• Kur’an ve Değişim
• Kur’ân-ı Kerim’de Değişimle İlgili Kavramlar
• Kur’ân-ı Kerim’de Tağyîr/Değişim
• Hadis-i Şeriflerde Tağyîr/Değişim
• Müslümanın Görevi: Yeryüzündeki Fesâdı Değiştirip Arzı Islah Etmek
• Hayırlı Değişimin Önündeki Engeller
• Tefsirlerden İktibaslar
DİN / 781
• Din; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Din Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Din Kavramı
• Din Anlayışları ve Diğer İnançlarda Din
• İslam’a Göre Din Gerçeği
• Dinin Kaynağı
• Din Duygusunun Menşei
• Din ve Bilim
- 1334 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
• Dinlerin Tasnifi: 1- Hak Din, 2- Muharref Dinler, 3- Bâtıl Dinler
• Bâtıl Dinleri de Tanımanın Gerekliliği
• Yozlaştırılan Din; Halkın Dini ve Hakkın Dini
• Bu Din Benim Dinim Değil!
• Liselerde Din Dersi Eğitimi ve Ders Kitapları
• Kemalizm; Resmî Din mi? Atatürk’e Tanrı veya Peygamber Diyenler
• Yönlendirilen Din; Devlet Dini ve Diyânet
DİN GÜNÜ / 845
• Din Günü; Anlam ve Mâhiyeti
• Ümit - Korku Dengesi:
• Allah, Sadece Rahmet Sahibi Değil; Aynı Zamanda Âdildir de
• Din Gününün Tek Sahibi Allah’tır
• Kur’an’da Din Günü
• Kıyâmetin Diğer İsimleri
• Din Günü Şuuru, Kıyâmetin ve Ölümün Düşündürdükleri
DOĞRULUK / SIDK / 865
• Sıdk/Doğruluk; Anlam ve Mâhiyeti
• Doğruluk ve Önemi
• Kur’ân-ı Kerim’de Sıdk/Doğruluk Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Sıdk/Doğruluk ve Kizb/Yalancılık Kavramı
• Doğruluk; İmanın Dışa Yansıması
• Sâdıklarla/Doğrularla Beraber Olmak
• Dosdoğru Yol; Sırât-ı Müstakîm
• Doğruluğun Zıddı; Kizb/Yalancılık
• Yalanın Psikolojik ve Sosyolojik Zararları
• Yalanın Sırıtan Yüzü; Ya da Yalanı ve Yalancıyı Nasıl Tesbit Ederiz?
• Günümüz ve Yalan Dolan...
• Kur’ân-ı Kerim’de Kizb/Yalancılık Kavramı
• Yalan Söylemenin Câiz Olduğu Yerler
• Târiz Yoluyla Söylenen Yalana Benzer İfadeler
• Çocuklar Neden Yalan Söyler?
• Yalan Yemin
DUÂ / 923
• İstiâne ve Duâ; Anlamı, Mâhiyeti
• Duâ İbadettir; Duâ, Ruhun Gıdası ve İlâcıdır
• Niçin Duâ Ederiz?
• Allah’ın İsimleriyle (Esmaü’l-Hüsna) Duâ Etmek
• Duânın Psikolojik Cephesi
• Sözlü ve Fiilî Duâ
• Duâ Etme Şekli ve Duâ Âdâbı; Duâda Zaman ve Mekân
• Duâsı Kabul Edilen Kimseler; Kimler İçin Duâ Edilmez?
• Duâların Kabul Edilmesi; Duâda Tevessül
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1335 -
• Duânın İstismar Edilmesi; Duâda Neler İstemeliyiz?
• Kur’an-ı Kerim’in Dilinden Duâ Örnekleri
• Rasulullah’ın (s.a.s.) Hayatında Duâ
DÜNYA HAYATI VE DÜNYEVÎLEŞMEK / 989
• Dünya; Anlam ve Mâhiyeti
• Dünya Hayatının Değeri
• Kur’ân-ı Kerim’de Dünya Hayatı
• Hadis-i Şeriflerde Dünya Hayatı
• Kaç Çeşit Dünya Vardır?
• Dünya-Âhiret Ayrımının Değerlendirilmesi ve Dünyayı Terk
• Dünyevîleşme
• Sonraki Hayat; Âhiret
• Dünya - Âhiret Dengesi
• Dünya Sizi Aldatmasın!
DÜŞMANLIK / ADÂVET / 1037
• Adâvet/Düşmanlık; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’an-ı Kerim’de Düşman ve Düşmanlık Kavramı
• Hâtıb’ın Kâfirlere Dostluk Girişimi
• Düşmanlık ve Dostluk; Tevhidin Gereğidir, İmanın Dışa Yansımasıdır
• Düşmanlığın Zıddı; Dostluk
• Takıyye; Düşman Kâfirlerden Gelecek Tehlikeden Dolayı Farklı Görünme
• Dost Kabul Etmediklerimizle İlişki Çeşitleri; Savaş ve Barış
• Müslüman Olmayan Akrabalarla Dostluk ve İlişki
- 1336 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
Üçüncü Cilt E-F Harfi
ECEL VE ÖLÜM / 1
• Ecel; Anlam ve Mâhiyeti
• Ecel ve Kader
• Kur’ân-ı Kerim’de Ecel ve Ölüm
• Hadis-i Şeriflerde Ecel ve Ölüm
• Ölüm; Ecelin Kapıyı Çalması
• Allah Mümît'tir; Eceli Takdir Eden, Ölümü Yaratan Allah’tır
• Ölüm Meleği ve Azrâil
• Ölüm Bir Son Değil; Başlangıçtır, Köprüdür
• Ölüm de Bir Nimettir
• Ölümü Düşünerek Dirilmek
• Ölümü Beklenen Hastaya Karşı Görevlerimiz
EHL-İ KİTAP / 59
• Ehl-i Kitap; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’an-ı Kerim’de Ehl-i Kitap Kavramı
• Ehl-i Kitabın İslâm’a Aykırı İnançları
• Ehl-i Kitab’ın Küfür ve Şirki
• Ehl-i Kitabın İslâm’a Ters Tutum ve Davranışları
• Ehl-i Kitabın Müslümanlara Karşı Davranış ve Tavırları
• Kur’ân-ı Kerim’in Ehl-i Kitaptan Övdükleri
• Müslümanların Ehl-i Kitaba Karşı Davranışları Nasıl Olmalıdır?
• İslâm’a Girmeden Ehl-i Kitap Kurtulabilir mi?
• Ehl-i Kitaba Tanınan Müsâmaha ve Ayrıcalıklar
• Günümüzdeki Batılı İnsanlar Ehl-i Kitap mıdır?
EMÂNET / 97
• Emânet; Anlam ve Önemi
• Emîn; Emânet İçin Güven Duyulan
• Emâneti Ehline Vermek
• Vedîa; Terkedilen Emânet
• Kur’ân-ı Kerim’de Emânet
• Hadis-i Şeriflerde Emânet
• İhânet; Emânete ve Emânet Edene Zulüm
• Ahzâb 72’nin Anlamı Üzerine
• Tefsirlerden İktibaslar
EMR-İ Bİ’L-MA’RÛF VE
NEHY-İANİ’L-MÜNKER / 135
• Emr-i Bi’l-Ma’rû ve Nehy-i Ani’l-Münker; Anlam ve Mâhiyeti
• Ma’rûf Nedir?
• Münker Nedir?
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1337 -
• Kur’ân-ı Kerim’de Emr-i Bi’l-Ma’ruf
• Hadis-i Şeriflerde Emr-i Bi’l-Ma’rûf
• Tebliğ; Sanat ve Tebliğ
• Dâvet; Hakka Çağrı ve Dâî/Dâvetçi
• Vaaz, Nasihat ve İrşad
• Hisbe Teşkilâtı ve Muhtesib
• Sözü, İnsanları Allah'a Çağırmakla Güzelleştirebiliriz
• Dâvet ve Tebliğ Usûlü
• Emr-i Bi'l-Ma'rûf, Muhatâpları Kurtarmasa Bile, Yerine Getirenleri Kurtarır
• İyiliği Emredip Kendini Unutmak
• Birr (İyilik): Tanımı ve mâhiyeti
• Birr'in Sosyal Hayata Yansıması
• Başkalarına Birr'i (İyiliği) Emredip Kendisini Unutmak
• Başkasına İyilikle Emredip Kendisini Unutmak Akılla Bağdaşmaz
• Örnek Olmak; Hâl Diliyle İyiliğe Teşvik
• Peygamberlerin ve Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Özlerinin Sözlerine Uygunluğu
• İlim, Başkalarına Aktarmak İçin Değil; Öncelikle Yaşamak İçin Öğrenilmelidir
EMSÂLU’L KUR’AN /
KUR’AN’DAKİ MESELLER, MİSALLER / 235
• Mesel; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’an’da Mesel Kavramı
• Kur’an’da Meselin Yeri
• Kur’an’da Meseller
• Hadis-i Şeriflerde Meseller/Örnekler
ENDÂD EDİNMEK / 413
• Endâd ve Nidd Kelimelerinin Anlam ve Mâhiyeti
• Kur'ân-ı Kerim'de Endâd Kavramı
• Endâd Edinmenin İki Yansıması
• Endâdı (Bir Şeyi) Allah'ı Sever Gibi Sevmek
• Endâda Tâbi Olup Allah'a İtaat Eder Gibi İtaat Etmek
• Endâdın Doğal İki Sonucu Şirk ve Putçuluk
• Şirk
• Put ve Putçuluk
ENSÂRULLAH
(ALLAH YOLUNUN YARDIMCILARI) / 433
• Ensârullah; Anlam ve Mâhiyeti
• Allah Yolunun Yardımcıları
• Kur’ân-ı Kerim’de Ensârullah
• Havârîler; Hz. İsa’nın Allah Yolunda Yardımcıları
• Ensâr; Muhâcirleri Kendilerine Tercih Eden Yardımcılar
- 1338 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
• Tefsirlerden İktibaslar
• Allah’ın Yardımını Bekleyenler, Allah’ın Dinine Yardım Etmelidir!
ESMÂÜ’L HÜSNÂ
(ALLAH’IN GÜZEL İSİMLERİ) / 467
• Esmâü’l-Hüsnâ; Anlam ve Mâhiyeti
• Esmâü’l-Hüsnânın Sayısı
• Esmâi Hüsnânın Tasnifi ve Muhtevâsı
• İsm-i A’zam
• Kur’ân-ı Kerim’de Esmâü’l-Hüsnâ
• Kur'ân-ı Kerim'de Allah’ın Bazı İsim ve Sıfatları
• Hadis-i Şeriflerde Esmâü’l-Hüsnâ ve Allah’ın Bazı İsim ve Sıfatları
• Allah Lafzı; Anlam ve Mâhiyeti
• "Allah” Kelimesinin İçerdiği Anlam
• Ma’rifetullah; Allah’ı Tanımak
• Esmâü’l-Hüsnâ Şerhi (Açıklamalarıyla Esmâü’l-Hüsnâ)
• Tefsirlerden İktibaslar
EVLÂT VE MAL FİTNESİ / 675
• Evlât; Anlam ve Mâhiyeti
• Mal; Anlam ve Mâhiyeti
• Fitne; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Evlât ve Mal/Dünya Fitnesi
• Hadis-i Şeriflerde Evlât ve Mal Fitnesi
• Nimetten Belâya; Mal ve Çocukların Fitne Olması
• Malın Fitneye Dönüşmesi; Dünyevîleşme
• Mal Yığmak; Ne Kadar, Kim ve Ne İçin?
• “Dünya Hayatı, Dünya Malı Sizi Aldatmasın!”
• Çocuk: Cennet Kokusu veya Düşman/Fitne...
• Ana-Babanın Çocuklarına Karşı Görevleri
• İslâm Devleti Olmadan Tedavi Edilemeyecek Olan Eğitim Yarası
• Güncel Câhilî Eğitimde Şirk
• Bunun Adı Putperestliktir!
• Eğitim ve Tekfir
• Gerçek Eğitim Yuvası Ev, Esas Öğretmen de Anne ve Babadır
• Çocuk Öldürme Yasağı
• Doğum Kontrolü
• Tefsirlerden İktibaslar
• Evlâdın Fitne Olmasıyla İlgili Bir Okuma Parçası; Evlât Katili Bir Babanın İtirafları
FÂİZ/RİBÂ / 839
• Ribâ/Fâiz; Anlam ve Mâhiyeti
• Fâiz Parasından İkrâm
• Fâizsiz(!) Finans Kurumları; Müslümanların Fâize “Katılım Bankaları”
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1339 -
• Maymunlaşma Sebebi: Hîle-i Şer’iyye Denilen “Hîle-i Şerriyye”
• Hanefî Fıkhına Göre Dâru’l-İslâm ve Dâru’l-Harpte Fâiz
• Kur’ân-ı Kerim’de Ribâ/Fâiz
• Hadis-i Şeriflerde Ribâ/Fâiz
• Klasik Fıkıhta Ribâyı/Fâizi Câiz Gösteren Tavırlar
• Günümüzde Fâiz Tartışmaları ve Fâizi Câiz Gören Yaklaşımlar
• Fâizle İlgili Fetvâlar
• Allah Teâlâ ve Rasûlüne Karşı Savaşanlar: Fâizci Düzen ve Fâizciler!
FAKİRLİK-ZENGİNLİK / 983
• Fakirlik; Anlam ve Mâhiyeti
• Miskîn; Anlam ve Mâhiyeti
• Zenginlik
• Fakirlik mi, Zenginlik mi Daha Hayırlıdır?
• el-Ğanî; Allah'ın Güzel İsimlerinden
• Kanaat; Eldekiyle Yetinme
• Zühd
• Zühdün Yozlaştırılması
• Doyumluluk Bir Erdemdir
• Hz. Peygamber'in Geçim Temini ve Zühdü
• Tevekkül
• Kur’ân-ı Kerim’de Fakirlik ve Zenginlik
• Hadis-i Şeriflerde Fakirlik ve Zenginlik
• Tefsirlerden İktibaslar
• Kesb; Çalışıp Kazanma
• Meslek Öğretimi
• İktisad; Harcamada Orta Yol
- 1340 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
Dördüncü Cilt F-G-H Harfi
FÂTİHA SÛRESİ VE MESAJI / 1
• Fâtiha Sûresi ve Mesajı
• Anlamı, İsimleri, Konusu, Fazileti
• Fâtiha Sûresinin Düşündürdükleri
• Fâtiha Sûresinin Kısa Tefsiri
• Fâtiha Sûresinin Lisan-ı Hali
• Fâtiha ve Sûrelerin Başında Geçen Besmele
Kur’an’dan Bir Âyet midir?
• Besmelenin Namazda Okunmasının Hükmü Nedir?
• Fâtiha’nın Namazda Okunması Farz Mıdır?
• Fâtiha Sûresine Toplu Bakış ve Günümüze Çıkarımlar
FELÂH / KURTULUŞ / 39
• Felâh; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’an’da Felâh
• Hadislerde Felâh
• Felâhın Yolu: İman ve Sâlih Amel
• Namaza Çağrı: Haydin Felâha!
• Kimler Felâh Erer?
• Felâha Erenlerin Özelliklerinin Anlatıldığı Bakara Sûresi
İlk Beş Âyeti; Kısa Tefsiri
FESÂD - İFSÂD / 53
• Fesâd ve İfsâd; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı kerim’de Fesâd Kavramı
• Tevhid ve Fesat
• Fesâdın Tek Etkeni İnsanlardır
• İfsâda Karşı Islahat
• Fesat Karşısında Mü’minlerin Görevleri
• Gerçek Islahatçılar Aynı Zamanda İnkılâpçıdır
• İnsan Hakları İhlâli Şeklindeki Fesat
• Fesâdın Görüntüleri
• Fesâdın Zıddı Salâh
• Fesatçılara Verilen Ceza
FETİH / 73
• Fetih; Anlam, Mâhiyet ve Önemi
• Fettâh; Kapıları Açan Allah Teâlâ
• Kur’ân-ı Kerim’de Fetih
• Fetih Sûresi
• Hadis-i Şeriflerde Fetih
• Fetih, İşgal ve Terör
• İslâm, Ülkeleri Kılıç Zoruyla Alarak Değil; Gönülleri Fethederek Yayılmıştır
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1341 -
• Fetih; Şefkat Hareketi
• Fethin Boyutları
• Hudeybiye Barışı; İnsanlara Önce Kapalı Gelen “Apaçık Fetih”
• Mekke’nin Fethi; Kalpleri Feth Etmenin Sonucu Olarak Dünyanın Kalbinin Fethi
• Kendini Fethe Kapatmış Kişiler ve Onlara Karşı Tavır (Harbî, Zimmî; Ğanîmet, Cizye ve Harâc)
• Harbî; Fetihle Kurtuluşu Bekleyen Zavallı ya da Fethe Engel Tip
• Zimmî; Fethi Bekleyen Aday, En Azından Fethe Engel Ol(a)mayan Kişi
• Ğanîmet; Fethin Dünyevî Avansı
• Fey’; Düşmandan Ele Geçirilen Arâzîler
• Cizye; Gayr-i Müslimlerin Can ve Mallarını Koruma Bedeli/Yıllık Vergi
• Harâc; Zimmîlerden Alınan Toprak Vergisi
• Tefsirlerden İktibaslar
FISK - FÂSIK / 189
• Fıskın Tanımı ve Mâhiyeti
• Fâsık Kime Denir?
a- İnançla İlgili Fısk
b- Dinî Emir ve Yasaklarda Gevşeklik ve İhmal
• Fıskın Sosyal Niteliği
• Fısk Davranışlarının Sonucu:
a- Allah, Fâsıkları Hidâyete Eriştirmez, Onlardan Râzı Olmaz
b- Dünyevî Azap ve Helâk
c- Uhrevî Azap ve Cehennem
• Fıskın Sembol Tipleri
• Büyük Günahlar
• Büyük Günah İşlemenin Neticesi
• Küçük Günahlar
• Muhataba Göre Günahlar:
a- Allah’a Karşı Günah
b- İnsanlara Karşı Günah
c- İnsanın Kendisine Karşı Günahı
FITRAT / 209
• Fıtrat; Anlam ve Mâhiyeti
• İnsanî Dengeler Açısından Fıtrat
• Fıtrat Kavramının Eğitim Açısından Değerlendirilmesi
• Kur’ân-ı Kerim’de Fıtrat Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Fıtrat Kavramı
• Fıtrat ve Sanat
• Fıtrat Gerçeği ve İnsandaki Aşınma
• Tefsirlerden İktibaslar
- 1342 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
FİRAVUN / 247
• Firavun; Kelime Anlamı
• “Fir’avn” Kimliği: Hz. Mûsâ’nın Fir’avn’ı ve Her Tâğutun Ünvanı
• Kur’an’da Firavun’un Hayatı; Bâtıl Mücadeleyle Geçen ve Helâkle Biten Bir Ömür
• Ve... İbretler, İbretler...
• Firavun; Her Dönemde ve Her Yerdeki Câhiliyye Toplumunun Önderi
• Çağdaş Firavunlar ve Firavunî Toplumlar
• Sihirbazlardan Medet Uman Firavun
• Tüm Firavunların Göz Boyama Aracı Olan Medyası; Sihirbazlık
• Propaganda; Firavunların Hakkı Etkisizleştirme ve Bâtılı Savunma Silâhı
• Sihirbazları Asan Firavun, Hz. Mûsâ’ya Niye Zarar Ver(e)medi?
• Firavun’un Kişiliği
• Firavun’un Mele’i/Yakın Çevresi
• Zâlim Firavun’un Cennetlik Hanımı; Âsiye
• Anıtkabiri Piramit Olan Firavun’un Toplumsal Düzeni de Piramit Düzeniydi
• Köleleştirmenin ve Soykırımın Firavuncası: Nüfus Planlaması
• Firavun’un Sonu
• Azap Geldikten Sonra Kâfirlerin İnandım Demesi Fayda Vermez
FİTNE / 271
• Fitne; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’an-ı Kerim’de Fitne Kavramı
• Kur’an’da Fitne Sayılan Davranışlar
• Hadis-i Şeriflerde Fitne Kavramı
• Modern Fitne Odakları
FUHUŞ VE ZİNÂ / 297
• Fuhuş; Anlam ve Mâhiyeti
• Zinâ; Anlam ve Mâhiyeti
• Zinânın Cezâsı; Yüz Celde ve Recm
• Kur’ân-ı Kerim’de Fuhuş ve Zinâ Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Fuhuş ve Zinâ Kavramı
• Zinâ Suçunu Önleyici Tedbirler
• Fuhuş ve Zinânın Cezâsı Üzerine; Recm Tartışması
• Nesil Emniyeti
• Kazf: Nâmuslu Bir Kimseye Zinâ İftirası
• Lian: Eşler Arası Güvensizliğin Bedeli ve İftiraya Set Çekme
• Livâta; Zinânın En İğrenç Biçimi
• Flört; Fuhuş ve Zinâya Dâvetiye
• Kadının Örtüsü/Tesettür ve Hicab
• Kadın-Erkek İlişkileri ve Âile Hayâtıyla İlgili Haramlar
• Genelevlerinde Yapılan İşin Haramlığı; Haramın Devlet Eliyle İşlenmesi
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1343 -
• Müslüman Kadının Toplumsal Hayata Katılma Âdâbı
• Gözün Zinâsı Harama Bakmaktır
• Sanat Anlayışı ve Fuhuş Sektörü
GÂLİBİYET (ALLAH’IN YARDIMI VE ZAFER) / 437
• Gâlibiyet; Anlam ve Mâhiyeti
• Gâlibiyet Kavramına Yakın Diğer Kur’ânî Kavramlar (İzzet, Tevfîk, Zafer, Nusret, Felâh)
• Gâlib alâ Emrihî; Allah’ın Güzel İsimlerinden Biri
• El-Azîz/Her Şeye Gâlip; Esmâü’l-Hüsnâ’dan Bir Diğeri
• Gâlibiyet, Zafer ve Başarı “Çok” ile Değil; “Hak” ile Birlikte Olmakla Mümkündür
• Kur’ân-ı Kerim’de Gâlibiyet ve Allah’ın Yardımı
• Allah’ın Yardımını Bekleyenler, Allah’ın Dinine Yardım Etmelidir!
• Allah Mü’minleri Gâlip Getireceğine Söz Vermiştir
GAYB / 483
• Gayb; Anlam ve Mâhiyeti
• Gaybın Çeşitleri
• Kur’an’da Gayb
• Gaybın Bilinip Bilinememesi
• İyi ki Gaybı Bilemiyoruz
GAZAP / 495
• Gazap; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’an-ı Kerim’de Gazap
• Hadis-i Şeriflerde Gazap Edilenler
• Gazap ve Fıtrî Duyguların Eğitilmesi
• İslâm Ahlâkı Açısından Gazap
• Allah’ın Sıfatı Olarak Gazap Etme
• Allah’ın Gazabına Uğrayanlar
• Allah’ın Gazabının Tezâhürü: Helâk
• Gazap ve Helâk Konusunda Sünnetullah
• Helâklerin Sebepleri
• Helâk Çeşitleri
• Hangi Toplumlar Helâk Edildi?
GIYBET, ALAY, LAKAB, SÛ-İ ZAN / 513
• Gıybet; Anlam ve Mâhiyeti, Gıybet Denen Yamyamlık
• Alay Denen Çirkinlik
• İstihfaf
• Lakab Takma
• Zan ve Sû-i Zan/Kötü Zan
• Dilin Önemi; Dille Yapılan İntihar ve Cinâyetler
• Kur’ân-ı Kerim’de Gıybet, Alay, Lakab ve Sû-i Zan Kavramları
• Hadis-i Şeriflerde Gıybet, Alay, Lakab ve Sû-i Zan Kavramları
• Alay Denen Zulüm
- 1344 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
GÜNAH / 571
• Günah; Anlam ve Mâhiyeti
• Günah Kavramıyla İlgili Kur’ân-ı Kerim’deki Kelimeler
a- Cünâh, b- İsm, c- Zenb, d- Vizr, e- Habîs, f- Şikak
• Günah Olayı
• Kur’ân-ı Kerim’de Günah Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Günah Kavramı
• Büyük Günahlar
• Küçük Günahlar
• Lemem
• Muhâtaba Göre Günahlar
a- Allah’a Karşı Günahlar,
b- İnsanlara Karşı,
c- İnsanın Kendisine Karşı Günahlar
• Günahın Zıddı; Sevap
• Günahkârlık; Fısk
• Hıristiyanlıkta ve Diğer Dinlerde Günah Anlayışı
• Peygamberlerin Günahsızlığı; İsmet
• Günah Duygusu
• Günahlar ve Günahkârlarla İlgili Sünnetullah/
Allah’ın Değişmez Yasaları
• Günahın Cezâsı ve Günahtan Kurtulma
GÜZEL SÖZ / 629
• Güzel Söz; Anlam ve Mâhiyeti
• Sözlerin En Güzeli Olan Kur’ân-ı Kerim’de Güzel Sözün Önemi
• Hadis-i Şeriflerde Güzel Söz
• Güzel Söz, Allah’a Çağırmaktır
• Dünya ve Âhiret Kapılarını Açan Anahtar; Güzel Söz
• Levhve'l-Hadis; Faydasız, Boş Söz
• Söz Var İş Bitirir, Söz Var Baş Yitirir
• Kur’an’a Göre Söz Söyleme Sanatı
• Büyüleyici Söz; Şiir ve Söz Canbazı Şâir
• Güzel Sözün Özellikleri
• Tarihten Bu Yana Dil - Din İlişkileri Konusunda Bazı Tespitler
• Güzel Söz; Aklı Kullanma Sanatı
GÜZEL VE GÜZELLİK (HUSN-HASENE) / 667
• Husn/Hasene (Güzellik); Anlam ve Mâhiyeti
• Husün ve Kubuh
• Kur’ân-ı Kerim’de Husn/Güzellik Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Güzellik Kavramı
• Güzelliği, Güzel ve Mükemmel Davranışı İfade Eden Kavram; İhsân
• İhsân/Güzellik; İnsanda Toplam Kalite
• Hüsn/Güzellik Kavramına Yakın Anlam Taşıyan Diğer Kavramlar a) Hayır, b) Birr, c) Cemâl, d) Tayyib, e) Sâlih Amel
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1345 -
• Güzelliğin Zıddı Olan Kavramlar:
Seyyie, Kubh, Hubs, Fahşâ, Rics, Ricz, Şer, Necâset
• Güzel Koku
• Hüsn-i Zan; Güzel Değerlendirme ve İyiye Yorma
• İlmü'l-Cemâl/Estetik (Güzellik Bilimi)
• Güzellik Duygusu
• Mücerred Hüsün/Soyut Güzellik
• "Rabbimiz, Bize Dünyada da Hasene Ver;
Âhirette de Hasene Ver!"
• Güzel, Güzellik ve Sanat/Güzellik Sergilemek
• Güzele Bakmak Sevap mı? “Elbette!”
• Muhsinler; Güzel İş Yapan, Güzellik Sergileyenler
• Güzel Bakan, Güzel Görür; Güzel İş Yapan, Daha Güzeline Kavuşur
• Güzel Davranışlarda Bulunanların Mükâfatı
HAC / 723
• Hac; Anlam ve Mâhiyeti
• Haccın Hükmü ve Delilleri
• Haccın Fevrî veya Ömrî Oluşu
• Haccın Şartları
• Haccın Sıhhatinin Şartları
• Haccın Çeşitleri
• Haccın Menâsikı/Hac Fiilleri
• Haccın Vâcipleri
• Hac Nasıl Yapılır? (Hacla İlgili Uygulama Özeti)
• Kur’ân-ı Kerim’de Hac
• Hadis-i Şeriflerde Hac ve Haccın Fazîleti
• Haccın Hikmetleri
• Hac, Sadece Ferdî Bir İbâdet Değil; Ümmetin Yıllık Büyük Kongresidir
HAK-BÂTIL VE HAKKI GİZLEMEK / 761
• HAK
• Hak Kelimesi: Anlam ve Mâhiyeti
• Hak Kelimesinin Kur’an’daki Anlamları
• İslâm Hukukunda Hak Kavramı
• Hak Çeşitleri
• İslâm’da İnsan Hakları
• BÂTIL
• Bâtıl Kelimesi: Anlam ve Mâhiyeti
• Hakkın Karşıtı Olarak Bâtıl
• Fıkıh İlminde Bâtıl
• Hak-Bâtıl
• Tarih Boyunca Hak-Bâtıl Mücâdelesi
• Hakkın Zaferi İçin Fedâkârlık ve Mücâdele
• Hak Verilmez, Alınır
- 1346 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
• HAKKA BÂTILI KARIŞTIRMAK
• İsrâiloğullarının Hakka Bâtılı Karıştırmaları
• Hakka Bâtılın Karıştırılması
• Hakla Bâtılın Koalisyonu: Uzlaşma
• Bâtıla Verilen Tâvizin ve Uzlaşmanın Adı: “Hoşgörü”
• Kur’an’ın Tâviz ve Uzlaşmaya Bakışı
• Ve Birkaç Hadis-i Şerif
• Dileniş Değil; Direniş: Uzlaşma ve Tâvize Yanaşmamak
• Uzlaşma Teklifleri Karşısında Peygamberimiz
• İnsan Niçin Tâviz Verir, Düşmanıyla Uzlaşmaya Girer?
• Tâviz ve Uzlaşmayı Red, Küfre Meydan Okumak ve Ateşten Gömlek Giymektir
• HAKKI KETM ETMEK (GİZLEMEK)
• İlmi Gizlemek
HAMD / 813
• Hamd; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’an’da Hamd Kavramı
• Hamd, “Övgü” ve “Şükür” Kelimelerinden Daha Zengin Anlamlıdır
• Hamd Kelimesinin Çağrıştırdıkları
• Hamd, Allah’a Aittir; Çünkü...
• Şükür, Tüm Organlarla ve Özellikle Kalple Yapılır
• Bunca Nimet, Bunca Şikâyet; Hamd etmeyen Bir Toplum Olduk
• Hamd, Hayata Gülümsemektir
• Hamd Bilinciyle Hayata Bakış
• İbâdetlerimiz ve Hamd
• Her Nimetten Sonra, Her Vesileyle Hamd, Sürekli...
• Hamd ve Günümüz İnsanı
• Hamd – İman İlişkisi
• Hamd Şuurunun Müslümana Kazandırdıkları
HARAM - HELÂL / 827
• Haram; Anlam ve Mâhiyeti
• Helâl; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Haram ve Helâl
• Hadis-i Şeriflerde Haram ve Helâl
• Haram-Helâl Konusunda Genel Kurallar/Prensipler
• Yiyecek ve İçeceklerde Haramlar
• İsraf; Helâlı Haram Eden Ölçüsüzlük ve Taşkınlık
• Giyecekler ve Süslenmede Haramlar
• Ev Eşyalarında ve Ev Gereçlerinde Haramlar
• İş, Kazanç, Meslek ve Ticarî İlişkilerde Haramlar
• Kadın-Erkek İlişkileri ve Âile Hayatıyla İlgili Haramlar
• İnanışlar ve Taklit, Hurâfe ve Âdetlerde Haramlar
• Büyü, Gaybı Bilme İddiası ve Benzeri Konularda Haramlar
• Eğlence Hayatı, Oyun, Sporla İlgili Haramlar ve Kumar
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1347 -
• Sosyal İlişkilerde Haramlar
• Gayr-i Müslimlerle ve Hayvanlarla İlgili Haramlar
• Haramdan Temizlenmek; Haramı Elden Çıkarmak, Tevbe ve Helâlleşmek
• Haramın Devlet Eliyle İşlenmesi
• Haramı Helâl ve Helâlı Haram Kılma
• Şüpheli Şeyler
HASTALIK / 913
• Meraz/Hastalık; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Hastalık ve Şifâ Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Hastalık ve Tıbb-ı Nebevî
• Duâ ile Tedâvi; Hasta İçin Duânın Önemi
• Hasta Ziyâreti
• Hastalık ve Hikmetleri
• Allah Niçin Kullarını Bir Yaratmadı?
Kimini Kör, Kimini Topal Veya Sakat Yarattı?
• Şifâ İlâçta mı?
• Hastalık Hükümleri
• İbâdetler Sağlık Kaynağı; İslâm Dışı Hayat da Hastalık Sebebidir
• Esas Büyük Hastalık Mânevî Olandır, Kalbin Hastalığıdır
• Kur’an’da Ruh Sağlığı, Psikolojik Denge ve Huzur
HAYIR - ŞER / 963
• Hayır; Anlam ve Mâhiyeti
• Şer; Anlam ve Mâhiyeti
• İnsanın Hayırla ve Şerle Denenmesi
• Kur’ân-ı Kerim’de Hayır ve Şer
• Hadis-i Şeriflerde Hayır ve Şer
• Her Şeyi Yaratan Allah’tır; Fakat Şer İnsanlardandır
• Merhametli Allah’a Rağmen Dünyada Şerlerin Bulunması
• Hayrın İki Yönü
• Müslümanın Hayatında Hayır ve Şer
• İslâm Düşüncesinde Hayır-Şer
• Şerrin Ehveni Olur mu?
• Ehven-i Şer Mantığı ve Sistem İçi Kabuller
- 1348 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
Beşinci Cilt H-İ Harfi
HAYVANLARDAKİ İBRETLER / 1
• Hayvanlar ve Hayvanlardaki İbretler
• İslâm’ın Hayvanlara Bakışı
• Kur’ân-ı Kerim’de Hayvanlar ve Hayvanlardaki İbretler
• Kur’an’da Dikkatimize Sunulan Bazı Hayvanlar
• Av ve Avcılık
• Eti İçin Hayvan Kesmek
• Hayvan Etlerinden Yiyeceklerin Helâl ve Haramlığı
• Hayvanları Putlaştırıp Onlara Tapmak
• Eski Türkler’de Hayvanlarla İlgili İnançlar
• Arabistan Câhiliyyesinde Hayvanlarla İlgili İnançlar
• Günümüzde Hayvanları Kutsallaştırma
• Batılılara Göre Köpek, Çocuktan Çok Daha Önemli
• İçgüdü mü, İlâhî Program mı?
• Edebiyatta Hayvan; Fabller ve Hayvan Masalları
• Basit Gördüğümüz Hayvanlarda Bile Büyük İbretler Vardır
• Hadis-i Şeriflerde Hayvanlarla İlgili Konular
HELÂK / 127
• Helâk; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’an’da Sünnetullah ve Toplumlarla İlgili Sünnetullah Özellikleri
• Helâk Konusunda Sünnetullah
• Helâklerin Sebepleri
• Zulmün Cezâsı
• Helâk Çeşitleri
• Hangi Toplumlar Helâk Edildi?
• Kâfir Toplumların İmtihanı
• Helâk Sırasında Kâfirlerin “İman Ediyorum!” Demesi Fayda Vermez
• Kur’ân-ı Kerim’de Helâk Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Helâk Kavramı
• Gazâb; Helâk Kavramına Yakın Anlamı Olan Bir Cezâ
• Azâb; Helâk Kavramına Yakın Anlamı Olan Diğer Bir Cezâ
• Kavimlerin Helâki
HESAP VE ALLAH’IN HESABA ÇEKMESİ / 227
• Hesap; Anlam ve Mâhiyeti
• Hesap Günü ve Allah’ın Hesaba Çekmesi
• Esmâü’l-Hüsnâ’dan Hasîb; Allah Hesaba Çekendir
• Sorumluluk
• Mes’ûliyet
• Teklif
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1349 -
• Teklif-i Mâ Lâ Yutak/Güç Yetirilemeyecek Emir ve Yasaklar
• Güç-Tâkat
• Hata ve Hataların Örtülmesi
• Kur’ân-ı Kerim’de Hesap, Allah’ın Hesaba Çekmesi ve Sorumluluk
• Hadis-i Şeriflerde Allah’ın Hesaba Çekmesi ve Sorumluluk
• İnsan Bu Mes’ûl...
HEVÂ / 281
• Hevâ; Anlam ve Mâhiyeti
• Hevânın Putlaştırılıp İlâh Haline Getirilmesi
• Kur’ân-ı Kerim’de Hevâ Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Hevâ Kavramı
• Aklın, Hevânın/Kötü Arzuların Güdümüne Girmesi
• Hevânın Siyasî Boyutu; Hevâya Uygun Düzenler
• Hevânın İtikadî (ve Mezhebî?) Boyutu; Ehl-i Ehvâ
• Hevânın Kişisel ve Toplumsal (Ahlâkî) Boyutu; Hevâî İnsanlar Topluluğu
HIRİSTİYANLAR / 311
• Nasârâ ve Hıristiyan; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Hıristiyanlık
• Hıristiyanların İslâm’a Zıt Olan Bazı Temel İnançları
• Hıristiyan Âmentüsü
• Hıristiyanlıkta İbâdet
• Körlerin Kör Kılavuzu Pavlus
• Hz. İsa
• Hıristiyanlara Göre Hz.İsa
• Aslî Günah ve Keffâret İnancı
• Kitab-ı Mukaddes’e Göre Barış ve Savaş Anlayışı
• Hıristiyanlıkla İlgili Temel Kavramlar ve Anlamları
HIRSIZLIK / 351
• Hırsızlık; Anlam ve Mâhiyeti
• Hırsızlığın Cezâsı
• Hadler; Hırsızlık ve Yol Kesme Cezâları
• Kur’ân-ı Kerim’de Hırsızlık Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Hırsızlık Kavramı
• Malı Koruma
• Lukata; Yitik Malı Bulma
• Hırsızlığa Giden Yolun Kapanması ve Müslümanın Mala/Paraya Bakışı
• Rızıktaki Farklılığın Hikmetleri
• Rızık Darlığı İmtihanı Karşısında Müslümanın Tutumu
• Haramdan, Hırsızlıkla Oluşmuş Hakdan Temizlenmek
• Farklı Hırsızlıklara Örnekler
(Dolandırıcılık, Üçkâğıtçılık, Kleptomani, İntihâl, Yol Kesme, Soygun, Zimmet, Rüşvet, Kumar...)
- 1350 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
• Hırsızlık ve Günümüz
• Hırsızlığın Günümüzdeki Bin Bir Çeşidi...
HIZIR (KENDİSİNE İLİM VE
RAHMET VERİLEN KUL) / 435
• Kendisine İlim ve Rahmet Verilen Şahıs: Hızır; Kimliği ve Şahsiyeti
• Tasavvuf ve Halk İnançlarında Hızır
• Kur’ân-ı Kerim’de Kendisine İlim ve Rahmet Verilen Şahıs (Hızır)
• Hadis-i Şeriflerde Hızır
• Mûsâ-Hızır Kıssasından Alınacak Ders ve İbretler
• Hıdrellez
• Âb-ı Hayat
• Hızır ve Bâtıl İnançlar, Hurâfeler
HİCRET / 489
• Hicret; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur'ân-ı Kerim'de Hicret Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Hicret Kavramı
• Hayat; İman, Sabır, Hicret ve Cihaddır
• Habeşistan Hicreti
• Hicret Çeşitleri
• Cihada Hazırlık Olan Hicretin Kendisi de Cihaddır
• Hicretin Hükmü
• Hicretle İlgili Genel Tesbitler
• Vatan Anlayışı ve “Ya Sev, Ya Terket!” Dayatması
• Hicret Edenler (Muhâcirler) ve Ecirleri
• Ensâr; Muhâcirleri Kendilerine Tercih Eden Yardımcılar
• Muâhât; Ensâr ile Muhâcirler Arasında Kardeşlik
• Hicrî Takvim
• Tabiatta Gözlenen Hicret
• Hicret Berâettir
• Vuslat İçin Ayrılmanın Destanı: Hicret
HİDÂYET / 551
• Hidâyet; Anlamı ve Mâhiyeti
• Kur’an’da Hidâyet
• Hidâyet, Yön Bulmak; İman Yönü Bulduran Kuvvet
• Hidâyet İsteği ve Hidâyette Devam
• Hidâyet Vermek Sadece Allah’a Ait
• Hidâyet İçin Kulun Çabası Gerekir
• Hidâyette Kulun Rolü
• Hidâyet Türleri
• Cihad ve Tebliğ; Başkasının Hidâyeti İçin Çalışmak
• Hidâyet İçin Gerekli Şartlar, Hidâyete Lâyık Olmak
• Hidâyet Konusunda Sünettullah (Allah'ın Değişmeyen Kanunu)
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1351 -
HİKMET / 575
• Hikmet; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Hikmet Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Hikmet Kavramı
• Hikmetin Önemi
• Hikmetle Çağrı; Dâvetçinin Özelliği
• Hikmetin Gerçek Sahibi; Hakîm Olan Allah
• Hikmet; Sırlar Hazinesi
• Dünya, Çeşitli Hikmetlerin Sergilendiği Bir Hikmet Fuarıdır
• Kaybettiğimiz İçin Kaybolduğumuz Öz Malımız; Hikmet
HİLÂFET - HALİFELİK / 601
• Halife Kelimesinin Anlamı ve Mâhiyeti
• Kur'an'da Halife Kavramı
• Halife’nin Anlam Sahası
• “Yeryüzü” Halifeliği
• “Allah’ın Halifesi” Olur mu?
• Genel Hilâfet/Umumî İstihlâf
• Özel Hilâfet/Hususî İstihlâf
• Devlet ve Toplulukların İstihlâfı/Halife Kılınması
• Bireylerin İstihlâfı/Halife Kılınması
• Halifelik Makamı ve Halifenin Yükümlülükleri
• “Halife”liğin Siyasi Boyutu; İslâm Devlet Başkanı Olarak Halife
• Halifenin Görevleri
• Râşid Halifeler
• Halifeliğin Kaldırılması
• Ardından Ağıt Yakmak İçin Değil; Muhteşem Dönüşünü Hızlandırmak İçin HİLÂFET
HÛD (A.S.) VE ÂD KAVMİ / 629
• Hûd (a.s.); Hayatı ve Tevhid Mücâdelesi
• Âd Kavmi
• Ahkaf
• İrem
• Âd Kavmi ve Kumların Atlantis’i Ubar Kenti
• Kur’ân-ı Kerim’de Hûd (a.s.) ve Âd Kavmi
• Hûd Sûresi
• İbret Alınması İçin Anlatılan Kıssaları Masallaştırma
• Maddî Üstünlük ve Lüks Yaşam Üzerine
• Hûd (a.s.) ve Dâvetinden Almamız Gereken Ders ve Mesajlar
• Âd Kavmi ve Onların İzindeki Günümüzün Âdîleri
HÜKM - HÂKİMİYET / 681
• Hükm ve Hâkimiyet; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Hükm ve Hâkimiyet
• Hâkimiyet/Egemenlik Kayıtsız Şartsız Allah’ındır
• Hâkimiyet Allah’ın Olmayınca
- 1352 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
• Laiklik ve Hâkimiyet
• Demokrasi ve Hâkimiyet
HÜZÜN / ÜZÜNTÜ / 715
• Hüzün; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Hüzün Kavramı
• Psikolojik Açıdan Üzüntü
• İslâm Düşüncesinde Hüzün Kavramı
• Mutluluk ve Üzüntü
• İnsanlığın Derdiyle Dertlenip Hüzünlenmenin Göstergesi: Gözyaşı
• Bencil Kaygılardan Sencil Çözümlere; Mânevî ıstırap ve Çilenin İmanla İlişkisi
• Kur’an’ı Hüzünlenerek Okumak
• İnsana Huzur Değil; Huzursuzluk Veren Hüzün ve Kurtuluş Çaresi
• Hüzün Kokulu Düşünceler
İBÂDET / 739
• İbâdet; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur'an'da İbâdet
• İbâdetle ilgili Bazı Âyetler
• İbâdet; Kalıp ve Kalbin, Tüm Organların Allah'a Yönelmesidir
• İbâdet, Fıtrattır
• İbâdet, Hayatın Tüm Alanlarını Kuşatır
• Allah'a İbâdet
• Namaz, Tüm İbâdetler İçin Prototiptir
• Allah'tan Başkasına İbâdet
• Putlara, Heykellere İbâdet
• Tâğuta İbâdet
• Bilginlere ve Din Adamlarına İbâdet
• Şeytana ve Cinlere İbâdet
İBRÂHÎM (a.s.) / 771
• “İbrâhîm”; Kelime Anlamı Ve Hz. İbrâhim'in Kimliği
• İbrâhim’in (a.s.) Hayatı ve Tevhid Mücâdelesi
• Kur’ân-ı Kerim’de İbrâhim (a.s.)
• Hadis-i Şeriflerde İbrâhim (a.s.)
• Hz. İbrâhim’in Çevresi: Putlar ve Putperestler
• Put ve Putlaştırma
• Put Kıran İbrâhim (a.s)
• Her Nemrud’a Bir İbrâhim
• İbrâhim (a.s.) ve Hicret
• İbrâhim’in (a.s.) Sınavları
• İmam/Önder İbrâhim (a.s.)
• İbrâhim Milleti; Haniflik
• İbrâhim’in (a.s) Duâları
• İbrâhim (a.s.) ile İlgili Âyetlerden Bazı Tesbitler
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1353 -
• İbrâhimî Duruş
• "O'nda Güzel Örnekler Vardır"
İÇKİ VE KUMAR / 827
• Hamr/İçki; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur'ân-ı Kerim'de İçkinin Haramlığı ve Yasaklanma Aşaması
• Hadis-i Şeriflerde İçki
• Tarih Boyunca İçki
• İçkinin Zararları
• Uyuşturucu Maddeler
• Yiyecek ve İçeceklerde İslâmî Esaslar
• Akıl Emniyeti
• Sarhoşluk
• Hadd-i Şürb; İçki İçme Cezâsı
• Meysir/Kumar; Anlam ve Mâhiyeti
• Kumarın Zararları
• Kur'ân-ı Kerim'de Meysir/Kumar
• Hadis-i Şeriflerde Kumar
• Haramın Devlet Eliyle İşlenmesi
• Ve... Günümüz
İFTİRÂ / 895
• İftirâ; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de İftirâ Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde İftira Kavramı
• İftirânın En Çirkini: Allah’a ve Dine İftirâ
• Cehennemlik İftira: Uydurma Hadisler
• Uydurma Hadislere Örnekler
• Âişe Anamıza Atılan Çirkin İftira: İfk Olayı
• Kazf: Nâmuslu Bir Kimseye Zinâ İftirası
• Lian: Eşler Arası Güvensizliğin Bedeli ve İftiraya Set Çekme
• Tefsirlerden İktibaslar
• Günümüz ve İftirâ
İHLÂS / 963
• İhlâs; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de İhlâs Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde İhlâs Kavramı
• İbâdetlerde İhlâs
• İhlâsın Zıddı; Riyâ
• Rızâ ve Allah'ın Râzı Olması
• İhlâs ve Riyânın Kabı; Amel
• İhlâsın Terazisi; Niyet
• Niyet Terbiyesi
- 1354 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
İHSÂN - MUHSİN / 999
• İhsân; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de İhsân Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde İhsân Kavramı
• İhsanın Önemi
• Muhsinler; İhsan Sahibi Olanlar
• Husn Kelimesi ve Türevleri
• İhsân; Güzelliktir, Güzellik Sergilemektir
• İhsân Kimlere Yapılır?
• İhsân Tanımına Giren Davranışlar
• Muhsinlerin Özellikleri
• İhsân Sahiplerinin Mükâfatı
İHTİLÂF / 1019
• İhtilâf; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur'ân-ı Kerim'de İhtilâf Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde İhtilaf Kavramı
• İhtilâflara Yaklaşım
• Kur’an’ın Işığında İhtilâfları Çözüm Tarzı
• Tefrika; İhtilâfın Şiddetle Haram Olan Şekli
• Cemaat; Gayrı Meşrû İhtilâfların Olmadığı Topluluk
• Vahdet; Özlenen Birlik ve Bütünlük
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1355 -
Altıncı Cilt İ-K Harfi
İKRÂH / DİNDE ZORLAMA / 1
• İkrâh; Anlam ve Mâhiyeti
• İnanç Özgürlüğü ve Dinde Zorlama
• Eğitim ve Âile Hayatında Zorlama
• Cihad ve İkrâh/Zorlama
• İslâm Cezâ Hukukunda Temel Cezâlar; Hadler
• Kur’ân-ı Kerim’de Dinde İkrâhın Olmadığı ve İnanç Özgürlüğü
• Konu ile İlgili Birkaç Hadis-i Şerif
• İslâm’a Dâvet Zorbalıkla Yapılmaz
• Tefsirlerden İktibaslar
İLİM / 41
• İlim Kelimesi: Anlam ve Mâhiyeti
• Bilgi Kaynakları ve Vahy
• İlim ve İslâm
• Allah'ın Âdem (a.s.)'e İsimleri Öğretmesi
• Hadislerde İlim
• Allah'ın Sıfatı Olarak İlim
• Günümüz ve İlim Kavramının Tahrifi
• “Bilim” ile “İlim” Aynı Şey mi?
• İlim, İslâmîyet’tir
• İlmin Sınırları
• İlim, Ancak Amel Etmek İçin Öğrenilmelidir
• İlmi Gizlemek
• Kur’an’da Temel Eğitim Kavramları; Rab, Fıtrat ve İlim
• Gerçek Eğitim Yuvası Ev, Esas Öğretmen de Anne ve Babadır
İMAM / 93
• İmam; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de İmam Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde İmam Kavramı
• İmâmet-i Kübrâ
• İmâmet Sisteminin Temel Özellikleri
• İmâmetin Önemi
• İzinden Gidilen Önderler; Takvâ İmamları ve Küfür İmamları
• Zâlim ve Fâsığın İmameti
• Zâlim ve Fâsık İmama Karşı Kıyam Hakkı
• Cemaat/Teşkilât İmamlığı
• Namaz İmamlığı
- 1356 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
İMAN / 129
• İman; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’an’da İman
• İmanın Artması Eksilmesi
• İmanın Gerektirdikleri
• İman ve İslâm
• İman ve Amel
• İnsan Niçin İman Eder?
İmanın Sebep ve Sonuçları (İmanla İlgili Sünnetullah)
• Yeniden İmana
• Ey İman Edenler İman Edin
• İmanı Bozan Haller
• Bâtıla İman
İMTİHAN / BELÂ / 173
• Belâ; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Belâ-İmtihan
• Hadis-i Şeriflerde Belâ-İmtihan
• Peygamberlerin Denenmesi
• Tüm İnsanların ve Mü’minlerin Sınanması
• Kâfir Toplumların İmtihanı
• Müslüman Cemaatin İmtihanı
• Ni’met veya Külfetle Deneme
• Mal ve Evlâtla İmtihan
• Fitne; Anlam ve Mâhiyeti
• İmtihan Bilinci
• Kullarını İmtihan Konusunda Tasarruf Yalnız Allah’ındır
• Belâ/İmtihan Hakkında Temel Prensipler
İNCİL / 201
• İncil; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur'ân-ı Kerim'de İncil Kavramı
• Dört İncil; Yazılışı ve Elde Mevcut En Eski Nüshaları
• Dört İncilin Muhtevâsı
• Kilise Tarafından Sahte (Apokrif) Sayılan İnciller ve Barnaba İncili
• Kur’ân’a Göre Hıristiyanların İslâm’a Zıt Olan Bazı Temel İnançları
• Muharref İncillerin Karanlık Yüzleri
• Muharref İncillerdeki Yüzlerce Çelişkiye Örnekler
• Muharref İncillere Göre Barış ve Savaş Anlayışı
• Muharref İncillere Göre Hz. İsa’nın Kölelik Anlayışı
• Muharref İncillere Göre Hz. İsa’da Irk Ayrımı
• Muharref İncillere Göre Hadım Olmak ve Evlenmenin Güzel Görülmemesi
• Muharref İncillere Göre Kadın Hakları ve Boşanma
• Ana-Babaya Buğz
• Servet Düşmanlığı ve Tembellik
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1357 -
• Muharref İncillerde Sömürü ve Faiz Anlayışı
• Muharref İncillere Göre Hz. İsa’nın Suyu Şaraba Çevirmesi
• Bir İslâm Peygamberi; Hz. İsa
• İncillere ve Hıristiyanlara Göre Hz. İsa
• İncillere Göre Hz. İsa’nın Beşerî Yönleri
• Körlerin Kör Kılavuzu Pavlus
• Hıristiyanlıkta Aslî Günah ve Bunun Keffâreti İçin Oğul’un Çarmıha Gerilmesi Anlayışı
• Tefsirlerden İktibaslar
• İncil ve Hıristiyanlıkla İlgili Bazı Kavramlar
İNFAK / 305
• İnfak; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur'an'da İnfak
• Hadislerde İnfak
• Allah'ın Verdiği Her Nimetin İnfakı Vardır
• Malla Yapılan İnfak
• İlimden Yapılan İnfak
• Mutluluktan Yapılan İnfak
• Sağlıktan yapılan İnfak
• Gençlikten Yapılan İnfak
• Güzel Sözle Yapılan İnfak
• Güler Yüzle Yapılan İnfak
• İnfakın Fayda ve Hikmetleri
İNSAN - NÂS / 323
• Nâs ve İnsan Kelimelerinin Anlam ve Mâhiyeti
• İnsanın İki Yönü
• İnsanın Bazı Temel Özellikleri
• Kur’ân-ı Kerim’de İnsan
a-) İnsanın olumlu özellikleri
b-) İnsanın olumsuz özellikleri
• İnsan İle Diğer Canlılar Arasındaki Farklar
• İnsanın Menşei (Oluşumu) Meselesi
• Kur’an’da İnsanın Yaratılması ve Halifeliği
• İnsanın Yaratılışı
• İnsanın Yaratılış Gayesi
• İnsanın Konumu ve Görevi
• İnsan Ölünce Ne Olacak?
• Akide Yönünden İnsanlar
• İnsanın değer ve üstünlüğü
• Haklar, Görevleri; Nimetler de Sorumlulukları Doğurur
İNZÂR / 344
• İnzâr; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur'an'da İnzâr Kavramı
• Mü'minlerin Uyarılması
- 1358 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
• Uyarının Fayda Etmediği Kâfirler
• Çağdaş Davetçi/Uyarıcının, İnzarın Fayda Edip Etmediğiyle İlgili Konum Tespiti
• Bütün Toplumlar Peygamber Aracılığıyla Uyarılmıştır
• Elçi Gönderilmeyen, Uyarı Yapılmayan Toplumlar Helâk Edilmezler
• Toplumun Önderleri Toplumdan Sorumludur
İRTİDÂD / 357
• İrtidâd; Anlam ve Mâhiyeti
• Mürted
• Fıkhî İctihadlara Göre Mürtedin Cezası
• Ridde Savaşları
• Kur'ân-ı Kerim'de İrtidâd Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde İrtidâd Kavramı
• Mürtede Verilecek Dünyevî Cezânın Tahlili
• İrtidadın Dünyevî Cezası Yoktur Diyenlerin Delilleri
• Gizli İrtidâd
• Şirkin Çağdaş Yansımaları; Özendirilen ve Dayatılan Mürtedlik
• Müşrik ve Mürtedlerle Mücâdele
• Şirk, Küfür ve İrtidaddan Korunma Yolları
• İrtidâd, İrticâ/Gericilik Demektir; Mürted de Mürtecî/Gerici
İSA (a.s.) / 423
• Hz. İsa; Hayatı, Tebliği ve Tevhid Mücâdelesi
• Kur’an-ı Kerim’de Hz. İsa
• Hıristiyanlara Göre Hz. İsa
• İncillere Göre Hz. İsa’nın Beşerî Yönleri
• Hz. İsa’nın Babasız Doğma Mûcizesi
• Hz. İsa’nın Ref’i ve Nüzûlü Meselesi
• Mehdî
• Deccal
İSLÂM / 462
• İslâm; Anlam ve Mâhiyeti
• İslâm’ın Gayesi
• İslâm’ın Hükümleri
• İslâm’ın Genel Özellikleri
• İslâm’ın Eski Şeriatlerle İlişkisi
• Kur’ân-ı Kerim’de İslâm Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde İslâm Kavramı
• İslâm’ın Rükûnları (Temelleri)
• Din Olarak İslâm
• İslâm'a İnanıp Teslim Olan Kimse; Müslim/Müsliman
• İslâm’a Teslim Olmanın Boyutları
• İslâm’ın Tebliği
• İslâm’ı Hayata Hâkim Kılmak
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1359 -
İSRÂF / 485
• İsrâf; Anlam ve Mâhiyeti
• Müsrif; İsrafçı, Savurgan
• Cimrilik; İsrâfın Zıddı Olan Aşırılık
• İktisad; Harcamada Orta Yol
• Cömertlik; Allah’ın Verdiğini Allah Yolunda Sarfetmek
• Saçıp Savuranlar Şeytanın Kardeşleridir
• Kur’ân-ı Kerim’de isrâf Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde İsrâf Kavramı
• Reklâm; İsrâfı Emreden Şeytânî İllüzyon
• Kapitalizm; Tüketimi ve İsrâfı Dayatan Rejim
• Mal; Dünya Varlığı
• Rızıktaki Farklılığın Hikmetleri
• Rızık Genişliği İmtihanı Karşısında Müslümanın Tutumu
• İnfak; İsrafın Alternatifi
• İnfakın Fayda ve Hikmetleri
• Mal Yığma
• Yeme-İçmede İsraf
• Tefsirlerden İktibaslar
• Tüketim Çılgınlığı ve İnsanımız
• Dünyaya, İsrafla Harcamak İçin Değil; Âhirete Azık Postalamaya Geldik!
İSRÂ VE MÎRAC / 561
• İsrâ; Anlam ve Mâhiyeti
• Mîrac; Anlam ve Mâhiyeti
• İsrâ Âyetinin Tefsiri
• Adım Adım İsrâ ve Mirac Olayı
• Sidre'de Allah'ın Tecellisi
(Rasûlullah Gerçekten Allah'ı Gördü mü?)
• Kur’ân-ı Kerim’de İsrâ ve Mirac
• Hadis-i Şeriflerde İsrâ ve Mîrac
• İsrâ ve Miracın Hükmü
• İsrâ ve Mirac Kaç Defa Olmuştur?
• İsrâ ve Mi'rac Olayı Bize Neleri Öğretiyor?
• İsrâ ve Mirac, Rûh ile mi, yoksa Beden ve Ruh Birlikte mi Olmuştur?
• Mirac Aklen Mümkündür
• İsrâ ve Mirac Olayına Farklı Yaklaşımlar
(S. Ateş, Hamidullah, M. Esed)
• İsrâ ve Mîrâcın Düşündürdükleri
• Tefsirlerden İktibaslar
İSTİÂZE / 669
• İstiâze; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’an ve İstiâze
• Şeytandan Kurtuluş, Allah'a Sığınmakla Sağlanır
- 1360 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
• Sığınan, Kendisine Sığınılan ve Kendisinden Sığınılan
• Şeytanın İbâdet Edenlere Vesvesesi ve Şeytanı Kaçıran Şey
• Günümüzde İstiâze Anlayışı
• Allah'a Sığınma Tarzı Nasıl Olmalı?
• İstiâze Şuurunun Bize Kazandıracağı Anlayış ve Davranışlar
İSTİKBÂR - MÜSTEKBİR / 683
• İstikbâr; Anlam ve Mâhiyeti
• Istikbâr Duygusu
• Müstekbir
• Müstekbirlerin İlki İblistir
• Müstekbir Tipler
• Müstaz’af
• Müstekbir ve Müstez’af Ilişkisi
• Müstaz’af İnsan Grupları
• Müstekbirliğin Sonucu: Dünyevî ve Uhrevî Azap
• İstikbârın Sembol Tipleri (Müstekbirlerin Duayenleri)
• İstikbâra Kapılmayanlar: Melekler, İnsan Dışındaki Canlılar ve Mü’minler
İSTİŞÂRE / ŞÛRÂ / DANIŞMA / 703
• Şûrâ/İstişâre; Anlam ve Mâhiyeti
• İstişârenin Fazileti
• Kur’ân-ı Kerim’de Şûrâ/İstişâre
• Rasûlullah’ın Sünnetinde İstişâre ve Konuyla İlgili Hadis-i Şerifler
• İslâm'da Kadınlarla İstişâre
• İstişârenin Önemi
• İstihâre; İstişâreden Sonra Yapılması Gereken Duâ
• İstihârenin Yozlaştırılıp Rüya Falına Dönüştürülmesi
• Tefsirlerden İktibaslar
İSYAN - İTAAT / 749
• İsyan; Anlam ve Mâhiyeti
• İsyanın İki Yönü
• Ma’siyet Ne Demektir?
• İtaat; Anlam ve Mâhiyeti
• Tâat Ne Demektir?
• Kur’ân-ı Kerim’de İtaat ve İsyan Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde İtaat ve İsyan
• İtaat Edilmesi Gereken Kimseler
• İtaat Edilmesi Yasak Olan Kimseler
• Küfürde Önderler ve Onların İzinden Giden Uyduları
• İtaat ve İsyan Yoluyla Düşülen Şirk
• Allah’a İtaat ve İsyanın Boyutları
• Bütün Evren Allah’a İtaat Etmektedir
• Nerdesin Ey Güzel İsyan?
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1361 -
İ’TİKÂF / 783
• İtikâf; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur'ân-ı Kerim'de İtikâf Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde İtikâf
• İ’tikâfın Amacı
• İ’tikâfın Hükmü: Vâcip İ’tikâf, Sünnet İ’tikâf
• İ’tikâfın Vakti ve Müddeti
• İ’tikâfa Giriş ve Çıkış
• İ’tikâf Yapılan Yer
• İ'tikâfın Âdâbı
• İ'tikâfı Bozan Hâl ve Hareketler
• İ’tikâfın Faydaları
• İ’tikâfın İnsana Kazandırdıkları/Hikmetleri
• İ'tikâf, Bir Kutlu Arınış; İnzivâ, Bir Görevden Kaçıştır
İZZET – ZİLLET / 815
• İzzet; Anlam ve Mâhiyeti
• İzzet-i Nefs
• Esmâu’l-Hüsnâdan el-Azîz, el-Muızz ve el-Müzill İsimleri
• Kur’ân-ı Kerim’de İzzet ve Zillet Kavramı
• Azizler ve Zeliller
• Allah'ın İzzeti ile İzzetlenmek
• İzzeti Yanlış Yerde Aramak
YUMUŞAKLIK, KİBARLIK VE
KABALIK, KATI YÜREKLİLİK / 845
• Leyn; Anlam ve Mâhiyeti
• Sözün Güzelliği, Tatlı Dille Allah’a Dâvettedir
• Kur’ân-ı Kerim’de Yumuşaklık, Nezâket ve Tatlı Söz
• Hadis-i Şeriflerde Yumuşak Usûl ve Üslûp Konusu
• Hılm (Hilim); Yumuşak Huylu Olmak
• Halîm; Allah’ın Güzel İsimlerinden Biri
• Yumuşaklık ve Kibarlığın Zıddı; Gazap ve Öfke
• İslâm Ahlâkı Açısından Öfke
• Ya Susun Ya da Susmaktan Daha Güzel, Daha Tatlı Şeyler Söyleyin!
• Kalp/Gönül ve Kalbin Halleri
• Kalbin Katılaşıp Hastalanması ve Mühürlenmesi
• Katı Yürek (Ğalîz ve Kasvet İçindeki Kalp)
• Tefsirlerden İktibaslar
KADIN / 899
• Kadın; Mâhiyeti
• Kur'ân-ı Kerim'de Kadın Konusu
• Hadis-i Şeriflerde Kadın
• Câhilî Düşünce ve Diğer Dinlerde Kadın
- 1362 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
• İslâm'da Kadın
• Aile Hayatında Kadın
• Kadının Örtüsü/Tesettür ve Hicab
• Yozlaşan Geleneksel Tavır
• Toplumsal Hayatta Müslüman Kadın
• Müslüman Kadının Toplumsal Hayata Katılma Âdâbı
• Haremlik-Selâmlık; İhtiyattan Bid’ate
• İslâmî Harekette Kadın
• Kadın-Erkek Eşitliği mi, Adâlet, Uyum
ve Birbirini Tamamlama mı?
• Erkeğin Yöneticiliği ve Dövme Yetkisi
KALP / GÖNÜL / 977
• Kalp; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur'an'da Kalp
• Kur'an'da Kalbin Halleri
• Kalbin Hastalığı ve Mühürlenmesi
• Kalbin Mühürlenmesi Sebep Değil; Sonuçtur
• Kur’an’da Kalp, Kulak ve Gözün Konumu
KARDEŞLİK / 996
• Uhuvvet/Kardeşlik; Anlam ve Mâhiyeti
• İslâm Hukukunda Nesep Yönüyle Kardeşlik Hukuku
• İslâm ve İnsan Kardeşliği
• Tasavvufta Kardeşlik (İhvân) Anlayışı
• Radâ; Sütkardeşliği ve Süt Akrabalığı
• Kan Kardeşliği ve And İçme
• Muâhât; Ensâr ile Muhâcirler Arasında Kardeşlik
• Günümüzde Müslüman Bireyler ve Cemaatler Arasında Kardeşlik
• Selâm; Kardeşliğin Göstergesi
• Îsâr; Kardeşini Kendine Tercih Edecek Özveri
• Kur’ân-ı Kerîm’de Kardeşlik Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Kardeşlik Kavramı
• Uhuvvet/Kardeşlik ve Görevlerimiz

KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1363 -
Yedinci Cilt K-L-M Harfi
KARZ-I HASEN /
ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME / 1
• Karz; Anlam ve Mâhiyeti
• Karz-ı Hasen; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Karz-ı Hasen
• Hadis-i Şeriflerde Karz-ı Hasen
• Borç ve Borç Vermeyle İlgili Hükümler
• Borcun Yazılması
• Borç Senedi
• Borçlarda Enflasyon
• Vâde Farkı
• Borcu Dövize Çevirme
• İslâm Dışı Ekonomik Hayat ve Karz-ı Hasen
• Borç Konusu ve İnsanımız
• Karz-ı Hasenin Fazîleti
• Borçlanmaktan Sakınmak İslâmî Görevimizdir
• İnfakın, Allah İçin Borç Vermenin Fayda ve Hikmetleri
KISAS / 67
• Kısas; Anlam ve Mâhiyeti
• Kısasın Hikmetleri
• Kur’an’ın İcaz Örneklerinden Biri: “Kısasta Hayat Vardır!”
• Kısastaki Adâlet; Cinâyetlerin Önüne Ancak Kısasla Geçilir
• Kısasın Tarihçesi; Diğer Din ve İdeolojilerde Kısas
• İslâm Hukukuna Göre Adam Öldürme ve Cezası
• Kısasın Uygulanabilme Şartları
• Kur'ân-ı Kerim'de Kısas Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Kısas Kavramı
• Diyet ve Kasâme
• Kur’ân-ı Kerim’de Cinâyet Suçu
• Hadis-i Şeriflerde Cinâyet
• Cinâyet; Büyük Zulüm
• Cana Kıymanın Uhrevî Sorumluluğu
KISSA / 95
• Kıssa; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’an Kıssaları
• Tebliğ Sürecinde Kur’an Kıssaları
• Kur’ân-ı Kerim’de Anlatılan Kıssaların Hikmetleri
• Kur’an Kıssalarında Sünnetullah (Değişmeyen İlâhî Yasalar)
• Kur’an’da Kıssalar Yoluyla Verilen Mesaj
• Kur’ân-ı Kerim’deki Bazı Kıssaların Tekrarı
• Kur’ân-ı Kerim’de Kıssa Kavramı
- 1364 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
• Tefsirlerden İktibaslar
• Hadis-i Şeriflerde Kıssa Kavramı
• Hadis-i Şeriflerdeki Kıssalara Örnekler
• Kıssacılık ve Kıssacılar
KIYÂMET / 149
• Kıyâmet; Anlam ve Mâhiyeti
• “Kıyâmet”in Diğer İsimleri
• Kıyâmet Alâmetleri
• Sûr; Kıyâmetin ve Haşrin Başlangıcı
• İsrâfil (a.s.); Allah’ın Emriyle Kıyâmeti Başlatacak Melek
• Ba’s ve Ba’sı İnkâr
• Ba’su Ba’de’l-Mevt
• el-Bâis; Yeniden Dirilten Allah
• Haşr ve Neşr
• Haşr-ı Cismânî
• Mahşer
• Sırat ve Sırat Köprüsü
• Havz-ı Kevser
• Hesap ve Hesap Günü
• Esmâü’l-Hüsnâ’dan Hasîb; Allah Hesaba Çekendir
• Mizan
• Duhân; Kıyâmet Alâmetlerinden Biri
• Dâbbetü’l-Arz
• Deccal
• Mehdi
• Sahte Peygamberlik ve Hz. İsa’nın Nüzûlü
• Siz de mi Hâlâ Kıyâmetin Kopmadığını Sanıyorsunuz?
• Kur’ân-ı Kerîm’de Kıyâmet
• Hadis-i Şeriflerde Kıyâmet ve Kıyâmet Alâmetleri
• Kıyâmet ve Âhiret Şuuru
• Yaratılışa İnanan, Yeniden Yaratılmaya da İman Eder
• Kıyâmet ve Âhiret Anlayışı, Bizi Dirilişe Ulaştırır/Ulaştırmalıdır
• Her An Yaşadığımız Kıyâmet: Gündüz Yaşıyor, Gece Ölüyor, Sabah Diriliyoruz
• Ölüm; Gurbetten Vuslata Hicret
• Kıyâmetin ve Ölümün Düşündürdükleri
KOLAYLIK / YÜSR / 263
• Yüsrr/Kolaylık; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur'ân-ı Kerim'de Kolaylık-Zorluk Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Kolaylık-Zorluk Kavramı
• İslâm; Basitlik Değildir Ama Kolaylıktır!
• Müslümanca Yaşayış Güzel ve Kolay; Gayri İslâmî Hayat Çirkin ve Zor Bir Yaşamdır
• Her Zorluğun İçine Dürülen Kolaylık
• Geleneksel Din Anlayışı ve Yozlaşmasının Sonucu: Dinin Zorlaştırılması
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1365 -
• Kolaylığın Sınırı; İlâhî Ölçü ve Hevâ
• İslâm’ı Yaşamayanlara Cezâ: Hayatın Zorlaşması
KORKU / 305
• Havf; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Korku Kavramı
• Kur’an’da Korku Anlamındaki Kelimeler
• Hadis-i Şeriflerde Korku Kavramı
• Korku Denen Reaksiyon
• Korku Çeşitleri
• Korkaklık
• Korku Namazı
• Selefin Havf/Korku Anlayışı
• İnsan Psikolojisini Dengeleyen İki Unsur: Korku ve Ümit
• Korku-Ümit Terazisinde Ağır Basan Taraf Korku Olmalıdır
• Stresin İlâcı, Allah Korkusudur
• Korkmak Ayrı, Takıyye Yapmak Ayrı Şeydir
• Korku-İman İlişkisi; İmanları Tartan Terazi: Korku
KÖLELİK VE CÂRİYELİK / 339
• Abd/Köle; Anlam ve Mâhiyeti
• Köleliğin Tarihî Seyri
• Köleliğin Kaynakları
• Kur'ân-ı Kerim'de Köle ve Kölelik
• Hadis-i Şeriflerde Kölelik
• Kölenin Hukukî Statüsü
• Fıkhî Hükümlere Göre Câriyelerden Cinsî Yönde Yararlanma Şartları
• Kölelik Mantığı ve Naklî-Aklî Değerlerle Çatışması
• Câriyelik ve Câriyeler
• Câriyelerin Avret Yeri; Dine Bundan Büyük İftira Olamaz: "Örtünmelerini Din Yasaklıyor!"
• Köle Âzâd Etme ve Önemi
• Kölelikle İlgili Bazı Kelime ve Terimler
• Kölelik Çok Önceleri Kalkmış Olmalı Değil miydi?
• Kölelik Gerçekten Kalktı mı? Modern Kölelik ve Özgürlük Üzerine Düşünceler
KUR’AN / 407
• Kitab; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’an; Anlam ve Mâhiyeti
• Zalike'l- Kitab (Bu Kitap) Ne Demektir?
• Kur’an Hakkında Kısa Bilgi
• Kur’an Konuları
• Kur’an’da Kur’an
• Bu Kitab'ı Kim Göndermiştir?
• Bu Kitap Niçin Gönderilmiştir?
- 1366 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
• Bu Kitap Neyi Anlatmaktadır?
• Kur’ân-ı Kerim Hakkında Bilgi
• Gerçek Anlamda Çağ Kapatıp Çağ Açan Sadece Kur’an’dır
• Bu Kitabı Nasıl Okumalı, Ona Nasıl Yönelmeliyiz?
KUR'AN'IN İ'CÂZI / 457
• İ'câz ve Mu'cize Kelimelerinin Anlam ve Mâhiyeti
• İ'câzu'l-Kur'an Ne Demektir?
• Kur’ân-ı Kerim'in Mûcize Oluşunun Delilleri:
a- Kur’ân-ı Kerim'in Hârikulâde Oluşu
b- Kur'an'ın, Karşı Çıkan Muhaliflerine Meydan Okuması
c- Bir Benzerinin Getirilememesi
• Kureyş İleri Gelenleri Gizlice Kur'an Dinliyor
• Kur'an ile Diğer Peygamberlerin Mûcizeleri Arasındaki Fark
• Kur'an'ın İ'câz Yönleri:
a- Kur'an'ın Nazmı ve Te'lifi
b-Kur'an'ın Fesâhat ve Belâğatı (Anlatım ve İfade Güzelliği)
• Gaybî İ'câzı:
a- Kur'an'ın Gelecekten Haber Vermesi
b- Geçmiş Toplumlardan Haber Vermesi
c- Bütün İnsanların İhtiyacını Karşılayacak Esaslar İhtiva Etmesi
d- Kur'an'ın, Hz. Peygamber'in Her Arzusuna Uygun Olarak Nâzil Olmaması
• Kur'an'ın İlmî İ'câzı
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR / 479
• Küfür; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur'an'da Küfür Kavramı (Nankörlük ve İnkâr)
• Küfrün Anatomisi
• Kâfirin Kalbi
• Küfrün Sebepleri
• Müslüman-Kâfir İlişkisi
• Kâfirlerle İlişki Çeşitleri; Savaş ve Barış
• Kâfir Akrabalarla İlişki
• Elfâz-ı Küfür
• Ef’âl-i Küfür
• Tekfir ve Büyük Günah İşleyenin İtikadî Durumu
• Haksız Tekfir; Bir Müslümanı Küfre Nispet Etme
• İtidâl/Denge
• Dinde aşırılık
• Tekfircilik Hastalığı
• Tekfir Konusunda Âyet ve Hadisler
• Tekfir Konusunda Kurallar
• Tekfire Engel olan Mâniler
• Tekfir Konusunda Yetkili Mercî
• Mü’minlerin İnsanlar Hakkındaki Kanaati
• Küfrün Kısımları; Büyük ve Küçük Küfür
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1367 -
• Haksız Tekfirin Tehlikesi
• Küfürden Korunma Yolları
LÂNET / 589
• Lânet; Anlam ve Mâhiyeti
• Rasûlullah, Lânet Edici Değil; Rahmet Peygamberiydi
• Lâneti Yasaklayan Hadis-i Şerifler
• Kur’an-ı Kerim’de Lânet:
Lânetlenen Zümreler ve Özellikler
• Hadis-i Şeriflerde Lânet Edilenler
LÛT(A.S.) VE HOMOSEKSÜEL KAVMİ / 603
• Lût (a.s.); Hayatı; Tevhid ve Ahlâk Mücâdelesi
• Tevrat’a Göre Hz. Lût
• Tasavvuf Edebiyatı ve Türk Edebiyatında Hz. Lût ve Livâta
• Lût Kavmi ve Altı Üstüne Getirilen Şehir
• Livâta/Homoseksüellik
• Kur’ân-ı Kerim’de Lût (a.s.) ve Homoseksüel Kavmi
• Hadis-i Şeriflerde Livâta ve Erkeğin Kadına Benzemesi
• Lût Gölü
• Cinsellik Bunalımı ve Hz. Lût
• Lût Kavmi ve Almamız Gereken Dersler, Mesajlar
• Lût Kavmi ve Günümüz
• Tefsirlerden İktibaslar
MAL-MÜLK VE MÂLİK / 659
• Mal; Anlam ve Mâhiyeti
• Malı Koruma
• Mülk ve Mülkiyet; Anlam ve Mâhiyeti
• Mülk Arâzi
• Mal-Mülk Allah'ındır
• Kur’ân-ı Kerim’de Mal-Mülk ve Mâlik Kavramları
• Hadis-i Şeriflerde Mal-Mülk ve Mâlik Kavramları
• Esmâu’l-Hüsnâ’dan El-Melik, Mâlikü’l Mülk, Mâlik-i Yevmi’d-Dîn İsmi
• Mülk ve Melekût; Eşyanın İki Yüzü
• Mal Yığma
• Para ve Mal Kazanma Yolları; İslâm Ekonomisinin Genel Prensipleri
• Dünya Hayatı, Dünya Malı ve Varlığı Sizi Aldatmasın!
• Tefsirlerden İktibaslar
MESH
(“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”) / 759
• Mesh; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Mesh Kavramı
- 1368 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
• Tarihten Günümüze; Efsâne ve Destanlara Kadar Mesh’in Yansıması
• Maymun Soyu, İnsandan mı Oluşmuştur?
• İnsandan Maymuna; Maymundan İnsana Değil!
• İğrenç Bir İddia: İnsanın Maymundan Türemesi
• Maymunlaşmak ve İslâmî Kişilik
• Maymunlaşmanın Bir Göstergesi: Taklitçilik
• Maymunlaşmanın, Taklidin Uzantısı: Bâtıllara Benzemek
• Maymunlaşma Sebebi: Hîle-i Şer’iyye Denilen “Hîle-i Şerriyye”
MEKR / TUZAK / 783
• Mekr; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Mekr Kavramı
• Mekr Kavramına Benzeyen Diğer Kelimeler: Hile Hud’a, Keyd, Mihâl, Tedlîs, Tağrîr, Ğaşş, Hılâbe
• Hîle-i Şer’iyye mi, Hile-i Şerriyye mi?
• Hilekâr, Hilekârlık
• Mekr’in Allah’a Nisbet Edildiği Halde Mü’mine Nisbet Edilmemesi
• Mü’minler Niye Mekr Edemezler?
• Tefsirlerden İktibaslar
MELEK / 815
• Melek; Tanımı ve Mâhiyeti
• Meleklerin Mâhiyetleriyle İlgili Kur'an'daki Tasvirler
• Meleklerin Özellikleri
• Meleklerin Görevleri
• Meleklerin Sayıları ve Çeşitleri
• Melekler İnsanlardan Daha Faziletli midirler?
• Gayba ve Meleklere İman
• Melek İnancının Etkileri
• Melekler Hakkında Tashih Edilmesi Gereken Bazı Yaklaşım ve Bâtıl İnançlar
HZ. MERYEM (R.A.) / 833
• Hz. Meryem; Hayatı ve Şahsiyeti
• Meryem Sûresi
• Kur’ân-ı Kerim’de Meryem (a.s.)
• Hadis-i Şeriflerde Meryem (a.s.)
• Adayış; Vakıf İnsan Meryem
• Hz. Meryem; Putlaştırma ve İftirâya, Hakarete Uğrama İmtihanı Arasında Örnek Bir Şahsiyet
• Hz. İsa’nın Babasız Doğma Mûcizesi
• Tefsirlerden İktibaslar
MESCİD / 871
• Mescid; Anlam ve Mâhiyeti
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1369 -
• Kur'ân-ı Kerim'de Mescid Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Mescid Kavramı
• Mescidin/Câminin Fonksiyonları
• Câmilerin İdâresi ve Görevlileri
• Mescidlere Ait Hükümler
• Kıble, Mihrâb, Minber, Ezan, Cemaat
• Mescid-i Harâm, Mescid-i Aksâ, Mescid-i Nebevî
• Kiliseden Câmiye; Câmiden Müzeye: Ayasofya
• Dırar Mescidi, Takvâ Mescidi
• Mescidlerin Sanat ve Mimari Yönü
• Yeryüzü Mescidi
• Günümüz Mescidleri; Bid'atler
• Câmilerde Bir Büyük Bid'at; Mevlid
• Mescidlerin Yeniden İhyâsı
MEYVELERDEKİ İBRETLER / 949
• Meyveler ve Meyvelerdeki İbretler
• Bitkiler
• Ağaç ve İslâm’da Ağaçla İlgili Hususlar
• Kur’ân-ı Kerim’de Meyve ve Bitkiler
• Kur’an’da Vurgulanan Meyvelerden; Hurma, Üzüm, İncir, Zeytin ve Bal
• Hadis-i Şeriflerde Meyve ve Benzeri Yiyecekler
• Tefekkür; Meyve ve Benzeri Yiyecek Yerken…
MİLLET / 995
• Millet; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Millet Kavramı
• Küfür Tek Bir Millettir
• Millet Kavramının Tahrifi
• Kavim/Ulus ve Ümmet
• Vatan
• İslâm’ın Vatan Anlayışı
• Câhiliyyenin Vatan Anlayışı ve “Ya Sev, Ya Terk Et” Dayatması
• Arzın/Ülke Topraklarının Kutsallaştırılıp Putlaştırılması
• Milliyetçilik/Ulusçuluk
• Irkçılık/Asabiyet/Kavmiyetçilik
• Irkçılıkla İlgili Hadis-i Şerifler
- 1370 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
Sekizinci Cilt M-N-O-P-R-S Harfi
MUHKEM VE MÜTEŞÂBİH ÂYETLER / 1
• Muhkem; Anlam ve Mâhiyeti
• Müteşâbih; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur'ân-ı Kerim'de Muhkem ve Müteşâbih Kavramı
• Müteşâbih Âyetleri Kim Bilir?
• Müteşâbih Âyetlere Uyanlar
• Muhkem ve Müteşâbihin Mâhiyeti Hakkında Çeşitli Görüşler
• Âyetlerde Allah'ın Zâtı ve Sıfatları İçin Kullanılan Müteşâbih Örnekleri
• Hadis-i Şerifler Açısından Müteşâbih
• Tefsirlerden iktibaslar
MÛSÂ (A.S.) / 75
• Mûsâ; Kelime Anlamı ve Hz. Mûsâ'nın Kimliği
• Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Mûsâ'nın Hayatı ve Mücadelesi
• Hz. Mûsâ’nın Tevhid Mücadelesinden Alınacak Bazı İbretler
• Hz. Mûsâ’nın Dâvet Konusuyla İlgili Duâları
a- Sadrının Şerhi (Ruhuna genişlik Verilmesi)
b- İşinin Kolaylaştırılması
c- Dilindeki Düğümün Çözülmesi
d- Hârun’un Vezir/Yardımcı Olarak Verilmesi
• Hz. Mûsâ’nın Tâğutla Mücadelesinden Dâvetçiler İçin Çıkarılacak Bazı Dersler
NAMAZ (SALÂT) VE İKAMESİ / 103
• Salât; Anlam ve Mâhiyeti
• Namazın İkamesi (Namazı Ayakta Tutmak, Ayağa Kaldırmak)
• Namaz, ibâdetlerin Bir Sentezidir
• Tevhidden Sonra En Önemli Emir: Namaz
• En Faziletli Amel
• Mü'min ile Kâfir Arasında Ölçü
• Namazın Sürekliliği
• Namazın Korunması
• Namaz ve Ruh Eğitimi
• Namaz Kötülüklerden Arındırır
NEFS / 127
• Nefs; Anlam ve Mâhiyeti
• Nefsin Farklı Özellikleri (Emmâre, Levvâme, Mutmainne, Râdıye, Mardıyye)
• Kur’ân-ı Kerim’de Nefs Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Nefs Kavramı
• Müslüman Nefse Hakaret Edilebilir mi?
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1371 -
• Nefs Kavramı Çerçevesinde Kur’an’da Kişiliğin Tekâmül Aşamaları
• Nefs Kavramının Yozlaştırılması ve “Nefsin Merhaleleri” Tâbiri
• Nefsin İki Yönü (Nefse Fücûr ve Takvânın İlhâmı)
• İntihar; İzzet-i Nefs
• Ben Kavramı; Egonun Özellikleri
• Nefs ve Ruh Aynı Şey midir?
• Ruhla Nefsî Arzular Arasındaki Dengesizlik
• Nefsin Olumsuz Yönü; Hevâ
• Hevânın Kişisel ve Toplumsal (Ahlâkî) Boyutu; Hevâî insanlar Topluluğu
NESH / 207
• Nesh; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’an-ı Kerim’de Nesh Kavramı
• Nesh Konusunda İhtilâflar (Kur’an Hükümleri Arasında Nesh Var mıdır?)
• Kur’an Âyetleri Arasında Neshin Varlığını Savunanların Delilleri
• Kur’an Âyetleri Arasında Neshin Olmadığıyla İlgili Deliller
• Nesh Anlayışının Ortaya Çıkışı
• Kur’an Hükümleri Ebediyyen Geçerlidir
• Nesh, Eski Şeriatlerin Kur’an Âyetleri Tarafından Geçersiz Kılınmasıdır
NİFAK - MÜNÂFIK / 231
• Nifak ve Münâfık; Anlam ve Mâhiyeti
• Nifakın Kısımları
a- İtikadî (inançla ilgili) nifak
b- Amelî (davranışlarla ilgili) nifak
• Nifakın Riya ile Alâkası
• Kâfirlerle Münâfıkların Karşılaştırılması
• Münâfıkların Alâmetleri
a- Kur'an-ı Kerim'e Göre Münâfıkların Özellikleri
b- Hadis-i Şeriflere Göre Münâfıkların Özellikleri
• Münâfıkların Mescid ve Benzeri Faaliyet Yerleri Açmaları
• Küfür ve Nifak Psikolojisi
• Münâfıklarla Mü'minlerin Toplumsal Bağları
• Münâfıkların Cezası
• Günümüzde Münâfık
• Münâfıkların Kalpleri Hastadır
• Kalbin Bozulma Safhaları
• Kalp Hastalığı
• Kalbin Mühürlenme Keyfiyeti
• Gizli İnkâr (Nifak)
• Kur’an’da Ruh Sağlığı, Gönül Huzuru ve Psikolojik Denge
• Münâfıkların Tutarsızlığı
• Kur’anın Sefih Dedikleri
- 1372 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
• Münâfıkların Karakteri
• Münâfıklar Kördür, Doğruyu Görmez
• Münâfıkların Melekeleri/Yetenekleri Dumûra Uğramıştır
• Ateşin Önünde Karanlıkta Kalanlar
• Sağırlar, Dilsizler, Körler!
• Münâfıkların Işığı Kısa Sürelidir
• Münâfıklık Küfre Götürür
• Münâfığın Işığı Kısa Sürelidir
NİKÂH VE TALÂK / 301
• Nikâh; Anlam ve Mâhiyeti
• Mehir
• Mut’a Nikâhı
• Kur'ân-ı Kerim'de Nikâh Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Nikâh
• Evlenme, Evlilik
• Aile: Bireyden Cemaate, Düzensizlikten Nizama, Günahlardan ibâdete Geçiş
• Evliliği Kolaylaştırın!
• Evlilik; Ev Denilen Özel Sarayda Kral ve Kraliçe Olup Prensler Yetiştirmek
• Nikâhın Önemi
• Evliliğin İmanla Kopmaz Bağı
• Evlilik ve Aile Hayatı Bir ibâdettir
• Dâvâ Evliliği
• Kefâet/Küfüv; Evlenecekler Arasında Denklik ve Uyum
• Başlık Parası
• Nişan, Nişanlanma
• Düğün; Nikâhın İlânı
• Velîme; Düğünde İkrâm
• Nesil Emniyeti
• Teaddüd-i Zevcât/Poligami
• Talâk/Boşanma; Allah'ın Hoşlanmadığı Mubah
• Kur'ân-ı Kerim'de Talâk Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Talâk
NÛH (A.S.) / 389
• Nûh (a.s.); Hayatı ve Peygamberliği
• Nûh Sûresi
• Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Nûh ve Tevhid Mücâdelesi
• Nûh TûfânıTûfan Evrensel mi, Yoksa Yerel Bir Âfet miydi?
• Gemiye Bütün Hayvanlar Alındı mı?
• Tûfan'ın Arkeolojik Delilleri
• Tûfan'dan Söz Eden Din ve Kültürler
• Hz. Nûh Kıssasının Kur’an’da ve Muharref Tevrat’taki Karşılaştırması
• Nûh’un Gemisine Binmek
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1373 -
• Hz. Nûh (a.s.)’un Tebliğ Mücâdelesindeki Örneklik
• Nûh Kıssasının Mesaj ve Dersleri
NUR - ZULUMÂT / 431
• Nur; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur'an'da Nur Kavramı
• Mutlak Nur, Âlemleri ve Gönülleri Nurlandıran Allah'tır
• Nurun Karşıtı Karanlıklar, Sayısız Denecek Kadar Çoktur
• Karanlık, Nurun Bulunmamasıdır; İkisi Bir Arada Barınamaz
• İmanın Nuru ve Küfrün Karanlıkları
• Kur'an ve Peygamber Nur ve Münîr (Aydınlatan) dir
• Nur, Dünya ve Ahirette Tüm Hayırları; Karanlıklar da Şerleri Kapsar
• Hadis-i Şeriflerde Nur Kavramı
• Kur'an, insanları Zulumâttan Nura Çıkarır
ORUÇ / 443
• Savm/Oruç; Anlam ve Mâhiyeti
• Orucun Hikmetleri/Faydaları
• Az Yemenin Dindeki Önemi ve Faydaları
• Kur'ân-ı Kerim'de Oruç
• Hadis-i Şeriflerde Oruç ve Fazîleti
• Orucun Çeşitleri
• Orucun Rükün ve Şartları
• Orucun Yükümlülük Şartları
• Oruç Tutmamayı Mubah Kılan Mâzeretler
• Orucun Geçerlilik Şartları
• Orucu Bozan Şeyler
• İlâç Kullanmanın ve İğne Yaptırmanın Hükmü
• Orucun Kazâsı: Kazâ, Keffâret, Fidye, Iskat-ı Savm
• Oruç, Niçin Ramazan Ayında Tutulur?
• Ramazan Ayı ve Fazîleti
• Ramazan Mektebi
• Rü’yet-i Hilâl; Hilâlin Görülmesi
• Kadir Gecesi ve Fazîleti
PEYGAMBERLİK VE PEYGAMBERLER / 507
• Savm/Oruç; Anlam ve Mâhiyeti
• Orucun Hikmetleri/Faydaları
• Az Yemenin Dindeki Önemi ve Faydaları
• Kur'ân-ı Kerim'de Oruç
• Hadis-i Şeriflerde Oruç ve Fazîleti
• Orucun Çeşitleri
• Orucun Rükün ve Şartları
• Orucun Yükümlülük Şartları
• Oruç Tutmamayı Mubah Kılan Mâzeretler
• Orucun Geçerlilik Şartları
- 1374 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
• Orucu Bozan Şeyler
• İlâç Kullanmanın ve İğne Yaptırmanın Hükmü
• Orucun Kazâsı: Kazâ, Keffâret, Fidye, Iskat-ı Savm
• Oruç, Niçin Ramazan Ayında Tutulur?
• Ramazan Ayı ve Fazîleti
• Ramazan Mektebi
• Rü’yet-i Hilâl; Hilâlin Görülmesi
• Kadir Gecesi ve Fazîleti
PUT VE PUTA TAPMA / 535
• Put; Anlam ve Mâhiyeti
• İlâh Nedir; Putlaştırıp İlâhlaştırma Nasıl Olmaktadır?
• Putlaştırılıp İlâh Haline Getirilen Bâtıl Tanrı Anlayışları
• Kur’ân-ı Kerim’de Put Kavramı ve Puta Tapma
• Hadis-i Şeriflerde Put Kavramı ve Puta Tapma
• Tasvîr (Putlaştırılan Heykel ve Resim); Putçuluğun Genel Görüntüsü; Heykel ve Resim
• Tasvîrin (Resim ve Heykelin) İtikad, Fıkıh ve Sanat Açısından Hükmü
• Çağdaş Bir Putlaştırma Örneği; Atatürk'e Tanrı veya Peygamber Diyenler
• Hevânın Putlaştırılması
• Allah'tan Başkasına ibâdet
• Putlara, Heykellere ibâdet
• Mâbed/Tapınak
• Putları Kırmak
• Put ve Putperestlikle İlgili Kavramlar ve Anlamları
RAB / 705
• Rab; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur'an'da Rab Kavramı
• Rab Konusunda Bâzı Âyetler
• Rab Konusunda Hadis-i Şerifler
• Âlemlerin Tek Rabbi Allah
• Eğitim Açısından Rab Kavramı
• Nefsine Bile Söz Geçiremeyen Rab Taslakları
• Rab Olmayan Bir Tanrı Edinme İsteği
• Sevilenlerin Putlaştırılması; Allah'tan Başkasını Rab Edinme
• Günümüz insanının Çeşitli Rableri
• Rab Konusunda Sahih İtikad
RAHMÂN VE RAHÎM / 725
• Rahmân Kelimesi; Anlam ve Mâhiyeti
• Rahîm; Anlam ve Mâhiyeti
• Rahmetin İki Çeşidi; Rahmân ve Rahîm
• Kur'an'da Rahmet
• Hadislerde Allah'ın Rahmeti
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1375 -
• Hastalık, Sakatlık ve Bazı Musibetler de Rahmettir
• Rahmet, Tüm Evreni Kuşatmıştır
• Rahmetin İki Büyük Yansıması: Kur'an ve Peygamber
• Rahmet Sıfatının Kuldaki Tecellisi; Merhamet
• Rahmân ve Rahîm Sıfatlarının Düşündürdükleri
RIZIK / 753
• Rızık; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur'an'da Rızık
• Bir kimse Başkasının Rızkını Yiyebilir mi?
• Rızık, Azalıp Çoğalabilir mi?
• Kısmetimde Varsa, Rızkım Ayağıma Gelir Diyebilir miyiz?
• Rezzâk (Rızık Veren) Allah'tır
• Biyoloji İlminin Verileri Işığında Rızık
• Fen Bilgisi Verileri Işığında Rızık
• Rızık Konusunda Yeryüzündeki Mucizevî Yardımlaşma
• Denizlerdeki Durum; Su ve Rızık
• Allah’ın Kullarına Rızık Vermesindeki Sünneti (Değişmez Yasası)
• Rızık Kazanmak İçin Çalışmak; Rızkın Temizinden Faydalanmak
• Rızkın Genişlemesi ve Daralması; Rızıktaki Farklılığın Hikmetleri
• Rızık Genişliği İmtihanı Karşısında Müslümanın Tutumu
• Rızık Darlığı İmtihanı Karşısında Müslümanın Tutumu
• Manevî Rızık
MURÂBATA YAPMAK
(CİHAD İÇİN HAZIR OLMAK) / 773
• Murâbata; Anlam ve Mâhiyeti
• Ribat; Anlam ve Mâhiyeti
• Ribat ve Râbıta
• Murâbıt Kimdir?
• Râbıta; Anlamı Çarpıtılan Bir Kavram
• Kur’ân-ı Kerim’de Murâbata Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Murâbata ve Ribat Kavramı
• Râbıta Kavramının Yozlaştırılması
RÛH / 891
• Rûh; Anlam ve Mâhiyeti
• Rûhu’l-Kudüs; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’an-ı Kerim’de Rûh ve Rûhu’l Kudüs
• Hadis-i Şeriflerde Ruh
• Rûh; Çok Bilinmeyenli Denklemden Bilebildiğimiz Bazı Özellikler
• Ruh; “Allah’ın Emrindendir.” Onun Emri İse “Ol” Demesidir
• Rûha ve Rûhu’l-Kudüs’e Tapılması
• Ruhun Varlığının İsbatı
• Ruhun Mâhiyet ve Sıfatları
• Ruh-Beden İlişkisi
• Ruha Ait Kuvvetler
- 1376 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
• Ben Kavramı; İlham; Vicdan; Güdü
• Nefs ve Ruh Aynı Şeyler midir? Ruhla Nefsî Arzular Arasındaki Dengesizlik
• Ruh Göçü (Reenkarnasyon/Tenâsuh); Ruh Çağırma
• Müzik, Ruhun mu Gıdasıdır?
• Ruh Çeşmesinden Sızıntılar
RUKÛ / 943
• RÜKÛ: Anlamı ve Mâhiyeti
• Kur'an'da Rükû
• Rükûnun Mânevî Hastalıklar Kadar, Maddî Hastalıklara da Şifâ Olması
• Rükûda Yaptığımız Tesbih
• Peygamberimiz'in Rükû Şekli ve Bu Konudaki Emirleri
• Ta'dîl-i Erkân
• Yahudilikte ve Eski Şeriatlerde Rükû ve Namaz Var mıydı?
• Rükû ve Düşündürdükleri
• RÜKÛ EDENLERLE BERABER RÜKÛ ETMEK, YANİ CEMAATE KATILMAK
• Namaz ve Cemaat
• Cemaat Anlayışı ve İslâm Topulumu
• Cemaat Olmanın Önemi
RÜYA / 959
• Rüya; Anlam ve Mâhiyeti
• Rüya; Esrârengiz Kapı, Bir Başka Âlemle İrtibat
• Bilimsel Araştırmalar Işığında Rüya
• Uyku ve Rüya
• Rüyâ-yı Sâdıka; Doğru Rüya
• Rüya Tâbiri/Yorumu
• Kur’ân-ı Kerim’de Rüya
• Hadis-i Şeriflerde Rüya
• Rüyada Peygamberimizi Görmek
• Tasavvufta Rüya ve Rüyanın Bilgi Kaynağı Olması; Rüya İle Hadis Rivâyeti
• Rüya, Bilgi Kaynağı Değildir; Rüya İle Hüküm Sâbit Olmaz!
• İstihâre ve Rüya Falına Dönüştürülmesi
• Tefsirlerden İktibaslar
• Konuyla İlgili Lügatçe
SABIR / 1039
• Sabır: Tanımı ve Mâhiyeti
• Sabrın Önemi
• Kur’an’da Sabır
• Hadis-i Şeriflerde Sabır ve Sabrın Fazileti
• Tahrife Kurban Giden Sabır Kavramı: Sabır; Pasiflik, Zillet ve Miskinlik midir?
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1377 -
• Sabır Aktif Bir Direniştir
• İman-Sabır İlişkisi
• İslâmî Hareket Mücadeleyi; Mücadele de Sabrı Gerektirir
• Sabrı Tavsiye
• Sabrın Çeşitleri
SÂLİH AMEL / 1061
• Amel ve Amel-i Sâlih (Sâlih Amel) Ne Demektir?
• Amellerde Niyet
• Amellerin Önemi
• Sâlih Amelin Tanımı
• Kur'an-ı Kerim'de Sâlih Amel İfadesi
• İman – Sâlih Amel İlişkisi
• İhlâs – Sâlih Amel İlişkisi
• Sâlih Amel - Hasenât
• Sâlih Amellerin Tamamını Gerçekleştirmek Mümkün mü?
• Fert Açısından Sâlih Amelin Önemi
• Kişinin Durumunu Islah Etmesi / Düzeltmesi
• Sâlih insan Kimdir?
• Sâlih Amelin Sonuçları:
a- Güzel Bir Gelecek ve Mutluluk
b- Güzel Bir Hayat
c-Bol Rızık ve Mağfiret
d- Tevbelerinin Kabul Görmesi
e-Kötülüklerinin Örtülmesi ve İyiliklere Tebdili
f- Sevginin Oluşması
g- İnsanların En Hayırlıları Olmak
h- Dinamizm Kazanmaları
i- Yeryüzüne Vâris Olmaları
k- Cenneti Kazandırması
SÂLİH (A.S.) VE SEMÛD KAVMİ / 1085
• Sâlih (a.s.); Hayatı ve Tevhid Mücâdelesi
• Semûd Kavmi
• Hicr
• Semûd Kavmi ve İbretlik Tavrı
• Kur’ân-ı Kerim’de Sâlih (a.s.) ve Semûd Kavmi
• Semûd Kavmi ve Günümüz
• Semûd Kavmi ve Almamız Gereken Dersler, Mesajlar
• Tefsirlerden İktibaslar
- 1378 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
Dokuzuncu Cilt S-T Harfi
SANAT VE ALLAH’IN SANATI / 1
• Sanat; Anlam ve Mâhiyeti (İnanca Göre Sanat)
• Câhiliyyenin Sanat Anlayışı
• Sanata Müslümanca Bakabilmek
• Kur’ân-ı Kerim’de Sanat ve Güzellik Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Sanat ve Güzellik Kavramı
• Estetik; Güzelliğin Felsefesi
• Günümüzde Sanat Denince
• Emperyalizmin Hizmetinde Sanat
• Sanat ve Toplum
• Sanat ve Rejim
• Sanat İçin Sanat (Put Sanat)
• Sanatın Putlaştırılması
• Sanat ve Güzellik (Güzel Sanat)
• "Güzele Bakmak Sevap mı?" -Elbette…
• Müzik Rûhun Gıdası mı?
• Allah İçin Sanat
• Müslümanların Sanata Yaklaşımı
• Kur'an ve Sünnet'te Sanat
• Hakiki Sanatkâr: ALLAH
• Allah'ın Sanatına Örnekler: Kâinat, insan, Cennet ve Kur'an
• Fıtrat ve Sanat
• Sanat ve Güzellik Merkezi: Câmi
• İslâm Sanatı mı, Müslümanların Sanatı mı?
• Müslüman Sanatçı ile Diğer Sanatçıların Farkı
• Sanat ve Cihad
• Sanat ve Tebliğ
• Sanat ve Fayda
• Sanat ve Gerçek
• Sanat Dallarına Bakış Açımız
• Sanat Konusunda Neler Yapılabilir?
KITÂL / SAVAŞ / 75
• Kıtâl/Savaş; Anlam ve Mâhiyeti
• Barış ve Savaş
• Kur'ân-ı Kerim'de Savaş Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Savaş
• İslâm’da Savaşın Sebebi ve Amacı
• Bir Savaşçı, Bir Komutan Olarak Rasûlullah
• Düşmanlık ve Dostluk; Tevhidin Gereğidir, İmanın Dışa Yansımasıdır
• Cihad ve Mücâhede
• Gazve ve Seriyye
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1379 -
• Kıyâm/Ayaklanma
• Nefr/Seferberlik
• Ribat ve Murâbıt
• Mü’min Toplumlar Arası Savaş
• Savaş ve Barış Dünyası (Dâru’l-Harb ve Dâru’l-İslâm)
• Allah’a Karşı Savaşan Rejimler
• Terör ile Cihad Arasındaki Fark
• İfsâd: Huzuru Bozma ve Terör
• Konuyla İlgili Lügatçe
SECDE / 169
• Secde; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur'an'da Secde
• Secdenin Çeşitleri
• Şükür Secdesi
• Tilâvet Secdesi
• Sehiv Secdesi
• Secdenin Önemi
• Secdenin İki Kez Yapılması
• Secdenin Toprağa yapılması
• Secdenin Düşündürdükleri ve Bazı Hikmetleri
• Secdenin Sağlık Açısından Faydaları
• Meleklerin Hz. Adem'e Yaptığı Secdenin Mâhiyeti
• Secde ve Tesbih
• Secde ve Tekbir
• İbadetlerde Tekbir
SEVGİ VE ALLAH SEVGİSİ / 189
• Sevgi; Anlam ve Mâhiyeti
• Allah Sevgisi
• Sevginin Dereceleri
• Allah'ın Kulu Sevmesi
• Allah'ın Kulu, Kulun Allah'ı Sevmesinin Belirtileri
• Sevginin Esası ve Sebepleri
• Allah Sevgisi İçin "Aşk" Kavramının Kullanılması Doğru mudur?
• Sevgi İmanın Göstergesidir
• Kur'ân-ı Kerim'de Sevgi Kavramı
• Allah Kimleri Sever?
• Allah Kimleri Sevmez?
• Hadis-i Şeriflerde Sevgi Kavramı
• Sevgi, Gönlün Ölümsüz Meyvesi
• Allah Vedûd’dur; Çok Seven ve Çok Sevilendir
• Sevginin Zirvesi: Takvâ
• Sevgi Toplumu
• Tutku (Çarpık Sevgi)
- 1380 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
SIRÂT-I MÜSTAKÎM / 243
• Sırât-ı Müstakîm; Anlamı ve Mâhiyeti
• İstikamet ve Sırât-ı Müstakîm
• Kur’an’da Sırât-ı Müstakîm
• Yahûdilerin Gazaba Uğrama Nedenleri
• Sırât-ı Müstakîmin Gerekleri
• Sırât-ı Müstakîm'de Olabilmenin Gerekleri
• Sırât-ı Müstakîm'de Devam Edebilmenin Gerekleri
• insanın Asıl Sırât Köprüsü Dünyadadır
• Yol ve Yolculuk Üzerine Düşünceler
• Sırât-ı Müstakîm; Anlamı ve Mâhiyeti
• İstikamet ve Sırât-ı Müstakîm
• Kur’an’da Sırât-ı Müstakîm
• Yahûdilerin Gazaba Uğrama Nedenleri
• Hristiyanların Sapma Nedenleri
• Sırât-ı Müstakîmin Gerekleri
• Sırât-ı Müstakîm'de Olabilmenin Gerekleri
• Sırât-ı Müstakîm'de Devam Edebilmenin Gerekleri
• insanın Asıl Sırât Köprüsü Dünyadadır
• Yol ve Yolculuk Üzerine Düşünceler
SİHİR / BÜYÜ / 275
• Sihir; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’an-ı Kerim’de Sihir Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Sihir Kavramı
• Sihrin Tarihçesi
• Büyünün Çeşitleri
• Büyünün Etkisi Var mıdır?
• Hârut ve Mârut
• Cinlerin insanların Emrine Girmesi Mümkün müdür?
• Hz. Peygamber’e Büyü Yapıldı mı?
• Cin; Mâhiyeti ve Hakkındaki İstismarlar, Yanlış Kabuller
• Sihrin ve Büyücünün Hükmü
• Ve Günümüz
• Sihir/Büyü ile İlgili Bazı Kavramlar
SU VE YAĞMUR / 335
• Kur'ân-ı Kerim'de Su ve Yağmur
• Bu Konuda Bâzı Âyetler
• İnsan ve Su
• Hayat ve Enerji Kaynağı Su
• Suyun Deverânı ve Hayat
• Yağmur
• Kar
• Dolu
• Yeraltı Suları
• Şifâ Çeşmeleri; Kaplıca ve İçmeler
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1381 -
• Hayat Kaynağı Olarak Su ve Deniz
• Denizler
• Bitkiler ve Su
• Su ve Günlük Hayatımız
• Su ve Düşündürdükleri
SÜLEYMAN (A.S.) / 363
• Hz. Süleyman (a.s.)’ın Hayatı ve Peygamberliği
• Kur’an-ı Kerim’de Süleyman (a.s.)
• Allah Teâlâ’nın Hz. Süleyman’a Bahşettiği Bazı Lütuflar
• Süleyman (a.s.) ve Belkıs
• Süleyman (a.s.) Kıssasından Bazı İbret ve Hikmetler
• Ehl-i Kitabın Süleyman (a.s.) Hakkındaki İftiraları
• Peygamberliği ve Tevhidî Mesajı, Efsâne ve Masal Ögelerinin Gölgelemesi
• Süleyman (a.s.) Kıssasından Alacağımız Mesaj ve Dersler
ŞEFÂAT / 397
• Şefâat Kelimesinin Anlamı
• Şefâatin Mâhiyeti
• Dünyevî Şefaat
• Kur’an’da Şefaat
• Şefaat Kavramının Yozlaştırılması
ŞEHİD VE ŞEHÂDET / 419
• Allah Yolunda Öldürülmek ve Şehidlik
• Allah Yolunda Öldürülenlere Şehid Denilmesi
• Şehâdet; Anlam ve Mâhiyeti
• Kelime-i Şehâdet Getirmek
• Şehid; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Allah Yolunda Öldürülenler
• Kur’ân-ı Kerim’de Şehid Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Allah Yolunda Öldürülenler (Şehidler)
• Şehidlik Ruhunun Yeniden Canlanması
• Ölümü Tefekkür mü, Şehâdeti Tefekkür mü?
• Şehid Olmak; Ölümsüz Hayata Göz Açmak
• Şehidin Mirası Zaferdir
• Şehidin Destanı
• Ölümsüz Şehidlerden Ölümsüz Mesajlar
• Ve… Günümüzdeki Cepheler
ŞERİAT / 477
• Şeriat; Anlam ve Mâhiyeti
• Şer'î Hüküm
• Kur’ân-ı Kerim’de Şeriat Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Şeriat Kavramı
• Şeriatlerin Esasta Birliği
- 1382 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
• Şeriatte Hile Olur mu? Hîle-i Şer’iyye Denilen “Hîle-i Şerriyye”
• Bazı Tasavvuf Erbâbının Şeriatı Basite İndirgemesi
• Şathiye; Şeriatle Bağdaşmayan, İsyanla Dolu Tasavvufî Söz ve Şiirler
• Devlet ve İslâm Devleti
• Hâkimiyet/Egemenlik Kayıtsız Şartsız Allah’ındır
ŞEYTAN – İBLİS / 515
• İblis ve Şeytan Kelimelerinin Anlam ve Mâhiyeti
• İblis/Şeytan ve Özellikleri
• İblis'in Allah İçin Secde Etmemesi
• Şeytana Mühlet Verilişi
• İblis ve Faaliyet Alanı
• İblis'in Başvurduğu Yöntemler
• Şeytanın insana Dört Bir Yandan Yaklaşması
• Şeytanın Görevi
• Şeytanın Zarar Veremeyeceği Kimseler
• Her insana Bir Şeytan Verilişi
• İnsanı Şeytana Tutsak Eden Nefsî Hastalıklar
• Şeytana Uyanların Durumu ve Âhirette Hesaplaşma
• Şeytanın Yaratılış ve insanlara Mûsâllat Olmasının Hikmeti
ŞİARLAR / 533
• Şiar; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Şiarlar, Allah’ın Şiarları
• Şiar ve Semboller
• Şiarların Dili
• Günde Beş Kez Çağrı, Beş Kez Manifesto
• Besmele; Manifestoya Giriş
• Allahu Ekber; En Büyüklük İlânı!
• Lâ İlâhe İllâllah; Sahte İlâhlara İsyan, Büyüklenmeye Red
• Tahmîd; Övgü ve Şükür En Büyüğe, Allah’a Âittir!
• Tesbih; Allah’ı Her Çeşit Şirkten Aklama, O’nun Egemenliği Paylaşılamaz!
• Lehu’l Mülk (Her şey, Bütün Mülk O’nundur); En Büyüklük, Egemenlik Gerektirir
• Salevât; Bağlılık Andı, Biat Yenileme
• Kunut Duâsı; Fâcir ve Kâfirlere Ültimatom (Yoldan Çıkan Devrilir/Devrilmelidir!)
• İstiğfâr; Nefis/Hevâ Büyüklenmesine Dur!
• Allah Lafzı ve Günlük Hayatta Şiar Olarak Kullanım Alanları
• Ezân; Allah’a Çağrı ve Kurtuluş İlânı
• İslâm Bayrağı, Râyet, Sancak, Hilâl
• Diğer Önemli Şiarlar: Kurban, Hac, Selâm, Başörtüsü, Sakal
• Küfrün Şiarları/Sembolleri; Bâtıl Dinlerin Kutsalları, Heykel, Giyim...
• Allah'ın Şiarlarını Yüceltme
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1383 -
ŞİRK / 605
• Şirk; Anlam ve Mâhiyeti
• Şirkin Çağdaş Yansımaları
• Şirkin En Belirgin Özelliği Olarak
Tarihten Günümüze Put ve Putlaştırma
• Kur’an-ı Kerim’de Şirkin Tanım ve Görüntüleri
• Şirkin Sebepleri; Şirkin Çeşitleri
• Şirk İçin Bazı Örnekler
• İttibâ Şirki; Büyük ve Küçük Şirk
• Açık Şirk ve Gizli Şirk
• Gizli Şirk Örneği Olarak Riyâ
• Şirkin Zararları; Hevânın Putlaştırılması
• İlâh Nedir? Putlaştırılıp İlâh Haline Getirilen Bâtıl Tanrı Anlayışları
• Elfaz-ı Küfür ve Efâl-i Küfür
• Hurâfe; Allah’ın Birliği ve Şirk
• Müşrik; İrtidat ve Mürted
ŞUAYB (A.S.) VE MEDYEN KAVMİ / 681
• Şuayb (a.s.); Hayâtı, Tevhid ve Ahlâk Mücâdelesi
• Şuayb (a.s.)’ın Kavmi Medyen
• Kur’ân-ı Kerim’de Şuayb (a.s.) ve Medyen Kavmi
• Ölçü-Tartı ve Hile
• Ticârî Muâmelelerdeki Haramlar ve Haram Kazanç Yolları
• Hadis-i Şeriflerde Ticaretin Övülmesi, Hilenin Yerilmesi
• Bozuk Düzenin Terazisi ve Şuayb (a.s.)
• Medyen Kavmi ve Almamız Gereken Dersler, Mesajlar
• Medyen Kavmi ve Günümüz
ŞÜKÜR / 733
• Şükür; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Şükür Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Şükür Kavramı
• Şükür - İman İlişkisi
• Şükür İbadeti, Bir İmtihan Aracıdır
• Şekûr ve Şâkir
• Şükür-Hamd İlişkisi
• Şükrün Yerine Getirilmesi
• Şükrün Önemi
• Kendisinden Dolayı Şükredilecek "Nimet" Nedir?
• Bunca Nimet, Bunca Şikâyet; Şükretmeyen Bir Toplum Olduk
• Şükrün Zıddı Nankörlük
• Şükür ve Nankörlükle İlgili Sünnetullah
• Şükür Bilincinin Kazandırdıkları
- 1384 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
TAHRİF / 761
• Tahrif; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Ehlî Kitabın Kitaplarını Tahrifi
• Yahûdilerin Tevrat’ı Tahrif Etmesi
• Hristiyanların İncil’i Tahrif Etmesi
• İslâm’ı Tahrif Çabaları
• Yahûdi ve Hristiyanları Taklit, Hak Dini Tahrife Götürür
• Sünnetin Tahrifi
• İsrâiliyyât
• Çağdaş İsrâiliyyât
• Bazı Hurâfeci Tahrif Akımları
TÂĞUT VE TUĞYÂN / 787
• Tuğyân; Anlam ve Mâhiyeti
• İnsanı Tuğyana Sevkeden Şeyler
• Siyasî Otoritenin Tuğyânı
• İnsanlara Zulüm de Siyasî Otoritenin Tuğyanıdır
• Tuğyâna Karşı Müslümanların ve Özellikle Âlimlerin Tavrı
• Siyasî Otorite ve Yöneticinin Tuğyânını Başkalarına Ulaştırması/Tâğut'laşması
• Kur’ân-ı Kerim’de Tâğut Kelimesi
• Tâğut Kimdir?
• Siyasî Rejimler, Hüküm ve Yetkiyi Allah'tan Almıyorsa Tâğuttur
• Tâğut ve Tuğyan'ın Çağdaş Boyutu
• Tâğutların Özellikleri
• Tâğutun Mahkemelerine Müracaat
• Şirk Toplumunda İslâmî Hayat (Tâğutun Mahkemesine Gidenin Durumu)
• Tâğuta Küfür, Tâğutun Yaptığı İyilikleri İnkâr Edip Görmezden Gelmeyi de Kapsar
TAKVÂ / 833
• Takvâ; Anlam ve Mâhiyeti
• Takvâ; Sakınmaktır, Titremektir
• Kur’an’da Takvânın Tanımları
• İttika’nın Mertebeleri
• Kur’an’da Takvânın Yeri ve Önemi
• Takvâyı Elde Etme Yolları
• Takvâ Konusunda Sünnetullah (Allah'ın Değişmez Kanunları)
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1385 -
TEFSİR VE TE’VİL / 853
• Tefsir; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’in Tefsiri
• Te’vil; Anlam ve Mâhiyeti
• Meal; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’an-ı Kerim’in Doğu ve Batı Dillerindeki Tercümeleri
• Kur’an-ı Kerim Tefsirinde İhtilâf Sebepleri
• Kur'ân-ı Kerim'de Te’vil ve Tefsir Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Te’vîl ve Tefsîr Kavramı
• Tefsirlerden İktibaslar
TEHECCÜD VE NÂFİLE NAMAZ / 893
• Teheccüd; Anlam ve Mâhiyeti
• Nâfile ve Nâfile Namazlar
• Hz. Peygamber ve Ashâbının Nâfile İbâdetleri
• Kur’ân-ı Kerim’de Teheccüd ve Nâfile Namaz
• Hadis-i Şeriflerde Teheccüd ve Nâfile Namaz
• Bazı Nâfile Namazlar: Evvâbîn, Duhâ (Kuşluk), Tahiyyetü’l-Mescid,
• Hâcet, Tesbih, Teravih, Küsûf, Husûf ve İstihâre Namazı
• Gece ve İhyâsı
• Kıyâmu’l-Leyl, Nâşietu’l-Leyl: Gece Neşesi
TEMİZLİK / TAHÂRET / 941
• Tahâret/Temizlik; Anlam ve Mâhiyeti
• Gönül Temizliği; Tezkiye
• Kur'ân-ı Kerim'de Temizlik Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Temizlik
• Temizlik İçin Büyük Nimet; Su
• Kâinattaki İlâhî Temizlik Kanunu
• Tuvaletten Sonra En İyi Temizlik Nasıl Yapılır?
• Dört Yüz Yıl Avrupa Pislik İçinde Yüzdü
• Temizliğin Zıddı; Necâset ve Necis
• Temizliğin Zıddı Olan Diğer Kavramlar; Hubs, Rics, Hades
• İbâdet Öncesi Temizlik; Abdest
• Tepeden Tırnağa Temizlik; Gusul/Boy Abdesti
• Abdest ve Guslün Faydaları
- 1386 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
TESETTÜR VE ELBİSE / 1005
• Elbise; Mâhiyeti
• Tesettür, Hicâb, Avret; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Elbise ve Tesettür
• Hadis-i Şeriflerde Elbise ve Tesettür
• Cennetteki Elbiseler ve Ziynetler
• Takvâ Elbisesi
• Tesettürsüzlük, Zinâya Yaklaştırır ve Gözlerin Nûrunu Giderir!
• Asıl Kölelik Şehevî Çıplaklıktır
• Kadının Fitne ve Fesat Unsuru Olması Ya da Böyle Algılanması
• Toplumsal Hayatta Müslüman Kadın
• Müslüman Kadının Toplumsal Hayata Katılma Âdâbı
• Haremlik-Selâmlık; İhtiyattan Bid’ate
• Kâfirlere Kıyâfette de Benzememek Gerekir
• Kıyafette Erkek ve Bayanların Ayrımı
• Tesettür İçin Çarşaf Şart mıdır?
• Giyecek ve Süslenmede Haramlar
• Erkek ve Kadında İslâmî Görüntü
• Örtü İtaatin Simgesi, Hanımların İffet ve Cihad Bayrağıdır
• Gündemden Düşmeyen Konu: Başörtüsü
• Çeyrek Tesettür Gerçek Tesettüre Karşı ya da Başörtülü Çıplaklar
• Elbise, Giyinme ve Günümüz
• Elbise ve Tesettür Konusunda Son Söz Yerine Bir Masal
• Tefsirlerden İktibaslar
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1387 -
Onuncu Cilt T-U-Ü-V-Y-Z Harfi
TEVBE / 1
• Tevbe; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur'ân-ı Kerim’de Tevbe
• Hadis-i Şeriflerde Tevbe
• Tevbenin Çeşitleri
• Tevbenin İbadet Olarak Önemi
• Günümüzde Tevbe Anlayışı; Tevbe Kavramının Yozlaştırılması
• Tevbe, Bir Devrimdir, Bir Başkaldırıdır
• Tevbenin Kabul Edilmesi İçin Gerekli Şartlar
• Putları Parçalamak
• Kötü Çevreyi ve Dostları Değiştirme
• Tevbenin Gerekleri
• Ölüm Korkusu Sebebiyle Tevbe
• Tevbenin Zamanı ve Tevbe Etmenin Faydaları
• Tevbe Pişmanlık Ateşiyle Yanmaktır
• Tevbe Namazı
• İstiğfâr
• Af ve Allah'ın Affediciliği
TEVHİD (TEK İLÂH) / 31
• İlâh; Anlam ve Mâhiyeti
• Tevhid; Anlam ve Mâhiyeti
• Tevhid; Hayatın Anlamı
• Tevhidin Yansımaları
• Evrendeki Tevhid
• Tevhid ve Allah’ın Hâkimiyeti
• Tevhid ve Tâğutlarla Mücâdele
• Tevhidi Bozan Durumlar
• Kur'ân-ı Kerim'de Tek İlâh/Tevhid Kavramı
• Kur’an’da Tevhidle İlgili Önemli Vurgular
• Tevhidin Göstergesi; Kapsadığı Mânâ ve Sonuçları
• Kelime-i Tevhid
• Tevhid Penceresinden Günümüz ve İnsanımız
• Amelde Tevhid
• Muvahhid
TEVRÂT / 81
• Tevrât; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur'ân-ı Kerim'de Tevrât Kavramı
• Tevrat’ta Tanrı’nın Özellikleri
• Yahûdilerin İslâm’a Aykırı İnançları
• İsrâiloğullarının Karakteri / Yahudileşme Alâmet ve Özellikleri
• Muharref Ahd-i Atik’teki (Tevrat’taki) Çelişkiler
• Muharref Tevrat'taki Müstehcenlik ve Yüz Kızartıcı İfadeler
• Muharref Tevratta Kadın
- 1388 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
• Ahd-i Atik'de Savaş, Sömürü ve Irkçılık
• Talmud
• Tahrif
• Tevrât’ın Tahrifi
• Bugünkü Tevrat ve İncil’e Uymanın Hükmü
• Dini, Kutsal Kitabı Tahrif Sadece Eski Toplumlarla mı Sınırlıdır?
• Tefsirlerden İktibaslar
TİCÂRET / 147
• Ticâret/Alış-veriş; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Ticâret Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Ticâret Kavramı
• Hz. Peygamber'in Ticâretle Uğraşması
• Maîşet Temini Açısından Ticâretin Önemi
• İş, Kazanç, Meslek ve Ticarî İlişkilerde Haramlar
• Fâhiş Fiyat
• Ticârî Muâmelelerdeki Haramlar ve Haram Kazanç Yolları
• İslâm Ekonomisinin Genel Prensipleri
• En Kötü Ticâret; Allah’ın Âyetlerini Az Bir Karşılığa Satmak
• Hiçbir Peygamber, Tebliğ Karşılığında İnsanlardan Ücret İstemez
• İslâm ve Basit Çıkar Gözetmek
• Allah'ın Âyetlerini Satmak En Zararlı;
• Cihad ve İnfak da En Kârlı Bir Ticârettir
UNUTMA / NİSYÂN / 217
• Nisyân/Unutma; Anlam ve Mâhiyeti
• Unutkanlık ve Şeytan
• Kur’an-ı Kerim’de Nisyan/Unutma Kavramı
• Unutmak, Sorumluluğu Düşürür mü?
• Kur’an’da Unutkanlık Tedavisi
• Hadis-i Şeriflerde Nisyân/Unutma Kavramı ve Unutkanlığın Tedavisi
• Hâfıza/Bellek ve Geliştirme Teknikleri
• Unutma ve İlgi, Dikkat, Tekrar İlişkisi
• Unutma ve Zikir, Tezekkür, Duâ İlişkisi
• Gaflet, Sehv, Sehv Secdesi
ULU’L-EMR / 249
• Ülü’l-Emr; Anlam ve Mâhiyeti
• Ardından Ağıt Yakmak İçin Değil; Muhteşem Dönüşünü Hızlandırmak İçin HİLÂFET
• İslâm Devlet Başkanı Olarak Ülü’l-Emr Ya da Halife
• Ülü’l-Emrin Görevleri
• Râşid Halifeler; Örnek Ülü’l-Emrler
• İmam; Ülü’l-Emr’in Diğer Adı
• Başında Ülü’l-Emr Olan İslâm Devletinin Temel Özellikleri
• Kur’ân-ı Kerim’de Ülü’l-Emr
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1389 -
• Hadis-i Şeriflerde Ülü’l-Emr
• Ülü’l-Emr, Halife Ya da İmam Denilen Müslümanların Liderinin Önemi
• İzinden Gidilen Ülü’l-Emirler/Önderler; Takvâ İmamları ve Küfür İmamları
• Zâlim ve Fâsık Ülü’l-Emrin İmâmeti
• Zâlim ve Fâsık Ülü’l-Emre/İmama Karşı Kıyam Hakkı
ÜMMET / 287
• Ümmet; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Ümmet Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Ümmet Kavramı
• Bir İman Toplumu Olarak Ümmet
• Ümmet-İmam İlişkisi
• Ümmet Bilinci
VAHDET (HEP BİRLİKTE ALLAH’IN İPİNE SARILMAK) / 319
• Vahdet; Anlam ve Mâhiyeti
• Vahdet; Şimdi Değilse Ne Zaman?
• Kur’ân-ı Kerim’de Vahdet Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Vahdet Kavramı
• Vahdetin Tezâhürü; Cemaat
• Cemaat ve Tebliğ Çalışmalarında Usûl
• İhtilâflara Yaklaşım
• Kur’an’ın Işığında İhtilâfları Çözüm Tarzı
• Tefrika; İhtilâfın Şiddetle Haram Olan Şekli
VELÎ / DOST / 369
• Velî; Anlam ve Mâhiyeti
• Allah’ın Velî Oluşu
• Dostun Nitelikleri
• Dost Olmak; Allah'a, Rasûlüne ve Mü’minlere
• Kur’an-ı Kerim’de Velî ve Velâyet Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Velâyet/Dostluk
• Düşmanlık ve Dostluk; Tevhidin Gereğidir, İmanın Dışa Yansımasıdır
• Velâyetin Siyasî Görüntüleri
• Siyâsî Anlamda Velâyet-Kadın İlişkisi
• Müslüman Olmayan Akrabalarla Dostluk ve İlişki
• Evliyâullah / Allah’ın Velîleri Kimlerdir?
• Tasavvuf Etkisiyle Velî ve Evliyâ Kavramlarında Anlam Kayması
• Velî Kültü
• Velî Kavramıyla İlgili Bazı Tasavvufî Terimler
- 1390 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
VESÎLE / 441
• Vesîle; Anlam ve Mâhiyeti
• Vesile Sâlih Ameldir
• Ölülerden Yardım Dileme Sapıklık ve Zavallılığı
• Kabirlerle Tevessül
• Günümüzde Kabirlerle Tevessül ve Rûhâniyetten İstimdat
• Duâda Tevessül
• Duânın İstismar Edilmesi
• Kur’ân-ı Kerim’de Vesîle Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Vesîle Kavramı
• Vesile Konusunda Zayıf ve Uydurma Hadis Rivâyetleri
• Tasavvufta Vesile Anlayışı
• İstiğâse
• İstimdâd
• Tevessül Tartışmaları
• Tefsirlerden İktibaslar
VESVESE / 503
• Vesvese; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Vesvese Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Vesvese Kavramı
• Vesvesenin Sebepleri ve Kurtuluş Yolları
• İnsana İlişen Vesvese ve Kurtuluş Yolları
• Vesvese ile Mücâdele Edenlerin Başından Geçenler
• İnsana Gelen Vesvesenin Hikmetleri
• Vesvese En Çok Kimlerde Görülür?
• İmam Gazâli'ye Göre Kalbin Mâhiyeti, Vesvese ve Kurtuluş Yolları
• Nâs Sûresi, Şeytanın Hilesi ve Vesveseden Kurtuluş Çareleri
• Vesveseyi Gideren ve Şeytanın Desiselerine Engel Olan Çareler
• Şeytan ve Vesvese
• Vesveseden Kurtulmanın Pratik On Çaresi
• Büyük Düşmanın Âdî Oyunları
YAHÛDİLER / 579
• Benî İsrâil, İsrâil, İbrânî, Yahûdî ve Mûsevî Kelimeleri ve Mâhiyeti
• İsrâiloğullarının Özelliklerinden Bahseden Bazı Âyet ve Hadisler
• İsrâiloğullarının Tarihi
• Firavun ve İsrâiloğulları
• Firavun'dan Kurtulduktan Sonra İsrâiloğulları
• Hz. İsa ve Benî İsrâil
• Hz. Muhammed (s.a.s.) ve İsrâiloğulları
• İsrâiloğullarının Karakteri / Yahudileşme Alâmet ve Özellikleri
• Onlar ve Biz
• Yahudileşme ve Yahudileşme Temâyülü
• İmanda Pazarlık
• Dini, Kutsal Kitabı Tahrif
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1391 -
VYARATMA (HALK) / 607
• Halk Kelimesi; Anlam ve Mâhiyeti
• El-Hâlik/Yaratıcı, Yalnız Allah'tır
• Allah, Genel Olarak Her şeyin Yaratıcısıdır
• Ölümün ve Hayatın Yaratılması
• İlk İnsanın Yaratılışı
• Allah, İnsanı En Güzel Şekilde Yaratmıştır
• Her Şey İnsan İçin, İnsan da Allah'a Kulluk İçin Yaratılmıştır
• Yaratma, Bir Kere Olup Bitmiş Değil; Devamlıdır
• Kulluk, Yaratana Yapılır
• Allah'tan Başka Yaratıcı Yoktur
• İlk Yaratılış, İkinci Yaratılışa (Yeniden Dirilişe) Delildir
YEİS; ALLAH’IN RAHMETİNDEN ÜMİT KESMEK / 623
• Yeis; Anlam ve Mâhiyeti
• Ümitsizlik-Küfür İlişkisi
• Ümitsizlik Psikolojisi
• Ümit; “Yeis”in Zıddı
• İnsan Psikolojisini Dengeleyen İki Unsur: Korku ve Ümit
• Kur’ân-ı Kerim’de Yeis ve Allah’ın Rahmeti
• Hadis-i Şeriflerde Yeis ve Allah’ın Rahmeti
• Günahların Affı İçin Gerekli Şart; Tevbe
• YeisYok!
YEME-İÇME (TEMİZ/GÜZEL RIZIKLARDAN YEMEK) / 661
• Yeme İçme, Müslüman İçin İbâdettir
• Kur’ân-ı Kerim’de Yeme İçme ile İlgili Âyetler
• Hadis-i Şeriflerde Yeme İçme
• Yiyeceklerin Helâl ve Haramlığı
• Haram Kılınan Yiyecekler ve Hikmeti
• İçkiler, Uyuşturucular ve Sigara
• Haram Kazanç Yolları
• İsraf
• Az Yemenin Faydaları
• Yemek Âdâbı
• Yiyecekleri/Rızkı Veren Allah'tır
• Yiyeceklerin Temizinden ve Helâlından Faydalanmak
YEMİN / 687
• Yemin; Anlam ve Mâhiyeti
• Yemin Çeşitleri
• Yemin Keffâreti
• Yeminin Hâkim Kararına Etkisi
• Yalan Yemin
• Kur'ân-ı Kerim'de Yemin Kavramı
• Kur’an’da Allah’ın Yeminleri (Aksâmu’l-Kur’an)
• Hadis-i Şeriflerde Yemin Kavramı
- 1392 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
• Kasâme
• Lian/Mülâane
• İlâ’
• Günümüzdeki Kullanımıyla Yemin
• Tarihten Bu Güne Yemin ve Andiçme
• Resmî Uygulamalarda Yemin/Andiçme
YER VE GÖK (ARZ VE SEMÂ) / 727
• Arz ve Semâ Kelimelerinin Anlam ve Mâhiyeti
• Semâ ve Semâlar
• Burçlar
• Güneş
• Yıldızlar
• Hareket ve Zaman
• Dünyamız ve Güneş
• Evrenin Muazzam Büyüklüğü
• Galaksiler Ve Samanyolu Galaksisi
• Fezanın Kısmî Fethi
• Kâinatın Nizamı, Muhteşem Sistem
• Kâinat Büyük, Ama Ekber Değil!
• Gök Cisimlerinin Putlaştırılıp Bâtıl Tanrı Kabul Edilmesi
• Ve Günümüz
• Günümüz ve Modern Müneccimlik
• Günümüz ve Arzın Kutsallaştırılması
• Müneccimlik ve Falcılık
• Burç ve Yıldız Falının Hükmü
YÛSUF (A.S.) / 753
• Yusuf’un (a.s.) Hayatı ve Mücâdele Örnekliği
• Yusuf’un (a.s.) Yönetimi ve Çağdaş Çarpık Yorumlar
• Hz. Yusuf ve Tevhid Dâveti
• Kur’ân-ı Kerim’de Yusuf (a.s.) ve Yûsuf Sûresi
• Yûsuf Kıssasından Alınacak Dersler
• Yusuf Sûresinden Çıkan İlkeler
• Hadis-i Şeriflerde Yusuf (a.s.)
• Kişilik Psikolojisi Açısından Yusuf (a.s.)
• Züleyha; Hz. Yusuf’un Büyük İmtihanlarından Biri
• Hz. Yusuf’un Sınavları ve Biz
ZAMAN, ASR, DEHR
VE GECE-GÜNDÜZ / 823
• Asr; Anlam ve Mâhiyeti
• Zaman; Anlam ve Mâhiyeti
• Çeşitli Din ve Zihniyetlere Göre Zaman
• Câhiliye Araplarında Zaman
• Varlığın Tabiatı ve Zaman
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1393 -
• Kur’an’da Zaman Kavramının Sunuluşu
• Kur’an’da Zaman Kavramını İfade Eden Kelimeler
• Kur’an’ın İçeriğine Ait Zaman Stratejisi
• Hadis-i Şeriflerde Zaman Kavramı
• Zaman Tahlili (Geçmiş Zaman, Şimdiki Zaman, Gelecek Zaman)
• Tedrîcîlik
• Planlama
• Zaman Aşımı
• Gün, Altı Gün
• Ân
• Gece-Gündüz Âyetleri
• Zamanın Özel Kesitleri ve Mübârek Günler
• Allah’ın Zamandan Münezzeh Olması Ne Demektir?
• Asr Sûresi ve Toplumsal Saâdet İlkeleri
• Gece ve İhyâsı
• Kıyâmu’l-Leyl, Nâşietu’l-Leyl: Gece Neşesi
• Âhir Zaman
• Zamanı Değerlendirme
ZEKÂT / 933
• Zekât; Anlam ve Mâhiyeti
• Zekâtın Farziyeti
• Zekât, Bütün Peygamberlerin Ümmetlerine Farz Kılınmış Bir İbadettir
• İsrâiloğullarına da Zekât Farzdı
• Zekât Vermemenin Cezası
• Zekâtı Tehir Etmenin Cezası
• Zekât Hakkında Özet Fıkhî Bilgi
• Zekâtın farz olmasının şartları
• Cimriliğin Kötülüğü; Cömertlik, Zekât ve İnfakın Önemiyle İlgili Bazı Âyetler
• Zekât ve İnfakın Önemini Anlatan Bazı Hadis-i Şerifler
• Zekâtın Önemi ve Hikmetleri:
• Zekât Malı Islah Eder
• Zekât, Nimetin Gerçek Sahibi Allah'a bir şükürdür
• Zekât Malı Temizler
• Malın Gerçek Sahibini Hatırlatır ve Kişinin Emanet Bilincini Güçlendirir
• Ferdi/Kişiyi Maddeperestlikten Korur; Kalpteki Dünya Sevgisine Karşı Bir İlâçtır
• İhtiras Zincirini Kırar, Hırsdan Korur, Nefsin Maraz ve İletini Tedavi Eder
• Zekât, Kişiyi Cimrilikten Korur, Cömertleştirir
• İsraf ve Lüx Gibi Şeytanî Eğilimleri Azaltır
• Kalbin Katılaşmasını Önler; Kalbe Sevinç, Mutluluk ve Huzur Verir
• Halka Şefkat ve Merhameti Arttırır, Dost Kazanmaya Sebep Olur
- 1394 -
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
• k-Sıla-i rahme teşvik eder; Akrabaya vermeyi, onları gözetmeyi hatırlatır
• Zekât, Malı Ebedîleştirir
• m-Malı Çoğaltır, Bereketini Arttırır
• Kişiyi Yatırıma Teşvik Eder
• Fakir-Zengin Uçurumunu Önler, Orta Sınıf Oluşturur
• Zekât, Sosyal Dayanışma ve Sosyal Güvenlik Sigortasıdır
• Zekât, Dünya ve Âhiret Uçurumları Üzerindeki Bir Köprüdür
• Zekâtını Her Müslüman Kendisi Dağıtabilir mi?
ZEKERİYYÂ VE YAHYÂ (A.S.) / 967
• Hz. Zekeriyyâ (a.s.); Hayatı ve Şahsiyeti
• Hz. Yahyâ (a.s.); Hayatı ve Şahsiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Zekeriyyâ ve Yahyâ (a.s.)
• Peygamber Katili Yahûdiler
• Muharref İncillere Göre Hz. Yahyâ ve Şehâdeti
• Tefsirlerden İktibaslar
• Peygamberî Mesaj ve Örnekler
ZİKİR / 991
• Zikir; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur'ân-ı Kerim'de Zikir Kavramı
• Zikir ve İbâdetler
• Zikir ve Namaz
• Zikir ve Kur'an
• Hadis-i Şeriflerde Zikir Kavramı
• Namaz ve Kur’an’dan Sonra En Faziletli Zikirler; Tehlil, Tesbih, Tahmîd, Tekbir
• Zikrin Zıddı; Unutma ve Gaflet
• İbâdetlerin En Büyüklerinden Biri, Belki Birincisi; Zikir
• Tesbih/Zikir Kurbanları
• Zikrin Yozlaştırılması; Zikirde Usûl ve Âdâba Riâyetsizlik
• Tesbih/Zikir Kurbanları
• Zikri İhyâ Etmek, Zikirle İhyâ Olmak
• Zikrin Psikolojik Faydaları
ZULÜM - ZÂLİM / 1041
• Zulüm; Anlam ve Mâhiyeti
• Zulmün Karşıtı Olarak Adâlet
• Adâlet, Allah’ın İndirdiğiyle Hükmetmektir
• Kur’ân-ı Kerim’de Zulüm Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Zulüm Kavramı
• Câhiliyyenin Zulüm Anlayışı
• Zulmün Çeşitleri
• Zâlim; Anlam ve Mâhiyeti
• Zâlim ve Zulüm Mantığı
• Zâlim Tipleri
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER
- 1395 -
• Kur’ân’a Göre Zâlimlerin Özellikleri
• Mazlum; Anlam ve Mâhiyeti
• Zulmün Cezası
• Zulme Râzı Olmamak
• Zâlime Karşı Tavır
BİBLİYOGRAFYA / 1078
KUR'AN KAVRAMLARI
KİTABIYLA İLGİLİ SORULAR / 1094
CEVAP ANAHTARI / 1320
KUR'AN KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER / 1324
SON SÖZ / 1396
- 1396 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Sonsöz Yerine…
Şehid Seyyid Kutub şöyle der: “Kalem sahibi kimseler birçok büyük işler yapabilirler. Ancak; fikirlerinin yaşaması pahasına kendilerini fedâ etmeleri şartıyla... Fikirlerinin, kan ve canları karşılığında mânâlanması şartıyla... ‘Hak’ bildikleri şeyin ‘Hak’ olduğunu fütur etmeden söyleyip, gerekirse bu uğurda başlarını vermeleri şartıyla...” İnşaAllah bu âcizane eserim, bu şartları şahsımda gerçekleştirmesi için Rabbime fiilî bir duam olur. Diğer eserlerim gibi bu eserimi de Rabbim adına, Rabbim için vakfediyor, şahsımın ve mirasçılarımın maddî olarak hiçbir hak iddia etmeyeceğini/edemeyeceğini ilan ediyorum. Önsözde yazdığım konuyla ilgili ifadeleri tekrarlıyorum:
“İnsanlara karşı ticarî amaç güdülmeyen bu eserin hiçbir hakkı mahfuz değildir. Kâr gayesi güdülmemek şartıyla dileyen dilediği şekilde, tümünü veya bir kısmını çoğaltabilir, korsan baskı yapabilir, dağıtabilir, iktibas edebilir, kitabın ve yazarın ismini vererek veya vermeyerek kopye edebilir, mesaj amaçlı kullanabilir. Yazarın hiçbir telif hakkı sözkonusu değildir, şimdi ve sonra bir hak talep etmeyecektir. İlim, insanlığın ortak malıdır. Ve ilim Allah için kullanılınca insana fayda sağlar. Yararlanacak herkese helâl olsun. Alıntı yapacaklar için kolaylık olsun diye eserin tümü word dosyası olarak DVD şeklinde kitapla birlikte hediye edilecektir.”
Kur’an kavramlarını doğru kavramaya katkı sağlamak için gücümüz nisbetinde bu kavramları açıklamaya çalıştık. On bin sayfayı geçen bu eseri baştan sona okumak bile günümüzde her insanın zaman ayırabileceği kolaylıkta değil. Aslında bunlar Kur’an’ın engin denizinden bir damla sayılabilir. Çünkü;
“Şayet yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa ve hatta buna yedi deniz daha eklense, yine Allah’ın sözleri yazmakla tükenmez. Şüphe yok ki Allah mutlak gâlib ve hikmet sahibidir.”5419
“De ki: Rabbimin sözleri için derya mürekkep olsa ve bir o kadar da ilâve getirsek dahi, Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenir.”5420
Müslümanların hemen her konuda farklı bakış açılarına sahip oldukları, din anlayışlarında bile farklılıkların olduğu bir vakıa iken; yoruma açık hususlarda ihtilaf etmeleri kaçınılmaz olacaktır. Bu eserde yazdıklarımız bizim Kur’an’dan anladıklarımızdır. Değerlendirme ve yorumlarımıza her okuyucunun katılması beklenemez. Herkesi memnun etmeye çalışmak doğru olmadığı gibi mümkün de değildir. Muvahhid mü’minler olarak birbirimizin Kur’an’la kesin çelişmeyen görüşlerine tahammül etmek, hatta katılmasak bile saygı duymak zorundayız. Kur’an dışında eleştirilmez hiçbir kitabın olmadığını, hiçbirimizin ısmet sıfatına sahip olmadığımızı, birbirimizle de imtihan olduğumuzu unutmamalıyız. Eleştiri ve ihtilaf ahlâkımızın da olgun bir mü’mine yakışan şekilde olması gerekiyor. Güzellikler tümüyle Rabbimizden, hatalar da bizden… Kur’an Kavramlarını on bin sayfadan daha uzun olarak işleyen bir eserde hata olmaması ihtimal dışı. Böylesine hayatî konularda yanlışlık yapma ihtimali elbette büyük risk. Rabbim’den hatalarımın bağışlanmasını istiyor, ama okuyucunun bağışlamayıp düzeltmek için
5419] 31/Lokman, 27
5420] 18/Kehf, 109
SONSÖZ
- 1397 -
gördükleri hataları, bir müslümana yakışan üslûpla ve delilleriyle birlikte (mail yoluyla, telefonla veya yüz yüze) bildirmelerini bekliyorum. Bu, okuyucuların sadece hakkı değil, aynı zamanda görevidir. Böylece, bundan sonraki baskılarda o hataları düzeltmiş olma imkânı sağlanmış olur. Esas hata, Kur’an’a, Allah’ın hükmüne ters bir şey söylemiş olmaktır. Diğer hatalar bana göre yine hata kabul edilecektir, ama esas sakınmam gerekenin (Allah muhâfaza etsin) Kur’an’a ters bir şey söyleyip yazmak, mü’minleri saptırmak, hakka bâtıl karıştırmak veya hakkı gizlemek olduğunu düşünüyorum. O kitaba, onun ruhuna, onun ilkelerine, onun bütünlüğüne ters düşmekten Allah’a sığınırız. Bu kitap, O Kitab’ı anlamayı kolaylaştırdığı oranda görevini yapmış olacaktır.
“Ey Rabbimiz, unutur ya da yanılırsak bizi muâheze etme, bizi affet, bağışla bizi. Bize merhametinle muâmele et. Sen bizim mevlâmızsın, kâfirlere karşı bize yardım et.” 5421
Eğer bu kitabı(n bazı bölümlerini de olsa) gerçekten okuyup mesajını anladıysanız, bunu ve buna benzer diğer kitapları bir kenara koymalısınız ve hemen elinize Allah’ın Kitabı’nı alıp meal ve tefsiriyle okumaya başlamalısınız. Daha önce okuduysanız, yine yeniden ve sürekli okumalısınız. Anlayarak, yaşayışınızla ve güncel hayatla bağlantı kurup O’nun gösterdiği istikamet doğrultusunda her şeyi gözden geçirerek Kur’an’a yönelmeniz, bu okuyup bitirdiğiniz kitabın yazılış amacına hizmet etmiş olacaktır.
Haydi Kur’an’a; Elimize, gönlümüze ve yaşantımıza almak ve bir daha bırakmamak için…
Ahmed KALKAN
Ümraniye, Mart 2011
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
www.ahmedkalkan.net
5421] 2/Bakara, 286

 
Cumartesi, 06 Şubat 2021 23:08

ZULÜM - ZÂLİM

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

ZULÜM - ZÂLİM


- 1041 -
Kavram no 201
Görevlerimiz 50
Bk. Nur-Zulumât; Tuğyan-Tâğut; Dostluk-Düşmanlık
ZULÜM - ZÂLİM


• Zulüm; Anlam ve Mâhiyeti
• Zulmün Karşıtı Olarak Adâlet
• Adâlet, Allah’ın İndirdiğiyle Hükmetmektir
• Kur’ân-ı Kerim’de Zulüm Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Zulüm Kavramı
• Câhiliyyenin Zulüm Anlayışı
• Zulmün Çeşitleri
• Zâlim; Anlam ve Mâhiyeti
• Zâlim ve Zulüm Mantığı
• Zâlim Tipleri
• Kur’ân’a Göre Zâlimlerin Özellikleri
• Mazlum; Anlam ve Mâhiyeti
• Zulmün Cezası
• Zulme Râzı Olmamak
• Zâlime Karşı Tavır
“Kırk gece (söyleşmek için) Mûsâ ile sözleşmiştik. O (huzurumuza gelmek üzere aranızdan) ayrıldıktan sonra, zâlimler (kendilerine kötülük edenler) olarak buzağıyı (tanrı) edindiniz.” 5158
Zulüm; Anlam ve Mâhiyeti
Yeryüzündeki her çeşit zulme ve her tipteki zâlimlere karşı çıkmak, İslâm Dini’nin en önemli emirlerinden biridir. İslâm’ın hâkim olması için de tüm zâlimlere isyan edilmesi şarttır. Bunu gerçekleştirmek için, önce zulüm ve zâlim kavramlarının iyi bilinmesi gerekir.
“Zulüm” sözcüğünün mastarı olan ‘zulmet’, nûr’un (ışığın) olmama durumudur, yani karanlıktır. “Zulüm”, kavram olarak, karanlık, haksızlık, hakkı yerine koymama, baskı, şiddet, hak yeme, eziyet ve işkence demektir. Zulm’ün halk arasındaki en yaygın mânâsı, haksızlık, baskı, işkence ve gaddarlıktır. Zulüm, bu anlamları kapsamakla beraber, Kur’an’da ve İslâm literatüründe daha geniş anlamlara gelmektedir.
Zulüm denilince çoğumuzun aklına sadece haksızlık, eziyet, işkence ve benzeri fizikî yaptırımlar gelir. Dinimizde ve dilimizde bu kelimenin esas anlamı: “Bir şeyi (veya bir hakkı) kendi yerinden başka bir yere koymaktır.” Yani, hak edenin hakkını vermemek, haksıza hak etmediği bir şeyi vermektir. Allah’ın koyduğu sınırı, haddi tecavüz etmek, tayin ettiği sınırın dışına taşmak zulümdür.
5158] 2/Bakara, 51
- 1042 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Zulüm, hakkı terk etmek demektir. Bir şeyi, meşrû olan yerinden başka bir yere koymaktır. Zulüm, haktan sapma ve haddi aşma esasına dayanır. Yolun üzerinde dosdoğru gitmemek de zulümdür. İslâmî ıstılahta; bir eşyayı veya olayı, şer’î hükmünden başka bir şekilde değerlendirmeye zulüm denir. Zulüm, başkasının mülkünde, onun izni olmaksızın tasarruf etmektir. Zulüm, yerli yerine koymamak, sapkınlıkta bulunmak, akıntısındaki hakkı saptırmak anlamlarına da gelir. Zulmün dayandığı temel, “nur” dan yoksun olmaktır. Aslında zulüm sözlükte, bir şeyi ait olduğu yerin dışında bir yere koymaktır. Yukarıda geçen anlamların hepsinde de bu tanımın işaretlerini görmek mümkündür.
Allah (c.c.) mutlak olan tek varlıktır. Varlığın ve ışığın kaynağıdır. Nûr bir anlamda varlığı, zulmet (karanlık) ise yokluğu temsil ederler. Nûr (ışık) görmeyi sağlar, yolları aydınlatır, eşyanın nasıl olduğunu anlamamızı temin eder. Karanlık ise bunun karşıtıdır. Karanlık (zulmet) hem yokluktur, hem korkudur. Zulmet insanların yollarını şaşırmalarına sebep olur, karanlıkta onlar ne yapacaklarını bilemezler, karanlık içinde sağa sola yalpa yapıp dururlar.
Allah (c.c.) insanları doğru yola (hidayete) sevketmek için gönderdiği Din’e, ‘Nûr’5159, bu Din’in kitabı olan Kur’an’a da yine ‘Nûr’ demektedir.5160 Böylece ‘nûr’ İslâm’ın sembolü, ‘zulmet’ ise İslâm’ın dışındaki inançların sembolüdür. Zulüm, yapısı gereği karanlıkları ifade eder. Bu karanlıklar, inkâr, şirk, isyan gibi şeyler olduğu gibi; haksızlık, işkence ve tecavüz de olabilir. Bunların her biri karanlık gibidir, hakkın yerine konulmamasıdır; aydınlık gibi insana rahatlık veren bir şey değildir. İnsanların uydurduğu dinler ise karanlıktır, tümüyle zulmet’tir. Bu dinleri icat edenler ve bu bâtıl dinlere uyanlar, devamlı karanlık içerisinde oldukları için, bocalar dururlar, yanlış yollarını bir türlü düzeltemezler.
Zulüm, böylesine karanlık olan yolu, gidişi, anlayışı benimsemektir. Allah’a ait ilâhlık hakkını başkasına vermektir. Haklının hakkını vermeyip, ona haksızlık yapmaktır. Sapıklığı, isyanı, nefse uyup da azmayı seçmektir. Eldeki servet ve iktidarla şımarıp insanlara baskı uygulamak, onların haklarına ve hürriyetlerine tecavüz etmektir.
Zulmün Karşıtı Olarak Adâlet
Zulüm, hakkı yerli yerine koymamak, yer ve zaman, nitelik ve nicelik olarak yanlışlık yapmak ve sapkınlığa düşmek, az veya çok tecavüzde bulunmaktır. Bu anlamda zulmün karşıtı adâlettir. Adâlet: Bir işi yerli yerine (hakkı olan yere) koymak, her şeyi yerli yerinde yapmak hak sahibine hakkını vermek, hak ve hukuka uygunluk, doğru ve yerinde olmak anlamlarına gelir. İnsan-eşya ilişkilerini, insanların birbirleriyle olan münasebetlerini ve insanın devletle olan alâkasını, Allah’ın indirdiği hükümlere göre düzenlemeye adâlet denir. Bu, bir anlamda Allah’ın emrini, emrettiği şekilde yerine getirmektir. Yine adâlet, zâlimlerin cezalandırılması, her ferdin lâyık olduğu mükâfatını veya cezasını almasıdır. Zulmün ve haddi aşmanın zıddıdır. Lügat olarak, hakkaniyet, doğruluk ve müsâvat gibi anlamlara gelir. Kötülükten arınmış vicdanın ifrat ve tefritten uzak olarak itidal çizgisinde gördüğü her çeşit meşrû (şer’î) hareket mânâsına da kullanılır. Allah’ın indirdikleriyle hükmedilen darü’l-İslâm’a “darü’l-adl” de denilir. Çünkü
5159] 9/Tevbe, 32
5160] 5/Mâide, 44-46
ZULÜM - ZÂLİM
- 1043 -
İslâm dini, Allah’ın indirdiği ile hükmetmektir ki, esasen adâlet budur. İmam Şâfii, er-Risale adlı kitabında “adâlet, Allah’ın emrine uygun şekilde amelde bulunmaktır.” diye adâleti tanımlar.
Düzgün ve usûlüne uygun olmayan şey zulüm iken, bunun tersi adâlet; şaşırtmak, bozmak, yoldan çıkarmak, karartmak zulüm iken; tersi adâlettir. Adâlet, dengedir, orta yoldur, itidalden ve orta yoldan ayrılmamaktır. Dosdoğru, düzgün ve tam yapmaktır.
Bir yönetim ilkesi olarak adâlet, iki kişi ve bireyle toplum arasındaki ilişkilerde ilâhî yasalara uygun davranmak, haklıya hakkını tam olarak ödemek; suçluya cezasını vermede gevşeklik yapmamak demektir.
“Allah adâlete uyanları sever.”5161; “Andolsun, biz elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve onlarla beraber Kitab’ı ve adâlet ölçüsünü indirdik ki, insanlar adâleti yerine getirsinler.”5162; “De ki: ‘Rabbim bana adâleti emretti.” 5163
Kur’an’da tâğutun huzurunda muhâkeme olmak ve tâğuttan adâlet beklemek haram kılınmıştır.5164 Çünkü tâğutlar, Allah’ın indirdiği hükümlerle değil; kendi hevâ ve heveslerinden kaynaklanan kanunlarla hükmederler. Bu ise adâlet değil; zulümdür. İslâm topraklarında adâlet mefhumu korkunç değişikliğe uğramıştır. Tâğutî iktidarlar, kendi kanunlarını, “adâlet” kavramını kullanarak kitlelere kabul ettirmek gayretindedirler. Dolayısıyla zulüm, adâlet olarak sunulmaktadır. Müslümanlar “adâlet” ve “zulüm” kavramlarının mahiyetini kavradıkları ve bu istikamette görevlerini yerine getirdikleri zaman, gerçek bir inkılab ortaya çıkar.5165 Nice insan, eşitlikle adâleti karıştırıyor, aynı zannediyor. Hâlbuki mutlak eşitlik, yani her şeyin her yönüyle birbirinin aynı olması, adâlete zıttır. Eşit olmayan konularda insanlara eşit davranmak da adâlet değil; zulümdür.
Allah (c.c.) kendi sözünün (Kitab’ının) doğruluk bakımından da adâlet bakımından da tastamam olduğunu belirtiyor.5166 Öyleyse adâlet ve doğru olmak, O’nun sözüne (Kitab’ına) uymakla gerçekleşir. Kur’an’a göre gerçek adâletin ölçüsü hakka uymaktır.5167 Hak neyi gerektiriyorsa onu yapmak, hak kime aitse onu sahibine vermek, hak ile hükmetmekten ayrılmamak, her konuda hakkı ölçü almak, herkesin ve her şeyin hakkını korumakla adâlet yerine getirilir.
İslâm, hakların yerine ulaşması için adâleti emrederken ilâhî adâletin de âhirette herkese hakkını vereceğini, hiç kimseye haksızlık yapılmayacağını bildiriyor.5168 Mahkeme işlerindeki adâlet; hak ile, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmek şeklinde anlaşılmıştır. Adâletle hükmedin diyen âyetler bunu emretmektedir.5169 İman edenlerin her konuda Allah’ın indirdiği ile hükmetmeleri Rabbimizin emridir. Bunu yapmayanlar zâlim, fâsık veya kâfir olurlar.5170 İnsanlar arasında hük5161]
60/Mümtehıne, 8
5162] 57/Hadid, 25
5163] 4/Nisâ, 105
5164] 4/Nisâ, 60
5165] Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, s. 30-31
5166] 6/En’âm, 115
5167] 7/A’râf, 159
5168] 21/Enbiyâ, 47; 10/Yûnus, 54
5169] 4/Nisâ, 58; 5/Mâide, 52
5170] 5/Mâide, 44, 45, 47
- 1044 -
KUR’AN KAVRAMLARI
mederken, hakemlik yaparken, hak konusunda karar verirken, hatta çocukları eğitirken bile adâletli davranmak İslâm’ın getirdiği önemli bir prensiptir.
Adâlet, Allah’ın İndirdiğiyle Hükmetmektir
Allah (c.c.) insanları doğru yola (hidayete) sevketmek için gönderdiği Din’e, ‘Nûr’5171 bu Din’in kitabı olan Kur’an’a da yine ‘Nûr’ demektedir.5172 Böylece ‘nûr’ İslâm’ın sembolü, ‘zulmet’ ise İslâm’ın dışındaki inançların simgesidir. Zulüm, yapısı gereği karanlıkları ifade eder. Bu karanlıklar, inkâr, şirk, isyan gibi şeyler olduğu gibi; haksızlık, işkence ve tecavüz de olabilir. Bunların her biri karanlık gibidir, hakkın yerine konulmamasıdır; aydınlık gibi insana rahatlık veren bir şey değildir. İnsanların uydurduğu dinler ise karanlıktır, tümüyle zulmet’tir. Bu dinleri icat edenler ve bu bâtıl dinlere uyanlar, devamlı karanlık içerisinde oldukları için, bocalar dururlar, yanlış yollarını bir türlü düzeltemezler.
Zulüm, böylesine karanlık olan yolu, gidişi, anlayışı benimsemektir. Allah’a ait ilâhlık hakkını başkasına vermektir. Haklının hakkını vermeyip, ona haksızlık yapmaktır. Sapıklığı, isyanı, nefsin hevâsına uyup da azmayı seçmektir. Eldeki servet ve iktidarla şımarıp insanlara baskı uygulamak, onların haklarına ve hürriyetlerine tecavüz etmektir.
Adâlet, doğru oluşu zihinde sabitleşmiş şeydir. Düzgün ve usulüne uygun olmayan şeye ‘cevr’ (haksızlık ve eziyet) denir. Doğruluk ve düzgünlük kavramları, sapmazlığı ve şaşmazlığı da içerisine alırlar. Adâletin anlam sahası içinde doğruluktan söz ederken; haksızlıktan uzak olma, hakkaniyet sahibi olma manalarına da işaret etmiş oluruz.
Said b. Cübeyr, ‘adl’ kavramını anlamını soran Halife Abdülmelik’e (öl. 705) şöyle cevap verdi:
“Adl (adâlet) dört kısımdır: Birinci mânâsı; Allah’ın emrine uyarak hükmedilirken adâletli davranmak, yani insaflı olmaktır.5173
İkinci mânâsı; sözde, konuşmada, haberleşmede adâlet olması. Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Konuştuğunuzda ölçüyü aşmayın.”5174
Üçüncü mânâsı; kurtuluşun sebeplerine sarılma, yani doğru davranışlara, sâlih amele yönelme anlamındaki adâlet.5175
Dördüncü mânâsı; Allaha eş koşmaktan sakınmaktır. “… Ne var ki kâfirler Allah’a (muâdil) eş bulurlar.”5176
‘Adl’ üzere yaratılan insanın da5177 yeryüzünde ‘adl’ üzere davranması gerekiyor. Çünkü adâlet; insan, toplum ve tabiat hayatının nizamını (düzenini) sağlar. Bu adâleti sağlayacak olan da Tevhid Dini’dir. Evrendeki mizan’ı (ölçüyü,
5171] 9/Tevbe, 32
5172] 5/Mâide, 44-46
5173] 4/Nisâ, 54
5174] 6/En’âm, 152
5175] 2/Bakara, 123
5176] 6/En’âm, 1
5177] 82/İnfitâr, 6-7
ZULÜM - ZÂLİM
- 1045 -
dengeyi) koyan Allah (c.c.) olduğuna göre,5178 insan ve toplum hayatındaki dengeyi ve adâleti de ancak O’nun koyduğu ölçüler sağlayabilir.
İslâm Toplumunda Adâlet
İslâm toplumunun temelinde Kitap ve Mizan vardır. Müslümanlar Kitab’a uyarak, Mizan’ı yerine getirirlerse, yani ölçülü davranıp aşırılığa, yanlış yollara sapmazlarsa, kıst’ı (adâleti) sağlarlar. Mizan’ın dengesi bozulduğu zaman, adâlet kaybolur gider. İnsanlar en tabii haklarını bile alamazlar. Toplumdaki zalimler gücü ellerine geçirdikleri zaman da zulümler artar. Kitab’ın yanında indirilen ‹demir' güç anlamında alınırsa, şöyle demek mümkündür: Güç ve iktidar adâletin emrinde olmalıdır. Bunu sağlayacak olan da insanların Kitab'a ve O'nun hükümlerine uyup, mizan'ı yani ölçüyü korumalarıdır. O zaman hukukun üstünlüğü sağlanır ve insanlar haklarına kolaylıkla ulaşırlar. Kendini hukukun üstünde gören güçler, adâlet anlayışını çiğner geçerler.
Kur'an'ın emrine göre mü’minler, bütün davranışlarında adâletli olmak zorundadırlar. Adâletli davranış kişinin kendi yaratılışındaki dengeye ve düzene uyum sağlatır. Ölçülü hareket şüphesiz insana mutluluk kazandırır, çevreye zarar vermekten kurtarır. İnsan hayatına denge ve olgunluk ancak adâletin her sahada uygulanması ile mümkün olur.
İslâm ümmeti ‘vasat bir ümmettir.’5179 Buradaki ‹vasat' kelimesini tefsirciler ‹adâlet' ile açıklamışlardır.5180 Buna göre İslâm toplumu, dengeli, aşırılıklardan uzak, adâleti yerine getiren uyumlu bir toplumdur.
İslâm’a göre bütün insanlar bir ana-babadan meydana geldikleri için birbirlerine karşı üstünlükleri yoktur. Doğuştan herkes eşittir. Üstünlük ancak takva ile olabilir. Kim Allah’tan hakkıyla çekinip korunursa onun derecesi daha üstün olur. 5181
Adâlet aynı zamanda takvâya yakın olmanın şartlarından birisidir. “Ey iman edenler, adâletli şahitler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutanlar olun. Bir topluluğa olan kininiz sizi adâletten ayırmasın. Adâlet yapın ki o, takvaya daha yakındır. Allah’tan korunun. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdar olandır.” 5182
Dikkat çeken bir nokta da şurasıdır ki Allah (c.c.) kendi sözünün (Kitabının) doğruluk bakımdan da adâlet bakımından da tastamam olduğunu belirtiyor. Öyleyse adâlet ve doğru olmak, O’nun sözüne (Kitabına) uymakla gerçekleşir.
Kur’an’a göre gerçek adâletin ölçüsü hakk’a uymaktır.5183 Hak neyi gerektiriyorsa onu yapmak, hak kime aitse onu sahibine vermek, hak ile hükmetmekten ayrılmamak, her konuda hakk’ı ölçü almak, herkesin ve her şeyin hakkını korumakla adâlet yerine getirilir. İslâm, hakların yerine ulaşması için adâleti ve kıst’ı emrederken İlâhî adâletin de Ahirette herkese hakkını vereceğini, hiç kimseye
5178] 55/Rahmân, 7
5179] 2/Bakara, 143
5180] Tabatabâî, El-Mizan, 1/323. S. Kutub, fi-Zılali’l Kur’an, 1/130. İbni Arabî, Ahkâmu’l Kur’an, 1/61. Mevdudî, Tefhimu’l Kur’an 1/123
5181] 49/Hucurat, 13
5182] 5/Mâide, 8
5183] 7/A’râf, 159
- 1046 -
KUR’AN KAVRAMLARI
haksızlık yapılmayacağını bildiriyor. 5184
Fıkıh açısından adâlet, mahkemede şahitlik eden şahitlerin ve hükmeden hâkimlerin adil olmalarıdır. Kur’an, insanlar arsındaki davaların çözüme kavuşturulabilmesi için ancak adâlet sahibi kimselerin şahitliklerinin geçerli olabileceğini açıklıyor.5185 Mahkeme işlerindeki adâlet; hak ile hükmetmek şeklinde anlaşılmıştır. Adâletle hükmedin diyen âyetler bunu emretmektedir,5186 İman edenlerin her konuda Allah’ın indirdiği ile hükmetmeleri Rabbimizin emridir. Bunu yapmayanlar zalim, fâsık veya kâfir olurlar.5187
İnsanlar arasında hükmederken, hakemlik yaparken, hak konusunda karar verirken, hatta çocukları eğitirken bile adâletli davranmak İslâm’ın getirdiği önemli bir prensiptir. Adâlet ise, öncelikle, Allah’ın indirdiğiyle hükmetmektir. Allah’ın indirdiği hükümler adâlet, o hükümlerin dışında kanunlarla insanları yönetenler zâlim,5188 Allah’ın hükümleri dışındaki hükümler/yasalar da zulümdür. Şirk en büyük zulüm,5189 ancak Allah’ın hükümleri ise adâlettir.
Kur’ân-ı Kerim’de Zulüm Kavramı
Kur’an’ın çok kullandığı kelimelerden biri de “zulüm” kelimesidir. Aynı kökten gelen türevleriyle birlikte üç yüz on beş yerde geçmektedir. Dilimize Arapça’dan giren bu kelimenin esas anlamlarını en güzel Arapça ile inzâl edilmiş Kur’ân-ı Kerim’de buluruz. Kur’an’da zulüm, hepimizin bildiği eziyet, işkence ve haksızlık yanında, esas olarak hakkın zıddı, haktan sapma ve haddi aşma anlamlarıyla kullanılır. Bu yüzden; Allah’ın koyduğu sınırı (hududu) aşanlar zâlimdir.5190 Allah’ın yasakladıklarını yaparak, insanlar kendi (nefis)lerine zulmederler.5191 Kâfirleri dost edinmek zulüm; onları dost edinenler de zâlimdir.5192 Çünkü “kâfirler (in tümü) zâlimdir.”5193; “Şirk en büyük zulümdür.”5194; “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler, zâlimlerin ta kendileridir.” 5195
Kur’an’da zulmün değişik dozdaki anlamlarını ifade eden başka kelimeler de kullanılır. Bunları şu şekilde sayabiliriz:
Bi ğayr-i hakk: Haksız yere anlamındaki bu terkip, zulümle aynı anlamda birçok âyette geçer. 5196
Bağy: Haksızlık, azgınlık, her türlü tecavüz, haddi aşma, aşırılık konularında zulüm anlamına gelir. 5197
5184] 21/Enbiyâ, 47; 10/Yûnus, 54
5185] 65/Talâk, 2
5186] 4/ Nisâ, 58; 5-Mâide, 52
5187] 5/Mâide, 44, 45, 47
5188] 5/Mâide, 44
5189] 31/Lokman, 13
5190] 2/Bakara, 229
5191] 2/Bakara, 35, 131
5192] 9/Tevbe, 23
5193] 2/Bakara, 254
5194] 31/Lokman, 13
5195] 5/Mâide, 45
5196] Bk. 2/Bakara, 61; 3/Âl-i İmrân, 21, 112, 181, 155; 6/En’âm, 93; 7/A’râf, 33, 146; 28/Kasas, 39; 41/Fussılet, 15; 42/Şûrâ, 42; 10/Yûnus, 23; 22/Hacc, 40; 40/Mü’min, 75
5197] Bk. 2/Bakara, 173; 6/En’âm, 145-146; 16/Nahl, 90, 115; 28/Kasas, 76; 38/Sâd, 22, 24; 42/Şûrâ,
ZULÜM - ZÂLİM
- 1047 -
Adv, adî, i’tedâ, mu’tedî: Bu kelimeler, haddi aşmak, hakka tecavüz etmek, hakkı ve Allah’ın sınırlarını çiğnemek ve haksızlık manalarında zulüm anlamı ifade eder. 5198
İsrâf ve müsrif: Haddi aşmak, aşırı gitmek ve haddi aşan ve taşkınlık eden manalarında zulümle aynı anlamda kullanılır. 5199
Azâb, azzebe: Zulmün ileri şekli olan işkence ve işkence etmek anlamındaki bu kelimeler de zulüm mânâsında kullanılır. 5200
Kur’an’da Zulmün Anlamları
Zulm’ün Kur’an’da üç anlamda kullanılığını söyleyebiliriz.
1- Karanlık anlamında, nûr’un (ışığın) karşıtı olarak: “Hamd gökleri ve yerleri yaratan, zulumâtı (karanlıkları) ve nûr’u (ışığı) var kılan Allah’a aittir.” 5201
2- Küfür, şirk, isyan ve fısk anlamında: “Hani Lokman oğluna öğüt vererek demişti ki; “Ey oğlum, Allah’a şirk koşma. Hiç şüphesiz ki şirk, gerçekten büyük bir zulüm’dür.”5202; “Bizim âyetlerimizi yalan sayanlar zulumât (karanlıklar) içerisinde sağırdırlar, dilsizdirler…”5203; “Elif. Lâm. Râ. Bu bir kitaptır ki, Rabbinin izniyle insanları zulumât’tan (karanlıklardan) Nûr’a (İslâm’ın aydınlığına), O güçlü ve hamde lâyık olan’ın yoluna çıkarman için sana indirdik.” 5204
3- İnsanlara karşı yapılan haksızlıklar ve baskılar anlamında: Haksız yere adam öldürmek,5205 hırsızlık yapmak,5206 Allah’ın koyduğu sınırları aşmak, böylece insanların hakkına tecavüz etmek,5207 başkasının malını gasbetmek,5208 ilâhlık taslamak veya halkına baskı ve işkence etmek,5209 başkasının hakkını fâiz yoluyla elinden almak, fâiz yemek,5210 mü’minlere baskı ve şiddet uygulamak, onları yaşadıkları yerden sürüp çıkarmak,5211 müstaz’af kimselerin hakkını yiyip onlara baskı uygulamak5212 bu gibi zulüm örnekleridir.
Kur’an, ısrarlı bir şekilde ve sık sık Allah’ın kullarına zulmetmediğini, asla zulmetmeyeceğini, kullarına hiç bir şekilde haksızlık yapmayacağını haber veriyor. İnsanların dünyada karşılaştıkları geniş çaplı cezalar, sıkıntılar, zorluklar ve 28, 39, 42; 49/Hucurât, 9
5198] Bk. 2/Bakara, 229; 10/Yûnus, 90; 65/Talâk, 1
5199] Bk. 39/Zümer, 53; 40/Mü’min, 28
5200] 7/A’râf, 141; 12/Yûsuf, 25; 20/Tâhâ, 47; 18/Kehf, 87; 14/İbrâhim, 6; 29/Ankebût, 10; 38/Sâd, 41; 27/Neml, 21; 24/Nûr, 2
5201] 6/En’âm, 1; Zulmün bu anlamı için diğer örnekler olarak bk. 39/Zümer, 6; 6/En’âm, 59, 63; 2/Bakara, 19; 13/Ra’d,16; 24/Nûr, 40 v.d.
5202] 31/Lokman, 13
5203] 6/ En’am/ 39
5204] 14/İbrahim, 1-2; Ayrıca: 2/Bakara, 59, 165; 3/Âl-i İmran, 117, 135; 4/Nisâ, 168; 7/A’râf, 103, 162, 165; 11/Hûd, 67, 94; 51/Zâriya, 59 vb.
5205] 5/Mâide, 27-29
5206] 12/Yusuf, 75
5207] 65/Talak, 1
5208] 38/Sâd, 24
5209] 7/A’râf, 103
5210] 2/Bakara, 279
5211] 22/Hacc, 39
5212] 4/Nisâ, 75
- 1048 -
KUR’AN KAVRAMLARI
huzursuzluklar kendi yaptıkları yüzündendir. Âhirette hesaptan sonra alınacak sonuç, kavuşulacak ceza da yine insanların kendi hak ettikleridir, amellerinin karşılığıdır. Allah (c.c.) kimseye zulmetmez, fakat insanların bir kısmı kendi kendilerine zulmederler. 5213
“Kırk gece (söyleşmek için) Mûsâ ile sözleşmiştik. O (huzurumuza gelmek üzere aranızdan) ayrıldıktan sonra, zâlimler (kendilerine kötülük edenler) olarak buzağıyı (tanrı) edindiniz.” 5214
“Allah’ın mescidlerinde, Allah’ın adının anılmasına engel olan ve onların harâb olmasına çalışandan daha zâlim kim vardır? Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir (Başka türlü girmeye hakları yoktur). Bunlar için dünyada bir rezillik, âhirette de büyük bir azap vardır.” 5215
“...Allah tarafından indirilmiş bir şâhitliği (insanlardan) gizleyenden daha zâlim kim olabilir? Allah, yaptıklarınızdan gâfil değildir.” 5216
“İnsanlardan bazısı Allah’tan başkasını Allah’a endâd/eşler ve benzerler edinir de onları, Allah’ı sever gibi severler. İman edenler ise Allah’ı daha çok severler. Keşke zâlimler, azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabına dayanmanın zorluğunu önceden anlayabilselerdi.” 5217
“Ey iman edenler! Kendisinde artık alışveriş, dostluk ve iltimas bulunmayan gün (Kıyâmet) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan infak edin (Allah yolunda harcayın). Kâfirler/gerçekleri inkâr edenler, elbette zâlimlerdir.” 5218
“Allah’ın, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O’na şirk/ortak koşmaları sebebiyle, kâfirlerin kalplerine yakından korku salacağız. Gidecekleri yer de cehennemdir. Zâlimlerin varacağı yer, ne kötüdür!” 5219
“...Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.” 5220
“Kim Allah’a karşı yalan sözlerle iftira edenden veya O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlimdir? Şurası iyi bilinsin ki, zâlimler kurtuluşa ermezler.” 5221
“De ki: Söyler misiniz bana! Size Allah’ın azabı ansızın veya açıkça gelirse, zâlim toplumdan başkası mı helâk olur?” 5222
“...Kim Allah’ın âyetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha zâlimdir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri yüz çevirmelerinden ötürü azabın en kötüsüyle cezalandıracağız.” 5223
5213] 2/Bakara, 57; 7/A’râf, 160; 9/Tevbe, 70; 29/Ankebût, 40; 3/Âl-i İmran, 25, 161; 6/En’âm, 160; 45/Câsiye, 22. v.d.
5214] 2/Bakara, 51
5215] 2/Bakara, 114
5216] 2/Bakara, 140
5217] 2/Bakara, 165
5218] 2/Bakara, 254
5219] 3/Âl-i İmrân, 151
5220] 5/Mâide, 45
5221] 6/En’am, 21
5222] 6/En’am, 47
5223] 6/En’âm, 157
ZULÜM - ZÂLİM
- 1049 -
“Ey iman edenler! Küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler/dostlar edinmeyin. Sizden kim onları velî/dost edinirse, işte onlar zâlimlerin kendileridir.” 5224
“Allah’a karşı yalan uydurandan daha zâlim kim olabilir? Onlar (Kıyâmet gününde) Rablerine arz edilecekler, şâhitler de, ‘işte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir’ diyecekler. Biliniz ki, Allah’ın lâneti zâlimlerin üzerinedir. Onlar (insanları) Allah’ın yolundan alıkoyan ve onu eğriltmek isteyenlerdir.” 5225
“Zulmedenlere meyletmeyin. Aksi halde size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız). Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra da size yardım edilmez.” 5226
“Şüphe yok ki Allah, adâleti, ihsânı (iyiliği), akrabaya vermeyi (yardım etmeyi) emreder. Fahşâyı (çirkin işleri), fenalık ve azgınlıkları/zorbalıkları yasaklar. Size öğüt vermektedir; umulur ki düşünür ve tutarsınız.” 5227
“Biz bir ülkeyi helâk etmek istediğimiz zaman, onun varlık ve güç sahibi önde gelenlerine emredeceğiz. Böylelikle onlar, onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz.” 5228
“Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zâlim kim vardır? Biz onların kalplerine, bu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik.” 5229
“Zâlimlere hiçbir yardımcı yoktur.” 5230
“Ancak iman edip sâlih ameller işleyenler, Allah’ı çok zikredenler ve zulme uğradıklarında kendilerini savunanlar başkadır. Zâlimler, hangi inkılâpla devrileceklerini yakında bileceklerdir.” 5231
“Allah’a karşı yalan uyduran yahut kendisine hak gelmişken onu yalan sayandan daha zâlimi kimdir? Cehennemde kâfirlere yer mi yok?!” 5232
“...Allah’a şirk/ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür.” 5233
“Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatıldıktan sonra onlardan yüz çevirenden daha zâlim kim olabilir? Muhakkak ki Biz, günahkârlara, ettiklerinin karşılığı olan cezayı vereceğiz.” 5234
“Zâlimler için koruyucu bir dost da, sözü yerine getirilen bir şefaatçi de yoktur. (Allah) gözlerin hainliklerini ve göğüslerin saklamakta olduklarını bilir.” 5235
“Onlar(mü’minler), bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman, birbirlerine yardım ederler.
5224] 9/Tevbe, 23
5225] 11/Hûd, 18-19
5226] 11/Hûd, 113
5227] 16/Nahl, 90
5228] 17/İsrâ, 16
5229] 18/Kehf,57
5230] 22/Hacc, 71
5231] 26/Şuarâ, 227
5232] 29/Ankebut, 68 ve benzeri: 39/Zümer, 32
5233] 31/Lokman, 13
5234] 32/Secde, 22
5235] 40/Mü’min, 18-19
- 1050 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah’a aittir. Elbette O, zâlimleri sevmez. Kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa, böyle hareket edenlerin aleyhine bir yol (mes’ûliyet) yoktur (Onlar kınanmaz ve cezalandırılmazlar). Sorumluluk ancak insanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere yönelir. İşte böylelerine acı bir azap vardır. Kim sabreder ve affederse şüphesiz bu hareketi, yapılmaya değer işlerdendir. Allah kimi saptırırsa, bundan sonra artık onun hiçbir dostu yoktur. Göreceksin ki zâlimler, azabı görecekleri zaman, ‘geri dönülecek bir yol var mı?’ diyecekler... Kesinlikle bilin ki, zâlimler sürekli bir azap içindedirler.” 5236
“...Kim tevbe etmezse, işte onlar zâlimlerdir.” 5237
“İslâm’a çağrılırken Allah’a karşı yalan uydurandan daha zâlim kimdir? Allah, zâlimler topluluğunu doğru yola erdirmez.” 5238
“...Kim Allah’ın hududunu/sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendisine zulmetmiş olur.” 5239
“O (Allah), dilediğini rahmetine dâhil eder. Zâlimlere gelince, Allah, onlar için elemli/ acıklı bir azap hazırlamıştır.” 5240
Hadis-i Şeriflerde Zulüm Kavramı
Bir hadis-i rivayette şöyle buyrulur: Rasûlullah (s.a.s.), Allah Teâlâ’dan rivâyet ederek şöyle buyurdu: “Allah buyurdu ki: ‘Ben zulmü kendime haram ettim; Onu, sizin aranızda da haram kıldım. Öyleyse sakın birbirinize zulmetmeyin!” 5241
“Allah, zâlime muhakkak ki, mühlet verir de onu yakalayacağı zaman, göz açtırmadan aniden yakalar.” Bu ifadeden sonra, Rasûlullah şu âyeti okudu: “Onlar zulüm işlemekte iken ülkeleri (veya kuşakları) yakaladığı zaman Rabbinin yakalayıvermesi işte böyledir. Gerçekten onu yakalaması pek acıklı, pek şiddetlidir.” 5242
“Mazlumun (bed)duâsından sakın. Çünkü mazlumun duası ile Allah arasında (kabule mâni olan) hiçbir perde/engel yoktur.” 5243
“Üç kimsenin duası red olunmaz: Orucunu açarken oruçlunun duası, adâletli yöneticinin, bir de mazlumun duası. Allah (c.c.) mazlumun duasını göklerin üstüne yükseltir ve duâ için gökyüzü kapıları açtırılır. Allah Teâlâ da: ‘İzzetime andolsun ki, bir süre sonra da olsa sana yardım edeceğim’ buyurur.” 5244
“Müslüman, diğer müslümanların onun elinden ve dilinden emin oldukları kimsedir.” 5245
5236] 42/Şûrâ, 39-45
5237] 49/Hucurât, 11
5238] 61/Saff, 7
5239] 65/Talak, 1
5240] 76/İnsan, 30
5241] Müslim, Birr, 15, hds. no: 2577, 4/1994
5242] 11/Hûd, 102; Buhâri, Tefsir 161, hds no: 206; Müslim, Birr 61, 62 –2583- ; İbn Mâce, Fiten 22, hds no: 4018)
5243] Buhâri, Mezâlim 9, hadis no: 9, Cihad 180; Müslim, İman 7, hadis no: 19, 1/150; Ebû Dâvud, Zekât 5, hadis no: 1584; Tirmizî, Zekât 4, -625-
5244] Tirmizî, Deavât 129, Hadis no: 3598, 5/578
5245] Buhâri, İman 4, 5, Rikak 26; Müslim, İman 64, 65; Ebû Dâvud, Cihad 3; Tirmizî, Kıyâme 53, İman 13
ZULÜM - ZÂLİM
- 1051 -
Peygamberimize, “hangi cihadın daha faziletli olduğu” soruldu. Buyurdu ki: “Zâlim bir sultanın (yöneticinin) yanında hakk kelimesini konuşmaktır.” 5246
“Kim bir kişinin zâlim olduğunu bilerek ona yardım etmek üzere zâlim ile birlikte yürürse, İslâm’dan dışarı çıkmış olur.” 5247
“Kim bir zâlime yardım ederse, Allah Teâlâ, o zâlimi ona musallat eder.” 5248
“İnsanlar, bir zâlimi görür, ona engel olmazlarsa, bundan dolayı hemen hepsi cezalanır.” 5249
“Allah’ım, benim işitme ve görme duygularımı düzelt ve onları bana vâris kıl (ölünceye kadar sahih ve sağlam olsunlar). Bana zulmedene karşı bana nusret ver (yardım et) ve zâlimden intikamımı bana göster.” 5250
“Kim bir kardeşinden haksız olarak bir şey almışsa (dinar ve dirhem olarak) kıymetlenmeden aynı gün iâde etsin.(Aksi takdirde) Eğer iyi bir ameli varsa, ondan haksızlık ettiği kadar alınır; yoksa, kardeşinin günahından ona yüklenir.” 5251
“Üzerinde (bir din kardeşinin) kendisine zulüm veya malına tecavüzden doğmuş bir hak bulunan kimse, dinar ve dirhem (para) bulunmayacak gün (kıyâmet) den önce, bu gün dünyada mazlumdan o hakkı bağışlamasını istesin. (Helâllaşmadığı takdirde) zâlimin sâlih ameli varsa ondan zâlimin zulmü miktarı alınır (da mazluma verilir). Eğer zâlimin haseneleri (sevapları) bulunmazsa, mazlumun seyyielerinden (günahlarından) alınıp zâlim üzerine yükletilir.” 5252
“Müflis (iflâs eden) kimdir bilir misiniz?” Ashâb: ‘Bizim aramızda müflis, hiçbir dirhemi ve eşyası olmayan kimsedir’ dediler. Bunun üzerine: “Gerçekten benim ümmetimden müflis, kıyâmet gününde namaz, oruç ve zekâtla gelecek olan kimsedir. Ama şuna sövmüş, buna zina isnadında bulunmuş, şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüş, diğerini dövmüş olarak gelecek; buna hasenâtından, şuna hasenâtından (sevaplarından) verilecektir. Şayet dâvâsı görülmeden hasenâtı biterse, onların günahlarından alınacak ve bunun üzerine yüklenecek, sonra cehenneme atılacaktır. (İşte müflis budur.)” 5253
“Kıyâmet gününde hakları mutlaka sahiplerine vereceksiniz. Hatta boynuzsuz koyun için boynuzlu koyundan kısas alınacaktır.” 5254
“Şüphesiz ki zulüm, kıyâmet gününde zulumât/karanlıklar (olacak)dır.” 5255
“Kim arzdan bir parça yeri haksız zabt ederse, (kıyâmet gününde) yerin yedi katı halka gibi onun boynuna geçirilir.” 5256
“Kim yemini ile bir müslümanın hakkını elinden alırsa, o kimseye Allah, cehennemi
5246] İbn Mâce, Fiten 20, Hadis no: 4012, 2/1330
5247] İbn Kesir, Hadislerle K. K. Tefsiri, c. 5, s. 2089; Râmuz el-Ehâdis, c. 2, s. 445
5248] Deylemî; İbn Aslâkir, Tarih
5249] Tirmizî; Tuhfetu’l Ahvezî Şerhu Câmiu’t Tirmizî, 8/423
5250] Buhâri, Edebu’l-Müfred, 82, hadis no: 649-650
5251] Buhâri, Askalânî, Şerh-i Sahih-i Buhâri, c. 5, s. 161
5252] Buhâri, Mezâlim 10; Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme 1, hds no: 2534
5253] Müslim, Birr ve’s-Sıla, 59 hadis no: 2581
5254] Müslim, Birr ve’s-Sıla, 60, hds no: 2582; Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme 1, hds no: 2535
5255] Buhâri, K. Mezâlim ve’l-Gasb, 8, hadis no: 8; Müslim, K. Birr ve’s-Sıla, 57, hadis no: 2579
5256] Buhâri, K. Mezâlim ve’l-Gasb, 13-15; Müslim, K. Müsâkat, 137, 142 hadis no: 1610, 1612
- 1052 -
KUR’AN KAVRAMLARI
vâcip kılmış, cenneti de haram etmiş demektir.” Bu söz üzerine ashabdan bir zât: ‘Pek az bir şey olsa da mı ya Rasûlallah?’ diye sormuş, Rasûlullah da (s.a.s.): “Misvak ağacından bir çubuk dahi olsa (yine böyledir)” buyurmuştur. 5257
“Zulüm üç türlüdür. Bir zulüm vardır ki, Allah onu affetmez. Bir zulüm vardır ki, Allah onu affeder. Bir zulüm vardır ki, Allah onun mutlaka hesabını sorar. Allah’ın affetmediği zulüm şirktir. Çünkü Allah ‘şirk, büyük bir zulümdür’5258 buyurmuştur. Allah’ın affedeceği zulüm; kulların kendi nefislerine karşı işlediği zulümdür. Rableri ile kendi aralarındaki işlerde (emre itaat ve yasaklardan kaçınmak noktasında) yaptıkları hatalardır. Allah’ın hiç bırakmayıp, mutlaka hesabını soracağı zulüm ise kulların birbirlerine karşı hayâsızlıklarıdır. Allah, bunların hesabını sorar ve zâlimleri cezalandırır.” 5259
Câhiliyyenin Zulüm Anlayışı
Câhiliyyenin adâlet ve zulüm anlayışı, birçok çarpıklıklarla ve çifte standartlı nifakla hastalıklı bir anlayıştır. Zulmü sadece fizikî bir yaptırım olarak ve hiç sebep yokken yapılan bir haksızlık olarak değerlendiren câhiliyye, özellikle müslüman müstaz’aflara inanç ve psikolojik zulümleri zulüm olarak kabul bile etmez. Câhiliyye zihniyetine sahip olanlar, kendi içinde bulundukları zulmün farkında bile değillerdir. Kendi kurtuluşları için çabalayan dâvetçilere ise kendi haklarına saldırıyor ithamında bulundukları çokça görülür. Allah’a şirk koşmanın büyük bir zulüm olduğunu hiçmi hiç düşünüp kavramazlar. Müslüman olduğunu iddia eden câhiliyye mensupları, müşrikçe inanç ve yaşayışı, küfür ahlâkını (ahlâksızlığını) bir hak olarak görür, müslümanların bunlara tavır almasını ise zulüm olarak değerlendirir.
Câhiliyyenin zulüm hakkındaki anlayışını Kur’an’dan bir örnekle sergileyelim: Kur’an’a göre put kırmak değil; puta tapmak zulümdür, hem de en büyük zulüm. Müslüman da zulme tepki gösteren kişidir. Zâlimin zulmüne engel olmak, kahramanca bir iş kabul edilmesi gerektiği halde, Hz. İbrahim’in putları kırmasının, putperest câhiliyye mensuplarınca bir zulüm olarak nitelendiğini Kur’an bize haber verir. “Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Kim cür’et etti ilâhlarımıza bunu yapmaya! Muhakkak o, zâlimlerden biridir’ dediler.”5260 Görülüyor ki, zulmü ortadan kaldırmaya çalışmak, putperestlerin bakış açısından büyük bir zulüm olarak değerlendirilmektedir.
İzutsu bu konuda şunları söyler: Zulüm, esasen kişinin meseleye bakış için seçtiği mihenge/ölçüye göre izâfî/görecelidir. Kâfirlere göre putların tahribi bir zulüm eylemi teşkil etmektedir. Zira, müşrikler açısından bakıldığı zaman, bunun yapılması için hiçmi hiç neden yok iken, mü’minler açısından aynı hareketi haklı gösterecek birçok sebep bulmak mümkündür. Benzer biçimde, müslümanların, sadece “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için kâfirler tarafından evlerinden çıkarılmaları onlar için, hiçbir haklı sebebe dayanmayan inkârı imkânsız bir zulüm fiilidir. Ancak, kâfirlerin bakış açısından, İslâm’ın tek Allah inancı, kendilerinin mü’minlere karşı bu şekilde davranmaları için yeterli sebebi rahatlıkla
5257] Müslim, İman 61, hadis no: 218; Nesâi, Âdâbu’l-Kudât, 30 hds no: 5384
5258] Lokman, 13
5259] Hadislerle Kur’an Tefsiri, İbn Kesir, I/508
5260] 21/Enbiyâ, 59
ZULÜM - ZÂLİM
- 1053 -
sağlamaktadır.5261 “Kendileriyle savaşılanlara (mü’minlere), zulme uğradıkları için (savaş konusunda) izin verildi. Şüphe yok ki Allah, onlara yardıma mutlak surette kadirdir. Onlar ki, sırf ‘Rabbimiz Allah’tır’ dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir.” 5262
Firavun’un İsrâil oğullarını köleleştirmesi, erkek çocuklarını öldürüp kız çocuklarını sağ bırakmaya varan zulümleri,5263 Firavun ve ona bağlı olanlarca normal bir durum olarak kabul edilirken; bu apaçık zulme karşı çıkan Hz. Mûsa, fitne ve fesad çıkaran bir nankör olarak nitelenir.5264 Meselenin hakikatini ve içyüzünü Hz. Mûsa Firavun’un suratına şöyle çarpar: “O başıma kaktığın nimet, İsrâiloğullarını köle yapman (yüzünden)dir.” 5265
Kur’an, şirkin ve dolayısıyla zulmün sebeplerinden birinin, ataların yolunu körü körüne sürdürme ve taklit olduğunu belirtir. Geleneği sürdürme alışkanlıkları, câhiliyye tarafından bir hak ve haklılık olarak benimsenir. O yüzden câhiliyye düşüncesinde, zulüm normal bir vaka, câhiliyye yönetiminde de doğal bir icraat olarak kabul edilir. Zulme adâlet, adâlete de zulüm dendiği, kavramların ters yüz edildiği de sıkça görülür.
Câhiliyye anlayışında câhiliyyet hamiyyeti/taassubu söz konusudur.5266 İster haklı ister haksız olsun, yakın akrabasını, hatta kendi sülâlesini, hemşehrisini, vatandaşını kayırma duygusu vardır. Dolayısıyla “kendi yakınları, hata etmez, zulm etmez, her zaman haklıdır; ona karşı olanlar da her durumda zulüm içindedir” anlayışı câhiliyyenin bu konudaki yaklaşımlarından biridir.
Zulmün Çeşitleri
Zulümden bahseden âyetlere ve hadislere baktığımız zaman üç türlü zulümden söz etmek mümkündür:
a- İnsanın Allah’a Karşı İşlediği Zulüm
Bu, insanların Allah’a şirk koşmaları veya küfr içinde, inkârcı olmalarıdır. Nitekim Kur’an’ın birçok âyetinde zulüm, kâfirlerin bir özelliği olarak geçmektedir. Kur’an birçok yerde kâfirlere ve müşriklere zâlim demektedir.
“İman edip de imanlarına zulüm karıştırmayanlar (var ya), işte emniyet/güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir.”5267 Bu âyet nazil olunca, imana zulüm karıştırma meselesi sahabelere ağır geldi. Peygamberimiz’e dediler ki: “Kim imanına zulüm karıştırmayabilir?” Peygamberimiz şöyle buyurdu: “İş böyle değildir. Siz Lokman’ın (a.s.) oğluna, ‘Ey oğlum, Allah’a şirk koşma, şüphesiz şirk en büyük zulümdür’5268 sözünü işitmediniz mi?” 5269
Allah’ı inkâr ederek ilâhlık dâvâsına kalkışanların bu tavrı da bir zulümdür.
5261] Toshihiko İzutsu, Kur’an’da Dini ve Ah. Kavramlar, s. 226
5262] 22/Hacc, 39-40
5263] Bk. 2/Bakara, 49-51
5264] 26/Şuarâ, 18-19
5265] 40/Mü’min, 26; 26/Şuarâ, 22
5266] 48/Fetih, 26
5267] 6/En’am, 82
5268] 31/Lokman, 13
5269] Buhâri; Müslim, nak. Muht. İbn Kesir, 3/65
- 1054 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Çünkü onlar böylelikle Allah’ın ilâhlık hakkına tecavüz etmektedirler.5270 Bunun tipik örneği Firavun’un yaptıklarıdır.5271 Peygamberlerini dinlemeyen, onların getirdiği âyetleri yalan sayanların bu hareketi bir zulümdür.5272 Bu gibi inkârcı zâlimler hak ettikleri cezaya daha dünyada iken kavuşurlar.5273 Kendi hevâlarına uyup da Allah’ın vahyine itaat etmeyenler de zulüm içerisindedirler.5274 Allah’ı bırakıp başka putlara (ilâhlara) ibâdet edenler de zulmetmiş olurlar.5275 Allah’a iftira etmek, O’nun adına din uydurmak da zulümdür. 5276
Örneklerde görüldüğü gibi zulüm; küfrün ve şirkin diğer adıdır. İnkârcıların ve müşrilerin yaptıkları yanlışlık ‘zulüm’, kendileri de ‘zâlim’ diye niteleniyor. Onların yaptığı karanlığa davetiyedir. Onlar bir taraftan Allah’ın zulmet (karanlık) dediği çıkmazları tercih ederken, bir taraftan da Rablik ve ilâhlık hakkını başka varlıklara vermektedirler. Bütün zulümlerin temelinde insanın Allah ile olan ilişkisini yerli yerine oturtmaması vardır. Bu sebepledir ki şirk, küfür, yalanlama, fısk ve cehaletin her türlüsü Kur’an’da zulüm olarak tanımlanır.5277 Şirk ve küfür gibi zulümler içinde bulunan insanın günahlarını Allah bağışlamayacaktır.5278 Çünkü şirk ve küfür büyük bir zulümdür. Biliyoruz ki, ilâh, rab ve melik olma Allah’ın hakkıdır ve insanın yalnızca Allah’ı rabb, ilâh ve melik olarak tanıması gerekir. Bu hakkı sahibine vermeyen insan, birinci derecede, yani en büyük zâlimdir. 5279
b- İnsanlar Arasındaki Zulüm
Zulüm, aynı zamanda insanların diğer insanlara, içinde yaşadıkları topluma ve tabiata, diğer canlılara karşı işledikleri suçlar, haksızlıklar ve tecavüzlerdir. Bu bir anlamda kişi ve kamu haklarının ihlâlidir. Bu ihlâli ister kişi yapsın, ister bir topluluk, isterse siyasî otoriteler yapsın; hepsi zulümdür. Bütün diktatörler, bütün despot ve baskıcı rejimler zulme başvururlar, elleri altındaki insanların haklarını gasp ederler. Kurulan zulüm düzenleri insanların en doğal haklarını vermezler, onlara baskı ve şiddet uygularlar.
Allah (c.c.) insanın cüz’î iradesini eline vermiş, ona müdahale etmemiştir. Bunun anlamı; dileyen iman eder, dileyen etmez. Sonucuna katlanmak şartıyla dileyen ibâdet eder, dileyen etmez. Allah (c.c.) kendi yarattığı ve ni’met verdiği insanın iradesine ipotek koymamıştır. Ancak insanların kurduğu nice zulüm sistemleri başkalarının iradelerine müdahale ederler. Onlara ‘şöyle inanacaksınız, böyle düşüneceksiniz, şöyle giyineceksiniz, böyle yaşayacaksınız’ diye dayatırla r. Şüphesiz bu zulümdür.
İnsan hakları ihlâlleri, tabiatın acımasızca tahribi, hayvanların, ormanların, yeşil alanların ve yeraltı zenginliklerinin yağmalanması birer zulümdür. Kişinin
5270] 21/Enbiyâ, 29
5271] 7/A’râf, 103
5272] 11/Hûd, 37
5273] 11/Hûd, 67, 94; 17/İsrâ, 59
5274] 30/Rûm, 29
5275] 37/Saffât, 22
5276] 3/Âl-i İmrân, 94
5277] 6/En’âm, 68, 93; 9/Tevbe, 23; 21/Enbiyâ, 2, 3, 5; 22/Hacc, 52-53; 39/Zümer, 32; 11/Hûd, 18-19; 2/Bakara, 114; 4/Nisâ, 168
5278] 4/Nisâ,168
5279] 31/Lokman, 13
ZULÜM - ZÂLİM
- 1055 -
mahkemede, iş yerinde, başka yerlerde hakkını alamaması zulümdür. Başkalarının hakkına engel olmak, rüşvet, torpil veya benzeri yollarla başkalarına ait bir hakkı almak, görevi kötüye kullanmak, emanate ihanet etmek zulümdür. Bütün işkence şekilleri, inançlara saldırılar, inançları yaşamanın önündeki engeller, kişilerin kimliğini ifade etmelerine engel olma, ırk ve bölge ayrımcılığı, sınıf kavgaları, dilleri ve kültürleri yasaklamak, ırk, dil ve renk gibi farklı dünyevî ve maddî unsurları yükseklik veya aşağılık sebebi saymalar birer zulümdür. Resmî ideolojilere inanmayanlara ikinci sınıf insan muamelesi yapmak, onların haklarına engel olmak, onlara tepeden bakmak da zulmün başka bir çeşididir. Yine, adam öldürmek, hırsızlık yapmak, gasp, soygun, baskı ve şiddet; zulümden başka bir şey değildir.
İnsanlara en güzel hayatı İslâm gösterdiği gibi, insanlar arasında adâleti de ancak İslâm’ın kuralları sağlayabilir. İslâm, insanların haklarını ve bu haklara riayet etmeyi en güzel şekilde göstermiştir. Allah’ın hükümleri, hayatı düzene koyan hükümlerdir. Bundan dolayı kişi veya siyasî otorite olarak, Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmemek zulme sebep olur. Buna sebep olanlar da zâlimlerdir. 5280
c- İnsanın Kendi Kendine Zulmü
İnsanın kendi kendine zulmü, ya şirke veya küfre bulaşarak olur, ya da inandığı halde Allah’a isyan ederek, yani günah işleyerek olur. Nitekim Hz. Âdem ve eşi, cennetten, orada yaptıkları hata sebebiyle çıkınca şöyle dua ettiler: “Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve rahmet etmezsen, gerçekten zarara uğrayanlardan oluruz.”5281 Mü’minler, nefislerine zulmettikleri veya bir çirkin iş (fâhişe) işledikleri zaman hemen Allah’ı hatırlayıp, bağışlanma isterler. Buradaki nefse zulmetmek, günah işlemek anlamındadır. 5282
Kur’an, gerek dünyada gerek âhirette azabı hak edenlere Allah’ın kesinlikle zulmetmediğini, fakat onların kendi kendilerine zulmettiklerini ısrarlı bir şekilde vurgular. “Allah, insanlara hiç bir şeyle zulmetmez. Fakat onlar kendi nefislerine zulmederler.” 5283
Kendilerine kitap gönderilen insanların kimi nefsine zulmeder, kimi de Allah’ın izniyle hayırda öne geçer5284. Mü’min olduğu halde günah işlemek, hata etmek veya isyanda bulunmak suretiyle nefsine zulmedenler, Allah’ı Ğâfur (bağışlayıcı) ve Rahim (rahmet sahibi) olarak bulurlar. 5285
Hz. Al i şöyle der: “Bir kimse birine zulmettiği veya bir kötülük yaptığı zaman, hakikatte kendisine zulmetmiş olur. Çünkü Cenâb-ı Hak, Kur’ân’da: “Kim iyilik yaparsa, kendisinin lehine; kim de kötülük yaparsa, kendisinin aleyhinedir.”5286 buyurmuştur.
5280] 5/Mâide, 44
5281] 7/A’râf, 23
5282] 3/Âl-i İmrân, 135; ayrıca bk. 4/Nisâ, 64, 110
5283] 10/Yûnus, 44; ayrıca bk. 9/Tevbe, 70; 29/Ankebût, 40; 2/Bakara, 57; 7/A’râf, 160; 16/Nahl, 33, 118 vd.
5284] 35/Fâtır, 32
5285] 4/Nisâ, 110
5286] 41/Fussılet, 46
- 1056 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Ülkelerin, toplumların ve uygarlıkların çöküş nedeni zulümdür. Toplum içerisinde servetiyle şımaranlar, ellerine iktidar gücünü geçirenler adâletle iş görmezlerse zulme saparlar. Zâlimler hevalarına (kendi nefislerinin arzularına) uyarlar. Onlar, akıllarını yerli yerinde kullanmayan cahillerdir. Tuğyan eden, azıp yoldan çıkan tâğutlar da zulüm yapmaktan geri durmazlar. Onlar adâlet ölçülerine zaten uymazlar. Bulundukları konuma, sahip oldukları güce ve iktidara hak ederek gelmedikleri için, bunları korumak üzere devamlı zulme başvururlar. 5287
Zâlim; Anlam ve Mâhiyeti
‘Zâlim’, zulmet mastarının fâil (özne) ismidir. ‘Zâlim’, zulmeden, zulüm işleyen kimse demektir. Zâlim, zulmün taşıdığı bütün olumsuz anlamların bizzat yapıcısı, meydana getiricisidir. Zulüm, esas itibariyle çok olumsuz bir eylemdir ve ‘zâlim’ de bu olumsuz eylemin öznesidir. Günlük dilde zâlim; merhametsiz, haksızlık yapan, gaddar ruhlu, işkence eden, baskı yapan kimsedir. Zâlim, hak sahiplerine hakkını vermediği gibi, baskı ve şiddetle başkalarının hakkına tecavüz eder, onlara kötülükte bulunur. Günlük dildeki bu kullanım, Kur’an’daki kullanımla karşılaştırınca yanlış değil; ama eksik bir anlamdır.
Mevdûdi, zâlim kelimesini şöyle açıklar: Arapça zâlim kelimesi çok geniş kapsamlı bir kelimedir. Zulüm, “bir hak veya görevi ihlâl etmek”tir. Zâlim ise, bir hak veya görevi ihlâl eden kişidir. Allah’a isyan eden bir kişi üç temel hakka tecavüz etmiş demektir. İlk olarak o, itaate lâyık olan Allah’ın haklarına tecavüz etmiştir. Daha sonra isyanına âlet ettiği tüm eşya ve varlıkların, örneğin kendi organ ve yetilerinin, diğer insanların, işlerine yardım eden meleklerin ve zulmü sırasında kullandığı bütün her şeyin haklarına tecavüz etmiş olur. Çünkü bütün bunların, Allah’ın dileği doğrultusunda kullanılmaya hakkı vardır. Son olarak, kendi haklarına tecavüz etmiş olur; çünkü kendi nefsinin de kendisi üzerinde, kendisini ziyana uğratmaktan korumak gibi bir hakkı vardır. Kendisi isyan etmek suretiyle Allah’ın azâbına uğradığında da, kendisine zulmetmiş olur. Bu nedenle Kur’an, günahı, birçok yerde zulüm olarak niteler.5288
Kur’an, ‘zulüm’ ve ‘zâlim’ kavramlarını çok sık kullanmaktadır. Zâlim kelimesi öncelikli olarak, inkârcıların önemli bir sıfatıdır. Aslında küfür ve şirk en büyük zulümdür. Bu anlamda müşrikler zâlimlerin ta kendileridir. Çünkü Allah’a ait olan ilâhlık hakkını yerine getirmiyorlar, bu hakkı inkâr etmek veya birden fazla ilâh tanımak suretiyle başkalarına veriyorlar. Onların içinde bulundukları küfür ve şirk hali karanlıktan başka bir şey değildir. Zulüm zihniyeti taşıyanlar hem kendileri için hem de başkaları için karanlık taşırlar, karanlık üretirler, karanlık işler çevirirler. Çevrelerinde hep karanlık vardır. Yaptıkları işlerin aydınlık bir yönü yoktur.
Zâlim ve Zulüm Mantığı
Zulüm, yaratılış düzenindeki uyumu, imar ve ıslahı bozmaktır. Öyleyse bu anlamda en büyük zâlim, kötü insandır. Yaratılış düzenini, tabiatı ve toplum bünyesindeki dengeyi hep bu kötü insan tipi bozmaktadır.
5287] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, 786-788
5288] Mevdûdi, Tefhîmu’l-Kur’an, c. 1, s. 65
ZULÜM - ZÂLİM
- 1057 -
Göklerin ve yerin Nûr’u olan Allah,5289 nûr saçan bir kandil (çerağ) olan Peygamberi aracılığıyla,5290 yine Nûr olan, baştanbaşa aydınlık olup insanları aydınlığa çağıran bir ilâhî kitap gönderdi.5291 Bu ilâhî kitap ve Allah’ın nûr olan elçisi bütün insanları Nûr’a, yani aydınlığa, her şeyin en güzeline, doğrusuna, Hakka ve adâlete, karanlık gibi olmayan iyiliklere dâvet ediyor. Allah böylece insanları karanlıklardan (zulumât’tan) Nûr’a (aydınlığa) çıkarmak istemektedir. 5292
Bütün bunlara rağmen bu Nûr’u görmek istemeyenler, bu Nûr’un getirdiği düzeni beğenmeyenler, iradelerini ve isteklerini bu Nûr’a bağlamayanlar, kendi hevalarına (aşırı istek ve arzularına) uyarak, kendileri karanlıkta kaldıkları gibi, çevrelerini de karartırlar. İnsanın benliğinde ve yeryüzünde dengeyi kurmak için gönderilmiş olan ilâhî ilkeleri, yaşama düzenini reddederler. Haddi aşarlar, yoldan çıkarlar, ölçüsüz hareket ederler, bozgunculuk yaparlar ve olması gereken dengeyi bozar, kaosa, haksızlığa, zulme ve adâletsizliğe yol açarlar. İşin garibi bu gibi insanlar, kendileri -Kur’an’ın deyişi ile- karanlıkta (zulumât’ta) oldukları, üzerinde bulundukları yol ve anlayış zulüm olduğu halde, onlar bu kötü durumlarını görmezler, Allah’ın dinine karanlık, insanları Allah’ın dinine dâvet edenleri de karanlık davetçisi diye suçlarlar. Kimileri de ya kör inadı sebebiyle, ya da aşırı cahil olması yüzünden, Allah’ın insanlar için seçtiği aziz İslâm’ı ortaçağ karanlığı gibi zanneder. Hâlbuki Allah (c.c.) kendi doğru yoluna, İslâm’a nur/aydınlık; diğer yollara da karanlıklar demektedir. İşte bu tür insanların yaptıkları zulüm; kendileri de zâlimdir.
Zâlim Tipleri
Üç çeşit zâlim vardır. Birincisi: Allah’a karşı isyan eden kâfir veya Allah’a ortak koşan müşriktir. Allah’ın âyetleri kendisine hatırlatıldığı zaman kibirlenerek yüz çeviren inkârcılar zâlimdirler.5293 Allah’ın âyetlerine yalan veya uydurma diyenler de aynı durumdadırlar.5294 Allah (c.c.) hakkında kafasına göre yalan uyduran ile ‘ben vahy aldım, Allah’ın gösterdiğini aynen gösteririm’ diyen iftiracı da zâlimdir.5295 Allah (c.c.)’ın yolunu tıkamak isteyenler ile, mescidleri tahrib eden veya oralarda Allah’a ibâdet edilmesini engelleyenler de zâlimdir. 5296
Şirk, şüphesiz en büyük zulümdür.5297 Şirk koşan müşrikler de zâlimlerin ta kendileridir. Allah (c.c.), Mûsâ (a.s.) Tûr dağında iken buzağıyı ilâh edinip tapınanlara da zâlim demektedir. Çünkü onlar, insan eliyle yapılmış bir heykeli ilâh haline getirmişlerdir.5298. Kim Allah’a ortak koşup müşrik olursa, Allah ona Cennneti yasak edecek ve bu gibi zâlimlerin yardımcıları olmayacaktır. 5299
İkincisi: Toplum ve kişi haklarına tecavüz edenlerdir. Bu kamu haklarına
5289] 24/Nûr, 34
5290] 33/Ahzâb, 46
5291] 5/Mâide, 15
5292] 2/Bakara, 267
5293] 18/Kehf, 57
5294] 62/Cuma, 5; 39/ Zümer, 32
5295] 6/En’âm, 93
5296] 2/Bakara, 114
5297] 31/Lokman, 13
5298] 2/ Bakara, 51, 92-93; 7/A’râf, 148
5299] 5/Mâide, 72
- 1058 -
KUR’AN KAVRAMLARI
saldırı ve kişinin -ister doğuştan ister sonradan elde ettiği- haklarını gasbetme, kişiye veya kamuya her türlü işkence, baskı ve hak ihlâli şeklinde ortaya çıkar. Hak ve adâleti dağıtma makamında olanlar, adâletten ayrılırlarsa; zâlim olurlar.
Devlet otoritelerinin fertlere ve toplumlara yaptıkları zulümleri de bu kategoride değerlendirmek mümkündür. Halkına zulmeden, onların haklarını vermeyen, toplum düzenini sağlamak için gönderilmiş olan Allah’ın hükümlerini uygulamayan bütün kişi ve rejimler zâlimdirler.5300 Zulmün kişiden kitleye, kitleden kişiye doğru gerçekleşmesi arasında fark yoktur. Zulüm zulümdür.
Kur’an, servet ve nimet sebebiyle şımaran, kendini büyük gören sonra da insanlara hükmetmek isteyenlere ‘teref’ demektir. Bu gibiler servetin sağladığı güçle insanlara tahakküm etmeye yeltenirler, onların haklarını ellerinden alırlar ve onları ‘müstaz‘af’ haline getirirler. Otorite gücüyle, malıyla veya başka bir şeyle kibirlenen ve kendilerini yüce görenlerin diğer adı ‘müstekbir’dir. Onlar bu kibirleriyle şımarırlar, üstünlüklerini göstermek için despotluk yapar ve insanların haklarına tecavüz ederler, onları kendi çıkarları için kullanmak isterler. Bunların yaptıklarının zulüm olması açısından, kişi ve kurum olması arasında, özel veya tüzel kişilik olmasında fark yoktur.
Tuğyan edenler/azgınlığa düşenler de, insanlar üzerinde rablik taslamaya kalkarlar ve böylece onlara hükmetmek, onlara kendi düzenlerini benimsetmek isterler. Şüphesiz onlar da zâlimlerin ta kendileridir5301. Kim olursa olsun toplumun ve kamunun haklarına tecavüz edenler, onların haklarını vermeyenler, hakların kullanımını rüşvet, torpil, baskı, şiddet ve terörle engelleyenler zâlimdirler. Yine, halkını Allah’ın indirdikleriyle yönetmeyip onlara haksızlık ve adâletsizlik yapanlar ile, mahkeme ve hukuk işlerinde ilâhî yasaları uygulamayarak adâletten ayrılanlar da zâlimdirler.
Üçüncüsü: Kendi kendine zulmeden zâlimler. Bu, kişinin Allah’a karşı hata işleyerek içine düştüğü günahkârlık, ya da bedenin veya ruhun hakkını vermeyerek, kendi bünyesindeki dengeyi bozmaktır. Hz. Âdem (a.s.) Cennette yasak meyveyi yedikten sonra yaptığı hatası için ‘kendi nefsime zulmettim’ demiştir.5302 İnkârından veya günahından dolayı azabı hak edenler, kendi kendilerine zulmedenlerdir. Allah onlar hakkında, “Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi nefislerine zulmettiler.” demektedir. 5303
Kur’an, muttakîlerin özelliklerini sayarken, “çirkin bir hayâsızlık işledikten ve nefislerine zulmettikten sonra Allah’ı hatırlayanlar, tevbe edenler” demektedir. Bu anlamda günah işlemek nefse karşı yapılmış bir zulümdür.5304 Allah (c.c.), Kitab’ı kullarından seçtiği kimselere miras kılmıştır. Onlardan kimileri nefislerine zulmederler, kimileri orta bir yol izlerler, kimileri de hayırda yarışırlar.5305 Kitab’a inandığı ve onu hayat kaynağı bildiği halde, Allah’ın koyduğu sınırları aşanlar kendi nefislerine karşı zâlim olurlar.
5300] 5/Mâide, 45
5301] 53/Necm, 52
5302] 7/A’râf, 23; 28/Kasas, 16
5303] 11/Hûd, 101; 43/Zühruf, 76; 3/Âl-i İmrân, 117; 16/Nahl, 33
5304] 3/Âl-i İmrân, 133-135
5305] 35/Fâtır, 32
ZULÜM - ZÂLİM
- 1059 -
Müslüman olsun, inkârcı olsun; kim Allah’ın koyduğu sınırlara tecavüz ederse, kim Allah’ın hükmünün dışında iş yaparsa o zâlimdir.5306 Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Kâfirler Allah’ın koyduğu ölçüleri, sınırları hiç tanımazlar, inanmazlar ve o ölçüleri kaale bile almazlar. Zaten kim Allah’ın koyduğu hükümleri, ölçüleri tanımazsa inkârcı olur. Bütün inkârcılar da zâlimdirler. Mü’minlerden bazıları ise, Allah’ın koyduğu ölçüleri kabul etmekle beraber, nefislerine karşı zulmederek o ölçüleri uygulamakta hata yapıp günaha düşebilirler. Böyle yapanlar da ‘fâsık’ olurlar. 5307
Kur’ân’a Göre Zâlimlerin Özellikleri
Bu zâlimlerin hiç bir velileri (yardımcıları) ve şefaatçileri yoktur.5308 Zâlimler zulümlerine devam ettikleri ve kötü huylarından vaz geçmedikleri için Allah (c.c.) onlara hidâyet vermez, yol göstermez. 5309
Allah (c.c.) zâlimleri kesinlikle sevmez.5310 Allah zâlimleri sevmediği gibi, aynı zamanda onları lânetlemektedir.5311 Onların sonları gerçekten çok kötü olacaktır.5312 Zâlimler için bir kurtuluş da mümkün değildir. 5313
Mü’minler zâlimlere sevgi besleyemezler, onları veli/dost kabul edemez, onlara hiç bir konuda yardımcı olamazlar. Müslümanların düşmanlığı da ancak zâlimleredir5314.
Yukarıda belirtildiği gibi, müşrikler ve kâfirler zâlimdirler. Zaten Kur’anî anlamda zulüm, bu iki tipin en önemli özelliğidir. Onlar, bir şeyi ait olduğu yerden alır başka yere koyarlar. Onlardan bir kısmı, azarak, haddini aşarak insanlara zulmeder, haklarını ellerinden alır. Onlar, Allah’ın ölçülerini dinlemez, kendi hevâlarına, kendi görüşlerine uyarlar. Onlar, karanlığın ve adâletsizliğin reklâmcılarıdır.
Allah’a, çocuk isnat ederek, ortağı, eşi, yardımcıları var diyerek iftira edenler,5315 Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenler, Peygamber’e uymayan ve itaat etmeyenler,5316 ilimsiz mürşidlik taslayıp insanları saptıranlar,5317 Allah’ın âyetleri hatırlatıldığı halde sırtını dönüp gidenler veya âyetleri reddedenler,5318 yetim hakkı yiyenler,5319 Allah’a ait şahitlikten kaçanlar,5320 aralarında hükmedilmek üzere Allah ve Rasûlüne çağrıldıkları halde yüz çevirenler,5321 Allah’ın âyetleriyle
5306] 2/Bakara, 229
5307] Hüseyin K. Ece, a.g.e., s. 766-771
5308] 2/Bakara, 270; 5/Mâide, 72; 40/Mü’min, 18
5309] 2/Bakara, 258; 3/Âl-i İmrân, 86; 5/Mâide, 51; 6/En’âm, 144; 28/Kasas, 50; 46/Ahkaf, 10
5310] 3/Âl-i İmrân, 57; 42/Şûrâ, 40
5311] 7/A’râf, 44; 11/Hûd, 18
5312] 3/Âl-i İmrân, 151; 5/Mâide, 72; 42/Şûra, 21, 45
5313] 6/En’âm, 135; 12/Yusuf, 23
5314] 2/Bakara, 193
5315] 2/Âl-i İmrân, 94; 6/En’âm, 21, 93, 144; 29/Ankebût, 68; 61/Saff, 7
5316] 17/İsrâ, 47
5317] 6/En’am, 144
5318] 18/Kehf, 57
5319] 4/Nisâ, 10
5320] 2/Bakara, 140
5321] 24/Nûr, 50
- 1060 -
KUR’AN KAVRAMLARI
mücadele edenler,5322 tevbe etmeyenler,5323 müslümanları yurtlarından haksız yere çıkaranları dost bilenler,5324 yahudi ve hırıstiyanları Allah’ın yasağına rağmen velî/dost edinenler,5325 Allah’ın âyetleriyle alay edenler,5326 kâfirlikte direnen ana babayı ısrarlı bir şekilde velî/dost edinenler5327 zâlimlerdir.
Kur’an, mü’minlere zâlimler hakkında net bir tavrı emrediyor. Zâlimler, insan, toplum, yönetim, hüküm hayatında ve evrende dengeyi bozarlar. Haksızlık ve adâletsizliğe sebep olurlar. Onlar, Allah’ın sevmediği kimselerdir. İslâm, zâlimlerin doğru yolu bulmalarının metodunu çizdiği gibi, onlarla nasıl mücadele edileceğini de göstermiştir. Ancak İslâm, onlara meyletmeyi, onları velî/dost edinmeyi kesinlikle yasaklamaktadır: “Zulmedenlere meyil/eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka veliniz yoktur, sonra yardım da göremezsiniz.”5328 Peygamberimize, “hangi cihadın daha faziletli olduğu” soruldu. Buyurdu ki: “Zâlim bir sultanın (yöneticinin) yanında hakk kelimesini konuşmaktır.” 5329
Mazlum; Anlam ve Mâhiyeti
Mazlum, ‘zulm’ kelimesinden türemiştir. Zulme uğrayan, kendisine zulmedilen demektir. Bilindiği gibi, insan bünyesinde ve tabiatta dengeyi bozmak, itaat etmesi gerekirken etmemek, Allah’a kulluk yerine başka tanrılara ibâdet etmek, bir kimsenin hakkını vermesi gerekiyorken vermemek, bir kimseye baskı ve işkence uygulamak, orta yolu izlemesi gerekirken haddi aşmak, günah işleyerek kendi insanlık onuruna zarar vermek gibi şeyler birer zulümdür.
Mazlum kavramı daha çok, baskı ve işkenceye uğrayan, kendisine haksızlık yapılan kimse demektir. Mazlum durumunda olan, aslında haksızlığı, baskıyı, cezayı hak etmemiş kimsedir. Ancak adâleti uygulamayan, insanlara karşı istikbar eden ve onlara haksızlık yapan, insanların haklarını zorla ellerinden alanlar başkasına zulmederler ve onları mazlum konumuna getirirler.
Mazlum kimseler; zulme/haksızlığa uğramışlar, hakları gasb edilmiş, müstaz’af durumuna düşürülmüş insanlardır. Öyle zavallı bir duruma düşmüşlerdir ki, hakkını bile savunamayacak bir zayıflıktadırlar. Mazlumların hakları zorla ellerinden alınmış, baskı ve işkencelere uğramışlardır. Hak etmedikleri bir cezaya çarptırılmışlar veya hakir görülüp hakarete uğrayarak haysiyetleri zedelenmiş, zenginliklerine ve mallarına tecavüz edilmiştir.
Allah katında en büyük günahlardan biri zulm etmektir. “İyi bilin ki Allah’ın lâneti zâlimlerin üzerinedir.”5330 Bu demektir ki insanların mazlum konumuna düşürülmeleri en büyük günahlardan biridir. Zulmün olduğu yerde mazlum da vardır, ama adâlet yoktur. Adâletin olmadığı yerde insanlar haklarına kavuşamazlar, o yerde huzur ve mutluluğun olması mümkün değildir.
5322] 29/Ankebût, 49
5323] 49/Hucurât, 11
5324] 60/Mümtehıne, 9
5325] 5/Mâide, 51
5326] 6/En’am, 68
5327] 9/Tevbe, 23
5328] 11/Hûd, 113
5329] İbn Mâce, Fiten 20, Hadis no: 4012, 2/1330
5330] 11/Hûd, 18
ZULÜM - ZÂLİM
- 1061 -
İslâm’ın korunmasını istediği beş şey: -Din, Mal, Can, Nefis ve Nesil emniyeti- kişi ve toplum hayatının temelidir. İnsan hakları dediğimiz şeyler de bu beş şeyin etrafında toplanır. İnsan doğuştan ve sonradan birtakım haklara sahiptir. Onlara bu hakları vermemek zulümdür.
Zâlimlerin yüzünden nice mazlum acı çekmiş, perişan olmuş, haklarından mahrum kalmıştır. Tarihte nice zâlimlerin yüzünden kitleler ve fertler sayısız zulümler görmüşler, nice insanlar en temel haklarından mahrum kalmış, nice insanların insanlık onuru ayaklar altında çiğnenmiştir.
Günümüzde insan haklarından çok söz edildiğine şahit oluyoruz. Bu elbette kötü bir şey değildir. Ancak, bir yandan da zâlimler zulümlerine devam ediyor. İnsan haklarından söz edenler, zulüm karşısında çifte standart uyguluyorlar. Güçlüler ve zenginler, fakirleri ve zayıfları ezmeye devam ediyor. Zayıf ülkelerin mazlumlarını pek savunan yok. Güçlü ülkeler kendi çıkarlarını savunan zâlimlere arka çıkıyorlar. Mazlumlar kendi yandaşları değilse ilgi göstermiyorlar.
Tarihî emperyalizm ve sömürgecilik, geçmişte çok zulümler işlemiş, pek çok insanı mazlum yapmıştı. Bugün de o çirkin emperyalizm ve sömürgecilik en vahşi bir şekilde devam ediyor. Yeryüzünde bir yığın insan en temel haklarından mahrum yaşıyor.
Dünyanın bazı yörelerinde zenginler ve zâlim yöneticiler, kendi vatandaşlarına baskı ve zulüm yapıyorlar. Böyleleri kendi halkına zulmetmekten, onların haklarına tecavüz etmekten adeta vahşi bir zevk alıyorlar. Bazıları, başka insanların vatanlarını, topraklarını, evlerini işgal ve gasp ediyorlar, bu cinayetlerine karşı çıkanları ya acımasızca sindiriyor, öldürüyorlar, ya da çeşitli yöntemlerle susturuyorlar, onları terörist ilan ediyorlar. Bazıları da, devlet ve makam imkânlarını kullanarak, rüşvet ve torpille, adamını bularak başkalarının hakkına tecavüz ediyor, haklarını savunamayan kimseleri mağdur edebiliyorlar. Bu sebeplerden dolayı niceleri mazlum konumuna düşüyorlar.
İslâm, zulmün her çeşidini yasaklamakta; müslümanlara, bütün zulümleri ortadan kaldırmak için çalışmalarını farz kılmakta; mazlumlara arka çıkılmasını emretmektedir. Kur’an, zâlimleri lânetliyor; adâleti yüce bir değer olarak ortaya koyuyor ve adâleti ayakta tutmaları için müslümanlara çağrı yapıyor. 5331
Müslüman, kimden gelirse gelsin zulme karşıdır. Mazlum kim olursa olsun onun yanındadır. İslâm’a göre, zulmetmek haram olduğu gibi, zulme uğramak da, zulmü kabullenmek de yoktur. Yani haksızlığa râzı olmak, zulme ve zâlimlere ses çıkarmamak, onların yaptıkları zulümleri seyretmek de câiz değildir. Zâlimlerle mücadele etmek, onların zulümlerine engel olmak, hem mazluma bir yardımdır, hem de zâlimin düzelmesini sağladığı için ona da bir yardımdır. İslâm’a göre mazlum, hakkı alınıncaya kadar güçlü ve üstün insandır. Zâlim ise, mazlumun hakkı kendisinden alınıncaya kadar en zayıf ve aşağı kimsedir.
Allah (c.c.) zulme uğrayanların (mazlumların) duasını kabul eder. Onların duası ile Allah arasında bir perde yoktur. 5332
5331] 5/Mâide, 8
5332] Müslim, İman 7, Hadis no: 19, 1/50; Ebû Dâvud, Zekât 4, Hadis no: 1584, 2/104; Tirmizî, Zekât 4, Hadis no: 625, 3/21
- 1062 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Hz. Ali (r.a.) “Zulmün iki unsuru vardır, zâlim ve mazlum. Zâlim, zulmettiği için; mazlum da zulme rızâ gösterdiği için zâlimdir” der. Mü’minler zâlim de mazlum da olmamalıdır. Kur’ân-ı Kerim’de de, “Ne zulmedersiniz, ne de zulme uğrarsınız.”5333 buyrulmaktadır. Şu halde zâlimin zulmüne rızâ gösteren ve onu zulmünden alıkoymak için ellerinden geleni yapmayan insanlar da zulümde ortaktırlar.
Allah, sözün bağrılıp çağrılarak söylenmesini hoş görmediği halde, zulme uğrayanın bunu açıkça ve her yerde söylemesine izin vermiştir. Bunun da ötesinde, mü’minleri överken, onların bir zulme uğradıklarında elele verip yardımlaşarak zâlime karşı çıktıklarını ve zulmü defettiklerini belirtir: “Ancak iman edip sâlih ameller işleyenler, Allah’ı çok zikredenler ve zulme uğradıktan sonra yardımlaşanlar başka.”5334; “Allah, kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez, ancak zulme uğrayanlar hariç.” 5335
Zulmün Cezası
Hakkın/doğrunun ve adâletin ölçülerini koyan Allah, zâlimleri cezalandırmak suretiyle adâleti gerçekleştirmiş olur. Çünkü O, Âdil-i mutlaktır. Zulmün cezası esas olarak âhirette verilecektir. Çünkü bu dünya, ödül ve ceza yeri değil; imtihan yeridir. Hesap ve mahkeme âhirette görülecek, hak edenlere cezaları orada verilecektir. Ancak, bazı azgın zâlimlerin cezası dünyada verilmeye başlanır. Çünkü cezası en çabuk ve hatta daha dünyada iken verilen suçlardan biri ve en önemlisi, zulüm; özellikle başkalarına yapılan zulümdür. Zulmün bazısı affedilebildiği gibi, bazısı da kesinlikle azabı, hem de ebedî azabı gerektirir. Zulmün affı ise, tevbeye bağlıdır. Zâlimlerin tevbesini kabul, Allah’a kalmıştır.5336 Allah, insanların zulümlerine rağmen onları bağışlayabilir. Cezalandırması da çetindir.5337 Zulmedenler, âhirette, yeryüzündeki herşeyi, azabın fidyesi olarak vermeye râzıdır. Ama artık onların hiçbir fidyesi kabul edilmez. 5338
Günah işleyip kendisine yazık eden, nefsine zulmedenler, af dilemeli, tevbe etmelidir: “Kim zulmettikten sonra tevbe eder ve halini düzeltirse, Allah da tevbesini kabul eder.”5339. “Ve onlar, bir fâhişe/kötülük yaptıklarında veya nefislerine/kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe, istiğfâr ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde bile bile ısrar etmezler.”5340 Bu tevbe ile affedilen zulüm, başkalarının hukunun çiğnendiği, başkalarına karşı yapılan zulüm değildir. Bu tür zulmün affedilmesi için, o kişinin hakkını helâl etmesi şarttır.
Allah, zâlimleri sevmediği 5341 gibi, onlardan intikamını alır.5342 “...Biz ahâlisi Zâlim
5333] 2/Bakara, 279
5334] 26/Şuarâ, 227
5335] 4/Nisâ, 148
5336] 3/Âl-i İmrân, 128
5337] 13/Ra’d, 6
5338] 10/Yûnus, 54; 39/Zümer, 47
5339] 5/Mâide, 39
5340] 3/Âl-i İmrân, 135
5341] 3/Âl-i İmrân, 40, 57
5342] 15/Hicr, 78-79
ZULÜM - ZÂLİM
- 1063 -
olanlardan başkasını helâk edici değiliz.”5343 Bu dünyada helâke uğrayan Nûh kavmi, suda boğulmayla,5344 Âd kavmi, korkunç sesli azgın kasırgaya tutulmakla,5345 Lût kavmi üstlerinden taş yağmasıyla,5346 Medyen halkı depremle5347, Eyke’liler buluttan ateş yağmasıyla,5348 Firavun ve adamları suda boğulmakla5349 helâk olmayı hak etmişlerdir. Yoksa “Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” 5350
Zâlimin Dünyada Cezalandırılması: Her zaman değilse de, zâlim, başkasına yaptığı zulmünden dolayı, daha dünyada iken ceza görür. Buna şu hadis delil olmaktadır: “Allah’ın, âhirete saklamakla beraber, bağy ve sıla-i rahim gibi daha dünyada iken sahibine cezayı lâyık gördüğü hiçbir günah yoktur.”5351 Allah, bağy, yani zulüm ve İslâmî yönetime karşı gelmek, bir de sıla-i rahim, yani başta anne baba olmak üzere akrabalarla ilişkiyi kesmek gibi bir günahın cezasını Allah esas olarak âhirete bırakmakla birlikte, işleyene âcilen verdiği başka bir günahın cezası yoktur. “Mazlumun bedduasından sakınma”yı emreden hadis de, bu cezanın âcilen verildiğini hatırlatır.
Fakat bu dünyevî durum; “her zâlim, daha dünyada iken hemen cezalanır”, şeklinde anlaşılmamalıdır. Çünkü, zâlime mühlet vermesi (imhâl), Allah’ın sünnetindendir. Onu cezalandırmayı ihmal etmesi sözkonusu değildir; ama imhâl etmesi mümkündür. Bazen onu dünyada cezalandırmaması, bizim bilmediğimiz, ama Allah’ın bildiği, ona nimet verip zulmünü ve küfrünü arttıracak fırsat vererek hak ettiği azabını artırması gibi bir hikmetten dolayıdır. Veya o mazlum başkalarına zulmetmiştir de, düştüğü durum, onun zulmünün bir cezası olarak karşısına çıkmıştır. Ya da Allah, zâlimin ileride düzelip samimi bir tevbe edeceğini veya mazlumun kendine zulmedenden ileride hakkını alacağını biliyordur. Allah’ın zâlimin cezasını geciktirmesi veya âhirete bırakmasında başka hikmetler de olabilir. Bütün hikmetleri kavramamıza imkân yoktur. Ancak, zulüm, yukarıdaki hadiste belirtildiği gibi, zulmü yapana cezanın tez gelmesini sağlar. Zulme uğrayanın duası da makbuldür; Ki o, çoğu zaman kendisine zulmedene âcil bir intikamla beddua eder.
Allah, Bazen Bir Zâlimi Diğer Bir Zâlimin Üzerine Musallat Ederek Cezalandırır: Allah’ın zulüm ve zâlimler hakkındaki bir sünneti/kanunu da, bireyleri birbirine zulmeden bir toplumun başına, yaptıklarının bir cezası olarak, zâlim bir yöneticiyi ve yönetimi Mûsâllat etmesidir. “İşte kazandıkları (günahları)ndan ötürü zâlimlerden bir kısmını diğer bir kısmının peşine böyle takarız.”5352 Dolayısıyla Allah, zulmün cezası olarak, zâlimi zâlime Mûsâllat kılar, o da onları zillet ve felâkete götürür. Nefsine zulmeden günahkâr zâlim, halkına zulmeden zâlim yönetici ve ticaretinde insanlara zulmeden hilekâr tüccar gibi bütün zâlimler bu âyetin tehdit eden kapsamına girmektedir. Fahreddin Râzi, bu âyetin tefsirinde şöyle der:
5343] 28/Kasas, 59
5344] 23/Mü’minûn, 28
5345] 23/Mü’minûn, 41
5346] 11/Hûd, 82
5347] 7/A’râf, 91
5348] 26/Şuarâ, 189
5349] 7/A’râf, 136
5350] 18/Kehf, 49
5351] Ebû Dâvud; Avnu’l Ma’bûd, Şerh-i Sünen-i Ebî Dâvud, 13/244
5352] 6/Enâm, 129
- 1064 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Âyet gösteriyor ki, halk ne zaman zâlim durumda olurlarsa, Allah onlara başka bir zâlimi Mûsâllat eder. Bu zâlim yöneticiden (ve yönetimden) kurtulmak istedikleri zaman da zulmü terkederler. Hadis-i şerifte: “Nasılsanız öyle yönetilirsiniz” buyrulmaktadır.5353 “Zâlim, Allah’ın kılıcıdır. Yoldan çıkmış azgınları onunla cezalandırır; sonra o zâlimden de intikamı alır.” Bu, zâlimler için bir tehdittir. Eğer zulmünden vaz geçmezse, Allah ona diğer bir zâlimi Mûsâllat eder. “De ki: ‘Allah’ın azabı size ansızın veya açıkça gelirse, zâlimlerden başkası mı yok olur!” 5354
Zâlimler Kurtulmazlar: Allah’ın zulüm ve zâlimler hakkındaki sünnetinden birisi de, onların, âhirette kurtulmayacakları gibi, dünyada da iflâh olmamalarıdır. “De ki: ‘Ey kavmim, gücünüz yettiğince yapacağınızı yapın, ben de yapacağımı yapıyorum. Yakında (dünya) yurdu(nu)n sonunun kimin olduğunu bileceksiniz. Muhakkak ki zulmedenler, kurtuluş yüzü görmezler!” 5355
Nice Kavim Kendi Zulümleriyle Helâk Olmuştur: Zulüm ve zâlim konusundaki sünnetullahın biri de toplumların kendi zulümleriyle helâk olmalarıdır. Bu kanunun izahı kabilinden Kur’an’da pek çok âyet bulunmaktadır: “Böylece (hiç bir fert kalmamak üzere) zulmeden toplumun kökü kesildi.”5356; “Zâlimlerden başkası mı helâk olur!”5357; “...Zulmettiklerinden dolayı nice toplumları helâk ettik, (onları helâk etmeseydik bile) iman edecek değillerdi. İşte biz suçlu kavimleri böyle cezalandırırız.”5358; “(Halkı) zâlim olan nice beldeyi kırıp geçirdik; arkasından da başka nice topluluklar vücuda getirdik.” 5359
Zâlim Toplumların Helâkı İçin Belli Bir Ecel (Süre) Vardır: Zâlim milletlerin yok olması için belli bir ecel söz konusudur. “Her ümmetin takdir edilmiş bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman, ne bir saat geri kalırlar, ne de ileri giderler.”5360 Zâlim milletler, belli bir süre yaşarlar, sonra ecelleri gelir, yok olurlar. Tıpkı ömrünün müddeti bitip eceli geldiğinde bir insanın ölüp yok olması gibi. Bunu şöyle izah etmek mümkündür: Bir millet içerisinde zulüm, insandaki hastalık gibidir. Hastalık, kendisi için takdir edilen sürenin bitiminden sonra hastanın ölümünü hızlandırır. Bu sürenin bitimiyle artık onun ölüm zamanı yaklaşmıştır. Aynı şekilde millet içerisinde zulüm, Allah’ın ecel olarak bildirdiği belirli müddetin bitmesiyle yıkıma, yok olmaya götüren zulüm mikroplarıyla o milletin helâkını hızlandırır. Allah’ın milletlerin ecelleri için koymuş olduğu müddet, adâlet ve zulüm gibi âmillere bağlıdır. Bütün zâlimleri cezalandırma hususunda O’nun sünneti/kanunu böyledir. Bu her zaman için geçerli bir kanundur. 5361
Bir Devlet, Küfür İle Ayakta Durabilir Ama Zulümle Duramaz: “Halkı sâlih ve muslih (ıslahatçı) olduğu halde Rabbin bir haksızlık ile memleketleri (yıkıp) helâk etmez.”5362 Bir devleti, yalnız küfrü sebebiyle helâk etmesi, Allah’ın sünnetinden değildir. Fakat devlet, küfrüne zulüm eklerse durum farklı olur.
5353] Tefsir-i Âlûsi, 8/27
5354] 6/En’âm, 47
5355] 6/En’am, 135
5356] 6/En’âm, 45
5357] 6/En’âm, 47
5358] 10/Yûnus, 14
5359] 21/Enbiyâ, 11
5360] 6/A’râf, 34; 10/Yûnus, 49
5361] Abdülkerim Zeydan, İlâhi Kanunların Hikmetleri, s. 150-158
5362] 11/Hûd, 117
ZULÜM - ZÂLİM
- 1065 -
Devletin zulüm sebebiyle helâk olması konusunda Abdülkerim Zeydan şöyle der: Aslında devletin zulmü bertaraf edip mazlumları himaye ederek zâlimleri cezalandırması beklenir. O yüzden zulmün en ağır ve en acı olanı, seni korumakla yükümlü olandan gelen zulümdür. Zulmün bu ve diğer çirkin çeşitlerini bizzat devlet uygular veya göz yumar, yahut yardımcı pozisyonunda bulunursa, halkın zihninde kötü bir izlenim bırakır; devlet hakkında var olan ümitleri korku ve endişeye dönüşür ve devlete olan güvenleri sarsılır. Ayrıca bu durum, onları devleti önemsememeye, idareyi zayıflatmaya, yönetimin devamından yana olmamaya ve onu müdafa etmemeye sevkeder. Daha kötüsü, onları devletin yıkımını, düşman istilâsıyla bile olsa yok olup gitmesini isteme gibi bir düşüncenin kucağına atar. Sonra da lisan-ı halleriyle şöyle derler: “Devlet, artık bizim için güven duyduğumuz, himaye gördüğümüz, haklarımızın korunması konusunda huzur içinde olduğumuz ve zâlimlerin düşmanlıklarına meydan verilmeyen büyük bir ev durumunda değildir.” Zulüm, bilfiil devlet eliyle devam ederse, zâlimler himaye görür, zulümleri örtbas edilirse, iş, devleti kendilerine düşman gören insanlarla işbirliği yapıp devleti yıkmak üzere harekete geçen mazlumlara kalır. Zulmederek halkını bu hale düşüren, bu konuda zâlime yardımcı olan ve zulme engel olmayan devletin durumu budur.” 5363
Zulmün Cezasından Ümmeti Korumanın Yolları: Zulüm, ümmetin helâkine sebep olunca, zulme râzı olmamak, zâlime karşı çıkmak, zulmüne engel olmak, ona boyun eğmemek ve meyletmemek şer’an vâciptir. Ümmet ancak bununla içine düştüğü zulmün sebep olduğu helâkten ve hak ettiği cezaya çarpılmaktan kurtulur.
Zulme Râzı Olmamak
Zulüm yapana zâlim, zulme uğrayana da mazlum denildiğini hatırlayalım. Zulme rızâ da zulümdür. Bir zâlimin zulmüne engel olmak için çalışmamak, susup oturmak, onun zulmüne ortak olmak demektir. Zulümle mücadele yalnızca mazlumların görevi değildir. İnsanlık onuru taşıyan, insan haklarının değerini bilen herkes zulümle ve zulmün uygulayıcısı zâlimlerle mücadele etmelidir.
Kur’an, mü’minlere, zulme uğrayanlar uğruna mücadele etmeyi, hatta savaşmayı emrediyor.5364 Zulme karşı mücadele edenler haklıdırlar ve onlara bir kınama yoktur. Ama zâlimler için en uygun cezalar vardır.5365 Zulmedenler, tevbe edip zulümlerinden vazgeçmedikçe ve hakları sahiplerine vermedikçe, kendileri için bir kurtuluş yoktur. Zâlimin sonu kötü; zulmün sonu çöküştür. 5366
Mü’minler, birbirlerinin dostu olan yahudi ve hıristiyanları dost edinemez, onları dost edinen onlardandır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez.5367 Mü’minlerle din uğrunda savaşanları, onları yurtlarından çıkaranları ve çıkarılmasına yardım edenleri dost edinmek haramdır. Onları dost edinen zâlimdir.5368 Böyle olmayanlara iyi ve âdil davranılır, çünkü Allah iyi ve âdil olanları sever. Mü’minler, küfrü imana tercih eden babalarını ve kardeşlerini de dost edinemez.
5363] Abdülkerim Zeydan, a.g.e. s. 161-162
5364] 4/Nisâ, 75
5365] 42/Şûrâ, 42
5366] 6/En’âm, 135; 28/Kasas, 37
5367] 5/Mâide, 51
5368] 60/Mümtehine, 9
- 1066 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Onları dost edinenler, kendilerine zulüm/yazık etmiş olurlar5369. Zâlimin dostu yine bir zâlimdir.5370 Allah, zâlimlerin bir kısmını, kazandıklarından ötürü, diğer bir kısmına Musallat eder. 5371
İnsanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere karşı durulmalıdır.5372 Bozgunculuğa engel olunmalıdır. Kendilerine verilen nimete karşı haksızlık edenlere uyanlar suçludur.5373 Cehennem görevlilerine; zulmedenleri, onlarla işbirliği edenleri cehenneme atmaları emredilir: “(Allah, meleklerine emreder:) ‘Zâlimleri, onların arkadaşlarını/işbirliği edenleri ve Allah’tan başka tapmış oldukları putları toplayın. Onlara cehennemin yolunu gösterin. Böylece onları tutuklayın, çünkü onlar suçludurlar.”5374 Hz. Peygamberimiz’e (ve dolayısıyla bütün mü’minlere) zâlimlerden uzak durma emri verilmiştir: “Âyetlerimiz hakkında (ileri geri konuşmaya) dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak ol (meclislerini terk et). Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra (hemen kalk) o zâlimler topluluğu ile oturma.”5375 Zulmedenlerden değil; Allah’tan korkmak gerekir.5376 Zâlimlere yönelinmez, mü’minlerin Allah’tan başka dostu yoktur, aksi halde yardım da görmezler.5377 Zâlimler için Allah’a başvuruda bulunulmaz. 5378
Kur’an’ın insanlara gönderiliş sebeplerinden biri de, yaptıklarından vazgeçsinler diye zâlimleri korkutmak ve tehdit etmektir. 5379
Her gece yatmadan önce, Rabbimizle ahdimizi tazeliyor, Vitr namazında Kunut duâlarıyla O’na söz veriyoruz: “Yâ Rabbi! Sana karşı fücur işleyen günahkârları, zâlim ve fâcirleri hal’ edeceğiz (makamlarından alaşağı edip indireceğiz). Onları terk edeceğiz.” Mü’min, sözünde duran kimsedir; hele Allah’a verdiği sözden hiçbir şekilde caymaz. Eğer bu konuda gücü yoksa, küfre boyun eğip zillet içinde, ezilmiş ve müstaz’af olarak zâlimlerin emrinde ve zulmünde yaşamaktansa Allah’ın geniş arzında daha müslümanca/özgürce yaşayabileceği yere hicret etmelidir. Zulme uğratıldıktan sonra, Allah yolunda hicret edenleri, Yüce Allah, dünyada güzel bir yerde yerleştirir, âhiret ecri ise daha büyüktür5380. Zulüm beldesinden göç etmeyip, orada müstaz’af (zavallı/ezilen) olarak yaşamayı da, kendine zulüm olarak adlandırır, bunların sorumlu tutulacağını belirtir.5381 Buna göre, zulme rızâ gösterip karşı çıkmamak da bir çeşit zulümdür, zâlimle işbirliğidir.
Kur’an’ın savaşa izin veren (seyf/kılıç) âyetinin gerekçesi, zulme uğramaktır: “Kendileriyle savaşılanlara (mü’minlere) zulme/haksızlığa uğramış olmaları sebebiyle, (savaş konusunda) izin verildi. Şüphe yok ki Allah, onlara yardıma mutlak surette
5369] 9/Tevbe, 23
5370] 45/Câsiye, 19
5371] 6/En’âm, 129
5372] 42/Şûrâ, 42
5373] 11/Hûd, 116
5374] 37/Saffât, 22-24
5375] 6/En’âm, 68
5376] 2/Bakara, 150
5377] 11/Hûd, 113
5378] 11/Hûd, 37); 23/Mü’minûn, 27
5379] 46/Ahkaf, 12
5380] 16/Nahl, 41
5381] 4/Nisâ, 97
ZULÜM - ZÂLİM
- 1067 -
kadirdir. Onlar, başka değil, sırf ‘Rabbimiz Allah’tır’ dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir.”5382 Savaş sırasında zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur. 5383
Zulme karşı savaşmak, yalnızca zulme kendisi uğradığında gerekli değildir. Yardım talebinde bulunan müstaz’afların yardımına, bir insanlık borcu olarak koşulur: “Size ne oldu da Allah yolunda ve ‘Rabbimiz! Bizi, halkı zâlim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip çıkan gönder, bize katından bir yardımcı lutfet’ diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz? (Bu çağrıya uymayıp, savaştan kaçmaya hakkınız yok). İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kâfirler ise tâğut (bâtıl dâvâlar ve şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; Şüphe yok ki şeytanın düzeni ve tuzağı zayıftır.” 5384
Allah’a ve peygamberine itaatsizlik, zulmün görüntüsü ve isbatıdır. Süpheşiz ki ölçüyü (hükmü ve ilkeleri) Allah ve Rasûlünden almayanlar, onların hükümleriyle hükmetmeyenler zulme mutlaka bulaşırlar. “Bunlar Allah’ın hudutlarıdır. Her kim Allah’a ve Rasûlune itaat ederse, onu altından ırmaklar akan Cennetine kabul edecektir. Kim de Allah’a ve Peygamberine itaatsizlik eder ve O’nun sınırlarına (İslâm’ın ölçülerine) tecavüz ederse, onu sonsuza kadar kalmak üzere ateşe atacaktır.”5385 Allah’ın sınırlarına da ancak zâlimler tecavüz ederler. 5386
Mehmed Âkif, zulme tepki hakkında şunları haykırır:
“Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem.
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdâdıma saldırdımı, hatta boğarım,
Boğmasam da hiç olmazsa yanımdan koğarım.
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam.
Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle.
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum.
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum.
Kanayan bir yara gördümmü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.
Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım:
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.
Zâlimin hasmıyım amma severim mazlûmu,
5382] 22/Hacc, 39-40
5383] 2/Bakara, 193
5384] 4/Nisâ, 75-76; Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, s. 260-261
5385] 4/Nisâ, 13-14
5386] 65/Talak, 1
- 1068 -
KUR’AN KAVRAMLARI
İrticâın şu sizin lehçede mânâsı bu mu?” 5387
Zâlime Karşı Tavır
Kur’an zâlimlere karşı mücadele etmeyi, yeri gelince de savaşmayı meşrû, hatta olmazsa olmaz görüyor. Aslında, yeryüzündeki savaşların, fitnelerin, karışıklıkların asıl sebebi zâlimlerin zulümleridir. Onlara karşı insan onuru taşıyan herkesin mücadele etmesi gerekir.5388 Zulme rızâ göstermek, zâlimlerin yaptıklarına ses çıkarmamak da zulümdür. Kur’an, zâlimlerin yanlarında oturmayı bile hoş görmüyor, yasaklıyor.5389 Peki, onları benimseyerek, onlara yaltakçılık yaparak, onlardan bir menfaat umarak, yaptıklarını onaylarcasına onlarla birlikte olanlara, hele onlara yardımcı olan ve onları çeşitli yollarla destekleyenlere ne demeli? Elbette onlar da zâlimlerdendir.
İslâm’a göre zâlimin tanımı gayet açıktır: Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyen, o hükümleri uygulayarak adâleti sağlamak bir tarafa, onları korkusuzca inkâr eden, onlara düşmanlık yapan, o ilâhî ölçülerin hayata hâkim olmaması için her türlü çabayı gösteren; bu inkârcı kafa yapısına sahip olduktan sonra insanlara zulmeden, onların haklarını elinden alan, ya da onların haklarına ulaşmalarına engel olan herkes zâlimdir.5390 Bu zâlimler Allah yolunun düşmanları oldukları gibi, insan haklarının da düşmanıdırlar. Çünkü onlara göre kendi çıkarları ve keyifleri her türlü hakkın üzerindedir. 5391
İlâhî vahyin ve peygamberlerin en önemli hedefi, insan toplumunda adâleti ikame etmektir. Kâinatın bütününde kaos değil; uyum ve düzen hâkimdir. Oysa insan eli ve insan müdahalesi olan doğada ve toplumda bozulmalara rastlamaktayız. İşte adâletin/dengenin bozulması olgusuna zulüm, ilâhî dengenin korunmasına da adâlet diyoruz. İnsanoğlu, tabiatı ve yaratılışı itibariyle iki eğilimlidir. Bu yüzden adâlete de, zulme de meyledebilir. Rabbimiz, insanı kaostan arındırarak tabiatı âhenkli bir şekilde insanlara emanet etmiştir. İnsanın temel görevlerinden biri de, dengeyi koruyarak bozulmayı, bozgunculuğu engellemektir. Çünkü dengeyi bozmak, emaneti korumamaktır, yeryüzü halifeliğine uygun davranmamaktır. Bilindiği gibi, insan toplumunda ilâhî hukuka uygun davranmak adâlet; ilâhî hukuka/şeriate aykırı davranmak ise zulümdür.
Müslümanlara, hayatın bütün alanlarındaki zulme karşı, ellerindeki tüm imkânlarla mücadele etmeyi Kur’an emretmektedir.5392 Bu mücadele, mü’minlerin toplu eylem gerektiren görevleridir. O yüzden mü’minler cemaat ve teşkilât olmalı, her çeşit zulme karşı tek vücut ve saf halinde bir araya gelip yardımlaşabilmelidir. Kur’an’a inananlar, Kitab’ın insanlar arasında Allah’ın gösterdiği gibi hüküm vermek ve yaşanmak, topluma hâkim olmak üzere indiğinin bilincinde olmalıdırlar.
İnsanın yaratıldığı günden bu yana kesintisiz olan tek mücadele, tevhidle şirk arasındadır. Bu, aslında adâletle zulüm arasındaki mücadeleden ibarettir. Çünkü
5387] Mehmed Âkif Ersoy, Safâhat, s. 400
5388] 4/Nisâ, 75
5389] 6/En’âm 68
5390] 5/Mâide, 45
5391] Hüseyin K. Ece, A.g.e. s. 769-770
5392] 2/Bakara, 29; 31/Lokman, 20; 10/Yûnus, 55, 66
ZULÜM - ZÂLİM
- 1069 -
bu mücadelede müşriklerin safı hep zâlimlerin yanıdır. Taşıdıkları şirk ve küfür hastalığının sonucu olarak, müşrikler ve kâfirler, adâlet çağrısı yapan peygamberler ve onların yolunu takip edenlerden rahatsız olmuşlardır. Bazen bu rahatsızlıklarını haksız yere öldürmeye kadar götürürler. “Allah’ın âyetlerini inkâr edenler, haksız yere peygamberlerin canlarına kıyanlar ve adâleti emreden insanları öldürenler (yok mu); onlara acı bir azabı müjdele!” 5393
Müşriklerin bu tavırlarının evrensel olduğunu yakından gözlemleyebildiğimiz bir tarih kesitinde yaşıyoruz. Sistemin asgari ücret zulmünü, hukuk tanımazlığını, din emniyetini yok edişini, irtica adıyla müslümanlara ve İslâm’a saldırmaları ve haksız kazancı teşvik edişini, yargısız infaz ve öldürmeleri, kadın ve erkeklerin iffetleriyle yaşama haklarını yok edişlerini, kamuya açık alanlarda ve özellikle üniversitelerde başörtüsüne izin verilmemesini eleştirip tepkisini ortaya koyanları hapis, işkence ve çeşitli zulümler beklemektedir.
Allah’ın âyetlerini yalanlayanlara karşı hak ve adâleti ayakta tutması gereken İslâm ümmeti, Kur’ânî akîde temelinde bir araya gelerek yeryüzündeki zulmü ortadan kaldırmakla vazifelidir. Kur’ânî akîde temelinde hareket eden, itidalli, orta yolu esas alan bu topluluk, sayıları kaç olursa, imkânları ne olursa olsun, haktan ayrılmadan bâtılla/zulümle mücadeleden geri durmamalıdır. Kendi nefislerine ağır gelse de, kendi kişiliklerine karşı olsa da, ilâhî gerçekleri savsaklamadan yürürlüğe koymalıdırlar. Hakkı hâkim kılmaya çalışmak, zulmü engellemek, hakka uygun âdil hükümler vermek, bu topluluğun vazgeçilmez bir ilkesi olmalıdır.
Mü’minler, temellerini Kur’an’da buldukları ilkelerle yeryüzünden zulmü söküp atmalı, yerine adâleti ikame etmelidirler. Adâleti ayağa kaldırma görevi müşrik ve münâfık gruplara bırakılamayacak, ertelenemez aslî bir farîzadır. Adâletin gereğince ikamesi, ancak temelini ilâhî hukuktan almasıyla mümkündür. Şurası da unutulmamalıdır ki, beşer zihni adâletin net ölçülerini belirleme ve her çeşidini tespit konusunda âcizdir. Günümüzde neredeyse halkı müslüman olan bütün ülkelerde batı hukukunun laik karakterinin işgalini görmekteyiz. Bu etki dolayısıyladır ki, laik kurallar İslâmî adâletin gündeme gelmesini ve uygulanmasını engellemektedir.
Şüphesiz Kur’an, insanlar arasında adâleti sağlamak için indirilmiştir. Bu konudaki ölçüler gayet nettir. Mü’minler, insanlar arasından çıkarılmış vasat/orta yolda bir ümmet olarak adâleti ikame etmede tanıklık ve örneklik etmekle yükümlüdürler. Bunun gereği olarak zâlimleri, fıtratına ve Allah’a ihânet edenleri dost tutmamak, onlara taraf olmamak, yeryüzündeki zulmü/ haksızlıkları ortadan kaldırmak, temel bir kulluk görevimizdir. 5394
Toplumsal ve Siyasal Zulme Karşı Yardımlaşmak: “İnsanlar, bir zâlimi görür, (önlemeye güçleri yettiği halde) ona engel olmazlarsa, bundan dolayı hemen hepsi cezalanır.”5395 Zulümden uzak yaşamak, zâlime boyun eğmemek ve ona karşı direnmek, birey olarak engel olamayacakları zulme karşı yardımlaşmak mü’minlerin İslâmî kimlikleri açısından olmazsa olmazları arasındadır. “Bir zulüm ve saldırıya
5393] 3/Âl-i İmrân, 21
5394] Fevzi Zülaloğlu, Haksöz, 71, s. 38-41
5395] Tirmizî; Tuhfetu’l Ahvezî Şerhu Câmiu’t Tirmizî, 8/423
- 1070 -
KUR’AN KAVRAMLARI
uğradıkları zaman, birbirlerine yardım ederler.”5396 Kurtubî, bu âyeti şöyle açıklar: “Yani, zâlimler tarafından zulme mâruz kaldıklarında teslimiyet göstermezler.”5397 Sahih-i Buhâri’de İbrahim en-Nehâî’nin şöyle dediği kayıtlıdır: “Ashab horlanmaktan, zelil bir duruma düşürülmekten hoşlanmazlardı. Ama güçlü olduklarında da af ederlerdi.” 5398
Zulmedenlere Az da Olsa Meyletmek: Ümmeti helâke ve cehenneme sürükleyen şey, sadece zulmü işlemek değil; aynı zamanda zulüm işleyenlere az da olsa meyletmektir: “Sakın zulmedenlere en ufak bir meyil duymayın, sonra size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostunuz yoktur. Sonra (Allah tarafından da) size yardım edilmez.”5399 Zemahşerî, bu âyetin tefsirinde şöyle der: “Meyl etmenin yasaklığı; zâlimlerin arzularına boyun eğmeyi, onlarla beraber olmayı, sohbetlerine katılmayı, ziyaretlerinde bulunmayı, dalkavukluk etmeyi, yaptıklarına rızâ göstermeyi, onlara benzemeyi, şekilleriyle şekillenmeyi, övgüyü andıran ifadeler kullanmayı ve tasvip anlamı taşıyacağı için onların süs ve giyimlerine özenip en küçük bakışı bile kapsamaktadır. Rükûn, az bir meyil demektir. Âyette “zulmedenlere” denilip de “zâlimlere” denilmemesinin inceliğini de düşünmek gerekir. (Zulmü kendisine âdet edinenlere zâlim denir; zulmü âdet edinmediği halde en ufak bir zulme yeltenene dahi hafif bir meylin olmaması gerektiğine işaret edilmiştir.) 5400
Zâlimlere meyleden onlardan olur. Zâlimlere verilen ceza, ona da verilir. Bunları ateş cezasından kurtaracak dostları da olmayacaktır. “Rabbimiz! Sen kimi ateşe koyarsan, artık onu rüsvay/perişan etmişsindir. Zâlimlerin hiç yardımcıları yoktur.”5401 Peygamber Efendimiz’in zâlim yöneticilere yardımcı olma konusundaki hadisleri meşhurdur: “Benden sonra birtakım emirler (yöneticiler) olacaktır. Kim onların yalanlarını tasdik eder ve yaptıkları zulümde kendilerine yardımcı olursa Benden değildir. Ben de onlardan değilim. O kimse Benim havzımın etrafına yaklaşamayacaktır. Kim onların yalanlarını tasdik etmez ve onlara zulümlerinde yardımcı olmazsa, o, Bendendir; Ben de onunla beraberim. Ve o kimse havzımın kenarında Bana ulaşacaktır.” 5402
Zâlime Yardımcı Olmak: Bütün şekil ve türleriyle zâlime meyletmek caiz olmadığına göre, zâlimin zulmüne yardım etmek haydi haydi caiz olmaz. Zâlime yardım edenler, aynen onun gibi zâlim olurlar. “Bir kimse bilerek zâlime yardım kastı ile onunla beraber yürürse, o kimse İslâmiyet’ten çıkmıştır.”5403 Zâlim bir yönetici, çevresinin ve yandaşlarının yardımıyla zulüm yapmaya imkân bulur, yoksa yalnız kendisi bunca zulmün hakkından gelemez. Hangi şekliyle olursa olsun, zâlime yardım câiz değildir. Çünkü bu, onu desteklemek, zulmünü icrâ etmesine müsaade etmek demektir. Bu sebeple zâlim yöneticiye azap geldiği zaman, aynı şekilde (bu zulümleri onaylayan) yardımcılarına ve memurlarına da gelir. Çünkü onlar da onun kadar zâlimdirler.
Nitekim Firavun'a gelen azap, avanesine de gelmişti. “Gerçekten Firavun,
5396] 42/Şûrâ, 39
5397] Kurtubî 16/39
5398] Askalânî, Şerh-i Sahih-i Buhâri, 5/99
5399] 11/Hûd, 113
5400] Tefsir-i Zemahşerî, 2/433
5401] 3/Âl-i İmrân, 192
5402] Tirmizî; Nesâi; Tâc Tercümesi, c. 3, s. 106
5403] Râmuz el-Ehâdis, c. 2, s. 445
ZULÜM - ZÂLİM
- 1071 -
Hâmân ve askerleri hatalıydılar/yanılıyorlardı.”5404 Allah, hepsini bu âyette “hata” vasfı ile bir araya getirmiştir. Hataları, Firavun’un zulmetmesi, yardımcısı Hâmân ve askerlerinin de buna yardımcı olmalarıdır. Bu sebeple azap Firavun’a inince, yardımcılarına da inmişti: “Biz hem onu, hem de askerlerini yakaladık. Onları denize atıp boğduk.”5405; “Biz onu ve askerlerini tuttuk, denize attık; bak o zâlimlerin sonu nasıl oldu!”5406 Allah, hepsini “zâlim” olarak vasıflandırdı. Firavun’a ve ona yardım ettikleri için askerlerine “zâlimler” diyerek hepsini aynı azapla helâk ettiğini Rabbimiz haber vermektedir.
Zâlime Duâ Etmek: Zulmün devamına, zâlimin zulmüne imkân bulacak tarzda yaşamasına duâ edilemez. “Zâlimin bekası için duâ eden kimse, Allah’ın mülkünde O’na âsi olunmasını istemiştir.”5407 Süfyanu’s Sevrî; “Çölde susuzluktan ölmek üzere olan bir zâlimi görürsek ona su verelim mi?” diye soranlara: “Hayır!” cevabını vermişti. “Ama ölür” denilince de, “Bırakın ölsün!” demişti.5408 Allah Teâlâ, Hz. Nuh’a; “Zâlimler için Bana duâ etme, hiç yalvarma!”5409 ihtarında bulunmuştur.
Müslüman Cemaatin Zâlimlere Meyletmeye Benzer Davranışlardan Sakınması: Müslüman cemaatin, iyi niyetle de olsa, zâlimlere meyletme anlamı taşıyan davranışlardan son derece kaçınması lâzımdır. Çünkü iyi niyet, bazen belli şartlar dâhilinde sahibinden günahı kaldırsa da yanlışı doğruya; haramı helâle çevirmez. Onun için, özellikle cemaat liderinin ve kadrosunun, zâlim yöneticilerin arasında bulunması, onları tasvip etmediğini ilan etmeksizin onlarla birlikte halkın önünde görülmesi, cemaatin zâlim idarecilere dalkavukluk ettiği veya onları desteklediğinin intibaını vererek insanları samimiyetlerinde şüpheye düşürücü davranışlarda bulunması caiz değildir. Aksi halde onlar, kendi sorumluluklarına cemaati de ortak ederler.
Müslüman cemaate düşen, halkın kusur ve yükümlülüklerini ümmete göstermesidir. Halkın kusurları, zâlim idarecinin karşısında susmak, eğilmek, ona meyletmek ve destek olmak suretiyle zulmüne yardımcı olmalarıdır. İşte onların bu kusurları olmasa, zâlim, yetkisini kötüye kullanmayacak ve zulmünü sürdüremeyecekti. Müslümanlara düşen, zâlimi zulme götüren bütün sebepleri ortadan kaldırmaya ciddi bir gayretle yükümlülüklerini yerine getirmektir. Ayrıca, zâlim yöneticiyi onaylamama, ona olan fiilî hoşnutsuzluğu hayata geçirmek için gerekli gücü oluşturma ve fiilen zulmü ortadan kaldırma gibi sorumlulukları da yerine getirmesi gerekir.
Allah, hayat kanunlarını ve toplum içerisindeki genel sünnetlerini insanlar için devre dışı bırakmaz. Kaldı ki, onların durumları, Allah’a Rasûlullah’tan ve O’nun arkadaşlarından daha sevimli değildir. Allah onların çektiği eziyet ve Allah yolunda karşılaştığı musibetleri, yeryüzünden zâlimleri ve tâğutları kaldırmak için Allah’ın yardımına mazhar oluncaya kadar olağanüstü fedâkârlıklarını bize anlatır. Müslümanların, tâğutları ve zâlim idarecileri etkisiz ve yetkisiz kılmak için tüm güçlerini harcamaksızın onlardan rahatsızlık duyarak yalnız “of!” çekip
5404] 28/Kasas, 8
5405] Zâriyât, 40
5406] 28/Kasas, 40
5407] Beyhakî, Şuabu’l İman; Tefsîr-i Zemahşerî, 2/433
5408] Tefsîr-i Zemahşerî, 2/433
5409] 23/Mü’minûn, 27
- 1072 -
KUR’AN KAVRAMLARI
üzüntülerini dile getirmeleriyle veya onların müslüman olduklarını delillendirip durmalarıyla sorumluluktan kurtulamayacaklarını bilmeleri lazımdır. Bazı insanlar kendileri evlerinde oturup, müslümanlıklarıyla övünüp dururken, Allah’ın zâlim idarecileri yok etme gereğinden bahsederler. İsterler ki, Allah meleklerini göndersin de melekler onların yerine savaşsınlar, zâlim idareciyi bertaraf etsinler, neticede onun şerrinden onları kurtarsınlar. Hayır! Yok öyle şey! 5410
En büyük zulüm şirk olduğuna5411 ve en büyük zâlimin de müşrik olduğuna göre, en vahşî zulmün bedenlere değil; ruhlara yapılan olduğunu unutmamalıyız. Bedene yapılan zulüm, en kötü ihtimalle, sadece dünya hayatını kaybettirdiği halde; ruhun hak nizamdan mahrum bırakılması ise sonsuz mutluluğu kaybettirmek demektir. En acımasız cânî, en büyük zâlim, insanları Allah’ın dininden alıkoyanlardır. İslâm’ın bireysel ve toplumsal alanda egemen olmadığı bir yerde adâletten bahsetmek abestir ve aldatmacadır.
Özel ve tüzel kişiliğin, bir kurumun veya yönetici bir grubun şahsî veya toplumsal muâmelesinde âdil olma niteliği kazanabilmesi için, her şeyden önce “müslüman” vasfına sahip olması şarttır. Çünkü İslâm’sız bir statüye göre işleyen bir mekanizma ile adâlet sağlanamaz ve dağıtılamaz. Nasıl bir hüküm verilirse verilsin, mutlak surette zulüm işlenmiş olur. “Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler, zâlimlerin ta kendileridir.” 5412
İslâmsız insanın yaptığı her şey nefsine, icraatı da diğer insanlara ve topluma zulümdür. Egemen durumda ve hüküm mevkiinde ise, kâfir ve müşrik insanın varlığı bile zulümdür. Çünkü bu insan, kendine yazık ederek kendini bozmakta, toplumu bozmakta ve dünyayı fesada vermektedir.5413 İslâm'da savaş, insanları zorla dine sokmak için emredilmemiştir. Fitne ve zulmü ortadan kaldırmaya çalışmak için savaş emredilmiştir. Dinlerini yaşama ve dine dâvet konusunda müslümanlara engel olan, insanların hürriyetlerini kısıtlayan güç odaklarına karşı savaşmak farzdır. Kur'an, mazlumların, ezilenlerin, sömürülenlerin hakkını korumak için müslümanlara mücadeleyi emreder. 5414
“Bütün dünyayı verseler ve buna karşılık bir karıncanın ağzındaki dâneyi almamı isteseler, bu zulmü yapmam!” 5415
“Zulmün ve kötülüğün küçüğüne büyük nazarla bakmayan, daha büyüğüne uğrar.”5416
“Zâlimler için yaşasın cehennem!”
“Tükürün, zâlimlerin hayâsız yüzlerine!” 5417
Zulme rıza göstermek, tepki göstermemek de zulümdür; fakat zâlimlikle mazlumluktan birini tercih etmekten başka yol yoksa, mazlumluğu tercih et!
5410] Abdülkerim Zeydan, A.g.e. s. 165-174
5411] 31/Lokman, 13
5412] 5/Mâide, 45
5413] Ekrem Sağıroğlu, Kur’an’da İnsan ve Toplum, s. 70-71
5414] 4/Nisâ, 75
5415] Hz. Ali (r.a.)
5416] Hz. Ali (r.a.)
5417] Said Nursi
ZULÜM - ZÂLİM
- 1073 -
“Mazlum olarak ölmek, zâlimce yaşamaktan daha hayırlıdır.”
“Zâlimin zulmü varsa, mazlûmun da Allah’ı var.
Etme zâlim bu zulmü, yarın Hakk’ın divanı var.”
“Sakın zulm ve cefâya mâyil olma;
İden bulur, meseldür; gâfil olma!”
“Zulmün topu var, güllesi var, kal'ası varsa;
Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır.”
“Zâlim olsa ne rütbe bî-pervâ; Yine bünyâd-ı zulmü bir yıkarız.
Merkez-i hâke atsalar da bizi, Kürre-i arzı patlatır çıkarız.”
“Muîn-i zâlimin dünyâda erbâb-ı denâettir.
Köpektir zevk alan sayyâd-ı bî-insafa hizmetten.”
Zâlimlere bir gün dedirir kudret-i Mevlâ;
Tallahi le-kad âserekâllahu aleynâ.”
“Zâlim yenilince, bil ki, ‹mazlûmum' der.
Bir fırsat bulsa zulmü tekrar eyler.
“Zâlimin yeme taâmın key sakın,
Semtine varma, ana olma yakîn.”
“Zulüm eken isyan biçer.”
“Âdilin hiddetinden değil; zâlimin tebessümünden kork!”
“İnsanın dev kadar kuvvetli olması, fevkalâde bir şey, fakat bu kuvvetini dev gibi kullanması, zâlimliktir.”
“Haksızlık yapmak, haksızlığa uğramaktan daha acıdır.”
“Haksızlık etmek, iyi adamın elinden gelmez.”
“Cezâların en korkuncu, insanın haksız olduğunu anlamasıdır.”
“Eski haksızlığa boyun eğmekle bir yenisini dâvet edersin.”
“Zulm ile yapılan çabuk yıkılır.”
“Zulüm ile âbâd olanın âkıbeti berbat olur.”
“Zulüm ile dünya harab olur.”
“Zâlim, ettiğini bulur.”
“Zâlimin hasmı Allah'tır.”
“Mazlum eşeğe herkes biner.”
“Mazlumun âhı yerde kalmaz.”
“Mazlumların âhı, yeri göğü titretir.”
- 1074 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Mazlumun âhı, yerde kalmaz, indirir şâhı.”
“Alma mazlumun âhını, çıkar âheste âheste.”
“Olmak istersen cihande eğer makbûl-i ins ü cin
Ne kimse senden incinsin, ne sen bir kimseden incin!”
“Mazlum ayağa kalkmadıkça zâlim diz çökmez.”
Onurlu insanların tavrı şu olmalıdır: “Kim olursa olsun mazluma yardım etmek, kimden gelirse gelsin zulme karşı olmak.”
Kur’an’ın zâlimler hakkında tehdit edici bir uyarısı şöyle: “Zulmedenler nasıl bir inkılâpla devrileceklerini (yakında) bileceklerdir!” 5418
5418] 26/Şuarâ, 227
ZULÜM - ZÂLİM
- 1075 -
Zulüm ve Zâlimle İlgili Âyet-i Kerimeler
A- Zulüm Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 289 Yerde): 2/Bakara, 35, 51, 54, 57, 57, 59, 59, 92, 95, 114, 124, 140, 145, 150, 165, 193, 229, 231, 246, 254, 258, 270, 272, 279, 279, 281; 3/Âl-i İmrân, 25, 57, 86, 94, 108, 117, 117, 117, 128, 135, 140, 151, 161, 182, 192; 4/Nisâ, 10, 30, 40, 49, 64, 75, 77, 97, 110, 124, 148, 153, 160, 168; 5/Mâide, 29, 39, 45, 51, 72, 107; 6/En’âm, 21, 21, 33, 45, 47, 52, 58, 68, 82, 93, 93, 131, 129, 135, 144, 144, 157, 160; 7/A’râf, 5, 9, 19, 23, 37, 41, 44, 47, 103, 148, 150, 160, 160, 162, 162, 165, 177; 8/Enfâl, 25, 51, 54, 60; 9/Tevbe, 19, 23, 36, 47, 70, 70, 109; 10/Yûnus, 13, 17, 39, 44, 44, 47, 52, 54, 54, 85, 106; 11/Hûd, 18, 18, 31, 37, 44, 67, 83, 94, 101, 101, 102, 113, 116, 117; 12/Yûsuf, 23, 75, 79; 13/Ra’d, 6; 14/İbrâhim, 13, 22, 27, 34, 42, 44, 45; 15/Hıcr, 78; 16/Nahl, 28, 33, 33, 41, 61, 85, 111, 113, 118, 118; 17/İsrâ, 33, 47, 59, 71, 82, 99; 18/Kehf, 15, 29, 33, 35, 49, 50, 57, 59, 87; 19/Meryem, 38, 60, 72; 20/Tâhâ, 111, 112; 21/Enbiyâ, 3, 11, 14, 29, 46, 47, 59, 64, 87, 97; 22/Hacc, 10, 25, 39, 45, 48, 53, 71; 23/Mü’minûn, 27, 28, 41, 62, 94, 107; 24/Nûr, 54; 25/Furkan, 4, 8, 19, 27, 37; 26/Şuarâ, 10, 209, 227, 227; 27/Neml, 11, 14, 44, 52, 85; 28/Kasas, 16, 21, 25, 37, 40, 50, 59; 29/Ankebût, 14, 31, 40, 40, 46, 49, 68; 30/Rûm, 9, 9, 29, 57; 31/Lokman, 11, 13; 32/Secde, 22; 33/Ahzâb, 72; 34/Sebe’, 19, 31, 42; 35/Fâtır, 32, 37, 40; 36/Yâsin, 54; 37/Sâffât, 22, 63, 113; 38/Sâd, 24; 39/Zümer, 24, 32, 65, 69; 40/Mü’min, 17, 18, 31, 52; 41/Fussılet, 46; 42/Şûrâ, 8, 21, 22, 40, 41, 42, 44, 45; 43/Zuhruf, 39, 76, 76; 45/Câsiye, 19, 22; 46/Ahkaf, 10, 12, 19; 49/Hucurât, 11; 50/Kaf, 29; 51/Zâriyât, 59; 52/Tûr, 47; 53/Necm, 52; 59/Haşr, 17; 60/Mümtehıne, 9; 61/Saff, 7, 7; 62/Cum’a, 5, 7; 65/Talâk, 1; 66/Tahrîm, 11; 68/Kalem, 29; 71/Nûh, 24, 28; 76/İnsan, 31.
B- Zulmün Zıddı Adâlet Anlamında “Adl” ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 28 Yerde): 2/Bakara, 48, 123, 282, 282; 4/Nisâ, 3, 58, 129, 135; 5/Mâide, 8, 8, 95, 95, 106; 6/En’âm, 1, 70, 70, 115, 150, 152; 7/A’râf, 159, 181; 16/Nahl, 76, 90; 27/Neml, 60; 42/Şûrâ, 15; 49/Hucurât, 9; 65/Talâk, 2; 82/İnfitâr, 7.
C- Adâlet Anlamında “Kıst” Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 25 Yerde): 2/Bakara, 282; 3/Âl-i İmrân, 18, 21; 4/Nisâ, 3, 128, 135; 5/Mâide, 8, 42, 42; 6/En’âm, 152; 7/A’râf, 29; 10/Yûnus, 4, 47, 54; 11/Hûd, 85; 21/Enbiyâ, 47; 33/Ahzâb, 5; 49/Hucurât, 9, 9; 55/Rahmân, 9; 57/Hadîd, 25; 60/Mümtehıne, 8, 8; 72/Cinn, 14, 15.
D- Zulüm Konusuyla İlgili Âyetler
a- Zulüm İle Mülk Yaşamaz: 11/Hûd, 117; 14/İbrahim, 45.
b- Allah Zulmü Yasaklamıştır: 16/Nahl, 90.
c- Allah, Haksızlık Etmez: 3/Âl-i İmrân, 108, 182; 4/Nisâ, 40; 10/Yûnus, 44; 41/Fussılet, 46.
d- Zulme Karşı Koymak: 22/Hacc, 39.
e- Zulme Karşı Birleşmek: 42/Şûrâ, 39.
f- Kötülükle Nefsine Zulmedenler: 2/Bakara, 165; 3/Âl-i İmrân, 135; 5/Mâide, 51; 10/Yûnus, 44; 16/Nahl, 33; 49/Hucurât, 11.
g- Zulmetmeyen Toplumları Allah, Zulüm İle Yok Etmez: 11/Hûd, 117; 28/Kasas, 59, 29/Ankebût, 40; 30/Rûm, 9-10; 35/Fâtır, 43; 46/Ahkaf, 35.
E- Zâlim Konusuyla İlgili Âyetler
a- Allah’ın İndirdiğiyle Hükmetmeyenler Zâlimdir: 5/Mâide, 45; 61/Saff, 7.
b- Allah’tan Yüz Çevirenler Zâlimdir: 32/Secde, 22; 61/Saff, 7.
c- Zâlimler Hidâyete Eremezler: 9/Tevbe, 109; 61/Saff, 7; 62/Cuma, 5.
d- Zâlimlere Karşı Misilleme Yapmak: 42/Şûrâ, 40-43.
e- Zâlimlerin Dostluğu Yoktur: 11/Hûd, 113.
F- Zâlimlerin Cezasıyla İlgili Âyetler
a- İnkâr Ederek Zâlim Olanlar ve Cezaları: 2/Bakara, 165, 254; 5/Mâide, 29; 6/En’âm, 33; 10/Yûnus, 39, 52; 11/Hûd, 19, 113; 14/İbrahim, 22; 19/Meryem, 72; 21/Enbiyâ, 29; 25/Furkan, 37, 207; 40/Mü’min, 52; 42/Şûrâ, 8, 21-22, 42; 68/Kalem, 12.
b- Zâlimlere Verilen Mühlet (Süre): 11/Hûd, 100-102; 14/İbrahim, 42-43; 16/Nahl, 61.
c- Zâlimler Lânetlenmişlerdir: 7/A’râf, 44; 11/Hûd, 18.
d- Zâlimler, Kurtuluşa Eremezler: 6/En’âm, 21, 135; 12/Yûsuf, 23; 28/Kasas, 37.
e- Kıyamet Günü Zâlimler Azabı Görünce Tekrar Dünyaya Dönmek İsterler: 14/İbrahim, 42-44; 25/Furkan, 27; 39/Zümer, 24.
f- Mü’minlere Zulüm Yapanların Cezası: 85/Bürûc, 10.
g- Allah, Zâlimlerin Kimini Kimine Mûsâllat Eder: 6/En’âm, 129.
- 1076 -
KUR’AN KAVRAMLARI
h- Allah, Zâlimleri Başarıya Ulaştırmaz: 2/Bakara, 258; 6/En’âm, 21; 14/İbrahim, 27; 46/Ahkaf, 10.
i- Zâlimler, Allah’ın Rahmetine Eremezler: 2/Bakara, 124.
j- Allah Zâlimleri Affetmez: 4/Nisâ, 168-169; 5/Mâide, 72.
k- Allah’ın Azabı Zâlimleredir: 6/En’âm, 47; 11/Hûd, 100-102, 117; 22/Hacc, 45; 27/Neml, 52; 29/Ankebût, 40; 32/Secde, 22.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1- Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Eser Y. c. 1, s. 322
2- Tefhimu’l Kur’an, Mevdudi, İnsan Y. c. 1, s. 65
3- Fi Zılâli’l-Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 148
4- Mefâtihu’l-Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahreddin er-Râzî, Akçağ Y. c. 2, s. 395-396; 542-543
5- Min Vahyi’l Kur’an, Muhammed Hüseyin Fadlullah, Akademi Y. c. 2, s. 49-51
6- Dâvetçinin Tefsiri, Seyfuddin el-Muvahhid, Hak Y. c. 1, s. 105-106
7- Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Şâmil Y. c. 6, s. S. 421-422; 486-488
8- Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, (Zulüm, Veli Ulutürk), Risale Y. c. 4, s. 285-289
9- İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. s. 766-771; 783-790
10- Safahat, Mehmet Âkif Ersoy, İnkılâp ve Aka Kitabevi Y. s. 400
11- Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Vecdi Akyüz, Kitabevi Y. s. 235-261
12- Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 311-318
13- İslâmî Terimler Sözlüğü, Hasan Akay, İşaret Y. s. 519
14- Kelimeler Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu, İnkılâb Y. s. 346-350
15- Kur’anî Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Mustansır Mir, İnkılâb Y. s. 212-213
16- Risale-i Nur’dan Vecizeler, Şaban Döğen, Gençlik Y. s. 478-481
17- Nur’dan Kelimeler, Alâaddin Başar, Zafer Y. s. 108-111
18- Kur’an’da İnsan ve Toplum, Ekrem Sağıroğlu, Pınar Y. s. 67-71
19- Kur’an’da İman Pskilolojisi, Abdurrahman Kasapoğlu, Yalnızkurt Y. s. 211-219
20- Kur’an’da Karakter Eğitimi, Mûsâ Kâzım Gülçür, Işık Y. s. 26-28
21- İlâhi Kanunların Hikmetleri (Sünnetullah), Abdülkerim Zeydan, İhtar Y. s. 146-174
22- Kur’an’da Toplumsal Çöküş, Ejder Okumuş, İnsan Y. s. 177-180
23- Kur’an’da Dinî ve Ahlâkî Kavramlar, Toshihiko İzutsu, Pınar Y. s. 221-230
24- Dinde Ölçülü Olmak, Abdurrahman b. El-Luveyhık, Kayıhan Y. s. 433-489
25- Kur’an’la Birlikte Düşünmek, İsmail Kazdal, Birleşik Y. s. 91-99
26- Kur’an’da Zulüm Kavramı, Ahmet Şişman, Beyan Y.
27- Zulüm, Mehmed Zahit Kotku, Seha Neşriyat
28- Vahye Göre Büyük Zulüm, M. Said Çekmegil, Nabi-Nida Y.
29- Kur’an’a Göre Zulüm Açısından Allah ve İnsan, İsmail Karagöz, Çelik Y.
30- Kanunların Zulmü, Oğuz Özbek, Doğan Güneş Y.
31- İslâm ve Yürürlükteki Kanunlar, Abdülkadir Udeh, İİFSO Y.
32- Zulme Boyun Eğmeyenler, Burhan Bozgeyik, Erhan Y.
33- Zulme Karşı Direniş, Mustafa Ramazanoğlu, Şahsî Y.
34- Zulmü Alkışlayamam, Yener Karadeniz, Gonca Y.
35- Zâlimler İçin Yaşasın Cehennem, Zekeriya Usluer, Anahtar Y.
36- Peygamberimiz’e ve Ashabına Yapılan İşkenceler, Asım Uysal, Uysal Kitabevi Y.
37- Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar, Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu Y.
38- Zâlim Yahudi, Yusuf Yılmaz, Risale Y.
39- Devrimler Cinayeti, Burhan Bozgeyik, İttihad Y.
40- İnkılâb Kurbanları, Hüseyin Yılmaz, Timaş Y.
41- Kara Kitap, Eşref Edip, Abdullah Işıklar Kitabevi Y.
42- Son Devrin Din Mazlumları, NecipFazıl Kısakürek, Büyük Doğu Y.
43- Yakın Tarihin Din Mazlumları, Mustafa Necati Bursalı, Vural Y.
44- Batının İslâm’la Kavgası, Asaf Hüseyin, Pınar Y.
ZULÜM - ZÂLİM
- 1077 -
45- Vahşi Batı, Sedat Cereci, Şule Y.
46- İslâm Dünyasını Saran Ateş Çemberi, Burhan Bozgeyik, Erhan Y.
47- İslâm’da Adâlet Kavramı, Macid Hadduri, Yöneliş Y.
48- Adl-i İlâhî, Murteza Mutahhari, İşaret Y.
49- Duygu Eğitimi, Yaşar Fersahoğlu, Marifet Y. s. 97-106
50- Zulüm Kavramı, Vahdettin Işık, Haksöz 70 (Ocak 97), s. 44-45
51- Büruc Suresi ve İşkence, Cengiz Duman, Haksöz 41-42 (Ağustos-Eylül 94) s. 66-68
52- Yeryüzünde İlâhî Adâleti Uygulama Görevi Mü’minlerindir, Fevzi Zülaloğlu, Haksöz 71 (Şubat, 97

Cumartesi, 06 Şubat 2021 23:05

ZİKİR

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

ZİKİR


- 991 -
Kavram no 200
Görevlerimiz 49
Bk. İbâdet; Kur’an; Namaz
ZİKİR


• Zikir; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur'ân-ı Kerim'de Zikir Kavramı
• Zikir ve İbâdetler
• Zikir ve Namaz
• Zikir ve Kur'an
• Hadis-i Şeriflerde Zikir Kavramı
• Namaz ve Kur’an’dan Sonra En Faziletli Zikirler; Tehlil, Tesbih, Tahmîd, Tekbir
• Zikrin Zıddı; Unutma ve Gaflet
• İbâdetlerin En Büyüklerinden Biri, Belki Birincisi; Zikir
• Tesbih/Zikir Kurbanları
• Zikrin Yozlaştırılması; Zikirde Usûl ve Âdâba Riâyetsizlik
• Tesbih/Zikir Kurbanları
• Zikri İhyâ Etmek, Zikirle İhyâ Olmak
• Zikrin Psikolojik Faydaları
“Allah’ın mescidlerinde O’nun adının zikredilip anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zâlim kim vardır?! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir (Başka türlü girmeye hakları yoktur). Bunlar için dünyada rezillik, âhirette de büyük azap vardır.” 4826
Zikir; Anlam ve Mâhiyeti
“Zikir”, sözlükte; anma, hatırlama, bir şeyi zihinde hazır etme, bir şeyi dile getirme, hatırlatma demektir. Bir başka deyişle ‘zikir’, kişinin mârifet (bilgi) olarak elde ettiği şeyi korumasını sağlayan bir faaliyettir ki, bu; zihne aittir. Kavram olarak ‘zikir’; Allah’ı anmak üzere yapılması veya söylenmesi tavsiye edilen, hamd, duâ, ibâdet ve övgü gibi fiiller ve sözlerdir.
Zikir, insanın bilgi olarak elde ettiği şeyleri muhâfaza altında tutmasına ve gerektiğinde hatırlamasına imkân sağlayan bir bellek anlamında potansiyel bir gücü ifade ettiği gibi, bir şeyin kalben veya sözlü (dil ile) hatırlanması şeklinde aynı gücün harekete geçirilmesine de denir.4827 Kalp veya dil ile zikir, unutulmuş bir şeyin yeniden hatırlanması, ya da hâfızadakinin unutulmamak üzere sürekli canlı tutulması şeklinde olabilir. 4828
“Zikir”, aslında kalbin, anılan kimseye dikkat kesilmesi ve ona karşı uyanık
4826] 2/Bakara, 114
4827] Râğıb el-Isfahânî, el-Müfredât, s. 328
4828] Râğıb el-Isfahânî, a.g.e., s. 328
- 992 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olmasıdır. Bunu dil ile ifade etmeye zikir denilmesinin sebebi, kalpteki zikre (hatırlamaya) işaret etmesindendir. Bazılarına göre zikir, insana sevap kazandıran her türlü amelin genel adıdır. Zikir, Allah’a itaattir. O’na itaat etmeyen kişi, diliyle ne kadar tesbih ederse etsin veya tevhid kelimesini söylerse söylesin, gerçek zikri yapmış olmaz.
Aynı kökten gelen ‘mezkûr’, zikredilen, anılan şey demektir. “Gerçek şu ki, insanın üzerinden, daha kendisi anılmaya değer (mezkûr) bir şey değilken, uzun zamanlardan bir süre gelip geçti.”4829 Yani insan, Allah’ın ilminde var iken, bizzat kendisi henüz mevcut değildi, henüz ortalıkta yoktu. Bu gerçeğe değinen başka âyetleri de görmekteyiz. 4830
Yine aynı kökten gelen ‘zikrâ’, çok zikir, yoğun zikir demektir ki bu, ‘zikir’ kavramından daha geniş bir manayı kapsamaktadır. “Korkup sakınanlar üzerinde onların (âyetlerle alay edenlerin ) hesabından herhangi bir şey (sorumluluk) yoktur. Ancak (bu) bir yoğun hatırlatmadır (zikrâ’dır). Umulur ki korkup sakınırlar.”4831; “Gündüzün iki tarafinda ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde namaz kıl. Şüphesiz iyilikler (hasenât), kötülükleri (seyyiâtı) giderir. Bu, öğüt alanlara yoğun bir hatırlatmadr (zikrâ’dır).” 4832
‘Zikir’ kökünden gelen bir başka kelime de ‘tezkira’dır. Tezkira; hatırlatma, öğüt, hatırlatan şey demektir. (Tezkire; belli bir meslek mensuplarının biyografilerinin anlatıldığı kitaplara da denilmektir. Türkçe’de ‘tezkere’ şeklindeki söyleyiş; rapor, izin belgesi, askerlik görevinin bittiğini gösteren belge anlamında kullanılmaktadır.) Kur’an ‘tezkira’ kelimesini bir hatırlatma, bir uyarma olarak kullanmaktadır. “Hayır; O (Kur’an) bir tezkiradır (bir hatırlatma, bir öğüttür). Artık dileyen, onu düşünüp öğüt alsın.” 4833
‘Zikir’ kökünden gelen ‘zeker’, ‘müzekker’, ‘zükûr’ kelimeleri ise, dişinin karşıtı olarak erkekliği ifade ederler. Aynı kökten gelen bir başka kelime ise ‘tezekkür’dür. Bu da düşünüp öğüt almak, ibret almak demektir. Kur’an bazı şeyleri hatırlattıktan sonra ‘düşünmez misiniz, ibret almaz mısınız?’ diye soruyor.4834 Kur’an, ‘zikir’ kelimesini çeşitli formlarda kullanıyor. Peygamberimize, mü’minlere, ehl-i kitaba, İsrâiloğullarına, sahâbelere, kendilerine elçi gönderilmiş topluluklara; ‘hatırlat’, ‘hatırlayın’, ‘aklınıza getirin’, ‘an’ ‘anın’ şeklinde hitap etmektedir.
Bu kullanılışlara ait birkaç örnek görelim: “Âhireti arzu edenler ve Allah’ı zikredenler için, Hz. Muhammed’de en güzel örnek vardır.”4835; “Kur’an’da Allah’ın bir olduğunu zikrettiğin (andığın veya hatırlattığın) zaman, kâfirlerin gerisin geriye kaçtıklarını görürsün.”4836 Bazı hayvanların insanın emrine verilmesinin sebebi; insanların Allah’ı nimet veren olarak hatırlamalarıdır (zikretmeleridir).4837 Müşrikler boğaz4829]
76/İnsan, 1
4830] 19/Meryem, 67; 36/Yâsin, 79; 10/Yûnus, 4, 34 vd.
4831] 6/En’âm, 69
4832] 11/Hûd, 114; Ayrıca bk. 6/En’âm, 90; 7/A’râf, 2; 21/Enbiyâ, 84; 29/Ankebût, 51 vd.
4833] 80/Abese, 11-12; Ayrıca bk. 20/Tâhâ, 3; 57/Vâkıa, 73; 69/Haakka, 12, 48; 73/Müzemmil, 19; 74/Müdessir, 49, 54
4834] 6/En’âm, 152; 7/A’râf, 3, 57; 11/Hûd, 24, 30; 24/Nûr, 1, 20
4835] 33/Ahzâb, 21
4836] 17/İsrâ, 47
4837] 43/Zuhruf, 13
ZİKİR
- 993 -
ladıkları hayvanların üzerine Allah’ın adını anmazlar (zikretmezler).4838 Hâlbuki mü’minler avladıkları ve boğazladıkları hayvanların üzerine Allah’ın adını anarlar (zikrederler). 4839
Kur’ân-ı Kerim’de Zikir Kavramı
“Zikr” kelimesi ve türevleri Kur’ân-ı Kerim’de 292 yerde geçer. Sadece “zikr” kelimesi ise, 76 yerde zikredilir. Sadece emir halinde 37 yerde geçer. İslâmî kavramlardan, anlamı en çok daraltılanlardan biri “zikir” kavramıdır. Zikir kelimesi, çok geniş bir anlama ve muhtevâya sahip olduğu halde, neredeyse tek anlama indirgenmiş ve içi boşaltılmıştır.
“Zikr” kelimesi, Kur’an’da 30’un üzerinde farklı anlamlarda kullanılmaktadır: Zikir kelimesiyle ifade edilen bu anlamlar: Zikretmek, söylemek, bahsetmek, konuşmak, hatırlamak, hatırlatmak, anmak, gereğini yapmakla birlikte hatıra getirmek, kadrini bilmek, tefekkürle birlikte hatıra getirmek, mükâfatlandırmak, övmek, şükrünü edâ etmek, tekbir getirmek, telbiye, duâ ve yakarış, söz, laf, kıssa, haber, Kitab, Kitab indirme, Kur’an, Kur’an dışnda ilâhî kitaplar, Peygamber, şân, şeref, şeref verici husus, nasihat ve düşünceye sevkeden husus, düşünce, ikaz ve nasihat, delil, hatırlamaya (ibrete) sevkeden vaaz ve öğüt anlamlarına gelir. 4840
Bir başka araştırıcı, zikir kelimesinin Kur’an’da 37 mânâda kullanıldığını belirtir. Bu anlamları alfabetik olarak şöyle sıralar: Anlamak, anlatmak, besmele, bilme, dâvet etmek, delil, düşünenler, düşünmek, görmek, hatırlamak, hatırlatmak, ibâdet etmek, ibret, iman, itaat etmek, kıssa, kitap, konuşmak, kulluk yapmak, Kur’an, Levh-i Mahfûz, mükâfatlandırmak, namaz kılmak, okumak, öğüt, öğüt almak, öğüt vermek, sevmek, söylemek, şan, şeref, şerefli, şükretmek, Tevrat, uyarı, vahiy, yol göstermek, erkek. 4841
Kur’an’da “zikir” kelimesinin anlamlarını göstermek için, bu kavramın geçtiği âyetlere örnekler vererek belirtelim:
Anlamak: Kur’ân-ı Kerim, bir durumun belirginleşmesi ya da iki konu arasındaki farkın anlaşılması hususunda zikir kavramını anlamak şeklinde kullanır. Bu anlamda Kur’an’da dokuz yerde kullanılan zikir, daha çok akıl sahipleri ve ilim ehli için kullanılmaktadır.4842 Bu âyetlere bakıldığında ilim, araştırma ve tefekkür isteyen konuların, ancak ilim sahiplerince anlaşılabileceği ifade edilmekte, bir konuyu derinlemesine düşünüp araştırmayanların onu anlamayacakları, zikir kavramılyla ortaya konulmaktadır.
Anlatmak, 4843
Besmele, 4844
4838] 6/En’âm, 138
4839] 5/Mâide, 4; 22/Hacc, 28, 34, 36; 6/En’âm, 118, 119, 121; Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 774
4840] Mahmut Çanga, Kur’ân-ı Kerim Lügatı, Timaş Y. s. 193-195
4841] Ramazan Yılmaz, Kur’ânî Kavramlar, s. 145
4842] Bk. 2/Bakara, 269; 3/Âl-i İmrân, 7; 17/İsrâ, 41
4843] 10/Yûnus, 71; 12/Yûsuf, 42
4844] 6/En’âm, 118
- 994 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Bilmek, 4845
Dâvet etmek, 4846
Delil, 4847
Düşünenler, 4848
Düşünmek, 4849 Zikrin Kur’an’da en çok kullanılan anlamı, düşünmektir. Allah Teâlâ, kullarından düşünmelerini istemekte, ancak düşünenlerin gerçekleri kavrayacaklarını, düşünmeyenlerin ise, yolca hayvanlardan daha sapık olduklarını bildirmektedir. Çünkü düşünmeyenlerin âyetleri anlamayacakları, bu nedenle Yüce Allah’a gereği gibi kulluk yapamayacakları bir gerçektir. Düşünmek, vahyî gerçekleri kavramayı ve Cenâb-ı Hakk’ı gereği gibi tanımayı sağladığı için hem insanı, insan olma onuruna yükseltir, hem de kulluk bilincini geliştirir. Bu nedenle de ibâdetlerin temelidir.
Görmek, 4850
Hatırlamak, 4851
Hatırlatmak, 4852
İbâdet etmek,4853 Yüce Allah'a ibâdet etmek anlamına da gelen zikir, bu ibâdetin nasıl ve ne şekilde yapılacağı ile ilgili açıklamaları da beraberinde getirir.
İbret almak,4854
İman etmek,4855
İtaat etmek,4856
Kıssa,4857
Kitap, 4858
Konuşmak, 4859
Kulluk Yapmak, 4860
Kur’ân-ı Kerim, 4861
4845] 13/Ra’d, 19; 24/Nûr, 27
4846] 17/İsrâ, 46; 37/Sâffât, 3
4847] 21/Enbiyâ, 24-25
4848] 11/Hûd, 114
4849] 3/Âl-i İmrân, 191; 7/A’râf, 3; 11/Hûd, 30
4850] Mü’min, 44
4851] 2/Bakara, 40; 5/Mâide, 11; 6/En’âm, 68; 7/A’râf, 201
4852] 6/En’âm, 69; 8/Enfâl, 2; 14/İbrâhim, 5; 25/Furkan, 73; 38/Sâd, 49
4853] 2/Bakara, 151-153, 238-239; 18/Kehf, 28; 20/Tâhâ, 14
4854] 7/A’râf, 57; 8/Enfâl, 57; 38/Sâd, 43
4855] 6/En’âm, 126; 7/A’râf, 130; 9/Tevbe, 126; 13/Ra’d, 28
4856] 20/Tâhâ, 43-44
4857] 18/Kehf, 83
4858] 3/Âl-i İmrân, 58; 16/Nahl, 43; 20/Tâhâ, 99
4859] 21/Enbiyâ, 60
4860] 20/Tâhâ, 33-34; 23/Mü’minûn, 110; 24/Nûr, 37
4861] 15/Hicr, 6, 9; 16/Nahl, 44; 25/Furkan, 29-30
ZİKİR
- 995 -
Levh-i Mahfuz ya da Tevrat, 4862
Mükâfatlandırmak, 4863
Namaz kılmak, 4864
Okumak, 4865 Bu âyetlerde, verilen kitabın okunup emirlerine tâbi olunması ve böylece korunulması istenmekte ve Kitab’ta Hz. Meryem (r.a.) ve Hz. İbrâhim’in (a.s.) okunması tavsiye edilmektedir. Bunlar da gösteriyor ki zikir, okumak anlamında da kullanılmaktadır. Yoksa, bazılarının iddia ettikleri gibi, burada zikir kavramı “adını söylemek” şeklinde olsaydı, o durumda, Kur’an’ın bu ifadesine dayanarak sürekli bir şekilde “Meryem, Meryem”, ya da “İbrahim, İbrahim” denilmesi gerekirdi. Bu ise hem gülünç bir şey ve hem de şirktir.
Öğüt, 4866 Zikrin en fazla kullanılan anlamlarından biri de öğüttür. Bu anlam, kimi yerde Kur’ânî âyetlerin, kimi yerde kâinattaki olayların ve nizamın öğüt olduğu şeklinde verilmektedir.
Öğüt almak, 4867
Öğüt vermek, 4868
Sevmek, 4869
Söylemek, 4870
Şeref, 4871
Şerefli, 4872
Şükretmek, 4873 Allah (c.c.) Zekeriyâ’ya (a.s.) bir oğul lutfettiği için kendisinden şükretmesini (zikretmesini) istemektedir.4874 Çünkü, verilen bir nimete ancak şükredilerek karşılık verilebilir. İşte bu nedenle, âyette geçen zikir ifadesi şükür olarak anlam kazanmaktadır.
Uyarı, 4875
Vahiy, 4876
Yol gösterme, 4877
4862] 21/Enbiyâ, 105
4863] 2/Bakara, 110, 157
4864] 2/Bakara, 198; 29/Ankebût, 45; 62/Cum’a, 9; 7/A’râf, 205; 24/Nûr, 36
4865] 2/Bakara, 63; 19/Meryem, 16, 41
4866] 11/Hûd, 120; 12/Yûsuf, 104; 50/Kaf, 36-37
4867] 2/Bakara, 221; 24/Nûr, 1
4868] 50/Kaf, 45; 51/Zâriyât, 55
4869] 38/Sâd, 32
4870] 12/Yûsuf, 42; 18/Kehf, 63; 21/Enbiyâ, 10; 94/İnşirâh, 4
4871] 23/Mü’minûn, 71
4872] 38/Sâd, 1, 46
4873] 3/Âl-i İmrân, 41; 7/A’râf, 69
4874] 3/Âl-i İmrân, 41
4875] 5/Mâide, 14; 6/En’âm, 44
4876] 7/A’râf, 63; 21/Enbiyâ, 63
4877] 21/Enbiyâ, 48
- 996 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Erkek (Zikir kökünden zeker ve müzekker). 4878
Kur’an’da bu kadar farklı anlamlarda kullanılan, dolayısıyla çok boyutlu ve insan hayatının bütününü kuşatan zikir, aynı zamanda insanın farklı şekillerde icrâ edebileceği ibâdettir. Zikir, dille, kalple, düşünce ile ve bedenin diğer organları ile yerine getirelebilen bütüncül bir özelliktir. İnsanın sadece dil ile bazı kelimeleri tekrarlaması, filin sadece bir organını tutup onu o parça ile değerlendiren körün tutumuna benzer. Otuzdan fazla anlamından birini almak ve sadece dil ile bazı kelimeleri tekrar etmek zikir değil; zikirden sadece bir bölümdür. Bu parçacı anlayış, dinin tahrif edilmesi demek değilse, en azından gaflet ve cehâlet ürünüdür.
Zikir; sadece “Allah!” demek veya O’nu hatırlatan kelime veya cümleleri tekrarlamak değildir. Allah’ı, güzel isimlerini hatırlamak, anmak, O’na hamd ve şükürde bulunmak, O’nu tesbih etmek, tekbir ile ululamak, Kitabullah’ı okumak, duâ etmek; bütün bunlar zikrin yalnızca lisana ait olan bölümüdür... Allah’ın varlığına delâlet eden delilleri, O’nun sıfat ve isimlerini düşünmek, Allah’ın ahkâmını, emir ve yasaklarını, tekliflerini, vaadini ve vaîdini, O’na olan kulluk vazifelerini ve bunların hikmet ve delillerini düşünmek, enfüsî (öznel) ve âfâkî (nesnel) bütün yaratılmışları ve bunların yaratılış sırlarını düşünmek, varlığın her zerresinde mevcut ilâhî hikmetlerini görmek... Bu da kalbî ve fikrî zikirdir. Bedenin memur bulunduğu görevlerle meşgul ve dopdolu olması, kendilerine yasaklanan şeylerden uzak durması ise, fiilî ve bedenî bir zikirdir.
Her çeşit ibâdette asıl olan ihlâstır, gönlün Allah’a yönelmesidir. İbâdete değerini veren, onun derûnî boyutudur. Huşûdan yoksun, Allah’ın rızâsı dışında başka hangi amaçla yapılmış olursa olsun, şekilce ibâdet zannedilen hususlar, Allah’ın müslümandan istediği kulluk değildir. Yapılan ibâdetlere Allah’ın ihtiyacı kesinlikle düşünülemeyeceği için, insanın kalbini, zihnini ve davranışlarını güzele doğru, fıtrat istikametinde ve Allah’ın hoşnutluğu esas alınarak değiştirme özelliği öne çıkmalıdır. En büyük ibâdet olan namaz bile kalb-i selîm ile, ihlâsla ikame edilmediği müddetçe gerçek namaz olmadığı değerlendirilmelidir. Zikir için de aynı durum sözkonusudur. Sadece dille, alışkanlık kabilinden, tören havasıyla edâ edildiğinde gerçek anlamda zikir kabul edilemez. Zikir, gönül, tefekkür/düşünce, dil ve eylem bütünlüğü ile edâ edilmesiyle Kur’an’ın istediği gerçek zikir ve kulu Allah’a yaklaştıran ibâdet özelliğinde olacaktır. Zikrin esası kalple, gönülle zikirdir, Allah’dan gâfil olmamaktır. Bu başlıca üç çeşittir:
1- Allah’ın varlığını gösteren delilleri düşünmek, şüpheleri atarak Allah’ın isim ve sıfatlarını tefekkür etmektir.
2- Allah’ın koyduğu hükümleri, kulluk vazifelerini, Allah’ın bildirdiği sorumlulukları, onlarla ilgili hükümleri, emir ve yasakları, Allah’ın vaadini ve tehdidini ve bunların delillerini düşünmektir.
3- Maddî ve mânevî varlıkları, bunlardaki yaratılış sırlarını seyredip düşünmekle zerrenin kutsal âleme bir ayna olduğunu görmektir. Bu aynaya, gereği gibi bakanların gözüne, o güzellik ve büyüklük âleminin nurları yansır. Bir anlık hisle bundan alınacak olan müşâhede zevkinin bir göz kırpacak kadar süren parıltısı bile dünyalara değer. Bu zikir makamının sonu, zirvesi yoktur.
4878] 3/Âl-i İmrân, 36; 53/Necm, 45; Ramazan Yılmaz, a.g.e., s. 145-164
ZİKİR
- 997 -
Allah Teâlâ, bu zikir çeşitlerinden hangisiyle zikredilirse, O da ona lâyık bir şekilde kendisini zikreden kimseyi zikrederek karşılık verecektir. “Beni zikredin; Ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin; sakın nankörlük yapmayın!”4879 Allah’ın, zikreden kuluna zikirle cevap vermesi konusunu izah için çeiştli açıklamalar yapılmıştır. Bunları şöyle özetleyebiliriz:
Beni, Bana itaatla zikredin; Ben de sizi rahmetimle zikredeyim.
Beni duâ ile zikredin; Ben de sizi, duânızı kabul ile zikredeyim.4880
Beni övgü ve itaatle zikredin; Ben de sizi övgü ve nimetle zikredeyim.
Beni dünyada zikredin; Ben de sizi âhirette zikredeyim.
Beni gizli yerlerde zikredin; Ben de sizi geniş yerlerde ve yalnızlıkta zikredeyim.
Beni ibâdetle zikredin; Ben de sizi yardımla zikredeyim.
Beni, Benim yolumda cihadla zikredin; Ben de sizi hidâyetimle zikredeyim.
Beni refâhınız, rahatınız zamanında zikredin; Ben de sizi belâ ve musîbete uğradığınız zaman zikredeyim.
Beni doğruluk ve samimiyetle zikredin; Ben de sizi kurtuluş ve size tahsis ettiğim şeyleri artırmakla zikredeyim.
Beni, önceden ilâhlığımı kabul ile zikredin; Ben de sizi sonunda rahmet ve kulluğa kabul ile zikredeyim.
(Görüldüğü gibi, zikir hem insan açısından ve hem de Cenâb-ı Hak tarafından farklı şekillerde açılımlarla değerlendirilmiştir. Sesli bir şekilde ismi tekrarlayıp durmak şeklinde anladığımız zaman, bunun Allah tarafından kulunu bu şekilde zikretmesi düşünülmemesi gereken bir durumdur. O yüzden zikrin anlamını daraltmaktan şiddetle sakınılmalıdır.)
Zikir, mârifet ve bilgi ile olmalıdır. Allah’ın zikir emri karşısında ilk duyulan şey, âcizlik ve Yaratıcı’nın kudretine teslim olma arzusudur. “Sana lâyık olduğun şekilde ibâdet/kulluk ve zikir yapamadık.” İmanın ve kulluğun başı, bu anlayıştır. En güzel zikir de “Lâ ilâhe illâllah (Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur” kelime-i tevhîdidir. Bu tevhidin ve teslimiyetin gereği de, bu âcizlik içinde kendini, Allah’ın emirlerinin tek yürütme vâsıtası bilerek, istenilen görevleri en güzel şekilde ve âzamî derecede yerine getirmek için yalnız Allah’tan yardım dileyip en iyi şekilde yapmaya çalışmaktır. İşte bu da, zikrin ve şükrün ta kendisidir. Yani, yüklenen sorumluluk, imkân ve kabiliyet şartına bağlanmıştır. Fakat o yetenek, Allah’ın bir yardımı olduğu için onun da işin aslında bir sınırı ve sonu yoktur. Bundan dolayı kul, Allah’ı zikirle O’ndan yardım diler ve kendine verilen kabiliyeti sarfeder. Şu halde, her mü’min “Beni zikredin!” emri karşısında âcizliğini hissederek önce: “Ancak Sana ibâdet/kulluk eder ve ancak Senden yardım dileriz.”4881 şeklindeki kesin sözünü hatırlayacak; zikir ve şükür için Allah’tan yardım isteyecektir. 4882
4879] 2/Bakara, 152
4880] 40/Mü’min, 60
4881] 1/Fâtiha, 4
4882] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Y. c. 1, s. 445-447
- 998 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Zikir ve İbâdetler
Bütün ibâdetlerin özü ve aslı Allah Teâlâ’yı hatırlamaktır. İslâm’ın direği namazdır ve namazdan da maksat Allah’ı zikirdir. “Bana ibâdet/kulluk et; Beni zikir için namaz kıl.”4883 “Namazı dosdoğru kıl. Allah’ı zikretmek elbette en büyük (ibâdet)tir.”4884 Kur’ân-ı Kerim okumanın ibâdetlerin en fazîletlisi olmasının sebebi, Allah’ın kelâmı olması, Allah’ı hatırlatıcı olması ve içerisindekilerin hepsinin Allah’ı zikretmeyi, O’nu hatırlamayı tazelemesidir. Oruçlu insan, sadece midesine değil; eline, ayağına, gözüne, kulağına hâkim olur, onlara da oruç tutturur. Oruç, mideyi aç bırakmaktan daha çok, gönlü takvâ ile doldurmaktır.4885 Oruçtan maksat, şehvet ve kötü arzuları kırmaktır. Böylece şehvet ve hevânın sıkıntılarından kurtulan kalp, temizlenir ve zikre müsait hale gelir. Allah’ın evi olan Kâbe’yi ziyâret olan hacdan maksat, ev sahibi olan Allah’ı hatırlamak ve O’na yakınlaşmak çabasıdır. Hac menâsiki içinde yer alan tekbir, telbiye gibi ibâdetler zikir cinsindendir. Dolayısıyla bütün ibâdetlerin başı zikirdir. Zaten müslüman olmak için kelime-i tevhidi söylemek şarttır. Bu da zikrin ta kendisidir. Diğer bütün ibâdetler, bu zikri kuvvetlendirmek içindir. İnsanoğlu, ibâdet için yaratılmıştır.4886 “Kurtulmak istiyorsanız, Allah’ı çok zikredin.”4887 buyrulur. Kurtuluşun anahtarı, az değil; çok zikretmek, her durumda; ayakta, otururken, yatarken zikretmektir. 4888
Münâfıklar Allah’ı çok az zikrederler.4889 Demek ki mü’min Allah’ı çokça zikretmek zorundadır. Tüm zamanını Allah’ı hatırında tutarak, müslüman olduğunu, Allah’a ve O’nun hükümlerine teslim olduğunu unutmadan geçirmelidir.
Zikir ve Namaz
Namaz, baştan sona bir zikirdir. Namaz bize her rüknünde, her ifadesinde Allah’ı hatırlatır. Bu sebepten Allah, Kur’ân-ı Kerim’de bazen “namazı ikame ediniz!” emri yerine; “Allah’ı zikrediniz!” veya “Rabbinin adını zikret!” denilir. Kerim Kitab’da zikirle namaz yakınlığından dolayı, zaman zaman salât (namaz) kelimesinin zikirle yer değiştirdiği ifadelere rastlarız. Namazda Allah’ın zikrini (Kur’an’ı) tekrar eder, tezekkür ederiz. Bunun için Cenâb-ı Hak; “sabah akşam namaz kıl!” yerine; “Sabah akşam Rabbinin adını zikret!”4890 buyurmuştur.
Namazın her rekâtında ve her bir rüknünde Allah’ı tekrar tekrar zikretmeli, hatırlamalıyız. Allah’ın emirlerini ve yasaklarını, vaadlerini ve tehditlerini, hüküm ve nimetlerini, sıfat ve isimlerini düşünmeliyiz. Böylece namaz, günde beş kez, alevlenen nefsî arzuların ateşini söndürmek, dünyevî sevgilerle kendinden geçen gönlümüze Allah ve Rasûlü’nün sevgisini yerleştirmek, fahşâ ve münker pisliğiyle aslî temizliğini kaybeden varlığımızı arındırmak için yapılan gerçek bir zikir olur. Bu anlamıyla zikrin yer almadığı namazlar, boş ve mânâsız hareketlerden ibâret birer yorulma olmaktan öteye gidemez. 4891
4883] 20/Tâhâ, 14
4884] 29/Ankebût, 45
4885] 2/Bakara, 183
4886] 51/Zâriyâat, 56
4887] 8/Enfâl, 191
4888] 3/Âl-i İmrân, 191
4889] 4/Nisâ, 142
4890] 76/İnsan, 25
4891] Abdullah Yıldız, Namaz, s. 32
ZİKİR
- 999 -
“Bana ibâdet/kulluk et; Beni zikir için namaz kıl.” 4892
“Namaza çağrıldığınız zaman Allah’ı zikretmeye koşun!’’ 4893
“Rabbini, içinden yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam zikret. Gâfillerden olma!” 4894
“Allah’ın yüce tanınmasına, içinde adının zikredilmesine izin verdiği mescidlerde sabah akşam O’nu tesbih ederler.” 4895
“Kitaptan sana vahyedileni oku ve namazı da dosdoğru kıl; çünkü namaz iğrenç ve kötü şeyler (fahşâ ve münker)den vazgeçirir. Allah’ı zikretmek, elbette en büyük (ibâdet)tir.” 4896
“Ey iman edenler; çokça zikretmek sûretiyle Allah’ı zikredin!” 4897
“Sabah akşam Rabbinin adını zikret!” 4898
Zikir ve Kur’an
Kur’an, kendisine ‘zikir’ demektedir ki, O, baştanbaşa bir öğüttür, hatırlatmadır, insanlarla ilgili her önemli şeyi açıklayan bir ilâhî bildiridir. O, aynı zamanda sürekli Allah’ı hatırlatan âyetlerden meydana gelmektedir.
“Bu, Bizim O’na indirdiğimiz mübârek bir Zikirdir. Şu halde, onu inkâr edecek olanlar siz misiniz?” 4899
“Hiç şüphesiz Zikr’i (Kur’an’ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz.” 4900
“Dediler ki: ‘Ey kendisine zikir (Kur’an) indirilen (Muhammed)! Sen mutlaka bir mecnunsun!” 4901
“(Rasûlüm!) İşte böylece geçmiştekilerin haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Şüphesiz ki, tarafımızdan sana bir zikir (Kur’an) verdik.” 4902
“Sen, ancak zikre (Kur’an’a) uyan ve görmeden Rahmân’dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte böylesini bir mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele!” 4903
“Sen zikrimize (Kur’an’a) iltifat etmeyen ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenlerden yüz çevir!” 4904
“... Ey iman eden akıl sahipleri! Allah’tan korkun. Allah size gerçekten bir zikir (Kur’an) indirmiştir.” 4905
4892] 20/Tâhâ, 14
4893] 62/Cum’a, 9
4894] 7/A’râf, 205
4895] 24/Nûr, 36
4896] 29/Ankebût, 45
4897] 33/Ahzâb, 41
4898] 76/İnsan, 25
4899] 21/Enbiyâ, 50
4900] 15/Hıcr, 9
4901] 15/Hıcr, 6
4902] 20/Tâhâ, 99
4903] 36/Yâsin, 11
4904] 53/Necm, 29
4905] 65/Talak, 10
- 1000 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Sâd Sûresinin ikinci âyetinde geçen ‘zikr’in birkaç anlamda kullanılma ihtimali bulunmaktadır: “Sâd. Zikir dolu Kur’an’a andolsun.”4906 Zikir dolu, zikir sahibi Kur’an; şeref ve şan sahibidir. En yüce şeref ona aittir. Nitekim bir başka âyette buna işaret edilmektedir: “Gerçekten O Kur’an, hem senin için, hem de kavmin için bir zikirdir (şereftir)”4907 Buradaki zikir ikinci olarak; anmak, hatırlatmak, şeriat ve hükümleri, va’ad (Allah’ın verdiği söz) ve tehditler, geçmiş ümmetlerin kıssalarından alınacak ders ve ibretler anlamında kullanılmaktadır. Üçüncü olarak, dinde ihtiyaç olan şeyleri hatırlatma, yani şerefli ve değeri yüce dini öğreten, ibret dersi veren Kur’an mânâsında gelmiş olabilir.
Kur’an, bir zikir ve uyarıdır. Kalpler onunla huzur ve sükûn bulur. Mü’minler onun âyetlerini tedebbür, tefekkür edip düşünsünler ve dosdoğru yolda hidâyet üzere yaşasınlar, her türlü problemlerine onun gösterdiği çarelerle çözüm bulup kurtuluşa ersinler diye gönderilmiştir.
Namazda ve namaz dışında Kur’an okumak, büyük bir zikirdir; devamlı bir hatırlama ve hatırlatmadır. Kur’an’ı ve O’nun hükümlerini unutan, dünya zevkleriyle sarhoş olup gaflet içinde yaşayan insanı ilâhî hakikatlerle sarsıp uyandıran, kendine/fıtratına döndüren büyük bir zikirdir Kur’an.
Zikrin bu geniş anlam sahası, Kur’an âyetlerinde açıkça ortaya konulduğunu yukarıda belirttik. Şimdi Kur’an’da zikir kelimesinin geçtiği bazı âyetlerin meallerini görelim:
“Allah’ın mescidlerinde O’nun adının zikredilip anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zâlim kim vardır?!” 4908
“Beni zikredin ki Ben de sizi zikredeyim.” 4909
“...Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini (size verdiği hidâyeti ve size gönderdiği Peygamberini), kendisiyle size öğüt vererek size indirdiği Kitab’ı ve hikmeti zikredin/hatırlayın.” 4910
“...Allah’ın size öğrettiği gibi Allah’ı zikredin” 4911
“...Rabbini çok zikret; sabah akşam tesbih et.” 4912
“Onlar (takvâ sahipleri), bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı zikredip/hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfâr ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar işledikleri kötülüklerde bile bile ısrar etmezler.” 4913
“Ayakta dururken, otururken, yanları üzerinde yatarken (her zaman) Allah’ı zikrederler (ve şöyle duâ ederler:) ‘Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azâbından koru!”4914
4906] 38/Sâd, 1-2
4907] 43/Zuhruf, 44
4908] 2/Bakara, 114
4909] 2/Bakara, 152
4910] 2/Bakara, 231
4911] 2/Bakara, 239
4912] 3/Âl-i İmrân, 41
4913] 3/Âl-i İmrân, 135
4914] 3/Âl-i İmrân, 190-191
ZİKİR
- 1001 -
“Namazı bitirince ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken Allah’ı zikredin. Huzura kavuşunca da namazı dosdoğru kılın; çünkü namaz, mü’minler üzerine vakitli olarak farz olmuştur.” 4915
“Eğer şeytanın fitlemesi seni dürterse hemen Allah’a sığın. Çünkü O, (herşeyi) işitendir, (herşeyi) bilendir. Takvâya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda (Allah’ın emir ve yasaklarını) tezekkür edip hatırlayarak hemen gerçeği görürler.” 4916
“Rabbini, içinden, yalvararak ve O’ndan korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah ve akşam zikret. Gâfillerden olma!” 4917
“Mü’minler, ancak, Allah zikredildiği/anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.” 4918
“Ey iman edenler! (Savaşmak için) herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebât edin ve Allah’ı çok zikredin ki başarıya erişesiniz.” 4919
“(Onlar, Allah’a) İman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler, ancak Allah’ı zikretmekle tatmin olur, huzura kavuşur.” 4920
“Yedi gök, dünya ve bunlarda bulunan herkes (herşey) O’nu tesbih eder. O’nu hamd/övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız.” 4921
“Unuttuğun zaman Allah’ı zikret ve ‘Umarım Rabbim beni, doğruya bundan daha yakın olan bir yola iletir’ de.” 4922
“(Rasûlüm!) Sabah akşam Rablerine, sırf O’nun rızâsını dileyerek duâ edenlerle birlikte candan sebat et. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini, Bizi zikretmekten gâfil kıldığımız, hevâsına/kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye itaat etme.” 4923
“(Ey Mûsâ!) Seni, kendim için elçi seçtim. Sen ve kardeşin birlikte âyetlerimi götürün. Beni zikretmeyi ihmal etmeyin. Firavun’a gidin. Çünkü o, iyiden iyiye azdı.” 4924
“Kim Benim zikrimden yüzçevirirse, şüphesiz onun için dar bir geçim, geçim sıkıntısı vardır ve Biz onu, kıyâmet günü kör olarak haşrederiz.” 4925
“İşte bu (Kur’an) da, Bizim indirdiğimiz mübârek/hayırlı, faydalı bir zikirdir (öğüttür). Şimdi onu inkâr mı ediyorsunuz?” 4926
“...İlâhınız bir tek İlâhtır. O’na teslim olun! (Ey Muhammed!) O ihlâslı ve mütevâzi
4915] 4/Nisâ, 103
4916] 7/A’râf, 200-201
4917] 7/A’râf, 205
4918] 8/Enfâl, 2
4919] 8/Enfâl, 45
4920] 13/Ra’d, 28
4921] 17/İsrâ, 44
4922] 18/Kehf, 24
4923] 18/Kehf, 28
4924] 20/Tâhâ, 41-43
4925] 20/Tâhâ 124
4926] 21/Enbiyâ, 50
- 1002 -
KUR’AN KAVRAMLARI
insanları müjdele! Onlar öyle kimselerdir ki, Allah zikredildiği zaman kalpleri titrer; başlarına gelene sabrederler; namazı kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak ederler (Allah için harcarlar).” 4927
“Öyle adamlar vardır ki (Allah’ı tesbih ederler), ne ticâret ne de alışveriş onları Allah’ı zikretmekten, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.” 4928
“(Rasûlüm!) Sana vahyedilen Kitab’ı oku ve namazı dosdoğru kıl. Muhakkak ki namaz, fahşâ ve münkerden (hayâsızlıktan ve kötülükten) alıkoyar. Allah’ı(n) zikir(i), elbette en büyük (ibâdet)tür. Allah yaptıklarınızı bilir.” 4929
“Bizim âyetlerimize ancak o kimseler iman ederler ki, bu âyetlerle kendilerine zikir/öğüt verildiğinde (zükkirû), büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd ile tesbih ederler. Onlar, yanları üzere yattıkları yataklarından kalkarak korkuyla, umutla Rablerine duâ edip yalvarırlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler (Allah yolunda harcarlar). Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için nice sevindirici ve göz aydınlatıcı nimetler saklandığını hiç kimse bilemez. Öyle ya, mü’min olan, hiç fâsık (yoldan çıkmış) kimse gibi midir? Bunlar elbette bir olamazlar.” 4930
“...(Kur’an tilâveti ve ilimle, tesbih, tahmîd, tehlîl ve tekbirle) Allah’ı çokça zikreden erkekler ve zikreden kadınlar; (işte) Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” 4931
“Ey iman edenler, Allah’ı çokça zikredin. Ve O’nu sabah akşam tesbih edin.” 4932
“Ey insanlar! Allah’ın size olan nimetini zikredin/hatırlayın: Allah’tan başka size gökten ve yerden rızık verecek bir yaratıcı var mı? O’ndan başka ilâh yoktur. Nasıl oluyor da (tevhidden şirke) çevriliyorsunuz?” 4933
“Saf saf dizilmişlere; Toplayıp sürenlere; Zikir okuyanlara yemin ederim ki, ilâhınız birdir.”4934
“Allah kimin gönlünü İslâm’a açmışsa o, Rabbinden bir nûr üzerinde değil midir? Allah’ı zikretmek hususunda kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte bunlar apaçık bir sapıklık içindedirler.” 4935
“Kim Rahmân’ı zikretmekten gâfil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona Mûsâllat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar, onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin hidâyette/doğru yolda olduklarını zannederler. O şeytan dostu kimse, en sonunda Bize gelince arkadaşına: ‘Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı, ne kötü arkadaşmışsın!’ der.” 4936
“Sen, zikrimize iltifat etmeyen ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenlerden yüzçevir.” 4937
4927] 22/Hacc, 34-35
4928] 24/Nûr, 37
4929] 29/Ankebût, 45
4930] 32/Secde, 15-18
4931] 33/Ahzâb, 35
4932] 33/Ahzâb, 41-42
4933] 35/Fâtır, 3
4934] 37/Sâffât, 3-4
4935] 39/Zümer, 22
4936] 43/Zuhruf, 36-38
4937] 53/Necm, 29
ZİKİR
- 1003 -
“İman edenlerin Allah’ı zikretme ve O’ndan inen hak/gerçek için kalplerinin saygıyla yumuşaması zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan birçoğu fâsıktır/yoldan çıkmış kimselerdir.” 4938
“Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah’ı zikretmeye koşun ve alışverişi bırakın. Eğer siz gerçeği anlayan kimseler iseniz elbette bu, sizin için daha hayırlıdır. Namaz bitince yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan isteyin. Allah’ı çok zikredin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.” 4939
“Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı zikretmekten alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.” 4940
“Rabbinin adını zikret. Mutlak ihlâs ile O’na yönel.” 4941
“Sabah akşam Rabbinin ismini zikret. Gecenin bir kısmında O’na secde et; gecenin uzun bölümünde O’nu tesbih et.” 4942
“Temizlenen, Rabbinin adını zikredip O’na kulluk eden, namaz kılan kimse kuşkusuz kurtuluşa ermiştir.” 4943
Zikir; bir şeyin dilde veya kalpte hazır olması, o şeyin söz ile veya kalpte hatırlanmasıdır. Bu hatırlama iki şekilde olabilir: Birincisi, unuttuktan sonra olan bir hatırlamadır ki, bu her insanda her zaman olan bir şeydir. İkincisi, akılda tutulan, öğrenilen ve zaten kalbe yerleşen şeyin hatırlanmasıdır ki, kişi hiç unutmadığı bu gibi şeyleri dil ile söylediği zaman onu zikretmiş, dile getirmiş olur. “Andolsun, size, (bütün durumlarınızı kapsayan) zikrinizin içinde olduğu bir Kitap indirdik. Yine de akıllanmayacak mısınız?”4944 âyetinde bu anlamları bulmak mümkündür.
‘Zikir’ bir âyette Peygamberimiz’in bir özelliği olarak kullanılmaktadır. Tıpkı Hz. İsa (a.s.)’ya ‘Allah’ın Kelimesi’ denilmesi gibi. Hz. Muhammed (s.a.s.) Allah’ın elçisidir, ama hatırlatan, uyaran veya şerefi yüce bir elçidir.“Allah, onlar için şiddetli bir azap hazırlamıştır; öyleyse ey iman etmekte olan temiz akıl sahipleri! Allah’tan korkup sakının. Doğrusu Allah, sizin için bir zikir (hatırlatan) indirmiştir.”4945 Bazı tefsirciler bu âyetteki zikr’in Kur’an olduğunu, bazıları ise kelimenin burada ‘uyarı’ anlamına geldiğini söylemişlerdir. 4946
Kur’an’ın ‘zikir ehli’ (ehlu’z zikr) dediği insanların kim olduğu konusunda da farklı görüşler bulunmaktadır. Bu kavramın geçtiği âyetin meâli şöyle: “Biz senden önce kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başka (Rasûl) göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.”4947 Bazılarına göre ‘zikir ehli’, Allah’ın daha önceden gönderdiği kitaplardır. Çünkü onlar da peygamberlerden ve onlarla beraber gelen vahy’den bahsediyorlar, onları hatırlatıyorlardı. Kimilerine göre, kitap ehli kim4938]
57/Hadîd, 16
4939] 62/Cum’a, 9-10
4940] 63/Münâfıkun, 9
4941] 73/Müzzemmil, 8
4942] 76/İnsan, 25-26
4943] 87/A’lâ, 14-15
4944] 21/Enbiyâ, 10
4945] 65/Talak, 10
4946] Muhtasar İbn Kesir, 3/518; Tefhimu’l-Kur’an, 6/384
4947] 16/Nahl, 43
- 1004 -
KUR’AN KAVRAMLARI
selerdir. Çünkü onlar da peygamberleri ve görevlerini biliyorlar. Kimilerine göre de, kendilerine tebliğ edildiği zaman daha önceden iman etmiş mü’minlerdir. Eğer müşrikler, Kur’an’dan ve Hz. Peygamber’in dâvetinden şüphe ediyorlarsa, daha önce bu dâveti anlamış ve iman etmiş kimselere sorsunlar. Çünkü onlar ‘zikr’i anlayan, ne olduğunu bilen kimselerdir. 4948
Bir âyette ‘zikr’in, unutmadan sonra hatırlama anlamına geldiğini görüyoruz. Daha önce bilinen bir şey unutulduktan sonra hatırlanıyor ve bu hatırlama dil ile ifade ediliyor. 4949
Kalp ve dil ile zikrin beraber ifade edildiği âyetler de bulunmaktadır. Şu örnekte olduğu gibi: “(Hac) ibâdetinizi bitirdiğinizde, artık (câhiliye döneminde) atalarınızı andığınız (zikrettiğiniz) gibi hatta daha kuvvetli bir anma ile Allah’ı anın (zikredin)…”4950 Buradaki zikir, hem kalb ile Allah’ı hatırlamaktır, hem de Hacc esnasında veya hac bitiminde çeşitli duâ ve zikir sözleri okuyup dil ile Allah’ı anmaktır. 4951
Rabbimiz (c.c.), Peygamberimiz’e, Hz. Meryem’i, İbrâhim’i, Mûsâ’yı, İsmail’i, İdris’i (a.s.) anmasını veya onları mü’minlere hatırlatmasını istiyor.4952 Yine Peygamberimize; “Hz. Dâvud’u, Eyyûb’u, İshak’ı, Yakub’u, Elyesâ’yı, Zülkifl’i4953 ve Hûd’u da hatırlat” 4954 buyuruyor. İsrâiloğullarına birçok yerde; “Allah’ın size verdiği nimetleri ve size verdiği makamları hatırlayın” demektedir. 4955
Kur’an, mü’minlerden de sürekli bir şekilde Allah’ın nimetlerini hatırlamalarını istiyor.4956 Kur’an, ayrıca bütün insanlara Allah’ın kendilerine verdiği nimetleri hatırlamalarını emrediyor. 4957
Hadis-i Şeriflerde Zikir Kavramı
“Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: ‘Ben kulumun Beni sandığı gibiyim ve Bana dua ettiği, Beni zikrettiği zaman onunla beraberim. Kim Beni kendi nefsinde zikrederse (içinden geçirirse), Ben de onu kendi nefsimde zikrederim (içimden geçiririm). Kim Beni kalabalıkta, bir cemaat içinde zikrederse, Ben de onu, ondan daha hayırlı bir cemaat içinde zikrederim. O, Bana bir karış yaklaşırsa Ben ona bir arşın (adım) yaklaşırım. O Bana bir arşın yaklaşırsa, Ben ona bir kulaç yaklaşırım. O Bana yürüyerek gelirse Ben ona koşarak giderim. Kim Bana şirk koşmaksızın bir arz dolusu günahla gelse, Ben de onu bir o kadar mağfiretle karşılarım.” 4958
“Allah’ı zikredenle zikretmeyen, diri ile ölü gibidirler.” 4959
4948] el-Keşşâf, 2/584; Muhtasar İbn Kesir, 2/332; Fî Zılâli’l-Kur’an, 4/2173
4949] 18/Kehf, 63
4950] 2/Bakara, 200
4951] Ayrıca bk. 2/Bakara, 198, 203, 239; 4/Nisâ, 103
4952] 19/Meryem, 16, 41, 51, 54, 56
4953] 38/Sâd, 17, 41, 45, 48
4954] 46/Ahkaf, 31
4955] 2/Bakara, 40, 47, 122; 5/Mâide, 20; 8/Enfâl, 45
4956] 2/Bakara, 231; 3/Âl-i İmrân, 103; 5/Mâide, 7, 11
4957] 35/Fâtır, 3; 7- Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Y. c. 1, s. 445-4478- Abdullah Yıldız, Namaz, s. 329- Muhtasar İbn Kesir, 3/518; Tefhimu’l-Kur’an, 6/38410- el-Keşşâf, 2/584; Muhtasar İbn Kesir, 2/332; Fî Zılâli’l-Kur’an, 4/217311- Hüseyin K. Ece, a.g.e. s. 776-778
4958] Buhârî, Tevhid 15, 35, 50; Müslim, Zikir 2, hadis no: 2675, 4/2061, Tevbe 1; Tirmizî, Deavât 142, hadis no: 3598
4959] Buhârî, Deavât 67
ZİKİR
- 1005 -
“İçerisinde Allah zikredilen evlerin misali ile içerisinde Allah zikredilmeyen evlerin misali, diri ile ölünün misali gibidir.” 4960
“Allah’ı unutarak lüzumsuz konuşmalara dalmayın. Çünkü Allah hatırlanıp zikredilmeden yapılan uzunca konuşmalar, kalbi katılaştırır. Allah’tan en uzak olan kimse, kalbi katı olandır.” 4961
“Bir topluluk Allah’ı zikretmek üzere otururlarsa, melekler onları kuşatır, rahmet onları kaplar, üzerlerine sekîne (huzur, feyiz) iner ve Allah onları yanındakilere (meleklere) zikreder.” 4962
“Kim bir yere oturur ve orada Allah’ı zikretmez (ve hiç zikretmeden kalkar) ise Allah’tan ona bir noksanlık vardır. Kim bir yere yatar, orada Allah’ı zikretmezse, ona Allah’tan bir noksanlık vardır. Kim bir müddet yürür ve bu esnâda Allah’ı zikretmezse, Allah’tan ona bir noksanlık vardır.”4963 Hadis, Tirmizî’de şu şekilde gelmiştir: “Bir cemaat bir yerde oturur ve fakat orada Allah’ı zikretmez ve peygamberlere salât okumazlarsa, üzerlerine bir ceza vardır. (Allah) Dilerse onlara azab eder; dilerse mağfiret eder.” 4964
Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) ashâbından bir grup Peygamber’e şöyle demişlerdi: “Yâ Rasûlallah! Mal mülk sahibi kimseler, ecirlerin tamamını alıp götürdüler. Onlar bizim gibi namaz kılıyorlar, bizim gibi oruç tutuyorlar. (Ayrıca) mallarının fazlasını da tasadduk ediyorlar.” Bunun üzerine Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Allah sizin için de tasadduk edeceğiniz şeyler hazırlamamış mı? Şüphesiz her bir tesbih bir sadaka, her bir tekbir bir sadaka, her bir tahmîd bir sadaka, her bir tehlîl bir sadaka, iyiliği emretmek, birinizin eşi ile cinsî münâsebette bulunması bir sadakadır.” Bu söz üzerine ashâb: “Yâ Rasûlallah, birimiz şehvetinden dolayı hanımı ile münâsebette bulunur; bundan da sevap olur mu?” deyince Efendimiz şöyle buyurdu: “Şayet o kimse şehvetini haram bir yolla tatmin etseydi bir günah işlemiş olmaz mıydı? Aynı şekilde helâl bir yolla da şehvetini tatmin ederse ona bir sevap vardır.” 4965
“Dünya mel’undur, içindekiler de mel’undur; ancak Allah Teâlâ’yı zikir ve zikrullah’a yardımcı olanlarla âlimler ve ilim öğrenenler hâriç.”4966 Bu hadis, farklı şekillerde de rivâyet edilmiştir: “Dünya mel’undur, Allah için olanlar hâriç.”, “Dünya mel’undur, içindekiler de mel’undur; emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker ve zikrullah hâriç.”, “Dünya mel’undur, içindekiler de mel’undur; Allah’ın rızâsı için yapılanlar hâriç.” 4967
“Kim akşamdan temizlik üzere (abdestli olarak) zikredip uyursa (uyku bastırıncaya kadar Allah’ı zikrederse) ve geceleyin de uyanıp Allah’tan dünya veya âhiret hayırlarından bir şey isterse, Allah Teâlâ, istediğini mutlaka ona verir.” 4968
“Allah’ın, yollarda dolaşıp zikredenleri araştıran melekleri vardır. Allah Teâlâ’yı zikreden bir cemaate rastlarlarsa, birbirlerini ‘aradığınıza gelin’ diye çağırırlar. (Hepsi gelip) onları kanatlarıyla kuşatarak dünya semâsına kadar arayı doldururlar. Allah, -onları en iyi bilen
4960] Buhârî, Deavât 66; Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn 211, hadis no: 779
4961] Tirmizî, Zühd, 62
4962] Müslim, Zikir 25, 30, hadis no: 2689, 2700, 4/2069; Tirmizî, Deavât 7, hadis no: 3375
4963] Ebû Dâvud, Edeb 31, 107, hadis no: 4856, 5059; Tirmizî, Deavât 8, hadis no: 3377
4964] Tirmizî, Deavât 8, hadis no: 3377
4965] Müslim, Zekât 53, hadis no: 1006
4966] Tirmizî, Zühd 14, hadis no: 2323; İbn Mâce, Zühd 3, hadis no: 4112
4967] K. Sitte Terc. 7/238-239
4968] Ebû Dâvud, Edeb 105, hadis no: 5042; Tirmizî, Deavât 100, hadis no: 3525
- 1006 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olduğu halde- meleklere sorar: ‘Kullarım ne diyorlar?’ ‘Seni tesbih ediyorlar, Sana tekbir okuyorlar, Sana tahmîd (el-hamdü lillâh) okuyorlar. Sana ta’zim (temcid) ediyorlar’ derler. Rab Teâlâ sormaya devam eder: ‘Onlar Beni gördüler mi?’ ‘Hayır!’ derler. ‘Ya görselerdi ne yaparlardı?’ ‘Eğer Seni görselerdi ibâdette çok daha ileri giderler; çok daha fazla ta’zim, çok daha fazla tesbihde bulunurlardı’ derler. Allah tekrar sorar: ‘Onlar ne istiyorlar?’ ‘Senden cennet istiyorlar.’ ‘Cenneti gördüler mi?’ der. ‘Hayır, Ey Rabbimiz!’ derler. ‘Ya görselerdi ne yaparlardı?’ der. ‘Eğer görselerdi, derler, ‘cennet için daha çok hırs gösterirler, onu daha ısrarla isterler, ona daha çok rağbet gösterirlerdi.’ Allah Teâlâ sormaya devam eder: ‘Neden istiâze ediyorlar (sığınıyorlar)?’ ‘Cehennemden istiâze ediyorlar’ derler. ‘Onu gördüler mi?’ der. ‘Hayır, Rabbimiz, görmediler!’ derler. ‘Ya görselerdi ne yaparlardı?’ der. ‘Eğer cehennemi görselerdi ondan daha şiddetli kaçarlar, daha şiddetli korkarlardı’ derler. Bunun üzerine Rab Teâlâ şunu söyler: ‘Sizi şâhid kılıyorum, onları affettim!” Rasûlullah (s.a.s.) sözüne devamla şunu anlattı: “Onlardan bir melek der ki: ‘Bunların arasında falanca günahkâr kul da var. Bu onlardan değil. O başka bir maksatla uğramıştı, oturuverdi.’ Allah Teâlâ; ‘Onu da affettim, onlar öyle bir cemaat ki, onlarla oturanlar da onlar sâyesinde bedbaht olmazlar’ buyurur.” 4969
“Allah’ı zikreden bir cemaatle sabah namazı vaktinden güneş doğuncaya kadar birlikte oturmam, bana İsmâil’in oğullarından dört tanesini âzâd etmemden daha sevimli gelir. Allah’ı zikreden bir cemaatle ikindi namazı vaktinden güneş batışına kadar oturmam dört kişi âzâd etmemden daha sevimli gelir.”4970 (Burada, Allah’ı zikirden maksat, her çeşit zikir olabilir: Kur’an tilâveti, tesbih, tehlil, tahmid, salevât, ilimle meşgul olmak, tefsir, hadis gibi şer’î ilimlerin öğrenilmesidir. 4971
“Abdest imanın yarısıdır. Elhamdü lillâh mizanı (amel terazisini) doldurur; sübhânallahi ve’lhamdü lillâh arz ve semâ arasını doldurur. Namaz nurdur; sadaka burhandır; sabır ziyâdır; Kur’an ise, lehine veya aleyhine bir hüccettir. Herkes sabahleyin kalkar, nefsini (Allah’a veya şeytana) satar; kimisi kurtarır, kimisi de helâk eder.”4972 Hadisin Tirmizî’de gelen başka bir vechi şöyledir: “Tesbih mîzânın yarısıdır; elhamdü lillâh mîzan doldurur; tekbir ise gökle yer arasını doldurur. Oruç sabrın yarısıdır; temizlik imanın yarısıdır.”
Hz. Ali anlatıyor: “Fâtıma’nın, değirmen kullanmaktan elleri yara oldu, kırba ile su taşımaktan da omuzları incinmişti. Peygamber’e hizmetçi getirilmişti. Ben Fâtıma’ya dedim ki: “Babana gidip O’ndan bir hizmetçi ister misin?” O da babası Rasûlullah’ın yanına gitti. O, yanındaki bazı adamlarla konuşuyordu. Fâtıma da (bir şey söylemeden) geri döndü. Ertesi gün Rasûlullah Fâtıma’ya gelerek: “Kızım, ihtiyacın ne idi?” diye sordu. Fâtıma sükût edip cevap vermedi. Ben araya girip: “Ben anlatayım Ey Allah’ın Rasûlü!” dedim ve açıkladım: “Fâtıma’nın değirmen kullanmaktan elleri yara oldu, kırba ile su taşımaktan da omuzları incindi. Köleler gelince ben kendisine, size uğramasını, sizden bir hizmetçi istemesini ve böylece biraz rahata kavuşmasını söyledim. Bu açıklamam üzerine Rasûlullah: “Ey Fâtıma, Allah’tan kork! Allah’a olan farzlarını edâ et, âilenin işlerini yap. Yatağına girince otuz üç kere sübhânellah, otuz üç kere elhamdü lillâh, otuzdört kere Allahu ekber de; Böylece hepsi yüz yapar. Bu zikir, senin için hizmetçiden daha hayırlıdır.” buyurdular. Fâtıma (r.a.): “Allah’tan ve Allah’ın rasûlünden râzıyım” dedi. Rasûlullah ona
4969] Buhârî, Deavât 66; Müslim, Zikr 25, hadis no: 2689; Tirmizî, Deavât 140, hadis no: 3595
4970] Ebû Dâvud, İlm 13, hadis no: 3667
4971] K. Sitte, c. 6, s. 520
4972] Müslim, Tahâret 1, hadis no: 223; Tirmizî, Deavât 91, hadis no: 3512; Nesâî, Zekât 1
ZİKİR
- 1007 -
hizmetçi vermedi.”4973 (Hadisin bazı vecihlerinde, Rasûlullah, “Suffe ashâbı ihtiyaç içerisinde kıvranırken ben size hizmetçi veremem” şeklinde cevap vermiş, “fazla köle olsa satıp parasıyla Suffe ashâbının bazı ihtiyaçlarını karşılamaya çalışacağını” belirtmiştir. Bazı rivâyetlerde: “Bedir yetimleri (ihtiyaçta) sizi geçti”, bir başka rivâyette: “Ey Fâtıma sabret! Kadınların en hayırlısı, âilesine faydalı olandır.” buyurmuştur.
“Namaz, oruç ve zikir; Allah yolunda infak (harcama) üzerine yedi yüz misli katlanır.”4974 (Bu hadisin izahı sadedinde İbn Kayyim, zikir ile cihad ilişkisi konusunda üç mertebe olduğunu ifade ederek, hem zikir ve hem cihadın birlikte yapılmasının en üst mertebe olduğunu belirtir. Âyetten delil getirir: “Ey iman edenler, düşman bir grupla karşılaştınızmı sebat edin ve Allah’ı çok zikredin ki başarıya erişesiniz.”4975 “İkinci mertebe, cihad etmeksizin zikretmek. Bu, önceki mertebeden düşüktür. Üçüncü mertebe ise, zikretmeden cihad etmek; Bu her ikisinden de düşüktür. Çünkü cihad, zikir sebebiyle konulmuştur. Cihaddan maksat, Allah’ın zikri ve ibâdetin sadece O’na yapılması, O’nun bir bilinmesi, O’nun zikri, sadece O’nun ma’bud kılınmasıdır. Zikir, mahlûkatın yaratıldığı gâyeyi teşkil etmektedir” der. 4976
“Yedi sınıf insan vardır ki Allah onları kendi (arş’ının) gölgesinden başka hiçbir gölge bulunmayan (kıyâmet) gün(ün)de (arş’ının) gölgesinde gölgelendirecektir. (Bunlar:) Âdil imam (yönetici), Allah’a ibâdet ede ede yetişen genç, kalbi mescidlere bağlı olan kimse, Allah için sevişen, O’nun için bir yere gelen; O’nun için birbirinden ayrılan iki kimse, kendisini mevkî sahibi ve güzel bir kadın (fenâlığa) dâvet ettiği halde: ‘Ben Allah’tan korkarım’ diyen adam, sol elinin verdiğini sağ eli duymayacak derecede gizli sadaka veren kimse ve tenha bir yerde Allah’ı zikrederek gözleri boşanan kimsedir.” 4977
“Size amellerinizin en iyisini, Rabbinizin huzurunda en temizini ve derecelerinizde en yükseğini, altın ve gümüş infak etmekten daha hayırlısını, düşmanla karşı karşıya gelip siz onların, onlar sizin boyunlarınızı vurmaktan daha iyisini söyleyeyim mi?” buyurdu. ‘Evet’ dediler. “Allah’ı zikir” dedi. 4978
“Cennet bahçelerini gördüğünüz zaman orada otlayınız.” ‘Cennet bahçeleri nedir?’ diye soruldu. “Zikir halkalarıdır.” buyurdu. 4979
Muaz bin Cebel, Allah’ın Rasûlünden duyduğu son sözün şu olduğunu anlatıyor: ‘Allah’a hangi amel daha hoş gelir?’ dedim. “Dilin, Allah’ı zikirle ıslanmış olarak ölmen” buyurdu. 4980
“Her şeyin bir cilâsı vardır; kalplerin cilâsı da Allah’ı zikretmektir. İnsanı Allah’ın azâbından en çok koruyacak şey, ancak zikrullahtır.” ‘Allah yolunda cihad da mı (zikirden hayırlı) değil?’ dediler. “Hayır, kesilinceye kadar vuruşsa dahi” dedi. 4981
Hz. Muaz bin Cebel (r.a.) anlatıyor: “Kul, kendini Allah’ın azâbından
4973] Buhârî, Fedâilu’l-Ashâb 9, Humus 6, Nafakaat 6, 7, Deavât 11; Müslim, 80 hadis no: 2727; Tirmizî, Deavât 24, hadis no: 3405; Ebû Dâvud, Harâc 20, hadis no: 2988, 2989, Edeb 109, hadis no: 5062-5063
4974] Ebû Dâvud, Cihad 14, hadis no: 2498
4975] 8/Enfâl, 45
4976] K. Sitte, 13/251
4977] Müslim, Zekât 91, hadis no: 1031
4978] Tirmizî, Deavât 6
4979] Tirmizî, Deavât 83; Ahmed bin Hanbel, 3/150
4980] et-Terğîb 2/395, Taberânî’den
4981] Buhârî, Deavât 5
- 1008 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kurtarmada zikrullahtan daha etkili bir ameli işlememiştir.” 4982
Bazı Fazîletli Zikir Sözleri: Ebû Mûsâ (r.a.) anlatıyor: Bir seferde Peygamber (s.a.s.) ile beraberdik. Cemaat, yüksek sesle tekbir almaya başladılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Kendinize acıyın; siz ne sağıra duâ ediyorsunuz; ne de bir gâibe! Muhakkak siz işiten yakın bir zâta duâ ediyorsunuz ki, o sizinle beraberdir.” Ebû Mûsâ: “Ben onun arkasındaydım ve ‘lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (güç ve kuvvet ancak Allah’a mahsustur’ diyordum. Bunun üzerine de: “Ey Abdullah bin Kays! Sana cennet definelerinden bir define göstereyim mi?” dedi. Ben: “Hay hay yâ Rasûlallah!” dedim. ‘Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (güç ve kuvvet ancak Allah’a mahsustur’ de!” buyurdu. 4983
“Allah’ın doksan dokuz ismi vardır. Onları kim ezberlerse cennete girer. Allah tektir, teki sever.”4984 Diğer rivâyet şöyledir: “Gerçekten Allah’ın doksan dokuz ismi vardır. Bir müstesnâ yüz isim! Bunları kim sayarsa cennete girer.” 4985
“Sübhânallahi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illâllahu vallahu ekber’ demem, benim için güneşin üzerine doğduğu her şeyden daha sevgilidir.” 4986
“Bir kimse günde yüz defa, ‘Lâ ilâhe illâllahu vahdehû lâ şerîke leh, lehu’l-mülkü ve lehu’l-hamdu ve hüve alâ külli şey’in kadîr (Allah’tan başka ilâh yoktur. O’nun şerîki/ortağı yoktur; mülk O’nundur, hamd de O’na mahsustur. Hem O her şeye kaadirdir)’ derse, o kimse için on köle (âzât etme) dengi sevap olur. Ve kendisine yüz hasene yazılır; yüz günahı da silinir. O gün, akşamlayıncaya kadar şeytandan muhâfaza olur. Onun yaptığından daha faziletli bir işi kimse yapamaz. Meğer ki, onun yaptığından fazla yapsın. Ve bir kimse günde yüz kere ‘Sübhânallahi ve bihamdihî (Allah’ı hamdiyle birlikte tenzih ederim)’ derse; günahları denizin köpüğü kadar bile olsa sâkıt olur.” 4987
“İki kelime vardır ki, dile hafif, mîzanda ağır, Allah’a makbuldürler. (Bunlar:) ‘Sübhânallahi ve bihamdihî, sübhânallahi’l-azîm (Allah’ı hamdiyle birlikte tenzih ederim. Yüce Allah’ı tenzih ederim)’ (kelimeleridir).” 4988
“Sübhânallahi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illâllahu vallahu ekber (Allah’ı tenzih ederim, hamd Allah’a mahsustur ve Allah’tan başka ilâh yoktur. Allah her şeyden büyüktür)’ demem, benim için, üzerine güneş doğan her şeyden daha makbuldür.” 4989
Mus’ab bin Sa’d (r.a.) anlatıyor: Bana babam rivâyet etti. (Dedi ki: ‘Rasûlullah (s.a.s.)’ın yanındaydık. “Biriniz her gün bin sevap kazanmaktan âciz midir?” diye sordu: “Yüz kere tesbih eder (Sübhânallah der) ve kendisine bin sevap yazılır. Yahut üzerinden bin günah indirilir” buyurdu. 4990
Muhâcirlerin fakirleri Rasûlullah’a (s.a.s.) gelerek: ‘Varlık sahipleri yüksek
4982] İmam Mâlik, Muvattâ, Kur’an 24, hadis no: 1, 211; Tirmizî, Deavât 6, hadis no: 3374; İbn Mâce, Edeb 53, hadis no: 3790
4983] Müslim, Zikir 44, hadis no: 2704
4984] Müslim, Zikir 5, hadis no: 2677
4985] Müslim, Zikir 6, hadis no: 2677
4986] Müslim, Zikir 10
4987] Müslim, Zikir, 28, hadis no: 2691
4988] Müslim, Zikir 31, hadis no: 2694
4989] Müslim, Zikir 32, hadis no: 2695
4990] Müslim, Zikir 37, hadis no: 2698; Buhârî Deavât, Bed’ul-Halk; Tirmizî Deavât; İbn Mâce, Sevâbu’t-Tesbîh
ZİKİR
- 1009 -
dereceleri ve devamlı nimetleri alıp gittiler’ demişlerdi. Rasûlullah (s.a.s.): “Neymiş o” diye sordu. Muhâcirler: ‘(Ne olacak,) Onlar da bizim kıldığımız gibi namaz kılıyor; bizim tuttuğumuz gibi oruç tutuyor. (Ama,) Onlar sadaka veriyor, biz veremiyoruz; onlar köle âzâd ediyor, biz edemiyoruz’ dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.): “Ben size bir şey öğreteyim mi? Onunla sizi geçenlere yetişir; sizden sonrakileri de geçersiniz. Hem hiçbir kimse sizden daha fazîletli olamaz; meğer ki sizin yaptığınız gibi yapmış olsun!” buyurdu. Muhâcirler: ‘Hay hay yâ Rasûlallah!’ dediler. Rasûlullah: “Her namazdan sonra otuz üç kere tesbih (sübhânallah), tahmid (el-hamdu lillâh) ve tekbir (Allahu ekber zikri) edersiniz.” Bunun üzerine fakir muhâcirler Rasûlullah (s.a.s.)’a dönerek: ‘Mal, mülk sahibi din kardeşlerimiz bizim yaptığımızı işitmiş; bunun mislini onlar da yaptılar’ dediler. Rasûlullah: “(Ne yapalım,) Bu, Allah’ın bir fazl u keremidir; onu dilediğine verir” buyurdu. 4991
“Bir kimse her namazın sonunda Allah’a otuz üç defa tesbih, otuz üç defa hamd eder, otuz üç defa da tekbirde bulunursa, bunların toplamı doksan dokuz eder. Yüzün tamamında da: ‘Lâ ilâhe illâllahu vahdehû lâ şerîke leh, lehu’l-mülkü ve lehu’l-hamdu ve hüve alâ külli şey’in kadîr’ derse, günahları denizin köpüğü kadar bile olsa (yine) affolunur.” 4992
“Bir kimse, on defa ‘Lâ ilâhe illâllahu vahdehû lâ şerîke leh, lehu’l-mülkü ve lehu’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr (Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O’nun şerîki/ortağı yoktur. Mülk O’nundur. Hamd de O’na mahsustur. O her şeye kaadirdir)’ derse, İsmâil oğullarından dört kişi âzâd etmiş gibi olur.” 4993
“Ebu’d-Derdâ (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.s.) bir gün sordu: “Size amellerinizin en hayırlısını, sizin derecenizi en çok artıracak, Melîkiniz nezdinde en temiz, sizin için altın ve gümüş bağışlamanızdan daha hayırlı, sizin için düşmanınızla karşılaşıp onların boyunlarını vurmanızdan, onlar da sizin boyunlarınızı vurmalarından da hayırlı amelinizi haber vereyim mi?” “Bu nedir ey Allah’ın Rasûlü?” dediler. “Allah’ı zikretmektir!” buyurdu. 4994
Hz. Âişe: “Peygamber (s.a.s.) (zamanının) her ânında Allah’ı zikrederdi” dedi. 4995
İmam Mâlik’e ulaştığına göre, Hz. İsa İbn Meryem (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın zikri dışında çok kelâm etmeyin, kalpleriniz katılaşır. Çünkü katı kalp Allah’tan uzaktır, fakat bunu bilemezsiniz. Kendiniz efendiler imişcesine insanların günahlarına bakmayın, bilâkis kullar olarak kendi günahlarınıza bakınız. Çünkü insanlar(ın bir kısmı), belâya mâruzdur. Bir kısmı da âfiyete mazhardır. Belâ (imtihan) sahiplerine merhamet edin. Mazhar olduğunuz âfiyete de hamd edin.” 4996
“Cennet halkının tek bir hasreti vardır: O da hayatta Allah’ı zikretmeksizin geçirdikleri vakitlerdir.” 4997
“Her insan ölürken gayet susamış ve harâretli olarak ölür. Yalnız, hayatında Allah’ı zikir
4991] Müslim, Mesâcid, 142, hadis no: 595
4992] Müslim, Mesâcid, 146, hadis no: 597
4993] Müslim, Zikir 30, hadis no: 2693
4994] İmam Mâlik, Muvattâ, Kur’an 24
4995] Müslim, Hayz, 117, hadis no: 373
4996] İmam Mâlik, Muvattâ, Kelâm 8 (2, 986)
4997] Hadis-i şerif rivâyeti
- 1010 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ile ağzını ıslatanların son nefeslerinde harâretleri olmaz.” 4998
“Gâfiller arasındaki zikreden, kaçanlar arasında kahramanca harbeden gibidir.” 4999
Namaz ve Kur’an’dan Sonra En Faziletli Zikirler;
Tehlil, Tesbih, Tahmîd, Tekbir
Peygamberimiz en faziletli zikirleri şöyle belirtir: “Kelimelerin en güzeli dört tanedir: ‘Sübhânallah ve el-hamdü lillâh ve lâ ilâhe illâllah ve Allahu ekber.”5000 Bunlara, hadisteki sırasıyla; tesbih, tahmîd, tehlîl ve tekbir denilir.
Tehlil: Tehlil, “Lâ ilâhe illâllah (Allah’tan başka ilâh yoktur)” sözünü söylemek demektir. Bu kelime, bilindiği gibi “kelime-i tevhid” olarak da adlandırılır. Tevhid, İslâm’ın temelidir. Allah’tan başka hiçbir ilâhın olmadığı, hâkimiyet, üstünlük, yaratıcılık ve ilâhlığın ancak Allah’a ait olduğunu kalp ve dil ile söylemeye tehlil denir. Tevhid kelimesi, iki kısımdan meydana gelir. Birinci kısmı, “Lâ ilâhe illâllah”, ikincisi ise, “Muhammedün Rasûlullah (Muhammed Allah’ın rasûlü/elçisidir)”
Hz. Peygamberimiz, günde yüz defa tehlil’i okumayı/zikretmeyi tavsiye etmiş ve bunun, büyük sevapların kazanılmasına ve çeşitli günah ile zararların giderilmesine sebep olduğunu açıklamıştır.5001 Aslında buradaki yüz sayısı, çokluğa işarettir. İhlâsla bol miktarda tehlil okumanın faziletini ifade etmektedir. Yine bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur: “Zikrin en faziletlisi; ‘lâ ilâhe illâllah’, duânın en faziletlisi de ‘el-hamdü lillâh’tır.”5002 Başka bir hadiste de Rasûlullah (s.a.s.): “Lâ ilâhe illâllahu vallahu ekber ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh” demenin, çok sayıda günahların affedilmesine sebep olacağını söylemiştir. 5003
Ebû Süfyan’ın naklettiğine göre Rasûlullah (s.a.s.), Herakl’e mektup yazdığı zaman ona; “Gelin sizinle aramızda müsâvi, eşit olan bir kelimede birleşelim” demişti. Bu kelimenin, takvâ kelimesi olan “Lâ ilâhe illâllah” olduğu belirtilir. 5004
Bütün peygamberler, insanları tevhid inancına, Allah’a inanmaya ve yalnız O’na ibâdet etmeye çağırmışlardır. Peygamberlerin mücâdelesi, tevhid mücâdelesidir. Tehlil, bu tevhidi kalben, fikren ve zikren idrak etmek, yaşamak ve Allah’a yaklaşmaktır. 5005
Tesbih: Tesbih; Allah’ı O’na yakışmayan şeylerden tenzih etmek, uzak tutmaktır. Tesbih, bir anlamda, Allah’ı büyük tanıma, O’na noksan sıfatları yakıştırmama, “sübhânallah” demek ve O’na ibâdet etmektir. Bu, bir çeşit Allah’ı zikirdir. Bazı âlimlere göre tesbih, zikrin türlerinden biridir.
Tesbih; Allah’ı, kutsal yüceliğine lâyık olmayan kusur ve noksanlıklardan, insanların ilâhlar/tanrılar hakkında düşündükleri eksik sıfatlardan gerek inanç,
4998] Hadis-i şerif rivâyeti
4999] Hadis-i şerif rivâyeti
5000] Buhârî, Eymân 19
5001] Buhârî, Deavât 64; Tirmizî, Deavât 60
5002] İbn Mâce, Edeb 25; Tirmizî, Deavât 9
5003] Tirmizî, Deavât 58
5004] Buhârî, Eymân 19
5005] Nureddin Turgay, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 163
ZİKİR
- 1011 -
gerekse söz ve kalp ile tenzih etmektir, uzak tutmaktır. Allah Teâlâ yücedir, uludur, azimdir. Hiç bir şey O’nun benzeri ve dengi değildir. O en yüce sıfatlara sahiptir. İnsanların aklına gelebilecek bütün eksik ve noksan sıfatlardan, kusurlardan uzaktır. Allah hakkında, insanlara ait şeyler düşünülmez. O, bütün bunların dışındadır. İşte, Allah’ı mükemmel (en yüce) sıfatlarla düşünmek, O’nu noksan sıfatlardan tenzih etmek (uzak tutmak) tesbihtir.
Aynı kökten gelen “Sübhân” Allah’ın bir ismidir. Yani, çok tenzih edilen, Allah’a inanmayanların O’nun hakkında düşündüklerinden ve söylediklerinden, her türlü kusurdan uzak olan demektir. “Sübhânallah” cümlesi, Allah’ın bütün eksikliklerden uzak, ama yüce sıfatların sahibi olduğunu ifade eder. Allah’ın zatının temizliğini ve kutsallığını da anlatır. Bu cümle; hem bir zikir, hem Allah’tan yardım isteme, hem de bazen bir şeye hayret edildiği zaman kullanılan bir ifadedir.
Allah’ı tesbih etmeyi ifade eden âyetler Kur’an’da bir hayli fazladır. Kur’an, Allah’ı zikretmeyi ve tesbih etmeyi beraber anıyor. Bu durum her iki ibâdetin ortak yanları olduğunu gösterir. “Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin. Ve O’nu sabah akşam tesbih edin.”5006 Sabah ve akşam vakitleri zikir ve Allah’ı tesbih için en uygun zamanlardır. Ancak sabah-akşam ifadesi bütün günü kapsaması sebebiyle, âyet; Allah’ı her an zikredin, tesbih edin, bunu devamlı yapın anlamına da gelir. “Şu halde onların söylediklerine karşı sabırlı ol, Güneşin doğuşundan önce ve batışından önce Rabbini hamd ile tesbih et. Gecenin bir bölümünde ve gündüzün uçlarında da tesbihte bulun ki hoşnut olabilesin.”5007; “Sen Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol.” 5008
Kur’an’ın haber verdiğine göre yerde ve gökte olan bütün yaratıklar Allah’a tesbihte bulunurlar. Kur’an bunu bazen geçmiş zaman kipiyle ‘tesbih etti’ şeklinde, bazen şimdiki zaman kipiyle ‘tesbih eder-ediyor’ şeklinde vermektedir. Bu, varlıkların geçmişte ve şimdi sürekli tesbih ile meşgul olduklarını gösteren bir gerçektir. 5009
Canlı veya cansız varlıkların nasıl tesbih ettiklerini bilmiyoruz. Bu konuda birçok açıklama yapılmıştır; ama doğrusu onların tesbihlerinin nasıl olduğunu anlamak hem zor, hem de bunu anlama diye bir görevimiz yoktur. Bize düşen, bütün varlıkların ister istemez Allah’a teslim olup O’nu tesbih ettiklerini bilmek ve böyle bir gerçeğe şüphe duymadan inanmaktr. Bunu kabul ettikten sonra, onlar gibi bu yüce zikre katılmak, onlarla beraber Allah’a tesbihte bulunmaktır. Tıpkı Dâvud (a.s.) ile birlikte tesbih etsinler diye boyun eğdirilen dağlar gibi.5010 “Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar, O’nu tesbih ederler. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur, ama siz onların tesbihlerini anlayamazsınız. O Halim’dir, bağışlayandır.”5011 Onların tesbihlerini anlayamacağımıza göre, bu konudaki gayret boş bir çabadır. Burada önemli olan, evrendeki bu imana katılmak, bu koro ile beraber, âlemlerin Rabbini, O’nun lâyık olduğu gibi zikretmek/anmaktır.
5006] 33/Ahzâb, 41-42; 3/Âl-i İmrân, 41
5007] 20/Tâhâ, 130; Ayrıca bk. 40/Mü’min, 55; 50/Kaf, 39
5008] 15/Hıcr, 98; Ayrıca bk. 25/Furkan, 58; 52/Tûr, 48; 56/Vâkıa, 74, 96; 87/A’lâ, 1; 110/Nasr, 3
5009] 57/Hadid/1; 59/Haşr, 1, 24; 61/Saff, 1; 24/Nûr, 41; 62/Cuma, 1 vd.
5010] 21/Enbiyâ, 79; 38/Sâd, 18
5011] 17/İsrâ, 44
- 1012 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Allah’ın Sübhân Oluşu: Allah (c.c.) aynı zamanda “Sübhân”dır. Bütün yaratıklar, canlı ve cansız her şey, insanların bütün hücreleri, bazı insanların dilleri, sürekli Allah’ı tesbih ederler. O, bu anlamda çok çok tesbih edilendir. O, kendisi hakkında düşünülen bütün noksan sıfatlardan uzaktır. O, kendi dışındaki her şeyden münezzehtir (tenzih edilmiştir). Kur’an, Allah’ın “sübhân” olduğunu sık sık vurgulamaktadır. “Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah’ın dışında ilâhlar olsaydı, hiç tartışmasız, ikisi de bozulup gitmişti. Arşın sahibi Allah, Sübhan’dır; onların nitelendirdikleri şeyden uzaktır.”5012; “Üstünlük ve güç (izzet) sahibi Allah, sübhândır, onların nitelendirmekte olduklarından yücedir.” 5013
Melekler, zaman zaman Allah’ın ‘Sübhan’ olduğunu söylerler.5014 Mü’minler de inkârcıların Allah hakkında düşündükleri yanlış şeylere cevap verirken, Allah’ın onların nitelemelerinden çok uzak olduğunu dile getirirler, Allah’a “Sen Sübhânsın” derler. 5015
Namaz ve Tesbih İbâdeti: Mü’minler ‘tekbir’le namaza girdikten sonra, önce “Sübhâneke” duâsını okurlar. Namazın hemen başında Allah’ın bütün noksan sıfatlardan uzak olduğunu, müşriklerin nitelemelerinden yüce olduğunu dile getirirler. Bu imanla namaza başlarlar, namazı, yalnızca, bu tesbih ettikleri Allah (c.c.) için kıldıklarını ortaya koyarlar. Mü’minler rükûda iken “Sübhâne rabbiye’l-azîm (Yüce olan Rabbimi tesbih ederim)”, secdelerde ise sürekli “Sübhâne Rabbiye’l-a’lâ (Ulu olan Rabbimi tesbih ederim)” derler.
“Bir adam Peygamberimize gelerek, ‘Ey Allah’ın Rasûlü, ben Kur’an’dan bir sey seçip alamıyorum. Bana yetecek bir şey öğretir misin?’ dedi. Peygamberimiz buyurdu ki, şöyle de: “Sübhane’llahi ve’l hamdüli’llahi ve lâ ilâhe ilallahu va’llahü ekber, ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah.(Allah’ım Seni tesbih ederim, hamdler Sana aittir. Senden başka ilâh yoktur. Allah en büyüktür, bütün güç ve kuvvet Allah’ındır).” 5016
Peygamberimiz yine buyuruyor ki: “İki kelime vardır; bunlar dilde hafif, terazide (mizanda) ağır, Rahman’ın yanında da sevimlidirler (Bunlar): ‘Sübhanallahi ve bihamdihî (Allah’ım seni hamdinle tesbih ederim), Sübhanallahi’l azîm (Yüce Allah’ım Seni tesbih ederim)’ sözleridir.” 5017
Peygamberimiz, başka birçok hadisinde, tesbih’te bulunmanın, tevhid kelimesini söyleminin ve istiğfarda bulunmanın önemine ve sevaplarının çok olacağına işaret buyuruyor. Her bir rükünde ve rekâtında bol bol tesbih yapılarak kılınan namaza ‘Tesbih namazı’ denilir.
Namazdan sonra otuz üç defa ‘sübhanallah’, otuz üç defa ‘el-hamdülillâh’, otuz üç defa da ‘Allahü ekber’ demek, zenginlerin fakirlere sadaka verip yardım etmeleri gibi sevabı çok olan zikirlerdir. Bunlar ‘Sübhanallah’ ile başladıkları için
5012] 21/Enbiyâ, 22
5013] 37/Sâffât, 180; Ayrıca bk. 12/Yûsuf, 108; 17/İsrâ, 1, 93, 108; 27/Neml, 8; 28/Kasas, 68; 43/Zuhruf, 13; 68/Kalem, 29
5014] 2/Bakara, 32
5015] 3/Âl-i İmrân, 191; 5/Mâide, 116; 21/Enbiyâ, 87; 4/Nisâ, 171; 10/Yûnus, 18; 16/Nahl, 57; 30/Rûm, 40
5016] Ebû Dâvud, Salât 139, hadis no: 832, 1/221; Nesâî, İftitâh 32, 2/110
5017] Müslim, Zikir ve Duâ 10, hadis no: 2694, 4/2072; Buhârî, Deavât 65, 8/107, Eymân 19, 8/173; Tirmizî, Deavât 61, hadis no: 3467, 5/512
ZİKİR
- 1013 -
hepsine birden “tesbih duâsı” denmektedir.5018 Namazdan sonra, önemli zikir ifadeleri olan bu tesbihleri yapmak sünettir.5019 Türkçe’de ‘tesbih’ diye bilinen, otuz üçlü veya doksan dokuzlu taneler, aslında ‘tesbih âletidir. Halk ‘tesbih’ deyince bu tesbih âletini hatırlamaktadır. 5020
Tahmîd: Hamdetmeye, “el-hamdü lillâh” demeye “tahmîd” denilir. “Hamd”; bir nimetin veya güzelliğin kaynağı ve sahibi olan gücü, övgü ve yüceltme sözleriyle anmaktır. Bir başka deyişle ‘hamd’, isteğe bağlı bir iyiliğe veya onun başlangıç noktası olan bir yardıma karşı, gönül açıklığı ile o iyiliğin sahibine saygı ifade eden bir övgü sözüdür. Bunda hem nimet sahibini övmek, hem şükretmek, hem de yüceltme anlamı vardır. ‘Hamd’ kavramını Türkçe’de karşılayacak bir kelime bulunmamaktadır. Çünkü o yalnızca bir övme değil, methetme ile şükür arasında bir çeşit övme, özel bir methetmedir. Canlı veya cansız varlıklar da methedilebilir. Mesela, değerli bir elmas parçası veya güzel bir at övülebilir. Ama hiç bir zaman onlara hamd edilmez. ‘Hamd’, canlılara ve cansızlara istediği şekli ve değeri veren daha güçlü bir varlığa karşı yapılır.
Kur’an’ın birinci sûresi olan Fâtiha’nın ilk âyeti hamd olayının kime ait olduğunu net bir şekilde ortaya koymaktadır. “Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a aittir.’’5021 Buna göre hamd sahibi bellidir. İnsanlar kendi görüşlerinden hareket ederek başkalarına hamd edemezler. Kur’ân-ı Kerim bu gerçeği başka bir âyette şöyle dile getirmektedir: “Başlangıçta da sonda da hamd yalnızca Allah’a aittir.”5022 Hamd, eşi ve benzeri olmayan ilâhî rahmetin hakkıyla övülmesi, o rahmetin sahibinin hakkıyla yüceltilmesidir.
Bütün varlıklar Allah’a hamd içerisindedir. Ancak en olgun hamd inanan bir insan tarafından yerine getirilir. Çünkü mü’min bir insan, Peygamberinden öğrendiği gibi Allah’ı hakkıyla takdir eder, O’na nasıl hamd edileceğini bilir. Allah’ı ve O’nun Rabliğini anlayan samimi bir müslüman hamdi yalnızca Allah’a yapar. O her zaman ‘elhamdülillah’ diyerek Yaratıcıyı hakkıyla över ve yüceltir. “Hamd olsun Allah’a ki, gökleri ve yeri yarattı, karanlıkları ve nûru var etti. Yine inkârcılar, (başkalarını) Rablerine denk tutuyorlar.”5023 “Onların orada duası: ‘Allahım! Sen her türlü eksiklikten uzaksın’, birbirlerine sağlık temennileri; ‘selâm’, dualarını sonu da; ‘âlemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun’ sözleridir.5024 Bir hadiste şöyle buyuruluyor: “Hamd, şükrün başıdır. Allah’a hamdetmeyen O’na şükretmemiş olur.” 5025
Kur’an’dan anladığımıza göre mü’minler Allah’a üç şekilde şükredebilirler:
1- Dil ile şükür: Ni’met sahibini anmak, O’nu övmek, O’nun nimet sahibi olduğuna iman etmekle ve bunu Tevhid kelimesiyle ilân etmekle olur. Bu basit bir teşekkür ifadesi değil, dil ile ‘şehâdeti’ getirmek, dil ile doğru sözlü olmak, dil ile Kur’an’ı tasdik etmek, dil ile İslâm’ı anlatma, Kur’an okuma ve dil ile Allah’ı çokça zikretmek ve buna benzer dil ile ilgili kulluk görevlerini yapmakla yerine
5018] Ebû Dâvud, Harac ve İmâret, hadis no: 2987, 3/150; Ahmed bin Hanbel
5019] Müslim, Mesâcid 144; Tirmizî, Deavât 35; Nesâî, Sehv 91
5020] Hüseyin K. Ece, a.g.e. s. 697
5021] 1/Fâtiha, 2
5022] 28/Kasas, 70
5023] 6/En’âm, 1
5024] 10/ Yûnus, 10; Ayrıca bk. 7/A’râf, 43; 20/Tâhâ, 130; 28/Kasas, 70; 39/Zümer, 74
5025] Ebû Dâvud, Edeb 11; Tirmizî, Birr 35
- 1014 -
KUR’AN KAVRAMLARI
getirilir.
2- Kalp ile şükür; imanı kalbe yerleştirdikten sonra nimet sahibinin Allah olduğunu kalp ile tasdik etmek, vahy ile gelen şeyleri kabul etmek, yüreğe Allah’tan başka kimsenin gerçek anlamda korkusunu ve sevgisini koymamaktır.
3- Fiil (aksiyon-eylem) ile şükür; Bedenin organlarıyla nimet verene itaat etmek ve O’nun yüce emirlerini yerine getirmektir. Kısaca İslâm’ı her bakımdan yaşamaya çalışmaktır. Çünkü nimet vereni bilip O’nu övmek, bir anlamda O’ndan gelen her şeyi kabul etmektir.
Şüphesiz yalnızca dil ile ‘Allah’ım sana şükürler olsun’ demek şükür için yeterli olmaz. Fiil ile şükür, Allah’a hakkıyla kulluk yapmakla beraber, aynı zamanda Allah’ın verdiği nimetlerden Allah’ın diğer kullarını da faydalandırmaktır. Hayat bir nimettir. Hayatın devamını sağlayan her şey birer nimettir. Allah’ın zâtını idrâk etmek bir nimettir. İman ise bir insan için en büyük nimettir. Allah’ın bir kuluna iman nasip etmesi, ona olan nimetini tamamlaması demektir.
Şükrün başı Allah’ı bilmektir. Allah’ı Rab olarak bilen, O’nun nimet verdiğinin şuurunda olan bir kimse de O’nu sevmeye başlar. Allah’ı seven O’na ibâdet eder, O’na hiç bir şeyi şirk koşmayarak O’nun nimet verici olduğunu itiraf eder. Kul bu şuurla eşi ve benzeri olmayan bir Rabbin önünde kulluk yaptığının, bir büyük lezzetle ülfet ettiğinin farkında olur. Bu nedenle Tevhid, yani Allah’ı hakkıyla birlemek şükrün zirvesidir.
İnsan, kul olarak her zaman fakirdir, yani her açıdan Allah’a muhtaçtır. Çünkü O’ndan başka nimet veren yoktur. Hayatını sürdürebilmek için her zaman O’nun yarattığı nimetleri tatmak zorundadır. Kul bu nimetlerin karşılığını da ancak kullukla yerine getirebilir. İnsan, aynı zamanda hata ve günah içerisindedir. Günahkâr ise her an Rabbinin af ve mağfiretine muhtaçtır. Bu açıdan Allah (c.c.) kulları hakkında Rahmân, Rahim ve Ğafur’dur. Rahmân ve Rahim olan Allah kullarına nimet vererek ve ihsanda bulunarak merhamet etmektedir.
Kul daima Rabbinin verdiği nimetler ile nefsinin günahları arasındadır. Hasan-i Basrî diyor ki: “Ben nimet ile günah arasında sabahlıyorum. Bundan dolayı nimeti şükürle, günahı ise tevbe-istiğfar ile hatırlamak istiyorum.” 5026
Şükür ahlâkının Hz. Muhammed’in hayatında nasıl somutlaştığını aşağıdaki örnek güzel bir şekilde göstermektedir: “Rasûlullah (s.a.s.) geceleri kalkıp ayakları kabarıncaya kadar namaz kılardı. Kendisine; ‘Allah (c.c.) senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetti (niye kendini bu kadar yoruyorsun)?’ denildi. “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” cevabını verdi. 5027
Mü’minin hayatı sabır ile şükür anlayışı arasında geçmelidir. Allah’ın verdiği ni’metler sayılamayacak kadar çoktur. Bu ni’metlerin sahibine şükür, insanlık borcudur, yaratılışın gereğidir. Şükür borcu, iman ettikten sonra, bütün bir ömrü Allah’ın istediği gibi yaşamakla, nimet sahibinin rızâsı doğrultusunda yaşamakla yerine getirilir. 5028
5026] nak. Ibn Teymiyye, el-Câmiu’r Rasâil, 1/116
5027] Buhârî, Teheccüd 6, 2/63, Tefsir Fetih 1, 6/169, Rikak 19, 8/124; Müslim, Sıfatü’l-Münâfikîn 18, hadis no: 2819, 4/2181; Tirmizî, Salât 304, hadis no: 412, 2/268; Nesâî, Kıyâmu’l-Leyl 17, 3/178
5028] Hüseyin K. Ece, a.g.e. s. 247, 643
ZİKİR
- 1015 -
Tekbir: “Tekbir”, sözlükte, yüceltmek, büyük tanımak, ululamak demektir. Tekbir, bu anlamda Kur’an’da söyle geçmektedir:”Ve de ki: ‘Hamd (övgü), çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan ve düşkünlükten dolayı yardımcıya da (ihtiyacı) bulunmayan Allah’a aittir.’ Ve O’nu tekbir edebildikçe tekbir et (büyük tanı)” 5029
Şüphesiz âlemlerin Rabbi Allah (c.c.) her şeyden yücedir ve büyüktür. ‘Kibriyâ’ yani her türlü yücelik ve büyüklük O’nun Rabliğinin gereğidir. Mü’minler, iman ederek bu büyüklüğü tasdik ederler. Onlar Allah’ın büyüklüğü (kibriyâsı) karşısında istikbar etmezler, büyüklük taslayıp kibir göstermezler. Mü’minler, Allah’ın kendilerine hidâyet vermesinden dolayı Allah’ı ‘tekbir’ ederler, ‘Sen en büyüksün’ derler. Büyüklük (kibriyâ) kelimesi neyi ifade ediyorsa, büyüklükten ne kasdediliyorsa hepsinin Allah’a ait olduğunu ilân ederler. İşte ‘tekbir’, Allah’ın her şeyden üstün, ulu, azamet sahibi ve büyük olduğunu söylemenin adıdır.
‘Tekbir’ deyince elbette akla ‘tekbir cümlesi’ gelir. O da herkesin bildiği gibi ‘Allahü ekber’ cümlesidir. Bu da ‘Allah en büyüktür’ demektir. Bu söz, sıradan bir cümle değildir. Farklı ilâhlara inanan kimseler, tapındıkları ilâhları büyük bilirler. Birtakım zorbaların, diktatörlerin, tâğutların önünde secde edenler, ya da onlara severek itaat edenler; onları çok büyük, en büyük tanırlar. Kimileri kendilerine hükmeden güç odaklarını, iktidar seçkinlerini, devlet erkini en güçlü ve büyük zannederler.
Rabbimiz mü’minlere ‘Allahü ekber’i öğreterek, bütün bu büyüklük yanlışlığından onları kurtarmıştır. En yüce olan; eşi ve benzeri olmayan, her şeyi yoktan var eden, sonsuz güç sahibi, her an diri ve canlı olan, ezelî ve ebedî olan Allah’tır. ‘Allahü ekber’ bir iman ifadesidir. Bir din seçiminin sözle dile getirilmesi, bir kulluk bildirimidir. İnanan insan, bu cümleyi söyleyerek kimi büyük tanıdığını, kime ibâdet edeceğini ilân eder.
Mekke’de ilk inen âyetlerde şöyle bir ifadeyi görüyoruz: “Ey bürünüp örtünen! Kalk (ve) bundan böyle uyarıp korkut. Rabbini tekbir et (yücelt). Elbiseni de temizle…”5030 İslâm bu ilk mesajla, insanlara kimin ‘büyük’ tanınması gerektiğini haber veriyordu. Ya çıkarları olduğu için, ya korktukları için, ya da baba mirası olduğu için yalancı ilâhları ‘ekber’ tanıyan insanlara bundan güzel bir mesaj olamazdı. Bu ilân/duyuru karşısında, ‘büyüklüğü’ başka şeye veren insanların sarsılmaması mümkün değildi. ‘Allahü ekber’ yüce bir gerçeği haykırıyordu ve işitenleri ürpertiyordu.
İbâdetlerde Tekbir: Bilindiği gibi müslümanların şiarı (özel sembolü) sayılan Ezanın ilk sözleri ‘Allahü ekber’dir. Mü’minler her ezan okuyuşta, bu gerçeği; işiten kulaklara, hisseden yüreklere, bütün canlılara ve ufka kadar bütün yeryüzüne ulaştırırlar, haber verirler. İnsanın dışındaki bütün yaratıklar Allah’ın büyüklüğünü zaten bilirler. Ancak hevâsını ve başka yalancı güçleri tanrı edinen kimileri bu gerçeğe yüreklerini kapatırlar. Okunan ezanlar bu kapalı yürekleri ölümsüz gerçeğe açma çağrısıdır, çabasıdır.
Mü’minler namaza da ‘tekbir’ ile, ‘Allahü ekber’ diyerek başlarlar. Böylece insan, gönlüne girebilecek bütün sevgileri, bütün yücelikleri, bütün değerli sanılan şeyleri bir tarafa atıp hepsini elinin tersiyle arkaya fırlatır ve öylece büyük
5029] 17/İsrâ, 111
5030] 74/Müdessir, 1-4
- 1016 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olan, en büyük olan Rabbinin huzuruna kul olmanın bilinciyle ve teslimiyetiyle durur. ‘Allahü ekber’ sözü, kulun Allah’ı tasdik etmesinin, O’na teslim olmasının, O’na karşı kul olduğunun bilincine varmasının açıkça gösterilmesidir. Tekbir, başkalarının inandığı bütün büyüklük (istikbar/kibriyâ) anlayışlarının reddedilmesidir.
Namazın rükünlerinin her birinin arasında da ‘Allahü ekber’ denilir. Böylece bu muazzam gerçek sık sık vurgulanır. Bu vurgu mü’min tarafından öncelikli olarak kendi nefsine karşı yapılır ki, nefis elindeki imkânlarla büyüklük duygusuna kapılmasın. Sonra da başkalarına duyurulur. Bayram günlerinde, hac zamanı söylenilen ‘teşrik tekbirleri’ de biraz daha uzun cümlelerle aynı şeyi ifade etmektedir. Her namazın sonunda yapılması tavsiye edilen ‘tesbih’ duâlarında da otuz üç defa ‘Allahü ekber’ denilir. Bu ve diğerleri, Allah’ı en yüce ve büyük bilmenin farklı şekillerde beyan edilmesidir. Mü’min böylece imanını kuvvetlendirir, insanları bu yüceliğe dâvet eder.
Allah’ın dışında herhangi bir varlığa ‘en büyük’ diye hitap etmek şüphesiz İslâm’ın ölçüleriyle bağdaşmaz. Bu niteleme ister sevgiden isterse korkudan kaynaklansın, farketmez. En büyük olma sıfatı; nitelik, nicelik, makam, güç ve kudret kaynağı olarak Allah’a aittir. Mecâzen de olsa bir başkasına, ‘falanca kişi veya şey en büyük, başka büyük yok’ demek İslâm inancına terstir. Hiç bir makam, hiç bir güç, hiç bir sevgi ve korku Allah’a ait olanla yanyana düşünülemez. Bir şeyi Tanrı gibi görenler, ya da Allah’a ait bir sıfatı yaratılmışlara verenler, iman iddialarına rağmen şirke düşerler. 5031
Zikrin Zıddı; Unutma ve Gaflet
Zikir ve Unutma: Kişi, sevdiğini unutmaz. Gerçekten seven kimse, sevdiğini gönlüne yerleştirir, onun ismi ağzından düşmez, nereye gitse, o sevgi ve hatırlama, kendisini terk etmez. Mü’min için Allah’ı zikir, Allah sevgisinin olmazsa olmaz göstergelerinden biridir. İster tekbir, ister tevhid, ister tesbih, ister hamd, isterse Allah’ın isimlerini, başta “Allah” lafzı olmak üzere zikretmek, hatırlamak, tekrar etmek insan için çok önemlidir ki, din ısrarla bunu tavsiye eder: “Ey iman edenler, Allah’ı çokça zikredin.”5032 Allah’ı çokça hatırlayıp O’nun ismini tekrar tekrar dillendirmek, gönül ve zihne devamlı yerleştirmek, insan için hayatî önem taşır. Zikir, huzur için, stres ve bunalımlardan kurtulmak için de önemlidir: “Dikkat edin, kalpler ancak Allah’ın zikriyle tatmin olur.”5033 buyrulmuştur. Zikrin unutmaya karşı da ilaç olduğunu hatırlatmak yerinde olur: “Unuttuğun zaman Allah’ı zikret!” 5034
İnsan, unutkan bir varlıktır. “Hâfıza-i beşer, nisyân ile ma’lûldür.” Yani, beşerin belleği, unutma zaafı ile hastadır, ârızalıdır. Arapların atasözü halinde söylediği bir söz de bunu pekiştirir: “Evvelü’n-nâsî evvelü’n-nâsi” anlamı: “İnsanların ilk unutanı, ilk insandır.” Kur’an, bu gerçeği şöyle ifade eder: “Andolsun Biz, daha önce Âdem'e ahit (emir ve vahiy) vermiştik. Ne var ki, o, (ahdi) unuttu. Onda azim de bulamadık.”5035 Unutkanlık, ilk insanda ortaya çıkmış, son insana kadar da bu özellik kendini gösterecektir.
5031] 2/Bakara, 165; 17/İsrâ, 111; Hüseyin K. Ece, a.g.e. s. 693-695
5032] 33/Ahzâb, 41
5033] 13/Ra’d, 28
5034] 18/Kehf, 24
5035] 20/Tâhâ, 115
ZİKİR
- 1017 -
“Unutma” zaafıyla yaratılan insana “hatırlatma” yapılmalıdır. Allah, vahiy ve peygamberler aracılığıyla insana hakikatleri hatırlatmaktadır. Kur’an’ın bir ismi de o yüzden ‘hatırlatan’ anlamında “Zikr”dir.5036 Kur’an’ın bir hatırlatma ve öğüt olduğu “tezkira” ve “zikrâ” kelimeleriyle de belirtilir. Kur’an’da namaz da “zikir” olarak ifade edilir ve Allah, “Beni zikir için namaz kıl” 5037 buyurur. İnsanlara Kur’an’la gerçekleri hatırlatıp, O’nunla öğüt vermek gerekir: “...Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur’an’la hatırlat/öğüt ver.”5038 Hatırlatma ve öğüt, mü’minlere fayda verecektir: “Sen yine de hatırlat/öğüt ver. Çünkü hatırlatma/öğüt, mü’minlere faydalıdır.”5039 Peygamber de, ancak hatırlatıcıdır: “(Rasûlüm,) hatırlat/öğüt ver. Çünkü sen ancak hatırlatıcısın/öğüt vericisin.” 5040 Mü’minler de birbirlerine ve diğer insanlara, hatırlatmalarda bulunmalı, Allah’ı, âhireti unutanlara hatırlatmalı, hatırlatmalı, hatırlatmalıdır.5041 İşte bu tekrar tekrar hatırla(t)malar zikirdir.
Zikir ve Gaflet: “Gaflet” kelimesi, sözlükte, terk etmek, önemsememek; dikkatsizlik, dalgınlık ve ihmal gibi anlamlara gelir. Kavram mânâsıyla ‘gaflet’; bir şeyin gerekliliği ortada iken bunun idrâk edilmemesi, ya da yeterince dikkatli ve uyanık hareket edilmediği için insana gelen yanılgı durumudur. Gaflet kelimesi Türkçe’ye unutma veya yanılma şeklinde çevrilmektedir. ‘Gaflet’, bu iki mânâyı da taşımakla birlikte, bunlardan daha farklı anlamı vardır.
‘Nisyan’ da unutma anlamına gelir. Ancak bir şeyi bilmeden terketmek ‘nisyan’; bile bile terk etmek ise ‘gaflet’tir. Gaflet kavramının anlam sahası içerisinde, bir gerçek ortada iken, ondan bile bile habersiz olmak, ona karşı unutkan bir tavır takınmak, ya da ona karşı kulağı, gözü, anlayışı kapalı tutmak vardır.
Kur’an’da Gaflet Kavramı: ‘Gaflet’ kelimesi Kur’an’da, aynı zamanda habersiz olma anlamında da kullanılmaktadır. 5042
Gaflet içinde olanlara, bir şeyi bile bile unutanlara ‘gâfil’ denir. Kur’an, Allah’ın âyetlerini anlamayıp, onlara sırt dönenlere, hak dâvet karşısında unutkan bir tavır takınanlara ve aldırmayanlara ‘gâfil’ demekte ve onları kınamaktadır. “...Kalpleri vardır bununla kavrayıp anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha da aşağıdırlar. İşte bunlar gâfil olanların ta kendileridir.” 5043
Kalp, Hakk’ı anlayıp kavrayacak, göz Hakk’ı ve ona ait işaretleri görecek, kulak ise Hakk’tan gelen dâveti duyacak şekilde yaratılmıştır. Bunları yerli yerinde kullanmayıp, Hakk’tan habersiz olanlar, habersiz gibiymiş gibi davrananlar, gâfillerdir. Allah (c.c.) mü’minlere ‘gâfillerden olmayın’ diye tenbih ediyor.5044 Bu anlamda gâfil olmak, inkârcılara, kâfirlere ait bir sıfattır. Allah’ın âyetlerinin ve dâvetinin değerini ancak inkârcılar idrâk edemez; bu dâvetin gereğini
5036] 15/Hıcr, 9
5037] 20/Tâhâ, 14
5038] 50/Kaf, 45
5039] 51/Zâriyât, 55
5040] 88/Ğâşiye, 21
5041] Geniş bilgi için bkz. Ahmed Kalkan, Kur’ân Kavramları, Nisyan Kavramı
5042] bk. 12/Yûsuf, 3; 50/Kâf, 22
5043] 7/A’râf, 179
5044] 7/A’râf, 205
- 1018 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yapmayanların düşecekleri durumu ancak gaflet içinde olanlar anlamazlar.
Bu bakımdan gâfil olanlar Cehennem’e gideceklerdir.5045 Dünyada iken Allah’ın âyetlerinden, âhirette olacaklardan gaflet içinde olanlar, öldükten sonra âhiret gerçeği ile yüz yüze gelince yaptıklarından veya dünyada gaflet içinde yaşadıklarından dolayı pişmanlık duyacaklardır.5046 Kur’an, sâlih amel işleyen mü’minlerin ve yanlış iş yapan, ya da Allah’a karşı gelen diğer insanların yaptıklarından Allah’ın gâfil olmadığını sık sık vurgulamaktadır. 5047
Yeryüzünde istikbar edip (büyüklük taslayıp) Allah’ın âyetlerinden yüz çevirenler, azgınlık yolunu benimserler; çünkü onlar âyetleri yalan sayarlar ve âyetlerden gâfil olurlar.5048 Zaten yeryüzünde insanların çoğu Allah’ın âyetlerinden gâfildirler.5049 Hayatın yalnızca dünyada yaşanandan ibâret olduğunu sananlar; aslında, hayatın sadece dış yüzüne bakan, Allah’ın yoktan var ettiği varlığın ve hayatın arka planında olan hikmeti görmeyen ve âhiret hayatından gâfil olanlardır.5050 Ancak, Allah’tan gelen âyetlere inanıp gereğini yapanlar hem dünya hayatının hikmetini anlarlar, hem de ölümden sonrasının farkındadırlar.
Allah (c.c.), Âdemoğullarının sırtlarından kendi nesillerini çıkarıp onları kendi nefislerine karşı şâhit tutmuştu. Sonra da onlara ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ diye sormuştu. Onlar da ‘evet, Sen bizim Rabbimizsin’ demişlerdi. Rabbimizin bunu böyle yapmasının sebebi, insanların sonradan, ‘Ya Rabbi, bizim bundan haberimiz yoktu, biz bundan gâfildik’ dememeleri içindi.5051 Kur’an, peygambere ‘İşin hükme bağlanıp biteceği, kahır dolu hasret günüyle onları uyar, korkut ki; onlar bir gaflet içindedirler ve onlar (âyetlerimize) inanmıyorlar” demektedir. 5052
Kur’an, dünya hayatına dalıp kulluğu unutan, insan olarak görevini yerine getirmeyen, hatta dünyalık kazanma uğruna şirk, isyan ve günah içinde yüzen kimselere, özellikle de mü’minlere şu uyarıyı sunuyor: “İnsanların sorgulanması yaklaştı, kendileri ise bir gaflet içerisinde yüz çevirmektedirler.”5053 Peygamberimiz (s.a.s.) de Allah’tan, O’nun âyetlerinden, O’nu zikretmekten gaflet edilmemesini, gaflet içerisinde yapılacak bir duânın kabul edilmeyeceğini haber vermektedir. 5054
İbâdetlerin En Büyüklerinden Biri, Belki Birincisi; Zikir
“(Rasûlüm!) Sana vahyedilen Kitab’ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz, fahşâ ve münkerden (hayâsızlıktan ve kötülükten) alıkoyar. Allah’ı(n) zikir(i), elbette en büyük (ibâdet)tür. Allah yaptıklarınızı bilir.” 5055
5045] 10/Yûnus, 7-8
5046] 21/Enbiyâ, 97
5047] 2/Bakara, 74, 85, 140, 144; 3/Âl-i İmrân, 99; 11/Hûd, 123, vd
5048] 7/A’râf, 146
5049] 10/Yûnus, 92
5050] 30/Rûm, 7
5051] 7/A’râf, 172
5052] 19/Meryem, 39
5053] 21/Enbiyâ, 1
5054] Tirmizî, Ahmed bin Hanbel, Muvattâ; Hüseyin K. Ece, a.g.e. s. 222-223
5055] 29/Ankebût, 45
ZİKİR
- 1019 -
Anılıp yâd edilmeye en lâyık Allah olduğu için, “zikir” kelimesi söylenir söylenmez hemen Allah’ı zikretme mânâsı ruhlarda canlanır. Zikir, sadece tarikatlara has bir âdet, ve halkın “hû çekmek” diye isim taktığı, sünnetten farklı usûl ile icrâ edilen bir âyin değildir. Zikir, bir iman nişanı, bir ibâdet alâmeti, bir İslâm simgesi...
Zikir, Kur’an’da bizzat Kur’an’ın bir ismi olarak geçtiği gibi; ibâdetlerin en kapsamlısı olan namaza da zikir deniliyor. Namaz kılan bir mü’min Allah’ı anmakta, zikretmektedir. Bu zikir abdestle başlar. O’nun huzuruna çıkacağının şuuru içinde, O’nun sevgili rasûlünün öğrettiği biçimde hazırlık yapan insan, Allah’ı yâd etmekte, O’nu zikretmektedir. Kâbe’ye teveccüh ettiğinde zikirdedir. Niyet ve tekbir zaten zikirdir. Derken Allah’ı tesbih ile hamd ile O’ndan başka ilâh olmadığını ifade ile zikir sürdürülür.
Namaz kılan bir mü’min, bir taraftan da okuduğu sûrelerin mânâlarını düşünür. Kalbi okuduğu sûreye göre halden hale girer. Lisanen zikir namazdadır, kıraat sûretiyle. Kalben zikir namazdadır; tefekkür, haşyet, ümit, muhabbet sûretiyle. Bedenin organları ile sâlih amel cinsinden eylem olarak zikir de en güzel şekliyle namazdadır; kıyamı, rükûsu, secdesi, oturuşu ile...
İnsan, beden ve ruhtan ibâret olduğu gibi; âlem de şehâdet ve gaybdan ibâret. Yani, görünen ve görünmeyen âlemler var. İnsanın maddesi bu âlemin maddesinden süzüldüğü için, bedenen yaptığı zikir de kâinatın zikrini temsil eder. Gök gürlemesinden şimşek çakmasına, yaprak hışırtısından kuş cıvıltısına kadar bu âlemi dolduran bütün sesler bir nevi kıraattir. Kudretin söylettiğini duyururlar bize. Ve biz namazda Kur’an okumak sûretiyle bu cehrî zikirlere hem iştirak eder, hem de hepsinin önüne geçeriz. Tefekkür ise, melekler âleminin zikrini temsil ediyor.
Mü’minin zikri namazla sınırlı değildir. Zikir kelimesi, tesbih, hamd, tekbir, namaz, Kur’an okumak, Allah rızâsı için bir şeyler öğrenmek ve öğretmek gibi mânâların tümünü içine aldığına göre mü’minin Allah’ın anması, hatırlayıp yâd etmesi sadece namaza mahsus değildir. Allah’ı düşündüğünde, Allah’ın emrine teslim olarak yaptığı meşrû her işinde, kudsî kelimeleri söylediğinde nerede ve ne zaman olursa olsun insan zikirdedir, ibâdet halindedir. Caddede yürürken, haram nazardan sakındığı müddetçe insan zikirdedir. Ticaretinde, ölçüyü sağlam tuttukça ve Allah’ın hükmünün, koyduğu sınırın dışına taşmadığı müddetçe insan zikirdedir. Kur’an, mü’minin her şeyidir. Gündüzünü de, gecesini de O’na göre tanzim eder; böylece aralıksız zikretmiş olur. Allah Rasûlünü hatırlamak, insanı Allah'ı zikre götürdüğünden, bir mü’min, Rasûlullah’ın hangi sünnetini işlerse işlesin, o an zikirdedir. Bize Allah’ı hatırlatan, O’na dâvet eden her şahıs, ders, faâliyet, gayret, konuşma, çalışma da zikirdir.
“Yedi gök, dünya ve bunlarda bulunan herkes (herşey) O’nu tesbih eder. O’nu hamd/övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız.” 5056 Bu âyette ifade edildiği gibi her mahluk, her şey Allah’ı zikretmektedir. Zira, hamd ve tesbih, zikrin birer çeşididir. Ölüm, kabir, mahşer, hesap, sırat, Cennet, Cehennem safhalarında bütün insanlar, bir an gâfil olmaksızın, hep Allah’ı hatırlayacaklar, O’nu yâd edeceklerdir. Ama, Cehennemde yanan
5056] 17/İsrâ, 44
- 1020 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bir inkârcının, bu geç kalmış zikri, artık ona bir fayda vermeyecektir. 5057
Mü’minlere Zikrin Emredilmesi: Rabbimiz, mü’minlere kendisini sürekli olarak zikretmelerini emrediyor. Zikretme emri bazen şükürle, bazen verilen nimetleri hatırlatma ile, bazen namazla, bazen diğer ibâdetlerle, bazen verilen zaferle birlikte gelmektedir. Kur’an’da zikredenler övülürken, zikirden yüz çevirenler kınanmaktadır. Şu âyet oldukça dikkat çekicidir: “Kim de benim ‘zikr’imden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu Kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz (mahşere getireceğiz)”5058 Bu âyetten bir önceki âyette, ilk insanın Cennetten çıkarılışı hatırlatılıp, Allah’ın gönderdiği hidayete uyanların dünya hayatında şaşırmayacakları haber veriliyor. Bu âyette geçen ‘Zikr’, insanı hidâyete götüren vahiy, vahiyle gelen ilâhî kitaplar ve peygamberlere bildirilen şeyler veya son vahiy olan Kur’an, ya da bizzat Allah’ı anmak anlamlarına gelebilir. 5059
Allah’ın Zikr’inden kim yüz çevirirse onun hakkı dar bir geçimdir, sıkıntılı bir hayattır, mutsuz bir yaşantıdır.5060 Mü’minler, inandıkları, her an tesbih ettikleri ve önünde kulluk yaptıkları Rablerini hiç bir zaman unutmazlar. O Rabbe karşı duydukları sevgi ve takva duygusu sürekli onların içindedir. Onlar devamlı bir şekilde Allah’ı zikrederler. Bu zikir (anma) hiç bir zaman unutulan şeyin tekrar akla getirilmesi değil, bilakis; sürekil kalpte ve benlikte olan Allah’ın varlığını tekrar hatırlamak, O’nun ni’met verici olduğunu itiraf etmek, O’nun büyüklüğünü ve yüceliğini dile getirmek ve ibâdeti yalnızca O’na yaptığını ortaya koymaktır.
Mü’min, evrenin her köşesine yerleşmiş olan sayısız âyetleri gördükçe, onlardan haberdar oldukça, Kur’an’daki âyetleri okudukça, Rabbini tekrar hatırlar. Onun kalbi ve organları Allah’ı anmaktan hiç uzak kalmaz. Ancak onu Allah’a götürecek bir sebep gördüğü zaman, imanı artar, Allah’ın ve O’nun ulûhiyyetini (ilâhlığını) tekrar aklına getirir. Fakat bu hatırlayış, yalnızca zihinde bir beliriş veya dilde bir söz halinde olmaz. Bu hatırlayış, bu anma (zikir) bedeni kaplar, organlarda amel olarak ortaya çıkar. “Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı (zikredildiği) zaman yürekleri ürperir, O’nun âyetleri okunduğu zaman (bu onların) imanlarını artırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler.”5061 Bir başka âyette ise, Allah’ın adı anıldığı zaman mü’minlerin secdeye kapandıkları haber veriliyor. 5062
Mü’minlere Allah’ın âyetleri hatırlatıldığı (zikredildiği) zaman, onların kalpleri bu âyetlere karşı kör ve sağır olmaz.5063 Hâlbuki inkârcılar, kendilerine âyetler hatırlatıldığı zaman, hatırlatılan şeyden (zikirden) öğüt almazlar, zikri hatırlamak istemezler.5064 Onlar, kelimeleri konuldukları yerden saptırırlar ve kendilerine verilen zikirden pay almayı unuturlar.5065 Mescidler, -hatta kiliseler ve havralar bile- içlerinde Allah’ın adı anıldığı için değerlidirler.5066 Mescidlerde Allah’ın adının anılmasını (zikredilmesini ) engellemek zulmün ta kendisidir, bunu yapanlar
5057] Alâaddin Başar, Nur’dan Kelimeler, s. 139-141
5058] 20/Tâhâ, 124
5059] Muhtasar İbn Kesir, 2/497; Ebu’s-Suud, Tefsir, 3/496
5060] 20/Tâhâ, 124
5061] 8/Enfal, 2; ayrıca bk. 22/Hacc, 35
5062] 32/Secde, 15
5063] 25/Furkan, 73
5064] 37/Sâffât,13
5065] 5/Mâide, 13
5066] 22/Hacc, 40
ZİKİR
- 1021 -
da zâlimlerdir. 5067
Ne zaman içerisinde ‘savaştan söz eden (zikreden) bir âyet’ nazil olsa, veya cihaddan bahseden bir âyet okunsa, kalplerinde maraz olanlar, yani münafıklar, ölüm baygınlığı gibi bakmaya başlarlar.5068 Kendilerine Allah’ın âyetleri zikredildiği zaman sırtlarını dönenler zâlimlerdir. Onların kalpleri üzerinde hakkı anlamalarına engel bir perde vardır.5069 Kendilerine Peygamberlerle ve vahiyle zikredilenleri (hatırlatılan ilâhî hükümleri) unutanlar, servetleriyle şımarırken ansızın cezaya uğratıldılar. 5070
Kur’an, mü’minlerin Allah’ı zikretmelerini, hem de çokça zikretmelerini emrediyor.5071 Mü’minlerin bir özelliği de Allah’ı zikretmeleridir.5072 Hâlbuki münâfıklar her konuda olduğu gibi bu konuda da Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Namaza üşenerek kalkarlar, Allah’ı az zikrederler. 5073
Bazı insanlar kendi hevâsına uyar, kendi arzusundan başka kural tanımaz, Allah’ın ne emrettiği onu ilgilendirmez. Böyleleri Allah’ı zikretmeyi unutan kimselerdir.5074 “Bizi zikretmekten yüz çevirenlere ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenlere aldırma.”5075 İbâdet yerlerinde Allah’ı tesbih eden mü’minleri, ne alış-veriş, ne ticaret Allah’ı zikretmekten, namaz kılmaktan alıkoymaz. Onlar gözlerin ve gönüllerin döneceği günden korkarlar.5076 Allah (c.c.) mü’minleri şöyle uyarıyor: “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı zikretmekten alıkoymasın.” 5077
Bu uyarıyı anlayan ve Rabbine hakkıyla kulluk yapma gayretinde olan mü’minlerin özellikleri şöyledir: “Onlar, ayakta iken, oturuken, yan yatarken, Allah’ı zikrederler, göklerin ve yerin yaratılışı konusunu düşünürler (ve derler ki :) ‘Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateş azabından koru.”5078 Allah (cc), zikreden erkeklere ve zikreden kadınlara büyük mükafatlar hazırlamıştır. Onların dereceleri pek yüksektir. 5079
Zikir İbâdetinin Yerine Getirilmesi: Zikir ibâdetinin ne kadar önemli olduğu Kur’an âyetlerinden ve hadislerden anlaşılıyor. Yukarıya aldığımız bir kaç âyet bu konuda bize yeterli bilgiyi veriyor. Rabbimiz, vurgulu cümlelerle kullarının kendisini zikretmelerini emrediyor. Bir anlamda imanın ortaya konulması ve Allah’a itaatin ifadesi olan bu zikir ibâdeti nasıl yerine getirilecek? Ya da hangi ibâdetler zikir sayılmaktadır? Zikrin özel bir şekli var mıdır?
Bilindiği gibi Kur’an, ilk insanın (yani Hz. Âdem’in) hata yaptıktan sonra Rabbinden birtakım kelimeler aldığını ve onlarla Rabbine tevbe ettiğini haber
5067] 2/Bakara, 114
5068] 47/Muhammad, 20
5069] 18/Kehf, 57
5070] 6/En’âm, 44
5071] 2/Bakara, 152, 203; 8/Enfâl, 45; 62/Cum’a, 10
5072] 3/Âl-i İmrân, 133-135
5073] 4/Nisâ, 142
5074] 18/Kehf, 28
5075] 53/Necm, 29
5076] 24/Nûr, 36-37
5077] 63/Münâfikun, 9
5078] 3/Âl-i İmrân, 191
5079] 33/Ahzâb, 35
- 1022 -
KUR’AN KAVRAMLARI
veriyor. İlk insan, bu kelimelerle Rabbini ‘tezekkür’ etmişti, unuttuğunu hatırlayabilmişti. Levh-i Mahfuz’dan ‘zikr’ olarak indirilen Kur’an âyetleri, insanlara Allah’ı hatırlatan ilâhí belgedir. Öyleyse en büyük ‘zikir’ Kur’an’dır ve O’nu okumak, O’nunla meşgul olmak, O’nun ilkelerini hayata geçirip uygulamak, O’nun çizdiği sınırları korumak, O’nun hükmüne uymak; en güzel zikir’dir.
İnsan Kur’an okur, onun âyetleri üzerinde tefekkür eder. Sonra kainata bakar ve Allah’ın oradaki sayısız âyetlerini düşünür. O âyetlerin yaratıcısı ve sahibi olan Allah’ın büyüklüğünü, ölümü ve ölüm ötesini aklına getirir. Kıyâmet sahneleri gözünü önünde canlanır, Cenneti ve Cehennemi düşünür. Oradaki yalnızlığı, yardımcısız ve dostsuz kalmayı, Hesabın çetin oluşunu anar. Sonsuz kurtuluşun ve ebedí saadetin nasıl kazanılacağını hesap eder. Bütün bunları insana olduran, meydana getiren, insana vahiy yoluyla haber veren Rabbini zikreder. Zaman zaman “el-hamdu li’llâh, Allahu ekber, lâ ilâhe illâlah Muhammedu’r Rasûlullah, sübhanellah” ve benzeri zikir cümlelerini söyler. Böylece her an Rabbini hatırlar, O’nu hiç aklından çıkarmaz. O’nun adını, azametini, Rabbliğini, kahrını ve gücünü, ni’met verici oluşunu ve insana olan sevgisini, merhametini ve affını hatırına getirir.
Bütün bu hatırlamaların tesiri kalpte duyulur, kalpten organlara geçer ve organlar da bunların uzantısı olan amelleri yaparlar. İşte bu Allah’ı zikretmektir ve bu şekilde hatırlamanın sonucu da takva’ya ulaşır. Kalbin zikri, kalbin Allah’ı ve O’nunla ilgili şeyleri hatırlaması; bedenin Allah’ı zikretmesine yol açar. Bedenin ‘zikir’ hali üzerinde olmasını sağlar. Böyle davranan bir mü’min; Allah’ın insanlara inzal ettiği (indirdiği) ‘eşsiz zikr’i olan Kur’an-ı Kerim’i anlamaya başlar, ona teslim olur, ona iman eder. Sonra da onun ilkeleri doğrultusunda salih amel işlemeye başlar. Böylece insan unutkan olmaktan çıkar, yakín (kesin) iman sahibi olur. Işte bu makam kul için ‘zikir’ makamıdır.
Rabbimiz buyuruyor ki: “Gerçekten Ben, Ben Allah’ım. Ben’den başka ilâh yoktur; şu halde Bana ibâdet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl.”5080 Bu âyette Allah’ı zikretmek üzere namaz kılmak emrediliyor. Çünkü namaz hem dinin direği, hem de zikrin ve kulluğun bütün unsurlarını bünyesinde taşımaktadır. Namaz; hazırlığından tutunuz da sonundaki selâma kadar her bir rüknü, her bir unsuru birer zikirdir. Kıyam, kıraat, Sübhâneke, Fâtiha Sûresi, rükû, secdeler, tesbihler, salevatlar, duâlar ve diğerleri, zikirden başka bir şey değildir. Öyleyse en büyük zikir namazdır. Ancak namaz zikr’in bir şekli, bir bölümüdür. Zikir, namazı da içine alan daha geniş bir ibâdettir. “Doğrusu namaz kötü ve iğrenç şeylerden alıkor, Allah’ın zikr’i ise en büyüktür.” 5081
Aslında zikir ibâdetinin bir sonu yoktur. Kur’an; “Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin ve O’nu sabah akşam tesbih edin.”5082 buyurarak, mü’minlere günün her saatinde Allah’ı zikretmelerini emrediyor. Sabah-akşam günün her saatini kapsar ve mü’min her güne ait ibâdetlerini yerine getirir. Mü’minin yerine getirdiği bütün ibâdetler birer zikirdir. Mü’min, Rabbini ne kadar anarsa ansın, hangi güzel zikirle hatırlarsa hatırlasın; bu, onun için fazilettir. Önemine binâen tekrarlamakta fayda var: Zikir, Allah’a itaattir. Öyleyse O’nun emrettiklerine
5080] 20/Tâhâ, 14
5081] 29/Ankebût, 45
5082] 33/Ahzâb, 41-42
ZİKİR
- 1023 -
uymak, yasaklarından kaçmak zikirdir. Bu, elbette bedenle ve dille yapılan zikirdir. Mü’min, kalbine Allah sevgisini ve korkusunu koyar, O’nu kalpte devamlı hatırlar ve âyetlerini düşünürse; bu, kalp ile zikir olur. Mü’min, Kur’an okur, bol bol duâ eder, Allah’ı hatıra getirecek zikir sözleri söyler ve Allah’ın âyetlerini konuşursa; bu da dil ile zikir olur.
İnsanlar içerisinde Allah’ı en güzel ve mükemmel zikreden elbette Peygamberimiz’di (s.a.s.). O’nun bütün sözleri birer zikirdi. O’nun emirleri ve yasakları, Allah’ın adlarından ve sıfatlarından bahsetmesi, Allah’ın hükümlerinden ve fiillerinden söz etmesi, O’nun vaad ve vaidinden (müjde ve korkutmalarından) haber vermesi, O’na hamdetmesi, O’nu tesbih etmesi, O’ndan duâ ile bir şey istemesi, hep Allah’a rağbet etmesi, O’ndan korkup çekinmesi, O’na tevekkül etmesi, hep O’nun zikirlerindendi. Peygamberimizin susması bile kalbinin bir zikridir. Allah’ın Rasûlü her durumda ve her an Rabbini zikrederdi. 5083
Hz. Âişe: “Peygamber (s.a.s.) (zamanının) her ânında Allah’ı zikrederdi” dedi.5084 Rasûlullah (s.a.s.) Rabbını zikretmek, O’na hamdetmek ve etrafındakilere O’ndan bahsetmek için, en ufak bir işi, bir değişikliğini fırsat biliyordu. Elbisesini giyerken, bineğe binerken, bir yokuş inişinde veya tırmanışında, yolda bir değişiklik olunca, enteresan bir durum karşısında, yatağa yatarken, uykudan kalkarken, tuvalete veya banyoya girerken ve çıkarken, evden dışarıya adım atarken... her durum karşısında zikir O’nun dilinde, gönlünde ve zihninde idi. Bütün bu durumlarda hamdettiğini, tesbih ve tekbir ile Allah’ın ismini andığını hadis kitapları zikreder. Nimet görür, Allah’a şükreder, yemeğe başlarken besmele ile zikreder, yemek esnâsında Allah’ın nimetlerini tefekkür eder ve insanlara Allah’ı hatırlatır, bunu tavsiye eder, sonunda mutlaka hamd ü senâda bulunur, şükrederdi. Allah’la kopuk bir sâniyesi olmadığını, her çeşit dünyevî zorluk ve kolaylık karşısında O’na yöneliyor, duâ ediyor, sabrediyor, şükrediyor; Allah’la bağını tazeliyor, zikrin tüm çeşit ve kapsamıyla zikrediyordu.
Tesbih/Zikir Kurbanları
Tesbih, gramerde ism-i âlet olmamasına rağmen, kullanımda “kendisiyle tesbih edilen araç” anlamıyla şöhret bulmuştur. Yani sembolik bir araçtır sayı taşları. Kimlerin sembolü olduğu mâlum; müslümanlar içerisinden kendilerini zikir ehli, gönül ehli sayıp kalp tasfiyesi, nefis tezkiyesi yaptıklarını iddia aden kimi kesimlerin. Bu kesimlerimizden birçoğunun ana sermayesi addettikleri “zikr”in Kur’ânî anlamını bilmediklerini, araştırmadıklarını, bu konuda Kur’an’ın en çok üzerinde durduğu bir konuda ona başvurmadan zikrettiğini sanmak ne büyük gaflet. Kaldı ki bu konuda da hevâ ve heveslere değil; bizzat Allah’ın koyduğu ölçülere uyulması Kur’an’ın emridir: “... fezkürullahe kemâ allemeküm (Allah’ın size öğrettiği gibi Allah’ı zikredin.)” 5085
Kur’an’da “cihad” gibi çok anlamlı bir kavram olan zikir, bazı kesimlerce çok yanlış ve tehlikeli bir biçimde, diğer anlamlarından soyutlanarak dil ile anmaya
5083] Hüseyin K. Ece, a.g.e. s. 790
5084] Müslim, Hayz, 117, hadis no: 373
5085] 2/Bakara, 239
- 1024 -
KUR’AN KAVRAMLARI
tahsis edilmiştir. Allah’ı anmak,5086 tebliğ,5087 öğüt ve uyarı,5088 şükür,5089 gibi birçok anlamlara gelen zikir “alâ” harf-i ceriyle kullanıldığında “dille anmak” anlamına gelir.5090 Aslında zikrin yalnızca “tesbih” anlamına gelmediğini, bundan daha kapsamlı olduğunu Kur’an’dan öğreniyoruz: “Ey iman edenler! Allah’ı çok çok zikredin ve O’nu sabah akşam tesbih edin.” 5091
İman edenlere hem zikir, hem tesbih emredilmiştir. Bu noktada aynı âyette hem “zikr”in, hem de “tesbih”in anılması, bu ikisinin birbirinin aynı olmadıklarının en açık delilidir. Bu nedenle dil ile zikir olan “tesbih”i küçümsemek, yok saymak ya da terketmek bir mü’mine yakışan şeyler değildir. Cihad kavramının içinde “kıtal”in yeri neyse zikir kavramının içerisinde de “tesbih”in yeri odur. Her yaptığı işe “cihad” adını verenlerin “kıtal” (savaş)in ayrıca farz kılındığını,5092 gözardı ettikleri gibi, zikrin yalnızca tesbih olmadığını söyleyenlerin birçoğu da dil ile anma, tekrar etme anlamına gelen “tesbih”in ayrıca tavsiye ve emir buyrulduğunu gözardı etmektedirler.
Kendilerini zikir ehli addedenlere gelince; Bu kesimden kimileri Allah'la yaptıkları mukaveleye sâdık kalmamışlardır. “Şeriatten bir taş düşerse müridlerimin tüm virdleri düşer” diyen gerçek ve kâmil mürşidin aksine bu mantık, müslümanların tüm değerleri ayaklar altına alınırken; değil bir taş, şeriatin temelleri bile hoyratça sökülürken, oturdukları postları başında kılları kıpırdamamıştır. Ümmetin yağmalanan değerleri karşısında hissiz ve kaygısız duran bu mantık, yaptığı işin adını “büyük cihad” koymuştu. Oysa ki; “büyük cihad nedir?” diye Kur'an'a sorduğumuzda Kur'an bize büyük cihadın ne olduğunu açıkça söylüyordu: “Kâfirlere uyma ve onlara karşı büyük cihad (cihâden kebîrâ) et.” 5093
Gerçekten büyük cihad edenler hem içinin düşmanlarına, hem dışındaki düşmanlara karşı çift yönlü bir cephe açıp önce yürek/gönül devletini kuranlardı. Kafasını kalbine kurban eden, dini diriltici bir iksir gibi değil; bir uyuşturucu gibi algılayan anlayış her şeyini bir kişiye ısmarlayarak düşünme zahmetinden kurtulmuştur. Onun yerine başkaları düşünür, başkaları karar verir. Nefreti ve sevgisi ‘emir-komut’a bağlıdır. “Gassâl elinde meyyit” olmayı, küffâr elinde şehid olmaya tercih etmiştir. “Ölmeden evvel ölme”ye çalışır da, “öldükten sonra yaşama”yı denemez. “Mevt”i tefekkür ettiğinin binde biri kadar “şehâdet”i tefekkür etmemiştir. Yüreğin/gönlün en büyük iki penceresi olan akıl ve duyularını iptal ettiğinden yürek bir zindana dönüşmüştür.
Bir tesbih/zikir kurbanının itaat anlayışı, görerek değil; körü körüne bir itaat anlayışıdır. Kurban, yalnızca emredilenlerin dışında kimseyi dinlememek ve hiçbir kitabı okumamakla kalmaz; Kur’an’a, onun âyetlerine karşı da kör ve sağırdır. 5094
5086] 2/Bakara, 198
5087] 87/A’lâ, 9
5088] 88/Ğâşiye, 21
5089] 7/A’râf, 69
5090] 6/En’âm, 21
5091] 33/Ahzâb, 41-42
5092] 2/Bakara, 219
5093] 25/Furkan, 52
5094] Mustafa İslâmoğlu, Yürek Devleti, s. 31-34
ZİKİR
- 1025 -
Zikrin Yozlaştırılması; Zikirde Usûl ve Âdâba Riâyetsizlik
Zikir, Kur’an’ın emrettiği önemli bir ibâdettir ve yukarıdan beri anlatıldığı şekillerde yerine getirilmesi mümkündür. Bazı kesimler tarafından “gizli mi - açık mı; toplu mu - tek başına mı yapılmalı?” gibi tartışmalara ihtiyaç yoktur. İslâm, mü’minlerin nasıl ibâdet edeceklerini göstermiştir. Emredilen ibâdetlerin dışında dileyen, bid’at olmamak şartıyla, Peygamberimizin yaptığına benzemek kaydıyla, istediği kadar nâfile ibâdet yapabilir.
Ancak İslâm’ı bize öğreten Peygamberi ve O’nun sahâbelerinin hayatında, kol kola verilmiş bir şekilde, yatıp kalkarak, bağırıp çağırarak, kendinden geçerek bir zikir yapma şekli yoktur. Hele hele de zikri mutlaka bir üstadın emri altında yapıp, zikri üstadlara, şeyhlere havâle etmek, onların da Allah’a götürmelerini beklemek gibi bir yanlışlık yoktur. Kul, gücü yettiği kadar ibâdet yapar, dili döndüğü kadar duâ eder, Rabbini anar. Umulur ki Allah (c.c.) ihlâsla yapılan az amellere bile bol karşılık verir. 5095
Zikrin âdâb ve usûlü vardır. İnsan Allah’ı zikrederken (daha doğrusu zikir ibâdetinin bir cüz’ünü icrâ ederken) gülünç ve komik durumlara düşmemeli, maskaralık yapmamalıdır. Zikir yaparken kan ter içinde kalıp başına tavana değecek kadar hoplayıp zıplamak ibâdet değil; çirkin bir harekettir. Süryânîlerin rûhânîleri, ibâdet esnasında kan ter içinde kalıncaya kadar didinirlerdi. Bizim câhil dervişlerin arasında da bunların hareketlerine benzer davrananların sayısı hiç de az değildir. Bu tamamen cehâletten ve düşünmeden körü körüne taklitten kaynaklanan bir durumdur. 5096
Müslüman, zikir esnâsında acziyet içinde Hakkı düşünmeli, sükûnet ve vakarını bozmamalıdır. Zikir yaptığını iddiâ eden birtakım kimselerin havalara sıçradığı, tepindikleri, bağırıp çağırdıkları görülmektedir. Bu hareket, zikrin mânâsıyla hiç bağdaşmamaktadır. İslâm’ın ibâdet anlayışına da ters düşmektedir. Zikir, tefekkür, nefis terbiyesi, ihsân gibi dinin emir ve tavsiyeleri; sadece belirli zümrelerin tekelinde kabul edilemez; bunlar bütün müslümanların malıdır. 5097
Tasavvufta zikir, hem anlayış hem de uygulama bakımından, sünnetteki zikir anlayışıyla bağdaşmayacak bazı ögeler içermektedir. Anlayış olarak zikrin Kur’an’da otuzdan fazla anlamından sadece birini, en fazla birkaçını alıp zikir olarak sadece bunu öne çıkartması, bununla yetinmesi ve hatta zikri, bütünün bir iki parçasını cennet için yeterli kabul etmesi, halka bu anlayışı yayması, zikri ve dolayısıyla dini daraltması, ilk dikkat çeken husustur. Bazı kelimeleri tekrarlarken, bilincini kaybederek cezbe içinde kendinden geçmesi halinde hiçbir sevap da elde edememiş olur. Zira uyku, unutma ve geçici de olsa aklın kaybı zamanlarında kalem insanın üzerinden kaldırılmıştır. Böyle durumlarda kalemin sevap defterine bir şeyler yazmasını ummak, İslâm’ı bilmemek demektir. Zikir; uyanıklığın, düşünmenin ve bilincin esası iken (Kur’an ışığında böyle olması gerekirken), zikir adı verilen bazı toplantılarda insanlar kendilerinden geçirilmekte, âdeta uyuşturucu kullanan esrarkeşler gibi hayal dünyasında tatlı rüyalara daldırılmaktadır. Bazıları defle dümbelekle halay çeker, dans eder gibi dönüp durmakla zikir yaptığını zannediyor. Kimi de kendini kaybedip, kendilerini hipnotize eden
5095] Hüseyin K. Ece, a.g.e. a.g.e. s. 92
5096] Kemaleddin Erdil, Yaşayan Hurâfeler, s. 11
5097] Muhammed Hamidullah, İslâm’a Giriş
- 1026 -
KUR’AN KAVRAMLARI
şeyhleri tarafından oralarından buralarından şiş kebabı gibi şişleniyorlar, kendi nefislerine zulmediyorlar. Kimileri bağıra çağıra, taşkınca; kimileri de sessiz sâkin ama şaşkınca “zikir” yaptıklarını iddia ediyorlar.
Bu anlayış ve gelenekte zikrin aksiyoner, dinamik hiçbir yönü yoktur. İbâdet ve zikre ayrılmış belirli zamanların dışındaki günlük hayatla zikrin hiçbir ilişkisi yoktur. Ya çok sesli veya tümüyle dilin devreden çıkartıldığına şahit olunur. Nakşîlikte zikir, hemen tamamen zihinseldir. Dille zikir, sadece “hatm-i hâcegân” sırasında Kur’an’dan bazı küçük sûreler okumak ve biraz salevât getirilerek yapılır. Onun dışında kelime-i tevhid ya da lafza-i celal’in tekrarı dille değil, zihinden, içinden geçirilerek yapılır. Bunların yanında Nakşî tarikatlarda, esas zikir şekli, râbıtadır. Râbıta, diğer zikir biçimlerinden üstün sayılmıştır. Yani, râbıta; kelime-i tevhidin, ya da lafza-i celâlin, gerek dille ve gerekse zihinden tekrarı şeklindeki zikirden, hatta Kur’ân-ı Kerim’i okumaktan bile faziletli sayılır. Râbıtanın kaynağı ise Budizm’dir. Kitap ve Sünnette bununla ilişkin herhangi bir delil yoktur. 5098
Bu anlayış ve tavır, Tasavvuf Sözlüğünde şöyle açıklanır: “Tasavvufa göre zikir, ‘Allah’ kelimesini veya ‘Lâ ilâhe illâllah’ cümlesini söylemek ve tekrarlamak demektir. İlkine ‘lafza-i celâl’, ikincisine ‘kelime-i tevhid zikri’ veya ‘tevhid zikri’ denir. Tarikat ehlinin belli kelime ve ibâreleri belli zamanlarda, belli sayıda, belli bir edeb dâhilinde her gün düzenli olarak söylemeleri; ‘vird’ ve ‘hizib’ olarak da adlandırılır. Tarikat ehlinin ve sûfî cemaatlerinin bir yerde toplanıp şeyh veya halîfesinin gözetiminde ‘Allah, Allah’; ‘hû, hû’; ‘hay, hay’ gibi belli ibâreleri belli bir hareket düzeni içinde söylemeleri. Bu çeşit toplu zikirlere; tarikat âyini, semâ, hadra ve deverân gibi isimler verilir. Söylenen sözleri ve hareketlerin ritmik (âhenkli) olması icap eder. Bu tür zikirlerde bazen ney, kudüm ve def gibi enstrumanlar da kullanılır; Mevlevîlikte, Halvetîlikte olduğu gibi. Bu tür zikirler ekseriya tekkelerde icrâ edilir. Zikirde zikreden, zikredilenden başka her şeyden geçer, zâkir zikirde mezkûrdan başkasını hatırlamaz, kendisini kaybeder, yaptığı zikrin bile farkında olmaz. Bu yüzden zikir, kendinden geçip (gaybet, vecd) ve Hakk’ı buluş (vuslat, vücûd) halidir.
Zikir iki türlüdür: 1- Zikr-i cehrî, zikr-i aleniye: Yüksek sesle veya çevrede bulunanların işitebilecekleri bir şekilde sesli olarak yapılan zikirdir. Sesli zikri esas alan tarîkatlara cehrî tarikat denir. 2- Zikr-i hafî: Zikredenin, sadece kendisinin işitebileceği bir şekilde alçak sesle yaptığı zikir. Sessiz zikri esas alan tarikatlara hafî tarikat denir. Melâmet ehli ve Nakşbendîler hafî zikri; Rifâîler, Kadirîler cehrî zikri tercih etmişlerdir.
Kaiden zikir: Tarikat ehlinin bir halka oluşturup oturarak ritmik hareketlerle yaptıkları zikir. Kaimen zikir: Tarikat ehlinin bir halka oluşturup ritmik hareketlerle ayakta yaptıkları zikir. Bu zikir döne döne yapıldığı için devr ve deverân adını da alır. Zikr-i erre, zikr-i minşârî: Yesevîlikte hançereden testere sesi gibi bir ses çıkarılarak yapılan zikir. 5099
Bazıları, zikir denilince, özel bir tören ve bazı büyüklerin, hocaların yönettiği ve adına “hatim” veya “hatme” denilen halkalar içinde olacağı anlayışına
5098] Râbıta konusunda geniş bilgi almak için bkz. Ferit Aydın, Tarikatta Râbıta ve Nakşibendîlik, Ekin Y.
5099] Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, 588-589
ZİKİR
- 1027 -
sahiptir. Bunlara karşı çıkanlar, belki biraz abartılı bir yaklaşımla “bu âyin mi, ibâdet mi?” diye sormaktan kendilerini alamamakta; öte yandan tâğûtî güçler ve onların güdümündeki medya da, bu tür toplantıları, saçı sakalına karışmış, dansa benzeyen tuhaf gösterileri İslâm’ı ve müslümanları karalamak için saf zihinleri etkilemek ve onların beyinlerine kazımak kasdıyla bıkmadan gündemde tutup göz önüne getirmektedir.
İbrahim Sarmış, şöyle der: “Şişlerin batırıldığı, karınların yarıldığı ve boyunların kesildiği zikir âyininde olsun, bir şef yönetiminde “illallah”, “Allah”, “Hû”, “yâ Hû” nâraları ve göbekten çıkarılan bıçkı sesleriyle yapılan zikir âyinlerinde ve kadın-erkek karışıp insanların nağmeler eşliğinde kendilerinden geçtiği âyinler, bir çeşit dansla geçen böyle saatlerin ilâhî tecelli saatler olduğunu söylemeleri, bir garâbettir. Her yıl, bir hafta süren semâ âyinlerinde atılan nâralar, çalınan müzik ve dans eden semâzenlerin yaptıkları da aynıdır. Söyler misiniz, Rasûlullah Rabbini böyle mi zikretti? Ondan sonra, ashâbı Allah’ı böyle mi zikretti? Sahâbîler Allah ve Rasûlünün öğrettiği gibi huşû ve teslimiyet içinde, sessiz ve müziksiz, havf ve recâ arasında, münferiden ve Rasûlullah’ın öğrettiği duâlarla Allah’ı andılar. O’na yalvardılar. Nimetini istediler ve azâbından O’na sığındılar.
Tasavvufçular, zikir esnâsında müridin şeyhini zihninde canlandırmasını, “destûr yâ üstâz (üstâdım yardım et!)” diyerek zikre başlarken, ondan yardım istemeyi, tıpkı Rasûlullah'tan yardım istemek gibi olduğuna inanmasını şart koşarlar. Çünkü kendisini Allah Rasûlüne ulaştıracak şeyhidir. Kalbiyle ve lisanıyla şeyhinden izin isteyerek “destur ey şeyhim!” demesi yanında, tarikat mensupları ve ileri gelenlerinden de izin istemesi, yahut onlara râbıta yapması gerekir. Zikreden kişinin tepeden tırnağa kadar sallanması, önce sağa “lâ” ile başlayıp sola “illâ” ile dönmesi ve doğrulması gerekir. Sola doğru öne eğilerek “illâllah” demesi ile bu işi tamamlar. “Allah”, “Hû” gibi tek isimle zikrediyorsa, çenesini göğsüne vurması, koro halinde ve yüksek sesle yapması gerekir. Kelimeyi göbeğinden başlayarak kalbinin derinliklerinden çıkarması icab eder. İşte bu eşsiz pehlivanlık tasavvufçuların zikir şeklidir.
Allah için söyleyiniz, Rasûlullah Rabbini zikrederken böyle tepeden tırnağa kadar sallanıp dans mı ediyordu? Sakalını göğsüne vurup sağa sola mı sallanıyordu? Şüphesiz hayır. Çünkü o, Allah'ın peygamberidir ve Allah'ın huzurunda edeple nasıl ibâdet edileceğini bilir ve insanlara bildirir. Nasıl zikredeceğini Allah ona ve bize şöyle tarif etmiştir: “Rabbini içinden, yalvararak ve O’ndan korkarak yüksek olmayan bir sesle sabah akşam zikret. Gâfillerden olma.”5100; “Rabbinize yalvara yakara ve gizlice duâ edin. Bilmelisiniz ki haddi aşanları O sevmez.”5101; “Onların (müşriklerin) Beytullah’ın yanında namazları (duâları) da el çırpmak ve ıslık çalmaktan başka bir şey değildir.” 5102
Mevdûdi, ibâdetin özü ve anlamının itaat ve sadâkat olduğunu açıklar.5103 İbâdetin üç unsuru (kulluk, itaat ve sadâkat) üzerinde dururken, şu açıklamada bulunur: “Önce ibâdet’in bu anlamını kafanızda tutun, sorularıma ondan sonra cevap verin:
5100] 7/A’râ, 205
5101] 7/A’râf, 55
5102] 8/Enfâl, 35; İbrahim Sarmış, Tasavvuf ve İslâm, s. 214, 217
5103] Kur’an’da Dört Terim, s. 28-29
- 1028 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Efendisinin kendisinden yapmasını istediği işleri yapmayıp daima elleri bağlı, efendisinin önünde duran ve onun ismini anan bir köle hakkında ne düşünürsünüz? Efendisi ona, ‘git, şu şu işleri yap’ diyor, köle bulunduğu yerden kımıldamıyor, eğilip efendisini on kez selâmlıyor, tekrar ayağa kalkıp elleri bağlı öylece duruyor. Efendisi ona, ‘git falan yanlışları düzelt’ diye tâlimât veriyor, ama adam yine yerinden kıpırdamıyor, efendisinin önünde eğilmeye devam ediyor. Efendisi ‘hırsızın elini bu kötü işten kes!’ diye emrediyor. Bunu duyan köle, hırsızın elini keseceği yerde efendisinin söylediklerini tekrarlamaktan başka bir şey yapmıyor ve ‘hırsızın elini kes’ emrini yüzlerce kez tekrarlıyor. Şimdi bu kölenin efendisine gerçekten hürmet ettiğini söyleyebilir miyiz? Sizin kölelerinizden bir tanesi böyle davransaydı ne yapardınız, Allah bilir!
Allah’ın kullarından böyle davrananların kendilerini Allah’a ibâdete adamış olarak kabul etmelerine şaşmıyorum! Böyleleri sabahtan akşama kadar Allah bilir kaç kere Kur’an’daki ilâhî emirleri okurlar, ama bunları yerine getirmek için kıllarını bile kıpırdatmazlar. Diğer taraftan ha bire nâfile namaz kılar, ellerine binlik bir tesbih alır ve Allah’ın adını anarlar. Çok acıklı bir makamla Kur’an okurlar! Onları bu halde gördüğümüz zaman: ‘Ne kadar müttakî, ne kadar dindar adamlar!’ dersiniz. Bu yanlış anlamanın temelinde ibâdetin gerçek anlamını bilmemek yatar.” 5104
Allah’ın kitabına karşı kör, sağır ve dilsiz olup, bazı güzel kelime ve isimleri, anlamını ve mesajını düşünmeden belli sayıda tekrarlamanın fazla bir önemi yoktur. Bu tavır, insanın vicdanını bastırması, cehâlet ve yozlaşmayı meşrû görüp yaptığı ile tatmin olması, esas zikir olan Kur’an’a karşı sorumluluğu ihmal etmesine sebep oluyorsa, o takdirde bu zikir anlayışının zararı vardır. Hemen tarikatların hepsinde, belirli aşamalardan geçen ve tarikatta kıdemli olanlara, zikir adıyla çok yanlış ifadeler de ders olarak verilmektedir. Anlamını bilmeden (biliyorsa daha kötü) tekrarladığı virdler içinde, belki de insanı şirke götürecek bâtıl sözler vardır.
Meselâ “Lâ mevcûde illâllah” gibi. Bu sözün anlamı: “Allah’tan başka varlık yoktur” demektir. Bir başka deyişle, “tüm varlık Allah’tır” Yani, iyi-kötü yaratılmış ne varsa hepsinin -hâşâ- Allah olduğunu iddia etmek. Ne büyük hata ve sapıklık! Ne dehşetli bir cehâlet! Allah’ın yarattığını, Allah’ın kendisi yerine koymak. Çok korkunç bir gaflet, affedilmez bir suç! Ve sonra bunun adını zikir koymak! Öyleyse, dikkat edilmesi gereken nokta, anlamını bilmediğimiz kelimeleri durmadan tekrarlamak yerine; ondan daha önce, bilmemiz gereken Allah’ın isimlerini ve vasıflarını öğrenmek, Allah’ı kendi zikri olan Kur’an’dan tanımak ve Allah’ın gösterdiği dosdoğru yolda yürümektir.
Zikri İhyâ Etmek, Zikirle İhyâ Olmak
Müslüman; zikri yozlaştıran, Kur’an ve Sünnet ölçüleri içinde bütüncül anlamlarından soyutlayan ve zikir gibi büyük bir ibâdete bid’atler karıştıranlara ve sünnetteki âdâbına uymayanlara bakarak, zikirden gâfil olamaz. Zikri yeniden ihyâ etmek ve zikirle ihyâ olmak zorundadır. Kur’an kavramlarını yozlaştırıp dejenere etmek, anlamlarını daraltmak ne kadar yanlış ise; kuru, yavan, sevgisiz, bereketsiz, zikirsiz, takvâsız, ihlâssız din anlayışının da insanı kurtarmasını
5104] Mevdûdi’den naklen; Ebu’l Hasan Ali Nedvî, İslâm’ın Siyasî Yorumu, s. 77
ZİKİR
- 1029 -
beklemek o kadar yanlıştır. Günümüz muvahhid gençliği, diğer insanlara ve özellikle müslümanlara aşırı eleştiri oklarını yöneltir, tenkit kılıcıyla kendinden başka tüm mü’minleri doğrarken, nefsini ihmal etmekte, eleştirdiği yarı doğruların yerine tam doğruyu kendi şahsında örnek olarak gösterememektedir. Bu tavır da, müslümanlararası kördöğüşü andırmaktadır. İslâm, bir kötülüğü yıkarken, yerine mutlaka ondan çok daha hayırlı bir alternatifi getirmiş ve insana sunmuştur. Soyut tartışmalar, pratiğe/eyleme dökülmeyen iddialarla Allah’ın rızâsına erişilmez. Zikirdeki yanlışlardan yola çıkarak bir müslümanın zikirsiz bir hayatı tercih etmesi, ancak, şeytanın sağdan yaklaşmasıyla izah edilebilir. “İman edenlerin Allah Allah’ı zikretme ve O’ndan inen hak/gerçek için kalplerinin saygıyla yumuşaması zamanı daha gelmedi mi?...” 5105
“...İlâhınız bir tek İlâhtır. O’na teslim olun! (Ey Muhammed!) O ihlâslı ve mütevâzi insanları müjdele! Onlar öyle kimselerdir ki, Allah zikredildiği zaman kalpleri titrer; başlarına gelene sabrederler; namazı kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak ederler (Allah için harcarlar).” 5106
“Rabbini, içinden, yalvararak ve O’ndan korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah ve akşam zikret. Gâfillerden olma!” 5107
Allah, zikreden, zikir okuyanlara yemin etmiştir. Bu yemin, Allah’ın verdiği şerefi ve bu konunun insan açısından Allah’ın râzı edecek önemine vurgu yapılmak için olsa gerektir. “Saf saf dizilmişlere; Toplayıp sürenlere; Zikir okuyanlara yemin ederim ki, ilâhınız birdir.”5108 Bu âyetlerde özellikleri sayılanların melekler olduğu söylenmiştir. Ayrıca, bunların gök cisimleri, ruhlar, kudsî cevherler, Kur’an âyetleri, âlimler ve gâziler olduğunu söyleyenler de vardır.
Allah’ı zikretmekten yüz çevirenlere şeytan musallat olur. Şeytan ise insanın düşmanıdır.5109 Rabbimiz’in övdüğü insanlar, her durumda, çarşıda-pazarda, işinde-gücünde, alımda-satımda... Allah’ı zikretmekten, O’nu hatırlayıp O’nun hükümlerine bağlı kalmaktan geri durmayanlardır. “Öyle adamlar vardır ki (Allah’ı tesbih ederler), ne ticâret ne de alışveriş onları Allah’ı zikretmekten, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.”5110 İnsan her durumda Allah’ı zikretmekle mükelleftir. Bir kulu, Allah’ı zikirden alıkoyacak hiçbir sebep olamaz/olmamalıdır. Mü’min, rahatlık ve âfiyette Allah’ı zikrettiği ve şükrettiği gibi; musîbetler, âfet ve felâketler olduğunda da Allah’a sığınmak, O’nun yardımını istemek mecbûriyeti hisseden kimsedir. Zikir, içindeki hevâsına karşı zafer silâhı olduğu gibi, dış düşmanlara karşı da zikir, çok önemli bir silâhtır. O yüzden savaş anında, düşmanlarıyla çarpışırken de Allah’ı, hem de çok zikretmek emredilmiştir: “Ey iman edenler! (Savaşmak için) herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebât edin ve Allah’ı çok zikredin ki başarıya erişesiniz.” 5111
Kamer sûresinde dört kez şu âyet tekrarlanır: “Biz Kur’an’ı zikir (öğüt, uyarı,
5105] 57/Hadîd, 16
5106] 22/Hacc, 34-35
5107] 7/A’râf, 205
5108] 37/Sâffât, 3-4
5109] 43/Zuhruf, 36
5110] 24/Nûr, 37
5111] 8/Enfâl, 45
- 1030 -
KUR’AN KAVRAMLARI
hatırlama) için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mu?”5112 Burada Yüce Allah’ın dört defa Kur’an’ın kolaylaştırmasının gerekçesini tekrarlaması gerçekten dikkat çekicidir. Bu durum bizi devamlı sûrette Allah’ın mesajını okuyup onu pratiğe geçirmenin mecburiyetini ortaya koyar. Yüce Rabbimiz iman edenlerden kendisini çokça zikretmelerini/anmalarını ister.5113 Seyyid Kutub bu âyetin tefsirini yaparken Allah’ı zikretme olayını şöyle açıklar:
“Allah’ı anmak demek ona kalpten bağlanmak, sürekli olarak onun gözetimi ve denetimi altında yaşamaktır. Yoksa kuru kuruya Yüce Allah’ın adını tekrarlayıp durmak değildir. Kur’an Allah’ı anmak ile insanın geçirdiği bazı vakitler ve durumlar arasında bağ kurar. Amaç, bu vakitleri ve durumları Allah’ı anmakla donatmak ve onunla ilişki halinde olma bilinci ile renklendirmektir.” 5114
Zikir; dille, bedenle ve kalple olmak üzere üç kısımda mütâlaa edilmiştir. Dilin zikri, Allah’ı güzel isim ve sıfatlarıyla yâd etmek, hamdetmek, tesbih edip yüceltmek, Kitabını okumak v eO’na duâ etmektir. Bedenin zikri de, her uzvu ne ile emr olunmuş ise onunla meşgul etmek ve yasaklardan alıkoymaktır. May.ih simni ibe üç çeşittir: Birincisi, Allah’ın varlığına delâlet eden delilleri düşünmek ve şüpheleri defederek sıfat ve esmâ-yı ilâhiyeyi tefekkür etmek. İkincisi, ilâhî hükümleri, emir ve yasakları, va’d ve vaîdi ve bunların delillerini düşünmek. Üçüncüsü ise enfüsî ve âfâkî tüm varlığı ve bunlardaki yaratılış sırlarını temâşâ ve tefekkür ile her zerrenin kudsî âleme ayna olduğunu görmektir. Zikrin bu makamının sonu yoktur. 5115
Zikir, bütün kısımlarıyla birlikte kalple doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilidir. Zira yapılan ameller, kalbi -müsbet ya da menfî- bir şekilde etkileyecektir. Çünkü insanın maddî ve mânevî yönü arasında şaşılacak derecede bir ilişki vardır. “Bu alâka sebebiyledir ki ruhta meydana gelen bir eserin ruha birtakım etkileri olur. Meselâ sıradan bir örnek olmak üzere bir ekşi hayal etmekten diş kamaşır ve bir fâcia hayalinden baş ağrısı, harâret veya baygınlık meydana gelir ki bunlar ruhtan bedene inen eserlerdir. Aynı şekilde bedende birtakım fiil ve davranışın tekrarından nefiste kuvvetli bir meleke meydana gelir ki bu da bedenden ruha çıkan eserlerdir. Bu yüzden insanda hüsn-i tefekküre engel olmayacak şekilde ve kendisine işittirecek kadar dil ile zikir yapıldığı zaman bu dille zikirden hayalde bir etki oluşur. Ve bundan ruha bir nûr yükselir. Sonra bu nurlar ruhtan dile, lisandan hayâle, hayalden akla yansır. Karşılıklı aynalar gibi birbirini takviye ve biri diğerini geliştirerek kemal noktasına eriştirir. Bunun mertebelerine son yoktur. 5116
Zikir, dil ve beden ile yapılan kalbî bir uyanıklık içinde gerçekleştirilmelidir. Zira zikir, gafletin zıddı demektir. Dolayısıyla gafleti gidermeyen zikir, hakikatte zikir değildir. Nitekim Allah’ı zikir için farz kılınan namazı5117 gafletle edâ edenler
5112] 54/Kalem, 17, 22, 32, 40
5113] 33/Ahzâb, 41
5114] Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l Kur’an, c. 8, s. 336, Dünya Y.
5115] Fahreddin Râzî, Mefâtihu’l Gayb 4/152-153; Elmalılı, Hak Dini , Eser Y.1/540-541
5116] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Y. 4/2362-2363
5117] 20/Tâhâ, 14
ZİKİR
- 1031 -
kınanılırken,5118 onu huşû içinde yerine getirenler methedilmiştir.5119 Yine aynı şekilde “Mü’minler ancak o kimselerdir ki Allah zikredilince kalpleri ürperir.”5120 âyeti, zikrin âdeta gönlü titretecek derecede bir şuur içinde yapılması gerektiğine dikkat çekerken, Hz. Peygamber’e hitâben yapılan: “Rabbini, içinden yalvarıp yakararak, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam zikret, gâfillerden olma”5121 uyarısı dakalbî hassâsiyetin nasıl olması gerektiğine açık bir şekilde delâlet etmektedir.
Zikir, Allah’ı tekrar e devamlı kendine merkez olarak alma ânıdır. Zikir, dünyayı Allah’ın hidâyetine/kılavuzluğuna göre biçimlendirmek için inancın ve ruhsal hayatın ifadesidir. Zikir, tefekkürden sonra gelen bir davranış tarzıdır. Arınma, önce tefekkür ve sonra da tezekkürle gerçekleşir. Tefekkür bir talep, çağrıştırmaktır. Zikir ise, zihinde çağrışımı yapılmış nesnenin bizzat içinde var olmaktır.
Seyyid Kutub’un belirttiği gibi Allah’ı anma, hayatın dışında bir olay olarak algılanmamalıdır. Allah’ı zikir/anmak demek, O’nun emirleri doğrultusunda yaşamı düzenlemek demektir. Vahiyle bütünleştiğimiz oranda zikir eylemini gerçekleştirebiliriz. Zikrin bir de toplumsal boyutu vardır. Cemaat boyutu en fazla olan Cuma namazına Allah’ı zikretmeye koşmamız isteniyor.5122 Dikkat edilirse Cuma konusundaki âyetlerde namaza çağrıldığı zaman Allah’ı anmaya koşulması, namazdan çıkıldıktan sonra yeryüzüne dağılındığında da Allah’ın çok anılması isteniyor. Bu da bize toplumsal hayatta Allah’ın belirleyiciliğinden uzaklaşılmaması, hayatımızda laik bir alan olmaması gerektiğini vurgular.
Zikir, “ez-Zikr” diye nitelendirilen Kur’an’ı okumak, düşünmek, öğüt almak ve yaşamaktır. Salât etmek zikirdir. Kur’an’ın hükümlerini uygulamak zikirdir. Yapmakla Allah’ın rızâsını kazanacağımız her eylem zikirdir. Zikretmek, anlamanadan, kurukuruya bir şeyleri tekrar etmek, vird haline getirmek değil; aksine zikri anlamak ve anladığımızı pratiklerle göstermektir. 5123
Allah’ın zikri ile kalplerin titremesi: Zikir, tam anlamıyla gerçekleştiği zaman kalpler onunla uyanır, titrer ve kendine gelir. “İman edenlerin Allah Allah’ı zikretme ve O’ndan inen hak/gerçek için kalplerinin saygıyla yumuşaması zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan birçoğu fâsıktır/yoldan çıkmış kimselerdir.”5124 “Mü’minler, Allah zikredildiği/anıldığı zaman kalpleri titreyen kimselerdir.”5125 Kalbin titremesi, duyarlılık göstergesidir. Allah’tan bahsedilmesine, kendisine Allah’ın hükmü hatırlatırlamsına rağmen yanlışı değiştirmeyen, ürpermeyen ve gidişatını düzeltmeyen, (gerçek) mü’min olma vasfını kaybeder. Böylesi bir duyarlılıktan uzak olarak yapılan zikirler gerçek zikir değildir. Sarhoş bir halde atılan “Allah” nâraları, ancak Allah’ın gazabını celbettirir.
Zikirden Uzaklaşmak: Zikirden uzaklaşmak, kişinin özünden uzaklaşması demektir. Çünkü zikir; aklın, düşünce ve duyguların tertemiz bir şekilde faâliyette
5118] 107/Mâûn, 4-5
5119] 23/Mü’minûn, 1-2
5120] 8/Enfâl, 2
5121] 7/A’râf, 205
5122] 62/Cum’a, 9-10
5123] Rasûl Bozyel, Zikir Üzerine, Haksöz 8 (Kasım 91), s. 7
5124] 57/Hadîd, 16
5125] 8/Enfâl, 2
- 1032 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olması demektir. İnsanın doğru yolda yürüdüğünün işaretidir. Zikirden uzaklaşmak ise bâtıla geçişin ve çöküşün bir başlangıcıdır. Allah’ın kitabının zikir olduğunu hatırlarsak, Kur’an’dan uzaklaşmak demek; dalâlete/sapıklığa düşmek, İlâhî kitabın ışığından mahrum olmak, karanlıkta kalmak demektir. Rabbimiz, kitabına karşı ilgisiz kalan kimselerin kalplerinin katılaşmış olduğunu bildiriyor ve onlara “yazıklar olsun!” diyor: Allah’ın, göğsünü İslâm’a açtığı kimse, Rabbinden gelen bir nur üzerinde değil midir? Kalpleri Allah’ın zikrine karşı katılaşmış olanlara yazıklar olsun! Bunlar apaçık bir sapıklık içindedir.” 5126
Allah’ın zikrinden uzaklaşanlar, şeytanın kardeşi olurlar. Şeytan da onları doğru yoldan uzaklaştırır. Bâtıllarla oyalar. Fakat, insanın bundan hiç haberi olmaz da kendini hidâyette zanneder: “Allah’ın zikrini kim umursamazsa, ona bir şeytanı musallat ederiz de, artık o, ondan hiç ayrılmayan bir arkadar olur. O şeytanlar onları doğru yoldan ayırırlar da onlar kendilerinin hâlâ doğru yolda olduklarını zannederler.” 5127
Kıyâmet günü Allah’ın zikrinden, yani kitabından uzaklaşmış olan kimse, feryad ederek şöyle der: “Ah ne olurdu peygamberle birlikte bir yol tutsaydım! Yazıklar olsun bana! Ne olurdu filanı (bâtıl yolcusunu) dost edinmeseydim! Çünkü zikir (Kur’an) bana gelmişken o, hakikaten beni ondan saptırdı. Şeytan insanı (uçuruma sürükleyip sonra) yüzüstü bırakıp rezil rüsvay eder. Peygamber der ki: ‘Ey Rabbim! Kavmim bu Kur’an’ı terkettiler.”5128 Sonuçta, Rabbin zikrinden uzaklaşmak, azâbı getirir: “Kim Rabbinin zikrinden yüz çevirirse, Allah onu çok ağır bir azâba sokar.”5129 “Şeytan onları hükmü altına almış ve Allah’ın zikrini unutturmuştur. İşte bunlar, hizbuşşeytandır (şeytanın taraftarlarıdır). İyi bilin ki hüsrana uğrayacak, kaybedecek olanlar, şeytanın taraftarlarıdır.” 5130
Zikir kelimesinin; düşünme, hatırlama, anma, öğüt ve uyarı gibi anlamlar taşıdığını Kur’an’dan yola çıkarak biliyoruz. Dolayısıyla zikrin gerçekleşmesi için bu anlamların bir bütünlük arzetmesi gerekir. Kitabın zikir olması ile kişinin zikretmesi arasında bir bağlantı vardır. Zikir, sadece dil ile bir “anış”tan ibâret değildir. Bir ismi tekrar tekra söylemek, tek başına bir zikir sayılmaz. Söylemenin ötesinde olması gereken şartlar vardır. Bunlar: Düşünmek,5131 öğüt almak,5132 hatırlamak,5133 Rabbin ismi (el-esmâü’l-hüsnâ’dan biri) olması, yani “Hû” kelimesi gibi aslında zamir olan birçok kişi için kullanılıp onların yerini tutan bir kelime olmamalıdır. 5134
Allah’ı çokça zikredilmesi istenen âyetlere5135 dikkat edildiğinde, bizden istenen zikrin sayısal değerinden bahsedilmediği görülecektir. Yani, “şu isimleri şu kadar tekrarlayın” şeklinde bir emir yok. Zikrin sabah akşam çokça yapılması, her yerde ve her zaman Allah’ı zikretmenin istenmesi gösteriyor ki, dil ile çok çok tekrarlama yerine (ondan daha önemli olarak); hatırlama, düşünme, idrâk etme, ifade etme ve öğüt alma, hep zikir halidir. Bilinçsiz bir şekilde yapılan
5126] 39/Zümer, 22
5127] 43/Zuhruf, 36-37
5128] 25/Furkan, 27-30
5129] 72/Cinn, 17
5130] 58/Mücâdele, 19
5131] 3/Âl-i İmrân, 191
5132] 37/Sâffât, 13; 7/A’râf, 3
5133] 5/Mâide, 110
5134] 76/İnsan, 25-26; 73/Müzzemmil, 8
5135] 3/Âl-i İmrân, 41; 33/Ahzâb, 41-42; 62/Cum’a, 10
ZİKİR
- 1033 -
tekrardan öte, gerçek zikrin, düşünerek, ibret alarak şuurlu bir şekilde yapılan hareketler olduğu bilinmelidir. 5136
Muhammed el-Behiy, zikrin Kur’an’da öncelikli ve ağırlıklı olarak Kur’an anlamında kullanıldığını belirtir ve şöyle der: “Zikir, Kur’an’da çok yerde Allah’ın kitabı olan Kur’an anlamında kullanılmıştır. Zikir, daha sonra ‘tesbih’e, tesbihin yapıldığı ve zâhidlerin devam ettiği yere isim olarak verilmişse de, bu isimlendiriş, tesbihte aslolanın Kur’an ve âyetleri olmasından ileri gelmektedir. Allah’ı zikir, O’nu sürekli biçimde hatırında tutmak, O’ndan gâfil olmamak, O’nu anmaktır. Allah’a anmak; mü’min insanı Allah’ın yüceliği, azameti ve korkusu karşısında şuurlandırarak açık bir anlayış kazandıran bilinçli bir işlemdir. Bu aklî davranışın insan hayatındaki eseri; doğruluk, Allah yoluna uyma, kendisine ve başkasına kötülük veren şeyden kaçınma şeklinde belirir. Mü’min kişi, her şeyden önce insandır. Bu yüzden kendisinde yanılma ve unutma olabilir. Allah yoluna uymasına engel olan hatalı durumları görülebilir. Yanılır, unutur veya hata ederse; Allah’ı anması, bütün bu durumlardan önceki güvenle yürüdüğü doğru çizgiye dönmesi gerekir. Kur’an, bu konuda mü’minlere şöyle sesleniyor: “O takvâ sahipleri, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı zikrederler. O’nu hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe istiğfâr ederler...” Özetle, Allah’ı zikir, olumlu davranışa iten aklî ve ruhî bir işlemdir. Zikir (Kur’an), sözden önce anlamdır. Sembolik bir tablodan öte bir değer ve fonksiyon taşır.” 5137
Yusuf Kerimoğlu, zikir kavramını açıklarken, zikrin İslâmî hükümleri bilmek ve ahkâmı edâ etmek olarak ifade eder ve şöyle der: Bir mükellef, sahih bir itikada sahip olmadığı ve ihlâsı esas almadığı müddetçe, sâlih amel işleyemez. Müslümanlar, zikir ibâdetini edâ ederek gafletten kurtulabilirler. Bir hususa işaret etmekte fayda vardır: Yeryüzündeki hilâfet vazifesini hakkı ile edâ etmeye niyet etmeyen kimselerin, bazı lafızları “dudak servisi” ile tekrarlamalarına zikir denilemez. Kur’ân-ı Kerim’de zikir ehli, şeriatı bilen ve ahkâmını hakkı ile edâ eden kimseleri ifade için kullanılmıştır: “Bilmiyorsanız zikir ehlinden sorunuz.”5138 âyet-i kerimesindeki incelik budur. 5139
Zikir, insanı Allah’a yaklaştırır. O’nu çok zikreden O’na daha çok yaklaşacaktır. Allah’ın zikrini dilinden düşürmeyen, kalbinden eksiltmeyen, aklından çıkarmaya kişi ile Allah araksındaki uzaklık, soğukluk kalkar. Allah’a karşı insanda bir ünsiyet, samimiyet ve muhabbet oluşur. Allah’ı zikreden kişi, Allah ile beraberdir. O’nun yasakladığı, rızâ göstermediği bir durumla karşılaşınca zikrullah sâyesinde ona yaklaşmaz. Allah’ın her şeyi her an görüp işittiğini, bildiğini insanın devamlı aklından çıkarmaması, zikirdir, zikrin ta kendisidir. Bunun bir diğer adı takvâ ve ihsandır. Bu anlamıyla zikirden başka hiçbir şey, insanda Allah kontrolünü, murâkabeyi sağlayamaz. Mü’min, karşılaştığı sıkıntılar ve musîbetler ânında Allah’a yönelir, O’na sığınır, O’na tevekkül eder. Bu vasıflar, Allah’ı iyi tanıyan, O’nunla beraber olan, O’nu zikreden kişilerde yer alır. Son zamanlarda yapılan araştırmalarda Allah Teâlâ’yı zikretmek sûretiyle yeni yeni beyin hücrelerinin faâliyete geçtiği, beyinde yeni galerilerin açıldığı, böylece insan için yeni açılımlar meydana geldiği, zikrin bu yolda yeni sıçramalar yaptırdığı ortaya çıkmıştır.
5136] Zikir, Kur’an Okulu, Heyet, Hanif Y. sayı 14
5137] Muhammed el-Behiy, İnanç ve Amelde Kur’anî Kavramlar, s. 30, 189
5138] 16/Nahl, 43
5139] Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, s. 345
- 1034 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Zaten “zikir ehli” olan Kur’an vârisleri olan âlimlerin olaylara yaklaşımında bu husus açıkça görülmektedir.
Müslümanların ayrılmaz vasıfları olan cihad ve zikir, görünüşte birbirlerine hiç benzemeyen vasıf ve amel gibidir. Fakat iyice araştırıldığında, birbirlerine çok yakın, birbirlerini tamamlayan, netice itibarıyla aynı noktada birleşen iki amel olduğu görülecektir. İnsanın kendi nefsi ve şeytanla olan cihadında zikir, bu cihadın ta kendisidir. İnsan, nefsinin ve şeytanın kötülüklerinden ancak Allah’ı zikretmek/hatırlamak sûretiyle kurtulabilmektedir. Ve insanın düşmanlarla yaptığı cihadında en büyük desteği zikir sağlamaktadır. Allah’ın zikriyle bütünleşmiş bir bünye, bâtılı düşman ilan etmiş, bâtılla cepheleşmiş ve onun asla uyuşmaz hale gelmiştir.
Müslümanlar olarak, zikirle emrolunduğumuz gibi, cihadla da emrolunduk. Hak adına, Allah’ın askeri olarak bâtıla karşı savaşmak müslüman olmanın gereğidir. “İman edenler Allah yolunda savaşırlar; kâfirler de tâğut (bâtıl dâvâlar ve şeytan) yolunda savaşırlar.O halde şeytanın evliyâsına/dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın düzeni ve tuzağı zayıftır.”5140 Müslüman, bâtılın temsilcilerine karşı yürüteceği bu cihad ve savaşı, “îlâ-yı kelimetullah” (Allah’ın adının yücelmesi) için yapmak zorundadır. Cihadı yerine getirdikçe Allah Teâlâ’nın ismi yücelmekte, Allah’ı zikretmiş olmakta, cihada yönelmektedir. Müslümanların sahip olmakla emrolundukları cihad ve zikir vasıflarını bu noktada birbirlerinden ayırmak mümkün değildir. 5141
Zikrin Psikolojik Faydaları
Her çeşit ibâdet ve zikir, insanı Rabbine yaklaştırır. Kendisinin O’nun koruma ve gözetiminde olduğu duygusunu verir; bağış umudu güçlenir, içinde gönül rahatlığı oluşur, üstüne sekînet ve huzur iner. “İyi bilin ki kalpler, ancak Allah’ın zikriyle tatmin olur, huzur bulur.”5142 “Allah’ı çok zikredin; umulur ki bu sâyede kurtulursunuz.”5143 Rasûlullah (s.a.s.) da, Allah’ı zikretmenin insanın içinde huzur ve sükûnet yaydığını dile getirmiştir: “Bir topluluk Allah’ı zikretmek üzere otururlarsa, melekler onları kuşatır, rahmet onları kaplar, üzerlerine sekine (huzur, feyiz) iner ve Allah onları yanındakilere (meleklere) zikreder.” 5144
İnsanın huzur ve sükûna erebilmesi için, mutlaka vücudun kontrol mekanizması durumunda olan kalbin mutmain olabilmesiyle mümkündür. Bunun içindir ki, karaktersiz, kişiliksiz, renksiz kişiler, ya da iki yüzlü, iki kişilikli, çifte standartlı olan yahûdiler, Allah’ı yeterince zikretmez, gerektiğinden çok az zikrederler.5145 Allah'ı zikretmeyen kâfir veya gâfiller, dünyada da ıstırap ve stresden, bunalım ve şikâyetlerden kurtulamaz, huzûr-ı kalp denilen saâdeti yakalayamaz. Ve esas mutluluğun âhirette olduğunu bilen ve unutmayanlar için, bu istekleri de zikir sâyesinde olacaktır: “... Allah’ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar için Alla bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”5146 Şeytanın vesvese ve tuzaklarına,
5140] 4/Nisâ, 76
5141] Mehmed Göktaş, Cihad-Zikir Ayrılmazlığı, s. 71-73
5142] 13/Ra’d, 28
5143] 62/Cum’a, 10
5144] Müslim, Zikir 25, 30, hadis no: 2689, 2700, 4/2069; Tirmizî, Deavât 7, hadis no: 3375
5145] 4/Nisâ, 142
5146] 33/Ahzâb, 35
ZİKİR
- 1035 -
haramları güzel gösterip mü’mine Allah’ı ve kendisinin müslümanlığını unutturmasına karşı en etkili silâh; kişinin diliyle, kafasıyla, gönlüyle ve her organı aracılığıyla yaptığı eylemleriyle zikretmektir.
Allah’ın zikri, kulunu kendine yaklaştırır, onu gözetimine alır, nimet ve rızâsıyla doları, kendini güven ve huzur duyguları kaplar. Zikir, kesinlikle ruhu canlandırır. Allah’ın rızâsı ve bağışı yolunda umudunu güçlendirir, rahatlama ve mutluluk duyguları verir. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.): “Allah’ı zikredenle zikretmeyen, diri ile ölü gibidirler.”5147 Zikir, stres ve kaygıya sebep olan anlayış ve psikolojiyi giderir. Kalp, âdeta Allah’ı zikretmek için yaratılmıştır. Zikir, kalbin kasvetini, katılık ve karanlığını giderir; Gam ve kederi, hüzün ve tasayı, gönül darlığı ve can sıkıntısını dağıtır. Allah’ı zikreden insan, nimetlerin farkına varıp şükreden insandır, zikir ve şükrü yüzünden anlaşılan, devamlı tebessüm içinde olan kimsedir.
Kalplerin ancak Allah’ı zikretmekle tatmin olabileceğini bildiren Ra’d sûresi 28. âyetini açıklarken, Bayraktar Bayraklı şunları söyler: “Âyette yer alan “zikir” kavramı, Allah’ı anmak ve düşünmek mânâlarını ifade etmektedir. İnsanın Allah’ı düşünmek üzere yoğunlaşması, kalpte bazı değişimleri meydana getirmektedir. Bu değişimlerin en önemlisi, en dirini ve en kalitelisi, tatmin denen doyum merhalesini yakalamasıdır. “Kalp”, gelişme ve değişme süreci içinde daima yeni merhalelere geçer ve geçmeye de âşıktır. Doyuma ulaşmadan, onu daha aşağı bir seviyede tutmak ve onu orada hapsetmek, ona yapılacak en büyük zulümdür. Mânâsı değişim olan “kalp”, daima daha şerefli merhalelere uzanarak huzurunu bulacaktır. Madde âleminde duyulacak olan lezzet ve doyumun ötesinde daha kaliteli lezzet ve doyumların olduğunu kalp bilir ve daima onlara sevdâlı olduğunu insana hissettirir. Kalp ile akıl, beraberce ilâhî bilgi ve ilâhî nur sâyesinde bu merhaleleri aşmak isterler. Bu merhalelerin en sonu, Allah’ı düşünerek varılan doyum noktasıdır. Kalp o noktada bir karara ulaşır. Bütün değişimlerden geçerek değişmeyene ulaşma merhalesi dediğimiz bu mertebe, mutluluğun en son noktası olmaktadır.” 5148
Zikir, kalpleri doyuran, iştahların aç gözlülüğünü gideren, susuzları suya kandıran, akılları hedefine ulaştıran bir ibâdettir. Zikir kul için uyanıklılıktır, şuurdur, bilinçli olmaktır. Zikir takvaya ulaştırır, takvayı öğretir, takvaya arkadaş eder. Zikir şuurları diri tutar, gönülleri gafletten korur. Zikir ilaçtır, zikir iksirdir, zikir âb-ı hayattır, zikir canlara can katan merhemdir. Zikir yoksullukları kanaat zenginliğine, yalnızlıkları ebedi ve bitmez dostluğa, mahrumiyetleri ilâhí ilgiye dönüştürür. Zikir dünyalık korkuları giderir, endişeleri umuda çevirir, hayalleri götürür; onun yerine solmaz gerçekleri yerleştirir. Zikir boş kuruntular (ümniyye) yerine Allah’ı bilme, takdir etme, önünde kul gibi eğilme ve O’ndan isteme cesareti arama ümidini verir.
İnsan, zikir sâyesinde, iç dünyasında oluşan huzur, sükûnet, doygunluk, tatmin ve ilâhî aydınlığın yardımıyla, hayatın geçici ve iğreti çemberini yarıp zorlukları aşarak, geldiği yer olan baba vatanı Cennet’e geldiği gibi saf ve temiz bir şekilde geri dönme imkânını elde eder. Zikirle insan ayrı bir güç ve olgunluk kazanır. Allah’ın da insanı zikretmesi, ancak kişinin gereği gibi Allah’ı zikretmesiyle
5147] Buhârî, Deavât 67
5148] Bayraktar Bayraklı, Kur’an’da Değişim, Gelişim ve Kalite Kavramları, s. 126
- 1036 -
KUR’AN KAVRAMLARI
mümkün olacaktır.5149 İnsan, Allah'ı zikretmez, unutursa; Allah da onları terkeder, hidâyet ve rahmetini keser; yani mecâzi anlamda Allah da onları unutur: “Onlar Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttu!” 5150
Zikir çeşitlerinin en üstünü, Kur’an okumaktır. Bu yüzden, kalbin temizlenmesinde, psikolojik problemlerinin çözümünde ve ruhun şifa bulmasında büyük yeri vardır. “Biz Kur’an’dan mü’minlere şifa ve rahmet olan şeyler indiriyoruz. Zâlimlerin ise ancak hüsrânını/ziyanını artırır.” 5151
“Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerindekine bir şifâ, mü’minler için bir hidâyet ve rahmet gelmiştir.”5152; “...De ki: ‘O, iman edenler için hidâyet/doğru yolu gösteren bir kılavuzdur ve şifâdır. İman etmeyenlere gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur’an onlara kapalıdır...” 5153
Günahların bağışlanması, Cehennemden kurtulmak, Cennete girmeyi başarmak için Kur’an okumanın faziletini ortaya koyan hadisler, günahkârlık duygusundan doğan nefisteki stresten kurtulmak için, Kur’an’ın çok önemli bir ilaç olduğunu gösteriyor. Kur’an, yalnızca günahkârlık hissinden dolayı insanın içinde oluşan gerginliğin değil; aklî ve psikolojik bunalımlar ve ruhî rahatsızlık durumlarının hepsi için bir ilaçtır. Kur’an, kalplerde olanın, gönüllerdeki şüphe ve aşırılıkların şifasıdır.
Onda hakkın bâtılı nasıl giderdiğinin, eşyayı olduğu gibi görmeyi sağlayan bilgi, düşünce ve kavramayı bozan şüphe hastalıklarını nasıl yok ettiğinin açıklaması vardır. Onda hikmet, korkutma, özendirme ve kalbin iyi olmasını sağlayacak ibret alınması gerekli şeyleri hikâye etme yollarıyla güzel öğüt verme vardır. Kalbi kendisine yararlı şeylere teşvik eder, zararlı olacak şeylerden uzaklaştırır. Kalp, daha önce yanlışın bağımlısı, doğrunun düşmanı olsa bile, böylece doğruyu sever, yanlıştan nefret eder.
Kur’an, bozuk irâdenin nedeni olan hastalıkları giderir. Kalp düzelince, irâde de düzelir, yaratıldığı hale, fıtrata döner. Ayrıca beden de normal haline kavuşur. Vücudun, gelişim ve güçlenmesi gibi kalp de, temizleyici ve güçlendirici olmaları sebebiyle iman ve Kur’an’la beslenir. Kalbin gelişmesi, bedenin gelişmesi gibidir.
Müslüman, Allah’ın zikrine devam ettiği zaman, kendisinin Allah’a yakın, O’nun himayesi ve gözetiminde olduğunu hisseder; bu durum da, içinde metânet ve güce bağlı bir şuur ile güven, dinginlik ve mutluluk duymasına neden olur. Allah’ın zikri, insanın gönlünde güven ve tatmin hissi uyandırdığı için, hayatın sıkıntı, zahmet ve tehlikelerinin önünde zayıflık ve âcizlik duyulduğu ve hiçbir güvence ve yardımcı bulunamadığı zamanda, insanın hissettiği stresin ilacı olmaktadır. “Kim Benim zikrimden (Beni zikretmekten) yüz çevirirse, şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacaktır (onun dar bir geçimi, geçim sıkıntısı vardır).” 5154
Başta namaz olmak üzere bütün ibâdetler, zikirdir veya zikre yardımcı birer unsurdurlar. Namaz kılan kişi, namazda, her biri birer zikir olan tekbir
5149] 2/Bakara, 152
5150] 9/Tevbe, 67
5151] 17/İsrâ, 82
5152] 10/Yûnus, 57
5153] 41/Fussılet, 44
5154] 20/Tâhâ, 124
ZİKİR
- 1037 -
getirmekte, Kur’an okumakta, tesbih etmekte, Allah’a hamd ü senâ etmektedir. “... Bana ibâdet/kulluk et; Beni zikretmek için namaz kıl.” 5155
Zikretmeyenler ya da zikirden yüz çevirenler ebedî açlığa, doyumsuzluğa, mutsuzluğa, sıkıntılı bir hayata ve yalnızlığa mahkûmdurlar. Kur’an; bedenin, kalbin ve toplumun mutluluğunu şu veciz ifadeyle ortaya sermektedir: “Dikkat edin, kalpler ancak Allah’ın zikriyle tatmin olur (doyar).” 5156
“İman edenlerin Allah Allah’ı zikretme ve O’ndan inen hak/gerçek için kalplerinin saygıyla yumuşaması zamanı daha gelmedi mi?...” 5157
5155] 20/Tâhâ, 14
5156] 13/Ra’d, 28
5157] 57/Hadîd, 16
- 1038 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Zikir Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
A- “Zikir” Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyetler: (292 yerde): 2/Bakara, 40, 47, 63, 114, 122, 152, 152, 198, 198, 200, 200, 200, 203, 221, 231, 235, 239, 269, 282; 3/Âli- İmrân, 7, 36, 41, 58, 103, 135, 191, 195; 4/Nisâ, 11, 103, 124, 142, 176; 5/Mâide, 4, 7, 11, 13, 14, 20, 91, 110; 6/En’âm, 44, 68, 69, 70, 80, 90, 118, 119, 121, 126, 138, 139, 143, 144, 152; 7/A’râf, 2, 3, 26, 57, 63, 69, 69, 69, 74, 74, 86, 130, 165, 171, 201, 205; 8/Enfâl, 2, 26, 45, 57; 9/Tevbe, 126; 10/Yûnus, 3, 71; 11/Hûd, 24, 30, 114, 114, 120; 12/Yûsuf, 42, 42, 45, 85, 104; 13/Ra’d, 19, 28, 28; 14/İbrâhim, 5, 6, 25, 52; 15/Hicr, 6, 9; 16/Nahl, 13, 17, 43, 44, 90, 97; 17/İsrâ, 41, 46; 18/Kehf, 24, 28, 57, 63, 70, 83, 101; 19/Meryem, 2, 16, 41, 51, 54, 56, 67; 20/Tâhâ, 3, 14, 34, 42, 44, 99, 113, 124; 21/Enbiyâ, 2, 7, 10, 24, 24, 36, 36, 42, 48, 50, 60, 84, 105; 22/Hacc, 28, 34, 35, 36, 40; 23/Mü’minûn, 71, 71, 85, 110; 24/Nûr, 1, 27, 36, 37; 25/Furkan, 18, 29, 50, 62, 73; 26/Şuarâ, 5, 165, 209, 227; 27/Neml, 62; 28/Kasas, 43, 46, 51; 29/Ankebût, 45, 51; 32/Secde, 4, 15, 22; 33/Ahzâb, 9, 21, 34, 35, 35, 41, 41; 35/Fâtır, 3, 37, 37; 36/Yâsin, 11, 19, 69; 37/Sâffât, 3, 13, 13, 155, 168; 38/Sâd, 1, 8, 8, 17, 29, 32, 41, 43, 45, 46, 48, 49, 87; 39/Zümer, 9, 21, 22, 23, 27, 45, 45; 40/Mü’min, 13, 40, 44, 54, 58; 41/Fussılet, 41; 42/Şûrâ, 49, 50; 43/Zuhruf, 5, 13, 36, 44; 44/Duhan, 13, 58, 45/Câsiye, 23, 46/Ahkaf, 21; 47/Muhammed, 18, 20; 49/Hucurât, 13; 50/Kaf, 8, 37, 45; 51/Zâriyât, 49, 55, 55; 52/Tûr, 29; 53/Necm, 21, 29, 45; 54/Kamer, 15, 17, 17, 22, 22, 25, 32, 32, 40, 40, 51; 56/Vâkıa, 62, 73; 57/Hadîd, 16; 58/Mücâdele, 19; 62/Cum’a, 9, 10; 63/Münâfıkun, 9; 65/Talak, 10; 68/Kalem, 51, 52; 69/Haakka, 12, 42, 48; 72/Cinn, 17; 73/Müzzemmil, 8, 19; 74/Müddessir, 31, 49, 54, 55, 56; 75/Kıyâme, 39; 76/İnsan, 1, 25, 29; 77/Mürselât, 5; 79/Nâziât, 35, 43; 80/Abese, 4, 4, 11, 12; 81/Tekvîr, 27; 87/A’lâ, 9, 9, 10, 15; 88/Ğâşiye, 21, 21; 89/Fecr, 23, 23; 92/Leyl, 3; 94/İnşirâh, 4.
B- Konularına Göre Zikir Kavramı:
a- Allah’ı Zikretmek: 2/Bakara, 152, 200; 3/Âl-i İmrân, 191; 7/A’râf, 205-206; 13/Ra’d, 28; 33/Ahzâb, 41-42; 73/Müzzemmil, 8; 76/İnsan, 25.
b- Zikrin Şekli: 7/A’râf, 205.
c- Zikredenlerin Mükâfatı: 33/Ahzâb, 35.
d- Zikirle, Ölü Kalpler Canlanır: 57/Hadîd, 16-17.
e- Gaflet: 7/A’râf, 205; 39/Zümer, 22; 43/Zuhruf, 36.
Zikir Konusunda Bazı Hadis-i Şerif Kaynakları
Buhârî, Tevhid 15, 35, 50; Deavât 5, 11, 66, 67; Fedâilu’l-Ashâb 9, Humus 6, Nafakaat 6, 7.
Müslim, Zikir 2, hadis no: 2675, 4/2061, 5, hadis no: 2677, 6, hadis no: 2677, Zikir 10, Zikir 25, 28, hadis no: 2691, 30, hadis no: 2689, 2700, Zikir 31, hadis no: 2694, 32, hadis no: 2695, Zikir 37, hadis no: 2698, Zikir 44, hadis no: 2704; Tevbe 1; Salâtü’l-Müsâfirîn 211, hadis no: 779 ; Tahâret 1, hadis no: 223; Zekât 91, hadis no: 1031; Hayz, 117, hadis no: 373; Mesâcid, 142, hadis no: 595, Mesâcid, 146, hadis no: 597.
Tirmizî, Deavât 6, hadis no: 3374; Deavât 7, hadis no: 3375; Deavât 24, hadis no: 3405; Deavât 83; Deavât 91, hadis no: 3512; 140, hadis no: 3595; 142, hadis no: 3598; Deavât 8, hadis no: 3377; Deavât 100, hadis no: 3525; Zühd 14, hadis no: 2323;
Nesâî, Zekât 1.
Ebû Dâvud, Edeb 31, 105, hadis no: 5042; 107, hadis no: 4856, 5059; Edeb 109 hadis no: 5062-5063; İlm 13, hadis no: 3667; Harâc 20, hadis no: 2988, 2989; Cihad 14, hadis no: 2498.
İbn Mâce, Zühd 3, hadis no: 4112; Edeb 53, hadis no: 3790.
Ahmed bin Hanbel, 3/150.
İmam Mâlik, Muvattâ, Kur’an 24, hadis no: 1, 211; Kelâm 8.
Kttüb-i Sitte Terc. c. 6, s. 518-520; c. 7, s. 141, 195, 204, 238-239, 471; c. 9, s. 138-139; c. 10, s. 73; c. 13, s. 251-252, 263; c. 15, s. 186.
Geniş Bilgi Alınabilece Kaynaklar
1. Cihad-Zikir Ayrılmazlığı, Mehmed Göktaş, İstişâre Y.
2. Allah’ı Niçin Anıyoruz? Abdullah Arığ, Bahar Y./Seha Neşriyat
3. Zikrullah’ın Faydaları, Mehmed Zâhid Kotku, Seha Neşriyat
4. Zikir Risalesi, Ömer Yıldız, Umran Y.
5. İslâm’da Zikir Yapmanın Önemi, M. Hanefi Mert, Menzil Y.
6. Zikir ve Tesbihat, Muhammed Talha Tuncer, Umran Y.
ZİKİR
- 1039 -
7. Varoluşun Gayesi Zikrullah, Haydar Baş, İcmal Yayıncılık
8. Kadirî Yolu Sâliklerinin Zikir Makamları, Muharrem Hilmi, Süleyman Ateş, Şahsi Y/Yeni Ufukl
9. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 445-447
10. Tefsir-i Kebir (Mefâtihu’l-Gayb), Fahruddin er-Râzî, Akçağ Y. c. 4, s.
11. Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. c. 3, s. 625-626
12. Fî Zılâli’l-Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 289-292
13. El-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, İmam Kurtubî, Buruc Y. c. 2, s. 398-399
14. El-Mîzân Fî Tefsîri’l-Kur’an, Muhammed Hüseyin Tabatabâî, Kevser Y. c. 1, s. 477-481
15. Kur’ân-ı Kerim Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 293-298
16. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Y. c. 1, s. 259-261
17. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, (Nureddin Turgay), Şamil Y. c. 6, s.464-466
18. Çarpıtılan, Değiştirilen, Farziyeti İnkâr Edilen Kur’anî Kavramlar, R. Yılmaz, Mücahede Y. 145-164
19. İnanç ve Amelde Kur’anî Kavramlar, Muhammed el-Behiy, Yöneliş Y. s. 27-30; 185-189
20. Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Nil Y. s. 21- 256; Kırkambar Y. s. 35-39
21. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. s. 774-783; 693-695; 697-700; 247-249; 643
22. Kelimeler Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu, İnkılab Y. s. 343-345
23. Yürek Devleti, Mustafa İslâmoğlu, Denge Y. s. 31-34
24. Din Anlayışımızdaki Dehşet Yanılgılar, Naci Çelik, s.20-28
25. İnanmak ve Yaşamak, Ercümend Özkan, Anlam Y. 1/163-171
26. Nur’dan Kelimeler, Alâaddin Başar, Zafer Y. c. 1, s. 139-141
27. Hadis ve Psikoloji, Muhammed Osman Necati, Fecr Y. s. 333-337
28. Kur’an’da Değişim Gelişim ve Kalite Kavramları, Bayraktar Bayraklı, İFAV Y. s. 68, 126
29. Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Süleyman Uludağ, Marifet Y. s. 588-589
30. İbadet mi Âyin mi? Mustafa Karataş, Dersaadet Y. s. 163-167
31. Namaz Bir Tevhid Eylemi, Abdullah Yıldız, Pınar Y. s. 29-40; (Tekbir181-182
32. Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış, Abdülaziz Bayındır, Şahsi Y. (Birleşik Dağıtım)
33. İslâm’ın Siyasi Yorumu, Ebu’l Hasan Ali Nedvî, Akabe Y. s. 76-78
34. Kur’an ve Psikoloji, M. Osman Necati, Fecr Y. s. 261-264
35. Kur’an Işığında Evrensel Dengeler ve İnsan, Yaşar Düzenli, s. 311-316
36. Kur’an’da Kulluk, Zekeriya Pak, Kayıhan Y. s. 273-278
37. Kur’an ve Sünnette Kalbî Hayat, Âdem Ergül, Altınoluk Y. 65-68; 260-267
38. Yeni İslâm İlmihali, Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neşriya, s. 425-434
39. Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, Mehmed Zeki Pakalın, M.E.B. Y. c. 3, s. 659-661
40. Tasavvufî Ahlak, Mehmed Zâhid Kotku, Bahar Y. 1/12-84: 2/46-107, 153-166; 263-282; 5/37-81
41. Musâhabe, Ramazanoğlu Mahmud Sâmi, Erkam Y. c. 2, s. 18-21
42. Yaşayan Hurâfeler, Kemaleddin Erdil, Türkiye Diyanet Vakfı Y.
43. İslâm’a Giriş, Muhammed Hamidullah, T. Diyanet Vakfı Y./Beyan Y.
44. Zikir, Kur’an Okulu, Hanif Y. Sayı 14
45. Zikir Üzerine, Rasûl Bozyel, Haksöz, sayı 8, Kasım 91

Cumartesi, 06 Şubat 2021 23:01

ZEKERİYYÂ VE YAHYÂ (A.S.)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

ZEKERİYYÂ VE YAHYÂ (A.S.)


- 967 -
Kavram no 199
Peygamberler 10
Bk. Peygamberlik ve Peygamberler;
Yahûdiler; Adam Öldürmek
ZEKERİYYÂ VE YAHYÂ (A.S.)


• Hz. Zekeriyyâ (a.s.); Hayatı ve Şahsiyeti
• Hz. Yahyâ (a.s.); Hayatı ve Şahsiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Zekeriyyâ ve Yahyâ (a.s.)
• Peygamber Katili Yahûdiler
• Muharref İncillere Göre Hz. Yahyâ ve Şehâdeti
• Tefsirlerden İktibaslar
• Peygamberî Mesaj ve Örnekler
“Rabbi Meryem’e hüsn-i kabul gösterdi; onu güzel bir bitki olarak yetiştirdi. Zekeriyyâ’yı da onun bakımı ile görevlendirdi. Zekeriyyâ, onun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulur ve ‘Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?’ der; o da: ‘Bu, Allah tarafındandır, çünkü Allah, dilediğine sayısız rızık verir’ derdi.”
“Orada Zekeriyyâ, Rabbine duâ etti: ‘Rabbim! Bana tarafından hayırlı bir nesil bağışla. Sen, duâyı hakkıyla işitensin.”
“Zekeriyyâ, mihrapta durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nidâ ettiler: ‘Allah sana, Kendisi tarafından gelen bir Kelime’yi tasdik edici, efendi, iffetli ve sâlihlerden bir peygamber olarak Yahyâ’yı müjdeler.”
“Zekeriyyâ, ‘Rabbim! dedi, bana ihtiyarlık gelip çattığına, üstelik karım da kısır olduğuna göre benim nasıl oğlum olabilir?’ Allah şöyle buyurdu: ‘Öyle de olsa, Allah dilediğini yapar.”
“Zekeriyyâ: ‘Rabbim! (Oğlum olacağına dâir) bana bir alâmet ver’ dedi. Allah buyurdu ki: ‘Senin için alâmet, insanlara, üç gün, işaretten başka söz söylememendir. Ayrıca Rabbini çok zikret, sabah akşam tesbih et.” 4753
Hz. Zekeriyyâ (a.s.); Hayatı ve Şahsiyeti
Zekeriyyâ (a.s.), Kur’ân’da adı geçen peygamberlerden biridir. Soyu Dâvud (a.s.)’a dayanmaktadır. Kur’ân’da anılan duâlarından4754 anlaşıldığına göre, soyu daha sonra Yâkub (a.s.)’a varmaktadır. 4755
Zekeriyyâ (a.s.) İsrâiloğullarının peygamberi olduğu gibi, aynı zamanda onların bilgini, reisi ve müşâviri, yani danışmanı idi.4756 Onun hakkında çeşitli âyet
4753] 3/Âl-i İmrân, 37-41
4754] 19/Meryem,
4755] el-Kurtubî, Ahkâmu’l-Kur’ân, Kahire 1967, XI, 82; er-Razî, Mefâtihu’l-Gayb, Mısır 1937, V, 769
4756] es-Sa’l-ebî, el-Arâis, 1951, 372
- 968 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ve hadisler vardır. Ebû Hureyre’nin naklettiğine göre, Hz. Muhammed (s.a.s.); “Zekeriyyâ (a.s.) marangoz idi”4757 diyerek onun elinin emeği ile geçinen bir zanaat ehli olduğunu haber vermiştir.
Zekeriyyâ (a.s.)’nın hanımı, İsa (a.s.)’nın annesi Meryem’in teyzesi İşâ (Elizabeth) idi. Zekeriyyâ (a.s.) da, Meryem’e bakmakla meşgul oluyordu. Ona Beyt-i Makdis’te bir yer yapmıştı. Onun odasına her girdiğinde, yanında kış mevsiminde yaz meyvesini ve yaz mevsiminde de kış meyvesini buluyordu. Zekeriyyâ (a.s.), “Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?” diye sorunca, Meryem, “Allah tarafından” diye cevap veriyordu.4758
Zekeriyyâ (a.s.) Hz. Meryem’in yanında böyle yaz mevsiminde kış meyvesini ve kış mevsiminde de yaz meyvesini görünce, Meryem’e bu nimetleri veren, buna gücü yeten Yüce Allah, eşimin yaşı geçtiği halde, bize de hayırlı bir evlât verebilir” şeklinde düşündü ve hayırlı bir evladın olması için Allah’a gizlice şöyle duâ etti: “Rabbim! Gerçekten kemiklerim zayıfladı, saçlarım ağardı, Rabbim! Sana yalvarmaktan dolayı herhangi bir şeyden mahrum kalmadım. Doğrusu, benden sonra yerime geçecek yakınlarımın iyi hareket etmeyeceklerinden korkuyorum. Karım da kısırdır. Katından bana bir oğul bağışla ki, bana ve Yâkub oğullarına mirasçı olsun! Rabbim! O’nun, Senin rızânı kazanmasını da sağla!”4759 “Ya Rabbi! Bana kendi katından temiz bir soy bahşet!”4760 “Rabbim! Beni tek başıma bırakma! Sen vârislerin en hayırlısısın.”4761
Gücü her şeye yeten Yüce Allah, Zekeriyyâ (a.s.)’nın duâsını kabul etti ve O’na bir erkek evlât vereceğini müjdeledi: “Ey Zekeriyyâ! Sana Yahyâ isminde bir oğlanı müjdeliyoruz. Bu adı daha önce kimseye vermemiştik”4762 “Mihrabda namaz kılmaya durduğu sırada, hemen melekler ona şöyle seslendi: ‘Haberin olsun! Allah sana Yahyâ adlı çocuğu müjdeliyor. O, Allah’tan gelen bir kelimeyi (İsâ’yı) tasdik edecek, milletinin efendisi olacak, nefsine hâkim bulunacak ve sâlihlerden bir peygamber olacaktır”4763
Zekeriyyâ (a.s.), Allah’ın verdiği bu müjdeye şaştı, hayret etti. Çünkü kendisi de hanımı da hayli yaşlı idiler. “Rabbim! Karım kısır, ben de son derece kocamışken nasıl oğlum olabilir?”4764 diyerek, bu ilginç müjde karşısında hayretini dile getirdi. Yüce Allah ona şöyle cevap verdi: “Rabbin böyle buyurdu. Çünkü bu Bana kolaydır. Nitekim sen yokken, daha önce seni yaratmıştım”4765
Kur’ân’ın başka bir yerinde bu durum şöyle haber verilmiştir: “Zekeriyyâ’nın duâsını kabul edip kendisine Yahyâ’yı bahşetmiş, eşini de doğum yapacak hale getirmiştik. Doğrusu onlar iyi işlerde yarışıyorlar, korkarak ve umarak Bize yalvarıyorlardı. Bize karşı gönülden saygı duyuyorlardı”4766
Yüce Allah’ın bu güzel müjdesine son derece sevinen Zekeriyyâ (a.s.): “Rabbim!
4757] Ahmed bin Hanbel, II/405
4758] el-Kurtubî, Ahkâmu’l-Kur’ân, IV, 69 vd.
4759] 19/Meryem, 4-6
4760] 3/Âl-i İmrân, 38
4761] 21/Enbiyâ, 89
4762] 19/Meryem, 7
4763] 3/Âl-i İmrân, 39
4764] 19/Meryem, 8
4765] 19/Meryem, 9
4766] 21/Enbiyâ, 90
ZEKERİYYÂ VE YAHYÂ (A.S.)
- 969 -
Öyle ise bana bir alâmet ver, dedi”4767 Allah ona şu cevabı verdi: “Alâmetin; üç gün, işaretten başka şekilde insanlarla konuşmamandır. Rabbını çok zikret, akşam sabah tesbih et!”4768 Gün oldu, Zekeriyyâ (a.s.)’nın nutku tutuldu. Mihrabdan çıktı ve milletine: “Sabah-akşam Allah'ı tesbih edin, diye işârette bulundu”4769 Zamanı gelince, Zekeriyyâ (a.s.)’nın oğlu Yahyâ (a.s.) dünyaya geldi.
Yukarıda görüldüğü gibi, Zekeriyyâ (a.s.) ile ilgili olarak zikredilen âyetlerin çoğu, duâ mahiyetindedir. O, çok duâ eden, Allah’ın emir ve yasaklarına riayet ederek tam bir teslimiyet içinde yaşayan yüce bir peygamberdi. Allah: “Zekeriyyâ, Yahyâ, İsa ve İlyas’a da (yol göstermiştik). Hepsi sâlihlerden/iyilerden (idi)ler”4770 diyerek onu şâhit peygamberlerle birlikte anmıştır.
Zekeriyyâ (a.s.) bu şekilde ömrünü ibâdetle geçirdi. Daima insanları Yüce Allah’a inanmaya ve O’nun yolunda yürümeye çağırdı. Fakat azmış olan, küfre dalan ve önünü görmeyecek kadar gözü dönenler, onu şehid ettiler.4771 (1)
Zekeriyyâ (a.s.), Hz. İsa (a.s.)’nın doğumundan önce İsrâiloğullarına peygamber olarak gönderilmiştir. Hz. Zekeriyyâ, İsrâiloğullarını Allah’a dâvet etmeye ve başlarına gelmesi muhtemel İlâhî azapla korkutmaya başladı. Çünkü Zekeriyyâ (a.s.); isyan ve azgınlığın arttığı, kötülüklerin yayıldığı, günahların çoğaldığı ve İsrâiloğullarını mânevî bozulmalar ve çözülmeler ile maddî sapmaların, azgınlaşan şiddetli dalgalar halinde kapladığı bir devrede peygamber olarak gönderilmişti. Zira İsrâiloğulları o kadar bozulmuşlardı ki, Allah’ı ve âhiret gününü unutmuşlardı. Allah da, onların başına zorba ve zâlim hükümdarları ve vâlileri Musallat etti. Bu hükümdarlar ile yöneticiler, yeryüzünde fesat çıkarıyorlar, tüyler ürperten suçlar işliyorlar ve peygambere karşı hürmet ve dinin kutsallığına karşı ilgisiz davranıyorlardı. Çünkü onların dini, şeytanın kendilerine fısıldadığı şeylerden ve ibâdetleri de hevâlarının isteklerinden ibâretti. Sâlih kimselere, takvâ sahiplerine ve peygamberlere Musallat oluyorlar, hatta hiç çekinmeden onların kanlarını döküyorlardı. Zâlimlik ve zorbalık yönünden bu hükümdarlar ile yöneticilerin en önde geleni, Hz. Zekeriyyâ’nın oğlu Yahyâ’yı, sevgilisini memnun etmek için öldürülmesini ve başının bir tabak içerisinde kendisine sunulmasını emreden Filistin vâlisi Herodes idi.
Hz. Zekeriyyâ (a.s.), birçok zâlim yönetici ve vâlilerle karşılaştı. Çünkü o sırada İsrâiloğulları; her türlü haksızlık, zorluk, eziyet ve sıkıntı içerisinde bulunuyordu. Bundan dolayı İsrâiloğullarına gelen birçok eziyetten Hz. Zekeriyyâ da nasibini alıyordu. Öyle ki, sıkıntılar ve musîbetler birbirini tâkip ediyordu.
Zekeriyyâ (a.s.), Süleyman (a.s.)’ın soyundan olan Elisa(bet) ile evlendi. Elisa (Eşyâ), Meryem (a.s.)’in annesi olan Hanne’nin kızkardeşidir. Zekeriyyâ (a.s.) ile Elisa’dan Yahyâ (a.s.) doğmuştur. Hz. Zekeriyyâ’nın kemikleri zayıflamış, saçına beyazlık düşmüş ve ezâ ile zorluklara tahammül edecek gücü kalmamıştı. Buna rağmen İsrâiloğullarının sapıtıp fitneye düşmesinden korkuyordu. Kendisinden sonra kavminin doğru yoldan sapmasından korktuğu ve yakınlarına güvenemediği için kavmini Allah yoluna çağıracak birinin olmasını arzu ediyordu. İşte
4767] 19/Meryem, 10
4768] 3/Âl-i İmrân, 41
4769] 19/Meryem, 11
4770] 6/En’âm, 85
4771] Taberî, et-Tarih, Mısır 1326, II, 16; Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ, İstanbul 1966, I, 41
- 970 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bundan dolayı Rabbinden, ihtiyarlığında kendine yardım edecek, risâleti tebliğ etmede kendisine halef olacak ve bu dünya hayatının sıkıntıları içinde kendisini yalnız bırakmayacak bir evlât vermesini istedi.4772 Zekeriyyâ (a.s.), Rabbinden bir çocuk istediğinde rivâyete göre 99 yaşında ve hanımı da 98 yaşında idi.
Hz. Zekeriyyâ, sadece çocukları sevdiği ve baba olmayı arzuladığı için evlât istemiş değildi. Rabbinden, İsrâiloğullarını uyarma hususunda kendisine halef olacak ve kendisinin taşıdığı dâvet yükünü üzerine alacak bir çocuk istemişti. Çünkü Zekeriyyâ (a.s.), ölümünden sonra İsrâiloğullarının din ile ilgili işlerini câhil ve fâsık liderlerin üstlenmesinden ve bu kimselerin Allah’ın şeriatına ve hükmüne uygun olmayan işler yapmalarından korkuyordu. İşte bundan dolayı Rabbinden çocuk istedi. Bunun için de, gizliyi açığı bilen ve duyan Rabbine, başka kimsenin işitemeyeceği şekilde gizlice seslenip, takvâ sahibi sâlih bir çocuk vermesini istedi. Allah da onun bu duâsını kabul etti.4773
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerin sonuncusu olan Hz. İsa (a.s.)’nın doğumundan önce İlâhî dâveti açıklayıp yaymak için peygamber olarak seçilen Zekeriyyâ (a.s.) ve oğlu Yahyâ (a.s.), Hz. İsa’yı doğumundan delikanlı oluncaya kadar hep koruyup gözettiler. İncillerde geçtiği üzere, Zekeriyyâ ve Yahyâ (a.s.), göklerin melekûtunun/krallığının yaklaşmasına yakın bir dönemde peygamber olarak gönderilmişlerdir.
Zekeriyyâ (a.s.) zamanında Şam ve Kudüs, Batlamyusçular’ın elindeydi. Bunlar, Beyt-i Makdis’e hürmet ederler ve İsrâiloğullarını hoş tutarlardı. Bu kavmin ileri gelenleri, ibâdethâneden hiç dışarıya çıkmazdı. Beyt-i Makdis’de gece-gündüz ibâdet ederlerdi. O zamanlar İsrâiloğulları arasında bir peygamber yoktu. Kendilerine bir peygamber göndermesi için Allah’a ilticâ ettiler. Nihâyet, Zekeriyyâ (a.s.), Allah (c.c.) tarafından peygamber olarak gönderildi. Cenâb-ı Allah, Zekeriyyâ (a.s.)’ya risâlet görevini ve İsrâiloğullarını sapıklıktan kurtarması için tebliğ görevi vermeden önce o, mâbedin (Beytü’l-Makdis’in) hizmeti için bir araya gelmiş din adamlarından biri idi. Daha sonra onu Cenâb-ı Allah, peygamber olarak seçti.
Hz. Meryem’in babası İmrân, İsrâiloğullarının önderi, ileri geleni ve en büyük hahamları idi. İmrân ölünce, kızı Meryem’in bütün sorumluluğunu, Meryem’in teyzesinin kocası Hz. Zekeriyyâ üstlendi.4774
Hz. Yahyâ, babasının gözetiminde güzel bir hayat yaşadı. Daha sonra Yahyâ (a.s.) için asıl büyük fitne; ihtiyar ve onurlu babası daha sağ iken dalâlet ehli ve gazaba uğramış olanların arzularına kurban edilerek başının kesilmesi idi. Sâlih bir peygamber olan Hz. Zekeriyyâ’nın ölümü de, zâlim vâlilerin elinde oldu. O da, şehidlik şerbetini, oğlunun içtiği bardaktan içti. Bazı tarihçilerin kaydettiğine göre Zekeriyyâ (a.s.), testereyle biçilerek şehid edilmiştir. Bazı tarihçiler, onun azgın yahûdiler tarafından taşlanarak şehid edildiğini ileri sürerler. İlâhî rızâya sâdık ve sâlih bir peygamber olarak yaşayan Zekeriyyâ (a.s.), zâlim ve azgın yahûdiler tarafından hunharca şehid edilmiştir. Zekeriyyâ (a.s.)’nın kavmi tarafından nasıl şehid edildiği Kur’an’da ve hadislerde bildirilmemektedir. Bazı
4772] 21/Enbiyâ, 89-90; 3/Âl-i İmrân, 38
4773] 19/Meryem, 1-9
4774] 3/Âl-i İmrân, 37
ZEKERİYYÂ VE YAHYÂ (A.S.)
- 971 -
tarihçiler, onun şehid olmayıp normal yolla öldüğünü ileri sürerler. (2)
Zekeriyyâ (a.s.), ömrünü Allah’a ibâdet, O’na dâvet ve Kudüs’teki Beyt-i Makdis’e/Mescid-i Aksâ’ya hizmet uğrunda geçirmiştir. Türbesi, Suriye’nin Halep şehrindedir.
Hz. Yahyâ (a.s.); Hayatı ve Şahsiyeti
Yahyâ (a.s.), Kur’an’da adı geçen peygamberlerden biridir. Yüce Allah tarafından, Kur’an’da: “Ey Zekeriyyâ! Sana Yahyâ isminde bir oğlanı müjdeliyoruz. Bu adı daha önce kimseye vermemiştik”4775 âyeti ile haber verildiğine göre; Yahyâ (a.s.), Zekeriyyâ (a.s.)’nın oğlu idi. Kendisine Yahyâ adı da, Allah tarafından verilmişti.
Yahyâ (a.s.)’nın yüzü güzel, kaşları çatık, saçları seyrek, burnu uzun, sesi ince ve parmakları kısa idi. O, İsâ (a.s.)’dan altı ay önce dünyaya gelmişti. Yani İsâ (a.s.)'dan altı ay büyüktü. Dolayısıyla, Mûsâ (a.s.)'nın şeraitiyle amel eden peygamberlerin sonuncusuydu. Daha küçük yaşta iken, kendisine hikmet verilmişti. Yaşıtı olan çocuklar kendisine: “Ey Yahya! Bizimle gel, oynayalım” dedikleri zaman: “Ben, oyun için yaratılmadım” derdi.4776
Onun küçüklüğünden itibaren böyle temiz, saygılı ve ibâdet ehli olduğu, Kur’an’da şöyle haber verilmiştir: “(Ona çocukluğunda): Ey Yahyâ! Kitabı, kuvvetle tut! (dedik). Henüz çocuk iken, ona, hikmet’i verdik (Tevrat’ı öğrettik). Tarafımızdan (ona) bir kalp yumuşaklığı ve (günahlardan) temizlik (verdik). O, çok muttakî idi. Anasına ve babasına itaatli idi, bir serkeş ve âsî değildi. Dünyaya getirildiği gün de, öleceği gün de, diri olarak (kabrinden) kaldırılacağı gün de, ona selâm olsun!”4777
Bu âyetlerde görüldüğü gibi Yüce Allah, Yahyâ (a.s.)’nın çeşitli güzel vasıflarını haber vermiş ve onu selâmla anmıştır. Bu, onun doğduğunda vefat ettiğinde ve âhiret gününde Allah’ın himâyesinde bulunduğunu ifâde etmektedir. Her insanın başına geleceği kesin olan bu üç yalnızlık ve korku günlerinde Allah’ın selâm ve esenliği içinde olmak, ne büyük bir bahtiyarlıktır. Bu üç durumda Allah’ın himâyesinde bulunmak, bir nevi devamlı bir şekilde Allah’ın himâyesinde bulunmak demektir.4778
Yahyâ (a.s.) Allah’ın emrettiği gibi kitabı kuvvetle tuttu. Önce Tevrat’a ve daha sonra İncil’e uygun hareket etti. Bu mukaddes kitapların hükümlerinin milleti tarafından yaşanması için çalıştı. Hz. Muhammed (s.a.s.) onun bu mücâdelesi hakkında şöyle buyurdu:
“Yüce Allah, Zekeriyyâ (a.s.)’nın oğlu Yahyâ (a.s.)’ya, hem kendisi amel etmek, hem de amel etmeleri için İsrail oğullarına emretmek üzere, beş kelime emretmişti. Kendisi bu hususta biraz ağır ve yavaş davranınca, İsâ (a.s.) ona:
-Sen, hem kendin amel etmek hem de amel etmelerini İsrâiloğullarına emretmek üzere, beş kelime ile emrolunmuştun. Bunu İsrail oğullarına ya sen tebliğ edersin, ya da ben tebliğ ederim, deyince, Yahyâ (a.s.):
-Ey kardeşim! Sen bu vazifeyi yerine getirmekte beni geçersen, ben azâba uğramamdan
4775] 19/Meryem, 7
4776] es-Sa’lebî, el-Arais, Mısır 1951, 375 vd.
4777] 19/Meryem, 12-15
4778] Muhammed Ali es-Sabûnî, Safvetu’t-Tefâsîr, İstanbul 1987, II, 213
- 972 -
KUR’AN KAVRAMLARI
veya yere batırılmamdan korkarım, dedi ve hemen İsrâiloğullarını Beytü’l-Makdis’te topladı. Beytü’l-Makdis, İsrail oğulları ile doldu. Yahyâ (a.s.) yüksek bir yere oturarak Allah’a hamd ve senâda bulunduktan sonra şöyle dedi:
-Yüce Allah, bana, hem kendim amel edeyim, hem de amel etmenizi size emredeyim diye beş kelime emretti. Onların ilki, Allah’a hiç bir şeyi şerik/ortak koşmaksızın O’na ibâdet etmenizdir. Bunun misâli, öz malı olan altın veya gümüşle bir köle satın alıp çalıştıran bir adama benzer ki, köle çalışmasının kazancını, efendisinden başkasına ödüyor. Hanginiz, kölesinin böyle davranmasına sevinir, râzı olur? Hiç kuşkusuz, sizi Yüce Allah yarattı ve rızkınızı vermektedir. Öyle ise Allah’a, hiç bir şeyi şirk koşmaksızın ibâdet ediniz.
Allah namaz kılmanızı size emretti. Namaza durduğunuzda, yüzünüzü sağa sola çevirmeyiniz. Şüphe yok ki Yüce Allah, kulu, yüzünü başka tarafa çevirmedikçe, hep ona yöneliktir.
Allah size orucu emretti. Bunun misâli, yanında misk kesesi olduğu halde, bir topluluk içinde bulunan ve hepsi ondaki misk kokusunu duyan bir kimseye benzer. Hiç şüphesiz oruçlunun ağzının kokusu, Allah’ın katında misk kokusundan daha güzeldir.
Allah size sadakayı emretti. Bunun misâli, düşmanını esir edip elini boynuna bağladıkları ve boynunu vurmak üzere yaklaştırdıkları bir kimseye benzer ki o, ‘canımı elinizden kurtarmak için size bir fidye, kurtulmalık versem, olmaz mı?’ diyerek kendisini onlardan kurtarıncaya kadar, az çok fidye parası öder durur.
Allah size, Allah’ı çok zikretmenizi, anmanızı da emretti. Bunun misâli, düşmanın süratle kendisini tâkip ettiği bir kimseye benzer ki, sağlam bir kaleye gelip onun içine sığınmıştır. İşte kul da, Allah’ı zikir ile meşgul oldukça, şeytandan böyle korunur.”4779
Bu hadiste görüldüğü gibi tevhid inancı, namaz, oruç, zekât ve zikir gibi ibâdetler, yalnız Hz. Muhammed (s.a.s.)’in ümmetine mahsus ibâdetler değildir. Daha önceki peygamberlerin de ümmetlerine emrettiği ibâdetlerdir.
Yahyâ (a.s.) da, babası Zekeriyyâ (a.s.) gibi içinde yaşadığı kendi kavminden olan azgın yahûdiler tarafından şehid edildi.4780 (3)
Cenâb-ı Allah, Hz. Yahyâ’yı çok övmüş ve onu sâlih/iyi, takvâ sahibi, dosdoğru ve dürüst olarak nitelemiştir. Yüce Allah ona daha 30 yaşlarında iken peygamberlik vermiş; onu efendi, nefsine hâkim, şehvet ve kötülüklerden uzak kılmıştır.4781 Hz. İsa (a.s.) ile aynı zaman diliminde ve aynı (ya da yakın) topraklarda uzun müddet birlikte yaşamışlardır. O, çokça ibâdet eder, Allah’a devamlı yalvarır ve O’nun korkusundan dolayı çokça ağlardı. Tâbiînin meşhur müfessiri Mücâhid, Hz. Yahyâ’nın bu durumuyla ilgili olarak şöyle der: “Hz. Yahyâ’nın yiyeceği ot idi. Allah korkusundan o kadar ağlardı ki, eğer gözyaşı gözünün üzerinde kalsa, kesinlikle gözünü yakıp kör ederdi.”4782 İbn Asâkir’in şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Bir gün, anne ve babası, Hz. Yahyâ’yı aramaya çıktıklarında, onu Ürdün Gölü yakınında buldular. Yanına vardılar. Onu, Allah’a karşı olan korku/huşû ve ibâdet içinde buldular. Onun bu halini görünce onları şiddetli bir ağlama tuttu.”
Yüce Allah, Yahyâ (a.s.)’ya sabî yaşta hikmet verdi. Tevrat ile ilgili şeriatı,
4779] Tirmizî, el-Emsâl, 3, Edeb 78; Ahmed bin Hanbel, IV/202, V/244
4780] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul 1971, I, 421
4781] 3/Âl-i İmrân, 39
4782] İbn Kesir, el-Bidâye, II/54
ZEKERİYYÂ VE YAHYÂ (A.S.)
- 973 -
şeriatın esaslarını ve hükümlerini öğrenmeye koyuldu. Öyle ki benzeri bulunmayan ve derin bir âlim oldu. Din konusundaki fetvâlar ona sorulurdu. 30 Yaşına geldiğinde, ona risâlet ve nübüvvet verildi. Yüce Allah, Yahyâ (a.s.)’ya bu konuyla ilgili olarak şöyle hitap etmektedir: “Ey Yahyâ! Kitab (Tevrat)’a kuvvetle sarıl (dedik).”4783
Heyseme’den şöyle rivâyet edilmiştir: “Hz. Yahyâ ile Hz. İsa, teyze çocuklarıydılar. İsa, yün elbiseler giyerdi. Yahyâ ise, kıldan dokunmuş elbise giyerdi. Hiçbirinin ne dinarı, ne dirhemi, ne kölesi, ne câriyesi ve ne de sığınacakları barınağı vardı. Nerede akşam, orada sabah yaşayıp giderlerdi. Birbirlerinden ayrılmak istediklerinde, Yahyâ: ‘Bana tavsiyede bulun!’ deyince, Hz. İsa: ‘Asla öfkelenme!’ dedi. Hz. Yahyâ: ‘Ben bunu beceremem’ deyince, Hz. İsa ona: ‘Mal biriktirme ve saklama’ diye tavsiye etti. Hz. Yahyâ: ‘Bunu, belki yapabilirim’ dedi.”4784
Hz. Yahyâ, zühd hayatı yaşayıp çoğunlukla insanlardan uzak yaşar, çölde dolaşır, ağaçların yapraklarını yer, nehir sularından içer ve bazı zamanlarda ise çekirge yemek sûretiyle açlığını giderirdi. Bütün bunlara rağmen, bazen kendi kendine: “Ey Yahyâ! Senden daha çok nimet içinde kim var?” diye sorardı. Yahyâ (a.s.), İsrâiloğullarını Allah’a dâvet ediyor ve onlara göklerin melekûtunun yaklaşmakta olduğunu müjdeliyordu. Hz. Yahyâ’nın dâvet metodu, hikmet ve güzel öğütten ibâretti.
Hıristiyan din bilginleri; Hz. Yahyâ’yı “Yuhanna” diye adlandırmışlar ve ona “Vaftizci” lakabı takmışlardı. Hz. Yahyâ’nın insanları vaftiz ettiğine dâir özellikle Matta İncilinin çeşitli yerlerinde konu geçmektedir. Hz. Yahyâ, hıristiyanlarca yapılan vaftiz işini üstlenmişti. Bu, günahlardan tevbe etmek için suyla yıkanılıp takdis edilme işidir. İncillerin anlattığına göre Yahyâ (a.s.), Ürdün çevresinde peygamberliğini açıklayıp insanları tevbe etmeye çağırdı. Bunun üzerine Kudüs halkı ile Ürdün’e yakın kasaba halkı, Hz. Yahyâ’nın yanına geldi. Yahyâ (a.s.) onları, nehirde vaftiz edip onlara göklerin krallığının yaklaşmakta olduğunu haber verdi. Hz. Yahyâ, İsa (a.s.)’yı Ürdün nehrinde vaftiz edip takdis etti. O sırada Hz. İsa’nın 33 yaşında olduğu belirtilir.
Tarihçiler, Yahyâ (a.s.)’nın öldürülmesi ile ilgili birçok sebep naklederler. Bunların en meşhur olanını, İbn Kesir rivâyet etmiştir. İncillerden alındığı anlaşılan bu rivâyeti, en-Neccâr, Kasasu’l-Enbiyâ adlı kitabında şu şekilde aktarmaktadır: “Filistin hükümdarı/vâlisi Herodes, belâlı ve fâsık bir kimse idi. Bunun, erkek kardeşinin Herodya adında çok güzel bir kızı vardı. Kızın amcası, onunla evlenmek istiyordu. Kız ile annesi de, bu evliliğe râzı idiler. Fakat Hz. Yahyâ, bu evlilik işini öğrenince, böyle bir şeyin olamayacağını belirtmişti. Çünkü bu evlilik işi, (müslümanlara göre haram olduğu gibi) ehl-i kitabın şeriatına göre de haramdı. Bu nedenle de kızın annesi, Hz. Yahyâ’ya karşı kalbinde kin besleyerek onu öldürtmek için bir hile tasarlıyordu. Bu sebeple de kızı Herodya’yı çok güzel bir şekilde süsledi ve en güzel elbiseler giydirdi ve Herodes’in huzuruna yolladı. Kız, Herodes’in aklını başından çelinceye kadar dans etti. Herodes, kıza: ‘Dile benden ne dilersen?’ dedi. Herodya, annesinin kendisine öğrettiği gibi: ‘Şu tabakta Yahyâ’nın başını istiyorum’ dedi. Herodes, kızın bu isteğini kabul edip Yahyâ’nın başının kendisine getirilmesini emretti. Bunun üzerine Yahyâ (a.s.)’yı, namazda
4783] 19/Meryem, 12
4784] İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, II/52
- 974 -
KUR’AN KAVRAMLARI
iken, bir koyun boğazlar gibi boğazlayıp öldürdüler. Daha sonra, kesik başını, kanlar içinde tabağa koyarak Herodes’e getirdiler. Bunun üzerine Herodya’nın, o anda helâk olduğu söylenir.”
(Romalılar, genellikle fethettikleri yerlere, yerli vali ve hükümdar atama eğiliminde oldukları için Filistin’de kendilerine tâbi olan yerlilerden oluşmuş bir devlet kurulmasına izin verdiler. Bu devlet, M.Ö. 40 yılında son derece akıllı ve zekî olan Herodes adlı bir yahûdinin eline geçti. Bu kişi, tarihe “Büyük Herodes” adıyla geçmiştir. Herodes, iktidara sahip olduktan sonra aldığı çeşitli tedbirler ve izlediği dirâyetli siyâset sâyesinde yahûdi devletinin sınırlarını benzeri görülmemiş şekilde genişletti. Öyle ki M.Ö. 40’tan M.Ö. 4’e kadar bütün Filistin ve Ürdün’ün büyük bir bölümüne hâkim oldu. Herodes, bir yandan dinî lider ve din adamlarını himâye ederek yahûdilerin desteklerini kazandı, diğer yandan da Roma kültür ve medeniyetini yayarak Roma İmparatorluğunu da memnun etti. Fakat yahûdiler, siyâset ve devlette söz sahibi olmalarına rağmen din, ahlâk ve mâneviyat açısından büyük kayıplara uğradılar. Hz. İsa’yı öldürmek isteyen Herodes, bu “Büyük Herodes”tir. Hz. Yahyâ’yı şehid eden ise onun torunu olan Herodes olmuştur. Herodes’ten sonra devlet, 3’e bölündü.)
Bu kıssa, bize; İsrâiloğulları hükümdarlarının zulüm ve haksızlıkta ne kadar ileri gittiklerini göstermektedir. Çünkü bu hükümdarlar, bir anlık istekleri uğruna veya dine hürmeti ve şeriata saygısı olmayan câhil, fâsık kimselerin arzularını yerine getirmek için peygamberleri öldürmeye ve sâlih kulların kanlarını dökmeye cür’et etmişlerdir. Çünkü İsrâiloğulları, bu kötü işi başlatanların ilkidir. Hatta peygamber öldürmek, onların sapıklıklarının ve taşkınlıklarının bir alâmet ve işareti olmuştur. Hz. Yahyâ, Hz. Zekeriyyâ ve Hz. İsa’ya karşı tertiplenen olaylar ve sayılarını ancak Allah’ın bildiği peygamberlerin, hem insanlığın ve hem de Allah’ın düşmanları yahûdileşmiş kimselerin ellerinde suçsuz yere kanları dökülmüştür.
Hz. Yahyâ’nın öldürülmesi olayında zorbalığa ve hükümdarın zulmüne karşı çıkan pek çok âlim de öldürülmüştür. Bunların başında Hz. Yahyâ’nın babası Hz. Zekeriyyâ gelmektedir. Bazı tarihçiler, oğlu Yahyâ’nın öldürülmesinden sonra, Hz. Zekeriyyâ’nın testere ile biçilerek öldürüldüğünü belirtirler.
Said bin Müseyyeb’in şöyle söylediği rivâyet edilmiştir: “Buhtu’n-Nasr, Şam’a geldi. Orada Hz. Yahyâ’nın fokurdamakta olan kanı ile karşılaştı. Bunun nedenini sorunca, kendisine meseleyi anlattılar. O da, yetmiş bin kişiyi orada öldürünce, Hz. Yahyâ’nın kanı sâkinleşip durdu.”4785
Yahyâ (a.s.)’nın öğrencileri, Hz. Yahyâ’nın öldürülmesinden sonra, oraya gelip başsız cesedini aldılar ve gömdüler. Daha sonra Hz. İsa’ya gidip ona Hz. Yahyâ’nın öldürüldüğünü anlattılar. Hz. İsa, bu olaya çok üzüldü. (4)
Yahyâ (a.s.)’nın mübârek başı, Şam’daki Ümeyye Câmii’nde gömülüdür. Yahyâ (a.s.), şehid edildiği zaman otuz küsur yaşındaydı.
Kur’ân-ı Kerim’de Zekeriyyâ ve Yahyâ (a.s.)
“Zekeriyyâ” ismi, Kur’ân-ı Kerim’de 7 yerde zikredilir: 3/Âl-i İmrân, 37, 37, 38;
4785] İbn Kesir, el-Bidâye, II/55
ZEKERİYYÂ VE YAHYÂ (A.S.)
- 975 -
6/En’âm, 85; 19/Meryem, 2, 7; 21/Enbiyâ, 89. Zekeriyyâ (a.s.)’nın kıssası, 3/Âl-i İmrân ve 19/Meryem sûrelerinde detaylı bir şekilde anlatılmıştır. Özellikle Meryem sûresinin ilk 15 âyetinde geniş bilgi verilmiştir.
“Yahyâ” ismi ise, Kur’ân-ı Kerim’de 5 defa geçer.4786 (Ayrıca, 3 yerde fiil olarak geçen yaşar, dirilir anlamına gelen yahyâ kelimesi, konumuzun dışındadır)
“Rabbi Meryem’e hüsn-i kabul gösterdi; onu güzel bir bitki olarak yetiştirdi. Zekeriyyâ’yı da onun bakımı ile görevlendirdi. Zekeriyyâ, onun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulur ve ‘Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?’ der; o da: ‘Bu, Allah tarafındandır, çünkü Allah, dilediğine sayısız rızık verir’ derdi.”
“Orada Zekeriyyâ, Rabbine duâ etti: ‘Rabbim! Bana tarafından hayırlı bir nesil bağışla. Sen, duâyı hakkıyla işitensin.”
“Zekeriyyâ, mihrapta durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nidâ ettiler: ‘Allah sana, Kendisi tarafından gelen bir Kelime’yi tasdik edici, efendi, iffetli ve sâlihlerden bir peygamber olarak Yahyâ’yı müjdeler.”
“Zekeriyyâ, ‘Rabbim! dedi, bana ihtiyarlık gelip çattığına, üstelik karım da kısır olduğuna göre benim nasıl oğlum olabilir?’ Allah şöyle buyurdu: ‘Öyle de olsa, Allah dilediğini yapar.”
“Zekeriyyâ: ‘Rabbim! (Oğlum olacağına dâir) bana bir alâmet ver’ dedi. Allah buyurdu ki: ‘Senin için alâmet, insanlara, üç gün, işaretten başka söz söylememendir. Ayrıca Rabbini çok zikret, sabah akşam tesbih et.”4787
“Zekeriyyâ, Yahyâ, İsa ve İlyâs’ı da (doğru yola iletmiştik). Hepsi de sâlihlerden/iyilerden idi.”4788
“Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd.
(Bu,) Zekeriyyâ kuluna Rabbinin rahmetinin yâdıdır.
Hani o, gizli bir sesle Rabbine niyaz etmişti:
‘Rabbim, dedi. Benim kendimde kemik yıprandı, baş bembeyaz alev aldı. Ve ben, Rabbim, Sana (ettiğim) duâ sâyesinde bedbaht olmadım.
Doğrusu ben, arkamdan iş başına geçecek olanlardan endişe ediyorum. Karım da kısırdır. Tarafından bana bir velî (oğul) ver.
Ki o bana vâris olsun; Ya’kub hânedânına da vâris olsun. Rabbim, onu rızâna lâyık kıl!’
Allah şöyle buyurdu: ‘Ey Zekeriyyâ! Biz sana bir oğul müjdeleriz ki, onun adı Yahyâ’dır. Daha önce ona kimseyi adaş yapmadık.’
‘Rabbim, dedi, karım kısır olduğu, ben de ihtiyarlığın son sınırına vardığım halde, benim nasıl oğlum olabilir?’
‘Öyledir’ Rabbin buyurdu. ‘O bana kolaydır. Daha önce, sen hiçbir şey değilken seni de yaratmıştım’ dedi.
4786] 3/Âl-i İmrân, 39; 6/En’âm, 85; 19/Meryem, 7, 12; 21/Enbiyâ, 90
4787] 3/Âl-i İmrân, 37-41
4788] 6/En’âm, 85
- 976 -
KUR’AN KAVRAMLARI
O, ‘Rabbim!’ dedi, ‘(çocuğum olacağına dâir) bana bir işâret ver.’ Allah : ‘Sana işâret, sapasağlam olduğun halde üç gün insanlarla konuş(a)mamandır’ dedi.
Bunun üzerine Zekeriyyâ, ma’bedden kavminin karşısına çıkarak, ‘sabah akşam tesbihte bulunun’ diye onlara işâret verdi.
‘Ey Yahyâ! Kitab’a (Tevrat’a) kuvvetle sarıl!’ (dedik) ve henüz sabî iken ona hikmet verdik.
Tarafımızdan ona kalp yumuşaklığı ve temizlik de (verdik). O, çok sakınan (takvâ sahibi) bir kimse idi.
Ana-babasına iyilik ederdi; isyânkâr bir zorba değildi.
Doğduğu gün, öleceği ve diri olarak kabirden kaldırılacağı gün ona selâm olsun!” 4789
“Zekeriyyâ’yı da (an). Hani o, Rabbine şöyle niyaz etmişti: ‘Rabbim! Beni yalnız bırakma! Sen, vârislerin en hayırlısısın (her şey sonunda Senindir).
Biz, onun da duâsını kabul ettik ve ona Yahyâ’yı verdik; eşini de kendisi için (çocuk doğurmaya) elverişli kıldık. Onlar (bütün bu peygamberler), hayır işlerinde koşuşurlar, ümit ve korkuyla Bize yalvarırlardı; onlar, Bize derin saygı (huşû) duyarlardı.”4790
Peygamber Katili Yahûdiler
Yahûdilerin Hz. İsa’yı öldürmek istemeleri, Meryem Anamıza çok çirkin şekilde iftira etmeleri yanında, peygamberlerini öldürmelerini Kur’ân-ı Kerim çeşitli âyetlerinde açıklar. Bunlardan biri şöyledir: “Sözlerinden dönmeleri, Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ve ‘kalplerimiz kılıflanmıştır’ demeleri sebebiyle (onları lânetledik, türlü belâlar verdik. Onların kalpleri kılıflı değildir;) tam aksine küfürleri sebebiyle Allah o kalpler üzerine mühür vurmuştur; pek azı müstesnâ, artık iman etmezler. Bir de inkâr etmelerinden ve Meryem’in üzerine büyük bir iftirâ atmalarından ve: ‘Allah elçisi, Meryem oğlu İsa’yı öldürdük’ demeleri yüzünden...”4791
Bu konuda başka bir âyette şöyle buyrulur: “Kendilerine; ‘Allah’ın indirdiği Kur’an’a iman edin’ denilince, ‘Biz sadece bize indirilene (Tevrat’a) inanırız’ derler. Ondan başkasını inkâr ederler. Hâlbuki o Kur’an, kendi ellerinde bulunan (Tevrat)ı doğrulayıcı olarak gelmiş Hak bir kitaptır. Onlara: ‘Şâyet siz gerçekten inanıyor idiyseniz daha önce Allah’ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz?’ deyiver.”4792
Konuyla ilgili diğer âyetlerde şöyle denir: “Onlar (yahûdiler), nerede bulunurlarsa bulunsunlar, kendilerine zillet (damgası) vurulmuş, Allah’ın gazabına/hışmına uğramışlar, miskinliğe mahkûm edilmişlerdir. Bunun sebebi, onların, Allah’ın âyetlerini inkâr etmiş ve haksız yere peygamberleri öldürmüş olmaları, ayrıca isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarıdır.”4793 “Gerçekten ‘Allah fakir, biz ise zenginiz’ diyenlerin sözünü andolsun ki Allah işitmiştir. Onların bu sözünü, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ile birlikte yazacağız ve diyeceğiz ki: ‘Tadın o azâbı!”4794
4789] 19/Meryem, 1-15
4790] 21/Enbiyâ, 89-90
4791] 4/Nisâ, 155-157
4792] 2/Bakara, 91
4793] 3/Âl-i İmrân, 112
4794] 3/Âl-i İmrân, 181
ZEKERİYYÂ VE YAHYÂ (A.S.)
- 977 -
Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şerifler, yahûdiler tarafından öldürülen peygamberlerin isimlerini belirtmez. Ama bu durum, o kadar açıktır ki, yahûdilerden bu konudaki âyetlere itiraz eden kimse çıkmamış, dolaylı yoldan hepsi bu tarihsel suçu kabul etmiştir.
Bazı tarih ve araştırma kitaplarında yahûdiler tarafından öldürülen peygamberler olarak Zekeriyyâ ve Yahyâ (a.s.) ile birlikte başka peygamber isimleri de verilir. Yahûdiler, Dâvud (a.s.)’un soyundan gelen İsrâiloğulları peygamberi Amos’u öldürdüler.4795 Yahûdi kralı Minşa putçu idi. İşaya Peygamber’in başını testere ile kestirerek şehid etti.4796 İsrâiloğullarının akîdede gösterdiği zikzaklar, temelde asabiyetten kaynaklanıyordu. Bir boy/sülâle, yönetimi ele geçirince, diğer boylar ona itaat etmek yerine düşmanlarıyla ilişki kuruyor, hatta onların dinini benimsiyordu. Bir peygamber gönderilse, bu peygamberin hangi boydan olduğuna bakılıyor, eğer karşı boydansa diğerleri onu inkâr ediyor, yok eğer gönderilen peygamberi inkâr eden boy siyasal gücü elinde tutuyorsa, bu inkâr peygamberleri öldürmeye kadar varıyordu.
Yahûdiler, peygamberlerini, onların elçiliklerini inkâr ettikleri için öldürüyorlardı. Geçmişte yaşayıp da sadece kendi ırklarından olmadığı için inkâr ettikleri peygamberler vardı: Sâlih, Hûd, Şuayb, İsmâil gibi peygamberler bunlardan bazılarıdır. Bir yandan Allah’ın elçilerinin peygamberliğini reddederken, bir yandan da aralarından yalancı peygamberler çıkarıyorlardı. Bel’am tipli yahûdi bilginleri, peygamberlik ve ermişlik rolüne yatarak halkı aldatmaya kalkıyordu. Bu konuda Kitab-ı Mukaddes’te şöyle uyarıldılar: “Benim adımla yalancı elçilik yapıyorlar. Onları göndermedim, onlara emretmedim, onlara söylemedim. Size ettikleri peygamberlik yalan bir görüntü, falcılık, bir hiç ve kendi kalplerinin dizdiği hiledir.”4797
Yahûdiler, nice peygamber şehid etmekle yetinmemişler, son peygamber Muhammed (s.a.s.)’i de öldürmek için sûikast teşebbüsünde bulunmuşlardır. Rasûlullah (s.a.s.), aralarındaki antlaşma gereğince, Bi’r-i Mâûne katliâmından paçayı kurtaran Amr İbn Ümeyye ed-Damrî’nin yanlışlıkla öldürdüğü Benî Kilâb’tan iki kişinin diyetine ortak olmalarını teklif için onların yurduna uğramıştı. Bunlar Rasûlullah’ın birkaç sahâbesiyle yurtlarına gelmiş olmasını, bir sûikast tertibi için iyi bir fırsat bildiler. “İstediğini verir, meseleyi hallederiz” dedikten sonra, sohbete tutup Rasûlullah'la konuşurken, damdan üzerine bir değirmen taşı atmak üzere harekete geçtiler. Cenâb-ı Hak vahyen, hazırlıklarını bildirince, Rasûlullah, bir işi varmış gibi sür'atle kalkıp Medine'ye gider. Beraberindekiler de bir müddet sonra Rasûlullah'a yetişirler. Onlara yahûdilerin hazırlıklarını haber veren Peygamberimiz, ânî kalkışının sebebini açıklar.
Muharref İncillere Göre Hz. Yahyâ ve Şehâdeti
Muharref İncillerin Hz. Yahya ile ilgili olarak verdikleri haberler çoğunlukla birbirleriyle çelişkilidir. Bu çelişkilerin başında, Yahya’nın, İlya olup olmadığı hususunda verilen bilgilerdeki farklılıklar gelir. Matta İncilinde Yahya’nın İlya olduğu belirtilirken, Yuhanna İncilinde ise tam tersi söylenerek Yahya’nın İlya
4795] M. İslâmoğlu, Yahûdileşme Temâyülü, s. 96
4796] a.g.e. s. 97
4797] Kitab-ı Mukaddes, Yeremya, 14/14
- 978 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olmadığı ifâde edilmektedir. “İsa, ‘İlya gerçekten gelecek ve her şeyi yeniden düzene koyacak’ diye cevap verdi. ‘Size şunu söyleyeyim. İlya zaten gelmişti, ama onu tanımadılar, ona yapmadıklarını bırakmadılar... O zaman öğrenciler İsa’nın kendilerine vaftizci Yahya’dan söz ettiğini anladılar.4798 Matta İncilindeki bu ifadeden, Yahya'nın İlya olduğu açıkça anlaşılıyor. Bir de Yuhanna'nın yazdıklarına bakalım: “Yahudiler Yahya'ya, ‹sen kimsin?' diye sormak üzere Kudüs'ten kâhinlerle Levilileri gönderdikleri zaman, Yahya'nın tanıklığı şöyle oldu: ‹Ben peygamber değilim' diye açıkça konuştu. Onlar kendisine, ‹Öyleyse sen kimsin? İlya mısın?' diye sordular. O da: ‹Değilim' dedi. ‹Sen peygamber misin?' sorusuna da: ‹hayır' cevabını verdi.”4799 Görüldüğü gibi, Yuhanna’da bizzat Yahya’nın kendisi, kendisinin İlya olmadığını söylüyor. Yahya İlya mı, değil mi? Hangi İncile inanalım ve nasıl karar verelim?
İncillerde Yahya ile ilgili olarak geçen çelişkili haberlerden bir diğeri de, onun Hz. İsa’yı baştan beri tanıyıp tanımadığı konusunda verilen haberlerdir. Yuhanna’ya göre Hz. Yahya, Hz. İsa’yı vaftiz ettiği günden itibaren tanımakta ve onun mesih olduğunu bilmektedir. Çünkü o, ruhun gökten Hz. İsa’nın üzerine bir güvercin biçiminde indiğini görmüş ve onun “Tanrı'nın oğlu” olduğuna o andan itibaren tanıklık etmiştir. Yuhanna İnciline göre Hz. Yahya şöyle söylemiştir: “Ben su ile vaftiz ediyorum, ama aranızda biri duruyor. Benden sonra gelen odur. Ben onun çarığının bağını bile çözmeye lâyık değilim... Yahya ertesi gün İsa'nın kendisine doğru geldiğini görünce şöyle dedi: İşte dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı'nın kuzusu... Benden sonra biri geliyor, o benden üstündür, çünkü o, benden önce vardı, dediğim kişi işte budur”4800 Yuhanna’da geçen bu ifadelere göre Yahya (a.s.), ilk gördüğü andan itibaren Hz. İsa’nın “Tanrı’nın oğlu” olduğunu bilmektedir. Diğer İncillerde ise bunun tersine, Hz. Yahya’nın, Hz. İsa’yı iyice tanımadığı, onun Mesih olup olmadığı konusunda tereddütlerinin bulunduğu, hatta bu tereddüdü gidermek için öğrencilerini Hz. İsa’nın bulunduğu yere gönderip işi tahkik ettirdiği haber verilmektedir. Luka ve Matta bu konuda şu bilgiyi veriyorlar: “Yahya’nın öğrencileri bütün bu olup bitenleri kendisine bildirdiler. Öğrencilerden ikisini yanına çağıran Hz. Yahya, ‘Gelecek olan sen misin, yoksa başkasını mı bekleyelim?’ diye sormaları için onları rabbe gönderdi” 4801 Luka ve Matta’da verilen bu bilgiye göre Hz. Yahya, Hz. İsa’nın kim olduğunu tam bilmemektedir ve onun gelecek olan Mesih olduğundan emin değildir. Bu yüzden kendisine “Sen Mesih misin, değil misin?” diye sordurmaktadır. Hâlbuki Yuhanna İncilinde, Yahya’nın, Hz. İsa’yı daha vaftiz etmeden önce tanıdığı ve onun “Tanrı’nın oğlu” olduğunu bildiği haber verilmektedir.
Yahya konusundaki diğer bir çelişki, Hz. Yahya’nın, Hz. İsa’ya onun kim olduğunu öğrenmek üzere göndermiş olduğu öğrencilerin sayısı konusundaki çelişkidir. Matta’ya göre öğrencilerin sayısı belli değildir. Bu İncil, Hz. Yahya’nın Hz. İsa’ya kaç kişi gönderdiğini rakamla belirtmiyor. Luka İncilinde ise rakam verilmek sûretiyle iki öğrencinin gönderildiği belirtiliyor.
İncillerde Hz. Yahyâ (a.s.)’nın Şehid Edilmesi: Hz. Yahya ile ilgili olarak İncillerde geçen çelişkili haberlerden biri de, onun öldürülmesiyle ilgili olarak verilen
4798] Matta, 17/11-13; 11/12-15
4799] Yuhanna, 1/19-21
4800] Yuhanna, 1/26-34
4801] Luka, 7/18-19; Matta, 11/2-3
ZEKERİYYÂ VE YAHYÂ (A.S.)
- 979 -
haberlerdir. Ancak, bu haberlerin çok dikkat çekici bir yanı daha vardır. O da, bu olaya bağlı olarak İncillerde anlatılan dansözün oynatıldığı doğum günü partisidir.
Yahya'nın öldürülmesi Matta ve Markos'ta çok geniş şekilde anlatılırken, Yuhanna İncilinde olaya hiç temas edilmez. Luka İncilinde ise olay çok kısa bir şekilde anlatılır.4802 Yahya’nın hapse atılarak öldürülmesini çok geniş bir şekilde veren Matta ve Markos İncillerinin vermiş oldukları haberlerde birtakım çelişkiler vardır. Matta’ya göre olay şöyle cereyan etmiştir: O sırada Yahudiye’de kral olan Hirodes, kardeşi Filipus’un karısı Hirodiya ile evlenmek istemiş, ancak Yahya “Kutsal yasaya göre kardeşinin karısı ile evlenmen câiz değildir” diye onu ikaz etmiştir. Bu uyarıya çok öfkelenen Hirodes, Yahya’yı öldürtmek istemiş, ancak Yahya’yı çok sevmekte olan halkın tepkisinden korktuğu için onu öldürmemiş, fakat hapse attırmıştır.4803 Markos da Yahya’nın tutuklanışının, Matta’nın anlattığı gibi Hirodes’in, kardeşinin karısı Hirodiya ile evlenmesine Yahya’nın karşı çıkışı yüzünden olduğunu söylemektedir. Ancak Matta, Yahya’nın bu karşı çıkışına bizzat Hirodes’in öfkelendiğini ve bu öfkesi yüzünden Yahya’yı hapse attırdığını, Hirodes’in aslında onu öldürtmek istediğini, fakat Yahya’yı seven halktan korktuğu için onu öldürtmediğini söylerken; Markos, Yahya’nın bu itirazına Hirodes’in değil; Hirodiya’nın çok öfkelendiğini söylemektedir. Markos’a göre Hirodes Yahya’yı doğru ve kutsal bir adam olarak tanımakta, bu yüzden ondan korkmakta ve onu korumaktadır. Bu İncile göre Hirodes, zaman zaman Yahya’yı dinlemekte, dinlediği zaman büyük şaşkınlık içinde kalarak onun konuşmalarından zevk almakta idi. Özet olarak söylemek gerekirse, Matta’ya göre Yahya’ya öfkelenip onu tutuklatan Hirodes’tir. Markos’a göre ona öfkelenen ve onu tutuklatan Hirodes değil; Hirodiya’dır. Matta’ya göre Hirodes, Yahya’yı öldürtmek istiyordu, ancak halktan korktuğu için onu öldüremiyordu. Markos’a göre Hirodes, Yahya’yı öldürtmek istemiyordu; aksine onu seviyor ve koruyordu. Yahya’yı öldürmek isteyen Hirodiya idi.
Markos İnciline göre Hirodiya, uzun süre Yahya’yı öldürtmek için fırsat kollamış, sonunda beklediği fırsatı yakalayarak onu öldürtmüştür. Hirodiya, Hirodes’in doğum günü partisinde eline geçen bir fırsatı iyi değerlendirerek onu öldürtmüştür. Hirodes’in onuruna verilen doğum günü partisine sarayın ileri gelenleri, ordu komutanları ve Galile’nin eşrafı dâvetli olarak gelmişlerdi. Partide yemekler yenmiş, içkiler içilmiş, bundan sonra danslı müzikli eğlence faslı başlamıştı. Bu sırada Hirodiya’nın kızı sahneye çıkarak müthiş bir dans gösterisi yapmış, yaptığı bu dans ile herkesi büyülemişti. Dâvetliler onun dansından öylesine memnun kalmışlar ki, onların bu aşırı memnuniyetini gören Hirodes, üvey kızını çağırarak “dile benden ne dilersen” demiş ve ona her istediğini vereceğini vaad etmişti. Bunun üzerine kız, hemen annesine giderek Hirodes’ten ne istemesi gerektiğini ona sormuştur. Annesi Hirodiya, kızına “Yahya’nın başını iste” diye söyleyince, kızı Hirodes’e gelip “Yahya’nın başını isterim” demiş; Hirodes aslında istemediği halde yüksek rütbeli zevatın önünde vermiş olduğu sözden dönemeyerek Yahya’nın başını kestirmiş ve bir tepsi üzerinde onun başını kıza vermiştir. Kız da tepsiyi götürüp annesine vermiştir.4804
4802] Luka, 9/7-9
4803] Matta, 14/1-5
4804] Markos, 6/14-28; Matta, 14/1-12; Luka, 9/7-9
- 980 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Bu olayın Matta ve Markos İncillerinde bu kadar çelişkili olarak anlatılmış olması bir yana, bundan da önemlisi Kitab-ı Mukaddes adı ile anılan bir kitapta böylesine acayip bir sahnenin vahiy mahsulü kutsal sözler olarak nasıl yer alabildiği hususudur. Vahiy ürünü İncillerde bir doğum günü partisi; kanunlar izin vermediği halde kardeşinin karısı ile evlenen bir kişi için parti verilmiş, yenilmiş, içilmiş, sıra dans ve müziğe gelmiş, tam bu sırada onuruna parti verilen adamın üvey kızı, piste çıkarak öyle bir dansözlük gösterisi yapmış ki orada bulunan herkes, kızın bu gösterisi yüzünden üvey babayı tebrik etmiş. İşte vahiy ürünü İncillerden tam vahye uygun(!) manzaralar. Ayrıca, günümüzde de kutlanmakta olan doğum günlerinin kutlanış örneklerine ve kutlanış şekillerine hıristiyanlık öncesi dönemlerde, Roma İmparatorluğu zamanında rast gelmekteyiz. İncillerin verdiği bilgilere göre içkili, danslı, müzikli bu âdet, Hz. İsa’dan önce putperest Romalılar tarafından icrâ edilmekte idi.4805
Tefsirlerden İktibaslar
Meryem’e Kefil Olan Zekeriyya: Meryem’in koruyuculuğunu üstlenen Hz. Zekeriyyâ (a.s.) büyük bir ihtimalle Hz. Meryem’in teyzesinin kocası idi ve Mâbed’in koruyucularından biri idi. O, Eski Ahid’e göre öldürülen Zekeriyyâ Peygamber’le (a.s.) aynı kişi değildir.4806
Zekeriyya işte orada Rabbine dua etti. Dedi ki: “Rabbim, bana katından tertemiz bir zürriyet bağışla! Muhakkak ki sen duâyı hakkıyla işitensin.”4807
Hz. Zekeriyyâ (a.s.) o döneme kadar çocuksuzdu. Bu temiz genç kızı görünce bir çocuğu olsun istedi. O’nun Allah’ın özel koruması altında ve O’nun tükenmez kaynaklarından verilen nimetlerle nasıl büyüdüğünü görünce, bu ileri yaşında bile Allah’ın kendisine, eğer dilerse, bir çocuk verebileceğini ümit etmeye başladı. Zekeriyya Meryem’in yanında, mihrapta şöyle duâ etti: “Rabbim, bana katından Meryem gibi tertemiz, sâlih bir nesil bağışla! Muhakkak ki Sen ihlâslı kullarının duâlarını hakkıyla işiten ve duâya icâbet edensin.”
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır diyor ki: “Allah’tan bir kelimeyi (yani İsa’yı) tasdik edici”. Burada Hz. Yahya’nın, Hz. İsa’yı ilk tasdik eden kimse olduğu zikrediliyor. Bu tasdik, Yahyâ’nın ana karnına düşmesiyle başlamıştır. Çünkü “âkır”, hayız ve nifastan kesilmiş çok ihtiyar bir kadının hâmile kalması da âdete aykırı bir şeydir. Şu halde Yahya, Cenâb-ı Allah'ın âdete aykırı şeyler yaratabileceğine fiilen bir şâhittir. Ve onun vücuduyla esas tasdik ettiği de “Allah dilediğini yapar.” kelâmıdır. Bu ise Meryem'in de, âdet dışı olarak, hâmile olabileceğini tasdiktir. Bu mânâ iledir ki, Yahya'nın anasının Hz. Meryem'e: “Benim karnımdaki, senin karnındakini tasdik ediyor.” dediği rivâyet ediliyor.
“Bir efendi”: Kerim (cömert), halîm (yumuşak), bâtıla tenezzül etmeden güzel şekilde insanların rızâsını (hoşnutluğunu) alır, yaşıtlarına üstün, başkanlığa layık, gücü, kudreti varken, gerek kadın ve gerek diğer dünya şehvetlerinden nefsini son derece koruyan ve zapteden, mücerred (soyut), namuslu, zâhid, dünyayı terkeden. Bir nebevî hadiste varid olduğu üzere bir hata yapmamış, kelime (Hz. İsa)yi tasdik edici olan Yahya böyle bir efendi, böyle bir zâhid, böyle bir sâlih
4805] Şaban Kuzgun, Dört İncil, Farklılıkları ve Çelişkileri, s. 305-338
4806] Mevdûdi, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yayınları: 1/223
4807] 3/Âl-i İmrân, 38
ZEKERİYYÂ VE YAHYÂ (A.S.)
- 981 -
peygamber idi. Hz. Yahya'nın İsa'dan yaşça altı ay büyük olduğu çoğunlukla rivâyet edilmiştir. Bununla beraber üç yaş da denilmiştir. İşaret edilen (Yahya), İsa'nın göğe kaldırılmasından önce şehit edilmiştir. Bir hadis-i şerifte şöyle rivâyet edilmiştir: “Dünyanın Allah’a karşı değersizliğindendir ki, Zekeriyya’nın oğlu Yahya’yı bir kadın öldürmüştür.” Meryem’in kefili, Yahya’nın babası olan, kin ve iftiralarla şehit edilen Hz. Zekeriyya da böyle nezih ve fevkalâde (olağanüstü) bir Rabbanî (ilâhî) mazhariyette bulunuyordu.
Hz. Zekeriya (a.s.) o döneme kadar çocuksuzdu. Bu temiz genç kızı görünce bir çocuğu olsun istedi. O’nun Allah’ın özel koruması altında ve O’nun tükenmez kaynaklarından verilen nimetlerle nasıl büyüdüğünü görünce, bu ileri yaşında bile Allah’ın kendisine, eğer dilerse, bir çocuk verebileceğini ümit etmeye başladı .4808
O, mihrapta durup namaz kılarken melekler ona seslendi: “Şüphesiz Allah sana Allah’tan olan bir kelimeyi tasdik edici, efendi, nefsine hâkim ve sâlihlerden bir nebî olan Yahyâ’yı müjdeliyor!”4809
Zekeriyya, mihrapta, mescitte durup namaz kılarken melekler ona seslendi: “Şüphesiz Allah sana Allah’ın ‘ol’ kelimesi ile babasız olarak meydana gelen İsa’yı ve Allah katından gelen kitapları tasdik edici, kavmine efendilik eden ve sözüne başvurulan, ilim ve takvâda ileri ve şerefli bir kişi, nefsine hâkim olup haramlardan uzak duran ve Allah’ın emirlerini yerine getiren, insanların haklarını veren sâlih kullarından bir nebi olan Yahya’yı müjdeliyor!” Yahya (a.s.) hiç evlenmemiştir. İsrailoğulları tarafından kafası kesilerek şehid edilmiştir.
Hz. Yahyâ Hakkında: Kitab-ı Mukaddes, Hz. Yahya’dan (a.s.) John the Babtist olarak bahseder.4810 4811
“Allah’tan Bir Kelime” Hakkında: “Allah’tan bir emir (kelime)” ile burada Hz. İsa (a.s.) kastediliyor. Kur’an-ı Kerim Onu “Allah’ın bir emri (kelimesi)” olarak anar; çünkü Onun doğumu mûcizevî olarak Allah’ın bir tek “Ol” emri ile meydana gelmiştir.4812
Dedi ki: “Rabbim, bana ihtiyarlık gelip çatmışken eşim de kısırken benim nasıl oğlum olabilir?” Buyurdu ki: “İşte böyledir, Allah dilediğini yapar!”4813
Zekeriyya sevincin verdiği heyecanla bunun keyfiyetini merak ederek dedi ki: “Rabbim, bana ihtiyarlık gelip çatmışken eşim de çocuk doğuramayacak yaştayken benim nasıl oğlum olabilir?” Allah buyurdu ki: “İşte böyledir, Allah size bu şekilde de çocuk vermeye kadirdir. Çünkü Allah dilediğini yapar! Hiçbir şey O’na ağır gelmez. Senin yaşlılığına ve karının kısırlığına rağmen Allah sana bir oğul bağışlayacak. Bu O’na göre kolaydır.”4814
“Rabbim bana bir alâmet ver!” dedi. “Senin alametin insanlarla işaretleşmen dışında
4808] Mevdûdi, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yayınları: 1/223
4809] 3/Âl-i İmrân, 39
4810] Matta, l/3, 11, 14; Markos, 1/6; Luka, 1/3
4811] Mevdûdi, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yayınları: 1/223
4812] Mevdûdi, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yayınları: 1/223
4813] 3/Âl-i İmrân, 40
4814] Mevdûdi, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yayınları: 1/223
- 982 -
KUR’AN KAVRAMLARI
üç gün konuşmamandır. Rabbini çokça zikret ve sabah akşam tesbih et!”4815 buyurdu.
Zekeriyyâ sevinç ve heyecanla: “Rabbim Benim gibi yaşlı bir adamla, karım gibi kısır bir kadından bir oğul dünyaya geleceğinden emin olabilmem için bana bir işaret ver, bana çocuğumun ne zaman olacağına dair bir alâmet ver! Benim bunu öğrenmem mümkün değil.” dedi. Allah onun bu isteğini kabul etti ve sâkinleşmesi için ona: “Senin alâmetin insanlarla el, göz, dudak, kaş, baş vb. uzuvlarla işaretleşmen dışında üç gün üç gece konuşamamandır. Ancak zikir ve tesbih amacıyla konuşabilirsin. Bunun için Rabbini çokça zikret ve sabahın ilk saatleri ile akşamın ilk saatlerinde tesbih et, namaz kıl!” buyurdu.4816
Bu Bölümün Amacı: Bu bölümün en önde gelen amacı Hıristiyanların, Hz. İsa’yı (a.s.) Allah’ın oğlu kabul edip ona karşı ibâdet ederek yaptıkları büyük hatayı anlamalarını sağlamaktır. Hz. Yahyâ’nın (a.s.) mûcizevî doğumu da onların bu yanlış inançlarını savunmalarına karşı bir delil olarak Kur’an’da anlatılıyor. Hz. İsa’nın (a.s.) mûcizevî doğumu Onu ilâh olarak kabul etmeye yol açmamalıdır. Çünkü aynı ailede yetişen ve çok değişik bir şekilde yetiştirilen Hz. Yahyâ da (a.s.) bir mûcize sonucu dünyaya gelmiştir.4817
Seyyid Kutub Diyor ki:
“Zekeriyya O’nu, himâyesine aldı.”4818 Yani Meryem’in ihtiyaçlarını karşılamayı ve onu korumayı Zekeriyyâ üstlendi. Zekeriyya yahûdi havrasının başkanıydı. Havranın hizmeti kendilerine geçmiş bulunan Harun’un (selâm üzerine olsun) soyundandır. Meryem bolluk ve bereket içinde yetişti. Allah lütuf ve kereminden bereket olarak O’na rızkını veriyordu:
“Bunun üzerine Rabbi O’nu güzelce kabul etti, onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi; bakımı ile Zekeriyya’yı görevlendirdi. Zekeriyya ne zaman o mâbede girse çocuğun yanında yiyecek bulur ve ‘Ey Meryem, bu sana nereden geldi?’ diye sorardı. Meryem de ‘Allah tarafından geldi. Hiç kuşkusuz Allah dilediğine hesapsız rızık verir’ derdi.”4819
Biz bu rızkın nitelikleri hakkında pek çok rivâyetin ayrıntılarına girmeyeceğiz. Onun mübarek olduğunu, etrafında bolluğun yayılıp taştığını ve rızık olarak adlandırılan her nesnenin bollaştığını bilmemiz yeterli olacaktır. Öyle ki onun geçimini üstlenen kişi -bir peygamber olmasına rağmen- bu rızık bolluğuna hayret etmekte ve ona; “bunların hepsi nasıl ve nereden geliyor?” diye sormaktadır. O ise müminin samimiyeti ve alçak gönüllülüğü ile Allah’ın nimeti ve bereketini dile getiriyor ve her işin dizginini O’na havâle ediyor. “Ve o Allah katındandır. Hiç kuşkusuz Allah dilediğine hesapsız rızık verir!”
Bu, müminin Rabbi ile durumunu belirten bir sözdür. Kendisi ile Allah arasındaki sırrı korumayı, bu sırdan söz ederken alçak gönüllü olmayı dile getiriyor. Onunla övünüp başkasına üstünlük taslamayı değil...
Allah’ın elçisi Zekeriyya’nın bile hayret etmesine neden olan bu alışılmamış olayı dile getirmekle ondan sonra gelecek olan Yahya’nın ve İsa’nın doğuşunda
4815] 3Âl-i İmrân, 41
4816] Mevdûdi, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yayınları: 1/223
4817] Mevdûdi, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yayınları: 1/223
4818] 3/Âl-i İmrân, 37
4819] 3/Âl-i İmrân, 37
ZEKERİYYÂ VE YAHYÂ (A.S.)
- 983 -
görülen akıl almaz olaylara bir giriş yapılmıştır.
Allah’ın Kudreti: Bu esnâda hiç çocuğu olmayan Zekeriyyâ’nın iç dünyası harekete geçiyor. İnsanın içindeki güçlü fıtrî çocuk arzusu varlığını devam ettirme, ardında birilerini bırakma arzusu... Kendilerini ibâdete ve basit bir hayata adayan, kendilerini kulluğa ve mâbede hizmete bağışlayan, gönüllerde bile tamamıyla yok edilemeyen istek... Bu, insanların hayatlarını sürdürmeleri ve onu daha ileriye götürmelerinde yüce bir hikmetten dolayı Allah’ın insanları ona göre yarattığı fıtratın yapısından gelen bir istektir.
“Orada Zekeriyya, Rabbine duâ etti; ‘Ey Rabbim, bana kendi tarafından temiz bir soy bağışla, hiç kuşkusuz Sen şu duâyı işitensin’ dedi.
Bunun üzerine Zekeriyyâ, mâbette namaz kılarken melekler ona şöyle seslendiler; ‘Allah sana Yahya’yı müjdeliyor. O, Allah’ın dolaysız kelimesini doğrulayan, efendi, iffetli ve sâlihlerden bir peygamberdir.’
Zekeriyyâ ‘Yâ Rabbi, kendim iyice yaşlanmış ve karım çocuktan kesilmişken nasıl oğlum olabilir?’ dedi. O da: ‘Böyledir, Allah dilediğini yapar’ dedi.
Zekeriyyâ ‘Rabbim, bana bunun belirtisini göster’ dedi. Allah ona şöyle buyurdu; ‘Senin belirtin üç gün boyunca, işaretleşme dışında insanlarla konuşmamandır. Rabbinin adını çokça an ve sabah akşam O’nu noksanlıktan tenzih et.”4820
Aynı şekilde... Kendimizi normal olmayan bir olay karşısında buluyoruz. Bu olay, Allah’ın sınırsız irâdesinin görünümlerinden birini taşımakla, bu irâdenin insanların alışageldiği sınırlamalara bağımlı olmadığını görüyoruz. İnsanoğlu asla değişmez bir yasa sandığı ve bu nedenle bu yasanın sınırlarını taşan olayları kuşku ile karşıladığı ve bu türden bir olayla realite olarak karşılaşıp yalanlayamaz duruma düştüğünde de onun etrafını uydurmalar ve efsânelerle örmeye yönelir.
İşte yaşı geçmiş bir ihtiyar olan Zekeriyya ve gençliğinde çocuğu olmamış kısır karısı... Allah’ın bol rızık verdiği ve sâliha bir kız olan Meryem’i gördüğünde, nesil sahibi olma konusunda kalbinde fıtrî bir arzu coşar, Rabbine yönelerek niyâza geçer ve kendisine temiz bir nesil bağışlanmasını diler:
“Orada Zekeriyyâ, Rabbine duâ etti; ‘Ey Rabbim bana Kendi tarafından temiz bir soy bağışla, hiç kuşkusuz sen şu duâyı işitensin’ dedi.”4821
Bu samimi, sıcak ve gönülden gelen duânın sonucu ne oldu? Hiçbir yasayla ifâde edilemeyen ve insanların alışageldiklerinin tersine bir durum ile karşı karşıya kalındı. Çünkü bu dileği yerine getiren kudret, Yüce Allah’ın kudretidir: “Bunun üzerine Zekeriyyâ, mâbette namaz kılarken melekler O’na şöyle seslendiler; ‘Allah sana Yahya’yı müjdeliyor. O, Allah’ın dolaysız kelimesini doğrulayan, efendi, iffetli ve sâlihlerden bir peygamberdir.”4822
Arı-duru bir gönülden kopup gelen çağrıya müsbet cevap verilmişti. Çünkü o umudunu, duâları işitene ve dilediği zaman istekleri karşılayana bağlamıştı. Melekler Zekeriyyâ’ya erkek bir çocuk müjdelediler. Doğmadan önce adı biliniyordu:
4820] 3/Âl-i İmrân, 38-41
4821] 3/Âl-i İmrân, 38
4822] 3/Âl-i İmrân, 39
- 984 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Yahyâ”. Karakteri de biliniyordu, iyi, efendi, namuslu, şehevî duygularını frenleyebilen, duygusal arzularının tepkilerini dizginleyebilen, Allah’tan kendisine gelen her sözü doğrulayan bir mü’min (Bazı tefsirler Allah’tan olan sözü doğrulamaktan amacın Hz. İsa (selâm üzerine olsun) olduğunu belirtmiştir. Burada bu anlayışı zorunlu kılan bir neden yoktur.) ve iyi insanların kafilesine katılan bir peygamber...
Duâ kabul edildi. İnsanların bir kanun olduğunu sandıkları alışılagelen şeyler, Yüce Allah’ın irâdesinin gerçekleştirdiği bu olayı algılayamaz. Aslında insanın tabiatta kanun olarak sandığı ve gördüğü her yasa -sınırsız ve nihâî değil- göreli bir olgudan öteye geçemez. İnsan, bu sınırlı ömrü, sınırlı bilgisi ve bütünüyle sınırlı aklıyla nihâî bir kanunu bütünüyle algılayamaz ve bu noktada mutlak bir gerçeğe varamaz. İnsana, Cenâb-ı Allah’a karşı edebini takınması yakışır. Tabiatının sınırları ile sahasının çerçevesini taşmaması yaraşır ona. Böylece, kılavuzsuz olarak çöllerde bilinçsizce yol tepmekten kurtulur. Olabilecek ve olamayacaklardan söz ederken bizzat deneyimlerinden kendisinin belirlediği kurallardan ve bilgilerinden hareketle Allah’ın bağımsız olan dilemesini dar kalıplara sokmaya çalışmaktan kurtulur.
Duânın kabul edilişi bizzat Zekeriyyâ’ya da bir sürpriz olmuştur. Çünkü Zekeriyya da nihayet insanlardan biriydi. İnsanların alışageldiği olaylara oranla olağanüstü bir niteliğe sahip bulunan bu olayın, nasıl meydana geldiğini öğrenmeye meraklanmıştı. “Zekeriyya ‘Rabbim, kendimi iyice yaşlanmış ve karım çocuktan kesilmişken nasıl oğlum olabilir?’ dedi. O da; ‘Böyledir; Allah dilediğini yapar’ dedi.”4823
Ve hemen cevap yetişiyor. Cevap sade ve kolaydır... İşi ehline havâle ediyor. Anlaşılmasında hiçbir zorluk, oluşunda hiçbir ilginçlik bulunmayan gerçek mâhiyetine gönderiyor. “Böyledir; Allah dilediğini yapar.”
Aynı şekilde... İş, Allah’ın dilemesine ve sürekli olarak bu şekilde meydana gelen Allah’ın irâdesine havâle edildiğinde onun alışılagelen, tekrar edilen ve normal olan bir iş olduğu kavranabilmektedir. Fakat insanlar olayı konumunda değerlendirmiyor, Allah’ın yaratıcılığı üzerinde düşünmüyor ve gerçeği gözlerinin önüne getirmiyorlar. Böylece kolaylıkla ve bağımsızlıkla Allah dilediğini yapar. Öyleyse kendisi yaşlandığı ve karısı kısır olduğu halde Allah’ın Zekeriyya’ya bir erkek çocuk bağışlamasında anlaşılmayacak ne olabilir? Yaşın ve kısırlığın; ancak, insanların kendilerinin kural olarak tesbit ettiği ve onlardan kanunlar çıkarttıkları zaman bir değeri olabilir. Allah için ise böyle kıyaslama yoktur. O’nun için ne alışılagelen ne de ilginç bir olaydan söz edilebilir. O’na göre her nesnenin kaynağı, dilemesinin ona yönelmiş olmasıdır. O’nun dilemesi ise her çeşit bağdan tamamen bağımsızdır. Fakat Zekeriyya beşerî araştırmaların suya indirilmesine duyduğu aşırı üzüntüden ve müjdenin kendisinde şok etkisi yapmasından ötürü Rabbine yönelmekte kendisine huzur bahşedecek bir işaret vermesini istemektedir. “Rabbim bana bir işaret ver dedi.”
Burada Allah onu gerçek huzura yöneltiyor... Kendisini içinde bulunduğu alışılagelen olayların etkisinden kurtarıyor. Artık onun işareti üç gün boyunca insanlarla konuşmaması, Rabbine yöneldiğinde ise zikir ve tesbihlerle onu yâd edip dilini depretmesidir. “Zekeriyya ‘Rabbim, bana bunun belirtisini göster’ dedi.
4823] 3/Âl-i İmrân, 40
ZEKERİYYÂ VE YAHYÂ (A.S.)
- 985 -
Allah ona şöyle buyurdu; ‘Senin belirtin üç gün boyunca, işaretleşme dışında insanlarla konuşmamandır. Rabbinin adını çokca an ve sabah akşam O’nu noksanlıklardan tenzih et.”
Burada açıklama kesiliyor... Fakat biz bunun pratik olarak gerçekleştiğini biliyoruz. Şimdi artık Zekeriyyâ (a.s.) bizzat kendisinde, yani kendisinin hayatında, başkasının hayatında alışılmamış şeyleri yaşıyor. Bu dil onun eski dilidir. Fakat o bunu insanlarla konuşmaktan alıkoyuyor ve Rabbine yakarmak için serbest bırakıyor. Peki bu olaya egemen olan yasa hangisidir? Bu, Yüce Allah’ın irâdesinin sınırsız ve bağımsız yasasıdır. O’nsuz bu ilginç olayı açıklama imkânsızdır. Aynı şekilde ihtiyarladıktan sonra ve karısının kısırlığına rağmen ona Yahyâ’yı bağışlaması da bu yasa olmadan açıklanamaz.
Peygamberî Mesaj ve Örnekler
Kur’an’da kıssaları anlatılan peygamberler, hayatımızın çeşitli safhalarında karşılaşacağımız problemlere nasıl çözümler bulacağımız konusunda pratik örnek kabul edilmeleri için zikredilmiştir. Özellikle ilmî ve imanî noktadan zaafları olan halk kesimi, teoriden ziyade pratik örneklere ihtiyaç duyar. Nice insan, kendilerine Kur’ânî hakikatler anlatan ve İslâmî tebliğ yapan kimselere “doğru, kabul ediyorum ama, hocalar da şöyle şöyle yapmıyor mu?”; “Kimi örnek alacağız, birçok cemaat var, hocalar bile birleşemiyor, kime inanacağız, kime benzeyeceğiz?” veya “sen haklısın, doğru Kur’an bunları emrediyor ama, bunları kim uyguluyor ki?!” diyerek ille somut örnekler istemektedir. İslâmî usûller yerine, nice haramlara yol açan Batıdan ithal edilmiş metotlarla çalışma ve faâliyetler eleştirilince, çoğu müslüman, “başka alternatif yok ki!” diyebilmekte. Şeytan da müslümanların yaşayış ve faâliyetlerini bu tür mantık yürütmelerle saptırabilmektedir. Bütün bunlara Kur’an’ın verdiği cevap, peygamberlerin hayatı, tebliği ve tevhid mücâdeleleridir. Yukarıdaki soru ve sorunlara sanki Kur’an şöyle cevap vermektedir: “Somut örnek mi istiyorsunuz? Alın size peygamberler. Alternatif mi istiyorsunuz? İşte peygamberlerin faâliyetleri.”
Cin ve ins şeytanlarının gayr-i İslâmî yöntemlerle güya İslâmî çalışma yapanlara sunduğu gerekçe ve savunma mantığı daha çok şöyledir: “Başta Hz. Muhammed (s.a.s.) olmak üzere, tüm peygamberlerin hayatı ve mücâdelesine bir sözümüz yok, onlar elbette bizim örneğimizdir; ama bizim şartlarımız farklı. Birincisi, onlar peygamberdi, biz ise zayıf birer beşeriz. İkincisi, onlar apaçık müşriklerle mücâdele ettiler, biz ise müslüman olduğunu iddia edenlerle, münâfık tipli kişilerle karşı karşıyayız...”
Bu insanların en büyük eksiği, Kur’an talebesi olmamalarıdır. Kendi problemlerini çözmek için peygamberlerin Kur’an’da anlatılan hayat ve faâliyetlerine yönelmemeleri, peygamberleri örnek almaları gerekirken, çokça hata yapma ihtimali ve riski olan devirlerindeki başka kişileri örnek edinmeleridir. Peygamberler, vahiy almanın dışında her yönleriyle aynen bizim gibi beşerdirler. “Onlar peygamberdi, biz onlar gibi olamayız!” diyen mantık, eğer “bir mûcize göster, Allah’tan vahiy getir” diyen biri varsa, ancak o zaman haklı olabilir. Kimse onlardan sadece peygamberlere âit bu özellikleri istemiyor ki... Bu özelliklerin dışında aynen bizim gibi beşer olan peygamberlerin örnek alınması gereken davranışlarına çağrılıyorlar. Öyleyse onlar demagojiden başka bir şey yapmıyorlar.
- 986 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Hz. Zekeriyyâ ve Yahyâ (a.s.)’nın hayatları, mücâdeleleri de bütün bu soru ve sorunlara en güzel şekilde cevap vermektedir. Onlar, dine düşman ve açıkça kâfir olmadıkları halde kaypaklığın ve isyanın en çirkinini icrâ etmekte çok ustalaşmış yahûdi karakterine sahip olanlarla uğraşmışlardır. Bu yahûdileşmiş karakter, tam bir münâfık karakteridir. Bu zihniyet “bile bile hakkı kabul etmeyen, ya da kabul ettiği hakka teslim olmayan, kendi içlerinden çıkmış peygamberleri bile öldürecek kadar alçalan yapıdır.
Hemen her peygamberin mücâdele ettiği tâğut veya tâğutlar vardır. Bunun yanında, özellikle Hz. Mûsâ ve ondan sonra gönderilen peygamberlerin, “inandım” dediği halde kaypak ve kalleşçe tavırlar takınan bozuk karakterlilerle uğraştıkları bilinmektedir. Evet, gerçekten bizim şartlarımız peygamberlerin gönderildiği şartlardan farklıdır. Farklıdır ama, bu nitelik farkı, bizim lehimize olan farklılıktır. Onların tümü, bizden çok, ama gerçekten çok zor şartlarla imtihan olmuşlardır. Hemen her tebliğcinin ezbere bildiği şu âyet, hem onların çektiği zorluğu hem de bizim şartlarımızı onlarla mukayese etmemiz gerektiğini çok net şekilde anlatmaktadır: “Yoksa siz, sizden önce gelip geçmiş kavimlerin başlarına gelenler size de gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokundu ve onlar öyle sarsıldılar ki peygamber ve onunla beraber iman edenler nihâyet ‘Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?’ dediler. İşte o zaman (onlara); ‘şüphesiz Allah’ın yardımı yakın’ denildi.”4824 Bu âyette eşsiz bir terbiye örneği vardır. Müslümanlara dünyada ve dolayısıyla âhirette başarılı olmanın yolu, iman ve sebatla çalışmak, çabalamak, cihadın her aşamasından geçmek, sıkıntılara katlanmak, güçlüklerden yılmamak; tembelliği, kolaylığı, rahatı, eğlenceyi tercih eden nefsî arzu ve hevâdan, şeytandan uzak olmaktır. “Ey müslümanlar! Sıkıntı çekmeden, cihad edip kurban vermeden zafere ulaşamazsınız, cennete giremezsiniz!” denmektedir.
Dünyada izzet ve devlete, âhirette sonsuz nimet ve cennete sahip olmak için örnek gösterilen peygamberlerin ve onlara itaat eden mü’minlerin, günümüzün rahatı tercih eden müslümanından önce, asr-ı saâdetteki çok ağır çilelerle karşılaşan ashâba örnek gösterildiği de işin daha zahmetli tarafıdır. Çünkü bu âyet, bir rivâyete göre Hendek savaşında müslümanların çektiği sıkıntılar dolayısıyla inmiş, onların o sıkıntılarının doğal olduğunu, bu tür sıkıntılar çekmeden eski ümmetlerin de felâha ulaşmadığı hatırlatılmıştır. Diğer rivâyete göre ise, evlerini, mallarını ve yakınlarını Mekke’de bırakıp destansı sıkıntılara katlanarak Medine’ye hicret eden müslümanları teselli için inmiştir. Onların çektiği sıkıntıların dünya ve âhiret beklentileri için sünnetullah olduğu ifade edilmiştir. Ve Allah, hepimizi bu tür sıkıntılarla imtihan edeceğini söylemekte, bu imtihandan kaçan, ya da sınavı kaybeden kimsenin, yani sabredemeyenlerin müjdelenmeyeceği işaret edilmektedir: “Andolsun ki sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azalma (fakirlik) ile imtihan eder, deneriz. Sen, sabırlı davrananları müjdele. İşte o sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman ‘Biz Allah için varız ve biz sonunda O’na döneceğiz’ derler. İşte Rablerinden bağışlamalar ve merhametler hep onlaradır. Ve yalnızca onlar doğru yolu bulmuşlardır.”4825
İşte, günümüz müslümanının şartlarıyla geçmiş müslümanların şartlarından
4824] 2/Bakara, 214
4825] 2/Bakara, 155-157
ZEKERİYYÂ VE YAHYÂ (A.S.)
- 987 -
hangisinin daha ağır olduğunu gösteren örnek: Aynı dönemde yaşamış olan üç peygamberin hayatı ve ölümleri: Münâfık yahûdiler tarafından bin bir eziyete uğratılan ve sonunda onlar eliyle bir dansöz kadının keyfi için başı vücudundan koparılan Hz. Yahyâ, testere ile vücudu parçalanıp şehid edilen Hz. Zekeriyyâ ve kendi talebesi/havârîsi tarafından ihânete uğrayıp idam kararı alınan Hz. İsa...
Onlar, tâğutlara boyun eğmediler, Allah'ın yasaklarına kılıf bulmadılar, zâlim yöneticilerin haram işlerine rızâ göstermediler. Cennetin bedelini hayatlarıyla ödediler. Ölüm riskine ve kendilerinden önce şehid edilen Hz. Yahyâ'nın yolu, Zekeriyyâ ve İsa peygamberleri korkutup tâvize zorlayamadı. Ölüm riskine rağmen onlar şirke ve bâtıla, nifak ve kaypaklığa karşı olanca yiğitlikleriyle tavır aldılar. Eğilmediler, bükülmediler, illâllah -illâ (ancak) Allah-tan önce “lâ ilâhe” diye haykırdılar. Günümüzdeki yönlendirilmiş ve aslî çizgiden saptırılmış güya İslâmî mücâdelede; “lâ ilâhe”si olmayan bir renksizlik ve bulanıklık sırıtıyor. Karşı çıkıp mücâdele ettiği, reddettiği bir tâğutu olmayan anlayışla, uzlaşmacı ve gayr-i İslâmî yöntemlerle başarı ve cennet aranıyor. Allah'ın dini için cihad etmekle emrolunan müslümanlar, “gerginlik olmasın” diyerek kâfirleri memnun etmenin, hiç değilse rahatsız etmemenin rahatıyla dünyada zafer, âhirette ödül bekliyorlar...
İman ettiklerini iddiâ eden yahûdilerin peygamberlerini bile gözlerini kırpmadan öldürecekleri çizgiye nasıl geldikleri gözden uzak tutulmamalıdır. Onlar, ırkçılık asabiyeti ve grupçuluk bağnazlığıyla gözleri kör olmuş, basîretleri bağlanmış, hakkı bâtıl, bâtılı da hak görecek yanılgılara düşmüşlerdir. Günümüz müslümanlarının, peygamber yolunu, nebîlerin tevhîdî mücâdelelerini, örneklik ve mesajını öldürmelerinin temelinde aynı asabiyet ve bağnazlığı görüyoruz.
Günümüzde, “ben de müslümanım!” dediği halde yahûdileşen, münâfıklaşan insanların izini tâkip edip “gazaba uğramış” ve “lânetlenmiş” peygamber katillerini her yönüyle taklit eden insanların sayısı her geçen gün artmaktadır. Müslümanlığı kimseye bırakmak istemeyenlerin önemli bir kesimi, hayatlarıyla, davranışlarıyla, duygu ve düşünceleriyle peygamberi hatırlatan “örnek” olmadıkları gibi, “örneği” de unutturuyorlar. Dinin özünü değiştirip peygamberin hâtırasını tahrif ediyorlar. Böylece peygamberlerini mânen “öldürmüş” oluyorlar. Esas ölüm, ruhun bedenden ayrılması değil, ruhun katledilmesi, inancın mahvedilmesidir. İzinden gidecekleri başka önderler bulanlar kadar, onlara gerçek örneği sunmayanlar da suçludurlar. Peygamberlerin getirdiklerine kayıtsız şartsız teslim olmayanlar, onların mesajlarını, sünnetlerini öldürmüş olmanın vebalini yahûdilerle paylaşacak olanlardır.
Takvâ ve cihadın ayrılmaz bütünlüğünü Zekeriyyâ ve Yahyâ peygamberlerde görüyoruz. Onlar, köşelerine çekilip namaz ve duâlarıyla yetinmediler. Onların namazları, kendilerini fahşâ ve münkerin tüm toplumsal boyutlarını engellemeye götürdü. Onların dillerindeki duâları, ellerinin fiilî duâlarıyla birleşti. Onlar, kendi başlarını kaybederek çok büyük kazançlar sağladılar. Gövdesinin üzerinde başları olan nice insandan daha büyük başarılara ölümsüzlük kapısı şehâdetle ulaştılar. Hâlâ yolumuzu aydınlatıyor, bize ders veriyorlar. Dersimizi sabote eden, içi başka örnekliklerle doldurulmuş kafaların sahibi canlı cenâzelere rağmen...
Evlât, büyük imtihanlardan biridir. Hz. Nûh, Hz. İbrâhim, Hz. Zekeriyyâ, Hz. Muhammed (Allah'ın salât ve selâmı üzerlerine olsun) bu imtihandan başarıyla
- 988 -
KUR’AN KAVRAMLARI
geçtiler. Evlâtsızlık imtihanı ve evlâtlarını kaybetme imtihanı. Olmama ve ölme imtihanı...
Hz. Zekeriyyâ (a.s.)'nın, bir hadis rivâyetine göre marangoz olduğunu, dolayısıyla kendi eliyle geçimini temin ettiğini öğreniyoruz. Dünyevî geçim ve maîşet temininin, insanı dâvet ve tebliğden engellemediğinin, her ikisini beraber yürütmenin canlı bir örneğidir bu. Yine, rızık bolluğu ile takvâ ve Allah'a adanma arasında yakın bir ilişki ve bağlantı olduğunu, mihrapta Allah'ın ikrâmı güzel rızıklara sahip olan Allah'a adanmış müttakî Hz. Meryem örneğinde görüyoruz.
ZEKERİYYÂ VE YAHYÂ (A.S.)
- 989 -
Zekeriyyâ ve Yahyâ (a.s.) İle İlgili Âyet-i Kerimeler
A- “Zekeriyyâ” İsminin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 7 Yerde): 3/Âl-i İmrân, 37, 37, 38; 6/En’âm, 85; 19/Meryem, 2, 7; 21/Enbiyâ, 89.
B- Zekeriyyâ (a.s.) İle İlgili Âyet-i Kerimeler:
a- Zekeriyyâ (a.s.)’ya Peygamberlik Verilmiştir: 6/En’âm, 85.
b- Zekeriyyâ (a.s.)’nın Allah’tan Hayırlı Nesil İstemesi ve Yahyâ (a.s.) İle Müjdelenmesi: 3/Âl-i İmrân, 38-39; 19/Meryem, 2-6; 21/Enbiyâ, 89-90.
c- Zekeriyyâ (a.s.), Kendisi İhtiyar, Karısı da Kısır Olmasına Rağmen Allah Ona Yahyâ’yı Verdi: 3/Âl-i İmrân, 40-41; 19/Meryem, 7-11.
d- Zekeriyyâ (a.s.)’nın Beyt-i Makdis’te Hizmet Görevi: 3/Âl-i İmrân, 37.
C- “Yahyâ” İsminin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 5 Yerde): 3/Âl-i İmrân, 39; 6/En’âm, 85; 19/Meryem, 7, 12; 21/Enbiyâ, 90.
D- Yahyâ (a.s.) İle İlgili Âyet-i Kerimeler:
a- Yahyâ (a.s.), Zekeriyyâ (a.s.)’nın Oğludur: 3/Âl-i İmrân, 40-41; 19/Meryem, 7-12.
b- Yahyâ (a.s.)’nın Babası Zekeriyyâ (a.s.)’nın Hayırlı Nesil İçin Duâsı: 3/Âl-i İmrân, 38-41; 19/Meryem, 2-6; 21/Enbiyâ, 89-90.
c- Yahyâ (a.s.)’ya Peygamberlik Verilmiştir: 6/En’âm, 85.
d- Yahyâ (a.s.) Çocuk Yaşta İken Allah Ona Tevrat’ı Öğretti: 19/Meryem, 12.
e- Yahyâ (a.s.) Takvâ Sahibidir: 19/Meryem, 13.
f- Yahyâ (a.s.), Ana-Basına İtaatkârdır: 19/Meryem, 14.
g- Allah’ın Selâmeti Yahyâ (a.s.)’nın Üzerinedir: 19/Meryem, 15.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Adayış Risâlesi, Mustafa İslâmoğlu, Denge Y.
2. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Nureddin Turgay, Şamil Y. c. 6, s. 444, 369
3. Dört İncil, Farklılıkları ve Çelişkileri, Şaban Kuzgun, Şahsî Y.
4. Âyetler Işığında Peygamberler Tarihi, Muhammed Ali Sâbûnî, Ahsen Y.
5. Peygamberler, Safvet Senih, Nil A.Ş. Y.
6. Peygamberler Aydınların Önderleri, Abdülkerim Süruş, Kıyam Y.
7. Peygamberler Tarihi, M. Âsım Köksal, T. Diyanet Vakfı Y.
8. Peygamberler Tarihi, İlhami Ulaş, Osmanlı Y.
9. Peygamberler Tarihi, Bünyamin Ateş, Nesil Basım Yayın
10. Peygamberler Tarihi, Mustafa Necati Bursalı, Ölçü Y.
11. Peygamberler Tarihi, Mehmet Dikmen, Cihan Y.
12. Peygamberler Tarihi, 1, 2, 3, Ahmet Lütfi Kazancı, Nil A. Ş.
13. Peygamberler Tarihi, Ahmet Behçet, Uysal Kitabevi Y.
14. Peygamberlerden Kıssalar, Muhammed el-Habeş, İklim Y.
15. Peygamberlerin Hayatı, Seyyid Kutub, Ravza Y.
16. Peygamberlerin Hayatı, S. Kutub-Abdülkadir Cûde es-Sahhar, İslâmoğlu Y.
17. Peygamberlerin Hayatı, Ebu’l Hasan en-Nedvî, Risale Y.
18. Peygamberlerin Kıssaları, Ebu’l Hasan en-Nedvî, Arslan Y.
19. Peygamberlerin Mucizeleri, H. İbrahim Acıpayamlı, Tuğra Y.
20. Peygamberlik ve Peygamberler, Muhammed Ali Sâbûni, Kültür Basın Yayın Birliği Y.
21. Kur’an-ı Kerim’e Göre Peygam. ve Tevhid Mücadelesi, 1, 2, 3, M. Solmaz, İ. L. Çakan, Nesil/Ensar Y.
22. Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı, Mevdudi, Pınar Y.
23. Peygamberler Tarihi, Ferhat Koç, Çekirdek Y.
24. Kur’an’da Peygamberler ve Peygamberimiz, Afif Abdülfettah Tabbara, Gonca Y.
25. Kur’an’ın Tanıttığı Peygamberler, A. Lütfi Kazancı, Nil A. Ş.
26. İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Abdullah Aydemir, T.D.V. Y.
27. Kur’ân-ı Kerim Işığında Nebîler Silsilesi, Osman Nuri Topbaş, Erkam Y.
- 990 -
KUR’AN KAVRAMLARI
28. Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârih-i Hulefâ, Ahmed Cevdet Paşa, Akit Y.
29. Tefsirde İsrâiliyyât, Abdullah Aydemir, D.İ.B. Y.
30. Kur’an Kıssalarına Giriş, M. Sait Şimşek, Yöneliş Y.
31. Kur’an Kıssaları Üzerine, İdris Şengül, Işık Y.
32. Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber’in Hayatı, Mevdudi, Pınar Y.
33. Kuram ve Eylem, M. Hüseyin Fadlullah, Akademi Y.

 
Cumartesi, 06 Şubat 2021 22:59

ZEKÂT

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

ZEKÂT


- 933 -
Kavram no 198
Nimetler 27
İmtihan 21
Bk. Rızık; İnfak; Ticaret; Fakirlik-Zenginlik
ZEKÂT


• Zekât; Anlam ve Mâhiyeti
• Zekâtın Farziyeti
• Zekât, Bütün Peygamberlerin Ümmetlerine Farz Kılınmış Bir İbadettir
• İsrâiloğullarına da Zekât Farzdı
• Zekât Vermemenin Cezası
• Zekâtı Tehir Etmenin Cezası
• Zekât Hakkında Özet Fıkhî Bilgi
• Zekâtın farz olmasının şartları
• Cimriliğin Kötülüğü; Cömertlik, Zekât ve İnfakın Önemiyle İlgili Bazı Âyetler
• Zekât ve İnfakın Önemini Anlatan Bazı Hadis-i Şerifler
• Zekâtın Önemi ve Hikmetleri:
a- Zekât Malı Islah Eder
b- Zekât, Nimetin Gerçek Sahibi Allah’a bir şükürdür
c- Zekât Malı Temizler
d- Malın Gerçek Sahibini Hatırlatır ve Kişinin Emanet Bilincini Güçlendirir
e- Ferdi/Kişiyi Maddeperestlikten Korur; Kalpteki Dünya Sevgisine
Karşı Bir İlâçtır
f- İhtiras Zincirini Kırar, Hırsdan Korur, Nefsin Maraz ve İletini Tedavi Eder
g- Zekât, Kişiyi Cimrilikten Korur, Cömertleştirir
h- İsraf ve Lüx Gibi Şeytanî Eğilimleri Azaltır
i- Kalbin Katılaşmasını Önler; Kalbe Sevinç, Mutluluk ve Huzur Verir
j- Halka Şefkat ve Merhameti Arttırır, Dost Kazanmaya Sebep Olur
k-Sıla-i rahme teşvik eder; Akrabaya vermeyi, onları gözetmeyi hatırlatır
l- Zekât, Malı Ebedîleştirir
m-Malı Çoğaltır, Bereketini Arttırır
n- Kişiyi Yatırıma Teşvik Eder
o- Fakir-Zengin Uçurumunu Önler, Orta Sınıf Oluşturur
p- Zekât, Sosyal Dayanışma ve Sosyal Güvenlik Sigortasıdır
r- Zekât, Dünya ve Âhiret Uçurumları Üzerindeki Bir Köprüdür
• Zekâtını Her Müslüman Kendisi Dağıtabilir mi?
“Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin.” 4646
Zekât; Anlam ve Mâhiyeti
Zekât, kelime anlamı olarak; bereket, artmak, üremek ve temizlemek demektir. Zekât vermek, hem insanı malında bereket ve artışı sağlayacak bir yola
4646] 2/Bakara, 43
- 934 -
KUR’AN KAVRAMLARI
götürdüğü, hem de mal ve servetteki fakirin hakkı çıkarılarak cimrilik kirlerini giderdiği ve insanın iç dünyasında bir arınma vücuda getirdiği için, bu göreve zekât denmiştir. Terim olarak zekât, Kur’an’da sayılan sınıflardan birisine veya birkaçına Allah rızası için belli bir malın belirli bir kısmını belirli zamanlarda vermek anlamında İslâm’ın rükûnlarından birisi olan mâlî ibâdetin adıdır.
“Namazı ikame edin (hakkıyla kılın), zekâtı verin, rükû edenlerle beraber rükû edin.”4647 Zekât, Kur’an’da 32 yerde geçmektedir. Kur’an’da sadaka kelimesi de genellikle zekât anlamında kullanılmaktadır. Zekâta “sadaka” isminin verilmesinin sebebi, zekâtın malı temizleyip sıhhat ve kemâline sebep olması, zekât verenin de imanındaki sadakat ve olgunluğuna delalet etmesidir. Ancak, kullanılışta sadaka, hem farz hem de nâfile olan malî ibâdetler, her çeşit infak için kullanıldığı halde, zekât sadece farz olan ibâdete denir. Zekât, ekonomik fedâkârlık olan infakın mecburî ve müeyyideli bir uygulanışıdır. Kur’an’da altı yerde namazla birlikte ifade edilmektedir. Böylece namazın ruhî arındırma, fahşâ ve münkerden insanı temizleme özelliği yanında, zekâtın sosyo ekonomik bir arındırma getirdiği, bu iki ibâdetle insanın beden, ruh, psikoloji, manevî ve sosyal yönlerden temizlenmiş olur. Yine namaz emrinin, kişinin Rabb’ine karşı görevleri için baş örnek, zekâtın da insanın diğer insanlara karşı görevleri için prototip olduğu değerlendirilebilir.
Böylece namazı gereği gibi kılan bir mü’min, Rabbine karşı şükür ve kullukla ilgili tüm diğer ibâdetleri kolaylıkla yerine getirebilecek seviyeye yükselirken, zekât görevini gerektiği gibi yapan insan da diğer insanlara ve çevresine karşı fedâkârlık ve diğer görevlerini kolaylıkla yerine getirebilecek bir olgunluğa ulaşır. Namazla her türlü ahlâkî ve ruhî kötülüklerden uzaklaşırken; zekâtla da mala tapmaya kadar varabilecek, mal ve dünyaya aşırı düşkünlükten, hırs ve bencillik gibi kötü huylardan kurtulabilir.
Zekâtın Farziyeti
Zekât, Kur’an’da 32 yerde emir ve tavsiye edilmektedir. Bu âyetlerden biri, konumuzu teşkil eden âyettir: “Namazı ikame edin (hakkıyla kılın), zekâtı verin, rükû edenlerle beraber rükû edin.”4648
Peygamberimiz zekâtın İslâm’ın temel esaslarından, önemli farzlarından bir olduğunu şu meşhur hadisiyle izah eder: “İslâm, beş esas üzerine bina edilmiştir (kurulmuştur). Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in (s.a.s.) O’nun kulu ve Rasûlü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Beyt’i (Kâbe’yi) haccetmek ve Ramazan orucunu tutmaktır.” 4649
İbn Abbas’tan rivâyet edildiğine göre, Peygamber Efendimiz, Muaz bin Cebel'i Yemen'e vâli olarak gönderdiği zaman, ona şu emri vermiştir: “Onları Allah’tan başka bir ilâh bulunmadığına ve benim Allah’ın Rasûlü olduğuma iman etmeye dâvet et. Eğer bu hususta sana itaat ederlerse onlara, Cenâb-ı Allah’ın kendilerine günde beş vakit namaz kılmalarını emrettiğini bildir. Eğer bu konuda da sana itaat ederlerse kendilerine mallarından zekât vermelerini farz kıldığını
4647] 2/Bakara, 43
4648] 2/Bakara, 43
4649] Buhari, İman 1; Müslim, İman 22; Nesai, İman 13; Tirmizi İman 3
ZEKÂT
- 935 -
bildir. Zekât zenginlerden alınıp fakirlere verilir.” 4650
Zekât, Bütün Peygamberlerin Ümmetlerine Farz Kılınmış Bir İbadettir
Kur’an’ı incelediğimiz zaman, görürüz ki, Peygamberimiz’den önce gelmiş geçmiş bulunan bütün peygamberlerin ümmetlerine namaz, zekât ve oruç farz kılınmıştır. İslâm dini, hiç bir zaman namazsız ve zekâtsız devam etmemiştir. Hiç bir peygamberin dini de bu farzları ihmal etmemiştir. Kur’an’da İbrahim (a.s.) ve onun neslinden gelen peygamberlerin durumlarından bahsedilirken şöyle buyruluyor: “Kendilerini (insanlar için) önder kıldık. Bizim emrimize göre doğru yolu gösterirler. Kendilerine hayır işlerini, namazı ayakta tutmayı ve zekâtı ödemeyi vahy ettik. Onlar bize kulluk/ibâdet edenlerdi.”4651 İsmail (a.s.) hakkında: “Kendi halkına, namaz ve zekât için emir verirdi. Rabbının indinde de, seçkin idi.” 4652
İsrâiloğullarına da Zekât Farzdı
“(Hz. Mûsâ:) ‘Bize, bu dünyada da iyilik yaz, ahirette de. Şüphesiz biz Sana döndük’ Allah şöyle buyurdu: ‘Ben istediğimi azaba çarptırırım. Benim rahmetim ise, her şeyi kuşatır/ çevreler. Onu takvâ yolunu tutup da zekâtı ödeyen kimselere ve âyetlerimize iman eden kimselere yazacağım.” 4653
Hz. Mûsâ’nın kavmi, dar gönüllü kimselerdi. Bunlar canları pahasına paralarını vermezlerdi. Günümüzde bile yahudiler aynı özelliklerini devam ettirmektedirler. Bunun için de Allah, kendinin bu değerli ve kıymetli peygamberinin duasına karşı böyle cevap verip açıkça buyuruyor ki, eğer senin ümmetin zekâta bağlı bulunacak olursa o zaman benim vaad edilmiş bulunan rahmetimden nasip alırlar. Yoksa zekât vermeyecek olurlarsa, benim rahmetimden mahrum kalacaklardır.
Konumuzu teşkil eden Bakara 43. âyette de tüm müslümanlarla birlikte Benîisrâil için de şu emirleri görüyoruz: “Namazı ikame edin( hakkıyla kılın), zekâtı verin; rükû edenlerle beraber rükû edin.” 4654
Hz. İsa da yine ümmetine namaz ve zekâtı emretmiştir. “(Hz. İsa:) ‘Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti.” 4655
Buradan anlaşılıyor ki, İslâm dini, hangi peygamber zamanında olursa olsun, namaz ve zekât üzerinde durmuş ve bu iki büyük farizaya çok önem vermiştir. Hiç bir zaman Allah, ümmetlerden herhangi birisini bunlardan muaf tutmamıştır.
Zekât Vermemenin Cezası
Zekât vermemenin cezası, maddî ve manevî müeyyidelere (yaptırımlara) dayandırılmıştır. Allah, zekâtı vermeyenler hakkında Kıyamette çok acıklı bir cezanın tatbik edileceğini beyan buyurur. “Ey iman edenler! Gerçekten yahudi bilginleri ile hıristiyan râhiplerinden birçoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve insanları Allah yolundan çevirirler; bir de altın ile gümüşü yığıp/stok edip Allah yolunda harcamayanlar,
4650] Buhârî, c. 2, s. 104; Nesâi, c. 5, s. 2; İbn Mâce, c. 2; s. 586
4651] 21/Enbiyâ, 73
4652] 19/Meryem, 55
4653] 7/A’râf, 156
4654] 2/Bakara, 43
4655] 19/Meryem, 31
- 936 -
KUR’AN KAVRAMLARI
işte bunları acıklı bir azapla müjdele! Kıyamet gününde stok edilen o altın ile gümüşün (paraların) üzerleri Cehennem ateşinde kızdırılacak da, bu mal biriktirenlerin alınları, yanları ve sırtları bunlarla dağlanacak. Ve onlara şöyle denecek: ‘İşte bu, kendiniz için stok ettiğiniz paralardır. Artık yığdıklarınızın/stok ettiklerinizin cezasını çekin.” 4656
“Allah’ın fazlından verdiğini (infak etmekte) cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o, kendileri için hayırlıdır; tersine bu onlar için pek fenadır. Cimrilik ettikleri şey de Kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” 4657
Bu konuda iki de hadis-i şerif meali verelim: “Cenâb-ı Allah kime mal verir de zekâtını ödemezse, Kıyamet gününde o mal, sahibine, gözlerinin önünde simsiyah iki benek bulunan gayet zehirli (ve zehirinin etkisinden başı) kel bir yılan şeklinde görünerek boynuna gerdanlık yapılacak; sonra da iki çene kemiğini, yani avurdunu iki tarafından yakalayıp şöyle diyecek: ‘Ben senin malınım, ben senin yığdığın stoklarınım.” 4658
“Deve, sığır ve koyun sahibi bir müslüman, bu malların zekâtını ödemezse, Kıyamet gününde o hayvanlar, dünyada olduklarından daha semiz ve daha büyük bir halde gelecekler ve her biri boynuzu ile ona toslayacak; ayakları ile de çiğneyecek. Sonuncusu işini bitirince, birincisi yeniden toslamaya ve çiğnemeye başlayacak; ta insanlar mahkeme edilinceye kadar.”4659 Bu hadisin hükmü dünya hayatında da tecelli ediyor. Mallarının hakkını ödemeyen zenginler, mallarından huzur içinde faydalanamıyor, iş güvenliğini temin edemiyorlar, bunca varlıkları gönül darlıklarını gideremiyor. İşte bu gibi durumlar, daha dünyadayken malın sahibini toslaması kabul edilebilir.
Zekâtı ödememenin dinî cezası hakkında İbn Mes’ud (r.a.) buyuruyor ki: “Zekâtı terk eden müslüman değildir.” (aynı eser, aynı sayfa). Yani böyle kimseler, İslâm hâkimiyetini kabul etmeyen gayr-ı müslimler gibidir. Zira zekât, müslüman toplumda serbest dolaşmanın ilk şartıdır. Küfürden döndükten sonra bir kimse zekâtı verip namazı kılmadıkça İslâm topraklarında serbest dolaşamaz.
Zekâtı Tehir Etmenin Cezası
Yukarıdaki âyet ve hadislerde zikredilen ceza, zekâtını ödemeden ölenlerin âhirette karşılaşacakları acıklı sonu beyan ediyor. Zekâtını vaktinde ödemeyenlere ait ceza ise iki kısımda değerlendirilmektedir: Dinî yönden, dünyevî yönden.
Zekâtı geciktirmenin dinî cezası: Kendisine zekât farz olup senesi dolduktan sonra vaktinde zekâtını ödemeyen bir müslüman, toplumunun iktisadî yapısı ile ilgili bir emri ihmal ettiği ve fakirlerin hakkını elinde tuttuğu için dinî yönden günahkârdır. Böyle durumda olan müslümanların bugüne kadar ödemediği zekâtları ödemesi gerektiği gibi Allah’a tevbe etmesi de gerekir. İmam Muhammed der ki: “Kim bir özrü olmaksızın zekâtı tehir ederse, şâhitliği kabul edilmez. Çünkü zekâtta fakirlerin hakkı vardır; zekâtı tehir etmekle onlara zarar vermiş oluyor. Müslümanın, fukarayı zarara sokmaya hakkı yoktur.” 4660
Zekâtı tehir etmenin dünyevî cezası: Zekâtı ödemeyen, yahut tehir edenlere
4656] 9/Tevbe, 34
4657] 3/Âl-i İmran, 180
4658] Buhârî, c. 2, s. 106; Nesâi, c. 5, s. 39; İbn Mâce, c. 1, s. 568
4659] Buhârî, c. 2, s. 106; Nesâi, c. 5, s. 29; İbn Mâce, c. 1, s. 568
4660] Serahsi, Mebsut, II/169
ZEKÂT
- 937 -
karşı İslâm devleti yöneticileri ilgisiz kalamazlar. Nice âlimlere göre, eğer mal sahibi, farz olduğuna inanmasına rağmen zekâtını vermek istemezse, İslâm devleti, kendisinden zekâtı zorla aldığı gibi, ceza olarak malının yarısını da alır. Çünkü Peygamberimiz’den şu hadis rivâyeti vardır: “...Kim zekâtını vermek istemezse, biz hem zekâtını hem de devesinin (malının) yarısını alırız. Zekât, Rabbimiz’in haklarından bir haktır. Muhammed’in (s.a.s.) ehline ondan bir şey helâl olmaz.”4661 Bazı âlimler ise -ki bunlar çoğunluktadır- zekâtın farziyyetine inandığı halde onu vermeyen kişiden para cezası alınmaz; ancak böyle kimseler İslâm devletince te’dib edilir diye görüş bildirirler.
Zekât Hakkında Özet Fıkhî Bilgi
Ayrıntılarını fıkıh ve ilmihal kitaplarına bırakarak, zekâtın fıkhî konumuyla ilgili özet bilgiler verelim: Zekâtın sebebi; Zekât verecek olan müslümanın belirli bir miktarda mala sahip olmasıdır. Zekât verilecek malın cinsine göre farklılık gösteren bu miktara nisap denir.
Zekâtın farz olmasının şartları:
a- Mükellef açısından: Zekât verecek olan kişi, akıllı, hür, erginlik çağına ermiş, dinen zengin ve müslüman olmalıdır. Buna göre; müslüman olmayanlara, delilere, çocuklara ve hürriyetini kaybetmiş olan köle ve esirlere zengin de olsalar zekât farz değildir.
b- Mal açısından gerekli olan şartlar: 1- Mal, mal sahibinin aslî ihtiyaçlarından ve borçlarından fazla olarak, nisab miktarı veya daha fazla olmalıdır. Havâic-i asliyye (Aslî ihtiyaç); kişinin ve ailesinin ihtiyaçları olan mal, eşya ve âletlerdir. 2- Mal, hakikaten veya hükmen artıcı olmalıdır. Hakikaten artıcı olmasından maksat; malın, ticaret veya üreme yoluyla çoğalıcı olmasıdır. Buna göre; her türlü ticaret malı, nesli, sütü ve tüyü alınmak üzere kırlarda otlatılan erkek ve dişi hayvanlar hakikaten artıcıdır. Bu şekildeki hayvanlara sâime denir. Malın hükmen artıcı olması; sahibinin veya vekilinin elinde bulunması suretiyle artırılmaya elverişli olmasıdır. Altın, gümüş ve paralar bu kabildendir. 3- Malın üzerinden bir yıl geçmiş olmalıdır. Buna havl-i havelân denilir.
Nisab miktarı mala sahip olan bir kimseye, o mala sahip olduktan itibaren bir sene geçtikten sonra zekât vermesi farz olur. Nisabın, hem senenin başında hem sonunda mevcut olması gerekir. Arada azalıp çoğalmasına itibar edilmez. Zekât verirken malın, sene başındaki veya sene ortasındaki değil; sene sonundaki değerine itibar edilir. 4- Sahibi, mala tam olarak mâlik olmalıdır. Bundan maksat; malın, sahibinin elinde olması ve onda bir başkasının hakkının bulunmamasıdır. Buna göre, kadının henüz eline geçmeyen mihrine ve insanın elinde bulunmakla beraber, buna karşılık borcu olan malına zekât gerekmez. Ancak, borcuna mukabil olan çıktıktan sonra geriye kalan miktar, nisaba ulaşırsa, o fazlalık için zekât gerekir. Buradaki borçtan maksat, kul borcudur. Keffaret, nezir, hac gibi dinî borçlar zekâtın gereğine mani değildir. Satın alınıp henüz teslim alınmayan mal, borçlu tarafından inkâr edilmeyen, edilse bile isbatı mümkün olan alacaklar ve yolcuların memleketlerinde olan mallarına zekât gerekir.
Haram yolla kazanılan malın zekâtı verilmez. Bu malın, varsa sahibine
4661] Nesâi, c. 5, s. 15
- 938 -
KUR’AN KAVRAMLARI
verilmesi, bilinmiyorsa fakirlere dağıtılması gerekir.
Zekâtta niyyet şarttır. Fakat zekât verilirken, onun zekât olduğunun bildirilmesi şart değildir. Hatta, içten zekâta niyet edildiği halde verirken ikram, hediye veya borç demek, onun geçerliliğine engel olmaz; özellikle zekât alan muhatabın şahsiyetini ve onurunu korumak için bu hassasiyetlere dikkat etmek daha faziletlidir.
Altın, gümüş ve nakit paranın zekâtı: Altın ve gümüş, ister külçe, ister işlenilmiş olsun, nisab miktarında olup da üzerinden bir sene geçince % 2,5 oranında zekâtlarının verilmesi gerekir. Altının nisabı, 20 miskal, gümüşün nisabı 200 dirhemdir. Bu gün kullanılan ölçülere göre 20 miskal altının karşılığı yaklaşık 80 gramdır. Altın ve gümüşün zekâtlarında kıymetlerine değil; ağırlıklarına itibar edilir. Elde bulunan nakit paralar veya her an paraya çevrilebilen çek ve tahviller, aynen altın ve gümüş gibi zekâta tâbidir. Bunların ve ticaret mallarının nisabı, hem altına, hem gümüşe göre değerlendirilebilir. Bu konuda fakirler için daha faydalı ve kıymetli olan tercih edilmelidir. Günümüzün ekonomik şartları göz önüne alındığında, bu malların nisabının tayininde altının esas alınmasının daha uygun olduğunda âlimler ittifak etmiş gibidir. Para ve para gibi olan kıymetli kâğıtların nisabında demek ki, 80 gram altının para yönüyle değeri kadar miktara ulaşması nisab miktarına, yani zekât verecek zenginlik sınırına ulaşmış sayılır.
Ticaret malları da böyledir. Cinsi ne olursa olsun, ticaret maksadı ile alınıp satılan tüm mallar, nisaba ulaştıkları takdirde % 2,5 oranında zekâta tâbidirler. Bu malların nisabı, kıymetlerinin altın ve gümüş nisabına ulaşması ile sabit olur. Ticaret mallarında zekât, elde edilen kâra göre değil; sermaye ve kârın toplamına göredir. Ticaret malları, kendi aralarında birbirlerine eklendikleri gibi, ticaret için olmayan altın, gümüş ve paraya da ilâve edilirler.
Toprak mahsullerinin zekâtı: Öşüre tâbi arazilerden elde edilen mahsul, Ebu Hanife’ye göre miktar ve cinsine bakılmaksızın belirli oranda zekâta tâbidir. Bu oran, sulama masrafı gerektiren arazilerde %5; gerektirmeyenlerde % 10’dur. Toprak mahsullerinden alınan bu zekâta “öşür” denilir.
Zekâtın verileceği yerler: Zekâtın verileceği yerler Kur’an’da belirtilmiştir. “Sadakalar (zekâtlar) Allah’tan bir farz olarak ancak, fakirlere (yoksullara), miskinlere (düşkünlere), (zekât toplayan İslâm devletinin görevlisi) memurlara, müellefe-i kulûba, yani gönülleri (İslâm’a) ısındırılacak olanlara, (hürriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda çalışıp cihad edenlere, yolcuya mahsustur. Allah her şeyi çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.” (9/Tevbe, 60) Bu âyette belirtilen sınıflar şunlardır: a- fakirler b- miskinler c- Âmiller (İslâm devletinde zekât toplamakla görevli memurlar) d- Mükâtebe köle e- Borçlular f- Allah yolunda cihad edenler g- Yolcular.
Bir kimse, zekâtını hanımına, usûl ve fürûuna veremez. Bunların dışında zekâta ehil olan herkese verebilir. Ancak, önce kendi akrabalarından başlaması daha iyidir. Zekât verilen kişinin müslüman olması şarttır. Müslüman olmakla beraber, dinî görevlerini yerine getirmeyen veya aldığı zekâtı meşrû olmayan yollarda harcayacağı bilinen kişilere zekât verilmesi câiz görülse bile sâlih mü’minlere verilmesi daha uygundur. Zekâtın, malın bulunduğu yerdeki/yakın çevredeki fakirlere verilmesi daha efdaldir. Bugünkü devletlere, vergi, bağış veya başka adlar altında verilen mal veya paralar kesinlikle zekât yerini tutamaz, bunlar insanı
ZEKÂT
- 939 -
vebalden kurtaramaz. Ayrıca câmi, Kur'an Kursu vb. de olsa binalara, derneklere vakıflara verilemez; dernek ve vakıflara; fakir müslümanlara, öğrenci ve mücahidlere vermek üzere vekil tutarak emaneten ve bu şartla verilebilir.
Cimriliğin Kötülüğü; Cömertlik, Zekât ve İnfakın Önemiyle İlgili Bazı Âyetler
“Allah yolunda harcayın; kendinizi tehlikeye atmayın.” 4662
“Nefsinin cimriliğinden korunanlar yok mu? İşte kurtulacaklar onlardır.” 4663
“Kim cimrilik ederse, kendi zararına cimrilik eder. Allah zengindir; hiç kimseye ihtiyacı yoktur; siz ise fakirsiniz, O’na muhtaçsınız. Eğer (O’ndan ve Allah yolunda harcamaktan) yüz çevirirseniz, sizin yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi olmazlar.” 4664
“Kendileri cimrilik yapıp insanlara da cimriliği tavsiye eden, Allah’ın kendilerine lütfundan verdiğini gizleyen kimselerdir. Biz, nimetleri örten kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırladık.” 4665
“Kim cimrilik eder de kendini müstağni sayar, Rabbine ihtiyaç göstermez, en güzeli de yalanlarsa, biz de onu en zora, en güçlüğe sevkederiz. Düştüğü zaman da malı kendisine hiç fayda vermez.” 4666
“Ey iman edenler, kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardığımız ürünlerin en helâl ve iyisinden Allah yolunda harcayın.” 4667
“Mallarını gizli ve açık olarak gece ve gündüz harcayan kimseler var ya, işte onların, Rableri katında ecirleri vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.” 4668
“Mallarını Allah yolunda harcayanların hali, her başağı yüz daneli yedi başak bitiren bir tohumun hali gibidir. Allah dilediği kimseye daha kat kat verir. Allah’ın ihsanı çok geniştir. Her şeyi hakkıyla bilendir.” 4669
“Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcayıncaya kadar birre (Cennete ve iyiliğin en güzeline) eremezsiniz.” 4670
“Sarf ettiğiniz her hangi bir şeyin yerine O daha iyisini koyar.” 4671
“Allah, faizi tüketir (faiz karışan malın bereketini giderir), sadakaları ise bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrar eden hiç kimseyi sevmez.” 4672
4662] 2/Bakara, 195
4663] 64/Teğâbün, 16
4664] 47/Muhammed, 38
4665] 4/Nisâ, 37
4666] 92/Leyl, 8-11
4667] 2/Bakara, 267
4668] 2/Bakara, 274)
4669] 2/Bakara, 261
4670] 3/Al-i İmran, 92
4671] 34/Sebe’, 39
4672] 2/Bakara, 276
- 940 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Zekât ve İnfakın Önemini Anlatan Bazı Hadis-i Şerifler
“Mallarınızı zekâtla koruyun, hastalarınızı sadaka ile tedavi edin. Belâya dua ile karşı koyun.” 4673
“Malın zekâtını ödedin mi, kendinden onun şerrini def ettin demektir.” 4674
“Sadaka, malın miktarını eksiltmez, artırır.” 4675
“Zekâtını ödeyen, üzerinde bulunan (fakirin) hakkını ödemiş olur, fazla vermek efdaldir.”4676
“Farz zekâtı öde. Zira o seni temizler. Sıla-i rahmi edâ et. Dilenci, komşu ve fakirin hakkını gözet.” 4677
“Zekâtı ödeyen, misafire ikram eden, musibete uğrayanlara veren, cimrilikten kurtulur.”4678
“Allah, zekâtını ödemeyen kimsenin namazını kabul etmez, ikisini birlikte yapıncaya kadar. Zira Allah Teâlâ namazla zekâtı (Kur’an’da yanyana birlikte zikretmek suretiyle) birleştirmiştir; Siz aralarını açmayın.” 4679
“Allah, imanı ve namazı ancak zekâtla kabul eder.” 4680
Zekâtın Önemi ve Hikmetleri
Zekât, her şeyden önce kulun Allah’ın emrine itaat edip, kulluğunu göstermesinin en güzel örneklerindendir. Çünkü zekât vermeyi Allah emretmiştir. Kulun görevi, öncelikle neden ve niçinini araştırmadan Rabbı tarafından emrolunduğu şeyi yapmaktır. Müslüman; sevdiği, inandığı Rabbinden aldığı emirle, canının yongası olan malını hiç bir maddî karşılık beklemeden vererek, kulluk borcunu ödemiş olur. Bu temel özelliğin, yani ibâdeti geçerli kılan esas unsur olan Allah’ın emrettiği ve O’nun rızasına uymak için yapılması yanında, zekâtın insanı günah ve cimrilik kirlerinden temizleyip onu olgunlaştırması, imanını sağlamlaştırması gibi hikmetleri ve kişi ve toplum açısından büyük önemi vardır.
Bir şeyin önemi, insanlığın ona olan ihtiyacı ve temin ettiği fayda ile ölçülür. Zekâtın; zekât verende, zekât alanda ve zekât alınıp verilen toplumda sağladığı faydalar göz önüne alındığında, onun ne derece büyük bir önem ifade ettiği ortaya çıkar.
“Mü’minlerin mallarından zekât al ki, onunla kendilerini temizlemiş, mallarına bereket vermiş olursun. Bir de onlara duâ et; çünkü senin duan, onlar için bir sükûnettir/rahatlık ve huzurdur. Allah işitendir, bilendir.” 4681
“Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın, hapsedin
4673] Kütüb-i Sitte, c. 7, s. 322
4674] a.g.e. 7/ 323
4675] a.g.e.
4676] a.g.e.
4677] a.g.e.
4678] a.g.e.
4679] a.g.e.
4680] a.g.e.(Bütün bu hadisler ve başkaları için bk. Kütüb-i Sitte, c. 7, s. 323 ve devamı)
4681] 9/Tevbe, 103
ZEKÂT
- 941 -
ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekâtı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Allah mağfiret eden, merhamet edendir.” 4682
“Onlar, eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse, artık onlar dinde kardeşleriniz olurlar.” 4683
Meallerini kaydettiğimiz âyet-i kerimelerden ilki, zekâtın bizzat Hz. Peygamber tarafından toplanmasını, dolayısıyla İslâm devleti tarafından zekât işlerinin idare edilmesini emretmekte ve bu malî ibâdetin, müslüman toplum için önem derecesini yeteri kadar yansıt- maktadır. Bundan anlaşılıyor ki zekât, ferdin kendi isteğine bırakılmamış, İslâmî devletin yaptırımı ile toplanarak kurumlaştırılmıştır. Nitekim Peygamberimiz, çeşitli bölgelere zekât tahmin memurları ile zekât toplamakla görevli âmiller/tahsildarlar göndererek zekâtı her sene muntazam almış; vefatından sonra halifelik makamına getirilen Hz. Ebu Bekir de zekât vermeyeceklerini bildirerek isyan eden bazı kabile reisleri üzerine askerî kuvvet göndermek sureti ile onlarla savaşmış, kendilerini itaat altına almıştır4684.
Zekât, ferdin vicdanına ve inancına terk edilirse, imanı zayıf olan müslümanlarda ihmale uğrayarak müeyyidesiz/yaptırımsız kalır; kendinden beklenen fayda sağlanamaz. Günümüzde, zekâtın zorunlu olarak İslâm devletince alınıp yerlerine tevdi edileceği ortam yaşanmadığından toplumda meydana gelen iktisadî çöküntü, bunun bir örneğidir. Müslümanların sağlam bir dayanışma içinde her yönüyle bağımsız ve özgür olabilmeleri için zekâtın vazgeçilmez konumu gözden uzak tutulmamalıdır. Zekâtın, bizzat Hz. Peygamber, dolayısıyla İslâm devleti tarafından toplanma emrinin bu manayı içinde taşıdığında hiç şüphe yoktur.
Yukarıdaki ikinci âyette 4685 şirkten dönenlerden, namazı kıldıktan sonra zekâtı vermeleri istenmekte; yalnız müslümanlığı kabul etmeleri kâfi görülmeyip ruhun gıdası ve kıvamı olan namazı kılmaları, dünya hayatının düzen ve nizamının önemli sebebi olan zekâtı da vermeleri şart koşulmaktadır. Bu bize, özellikle bu iki emrin yerine getirilmediği toplumlarda huzur ve mutluluk bulunmayacağını gösteriyor. Zekât vermeyen kişi, şirkten dönse de serbest dolaşamaz; itaat ve teslimiyetini ancak zekât ödemekle ifade edebilir.
Üçüncü âyette4686, müşriklerin tevbeden sonra namaz kılıp zekâtı da ödemeleri din kardeşliğinin tahakkuku için şart koşulmaktadır. Buna göre zekât vermeyenlerin müslümanların kardeşlik safına katılamayacakları anlaşılmaktadır ki, bu bize zekâtın ne derece ehemmiyeti olduğunu göstermeye yeterlidir.
Zekâtın önemi hakkında Hz. Peygamberimiz'in birçok hadis-i şerifi vardır. Bunlardan birkaç tanesini zikredelim:
“Zekât işlerinde hakkıyla çalışan memur, evine dönünceye kadar Allah yolunda savaşan gâzi gibidir.” 4687
4682] 9/Tevbe, 5
4683] 9/Tevbe, 11
4684] Buhârî, c. 2, s. 106
4685] 9/Tevbe suresinin 5. âyetinde
4686] 9/Tevbe, 11
4687] Tirmizî, c. 3, s. 144; İbn Mâce, c. 1, s. 578
- 942 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Ashabdan Cerir bin Abdillah, Rasûlullah (s.a.s.)’e, “namazı kılacağıma, zekâtı vereceğime ve her müslümana öğüt vereceğime dair bey’at ettim, söz verdim” diyor. 4688
Peygamberimiz vefat ettikten sonra yerine Hz. Ebu Bekir halife seçildi. O zaman Arap kabilelerinden bir kısmı zekât vermeyeceğiz diyerek İslâm devletine isyan etti. Hz. Ebu Bekir, isyancı kabilelerle savaşmaya karar verdi. Fakat Hz. Ömer ona engel olmak isteyerek şöyle dedi: “Sen bu insanlarla nasıl harbedersin? Hâlbuki Rasûlullah (s.a.s.): “Allah’tan başka ilâh olmadığına ve benim O’nun Rasûlü olduğuma şehâdet getirinceye kadar insanlarla harbetmekle emrolundum; kim bu kelimeyi söylerse, malını ve canını benden korumuş olur. (Adam öldürmek gibi) kul hakkı icabı olan hususlar müstesnâdır ve onun hesabı Allah'a aittir” buyurdular. Hz. Ömer’in bu sözü üzerine halife Hz. Ebu Bekir şu cevabı verdi: “Namaz ile zekâtı birbirinden ayıranlarla mutlaka savaşacağım. (Namaz ile zekât Kur’an-ı Kerim’de altı yerde beraber zikredilmiştir.) çünkü zekât, malın hakkıdır. Allah’a yemin ederim ki, Rasûlullah’a ödedikleri bir koyun veya keçi yavrusunu dahi bana vermeyecek olurlarsa, bu sebepten onlarla harbederim.” Hz. Ebu Bekir’ in bu dirâyeti karşısında hayrete düşen Hz. Ömer: “Allah’a yemin ederim ki bu sözler, Yüce Allah’ın, Hz. Ebu Bekir’in kalbine ilhamından başka bir şey değildir; onun dâvâsında doğru olduğunu anladım” dedi.4689
a- Zekât Malı Islah Eder
Zekât, fertleri; cimrilik, âdilik, kalp katılığı, kendini başkalarına karşı üstün görme, düşkünlük, harislik kirlerinden temizlediği gibi onu, insanların mallarını hainlikle, çalarak, gasbederek ve faiz almak suretiyle yemek gibi kötü eylemlere meyletmekten korur. Çünkü iman sebebiyle elinde veya kasasındaki malı Allah’ın rızası, mağfireti ve yüce katındaki derecesinin yükselmesini talep etmek gayesine mâtuf Allah yolunda vermeğe alışan bir mü’min, başkalarının malını haksız yere almaktan kendini daha iyi korur. Mü’minler topluluğunda, birbirlerine karşı beliren kin, haset, düşmanlık, tecavüz, zulüm, fitne ve kavgaların kaynağı olan sosyal rezalet kirlerinden temizlemesinde zekâtın çok büyük rolü vardır.
İnsanlar, çalışma yeteneği, kazanç, israf, esirgeme, iktisat, tedbir, cömertlik, cimrilik ve hayır üzerinde yardımlaşma gibi hususlarda birbirlerinden tamamen farklıdırlar. Rızık temininde ve harcamalarda bir kısmının, diğer kısma muhtaç olduğu kaçınılmaz bir gerçektir. Servet toplamaya en fazla kabiliyetlileri, yaratılışlarında hırs, kendilerine ve yakın akrabalarına varıncaya kadar cimrilik gibi hallerin galip olduğu kimseler olabilir. Bu vesile ile insanların bazısı bazısına fitne, yani imtihan vesilesi, çekişme ve münakaşa sebebi olur. “Sabredip etmediğinizi göstermek için, bir kısmınızı diğer bir kısmınız üzerine fitne (imtihan vesilesi) yaptık. Rabbin her şeyi hakkıyla görmektedir.”4690 Yani bu imtihan, beşerin kabiliyette, ahlâkta ve diğer işlerde birbirinden farklı oluşu icabıdır.
b- Zekât, İmanın Göstergesidir. Zekât, İbâdet ve Cihad Coşkusu Verir
Allah’ın emrine itaat ve O’nu her şeyden çok sevdiğini isbat ettirerek
4688] Buhârî, c. 2, s. 106
4689] Buhârî, c. 2, s. 105; Nesâi, c. 5, s. 11
4690] 25/Furkan, 20
ZEKÂT
- 943 -
Allah’ın rızasına ulaştırır. Malla cihad etmeyi öğreterek, cihadın diğer çeşitlerine kapı açar. İslâm binasında, imandan sonra iki amel zikredilmiştir ve dinde bunlar, diğerlerinden önce farz kılınmıştır: Namaz ve zekât. Çünkü bunlar, bütün ibâdetlerin aslıdırlar ve burada bilhassa anılmaları, özelliklerinden dolayı değil; diğerlerinin çeşitliliğine işareti de içine alıcı olduklarından dolayıdır. Zira bütün ibâdetler iki çeşide ayrılmıştır. Biri bedene ait ibâdetler, diğeri de mala ait ibâdetlerdir. Hac gibi hem bedenî ve hem de malî olan üçüncü bir kısım da, bu iki değerin birleşmesidir. Şu halde namaz, bütün bedenî ibâdetlerin asıl temsilcisi; zekât da bütün malî ibâdetlerin asıl temsilcisidir. Ve bunlar, imanın ilk müeyyidesi (yaptırımı) ve amel ile ilk gelişmesidirler. Bütün amellerin esasları da namaz ve zekâtta/infakda özetlenerek, İslâm dininin ilmî, amelî esasları ve dalları kısaca anlatılmıştır.
Kur’an-ı Kerim’de: “Onların mallarında isteyenin ve (iffetinden dolayı dilenemeyen) yoksulun da bir hakkı vardır.”4691 hükmü beyan buyrulmuştur. Mü’minlerin mallarıyla, dilleriyle ve canlarıyla cihad etmeleri, kat’i nasslarla emredilmiştir. İşte cihadın ilk ve vazgeçilmez çeşidi olan malla cihada zekât ve infak adı verilir. Zekât ve infak amelinin eda edilmesi için ilk rükûn, imandır. “Kıyamet gününde cehennem ehlinden olan kimseye denilir ki: ‘Dünya dolusu malın olsaydı (şu azaptan kurtulmak için) o malını fidye olarak verir miydin?’ O kimse, azabın şiddetini gördüğü için: ‘Evet!.. Muhakkak verirdim’ der. Allah Tealâ şöyle buyurur: ‘Ben (dünyada) senden, bundan daha kolay bir şey istemiştim. Henüz ruhlar âleminde iken, bana hiçbir şeyi şirk koşmaman hakkında senden misak almıştım. Sen ise sözünden döndün. Bana ortak koşmaktan başka bir şey kabul etmedin.” 4692
c- Zekât, Nimetin Gerçek Sahibi Allah’a Bir Şükürdür
Allah’ın mal nimetine şükür, malı Allah için vermekle olacaktır. Zekât, Allah’ın verdiği nimetlere şükürdür. Namaz, oruç gibi bedenî ibâdetler, Allah’ın ihsan ettiği vücut sıhhat ve selametinin şükrüdür. Zekât başta olmak üzere her çeşit infakı içeren malî ödemeler de mal nimetinin şükrüdür. Her nimetin bir şükrü vardır. Malın şükrü de Allah için vermektir. Lisanen yapılan şükürle malın şükür borcu edâ edilemez. Zekât, malın şükrüne açılan önemli bir kapıdır. Bu duygularla zekât veren mü’min, her nimetin, mesela sağlığın, ilmin, sanatın şükürlerinin de o nimetlerle ödeneceğinin şuuruna varır. “Sizden birine ölüm gelip ‘Ya Rabbi keşke yakın bir zamana kadar ecelimi geciktirsen de sadaka versem’ demeden önce size verdiğimiz rızıkdan veriniz.” 4693
Nimete şükür, onu verenin râzı olacağı yollarda sarfetmekle olur. Zekât ise, mal nimetinin bir şükrüdür. Nimetin vericisine teşekkür etmek gerektiğine göre, zekâtın da gerekli olması kendiliğinden anlaşılır. Malın elde bulunması, şükretmeyi; elden çıkması da sabretmeyi gerektirir. Rabbimiz kuluna sanki şöyle buyuruyor: Ey zengin! Ben sana mal verdim ki, bu sebeple hakkını ödeyip şükredenlerden olasın; sahip olduğun malın bir kısmını elinden çıkar, zekât ver ki, bu vesile ile malın yokluğunu hatırlayarak sabredenlerden olasın. Ey fakir! Sana da çok mal vermedim; sabrettin, bu sebeple sabredenlerden oldun. Zengine ise, elindeki malından bir kısmını sana vermesini farz kıldım. Ta ki, bu mal
4691] Zariyat, 19
4692] S. Buhari, K. Rikak 49; Ahmed b. Hanbel, III/ 218
4693] 63/Münafıkun, 10
- 944 -
KUR’AN KAVRAMLARI
senin eline geçtiği zaman bana şükredenlerden olasın.
İşte zekâtın farz olması, bir taraftan zenginlere, şükrün ne demek olduğunu, öbür taraftan da fakirlere sabrın ne demek olduğunu öğretiyor. Aynı zamanda zenginin sabırdan, fakirin de şükürden nasiplenmesine vesile oluyor.
d- Zekât Malı Temizler
Şüphesiz Zekât vereni arındırdığı gibi; fakirin hakkının ayrılıp hak sahiplerine verilmesi ile maldaki kirleri de temizler. Zekât: Belli bir mâlî gücü olan müslümanın kazanç ve malından vereceği yüzde iki buçuk tutarında zorunlu bir mâlî ibâdettir. Verilmediği takdirde kazancın ve malın tamamı pis ve haram olur.
“Onların mallarından sadaka al. Onunla kendilerini temizlemiş ve tezkiye etmiş olursun.”4694 Temizleme ve tezkiye; bu iki kelime, zenginin ruh ve nefsinin, mal ve servetinin hem maddî hem de manevî yönden temizlenme ve arınmasını içine almaktadır. Zekât veren, başta cimrilik olmak üzere birçok kötü huy ve alışkanlıktan arınır. Cimrilik, fert ve toplum için kötü bir hastalıktır. Bu hastalık kişiyi mal uğruna kan dökmeye, kul haklarına tecavüz etmeye, haramlarla da olsa mala hırs göstermeye götürür.
Zekât, mü’mini mala tutkunluk zilletinden temizler, paraya kulluk bağından kurtarır. İslâm, insanın sadece Allah'a kul olmasını, Allah'tan başka her şeyin esaretinden kurtulmasını, yaratılmışların efendisi olma özelliğini korumasını arzu etmektedir. Bunun bir yolu da, zenginin infak edip zekât vererek hem Allah'ın emrine boyun eğmesi, hem de dünya malının kendisine geçici bir süre için tevdi edilmiş bir emanet olduğunun bilincine varmasıdır.
Rabbimiz Kur’an’da sıkça arınan ve sakınanlardan bahseder ve onlara özel iltifatlarda bulunur. Ayrıca arınmanın yolunu da gösterir. Bu konuda Rabbimiz infak edip zekât vererek arınacağımız konusunda telkinde bulunur. “O (mü’min) ki, malını (Allah için) vererek arınır, yücelir.”4695 Demek ki arınmanın yolu zekât ve infak etmekten geçer. Zekâtımızı verirsek kalben ve ruhen arınırız. Zekât ve infakla mânen yüceliriz. Gerçek iyiliğe kavuşuruz. Olgun bir kişilik, emin bir şahsiyet oluştururuz. Mallarımızdan O’nun için infakta bulunur ve zekâtımızı eksiksiz verirsek arınırız.
Peki, “arınanlara Allah’ın yardımı nedir?” sorusuna başka bir âyet cevap vermektedir: “Eğer siz arınır ve sakınırsanız, Allah sizlere iyilikle kötülüğü birbirinden ayıracak ince bir anlayış verir.”4696 Ahiretteki büyük nimetinden başka bu dünyada gaybî yardımları ile destekleme taahhüdünde bulunmuştur. Basiretimizi açmayı, gerçekleri görecek gözü ihsan edecek doğru yol üzere bulunmamızda yardımcı olacaktır. Zekâtlarını verip infak edenler, Allah ile aralarında özel bir bağ oluşturacaklardır. Yalnız Allah için vermek, yalnız O’nun rızasını gözeterek vermek, insanı Allah’a yaklaştıracak, Allah için olma ve Allah için yapma, amel işleme alışkanlığı kazandıracaktır. Bu anlayış, onu ihsan makamına erdirecek, ruhî bir olgunluk kazandıracaktır.
4694] 9/Tevbe, 113
4695] 92/Leyl, 18
4696] 8/Enfâl, 29
ZEKÂT
- 945 -
e- Malın Mülkün Gerçek Sahibini Hatırlatır ve Kişinin Emanet Bilincini Güçlendirir
Mü’min, Allah yolunda zekât vermenin bir görev ve sorumluluk meselesi olduğunun bilincindedir. Her çeşit malı ve nimetleri, asıl kaynağı olan Allah’a nisbet eder. Zekât eylemi, dağıttığı şeylerin kendi özel malı olmadığını, kendi özel mülkiyetinden tasarrufta bulunmadığını hatırlatarak onun bağış bencilliğini kırar. Mü’minler bilirler ki, tüm zekâtlarını, Allah’ın verdiği rızıktan infak etmektedir. Bir postacıdır, bir veznedardır, bir emanetçidir mü’min. Bu telkin, asıl verenin, asıl sahip olanın Allah olduğunu hatırlatır. Böylece mü’min, Allah’ın kendisine verdiği rızıklardan sorumlu olduğunu anlar. Mü’min, malını istediği biçimde, dilediği şekilde özgürce harcayamaz. Sadece malını değil; rızık kelimesinin, mülk kelimesinin kuşattığı tüm maddî ve manevî nimetler konusunda aynı bilinç ve davranış söz konusudur.
Mü'min, canını yaratanın Allah olduğunu, malını verenin Allah olduğunu bilir ve O'nun yolunda mal ve canıyla cihad eder. Zekâtımızı kendi malımızdan değil; Allah’ın bize emaneten verdiğinden bir kısmını dağıttığımızı anlıyoruz. Düğün evinde yemek kazanının başındaki aşçı yemek dağıtırken kimseyi minnet altına alamadığı gibi, kimsenin başına kakamadığı gibi, “ben malımdan dağıtıyorum” diyerek övünemediği gibi zekât veren kişi de haddini bilir.
Allah tarafından kullarını imtihan için zekâtın emredildiği belirtilir. Çünkü müslüman, Allah'ın her emrettiğini yapacağına, her yasakladığından kaçacağına ve yalnız Allah'a kulluk yapacağına söz veren insandır. İşte zekât, Allah'a iman ve itaat konusunda kulun sâdık olup olmadığını denemek için farz kılınmıştır. Zekâtını vermeyen, yalancı olduğunu göstermiş ve Allah'tan başka, bir de mala/paraya taptığını ortaya koymak suretiyle dünya ve âhiretini mahv etmiş demektir.
İnsanların cömertlikten, zekât ve infaktan kaçmasının sebepleri başında: “benim olan varlığı başkalarına niçin vereyim?” duygusu ile “başkalarına verirsem, benim varlığım azalır ve zaruret zamanında zahmete düşerim” düşüncesi gelir. İslâm dini ise bu duygu ve düşünceyi kökünden kaldırmıştır. İslâm'a göre mal ve servet herhangi bir şahsın tekeli altında değildir. Mal ve servet yalnız Allah Tealâ'nındır. Her şeyin gerçek mâliki Allah'tır4697. Kur’an-ı Kerim’de bu durum yirmiyi aşkın ayette vurgulanmaktadır. Mülk Allah’ın olduğuna göre, tabiî olarak sahibinin yolunda sarfedilmesi, mü’min için en makul bir olay olarak değerlendirilir. Mü’mindeki zekât, infak ve cömertlik duygusu da bu düşünceden kaynaklanır.
Mü’minler; Karun gibi toplayıcı değil; Harun gibi dağıtıcıdırlar. Dağıtmak için kazanırlar. Verirken tükeneceğinden korkmazlar. Çünkü veren Allah’tır; “ver” diyen de Allah’tır. “Siz Allah için bir şey verdiğinizde Allah onun daha iyisini verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”4698 Mü’min, İblis gibi fakirlikten korkutup cimriliği emretmez4699; İdris gibi cömertliği emreder.
Zekât, zenginin malına karışmış fakirlerin hakkıdır. “Onların mallarında dilenci
4697] 3/Al-i İmran179; 57/Hadid, 10
4698] 34/Sebe’, 39
4699] 2/Bakara, 268
- 946 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ile mahrumun hakkı vardır.”4700. Bir zenginin sürüsüne karışan fakir koyunu, hükmen ne ise, zenginin cebindeki fakir hakkı, yani zekât da odur. O yüzden sürüye karışan koyunu benimsemek ne kadar çirkin bir şey ise, cebindeki fukara hakkını vermemek de o derece çirkindir.
f- Ferdi/Kişiyi Maddeperestlikten Korur; Kalpteki Dünya Sevgisine Karşı Bir İlâç Olur
Mal, mülk ve para insanlarca sevilen bir varlık olduğu kadar, aynı zamanda bir imtihan sebebidir. Zekât, bu sevginin aşırılığını kırar, maddenin endâd/put edinilip Allah sevgisini gölgelemesine giden yolları tıkar. Kişiyi mala, paraya esirlikten, paraya kul olmaktan muhafaza eder. Mal sevgisi, insanın kalbini kaplayınca onu, Allah’ı gereği gibi sevmekten ve öldükten sonrası için hazırlanmaktan gafil kılar. Bu sebeple ilâhî hikmet, mal sahiplerine, mala çok meyledip bütün varlığı ile ona yönelerek tapmalarını önlemek ve insanın gerçek mutluluğunun, mal biriktirmekte olmayıp onu Allah yolunda, dolayısıyla toplum yararına harcamakta olduğunu zekâtla hatırlatır.
Zekât, mal sahibini ve malı temizleme mânâsını ifade ettiği gibi, onu aynı zamanda hürriyete de kavuşturur; mala bağlanmak, ona boyun eğerek esir olmak ve paraya tapmak zilletinden kurtarıp serbestliğe eriştirir. Zira İslâm dini, müslümanı her türlü esirlikten uzakta tutarak yalnız Allah’a tapmaya, manevî ve insanî değerlere bağlı kalmaya iter; onun Allah’tan başka hiçbir varlığa boyun eğmeden hür bir hayat geçirmesini ve kâinatta bulunan bütün varlıkların efendisi olmasını emreder. Allah’tan başkasına tapmayı sonuçlandıran paraya tapmak gibi öldürücü zehirden Peygamberimiz şöyle sakındırır: “Altın ile gümüşe (paraya) tapanlarla kadifeye (lüks yaşayışa) tapanlar helâk olmuştur.”4701 Burada kadifeden maksat, giyim-kuşam ve evlerin tefrişindeki/döşemesindeki aşırılığın yanlışlığıdır.
İşte zekâtın farz kılınması, insanı mala taptıran dünya sevgisi hastalığını kalpten silmek için konulmuş en etkili bir ilâçtır. “Onların mallarından sadaka al. Onunla kendilerini temizlemiş ve tezkiye etmiş olursun.”4702 “O (mü’min) ki, malını (Allah için) vererek arınır, yücelir.” 4703
g- İhtiras Zincirini Kırar, Hırsdan Korur, Nefsin Maraz ve İlletini Tedavi Eder
Malın, paranın çokluğu kuvvetin çoğalmasını ve insanın kendini büyük görmesini neticelendirir. Malın ve dolayısıyla kudretin artması, o güçten ve imkânlardan bir haz duymayı gerektirir. Bu haz ve zevkin artması da insanı buna sebep olan malı daha çok elde etmek için çalışmaya çağırır. Bu şekilde fâsit daire, kısır döngü içinde insan içinden çıkamadığı probleme batar. Hırs, insanı mal kazanmak ve dünya için daha çok çalışmaya iter. Ölüm gelmeden bunun sonu da gelmez. İşte İslâm, bu sonu gelmeyen ihtiras kısır döngüsüne kesilecek bir nokta, insanın kurtulacağı bir fren vermiştir. Kula, Allah’ın rızasını gözeterek, nefsini o sonu gelmeyen karanlık yoldan çevirip Allah’a yöneltmek için zekât ve infak en etkili bir çözümdür.
4700] 70/Meâric, 25
4701] Buhârî, Kitabü’l-Cihad; İbn Mâce, K. Zühd
4702] 9/Tevbe, 113
4703] 92/Leyl, 18
ZEKÂT
- 947 -
Sonradan pişmanlık duymamak için, müslümanın cömert davranarak Allah’ın kendisine ihsan ettiği malını sağlığında Allah yolunda ve O’nun rızasına uygun bir biçimde infak etmesi gerekir. “ Sizden birinize ölüm (alâmetleri) gelip de: ‘Ey Rabbim, beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de, sadaka versem ve salihlerden olsam’ demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak edin.” 4704
Kur’an’dan faydalanabilmenin şartlarından biri, kişinin, Allah’ın ve insanların hakkını vermek üzere Kitap’taki talimatlara uygun olarak parasını başkalarıyla paylaşmaya hazır olmasıdır. Bu çok önemli bir şarttır. Çünkü bir cimrinin veya parayı her şeyden çok seven bir servet düşkününün, İslâm uğrunda malî fedakârlıklar yapması beklenemez.
h- Zekât, Kişiyi Cimrilikten Korur, Cömertleştirir
Cimrilik, yahudilerin ve yahudileşenlerin, kapitalistlerin özelliğidir. Cimri, paranın egemenliğine boyun eğdiğinden paranın mahkûmudur. O, parayı değil; para onu kullanır. O yüzden cimri, devamlı psikolojik bunalım içindedir, doyumsuzdur, sevgisizdir. Fedakârlığın vermenin tadına varmanın ne kadar güzel olduğunu, ahiret ödülü yanında, dünyada da insanı mutlu ettiğini bilemez cimri. Cimriliğin sebebi, aşırı para, mal hırsı ve gelecekte yoksul kalma korkusudur. Cimrilik yüzünden durmadan para biriktiren ve tükenir endişesiyle hastalıklarında bile harcamayıp, dünyayı bile kendilerine zehir eden nice para mahkûmları vardır.
Hâlbuki para, mal Allah’ın nimetidir ve bu nimet yerli yerince harcanırsa Allah onu artırır. Cimriler, insanlar arasında da, Allah katında da sevimsiz ve aşağılık kişiler olarak görülür. “Onlar ki hem kıskanır, cimrilik ederler, hem de herkese cimrilik tavsiye ederler ve Allah’ın kendilerine fazlından verdiği şeyleri saklarlar. Biz de böyle nimetleri gizleyen nankörlere hor ve rüsvay edici bir azab hazırladık.” 4705
Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) de şöyle buyurmaktadır: “Cimrilikten sakınınız. Çünkü cimrilik, sizden önceki milletleri helâk etmiştir.” “Her sabah gökten iki melek iner. Birisi: İlâhî, infak edene karşılığını ver; diğeri: Allah’ım! Cimrilik edene de telef ver (malını yok et), diye dua ederler.”4706 “Cimri kişi, Allah’a uzak, cennete uzak, insanlara uzak ve cehennem ateşine yakındır.” 4707
Paralarından ve mallarından en az yararlanan cimrinin kendisidir. Cimriler, kendilerinin ölmelerini isteyenler için servet biriktiren insanlardır. Cimri, yeryüzünde kendi yararlanamayacağı serveti biriktirirken; zekât veren infak sahibi cömert, ebedî mekânı cennette kendisi ebedî yararlanacağı serveti biriktirir. Zekât ve sadaka veren mü'min, istikbalini düşünen kimsedir; yarın gideceği yere yatırım yapmakta, içinde ebedî yaşayacağı köşkünü hazırlamaktadır.
İnsan, malına cimrilik ettiği nisbette şerefinden kaybeder. Kötü kimseler olsalar bile cömertler için nice insanın kalbinde bir sevgi vardır. İyi olsalar bile cimrilere karşı hemen herkesin kalbinde yalnız nefret vardır. Mallarını kendileri için bile harcamaktan çekinen cimriler, Allah Teâlâ’nın kendilerine verdiği nimeti
4704] 63/Münafikun, 10
4705] 4/Nisa, 37
4706] Riyazü’s-Salihin, 1/ 253
4707] Tirmizî, Birr 40
- 948 -
KUR’AN KAVRAMLARI
harcamamakla, sadece kendilerini değil, eş ve çocuklarını da sıkıntıya sokarlar. Çevrelerindeki diğer insanlara fenalık yapmış olurlar. Çünkü, Allah’ın verdiği bu nimetlerde nafaka veya sadaka olarak diğer insanların da hakkı vardır. Bu hakkın sahiplerine verilmemesi zulümden başka bir şey değildir. Servet, Cenâb-ı Hakk'ın ihsanıdır. Allah, serveti dilediğine verir, dilediğinden alır. Mal ve mülkün gerçek sahibi O'dur. Cimriler, bu şuura eremeyen insanlardır. “Allah’ın verdiklerinden cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar; bilakis bu onların kötülüğünedir. Cimrilik yaptıkları şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah işlediklerinizden haberdardır.”4708
Rasûl-i Ekrem’in: “Veren el, alan elden daha hayırlıdır.”4709 buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla mü’minler, en sevdikleri mallardan, ihlâsla infakta bulunmalı, zekât için malın kötülerini ayırmamalıdırlar.
i- İsraf ve Lüx Gibi Şeytanî Eğilimleri Azaltır
Hesap gününü düşünen her mü’min, malın bir imtihan sebebi olduğunu bilir ve mâlî ibâdetlerini edâ etme hususunda titiz davranır. Tüketim hırsının alabildiğine kamçılanması ve hesap günü şuurunun yok edilmesi, başlı başına bir fâciadır. Rasûl-i Ekrem: “Mü’min, bir midesi ile yer; kâfir ise yedi mide ile yer.”4710 buyurmuştur. Buradaki yedi rakamının mübalağa için olduğu ve mü’minlere darb-ı mesel olarak zikredildiği âlimlerce belirtilmiştir. Mü’min, dünyaya karşı zâhiddir. Kâfir ise hırsla doludur. Dolayısıyla mü’min, yemeği, hayatını devam ettirebilmek ve ibâdetlerini edâ edebilmek için yemektedir. Kâfirler ise; hırs, şehvet ve lezzet duygularını tatmin edebilmek için yemektedirler. Elbette yemek ihtiyacı insandan insana değişebileceği gibi, insanın çalıştığı işin zorluğuna veya kolaylığına göre de değişebilir.
j- Kalbin Katılaşmasını Önler; Kalbe Sevinç, Mutluluk ve Huzur Verir
Malın çokluğu, kalpte bir katılaşma ve azgınlaşmaya sebep olur. “Şüphesiz insan, (malına güvenerek) kendini Allah’tan müstağnî görmek suretiyle tuğyan eder/azar.”4711 Zekât, azgınlığı azaltıp kalbi Allah’ın rızasını kazanmaya doğru iter.
Zekât ve infak, mutluluğun merdivenidir. Alan kimse, nimetlerden geçici ve sınırlı bir şekilde yararlanırken; veren mü’minin hazzı kısa sürede sona ermez. Mü’min kalp, mal ile değil; iman ile mutmain olur. Allah yolunda zekât verip infak etmekle fakir düşeceğinden korkmaz. Kendi hiçbir şey değilken Allah onu meydana getirmiş, vücut, göz, kalp, lisan ve sayısız nimetler bağışlamış ve mal sahibi yapmıştır. Bunlar Allah’a aittir. Öyle ise Allah’a güvenen birisi Allah yolunda ve Allah rızası için malını vermekten çekinmez. Kalpler, cömertlikle, zekât sayesinde temizlenir.4712 Çünkü, küfür ve nifaktan sonra kalbi karartan sebeplerden biri de aşırı mal sevgisi ve servete bağlılık arzusudur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de; “Serveti de düşkünce seviyorsunuz.”4713 buyrulur. İşte bu sevgi ile insan, “ben bu malı
4708] 3/Al-i İmran, 180
4709] S. Müslim, K. Zekât 32; hadis no: 94 –1033-
4710] Sünen-i İbn-i Mace, hadis no: 3256
4711] 59/Alak, 6-7
4712] Bk. 92/Leyl, 17-20
4713] 89/Fecr, 20
ZEKÂT
- 949 -
infak edersem bana bir şey kalmaz” korkusuna düşer ve hemen şeytan harekete geçer: “Şeytan sizi fakirlikle korkutur, size cimriliği emreder.”4714 Oysa Allah’ın bildirdiğine göre: “mal ve servet insan için bir imtihandır.” 4715 Bu imtihandan başarılı çıkmanın yolu da cömertlik, zekât ve infaktır4716.
k- Halka Şefkat ve Merhameti Arttırır, Dost Kazanmaya Sebep Olur
Zekât, mü’minlerin bir duvarın tuğlaları gibi birbirlerine kenetlenmelerini sağlar, kardeşliklerini perçinler. Mü’minlerin birbirlerine güvenmelerini ve kötü günlerinde yardımcı olacak sosyal güvenceleri olduğunu ispatlayarak, huzurlu bir toplum oluşmasına büyük katkıları olur. Allah, ruh cevherini şefkat ve merhametin güzelliklerine ulaştırmak için zekât vermeyi emretmiştir. Bu özellikler de, insanın halka iyilikte bulunması, onlara hayırlı hizmetler ulaştırması ve İslâm toplumunu iktisâdî bunalımdan meydana gelecek çalkantı ve fitnelerden kurtarmaya çalışmasıdır.
Namaz ve oruç, bireysel ve kişisel gelişme ve yükselişe; zekât ise, ferdî cimrilik, bencillik gibi kötü huylardan arındırma yanında, toplumsal bünyeye girmiş zararlı mikroplardan arınmaya, toplumsal bünyenin sağlıklı bir şekilde serpilip büyümesine, gelişmesine hizmet eder. Zekâtın bir ibâdet oluşunun anlamı burada gerçekleşiyor; Zekât, toplumsal ibâdettir.
l- Zekât, İnsanı Bir Şeye Muhtaç Olup Onsuz Olamama Tiryakiliğinden Kurtarır; Allah’tan başkasına İhtiyaç Duymama Faziletine Yükseltir.
Bir şeye muhtaç olmamak, o şeyi elde ettikten sonra ihtiyacı gidermekten daha üstündür. Allah’tan başka her şeyden müstağnî olmak; bir şeyi elinde bulundurmamak suretiyle ihtiyaçtan kurtulmak, varlıklara bağlı kalmamaya, onlara muhtaç olmamaya çalışmaktır. Meselâ, lüks hayatı sevmeyen bir kimse, lüks ve israf yaşayışıyla ilgili bütün istek ve imkânlardan müstağnîdir. Bu hayata ve gereklerine ihtiyaç hissetmez.
Hiç bir şeye ihtiyaç hissetmemek, tam bir zenginliktir. Bu türlü zenginlik ise, yalnız Allah’ın sıfatıdır4717. Bir şeye muhtaç olup onu kazandıktan sonra zengin olmak sıfatı, kulların özelliğidir. Allah, bir kuluna çok mal verince ona, çok nasip vermiş demektir. Ona zekât vermeyi emredince Yüce Allah onu, varlıkla zengin olma derecesinden daha yüksek bir makam olan maddî varlıklardan müstağnî kılarak daha zengin olma derecesine yükseltmeyi dilemiştir. Çünkü maddî bir şeye ihtiyaç hissetmemek, tam bir zenginliktir, gönül zenginliğidir. İşte zekât, maddî varlıklara ihtiyaç belirtmeksizin, maddeyi başkalarına vererek insanı manevî olarak yükseltir, maddî olarak da onun diğer maddelerden üstün olduğunu, maddenin kulu ve kölesi olmadığını ispatlamasına vesile olur.
m- Sıla-i Rahme Teşvik Eder; Akrabaya Vermeyi, Onları Gözetmeyi Hatırlatır.
İnsanların sevgi ve muhabbetini kazandırır. Zenginle fakir arasında kin,
4714] 2/Bakara, 268
4715] Bk. 39/Zümer, 49-52
4716] bk. 64/Teğabün, 15-17
4717] 35/Fâtır, 15
- 950 -
KUR’AN KAVRAMLARI
nefret ve kıskançlığı gidererek, birbirlerine sevgi bağı oluşturur.
Mü'minler, bilirler ki, sahip bulundukları şeylerin yaratıcısı kendileri değildir. Bunlar rızık olarak Allah tarafından kendilerine bahşedilen bir ikramdan ibarettir. İşte bu itiraf ve şuur neticesinde mü'minler, fakir ve zayıf kimselere karşı iyilik ve ikram kapılarını açarlar. Bu kapıların açılması, kulların birbirine karşı kardeşlik duygusunu, insanlık şuurunu ve beşerî tesanüdü meydana getirir. Bu sıfatların kıymet ve ehemmiyeti insandaki cimriliğin ve egoistliğin zâil olup yerini iyiliğe, cömertliğe terketmesiyle meydana çıkar. Aynı zamanda bu sıfatlar, hayatı çatışma ve ihtiraslardan uzaklaştırıp sevgi ve yardımlaşmaya sevkeder. Zayıf ve çaresizlere tam bir emniyet sağlayarak onlara vahşet ve hırs pençeleri arasında değil; kalplerde, gönüllerde yaşadıklarını hissettirir. İnfak; zekâtı, sadakayı ve hayır yolda verilen her yardımı içine alan bir ifadedir. Zekât, infakın ihtiva ettiği umumilikten bir cüzdür. Peygamberimiz: “Malda zekâttan başka da hak vardır.” 4718 buyuruyor.
Bir toplumda zenginlerin ve fakirlerin bulunması doğaldır. Doğal olmayan, bunların birbirlerinin haklarını gözetmemesi ve sosyo ekonomik açıdan bir bakıma sünnetullah denilebilecek bu durumun toplumda gerilim ve gerginlik sebebi olmasıdır. Bunun için de hem zengin ve fakir arasındaki ekonomik düzey farkının uçuruma dönüşmemesi, yani zenginin daha zengin; fakirin daha fakir olmasının engellenmesi, hem de bu yüzden gerçekleşmesi muhtemel olan bu duygusal gerilimin önlenmesi gerekir. Kur’an-ı Kerim’de sosyal gerilimin, müstaz’af-müstekbir ikileminin engellenme yolları belirtilmektedir. Kur’an’da cennet ehli muttakiler tanıtılırken “...Mallarında muhtaç ve mahrumların hakkı vardır.”4719 buyrulur. Namaz kılan ve namazlarında devamlı olanların eline mal geçip zengin olunca pintileşen kimseler gibi olmadıkları belirtilerek “Bunlar, sahip oldukları mallarda muhtaç ve mahrumların belli bir hakkı bulunduğunu unutmazlar” 4720buyrulmuştur.
Bu düzenleme aynı zamanda bunun işleyişinde son derece önemli insanî meziyetlere, psikolojik faktörlere de işaret ediyor. Bakara 263 ve 264. ayetlerden anlaşıldığına göre; zengin verirken gönülsüz davranmayacak, başa kakmayacak, aynı şekilde fakir de alırken ezilmeyecek, her türlü meşrû sebebe yapıştığı halde, gücü geçinmeye yetmediğinden mahcûbiyet duyması gerekmeyecek. Çünkü, biri borcunu ödüyor, diğeri hakkını alıyor, alacağını tahsil ediyor. (Tabii, fakir bu konuyu istismar etmeyecek; bedavacı ve asalak olmayacak, kendi eliyle kazandığı maldan daha lezzetli bir yiyeceğin olmayacağı bilincinde olacaktır.) Başa kakma ve mahcubiyet için hiçbir neden kalmıyor. Bu düzenleme, bir anlamda toplumsal gerilim sigortası görevi görür.
n- Zekât, Malı Ebedîleştirir
Mal, meyl edilen, yönelinen demektir. Mala mal adı verilmesinin sebebi, herkesin ona karşı çok meyilli olmasından dolayıdır. Mal tatlıdır, canın yongasıdır. Ama malın tatlı kokusu çabuk kaybolur; dağılıp gider. Mal, sahibinin elinde durduğu müddet, ölüme ve parçalanmaya mahkûm olan kimse gibidir. İnsan
4718] Tirmizî
4719] 51/Zâriyât, 19
4720] 70/Meâric, 22-25
ZEKÂT
- 951 -
onu, iyilik, hayır ve insanlığın faydasına Allah rızası için harcarsa, bir daha kaybolmayacak şekilde mal ebedîleşir.
Zira o mal, hayra dönüştüğünden dünyada devamlı olarak övülmeyi, âhirette de mükâfatlanmayı gerektirir. “İnsan öldüğü zaman amelleri kesilir. Ancak üç şey bundan müstesnâdır. Sadaka-i câriye, kendisinden yararlanılan ilim veya kendisine hayır dua eden sâlih evlât.” 4721
Yatırımı en kârlı yere ve kaybolmayacak şeye yapmak, en kârlı ticarettir. Allah da kulundan böyle bir kârlı ticaret yapmasını istiyor. “Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve Rasûlü’ne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur.” 4722
“Allah, mü’minlerden mallarını ve canlarını cennet karşılığında satın almıştır. Onlar, Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu, Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O halde, O’nunla yapmış olduğunuz bu alışverişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.” 4723
o- Zekât, Malı Çoğaltır, Bereketini Arttırır
Zekât, malın büyümesine ve bereketlenmesine büyük ölçüde bir sebep teşkil etmektedir. “Zekât, görünüşte malı noksanlaştırıyor, nasıl olur da onu çoğaltır?” denilirse, şu cevabı verebiliriz: Gerçekten bu meseleyi kavrayanlar, bu zahirî noksanlaşmanın arkasında hakikaten bir artışın bulunduğunu anlarlar. Zekâtta bütün mal için, özellikle zenginin kendi serveti için bir artış vardır. Çünkü mal sahibinin verdiği az bir miktar, ona bilmediği taraftan kat kat iâde edilir.
Bunun örneğini günümüzde şu ekonomik durumda da görmekteyiz: Maddî yönden kalkınmış zengin devletlerin, bütçelerinden, bazı fakir devletlere -tabii ki Allah rızâsı için değil; kendi çıkarları için- yalnız kendi sanayi ürünlerini, teknolojik aygıtlarını onlara satabilmek düşüncesiyle bu devletlerin satın alma güçlerini çoğaltmak, dolayısıyla verdiklerinin birkaç mislini almak için yardım fonu ayırmaları, bu fikri açıklıkla ispatlıyor.
Zekâtta ise, Allah rızası gözetilmek zorunluluğu bulunduğu için, dünyevî çıkar ve karşılık düşünülemez. Fakat, Allah, rızâsına uygun hareket edenlere elbette diğerlerinden daha çok verecektir. Toplumdaki güçsüz şahıs ve kurumların mâlî yardımlaşma ile güç kazanması sonunda, toplum refaha kavuşacaktır. Ticarî hayatta yatırımların azalmasından doğan iktisadî sıkıntılar ve piyasa darlığı, genele tesir ettiği gibi, fertlere de etki eder.
Bu gerçek bize gösteriyor ki, kapital sahipleri harcamaları kısıtladıkları takdirde piyasada meydana gelecek darlıktan bizzat kendileri de zarar görür; daha az kazanırlar. Yatırımları çoğaldıkça kazançları da çoğalır. Zekât da geniş manada düşünüldüğü takdirde, bir yatırımdır. Bu yatırımla piyasada ferahlık doğar,
4721] Dârimî, Mukaddime 46
4722] 61/Saf, 10-12
4723] 9/Tevbe, 111
- 952 -
KUR’AN KAVRAMLARI
satın alma gücü noksan olanların güçleri çoğalarak piyasa daha hareketli duruma gelir. Netice itibariyle verilen zekâtlar, birkaç misli daha fazlasıyla geri döner.
Üzüm ağacının, asmanın daha fazla ürün vermesi için dallarının budanması gerekir. Görünüşte ağaçtan küçülme ve azalma olan bu durum, ürünün artması için kesin zarurettir. Yine, malın gözle görünen büyüklüğü kadar, mânen büyümesi ve bereket denilen artış vardır ki, zekât, malı bereketlendirir. “Allah, fâize verilen malı noksanlaştırır; zekâtı verilen malı ise çoğaltır.”4724 “Verdikleriniz muhakkak yerine gelecektir. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.”4725 “Şeytan, sizleri fakir olmaktan korkutuyor ve kötülükleri emrediyor. Allah ise sizlere, mağfiret ve fazileti vâdediyor. Allah’ın hazinesi geniştir. O, her şeyi bilendir.”4726
p- Kişiyi Yatırıma Teşvik Eder
Zekât, cimrilik ve para stokuna sebebiyet veren hırsın kapısına vurulan bir kilit, yatırım yapmaya alıştıran bir âmil, hayır ve harcama yollarına açılan önemli bir kapıdır. İnsanlar, alışkanlık zaafları sebebiyle iyiliğe de kötülüğe de meyyaldirler. Az da olsa insan, iyilik yapa yapa en büyük hayırsever bir kimse olabileceği gibi; kötülük yapa yapa vermeye vermeye nihayet en cimri kimse olarak bunu karakter haline getirebilir.
Müslüman, Kur’an’da paranın stok olarak saklanmasının câiz görülmediği ve zekât, âtıl olarak duran parayı eriteceği için, yatırımlar yapacak, parayı piyasada dolaştıracak, böylece hem işyerleri açılmış, nice işsiz fakir zekâta muhtaç olmaktan kurtulacak, hem ekonomi canlanmış olacaktır. “Kim müslümanların işlerini düşünmezse, onların dertleriyle dertlenmezse, onlardan değildir.” 4727
r- Zekât, Dünya ve Âhiret Uçurumları Üzerindeki Bir Köprüdür
“Zekât, İslâm'ın köprüsüdür.”4728 Zekât, İslâm’ın bir geçididir. Dinin iman ile temeli atılıp, namaz ile direği dikildikten sonra, geçilecek mühim bir geçidi vardır ki, zekât işte o geçidi geçirecek bir köprü olmak üzere kurulacaktır. Çünkü dünya ve ahirette korunmak için yapılacak olan görkemli İslâm binasının, dünyadaki “dâru’l-İslâm” (İslâm yurdu), ahiretteki “dâru's-selâm” (esenlik yurdu)ın yapımı için birtakım malî masrafları vardır ki, bunlar malî ibâdetler ile yapılacaktır ve bunun en zarurisini de zekât teşkil eder. Zira “Ancak sana ibâdet ederiz ve ancak senden yardım dileriz”4729 diye bir tevhid üslubu içinde sadece Allah’a kulluk etmek ve kardeş topluluk ile namaz kılabilmek için safları doğrultmak ve o saflarda bir eşitlik duygusu ile devamlı bir şekilde bulunmak gereklidir. Bu ise, o toplum içinde günlük azıkla yetinme durumunda olan kimselerin kalmaması ile mümkün olur.
Bir aç ile tokun bir safta kurşunla kenetlenmiş binalar gibi, bir sevgi ve kardeşlik duygusuyla biri diğerine kalben perçinlenmesi kabil değildir. Şu halde cemaatin hakiki bir ibâdet birliği içinde olması, gerçekten fakir ve kimsesiz olanların gözetilmesi ve çalışabileceklerin çalıştırılması için ilk önce zekât ve
4724] 2/Bakara, 276
4725] 34/Sebe’, 39
4726] 2/Bakara, 268
4727] Taberânî, Sağıyr
4728] Kütüb-i Sitte, cilt 7, s. 322
4729] 1/Fâtiha, 5
ZEKÂT
- 953 -
fıtır sadakaları ile zenginlerle fakirler arasındaki uçurumu kapatarak bir sevgi bağının kurulması, hem de hepsinin mevlâsı (efendisi) Allah Teâlâ olduğunu bildiren bir duygu ve iman ile kurulması büyük bir görevdir. Bu görevin, bu niyetle yapılmasında müslüman artık yalnızlığında beşerî bayağılıktan silkinecek, Allah’ın bir memuru ve emanetçisi olma rütbesini kazanacak ve elindeki malın, Allah’ın malı olduğunu ve kendisinin onu muhtaç olan Allah’ın kullarına ulaştırmaya görevli bulunduğunu anlayarak: “Al kardeşim, bu benim değil; senin hakkındır, bende bir emanettir, ben sana Allah Teâlâ’nın gönderdiği şu çıkını, postalanmış koliyi teslim etmeye görevlendirmiş bir dağıtıcıyım” diyerek, aynı şekilde alçak gönüllülüğü ile fakirin, sabırlı fakirin hakkını vererek kalbini okşayacak ve bununla o topluluğun mümkün olduğu kadar açıklarını kapatacaktır.
İşte Kitap ve Sünnetin araştırılmasına göre, Fıkıh Usulü ve Fıkıh’a ait kitaplarımızın zekât görüşü özet olarak budur. Bu şekilde zekât; müslümanı, beşerî düşüklüklerden ilahî vekilliğe geçiren bir köprüdür. Namaz, hayat kÂdemelerinden ilahî huzura çıkaran bir mi'raç olduğu gibi, zekât da o mi'raçta alınan bir ilahî görevin köprüsüdür. Ve her müslüman, bu köprüyü yapıp geçmeye, yani zekât vermek için helâl mal kazanıp zekât verecek dereceye çıkmaya çalışacak ve henüz verecek halde değilse, en az onun yüksekliğine iman ile dolu olacaktır. Yani müslümanın gözü, zekât almaya değil; zekât vermeye dönük bulunacak ve ancak çaresiz kaldığı zaman zekât ve sadaka alabilecek ve tersi durumda aldığının haram olduğunu unutmayacaktır. Bu şekilde kurulan İslâm toplumunun namazında ne büyük bir birlik kuvveti bulunacağı ve bunların o görkemli İslâm binasını tamamlamak ve bitirmek için nasıl bir aşk ve şevkle çalışmaya atılacakları düşünülürse, İslâm dininin esasındaki yükseklik ve bu âyetlerle o muttakilere verilen övme değerinin önemi derhal anlaşılır.
s- Zekât, Alan Fakiri Çalışmaya Teşvik Eder
Zekât, zannedildiği gibi fakirleri tembelliğe sevk eden bir ibâdet değildir; bilâkis fakiri çalışmaya teşvik eden bir vecibedir. İnsan için en zor şey, başkalarına muhtaç olmak, yabancıya el açıp kendi iffet ve onurunu lekelemektir. O bilir ki, “Veren el, alan elden daha üstündür.”4730 Vakarını korumak, cemiyet içinde şerefli bir mevkie oturmak için mutlaka çalışıp kendi rızkını kendisi temin etmeye ve topluma yük olma zilletinden kurtulmaya gayret sarf eder. Zekât sayesinde fert, hem kendini ihtiyaç ve zaruretten kurtarır, hem başkalarına yük olmaktan kurtulur, hem de çalışma azmi kamçılanır. Çünkü müslüman bilir (veya bilmek zorundadır) ki, “Hiç bir kimse, kendi el emeğinden daha hayırlı bir yiyecek asla yiyemez.” 4731
Zekâtın Sosyal Hayattaki Yeri ve Hikmetleri
a- Fakir-Zengin Uçurumunu Önler, Orta Sınıf Oluşturur. Dilencilik ve Başa Kakma Gibi Onur Kırıcı Davranışlardan Halkı Korur.
İnsanın fıtrî hallerinden birisi de, iyilik gördüğü kimseyi sevmek, kötülük gördüğü kimseden de uzaklaşmaktır. Bu, esasen her canlıda bulunan bir özelliktir. Fakat bazen öyle iyilik edenler olur ki, yaptığı iyiliği başa kakarak, insanı “keşke bu iyiliği yapmasaydı” dedirtecek noktaya götürür. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de:
4730] Buhârî, c. 2, s. 112; Müslim, c. 5, s. 428, hadis no: 1033
4731] Muhtâru’l-Ehâdis, s. 128
- 954 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Mallarını (Allah yolunda) harcayıp da, sonra o harcadıklarının arkasından başa kakmayan ve eziyet etmeyenler (yok mu?) Onların Rableri katında mükâfatları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olacak değillerdir.”4732 buyrulmuştur.
Yapmış olduğu iyiliği her fırsatta gündeme getiren ve karşısındaki insanın hislerini rencide eden kimse “zekât ve infakını iptal etmiş” hükmündedir. Zira iyiliği başa kakmayan ve diliyle eza vermeyenler için korku kaldırılmıştır. Diğerlerine gelince, Allah Teâlâ: “İyi (ve güzel) bir söz veya bir ayıbı örtme; ardından eziyet gelen (başa kakılan) bir sadakadan hayırlıdır. Allah (kullarının infaklarından) müstağnidir, halimdir.”4733 hükmünü beyan buyurmuştur. Bilindiği gibi, güzel bir söz veya bir ayıbı örtmek için, mutlaka zengin olmak gerekmez. Her mü’min (zengin veya fakir) bu ameli edâ edebilir. Bu âyette, beliğ bir üslupla, önce zekât ve infakta bulunan, daha sonra (bu sebeple) eziyet eden mükellefin, amelinin (sevap açısından) iptal edildiği haber verilmiştir. Dolayısıyla infak amelinin değişmeyen iki rüknü vardır. Birincisi, iman; ikincisi ihlâstır.
Kur’an-ı Kerim’de: (Sadakalar, zekât ve infaklar) Allah yolunda kendilerini vakfetmiş fakirler içindir ki, onlar yeryüzünde dolaşmaya muktedir olamazlar. (Hallerini) Bilmeyenler, iffet ve istiğnalarından (hallerini gizlemelerinden) dolayı onları zenginlerden sanır. Sen (ey Peygamber) o gibileri simalarından tanırsın. Onlar insanlardan yüzsüzlük edip de bir şey istemezler. Siz ne mal harcarsanız, şüphesiz Allah onu hakkıyla bilendir.”4734 buyrulmuştur. Rasûl-i Ekrem, gerçek fakiri şu şekilde tarif etmiştir: “Asıl fakir, ortalıkta dolaşıp dilenen, kendisine bir-iki hurma veya lokma, ya da ekmek parçası verilen kimse değildir. Kendisine yetecek kadar rızık bulamayan, hali bilinmediği için sadaka da verilmeyen, kimseden de bir şey talep etmeyendir.” 4735
b- Hırsızlık, Soygun, Terör Gibi Olaylara Giden Yolu Tıkar
Toplumu etkileyen ahlâksızlıkların bir kısmı açlık belâsı yüzündendir. Zekât, kişisel olduğu kadar tüm toplumu da etkileyen hırsızlık, yankesicilik, adam kandırma, rüşvet, soygun, terör gibi nice problemlerin yolunu tıkamakta çok önemli bir fonksiyona sahip bir ibâdettir. Zira karnı aç olan bir insan, hele imanı da sağlam değilse, her suçu işleyebilir. Günümüzdeki suçların artışında ekonomik problemlerin yeri hayli önemlidir.
c- Zekât, Kapitalizmin Bencilliğinden,
Komünizmin Zulmünden Sakındırır
Kapitalizm, zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan ve sömürüye dayanan, para kazanmak için hemen her yolun meşrû sayıldığı bir zulüm düzenidir. Para, bir kapitalist için bir tanrı, banka tapınak, çek ve hisse senedi kutsal bir kitaptır. “Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!” Şâirin dediği gibi tam bir adaletsizlik ve duyarsızlık düzenidir yaşanan kapitalizm:
“Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul;
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
4732] 2/Bakara, 262
4733] 2/Bakara, 263
4734] 2/Bakara, 273
4735] S. Müslim, I/719; Ahmed bin Hanbel, I/384; Muvatta, II/924
ZEKÂT
- 955 -
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın, kefenimin kefili kara borsa!”4736
Komünizm ve sosyalizm de kapitalizme tepki olarak ortaya çıkan kişisel mülkiyeti yok saymaya kadar vardıran, tembel - çalışkan, iyi ve kötü herkesi her konuda eşit sayan, uygulamada ise halkı sadece yokluklarda eşitleyip, yine belirli zümreyi sömürücü kılan bir zulüm düzeni. Biri ifrat, öbürü tefrit. Hürriyetlere alabildiğine izin vererek, her kötülüğe izin veren suyu gaz haline getirip buharlaştıran düzen: Kapitalizm. Başta mülkiyet hakkı olmak üzere özgürlükleri kısıtlayan, suyu dondurup buz haline getirip insana sunan bir düzen: Komünizm ve Sosyalizm. İslâm ise hayat kaynağı su. Orta yol; fâiz, sömürü, duyarsızlık, fakirin perişanlığı üzerine kurulan haram servet yok; ama helâl yoldan çalışanın, fakirin ve toplumun derdiyle dertlenme şartıyla mülkiyet ve ticaret hakkına, meşrû zenginliğe de izin veren orta yol.
d- Zekâtta İslâm’ı Yaymak ve Kelimetullah’ı Yüceltmek Vardır
İslâm’ın toplum plânında yayılıp hâkim olması için cihad dediğimiz fedâkârlık şarttır. Zengin, malı ile bu cihada katılmak zorundadır. İster yakın çevrede, ister ülke içinde, isterse tüm dünyada İslâm’ın kitlelere ulaştırılması, fitne ve zulmün kaldırılmaya çalışılarak, tüm beşerî zulüm düzenlerinin insanları perişan etmesine karşı zekât, önemli bir cihad aracıdır. İslâm’ı insanlara ulaştırma ve sevdirme aracıdır. O yüzden zekât verilecek sınıflardan biri Allah yolunda cihad edenler, biri de kalpleri İslâm’a ısındırılacak müellefe-i kulûbdur4737.
e- Zekât, Sosyal Dayanışma ve Sosyal Güvenlik Sigortasıdır
Sosyal dayanışma sisteminin temelini oluşturan zekât ve diğer infak çeşitleri, bir ibâdet anlayışıyla ele alınması ve fakir, kimsesiz, muhtaç, yetim, yolda kalmış ve borçlu gibi yardıma muhtaç bütün sınıfları kapsayacak kadar geniş olması, İslâm'ın toplumsal bütünleşme, kaynaşma ve dayanışmaya büyük bir önem verdiğini gösterir. Zekât, malı ve malın bereketini artırır. Yoksul zümrelerin eline geçen para, her şeyden önce insan onurunu geliştirir, iş gücü kalitesini artırır. Bunun yanında artan satın alma gücü sayesinde yükselen umumi talep hacmi, ekonomik hayata dinamizm getirir. Zekât sayesinde zenginle fakir arasında güven, saygı ve sevgi oluşur. İslâm kardeşliği de böylece gerçekleşir.
Rasûlullah’ın benzetmesiyle müslümanlar bir vücut, bir bünye gibidir. Vücudun bir âzâsı sızlayınca bu ağrıyı öbür organların duymaması, bu derdi paylaşmaması mümkün mü? Hayır, çünkü böyle bir durum, vücudun fıtrî -doğal- yapısına terstir. Toplumda fakirlerin haklarına riâyet edilmemesi, vücuttaki bir uzvun kanaması gibidir; vaktinde tedbir alınmazsa kan kaybı bu vücudun hastalanmasına, belki ölmesine yol açarsa, aynı şekilde fakirlerin haklarına tecavüz, sosyal bir kanamadır ve vaktinde tedbirler alınmazsa canlı organizma olan sosyal bünyenin sağlığını yitirmesine yol açacaktır. Bu durum, toplum üzerindeki ilahî yardımın, rahmet ve bereketin çekilmesi demektir. Bugün toplumumuzda görülen ekonomik problemlerin önemli bir kısmı bu hastalıkla ilgilidir.
Zekâtla, sosyal çatışma problemlerine giden yol tıkanacaktır.
4736] Necip Fâzıl
4737] 9/Tevbe, 60
- 956 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Zekâtla, doğal âfetlerin (deprem, sel, salgın hastalık vb.) açtığı yaralar sarılacaktır.
Bakıma muhtaç insanların huzur içinde hayatlarını geçirmeleri sağlanacaktır.
Zekâtla, evlenmeye güç yetiremeyen bekârların evlendirilerek, her türlü fuhuş ve ahlâksızlığın önü tıkanacaktır.
Zekâtla, insan, yarınım ne olacak kaygısını taşımayacak, ihtiyarlığı ve muhtaç olacağı zaman için para biriktirme mecburiyeti bile hissetmeyecektir.
Zekâtla, fakirlik ve işsizlik problemi en aza indirilecek, günümüzde olduğu gibi geçim derdi problemlerin ilk sırasını almayacaktır.
Zekâtla, iktisâdî hayat canlanacaktır.
Zekâtla toplumun ruhî, manevî değerleri canlanacaktır.
Malı âfetlerden, kişiyi belâlardan korur.
Zekât, fakirin kıskançlık duygusunu körletir.
Zekât, fakirin toplumdaki itibarını yükseltir.
Zenginin şahsiyetini geliştirir.
Zekât, müslümanı mal fitnesinden korur.
Zekât, ruh ile beden arasında bir denge sağlar.
Müslümanı mâlî disipline sokar.
Zekât, paranın stok edilmesini, yığılıp bir tarafta âtıl kalmasını önler.
Zekât, mülkiyette denge sağlar, aşırılıkları törpüler.
Zekât, toplumun ruhî değerlerini takviye eder.
Kapitalizme, sömürüye, fakirin daha fakirleşeceği düzenlere son verir.
Komünizm ve sosyalizme giden yolu tıkar.
Zekât, alıcısını ihtiyaç esiri olmaktan kurtarır.4738
Zekâtını Her Müslüman Kendisi Dağıtabilir mi?
İslâm’ın iktisadî görüşünü aksettiren zekât müessesesi, İslâm devletinde önemli bir mâlî kurum olarak belirmekte ve aynı zamanda müslüman olmanın şartlarından biri olan mühim bir ibâdet olarak kendini göstermektedir. İslâm dini, dünyaya yepyeni bir nizam, bambaşka bir sistem getirmiştir. Daha önce görülmeyen bu mâlî ibâdet, ferdin vicdanına bırakılmamış, devlet kuvvetleri tarafından tek bir bütçede toplanarak gerekli yerlere sarfedilmiştir. Bu sebeple zekât işlerinde çalışan İslâm devletinin memurlarına bu bütçeden bir hisse ayrılmıştır4739. Âyette ifâde edilen zekât âmili/memuru, şöyle tanımlanır: “Zekât üze4738]
Geniş bilgi için bk. Y. Vehbi Yavuz, İslâm’da Zekât Müessesesi, İstanbul 1972, Feyiz Y. s. 54-87
4739] Bk. 9/Tevbe, 60
ZEKÂT
- 957 -
rinde çalışanlar; İslâm devletinin kendilerini zekât ve öşür toplamak ve bunlara ait bütün görevlerde çalışmak üzere görevlendirdiği kimselerdir.”
Kur’ân-ı Kerim, zekât konusunda, peygamber ve aynı zamanda İslâm devletinin başkanı olan Rasûlullah (s.a.s.)’a hitâben şöyle buyurur: “Mü’minlerin mallarından zekât al ki, onunla kendilerini temizlemiş, mallarına bereket vermiş olursun. Bir de onlara duâ et; çünkü senin duân, onlar için bir rahatlık ve huzurdur.”4740. Bu âyet-i kerîmede zekâtın bizzat Hz. Peygamber tarafından toplanması, dolayısıyla İslâm devleti tarafından idare edilmesi emredilmekte ve bu mâlî ibâdetin müslüman toplum için önemi ve bazı hikmetleri vurgulanmaktadır. Bundan anlaşıldığına göre zekât, ferdin kendi isteğine bırakılmamış, devlet müeyyidesi/yaptırımı ile toplanarak müesseseleştirilmiştir. Nitekim Hz. Peygamber, zekât tahmin memurları ile zekât toplamakla görevli tahsildarlar göndererek zekâtı her sene muntazam şekilde almış; vefatından sonra halife olan Hz. Ebû Bekir de zekât vermeyeceklerini bildirerek isyan eden kabile reislerini askerî kuvvet göndermek sûretiyle itaat altına almıştır.
Tevbe sûresi 103. âyet-i kerimesi, İslâm devletinin başkanına, müslümanlardan zekât almasını emretmektedir. Bu emir, bize zekâtın mutlaka devletçe alınarak dağıtılması gerektiğini haber veriyor. Bu âyetin nüzûlünden itibaren yaşadığı müddetçe zekât Hz. Peygamber’e verilmiştir. O devirde ve daha sonra halife olan Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer devrinde, zekâtın müslüman birey tarafından uygun gördüğü yerlere dağıtıldığına dair en küçük bir belge ve işarete rastlanılmaz. Aksine, bütün delil ve rivâyetler, bize zekâtın devletçe alındığını göstermektedir.
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Zekât işlerinde hakkıyla çalışan memur, evine dönünceye kadar Allah yolunda savaşan gâzi gibidir.”4741. Zekât işlerinde çalışanların (âmillerin) Peygamber lisanından Allah yolunda savaşanlara benzetilmesi, İslâm dininin ekonomik meselelere verdiği önemin derecesini göstermektedir. Ekonomik savaşların da aynen diğer savaşlar gibi toplumun kaçınamayacağı önemli işlerden olduğu, bu hadisten açıkça anlaşılabilir. Zekât memurlarının vazifelendirilişi, onun bir müessese olduğunun da belirtisidir. Bu kurum, Peygamberimiz tarafından kurulmuş, işletilmiş; daha sonraki devirlerde geliştirilerek hedefine ulaştırılmıştır. Hz. Peygamber, toprak mahsullerinin zekât miktarını önceden tespit ettirmek için civar memleketlere memurlar göndermiş, ayrıca zekât memurlarını görevlendirerek tespit edilen zekâtları her sene toplattırmıştır.4742
Bu konudaki âyet, hadis ve Allah Rasûlünün uygulamaları, bize zekâtın müslüman toplumdan ayrılmaz bir unsur olduğunu, İslâm toplumunun zekâtsız düşünülemeyeceğini, önemine binâen başlangıcından beri İslâmî devletçe organize edildiğini, diğer ibâdetler gibi idârî yönden müeyyidesiz/yaptırımsız kalmadığını açıkça göstermektedir.
Hz. Peygamber, hayatta bulunduğu müddetçe zekât toplayıp sevk ve idare etmeğe devam etmiştir. O'nun vefatından sonra bazı kabileler, “zekâtı O'na veriyorduk; O ise vefat etmiştir. O yüzden zekât vermemiz gerekmez” diyerek
4740] 9/Tevbe, 103
4741] Ebû Dâvud, İmâre 7; İbn Mâce, Zekât 14
4742] Yunus Vehbi Yavuz, a.g.e. s. 35; 252
- 958 -
KUR’AN KAVRAMLARI
artık O'nun vefatından sonra İslâm devletine zekât vermeyeceklerini bildirmeleri karşısında Hz. Ebû Bekir, bu kabileler üzerine askerî kuvvetler göndermek sûretiyle onları itaat altına alarak zorla da olsa zekâtlarını toplamıştır. Bununla ilgili rivâyetleri başta Buhâri ve Müslim olmak üzere, hemen tüm hadis kitaplarında görüyoruz. Olay şöyledir: Hz. Peygamber vefat ettikten sonra yerine Hz. Ebû Bekir halife seçildi. O zaman Arap kabilelerinden bir kısmı artık devlete zekât vermeyeceklerini söyleyip isyan ettiler. Halife Ebû Bekir, isyancı kabilelerle savaşmaya karar verdi. Fakat, Hz. Ömer ona engel olmak isteyerek şöyle dedi: “Sen bu insanlarla nasıl savaşırsın? Hâlbuki Rasûlullah (s.a.s.): ‘Allah’tan başka ilâh bulunmadığına ve benim O’nun Rasûlü olduğuma şehâdet getirinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum; kim bu kelimeyi söylerse, malını ve canını benden korumuş olur. Kul hakkı icabı olan hususlar müstesnâdır. Ve onun hesabı Allah’a aittir’ buyurdular.” Hz. Ömer'in bu sözü üzerine halîfe Ebu Bekir şu cevabı verdi: “Namaz ile zekâtı birbirinden ayıranlarla mutlaka savaşacağım. (Namaz ile zekât, Kur'ân-ı Kerim'de altı yerde beraber zikredilmiştir.) Çünkü zekât, malın hakkıdır. Allah'a yemin ederim ki, Rasûlullah'a ödedikleri bir koyun veya keçi yavrusunu dahi bana vermeyecek olurlarsa, bu sebepten onlarla savaşırım.” Hz. Ebû Bekir'in bu dirâyeti karşısında hayrete düşen Hz. Ömer: “Allah'a yemin ederim ki bu sözler, Yüce Allah'ın, Ebû Bekir'in kalbine ilhâmından başka bir şey değildir; onun dâvâsında doğru olduğunu anladım” dedi.4743
Asr-ı saâdet ve ilk halifeler döneminde zekât, günümüzde olduğu gibi, hiçbir sûretle ferdin isteğine bırakılmamış; İslâmî devlet tarafından toplanıp gerekli yerlere dağıtılmıştır.4744 Esasen zekâttan beklenen kişisel ve sosyal faydaların elde edilmesi için bu yolun tâkip edilmesinde zarûret vardır. Başıboş bırakılan bir müesseseden arzu edilen netice beklenemez. Zekât, organizeli bir şekilde İslâm devleti tarafından kontrol edilip toplanılmadığı zaman, ne tür problemlerle karşılaşılacağını Kur’an’dan yola çıkarak anlamak ve günümüz pratiğinde bunu ayne’l-yakîn müşâhede etmek zor olmaz. Kur’an’a göre tüm mülk Allah’ındır4745. Zengin mü’min de bir veznedardan, bir emânetçiden başkası değildir. Zekât, İslâm devleti tarafından sistemli şekilde toplanıp dağıtılmadığı zaman, zenginlerin Allah tarafından kendilerine emânet olarak verilen ve başkalarının da hakları olan4746 malları, kendileri için fitne4747 olacak ve cehennem azâbının araçlarına4748 dönüşecektir. Âhiret azâbı yanında, dünyada adâletli bir düzen de olmayacak, zengin ile fakir arasında büyük uçurumlar oluşacak ve mallar yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet/güç 4749 haline gelecektir.
“İslâm devletinin olmadığı ve zekâtın asr-ı saâdetteki gibi devletçe/İslâmî
4743] Buhârî, İ’tisâm 2, Zekât 1, İstitâbe 3; Müslim, İman 32, hadis no: 20; Tirmizî, İman 1, hadis no: 2610; Ebû Dâvud ,Zekât 1, Nesâî, Zekât 3; Muvattâ, Zekât 30
4744] Asr-ı Saâdette Peygamberimiz, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer döneminde zekâtın sadece devlet eliyle toplandığına dair geniş bilgi almak için bk. a) Yunus Vehbi Yavuz, a.g.e. Zekât Üzerinde Çalışanlar (Âmiller) ve Zekâtın Devlete Verilmesi Bölümleri, s. 249-252; 307-331; b) İbâdet ve Müessese Olarak Zekât, A. Özek-H. Karaman-M.A. Aydın-M. Erkal, 1984 İstanbul, İslâmî İlimler Araştırma Vakfı Y. özellikle 113-117; 157-164. sayfalar; c) Yusuf el-Kardavî, Fıkhu’z-Zekât, İslâm Hukukunda Zekât, Kayıhan Y.
4745] 3/Âl-i İmrân, 26
4746] 51/Zâriyât, 19; 70/Meâric 24-25
4747] 8/Enfâl, 28
4748] 9/Tevbe, 34-35
4749] 59/Haşir, 7
ZEKÂT
- 959 -
otorite eliyle organize edilmediği durumlarda da müslümanlar zekâtlarını verir/veriyor” diye düşünülebilir. İmanı bütün müslümanların her ne kadar zekât konusunda ihmalkâr davranmayacaklarını düşünsek bile; malın tatlılığı, dünyevîleşmenin şeytanî câzibesi ve aldatıcılığı karşısında, ihtiraslarına esir olan müslümanların zekâtlarını eksik ödemeleri veya hiç ödememelerini önlemek mümkün olmaz. Bu mümkün olmayınca da zenginlerin fakirlerin hakkını yiyerek azâbı hak etmeleri ve fakirlerle zenginler arasındaki makasın kırılacak boyutlara kadar açılacağı unutulmamalıdır. Sahâbe devrinde bile bazı kabilelerin zekât vermemekte direndikleri, Hz. Ebû Bekir'in bu kabileler üzerine askerî kuvvetler göndererek onları devlete zekât vermeye mecbur ettiğini bildiğimize göre, zekâtın organizeli olarak toplanmasını yaptırımsız bırakmak, bu müesseseyi çıkmaza götürür. “Devrimizdeki müslümanlar, sahâbe devri müslümanlarından daha kâmil iman sahibi ve dünyaya daha az meylediyor” şeklinde herhalde bir iddiâda bulunulamaz. Bunu günümüzde köy hayatı yaşayan namaz kılan müslümanların, ürünlerinden öşür/zekât verenlerinin vermeyenlere oranından anlayabilir; şehirlerdeki yeşil(!) sermayenin gerçekten zekâtlarını vermiş olsalar, bu kadar fakirin nereden ve nasıl ortaya çıktığı sorusundan değerlendirebiliriz.
Zekâtın toplanıp sarfedilmesinde İslâm devletinin aracılığına şu noktalardan ihtiyaç vardır:
a) Din ve merhamet duyguları zayıflamış bazı kimseler kendi hallerine bırakılınca bu hakkı ödemeyebilirler.
b) Fakirin bu hakkını devletten alması, yoksulun haysiyet ve şahsiyetinin incinmemesi bakımından daha uygundur.
c) Zekâtı fertlerin ödemesi halinde, bazı fakirler ihtiyacından fazla zekât alırken, bazıları bundan mahrum kalacaklardır.
d) Allah yolunda (cihad, tebliğ) ve gönülleri kazanılacak olanlar gibi bazı sarf yerlerini takdir etmek, ferdi aşan bir alan olmaktadır. Zenginlerin tümü zekâtını vermiş olsalar bile bu dağıtım büyük bir organize dâhilinde olmadığı için, gerekli yerlere gerektiği miktarda ulaşmayacak ve zekâttan beklenen toplumsal faydalar sağlanamayacaktır.
Bugün için yaşadığımız coğrafyada İslâm devleti olmadığına göre durum ne olacaktır? Bu konuda, “cemaat” kavramı devreye girmektedir. İki-üç müslümanın bile cemaat oluşturmaksızın ve cemaatin gereklerini yerine getirmeksizin yaşayışlarını İslâm onaylamaz. Zaten İslâm devleti, İslâm cemaatinin her yönüyle daha kapsamlı, organizeli ve yaptırım gücü olan şeklinden başkası değildir. Günümüz şartlarında müslümanlar, İslâm anlayışı/yorumu yönüyle sırât-ı müstakîm çizgisinde kabul ettikleri ve bunu hayata geçirmedeki samimiyet ve gayretine itimat ettikleri bir cemaatle ilişki içinde bulunmak zorundadırlar. Müslümanların başka türlü müslümanca yaşamaları mümkün değildir. Balığın, kendisini çepeçevre kuşatan suyun dışında hayatta kalmasının imkânsızlığı gibi, müslümanlar da İslâm'ı doğru bir şekilde öğrenmek, imkânlarının ve özgürlüklerinin son haddine kadar İslâm'ı yaşamak için cemaatleşmeye veya güvendikleri cemaatle (gayr-ı resmî organize, vakıf, dernek veya teşkilâtla) ilişkiye mecburdurlar. Bu cemaat ve teşkilâtlar, birbirleriyle organize olmuş, imkân ve güçlerini birleştirmiş olsa, zaten İslâm devletine giden maddî ve mânevî yollar ardına kadar açılmış
- 960 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olacaktır.
Zekâtların âlimler, cemaat liderleri veya İslâmî teşkilâtlar eliyle organize edilmesinin ne büyük imkân olduğunu 1979’daki İslâm inkılâbında görüyoruz. Bu İslâmî değişim ve dönüşümde, zekâtların müctehid âlimlere teslim edilip onların İslâmî çalışmalar (fî sebîlillâh) başta olmak üzere özgürce dağıtıp değerlendirmesinin büyük, çok büyük rolü vardır. İslâm devletinde, yönetimin organizesiyle toplanıp dağıtılması gereken zekât; devletsiz müslümanların da İslâmî otorite oluşturması için en önemli etkenlerden biri olur; eğer cemaatler eliyle bilinçli ve organizeli değerlendirilirse. O yüzden zekâtın İslâmî devletin varlığı, ona bey’at ve itaatin göstergesi olması yanında, böyle bir yapının oluşturulma çabalarıyla da çok yakın ilişkisi vardır.
“Mü’minlerin mallarından zekât al ki, onunla kendilerini temizlemiş, mallarına bereket vermiş olursun.”4750 âyetinin günümüzdeki muhâtabı, peygamber vârisleri ve onların içinde veya başında bulunduğu teşkilâtlar/cemaatlerdir. Bütün bu gerekçelerden dolayı zekâtımızın da bizi 27 derece sevaba ulaştırması, organizeli zekât dağıtımının, toplumun maddî problemlerini bireysel dağıtmaktan 27 misli çözmesi için, namaz gibi onu da cemaat aracılığı ile yerine getirmememiz gerekmektedir. Cemaatin imamına namaz gibi en önemli ibâdetimizi güvenip teslim ettiğimiz gibi, zekâtımızı da güvenip teslim edeceğimiz ve organizeli olarak en uygun yerlere sarfedeceklerine emin olmamız gerekmektedir. Güven problemi, ahlâkî problem olmaktan önce imanî problemdir. “Mü’min”, emîn olana güvenen ve kendisine güvenilen demektir. Güven problemi kimden kaynaklanıyorsa o, hastalık kaynağıdır. Güvenilecek durumda değillerse onlar; güvenecek durumda değilsek biz İslâm'ın cemaat ve cemaat mensubu kabul ettiği anlayışta değilizdir. O takdirde zekâtın da namazın da istenen gerçek ibâdet olduğunu iddiâ etmeye, bu ibâdetlerin bireyi ve toplumu canlandırıp kurtarmasını, dünyevî ve uhrevî sorumluluğu düşürmesini beklemeye de hakkımız yoktur.
Elde avuçta olanı paylaşmak, iman kardeşliğini ve imanda kemali gösteren bir yüceliktir. Tıpkı Medine'li ensar'ın, Mekke'li muhacirler ile paylaştığı gibi. İşte gerçek vermek böyle olur. Asr-ı saadetteki infak ve yardımlaşma ile ilgili somut olaylarla kendi durumumuzu karşılaştırmalıyız.
Bilindiği gibi Hz. Ebubekir (r.a.) iman etmeden önce Mekke'nin en zenginlerindendi. İslâm ile tanışıp, gerçek imanın haz ve lezzetini alınca, imanın bir gereği olarak olabildiğine yardımsever bir kişilik olarak göründü. Nerede yardıma muhtaç biri varsa yanı başında yardımına koşan biri de vardı: Hz. Ebubekir! Hz. Bilal'ler her türlü zulüm ve işkence altında inlemeye, mahkûm edilmeye dursun, onları hürriyetine kavuşturmak için dünyalık adına sahip olduğu tüm varlığını seferber eden biri vardır: Hz. Ebubekir! Hicret etmek zorunda kalmıştır, ancak yarı yolda karşısına çıkan Mekke'li müşrik İbni Duğine; “ne olur gitme, ne kadar hayırsever olduğunu herkes biliyor, bu insanların sana ihtiyacı var. Senin yardımına, fedakârlığına ihtiyacımız var.” diyerek himayesinde Mekke'ye geri getirdiği insan da yine Hz. Ebubekir (r.a.)'den başkası değildir.
Aslında Peygamber'e gönül veren tüm ashabda bu ruhu görmek mümkündür. Ancak Hz. Ebubekir'de bu şuur daha bir belirgin idi. Bunun için misalimizi
4750] 9/Tevbe, 103
ZEKÂT
- 961 -
ondan verelim: Tebük seferine çıkılmak üzeredir. İslâm savaşçılarına silah ve mühimmat gereklidir. Bunun için sevgili Peygamber, müslümanlardan infak etmelerini istemiştir. Hz. Ömer uzun zamandan beri Hz. Ebubekir'in infak anlayışına gıbta etmektedir. İşte fırsat doğmuş, ondan daha fazla infak etmenin sırası gelmiştir. Herkes gücü yettiğince infak eder ve geçer. Sıra Hz. Ömer'e geldiğinde: “Ya Rasûlallah! İşte malım, tam yarısını Allah için infak ediyorum.” diyerek gönüllerde taht kurmuştur. Ancak sıra Hz. Ebubekir'e gelmiştir. Büyük bir özveri ve fedakârlık ile: “Ya Rasûlallah! İşte malım, tamamını infak ediyorum.” dediğinde, Efendimiz (s.a.s.) itiraz etmişti: “Ya Ebabekir, ehline, çoluk-çocuğuna bir şey bırakmadın mı?” Hz. Ebubekir: “Allah ve Rasûlü’nü bıraktım, yetmez mi ya Rasûlallah, kâfi gelmez mi ya Rasûlallah?” diyordu. Malının tamamını infak etmek her babayiğidin kârı değildi. İşte gerçek infak, esas yardım, hakiki bağış bu ve benzerleri idi. Şimdi kendi yaptıklarımızın ne kadar komik kaldığını, aylık gelirimizin yüzde kaçına tekabül ettiğini görerek, kendimize çekidüzen vermemiz gerekmektedir.
Zekât gibi miktarı belli yardımlaşma hükümleri gelmeden önce, ashab-ı kiram, yoksullar için ne kadar harcayacaklarını bilmiyorlardı. Muaz bin Cebel ile Sa’lebe, Hz. Peygamber’e “kölelerimiz ve hısımlarımız var. Bunlara malımızdan ne şekilde ve ne miktarda harcayalım?” diye sorduklarında, şu ayet inmişti: “Sana hangi şeyi nafaka vereceklerini sorarlar. De ki: İhtiyacınızdan artanı verin.”4751 Zekât farz kılınmadan önce, kazanç sahipleri, bu âyete göre, her günkü kazançlarından kendilerine yetecek kadarını alır, gerisini tasadduk ederlerdi. Altın, gümüş gibi nakit sahipleri de, bir yıllık geçimini ayırır, geri kalanını Allah yolunda harcarlardı.4752
Ne mutlu tüm mülkün ve malın Allah’a ait olduğunu, kendisinin emanetçi olduğunu unutmayıp, parayla imtihanı kazanıp Allah’la alışveriş yapanlara!
Yazıklar olsun paranın kulu olan cepleri paralandıkça gönülleri de paralananlara! “Param, param!” diye param parça olanlara!
4751] 2/Bakara, 219
4752] S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. 11/ 371
- 962 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Zekâtla İlgili Âyet-i Kerimeler
A- Zekât Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 32 Yerde): 2/Bakara, 43, 83, 110, 177, 277; 4/Nisâ, 77, 162; 5/Mâide, 12, 55; 7/A’râf, 156; 9/Tevbe, 5, 11, 18, 71; 18/Kehf, 81, 13, 31, 55; 21/Enbiyâ, 73; 22/Hacc, 41, 78; 23/Mü’minûn, 4; 24/Nûr, 37, 56; 27/Neml, 3; 30/Rûm, 39; 31/Lokman, 4; 33/Ahzâb, 33; 41/Fussılet, 7; 58/Mücâdele, 13; 73/Müzzemmil, 20; 98/Beyine, 5.
B- Zekât Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
a- Zekât Vermek: 2/Bakara, 43, 83, 110, 177, 254; 5/Mâide, 55; 9/Tevbe, 71; 14/İbrahim, 31; 19/Meryem, 31, 55; 21/Enbiy^, 73; 22/Hacc, 35, 41, 78; 23/Mü’minûn, 4, 60; 24/Nûr, 37, 56; 27/Neml, 3; 31/Lokman, 4; 32/Secde, 16; 33/Ahzâb, 33; 58/Müc3adele, 13; 73/Müzzemmil, 20.
b- Zekâtı Malın İyisinden Vermek: 2/Bakara, 267.
c- Zekât, Fakirin Hakkıdır: 51/Zâriyât, 19; 70-Meâric, 24-25.
d- Zekât Verenlerin Mükâfatı: 2/Bakara, 277; 4/Nisâ, 162; 5/Mâide, 12; 7/A’râf, 156; 9/Tevbe, 18, 99; 13/Ra’d, 18, 22-23; 23/Mü’minûn, 1-4.
e- Zekât Bereket Getirir: 30/Rûm, 39.
f- Allah, Kullarından Mallarının Tamamını İstemez: 47/Muhammed, 36-38.
g- Ürünlerin ve Meyvelerin Zekâatı: 6/En’am, 141.
h- Zekât Verilecek Kimseler: 9/Tevbe, 60.
i- Müellefe-i Kulûb (Kalpleri İslâm’a Isındırılmak İstenen Kişiler): 9/Tevbe, 60.
j- Zekâtı Vermeyenler: 4/Nisâ, 77; 9/Tevbe, 5, 11, 67, 79-80, 34-35; 41/Fussılet, 7; 107/Mâun, 7.
C- İnfak Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 73 Yerde): 2/Bakara, 3, 195, 215, 215, 219, 254, 261, 262, 262, 264, 265, 267, 267, 270, 270, 272, 272, 272, 273, 274; 3/Âl-i İmrân, 17, 92, 92, 117, 134; 4/Nisâ, 34, 38, 39; 5/Mâide, 64; 8/Enfâl, 3, 36, 36, 60, 63; 9/Tevbe, 34, 53, 54, 54, 91, 92, 98, 99, 121, 121; 13/Ra’d, 22; 14/İbrâhim, 31; 16/Nahl, 75; 17/İsrâ, 100; 18/Kehf, 42; 22/Hacc, 35; 25/Furkan, 67; 28/Kasas, 54; 32/Secde, 16; 34/Sebe’, 39; 35/Fâtır, 29; 36/Yâsin, 47; 42/Şûrâ, 38; 47/Muhammed, 38; 57/Hadîd, 7, 7, 10, 10, 10; 60/Mümtehıne, 10, 10, 10, 11; 63/Münâfıkun, 7, 10; 64/Teğâbün, 16; 65/Talâk, 6, 7, 7.
D- İnfakla İlgili Ayet-i Kerime’ler
a- İnfak; Allah Yolunda Harcamak: Bakara, 3, 195, 245, 254, 261, 270, 272, 274; Enfal, 3; Ra’d, 22; İbrahim, 31; Hacc, 35; Kasas, 77; Secde, 16; Fatır, 29-30; Hadid, 7; Münafıkun, 10-11; Teğabün, 16-17.
b- Mala Olan Sevgiye Rağmen Allah Sevgisiyle Harcamak: Bakara, 177; İnsan, 8.
c- Harcamada Ölçü: Furkan, 67; Muhammed, 36-38.
d- Allah İçin Harcamak ve Harcayanların Hali: Bakara, 264-266, 272; Kasas,77; Münafikun, 10-11; Leyl,17-21
e- Harcamayı Malın İyisinden ve Sevilen Şeylerden Yapmak: Bakara, 267; Al-i İmran, 92.
f- Harcama Yapılacak Mal: Bakara, 3, 219; Şura, 38.
g- Kendilerine Verilecek Kimseler: Bakara, 215, 273; Nur, 22.
h- Harcadıklarını Başa Kakanlar: Bakara, 262-264, 266, Müzzemmil, 20.
i- Gösteriş Olsun Diye Harcamak: Bakara, 264, 266, 270, 272; Nisa, 38-39.
j- İnfaktan Kaçılmaz: Bakara, 268; Hadid, 10.
k- İnfaktan Kaçanlar: Mearic, 18-21.
l- İnfak Edenler Takva Sahibi Mü’minlerdir: Al-i İmran, 16-17, 134.
m-İnfak Edenlerin Mükafatı: Bakara, 272; Hadid, 7, 11; Teğabün, 17; Mearic, 24-25, 35; Leyl, 5-7,18.
n- Kafirler ve Müşrikler İnfak Etmezler: Yasin, 47; Kalem, 17-40; Hakka, 34; Müddessir, 43-44; Maun, 1, 3.
o- Kafirler Mallarını Allah Yolundan Çevirmek İçin Harcarlar: Enfal, 36; Beled, 5-12.
p- Fakirlere Yedirip İçirmek: Hacc, 28, 36; İnsan, 8-12, Fecr, 18.
r- Yetimlere Yedirip İçirmek: İnsan, 8-12.
s- Esirlere Yedirip İçirmek: İnsan, 8-12.
Ş- Kafirler, Fakirlere Yedirip İçirmezler: Yasin, 47; Hakka, 34; Müddessir, 43-44; Maun, 1-3.
t- Cömert Olmak: İsra, 29.
u- Allah, Cömertlere Bolluk Verir: Bakara, 268.
ZEKÂT
- 963 -
ü- Fakirlere İyilik Etmek: Bakara, 83; Nisa, 36.
v- Fakirlere Vermek: Bakara, 177, 215, 273; İsra, 26; Nur, 22; Rum, 38; Mearic, 24-25.
w-Sail'i (İsteyeni, dilenciyi) Azarlamaktan Sakınmak: Duha, 10.
y- Kafirler, Fakirleri Küçük Görürler: En'am, 52-53; A'raf, 49; Hud, 27; Kehf, 28; Şuara, 106-114.
z- Kafirler ve Müşrikler, Fakirlere Vermezler: Yasin, 47, Kalem,17-40; Hakka,34; Müddessir,43-44;Mâun, 1-3
Zekât, Sadaka ve İnfakla İlgili Hadis-i Şerif Kaynakları
(Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, İbrahim Canan, Akçağ Y.
–İlk rakam cilt; ikinci rakam sayfa numarasıdır.-)
İnfak etmek için çok zengin olmak gerekmez: 3, 285
İnfak ve tasadduka teşvik: 10, 30-42
Kişi malını infak ederkenbaşta yakınlarından başlamalı: 14, 47-48
Tasadduk ve infaka teşvik: 10, 30-42
Sadaka hakkında umumi açıklama: 10, 16-17
Veren el, alan elden üstündür: 14, 48
Sadaka, 2, 542
Sadaka ve nafakanın fazileti: 10, 18-29; 14, 255-256; 15, 174, 419
Allah indinde makbul olan sadakayı sağ eliyle alır: 10, 18-19
Allah, sadaka ve zekât hususunda hiç kimseye hüküm verme yetkisi tanımamıştır: 7, 406
Allah’ın kabul ettiği sadaka, hangi maldan yapılır? 10, 18
Sadaka malı artırır: 17, 574
Makbul olan sadaka Allah indinde artar ve büyür: 10, 19-20
Sadaka azabı defeder: 9, 348; 15, 185
Sadaka ve belanın yarışı: 10, 32
Sadakanın def ettiği en önemli iki şey: 10, 25
Sadaka verirken ihlas nasıl olur? 10, 40-41
Sadaka, ölüm sırasında değil; hayat boyu verilmeli: 17, 340
Cenab- Hak, gizli sadaka vereni nasıl teşbih ediyor? 10, 32-33
Sadakayı men etmenin cezası: 15, 160-161
Sadakayı gizli vermek: 10, 33
Sadakanın zamanı var mıdır? 10, 34
Sadakanın ahkamı: 10, 43-54
Sadaka-i cariye: 16, 277, 547
Sadaka kimin hakkıdır: 14, 51-52
Allah yolunda savaşan kimsenin zengin bile olsa sadaka alıp alamayacağı: 7, 425
İhlasla, fakat sadaka ehline verilmeyen sadaka ne olur? 10, 40-41
Fasık kimselere sadaka verilir mi? 10, 42
Rasûlullah ve Ehl-i Beyt'e sadaka haramdır: 15, 1102
Sadaka, şu beş kişi dışında zengine helâl değildir: 7, 424
Sadaka verirken sıla-i rahm olanlara öncelik tanımak: 10, 60-61
Dilenciye sadaka verirken, dış görünüşün fonksiyonu ve sahabe: 10, 23
Kadın, kocasından izin almadan tasadduk edebilir mi? 10, 49-51; 2, 374
Sadaka verecek kimsenin maddi durumu nasıl olmalıdır? 10, 27
Yapılan sadakadan dönmek: 10, 52-53
En hayırlı sadaka: 10, 17
Sadaka, geçmiş ve gelecek günahların affına vesile olabilir mi? 12, 463-464
Sadakanın en faziletlisi: 17, 472
Sadakanın en üstünü: 16, 548
Hangi sadaka daha üstündür: 16, 258-2259
Haram olan sadakının şümulü: 7, 415
- 964 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Sadaka, hayır olan her şeye caridir: 3, 167
Hayırlı amelin dinen sadaka sayılabilmesinin şartı: 10, 16
Aile efradının nafakası için harcanan şeyler sadakadır: 16, 261
Aile için hangi harcama sadaka hükmüne geçer: 10, 28
Bir müslümana elbise giydirmenin sevabı: 10, 23
Kamil manada sadaka ne zaman verilir? 10, 43
Rasûlullah’a göre en efdal sadaka: 10, 54
Rasûlullah’ın en hoşuna giden sadaka hangisidir? 10, 35
Tasadduk edilen malın kıymeti Allah katında neye göredir? 10, 21-22
Sadakanın miktarı: 16, 259
Malın ne kadarı tasadduk edilir: 17, 340
Malının tamamını tasadduk caiz midir? 10, 43-44
Muhtaç duruma düşecek şekilde tasaddukta bulunmak ve Peygamberimiz’in tutumu: 10, 46-47
Sadakının iyi maldan verilmesi: 3, 343-344
Sadakayı haram kılan miktar ne kadardır? 14, 60
Elinden geldiği kadar sadaka verilmesi: 3, 546-547
Zekât, malın hakkıdır: 7, 343
Zekâtın önemi ve zekâta teşvik: 7, 321-323
Zekât, İslâm'ın köprüsüdür: 7, 322
Namazla zekâtın bir bütün olması: 7, 340
Zekâtı vermede acele etmek: 7, 384
Zekâtı vermek kaydıyla para ve mal biriktirmek: 7, 336-337
Zekâtı verilen zinet eşyası kenz değildir: 7, 364
Zekâtın farziyeti, terkedenin günahı: 7, 327; 17, 540
Zekâtı vermeyenlerle savaşılır: 7, 345
Zekâtını vermeyenden cezalı olarak ve zorla zekât alınır: 7, 338
Zekâtını vermeyenin kıyamet günündeki hali: 7, 332
Zinetlerin zekâtını vermeyenlerin ahiretteki durumu: 7, 363-364
Zekât kimlere haram; kimlere helâl? 7, 414-415, 421, 426
Zekât kimlere verilir? 7, 325
Fasık kimselere sadaka ve zekât verilir mi? 10, 42
Müellefe-i kulub'a zekât verilir mi verilmez mi? 7, 427
İnfak; Allah Yolunda Harcamak: Bakara, 3, 195, 245, 254, 261, 270, 272, 274; Enfal, 3; Ra’d, 22; İbrahim, 31; Hacc, 35; Kasas, 77; Secde, 16; Fatır, 29-30; Hadid, 7; Münafıkun, 10-11; Teğabün, 16-17.
Mala Olan Sevgiye Rağmen Allah Sevgisiyle Harcamak: Bakara, 177; İnsan, 8.
Harcamada Ölçü: Furkan, 67; Muhammed, 36-38.
Allah İçin Harcamak ve Harcayanların Hali: Bakara, 264-266, 272; Kasas,77; Münafikun, 10-11; Leyl,17-21
Harcamayı Malın İyisinden ve Sevilen Şeylerden Yapmak: Bakara, 267; Al-i İmran, 92.
Harcama Yapılacak Mal: Bakara, 3, 219; Şura, 38.
Kendilerine Verilecek Kimseler: Bakara, 215, 273; Nur, 22.
Harcadıklarını Başa Kakanlar: Bakara, 262-264, 266, Müzzemmil, 20.
Gösteriş Olsun Diye Harcamak: Bakara, 264, 266, 270, 272; Nisa, 38-39.
İnfaktan Kaçılmaz: Bakara, 268; Hadid, 10.
İnfaktan Kaçanlar: Mearic, 18-21.
İnfak Edenler Takva Sahibi Mü’minlerdir: Al-i İmran, 16-17, 134.
İnfak Edenlerin Mükafatı: Bakara, 272; Hadid, 7, 11; Teğabün, 17; Mearic, 24-25, 35; Leyl, 5-7,18.
Kafirler ve Müşrikler İnfak Etmezler: Yasin, 47; Kalem, 17-40; Hakka, 34; Müddessir, 43-44; Maun, 1, 3.
Kafirler Mallarını Allah Yolundan Çevirmek İçin Harcarlar: Enfal, 36; Beled, 5-12.
ZEKÂT
- 965 -
Fakirlere Yedirip İçirmek: Hacc, 28, 36; İnsan, 8-12, Fecr, 18.
Yetimlere Yedirip İçirmek: İnsan, 8-12.
Esirlere Yedirip İçirmek: İnsan, 8-12.
Kafirler, Fakirlere Yedirip İçirmezler: Yasin, 47; Hakka, 34; Müddessir, 43-44; Maun, 1-3.
Cömert Olmak: İsra, 29.
Allah, Cömertlere Bolluk Verir: Bakara, 268.
Fakirlere İyilik Etmek: Bakara, 83; Nisa, 36.
Fakirlere Vermek: Bakara, 177, 215, 273; İsra, 26; Nur, 22; Rum, 38; Mearic, 24-25.
Sail'i (İsteyeni, dilenciyi) Azarlamaktan Sakınmak: Duha, 10.
Kafirler, Fakirleri Küçük Görürler: En'am, 52-53; A'raf, 49; Hud, 27; Kehf, 28; Şuara, 106-114.
Kafirler ve Müşrikler, Fakirlere Vermezler: Yasin, 47, Kalem,17-40; Hakka,34; Müddessir,43-44; Maun, 1-3
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 286-287
2. Tefhimu’l Kur’an, Mevdudi, İnsan Y. c. 1, s. 72
3. Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 130
4. Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. c. 2, s. 321-322
5. Hulâsatü’l-Beyan Fî Tefsîri’l-Kur’an, Mehmed Vehbi, Üçdal Neşriyat, c. 1, s. 113-115
6. Mefatihu’l-Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahreddin Razi, Akçağ Y. c. 2, s. 474-476
7. Min Vahyi’l Kur’an, Muhammed Hüseyin Fadlullah, Akademi Y. c. 2, s.21-22
8. Bakara Suresi Yorumu, Haluk Nurbaki, Damla Y. s. 203-204
9. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Şâmil Y. c. 6, s. 440-443
10. İslâm’da Zekât Müessesesi, Yunus Vehbi Yavuz, Çağrı Y.
11. İbadet ve Müessese olarak Zekât, Heyet, İSAV Y.
12. Zekât, İsmail Ezherli, D.İ.B. Y.
13. Zekât, Mehmed Zahid Kotku, Seha Neşriyat
14. Zekât ve Verileceği Yerler, Kemal Coşkun, Fazilet Neşriyat
15. Sosyal Güvenlik Açısından Zekât, Turan Yazgan, Türk Dünyası Araş. Vak. Y.
16. Kur’an Kavramları Tefsiri, Ahmed Kalkan, İnfak maddesi
17. Fakirler ve Zenginler vehbi Karakaş, Timaş Y.
18. Fakirlik Problemi Karşısında İslâm, Yusuf el-Kardavî, Nur Y.
19. İbadet mi Ayin mi? Mustafa Karataş, Dersaadet Y. S. 128-134
20. Kyur’an’da Mü’minlerin Özellikleri, Beşir İslâmoğlu, Pınar Y. S. 110-113
21. Kur’an’ın Ana Konuları, M. Sait Şimşek, Beyan Y. S. 160-164
22. İlmin Işığında İslâmiyet, Afi A. Tabbara, Kalem Y. S. 363-375
23. İlmihal I, İman ve İbadetler, İSAM Y. S. 419-510
24. Psikolojik Açıdan Hz. Peygamber’in İbadet Hayatı, Habil Şentürk, Bahar Y. S. 89-92
25. İslâm’da Sosyal Adalet, Seyyid Kutub, Cağaloğlu Y. S. 181-187
26. Hitabeler, Mevdudi, Hilâl Y. S. 169-209
27. İslâm, I. Kitap, Said Havva, Petek Y. S. 137-194

Cumartesi, 06 Şubat 2021 22:56

ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ


- 823 -
Kavram no 197
Nimetler 26
Bk. İbâdet; İnsan; Belâ-İmtihan
ZAMAN, ASR, DEHR
VE GECE-GÜNDÜZ


• Asr; Anlam ve Mâhiyeti
• Zaman; Anlam ve Mâhiyeti
• Çeşitli Din ve Zihniyetlere Göre Zaman
• Câhiliye Araplarında Zaman
• Varlığın Tabiatı ve Zaman
• Kur’an’da Zaman Kavramının Sunuluşu
• Kur’an’da Zaman Kavramını İfade Eden Kelimeler
• Kur’an’ın İçeriğine Ait Zaman Stratejisi
• Hadis-i Şeriflerde Zaman Kavramı
• Zaman Tahlili (Geçmiş Zaman, Şimdiki Zaman, Gelecek Zaman)
• Tedrîcîlik
• Planlama
• Zaman Aşımı
• Gün, Altı Gün
• Ân
• Gece-Gündüz Âyetleri
• Zamanın Özel Kesitleri ve Mübârek Günler
• Allah’ın Zamandan Münezzeh Olması Ne Demektir?
• Asr Sûresi ve Toplumsal Saâdet İlkeleri
• Gece ve İhyâsı
• Kıyâmu’l-Leyl, Nâşietu’l-Leyl: Gece Neşesi
• Âhir Zaman
• Zamanı Değerlendirme
“Asr’a yemin ederim ki
İnsan, gerçekten ziyan içindedir.
Bundan ancak iman edip sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler istisnâdır, onlar hâriçtir.” 4077
Asr; Anlam ve Mâhiyeti
As(ı)r: Zaman, çağ, yüzyıl, dehr, gündüz ve gece, gündüzün zevalden önce ve sonra iki tarafı (ğadâd ve aşiy), öğleden sonra güneşin kızarmasına kadar olan ikindi vakti, kabile ve aşiret, yağmur, hapsetmek, menetmek, vergi vermek, sıkıp suyunu çıkarmak mânâlarına gelir. Müfessirler hep bu mânâları göz önüne
4077] 103/Asr, 1-3
- 824 -
KUR’AN KAVRAMLARI
almışlardır. Bunların hepsi sahih olmakla beraber asrı, dehr, yani uzun zaman ile tefsir etmek daha şümullü olacağından tercih nedeni olur. Cenâb-ı Allah’ın Asr sûresinde, asra yemin etmesi de her şeyin asrın içinde, yani bir zaman dilimi içinde cereyan etmesi ve Allah Teâlâ’nın kudretinin zaman içinde tecelli etmesi hikmetine bağlıdır.
“Asr’a yemin ederim ki insan, gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler istisnâdır, onlar hâriçtir.”4078 Müfessirlerin belirttiğine göre burada Allah’ın, üzerine yemin ederek kıymetini belirttiği asır şu mânâlara gelir:
1- İkindi namazı. İkindi namazı faziletli olduğu için Allah ona yemin etmiştir. 2/Bakara sûresinin 238. âyetinde de özellikle ona devam etmemiz istenmiştir.
2- İkindi vakti. İkindi namazının vakti ve gündüzün sonu olduğu, insan ömrünün son anlarını andırdığı için faziletlidir.
3- Hz. Muhammed’in (s.a.s.) asrı. Hz. Muhammed’den (s.a.s.) önce dünyayı cehâlet, küfür, şirk ve zulüm karanlıkları bürümüştü. Onun peygamber olarak gönderilmesiyle insanlık adâlet, fazilet ve ahlâkî düsturlara kavuşmuştur. 4079
Ayrıca câhiliyet devri Arapları, her şeyi ve özellikle olumsuzlukları asra nispet ederek zamana, asr’a söverlerdi. Bunun çirkin ve yanlış olduğunu gözler önüne sermek için Cenâb-ı Allah Asr’a yemin etmiştir. Çünkü her şey zaman içerisinde vuku bulur. Zaman, Cenâb-ı Allâh’ın bir memuru olarak öldürmek ve olgunlaştırmak görevini yapar. Zaman kötü olmaz, insanlar kötüleşir. O yüzden Peygamberimiz (s.a.s.): “Zamana sövmeyin, zira zaman Allah’tır.” buyurmuşlardır.4080 Bu da zaman içinde vuku bulan her şey Allah’ın irâdesi ile vaki olur, demektir. 4081
Zaman; Anlam ve Mâhiyeti
Zaman mefhumu insanın fiil, ibâdet ve davranışlarıyla iç içedir. Bu yönüyle zaman sözlükte devir, çağ, mevsim, ay, hafta, gün, saat, mehil, uzun veya kısa olan vakit demektir. Sözlükte, dünyada olup bitenlerin ardışıklığını görerek zihnimizde canlandırdığımız ve olayların bundan sonra da içinde olup gideceğini (süreceğini) düşündüğümüz soyut kavramdır.
Kur'ân ve sünnet zamana sık sık atıfta bulunmaktadır. Her ne kadar Kur'ân'da zaman kelimesi geçmiyorsa da aynı anlamı ifade eden asr, dehr, ahkab, karn, kurun, saat, lemhu'l-basar, hîn, huld, ebediyet, sene, sermed, yevm, leyl, fecr ve vakt gibi kelimeler toplam 513 yerde geçmektedir.
Zaman, takvimle ve saatle ölçülür. Cenâb-ı Hak gökleri ve yeri yarattığı zaman Ay'ın hareketini öyle ayarlamıştır ki ay sistemine göre bir yılda on iki ay meydana gelmiş ve bir yıl 355 gün olmuştur. Yine başka bir âyette de hilâlin doğuşunun, gelişmesinin ve batışının, hac için bir ölçü olduğu bildirilmiştir. “Sana hilâl şeklinde yeni doğan ayları soruyorlar. De ki: Onlar, insanlar ve özellikle hac için
4078] 103/Asr, 1-3
4079] M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, IX, 6067
4080] Ahmed İbn Hanbel, Müsned, V, 299, 311
4081] Abdulvehhab Öztürk, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 170
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 825 -
vakit ölçüleridir...” 4082
Zamanın insan için çok kıymetli bir nimet olduğu bildirilmiştir. Kişi ömrünün her ânını daha verimli ve bereketli hale getirebilir. Genelde insan ömrü çocukluk, gençlik, olgunluk, ihtiyarlık ve düşkünlük olmak üzere beş safhaya ayrılmıştır. Bu safhaların her birinde ayrı görev ve sorumluluklar olduğu şu hadiste açıklanmıştır: “Kişi kıyâmet gününde şu hususlardan sorulacaktır. Bunların cevabını vermeden hiçbir yere adım atamayacaktır. Ömrünü nerede tükettiğinden, gençliğini ne işte harcadığından, malını nereden kazanıp nerelere harcadığından, öğrendiği ile ne derece amel ettiğinden” 4083
Bir Önceki olaydan bir sonraki olaya giden süre şeklinde anlatılan zaman, genellikle fâsılasız olarak düşünülen sürekli değişim olarak da tanımlanır. Bu bakımdan şimdi, geçmişe dönüşür. Zamanın spesifik ve sınırlı müddetleri olan geçmiş, şimdi ve gelecek, tek ve bütün zamanın parçalarını teşkil ederler.
Bir başka söyleyişle zaman; olayların akışında belirgin olmayan bir ortam mâhiyetinde algılandığından, düşüncede bölünmez sûrette ve bütünüyle veri olarak bulunan olgudur. Bu anlamda, içinde olayların gerçekleştiği mütecanis ve sonsuz ortamdır. Nitekim Newton ve Clarck'ın görüşüne göre bizatihi var olan zaman, Leibniz ve Kant'ta ancak düşünce dâhilinde, yani zihnin kategorisinde var olabilir. Yani zaman, Leibniz ve Kant'a göre ancak tasavvur edilen bir şeydir. Diğer taraftan zaman, insan şuurunun bir başka yüzüdür şeklinde tanımlanabilir. Zira insan, ruhsal ve fiziksel tecrübelerini, sosyal ve doğal çevresindeki gözlemlerini zaman sürecinde yaşar. İnsan, akıp giden zamanda hisseder ve düşünür. Aynı zamanda, onda eylemde bulunun fırsatlar ve kayıplarla onda karşılaşır. Zaman, en az uzay kadar insanı şaşkınlık ve hayret içine düşüren bir kavramdır. Nitekim Bergson bu bağlamda “Biz zamanı düşünmüyoruz. Fakat yaşıyoruz. Çünkü hayat zihnin sınırını aşar” demektedir.
Kant'a göre zaman bir zaruri hazır olma, bir sûrettir. Bütün sezgilerin esasına şâmildir. Çeşitli zamanlar, bir ve aynı zamanın parçalarıdır. Zaman sonsuzdur demek; zamanın belirli bir kısmının onun kapsamında olması ve asıl olan tek bir zamanın sınırlandırılmasıyla mümkündür demektir.
İlk ünlü fakat halledilmemiş münakaşa, Antik Yunan’da, değişme ve oluşu irrasyonal (akıl-dışı) bir yanılsama olarak kabul eden Parmenides ile devamlılığın olmadığını ve değişimin istisnasız herşeyin bir özelliği olduğunu ileri süren Herakleitos arasında görülmektedir. Diğer bir önemli tartışma da yüzyıllarca sonra Newton’un öğrencileri ile Leibniz arasında geçmektedir. Newton ve öğrencilerine göre zaman, olaylardan bağımsız ve olaylardan önceydi. Kendi ifadeleri ile söylersek: “Mutlak zaman ve matematiksel zaman, kendi başına ve kendi doğası gereği, hiçbir dış objenin münasebeti sözkonusu olmaksızın, değişmezcesine akar.” Leibniz'e göre ise diğer bir açıdan bakıldığında, olaylardan bağımsız bir zaman var olamaz. Zira zaman, olaylar ve olaylar arasındaki ilişkiler tarafından şekillenmiştir ve o, sürekliliğin, ard arda gelişin evrensel düzenini teşkil etmektedir. Bu son doktrin, uzay ve zamanı birbiriyle ilişkili iki sistem olarak kabul eden uzay-zaman (space-time) doktrinine de öncülük etmiştir. Tüm bu tartışmalar pek
4082] 2/Bakara, 189
4083] Tirmizî, Kıyâmet 1; Fikret Karaman, Dini Kavramlar Sözlüğü, D.İ.B. Y.
- 826 -
KUR’AN KAVRAMLARI
çok düşünürün zaman hakkında şöyle bir inanca sahip olmalarına yol açmıştır ki buna göre, hâlin duyumsal bir yanılsama ile “şimdi” sözcüğü ile sınırlandığı algılanabilir veya sübjektif zaman kavramı ile, zamanın tüm anlarını kapsayan ve geçmiş, hâl ve gelecek olarak isimlendirdiğimiz olayların toptan, kompleks bir ilişkisi olarak düşünülebilecek olan kavramsal veya objektif zaman kavramı arasında bir ayrım yapılmadıkça, zamanın toptancı (total) bir bakış açısı ile hesabının verilemeyeceği ve tanımının yapılamayacağı söylenmektedir.
Zaman konusunda mevcut bulunan bu güçlükler sözkonusu olduğunda, filozofların iki gruba bölünme eğiliminde oldukları gözlenmektedir: “Süreç filozofları” ve “Çeşitliliği (manifold) savunan filozoflar”. Süreç filozofları -örneğin 1947'de ölen bir Anglo-Amerikan metafızikçisi olan Alfred North Whitehead- zamanın akışının önemli bir metafiziksel gerçek olduğunu iddia etmektedir. Fransız sezgici filozofu Henri Bergson, bu akışın sadece akıldışı sezgi tarafından kavranabileceğini söylemektedir.
Çeşitliliği (manifold) savunan filozoflar ise zamanın akışının bir yanılsamadan ibaret olduğunu belirtmektedirler. “Geçmiş” ve “gelecek”, olayların gerçek yansıtıcısı, habercisi (müsnedi) değildirler. Onların nazarında değişme, gerçek değişim değildir.
Zaman kavramı sözkonusu olduğunda özellikle matematikçileri ilgilendiren bir diğer sorun da zamanın ölçümü (metric) problemidir. Zamanın ölçümü problemini insanların ilk olarak, eskiçağlardan beri “saat zamanı” kavramı ile çözmeye çalıştıkları gözlenmektedir. “Aynı sebepler eşit fâsılalarda aynı eserleri doğurur” düşüncesinden çıkmış gibi görünen saat zamanı, sürekli bir hareketi sayı cinsinden ölçmek üzere türlü şekillerde kullanılmıştır. Fakat, bu noktadan hareketle oluşturulan saat, takvim ve yıllıklar, aralıkları kesin olarak gösteremedikleri için bütün olayların ölçümünde kullanılamamaktadırlar.
Saat zamanın taşıdığı güçlükleri çözmek için daha ileriki yüzyıllarda, yeryuvarlağının ekseni etrafında dönmesinin ölçülmesi yoluyla “sideral zaman” kavramı ile soruna yaklaşılmaya çalışılmıştır. Fakat, dünyanın ekseni etrafındaki dönüşünün de saat zamanı ile tespit edilmesinden dolayı, sideral zaman ile saat zamanın her zaman için birbirlerine uyum sağlamadıkları gözlenmiştir. Ancak, sideral zamanın, diğerine göre daha bir sâbit ölçü olduğu da bir gerçektir.
Zamanın bir değişmez (invariant) olarak kabul edildiği relativite teorisi ile Einstein fiziği yeni bir zaman anlayışını doğuruyordu: Elektromanyetik zaman. Bu zaman kavramı yeni bir mekân anlayışını da beraberinde getiriyordu. Elektromanyetik zaman kavramı, dalga mekaniğindeki pek çok çelişkileri de ortadan kaldırıyordu. Bu dalga mekaniği eski zaman, mekân ve maddî kütle kavramlarına dayanmaktaydı. Einstein ise kâinatın temel ölçüsünün elektromanyetik zaman olduğunu, mekanik zaman anlayışının ise sadece mekanik olayları açıklamak için kullanılabileceğini söylüyordu. Diğer bir ifade ile, eski zaman kavramı (mekanik zaman), ancak elektromanyetik zaman kavramının özel bir hali olarak doğruluk değeri taşıyabilmekte idi.
Zaman konusunda diğer bir sorun da zamanın düzenine ilişkin olmuştur. Bu, zamanın akış düzenine ilişkin bir sorun olup zamanın ölçümü probleminden daha temel bir sorundur. Bir olgunun diğer bir olgudan “daha önce” veya “daha
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 827 -
sonra”lığını tartışmaya açan bir sorundur. Bu sorun, düşünürleri determinizm - indeterminizm konusuna götürmeye yeterli bir konumdadır. Ayrıca, zaman sıralaması tanımı, eşzamanlılık tanımını da gündeme getirmektedir. İki olaya, biri öbüründen daha önce ya da daha sonra değilse, eşzamanlı veya zamandaş demekteyiz. Aynı mekânlardaki ve aynı zamandaki olayların eşzamanlılık açısından taşıdığı güçlükler de yukarıda bahsedildiği üzere Einstein tarafından çözüme kavuşturulmuştur.
İnsan aklı değişik zaman düzenlerini düşünüp oluşturmaya yeteneklidir. Nitekim klasik fizik zamanı bir düzeni, ışığın hızını sâbit tutan Einstein fiziğinin zamanı ise başka bir düzeni içermektedir. Dünyamız için hangi zaman düzeninin geçerli olduğu ise hâlâ çözüm bekleyen, tazeliğini ve güncelliğini yitirmemiş sorunlardan birisidir.
Zaman ile ilişkili olan süre (müddet) veya birbiri ardına devam etme (süreklilik) olgularının farklılığını gözönünde tutmak gerekir. Gerçekte süre veya süreklilik kavramları şuurun özsel ve temel bir verisidir. Çünkü şuur halleri ancak devam etme, süreklilik olarak görülebilir. Süreklilik, birbirini izleyen an'lar silsilesinde imtidad eder. Bu noktada İslâm düşüncesinin zamanı yaratılmış bir varlık ve an olarak tanımlaması önem arzeder. Onun için zaman ile ilişkili veya onun şart ve duruma göre nitelenmesi demek olan vakit, asr, dehr vb. kavramlar yaratılmış olması bakımından hep an ya da hâlin çeşitliliğini anlatır. 4084
Mitolojide, felsefî düşüncede ve bilim alanında herkesin hakkında fikir yürüttüğü zaman kavramı, günümüze kadar üzerinde yapılan izahlarla daha karmaşık bir hale dönüştüğü, yapılan araştırmalar sonucu ortaya çıkan bir gerçektir. O bakımdan zamanın somut bir varlığa sahip olmayışını bu durumun sebebi olarak göstermek mümkündür. Başlangıçtaki mutluluğu arayan mitik inanışın, zamanı varlığa öncelikli sayanların ve onu hareketin sayısı, insan zihninin bir algılayışı diye açıklayan felsefî anlayışların bütün gayretleri zamanı anlamaya yöneliktir.
Kur'ân'ın inzâlinden önceki devirde, zamanı tanrı yerine koyanların yanı sıra, onu soyut bir varlık olarak telakki edip somut varlığa öncelikli kılanlar da olmuştur. Kur'ân'ın nüzûlünden sora da aynı anlayışlarla karşılaşıldığı olmuştur.
Bilim, ‹büyük patlama' ile, zamana yaklaşırken, bu patlamadan önce, zamanın varlığını kabul ettiğini itiraf etmekte ve fakat eldeki verilerin bunu açıklamaya yeterli olmadığını belirtmekte, öte yandan da kara deliklerin varlığından bahsederek, kozmik ötesine ışık tutmaktadır.
Kur'ân'ın ifade ettiği zaman kavramı ise günümüze kadar yapılan bütün tartışmaların ötesinde bir niteliğe sahiptir. Çünkü Kur'an’da, her şeyin ve dolayısıyla zamanın da yaratıcısı, zaman dışı ve aşkın bir varlık olarak sunulan Allah'tır. Ayrıca Kur'ân'da anlatılan zaman, fizik ve metafizik boyutta varlığa sahip olan her olayın ve varlığın kendi sürecini ortaya koyar. Çünkü değişim, gelişme, zaman ve mekân hiçbir boyutta varlıktan ve zamandan soyutlanamaz.
Batının Einstein’le tanıdığı ve varlığın yapısal özelliği olan izâfiyet, Kur'ân'ın, varlıkla birlikte, ibâdet ve hukuk alanında da etkinliğini hissettirdiği olağanüstü bir gerçektir. Nitekim Kur'ân dairevî zamanı öne çıkarırken, onun hayatı tanzim
4084] Ali Dölek, Sosyal Bilgiler Ansiklopedisi, Risale Y
- 828 -
KUR’AN KAVRAMLARI
aracı olduğuna dikkat çekmiştir. Doğrusal zaman, Kur'an'da ebediyet ufkuna yerleştirilen ve daima ilerlemeyi gerektiren pozitif bir gelişmedir.
Kur’ân, oluşturduğu zaman stratejisi ile ‘geçmiş’i seçmeci bir şekilde tahlil ederek, ‘şimdi’de ‘geleceğ’e planlar yapmayı ve o planları uygulamayı hedefler. Ayrıca Kur’ân, söz konusu planlamanın, hayatın ve doğanın bir parçası olduğunu belirtirken, olayın tür ve zaman bakımından, birbiri ile keyfiyet birlikteliğine sahip olması gerektiğine dikkat çeker. Bundan ötürü gecenin, gündüzün, sabah ve ikindi vakitlerinin işlevlerini birbirine transfer etmenin, doğayı ve hayatı negatif olarak etkileyeceği fark edilir.
Varlığa anlam kazandıran, ona pozitif ya da negatif etkide bulunan zaman, tarihin her döneminde insan zihnini meşgul etmiştir. Zaman konusundaki merak, insanın özünde var olan ortak bir paydadır. Bu yüzdeden onun varlığı ve yokluğu, kökeni, varlığının mâhiyeti, zamansız bir mekân ve hayat, mutlak ve statik bir zaman olup olamayacağı, gece mi gündüz mü, zihnin algılaması mı, saatin ölçtüğü süre mi, hareketin sayısı mı olduğu; varlığa önceliği veya birlikteliği, varlıktan soyutlanıp soyutlanamayacağı, ezel ve ebed ile ilişkilendirilip ilişkilendirilemeyeceği daima sorulmuştur. Zamanı bildiğini zannedenler, niçin kendisine bu konuda soru sorulduğunda tutulup kalmıştır!?... İnsanın, yaşayıp algıladığı ve inkâr edemediği gerçeği açıklayamaması ne kadar ilginçtir.
Mitolojik anlayıştan Yahûdiliğe, Hıristiyanlıktan Kur’ân’ın nüzul çağındaki insana, kısacası ilk insandan sonuncusuna kadar herkesin ve her düşünce sisteminin yakînen ilgilendiği, daha doğrusu ilgilenmek zorunda olduğu bir kavramla, tevhid inancına sahip bir ferdin ilgilenmemesi düşünülemez. Bilimin, konuya duyarlılık derecesi ve yaklaşımı ayrı bir merak konusudur. Rölativite, uzaya giden ikizin bir yılına karşılık yeryüzündekinin 14 yıl yaşlanması, uzaydan dönen ikizin torunlarıyla karşılaşması, “bir günün bin yıl” olması nasıl bir şeydir?! Varlığın başlangıcı ve sonu, nereden gelip nereye gittiği ve var olan bir şeyin yok olup olamayacağı hususunda yapılan tartışmalar neyi sorgulamaktadır? Başa gelen felâketlerin sorumlusu zaman olabilir mi? Varlığın enerjiye, enerjinin varlığa dönüşmesinde varlıkta meydana gelen değişimin zamana yansıması, varlık ve zamanın başlangıcı, kara delikler ve ötesi, kozmik arka planın varlık ve zaman açısından mâhiyeti, sürekli aynı merakı uyandırmaktadır.
İnsan hayatı açısından zamanın önemi, günümüzde, gelişen toplumların zaman anlayışı, planlama ve başarı, geçmiş ile gelecek kavramları, bunların gerçekliği, zaman yönetiminin hayata pozitif ya da negatif etkileri, bireysel ve toplumsal alanda gündemi oluşturan konuların başında gelmektedir. Zamanın dairevî, lineer/doğrusal, öznel veya nesnel olabilirliği yönünde yürütülen tartışmalar da bu konulara eklenebilir. Acaba zamanın olmadığı bir olay düşünmek mümkün müdür? Bütün bunlara ilâveten metafizik boyuttaki zaman, düşünen insanın zihnindeki istifhamlardandır. İşte böylesine zor sualleri, sağlıklı bir şekilde yorumlayabilmek ve zamanın fizik ve metafizik boyuttaki kullanımını anlayabilmek için birbirinden ayrı düşünülemeyen varlık ve zamanın Yaratıcısının sözüne, Kur’ân’a başvurmanın zorunluluğu âşikârdır. İnsan zihninin belki de ebediyen çözemeyeceği zamanı, biraz olsun anlaşılabilir kılmak için başka yol gözükmemektedir.
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 829 -
Çeşitli Din ve Zihniyetlere Göre Zaman
Zaman, gündelik yaşamda çok sık kullanılıp anlaşıldığı zannedilen, mâhiyeti bakımından asırlardır insan zihnini meşgul eden, fakat insanın bir türlü anlayıp anlatamadığı; varlığını, varlığında bulabildiği; yok oluşunu da varlığında hissettiği bir kavramdır. Akıl için zamanın anlamını kavramak oldukça zordur. Aslî metafizik görüş açısından zamanı tarif etmek çok müşkildir. Zamanın tek ve yegâne tanımını yapmak imkânsızdır. Bu ise hiçbir tanıma kesin gözüyle bakılamayacağını gösterir. Zamanın referans noktası kozmolojidir. Günümüzde bilim, diğer sahalarda olduğu kadar, kozmoloji konusunda kesin ve net konuşamamaktadır. Bilim, kozmolojik verileri yorumlarken, bunların ardındaki olayları ya da ana etkenleri tek ve isâbetli bir şekilde açıklamaya gücünün yetmediğini itiraf etmektedir. Aynı veriyi, birçok şekilde açıklama imkânı vardır. Bu açıklamalar epistemolojik değerlendirmelere, ön yargılara, moda akımlara ya da metafizik yönelişlere dayanmaktadır. Bütün bunlar, zaman hakkındaki bilgilere, yeterince güvenilemeyeceğini göstermektedir.
Zamanın ne olduğu sorusu, çok sorulmuş, ancak onun, tatmin edici bir cevabı bulunamamıştır. Zamanı bildiğini iddia edenler, kendisine sorulduğunda, onu tarif etmede zorlanmıştır. Zaman meselesini titizlikle ele alanlar, bütün teorileri incelediklerini, buna rağmen bir sonuca ulaşamadıklarını, yani zamanın gerçek niteliğini gösteren herhangi bir şey bulamadıklarını belirtmektedirler. Zamanın mâhiyetini izahta hiçbir teşebbüsün nihâî olamayacağı şeklindeki açıklamalar da işin ne kadar girift olduğunu anlatmaktadır. Konu ile ilgili araştırmalar, âfâkî sayıldığı için, bu kanaat olumlu karşılanmamış, objektif bir görüşle yola çıkıldığında, zamanın gerçek niteliğinin kısmen anlaşılabileceği itiraf edilmiştir. Şu halde böyle bir itiraf, zamanın tam mânâsıyla anlaşılmamış olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla zaman hakkında yapılan tanımlara tam ve kesin gözüyle bakmak, oldukça zordur. Kesin olmamakla birlikte yapılan tanımlar, sözkonusu kavramın anlaşılmasında önemli bir rol oynamaktadır. Lafızlar değişse de her dilin zaman kavramını ifade ederken kullandığı kelimeler, kavram hakkında zengin bir bilgi ve birikimi beraberinde taşımaktadır.
Zaman, Arapça bir kelimedir. Zaman veya zemen, vaktin azına veya çoğuna verilen, asr ve dehr anlamında kullanılan bir isimdir. Ancak zaman, belli bir müddeti; dehr ise dünyanın ömrünün tamamını ifade eder. Ayrıca zaman, olayın adı ile de anılarak onun vukuu ânını ifade eder. Hurma zamanı, meyve zamanı gibi.4085 Buna göre olayın süresi, zamanın ölçeği; olayın adı da zamanın adı olmaktadır. Arap dilinde zaman “mâzî, hal ve istikbal gibi zamana mukarin oluş beyan eden sigalar” anlamına da gelir.4086
Osmanlıca’da dehr, devir, müddet, mevsim, meta’; Fransızca’da temps, Almanca’da zeit, ingilizce’de time, İtalyanca’da tempo, Farsça’da hengâm gibi kelimeler, zaman anlamında kullanılır. Dünya kelimesi de zaman anlamında kullanılmaktadır. Hançerlioğlu’na göre zaman, tüm varlıkların, birbirinin yerini alarak sıralandığı sonsuz süredir.4087 Dünya, baht, talih, devran gibi kelimelerin
4085] İbn Manzûr, Lisân u’l-’Arab, Beyrut, 1990, XIII. 199
4086] Şemseddin Sami, Kâmûs-i Türkî, nşr. Ahmet Cevdet, Derse’âdet, 1317, s. 686
4087] Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, Remzi Kitabevi Yay., İstanbul, 1980, VII, 356
- 830 -
KUR’AN KAVRAMLARI
de zaman kavramını ifade ettiği görülmektedir.4088 Antik çağ Yunanlılarının khronos, Lâtinlerin tempus diye adlandırdığı zaman; oluş, gelip geçiş, değişme ve süreklilik biçimi, dönüşü olmayan bir doğrultuda birbiri ardından gitme mânâlarını taşır.4089
Ebu’l-’Alâ’ el-Ma’arrî (449/1057), zamanın, gök cisimlerinin hareketi olduğu şeklindeki tarifin, hatalı olduğunu söylemektedir. Nitekim dilcilerden Sîbeveyh’in,4090 zamanı, gece ve gündüzün geçmesi diye tarif edişini de bu hatalı tarife örnek olarak verdikten sonra, zamanın en küçük parçasının, idrâk edilecek şeylerin tamamını kuşattığına açıklık getirmektedir.4091 Kelâmcılara göre zaman: Bilinmeyen bir yenilenenin, bilinen bir yenilenen ile ölçülmesidir. Gece ve gündüz ile ayın, ay ile senenin, sene ile ömür ve dehrin ölçülmesi,4092 bunun ampirik realitesidir. Jeolojik olarak yer kabuğunun oluşum devreleri, yani birinci zaman, ikinci zaman ve mûsikîde vuruşla belli edilen ölçü bölümü, bize zamanı anlatmaktadır. Zaman öldürme, zamandaşlık, zamansız, zamana göre ücret, iş günü gibi kelimeler, zamansız bir şeyler yapılamayacağını göstermektedir. Yapılan tanımlardan herhangi birinin, zaman kavramını tam olarak açıkladığı söylenemez. Ancak, zaman kavramına ait tanım ve kelimelerden her biri, bu kavramın içeriğinde bulunan mânâlardan az veya çok bir bölümünü anlatmaktadır. Ayrıca farklı tanımlar, bu kavramın, çok zengin mânâlar içerdiğini de ortaya koymaktadır. Şu halde zamanın gerçekliği ve tanımıyla ilgili bu teorileri bir tarafa bırakarak, şu sorulara cevap aranmalıdır: Zamanın dış dünyada bir varlığı var mıdır, eğer yoksa zaman sadece zihinde mi vardır? Genel olarak dinlerin ve insanlığın zamana bakışı nedir? Mutlak bir zaman var mıdır, yoksa zaman rölatif/göreceli midir? Allah’tan başka zamansız bir varlıktan söz edebilir miyiz? Varlık ve zamanın birbirine önceliği var mıdır? Zamanın kökeni, kıdemi, mâhiyeti sonlu ve sonsuz oluşu, zamanın durdurulması, ışık hızının aşılması bu konudaki tartışmaların temelini oluşturmaktadır.
Değişim, gelişim, yok oluş, yeniden varlık âlemine giriş, geçici zamanın özelliğidir. Varlığın elifbası olan zaman ise ebediyet, değişmezlik ve süreklilikle birliktedir.4093 Geleneksel öğretiler, fonksiyonlarını icra etmek için geçici düzende bulunan zaman anlayışını aşarak ebediyetle bütünleşirler. Ancak ebediyete yolculuk için, geçici düzendeki zaman vâsıtasıyla hareket etme durumunda olan insan, fıtraten buna kodlanmıştır. İşte mitoloji, insan fıtratında var olan bu kodlamaya, ebediyete hareket startını vermekte ve onun geldiği kaynağa yaklaşımını amaçlamaktadır. Kısaca geçici düzende bulunan zaman, bütün plân ve programını ebediyet için yapmalıdır. Zira asıl olan budur. Geçicilik kaçınılmazdır. Bunu motive eden en somut gerçek olan “ölümde tek boyutlu zaman akışında, insan aklının sürekli kendisine takılı kaldığı bir eşiktir”. O, her an gerçekleşebilecek olan ve insanın içinden söküp atamadığı bir realitedir.4094 Ölüm, ebediyet yol4088]
Büyük Türk Sözlüğü, s. 1266
4089] Hançerlioğlu, VII, 356; Akarsu, Bedia, Felsefe Terimleri Sözlüğü, Savaş Yay., Ankara, 1984, s. 198, 202
4090] 299/911
4091] Ebu’l-’Alâ’ el-Ma’arrî, Risâletu’l-Ğufrân, nşr. Âişe Abdurrahmân Bintu’ş-Şâti, Mısır, ts., s. 426
4092] el-Cürcânî, Kitâbu’t-Ta’rifât, s. 14; et-Taftâzânî, Muhtasaru’l-Me’ânî, s. 118
4093] Nasr, a.g.e., s. 235
4094] Kılıç, s. 34-35
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 831 -
culuğunda ilk duraktır. Ötekinin ölümüne tanık olmakla başkalarının geçici düzendeki hayatına etki eden ölümün, bizzat sahibini geçici düzendeki zamandan alıp götürdüğünün en etkili delili, yine ölümdür. İşte önemli olan bu realiteden sonraki durumdur.
Ölümü tamamen bitiş, yok oluş olarak görmeyen mitoloji, ölüm sonrasını ebediyet olarak değerlendirir. Ancak bu inançla insan, geçici düzendeki zamanını pozitif olarak yaşar. Zira bu inançta, korku ve ümit birbirinden ayrı olamaz. Ebediyet inancının yokluğu, geçici düzeni negatif bir seyre sokar. Bütün negatif gelişmeleri zamana fatura etme inancı, ebediyet inancının ya yok oluşunun, ya da çok zayıf oluşunun bir ifadesidir. Nitekim Doğu Mitolojisinde, Araplarda, bu inanç, şiirlere konu olmuştur. Câhiliye dönemi düşüncesinde, zaman negatif bir yapıya büründürülmüş, ilahlaştırılmıştır. Zamanın yıpratıcılığını, ölümün kaçınılmaz olduğunu anlatan ifadeler, zamana yüklenilen negatif bir anlayıştır.4095 Bazı mitolojilerde zamanın değiştirme ve tahrip yönünün ağırlık kazanması, Aristo'yu rahatsız etmiş olmalı ki o, bu anlayışı azaltma çabasına girişmiştir.4096
Türk mitolojisindeki Oğuz Destanı, Kaf Dağı, Gök ve mücadele, temel kavramlardır. Bunlarda, zamanın sürekliliğiyle birlikte değişimin kaçınılmazlığı, fakat buna rağmen hayatın devam ettiği, dolayısıyla devam eden hayatın bir gereği olarak törelerin ve göçün sürüp gittiği görülmektedir.4097
Mitolojilere zaman açısından bakıldığında, geçici bir zaman içinde tekrar eden bir sürekliliğin varlığı, bununla da pozitif bir sonuç elde etmenin hedeflendiği, ebediyet fikrine götüren düşüncenin buradan beslendiği görülmektedir. Ancak geçici zaman fikrine yüklenen tahrip düşüncesinin, aşırı derecede ileriye giderek ebediyet anlayışını gölgelediği kanaati, ağırlıklı olarak kendini hissettirmektedir.
Arkaik/eski dinlerde zaman devirlidir. İnsanın kurtuluşu bakımından tarihe önem verilmez. İnsanı, dünyevî hayatında eksikliklerinden kurtarmak, tüm dinlerin ortak ilkesidir. Zerdüştlüğün bir uzantısı olan Zurvan, metafizik açıdan ebedî, etimolojik olarak da sınırsız zaman anlamına gelmektedir. Geç dönem Yunan düşüncesinde ise etimolojik olarak ebed, sınırsız zaman anlamındadır. Yoksa ebed, genel olarak kullanılan zaman anlamında değildir. Ancak ontolojik olarak varoluş, varlıktan ayrı olamayacağı gibi, zaman da bu anlamda, ebedîlikten tamamen ayrılamaz ve kökenine bağlı olarak geçici bir süre için varlık sahnesinde tezâhür eder. Esasen bu dinler, gerçekliğe ve kalkış noktalarına bağlı olarak, geçiciliğin önemini konu etmeliydiler. Çeşitli faktörlerin etkisiyle, doğrusal zaman ve tarih anlayışının yanı sıra, devrî zaman ve tarih anlayışı gelişti. Devrî zaman anlayışı, İbrâhimî olmayan dinlerle, doğrusal zaman anlayışı ise İbrâhimî dinlerle farklılık göstermektedir.4098
Mûsevîliğe göre zamanın bir başlangıcı vardır, sonuda olacaktır. Devrî zaman düşüncesi aşılmıştır. Yehova, kozmik zamanda değil de, geriye döndürülmesi mümkün olmayan tarihsel bir zamanda ortaya çıkmaktadır.4099 Peygam4095]
Kılıç, s. 19
4096] Aristoteles, Fizik, trc. Saffet Babür, Yapı Kredi Yay., İstanbul, 1997, s. 209
4097] H. Ziya Ülken, Türk Tefekkürü Tarihi, Matbaa-i Ebu’z-Ziyâ, İstanbul, 1933, I, 60-70
4098] Nasr, Bilgi ve Kutsal, s. 240-246
4099] Eliade, Kutsal ve Dindışı, s. 90
- 832 -
KUR’AN KAVRAMLARI
berlik silsilesinin çok uzun bir süreci kapsaması, tarihin önemini teyit etmiştir. Ancak tarihin akışı, tam doğrusal olmadığı gibi, ulûhiyyetle özdeşleştiritmiş de değildir.4100 Ayrıca Yahûdi ve Hıristiyan geleneğinde zaman, kutsal bir tarihin aracısı olarak bilinir. Seçilmiş bir halkın başına gelen özel olaylar dizisi olarak düşünülüp çoğu kez bu gözle kutlanmıştır. Zaman, ebedî bir dönüş olarak ifade edilip, antropolojik kullanımının öncelikleri, Tanrıyla halk arasındaki sözleşme ve inanç, tek kurtarıcıda toplanan bir kurtuluş tarihinde kendini gösteren ilâhî yol olarak değerlendirilir.
Yahûdi ve Hıristiyanlıkta zamanın genelleştirilmesi, evrenselleştirilmesi ve laikleştirilmesi için bir dizi girişim yapılmıştır. İncil’deki zamanın, 19. yüzyılda, terk edilmesinin sebebi, doğru zaman türünü içermemesidir. Yani bilim adamına göre zaman, işaret ettiği olaylardan bağımsız bir değişken değildir. Dolayısıyla insanlık için anlamlı olan, olaylardan ayrılmadan, tarafsız zaman konusunda bir şey söylemek mümkün değildir. Zamanın temalaştırdığı bir söylem, zamandan bağımsız olabilir. Bu nedenle, laik zaman anlayışında zamanı temalaştırmaya ihtiyaç da yoktur. Hâlbuki Yahûdi ve Hıristiyan geleneğinde zaman, kutsal bir tarihin aracısı olarak bilinir. Onlara göre zaman, seçilmiş bir halkın başına gelen bir özel olaylar dizisi olarak düşünülmüş, çoğu kez bu gözle kutlanmıştır.4101
Geleneksel Hıristiyan düşüncesi, zaman ve mekân probleminin çözümünü, bu iki kavramın dışındaki hakikate başvurmada görmüştür. Mezkûr düşünce, Hz. İsa’nın ilk ve ikinci gelişine kadar olan doğrusal zaman fikrini, tarihe kulluk şeklinde modern dünyaya taşımıştır. “Tam olaraksa, doğrusal zaman ve tarihsel süreç anlayışının laikleştirilmesi, tarihselciliğe ve aşkın hakikatin reddine -bu, modern düşünceyi büyük ölçüde karekterize eden şeydir- sebep olmuştur”. Hıristiyanlık, zaman ve mekân probleminin çözümünü, zaman ve mekânı aşarak hakikate baş vurmada görmüştür. Hâlbuki zamanı ve mekânı kaldırarak, çözüldüğü zannedilen problemin çözüldüğünü zannetmek, varlığın tabiatına aykırıdır. Esasen problem, rolatif olan zaman ve mekâna, genel ve nesnel bir zaman yükleyen düşüncededir. Çünkü, bütün hak dinler, zaman ve mekân düşüncesinin zâhirî yanıyla, yani pratik olarak insanın kurtuluşuyla ilgilenmişlerdir.4102
Hıristiyanlık, tarihsel zamanı değerlendirirken, daha da öteye gitmektedir. Çünkü Tanrı, tarihsel olarak koşullanmış, insanî bir var oluşu üstlenmiş bir bedene bürünmüştür. Tarih kutsallaştırılmış bir hale getirilmiştir. İncil tarafından zikredilen “İllud tempus”, açıkça belirlenmiş tarihsel bir zamandır. Dinsel zamana katılan çağdaş hıristiyan, İsa’nın içinde yaşadığı, can çekiştiği ve yeniden hayata geldiği “İllud tempus”a ulaşmaktadır. Yine Hıristiyan için kutsal takvim, İsa’nın var oluşunun olaylarını, aynen sonsuz bir şekilde, yeniden ele almaktadır. Ancak bu olaylar tarih içinde cereyan etmişlerdir. Hıristiyanlığa göre zaman, İsa’nın doğumuyla başlamaktadır. Çünkü bedene bürünme, evrende yeni bir insanî durum ihdas ermektir. Kısaca tarih, Tanrı’nın dünyadaki varlığının yeni bir boyutu olarak belirmektedir. Ancak, ilkel dinlerdeki gibi efsanevî bir bakış içinde değil. Tanrının, İsa’nın bedenine bürünmesi, bir amaca, İsa’nın saâdetine yöneliktir. Dolayısıyla İsa’nın bedeni tarihidir. Zaman, artık dairevî olarak kavranılmamaktadır.
4100] Nasr, Bilgi ve Kutsal, s. 244
4101] Johannes Fabian, Zaman ve Öteki, trc. Selçuk Budak, Bilim ve Sanat Yay., Ankara, 1999, s. 20-49
4102] Nasr, Bilgi ve Kutsal, s. 245-246
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 833 -
Mûsevilikte de dairevî zaman düşüncesi aşılmıştır. “Zamanın bir başlangıcı vardır ve bir de sonu olacaktır”. Sonu olan bir şeyin, kutsiyetinden bahsedilemez. Dolayısıyla zaman içerisinde meydana gelen olaylar ve ölümler, zamana fatura edilmektedir.4103 Kur’ân’a göre ölüm, Allah’ın tasarrufundadır. Zamanı da ölümü de gerçekleştiren Allah’tır. Laik düşüncede zaman, dünyada ya da sona bağlı olarak, evrende yapısaldır. Dolayısıyla onunla birlikte var olur. Dünyanın çeşitli kısımları (en geniş anlamıyla hem doğal hem de toplumsal, kültürel bütünlükler) arasındaki ilişkiler, zamansal ilişkiler olarak anlaşılabilir. Mekân içindeki dağılım doğrudan doğruya zaman içindeki ardışıklığı yansıtır.4104
Bu dinler, gerçekliğe ve kalkış noktalarına bağlı olarak, geçiciliğin önemini konu etmemişlerdir. Bu faktörlerin sonucu olarak doğrusal zaman ve tarih anlayışının yanı sıra, devrî zaman ve tarih anlayışı, ilk astronomi bilginlerinin kanaati olarak, Yahûdi, Hıristiyan ve İslâm inançlarına göre çok uzak olmayan sonlu bir geçmişe, evrenin başlamasına dayandırılır. Bu inancın kaynağı olarak insanlar, evrenin varlığını açıklamak için bir ilk neden kavramını gerekli görmüşlerdir.4105 Hıristiyanlık, devrî zaman anlayışına parçacı yaklaşıp doğrusal bir tarzda değerlendirir. Zâhirî açıklamalarıyla İbrahim’den önce İsa’yı kabul eden Hıristiyanlık, tarihi, şu üç noktayı işaret ederek algılar: Âdem'in yeryüzüne inişi; Tanrı'nın oğlunun tarihte ikinci Âdem olarak vücut buluşu; İsa'nın tekrar gelişi ve dünyanın sonu.
Birinci tarihî olay, İsa'nın doğumu ve oğulun zaman ve tarih içinde vücut buluşuyla birliktelik kazanan bu inanç, dinî bir ortam meydana getirmiş; bu ortam, Hıristiyanlığın zayıfladığı dönemde, modern dünyayı sarmış, “tarihe kulluk” şeklinde bir putperestliğe yol açmıştır.4106 Grek ve Hıristiyanların zaman anlayışı tipseldir. Zamansallık, insanın yaratılışı ve sonluluğunun kalıpları içinde bilinebilir. Zaman, evrendeki tüm olup bitmelerdeki birbirini izleme halini kavrama formudur. Hıristiyanlığa göre bu haliyle tüm varlık, zaman içinde kavranabilir. Oysa Tanrı zaman dışıdır. Buna karşıt bir zaman anlayışı Platon’un Timaios diyalogunda görülmektedir. Dolayısıyla Grekler için zaman modeli, zorunlu çembersel bir harekettir. Çembere en yatkın hareket ise çizgi formudur.4107 Manc’ın, tarihi ulûhiyyet yerine koyuşu, Hıristiyanlığın mirasıdır. Hıristiyanlığın güçlü dönemlerinde azizlerin ve kurucuların4108 hayatlarındaki önemli olayların tekrarıyla, günlerin geçişi ve olaylar kutsallaştırılmıştır.
Tarih kelimesinin sözlük anlamı da vakit bildirmek demektir. Kısaca tarih, zamanın olaylarını somut olarak vakitlendirmektir.4109 Hâlbuki Kur’ân, vakitlendirme yapmadığı gibi, olayların önce ve sonrasını önemser. Şartlara ve olaylara göre değerlendirmelerde bulunurken, zamanın her türünü insanın sahip olduğu en kıymetli değer olarak telakki eder.
4103] Eliade, Kutsal ve Dindışı, s. 90-93
4104] Fabian, s. 31
4105] Stephen Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, trc. Sabit Say-Murat Uraz, Milliyet Yay., İstanbul, ts., s. 18-19
4106] Nasr, Bilgi ve Kutsal, s. 245
4107] Alwin Diemer, Günümüzde Felsefe Disiplinleri, -Ontoloji-, trc. Doğan Özlem, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1997, s. 127
4108] Nasr, Bilgi ve Kutsal, s. 45
4109] el-Câbirî, Muhammed Âbid, Arap-İslâm Kültürünün Akıl Yapısı, trc. Komisyon, Kitabevi, İstanbul, 1999, s. 254
- 834 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Câhiliye Araplarında Zaman
Eski Araplar zaman kavramı hakkında çok net bir anlayış ortaya koymaz. Çok sayıda gizli ve bozuk şeyler, zamana işaret eden ıstılahların çokluğu, zamanı inkâr, ispat, çekimser olarak belirginleşen fikirlerin çokluğu, söz konusu kavramın netleşmesine engel olan sebeplerin başında gösterilmiştir. Eski Araplar, bu kavramı ifade etmek için zaman, dehr, vakt, hîn, müddet, ezel, ân, yevm kelimelerini kullanıyorlardı.4110 Gün isimleri, Âd ve Semûd kavimlerine dayanmaktadır. Onlara göre Cuma günü, her millet için önemli bir gündür. Bu gündeki toplantıya, Perşembe gününden itibaren hazırlanılır. Cumartesi günü iş bırakılmasına rağmen, bir tatil anlayışı yaygın değildir. Ayların da farklı isimleri vardır. Kureyş lügatine göre Zilhiccenin Câhiliyedeki adı Mu'temirdir.4111 Yıllık takvim hesaplamalarında kozmolojiden ve ona ait bir gök cisminden yararlanılırdı. Doğuda bir yıldızın doğuşu ve Batıda bir yıldızın batışına dayandırılan bu hesap, on üç gün sürmekteydi. Üç yüz altmış beş gün olarak hesapladıkları yılda, dört mevsim anlayışı göze çarpmaktadır.4112
Kur’ân’ın nüzûlü sırasında Araplar, güneşin yerden binlerce metre yükseklikte olduğunu düşünürken, Kur’ân bundan tamamen farklı bir yaklaşımla güneşin yerden milyonlarca mil uzaklıkta olduğuna işaret etmektedir.4113 Bu durum, Arapların, zaman ölçeklerinden olan güneş hakkında yeterli ve sağlıklı bilgiye sahip olmadıklarını göstermektedir. Zaman ölçeği ve onunla ilgili bilgileri sağlıklı olmayan Arapların, zaman hesaplamalarının tam olarak doğru olduğu söylenemez. Daha önce işaret edildiği gibi zamana işaret eden ıstılahların çokluğu, zaman kavramı ile ilgili fikirlerin karmaşıklığı ve net olmayışı da güneşin yerden uzaklığı hususunda, yanlış bilgiye sahip olabileceklerini doğrulamaktadır. Arapların biyolojik zaman ölçümlerini kullandıkları, develerin yaşını, doğurduğu yavru sayısı ile hesapladıkları bilinmektedir.4114 Kur’ân öncesi zaman anlayışında karamsarlık hâkimdir. Mantıkî tutarlılığı olmayan bu düşüncede, yaratıcı Allah’tır. Yaratmadan sonra onun işi bitmiştir. O, sadece yaratıp geriye çekilir. Yürütme, despotik bir yapı sergileyen “dehr”in elindedir. Dehr, yıkıcı ve öldürücülüğünü değişik isimlerle yürütmektedir. Arapları, yaratılışın başlangıcı ve Yaratıcı fazla ilgilendirmiyordu. Zihinleri ölüme kodlanmış, Araplara göre, ölümden öteye ba’s ve âhiret diye bir inanç, bir başka ifade ile “ölümden öte bir köy” yoktu.4115
“Biz sadece toprak altına giren cesetlerle, rüzgâr gibi uçup giden ruhlardan ibâret değil miyiz” şeklindeki ifade, Arapların ölüm sonrası hakkındaki inançlarını
4110] İbrahim el-’Âti, ez-Zemân fi’1-Fikri’l-İslâmî, Dâru’l-Muntahabi’l-Arabî, Beyrut, 1993, s. 49-66
4111] Ebû Bekr ‘Abdullah İbn Hüseyin İbn İbrahim İbn Hüseyin es-Sekafî İbn Âsim, Kitâbu’1-Envâ’ ve’1-Ezmine ve Ma’rifeti A’yâni’l-Kevâkib, nşr. Hüseyin Elmalı, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara, 1997, s. 62
4112] Muhammed Esad, İslâm Tarihi, sad. Ahmet Lütfi Kazancı-Osman Kazancı, Marifet Yay, İstanbul, 1995, s. 153, 19 nolu dipnot
4113] Ahmed Hanefî, et-Tefsîru’l-’İlmî li’1-Âyâti’l-Kevniyye fi’l-Kur’ân, Dâru’l-Me’ârif, Mısır, 1119, s. 269-270
4114] İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’âni’l-’Azîm -Tefsîru İbn Kesir-, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-’Arabî, Beyrut, 1969, II, 108; el-Beydâvî, el-Kâdî Nâsıruddîn, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, Mısır, ts., l, 361; Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Eser Kitabevi, İstanbul, 1971, III, 1823
4115] Toshihiko Izutsu, Kur’ân’da Allah ve İnsan, trc. S. Ateş, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, ts., s. 7, 155-167; el-’Âtî, s. 49-66
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 835 -
özetlemektedir. Ölüm sonrası bir inancın olmayışı sebebiyle, gözlerini ve gönüllerini dünyaya çeviren bu düşüncenin sahipleri, dünyada ebedîleşmenin imkânını ararken “dehr” in ebedîliğine katılmayı kendilerine düstur edinirler. Kur'ân'ın işaretiyle mallarının kendilerini ebedîleştireceğine inanırlar.4116 Bu psikoloji ile hayatı bu dünyadan ibaret görüp, ölümün “dehr”den geldiğine inanır, çıkış noktalarını tamamen zanna dayandırırlar.4117 Görünen o ki bu düşüncede olanlar, gerçekte olmasa da görünürde “dehr”e ilahlık vermiş gibidirler.4118 Başlarına gelen felâketten dolayı dehre söven şâirlerin varlığından söz edilmektedir.4119 Astronomi ve fizikle uğraşan Araplarda, “esir” düşüncesi âlemi doldurur ve cisimlere hayat verir. Daha sonraları “dehrî” diye adlandırılan bu düşüncenin sahipleri, duygularla bilinen âlemden ötede bir mâna âlemi tanımazlar.4120
Kur’ân öncesi dönemde hayat anlayışı karanlık ve esrarengizdir. Bu düşünce, beşikten mezara kadar, ferdin hayatına el atıp, onu zulmünün pençesi altında tutmaktadır. Kısaca kader denilebilecek bu inanç, yarı insan olan bir yıkıcı kuvvet olarak düşünülmüştür ki, bu kuvvet, her şeyi mahvetmekle kalmamakta, hayat boyu, insana her türlü ıstırap ve felâket getirmektedir. (Câhiliye Araplarının “zaman” kavramıyla ilgili bu şirk anlayışı, “felek” kavramıyla Türklere de geçmiştir. Hâlâ deyim, atasözleri, şiir ve şarkılar halinde felek, hem olayları yönlendiren ve hem de çatılıp kızılan tuhaf bir tanrı niteliğinde değerlendirilegelmektedir.) Nitekim şâir (câhiliye devrinin meşhur şâirleriden biri) bu durumu şu beytiyle vurgulamaktadır: “Eğer başlar (daki saçlar) ihtiyarladı (ağardı) ise, bu, asrın işidir. Bütün küçüklerin sonu ihtiyarlamaktır”. Kader anlayışına işaret eden bir başka beyit ise şöyledir: “(Bana) bir felâket erişince kaderin yaptıklarından vah bana demem”. İşte çaresiz karamsarlığın kökleri kader düşüncesinin altında yatmaktadır. Dehr’in yazılmış bir mektup gibi olduğu, kimsenin ecelinden sonraya kalamayacağı, en-Nabiğa (604)’nın bir şiirinden anlaşılmaktadır.4121
Ecel anlayışını da beraberinde taşıyan bu inanç, Câhiliyede kısmen de olsa taraftar bulmuştur. İşte Lebîd4122 bunlardan biridir. O, kadere kazaya, ecele inananlar arasındadır. Cennet ve cehennem kelimeleri, her ne kadar o dönemde biliniyorsa da, Arapları dinsizliğe götüren Nihilizm (her şeyi inkâr eden anarşik felsefî görüş), Mekkeliler arasında da yaygındı. Bu düşünceye göre ölümden sonra hiçbir şey yoktur. İşte ölüm, bundan ötürü korkutucu ve ürkütücüdür. Kur’ân öncesinde “dehr” yerine kullanılan meniyye, himâm, menûn ve menâyâ kelimelerinin hepsi de ölüm anlamında mevt kelimesinin yerinde kullanılabilir. Fakat mevt kelimesi, biyolojik bir olayı ifade ederken, bu kelimeler, insan kaderiyle ilgili semantik alana aittir.4123 Mezkûr kelimeler, despotik bir güce sahip olup, insanı dönüşü olmayan bir yokluğa itmektedir. Hâlbuki mevt, ruhun bedeni terk edişiyle, yeni bir dönemin habercisidir. Bir başka ifade ile mevt, insanın değişimle yoluna devam edeceği anlamını ifade etmektedir. Kur’ân öncesi dönemde
4116] 104/Hümeze, 2
4117] 45/Câsiye, 24
4118] Kılıç, s. 18-19
4119] Ebu’l Alâ’ el-Ma’arrî, s. 428
4120] Esad, s-228-277
4121] Izutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, s. 160-167
4122] 41/661
4123] Izutsu, a.g.e., s. 111-113, 161
- 836 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“dehr”, zamanın da yöneticisi durumundadır. Geceyi ve gündüzü üzerimize salan dehrdir. İşte Hatim et-Tâî’ (605)nin şu beyti bunu göstermektedir: “Dehr, gündüzden sonra geceyi bize çevirirken, biz yok oluruz, ama o devam eder”4124 Yine bu dönemde hayatın kaynağını maddeye dayandıran bazı kâhin ve felsefeciler görülmektedir. Onlara göre âlem, ezelî, zaman ve mekân sınırsızdır.4125 Kur’an öncesi ve Kur’an’ın nuzûlü sırasında “dehr”, müddet ve zamandan farklı bir anlama sahiptir.4126
Bütün bunlardan yola çıkarak Kur’ân öncesi anlayışta, uzak geleceğe ait bir inancın olmadığını, yakın geçmişle ilgilenildiği söylenebilir. Araplar, Allah inancına sahip olsalar bile, parçacı bir yaklaşım şekliyle, şirk içerisindedirler. Oysa tevhid, bir bütünlük arz eder. Hâlbuki onlar, insanın geleceği olan uhrevî zamana inanmamaktadırlar. Kur’ân’a göre, gelecek/âhirete iman, imanın şartlarından biridir.4127 Araplarda ise taklitçilik, devralınan mîrastır. Kabilenin âdeti her şeydir. Kur’an’a göre Arap toplumu, sabahı ve akşamı, sürekliliği ifade etmek için kullanıyordu.4128 Araplardaki zaman anlayışı hem dairevî4129 4130 hem de doğrusaldır. Gündüz, gece, hafta, ay ve sene gibi ölçümler, dairevî zamanın; kesintiye uğramadan devam eden “dehr”4131 ve geçmişin hesap edilmesi4132 gibi hususlar ise doğrusal zamanın nitelikleridir. Her iki anlayışta bulunan ardışıklık, öncelik ve sonralık bâriz bir şekilde4133 olayların akışı ile ortaya koyulmaktadır. Pratiğe alışık olan Araplar, Yunanlılar gibi zamanı gerçek dışı olarak kabul etmezler. Çünkü zamanı, hâricî ve nesnel olarak kabul eden bir tez, birçok güçlükler ortaya çıkarır.4134
Nitekim Kur'ân da, Arapların, geçmişlerine bağlılıkları, efsânevî inançları, olayları tasnif etmeleri, öncelik ve sonralığı bilmeleri, bir tarih kültürüne sahip olmalarını haber verirken, onların çizgisel/doğrusal zaman anlayışını ortaya koymaktadır. Ayları ve günleri hesap etmeleri, haram ayları bilmeleri, nesî' ile zaman ayarlaması yapmaları, gökteki ay ve onunla ilgili değişimleri fark etmeleri gibi hususları haber verirken de dairevî zamanı bilip işlettiklerini, belirtmektedir.4135
Varlığın Tabiatı ve Zaman
Zaman, varlığın ne dışında ne de içinde bir şeydir. Varlığın bizzat kendisidir.4136 Boyutlar, maddî cismin bir özelliğidir; fakat dışta bir varlıkları yoktur. Zaman
4124] İbn Manzûr, IV, 292; Hatim et-Tâî, İbn ‘Abdillâh, Dîvânu’ş-Şi’r, nşr. ‘Âdil Süleyman Cemâl, 3. baskı, Kahire, 1990, s. 202-203
4125] Esad, s. 228
4126] el-Câbirî, Arap-İslâm Kültürünün Akıl Yapısı, s. 248
4127] 2/Bakara, 4
4128] 25/Furkan, 5
4129] 5/Mâide, 52; 9/Tevbe, 98; 48/Fetih, 6
4130] el-Kurtubî, Ebû ‘Abdillâh Muhammed İbn Ahmed, el-Câmi’ li Ahkâmı’1-Kur’ân, Dâru’l-Kütübi’l-İImiyye, Beyrut, 1988, VI, 141; Yazır, III, 1712
4131] el-’Âtî, s. 67-68
4132] İbn Kesîr, II, 108; el-Beydâvî, I, 361; Yazır, III, 1823
4133] ez-Zeccâc, Me’âni’l-Kur’ân ve İ’râbuhu, nşr. ‘Abdulcelîl ‘Abduh Şelebî, Beyrut, 1988, II, 205; Hâlim et-Tâî, İbn ‘Abdillâh, Dîvân, nşr. ‘Abbâs İbrahim, Dâru’I-Fikri’l-‘Arabî, Beyrut, 1995, s. 22
4134] İkbâl, s. 106-107
4135] Faiz Kalın, Kur’an’da Zaman Kavramı, Rağbet Yayınları, s. 17-34
4136] A. Kadir Çüçen, Heidegger’de Varlık ve Zaman, Asa Kitabevi, Bursa, 1997, s. 119
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 837 -
da maddî cismin bir başka boyutudur.4137 Eş’arîlerin, Allah’ın yaratıcı faâliyetine nasıl başladığını “Her şeyin hazineleri yalnız Bizim yanımızdadır. Biz onu ancak belli bir ölçü ile indiririz”4138 âyetine dayandırdığını naklederken, bu görüşe katılmaktadır.4139 Bu âyet ve açıklamalardan ise makro bir âlemin var olduğunun sinyali verilmektedir. Bilimin kozmik arka plan deyip, büyük patlamaya öncelik saydığı, ısı ışınımı, yumuşak bir kümelenmenin erken aşamaları ile başlayan bir âlem olmalıdır.4140 Böyle bir âlemde zamanın ölçüsü ve ölçümü olmasa da bir uzamdan bahsedilmesi,4141 orada zamanın var olduğu halde ölçülemediğini göstermektedir. Çünkü maddî cisimlerin zamanı, bu dünya ve gezegenlerin dönüşünden ileri gelmektedir.4142 Bu zaman; geçmiş, şimdiki ve gelecek zamana bölünebilir. Ancak bu zamanın niteliği, ilk günü geçmeden, ikinci günü gelmeyecek tarzdadır.
Maddî olmayan cisimlerin zamanı ise sıra takip etmesine rağmen günlerin her biri, maddî cisimlerin birer yılına eşittir. Maddî olmayan cisimlerin zamanından kademeli olarak gidildiğinde en son İlâhî zamana varılır. Bunda süre diye bir şey yoktur. Bu sebeple bunun ne bölünmesi, ne sıra takip ermesi ve ne de değişmesi meselesi ortaya çıkar. Bu zaman, ebediyetten de üstün başı ve sonu olmayan zamandır. Allah’ın varlığının önceliği, zamanın önceliğinin bir sonucu olmayıp, zamanın önceliği, İlâhî zâtın önceliğinin bir sonucudur. Bu itibarla İlâhî zaman, Kur’ân-ı Kerim’de “Ümmü’l-Kitâb (kitapların anası)”4143 olarak tanımlanan zamandır. Bu zaman, sebebi ve sonucu sırasından bağımsız olarak, bütün tarihi ebediyet üstü şimdide toplamıştır.4144 Bu mutlak zaman anlayışı, parçalara bölünmeden mutlak varlığı ifade eden, el-Kindî4145’nin tartıştığı “ezel”4146 İbn Arabi’nin adına “zamanların zamanı”, “dehr-i evvel”, dediği şeylerle örtüşen, insanın varsayımını ortadan kaldıran, insana bağımlı olmayan zamandır. Bu temellendirmeye göre, rölatif olan zaman için lâzım gelen sakıncalar, mutlak zaman için lâzım değildir. Hâlbuki kelâmcıların bir kısmına göre bir şey ne şimdi, ne gelecekte, ne de geçmişte var değilse, onun varlığı imkânsızdır. Temel kabulü mutlak zaman olan düşünce, zamanlardan (geçmiş, gelecek, şimdi) hiç birisinde var olmayan bir şeyin, var olamayacağı düşüncesiyle de çelişmektedir. Kısaca kelâmcılar, hareket ve zamanı, gerçekte olmayıp varlığa bağlı olarak kabul etmektedirler. Mutlak zaman anlayışını reddedenlerin yaklaşımı kısaca şöyledir:
Eğer zaman mevcut olsaydı, Allah için de bir ölçü olacaktı. Ayrıca şu andaki
4137] Abdulkerîm Surûş, Evrenin Yatışmaz Yapısı, trc. Hüseyin Hatemi, İnsan Yay., İstanbul, 1995, s. 62). Muhammed İkbâl (1357/1938
4138] 15/Hicr, 21
4139] İkbâl, s. 97-101
4140] Paul Davics, Son Üç Dakika, trc. Sinem Gül, Varlık Yay., İstanbul, 1999, s. 37-38
4141] en-Nîsâbûrî, el-Hasan İbn Muhammed İbn el-Hüseyin el-Kamî, Garâ’îbu’l-Kur’ân ve Regâ’ibu’l-Furkan, nşr. İbrâhîm Atve ‘lvad, Şirketu Mektebeti ve Matba’ati Mustafâ el-Bâbî, Kâhire, 1962, XXVI, 92-94
4142] Fahruddîn er-Râzî, Alî, et-Tefsîru’1-Kebîr (Mefâtîhu’1-Gayb), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1990, XVIII, 186
4143] 3/Âl-i İmran, 7
4144] İkbâl, s. 107; et-Tabâtabâî, Muhammed Hüseyin, el-Mîzân fi Tefsiri’l-Kur’ân, Müessesetü’n-Neşri’l-İslâmî, Kum, 1417, III, 53-54; krş. el-Câbirî, Arap-İslâm Kültürünün Akıl Yapısı, s. 469
4145] 258/872
4146] el-Kindî, Ebû Yûsuf Ya’kûb İbn İshâk, Resâ’ilu’l-Kindî el-Felsefiyye, nşr. Muhammed ‘Abdulhâdî Ebû Bureyde, Matba’atu Hassan, Kâhire, 1978, s. 45-47; el-Câbirî, Arap-İslâm Kültürünün Akıl Yapısı, S. 469
- 838 -
KUR’AN KAVRAMLARI
hareket, mevcut; geçmiş ve gelecekteki hareket ise mevcut değildir. Oysa Allah mevcuttur. Eğer zaman hareketin ölçüsü olsaydı, her varlığın ölçüsü olacağından Allah'ın da ölçüsü olması gerekirdi. Allah, her zaman vardır; zaman ise her zaman mevcut değildir. Diğer yandan zaman sâbit olmadığına göre, sâbit olan Allah'a uygulanamaz. Eğer zaman sâbit kabul edilirse; sâbit olmayan harekete uygulanamaz.4147 Mutlak zaman anlayışı, varlığın geçicilik ve dâimîlik diye zıtlıkları uzlaştıran bir belirtiyi ortaya koymaktadır. O nedenle varlığın zamanını kozmolojik, biyolojik veya jeolojik oluşumlardan ibâret saymak, varlığın geçiciliğine ait zamanı ortaya koymak olur. Mutlak zaman anlayışı böyle bir zamanın, yaratılış fiili ile oluştuğunu kabul etmekte, “gecenin ve gündüzün değişmesi O’nun eseridir”4148 âyetini de buna delil göstermektedir.4149 Ayrıca mutlak zaman anlayışını savunanlar, bu âyeti geçiciliğe delil gösterirken; kendi savundukları mutlak zaman anlayışına delil gösterememektedirler. Temelini felsefî düşünceden alan mutlak zaman anlayışına delil olabilecek bir nass ve bilimsel tez mevcut değildir.
Eğer geçicilik olmasa, süre de olmazdı. Dolayısıyla varlık kendini ortaya koyma imkânını bulamazdı. Çünkü varlık, kendisini, bir anda tam olarak ortaya koyamamaktadır.4150 Kimse taneye bakarak onun tekrar taneler verinceye kadarki aşamalarını izlemeden, söz konusu taneyle ilgili aşamaların niteliklerini algılayıp anlatamaz. Alınan besinlerin süt ve kan olabilmesi bir anda gerçekleşememektedir. Mide, bağırsak, ciğer ve damarlar gerekli işlemleri yaptıktan sonra bu sonuca ulaşılmaktadır.4151 Yine bütün faziletler ve ruhî olgunluklar zamanla kazanılır. Gazların oluşumu ve değişimi, galaksilerin evrimi, hep zamana bağlı olarak meydana gelmektedir.4152 Her şeyi vaktinde yapan “sâlik”, mutlak zamanı yakalar,4153 şeklindeki kanaat de felsefî düşünceye dayanmaktadır. Tedrîcen hayatını bir plân dâhilinde tanzim eden insan, zamanı, ruhun tabiatına uygun olarak kullandığında “fena” mertebesine ulaşır.4154 Çünkü hayat, hastalık, kazanmak ve kaybetmek zamanın ayrılmaz bir karakteridir.4155 Olaylar, tecrübe ve imtihan zaman içinde gerçekleşmektedir. Öncelik ve sonralık, değişim, dünya ve âhiret, âmel, mükâfat ve ceza hep zamanın ürünüdür. Oruç ve hac gibi dinî,4156 borçlar, îcâr, sözleşmeler gibi sosyal hayatın gerekleri, hâmilelik gibi biyolojik gelişmeler,4157 hep zamana kodlanmış hususlardır. Ömrün boşa gitmemesi, değerinin anlaşılması ve ona göre yaşanması için Allah, Kur’an’da, asra yemin etmekte4158 ve rahatlamayı bekleyen insana zararda olduğunu bildirmektedir.4159 Varlık her an başka bir haldedir. O nedenle zaman değişmektedir.4160 Burada
4147] el-Cürcânî, Şerhu’l-Mevâkıf, Matbaai Amire, İstanbul, 1311, II, 49, 58, 67-69
4148] 23/Mü’minûn, 80
4149] İkbâl, s. 109
4150] Nurettin Topçu, Bergson, Hareket Yay., İstanbul, 1968, s, 13
4151] 16/Nahl, 66; er-Râzî, Tefsir, XX, 52-55
4152] Alan Lightman, Yıldızların Zamanı, trc. Murat Alev, Tübitak Yay., Ankara, 1998, s. 69-80
4153] Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yay., İstanbul, 1991, s. 509-510
4154] el-Kuşeyrî, Kuşeyrî Risalesi, trc, Süleyman Uludağ, Dergâh Yay., İstanbul, 1978, s. 168
4155] Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, IX, 6071-6072
4156] 10/Yûnus, 5; 17/İsrâ, 12; 64/Teğâbun, 17; er-Râzî, Tefsir, VII, 94; XXX, 26
4157] 46/Ahkaf, 15; er-Râzî, Tefsir, XXIV, 115; Yazır, 1, 683-684
4158] 103/Asr, 1
4159] Yazır, IX, 6071-6072
4160] er-Râzî, Tefsir, XXVIII, 210; Muhyiddîn İbn ‘Arabî, Fusûsu’l-Hikem, nşr. Ebu’l- ‘Alâ ‘Afifi, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut, ts. I, 28
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 839 -
sözü edilen an, zamanın en küçüğü ve dakiki olarak değerlendirilmiş, zamanın büyüğünün hesaplanamıyacağının altı çizilmiştir.
İbn Arabi’deki “tecdîdu’1-halk” nazariyesi Eş’arîlerdeki “cevher-âraz” görüşüne benzer. Buna göre cevher, daimî; âraz ise değişkendir. Bir âraz iki “an”da devam etmez.4161 Allah birdir, çokluk ondan sudur etmiştir ve bu, bir süreç içerisinde olmuştur.4162 Gelecek bugün görünmez, yarın görünür. Bu gün akılla var kabul edilen/gayb, yarın duyu organlarıyla kabul edilebilir. Dünya, gayba intikal etmiş olan geçmiş ile, gayptan gelecek olan arasındaki bir noktada bulunan, şimdideki bir halkadır. Dolayısıyla varlığın sınıfları ve bu sınıfların her ânı, farklı farklı âlemler oluşturur”4163
Ekonomik hayat, ona ait düzenlemeler, ister geçici, ister ebedî olsun metâ 4164 saymak, zabıt tutmak,4165 öncelik-sonralık4166 tesbitleri, negatif cephedeki ribâ, kesb gibi kavramlar zamansaldır.4167 Bilginin değerlendirildiği anda, geçip gitmiş olan şeylere dayanması gerekir.4168 Endişe ve üzüntü gibi durumlardan Allah’a sığınan Peygamber, zaman içerisinde farklı deneyimlerden geçen mü’minin yara almadan kurtulmasını amaçlamaktadır.4169 İnsan zamandan tecrit edildiğinde, değer yargıları da ortadan kaldırılmış olur. Zira insan, kendisine tanınan zaman içerisinde belirginleşir; değer yargılarını ortaya koyar. Bunlara bağlı olup olmama yönünden hem insanlar, hem de İlâhî adâlet indinde bir değerlendirmeye tabi tutulur. İnsan hayatının tanzimi, zamanın işaret ve ölçümleri sayesinde bir anlam bulur ve kolaylaşır. İşte saat, böyle bir hizmeti icra eden bir ölçüm âletidir. Kültürel zamanın çeşitliliği, fiziksel zamanın bir mesafelendirilme aracı olarak kullanılması aynı paraleldedir.4170 Peygamber ve kitapların gönderilişi,4171 İnsanın kendini yenilemesi, tecrübe, ilim ve mal edinmesi zaman sayesinde olur.4172 Zamanın tabiatı, varlığın menfaati, münhasıran insanlığın mutluluğu içindir. Gece ile gündüzün meydana gelmesinde, varlığın yaratılışına konulan kanun hâkimdir. Geceyi yaratan, uykuyu da yaratmıştır. Bütün canlılar, güçlü olsun zayıf olsun hepsi, gecede dinlenir. Zamanın tabiatı değiştirilirse; kümeste lamba yakarak tavukları yanıltıp, yem yedirilip fazla yumurtlattırılırsa, tavukların ömrü kısalır. İlaçlarla işçileri uyutmayan işverenler, ilk altıncı saatte dikkatsizliğin başladığını görecektir. Dolayısıyla bu da işe ve üretime negatif olarak yansıyacaktır.4173 Ârızî olan, zararlıdır. İnsanın fıtratında ilim, vazife, uhuvvet, hukuk, içtimaiyat vardır. Günah, isyan, kin, düşmanlık, zatî ve fıtrî değildir. Yeryüzünde
4161] el-Câbirî, Arap-İslâm Kültürünün Akıl Yapısı, s. 255, 468
4162] Nasr, Seyyid Hüseyin, Molla Sadra ve İlahî Hikmet, trc. Mustafa Armağan, İnsan Yay., İstanbul, 1990, s. 78
4163] Öztürk, s. 34, 146
4164] F. Râzî, Tefsir, XII, 5
4165] 83/Mutaffifîn, 9
4166] Râzî, a.g.e., XXII, 111
4167] Yazır, II, 908-909, 953
4168] Fabian, s. 99
4169] Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned, el-Mektebetü’1-İslâmî, Beyrut, ts., III, 38, 122
4170] Fabian, s. 53
4171] 29/Ankebût, 27
4172] İbn Kuteybe, Ebû Muhammed ‘Abdullah İbn Müslim, Tefsîru Garibi’1-Kur’ân, nşr. es-Seyyid Ahmed Sakar, Beyrut, 1978, s. 490-495; Kılıç, s. 22
4173] Hekimoğlu, İsmail, H. Hüseyin Korkmaz, İlimler ve Yorumlar Türdav, İst, 1978, s. 262, 362
- 840 -
KUR’AN KAVRAMLARI
insan ezelî ve kadîm değildir. Bilâhere tedrîcen meydana gelen tenasül, başlangıçta mevcut değildir. İlk insan4174 yerin tam bir devrinden sonra bir yaratılış olayıyla varlık âlemindeki yerini almıştır. Bugün, kanun olan neslin devamı, başlangıçta hârikadır.4175
Bazen zamanın küçük bir parçası, büyük bir kısmından daha değerlidir. Allah’ın kuşluk vaktine mukabil bütün geceyi zikretmesinin4176 sebebi, gündüzün bir tek saati bile bütün geceye denk oluşundandır. Gündüz sevinç, ferahlık; gece ürkeklik ve endişe vaktidir. Duhâ süresinin 1. ve 2. âyetleri, dünyanın keder ve üzüntülerinin, sevinç ve rahatlıklardan daha fazla ve sürekli olduğuna işaret etmektedir. Çünkü kuşluk vakti tek bir saattir, gece ise birçok saattir. Kuşluk buluşup tanışma, harekete geçme vakti olduğundan, haşre benzer. Gece, insanların, kabrin karanlığında sükûna erişlerinin bir benzeridir. Ne var ki üstünlük, ölüme değil hayata, ölümden sonra da ölüm öncesine aittir.4177
“Varlığı ortaya çıkartan, onu aydınlatan, belirgin yapan, gizemini ortadan kaldıran zamandır”4178 Edimsel (fiilî) zaman sonludur. Sonsuzluk, zamanın biçiminin içsel niteliğidir. Olaylar açısından bir olayın sonsuza kadar aynı olacağını söylemek zordur. Ancak başka bir şekilde olabileceği söylenebilir.4179 Şu halde hem olay, hem varlık ve hem de zaman, değişimle varlık sahnesinde yoluna devam etmektedir. Sonluluk, sonsuzluğun çok önemli delili sayılmalıdır.
Kur’an’da zaman, yemine konu olmuş çok önemli bir kavramdır. Allah’ın, yarattığı şeylerden bazılarına yemin etmesi, yemin edilen şeyin, Allah’ın en büyük âyetlerinden olması sebebiyledir. Geceye yemin, onun örtü ve sükûn olmadaki azametindendir. Duhâ âyetlerinde, yemin edilen şey, maddî bir şekil, hissî bir olaydır. Bu vakitte ışık, parlak olup; bundan sonra gecenin gelmesine, sükûnetine şâhit olunur. Bir günde, ikisi birlikte yaşanır. Kâinatın sisteminde bir aksama olmaksızın duhâ ile gece peş peşe gelmelerine rağmen, biri diğerini inkâra sevk etmez. Yahut “gökler yerleri bırakıp gitti de onu karanlığa ve yalnızlığa terk etti”; diye değerlendirilmemelidir. Gündüzün kuşluğunda, ışığın parlak bir seviyeye gelişinden sonra, aynen böylece Peygamber’e doğan vahiy ışığı ve alışkanlığı, fetret dönemi ile terk edilmemiştir. Vahyin Peygamber’e nüzûlü “kuşluk vakti” mesâbesindedir. Onunla gelişip büyüyecek olan her şey hayat bulacaktır. Bundan sonraki durum ise geceye benzer. Gece, istirahat ve mutluluk zamanıdır. İlk vahiy de şiddetli başlamış, fakat mutlu bir ara verilmiştir. İşte buradaki yeminle, Allah'ın rubûbiyyet ve hikmetine işaret için gece ve gündüz zikredilmiştir. Kuşluk vaktinin nuru ile vahyin nuru birbirine mutâbıktır. Fetret ise gecedir, gecedeki dinlenmedir. Kuşluk vakti, bu vakitte kurban edilen hayvanları hatırlatır. Onlar vâsıtasıyla yaratıcıya yakınlaşma amacı söz konusudur. Kuşluk vakti, gündüzün tamamı olmamasına rağmen, gecenin tamamına denk olarak açıklanmıştır. Kuşluk vakti ve vahyin kesilişinin, zamanın noksanlaşıp eksilmesi
4174] 2/Bakara, 30
4175] Yazır, I, 298-299
4176] 93/Duhâ, 1, 2
4177] F. Râzî, Tefsir, XXXI, 189
4178] Çüçen, s. 116
4179] Ludwig Wittgenstein, “Felsefe Notları’ndan “Zaman Üstüne”, trc. Doğan Şahiner, Cogito, sayı.: 11, Yapı Kredi Yay, 1997, s. 55-57
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 841 -
şeklinde açıklama, eleştiriye uğramıştır.4180 Gece, gündüz, kuşluk, güneş ve aya yemin, Allah’ın bizzat fiiline, dolayısıyla ona götüren şeylere, ilmi, kudreti, hikmeti ve tevhidindeki kemâle işaret eden sanata yemin etmektir. Güneş, ay, gece, gündüz yavaş yavaş insanların tanık oldukları şeylerdir. Bu hâdis (sonradan var) olanların bir muhdisi/var edeni olduğunu anlarlar. Dolayısıyla hâdisi bilmek, muhdisi bilmek demek olup, onu lafzen zikir yerine geçer. Yeminde esas olan, üzerine yemin edilen şeyin gerçekleşmesini ve güç kazanmasını sağlayıp, gerçek ve zâhir olan şeylerle, gâip olanı ispat etmektir.4181 Ayrıca Kur’an’da yeminlerin kudsiyet arz eden şeylere yapıldığı görülmektedir. Bu ise, yemin edilen kavramların, mühim hâdiselerin meydana gelme zamanı olması yönünden önemlidir. 52/Tûr sûresi 1-4. âyetlerde geçen tûr kelimesi, insanı Hz. Mûsâ’ya ve onun vahye mazhar olduğu döneme; Kitab, Tevrat, Kur’ân, Levh-i Mahfuz gibi mühim olan anlara ve dönemlere; Beyt-i Ma’mur, Kâbe veya semâda meleklerin tavaf ettiği makama götürmektedir.4182 İnsanın bin yıllık ömrü olsa, bu ömrünü zâyi etse ve son ânında tevbe etse, kendini ebedî olarak cennette bulur. Böylece insan için en kıymetli şey, o anda yaşamasıdır. Dolayısıyla dehr ve zaman, temel nimetlerdir. İşte bu yüzden Allah zamana yemin etmiştir. Gece ve gündüzün, mükellefin zâyi ettiği bir değer4183 olduğu gerçeğinin altı çizilmiştir. Zaman, mekândan üstündür. Binâenaleyh Allah’ın mülk ve melekûtundan en kıymetli olanı zamandır.4184
Her şey zaman sâyesinde kazanılır; zamanla mekâna ulaşılır. Fakat hiçbir mekân ve mevki, zamana hükmedemez. Hz. Peygamber’in, insanların çoğunun aldandığı iki nimetten biri olarak zikrettiği “boş vakit”4185 zamanın değerini ortaya koymaktadır. Eski Araplarda, zamanla konuşma âdeti vardı. Araplar, şartlı konuşarak cevabını söylemezlerdi. İlginç bir şey gördüklerinde onu görmeyenlere haber verirken “Keşke falanca gün falanca yerde olanları bir görseydin”; diyerek haberlerini zaman belirterek sunarlardı. Kur’an da Arapların bu durumunu dikkate alarak, zamanı aynı üslâpla kullanmıştır. “Keşke zâlimler azâbı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu anlayabilselerdi”4186 âyetinin mânâsı “keşke dünyada iken bunu anlayabilselerdi” şeklinde4187 açıklanmıştır. Yine Câhiliyede zarar ve ziyan, zamanın belâ ve musibetlerine bağlanır, ondan olduğu söylenirdi. Böylece Allah, zamana ve asra yemin etmek sûretiyle, zaman ve asrın kendisinde kusur bulunmadığını, mükemmel bir nimet olduğunu belirtmiştir. Asrın geçmesiyle insan ömrünün kısaldığını, insana verilen sürenin azaldığını kasdetmiştir. Onun mukabilinde kesb ve fiil olmayacağına, geçen zamanın geri getirilemeyeceğine göre bu noksanlaşan ömür de zarardan sayılır. İşte insan bu yüzden hüsrandadır.4188 Ayrıca asr’da ibrete değer çok şeyler vardır. Gece ve gündüzün, hafta ve ayların, yıllar ve saatlerin, karanlık ve aydınlığın, soğuk, sıcak, sükûnet ve canlıların yayılması, insanın davranışları
4180] Bintu’ş-Şâti’, Âişe ‘Abdurrahmân, et-Tefsîru’1-Beyânî li’l-Kur’âni’1-Kerim, Dâru’1-Me’ârif, Mısır, 1966,1, 18-26
4181] İbn Kayyım el-Cevziyye, Ebû ‘Abdillâh Muhammed, et-Tibyân fi Aksâmi’l-Kur’ân, Beyrut, 1988, s. 20, 39-40
4182] İbn Kesîr, IV, 239; el-Beydâvî, II, 467
4183] 25/Furkan, 62
4184] er-Râzî, Tefsir, XXXII, 80-81
4185] Buhâri, Rikak 1; Tirmizî, Zühd 1; İbn Mace, Zühd 15
4186] 2/Bakara, 165
4187] İbn Kayyim el-Cevziyye, et-Tibyân fi Aksâmi’l-Kur’ân, s. 21
4188] er-Râzî, Tefsir, XXII, 81
- 842 -
KUR’AN KAVRAMLARI
hepsi zaman içinde olup, Allah’ın varlığına delildir.4189 Burçlar ayın menzilleridir. Ayın hareket ve seyrinde çok enteresan durumlar meydana geldiği için, ona yemin güzel ve yerindedir. Meşhûd, kıyâmet günüdür. O günde ilginç olaylar müşâhede edilecektir.4190 Meşhûdun cuma günü4191 veya sabah namazı vakti4192 olduğu naslarda belirtilmiştir. O nedenle meşhûd kelimesi bizi çok önemli olaylara ve bu olayların zamanına götürmektedir. Bir bakıma Kur’ân, bu kelimeyle hem geleceğe hem de varlığın özellikle insanın ehemmiyetini idrâkten uzak olduğu zamanlara işaret etmektedir. Ayrıca meşhud gâibe götüren bir delildir. Meşhud, gâibden çıkmış, gâible yok olacaktır. Dolayısıyla meşhuddaki varlık ve zamanla, gâibdeki varlık ve zamana varılabilir.4193 Varlığa ait hareket ve zamanın rölatif olması, hayatın gereğidir. Evrenin her yeri, her an, başka bir güzelliği yaşamaktadır, Kur’ân’ın ifadesiyle hep gündüz veya hep gece olsaydı4194 varlığın hali ne olurdu?! Sosyolojik, psikolojik, ekonomik kanunların böyle bir durumu sırtında taşıması beklenemezdi. Varlık, statik bir yapıda kalsaydı, sıkıntı ve infialler ayyuka çıkmaz mıydı? Bu nedenle değişimsiz bir evren düşünmek mümkün değildir. Zaman, varlığın tabiatında, değişim yöntemi ile kendini izhar etmektedir. 4195
Kur’an’da Zaman Kavramının Sunuluşu
Semantik Analiz Açısından: Zamanın var olduğu gerçeği, kendisiyle birlikte değişimin gerçekliğini getirmektedir. Değişim süreçlerinin genel incelemesi, bilimin çok önemli bir yönüdür. Her dilin kendine özgü bir tarihi vardır. Varlığın dış ve toplumsal koşulları değişir. Dil de kendi dizgesiyle çeşitli evrelerden geçer. Bir dilin tarihine ait bilgimiz, geçmişin belirli bir noktasına kadar ilerleyebilir. Bizi o noktadan öteye götüren şey, var olanları bir çeşit anlamlandırmadır. Bu anlamlandırma, varlığın insana intikal eden belgelerinden yola çıkılarak, geçmişe doğru yapılabilir. İşte semantik, kelimelerin anlamlarının evrimi, yaşama, ortadan kalkma ve bazen de yeniden canlanmalarının sebebiyle olduğu kadar, yeni kelimelerin icadının sebepleriyle de ilgilenir. Anlam kayması, yeni anlam kazanma veya etimolojik lügat mânâsı üzerine zaman içerisinde eklenmiş olan hususların tespiti demek olan semantik analiz, kelimelere bağlamında hangi anlamın yükleneceğini, neye işaret ettiklerini ortaya koyar. Canlı bir organizma gibi dil de zaman içerisinde fark edilebilir bir değişim gösterir. Çünkü dile ait her şeyde zaman unsurunun rolü vardır. Toplum tarafından kullanılan kelimeler olduğu gibi, kullanılmayanlar da olabilir. Kullanılmayanların yerine yeni kelimeler çıkar. Bu kelimelerin tarihi, kullanılmaya başlandığı zamandan başlar.
Kelimelerin eş anlamlı olmaları için sayılan şartlar arasında, aynı zamana ait olmak ifadesinin yer alması, sözü edilen kelimelerin farklı zamanlarda anlam daralması, anlam genişlemesi, farklı anlamlara gelme ihtimalini gündeme getirmektedir. Normal şartlarda, farklı devirlerin, bazı özel dönemleri, birbirleriyle karşılaştırılırsa, tarih, semantik yapılmış olur. Bu nedenle dil, zaman içerisindeki
4189] İbn Kayyim el-Cevziyye, et-Tibyân fi Aksâmi’l-Kur’ân, s. 114-115
4190] er-Râzî, Tefsir, XXXI, 104-105
4191] İbn Mâce, Cevahiz 65
4192] 17/İsrâ, 78
4193] Bintu’ş-Şâti’, 1/137
4194] 28/Kasas, 71, 72
4195] Faiz Kalın, Kur’an’da Zaman Kavramı, Rağbet Y., s. 34-42
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 843 -
değişimiyle kültür, sistem ve belki inançtaki değişimlerin vâsıtasıdır. Dilsel yapı türlerini zamandan tecrit etmek mümkün değildir. Ancak, anlamlandırmaları anlıkçı bir anlayışla değerlendirenler olduğu gibi, evrimci anlam bilimciler de vardır. 19. y.y'a gelinceye kadar dilbilime hâkim olan kanaat, evrensel bir aklın yansıması olarak evrensel bir gramer oluşturmaktı. Bu ise, dillerin çeşitliliğine rağmen statik bir temeli, yani değişmezliği sunabilirdi. Ancak, bu yüzyıldaki, evrimci anlayışın yaygınlaşmasıyla tarihsellik, dilcilerin de kullandığı bir yöntem oldu. Gramer, tarihî seyri içindeki gelişimiyle değerlendirilmeye başladı.
Konuşma gücü ve kabiliyeti, insan ruhunun bir parçasıdır. Hz. Âdem, kendisine ruh verildikten sonra konuşmuştur. Yeryüzüne inmeden önce Hz. Âdem'e isimler öğretilmiştir. Fiilî konuşması ise yeryüzünde vâki olmuştur. Buradan hareketle, dilin teorisiyle pratiğinin farklı zamanların ürünü olduğu söylenebilir. Nitekim zamanımızda dil öğrenimi, dilin tedrîcen öğrenilebileceğinin ve hemen pratize edilecek bir husus olmadığının ampirik bir delilidir. Bu nedenle, dillerin tevkifî olmayıp, ıstılâhî olduğunu çünkü, Hz. Peygamberin, kavminin konuştuğu dil üzere gönderildiğini belirten açıklamaya göre,4196 dilin temel yapısı denilebilecek öğretiye malzeme olan, isimler değildir. Çünkü Kur’ân, Allah’ın isimleri öğrettiğinin4197 altını çizmektedir.
Söz konusu dillerin tevkifî olmadığını ortaya koyan açıklama, insanın, istidadı sâyesinde o isimler üzerine bina ettiği gelişim tezini savunmaktadır. Rölativite ve evrensellik düşüncelerinin temeli buraya dayanmaktadır. “Farklı diller farklı gerçekleri dile getirir” ifâdesindeki “gerçekler”; ya rölatiftir ya da fer’î bir meseledir. Zira, eğer insanlığın temel meselesi dil olsaydı, farklı kavimlere farklı dillerle gönderilen Peygamberlerin getirdikleri hakikat bir olmazdı. Dolayısıyla farklı dillerin dile getirdiği farklı gerçek kanaati, “mutlak hakikat” bağlamında söylenmiş olamaz. Beyaz kelimesi, hangi dille ifade edilirse edilsin, beyaz anlamını ifade etmektedir. Farklılık beyazın kullanımı veya teferruatı ile alâkalı bir husus olmalıdır. Dil, ne kadar değişime uğrarsa uğrasın, beyazı, siyah anlamında anlatamaz. Her dil olgusu, o dili kullananların tarihlerinin bir fikrî yansımasıdır. Çünkü semantik, bir ulusun tarihinin, herhangi önemli bir devresindeki dünya görüşünün mâhiyeti ve yapısı hakkında bir çalışmadır.
Kur’ân semantiği ise, evrenin nasıl meydana geldiği sorunlarıyla ilgilenir. Bu anlamda semantik, bir çeşit somut ontolojidir. Her şey semantiğin konusudur. Elbette ki böyle bir konuda kelimenin anlam dereceleri önemlidir. Bu ise, kelimenin zaman içerisinde uğradığı değişikliklerdir. Söz konusu değişiklikler, dönemlerinin kültür, itikat ve hayat anlayışlarını gösterir. Herhangi bir kelimenin mevcut anlamını kazanıncaya kadar geçirdiği anlam değişiklikleri, önemsiz sayılmaz. Çevre, toplum, olaylar ve coğrafyanın değişimi, bilimsel gelişme ile dillerin değişim yaşadığı, kültür değişiminin dilin değişiminde etkili olduğu, bu değişimde ses, lafız ve mânâların istisnaları bir tarafa, genelde zamandaş olduğu söylenebilir. Dillerin de, varlıklar gibi geçmişi, şimdisi ve geleceği vardır.
Hiç şüphesiz Arap dili, Kur’ân gelinceye kadar, birçok değişimlerden geçerek sonuçta, Kur’ân’ın etkisiyle değişiminin pozitif olarak zirvesini yakalamıştır. Diller, değişimi hareket, mekân, öncelik ve sonralık kavramlarına bağlı olarak
4196] er-Râzî, Tefsir, XIX, 63
4197] 2/Bakara, 31
- 844 -
KUR’AN KAVRAMLARI
rölatif bir şekilde yaşarlar. Hiçbir gücün, bunu değiştirebileceği söylenemez. Böyle bir birliktelik tevhid akidesinin en etkin delilidir.
Kur'ân'ın anlaşılmasında, zaman olgusunu dikkate almak gerekir. Kur'ân öncesi dönem, Kur'ân sonrası dönemi çok daha iyi açıklayacaktır. Şunu da ifade etmek gerekir ki Kur'ân, kullandığı anahtar kelimeler vâsıtasıyla geçmişle bağlantı kurarken, geçmişin inisiyatifinde kaybolmaz. Kelimeler bağlamında geçmişe notunu vererek, şimdiki zamanda, geleceğe hazırlar. Kur'an'da her cins isim, başlangıçta bir âlemin genel adıdır. Buna göre Âdem ismi, beşerin ilk lisanına göre alınmış bir kelimedir. Bu kelimenin, Arapça olduğu, Süryani dilinde de “toprak” mânâsını ifade ettiği zikredilmektedir. Burada Âdem isminin, farklı dillerde, farklı kelimelerle ifade edildiğine değinmenin yararlı olacağı kanaatindeyiz.. Hint ve Acem tarihleri, “keyumers” veya “keyumres”, başka tarihçiler de “ceyumers” olarak kaydederler. Dilimizde ise, “beşer, insan, adam” kelimeleri bu mânâda kullanılmaktadır. En açık olan husus, Âdem isminin, beşerin ilk lisanına ait bir kelime olarak kaydedilmiş olmasıdır.4198
Kur’ân kelimelerinin hemen hemen hepsi, Arab’ın dilinde, herhangi bir şekilde kullanılmıştır. Kur’ân, zaman içerisinde bu kelimelerden anahtar kelimeler oluşturarak, farklı bağlamlarda farklı kelimeler grubu içerisinde onlara etkinlik kazandırmıştır. Yeni mânâlar yüklediği olduğu gibi, anlamını genişlettiği de olmuştur. Diğer taraftan “Allah” lafzı gibi dokunmadığı kelimeler de olmuştur. Yirmi küsur yıllık oluşum süreci içerisinde, “z-k-v” kökünden gelen kelimeler gibi, anlam bakımından geçirdiği aşamaları izlemek mümkün olanları da vardır. Söz konusu kökten gelen kelimenin Mekke dönemi kullanımı ile, “zekât” kelimesinin Medine döneminde ifade ettiği mânâ farklıdır. Ancak kelimenin asıl mânâsı ile bağını koparmadığının altı çizilmelidir.
Eski Roma’daki laicus/laik kelimesinin lügat mânâsı, ruhban sınıfının dışında kalan halk demektir. Büyük Fransız ihtilalinden sonra bu kelime, din ile devlet işlerinin birbirinden ayrı tutulması anlamını yüklenmiştir. Daha sonra ise, vicdan hürriyeti, din hürriyeti, dinini istediği şekilde yaşamak gibi anlam değişiklikleri gözlenir.
Görüldüğü gibi laik kelimesinin geçirdiği değişim, kelimeyi, bir şeyin bir şeyden ayrı olması, kendi kendinelik ve karışmama gibi asıl anlamlarından söküp alamamıştır. Kilise ile halk arasında ortaya çıkan ayırım, devlet yönetiminde bir ayırıma, oradan da bireyselciliğe, yani birey açısından din ve vicdan hürriyeti ile kelimenin sosyolojik cephesi dışlanmıştır. Başlangıçta kilise ve halk kesimlerini birbirinden ayıran kelimeye yüklenen anlam, sonunda bireylerin birbirlerine karışmaması noktasına taşınmıştır. Şu halde, zamanın değiştirdiği ve farklı mânâlar yüklediği kelimeler, toplumun kültürel ve itikadî yapısındaki sosyolojik ve psikolojik değişiklikleri de göstermektedir. Bu değişikliklerle birlikte değişmeyen, varlığını ve etkinliğini her devirde gösteren kelimelerin de yaşamlarını sürdürdüğü bir hakikattir. Bu nedenle, dilde her şeyin değiştiğini söylemek oldukça zordur.
Arapların kullandığı kelimelerden bir kısmını alıp, ona yeni ve daha geniş anlamlar yükleyen Kur’ân, bu yöntemle zaman içerisinde onlardaki negatif yönleri
4198] Yazır, I, 315-316
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 845 -
ıslah gayesi gütmüştür. “Ey iman edenler râ’inâ demeyin unzurnâ deyin”4199 şeklindeki ikaz, “râinâ” kelimesinin söylenmesini yasaklayıp, “unzurnâ” kelimesinin kullanılmasını emretmektedir. Kur’ân öncesinde, birbirlerine sövmek için kullandıkları bu kelimeyi, müslümanların Hz. Peygamber’e kullandıklarını gören Yahûdiler, fırsattan istifade ile ağızlarını eğip bükerek “râinâ” demeye başlamışlardır. Gerek Yahûdilerin bu hareketi, gerekse kelimenin Arapça’da “çobanımız”, İbrânîce ve Süryânîce’de “değersizlik” anlamlarını taşıması sebebiyle dilin kullanımında ıslaha gidilmiş ve kelimelerin seçilerek kullanılması emredilmiştir.4200 Şu halde dil, ıslahta önemli bir araçtır. Islaha hizmet edecek değişiklikleri yapmak, Kur’ân’ın temel karakteridir.
Din kelimesi, câhiliye dönemindeki bireysellikten doğarak sonunda millet kavramına yaklaşmakta, onunla eş anlamlı olmaktadır.4201 Kelimenin semantiğindeki değişimde, ardışıklık ağır basmaktadır. Bu husus, zamandaşlığın temamen ortadan kalkması anlamına gelmemelidir. Bir kelime, zamandaş olarak farklı anlamları yüklenebilir. İzutsu’nun yaptığı çalışmanın en renkli tarafı, farklı işlevler, farklı ilişkiler içerisindeki kelimeleri, dönüştürme kurallarıyla, onları kendi yapısının parçaları haline sokarken, eş zamanlı yöntemin bir uzantısı olarak, art zamanın yöntem uygulamış olmasıdır. “Tâir” kelimesi Kur’ân öncesi dönemde, kuşun uçuşundan çıkarılan hayır, şer ve pay mânâsını ifade ederken4202 İranlılarda baht, talih ve nasip, Kur'ân'da ise, insanın kaderi,4203 hayır ve şerle alâkalı nasip4204 olarak anlam kazanmıştır. Semantikle alâkalı butün örnekleri çoğaltmak mümkündür. Şirk kelimesi, câhiliyede mutlak mânâda ortaklık ve ziraat ortaklığı mânâlarına gelirken, Kur’ân’da,4205 Allah’a ortak koşmak mânâsını ifade eder. Fısk, câhiliyede hurmanın kabuğundan çıkması, Kur’ân’da Allah’ın emrinden çıkmak4206 mânâsını kazanmıştır.
Kur'ân metni üzerinde yan yana duran bazı ibâreler, birbirinden oldukça farklı zamanlarda ve farklı ortamlarda inmiştir. Bu, bazen ‹Alak sûresi gibi ikiye de bölünebilir. Kur'ân kullandığı kelimeyle, bazen asırlar ötesine ait bir mânâyı gündeme getirirken, kendi döneminde, başka kelimelerin ifade ettiği mânâyı üstlenen kelimeleri de kullanır. Mevâlî4207 kelimesi siyaset, mal ve dinî işleri yerine getirme hususunda Zekeriyya (a.s.)’a halef olacak kimseleri anlatır. Onun zamanındaki örf budur. Daha sonra ise aynı kelime halef, amca, amca çocukları, dost, evlâtlık anlamlarında kullanılmıştır. 4208
Kur’an’da Zaman Kavramını İfade Eden Kelimeler
Kur’ân-ı Kerim’de “zaman” kelimesi geçmemekle birlikte, aynı anlamda “vakt” kelimesi kullanılır. Zaman kavramını ifade eden çok sayıda kelime vardır. Bu kelimeleri şöyle ifâde edebiliriz: “Yevm, Nehâr, fecr, sabah (subh), duhâ, zuhr,
4199] 2/Bakara, 104
4200] Yazır, I, 452-453
4201] İzutsu, Kur’ân’da Allah ve İnsan, s. 291
4202] er-Râgıb el-Isfahânî, s. 310; İbn Manzûr, IV, 509
4203] 36/Yâsin, 18, 19
4204] 17/İsrâ, 13
4205] 7/A’râf, 173; 39/Zümer, 65; 14/İbrahim, 22
4206] 18/Kehf, 50
4207] 19/Meryem, 5
4208] Faiz Kalın, Kur’an’da Zaman Kavramı, Rağbet Yayınları: 120-126
- 846 -
KUR’AN KAVRAMLARI
asr, mesâ’, aşiyy, leyl, vakt, şehr, nesî’, sene, usbû’, ân, sâat, kıyâmet, berzah, dehr, hîn, ebed, mehil, lemhu’l-basar, tarf ve zamanla da ilgisi olan kelimeler olarak; umur, ecel, tıfl, mehd, sağîr, sabiyy, yetim, eşudd, fârid, bikr, avân, fevâk, behîra, vasîle, hâm, leben, kehl, kiber, şeyh, acûz, erzelu’l-umr, esbât.” Zamanla direkt ilgili kelimelerin Kur’an’da toplam kullanımı 1100’ü geçer.
Vakt: Değişik kullanımlarla toplam 12 yerde kullanılır.4209 Vakitlenmiş, vakitli mânâsında “mevkût”: 1 Yerde.4210 Kararlaştırılmış muayyen vakit anlamında “mîkat” (çoğulu mevâkît) toplam 8 yerde. 4211
Asr kelimesi (değişik anlamlarda) toplam 5 yerde kullanılır. Asır, yüzyıl, zaman, devir, ikindi vakti anlamında ise 1 yerde geçer. 4212
Dehr: Uzun müddet, dehr, devir anlamındadır. Kur’an’da toplam 2 yerde geçer:4213 Hîn: Vakit, müddet mânâsınadır. Kur’an’da toplam: 35 yerde kullanılır.
Gün anlamına gelen yevm kelimesi Kur’an’da toplam 474 yerde geçer. Gündüz anlamındaki nehâr kelimesi Kur’an’da toplam 57 yerde kullanılır. Tan yerinin ağarması anlamında kullanılan fecr kelimesi Kur’an’da toplam 6 yerde kullanılır.4214 Diğer farklı anlamlarda kullanılanlarla birlikte fecr kelimesi toplam olarak 24 yerde geçer.
Farklı anlamlarla birlikte toplam 45 yerde geçen subh (sabâh, asbaha) kelimesi, gündüzün başlangıç vakti olan sabah ve fecr vakti, sabahlamak anlamında toplam 29 yerde kullanılır. Kuşluk vakti demek olan duhâ kelimesi toplam 7 yerde geçer. Zuhr (Z-h-r) kelimesi, farklı anlamlarda toplam 59 yerde kullanılır. Gündüzün en aydınlık vakti, öğle vakti anlamında ise toplam 2 yerde geçer. 4215
Mesâ’: Akşam; öğleden başlayıp akşama kadar veya bir kavle göre gece yarısına kadar süren müddet anlamına gelir. Kur’ân-ı Kerim’de bu kelimenin fiil biçimi olan tumsûne kelimesi kullanılır. Akşamlamak (akşamlıyorsunuz) anlamında tumsûne kelimesi 1 yerde geçer: 30/Rûm, 17. Aşiyy: Değişik anlamlarda toplam 14 yerde kullanılır. Aşiyy ve Işâ’ Kelimeleri, Gündüzün sonu, akşam ve yatsı anlamında ise toplam 13 yerde geçer. Leyl: Gece anlamına gelen leyl kelimesi Kur’an’da 92 yerde kullanılır.
Nesî’: Câhiliye Araplarının haram ayları değiştirmesi anlamındadır. Kur’an’da 1 yerde geçer.4216
Şehr: Hilâl, ay ve senenin on ikide biri olan ay anlamında toplam 21 Yerde kullanılır. Sene: (Çoğulu Sinîn) Sene anlamında toplam 18 yerde geçer. Sene/yıl anlamına gelen “âm” kelimesi de Kur’an’da toplam 9 yerde geçer. Usbû’: Hafta anlamına gelen usbû’ kelimesi Kur’an’da geçmez. Ancak, haftanın günlerinden
4209] 7/A’râf, 187; Vakt: 15/Hicr, 38; 38/Sâd, 81.
4210] 4/Nisâ, 103
4211] 2/Bakara, 189; 7/A’râf, 142, 143, 155; 26/Şuarâ, 38; 44/Duhân, 40; 50/Vâkıa, 50; 78/Nebe’, 17
4212] 103/Asr, 1
4213] 45/Câsiye, 24; 76/İnsân, 1
4214] 2/187; 17/78, 17/78; 24/58; 89/1; 97/5.
4215] 24/Nûr, 58; 30/Rûm, 18
4216] 9/Tevbe, 37
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 847 -
cuma (cum’a) 1 yerde4217 ve cumartesi anlamına gelen sebt geçer. Sebt kelimesi toplam 6 âyette geçer.4218
Ân: Şimdi anlamına gelen ân kelimesi Kur’an’da toplam 8 yerde kullanılır.4219
Sâat: Sâat kelimesi; Saat ve kıyâmet anlamında toplam 48 yerde kullanılır. Sâat kelimesi nekra olarak (sâatun şeklinde) saat anlamında kullanılır ve Kur’an’da toplam 8 yerde geçer.4220 Sâat kelimesi, ma’rife olarak (es-sâatu şeklinde) kıyâmet günü, kıyâmet vakti anlamında kullanılır ve bu anlamda toplam 40 yerde kullanılır.
Kıyâmet: Tümü “Yevmu’l-Kıyâmeh” şeklinde ve kıyâmet günü, âhiret yurdunda herkesin amellerinin karşılığını görmesi için Allah’ın huzurunda toplanacakları gün anlamında Kur’an’da toplam 70 yerde geçer.
Berzah: Lügatta, iki şey arasındaki engel, aralık, perde anlamına gelen berzah kelimesi, Kur’an’da kıyâmet gününe kadar bâki olan dünyaya dönmelerine mâni, engel anlamında 3 yerde kullanılır.4221
Ebed: Ebediyen, sürekli anlamındadır. Kur’an’da tümü zaman zarfı olarak ebeden şeklinde ve toplam 28 yerde geçer. Mehl: Meh(i)l, mühlet vermek, süre tanımak anlamındadır. Kur’an’da toplam 6 yerde geçer. Lemhu’l-basar: Birdenbire bakıverme, gözle ânî bakış, gözün süratli bakışı anlamında olup, çok kısa vakit, bir anda olup biten şeyi (göz açıp kapayıncaya kadar zamanı) ifade için darb-ı mesel olarak kullanılır. Kur’an’da toplam 2 yerde kullanılır.4222
Tarf: (Çoğulu etrâf). Taraf, etraf, yan, uç, grup, göz, bakış, gündüzün iki ucu olan sabah ve akşam, gündüz saatleri anlamlarına gelir. Kur’an’da toplam 11 yerde kullanılır. Umur: (U-m-r kelimesi ve türevleri, farklı anlamlarda Kur’an’da toplam 24 yerde kullanılır.) Ömür ve ömür vermek, yaşatmak anlamında toplam 13 yerde geçer.
Ecel: Ecel, yani tayin edilen vaktin sonu, belirli müddet anlamında toplam 52 yerde kullanılır.
Tıfl: (Çoğulu atfâl) Çocuk anlamına gelir. Kur’an’da toplam 4 yerde geçer.
Mehd: Hazırlamak, sermek, beşik, yatak, döşek anlamına gelir. Toplam 16 yerde geçer.
Sağîr: Küçük, küçük olma, aşağılık, madden veya mânen küçük, mertebe ve kıymet itibarıyla küçüklük gibi anlamlara gelir. (S-ğ-r kelimesi) değişik kullanımlarla, toplam 13 yerde geçer.
Sabiyy: Bülûğ çağına ermemiş çocuk anlamına gelir. Bu anlamda 2 yerde geçer.
4217] 62/Cum’a, 9
4218] 2/Bakara, 65; 4/Nisâ, 47, 154; 7/A’râf, 163, 163; 16/Nahl, 124
4219] 2/Bakara, 71, 187; 4/Nisâ, 18; 8/Enfâl, 66; 10/Yûnus, 51, 91; 12/Yûsuf, 51; 72/Cinn, 9
4220] 7/A’râf, 34; 9/Tevbe, 117; 10/Yûnus, 45, 49; 16/Nahl, 61; 30/Rûm, 55; 34/Sebe’, 30; 46/Ahkaf, 35.
4221] 23/Mü’minûn, 100; 25/Furkan, 53; 55/Rahmân, 20
4222] 16/Nahl, 77; 54/Kamer, 50
- 848 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Yetim: Babasız çocuk, bülûğ çağına girmeden önce babasını kaybetmiş çocuk anlamındadır. Toplam 23 yerde geçer.
Eşudd: (Ş-d-d fiili, değişik türevleriyle ve değişik anlamlarda, daha çok kuvvet, takviye anlamında toplam 102 yerde kullanılır.) Eşüdd kelimesi ise, kemal çağı ve kuvvet anlamında toplam 8 yerde geçer.
Fârid: Kocamış anlamına gelen fârid (sonu dat), Kur’an’da 1 yerde geçer. 4223
Bikr: Erkenden gelmek, gündüzün başlangıcında gelmek veya herhangi bir vakitte acele gelmek, gündüzün başlangıcı, sabah, erken, evlenmemiş genç kız (bâkire), orta yaşlı körpe inek (düve) anlamlarına gelir. Toplam 12 yerde geçer.
Avân: Orta yaşta; ne küçük ne büyük; ne çok genç, ne de çok yaşlı anlamında 1 yerde kullanılır. 4224
Fevâk: Dönüş, geri çevriliş anlamına gelen fevâk (sonu kaf ile) kelimesi, Kur’an’da 1 yerde geçer. 4225
Bahîra: Kulağı yarılmış dişi deve. Câhiliye Arapları bir deve beş batın doğurup da son doğurduğu erkek olduğu zaman, dişi devenin kulağını yararlar, sırtına yük yüklemezler, binzerler, kesmezler, sudan ve mer’adan men etmezlerdi. Buna bahîra derlerdi. Kur’an’da 1 yerde geçer. 4226
Vasîle: Câhiliye devri Araplarının tanrı olarak taptıkları putlara bıraktıkları, ikiz olarak doğan dişi deve (vesîle; sad ile); Kur’an’da 1 yerde geçer. 4227
Hâm: On nesil dölleyen erkek deveye Câhiliye Arapları hâm derler ve onu serbest bırakırlar, kesmezlerdi. Kur’an’da 1 yerde geçer. 4228
Leben: Süt anlamındadır. Kur’an’da 2 yerde geçer. 4229
Kehl: Yaşlı, kemale ermiş kişi; Otuz ilâ elli yaşları arasında bulunup saçları ağarmaya başlayan veya gençlik devresini atlatıp ihtiyarlığa ayak basan kişi anlamındadır. Kur’an’da 2 yerde geçer. 4230
Kiber: (k-b-r) kelimesi değişik türevleriyle toplam 161 yerde kullanılır. Yaşlılık, kocama anlamına gelen kiber kelimesi toplam 6 yerde geçer. Şeyh: (Çoğulu: şuyûh): İhtiyar, 50 Yaşını geçkin kimse, 50 ilâ 80 yaş arasında bulunan kimse anlamındadır. Kur’an’da toplam 4 yerde geçer. 4231
Acûz: Yaşlı, ihtiyar kadın, koca karı anlamındadır. Kur’an’da toplam 4 yerde geçer. 4232
Erzelu’l-umr: En düşük ihtiyarlık, kocamışlık hali, ömrün yaşlılık, âcizlik ve
4223] 2/Bakara, 68
4224] 2/Bakara, 68
4225] 38/Sâd, 15
4226] 5/Mâide, 103
4227] 5/Mâide, 103
4228] 5/Mâide, 103
4229] 16/Nahl, 66; 47/Muhammed, 15
4230] 3/Âl-i İmrân, 46; 5/Mâide, 110
4231] 11/Hûd, 72; 12/Yûsuf, 78; 28/Kasas, 23; 40/Mü’min, 67
4232] 11/Hûd, 72; 26/Şuarâ, 171; 37/Sâffât, 135; 51/Zâriyât, 29
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 849 -
bunama halindeki son devresi anlamındadır. Kur’an’da toplam 2 yerde geçer.4233 Yine benzer anlamda erzelûn ve erâzil kelimeleri toplam 2 yerde kullanılır. 4234
Esbât: Torunlar, kabileler anlamındadır. Kur’an’da toplam 5 yerde geçer. 4235
Sayf: Yaz anlamına gelen Sayf kelimesi Kur’an’da toplam 1 yerde geçer. 4236
Şitâ: Kış anlamına gelen Şitâ kelimesi Kur’an’da toplam 1 yerde geçer. 4237
“Sana hilâl şeklinde yeni doğan ayları soruyorlar. De ki: Onlar, insanlar ve özellikle hac için vakit ölçüleridir...” 4238
“(O takvâya erenler) ‘Ey Rabbimiz, biz iman ettik. Artık bizim günahlarımızı mağfiret et ve bizi ateşin azâbından koru’ diyenler, sâdıklar, itaatle boyun eğenler, infak edenler, seherlerde Allah’tan mağfiret dileyendir.” 4239
“Gece saatlerinde ayakta durup Allah’ın âyetlerini okuyarak secdeye kapanan topluluk” 4240
“Rabbiniz o Allah’tır ki gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arşa istiva etti (evreni yönetmek üzere tahtına oturdu). O, geceyi durmadan kovalayan gündüzün üzerine bürüyüp örter; Güneşi, Ayı ve yıldızları buyruğuna boyun eğmiş vaziyette (yaratmıştır). İyi bilin ki yaratma ve emir O’nundur. Âlemlerin Rabbi Allah, ne uludur!”4241
“Kıyâmetin ne zaman kopacağını sana sorarlar. De ki: Onun bilgisi sadece Rabbimin nezdindedir. Onun vaktini Kendisinden başka kimse açıklayamaz” 4242
“Gökleri ve yeri yarattığı günde Allah’ın yazısına göre Allah katında ayların sayısı on iki olup bunlardan dördü haram aylardır. İşte bu, doğru dindir. O aylar içinde (Allah’ın koyduğu yasağı çiğneyerek) kendinize zulmetmeyin…” 4243
“Nesî’, haram ayları ertelemek, ancak kâfirlikte ileri gitmektir…” 4244
“Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri (yerli yerince) idare ederek arşa yerleşendir…” 4245
“Gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde göklerde ve yerde Allah’ın yarattığı şeylerde, sakınacak bir kavim için nice ibretler vardır.” 4246
“O gün Allah hepsini bir araya toplayacak, sanki onlar gündüzün bir saatinden başka bir müddet eğlenmemişlerdir, birbirini tanıyacaklardır.” 4247
4233] 16/Nahl, 70; 22/Hacc, 5
4234] 26/Şuarâ, 111; 11/Hûd, 27
4235] 2/Bakara, 136, 140; 3/Âl-i İmrân, 84; 4/Nisâ, 163; 7/A’râf, 160
4236] 106/Kureyş, 2
4237] 106/Kureyş, 2
4238] 2/Bakara, 189
4239] 3/Âl-i İmrân, 16-17
4240] 3/Âl-i İmrân, 113
4241] 7/A’râf, 54
4242] 7/A’râf, 187
4243] 9/Tevbe, 36
4244] 9/Tevbe, 37
4245] 10/Yûnus, 3
4246] 10/Yûnus, 6
4247] 10/Yûnus, 45
- 850 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Gökleri ve yeri altı günde yaratan O’dur. O zaman Arşı su üzerinde idi. (Evreni yarattı ki) Hanginizin daha güzel iş yaptığınızı denesin.” 4248
“Sana Kıyâmet saatinden, onun ne zaman gelip çatacağından soruyorlar. De ki: ‘Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktini O’ndan başkası açıklayamaz. O göklere de yere de ağır gelmiştir. O size ansızın gelecektir.’ Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: ‘Onun bilgisi ancak Allah’ın katındadır’ ama insanların çoğu (bunu) bilmezler.”4249
“Gökleri ve yeri altı günde yaratan O’dur. O zaman Arşı su üzerinde idi. (Evreni yarattı ki) Hanginizin daha güzel iş yaptığınızı denesin.” 4250
“Sizi Allah yarattı, günü gelince de öldürecek; içinizden kimileri ömrün o en düşkün çağına, insanın bildiği şeyi de bilemez olduğu yaşa kadar alıkonulur...” 4251
“Göklerin ve yerin gaybı Allah’a âittir. (Kıyâmet) saatinin durumu ise, göz açıp kapama gibi veya daha az bir zamandan başkası değildir.” 4252
“Gece ve gündüzü iki âyet yaptık. Gecenin âyetini sildik, gündüzün âyetini aydınlatıcı yaptık ki hem Rabbinizin lütfunu arayasınız, hem de yılların sayısını ve hesabı bilesiniz. Biz herşeyi açık açık anlattık.” 4253
“Gecenin bir kısmında da uyanıp sana özgü bir nâfile olarak o Kur’an ile bir miktar ibâdet et. Rabbin bu sayede seni en seçkin makama (Makam-ı Mahmûd) erdirecektir.”4254
“O günde sûra üflenir ve Biz o zaman günahkârları, gözleri (korkudan) gömgök bir halde mahşerde toplarız. Aralarında gizli gizli konuşurlar: ‘Dünyada on geceden fazla eğlenmediniz.’ Aralarında ne konuşacaklarını Biz daha iyi biliriz. Onların en olgun ve akıllı olanları da, o zaman “Bir günden fazla eğlenmediniz’ diyecek.” 4255
“Gecenin bir bölümünde ve gündüzün uçlarında O’nu tesbih et ki, memnun olasın.” 4256
“İnsanların hesaba çekilecekleri gün yaklaşıyor; ama onlar bu yaklaşan şeye karşı hâlâ gaflet içinde umursamazlık gösteriyorlar.” 4257
“Senden azabı çabuk istiyorlar. Allah sözünden caymaz (bir süre geciktirse de mutlaka dediğini yapar. O acele etmez). Rabbin yanında bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir.” 4258
“Gecenin ve gündüzün değişmesi O’nun eseridir.” 4259
“(Âhirette Allah onlara:) ‘Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?’ diye sorar. ‘Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. İşte bilenlere sor’ derler. Buyurur: Sadece az bir süre kaldınız; keşke
4248] 11/Hûd, 7
4249] 7/A’râf, 187
4250] 11/Hûd, 7
4251] 16/Nahl, 70
4252] 16/Nahl, 77
4253] 17/İsrâ, 12
4254] 17/İsrâ, 79
4255] 20/Tâhâ, 102-104
4256] 20/Tâhâ, 130
4257] 21/Enbiyâ, 1
4258] 22/Hacc, 47
4259] 23/Mü’minûn, 80
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 851 -
siz (bunu dünyadayken) bilmiş (ve ona göre davranmış) olsaydınız! Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” 4260
“O, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yarattı, sonra Arşa kuruldu(yönetim tahtına oturdu). Rahmandır, bunu bir bilene sor.” 4261
“Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka kimse bilemez.” 4262
“Onun rahmeti cümlesindendir ki O sizin faydanız için de, sükûn ve istirahat etmeniz için geceyi ve gündüzü fazlu kereminden rızkınızı aramanız için yaratmıştır. Ta ki şükredesiniz” 4263
“Haydi, akşama girerken, sabah erken Allah’ı tesbih/tenzih edin (namaz kılın). Göklerde ve yerde hamd O’nundur. Gündüzün nihâyetinde de öğle vaktine vardığınız vakitte de namaz kılın.” 4264
“Kıyâmetin ne zaman kopacağını bilmek ancak Allah’a aittir” 4265
“Gökleri, yeri ve bunların arasındakileri altı günde (devirde) yaratan, sonra arşa istivâ eden (hükmü arşı kapsayan) Allah’tır. O’ndan başka ne bir dost ne de bir şefaatçınız vardır. Artık düşünüp öğüt almaz mısınız? (Allah) Emri gökten yere tedbir eder (buyruğunu indirir, her işi düzenleyip yönetir). Sonra emir, saydığınız (yıllar)dan bin yıl kadar süren bir günde O’na çıkar.” 4266
“...(Allah’ın) kitab(ın) da öngörülmedikçe hiçbir canlının ömrü uzatılmaz ve hiçbir kimse de onu kısaltamaz...” 4267
“Allah ölümleri ânında nefisleri vefat ettirir; ölmeyenleri de uykularında; üzerlerine ölüm hükmünü verdiğini tutar ve diğerini belli bir ecele kadar salar. Düşünen bir kavim için bunda âyetler vardır.” 4268
“De ki: Siz mi arzı iki günde yaratana karşı nankörlük ediyor ve O’na eşler koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir. Arza, üstünden ağır baskılar yaptı, onda bereketler yarattı ve onda -arayıp soranlar için- gıdalarını tam dört günde takdir etti (düzene koydu). Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve arza, Gönüllü veya gönülsüz olarak (buyruğuma) gelin dedi. Gönüllü olarak buyruğuna geldik dediler. Böylece onları iki günde yedi gök yaptı ve her göğe emrini (yasalarını) iki günde vahyetti. Biz en yakın göğü lambalarla ve koruma (güçleri) ile donattık. İşte bu, o güçlü, bilen(Allah)ın takdiridir.” 4269
“Kuşkusuz Biz onu mübârek bir gecede indirdik.” 4270
“Hayat, ancak bu dünyadaki hayatımızdır. Ölürüz ve yaşarız; bizi ancak dehr (zamanın geçişi) yokluğa sürükler’ derler. Onların bu hususta bir bilgisi yoktur, sadece, böyle sanırlar.” 4271
4260] 23/Mü’minûn, 112-115
4261] 25/Furkan, 59
4262] 27/Neml, 65
4263] 28/Kasas, 73
4264] 30/Rûm, 17-18
4265] 31/Lokman, 34
4266] 32/Secde, 4-5
4267] 35/Fâtır, 11
4268] 39/Zümer, 42
4269] 41/Fussılet, 9-12
4270] 44/Duhân, 3
4271] 45/Câsiye, 24
- 852 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Onlar, kıyâmet zamanının ansızın gelip çatmasından başka bir şey mi bekliyorlar? Şüphesiz onun alâmetleri gelmiştir/belirmiştir. Kendilerine gelip çatınca ibret almaları neye yarar?” 4272
“Andolsun biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık, bize hiçbir yorgunluk dokunmadı.” 4273
“Onlar gecenin az bir vaktinde uyurlardı, seher vaktinde istiğfar ederlerdi.” 4274
“O, her an yaratma halindedir.” 4275
“O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’ın üzerine istivâ edendir. Yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. Nerede olursanız, O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür.” 4276
“Melekler ve ruh, mikdarı elli bin yıl süren bir gün içinde O’na yükselir!” 4277
“Ey örtüsüne bürünen! Birazı hâriç gece kalk! (Gecenin) Yarısı kadar ya da ondan biraz eksilt. Veya bunu artır ve ağır ağır (tertîl üzere) Kur’an oku! Doğrusu Biz sana (sorumluluğu) ağır bir söz indireceğiz. Gerçekten gece neş’esi/kıyâmı (kalp ve uzuvlar arasında) tam bir âhenge/uyuma ve sağlam bir kırâate daha elverişlidir. Çünkü gündüz senin uzun süre uğraşacağın şeyler vardır.” 4278
“…O sizin (gece saatlerini) hesap edemeyeceğinizi bildiği için sizi affetti. O halde Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun (ne kadar kolayınıza gelirse o kadar gece namazı kılın)” 4279
“İnsan(oğlu), var edilip bahse değer bir şey olana kadar, şüphesiz uzun bir zaman (hînun mine’d-dehr) geçmemiş midir?” 4280
“Sana kıyâmetten sorarlar: ‘Gelip çatması ne zamandır?’ derler. Onu zikretmek, ne zaman geleceğini bilmek nerede, sen nerede?” 4281
“Onlar bunu görecekleri gün sanki günün bir akşamında veya bir kuşluğundan başka durmamışlardır.” 4282
“On geceye (haccın on gecesine) yemin ederim ki” 4283
“Bin aydan daha kıymetli olan bir gecedir o...” 4284
“Asr’a yemin ederim ki İnsan, gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler istisnâdır, onlar hâriçtir.” 4285
4272] 47/Muhammed, 18
4273] 50/Kaf, 38
4274] 51/Zâriyât, 17-18
4275] 55/Rahmân, 29
4276] 57/Hadîd, 4
4277] 70/Meâric, 4
4278] 73/Müzzemmil, 1-7
4279] 73/Müzzemmil, 20
4280] 76/İnsân, 1
4281] 79/Nâziât, 42-43
4282] 79/Nâziât, 46
4283] 89/Fecr, 2
4284] 97/Kadr, 1-3
4285] 103/Asr, 1-3
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 853 -
Kur’ân, zaman kavramını ortaya koyarken varlığın yapısını, mâhiyetini, olayın meydana gelişini ve süresini dikkate alarak, bu kavramı ifade edecek kelimeleri seçmiştir. Dolayısıyla, Kur’ân’ın kullanımında zaman kavramını ifade eden kelimeler, evreni kapsayıp, varlığın kaynağına iner ve oradan pratik hayata girip işlevini icrâ ettikten sonra ebediyetle bağlantı kurar. Bu arada varlığın yapısal değişiklikleri, zaman kavramını ifade eden kelimelerin değişimine de hükmeder. Bu nedenle, Kur’an’da zaman kavramını, statik bir yapıda bulmak mümkün değildir. Söz konusu kavramı ifade eden kelimeler, konuyu anlamada daha yararlı olacağına inanıldığından, ilgili bulunduğu mânânın ağırlık noktasına göre tasnife tabî tutulmuştur. Ayrıca ele alınan kelime yerine göre dünya ve âhiret açısından, mukayeseli olarak incelenmiştir. Zaman kavramını ifade eden kelimeler, bir sürenin sınırını belirleyip ölçtüğü için, varlığın her sahasında görülmektedir. 4286
Kur’an’ın İçeriğine Ait Zaman Stratejisi
Zaman Tahlili
Tarihin belli bir kesitinde, insanlığın tamamını muhatap alan bir kitabın zamana ve mekâna hitap etmemesi düşünülemez. 5/Mâide sûresi 67; 16/Nahl sûresi 44. âyetlere göre, böyle bir mesajı tebliğ ve tebyin ile memur edilenin, zaman ve mekânda olması da Kur’ân’ın zaman ve mekânı dikkate aldığının başka bir kanıtıdır. Mekkî ve Medenî âyetlerin tahlili de bu hususu aydınlatmaktadır. Sosyolojik, kozmolojik, biyolojik, psikolojik tedrîcîliğe rağmen, Kur’ân’ın mesajında birdenlik düşünülemez. Teenniyi öğretmek, yaratma ve tedbir stratejisinin ayrılmaz bir gayesi olarak kendini takdim etmektedir. Çünkü mesajdan gaye, tevhit akidesini oluşturmaktır. 4287
İşte bu sebeple Kur’ân’ın nüzulü tedrîcî bir strateji izlemiştir.4288 İzlenen bu strateji onun uygulanabilirliğini göstermektedir. Zaman ve mekân ötesi bir kaynaktan, zamana ve mekâna hitap eden kitabın, zamanı nasıl kullandığı fevkalade önemlidir. Hemen ifade edilmelidir ki Kur’ân, hem dairesel, hem de süre dizimsel zamanı öne çıkarmakta, her ikisinin kullanım alanını belirlemektedir. Bu nedenle o, ne âdetullaha göre işleyen dairesel zamanı, -çünkü dünya hayatının tanzimi ona bağlıdır- ne de sünnetullaha göre işleyen süre dizimsel zamanı dışlar. Çünkü dairesel zaman, zaten süre dizimsel zamanı ortaya çıkarmaktadır. Dairesel zamanın ortaya çıkardığı süre dizimsel zamanın geri dönüşü yoktur. Saatin gösterdiği zaman geri döndürülemez.4289
Süre dizimsel zaman, olayların dizi olarak düzenlendiği sürekliliktir. Çünkü olaylar zamanı oluşturmaz, zamanın içinde yer alırlar. Bir işi bitiren insanın başka bir işe koyulmasını emreden Kur’ân,4290 zamanın, ilerlemeci ve düz bir biçimde kullanılmasını emretmektedir. Kur’ân, insanı sürekli takip altında tutması ile devamlı yerinde sayarak döngüsel zaman anlayışına4291 karşıdır.4292 Zamanın ken4286]
Faiz Kalın, Kur’an’da Zaman Kavramı, Rağbet Yayınları: 126
4287] Hanefî Ahmed, s. 318
4288] ez-Zerkânî, Muhammed ‘Abdul’azîm, Menâhilu’l-’İrfân fi ‘UIûmi’I-Kur’ân, Dâru’1-Fikr, Beyrut, 1996,1, 38-39, 135, 144
4289] Heidegger, 9. 29-39
4290] 94/İnşirah, 7
4291] 50/Kaf, 16
4292] Sürmeli, Mehmet, “Güneşi Tutabilmek”, Yeni Dünya, sayı: 69, Temmuz 1999, s- 39-40
- 854 -
KUR’AN KAVRAMLARI
disinden başka her şey zamanın içindedir.
Süre dizimsel zamanın, dairevi zaman gibi öznel ve nesnel iki yanı vardır. İnsan hayatının her döneminde süre dizimsel zamanı, nesnelleştirmeye çaba sarf edildiği gözlenmektedir. Zamanı algılayacak olan zihnin böyle bir zamanı nesnelleştirmesî hemen hemen mümkün değildir. Yirminci yüzyılın şartlarında yaşayan insan zihni ve değer ölçüleri ile, on beş asır önceki süre dizimsel zamanı reel olarak değerlendirmek mümkün değildir kanaati, ampirik olarak kendini hissettirmektedir. Öyleyse, süre dizimsel zamanı nesnelleştirmenin en önemli şartı, gerekli şartların oluşturulmasıdır. Aksi halde öznel şartlarla süre dizimsel zamanı nesnelleştirmek mümkün değildir. Çünkü bu durumda, doğada bir yasa olan rölativite hiçe sayılmış olur. Toplumsal nitelik kazanan bu zaman, takvim zamanıdır.
Tüm topluluklar süre dizimsel zamanı doğa olaylarının yenilenmesine dayanarak bir takvime bağlamıştır. Gündüz gece dönüşümü, güneşin görünür hareketi, ayın evreleri, iklim ve bitki örtüsüyle mevsimler bunların belli başlılarıdır.4293 Ayrıca mesafelendirme aracı olarak bir terimin zamansal olması gerekmez. Vahşilik gibi sosyoteknik bir terim, gelişim sıralamasındaki bir aşamayı göstermektedir. Hiçbir şey, bu terimi ahlaki, rölatif, pratik yöndeki anlamlarından ayıramaz. Antropolojik söylemde bu kelime, zamansal mesafelendirmeyi dile getirir. Vahşilik geçmişin bir İşareti ise, çağdaşta olabilir. 4294
Hiçbir kimse kalkıp da “vahşilik geçmişte kaldı, bugün artık böyle bir şey düşünmek mümkün değildir”, diyemez. Yani süre dizimsel zaman geçmişte vahşiliği ölçmüşse bu gün de ölçebilir. Bu noktada geleneksel zamanın,4295 geçicilik ve sonluluk yapısıyla süre dizimsel zamanın geçmiş, şimdi ve gelecek tüm zamanları kuşatarak tek zamanda, şimdide topladığı söylenebilir. Kur’ân daha çok süre dizimsel zamanın gereği olan geçmiş, şimdi ve gelecekle yakından ilgilenmektedir. Takvayı insanın önüne koyarak4296 ileriyi göstermektedir. Buna ulaşırken kullandığı zaman dairevi zamandır. Dairevi zaman, süre dizimsel zamanın vasıtasıdır denilebilir. Yani dairevi zamanı kullanarak, süre dizimsel zamanda ilerleme kaydedilmektedir. Kısaca her iki zaman anlayışı da insana hizmet ettirilen ölçüm ve değerlendirmelerdir. Bunlar konuların akışı içinde değerlendirilecektir. 4297
Geçmiş Zaman
Yaşanılan zaman sonsuz ve geriye dönüşsüz olarak akmaktadır. Hiç bir zaman akıp giden an’ı yeniden yaşamak mümkün değildir. Akıp giden zamanın varlığının felsefecilerle kelâmcilar arasında tartışma konusu olduğu, felsefe ve bilimde zaman bölümünde işlenmiştir.4298 Kelâmcıların inkâr ettiği geçmiş ve böyle bir zamanın olmayışı hususu, soyut anlamda bir geçmiş olup, bu düşünce Kur’ân’la örtüşmektedir. Çünkü Kur’ân’da da geçmiş, sadece olaylardan ibaret olup soyut anlamda olayların ve varlığın dışında, bir geçmiş veya bir dünden bahsedilmez. Yaşamın içine yerleşen yakın ya da uzak geçmişle ilgili belirleme noktaları vardır.
4293] Benveniste, s. 130, 131
4294] Fabian, s. 103-104
4295] Çüçen,s. 125
4296] 49/Hucurât, 13; 92/Leyl, 17
4297] Faiz Kalın, Kur’an’da Zaman Kavramı, Rağbet Yayınları: 343-346
4298] el-Cürcânî, Şerhu’l-Mevâkıf, II, 49-52
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 855 -
Herkes olup bitmiş olaylara, geçmişten şimdiki zamana yahut şimdiki zamandan geçmişe bakarak yorumlar. Kur'ân, geçmişi, içinde meydana gelen olaylar ve yaşayanlar açısından Önemsemektedir. Kur'ân, geçmişi reddetmeyip, ilişkileri koparmadan, tashih edici,4299 tahlilci, ayırımcı ve mukayeseci bir gözle bakmaktadır. Bu yüzden, yakınından uzağına kadar, geçmiş önemlidir. Tekvini âyetlerde, evren ve ilk insanın yaratılışı, izlenen strateji ile başlangıca işaret edilmektedir. Kur’ân’a göre, insanın, dün, bugün, yarın diye üç günü olup, dün başlangıcı ifade etmektedir.4300 İnsan, dününü öğrenmeden bir yere varamaz. Geçmiş, kitaplara imanda temel öğedir. Çeşitli süre dizimsel/doğrusal zaman anlayışlarında ilk, başka bir ifade ile kalkış noktası, başlangıçta yani yaratılışta yer almaktadır.4301
Kur’ân, mebde’de/çok uzak geçmişte varlığı ve zamanı başlatırken bunu fark edebilecek olanın, insan olduğunun altını çizmektedir. 4302
Çünkü insanın dışında hiçbir varlık geçmişi değerlendirme istidadında değildir. Bilimsel çalışmalarda bunun en önemli kanıtıdır (Hawking, Merdin, Weinberg, Davies, Bucaille'nin eserleri incelendiğinde, insanın sürekti olarak varlığı ve zamanı incelediği, bu konuda yeni buluş ve teorileri tartıştığı görülecektir). Şu halde geçmişe bakış hususunda bilim Kur'ân'dan farklı düşünmeyip, bilgi ve deneyiminde geçmişi araştırıp tahlilci bir yaklaşımla değerlendirmeler yapmaktadır. Evrenin başlangıcı konusunda yapılan yoğun çalışmalar bunun önemli delilleridir.4303 Ne bilim, ne de Kur’ân, geçmişi işe katmıyorum demiştir. Düşünce ürünü olan felsefe de geçmişi dikkate alıp ona göre yoluna devam etmektedir. Ancak kelâmcılar ve bilime göre, zaman geriye doğru sonsuzca gitmemektedir. 4304
Felsefecilerden İşrakiler (Eflatun ve taraftarları) de aynı görüştedir. Meşşâîler (Aristo ve taraftarları) ise, gelecekte olduğu gibi zamanın geçmiş yönünde de sonsuz olduğu kanaatindedirler.4305 Bu anlayışa göre, zaman ezelî olmuş olur ki, Allah’tan başkasına ezelîyet vermeyi tevhid ile uzlaştırmak mümkün değildir.
Şu halde Kur’ân, geçmişi nasıl değerlendirmektedir? Buna bakmak gerekmektedir. O muhatabının geçmişe ve geçmişin taklitçiliğine bağlanmasına karşı çıkmaktadır. Geçmişin pozitif ve negatif yönlerini göstererek; insanı geçmişe götüren bir üslupla, genel geçer kriterlerini belirleyip, ona göre değerlendirmeler yapmaktadır. Önceki dinleri ve kitapları kendisinin geçmişi sayıp4306 geçmişine sahip çıkarak, geçmişi, şimdi ile perçinler. Geçmişin fark edilememesi, psikolojik olarak insanın yaşadığı zamanı fark edememesi demektir. Kendini herhangi bir şeye kaptıran insanda da bu görülür. 46/Ahkaf sûresi 35. âyette de, inkâr edenler, âhirette, dünyada geçirdikleri zamanı böyle değerlendirirler. Azâbı gördükleri zaman, sanki dünyada gündüzün bir saati kadar kaldıklarını düşünürler.
4299] el-Câbirî, Arap Aklının Oluşumu, s. 69
4300] er-Râzî, Tefsir, VIİ, 118
4301] Dauer, s. 84
4302] 6/En’âm, 2; 9/Tevbe, 36; 7/A’râf sûresi 54; 10/Yûnus, 3; 11/Hûd, 7; 14/İbrahim, 19, 32; 15/Hicr, 26; 19/Meryem, 9; 25/Furkan, 2, 54, 59; 41/Fussilet, 21; 55/Rahmân, 14, 15
4303] Weinberg, s. 44-124; Davies, s. 31-47; Merdin, s. 254, 347-348
4304] er Râzî, el-Metâlibu’-’Aliyye mînel-’İlmi’l-İlahiyye, IV, 29, 169, 198; el-Cürcânî, Şerfıu’l-Mevâkıf, II, 49-52
4305] İbn Rüşd, Felsefe-Din İlişkileri, s. 128
4306] 2/Bakara, 4, 285; er-Râzî, Tefsir, XX, 124, 125
- 856 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Sürekli geçmişi gündeme getiren Kur'ân, geçmişin ve geçmişe ait kalıntıların görülüp fark edilmesi ile geleceğe dönük hesap ve muhakemelerin daha sağlıklı olacağını amaçlamaktadır. Nitekim 6/En'âm sûresi 11, âyet bunlardan sadece bir tanesidir. 2/Bakara sûresi 275. âyette geçen selef kelimesi önce geçen demektir. İnsanın kendisinden önce geçen her şey, seleftir. Sosyolojik olarak “Ümmet-i salife”, geçmiş ümmet anlamında kullanılmaktadır. Âyette kullanılan bu ifade riba yasağı ile ilgili olarak geçmişe dönülmemesini emretmektedir. 4307
Kur’ân, geçmişi incelerken negatif bir yol izleyenlerin akıbetlerini canlı tutarak, muhatabı, aynı akıbete uğramaması için uyarır.4308 Geçmişin yok olup gitmesine göz yummaz.4309 Onu değerlendirip, pozitif ya da negatif olan sonucu sahibine yansıtır.4310 Kur'an'da uhrevi hayat açısından dünya bir geçmiştir. Hesap, ceza, cennet ve cehennem geçmişin faturasıdır.4311 İnanan insanın zamanında yerine getiremediği yükümlülükleri geçmiştir. Artık onlar kaza veya keffaret statüsünde teklif gücünü geçmişteki bir ihmalden yahut bir hatadan alırlar.4312 Bu yüzden, zamanında icra edilmeyen bîr görevin ifası veya geçmişteki bir hatanın telafisi, bazen sahibini katmerli bir şimdi ile karşı karşıya getirmektedir. Geçmişin günahlardan arındırılması hususunda kurduğu tevbe müessesesi ile, geçmişi şimdinin pozitif yapılanmasına hizmet ettirerek, psikolojik olarak bireyi ve toplumu zinde tutar. 4313
Süre dizimsel/doğrusal zamanı bu yönde kullanan Kur’ân, geçmişte işleyen kanunların gerekli şartların oluştuğu her devirde, her an işleyeceğini temel ilke olarak vurgulamaktadır. Bu mânâda geçmiş sadece bir model olarak ortadadır. Kur’ân, mesajını, yakın geçmişi olan câhiliye döneminden hareketle ortaya koyarken;4314 uzak geçmişi dikkate almama gibi bir tutuma girmemektedir. Varlığın ve zamanın başlangıcı gibi kozmik; Hz. Âdemden Hz. Peygambere kadar gelip geçen kavimler, peygamberleri ve onlarla ilgili olaylar gibi sosyolojik, hukuki ve ahlakî uzak geçmiş ile ilgili hususlar, onun en önemli tevhid vasıtalarıdır. Tecrübe kazanmak uzun zaman gerektiren bîr değerdir.4315 Kur’ân geçmişin ürünü olan olaylara ve kozmolojiye bakılıp ibret alınmasını isterken, deneyim ve tecrübe, geçmişin en önemli yaptırımı olarak kendini hissettirmektedir.
Semantik olarak ele alınan kelime ve kavramlarda Kur’ân’ın, geçmişi dikkate aldığı görülür. Diller tevkifi olmayıp, her peygamber toplumunun dili ile gönderilmektedir. Bu mânâda Kur’ân Araplara meydan okuyarak onları çok mâhir oldukları alanda susturduğu, bu konudaki duyarlılığını gözler önüne serip, gelinen noktada, geçmişin dil deneyimini seçmeci bir yöntemle kullandığı
4307] er-Râzî,a.g.e., VII, 81,82
4308] 2/Bakara, 49, 50, 59, 61, 98, 121, 146, 147, 161, 162, 170, 250, 251; 3/Âl-i İmrân, 13; 7/A’râf, 138, 141; 10/Yûnus, 13; 12/Yûsuf, 111; 16/Nahl, 116, 118; 29/Ankebût, 14; 89/Fecr, 6-14; 104/Hümeze, 1-9; Râzî, a.g.e., 111, 217; XVIII, 64
4309] 7/A’râf 176; 10/Yunus, 24
4310] 2/Bakara, 81; 5/Mâide, 38; 30/Rûm, 41; 82/Tûr, 31; 111/Tebbet, 2
4311] 2/Bakara, 3-5; 78/Nebe’, 1-5; 85/Bürûc, 10; 87/A’lâ, 10-13; 88/Ğâşiye, 1-13, 26; 95/Tîn, 4-6
4312] 2/Bakara, 196; 4/Nisâ, 92; 5/Mâide, 89; 58/Mücâdele, 4
4313] 2/Bakara, 38; 5/Mâide, 39; 6/En’âm, 54; 11/Hûd, 90; 28/Kasas, 67
4314] Özsoy, s. 91
4315] Güngör, Erol, Şahıslar Arası İhtilafların Çözümünde Lisanın Rolü, Ötüken Yay., İstanbul, 1998, s. 101
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 857 -
görülmektedir.4316 2/Bakara sûresi 104. âyette ifade edildiği gibi, geçmişin kullandığı hoş olmayan kelimeleri, güzel ve iyi olanla değiştirmektedir. Dilde ve semantik alanda gtçmişe pozitif bir değişim stratejisi ile bakmaktadır. Stratejik olarak geçmişin fonksiyonel olduğu görülmektedir. Etimolojik açıdan, 10/Yunus sûresi 24; 28/Kasas sûresi 18 ve 19. âyetlerde geçmişi ifade eden emsi/dün, 2/Bakara sûresi 198; 3/Âl-i Imrân sûresi 144. âyetlerde geçen önce çizgisel zamanın dün'e ve şimdiye kadar olan kısmıdır. Ancak, bu ifadelerin çevrinsel, başka bir ifadeyle dairevi zamandaki yeri ve değeri açıktır. Her dün, öncedir, fakat her önce, dün olmasa da geçmiştir. Bu terimler, geriye döndürülemeyen geçmiş zamanı ifade etmektedir. 4317
Sünnetullah açısından geçmişin pozitif veya negatif yapısı tekerrür edebilir. Ancak, aktörler, dekor ve sahne farklıdır. Fizikî bakımdan geçmişi geri getirmek hiç mümkün değildir. Çünkü Allah’ın koyduğu fizikî yasalar ileriye doğru işlemektedir. Bu yasalar, tersine çevrilirse zaman, geçmişe doğru işleyecektir. Yanan evin duman ve külleri, eski haline dönecek, ölen insanlar dirilecektir. Fizik, ancak teori bağlamında buna evet demektedir. Yasaları gelecekle geçmiş arasında ayırım yapmayıp, parçacıklarla, anti parçacıkların hareket yönlerinin değiştirilmesi ile, zamanın geriye yani geçmişe akacağını, teori bağlamında kabul etmektedir.4318 Fakat pratik olarak zamanın yönünü, geçmişe çevirmek mümkün değildir. Çünkü zamanın termo dinamik oku (sıcaktan soğuğa doğru tek yönde bir termik denge vardır), psikolojik oku (zihin sürekli zamanın geçtiğini hisseder) ve kozmolojik oku (evrenin büzülmeyip genişlediğini ifade etmektedir) evrenin yaratılışından itibaren, ileriye yani geleceğe doğru aktığını göstermektedir. 4319
Kur’ân ise geçmişin yaşanmasını mûcize olarak nitelemektedir. Böyle bir olayın vukuu, ba’s’i ispat bağlamında sunulmaktadır. Uzeyr’i (a.s.) yüz yıl sürecek uykusunda, bir genç olarak öldürüp, yüz yıl sonra diriltmesi, dirilttiğinde yanına koyduğu meyvelerin bozulmadığını, eşeğinin gözü önünde dirildiğini görmesi4320 geçmişe dönüşün olağanüstü bir olayıdır. Bu, evrende işleyen bir kanun değildir. Bu nedenle, zaman geçmişe doğru değil, geleceğe doğru akmaktadır. Bu olay, bir taraftan geleceği (ba’s ba’de’l-mevti) haykırırken, dünyada meydana gelişi ile de geçmişi tekrar yaşamanın, Yaşatanın dilemesi ve yapmış olmasına bağlı olduğunu göstermektedir. Bu noktada, naslar ve kaynakların ışığı altında fiziğin teorik olarak mümkün gördüğü şeyin, Kur’ân’ın kıssalar vasıtasıyla haber verdiği, fiilî olarak gerçekleşen ve belli bir zamana has mûcize olduğu görülmektedir.
Leibniz’e göre, mûcizeler de doğal olaylar kadar sistem içindedir. Ancak, mûcizeler ikincil kural olarak değerlendirilmekte ve doğa, tanrının bir”alışkanlığı” olarak kabul edilmektedir. Ona göre Tanrı, doğanın bağlı olduğu nedenden daha güçlü nedenden ötürü bu “alışkanlığını” bırakabilir. 4321
Kur’ân’a göre Allah’ın alışkanlığı diye bir şey yoktur. Çünkü alışkanlıkta
4316] İbn Kuteybe, s. 28, 29; er-Râzî, Tefsir, XIX, 63; XX, 134; İbn Cinnî, I, 259; Yazir, II, 309
4317] Dauer, s. 84
4318] Merdin, s. 118-134; Hekimoğlu-Korkmaz. s. 369
4319] Merdin, s. 133-134
4320] 2/Bakara, 259; er-Râzî, Tefsir, VII, 28; İbn Kesîr, I, 314; el-Beydâvi, I, 178; Yazır, II, 884
4321] Leibniz, s. 79-80
- 858 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kendini bir davranışa kaptırıp meleke kazanma söz konusudur. Hâlbuki Allah muhtar irâdesi ile her şeyi yaratıp idare etmektedir.4322 Allah’a göre mûcizelerin sistemin içinde ve dışında bir zorluğu ve tasnifi diye bir şey yoktur. Bu yüzden, mûcizenin doğurduğu değişim anındaki yasalara sünnet-i hâssa/özel kanun denilebilir. Bu durumda geçici olarak veya o hadiseyle ilgili olarak sünnetullah değişmiş demektir.4323 Bu açıdan bakıldığında kıyâmet ve ba’s, doğanın temelindeki ikincil yasaların, başka bir ifade ile sünnet-i hâssenin devreye girmesi şeklinde açıklanabilir. Ba’s ile, geçmiş, şimdiye getirilmektedir. Bu durumda işleyecek olan yasalar, artık ikincil yasalardır. Kur’ anın ifadesine göre, ikincil yasalar devreye girdikten sonra, hiç değişmeyecektir. Hep o yasalar devam edecektir. Çünkü söz konusu yasalar, ebediyete aittir. Şöyle de denilebilir; geçmiş, geleceğin bir ön biçimlenişinden ibarettir. 4324
Varlığın gidiş seyri de bunu göstermektedir. Mebde’den itibaren bütün varlık, bu stratejinin uygulama elemanlarıdır. Tohum fidenin, fide ağaç ve meyvenin bir ön biçimlenişidir. Doğada kimse tohumdan önce fideyi veya fideden önce ağacı ve meyveyi bekleyemez. Her şey böyle bir planın işleyişinde gönüllü bir neferdir. 4325
Hadis-i Şeriflerde Zaman Kavramı
“Kendisiyle birlikte hiç bir şey yokken Allah vardı.” 4326
“Kişi kıyâmet gününde şu hususlardan sorulacaktır. Bunların cevabını vermeden hiçbir yere adım atamayacaktır. Ömrünü nerede tükettiğinden, gençliğini ne işte harcadığından, malını nereden kazanıp nerelere harcadığından, öğrendiği ile ne derece amel ettiğinden.” 4327
“İnsanların çoğu iki büyük nimetten gâfildirler: Sıhhat ve boş vakit.” 4328
“Âdemoğlu dehre söverek Bana ezâ verir; hâlbuki Ben dehr(in yaradanıy)ım. Her emir Benim elimdedir. Geceyi gündüzü Ben idare ederim.” 4329
“Sakın sizden biriniz: Vay dehrin musibetine, demesin (böyle sövmesin). Çünkü dehr ancak Allah’tır” ve “Dehre sövmeyin. Çünkü dehr ancak Allah’tır” 4330
“Zamana sövmeyin, zira zaman Allah’tır.” 4331
Şimdiki Zaman
Şimdi, bir andır. Bu anlamda zamanın en küçük kurucu öğesidir. Ne olursa olsun, sabit bir nokta değildir. Geçmişteki bütün anlar, bir zamanlar şimdiydi. Dolayısıyla, gelecekteki bütün anlar da zamanı geldiğinde şimdi olacaktır. Bu anlamda ele alındığında şimdi, zamanın tümünü kapsar. Bu nedenle şimdi,
4322] 3/Âl-i İmrân, 26; 11/Hûd, 107
4323] Özsoy, s. 165
4324] Eliade, Ebedî Dönüş Mitosu, s. 92
4325] Faiz Kalın, Kur’an’da Zaman Kavramı, Rağbet Yayınları: 346-351
4326] Buhârî, Bed’u’l-halk 1, Tevhid 22; Tirmizî, Menâkıb 74
4327] Tirmizî, Kıyâmet 1
4328] Buhâri, Rikak 1; Tirmizî, Zühd 1; İbn Mace, Zühd 15
4329] Buhârî, Tefsiru Sûre 45/1; Tevhid 35, Edeb 101; Müslim, Elfâz 1, 2, 5, 6; Ebû Dâvûd, Edeb 169
4330] Buhârî, Edeb 101; Müslim, Elfâz 4; Muvatta, Kelâm 3
4331] Ahmed İbn Hanbel, Müsned, V, 299, 311
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 859 -
herhangi bir zaman parçasından daha uzundur. Sonsuza dek kendini yenileyip durur. Bunun için bir bakıma sonrasızlık demektir. Gündelik zamanda şimdi, kendini yenilerken, olgun mânâda bir şimdi, zamanın durduğu andır',4332 İlk yaratılışta an-ı daimden yola çıkan rölatif yapıdaki zaman, birtakım öncelik ve sonralıkları aşarak evrenin yapısını kuşatmıştır. Nefha-i ula/ilk üfürüş ile bozulacak olan kozmik sistem sonrasında varlık, öncelik ve sonralıklarla olgun mânâda bir şimdiye, başka bir ifade ile ebediyete ulaşacaktır. O şimdi, bu şimdiden farklı olmalıdır. Zira o şimdi, ebediyet şimdisidir. Gündelik şimdi olayları faslederken geçmiş olmaya hamiledir. Âdetâ etkin durumdaki bu yapısıyla ebediyette hak ettiği yeri alacaktır. Bu şimdide hareketten söz edilmesine rağmen; o şimdide bozulma ve sebeplerle meydana gelen değişimden söz edilemez. 4333
Cehennemliklerin derilerinde yapılan,4334 doğrudan müdahale, anlık icraatlarla yapılan değişimdir. Bu yüzden kozmik değişimden farklı bir anlam ifade etmektedir. 78/Nebe’ sûresi 23. âyette geçen ahkâb kelimesi, kozmik zaman ölçüleri ile açıklansa da asıl amaç, sonsuzluğu vurgulamaktır. Kozmik zaman ölçülerine göre dehr kelimesi ile yapılan açıklamalar, müfredi olan kelimesi dikkate alınarak yapılan açıklamalardır.4335 Âyette geçen şeklindeki çoğulu ise, duhûr kelimesi ile açıklanmış olup belli bir sonu olması gerekmez.
Müfessirler, ahkâb’ı (sonu belli olmayan zaman), ebediyet şeklinde açıklamıştır.4336 Bu ise, günahkâr Müslümanlar için cehennemde kalışın bîr sonunun olabileceğini, küfür üzere ölenlerin ise, kelimenin ifade ettiği sonsuzluk ile muhatap olduklarını gösteren bir delildir. Her biri bin sene demek olan “uhrevi gün” yaklaşımı ile hukûb kelimesinin ifade ettiği zaman, zamanın durması şeklinde anlaşılmaktadır.4337 Azap ortamında zamanın fark edilme gücü çok daha güçlüdür. Mükâfaat ortamı olan cennette zamanın geçişi belki hiç fark edilemeyecektir. Onun için, olgun mânâda şimdi, kendini bu ortamda izhar eder. Dünya hayatında, gündelik zamandaki şimdinin fark edildiği de söylenemez. Adı anıldığı andan itibaren an denilen zaman, geçmiştir. Şimdiki zamana, bir de zamanı ayırması açısından bakılırsa, gündelik zamanda, hayatın bir zarureti olarak ortaya çıkar. Dolayısıyla “an”önceyi sonradan, dünü bu gün ve yarından ayırt etmenin fonksiyonel gücüdür. 4338
Kur’ân’da, geçmiş zaman da gelecek zaman da şimdiki zamana akort edilmiştir. Geçmişin deneyimleriyle her birey ve toplum, şimdiki zamanda muhataptır. Muhatap olduğu teklifin şimdiki zamanda icrası istenmektedir. Pozitif ya da negatif gelecek şimdiye bağlıdır.4339 4340
Bu nedenle, Kur’ân’ı geçmişe veya geleceğe hasretmek temelde yanlıştır. Dünyevi hayatın gereği emir ve yasaklar, şimdi olmaya mahkûm olan gelecekte
4332] Dauer, s. 84-93
4333] 2/Bakara, 25; 47/Muhammed, 15; 52/Tûr, 22, 25; 56/Vâkıa, 17; 76/İnsan, 29; Yazır, VIII, 5545
4334] 4/Nisâ, 56
4335] er-Râgıb el-Isfahânî, s. 126
4336] er-Râzî, Tefsir, XXXI, 14, 15; el-Kurtubî, XIX, 177, 178; İbn Kesîr, IV, 463; İbn Manzûr, I, 325-326; Yazır, VIII, 5542
4337] İbn Manzûr, I, 326; Dauer, s. 84-93
4338] 2/Bakara, 71, 187; 4/Nîsâ, 18; 8/Enfâl, 66; 12/Yûsuf, 51
4339] 31/Lokman, 33; 40/Mü’min, 17-33; 89/Fecr, 6-23; Çüçen, s. 125
4340] Çüçen, s. 125
- 860 -
KUR’AN KAVRAMLARI
sonucunu sahibine tattıracaktır. Şimdide icra edilen pozitif veya negatif eylemin sonucu bir başka şimdide yudumlanacakhr. Yani insan, yaptığının karşılığı ile karşı karşıya geldiğinde, onun için şimdi olmuş olacaktır. İnsan, ölümünü bilmediğinden,4341 sorumluluk şimdiyedir. Şimdi, gelecekle ilgili dünyevi veya uhrevi, pozitif ya da negatif yaptırımların, çok iyi kavranıp değerlendirilmesi gayesine matuftur.4342 Zira, geçmiş zaten geçmiştir. Gelecek ortada yoktur. Var olan gerçek şimdidir. Şimdiyi gösteren saat, geçmişteki şimdilerden, şimdiki şimdiye gelmiş ve gelecekteki şimdilere doğru ilerlemektedir. Saatin gösterdiği şimdi, mekânlara göre rölatiftir. Fakat hepsi de şimdidir.
6/En’âm sûresi 142. âyette yük taşıma ve tüyünden döşek yapılma durumunda olan hayvanların bu seviyeye birden bire gelmedikleri açıktır. Onların bir geçmişi vardır. Âyette zikredilen hayvanlara ait yük taşıma ve tüylerinden yatak yapılma özelliği şimdiki zamana ait olan bir durumdur. Bu durumlarının zikredilişi ile geçmiş zaten anlaşılmaktadır. Yük taşıma ve tüyün kullanılacağı zaman da gelecek zamandır. Ayrıca, söz konusu âyette yaratmanın sürekliliğine işaret edilmektedir. Az önce sözü edilen saat, şimdiyi ölçmemekle birlikte, geleceğe hazırlık yapılan bir ölçektir. O vakte ulaşıldığında gelecek, şimdi olacaktır. Heidegger, insanın zamanı tanzimine değinirken şöyle demektedir. “İnsan geleceğe ait projelerini hayata geçirmek için geçmişe bakar, geçmişle birlikte şimdiyi tecrübe eder, böylece üç zaman dilimini şimdide yaşar”. Ona göre bu zamansallık ve geçicilik, otantik olmayan bir zaman olup, insanın ontolojik yapısında vardır. 4343
Onun için insan, şimdide geçmişi değerlendirip geleceği planlar. Kur'ân, geçmişi, şimdiyi ve geleceği birlikte zikrederken şimdinin önemini, insanın şimdi merkezli olarak yaratıldığını kavratır. Duâ bağlamında 2/Bakara sûresi 286. âyette “Rabbimiz, unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla! Bize acı!” diye buyurularak şimdinin önemi ve hâkimiyetiyle birlikte geçmiş ve gelecekde gözler önüne serilmektedir.4344 Sanki, insana; şimdiki duruma bir çözüm getirmek, henüz gerçekleşmemiş bir imkânı ele geçirmek için “geçmişi iyi oku, geleceğe uzan, onu şimdiye getir ve şimdiki durumu onun açısından yorumla”denilerek bir tembih yapılmaktadır. Bu anlamda şimdi, hemen geçen, saniyelik bir zaman gibi görünmeyebilir. Ancak zihindeki niyetin hızıyla yakalanabilen bir süre ile anlaşılması mümkündür.
İnsan açısından o, gelecekle ilgili ve geçmiş anıları bir araya getiren zamanın yayılımıdır.4345 Böylece, şimdinin, gündelik zaman olarak ne denli kuşatıcı olduğu ortaya çıkmaktadır. Böyle olunca an, şimdinin içinde yer almış olur. Şimdiki anı, kısmen gelecek kısmen de geçmiş4346 olarak açıklayan değerlendirme, Kur'ân âyetlerinin olayları ayırıcı kullanımına paralel gibi görünebilir. Fakat durum hiçte böyle değildir. Açık olan husus, an'ın kısmen geçmiş, kısmen gelecek olmadan
4341] 4/Nisâ, 78; 17/İsrâ, 29; 35/Fâtır, 11
4342] 2/Bakara, 123
4343] Çüçen, s. 125; Heidegger, s. 38, 39
4344] 1/Fâtiha, 5, 6; 2/Bakara, 49, 53, 165; Yazır, I, 53, 54
4345] Sherover, s. 176
4346] Dağ, “Yunan ve İslâm Felsefesinde Aristocu Zaman Görüşüne Tepkiler”, s.73
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 861 -
öte geçmiş ile geleceği birbirinden ayırıcı bir güç olmasıdır. 4347
Gelecek Zaman
Henüz ortada olmayan, ancak her bakımdan hayatın bütün yönlerini kapsayan, geçmişten alınan deneyimlerle şimdide kendisine plan ve proje hazırlattıran, gerçek olması kesin olan, sanal bir zamandır. Böyle bir zaman, sırayla şimdi olarak otantikliğini ortaya koyduktan sonra geçmişe karışmaktadır. Gelecek zaman, var oluşsallığın ilk anlamıdır. Çünkü varlık, böyle bir zamanda kendisini serimler. Bu mânâda gelecek, çizgisel zamanın ilk tarzıdır. Çünkü, henüz geçmiş ortada yoktur. Ancak zamansallık/sonlu ve geçici olmak; zamanlann birliğini olanaklı kılar. Gelecek, geçmiş ve şimdi tek bir zaman olup, bu üçlü sayesinde insanın başkalarıyla karşılaşması mümkün olmaktadır.
Kaygı ve merak zamansallığın belirgin özelliğidir. Ardışıklıkta, zamansallık ortaya çıkmaz. Ne gelecek şu andan sonra ne de geçmiş şu andan öncedir. Zamansallık bunu böyle serimler.4348 Kâinat da içindekilerle beraber zamansal olduğuna göre, her varlığın kendince bir zamansallığı ve geleceğe doğru serinlenmesi vardır, başka bir ifade ile varlık kendini gelecekte serinleme imkânına sahiptir. Böyle bir niteliği en iyi fark edebilen insandır.
Kelamcılarla bazı filozoflara göre zaman, geçmişte de gelecekte de sonsuzdur.4349 Bu anlayışa göre sonsuz zaman, sonsuz geçmiş, sonsuz gelecek demektir. Kur’ân ölçümlerinde böyle sonsuz geçmiş, yoktur. Gelecekte ebediyet sınırına varıncaya kadar devam ederek kendini ebediyete teslim etmek durumundadır. Zaman bir ölçüm ve planlama olarak, varlıkla birlikte ortaya çıktığı için, ölçümsüz ve varlıksız zaman olamayacağı, varlığın sonsuz geleceği ve sonsuz geçmişi olamayacağı açıktır. Bu anlayışta maddenin ezelîyeti gündeme gelme durumundadır ki; Kur’ân’da böyle bir zaman anlayışı yoktur.
Eski kelâmcıların bir kısmı, geçmişi ve geleceği hareket ve hatta zamanı kabul etmeyip, gelecek konusunda İbn Sînâ gibi, filozofların tutarsızlığını kendi kendileri ile çelişki içinde olduklarını, savunmakta olduklarını, ileri sürmüşlerdir. Çünkü bu kelâmcılar, varlığı ve varlığın açılımını, kabul etmektedirler. 4350
Gazâlî ise, geleceğin bize göre gelecek olduğu görüşündedir.4351 Bu yaklaşıma göre geleceğin, insan algılayışı ile bağlantılı bir husus olduğu söylenebilir. Kur’ân sorumluluk sadedinde şimdideki emir ve yasaklara imtisal ve içtinabı yakın geleceğe; ölüm, kıyâmet, âhiret, cennet ve cehennem gibi gaybla ilgili hususlara imanı, uzak geleceğe bağlarken; geleceği mutlak bir vakıa olarak, gözler önüne, koymaktadır. Ancak, insanın, gelecekte yapmakla mükellef olduğu emrin icra dairesi, şimdidir. Binâenaleyh insan, varlık olarak, gelecekte olmadığı için, onda bir şey yapma ve yapmama gücüne sahip değildir. Zamansallığı ile bu, onun nüvesindeki bir şifredir. Zamanın, geçmişten geleceğe doğru akışı, ampi4347]
Faiz Kalın, Kur’an’da Zaman Kavramı, Rağbet Yayınları: 352-355
4348] Çüçen, s. 68-71; Koyuncu, s. 8
4349] İbn Rüşd, Felsefe-Din İlişkileri, s. 128; Dağ, “Yunan ve İslâm Felsefesinde Aristocu Zaman Görüşüne Tepkiler”, s. 73
4350] el-Cürcârıî, Şerhu’l-Mevâkıf, II, 49-54
4351] Dağ, “Yunan ve İslâm Felsefesinde Aristocu Zaman Görüşüne Tepkiler”, s. 73, 84; krş. Zig-Zag Group, s. 52. 1457 Zig-Zağ Group, s. 52
- 862 -
KUR’AN KAVRAMLARI
rik olarak kanıtlanamadığı 1457 şeklindeki açıklamalar, soyut zaman anlayışına göre yapılan değerlendirmelerdir. Çünkü insan, evrenin kozmik yapısında, gerek gündelik zamanda, gerekse dairevi zamanda, ampirik olarak geleceği fark etmektedir. Tohumda ve nudfede kuvve halinde bulunan gelecek, toprağa veya rahime atılmasıyla işlemeye, şimdi, geçmiş olmaya başlamaktadır. Dolayısıyla batan güneş, doğan yıldız ve çöken karanlık, geleceğin habercileridir. Fizikte de zamanın, geleceğe aktığının birtakım yasalara bağlı olarak işlediğine; geçmiş zaman başlığı altında işaret edilmiştir. 4352
Kur’ân bağlamında gelecek zaman, pek mühimdir. Fizik ve metafizik âlemi kuşatır. Kur’ân, fizikî âlemde işleyen gelecekle, metafizik âiem için istişhatta bulunur.4353 Dünyevi hayat için, geleceğin önemli bir strateji olduğunu ve gereğinin yerine getirilmesini öğütlemektedir. Aksi halde mağduriyet ve ceza söz konusudur.4354 İbadet, hukuk ve ahlaki bağlamda gelecek, hayatın temel stratejik basamaklarından en önemlisidir. 4355
Kur’ân, azap ya da mükâfaat inancıyla metafizik bir gelecek olan âhiret hususunda insanı uyarmaktadır.4356 2/Bakara sûresi 4 ve 5. âyetlerden anlaşıldığına göre, Kur’ân, böyle bir geleceğe inanmayı, imanın ve kurtuluşun temel öğelerinden saymaktadır.4357 80/Abese sûresi 15 ve 16; 82/İnfitâr sûresi 5. âyetlerde ise, geleceğe ait vesikaların şimdi de, yani dünyada tutulduğunun altını çizmektedir. 21/Enbiyâ sûresi 52-54; 23/Mü’minûn sûresi 51. âyetlerde böyle bir geleceğin, çok daha iyi olması için, şimdide zapt edilen şeylerin çok iyi olması gerekmektedir. Şimdiye etki edip gelecekte de sonuç verecek olan geçmişin, iyi okunması gerekmektedir. Geçmişten gelen negatif etki -ataların bozuk itikatlarının etkisi gibi- yüzünden, geleceğin, tarumar edilmemesini tembihlemektedir. 4358
Heidegger’e göre gelecek için plan ve proje üretmek, varlığın ontolojik yapısına konulmuştur. Otantik olan bu yapı, plan ve projelerini otantik olmayan geiecek için yapmaktadır.4359 Filozofların zaman tarzları dediği bu zamana Kur’ân bağlamında, sünnetullahın ifade ettiği zaman denilebilir. Böyle bir zaman global bir yapıya sahip, olaylara bağımlı olan, olayların tekerrürüyle tekrar edebilen hangi hareketin ne şekilde ve ne zaman yapılacağı tamamen ilgili olaya bağiı olan bir zamandır. 7/A’râf sûresi 204. âyette “Kur’ân okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin” diye buyrulurken dinleme ve susmanın Kur’ân okunduğu zaman yapılması gereken işler olduğu, Kur’ân okunmanın, mutlak bir zamanı olmadığı görülmektedir. Dikkat edilirse, âyette emredilen husus her halükarda gelecek yüklü bir ifadedir. Ancak bu ifade, kozmolojik olmayan geleceği belirleyen bir emirdir. Zira Allah, şu sene, şu ay, şu hafta veya şu gün demeyip “Kur'ân okunduğu zaman” demektedir. Bununla, dairesel zamanın herhangi
4352] Merdin, s. 133, 134
4353] 22/Hacc, 18; 78/Nebe’, 14-18; er-Râzî, Tefsir, XXIII, 56
4354] 4/Nisâ, 95; 5/Mâide, 38, 39, 45, 89, 95; 17/İsrâ, 29; 54/Kamer, 26; 68/Kalem, 5; er-Râzî, a.g.e., XXX, 72
4355] 2/Bakara, 184,187; 4/Nisâ, 103; 77/Mürselât, 11; İbn Kuteybe, s. 74-75, 135; er-Râzî, Tefsir, V, 98, 99; VI, 125; XI, 23. 24; Yazır, I, 656; II, 731
4356] 2/Bakara, 228, 234, 282; 4/Nisâ, 20, 21; 65/Talâk, 2, 3; İbn Kuteybe, s. 74-75, 135; er-Râzî, Tefsir, V, 98-99; VI, 73-93, 125; XI, 23, 24 Yazır, I, 656; II, 731
4357] 2/Bakara, 25; 6/En’âm, 40, 41
4358] 47/Muhammed, 8, 9
4359] Heidegger, s. 31-38
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 863 -
bir bölümünde, gelecekte vaki olabilecek bir okuma kastedilmektedir. Bu süreyi kapsayan dairevi zaman, kozmolojik geleceğin her anında yer alabilir.
Bu yüzden, söz konusu emirle muhatap olma, kozmik zaman hesaplamaları ile önceden belirlenmiş bir gelecek değildir. Yine 16/Nahl sûresi 91. âyette, “antlaşma yaptığınız zaman” 6/En’âm sûresi 68. âyette, “âyetlerimiz hakkında (münasebetsizliğe) dalanları gördüğün zaman” gibi emirler de aynı anlamda ele alınabilecek yapıdadır. Böyle emirlerin geçmiş, şimdi ve geleceği yoktur. Geçmiş için geçerli olan bu emir, şimdi ve gelecek için de geçerlidir.
Kur’ân, nüzulünden kıyâmete kadar her an, gelecekteki rotayı belirleyen bir yapıya sahiptir. Hedefi belirlenmiş bir okun geleceği, yaydan çıktığı zaman, belirlenmiş demektir. Küfrün geleceğini, ödüllerle donatılmış bir hedef olarak beklemek, eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu şekilde beklemek, ihtimale kalırsa; Allah’ın gelecekte nasıl davranacağı belirsiz olur ki, gerçek durum tam tersi bir yapıdadır. Allah’ın gelecekte nasıl davranacağı kesin olup, Allah tarafından bu hususta insanlara söz verilmiştir.4360 İmtihan hikmeti ile uyuşan da budur. Söz verip başka türlü davranmak; temel ilkesi adâlet olan yaratıcının şanına ve imtihan anlayışına aykırıdır.4361 âyetler, gündelik zamanda ictinab ve imtisalı;4362 âyetler tevbeyi;4363 âyet v’ad ve va’idi; 4364 âyet korkuyu;4365 âyetler ümit ve müjdeyi;4366 âyet emaneti;4367 âyet intikam4368 ifade ederken kullandıkları yahut kastettikleri zaman, hep gelecektir.4369 âyetlerin ortaya koyduğu kozmolojik yapıdaki kıyâmet sahneleri, oluş mahiyeti farklıda olsa bugün fiziğin sözünü ettiği ve benimsediği bir gelecektir. 4370
Böyle bir gelecek hakkında Heidegger, “ölümle birlikte olmakla herkes, herkesin aynı düzeyde olabildiği “nasıl”a, hiç kimsenin farklı olmadığı olanağa, her türlü ne’nin toza karıştığı “nasıl”a gelmiştir” demektedir. Ancak bundan sonra gelecek olan geleceğin kanunları farklıdır. Kozmik zamanı ölçen ölçekler artık işlememektedir. Artık, geleceği ölçüp plan ve proje yapmaya yarayan saat yerine farklı bir saat, başka bir ifade ile olayların ölçtüğü bir saat vardır. Âhiret kavramı, Kur’ân’ın diyalektiği açısından, içinde bulunduğumuz anın ardından gelen zaman ve içinde bulunduğumuz boyutun üstündeki boyut, mutlak anlamda daha sonrası şeklinde ifade edilebilir. Şu anki boyut ve an, ne olursa olsun, onun bir sonrası vardır. Âhirete iman, en geniş anlamıyla hayatın ve oluşun sürekliliğine imandır. Her an bir önceki ana göre âhirettir. İnsan, bu âhiretler serisinden her birinin hesabını vermek durumundadır. Bu dünyada, gelecek için hazırlık söz konusudur. Gelecek bu gün görünmez, yarın görünür. Bu günün akılla var kabul edileni/gayb yarının duyu organları ile fark edileni olabilir.
4360] Özsoy, s. 132
4361] 2/Bakara, 188, 238; 4/Nisâ, 2, 6; 7/A’râf, 31; 30/Rûm, 31; 42/Şûra, 13
4362] 11/Hûd, 90; 9/Tevbe, 104; 66/Tahrîm, 8; 85/Bürûc, 10; 49/Hucurât, 12.
4363] 2/Bakara, 286
4364] 53/Necm, 62
4365] er-Râzî, Tefsir, IX, 27, 78; 4/Nisâ, 123; 30/Rûm, 46.
4366] el-Buhârî, Merdâ, 2, 3; er-Râzî, Tefsir, XI, 42; XXV, 115; 33/Ahzâb, 72
4367] er-Râzî, Tefsir, XXV, 202; 5/Mâide, 95
4368] er-Râzî, a.g.e., XII, 81
4369] 14/İbrahim, 48; 81/Tekvîr, 1-5; 84/İnşikak, 1-3
4370] Davies, 3. 7-145; Hawking, s. 25-162; Dauer, s. 87-88
- 864 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Dünya, şu andaki görünenden, gayba intikal etmiş olan geçmiş ile, gaybdan görünene intikal edecek olan gelecek zincirleri arasında göze batan yegane halkadır. 4371
Kur’ân’ın âhiretle ilgili tesbitleri incelendiğinde şu sonuçlara ulaşılabilir. Her sonraki an, bir öncekinden daha ileri ve üstündür. Çünkü hayat, geçmişe adım atmaz. Gidiş sürekli geleceğe, iyiye ve güzeledir. Bundan çıkabilecek sonuç şudur. Sonsuz sayıda âhiret vardır. Çünkü, insanın ve oluşun tekâmül aşamaları sonsuzdur.
Kur’ân, âhiretle insanlığın hesap gününü kastetmektedir. En geniş anlamıyla âhiret, ölümden sonraki hayat demektir. Kur’ân olaylardaki öncelik sonralık durumuna göre, oradaki geleceği sunmaktadır. 79/Nâziât sûresi 6-7. âyetlerde geçen râcife/sura birinci üfürüş, râdife/sura ikinci üfürüş; 84/İnşikâk sûresi 5-10; 9/Zilzâl sûresi 2-6. âyetlerde haşr, neşre; hesab haşre göre birer gelecektir. Ebed kelimesinin ifade ettiği kesintisizlik ve sonsuzluğa kadar yevm, olayların zaman sınırını, yani süresini belirlemektedir. Âhiret bağlamında da olayların süresini belirleyen yevm, geleceği ifade etmektedir. Ebediyet ise, sonsuz ve aralıksız bir gelecektir. Ebediyetin kemalatında geçmiş, şimdi ve gelecek tevhidin ta kendisidir.
Kozmik anlamda gelecek, değişim demektir. Ebediyet de kozmolojik anlamda bir değişimden söz edilemez. Ancak terfii dereceye varan değişimlerin yaşanacağı bir mekân ve makamlar âlemidir. Ebediyet, uhrevî hayatın kıvam noktası olmalıdır. Sistem olarak âhiret, süreklilik arz etmeseydi son anlamını taşıyabilir miydi? Sonsuzluk, zamanın doğasında yatmaktadır. Yoksa sahip olduğu uzam sayesinde değildir.4372 Bu noktada doğasında sonsuzluk bulunan zamanın, uzamında sonsuzluk bulunmayan zamandan çok farklı olduğunu vurgulamak gerekmektedir. Sorumluluğun olmadığı âhiret hayatında, dünyevî anlamda gelecek anlayışının olmasına gerek de yoktur. Çünkü kozmik yapıdaki zamanın gelecek tarzı sorumluluğun ve doğanın gereğidir. Plan ve projeler ise doğanın sorumluluğun ifasına hazırladığı, geleceğe hizmet eden bir zemindir. 4373
Tedrîcîlik
Varlık stratejisi incelenirken Kur’ân âyetlerinin ışığı altında varlığın yaratılışı ve hayatın işleyişinde, tedrîcîliğin temel bir kanun olduğu ortaya konulmaya çalışıldı. Tekâmül kanununun da tedrîcîlikle gerçekleştiği bilinmektedir.4374 Başta insan olmak üzere, bütün varlığın tedrîcen tekâmül ettiği ampirik bir realitedir. Dânenin bir anda başak, fidenin bir anda meyve verdiğine, kozmik olarak zamanı ölçen hilâlin bir anda dolunay olduğuna beşer tarihi tanık olmamıştır. Bu yüzden tedrîcîlik, kâinatın temel yasalarından biridir. Kâinatın kıdem ve ezeliyeti yahut bir anda yaratılışına dair fikirler, terbiye ve akla uygun düşmediğinden çürütülmüştür. 4375
Nübüvvet ve vahiydeki son nokta tedrîcîlik ile konulmuş ve kemâlât ispat edilmiştir. Kur'ân'a göre sorumluluk, kulluk ve tekâmül bu kanunla gerçekleşir.
4371] Öztürk, s. 31,146
4372] Wittgenstein, s. 55; Dauer, s. 86-87
4373] Faiz Kalın, Kur’an’da Zaman Kavramı, Rağbet Yayınları: 355-361
4374] Yazır, I, 67; Ülken, İslâm Düşüncesi, s. 171
4375] Yazır, I, 64-65
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 865 -
Sorumluluk, itikatla başlayıp amel ve muâmelâtla yoluna devam ederken, bireysel ve toplumsal anlamda, psikolojik ve sosyolojik olguların gerçeğini dikkate alarak gelişmesini sürdürmektedir.
Kur'ân'ın nüzul stratejisinin muâmelâttan itikada yahut hepsine birden gitmesi beklenemez. Mekkî ve Medenî âyetler incelendiğinde bu görülecektir.4376 Nitekim 48/Fetih sûresi 29. âyetin teşbih yoluyla bir toplumun oluşup gelişme stratejisini -filizin yarıp çıkışı ile git gide büyüyerek başaklara ulaşıp güçlenmesini- sunarken tedrîcîliğin temel ve şaşmaz ilke olduğunu vurguladığı çok açık olarak görülmektedir. 2/Bakara sûresi 286. âyette sorumluluğun güce göre oluşu gerçeği; hac ve zekât gibi mâlî ve hem mâlî, hem de bedenî ibâdetlerde, güce paralel olarak sorumluluğun artacağını gözler önüne sermektedir. Öyle ise, sorumlulukta tedrîcîlik, hayatın bir realitesidir.
Nüzulünde ve okunuşunda4377 tedrîcîliği esas alan Kur’ân, itikatla işe başlayarak, tevhid akîdesine ulaştırdığı bireye ve topluma, yine aynı strateji ile emir ve yasaklarla ilgili teklifini sunarken, zemin ve istidadı geliştirerek yürümektedir. 1/Fâtiha sûresi 1. âyetin tefsirinde sözü edilen terbiye, bir şeyi kademeli olarak tedrîcî bir yöntemle kemâlâta eriştirmektedir. Bunun eseri tekâmül ve istifa olduğu ve olacağı, Allah’ın bir kanunu olarak her yerde, her an görülmektedir.4378 31/Lokman sûresi 13-19. âyetler arasında Lokman’ın (a.s.) oğluna verdiği öğütte, itikattan başlayıp, amel ve ahlâkî ilkelerle devam etmesi, strateji itibarı ile tedrîcîliktir. Pedagojik formasyona sahip bir yaklaşım olarak değerlendirilebilecek bir başka yanı ise, muhâtabın eğitim düzeyindeki yönü ile paralellik arz etmesidir. Nitekim Hz. Peygamber’in sünnetinde de terbiyenin, tedbirler, yaş ve tatbikat safhalarına göre ele alınması da aynı gerçeğin altını çizmektedir.4379 Çocuk bulûğ çağma erdiği zaman, namaz4380 ve birtakım emir ve yasaklar4381 emredilir ki; çocuk bunlara alışsın. Bulûğ çağına erince de bunları yapmak, çocuğa kolay gelsin. 6/En’âm sûresi 54; 66/Tahrîm sûresi 6. âyetlere göre küçük yaşta bunlar yapılmadığında büyük yaşta bunları yapmanın son derece zor geleceğine işaret edilmiştir. 4382
Kur’ân’daki tekrarların sözü tekid etme, iyice anlaşılmasını sağlama gibi hikmetleri de süreklilik ve tedrîcîlik olarak bir stratejik yapıya sahiptir. Tasavvuf erbâbının mücâdele planı,4383 21/Enbiyâ sûresi 57- 67. âyetlerde, Hz. İbrahim’in kavmine, puta tapmanın yanlışlığını göstermede izlediği yol, ibâdetlerin edâ stratejisi,4384 29/Ankebût sûresi 3; 67/Mülk sûresi 2. âyetlerde insana verilen ömür,4385 hep tedrîcîliği ifade etmektedir. İmtihan açısından, böyle bir stratejiye itiraza mahal kalmadığı gibi, yeterli fırsatın verildiği de açıktır.
Kur’ân, tedrîcîliği, yasak koyarken de uygulamaktadır. 2/Bakara sûresi 219;
4376] ez-Zerkânî, I, 32, 38,136-148
4377] 17/İsrâ, 106
4378] Yazır, I, 64-65
4379] er-Râzî, Tefsir, XXXII, 146
4380] Tirmizî, Salât 299
4381] 24/Nûr, 59
4382] er-Râzî, Tefsir, XXIV, 27
4383] el-Kuşeyrî, s. 193-196
4384] Yazır, I, 628
4385] er-Râzî, Tefsir, XXI, 68, 126; XXV, 26-27
- 866 -
KUR’AN KAVRAMLARI
4/Nisâ sûresi 43; 5/Mâide sûresi 90 ve 91. âyetlerde içki yasağının üç aşamada geçekleştiği görülmektedir.4386 2/Bakara sûresi 106. âyette bir hükmün kaldırılması yahut daha iyinin getirilmesi anlamına gelen nesh, bir gelişme ve değişimi ancak tedrîcîlik ile getirmektedir.4387 Kur’ân’da geçen ilim, tecrübe, ıslah, dâvet, halk, ticaret, sa’y ve ihsan gibi birçok kavram, tedrîcîlik; saat, azâb, kıyâmet, ba’s, helâk, mevt, fena, mûcize vs. ise ân ifade etmektedir. Tedrîcîlik ifade eden kavramlar, dünyayı imar ederken, diğerleri hayatı yok etmektedir. Asırlarca süren çalışmalarla kurulan medeniyetler, bir anda yokluğa mahkûm olmaktadır.4388 Aklî gelişme, medeniyetin ilerlemesi, ekonomik kalkınma, siyasî yönde belli bir güce ulaşma ve zayıflama tedrîcîlik arz etmektedir. 4389
Buna göre, dünyanın devamı, huzur ve refahı tedrîcîliğe bağlıdır. Yıkımı ve harâb olması ise, göz açıp kapama yahut daha kısa bir zamanda olup biten bir olaydır. Uhrevî olaylar def’atendir. 11/Hûd sûresi 108; 16/Nahl sûresi 96; 38/Sâd sûresi 54; 56/Vâkıa sûresi 20 ve 21. âyetlerde zikredilen uhrevî nimetler sürekli olup, kesinti söz konusu değildir.4390 56/Vâkıa sûresi 7-10. âyetler arasında zikredilen mukarrebûn, sâbikûndandır. Mukarrebliğin dereceleri vardır. En ileri derecede olanı sâbikûndur. Ashâb-ı yemîn daha cennet yoluna yeni yönelmişken, sâbikûn cennete iyice yaklaşmıştır. Hareket ve yükselme sona ermez. Allah’a doğru yapılan yolculuğun ve yükselmenin nihâyeti yoktur. 4391
Cennet için sözü edilen somut olayların def’atenliğinin ötesinde, manevî bir yükselişin sürekliliğe göre işlediği söylenebilir. Bu süreklilikteki tedrîcîlik, kozmik sistemdeki tedrîcîlik gibi kesintili değildir. Zira kozmik sistemin maişet, beşerî duygu ve ihtiyaç ve teklif yönleri sürekliliğe müsait değildir. Âhiretteki ebedî hayatın da iki cephesi vardır. Bir cephesinde; nimetleri, meyveleri ve hûrileri ile fizikî yapıyı anımsatan, ancak bu nimetler özellikleri itibarı ile değişmeyen, bozulmayan, tedrîcen değil, def’aten var edilen, kesintisiz ve süreklilik gibi nitelikleri ile fizikî yapıdan farklıdır. Diğer cephesinde ise sâbikûndan mukarrebûna yolculuk, sürekli bir hareket, kesintisiz bir işleyiş ve yükseliştir.4392 Âdetâ cennet bir istasyondur. Burada süreklilik kazandıran besinler ve kesintisi olmayan nimetlerle mü'minler donatılarak Allah'a giden yollarına kesintiye uğramadan devam etmektedirler. Bu yolculuğu kesintiye uğratacak hiçbir sebep söz konusu değildir. Böyle bir atmosferde, insan için kesintisiz olan bir yükseliş, çıkış noktasına varış ve tekrar cennette yükseldiği yere dönüş, oradan tekrar çıkış noktasına yükseliş devam edip gider diye değerlendirilebilir. 4393
Planlama
Planlama, bir işi zamanında yapmak, zamanı gelmeden yahut zamanı geçtikten sonra, yapmamak demektir ki, buna, zamanlama da denilebilir. Buna
4386] ez-Zerkânî, I, 73; Yazır, II, 760-764
4387] er-Râzî, Tefsir, III, 205-210; XX, 93; Yazır, I, 460
4388] Needham, Joseph, Doğulu İnsan ve Zaman, İz Yay., İstanbul, 2000, s. 39
4389] el-’Âfi, s. 11-39
4390] er-Râzî, Tefsir, XX, 89; XXIX, 134
4391] er-Râzî, a.g.e., XXIX, 128
4392] er-Râgıb el-Isfahânî, s. 222, 398-399; er-Râzî, Tefsir, XXIX, 128; el-Kurîubî, XVII, 130; İbn Kesîr, IV, 283
4393] Faiz Kalın, Kur’an’da Zaman Kavramı, Rağbet Yayınları: 361-364
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 867 -
göre, tedrîcîlik de bir planlamadır. Ancak planlamada nev-i şahsına münhasır ayarlamalar söz konusudur. Çünkü planlama def’aten icrâ edilen olaylar için de söz konusu olabilir. Böyle bir olayın, günün belli bir vaktinde gerçekleşmesi, dakik bir stratejiyi ortaya koymaktadır.
Zamanla korkutma yönteminde maksat, sözü edilen vakitte gerçekleşecek olan olaydır. Korkutmak için seçilen zaman, hep gelecektir. 54/Kamer sûresi 26. âyette “yarın onlar yalancı ve küstahın kim olduğunu bilecekler.” 78/Nebe’ sûresi 4, 5; 102/Tekâsür sûresi 3 ve 4. âyetlerde gelecekle verilen korku, ıslahta bir stratejidir. Dünyevî bir felâket için, 7/A’râf sûresi 4. âyette zikredilen gece yahut kaylûle vakti yahut 5/Mâide sûresi 51, 53; 11/Hûd sûresi 81; 15/Hicr sûresi 66, 73, 83; 18/Kehf sûresi 41, 42; 23/Mü’minûn sûresi 40; 26/Şuarâ sûresi 60; 49/Hucurât sûresi 6; 54/Kamer sûresi 38 ve 68/Kalem sûresi 21. âyetlerde zikredilen sabaha çıkma vaktinin seçilmiş olması, son derece dikkatle yapılan bir ayarlamanın ürünüdür. Zira bu vakit, uykunun ağırlığını hissettirdiği için ansızlığa, hazırlıksız oluşa işaret etmektedir. 4394
Uyku ile birlikte gece karanlığının insandaki biyolojik ve psikolojik dağınıklığı, böyle bir felâketin fizikî şartlardaki yıkım gücünü çok daha artıracaktır. 3/Âl-i İmrân sûresi 121 ve 100/Âdiyât sûresi 3. âyetlerde belirtilen sabahın giriş vakti, düşmana saldırı için çok büyük öneme hâizdir. 15/Hicr sûresi 65. âyette felâketten kurtuluş için bulundukları yeri terk etme vakti olarak gecenin belli bir ânının seçilmiş olması,4395 17/İsrâ sûresi 1. âyette belirtilen isrâ ve miraç olayının gecenin bir ânında gerçekleştirilmiş olması,4396 zaman seçimi konusunda olayın keyfiyeti ile mütenâsip, stratejik açıdan önemli mesajlar vermektedir. 6/En’âm sûresi 31, 44, 47 ve 7/A’râf sûresi 95. âyetlerde zikredilen bağteten kelimesi, normal planın dışında ansızın, birden bire meydana gelen sürpriz bir gelişmedir.
İlgili âyetler incelendiğinde, görülecektir ki bu ansızlık, azâb yahut kıyâmet için kullanılan bir yöntemdir. Beklenmeyen olayın vuku bulduğu bu an, zarar verme yöntemidir.4397 Bu tür olaylarda, hızın beşer ölçümlerinin çok ötesinde oluşu, olaya artı bir zaman kazandırmaktadır.4398 Bir başka ifade ile ansızlıkta hız, stratejinin ayrılmaz parçasıdır. Ansızlık, gücün ve kahrediciliğin, muhâtabına fırsat tanımamanın yöntemidir.
Olaya göre, vakit seçmek çok mühimdir. Ashâbın, tevbe için seher vaktinde namazı takip eden zamanı seçmesi4399 dikkat çekicidir. Planlamada, öncelik ve sonralık da ayrı bir önem ifade etmektedir.4400 Çünkü önce yapılacak iş sonraya, sonra yapılacak iş önceye alınırsa; randevuya önem verilmeyip sonra yahut erken yahut hiç gidilmezse yapılacak işte sıkıntıya kapı aralanmış demektir. 35/Fâtır sûresi 10. âyette güzel sözün Allah’a ulaşabilmesi için, salih amelin önceliğinin gerekli olduğuna işaret edilmektedir. Makbul olabilecek bir tevbe, pişmanlıktan
4394] er-Râzî, Tefsir, XIV, 18; Bintu’ş-Şâti’, I, 142
4395] İbn Kesir, II. 554; el-Â!ûsî, XIV, 70
4396] İbn Kesîr, III, 2-24
4397] Dağ, “İslâm Felsefesinde Aristocu Zaman Görüşü”, S. 112
4398] Atkinson, Jackualine, Zamanı Yönetme Sanatı, trc. Cem S. İslâm, Nehir Yay., İstanbul, 1997, s. 131
4399] İbn Kayyım el-Cevziyye, et-Tibyân fi Aksâmi’l-Kur’ân, s. 370
4400] Atkinson, s. 77-78,214
- 868 -
KUR’AN KAVRAMLARI
sonra,4401 can boğaza gelmeden önce4402 yapılmalıdır. 2/Bakara sûresi 280 ve 94/İnşirah sûresi 5. âyetlerde zorluğun kolaylıktan, 10/Yûnus sûresi 102, 103 ve 11/Hûd sûresi 2. âyetlerde korkutmanın ümitlendirmeden önce zikredilişi de böyle bir stratejik hassâsiyeti ortaya koymaktadır. Evrenin yaratılışı ve devam eden düzenin işleyişi,4403 28/Kasas sûresi 71, 72; 40/Mü’min sûresi 61 ve 78/Nebe’ sûresi 10 ve 11. âyetlerde gece ve gündüzün insan hayatındaki önemi,4404 44/Duhân sûresi 3. âyette Kur’ân’ın gece nâzil oluşu, varlıkların yaratılışında işleyen sürenin rölatif oluşu, dakîk bir planın ayrılmaz parçalarıdır. Normalde bir anne, yavrusunu dokuz ay on gün karnında taşırken, kuluçkaya yatmış bir tavuğun altından yirmi bir günde civcivler çıkmaktadır. Diğer hayvan ve bitkilerde işleyen daha farklı zaman ölçümleri buna göre değerlendirilebilir.4405 İnsan doğayı keşfederken, doğadakileri zaman sırasına koymasıyla, doğal nesnelere dayalı kamu zamanını bulmuştur. Güneş doğduğunda kalkma zamanı olduğunu4406 ampirik olarak fark etmiştir.
Kur’ânın, âhiret hayatına yönelik emir ve tavsiyeleri ile uzun vâdeli, dünya için yaptığı tavsiyelerle kısa vâdeli stratejiler söz konusudur. Ayrıca dünya için kendi bağlamında, günlük namazlar gibi kısa vâdeli; Cuma ve bayram namazları gibi orta vâdeli; zekât, oruç ve hac gibi uzun vâdeli stratejilerle insan ve toplum hayatını tanzim eden, pozitif planlamadır. Zekâtın bir yılın sona ermesi ile farz olduğu, bunun ise rölatif aynı zamanda global bir süre olduğu açıktır. Yani söz konusu malın üzerinden bir yıl geçmesi, herkes için geçerli global, sürenin bitiş zamanının herkese göre değişmesi ise, rölatif olan bir niteliktir. Böyle bir planlamada, farzın yerine getirilişinde sınırlayıcı bir süre söz konusu olmamakla beraber, yerine getirilmediğinde sâkıt olması söz konusu değildir. Haccın süresinin global ve sınırlı, belirlenen zaman zarfında yapılması, aynı yıl içerisinde tekrar böyle bir zamanın olmaması, namazlarda farziyetin vaktin evveli ile terettüp ettiği, vaktin ilerleyen zamanlarında da namazın îfâsına fırsatın olduğu çok dakik ayarlamalardır.
Kur’ân’ın sunduğu stratejide global planlamalar da vardır. Böyle bir planda stratejiyi olaylar ve şartlar oluşturmaktadır. 2/Bakara sûresi 14-16. âyetlerde, negatif tarafta bulunan münâfıkların, mü’minler ve şeytanları ile karşılaştıklarında farklı söylemde bulunmaları, sonuç itibarı ile zararla sonuçlanan bir plandır. 3/Âl-i ‘İmrân sûresi 72. âyette zikredildiğine göre, münâfıkların stratejisi, sabahleyin görünüşte inanıp akşamleyin inkâr etmektir. Çünkü, sabahla başlayan insan hayatındaki canlılık ve dünya işleri, günün sonunda bitmektedir. Dünyevî işlerini gören münâfıklar, akşamın karanlığı gibi küfürlerini izhar etmektedirler. Bu yüzden bu planla nifak arasında sıkı bir münasebetin olduğu söylenebilir.
Pozitif anlamda dünyevî işlerin yürütülmesi için yapılan planlama, borçlanmalardaki yazışma4407 bireysel ve toplumsal güvenin tesisi, ekonomik ve sosyolojik açıdan dünyayı imar eden önemli yaptırımlardır. Değişim ve gelişmenin de
4401] İbn Mâce, Zühd 30; er-Râzî, Tefsir, XI, 166; XXVII, 145; Yazır, II, 721
4402] Tirmizî, Deavât 99; İbn Mâce, Zühd 30; er-Râzî, Tefsir, X, 7
4403] er-Râzî, Tefsir, I, 196; Merdin, s. 221-225
4404] İbn Kesîr, 398
4405] Hekimoğlu-Korkmaz, s. 365
4406] Çüçen, s. 74
4407] 2/Bakara, 282
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 869 -
planlamaya bağlı olduğu ampirik bir gerçektir.4408 Kozmik yapının farklı mevsimlerle yaşadığı değişim, sosyolojik, ekonomik, biyolojik ve psikolojik değişim için de geçerlidir. Kur’ân’ın kendi içinde ve diğer kitaplar arasında nesh olayı ile değişimin gerçekleştiği İlâhî bir hakikat olup, tekâmülü getirmektedir.
Planlama geçmişe ve şimdiye değil, geleceğedir. Ancak bir planda geçmişin deneyimi dikkate alınmalıdır. Yapılan her plan, şimdide uygulanma imkânına sahiptir. Ayrıca her planın gerçekleşeceği bir süresi olmalı ve bu sürede mutlaka gerçekleştirilmelidir.4409 Başarı, ancak bu şekilde elde edilebilir. 78/Nebe’ sûresi 11. âyette geçim için ayrılan gündüz, bir günde emredilen beş vakit namaz, uhrevî gelecek için imtihan amacıyla dünyada insana verilen ömür, kendilerine ayrılan vakit ve sürelerde, emredildiği şekilde kullanıldıklarında pozitif sonuç getirecektir. Mezkûr planların her biri, icrâ edilirken şimdinin imkânları kullanılmakta, sonucu yine gelecekte beklenmektedir.
Planlamada vazgeçilmez araçlardan biri, zaman ölçümüdür. Bu ölçümler kozmolojik, biyolojik, psikolojik ve sosyolojik saat gibi teknik ve şartlara bağlı global ölçekler olabilir. Bu yolda erken davranan milletler, zamanın değerini anlayıp, hilâlden hareketle çok daha dakik ve teknik ölçeklerle, gelecek hakkında planlamalar yapıp uygulayarak, kalkınmada önde gelen milletler arasına girmeyi başarmışlardır. 4410
Kur’ân, planlamada, teknik ölçeklerin dışındaki tüm ölçeklerin küçüğünden en büyüğüne kadar devreye sokarak gelecek hakkında çok hassas planlar yapmakta ve sonuçlarını göstermektedir. 9/Tevbe sûresi 36. âyet de kozmolojik olarak bir yıl, 12 aya bölünüp, 2/Bakara sûresi 197. âyette hac gibi bir ibâdetin edâ vaktini4411 belirlerken, 2/Bakara sûresi 194- 217; 5/Mâide sûresi 2; 7/A’râf sûresi 163. âyetlerde bir yasağa mebnî zaman tayini ve zaman yasağı söz konusudur.4412 9/Tevbe sûresi 37. âyette kaldırılan nesî’ câhiliye döneminde, Arapların tehir ettikleri ay olarak bilinir.4413 Böyle bir yönteme başvurulmasının sebebi, ekonomiktir.
Ay hesabı ile, çok sıcak veya çok soğuk günlere denk gelen hac ibâdetinde, mevsim şartlarından ötürü, hacca gelenlerin sayısında meydana gelen düşüşü gidermek, geçimlerini sadece savaş yaparak kazanan kabilelerin peş peşe üç ay savaş yapmaksızın beklemeye tahammül edemeyişlerine çare bulmak,4414 ekonomik zararı asgariye indirmek amacıyla yapılan negatif bir planlamadır.
Her işte, plan yapıp ona uymayı emreden Kur’ân, planlamadaki ölçeği, olayın mâhiyetine göre seçmektedir. Kozmolojik ölçeklerden başka ölçekleri de devreye sokarak işlerlik kazandırır. Böylece, rölatif olan bu ölçekler vasıtasıyla, yanılmaların önüne geçilmiş olmaktadır. Olaylar için konulan süre değişse de espri aynıdır. 2/Bakara sûresi 222. âyette kadınlarla cinsi ilişki için koyduğu
4408] Atkinson, s. 61 176
4409] Atalip, Hisham, İslâm Davetçilerine Eğitim Rehberi, trc. Kemal Kahraman, İstanbul, 1994, s. 189-198
4410] Needham, s. 39; Atkinson, s. 84-102
4411] Yazır, II, 718-719
4412] er-Râzî, Tefsir, VIII, 53
4413] er-Râgıb el-lsfahânî, s. 492; ez-Zebîdî, I, 124-125
4414] İbn Kuteybe, s. 186; er-Râzî, Tefsir, XVI, 45-47; İbn Kesîr, II, 357; Yazır, IV, 2529-2541
- 870 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yasağın ve 2/Bakara sûresi 228; 33/Ahzâb sûresi 49 ve 65/Talâk sûresi 4. âyetlerde boşanma durumunda olan kadınlarla ilgili hükmün,4415 17/İsrâ sûresi 23. âyette, anne ve babaya yaşlılık döneminde farklı bir hassâsiyetle muâmele etmeyi isteyen emir ve yasakların ölçeği de biyolojiktir. 4/Nisâ sûresi 6. âyette ise yetimlere mallarının verilmesi hususunda gerekli görülen seviyeye ulaşması gibi şartların oluşma sürecini belirleyen ölçek hem biyolojik, hem de psikolojiktir.4416 Fakat, yemin veya nezrin süresini belirlemede kullanılan ölçek, global, şartlara bağlı olarak oluşmaktadır. “Falanca şu eve girerse, şöyle şöyle yapmak borcum olsun” gibi ifadelerde, ilgili hükmün teklife dönüşmesi, olayın gerçekleşmesi ile başlamaktadır.4417 Olay gerçekleşmeyince böyle bir teklif söz konusu değildir.
Özet olarak Kur’ân’da geçen zaman kavramını ifade eden kelimelerin tamamının, bir planın ya başlangıcını, ya bitişini yahut da herhangi bir parçasını oluşturduğu görülmektedir. Kozmolojik olarak gündüz için fecr/sabah başlangıcı, mağrib/akşam günün sona erişi, biyolojik planda insan ömrü için doğum sabahı, ölüm ise akşamı ifade eden ölçeklerdir. İnsanın mutlu, başarılı olabilmesi için, günlük, aylık ve yıllık planlarının olması ve işlemesi gerekmektedir. Varlığın tamamını kapsayan stratejiyi benimsememek, ya da ona duyarsız kalmak, insanın her iki dünyasını kaybetmesi demektir. 4418
Sonuç
Varlık içerisinde zamanı fark eden, varlığa şu veya bu şekilde yorum getiren, onu anlamaya çalışan insandır. Çünkü anlama ve ölçme, insana mahsustur. Yeryüzünde insanın dışındaki her varlık, zamanla münasebet halinde olmasına rağmen, böyle bir özelliğe sahip değildir. Söz konusu varlığın ve zamanın bu yönlerini ele alıp irdeleyen, yoruma ve anlamaya tâbi tutan insandır. Felsefe için problem halini alan bir kavramın irdelenmesi ile ortaya çıkan hakikat, insan aklının, soyut anlamda sağlıklı olarak, belirli bir yere kadar düşünebileceğidir. Varlık ve zamanın birbirinden ayrı düşünülmesi ise zaman kavramını içinden çıkılmaz hale sokmaktadır. Bu yüzden varlık ve zamanı birlikte düşünen filozofların görüşleri, bilim açısından kabul görmüştür.
Geldiğimiz noktada, varlık ve zaman konusunda filozoflardan bir kısmının çıkmaza girdiği söylenebilir. Kelâmcılardan bir kısmı ise zamanın hakikat ve kökeninin olmadığında ısrar etmiştir. Farklı dönemlerde de olsa, bu hususta kelâmcıları destekleyen filozoflar vardır. Zamanı, zihnin algılaması, hareketin sayısı, gök cisimlerinin hareketi diye açıklayan filozoflarla birlikte, varlığın önüne koyarak ona ezelîlik atfedenler olmuştur. Esasen bu görüşlerin sahiplerinin, kendilerine göre tutarlı sayılan delilleri vardır. Dolayısıyla felsefî tartışmaların, konunun anlaşılmasına olan katkısı, takdir edilmelidir. Zira zamanın varlık, öncelik-sonralık, ardışıklık, mekân, değişim, rölativite, hareket, süre ve zihinle olan münasebeti konusunda felsefenin yürüttüğü tartışmalar, zamanı ve varlığı anlamaya yöneliktir.
Burada eski filozofların, kelâmcılarla zaman hakkında yürüttuğü tartışmalarda, kelamcıların bir kısmının, “zaman, varlığın ifintisidir, onun dışında hareket
4415] er-Râzî, a.g.e., VI, 72-79; XXX, 29, 30; el-Kurtubî, III, 78-80; Yazır, II, 793
4416] er-Râzî, Tefsir, IX, 153-155
4417] er-Râzî, a.g.e., XXX, 214
4418] Faiz Kalın, Kur’an’da Zaman Kavramı, Rağbet Yayınları: 364-369
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 871 -
ve zaman yoktur” görüşüne katıldığımı, Kindî ve Heidegger gibi bazı filozofların bu kanaati taşıyanlar arasında yer aldığını belirtmek isterim. Boyutları varlıktan soyutlayarak göstermek, mümkün olmadığı gibi, zamanı da varlıktan soyutlayarak göstermek mümkün değildir.
Zamanın kökeni konusunda tasavvufun, ân-ı dâim görüşü ile felsefeden etkilendiği söylenebilir. Ancak tasavvufun varlık ve zamanın kökeni konusunda biraz daha ileri giderek, sırlar âleminden, kâinatın plan ve projesi denilebilecek “tılsım”dan, “a'yân-ı sâbitelerden bahsetmesi, varlık ve onu değerlendiren insan açısından bir öncelik gibi anlaşılabilir. Maddî anlamdaki ölçeklerle donatılan insanın, bu yaklaşımı, tabiatı gereğidir. Ayrıca mutasavvıflara göre insan, mânen olgunlaşınca, fizikî anlamdaki zamanın etkisinden kurtulacaktır. Zamanın fizikî âleme hükmettiğini, metafizik âlemde ömür ve ecelin olmadığını, dolayısıyla süreselliğin, fizikî âleme ait olduğu ifade edilmektedir. Buna göre yöntem farklı da olsa, tasavvufun, varlığın fizikî yapısından soyutlanabileceği noktasında bilimle görüş birliği içerisinde olduğu söylenebilir. Buradan hareketle varlığın, aslına döneceği sonucuna varılabilir. Nitekim Kur'ân'ın bahsettiği rücû', öze dönüş yani geldiği yere dönüş olarak açıklanmıştır.
Newton’la gelen mutlak zaman anlayışı, Einstein’le yerini rölativiteye bırakmıştır. Böylece, “her varlık, kendi zamanına sahiptir” düşüncesi kabul görmüştür. Bilimin Einstein’le tanıdığı izâfiyet, Kur’ân tarafından asırlarca önce insana bildirilmiştir. Ayrıca İslâm âlimleri arasında, zamanın rölatif oluşunu, Einstein’den çok önce anlatmaya çalışanların bulunduğu bir gerçektir. Zamanın ve hareketin hakikatini kabul etmeyen kelâmcılara göre, zaman olarak geçmiş ve gelecek ortada yoktur, şimdi ise hemen kaybolup gitmiş olmaktadır. Dolayısıyla ampirik olarak ortada olmayan parçaların bütününden de söz edilemez. O halde zaman, varlıktan tecrit edilerek anlaşılamaz.
Mitoloji, zamanı, ânî bir fışkırma ile başlatır. Bu fışkırmanın ötesi, zamansızlıktır. Bu yüzden geçici bir zaman içinde, sürekliliğin varlığı söz konusudur. Mitoloji, zamanın kökenini ve açılımını “üstün an” anlayışına dayandırırken, onun, bu yaklaşımıyla felsefe ve tasavvufun örtüştüğü görülmektedir. Mitolojide, başlangıçta yaşanan üstün an'a dönmek, en büyük amaçtır. Ayinler vasıtasıyla, başlangıçtaki üstün an'a erişildiğine inanılır. Dolayısıyla başlangıca götüren ayinler, tekrarlanır. Bu ise mitolojide zamanın, dairevî olduğunu ifade eder.
Hıristiyanlık ve Yahûdilikte, zamanı nesnelleştirme çabaları, bu din mensuplarının kendilerini sultacı zaman anlayışından kurtarmanın tezâhürüdür. Hıristiyanlıkta olaylar tekrar ederken, günlerin geçişi ve önemli olaylar kutsallaştırılmıştır. Araplarda, dehre yüklenen kahredici, yıpratıcı ve öldürücü düşüncede, ölüm sonrası diye bir inanç yoktur. Zamanla ilgili terimlerin çokluğu ve karışıklığı, açık bir zaman anlayışının olmadığını anlatmaya yeterlidir. Dilde ise zamanla ilgili pratik hayatı kapsayan ölçüm ve ifadeler, zamanın gerçek olduğunu; onsuz yaşamanın ve olayları açıklamanın mümkün olmadığını göstermektedir.
Bilime göre varlık ve zaman bigbang/ilk patlama ile başlamıştır. Hawking, bu patlamadan önce kısa bir zamanın geçtiğini, ancak bilimsel verilerin bizi ilk patlamadan öteye götüremediğinî, dolayısıyla zamanı ve varlığı ilk patlama ile başlatmanın doğru olacağını söylüyor. Hawking'in ifadelerinden, zamanın ve varlığın bu patlamadan önce başladığını sezmek zor değildir. Fiziğin sözünü
- 872 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ettiği kozmik arka plan, ısı ışınımı ve mikro âlemin, Kur'ân'ın ifade ettiği gayb âleminin bir kısmı ile örtüştüğü söylenebilir. Ancak, mutasavvıfların sözünü ettiği, kâinatın tılsımı ve projeleri gibi bir gaybdan bahsedilmesi, gaybın da gaybı olduğunu bize anlatmaktadır. Bilimde ilk patlamadan hemen sonra oluştuğu kabul edilen kara deliklerin, bugün için tam netlik kazandığı söylenemese de kâinatın, gaybdan kozmolojiye açılan kapıları olarak yorumlanabilir. Dolayısıyla bilimin ileri sürdüğü başka bir boyutun, kara delikler vasıtasıyla fizikî âleme kaynak sağladığı, varlıkların fizikî yapılarını atarak diğer boyuta geçip bir şekilde varlıklarını sürdürmeleri, İslâm inancı ile örtüşen bir durumdur.
Zamanın dairevî mi yoksa lineer/doğrusal mı olduğu tartışmaları, temelde zamanın öznel veya nesnel değerlendirme düşüncesi olabilir. Ancak lineer zaman, dairevî zaman vasıtasıyla t=0 dan itibaren ileriye doğru gidebildiği gibi, bulunduğu noktadan, zamanın başlangıcı oîan t—0 durumuna yani geriye de gidebilir. Varlığa bakarak bunu söylemek mümkündür. Varlığı, pozitif yönde ilerlerken veya negatif yönde gerilerken, dairevî zamandan soyutlamak mümkün değildir. Nitekim bîr arabada tekerleği döndüren motor, ileri vitesle ileriye, geri vitesle geriye gitmektedir. İslâm, ilk insanla başlattığı gelişim ve ilerleme çizgisinde, asl’a döngüselliği, bir başka ifade ile fasit bir daire gibi aynı noktaya gelmeyi tasvip etmez. O, koyduğu kıstaslarla, insanı daima ileriye, gelişmeye sevk edecek bir yapıdadır. Hz. Peygamberle peygamberliği zirveye taşıyan nübüvvet müessesesi, insanlığa aynı noktada dönüp durmayı değil, ilerlemeyi emretmektedir. Nitekim varlığın ve insanın yaratılış stratejisindeki istifa kanunu da bunu teyit eden bir husustur. Buğdayı ekmek yapmak için yapılacak işlemler, şeklen farklı olsa da temelde aynıdır. Esas olan, işlemleri yapmadan ekmeğe ulaşma yanılgısından kurtulmaktır. Buğdayın ekmek olma aşamasına gelişindeki değişim, varlığa ve insana yüklenen değişim kanunun gereğidir.
Zamanı nesnel olarak düşünerek, olayları değerlendirmek, geçmişi hesaba katmamak demektir. Kaldı ki insanın, zamanı nesnel olarak düşünmesi mümkün değildir. Öyleyse varlığın gidişatı, geçmişi tasdik etmekte ve geçmişle geleceğe mesaj vermektedir. Bu yüzden lineer zaman açısından zamana nesnelci yaklaşım yanlış olur. Bize göre doğru olan, lineer/doğrusal zamanı dairevî zamanla birlikte düşünmektir. Arabanın tekeri dönerken mesafe kat etmektedir. Dairevî zaman, lineer/doğrusal zamanı ortaya çıkarmaktadır. Tarihî ve jeolojik ve kozmolojik vakalar bunun en önemli belgeleridir.
Kur’ân’da zaman kavramı, kâinat ve insan merkezlidir. Varlıkla donatılan kâinat katmanları, kendi yapılarına göre zamansaldır. İnsanın emrine ve hizmetine verilen yeryüzü, zaman ve mekân bakımından insan hayatını imar etmeye daha uygundur. Bu yüzden Kur ân’ın ortaya koyduğu yaratma stratejisinde, yeryüzü imar edildikten sonra insanın yaratıldığı çok açık olarak belirtilmektedir. Buradan hareketle insanın, yaratılışındaki stratejiyi pratike etmesi, onun gerçek değerini ortaya çıkaracaktır.
Kur’ân, varlıktan soyutlanmış bir zamandan bahsetmez. Ona göre, en soyut varlıkların bile kendilerine özgü bir zamanı vardır. Dolayısıyla Kur’ân’ın ortaya koyduğu zaman, kâinatta işleyen rölativite ile örtüşmektedir. Varlık ve zaman, çok dakik bir strateji ile Allah tarafından yaratılarak yönetilmektedir. Zamanın varlığa, varlığın zamana önceliği gibi problemler, Kur’ân’ın konusu
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 873 -
değildir. Onda, varlıkla zaman bir aradadır. Esasen Kur’ân’da zaman, varlığın hayat programı olarak dile getirilmektedir. Bu ise zamanın, varlığa kodlandığını ifade etmektedir. Böylece her varlık, kendi zamanı ile zamansal olmakta, kâinatın sistemine renk ve âhenk katmaktadır. Zaman, hayatı kolaylaştıran bir yasadır.
“Felsefi ve bilimsel anlamdaki zamanı Kur’ân’da aramak, boş bir çabadır” gibi muhtemel çıkışlar yersizdir. Ondaki zaman, varlığı ve olayları ölçmektedir. Bize göre Kur’ân, pratik zaman anlayışını öne çıkarmaktadır. O, bireysel ve toplumsal anlamda, pratik hayatın stratejisini ortaya koyar. Böyle bir stratejiyi ortaya koyan Kitab’ın, insana hizmet edecek olan evrenin işleyiş planını ihmal etmesi düşünülemez Şu halde zaman, kâinatın işleyiş planı olarak da anlaşılmalıdır. Hâsılı zaman, varlığın hayat planıdır. Böyle bir hayat planının sadece maddî yönüne değil, mânâ yönüne de bakmak gerekmektedir. Kur’ân’, kozmolojik verilerden referanslanan zamana kesin ve mutlak ölçüler koymaz. Onun koyduğu ölçüler, evrenin her yerinde, bireysel ve toplumsal hayatı, dinî, iktisadî, hukukî ve ahlâkî yönden düzenleyecek niteliktedir. Bunlar, sadece kozmolojik ölçekler değildir.
Kur'ân biyolojik, sosyolojik, psikolojik ölçekler de koyar. Her ölçeğin kendine mahsus bir âlemi temsil ettiği düşünülürse, bu tür âlemlerin içinde de zaman için konulan ölçeklerin mutlak olduğu söylenemez. Yani Kur'ân'da hiçbir zaman, sabahı ifade eden terimlerin, aynı anda kâinatın her yerinde sabahı müjdelediğini, buna bağlı olarak gündüz ve gecenin her yerde aynı olduğunu söylemek mümkün değildir. Dolayısıyla birey ve toplumun üzerine düşen sorumlulukların birçoğunun rölatif olabileceği söylenebilir. Biyolojik olarak Kur'ân, ortaya koyduğu sorumluluk yaşını, mutlak bir kozmolojik ölçekle belirlememiştir. Jeolojik ölçeklerin belirlediği zaman da yeryüzünün hiçbir yeri için aynı değildir. Hatta çoğu kez yan yana veya üst üste duran kayalar, farklı yaşlara sahiptirler.
Kur'ân'ın ortaya koyduğu zaman ölçeklerinin, genel anlamda global olduğu söylenebilir. Diğer bir ifade ile Kur'ân, varlığın kendi yapısına ait değişmez kriterler koyarken, varlığın ve kriterlerin değişkenliğine müdâhale etmez. Söz konusu kriterlerin oluşum sürecinin, varlığa, mekâna ve olaya göre farklılığı, hükmün farklılığını değil, zamanını etkiler.
Kur'ân metafizik anlamda bir zamandan âhiretle ilgili sahnelerde de söz etmektedir. Kıyâmetle değişecek olan sistemde olaylar, kozmik olmasa da yine zamana bağlıdır. Bu zamanın rölatif olduğu bildirilmesine rağmen, bir ölçü verilmemektedir. Zamansallığın, ebediyet yurdu olan cennet hayatına kadar geçerli olduğu söylenebilir. Esasen ebediyet, zamansızlık değil, süresizlik olduğu için, burada zamansallık veya zaman terimini değil, ebed terimini kullanmak gerekir. Çünkü ebed, kesintisizlik ve süresizlik; zaman ise süreselliktir. Dolayısıyla cehennemde, hem süreselliğin ve hem de kesintisizliğin ve süresizliğin işlediği söylenebilir. Ebed, dairevî zamandan aldığı varlığı, lineer/doğrusal bir yapıda ileriye taşıyan bir sistemin adıdır, denilebilir. Bu, hem pozitif ve hem de negatif olarak görülmektedir.
Kâinatın, bir strateji ile yaratılıp insanın hizmetine sunulduğunu iyi kavraması gereken insanın, bireysel ve toplumsal olarak hayatının bütün yönlerine bu şekilde bakması ve ona işlerlik kazandırması gerektiği sonucuna varıyoruz. Bireysel münasebetlerden toplumsal ilişkilere kadar, zamanlamanın ve
- 874 -
KUR’AN KAVRAMLARI
tedrîcîliğin esas alınması gerekir. Hiç bir işe, ortadan yahut sondan başlamanın doğruluğu asla savunulamaz ve hiç kimse birdenbire mükemmelliğe varılabileceği iddiasında bulunamaz. Gelişmiş toplumların, planlamayı büyük ölçüde başardığı söylenebilir. Önemli ve olağan dışı işlerin zamanını seçmenin ve iyi ayarlamanın mesajını veren Kur’ân, söz konusu işlerin normal işler gibi normal zamanlarda yapılamayacağının altını çizmektedir.
Kur’ân, geçmişi asla ihmal etmez. Ona göre geçmiş, ders alınması açısından önemlidir. Bu yüzden O, geçmişi tahlilci ve seçmeci bir yöntemle ele alarak değerlendirir. Yine Kur’ân, geçmişin olumsuzluğuna takılıp kalmaz. Bireysel ve toplumsal olarak geçmişteki negatif bir tavrın, tevbe ile ıslah edileceğini, geleceğe taşınmayacağını belirtir. Kur’ân’a göre gelecek, son derece önemlidir. Kur’an, uzak ve yakın gelecek için hazırlanmayı, tedbirli olmayı, plan yapmayı ve gelecekte daima ilerlemeyi emreder. İnsanın, kendisine verilen ömrün aşamalarında oluşturduğu plan, hiçbir şekilde yerinde sayan yahut statik bir yapıda değildir. Kur'ân, koyduğu plan ve stratejilerle birey ve toplumu daima ileriye, “takvâ” hedefine, dünya ve âhiret saâdetine taşır. Kur'ân'a göre kâinatta birdenliğe yer yoktur. Başarı, tedrîcîlik, planlama gibi önemli bir stratejiyi gerektirir. Dünya hayatı ve insana verilen ömür bunun kanıtıdır. Kur'ân ve kâinat kendisine yönelen her insana mutluluğun ve başarının sırlarını öğretmektedir. Lezzeti ve acıyı fark edebilecek olan varlığın somut yapısıdır. Bu yüzden soyut bir yaklaşıma yer yoktur. Fizîkî âlem, metafizik âlemin delilidir. 4419
Zaman Aşımı
Sürenin geçmesi, belli sürenin geçmesiyle bazı hakların kazanılmasını veya kaybedilmesini ifade eden bir fıkıh terimi. Arapça “murûru’z-zamân” veya “tekadümü’z-zamân” tamamlamalarının karşılığı olarak kullanılır.
İnsanların birtakım hakları elde etmesi veya sahip olduğu bazı hakları kaybetmesi zaman süreci içinde ortaya çıkar.
Çoğunluk müctehidlere göre süre aşımı bir mülk sebebi olarak kabul edilmemiştir. Eşyada asıl olan mubahlıktır. Sahipsiz olan ve toplumca da sahipli sayılmayan şeylerin mülk edinilmesinde herkes eşit hakka sahip olur. Meselâ; ihtiyaç sırasında yararlanılmak üzere suyun kaba alınması, av hayvanının yakalanması, mubah olan ot veya odunların kesilip toplanması bunlar üzerinde mülkiyet hakkı doğurur. Bu el koymaya “hiyâzet” veya “ihrâz” denir. Bir hadiste; su, ateş ve otların insanlar arasında ortak olduğu belirtilmiştir.4420 Buradaki ihrâza “zilyedlik” diyebiliriz.
Ancak toprak mülkiyetinde meşrû zilyedliğe “ihyâ” şartı da eklenmektedir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Henüz hiç kimsenin eline geçmemiş olan şey, onu ilk eline geçirene ait olur”4421 Bu hadisi duyan sahâbîlerin işgal etmek istedikleri arâzilere dağılıp adımladıkları ve işaretler koydukları nakledilir. Mücerred işgalin yeterli olmadığı, ayrıca toprağı ihyâ etmenin de gerekli bulunduğu hadiste şöyle belirlenir: “Kim ölü bir toprağı ihyâ ederse bu toprak onun olur. Haksız verilen
4419] Faiz Kalın, Kur’an’da Zaman Kavramı, Rağbet Yayınları:379-385
4420] Ebû Dâvud, Büyû’ 60; İbn Mâce, Ruhn 16; Ahmed bin Hanbel, V/364
4421] Ebû Dâvud, İmâre 36
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 875 -
emek için bir hak yoktur.” 4422
Diğer yandan ölü ve sahipsiz toprağı çeviren kimse yıllarca işletmeksizin bekletme hakkına sahip midir? Böyle bir hak tanındığı takdirde kolay ve masrafsız bir yolla geniş toprak parçalarını belli kişiler çevirir ve başkalarının yararlanmasını da engelleyebilirdi. Hâlbuki toprak işgaline ve ihyâsına izin verilmesi bu toprakların üretime sokulması amacına yöneliktir. Bu yüzden çevrilen, fakat üretime sokulamadan elde tutulabilecek süre hadiste üç yılla sınırlandırılmıştır: “Âd’dan kalanlar Allah’ın, Rasûlunun ve sonra sizindir. Kim ölü bir arâziyi ihyâ ederse ona sahip olur. Çeviren üç yıl içinde ihyâ etmemişse, bundan sonra bir hakkı kalmaz”4423 Hz. Ömer’in uygulaması da bu şekilde olmuştur. O şöyle demiştir: “Ölü arâziyi kim ihyâ ederse onun olur. Çeviren üç yıl içinde ihyâ etmezse, çevirdiği arâzi üzerinde bir hakkı kalmaz”4424 Bu duruma göre sahipsiz bir arâziyi çevirmek üç yıl süreyle burasını mülk olarak edinmede öncelik hakkı vermektedir. Üç yıl içinde ihyâ gerçekleşmezse bu öncelik hakkı düşmektedir. Burada meydana gelen bir mülkiyet hakkının düşmesinden çok mülkiyeti elde etmede sahip olduğu öncelik hakkının düşmesi söz konusu olmaktadır.
Sürenin geçmesiyle hakların kazanılması veya kaybedilmesi temelde adâlete ve yaratılışa aykırı düşer. Buna bir malı gasp veya hırsızlık yoluyla ele geçiren kimsenin durumunu örnek verebiliriz. Eğer bu kimse meselâ; yakalanmadan veya dâvâ edilmeden on yıl geçince bir mala mâlik sayılsa bu bir zulüm olurdu.
Diğer yandan İmam Mâlik’e göre kendi mezhebinde sonrakilerin görüşüne muhâlif olarak bir malı “ihrâr” hâlinde mülkiyet hakkı elde edildiği gibi, başkanın bunu ihrâzı hâlinde belli bir süre geçince önceki mâlikin hakkının düşeceği görüşünü benimsemiştir. Mâlik b. Enes4425 bu konuda Said b. el-Müseyyeb4426 ‘ten mürsel olarak nakledilen şu hadise dayanır: “Kim bir şeye nizâsız ve fâsılasız (hasmı aleyhine) on yıl süreyle zilyed olursa, bu şeye ondan daha fazla hak sahibi olur” 4427
Zaman Aşımının Dâvâlara Etkisi: Birtakım hak ve alacakların mahkeme yoluyla istenebilmesi süresiz olarak mümkün kılınırsa; hâkimin görev yapma süresi, delillerin yok olması, şâhitlerin unutkanlıkları, mülkün aslı üzerinde şüphe doğmasına engel olma gibi nedenlerle çeşitli zorluklar doğar. Ancak ne kadar süre geçerse geçsin bir hak kendiliğinden düşmez. Sahibinin itiraf edilerek bunun yerine verilmesi “diyâneten” vâcip olur. Bir kimse başkasının mülk edindiği bir mala el koysa, hiç bir durumda şer’an bu mala mâlik olamaz. 4428
Bir hakkı mahkeme yoluyla (kazâen) isteyebilmek için İslâm Devleti birtakım düzenlemeler yapabilir ve zaman aşımı süreleri koyabilir.
Mecelle’de hukuk dâvâları için zaman aşımı süreleri beş tane olup şunlardır:
1- Otuz altı yıllık süre aşımı: Vakfın aslı ve arâzinin sahibi ile ilgili dâvâlar 36
4422] Buharî, Hars 15; Ebû Dâvud, İmâre 37; Tirmizî, Ahkâm 38; Mâlik, Muvatta, Akdiye 26, 27; Dârimî, Büyû’ 65
4423] Ebu Yûsuf, Kitâbü’l-Harâc, Kahire 1396, 70
4424] Ebû Yûsuf, a.g.e., 71
4425] ö. 179/795
4426] ö. 93/711
4427] el-Mâlik, el-Müdevvene, Mısır 1323,’ 1905, XIII, 23
4428] ez-Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletüh, Dımaşk 1405/1985, IV, 69
- 876 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yıllık zaman aşımına tâbidir. Mecelle’nin 1661. maddesi şöyledir: “Vakfın aslı hakkında mütevelli veya oradan maaş alanların (mürtezika) dâvâları 36 yıla kadar dinlenir. Fakat 36 yıl geçtikten sonra artık dinlenmez.” Meselâ bir kimse otuz altı yıl süreyle bir akara, mülkiyet üzere tasarrufta bulunduktan sonra bir vakfın mütevellisi, bu akarın kendi vakfının gelir getiren ünitelerinden (musteğallât) olduğunu dâvâ etse, bu dâvâ dinlenmez. Vakfın salih oluşu kendisine bağlı bulunan her şey vakfın aslındadır. Bu nitelikte olmayan şeyler ise “vakfın şartları”ndan sayılır. Mütevelli ya vakıfnâme gereğince veya hâkim tarafından belirlenir. Mürtezika ise, vakfın gelirinden maaş ve tayin alan kimselerdir. Bunlara “ehl-i vezaif” de denir. Bir câminin imamı, müezzini veya kayyımı gibi. Bazı fakihlere göre, vakıflarda dâvâ hakkı yalnız mütevelliye aittir. Önceleri fetvâya esas olan görüş bu idi. Ancak Mecelle buna “Mürtezika”yı da ilâve etmiştir.
Meselâ; bir kimse, başkasının elinde bulunan bir akar için bu akarın gelirinin veya oturma hakkının kendisine şart koşulmuş vakıf olduğunu ve zilyedliğin kendisine ait bulunduğunu dâvâ etse, bu kimse mütevelli ise veya Mecelle’nin tercihi ile bu vakıftan maaş alan bir kimse ise ve diğer zilyedin tasarrufunun üzerinden de 36 yıl geçmemişse dâvâ dinlenir. Aksi halde dâvâ dinlenmez. 4429
Vakıf paraların aslı ile ilgili dâvâlar da otuz altı yıla kadar dinlenir. Meselâ; bir kimse mütevellisi olduğu vakıf paralardan bir miktar kendi işi için harcarsa, kendinden sonraki mütevelli bunu dâvâ etse, otuz altı yıl geçmemişse dâvâ dinlenir. Aksi halde dâvâ süre yönünden reddedilir.4430 Ancak vakıf paranın kârı (rıbh) ile ilgili dâvâlar on beş yıllık zaman aşımına tâbi kabul edilmiştir.
Vakfın aslı ile ilgili dâvâlar iki türlü olabilir:
a- Akarı vakfa geri almak için dâvâ açmak. Meselâ; birkaç dükkânı mülkiyet üzere 36 yıldan daha az bir süreyle tasarruf etmekte olan bir kimse aleyhine mütevelli vakıf dâvâsı açsa, ispat ettiği takdirde bu dükkânlar vakfa geri döner. 36 yıl geçmişse kazâen geri verilmez, fakat tasarrufta bulunan diyâneten yani vicdanı ile başbaşa bırakılır. Böyle bir durumda sorumluluktan korkan mü’minden bu yeri vakfa döndürmesi beklenir.
b- İki vakıf arasında dâvâ açılması: Bir vakfın kullanmakta olduğu bir akarı, başka bir vakıf mütevellisi kendi vakıflarına ait kira ile verilen bir yer olduğunu dâvâ etse, otuz altı yıldan fazla süre ile susmuşsa bu dâvâ dinlenmez. 4431
Diğer yandan gayrimenkule bağlı “geçiş (murûr)” ve “su akıtma (mesîl)” hakları vakıf arâzide bulunuyorsa bunlarla ilgili dâvâlar da 36 yıllık zaman aşımına tâbi bulunur. Hatta bu haklar iki vakıf arasında da cereyan eder.
On beş yıllılık zaman aşımının üstünde bir süre içinde dâvâ konusu yapılabilen üç çeşit mal daha vardır. Bunlar: Yetim malı, kayıp olan kişinin malı ve miras malı. Ancak Ebûssuud Efendi bir fetvâsında miras meselesini ayrı tutmuştur. Fetvâ şöyledir: “Bir kimse şer’î bir özrü olmaksızın mirasla ilgili dâvâsını 15 yıl süreyle takip etmese bundan sonra dinlenir mi? el-Cevap: Dinlenmez.” Ali Efendi ile Rumeli müftüsüi Abdullah Efendi fetvâlarında da durum böyledir. Ancak
4429] Ali Haydar, Düraru’l-Hukkâm Şerhu Mecelleti’l-Ahkâm, İstanbul 1330, IV, 342
4430] Ali Efendi, Fetâvâ, İstanbul 1311, II, 89
4431] Ali Haydar, a.g.e., IV, 343
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 877 -
mirasla ilgili bu fetvâ İslâm Devletinin miras dâvâsı için 15 yıllık zaman aşımı esasını benimsediği durumla sınırlı sayılmıştır. 4432
2. On beş yıllık zaman aşımı: 36 yıllık zaman aşımına tâbi bulunan vakıf akar, yetim veya kayıp olan kişinin malı dışında birtakım mallar 15 yıllık zaman aşımı süresine bağlıdır. Para alacağı, vedîa, miras, mülk, akar, vakıf akarın geliri ile ilgili dâvâlar 15 yıl içinde açılmadığı takdirde, artık bu konuda mahkemeye başvurma hakkı düşer. Bunlar kısaca şöyledir:
Alacak dâvâsı (deyn): Bir kimse 15 yıl geçtikten sonra borçlusuna: “Sana 15 yıldan fazla bir süre önce verdiğim şu kadar parayı, karz-ı haseni veya sattığım malın satış bedelini istiyorum” diye dâvâ açsa, dâvâsı dinlenmez. Ancak diyâneten bu borç düşmez, Allah’la kendisi arasında sorumluluk doğurmak üzere devam eder. Nitekim çeşitli âyetlerde karz’ın yüce Allah’a güzel bir borç olarak verildiğine işaret edilir.4433 Fertle devlet arasındaki alacak ve vereceklerde de bu zaman aşımı süresi uygulanır. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu uygulamasında 20 Muharrem 1300 hicrî tarihli padişah fermanı ile beytülmal’e ait alacakların 15 yıl geçtikten sonra artık dâvâ konusu yapılamayacağı bildirilmiştir.
Emânet verilen şey (vedîa): Bir kimse “15 yıl önce sana verdiğim şöyle bir emânetimi istiyorum” diye dâvâ etse, dâvâlı bunu inkâr etse, dâvâ dinlenmez.
Âriyet (kullanmak üzere verilen şey): Meselâ bir kadın, vefat eden kızına 15 yıl önce filân şeyleri âriyet olarak vermiştim, şimdi geri istiyorum, diye dâvâ etse, dâvâsı dinlenmez.
Miras: Mirasçılardan birisi, diğerinden “15 yıl önce vefat eden miras bırakanımızın malından sende şunlar kalmıştı. Payımı isterim” diye dâvâ etse, diğeri bunu inkâr etse dâvâ dinlenmez.
Mülk akar: Bir kimse diğerinin 15 yıldan beri mülkiyet üzere tasarruf ettiği mülk bağ veya evin tamamı veya şu kadar bölümü benimdir diye o kimseden dâvâ etse dinlenmez.
Mukataalı vakıf akar: Mukataa; arsası vakfa, üzerindeki bina, ağaç, bağ, kavak, tesis vb. başkasına ait mülk olan bir akarda tasarrufta bulunan tarafından vakfın cihetine verilmek üzere arsa için belirlenmiş bulunan yıllık kira demektir. Buna “yer kirası (icâre-i zemin)” de denir. Ayrıca böyle bir vakıf arsa üzerindeki bu ağaç veya tesislerin de vakfedilmesi mümkün ve câizdir.
Vakfiye gereği mütevelli iddiası: Bir kimse vakıfnâme gereği vakfa on beş yıl mütevellilik yaptıktan sonra, başka bir kimse çıkıp da o vakfın, vakıfnâme gereği mütevellisinin kendisi olduğunu dâvâ etse dinlenmez.
Vakfın geliri dâvâları: Vakfın geliri (galle), ona ait fayda ve semeresi demektir. Vakıf paranın kârı, vakıf akarın kirası, vakıf çiftliğin ürünü gibi. 4434
3. On yıllık zaman aşımı: Kuru mülkiyeti devletin, yararlanma hakkı tasarruf sahibinin olan “mîrî arâzi”ler üzerinde tasarruf dâvâsı ile, geçiş, su akıtma ve su
4432] bk. Ali Efendi, Fetâvâ, II, 87; İbn Abidîn, Reddü’lMuhtar ale’l-Muhtâr, Terc. M. Savaş, İstanbul 1985, XII, 312
4433] bk. 2/Bakara, 245; 5/Mâide, 12; 57/Hadîd, 11, 18; 64/Teğâbun, 17; 73/Müzzemmil, 20
4434] bk. Ali Efendi, Fetâvâ, II, 89 vd.; Ali Haydar, a.g.e., IV, 339 vd
- 878 -
KUR’AN KAVRAMLARI
alma haklarına ait dâvâlar on yıllık zaman aşımına tâbîdir. Meselâ; bir kimse mîrî arâziden olan bir tarlayı başkasının gözü önünde on yıl ekip biçtiği halde bu kimse özürsüz olarak susmuş iken bu kimse on yıl önce bu tarla üzerindeki tasarruf hakkının tapu ile kendisine ait bulunduğunu dâvâ etse dâvâlı inkâr edince dâvâ dinlenmez. Ancak böyle bir dâvâ on yıl geçmeden açılırsa mahkeme buna bakar.
Diğer yandan mîrî arâzinin mülkiyetine ait arâzi memurlarının iddiaları ise 36 yıla kadar dinlenir. Nitekim bu konuda 22 Muharrem 1300 hicrî tarihli fermanla Osmanlı Devleti bu son zaman aşımı süresini esas almıştır. Mîrî arâzilerde geçiş, artık suları akıtma veya su alma hakları da on yılık süre aşımına tâbîdir.
Zaman Aşımını Kesen Özürler: Bazı özürler zaman aşımını keser. Süre bu özrün kalktığı andan itibaren başlar. Mecelle’nin 1663’üncü maddesinde özürler şöyle belirlenmiştir: “Bu konuda geçerli olan, yani dâvânın dinlenmesine engel olan zaman aşımı ancak özürsüz olarak vâkî olan zaman aşımıdır. Yoksa dâvâcının vasisi bulunsun bulunmasın çocuk veya akıl hastası yahut bunak olması veya yolculuk (seferîlik) kadar uzakta olan başka diyarda bulunması veya hasmının üstünlük sağlayan birisi olması gibi şer’î özürlerden birisiyle gelen zamana itibar olmaz. Bu nedenle zaman aşımının başlangıcı özrün sona erdiği tarihten itibaren olunur.
4- İki yıllık zaman aşımı: İslâm Devletinde, bir dâvâ için arâzi kanunu zeyli gereğince boş kalır. Bu gibi yerler yeni gelen muhâcirlere tahsis edilip, onlar tarafından ziraat ve kendine ait binalar yaptırırlar. İşte bu dâvâlar özürsüz olarak iki yıl geçince “zaman aşımı”na uğrar.
5- Bir yıllık zaman aşımı: Şüf’a hakkı bir ay takip edilmeyince düşer. Mecelle’nin 1034’üncü maddesinde şöyle denir: “Şüf’a hakkını tesbit ve buna şâhit tuttuktan sonra şüf’a hakkı sahibinin eğer başka bir beldede bulunmak gibi bir şer’î özrü yok iken, husûmet talebi bir ay gecikirse şüf’a hakkı düşer.”
Zaman Aşımının Bâtıl veya Fâsit Akitlere Etkisi: Bâtıl olan bir şey zamanın geçmesiyle meşrû hale gelmez. Süre ne kadar uzarsa uzasın, bâtıl olduğu ortaya çıkan muâmelenin kaldırılması gerekir. Çünkü bâtıl gerçekte yok hükmündedir. Süt veya mahrem hasımla yapılan evlilik gibi. Zaman aşımının fesat sebebi kalkmadıkça fasit muâmeleyi meşrû hale getirmez. Ancak fesad sebebi kaldırılır veya feshe engel bir durum ortaya çıkarsa muâmele sahih hale gelir. 4435
Hırsızlıkta Şahitlik ve Zaman Aşımı: Zina, hırsızlık ve şarap içme cezalarının (had) uygulanabilmesi için bu suçlara şâhit olanların açık bir özür olmadıkça gecikmeden şâhitlik yapmaları gerekir. Çünkü suçun işlendiği tarihle şâhitlik etme tarihi arasında uzun bir süre geçerse töhmet ve fitne ihtimali artar. Uzun süre sustuktan sonra şâhitlik yapılması, dâvâlıya duyulan kini akla getirir. Diğer yandan şâhit, böyle bir geciktirmeyi “şantaj” aracı olarak kullanmaya da kalkışabilir. Hz. Ömer’in (r.a.) şöyle dediği nakledilmiştir: “Had cezasını gerektiren bir suça, suçun işlediği sırada değil, sonradan şâhitlik eden bir topluluk, içlerinde bulunan bir kinden dolayı şâhitlik yapmış sayılır. Bu yüzden onların şâhitlikleri kabul edilmez.” 4436
4435] eş-Zuhaylî, a.g.e., IV, 284
4436] ez-Zühaylî, a.g.e., VI, 49
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 879 -
Bir yerde hâkimin bulunmaması, mesafenin uzaklığı, yolun tehlikeli oluşu açık özür sayılır. Bu özürler nedeniyle şâhitliğin gecikmesi mümkün ve câizdir.
Ebû Hanîfe’ye göre zaman aşımı süresi hâkimin takdirine bırakılmıştır. Çünkü şâhitlik yapmak için olayla hâkim önüne çıkma arasında geçebilecek süreler yer ve çevre şartlarına göre değişiklik arz eder. Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre zaman aşımı süresi bir ay ve daha fazla olan bir süredir. Eğer süre bir aydan kısa ise bu zaman aşımı sayılmaz. Çünkü bir ay sürelerin en kısasıdır. Bir aydan az olan süreler peşin (âcil) hükmünde olur. 4437
Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîlere göre, zina, kazf (zina iftirası) ve şarap içme ile ilgili hadler konusunda yapılacak şâhitlik zaman aşımına uğramaz. Çünkü zina hakkındaki şâhitliğin zikredildiği âyet genel anlam ifade eder. Gecikme nedenliye şâhitliğin düşeceğine ait bir delil de yoktur. Diğer yandan şâhitliğin gecikmesi bir özürden veya şâhidin kaybolmasından ötürü olabilir. Had cezası ise mutlak ihtimalle düşmez. 4438
İkrarda Zaman Aşımı: Müctehidler, zina ikrarı için bir zaman aşımı süresinin bulunmadığı konusunda görüş birliği içindedir. Çünkü insan kendisi aleyhinde bulunmakla itham edilemez. Buna göre, bir süre geçtikten sonra hâkim önünde yapılacak ikrarla zina sâbit olur. Ancak Mâlikîler dışında çoğunluğa göre böyle bir kimse had hükmü verilmezden veya had cezasının bir bölümü uygulandıktan sonra bile ikrarındın dönse veya kaçsa had düşer. 4439
Zina İftirası Cezasında (Kazf) Zaman Aşımı: Kazf haddinde zaman aşımı söz konusu değildir. Bu yüzden zina iftirası yapıldığına dair şâhitlik, olayın üzerinden uzun süre geçtikten sonra yapılsa bile şâhitlikleri kabul edilir. Çünkü diğer hadlerden farklı olarak kazf şâhitliği geciktirmede kin ve töhmet ihtimali bulunmaz. Çünkü kazfte önce dâvâ açılması şartı aranır. Buna göre, şâhitliği yerine getirmedeki gecikmenin dâvâyı açmadaki gecikmeden kaynaklanması da mümkündür. 4440
Diğer yandan zaman aşımı cinâyete şâhitliğin kabulüne de engel olmaz. Böylece zaman aşımı kazf ve katl dışında diğer hadlerde etkisini gösterir. Şarap içmede zaman aşımının etkili oluşu, şarabın kokusunun yok olması ile ilgilidir. Günümüzde kanda alkol araştırılması yoluyla bu sürenin uzatılabileceği mümkün hale gelmiştir.
Dövme, sövme, çirkin sözler söyleme gibi İslâm Devletinin koyacağı cezanın (ta’zîr) uygulanacağı konularda suçu inkâr edene yemin teklif edilir ve bu suçlar zaman aşımı ile de düşmez. Bu konularda, diğer hukuk dâvâlarında olduğu gibi kadınların şâhitliği de geçerlidir. 4441
Eş veya Hısımların Nafakasının Zaman Aşımına Uğraması
1- Eşin Nafakasının Düşmesi: Kadının kocasından alacağı nafaka; ibrâ, ölüm,
4437] es-Serahsî, el-Mebsût, 1. Baskı, Beyrut 1398/1978, IX, 50; ez-Zühaylî, a.g.e., VI, 49
4438] bk. İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, Bulak 1315, IV, 161; İbn Kudâme, el-Muğnî, 3. baskı, Kahire 1970, VIII, 207
4439] İbnü’l-Hümâm, a.g.e., IV, 120; İbn Kudâme, a.g.e., VIII,197; eş-Şirâzî, el-Mühezzeb, II, 271
4440] el-Kâsânî, el-Bedâyi’, 1. Baskı, Beyrut 1328/1910, VII, 46
4441] ez-Zühaylî, a.g.e., VI, 521
- 880 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kocasına itaatsizlik, dinden çıkma ve evliliğin bir ma’siyet yüzünden kadın tarafından olan bir nedenle sona ermesi gibi sebeplerle düşeceği gibi, bazı durumlarda zamanın geçmesi ile de düşebilir. Nitekim, kadının nafakası kocasına gerekli olduktan sonra hâkim tarafından veya karşılıklı rızâ ile miktarı belirlenip, zimmette bir borç halini almadıkça zamanın geçmesiyle düşer. Hâkim nafakaya hüküm verip bir zimmet borcu halini aldıktan sonra ise artık zamanın geçmesiyle nafaka düşmez. Bu Hanefîlerin görüşüdür.
Mâlikîlere ve geri kalan mezheplere göre, nafaka hiç bir durumda zaman aşımına uğramaz. Eş birikmiş nafakası için kocasına döner. Hısımların nafakası ise bunun aksine olup zaman aşımı ile düşer. 4442
2. Hısımların Nafakasında Zaman Aşımı: Hanefî, Şâfiî ve Hanbelîlere göre, çocuklara, ana-babaya ve diğer hısımlara verilecek nafaka, zamanın geçmesiyle düşebilir. Hanefilere göre, hâkim hısımlar lehine nafakaya hüküm verdikten sonra, nafaka alacaklısı hısım nafakayı kabzetmeden veya nafaka yükümlüsü aleyhine borçlanmadan bir ay ve daha fazla bir süre geçse nafaka düşer. Çünkü eş dışındaki hısımların nafakası ihtiyaçlarını giderme esasına dayanır. Bu yüzden zengin olan hısıma nafaka vermek gerekmez. Hısımın, lehine hükmedilen nafakayı bir süre almaması, ihtiyaç sahibi olmadığını gösterir. Eşin nafakası ise, hâkimin belirlemesinden sonra, zamanın geçmesi ile düşmez. Çünkü onun nafakası eve bağlanma (ihtibas) karşılığı olup, ihtiyaç nedenine dayanmaz. Bu yüzden karı, zengin de olsa nafaka almaya hak kazanır. Hâkimin nafakayı borç olarak alma izni vermesi halinde de düşmez. Çünkü bu takdirde zimmet borcu olmuş bulunur. Diğer yandan ez-Zeylaî küçüklerin nafakasını eşin nafakasına benzetmiş ve bu ikisini aynı hükümlere tâbi kabul etmiştir. 4443
Mâlikîlere göre, ana-babanın veya çocukların nafakası, hâkim miktarını belirleyip karar vermedikçe zamanın geçmesiyle düşer. Hâkim belirlediği takdirde sâbit olur. 4444
Sonuç olarak, bir aydan kısa sürede hısımların nafakası ile eşin ve çocukların nafakası zamanın geçmesiyle düşmez ve hâkim kararı olunca zimmet borcu olarak devam eder. Yine hâkimin emriyle borçlanma olunca eşten başka hısımların nafakası da düşmez. 4445
Gün
“De ki: Siz mi arzı iki günde yaratana karşı nankörlük ediyor ve O’na eşler koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir. Arza, üstünden ağır baskılar yaptı, onda bereketler yarattı ve onda -arayıp soranlar için- gıdalarını tam dört günde takdir etti (düzene koydu). Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve arza, Gönüllü veya gönülsüz olarak (buyruğuma) gelin dedi. Gönüllü olarak buyruğuna geldik dediler. Böylece onları iki günde yedi gök yaptı ve her göğe emrini (yasalarını) iki günde vahyetti. Biz en yakın göğü lambalarla
4442] bk. el-Kâsânî, el-Bedâyi, IV, 22, 29 vd.; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, III, 332 vd.; İbn Abidîn, Mısır t.y., II, 889 vd.; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, Mısır t.y., II, 54; İbn Kudâme, el-Muğnî, VII, 578, 604, 611 vd.; eş-Şirâzî, el-Mühezzeb, II, 160
4443] el-Kâsânî, a.g.e., IV, 38; İbnü’l-Hümâm, a.g.e., III, 354; el-Meydânî, el-Lübâb, İstanbul t.y., III, 109; İbn Âbidîn, a.g.e., II, 925, 942 vd.; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, II, 167
4444] ez-Zühaylî, a.g.e., VII, 783
4445] Hamdi Döndüren, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 6, 422-425
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 881 -
ve koruma (güçleri) ile donattık. İşte bu, o güçlü, bilen (Allah)ın takdiridir).”4446
41/Fussılet, 9 ve 10’uncu âyetlerde Yeri iki günde yaratan Allah’a karşı nankörlük edip O’na ortaklar, benzerler tasarlayan insanlara, inkâr tarzında bir soru ile bu yaptıklarının, şaşılacak bir şey olduğu belirtiliyor ve aslı iki günde yaratılmış olan dünyanın üzerine yüksek dağların birer baskı gibi atıldığı, bitki ve ürünlerinin yaratıldığı, dünyânın yaratılmasından itibaren dört gün içinde canlıların yaşamasına elverişli hale getirildiği anlatılmaktadır.
9’uncu âyette Allah’ın, arzı iki günde yarattığı, 10’ncu âyette arzın dağlarını, bereketlerini, bitki ve ağaçlarını dört günde yarattığı, 12’nci âyette ise gökleri iki günde yarattığı buyurulmaktadır. Bunların toplamı sekiz gün eder. Oysa başka âyetlerde Allah’ın, gökleri ve yeri altı günde yarattığı belirtilmektedir.
“Andolsun Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık, Bize hiçbir yorgunluk dokunmadı.” 4447
“Rabbiniz o Allah’tır ki gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arşa istivâ etti (evreni yönetmek üzere tahtına oturdu). O, geceyi durmadan kovalayan gündüzün üzerine bürüyüp örter; Güneşi, Ayı ve yıldızları buyruğuna boyun eğmiş vaziyette (yaratmıştır). İyi bilin ki yaratma ve emir O’nundur. Âlemlerin Rabbi Allah, ne uludur!” 4448
“O, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yarattı, sonra Arşa kuruldu (yönetim tahtına oturdu). Rahmandır, bunu bir bilene sor.” 4449
“Gökleri ve yeri altı günde yaratan O’dur. O zaman Arşı su üzerinde idi. (Evreni yarattı ki) Hanginizin daha güzel iş yaptığınızı denesin.” 4450
Bu âyetlerin asıl amacı, Allah’ın yanında birtakım aracı tanrılara tapan insanlara, o tanrıların bir şey yaratmadığını, gökleri ve yeri altı günde yaratmış olanın Allah olduğunu, O’ndan başkasına tapmanın bir yararı olmadığını vurgulamaktır. Dünyanın iki günde, bitki ve azıklarının dört günde, yedi göğün de iki günde yaratıldığını söyleyen 41/Fussılet, 9, 10 ve 12’inci âyetler ile göklerin ve yerin altı günde yaratıldığını söyleyen bu âyetler arasında ilk anda bir çelişki var gibi gelirse de gerçekte âyetler arasında çelişki yoktur. Gökler ve yer altı günde yaratılmıştır. Allah’ın, göğe ve yere: “Ona ve arza, ‹Gönüllü veya gönülsüz olarak (buyruğuma) gelin' dedi. ‹Gönüllü olarak buyruğuna geldik' dediler.” sözünden, yerin yaratılışı sürerken göklerin de yaratıldığı anlaşılır. Yani önce gökler yaratılmış, sonra yerin yaratılışına başlanmış değil, bütün gök cisimlerinin aslı, hep beraber iki günde yaratılmıştır. Öteki gök cisimlerinin evrimi bizi fazla ilgilendirmeyeceği için Yüce Allah, bize yerin evrim sürecini bildirmiştir. Yerin dört gün içerisinde evrimleşerek canlıların yaşamasına elverişli duruma geldiğini haber vermiştir. Bu arada öteki yıldızlar da evrimleşmiş ve yedi gök, altı günde evrimini tamamlayıp bu hale gelmiştir. Yer nasıl iki günde yaratılıp ondan sonra dört gün içinde evrimleşmiş ise gökler de öyle olmuştur. Âyetlerin sözgeliminden bu anlaşılmaktadır.
Herhalde kâinatın yaratılışından söz eden âyetlerde kasdedilen gün,
4446] 41/Fussılet, 9-12
4447] 50/Kaf, 38
4448] 7/A’râf, 54, yine bk: 10/Yûnus, 3
4449] 25/Furkan, 59; 57/Hadîd, 4
4450] 11/Hûd, 7; 32/Secde, 4
- 882 -
KUR’AN KAVRAMLARI
insanların kullandığı yirmidört saatlik zaman birimi değil, kâinatın yaratılış evreleridir. Gün, her yıldızın, kendi ekseni çevresinde bir dönüşünden ibârettir. Dünyamız, kendi çevresindeki dönüşünü yirmidört saatte tamamlar. Dünyâmız Güneşin bir uydusudur ve Güneş çevresinde dönmekte, bu dönüşünü de üç yüz altmış beş gün, altı saatte tamamlamaktadır. Demek ki bu dönüş, gözönünde tutulursa dünyanın bir dönüş günü, 365,25 güne karşılıktır.
Güneşimiz, içinde bulunduğu Samanyolu Galaksisinin merkezinden 32000 (otuz iki bin) ışık yılı uzaklıkta bulunan bir yıldızdır. Güneş sistemimiz, Galaksinin çevresinde yavaş yavaş döner ve bu dönüşünü 225 (iki yüz yirmi beş) milyon yılda tamamlar. Samanyolu Galaksisinde yüz milyar yıldız vardır. Bu Galaksi, Andromeda Galaksisinden sonra ikinci büyük galaksidir.
Sadece bizim Güneş sistemimizdeki günler ve yıllar böyle farklı olduğuna göre ya bizim Güneş sistemimizden çok daha büyük sistemlerde, bizim gezegenlerimizden çok daha büyük gezegenlerde günün ve yılın ne kadar uzun bir zaman aldığı düşünülebilir. Belki de bizim hesabımızla milyonlarca yıl süren günlerin olduğu gezegenler vardır. İşte Allah, Kendi katında bir günün bin yıl, hattâ elli bin yıl olduğunu söyler.
“(Allah) Emri gökten yere tedbir eder (buyruğunu indirir). Sonra emir, saydığınız (yıllar)dan bin yıl kadar süren bir günde O’na çıkar.” 4451
“Melekler ve ruh, mikdarı elli bin yıl süren bir gün içinde O’na yükselir!” 4452
“Senden azabı çabuk istiyorlar. Allah sözünden caymaz (bir süre geciktirse de mutlaka dediğini yapar. O acele etmez). Rabbin yanında bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir.”4453 Bu âyetler, günün itibarî olduğuna, yıldızdan yıldıza değiştiğine işaret buyurmaktadır. 4454
Altı Günün Anlamı
Altı tavra (yani altı yaratılış evresine) işarettir. Zirâ bu âyetlerdeki günün, bilinen gün olması mümkün değildir. Çünkü gün, Güneşin doğuşundan batışına kadar olan zaman birimidir. Gökler ve yer yaratılmadan önce Güneş ve Ay yok idi. Öyle ise kâinatın yaratıldığı gün, bilinen Güneş günü değildir. Fakat gün ile bazen genel vakit de anlatılır. “Kralın oğlu doğduğu gün büyük şenlik yapılır” sözünde kasıt doğum zamanıdır, gün değildir. İşte bu âyetlerdeki gün ile de genel vakit kasdedilmiştir. Bazı müfessirlere göre de bu âyetlerin amacı, Yahûdilerin, “Allah evreni altı günde yarattı, yedinci günde istirahat etti.” şeklindeki sözlerinin son kısmını düzeltmektir. Allah için istirahat tabiri uygun değildir. Çünkü bundan Allah’ın yorulduğu anlamı çıkar. İşte böyle bir kuşkuyu savmak için Kaf Sûresinde Allah’ın evreni altı günde yarattığı belirtildikten sonra “Bize bir yorgunluk dokunmadı” ifadesiyle Allah’ın yorulmadığı vurgulanmıştır. Başka âyetlerde de istirahat yerine, “Arşa oturdu” buyurulmuştur.
Göklerin ve yerin altı günde yaratılmış olduğu inancı Yahûdilerle iç içe yaşayan Araplara geçmiş olmalıdır. İşte Kur’ân, bu âyetlerle onlara, bildikleri bir şeyi
4451] 32/Secde, 5
4452] 70/Meâric, 4
4453] 22/Hacc, 47
4454] Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları, 7/31-35
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 883 -
anımsatarak “Putlara tapmakla meşgul olmayın, bildiğiniz gibi gökleri ve yeri altı günde yaratan, tek buyruk sahibi Allah’a kulluk edin. Sizin Rabbiniz putlar değil, gökleri ve yeri altı günde yaratan Allah’tır” buyuruyor. 4455
İmam Fahru’ddin Râzi, şöyle diyor: “Bu ma’mûre (İ’mâr edilmiş dünyâ), eski zamanlarda denizlerle kaplı idi. Sonra bundan çokça yapışkan çamur oluştu. Deniz çekildikten sonra çamur taşlaştı. Sellerin, rüzgârların aşındırmasıyla dağlar, tepeler meydana geldi. Birçok taşı kırdığımızda içinde sedef, balık gibi deniz hayvanlarının fosillerine rastlamamız, bu tahmini güçlendirmektedir.” 4456
Bazı kıt akıllılar, dünyâ, bir plana göre yavaş yavaş değil de, plansız, projesiz, birden bire yaratılmış olursa bunun, Allah'ın varlığını ve ululuğunu daha çok göstereceğini sanırlar. Gerçekte şu nizâm, Allah'ın birliğine, kudret ve hikmetine en güzel kanıttır. Kâinattaki düzen birliği, bunların bir tek yaratıcı tarafından yaratıldığını kanıtlar. Düzensiz olsa, ya da her yıldızda başka başka yasalar bulunsa o zaman bunun bir raslantı olduğu düşünülebilir.
Bazı haberlerde âyetteki altı günün, bizim dünyâ günümüz olduğu anılmış, bazı müfessirler de bunun üzerinde durmuşlardır. Müslim'in Ebû Hüreyre'den çıkardığı bir hadiste Ebû Hüreyre şöyle diyor: “Allah'ın Elçisi elimden tuttu, dedi ki: ‹Allah azze ve celle Arzı Cumartesi günü yarattı; dağları Pazar günü yarattı; mekruhu (kötülüğü) Salı günü yarattı; nuru Çarşamba günü yarattı; hayvanları Perşembe günü Yeryüzüne yaydı; en son yaratığı olarak Âdem'i de Cuma günü, en son saatte, ikindi ile akşam arasında yarattı.” 4457
Bu rivâyet, dünyânın, nizamsız, plansız olarak, bizim şu kısa dünyâ günlerimiz içinde yaratıldığını belirtir. Bu konuda rivâyet edilen haberlerin ve eserlerin hepsi İsrâiliyyâttan alınmıştır, bunların içinde bir tek sahih hadis yoktur. Ebû Hüreyre’den rivâyet edilen bu hadis de önce Allah’ın Kitabına ters olduğu için metni bakımından reddedilir. Senedine gelince bunu Müslim’in çıkarmış olmasına aldanmamalıdır. Çünkü Müslim de bunu başkaları gibi Haccâc İbn Muhammed el-Mıssisi el-A’ver’den, o da İbn Cüreyc’den almıştır. Aslında doğru sözlü olan bu râvi, ömrünün sonunda aklına halel gelince karıştırmaya başlamış ve bu halinden sonra da rivâyete devam etmiştir. Son Bağdad’a gelişinde Yahya İbn Ma’in, onun karıştırdığını görünce oğluna, onun yanına kimseyi sokmamasını tenbih etmiştir.4458 Haccâc’ın, bu hadisi de aklına bozukluk geldikten sonra rivâyet ettiği anlaşılıyor. Zira İbn Kesir, tefsirinde: “Buhâri ve başkaları bu hadisi eleştirmişler ve bunun merfû hadis (Peygamber sözü) olmayıp Ebû Hüreyre’nin, Ka’bu’l-Ahbâr’dan rivâyeti olduğunu söylemişlerdir” diyor.4459 Yani Haccâc, aklı karıştığı sırada rivâyet ettiği bu sözü, Pey-gamber sözü olarak rivâyet etmiştir, oysa gerçekte bu söz, Peygamber’in sözü değil, Ka’bu’l-Ahbâr’ın sözüdür. Ebû Hüreyre de bu sözü ondan alıp aktarmıştır. 4460
Aslında Ebû Hüreyre, İbn Abbâs gibi bazı sahâbiler, Yahûdi bilginleriyle görüşüyor ve onların dünyânın yaratılışı hakkındaki sözlerini aktarıyorlardı. Gerçi
4455] Tefsiru’l-Menâr: 8/448
4456] Mefâtihu’1-ğayb: 14/115
4457] Müslim, Münâfikin: 27; İbn Hanbel, Müsned: 2/327
4458] Mizânu’l-İ’tidâl: 1/464
4459] İbn Kesir, Tefsir: 2/221
4460] Tefsiru’l-Menâr: 8/448-449
- 884 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kur’ân da Tevrat’ın söylediklerini ayrıntıya girmeden ana hatlarıyla anlatır ama, zaman içerisinde yapılan tefsir, şerh ve eklerle Tevrat’a girmiş olan birçok katmadan ve gerçek dışı yorumlardan ayıklayarak sırf vahiy olan kısmı anlatır. Bu konuda Kur’ân vahyi dışında hiçbir şeye güvenilemez. Çünkü evrenin yaratılışını insan ya vahy ile veya bilimle öğrenir. O zaman bilim henüz bu düzeyde değildi. Vahy de insanlara kanıt olmağa yetecek kadar bazı işaretler yapmıştır. Gerisini insanın araştırmasına, düşünmesine bırakmıştır. Vahy olmadıktan sonra bunları Peygamber de bilemez. Zaten o “Siz dünyânıza ilişkin şeyleri benden iyi bilirsiniz” buyurmuştur. Vahye dayanmayan bu tür Yahûdi kaynaklı haberlerle Kur’ân vahyini perdelemek ve vahye kuşku sokmak, hem vahye, hem vahyin tebliğcisine büyük haksızlık olur. 4461
Ân
Ân; Birbirini takip eden süreler arasında varlığı farzedilen zaman sınırı; ardarda gelmesiyle zamanı oluşturan ve bölünmeyen zaman parçası gibi anlamlarda kullanılan felsefe terimidir. Aslı eyn veya evân olan an zaman dilimi, “kısa zaman” ve “şimdi” mânalarına gelir. An Kur'an'da ve hadislerde “zamanın yaklaşması” ve “şimdi” anlamlarında kullanılmıştır.4462 İngilizce ve Fransızca’da İnstant kelimesiyle ifade edilir. Türkçe’de, “herhangi bir gelişme sürecinin merhalelerinden biri, düşünce hareketlerinde konaklama noktası, sanat ve edebiyatın bir safhası, sanatta bir önceki neslin sonraki nesle yaptığı etki” anlamlarında kullanılır. An. felsefede şuurun bir bütün olarak kavradığı zamanın en küçük dilimi, belli ve bölünmez bir noktası; bir zamanı, vasıtasız ve aralıksız bir şekilde takip eden bir başka zamandan ayıran süresiz fasıla olarak kabul edilir. Zamanda “bir” sayısına benzeyen, fakat ondan bazı noktalarda farklılık gösteren anlar vardır. “Bir”sayının bir parçası olduğu halde an, mazi ile müstakbelin birleştiği veya ayrıldığı hayalî bir sınırdır ve geçmişe doğru uzanan zaman çizgisinin de sonudur. Bir şeyin sonu ise kendisinin dışındadır. Mekânda nokta ne ise zamanda da an odur. Bu sebeple anın boyutu yoktur; ancak peş peşe akıp giden zaman arasındaki ortak sınırdır. Eflâtun’a göre an geçmişin geleceğe dönüştüğü noktadır; başka bir ifade ile an iki zıt değişimin başlangıç noktası, geçmiş ile gelecek arasında varlığı farzedilen bir sınırdır. Anda ne hareket ne de sükûn bulunur; şu halde an zamanın dışındadır. Aristo’ya göre de an zamanın parçası değildir; bu sebeple zamanın anlardan oluştuğu söylenemez; zira an denilen şey geçmişle gelecek arasında bir sınırdır; var olduğu lahzada hemen yok olur. Böylece periyodik olarak anlar birbirini takip eder; bununla beraber biri diğerine bitişik de değildir; her ne kadar hareketleri aynı ise de bir önceki an bir sonrakine benzemez. Şâyet öyle olsaydı öncelik ve sonralıktan söz edilmez ve Homeros’un Sokrat’la aynı çağda yaşamış olması gerekirdi. Bu şekilde Eflâtun ile Aristo özellikle şu iki noktada birleşmiş oluyorlar: 1) An zamanın bir parçası değildir. 2) An içinde ne hareket ne de sükûn bulunur.
An İslâm kelâmcıları ve filozoflarınca farklı şekillerde açıklanır. Kelâmcılara göre an, ardarda gelen ve bölünemeyen zaman parçasıdır. Zamanın bütünü anlardan oluşur; yani bütünüyle zaman anlardan ibarettir. An hariçte (zihnin dışında) bilfiil vardır. Anın bölünemez kabul edilmesi “halâ” ve “cevher” nazariyesinden
4461] Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, c. 7, s. 36-37
4462] bk. 2/Bakara, 71, 187; 4/Nisâ, l8
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 885 -
kaynaklanmaktadır. Çünkü hariçte var olan hareket mekândaki bir oluştur. Bu oluşun mekândaki akışı, yani mesafenin başından sonuna kadar varışı hareketi meydana getirir. Buna göre zaman namına var olan, bölünemez mahiyetteki andan başkası değildir. An bölünemeyince onun üzerinde cereyan eden mesafe, hareket ve müteharrik olan cisim de bölünemez. Mutlak zaman ise dönen bir ışığın dairesi gibi zihnen vardır, hariçte mevcut değildir. Kelâmcıların hadis kabul ettikleri an hakkındaki bu açıklamaları atom nazariyelerinin temelini teşkil eder. İslâm filozoflarından Kindî de anın bilfiil var olduğunu belirtir.4463 İbn Sînâ ve İbn Rüşd zamanı muttasıl bir kemiyet kabul ederek ânı, iki tarafı sonsuz olan bir doğru üzerindeki noktaya benzetirler. Fakat nokta, doğru parçasında iki taraf için müşterek olduğu halde an sadece maziye ait bir parçadır. Çünkü müstakbel henüz vücut bulmamıştır. Nasıl ki nokta hariçte mevcut olmayıp sadece zihinde varsa an da zamanda yalnız zihnen vardır. Aksi takdirde hareketin, dolayısıyla cismin ve zamanın bir daha bölünemeyecek en küçük parçaları bulunduğunu, sınırlı olduğunu ve buna bağlı olarak sürekliliğinin kesintiye uğradığını söylemek gerekir. Bu ise imkânsızdır. Şu halde an zihinde kabul edilen doğru parçalarından birinin başlangıcı, diğerlerinin sonudur. An hareketin öncesini ve sonrasını birbirinden ayırıcı değil, aksine bunları birleştirici bir baştır. Bu da anın bilfiil değil, bilkuvve olduğunu gösterir. 4464
İslâm filozoflarının an konusundaki bu telakkileri, günümüzde geçerliliğini kaybeden felekler nazariyesine dayanıyordu. Îbnü'l-Arabî de anı filozoflar gibi sırf zihnî bir kavram olarak kabul eder.4465 Ona göre anın hariçte mevcut olduğunun zannedilmesi Hakk’ın zuhurundan dolayıdır.4466
An-ı Dâim
Tasavvufta an vahdet fikriyle birleştirilir ve ebedin ezel içinde dürüldüğü, ezel-ebed ve şimdiki zamanın birleştiği bu ana el-ânü’d-dâim adı verilir; bundan da Allah’ın ezel ve ebedi kaplayan zaman üstü hüviyeti kastedilir. İbnü’l-Arabî ve diğer bazı mutasavvıflara göre dün, bugün, yarın gibi zaman sınırlamaları ancak değişken varlıklar için geçerli, dolayısıyla nisbî ve izafîdir. Mutlak ve değişmeyen İlâhî hüviyet4467 bakımından ise hiçbir şekilde zaman sınırlamalarından söz edilemez; O’nun hakkında ezelden ebede bütünüyle zaman tıpkı an gibi sınırsız, değişmez ve boyutsuzdur. İşte zamanın bu nitelikleri Hazret-i İlâhiyye’nin ezelden ebede doğru uzanan bütün zamanlardaki kesintisiz tecellisidir. Böylece ân-ı dâim ezel, ebed ve hali birleştirmiş olur. Bu sebeple tasavvufta ân-ı dâime, dolayısıyla Cenâb-ı Hakk’a Bâtınü’z-zamân, Aslü’z-zamân veya Sermed de denir. Çünkü ân-ı dâim üzerindeki nakışlar ve çeşitlilikler durumunda olan zamanın bütün dilimleri (el-ânâtü’z-zamâniyye) sürekli değiştiği halde ân-ı dâim yani İlâhî hüviyet ebedî ve sermedî olarak aynı kalır. 4468
Gece-Gündüz Âyetleri
“Gece ve gündüzü iki âyet yaptık. Gecenin âyetini sildik, gündüzün âyetini aydınlatıcı
4463] bk. Resâ’il, s. 121
4464] bk. İbn Sînâ, s. 45-46; İbn Rüşd, s. 76-77
4465] el-Fütûhat, VI, 58
4466] Yusuf Şevki Yavuz, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, 1991: 3/100-101
4467] el-Hazretü’l-İlâhiyye
4468] Süleyman Uludağ, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, 1991: 3/100-101
- 886 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yaptık ki hem Rabbinizin lütfunu arayasınız, hem de yılların sayısını ve hesabı bilesiniz. Biz herşeyi açık açık anlattık.” 4469
Bu âyette Allah’ın, gece ve gündüzü birer âyet yaptığı; gece âyetini silip kararttığı; insanların, Allah’ın nimetini ve lütfunu aramaları, yani geçimlerini sağlamaları, zamanı ve hesabı bilmeleri için gündüz âyetini aydınlık yaptığı anlatılmaktadır.
Burada ilk hatıra gelen anlam, gecenin karanlık, gündüzün aydınlık olmasının, Allah’ın bir mu’cizesi olduğudur. Zamanı böyle biri karanlık biri aydınlık olmak üzere ikiye ayırması, elbette Allah’ın bir yaratılış mu’cizesidir. İbn Abbâs ise gece âyetini Ay, gündüz âyetini Güneş olarak tefsir etmiştir. Fakat birinci mânâ âyetin kendisine daha uygundur. Kasıt Ay ve Güneş değil, karanlık ve aydınlık olayıdır ki bu da gece ile gündüzün kendisidir. İnsanlar geceleyin dinlenir, gündüz ışığında çalışıp geçimlerini sağlarlar. Gece ile gündüzün birinci yararı budur: Dinlenmek ve çalışmak. Âyette sayılan ikinci yararı da takvimi ve hesabı bilmektir. Gece gündüz olmayıp hep gece veya hep gündüz olsa, zaman bilinmez, takvim yapılmaz, zaman ayırıcı birimlere ayrılamazdı. Zamanı günlere, haftalara, aylara ve yıllara bölmek mümkün olmazdı. Gece ve gündüz olayı takvim ve zaman hesabının yapılmasını sağlamıştır. “Gündüzün âyetini aydınlatıcı yaptık ki hem Rabbinizin lütfunu arayasınız, hem de yılların sayısını ve hesabı bilesiniz.” cümlesinden, doğru zaman hesabının Güneşe göre yapılacağı anlaşılır.
Şâyet gece ve gündüz âyetleriyle Ay ve Güneş kasdedilmiş ise “Gecenin âyetini sildik” cümlesinde Ayın ışıksız olduğu anlatılmaktadır. Gerçekten Ayın kendisi ışık vermez, sadece Güneşin ışığını yansıtır. Âlûsî’ye göre gecenin âyetinin silinmesi: ya Ayın aslında ışıksız yaratılması, ya da Güneşten yansıttığı ışığın, görünürde yavaş yavaş azalıp ay sonuna doğru kaybolması anlamına gelir ki birinci anlam daha uygundur. Çünkü Ay ışığının artıp eksilmesinin, denizlerin gelgit olayı gibi dünyâ düzeni üzerinde büyük etkinliği vardır.4470
Ayrıca “Gecenin âyetini sildik” ifadesi, Ayın, bir zamanlar Güneş gibi ışık veren bir yıldız olup zamanla soğuyarak ışık ve ısısını kaybettiği ihtimâlini de düşündürmektedir. Nitekim Abdullah ibn Abbâs’ın: “Vaktiyle Ay da Güneş gibi ışık verirdi” dediği rivâyet edilmiştir.4471 Bir gün Güneş de büzülerek ışık ve ısısını kaybedecektir ki bu durum, sistemindeki gezegenlerde hayâtın sona ermesi, Kıyâmetin kopması demektir. Gerçeği Allah bilir. 4472
Zamanın Özel Kesitleri ve Mübârek Günler
Zaman çok karmaşık ve önemli bir kavramdır. İnsanoğlu, zaman hakkında henüz çok geniş bilgilere sahip değildir. Bu konudaki malumât, sadece güneş, dünya ve ay arasında cereyan eden ve astronomi bilimi tarafından şimdiye kadar tespit edilmiş bulunanlarla sınırlı kalmıştır.
Zamanın da yaratıcısı şüphesiz ki Yüce Allah’tır. Her saniye akıp giden zaman dediğimiz şey, gerçekten insanı derinden düşündürücüdür. Allah (c.c.)’ın bir
4469] 17/İsrâ, 12
4470] Rûhu’l-Me’ânî, 15/27
4471] İbn Kesîr, Tefsîr: 3/28; Neysâbûrî, Ğarîbu’l-Kur’ân, 15/13
4472] Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 6/403-404
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 887 -
kudret mucizesi olan zaman akımının büyük sırlarını bilmiyor olsak bile onun önemli bazı kesitlerini değerlendirmek durumundayız.
Saniyeler, dakikalar, saatler, günler, haftalar, aylar, mevsimler ve yıllar şeklinde akan zamanın, dakik hesaplara ve belli disiplinlere dayanan taksimatı, başlı başına hayranlık uyandıran bir İlâhî sistemdir. Bilindiği kadarıyla sırf güneş, dünya ve ay arasındaki ilişkilerin bir sonucu olan zaman akımı, -üzerinde yaşadığımız gezegenin-, gök cisimleri arasında taşıdığı önemi ön plâna çıkarmaktadır. Dünya dediğimiz bu gezegen, Mescidu’l-Harâm, Mescid-i Nebevî ve Mescidu’l-Aksâ gibi olağanüstü öneme sahip üç mekânın yanı sıra, yüz binlerce câmi, mescid ve ilim yuvaları gibi daha birçok mübarek yerleri de üzerinde taşımaktadır. Bütün bu mekânlarda, Allah Teâlâ’ya kulluk temelinde icrâ edilen tüm faâliyetler, zaman ve mekân dâhilinde olup bitmektedir. Onun için önemli mekânlar kadar önemli zamanlar da mü’minleri meşgul eder ve edecektir. Çünkü bu zaman ve mekânlar, Allah ile kul arasındaki bağların güçlü birer şâhididirler.
Başta Arafat (Arefe) günü olmak üzere bayramlar ve cumalar, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in İsrâ olayını yaşadığı Mi’râc gecesi, kezâ Onun ibâdetle ihya etmeye çalıştığı Recep ayının ilk Cuma gecesi, Şaban ayının on beşinci gecesi ve Kadir gecesi, hiç kuşkusuz özel birer anlam taşıyan zaman kesitleridirler. Bunların yanı sıra, başta cihâd olmak üzere tüm hayırlı faaliyetler, mazrufu oldukları zaman dilimlerinin ne kadar büyük fırsat anları olduklarını kanıtlarlar. Böylece zarf ile mazruf, birbirini tamamlayarak İslâm’ın rûhânî hayat cephesinin parlak disiplinini gözler önüne sererler.
Zaman ve zarf, çok önemli kavramlardır. Vahyin dili olan Arapça, bu iki kavramı insan zihnine en iyi şekilde yansıtabilmiştir. Bu nedenledir ki “zaman” kelimesi, eskiden günümüze kadar Türkçe’de, -olduğu gibi Arapça aslıyla- kalmıştır. Zarf ise, Türkçe’de tam karşılığı bulunmadığı için, -ilgiye ve yerine göre- sınırlı olarak zaman zaman “kuşatıcı” kelimesiyle anlatılmak istenmiştir.
Vakit o kadar değerlidir ki Allah Teâlâ, zamanın bir kesiti olan asra yemin etmiştir.4473 Zaman, Allah’ın (c.c.) kudretiyle O’nun kurduğu nizama ve hesaba göre akıp gider. Yine O’nun takdiriyle bazı saatler, günler ve aylar, özel birer anlam ve değer taşırlar. İşte bu müstesnâ zaman dilimleri, duâların kabul gördüğü ve umutların yeşerdiği hayırlı saatler ve mübarek günlerdir. Kısmen Kur’ân-ı Kerîm’de, kısmen de Rasûlullah’ın (s.a.s.) sünnetinde bu mübarek günler ve saatler belirtilmişlerdir. Bunlar, genelde üç aylar olarak bilinen Recep, Şaban ve Ramazan aylarına yayılmış özel günlerdir. Kur’ân-ı Kerîm’de bu hayırlı ve mübarek günlere, özellikle Ramazan ayına ve Kadir gecesine büyük önem verilmiştir.
İslâm’ın yaklaşık bin beş yüz yıl önce yapılanma sürecini yaşadığı günlerde Allah Teâlâ, -Câhiliye döneminin insanını bu evrensel düzene alıştıracak şekilde- emirlerini derin bir hikmetle zamansal periyotlar boyunca bildirmiştir. Bu periyotlar kronolojik olarak çok ilginçtir. Örneğin Kur’ân-ı Kerîm’in ilk âyetleri Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kırk yaşına girdiği 611 yılında inmeye başladı. Bu müthiş olay, Ramazan ayında ve Kadir gecesinde cereyan etmiştir. Kadir gecesini de kucaklayan Ramazanın bir zamansal periyot olarak vahye de sahne olması bu ayın ne kadar büyük önem taşıdığını ortaya koymaktadır. İşte bu nedenledir
4473] Bk. Kur’ân-ı Kerîm, 103/Asr Sûresi
- 888 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ki Allah Teâlâ Kadir gecesinin bin yıldan daha hayırlı olduğunu haber vermektedir.4474 Bunun anlamı (Allahu A’lem) şudur; mü’min kişinin, Kadir gecesinde Allah (c.c.) rızâsı için yapacağı ibâdet, duâ, zikir ve tefekkür, onun, (ömrü yetse ve sürekli işleyebilse) bin yıl boyunca yapacağı ibâdet, duâ, zikir ve tefekkürden daha hayırlıdır!
(Bu açıklama nedeniyle, yapılabilecek yanlış bir yoruma meydan vermemek bakımından şu önemli bilgiyi sunmakta yarar vardır:
Bazı kimseler, şöyle düşünüyor olabilirler: “Madem ki Kadir gecesi bin yıldan daha hayırlıdır, öyle ise bu gecede yapılan ibâdetler de bin yıl boyunca yapılacak ibâdetlerden daha üstün demektir. Dolayısıyla, Kadir gecesinde yapılan ibâdetler o kadar çok değerlidir ki, bir mü’minin, yaşamı boyunca işlediği iyilikler ve yerine getirdiği tüm ibâdetler, bu mübarek gecede yapılanların yanında çok küçük ve önemsiz kalmaktadır. Sonuç olarak, mü’min kişi, hayatında yalnızca bir kez bile eğer bu geceyi ibâdetle ihya edecek olursa, üzerindeki bütün mükellefiyetler düşer!”
Her şeyden önce, Allah (c.c.) adına böyle bir yargıda bulunmaya, hiçbir insanın yetkisi yoktur. Kaldı ki, dikkatleri Kadir gecesinin sırf yüksek değeri üzerinde yoğunlaştırmayı amaçlayan ve bu gecenin kaçırılmaması gereken bir fırsat olduğuna vurgu yapan âyet-i kerime, mü’min kişinin mükellefiyetlerini asla kaldırmamakta, böyle bir anlam taşımamaktadır.)
Hicretten on sekiz ay önce gerçekleşen İsrâ yolculuğu, İslâm’ın yapılanma sürecinde yer alan ikinci zamansal periyodun simgesidir. Bu periyotta, yine Allah Teâlâ’nın emriyle İslâm’ın genel anlamda bir yol haritası çizilmiştir. Hicretten bir buçuk yıl sonra İlâhî emirle kıblenin yönü Mescidu’l-Aksâ’dan Mescidu’l-Harâm’a çevrildi. Bu olaydan kısa bir süre sonra da Şaban ayının onunda Ramazan orucu farz kılındı. Milâdî 624 yılında gelen bu emir, İslâm’ın rûhânî hayat sistemine yeni bir temel taşın yerleştirildiği üçüncü zamansal periyodu temsil eder.
Mânevîyât deryasının bereketle coştuğu bu hayırlı günlerde, gönüllerde de iklim değişmeye başlar; katı yürekler yumuşamaya yüz tutar. İman dolu göğüslerde sevgi, saygı ve acıma duygusu Ummanlaşır. Dolayısıyladır ki bin beş yüz yıl önce, İslâm’ın yapılanma sürecini oluşturan ve birbirini izleyen zamansal periyotlar bu evrensel, yüce kâinât nizamının zihinlerde tazelenebilmesi ve ideal anlamda hayata geçirilebilmesi için her yıl yeniden birbirini izlerler.
Hiçbir dinin, hiçbir rejimin ve hiçbir ideolojinin zaman akarken, zindeliğini ve tazeliğini sürekli koruyabilecek bu kadar güçlü sistemleri ve bu derece çarpıcı simgeleri yoktur. İslâm’ı, tarihe silinmez şekilde kazıyan bu hayırlı olayların ve hayırlı günlerin tümü, aynı zamanda mü’min gönüllere ve zihinlere de kazınmıştır. Şu var ki, İslâm’a ait değerlerin birçoğu tarihin akışı içinde çarpıtıldığı gibi, hayırlı vakitlere ilişkin ölçüler de az çok saptırılmıştır. Onun için bu mesele üzerinde bir nebze durmakta yarar vardır.
Her şeyden önce hatırlatmak gerekir ki, İslâm’da, vaktin hayırlısı ve şerlisi diye bir ayırım yoktur. İslâm, uğursuzluğa yer vermemiştir. Dolayısıyla zamanın tümü hayırlı faaliyetlere açıktır. Hayır ve şer, zaman için değil, ancak niyet ve eylem
4474] Kur’ân-ı Kerîm, 97/Kadr Sûresi
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 889 -
için söz konusu olabilirler. Bununla birlikte, zararlı ve yıkıcı niyet ya da eylem, -içinde cereyan ettiği- zamana mal edilemez. Örneğin savaş, deprem, yangın, sel, kasırga ve salgın hastalıklar gibi felâketlerin meydana geldiği günler, uğursuz sayılamazlar. Ne var ki bunun tam aksine, belli gün ve saatlerin bazı kişi ve çevreler tarafından uğursuz sayıldığı da bir gerçektir. Bu tür bâtıl inanışların yanı sıra, mübarek günler hakkındaki düşüncelerde de sapmalar olmuştur. Örneğin mübarek günler, asırlardır toplumumuzda sırf mistik duygularla algılanmaktadır. Türkiye’de, yaygın “kandilcilik” geleneği, -bütün fantezileriyle-, kalıplaşmış olan bu algılama şeklini net olarak göstermektedir. Kitap ve sünnetin ruhuna uygun biçimde, mübarek günlere verilecek önemin niceliği bu popüler yaklaşımla oldukça aşındırılmıştır!.Dolayısıyla bu özel günler, başkalaşmış bir zihniyetle sadece duâ ve ibâdet gibi sırf rûhânî hayat cephesini çağrıştırmaktadır. Oysa yaşamın tüm canlı alanlarıyla ilgili eylem ve faaliyetleri de bu günlerin içine almak, İslâm’ın madde ile mânâ arasında kurduğu dengeye çok daha uygun düşecektir.
Zamanın nasıl değerlendirileceği konusunda Müslümanların eskiden beri içine düştüğü yanılgı, onları, artık bugün geri dönüşü olmayan büyük kayıplara uğratmıştır. Nitekim “vakit nakittir” diyerek zamının ne kadar değerli olduğunu bilmelerine rağmen Müslümanların, onu doğru ve verimli şekilde kullanabildiklerini söylemek güçtür. “İslâm Dünyasının” bugün içinde bulunduğu acıklı manzara, bu kuşkuyu teyit etmektedir. Uğursuzluğa ve olumsuzluğa yer vermeyen, zamanın tümünü ibâdet için elverişli sayan İslâm, her nimet gibi vaktin de en verimli şekilde değerlendirilmesini istemiştir. Bunun en güçlü kanıtı da bizzat Hz. Peygamber’in belgesel hayatıdır. Onun, yaşamı boyunca boş geçirdiği bir dakika bile yoktur. Dinlendiği saatlerde bile hedeflerini Allah’ın rızasına uygun biçimde nasıl gerçekleştireceğini daima düşünmüş, duygulu, duyarlı, kaygılı, hesaplı, umutlu, faal ve diri bir zihinle yaşamıştır. Buna rağmen İslâm tarihinin eğer ilk yüz yılını istisna edecek olursak, geriye kalan zamının çok hor ve hesapsız kullanıldığını görürüz. Nitekim 23 yıl içinde eşsiz bir devlet kuran, güçlü bir imanla, sevgi, saygı, barış ve dayanışma temeli üzerinde insanlık tarihinin en muhteşem uygarlığına ortam hazırlayan Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.s.) mirasına her asırda, -zamanla yarışan- bir avuç bilginden başka hemen hiç kimse gerçek anlamda sahip çıkmamıştır! Onun için İslâm tarihine altın sayfalar yazdırdıkları ileri sürülen kişilerin ve onlar tarafından gerçekleştirilen “başarıların!”, esasen tarafsız bilim heyetlerince yeniden gözden geçirilmesi gerekir.
Tarih, elbette ki yargılanamaz ve mahkûm edilemez. Çünkü tarih dediğimiz şey, bir gölge, bir siluet gibidir, geçer gider. Onu zaptetmek, onunla hesaplaşmak mümkün değildir. Ondan sadece dersler ve ibretler alınır. Ancak tarihi de bir geçmiş zaman olarak değerlendirmek zorundayız. Yoksa biz de bugün tarihe tapan ve onu putlaştıran kalabalıkların durumuna düşebiliriz. Kezâ, sırf hayırlı ve mübarek diye nitelemekle zamana, yaraşır bir değer vermiş olamayız. Bununla birlikte akışı boyunca olumlu ve yapıcı faaliyetlerde bulunmak ve gelecek kuşakların hayatını kolaylaştırabilecek eserler bırakmakla ancak ona gerçek anlamda değer vermiş olabiliriz.
Bu nedenledir ki tarihte gerçekleştirilmiş olan bazı fetihler ve savaşlarda kazanılmış nice zaferler gibi sonu pek iyi hesaplanmamış birçok “başarılar!”, kısa bir süre sonra yüz yıllar boyu devam eden büyük sorunlara yol açabilmiştir. Nitekim günümüzde bütün insanlığı sarsan, toplumları birbirine düşüren, haritaların sık
- 890 -
KUR’AN KAVRAMLARI
sık çatlamasına ve kuvvetler dengesinin tamamen bozulmasına yol açan sebep, eskilerin zaman denen büyük nimeti bugünün aydınlık ve huzur içinde yaşanmasını sağlayacak bir hesap ve tasavvurla kullanmadıklarını açıkça göstermektedir. Bu kusurda Müslümanların herhalde payı daha büyüktür. Çünkü çağımıza ışık tutacak, yolumuzu aydınlatacak ve bugünleri huzur içinde geçirmemize yardım edecek dev eserler, parlak projeler ve evrensel düşünceler üreteceklerine, büyük ihtimalle, mübarek günlerde bol bol mistik ayinler düzenlemekle zamanı gerçek anlamda değerlendirdiklerini sanmışlardır! Oysa mübarek günleri ihya eden Hz. Peygamber (s.a.s.), mistik grupların düzenlediği hiçbir ayin şekliyle ibâdet etmemiştir. O, ne müzikli danslı sema düzenlemiş, (hâşâ!) ne mantra çekmiş, ne de râbıta adı altında meditasyon yapmıştır. Bilakis, Allah Teâlâ’nın rızasına uygun olan ibâdetlerde bulunmuş; huşu içinde namaz kılmış, nefsine karşı direnerek oruç tutmuş ve her âyet üzerinde derin düşünerek Kur’ân-ı Kerîm okumuştur. Bununla birlikte vakitlerini toplumun ve gelecekte kendisini izleyecek ümmetinin refah ve mutluluğu için çok yönlü olarak dünyevi faaliyetlerde de bulunmuş, bu sûretle bizlere üstün bir örnek olmaya çalışmıştır. Onun bize, gerçekten güzel bir örnek olduğunu Allah Teâlâ haber vermektedir.4475 Dolayısıyla dünyamız ve ahiretimiz için ne yapıyor olursak olalım, doğrudan Onu örnek almalıyız. Mübarek günleri Onun hangi ibâdetlerle ihya ettiğini, ne zaman, nerede hangi duâlarda bulunduğunu sağlam kaynaklardan öğrenerek sünnetine titizlikle uymalıyız.
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) eğer ibâdet şeklini ve duâlarını merak edip inceleyecek olursak, bugün birçoğumuzun, ibâdet ederken sergilediği davranış biçimlerinin ve okuduğu duâların, Onunkine hiç benzemediğini ibretle görebiliriz. Bu ise bizi gerek Ona, gerekse Allah Teâlâ’ya karşı mahcup edecektir! Unutmamak gerekir ki tarih boyunca özellikle ibâdet ve duâ konusunda zor sayılabilecek kadar bid’atlar icat edilmiştir. Sömürüye en çok müsait olan din duygusu, ne yazık ki bazı kişi ve odaklar tarafından yönlendirilmiş, bu sûretle İslâm’ın temel değerleri olan ibâdet ve duâ konusunda oldukça yıkıcı etkiler bırakılmıştır. Fakat ne büyük tesellidir ki Hz. Peygamber’in (s.a.s.) gerek mübarek günlerde, gerekse herhangi bir yer ve zamanda okuduğu duâlar, tarih boyunca İslâm âlimleri tarafından derlenmiş ve kitaplaştırılmıştır. Bu kitapların en ünlüsü, hiç kuşkusuz İmam Nevevî olarak bilinen Ebu Zekeriyya Yahya bin Şerefuddîn4476 tarafından hazırlanan “el-Ezkâr”dır. Bundan başka, sadece adları bile bağımsız bir kitaba konu olabilecek sayıda güvenilir duâ kitapları yazılmıştır. Başta İmam Ebu Yusuf olmak üzere, İmam Suyûti, İmam Şevkânî, İmam Gazâlî, İbn Hacer, Ebulvakt Abdulmelik es-Sıddıyqî, İbnul Cezerî, Ububekr bin Ebiddunyâ, Ebu Davud es-Sicistânî, Ebuzer el-Herevî, İbn Ebi Âsım, Ebu Abdillâh el-Huseyn ez-Zabiy el-Muhâmilî, Ebu Abdirrahman el-Kûfî, Ebu Ali İsmail es-Saffâr, Ebu’l-Qasım Süleyman bin Ahmed et-Taberânî, Ebu’l-Huseyn bin el-Munâdî, Ebubekr el-Beyhaqî, Ebu’l-Hasan Ali el-Wâhidî, Ebu’l-Abbas Cafer el-Mustağfirî, Ebu’l-Abbas Ahmed el-Bûnî, Ebu Sa’d es-Sem’ânî, Ebu Cafer el-Faryâbî ve Ebu’l-Feth Muhammed bin Ali gibi daha birçok araştırmacı âlim tarafından seçkin duâ kitapları hazırlanmıştır. Bu değerli kitaplarda Kur’ân-ı Kerîm’e ve Hz. Peygamber’in (s.a.s.) sünnetine aykırı hiçbir duâ şekline yer verilmemiştir.
4475] Bk. 33/Ahzâb Sûresi, âyet: 21
4476] h. 631-676
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 891 -
Bu ilgiyle ve önemle hatırlatmak gerekir ki günümüzde, çevre edinmek ve çıkar sağlamak amacıyla bazı mistik gruplar, Kur’ân-ı Kerîm’in ruhuna ve Hz. Peygamber’in (s.a.s.) sünnetine aykırı, çeşitli duâ kitapları hazırlamışlardır. Bu kitaplar, irili ufaklı olarak -ne yazık ki- halk arasında yayılmış bulunmaktadır. Bu tür sömürüye alet olmamak ve dinin en duyarlı alanı olan ibâdet, duâ ve zikir konularında kusur işlememek için bu kitaplardan şiddetle sakınmak lâzımdır! Yine hatırlatmak gerekir ki, bu tür kitaplara alıcı bulabilmek için sayfaları arasına Kur’ân-ı Kerîm’den bazı sûreler yerleştirilmiştir. Aynı zamanda, sözde Hz. Peygamber tarafından tavsiye edildiğine ilişkin propagandalar eşliğinde bu kitaplar pazarlanmaktadır. Meselenin en yanıltıcı yönü de budur.
Tarih boyunca din ve duygu sömürüsü ile çıkar sağlamaya çalışan kişi ve odaklar, yaptıkları işlere daima Allah’ın kitabını alet etmişlerdir. Onun için gerek “ilmihâl”, gerekse “evrâd ve ezkâr” adı altında yayınlanan, ibâdet, duâ ve zikir gibi konuları içeren kitapları seçerken çok dikkat etmek gerekir. Bu amaçla bir tercih yapmadan önce âlim bir kişiden tavsiye almakta yarar vardır.
İnsanoğlunun hayatında zamanın ne kadar kıymetli olduğunu anlayabilmek için Hz. Peygamber’in (s.a.s.) nasıl yaşadığını, vakitlerini nasıl değerlendirdiğini, olumsuzluklara ve tehlikelere karşı Allah Teâlâ’ya en güzel duâlarla nasıl sığındığını, her mü’min çok iyi öğrenmelidir. Bu konudaki ayrıntılı bilgiler gerek Siyer, gerekse Hadis bilim dallarında ayrıntılarıyla mevcuttur.
Erbabınca bilindiği üzere, Hz. Peygamber (s.a.s.), çok yoğun ve hareketli bir yaşam geçirmiştir. Onun, hayatının tümü; Adâletsizliğe, zorbalığa, haksızlığa, ahlâksızlığa, görgüsüzlüğe, ayırımcılığa, ilkelliğe, geriliğe ve gericiliğe karşı direnmekle geçmiştir. Bu konuda verdiği ateşli mücadeleler ve çetin savaşlar sırasında, maddî anlamda gerekli önlemleri alırken, mânevî plânda da sürekli olarak Yüce Rabbine sığınmış, büyük bir içtenlikle güzel duâlarda bulunmuştur. Hz. Peygamber’in hayatında duâların yeri çok büyüktür. Onun Allah Teâlâ ile olan sıkı irtibatındaki güçlü bağlardan biri de duâ olmuştur. Nitekim, mesaj vermek üzere bir gün gittiği Taif kentinde, hayatının en zor dakikalarını yaşarken çarpıcı bir duâda bulunmuştur. O gün Yüce Rabbine içten yaptığı yakarışın Türkçe meâli şöyledir:
“Allah’ım, güçsüzlüğümü ve insanlara değersiz görünüyor olmamı sana şikâyet ediyorum. Ey acıyanların en acıyanı! Sen ezilmişlerin koruyucususun. Kendisiyle yakın bağım olmayan bir düşmanıma, ya da beni bağımlı kıldığın bir yakınıma canımı teslim etmeyecek kadar sen bana acıyansın. Eğer sen bana öfkelenmezsen başka hiçbir şeye aldırış etmem. Fakat senin hoşgörün, bana her şeyden daha ferah gelir. Bana inecek gazabına, ya da başıma gelecek öfkene karşı, -bütün karanlıkları yırtan; dünyanın ve ahiretin bütün eksiklerini gideren- senin o yüceler yücesi simanın parlak nuruna sığınıyorum. Hoşnut oluncaya kadar, kınama yetkisi sadece sana aittir. Sen dilemedikçe hiçbir şey değişmeyecek ve sana karşı hiçbir güç direnemeyecektir.”
Bu derûnî yakarışların yapıldığı yere ve zamana dikkat ettiğimizde, duâ eden kimseyi kuşatan zaman ve mekânın büyük önem taşıdığını görürüz. Evet, duânın vakti ve yeri, onun sözlerini belirleyen temel iki unsurdur. Bazen yer, bazen de vakit, duâ için tek sebep teşkil edebilir. Örneğin, zulme uğrayan kişi, o sırada hangi vakitte ve nerede olursa olsun Yüce Allah’a yönelerek ondan imdat isteyebilir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.)’in yaşadığı yukarıdaki örnek, bunun
- 892 -
KUR’AN KAVRAMLARI
böyle olduğunu göstermektedir. Çünkü hayat bir sınavdır ve kader bu sınavda insanı tahmin edemediği olaylarla karşı karşıya bırakabilir. Bu olayların her biri karşısında insan daima Rabbine muhtaçtır. Eğer sıkıntı içinde ise Ondan yardım isteyecektir; yok eğer ferahlık içinde ise bu kez de nail bulunduğu nimetin devamı için yine Allah Teâlâ’ya hem şükretmek hem de verdiği nimetin devamını sağlaması için Ona yalvarmak durumundadır.
Hayatının ilk dakikasından, son nefesini verinceye kadar ağır ve devamlı bir sınavdan geçen insan, bunu başarıyla noktalayabilmesi için, ömrünü geçirdiği sürenin tamamını çok iyi kullanmak zorundadır. Aksi halde bu dünyada yaşayacağı mutsuzluk, ebedi hayatta da devam edebilir! Başarının sırları konusunda, insanoğluna şimdiye kadar sunulmuş çeşitli reçetelerin çoğu, zamanın taşıdığı değere büyük yer vermiştir. Vaktini en iyi şekilde değerlendirirken insan, belli zaman kesitlerinin Allah-kul ilişkisi bakımından olağanüstü önem taşıdığını asla hatırdan çıkarmamalıdır. Bu, bilinçli bir mü’min için çok büyük bir şanstır.
Bütün imkân ve fırsatlar kullanılarak, zaman denen nimetten olabildiğince yararlanmak, aklın ve dinin icabıdır. Zaman israfı, insanı hezimet ve hüsrana sürükleyen büyük felâketlerdendir. Çünkü kaçırılan zamanın yeniden yakalanma şansı yoktur. Dolayısıyla insanoğlu, hayatı, sağlığı ve ileriki günleri için zamanını düzenli ve verimli bir şekilde değerlendirirken, Yaratıcısı ile olan ilişkisini sağlam şekilde sürdürmek ve ebedi mutluluğa hak kazanabilmek için de özel zaman kesitlerini doğru şekilde değerlendirmesini bilmelidir. Bu noktadaki ölçü, hiçbir zaman mistik rûhânîlerin duygusal önerileri, hevâ ve hevesleri değil, bilakis, Allah Teâlâ’nın Yüce kitabı ve Rasûlullah (s.a.s.)’ın sünneti olmalıdır. 4477
Allah’ın Zamandan Münezzeh Olması Ne Demektir?
Allah’ın hem zâtı ezelî, hem de sıfatları... Bizim ise zâtımız ve sıfatlarımız sonradan yaratılmış... Elbette biz onun ne zâtını, ne de sıfatlarını lâyıkıyla bilemeyiz, ezelî ve zamandan münezzeh oluşunu hakkıyla kavrayamayız... Nasıl kavrayabiliriz ki, henüz zamanın ne olduğunu bile anlamış değiliz!..
Zaman nedir? Nasıl bir şeydir? Aynı anda o nehir içinde her şey akıyor, ama niçin her birine farklı tesirleri oluyor? Çocukları gençliğe tırmandırırken, olgunları ihtiyarlığa, ihtiyarları da ölüme sürüklüyor. Bu nehir aşağı doğru mu akıyor, yukarı doğru mu?
Şair, haklı olarak soruyor: Nedir zaman nedir? / Bir su mu, bir kuş mu? / Nedir zaman, nedir? / İniş mi yokuş mu?
Biz zamanla kayıtlıyız. Dünümüz var, yarınımız var. Bunlar, ömür denilen hayat süresinin safhaları... Lâkin, bu safhalar hep nisbî, yâni birbirine göre bu isimleri alıyorlar... Bu günümüz, yirmi-otuz saat kadar önce, “yarın” diye yâd ediliyordu. Sabaha çıktığımızda ondan söz ederken, “dün” diyeceğiz. Geçmiş ve gelecek zaman da dün ve yarından farklı değil. Her gün, her saat, hatta her an ayrı bir âlem... Belli bir anda kâinatta cereyan eden bütün hâdiseler, bir an öncesine ve bir an sonrasına göre farklı tablolar meydana getiriyorlar. Öyleyse, her an bu âlemde ayrı bir levha sergileniyor...
İşte zaman, sıra sıra dizilen bu tablolarda okunuyor yahut bu tablolar zamanın
4477] Ferit Aydın, Vuslat Dergisi
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 893 -
içinde dokunuyor. Zaman hakkında çok şeyler söylenmiş. Mâhiyeti ne olursa olsun, gerçek şu ki, varlıkların hareketleriyle, seyirleriyle, konup göçmeleriyle ilgili bir kavram olan zaman, bütün âlemlerin Rabbi ve Hâlıkı için söz konusu olamaz. O, yaratılmış ve yaratılacak bütün eşyayı, ezelî ilmiyle bilir. Âyet-i Kerime’de ne güzel buyrulur: “Yaratan bilmez olur mu? O lâtiftir, her şeyden haberdardır.” 4478
Bir kitaba bakan insan düşünmeli ki, bu kitaptaki her kelime, her satır, her harf yazılmış. O halde bunları yazan zât, yazı cinsinden olmayan, kelimeye, harfe benzemekten münezzeh birisi olmalı!..
Şu dünyamız, şu bütün insanlar, hayvanlar, bitkiler zaman nehrinde durmadan akıyorlar... Ölüme, kıyâmete doğru yol alıyorlar. Bu nehri akıtan zât, elbette zamandan münezzehtir. Yâni, onunla bağlı ve kayıtlı değildir. Ve bu nehirde akanların hiçbiri, zamandan münezzeh olmayı lâyıkıyla bilemez. 4479
Asr Sûresi ve Toplumsal Saâdetin Temel İlkeleri
“Asr’a (akıp giden zamana) and olsun ki, insan mutlaka ziyandadır. Ancak iman edenler, doğru ve faydalı işler yapanlar, birbirlerine hakkı telkin ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.)” 4480
Asr sûresinin ışığı altında, hem geçmişi genel olarak tahlil etmek hem de gelecekte fert ve toplum saâdetini temin edecek temel ilkeleri hatırlatmak istiyoruz.
Kur’an, tarihin akışına giren, insan hayatına müdahale eden ve onu olumlu yönde değiştirip geliştiren, sonuç itibariyle de insanın Müslüman olmasını ve İslâm çizgisinde kalmasını isteyen son vahiydir.4481 O, hızlı ve derin değişim sürecine rağmen yüzyıllarca insanlığa ışık olmuş ve bundan sonra da olmaya devam edecektir. Çünkü Kur’an, her asırda insanlara en doğru yolu gösteren tek kitaptır.4482 Zamanı Kur’an vahyi aracılığı ile değerlendiren insan, hem onu yenilemiş hem de hayatını bereketlendirmiş olur. 4483
Zaman Bilinci
İnsan, dünyada belli bir süre yaşamak ve bu süre içerisinde Allah’a kulluk görevini yerine getirmek için yaratılmıştır.4484 Şu halde, her sorumlu can, bu zaman dilimi içinde kendisine yüklenen görevleri yapmakla yükümlüdür. Zaman, âlemin, varlığının başlangıcından sona ermesine kadar olan süreçtir.4485 O, insani eylemlerin tamamını kendinde barındıran hayat içerisindeki harekettir. Acı tatlı, kârlı zararlı her türlü hareket ve olay onda vaki olur. İnsana hayatta sadece bir kere verilen ömür ise, zamanın bir parçası olup onunla birlikte akıp gitmektedir.
İnsan ömrünün esası, zamandır. Çünkü insanın işleri, zaman içinde olur. Geçen her an, insanın ömrünü eksiltir ve ecelini yaklaştırır. Ne var ki insan çoğu kez,
4478] 67/Mülk, 14
4479] Alaaddin Başar
4480] 103/Asr, 1-3
4481] Bk. 2/Bakara, 132, 133, 136, 208; 3/Âl-i İmrân, 102
4482] Bk. 17/İsrâ, 9
4483] Fahrettin Yıldız, Kur’an Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret Yayınları: 107
4484] Bk. 6/En’âm, 2; 2/Bakara, 21: 51/Zâriyât, 56 vb
4485] Bk. Rağıp el-İsfehani, el-Müfredat, s. 319-320
- 894 -
KUR’AN KAVRAMLARI
geçen zamanı kazanç zanneder. Kur’an, insanın bu aldanışına şu çarpıcı ifadelerle dikkat çeker: “İnsanların hesaba çekilecekleri gün yaklaşıyor; ama onlar bu yaklaşan şeye karşı hâlâ gaflet içinde umursamazlık gösteriyorlar.” 4486
İşte Kur’an, insanı gafletten uyandırmak için ona zaman bilinci aşılamak ister. Bundan maksat, hem insanın zihni yapısını doğru şekillendirmek, hem de onun amel dünyasını iyiliklerle zenginleştirmektir. Gökler ve yer yaratılalı beri, ayların sayısı on iki4487 günler de hep yirmi dört saat. Bizden önce geçen ve vakitlerinin kıymetini bilen tüm insanlar, yükümlülüklerini hep bu zaman içinde yerine getirdiler. Eğer bizler de, boşa harcamaktan vazgeçersek, eldeki zaman bize de yetecektir. Ne var ki günümüzde pek çok insan zamanı iyi değerlendirememekte, anlamsız bir yığın meşguliyetlerle vakit öldürmektedir. Aslında hiçbir insanın, dünya işlerini tamamen bitirecek kadar zamanı yoktur. Burada önemli olan, zamanı, elden kaçırmadan doğru ve iyi değerlendirebilmek; düzenli ve devamlı ibâdetlerle iman akülerini doldurup son nefese kadar iyi işler yapmaya devam etmektir. 4488
Saâdetin Temel İlkeleri
Kişi ve toplum saâdetini her asırda sağlayacak olan temel ilkeler, en özlü biçimde Asr sûresinde yer alır. Mekke döneminde ve peygamberliğin ilk yıllarında inen bu sûre, kısa olmakla beraber Kur’an çağrısının hedefini ve ondaki bütün hakikâtlerin özetini içerir; kapsamlı ve kısa sözün de benzersiz bir örneğini oluşturur. Bunun için İmamı Şafii: “Başka bir şey inmeseydi Kur’an’da bu sûre insanlara yeterdi.” Demiştir.4489
Sûrenin ilk âyetinde, asra, zamanın akıp gidişine yemin edilmiştir. Buradaki “asr” kelimesi, ölçülebilir olan ve birbirini izleyen devrelerden oluşan zaman dilimini gösterir.4490 Bununla zamanın değerine, insan ömrünün akıp gittiğine ve onun bitmek üzere olduğuna dikkat çekilir. Çünkü insanlar, genellikle var olanın değerini onu kaybettikten sonra anlarlar.
İkinci âyette de, zaman bilincinden yoksun insanın, evrensel yanılgısına, hüsran ve kaybına vurgu yapılır. Hüsran, “dünya ve ahiret saâdetinden mahrum kalıp ziyana uğramak” demektir.4491 Bu kavram hem maddî hem de mânevî kaybı belirtmek, insanın dünya ve ahiret başarısızlığını ifade etmek için kullanılır.4492 Demek ki hüsran, ömrün boşa gitmesi, nefsin helak, malın da telef olmasıdır. Ömür sermayesi her an azaldığından, insanın hüsrandan kurtulması oldukça zordur. Zira insanın istikbali, ömrün kullanılmasından hasıl olacak mânevî kâra (sevâba) bağlıdır. İnsan ne kazanacaksa onda kazanacak, kazançsız geçen her an da o kıymetli sermayeden yitirilen bir ziyan olacaktır. Şu halde insan, hesap günü elde ettiği mânevî kâra göre kendini kurtaracak ya da verdiği açığa göre iflas edip hüsrana uğrayacaktır. Bunun için âyette, ömrünü keyif ve eğlence ile geçirme arzusu içinde olan insanın, hayallerine daha az ulaşacağı; sonunda hüsrana
4486] 21/Enbiyâ, 1
4487] Bk. 9/Tevbe, 36
4488] Fahrettin Yıldız, Kur’an Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret Yayınları: 107-108
4489] Bk. İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’âni’l ‘azim, VII, 365
4490] Bk. Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, s. 1304
4491] Bk. İbn Manzur, Lisânu’l Arab, 1V, 238
4492] Bk. Râgıp el-İsfehani, age, s. 281-282
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 895 -
uğrayıp pişmanlık hissine duçar olacağı mesajı verilmiştir. Üçüncü âyette ise, hüsrandan kurtulmanın yolu gösterilir ve toplum saâdetinin temel ilkeleri belirtilir. Âyetin beyanına göre hüsrandan kurtulmanın ilk şartı, imandır. Bundan maksat, Allah’a ve O’nun vahyettiklerinin doğruluğuna inanıp hayatı tevhide ayarlamaktır. Kur’an’ın temel tezi, İslâm’ın özü olan tevhid ilkesidir. Bu ilke, dinin tamamına inanmayı ve onu bölmeden yaşamayı ifade eder. Bu yüzden tevhid inancı, insan davranışlarının kesin belirleyicisidir ve onlara anlam kazandıran en üstün değerdir. Sağlam karakterin ve temiz bir hayatın temeli imandır. Makbul ve muteber iman da amel ile ispat edilen imandır. İmanı ispat eden eylemisen salih amelin. Bunun için âyette, hüsrandan kurtulmanın ikinci şartı olarak salih amel zikredilmistir. İslâm’ın iyi, doğru ve faydalı gördüğü, yapılmasını istediği ve sevap kazanmaya vesile saydığı bütün işlere salih amel denir. Bu terkip, İslâm’ın, yapılmasını istediği, insanın da Allah rızası için yaptığı bütün iyi işleri ifade eder. Bu yüzden insanın Allah’a bağlı kalmasını, İslâm’ın da hayata hâkim olmasını sağlayan bütün verimli ve hayırlı işler bu terkibin anlam sahasına girer. Bundan dolayı Kur’an’da çoğunlukla imandan sonra salih amel zikredilmiş, imanla salih amelin birlikte bulunmalarının gereğine işaret edilmiştir. 4493
Hüsrandan kurtuluşun üçüncü şartı hakkı telkin etmektir. Bu âyette yer alan ve çeşitli anlamlarda kullanılan “hak” kelimesi, “gerçek, sabit, doğru ve varlığı kesin olan şey” anlamına gelir ve batılın zıddı olarak kabul edilir.4494 Hak kelimesinin Kur’an’da geçen ve dikkat çeken belli başlı anlamları şunlardır: “Allah,4495 Kur’an ve İslâm,4496 adâlet4497 gerçeğe uygun söz4498 aslına uygun bilgi ve inanç,4499 kesin delil,4500 vukuu kesin olan ölüm,4501 ahret,4502 korunması, gözetilmesi ve sahibine ödenmesi gereken maddî-mânevî değer. 4503
Görüldüğü gibi “‘hak” kavramı, hem gerçek varlığı, hem hak dini hem de doğru sözü, bilgiyi ve uygulamayı ifade etmektedir. Tabiî ki ilk hak, bizatihi Allah’tır. Çünkü varlık içinde hak adına en lâyık olan O’dur. Sözlerin en doğrusu da Allah’ın tek hak mabut olduğunu ifade eden “Lâ İlâhe İllâllah”tır. Öyleyse insanın bilgi faaliyetindeki amacı hakkı bulmak, ameli faaliyetindeki amacı da hakka uygun davranmak olmalıdır. Ayrıca her mü’min hakkı telkin ve ona riâyet etmekle yükümlüdür.
Hüsrandan kurtulmanın dördüncü şartı da sabrı tavsiye etmektir. Nefsin, bir iş yapmak veya fenalıklardan sakınmak için zorluğa ve acıya dayanma gücüne sabr denir.4504 Sabr imanın, hak ve hayır yolunda yürümenin, yiğitlik, doğruluk ve mertliğin şiarıdır. İslâmî hayat pratiği ile ilgili iddialarda azimli ve kararlı
4493] Bk. 2/Bakara, 25; 64/Teğâbün, 9
4494] Bk. Zemahşeri, Esâsu’l Belâğa, s. 136-137
4495] Bk. 6/En’âm, 62
4496] Bk. 17/İsrâ, 81, 18/Kehf, 29
4497] Bk. 7/A’râf, 89
4498] Bkz, 7-A’râf, 169; 38/Sâd, 84
4499] Bk. 10/Yûnus, 36
4500] Bk. 10/Yûnus, 76, 77
4501] Bk. 50/Kaf, 19
4502] Bk. 21/Enbiyâ, 97
4503] Bk. 51/Zâriyât, 19; 30/Rûm, 38
4504] Bk. Ragıp el-İsfehani, age, s. 474
- 896 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olmaktır. Kur’an’da emredilen ve öğütlenen sabır da budur. İşte insanın bütün fırtınalardan imanı sağlam, ahlakı sarsılmaz ve uyalnı ak olarak çıkması, sûrenin belirlediği bu temel ilkelere uymasına ve ahlaki olgunluğa erişmesine bağlıdır. Çeşitli nedenlerle İslâm’ı hayatlarının dışında tutan kişi ve toplumlar ise, hangi asırda olurlarsa olsunlar kesinlikle hüsrandadırlar.4505
Gece ve İhyâsı
Gecesini diriltemeyenin gündüzü de ölmüştür. Gündüzün yiğidi olmak, gecenin âbidi olmaktan geçer. İç zenginliğin elde edilmesinde mekândan (kalpden) sonra ikinci önemli faktör zamandır. Elbet geceler de gündüzler de Allah’ındır. Ne ki, iç zenginliğin elde edilmesinde en müsâit zaman olan geceyi kazanmamız gerekiyor. Çünkü gökler gece vakti sıyırırlar duvaklarını. Gece, amelerin Allah katına arzedildiği müstesnâ zamandır.
Çağdaş zaman anlayışıyla İslâm’ın zaman anlayışı taban tabana zıt. Bu zıtlık, zamanı kullanmada da kendini gösteriyor. Allah Kur’an’da çeşitli zaman parçaları üzerine yemin eder: “Ve’l-asr, ve’l-leyl, ve’s-subh, ve’d-duhâ (Asra, geceye, sabaha, kuşluğa yemin olsun)” gibi. Bu yeminler, zamanın izzetinin İlâhî dille tescilidir. Zaman azizdir, ne kadar çok olursa olsun değerinden bir şey kaybetmez. Aynen su gibi. Zaman hayattır, zamanı israf, hayatı israftır, yani intihardır. Hayatını bozuk para gibi harcayanlara Allah’tan umut kesmemelerini tavsiye eden âyet “esrefû alâ enfusihim (nefislerini israf edenler)”4506 tasvirini yapar.
Çağdaş zaman anlayışı, ünlü tâbirle akşamcıdır, yaratılışın doğasına aykırıdır. Allah’ın belli maksada mebnî olarak yarattığı geceyi amacının dışında hovardaca kullanmak, çağdaş insanın tabiatı haline getirildi. İslâmî anlayışta zaman, doğasına en elverişli biçimde kullanılır. Mü’min, üzerine güneşi doğdurmaz, güneşin üzerine kendisi doğar. Zamanı kullanmada İslâm, tâbir câizse sabahçıdır. Bu nedenle, sabahın diriltici dinginliğinden en çok Müslümanlar yararlanır. Ben Allah rasûlünden gelen rivâyetlerde “yatsıdan sonra Rasûlullah’la oturup konuşurken…” gibi rivâyetlere pek rastlamadım. Aksine Buhârî, Evkatu’s-Salât bâbında Ebû Berze’den, Allah Rasûlü’nün yatsıdan sonra mecbur kalmadıkça konuşmayıp istirahate çekildiğini, yatsıdan sonra oturmaktan hoşlanmadıklarını nakletmekte.
Gece ve Kur’an
“Kuşkusuz Biz onu mübârek bir gecede indirdik.”4507 Gece, Allah’ın, üzerine yemin ettiği vakitlerden biri. Kur’an, bir gece vakti indiğini ifşâ ediyor bizlere. “Kadir” bir gecenin adıdır ki ad olduğu geceyi gecelerin efendisi yapmıştır. Mi’râc da gecenin armağanlarından, bir gece vakti (leylen) vuku bulmuştur, insan neslinin erebileceği en yüce rütbeye bir gece vakti ermişti evrenin efendisi. Gecenin ümmete getirdiği hediyelerden biri de “Hicret.”
Kur’an; “Gece saatlerinde ayakta durup Allah’ın âyetlerini okuyarak secdeye kapanan topluluk”4508 bu grubu kitab ehli içerisinde ayrıca anmış, onların diğerleriyle
4505] Fahrettin Yıldız, Kur’an Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret Yayınları: 108-111
4506] 39/Zümer, 53
4507] 44/Duhân, 3
4508] 3/Âl-i İmrân, 113
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 897 -
bir olmadığını ifâde etmiştir. Rasûle de bu bağlamda bir emir indirilerek gecesinin bir kısmında uykusunu bölerek teheccüd namazı kılması istenmiştir.4509 Rasûlüne iç zenginliğin yollarını gösteren Allah’ın bir tavsiyesi daha: “Gecenin bir bölümünde ve gündüzün uçlarında O’nu tesbih et ki, memnun olasın.” 4510
Bu konuda Kur’an’da çok ilginç bir sûre var: Müzzemmil Sûresi. İlginçliği -hâşâ- garipliğinden değil, ilk nâzil olan sûrelerden olmasına rağmen ihtivâ ettiği iç zenginliğin elde edilmesine yönelik İlâhî emirlerden gelmekte. Bilinen bir şey var; bu sûre nâzil olduğunda bildiğimiz beş vakit namazın henüz farz olmadığı. Daha dâvetin esaslarının bile yeni yeni belirlendiği nübüvvetin ilk yıllarına ait bu sûrede, Rasûlullah’a ve ona ilk uyan bir avuç insana neyin emredildiği birlikte okuyâlim: “Ey örtüsüne bürünen! Geceleyin kalk (namaz kıl); yalnız gecenin birazında (uyu). Gecenin yarısında (kalk) ya da bundan biraz eksilt. Veya buna ekle. Ve Kur’an’ı tertîl üzere oku. Doğrusu Biz senin üzerine ağır bir söz bırakacağız. Gerçekten gece neş’esi (dinginliği, insanın iç evreninde uyandırdığı) etki açısından daha güçlü, okumak bakımından da daha etkilidir.” 4511
Evet, henüz beş vakit namazın bile farz olmadığı, İslâm’ın gerçekten garîb olan ilk ve zor günlerinde bu âyetler oldukça anlamlı bir şeyin ifâdesiydi; gelecekte İslâm’ın tüm yükünü omuzlarında taşıyacak olan çekirdek kadronun şahsiyet eğitiminin. Onlar projesi Allah’a ait olan, mimarı Rasûlullah olan İslâm binasının temel taşlarıydılar. Temelin sağlam atılması gerekiyordu. İşte insanın iç dünyasını zenginleştirici mesajlar taşıyan bu gibi âyetler bu amaca mâtuf olarak iniyordu.
Adıgeçen sûrenin son âyeti ininceye kadar Rasûlullah ve ashâbı gece namazını farz olarak kıldılar. Sûre-i Müzzemmil’in son âyetindeki “…O sizin (gece saatlerini) hesap edemeyeceğinizi bildiği için sizi affetti. O halde Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun (ne kadar kolayınıza gelirse o kadar gece namazı kılın)” ibâresiyle bu vecîbe hafifletildi. Kaldırılmadı; “fakra ûmâ teyessera mine’l-Kur’an” ibâresinden de öyle anlaşılıyor. “O halde Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun” anlamına gelen bu cümlede “parça” ile “bütün” kastedilmiş olup namazda Kur’an okunduğundan gece namazı, mecâzî olarak “Kur’an okuma” ile ifâde edilmiştir.
Sûrenin sözkonusu son âyetinin, kendisinden önceki âyetlerden ne kadar sonra indiği hakkında farklı rivâyetler var. Bir yıl, iki yıl, on yıl diyenler olduğu gibi, son âyetin Medine’de nâzil olduğunu söyleyenler de var. Hz. Âişe bu âyeti kastederek “12 ay sonra indi, Rasûlullah ve ashâbı 12 ay gece namazını farz olarak kıldı” demektedir. Abd İbn Humeyd’in Yakub ve Cafer yoluyla Saîd’den gelen rivâyetinde Allah Rasûlü ve ashâbı on yıl gece namazını bir vecîbe olarak edâ etmişler, on yıl sonra bu âyet nâzil olarak mü’minleri rahatlatmıştır.
Şöyle ya da böyle Allah Rasûlü ve ashâbı aylarca -belki de yıllarca- teheccüd için zorunlu olarak kalkmışlar, hatta bu vecîbeyi hafifleten âyet nâzil olduktan sonra bile bu namaz Rasûlullah için “Ve gecenin bir kısmında uykunu bölerek sana özgü bir nâfile namaz kıl”4512 emriyle farziyetini muhâfaza etmiştir.
4509] 17/İsrâ, 79
4510] 20/Tâhâ, 130
4511] 73/Müzzemmil, 1-6
4512] 17/İsrâ, 79
- 898 -
KUR’AN KAVRAMLARI
En güzel örneğimiz olan Rasûlullah’ın gecesi bizim gecemize niçin örnek olmamaktadır? Onun iç dünyasının, Rabbi tarafından nasıl zenginleştirildiğinin delili olan bu âyetler niçin bizim iç dünyamızı da zenginleştirmesin? Rasûlün sünnetlerine sarılması gereken bizler ona has farzlara karşı niçin bu denli lâkayt davranabiliyoruz? Dahası insan, her şeyin olduğu gibi zamanın da yaratıcısı olan Allah tarafından “elverişli” olarak nitelenen gece adlı serveti nasıl hovardaca harcayabiliyor?
“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz. Nasıl dirilirseniz öylece haşrolunursunuz.” Bu Nebevî uyarıdan alacağımız çok ders var. Uykuyu bir tür “ölüm” olarak nitelemek gerekiyor. Kur’an’da Sûre-i En’âm’da, uykudan “ölüm” olarak “yeteveffâküm bi’l-leyl” diye söz edilir. Buradan yola çıkarsak, en azından yarı ölüm olan gecelerimiz için şunu söyleyebiliriz: Eğer gündüzünüz güzelse, geceniz de güzel olacak; geceniz güzelse sabahınız da (yeniden dirilişiniz) güzel olacaktır. Bunlar birbirine bağlı şeyler. Böylesi bir ortamda gecesinin hesabını veremeyenin gündüzünün hesabını verebilmesi ne mümkün? Her şeyin el ayak çektiği bir özge vakitte cansızlar, canlılar ve Sâlihlerle birlikte bu evrensel koroya eşlik etmenin insanın iç dünyasında ne ufuklar açacağını düşünebiliyor musunuz?
Gündüzleri imanlarımızı gevreten bireysel ve toplumsal ilişkilerin, tuğyan ırmağına dönen caddelerin, bulaşıcı bir biçimde ta yüreklere kadar sirâyet eden riddet, cehâlet ve inanç sefâletinin iç dünyamızdaki tahrîbâtını gecenin rahmetinden yararlanarak onaramıyorsak, kalbimizin kıyâmeti yakın demektir.
“Geceler tâ subh olunca inletir bu dert beni” diyen sevgi eri gibi kırık-dökük hâlimizi Allah’a arzedelim. İçimizin sonsuz ülkesi için yapâlim bunu. Oranın ruh gibi, iman gibi, iz’an gibi, irfan gibi, ihsan gibi sâkinleri için yapâlim bunu; esir coğrafyamız için yapâlim, göğsünde kalp yerine taş taşıyan zavallı insanımız için yapâlim bunu. Geceyi yüreğimizin sarnıcında damıtarak ve gecenin dallarından derinlik yemişleri toplayarak erelim sabaha.
Geceleyin iç coğrafyamızda edindiğimiz tecrübeyi gündüzün dış dünyamıza aktarâlim. Bilelim ki, gecenin bir vaktinde sıcak yataklarına elvedâ diyenler; kendi adına, toplum adına; kana, sömürüye ve zulme doymayan müstekbirler elinde oyuncak olan mazlum ümmet edina, her gün imanı kundaklanan sayısız insan adına, hâcet kapısının eşiğini aşındıranlar kuracaktır geleceği. Çünkü her toplumsal değişimin tohumu önce yüreklerde çimlenir ve baharın ilk goncaları göğüslerde açar. Sözü vardır Allah’ın;4513 “Sâlih” olma liyâkatini elde eden kullarına verecektir toprağın ve suyun emânetini.4514
Kıyâmu’l-Leyl, Nâşietu’l-Leyl: Gece Neşesi
Türkçe’de anlam kaymasına uğrayarak “boşuna” mânâsına kullanılır olan “nâfile” kelimesinin, İslâm’daki nâfile ibâdetler ve namazlar için asla böyle anlaşılmaması gerektiğinin altını çizelim. İslâm fıkhında, “farzların dışındaki namazlar nâfile ise de, yaygın olarak; farz, vâcib ve sünnet namazların dışında kılınan ilâve namazlara “nâfile namazlar” denilir ve bu namazlar, -hâşâ- boş yere kılınan değil; “zorunlu ve gerekli olana ilâve” olarak ve Allah’a yak(ın)laşmak amacıyla
4513] 7/A’râf, 128
4514] Mustafa İslâmoğlu, Yürek Devleti, Denge Y., s. 73-78
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 899 -
kılınan, mü’mine mânevî derinlik kazandıran namazlardır. Beş vakte ilâve olarak, hayatın diğer anlarında da Allah’ı zikredip anmak, düşünmek, O’na şükretmek, ihtiyaçları O’na arzetmek için kılınan nâfile namazlar, kulluk bilincini sürekli diri tutar. Teheccüd namazı, tahiyyetü’l-mescid (mescid selâmlama), duhâ/kuşluk namazı, şükür, istihâre (hayırlı olanı isteme), istiâne/hâcet (Allah’tan yardım dileme), tesbih namazı, akşam namazından sonra kılınan altı rekât evvâbîn, güneş ve ay tutulduğunda kılınan küsûf ve husûf namazları, hatta deprem, şiddetli rüzgâr, sürekli yağmur, kuraklık, yıldırım ve salgın hastalık… anlarında Allah’ı zikredip anmak, O’na sığınmak ve O’ndan yardım dilemek için kılınan nâfile namazlar, hayatı tümüyle ibâdet haline getirir.
Nâfile namazların en güçlü olanı ve insanı Allah’a en çok yaklaştıranı, gece kalkılarak ik, dört, sekiz… rekât kılınan teheccün namazıdır. Rabbimiz “kıyâmu’l-leyl”i, yani gece kalkmayı Hz. Peygamber’in şahsında, onun misyonunu üstlenen tüm mü’minlere ve dâvetçilere emreder. Ve gece kıyâmı sadece teheccüd namazı için değil; daha çok ağır ağır, anlaya anlaya, düşüne düşüne Kur’an okumak içindir: “Ey örtüsüne bürünen! Birazı hâriç gece kalk! (Gecenin) Yarısı kadar ya da ondan biraz eksilt. Veya bunu artır ve ağır ağır (tertîl üzere) Kur’an oku! Doğrusu Biz sana (sorumluluğu) ağır bir söz indireceğiz. Gerçekten gece neş’esi/kıyâmı (kalp ve uzuvlar arasında) tam bir âhenge/uyuma ve sağlam bir kırâate daha elverişlidir. Çünkü gündüz senin uzun süre uğraşacağın şeyler vardır.” 4515
Müzzemmil sûresinin 6. âyetinde gece kıyâmı için kullanılan tâbir çok ilginçtir: Nâşietü’l-leyl, yani gece neş’esi!... Gece kalkıp namaz kılarak, akleden kalple Kur’an okuyarak o riyâsız dinginlikte bir ulvî neş’e yaşamak…
Âyetin devamında; bu zaman diliminde, dil, göz ve kalp arasında tam bir harmoni/uyum sağlanarak, “sorumluluğu ağır bir söz”ün, yani Kur’an’ın daha iyi anlaşılacağı vurgulanır. Kuşkusuz, Kur’an’ı gereği gibi, yürekten okuyup âyetleri üzerinde düşünerek mesajlarını iyi kavrayabilmek için en uygun zaman, mekân ve ortam seçilmelidir. Tevhid mücâdelesinin en zor aşamasında, hakkı olanca kesinliği ve netliği ile anlatan Rasûlüne Rabbimizin “gece kıyâmını/neş’esini” emretmesi hayli düşündürücüdür. Gün boyu zorlu bir mücâdeleye giren, bütün çabasını insanlara dâvâsını anlatmak için harcayan bir dâvetçinin gece ciddi bir zihinsel hazırlık yapması gerekir. İşte bu fikrî/kalbî hazırlığın yapılabileğceği en elverişli zaman; gece vaktidir. Herkesin uykuya daldığı, insan zihninin en uyanık ve zinde olduğu, sessiz, sâkin ve riyâsız bir ortamda kıyâmu’l-leyl’de bulunup huşû içinde ibâdet etmek ve uzun uzun, ağır ağır, yani tertîl üzere Kur’an okuyup tefekkür etmek… Gece kıyâmını nâşietü’l-leyl, yani gece neş’esi haline getirmek bu olsa gerektir. Müzzemmil sûresi, 6. âyetindeki “eşeddü vat’en” ibâresinin anlamı da bunu işaret eder: Tam bir uyum! Üstad Mevdûdî’nin Tefhîmu’l-Kur’an’da açıkladığı üzere; gerçekten de gece vakti, kalp ile dil arasında tam bir harmoni oluşturmak için çok elverişli bir ortamdır. Burada kul ile Allah arasına başka bir engel giremez; dolayısıyla kişi, diliyle ne söylüyorsa kalbinin sesi de aynı şeyi söyler. Kezâ, âyetteki “akvemu kıylen” (sağlam bir kırâat) ifâdesi de şu anlama gelir: Gece vakti, Kur’an’ı sâkin, huşû içinde ve yüreğinde duya duya okumaya, dolayısıyla onu en iyi bir şekilde anlamaya çok uygun bir zamandır. Gündüz vakti ise, hem meşgûliyetlerin çokluğu ve hem de insanın dikkatini dağıtan, zihnî çabasını
4515] 73/Müzzemmil, 1-7
- 900 -
KUR’AN KAVRAMLARI
zayıflatan etkenlerin çeşitliliği sebebiyle okuma, anlama ve kavramaya pek uygun bir zaman dilimi değildir. İbn Abbas’a göre, “okumaya daha elverişlidir”den maksat, Kur’an’ı anlamaya, Kur’an’da fıkıh sahibi olmaya demektir.
Evet, var mıyız gece kıyâm edip o ulvî vakti gece neş’esine çevirmeye?! Huşû içinde ve riyâsız namaz kılıp düşüne düşüne, anlaya anlaya Kur’an okuyarak Kur’an’da fıkıh sahibi olmaya?! Ve de, gündüz vakitlerimizi de, öğrendiğimiz Kur’ânî hakikatler doğrultusunda ihyâ edip “yaşayan Kur’an”lar olmaya?!4516
Bir müslümanın farzların dışında günün belirli vakitlerinde kılabileceği nâfile namazları vardır. Fakat bunlar arasında teheccüd namazı birçok yönüyle üzerinde durulması gereken bir namazdır. Peygamberî deyişle, bir süt sağımı kadar da olsa gece uyanık olup Allah Teâlâ’nın huzurunda bulunmalıyız. Diğer insanlardan farklı olarak, uykumuzu bölerek huzur’a varmalıyız.
Bilelim ki, gecesi olmayanın gündüzü yoktur. Gece sabaha kadar yatağa boylu boyuna uzanan birisinin gündüze vereceği önemli bir şeyi olamaz. Gece feyizle dolduğumuz, gündüz ise boşaldığımız vakittir.
Ne güzeldir gece! Yıldızların parlayıp kendisini gösterdiği, nurların tecellî ettiği zaman ve mekândır gece. Bin aydan daha hayırlı olan vakit, gündüz değil; gecedir. Rasûlullah’ın (s.a.s.) şu yalan dünyadaki en yüce ve mutlu ânı olanı Mi’râc, gece vuku bulmadı mı? Evet, gece gönül adamlarının akşama kadar bekleyip durduğu vakittir. Gece samimiyettir. Gecenin riyâsı yoktur. Herkes uyurken kalkmalı, güzel bir abdest alıp soğuk suyla, Rabbimizin huzuruna varmalı, boynumuzu bükmeli… Gecenin nasıl iletken olduğunu göreceğiz. Radyo dalgaları bile gece daha iyi çeker.
Gecenin bir kısmından sonra uyanmak, Allah Teâlâ’nın huzuruna varmak, bu ümmetin güzel özelliklerinden, hoş yükümlülüklerindendir: “Gecenin bir kısmında da uyanıp sırf sana mahsus fazla bir ibâdet olmak üzere onunla (Kur’an’la) gece namazı kıl. Ümit edebilirsin, Rabbin seni bir makam-ı mahmûda gönderecektir.”4517 Rasûlullah da şöyle buyurur: “Ümmetimin en şereflileri Kur’an’ı ezberleyenler ve gece ashâbıdır.” 4518
Geceleri ihyâ etmenin, özellikle teheccüd namazının fazileti çok büyüktür. Biz, dizleri şişinceye kadar geceleri namaz kılan bir peygamberin ümmeti olarak bu vasfı kazanmak mecbûriyetindeyiz. Başka bir delil ve teşvik unsurunu aramak niye, önümüzde böyle bir örnek varken?
Allah Teâlâ geceden ayrı olarak bir de seher vakitlerini de af dilemekle, istiğfarla geçirmemizi tavsiye etmektedir: “Onlar gecenin az bir vaktinde uyurlardı, seher vaktinde istiğfar ederlerdi.”4519; “(O takvâya erenler) ‘Ey Rabbimiz, biz iman ettik. Artık bizim günahlarımızı mağfiret et ve bizi ateşin azâbından koru’ diyenler, sâdıklar, itaatle boyun eğenler, infak edenler, seherlerde Allah’tan mağfiret dileyendir.” 4520
Allah yolunda cihad edenler gecelerinin bir kısmını mutlaka ibâdetle
4516] Abdullah Yıldız, Vakit, 17 Ocak 2006, s. 20
4517] 17/İsrâ, 79
4518] Taberânî, Beyhakî
4519] 51/Zâriyât, 17-18
4520] 3/Âl-i İmrân, 16-17
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 901 -
geçirmişlerdir. Geceyi ihyâ etmek bütün mü’minler için güzel bir şeydir, fakat özellikle bir dâvâ adamı için, bir mücâhid için zarûrettir. Bizimle geçmişte savaşan düşmanlarımız bizi böyle bilmişlerdir. İbn Esir ve diğer tarihçilerin belirttiklerine göre, Rasûlullah’ın (s.a.s.) ashâbıyla ve daha sonra gelen müslümanlarla savaşan kâfirler, onlardan bahsederken “gündüz savaşan, geceleri ibâdet eden kişiler” olarak söz etmişlerdir. Müslümanlarla savaşıp yenilince, cephe gerisinde yenilgilerinin sebebini anlatırlarken, “Biz öyle bir kavimle karşılaştık ki, gündüzleri savaşıyorlar, geceleri ibâdet ediyorlar. Bizim yaşamayı sevdiğimiz kadar onlar da ölümü seviyorlar” şeklinde tanıtmışlardı bizi.
Gündüzleri Allah adına birşeyler yapmak isteyenler, geceleri mutlaka Allah ile beraber olmak durumundadırlar. Dâvâ adamı için gece dolma, gündüz ise boşalma vaktidir. Geceleri boylu boyuna uzanarak deliksiz bir uyku uyuyanın gündüze vereceği pek bir şey yoktur.
Dikkat edelim, Allah Rasûlünün peygamberliğinin ilk yılları. Yeryüzünün en karanlık toplumuna, en zâlim ve en câhil toplumuna gönderiliyor. Bu karanlığı, bu zulmü ve cehâleti yok etmek, onlarla savaşmak için gönderiliyor. Rasûlullah, bütün bunlar karşısında kendisini ne ile donatıyor, ne ile kuvvetleniyor? İşte İlâhî emir, işte ilk inen sûrelerden Müzzemmil. “Ey örtüsüne bürünen! Gecenin birazı müstesnâ, kalk. Yarısında veya ondan biraz eksilt. Yahut biraz artır ve Kur’an’ı yavaş yavaş oku. Muhakkak ki Biz sana ağır bir söz vahyedeceğiz. Muhakkak ki gece kıyâmı/kalkışı daha tesirli ve onda okumak daha elverişlidir. Muhakkak ki gündüzde seni uzun uzun alıkoyacak işler vardır. Rabbinin adını zikret, her şeyi bırakıp yalnız O’na yönel.” 4521
İslâm tarihinde belirtildiğine göre bu sûre indikten sonra Allah’ın Rasûlü ve O’na iman edenler gecenin büyük bir bölümünü dizleri şişinceye kadar ibâdetle geçirmişlerdir. Ahmed İbn Hanbel’in Müsned’indeki rivâyetlere göre Müzzemmil sûresinin başındaki bu âyetler gece ibâdetini farz kılmıştır. Daha sonra mü’minlerin bu durumunu gören Allah teâlâ, bir yıl sonra aynı sûrenin son âyetlerinde belirtildiği üzere bu farziyeti kaldırmış ve gece ibâdeti sünnet olarak kalmıştır. Tabiî bundan sonra da Rasûlullah (s.a.s.) bu ibâdeti yine bırakmamış, devam ettirmiş, ümmetinin de farz olarak değil de sünnet olarak sürdürmelerini ısrarla istemiştir.
Şimdi iyi düşünelim; şu anda bizim her yanımız küfürle kuşatılmış, küfür ve şirk bizi bombardımana tutmuş. Özellikle günümüzün her saniyesinde, her ânında ve her noktasında küfrün ateş mevzii içerisindeyiz. Basını, yayını, sokağı, kitabı, çarşısı ve pazarıyla şeytanın, küfrün, tâğutların kesintisiz hücumuna muhâtabız. Küfrün ve bâtılın ateş sağnağı altındayız. Bu alev ve ateşler içerisinden sıyrılıp kendimizi kurtarıp atabileceğimiz tek zaman ve tek mekân gecedir. Kendimizi küfrün bu alevlerinden kurtardıktan sonra yine küfrün üzerine dönerek, ona karşı duracak, onu söndürecek gücü temin edebileceğimiz tek yer, gece değil midir? Küfrün bu türlü amansız ve kesintisiz hücumları karşısında akşama kadar kaybettiğimiz enerjiyi alabileceğimiz başka bir zaman ve mekân var mıdır?
Kendisi bir yana, başka insanlara bir şey verme iddiâsında olanların, onları küfrün kesintisiz hücumlarından kurtarmak isteyenlerin bu güce, bu kuvvete,
4521] 73/Müzzemmil, 1-8
- 902 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yani geceye ve gecede dolmaya ne kadar da ihtiyaçları var!
Allah yolunda cihad etmek arzusunda olanlar, Allah için çevresinde birşeyler yapmak isteyenler, Allah adına kıpırdamak isteyenler bilmelidir ki, en büyük düşmanlarından birisi de sıcak yataklardır. Sıcak yatakları dost edinenler bütün cephelerde savaşı kaybetmeye mahkûmdurlar. 4522
Âhir Zaman
Âhir zaman: Dünyanın son günleri veya sonu anlamında kullanılan bir terimdir. Dinler, zamanın başlangıcı ve sonu meselesinde iki gruba ayrılmıştır. Zamanın devrî olduğunu kabul eden dinlere göre (Eski Mısır, Aztek, Sümer dinleri ile Hinduizm ve Budizm) zaman, birbirini takip eden devrelerden oluşur ve bu devreler sonsuza kadar sürüp gider. Âlemin fâni olduğunu ve zamanın düz bir hat şeklinde akıp gittiğini kabul eden dinlere göre ise (Zerdüştîlik, Yahûdilik, Hıristiyanlık ve İslâm), âlemle beraber içinde yaşanılan zaman da sona erer ve yeni bir âlemle birlikte sonsuz zaman başlar. Ancak her iki grup dinin benimsediği bir gerçek var ki bu da insanın içinde yaşadığı devre veya devrelerin “sonlu” olmasıdır. Âhir zaman, zamanın devrî oluşunu kabul eden dinlerde insanın içinde yaşadığı devrenin son dönemini, âlemin ve insanın fânî olduğunu kabul eden dinlerde ise dünya hayatının kıyâmetten önceki son zamanlarını ifade eder.
Yahûdilik'te dünyanın genel ömrü haftanın her günü bin sene kabul edilerek 7000 yıl sayılır. Bununla beraber dünyadaki faal yıl 6000 olup ikişer bin yıllık üç devreye ayrılır. Bunların birincisi karışıklık, ikincisi hikmet ve şeriat, üçüncüsü ise Mesih devresidir. Âlemin yenileşmesi yani kıyâmetin kopması 7000 yılın geçmesiyle olacaktır. Kıyâmet öncesinde başka bir deyişle kötülüklerin yaygınlaşacağı kriz devresinden sonra gelen Mesih döneminde İsrail'in düşmanlarından hiçbiri Yahûdilere zarar veremeyecek, onlar yeniden Eden bahçesindeki saâdete dönecekler ve insanlarla vahşi hayvanlar barış içinde yaşayacaklardır. Mesih gelmeden önce seller, zelzeleler, harpler, ihtilâller, güneşin ve ayın kararması, yıldızların dökülmesi gibi fevkalâde olaylar vuku bulacaktır. Yahûdi inanışına göre, başından sonuna kadar insanın yeryüzündeki tarihini önceden düzenleyen Allah’tır. Mesih gelmeden Mesihî devrede vuku bulacak hâdiseler Yahûdiler için âhir zaman olaylarıdır.
Hıristiyanlık'ta zaman tasavvuru Yahûdilik'tekine benzer. Bu dine göre de üç devre söz konusudur: 1- Yaratılıştan önceki devre.4523 2- Yaratılış ile Hz. İsâ’nın ikinci gelişi arasındaki devre.4524 3- Ebedî hayat.4525 Hz. İsâ beklenen Mesih’tir. Onun ikinci gelişinden önce milletler milletlere karşı çıkacak, zelzeleler ve kıtlıklar olacak, irtidadlar, fitneler, dinsizlikler ve fesat yaygınlaşacaktır.4526 İşte bütün bunlar, “son”u getirecek olaylardır.
İslâm literatüründeki âhir zaman terimi, dinler tarihindeki eskatoloji (âhiret bilgisi) ile alâkalıysa da aynı değildir. Eskatoloji, kozmolojide bir safhadır: Buna karşılık âhir zaman terimi kıyâmete yaklaşan son devreyi, zamanın ve âlemin
4522] Mehmed Göktaş, Namaz Gözaydınlığım, İstişare Y., s. 99-103
4523] bk. Korintoslular’a Birinci Mektup, 2/7
4524] bk. Galatyalılar’a Mektup, 1/4
4525] bk. Efesoslular’a Mektup, l/2l, 2/7 vd
4526] bk. Selâniklilere İkinci Mektup, 2. bab; Matta, 24/26; Markos, 13/24-31; Luka, 21/25 vd.
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 903 -
sonunu veya son günlerini ifade eder. İslâm inancına göre âlemin başı olduğu gibi sonu da vardır. Ancak bu sonu bilmek beşer gücünün dışındadır. İnsanın eceli gibi âlemin de ecelini belirlemek ve belirlediği şekilde gerçekleştirmek Allah'a aittir. Fakat art niyetli bazı kimseler gayelerine ulaşmak için, diğer bazıları da bilgisizlik sebebiyle bu konuda tarih vererek veya tahminde bulunarak Kur’ân-ı Kerîm’e aykırı iddialar ortaya atmışlardır. Hâlbuki aşağıda meali verilen âyetler bu gibi iddiaların yersiz ve anlamsız olduğunu açıkça göstermektedir: “Kıyâmetin ne zaman kopacağını sana sorarlar. De ki: Onun bilgisi sadece Rabbimin nezdindedir. Onun vaktini Kendisinden başka kimse açıklayamaz”4527 “Kıyâmetin ne zaman kopacağını bilmek ancak Allah’a aittir”4528 “Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka kimse bilemez”4529 Kur’an’ın bu açıklamalarını da göz önünde bulunduran hadisçiler, dünyanın ömrünün 7000 sene olup Hz. Peygamber döneminin son bin seneyi içine aldığı şeklindeki rivâyetleri asılsız kabul etmişlerdir.4530 Bununla beraber bazı İslâm bilginleri bu konuda üç devreden söz etmişlerdir. Başlangıçtan Tevrat’ın nüzûlüne kadar olan ilk devre, İslâm’ın zuhuruna kadar geçen zaman ikinci devre, hicretten kıyâmete kadar devam edecek olan zaman dilimi ise son devredir.4531 Fakat süre belirlemeden bu son devreye âhir zaman denilebilir. Çünkü çeşitli hadislere göre âhir zaman Hz. Peygamber’in bi’setiyle başlamıştır.4532 Ancak ne zaman biteceğini Allah’tan başka kimse bilmemektedir.
Son peygamber (hâtemü”l-enbiyâ) olması dolayısıyla Muhammed aleyhisselâm’a İslâm literatüründe “âhir zaman peygamberi” de denilmiştir. Zira ondan sonra artık peygamber gelmeyecektir ve kıyâmete kadar sürecek olan devrede Allah yoluna yapılacak dâvet onun adına olacaktır. Bu hususta Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulmaktadır: “Muhammed sizlerden herhangi birinin babası değildir. Ancak o, Allah’ın rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur”4533 Bu âyette geçen “hâtem” (mühür) kelimesi kıraat imamlarınca böyle okunduğu gibi “hâtim” (mühürleyen, sona erdiren) şeklinde de okunmuştur. Mühür bir şeyin sonuna basıldığına göre Hz. Peygamber, her iki kıraat açısından da nübüvvet silsilesinin sonuncusu, nübüvvet zincirinin son halkası olmaktadır.
Âhir zaman terimi Kur’ân-ı Kerîm’de yer almıyorsa da hadislerde çokça kullanılmıştır. Hz. Peygamber'in, dinî hayatın zayıflaması ve ahlâkın gerilemesi şeklindeki kıyâmet alâmetlerine temas eden hadislerinde “âhirü'z-zamân” terimi kullanıldığı gibi, bu anlamı ifade eden “seye’tî ale’n-nâsi zemânun” (insanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki ...) ibaresine de sık sık rastlanır. Hadis literatüründeki bu kullanılış müslümanların zamana, olaylara ve geleceğe bakışlarına tabiî olarak tesir etmiş ve onları, özellikle ahlâk kurallarına aykırı düşen davranışlarla beklenmedik olayları âhir zaman alâmeti olarak değerlendirmeye sevketmiştir. 4534
4527] 7/A’râf, 187
4528] 31/Lokman, 34
4529] 27/Neml, 65
4530] bk. Ali el-Karî, el-Esrârü’l-Merfûa fi’l-Ahbâr-i’l Mevzû’a (nşr. Ali es-Sabbâğ), Beyrut 1391/ 1971, s. 452-454
4531] bk. Elmalılı H. Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, V/3739
4532] bk. Buhârî, “Rikâk” 39; Müslim, “Fiten” 132-139
4533] 33/Ahzâb, 40
4534] Günay Tümer, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 542-543
- 904 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Âhir zaman: Hz. Peygamber (s.a.s.)’in İslâm’ı tebliğinden başlayıp kıyâmetin kopmasına kadar geçecek olan müddet hakkında kullanılan bir terimdir. Bu tarif çerçevesinde Rasûlullah’a “Âhir Zaman Peygamberi” denilmektedir. Bunun anlamı da “Son Peygamber” demektir.
Bizden önce yaşamış ümmetlerin geçirdikleri zamanın tümü bir gün içinde sabahtan ikindiye kadar geçen zamana; bu ümmetin yaşadığı zaman ise ikindiden akşama kadar geçen vakte benzetilmiştir. Kıyâmetin yaklaştığı zamana da aynı şekilde “Âhir zaman” denilmektedir. Bu zamanın kesin olarak ne zaman başlayacağı da belli olmadığı için sadece bu döneme yakın bazı belirgin alâmetlerin görüleceği ifade edilmiştir.
İslâm’da âhir zaman denince dünya hayatının son dilimi ve son dönemi hatıra gelmektedir. Zira akîdemize göre başlangıcı olan bu âlemin mutlaka sonu da vardır. Fakat bu sonun kesin olarak zamanı bildirilmemiştir. Bu bilgi yalnız Allah’a mahsustur. Âhir zamana İslâm’ın M.VII. yüzyılın başlarında yani 610 yılında vahyin başlamasıyla girildiği hususunda bazı hadislerde işaretler vardır.4535 Başlangıcı hakkında işaretler verilmişse de sonu ile ilgili bilgi yalnız yaratana has kılınmıştır. Bunu kimsenin bilmesine imkân yoktur. 4536
Kur’an’a göre, kıyâmetin ne zaman kopacağını, Allah’tan başka hiç kimse bilemez. Bu bilemeyenlere Peygamberimiz de dâhildir. Kıyâmet, ansızın kopacaktır. “Sana kıyâmetten sorarlar: ‘Gelip çatması ne zamandır?’ derler. Onu zikretmek, ne zaman geleceğini bilmek nerede, sen nerede?”4537; “Sana Kıyâmet saatinden, onun ne zaman gelip çatacağından soruyorlar. De ki: ‘Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktini O’ndan başkası açıklayamaz. O göklere de yere de ağır gelmiştir. O size ansızın gelecektir.’ Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: ‘Onun bilgisi ancak Allah’ın katındadır’ ama insanların çoğu (bunu) bilmezler.” 4538
Kıyâmetin alâmetleri, değişik biçimde ortaya çıkmıştır, ama farkında olmadan kıyâmeti yaşayan kimsenin bunları anlaması kolay olmayacaktır. Kıyâmetin hâlâ alâmetlerini bekleyenler, onun ansızın kopacağını bilmeyenler veya bilmek istemeyenlerdir. Kur’an’ı okuyanlar bilirler ki, onun alâmetleri çoktan gelmiştir. “Onlar, kıyâmet zamanının ansızın gelip çatmasından başka bir şey mi bekliyorlar? Şüphesiz onun alâmetleri gelmiştir/belirmiştir. Kendilerine gelip çatınca ibret almaları neye yarar?”4539 Ansızın kopacak kıyâmetin Kur’an’da belirtilen tek alâmeti olarak değerlendirilen ayın yarılması da gerçekleşmiştir. Kur’an, kıyâmetin yaklaştığını ve alâmet olarak ayın yarıldığını çok net biçimde ve mâzî sîgasıyla açıklar: “Kıyâmet yaklaştı ve ay yarıldı.”4540 Kıyâmetin kopmasına bir göz açıp kapama kadar bir zaman kalmıştır, hatta belki bundan daha da yakındır: “Göklerin ve yerin gaybı Allah'a âittir. (Kıyâmet) saatinin durumu ise, göz açıp kapama gibi veya daha az bir zamandan başkası değildir.” 4541
Bütün bu Kur’ânî hakikatlere rağmen, Hz. Peygamber’den (s.a.s.) kıyâmetin
4535] Müslim, Fiten 132 vd.
4536] Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 59-60
4537] 79/Nâziât, 42-43
4538] 7/A’râf, 187
4539] 47/Muhammed, 18
4540] 54/Kamer, 1
4541] 16/Nahl, 77
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 905 -
alâmetleri hakkında çok sayıda rivâyet, hadis kitaplarını doldurmuştur. Bunların tümünü, sahih olmadıkları iddiâsıyla reddetmek doğru olmasa gerektir. Ama bu hadislerin Kur’an’a arzedilmesi gerekir. Kur’an’ın bazı âyetlerinin müteşâbih olduğunu biliyoruz.4542 Müteşâbih, anlam yönüyle birbirine benzeyen, mânâsı kapalı, birçok anlama gelebilen, yorumunda güçlük çekilen demektir. Âlimlerin çoğu, Kur’an’da bahsedilen kıyâmet ve ahvâlini müteşâbih olarak değerlendirirler. Kıyâmet alâmetleri olarak hadis rivâyetlerinde belirtilen hususlar da müteşâbihtir. Müteşâbihlerin tek bir tefsiri olmaz, farklı te’villeri/yorumları olabilir, esas anlamını da ancak Allah bilir. 4543
Hadis rivâyetlerinin zâhirine takılıp kalan ve Kur'an'ın kıyâmet konusundaki mesajını göz ardı eden Osmanlı'nın son devir mollaları, olanca zulüm ve tuğyânı, sadece “kıyâmet alâmeti” olarak değerlendirmiş, son alâmetlerden olduğu yaklaşımıyla “başımıza taş yağması yakındır” diyerek eli-kolu (ve dili) bağlı gibi beklemeye başlamıştır. Hâlbuki kıyâmetin çok yakın olduğunu ve alâmetlerinin geldiğini zâten Kur'an çok önceden belirtmişti. Küçük-büyük alâmetlerin ortaya çıkıp çıkmadığını tartışmak yerine, kıyâmet kopmadan, -ki bugün bile kopabilir, kopmayacağını hiçbir Kur'an talebesi/bağlısı iddiâ edemez- Kur'an'ın yüklediği bireysel ve toplumsal görevimizi yerine getirmek gerekir. Hadis rivâyetlerinde kıyâmet alâmetleri olarak belirtilen müteşâbihlere dalıp onları zâhirlerine göre değerlendirerek, büyük alâmetlerinin çıkmadığı anlayışıyla kıyâmeti çok uzaklara ertelemek, “kalplerinde eğriliğin bulunması” ve “fitne çıkarma”4544 riski ile karşı karşıya gelmek demektir.
Kimilerinin hadis zannettiği meşhur bir söz vardır: “İzâ mâte’l-insânu fekad kamet kıyâmetuhû; İnsan öldüğü zaman, onun kıyâmeti kopmuştur.” Diğer insanların kıyâmeti artık onu ilgilendirmeyecektir. Ölüm de her an gelebileceğine göre, kıyâmetin zâhirî alâmetlerinin tümünün çıkmadığını sanıp kıyâmetin daha kopmayacağını düşünmek, şeytanın vesvesesine kapılmaktır. Zâten ölüm, küçük bir kıyâmet olduğu gibi, uyku da küçük bir ölümdür: Kur’an’da uyku, ölümle eş anlamlı gibi kullanılır. Bir âyet-i kerimede, “Allah ölümleri ânında nefisleri vefat ettirir; ölmeyenleri de uykularında; üzerlerine ölüm hükmünü verdiğini tutar ve diğerini belli bir ecele kadar salar. Düşünen bir kavim için bunda âyetler vardır.”4545 buyurulmaktadır. Demek ki ölümle uyku bir bakıma aynıdır; çünkü uykuda, nefis/rûh, bedenden kısmen ayrılır; en azından, şuur olarak bedenin farkında değildir. Ölümde ise bu kopuş, bütün bütündür. Bu yüzden, “uyku, ölümün yarısıdır.” Ölüm de, insan rûhu için yeryüzündeki sürenin dolması ve rûhun bedenden sıyrılmasıdır.
Hayatın aslı, rûhun hayatıdır; mânevî hayattır. Bitkisel ve hayvansal hayat, dünya hayatıdır; ama bu hayat içinde rûhun/gönlün hayatı da yaşanabilir. Bu ise, kalbi günahlardan uzak tutma, tefekkür ve ibâdetlerle mümkün olur. Rûhî/mânevî hayattan uzak olup yalnızca dünya hayatını yaşayanlar aslında birer ölüdürler. Eşyanın dış yüzüne ve hayatın zâhirine takılıp kaldıkları için, olayların ve eşyanın gerisindeki hakikati göremedikleri için, kâinatta her bir şeyde açık seçik olan İlâhî tecellîleri göremedikleri, İlâhî mesajı alamadıkları için ölüdürler. Peygamberler, bunlara diriltici nefeslerle gelirler. Bu yüzden, Kur’ân-ı Kerim’de,
4542] 3/Âl-i İmrân, 7
4543] 3/Âl-i İmrân, 7
4544] 3/Âl-i İmrân, 7
4545] 39/Zümer, 42
- 906 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Ey iman edenler! (Rasûlullah,) sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, Allah’a ve Rasûlü’nün çağrısına koşun...”4546 buyrulur. Âyette, iman edenlere seslenilmesi, imanın bir hayat emâresi olmakla birlikte, asıl hayatın “rûhun ve kalbin hayat derecesi” olduğunu, buna ulaşmanın ise iman içre iman gerektirdiğini hatırlatmak için olsa gerektir.
Hayat, asıl itibarıyla kalbin hayatıdır, rûhun hayatı olduğu gibi; insanın asıl ölümü ve dirimi dünyadadır. Ölüm, hiçbir zaman, anladığımız şekilde “ölmek” değil; gerçekte “dirilme”dir, hayat bulmadır. Hayatın kaynağını örten maddî perdelerden sıyrıldıktan sonra, insanın gerçeği en çıplak şekliyle tanıması nasıl ölmek olabilir? Ölmek, geçici ve gölge bir hayat olan dünyadan göçmekten ibârettir. Dünya hayatında diri olabilenler, ölümle daha bir diriliğe kavuşur ve “sıla”sına kavuşmuş, gurbetten kurtulmuş insanların sevincini yaşar, özlemlerini giderirken, dünyada ölü olanlar ise, ölmekle acı bir dirilmeği tatmakta ve gerçek hayatın ne olduğunu görmektedirler. Bu gerçek hayatta artık yeni bir değişme, yani ölüp yeniden dirilme gibi şeyler söz konusu değildir. Dünyada ölü kaldıktan sonra ölümle dirilme, azâba, ateşe dirilmedir; dünyada diri olanlar ise, daha bir diriliğe, daha güzel, sürekli, kalıcı bir canlılığa adım atarlar. Kur’an bunu, “Muhakkak ki âhiret yurdu, gerçekten baştanbaşa hayattır, eğer bilselerdi.”4547 şeklinde ifade etmektedir.
Peygamberlerin getirdiği hayat verici nefeslerle dirilemeyenler, Kur’an’ın deyişiyle, ölüdürler, kabirdedirler (kıyâmetleri çoktan kopmuştur onların). Kur’an’da: “Sen ölülere duyuramazsın!”4548 “Sen kabirdekilere duyuracak değilsin!”4549 buyrulur. Böylelerinin ruhları silinmiş, kalpleri kararmış, dolayısıyla kalplerinin duyma (sem’a) ve görme (basar) güçleri yok olmuştur. Peygamber’in (s.a.s.) çağrılarını duymadıkları gibi, çevrelerinde mutlak gerçeğin işaretleri ve görüntüleri olarak cilvelenen sayısız âyetleri de görmezler; olanlardan ders almazlar, dünya hayatına nasıl gelinip bu hayattan nasıl göçüldüğüne dikkat etmezler; yeryüzünde gezip öncekilerin bıraktıkları konusunda düşünmezler, kâinatın muhteşem âhenk ve düzeni onlar için hiçbir şey ifade etmez. Böylesi diriltici unsurlar karşısında kaskatı ölü kesilenler için son dirilme çaresi, artık ölümdür.4550
Hayat; iman, hicret, cihad ve şehâdettir. Kâfirler gibi canlı cenâze olmak, hayat süren leş konumunda bulunmak değildir. Esas hayat, rûhun hayatıdır, imanın can kafesinde ölü gibi kalması değil, sahibini ve toplumu diriltmesidir. Hayat, Allah’ın ve Rasûlünün bizi çağırdığı esaslara uymaktır. Bugün yaşananlar, bu ölçüler içinde hayat sürmek değil; ölü olduğunu bile hissetmeyecek kaosu, kıyâmeti yaşamaktır. Maddî hayat yönüyle ölenler, öldüklerinin, yani kendi kıyâmetlerinin koptuğunun farkındadırlar. Ama mânen ölmüş, kendi kıyâmeti kopmuş kimseler, öyle dehşetli bir kıyâmet içindedirler ki, kendilerini canlı sanmaktalar. Toplumun mânevî kıyâmeti, o toplumdaki bireyleri de kuşatır: “Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umuma sirâyet ve hepsini perişan eder). Biliniz ki, Allah’ın azâbı şiddetlidir.” 4551
4546] 8/Enfâl, 24
4547] 29/Ankebût, 94
4548] 30/Rûm, 52
4549] 35/Fâtır, 20
4550] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Kırkambar Y. s. 237
4551] 8/Enfâl, 25
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 907 -
İnsan, bazı ölüleri yaşıyor zanneder, bazı yaşayanları ölü zannettiği gibi. “Allah yolunda öldürülenlere (şehitlere) ‹ölüler' demeyin. Bilâkis onlar diridirler, lâkin siz onu hissedemez, anlayamazsınız..”4552; “Bil ki sen, ölülere işittiremezsin, arkasını dönüp kaçmakta olana, sağırlara da dâveti duyuramazsın.” 4553
Hadis külliyâtları, Kıyâmet’ten önce ortaya çıkacak alâmetlerden söz eden çok sayıda hadis rivâyeti ihtivâ eder. Âhir zaman olarak tanımlanan Kıyâmet öncesi dönemde dinî duygu, düşünce ve davranışların zayıflaması, İslâmî kurallara gereken önemin verilmemesi, ibâdetlerin terk edilmesi, ahlâksızlığın çoğalması biçiminde kendini gösteren kıyâmet alâmetlerinin tümünün ortada olduğunu, çoktan insanı kasıp kavurduğunu görüyoruz. Hadis rivâyetlerinde kıyâmet alâmetleri olarak sayılan, yukarıdaki ifadelerin dışında şunları görüyoruz: İnsanların bina yapmakta birbiriyle yarışmaları, insanların ölümü temenni etmeleri (ve intihar arzusu), İkisi de hak iddiasında bulunan iki büyük İslâm ordusunun birbiriyle savaşması, İslâmî ilimlerin ortadan kalkması, cehâletin artması, depremlerin çoğalması, zamanın yaklaşması, gece ile gündüzün eşit olması (zamanın bereketinin gittiği bir koşturmaca ve elektrik aydınlığı ile gecenin gündüz gibi olması), cinâyetlerin çoğalması, fitnelerin zuhur etmesi, yahûdilerle müslümanların savaşmaları (Filistin’de fiilen ve dünyanın her tarafında fikren), zinânın açıkça işlenmesi, içki tüketiminin artması, kadınların çoğalıp erkeklerin azalması (özellikle çarşı pazarda)... Bütün bunların yaşanılan vak’a olduğundan yola çıkarak kıyâmetin de koptuğunu söyleyebiliriz. Çünkü bunlar, toplumsal âfetlerdir. Bu problemler, toplumların kıyâmetidir. Bu özellikler, huzursuzluğun, fitnenin, kaosun, kokuşmuşluğun belirtileridir. Bunları yaşayan toplum, kıyâmet dehşeti yaşıyordur. Kıyâmet dehşetiyle bin kere ölmüştür de cenâzesini kıldıran yoktur. Kıyâmetin ne zaman kopacağını bilmeyen, hatta kendi yaşadığı zamanda bile kıyâmetin kopmayacağından emin olmayan bir peygamber, toplumun kıyâmetini çok belîğ bir şekilde anlatmış olur bu alâmetlerle. Osmanlı, son demlerinde, ölüm döşeğindeki “hasta adam”a benzetilirdi; şimdi onun devamını adam yerine koyan olmadığına göre çoktan öldü o. Osmanlı, “kıyâmet alâmeti” olarak dillendirilen bu toplumsal mikropları, tedbirsizlikten dolayı bünyesine bulaştırdığı için hastalandı. Onun çocuğu bu belâlara ilâç diye sarıldığı için kıyâmeti her an yaşamakta. Gerçek kıyâmetin dehşeti bir anlık iken; toplumsal kıyâmet, her an dehşet saçmaktadır.
Kıyâmetin büyük alâmeti olarak kabul edilenler de, Kur’an’a arzedilerek, müteşâbih olduğu unutulmadan te’vil edilebilir. Bu, Kur’an mesajına daha uygun olur. Âl-i İmrân 55. ve Mâide, 117. âyetine göre Hz. İsa’nın bedeninin öldüğü açıkça belirtilmiştir. Ama Hz. İsa’yı başkaları öldürmemiş, Allah onu eceliyle vefat ettirmiştir. Yükseltilen onun mânevî derecesi, Allah’ın katına çıkan, onun rûhudur. Zâten bütün peygamberlerin ruhları Allah’ın huzuruna çıkar, O’ndan ikram görür. Hz. İsa’nın vefatını haber veren âyetleri, âhad haberlere dayanarak te’vil etmek yerine, bu hadisleri te’vil etmek daha doğrudur. Bu hadisler şöyle te’vil edilebilir: İsa’nın rûhu, yani ümmeti mahvolmadı, daha yaşayacaktır. Fakat kıyâmetten önce bu rûh, yani İsa ümmeti, İslâm’a dönecektir. Bu hadislerden, hıristiyanların bir gün müslüman olacakları değerlendirilebilir. Said Nursi
4552] 2/Bakara, 154
4553] 27/Neml, 80
- 908 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bu kanaattedir.4554 Meşhur müfessirimiz Elmalılı Hamdi Yazır da yaklaşık bunu söylemektedir.4555 Yalnız, kıyâmet alâmetleri konusunda ihtiyâtı elden bırakmamalı, bu ve benzeri her çeşit yorumların da beşerî çıkarımlar olduğu, yanlış olma ihtimalinin bulunduğunu hatırdan çıkarmamalıdır. Her şeyin en doğrusunu bilenin Allah olduğu ve gayb bilgisinin ve özellikle kıyâmet ilminin sadece O’na âit olduğu unutulmamalıdır.
Bir peygamberin dini (O’nun tebliğ ettiği esaslar) yaşadıkça, kendisi mânen yaşamaktadır. İsa’nın (a.s.) fikriyâtını yahûdiler öldürememişlerdir. Bilâkis onun tebliğleri yayılmış, yahûdiliğe egemen olmuştur. Onun rûhunu temsil eden ümmeti, bir gün ismen olmasa bile, mânen Hz. Muhammed’in (s.a.s.) fikriyâtını benimseyecek, onları uygulayacaktır. Bunlar, görünürde hıristiyan olsalar bile, uygulamada İslâm’ın özüne mensup olacaklar veya bunlar, tamamen hıristiyanlığı bırakıp İslâm’a döneceklerdir. Bu, “güneşin batıdan doğması”dır. Nitekim, giderek ivme kazanan bir hızla Avrupa ve Amerika’da İslâm’ın sesi soluğu duyulmaya başlamıştır, Afrika ve Amerika’da İslâm süratle yayılmaktadır. Bush adındaki deccalın Sharon deccalına yardım için Ortadoğuda müslüman avına çıkmasının asıl sebebi budur. İslâm, olduğu gibi anlatıldığı, hele örnek olacak şekilde yaşandığı takdirde, dünyanın her yerinde ve Batıda tek Hak dinin hâkim duruma geçeceği şüphesizdir. Bu gün değilse yarın; işte bu, Hz. İsa’nın rûhunun dirilmesi, onun mesajının hâkim olması, onun Muhammed ümmetine tâbi olması (hizmet etmesi), haçın kırılıp domuzun öldürülmesi demektir. İslâm, kıyâmete kadar bâkî olacak hak dindir. Onun güçlenmesine yardım eden, bu uğurda canını fedâ etmeğe hazır olan her müslüman, İsa’dır, Mesih’tir, Mehdîdir, İmamdır. İslâm düşmanları ve onların hakkı bâtıl, bâtılı da hak gösteren araçları (özellikle televizyonun bu amaçla kullanılışı) da Deccâl ve onun silâhlarıdır.
Bırakalım artık yarınların hayaliyle oyalanmayı. “Kıyâmet ne zaman kopacak? Onun alâmetleri nelerdir?” diye sormak yerine; “ölüme, kıyâmete, ondan sonrasına hazır olup olmadığımızı” kendi kendimize sormamız gerekmez mi? Dünyaya bir daha gelip de eksik ve hatalarımızı telâfi etme şansımız olmadığına göre, yaşadığımız günün her ânını değerlendirmeli ve “gün bu gündür!” diyerek, ebedî saâdeti kazanmaya çalışmalıyız.
İsa veya Mehdi bekleyerek kendi üzerine farz olan görevleri, kurtarıcılara havâle edip ertelemek, Allah erine yakışmaz. Biz, İslâm’ı yaşayıp çevremize hâkim kılmaya çalışalım. Gerisi bizi fazla ilgilendirmemelidir. Allah da zâten bizi bazılarını beklemeye çağırmıyor. Her şuurlu müslümanın hidâyete götüren, hidâyet veren anlamında en büyük “mehdî” olan Kur’an’a uyması kurtuluş için yeterlidir. Her tebliğcinin de, mânen ölmüş canlı cenaze durumundakilere İsa nefesiyle hayat vermeye gayret etmesi gerekmektedir. Kurtarıcı beklemeyi bırakıp kendimiz kurtarıcı olmaya çalışmalı, böylelikle hiç değilse kendimizi kurtarmanın yolunu bulmalıyız. O zaman “deccal”lar da bize zarar veremeyecektir: “Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz hidâyette/doğru yolda olduğunuz müddetçe dalâlette olanlar (sapıklar) size zarar veremez.” 4556
Her şeyin en doğrusunu Allah bilir.
4554] Bk. Şualar, 5. Şua, s. 459-471; Lem’alar, s. 112
4555] Bk. Hak Dini Kur’an Dili, Eser Y. c. 2, s. 1112-1114
4556] 5/Mâide, 105
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 909 -
Çağ Anlayışımız
Hicret, sadece bir takvim başlangıcı değil; bir çağın kapatılıp yeni bir çağın açılmasıdır. Hicretle birlikte câhiliyye, yerini mutluluk çağına bırakmıştır. Kur’anî tarih yorumuna göre insanlık tarihinde her biri hicretle başlaıyan üç çağ vardır. Hz. Âdem’in Cennetten hicreti/firakı ile başlayıp Hz. Mûsâ ve mü’minlerin Mısır’dan hicretine kadar süren kurûn-ı ûlâ/İlk çağ, bu olayla birlikte başlayan kurûn-ı vustâ/Orta çağ ve Hz. Peygamberimiz’in hicretiyle başlayıp kıyâmete/yaratıkların zorunlu hicretine kadar sürecek kurûn-ı uhrâ/Son çağ.
Vakitten Faydalanmak ve Zamandan Ders Almak
Vakitten başka her şeyin telâfi edilmesi mümkündür. Zaman kaybı oldu mu onu hiçbir şey geri çeviremez. Bunun içindir ki, zaman insanın sahip olduğu en kıymetli unsurdur. Akıllı kişi günlerini cimrinin kıymetli malını sevdiği gibi değerlendirebilmelidir. Zamanın en kısa süresini bile boşa harcamamalı. Ehemmiyetsiz olsa bile her şeyi yerli yerine koymalıdır, insan geçmişi hesaplamak maksadıyla varlığını bir düşünüp geçmişine şöyle bir nazar eder. Hayata atılış anını göz önüne getirebilirse bu andaki düşüncesi fazla süremez. Çünkü o sadece meçhul bir bidâyeti tefekkür edebilecektir. Bundan sonra da gün ve yıllarını bir arada düşündüğünde onları, hadislerle dolu, su gibi akan bir gün gibi kısa bulacaktır. Bunlar insanın şimdilik veya kıyâmet gününde hesap esnasında hatırlayabileceği hususlardır.
“O gün Allah hepsini bir araya toplayacak, sanki onlar gündüzün bir saatinden başka bir müddet eğlenmemişlerdir, birbirini tanıyacaklardır.” 4557
“Aralarında gizli gizli konuşacaklar. Dünyada on geceden fazla eğlenmediniz, diye aralarında ne konuşacaklarını biz daha iyi bileniz. Onların gidiş ve aklı daha üstün olanları da, o zaman “Bir günden fazla eğlenmediniz’ diyecek.” 4558
“Onlar bunu görecekleri gün sanki günün bir akşamında veya bir kuşluğundan başka durmamışlardır.” 4559
Bu hatırlatma dünyada ebedi kalacaklarını zannedip herşeyleri ile ona bağlananların kulağını çınlatıyor. Aslında böyle bir hatırlayış, şâyet dünya günleri ahiret günleri ile kıyas edilecek olursa doğrudur. Fakat gece ve gündüz, ay ve yıllar üzerinden geçtiği halde gaflet içinde gezip dolaşan, eğlenen, yorulan, rahat bulmaya çalışan fakat ölüm çattığında istemeyerek uyananlar için böyle bir hatırlatma elbette ki hoş olmayacaktır. Heyhat... İş işten geçtikten sonra bunlar uyanmıştır. İnsanların dünyadaki durumları acayiptir. Takdiri İlâhî onları takip ettiği halde onlar gaflet içindeler. Onların her şeyleri yazıldığı halde kendilerinden habersizdirler. “O günde ki; Allah hepsini diriltecek de kendilerine neler yaptıklarını haber verecektir. Allah bütün onları saymıştır. Onlarsa bunu unutmuşlardır. Allah her şeye hakkı ile şâhittir.” 4560
Gerçek müslüman vakti çok iyi değerlendirir. Çünkü vakit onun ömrüdür. Eğer boş vakit geçirir, fırsatları değerlendirmezse hayatın azgın dalgaları
4557] 10/Yûnus, 45
4558] 20/Tâhâ, 103-104
4559] 79/Nâziât, 46
4560] 58/Mücâdele, 6
- 910 -
KUR’AN KAVRAMLARI
arasında ölüme gitmiş olarak uyanır, insan, gerçekten Allah’a (c.c.) sür’atli bir şekilde gitmektedir. Hergün, bizler için ebedi hayata doğru yol aldığımız merhalelerden bir tanesidir, insanın gerçeği idrâk edip devamlı olarak önceden yaptıklarını ve istikbalde ne yapacaklarını gözönünde bulundurması akıl kârı değil midir? İnsanın zaman akışı karşısında hareketsiz durması, trende giden yolcunun dışardaki eşyaları beraberinde gidiyor görmesi gibi bir aldatmacadır. Vakıa şudur ki: Zaman insanı esas barınağına doğru getirmektedir, İslâm, zamanın değerini boşuna harcamanın zararlarını bilen bir dindir. O, beliğ bir vecize ile bu hakikati ifade eder: “Vakit kılıç gibidir. Onu yerinde kullanmazsak bizleri yaralayacaktır.”
İslâm, bu gerçeğin anlaşılmasını, mü’min için imkân ve takva alâmeti olarak kabul eder. “Gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde göklerde ve yerde Allah'ın yarattığı şeylerde, sakınacak bir kavim için nice ibretler vardır.”4561 İslâm, yarınlarından habersiz bulundukları zaman içinde dehşete düşmüş, dünya lezzetleriyle zehirlenmiş insanları da hüsrana uğramış sefihler olarak kabul eder. “Bize kavuşacağını ummayan, dünya hayatına râzı olan ve onunla sükûna dalan kimselere bunca âyetlerimizden gâfil olanlar (yok mu?) işte onların itikat etmekte oldukları masiyetler yüzünden varacakları yer ateştir.” 4562
İslâm, ibâdetlerini gün ve senenin bölümlerine göre ayarlamıştır. Beş vakit namazı günün tüm zamanını kuşatmış ve akışına göre ayarlanmışlardır. Cebrail (a.s.) Allah (c.c.) katından namaz vakitlerinin ilk ve son vakitlerini belirlemek ve bu vesile ile de sabahtan akşama kadar olan zamanı en hassas ve İslâmî bir biçimde ayarlamak maksadıyla yere inmiştir: “Haydi akşama girerken, sabaha erken Allah’ı tenzih edin (namaz kılın). Göklerde ve yerde hamd O’nundur. Gündüzün nihâyetinde de öyle vaktine vardığınız vakitte de namaz kılın.” 4563
Zamana kısa bir bakış ile insana vaktin kıymetli açık delil ve belirtilerini gösterir. Nitekim zaman insana şöyle seslenir: “Ben sabah ve akşamları devretmekle çocuğu gençleştirir, büyüğü de fani kılarım. İnsan günlerin geçmesiyle sevinir. Hâlbuki onların geçmesi onun da gitmesi demektir.”
Boynu büken, ecelleri yaklaştıran, medeniyetleri yıkan insanları, acâyiplikleri karşısında hayrete düşüren zaman, akıllarını uyanıp hayır ve iyilikleri yaymak lazım olanı sağlamaları için bir fırsattır. Allah (c.c.) şöyle buyurur: “Gökte burçlar yaratan, onların içinde bir çerağ ve nurlu bir ayak barındıran Allah’ın şânı ne yücedir. O iyice düşünüp ibret almak arzusunda bulunan kimseler yahut şükür etmekle dileyenler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getirendir.”4564 Gezen feleklerle beraber gece gündüzü, gündüz de geceyi kovalar. Âlemlerin Rabbi boşuna hiçbir şey yaratmamıştır. İnsanların bu ahenkli dünyaya başıboş yaratıldıklarını düşünmeleri çok abestir. Bu âlem uzun bir yarış ve ancak Allah’ın hakkını bilenlerin ona şükredenlerin büyük rahat yeri olan cennet için zamanın akışı içinde bazı zorluklara katılabilenlerin başarabilecekleri bir meydandır. Bu hakikatlerden gafîl bulunup menfaatlerinin peşine düşenler ise hiçbir şeyden ders ve nasihat alamayan ahmaklardır.
“Münâfıklar görmüyorlar mı ki onlar her yıl ya bir ya iki kere çeşitli belalara çarpılıyorlar da yine nifaklarından tevbe etmiyorlar ve onlar ibret de almıyorlar”.
4561] 10/Yûnus, 6
4562] 10/Yûnus, 78
4563] 30/Rûm, 17-18
4564] 25/Furkan, 62-63
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 911 -
Ömrün en büyük sermayendir... Bunu nasıl harcayıp tasarruf ettiğinden sorulacaksın... Nitekim Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kıyâmet gününde bir insan şu dört şeyden sorulmadıkça hiçbir yere gidemez. 1- Ömrünü nerede tükettiğinden, 2- Gençliğini nasıl harcadığından, 3- Malını nereden kazanıp nereye sarfettiğinden, 4- ilmiyle nasıl amel ettiğinden.” 4565
İslâm emir ve yasaklarının çoğunda zaman mefhumunu göz önünde bulundurmuştur. O boş sözlerden yüz çevirmenin iman gereği olduğunu belirtmekle ve birbirine: “Gelin vaktimizi teselli verici şeylerle öldürelim” diyen işsizlerin bu hareketi ile muharebe etmekle hâkimane davranmıştır. Bu ahmaklar böyle bir hareketin ömrü boşuna öldürmek, zamanı boşa geçirmenin de fert ve cemiyetlerin ölümü demek olduğunu anlayamamışlardır. İnsanların gafil bulunduğu hikmetlerden bazıları da şunlardır:
“Görevler zamandan daha çoktur.”
“Zaman tarafsız değil, o ya sevgili bir dost veya azılı bir düşmandır”.
Hasan'ül Basri'nin (r.a.) hikmetli sözlerinden birisi de şudur:
“Her sabah Allah (c.c.) tarafından bir münâdî/çağırıcı şöyle seslenir:
“Ey Âdemoğlu! Ben yeni bir âlemim, senin yaptıklarına da şâhidim. İyi amel yapmak sûretiyle benden faydalan, çünkü kıyâmete kadar bir daha dönmeyeceğim.”
Bu hikmetli sözler, âhirete daha bu dünyada iken hazırlanmak maksadıyla söylenmiş olup, İslâm'ın ruh ve terbiyesine muvafıktırlar. Kişinin bütün vakitlerini değerlendirebilmesi veya önündeki bir işi hazırlamak gayesiyle istirahata ayrılması, Allah’ın (c.c.) kendisine nasip ettiği bir nimet ve onu dünyada muvaffak ettiğine dair bir işaret sayılır. “Onun rahmeti cümlesindendir ki O sizin faydanız için de, sükûn ve istirahat etmeniz için geceyi ve gündüzü fazlu kereminden rızkınızı aramanız için yaratmıştır. Ta ki şükredesiniz” 4566
Ne yazıktır ki halk tabakası, kendisiyle beraber, başkalarını da zamanını boşa harcamaktan geri durmaz. Onlar, iş sahibi kişilerin değerli vakitlerini de basit meselelerle harcarlar. Rasûlulah (s.a.s.) ne güzel buyurmuş: “İnsanların çoğu iki büyük nimetten gâfildirler” 1- Sıhhat, 2- Boş vakit.” 4567
İslâm’ın vakti en güzel şekilde değerlendirme usullerinden biri de az da olsa amellere devam etmeyi teşvik etmesi, çok olsa da aralıklı amelleri hoş karşılamamasıdır. Çünkü küçük amellere devam etmek, zaman akışı içerisinde değersiz şeyleri biriktirir ve hiç farkına varmadan dağlar kadar büyük kılar...
Bir heyecan sonucu yersiz ve israflı bir biçimde işlere girişip sonra da onu yarıda bırakmak, İslâm'ın hoş karşılamadığı bir husustur. Hadis-i şerif şöyledir: “Ey İnsanlar! Yapabildiğiniz amelleri yapın. Siz usanmadıkça, Allah (c.c.) usanmaz. Allah (c.c.) indinde amellerin en makbulü az da olsa devamlı olanıdır.” 4568
Diğer bir rivâyette de şöyle denilmiştir: “İbâdetlerinizde orta yolu tercih ediniz.
4565] Tirmizî, Kıyâmet 1
4566] 28/Kasas, 73
4567] Buhâri, Rikak 1; Tirmizî, Zühd 1; İbn Mace, Zühd 15
4568] Buhârî
- 912 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Hiç olmazsa buna yakın olmaya gayret ediniz. Yolculuk esnâsında sabah biraz, akşama doğru biraz, gece sonunda da biraz yol alınız. Bir de itidalden ayrılmayın, konağınıza varmış olacaksınız.” 4569
Hz. Âişe’den (r.a.) rivâyet edilmiştir: “Yanımda Beni Esed kabilesinden bir hanım bulunuyorken Rasûlullah (s.a.s.) içeri girip, şöyle buyurdu: “Bu kim?” Geceleri uyumayan falanca kadındır, dedim. Rasûlullah (s.a.s.) “Olmaz öyle şey, bırak onu. Yapabileceğiniz şeyler yapınız” buyurdu. Rasûlullah’ın (s.a.s.) yanında amellerin en hayırlısı, “Sahibi tarafından kendisine devam edilen ameldir.” 4570
İslâm’ın zamanı korumadaki diğer bir metodu, erken kalkmaya teşvik etmesi ve Müslümanlara günlük işlerini, dinç, azimli ve morali tam yerinde olduğu bir zamanda ifa etmesidir. Çünkü günün ilk vaktinde istekli ve dinç olarak işe başlamak günün geri kalan vakitlerinde de çalışma rağbetinin devam etmesine ve zamanın boş geçmemesine vesile olur.
İslâm’ın hayat nizamı, çalışma mesaisini fecirden önce başlatıp, güneş doğmazdan önce uyumamayı farz kılmış ve sabah namazının gecikmesine sebep olabilecek geç uyumayı da kerih görmüştür. Bir Hadis-i Şerifte şöyle buyrulur: “Allah’ım! Ümmetim için sabahın erken saatlerini bereketli kıl!” 4571
Bazı kişilerin kuşluk vaktine kadar, diğerleri dünya ve ahiretiyle ilgili işlerle meşgul bulunurlarken onların uyuması, gaflet eseri ve mahrum olmaktan başka bir şey değildir. Fatma b. Muhammed’den rivâyet edildi ki: “Ben sabah vaktinde uyuyorken babam yanıma gelerek, ayaklarıyla beni uyardı: “Sevgili kızım kalk da Rabbinden (rızkını) taleb et ve gâfillerden olma. Çünkü Allah (c.c.) kullarının rızıklarını, fecirden güneş doğmasına kadar taksim eder” buyurdu.4572 Gerçekten çalışkanlar ile tembeller bu vakitte birbirinden ayrılıp herkese kabiliyetine göre dünya ve âhiret kazancı dağıtılır...
Zaman, insanlara yüklenen mükellefiyetleri içine aldığı gibi, Allah'ın (c.c.) insanlara gönderdiği ve kaza ile takdir edilen hayır ve şerri ihâta eder. Öyle İlâhî kaza ki insanlardan ibret alanlara nice dersler ve gerçek ibretler dağıtmaktadır...
“Allah gece ile gündüzü evirip çeviriyor. Bütün bunlarda gören gözlere sahip olanlar için elbette birer ibret vardır”4573 İnsanlar hâdiselere bakıp bunların yaratanı karşısında dehşete kapılırlar. Çeşitli bolluk ve darlıklara ulaşırlar... Bunları kendilerine kimin tattırdığını bilmezler. Herhangi bir mesele hakkında sıkıntıya düştüklerinde günlere ve getirdiklerine lânet okumaya başlarlar. Bu durum Allah’ı (c.c.) bilmenin ve kullarına uyguladığı takdirden de gaflet içinde bulunmanın bir neticesidir. Rasûlullah (s.a.s.) bizlere şu rivayeti nakleder: “Âdemoğlu zamana sövmekle Beni gazaplandırmış olur. Zamanı evirip çeviren Benim, Onun takdiri Benim elimdedir. Gece ile gündüzü evirip çeviren benim.”4574 Yani: Zamanın insanların üzülüp sevindikleri hayır ve şerden te’sir namına hiçbir şeyi yoktur. Tüm bunları zaman ve mekân’ın Rabbi (c.c.) takdir etmektedir. “Her can ölümü tadıcıdır. Sizi bir imtihan
4569] Buhârî
4570] Müslim
4571] Ebû Dâvûd
4572] îBeyhak
4573] 24/Nûr, 44
4574] Ebû Dâvud
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 913 -
olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz.” 4575
Allah’ın (c.c.) insanlara takdir ettiği çeşitli durumlar, çeşitli hikmetlere binâendir ki, bunları arif olanlar bilir ve bu vesile ile iman ve inançları artar: “Her işi yerli yerinde O takdir eder, âyetleri O açıklar. Ta ki Rabbinize kavuşacağınız iyice bilesiniz.” 4576
Zâlimlerin başına nice iyi-kötü durumlar gelir, yine onlar bundan istifade etmesini bilmezler. Nitekim Hadis-i Şerifte şöyle denilmiştir: “Münâfık kişi hastalandığında bağlanan, iyileştiğinde de salıverilen davar/sığır gibidir. O niçin bağlandığını ve niçin salıverildiğini bilmez.”4577 Evet, tecrübelerden ibret almayan ve zamanın akışıyla kendine çeki düzen vermeyen, kâmil bir mü’min değildir...
Zaten musibetler, câhilin öğrenmesi, gâfilin uyanması ve Allah’tan (c.c.) uzaklaşanın da başka bir maksatla mı meydana gelirler? Hayır... Allah (c.c.) şöyle buyurur: “Andolsun ki Biz, senden evvelki ümmetlere de peygamber gönderdik de (küfürlerinden) dolayı kendilerini çetin bir yoksullukla, çeşitli hastalıkla yakaladık, olur ki yalvarırlar. İşte onlar kendilerine (öyle) bir azabımız gelip çattığı zaman yalvarmalı değil miydiler?” 4578
İnsanlık, yaratılış icabı şiddet anlarında veya musibetlere uğradıkları durumlarda, Allah’a (c.c.) yalvarırlar. Akıllı kişi, musibet anında Allah’a yalvararak O’na bağladığı bu irtibatını, musibeti hafifleşip afiyete kavuştuğu zamanda da devam ettirir. Allah'tan (c.c.) müstağni olmaya işaret ettiği için, Allah'ın (c.c.) nimetlerini inkâr etmek nankörlüktür.
Musibet ve başlarına gelen hadiselerden ders almayan ve nimetlerin değerini bilmeyen, haddi aşanlara gelince, onlarda darlık zamanlarında Allah'a (c.c.) yalvarırlar. Emniyetli durumlarda ise Allah'tan (c.c.) kaçarlar. “İnsana sıkıntı dokunduğu zaman yanı üstü yahut otururken veya ayakta iken bize duâ eder. Fakat biz onun sıkıntısını açıp giderdik mi, sanki kendisine dokunan bir sıkıntıya bizi çağırmamış gibi (eski yoluna) gider. İşte haddi aşanların yapar oldukları ameller böyle süslenmiştir.”4579 Böyle kötü bir hareket, nimetlerinde yüzdüğü Allah’a karşı akıllı bir kişiye yakışmaz.
Zamandan ibret almanın bir yolu da insanlık tarihini ibretle okumak ve Allah'ın (c.c.) kâinatta ki delilleriyle milletlerin başına gelenleri düşünmektir. Milletler nasıl yükselir? Nasıl yıkılır? Nimetlere nasıl boğulup, sonradan bu nimetlerden nasıl olur da mahrum bırakılırlar?
Allah (c.c.) birbirini tâkip eden bu durumlarla, insanların düşünmelerini ve bu vesile ile akıllarıyla onlardan ibret almalarını ve ders görmelerini talep etmiştir. “Yerde gezip dolaşmadılar mı? Bu sebeple düşünecek kalplere bu sûretle işitecek kulaklara sahip olsunlar. Fakat hakikat şudur ki, (yalnız maddî) gözler kör olmaz. Fakat asıl sinelerin içindeki kalpler kör olur.” 4580
İnsan iki durumla karşı karşıyadır:
4575] 21/Enbiyâ, 35
4576] 13/Ra’d, 2
4577] Ebû Dâvud
4578] 6/En’âm, 42-43
4579] 10/Yûnus, 12
4580] 22/Hacc, 46
- 914 -
KUR’AN KAVRAMLARI
a) Ya onun bazı özel tecrübeleri vardır ki, bunlar vasıtasıyla îmanını takviye eder ve düşüncelerini düzeltir.
b) Veya ilmi olur. Bu durumda da başkalarının tecrübe ve ilimlerinden istifade edebilmelidir. Fakat dalgalı dünya hadiseleri için gözü açıp tefekkür ve ibret almamak, karanlık ve körlük olup mü'mine yakışmayan bir husustur. Ömür kısa, insanın içinde yaşadığı ortam dar. Aklında büzülme ve kabuğuna çekilebilmesinden dolayı da nüfuz ve varlığı pek olmaz. Onun için insan aklıyla uzun hayat asırlarından istifade edebilmelidir.
İnsan, şurada, burada yapacağı derin bir (fikrî) seyahatle kıssa, fikir, olay ve çeşitli görüşlerden meydana gelmiş bir servet ile dönebilir... Bunlar vasıtası ile kâinat hakkında tecrübeleri artar. Allah’a (c.c.) olan mârifeti yükselir.
İslâm, güçlü imanın araştırma, düşünme, tedebbür ve sağlam temellere dayanmasını ister. İşte bundan dolayıdır ki O, müslümanlardan uzun seferler ve geniş mânâda seyahatler düzenlemelerini istemiş ve onlardan; oyun, eğlence, teselli, boş vakit öldürmek için değil de; ilim, araştırma, ders, sağ ve ölülerden ibret almaları için dünyanın dört tarafını gezmelerini talep etmiştir:
“Gerçekten sizden evvel birçok vakalar, şeriatlar gelip geçmiştir. Onun için yeryüzünde gezin dolaşın da (peygamberleri) yalan sayanların âkıbeti nice oldu görün. Bu Kur’an insanlar için bir beyandır. Sakınanlar için de bir hidâyet, bir öğüttür.”4581; “Onlar yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden evvelkilerin âkıbetinin nice olduğuna baksınlar? Onlar kuvvet ve yerdeki eserleriyle bundan daha üstündü. Böyle iken, Allah, onları günahları yüzünden yakaladı. Onları Allah’ın (azabından) bir koruyan da olmadı.” 4582
İşte Kur’an, yıkılmış medeniyetler ile yıkılış sebeplerine bakıp ders alınmasını ve bu sebep ile eskilerin yıkılmasına sebep olan bataklıklara yenilerin düşmemesini istemiştir. Gerçekten de tarihe gömülü nice acâyiplikler vardır.
“Gece ile gündüzler zamandan hâmile olup, her türlü acâyipliği doğurur.” Zaman, aklın çözmekten aciz kaldığı bir delildir. Bizler, onun hakkında, geriye bırakmış olduğu eser ve vesikalardan başka bir şey bilmeyiz. Zamanın künhünde belki kurtuluş ve yıkılış sırları mevcuttur. Fakat bunları ancak zamanın gizli ve açık durumlarından haberdar olanlar bilir. “O, sizi yeryüzünde yaratıp çoğaltandır. Hepiniz O’na toplanacaksınız. O, hem dirilten hem öldürendir. Gece ile gündüzün ihtilâfı da O’nun eseridir. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” 4583
Bilmemiz gereken husus şudur: İçinde yaşadığımız hayat başıboş değildir. Allah (c.c.) böyle bir şeyi yaratmaktan münezzehtir. Zamanın akışından hayırlı neticeler elde edebilirsek, kendimiz için Allah (c.c.) katında hiçbir zaman ve mekânın yıpratamayacağı daimî mevkiler elde ederiz... 4584
Zamanı Değerlendirme
Türkiye’de yaşayan insanların sadece % 4’ü dergi okurken, herhangi bir kitabı halkın sadece % 4,5’u okuyabilirken, % 94’ü televizyon seyrediyor. Yaşadığımız
4581] 3/Âl-i İmran, 137-138
4582] 40/Mü’min, 21
4583] 23/Mü’minun, 79-80
4584] Muhammed Gazalî, Müslümanın Ahlâkı, Ribat Yayınları, s. 262-272
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 915 -
bu topraklarda her akşam ortalama dört saat televizyon karşısında vakit geçiriliyor. İnternet kullananların büyük çoğunluğunun (% 90 civarında) chat, oyun ve porno programlarıyla meşgul olduğu, ancak % 10 civarında kullanıcının ticarî, bilimsel, fikir-yorum ve dinî içerikli programlarla ilgilendikleri ifade ediliyor. Spor, televizyon, müzik, derken internet insanları kendine tutsak ediyor, bağımlı yapıyor ve uyuşturucu görevi üstleniyor, insanımızın zamanını kemiriyor. İnsanlarımızın günde ortalama dört saati televizyon veya bilgisayar karşısında geçiyor. Bir iş günü sekiz saat olarak kabul edildiğine göre, televizyon karşısında kaybedilen saatlerin toplamı bir kişi için ayda 15 iş günü.
Erdal Demirkıran’ın kitabının ismi: “Sadece Aptallar 8 Saat Uyur”. Evet, günde beş, haydi bilemediniz altı saat uyku yeterken, hatta nice insan 5 saatten daha az uykuya alışabiliyor ve zinde bir hayat sürebiliyorken, sekiz, on saatini uykuyla geçiren insanımız… Günün belki on saatini sigara dumanları içinde maddî ve mânevî hastalıklara dâvetiye çıkaracak şekilde kahvehanelerde pis havaları soluyan Türk halkı, emeklisi, işsizi, iş arayanı, arar gibi yapanı… bir-iki basit yiyecek veya giyecek almak için, hatta alış-veriş ihtiyacı olmadığı halde sırf zevk için mağaza mağaza dolaşmak, pazaryerlerinde, marketlerde gezinen vatandaşlar… Vakit öldürmenin bin bir çeşidini bulmak ve vakti öldürmeyi marifet kabul etmek isteyen zavallılar…
Basit bir hesap yapalım: Günde yalnızca altı saat uyumak bile, altmış yıllık bir ömrün 15 yılını bilinçsiz şekilde uykuda geçirmek demektir. Bülûğ/delikanlılık yaşına kadar 15 seneyi de çocukluk çağı olarak hayatın ne olduğunu anlamadan geçirir insan. Temizlik, giyim, kişisel bakım, ev işi, eğlenme, dinlenme gibi şeylere ayırdığımız zamanlar 60 yıllık ömründe bir insanın ortalama beş yılını alır. Beş yıl da yeme-içmeya ve yiyip içtiğini boşaltmaya ve hastalığa harcanır. Bir de büyük şehirde yaşıyorsa insan günde iki saatten altmış yılda beş sene trafik keşmekeşine ayrılır (Haydi biz, ortalama 3 yıl diyelim). Bir o kadar da haberleşme araçlarında (telefon, internet, mail vs.) tüketilir. Günde 8 saatten, 60 yıllık bir hayatta 12 yılı ancak çalışarak geçirebilir. Yani, 60 senelik ortalama bir ömrün 15 yılı çocuklukta, en az 15 yılı uykuda, 5 yılı giyim-kuşamda ve bakımda, 5 yılı yemekte, en az 3 yılı trafikte, 5 yılı haberleşmede, 12 yılı da geçinmek için yapılan işlerde geçiyor… Bunların toplamı tam tamına 60 yılı buluyor. Geriye yaşamak için, ibâdet için, âhiret için hiç vakit kalmıyor. Sıradan bir insan olursanız, yukarıdaki hesaba göre okumaya, düşünmeye, yaşamaya, gelişmeye, araştırmaya, fikir yürütmeye, Allah’a kulluk ve dâvâ için fedâkârlık yapmaya hiç mi hiç vaktiniz kalmamış olacak, bir ot gibi (ot, Allah’ı zikreder, tesbih eder, insanlara ve hayvanlara hizmet eder; ottan daha aşağı) yaşamış olacaktır insan. Öyleyse, ortalama insan sınıfından çıkmak, yukarıdaki hesabı alt-üst etmek gerekiyor yaşamak; Rabbimize, kendimize ve sevdiklerimize vakit ayırmak için. Modern insan, ortalama vatandaş yukarıdaki hesaptan da anlaşıldığı üzere “bir gün bile” dolu dolu yaşamamış insandır. Şu âyet meallerini hatırlayalım: “(Âhirette Allah onlara:) ‘Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?’ diye sorar. ‘Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. İşte bilenlere sor’ derler. Buyurur: Sadece az bir süre kaldınız; keşke siz (bunu dünyadayken) bilmiş (ve ona göre davranmış) olsaydınız! Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?”4585 “Ey iman edenler! Hayat veren şeylere sizi
4585] 23/Mü’minûn, 112-115 ve yine bk. 20/Tâhâ, 102-104
- 916 -
KUR’AN KAVRAMLARI
dâvet ettikleri zaman, Allah ve Rasûlüne (onların çağrılarına) uyun…”4586 Allah’ın ve Rasûlü’nün dâvetleri insana hayat verir. Allah ve Rasûlünün mesajlarından uzak şuursuz yaşayış, yaşamamak demektir, hayattan uzaklaşmadır, insanın bir gününü bile gerçek anlamda yaşayamaması demektir.
Günümüz insanı, sanki hiç ölmeyecekmiş ve hesaba çekilmeyecekmiş gibi yaşıyor. Dünyaya imtihan için değil, geçim veya seçim için geldiğini sanıyor. Dünyevîleşmenin daha dünyadayken avans cinsinden cezasını tadıyor. Zamanın bereketini yok edecek şekilde onu harcıyor. Teknolojik aygıtlar, hayatı kolaylaştırıp modern insan için bolca boş vakit ayırmayı hedeflediği halde insan boş vakti olmadığından yakınıyor. İnsanın temposu çok arttığı ve nice araç-gereç kullandığı halde, insan kendini düşünecek zaman bulamıyor, çevresine, ailesine, çocuklarına zaman ayıramıyor. İbâdete ve okumaya ise zaten hiç vakit ayıramayacak hale geliyor. İbâdet/kulluk için yaratılan insan, önem sırasını öylesine altüst etmiş ki, işinden, gücünden, eğlencesinden vs. vakit kalırsa, birkaç dakikasını kulluğa ve ibâdete veriyor. Kulluktan çok daha önemli şeylere öncelik tanıdığı için, Allah’a ayıracak vakitlerini, olmasa da olabilecek şekilde en gerilere bırakıyor. Yorgun argın ve en verimsiz zamanlarını okumaya, sohbete veya ibâdete ayırabiliyor en iyi ihtimalle. Ha bire koşturup duruyor, ekmek parası için. Gerçekten ekmek mi bu kadar pahalı ve cennetten daha kıymetli, yoksa ekmeği bu kadar yücelten insan mı çok ahmak, tartışılmıyor bile.
Hâlbuki her ânımızdan hesaba çekileceğiz. “Kim zerre miktarı hayır işlerse onu (karşılığını) görür, kim şerre kadar şer işlerse onu(n cezasını) görür.”4587 “Kişi kıyâmet gününde şu hususlardan sorulacaktır. Bunların cevabını vermeden hiçbir yere adım atamayacaktır. Ömrünü nerede tükettiğinden, gençliğini ne işte harcadığından, malını nereden kazanıp nerelere harcadığından, öğrendiği ile ne derece amel ettiğinden.”4588 Ölmeden, o büyük hesaba muhâtap olmadan önce kendimizi hesaba çekmek, zamanımızın kıymetini bilmek zorundayız.
Bir taraftan “vakit nakittir” derken, diğer taraftan “zaman öldürmek” istiyor insan. Katilliğin (intiharın mı demeli?) bu kadar trajikomiğine gülmek mi, ağlamak mı gerekir? “Felekten bir gün çalmak” da benzer kapıya çıkar. Gayrı meşrû eğlenmeye bu ad verilirken, feleğe (daha doğrusu şeytana) gününü çaldırdığını fark etmiyor insan.
1000 yılın değerini anlamak için sene değerini iki hane olarak programlamış olan bir programcıya sor.
100 yılın değerini anlamak için el değiştirmeye (Handover) tanık olmuş bir Hong Kong vatandaşına sor.
70 Adam yorgun argın eve döndüğünde 5 yaşındaki oğlunu kapının önünde beklerken bulmuş.
Çocuk babasına “Baba 1 saatte ne kadar para kazanıyorsun?” diye sormuş.
Zaten yorgun gelen adam “bu senin işin değil”diye cevaplamış.
4586] 8/Enfâl, 24
4587] 99/Zilzâl, 7-8
4588] Tirmizî, Kıyâmet 1
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 917 -
Bunun üzerine çocuk “Babacığım lütfen bilmek istiyorum” diye ısrar etmiş. Adam “İllâki bilmek istiyorsan 20 dolar” diye yanıt vermiş.
Bunun üzerine çocuk “Peki bana 10 dolar borç verir misin?” diye sormuş.
Adam iyice sinirlenip “Benim senin saçma oyuncaklarına ve benzeri şeylerine ayıracak param yok, hadi derhal odana git ve kapını kapat” demiş.
Çocuk sessizce odasına çıkıp kapısını kapatmış.
Adam sinirli sinirli: “Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret ediyor?” diye düşünmüş.
Aradan yarım saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşmiş ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşünmüş, belki de çok lâzımdı.
Yukarıya çocuğun odasına çıkmış ve kapıyı açmış. Yatağında olan çocuğa “Uyuyor musun?” diye sormuş.
Çocuk “Hayır” diye cevaplamış.
“Al bakalım istediğin 10 doları, sana az önce sert davrandığım için üzgünüm, ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim” demiş.
Çocuk sevinçle haykırmış: “Teşekkür ederim babacığım.”
Yastığın altında diğer buruşuk paraları çıkarmış. Babasının yüzüne bakmış ve yavaşça paraları saymış.
Bunu gören adam iyice sinirlenerek “Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun? Benim senin saçma çocuk oyunlarına ayıracak vaktim yok” demiş.
Çocuk “Ama, yeterince param yoktu” demiş.
Ve paraları babasına uzatarak “İşte 20 dolar; 1 saatini alabilir miyim?” demiş.
Bu hafta sonu zamanınızın bir kısmını sizin için önemli birilerine ayırın, onları henüz kaybetmeden!
Bankada bir hesap sahibi olduğunu düşün, hesabına her sabah 86.400 lira para yatırılıyor, fakat bu paranın hepsini akşama kadar harcamak zorundasın, ertesi güne transfer edilemez. Paranı kullansan da kullanmasan da hesap her akşam sıfırlanıyor. Ne yaparsın? Tabi ki hepsini harcamaya çalışırsın. Hepimiz Zaman adlı bu bankanın müşterileriyiz. Her sabah 86.400 saniyeye sahip oluyoruz, her akşam gün boyunca kullanmadığımız saniyelerimiz kadar zarara girmiş oluyoruz, yarına transfer edilemez. Her sabah hesabımız dolar, her akşam boşalır. Geri dönüş yok, saniyelerini “şu ân”ı yaşayarak harca, en iyisi bunlarla iyi bir yatırım yap. Sağlık, mutluluk ve başarı için! Zaman kaçıyor. Her gün işinin en iyisini yap.
100 yılın değerini anlamak için ölmekte olan bir insana sor.
40 yılın değerini anlamak için çölde yolunu şaşırıp avare kasnak gibi dolaşmış bir Yahûdi'ye sor.
7 yılın değerini anlamak için 7 yıllık iznini (sabbatical leave) alamamış bir profesöre sor.
- 918 -
KUR’AN KAVRAMLARI
5 yılın değerini anlamak için bir daha seçilememiş bir milletvekiline sor.
Bir senenin değerini anlamak için, sınıfta kalmış bir öğrenciye sor.
Bir ayın değerini anlamak için, 8 aylık bir bebek doğuran anneye sor.
Bir haftanın değerini anlamak için, haftalık dergi çıkaran bir editöre sor.
Bir saatin değerini anlamak için kavuşmayı bekleyen sevgililere sor.
Bir dakikanın değerini anlamak için trenini kaçıran yolcuya sor.
Bir saniyenin değerini anlamak için bir kazayı önleyemeyen sürücüye sor.
Bir milisaniyenin değerini anlamak için şehri karanlığa gömen bir elektrik (power) mühendisine sor.
Bir saniyenin yüzde birinin değerini anlamak için olimpiyatlarda gümüş madalya kazanan koşucuya sor.
Bir mikrosaniyenin değerini anlamak için pentium makine almış olan birine sor.
Bir nanosaniyenin değerini anlamak için yeni terfi etmiş bir dijital devreler tasarımcısına sor.
Bir pikosaniyenin değerini anlamak için birçok patentin sahibi olan analog devreler tasarımcısına sor.
Bir femtosaniyenin değerini anlamak için Nobel Ödülü kazanmış fizikçiye sor.
Her ânını değerlendir, her dakikanı çok özel biriyle paylaş, her an gözetlendiğini ve her yaptığının hesabının sorulacağını unutma.
Unutma zaman hiç kimse için durmaz.
Geçmiş zaman tarih, gelecek zaman gizemli, “şu an” ise sana verilen gerçek bir armağandır.
Ne geçmişe bağlıyız ne de gelecekle sınırlıyız. Şimdi, şu anda ve burada yaşıyoruz.
“Şimdi!” değilse, ne zaman? Üzerinde yoğunlaşılması gereken, “şu an”dır.
Tarih: Erken uyarma sistemi. Geçmişten şu an aracılığıyla geleceğe doğru bir harekettir.
Zaman, iki hareket arasındaki süredir.
Ahmaklar zamanı nasıl öldüreceğini, akıllılar ise nasıl kazanacağını düşünür.
Suçu zamana atıp, zaman kötü diyemezsin. Ey insan, zaman sensin, sen iyi olursan zaman da iyidir, eğer sen kötü isen zaman da kötüdür.
Hayatınızı seviyorsanız zamanınızı boşa harcamayınız, çünkü zaman hayatın kendisidir. İki kere yıkanamazsın aynı ırmakta; üzerinde akan sular, şimdi yeni sulardır.
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 919 -
İnsanlar, babalarından ziyade zamanlarına benzerler.4589
Mutluluk başarıya, başarı ise zamanı değerlendirmeye bağlıdır.
Yaptığınız işin en iyisini, bir de zamanında yapın, o vakit dağ başında bile olsanız insanlar sizi bulur.
Zaman aklı, olgunluğu ve hizmeti artırmak için bize verilmiş en değerli sermayedir.
Zaman, birçok örtüleri kaldırabilir.
Zaman, kolay elde edilen ve ucuz olan şeyleri siler.
Zaman, sessiz bir testeredir.
Zamanın azaltamadığı, yumuşatamadığı üzüntü yoktur.
Zamanın kaybolduğunu bilenler, en çok üzüntü duyanlardır.
Zaman büyük bir öğretmendir, yalnız ne yazık ki daima öğrencilerini öldürür.
Zamanın kime dost, kime düşman olacağı bilinmez.
Zamanlarını en kötü şekilde kullananlar, en çok, zamanın kısalığından şikâyet ederler.
Zaman, ondan yararlanılabilecek kadar uzundur.
Zaman hiç kaybolmaz; Kaybolan biziz.
Zaman gerçekleri bulur.
Bir vakt olur ki derler: O da bir zaman imiş.
İnsan, bir devletin yurttaşı olduğu gibi, zamanının da yurttaşıdır.
Aylar, mevsimler, yıllar / Zaman sanki bir rüzgâr.
Zaman, o hırsızların en belâlısı, / Çalmış güzelin nesi var, nesi yoksa.
İnsanın en büyük sanatı zamandır.
Senin görevin zamanı, onun görevi seni öldürmektir.
Zamanlarını kötü kullananlardan çoğu, kendilerinin aceleci olduğunu bilenlerdir.
Zamanı ancak kullanarak unutabiliriz.
Zamanın özü an'dır. An'ı anlayamadığımız için o hep tekrarlanır.
Zaman, yalnız evlât acısını unutturamaz.
Zaman her şeyi alır götürür, geçerken hiçbir şeyi unutmaz.
Bir şeye mukavemet edemezsiniz: Zaman’a!..
Kanatsız uçan şey nedir?: Zaman! Zaman!
Zaman kötü şeyleri olduğu kadar, iyi şeyleri de alır götürür.
4589] Hadis rivâyeti
- 920 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Zamanın yaraladığı insan, yine zamana sığınır.
Zaman her adama göre bir başka hızla gider. Zaman kimiyle rahvan, kimiyle tırıs, kimiyle dörtnala gider, kimiyle de olduğu yerde durur.
Zaman bir düş gibidir, gelir geçer ve cihan bir uyku gibidir, kişi ölünce duyar.
Ne kadar hakîm olursak olalım, insanı yıpratan kederi zamandan daha çok hafifletemeyiz.
Zaman kendi yasasını birlikte getirir.
Zaman, yaraları sarar.
Zaman, yumuşak eliyle yaranın üzerine merhem sürer.
Zaman, dostlukları unutturmasaydı, düşmanlıklar azalırdı.
Sadece zaman, zamanını kaybetmez.
Zaman, büyük bir hekimdir.
Alelâde bir insan zamanını nasıl sarfedeceğini düşünür, akıllı bir insan nasıl tasarruf edeceğini.
Zaman, en kötü günü de sona erdirir.
Zaman, hangi derde devâ olmaz ki.
Her vakte bir bahane bulur bî-namaz olan (namaz kılmayan).
İnsan zamanla yarış edemez.
Zaman, şifa veren bir ilâçtır.
Zaman, bütün acıları dindirir.
Zaman, her şeyi onarır.
Hatırla ki zaman muhteris bir kumarbazdır. Hilesiz kazanır, bu bir kanun, her koyuşta.
Zaman birçok şeyleri değiştirir, ama eski dostları değiştirmez.
En güzel zamanımız; ya hayâlimizde âtiyi kurduğumuz, ya hâfızamızda mâziye konduğumuz zamandır.
Ah, şu zaman perdesinin arkasında nelerin uyukladığını kim bilebilir ki?
Zaman, birçok örtüleri kaldırabilir.
Yeniden kazanılabilir belki kaybedilen para; Zaman kaybıysa, yol açar telâfisi imkânsız zarara.
En sinsi bir ezâ gibidir geçmeyen zaman.
En müşkül zamanda çalışmaktan daha aziz bir dost, en müşkül zamanda mânâsız mânâsız düşünmekten daha hâin bir düşman görmedim.
Her şeyi yutan zaman.
Zaman yaralar, zaman iyileştirir.
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 921 -
Vaktin hiç kurumaz mürekkebi / Hiç durmadan yazar güzel kalemi.
Alıp götürür ne varsa zaman.
Zamanın, kime dost, kime düşman olacağı bilinmez.
Zaman her şeyi alır götürür, geçerken hiçbir şeyi unutmaz.
İnsan zamanla yarış edemez.
Gençlikte günler çok hızlı, yıllar çok yavaş geçer. İhtiyarlıkta günler yavaş, yıllar çok hızlı geçer.
Çocuklar büyür, yaşlılar ihtiyarlar.
Gençlik çok çabuk geçer derler, aslında ihtiyarlık da öyle…
Günün her saatini dün olduğundan daha iyi olabilmek için kullanmalısın.
İki günü eşit olan aldanmıştır.
Sabahleyin kaybedeceğin bir saatin bütün gün zararını çekersin.
Basit bir insan zamanını nasıl öldüreceğini, değerli bir insan da nasıl kazancağını düşünür.
Hayatı seviyorsanız, zamanınızı boş geçirmeyin, çünkü zaman, hayatın ta kendisidir.
Zaman, bir bakıma geçici hâdiseler ırmağıdır ve akıntısı da pek zorludur.
Bugün dediğimiz şey, sonsuz geçmiş ve gelecek okyanusunda küçücük bir zaman damlasıdır.
Zaman, mülâyim eliyle yaranın üzerine merhem sürer.
Zamanın azaltamadığı, yumuşatamadığı üzüntü yoktur.
Bir safsata yerleşti mi, onu mantıkla yıkmaya çalışmayın, çünkü başaramazsınız. Onu zamana terkedin.
Kim kendi zamanını tam olarak görmek isterse, ona uzaktan bakmalıdır.
Her gözlemci, zamanını kendisiyle birlikte taşır, yani zaman görelidir.
Nerede bir kalp, sevinç ile çarparsa orada zaman iyidir.
Zamanı öldürmekten söz ederiz, ama bizi öldüren zamandır.
Zamanın kaybolduğunu bilenler, en çok üzüntü duyanlardır.
Geçmişi severim, ama geleceği kıskanırım.
Siz zamanı değil, zaman sizi harcar.
Mantıklı adam zamana uyar, olmayan kimseler zamanı kendine uydurmaya çalışırlar. Onun için, uygarlık ve ilerleme onların eseridir.
Gerçek insana, yanlışlık zamana aittir.
Önümüzdeki yıllar bize birçok üstünlükler getirecek, zaman geçtikçe bunların çoğunu beraberinde götürecektir.
- 922 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Baharda ekilmeyen, yazın olmaz, güzün biçilmez, kışın yenilmez.
Zaman, en çelik dişi bir kemiricidir.
Geçen geçmiştir, geçen saat hiç geri gelmez.
Zamanını iyi kullanmasını bilen, arkadaşlarını da davranışlarını da seçmesini bilecektir.
Hiç bir şey, yıllarımız kadar çabuk geçmez.
Zaman, kolay elde edilen ve ucuz olan şeyleri siler.
Zaman, bazı anıları silerek bazılarını düzelterek bazılarını da belirterek bir sanatçı gibi çalışır.
Vaktinizi çalan adam borcunu tanımaz, üstelik de hiçbir zaman bu borcu ödeyemez.
Kaybolmuş şeylerin hiçbiri bir daha geri gelmeyecek ve yarın, geçmiş zamanın sunduğunu getirmeyecek.
Zaman, ancak biz onu yaşadıktan sonra bizim için kutsallaşır.
Zaman her şeyi değiştirmeye yeteneklidir, ama değişikliğe karşı ilgi duyan iç duyumuzu değiştiremez.
Zamana bağlı kalmak da insanın yolu üzerindeki birçok güzellikten yararlanmasını önler.
Zaman kiminde rahat, kiminde orta, kiminde hızlı gider, kiminde de olduğu yerde kalır.
Zamanla, korktuklarımızdan nefret ederiz.
Zaman acıları unutturur, intikam duygusunu söndürür, öfkeleri yatıştırır, kinleri boğar ve geçmiş, yaşanmamış gibi olur.
Zaman aklı, olgunluğu ve hizmeti artırmak için bize verilmiş en değerli sermayedir.
Mutluluk başarıya, başarı ise zamanı değerlendirmeye bağlıdır.
Dün öldü. Bu gün can veriyor, yarın ise henüz doğmadı. Zamanınızı bu açıdan görün ve yararlı iş yapın.
Hiçbir şey hayat ve onu dolduran dakikalar kadar değerli değildir.
Budalalar geçmişten, akıllılar bugünden, çılgınlar da gelecekten söz eder.
Evvelce yaşadıkları zamanı kötü kullanmaları, insanları geri kalan zamanlarını daha iyi kullanmaya sevketmez.
Yaptığınız işin en iyisini, bir de zamanında yapın. O zaman dağ başında bile olsanız insanlar sizi bulur.
Şimdiki zaman yoktur; şimdi dediğimiz geçmişle geleceğin bağlantısı, birleşimidir.
Zaman bütün yeni kuvvetleri eskittiği halde, kendisi yepyeni durmaktadır.
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 923 -
Dondurmasını keyifle yemek isteyen, tabağında erimeye bırakmaz.
Geriye bakmayın. Gelecek için de hayal kurmayın. Size ne geçmişi geri verebilirler, ne de gelecek hayallerinizi tatmin edebilirler. Göreviniz, ödülünüz, kaderiniz, burada ve “şimdi”dir.
Dünyanın en zor şeyi, sır tutmak, bir hareketi unutmak ve boş zamanı iyi değerlendirmektir.
Telaş etme, ama hazır bulun. Bugün için hazır değilsen, yarını karşılamakta geç kalmış olursun.
Zamanı kullanmasını bil, elinden kaçmaya bırakma.
Fırsatın güzelliği, harcanmamasındandır.
Solup kuruyuverir derlenmezse ânında, fırsatları andıran böyle çiçekler vardır.
Zaman paraya benzer lüzumsuz yere sarf edilmedikçe daima yeter.
Zaman: Tersten okursanız dinin direği “Namaz”. Öyle ise, zaman namaz zamanıdır, ibâdet zamanıdır. Namaz zamanı planlama ve doğru kullanma alışkanlığı kazandırır.
Mâzi artık geçti. O ancak ibret almak için düşünülebilir. Geleceğe bel bağlanmaz. Çünkü bundan sonra yaşayacağımız belli değildir. O halde, kendisine itibar edilecek olan fırsat zamanı, içinde bulunulan an'dır. Biz ona sahibiz. Ne yapabilirsek, şimdi yapabiliriz. O da geçip gitmektedir. Yani, kaybedilecek zaman yoktur.
Geçmiş zaman, istikbâlin tohumlarının mahzeni ve geleceğin aynası olduğu gibi, istikbâl de mâzinin tarlası ve hallerinin aynasıdır.
Zaman doğru bir çizgi üzerinde hareket etmez ki, başlangıcı ve sonu birbirinden uzaklaşsın. Dünyanın hareketi gibi o da bir daire çizerek dönmektedir. (İnsan hayatında) Zaman bazen yükselme içinde yaz ve bahar mevsimini gösterir, bazen de alçalarak kış ve fırtına mevsimini.
Bazı insana bir an bir sene, bazılarına bir sene bir an gibi gelir.
Zaman bir büyük müfessirdir. İhtiyarlamış âdetlerin ölüm fermanını da imzalar.
ZAM yalan AN hakikidir. Sahte ve gerçek aynı kelimede. Zaman ve mekân ikisi de bilinçte sürdürürler varlıklarını.
Eriten, erimeyen, nefes almayan ve aldırtmayan, koşmayan, durmayan, yavaşlamayan. İlk varlığın bulduğu gibi kalan, aynı ve yaşlanmayan ama yaşlatan. Huzurda tutulamayan, zorlukta def edilemeyen, göreceli mi göreceli, aslında hep aynı kalan. Tanımlanamamış, anlaşılamamış, sadece olduğu gibi yaşanan. Sanki hiç kimseye aldırmayan, vakur, edepli ve sadece Rabbini tanyan... Zaman. Sadece kendi işine bakan, hiçbirşeyi dert etmeden yolunda yürüyen hem genç hem yaşlı bir garip meçhul gibidir zaman.
İnsan, zamanı öldürüyorum derken, aslında zaman da onu öldürüyor, ölüme yaklaştırıyor.
- 924 -
KUR’AN KAVRAMLARI
En kuvvetli silgi; merhem belki. Nasıl yaşardık, zaman alıp götürmese nice acıları?!
Boş zaman yoktur boşa geçen zaman vardır.
Zamana bırakırsanız, zamanı dolar
Zamana bırakmak: “Bırak o kendi düşer”in hayata uydurulmuş hali.
Önemli olan ‘zamana bırakmak’ değil, / zamanla bırakmamaktır.
Şu an gökyüzünde gördüğümüz çoğu yıldızın geçmişini görmekteyiz. Belki de şu an kâinatın genişlemesiyle onlar yerlerinde değiller. Bize en yakın galaxinin 3 milyar yıl önceki halini görmekteyiz.
Nasıl geçtiğini bir türlü anlayamadığımız ve hep güzel bir şekilde geçirmek üzere planlar yaptığımız ve bir türlü uygulayamadığımız ve bitirmek üzere olduğumuz ömrümüz…
Durmuş bir saat bile günde iki kere doğru zamanı gösterir.4590
Vakit nakittir dense de, zaman nakit değildir. Öyle olsaydı çarşıda, pazarda alınıp satılırdı. Ama nakit zamandır, kazandığımız ve harcadığımız her liranın arkasında, onun uğrunda harcanılan hayatımız vardır. Çarşıdaki her mal ve pazardaki her hizmetin temel ölçüsü, o mal ve hizmet üretilirken harcanan yaşam süreleridir. Nakit/para, o hayat sürelerine biçtiğimiz değerdir. Ve her şey böyle olunca hayat denilen mûcize ne kadar ucuza gider yâ Rabbi!
Yakutlar vakitlerle satın alınabilir, ama vakitler yakutlarla satın alınamaz.4591
Bir Arap atasözüne göre, zaman bir kılıçtır, kendisini kullanmayı bilmeyeni kesen bir kılıç...
Zaman korkanlar için uzun, mutsuzlara yavaş, mutlular için çabuk geçtiği söylenir, sevenler içinse (sevilmesi gerekeni gerektiği gibi sevip ona göre yaşayanlar için) zamanın sonsuz olduğu da eklenir.
Zaman akıp gider su gibi, denir. Akıp gitmek tâbiri bütünleşmiş birbirinin parçası olmuş. Akan su yakalanmıyor ama su hâlâ akmakta... Yani hiçbir şey için geç değil. En önemli şeyin parçası olup akmak için. Hayatı değerli kılan en önemli şeyle birlikte anılmak... Hiç namaz kılamayıp da hemen oracıkta iman edip Allah yolunda savaşa giden müslümünları tâkip ederek vuslata ulaşan sahâbi, zamanı iyi değerlendirenlere güzel bir örnek gibi geliyor.
Gördüğümüz, içinde yaşadığımız, fakat ne olduğunu asla bilemediğimiz…
Elimizle dokunacak kadar yakın, ama tutamadığımız…
Bedenimizdeki etkisini hissettiğimiz, ama göremediğimiz...
Bilemediğimiz, tutamadığımız, göremediğimiz, ama hissettiğimiz ne olabilir? Tabiî ki; zaman.
Ömrümü kemirmeye devam eden kemirgen. Ne zaman son bulacağını
4590] Atasözü
4591] Bir Arap atasözü
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 925 -
biliyorum. Bu kemirgeni ortadan kaldıracak kahraman Azrail ile son soluğumu da kemirecek ve yok olacak. Artık zaman mefhumuna ihtiyacım kalmayacak...
Vakit bir türlü geçmezken... yıllar hayatlar geçiyor...
Sen bana kıyarsın / ben sana / zaman.
Aldığımız her nefes, bugünün yarına dönüşüdür.
Ânını değerlendiremiyorsan, yarını yitirmedesin!
Kur’ân-ı Kerîm’de ileriye dönük olarak gerçekleşeceği bildirilen pek çok olay, olmuş bitmiş şeyler olarak “geçmiş” zaman ifadesiyle anlatılmıştır. Zirâ, Ezel-Ebed esasen tek bir varlık olması itibariyle, İlâhî bakış boyutunda; ya da eski ifade tarzı ile “İlm-i İlâhî”de, tek bir bakıştır!
Gece, hiç rüya görmemiş bir adama göre; Gece yatıp sabah kalkan yaklaşık 8-10 saat uyuyan bir adama göre, gece 1 saat mi, 5 saat mi, 10 saat mi? Bu husus, meçhuldür. Ancak, şu da bir gerçek ki; Gecenin yarısında dişi ağrıyan, dişi zonklayan bir adama göre 5 dakika süren diş ağrısı, bir asır gibi gelir.
Beynimizin zamanı kullanan kısmı, akıl zekâmız, mantıksal seri düşünmemizin kaynağıdır. Anda kalmamızı sağlayan kısmı ise duygusal zekâmız, ilişkilendirici düşünce kaynağımızdır. Duygusal zekâmızla duygularımızın farkına varırız, Bu da başkalarının duygularını anlamamız, onları fark etmemiz ve onlarla empati kurmamız anlamına gelir.
Zihne takılı kalanlar olayların içinde yaşarlar, acı çekerler, mutsuz olurlar. Olayların dışına çıkabilenler zihni izlemeyenlerdir, olanı görürler, ânı hissederler ve yaşadıklarının farkındadırlar. Peki, siz hangi tarafındasınız yaşamın?
Âyet-i Kerimelerde Zaman Kavramı
Asr Kelimesinin (zaman, asır, yüzyıl, ikindi vakti anlamında) Geçtiği Âyetler (Toplam 1 yerde). 4592
Vakt Kelimesinin Kullanıldığı Yerler (Toplam 12 Yerde)4593 Vakitlenmiş, vakitli mânâsında “mevkût” 1 Yerde.4594 Kararlaştırılmış muayyen vakit anlamında “mîkat” (çoğulu mevâkît) toplam 8 yerde. 4595
Dehr (Uzun müddet, dehr, devir anlamında) Kelimesinin Kullanıldığı Yerler (Toplam 2 yerde geçer. 4596
Hîn (Vakit, müddet mânâsınadır.) Kelimesinin Kullanıldığı Yerler (Toplam 35 Yerde). 4597
4592] 103/Asr, 1
4593] 7/A’râf, 187; Vakt: 15/Hicr, 38; 38/Sâd, 81.
4594] 4/Nisâ, 103
4595] 2/Bakara, 189; 7/A’râf, 142, 143, 155; 26/Şuarâ, 38; 44/Duhân, 40; 50/Vâkıa, 50; 78/Nebe’, 17.
4596] 45/Câsiye, 24; 76/İnsân, 1
4597] 2/Bakara, 36, 177; 5/Mâide, 101, 106; 7/A’râf, 24; 10/Yûnus, 98; 11/Hûd, 5; 12/Yûsuf, 35; 14/İbrâhim, 25; 16/Nahl, 6, 6, 80; 21/Enbiyâ, 39, 111; 23/Mü’minûn, 25, 54; 24/Nûr, 58; 25/Furkan, 42; 26/Şuarâ, 218; 28/Kasas, 15; 30/Rûm, 17, 17, 18; 36/Yâsîn, 44; 37/Sâffât, 148, 174, 178; 38/Sâd, 3, 88; 39/Zümer, 42, 58; 51/Zâriyât, 43; 52/Tûr, 48; 56/Vâkıa, 84; 76/İnsan, 1
- 926 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Yevm (gün) Kelimesinin Kullanıldığı Yerler (Toplam 474 Yerde).
Nehâr (gündüz) Kelimesinin Kullanıldığı Yerler (Toplam 57 Yerde).
Fecr (Tan yerinin ağarması anlamında kullanılan fecr) Kelimesinin Kullanıldığı Yerler (Toplam 6 Yerde). 4598
Sabâh (subh, asbaha): Farklı anlamlarla birlikte toplam 45 yerde geçen subh kelimesi, gündüzün başlangıç vakti olan sabah ve fecr vakti, sabahlamak anlamında toplam: 29 yerde kullanılır. 4599
Duhâ Toplam 7 yerde geçer. 4600
Zuhr (Z-h-r kelimesi, farklı anlamlarda toplam 59 yerde kullanılır.) Gündüzün en aydınlık vakti, öğle vakti anlamında ise toplam 2 yerde geçer. 4601
Mesâ’: Akşam; Öğleden başlayıp akşama kadar veya bir kavle göre gece yarısına kadar süren müddet anlamına gelir. Kur’ân-ı Kerim’de bu kelimenin fiil biçimi olan tumsûne kelimesi kullanılır. Akşamlamak (akşamlıyorsunuz) anlamında tumsûne kelimesi 1 yerde geçer. 4602
Aşiyy: Değişik anlamlarda toplam 14 yerde kullanılır. Aşiyy ve Işâ’ Kelimeleri, Gündüzün sonu, akşam ve yatsı anlamında ise toplam 13 yerde geçer. 4603
Leyl: Gece anlamına gelen leyl kelimesi Kur’an’da 92 yerde kullanılır.
Şehr: Hilâl, ay ve senenin on ikide biri olan ay anlamında toplam 21 Yerde kullanılır. 4604
Nesî’: Câhiliye Araplarının haram ayları değiştirmesi anlamındadır. Kur’an’da 1 yerde geçer.4605
Sene: (Çoğulu Sinîn) Sene anlamında toplam 18 yerde geçer.4606 Ayrıca, zamanın geçmesiyle bozulmak anlamında Seneh kelimesinin türevi olan yetesenneh kelimesi, Kur’an’da 1 yerde geçer.4607 Aydınlık, parıltı anlamında senâ kelimesi 1 yerde kullanılır.4608 Kuraklık ve kıtlıklar anlamında sinîn 1 yerde. 4609
4598] 2/Bakara, 187; 17/İsrâ, 78, 78; 24/Nûr, 58; 89/Fecr, 1; 97/Kadr, 5
4599] 5/30; 5/31; 6/96; 7/78; 7/91; 11/67; 11/81; 11/81; 11/94; 15/66; 15/83; 18/42; 18/45; 28/10; 28/82; 28/18; 29/37; 30/17; 37/137; 37/177; 46/25; 54/38; 67/30; 68/17; 68/20; 68/21; 74/24; 81/18; 100/3;
4600] 7/A’râf, 96; 20/Tâhâ, 59, 119; 79/Nâziât, 29, 46; 91/Duhâ, 1; 93/Şems, 1.
4601] 24/Nûr, 58; 30/Rûm, 18
4602] 30/Rûm, 17
4603] 3/Âl-i İmrân, 41; 6/En’âm, 52; 12/Yûsuf, 16; 18/Kehf, 26; 19/Meryem, 11, 62; 24/Nûr, 58; 30/Rûm, 18; 38/Sâd, 18, 31; 40/Mü’min, 46, 55; 79/Nâziât, 46
4604] 2/Bakara, 185, 185, 194, 194, 197, 217, 226, 234; 4/Nisâ, 92; 5/Mâid, 2, 97; 9/Tevbe, 2, 5, 36, 36; 34/Sebe’, 12, 12; 46/Ahkaf, 15; 58/Mücâdele, 4; 65/Talâk, 4; 97/Kadr, 3
4605] 9/Tevbe, 37
4606] 2/Bakara, 96; 5/Mâide, 26; 10/Yûnus, 5; 12/Yûsuf, 42, 47; 17/İsrâ, 12; 18/Kehf, 11, 25; 20/Tâhâ, 40; 22/Hacc, 47; 23/Mü’minûn, 112; 26/Şuarâ, 18, 205; 29/Ankebût, 14; 30/Rûm, 4; 32/Secde, 5; 46/Ahkaf, 15; 70/Meâric, 4
4607] 2/Bakara, 259
4608] 24/Nûr, 43;
4609] : 7/A’râf, 130
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 927 -
Sene/yıl anlamına gelen “âm” kelimesi de Kur’an’da toplam 9 yerde geçer. 4610
Usbû’: Hafta anlamına gelen usbû’ kelimesi Kur’an’da geçmez. Ancak, haftanın günlerinden cuma (cum’a) 1 yerde4611 ve cumartesi anlamına gelen sebt geçer. Sebt kelimesi toplam 6 âyette geçer. 4612
Ân: Şimdi anlamına gelen ân kelimesi Kur’an’da toplam 8 yerde kullanılır. 4613
Sâat: Sâat kelimesi; Saat ve kıyâmet anlamında toplam 48 yerde kullanılır. Sâat kelimesi nekra olarak (sâatun şeklinde) saat anlamında kullanılır ve Kur’an’da toplam 8 yerde geçer.4614 Sâat kelimesi, ma’rife olarak (es-sâatu şeklinde) kıyâmet günü, kıyâmet vakti anlamında kullanılır ve bu anlamda toplam 40 yerde kullanılır. 4615
Kıyâmet: Tümü “Yevmu’l-Kıyâmeh” şeklinde ve kıyâmet günü, âhiret yurdunda herkesin amellerinin karşılığını görmesi için Allah’ın huzurunda toplanacakları gün anlamında Kur’an’da toplam 70 yerde geçer. 4616
Berzah: Lügatta, iki şey arasındaki engel, aralık, perde anlamına gelen berzah kelimesi, Kur’an’da kıyâmet gününe kadar bâki olan dünyaya dönmelerine mâni, engel anlamında 3 yerde kullanılır. 4617
Ebed: Ebediyen, sürekli anlamındadır. Kur’an’da tümü zaman zarfı olarak ebeden şeklinde ve toplam 28 yerde geçer. 4618
Sayf: Yaz anlamına gelen Sayf kelimesi Kur’an’da toplam 1 yerde geçer. 4619
Şitâ: Kış anlamına gelen Şitâ kelimesi Kur’an’da toplam 1 yerde geçer. 4620
Mehl: Meh(i)l, mühlet vermek, süre tanımak anlamındadır. Kur’an’da toplam 6 yerde geçer. 4621
4610] 2/Bakara, 259, 259; 9/Tevbe, 28, 37, 37, 126; 12/Yûsuf, 49; 29/Ankebût, 14; 31/Lokman, 14
4611] 62/Cum’a, 9
4612] 2/Bakara, 65; 4/Nisâ, 47, 154; 7/A’râf, 163, 163; 16/Nahl, 124.
4613] 2/Bakara, 71, 187; 4/Nisâ, 18; 8/Enfâl, 66; 10/Yûnus, 51, 91; 12/Yûsuf, 51; 72/Cinn, 9.
4614] 7/A’râf, 34; 9/Tevbe, 117; 10/Yûnus, 45, 49; 16/Nahl, 61; 30/Rûm, 55; 34/Sebe’, 30; 46/Ahkaf, 35
4615] 6/En’âm, 31, 40; 7/A’râf, 187; 12/Yûsuf, 107; 15/Hicr, 86; 16/Nahl, 77; 18/Kehf, 21, 36; 19/Meryem, 75; 20/Tâhâ, 15; 21/Enbiyâ, 49; 22/Hacc, 1, 7, 55; 25/Furkan, 11, 11; 30/Rûm, 12, 14, 55; 31/Lokman, 34; 33/Ahzâb, 63, 63; 34/Sebe’, 3; 40/Mü’min, 46, 59; 41/Fussılet, 47, 50; 42/Şûrâ, 17, 18; 43/Zuhruf, 61, 66, 85; 45/Câsiye, 27, 32, 32; 47/Muhammed, 18; 54/Kamer, 1, 46, 46; 79/Nâziât, 42
4616] 2/Bakara, 85, 113, 174, 212; 3/Âl-i İmrân, 55, 77, 161, 180, 185, 194; 4/Nisâ, 87, 109, 141, 159; 5/Mâide, 14, 36, 64; 6/En’âm, 12; 7/A’râf, 32, 167, 172; 10/Yûnus, 60, 93; 11/Hûd, 60, 98, 99; 16/Nahl, 25, 27, 92, 124; 17/İsrâ, 13, 58, 62, 97; 18/Kehf, 105; 19/Meryem, 95; 20/Tahâ, 100, 101, 124; 21/Enbiyâ, 47; 22/Hacc, 9, 17, 69; 23/Mü’minûn, 16; 25/Furkan, 69; 28/Kasas, 41, 42, 61, 71, 72; 29/Ankebût, 13, 25; 32/Secde, 25; 35/Fâtır, 14; 39/Zümer, 15, 24, 31, 47, 60, 67; 41/Fussılet, 40; 42/Şûrâ, 45; 45/Câsiye, 17, 26; 46/Ahkaf, 5; 58/Mücâdele, 7; 60/Mümtehıne, 3; 68/Kalem, 39; 75/Kıyâme, 1, 6
4617] 23/Mü’minûn, 100; 25/Furkan, 53; 55/Rahmân, 20
4618] 2/Bakara, 95; 4/Nisâ, 57, 122, 169; 5/Mâide, 24, 119; 9/Tevbe, 22, 83, 84, 100, 108; 18/Kehf, 3, 20, 35, 57; 24/Nûr, 4, 17, 21; 33/Ahzâb, 53, 65; 48/Fetih, 12; 59/Haşr, 11; 60/Mümtehıne, 4; 62/Cum’a, 7; 64/Teğâbün, 9; 65/Talâk, 11; 72/Cinn, 23; 91/Beyine, 8
4619] 106/Kureyş, 2
4620] 106/Kureyş, 2
4621] 18/Kehf, 29; 44/Duhân, 45; 70/Meâric, 8; 73/Müzzemmil, 11; 86/Târık, 17, 17
- 928 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Lemhu’l-basar: Birdenbire bakıverme, gözle ânî bakış, gözün süratli bakışı anlamında olup, çok kısa vakit, bir anda olup biten şeyi (göz açıp kapayıncaya kadar zamanı) ifade için darb-ı mesel olarak kullanılır. Kur’an’da toplam 2 yerde kullanılır. 4622
Tarf: (Çoğulu etrâf). Taraf, etraf, yan, uç, grup, göz, bakış, gündüzün iki ucu olan sabah ve akşam, gündüz saatleri anlamlarına gelir. Kur’an’da toplam 11 yerde kullanılır. 4623
Umur: (U-m-r kelimesi ve türevleri, farklı anlamlarda Kur’an’da toplam 24 yerde kullanılır.) Ömür ve ömür vermek, yaşatmak anlamında toplam 13 yerde geçer. 4624
Ecel: Ecel, yani tayin edilen vaktin sonu, belirli müddet anlamında toplam 52 yerde kullanılır.4625 Ayrıca, iki âyet-i kerimede “ecel” kelimesi fiil halinde kullanılır.4626 Bir âyette de mef’ûl ismi olarak müeccel şeklinde kullanılır.4627 Ayrıca, tecil etmek/ileriye atmak, ertelemek anlamında 3 yerde kullanılır. 4628
Tıfl: (Çoğulu atfâl) Çocuk anlamına gelir. Kur’an’da toplam 4 yerde geçer. 4629
Mehd: Hazırlamak, sermek, beşik, yatak, döşek anlamına gelir. Toplam 16 yerde geçer.
Sağîr: Küçük, küçük olma, aşağılık, madden veya mânen küçük, mertebe ve kıymet itibarıyla küçüklük gibi anlamlara gelir. (S-ğ-r kelimesi) değişik kullanımlarla, toplam 13 yerde geçer.
Sabiyy: Bülûğ çağına ermemiş çocuk anlamına gelir. Bu anlamda 2 yerde geçer. 4630
Yetim: Babasız çocuk, bülûğ çağına girmeden önce babasını kaybetmiş çocuk anlamındadır. Toplam 23 yerde geçer.
Eşudd: (Ş-d-d fiili, değişik türevleriyle ve değişik anlamlarda, daha çok kuvvet, takviye anlamında toplam 102 yerde kullanılır.) Eşüdd kelimesi ise, kemal çağı ve kuvvet anlamında toplam 8 yerde geçer. 4631
4622] 16/Nahl, 77; 54/Kamer, 50
4623] 3/Âl-i İmrân, 127; 11/Hûd, 114; 13/Ra’d, 41; 14/İbrâhim, 43; 20/Tâhâ, 130; 21/Enbiyâ, 44; 27/40; 37/Sâffât, 48; 38/Sâd, 52; 42/Şûrâ, 45; 55/Rahmân, 56
4624] 2/Bakara, 96, 96; 10/Yûnus, 16; 15/Hicr, 72; 16/Nahl, 70; 21/Enbiyâ, 44; 22/Hacc, 5; 26/Şuarâ, 18; 28/Kasas, 45; 35/fâtır, 11, 11, 37; 36/Yâsin, 68
4625] 2/Bakara, 231, 232, 234, 235, 282, 282; 3/Âl-i İmrân, 145; 4/Nisâ, 77; 6/En’âm, 2, 60, 128; 7/A’râf, 34, 34, 135, 185; 10/Yûnus, 11, 49, 49; 11/Hûd, 3, 104; 13/Ra’d, 2, 38; 14/İbrâhim, 10, 44; 15/Hicr, 5; 16/Nahl, 61, 61; 17/İsrâ, 99; 20/Tâhâ, 129; 22/Hacc, 5, 33; 23/Mü’minûn, 43; 28/Kasas, 28, 29; 29/Ankebût, 5, 53; 30/Rûm, 8; 31/Lokman, 29; 35/Fâtır, 13, 45, 45; 39/Zümer, 5, 40/Mü’min, 67; 42; 42/Şûrâ, 14; 46/Ahkaf, 3; 63/Münâfıkun, 10, 11; 65/Talâk, 2, 4; 71/Nûh, 4, 4
4626] 6/En’âm, 128; 77/Mürselât, 12
4627] 3/Âl-i İmrân, 145
4628] 3/Âl-i İmran, 145; 6/En’âm, 128; 77/Mürselât, 12
4629] 22/Hacc, 5; 24/Nûr, 31, 59; 40/Mü’min, 67
4630] 19/Meryem, 12, 29.
4631] 6/En’âm, 152; 12/Yûsuf, 22; 17/İsrâ, 34; 18/Kehf, 82; 22/Hacc, 5; 28/Kasas, 14; 40/Mü’min, 67; 46/Ahkaf, 15
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 929 -
Fârid: Kocamış anlamına gelen fârid (sonu dat), Kur’an’da 1 yerde geçer. 4632
Bikr: Erkenden gelmek, gündüzün başlangıcında gelmek veya herhangi bir vakitte acele gelmek, gündüzün başlangıcı, sabah, erken, evlenmemiş genç kız (bâkire), orta yaşlı körpe inek (düve) anlamlarına gelir. Toplam 12 yerde geçer.
Avân: Orta yaşta; ne küçük ne büyük; ne çok genç, ne de çok yaşlı anlamında bir yerde kullanılır. 4633
Fevâk: Dönüş, geri çevriliş anlamına gelen fevâk (sonu kaf ile) kelimesi, Kur’an’da 1 yerde geçer. 4634
Bahîra: Kulağı yarılmış dişi deve. Câhiliye Arapları bir deve beş batın doğurup da son doğurduğu erkek olduğu zaman, dişi devenin kulağını yararlar, sırtına yük yüklemezler, binzerler, kesmezler, sudan ve mer’adan men etmezlerdi. Buna bahîra derlerdi. Kur’an’da 1 yerde geçer. 4635
Vasîle: Câhiliye devri Araplarının tanrı olarak taptıkları putlara bıraktıkları, ikiz olarak doğan dişi deve (vesîle; sad ile); Kur’an’da 1 yerde geçer. 4636
Hâm: On nesil dölleyen erkek deveye C âhiliye Arapları hâm derler ve onu serbest bırakırlar, kesmezlerdi. Kur’an’da 1 yerde geçer. 4637
Leben: Süt anlamındadır. Kur’an’da 2 yerde geçer. 4638
Kehl: Yaşlı, kemale ermiş kişi; Otuz ilâ elli yaşları arasında bulunup saçları ağarmaya başlayan veya gençlik devresini atlatıp ihtiyarlığa ayak basan kişi anlamındadır. Kur’an’da 2 yerde geçer.4639
Kiber: (k-b-r) kelimesi değişik türevleriyle toplam 161 yerde kullanılır. Yaşlılık, kocama anlamına gelen kiber kelimesi toplam 6 yerde geçer.4640 Yine, yaşlı ve büyük anlamında kebîr kelimesi farklı âyetlerde kullanılır.
Şeyh: (Çoğulu: şuyûh): İhtiyar, 50 Yaşını geçkin kimse, 50 ilâ 80 yaş arasında bulunan kimse anlamındadır. Kur’an’da toplam 4 yerde geçer. 4641
Acûz: Yaşlı, ihtiyar kadın, koca karı anlamındadır. Kur’an’da toplam 4 yerde geçer. 4642
Erzelu’l-umr: En düşük ihtiyarlık, kocamışlık hali, ömrün yaşlılık, âcizlik ve bunama halindeki son devresi anlamındadır. Kur’an’da toplam 2 yerde geçer.4643 Yine benzer anlamda erzelûn ve erâzil kelimeleri toplam 2 yerde kullanılır. 4644
Esbât: Torunlar, kabileler anlamındadır. Kur’an’da toplam 5 yerde geçer. 4645
4632] 2/Bakara, 68
4633] 2/Bakara, 68
4634] 38/Sâd, 15
4635] 5/Mâide, 103
4636] 5/Mâide, 103
4637] 5/Mâide, 103
4638] 16/Nahl, 66; 47/Muhammed, 15
4639] 3/Âl-i İmrân, 46; 5/Mâide, 110
4640] 2/Bakara, 266; 3/Âl-i İmrân, 40; 14/İbrâhim, 39; 15/Hicr, 54; 17/İsrâ, 23; 19/Meryem, 8
4641] 11/Hûd, 72; 12/Yûsuf, 78; 28/Kasas, 23; 40/Mü’min, 67
4642] 11/Hûd, 72; 26/Şuarâ, 171; 37/Sâffât, 135; 51/Zâriyât, 29
4643] 16/Nahl, 70; 22/Hacc, 5
4644] 26/Şuarâ, 111; 11/Hûd, 27
4645] 2/Bakara, 136, 140; 3/Âl-i İmrân, 84; 4/Nisâ, 163; 7/A’râf, 160
- 930 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Felsefe ve Bilim Işığında Kur’an’da Zaman Kavramı, Faiz Kalın, Rağbet Y.
2. Zaman Yönetimi, Hayat Y.
3. 10 Dakikada Neler Yapabilirsiniz? Muhammed el-Kasım, Polen Y.
4. Zaman Nasıl Yönetilir, Aylin Atmaca, Timaş Y.
5. Zaman Yönetimi, Jane Smith, Timaş Y.
6. Zaman Yönetimi ve Planlama, Celal Çelik, Buruc Y.
7. Geleceği Yönetmek, Erol Mütercimler, Alfa Y.
8. Zamanı Yönetme Sanatı, Jackualine Atkinson, trc. Cem S. İslâm, Nehir Yay., İst., 1997
9. Zamanın Kısa Tarihi, Stephen Hawking, trc. Sabit Say-Murat Uraz, Milliyet Yay., İst, ts.
10. Doğulu İnsan ve Zaman, Joseph Needham, İz Yay., İstanbul, 2000.
11. Heidegger’de Varlık ve Zaman, A. Kadir Çüçen, Asa Kitabevi, Bursa, 1997
12. Son Üç Dakika, Paul Davies, trc. Sinem Gül, Varlık Yay., İstanbul, 1999.
13. Zaman ve Öteki, Johannes Fabian, trc. Selçuk Budak, Bilim ve Sanat Yay., Ankara, 1999.
14. Zamanın Gezmenleri, Zig-Zag Group, haz. Kerem Yücel, İstanbul, ts. Herkes İçin Görelilik, James A. Coleman, trc. Osman Gürel, V Yay., Ankara, 1987
15. Uzay-Zaman”, Uzay, Zaman, Özdek I, trc. Aziz Yardımlı, İdea Yay., İstanbul, 1998
16. “Ether ve Görelilik Kuramı”, Albert Einstein, Uzay, Zaman, Özdek I, trc. Aziz Yardımlı, İdea Y., İst, 1998
17. Yıldızların Zamanı, Alan Ughtman, trc. Murat Alev, Tübitak Yay, Ankara, 1998
18. Ether, Uzay, Zaman, Özdek I, James Clerk Maxwell, trc. Aziz Yardımlı, İdea Yay, İst. 98
19. Rölativitenin Alfabesi, Bertrand Russel, trc. Vahap Erdoğdu, Onur Yay.,Ankara, 1974
20. İlk Üç Dakika, Steven Weinberg, trc. Zekeriya Aydın-Zeki Aslan, Tübitak, Ankara, 1996
21. Einstein ve Görecelik Kuramı, Paul Strathern, trc. Handan Hazar, Gendaş Yay., İst. 1997
22. Hawking ve Karadelikler, Paul Strathern trc. Ahmet Civan, Gendaş Yay., İstanbul, 1998
23. Evrenin Yatışmaz Yapısı, ‘Abdulkerîm Surûş, trc. Hüseyin Hatemi, İnsan Yay., İst., 1995
24. ez-Zemân fi’l-Fikri’1-İslâmî, İbrâhîm El-’Atî, Dâru’I-Muntahabi’I-Arabî, Beyrut, 1993
25. Herkes İçin Görelilik, James A. Coleman, trc. Osman Gürel, V Yay., Ankara, 1987
26. Felsefe Terimleri Sözlüğü, Bedia Akarsu, Savaş Yay., Ankara, 1984
27. Felsefi Doktrinler Sözlüğü, Ötüken Yay., İstanbul, 1979
28. Türk Düşünce Tarihinde Felsefe Hareketleri, İ. Agâh Çubukçu, Ankara, 1991
29. İslâm Felsefesi Tarihi, Macit Fahrî, trc. Kasım Turhan, İstanbul, 1992
30. Felsefe Ansiklopedisi, Orhan Hançerlioğlu, (1-VII), Remzi Kitabevi Yay, İstanbul, 1980
31. İbn Arabi’nin Fusûs’undaki Anahtar Kavramlar, Toshihîko İzutsu, trc. A.Yüksel Özemre, Kaknüs Y., İst. 998
32. el-Okyânûsu’1-Basît fî Tercemeti’l-Kâmûsi’l-Muhît (Kamus Tercemesi), Ebu’l-Kemâl Ahmed Asım Efendi, (I-IV), Cemâl Efendi Matbaası, İstanbul, 1305
33. el-Furûk fi’1-Luğa, Ebû Hilâl el-’Askerî, Dâru’l-Âfâki’l-Cedîde, Beyrut, 1980
34. Tertîbu’l-Kâmûsi’l-Muhît ‘alâ Tarîkati’I-Misbâhi’l-Münîr ve Esasi’1-Belâğa, Tâhir Ahmed ez-Zâvî, I-IV,ys., ts.
35. Tâcu’l-’Arûs min Cevâhîri’1-Kâmûs, Muhammed Murtazâ ez-Zebîdî, (I-X), Dâru Libya, Bingazi, 1306
36. Lisânu’l-’Arab, Ebul-Fadl Cemâluddîn Muhammed İbn Mükerrem İbn Manzûr, (I-XV), Beyrut, 1990
37. Kitâbu’t-Ta’rîfât, Alî İbn Muhammed İbn ‘Alî es-Seyyid eş-Şerîf ez-Zeyn Ebu’l-Hasen el-Huseynî el-Cürcânî, ys., ts.
38. Kâmûs-i Türkî, Şemseddin Sami, nşr. Ahmet Cevdet, Derse’âdet, 1317
39. Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Süleyman Uludağ, Marifet Yay., İstanbul, 1991
40. Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ethem Cebecioğlu, Rehber Yay., Ankara, 1997
41. Tasavvuf Terimleri, Safer Baba, Hatem Keten Yay., İstanbul, 1998
42. Farabî ve İbn Sina’ya Göre Yaratma, Hüseyin Atay, AÜİF Yay., Ankara, 1974
43. Âlemden Allah’a, Mehmet S. Aydın, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yay., İstanbul, 2000
44. Müsbet İlim ve Allah, Mehmet S. Aydın, İstanbul, 1976
45. Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim, Doğan Aksan, Ankara, 1998
46. Kur’ân’da İnsan Gayb İlişkisi, Halis Albayrak, Şule Yay, İstanbul, 1993
ZAMAN, ASR, DEHR VE GECE-GÜNDÜZ
- 931 -
47. Risâletu’l-Ğufrân, Ebu’l Alâ’ el-Ma’arrî, nşr. ‘Âişe ‘Abdurrahmân Bintu’ş-Şâti’, Mısır, ts.
48. Ebedî Dönüş Mitosu, Mircea Eliade, trc. Ümit Altuğ, İmge Kitabevî, Ankara, 1994
49. Kutsal ve Dindışı, Mircea Eliade, Gece Yay., Ankara, 1991
50. İslâm’da Dînî Düşüncenin Yeniden Doğuşu, Muhammed İkbâl, trc. Ahmet Asrar, Birleşik Yay., İstanbul, ts.
51. Tanrıya Koşan Fizik, Sadettin Merdin, Timaş Yay., İstanbul, 1995
52. “İslâmî Dünya Görüşü: Genel Bir Çerçeve”, Nakîb el-Attas, İslâm ve Modernizm, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yay., İstanbul, 1997, s. 15-41
53. Bilgi ve Kutsal, Seyyid Hüseyin Nasr, trc. Yusuf Yazar, İz Yay., İstanbul, 1999
54. İslâm Kozmoloji Öğretilerine Giriş, Seyyid Hüseyin Nasr, trc. Nazife Şişman, İnsan Y. 985
55. Dehr, Hayrani Altuntaş, DİA, İstanbul, 1994, IX, 107-109
56. “Ebed”, Ahmet Saim Kılavuz, DİA, İstanbul, 1994, X, 72-73
57. “Ezel”, Ahmet Saim Kılavuz, DİA, İstanbul, 1995, XII, 49-50
58. Saat”, T. Gökmen, İA, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1971,X, 2-3
59. Hafta Tatili, Kürşat Demirci, DİA, İstanbul, 1997, XV, 128-134
60. Yunan ve İslâm Felsefesinde Aristocu Zaman Görüşüne Tepkiler, AÜİİED,II,1975,s.71-89
61. Zamanın Esrarı, Osman Çakmak, Zafer, sayı: 265-266, Ocak-Şubat 1999
62. “Miraç ve Zaman”, Âdem Tatlı, Zafer, sayı: 266, Şubat 1999, s. 30-31
63. İslâm Felsefesinde Aristocu Zaman Görüşü, Mehmet Dağ, AÜİFD, XIX, 1973, s. 97-113
64. Bazı İslâm Düşünürlerine Göre Zamanın Kıdemi Meselesi, İsmail Erdoğan, FÜİFD, sayı: 2, 1997, s. 51-61
65. Zaman, Seyyid N. Erkal, Merdiven, sayı: 11-12, Temmuz-Ağustos 1998, s. 4-5
66. “Başlangıçtan Elizabeth Devrine Kadar İngiliz Edebiyatında Zaman Kavramları”, Ahmet Uysal, AÜDTCFD, No: 1-4, 1964, s. 135-161
67. Edebiyat Açısından Doğu ve Batı Mistisizminde Zaman Düşüncesi”, AÜDTCFD, No: 1-4, 1964, s. 71-99
68. “İhvan-ı Safa, İbn Sina ve Gazali’de Zaman Anlayışı”, Kâzım Sarıkavak, Felsefe Dünyası, Türk Felsefe Derneği Yayını, sayı: 25, Yaz 1997, s. 52-71
69. “Boşluğun Yeni Hâkimi Beşinci Kuvvet”, Raşit Gürdilek, Bilim ve Teknik, Tübitak, cilt: 32, sayı: 380, Temmuz, 1999, s. 28-32
70. Kur’an-ı Kerim’de Fasıla”, Ali Eroğlu, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 10, Erzurum, 1991, s. 251-288
71. “Heidegger’in Varlık ve Zaman’ının DayandığıTemel Varsayım”, Ramazan Ertürk, İslâmî Araştırmalar, cilt: 13, sayı: 1, 2000, s. 113-118
72. Nietzsche ve Zaman Kavramı, D. W. Dauer, trc. Alp Tümertekin, Cogito, sayı: 11, Y. K. Y., 1997, s. 83-100
73. “Zaman ve Etik Ahlâk Nasıl Mümkündür”, C. M. Sherover, trc. Doğan Şahiner, Cogito, sayı: 11, Yapı Kredi Yay., 1997, s. 165-180
74. “Anın Sezgisinden Seçmeler”, Gaston Bacheiard, trc. Alp Tümertekin, Cogito, sayı: 11, Y. K. Y., 97, s. 59-64
75. “İçsel Zaman Bilinci”, Edmund Husserl, trc. Doğan Şahiner, Cogito, sayı: 11, Yapı K. Yay., 1997, s. 17-28
76. Hegel ve Marx’ta Zaman ve Zamansallık, W. Mays, trc. Alp Tümertekin, Cogito, sayı: 11, Y. K.Y, 97,s.65-82
77. “Felsefe Notları’ndan “Zaman Üstüne” Ludwig Wittgenstein, trc. Doğan Şahiner, Cogito, sayı: 11, Yapı Kredi Yay., 1997, s. 43-57
78. “Doğu Ortaçağında Zaman Kavramı”, Gühnihâl Küken, Cogito, sayı: 11, YK Yay, 1997, s. 181-190
79. “Zaman Kavramı”, Martin Heidegger, trc. Doğan Şahiner, Cogito, sayı: 11, YK Y., 1997, s. 29-41
80. “Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Zaman Anlayışı”, Erol Koroğlu, Cogito, sayı: 11, Y.K.Y, 1997, s. 201-222
81. “Kaç Çeşit Zaman Var?”, Edward Hail, trc. Doğan Şahiner, Cogito, sayı: 11, Yapı K. Y. 97
82. Evrende Geleceğe İlişkin Belirsizliğin İnsanoğlu İçin Yarattığı Olasılıklar Ya da Kader ile Kadere Karşı Çıkan İrade, Bahar Ocal Düzgören, Cogito, sayı: 11, Y.K. Y., 1997, s. 109-125

Cumartesi, 06 Şubat 2021 22:50

YÛSUF (A.S.)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

YÛSUF (A.S.)


- 753 -
Kavram no 196
Peygamberler 9
Bk. Peygamberlik ve Peygamberler;
Belâ-İmtihan; Hüküm-Hâkimiyet
YÛSUF (A.S.)


• Yusuf’un (a.s.) Hayatı ve Mücâdele Örnekliği
• Yusuf’un (a.s.) Yönetimi ve Çağdaş Çarpık Yorumlar
• Hz. Yusuf ve Tevhid Dâveti
• Kur’ân-ı Kerim’de Yusuf (a.s.) ve Yûsuf Sûresi
• Yûsuf Kıssasından Alınacak Dersler
• Yusuf Sûresinden Çıkan İlkeler
• Hadis-i Şeriflerde Yusuf (a.s.)
• Kişilik Psikolojisi Açısından Yusuf (a.s.)
• Züleyha; Hz. Yusuf’un Büyük İmtihanlarından Biri
• Hz. Yusuf’un Sınavları ve Biz
“Bir zaman Yusuf, babasına (Ya’kub’a) demişti ki: ‘Babacığım! Gerçekten ben (rüyada) on bir yıldızla güneşi ve ay’ı gördüm, yani onları bana secde ederlerken gördüm!”
“(Babası:) ‘Yavrucuğum! Rüyanı sakın kardeşlerine anlatma, sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan insana apaçık bir düşmandır’ dedi.”
“İşte böylece Rabbin seni seçecek, sana (rüyada görülen) olayların yorumunu öğretecek ve daha önce iki atan İbrâhim ve İshak’a nimetini tamamladığı gibi sana ve Ya’kub soyuna nimetini tamamlayacaktır. Çünkü Rabbin çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.”
“Andolsun Yusuf ve kardeşlerinde, (onların haberlerinden) soranlar/ilgi duyanlar için ibretler vardır.” 3810
Hz. Yusuf’un (a.s.) Hayatı ve Mücâdele Örnekliği
“Andolsun ki, Yusuf ve kardeşlerinin kıssasında ilgi duyan herkes için ibretler vardır.”3811 Kur’ân-ı Kerim’de kıssaları anlatılan peygamberler içinde, hayatı, bir sûre içerisinde ayrıntılarıyla muhâtaplara aktarılan tek peygamber Yusuf’tur (a.s.). Yusuf Peygamber kıssasını, diğer peygamber kıssalarından ayırt eden bu anlatım özelliği, Kur’an’ın anlatım üslûbu içerisinde hemen dikkati çeker.
Kur’an, insanların nazarlarını çekmek için çok çeşitli teknikler kullanmıştır. Kur’an’ın kullandığı bu anlatım teknikleri, peygamber kıssalarında özellikle belirginlik arzeder. Kur’an’da anlatılan tüm kıssalar içerisinde yalnızca Yusuf kıssasında, peygamberin tüm hayatına denk gelen bir sürecin ayrıntılarıyla anlatılması, muhâtapların bu kıssa üzerinde dikkatlerinin yoğunlaştırılması amacı güdülmektedir. Ve çocukluktan yöneticiliğe kadar olan tüm yaşam safhalarının
3810] 12/Yûsuf, 4-7
3811] 12/Yusuf, 7
- 754 -
KUR’AN KAVRAMLARI
birlikte ele alınarak, mesajın bu bütünlük içerisinde daha iyi anlaşılabileceği imajı muhâtaplara verilmektedir.
Yusuf Peygamber kıssasının diğer kıssalardan ayrıcalığını Allah, Yusuf sûresinde şöyle beyan ediyor: “Biz, bu Kur’an’ı vahyetmekle sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Sen ondan önce (bu kıssayı) bilmeyenlerden idin.” 3812
Yusuf’un (a.s.) Nesebi: Yusuf Peygamber’i anlamak için onun Kur’an’da anlatılan nesebini de bilmek lâzımdır. Çünkü o, İbrâhim (a.s.) gibi bir peygamberin soyundan gelen ve bu soyda kesintisiz olarak dedesi İshak (a.s.) ve babası Yakub’un (a.s.) da Rasûl olduğu bir sülâleye sahip olan, bu vechesiyle nev-i şahsına münhasır bir peygamberdir.
Hz. Yusuf’un atası Hz. İbrâhim, biri câriyesi Hacer, diğeri karısından olma iki evlât sahibi idi. İsmâil (a.s.) Kâbe’nin bulunduğu Hicaz bölgesinde yerleşti ve Arapların atası oldu. İbrâhim’in (a.s.) câriyesi Hacer’den doğan İsmail’den sonra; karısı Sara’dan doğan ikinci oğlu İshak için, Kur’an’da şöyle bilgi verilmektedir: “Ayakta durmakta olan karısı güldü. Biz ona İshak’ı müjdeledik. İshak’ın ardından da Yakub’u.” 3813
İshak’a (a.s.) İbrânîce’de “gülüyor” mânâsına “Yashak” denilmektedir. Bunun nedeni, melekler annesine İshak’ı müjdeledikleri zaman, doğurma devresini aşmış olan annesi Sara’nın, bu habere gülmesinden dolayı İshak’a (a.s.) “Yashak” ismi verilmiştir. İshak’dan sonra onun oğlu Yakub (a.s.) peygamber olarak seçilir. “Kuvvetli ve basîretli kullarımız İbrâhim’i, İshak’ı ve Yakub’u da an.” 3814
Tarihî kaynaklar Hz. Yakub’un babası İshak’ın vefatından sonra onun yerine geçtiği ve daha sonra peygamber olduğunu ve babasının yurdu olan Ken’an yöresinde ikamet ettiğini anlatırlar. Yakub Peygamber’in lakabı İsrail’di. Kur’ân-ı Kerim’de bu hususa şöyle değinilir: “Tevrat indirilmeden önce İsrail’in kendilerine haram kıldığının dışında bütün yiyecekler İsrailoğullarına helâl idi.’’3815 Bundan dolayı Yakub Peygamber’den sonra, onun nesli “İsrailoğulları” adıyla anılır olmuştur. Yakub’dan sonra İsrailoğulları olarak ünlenen yahûdilerin, silsile olarak ünlenen İbrâhim soyundan geldiklerini görmekteyiz. Bununla birlikte İbrâhim’in aynı zamanda Mekke ahâlisinin ilk atası olduğu, Kâbe’nin bulunduğu Mekke’de yerleştiği, İsmâil (a.s.) yoluyla bu silsilenin devam ettiğini görüyoruz.
Esâsen Kur’an’ın iniş sürecinde Mekke’de bulunan yahûdilerin, Hz. Muhammed’e (s.a.s.) vahyin inişini kıskanmalarının bir sebebi de Peygamberimiz’in, İsmail (a.s.) soyundan bir Rasûl olmasındandır. Tevrat’ta vasfını işittikleri peygamber Araplar arasından gelince “bu, İsrâiloğullarından değil, İsmâil evlâdındandır” diye içlerine işlemiş olan ırkçılıktan dolayı Peygamberimiz’i inkâr ettiler.
Böylece Allah, Yusuf kıssasıyla, yahûdi ve Arapların, kıssa hakkındaki Tevrat’tan ve diğer rivâyetlerden edindikleri yanlış inançlarını düzeltmekte ve hem de İsrâiloğulları ve Arapların menşei hakkında doğru bilgileri, Yusuf kıssası ile onlara bildirmekteydi.
3812] 12/Yûsuf, 3
3813] 11/Hûd, 71
3814] 38/Sâd, 45
3815] 3/Âl-i İmrân, 93
YÛSUF (A.S.)
- 755 -
Yusuf’un Çocukluğu ve Rüyası: Yakub’un (a.s.) on iki oğlu vardı. Bunlardan ikisi, Yusuf ve Tevrat’ta “Benyamin” diye isimlendirilen küçük kardeşi, diğer on kardeşle, baba bir anaları ayrı kardeştiler. Kur’an bunu şöyle ifade ediyor: “(Kardeşleri) demişlerdi ki: ‘Yusuf ve kardeşi, babamıza bizden daha sevgilidir.”3816 Tevrat metninde; Hz. Yakub’un, Yusuf’u sevmesinin sebebi olarak, onun ihtiyarlığının oğlu olduğu, bundan dolayı çok sevdiği yer alır. Oysa Yusuf’tan (a.s.) sonra “Benyamin”in doğmuş olduğu da anlatılmaktadır. O halde Yakub Peygamber’in en son oğlu olması hasebiyle en küçük oğlunu daha çok sevmesi gerekirdi. İşin doğrusu Kur’an’da şöyle verilmektedir: “(Yakub) böylece Rabbin seni seçecek ve sana ‘te’vîl el-ehâdîs’i öğretecek. Daha önce, ataların İbrâhim’e ve İshak’a nimetini tamamladığı gibi, sana ve Yakub soyuna da nimetini tamamlayacaktır.” 3817
Yusuf sûresindeki bu âyetten de anlaşıldığı gibi, Kur’an’da Yakub Peygamber’in, Yusuf’u (a.s.) diğer kardeşlerinden daha çok sevmesinin nedeni olarak, Yusuf hakkında Allah’tan vahy ile bilgi alması anlatılmaktadır: “Bir zamanlar Yusuf, babasına; ‘Babacığım! Rüyamda on bir yıldızın, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm’ demişti. Babası dedi ki: ‘ey oğulcuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.”3818 Yakub’un (a.s.) vahy ile kendisine bildirilen bilgiden dolayı, Yusuf’a gördüğü rüyayı anlatmaması ikazına rağmen, Yusuf’un bu rüyayı anlatması neticesi şeytan, kolladığı fırsatı yakalamış ve kardeşlerinin, Yusuf aleyhinde kötü düşünceler üretmesini sağlamıştı. “Zira şeytan, benimle kardeşlerimin arasına fitne soktuktan sonra…”3819 Şeytanın fitnesi ile ilgili olarak, kıssanın bitiminde Yusuf Peygamber’in ağzından, şeytanın nifakıyla kardeşlerin arasının bozulduğunun bir kez daha tesbiti yapılmaktadır. “Demişlerdi ki: ‘Yusuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir. Oysa biz bir cemaatiz. Babamız açık bir yanlışlık içindedir. Yusuf’u öldürün, ya da onu bir yere bırakın da babanızın yüzü yalnız size kalsın. Ondan sonra da iyi bir topluluk olursunuz.”3820
Kur’an’da Yusuf kıssası hâricinde, kardeşler arasındaki çekişmeye bir diğer örnek olarak, Âdem’in çocuklarının kıssası anlatılır: “Onlara Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku: Hani her biri birer kurban sunmuşlardı. (Kurban) birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen, kurbanı kabul edilene:) ‘Seni öldüreceğim’ demişti. (O da;) ‘Allah, sadece muttakîleri/korunanı kabul eder’ dedi.”3821 “(Kurbanı kabul edilmeyenin) nefsi, onu kardeşini öldürmeye çağırdı, onu öldürdü, ziyana uğrayanlardan oldu.”3822 Her iki kıssada da üzerinde duruluna haseddir; kıskançlığın şeytan ve nefsin de tahrikiyle kardeş öldürmeye kadar insanı kötülüğe götürdüğü anlatılmaktadır.
Kardeşlerin Tuzağı: Babaları Yakub’un nezdinde daha sevgili olmak isteyen on kardeş, Yusuf’u öldürmeye karar verirler. Ancak içlerinden biri, Yusuf’un öldürülmemesini, onun kuyuya atılmasını teklif eder. Böylece peygamber nesli bu kardeşler, bir insanı öldürmenin bedelinin farkına son anda vararak, Yusuf’u kuyuya atmaya karar verirler. Kuyuya atma tepetaklak, metrelerce derinliğe
3816] 12/Yûsuf, 8
3817] 12/Yûsuf, 6
3818] 12/Yusuf, 5-6
3819] 12/Yûsuf, 100
3820] 12/Yusuf, 8-9
3821] 5/Mâide, 27
3822] 5/Mâide, 30
- 756 -
KUR’AN KAVRAMLARI
itmekten ziyâde; Yusuf’u yalnız olarak çıkamayacağı kuyuya indirme şeklindeydi. Böylece bu kuyudan su alan kervanın onu bulmasını sağladılar. Böylece Yusuf öldürülmemiş, ancak bu tuzakla babalarından uzaklaştırılmış oluyordu.
Kervandakiler ise, köleliğin cârî olduğu o asırda bir köle bulmanın sevinciyle Yusuf’u satmak üzere yanlarına alırlar. Mısır’a vardıklarında onu az bir fiyata satarlar. Böylece ne olduğunu anlamadıkları, ancak şüphe içinde oldukları bu olayı kendi açılarından bitirmiş olurlar. Yusuf’un kardeşleri ise, Yusuf’un giysisine bulaştırdıkları bir kan vâsıtasıyla babalarını, Yusuf’u kendileri oynarken kurdun yediğine inandırmaya çalışırlar: “Ey babamız! Yusuf’u eşyamızın yanında bırakıp yarışmaya gitmiştik, bu arada onu kurt yemiş. Biz ne kadar doğru söylesek de sen bize inanmayacaksın’ dediler. Onun başka bir kana bulanmış gömleğini getirdiklerinde babaları: ‘Anlaşılan nefsiniz sizi kötü bir işe sürüklemiş. Artık bana güzelce sabretmek düşüyor’ dedi.” 3823
Yakub Peygamber’in bu âyette geçen sözleri, Yusuf’un öldüğüne inanmaktan çok, vahy ile kendisine bildirildiğini anladığımız bilgi ile Yusuf (a.s.) hakkında Allah’ın takdirinin tezâhür etmeye başladığının delâleti olarak olayı sabırla karşıladığını anlamaktayız: “O (Yakub) kendisine öğrettiğimiz bir bilgiye sahipti.”3824
Yusuf (a.s.) Mısır’da: “Bir kervan geldi, sucularını kuyuya gönderdiler. Sucu kovasını sarkıtınca: ‘Müjde! Bir oğlan çocuğu’ dedi. Onu satmak üzere yanlarında götürdüler. Oysa Allah yaptıklarını görmekteydi. Onu kendisine rağbet etmeyerek, ucuz bir fiyata, birkaç dirheme sattılar.”3825 Kardeşlerinin hasedi ile başlayan uzun bir serüvende, ilk durağı Mısır olmuştu. Yusuf’un; Filistin’in bir yöresinde atıldığı kuyudan başlayan yolculuğu, köle olarak Mısır’da bir yöneticiye satılmasına varmıştı. Yusuf’u köle olarak satın alan Mısırlı yöneticinin niyetini Allah şöyle açıklıyor: “Mısır’da onu satın alan kimse, karısına: ‘Ona iyi bak, belki bize faydası dokunur veya evlât ediniriz’ dedi..”3826 Evet, Yusuf’u satın alan yönetici, çocuğunun olmaması sebebiyle onu evlât edinme gibi bir gâyeyle Yusuf’u satın almıştı. “Böylece olayların yorumunu öğretmek için Yusuf’u oraya yerleştirdik. Allah, dilediğini yapar, fakat insanların çoğu anlamaz.” 3827
Herkesin hesapları vardı. Yakub, Yusuf’ta gelecek görmüş, onu kardeşlerinden korumaya çalışmıştı. Kardeşleri, babalarına daha sevimli olmak için Yusuf’a tuzak kurmuşlar ve ondan kurtulmayı amaçlamışlardı. Kervan sahipleri, kuyuda buldukları Yusuf’tan çekinerek daha değerli olmasına rağmen az bir fiyata satmışlardı. Ve en son olarak Aziz, onu kendisine evlât edinme amacıyla satın almıştı. Ancak olaylara hükmeden Allah’tı ve Allah tüm hesap yapanların üstünde hesap yapandı.
Bir zamanlar yine Mısır’da Firavun da saltanatını devam ettirmek amacıyla, yeni doğan bütün erkek çocukları katletmişti, ancak sarayına aldığı ve kendisine sâdık bir kul olacağını umduğu Mûsâ sonunda onun hasmı ve saltanatının son vericisi olmuştu. İşte Allah bunun için hatırlatma yapıyor: “…Allah dilediğini yapar,
3823] 12/Yûsuf, 17-18
3824] 12/Yûsuf, 68
3825] 12/Yûsuf, 19-20
3826] 12/Yûsuf, 21
3827] 12/Yûsuf, 21
YÛSUF (A.S.)
- 757 -
fakat insanların çoğu anlamaz.”3828 Özellikle inkârcılar.
Yusuf’un, Peygamberlikle Vazifelendirilmesi: Satın alınarak köle yapılan Yusuf, Mısır’da yıllarca Azize ve karısına hizmet etmişti. Yıllar çabucak geçmiş ve artık o bir delikanlı olmuştu. Sonunda Allah ona peygamberlik vermiş ve onu tebliğ ile görevlendirmişti. “Olgunlaşınca, ona hüküm ve ilim verdik.”3829 Burada Yusuf’un Rasûllükle vazifelendirilmesinde bazı inceliklere değinmekte fayda vardır:
a- Her peygamber gibi Yusuf (a.s.) da Rasûllükle görevlendirildiği toplumun, tanınan ve hatta güvenilen bir ferdi olarak peygamberliğe muhâtap olmuştur. Çünkü küçük bir çocukken Mısır’a gelen Yusuf (a.s.), yıllarca Mısırlılar arasında kalmış, hem Mısır toplumunun yapısına vâkıf olmuş, hem de onlarca bilinen, tanınan biri olmuştu.
b- Kur’an’da anlatılan peygamberler içinde köle olarak Rasûllükle vazifelendirilme vasfı kazanmıştır. Gerçi Kur’an’da anlatılan Rasûller içinde İsmâil (a.s.) bir câriyeden, yani köle bir kadından doğmuştu. Ancak İsmâil (a.s.) bir köle değildir. Oysa Yusuf (a.s.) Mısırlı bir yöneticinin kölesidir. Böylece Allah, köle ile köle olmayan arasında hiçbir fark olmadığını, farkın takvâda olduğunu belirtmiş olmaktadır.
Azizin Karısının Zinâya Meyletmesi: Yusuf’un büyüyüp yakışıklı bir delikanlı olması, Azizin karısının nezdinde olumsuz bir etki yaparak ona cinsî yönden meyletmesine yol açar. Ve Yusuf’a bir tuzak kurarak ağına düşürmeye çalışır: “Kaldığı evin hanımı onunla olmak istedi. Kapıları kilitleyip: ‘Gelsene!’ dedi. Yusuf: ‘Allah’a sığınırım. Rabbim bana iyi baktı. Zâlimler asla iflâh olmaz’ dedi. Gerçekten kadın onu arzulamıştı. Rabbinin işaretini görmeseydi Yusuf da onu arzulayacaktı. Böylece onu kötülükten ve fuhuştan alıkoyduk. Çünkü o, bizim muhlis (ihlâslı) kullarımızdandı.” 3830
Yusuf (a.s.) 22. âyette anlatılan, Rasûllük vazifesini almamış olsaydı, (Rabbinin burhânını görmemiş olsaydı) o zaman o da kadına meyledecekti. Yusuf (a.s.) bunu Kur’an’da şöyle beyan ediyor: “Yine de nefsimi temize çıkarmak niyetinde değilim. Rabbimin merhamet etmesi müstesnâ, nefis daima kötülüğü teşvik eder. Doğrusu Rabbim çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.” 3831
Böylece Allah, Yusuf peygamberi korur ve peygamberlerin ismet sıfatının nasıl tecellî ettiğinin bir örneğini de vermiş olur. Eğer Yusuf (a.s.) günaha meyletmiş olsaydı doğrudan doğruya vahy ve onun belirttiği değerler zarar görmüş olacaktı. Bu sebebe mebnî olarak Allah, bu olay öncesinde Yusuf’u Rasûllükle görevlendirerek aynı zamanda Yusuf peygamberin ismet sıfatına da bürünmesini sağlamış oluyordu.
Yusuf’a (a.s.) Yapılan İftirâ: “Kapıya koştular. Kadın, Yusuf’un gömleğini arkasından yırttı. Kapının önünde kadının kocasıyla karşılaştılar. Kadın: ‘Eşine kötülük yapmak isteyen bir kimsenin cezâsı, hapsedilmekten veya can yakıcı bir azâba uğratılmaktan başka ne olabilir?’ dedi.”3832 Bu âyette belirtilen olayda tipik bir iftirâ durumuyla karşı karşıyayız. Olayda biri kadın diğeri erkek iki şahıs vardır ve evde yalnızdırlar.
3828] 12/Yûsuf, 21
3829] 12/Yusuf, 22
3830] 12/Yusuf, 23-24
3831] 12/Yusuf, 53
3832] 12/Yusuf, 25
- 758 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Azizin karısı kendisini savunmaya başlamıştır. Yusuf’a (a.s.) iftirâ ederek… Yusuf da kendini savunmaktadır. “Yusuf: ‘O benimle olmak istedi’ dedi.” 3833
Her ikisinin de suçsuzluklarını iddiâ ettikleri bu durumda ne yapmak gerekir? O halde olayın doğruluğu hakkında karar vermek için şâhit lâzımdır. Görgü şâhidi olmadığına göre, olayda suçlunun kim olduğuna karar vermek için anlatılanların vechesinde delil aramak lâzımdır. O halde, suçsuzluğunu ispatlamak için Yusuf’un kaçtığına delil olması açısından gömleğinin arkadan yırtılmış olması gerekir. Çünkü gömlek önden yırtılmış olsa kadın mütecâviz olamaz, erkek saldırmış kadın da kurtulmak için erkeğin gömleğini önden yırtmış olması gerekir. “Kadının ailesinden bir şahit: ‘Eğer gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylüyor, erkek yalancıdır. Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa kadın yalan söylüyor, erkek doğrudur’ dedi. Adam gömleğin arkadan yırtıldığını görünce, dedi ki: ‘Bu, sizin tuzaklarınızdan biri. Çünkü sizin tuzaklarınız pek yamandır.” 3834
Kıssanın bu bölümü:
a) Kadın ile erkek arasındaki cinsî iletişimin başlangıcının her iki cinsin bir mekânda yalnız kalmalarıdır. Her iki cins hakkında yanlış anlaşılmaların, dedikodunun çıkmaması için ilk yapılacak işin birbirlerine mahrem olanların aynı mekânda yalnız bulunmamaları gerektiği bu olayla belirtilmektedir.
b) Aziz, karısının iddiâsına inanmamıştır ki; karısının ailesinden hakem isteyerek, olayın muhâkeme edilmesini ve böylece hâdisenin doğrusunun açığa çıkarılmasını istemektedir. Bu hususta muhâkeme ve hakem olayına dikkat çekilmektedir.
c) Meydana gelen olaylarda hukukî olarak aranacak şeylerin başında delilin geldiği ve bunun önemi anlatılır.
Şâhidin de hukukî olarak gerekliliğine ve önemine vurgulama yapılmaktadır. Muhâkemede şâhitliğin önemli bir hukukî norm olduğunu, şâhidin adâlet, dürüstlük gibi ilkelerle davranması, aleyhine bile olsa doğruyu beyan etmesi gerektiğine işaret edilmektedir.
Dedikodu: Azizin karısının, Yusuf’a yaptığı iftiranın sonucunda Yusuf’un aklanması neticesi, Aziz ve karısının olaya hakemlik yapan akrabaları bu olayın kapanması, örtbas edilmesi cihetine giderler. “Yusuf! Sen bu işi kapat. Kadın! Sen de günahlarının bağışlanmasını dile. Çünkü hatalısın.”3835 Ancak olayın örtbas edilme isteğine rağmen, dedikodu sâyesinde Mısır’ın bütün sosyetesi, Azizin karısının “zinâya meyletme” hâdisesini işitir. Sosyetenin işi, birbirlerinin yaptıkları iyi veya kötü işleri sakız gibi çiğnemek olduğuna göre artık bu dedikodunun önünün kesilmesi mümkün değildir.
“Şehirdeki kadınlar: ‘Vezirin karısı kölesiyle olmak istemiş. Kadın onun aşkından deliye dönmüş. Biz onu apaçık şaşkınlık içinde görüyoruz’ dediler.”3836 Tek çarenin olayı açıklamak olduğunu gören vezirin karısı, Mısır sosyetesini oluşturan “ileri gelen” kadınlara bir dâvet yaparak evinde toplar. “Kadın onların dedikodularını duyunca
3833] 12/Yusuf, 26
3834] 12/Yûsuf, 26-28
3835] 12/Yûsuf, 29
3836] 12/Yûsuf, 30
YÛSUF (A.S.)
- 759 -
onları evine çağırdı. Onlara koltuklar hazırladı ve her birine birer bıçak verdi. Yusuf’a ‘yanlarına çık’ dedi. Kadınlar onu görünce şaşkınlıktan ellerini kestiler ve ‘Sübhânallah! Allah’ı tenzih ederiz. Bu insan değil, olsa olsa çok güzel bir melektir’ dediler. Kadın: ‘İşte beni kınadığınız kimse. Ben onunla olmak istedim, fakat o iffetli kalmak istedi. Eğer isteğimi yerine getirmezse, hapse atılacak ve zelil olacak’ dedi.” 3837
Azizin karısının, Yusuf (a.s.) ve kendisinin hakkında sosyetenin yaptığı dedikoduyu kendisince haklı bir mecrâya çekmek için yaptığı mizansen de önemli bir nokta gündeme gelmektedir. Sosyetenin kadınlarının, Yusuf’un güzelliği karşısında şaşırmalarını Azizin karısı, kendi işlemiş olduğu “zinâya meyletme” fiilinin haklılığı olarak sunmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla sosyetenin hanımları azizin hanımının haklı olduğunu teslim ediyorlar ki; azizin karısı şöyle diyor: “Eğer isteğimi yerine getirmezse, hapse atılacak ve zelil olacak’ dedi.3838 Oysa sosyetenin kadınları “zinâya meyletme fiilini tasvip etmemiş olsalardı, “senin yaptığın ayıp, günah, vs.” demeleri gerekirdi. Bu da Mısır sosyetesi ve yönettikleri insanların ahlâkî konumlarının hangi seviyede olduğunu bize anlatmaktadır.
Bu arada Yusuf peygamberin suçsuzluğunun ikinci bir tesbiti yapılmaktadır. Hem de Azizin karısının ağzından: “Ben onunla olmak istedim. Fakat o iffetli kalmak istedi.” Yusuf’un suçsuzluğu, birinci defa gömleğin yırtılma yerinin tesbiti ile hem Aziz, hem de karısının ailesi tarafından görülerek tesbit edilmesinin akabinde, sosyetenin kadınları tabiidir ki daha sonra beyleri tarafından ve Azizin hanımının ağzından tesbit edilmiş oluyordu. Kıssanın ileriki anlatımlarında üçüncü olarak da Yusuf’un suçsuzluğu tesbit edilecek ve böylece peygamberin ismet sıfatının gölgelenmemesi Yüce Allah tarafından sağlanmış olacaktır. “Yusuf, elçiye: ‘Efendine dön de ellerini kesen kadınların durumunu sor. Doğrusu Rabbim, onların tuzaklarını çok iyi bilmektedir’ dedi. Melik: ‘Yusuf’la olmak istediğinizde durumunuz neydi?’ dedi. ‘Sübhânallah/Allah’ı tenzih ederiz. Onun hiçbir kötülüğünü görmedik’ dediler. Azizin karısı ‘şimdi hak ortaya çıktı. Onunla olmak isteyen bendim. O, doğrudur’ dedi.” 3839
Kıssanın bu bölümünün anlatım ve tefsirinde; müfessirlerin ve tarihçilerin, Yusuf’un güzelliği, onu gören sosyete kadınlarının ellerini kesmesi olayı üzerinde gereksiz ve fazlaca durduklarını görmekteyiz. Bunun neticesi olarak, zinâ gibi toplumu ifsad eden bir fiilin ve bu fiile meylettiren sebeplerin hangi nedenle olursa olsun meşrû bir sebep sayılamayacağı vurgusunun yetersiz kaldığını gözlemekteyiz.
Hapis: “Yusuf: ‘Rabbim! Hapis bana, bunların çağırdığı şeyden daha sevimlidir. Eğer beni onların tuzaklarından korumazsan, onlara meylederim ve câhillerden olurum’ dedi. Rabbi duâsını kabul etti ve onu onların tuzaklarından korudu. Çünkü O, her şeyi işitir ve bilir. Bütün bu delilleri görmelerine rağmen onu yine de bir süre hapsetme gereği duydular.”3840 Otuz beşinci âyette Yusuf’un (a.s.) hapse girmesinin belirtilen sebebi zulümdür. Keyiflerince uygulamalar yapan insanlar, suçsuz da olsa mazlumlara işkence ve zulüm yapabilmektedir. İşte müfsit Mısır düzeni yöneticilerinin keyfî uygulamaları neticesi olarak, suçsuz olduğu halde Yusuf peygamber hapse atılır. Aslında hapse atılması, hakkında hayırlara vesile olacaktır. Birinci olarak
3837] 12/Yûsuf, 31-32
3838] 12/Yûsuf, 32
3839] 12/Yusuf, 50-51
3840] 12/Yusuf, 33-35
- 760 -
KUR’AN KAVRAMLARI
gözü dönmüş kadınlardan kurtulmuş olmaktadır. İkinci olarak zulmün odağı hapishaneyi vahyi yayma merkezi olarak kullanmaya başlar. Bundan dolayıdır ki Yusuf peygamberden sonra gelen Müslümanlar hapishanelere “medrese-i Yusufiyye (Yusuf okulu) ismini vermişlerdir. Üçüncü olarak yapmış olduğu “te’vîl el-ehâdîs” neticesi Mısır yöneticisinin gözdesi olacak ve yöneticiliğe başlayacaktır. Bütün bunların neticesi olarak bizlere şu mühim mesaj sunulmaktadır: Neyin hakkımızda hayırlı olacağını ancak Allah bilir.
Yusuf peygamberin hapse girmesinin akabinde zindana iki kişi daha girer. Bunlardan birinin gördüğü rüyanın yorumunu Yusuf’tan (a.s.) istemesi ile kıssanın hapishane versiyonu başlar. Zindana giren iki kişiden rüyasının Yusuf’tan yorumunu isteyen genç bu isteğinin sebebini şöyle açıklar: “Senin Muhsinlerden olduğunu görüyoruz.”3841 İşte toplum içinde numûne/örnek bir şahsiyet olmanın önemi böylece vurgulanmaktadır. İnsanların sizin yapacağınız tebliğe önem vermelerinin ilk kuralı, tebliği iletenlerin muhsinlerden, güzel davranış sahibi olanlardan olması gerektiğinin mesajıdır bu. Müslümanların önemle üzerinde durması gerektiği bir husus olduğu ilan edilmektedir. İnandığını yaşamak ilkesi…
Kur’an’da anlatılan tüm peygamberler emindirler, muhsindirler. Yusuf da Muhsinlerden (güzellik sergileyenlerden) olduğu için zindana düşen kişiler ondan kendilerine yardım isterler. Yusuf peygamber onlara te’vîl el-ehâdîsten önce kendisinin bu bilgiye sahip olmasının temellerini, yani “vahy”i açıklar: “Bu söylediklerim Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Doğrusu ben, Allah’a iman etmeyen, âhireti de inkâr eden bir toplumun dinini terk ettim. Atalarım İbrâhim, İshak ve Ya’kub’un dinine uydum. Bir şeyi Allah’a şirk/ortak koşmak bize yaraşmaz. Bu, bize ve insanlara Allah’ın bir lütfudur. Fakat insanların çoğu şükretmiyor. Ey hapishane arkadaşlarım! Çok sayıda rab mi daha hayırlı, yoksa tek ve kahhâr Allah mı? O’nun yanısıra taptıklarınız, haklarında Allah’ın hiçbir delil indirmediği, sizin ve atalarınızın uydurduğu isimlerdir. Hüküm ancak Allah’ındır. O, yalnızca kendisine kulluk etmenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu anlamıyor.” 3842
Bu âyet-i kerimelerde:
a- Mısır toplumunun sahip olduğu şirk dininin vasıfları veriliyor. Mısır toplumu; putçu, çok ilâhlı/tanrılı, âhireti inkâr eden şirk inancına sahip bir toplumdur.
b- Tek doğru din olan İslâm’ın esasları açıklanıyor.
c- Sanki Mekke şirk toplumu tarif edilmektedir. Mekke ve kıyâmete kadarki tüm câhilî toplumların yanlış dinî inançları ve bu yanlış inançlarının alternatifi İslâm’ın tarifi kıssa içerisinde Yusuf peygamberin ağzından verilmektedir. İşte Kur’an kıssalarının ve anlatım tekniğinin önemi, böylece gözler önüne serilmektedir.
d- Ayrıca “te’vîl el-ehâdîs”in kaynağını açıklayarak, bu vasfa sahip, Allah’ın Rasûlü olan kendine ittibâ edilme isteği vardır.
e- Zindan arkadaşlarının, Allah’ın Yusuf’a ihsan ettiği bu meziyeti yanlış değerlendirip, Allah’tan gayri olarak Yusuf peygamberi de put ittihaz etmemelerinin mesajı, Yusuf peygamberin anlatımı içerisinde bulunmaktadır: “Bu
3841] 12/Yusuf, 36
3842] 12/Yusuf, 37-40
YÛSUF (A.S.)
- 761 -
söylediklerim Rabbimin bana öğrettiklerindendir.” 3843
Vahyin esaslarının açıklanmasından sonra Yusuf (a.s.) onlara yorumunu bildirir: “Ey hapishane arkadaşlarım! Biriniz efendisine içki sunacak, diğeriniz ise asılacak ve başından kuşlar yiyecek. Yorumunu istediğiniz husus bu şekilde kesinleşti.”3844 Burada üzerinde duracağımız nokta, hapisten çıkan gencin Yusuf peygamberi melikin yanında anmayı unutarak Yusuf’un bir süre daha hapiste kalması olayının müfessirlerce yapılan tefsirleri üzerinde olacaktır. Tevhidî düşüncenin önderi Yusuf peygamberin, hapisten kurtulan kişiden hapisten çıkış için şefaat ummasını Allah’tan başkasından yardım dileme olduğunu ve bunun üzerine Allah’ın kızarak onu birkaç yıl daha hapiste bıraktığı yorumları yanlış yorumlardır. Çünkü:
a- Yusuf peygamberin zindandan kurtulan kişiye: “Efendine benden bahset” demesini hapisten çıkma isteği olarak yorumlamaları yanlış değerlendirme olarak gözükmektedir. Çünkü daha sonra melikin çağırmasına rağmen Yusuf peygamberin kendisini toplum gözünde aklamaya yönelik hareketi, onun zindandan kurtulmadan ziyade, kendisine atılan iftirânın aydınlatılmasına mâtuf eylem içerisinde olduğunu göstermektedir.
b- Yusuf (a.s.), Allah’a duâ ederek zindanı kendine tercih etmiştir. Tevhîdî düşüncenin önderi nasıl Allah’tan zindanı istediyse, oradan kurtulmayı da Allah’tan istemesi vahy’in temsilcisinden beklenen bir hareket olması gerekir. Ve işin gerçekleşmesi de böyle olmuştur. Onun amacının zindandan kurtulmaktan ziyade, iftirâdan kurtulmak olduğunun kabulü, kıssanın gidişatına en uygun yorumdur. 3845
Yusuf’un (a.s.) Yönetimi ve Çağdaş Çarpık Yorumlar
Yusuf (a.s.), Maliye Bakanı mı, Yoksa Mısır’ın Tüm İdaresi Elinde Olan Biri miydi?
Karmaşık bir rüya gören melikin rüyasının yorumu hususunda ileri gelenlerden yardım istemesi ile Yusuf Peygamber’le hapiste kalan kişi, şeytanın kendisine unutturduğu Yusuf’u hatırlayarak ona melikin rüyasının te’vili için başvurur. Yusuf (a.s.) tarafından yapılan yorumu beğenen melik, Yusuf’un zindandan çıkarılması için emir verir. Ancak bu aşamada beklenilmeyen bir durum ortaya çıkar. Yusuf (a.s.) zindandan kurtulmaktan ziyâde, kendisine atılan iftirâdan kurtulmak için gayret eder ve şu teklifi yapar: “Melik: ‘onu bana getirin’ dedi. Elçi, Yusuf’a vardığında Yusuf elçiye: ‘Efendine dön de ellerini kesen kadınların durumunu sor. Doğrusu Rabbim onların tuzaklarını çok iyi bilmektedir’ dedi.”3846
Bunun üzerine melik bu olay hakkında bir soruşturma yapar. Yusuf (a.s.)’a iftira edildiğini birinci elden öğrenmiş olur. Böylece hem Yusuf’un suçsuzluğu ve hem de emin vasfı melik dâhil herkes tarafından tescil edilmiş olmaktadır. Eğer bu durum üzerinde durulmamış olsa idi, belki de ileride yeniden iftira hortlatılacak, vahy ve onun temsilcisi Rasûl de bu açıdan suçlanılmaya çalışılacaktı.
“Melik: ‘Onu bana getirin, yanıma alayım’ dedi. Onunla konuşunca: ‘Bugün yanımızda
3843] 12/Yusuf, 37
3844] 12/Yusuf, 41-42
3845] Cengiz Duman, Hz. Yusuf’un Mücadele Örnekliği, Haksöz 56, Kasım 95
3846] 12/Yûsuf, 50
- 762 -
KUR’AN KAVRAMLARI
sağlam ve güvenilir bir yere sahipsin’ dedi. Böylece Yusuf’u oraya egemen kıldık, orada dilediği gibi davranırdı.”3847 Kıssanın bu varyantında Kur’an’da anlatılan peygamberler içerisinde, Yusuf’un. (a.s.) hâricinde gündeme gelmemiş olan ilginç bir olay anlatılmaktadır. Nitekim bu vâkıa, Yusuf’tan (a.s.) sonraki vahiy muhâtapları tarafından üzerinde önemle durulmuştur. Şimdi bu konuda dikkatimizi çeken hususlara değinelim:
a- Kıssanın anlatımı içerisinde, melikin adının geçtiği tüm âyetlerde ondan olumlu bir biçimde bahsedilmektedir. Oysa Kur’an, daha sonraki Mısır yöneticisini “Firavun” olarak isimlendirmektedir. Firavun kelimesi, “fer’ane” ve “tefer’ane” fiilinden türemiştir. Bu iki fiil, büyüklendi, ceberut sahibi ve azamet sahibi oldu, ulaşılmaz bir güce erdi anlamına gelmektedir. Hâlbuki Yusuf (a.s.) zamanındaki yönetici olumlu (olabilecek) bir isimlendirme ile “melik” (kral) olarak adlandırılmaktadır.
b- Kur’an’da anlatılan peygamber karşıtı yöneticiler peygamberlerle gerek fikrî, gerekse fiilî mücâdele halindedirler. Peygamberlerin getirdiği vahiy hemen alelacele reddedilir. Karşı propagandalarla ona tâbi olanlara işkence, sürgün ve ölümler uygularlar. Oysa Yusuf kıssasının anlatımında, peygamberin çağdaşı melik’e ve ileri gelenlerine ait vahiy ve peyamber karşıtı olumsuz tavırlar bulunmamaktadır.
c- Bilakis Yusuf (a.s.) melik tarafından eziyetten kurtarılmakta, peygamberin aklanması temin edilmekte ve görüşlerine itibar edilmektedir. Mısır’a geldiğinde, azize satılmasıyla birlikte köle statüsüne giren Yusuf Peygamber’in bu statüden kurtulmasını da melik sağlamış olmalıdır.
“Melik: ‘Onu bana getirin, yanıma alayım’ dedi. Onunla konuşunca: ‘Bugün yanımızda sağlam ve güvenilir bir yere sahipsin’ dedi.”3848 Bu âyet-i kerimede anlatılanların bir benzeri, Kur’ân-ı Kerim’de bahsi geçen diğer peygamberlerin kıssalarında anlatılmamaktadır. Peygamberle görüşen melikin, Yusuf’un (a.s.) ona iletmiş olacağı vahiyden habersiz olması mümkün değildir. Ama toplumunu ve konumunu câhilî yapıdan arındıracak sahih bir kimliğe ve ölçü bütünlüğüne de sahip değildir. İhtimal ki, âdil bir yönetimden yanadır; ama yetersiz ve dalâlet içindedir ve sonunda melik, Yusuf’a tâbi olmuştur. Çünkü peygamber bu görüşmenin akabinde ondan yönetimi istemektedir. Eğer melik Yusuf’a (a.s.) karşıt olsa, peygamber ondan böyle istekte bulunmazdı. Melik de Peygambere ve söylediklerine karşı olsa, bırakın ona yönetimi teklif etmeyi, hapisten ya çıkarmaz ya da geri yollardı. Ve bu karşılaşmanın anlatımı; Mûsâ (a.s.) ile Firavun arasındaki karşılaşmadaki gibi, Peygamberin vahyî tebliği, Firavun’un da hem peygamberi hem de Allah’ı inkâr ettiği konuşmaları kapsayan Mûsâ kıssasının anlatımı gibi olurdu. Hâlbuki öyle değildir.
d- Yusuf’un (a.s.) yönetim talebinden sonra, melik ve ileri gelenler hakkında hiç bahsedilmemesi Mısır yönetiminin tamamen Yusuf Peygamber’e bırakıldığının göstergesi olmalıdır.
e- Dünyada hiçbir düzen bu şekilde el değiştirmemiştir. Karşıt güçlerin birbiri ile fikrî ve fiilî bir çarpışma olmaksızın yönetim bırakması mümkün olmadığına
3847] 12/Yûsuf, 54-56
3848] 12/Yûsuf, 54
YÛSUF (A.S.)
- 763 -
göre; Yusuf ile melikin inançlarının pekişmesiyle yönetime daha ehil olan Peygamberin geçmiş olması akla yatkın gelmektedir. Böylece Yusuf’un (a.s.) yönetiminde iken aldığı tedbirlerle, melikin rüyasının te’vili gerçekleşmiştir.
f- O halde Mısır yönetimi (melik ve ileri gelenler) İslâm’ı kabul etmiş ve Yusuf’u (a.s.) da İslâm’ın hayata tatbikini gerçekleştirmek üzere yönetime getirmiştir.
g- Eğer melik ve ileri gelenleri müşrik kabul edip Yusuf (a.s.) da onların idaresinden bir bölümüne tâlip, meselâ Hazine Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Tarım Bakanlığı gibi bir bakanlık sahibi kabul edilirse, -ki maalesef çoğu çağdaş yorumlar bu yöndedir- bu hilkat garibesi yapının vahyin mantığına ters olduğu ve emsâl olmasının gündeme gelebileceğinden dolayı daha sonra anlatılan kıssalar ve Hz. Muhammed (s.a.s.)’in hayatının bölümlerinde de bu yapıya benzer pragmatist uygulamalara rastlamamız gerekirdi. “Gel seni başımıza kral yapalım!” tekliflerine Peygamberimizin can atması gerekirdi. Oysa yöneticilerin kendi yönetimleri içerisinde yer alma tekliflerine peygamberler her zaman rest çekmişlerdir. Rasûller vahyin kabulüne ya da Allah’ın isteğine kadar mevcut yönetimlerle mücâdele etmişlerdir.
h- “Böylece Yusuf’u oraya egemen kıldık, orada dilediği gibi davranırdı.”3849 âyeti Yusuf’un (a.s.) yetki ve yönetiminin büyüklüğü hakkında yeterli bilgi vermektedir. Ülkede egemen olan ve dilediği gibi (tabii ki vahye göre) davrandığı belirtilen birinin bir başka yönetici ile beraber bu şekilde egemen ve dilediği gibi davranan biri olarak vasıflandırılması nasıl mümkün olur?
i- Kaldı ki, bir sistemin yürümesi; düzene hâkim olanların ülkenin kaynaklarına (hazâinu’l-ard) egemen olmasını gerektirir. Bu kaynakların işletilmesi ve geliri ile düzen işleyecektir. Pek tabiidir ki bu kaynaklara sahip olmakla ülkenin düzenine ait diğer kaynaklara hâkim olmak birliktelik gerektirir. “Melik, ülkenin Hazine veya Maliye Bakanlığı gibi parasal kaynaklarını Hz. Yusuf’a (tevhidî düşünceye) devredip kendi de diğer devlet işleriyle (şirk inancıyla) meşgul oluyordu” gibi kabul ve iddiâ, sistem işleyişi açısından mantıksızlıktır. Bu hususta; Firavun, Hâmân, Karun üçlüsünü örnek verebiliriz. Bu üç “kişilik” de aynı zihniyetin ürünü (şirk) ve bu zihniyetin egemen olduğu sistemin tüm değerlerinin sahibidirler. Tevhidî düşünce önderinin getirdiği vahye ve onun Rasûlüne karşı çıkmaları; sahip oldukları zihniyetin ve bunun ürünleri olan egemenliğin ellerinden gitmesi endişesinden ötürüdür. Bırakın Mûsâ’yı aralarına almayı, onu gözleri ile yok etmeyi düşünmektedirler. Böyle bir sistem ve sistemin sahipleri içerisinde yer almak, Mûsâ Peygamber’in aklının ucundan dahi geçmez.
Kur’an’da kıssaları anlatılan diğer peygamberlerin hayatlarında da bu gerçeklik yaşanmıştır. Hz. Nuh’a da, Hz. Muhammed’e de şirk yönetimi içerisinde yer alma teklifi getirilmişti. Ancak o yönetimlerde yer alındığı tekdirde, vahyin tebliğinden, yani dâvâdan tâviz anlamı çıkaran peygamberler derhal red cevabı vermişlerdir. Size karşı olan sistemin, sizi baş tacı etmesi düşünülebilir mi? Olsa olsa sizin dâvânızın kenarından, köşesinden başlayarak, kendi düzenine uydurmak için bu teklifi yapmıştır. Nitekim Nuh (a.s.)’a yanındaki müstaz’afları kovmasını, Muhammed (s.a.s.)’e ise putlarına çatmaması gibi tekliflerle yanaşmışlar,
3849] 12/Yûsuf, 56
- 764 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bunların karşılığı olarak düzenlerinden makam sunmuşlardır.
k- “Ana babasını tahta oturttu”3850 âyetinde geçen “arş” kelimesi; Yusuf Peygamberin, Mısır yönetimindeki, tek olan otoritesini vurgulayan en kuvvetli anlatımdır. “Arş” (taht); egemenlik, dilediği gibi davranış (vahye göre) anlamlarına gelir.
l- Ancak daha sonraki âyetlerde; Yusuf’un kardeşleri ile ilgili olaylar esnâsında geçen “melikin dini (yasası)” ve “melikin kabı” ibâreleri ile Tevrat metinlerinde geçen Mısır firavunu ile ilgili anlatımları da göz önüne alarak bir başka alternatif daha düşünülebilir.
Tevrat’ın Tekvin babında, Yusuf Peygamber’in yönetimin başına getirilmesi ile ilgili olarak şu ifadeler yer almaktadır: “Ve bu söz Firavun’un gözünde ve bütün kullarının güzünde iyi idi. Ve Firavun kullarına dedi: Bunun gibi, kendisinde Allah’ın rûhu olan bir adam bulabilir miyiz? Ve Firavun Yusuf’a dedi: Mademki Allah sana bütün bu şeyi bildirdi, senin gibi akıllı ve hikmetli adam yoktur; sen evimin üzerinde bulunacaksın ve bütün kavmim senin emrin üzere idare olunacaktır; ben yalnız tahtta senden büyük olacağım. Ve Firavun Yusuf’a dedi: Bak seni bütün Mısır diyarı üzerine koydum. Ve Firavun mühürünü parmağından çıkardı ve onu Yusuf’un parmağına taktı… Ve Firavun Yusuf’a dedi: Ben Firavun’um ve bütün Mısır diyarında hiç kimse sensiz elini yahut ayağını kaldırmayacaktır.”3851
Tevrat’taki bu ifâdeler, Firavun’un, yönetimi tamamıyla Yusuf’a bıraktığını, ancak yönetime karışmasa da Yusuf’un bir üstünde bulunacağını ifâde etmektedir. Bu, günümüzde Britanya Krallığının fonksiyonuna benzemektedir. İngiltere, demokrasi ile idare olunduğu halde sembolik (şeklen, formalite) olarak kraliçe üstte bulunmaktadır. Ancak yönetime karışması diye bir şey sözkonusu değildir.
Tevrat’taki anlatımı ve Kur’an’da geçen “melikin dini (yasası)” ve “melikin kabı” ifâdelerini de göz önüne alarak; meliki (şeklen) bir üstte, Yusuf’un idaresine karışmayan sembolik bir yapıda olduğunu kabul etsek bile (velev ki melik İslâm’ı kabul etmemiş olsa dahi), bu savın vahyî ilkelerle hareket eden peygamberle, Yusuf’a fikren karşı çıkmadığı ve hatta ona tâbi olduğu varsayılabilen melikin bir arada bulunmasının tevhidî ilkelere aykırı olmadığını söyleyebiliriz. Esas olan vahyî yapı ile şirk unsurlarını meczeden garip bir yönetim yapısını kabul etmemektir. Yusuf Peygamber’in yönetimi kesinlikle vahy ile şirkin karıştırılarak oluşturulduğu hilkat garibesi bir yapı ve zihnin ürünü değildir. (Hz. Yusuf dâhil, hiçbir peygamber, tevhidle şirkin koalisyonunu onaylamaz, böyle bir koalisyonun parçası olmayı kabullenmez.) Böyle düşünülmesi dahi mümkün değildir. Bu konuda en fazla iki ihtimal üzerinde durabiliriz:
a- Tebliğde toplumsal yönetimin merkezî gücünü muhâtap almak asıldır. Hz. Yusuf, Mısır yönetimini/melikini vahyî ölçüye inandırmış ve toplumsal yönetimin inisiyatifini ele geçirmiştir.
b- Ya Yusuf, kimliğini ve ilkelerini gizlemeden ve hiçbir tâviz vermeden Mısır yönetimi içinde geniş bir inisiyatif alanı ele geçirmiştir.
3850] 12/Yûsuf, 100
3851] Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, Bap 41, cümle no: 37-44, s. 42
YÛSUF (A.S.)
- 765 -
Bize göre, birinci ihtimal daha kuvvetli ve Kur’ânî/tevhîdî ilkeler ışığında elçilik yapan nübüvvet makamına daha uygun görülmektedir. 3852
Yusuf’un (a.s.) yöneticiliğiyle ilgili Mevdûdi, tefsirinde şöyle der: “Hükümdar dedi ki: ‘Onu bana getirin, onu kendime bağlı kılayım.’ Onunla konuştuğunda da (şöyle) dedi: ‘Sen bugün bizim yanımızda (artık) önemli bir yer sahibisin, güvenilir (bir danışman-yönetici)sin.” 3853 Şu demek isteniyor: “Hakkında öyle yüksek bir kanaate sahip olduk ki, memleketin en yüksek sorumluluk isteyen memuriyetini (yöneticiliğini) sana çekinmeden tevdî edebiliriz.”
“(Yusuf) Dedi ki: “Beni (bu) yerin (ülkenin) hazineleri üzerinde (bir yönetici) kıl. Çünkü ben, (bunları iyi) bir koruyucuyum, (yönetim işlerini de) bilenim.”3854 Bu âyette birtakım önemli sorular gündeme gelmektedir. Şimdi bunları birer birer tartışalım:
İlk soru şudur: Hz. Yusuf’un (a.s.) krala yaptığı teklif bir memuriyet için miydi? Mesele hedefine varmasını sağlayacak bir fırsat ânını kollayan hırslı bir kişinin başvurusu, yahut bir ricası olmadığı gibi, kralın kendi huzurunda dile getirilen bu teklifi kabul edişi de, (meselenin öncesi yokmuş gibi) âniden olmamıştır. Zira Talmud’a göre, “İbrani kendisini bilge ve uzman bir kimse olarak isbat etmişti”; ayrıca Talmud, Hz. Yusuf'un (a.s.) şöyle dediğini nakleder: “Şu kesin ki, benden daha temâyüz etmiş biri daha yok: Nihâyet ben Allah’ın tüm bilgileri öğrettiği biriyim.”
Aziz, nedimleri, şehzadeleri, subayları ve bürokratları, Hz. Yusuf (a.s.) huzurdayken artık onun gerçek değerini öğrenmiş durumdaydılar ve başından son on yılda geçen olaylar esnâsında sergilediği yüksek karakteri bizzat müşâhede etmişlerdi. Böylece Hz. Yusuf (a.s.) tevâzuda, doğrulukta, önsezide, kendini kontrolde, güvenilirlikte, cömertlikte, zekâ ve anlayışta eşsiz olduğunu kanıtlamıştı. Bu özellikler karşısında muhâtapları bildi ve anladı ki, ülke kaynaklarının nasıl korunacağını, onların nasıl tasarruf edileceğini en iyi bilen, kaynakları geleceğin teminatı olarak koruyabilecek yegâne kişi odur. Bu yüzden Hz. Yusuf (a.s.) isteğini belirtir belirtmez bütün kalpleriyle kendisine güvendiler. Hz. Yusuf (a.s.) hakkında kralın beslediği olumlu kanaat Kitab-ı Mukaddes'te teyid edilir. Ayrıca Talmud'da da belirtildiği gibi sadece kral değil, etrafında bulunan diğer yöneticiler de Hz. Yusuf'un (a.s.) yönetime geçmesini ittifakla kabul etmişlerdir.
Şimdi ikinci soruyu ele alalım: “Hz. Yusuf'a (a.s.) güven duyulmasını sağlayan gücün mâhiyeti neydi?” Bu önemlidir, çünkü Kur'an'ı kavramada tecrübesi olmayan kimseleri bu âyette geçen “hazâinu’l-ard” deyimi ve daha sonra geçen tahıl dağıtım işi yanıltmış; bu yanılgıyla sözkonusu memuriyetin bugünün “Hazine Müsteşarı”, “Kıtlık Dönemi Danışmanı” yahut “Maliye Bakanı” türünden bir memuriyet olduğu sonucuna varmışlardır. Aslında memuriyeti bunlardan hiçbiri değildi, zira Kur’an, Kitab-ı Mukaddes ve Talmud’a göre Hz. Yusuf’a (a.s.) tüm iktidar tevdi edilmiş ve bir yöneticinin tüm imtiyazı verilmiştir. Tahta oturmasının3855 ve kendisine melik denmesinin3856 sebebi budur. Bizzat Hz. Yusuf (a.s.)
3852] C. Duman, a.g.m.
3853] 12/Yûsuf, 54
3854] 12/Yûsuf, 55
3855] 12/Yûsuf, l00
3856] 12/Yûsuf, 72
- 766 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Allah’a kendisine melikliği bahşettiği için şükretmiştir.3857 Her şeyden öte, bizzat Allah bu olaya tanıktır; meâlen: “Böylece Yusuf’a ülkede iktidar verdik. Artık ülkenin her yanına istediği gibi tasarruf etme hakkına sahip olmuştu.”3858
Kitab-ı Mukaddes’e baktığımızda şunları okuyoruz: “Ve Firavun Yusuf’a dedi: “Evimi mekânın bileceksin ve halkın senin emrinle yönetilecek. Ben yalnız tahtta senden büyük olacağım. Bak, tüm Mısır ülkesini yönetmeye seni tayin ediyorum. Senden habersiz Mısır ülkesinde hiç kimse ne parmağını kıpırdatabilecek ne de adım atabilecektir. Ve Yusuf’a Zaphnath-paaneah (Dünya Koruyucusu) adını verdi.”3859 Talmud’a göre ise olay şöyledir: Ağabeyleri Mısır’dan babaları Hz. Yakub’a (a.s.) döndüğünde Hz. Yusuf (a.s.) hakkında kendisine şunları söylediler: “Mısır meliki, halkı üzerinde öylesine egemen ki ondan üstünü yok. Herkes onun emriyle giriyor, onun emriyle çıkıyor ülkeye. Yöneten onun emirleri... Efendisi Firavun’un nefesini harcamasına gerek bile yok.”
Meseleyle ilgili bir diğer soru da şu: Hz. Yusuf’un (a.s.) ülkedeki tüm iktidarın kendisine teslimi için yaptığı teklifin hedefi neydi? Hizmetlerini kâfir bir devletin kanunlarına güç katmak için mi gerçekleştirdi? Yoksa elinde bulundurduğu hükümetin güçleriyle İslâm’ın kültürel, ahlâkî ve siyasî sistemlerini mi tesis etmek niyetindeydi? Bu sorulara en iyi cevap allâme Zemahşerî’nin Keşşaf Tefsirinde 55. âyete getirdiği yorumda verilmiştir. O şöyle diyor: “Yusuf (a.s.) ülkenin kaynaklarını benim tasarrufuma verin şeklindeki teklifinde bulunduğu zaman niyeti Allah’ın hükümlerini yürürlükte kılmak, hak ve adâleti tesis etmek ve tüm Rasûller gibi görevini icrâ etmek üzere iktidar fırsatı kollamaktı. Yoksa tahta geçmeyi, saltanat sevdâsı için yahut dünyevî arzularını ve hırslarını tatmin için istememişti. Böyle bir talepte bulundu; çünkü bu işi icrâ edebilecek bir başkasının bulunmadığını gâyet iyi biliyordu.”
İşin açıkçası, yukarıdaki soru en önemli ve temel meseleye götürmektedir: Yusuf Allah Rasûlü müydü, değil miydi? Eğer Rasûl idiyse -ki, elbette öyledir- Kur'an nasıl oluyor da tâğutî prensiplerle işleyen bir küfür düzenine hizmet edebilen (demokrasiyi yücelten, particiliği ve dolayısıyla uzlaşmacılığı içselleştiren kimi çağdaş yorumcuların iddia ettiğine göre -hâşâ- Hz. Yusuf böyle yapmıştır!) bir peygamber tipinden söz ediyor? Hatta daha da önemli bir soruya varıyoruz: O sâdık bir kimse miydi, değil miydi? -ki Kur’an, onun sâdık ve sâdıklığın zirvesi olan sıddîk olduğunu söylüyor.3860 Eğer öyleyse, nasıl oluyor da hâkimiyetin Allah’a değil de, krala ait olduğu teorisini (güya) pratikte uygulayabiliyor, oysa zindandayken “hükmün yalnızca Allah'a ait olduğunu”3861 söylememiş miydi? Ve eğer kimilerinin sandığı gibi o başvurusunu krala hizmet için sunmuşsa, bu demektir ki hapisteyken şu söylediklerine ilkece aykırı bir iş yapmış demektir: “Hangisi daha hayırlı, çeşit çeşit tanrılar mı, yoksa tek bir kadir-i mutlak Allah mı?” 3862 Mademki Mısır kralı halkın ittihaz ettiği “tanrılar”dan bir tanrıdır; o halde İslâmî bir hukukla yönetilen gayri İslâmî bir düzenin yönetim işini üstlenmeyi, bu konuda hizmet vermeyi teklif etmesi Hz. Yusuf (a.s.) için Rabbiyle kralı müsâvi tutmak (eşit görmek)
3857] 12/Yûsuf, l00
3858] 12/Yûsuf, 56
3859] Tekvin, 4l: 40-45
3860] 12/Yûsuf, 27, 51, 46
3861] 12/Yûsuf, 40
3862] 12/Yûsuf, 39
YÛSUF (A.S.)
- 767 -
olmuyor muydu? Böyle bir durumda sözkonusu yorumcuların Yusuf'a biçtiği yer ne olacaktır?
Doğrusu bu âyeti böyle yorumlayan müslümanların Hz. Yusuf'un (a.s.) mânevî şahsını olmayacak derekelere düşürmeleri tam bir saçmalıktır. Bu durumlarıyla kendileri, bozulma dönemlerinde yahûdilerin geliştirdikleri zihniyetin bir benzerine saplanmış olmaktadırlar. Ahlâk ve mâneviyatları çökmeye başladığında yahûdiler kendi düşük karakterlerini haklı göstermek ve daha da alçalmaya mâzeret kotarmak için nebî ve velîlerini düşük karakterli insanlar olarak resmetmeye başlamışlardı. Aynı şekilde gayri müslim hükümetlerin yönetimi altına giren kimi müslümanlar, bu yönetime hizmet etmek istemişler, fakat İslâm'ın talimatı ve müslüman atalarının sergilediği örnekler önlerine dikilmiş ve utanmışlardı. Bu yüzden şuurlarını pasif hale getirmek sûretiyle bu âyetin hakiki anlamından sarf-ı nazar ettiler (kaçındılar) ve peygamberin gayri İslâmî kanunlarla yönetilen bir ülkenin gayri müslim yöneticisine hizmet etmek azmiyle memuriyet peşine düştüğü şeklinde saptırdılar. Oysa peygamberin kendi kıssası bize öyle bir hisse vermede ki, tek bir müslümanın bile (Hz. Yusuf örneğindeki gibi) yalnız başına, İslâmî safvetiyle imanı, aklı ve hikmetiyle tüm bir ülkede İslâmî bir inkılab oluşturabileceğini; gerçek bir mü’minin, ahlakî seciyesini gerektiği gibi kullanarak, bütün bir ülkeyi ordusuz, cephanesiz ve donanmasız fethedebileceğini öğretmektedir. 3863
Hz. Yusuf bir peygamberdir. Hiç şüphe yok ki onun risâleti de, gönderilen bütün peygamberlerin risâletlerinin aynısıydı ki, o risâletler Allah’ın dinini diğer bütün din ve düzenlere gâlip kılma ve yüceltme risâletidir. Yoksa biz Yusuf’un (a.s.) hükümette bulunduğu süre içerisinde, bir kâfir yöneticinin emrine ve hizmetine girerek, onun yardımcılığını yaparak, Allah’ın dinine göre değil de, hükümdarın/tâğutun kanunlarına göre hükmettiğini kabul edecek olursak, o takdirde Hz. Yusuf’un Süleyman Demirel’den, Bülent Ecevit ve benzerlerinden ne farkı kalır?
Bütün bu hakikatleri kavradıktan sonra, birisi çıkar da hâlâ, Hz. Yusuf’u delil göstererek “gayri İslâmî bir hükümet mekanizmasında görev almak câizdir; çünkü Hz. Yusuf gibi bir Allah elçisi bunu yapmıştır” diyebilir mi? Ama, utanmadan Medine İslâm Devletine “koalisyon hükümeti” diyebilen ve Peygamberimiz için; “yahûdilerle ve diğer kâfirlerle uzlaşarak ortak bir idare kurdu” diyenler, Peygamberimiz’e bu iftirayı atabilenler, Hz. Yusuf’a da bu seviyeyi (!), bu âdîliği uygun görebilirler. Allah şerlerinden İslâm’ı ve müslümanları muhâfaza eylesin!
“İşte böylece biz yeryüzünde Yusuf’a güç ve imkân verdik. Öyle ki, onda (Mısır’da) dilediği yerde konaklardı…3864 Bu âyette zikredilenler, tüm ülkenin tamamıyla onun kontrolüne girdiğini göstermek içindir. Yani ülke ona aitti, herhangi bir bölgesi üzerinde dilediği gibi tasarruf edebilirdi ve avucunun içinde olmayan hiçbir bölge mevcut değildi. İlk müfessirler de bu âyeti şöyle mânâlandırıyorlar: “Biz Yusuf'u Mısır'daki her şeyin sahibi yaptık. Dünyanın bu bölgesinde dilediğini dilediği yerde yapabilirdi. Zira bu ülkede bütün yetki kendisine verilmişti. Hatta kralı bile devirebilecek bir güce sahipti.” Taberî, en âlim müfessirlerden addedilen Mücâhid'den de bir nakilde bulunarak Mısır kralının Hz. Yusuf (a.s.)
3863] Mevdûdî, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Y., 2. baskı, İst. 1991, c. 2, s. 471-473, 12/54. âyetin tefsiri
3864] 12/Yûsuf, 56
- 768 -
KUR’AN KAVRAMLARI
aracılığıyla müslüman olduğunu da ekliyor.
“Babasını ve annesini tahta çıkarıp oturttu…”3865 Talmud’a göre “Yusuf babasının, yolda olduğunu öğrenince dostlarını, subaylarını ve göz alıcı elbiselerle donatılmış ülke askerlerini bir araya topladı... Yakub peygamberi yolda karşılamak ve Mısır’a kadar eşlik etmek için büyük bir topluluk teşekkül ettirdi. Müzik ve mutluluk her yanı kaplamıştı; herkes, kadınlar ve çocuklar bu muhteşem gösteriyi izlemek üzere evlerin çatılarına çıkmıştı.”3866
“Babasını ve annesini tahta çıkarıp oturttu. Onun için secdeye kapandılar…”3867 Bu âyetin tefsirinde İlâhî Hidâyet’in temellerine karşı olan birtakım ciddi hatalara düşülmüştür. Öylesine ki, bazı kimseler bir saygı nişanesi olarak melikler/pâdişahlar ve azizler huzurunda yerlere kapanmayı şer’î kabul edecek denli ifrata kaçmışlardır. Bir kısmıysa biraz daha sofuca davranıp bu konuda şöyle bir açıklama getirmiştir: “Önceki şeriatlerde, Allah’tan başkasının önünde sadece ibâdet/tapınma secdesi yapmak yasaklanmıştı; ibâdet maksadıyla yapılmazsa buna izin verilmişti. Ama şimdi Hz. Muhammed’e (s.a.s.) indirilen şeriatte bu da kesinlikle haram kılınmıştır.”
Böyle yanlış anlamalar; bu âyette secde etmek anlamına gelen “succeden” kelimesinin, halihazır İslâm fıkhındaki “elleri, dizleri ve alnı zemine değdirerek yere kapanmak” biçiminde dile getirilen teknik (ıstılahî) anlamıyla ele alınışı sonucu oluşmuştur. Oysa “succeden” kelimesi secud'un lügat anlamında yani “baş eğerek selamlama” (batı dillerindeki reverans-Çev.) anlamında kullanılmıştır. Hz. Yusuf'un (a.s.) ebeveyni ve kardeşleri o devrin insanları arasında yaygın olan eski bir âdet uyarınca (ki bu âdet hâlâ bazı toplumlarda yaşamaktadır) huzurda eğilerek selâm vermişlerdi. (Günümüzde Çin ve Japonya’da hâlâ sürdürüldüğü gibi, saygıyla eğilerek selâmlama benzeri,) o devrin insanları saygılarını sunmak, nezâket göstermek veya sadece selâmlamak istedikleri kimselerin karşısında ellerini göğüsleri üzerine koyarak eğilmek alışkanlığına sahiptiler. Bu durum Kitab-ı Mukaddes'in birçok yerinde zikredilir: “...ve o (Hz. İbrahim) onların (sözkonusu üç adamın) kendisine doğru geldiklerini görünce çadırın kapısından çıkarak onları karşılamaya koştu ve yere doğru eğilerek onları selâmladı.”3868 Kitab-ı Mukaddes Heth’in oğulları kendisine bir arazi ve Sare’yi defnetmek için bir mezar verdiğinde Hz. İbrahim’in (a.s.) onlara çok müteşekkir olduğunu ve “dikilip, Heth’in oğulları dâhil, belde halkına eğilerek selâm verdiğini zikreder.3869 ve başka bir yerde de3870 aynı türden davranışa değinir. Her iki durumda da “eğilip selâm vermek” biçimindeki davranış Kitab-ı Mukaddes’in Arapçasında “secede” (secde etti) kelimesiyle karşılanmıştır.
Kitab-ı Mukaddes’te zikredilen bu ve benzeri durumlar, l00. âyette geçen hâdiseyle ilgili olarak Kur’an’ın “secde” kelimesini ıstılahî anlamda değil lugat anlamında kullandığının kesin delilidir.
Öte yandan Allah’tan başkası huzurunda saygı göstermek amacıyla yapılan,
3865] 12/Yûsuf, 100
3866] H. Polano, sh. Lll; Mevdûdî, A.g.e., c. 2, s. 474-475, 12/56. âyetin tefsiri
3867] 12/Yûsuf, 100
3868] Kitab-ı Mukaddes, Tekvin 18: 2-3
3869] Tekvin, 23: 7
3870] Tekvin, 23:12
YÛSUF (A.S.)
- 769 -
şimdiki İslâmî anlamıyla secde hareketine önceki şeriatlarca izin verildiğini ileri süren müfessirler yanılmışlardır. Bu anlamda secde tüm şeriatlerde daima yasak olmuştur. Sözgelişi İsrailoğulları’nın Babillerin egemenliği altında bulunduğu esnada Kral Aha-Suerus, Haman’ı tüm prenslerin üstündeki mevkiye çıkarmış ve kölelerine secde edip onu selamlamalarını istemişti. Fakat Yahudiler arasında sıdkı ve velâyetiyle tanınan Mordecai ne secde etmiş ne de başını eğmişti.3871 Talmud'un aynı konuda söyledikleri gerçekten zikre şâyandır:
“Kralın köleleri Mordecai'ye şöyle dediler: “Haman'ın huzurunda secde etmeyi, kralın emrini hiçe sayarak niye reddediyorsun ki? Kralın huzurunda eğilip selam durmaz mıyız?” “Aptallar!” diye cevapladı Mordecai, “Bir de sebep istiyorsunuz ha! Dinleyin beni. Toprak olacak birini mi ululayayım? Bir kadından doğma, günleri sayılı birinin önünde mi secde edeyim? Küçük bir çocukken ağlayıp sızlayan, yaşlanınca ah vah edip duran; günleri öfke ve kızgınlıkla dolu geçen ve sonunda da toprağa dönecek olan böyle bir adama secde etmek, öyle mi? Asla! Ben Ezeli ve Ebedi olan, hiç ölmeyen Allah'ın huzurunda secde ederim. Yalnızca O yüce yaratıcıya, O büyük Melik'e... Başkasına asla!...” 3872
Kur’an’ın vahyedilişinden bir yıl önce İsrailoğulları’ndan bir mü’minin yaptığı bu konuşma, meseleyi sonuçlandırmaktadır. Demek ki, Allah’tan başkası huzurunda “secde”de bulunmak için hiçbir açık kapı yoktur. 3873
Yusuf’un (a.s.) Yönetimi
Yusuf Peygamber’in yönetimi devralmasıyla birlikte melikin rüyasının te’vili gerçekleşmeye başlar. Yedi sene süren bolluk dönemi esnâsında Hz. Yusuf, ihtiyaç fazlasını depolar. Arkasından gelen yedi kıtlık senesinde ise, bu depoladığı hubûbâtı harcamaya başlar. İsrafın olmadığı, geleceğe hazırlığın en mükemmel şekilde yapıldığı Yusuf Peygamber’in yönetiminden Mısır halkı memnundu. Onun bu başarısı yüzünden, diğer bölgelerde kıtlık çekenler Mısır’a akın ederek ihtiyaçları olan hubûbâtı Mısır’dan edinmeye çalışıyorlardı. Bunların arasında Yusuf’un kardeşleri de vardı. Kıtlık yılları Yakuboğullarını da sıkıntıya sokmuştu.
“Yusuf’un kardeşleri gelip huzuruna girdiler. Onlar onu tanımadılar, fakat o onları tanıdı. Yüklerini hazırlatınca dedi ki: ‘Bana, baba bir kardeşinizi de getirin. Ölçüyü tam yaptığımı ve sizi iyi bir şekilde ağırladığımı gördünüz. Eğer onu getirmezseniz, benden bir ölçek bile bir şey alamazsınız. O zaman yanıma da yaklaşmayın.”3874 Bu âyetlerde Yusuf’un (a.s.) yönetimi hakkında birtakım bilgiler de verilmektedir:
a- Ülkenin kaynakları en mükemmel şekilde değerlendirilmektedir. İsraf yoktur. Tasarruf ön plandadır. Keyfî bir yönetim değil, planlı programlı bir idare sergilenmektedir.
b- Yusuf’un (a.s.) yönetimi, insanların mallarını tam olarak vermektedir. Ölçü ve tartıyı tam yapmaktadırlar. Haksızlık ve zulüm yoktur.
c- Ülkeye gelen herkese, özellikle müstaz’aflara yardımsever ve misafirperver şekilde davranılmaktadır. “Bizim hubûbâta ihtiyacımız var, size veremeyiz!”
3871] Esther, 3: l-2
3872] Talmud’tan Seçmeler, Polano, sh. l72
3873] Mevdûdî, A.g.e., c. 2, s. 495-496, 12/100. âyetin tefsiri
3874] 12/Yûsuf, 58-60
- 770 -
KUR’AN KAVRAMLARI
denilerek ihtiyaç sahipleri uzaklaştırılmamaktadır. İnsanlarla ilgilenilme neticesi Yusuf (a.s.); babası, küçük kardeşi ve ahâlisi hakkında bilgi sahibi olmuştur. Vahyi ve peygamberliğini kardeşlerine anlatarak, bu haberi oğullarından duyan Yakub’un (a.s.), Yusuf hakkında sezgilerinin güçlenmesine vesile olmuştur: “Ey oğullarım! Gidin Yusuf’u ve kardeşini arayın. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin.” 3875
d- Yönetici olan Yusuf (a.s.), kendinden önceki ya da sonraki müfsid düzen yöneticileri gibi, halk ile kendi arasında duvarlar oluşturmuyordu. Onların içinden, onlardan birisi olarak yönetimini icrâ ediyordu. İnsanlarla haşır neşir, onların sorunları ile hemhaldi. Böylece Allah’ın vahyini de rahatlıkla onlara ulaştırabiliyordu.
e- Kur’ân-ı Kerim’de kıssaları anlatılan yönetici peygamberlerden, Dâvud (a.s.) ve Süleyman (a.s.)’dan başka, Yusuf’dan (a.s.) da yönetim ve yöneticiliğin esaslarına dâir muhâtaplara dersler vaz edilmiş olmaktadır.3876
Hz. Yusuf’un yöneticiliği ve yönetim tarzı ile ilgili olarak Mevdûdi, ilgili âyetlerin tefsirinde şunları söyler:
“Böylece (Yusuf) kardeşinin kabından önce onların kaplarını (yoklamaya) başladı, sonra da onu kardeşinin kabından çıkardı. İşte biz Yusuf için böyle bir plan düzenledik…”3877 Şimdi şu soruyu düşünelim: Allah, planıyla (keyd) Hz. Yusuf’u (a.s.) doğrudan nasıl destekledi? Oysa biliyor ki Bünyamin’in yükündeki kap planı bizzat Hz. Yusuf (a.s.) tarafından tasarlanmıştı. Ayrıca memurların yükleri aramalarında olağanüstü bir şey yoktu, böyle bir durumda yapmaları gerekeni yapmışlardı. Bu ibarede, Allah tarafından mucizevi bir desteğin olduğuna dair, memurların biraderlere Hz. İbrahim’in (a.s.) şeriatında hırsızın cezasının ne olduğunu sormaları ve onların da “köleleştirilmesi gerekir” şeklindeki cevapları dışında olağanüstü bir alamet yoktur. Böylece Hz. Yusuf hem kardeşini alıkoymayı başarmış, hem de onun hapsedilmesini engellemiştir. Dolayısıyla Hz. İbrahim’in şeriatını uygulamıştır.
Bunu takip eden cümle de bu yorumu te’yid etmektedir: “…(Yoksa) Hükümdarın dininde (yürürlükteki kanuna göre) kardeşini (yanında) alıkoyamazdı. Ancak Allah’ın dilemesi başka….”3878 Allah dileseydi Hz. Yusuf’un (a.s.) planındaki boşluğu gidermezdi. Plandaki zayıf nokta şuydu: Yusuf planına göre kardeşlerini yalnızca melikin yasasına göre alıkoyabilirdi. Fakat bir Allah Rasûlüne kendi şahsi meselesi için gayri İslâmî bir yönetimin yasasına başvurmak yakışmazdı. Zira o, siyasi iktidarı tedrici olarak İslâmî yasayı yürürlüğe koymak için uhdesine almıştı, yoksa melikin yasasını takviye edip yürürlükte kalmasını sağlamak için değil. Allah dileseydi, Hz. Yusuf'a (a.s.) gayri İslâmî bir yasaya başvurmaktan başka çıkar yol koymazdı. Fakat bunu dilemedi; zira Rasûlü’nün temiz isminin bu şekilde lekelenmesini istemedi. Bu yüzden Hz. Yusuf (a.s.) memurlarına emir vererek (alışılmadık) bir şeyi öğrenmelerini istedi: Onlar hırsızları nasıl cezalandırıyorlardı? Biraderler de Hz. İbrahim'in (a.s.) yasasını söylediler. Bu, plandaki boşluğu gidermekle kalmadı aynı zamanda biraderlerin de Mısırlı olmadıkları dolayısıyla bu ülkenin yasalarıyla yargılanamayacakları şeklinde herhangi bir itiraz beyan
3875] 12/Yusuf, 87
3876] Cengiz Duman, Haksöz 56, s. 38
3877] 12/Yûsuf, 76
3878] 12/Yûsuf, 76
YÛSUF (A.S.)
- 771 -
etmelerine de mahal bırakmamış oldu.
Daha önce de işaret edildiği gibi bu Allah'ın bir yardımıydı; peşpeşe iki ayette O'nun lütfunun bir alameti, yüce ilminin bir işareti olarak zikredilen yardımı...
Hz. Yusuf'u (a.s.) kendi şahsî meselesi için Mısır Melikinin gayr-i İslâmî yasasına başvurmaktan koruyan Allah'ın lütfuydu. Çünkü insani zaafın baskısı altına bunu yapmaya yeltenebilirdi. Ve Allah'ın bizzat bir kimsenin ahlaki mertebesini korumak üzere düzenlemelerde bulunması kadar o kimse için büyük bir lütuf olamaz.
Ancak şu da belirtilmeli ki, yalnızca sıkı imtihanlardan “alnının akıyla” çıkanlar bu yüksek nişanla taltif edilir.
Hz. Yusuf'un (a.s.) planındaki boşluğu gidermek sûretiyle Allah, ilminin, kendisine ilim verilmiş olan (Hz. Yusuf gibi) kimselerin ilminden üstün olduğunu göstermiştir.
Bu bağlamda mütalaa edilmesi gereken bazı meseleler vardır. Onlara kısaca değinelim.
1) Genellikle “mâ kâne liye’huze ehâhu fî dîni’l-melik” ifadesi şöyle çevrilmektedir: (Yusuf) kardeşini Melik’in yasasına göre alıkoyamazdı. “Yahut:” (Yusuf) kardeşini Melik’in yasasına göre alıkoymaya yetkili değildi. “Diğer bir deyişle çeviri şu anlama gelmektedir: “Bunu yapamazdı zira Melik’in yasasında buna izin yoktu.” Fakat Arap dilinde ve Kur’an’da “ma kâne” bu şekilde kullanılmamıştır. Nitekim bunun örneklerini Kur’an’da fazlasıyla bulabiliriz; “ma kane limü’minin en yaktule mü’minen” (Bir mü’min bir mü’mini öldüremez “öldürmesi yakışık almaz”). “Mâ kâne Allahu en yettehize min veled” (Allah bir çocuk edinemez “edinmesi yakışık almaz”). Dolayısıyla Hz. Yusuf hakkında kullanılan “buna gücü yoktu”, “bunu yapamazdı”, “buna hakkı yoktu” şeklindeki ifadeler anlamsızdır.
Çünkü Hz. Yusuf’un (a.s.) kardeşini “bir hırsızdır” diye Melik'in yasasına göre alıkoymaya güç yetirememesi için bir neden yoktu. Bir hırsıza ceza vermek için bir yasaya sahip olmayan bir yönetim düşünülebilir mi? İfadenin gerçek karşılığı şu şekilde olmalıdır: “Kardeşini Melik'in yasasına göre alıkoyamazdı. Çünkü böyle davranmak bir peygambere yakışmazdı”.
2) Kur'an'ın kullandığı “din'il-Melik” (Melikin dini) tabirini “Melik'in yasası” şeklinde anlarsak bu, tartışmalı ifadeyi anlamamıza yardım eder. Çünkü çok açık ki, peygamber Allah'ın dininin (nizamının) ikamesi için gönderilmişti. Melik'in gayri İslâmî sistemini (dinini) yürürlükte kılmak için değil. Bu zaman zarfında Hz. Peygamber (a.s.) görevini bir ölçüde başarmıştı, ama yönetim tam anlamıyla Allah'ın dinine göre teşekkül ettirilememişti. Dolayısıyla artık bir peygamberin kendi şahsi bir meselesi için “Kralın sistemini” benimsemesi uygun olmaz, yakışık almazdı. Yani, “Kardeşini Melik'in yasasına göre alıkoymak Yusuf'a yakışmazdı”.
3) Dahası, “Melik'in Dini” ibaresini “ülke yasaları” anlamında kullanmak suretiyle Allah, “din” kelimesinin geniş kapsamına işaret etmiş; Risaletin sahasını yalnızca Allah'ın birliğine inanmakla sınırlandırıp, onu kültürel, siyasi, sosyal, hukuki ve hayatın diğer dünyevî cephelerinin dışarıda bıraktığına inanan kimselerin din kavramını kökünden kesmektedir. Veyahut böyle tipler dinin saydığımız vechelerle bir ölçüde ilgili olduğunu kabul ederler ama onlara göre
- 772 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bunlar, yapılsa da yapılmasa da olur kabilinden tavsiyelerdir. Güya din, inananları bunları yahut insan-yapısı yasaları benimsemekte serbest bırakmıştır, zira düşüncelerine göre, ikincisini benimsemelerinde bir beis yoktur. Din'in uzun bir süredir müslümanlar arasında yürürlükte olan bu yanlış kavranışı, İslâmî hayat tarzını hakim kılmak için gerekeni yapmaları yolunda kendilerini ihmalkar hale getirmiştir ve bu yüzden mesul tutulacaklardır. Dinin bu yanlış kavranışının sonucu olarak müslümanlar İslâmî olmayan hayat tarzıyla uzlaşır hale gelmişlerdir. Hatta bu yanlış kavrayış yüzünden Hz. Yusuf'u (a.s.) güya örnek ittihaz ederek bu sistemlerin destekçisi ve uşağı haline gelebilmişlerdir. Oysa bu ayet ifade biçimi olarak bu yanlış kavramayı reddetmekte, “ülke yasaları”nın tıpkı namaz, hac, oruç ve zekât gibi dinin bir parçası olduğunu bildirmektedir. Dolayısıyla Al-i İmran Sûresinin 19. ve 85. ayetlerindeki “el-din”in kabulu gereği, yasalar da namaz ve diğer farzlar gibi bu kavramın kapsamına girer. Bu yüzden dinin bu bölümünün herhangi bir sistemden ihracı Allah'ın gazabını celbedecektir.
4) Bunlarla birlikte yukarıdaki yorum, bir itiraza mahal bırakmamaktadır. Hiçbir şey olmasa, bu satırların yazarının bile katıldığı bir gerçek vardır ki, Hz. Yusuf (a.s.) ülkenin en yüksek mevkiindeyken Mısır'da gayri İslâmî bir düzen yürürlükte bulunmaktadır. Dolayısıyla bu durum bizzat peygamberin Melik'in gayri İslâmî yasalarını uygulamak zorunda olduğunun bir delilidir. Şu halde Hz. Yusuf'un (a.s.) kendi özel meselesinde Hz. İbrahim'in (a.s.), şeriatı yerine, uygulamak zorunda kaldığı Melik'in şer'i sistemine göre amel etse ne fark ederdi? Kesinlikle fark ederdi, zira mesele Hz. Yusuf'un bir peygamber oluşuyla ilgi içindedir. Çünkü o İslâmî hayat nizamını tesis etmeye çalışmaktaydı ve bu, tedrici olarak başarılabilecek bir işti. Dolayısıyla bu süre içinde Melik'in yasası kaçınılmaz olarak yürürlükte kalacaktı. Aynı şey Hz. Peygamber'in (s.a.s.) Medine'de olduğu sırada Arabistan'da vuku bulmuştu. İslâmî sistemi bütünüyle ikame etmek dokuz yılı almış ve bu dönemde birtakım gayri İslâmî yasalar yürürlükte kalmıştı. Sözgelişi içki, faiz, gayri İslâmî miras ve evlilik geleneği, batıl ticaret şekilleri vs. bir süre daha yürürlükte kalmak durumundaydı. Aynı şekilde İslâm'ın medeni ve ceza hukukunun bütün olarak yürürlüğe girmesi de belli bir süreyi gerektirmişti. Dolayısıyla Hz. Yusuf'un (a.s.) hükümranlığının ilk dokuz yılında Melik dininin (yasal düzeninin) yürürlükte kalmasında hiçbir tuhaflık bulunmamaktadır. Şu var ki geçiş dönemi esnasında gayri İslâmî melik yasasının devam etmesi, Allah Rasûlü’nün Allah’ın dinini ikame için değil, Melik’in dinini izlemek için gönderildiğine delil teşkil etmez. Melik'in yasasına kendi şahsi davası için başvurmasının Hz. Yusuf'a (a.s.) yakışmayacağı meselesine en iyi karşılık yine Rasûlullah'ın (s.a.s.) uygulamasında bulunmaktadır. Geçiş dönemi esnasında yani cahili yasaların henüz İslâmî yasalarla yer değiştirmediği dönemde, kimi müslümanlar daha önce yaptıkları gibi şarap içmeye, faiz yemeye devam ediyorlardı. Ancak Rasûlullah (s.a.s.) bu gibi fiilleri asla işlemiyordu. Yine iki kız kardeşle birden evlenmek, muta gibi yasalar uygulanmaktaydı, fakat Rasûlullah (s.a.s.) asla böyle bir uygulamada bulunmadı. Böylece açıklığa kavuştu ki, İslâmî yasaların evrimi döneminde kimi gayri İslâmî yasaların yürürlükte bırakılmasıyla onların bizzat uygulanması arasında fark vardır. Eğer Hz. Yusuf (a.s.) Melik'in yasasını kendi şahsi davası için uygulasaydı bu onun yaptırım gücünü bu yasaya hamlettiği, bu yasayı tasdik ettiği anlamına gelirdi. Oysa bütün cahili şeriatleri ortadan kaldırmak üzere gönderilmiş bir peygamberin, başkalarına ruhsat verilmiş olsa bile bu yasaları izleyemeyeceği açıktır. 3879
3879] Mevdûdî, A.g.e., c. 2, s. 482-485, 12/76. âyetin tefsiri
YÛSUF (A.S.)
- 773 -
Hz. Yusuf ve Tevhid Dâveti
İncil ve Mısır tarihini mukayeseli olarak okumuş ve incelemiş olan çağımızın araştırmacıları, Mısır hükümdarlarından “Hymksos” (çoban) kralları arasında yer alan Apophis’in Hz. Yusuf (a.s.) olabileceği ihtimalini ortaya koymuşlardır. Zira bu kralın yaşadığı devir, Hz. Yusuf’unki ile denk gelmektedir.
“Mısır’ın başkenti Memphis idi. Bunun kalıntıları bugün Kahire’nin güneyinde yaklaşık 24. km’de bulunmaktadır. Hz. Yusuf buraya 17-18 yaşlarında iken gelmişti. 2-3 Sene Mısır kralının sarayında kaldı ve 8 sene de zindanda. 30 Yaşında iken Mısır hükümdarı oldu ve 80 yaşına kadar rakipsiz Mısır tahtında kaldı (…) İncil’deki kayıtlara göre Hz. Yusuf 80 yaşına geldikten sonra vefat etti ve ölmeden önce, İsrailoğullarına, Mısır’dan ayrılırken kemiklerini yanlarına almalarını vasiyet etti.3880
Hz. Yusuf’un tevhid dâveti Kur’an’da şöyle dile getirilir: “Ey hapis arkadaşlarım! Ayrı ayrı bir sürü uydurma ilâhlar mı daha hayırlıdır, yoksa her şeyden üstün, kahredici olan Allah mı? Allah’ı bırakıp taptığınız, sizin ve babalarınızın adlandırdığı, putlardan başka bir şey değildir. Allah onların doğru olduğuna dair bir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil, ancak O’na ibâdet edip kulluk yapmanızı emretmiştir. Bu, dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmez.”3881
Hz. Yusuf (a.s.) bu mesajı, zindanda olduğu sırada hapiste beraber bulunduğu köle arkadaşlarına tebliğ etmişti. Hz. Yusuf’un bu esnâda sunduğu tevhid dâvetinden çıkaracağımız birçok önemli dersler vardır. Şimdi bunları genel hatları ile ele alalım:
1- Hz. Yusuf bir peygamber sıfatına sahip olduğunun bilincinde olarak, zindanda bile olsa tevhid dininin mesajını etrafındakilere yaymanın sorumluluğunu taşımış ve hapishane hayatı gibi olumsuz şartlarda dahi bu görevin gözardı edilmemesi gerektiğini pratik yaşantısı ile göstermiştir. Bu demektir ki, bir Müslüman bulunduğu konuma bakmaksızın, yerin yedi kat dibinde de olsa bu dâveti tebliğ etmekle yükümlüdür ve bu konuda hiçbir mâzeret Allah katında kabul görmeyecektir.
2- Hz. Yusuf (a.s.) başına gelen zindan musîbetine sabrederek, bulunduğu konumu İslâm’ın lehinde kullanmayı çok iyi bilmiştir. Bilindiği üzere, “yerine ve zamanına göre hareket” ile “yerinde ve zamanında faâliyet” İslâm’a dâvet metodunun iki önemli meselesini teşkil eder. Dâvetin neticeye ulaşabilmesi, müsbet bir sonuç verebilmesi için yer-zaman faktörlerine dikkat ve itina gereklidir. Dâvetçi, dâveti sunduğu mekânının şart ve imkânlarını çok iyi bilerek orada nasıl hareket edeceğini, hangi metodlarla dâvetini sunacağını, dâvetin hangi mesele ve merhalelerinin bu yer için uygun olacağını hesap etmek mecbûriyetindedir.3882
3- Buna bağlı olarak Hz. Yusuf’un tevhide dâvet usûlü bize bir insanın, tıpkı Yusuf Peygamber gibi eğer hâlis niyete ve gerekli bilgeliğe sahipse mesajı tebliğ etmek üzere durumunun gerektirdiği bir metodu izleyebileceğini gösterir. İki adam ona itimad ederek kendisinden rüyalarını yorumlamalarını isterler.3883
3880] Mevdûdi, Tevhid Mücadelesi, c. 1, s. 517-518
3881] 12/Yusuf, 39-40
3882] bk. Ahmet Önkal, Rasûlullah’ın İslâm’a Dâvet Metodu, Esra Y., s. 199
3883] 12/Yusuf, 36
- 774 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Buna verdiği cevapta şöyle der: “Rüyalarınızı yorumlayacağım, fakat ilkin size, bana rüyaları yorumlama gücü veren bilgimin kaynağını haber vereyim.” Bu sûretle onların taleplerini avantaj olarak kullanarak kendi itikadını onlara vazeder.3884 Ayrıca onlara bu kısa, fakat özlü ve aydınlatıcı ifadelerle İslâm dininin ana hatlarını çizivermiştir. Aynı zamanda Yusuf bu beyanı ile; şirki, putperestliği ve câhiliyeyi ayakta tutan sütunları temelinden sarsmış,3885 tevhidin yüceliğini ve gerçekliğini beyan etmiştir.
4- Dâvette muhâtabı tanıyarak, duruma göre tebliğde bulunmak önemli bir gerekliliktir. İnsan olması yönüyle dâvete muhâtap olanlar, bizzat içlerindeki duygu ve hisleriyle hareket edecek, psikolojik motiflerin etkisi altında kalacaklardır. Dâvetçi bu duygu ve hisleri tespit ederek muhâtabında psikolojik etki icrâ edecek şekilde hareket ve davranışlarda bulunmalı, tebliğini buna göre sunmalıdır. Fikir, davranış veya yaşayışın ıslahı için her şeyden evvel bu fikir ve inanışa bağlanış derecesi, o fikir ve inanışın mâhiyeti hakkında bilgi sahibi olmak, muhâtabın içerisinde yaşadığı sosyal ve kültürel muhiti, kişi tabiatına yankıları olan coğrafî ve tarihî şartları, tebliğe muhâtap kaldığı anda muhâtabın içerisinde bulunduğu hâlet-i rûhiyeyi iyi tanıyarak3886 ortama göre davranmak zorundadır.
Bir tevhid önderi olması sebebiyle Hz. Yusuf (a.s.) yukarıda sunmaya çalıştığımız dâvet stratejisinin farkında olarak, bize mesajı sunarken takip etmemiz gereken doğru usûlü de öğretmiştir. Hz. Yusuf, hemen işin başında amele ilişkin ayrıntıları ve itikadî düzenlemeleri sunmamış, iman edenle etmeyeni, yani tevhid ile şirki birbirinden ayıran en temel esas üzerinde durmuştur. Daha sonra sağduyu sahibi bir kişiyi iknâda başarısızlığa uğramamak için de mesajı gâyet aklî bir tarzda sunmuş ve ortaya sürdüğü deliller bu iki kölenin zihninde derin tesirler uyandırmıştır: “Hangisi daha iyi? Çeşit çeşit tanrılar mı, yoksa bir tek Kadir-i mutlak Allah mı?” Köleler, kendi şahsî tecrübelerinden bir tek efendiye hizmet etmenin, birçoğuna birden hizmet etmekten daha iyi olduğunu bilmekteydi. Dolayısıyla âlemlerin Rabbine hizmet etmek dururken, O’nun kullarına hizmet etmek daha iyi olamazdı. Dahası, Hz. Yusuf (a.s.) onları doğrudan imanı kabule ve itikatlarını redde dâvet etmemiş; oldukça hikmetli bir yol tutarak önce şuna dikkatlerini çekmişti: “Bizi ve tüm insanlığı kendisinden başkasına köle etmemesi Allah’ın bir lütfudur. Ancak insanların çoğu O’na şükretmez. Yalnızca O’na kulluk etmek yerine kendilerine tanrılar icat ederek onlara taparlar.” Zikre şâyan bir şey daha vardır ki, teklif ettiği imanın miyarı hikmeti esas almaktadır, herhangi bir icbar sözkonusu değildir. “Sizin servet tanrısı, sağlık tanrısı, bolluk tanrısı, yağmur tanrısı vs. diye isimlerden ibârettir sadece. Her şeyin gerçek sahibi, tüm kâinatın Rabbi ve yaratıcısı olarak sizin de kabul etmeniz gereken, Yüce Allah’tır. Allah hiçbir şeye, hiç kimseye ulûhiyet adına ne bir yetki vermiş, ne de böyle bir şeyi tasdik etmiştir. Aksine, tüm kudretleri, tüm hak ve yetkileri kendine hasretmiştir ve emretmiştir: “Yalnız Bana kulluk ve itaat edin.” 3887
Kur’ân-ı Kerim’de Yusuf (a.s.) ve Yusuf Sûresi
Nüzûlü: Mushaftaki sıralamada on ikinci, iniş sırasına göre elli üçüncü sûredir.
3884] Mevdûdi, Tefhimu’l Kur’an, c. 2, s. 462
3885] Seyyid Kutub, Fî Zılâlil Kur’an, c. 8, s. 400
3886] A. Önkal, a.g.e., s. 131
3887] Mevdûdi, Tefhim, c. 2, s. 463; Mehmet Kubat, Kur’an’da Tevhid, Şafak Y., s. 87-89
YÛSUF (A.S.)
- 775 -
Hûd sûresinden sonra, Hicr sûresinden önce Mekke’de nâzil olmuştur, 111 âyettir.
Yahudilerin telkini ile Mekke müşriklerinin Hz. Peygamber’e “Îsrâiloğulları Mısır’a niçin gittiler?” şeklindeki sorusuna cevap olarak veya müslümanların Resûlullah'ın bir kıssa anlatmasını istemeleri üzerine indiği rivâyet edilmiştir. Ancak, Muhammed b. İshak'a göre sûrenin nüzul sebebi, kavmi tarafından zulme uğramış olan Hz. Peygamber'i teselli etmektir.3888 Kavminin baskıları ve işkenceleri karşısında Rasûl-i Ekrem ve arkadaşları bunalmışlardı; bu bunalımdan bir çıkış yolu arıyorlardı. Böyle sıkıntılı bir anda bu sûrenin inmesi, müslümanlara bir teselli ve müjde olmuştur. Zira kıssanın kahramanı olan Hz. Yûsuf da Filistin’de kardeşleri tarafından bazı kötülüklere mâruz kalmıştı. Fakat sonunda o, Mısır’da devlet yönetiminde söz sahibi oldu, kardeşleri de bu devletin yönetiminde görevlendirildiler.
Bu sûrede anlatılan kıssa da, dolaylı olarak Hz. Muhammed ve arkadaşlarına, sabrettikleri takdirde Hz. Yûsuf’a verilmiş olan mükâfatın bir benzerinin verileceğini ve Kureyşliler’in kendilerine boyun eğeceğini müjdelemektedir. Nitekim kavminin baskısı neticesinde Medine’ye göç etmiş olan Rasûlullah sekiz sene sonra Mekke’yi fethetmiş ve Kureyşliler ona boyun eğmiştir. Ancak Hz. Peygamber Kureyşliler’e, Hz. Yûsuf un Mısır’da kardeşlerine söylediği sözün aynısını söylemiş ve şöyle demiştir: “Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi afetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir”3889 “Gidiniz hepiniz serbestsiniz!’’3890 Muhtevasına ve işaret ettiği konulara bakıldığında sûrenin, hicretin arifesinde meydana gelen olaylar esnasında, yani Kureyş’in Hz. Peygamber’i öldürme, sürgün etme veya hapsetme planlarını tasarladığı sırada ve bir defada inmiş olduğu anlaşılmaktadır.
Kur'ân ı Kerîm'deki kıssalar bazı hikmetlere dayanmaktadır. Özellikle peygamberlerin kıssaları, alınması gereken ibretlerle doludur. Nitekim bu sûrenin son âyetinde yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Andolsun onların kıssalarında akıl sahipleri için ibretler vardır.” Hz. Yûsuf’un kıssası hakkında da şöyle buyurmuştur: “Andolsun ki Yûsuf ve kardeşlerinde, almak isteyenler için ibretler vardır.”3891
Adı: Sûre adını 4. âyetten itibaren 101. âyetin sonuna kadar kıssası anlatılan Yûsuf (a.s.)dan almıştır.
Konusu: İlk üç âyette bu sûredeki âyetlerin Kur’ân-ı Kerîm’İn âyetleri olduğu, Kur’an’ın Arap diliyle indirildiği ve bu sûrede kıssaların en güzelinin anlatılacağı bildirilmektedir. Bundan sonra 101. âyete kadar Hz. Yûsuf’un kıssası anlatılmıştır. Kıssada Hz. Yûsuf'un, kardeşleri tarafından kuyuya atılması, onu kuyudan çıkaran kafile tarafından Mısır'da köle olarak satılması, bir iftira sonucu cezaevine girmesi, Mısır kralının gördüğü rüyayı yorumlaması neticesinde cezaevinden çıkarılıp maliyeden sorumlu yüksek düzeyde yöneticiliğe getirilmesi, uzun süreli bir ayrılıktan sonra babası ve kardeşleriyle tekrar buluşması gibi konular ele alınmıştır. Daha sonraki âyetlerde ise mü’minlere müjde ve öğütler verilmektedir.
“Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla... 1. Elif-lâm-râ. Bunlar, apaçık kitabın âyetleridir. 2. Anlayabilesiniz diye biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik. 3. Biz, bu Kur ‘an ‘ı sana
3888] Elmalılı, IV, 2841
3889] İbn Sa’d, Tabakat, n, 142
3890] İbn Kesîr, es-Sîre, III, 570
3891] 12/Yusuf, 7
- 776 -
KUR’AN KAVRAMLARI
vahyetmekle en güzel kıssayı da anlatıyoruz. Gerçek şu ki, sen bundan önce elbette bunu bilenlerden değildin.”
Tefsiri
1. Bazı sûrelerin başında bulunan “elif-lâm-râ” gibi harflere “hurûf-ı mukattaa” denmektedir.
Yüce Allah, indirilen bu âyetlerin gelişigüzel söylenmiş sözler değil, gerçekleri açıklayan ve ebedî bir mucize olan İlâhî kitabın âyetleri olduğunu, dolayısıyla bu kitaba şanına yakışır bir şekilde saygı gösterilmesi ve emirlerinin uygulanması gerektiğini vurgulamaktadır.
2. Bütün insanlık için gönderilmiş olan Kur’an’ın Arabistan’da ve Arapça olarak indirilmesinin coğrafî, sosyolojik, psikolojik ve dil ile İlgili sebepleri vardır. Her şeyden önce Arap yarımadası eski dünyayı meydana getiren, bugün de insanlığın büyük bir bölümünü barındıran Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının birbirine en çok yaklaştığı merkezî bir yerde ve dünya ticaret yollarının kesiştiği bir noktada bulunmaktadır, Kur’an’ın nazil olduğu zamanda bu bölge komşu illerde yer alan siyasî güçlerin iktisadî ve siyasî menfaatlerini doğrudan ilgilendiren bir konumdaydı. Bu siyasî güçlerin aksiyon ve reaksiyonlarının toplandığı bir merkezde yer alan Arap toplumu bu kıtalarda yaşayan insanları ve bunların yaşayışlarını tanıma imkânına sahipti.
Arap toplumu çölde yaşadığı için, müreffeh bir hayat tarzından uzaktı. Tehlikeli işlere atılma ve değerlerin müdafaasında sabırla direnme gibi vasıflara sahip bulunuyordu. Asırlar boyunca dillerinin safiyetini korudukları gibi belirtilen nitelik ve enerjilerini de muhafaza etmişlerdi. Kabileler arasında uzun süre devam etmiş olan iç savaşlar, onlara atılganlık vb. meziyetler kazandırmıştı. Ayrıca ticaretle uğraşan bir toplum olmaları sebebiyle hareket kabiliyetine ve uzun süreli seyahatlere katlanma gibi hususiyetlere sahip bulunuyorlardı. Bu sayede Araplar ticaret yaptıkları ülkelerin örf ve âdetlerini, hususiyetlerini, kanunlarını Öğrenmişlerdi; kısaca İslâm’ı buralara ulaştırılmak için gereken tecrübeye sahip bulunuyorlardı.
Kur’an’ın Arapça olarak indirilmesinin temel sebebi, son peygamberin Araplar arasından seçilmiş olmasıdır. Yüce Allah her peygambere kendi kavminin diliyle hitap etmiş, vahyini onların diliyle göndermiştir ki peygamber Allah’ın emir ve yasaklarını kavmine rahatça anlatsın.3892 Şüphe yok ki Kur’an’ın Arap dili ile indirilmiş olması onun sadece Araplar’a indirildiğini ifade etmez. Nitekim bazı âyetler, onun bütün insanlığa hitap ettiğini, dolayısıyla evrensel bir kitap olduğunu göstermektedir.3893
3. “En güzel kıssa” diye çevirdiğimiz “ahsenü’l-kasas” tamlamasındaki kasas kelimesi sözlükte “bir şeyin izini sürmek” anlamına gelmektedir; isim olarak, “anlatılan haber” demektir. Kur’an’da daha çok bu mânada kullanılmıştır.3894 Bu mânada kıssa ile eş anlamlı olup her ikisinin de çoğulu kasastır. Edebiyatta hayâlı kıssalar olduğu gibi gerçek kıssalar da vardır. Hz. Yûsuf’un kıssası yaşanmış
3892] 14/İbrâhim, 4
3893] 2/Bakara, 185; 3/Âl-i İmrân, 138; 34/Sebe’, 28; ayrıca bk. 13/Ra’d, 37
3894] Râgıb el-Isfahânî, el-Müfredât, “kss” md.
YÛSUF (A.S.)
- 777 -
bir olaydır. Bir taraftan tasavvuf ve edebiyatta mecazî aşk denilen ve tabii bir gerçeklik olan beşerî sevgiyi, diğer taraftan bu tür sevgilerin insanı kötülüğe saptırmasına engel olacak güç ve içtenlikteki iman ve iffetin yüceliğini anlatan bu sûre, âyette “ahsenü’l-kasas” olarak nitelendirilmiştir. Kıssada aynı zamanda baba-oğul, Ya’kub (a.s.) ile Yûsuf un hasret, ıstırap ve üzüntüleri canlı bir şekilde dile getirilmektedir. “Ahsenü’l-kasas” tamlamasını “en güzel üslûp” şeklinde anlayanlar da vardır.3895 Buna göre cümlenin meali şöyle olur: “Biz, bu Kur’an’ı sana en güzel bir üslûpla anlatıyoruz.”
Âyette, Hz. Peygamber'in, Yûsuf hakkında daha önce bilgisinin olmadığı, bu bilgilerin kendisine vahiy yoluyla geldiği bildirilmektedir. Bu durum, Hz. Muhammed'in hak peygamber, Kur'an'ın da mucize olduğunu gösterir. Zira okur-yazar olmayan, yabancı dil bilmeyen ve İsrâiloğulları'nın Mısır'a gitmeleriyle ilgili yeterli bilgisi bulunmayan bir kimsenin, vahye dayanmadan, çok zaman olayların detayına kadar inen böyle mükemmel bir kıssayı ortaya koyması mümkün değildir.
İbrânîce’de “Allah'ın kulu” mânasına gelen İsrail kelimesi, Ya’kub peygamberin lakabı olup Allah'ın halis kulu olduğunu ifade eder. Soyundan gelenlere de “İsrâiloğulları” denilmektedir. Kitâb-ı Mukaddes araştırmacılarından nakledildiğine göre Ya'kub Filistin'de yaşıyordu ve on iki oğlu vardı. Yûsuf on birinci oğluydu. Milâttan önce 1906'da doğmuş, 1890'lı yıllarda Mısır'da köle olarak satılmıştı. Bir süre kölelik, oldukça uzun bir süre de hapis hayatı yaşadıktan sonra Mısır'da önemli bir üst düzey yöneticiliğe getirildi. Daha sonra babası ve kardeşlerini de Mısır'a götürdü. Böylece İsrâiloğulları Mısır'a yerleştiler. Hz. Mûsâ'nın zamanında ve onun liderliğinde tekrar Filistin'e dönmüşlerdir.3896
4. “Bir zamanlar Yûsuf, babasına demişti ki: “Babacığım! Ben (rüyamda) on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm; onları bana secde ederlerken gördüm.” 5. Babası, “Yavrucuğum! Rüyanı sakın kardeşlerine anlatma, sonra sana tuzak kurarlar! Çünkü şeytan insana apaçık bir düşmandır” dedi. 6. İşte böylece rabbin seni seçecek, sana rüyada görülenlerin yorumunu öğretecek ve daha önce iki atan İbrahim ve İshak’a nimetini tamamladığı gibi sana ve Ya’kub soyuna da nimetini tamamlayacaktır. Kuşkusuz rabbin çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.”
Tefsiri
4-6. Yûsuf (a.s.)ın soy kütüğü şöyledir: Yûsuf, babası Ya’kub, babası îshak, babası İbrahim (a.s.). Görüldüğü gibi Yûsuf, Hz. İbrahim'in dördüncü kuşaktan torunudur. Ya'kub ile eşi Rahîl'den dünyaya gelmiştir. Rasûlullah buyurmuşlardır ki: “İnsanların en şereflisi, Allah’ın peygamberi Yûsuf tur; o, Allah'ın peygamberinin oğludur; o da Allah'ın peygamberinin oğludur; o da Allah'ın dostunun (halîl) oğludur”3897
Rüya, “görmek” mânasına gelen “rü'yet” mastarından alınmış bir isim olup, uyku halinde birtakım olay ve şekillerin görülmesi demektir, Türkçe'de buna “düş” denir. Rüya kişinin sadece iç dünyasıyla ilgili bir olay olmayıp, aynı zamanda hayalin ötesinde dış dünyada bir gerçeğe de işaret eder. Râzî'ye göre yüce Allah, insan ruhunu madde ötesi âleme çıkabilecek, levh-i mahfuzu okuyabilecek
3895] Zemahşerî, II, 300-301; Râzî, XVIII, 85; Esed, II, 454-455
3896] İsrail ve İsrâiloğulları hakkında bilgi için bk. 2/Bakara 40, 132; 4/Nisâ, 153-161
3897] Buhârî, Tefsir 12/2
- 778 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yetenekte yaratmıştır. Ancak ruhun bedenle ilgisi buna engel olmaktadır. Uyku halinde ruhun bedenle ilgisi azalır, Levh-i mahfuzu okuma gücü artar. Ruhun orada gördükleri, hayal âleminde kendine özgü İzler bırakır.3898 Bu izler hayalin ötesindeki bir gerçeği yani levh-i mahfuzdaki bilgiyi gösterir ki rüyanın asıl işaret ettiği şey budur.
Gazzalî, levh-i mahfuz ile insan kalbini, karşı karşıya duran fakat aralarında perde bulunan iki aynaya benzetmektedir. Aynaların arasındaki perde kaldırıldığında birindeki görüntü diğerine aynen yansır. İşte rüya olayı buna benzer; insan uyuduğu zaman kalbin duyu organlarıyla ilgisi kesilir, levh-i mahfuz ile kalp arasındaki perde ise kalkar, böylece levh-i mahfuzdaki bazı bilgiler kalbe yansır; hayal gücü bu bilgileri sembollerle alarak korur, İnsan uyandığında ancak hayalindeki sembolleri hatırlar.3899 İşte rüyayı yorumlayıp İşaret ettiği perde arkasındaki gerçekleri göstermeye “rüya tabiri” (yorumu) denilmektedir.3900
Psikanalizin kurucusu Freud’a göre rüyanın kaynağı ferdin şuur altı, rüya ise arzuların tatmini için yapılan bir teşebbüstür. Ona göre başta cinsel arzular olmak üzere çocukluk döneminden itibaren bastırılan duygular, geçmişte yaşananlar ve duyu organlarına etki eden duyumlar rüyanın esas ögesini oluşturur ve rüya esnasında ortaya çıkar.3901 “İnsanın yaşama kaynağı ve canlı organizmanın tek faaliyet gayesi cinsel hayattır. Bu da “libido” denilen idare merkezinde planlanmaktadır. Cinsel duygularla toplumdaki kuralların çatışması veya bu isteklerin şuur altına itilmesi, kişide bazı kompleksler meydana getirir. Rüyada görülen olaylar işte bu komplekslerin, bilinç dışı arzuların akıl sansürü ve baskısından kurtulmuş olarak örtülü bir şekilde tezahürüdür. Uyku esnasında sansürün gücü azaldığından arzular serbestçe dışa vurulursa da rüya gören kişinin bilincine girmelerini engellemek amacıyla kabul edilebilir imgelere dönüştürülür. Bu dönüştürmede uyku sırasında algılanan duyu uyaranlarından, önceden yaşanmış olaylardan ve derinde yerleşmiş anılardan yararlanılır.3902
İslâmî kaynaklarda genel olarak üç türlü rüyanın bulunduğu ifade edilmektedir: a) Sâdık rüya. Kaynağı İlâhî olan İkaz ve işaretler olup doğru ve gerçek rüyalardır. Hz, Peygamber bu tür rüyaların peygamberliğin kırk altı cüzünden biri olduğunu haber vermiştir.3903 Sâdık rüya gören kimsenin ruhu, bu vesileyle Allah’ın ilim, irade, kudret ve yaratmasıyla ilgili bazı şeyler hakkında bilgi sahibi olur. Böylece zaman içerisindeki bazı gayb olaylarını meydana gelmeden önce keşfeder ve haber verir veya mekân içindeki bazı şeyleri insanların normal olarak görmesinden önce görür ve bildirir. Bu duruma, “rüya yoluyla keşif denilmektedir, b) Nefisten yani beyin, duyu organları ve iç organlardan kaynaklanan düşler. Bunlar, hâtıraların hayalde canlanmasından ibarettir, c) İnsan ruhunun gizli bk dış tesirden (şeytandan) etkilenmesi neticesinde meydana gelen korkma ve sapmalar olup yalancı bir çağrışım ve hayalî bir olaydır. Hz. Peygamber bu tür rüyaların şeytandan kaynaklandığını haber vermiştir.3904
3898] 18/135
3899] İhyâ, IV, 504-505
3900] ayrıca bk. 12/Yusuf, 44
3901] Umur Günay, Âşık Tarzı Şiir Geleneği, s. 104
3902] bilgi için bk. İlyas Çelebi, Rüya, İFAV Ans. IV/29
3903] Buhârî, Ta’bîr 2-4
3904] Buhârî, Ta’bîr 3
YÛSUF (A.S.)
- 779 -
Gerek nefisten gerekse şeytandan kaynaklanan bu tür yorumu yapılamayan karmakarışık rüyalara “ahlâm” veya “edgasu ahlâm” denmektedir.3905
Hz. Yûsuf’un gördüğü bu rüyada baba, anne ve kardeşlerin güneş, ay ve yıldızlarla temsilî olarak anlatılması, rüyanın ve neticesinin önemine işaret ettiği gibi, Yûsuf’un şanının yüceliğini de gösterir, Yûsuf un rüyası, yüce Allah’ın onu peygamberlik görevine hazırladığının bir işaretidir. Nitekim Hz. Peygamber’e de vahyin gelişi sâdık rüya ile başlamıştır.3906 Yûsuf’un gördüğü bu rüyayı yorumlayan Hz. Ya'kub, oğlunun ileride büyük bir makama geleceğini anlamıştı. Ancak diğer oğullarının, yorumu gayet kolay olan bu rüyadan haberleri olduğu takdirde Yûsufu kıskanarak ona kötülük edeceklerinden endişe etmiş, bu sebeple rüyasını kardeşlerine anlatmaması için onu uyarmıştır. Hz. Yûsuf'un rüyada gördüğü güneş, babası Ya'kub; ay, annesi Râhîl; yıldızlar ise on bir kardeşi idi. Bünyâmin adındaki en küçük olanı öz, diğerleri üvey kardeşleriydi.3907
6. Âyette “rüyada görülenlerin yorumu” diye çevirdiğimiz “te'vîlü'l-ehâdîs” tamlamasındaki te'vîl kelimesi terim olarak, “lafzı zahirî anlamında değil de kitap ve sünnete uygun olan muhtemel bir anlamda yorumlamak” mânasına gelir. Burada te'vil terimi, “tabir etmek” ile eş anlamlı olarak, “rüyadaki sembolleri yorumlayıp delâlet ettikleri mânayı ortaya çıkarmak” anlamında kullanılmıştır, Ehâdîs kelimesi ise “olay” ve “haber” anlamlarına gelen hadîsin çoğuludur. Birinci anlama göre cümle, “Allah sana olaylarda sebep-sonuç ilişkisini ve olayların yorumunu öğretecek” mânasına, ikinci anlama göre ise “Allah sana rüyaların yorumunu öğretecek” mânasına gelir. Bu anlamdan hareketle cümleyi, “Allah sana kendi kitaplarının ve peygamberlerin sözlerinin yorumunu öğretecek” şeklinde tefsir edenler de olmuştur. Bu görüşleri birleştirmek suretiyle cümlenin mânasını daha kapsamlı olarak değerlendirmek de mümkündür, Buna göre cümle, Hz. Yûsuf'a rüyaları yorumlama yeteneğinin verileceğini ifade ettiği gibi, hayatın problemlerini anlama ve onlara çözüm getirme, aynı zamanda her şeyin hakikatini kavrama yeteneğinin verileceğini de ifade eder.
Yüce Allah'ın Hz. Yûsuf a nimetini tamamlamasından maksat, ona nimetlerin en üstünü olan peygamberlikle birlikte devlet yöneticiliğini de nasip etmiş olmasıdır. Böylece ona hem dinî hem de dünyevî müstesna nimetler nasip etmiş, lütfunu tamamlamıştır. Ataları Hz. İbrahim ve İshak'a peygamberlik vererek onları on büyük şerefe erdirdiği gibi, Ya'kub'un soyundan da birçok peygamber ve hükümdar göndermek suretiyle bu soyu başka kavimlerin hiçbir şekilde ulaşamayacakları bir şerefe ulaştırmıştı.3908 İşte Allah’ın Ya’kub (a.s.)ın ailesine nimetini tamamlamasından maksat da budur.
7. “Andolsun ki Yûsuf ve kardeşlerinde, almak isteyenler için ibretler Yardır. 8. Hani kardeşleri demişlerdi ki: “Yûsufla kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir. Hâlbuki bizim sayımız daha çok. Şüphesiz ki babamız apaçık bir yanılgı içindedir. 9. Yûsuf’u öldürün veya onu (uzak) bir yere atın ki babanızın teveccühü yalnız size kabın! Ondan sonra da (tövbe ederek) sâlih kimseler olursunuz!” 10. Onlardan biri, “Yûsuf u Öldürmeyiniz, eğer mutlaka yapacaksanız onu kuyunun dibine atın da geçen kervanlardan biri onu alsın” dedi.”
3905] bk. 12/Yusuf, 43; Elmalılı, IV/2865
3906] Buhârî, Bed’ü’l-vahy 3
3907] Şevkânî, III/6
3908] 5/Mâide, 20
- 780 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Tefsiri
7-8. Yüce Allah Hz. Yûsuf İle kardeşlerinin kıssasında, almak isteyenler İçin birçok ibret bulunduğuna dikkat çekmiştir. Yûsuf'un, bu âyette geçen kardeşinden maksat, kendisinden küçük olan ana-baba bir öz kardeşi Bünyâmin'dir.3909 Gelecekte peygamberlikle görevlendirilecek olan Hz. Yûsuf, dürüstlük ve üstün karakteri sebebiyle babasının dikkatini çekmiş ve sevgisini kazanmıştır. Bünyâmin de peygamber olmamakla birlikte en küçük çocuğu olması ve üstün bir şahsiyete sahip bulunması gibi sebeplerle onu da çok seviyordu. Hz. Ya’kub’ıra bu en küçük iki oğluna karşı farklı bir sevgi göstermesi, diğer oğullarının haset duygularını iyice kamçılamıştı. Sonunda babalarının bir yanılgı içinde olduğuna hükmetmişlerdi.
8. âyette “Bizim sayımız daha çok” diye çevirdiğimiz cümle içindeki usbe kelimesi “10-40 kişiden oluşan, birbirine sıkı sıkıya bağlı güçlü bir cemaat” anlamına gelmektedir.3910 Hz. Ya’kub’un oğullan, aynı babanın çocukları olmalarına rağmen Yûsuf la Bünyâmin’in anaları ayrı olduğu için, “Yûsuf la kardeşi” şeklinde ifade etmişlerdir.3911
9-10. Kabaran kıskançlık duyguları, kardeşlik şefkat ve merhamet duygularını o derece örtmüştü kî kardeşlerini öldürmek veya başka bir şekilde ortadan kaldırmak için karar almada tereddüt göstermediler. Böylece çarpık bir mantıkla, kardeşlerini ortadan kaldırdıktan sonra tövbe edip İyi kimseler olacaklarını ve babalarının teveccühünün sadece kendilerine kalacağını sanıyorlardı. İçlerinden biri vicdanının sesini bastıramadı ve Yûsuf’un öldürülmemesini istedi; ama onu babasından uzaklaştırmak için mutlaka bir şey yapılacaksa bir kuyunun dibine bırakılmasını tavsiye etti. Kervanlardan birinin Yûsuf’u alıp götüreceğini, böylece onu babasından uzaklaştırmış olacaklarını söyledi. Rivâyete göre bu fikri ileri süren, Hz. Ya'kub'un en büyük oğlu Rûbîl'dir.3912 Bu görüş uygun bulundu, uygulamak üzere babalarına geldiler.
11. “Dediler ki: “Ey Babamız! Niçin Yûsuf hakkında bize güvenmiyorsun? Oysa biz ona iyilik isteyen kimseleriz. 12. Yarın onu bizimle beraber (kıra) gönder de bol bol yesin, içsin, oynasın. Biz onu mutlaka koruruz.” 13. Babaları, “Onu götürmeniz beni mutlaka üzer, siz farkında olmadan onu bir kurdun yemesinden korkarım” dedi. 14. Dediler ki: “Hakikaten biz böyle kalabalık olduğumuz halde, eğer onu kurt yerse o zaman bize gerçekten yazıklar olsun!”
Tefsiri
11-14. “Niçin Yûsuf hakkında bize güvenmiyorsun?” şeklindeki soruların-ılan anlaşılıyor ki kardeşleri daha önce de Yûsuf’un kendileriyle beraber kıra çıkmasını istemişler fakat, babaları bu konuda onlara güvenmediği için buna izin vermemişti. Ya’kub (a.s.) aslında oğullarına güvenmediği halde, bunu hissetin meme nezaketini göstermiş, gerekçe olarak, onlar farkında olmadan Yûsuf u kurtların yiyebileceğinden korktuğunu ifade etmiştir.
15. “Onu götürüp kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdikleri zaman biz Yûsuf
3909] Şevkânî, III/6
3910] İbn Aşûr, 12/222
3911] Râzî, 18/92
3912] Taberî, 12/93
YÛSUF (A.S.)
- 781 -
a, “Kardeşlerinin yaptıklarını bir gün onlara kendileri farkına varmadan mutlaka haber vereceksin!” diye vahyettik. 16. Akşam ağlayarak babalarına geldiler, 17. “Ey Babamız! Biz yarışma yaparak uzaklaştık, Yûsuf u da eşyamızın yanında bırakmıştık; onu kurt yemiş! Ama biz doğru söyleyen kimseler olsak da sen bize inanmazsın” dediler. 18. Gömleğinin üstünde sahte, kanlı bir gömlekle geldiler. Ya’kub, “Bilakis nefsiniz sizi kötü bir iş yapmaya sürüklemiş; artık (bana düşen) güzelce sabretmektir. Anlattığınız karşısında, yardım edecek olan ancak Allah’tır” dedi. 19. Bir kervan geldi, sucularını suya gönderdiler; sucu kovasmı kuyuya saldı; “Müjde! işte bir oğlan çocuğu!” dedi. Onu bir ticaret mal olarak sakladılar. Allah onların yaptıklarını çok iyi bilir. 20. (Mısır’da) onu düşük bir bedelle, birkaç dirheme sattılar. Ona zaten değer vermemişlerdi.”
Tefsiri
15. Kardeşleri, Yûsuf’u koruyacaklarına dair babalarına güvence verince Hz. Ya’kub, Yûsuf’u onlarla birlikte gönderdi. Kardeşleri onu kuyuya atmaya oy birliği ile karar verdiler ve kararı hemen uyguladılar.
Kardeşlerinin yaptıklarını bir gün kendilerine haber vereceğine dair Yûsuf a yapılan vahiyle ilgili olarak iki görüş vardır: a) Hz. Yûsuf’a peygamberlik daha o zamandan verilmiştir. Nitekim bu vaad daha sonra gerçekleşmiş ve Hz, Yûsuf kardeşlerinin kendisine yaptıklarını ileride onlara haber vermiştir.3913 b) Buradaki vahiyden maksat, ilhamdır; henüz peygamberlik verilmemiştir. Nitekim bu tür ilhamlara Kur’ân-ı Kerim’de vahiy denildiğine çokça rastlanmaktadır.3914
16-18. Kardeşleri, Hz. Yûsuf’un gömleğini, kestikleri bir hayvanın kanına bulayarak akşam üzeri babalarına getirdiler ve kendileri yarış yaparken onu kurt yediğini ağlar bir vaziyette söylediler. Rivâyete göre bu acı haberi alan Hz. Ya’kub, çok üzüldü ve gömleği alıp yüzüne sürerek dedi ki: “Bugüne kadar böyle yumuşak huylu bir kurt görmedim! Oğlumu yemiş fakat sırtındaki gömleği yırtmamış!”3915 Ya’kub bu sözleriyle oğullarının söylediklerine inanmadığını ifade etmek istemiştir. Nitekim oğullarına, “Bilâkis nefsiniz sizi kötü bir İş yapmaya sürüklemiş” diyerek bu kanaatini belirtmiştir.
19. Konunun akışından anlaşıldığına göre Yûsuf un atıldığı kuyu, ticaret kervanının geçtiği yol üzerinde bulunuyordu. Nitekim 10. âyette geçen “Onu kuyunun dibine atın da geçen kervanlardan biri onu alsın” cümlesi de bunu açıkça gösterir. Yûsuf un kuyudaki durumuna bakıldığında, kuyunun kuraklık sebebiyle suyunun çekilmiş olduğu ve onun burada hayatını etkilemeyecek kadar kısa bir süre kaldığı anlaşılmaktadır.
“Onu bir ticaret malı olarak sakladılar” cümlesindeki saklayanların kimler olduğu hakkında farklı iki görüş vardır:
a) Onu saklayanlar, su almaya gelenlerdir. Onu kervandaki diğer arkadaşlarından saklamışlar ve el altından değersiz bir bedelle satmışlardır.
b) Kardeşleri onun kendi kardeşleri olduğunu saklamışlardır. Yani onu kuyuya attıktan sonra gitmemişler, o yörede beklemişler, kervanın sucuları onu çıkardığında onun kendi köleleri olduğunu iddia etmişler, Yûsuf da korkusundan ses
3913] âyet 89
3914] Râzî, 18/99
3915] Taberî, 12/97-98
- 782 -
KUR’AN KAVRAMLARI
çıkaramamış, böylece onu köle olarak kervanın adamlarına düşük bir bedelle satmışlardır.3916
Kanaatimizce Hz. Yûsuf’u bir ticaret malı olarak saklayanlar kardeşleri değil, kuyudan onu çıkaran kervancı ile yanındaki arkadaşlarıdır. Zira kardeşleri onu kuyuya attıktan sonra gömleğini kana bulayıp babalarının yanına dönmüşlerdi.
21. “Onu satın alan Mısırlı adanı karısına, “Ona değer ver ve güzel bak! Umulur ki bize faydası olur veya onu evlat ediniriz” dedi. İşte böylece Yûsuf’u orada yaşasın ve rüyada görülen olayların yorumunu öğretelim diye onu o yere yerleştirdik. Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler. 22. Yûsuf erginlik çağına erişince, ona hüküm yeteneği ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böyle mükâfatlandırırız.”
Tefsiri
21. Yüce Allah’ın yardımı ve himayesi sayesinde Hz. Yûsuf tehlikelerden kurtularak Mısır’ın ileri gelen devlet adamlarından birinin evine köle olarak yerleşti. Bazı kaynaklarda onu satın alan şahsın, Mısır kralının maliye nâzın veya Mısır (Menfıs) şehrinin valisi ve polis teşkilâtının müdürü Potifar olduğu bildirilmektedir.3917 Kur’an bu zatı ismiyle değil, “el-azîz” unvanıyla anar.3918 İleride yüksek bir makama getirilecek olan Hz. Yûsuf da aynı unvanla anılacaktır.3919 Bu durum, “el-azîz” sıfatının Mısır’da yüksek bir resmî unvan olduğunu ifade eder. Nitekim “el-azîz” kelimesi, “gücüne karşı koyulamayan kimse” anlamına gelmektedir. Hz. Yûsuf, bu üst düzey yöneticinin hizmetinde kaldığı süre zarfında devlet yönetimiyle ilgili bilgi ve görgüsünü geliştirmiştir. Aziz'in, Hz. Yûsuf hakkında karışma söylediklerine bakılırsa, onu gördüğü andan itibaren zekâ ve kabiliyetini sezdiği ve onun gelecekte büyük işler yapabileceği kanaatine vardığı anlaşılır. Bu sebeple ona köle muamelesi değil, evlât muamelesi yapmış ve onu kendi çocuğu gibi büyütmüştür.
Kaynakların bildirdiğine göre Aziz'in karısının adı Zelîha veya Züleyha'dır. Yahudiler ona Raîl derler.3920 “Yûsuf’a olayların yorumunu öğretelim diye onu o yere yerleştirdik” mealindeki cümle, Hz. Yûsuf’un devlet yönetimine ait konularda eğitimden geçirildiğine işaret eder. En azından imkânları bol, görgülü ve kültürlü bir ortamda kalmakla devlet yönetimine ait bilgi ve görgüsü artmış, ülke yönetimini öğrenmiştir.
22. Mealinde “erginlik çağı” diye tercüme ettiğimiz eşüd kelimesi sözlükte “güç ve kuvvet” anlamına gelir. Âyette kişinin en fazla güçlü olduğu çağı ifade etmek üzere kullanılmıştır. Bu çağın 18, 20, 33, 40 yaşlar olduğuna dair farklı görüşler vardır.3921
Hz. Yûsuf’a verilen hükümden maksat, yönetme veya yargılama yeteneği, ilimden maksat da peygamberliğe ek olarak ona verilmiş olan rüyaları yorumlama bilgisidir. Nitekim Hz. Yûsuf’un, “Ey Rabbim! Bana servet ve iktidar verdin ve bana
3916] Râzî, 18/106
3917] Tekvin, 37-36, 39/1; İbn Âşûr, 12/245
3918] 12/Yusuf, 30, 51
3919] 12/Yusuf, 78
3920] Kurtubî, IX, 158; İbn Kesîr, IV, 306; İbn Âşûr, XII, 245; Ömer Faruk Harman, “Yûsuf, İFAV Ans., IV, 507
3921] Zemahşerî, II/310; Şevkânî, III/13
YÛSUF (A.S.)
- 783 -
olayların yorumunu da öğrettin.”3922 mealindeki duasında buna işaret vardır.
23. “Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat almak istedi. Kapılan iyice kapattı ve “haydi gel!” dedi. O da “Hâşâ, Allah’a sığınırım! Zira o benim velinimetimdir, bana güzel davrandı. Gerçek şu ki zalimler iflah olmaz!” dedi. 24. Cidden kadın ona meyletti; eğer rabbinin işaret ve ikazını görmeseydi o da kadına meyletmişti. İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için (delilimizi gösterdik). Şüphesiz o ihlâslı kullarımızdandı. 25. İkisi de kapıya doğru koştular. Kadın onun gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında kocası ile karşılaştılar. Kadın dedi ki: “Senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası, zindana atılmaktan veya elem verici bir işkenceden başka ne olabilir?” 26. Yûsuf, “Asıl kendisi benim nefsimden murat almak istedi” dedi. Kadının akrabasından biri şöyle şahitlik etti: “Eğer gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir; bu ise yalancılardandır. 27. Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiştir; bu doğru söyleyenlerdendir.” 28. Aziz, YûsuFun gömleğinin arkadan yırtılmış olduğunu görünce dedi ki: “Şüphesiz bu, siz kadınların tuzağınızda. Sizin tuzağınız gerçekten yamandır. 29. Yûsuf! Sen bundan (olanları söylemekten) vazgeç! Hanım! Sen de gü-n“hinin affını dile! Çünkü sen günahkârlardan oldun!”
Tefsiri
23. Yûsuf’un köle olarak bulunduğu evin hanımı Zelîha ona âşık oldu ve onunla birlikte olmak için planlarını hazırladı. Eşinin evde bulunmadığı bir sırada bütün kapıları kilitledi ve “haydi gel!” diyerek kendisini ona teslim etmeye hazır olduğunu bildirdi. Ancak kadının aklını başından alan bu tutkusuna karşılık Yûsuf, iradesine ve duygularına hakim oldu, peygamber namzedine yakışır bir şekilde cevap verdi ve Allah’ın haram kıldığı bir şeyi yapmayacağını bildirerek teklifi reddetti. “O, benim velinimetimdir, bana güzel davrandı” mealindeki ifadeden Yûsuf’un bu çirkin fiili Allah korkusundan değil de efendisine karşı saygısızlık olur, endişesiyle yapmadığı anlaşılmamalıdır. Zira o, önce Allah’a sığındığını ifade etmiş, sonra da ev sahibinin kendisinin efendisi olduğunu, dolayısıyla ona karşı da böyle bir ihanetin olamayacağını vurgulamıştır. Nitekim devamında zalimlerin iflah olmayacaklarını bildirmek suretiyle bu fiili işleyenlerin zalimler olduğuna işaret etmektedir. Bunu izleyen âyette de kadın ona meylettiği halde onun, Allah’tan gelen bir İlham sayesinde kadına meyletmekten korunduğu bildirilmiştir.
24. “İşaret ve ikaz” olarak çevrilen “burhan” hakkında çeşitli görüş ve rivâyetler olmakla birlikte3923 bunun, Allah’tan gelen bir ilham olduğu kanaati ağır basmaktadır. Buna göre kadının tahrikleri karşısında Yûsuf’ta ona yaklaşma arzu ve isteği doğmuş, ancak Allah’tan gelen bir ilham sayesinde bu çirkin işin haram olduğunu hatırlamış ve kadına yaklaşmamıştır. Âyetin akışı da Yûsuf'un bu fiilden korunmuş olduğunu göstermektedir. Bu olay, peygamberlerin peygamberlik öncesinde de büyük günah işlemekten korunmuş olduklarını savunan görüşü destekler.
25. Bundan sonra Yûsuf, Zelîha’nın kilitlemiş olduğu kapılan açarak dışarı çıktı. Onu dışarı bırakmak istemeyen Zelîha, arkadan gömleğinden tutup çekerek gömleği yırttı. Dışarı çıktıklarında kocasıyla karşılaştılar. Kölesiyle zina
3922] 12/Yusuf, 101
3923] Zemahşerî, II/312
- 784 -
KUR’AN KAVRAMLARI
etmeyi göze alan Zelîha maksadına ulaşamadan böyle bir manzara ile karşılaşınca, durumunu kurtarmak için Yûsuf’a iftira etmekte bir sakınca görmedi, onun cezalandırılması gerektiğini söyledi.
26-27. Yûsuf’un kendisini savunması üzerine, kadının ailesinden olup kuvvetli ihtimalle Aziz ile birlikte eve gelmekte olan, akıllı ve tecrübeli bir tanık hakemlik etti: Gömlek önden yırtılmışsa kadının, arkadan yırtılmışsa Yûsuf'un haklı olacağını söyledi. Mevdûdî bu zatın yargıç olma ihtimalinden söz eder (II/454). Yargıç olup olmadığı kesin olarak bilinmemekle birlikte âdil olduğu anlaşılmaktadır, zira kadının ailesinden olduğu halde taraf tutmamış ve adaletten ayrılmamıştır.
28-29. Aziz, gömleğin arkadan yırtılmış olduğunu görünce, bunun kadının bir tuzağı olduğunu anladı ve kadınların tuzağının yaman olduğunu vurguladıktan sonra, Yûsuf a olayı gizli tutmasını, karışma da günahından tövbe etmesini emretti. Aziz'in, “Sen de günahının affını dile çünkü sen günahkârlardan oldun” mealindeki ifadesi, Mısır halkının, putperest olmakla birlikte Allah inancına sahip olduklarını ve bu tür fiillerin günah kabul edildiğini göstermektedir.
30. “Şehirdeki bazı kadınlar, “Aziz'in kansı hizmetindeki gencin nefsinden murat almak istiyormuş; (Yûsuf'un) sevdası kalbine işlemiş! Biz onu gerçekten açık bir sapıklık içinde görüyoruz” dediler. 31. Aziz'in karısı, kadınların dedikodularını duyunca onlara davetçi gönderdi; onlar için dayanacak yastıklar hazırladı ve onlardan her birine bir bıçak verdi. (Kadınlar meyvelerini soyarken Yûsuf'a), “karşılarına çık!” dedi. Kadınlar onu görünce güzelliği karşısında şaşırıp kaldılar. Bu yüzden ellerini kestiler ve “Hâşâ Rabbinıiz! Bu bir beşer değil, bu ancak değerli bir melektir!” dediler. 32. Kadın dedi ki: “İşte hakkında beni kınadığınız şahıs budur. Ben onun nefsinden murat almak istedim. Fakat o, iffetini korudu, Andolsun, eğer kendisine emredeceğimi yapmazsa, mutlaka zindana atılacak ve elbette sürünenlerden olacaktır!” 33. Yûsuf, “Rabbim! Zindan bana bunların benden istediklerinden daha iyidir. Eğer onların bana kurduktan tuzağı boşa çıkarmazsan, onlara meyleder ve cahillerden olurum!” dedi. 34. Rabbi onun duasını kabul etti ve kadınların tuzağına düşürmedi. Şüphesiz O, çok iyi işiten, pekiyi bilendir. 35- Sonunda (yetkililer) -kesin delilleri görmelerine rağmen- onu bir zamana kadar mutlaka zindana atmayı uygun gördüler.”
Tefsiri
30-32. Olay yüksek tabaka arasında duyulup yayılınca bir grup kadın Aziz’in karısının, kölesine âşık olmasını kınadılar ve “Yûsuf’un sevdası onun kalbine işlemiş!” dediler. Bunu duyan Zelîha kadınları evine davet etti. Misafirler için evini donattı ve yaslanıp oturacakları yerler hazırladı. Davetliler gelince önlerine yemekler, meyveler ve bıçaklar koydu. Onlar meyveleri soyarken Yûsuf’a huzurlarına çıkmasını emretti. Yûsuf’un güzelliğine hayran kalan kadınlar, şaşkınlıklarından ellerini kestiler ve onun insan değil, değerli bir melek olduğunu söylediler. Zelîha, “İşte hakkında beni kınadığınız şahıs budur. Ben onun nefsinden murat almak istedim. Fakat o, iffetini korudu. Andolsun, eğer kendisine emredeceğimi yapmazsa, mutlaka zindana atılacak ve elbette sürünenlerden olacaktır!” dedi. Burada dikkat çekici olay şudur: Mısır'ın ileri gelenlerinin hanımları, Zelîha'nın zina gibi çirkin bir fiile teşebbüs etmesini kınamış olmasına rağmen Zelîha, davet ettiği hanımlar içerisinde ihtiraslarını ve ahlâk dışı niyetlerini açıkça ilân etmekten çekinmemiştir. Nitekim ziyafet esnasında, kendisine âşık olduğu Yûsuf'u davetlilerin huzuruna çıkararak, böyle yakışıklı ve güzel bir köleye âşık olmanın,
YÛSUF (A.S.)
- 785 -
toplum değerleri açısından, kendisi için bir nakısa olmadığını vurgulamak istemiştir.
33. Yûsuf un bu duasından Zelîha’nın davetliler üzerinde etkili olduğu ve desteklerini sağladığı anlaşılmaktadır. Ancak bütün bunların karşısında, sağlıklı ve yakışıklı bir delikanlı olan Yûsuf, iradesine hakim olarak İnsanın hayatta karşılaşabileceği en zor imtihanlardan birini başarıyla sonuçlandırmıştır.
35. Aristokrat kesimi temize çıkarıp zevahiri kurtarmak ve olayı örtbas etmek gerekiyordu. Bu da suçu köleye yükleyerek onun belli bir süre hapse atılmasıyla mümkündü. Bu sebeple bütün delillerin Yûsuf'un günahsız, kadının ise suçlu olduğunu göstermesine rağmen Aziz ve arkadaşları, Yûsuf un bir süre zindana atılmasını uygun gördüler.
36. “Onunla birlikte zindana iki delikanlı daha girdi. Onlardan biri, “Ben rüyada şarap yaptığımı gördüm” dedi. Diğeri de “Ben de başımın üstünde bir ekmek taşıdığımı gördüm. Kuşlar ondan yiyordu, Bunun yorumunu bize bildir. Kuşkusuz biz seni iyi insanlardan biri olarak görüyoruz” dedi. 37. Yûsuf şöyle cevap verdi: “Size yedirilecek yemek gelmeden önce, onun yorumunu mutlaka size haber vereceğim. Bu, rabbimin bana öğrettiklerindendir. Şüphesiz ben, Allah’a inanmayan bir kavmin dininden uzaklaştım. Onlar âhireti inkâr edenlerin kendileridir. 38. Atalarım İbrahim, İshak ve Ya’kub’un dinine uydum. Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmamız bize yaraşmaz. Bu, Allah'ın bize ve insanlara olan lütfundandır. Fakat insanların çoğu şükretmezler. 39. Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli tanrılar mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı? 40. Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibâdet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler. 41. Ey zindan arkadaşlarım! Biriniz (önceden olduğu gibi) efendisine şarap sunacak; diğeri ise asılacak ve kuşlar onun başından yiyecek. Yorumunu sorduğunuz rüya (bu şekilde) kesinleşmiştir.” 42. Onlardan, kurtulacağını bildiği kimseye ‹'Efendinin yanında beni an” dedi. Fakat şeytan ona, efendisine anmayı unutturdu. Dolayısıyla Yûsuf birkaç sene daha zindanda kaldı.”
Tefsiri
36. Böylece Yûsuf zindana atıldı. Onunla birlikte biri kralın şarap sunucusu, diğeri fırıncısı olmak üzere iki delikanlı daha zindana girdi. Tefsirlerdeki rivâyetlere göre bu iki genç, Mısır'da kralı öldürmek isteyen kimselerin teşvikiyle onun ekmeğine ve şarabına zehir katmışlar, fakat biraz sonra birbirlerini jurnal ederek ekmekçi, şarapta zehir olduğunu; şarapçı da ekmekte zehir olduğunu krala haber vermiş, bunun üzerine her İkisi de hapse atılmışlardı.3924 Bunlardan biri düşünde şarap yapmak için üzüm sıktığını, diğeri ise başının üzerinde ekmek taşıdığını ve kuşun gelip o ekmekten yediğini görmüş, muhtemelen rüyalarını birbirlerine anlatmışlar, fakat yorumunu yapamamışlardı. Bunun üzerine her ikisi de doğruluğuna, ilmine, yorumuna ve şahsiyetine güvendikleri Yûsuf’a gelip ondan rüyalarının yorumunu istediler.
37-38. Bu olay, Hz. Yûsuf’un risâletini tebliğe başladığı ilk olay olmalıdır. Zira bundan önce tebliğde bulunduğunu gösteren herhangi bir işaret yoktur. Ona güvenen ve ondan rüyalarının yorumunu isteyen iki arkadaşına o, gayet
3924] Şevkânî, III/23-24
- 786 -
KUR’AN KAVRAMLARI
nazik bir şekilde hitap ederek rüya yorumlama ilminin kehânet ve falcılık değil, Allah’ın, kendisine vahyettiği ilimlerden olduğunu bildirmiştir. Kendisinin Allah’a ve âhiret gününe inanmayan putperest Mısırlılar'ın dinine asla iltifat etmediğini, hak peygamber olan atalarının dinine mensup olduğunu ve bunların Allah'a ortak koşmalarının doğru olmadığını ifade etmiştir.
Mısırlılar o zaman putperest olup çeşitli tanrılara tapıyorlardı.3925 Nitekim 39 ve 40. âyetler bunu ifade etmektedir. Burada dikkat çeken bir konu da Hz. Yûsuf’un, “Size yedirilecek yemek gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber vereceğim” diyerek vakit sınırlaması yapmasıdır. Bu ifadeden, zindandakilerin dış dünya ile ilişkilerinin kesildiği, güneşin hareketini dahi izleme imkânlarının bulunmadığı, dolayısıyla, muhtaç oldukları zaman ayarlamasını, ancak yemek, uyku ve havalandırma gibi olaylarla yaptıkları anlaşılmaktadır. Hz. Yûsuf’un, “Bu (rüya yorumlama ilmi) rabbimin bana öğrettiklerindendir” mealindeki ifadesi yüce Allah’ın ona rüya yorumlamanın dışında da şer’î ilimler, hikmet, iktisat, emanet vb. birçok İlmi öğretmiş olduğuna işaret eder. Nitekim 55. âyette krala hitaben söyledikleri de bu yorumu destekler mahiyettedir.
Hz. Yûsuf, aynı zamanda İbrahim, İshak ve Ya'kub (a.s.)ın kendisinin ataları olduğunu söyleyerek kendisinin de Allah tarafından seçilmiş olduğunu, dolayısıyla bir eğitim ve imtihan sürecinden geçtiğini biliyordu. Bununla birlikte kendisinin yeni bir din getirmediğini, tebliğ ettiği şeylerin, ataları Hz. İbrahim, İshak ve Ya'kub'un getirdikleri dinin aynısı olduğunu vurgulamıştır.
39-41. Rivâyete göre o dönemde Mısırlılar’ın otuz dolayında tanrıları vardı; bunlar farklı tabiat kuvvetlerini veya bazı yıldızlan temsil ediyorlardı.3926 Hz. Yûsuf, bu iki hapishane arkadaşına tek tanrı İnancını telkin etmeden önce onlara “Çeşitli tanrılar mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı?” tarzında bir soru sorarak, tek ilâha tapmanın daha iyi ve daha tutarlı olduğunu onlara itiraf ettirmeye ve bunu düşünerek kabul etmeleri için zemin hazırlamaya çalıştı. Onların taptı klan tanrıların gerçek değil kendileri ve ata-lan tarafından isimlendirilmiş hayalî tanrılar olduğunu, bunların tanrı olduğuna dair Allah tarafından gönderilmiş herhangi bir delil bulunmadığını ve tapanlara hiçbir fayda veya zarar veremeyeceklerini söyledi. Daha sonra da tevhid dinini ve Allah'ın yegâne hükümran olduğunu onlara telkin etti.
Bundan sonra arkadaşlarının rüyalarını yorumlayarak birinin daha önce olduğu gibi efendisinin hizmetine gireceğini ve ona şarap sunacağını; diğerinin ise asılacağını, beynini kuşların yiyeceğini söyledi.
42. Bu arada Hz. Yûsuf, kurtulacağını sandığı gençten kendisinin suçsuz olduğunu ve haksız yere zindana atılmış bulunduğunu krala anlatmasını rica etti, fakat genç zindandan çıktıktan sonra Yûsuf'un ricasını unuttu. Böylece Yûsuf birkaç yıl daha zindanda kaldı.
“Fakat şeytan ona, efendisini anmayı unutturdu” mealindeki cümle müfessirler tarafından iki farklı şekilde yorumlanmıştır:
a) Şeytan Hz. Yûsuf’a Allah’ı anmayı unutturdu. Böylece Yûsuf, zindan
3925] İbn Âşûr, 12/271
3926] İbn Âşûr, 12/276
YÛSUF (A.S.)
- 787 -
arkadaşından kendisinin suçsuz olduğunu krala hatırlatmasını rica etti de kurtuluşu Allah'tan dilemedi. Bundan dolayı Allah onu birkaç yıl daha zindanda tutarak cezalandırdı, Bu konuda rivâyet edilen bir de hadîs vardır. Rasûlullah meâlen şöyle buyurmuştur: “Yûsuf bu sözü söylememiş olsaydı, zindanda bu kadar uzun süre kalmazdı. Zira o kurtuluşu Allah'tan başkasından istedi”3927 Gerek bu yorum gerekse delil olarak getirilen bu hadis, diğer müfessirler tarafından zayıf kabul edilmiştir.3928
b) Şeytan, zindandan çıkan gence Hz. Yûsuf’un durumunu efendisi krala anlatmayı unutturdu. Dolayısıyla Yûsuf birkaç yıl daha zindanda kaldı. Müfessirlerin birçoğu bu mânayı tercih etmişlerdir. Çünkü bir peygamberin ihtiyaç ânında insanlardan yardım istemesi Allah’ı unuttuğunu göstermez. Nitekim Hz. Muhammed (s.a.s.) da ihtiyaç anında müşriklerden bile faydalanmıştır. 45. Âyet de bu mânayı destekler mahiyettedir.
Hz. Yûsuf’un zindanda kaldığı süre hakkında beş, yedi, on iki veya on dört yıl şeklinde farklı rivâyetler varsa da on iki yıl ihtimali daha isabetli görülmektedir.3929
43. “Kral dedi ki: ‘’Rüyamda yedi arık ineğin yedi semiz ineği yediğini gördüm. Ayrıca yedi yeşil ye o kadar da kuru başak gördüm. Ey İleri Gelenler! Eğer rüya yorumluyorsanız, benim rüyamı da bana yorumlayınız. 44. Yorumcular, “Bunlar karmakarışık düşlerdir. Biz böyle düşlerin yorumunu bilenlerden değiliz” dediler. 45. O iki kişiden, kurtulmuş olanı, uzun bir zaman sonra hatırlayarak, “Ben size onun yorumunu haber veririm, beni hemen gönderin” dedi. 46. (Zindana gelerek) “Yûsuf! Ey doğru sözlü kişi! (Rüyada görülen) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek ile yedi yeşil başak ve diğerleri de kuru olan başaklar hakkında bize yorum yap. Ümit ederim ki, insanlara dönerim de belki onlar da doğruyu öğrenirler” dedi. 47. Yusuf şöyle dedi: “Yedi sene âdetiniz üzere ekin ekersiniz. Sonra da yiyeceklerinizden az bir miktar hariç, biçtiklerinizi başağında bırakın (ve stok edin). 48. Sonra bunun ardından, saklayacaklarınızdan az bir miktar (tohumluk) hariç, o yıllar için biriktirdiklerinizi yiyip bitirecek yedi kıtlık yılı gelecektir. 49. Sonra bunun ardından da bir yıl gelecek ki o yılda insanlara (Allah tarafından) yardım olunacak ve o yılda sıkarak (ürünlerden meyve suyu ve yağ) çıkaracaklardır.”
Tefsiri
43. Bu kralın, Sînâ yarımadası yoluyla gelip Mısır’ı istilâ ettikten sonra ülkede milâttan önce 1700’den 1580’e kadar hüküm süren altı Hiksos kralından biri olduğu bildirilmektedir.3930 Tarihçilerin bunları, “göçebe ülkelerin hükümdarları” veya “çoban krallar” diye isimlendirmiş olmaları bunların Mısır'ı İstilâ etmeden önce henüz tam olarak yerleşik hayata geçmemiş olan Suriyeli Araplar oldukları ihtimalini kuvvetlendirir. Bunların İbran asıllı Hz, Yûsuf ile menşe yakınlığı ihtimali de vardır. Çünkü İbrânîler de daha önce Arabistan yarımadasından Mezopotamya'ya, sonra Suriye'ye göç eden bedevi kabilelerden birinin soyundan gelmektedir. Kralın, Hz. Yûsuf'a güven duyması ve ailesine ülkesinde geniş imkân tanıması Mısırda zaman içinde İsrail toplumunun meydana gelmesini
3927] Taberî, 12/132
3928] İbn Kesir, IV/317
3929] Şevkânî, III/34
3930] bk. Ahmet Suphi Fırat, Yusuf, İA, 13/441
- 788 -
KUR’AN KAVRAMLARI
sağlamıştır.3931
Hz. Mûsâ’nın zamanında ise Hiksoslar dönemi kapanmıştı, Mısır’ı Kıptî soyundan gelen Firavun yönetiyordu. İsrâiloğulları’nın, ülkesi için bir tehlike oluşturacağı endişesiyle erkek çocuklarını Öldürüyor, kız çocuklarını hayatta bırakıyordu.3932
44. “Karmakarışık düşler” diye çevirdiğimiz “edgasu ahlâm” tamlamasında-ki edgas kelimesi dıgsın çoğulu olup “yaşı kurusu birbirine karışmış çeşitli bitkilerden meydana gelen ot demetleri” anlamına gelir. Hulm kelimesinin çoğulu olan ahlâm ise uyku halinde görülen ve fakat dış dünyada herhangi bir hakikate işaret etmeyen düşlerdir. Bunlar, dış dünyadaki olayların etkisiyle görülmüş rüyalar olmakla birlikte, hiçbir gerçeğe işaret etmezler. Dolayısıyla bunların yorumu yoktur. “Guslü gerektiren rüya” mânasında kullanılan ihtilâm da bu kelimeden türemiştir. Buna göre “edgasu ahlâm” karışık ot demetine benzeyen karmakarışık rüyalar, demet demet evham ve hayal yığını düşler demektir. Kralın gördüğü rüyayı yorumlamaktan âciz kalan kâhinler, onu karmakarışık ot demetine benzetmişler, böyle bir rüyanın yorumunu yapamayacaklarını bildirmişlerdir. Bu tür yorumu yapılamayan karmakarışık rüyalara “ahlâm” veya “edgasu ahlâm” denmektedir.
Allah Teâlâ, zindanda çilesini doldurmak üzere olan Hz. Yûsuf'u buradan çıkarmak ve sabrının mükâfatını vermek istedi. Dolayısıyla onun zindandan çıkmasını gerektirecek sebepleri hazırladı. Kral gördüğü rüyadan etkilenip korktu. Bunun üzerine ülkesindeki rüya yorumcularını toplayıp, rüyayı onlara anlattı. Fakat yorumcular rüyayı yorumlamaktan âciz kaldılar. Ancak, cehaletlerini gizlemek için, kralın rüyasının normal bir rüya olmadığını, olayların şuur altındaki izlerinden meydana gelen karmakarışık evham ve hayallerden ibaret olduğunu, böyle rüyaları yorumlamayı bilmediklerini ifade ettiler.
45-46. Kâhinlerin, kralın rüyasını yorumlamaktan aciz kaldıklarım gören fırıncı, Hz. Yûsuf'u hatırladı ve gidip rüyayı ona yorumlatmak üzere izin istedi. İzin verilince, gitti, rüyayı Yûsuf'a anlattı ve ondan yorumunu aldı. Rüya ileride meydana gelecek bolluk, kıtlık ve sıkıntılara işaret etmekteydi.
47. Hz. Yûsuf, gelecekte Mısır’da etkili bir kıtlığın meydana geleceğini haber verdiği gibi, alınacak tedbirleri de anlattı. Mısır’da yedi sene bolluk olacağını, bu süre zarfında her sene bolca hububat ekmelerini, kaldıracakları ürünlerden sadece yiyecek ve tohumlukları ayıklayıp kalanları başakları içerisinde depo etmelerini tavsiye etti.
48. Bu bolluk yıllarından sonra yedi kıtlık yılı geleceğini, daha Önce depo etmiş oldukları hububatı bu kıtlık yıllarında yiyeceklerini, az bir miktarını da tohum olarak kullanacaklarını söyledi.
49. Bundan sonra yine bir bolluk yılı geleceğini, o yılda Allah tarafından insanlara yardım edileceğini ve insanların bolca meyve ve sebzelere kavuşacaklarını; üzüm, hurma, zeytin ve susam gibi şeyleri sıkarak su ve yağlarından istifade edeceklerini haber verdi.
3931] Esed, II/464-465; İbn Âşûr, 12/280
3932] 2/Bakara, 49
YÛSUF (A.S.)
- 789 -
Kralın rüyasında bu bolluk yılına dair herhangi bir İşaret yoktur. Hz. Yûsuf, bunu, Allah’tan aldığı vahiyle onlara müjdelemiştir. Bu olay rüyayı herkese değil, ehline yoruml atmanın gerekli olduğunu göstermektedir.3933
50. “Kral “Onu bana getirin!” dedi. Elçi Yûsufa geldiğinde Yûsuf, “Efendine dön de ona, ellerini kesen o kadınların zoru neydi? diye sor. Şüphesiz rabbim onların hilesini çok iyi bilir” dedi. 51. Kral (kadınlara) “Yûsuf un nefsinden murat almak istediğiniz zaman durumunuz neydi?” diye sordu. Kadınlar, “Hâşâ! Allah için, biz ondan hiçbir kötülük görmedik” dediler. Aziz’in karısı da “Şimdi gerçek ortaya çıktı, ben onun nefsinden murat almak istemiştim. Şüphesiz ki o doğru söyleyenlerdendir” dedi. 52. Yûsuf dedi ki: “Bu, Aziz'in, yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah'ın, hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını bilmesi içindir. 53. Ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis rabbimin acıyıp koruması dışında daima kötülüğü emreder; şüphesiz rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” 54, Kral dedi ki: “Onu bana getiriniz, onu kendime özel danışman edineyim.” Onunla konuşunca, “Bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir birisin” dedi. 55. Yûsuf da “Beni ülkenin hazinelerine tayin et! Çünkü ben çok iyi korurum ve bu işi bilirim, dedi. 56. Böylece Yûsufa orada dilediği gibi hareket etmek üzere ülke içinde yetki verdik. Biz dilediğimiz kimseye rahmetimizi eriştiririz. Güzel davrananların mükâfatını zayi etmeyiz. 57. İman edip de sakınanlar için âhiret mükâfatı daha hayırlıdır.”
Tefsiri
50. Ekmekçi rüyanın yorumunu krala götürdü. Kral, yorumun rüyaya uygun olduğunu görünce sevindi ve bu yorumu yapanın akıllı, bilgili bir kimse olduğunu anladı. Yorumu bir de kendisinden dinlemek için onun huzura getirilmesini emretti. Elçi gelip kralın isteğini Hz. Yûsuf’a iletti. Fakat Yûsuf, yüce Allah’tan gelen bir ilhamla kendisinin ileride yüksek bir makama geleceğini biliyordu; dolayısıyla zindandan hemen çıkmayıp üzerindeki töhmet ve şaibenin ortadan kalkmasını, iffet ve şahsiyetine sürülmüş olan lekenin temizlenmesini istedi. Kendisinin haksız olarak zindana atılmış, masum ve günahsız biri olduğunun ortaya çıkmasını bekledi. Peygamberimiz (a.s.) Hz. Yusuf’un zindanda çektiği çileyi anlatırken onun gösterdiği sabır ve olgunluk hakkında takdîrkâr İfadeler kullanmıştır.3934
Hz. Yûsuf burada peygambere yakışır bir nezaket ve örnek bir tavır da sergiledi. Şöyle ki, asıl zindana atılmasına sebep olan Aziz’in karısı olduğu halde velinimetinin şerefini korumak için, onun karısından hiç söz etmeden geçmişte yapılmış bir şölende ellerini kesmiş bulunan kadınların tutumu tahkik edilerek olayın aydınlatılmasını istedi.
51. Elçi Hz. Yûsuf’un isteklerini krala iletti. Kral bu isteği yerine getirmede tereddüt göstermedi. Muhtemelen olayı o da biliyor ve Yûsuf’un suçsuz olduğuna inanıyordu. Ancak devlet ileri gelenlerinin itibarını koruma uğruna zulme göz yummuştu. Zamanı gelince ilgili kadınları toplayıp onları sorguya çekti. Kadınlar Hz. Yûsuf’un günahsız olduğunu itiraf ettiler. Bu durum karşısında Aziz’in karısı da gerçeği itiraf etmekten başka bir yol olmadığını anladı.
52-53. Müfessirlerin çoğunluğu, bu âyetlerin Hz. Yûsuf’a ait sözler olduğu
3933] rüya ve rüya yorumu için ayrıca bk. 12/Yusuf, 4-6
3934] Buhârî, Tefsir 12/5
- 790 -
KUR’AN KAVRAMLARI
görüşündedir.3935 Bununla birlikte bu sözlerin Aziz'in karısına ait olduğunu söyleyenler de vardır. Onlara göre bu âyetler, bir önceki âyetin devamıdır. Çünkü bu sözler kralın huzurunda kadınların sorguya çekildiği sırada söylenmiştir. Hâlbuki o zaman Yûsuf zindanda bulunuyordu. Ayrıca bu âyetleri 51. âyetten ayıran herhangi bir alâmet de yoktur; dolayısıyla bu sözler kadına ait olmalıdır. O bu sözleriyle Yûsuf un gıyabında ona hıyânet etmediğini ve kendi nefsini de temize çıkarmak istemediğini ifade etmek istemiştir.3936 Fakat kanaatimizce bu sözler ancak Allah’a, âhiret gününe, Allah’ın rahmet ve mağfiret sahibi yüce bir ilâh olduğuna inanmış iffetli ve yüksek şahsiyete sahip bir kimsenin söyleyeceği sözlerdir. Aziz’in karısında ise bu özellikler görülmemektedir. Aksine onun Hz. Yûsuf hakkında sarf ettiği söz ve davranışları kendisinin bu gibi üstün hasletlerden yoksun olduğunu göstermektedir.
54-55. Kral gördüğü rüyanın yorumunu bir de Hz. Yûsuf’tan bizzat dinlemek istedi; onun getirilmesini emretti. Hz. Yûsuf rüyanın yorumunu anlattı. Kral nasıl tedbir almak gerektiğini sorunca, Hz. Yûsuf, bolluk yıllarında çok ekin ekip ürünü stok etmek gerektiğini, böylece kıtlık yıllarında hem kendi geçimlerini temin edeceklerini hem de hazineye bolca gelir sağlayabileceklerini söyledi. Kral bu işi kimin yapacağını sorunca Hz. Yûsuf, “Beni ülkenin hazinelerine tayın et! Çünkü ben çok iyi korurum ve bu işi bilirim” dedi. Hz. Yûsuf’un bu davranışından anlaşıldığına göre herhangi bir alanda uzman olan kimsenin, umumun menfaati için, ülke yöneticisinden görev istemesi yerinde bir harekettir.
Hz. Peygamber kendisinden yöneticilik görevi isteyenlere, “Vallahi biz bu işe ne onu isteyen birini ne de ona hırs gösteren birini tayin ederiz!” buyurarak onların isteklerini reddetmiştir.3937 Yöneticilik görevi istememesini tavsiye ettiği bir sabâbîye de “İstediğin için görev sana verilirse onunla başbaşa katırsın; istemeden sana verilirse onun uğrunda yardım görürsün!”3938 buyurarak yöneticiliğe talip olmamanın gerekçesini anlatmıştır. Rasûlullah’ın maksadı şudur: Yöneticilik güç bir iştir, onu herkes yapamaz, liyakat ister. Eğer kişi kaprislerini tatmin maksadıyla böyle bir göreve talip olur da atanırsa o işte yalnız başına kalır; Allah’tan yardım görmeyeceği gibi insanlardan da yardım alamaz, dolayısıyla başarısız otur; ama kişi istemeden böyle bir göreve atanırsa ona hem Allah hem de insanlar yardım eder, dolayısıyla başarılı olur.
Hz. Yûsuf un ehliyet ve liyakatini açıklayarak iş istemesi, iyi niyetle ve yanlış atamaları engellemek için gerektiğinde devlet hizmetine talip olmanın caiz olduğunu göstermektedir.
56. Kral, Hz. Yûsuf hakkında edindiği bilgilerden onun yüksek karaktere sahip, ülke yönetiminde liyakatti biri olduğunu anladı ve tereddüt etmeksizin onu devletinde yüksek bir makama getirdi. Maliyenin yönetimini ona teslim etti ve bütün imtiyazları verdi, Kısacası emaneti ehline teslim etti. Böylece Hz. Yûsuf, ülkede dilediği gibi tasarrufta bulunmak üzere bütün yetkileri eline aldı. Olaylar onun, kralın rüyasını yorumladığı gibi cereyan etti. Hz. Yûsuf, gereken tedbiri alarak bolluk yıllarında tarıma önem verdi, üretimi arttırdı, ihtiyaç fazlası
3935] bk. Taberî, XII, 140, XIII, 2; Zemahşerî, II, 328; Begavî, II, 430
3936] İbn Kesîr, IV, 319 vd.; Reşîd Rıza, XII, 323; İbn Âşûr, XII, 292
3937] Müslim, İmâre 3/14
3938] Müslim, İmâre 3/13
YÛSUF (A.S.)
- 791 -
ürünleri depoladı. Nihayet kıtlık yılları geldi. Bu sefer depolanmış olan ürünleri yemeye ve ihraç etmeye başladılar. Çünkü kıtlık sadece Mısır’da değil, Kuzey Arabistan, Ürdün, Filistin ve Suriye’de de etkisini göstermiş, bu bölgelerin halkı da yiyecek sıkıntısı çekmeye başlamıştı. Ancak Hz. Yûsuf un aldığı tedbirler sayesinde Mısır halkı kıtlık yıllarını rahatlıkta geçirdi, hatta erzak fazlasını ihraç ettiler. Her taraftan insanlar gelerek Mısır’dan erzak satın aldılar. Hz. Ya’kub da Yûsuf un öz kardeşi Bünyâmin hariç, diğer oğullarını erzak almak için Mısır’a gönderdi.
58. “Yûsuf’un kardeşleri gelip huzuruna girdiler, Yûsuf onları tanıdı, onlar onu tanımıyorlardı. 59. Yûsuf onların yüklerini hazırlayınca dedi ki: “Sizin baba-bir kardeşinizi de bana getirin. Görmüyor musunuz, ben ölçeği tam dolduruyorum ve ben misafir edenlerin en iyisiyim. 60. Eğer onu bana getirmezseniz artık benim yanımda size verilecek bir tek ölçek dahi yoktur; bana hiç yaklaşmayınız!” 61, Kardeşleri, “Onu babasından istemeye çalışacağız; kuşkusuz bunu yapacağız” dediler. 62. Yûsuf, emrindeki gençlere dedi ki: “Sermayelerini yüklerinin içine koyunuz. Olur ki ailelerine döndüklerinde bunun farkına varırlar da belki yine gelirler.”
Tefsiri
58. Uzun süren kuraklık ve kıtlık Kertân bölgesini de etkiledi. Dolayısıyla Hz. Yûsuf’un kardeşleri de Mısır’ın ihraç ettiği erzaktan satın almak üzere Mısır'a, Hz. Yûsuf'un yanma geldiler. Ancak huzuruna çıktıklarında onu tanımadılar, Yûsuf İse onları tanıdı. Çünkü onu kuyuya attıkları zaman o çocuk denecek yaştaydı. Kardeşleri ise fizik yapılan tekâmül etmiş bir çağda bulunuyorlardı. Aradan geçen bu uzun süre, onlarda fazla bir değişiklik meydana getirmemişti. Buna karşılık Hz. Yûsuf'un fizikî yapısında değişiklikler meydana gelmişti. Ayrıca onlar kuyuya attıkları kardeşlerinin bir gün böyle bir makama geleceğini düşünemezlerdi, Ancak kader tecelli etmiş, 15. âyette bildirilen İlâhî vaad gerçekleşmeye başlamıştı.
59-60. Buradan anlaşıldığına göre Hz. Yûsuf kardeşlerini misafir etti, onlara ikram ve iltifatta bulundu; bu esnada, gelenlerin dışında bir tane de baba-bir kardeşlerinin bulunduğunu ona anlamlar; babalan ve kardeşleri için de tahıl istediler; muhtemelen babalarının ihtiyarlığı, kardeşlerinin de ona can yoldaşı olarak kalıp tahıl almaya gelemediği mazeretini ileri sürdüler, Hz. Yûsuf, kardeşlerinin istediği tahılı verdi, yüklerini hazırlattı, kendilerini donattı ve tekrar geldiklerinde baba-bir kardeşlerini de getirmelerini istedi. Aksi halde, yanlış beyanda bulunmuş olacakları için kendilerine tahıl vermeyeceğini bildirdi. Kendisini kardeşlerine tanıtmada acele etmedi, olayların olgunlaşmasını ve zamanının gelmesini bekledi. Onun böyle kuşkulu ve tehditkâr tutumu, kardeşlerinin onun öz kardeşi Bünyâmin'i getirme hususunda daha kararlı davranmalarını sağlamıştır.
61-62. Bünyâmin’i getireceklerine dair kardeşlerinden kesin söz alan Hz. Yûsuf, onların sermayelerini de yüklerinin içine koydurarak parasızlık yüzünden gelememeleri gibi bir mazereti de ortadan kaldırdı.
63. “Babalarına döndüklerinde, “Ey Babamız! Erzak bize yasaklandı. Kardeşimizi bizimle beraber gönder de erzak alalım. Biz onu mutlaka koruyacağız” dediler. 64. Ya’kub dedi ki: “Daha önce kardeşi Yûsuf hakkında size ne kadar güvendi) sem, bunun hakkında
- 792 -
KUR’AN KAVRAMLARI
da size ancak o kadar güvenirim! En iyi koruyucu Allah’tır. O, acıyanların en merhametlisidir.” 65. Eşyalarım açtıklarında sermayelerinin kendilerine geri verildiğini gördüler. Dediler ki: “Ey Babamız! Daha ne istiyoruz? İşte sermayemiz de bize geri verilmiş; yine ailemize yiyecek getiririz; kardeşimizi koruruz ve bir deve yükü de fazla alırız. Çünkü bu (getirdiğimiz) az bir miktardır.” 66. Ya’kub şöyle cevap verdi: “Kuşatılmanız hariç, onu bana mutlaka getireceğinize dair, Allah adına yeminle kesin söz vermediğiniz takdirde onu sizinle beraber göndermem!” Ona hepsi de kesin söz verince, “Söylediklerimize Allah şahittir” dedi. 67. Sonra şunu söyledi: “Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyiniz, ayrı ayrı kapılardan giriniz. Ama Allah’tan gelecek hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm Allah’tan başkasının değildir. Ben yalnız O’na güvenip dayandım. Güvenecek olanlar yalnız ona güvenip dayansınlar. 68. Babalarının kendilerine emrettiği şekilde girdiklerinde (emrine uymuş oldular. Fakat bu), Allah’tan gelecek hiçbir şeyi onlardan savamazdı; ancak Ya’kub’un içindeki bir dileği yerine getirmiş oldu. Şüphesiz o, ilim sahibiydi, çünkü ona biz öğretmiştik. Fakat insanların çoğu bilmezler.”
Tefsiri
65. Hz. Yûsuf’un kardeşleri eşyalarını açtıklarında, sermayelerinin kendilerine geri verildiğini görünce erzak için tekrar Mısır’a gitme arzulan daha da arttı. Kardeşleri Bünyâmin’i kendileriyle göndermesi için babalarına karşı biraz daha ısrarda bulundular ve onu koruyacaklarına dair tekrar söz verdiler. Rivâyete göre Hz. Yûsuf, bir kişiye bir deve yükünden fazla yiyecek vermiyordu. Onlara on deve yükü vermiş on birinciyi ise, kardeşleri Bünyâmin gelinceye kadar vermeyeceğini söylemişti.
66. Hz. Ya'kub'un bir peygamber basîretiyte oğlunun Mısır'da alıkonulacağını önceden görmesi ve bu durumu istisna etmesi dikkat çekici bir olaydır. Bu durum karşısında oğullan yemin edip ona kesin söz verince, “Söylediklerimize Allah şahittir” diyerek olup bitenlerin Allah'ın gözetiminde olduğunu bildirdi; böylece oğullarından aldığı sözü iyice pekiştirmiş oldu.
67. Hz. Ya’kub’un oğullarına şehre ayrı ayrı kapılardan girmelerini emretmesi iki şekilde yorumlanmıştır:
a) Oğulları gösterişliydiler ve güzel giyinirlerdi. Hep birlikte aynı kapıdan girdikleri takdirde onlara göz değeceğinden korkmuş, dolayısıyla ayrı kapılardan girmelerini emretmiştir. Göz değmesi olayının gerçek olup olmadığı konusu müfessirler tarafından tartışılmış olmakla birlikte, Hz. Peygamber'in, torunları Hasan ile Hüseyin'i kem gözlerden koruması için Allah'a dua ettiği rivâyet edilmiştir.3939 Yine Rasûlullah’ın “Göz değmesi haktır; eğer kaderi geçecek bir şey olsaydı göz değmesi kaderi geçerdi” dediği rivâyet edilmiştir.3940
b) Hz.Ya’kub’un endişesi siyasîdir. Böyle görkemli, güçlü, kuvvetli insanların şehre toplu halde girmeleri gerek halkın gerekse kralın dikkatini çeker, neticede başlarına bir hal gelebilirdi.3941 Bu yüzden kralın alabileceği tedbirleri düşünen Hz. Ya’kub, oğullarına şehre ayrı ayrı kapılardan girmelerini bir ihtiyat tedbiri olarak tavsiye etmiştir. Bununla birlikte bu davranışın sadece bir tedbir olduğunu ve Allah’ın kaderini önleyemeyeceğini vurgulamak üzere “Hüküm Allah’tan
3939] Buhârî, Enbiyâ 19
3940] Müslim, Selâm 41-42; göz değmesi hakkında ayrıca bk. 68/Kalem, 51
3941] Râzî, 18/172
YÛSUF (A.S.)
- 793 -
başkasının değildir. Ben yalnız O’na güvenip dayandım” demiştir.
68. Ya’kub (a.s.)ın oğulları, babalarının emrine uyarak şehre ayrı ayrı kapılardan girdiler. Ancak bu tedbirin Allah’ın takdirini değiştirmeyeceğini Ya’kub biliyordu. Çünkü yüce Allah ona bu bilgileri daha önce vermişti. Bununla beraber içindeki dileği yerine gelmiş oldu.
69. “Yûsuf’un huzuruna girdiklerinde öz kardeşini yanına aldı: “Ben, gerçekten senin kardeşinim; onların yaptıklarına üzülme” dedi. 70. Yûsuf, onlar için yüklerini hazırlattığı zaman su kabını kardeşinin yükü içine koydu! Sonra bir tellâl, “Ey Kafile! Siz mutlaka hırsızsınız!” diye seslendi. 71. Kardeşleri onlara dönerek, “Ne arıyorsunuz?” dediler. 72. “Kralın su kabını arıyoruz; onu getirene bir deve yükü (bahşiş) var” diye cevap verdiler. (İçlerinden biri) “Ben buna kefilim” dedi. 73. Onlar, “Allah’a andolsun ki bizim yeryüzünde fesat çıkarmak için gelmediğimizi siz de bitiyorsunuz, biz hırsız da değiliz” dediler. 74. (Görevliler), “Peki, siz yalancıysanız bunun cezası nedir?” diye sordular. 75. “Onun cezası, kayıp eşya kimin yükünde bulunursa onun buna karşılık alıkonulmasıdır. Biz zalimleri böyle cezalandırırız” dediler. 76. Bunun üzerine Yûsuf, kardeşinin yükünden önce onların yüklerini aramaya başladı. Sonra da onu kardeşinin yükünden çıkardı. İşte biz Yûsuf’a böyle bir tedbiri öğrettik, yoksa kralın kanununa göre kardeşini alıkoyamazdı, ancak Allah’ın dilemesi başka; biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen birisi vardır. 77. Dediler ki: “Eğer o çaldıysa, daha önce onun kardeşi de hırsızlık etmişti.” Yûsuf bunu içinde sakladı, onlara bunu açmadı. (İçinden) dedi ki: “Sizin durumunuz daha kötüdür! Allah, sizin suçladığınız hususu çok iyi bilir.” 78. Dediler ki: “Ey Aziz! Gerçekten onun çok yaşlı bir babası var. Onun yerine bizim birimizi alıkoyun. Şüphesiz biz seni, iyilik edenlerden görüyoruz. 79. Yûsuf, “Eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını alıkoymaktan Allah'a sığınırız, o takdirde biz gerçekten zalimler oluruz!” dedi.”
Tefsiri
69. Rivâyet edildiğine göre Hz. Yûsuf, kardeşlerine ziyafet verdi. Onları sofraya ikişer ikişer oturttu. Bünyâmin yalnız kalınca ağladı, dedi ki: “Kardeşim Yûsuf sağ olsaydı o da benimle beraber otururdu.” Hz. Yûsuf onu kendi sofrasına aldı. Yemekten sonra kardeşlerini İkişer ikişer evlere misafir verdi. Bünyâmin yine yalnız kalmıştı. Yûsuf, “Bunun eşi yok, o halde benim yanımda kalsın” dedi. Böylece Bünyâmin onun yanında geceledi. Ona, “Ölen kardeşinin yerine beni kardeş olarak kabul eder misin?” diye sordu. Bünyâmin, “Senin gibi bir kardeşi kim bulabilir?; fakat seni babam Ya'kub ile annem Rahîl doğurmadı” diye cevap verdi. Hz. Yûsuf bunu işitince ağladı, kalkıp Bünyâmin'in boynuna sarıldı ve “Ben senin kardeşinim” dedi.3942
70. Hz. Yûsuf, öz kardeşini yanında alıkoyabilmek için kralın su tasını Bünyâmin’in yükü İçine koydu. Sonra da tası onların çaldığını ilân etti. Muhtemelen bu planı Hz. Yûsuf, kardeşi Bünyâmin ile birlikte hazırladı ve onun bilgisi dâhilinde tası onun yükü içine koydu. Kardeşlerini suçlayabilmek için de yüklerini görevlilerle birlikte kendilerine hazırlattırdı. Çünkü yalnız kendi adamlarına hazırlatmaydı, böyle bir suçlamada bulunamazdı.
73. Hz. Yûsuf un hırsızlıkla itham ettiği kardeşleri, bu ithama nazik bir şekilde itiraz etmekle birlikte öz kardeşi Bünyâmin’in olumlu veya olumsuz herhangi bir cevap vermemiş olması dikkat çekmekte ve bu tutumu onun plandan haberdar
3942] Râzî, 18/177
- 794 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olduğu ihtimalini kuvvetlendirmektedir.
74-75. Mısır kanunlarına göre hırsızın kendisine el koymak mümkün olmadığı için, Hz. Yûsuf'un adamları, kardeşlerine sorup bu suçun cezasının onların kanunlarında ne olduğunu tespit etmek ve bunu uygulamak istediler.
76. Kralın kanunundan maksat, Mısır'da yürürlükte bulunun ceza kanunudur. Mısır kanunlarında hırsıza sopa vurulur ve çaldığı Ya'kub'un şeriatında ise hırsız yakalanarak çaldığı malın karşılığında mal sahibine bir sene köle olarak hizmet ettirilirdi. Hz. Yûsuf, işte bu kanundan yararlanıp kardeşi Bünyâmin'i alıkoymak istedi. Planını buna gere hazırladı; dikkat çekmemek için aramaya Önce üvey kardeşlerinin yüklerinden başladı. Sonunda su tasını Bünyâmin'in yükünden bulup çıkardı. Dolayısıyla onu Mısır'da alıkoydu.
77. Rivâyete göre Hz, Yûsuf’un halası onu çok severdi. Yûsuf büyüyünce halası onun kendi yanında kalmasını istedi. Ya’kub buna razı olmayınca halası, Hz. İbrahim’den kendisine miras kalmış olan kuşağını Yûsuf’un beline bağladı. Sonra kuşağın kaybolduğunu söyledi, Kuşak arandı, Yûsuf’un üzerinde bulundu. Halası kanun gereği Yûsuf’u yanında alıkoydu. İşte Yûsuf’un kardeşleri bu duruma işaret etmek istemişlerdir.3943
78-79. Plandan haberdar olmayan kardeşleri, Bünyâmin’in ihtiyar babası olup onun için çok üzüleceğini söylediler ve yerine kendilerinden birini alıkoyup onu serbest bırakmasını Hz. Yûsuf’tan İstediler. Fakat Hz. Yûsuf, cezanın şahsîliği ilkesinden hareket etti ve suçlunun yerine başkasını cezalandırmanın haksızlık olduğunu, böyle bir şey yapmaktan Allah’a sığındığını bildirdi.
80. “Ondan ümitlerini kesince görüşmek üzere bir kenara çekildiler. Büyükleri dedi ki: “Babanızın sizden Allah adına söz aldığını, daha önce de Yûsuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye veya benim için Allah hükmedinceye kadar bu yerden asla ayrılmayacağım. O hükmedenlerin en iyisidir. 81. Babanıza dönünüz ve deyiniz ki: “Ey Babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık etti. Biz, bildiğimizden başkasına şahitlik etmedik. Biz gaybı bilmeyiz. 82. İstersen içinde bulunduğumuz şehir halkına ve aralarında geldiğimiz kafileye de sor. Biz gerçekten doğru söylüyoruz.” 83. Babaları şöyle dedi: “Hayır nefisleriniz sizi böyle bir işe sürükledi. Bana düşen artık güzel bir sabırdır. Umulur ki, Allah onlarm hepsini bana getirir. Şüphesiz O, çok iyi bilendir, hikmet sahibidir,” 84. Onlardan yüz çevirdi, “Âh Yûsufum âh!” diye sızlandı; üzüntüden gözlerine boz geldi. Artık kederini içine gömüyordu. 85. Oğulları, “Allah'a andolsun ki, sen Yûsuf u ana ana sonunda ya hasta olacaksın ya da büsbütün helak olacaksın!” dediler. 86. Ya'kub da şöyle dedi: “Ben gam ve kederimi ancak Allah'a arzediyorum. Ve ben, sizin bilemeyeceğiniz şeyleri Allah tarafından vahiyle biliyorum. 87, Ey Oğullarım! Gidin de Yûsuf u ve kardeşini iyice araştırın, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyiniz. Çünkü inkâr edenlerden başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez!”
Tefsiri
80-82. Kardeşlerin büyüklerinden maksat yaşça büyük olan Rubîl mi yoksa akılca üstün olan Şem’ûn mu olduğu konusunda farklı rivâyetler vardır. Taberî yaşça büyük olan Rubîl’in kastedildiğini bildiren rivâyetlerin daha isabetli olduğu
3943] Şevkânî, III/42
YÛSUF (A.S.)
- 795 -
kanaatindedir.3944 Hz. Yûsuf’un kararlı tutumu karşısında, ondan ümitlerini kesen kardeşleri, durumu kendi aralarında görüşmek üzere bir kenara çekildiler. Büyükleri Rubîl, Bünyâmin hakkında babalarına verdikleri sözü, daha Önce de Hz. Yûsuf’a yaptıklarını onlara hatırlattı. Yûsuf’un bu kardeşi, daha önce onu öldürmek isteyen kardeşlerine, onu kuyuya atmalarını teklif etmiş ve ölümden kurtarmıştı.3945 Şimdi bu durum karşısında babası kendisine izin verinceye veya hakkında Allah’ın hükmü belirinceye kadar Mısır’dan ayrılmayacağını bildirdi ve gidip durumu babalarına anlatmalarını istedi. İnanmadığı takdirde Mısır halkından ve beraber geldikleri kafiledeki diğer şahıslardan sorup gerçeği öğrenebileceğini söyledi.
Hz. Ya'kub'un oğulları, “Biz gaybı bilenler değiliz” cümlesiyle Bünyâmin’i koruyacaklarına dair babalarına söz verdikleri zaman onun hırsızlık suçundan do layı Mısır’da alıkonulacağını bilemeyeceklerini ifade etmek istemişlerdi.
83. Kalkıp babalarına geldiler ve kardeşlerinin söylediklerini aynen anlattılar. Ancak, daha önce babalarına karşı yalan söylemiş olduklarından babalan onlara, “Hayır nefisleriniz sizi böyle bir işe sürükledi” diyerek bu seferki doğru sözlerine inanmak istemediğini açıkça ifade etti. Sonuçta sabretmekten başka çare olmadığını, bir gün Allah'ın, onların hepsini yani Yûsuf, Bünyâmin ve Rubîl'i kendisine döndüreceğini ümit ettiğini bildirdi.
84. Oğlu Bünyâmin’in Mısır’da tutulduğunu haber alan Hz. Ya’kub’un, diğer oğlu Yûsuf hakkındaki üzüntüleri yeniden depreşti ve üzüntünün şiddetinden gözlerine boz geldi. Hz, Ya’kub’un gözlerine boz gelmesi iki şekilde açıklanmıştır:
a) 96. âyette “tekrar görür hale geldi” buyrulduğu için bunu karine olarak alanlar, boz gelmekten maksat “üzüntüden ve ağlamaktan dolayı gözünün kapanmasıdır” demişlerdir. Tıp mensuplarının açıklamalarına göre nâdir de olsa üzüntüden gözde katarakt oluştuğu ve sonra bir şokla bunun zâil olduğu görülmüştür.
b) Râzî'nin de katıldığı3946 ikinci anlayışa göre göze boz gelmesi görmeyi engelleyecek kadar gözyaşı ile kaplanmasıdır; açılması ise üzüntü ve ağlama sebebinin ortadan kalkmasıdır.
86. Hz. Ya’kub, evlâtlarını yitirmenin ıstırabını kalbinin derinliklerinde hissettiğini ve üzüntülerini sadece yüce Allah’a arzettiğini İfade etmekle birlikte, “Ben, sizin bilemeyeceğiniz şeyleri Allah tarafından vahiyle biliyorum” demek suretiyle olayın perde arkasındaki hikmetlerini de bildiğine işaret etmiştir.
87. Hz, Ya’kub’un bu ifadeleri, onun, oğlu Yûsuf’tan ümidini kesmediğini ve Allah’ın lütfuyla bir gün kendisine kavuşacağını umduğunu göstermektedir.
88. “Yusuf’un huzuruna girdiklerinde dediler ki; “Ey Aziz! Bizi ve ailemizi kıtlık bastı ve biz, değersiz bir sermaye ile geldik. Hakkımızı tam ölçerek ver. Ayrıca bize bağışta da bulun. Şüphesiz Allah sadaka verenleri mükâfatlandırır.” 89. Yûsuf, “Siz, cahilliğiniz yüzünden Yûsuf ve kardeşine yaptıklarınızı biliyor musunuz? dedi. 90. “Yoksa sen,
3944] bk. 13/23-24
3945] âyet 10; Taberî, 12/93
3946] 18/195
- 796 -
KUR’AN KAVRAMLARI
gerçekten sen Yûsuf musun?” diye sordular. O da “(Evet), ben Yûsuf’um, bu da kardeşim. Allah bize lütfetti. Kim Allah’tan korkar ve sabrederse, şüphesiz Allah güzel davrananların mükâfatını zayi etmez.” 91. Dediler ki: “Allah’a andolsun, hakikaten Allah seni bize üstün kılmış. Gerçekten biz hataya düşmüşüz.” 92. Yûsuf şöyle dedi: “Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en nıerhametlisidir. 93. Şu benim gömleğimi götürünüz de onu babamın yüzüne koyunuz, gözleri görecek duruma gelir ve bütün ailenizi bana getiriniz.”
Tefsiri
88. Hz. Ya’kub’un ısrarı üzerine oğullan, hem kardeşleri Yûsuf’u aramak, hem de yiyecek almak üzere üçüncü kez Mısır’a gittiler. Hz. Yûsuf’un huzuruna girdiklerinde kıtlığın kendilerini iyice sıktığını, dolayısıyla erzak temini için tekrar geldiklerini söylediler. Ellerindeki sermayenin yetersiz olduğunu, bu sebeple alışverişin dışında kendilerine biraz da tasaddukta bulunmasını Hz. Yûsuf’tan istediler.
89-92. Hz. Yûsuf, artık kendisini tanıtmanın zamanı geldiğini düşünerek, cahillikleri yüzünden kardeşlerinin kendisine ve kardeşi Bünyâmin’e yaptıklarını onlara hatırlatıp kendini tanıttı. Böylece Yûsuf kuyuya atıldığı zaman, kendisine vahyedilmiş olan, “Kardeşlerinin yaptıklarını bir gün onlara kendileri farkına varmadan mutlaka haber vereceksin!” mealindeki 15. âyetin verdiği haber, gerçekleşmiş oldu. Kardeşleri kusurlarını itiraf edip özür dilediler. O da onları bağışladığını bildirdi. İnsanların kıskanması, Allah’ın bir kimse için takdir etmiş olduğu nimeti engelleyemez. Nitekim, Rasûlullah duâsında şöyle demiştir: “Allahım! Senin verdiğine engel olacak yoktur. Senin engel olduğunu da verecek yoktur.”3947 Görüldüğü gibi, Yûsuf’un kardeşlerinin kıskanması, onun yükselmesine engel olamamıştır. Sonunda kendileri mahcup olmuş ve Allah'ın Yûsuf'u kendilerinden üstün kılmış olduğunu yemin ederek İtiraf etmişlerdir. Ziya Paşa'nın dediği gibi: Zâlimlere bir gün dedirir kudret-i Mevlâ: / Tallahi lekad âserakellahu aleynâ!”
93. Yûsuf babasının, üzüntü nedeniyle gözlerinin göremez hale geldiğini öğrenince, kendi gömleğini götürüp babasının yüzüne koymalarını, böylece tekrar görecek duruma geleceğini söyledi. Bu olayın tıbben izahı mümkün olmamakla birlikte Hz. Yûsuf'un bunu vahiyle yaptığı kabul edilmektedir. Bu durumda olay bir mucize olarak değerlendirilmelidir. Bir görüşe göre de Hz. Ya'kub'un gözlerine boz gelmesi psikolojik sıkıntıdan kaynaklanmaktadır. Yûsuf babasının üzüntü, sıkıntı ve sürekli olarak göz yaşı dökmekten görme duyusunun zayıfladığını anlamış ve bu sıkıntıyı gidermek üzere gömleğini babasına göndermiştir; Ya'kub oğlunun sağ olduğu haberini aldığı ve gömleğini yüzüne sürdüğü takdirde olayın vereceği psikolojik rahatlık, sevinç ve manevî güç, onun bedenini ve görme gücünü kuvvetlendirecek, gözleri görür hale gelecektir, diye gömleğini göndermiştir.3948
94, “Kafile Mısır’dan ayrılınca babaları, “Eğer bana bunamış demezseniz, inanın ben Yûsuf’un kokusunu alıyorum!” dedi. 95. Onlar da “Vallahi sen hâlâ eski şaşkınlığındasın” dediler. 96. Müjdeci gelince, gömleği yüzüne koyar koymaz Ya’kub tekrar görür hale geldi. Dedi ki: “Ben size, ‘Allah tarafından (vahiyle) sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim’
3947] Buhârî, Ezân 155
3948] Râzî, 18/206
YÛSUF (A.S.)
- 797 -
demedim mi?” 97. “Ey Babamız! Bizim günahlarımızın affını dile! Çünkü biz gerçekten hataya düştük” dediler. 98. Ya’kub, “Sizin için Rabbimden af dileyeceğim. Şüphesiz O çok bağışlayan, pek merhametlidir” dedi.”
Tefsiri
94. Hz. Yûsuf’un gömleğini getirmekte olan kafile Mısır’dan ayrılıp Hz. Ya’kub’un ülkesi olan Ken’ân iline doğru yola çıkınca, beri tarafta bulunan Ya’kub, kendisine getirilmekte olan gömleğin kokusunu uzaktan hissederek, birkaç gün sonra alacağı müjdenin büyük sevincine yavaş yavaş hazırlanmış oldu. Bu olayın nasıl meydana geldiği konusunda müfessirlerin iki farklı yorumu vardır:
a) Yüce Allah, bu kokuyu bir mucize olmak üzere o kadar uzak mesafeden Hz. Ya'kub'a ulaştırmıştır.
b) Allah Teâlâ, bu kokuyu o anda Hz. Ya'kub'un nefsinde yaratmıştır.
Elmalılı Muhammed Hamdi bu yorumlan verdikten sonra şöyle der: “Hangi şekilde olursa olsun, bu olayın hârikulade İlâhî bir tervih (kokuyu hissettirme) olduğunda hîç şüphe yoktur. Zamanımız ilim felsefesi, bu gibi olağan üstü ruhî olayları açıklayamamakla beraber, inkâr da etmeyip telepati (aracısız iletişim) adı altında tasnif ve mütalaa etmektedir. Acizane kanaatime göre bu âyet, bize yalnız ruh ilimleri ve mucize cinsinden bir harikayı tespit ile kalmıyor, bugünkü teknolojik gelişme açısından dikkate değer ilhamlar da veriyor. Zira görülüyor ki rayiha yani koku kelimesi, rîh yani ‹rüzgar' anlamına gelen bir kelime ile ifade buyruluyor. Bu kelimede ‹iletme' anlamı daha belirgindir. Hâlbuki yukarıda da söylediğimiz gibi kafilenin Mısır'dan ayrıldığı anda Ya'kub'un vicdanına bu kokunun ulaşması rüzgâr hızından daha hızlı bir iletişimle olmuştur. O halde, meseleyi kimya veya atom fiziği sahasında izleyerek ses naklinden daha ince bir kanun ile koku kuvvetinin ve hareketinin zaptedilmesi ve nakledilmesinin dahi elektrik akımından yararlanarak mümkün olabileceği sonucuna varabileceğiz demektir. Gerçi Ya'kub'un kokuyu duyması fennî bir olay değil, mucizevî bir olaydır. Ancak âyetin ifadesinden açıkça ortaya çıkan mâna, bu kokunun rüzgâr içinde duyulması ve gömleği taşıyan müjde kafilesinin Mısır'dan ayrıldığı sırada iletilmiş olmasıdır. Bu ise kokunun da havadan bir telsizle şimşek gibi naklinin ve iletilmesinin mümkün olabileceğini, yaratılışta bunun da gizli bir kanunu olabileceğini düşündürür. Şüphesiz ki bunun gerek Mısır'dan gönderilmesi, gerekse böyle bir hızlı titreşimin Ya'kub tarafından algılanabilmesi ve o kokunun Yûsuf'a ait olduğunu kestirebilmesi, doğrudan doğruya İlâhî tasarrufu gösteren harikalardır. Gerek bu bakımlardan, gerek Yûsuf ile Ya'kub'un birer peygamber olmaları bakımından olay çok yönlü bir mucizedir. Zira bir insanın yakınındaki birinin kim olduğunu kokusundan tanıyabilmesi bile olağan üstü bir meseledir. Ancak olayın bütünüyle tabiat kanunlarının üstünde bir mucize olması, bununla ilgili birtakım tabiat kanunlarının mevcut olmasına engel değildir.3949
97-98. Hz. Ya’kub’un oğullan, babalarına karşı suçlarını itiraf ettiler ve ondan günahlarının bağışlanması için Allah’tan af dilemesini istediler. Fakat, Ya’kub’un, oğullarına karşı kalbi kırıktı, kendisinin af ettiğine işaret etmekle birlikte Allah’ın affı için hemen dua etmedi. Onu müsait bir zamana erteledi.
3949] geniş bilgi için bk. IV/2921 vd.
- 798 -
KUR’AN KAVRAMLARI
99. “Yûsufun yanına girdiklerinde ana babasını bağrına bastı ve “Allah’ın izniyle Mısır’a güven içinde giriniz!” dedi. 100. Ana babasını tahtına oturttu, hepsi onun huzurunda yere kapandılar; Yûsuf dedi ki: “Babacığım! İşte bu, daha önce gördüğüm rüyanın ortaya çıkışıdır; Rabbim onu gerçekleştirdi. Doğrusu Rabbim bana lütuflarda bulundu: Beni hapishaneden çıkardı ve şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozmuş iken daha sonra sizi çölden getirdi. Şüphesiz rabbim dilediğine çok lütufkârdır. Kuşkusuz O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.” 101. “Ey Rabbim! Bana servet ve iktidar verdin ve bana olayların yorumunu da öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada da âhirette de beni himaye eden sensin. Beni müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat!”
Tefsiri
99. Ya’kub (a.s.), yakınlarıyla birlikte kendi ülkesinden ayrılarak Mısır’a Hz. Yûsufun yanına gitti. Rivâyete göre Hz. Yûsuf ile Mısır hükümdarı, kalabalık bir asker topluluğu, devlet adamları ve Mısır halkı ile birlikte Hz. Ya’kub’u şehrin dışında karşıladılar. Hz. Yûsuf, ana babasını kucaklayıp bağrına bastıktan sonra onları özel bir konakta dinlendirdi; sonra da güven içinde şehre girmelerini söyledi.3950
100. Şehre girip Yûsuf’un huzuruna geldiklerinde Yûsuf ana babasını tahtına oturttu. İşte bu anda ana babasıyla birlikte on bir kardeşi secdeye kapandılar. Bu durumu gören Yûsuf, “Babacığım! İşte bu, daha önce gördüğüm rüyanın yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi” dedi.
Miifessirler Hz. Yûsuf’un ana, baba ve kardeşlerinin secdeye kapanmalarını iki şekilde yorumlamışlardır:
a) Hz. Yûsuf’a karşı bir saygı selâmı olmak üzere yere kapanmışlardır. 4. âyet bu anlamı destekler mahiyettedir.
b) Hz. Yûsuf’a kavuştukları için Allah’a şükretmek üzere secdeye kapanmışlardır. 4. âyetin mealinde “Onları bana secde ederlerken gördüm” diye çevirdiğimiz cümle, “Onları benim için secde ederlerken gördüm” şeklinde çevirmek de mümkündür. Bu takdirde âyet ikinci anlamı destekler.
Hz. Yûsuf, bir nezaket ve tevazu örneği daha göstermiş, sahip olduğu bu debdebe ve ihtişamın kendisine Allah tarafından lütfedildiğini söyleyerek Allah’a senâda bulunmuştur. Kardeşlerinin kendisine muhtaç oldukları bir dönemde onlardan intikam almayı düşünmediği gibi, onların yaptıklarını hatırlatacak tek kelime dahi söylememiş, kardeşleriyle arasını şeytanın açtığını ifade etmiştir. Bununla birlikte bu olayların İlahî takdir ve hikmet neticesinde meydana geldiğine de işaret etmiştir.
101. Hz. Yûsuf, mülkü ve onu yönetmek için gerekli olan olayları yorumlama ilmini kendisine yüce Allah’ın verdiğini, dünyada da âhirette de kendisini himaye eden velîsinin Allah olduğunu vurgulayarak O’na şükranlarını arzetti.3951
Rivâyete göre Hz. Ya’kub Mısır’da oğlunun yanında yirmi dört sene yaşadıktan sonra vefat etti. Önceden yaptığı vasiyet uyarınca naaşı, Suriye’de defnedilmiş bulunan babası Hz. İshak’ın yanına götürülüp gömüldü. Hz. Yûsuf da
3950] Râzî, 18/210-211
3951] velî hakkında bilgi için bk. 2/Bakara, 257; 4/Nisâ, 2, 138-140; 6/En’âm, 14
YÛSUF (A.S.)
- 799 -
babasından sonra yirmi üç yıl daha yaşadı. Onun naaşını da Mısırlılar mermer bir sandukan koyarak Nil yatağına gömdüler. Mısırlılar onu çok sevdikleri için kendi memleketlerinde kalmasını istemişlerdi. Daha sonra Hz. Mûsâ onun naaşını bularak babası Hz. Ya’kub’un yanına götürüp defnetti.3952
102. “İşte bu kıssa, gayb haberlerindendir. Onu sana vahdediyoruz.Onlar, tuzak kurmak üzere ittifak ettikleri zaman, sen onların yanında değildin. 103. Sen ne kadar inanmalarını istesen de insanların çoğu inanmazlar. 104. Hâlbuki sen bunun karşılığında onlardan bir ücret istemiyorsun. Kur'an âlemler için ancak bir öğüttür. 105. Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki onlar bu delillerden yüz çevirerek geçip giderler. 106. Onların çoğu Allah'a ortak koşmadan iman etmezler, 107. Allah tarafından onlara kuşatıcı bir azabın gelmesinden veya farkında olmadan kıyametin ansızın kopmasından kendilerini güvende mi hissediyorlar? 108. De ki: “İşte bu, benim yolumdur. Ben, Allah’a çağırıyorum. Ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah'ı ortaklardan tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlardan değilim.”
Tefsiri
102. Hz. Peygamber, bu kıssayı yaşayanlarla beraber yaşamadığı ve kitaptan okumadığı gibi, herhangi bir kimseden de öğrenmiş değildi. Çünkü onun yaşadığı ülkede yahudilerle temasta bulunan bazı kimseler bulunsa bile ilim adamları yoktu. Bütün bunlar, bu kıssanın gayb haberlerinden ve bir mucize olduğunun delilidir.3953
103. Kureyş’in, “İsrâiloğulları Mısır'a niçin gitti?” şeklindeki sorusuna cevap olmak üzere inmiş olan bu kıssa ile Kur'an'ın bir mucize, Hz. Muhammed'in de bir peygamber olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte Kureyş'in çoğu inanmamıştır. Zira onlar gerçeği aramada samimi değillerdi. Yüce Allah, “Sen ne kadar inanmalarını istesen de insanların çoğu inanmazlar” buyurarak elçisini teselli etti.
105. Sözlükte âyet kelimesi “bir şeyin tanınmasına sebep olan ve varlığını gösteren İşaret, açık alâmet, delil, ibret, şaşırtıcı şey, mucize ve topluluk” anlamlarına gelir. Terim olarak, Kur'ân-ı Kerîm'in bir veya birkaç kelime yahut cümleden meydana gelen bölümlerini ifade eder. Burada âyet kelimesi alâmet, delil ve ibret veren şey mânalarında kullanılmıştır. Yani gerek insanın kendisinde gerekse dış dünyada, göklerde ve yerde Allah'ın varlığına, birliğine, ilmine, kudretine ve hikmetinin üstünlüğüne delâlet eden nice delil vardır ki bunlar insanların nazarı dikkatine sunulmuştur. İnsanoğlu ilmî, fikrî, felsefî ve amelî hayatında bu olaylarla her zaman karşı karşıyadır. Bu tabiat olaylarını düşünüp bunlardaki incelikleri, bunlara hâkim olan İlâhî kanunları keşfetmesi ve yaratanını tanıması gerekirken o, düşünmeden, ibret almadan bunlara sırt çevirip gider. Hâlbuki insanoğlu bunları düşünüp dikkatli bir şekilde incelese hem dünyada kalkınacak hem de imanını taklitten tahkike çıkararak kâmil insan (has kul) olma yolunda ilerleyecek ve âhirette mutlu olacaktır.
106. İnsanların çoğu, göklerdeki ve yerdeki delilleri ibret gözüyle incelemedikleri için, Allah’ın varlığını kabul ettikleri halde O’na çeşitli yollarla ortak
3952] Râzî, 18/216
3953] gayb hakkında bilgi için bk. 2/Bakara, 3
- 800 -
KUR’AN KAVRAMLARI
koşarlar. Nitekim Câhiliye döneminde Arabistan halkı da Allah’a inanmakla birlikte3954 çeşitli şekillerde O'na ortak koşuyorlardı. Meselâ, bazı putperest Araplar meleklerin Allah'ın kızları olduğuna inanırken 3955 bir kısmı da kendilerini tanrıya yaklaştırsınlar diye putlara tapıyorlardı.3956 Hıristiyanlar, Hz. Îsâ'nın Allah'ın oğlu olduğunu iddia ederken, yahudilerin bir kısmı “Üzeyir Allah’ın oğludur” diyorlardı.3957 Ayrıca cinleri Allah’a ortak koşanlar da vardı.3958
108. “Aydınlık bir yol” diye çevirdiğimiz basiret kelimesi sözlükte “delil, kesin kanıt, inanç, bilgi, ibret alınacak şey, zihinsel olarak görmek, kestirmek, sezmek, idrak etmek, anlama ve kavrama yeteneği” gibi anlamlara gelmektedir. Mecaz olarak, “aklın kabul edebileceği veya akılla doğrulanabilir kanıt” demektir. “Bunun içindir ki, Hz. Peygamber’in telaffuz ettiği ‘Allah’a çağrı’ ifadesi burada insan aklına uygun ve onunla doğrulanabilir, bilinçli bir kavrayışın sonucu olarak tanımlanmakta”dır.3959 Âyette Hz. Peygamber’e, yolunun İslâm dini olduğunu, İnsanları sadece Allah’a çağırdığım, dolayısıyla kendisi ve ona uyanların aydınlık bir yol üzerinde bulunduklarını, Allah’a ortak koşanlardan olmadığını bildirmesi emredilmiştir. İşte Allah’a davet, bu şekilde basiret üzere, ne dediğini bilerek, ihlâs ve samimiyetle, hikmet ve güzel öğütle olmalıdır.3960
109. “Senden önce de şehirler halkından kendilerine vahiy indirdiğimiz kişilerden başkasını peygamber göndermedik. İnkârcılar yeryüzünde dolaşıp da kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görmediler mi? Sakınanlar için âhiret yurdu elbette daha iyidir. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz? 110. Nihayet peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalancı çıkarıldıklarını sandıklan sırada onlara yardımımız gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir. Fakat, suçlular topluluğundan azabımız geri çevrilmez. 111. Andolsun onların kıssalarında akıl sahipleri için ibretler vardır. Kur’an, uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekilerin onayı, her şeyin açıklaması, iman eden toplum için bir rahmet ve bir hidayettir.”
Tefsiri
109. Bu âyet-i kerîme, müşriklerin Hz. Peygamber’i kastederek “Ona bir melek indirilseydi ya!”3961 mealindeki sözlerine cevap olarak inmiştir. Bu ve benzeri âyetler, insanlara cin ve melek gibi insandan başka varlıklardan peygamber gönderilmediğini ifade eder. Müfessirlerin çoğunluğuna göre peygamberlerin tamam erkeklerden gönderilmiştir. Ancak bazı ilim adamları Hz. İbrahim’in eşi Sâre’nin, Hz. Mûsâ’nın annesinin ve Hz. İsâ’nın annesi Meryem’in de peygamber olduklarını iddia etmişlerdir. Zira bunlara da ya doğrudan veya melek vasıtasıyla vahyedilmiştir.3962 İşte bu âyetlerde adı geçen kadınların peygamber olduklarına işaret olmakla beraber çoğunluğa göre bunlar peygamber değil, sadece faziletli hanımlardır.3963
3954] 31/Lokman, 25
3955] 16/Nahl, 57
3956] 39/Zümer, 3
3957] 9/Tevbe, 30
3958] 6/En’âm, 100
3959] Esed, II/481
3960] ayrıca bk. 16/Nahl, 125
3961] 6/En’âm, 8
3962] krş. 3/Âl-i İmrân, 42; 11/Hûd, 71); 28/Kasas, 7; 66/Tahrîm, 11-12
3963] İbn Kesir, IV/346
YÛSUF (A.S.)
- 801 -
Müfessirler, “şehirler halkından” diye çevirdiğimiz “nün ehli'1-kurâ” ifadesini dikkate alarak peygamberlerin göçebe kesimden değil, yerleşik medenî toplumlardan seçilmiş oldukları kanaatine varmışlardır.3964 “Ehli’1-kurâ” tamlamasına, “yeryüzünde yaşayan insanlar” mânası veren İbn Abbas’a göre ise bundan maksat, peygamberlerin müşriklerin istediği gibi göklerdeki varlıklardan değil, yeryüzünde yaşayan insanlardan gönderilmiş olduğunu ifade etmektir.3965
110. Hz. Âişe, âyeti şöyle yorumlamıştır: “Sıkıntılar uzayıp da yardım gecikince peygamberler kavimlerinden kendilerini yalancılıkla itham edenlerin iman edeceklerinden ümitlerini kesmişler, inanmış olanların da kendilerini yalanlayacaklarını sanmışlardır. İşte o zaman Allah’ın yardımı gelmiştir.”3966
Peygamberler de insan oldukları için birtakım olaylar karşısında bazı duygulara kapılabilirler. Nitekim Bakara sûresinin 214. âyetinde de mü’minlerin çektikleri sıkıntı ve geçirdikleri sarsıntılar karşısında peygamberlerin buradakine benzer davranışlar sergiledikleri ifade buyrulmuştur. Ancak peygamberlerin, Allah’ın vaadinden dönmesini, söz verdiği yardımı yapmayarak onları yalancı çıkarmasını düşünmeleri mümkün değildir. Bu, onların peygamberlik vasıflarına aykırıdır. Nitekim onlar, en şiddetli sıkıntılar karşısında bile insan gücünün dayanabileceği en son merhaleye kadar dayanmışlardır. Sıkıntı ve ıstıraplar dayanılmaz bir hale geldiği, Allah’tan başka hiçbir ümit kalmadığı anda Allah’ın yardım ve zaferi yetişmiş; peygamberler ve onlara inanan mü’minler kurtuluşa ermiş, suçlular ise cezalandırılmışlardır.
Mealinde “yalancı çıkarıldıkları” diye çevirdiğimiz “küzibû” fiilindeki kıraat farklılıklarına göre, âyetin ilk bölümünden şu mânalar anlaşılabilir:
a) “Küzibû” şeklinde şeddesiz okunduğu takdirde: 1. Nihayet peygamberler insanların, kendilerine inanacağından umudu kestikleri, halkın da peygamberlerin kendilerine yalan söylediklerini sandıkları an, onlara yardımımız gelir. 2. Nihayet peygamberler, Allah tarafından kendilerine vaad edilen yardımın geleceğinden ümitlerini kesip, insanlar karşısında yalancı durumuna düşeceklerini sandıkları sırada onlara yardımımız gelir. İnsan olmaları sebebiyle, peygamberlerin de bu tür davranışlarının olabileceğine dair İbn Abbas’tan bir rivâyet aktarılmakla birlikte, bazı müfessirler, Allah’ın sözünden dönebileceğini, değil peygamberler, herhangi bir mü’minin bile düşünmesi mümkün değildir. Böyle bir düşünce kişiyi imandan çıkarır, derler.3967
b) “Küzzibû” şeklinde şeddeli okunduğu takdirde: 1. Nihayet peygamberler insanların inanacaklarından umut kestikleri ve kendilerinin yalancı çıkarıldıklarını kesin olarak anladıkları zaman onlara yardımımız gelir. 2. Nihayet peygamberler, kavimlerinin iman edeceğinden umut kestikleri, inanmış olanların da kendilerini yalancı çıkarıldıklarını sandıklan an onlara yardımımız gelir.
111. Peygamberlerin kıssaları gönül eğlendirici hikâyeler değil, bilâkis ibret alınacak olaylardır. Buradaki “onların kıssalarından maksat, ya genel olarak peygamberlerin kıssalarıdır veya bu sûrede anlatılan Hz. Yûsuf, babası ve
3964] Râzî, 18/226; Şevkânî, III/57
3965] İbn Kesîr, IV/346
3966] Buhârî, Tefsir 12/6
3967] Râzî, 18/226
- 802 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kardeşlerinin kıssasıdır. Gerçekten de Hz. Yûsuf un yaşadığı sıkıntılardan kurtulup Mısır’da yüksek bir makama gelmesinde akıl sahipleri için büyük bir ibret vardır. Ancak birinci mâna daha kapsamlıdır.
Kur’ân-ı Kerîm insanlar tarafından uydurulabilecek bir söz değil, kendisinden önce peygamberlere indirilmiş olan Tevrat, İncil ve Zebur gibi kitapları tasdik eden İlâhî bir kitaptır.3968 Kur’an’ın her şeyi açıklamasından maksat, dünyada var olan her şeyi açıklaması değil, insanlığın muhtaç olduğu ve İlâhî bir aydınlatma olmadan ulaşamayacağı helâl-haram, sevap-günah gibi dinî ve ahlâkî konulara dair gereken ayrıntıları vermesidir. O, hükümleriyle amel edenler için hem bir hidayet hem de rahmettir.
Yûsuf kıssası, iyilerle kötülerin mücadelesine, sonuçta iyilerin başarısına somut bir örnektir. Bu sebeple kıssada ders almak İsteyenler için güzel ibretler vardır. Nitekim Allah Teâlâ kıssanın başlarında Yûsuf ve kardeşlerinin kıssasında, almak İsteyenler İçin ibretler olduğunu ifade buyurmuştu.3969 Burada da bütün peygamberlerin kıssalarında akıl sahipleri için alınacak ibret olduğunu bildirdi. Hz. Yûsuf’un kıssasından alınacak dersler şöyle özetlenebilir:
Sûrede Hz. Ya’kub’un Allah’a imanı ve bu iman sayesinde musibetlere karşı gösterdiği sabır ve tevekkülü anlatılmıştır. Sevgili oğlu Yûsuf’u kurtların parçaladığı yalan haberi kendisine söylendiği zaman dahi metanetini yitirmemiş, sabretmiş ve Allah'ın yardımına sığınmıştır.3970 Diğer oğlu Bünyâmin’i kardeşleriyle birlikte Mısır’a gönderdiği zaman da en hayırlı koruyucunun Allah olduğunu vurgulamıştır.3971 Yûsuf hakkındaki aşın derecede üzüntüsünden dolayı oğullarının, “büsbütün helak olacaksın” şeklindeki uyarılan karşısında o, gam ve kederini sadece Allah'a arzettiğini ifade etmiş ve oğullarına, Allah'ın rahmetinden ümit kesmemelerini, gidip Yûsuf'u ve kardeşi Bünyâmin'i aramalarını emretmiştir.3972
Yine Hz. Ya’kub, oğullarına “Mısır’a ayrı ayrı kapılardan giriniz” diye nasihat edip gelebilecek tehlikelerden korunmaları için tedbir almalarını tavsiye ettikten sonra, “Ama, Allah’tan gelecek hiçbir şeyi sizden savamam; hüküm sadece Allah’ındır” diyerek Allah’a olan tevekkülünü göstermiştir.3973
Hz. Yûsuf, zindandaki arkadaşlarını tevhid dinine çağırmış ve Allah’ın birliğine dair onlara çeşitli aklî deliller getirmiştir. Onun bu üslûbu güzel bir davet örneğidir.
Bu olay bir kadının yabancı bir erkekle başbaşa kalmasının ortaya çıkaracağı tehlikeli sonuçlar için de bir örnek oluşturmaktadır. Nitekim Aziz’in karısının sık sık Hz. Yûsuf’la başbaşa kalması kadının ona âşık olmasına yol açmıştır. İslâm, bu gibi sakıncalı durumları önlemek için kadının, halvet sayılabilecek şekilde yabancı erkeklerle bir arada bulunmasını yasaklamıştır. Fıkıhta halvet, aralarında devamlı evlenme engeli bulunmayan bir erkekle bir kadının bir yerde başbaşa
3968] Şevkânî, III/58
3969] âyet 7
3970] âyet 18
3971] âyet 64
3972] âyet 86-87
3973] âyet 67
YÛSUF (A.S.)
- 803 -
kalmalarını ifade eden bir terimdir.3974
Hz. Yûsuf, kendisinden murat almak isteyen kadının çekiciliğine ve her türlü imkânı hazırlamış olmasına rağmen velinimetine ihanet etmekten Allah’a sığınarak iffet ve sadakat örneği sergilemiştir. Daha sonraki tehditler karşısında da “Rabbim! Zindan, bunların benden istediklerinden daha iyidir” diyerek günah işlemektense zindana atılmayı yeğlemiştir.3975
Hz. Yûsuf, karşılaştığı sıkıntı, zulüm ve haksızlığa rağmen sarsılmamış, Allah’a olan inanç ve güvenini yitirmemiş, Allah’ın rahmetinden ümidini kesmemiştir.3976 Allah Teâlâ da sabrının karşılığında ona ilim, hikmet vermiş ve Mısır’da istediği gibi tasarruf edebilecek bir makama getirmek suretiyle ödüllendirmiştir.3977
Bu kıssa, Allah’ın takdirini hiç kimsenin önleyemeyeceğini göstermesi bakımından da ibret vericidir. Nitekim, kardeşlerinin Hz, Yûsuf’u kıskanmaları ve ona bunca kötülük etmeleri, onun yükselmesine engel olamamış, tam tersine buna zemin hazırlamıştır.
Hz. Yûsuf, kendisim öldürmek isteyen ve kuyuya atan kardeşlerinden istediği gibi intikam alma imkânına sahip olduğu halde bunu yapmamış, kötülüğü iyilikle karşılamıştır. Kardeşleri onun huzurunda suçlarını itiraf ettikleri zaman, “Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir” diyerek peygambere yakışır bir yücelik göstermiştir. Özü itibariyle kıssa, insanlığın serüvenine hâkim olan, insanın öz benliğinde ve sosyal hayatta sürüp giden iyi ile kötünün mücadelesinden ilginç ve etkileyici bir kesit vermektedir. 3978
Yûsuf Kıssasından Alınacak Dersler
1) Yûsuf düş görmüştü, peygamber olarak yaratılmış bulunan Yûsuf’un gördüğü düş, mutlaka çıkacaktı. Çünkü “Peygamberlerin gördükleri düşler sabah aydınlığı gibi çıkar.”3979
2. Kardeşlerinin, Yûsuf’u kıskanmalarından, hasedin kötülüğü ve en temiz, soylu insanları dahi bazen kötü işlere sürükleyeceği; birer peygamber olan kardeşlerinin hased etmesinden, peygamberlerin dahi bu nefis zaafından yani günâhtan masum olmadıkları anlaşılır.
3. Kardeşlerinin kendisini kuyuya atmaları, Yûsuf’a ağır gelmişti. Ama böyle olmasaydı, Yûsuf un gördüğü düş gerçekleşmeyecekti. Demek ki insanın nefsine ağır gelen şeylerin altında Allah’ın nice nimeti ve hikmeti gizlidir ve insan o anda o hikmetleri anlayamaz. Onun içindir ki Cenâb-ı Hak: “Bazen hoşunuza gitmeyen bir şey hakkınızda iyi olabilir ve hoşunuza giden bir şey de hakkınızda kötü olabilir; Allah bilir, siz bilmezsiniz.”3980 buyurmaktadır.
Erzurumlu İbrâhîm Hakkı Ma’ rifetnârme’sinde bu mânâyı şöyle ifade eder:
3974] geniş bilgi için bk. Orhan Çeker, Halvet, DİA, 15/384
3975] âyet 33
3976] âyet 90
3977] âyet 56
3978] Kur’an Yolu, Türkçe Meal ve Tefsir, DİB Y., c. 3, s. 201-244
3979] Buhârî, Bed’u’1-Vahy 3, Tefsir, sûre 96/1; Ta’bîr 1; Müslim, îmân 252; Ahmed bin Hanbel, Müsned 6/153, 232
3980] 2/Bakara, 216
- 804 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Hak şerleri hayreyler, Zannetme ki gayr eyler, Arif ânı seyreyler Mevlâ görelim neyler, Neylerse güzel eyler!” “Deme şu niçün şöyle, Yerincedir ol öyle, Bak sonuna sabreyle, Mevlâ görelim neyler, Neylerse güzel eyler!”
4. O halde Allah’ın takdirine, Hz. Ya’kûb gibi: “Fesabrun cemîl: Bana güzel sabretmek gerekir” deyip sabır ve rızâ göstermek lâzımdır.
5. Ana-baba, çocukları arasında çok ölçülü, adaletli hareket etmeli, aralarında ayırım yapmamalıdır. İçlerinden birini, gönülden daha çok sevse de bunu ötekilerine hissettirmemelidir. Açıkça çocuklarından birini daha çok kayırması, kardeşler arasına kıskançlık girmesine neden olur. Çoğu kez insan, içteki bu duygusunu gizleyemez. Nitekim Ya’kûb da Yûsuf’a olan sevgisini gizleyememiş, bu da öteki oğullarının Yûsuf’u kıskanmalarına sebeb olmuştu: “(Kardeşleri) Demişlerdi ki: ‘ Yûsuf ve (öz) kardeşi (Bünyâmîn), babamıza bizden daha sevgilidir. Oysa biz bir cemâatiz. Babamız açık bir yanılgı içindedir! Yûsuf’u öldürün, ya da onu bir yere bırakın da babanızın (gönlü) yalnız size kalsın (bundan böyle babanız yalnız sizi görsün ve sevsin)! Ondan sonra da Allah’a tevbe eder, iyi bir topluluk olursunuz.”3981
6. Çocukların evde sürekli kapalı kalması uygun değildir. Çocuğun kıra gitmesi, koşup eğlenmesi, spor yapması, böylece bedenen ve ruhen sağlıklı yetişmesi gerekir: “Yarın onu da bizimle beraber (kıra) gönder; gezsin, oynasın!”3982
7. Cevherin değerini ancak cevahirci bilir. Yoldan geçen yolcular, buldukları Yûsuf’un nasıl bir kabiliyet olduğunu anlamamış, onu birkaç para karşılığında satmışlardı.3983
8. Yûsuf’u satın alan bakan, onun zekâsını fark etmiş, ona köle muâmelesi değil, evlât muâmelesi yapmış ve onu kendi çocuğu gibi yetiştirmiş, eğitmiş, tahsilini yaptırmıştı.3984
9. Karısı Zelîhâ, Yûsuf’un güzelliğine hayran kalıp ona kendisini sunmuş, fakat o: “Allah’a sığınırım, efendim bana güzel baktı (ona hıyânet edemem). Çünkü zâlimler, iflah olmazlar!”3985 demişti. Bu sûretle, iyilik görülen yere nankörlük, hiyânet edilmemesi telkîn edilmektedir.3986
10. Yûsuf da öteki delikanlılar gibi duygulara, arzulara sahipti. “Kadın onu arzu etmişti, eğer Rabbinin doğruyu gösteren delilini görmeseydi, o da onu arzu etmişti.” 3987) Demek ki peygamber olan Yûsuf’un da nefsânî istekleri vardı. Ama yüksek duyguları, Hakk’a olan sarsılmaz îmânı, onun günâha düşmesini önlemişti. O halde peygamber de olsa, insanın nefsî arzuları vardır. O da nefsinin çektiğine yönelir, fakat Hakk’a îmân, onun günâha düşmesini veya günâhta ısrarını önler. Her mü’minin de böyle olması, Hakk’ın gözetimi altında bulunduğunu düşünerek günâhtan, kötülükten kaçınması gerekir.
11. Yûsuf’un kaçtığını, kadının arkasından koştuğunu gören bakan; karısının
3981] 12/Yûsuf, 8-9
3982] 12/Yûsuf, 12
3983] 12/Yûsuf, 20
3984] 12/Yûsuf, 21-22
3985] 12/Yûsuf, 23
3986] 23-24’üncü âyetler
3987] 12/Yûsuf, 24
YÛSUF (A.S.)
- 805 -
Yûsuf aleyhindeki sözlerine inanmamış, yanındaki bilirkişinin görüşüne başvurduktan sonra âdilâne davranıp ikisine de öğüt vermişti. Bu suretle olaylarda hissiyata kapılmamamız, acele etmeden, meseleyi iyice inceleyerek tarafsız hüküm vermemiz öğütlenmiş oluyor.
12. Bilirkişilik yapan insan, kadının ailesinden olduğu halde taraf tutmamış, adaletten ayrılmamıştı. Bundan, bilirkişinin yansız, hakkane hüküm vermesi gereği anlaşılır.
13. Kadının tuzağının büyük olduğu vurgulanıyor: “Sizin tuzağınız, büyüktür!”3988
14. Zelîhâ’yı bu yola iten, dayanılmaz aşkı idi. Demek ki aşk ferman dinlemez: “Sevda onun bağrını yakmış!”3989
15. Gören kadınlar Yûsuf’un güzelliğine hayran kalıp, hanımının arzusunu yerine getirmediği takdirde zindana kendisini attıracakları tehdidinde bulundukları halde, Yûsuf iffetini korumayı, hıyânet etmemeyi zindana atılmamaya tercih etmişti. İşte inanmış insan her zaman iffetini böyle mertçe korumalıdır.
16. 37’nci âyetten, Mısırlıların ve Yûsuf’un yetiştiği ortamlardaki birçok insanın Allah’a inanmadıkları, âhiret hayâtını kabul etmedikleri anlaşılmaktadır.
17. Bütün peygamberler, bütün İbrâhîm soyu nebileri, tevhîd inancını getirmişler; insanlara putperestliği, Allah’a ortak koşmayı bırakıp sadece Allah’a kulluk etmeyi öğütlemişlerdir. Çünkü Allah’tan başka, kendisinde tanrılık olduğu sanılan şeylerin hiçbir gücü yoktur. Bu tür inançlar, boş vehimden başka bir şey değildir. Böyle insanlar, gerçekte kendi vehimlerine tapmaktadırlar.3990
18. Yûsuf'un zindan arkadaşları, gördükleri düşü Yûsuf'a anlatmışlardı. Yûsuf da düşleri, onların anlattıklarına göre yorumlayarak birinin kurtulacağını, diğerinin asılacağını söylemişti. Rivâyete göre düşün yorumu hoşuna gitmeyen kimse, bunu uydurmuş olduklarını söyledi ise de Yûsuf: “Artık iş, sizin dediklerinize göre böyle yapıldı”3991 dedi. O halde düşü, tam doğru anlatmak lâzımdır.3992
19. Kralın düşünü kimse yoramamış, buna düşlerin birbirine karışması (adğâsü ahlâm) demişlerdi. Bunu ancak Hz. Yûsuf yorumladı ve yorumu olduğu gibi çıktı.3993 0 halde düşü herkese söylemek doğru değildir. Ehline söylemelidir. Rü’yâyı, ancak vehbî ilme vâkıf olan kimse tabir edebilir. Meşhur sözdür: “Ma’rifet, rü’yâyı görende değil, yorandadır”, derler.
20. Yûsuf, kendisini kral çağırdığında, hemen acele ile gitmemiş, bedeninin zindandan kurtulmasından önce, iffet ve şahsiyyetinin, sürülen lekeden temize çıkmasını istemiş; bunun için, vaktiyle suçlanmış olduğu meselenin içyüzünün ortaya çıkarılmasını talebetmiştir. Demek ki büyük şahsiyetler acele etmezler, kişiliklerine, canlarından çok değer verirler. Şerefleri, canlarından ileridir. Hattâ Yûsuf’un bu olgunluğunu belirtmek için Peygamberimiz: “Şayet ben, Yûsuf un kaldığı kadar zindanda kalmış olsaydım, krala götürmek için gelen kişinin sözünü hemen
3988] 12/Yûsuf, 28
3989] 12/Yûsuf, 30
3990] 12/Yusuf, 37-40
3991] 12/Yûsuf, 41
3992] 12/Yûsuf, 36, 41-42
3993] 12/Yûsuf, 43-49
- 806 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kabul edip giderdim!”3994 demiştir.
21. Burada önemli bir nokta da Yûsuf’un, iyiliğini gördüğü ve gerçekten kendisini seven Zelîhâ’nın adını tasrîh etmeyip, kadınlar topluluğunun kendisini suçlamasının araştırılmasını istemesidir. Burada Yûsuf, kendisine iyilik yapan efendisinin şerefine saygısı yanında, Zelîhâ’ya da acıyarak onun adını anmamış, ona iftira suçunu bulaştırmamıştır.
22. Hiç kimse nefsini tamamen suçsuz sanmamalıdır. Çünkü nefis, zaten kötülüğü emredici özelliğiyle (kötülüğe eğilimli) yaratılmıştır. İnsanın üstünlüğü, nefsin kötü arzularıyla savaşıp onu yenmesidir. İşte Allah’ın rahmet ettiği, acıdığı kulları, nefislerinin kötülük telkinlerini bastırabilen kimselerdir: “Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefis, dâima kötülüğü emredicidir. Meğer Rabbimin rahmet ettiği bir nefis ola!”3995
23. Nihayet Hz. Yûsuf, doğruluğunun karşılığını görmüş, Mısır’a başbakan olmuştu. Sonunda yalanları ortaya çıkan, iftiracı kadınlar da mahcup olmuşlardı. Bu kıssa, hiçbir hakikatin gizli kalmayacağını, eninde sonunda meydana çıkağını gösterir.
24. Vaktiyle Yûsuf’a iftira etmiş olan kadınlar, sonunda gerçeği itiraf etmişler, bakanın karısı da, nihayet gerçeğin ortaya çıktığını; suçsuz olarak zindana atılmış olan Yûsuf’un arkasından ona hıyânet etmemek için gerçeği söylediğini açıklamıştır. Bundan, insanın vaktiyle yaptığı bir yanlışı, yalan ifadesini mutlaka düzeltmesi gerektiğini, geç de olsa gerçeği itiraf etmenin fazîlet olduğunu anlıyoruz. Sürekli olarak hakikati gizlemek büyük hiyânettir. Allah hâinlerin tuzağını başarıya ulaştırmaz.3996
25. Ülke yönetiminde herhangi bir konuda uzman olan insanın, kendi nefsi için değil, fakat kamunun iyiliği için yöneticiden görev talep etmesi yerinde bir harekettir. Nitekim Yûsuf da Başbakanlığın kendisine verilmesini, kendisinin bu işi iyi bildiğini Krala söylemiş “Beni ülkenin hazîneleri üstüne bakan yap. Çünkü ben onları iyi korur (yönetmesini) iyi bilirim demişti.”3997
Yûsuf’un bu söyleminden, kendisini evlâd edinmiş olan Potifar’ın, kendi yönetiminde çalıştırıp onu ekonomist bir yönetici olarak yetiştirdiği anlaşılıyor. Yûsuf çalıştığı birimde yönetim ve ekonomiyi iyi öğrenmiş, bu konuda tam bir uzman olmuştur ki Krala, kendisinin bu işi bildiğini söylüyor.
26. Bolluk zamanlarında, darlık zamanını düşünmeli, ileride baş gösterebilecek herhangi bir kıtlığa, sıkıntıya karşı tedbir almalı; ülkeyi açlıktan korumak için devlet olarak, dar günler için gıda ve ihtiyaç maddeleri stoku yapmalıdır. Nasıl ki Yûsuf da Krala, bolluk yıllarında alınan fazla ürünün bir kısmını, darlık zamanları için stok etmeyi önermişti.3998
3994] Buhârî, Ta’bîr 4, Enbiyâ 11, 14; Tefsîr sûre 12/5; Müslim, Îmân 228, Fedâilu’s-sahâbe 152; Tirmizî, Tefsîr Sûre 12/1, Ahmed bin Hanbel, Müsned 6/326, 332
3995] 12/Yûsuf, 53
3996] 12/Yûsuf, 51-52
3997] 12/Yûsuf, 55
3998] 12/Yûsuf, 47-49
YÛSUF (A.S.)
- 807 -
Peygamberimiz de ailesinin bir yıllık geçimini devlet gelirinden ayırırdı.3999
27. Ülke yönetimini, ehil ellere vermek, birer emânet olan devlet kurumlarının başına ehil kişileri getirmek lâzımdır. Nasıl ki Mısır Kralı, ülkenin başbakanlığını, Mısırlı Olmayan, fakat emânetine ve dirayetine güvendiği Yûsuf’a teslîm etmişti.4000
28. Öz kardeşini görmek için sabırsızlanan, fakat hiçbir zaman acele davranmayan, dâima temkinli hareket eden Yûsuf, ilk ziyaretlerinde kendisini kardeşlerine tanıtmamış, her şeyin zamanını beklemişti. Çünkü vaktinden önce kendisini tanıtmış olsaydı, işleri karıştırabilirdi.4001
29. Yabancılara, kendi yasalarıyla hükmetmek adalet gereğidir. Yûsuf da hırsızlıkla suçlanan kardeşine, onların kendi yasalarına göre hüküm vermiş, böylece onu yanında alıkoymuştu.4002
30. Suçlunun yerine bir başkasını cezalandırmak zulümdür. Suç, bedeli kabul etmez: “Dediler ki: ‘Ey vezir onun büyük bir ihtiyar babası var! (Onun alıkonduğuna çok üzülür). Onun yerine (bizden) birimizi al; zira. biz seni iyilik edenlerden, görüyoruz.’, ‘Eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını almaktan Allah’a sığınırız, yoksa biz zulmedenler oluruz!’dedi.”4003
31. Hiçbir zaman Allah’tan umut kesmemek gerekir. Üzücü olaylara sabretmeli ve işlerin düzelmesini Allah’tan beklemeli, umutsuzluğa kapılmamalıdır.4004
32. Kişi derdini Allah’a arz etmelidir. Çünkü dertlerin çaresi O’nun elindedir.4005
33. Hiçbir hasedçinin hasedi, Allah’ın bir insana nasibettiği nîmetin önüne geçemez. İşte Yûsuf’un kardeşlerinin hasedi, onun yücelmesine engel olamamış, bilâkis onu yükselme yoluna sokmuştu. Sonunda hased edenler pişman olur: “Vallahi, Allah seni bize üstün kıldı!” derler.4006
“Zâlimlere bir gün dedirir kudret-i Mevlâ, Tallahi lekad âserekellâhu aleynâ!”
Nitekim Kureyş’in Hz. Muhammed (s.a.s.)’e hasedi de onun, İslâm dinini yerleştirip insanlığı aydınlığa kavuşturmasına engel olamamış ve o kıskançlar sonunda ondan af ve merhamet dilemek zorunda kalmışlardı.
34. Geç de olsa gerçeği itiraf etmek fazilettir.4007 Hakkı itiraf eden, hatâsını kabul eden kimseleri mahcûbetmemeli, artık hatâlarını anıp onları ma’nen yıkmamalıdır. Nasıl ki Yûsuf, özür dileyen, üstünlüğünü kabul edip önünde küçülen kardeşlerini utandırmamış: “Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi bağışlar! O, merhametlilerin merhametlisidir!” demişti.4008
3999] Buhârî, Magâzî 14
4000] 12/Yûsuf, 55-56
4001] 12/Yûsuf, 59-69
4002] 12/Yûsuf, 76
4003] 12/Yûsuf, 78-79
4004] 12/Yûsuf, 18, 83, 87
4005] 12/Yûsuf, 86
4006] 12/Yûsuf, 90-91
4007] 12/Yûsuf, 91
4008] 12/Yûsuf, 92
- 808 -
KUR’AN KAVRAMLARI
35. Allah’ın nimetine şükretmeli, nîmeti verenin Allah olduğunu bilip gönülden O’na iltica etmelidir.4009
36. Hz. Muhammed (s.a.s.)’in bilmediği bu kıssa, öğüt ve ibret olmak için kendisine Arapça olarak vahyedilmiştir. Peygamber, kendisine vaheyedilenleri, hiçbir dünyâ menfaati, hiçbir ücret beklemeden insanlara tebliğ etmektedir.4010
37. Hz. Muhammed ‘in daveti, düşünceye, basirete dayalıdır. O, insanları basiretle, açık kanıtlarla Hak yoluna çağırmaktadır. Kendisi böyle olduğu gibi kendisine uyanlar da böyledir. Düşüncesiz hareket etmezler. Bilinçli inanır ve bilinçli olarak davet ederler. Körü körüne taklîd yolunu bırakmış, Hak’tan gelen ilim ışıklarına uymuşlardır.4011
38. Gökte, yerde nice âyetler var ki insanlar bunları hiç düşünmez, bunların neye delâlet ettiğini anlamaz; körü körüne bunların yanından geçip giderler. Kâinat âyetlerinin, yalnız Allah tarafından yaratıldığını, Allah’tan başka hiçbir varlığın, kendinden bir gücü olmadığını; bir gücü olmayanın da tanrı olamayacağını düşündükleri için kendi kendilerine birtakım yaratıklarda tanrılık vehmederek onlara tapmazlar.4012
39. Peygamberler de, öteki insanlar gibi birer insandır. Onların da arzuları, şehvetleri vardır. Zaten kavimlerine önder olabilmeleri için diğer insanların hissettiklerini hissetmeleri gerekir. Melek, insana lider olamaz. Çünkü meleklerin yaratılışları insanın yaratılışına benzemez. Günâh işleme eğilimleri, zaafları, bağımsız iradeleri olmayan meleklerin, insanlara örnek lider olmaları mümkün değildir. “Senden önce de şehirler halkından, yalnız kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başka elçi göndermedik.”4013 Öyle ise peygamberi melek sanmak, evlenmeyi, çocuk sahibi olmayı, öteki insanlar gibi dolaşmayı, çalışıp kazanmayı onlara yakıştırmamak, onları hatâdan masum saymak yanlıştır.
40. Kavimlerinden çok olumsuz davranışlar gören peygamberler de bazen o kadar üzüntü çekmiş, o kadar sıkılmışlardır ki kendilerinin yalancı çıkarıldıklarını sanmışlar; bu derece bir bunalım içine düşmüşlerdir. İşte tam bu sırada yetişen Allah’ın imdadı onları ve inananları kurtarıp muhaliflerini batırmıştır. “Ne zaman ki, elçiler umutlarını kestiler ve kendilerinin yalancı çıkarıldıklarını sandılar, işte o zaman onlara yardımımız geldi ve dilediğimiz kimseler kurtarıldı. Azabımız suçlular topluluğundan asla geri çevrilmez.” 4014
Demek ki bunalım karşısında üzülmek, hattâ bazen şüpheye düşmek doğaldır. Peygamber de olsa insandır, hiçbir insan bu zaaftan kurtulamaz. İnsanın en çaresiz kaldığı durumlardaki bunalımını ifade eden âyet, tam bu anlarda Allah’ın yardımının yetişeceğini de vurgulamaktadır. Gerçekten öyledir. İnsan bütün gayretine rağmen umudunu kesecek kadar bir çaresizlik içine düştüğünde birden Allah’ın yardımı yetişir: “Nâçâr kalacak yerde, / Nâgâh açar Ol perde, / Derman eder Ol derde! / Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler!”
4009] 12/Yûsuf, 101
4010] 12/Yûsuf, 102
4011] 108’nci âyet
4012] 12/Yûsuf, 105-106
4013] 12/Yûsuf, 109
4014] 12/Yûsuf, 110
YÛSUF (A.S.)
- 809 -
41. Azgın, yoldan çıkmış kavme verilecek İlâhî ceza, hiç beklenmedik bir zamanda gelir: “Onlar Allah’ın azabından, herkesi saracak bir belânın kendilerine gelmeyeceğinden veya hiç farkında değillerken ansızın o (duruşma) sâatin(in) kendilerine gelmeyeceğinden emin midirler?” 4015
42. Kur’ân’ın anlattığı peygamber kıssalarında ibretler vardır. Kur’ân, bunları hikâye için değil, ibret alınması için anlatmaktadır. Kur’ân, insanın uydurabileceği bir söz değildir. Çünkü insan uydursa, o sözün aslı olmaz. Oysa Kur’ân’ın anlattıkları, bundan önceki İlâhî Kitapta mevcuttur: “Doğru iseniz, Tevrat’ı getirip okuyun (Kur’ân’ın anlattıklarının onda mevcut olduğunu göreceksiniz).” 4016
O Kitabı okumayan, dilini de anlamayan bir insanın, onda anlatılanları, ona uygun biçimde, fakat bambaşka canlı bir üslûb ile anlatması, vahiyden başka bir yolla olamaz. Bu Kur’ân, inananlara yol göstermek ve rahmet için Hz. Muhammed’e vahyedilmiştir: “Bu Kur’ân, uydurulacak bir söz değildir; ancak kendinden öncekinin (İlâhî Kitabın) doğrulanması, her şeyin açıklanması, inananlar için bir kılavuz ve rahmettir!” 4017
45. Son âyetten de Kur’ân’ın, Kitap ehlinin ellerinde bulunan Kitâb’a uygun olarak indirildiği, ona ters ve aykırı olmadığı anlaşılmaktadır.
İşte Yûsuf kıssasından çıkardığımız birkaç prensip, birkaç ibret dersi. Daha nice prensipler ve ibretler vardır. Kur’ân’ın bütün kıssaları da böyledir. Onlar hikâye değil, toplumun dile getirilmiş dertleri ve bu dertlerin çareleridir. Onları okurken dikkatle üzerinde durmalı, onlar vâsıtasıyla verilmek istenen mesajları, ibretleri anlamaya çalışmalıdır. 4018
Sûrede, Yusuf’un (a.s.) gömleğini babasının yüzüne sürmesiyle, görmeyen gözlerinin açılmasından bahsedilen mûcizeyi, Mısırlı göz doktoru Abdülbâsit Muhammed düşünür. Yıllarca bundaki sırrı bulmak için bilimsel çalışmalar yapar. Sonunda bu sırrı keşfeder: Yusuf’un teri. İnsan terinde, katarakt denilen göz kusurunu iyileştiren bir özellik tesbit eder. Abdülbâsit Muhammed’in elde ettiği bu ilaç, şu anda İngiltere’de satılmakta ve katarakt tedavisinde kullanılmaktadır.
Yusuf Sûresinden Çıkan İlkeler
1. Yûsuf sûresinde kitab, eğitimin merkezine alınıp Kur’ân’ın, insanın aklını kullanıp düşünmesi için indirildiği bilgisi insanlara sunulmuştur. 4019
2. Yûsuf sûresinde anlatılan Hz. Yûsuf olgusu ile hedeflenen husus, Kur’ân’ın uydurulmadığını ve Hz. Muhammed’in o olguyu önceden bilmediğini ispat etmektir. 4020
3. Hz. Yûsuf’a Yüce Allah, rüyada görülen olayların yorumunu öğretip ona bu özelliği, bir mu’cize olarak vermiştir. Aslında bu yorumlama yeteneğinin, sosyal olaylara karşı da kullanılabileceğine bu sûrede işaret edilmektedir. 4021
4015] 12/Yûsuf, 107
4016] 3/Âl-i İmrân, 93
4017] 12/Yûsuf, 111
4018] Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, c. 23, s. 5-13
4019] âyet, 1-2
4020] âyet: 3, 102, 111
4021] âyet: 6, 100-101
- 810 -
KUR’AN KAVRAMLARI
4. Bu sûrede Hz. Yûsuf’un gömleği motif olarak kullanılmakta ve bu örnekle de delilin ne kadar önemli olduğu insanlığa öğretilmektedir. 4022
5. Aile ilişkilerinde kardeşler arasındaki kıskançlığın nelere mal olduğu anlatılırken psikoloji ile sosyal olaylar arasındaki bağlantının sebep-sonuç ilişkisi ile kurulduğu bu sûrede anlatılmaktadır. 4023
6. Zina gibi bir tehlike ile karşı karşıya kalan delikanlının Allah’a sığınması ile Allah’ın onu kurtaracağının evrensel ilkesi bu sûrede konulmaktadır. 4024
7. Haklı çıkan, yani suçsuz olduğu anlaşılan birinin sosyal baskıdan dolayı haksız yere zindana atılabileceği de yine bu sûrede dile getirilmektedir. 4025
8. Köle olarak satın alınan birinin devlet kademelerinde nasıl yükselip en yüksek makama gelebileceği de bu sûrede anlatılmakta ve bu fırsatı veren yönetim tanıtılmaktadır. 4026
9. Bütün suçsuzluğuna ve günahsızlığına rağmen insanın kendini tezkiye etmesinin doğru olamayacağı, çünkü nefsin daima kötüyü emredeceği ilke olarak bu sûrede konmaktadır. Bunun istisnası ancak. Yüce Allah’ın merhamet edeceği nefistir. 4027
10. Kendisini kuyuya atan kardeşlerini affetme örneğini göstererek affetmenin erdem oluşu da burada öğretilmektedir. 4028
11. Bu sûrede, Hz. Ya’kûb’un ne denli tevekkül sahibi olduğu örneklerle anlatılarak imanın tevekküle dönüşünün önemi vurgulanmakta, tevekkülün sabırla olan ilişkisi açıklanmaktadır. 4029
12. Bu sûrede, kardeşler arasına şeytanın girip onları nasıl ayırdığının değerlendirmesi evrensel bir ilke olarak insanlığa bırakılmaktadır. 4030
13. Bir peygamberin bile müslüman olarak ölebilmesi ve iyi insanlara katılabilmesi için Allah’a dua etmesi bu sûrede işlenmektedir. Bunun anlamı, bütün mü’minler bu duayı yapmalıdırlar. 4031
14. İnsanların imana girmesi peygamberin isteğine bağlı değildir. Onların hidâyeti kulun isteği ve İlâhî takdire kalmıştır. Peygamber sadece tebliğ eder. Ama insanların çoğu yine de müslüman olmaz. İşte bu gerçeklik, burada işlenmektedir.4032
15. Peygamber Allah’a bir aydınlık üzere davet etmektedir. Din âlimi ve görev4022]
âyet: 18, 26-28, 96
4023] âyet: 8-19
4024] âyet: 23-25. 31-35
4025] âyet; 35
4026] âyet: 43-52, 54-56
4027] âyet, 53
4028] âyet, 92
4029] ayet, 18, 67, 83
4030] âyet, 100
4031] âyet, 101
4032] âyet, 103-1061.
YÛSUF (A.S.)
- 811 -
lilerinin de aynı metodu uygulamaları gerektiği yine bu sûrede önerilmektedir.4033
16. Genel olarak Yûsuf sûresinde baba ile çocuklar ve kardeşler arasındaki ilişkilere dikkat çekilmekte ve işini iyi bilen yöneticinin devlet işlerini ehline vermesinin önemi vurgulanmakta; cinsel ahlâk ve bu konudaki iftiranın neticeleri ele alınmakta; yokluk zamanları için ekonomik açıdan nasıl tedbirlerin alınacağına ışık tutulmakta ve bu konulara İlâhî müdahalenin nasıl gerçekleştiği açıklanmaktadır.
Böylece Kur’ânî eğitimde Yûsuf sûresinin ışık tuttuğu alanlar ortaya çıkmaktadır: Ahlâk, devlet idaresi, aile ilişkileri, hukuk, tevekkül ve İlâhî müdahale gibi konulara kaynaklık edecek nitelikler bu sûrede işlenmektedir. Yûsuf sûresi insan doğasının hür bir şekilde nasıl ortaya çıktığını ve nasıl bir akış izlediğini anlatmaktadır. 4034
“En güzel kıssa”4035 olması, değişik şekillerde açıklanmıştır: “Engüzel” ifadesi “en şaşırtıcı, en hayret verici” anlamındadır. Bu sûrede peygamberlerin, salihlerin, meleklerin, şeytanların, cinlerin, insanların, hayvanların, kuşların, hükümdarların ve yönettikleri kimselerin tüccar, ilim adamları ve cahillerin, erkeklerin, kadınların davranışları, kadınların hile ve tuzakları söz konusu edilmektedir. Yine bu sûrede tevhid, fıkıh, siyer, rüya tabiri, siyaset, muâşeret, geçim idaresi (iktisadî hayat) ve hem dine hem de dünyaya yarayacak pek çok faydalı hususlar bulunmaktadır. Bu sûrede sevenin, sevilenin ve bunların işledikleri davranışların, gittikleri yollar söz konusu edilmiştir.
Kimi Meanî bilginleri derler ki: Yûsuf Sûresi'nin kıssaların en güzeli olmasının sebebi, bu sûrede sözü edilen herkesin sonunda mutluluğu elde etmesidir. Mesela Yûsuf'u, babasını, kardeşlerini ve azizin karısını hatırlayınız. Hükümdarın da Hz. Yûsuf'a iman edip İslâm'a girdiği, İslâm'a güzel bir şekilde bağlandığı da söylenmiştir. Rüyasının tabir edilmesini isteyen ve rüyasında efendisine şarap sunduğunu gören kişi ve yine denildiğine göre şahitlikte bulunan kişi de böyledir. Kısacası hepsinin sonuçta hayra ulaştığı görülmektedir. “Andolsun ki onların kıssalarında olgun akıl sahipleri için bir ibret vardır. O uydurulan bir söz değildir. Fakat kendisinden önce olanları doğrulayıcı, gerekli her şeyin açıklayıcısı, iman edecek bir topluluk için de hidayet ve rahmettir.”4036
Hadis-i Şeriflerde Yusuf (a.s.)
“İnsanların en şereflisi, Allah’ın peygamberi Yûsuf’tur; o, Allah'ın peygamberinin oğludur; o da Allah'ın peygamberinin oğludur; o da Allah'ın dostunun (halîl) oğludur”4037
“Kerim oğlu Kerim oğlu Kerim oğlu Kerim; İbrahim oğlu İshâk oğlu Yakub oğlu Yusuf’tur.” Ve ilave etti: “Şâyet, hapiste onun yerine ben yatmış olsaydım da, sonunda bana elçi gelseydi, çıkma hususunda hemen cevap verirdim.” Rasûlullah (s.a.s.) arkadan şu âyeti okudu: “Kendisine elçi gelince, “Efendine dön de ellerini kesen o kadınların zoru neydi kendisine sor” dedi. Rasûlullah (s.a.s.) devamla şunu söyledi: “Allah
4033] âyet, 108
4034] Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yayınları: 9/532-534
4035] 12/Yûsuf, 3
4036] 12/Yûsuf, 111
4037] Buhârî, Tefsir, 12/2
- 812 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Tealâ’nın rahmeti Lût’a olsun, o aslında çok sağlam bir kaleye sığınmıştı. Allah ondan sonra, her peygamberi kavminden kalabalık bir cemaat içinde gönderdi.” 4038
Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: “İbrâhim (a.s.)’ in şu sözleriyle ifade ettiği şüpheyi yaşamaya biz ondan daha lâyıkız: “Ey Rabbim ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster’ deyince, (Allah: ‘Buna) inanmadın mı yoksa?’ dedi. O da: ‘İnandım, fakat kalbimin, (gözümle görerek) yatışması için (bunu istedim) dedi.”4039 Allah, Lût (a.s.)’a rahmetini bol kılsın, aslında o çok muhkem bir kaleye sığınmıştı. Eğer, Hz. Yusuf (a.s.)’un kaldığı müddetçe hapiste ben kalsaydım, (hapisten çıkma için) dâvete icâbet ederdim.”4040
Hadisin Yusuf (a.s.)’la ilgili kısmının açıklaması: Başta kaydettiğimiz hadisin en son kısmında Rasûlullah (s.a.s.): “Eğer Hz. Yusuf’un kaldığı müddetçe hapiste ben kalsaydım, dâvete icâbet ederdim” buyurmaktadır. Rasûlullah (s.a.s.) burada da bir başka âyete telmihte bulunmaktadır: Bilindiği üzere, Hz. Yusuf (a.s.) Mısır Meliki’nin rüyasını başarılı bir şekilde tâbir edince, mükâfaten hapisten çıkarılmasına karar verilir. Hz. Yusuf bu kararı duyar duymaz hapisten çıkma cihetine gitmez, suçsuzluğunun te’yidini, yapılan ithamdan berâ-etini taleb eder ve çıkma haberini getiren elçiye: “Efendine dön de ellerini kesen o kadınların zoru neydi, kendine sor...” der.
Mısır Melik’i kadınları toplayıp: “Yusuf’un nefsinden kâm almak istediğiniz zaman ne haldeydiniz?” (Onu size meylettiğini hissettiniz mi, intibaınız nedir?) diye sordu. Kadınlar: “Hâşa dediler, biz onda bir fenalık görmedik.” Azizin karısı da şöyle dedi: “Şimdi hak meydana çıktı, ben onun nefsinden murad almak istemiştim. O, doğru söyleyenlerdendir, (bu işte hiçbir kabahati yoktur).”
Sarayda yapılan bu tahkikat ve tesbit edilen itiraflardan sonra Hz. Yusuf (a.s.) hapisten çıkmaya karar verir. Âyet-i kerime, bu davranıştaki, Hz. Yusuf’un kasdını kendi ağzından şöyle verir: “(Benim bu itirafı taleb etmem, Melik’in) gıyabında, kendisine hakikaten hainlik etmediğimi ve Allah’ın, hainlerin hilesini mutlaka boşa çıkaracağını onun da bilmesi içindi.”4041
İşte Rasûlullah (s.a.s.), Hz. Yusuf kıssasının bu sahnesine telmihte bulunarak: “Onun kaldığı müddet (yedi sene) hapiste ben kalmış olsaydım af haberi gelir gelmez, sabırsızlık eder bir an önce çıkmayı düşünürdüm, tahkikata dayalı bir berâat talebinde bulunmazdım” demek istemiştir.
Böylece Hz. Yusuf (a.s.)'u kuvvetli bir sabırla tavsif etmiş olmaktadır. Şârihlerin de belirttiği üzere, burada, Rasûlullah (s.a.s.) tevazu izhar buyurmaktadır. Tevâzu, büyüğün mertebesini düşürmez, bilakis artırır. 4042
Kişilik Psikolojisi Açısından Yusuf (A.S.)
Her insanın varoluşunda eksiklik duygusu bulunur. Toplumsal normlar açısından eksiklik, arzu edilmeyen bir durumdur. Bu duygu, meydana getirmiş olduğu
4038] Tirmizî, Tefsir, Yusuf sûresi, hadis no: 3115
4039] 2/Bakara, 260
4040] Buhârî, Enbiyâ 11, 15, 19, Tefsir, Yusuf sûresi 5, Ta’bir 9; Müslim, İman 238, h. no: 151, Fedâil 152, h. No: 151; Tirmizî, Tefsir, Yusuf sûresi 12, h. no: 3115
4041] Yusuf: 12/50-52
4042] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 3/340-341
YÛSUF (A.S.)
- 813 -
hoşnutsuzluğa rağmen yaşanması kaçınılmaz bir gerçekliktir. Üstelik insan, hayatını devam ettirebilmek, gelişebilmek için eksiklik duygusunun güdülemesinden faydalanır. Çünkü eksikliğin fark edilmesi insan için motivasyon sebebidir. Normal eksiklik duygusundan farklı olan “değersizlik duygusu” ise, insanın kendisini diğer insanlardan daha değersiz bir varlık olarak algılaması anlamına gelir. Değersizlik duyguları yaşayan kişi, karşısında değersizlik duygularına kapıldığı kimselere yönelik bilinç dışı bir düşmanlık da yaşar.
Hayatı iniş ve çıkışlarla dolu olan Yusuf (a.s.), yaşadığı her dalgalanmada kendisini değersizlik duygusuna kaptırmadan başarılı bir kişilik portresi çizmiştir. Daha başlangıçta kendilerini değersizlik duygusunun kucağında bulan Yusuf’un (a.s.) kardeşleri ise, en sonunda mûtedil çizgiye gelebilmişlerdir.
Yusuf’un görmüş olduğu rüya ve babası Yakub’un (a.s.) yaptığı yorumdan4043 anlaşıldığı gibi, Allah’ın Yusuf’a vermiş olduğu değerle doğru orantılı olarak babası Yakub (a.s.) da o derece fazla ilgi ve sevgi gösterir. Yusuf’a verilen değer karşısında kardeşleri değersizlik duygusuna kapılırlar. Kendilerinin daha değerli, dolayısıyla babalarının sevgisine daha lâyık kimseler olduklarını iddiâ ederler. “Çokluk ve fayda sağlama bakımından biz Yusuf ve öz kardeşinden daha üstün (değerli) olmamıza rağmen babamız, o ikisine sevgi göstererek daha fazla değer veriyor” derler. Allah, Yusuf’a vermiş olduğu nimetlerle ona değer atfetmiştir. Yusuf’un kardeşleri ise, kendi gözlerinde kendilerini daha değerli buluyorlardı. Allah’ın Yusuf’a verdiği değeri ya takdir edemiyorlar ya da bunu kabullenemiyor, hazmedemiyorlardı.
Böyle bir durum karşısında Yusuf’a karşı düşmanlık, saldırganlık eğilimine yöneliş gösteriyor, hiç olmazsa Yusuf’u değer verilen biri olmaktan uzaklaştırmak istiyorlardı. “Yusuf’u öldürün ya da onu bir yere bırakın da babamızın yüzü yalnız bize kalsın! Ondan sonra da Allah’a tevbe eder, iyi bir topluluk olursunuz. İçlerinden bir sözcü: ‘Yusuf’u öldürmeyin, onu kuyunun dibine atın, kervanlardan biri onu alıp götürsün; eğer yapacaksanız böyle yapın!’ dedi.”4044
“Sevgi” bir tür heyecandır, duygudur. Değersizlik duygusu ise temel eğilimlerden birisidir. Yakub’un Yusuf’a sevgiyle yaklaşması ona verdiği değerin yansımasıdır. Allah Yusuf’un değerini yükselttiği için onu daha çok sevmektedir. Yusuf’un kardeşlerini bu derece çileden çıkaran baba-oğul arasındaki basit bir sevgi heyecanı değil, bu sevginin asıl nedeni olan değer vermedir. Yani Yakub, Yusuf’a fazla değer veriyor. Diğer kardeşler de değersizlik duygusuna kapılıyorlar. Bu duygunun insana yaptırmayacağı şey yoktur. Babalarının kendilerine değer vereceğinden emin olabilmek için Yusuf’un ortadan kaldırılması gerektiğini düşünüyorlar. Neticede Yusuf’un değerini düşürecek bir planı yürürlüğe koyuyorlar. Plan gereği Yusuf’u bir kuyuya atıyorlar ve tam bekledikleri gibi yolcular Yusuf’u alıp götürüyor, köle olarak satıyorlar. Yusuf’un toplumsal statüsü düşüyor, hür bir insan iken kölelik statüsüne iniyor, yani bir anlamda değer kaybediyor.4045
Bu safhayla birlikte Yusuf’un “değersizlik duygusu” konusunda imtihanı başlıyor. Önce köle olarak satılmasıyla statü kaybına uğrar. Fakat köle de olsa
4043] 12/Yûsuf, 4-6
4044] 12/Yûsuf, 9-10
4045] 12/Yûsuf, 11-20
- 814 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bulunduğu yerde belli bir konuma sahipti: “Böylece Biz Yusuf’a o yerde güzel bir imkân verdik.”4046 Müfessirler Yusuf’a verilen güzel imkânı “meliklik” makamı4047 olarak yorumlamışlarsa da bu durum olayların akışına uygun düşmez. Yusuf’a verilen imkân “azizin evinde ona verilen imkândır.” Köle de olsa azizin Yusuf’a değer verdiğini görüyoruz: “Mısır’da onu satın alan aziz karısına: ‘Ona iyi bak, belki bize yararı dokunur, ya da onu evlât ediniriz’ dedi.”4048
Ardından azizin karısı Yusuf’a cinsel ilişki teklif eder. Yusuf buna yanaşmaz. Kadın da iffetime saldırdı diye Yusuf’a suç isnad etmeye çalışır. Ve Yusuf, haksız yere zindana kapatılmakla cezalandırılır. Önce kölelik, sonra da haksız yere zindana atılma. Sahip olduğu statüyü de kaybeden Yusuf iyiden iyiye değer kaybına uğrar; Üstelik haksız yere.
“Kadın dedi ki: ‘İşte siz beni bunun için kınıyorsunuz! Andolsun ben kendisinden murâd almak istedim de o, iffetinden ötürü beni reddetti. Ama kendisine emrettiğimi yapmazsa, elbette zindana atılacak ve alçalanlardan olacaktır.”4049 Hırsızlarla, katillerle, kaçaklarla birlikte4050 alçaklardan4051 sayılacaktır. Alçalanlardan olmak, değer ve statü kaybından başka bir şey değildir. Yusuf bu konumda uzun müddet zindanda kalır.
Zaman içinde gelişen olaylar Yusuf’u yeniden üstün bir mevkîye getirir. Toplum içerisinde saygın, itibarlı, kendisine değer verilen bir kişi olur. “Kral: ‘Onu bana getirin’ dedi, ‘onu kendime özel dost yapayım!’ Kendisiyle konuşup ondaki olgunluğu görünce Yusuf’a: ‘Sen dedi, artık bugün yanımızda mevkî sahibi, güvenilir bir kimsesin. Yusuf krala: ‘Beni ülkenin hazineleri üstüne yetkili kıl. Çünkü ben (onları) iyi korur, yönetmesini iyi bilirim’ dedi. Böylece Biz Yusuf’a o ülkede iktidar verdik…”4052
Serüvenin sonunda kardeşleri bile Yusuf’un üstünlüğünü itiraf ettiler, belki de daha önce içine düşmüş oldukları değersizlik duygusundan kurtuldular. Değersizlik duygusunun dürtmesiyle işlemiş oldukları hatadan dolayı pişman oldular. “Vallahi dediler, Allah seni bizden üstün kıldı. Doğrusu biz suç işlemiştik!”4053
Kişi, varoluşunun getirdiği sorunlara güvenli ve gerçekçi bir biçimde yaklaşabildiği oranda güvensizlik duygusu yaşamaz. Yenilgiyi de başarı gibi hayatın doğal bir parçası olarak değerlendirdiği için karşı karşıya geldiği şartlardan ve kendisi ile ilgili gerçeklerden kaçmaz. Gerek iç dünyasından gelen çaresizlik hissi, gerekse dışarıdan zorlayan etkenler karşısında yapıcı çabalar geliştirmesini bilir. Kendisinin ve diğer insanların ortak özelliklerine ve amaçlarına uygun değer yargılarına sahip oldu için tutarlı bir kişilik ortaya koyar.
Yusuf’a verilen “hüküm ve ilim”, Allah’ın otoritesine olan bağlılığı,4054 değersizlik duygusuna kapılmasına neden olabilecek şartlarda ona destek olmuş, üstünlük eğiliminin taşkınlığa yol açabileceği durumlarda onu dizginlemiştir.
4046] 12/Yûsuf, 21
4047] ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, II/436-437; en-Nesefî, Medârikü’t-Tenzîl, II/310
4048] 12/Yûsuf, 21
4049] 12/Yûsuf, 32
4050] Nesefî, a.g.e, II/316
4051] el-Beydavî, Envâru’t-Tenzîl, I/483
4052] 12/Yûsuf, 54-56
4053] 12/Yûsuf, 91
4054] 12/Yûsuf, 101
YÛSUF (A.S.)
- 815 -
Kardeşleri ise güdü ve eğilimleriyle hareket etmişler, alt-ben’in sınırsız isteklerine kulak vermişlerdir. Onların bu halini babaları Yakub dile getirirken şöyle der: “Herhalde nefislerini sizi aldatıp kötü bir işe sürükledi.”4055 Yani nefsiniz bunu yapmayı size kolaylaştırdı, gözünüzde basitleştirdi.
Yusuf kıssasında kişilik açısından önem arzeden bir diğer husus da cinsel güdünün kontrol altına alınmasıdır. Cinsel güdü, fizyolojik güdülerin en önemlilerindendir. Yusuf, cinsel güdünün kontrol altına alınması ve değer yargılarının, sosyal normların meşrû sınırlarını aşmaması yönünde geliştirdiği mükemmel kişilikle insanlığa model olmuştur. En zor, kritik anlarda bile kendisini cinsel güdünün dürtüsüne bırakmamış, üst-ben’in sesine kulak vererek, İlâhî otoriteden güç alarak, değer yargısı olarak çizilen sınırların dışına çıkmamıştır. Cinsel güdünün sınırsız doyum arayışıyla üst-ben’in buyurucu gücü karşı karşıya geldiğinde üst-ben gâlip gelmiştir.
“Yusuf’un evinde kaldığı kadın, onun nefsinden murâd almak istedi ve kapıları kilitleyip: ‘Haydi gelsene!’ dedi. Yusuf: ‘Allah’a sığınırım, o benim Rabbimdir, benim yetişmemi, yerleştirilmemi güzel yaptı (efendim bana güzel baktı). Zâlimler iflâh olmazlar!”4056 Şartlar öylesine uygun bir durum arzediyor ki, Yusuf’un kadınla cinsel ilişkiye girmesi için her şey hazır ve cinsel ilişkiye girmesini engelleyecek hiçbir durum yok. Fakat Yusuf’un üst-ben’ine hâkim olan İlâhî otorite ve otoritenin buyurduğu değerler bu cinsel ilişkiye mâni oluyor.
“Andolsun, kadın onu arzu etmişti, eğer Rabbinin doğruyu gösteren delilini görmeseydi o da onu arzu etmişti. Böylece Biz kötülüğü ve fuhşu ondan çevirmek istedik; çünkü o, ihlâsa erdirilmiş kullarımızdandır.”4057 Onlardan her biri insan doğasının ve yaratılış kanunun bir gereği olarak cinsel açıdan birbirine eğilim duydu. Fakat Yusuf bizzat irâdesini kullanarak bu işe niyet etmedi. Yusuf eğer kadına karşı ilgi duyacak biri olmasaydı, diğer insanlara örnek olamazdı. Alt-ben cinsel eğilim gösterdi, fakat değer yargılarına uymadığı için üst-ben derhal devreye girdi. Yusuf’un üst-ben’i çok sağlamdı, kaypak değildi. İlâhî otoriteyi ve O’nun emrettiği değerleri kabul ve itaatte son derece samimi ve ihlâslıydı.
Alt ben, üst ben tarafından kontrol altına alınmazsa sınırsız doyum arar. Bu da değerler açısından kötülüğe dâvetiye çıkarır. Eğer iyinin-kötünün ölçüsünü koyan ve bunları buyuran bir üst ben varsa kişilik, değerler doğrultusunda gerçekleşir. “(Bununla beraber) Nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis, aşırı şekilde kötülüğü emreder. Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek merhamet edendir.”4058 Doğası gereği nefis (alt ben) şehvetlere, arzulara eğilim duyar. Fakat merhamet edip koruduğu nefsi Allah bu durumdan alıkoyar. 4059
Kur’an “zinâ etmeyin!” yerine, “Zinâya yaklaşmayın!”4060 der. Haram bakışlar, insanı zinâya yaklaştırır. İnsan, ancak imanı derecesinde gözlünü haramdan koruma irâdesi gösterebilir. Kur’ânî emirlerden özellikle biri, açık-saçıklığın kol gezdiği, çıplak vücutlar karşısında akılların baştan gittiği, hayâsızca gözler
4055] 12/Yûsuf, 18
4056] 12/Yûsuf, 23
4057] 12/Yûsuf, 24
4058] 12/Yûsuf, 53
4059] Abdurrahman Kasapoğlu, Âdem’den Hâtem’e Kişilik, İzci Y., s. 42-48
4060] 17/İsrâ, 32
- 816 -
KUR’AN KAVRAMLARI
önüne serilen vücut hatları karşısında kalplerin nefsin hevâlarına esir edildiği bir ortamda, akıl, kalp ve rûhuna rağmen gözlerini âdî bir röntgenci duruma düşürenler için mânidar dersler taşır: “Mü’min erkeklere söyle: ‘Gözlerini harama kapasınlar, ırzlarını da korusunlar. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.”4061 Âyet, iman vurgusu taşır. Gözünü haramdan korumanın ancak mü’min için sözkonusu olduğuna, onun da bunu imanı derecesinde başarabileceğine işaret edilir. Yaratıcısını ve sahibini tanımayan biri, gözün kendisine Rabbi tarafından verilmiş bir emânet olduğunu hiç mi hiç tanımaz. Gözü emânet olarak tanımayan biri, elbette, onu emânet sahibinin emir ve izni dâhilinde kullanma yükümlülüğünü de değerlendirmez. Böyle biri, aksi halde emânete ihânet edeceğini de düşünmez. Sonuç olarak, bu kimsenin gözünü haramdan koruma sözkonusu olamaz.
Aynı şekilde, bir Yaratıcı’ya inandığı halde, o inancı hayatına taşımayan; yalnızca kendini darda hissettiği anlarda bir “emniyet sübabı” veya bir “yedek lastik” olarak o imana müracaat eden bir gaflet ehli de bu emre kulak asmayacaktır. İstese bile asamayacaktır. Çünkü, iç dünyasını her dâim o Yaratıcının huzurunda olma şuuruyla diri ve uyanık kılmayan biri, vitesi boşalmış bir araba yahut dümensiz bir kayık misâlidir. Eğime ve akıntıya uyar, nefis ve hevâsı onu nereye sürüklerse, oraya sapar. Vicdanı onu Yaratıcının emri ve de âhiret konusunda uyarsa bile bunun bir faydası olmaz. Çünkü, âhiret o gaflet ânında çok uzaklarda gözükür. Oysa, önünde nefsinin iştihâsını kabartan bir manzara vardı. Ve nefis, tam bir miyoptur; yalnız önündekini görür, ileri görmez, âhireti düşünmez.
Bu “gözünü haramdan koruma” emrinin mânidar veçhesi, öncelikle içe dönük bir çabayı emrediyor olmasıdır: “Sen gözünü koru!” Bu, Kur’an’ın önceliği insana veren, düğümü fertlerde çözen genel üslûbunun mânidar bir yansımasıdır. Çünkü, problemin kökü, “dış dünyada” değil; içimizdedir. İç dünyası muhkem, iman kalesi sağlam olan biri, tüm dünya haram tablolarla dolu olsa bile sarsılıp sapmayacaktır. Dış dünyada nice haram mevcut olsa bile imanın içerdiği hayâ, şuur ve uyanıklık hali içinde, Rabbinin huzurunda olduğundan gaflet edip, kendini pazarlayan süflîlerin, rezil cıvıkların peşine düşmeyecektir. Hayâsı, edebi, sabrı ve sebâtı, tabii her şeyden önce imanı buna izin vermeyecektir.
Nitekim Yusuf (a.s.) kıssası, bunun bir örneğidir. Önünde kendini tüm zînetleriyle sunan bir dünyalar güzeli, bir först leydi karşısında, Yusuf’un tavrı, gözünü ve sırtını dönmek olmuştur. Yusuf (a.s.), Kur’an’da övgüyle aktarılan bu haliyle, tüm insanlığa şu dersi vermektedir: İnsan, eğer “gözünün sahibi”ni tanır ve O’nun emrini hakkıyla bilirse, en “baştan çıkartıcı” manzara bile onu baştan çıkartamaz. Zâten Yusuf kıssasının bir örneğini oluşturduğu tüm peygamber kıssaları, gün gelip koca bir toplumu kendi yolunun yolcusu kılan nebîlerin, yola tek başına koyulduklarını açık açık ortaya koymaktadır. Her bir peygamber, fıtratların bozulduğu, Allah’ın ve âhiretin unutulduğu, insanların hevâlarının istediği gibi davrandığı bir ortamda gelmişlerdir. Ortam onları değiştirmemiş, bozulmuş bir ortamda birer iman anıtı olarak sarsılmadan kalmış; sergiledikleri imanî şuur ve irâde ile onlar ortamı değiştirmişlerdir.
Nur sûresinin 30. âyeti, mü’min erkeklere “gözlerini haramdan sakınma”yı emrettikten sonra, ikinci bir emir daha verir: “ferclerini/ırzlarını koruma.” Bu da,
4061] 24/Nûr, 30
YÛSUF (A.S.)
- 817 -
mânidar bir husustur. Zira, ferclerin zinâya düşmesinin ilk basamağı, gözlerin harama bakışıdır. Göz harama kaydığında, irâde hükümsüz kalmış ve akıl nefsin çekim alanına girmiş demektir. Gözü harama kaydıran nefis, bu haram yolculuk nihâyete ulaşmadan teskin olmayacaktır. Gözü rabbinin emâneti bilip, öylece kullanmaktan uzaklaşmanın varacağı yer, fercin de, Rabbin emâneti olduğundan gafletle bir zinâ âleti deresine/seviyesizliğine düşürülmesidir. İsrâ sûresi, 32. âyetindeki “zinâya yaklaşmayın!” emrinin de dikkat çektiği gibi, tüm şehvânî şeylerde en kritik husus, yaklaşmaktır. 4062
Züleyha; Hz. Yusuf’un Büyük İmtihanlarından Biri
Kur’ân-ı Kerîm’de Yûsuf sûresinde anlatılan Yusuf kıssasında (hikâyesinde) söz konusu edilen kadın.
Züleyhâ kelimesi, Farsça bir isimdir. Arapça şekli ise, Zelihâ’dır. Kelime olarak her iki şekilde de okunabilir ve her iki şekildeki okunuş da doğrudur. Farklılık, hareke değişikliğine dayanmaktadır. Bazı kaynaklara göre onun gerçek adı, Râîl’dir.4063
Kur’ân’da Züleyha ismen geçmemektedir. Ancak, Yusuf kıssasında, baştan sona Yusuf (a.s.) ile beraber anılmıştır. Kur’ân’daki Yusuf ile Züleyha’nın hikâyesi, Yüce Allah tarafından hikayelerin en güzeli olarak haber verilmiştir.
“Biz bu Kur’ân’ı vahyetmekle, sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz.”4064
Yusuf (a.s.) kardeşleri tarafından kuyuya atılmış, oradan geçen yolcular tarafından kuyudan çıkarılmış ve Mısır’a götürülerek köle olarak satılmıştır. Mısır’da onu satın olan kimse hanımına; “Ona güzel bak, belki bize faydası olur yahutta onu evlat ediniriz’ dedi.”4065 İşte bu hanım, Züleyhâdır. Yusuf’u ilk gördüğünden itibaren, onun güzelliğinden etkilenerek ona aşık oldu. Yusuf’a çeşitli tekliflerde bulundu fakat Yusuf onun tekliflerini her seferinde reddetti. Ancak Züleyhâ teklifinde ısrar ederek ona zorla sahip olmak istedi. Yusuf ondan kurtulmak için kapıya doğru koşarken, kapıda efendisi ile karşılaştı. O zaman Züleyhâ, Yusuf’un kendisine sataştığını söyledi. Fakat Yusuf’un gömleği arkadan yırtıldığı için, onun suçsuzluğu ve Züleyhâ’nın suçlu olduğu ortaya çıktı.
Kadınlar arasında Züleyhâ için dedikodular çıkınca, o kadınlara bir ziyâfet vererek Yusuf u bir münasebetle onlara göstermiştir. Kadınlar Yusuf'un bu güzelliği karşısında ona bakakalmışlar ve ellerindeki meyve yerine, parmaklarını kesmişlerdir. Ondan sonra da Züleyha'ya hak vermişlerdir.4066
Bazı rivâyetlere göre, Züleyhâ’nın kocası vefât ettikten sonra Allah’ın irâdesi ile eski güzelliğini kazanmış ve Yusuf (a.s.) ile evlenmiştir. Yusuf (a.s.) ile evlendiği zaman, bakire olduğu anlaşılmıştır.4067
Fakat bu rivâyetin ciddi bir temeli, dayanağı yoktur. Bu rivâyet, daha çok edebî hikâye türlerine uymakta ve dayanmaktadır. Aslına bakıldığı zaman,
4062] Metin Karabaşoğlu, Kur’an Okumaları, Karakalem Y., s. 103
4063] et-Taberî, Tarih, Beyrut, t.y., I, 337
4064] 12/Yusuf, 3
4065] 12/Yusuf, 21
4066] bk. 12/Yûsuf, 1-111
4067] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul 1971, IV, 2879
- 818 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Züleyhâ iyi bir izlenim bırakmamıştır. Kur’ân’daki âyetlerden anlaşıldığına göre, Züleyhâ, Yusuf (a.s.)’ı yoldan çıkarmak için her türlü şeytanî yola başvurmuştur. Onu, Allah yolundan, doğruluktan, haktan saptırmak için uğraşmıştır. Bunun için yalan söylediği ve çeşitli hilelere başvurduğu âyet ile sabittir. Bir peygamberin böyle bir hanımla evlenmesi, onun izzetini zedeler. Yusuf (a.s.)’ın onunla evlenmesi, şu meâldeki âyete de ters düşmektedir:
“Kötü karakterli kadınlar öyle erkeklere, kötü karakterli erkekler öyle kadınlara. Temiz karakterli kadınlar, öyle erkeklere ve temiz karakterli erkekler öyle kadınlara...”4068
Buna göre doğru olanı, Yusuf (a.s.)’ın neticede Züleyhâ ile evlenmemiş olmasıdır.4069
Hz. Muhammed (s.a.s.)’in hadislerinde, Züleyhâ hakkında bilgiye rastlanmamaktadır. Ancak bir seferinde Rasûlullah (s.a.s.) ondan “Yusuf’un arkadaşı” diye bahsetmiştir.4070
Züleyhâ, Kur’ân’ın ibret için sunduğu Yusuf (a.s.)’ın kıssasında yer aldığına göre, onun hakkında bilgi veren âyetlerde hikmetler vardır. İnsanların Züleyhâ hakkındaki bu bilgilerden çeşitli dersleri almaları gerekir. 4071
Kişiyi sevdiğinde kaybeden bir sevgi üretici değil, tüketici bir sevgidir. Züleyha’nın Yusuf’a (a.s.) olan sevgisi gibi. Hem kendisi tükenir hem de karşısındakini tüketir. Çünkü o sevdâya kara çalınmıştır, kontrolden çıkmış, “ak sevdâ” iken “kara sevdâ” olmuştur. Kur’an’da Züleyha için geçtiği gibi yakıp tüketen bir şey olmuştur: “Sevdâ onun bağrını yakmış, dediler.”4072 Evet, onu tüketmiş, o da kendisini tüketenden intikam almak istemiştir. Tabii bu intikam dönüp onu tüketmek biçiminde gösterecektir kendini. Onca sevgisine rağmen mi? Evet, onca sevgisine rağmen yapmak isteyecektir bunu. Böylesine bir sevgi kimse için meşrû değildir. Meşrû sevgi, aklı baştan almaz, tersine aklı lâyık olduğu yere koyar. 4073
İslâmî hiçbir kaynağa dayanmadan böyle bir kadının Yusuf (a.s.) ile evlenmiş olduğu gibi bir rivâyetin uydurma olduğunu, bu rivâyete itibar etmenin çok yanlış olduğunu belirtelim. Ayrıca özellikle Osmanlı Divan ve Halk Edibiyatında Yusuf ile Züleyha mesnevî ve halk hikâyelerinin son dönemlerde bu konuyla ilgili roman ve filmlerin ilginç bir aşk hikâyesinden öte bir mesaj içermeyen bir mâcera anlatımı olduğunu, bu tür anlatımlarla şuurlu mü’minlerin prim vermemeleri gerektiğini hatırlatmış olalım. Yusuf’un (a.s.) yüz güzelliğini, diğer güzelliklerinin çok önüne çıkaran değerlendirmenin de hedonist/zevkçi ve materyalist bakış açısı olduğunu ifade edelim.
Hz. Yusuf’un Sınavları ve Biz
Peygamber çocukluğundan yetim konumuna, asil bir aileye mensup özgürlükten köleliğe, kölelikten krallığa/devlet başkanlığına, zindandan saraya,
4068] 24/Nûr, 26
4069] Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, İstanbul 1991, II, 448 vd
4070] ez-Zebîdi, Sahihi Buhârî Muhtasarı Tecvidi Sarih Tercemesi, trc. Ahmed Naim, İstanbul 1972, II, 663
4071] Nureddin Turgay, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 490
4072] 12/Yûsuf, 30
4073] Mustafa İslâmoğlu, Yürek Devleti, Denge Y., s. 93
YÛSUF (A.S.)
- 819 -
çölden Mısır’a dönüşen bir hayat. Onca musibetlerle sınanma, çile ve ayrılık…
Kardeşleriyle imtihan (Kıskançlık ve sûikastle), haksız yere zindana ve kuyuya atılmakla imtihan, först leydi ile imtihan; Kadınla, cinsellikle sınav, zâlim devletle, yalnızlıkla, vatandan ve ailesinden ayrılmakla, gurbetle imtihan, iftira ile çamur atılma ile ve belki en zoru olan mülkle, devletle, makamla, yöneticilikle, krallıkla imtihan. Zenginlikle, şan ve şöhretle, güzellikle/yakışıklılıkla sınanma, intikam alma gücü olduğu halde affedip etmeyeceğinin denenmesi ile. Entrikalar, tuzaklar, hile ve düzenlerle sınanma ile…
Yusuf’un (a.s.) imtihanları hicret ve inkılâp/devrim destanlarıdır. Allah’a iman, O’na dayanıp güvenme, O’na kulluk, sonucu zafere ulaşma ve kavmini de Filistin’den Mısır’a hicretle başlayıp yüzlerce sene huzur ve şerefle yaşatacak bir kurtarış…
Bugünün dâvâ adamları, muvahhid ve mücâhid özellikleriyle öne çıkan güzel ahlâklı, şuurlu mü’minler de Yusuf’un imtihanlarından alınlarının akıyla çıkarsa, Yusuf (a.s.) gibi dünyada devlete, âhirette cennete kavuşmalarını ümit edebilirler. Allah, peygamberlerini bile bunca sınava tâbi tutmadan ve imtihanlarını başarmalarını beklemeden netice vermiyor; Allah’ın sünneti (sünnetullah, Allah’ın değişmez yasaları) böyle. Öyleyse zafer ve felâh için, devlet ve cennet için, bunlara giden yolu açacak olan Allah için, O’nun rızâsını kazanmak için haydi sınava, sınavlara!
Bırakın kendini en uygun şartlarda çağıran först leydilere Allah korkusundan dolayı iltifat etmemeyi, sokak ve caddelerdeki bayanlara karşı gözlerini koruyamayan, tv.nin “bak bana” çağrısına “hayır!” diyemeyen; ailesiyle (Yusuf gibi kardeşleriyle ya da annesi-babasıyla, eşi veya çocuklarıyla) imtihanını kolayca kaybeden, bu konudaki sıkıntılara müslümanca çözümler bulamayan; kendine karşı sergilenen haksızlıklara, suçlamalara, suçsuz yere (kuyu gibi) kendi izbe köşesine atılmaya, baskıyla-hapisle yıldırılma çabalarına karşı, iftiralara ve çamur atmalara karşı müslümanca direnç gösteremeyen; anadan-babadan, vatandan hicret zorunda kaldığında, elinden insanî/İslâmî özgürlüklerinin alınmak istenip köleleştirmeyle karşı karşıya bırakıldığında, zâlim devletin hile ve baskısıyla karşılaştığında nihâî tercihini Allah’tan, O’nun rızâsından yana yapmakta zorlanan Yusuf adayları, Yusuf’luğa soyunmadan devlet ve cenneti giyinemeyeceklerini bilmelidir!
“Yoksa siz, sizden önce gelip geçmiş kimselerin başlarına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokundu ve öyle sarsıldılar ki Peygamber ve onunla beraber iman edenler nihâyet ‘Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?’ dediler. İşte o zaman (onlara), ‘Şüphesiz Allah’ın yardımı yakın’ (denildi).”4074
Yusuf gibi iffet, sabır, metânet ve vakar timsâli olmak düşüyor gençlerimize. Tüm fitneleriyle bize saldıran dünyanın aldatıcı güzelliğine meyletmeden onun gömleğimizi arkadan yırtacağı şekilde iman ve ahlâkımıza saldırılarını püskürten bir yiğitlik gerekiyor. Bu uğurda zindan da olsa bedelleri ödemeye hazır bir bilinç. Yusufca fedâkârlığa hazır iman ve ahlâk şuuru, âhirette sonsuz ödüllere ulaştıracağı gibi, avans olarak dünyada da sultanlıklarla taçlandıracaktır sahibini.
4074] 2/Bakara, 214
- 820 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Yusuf gibi yiğitlerden olamayan ümmete en azından Ya’kub olmak düşüyor. Gençlerimiz Yusuf gibi güzel, onun gibi sınavlarını başaranlardan değilse bile gözü yolda bekleyen, beklemekten gözleri yorulup bozulan ümmetin Ya’kub sabrını, ümid ve cehdini taşıması gerekiyor. “…Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin…’’4075; “Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer gerçekten iman etmişseniz üstün gelecek olan sizsiniz.” 4076
Selâm olsun Yusuf’a, Yusuf gibi güç sınavlardan alnının akıyla çıkan güzel insanlara…
4075] 39/Zümer, 53
4076] 3/Âl-i İmrân, 139
YÛSUF (A.S.)
- 821 -
Yusuf (a.s.) ile İlgili Âyet-i Kerimeler
A- Yûsuf İsminin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 27 Yerde): 6/En’âm, 84; 12/Yûsuf, 4, 7, 8, 9, 10, 11, 17, 21, 29, 46, 51, 56, 58, 69, 76, 7, 80, 84, 85, 87, 89, 90, 90, 94, 99; 40/Mü’min, 34.
C- Ya’kub (a.s.) İsminin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 16 Yerde): 2/Bakara, 132, 133, 136, 140; 3/Âl-i İmrân, 84, 4/Nisâ, 163; 6/En’âm, 84; 11/Hûd, 71; 12/Yûsuf, 6, 38, 68; 19/Meryem, 6, 49; 21/Enbiyâ, 72; 29/Ankebût, 27; 38/Sâd, 45.
C- Yusuf (a.s.) İle İlgili Konular
a- Yusuf’un (a.s.) Kıssasını Anlatan Âyetler: 12/Yûsuf, 3-102.
b- Yusuf (a.s.) Ya’kub’un (a.s.) Oğludur: 12/Yûsuf, 4-6, 100.
c- Yusuf (a.s.)’a Peygamberlik Verilmiştir: 6/En’âm, 84; 12/Yûsuf, 4-6 21-22.
d- Yusuf’un (a.s.), Babası Hz. Ya’kub’a Gördüğü Rüyayı Anlatması: 12/Yûsuf, 4-6, 100.
e- Yusuf’u (a.s.), Kardeşlerinin Kıskanması ve Öldürme Girişimleri: 12/Yûsuf, 7-18.
f- Yusuf’un (a.s.) Atıldığı Kuyudan Kurtulması ve Mısır Azizine (Maliye Bakanına Satılması: 12/Yûsuf, 19-21.
g- Yusuf (a.s.)’a Allah’ın Rüya Tabirini Öğretmesi: 12/Yûsuf, 21-22
h- Yusuf’un (a.s.) Mûcizeleri: 12/Yûsuf, 36-37, 41-43, 47-49.
i- Yusuf (a.s.) ile Zeliha’nın Kıssası: 12/Yûsuf, 22-35
k- Yusuf’un (a.s.) Zindana Atılması ve Zindan Hayatı: 12/Yûsuf, 35-37
l- Yusuf’un (a.s.), Zindan Arkadaşlarının Rüyasını Tabir Etmesi: 12/Yûsuf, 41-42.
m- Yusuf’un (a.s.), Zindan Arkadaşlarını Hakka Dâveti: 12/Yûsuf, 36-40.
n- Yusuf’un (a.s.), Mısır Padişahının Rüyasını Tabir Etmesi ve Zindandan Kurtulması: 12/Yûsuf, 43-54.
o- Yusuf’un (a.s.), Mısır Kralından Hazineyle İlgili Görev İstemesi: 12/Yûsuf, 54-56
p- Yusuf’un (a.s.) Mısır’ın Hazinelerinin Başına Geçmesi ve Kardeşleriyle Kıssası: 12/Yûsuf, 54-93.
r- Yusuf’un (a.s.), Kardeşlerinden Bütün Ailesini Kendine Getirmelerini İstemesi ve Ailesine Kavuşması: 12/Yûsuf, 93-102.
s- Yusuf’un (a.s.) Kıssasında İbretler Vardır: 12/Yûsuf, 7.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Hazreti Yûsuf (a.s.), Ramazanoğlu Mahmud Sâmi, Erkam Y.
2. Sûre-i Yusuf’un Yorumu, Haluk Nurbaki, Damla Y.
3. Yusuf’un Üç Gömleği, Abdullah Yıldız, Pınar Y.
4. Hz. Yusuf, Harun Yahya, Vural Y.
5. Hz. Yusuf Medresesi, Harun Yahya, Vural Y.
6. Yûsuf ve Züleyha, Nazan Bekiroğlu, Timaş Y.
7. Yusuf u Züleyha, Kemal Paşazâde, Haz. Mustafa Demirel, Kültür ve Turizm Bakanlığı Y.,
1000 Temel Eser Dizisi 92
8. Bir Yusuf Masalı, İsmet Özel, Şule Y.
9. Yusuf’un 40. Emri, Edip Yüksel, Madve Y.
10. Züleyha’nın Aşk Derdi, Celal Settari, İnsan Y.
11. İslâm’da Hükümet, Mevdûdi, çeviren Ali Genceli, Hilâl Y., s. 85-119, 132-140
12. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. , c. 22, s. 505-537, c. 23, s. 5-14
13. Şamil İslâm Ansiklopedisi, (Mefail Hızlı, Fedakâr Kızmaz), c. 6, s. 412-416
14. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, c. 8, s. 618-621
15. Kur’an’da Tevhid, Mehmet Kubat, Şafak Y., s. 87-89
16. Peygamberlerin Kıssaları, Ebu’l Hasan en-Nedvî, Arslan Y.
17. Peygamberler, Safvet Senih, Nil A.Ş. Y.
18. Peygamberler Aydınların Önderleri, Abdülkerim Süruş, Kıyam Y.
19. Peygamberler Tarihi, M. Âsım Köksal, T. Diyanet Vakfı Y.
20. Peygamberler Tarihi, İsmail Yiğit, Kayıhan Y.
21. Peygamberler Tarihi, İlhami Ulaş, Osmanlı Y.
- 822 -
KUR’AN KAVRAMLARI
22. Peygamberler Tarihi, Bünyamin Ateş, Nesil Basım Yayıyn
23. Peygamberler Tarihi, Mustafa Necati Bursalı, Ölçü Y.
24. Peygamberler Tarihi, Mehmet Dikmen, Cihan Y.
25. Peygamberler Tarihi, 1, 2, 3, Ahmet Lütfi Kazancı, Nil A. Ş.
26. Peygamberler Tarihi, Ahmet Behçet, Uysal Kitabevi Y.
27. Peygamberlerden Kıssalar, Muhammed el-Habeş, İklim Y.
28. Peygamberlerin Hayatı, Seyyid Kutub, Ravza Y.
29. Peygamberlerin Hayatı, S. Kutub-Abdülkadir Cûde es-Sahhar, İslâmoğlu Y.
30. Peygamberlerin Hayatı, Ebu’l Hasan en-Nedvî, Risale Y.
31. Peygamberlerin Mûcizeleri, H. İbrâhim Acıpayamlı, Tuğra Y.
32. Peygamberlik ve Peygamberler, Muhammed Ali Sâbûni, Kültür Basın Yayın Birliği Y.
33. Kur’an-ı Kerim’e Göre Peygam. ve Tevhid Mücâdelesi, 1, 2, 3, M. Solmaz, İ. L. Çakan, Nesil/Ensar Y.
34. Tarih Boyunca Tevhid Mücâdelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı, Mevdudi, Pınar Y. s. 305-308
35. Peygamberler Tarihi, Ferhat Koç, Çekirdek Y.
36. Kur’an’da Peygamberler ve Peygamberimiz, Afif Abdülfettah Tabbara, Gonca Y.
37. Kur’an Işığında Üç Peygamber, Üç Kitap, Osman Cilacı, Mıstaş Basımevi, Konya
38. Peygamberler Aydınların Önderleri, Abdulkerim Suruş, Kıyam Y.
39. Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Çağ Y.
40. Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Peygamber, Muhittin Akgül, Işık Y.
41. Kur’an’ın Tanıttığı Peygamberler, A. Lütfi Kazancı, Nil A. Ş.
42. Âyetler Işığında Peygamberler Tarihi, Muhammed Ali Sâbûnî, Ahsen Y. s. 301-331
43. İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Abdullah Aydemir, T.D.V. Y. s. 47-55
44. Kur’ân-ı Kerim Işığında Nebîler Silsilesi, Osman Nuri Topbaş, Erkam Y.
45. Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârih-i Hulefâ, Ahmed Cevdet Paşa, Akit Y. c. 1, s. 8-9
46. Kitâb-ı Mukaddes, Kur’an ve Bilim, Maurice Bucaille, çev. Suat Yıldırım, İst. 1981
47. Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Peygamber, Muhittin Akgül, Işık Y.
48. Peygamberlerin Masumiyeti, Fahrüddin El-Râzî, çev. Hasan Fehmi Ulus, İlim Y.
49. Peygamberimizin Yanılması Meselesi, İbrahim Canan, Rağbet Y.
50. Tevhid, Rasûllerin Ortak Çağrısı, Kul Sadi Yüksel, Yenda Y.
51. Kur’an’da Tevhid, Mehmet Kubat, Şafak Y.
52. İslâmî Hareketin Tarihî Seyri, Beşir İslâmoğlu, Denge Y.
53. Mekke Rasûllerin Yolu, Ali Ünal, Pınar Y.
54. Kütüb-i Sitte Terc. Ve Şerhi, İbrahim Canan, Akçağ Y., c. 3, s. 340-341
55. Âdem’den Hâtem’e Kişilik, Abdurrahman Kasapoğlu, İzci Y., s. 42-48
56. Yusuf’un Bürhanı Neydi?, Kur’an Okumaları, Metin Karabaşoğlu, c. 2, s. 74-84
57. Yakub Sabrı, Yakub Ümidi, Kur’an Okumaları, Metin Karabaşoğlu, c. 3, s. 110-116
58. Hz. Yusuf’un Mücâdele Örnekliği I-II, Cengiz Duman, Hak Söz, sayı: 55, 56, Ekim, Kasım 95
59. Hz. Yusuf (a.s.) ile Hz. Mûsâ (a.s.) Kıssaları Arasındaki Benzerlikler ve Kur’an Mu’cizeliği, Davut Aydüz, Yeni Ümit, 1998, sayı 42, s. 27-31
60. Hz. Yûsuf, Abdullah Aydemir, Diyanet Dergisi, 1975, XIV/2, s. 76-97
61. Yusuf (a.s.)’un Hayatı, Şahin Öztürk, Hilâl, 1980, sayı: XVIII/213, 214, 215, 216, 1980-1981
62. Hz. Yusuf Mısır’da, Ali Gürbüz, Zafer, 1992, sayı XVI/187, s. 9-11
63. Hz. Yûsuf’un Kardeşleri, Mahmud Garib, çev. Abdullah Yılmaz, Hakses, 1989, sayı XXV/294, s. 13-15
64. Kur’an’da Naklolunan Yûsuf Kıssası Işığında Görev İsteme Meselesi ve Molla Hüsrev, M. Zeki Duman, Diyanet Dergisi, 1987, sayı XXIII/3, s. 37-46
65. Geleceğini Arayan Gençlik İçin Bir Örnek ve Önder: Hz. Yusuf, Yıldırım Canoğlu, Umran, Sayı 131, Temmuz 2005, s. 24-33
66. Hz. Yûsuf, Şerafeddin Kalay, Eğitim Yazıları, İnsan Vakfı, sayı 8, Kasım 2003, s. 69-91; sayı 9, Mayıs 2004, s. 109-145
67. Yusuf Sûresi I-II, Osman Kayaer, Fecre Doğru, sayı 76, 77, Şubat, Mart 2002

 
Cumartesi, 06 Şubat 2021 22:47

YER VE GÖK (ARZ VE SEMÂ)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

YER VE GÖK (ARZ VE SEMÂ)


- 727 -
Kavram no 195
Nimetler 25
Bk. Yaratma
YER VE GÖK (ARZ VE SEMÂ)


• Arz ve Semâ Kelimelerinin Anlam ve Mâhiyeti
• Semâ ve Semâlar
• Burçlar
• Güneş
• Yıldızlar
• Hareket ve Zaman
• Dünyamız ve Güneş
• Evrenin Muazzam Büyüklüğü
• Galaksiler Ve Samanyolu Galaksisi
• Fezanın Kısmî Fethi
• Kâinatın Nizamı, Muhteşem Sistem
• Kâinat Büyük, Ama Ekber Değil!
• Gök Cisimlerinin Putlaştırılıp Bâtıl Tanrı Kabul Edilmesi
• Ve Günümüz
• Günümüz ve Modern Müneccimlik
• Günümüz ve Arzın Kutsallaştırılması
• Müneccimlik ve Falcılık
• Burç ve Yıldız Falının Hükmü
“O Rab ki, arzı/yeri sizin için bir döşek, semâyı/göğü de (kubbemsi) bir tavan yaptı. Gökten su indirerek onunla, size besin olsun diye (yerden) çeşitli ürünler çıkardı. Artık bunu bile bile Allah’a endâd/ortaklar koşmayın.” 3726
Arz ve Semâ Kelimelerinin Anlamı
“Arz”: Yer, yeryüzü, zemin, dünya demektir. Arz kelimesi Kur’an’da 461 yerde zikredilir. “Semâ”: Gök, gökyüzü, uzay, tavan, bir şeyin üst tarafı anlamlarında kullanılır. Kur’an’da semâ kelimesi, 190’ı çoğul (semâvât) şeklinde olmak üzere toplam 310 yerde geçer.
Semâ ve Semâlar
Kur’an’da göğün ve yerin yaratılışından, göğün ve yerin daha önce bitişik olduğundan, göğün yarılmasından ve ardındakini göstereceğinden, göğün açılıp kapılar haline gelmesinden, görünmez gök kapılarından, genişlemesinden, göktekilerden, göklerin ve yerin yaratılış hikmetlerinden, göklerin nasıl yükseltildiğinden, gök cisimlerinin birer yörüngede yüzdüklerinden, göktekilerin ve yerdekilerin Allah’ı tesbih etmelerinden, gökten yağmur indirenin Allah olduğundan...
3726] 2/Bakara, 22
- 728 -
KUR’AN KAVRAMLARI
söz edilmektedir. Göklerin ve yerin Rabbi Allah’tır. Bu bakımdan, yaratılmış şeyler üzerinde iyice düşünmenin ve Yaratıcı’yı tesbih etmenin, mü’minlere has bir nitelik olduğundan söz edilmektedir. Semâ da, Allah’ın kâinatta kurduğu ilahî kanunlara, akıllara hayret verecek olağanüstü bir düzen ve âhenge, dolayısıyla Yaratıcı’nın tek Allah olduğuna bir delil olarak görülmüştür. Göğün “direksiz” olması (görünmeyen bir direk, eksen ile yükseltilmesi), yer üzerine düşmemesi veya yığılmaması, göğün bünyesindeki gezegenlerin zerre kadar düzensizlik yapmamaları; Ay’ın, Güneşin, yıldızların Allah’ı tesbih etmeleri, O’na secde etmeleri gibi konular âyetlerde insan idrâkine sunulmuştur.
Kur’an, insanların yerdeki ve semâdakilere bakıp akıllarını kullanmalarını, iyice düşünmelerini, anlamaya çalışmalarını öğütlemektedir. Bunun yanında, yine düşünüp ibret almaya davet etmek amacıyla bir tehdit de söz konusu edilmektedir. “(Allah,) Semâyı da, izni olmadan yerin üzerine düşmemesi için tutuyor. Doğrusu Allah, insanlara çok şefkatli, çok merhametlidir.”3727; “Ve semâyı itaat dışına çıkan her türlü şeytandan korumak için yıldızlarla donattık.”3728; “Semâda olanın (meleklerin -Allah’ın izniyle-)sizi yere batırmayacağından emin misiniz? O zaman yer sarsıldıkça sarsılır. Yahut semâda olanın, üzerinize taş yağdıran bir fırtına göndermeyeceğinden emin misiniz? İşte (bu) tehdidimin ne demek olduğunu yakında bileceksiniz.” 3729
Allah, semâyı yükseltmiş, evren bulutunu yer ve gök olarak ayırmış ve bir ölçü, bir denge koymuştur. “Gökleri, gözünüzün göremeyeceği bir direk (eksen ya da aks) ile yükseltmiştir.”3730 Değirmenin mili (ekseni) vardır, bu elle tutulur ve gözle görünür; ama gök cisimlerinin santrfüj ekseni izafîdir, görünmez. Sonra tavaf edeceği yörüngeler tayin edilmiştir; bunlar fizik yasaları denilen Allah’ın evrendeki kanunları, sünnetidir. “Görmediniz mi Allah, yedi semâyı birbirine âhenktar olarak nasıl yaratmış!”3731 Hayat, iki zıt kararlı dengenin (Kur’an terimiyle “hunnes”: Merkezcil kuvvet; “künnes”: Merkezkaç kuvvet) ömrüdür. “Kuşkusuz Allah, semâları ve yeri kayıp gitmekten alıkoymaktadır. Eğer onlar, kayıp giderse, andolsun ki ondan sonra kimse bunları tutamaz.”3732 Ama o gün (kıyamet günü) semânın hızı öyle artar ki, dağlar yerinden kopup yürür savrulur.3733 Gök cisimleri yuvarlak olduğundan onları kuşatan semâlar da yuvarlaktır. Kur’an’da “küre biçimi vermek, yuvarlamak, küreleştirmek” anlamına gelen “Tekvir” sûresinde yerlerin ve semâların dürülüp bükülmesinden söz edilmektedir.
Kur’an’da yedi yerde yedi kat semâdan bahsedilmiştir.3734 Yedi kat semâdan murat nedir, bunların mâhiyeti nedir? Bunu kesin olarak bilemiyoruz. Bu konu, henüz astronomi ilminin konuları arasına girmiş değildir. Feza konusunda keşifler için büyük gayretlerin sarfedildiği çağımızda bile henüz keşfedilen gerçekler, keşfedilemeyen uzayın içinde mukayese yapılamayacak kadar küçük yer tutar. Kim bilir, belki yedi kat gökle ilgili bilimsel gelişmelere insanoğlunun bilgisi ve
3727] 22/Hacc, 65
3728] 37/Sâffât, 6-7
3729] 67/Mülk, 16-17
3730] 13/Ra’d, 2
3731] 72/Cinn, 15
3732] 35/Fâtır, 41
3733] 52/Tûr, 9
3734] 2/Bakara, 29; 17/İsrâ, 44; 23/Mü’minun, 86; 65/Talak, 12; 67/Mülk, 3; 71/Nuh, 15; 78/Nebe’, 12
YER VE GÖK (ARZ VE SEMÂ)
- 729 -
kıyamete kadar vakti yetmeyecektir; geleceği de, göklerin konumunu da yaratan bilir. O bize, göklerin yedi gök olduğunu söylüyor; biz de inanıyoruz. Elmalılı, bu konuda şunları söyler: Yedi kat semâ tabiri, yedi göğün varlığını kesin olarak ifade etmekle beraber, daha ötesi yok demek değildir, ziyadesini nefyetmez. Bütün yıldızların tezyin ettiği maddî âlemin hepsi bir semâdır. Bu da yedi semânın birincisidir. Bunun ötesinde daha altı semâ vardır. Bu semâlar, birinci semâ gibi maddî semâlar değil; mânevî semâlardır. “Biz dünya semâsını yıldız ziyneti ile süsledik.”3735 âyetiyle Miraç olayı, bu mânâya işaret etmektedir. 3736
Kur’an’da “Biz dünya semâsını yıldız ziynetleri ile süsledik.”3737 buyrulmaktadır. En yakın gök, yani dünya göğü, binlerce yıldızlarla süslüdür. Bu yıldızlar ise, güneşten kırk milyon kilometre uzakta olup güneş ile dünya arasındaki mesafeye sığmayacak kadar da büyüktürler. En yakın göğün gece süsü olarak zikredilen bu yıldızlar, bu kadar uzakta ise, orta göğün veya uzak göğün yıldızları nerededir? Orta veya uzak semânın sınırları nereden başlamakta ve nerede bitmektedir? Bu sonu gelmez sorulara insanoğlu henüz cevap verememektedir. Ama belki bir gün verebilecektir.
Yüce Allah, yedi semâ (7 kat gök) yaratmıştır. Bunlardan dünya semâsı (bize en yakın gök) yıldızlarla donatılmıştır: “Gerçekten en yakın göğü bir ziynetle ve yıldızlarla donatıp süsledik.”3738 O Centauri ismi verilen dünyaya en yakın yıldızın ışığı bize 4,3 ışık yılında gelir. Işığın saniyedeki hızı üç yüz bin km.dir. Son yıllarda yapılan araştırmalara göre dünyaya en uzak yıldızın ışığı da 15 milyar ışık yılında gelir. Yapılan araştırmalardan alınan neticelere göre, yıldızların bulunduğu dünya semâsının çapı, muhtemelen 15 milyar ışık yılıdır.
Bugün evrenin yaşı, yaklaşık 12 milyar yıl olarak hesaplanmaktadır. Güneş sisteminde, yıldız olmayan dokuz gezegen (seyyâre) vardır. Başka yıldızlar birer küçük ve daha büyük güneştirler. Son yıllarda modern astronomi araştırmalarıyla bazı yıldızların gezegenlerinin olabileceğine dair birtakım ipuçları tespit edilmiştir. Güneş sistemine dâhil gezegenlerin yaşının 3 milyar yıl olduğu tahmin edilmektedir. Arş ve Kürsî hâriç yedi göğün çapı muhtemelen 70-100 milyar ışık yılıdır.
“O (Allah) bunun üzerine iki günde (dönemde) yedi gök var etti. Yakın göğü de ışıklarla (yıldızlarla) donattık ve bozulmaktan koruduk.”3739 Göğün üstünde bunları çepeçevre kuşatan Kürsî vardır; Kürsî’yi de Arş kuşatmıştır: “...Allah’ın Kürsî’si gökleri ve yeri kuşatmıştır.”3740 Bütün bunların hepsi, içindekilerle birlikte Yüce Allah’ın hükmü, tasarrufu ve idaresi altındadır.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.)'den gelen bilgilerde belirtildiğine göre, yedi semânın Kürsî içindeki büyüklüğü, bir kalkanın içine atılmış yedi dirhem (bozuk para) gibidir. Kürsî de Arş'ın içinde bir çölün ortasına atılmış bir demir halka gibidir. Ebu Zer'in rivâyet ettiği bir hadisinde Peygamberimiz bunların büyüklüğünü bu benzetmelerle açıklamıştır: “Nefsim elinde bulunan Allah’a andolsun ki,
3735] 37/Sâffât, 6
3736] Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, c. 1, s. 294
3737] 37/Sâffât, 6
3738] 37/Sâffât, 6
3739] 67/Mülk, 3, 5
3740] 2/Bakara, 255
- 730 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yedi semâ ve yedi arzın Kürsî’nin yanındaki büyüklüğü, ancak dünyanın bir çölünün ortasına atılmış bir halka gibidir. Arş’ın Kürsî’ye nisbetle büyüklüğü de, bu halkaya nisbetle çölün büyüklüğü gibidir.” 3741
Burçlar
Yüce Allah, kerim kitabında gökte burçlar yarattığını söyler.3742 “Burçları olan semâya andolsun ki...”3743 diye buyurur. Allah, gökte burçlar yarattığını söylerken, gökle ilgili “es-semâvât” şeklinde çoğul değil de; “es-semâ” şeklinde tekil olarak kullanır. Burada semâ, bildiğimiz en yakın semâ (dünya semâsı) demektir. Burç; yüksek köşk, bina ve kale anlamlarına gelir. Semâdaki burçlar ise; gökte durumları birbirlerine göre aynı kalan yıldız toplulukları demektir. Müfessirler, âyetlerde geçen semâdaki burçları tefsir ederlerken, bunları büyük yıldızlar, ya da semânın kapıları diye tercüme etmişlerdir. Gökte yıldızların araştırılıp üzerlerinde düşünülmesi için burç taksimlerini Hz. İdris’in (a.s.) yaptığı söylenir. Yerin haritasında şehirler, kasabalar ve bunlardaki yüksek binalar, nasıl bir alamet ve işaret ise, gökteki yıldızlar ve yıldız takımları da böyle birer işarettir. Güneş’in bir yıl içinde görünürde içinden geçtiği farz edilen gök kuşağı ve bunun yanlarında bulunan takımyıldızlarına (Zodyak takımyıldızlarına) Burçlar kuşağı da denir. Burçlar kuşağı, 30 derece uzunluğunda 12 bölgeye ayrılmıştır. Bu 12 burcun teşkil ettiği alana Burçlar bölgesi denilir. Güneş’in ilkbahardan itibaren bir yol boyunca, sırasıyla takip ettiği takımyıldızlarına eskiden beri hamel (koç), sevr (boğa), cevza (ikizler), şeretan (yengeç), esed (aslan), sünbüle (başak), mizan (terazi), akreb (akrep), kavs (yay), cedi (oğlak), delv (kova), hût (balık) isimleri verilmiştir.
Modern astronomi ve astrofizik, kâinatta kusursuz bir nizamın, yıldızlar, galaksi ve gezegenler arasında ince hesaplı, büyük bir bilgiyle işlenmiş fevkalâde tanzim, tedbir ve dengelerin bulunduğunu göstermektedir. Semânın tüm içindekiler, küçük gezegenlerden yıldızlara ve büyük galaksilere kadar bir düzen ve denge içinde birbirlerinin çevrelerinde dönerek yol almakta ve birbirlerinden açılıp genişleyerek boşlukta yolculuklarını sürdürmektedirler. Kur’ân-ı Kerim’de bu gerçek şöyle dile getirilmektedir: “Göğü kuvvet (enerji) ile kurduk ve muhakkak biz onu genişletenleriz.”3744 Yine Kur’an’da Allah’ın gökleri yedi kat olarak yarattığı, bunların mükemmel bir düzen içerisinde yaratıldığı; yaratılışlarında düzensizlik, çatlak ve kusur olmadığı;3745 göklerin ve yerin yaratılmasının, insanların yaratılmasından daha büyük ve hesaplı olduğu, insanların çoğunun bu büyük yaratılışın farkına varamayacakları3746 bildirilir. Demek ki yıldızlar ve galaksiler... Yüce Allah'ın azametini ve kudretinin büyüklüğünü ilan etmeleri için yaratılmışlardır. Yine “O, yıldızları, kara ve denizin karanlıklarında yol bulasınız diye sizin için yaratandır.” 3747
3741] Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, c. 3, s. 1007
3742] 15/Hicr, 16; 25/Furkan, 61
3743] 85/Bürûc, 1
3744] 51/Zâriyat, 47
3745] 67/Mülk, 3-4
3746] 23/Mü’minun, 57
3747] 6/En’âm, 97
YER VE GÖK (ARZ VE SEMÂ)
- 731 -
Güneş
Yüz elli milyon kilometre kadar mesafeden dünyaya bakan güneş, büyük bir ateş topu görünümündedir. Bütün yeryüzündeki canlıların ihtiyacı olan enerjiyi 8 dakikada yer küreye indirebilme gücüne sahiptir. Bununla beraber bu azametli enerjisi asla yeryüzüne tamamen ulaşmaz. Zararlı ışınlar, atmosferde süzülür, arıtılır. Güneş enerjisinin büyük bir kısmı, fezada kalmaktadır. Uzun yıllar, bilginler, tükenmeyen güneş enerjisinin nasıl muhafaza edildiğinin sırrını çözememişlerdi. Onu yanan bir ateş kütlesi zannedip, tükenmemesinin sebebini araştırdılar. Güneş, hakikatte yanan bir cisim olsaydı, şimdiye kadar çoktan sönmüş olması gerekirdi. İnsanlık, güneşteki enerjinin nereden kaynaklandığının anlaşılması için asırlarca bekledi. Nihâyet 2. Dünya Savaşı sonlarında ilk atom bombasının patlamasından sonra ortaya çıkan muazzam enerjinin, güneşte de mevcut olacağı hükmü yerleşti. Bugün ise, astronomi bilginleri, güneşin bitmeyen ısı ve ışık enerjisinin hidrojen ve karbon maddelerinin parçalanmasından doğan atom enerjisi olduğuna inanmaktadır.
Güneşin ve yıldızların uzaya yaydıkları enerjilerinin kaynağı “füzyon” olaylarıdır. Hidrojen gibi hafif çekirdeklerin birleşerek ve bu esnada kütlelerinden kaybederek büyük bir enerji vermesi olayına füzyon olayı denilir. Mesela 4 hidrojen atomunun birleşmesiyle bir helyum oluşur ve toplam kütlenin binde yedisi enerjiye dönüşerek yol olur. Güneşin atmosferinde son derece bol miktarda (güneşin yarısından fazla) hidrojenin bulunduğu tespit edilmiştir. Yine bol miktarda helyumun da varlığı anlaşılmıştır. Kâinatta çoğunlukla bulunan element de hidrojendir. Hidrojenden helyumun oluşması için güneşin ve yıldızların içlerindeki milyonlarca derecelik ısı yeter (Soğuk füzyon mümkün değildir). Güneşin saniyede yaydığı enerji karşılığındaki kütle kaybı, saniyede 4 milyon tondan fazladır. Buna göre Güneşin, milyarlarca yıldır enerjisi tükenmediği gibi, 1-2 milyar yıl, dünyamıza enerji göndermeğe yetecek yapıdadır. Sonra, (Allah’ın takdir ettiği bir zamanda) sönüp bitecektir. Güneşte hidrojenlerin birleşmesi sonucu ortaya çıkan helyum çekirdeklerinin de daha ağır çekirdeklere dönüştüğü düşünülür. Demir çekirdeği son üründür.
Güneş, dünyadan 150 milyon km. uzakta olmasına rağmen bizim için gerekli enerjiyi bize kesintisiz ulaştırır. Bu dev enerjili gök cismi, hidrojeni devamlı olarak helyuma çevirir. Her saniye 616 milyar ton hidrojen, 612 milyar ton helyuma çevrilir. Bu esnada dışarı salınan enerji, 500 milyon hidrojen bombasının patlamasına denktir. Dünyadaki dengenin devamı için gereken enerjinin % 99’u güneşten gelir. Isı ve ışığa dönüşüp insanlar başta olmak üzere yaratıklara hizmet eden, böylesine muazzam bir enerji kaynağının düzenini kim kurmuş, gücünü kim vermiş?
Dünyamıza düşmüş olan meteorların ve yıldızlardan gelen ışınların analizleri neticesinde bilinir ki, Güneş ve sistemine dâhil olan gezegenlerde, hatta yıldızlarda dünyada bilinmeyen başka bir element mevcut değildir. Bütün elementler de, proton ve nötronun katlarıdır. Son asırlarda bilginler, evrenin kütlesinde (bize göre dünya semâsında) 10 üzeri 79 proton ve nötron kütlesinin bulunduğunu tahmin etmektedirler. Semâdaki yıldız, galaksi ve gezegenleri ne kadar proton ve nötrondan (nükleondan) yarattığını Allah bilir. Çünkü O “Her şeyi adediyle saymıştır.” 3748
3748] 72/Cinn, 28
- 732 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Yıldızlar
Gezegenler, hem kendi ekseni etrafında, hem de güneşin etrafında dönerken, yıldızlar, sadece kendi etrafında dönerler ve ışıkları da kendilerindendir. Öyle ise, gezegenler bir yıldızdan ışık alıyor sayılır. Buna göre güneş de bir yıldızdır. Yıldızlar, dünyamıza oranla çok büyüktür. Mesela, büyük bir caminin kubbesi yıldız ise, toplu iğnenin başı da dünyamız olur. Bir de dünyaya göre insanın cismini düşününüz. Portakal üzerinde gözle görünmeyen tozlar gibi. Nasıl ki, portakal, üzerindeki tozları çekiyor, bırakmıyorsa, dünya da bizi öyle çekiyor ve bırakmıyor. Ayrıca atmosfer de bir sargı gibi her şeyi sarmış. Onun basıncından fırlayıp kurtulmak, epeyce teknik gücü gerektirmektedir. Uçaklar dâhil her şeyin atmosfer içindeki hareketi, yolcuların tren içindeki hareketlerine benzer. Nasıl ki, tren giderken yolcular da salon içinde gezerlerse, aynı şekilde dünya hem kendi etrafında, hem de güneşin etrafında dönerken biz, bir yerden diğerine rahatlıkla gidebiliyoruz. Bununla beraber dünyanın tesirinden kurtulmuş değiliz.
Yıldızlar, ışımaları için lüzumlu olan enerjiyi çekirdek birleşmeleri (füzyonu) sonucunda kütlelerinden kaybederek temin ettikleri için, gitgide soğuyacak ve küçüleceklerdir. Nihâyet küçülme neticesinde birbirlerinin çekimlerinden kurtularak saçılıp dağılacaklardır. Çünkü uzayda iki cisim, birbirlerini birleştiren doğru boyunca, kütleleriyle doğru ve aralarındaki uzaklığın karesiyle ters orantılı bir kuvvetle çekerler. Güneş sistemine bağlı gezegenler ve başka yıldızlar, birbirlerini çekmek suretiyle dengede kalıyorlar. Yıldızların sönüp dağılacağı zamanda yani “O gün arz başka bir yere, gökler de başka göklere tebdil olunacaktır.”3749; Güneş ve yıldızların sönüp dağılacakları, Kur’ân-ı Kerim’in başka âyetlerinde de bildirilir:”Gök yarıldığı zaman, yıldızlar dağıldığı zaman...”3750; “Güneş dürüldüğü zaman ve yıldızlar söndüğü zaman...”3751; “Yıldızların ışığı giderildiği zaman, gök yarıldığı zaman...” 3752
Eğer içindekilerle beraber semâlar ezelî olmuş olsaydı, şimdiye kadar gelip geçmiş sonsuz zaman içerisinde yıldızlar ve Güneş, çoktan sönüp dağılmış olacaklardı. Hâlâ bugün bunlar mevcut olduklarına göre, sonradan yaratılmış olup bir başlangıçları vardır ve günün birinde de küçülüp dağılarak sönüp gideceklerdir. İşte o zaman kıyâmet kopacaktır. Her sonradan var olanın, bir var edicisi (muhdisi) vardır. Bir şey yokken, kendi kendisini yaratamaz. O halde, semâ ve âlemleri yaratan, kendileri dışında ezelî ve ebedî olan Allah Teâlâ’dır.3753
Dünyamız ve Güneş
Şu dönmekte olan dünya, birdenbire duruverse acaba ne olur? Hemen, âni firen yapan bir arabayı hatırlamışızdır. Araba, âniden durunca herkes nasıl öne fırlıyorsa, dünyanın durmasıyla birlikte her şey, yerinden fırlayacak, belki dağlarla denizler yarış ederken, hepsi bir kül yığını gibi savrulacak. İhtimallere devam ediyoruz:
Güneşe yakın olan gezegenler, hızla döndüklerine; böylece güneşin çekimiyle
3749] 14/İbrahim, 48
3750] 82/İnfitâr, 1-2
3751] 81/Tekvîr, 1-2
3752] 77/Mürselât, 8-9
3753] Şâmil İslam Ansiklopedisi, c. 5, s. 380
YER VE GÖK (ARZ VE SEMÂ)
- 733 -
dengede kalıp bulundukları yeri koruduklarına göre; dünyamızın güneş etrafında dönüşü biraz yavaşlasa, o nisbette güneşe yaklaşacak ve yanacaktık. Hızlansa, uzaklaşacak ve donacaktık. Öyle bir noktada bulundurulmuşuz ki, dünyanın güneşe olan uzaklığı, mevcut canlıların yaşama sebeplerinden biridir. Dünyanın güneşe olan uzaklığını kim tayin etmiş? Dünyayı kim tartmış? Ona bu şekli kim vermiş? Sonra, dünyanın hem kendi ekseni etrafında, hem de güneşin etrafında dönüşü var ki, ilk hareketi veren kim? Bu hareketin devamını sağlayan kim? İşte bunları düşünüp tefekkür etmek, her şeyin her şeyle ve tüm şeylerin de Allah’la ilgisini görmek, insana düşen bir görevdir.
Büyük dünyamız, güneşe oranla çok küçüktür. Mesela, bir milyon dört yüz bin adet dünyayı bir araya toplamak mümkün olsaydı, işte o zaman güneşin büyüklüğü meydana çıkardı. Demek ki gözü doymadığı için dünyayı yemeğe kalkışanlara, güneşi vermek gerekecek; belki o ateş, onları doyurur. Güneşin verdiği ışık, 16 rakamının arkasına 27 tane sıfır koyarsanız, çıkan rakam kadar mum ışığına eşittir. Bir mumun nasıl yapıldığını ve kaç bin liraya satıldığını, ne kadar süreyle ve ne kadar yeri aydınlattığını hesaplarsak, güneşin -sadece ışık- değerini de bulmuş sayılırız. Acaba bu kadar lütuf, sadece isyan etmemiz veya günah işlememiz için mi?
Güneşin çevresindeki sıcaklık, altı bin dereceyi bulmaktadır. İç kısımlardaki ısı ise, 20 milyon santigrat derecedir. Güneş yüzeyinin bir santimetre karesinin bir dakikada verdiği kalori miktarı 900.000 kilokaloridir. Sathından fışkıran alevler, 400.000 kilometreye kadar yükselmektedir. Bu rakamlar ve bilgiler, bizi düşündürmektedir. Bütün bunlar, Allah’ın kudretine ve ilmine imanı arttırmalıdır. Güneş, hem yakın, hem de uzaktır. Kendisi milyonlarca kilometre uzaklarda bulunur, fakat çok yakınımızda hissederiz. Gölgeden güneşe çıkan kimse, güneşle çok yakın ve sıkı bir ilişki içindedir; o, güneşli bir havada yürüyor ve üzerine güneş ışınları sanki çok yakından düşüyor. Ayrıca güneş ışınlarının faydası düşünülürse, bir varlığın uzak olması, onun faydasız veya az faydalı olduğu anlamına gelmediği görülür. Güneş ışınları, dünyamıza sekiz dakikada ulaşır. Bu kadar uzun yolu kat ederken o kadar değişikliklere uğrar ki, bize ulaşan güneş ışınları, en faydalı duruma gelmiş şeklidir.
Dünya üç hareketi bir anda yapmaktadır. Hem kendi etrafında dönmekte, hem güneşin etrafında ve hem de güneş sistemi ile birlikte helezoni bir yay çizerek Vega burcuna doğru ilerlemektedir. Bu hareketler, topaca benzetilebilir. Mesela beton bir zemin üzerinde dönmekte olan topaç, ekseni etrafında dönerken ilerler, yer değiştirir. Fakat topacın hareketi düzenli değildir. Gittikçe hızı azalır. Geometrik bir şekil de çizemez. Dünya ise binlerce sene evvelinde hangi hızla dönüyordu ise, bu gün de aynı şekilde dönmektedir. Bütün bu hareketleri, bize hissettirmeden, bizi rahatsız etmeden yapmaktadır. Bir taksiyi, bir otobüsü, bir uçağı, içindekileri hiç rahatsız etmeden kullanmakta güçlük çeken insan, yer küresini idare edenin gücüne, maharetine hayran olmalıdır. Elbette ki, yerküresine hâkim olan, yer küresinin üzerindekileri kendi hallerinde bırakmamıştır. Bu bakımdan tesadüf ve kendiliğinden oluş diye bir şey olamayacağı gibi, dünyaya hâkim olan da, Allah’tan başkası değildir. Onun yerine tabiatı zikretmek, en hafif tabirle bilimsel gerçeklere ihanettir. “O söylenenlerden sonra, ey insan, hangi
- 734 -
KUR’AN KAVRAMLARI
düşünce sana dini yalanlatır? Allah, hâkimler hâkimi değil midir?” 3754
Hareket ve Zaman
Etrafımızdaki eşyaların hareket halinde olduğunu biliyoruz. Bu hareketin bir kısmını görüyoruz, bir kısmını göremiyoruz. Mesela, atomun elektronu çekirdek etrafında süratle döner. Bunu gözümüzle görmemiz mümkün değildir, fakat ilmen biliyoruz. Öyleyse atomlardan meydana gelen taş, toprak, hava, su vesaire de hareketlidir. Zaten ekseriya suyu akarken, havayı eserken görüyoruz. Her gün güneş, ay ve yıldızların doğup battığını biliyoruz. Yani gezegenler, yıldızlar ve bunları meydana getiren atomlar da hareketlidir. Zaten evrende sabit hiçbir şey yoktur. İşte “zaman” dediğimiz şey, atomlardan yıldızlara kadar var olan hareketin neticesidir. Zaman, cisimlerin, her türlü maddenin faâliyetinin birbirleriyle mukayesesinden doğmaktadır. Dünyanın kendi ekseni etrafında tam bir dönme müddetine “bir gün” diyoruz.
Kâinatta madde kaim olmakla beraber hareket dursa, zaman da durur. Tabii, evrende hareketin durması mümkün değildir. Maddedeki hareket ile birlikte zaman da kıyamete kadar akıp gidecektir. Maddeyi elbette yoktan var eden bir yaratıcı vardır. Hiçbir varlık, kendi kendisine yoktan vücut veremez. Hiçten yaratma gücüne sahip ezelî bir halk edici olmalıdır. En büyük galaksilerden en küçük zerrelere kadar her şeyde bir nizam, ölçü ve uyum vardır. Küçücük zerrelerde bile hareket son derece intizamlıdır. Öyle ki atomlardaki hareket, matematik formüller ile ifade edilebiliyor. Ayın, dünyanın ve gezegenlerin hareketi son derece ölçülüdür. Gelişigüzel karışık hareketler görmek mümkün değildir. Bu muhteşem uçakların seyri, gelişigüzel değil; tüm hareketlerinin gelişi de, gidişi de güzeldir. O halde hiçbir tür harekette tesadüf yoktur. Her şeye ilimle, hikmetle hareket veren bir yüce kudret sahibi vardır.
Maddeyi yoktan kim yaratmış ise, en büyüğünden en küçüğüne kadar bütün hareketi kim veriyorsa, zamanı da halk eden O’dur. Cisimlerin en küçüğü olan atomun parçalarını ve gezegenler, yıldızlar gibi koca kütleleri nizamla, hesapla döndüren Kaadir-i Mutlak, zaman dediğimiz azim nehri akıtıp götürmektedir. Dünyanın kendi ekseni etrafında dönme süresi daima aynıdır. Bu süre, bizim zaman ölçümüzdür. Dünya kendi ekseni etrafında dönmesiyle bir günü, güneş etrafında belirli bir müddette dönmesiyle bir yılı meydana getirir. Ay ve diğer gezegenler de bozulmaz, dağılmaz koca birer saattirler. “Sana hilal şeklindeki aydan sorarlar. De ki: Onlar, insanlar ve özellikle hac için vakit ölçüleridir.”3755; “O, sabahı açandır. O, geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ayı (vakitlerin tayini için) birer hesap ölçüsü kılmıştır. İşte, bütün bunlar, aziz olan (ve her şeyi) çok iyi bilen Allah’ın takdiridir.” 3756
Evrenin Muazzam Büyüklüğü
İçinde bulunduğumuz âlemin büyüklüğü hakkında bir fikir vermek için şunu belirtelim: En yakın yıldızın ışığı, dünyamıza 4,3 senede gelir. Işığın bir saniyede üç yüz bin kilometre hızla gittiğini düşünürsek, yaklaşık dört buçuk senede kaç kilometre gittiğini rakamla gösterebiliriz, fakat bu rakamı okuyamayız.
3754] 95/Tîn, 7-8
3755] 2/Bakara, 189
3756] 6/En’âm, 96
YER VE GÖK (ARZ VE SEMÂ)
- 735 -
Bu büyük rakamlara astronomik rakamlar denmiştir. Astronomideki rakamlar, matematiğin sınırları dışına çıkar, biz onları yazar, görürüz, fakat okuyamayız. Üslü değerlerle ifade etmeye çalışırız. Fakat bu üslü değerler, sonu sıfırla devam eden rakamlar için geçerlidir. Böyle olmayıp da üslü okunamayan, sıfırdan hâriç 25 rakamı arka arkaya dizelim ve meydana gelen rakamı okumaya çalışalım. Okuyamayacağız. İşte insanın aklı ve bilgisinin ne kadar sınırlı olduğu buradan bile anlaşılabilir. Henüz matematik rakamlarını okuyamayan insan, her şeye aklı ereceğini, söz gelimi aklının ermediği veya almadığı gayb âlemini, hatta uzayla ilgili dünya semâsının -ki ondan başka altı kat gök daha vardır- derinliklerini ve tüm sırlarını çözemez. Öyle ise, bir insanın aklının varacağı en son tekâmül çizgisi, kendi anlayışının sınırlarını tayin etmekten, acziyetini kabul etmekten ibarettir. Demek ki insan, bazı şeyleri bilemeyecektir. Biz bilmiyorsak, her şeyi bilen vardır. Bizim okuyamadığımız rakamlarla astronomik cisimleri tertip eden ve tanzim eden vardır. Bilmediğimizi bileni, yapamadıklarımızı yapanı bilmek, insanca bir harekettir. 3757
Galaksiler ve Samanyolu Galaksisi
Güneş, ismine Samanyolu galaksisi denilen ve içinde güneş gibi 200.000.000 yıldız barındıran çok büyük, çok çok büyük bir yıldız adasındadır. Sürdürülen bir seri çalışmalar ve gözlemler sonucunda Samanyolunun spiral-disk şeklinde bir yapıya benzediği; uzunluğunun 100.000 ışık yılı, genişliğinin de 30.000 ışık yılı olduğu uzmanlarca bugün kabul gören çarpıcı bir gerçektir. Gökbilimcilerle uzay fizikçileri, bu çarpıcı sonuç karşısında, gözlerini dehşetle açarak bu korkunç büyüklüğü idrâk edememenin idrâki içinde kalmışlardır. Bu, gerçekten muazzam ve muhteşem bir değerdir. Işık, bir yılda 9.460.000.000.000 (yani; 9,46 trilyon) kilometre yol alır. Işığın bir yılda aldığı yolun 100.000 kat fazlası olan km. karşılığıdır ve bu uzaklık, sadece içinde bulunduğumuz galaksinin boyunu ifade eder. Artık bundan sonra, kilometre cinsinden uzaklıklar da, rakamlar da yetersiz kalır; milyar, trilyon, kentilyon... derken sayılar bile bitip tükenir hale gelir. Galaksimiz, kendi merkez ekseni etrafında tam bir dolanımı 225 milyon yılda tamamlar. Bunun için de, saniyede 250 km.lik bir harekete sahiptir.
Acaba, evrende bizim Samanyolu’ndan başka galaksiler de var mıdır? Bu soruya cevap arayan bilimciler, dünyamıza en yakın bir yıldız topluluğu olan ve ismine de Andromodea denilen bir galaksi buldular. Onun ışığı da bize 2,5 milyon yılda geliyordu. Bu şu demektir: Eğer biz “şimdi” bu galaksiyi gözlersek, onun “şimdiki” halini değil; 2,5 milyon yıl önceki durumunu gözlüyoruz demektir. Bu gerçeğin tersi de doğrudur. Bu galaksiden “şimdi” uzaya yayılan ışınlar, bizim dünyamıza 2,5 milyon yıl sonra ulaşmış olacaktır.
Uzayda galaksileri saymaya kalkışmak, ünlü deyimle pöstekideki (hayvan postundaki) tüyleri bir bir saymak demektir. Buna rağmen bilimciler, bazı örnekleme metotlarını geliştirerek, evrende 200.000.000.000 galaksinin mevcûdiyetine inanmaktadır. Işığı bize 5 milyar, 10 milyar yıl sonra gelen yıldız topluluklarının varlığı karşısında uzmanların nasıl hayret ve hayranlık içinde kaldıklarını belirtmeye gerek yoktur. Geçen yıllarda, ışığı bize 14 milyar yıl sonra gelen ve ismine de Kuasar adı verilen, çok yüksek enerjiye sahip gök cisimleri keşfedildi.
3757] Hekimoğlu İsmail-H. H. Korkmaz, İlimler ve Yorumlar, Türdav Y., s. 371-372
- 736 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Güneş sistemleri, galaksiler, meta-galaksiler, süper-diziler ve âlemler gibi, bütün bu evrenler, -ki 18.000 âlemin mevcut olduğu rivâyet edilmektedir- Kur’an’da bildirilen aşağı semâyı, (dünya semâsını, birinci kat göğü) teşkil etmektedirler. Diğer altı gök tabakasını, onların üzerindeki Kürsî ve Arşı da mâhiyet olarak bilememekte ve inanmaktayız. “Allah, O'ndan başka ilah yoktur... Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur... Onun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.” 3758
Fezanın Kısmî Fethi
Dünyanın çevresinde ilk insanın uçmaya başladığı 1961 yılından önce yaşayan müfessirler, tefsirlerinde insanoğlunun bu harikulâde olayını nakledememişler ve Kur’an’ın bu konuya dair beyanlarının tefsirini de açık bir şekilde yapamamışlardır. Ancak bu olaydan sonradır ki, pek çok İslâm âlimi, bu konuyu ele almış ve önemli bazı açıklamalarda bulunmuştur. Zira diğer bazı keşif ve olaylar gibi, bu olay da, eskiden beri mahiyeti anlaşılamayan ve sadece Arapça kelime karşılıkları verilen bazı âyetlerin mâhiyetini daha iyi açıklayıcı bir unsur ve etken olmuştur. Şâyet geçmiş asırlardaki insanlar, gelecekte insanların fezaya çıkacaklarını söyleselerdi, şüphesiz o asırdaki insanlar, bunun bir hayal olduğunu zannederlerdi. Ne var ki, Kur’an, bunu bize bin dört yüz sene önce haber vermiş ve insanoğlunun fezaya çıkabileceğini ve aya ulaşabileceğini de bize açıklamıştır. Kur’an’da bu konuya işaret eden âyetlerin belli başlıları şunlardır:
“Ey cin ve ins cemaati! Eğer göklerin ve yerin etrafından çıkmağa gücünüz yetiyorsa çıkın. (Fakat Allah’ın vereceği) bir sültân (kuvvet) olmadıkça çıkamazsınız.” 3759
“Eğer gücün yetse onlara bir mûcize getirmek için bir menfez bularak yerin altına girer veya bir merdiven bulup göğe çıkardın.” 3760
“Allah, hidâyetini dilediği kimsenin göğsünü, İslâm için açar. Dalâlete düşürmek istediğinin kalbini de öyle dar ve kasvetli eder ki, iman ona göğe çıkmak kadar zor gelir.” 3761
“De ki: Göklerde ve yerde olan şeylere bakın.” 3762
“Biz onlara, dış âlemde ve kendi nefislerindeki âyetlerimizi yakında göstereceğiz.” 3763
“Eğer onlara gökten bir kapı açsak ve oradan yukarı çıksalar ‘gözlerimiz iyi görmüyor, belki de biz büyülenmişler topluluğuyuz’ diyeceklerdir.” 3764
Bu âyetleri, özellikle 55/Rahman sûresinin 33. âyeti, insanların fezaya çıkabileceklerine, aya ve diğer yıldızlara ulaşabileceklerine işaret etmekte; bu âyette geçen “sültân” kelimesi de bu gerçeği ifade etmektedir. Pek çok tefsirde, “sültân” kelimesine; güç, kuvvet, zorla istediğini yapma ve yenme anlamları verilmiş, ancak bu güç ve kuvvetin mahiyeti hakkında da tabiatıyla herhangi bir bilgi verilememiş ve açıklama da yapılamamıştır. Bununla beraber, bu âyetteki ifadeden
3758] 2/Bakara, 255
3759] 55/Rahmân, 33
3760] 6/ En’âm, 35
3761] 6/En’âm, 125
3762] 10/Yûnus, 101
3763] 41/Fussılet, 53
3764] 15/Hicr, 14-15
YER VE GÖK (ARZ VE SEMÂ)
- 737 -
bazı müfessirler, insanların fezaya çıkamayacakları anlamını çıkartmışlar; bazı müfessirler de, bir güç ve kuvvet yardımı ile fezaya çıkılabileceğini prensip olarak kabul etmekle birlikte, bunun insanlar için mümkün olamayacağını söylemişlerdir. Zira bunlara göre, bu fezaya çıkma işi, nasıl mümkün olacaktır?
Bu kendileri için çözülmesi gereken bir problem ve bir istifhamdır. Bu problem çözülmedikçe, bu âyetten anlaşılabilecek mana, ancak olumsuz olabilecektir. Nitekim bu problem, insanoğlunun fezaya çıkışı ve aya ulaşması ile çözümlenince bu âyet, bazı İslâm âlimlerince olumlu anlamda yorumlanmış ve neticede bu âyetin, insanların fezaya çıkabileceklerine ve aya ulaşabileceklerine işaret ettiği söylenmiştir.
Aslında Kur’an’da insanların fezaya çıkamayacakları ve aya ulaşamayacaklarının imkânsızlığı değil; bilakis insanların bu durum ve şekliyle çıkamayacakları, bunun tam aksine birtakım güç ve kuvvetler yardımıyla (“sültân”la) fezaya çıkabilecekleri mümkün olduğu ifade edilmiştir. Nitekim zikredilen diğer âyetlerde de fezaya çıkma ile ilgili bilgiler kullanılmaktadır. Gerçekte Kur’an, insanoğlunun bu konuda da çalışmasını emretmiş, çalışma ve ilim vasıtasıyla birçok şeyin yapılabileceğini ve bunun da imkân dâhilinde olduğunu belirtmiştir.
Kâinatın Nizamı, Muhteşem Sistem
Üzerinde yaşadığımız dünya ile güneş sistemi ve diğer bütün yıldızlar arasında ince bir âhenk ve eşsiz bir uyum mevcuttur. Öyle ki, yeryüzünün ölçü ve nisbetlerinden herhangi birinde meydana gelecek en küçük bir değişiklik ihtimali bile yalnız dünyayı değil; bütünüyle hayatı kökten mahvedecek ve yaşanmaya elverişsiz bir hale getirecek durumdadır. Dünyanın hacmi, kütlesi, güneşten uzaklığı; güneşin kütlesi, ısı derecesi, dünyanın kendi ekseni üzerindeki ölçülü eğikliği, hem kendi yörüngesinde, hem de güneş etrafındaki seyir hızı; ayın dünyadan uzaklığı, hacmi ve kütlesi; karaların ve denizlerin dünya üzerindeki dağılımı ve daha binlerce ölçü ve oranlar, kâinattaki mevcut nizam ve dengenin varlığını açık bir şekilde ifade etmektedir. Kur’an’da bu gerçekler, şöyle ifade edilmiştir: “Gerçekten Biz, her şeyi bir takdir ile (ölçüyle) yarattık.”3765; “O’nun katında her şey, bir ölçüye tâbidir.” 3766
Allah, bu dünyada her şeyi bir ölçüye tâbi kılmıştır. Oksijenin havada % 21 nisbetinde olduğunu biliyoruz. Şâyet bu oran, % 50’ye çıksa idi ne olurdu? Dünyada bulunan her şey, ilk kıvılcım ile tutuşurdu. Hatta bir ağaca isabet eden kıvılcım, sadece o ağacı değil; hemen bütün bir ormanı tutuştururdu.
Yer küresi kendi ekseni etrafında her 24 saatte bir dönüş yapar. Yani dünyamız saatte 1600 km. civarında bir hıza sahiptir. Şimdi farzedelim ki o, saatte 160 km.lik bir hızla dönüyor, niçin olmasın, o takdirde gece ve gündüzümüz şimdi olduğundan 10 kat daha uzun olacaktır. Bu durumda yaz mevsiminin kızgın güneşi, her gün, bitkilerimizi yakacak, geceleyin de yeryüzündeki bütün bitkiler soğuktan donacaktır.
Gök cisimlerinin yörüngelerinden en ufak bir sapmanın bile sistemi alt üst edecek kadar önemli sonuçlar doğurabileceği hesaplanmıştır. Mesela dünya
3765] 54/Kamer, 49
3766] 13/Ra’d, 8
- 738 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yörüngesinde normalden fazla veya eksik 3 milimetrelik bir sapma, bakın nelere yol açabilirdi? Dünya güneş çevresinde dönerken öyle bir yörünge çizer ki, her 18 milde doğru bir çizgiden ancak 2,8 mm. ayrılır. Dünyanın çizdiği bu yörünge, kıl payı şaşmaz; çünkü yörüngeden 3 mm.lik bir sapma bile büyük felâketler doğururdu. Sapma, 2,8 mm. yerine 2,5 mm. olsaydı, yörünge çok geniş olurdu ve hepimiz donardık. Sapma 3,1 mm. olsaydı, hepimiz kavrularak ölürdük.
Her türlü hayatın gereği olan güneşin yüzeyindeki ısı, 12.000 fahrenhayt (Yaklaşık olarak 6.650 santigrat) derecedir. Dünyamız, güneşten, yeter derecede bizi ısıtabilecek kadar uzaktır. Bu mesafe, hayret verici bir şekilde sabit kalmaktadır. Milyonlarca yıldır, bu alanda meydana gelen değişiklik, bildiğimiz tarzdaki hayatın devamına zarar vermeyecek kadar az olmuştur. Şâyet yer küresinin sıcaklığı bir yılda ortalama olarak 50 derece değişseydi, bütün bitkilerle birlikte insan da yanarak veya donarak ölürdü. 3767
Dünya, güneş etrafında saniyede 30 km.lik bir hızla döner. Bu hız, mesela saniyede 10 veya 70 km. olsaydı güneşe olan uzaklık veya yakınlığımız yaşamamıza engel teşkil ederdi.
Evrendeki milyarlarca yıldız ve galaksi, mükemmel uyum içinde hem kendi etrafında, hem de bağlı oldukları sistemlerle birlikte dönerler. Hatta bazen 200-300 milyar yıldız bulunan galaksiler, birbirinin içinden geçip giderler. Mesela dünya, saatte 1670 km. hızla kendi ekseninde döner. Bugün en hızlı mermi, saatte ortalama 1800 km.lik sürate sahip. Dünyanın güneş etrafındaki hızı, bir merminin yaklaşık 60 katı, 108.000 km. (Bu hızda bir araç yapılabilseydi, dünyanın çevresini 22 dakikada dolaşacaktı.)
Bütün bunlar, bir ilahî kanun gereği olmaktadır. Bu kanun, bütün evrende hükmünü sürdürmektedir. Son derece bir nizam ve ölçüyle; Allah’ın ölçüsüyle.
İnsanın ne hâfıza yeteneği, ne algılama gücü ve ne de öğrenme kabiliyeti, evrenin tüm özelliklerini tam olarak kavramaya muktedirdir. Sürdürülen bir seri gözlemler, gözlemlerden elde edilen çarpıcı gerçekler, bu gerçeklerden açığa çıkan sonuçların matematik denklemlere yansıyan ifadeleri, bizi, şimdiye kadar kullana kullana alıştığımız ve şartlandığımız her türlü nitelik ve nicelikteki değerlerin ötesinde, öylesine derin anlamlara sürükler ki, bu derinliklerin yalnızlığında insan, hayret, hayranlık ve huşû ile ezilir; Yaratıcı’nın kudretinin büyüklüğü karşısında şükür secdelerine kapanır.
Çevremizde her an şahit olduğumuz olaylara sanki sıradan bir faaliyetmiş gibi dudak büker, bakıp geçeriz. Hâlbuki bütün bu işlemlerde son noktanın insanda düğümlendiğini anlamak, mutlulukların en büyüğüdür. Tabiattaki her faaliyet, her işlem, her mekanizma, mutlaka insan içindir ve insanda nihâyet bulacaktır. Peki, her şeyin kendine hizmet ettiği insan, kime kulluk edip kimin hizmetine girmelidir? Sadece bakmasını değil; görmesini de bilenler için, ne kadar çok hikmetler, ibretler vardır. “İnsanlara ufuklarda (dış dünyalarında) ve kendi nefislerinde âyetlerimizi (kudretimize delâlet eden delilleri) göstereceğiz ki, onun (Kur’an’ın) gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?” 3768
3767] Celâl Kırca, Kur’an ve Fen Bilimleri, Marifet Y., s. 174-175
3768] 41/Fussılet, 53
YER VE GÖK (ARZ VE SEMÂ)
- 739 -
Aklını kullanmasını bilen bir kişi için, önce kendi varlığından ve öz benliğinden başlamak üzere, çevresindeki tabiat olaylarını anlamaya çalışmak ve gözlem çemberini genişleterek evrenin bütününü kapsayan bir zihin gücüyle bakıp görerek algılamak, tefekkür etmek, yüce bir Yaratıcı’nın varlığını idrâk için yeterlidir. Çünkü evrenin tamamını oluşturan atomik düzeydeki parçacıkların her biri ve bunlar arasındaki mevcut olağanüstü derecedeki sıkı ilişkiler, matematik prensiplere dayalı dantel misali örülmüş dayanıklı düzenlemeleri yasalaşmış örneklerini verirler. Bu, öylesine âhenkli, muhteşem ve hârika bir nizamdır ki, burada tesadüflere yer yoktur. Her mekân ve zaman boyutunda olması gereken neyse o olur. Her şey ve her olay, kendi yerinde; nerede ve nasıl bulunması ve oluşması gerekiyorsa oradadır. Talih, şans, tesadüf, evrensel bütünlük içinde yer almaz. Olayların kendi tabii seyri içindeki akımı, üstün bir planlamanın bilimsel örnekleriyle doludur. Canlı cansız, küçük büyük bütün yaratıklar, insanda hayret ve hayranlık uyandıracak kadar kapsamlı bir kâinat kitabının sayfalarını titizlikle hazırlarlar. Bu kitabın her satırında ve kelimesinde Allah’ın varlığına ve birliğine; ilim ve kudretine şehâdet eden kesin deliller ve değişmez işaretler vardır. 3769
“Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Allah’ın her şeye gücü yeter. Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde akl-ı selim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır. Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı zikredip anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler, derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) ‘Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru.!” 3770
Kâinat Büyük, ama Ekber Değil!
Maddî âlemlerin büyüklüğü, manevî büyüklük yanında cılız kalır. Buhârî’nin rivâyet ettiği bir hadis-i şerifteki cennet büyüklüğü de şükrümüzü daha arttıracak cinstendir: “Cehennemden en son çıkacak ve cennete en son girecek olan (günahkâr mü’mine) verilecek ona özel cennetin büyüklüğü, dünya büyüklüğünün iki (veya diğer rivâyette, on) misli kadar yer olacaktır.”3771 Diğer mü’minlere verilecek cennetlerin büyüklüklerini ve tüm cennetin (tabii -Allah muhâfaza- cehennemin) büyüklüğünü tahmin etmek, bizim sınırlı hayalimiz için kolay olmuyor.
Büyüklük kavramı, özellikle maddî cisimler için izâfîdir/görecelidir. Köyünden dışarı hiç çıkmamış bir çobanın büyüklük anlayışı ile gök cisimlerinin ve fezanın büyüklüğünü yaklaşık olarak da olsa rakamlarla söyleyebilecek bir bilgin’in değerlendirmesi aynı olmayacaktır. Bir çocuğun gözünde babası, dev gibi büyük birisidir. Bir karınca gözünde, bir sinek veya böcek çok büyük bir devdir. Bizim anlayışlarımız da buna kıyaslanmalı. Kim bilir meleklerin büyüklükleri ne kadardır? Ama şurası unutulmamalı ki, çok önem atfettiğimiz arabamız, evimiz, arsamız, fabrikamız... hiç de büyük değil; hele ekber hiç mi hiç değildir. Evrenin muhteşem büyüklüğü, bizi hayrete düşürebilir, ama bu konuda takılıp kalmak da çok yanlıştır. Uzay, kimilerinin zannettiği veya yanlış ifadelendirdiği gibi sonsuz, sınırsız, uçsuz-bucaksız değildir. Tüm yaratıklar gibi sınırlıdır, sonludur; büyüktür ama en büyük değildir.
3769] Taşkın Tuna, Eğitim Bilim Dergisi, sayı, 10
3770] 3/Âl-i İmran, 189-191
3771] Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi, c. 2, s. 844-846
- 740 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Gök cisimlerinin, evrenin büyüklüğü, bize onları yaratanın büyüklüğünü, kudretini, ilmini... anlatmalı, yaratıklardan Yaratan’a uruc edip bağlanabilmeyi hatırlatmalıdır. “Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı zikredip anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler, derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) ‘Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru.!”3772; “İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (gereğince)korkar. Şüphesiz Allah, daima üstündür, çok bağışlayandır.”3773 İnsan, yaratılandan Yaratan’a nüfuz edemeyince, gözlemi tefekküre ulaşamayınca, ilmi imanla bütünleşemeyince; ibâdet etme ihtiyacını Allah’tan başka hayranlık duyduğu varlıklara yöneltip bazı cisim ve canlıları putlaştırma ahmaklığına düşmüştür. Bu putlaştırmalar içinde gök ve gök cisimleri büyük yer tutar.
Kur’an, yer ve gökler hakkında çok sayıda âyetinde çeşitli ayrıntılara da yer verir.
Gök Cisimlerinin Putlaştırılıp Bâtıl Tanrı Kabul Edilmesi
a- Güneşe Tapılması: İnsanlık tarihi, tevhid-şirk mücâdelesinin tarihidir. İnsanların bir kısmı, tevhid çizgisinden ayrılmasa da, hemen her dönemde nice insan, çeşitli varlıkları Allah’a ortak koşmuş, Allah’ı bırakıp putlara tapmıştır. İlah yerine konulanlar içinde, tabiat güçleri ve varlıkları önemli yer tutar. Tabiattaki birçok varlık arasında, belki en geniş ölçüde tapınmaya konu olan mahlûk güneştir. Eski Mısır, Asya ve Avrupa’da, Peru ve Meksika’da güneş kültüne çok rastlanır.
Mısır’da Râ, doğan güneş tanrısıydı. Daha sonra Mısır’da Akhanaton tarafından resmî din haline getirilen dinin (Aton dini) tek tanrısı, güneş yuvarlağını kişileştiren Aton idi. Evrensel güneş; sıcaklık, kâinatı aydınlatan ve canlandıran enerji vermesi, parlaklık, kudret, uzak olduğu halde ışıklarıyla yerde oluşu gibi özellikleriyle insanların ta’zîmine hedef edilmiş olabilir. Hindistan’da Vedizm’de Surya, bir güneş tanrısıdır. Hintlilerde olduğu gibi İranlılara da mahsus bir güneş tanrısı olan Mitra (yahut Mithra), ışık ve hak tanrısıdır. Mani dininde, güneş ile aya dua etmek yer alıyordu. Cermenlerde ve Romalılarda da güneşe tapılırdı. Romalılarda güneş tanrısı “sol invectus (yenilmez güneş) için bir tapınak vardı. Şintoizmde güneş tanrısı olan Amaterasu, İdzanagi’nin sağ gözünden, ay tanrısı olan Tsuki-Nokami ise sol gözünden düşen damladan doğarlar. Sümerler güneş, ay, zühre gibi yıldızların tanrılaşan ruhlar olduğuna inanırlardı. Bazılarına göre, güneşe tapanlar, onun akıl ve ruhu olan bir melek olduğunu, bütün süflî varlıkların kaynağı bulunduğunu düşünür, putlarla da temsil ederler.
Arabistan’da güneşe tapıldığı da bilinmektedir. “Abdu şems” gibi isimler de bunu göstermektedir. Bazılarına göre el-Lât veya Semud kavmindeki İlât, güneşi temsil etmiş olmalıdır. Yazıtlardan öğrenildiğine göre Güney Arabistan’da yaşayanlar, bariz surette aya, güneşe, yıldızlara tapmışlardı. 3774
b- Aya Tapılması: Aya tapınma da, yaygın şirk şekillerinden olmuştur. Mısır, İran, Babil, Hindistan, Yunanistan, Avustralya, Yeni Zelanda, Meksika, Batı
3772] 3/Âl-i İmran, 191
3773] 35/Fâtır, 28
3774] Suat Yıldırım, Kur’an’da Ulûhiyyet, Kayıhan Y., s. 365
YER VE GÖK (ARZ VE SEMÂ)
- 741 -
Avrupa’da (Keltlerde) ve Afrika’da rastlanmaktadır.
c- Yıldıza Tapılması: Eş-Şı’râ isimli yıldıza bazı Araplar tarafından tapıldığı bilinmektedir. Bunların, Huzâa kabilesi olduğu söylenir. Allah, bir âyette “Doğrusu, şi’râ yıldızının da Rabbi O’dur (Allah’tır).”3775 buyurmakla, böyle şeylere tapmanın bâtıl olduğunu bildirmiştir. 3776
Hz. İbrahim’in tevhid mesajını ilettiği toplumun yıldıza, aya ve güneşe tapanlar olduklarını, Hz. İbrahim’in bunların ilah olamayacağına dair aklî deliller sunmasından anlıyoruz. Irak’ta yaşayan Kildanîlerin bu inancı ve bâtıl tanrıların durumları anlatılır ki, düşünülsün; bu tür şirkten vazgeçilsin. 3777
Fahreddin Râzi, heykellerden yapılmış putlara tapmanın, temelde yıldızlara tapmanın sembolü olduğunu ifade ederken, yıldızlara tapmanın özelliklerini de açıklar:
Âlimlerin pek çoğu şunu söylemişlerdir: Bazı müşrik insanlar, bu âlemin durumlarının değişmesinin yıldızların durumlarının değişmesine bağlı olduğuna inanmışlardır. Bu inançta olanlar, yıldızların durumunu gözetleyerek bu dünyada meydana gelen mutluluk ve mutsuzlukların, yıldızlardaki talihlerine bağlı olduklarına inanmışlardır. Onlardan bir kısmı, yıldızların varlıklarının zatları gereği olduğuna, bu âlemleri de onların yarattığına inanmışlardır. Yine onlardan bir kısmı, bu yıldızların en büyük ilahın mahlûkları olduğuna, bu yıldızların da âlemin yaratıcısı olduğuna inanmışlardır. Birinciler, bu yıldızların gerçekte ilah olduklarına, ikinciler de onların, Allah ile insanlar arasında vasıta olduklarına inanmışlar, böylece onlara ibâdet ve inkıyatla meşgul olmuşlardır. Sonra ise, yıldızların çoğu zaman gözlerden gizli olduklarını görünce, onlar namına bazı putlar edinmişler ve bu putlara ibâdetleriyle de bu gök cisimlerini kast ederek ve yıldızların görünmeyen gölgelerine yaklaşarak putlara tapınmaya yönelmişlerdir. Derken zaman uzayınca, yıldızların isimlerini aradan çıkarıp sadece bu heykellere tapınmaya başlamışlardır. İşte bunlar, gerçekte yıldızlara tapan kimselerdir. 3778
Yunanlılar, İskender’den önce, kendileri için ruhânî kuvvetlerin ve ışık saçan gök cisimlerinin isimleri ile tanınan birtakım heykeller yapmaya ve onları kendileri için bizzat ma’bud kabul etmeye yöneldiler. Dahhâk’ın San’a şehrinde Zühre yıldızı adına inşa ettiği Gumdân tapınağı, puthanelerin meşhurlarındandır. Hz. Osman (r.a.) bu puthaneyi yıktırmıştır. İran hükümdarı Menûşehr’in ay adına inşa ettiği Nevbahar-ı Belh isimli puthane de meşhur tapınaklardandır. 3779
Kur’ân-ı Kerim, güneş ve ayın Allah tarafından hizmete âmâde kılınmasını, O’nun büyük nimetlerinden olarak zikreder.3780 Onların sayma ve ölçü vesileleri3781 olmak, aydınlatmak3782 gibi faydaları vardır. Bütün özellikleriyle, Allah’ın âyetlerindendirler.3783 Bunlar, belirli bir zamana kadar görevlerini yapacak, süre3775]
53/Necm, 49
3776] S. Yıldırım, a.g.e. s. 366
3777] Bk. 6/En’âm suresi 76-79. ayetler
3778] Fahreddin Râzi, Mefatihu’l Gayb (Tefsir-i Kebir), Akçağ Y., c. 2, s. 134
3779] F. Râzi, a. g. e., s. 136-137
3780] 16/Nahl, 2; Zümer, 5
3781] 6/En’âm, 96
3782] 10/Yûnus, 5; 71/Nuh, 16
3783] 41/Fussılet, 37
- 742 -
KUR’AN KAVRAMLARI
leri dolunca dürülüp toplanacaklardır.3784 Allah, güneşe ve onun kuşluk zamanındaki parlaklığa kasem etmekle3785 ona bir değer verdiğini gösterir. Öyleyse insan onlara değil; onları yaratan ve teshir eden Allah’a şükür ve ta’zim etmelidir.
Kur’an, Sebe’ halkının güneşe tapmalarını vesile ederek, bu ibâdetin sapıklık olduğunu söyler.3786 Bir âyette de, bütün insanlara, mutlak olarak şunu ilân eder: “Gece ile gündüz, güneş ile ay Allah’ın varlığının âyetlerinden/belgelerindendir. Güneşe ve aya secde etmeyin; eğer Allah’a kulluk etmek istiyorsanız, bunları yaratana secde edin.”3787 Burada şöyle bir işaret bulunabilir: Bu varlıklara tapanların en azından büyük bir kısmı, Allah’a inanıyor ve ibâdet ediyorlardı, dolayısıyla bu gök cisimleri, bağımsız tanrılar değillerdi. Fakat onlara tapanlar, onları ibâdetlerinde şerik/ortak koşuyorlardı. Allah, bu yaratıklara tapınmayı bırakıp, ibâdetin onları Yaratan’a tahsis edilmesini emrediyor. İslâmiyet, tapınma secdesi olmasa bile öbür mahlûklar gibi bunlara da ta’zimi yasaklamıştır. 3788
d- Gök’e Tanrılık İsnâdı, Eski Türklerin Gök Tanrısı: Şamanlık inancına bağlı Türklerin Gök Tanrısı anlayışında gök, cisimleştirilmiş, somut tanrısal bir varlık olarak kabul edilmiştir. 3789
“Gök Tanrı” anlamında eski Türkler, “Tengri” “Tangrı” diye isimlendirdikleri bir iyilik tanrısına inanıyorlar, bunun gök olduğunu kabul ediyorlardı. (Orta Asya Türklerine göre bu Gök Tanrı; yeryüzünün, insanların ve görünür görünmez her varlığın yaratıcısıdır. İnsanların yaşantıları arasında dengeyi o sağlar, O, bütün kâinatın efendisidir.3790 (Türkçe “Tanrı” kelimesi, aslında bu şirk unsuru olan Gök Tanrı anlamında olduğundan Allah için kullanılmamalıdır.)
Gök Tanrı kültünün hemen bütün Orta Asya Türk toplumlarında çok köklü bir inanç olması sebebiyle etkisi, İslâm sonrası dönemde dahi kendini göstermiştir. Bu kültün İslâmî döneme mahsus bazı metinlerde de ortaya çıktığı müşahede olunmaktadır. 3791
Ve Günümüz
“Gök Tanrı” inancının çok eski dönemlerde kaldığı, artık güneşe, aya, yıldızlara kimsenin tapmadığı gibi anlayışlar, kesinlikle doğru bir yargı değildir. Şirk cephesinde yeni bir şey yok. Kur’ân-ı Kerim de bu yüzden “güneşe ve aya secde etmeyin.”3792 demekte; günümüzdeki insana da bu mesajı iletmektedir. Türklerin Gök Tanrı’ları’nın çoktan ölüp tarihin çöplüğüne gömüldüğü anlayışıyla ilgili bir yargıya varıp varmamak için gelin, bu konuda aynamızı topluma tutalım:
Medyada; medyumlardan, falcılardan, astrologlardan yani modern müneccimlerden geçilmiyor. Boyalı basın dediğimiz, yazıdan daha çok resimlerin yer
3784] 81/Tekvir, 1
3785] 91/Şems, 1
3786] 27/Neml, 24-25
3787] 41/Fussılet, 37
3788] Suat Yıldırım, Kur’an’da Ulûhiyyet, Kayıhan Y., s. 367
3789] Orhan Hançerlioğlu, İnanç Sözlüğü, Remzi Kitabevi, s. 214
3790] Ahmet Yaşar Ocak, Bektaşi Menakıbnamelerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri, Enderun Kitabevi Y., s. 30
3791] A. Y. Ocak, a. g. e., s. 32
3792] 41/Fussılet, 37
YER VE GÖK (ARZ VE SEMÂ)
- 743 -
aldığı gazetelerin tümünde her gün burç ve fal köşeleri yayınlanmaktadır. Buralarda “yıldızınız diyor ki”, “burcunuz”, “elektronik burç falı”, “bilgisayarlı astrolojik fal” gibi köşelere ne demeli? (Bu hurafeler, irtica kavramına girmediğinden kimsenin bir şey dediği yok. Peki müslümanların da mı diyeceği yok?!)
Günümüz ve Modern Müneccimlik
Müneccimlik, sanıldığı gibi tarihe karışmış değil; sadece modernleşmiştir o kadar. (Müneccim: Yıldızların hareketlerinden ahkâm çıkaran kimseye verilen addı. Şimdi bu işle uğraşanlara astrolog veya medyum deniliyor. Astrolog: Yıldız falına bakan kimse demektir. Horoskop denilen yıldızların, burçların bulundukları yerin haritasını çıkarıp, falına bakacakları kimsenin doğum tarihleriyle kıyaslayarak geleceği -gayb- hakkında hüküm çıkartırlar. İlm-i nücum denilen bu bilime(!) şimdi astroloji denilmektedir.) Eski Yıldızname’lerin yerini günlük burçlar, astrolojik hurafeler almış; müneccimin adı da astrolog veya medyum olmuştur artık. (Yıldızname: Yıldızların hareketleri ile insanların kaderi arasında var olduğu iddia edilen ilişkileri konu edinen kitap, astroloji kitabı, horoskop vb. haritalar, fallar)
Günümüz ve Yıldız: Açıkça kâfir olanların yanında, nice “müslümanım” diyen insan, hâlâ yıldızların, burçların insan kaderinde etkili olduklarına inanmaktadır. İki kişi, birbirleriyle iyi anlaşıp geçinemiyorsa suç onların değildir; sebep yıldızlardır: Yıldızları barışmıyordur da onun için. Birisi, ün mü kazanmıştır, talihi açılıp meşhur mu olmuştur; öyleyse onun yıldızı parlamıştır. Herkesçe sevildiği için onun yıldızı dişidir de o yüzdendir bu sempatiklik. Yok, itibardan düşer, ününü yitirerek eski şöhreti kalmazsa, sebep; onun yıldızı sönmüştür. Artık o yıldızı düşük biridir. Biri ölünce, onun yaşayışında etkili olan yıldızı, onu terk ederek başka diyara göçtüğü için o ölmüştür. O zaman bir yıldız kaydı denilir. Müneccimin, kâhinin; geleceği (her şeyi değilse bile çok şeyi) bileceğine hâlâ inanılır ki, gelecekle ilgili değerlendirmelerde bulunanlara sen müneccim misin, nereden biliyorsun, diye sorulur; ‘adam sanki kâhin’ denilir.
Yine, bu sapık düşünceye göre yıldızlar konuşur, vahyeder; onların Rasûlleri/elçileri ise astrologlar, medyumlar ve cincilerdir. Yıldızların konuşma dilini anlayan bu sivri akıllılar, bu mesajları “yıldızınız diyor ki...”, “burcunuzun durumuna göre başınıza şu şu gelecek” diye insanlara para karşılığı tebliğ eder ki, bu mesaja göre bilinçlensinler ve ona göre davransınlar.
Haberden, fikirden daha çok magazine yer veren, yani hangi sanatçı(!)nın karnı ağrıdığından, hangisinin ayakkabısın ne renk olduğundan bahsedip dört bir yanından resimleyen gazeteler, bir bahane bulup/uydurup çektikleri resim için yazacakları yazılarda bu iffetsizleri topluma örnek olarak lanse etmeye çalışırlar. Tabii televizyonların nice programında da göstere göstere ve haramları cilâlayarak bu meşhur edilen sanatçılar konu edilirken onlar yere sığdırılamaz, göklere çıkarılır. Onlara yeryüzünde benzeyen eş varlıklar bulunamaz. “Yıldız”dır onlar, “star”dır, “sanat güneşi”dir. Bu sıfatlar, gök cisimlerine tapan topluluklardan miras kalan isimlendirmelerdir.
Günümüz ve Felek: “Felek”: Gök, gökyüzü, semâ, her gezegene mahsus gök tabakası, yörünge gibi anlamlara gelir. Çoğulu “eflâk”tır. Felekiyat: Gök bilgisi, astronomi ilmi demektir. Felekî: Felekle alakalı, yani astronomi ile ilgili anlamına
- 744 -
KUR’AN KAVRAMLARI
gelir. Felekiyyûn: Astronomi/gök bilimi ile uğraşanlar demektir. Kur’an’da felek kelimesi, iki yerde geçer. Bu iki âyette felek; küre, yörünge anlamında kullanılır. “Ne güneşin aya erişmesi kendine yaraşır, ne de gece, gündüzün önüne geçebilir. Hepsi bir felekte (yörüngede) yüzmektedir.”3793; “O, geceyi, gündüzü, Güneşi, Ayı yaratandır. Her biri bir felekte / yörüngede yüzmektedir.” 3794
Şimdiki bilim açısından geçersiz olan ve bizim açımızdan da bâtıl görüşe, Batlamyus teorisine göre, bütün felekleri saran en büyük ve en yüksek feleğe, Atlas feleği denir. Atlas feleği dönerken diğer sekiz feleği de kendi istikametinde dönmeye zorlar. Bu dönüş büyük bir özellik taşır. İnsanların talihleri, refah ve mutlulukları üzerinde değişken ve aksi durumlar ortaya koyar. İşte felekler üzerine şikâyetin arka planında bu anlayış vardır. Eski zamanlardaki bâtıl inanışa göre, Güneş feleğin ve göğün sultanıdır. Diğer gezegenler de onun çevresinde birer vazife ve hizmet görürler. Buna göre Ay vezir, Utarid kâtip, Merih başkumandan, Müşteri kadı, Zühal bekçi, Zühre de çalgıcıdır. İlk yedi felekteki gezegen yıldızların insanlar üzerinde hayırlı ve hayırsız tesirleri olur. Bu tesirler, o yıldızın etkisinde doğan kişiler üzerinde değişik haller ortaya koyar. Mesela Merih ile Zuhal uğursuz, Güneş ile Müşteri uğurlu yıldızlardır. Diğerleri ise bazen uğurlu, bazen uğursuz olurlar. Bu bâtıl inanca göre bu yıldızların yeryüzüne hâkim oldukları aylar, günler ve saatler vardır. Uğurlu saatler ve uğursuz saatler, böylece insanlar ve onların üzerinde etkili olurlar. İnsanlar da bu saatlerde başlarına gelenler için şikâyet eder veya memnuniyet bildirirler.3795
Yıldızların insanın kaderine hâkim oldukları inancı, feleğin kader mânâsını kazanmasına yol açmıştır. Araplar, bu anlamda feleğe dehr, İranlılar çarh derler. Bu felek teorisinin, gök cisimleri ve gök hâdiselerinin insanın kaderine hâkim olduğu anlayışı ile birlikte eski bâtıl dinlerde de büyük bir yer ayrıldığını görüyoruz. İslâm kaynaklarının haber verdiği Sabiîler (Yıldıza tapanlar) bunlardır. Bu bâtıl inanca göre yıldızların kimi uğurlu, kimi uğursuzdur. Yıldızların her biri belli günlere ve saatlere hâkimdir. İlm-i nücum veya yıldız falı ile uğraşanlar, insanın doğduğu gündeki yıldızların veya burçların durumuna bakarak insanın sağlığını, ahlâkını, başarı derecesini, kısaca kader ve talihini keşfetmeye çalışırlar.
Edebiyatta felek, daha çok şikâyet yerine kullanılır. Edebiyatın feleğe karşı tutumu olumsuzdur. Çünkü felek, kıyıcı, zâlim ve hilekârdır. Sözüne güven olmaz. Kimse onun elinden aman bulmamıştır. Aşığı sevgilisinden ayıran, insanı mihnete gark eden, tam amacına ulaşacağı sırada talihini ters çeviren felektir.
İlkel bâtıl dinlerden, bâtıl inanışlardan, mitolojiden ve efsanelerden kaynaklanarak halk muhayyilesinde oluşan felek-kader münasebeti, feleğin halk arasında kambur felek, kahpe felek gibi tâbirlerle anılmasına, feleğin çemberinden geçmiş gibi deyimlerin oluşmasına sebep olmuştur. Rüzgârgülü’ne eskiden çark-ı felek denirdi.3796 Şimdi bu ad, daha çok kumar oynamak için döndürülen yuvarlak masaya denmektedir.
Duymuşsunuzdur, nice insan, şartlar uygun giderse, bir terslik çıkmazsa anlamında felek yâr olursa der. Güzel, keyifli (daha çok da haram eğlencelerle) bir
3793] 36/Yâsin, 40
3794] 21/Enbiyâ, 33
3795] İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Akçağ Y. s. 165
3796] Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergâh Y., c. 3, s. 179 vd.
YER VE GÖK (ARZ VE SEMÂ)
- 745 -
gece veya gün geçirirse felekten kâm aldığını söyler veya anlayışına göre felekten bir gece (gün) çalmıştır. Haksızlığa, zulme, felakete uğradıysa, feleğin sillesini yemiştir. Talihsizlikten yakınıyorsa, bunu feleğe küsmekle ifadelendirir. Kendi tecrübeleri ile hayatın iyi ve kötü yönlerini bilen ve her işin altından kalkanlara feleğin çemberinden geçmiş denir. Bahtsız kimselere felek düşkünü dendiği olur. Dönek, sözünde durmayan anlamında felek meşrep denilir. Şaşkınlıktan veya korkudan ne yapacağını bilemez hale gelen insan da feleğini şaşıran kimsedir. Ters döndüğü için, bu kadar kutsal gücü olduğu halde kahpe felektir; gök kubbesinin yuvarlaklığından dolayı da kambur felektir. İstediğine istediğini yapar bu felek: Ah bu kambur felek; kimine karpuz yedirir, kimine kelek! Kimine ceket giydirir, kimine yelek!
Günümüz ve Arzın Kutsallaştırılması
İnsan, belli bir yerde değil; tüm yeryüzünde halife olması için yaratılmıştır. İslâm’ı, bulunduğu yerde yaşayıp oraya hâkim kılmak için çalıştığı gibi, dünyanın ulaşabildiği her tarafına da götürme zorunluluğu vardır. Bir insan, doğacağı yeri seçme hakkına sahip olmadığından, tercihinde olmayan bir konudan dolayı ne ayıplanır, ne de şereflenir. Allah, bizi bu topraklarda değil de; çok farklı hatta sevmediğimiz bir yerde dünyaya getirebilirdi; Diğer insanların oralarda dünyaya gelmesi gibi. O zaman o yaratıldığımız yerin mi, yoksa şimdi yaşadığımız yerin mi kutsal olması gerekecekti? Müslüman için tüm arz Allah’ın mülküdür. Hepsi aynı değerdedir. Bir yerin fazileti, orada inanılıp uygulanan inançla ilgili olmalıdır. Toprak, üstünde yaşayan insanların inançlarıyla bütün olarak değerlendirilmelidir. İnsanın ırkına, doğduğu yere göre bir toprak parçasına kutsallık atfetmesi, Allah için değil de; o toprak parçası için ölümü göze alabilecek hale gelmesi, vatanın -üzerinde hangi hükümlerin uygulandığına bakılmadan- yüceltilmesi bu açıdan değerlendirilmelidir. Vatan kelimesi Kur’an’da geçmez. İslâmî açıdan yurt veya vatan “dâr” kelimesiyle ifade edilir. İslâm toplumunun yaşadığı ve hâkim olduğu yerler için “dâru’l-İslâm”, müslümanların idare ve hâkimiyetleri altında olmayan yerler ise “dâru’l-harp” kabul edilir. Eğer bir kimse, yaşadığı ülkede dinî inanç, dinini koruma ve dinini yaşama hürriyetini kaybetmişse, gücü yetiyorsa cihad ederek bu temel haklarını yerli veya yabancı işgalcilerden geri alması veya gücü yetmiyorsa, bunları koruyup dinini yaşayabileceği yere hicret etmesi gerekir. Cihad ve Hicret'in Kur'an'da ve sünnette çok büyük önemi vardır.
Ayrıca, içinde Kâbe'nin bulunmasından dolayı müslüman açısından dünyanın en kutsal yeri sayılmaya müsait olan bir vatanda, Hak dinin yaşanamadığı için oradan hicret eden Rasûlullah ve ashâbının, aynı zamanda gerçek vatanları olan Mekke'deki yönetime karşı inanç savaşı yaptıkları unutulmamalıdır. Şu âyet; vatan, cihad ve hicret kavramları açısından değerlendirilmelidir: Nefislerine yazık eden kimselere, canlarını alırken melekler: ‘Dünyada ne işte idiniz?’ derler. Bunlar; ‘biz yeryüzünde güçsüz bırakılmış çaresiz kimseler idik’ diye cevap verirler. Melekler: ‘Allah’ın yeri geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!’ derler. İşte onların barınağı cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş yeridir.”3797 Medine için, oradaki hurmaları için savaşan kimsenin mücadelesinin Allah için olmadığı, ancak Allah yolunda savaşanların cennetle müjdelenen şehitler olabileceğini Rasûlullah’ın hadislerinden öğreniyoruz.
3797] 4/Nisâ, 97
- 746 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Müneccimlik ve Falcılık
Müneccimlik, gelecekte meydana gelecek, özel ve genel olaylara, yıldızlara bakarak haber vermektir. Hz. Peygamber’in bu konuyla ilgili şöyle bir ikazı vardır: “Bazı insanlar, Allah’ın nimetiyle geceyi geçiriyor, sabah olunca da, ‘bize şu yıldız sebebiyle yağmur yağdırıldı’ diyor. Böyle demeleri sebebiyle onların çoğu kâfir olmuştur.”3798 Yine bir başka hadis rivâyeti de benzer bir ikazdır: “Kim yıldızlarla haber vermeye çalışırsa, sihir ile haber vermiş olur.” 3799
Bu hadisler, yıldızların uzaklığını, yerlerini, yörüngelerini gözlem ve araçlarla inceleyen astronomi ilmi hakkında değildir. Bu ilim, ilkeleri, kuralları ve araçları olan bir ilimdir. Kur’an zaten, baştan sona insanları gözleme, düşünmeye, araştırmaya ve evrenin sırlarını keşfetmeye davet etmektedir. Ancak, ilimleri, gaybı biliyormuş gibi yorumlamak, insanı şirke götürür. Çünkü gaybı bilen sadece Allah’tır.
Gelecekte olacak şeyler hakkında bilgi sahibi olmak için başvurulan çeşitli yolların en belirginlerinden biri faldır. Daha çok baht, uğur ve talihi, genel olarak da gelecekte olacak şeyleri anlamak için birtakım garip yollara başvurarak bunlardan anlam çıkarma ve kişilik okuma işine fal; bu işi yapmaya da falcılık denir. Gelecek zamanda vuku bulacak olayları haber vererek gayb sırlarını bildiğini iddia edene de falcı, medyum denir.
Câhiliyye Arapları, bir yolculuğa, bir savaşa, bir ticarete, evlenmeye yahut herhangi önemli bir işe teşebbüs edecekleri zaman üç zar (veya ok) çekerler veya kuş uçururlardı. Bu zar veya okların birinde, “Rabbim emretti” yahut “yap” diye emir; diğerinde “Rabbim nehyetti” veya “yapma” diye nehy kelimeleri yazılı olurdu; biri de boş bulunurdu. Birisi torbaya elini sokar, zarlardan birini çeker, emir çıkarsa yaparlar, nehy çıkarsa yapmazlar, boş çıkarsa bir daha çekerlerdi. Kur’an, bunu şiddetle yasaklamıştır. “Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şeytan işi birer pisliktir; bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz.” 3800
Burç ve Yıldız Falının Hükmü
Bugün yaygın olan fal çeşitlerinden biri de, modern câhiliyyenin itibar ettiği yıldız falıdır. Gökteki burçlardan yola çıkılarak yapılan bu falcılığın aslı, Sâbiîlere dayanır. Sâbiîler, gökyüzünü on iki burca taksim etmişler ve eflâkten/göklerden yalnız tapındıkları ve heykellerini diktikleri “sebaî” gezegenlerin durumlarına göre, yeryüzünde meydana gelecek olayları bildireceği iddiasıyla yıldızlarla ilgili birtakım hükümleri yazmışlardı. Onların bu inançları, günümüze kadar gelmiş bulunmaktadır. 3801
Dinimizin kesinlikle yasakladığı falcılık, bir çeşit gaybdan haber vermektir. Hâlbuki Kur’an; gaybı, Allah’tan başka hiçbir kimsenin bilemeyeceğini, peygamberlerle melekler dahi kendilerine vahyedilmedikçe gaybdan haber veremeyeceklerini açıkça bildirmektedir. “De ki: ‘Göklerde ve yerde olan gaybı, Allah’tan başka bilen yoktur.”3802; “De ki: Size ‘Allah’ın hazineleri elimdedir demiyorum, gaybı da
3798] Buhâri, Megazi 35; Müsned, Ahmed b. Hanbel, II/525
3799] Ebû Dâvud
3800] 5/Mâide, 90
3801] Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, c. 7, s. 5208
3802] 27/Neml, 65
YER VE GÖK (ARZ VE SEMÂ)
- 747 -
bilmiyorum.”3803; “Eğer gaybı bilseydim, daha fazla hayır yapardım.”3804 âyetleri buna yeterli delildir.
Kendilerine “arrâf”, “kâhin” veya “medyum” denilen falcıları ve bu falcılara gidip fal açtıran, onlara inanan veya destekleyenleri Peygamberimiz, ağır bir dille kınamış, hatta küfürle nitelemiştir. “Kim bir arrâfa gidip de ona bir şey sorarsa, kırk gecelik namazı kabul olmaz.”3805 “Kim bir kâhine gider, dediklerini doğrularsa; şüphesiz ki Muhammed’e indirilmiş olanı inkâr etmiş olur.” 3806
Burç falı, “insanları, doğdukları burçlara göre gruplayarak geleceğini okumaya, kaderine dair konuşmaya” denir. Modern câhiliyyenin yaşandığı günümüzde kendini aydın sanan birtakım gazete ve televizyon programcıları, her gün yıldız falı hurafesiyle insanların kaderi hakkında birtakım yorumlar yapmaktadırlar ki bunlar hiçbir bilimsel dayanağa sahip değildir. Ayrıca bu asılsız yorumlar, okuyucuların ruhsal dengelerine olumsuz yönde etki yapmaktadır. Bu bir atma, saçma ve aldatmadan ibarettir.
İslâm âlimleri, Sâbiîler gibi, tesiri yalnız yıldızlardan, burçlardan bilerek onlardan birtakım hükümler çıkarmaya kalkışmanın küfür ve şirk olduğunda ittifak etmişlerdir. 3807
Bunun yanında insanın, girişeceği önemli bir iş için, uzman kişilerle istişare yaptıktan sonra (uykusuz-rüyasız olarak) istihâre yapması meşrûdur, sünnettir. Bunun, İslâm’da yasak edilen falcılık ve kehânetle hiçbir ilgisi yoktur.
“Onların çoğu, şirk koşmadan Allah’a inanmazlar.”3808 Ne dersiniz, put sadece câhiliyye Araplarına mı aitti? “Gök Tanrı” inancı, çok eski dönemlerde mi kalmıştır, bizim bulunduğumuz yerlerden çok uzakta mıdır bu bâtıl ve ilkel şirk? Yoksa “ne yapalım, bu anlayış ve deyimler atalarımızdan bize mirastır, devam ediyor, etsin!” mi denilecek? “Onlara (müşriklere): ‘Allah’ın indirdiğine uyun’ denildiği zaman onlar, ‘hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız’ dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?”3809 Artık güneşe, aya, yıldızlara, feleğe kimsenin tapmadığı görüşüne ve bu görüşün hepimize yüklediği sorumluğa ne dersiniz? Her tarafı küfür ve şirk yangını sarmışsa, TV. ile evlerimize kadar tutuşturulmaya çalışılıyorsa, hepimize düşen görevler nedir?
Haydi görev başına!
3803] 6/En’âm, 50
3804] 7/A’râf, 188
3805] Müslim, Selâm 125
3806] Tirmizî, Tahâret 102; İbn Mâce, Tahâret 122; Ebû Dâvud, Tıb, hadis no: 3904; Ahmed bin Hanbel, II/ 408
3807] Elmalılı, a. g. e., c. 1, s. 5207
3808] 10/Yûnus, 106
3809] 2/Bakara, 170
- 748 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Yer ve Gök Konusuyla İlgili Ayet-i Kerimeler
A- Arz Kelimesinin Geçtiği Âyetler (Toplam 461 Yerde): 2/Bakara, 11, 22, 27, 29, 30, 33, 36, 60, 61, 71, 107, 116, 117, 164, 164, 164, 168, 205, 251, 255, 255, 267, 273, 284; 3/Âl-i İmrân, 5, 29, 83, 91, 129, 137, 156, 180, 189, 190, 191; 4/Nisâ, 42, 97, 97, 100, 101, 126, 131, 131, 132, 170, 171; 5/Mâide, 17, 17, 18, 21, 26, 31, 32, 32, 33, 36, 40, 64, 97, 106, 120; 6/En’âm, 1, 3, 6, 11, 12, 14, 35, 38, 59, 71, 75, 101, 116, 165; 73, 79; 7/A’râf, 10, 24, 54, 56, 73, 74, 74, 85, 96, 100, 110, 127, 128, 129, 137, 146, 158, 168, 176, 185, 187; 8/Enfâl, 26, 63, 76, 73; 9/Tevbe, 2, 25, 36, 38, 74, 116, 118; 10/Yûnus, 3, 6, 14, 18, 23, 24, 24, 31, 54, 55, 61, 66, 68, 78, 83, 99, 101; 11/Hûd, 6, 7, 20, 44, 61, 64, 85, 107, 108, 116, 123; 12/Yûsuf, 9, 21, 55, 56, 73, 80, 101, 105, 109; 13/Ra’d, 3, 4, 15, 16, 17, 18, 25, 31, 33, 41; 14/İbrâhim, 2, 8, 10, 13, 14, 19, 26, 32, 38, 48, 48; 15/Hıcr, 19, 39, 85; 16/Nahl, 3, 13, 15, 36, 45, 49, 52, 65, 73, 77; 17/İsrâ, 4, 37, 37, 44, 55, 76, 90, 95, 99, 102, 103, 104; 18/Kehf, 7, 14, 26, 45, 47, 51, 84, 94; 19/Meryem, 40, 65, 90, 93; 20/Tâhâ, 4, 6, 53, 57, 63; 21/Enbiyâ, 4, 16, 19, 21, 30, 31, 44, 56, 71, 81, 105; 22/Hacc, 5, 18, 41, 46, 63, 64, 65, 65, 70; 23/Mü’minûn, 18, 71, 79, 84, 112; 24/Nûr, 35, 41, 42, 55, 57, 64; 25/Furkan, 2, 6, 59, 63; 26/Şuarâ, 7, 24, 35, 152, 183; 27/Neml, 25, 48, 60, 61, 62, 64, 65, 60, 75, 82, 87; 28/Kasas, 4, 5, 6, 19, 39, 57, 77, 81, 83; 29/Ankebût, 20, 22, 36, 39, 40, 44, 52, 56, 61, 63; 30/Rûm, 3, 8, 9, 9, 18, 19, 22, 24, 25, 25, 26, 27, 42, 50; 31/Lokman, 10, 16, 18, 20, 25, 26, 27, 34; 32/Secde, 4, 5, 10, 27; 33/Ahzâb, 27, 27, 72; 34/Sebe’, 1, 2, 3, 9, 9, 14, 22, 24; 35/Fâtır, 1, 3, 38, 39, 40, 41, 43, 44, 44; 36/Yâsin, 33, 36, 81; 37/Sâffât, 5; 38/Sâd, 10, 26, 27, 28, 66; 39/Zümer, 5, 10, 21, 38, 44, 46, 47, 63, 67, 68, 69, 74; 40/Mü’min, 21, 21, 26, 29, 57, 64, 75, 82, 82; 41/Fussılet, 9, 11, 15, 39; 42/Şûrâ, 4, 5, 11, 12, 27, 29, 31, 42, 49, 53; 43/Zuhruf, 9, 10, 60, 82, 84, 85; 44/Duhân, 7, 29, 38; 45/Câsiye, 3, 5, 13, 22, 27, 36, 37; 46/Ahkaf, 3, 4, 20, 32, 33; 47/Muhammed, 10, 22; 48/Fetih, 4, 7, 14; 49/Hucurât, 16, 18; 50/Kaf, 4, 7, 38, 44; 51/Zâriyât, 20, 23, 48; 52/Tûr, 36; 53/Necm, 31, 32; 54/Kamer, 12; 55/Rahmân, 10, 29, 33; 56/Vâkıa, 4; 57/Hadîd, 1, 2, 4, 4, 5, 10, 17, 21, 22; 58/Mücâdele, 7; 59/Haşr, 1, 24; 61/Saff, 1; 62/Cum’a, 1, 10; 63/Münâfıkun, 7; 64/Teğâbün, 1, 3, 4; 65/Talâk, 12; 67/Mülk, 15, 16, 24; 69/Hakka, 14; 70/Meâric, 14; 71/Nûh, 17, 19, 26; 72/Cinn, 10, 12; 73/Müzzemmil, 14, 27; 77/Mürselât, 25; 78/Nebe’, 6, 37; 79/Nâziât, 30; 80/Abese, 26; 84/İnşikak, 3; 85/Bürûc, 9; 86/Târık, 12; 88/Ğâşiye, 20; 89/Fecr, 21; 91/Şems, 6; 99/Zelzele, 1, 2.
B- Semâ Kelimesinin Geçtiği âyetler (Toplam 120 Yerde): 2/Bakara, 19, 22, 22, 29, 59, 144, 164, 164; 3/Âl-i İmrân, 5; 4/Nisâ, 153; 5/Mâide, 112, 114; 6/En’âm, 6, 35, 99, 125; 7/A’râf, 40, 96, 162; 8/Enfâl, 11, 32; 10/Yûnus, 24, 31, 61; 11/Hûd, 44, 52; 13/Ra’d, 17; 14/İbrâhim, 24, 32, 38; 15/Hıcr, 14, 16, 22; 16/Nahl, 10, 65, 79; 17/İsrâ, 92, 93, 95; 18/Kehf, 40, 45; 20/Tâhâ, 53; 21/Enbiyâ, 4, 16, 32, 104; 22/Hacc, 15, 31, 63, 65, 70; 23/Mü’minûn, 18; 24/Nûr, 43; 25/Furkan, 25, 48, 61; 26/Şuarâ, 4, 187; 27/Neml, 60, 64, 75; 29/Ankebût, 22, 34, 63; 30/Rûm, 24, 25, 48; 31/Lokman, 10; 32/Secde, 5; 34/Sebe’, 2, 9, 9; 35/Fâtır, 3, 27; 36/Yâsin, 28; 37/Sâffât, 6; 38/Sâd, 27; 39/Zümer, 21; 40/Mü’min, 13, 64; 41/Fussılet, 11, 12, 12; 43/Zuhruf, 11, 84; 44/Duhân, 10, 29; 45/Câsiye, 5, 50/Kaf, 6, 9; 51/Zâriyât, 7, 22, 23, 47; 52/Tûr, 9, 44; 54/Kamer, 11; 55/Rahmân, 7, 37; 57/Hadîd, 4, 21; 67/Mülk, 5, 16, 17; 69/Hakka, 16; 70/Meâric, 8; 71/Nûh, 11; 72/Cinn, 8; 73/Müzzemmil, 18; 77/Mürselât, 18; 78/Nebe’, 19; 79/Nâziât, 27; 81/Tekvîr, 11; 82/İnfitâr, 1; 84/İnşiakak, 1; 85/Bürûc, 1; 86/Târık, 1, 11; 88/Ğâşiye, 18; 91/Şems, 5.
C- Semâ Kelimesinin Çoğulu Semâvât Kelimesinin Geçtiği Âyetler (Toplam 190 Yerde): 2/Bakara, 29, 33, 107, 116, 117, 164, 255, 255, 284; 3/Âl-i İmrân, 29, 83, 109, 129, 133, 180, 189, 190, 191; 4/Nisâ, 126, 131, 131, 132, 170, 171; 5/Mâide, 17, 18, 40, 97, 120; 6/En’âm, 1, 3, 12, 14, 73, 75, 79, 101; 7/A’râf, 54, 158, 185, 187; 9/Tevbe, 36, 116; 10/Yûnus, 3, 6, 18, 55, 66, 68, 101; 11/Hûd, 7, 107, 108, 123; 12/Yûsuf, 101, 105; 13/Ra’d, 2, 15, 16; 14/İbrâhim, 2, 10, 19, 32, 48; 15/Hıcr, 85; 16/Nahl, 3, 49, 52, 73, 77; 17/İsrâ, 44, 55, 99, 102; 18/Kehf, 14, 26, 51; 19/Meryem, 65, 90, 93; 20/Tâhâ, 4, 6; 21/Enbiyâ, 19, 30, 56; 22/Hacc, 18, 64; 23/Mü’minûn, 71, 86; 24/Nûr, 35, 41, 42, 64; 25/Furkan, 2, 6, 59; 26/Şuarâ, 24; 27/Neml, 25, 60, 65, 87; 29/Ankebût, 44, 52, 61; 30/Rûm, 8, 18, 22, 26, 27; 31/Lokman, 10, 16, 20, 25, 26; 32/Secde, 4; 33/Ahzâb, 72; 34/Sebe’, 1, 3, 22, 24; 35/Fâtır, 1, 38, 40, 41, 44; 36/Yâsin, 81; 37/Sâffât, 5; 38/Sâd, 10, 66; 39/Zümer, 5, 38, 44, 46, 63, 67, 68; 40/Mü’min, 37, 57; 41/Fussılet, 12; 42/Şûrâ, 4, 5, 11, 12, 29, 49, 53; 43/Zuhruf, 9, 82, 85; 44/Duhân, 7, 38; 45/Câsiye, 3, 13, 22, 27, 36, 37; 46/Ahkaf, 3, 4, 33; 48/Fetih, 4, 7, 14; 49/Hucurât, 16, 18; 50/Kaf, 38; 52/Tûr, 36; 53/Necm, 26,31; 55/Rahmân, 29, 33; 57/Hadîd, 1, 2, 4, 5, 10; 58/Mücâdele, 7; 59/Haşr, 1, 24; 61/Saff, 1; 62/Cum’a, 1; 63/Münâfıkun, 7; 64/Teğâbün, 1, 3, 4; 65/Talâk, 12; 67/Mülk, 3, 71/Nûh, 15; 78/Nebe’, 37; 85/Bürûc, 9.
D- Yer ve Gökler Konusundaki Âyetler
a- Göklerdeki ve Yerdeki Her Şey, Allah’ındır: Bakara, 255, 284; Al-i İmran, 109, 129; Nisa, 126, 131-132; Maide, 120; Yunus, 55; İbrahim, 2; Nahl, 52; Taha, 6; Hacc, 64; Nur, 64; Rum, 26; Lokman, 20, 26; Sebe’, 1; Şura, 4; Necm, 31; Hadid, 2, 5.
YER VE GÖK (ARZ VE SEMÂ)
- 749 -
b- Göklerin ve Yerin Tasarrufu Allah’ındır: Bakara, 107; Al-i İmran, 189; Maide, 40; Tevbe, 116; Nur, 42; Furkan, 2; Yasin, 83; Zümer, 62-63; Şura, 49; Zuhruf, 85; Casiye, 27; Feth, 14; Hadid, 2, 5; Büruc, 9.
c- Yerde ve Göktekilerdeki Her Şey, İnsan İçindir: Bakara, 29; Ra’d, 2; İbrahim, 32-34; Nahl, 5-14, 80-81; İsra, 70; Hacc, 36-37, 65; Ankebut, 61; Lokman, 29; Fatır, 13; Zümer, 5; Zuhruf, 13; Casiye, 12-13; Mülk, 15; Naziat, 30.
d- Göklerin ve Yerin Başlangıçta Bitişik Olması: Enbiya, 30.
E- Arz (Yer) Konusundaki Âyetler
a- Yerin Yaratılışı: En’am, 101; A’raf, 54; Yunus, 3; Hud, 7; R’ad, 3; Hıcr, 19, 85; Nah, 3; Enbiya, 30; Furkan, 59; Secde, 4; Fussılet, 9-11; Kaf, 38; Zariyat, 20; Hadid, 4; Talak, 12; Nebe’, 6.
b- Yerin YaratılışSebebi: Bakara, 22; Hud, 7; Mü’min, 64; Zuhruf, 10; Duhan, 38-39; Casiye, 22; Ahkaf, 3; Teğabün, 3; Talak, 12.
c- Yerin Yaratılışında İbretler Vardır: Bakara, 164; Al-i İmran, 190; Yunus, 6; Enbiya, 16; Ankebut, 44; Rum, 22, 25; Sad, 27; Zümer, 5; Şura, 29; Duhan, 38-39; Casiye, 3; Kaf, 7-8.
d- Yerin Yaratıcısı: Bakara, 117; En’am, 14, 73, 101; Fatır, 1; Şura, 11; Zariyat, 48; Teğabün, 3.
e- Dünyanın Küre Şeklinde Oluşu: A’raf, 97-98; Zümer, 5; Naziat, 30.
f- Dünyanın Dönmesi: Neml, 88; Yasin, 40; Nebe’, 6.
g- Yer, Allah’ın Birliğine Götüren İşaretlerdendir: Fussılet, 39.
h- Kıtaların Yaratılışı: Ra’d, 4.
i- Yer, Bütün Canlıların Faydasına Verilmiştir: Rahman, 10-13; Mülk, 15; Nuh, 19-20.
j- Yer, İnsanın Emrine Verilmiştir: Hacc, 65; Mülk, 15; Naziat, 30.
k- Arz, Toplanma Yeridir: Mürselat, 25-26.
l- İnsanın Yeryüzüne Dağılması: Rum, 20; Mülk, 24.
m- Yeryüzünde Varlığını Sürdürmek, Mü’minlerin Hakkıdır: Enbiya, 105; Nur, 55.
n- Mü’minler, Kâfirlere Üstün Gelmeseydi, Yeryüzünün Düzeni Bozulurdu: Bakara, 251.
o- Mü’minler, Allah’ın Yeryüzündeki Halifesidir: Bakara, 30; En’am, 165; A’raf, 69, 74; Yunus, 14, 73; Neml, 62; Fatır, 39; Sad, 26.
p- Dağların Denge Unsuru Olması: Nahl, 15; Enbiya, 31; Lokman, 10; Fussılet, 10; Mürselat, 27; Nebe’,7.
Yer Üzerinde Rızık Sebepleri, Geçim Sebepleri Yaratılmıştır: Hıcr, 20.
F- Gökler Konusundaki Âyetler
a- Astronomi (Gök ve Uzay İlmi) ile İlgili Ayetler: Bakara, 29, 189; En’am, 96-97; A’raf, 54; Yunus, 3, 5-6; Ra’d, 2; Nahl, 16; İsra, 12; Enbiya, 33; Hıcr, 16; Mü’minun, 17; Neml, 88; Lokman, 29; Fatır, 13; Yasin, 37-40; Saffat, 6, 88; Fussılet, 12; Necm, 1, 49; Vakıa, 75-76; Mülk, 5; Naziat, 27-32.
b- Göklerin Yaratılışı: En’am, 101; A’raf, 54; Yunus, 3; Hud, 7; Ra’d, 2; Hıcr, 85; Nahl, 3; Enbiya, 30, 32; Furkan, 59; Lokman, 10; Secde, 4; Fussılet, 11; Kaf, 38; Zariyat, 47; Hadid, 4; Talak, 12.
c- Göklerin Yaratılış Sebebi: Bakara, 22; Hud, 7; Mü’min, 64; Duhan, 38-39; Casiye, 22; Ahkaf, 3; Teğabün, 3; Talak, 12.
d- Göklerin Yedi Gök Halinde Yaratılışı: Bakara, 29; İsra, 44; Mü’minun, 17, 86; Fussılet, 12; Talak, 12; Mülk, 3; Nuh, 15; Nebe’, 12.
e- Göklerin Yaratılışında Hikmetler Vardır: Bakara, 164; al-i İmran, 190-191; Yunus, 6; İbrahim, 19; Enbiya, 16; Ankebut, 44; Rum, 22, 25; Sad, 27; Zümer, 5; Şura, 29; Duhan, 38-39;Casiye, 3;Kaf,6, 8.
e- Göklerin Yaratıcısı: Bakara, 117; En’am, 14, 73, 101; İbrahim, 32; Hacc, 65; Fatır, 1; Şura, 11; Zariyat, 47; Rahman, 7; Teğabün, 3; Naziat, 27.
f- Gökler (Dünya Seması), Yıldızlarla Süslenmiştir: Hıcr, 16; Saffat, 6; Fussılet, 12;Zariyat, 7; Mülk, 5.
g- Göklerin Başlangıçta Gaz Halinde Oluşu: Fussılet, 11.
h- Gökler, Eksiksiz Yaratılmıştır: Mülk, 3-4.
i- Gökler, Şeytanlardan Korunmuştur: Hıcr, 17-18; Saffat, 7-10; Mülk, 5; Cinn, 8-9.
j- Gök Gürlemesi: Bakara, 19; Ra’d, 13.
k- Yıldırım: Bakara, 19, 55; Nisa, 153; Ra’d, 13; Nur, 43; Fussılet, 13, 17; Zariyat, 44.
l- Güneş ve Ay’ın Zamanın Bilinmesi İçin Yaratılışı: En’am, 96; Yunus, 5.
- 750 -
KUR’AN KAVRAMLARI
m- Güneş ve Ay’ın Belirli Bir Vakte Kadar Hareketlerine Devam Etmesi: Ra’d, 2; Lokman, 29-30; Fatır, 13; Yasin, 38-40; Zümer, 5; Rahman, 5.
n- Güneş ve Ay’ın Hareketi: Enbiya, 33.
o- Ay’ın Işığını Güneşten Alması: Şems, 2.
p- Güneş ve Ay’ın insanların Hizmetine Verilmesi: İbrahim, 33; Nahl, 12; Lokman, 29-30; Fatır, 13.
q- Yıldızların Yön Bulmak İçin Yaratılışı: En’am, 97; Nahl, 16.
r- Yıldızların Uzayda Dönerek Yüzmeleri: Yasin, 40.
s- Gece ile Gündüzün Uzayıp Kısalması: Al-i İmran, 27; Mü’minun, 80; Nur, 44; Fatır, 13; Zümer, 5.
t- Yukarıya Çıktıkça Göğsün Daralması ve Hava Basıncı: En’am, 125.
u- Yağmurla Gökten Rızık İner: Zariyat, 22.
v- Arş: A’raf, 46, 48-49, 54; Tevbe, 129; Yunus, 3; Hud, 7; Ra’d, 2; Taha, 5; Enbiya, 22; Mü’minun, 86, 116; Furkan, 59; Neml, 26; Secde, 4; Zümer, 75; Mü’min, 15; Zuhruf, 82; Hadid, 4; Mearic, 3-4.
w- Arş’ınSahibi Allah’tır: Neml, 26; Büruc, 15.
x- Allah’ın Arş’a Hükümran Olması: Ra’d, 2; Taha, 5; Furkan, 59; Secde, 4; Hadid, 4.
y- Arş’ı Yüklenen Melekler: Mü’min, 7; Hakka,17.
z- Kürsî: Bakara, 255.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar:
1- Uzay Âyetleri Tefsiri, Celal Yeniçeri, Erkam Y.
2- Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1 s. 233-234
3- Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. c. 2 s. 208-222, c. 3, s. 1005-1014
4- Mefatihu’l Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahreddin Razi, Akçağ Y. c. 2 s. 111-130
5- Fi Zılali’l-Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1 s. 94-95
6- Kütüb-i Sitte Muht. Tercüme ve Şerhi, İ. Canan, Akçağ Y. c. 6, s. 358-401
7- İslam Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 5, s. 380-382
8- Kur’an-ı Kerim’de Yaratma Kavramı veli Ulutürk, İnsan Y. s. 77-120
9- Yaratılış Olayı, M. Sait Şimşek, Beyan Y. s. 11-22
10- İlmin Işığında İslamiyet, Arif A. Tabbara, Kalem Y. s. 65- 104
11- Müsbet İlimlerde Kur’an Mucizesi, Hikmet Özdemir, Gonca Y. 46-88
12- Kur’an’da İlmi Mucizeler, Abdulmecid Zindani, Kayıhan Y. s. 45-56; 89-96
13- Kur’an Mucizeleri, Haluk Nurbaki, Mayaş Y. s. 75-94
14- Kur’an ve Fen Bilimleri, Celal Kırca, MarifetY. s.159- 193
15- Kur’an’da Ulûhiyyet, Suad Yıldırım, Kayıhan Y. s. 364-368
16- Muhteşem Sanatkâr, Servet Engin, Adım Y. s.15-16,45-46
17- İlmin Işığında İslamiyet, Arif A. Tabbara, Kalem Y. 65-74
18- Kur’an ve Kâinat Ayetleri, Fethullah Han, İnkılab Y. s. 55-84, 205-232
19- İslam Meydan Okuyor, Vahidüddin Han, Sebil Y. s. 107-150
20- Kitab-ı Mukaddes, Kur’an ve Bilim, Maurice Bucaille, T.Ö.V. Y. s. 225-274
21- İlim İman Etmeyi Gerektirir, A. C. Morrison, D.İ. B. Y. s. 3-37
22- Niçin Allah’a İnanıyoruz? Hazırlayan: İbrahim Sıtkı Eröz, 1-4, Hikmet Y.(3. s.119-152)
23- Kâinat Düzeni ve Allah’ın Varlığı, Fahri Erdem, Hafe Y. s. 25-44
24- İlimler ve Yorumlar, Hekimoğlu İsmail, H. H. Korkmaz, Türdav Y. s. 282-297, 359-418
25- İslami Terimler Sözlüğü, Hasan Akay, İşaret Y. s. 417-420
26- Kur’an’a Göre Uzayda Hayat Var, Rauf Pehlivan Gür, Gonca Y.
27- Uzay ve Dünya, Taşkın Tuna, Yeni Asya Y.
28- Yıldızların Esrarı, Hüseyin Demirkan, Yeni Asya Y.
29- Güneş Sistemi, Taşkın Tuna, Yeni Asya Y.
30- Hayat Kaynağımız Güneş, Taşkın Tuna, Yeni Asya Y.
31- Yaşayan Gezegen, Yılmaz Muslu, Y. Asya Y.
YER VE GÖK (ARZ VE SEMÂ)
- 751 -
32- Etrafımızdaki Hava, Taşkın Tuna, Yeni Asya Y.
33- Allah’ın Kudreti, Atomlar, Yıldızlar, İnsanlar, Rogers D. Rusk, Hikmet Y.
34- Allah ve Modern İlim, 1-2, A. Nevfel, Hikmet Y.
35- İslam ve Astronomi, Şaban Döğen, Gençlik Y.
36- Türk İslam Bilginleri ve Gökyüzü Bilgileri, Lütfi Göker, M.E.B. Y.
37- Bektaşi Menâkıbnâmelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri, Ahmet Yaşar Ocak, Enderun Kitabevi Y.
38- Eski Türk Dini, İbrahim Kafesoğlu, Kültür Bakanlığı Y.
39- Tarihte ve Bugün Şamanizm, Abdülkadir İnan, Türk Tarih Kurumu Y.
40- İnanç Sözlüğü, Orhan Hançerlioğlu, Remzi Kitabevi Y. s. 214
41- Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergâh Y. c. 3, s. 179-182, 349-350, 407
42- Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, İskender Pala, Akçağ Y. s. 90, 164-166, 253
43- Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar, Ahmet Talat Onay, T. Diyanet Vakfı Y. s. 166, 182

Cumartesi, 06 Şubat 2021 22:44

YEMİN

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

YEMİN


- 687 -
Kavram no 194
İmtihan 20
Bk. Şirk; Doğruluk/Sıdk
YEMİN


• Yemin; Anlam ve Mâhiyeti
• Yemin Çeşitleri
• Yemin Keffâreti
• Yeminin Hâkim Kararına Etkisi
• Yalan Yemin
• Kur'ân-ı Kerim'de Yemin Kavramı
• Kur’an’da Allah’ın Yeminleri (Aksâmu’l-Kur’an)
• Hadis-i Şeriflerde Yemin Kavramı
• Kasâme
• Lian/Mülâane
• İlâ’
• Günümüzdeki Kullanımıyla Yemin
• Tarihten Bu Güne Yemin ve Andiçme
• Resmî Uygulamalarda Yemin/Andiçme
“İyi davranmanız, kötülüklerden korunmanız ve insanlar arasını düzeltmeniz gâyesiyle yeminlerinizi bozmanıza Allah’ı engel kılmayın. Allah (her şeyi) işitir ve bilir.” 3504
“Allah sizi, yeminlerinizdeki kasıtsız yanılmadan (lağv yemininden) dolayı sorumlu tutmaz. Lâkin kalplerinizin kazandığı şeyler ile (kötü düşüncelerden) sorumlu tutar. Allah ğafûrdur, halîmdir.” 3505
“Kadınlarından uzak kalmaya yemin edenler için, dört ay beklemek vardır. Eğer (bu müddet içinde onlar kadınlarına) dönerlerse, şüphesiz Allah bolca bağışlayan ve merhamet edendir (yeminden vazgeçip kadınına tekrar yaklaşabilir).” 3506
“Eğer (yemin edenler dönmeyip kadınlarını) boşamaya karar verirlerse (ayrılırlar). Biliniz ki, Allah (her şeyi) işitir ve bilir.” 3507
Yemin; Anlam ve Mâhiyeti
Yemin: Sağ el; bereket; güç, kuvvet ve güzel mevki, yaralayıcı; kişinin bir haberi kuvvetlendirmek veya bir işi yapıp yapmamak hususundaki azim ve iddiaya güç vermek için Allah'a kasem ya da boşama ve köle azadı gibi bir şeye bağlamak suretiyle akit etmesi anlamında bir fıkıh terimidir. Yemin, daha çok Allah'ın isimleri veya zâtî sıfatlarından birisi anılarak yapılan kasem için kullanılır. Talâka
3504] 2/Bakara, 224
3505] 2/Bakara, 225
3506] 2/Bakara, 226
3507] 2/Bakara, 227
- 688 -
KUR’AN KAVRAMLARI
veya köle âzadına bağlı olanların yemin olup olmadığı tartışmalıdır.
Kasem ve hılf kelimeleri arasında nüanslar olmakla birlikte “yemin” ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadırlar.3508 Türkçe’de bazen yemin yerine “and içmek” tabirinin kullanıldığı görülmektedir. Bu mefhumun, kelimenin anlamı ile irtibatı; yeminin söze güç kuvvet katması ve yeminleşenlerin sağ ellerini birbirlerine vurmalarıdır. 3509
Yemin, akitlerde ve husûmetlerde sözü te’kid için meşrûdur. Meşrûiyeti Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnetle sabittir. Kur’ân’ın birçok sûresi değişik cisimler üzerine yapılan yeminlerle başlar. Tîn, Şems, Fecr sûreleri bu kabildendir. Bakara sûresinin 225. ve Mâide sûresinin 89. âyetinde Allah Teâlâ’nın, yemin-i lağv sebebiyle kullarını müâhaze etmeyeceği bildirilmektedir. Yine Mâide sûresinin 89. âyetinde sorumluluk getiren yeminin mûn’akıde yemini olduğu ifade edilmekte, yeminlere riâyet emredilmekte ve yeminini bozanların nasıl keffâret ödeyecekleri beyan edilmektedir. Bunların yanısıra; 16/Nahl, 38, 92, 94; 3/Âl-i İmrân, 77; 5/Mâide, 53, 108; 6/En'âm, 109; 9/Tevbe, 12, 13; 24/Nûr, 53; 35/Fâtır, 42; 58/Mücâdele, 16; 63/Münâfıkûn, 2 âyetleri de yeminin meşrûiyetinin Kur'ân'dan delilleridir.
Hz. Peygamber bir hadisinde ümmetine, babalar ve putlar adına yemin etmemelerini, yemin edeceklerse Allah adına yemin etmelerini ya da hiç yemin etmemelerini emretmiştir. 3510
Rasûlullah bizzat kendisi de yemin etmiştir. Onun yemin ederken en çok kullandığı tâbirlerden birisi: “Nefsimi elinde bulunduran zâta’ veya ‘Muhammed’in nefsine sahip olana (Allah’a) yemin ederim ki”dir. 3511
Yemin Çeşitleri
Yeminler önce Allah adına edilenler ve Allah’tan başkası adına edilenler olmak üzere ikiye ayrılırlar. Allah adına edilen yeminler de kendi aralarında çeşitlere ayrılırlar.
Allah adına edilen yeminler: Kasem sûretiyle Allah adına yeminler “Allah” ya da “İzzet, celâl, azamet” gibi zâtî sıfatlarının başına “ba, va, ta” harflerinin birisini getirmek suretiyle yapılır 3512. Müslümanlar arasında en çok kullanılan yemin lafızları: “Vallahi, billâhi, tallahi” sözcükleridir.
Allah'ın isim ve zâtî sıfatlarının dışında hiçbir şeye yemin edilmez. Hanefîlere göre, Nebi/Peygamber, Kur'ân, Kâbe gibi Müslümanlarca kutsal olan varlıklar adına da yemin edilmesi câiz değildir. 3513
İmam Şâfiî, İmam Mâlik ve İmam Ahmed bin Hanbel’e göre Kur’ân, Kur’ân âyetleri ve Mushaf adına edilen yeminler mûteberdir. Bozulması halinde keffâreti gerektirir. 3514 Hanbelîlere göre Kâbe ve diğer yaratıklar adına yemin
3508] Kâsânî, a.yer; Lisânu’l Arab, XIII, 462
3509] Mevsılî, el-İhtiyâr, IV, 45
3510] Ahmed bin Hanbel, Müsned, II/7; Tirmizî, Nuzûr, 8
3511] Örnek olarak bk. İbn Mâce, Keffâret 1; Ahmed bin Hanbel, a.g.e., IV/16
3512] Mevsılî, a.g.e., IV, 49, 50; Şirbinî, Muğni’l-Muhtaç, IV, 320, 312
3513] Kâsânî a.g.e., III, 5-10; Merginânî, el-Hidâye,” II, 72; Mevsıli; IV, 51
3514] İbn Kudâme, el-Muğnî, XI, 194, 195
YEMİN
- 689 -
etmek câiz değilse de, Peygamber adına yemin etmek câizdir. Bozulması keffâreti gerektirir. 3515
Yeminin mûteber olması için mutlaka Arapça olması şart değildir. Diğer dillerle de yemin edilebilir. Kaynaklar Farsça bazı tâbirlerle yemin edilebileceğine işaret etmişlerdir. 3516
Buna göre Türkçe’de kullanılan “yemin ederim, kasem ederim, and içerim” gibi sözler de yemin sayılır. Ancak “mukaddesâtım adına, şerefim üzerine and içerim” gibi sözlerin yemin olmaması gerekir. Çünkü Allah’ın adı veya sıfatları adına yapılmamıştır. Merginânî, hangi sözlerle yemin edip edilemeyeceğinin örfe bağlı olduğunu söylemektedir.3517 Bu sözcükler bugün ülkemizde bazı ortamlarda yemin için mâruf hale gelmişlerse de yaygın bir örf saymak mümkün değildir.
Bunların dışında, kişinin mubah olan bir şeyi kendisine haram kılması veya bir şeyi yaptığı ya da yapmadığı takdirde, yahudi, hıristiyan vs. olacağını yemin kasdıyla söylemesi de bir yemindir. 3518
İmam Şâfiî, İmam Mâlik ve Ahmed bin Hanbel’den nakledilen bir görüşe göre bu tür sözler yemin sayılmaz, dolayısıyla bozulması durumunda keffâret gerekmez. 3519
Allah adı anılarak edilen yeminler ğamûs, lağv ve mün’akıde olmak üzere üç çeşittir;
Ğamûs Yemin: Ğamûs yemin; geçmişteki veya bu zamandaki bir olayla ilgili olarak, bile bile yalan yere yemin etmektir. Meselâ bir kimsenin, borcunu ödemediğini bildiği halde “ödedim” diye veya hâli hazırda cebinde parası olduğu halde parasının olmadığını söyleyerek yemin etmesi birer ğamûs yeminidir. Böyle bir yemin büyük bir günahtır. Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: “Allah’a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir paraya satanlara gelince; işte bunların âhirette bir nasibi yoktur. Allah kıyâmet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için elem verici bir azap vardır.”3520 Eş’as bin Kays’ın bildirdiğine göre, bu âyet, kendisine ait bir kuyuda amcasının oğlunun hak iddia etmesi ve onun beyyine getirmediği takdirde amcası oğlunun yalan yere yemin edebileceğini söylemesi üzerine nâzil olmuştur.3521 Hz. Peygamber (s.a.s.) birçok hadisinde yalan yere başkasının malını almak için yemin etmenin Allah’a ortak koşmak, adam öldürmek, anaya babaya isyan etmek gibi büyük günahlardan olduğunu, böyle yemin edenlerin Cennetten mahrum olup, Cehennemi hak ettiklerini, dolayısıyla oradaki yerlerine hazırlanmaları gerektiğini haber vermektedir. 3522
3515] İbn Kudâme, a.g.e., XI, 210
3516] bk. Merğınânî, a.g.e., II, 74; Fetâve’l-Kâdihan, II, 7; el-Fetâve’l-Hindîye, II, 57
3517] Merğınânî, a.g.e., a.y.
3518] Merğınânî, a.g.e., II, 74; Mevsılî, a.g.e., IV, 52, 53
3519] İbn Kudâme, a,g.e., XI, 199, 200; Şirbinî, Muğni’l-Muhtâc, IV, 324; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletühû, III, 344
3520] 3/Âl-i İmrân, 77
3521] Ebû Dâvud, Sünen, Eymân, 1; İbn Kudâme, a.g.e., XII, 122
3522] bk. Buhârî, Eymân 16, 18, el-Mürteddîn 1; Müslim, İman 220, 221; Ebu Dâvud, Eymân 1; Tirmizî, Büyû’ 42; İbn Mâce, Ahkâm 7; Ahmed bin Hanbel, I/379, 442, V/211, 212; Zeylâî, Nasbu’r-Râye, III/292, 293
- 690 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Hanefî, Hanbelî ve Mâlikîlere göre ğamûs yemininden dolayı keffâret yoktur. Yemin eden kişi Allah’tan af dilemeli, tevbe istiğfar etmelidir. Çünkü bu yemin Allah’a karşı büyük bir cür’ettir, onu hafife almaktır; böyle büyük bir günahın keffâretle giderilmesi mümkün değildir. Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadisinde beş şeyden dolayı keffâret olmadığını söylemiş ve kişinin uymak zorunda olduğu yemini bunlardan saymıştır.3523 Buradaki keffâretin olmayışından maksat, bu yeminin günahını keffâretin silemeyeceğidir. Kâsanî (v. 587/1191) tevbe ve istiğfarın, ğamûs yemininin keffâreti olduğunu söylemektedir.3524 Şâfiîlere göre bu yeminden dolayı keffâret gerekir. 3525
Lağv Yemin: Lağv yemini Hanefilere göre yanlışlıkla edilen, yani sahibinin söylediği sözün hakikat dışı olduğu halde, doğru olduğunu zannederek ettiği yemindir. Bu yemin de hem geçmiş ve hem de şimdiki zamanla ilgili olabilir. Meselâ borcunu ödemediği halde, ödediğini zannederek veya cebinde para olduğu halde olmadığını zannederek yemin eden kişinin ettiği yemin, lağv yemindir.3526 Hanefîlerin bu anlayışı birçok sahâbe ve tâbiinden nakledilmiştir. 3527
Şâfiîlere göre lağv yemini, konuşma esnasında kasıt olmadan insanın ağzından çıkan “hayır vallahi, evet vallahi” gibi yeminlerdir.3528 Lağv yemininin bu şekildeki izahı Hz. Âişe tarafından Hz. Peygamber’den nakledilmiştir. 3529
Hz. Peygamber’den lağv yemini için başka izahlar da rivâyet edilmiştir. Meselâ bir hadiste: “Atıcıların yemini lağvdır, onun için keffâret yoktur” buyrulduğu rivâyet edilmiştir. 3530
Âlimler kendi anladıkları lağv yemininden dolayı günah ve keffâret olmadığında hemfikirdirler. Çünkü Allah (c.c.) lağv yemininden dolayı kulunun muâheze edilmeyeceğini bildirmiştir. 3531
Şâfiiler, Hanefilerin lağv yemini dedikleri yeminleri bu grup içinde kabul etmedikleri için, doğru zannedilerek edilen yeminlerden dolayı da keffâretin gerekli olduğu kanaatindedirler.
Mün'akıde yemini: Mün’akide yemini bir şeyi yapmak veya yapmamak için edilen yemindir. Bu yemin gelecek ile ilgilidir. Bir kimsenin “yarın falan yere gideceğine” veya “falan kişiyle bir daha konuşmayacağına” yemin etmesi bu kabildendir.
Mün’akide yemini kendi arasında, mürsel, muvakkat ve fevr olmak üzere üçe ayrılır.
1- Mürsel yemin: Bir fiili yapıp yapmamayı zamana bağlamadan edilen yemindir. Meselâ, bir işi yapacağına yemin eden ama bunu zamana bağlamayan kişinin ettiği yemin mürseldir. Ölüm anına kadar ettiği şeyi yapıp yemininden
3523] Şevkânî, Neylü’l-Evtar, VIII, 264
3524] Kâsânî, a.g.e., III,15
3525] Merğınânî, a.g.e., II, 72; İbn Kudâme, XI, 178; Şirbinî, a.g.e., IV; 325
3526] Kâsânî, a.g.e” III, 17; Merğınânî, a.g.e., II, 72; Mevsılî, a.g.e., IV, 46
3527] bk. Zeylâi, Nasbu’r-Râye, III, 293
3528] Şirbinî, a.g.e., IV, 324, 325
3529] Buhârî, Eyman,15; Ebû Dâvud, Eyman, 6
3530] Heytemî, Mecmua’z-Zevaid, IV, 185
3531] 5/Mâide, 89
YEMİN
- 691 -
kurtulabilir. Belirli bir sürenin geçmesi ile yemini bozmuş sayılmaz. Bu yemine “mutlak yemin” de denilir.
2- Muvakkat yemin: Bir zamana bağlı olarak edilen yemindir. Bu yemin, filin bağlandığı zamanla kayıtlıdır. Zamanın dolması ile yeminin hükmü sona erer. Meselâ bir meyveyi üç gün yemeyeceğine yemin eden kişi, üç gün dolduktan sonra o meyveyi yese yeminini bozmuş sayılmaz.
Belirli bir süre içinde bir şeyi yapmaya yemin eden kişi, o işi ön gördüğü süre içinde yaparsa yemininden kurtulmuş olur. O süre içinde yapmazsa, daha sonra yapsa bile yeminini bozmuştur; keffâret ödemesi gerekir. Şayet yemin eden kişi süre dolmadan ölürse, Ebû Hanife ve Muhammed’e göre yeminini bozmuş olmaz. Ebû Yusuf’a göre bozmuş olur. Bu yemine “mukayyed yemin” de denilir.
3- Fevr yemini: Bir sebebe bağlı olarak edilen yemindir. Başka deyişle; kendisi ile gelecek değil; şimdiki zaman kast edildiğine karîneler bulunan yemindir. Bir soruya cevap verirken edilen yemin bu kabildendir. Meselâ yemek yiyenlerin yanlarına gelen birisine “buyur ye” demelerine karşılık onun “vallahi yemem” demesi fevr yeminidir. Gelecekle değil o anla ilgilidir. Dolayısıyla daha sonra bir şey yemesi ile yeminini bozmuş olmaz. 3532
Mün’akide yemininde yeminin gereğini yapmaya berr, yapmamaya bârr, yemini bozmaya hins, bozana da hânis denilir. Bu türden bir yeminin gereğini yapan kişi yemininden kurtulmuş olur. Yemininde hânis olan kişiye ise keffâret gerekir. Yeminde aslolan ona sadâkat göstermektir. Ancak bu, yemin edilen şeyin dinî hükmüne göre farklılık gösterebilir. Onun için yemine sadakat gösterme konusunu âlimler beş grupta ele almışlardır:
1- Uyulması vâcip olan yeminler: Farz olan bir ibâdeti yapmak veya mâsum bir insanı ölümden kurtarmak, ya da bir haramı terk etmek için yapılan yeminleri yerine getirmek farzdır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.) “Allah’a itaat etmek üzere yemin eden kişi itaat etsin” buyurmuştur. Bu kabilden olan bir yeminin gereğini yerine getirmeyen kişi günahkâr olmuştur; tevbe ve istiğfar etmesi icap eder, ayrıca yemin keffâreti ödemesi gerekir.
2- Edilmesi haram, uyulmaması vâcip olan yeminler: Bir farzı terk etmek veya bir haramı işlemek için yemin etmek haram bir yemindir, bozulması farzdır. Dolayısıyla, meselâ ana babası ile konuşmamaya yemin eden kişi, onlarla konuşacak, yani yeminini bozacak ama yemin keffâreti ödeyecektir. Ayrıca haram bir şeyi yapmaya yemin ettiği için tevbe istiğfar edecektir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Bir şeye yemin edip de, başkasını daha hayırlı gören kişi yemininden dolayı keffâret ödesin, sonra da o hayırlı olan şeyi yapsın.” 3533
Bir başka hadiste de şöyle buyrulmuştur: “Rabbe isyanda, sılayı rahmi kesmekte ve mâlik olmadığın şeyde sana yemin de, nezir de yoktur.” 3534
Şâ’bî’ye göre haram bir fiili işlemek üzere yemin eden kişi yeminini bozar,
3532] Tahânevî, Keşşafu Istılahâti’l-Fünûn, II, 1549, 1550; Muhammed Ravas Kal’acî, Hamid Sadık Kuneybî, Mu’cemu Lüğâti’l-Fukahâ, 514
3533] Nesâî, Eymân 41; Ebû Dâvud, Eymân 12
3534] Ebû Dâvud, Eymân 12; Nesâî, Eymân 17; İbn Mâce, Keffâret 8; Ahmed bin Hanbel, II/185, 202
- 692 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yani o haramı işlemez. Ayrıca keffâret ödemesine de gerek yoktur. Çünkü Hz. Peygamber, kişinin haramı işlememesinin yeminine keffâret olduğunu söylemiştir.3535 Hanefîler mün’akide yemininden dolayı kulların sorumlu tutulacağını bildiren âyetin zâhirine dayanmaktadırlar. 3536
3- Uyulması mendup olan yeminler: Bir maslahata müteallik olan yeminlerdir. Yapılması mendup olan bir fiili işlemek için edilen bir yemine uymak da menduptur. Böyle bir yeminin bozulması mekruhtur, keffâret gerekir.
4- Mubah olan yeminler: Mubah olan bir işi yapmak veya yapmamak, ya da doğru olan bir haber üzerine yemin etmek mubahtır. Böyle bir yeminin bozulması efdaldir. Bozulursa keffâret gerekir.
5- Mekruh olan yeminler: Mekruh olan bir fiili işlemek veya mendubu terketmek için yemin etmek mekruhtur. Alış veriş esnasında yemin etmek de mekruhtur. Böyle bir yeminin bozulup keffâret ödenmesi efdaldir. Böyle bir yemine sadâkat ise mekruhtur. 3537
Hanefî ve Mâlikîlere göre unutarak, hatâen, ikrah yoluyla ve yemin kasdı olmadan edilen yeminler mûteberdir. Çünkü yukarıda işaret edilen âyet mutlaktır. Yeminin kasda dayanıp dayanmaması konusunda bir kayıt mevcut değildir. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadisinde; yemin, talak ve nikâhın ciddisinin de, şakasının da ciddi sayıldığını haber vermişlerdir. 3538
Şâfiî ve Hanbelîlere göre yeminini unutarak bozan kişi, yemininde hânis sayılmaz. Dolayısıyla kendisine keffâret icap etmez. Delilleri, kulların hatâen yaptıklarından dolayı günah olmadığını bildiren âyetle,3539 müslümanların hatâen, unutarak ve ikrah yoluyla işlediklerinden dolayı sorumlu tutulmayacaklarını bildiren hadistir. 3540
İkrah yoluyla yeminini bozan kişi, Ebû Hanife ve Mâlik’e göre keffâret öder; Ahmed bin Hanbel ‘e göre ödemez. İmam Şâfiî’den ise bu konuda iki ayrı görüş nakledilmiştir. 3541
Yemin edildikten sonra hemen peşinden “inşâallah” denilirse, bozulması halinde keffâret gerekmez. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.) “Yemin edip de istisnâ eden (İnşâallah diyen) isterse, döner, isterse yemini bozmadan terk eder.”3542 buyurmuştur. Ancak bu hükmün geçerliliği yeminle “inşâallah” demenin arasında konuşulmamasına veya konuşacak kadar susulmamasına bağlıdır.
İbn Kudame’nin bildirdiğine göre “inşâallah” denildiğinde keffâretin gerekmeyeceğinde dört mezhep müttefiktir. 3543
3535] Ebû Davud, Eymân 12
3536] 5/Mâide, 89
3537] Kâsânî, a.g.e., III, 17, 18; İbn Kudâme, el Muğnî, II, 167; Necati Yeniel-Hüseyin Kayapınar, Sünen-i Ebû Dâvud Terceme ve Şerhi, XII, 236
3538] Ebu Dâvud, Talak; 9; Tirmizi, Talak 9; İbn Mâce, Talak, 13; Kâsânî, a.g.e., III,18; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletuhû, III, 367
3539] 33/Ahzâb, 5
3540] İbn Mâce, Talak 16
3541] İbn Kudâme, a.g.e., XI, 177, 178
3542] Ebû Davud, Eymân 9; Nesâî, Eyman 18; Ahmed bin Hanbel, II/6, 49
3543] İbn Kudâme, a.g.e., XI, 227
YEMİN
- 693 -
Yemin Keffâreti
Mü’akide yemininin hangi türü olursa olsun bozulması, keffâreti gerektirir. Normalde keffâret yemin bozulduktan sonra ödenir. Yemin bozulduktan sonra ödenen keffâretin mûteber olduğu konusunda ulemâ arasında hiç bir ihtilâf yoktur. Ancak önce keffâretin ödenip sonra yeminin bozulması durumunda bu keffâretin yeterli olup olmayacağı tanışmalıdır. Hanefilere göre, keffâret ister malla, ister oruçla ödensin mutlaka yemin bozulduktan sonra ödenmelidir. Bozulmadan önce ödenmesi câiz değildir. Şâfiîlere göre keffâret malla ödenecekse yemin bozulmadan önce de ödenebilir. Hanbelî ve Mâlikîlere göre keffâretin ister malla ister oruçla, yemin bozulmadan önce de sonra da ödenmesi câizdir.
Yemin edilmeden önce keffâret ödenip daha sonra yemin edilmesi ve bozulması durumunda bu keffâret mûteber değildir. Bu konuda hiçbir görüş ayrılığı yoktur. 3544
Yemin keffâreti; gücü yeterse bir köle âzâd etmek veya on fakiri sabahlı akşamlı doyurmak ya da on fakiri alışılmış biçimde giydirmektir. Kişi bu üçü arasında muhayyerdir. Ama bunlara gücü yetmezse, peşi peşine üç gün oruç tutar. Orucun arası hayız dâhil hiç bir özür sebebiyle kesilmez, kesilmesi halinde yeniden başlanmalıdır. Yemin keffâretinin gereği ve bu şekilde ödeneceği Kur’ân-ı Kerîm’le sâbittir. Ve âyet gâyet nettir.3545 Onun için konu ile ilgili görüş farklılığı yoktur.
2. Allah’tan Başkası Adına Edilen Yeminler: Allah’tan başkaları adına edilen yeminler iki kısımdır:
a- Babalar, anneler, melekler vs. gibi Allah’tan başka varlıklar adına edilen yeminler: Bu şekilde yemin etmenin câiz olmadığını, Hz. Peygamber’in böyle yemin etmeyi men ettiğini yukarıda belirtmiştik. Böyle sözlerle yemin etmek câiz olmadığına göre, buna yemin demek de doğru değildir.
b- Bir şarta bağlanarak edilen yeminler: Bu gruptaki yeminleri de iki kısımda ele almak mümkündür:
ba- İbâdet ve tâat cinsinden bir şeye bağlananlar: Meselâ bir kimse “şu işi yaparsam üç gün oruç tutayım” dese, bu bir bakıma yemindir. Çünkü o işi yapmaktan nefsini menetmek maksadıyla o sözü söylemiştir. Bir başka açıdan da nezirdir/adaktır. Çünkü bir ibâdeti yapmayı, bir şarta bağlamıştır. Bu tarz bir ifadenin nezir olarak değerlendirilmesi daha isâbetlidir. 3546
bb- İbâdet ve tâate bağlanmayıp, talak veya köle âzâdına bağlanan yeminler: Bir kimse karısının boş olmasını veya kölesinin hür olmasını bir şartın tahakkukuna bağlarsa, talâkla veya köle âzâdı ile yemin etmiş sayılır. Böyle yeminlere tâliki talâk da denir. Böyle sözlerin yemin olarak değerlendirilmesi kişiyi bir fiili yapmaya teşvik veya yapmaktan men etme konusunda kuvvet vermesinden dolayıdır. 3547
3544] Kâsânî, a.g.e., III,18; İbn Kudâme, a.g.e., XI, 223-226; Şevkânî, Neylü’l-Evtar VIII, 268, 269; Necati Yeniel-Hüseyin Kayapınar, a.g.e., XII, 237, 138
3545] Bk. 5/Mâide, 89
3546] Kâsânî, III, 21
3547] Ö. Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslâmiyye ve İstılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu, II, 232
- 694 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Bu maddede söz konusu edilen şartın tahakkuku halinde şayet adamın maksadı kendisini bir işi yapmaya teşvik veya yapmaktan menetmek değil de karısını boşamak veya kölesini âzâd etmekse, şartın vukuu halinde karısı boş veya kölesi âzâd olmuş olur. Bu konuda ulema arasında herhangi bir görüş ayrılığı tesbit edilmemiştir. Çünkü bu yemin değil, talakı veya köle âzâdını şarta bağlamaktır. Ama eğer kişinin maksadı, karısını boşamak değil de, kendisini bir işi yapmaya veya yapmamaya zorlamak ise hüküm nedir? İşte bu konuda bazı değişik görüşler vardır. Konuyu bir örnekle anlatalım: İçki müptelası olan bir kimse içkiyi bırakmak ve nefsini bu işe mecbur etmek maksadıyla “Bir daha içki içersem karım boş olsun” veya “bir daha içersem şart olsun” dese ve daha sonra yeminini bozsa yani içki içse bu durumda ne uygulanacaktır? Bu konuda üç görüş vardır:
1- Bu söz tamamen geçersizdir; ne talaktır ne de yemindir. Çünkü ne Allah’ın istediği bir şekilde karı boşama, ne de bir yemin etmedir. O halde böyle bir söz söyleyen ve sonra bozan kişinin karısı boş olmaz, kendisine yemin keffâreti de gerekmez. Bu görüş Hz. Ali’ye nispet edilmektedir. Zahirîler ve bazı Mâlikîler de bu görüştedir.
2- Böyle bir söz söyleyen kişi yemin etmiş ve yeminini bozmuştur. Çünkü adamın maksadı karısını boşamak değil, kendisini içki içmekten men etmektir. Dolayısıyla kişi ettiği yemini bozduğu için kendisine yemin keffâreti icap eder; karısı boş olmaz. Hanbelîlerden İbn Teymiye ve İbn Kayyim el-Cevziyye bu görüştedir. 3548
3- Talak veya köle azadının bir şarta bağlanması ve şartın tahakkuku halinde, karı boş veya köle hür olur. Yukarıdaki misalimizde, adam içki içtiği zaman karısı boş olmuş olur. Dört mezhebin görüşü bu istikamettedir. 3549
Yeminin Hâkim Kararına Etkisi
Dâvâcı, mahkemede dâvâsını isbat edemezse, dâvâlıya yemin teklif etme hakkına sahiptir. Yemin onun kendi fiili veya başkasının fiili hakkında olumlu veya olumsuz yönde olabilir; “Allah’a yemin olsun ki, satmadım yahut satın almadım yahut da sattım veya satın aldım” demek gibi. Çünkü insan kendi durumunu ve fiillerini başkalarından daha iyi bilir. Bu yüzden onun yemini anlaşmazlığı sona erdiren bir delil sayılır.
İbn Abbas’dan (r.a.) rivâyete göre Hz. Peygamber (s.a.s.) bir adama yemin teklif etti ve ona şöyle dedi: “De ki, kendisinden başka hiçbir ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki, dâvâcının bende hiç bir hakkı yoktur.” Yine Eş’as b. Kays’dan rivâyet edilmiştir. O şöyle dedi: Kindeli bir şahısla Hadramutlu birisi Yemen’deki bir toprak için Hz. Peygamber’in önünde hasımlaştılar. Hadramutlu, hasmının babasının kendi toprağını gasbettiğini ve halen bu toprağın hasmının elinde bulunduğunu iddiâ etti. Hz. Peygamber dâvâcıya delilini sordu. O, “delilim yok, fakat yemin ederim ki, o toprağın babası tarafından gasbedildiğini bilmiyor” dedi. Bunun
3548] İbn Teymiye el-Fetava’l-Kübra, 1-5, Beyrut, II, 110; İbn Kayyim el-Cevziyye, İlâmu’l-Muvakkîn, IV, 17 vd
3549] Kâsânî, a.g.e., III, 21 vd.; Merginânî, a.g.e., II, 250 vd.; Mevsılî, a.g.e., III,140 vd.; İbn Kudâme, a.g.e., VIII, 335, 336; Ö. Nasuhî Bilmen, a.g.e., II, 232; vd.; Zühaylî, a.g.e., III, 388 vd.
YEMİN
- 695 -
üzerine Kindeliye yemin teklif edildi. 3550
İslâm hukukçuları mahkemedeki yeminde yedi şartın bulunması gerektiğini belirtirler. Bunlar şöylece sıralanabilir:
1- Yemin edenin büluğ çağına gelmiş olması, temyiz kudretini hâiz bulunması ve irâdesinin hür olması;
2- Dâvâlının, dâvâcının hakkını inkâr etmesi;
3- Hasmın hâkimden yemin talep etmesi ve hâkimin yemin edecek olana teklifte bulunması;
4- Yemin şahsa bağlı olup, yeminde vekâlet kabul edilmez. Yemin, yemin edecek olanın zimmeti ve dini ile bağlantılı olduğu için veli veya vekil bu hakkı kullanamaz.
5- Hadler gibi Allah'a ait haklarla ilgili olmaması gerekir.
6- İkrarı câiz olan haklarla ilgili olması. Hadis-i şerifte; “Delil dâvâcıya, yemin ise dâvâlıya aittir” buyrulur. İkrar caiz olmayan haklar konusunda yemin geçerli olmaz.
7- İsbat için delil olmaması veya mevcut delillerin yetersiz bulunması.
Mahkemedeki yeminlerin çeşitleri:
1- Şâhidin yemini: Bu, şâhidin, şehâdetten önce doğru söyleyeceğine dâir yaptığı yemindir. Günümüzde, şâhidin tezkiyesi yerine geçmek üzere başvurulan bir yoldur. Mâlikîler, Zeydiyye, Zâhiriye, İbn Ebî Leyld ve İbnü’l-Kayyim, devrin bozulması ve dinî duyguların zayıflaması sebebiyle bu yemine cevaz vermişlerdir. İslâm hukukçularının çoğunluğu ise şahid yeminine karşıdır. 3551
2- Dâvâcının yemini: Hanefiler dışında diğer çoğunluk hukukçulara göre, kendisinden töhmeti kaldırmak için dâvâcı da yemin edebilir. Bu yemin, hakkını isbat veya aleyhindeki yemini reddetmek için de olabilir.
İslâm hukukçularının çoğunluğu bir şâhit ve dâvâya verilecek yemin delilleri ile hüküm verilebileceğini söylerken Hanefîler, âyetlerde iki şahidin öngörüldüğünü, bu olmadığı takdirde, dâvâlıya yemin teklif etme hükmünün hadisle sâbit bulunduğu görüşünü benimser. 3552
Yemin ancak hâkimin veya nâibin huzurunda onların teklifi ile geçerli olur. Mahkeme dışındaki yemin veya yeminden kaçınma muteber değildir. Çünkü yemin husumeti kesmek için söz konusu olur. Yemin hasmın talebi üzerine verilir. Ancak beş yerde hâkim re’sen yemin teklifi eder:
1- Bir kimse bir mirastan alacak veya bir mal dâvâ edip de isbat ederse, hâkim başka hukukî yollarla bu hakkı düşüren bir muâmelenin olmadığı konusunda dâvâcıya yemin teklif eder.
2- Bir malı dâvâ edip kendisine ait olduğunu isbat eden kimseye hâkim
3550] Ebû Dâvud nakletti
3551] Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu’l İslâmî ve Edilletuhû, VI, 600
3552] İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, III, 456, 459
- 696 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“malın onun mülkünden, başka bir muâmele ile çıkmadığı” konusunda yemin teklif eder.
3- Müşteri, malı ayıp sebebiyle reddederse, ayba râzı olmadığı konusunda yemin teklif eder.
4- Hâkim şüf’a hakkı sebebiyle bu hakkı daha önce düşürmediği konusunda yemin teklif eder.
5- Kocası kayıp olan bir kadının lehine nafaka ile hükmedilince hâkim, evliliğin devam ettiği, nafaka olmadığı ve onun yanında mal bırakmadığı, konusunda yemin teklif eder.
Kendisine yemin teklif edilen kimse, yemin ederse dâvâ konusunda hak kazanır. Yeminden kaçınırsa dâvâ konusu şeyi kaybetmiş olur. 3553
Rasûl-i Ekrem’in (s.a.s.): “Her kim yemin edecekse ancak Allahû Teâlâ (cc)’nın adı ile yemin etsin!.. Aksi takdirde bıraksın” buyurduğu bilinmektedir. Kureyş halkı genellikle “Babamın hakkı için, annemin hakkı için” ve bunun gibi sözlerle yemin ediyordu. Nitekim Rasûlullah (s.a.s.): “Babalarınıza yemin etmeyin” 3554 emrini verdi. Dolayısıyla yemin; kitap, sünnet ve icmâ ile sâbit olan bir hâdisedir. İnsanlar genellikle; zor duruma düştükleri zaman, haklı olduklarını ispat için “Vallahi, Billâhi” gibi yemin lafızlarını kullanırlar. Yemin'in lûgat mânâsı; “sağ el” demektir. Halk arasında hayır ve bereket sağ ele nisbet olunur. Yemin “kuvvet” mânâsına da kullanılır. Nitekim Molla Hüsrev: “Yemin; lûgat yönünden kuvvet mânâsınadır” hükmünü zikreder. Kur’ân-ı Kerîm'de; yemin kelimesi, kuvvet mânâsına da kullanılmıştır. İslâmî ıstılahta: “Allahû Teâlâ’nın (c.c.) adını zikrederek, haberin takviyesidir.” Ayrıca yemin eden kimse; bir şeyi yapmaya veya yapmamaya, Allahû Teâlâ'yı şâhid tutarak karar verir. Meselâ: “Vallahi ben şu işi yapmam” gibi!.. Fukahâ; yapılış şeklini esas alarak yemini iki kısma ayırmıştır. Birincisi: Allahû Teâlâ veya O'nun sıfatı ile yapılan yemin. İkincisi: Allahû Teâlâ'dan başkasıyla yapılan yemin!.. Oruçla, namazla, meleklerle ve Kâbe gibi mekânlarla Allah Teâlâ'dan gayrısıyla yapılan yemin câiz değildir. Ancak iyi bir şart ve (karşılığı) güzel bir cezâ tâyin edilirse yemin gerçekleşir. Bu tür yeminler; Allah Teâlâ'ya yakınlık ifâde edebileceği gibi, aksi de mümkündür. Şöyle ki: “Eğer bugün gıybet edersem, bana on gün oruç tutmak vâcip olsun. Vallahi, billahi” diyen bir mükellef; iyi bir şart koşmuş, karşılığı (Uymazsa) güzel bir cezâya hükmetmiştir. Fakat: “Kayınpederimin evine bir daha gidersem, karım boş olsun, Vallahi, billâhi” diyen bir kimse ise; şart ve cezâ dengesini Allahû Teâlâ’dan uzaklaşma üzerine kurmuştur.
Allah Teâlâ veya O'nun sıfatlarıyla yapılan yeminin rüknü; Allah’ın (c.c.) ismini ve sıfatını söylemektir. “Vallahi şöyle, Billâhi böyle gibi”. Rasûl-i Ekrem’in (s.a.s.): “Üç şey vardır ki; bunların ciddisi de ciddidir, şakası da ciddidir: Nikâh, talâk ve yemin” buyurduğu bilinmektedir. Esasen yemin; oldukça önemli bir ameldir. Nitekim Kadı (Şeriatle hükmeden Hâkim) dâvâlı durumda olan kimseye yemin teklifinde bulunur. Eğer yemin etmekten çekinirse; dâvâcının haklı olduğuna hükmeder. Dolayısıyla İslâmî toplumda; yemin edecek kimsede birçok şart aranır.
3553]
3554] Müslim, Eymân 1, 4
YEMİN
- 697 -
Allah’ın İsmi ile Yemin Etmenin Şartları:
1) Yemin eden kimsenin akıllı ve bülûğa ermiş olması şarttır. Delinin ve çocuğun yemini sahih olmaz. Velev ki çocuk çok zekî olsun, farketmez.
2) Müslüman olmak!.. Kâfirin yemini sahih olmaz. Hatta bir kimse kâfir iken yemin etse, daha sonra müslüman olarak, yeminini bozsa keffâret gerekmez.
3) Yeminde hürriyet şart değildir. Kölenin yemini de sahihtir.
4) Yeminde, ihtiyar da şart değildir. Zoraki yaptırılan yemin de sahihtir. Latife olsun diye yemin eden kimsenin yemini de sahihtir.
5) Yemin; istisnâdan hâli olmalıdır. Bir kimse sözüne (Hiç ara vermeden) “İnşaallah” veya “İllâ en yeşâallah” veya benzeri bir lâfız ilâve ederse, yemin sahih olmaz. Çünkü bunlar; hükmü dilemeye bırakır, kat'iyyeti ortadan kaldırır.
6) Bir sözün; kendine yemin edilen şeye dönmesi için, yemin zamanında varlığı kat'i olmalıdır. Varlığı düşünülemeyen bir şeyin üzerine yemin etmek, mâhiyet ifâde etmez.
Allah’tan Başkası ile Yapılan Yeminin Şartları:
1) Yemin eden kimse; boşamayı veya köle azad etmeyi şart koşmuşsa, bu câizdir. Çünkü cezâ; yeminin bağlanmasının şartıdır.
2) Kendi üzerine yemin edilen şey; gelecekte yapılacak bir iş olmalıdır.
3) Allah'ın ismi; yeminin rüknünde söylenmelidir. İstisnâ belirten herhangi bir hüküm beyan edilmemelidir.
4) Yeminde; şart ile cezâ arasında bir engel bulunmamalıdır. 3555
Yalan Yemin
Yalan yere yemin eden kişi, Allah’ı yeminine şahid göstererek insanları kandırmak istediği için O’nun mukaddes adını istismar etmekte, O’na iftirada bulunmaktadır. Bu nedenle Hz. Peygamber, büyük günahların en büyüklerinden birinin de yalan yemin olduğunu söylemiştir.3556 “Birbirinizi aldatmak için (yalan) yemin etmeyin, bu yüzden yere sağlam basan ayak sürçebilir ve Allah yolundan alıkoymanıza karşılık kötü bir azab tadarsınız. Bunun için size (âhirette de) büyük bir azap vardır.”3557 âyeti, yalan yeminin cezasının İlâhî azap olduğunu belirtmektedir.
Bir kimse geleceğe yönelik yaptığı bir yemini bozduğunda, keffâretini ödemek suretiyle yeminin günahından kurtulur; fakat yalan yemin öyle büyük bir günahtır ki, onun cezasını keffâret dahi düşüremeyeceği için, yalan yeminde keffâret olmaz. Böyle bir günah işleyen kişi, yalanına şâhid gösterdiği Allah’a tevbe etmeli, af dilemeli ve bir daha bu günahı işlememelidir. Onun günahını ancak Allah affedebilir. Yalan yeminle başkalarının hakkı alınmışsa velev ki bu kanun yoluyla olsun, ikinci bir günah daha işlenmiş olur. Haksız yere elde edilen bu hak, sahibine ödenmedikçe tevbe ile kurtuluş olmaz. Mesela bir kimse, ödemediği borcunu bile bile “ödedim” diye yemin etse, karşı taraf da alacağını isbat
3555] Yusuf Kerimoğlu, Emanet ve Ehliyet, c. 2, s. 452-454
3556] Buharî, Edeb 6
3557] 16/Nahl, 94
- 698 -
KUR’AN KAVRAMLARI
edemese ve hâkim, yalan yemin edenin borçsuz olduğuna hükmetse, bu kişi iki büyük günahı birden işlemiş olur. Bir de dikkatsizlik, kötü alışkanlık, hata... gibi sebeplerle yalan yere yemin etmek durumuna düşülür. Şüphesiz ki bunun günahı diğeri gibi değildir. Fakat gelişi güzel, lüzumsuz yere Allah'ın adını anmak da bir günahtır. Bu nedenle dile hâkim olmalı, yemini alışkanlık haline getirmemeli, ancak çok önemli durumlarda yemin etmelidir. Yeminde niyet, yemin ettirenin maksadına göredir. Bu nedenle, yemin eden kişi kalbinden başka şeyleri geçirerek yemin ederse yine yalan yemin etmiş olur. Mesela, Ahmed'e olan borcu için yemin ettirilen kişi, Mehmed'e ödemiş olduğu borcu kasdederek, borcumu ödedim diye yemin ederse, yalan yemin etmiş olur.
Kur’ân-ı Kerim’de Yemin Kavramı
Kur’ân-ı Kerim’de ıstılah anlamıyla yemin etmek mânâsında “yemin” kelimesi ve türevleri 25 yerde geçer. Yine aynı anlamdaki “kasem” kelimesi ise 24 yerde kullanılır. Kur’ân-ı Kerim’de 17 sûre yeminle başlar. Allah Teâlâ, 8 yerde kendi zâtına yemin ederken, iki yerde Kur’an’a, 53 yerde de yarattığı bazı şeylere yemin eder. Bu yemin edilen şeylere bir göz attığımızda hemen şu ortak özellikler göze çarpar: Bunlar, herkes tarafından tartışmasız bilinen şeylerdir. Bu denli bilinmesine ve bu kadar önemli olmasına rağmen insanlar bunları çoğunlukla kanıksamış, doğru yolu bulmakta bize yardımcı olacak birer âyet oldukları unutulmuştur. Cenâb-ı Allah, bu şekilde, Araplarca gelişigüzel kullanılan yeminleri, hidâyet unsurunu ön plana çıkararak hem âyetlerin anlatım özelliğini arttırmış ve hem de “akletmesini” istediği insanların bu yaratılan şeyler üzerine dikkatini çekmiş oluyordu.
Allah’ın yemin ettikleri boş şeyler değildir. O yemin edilen şey, daha sonra belirtilenler için şâhittir. Allah, mahlûkattan bir şeye yemin ettiğinde o şeyin büyüklüğü, kemâli ve hayret vericiliği dolayısıyla değil; söz konusu meseleyi ispatlamak için yemin edilen şeyin delil olarak ileri sürüldüğünü anlamaktayız. Her yemin, kendisinden sonraki konuya delil getirmek içindir. 3558
“Fecre andolsun. On geceye andolsun. Çifte de teke de andolsun. Gelip geçmekte olan geceye andolsun. Bunların her biri akıl sahibi için birer yemine değmez mi? 3559; “Hayır; yıldızların yerleri üzerine yemin ederim ki. Bunun ne büyük bir kasem/yemin olduğunu bilir misin?”3560 Âyetlerde Allah’ın belirttiği gibi, yeminler boş yere yapılmadığı gibi, yemin edilenlerin de dikkat çekici şeyler olduğu bizzat Allah tarafından belirtilir. “Kur’ân-ı Kerim’de kendisine kasem edilen eşya üzerinde düşünülecek olursa, bunların, kendilerine kasem edilmemiş olsaydı bile te’kid edilmesi gereken ve hadd-i zâtında takviye ve isbat edecek nitelikte bulunan şeyler olduğu görülür.
“Yeminler ve ardından yeminlere bir cevabın gelmesi, ilk dönem Kur’an sûrelerinin bir özelliğidir. Kur’an; muhâtaplarına, hiç de yadırgamayacakları, onların yaygın olarak kullandıkları bir üslûp ile hitap ediyor. Doğadaki somut olgular üzerine yapılan yeminler, uyumlu kafiyelerle birlikte, âyetlere hârikulâde bir güzellik veriyor. Yemin ile vâkıalardaki hikmet ve gerçeklerin doğru olarak
3558] Mevdûdi, Tefhîmu’l Kur’an, c. VII, s. 22
3559] 89/Fecr, 1-5
3560] 56/Vâkıa, 75-76
YEMİN
- 699 -
görülmesi sağlanıyor. Onlar hakkındaki yanlış değerlendirmeler gideriliyor. Böylece yemin edilen vâkıalardaki hikmet ve gerçeklerin tanıklığında, yemin cevabındaki gerçekler ve hizmetler ortaya konuyor. Başka deyişle, yemindeki vâkıalar gerçek olduğu gibi, cevaptaki vâkıalar da gerçektir, hikmetlerle doludur.” 3561
Yeminlerle başlayan sûrelere baktığımızda yemin edilen şeyler ile daha sonra gelen konu arasında nâzik bir uyumun olduğu göze çarpmaktadır. “Kıyâmet gününe yemin ederim. Kendini kınayan nefse yemin ederim ki; İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı sanar, öyle mi? Evet, Bizim onun parmak uçlarını bile aynen eski haline getirmeye gücümüz yeter. Fakat insan, önündekini (kıyâmeti) yalanlamak, boyuna kötülük etmek ister de, ‘Kıyâmet günü ne zamanmış?’ diye sorar.”3562 Görüldüğü gibi sûre başında kıyâmete yemin edilmiştir. Yeminin devamında gelen konu, kıyâmetin gerçekliği üzerine olmaktadır.
Allah, câhiliyye döneminin yozlaşmış bir anlatım şekli olan yeminleri, hidâyet içeriğine sahip bir şekle sokarak Kur’an’ın anlatım üslûbunu güzelleştirmiş ve anlatımını kuvvetlendirmiştir. Ayrıca, câhiliyye Arabının gelişigüzel kullandığı yeminler daha sonraları bir düzene sokularak toplumu kaynaştıran bir öge haline getirilmiştir. 3563
Kur’an Allah’ın yeminlerini kasem kökünden bir fiile veya yemin edatı olan bazı harflerle vermektedir. Bir kabule göre, bazı sûrelerin başlarında yer alan tüm harfler ve harf grupları kasem, yani yemin ifade eder. Bu harflere yemin 28 sûrededir. Bunların tümü, sûrelerin başlangıcında yer alır (Sâd, nûn, hâ mîm, Elif lâm mîm, Kaf hâ yâ ayn sâd gibi).
Allah'ın yeminleri, yaradılışı ve oluş mûcizesini seyredip de bundan bir şey çıkaramayan ve oluşun arkasındaki büyük şuuru göremeyen insanı bir şok etkisiyle, daha iyi bakmaya itmek için kullanılıyor. Burada söz konusu olan, bir tür, delilin, bizzat kendini ortaya sürmesi ve delile delil arama şaşkınlığının kınanmasıdır.
Ahd, misak anlamında yemin, bir niyet ve kararlılık olayıdır. Kur'an lağv (boşboğazlık, gevezelik, lakırdı) türünden yemine değer vermez. Allah bu tip yeminler yüzünden insanı sorumlu tutmamaktadır.3564 Bu tip yeminlere, Kur’an’daki terim aynen korunarak lağv yeminler denir. Allah, adının lağv konusu yapılmasını istemiyor. Yemin, kişilik ifade eden kararlı söz halinde ağızdan çıktığında ise onun korunması, gereğinin yerine getirilmesi, insan olmanın onur borcudur. 3565
Yeminini basit menfaatler yüzünden bozan, sonsuzluk nasibi olmayan bedbahttır. Çünkü Kur’an, insanı, bir anlamda ahdine vefâ eden varlık olarak düşünüyor. Yapılmayacak sözün ağızdan çıkması Yaratıcı’yı öfkelendiren büyük bir sapıklıktır. İnsan, bu sapıklığa bulaşmakla Allah karşısında çok rezil bir duruma düşüyor.3566 Bunun içindir ki, Hz. Peygamber: “Ahde vefâsı olmayanın, imanı da olmaz” buyurmuştur. Yemini bozmak, ahde vefâsızlık uluslararası planda vücut
3561] M. Yaşar Soyalan, Leyl Sûresi, Kalem, sayı 6, Ankara, 1988
3562] 75/Kıyâme, 1-5
3563] Cengiz Duman, Haksöz, sayı ı 44, Kasım 94
3564] bk. 2/Bakara, 225; 5/Mâide, 89
3565] 5 Mâide, 89
3566] bk. 3/Âl-i İmrân 77; Saff, 2-3
- 700 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bulduğunda bir savaş gerekçesidir.3567 Bu demektir ki Kur’an, ahde/antlaşmaya vefâsızlığı insan onuruna, hayata bir tecâvüz saymaktadır.
Kur’an Allah’a yeminlerin urda (engel, bahâne) yapılmamasını istiyor. Bakara sûresinin 224. âyetinde yer alan beyandan üç sonuç çıkıyor: 1- Allah’ı, yeminlerle elde edilmesi gereken menfaatlere âlet etmemek, 2- İyilik, takvâ ve sulh için de olsa, yemin etme yoluna gitmemek, 3- Yapılması gereken iyilikleri, icrâsı gereken ödevleri, “benim bunu yapmaya engel yeminim var” diyerek savsaklamamak, Allah’ın emridir.
Kur’an, yeminlerin iyiliği engelleyen kalkan (cunne) yapılmasını şiddetle kınıyor ve münâfıklık sayıyor.3568 Kur’an, yeminlerin tahillesini, yani yeminle ortaya konan problemin çözülmesini emreder. Bu, Allah’ın bir fıtrat emridir.3569 Yemin tahillesi iki yolla olur: 1- Yeminin gereğini yerine getirmek, 2- Gereği yerine getirilmeyen yemin için keffâret ödemek. 3570
“İyi davranmanız, kötülüklerden korunmanız ve insanlar arasını düzeltmeniz gâyesiyle yeminlerinizi bozmanıza Allah’ı engel kılmayın. Allah (her şeyi) işitir ve bilir.” 3571
“Allah sizi, yeminlerinizdeki kasıtsız yanılmadan dolayı sorumlu tutmaz. Lâkin kalplerinizin kazandığı şeyler ile (kötü düşüncelerden) sorumlu tutar. Allah ğafûrdur, halîmdir.” 3572
“Kadınlarından uzak kalmaya yemin edenler için, dört ay beklemek vardır. Eğer (bu müddet içinde onlar kadınlarına) dönerlerse, şüphesiz Allah bolca bağışlayan ve merhamet edendir (yeminden vazgeçip kadınına tekrar yaklaşabilir).” 3573
“Eğer (yemin edenler dönmeyip kadınlarını) boşamaya karar verirlerse (ayrılırlar). Biliniz ki, Allah (her şeyi) işitir ve bilir.” 3574
“Allah’a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir paraya satanlara gelince, işte bunların âhirette bir payı yoktur. Allah, kıyâmet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için acı bir azap vardır.” 3575
“...Yeminlerinizin bağladığı kimselere de paylarını verin. Çünkü Allah her şeyi görmektedir.” 3576
“Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da keffâreti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek veya onları giydirmek, yahut da bir köle âzâd etmektir. Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizi koruyun (onlara riâyet edin). Allah size âyetlerini açıklıyor; umulur
3567] bk. 9/Tevbe, 12-13
3568] Mücâdele 16; Münâfıkun 29; 16/Nahl 38; 24/Nûr 53
3569] Tahrîm, 2
3570] Kur’an’ın Temel Kavramları, s. 633
3571] 2/Bakara, 224
3572] 2/Bakara, 225
3573] 2/Bakara, 226
3574] 2/Bakara, 227
3575] 3/Âl-i İmrân, 77
3576] 4/Nisâ, 33
YEMİN
- 701 -
ki şükredersiniz.” 3577
“Eğer kendilerine bir mûcize gelirse ona mutlaka inanacaklarına dâir olanca güçleri ile Allah adına yemin ettiler. De ki: ‘Mûcizeler ancak Allah tarafındandır. Ama mûcize geldiğinde de inanmayacaklarının farkın mısınız?” 3578
‘Şeytan, çirkin yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi ve ‘Rabbiniz, sırf melek olursunuz veya ebedî kalanlardan olursunuz diye sizi bu ağaçtan men etti, başka bir sebepten değil’ dedi. Ve onlara ‘Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim’ diye yemin etti.” 3579
“Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerini bozarlar ve dininize saldırırlarsa, küfrün önderlerine karşı savaşın. Çünkü onların yemin (diye bir şeyleri) yoktur. (Onlara karşı savaşırsanız) umulur ki küfre son verirler. (Ey mü’minler!) Yaptıkları yeminleri bozan (verdikleri sözden cayan), Peygamber’i (yurdundan) çıkarmaya kalkışan ve ilk önce size karşı savaşa başlamış olan bir kavme karşı savaşmayacak mısınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer (gerçek) mü’minler iseniz, korkmanız gereken yalnızca Allah’tır. Onlarla savaşın ki Allah, sizin ellerinizle onlara azap etsin, onları rezil etsin, sizi onlara gâlip kılsın ve mü’min toplumun kalplerini ferahlatsın.” 3580
“(Yâ Muhammed! Senin hakkında söyledikleri çirkin sözleri) Söylemediklerine dâir Allah’a yemin ediyorlar. Hâlbuki o küfür sözünü elbette söylediler ve müslüman olduktan sonra kâfir oldular. Başaramadıkları bir şeye (Peygamber’e sûikast yapmaya) da yeltendiler. Ve sırf Allah ve Rasûlü kendi lutuflarından onları zenginleştirdiği için öç almaya kalkıştılar. Eğer (münâfıklıktan vazgeçip) tevbe ederlerse onlar için daha hayırlı olur. Eğer yüz çevirirlerse Allah onları dünyada da, âhirette de acıklı bir azâba çarptıracaktır. Yeryüzünde onların ne dostu, ne de yardımcısı vardır.” 3581
“Onların (savaştan geri kalan münâfıkların) yanına döndüğünüz zaman size, kendilerinden (onları cezâlandırmaktan) vazgeçmeniz için Allah adına yemin edecekler. İşte o zaman onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır. Kazanmakta olduklarına (kötü işlerine) karşılık ceza olarak varacakları yer cehennemdir. Onlardan râzı olmanız için size yemin edecekler. Şayet onlardan râzı olsanız bile Allah fâsıklar topluluğundan asla râzı olmaz.” 3582
“(Sefere katılmayanlar arasında) Bir de (mü’minlere) zarar vermek, (hakkı) inkâr etmek, mü’minlerin arasına tefrika/ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Rasûlüne karşı savaşmış olan kimseyi gözetlemek için bir mescid-i dırar (zarar mescidi) kuranlar ve ‘(bununla) iyilikten başka bir şey niyet etmedik’ diye mutlaka yemin edecek olanlar da vardır. Hâlbuki Allah onların kesinlikle yalancı olduklarına şâhitlik eder.” 3583
“Rabbine andolsun ki, mutlaka onların hepsini, yaptıklarından dolayı sorguya çekeceğiz.” 3584
3577] 5/Mâide, 89
3578] 6/En’âm, 109
3579] 7/A’râf, 20-21
3580] 9/Tevbe, 12-14
3581] 9/Tevbe, 74
3582] 9/Tevbe, 95-96
3583] 9/Tevbe, 107
3584] 15/Hicr, 92-93
- 702 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“(İbrâhim:) ‘Allah’a yemin ederim ki, siz ayrılıp gittikten sonra putlarınıza bir oyun oynayacağım!’ (dedi).” 3585
“Onlar, olanca güçleriyle Allah’a yemin ettiler ve dediler ki: ‘Allah ölen bir kimseyi tekrar diriltmez.’ Aksine! Bu, hak olarak verdiği bir sözdür. Fakat insanların çoğu bilmez.” 3586
“Antlaşma yaptığınız zaman, Allah’ın ahdini yerine getirin ve Allah’ı üzerinize şâhit tutarak yeminleri pekiştirdikten sonra bozmayın. Şüphesiz Allah, yapacağınız şeyleri pek iyi bilir. İpliğini sağlamca büktükten sonra, çözüp bozan (kadın) gibi olmayın. Bir toplum diğer bir toplumdan (sayıca ve malca) daha çok olduğu için yeminlerinizi, aranızda bir fesat âleti edinmeyin. Çünkü Allah, bununla sizi imtihan etmektedir. Hakkında ihtilâfa düşmekte olduğunu şeyi, Kıyâmet gününde mutlaka size açıklayacaktır.” 3587
“Yeminlerinizi aranızda fesâda âlet edinmeyin, aksi halde bir ayak, (İslâm’da) sebat etmişken, kayar da, bu kayma sonunda insanları Allah yolundan alıkoymanız sebebiyle (dünyada) kötü azâbı tadarsınız. (Ayrıca) Sizin için (âhirette de) büyük azap vardır. Allah’ın ahdini az bir karşılığa değişmeyin. Şayet anlayan kimseler iseniz, şüphesiz Allah katında olan (sevap) sizin için daha hayırlıdır.” 3588
“İçinizden fazîletli ve servet sahibi kimseler akrabaya, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere (mallarından) vermeyeceklerine yemin etmesinler, bağışlasınlar, ferâgat göstersinler. Allah’ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.” 3589
“(Münâfıklar,) Sen hakikaten kendilerine emrettiğin takdirde mutlaka (savaşa) çıkacaklarına dâir, en ağır yeminleri ile Allah’a yemin ettiler. De ki: ‘Yemin etmeyin. İtaatiniz mâlûmdur! Bilin ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” 3590
“Allah’a yemin ederek birbirlerine şöyle dediler: ‘Gece ona ve âilesine baskın yapalım (hepsini öldürelim); sonra da velîlisine, ‘Biz o âilenin yok edilişi sırasında orada değildik, inanın ki doğru söylüyoruz’ diyelim. Onlar böyle bir tuzak kurdular. Biz de kendileri farkında olmadan, onların planlarını alt üst ettik.” 3591
“Kıyâmet koptuğu gün, günahkârlar, (dünyada) ancak pek kısa bir süre kaldıklarına yemin ederler. İşte onlar, (dünyada da haktan) böyle döndürülüyorlardı.” 3592
“Bütün güçleriyle yemin ederek ‘eğer kendilerine bir uyarıcı (peygamber) gelirse, herhangi bir ümmetten/toplumdan daha çok doğru yolda olacaklarına dâir Allah’a yemin etmişlerdi. Fakat kendilerine uyarıcı gelince bu, onların haktan uzaklaşmalarından başka bir şeyi arttırmadı.” 3593
“Eline bir demet sap al da, onunla vur; yeminini bozma’ (dedik). Gerçekten Biz Eyyûb’u sabırlı (bir kul) bulmuştuk. O, ne iyi kuldu, daima Allah’a yönelirdi.” 3594
3585] 21/Enbiyâ, 57
3586] 16/Nahl, 38
3587] 16/Nahl, 91-92
3588] 16/Nahl, 94-95
3589] 24/Nûr, 22
3590] 24/Nûr, 53
3591] 27/Neml, 49
3592] 30/Rûm, 55
3593] 35/Fâtır, 42
3594] 38/Sâd, 44
YEMİN
- 703 -
“Allah’ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmedin mi? Onlar ne sizdendirler, ne de onlardan. Bilerek yalan yere yemin ediyorlar. Allah onlara çetin bir azap hazırlamıştır. Gerçekten onların yaptıkları şey çok kötüdür! Onlar yeminlerini kalkan yapıp Allah’ın yolundan alıkoydular. İşte onlara küçük düşürücü bir azap vardır. Onların malları da, oğulları da, Allah’a karşı kendilerine bir fayda vermez. Onlar cehennem ehlidirler. Orada ebedî kalacaklardır. Allah onların hepsini yeniden dirilteceği gün, dünyada size yemin ettikleri gibi, O’na da yemin ederler. Kendilerinin bir şey üzerinde olduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar gerçekten yalancıdırlar.” 3595
“Münâfıklar sana geldiklerinde ‘şehâdet/şâhitlik ederiz ki sen Allah’ın peygamberisin’ derler. Allah da bilir ki sen elbette, kendisinin peygamberisin. Allah hiç şüphesiz münâfıkların yalancı olduklarına şâhitlik eder. Çünkü onlar yeminlerini kalkan yapıp insanları Allah’ın yolundan saptırdılar. Gerçekten onların yaptıkları ne kötüdür!” 3596
“Allah, yeminlerinizi çözmenizi size meşrû kılmıştır. Allah sizin yardımcınızdır. O, bilen, her şeyi hikmetle idâre edendir.” 3597
“Alabildiğine yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan lâf götürüp getiren, iyiliği hep engelleyen, mütecâviz, günaha dadanmış, kaba ve haşin, bütün bunlardan sonra bir de soysuzlukla damgalanmış kimselerden hiçbirine mal ve oğulları vardır diye sakın itaat etme (boyun eğme, ilgi duyma).” 3598
“Yoksa ‘Ne hükmederseniz mutlaka sizindir’ diye sizin lehinize olarak tarafımızdan verilmiş Kıyâmet gününe kadar geçerli yeminler, kesin sözler mi var?” 3599
Kur’ân’ı Kerim’de Allah’ın Kendi İsmine/Zâtına Yeminleri:
“Hayır! Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık husûsunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam mânâsıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” 3600
“O (söylediğin), bir hak/gerçek midir?’ diye senden haber istiyorlar. De ki: ‘Evet, Rabbime andolsun ki o şüphesiz haktır ve siz (ondan Allah’ı) âciz bırakacak değilsiniz.” 3601
“Rabbin hakkı için, mutlaka onların hepsine yaptıklarından soracağız.” 3602
“Rabbine andolsun ki, muhakkak sûrette onları da, şeytanları da mahşerde toplayacağız; sonra onları diz üstü çökmüş vaziyette cehennemin çevresinde hazır bulunduracağız.” 3603
“İnkârcılar, (Kıyâmet) saati bize gelmeyecek’ dediler. De ki: ‘Hayır! Gaybı bilen Rabbim hakkı için o, mutlaka size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre miktarı hiçbir şey, O’ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyüğü de şüphesiz, apaçık kitapta (yazılıdır).” 3604
3595] 58/Mücâdele, 14-18
3596] 63/Münâfıkûn, 1-2
3597] 66/Tahrîm, 2
3598] 68/Kalem, 10-14
3599] 68/Kalem, 39
3600] 4/Nisâ, 65
3601] 10/Yûnus, 53
3602] 15/Hicr, 92-93
3603] 19/Meryem, 68
3604] 34/Sebe’, 3
- 704 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki bu vaad, sizin konuşmanız gibi kesin ve haktır/gerçektir.” 3605
“İnkâr edenler, kesinlikle diriltilmeyeceklerini ileri sürdürdüler. De ki: ‘Hayır! Rabbime andolsun ki mutlaka diriltileceksiniz, sonra yaptıklarınız size haber verilecektir. Bu, Allah’a göre kolaydır.” 3606
“Hayır! (İşin gerçeği öyle umdukları gibi değil.) Doğuların ve Batıların Rabbine yemin ederim ki, onların yerine daha iyilerini getirmeye Bizim gücümüz şüphesiz yeter ve kimse Bizim önümüze geçemez.” 3607
Kur’ân’ı Kerim’de Allah’ın Kur’an’a Yemini:
“Yâsîn. Hikmet dolu Kur’an hakkı için; Sen (habîbim!) üstün ve çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir.” 3608
“Hâ mîm. Apaçık Kitab’a andolsun ki, Biz düşünüp anlamanız için onu Arapça bir Kur’an yaptık.” 3609
Kur’ân’ı Kerim’de Allah’ın Yarattıklarına Yemini:
“Saf saf dizilmişlere, toplayıp sürenlere, zikir okuyanlara yemin ederim ki, ilâhınız birdir. O, hem göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi, hem de doğuların ve doğuşların Rabbidir.” 3610
“Esip savuranlara, yükünü yüklenenlere, kolayca süzülenlere, işi ayıranlara andolsun ki, size vaad edilen kesinlikle doğrudur ve cezâ mutlaka vuku bulacaktır. Kendine has yollara sahip göğe andolsun ki siz elbette farklı bir söz ve görüş içindesiniz. Bununla beraber aldatılanlar ondan geri çevrilirler.” 3611
“Tur’a, satır satır yazılmış, ince deri üzerine yazılmış Kitab’a, ma’mur eve, yükseltilmiş tavana, dolan denize andolsun ki, Rabbinin azâbı mutlaka vuku bulacaktır. Ona engel olacak bir şey yoktur.” 3612
“Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve bâtıla inanmadı; o, hevâsına/kötü arzularına göre de konuşmaz. O (nun konuşması, kendisine) vahyedilenden başkası değildir.” 3613
“Hayır! Yıldızların yerlerine yemin ederim ki! Bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir. Şüphesiz bu, korunmuş bir kitapta bulunan değerli bir Kur’an’dır.” 3614
“Hayır! Görebildikleriniz ve göremedikleriniz üzerine yemin ederim ki; Hiç şüphesiz o (Kur’an), çok şerefli bir elçinin sözüdür. 3615
3605] 51/Zâriyât, 23
3606] 64/Teğâbün, 7
3607] 70/Meâric, 40
3608] 36/Yâsin, 1-5
3609] 43/Zuhruf, 1-3
3610] 37/Sâffât, 1-5
3611] 51/Zâriyât, 1-9
3612] 52/Tûr, 1-8
3613] 53/Necm, 1-4
3614] 56/Vâkıa, 75-78
3615] 69/Haakka, 38-40
YEMİN
- 705 -
“Hayır, öyle değil! Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki, onların yerine daha iyilerini getirmeğe bizim gücümüz şüphesiz yeter ve kimse bizim önümüze geçemez.” 3616
“Hayır! Kıyâmet gününe yemin ederim ki; Kendini kınaya (haddini bilen, nedâmet çeken) nefse yemin ederim ki: İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı sanar, öyle mi? Evet, Bizim, onun parmak uçlarını bile aynen eski haline getirmeye gücümüz yeter.” 3617
“Yemin olsun, iyilik için birbiri peşinden gönderilenlere; Şiddetle eserek (zararlıları) savurup atanlara; (Hakikat) tohumunu yaydıkça yayanlara; (Hak ile bâtılı) birbirinden ayıranlara; (Allah’a yönelenleri arıtmak, (kötüleri) sakındırmak için öğüt telkin edenlere ki, size vaad olunan şey muhakkak gerçekleşecek!” 3618
“Söküp çıkaranlar, yavaşça çekenler, kolayca yüzenler, yarış edenler, derken bir iş çevirenler hakkı için, birinci üflemenin kâinatı sarstığı, onu ikinci üflemenin takip ettiği günde yürekler kaygıdan oynar, onu gören gözler alçalır (yere iner).” 3619
“Hayır! Yörüngesinde akıp giderken bazen kaybolup bazen de etrafı aydınlatan yıldızlara; Kararmaya yüz tuttuğu anda geceye, Aydınlığını etrafa yaymaya başladığı zaman sabaha yemin ederim ki Kur’an, değerli bir elçinin (Cebrâil’in) getirip okuduğu sözdür. İşte o elçi, Arş’ın sahibi Allah’ın katında güçlü ve itibarlıdır.” 3620
“Hayır! Şafağa, geceye ve onda basan karanlığa, dolunay olmuş aya yemin ederim ki, halden hale geçersiniz.” 3621
“Burçlarla donatılmış gökyüzüne, geleceği bildirilmiş olan Kıyâmet gününe, Şâhide ve meşhûda (Cum’a ve arefe günlerine) yemin ederim ki, için yanan ateşle dolu hendeğe atılanlar (yakılarak) öldürüldü. Yakanlar da başlarına oturmuşlar mü’minlere yapmakta oldukları işkenceyi temâşâ ederlerdi.” 3622
“Gökyüzüne ve sabahyıldızına (Târık’a) yemin ederim. Târık’ın ne olduğu sana söylendi mi? O, karanlığı delercesine etrafı aydınlatan sabah yıldızıdır. Hiçbir nefis (insan) yoktur ki mutlaka onun üzerinde bir koruyucu, bir denetleyici bulunmasın.” 3623
“Fecre, on geceye (Hac yapılan Zilhicce’nin on gecesine), çift olana ve tek’e, her şeyi karanlığı ile örttüğü zaman geceye yemin ederim ki; bunlarda elbette akıl sahibi için birer yemin değeri vardır.” 3624
“Hayır! (Gerçek onların dediği gibi değil.) Bu beldeye (Mekke’ye), senin bu beldeye girişine, babaya ve ondan gelen çocuğa yemin ederim ki Biz insanı birtakım zorluklar, zahmetler ve sıkıntılar içinde yarattık. O insan, acaba hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor? 3625
“Güneşe ve kuşluk vaktindeki aydınlığına, güneşi takip ettiği müddetçe aya, güneşi
3616] 70/Meâric, 40
3617] 75/Kıyâme, 1-4
3618] 77/Mürselât, 1-7
3619] 79/Nâziât, 1-9
3620] 81/Tekvîr, 15-20
3621] 84/İnşikak, 16-19
3622] 85/Burûc, 1-7
3623] 86/Târık, 1-4
3624] 89/Fecr, 1-5
3625] 90/Beled, 1-5
- 706 -
KUR’AN KAVRAMLARI
tam görünen gündüze, aydınlığı örttüğü vakit geceye, gökyüzüne ve onu bina edene, yere ve onu düzlük yapana, nefse/rûha ve onu en güzel biçimde şekillendirene, sonra ona fücûru/kötülük duygusunu da takvâyı/sakınıp iyi olmayı da birlikte ilham edene yemin ederim ki, nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere daldıran da ziyan etmiştir.” 3626
“Karanlığı ile etrafı örttüğü zaman geceye, açılıp ağardığı vakit gündüze, erkeği ve dişiyi yaratan güce yemin ederim ki, işiniz pek çeşitlidir.” 3627
“Kuşluk vaktine ve kararıp durgunlaştığı zaman geceye yemin ederim ki Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı.” 3628
“Tîn’e (Bir dağ adı veya incir), Zeytun’a (bir dağ adı veya zeytin), Tûr-ı Sinâ’ya ve şu emîn beldeye yemin ederim ki, Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına gönderdik.” 3629
“Harıl harıl koşanlara, nallarıyla çakarak kıvılcım saçanlara, ansızın sabah baskını yapanlara, o esnâda tozu dumana katanlara, derken bir topluluğu ortalayanlara yemin ederim ki, insan, Rabbine karşı pek nankördür.” 3630
“Asr’a (akıp giden zamana, çağa, ikindi vaktine) yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip sâlih ameller işleyenler ve birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnâdır.” 3631
Kur’an’da Allah’ın Yeminleri (Aksâmu’l-Kur’an)
Tefsîr Usûlü ilminde münâkaşalara yol açan biri de yeminlerdir. Kur’ân-ı Kerim’de birçok yeminler vardır. Bunların bazısında Allah Teâlâ, bazen kendi yüce ismine yemin etmekte, bazen peygamberlere ve peygamberlerin zuhûr ettiklere yerlere, Kur’an’a, meleklere, kıyâmet gününe, bazen de kâinatta ve tabiatta bulunan önemli varlıklara (semâ, şems, kamer, necm, leyl, asr... gibi şeylere) yemin etmektedir.
Kur’ân-ı Kerim’deki yeminleri aşağıdaki çeşitli sebeplerde aramak lâzımdır:
1- İslâmiyet’ten evvelki Arapların sosyal hayatında yeminin rolü büyüktür. Kur’ân-ı Kerim ise, Arapların öteden beri alıştıkları üslûbu muhâfaza etmiş, bu arada yemini de alıkoymuştur.
2- Allah Teâlâ inzâl ettiği âyetlerini ve delillerini, bu türlü yeminlerle te’yid etmiştir. Yemin gibi değişik edebî sanatlar kullanarak İlâhî hakikatleri te’kid ve te’yid etmiştir.
3- Yemin her zaman bir şeyi te’yid etmek için değil; bazen de kendisi için yemin edilen şeyin kıymet ve önemine işaret etmek ve kadrini yüceltmek için ve dinleyenlerin o şeye karşı dikkatlerini çekmek için kullanılır.
Kur’ân-ı Kerim’de 17 sûrenin başında kasem/yemin bulunmakta ve
3626] 91/Şems, 1-10
3627] 91/Leyl, 1-4
3628] 93/Duhâ, 1-3
3629] 95/Tîn, 1-5
3630] 100/Âdiyât, 1-6
3631] 103/Asr, 1-3
YEMİN
- 707 -
okuyucuların nazarı dikkatini daha başlangıçta çekmektedir. Bir sûre meleklere (vessâffâti), iki sûre feleğe/gök cisimlerine (ve’l-burûci ve’t-târikı), sûre feleğin levâzımına (ve’n-necmi ve’l-fecri ve’ş-şemsi ve’l-leyli ve’d-duhâ ve’l-asri), iki sûre havaya (ve’z-zâriyâti ve’l-mürselâti), bir sûre toprağa (ve’t-tûri), bir sûre nebâta (ve’t-tîni), bir sûre hayvân-ı nâtıka (ve’n-nâziâti), bir sûre hayvana (ve’l-âdiyâti) aittir.
Allah, Kur’an’da 8 yerde kendi ismiyle/kendi zâtına yemin eder: 4/Nisâ, 65, 10/Yûnus, 53; 15/Hicr, 92; 19/Meryem, 68; 34/Sebe’, 351/Zâriyât, 23; 64/Teğâbün, 7; 70/Meâric, 40.
Bundan başka halkın bilmesi icap eden imanın esasları için de yemin kullanılmaktadır:
a) Tevhid için: “Saf saf dizilenler, şeytanı kovanlar, zikri (Kitabı) okuyanlar ile yemin ederim ki, muhakkak ilâhınız birdir.” 3632
b) Kur’an’ın hak olduğuna dair yeminler: “Ben yıldızların mevkileri ile yemin etmem –ki, bilseniz, büyük bir yemindir. (Kitab) Hakikatte Kur’ân-ı Kerim’dir.” 3633; “Hâ Mîm. Apaçık Kitap ile yemin ediyorum, Biz onu Arapça Kur’an yaptık.” 3634
c) Peygamberlerin hak olduğuna dair yemin: “Yâ Sîn. O hikmet dolu Kur’an’a yemin ederim ki, sen hiç şüphesiz Rasûllerdensin. Dosdoğru bir yol üzeresin.” 3635
d) Cezâ, va’d ve vaîd için vâki olan yeminler: “Savurup kaldıran rüzgârla yemin ediyorum... Rabbının azâbı muhakkak vâki olacaktır.”3636; “Andolsun Tûra, neşredilmiş kâğıtlar içinde yazılı Kitaba... ki Rabbinin azâbı hiç şüphesiz vâki olacaktır.” 3637
Hz. Peygamber’e üç âyette yemin etmesi emir buyrulmuştur:
1- “Kâfir olanlar, dirilmeyeceklerini iddiâ ederler. Onlara de ki: ‘Evet Rabbimle yemin ediyorum, diriltileceksiniz.” 3638
2- “Kâfir olanlar, ‘o saat (Kıyâmet günü) bize gelmeyecek’ dediler. (Onlara) de ki: ‘Hayır, gaybı bilen Rabbim hakkı için o, size mutlaka gelecektir.” 3639
3- “Onlar sana: ‘Doğru mu?’ diye soracaklar. De ki: ‘Rabbim ile yemin ediyorum, o doğrudur.” 3640
Kasem/yemin bahsinde önemli olan bir nokta da şudur: Kasem fiiline “lâ” nefy harfinin gelmesidir. Bu çeşit yemin, eski Arap yeminlerinde de vardı. Kasem fiiline ilâve edilen bu harfle söz takviye, i’zâm ve te’kid edilmiş olur. Bu şekilde ilâve, müfessirler tarafından şöyle izah edilmiştir:
1- Kelâmın âhengini tezyîn için ziyâde kılınan ve nefy mânâsı kast edilmeyen ziyâde bir “lâ”dır.
3632] 37/Sâffât, 1-4
3633] 56/Vâkıa, 75-77
3634] 43/Zuhruf, 1-3
3635] 36/Yâsin, 1-4
3636] 51/Zâriyât, 1-5
3637] 52/Tûr, 1-8
3638] 64/Teğâbün, 7
3639] 34/Sebe’, 3
3640] 10/Yûnus, 53
- 708 -
KUR’AN KAVRAMLARI
2- Bunun aslı te’kid lâmı, yani ibtidâiye lâmıdır. Vakf halinde olduğu gibi, fethası işba’ edilmiştir. Buna göre kelime “lâ uksimu” değil; “le uksimu”dur.
3- Bu harf nefy içindir. “lâ vallahi” denildiği gibi, aslı üzere nâfiyedir. Son görüşe göre bu harfe şu mânâlar verilmektedir:
a- İş, öyle onların zannettikleri gibi, değil, yemin ederim...
b- Artık başka söze lüzum yok, yemin ederim...
c- Şu söyleyeceğim söz o kadar mühim ve büyüktür ki, bunun büyüklüğünü tanıtmak için kasem etmek bile onu hakkıyla büyültemez...
d- İş o kadar açıktır ki, yemin bile etmiyorum...
e- Bunu kasemden evvel muhâtabın zihnini tahliye mânâsı ile de izah edebiliriz ki, şimdi zihninden bütün muhâlif fikirleri sil, söylenecek ve dinlenecek başka bir şey yok, ancak söyleyeceğim şu hakikat vardır. Kasem ederim ki... 3641
Yemin, bir şeyi insanın içinde takviye eden meşhur pekiştiricilerdendir. Kur’ân-ı Kerim, bütün insanlar için inmiştir. İnsanlar onun karşısında birbirine aykırı tavırlar almışlardır. Onlardan kimi şüpheci, kimi inkârcı, kimi de çetin ve yaman bir hasımdır. Allah’ın kelâmındaki kasem/yemin, şüpheleri giderir, onları boşa çıkarır. Hüccet/delil getirir, haberleri kuvvetlendirir, hükmü en mükemmel biçimde anlatır.
Allah’tan başkası adına yemin etmek yasaklandığı halde3642 Allah’ın mahlûkatına yemin etmesi şöyle açıklanmaktadır: Bu, bir bakıma Allah’ın kendi adına yemin etmesidir. Zira yaratılmış her şey O’nun zâtına delâlet eder. Bazı âlimler de yemin edilen şeylerin başında “Rab” kelimesinin mahzuf bulunduğunu, meselâ “semâya andolsun” ifâdesinden, maksadın “semânın Rabbına andolsun” demek olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Allah dilediğine yemin eder. Kulların Allah’tan başkasına yemini ise, şirkten bir çeşittir. Ömer bin Hattâb (r.a.)’dan rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan başkasına yemin eden kimse, muhakkak kâfir olmuş veya şirk koşmuş olur.” Ancak, Allah Teâlâ, yarattıklarına yemin etmiştir. Çünkü bunlar, yaratıcıları olan Allah’a delâlet ederler. Allah Teâlâ, insanlar bunlardan ibret alsınlar diye, bunların fazîletine ve menfaatine işaret etmek için bunlara yemin etmiştir. Allah, yaratıklarından dilediğine yemin eder. Bir kimsenin Allah’tan başkasına yemin etmesi ise câiz değildir.
Kur’ân-ı Kerim’de kasem, lâfız olarak iki şekilde yer almaktadır:
1- Zâhir/açık: Kasem fiili ve yemin edilen şey, kendisinde açıkça belirtilmiş olandır. Bâ (b), vâv (v) veya tâ (t)dan olan câr (cer harfleri) ile yemin edilenler (kendisinde kasem fiili hazfedilmiş olsa da) bu çeşittendir.
2- Muzmar/gizli olan kasem: Kendisinde kasem fiili de, kasem edilen de açıkça belirtilmemiş olan yemindir. Buna ancak kasemin cevabına dâhil olan te’kid lâmı delâlet eder. Yani, yeminle ilgili bir kelime ve yemin harfleri kullanılmadığı halde, fiilin başına te’kid için “lâm” harfi getirilerek kullanılan ifadeler.
3641] İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s. 168-171
3642] bk. Müslim, Eymân 1-4
YEMİN
- 709 -
“Veleneblüvenneküm bişey’in... (Andolsun ki, sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azalma (fakirlik) ile imtihan eder, deneriz. Sen sabırlı davrananları müjdele.)”3643; “Letüblevünne fî emvâliküm ve enfüsiküm (Andolsun ki, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz)...” 3644
Eğer kelâmın siyakı kasem mânâsında olursa, bazı fiiller kasem yerine geçer. Kur’an’da özellikle “mîsak”, “ahd” ve “vaad” kelimeleri çoğu zaman yemin yerine geçen ifadelerdir. “Allah, kendilerine kitap verilenlerden ‘onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız’ diyerek söz almıştı.”3645; “Vaktiyle Biz, Benî İsrâil’e ‘yalnızca Allah’a kulluk edeceksiniz... diye mîsak/söz almıştık...”3646; “(Ey İsrâiloğulları!) Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız’ diye sizden mîsak/söz almıştık...”3647; “Allah, sizlerden iman edip sâlih amel işleyenlere, kendilerinden öncekileri halife (sahip ve hâkim) kıldığı gibi, kendilerine de yeryüzüne halife/hâkim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm’ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve geçirdikleri korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vaad etti. Çünkü onlar Bana kulluk/ibâdet ederler; hiçbir şeyi Bana şirk/eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim ink3ar ederse, işte bunlar asıl fâsıklardır/büyük günahkârlardır.” 3648
İslâm öncesi Arap toplumunun sosyal hayatında önemli rolü olan yemini Kur’ân-ı Kerim’in muhâfaza etmesi ve âyetlerin bu yolla lafız ve mânâ açısından takviye edilmesi, yeminin önemini açıkça ortaya koymaktadır. İster kendi zâtına, ister mahlûkatına olsun Allah’ın Kur’an’da yemin ettiği, gerçek olduğuna yeminle te’kitve te’yidde bulunduğu hususlar tevhid, Kur’an, Hz. Peygamber, âhiret, cezâ ve mükâfat gibi İslâm inancının temel unsurları ile İlâhî tebliğin muhâtabı olan insan ve onun maddî ve mânevî birtakım özellikleridir.
Yemin eden nezdinde hakikaten veya itikaden tâzim olunan bir mânâ ile bir şeyden çekinmek veya onu yapmaya çalışmakla, insanın kendisini bağlaması, söz vermesine, sözünü te’kid etmesine kasem veya yemin denir. Yemin, aslında Arapça’da sağ el demektir. Araplardan biri, arkadaşı ile antlaştığında onun sağ elini tutardı. Bundan dolayı “and”a, sağ el anlamına yemin adı verilmiştir.
Şurası bir hakikattir ki, Kur’an’daki Allah’ın kasemlerini araştıran kimse, pek çok ilmî gerçekleri elde eder, dikkat çekilen bu kevnî âyetlerin önem ve hikmetlerine vâkıf olur.
Hadis-i Şeriflerde Yemin Kavramı
“Yemin, malı harcama (elden çıkarma), bereketi mahvetme sebebidir.” 3649
“Satışta çok yemin etmekten sakının, çünkü yemin, önce sürümü arttırır, ama sonra kazancı mahveder.” 3650
“Büyük günahlar şunlardır: Allah’a şirk/ortak koşmak, ana babaya itaatsizlik etmek,
3643] 2/Bakara, 154
3644] 3/Âl-i İmrân, 186
3645] 3/Âl-i İmrân, 187
3646] 2/Bakara, 83
3647] 2/Bakara, 84
3648] 24/Nûr, 55
3649] Buhârî, Büyû’ 26; Müslim, İman 117, Müsâkat 131
3650] Müslim, Müsâkat 133
- 710 -
KUR’AN KAVRAMLARI
haksız yere bir kimseyi öldürmek ve yalan yere yemin etmek.” 3651
“Kim İslâm’dan başka bir din adına bilerek yalan yere yemin ederse, o kişi dediği gibi (yalancının biri)dir. Kim, ne ile intihar ederse, kıyâmet günü onunla azâb olunur. Sahip olmadığı bir şeyi adayanın adağı geçersizdir. Mü’mine lânet etmek, onu öldürmek gibidir.” 3652
“... İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin ürettikleridir.” 3653
“Dikkat! Gerçekten Allah (azze ve celle) sizi babalarınıza yeminden nehyediyor; kim yemin edecekse Allah’a yemin etsin yahut sussun!” 3654
“Annelerinize ve putlara da yemin etmeyin, Allah’a da ancak doğru söylemek şartıyla yemin edebilirsiniz.” 3655
“Her kim Allah’tan başkasına yemin ederse muhakkak şirk koşmuştur yahut küfretmiştir.” 3656
İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.), Hz. Ömer’in (r.a.), babasını zikrederek yemin ettiğini işitmişti: “Allah Teâlâ, sizleri babanızı zikrederek yemin etmekten nehyetti. Öyleyse kim yemin edecekse Allah’a yemin etsin veya sussun!” buyurdu.” 3657
“Kim yemin eder ve “...İslâm'dan berî olayım!” derse, eğer sözünde yalancı ise, dediği gibi olur, yalancı değil de gerçeği söylemişse İslâm'a sâlim olarak dönemeyecektir.” 3658
“Sizden kim yemin eder de yemininde; ‘Lât hakkı için, derse arkasından hemen ‘Lâ ilâhe illâllah’ desin! Her kim arkadaşına; ‘Gel, seninle kumar oynayalım’ derse sadaka versin!” 3659
Enes (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.s.) bir kimsenin ‘Ben, öyleyse yahûdi olayım!” diye yemin ettiğini işitmişti. Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Yahûdilik ona vâcip oldu.” 3660
“Senin yeminin arkadaşın seni ne üzerine tasdik etti ise ona göredir.” 3661
“Bir şeye yemin edip de, başkasını daha hayırlı gören kişi yemininden dolayı keffâret ödesin, sonra da o hayırlı olan şeyi yapsın.” 3662
“Kim bir şey hususunda yemin eder, sonra da hilâfını daha hayırlı görürse, derhal kefâret vererek yemininden vazgeçsin ve yemin ettiği husustan daha hayırlı olanı yapsın.” 3663
3651] Buhârî, Eymân 16, Diyât 2, İstitâbetü’l-Mürteddîn 1; Tirmizî, Tefsîru Sûre (4) 6; Nesâî, Tahrîm 3, Kasâme 48
3652] Buhârî, Cenâiz 84, Edeb 44, 73, Eymân 7; Müslim, İman 176, 177; Tirmizî, Nüzûr 16; Nesâî, Eymân 7, 11, 31; İbn Mâce, Keffârât 3
3653] Tirmizî, İman 8, İbn Mâce, Fiten 12
3654] Müslim, Eymân 3, hadis no: 1646
3655] Müslim, Eymân 4; S. Müslim Terc. ve Şerhi, A. Davudoğlu, c. 8, s. 218
3656] Müslim, Eymân 4; S. Müslim Terc. ve Şerhi, A. Davudoğlu, c. 8, s. 218
3657] Buhârî, Eymân 4; Müslim, Eymân 1, hadis no: 1646; Ebû Dâvud, Eymân 5, h. No: 3250; Tirmizî, Eymân 8, h. No: 1534; Nesâî, Eymân 5, -7, 4, 5-
3658] Ebû Dâvud, Eymân 9, hadis no: 3258; Nesâî, Eymân 8, -7, 6-
3659] Müslim, Eymân 5, hadis no: 1647
3660] Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, c. 17, s. 235
3661] Müslim, Eymân 20, hadis no: 1653
3662] Nesâî, Eymân 41; Ebû Dâvud, Eymân 12
3663] Müslim, Eymân 12, hadis no: 1650; Tirmizî, Eymân 6, h. no: 1530; Muvattâ, Eymân 11, h. no: 2, 478
YEMİN
- 711 -
“Birinizin ailesine karşı yaptığı yemininde inatlaşması, Allah nazarında Rab Teâlâ’nın farz kıldığı keffâreti ödemesinden daha ağır bir günahtır.” 3664
“Kim yemin eder ve “inşâaallah” derse istisna yapmış olur. Dilerse rücû eder, dilerse hânis olması mevzûbahis olmadan terkeder.” 3665
“Ben, Allah’a yemin ederek söylüyorum: İnşâallah, herhangi bir şeye yemin edilince, yeminin aksini yapmayı daha hayırlı görecek olsam, yeminimi kefaretler, hayırlı gördüğüm şeyi yaparım.” 3666
Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor: “Ebû Bekir (r.a.), aziz ve celil olan Rabbimiz yemin keffâretini indirinceye kadar yaptığı yeminlerinde hiç hânis (yalancı veya yeminini bozan) olmadı. Ayet inince dedi ki: “Artık, bir yemin edip, sonra aksini yapmanın daha hayırlı olduğunu görecek olsam, (yeminim yerini bulsun diye direnmem) derhal daha hayırlı gördüğüm hususu yapar, yeminim için de kefâret öderim.” 3667
“Rabbe isyanda, sılayı rahmi kesmekte ve mâlik olmadığın şeyde sana yemin de, nezir de yoktur.” 3668
“Âdemoğlunun, mâlik olmadığı bir şey yahut Allah’a isyanı veya akraba ile münâsebeti kimseyi adaması veya bunlar için yemin etmesi olmaz. Kim bir yemin eder de onun aksini daha hayırlı görürse yeminini bıraksın, hayırlı olanı yapsın. Zira onu terk etmesi, yemininin keffâretidir.” 3669
“Yemin edip de istisnâ eden (İnşâallah diyen) isterse, döner, isterse yemini bozmadan terk eder.” 3670
İbn Abbas (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) yemin teklif ettiği bir kimseye şöyle dedi: “Haydi! Kendinden başka ilah olmayan Allah’a kasem ederek o kimsenin yani iddia sahibinin sende hiçbir şeyi olmadığına yemin et!” 3671
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.)'ın yaptığı yeminlerin çoğu şöyleydi: “Kalpleri çeviren Zat’a yemin olsun, hayır!” 3672
Ebu Said (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) yeminde mübâlağa edince: “Hayır! Ebu’l-Kasım’ın nefsini elinde tutan Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun ki...” derdi.” 3673
“Kim, bir yeminde yalan yere yemin ederse bu yemini sebebiyle cehennemdeki yerini hazırlamış olur.” 3674
3664] Buhârî, Eymân 1; Müslim, Eymân 26, hadis no: 1655
3665] Muvattâ, Eymân 10, -2, 477-; Ebû Dâvud, Eymân 11, hadis no: 3261, 3262; Tirmizî, Eymân 7, h. no: 1531; Nesâî, Eymân 18, 39, -7, 12, 25-; İbn Mâce, Keffârât 6, h. no: 2105- 2106
3666] Buhârî, Eymân 14; Müslim, Eymân 10, hadis no: 1649; Ebû Dâvud, Eymân 17, h. no: 3276; Nesâî, Eymân 15, -7, 9, 10-, Sayd 33, -7, 206
3667] Buhârî, Eymân 1
3668] Ebû Davud, Eymân 12; Nesâi, Eymân 17; İbn Mâce, Keffâret 8; Ahmed bin Hanbel, II/185, 202
3669] Ebû Dâvud, İman 12; Nesâî
3670] Ebû Davud, Eymân 9; Nesâî, Eyman18; Ahmed bin Hanbel, II/6, 49
3671] Ebû Dâvud, Akdiye 24, hadis no: 3620
3672] Buhârî, Eymân 3, Kader 14, Tevhid 11; Ebû Dâvud, Eymân 16, hadis no: 3263; Tirmizî, Nüzûr 12, hadis no: 1540; Nesâî, Eymân 2, -7, 2, 3-; Muvattâ, Nüzûr 14
3673] Ebû Dâvud, Eymân 12, hadis no: 3264; İbn Mâce, Keffârât 1, hadis no: 2090
3674] Ebû Dâvud, Eymân 1, hadis no: 3242
- 712 -
KUR’AN KAVRAMLARI
İbn Mes’ud (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah: “Kim Müslüman bir kimsenin malı hakkında yalan yere yemin ederse, (Kıyamet günü) Allah’la karşılaştığında O’nu kendisine karşı gazaplanmış bulur!” buyurdular. Sonra Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu sözlerini tasdik eden âyetleri Allah Teâlâ’nın kitabından okudular: “(Ahirzaman peygamberine iman hususunda) Allah’a verdikleri ahdi ve ettikleri yemini, az bir dünya malı karşılığında değiştirenlere gelince, onların âhirette hiçbir nasibi yoktur. Kıyâmet gününde Allah onlara ne bir hitapta bulunur, ne rahmetiyle nazar eder ve ne de onları temize çıkarır. Onların hakkı pek acı bir azaptır” 3675
“Kim Müslüman bir kimsenin hakkını, yemini ile ele geçirirse artık onun için cehennem vâcip olmuştur. Allah Teâlâ ona cenneti de mutlaka haram kılmıştır.” “Ey Allah’ın Rasûlü! Az bir şey olsa da mı?” diye sordular. “Misvak ağacından bir çubuk bile olsa!” cevabını verdi. 3676
“Şu minberimin yanında kim günaha sebep olan bir yemin ederse, hatta bu, yeşil bir misvak çubuğu için dahi olsa, mutlaka cehennemdeki yerini hazırlamış olur.” 3677
“Yemin, yemin isteyenin niyetine göredir.” Bir diğer rivâyet: “Senin yeminin arkadaşının seni kendisiyle tasdik ettiği şeye göredir.” 3678
Hz. Aişe anlatıyor: “Şu âyet kişinin kullandığı “Vallahi hayır!” “Billâhi evet!” gibi sözler sebebiyle nâzil olmuştur. (Meâlen): “Allah yeminlerinizde kasıtsız olarak yanılmanızdan dolayı sizi mes’ul tutmaz, fakat ettiğiniz yeminleri bozmanızdan dolayı sizi mes’ul tutar. Bozulan bir yeminin keffâreti ise...” 3679
Süveyd İbnu Hanzala (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah’a (s.a.s.) gitmek üzere yola çıkmıştık. Beraberimizde Vâil İbn Hucr da vardı. Yolda onu, bir düşmanı yakaladı. Herkesi yemin etmeye zorladılar. Ben, “o, kardeşimdir” diye yemin ettim. Bunun üzerine onu serbest bıraktılar. Rasûlullah’a gelince olup biteni anlattım. “(Önümüzü kesen) grup herkesi yemine zorladı, ben de onun kardeşim olduğuna yemin ettim” dedim. “Doğru söylemişsin, Müslüman Müslümanın kardeşidir!” buyurdular.” 3680
“Beyyine dâvâcı üzerine, yemin de dâvâlı üzerine düşer.” 3681
İbn Abbas (r.a.) anlatıyor: “İki kadın bir odada deri dikiyorlardı. Bunlardan biri avucuna bîz batırılmış olarak dışarı çıktı. Bunu diğerinin yaptığını iddia etti. Dâvâ İbn Abbas (r.a.)’a götürüldü. İbn Abbas dedi ki: “Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardı: “Eğer insanlara sırf iddialarıyla (delil olmadan) talep ettikleri verilseydi, insanlar başkalarının kan ve mallarını istemeye kalkarlardı. Ancak iddia sahibine beyyine
3675] 3/Âl-i İmrân, 77; Buhârî, Eymân 17; Müslim, İman 234, hadis no: 138; Ebû Dâvud, Eymân 2, hadis no: 3243; Tirmizî, Tefsir, Âl-i İmrân, hadis no: 2999
3676] Müslim, İman, 218, hadis no: 137; Nesâî, Kadâ 29, hadis no: 8, 246; Muvattâ, Akdiye 11, h. No: 2, 727
3677] Ebû Dâvud, Eymân 3, hadis no: 3246; İbn Mâce, Ahkâm 9, h. no: 2325; Muvattâ, Akdiye 10, hadis no: 2, 727
3678] Müslim, Eymân 21, hadis no: 1653; Ebû Dâvud, Eymân 8, h. no: 3255; Tirmizî, Ahkâm 19, h. no: 1354
3679] 5/Mâide 89) (Buhârî, Eymân 14; Ebû Dâvud, Eymân 28, hadis no: 3254; Muvattâ, Eymân 9, hadis no: 2, 477
3680] Ebû Dâvud, Eymân 8, hadis no: 3256; İbn Mâce, Keffârât 14, h. no: 2119
3681] Tirmizî, Ahkâm 12, hadis no: 1341
YEMİN
- 713 -
gerekmektedir. İddiayı inkâr edene de yemin gerekmektedir.” (Bu kadına) Allah’ı (yalan yere yemin etmenin günahını) hatırlatın. Ona şu âyeti okuyun: “Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir pahaya değişenler, işte bunlar için ahirette hiçbir nasib yoktur.”3682 Kadına bu hatırlatıldı. Bunun üzerine kadın suçunu itiraf etti.” 3683
İbn Abbas (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) “(İddia sahibi iki şâhit bulamazsa) bir yemin ve bir şâhid(in yeterli olacağın)a” hükmetmiştir.” 3684
Kasâme
Katili meçhul cinâyetlerde maktûlün bulunduğu köy veya mahalle halkından elli kişinin Allah’a yemin ederek “öldürmedik ve öldüreni de görmedik” diye yemin etmeleri anlamında bir İslâm cezâ hukuku terimidir. Bunu talep etmek ve yemin edecek elli erkeği seçmek maktûlün velîsinin hakkıdır. Hanefîler dışında çoğunluk İslâm hukukçularına göre, öldürülenin velîleri cinâyeti başka bir delille isbat edemezlerse, suçlunun aleyhine yemin ederler. Onlardan her biri Allah’a yeminle “ona filanca vurdu ve öldü veya onu falanca öldürdü” diye yemin eder.
Kasâmenin delili sünnettir. Ensârdan biri şöyle rivâyet etmiştir: “Hz. Peygamber kasâmeyi câhiliyye devrinde olduğu üzere bıraktı.”3685 Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Delil getirme iddiâ edene, yemin ise, inkâr edene âittir. Ancak kasâme bundan müstesnâdır.”3686 Kasâmenin amacı, müslümanın canını korumak, kanın yere dökülmesini önlemek ve suçlunun cezâsız kalmasını engellemektir. Hz. Ali, Ömer’e (r.a.) Cuma namazı veya Kâbe’yi tavaf sırasında izdihamından ölen kimseler hakkında şöyle demiştir: “Ey mü’minlerin emîri, eğer öldüreni bilirsen hiçbir müslümanın kanı boşa gitmez. Aksi halde onun diyetini Beytülmâl’den ver.”
Yemin sırasında cinâyeti üstlenen çıkmazsa, o mahalle veya köy halkının mükellef erkeklerine diyetle hükmolunur. İnsanların oturduğu yerden, ses işitilmeyecek kadar uzakta, kırlarda bulunan ölünün, cinâyet sonucu öldürüldüğü belli ise, diyeti devlete âittir. İslâm, suç işlemeleri önlemek için kollektif sorumluluk esasını getirmiştir. Yine katilin asabe veya âkılesinin kasâme ve diyetle yükümlü tutulmasının sebebi, maktûlün bulunduğu yerde, öldürülmezden önce, hayatını korumadaki eksiklikleri ve cânînin saldırısına karşı ona yardım ve himâye etmemeleridir. Nitekim yanlışlıkla (hatâen) öldürmede âkılenin diyetle yükümlü tutulmasının sebebi de budur.
1) Öldürenin meçhul olması, eğer katil biliniyorsa kasâme usûlü uygulanamaz. Şartları varsa, kasden öldürmede kısas, şibhü’l-amd (kasda benzer) ve hatâen öldürmede ise diyet gerekir.
2) Öldürülende yara, vurma vb. öldürme eserinin bulunması gerekir. Bunlar olmazsa kasâme ve diyet gerekmez. Kendi kendine ölmüş sayılır. Ağız, burun, dübür ve cinsiyet uzvundan kan gelmiş olsa yine bir şey gerekmez. Çünkü bu yerlerden kan, bir darbe olmaksızın normal olarak gelebilir. Bununla onun öldürüldüğü anlaşılmaz. Ancak kan, göz veya kulaktan gelmiş olursa kasâme ve
3682] 3/âl-i İmrân, 77
3683] Buhârî, Tefsir, Al-i İmran 3, Rükûn 6; Müslim, Akdiye 2, hadis no: 1711; Ebû Dâvud, Akdiye 23, h. no: 3619; Tirmizî, Ahkâm 13, h. no: 1343; Nesâî, Kudât 35, h. no: 8, 248
3684] Müslim, Akdiye 3, hadis no: 1712; Ebû Dâvud, Akdiye 21, h. no: 3608
3685] Buhârî, Diyât 22, Menâkıbu’l-Ensâr 27; Ebû Dâvud, Diyât 8, 9
3686] eş-Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, VII/39
- 714 -
KUR’AN KAVRAMLARI
diyet sözkonusu olur.
3) Öldürülenin insan olması. Hayvan için kasâme yoluna gidilmez.
4) Öldürülenin velîleri tarafından mahkemeye dâvâ açması. Çünkü kasâme bir yemindir. Yemin ise dâvâsız hukukî bir anlam taşımaz.
5) İtham edilenin suçu inkâr etmesi. Çünkü yemin inkâr edenin görevidir. Sanık suçu itiraf ederse, kasâme sözkonusu olmaz.
6) Dâvâcının kasâme talebinde bulunması. Çünkü yemin teklif etmek dâvâcının hakkıdır.
7) Maktûlün bulunduğu yerin bir kimsenin mülkü veya yararlandığı bir yer olması. Çünkü insanlar mülk edindiği veya kira akdi gibi bir yolla yararlandığı yerin güvenliğinden sorumlu tutulabilir.
Büyük câmilerde, umûma âit cadde, köprü ve çarşılarda veya cezâevinde bulunan maktûl için kasâme yapılmaz. Çünkü bu yerler, bir kimsenin mülkü veya tasarrufunda olan yerler değildir. Burada diyet Beytülmâl tarafından ödenir. Mahalle mescidinde bulunursa, o mahalle halkı kasâmeye dâvet edilebilir. Gemi, uçak, otobüs ve tren gibi araçlarda katili bilinmeyen bir ceset bulunsa, kasâme bu araçlarda bulunan kimselere yöneltilir. Çünkü bu araçlar onların elinde sayılır.
Sonuç olarak, tasarrufu bir kimseye veya cemaate değil de, müslüman toplumuna âit olan her yerde kasâme ve diyet fertlere gerekmez. Diyeti devlet öder. 3687
Lian/Mülâane
Liân, zina sebebiyle evliliği sona erdirme yöntemidir. Liân ve eş anlamlısı mulâane, La’n kökünden “Le-a-ne”nin mastarı; Allah’ın rahmetinden kovulma ve uzaklaştırılma; kocanın karısını zina ile suçlaması ve bunu dört şahitle ispat edememesi halinde, hâkim önünde özel şekilde ve karşılıklı olarak yeminleşme anlamında bir İslâm hukuku terimi. Hanefî ve Hanbelilerin ortak tarifine göre, liân; koca tarafından yalan söylüyorsa Allah’ın lâneti kendi üzerine çekilerek, yeminlerle güçlendirilmiş şehadetlerdir. Kadın da, eğer yalan söylüyorsa, Allah’ın gazabını üzerine çeker. Bu yeminleşme koca için “kazf” cezası ve kadın için zina cezası yerine geçer, Liân, evliliği sona erdiren bir boşanma yoludur.
Liânı doğuran sebep şudur. Bir erkek yabancı bir kadına zina ithamında bulunursa, bunu dört şahitle ispat etmesi gerekir. Aksi halde zina iftirası yapmış sayılır ve kendisine seksen değnek dayak vurulur.3688 Kazif cezası, önceleri, eşine zina isnadında bulunan ve bunu dört şahitle ispat edemeyen koca için de uygulanıyordu. Nitekim Ashab-ı kiramdan Hilâl b. Ümeyye (r.a.), hanımına zina isnadında bulununca Rasûlullah (s.a.s.); dört şahitle bunu ispat etmesini, aksi halde zina iftirası cezası (kazif) uygulanacağını bildirdi. Bunu birkaç defa daha tekrar etti. Hilâl b. Ümeyye şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasûlü; bizden birimiz karısını bir erkekle zina halinde görüyor; delil istiyorsunuz. Seni hak olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, ben doğru söylüyorum. Şuna inanıyorum ki, Allah, benim sırtımı bu dayaktan kurtaracak şeyi sana indirecektir.”3689 Bu olay üzerine
3687] Hamdi Döndüren, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 312
3688] en-Nûr, 24/4
3689] Buhârî, Şehâdât, 21, Tefsîru Sûre 24/3, Talâk, 28; Müslim, Liân, II; Ebû Dâvud, Talâk, 27; AhYEMİN
- 715 -
aşağıdaki “mulâane ayeti” indi.
“Hanımlarına zina isnat edip de, kendilerinden başka şahitleri olmayanların şahitliği, doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah’ı şahit tutup yemin etmesiyle olur. Beşinci defasında, eğer yalan söyleyenlerden ise, Allah’ın lânetinin kendi üzerine olmasını diler. Kadının da kocasının yalancılardan olduğuna dair, Allah’ı dört defa şahit tutup yemin etmesi, cezayı kendisinden kaldırır. Beşinci defasında; kocası doğru söyleyenlerden ise, Allah’ın gazabının kendi üzerine olmasını diler.” 3690
Âyetin ilk uygulaması Hilâl ailesi üzerinde oldu. Hz. Peygamber, Hilâl’i çağırdı. Hilâl, doğru söylediğine dair, dört defa Allah’ı şahit tutup, beşincide, eğer yalan söylüyorsa, Allah’ın lânetinin kendi üzerine olmasını istedi. Sonra karısı getirtilerek, o da aynı şekilde yemin etti. Beşincide, eğer kocası doğru söylüyorsa, Allah’ın gazabının kendi üzerine olmasını diledi. Allah’ın elçisi sonra onların arasını ayırdı.3691 Liân ayetinin Uveymir el-Aclânî ve zina isnadında bulunduğu hanımı hakkında indiği de rivâyet edilmiştir. Ayetin hükmünün, önce Hilâl ailesine ikinci olarak da Uveymir ailesine uygulandığı görüşü daha sağlam görünmektedir. 3692
Liânın sebebi ikidir. Birincisi; bir erkeğin karısına, yabancı bir kadına isnat edildiği zaman zina cezası uygulamasını gerektiren zina isnadında bulunması. İkincisi; babanın henüz doğmamış olan veya doğmuş bulunan çocuğun nesebini reddetmesi.
Ebû Hanîfe’ye göre, çocuğun nesebini reddetmek, hemen doğumun arkasından veya normal olarak en geç bir hafta içinde olmalıdır. Koca, karısının doğurduğu çocuğun nesebini kabul etmemekle, ona zina isnadında bulunmuş olur ve mulâane yoluna gidilir. Bu süre geçtikten sonra, çocuğun nesebi, susma sebebiyle sabit olur. Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e göre ise, nifas sonuna kadar, çocuğun nesebini reddetmek mümkündür 3693. Nifas müddeti doğumdan itibaren kırk gündür.
Liânın rüknü; yeminle birlikte Allah’ı şahit gösterme ve her iki eşin lâneti üzerine çekmesidir.
Liânın Şartları üçtür.
1. Eşler arasında evliliğin devam etmekte olması gerekir. Eşlerin daha önce cinsel temasta bulunmamış olması hükmü değiştirmez. Evli olmayanlar arasında veya yabancı bir kadına zina isnadında bulunulması halinde mulâane yoluna gidilemez. Bir erkek, yabancı bir kadına zina isnadında bulunduktan sonra onunla evlense, kendisine yalnız kazif cezası gerekir, Liân uygulanmaz.
2. Nikâh akdinin sahih olması gerekir. Meselâ, şahitsiz evlenen ve bu sebeple nikâhı fasit olan eşe mulâane uygulanmaz.
3. Kocanın şahitlik yapma ehliyetine sahip olması. Bu durum; eşlerin akıl, met b. Hanbel, Müsned, I, 273, III, 142
3690] 24/Nûr, 6-9
3691] eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, 1250 H, y.y., VI, 268
3692] eş-Şevkânî, a.g.e., VI, 268
3693] el-Kâsânî, Bedâyiu’s-Sanâyi, Beyrut 1328/1910, III, ?39; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, Kahire, t.y., III, 260 vd.; el-Meydânî, el-Lübâb, III, 79
- 716 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bâliğ ve müslüman olmasını ve kazif suçundan dolayı had cezasına çarptırılmamış bulunmasını gerektirir. Eşlerin âmâ veya fâsık olması sonucu etkilemez 3694.
Çocuğun nesebini red edebilmek için bazı şartların bulunması gerekir:
1. Hâkimin eşler arasında tefrika (ayrılık) kararı vermesi. Çünkü ayrılığa hüküm verilmeden önce, nesebi red gerekmez.
2. Nesebin, Ebû Hanîfe'ye göre, en geç bir hafta içinde, Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre nifas müddeti içinde reddedilmesi gerekir. Çoğunluğa göre, neseb reddinin en kısa sürede (fevrî) yapılması gereklidir.
3. Nesebin kabulü anlamına gelen bir işlemin yapılmaması gerekir.
4. Tefrik sırasında çocuğun hayatta olması şarttır. 3695
Mulâane sırasında yeminden kaçınma veya liândan dönme halinde; Hanefîlere göre liândan kaçınan koca ise, yemin edinceye veya yalan söylediğini itiraf edinceye kadar hapsedilir. Hapis cezasının bir yarar sağlamayacağı belli olursa, kazif cezası uygulanır. Yeminden kaçınan kadınsa, mulâane yapması ve kocasını tasdik etmesi için hapsedilir. Kocasını doğrularsa serbest bırakılır. “Yemin etmesi, kadından azabı kaldırır” 3696 ayetinde belirtildiği gibi Hanefiler dışındaki çoğunluk İslâm hukukçularına göre, liândan kaçınanlara zina cezası uygulanır. Çünkü liân, zina cezasının yerine geçmiştir.
Koca, hâkim önünde yapılan liân işleminden sonra, yemininden dönerse kendisine kazif cezası verilir. 3697
Liânın hükümleri:
Eşin zinası sebebiyle hâkim önünde vuku bulan mulâane sonunda aşağıdaki sonuçlar ortaya çıkar.
1. Kocadan kazif veya tâzir cezası düşer. Kadın da zina cezasından kurtulur.
2. Mulâaneden sonra, eşlerin cinsel temasta bulunması haram olur. Hz. Peygamber bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Mulâane yapanlar artık sonsuza kadar bir araya gelemez” 3698.
3. Eşler, mulâane sonunda hâkim kararı ile birbirinden ayrılmış olurlar. Delil; Hz. Peygamber’in Hilâl b. Ümeyye ile eşini ayırmasıdır 3699. Burada, hâkimin ayırma hükmü, Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed’e göre “bâin talâk” niteliğindedir. Çünkü prensip olarak hâkim kararı ile gerçekleşen boşama bâin talâk sayılır. Koca, daha sonra, yalan söylediğini ikrar eder veya şahitlik yapma ehliyetini kaybederse karısı kendisine helâl, çoğunluk İslâm hukukçularına göre ise, Liân sonucu gerçekleşen ayrılık, süt hısımlığı yüzünden ayrılıkta olduğu gibi “nikâh akdini fesih” niteliğindedir; ebedî haramlığı gerektirir ve artık bu iki eşin yeniden
3694] el-Kâsânî, a.g.e., III, 24; İbnü’l-Hümâm, a.g.e, III, 259; el-Meydânî, a.g.e., III, 75,78; İbn Âbidîn, Reddül-Muhtâr, Mısır, t.y., II, 805 vd.
3695] el-Kâsânî, a.g.e, III, 246-248; el-Meydânî, a.g.e; III, 79; İbn Âbidîn, a.g.e, II, 811
3696] en-Nûr, 24/8
3697] el-Kâsânî, a.g.e., III, 238; el-Meydânî, a.g.e., II, 808; İbn Âbidin a.g.e., II, 808
3698] eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, VI, 271
3699] eş-Şevkânî, a.g.e., VI, 274
YEMİN
- 717 -
evlenmesi mümkün olmaz.
4. Zina fiiline bağlı olarak doğan veya doğacak olan çocuğun nesebi baba yönünden reddedilmiş sayılır. Artık bu koca ile çocuk arasında miras ve nafaka hukuku cereyan etmez. 3700
İlâ’
İlâ’, evlilik akdinin sona ermesine yol açabilen bir yemin türüdür. İlâ’, kocanın eşiyle cinsel teması yemin, adak veya bir şarta bağlayarak, belirli veya belirsiz bir süre kendisini bundan menetmesi anlamında bir İslâm hukuku terimidir. Yemin ederken süre belirlenirse, bunun en az dört ay olması gereklidir.
İslâm’dan önce, Hicaz yöresi arapları ilâ işlemini, zıhar gibi bir boşama yöntemi olarak uyguluyorlardı. Ancak tasarrufun sonucu geniş bir zamana yayıldığı için bu daha çok kadını baskı altına almak, ona zarar ve sıkıntı vermek için kullanılmaktaydı. Çünkü koca bir, iki yıl veya daha uzun süreyle eşine karşı kocalık görevini yapmıyor, yeni yeminle süreyi uzatıyordu. İlâ sonuna kadar evlilik akdi devam ettiği için, eşi yeni bir evlilik yapma imkânı bulamaz ve gönlü incinmiş olarak günlerini geçirirdi. 3701
Ancak, İslâm, eşiyle bu anlamda ilişki kesmeyi dört aylık süre ile sınırladı. Koca bu süre içinde her an yemininden dönüp, eşiyle barışabilecek ve yemin keffareti vererek uhrevî sorumluluktan kurtulabilecektir. Ancak eşine dönmeksizin dört aylık müddet sona ererse evlilik de sona erer.
İlâ’ Kitap ve Sünnetle sâbittir. Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyrulur: “Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler dört ay beklerler. Eğer bu süre içinde, yeminlerinden dönerlerse, şüphesiz ki Allah, her şeyi çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. Eğer boşamayı kastederlerse, şüphesiz ki Allah, her şeyi çok iyi işiten, çok iyi bilendir.” 3702
Hz. Âîşe’den3703 şöyle dediği nakledilmiştir: “Allah'ın elçisi hanımlarına ilâ yaptı ve kendisine helâlı haram kıldı. Arkasından da haramı helâl yaptı ve yeminden dolayı kefaret verdi.” 3704
İlâ’da belirli bir süre veya süresiz olarak eşine yaklaşmamak üzere, Allah’a veya O’nun örfen yemin için kullanılabilen ilâhî sıfatlarına kocanın yemin etmesiyle süre başlar. Koca, cinsel temastan uzak kalmayı, kendisine ağır gelebilecek bir adağa veya boşama gibi bir şarta bağlamak suretiyle de ilâ tasarrufunda bulunabilir. “Allah'a yeni yemin olsun ki, dört ay sana yaklaşmayacağım!” Vallahi,
3700] bk. el-Kâsânî, a.g.e., III, 244-248; İbnü’l-Hümâm, a.g.e., III, 253 vd.; el-Meydânî, a.g.e., III, 77-78; İbnRuşd, Bidâyetü’ l-Müctehid, Mısır, t.y., II, 120 vd.; İbn Kudâme, el-Muğnî, Kahire, t.y., VII, 410-416; Abdurrahman es-Sabünî, Medâ Hürriyeti’z-Zevceyn fi’t-Talâk, Beyrut 1968, II, 896 vd.; H. Döndüren, a.g.e. c. 4, s . 22-23
3701] bk. el-Meydânî, el-Lubâb fi Şerhi’l-Kitâb, Kahire, t.y., III, 59-63; Abdurrahman es-Sâbûnî, Medâ Hürriyeti’z-Zevseyn fi’t- Tatâk E’ş-Şerîati’l-İslâmiyye, Dâru’l-Fikr, II, 945-964; Vehbe ez-Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletuh, Dımaşk 1404/1984, VII, 535-555; Mecelletu’l-Ezher, XX, 638-641; Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslâmiyye ve Istilâhât-ı Fıkhıyye Kamusu, İstanbul 1968, II, 290-310
3702] el-Bakara” 2/226-227
3703] ö. 58/677
3704] Buhârî, Savm, 11, Salât, 18, Nikâh, 91, 92, Talâk, 21, Eymân, 20, Mezâlim, 25; Tirmizî, Talâk, 21; Nesaî, Talâk, 32
- 718 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bundan sonra seninle temasta bulunan”, “Seninle temasta bulunursam üzerime hac farz olsun veya yüz rek'at namaz kılmak üzerime borç olsun”, “Seninle temasta bulunursam, evliliğimiz sona ermiş olsun” gibi sözlerle ilâ meydana gelir. Bunlar boşamada olduğu gibi, niyete bağlı olmaksızın sonuç doğuran açık sözcüklerdir. Kimi zaman, niyet edilerek kinayeli sözcüklerle de ilâ işlemi başlatılabilir. Eşiyle ilişiğini kesmeyi kastederek; “Bundan sonra seninle bir yastığa baş koymam, seninle bir yatağa yatmam” gibi sözler bu niteliktedir. 3705
Hanefilere göre, ilâ’nın rüknü; kocanın, eşiyle bir süre temasta bulunmayacağına yemin etmesi veya ilâ için kullanılan açık ya da kinayeli sözcüklerdir. Çoğunluk İslâm hukukçularına göre, bu rükünler dört tane olup şunlardır: Yemin eden, yemin sözcüğü, cinsel temas ifade eden sözcük ve süre.
İlâ’nın şartları:
1. İlâ yapan kocanın, ergin ve temyiz gücüne sahip olması gerekir. Küçük çocuk ve akıl hastasının yapacağı ilâ geçerli değildir.
2. Nikâh akdinin devam etmesi veya kadının cayılabilir boşamadan dolayı iddet beklemekte olması gerekir. Kadın, üç boşama veya bir kesin (bâin) boşama ile boşanmışsa, artık ilâ’ya gerek kalmaz.
3. İlâ’nın bir yerle sınırlandırılmaması gerekir. Çünkü kocanın bu yer dışında cinsel temasta bulunması mümkündür.
4. Eşinden ayrı kalma süresi, ya mutlak olmalı veya en az dört ay olarak belirlenmiş bulunmalıdır. 3706
Dört aydan kısa süreli ilâ, evlilikle ilgili bir sonuç doğurmaz. Bu durumda koca, süre dolmadan önce eşine dönerse, yeminini bozmuş sayılacağı için sadece yemin kefareti gerekir. Eğer yeminini bozmadan üç aylık süre için yapılması ve üç ay geçmeden eşine dönmesi veya eşine dönmeden üç ayın geçmesi gibi.
Dört ay ve daha fazla bir süreyi kapsayan ilâ hukuki sonuçlarını doğurur. Bu durumda koca, dört ay dolmadan önce her an eşine dönebilir. Bu takdirde yeminini bozmuş sayılacağı için, kendisine yemin kefareti gerekir. Böyle bir durumda eşlerin birbirine dönmesi ve evlilik hayatının devam etmesi teşvik edilmiştir: “Eğer eşlerine dönerlerse, şüphesiz Allah çok yarlığayıcı ve çok bağışlayıcıdır.”3707 Kocanın eşine dönmesi cinsel temasta bulunmakla veya bunun mümkün olmaması halinde sözlü olarak gerçekleşir. Yemin Allah’ın ismi veya örfen yemin etmede kullanılan ilâhî bir sıfatıyla yapılmışsa, bunun bozulması halinde, diğer yeminlerde olduğu gibi keffâret gerekir. Bu da varlıklı koca için; on yoksulu bir gün doyurmak veya giydirmek yahut bir köle azat etmektir. Koca yoksulsa, arka arkaya üç gün oruç tutar.3708 Yemin; “Seninle cinsel temasta bulunursam, üzerime hac farz olsun veya bu takdirde sen benden boş ol” gibi bir adağa yahut bir şarta bağlanmışsa, dört ay dolmadan yemin bozulunca, üzerime hac farz olur. Boşama şartına bağlamada ise, evlilik sona erer.
3705] el-Kâsânî, Bedâyiu’s-Sanâyi’, III, 162 vd.; İbnu’l-Humâm, Fethu’l-Kadır, III, 182 vd.; Ö. Nasuhi Bilmen, Istilâhât-ı Fıkhıyye Kâmusu, II, 290 vd.
3706] ez-Zühaylî, a.g.e, VII, 535 vd.; Bilmen, a.g.e, II, 290 vd.
3707] 2/Bakara, 226
3708] 5/Mâide, 89
YEMİN
- 719 -
Dört aylık süre dolmuş bulunursa, ilâ genel amacına ulaşmış olur. Hanefîlere göre, bu durumda hâkime başvurmaya gerek olmaksızın, mücerred olarak sürenin geçmesiyle “bâin boşama” meydana gelir. Çünkü dört aydır kocalık görevini yapmayan bir erkeğin bu kadın üzerindeki zulmünü kaldırmak ve onun yeniden evlenmesini sağlamak, ancak bâin boşama halinde ve mümkün olur. Hanefilerin bu görüşü, ashâb-ı kirâmdan Hz. Osman, Alî, Abdullah b. Mes’ud, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer ve Zeyd b. Sabit’e dayanır.
Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî hukukçulara göre ise, İlâ’da dört ay tamamlanınca, evlilik kendiliğinden sona ermez. Bu durumda koca eşine döner veya onu boşar. Her ikisini de yapmazsa, kadın hâkime başvurarak boşanma isteğinde bulunur ve hâkim eşleri boşar. Her iki durumda da bir “ric'î (cayılabilir) boşama” meydana gelir. Dayandıkları delil; ilâ ayetlerinde kocanın eşine dönmesiyle boşama arasında muhayyer bırakılmış olmasıdır.
Sonuç olarak, evlilik devam ederken kocanın dört ay süreyle kocalık görevlerini yapmaması veya evi terketmesi halinde evlilik sona ermektedir. Boşama ister bâin, isterse ric'î sayılsın, sonuçta erkeğin bir boşama hakkı eksilmektedir. Bu eşlerin, Hanefilere göre yeni bir nikâh akdiyle, çoğunluk İslâm hukukçularına göre ise, iddet içinde, eşine dönme yoluyla yeniden evliliklerini sürdürmeleri mümkündür. 3709
Günümüzdeki Kullanımıyla Yemin
Günümüzde bazı insanlar, Allah lafzını, herhangi bir isim gibi uluorta kullanmakta, “Allah” denildiği zaman kalpleri titreyen (haşyetle ürpermesi gereken) mü’minler 3710 olmaları gerektiği halde, içkili eğlencelerde “Allah” isminin geçtiği şarkılar mırıldanabilmekte veya bu şarkılara dilleriyle eşlik edebilmekte, tepkisiz dinleyebilmekteler. Yemin konusunda da durum bundan farklı değildir. Nice insan, birkaç cümlesinde bir “vallahi” gibi Allah adına yemin lafzını düşüncesizce ağzına alabilmektedir. Bu şuursuzluğun, ağzından çıkan sözleri kontrol etmeyişin ve âhirette her sözden hesaba çekileceğini hesap etmeyişin sonucudur.
Bazı kimseler ise, lağv/boş yere yeminden çok daha çirkin olan yemini ağızlarına alabilmektedir. Bu da küçücük bir dünya menfaati için yalan yere yemin etmek, dolayısıyla Allah’ı yalancı şâhit yerine geçirmeye çalışmak, Allah’a iftira etmektir. Böyle, yeminlerini az bir dünya karşılığına satanların âhirette hiçbir nasibi olmayacak, Allah Kıyâmet günü onlarla konuşmayacak ve onları temize çıkarmayacak, elem verici bir azap verecektir 3711. Yalan yere yemin, günâh-ı kebâirden, yani büyük günahlardan biridir.
Günümüzde, özellikle ticaretle uğraşanların bazıları, üç kuruş kâr elde etmek için âhiret zararını göze almakta, yalan yere rahat bir şekilde yemin
3709] bk. Alûsî, Rûhu’l-Meâni, II, 129; el-Ayn’, Umdetu’l-Kârı, XVII, 58-61; el-Kâsânî, Bedâyîu’s-Sanâyi’, Beyrut 1328/1910, III, 162-175; İbnu’l-Humâm, Şerhu’l-Kâdir, Mısır 1315-1317, III, 182-199; İbn Rüşd el-Hard, Bidâyetü’l-Müctehid, Mısır, t.y., II, 99 vd.; İbn Kudâme, el-Muğnî, Kahire, 1970, VII, 315 vd.; İbn Abidîn, Reddu’l-Muhtâr alâd-Duri’l-Muhtâr, 1307, II, 749 vd.; İbn Kesîr, Muhtasaru Tefsîri İbn Kesîr, İhtisar ve Tahkîk, M.Alî es-Sâbûnî, Beyrut 1402/1981, I, 200, 201; Fahruddîn er-Râzî, Tefsîr, VI, 80 vd.; H. Döndüren, a.g.e. c. c. 3, s. 126-127
3710] 8/Enfâl, 2; 22/Hacc, 35
3711] 3/Âl-i İmrân, 77
- 720 -
KUR’AN KAVRAMLARI
edebilmektedir. “Kim, müslüman bir kimsenin hakkını, yemini ile ele geçirirse artık onun için cehennem vâcip olmuştur. Allah Teâlâ ona cenneti de mutlaka haram kılmıştır.” “Ey Allah’ın Rasûlü! Az bir şey olsa da mı?” diye sordular. “Misvak ağacından bir çubuk bile olsa!” cevabını verdi. 3712; “Kim, bir yeminde yalan yere yemin ederse bu yemini sebebiyle cehennemdeki yerini hazırlamış olur.”3713; “Kim Müslüman bir kimsenin malı hakkında yalan yere yemin ederse, (Kıyamet günü) Allah’la karşılaştığında O’nu kendisine karşı gazaplanmış bulur!” 3714
Böyle bir yemin, matematiksel olarak parayı arttırsa, kişinin kârını fazlalaştırarak dünya menfaatine sebep olacağı zannedilse bile bu değerlendirme “bereket” kavramıyla düşünüldüğünde yanlıştır. Böyle günaha, harama dayalı bir menfaat, dünyada bile zarar sebebidir. “Yemin, malı harcama (elden çıkarma), bereketi mahvetme sebebidir.”3715 Bırakın yalan yere yemin etmeyi, esnafın, tüccarın doğru bile olsa sık sık yemin etmesi doğru değildir, günahtır. “Satışta çok yemin etmekten sakının, çünkü yemin, önce sürümü arttırır, ama sonra kazancı mahveder.” 3716
Bazıları da anasının, babasının üzerine yemin etmekte veya “çocuklarımın başı üzerine!” demektedir. Böyle yeminler de haramdır. “Allah Teâlâ, sizleri babanızı zikrederek yemin etmekten nehyetti. Öyleyse kim yemin edecekse Allah’a yemin etsin veya sussun!” 3717; “Annelerinize ve putlara da yemin etmeyin, Allah’a da ancak doğru söylemek şartıyla yemin edebilirsiniz.” 3718
Yemin konusunda en büyük günah, Allah’ın dışında başka şeyler üzerine yemindir. Yemin, bir insanın en kutsal kabul ettiği zâtın adını zikretmesi ve onu şâhit kılmasıdır. Mü’min için, adına yemin edilmeye lâyık zât, en mukaddes varlık Allah’tır. Allah’ın dışında bir şey üzerine yemin, şirk tehlikesinden uzak değildir. Bu tür yeminler “vallahi, billâhi, tallahi” şeklinde yapılan yeminlerin dışındaki tüm yeminleri kapsar. Bu yemin lafızlarının en çirkinleri: “Dinimi inkâr edeyim ki...”, “Allah’ımı inkâr edeyim ki...”, “kâfir olayım...” gibi sözlerdir. Böyle yemin eden kişi, sözünde doğru bile olsa, bunlar mü’minin yapamayacağı çok tehlikeli elfâz-ı küfürlerdir. Kim İslâm’dan başka bir din adına bilerek yalan yere yemin ederse, o kişi dediği gibidir.3719 Yine başka bir hadis-i şerif şöyledir: “Kim yemin eder ve “Kim İslâm'dan berî olayım!” derse, eğer sözünde yalancı ise, dediği gibi olur; yalancı değil de gerçeği söylemişse İslâm'a sâlim olarak dönemeyecektir.”3720 Rasûlullah (s.a.s.) bir kimsenin: “Ben, öyleyse yahudi olayım!” diye yemin ettiğini işitmişti. Şöyle buyurdular: “Yahudilik ona vâcip oldu!”
“Her kim Allah’tan başkasına yemin ederse muhakkak şirk koşmuştur yahut küfretmiştir.”3721 Yeminler Allah’ın adına olmalıdır, başka her çeşit yeminden kaçınılmalı; yanlışlıkla böyle bir yemin yapan kişi, tevbe edip imanını tazelemelidir.
3712] Müslim, İman, 218; Nesâî, Kadâ 29
3713] Ebû Dâvud, Eymân 1, hadis no: 3242
3714] Buhârî, Eymân 17; Müslim, İman 234
3715] Buhârî, Büyû’ 26; Müslim, İman 117, Müsâkat 131
3716] Müslim, Müsâkat 133
3717] Buhârî, Eymân 4; Müslim, Eymân 1
3718] Müslim, Eymân 4; S. Müslim Terc. ve Şerhi, A. Davudoğlu, c. 8, s. 218
3719] Buhârî, Cenâiz 84, Edeb 44, 73, Eymân 7; Müslim, İman 176, 177
3720] Ebû Dâvud, Eymân 9, hadis no: 3258; Nesâî, Eymân 8, -7, 6-
3721] Müslim, Eymân 4; S. Müslim Terc. ve Şerhi, A. Davudoğlu, c. 8, s. 218
YEMİN
- 721 -
Yeminde karşısındakinin veya yemin ettirenin anladığı şeyden farklı niyet de insanı kurtarmaz. Yemin, niyete bağlı değildir. Kasden, hata ederek, unutarak veya zor kullanılarak yapılan yemin de yemin kabul edilir ve geçerlidir. Yeminde hürriyet de şart değildir. Zorakî yaptırılan yemin bile sahihtir. “Yemin, yemin isteyenin niyetine göredir.” Bir diğer rivâyet: “Senin yeminin arkadaşının seni ne üzerine tasdik etti ise ona göredir.” 3722
İslâm’ın hâkim olmadığı ülkelerde resmî yeminler de ciddî problemler taşımaktadır. Mahkemelerde Allah adına yemin, laiklik devletin temel esası kabul edildiği zamandan beri kaldırılmış, yerini “yemin ediyorum”, “nâmusum üzerine yemin ediyorum” gibi sözlere bırakmıştır. Hâkim, genelevinde çalışan bir kadının şâhitliğine başvururken, “nâmusun üzerine yemin eder misin?” diye sorunca, kadın şöyle demiş: “Hâkim Bey, benim nerede çalıştığımı biliyorsunuz. İsterseniz, her konuda nâmusum üzerine yemin edebilirim!” “Namus ve şerefim üzerine söz veririm, yemin ederim” diyen nice insan, içki kadehini kaldırırken de arkadaşına “şerefine!” demektedir. Bu şerefin de ne olduğu tartışılabilir.
Milletvekili yeminlerinin de nice olaylara ve tartışmalara sebep olduğu bilinmektedir. “Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacağına, nâmusu ve şerefi üzerine yemin eden” insanların bu sözlerinin durumu, hem yemin bağlamında ve hem de elfâz-ı küfür yönünden değerlendirilmelidir. Memurların da benzer şekilde yemin edip, hem de bu yeminlerinin yazılı olduğu bir metni imzalamaları da kanun gereğidir. Bayrak ve silâhın üzerine el konularak benzeri ifadeler içeren askerlerin yemini de, bir tören edâsıyla yapılmakta ve nice asker ana babası, evlâtlarının bu yeminlerine şâhit olmak için uzak yerlerden tören günü ziyâretlerde bulunmaktadır.
Bazı adamlar, yemin lâfzı olarak “şart” veya “talâk” kelimelerini kullanmakta, durumla hiç ilgileri ve kabahatleri olmayan eşlerini boşamayı, yeminlerine âlet edebilmekteler. “Üçden dokuza”, “şart olsun!” gibi sözlerle yemin etmekteler. Bu ifâdelerin onların yaşadığı toplumun örfü olarak boşama sözleri kabul edildiği için bu kimseler, ya boşanmış oluyorlar veya hanımlarıyla zinâ eder duruma düşebiliyorlar.
Ayrıca, “ekmek, Kur’an çarpsın!”, “gözüm kör olsun!”, “iki gözüm önüme aksın ki!” şeklinde veya buna benzer Allah ismi dışında yemin ifadelerinin kullanıldığına şâhit olabiliyoruz. Bütün bunlar yanlıştır, günahtır. Hıristiyanlardan müslümanlara adapte edilmiş şekliyle Kur’an’a el basma anlayışının da yemin olarak kullanılması doğru değildir. Yine Hıristiyan usûlü yemin ederken elini göğüs hizasına kaldırma veya yeminde ayağa kalkma davranışları da ehl-i kitaba benzemedir, doğru değildir. Kim nereden uydurdu ise, “yemin ederken bir ayağını havaya kaldırınca yalan yere yemin sayılmaz” anlayışı da saçmadır. Hele, bırakın bir müslümanın ağzından çıkmasını, aklı başında ve azıcık ahlâklı bir kimsenin bile ağzına alamayacağı çirkin bir yemin sözü vardır ki, düşünülmesi, dillendirilmesi bile korkunçtur: “Anam avradım olsun!”
Sözün özü: “Yemin, (sonuç itibarıyla) ya günaha girmektir veya pişman olmaktır.” 3723; “... İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin ürettikleridir.” 3724
3722] Müslim, Eymân 21; Ebû Dâvud, Eymân 8; Tirmizî, Ahkâm 19
3723] Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, c. 17, s. 236
3724] Tirmizî, İman 8, İbn Mâce, Fiten 12
- 722 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Tarihten Bugüne Yemin ve Andiçme
Yemin, kutsal sayılan bir varlığı tanık göstererek verilen sözdür. Her toplum, kendi kutsal saydığı tanrısı, putu veya totemi adına yemin eder(di). Sümerliler suya dokunarak yemin ederlerdi. Yunanlılar da Zeus adına. Özellikle çeşitli silahlar, demir ve demirci körüğü üzerine and Ortaasya Türkleri arasında yaygınlığını sürdürmüştür. Anadolu Türkleri arasında bıçak, kılıç atlamak en kuvvetli andlar arasında sayılagelmiştir. Çeşitli silahlar, çoban sopası ve bıçak gibi âletlerin birincide derecede and içmede rol almaları, ilkel toplumlarda bu âletlerin üretim aracı olarak büyük fonksiyon ifa etmeleriyle açıklanır. Bu âletler aynı zamanda koruyucu ve besleyici ruhu temsil eden fetişlerdir. Anda uyulmaması halinde bu fetişler darılır ve bozana zarar verir inancı vardır. İslâmiyet’ten sonra Türkler, yer yer bu geleneklerini sürdürürken, Mushaf/Kur’an üzerine andiçildiği veya Kitab’a el basıldığı da görülmeye başlanmıştır. Sonra, ekmek üzerine de andiçmek önem kazandı. Sevilen, değer verilen kişiler üzerine andiçme, eski Türklerden bu güne kadar yaygın bir uygulamadır. Fetişizmden dolayı, kendisi üzerine andiçilen/yemin edilen tabu veya putun, eğer yemine sâdık kalınmazsa çarpacağı, zarar vereceği anlayışının hâlâ sürdüğü görülmektedir. Halkın, “Kur'an çarpsın!”, “ekmek çarpsın!”, “iki gözüm önüme aksın!” veya “çocuğumun başı üzerine”, “anamın ölüsünü öpeyim” gibi bedduâ/ilenç karışımı and içmeleri, bu anlayışın uzantısıdır. “Yemin etsem başım ağrımaz” deyimi de, yine, yalan yeminin musîbete sebep olacağı anlayışı ile ilgilidir.
Andiçme: And ve andiçme kelimeleri, Moğolca’dan dilimize geçmiştir. Moğolca anda: Kan kardeşi ve amca, dayı anlamına gelir. Türkçeye and şeklinde geçmiştir. Andiçmek, bir Moğol töresi gereğidir. Moğol töresine göre, iki ayrı boydan olan kimse, birer damla kanını bir kaba damlatır, şerbetle karıştırır, karşılıklı içerler. Bu durumda ikisi, birbiriyle kankardeşi olur, buna andiçmek denir. Türkler müslüman olmazdan önce, bu uygulamaları benimsemişler şamanist Türk boylarında eski çağlardan beri bu andiçme geleneğini uygulamışlardır. Eski Türkler; Göktanrı, tapındıkları putlar ve tabiat varlıkları adına andiçerlerdi. En değerli antlardan biri, kan üzerine içilen anddı. Eski Türklerde kan kardeşliği çok önemliydi ve kişilere gerçek kardeşlerin hak ve görevlerini yüklerdi. Yapılan and töreni, ettikleri kardeşlik yemininin kanıtı sayılırdı. Kardeşleşme ve dostlaşma töreni olarak and merasiminde, kardeş olmaya karar veren şahıslar, topluluk huzurunda kollarını çizerek and kabına kan akıtırlar, kımız, süt veya şarapla karıştırılan bu kan taraflarca içilirdi. Daha sonra, silahlar, atlar veya kız kardeşler değiştirilir ve taraflar andlı adaş (Moğollar devrinde anda) olurlardı. Bu, kan üzerine yapılan yemin demekti.
Bu tür and törenleriyle ilgili ilk bilgilere Herodot tarihinde rastlanmaktadır. Kaşgarlı Mahmud, Divan-ı Lügat-ı Türk adlı meşhur eserinde; Kırgız, Kıpçak ve daha başka Türk boylarında andiçmenin kılıç üzerine yapıldığını açıklar. Yakut, Altay ve Salcak kabileleri en büyük andlarını eski totem olan ayı üzerine yaparlardı. Türkler İslâmiyetten sonra, şer’î mahkemelerde fıkhî yeminleri uygulamalarına ve giderek çoğalan bir uygulama ile Allah adına yemin etmeye başlamalarına rağmen, eski câhiliyye geleneğinin devamı mâhiyetindeki bazı and gelenekleri sürdü. Anadolu’nun kimi yörelerinde hâlâ benzeri kankardeşliği, yani and içme görülmektedir.
YEMİN
- 723 -
Resmî Uygulamalarda Yemin/Andiçme
İslâm mahkemelerinde genellikle tanıklara yemin ettirilmezdi. Yalan yere yemin etme yaygınlaştığı son zamanlarda gerekli görüldüğü durumlarda yemin istenirdi. Bu yemin, Osmanlı devletinde Allah adına “vallahi” şeklinde idi. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda da önceleri Allah adına yemin edilmeye devam edildi. Laiklik, devletin ilkeleri arasına girince Allah adına yemin etme kaldırıldı, “namusum ve vicdanım üzerine yemin ederim” şeklinde ifadeler kullanılmaya başlandı. Ceza mahkemelerinde tanıklar, bu şekilde yemin ederek ifade vermek zorundadır. Yargıç, belirli durumlarda taraflardan birine yemin teklif eder, buna re'sen teklif olunan yemin denir. Bir de taraf yemini vardır; bu da, ispat yükü kendisine düşen tarafın karşı tarafa teklif ettiği yemindir.
İlköğretim öğrencilerine, her sabah andiçme törenleri uygulanır, çocuklara Atatürk’ün izinden gideceklerine, ilkelerini sürdüreceklerine dair söz verdirilir, andiçirilir.
657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 2670 sayılı kanunla değişik 6. maddesine göre, her memur ve memurluğa yeni başlayan kişi, aşağıdaki yemin metnini imzalamak zorundadır: Devlet Memurları Yemin Belgesi: “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, Atatürk inkilâp ve ilkelerine, Anayasada ifadesi bulunan Türk Milliyetçiliğine sadakatla bağlı kalacağıma; Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına, milletin hizmetinde olarak tarafsız ve eşitlik ilkelerine bağlı kalarak uygulayacağıma; Türk Milletinin millî, ahlâkî, insanî manevî ve kültürel değerlerini benimseyip, koruyup, bunları geliştirmek için çalışacağıma; insan haklarına ve Anayasanın temel ilkelerine dayanan millî, demokratik, laik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarımı bilerek, bunları davranış halinde göstereceğime namusum ve şerefim üzerine yemin ederim.” 3725
Avukatların, mesleklerine başlarken benzer yeminleri vardır. Yine, yeminli malî müşavirlik kurumu sözkonusudur.
Silahlı Kuvvetler personeli içinse andiçme törenle yapılır. Silahlı Kuvvetler İç Hizmet Kanunu 37. maddesinde bu yemin, şöyle düzenlenmiştir: “Barışta ve savaşta, karada, denizde ve havada, her zaman ve her yerde milletime ve cumhuriyetime doğruluk ve muhabbetle hizmet ve kanunlara ve nizamlara ve âmirlerime itaat edeceğime ve askerliğin namusunu, Türk sancağının şanını canımdan aziz bilip icabında vatan, cumhuriyet ve vazife uğrunda seve seve hayatımı feda eyleyeceğime namusum üzerine andiçerim.”
Yemin töreni: Askerlere, genellikle kırk günleri dolduğunda topluca yukarıdaki yemin sözleri söyletilir. Bu bir merasim havasında olur. Buna yemin töreni denir. Tören, ilgili personelin katıldıkları birlik ya da kurumlarda geçen ilk ayları içerisinde garnizon komutanlığı tarafından seçilecek bir günde yapılır. Birliklerin önlerine konulan büyük masalar üzerine, kendi sınıflarına ait silah ve araçlar Türk bayrağı ile birlikte yerleştirilir. Yemin törenine katılan personel, elleriyle masadaki silahları (topçu ya da tank birliklerinde masa yerine getirilen top ya da tankı) ve Türk bayrağını tutarak andiçme düzeni alır. İstiklâl Marşının okunmasıyla tören başlar. Grup komutanı olan subay iç hizmet yasasında belirlenen
3725] Yemin sahibi; Adı ve imzası. Yukarıda yazılı memura 657 sayılı yasanın 6’ncı maddesi uyarınca gerekli yemin yaptırılmış bulunmaktadır; Yetkili âmirler, tarih
- 724 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yukarıdaki yemini kelime kelime okur, personel, yani bütün askerler hep birlikte bunu tekrar eder ve böylelikle andiçilmiş olur. Yeminden sonra en yüksek rütbeli subayın önünden tören geçişi yapılır.
Nice askerin müslüman anne ve babaları, çocuklarının katıldığı bu yemin törenlerini izlemek için uzun, zahmetli ve masraflı yolculuğu göze alır ve yemin merasimini takip eder. Halkın askerliğe, yemine ve bu tür törenlere ilgisi ve önem vermesi, bunları ibâdet coşkusuyla benimsemesi bakımından incelenmeye değer bir konudur bu.
1982 Anayasasının 81. maddesi TBMM üyeleri için andiçmeyi şöyle düzenlemiştir: “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkilaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine andiçerim.”
Cumhurbaşkanı da seçildikten sonra göreve başlarken Anayasanın 103. maddesine göre TBMM önünde şöyle ant içer: “Cumhurbaşkanı sıfatıyla, devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkilaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma; milletin huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma; Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine adniçerim.”
Doktorların Hipokrat yemini: Hz. İsa’dan Önce 460-377 yılları arasında yaşamış Yunanlı bir doktordur. Doktorların mesleğe başlamadan ettikleri yemin, ona aittir. Türkiye’de Tıp fakültesini bitirenlerin diploma andı şöyledir: “Hekimlik mesleği üyeleri arasına katıldığım şu anda hayatımı insanlık hizmetine adayacağıma açıkça söz veriyorum. Beni eğitenlere karşı saygım ve minnettarlığım devam edecektir. San’atımı vicdanıma uyarak vakarla uygulayacağım. Hastalarımın sırrını her zaman için saklayacağım. Hekimlik mesleğinin şerefini ve yüce geleneklerini sürdüreceğim. Meslektaşlarım kardeşlerim olacaktır. Din, milliyet, ırk, parti ya da sosyal sınıf ayrılıklarının hastamla görevim arasına girmesine izin vermeyeceğim. İnsan hayatına ana karnına düştüğü andan sonuna kadar mutlak bir saygı duyacağım. Baskı altında bile olsam tıp bilgilerimi insanlık yasaları dışında kullanmayı kabul etmeyeceğim. Tüm bunları yerine getireceğime namusum ve şerefim üzerine açıkça ant içerim.”
YEMİN
- 725 -
Yemin Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
A- Yemin Etmek Anlamındaki Yemin Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyetler (25 Yerde): 2/Bakara, 224, 225; 3/Âl-i İmrân, 77; 4/Nisâ, 33; 5/Mâide, 53, 89, 89, 89; 5/Mâide, 89, 108, 108; 6/En’âm, 109; 9/Tevbe, 12, 12, 13; 16/Nahl, 38, 91, 92, 94; 24/Nûr, 53; 35/Fâtır, 42; 58/Mücâdele, 16; 63/Münâfıkûn, 2; 66/Tahrîm, 2; 68/Kalem, 39.
B- Yemin Etmek Anlamındaki Kasem Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyetler (24 Yerde): 5/Mâide, 53, 106, 107; 6/Er’âm, 109; 7/A’râf, 21, 49; 14/İbrâhim, 44; 16/Nahl, 38; 24/Nûr, 53, 53; 27/Neml, 49; 30/Rûm, 55; 35/Fâtır, 42; 56/Vâkıa, 75, 76; 68/Kalem, 17; 69/Haakka, 38; 70/Meâric, 40; 75/Kıyâme, 1, 2; 81/Tekvîr, 15; 84/İnşikak, 16; 89/Fecr, 5; 90/Beled, 1.
C- Kur’ân’ı Kerim’de Allah’ın Kasemleri/Yeminleri:
a- Kendi İsmine/Kendi Zâtına (8 Yerde): 4/Nisâ, 65, 10/Yûnus, 53; 15/Hicr, 92; 19/Meryem, 68; 34/Sebe’, 3; 51/Zâriyât, 23; 64/Teğâbün, 7; 70/Meâric, 40.
b- Kur’an’a: 36/Yâsin, 2; 43/Zuhruf, 2,
c- Yarattıklarına (53 Yerde): 37/Sâffât, 1, 2, 3; 51/Zâriyât, 1, 2, 3, 4; 52/Tûr, 1, 2, 3, 4, 5, 6; 53/Necm, 1; 77/Mürselât, 1, 2, 3, 4, 5; 79/Nâziât, 1, 2, 3, 4, 5; 85/Burûc, 1, 2, 3; 86/Târık, 1; 89/Fecr, 1, 2, 3, 4; 91/Şems, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7; 91/Leyl, 1, 2, 3; 93/Duhâ, 1, 2; 95/Tîn, 1, 2, 3; 100/Âdiyât, 1, 2, 3, 4, 5; 103/Asr, 1.
D- Yemin Konusuyla İlgili Âyetler:
a- Kötü Olanı Yapmaya Yemin Etmemek: 24/Nûr, 22.
b- Yemini Bozmaktan Sakınmak: 5/Mâide, 89; 16/Nahl, 91-92; 38/Sâd, 44.
c- Hayırlı Bir İş İçin Yemini Bozmak: 2/Bakara, 224-225.
d- Yemini Keffâretle Bozmak: 66/Tahrîm, 2.
e- Yemin Keffâreti: 5/Mâide, 89.
f- Yeminde Hata: 2/Bakara, 225; 5/Mâide, 89.
g- Yemini Fesat Konusu Yapmak: 16/Nahl, 92, 94.
h- Olur Olmaz Şeye Yemin Etmek: 68/Kalem, 10.
i- Yalan Yere Yemin Etmek: 68/Kalem, 10.
j- Münâfıklar Yalan Yere Yemin Ederler: 9/Tevbe, 74, 96, 107; 58/Mücâdele, 14,16,18; 63/Münâfıkûn,1.
k- I’lâ (Zevceye Yaklaşmamaya Yemin): 2/Bakara, 226-227.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. İslâm Ansiklopedisi, M.E.B. Y. (Johs Pedersen), c. 6, s. 374-378
2. TDV İslâm Ansiklopedisi, (Celâl Kırca,) TDV Y. c. 2, s. 290-291
3. Şamil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 6, s. 396-400 (Yemin); c. 6, s. 372 (Yalan Yemin, Akif Köten); (Kasâme, H. Döndüren:) c. 3, s. 312; (Lian:) c. 4, s. 22-23; (İlâ, H. Döndüren:) c. 3, s. 126-127
4. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. c. 11, s. 298-301
5. Ahkâm Tefsiri, Muhammed Ali Sâbûnî, Şâmil Y. c. 1, s. 248-256, c. 2, s. 5-14
6. Tefsir Usûlü, İsmail Cerrahoğlu, T. Diyanet Vakfı Y. s. 168-171
7. Ulûmu’l Kur’an, Kur’an İlimleri, Mennâ Halil el-Kattân, Timaş Y. s. 405-417
8. Tefsir ve Hadais Usûlünün Bazı Meseleleri, M: Tayyib Okiç, Nûn Y. s. 120-124
9. El-Itkan fî Ulûmi’l Kur’an, Celâleddin Suyûtî, Ravza Y.
10. Et-Tıbyân fî Aksâmi’l-Kur’an, İbn Kayyim el-Cevziyye, Kahire, 1352/1933
11. İslâm Fıkhı Ansiklopedisi vehbe Zuhayli, Risâle Y. c. 4, s. 197-287; c. 8, s. 329-348
12. İbn-i Âbidîn, İbn Âbidin, Terc. Ahmed Davudoğlu, Şamil Y. c. 7, s. 499-571, c. 8, s.5-27
13. Fetâvâ-yı Hindiyye, Terc. Mustafa Efe, Akçağ Y. c. 3, s. 435-638
14. Emanet ve Ehliyet, Yusuf Kerimoğlu, Ölçü Y. c. 2, s. 452-459
15. İlmihal -İslâm ve Toplum-, İSAM, T. Diyanet Vakfı Y. c. 2, s. 25-28
16. Mukayeseli İbâdetler İlmihali vecdi Akyüz, İz Y. c. 4, s. 347-377
17. Kur’an’da İnsan Psikolojisi, Hayati Aydın, Timaş Y. s. 168-170
18. Kitapta Allah’ın Yeminleri, Cengiz Duman, Haksöz, sayı 44 (Kasım 94), s. 39-40
19. Haksöz, sayı 58-59
20. Misak, sayı 20

Sayfa 1 / 26