Cumartesi, 06 Şubat 2021 20:53

RÜYA

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

RÜYA


- 959 -
Kavram no 152
Nimetler 20
Bk. İnsan-Nâs; Ruh
RÜYA


• Rüya; Anlam ve Mâhiyeti
• Rüya; Esrârengiz Kapı, Bir Başka Âlemle İrtibat
• Bilimsel Araştırmalar Işığında Rüya
• Uyku ve Rüya
• Rüyâ-yı Sâdıka; Doğru Rüya
• Rüya Tâbiri/Yorumu
• Kur’ân-ı Kerim’de Rüya
• Hadis-i Şeriflerde Rüya
• Rüyada Peygamberimizi Görmek
• Tasavvufta Rüya ve Rüyanın Bilgi Kaynağı Olması; Rüya İle Hadis Rivâyeti
• Rüya, Bilgi Kaynağı Değildir; Rüya İle Hüküm Sâbit Olmaz!
• İstihâre ve Rüya Falına Dönüştürülmesi
• Tefsirlerden İktibaslar
• Konuyla İlgili Lügatçe
“Bir zaman Yusuf, babasına (Ya’kub’a) demişti ki: ‘Babacığım! Gerçekten ben (rüyamda) on bir yıldızla güneşi ve ay’ı gördüm, yani onları bana secde ederlerken gördüm.”
“(Babası:) ‘Yavrucuğum! Rüyanı sakın kardeşlerine anlatma, sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan insana apaçık bir düşmandır.”
“İşte böylece Rabbin seni seçecek, sana (rüyada görülen) olayların yorumunu öğretecek ve daha önce iki atan İbrâhim ve İshak’a nimetini tamamladığı gibi sana ve Ya’kub soyuna nimetini tamamlayacaktır. Çünkü Rabbin çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.” 3570
Rüya; Anlam ve Mâhiyeti
Rüya; Uyku sırasında aynen uyanıkmış gibi çeşitli olayların yaşanması halidir, Türkçe’de düş de denir. Rüya, çağlar boyunca bütün toplumlarda büyük önem görmüştür. Rüyanın mâhiyeti ve kökeni hakkında çok şeyler yazılıp söylenmiştir. Ancak bu yazılıp söylenenler her topluma ve her kültüre göre ayrı ayrı olagelmiş ve hep değişkenlik arzetmiştir. Tarihte bazı toplumlarda rüyaya büyük önem verilmiş ve bazen bu rüya tabirleri, kitaplar halinde toplanmıştır. Genellikle rüya, uyanıklık halinin bir uzantısıdır; etkisinde kalınan sevindirici veya üzücü olayların uyku halinde yaşanması olayıdır. İslâm'da rüya hukukî bir kaynak ve delil değildir. Yalnız gören kişi ile alâkalıdır. O kişi de bu rüyasını hayra yorar ve bu rüya yalnız kendisini bağlar.
3570] 12/Yûsuf, 4-6
- 960 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Rüya, "Allah Teâlâ'nın melek vasıtasıyla hakikat veya kinâye olarak kulun şuurunda uyandırdığı enfusî idrâkler ve vicdanî duygular veya şeytanî telkinlerden meydana gelen karışık hayallerden ibarettir" şeklinde de tarif edilmiştir.
Rüya, uykuda bütün duygu ve bilinç hallerinin tamamen yok olmadığı bir sırada meydana gelir. Nitekim rüyâ, uykunun az olduğu sabaha karşı daha çok görülür. Rüyada, görülmesi mümkün olan şeyler görülür. Uyanıkken görülmeyecek olan şeyleri rüyada görmek mümkün değildir. Bir kişi rüyada aynı anda hem ayakta, hem de otururken görülemez. Mümkün ve olağan olmayan şeyleri rüyada görme imkânı yoktur. Rüya bir idrâk işidir. Zira rüya insanların kalplerinde yaratılan ve oraya yerleşen şeyin hayal etme ve düşünme yoluyla idrâk edilmesi demektir.
Müslümanların dışındaki birtakım çevreler de bu konuda tutarsız ve reddedilmeye mahkûm bir sürü şeyler söylemişlerdir. Ancak sağlıklı görüş sahibi âlimlerin ve imamların görüşü makbuldür. Allah (c.c.) uyanık insanın kalbinde, birtakım itikatlar yarattığı gibi, uyuyan insanın kalbinde de bazı itikatlar yaratır. Allah uyuyan insanın kalbinde yarattığı itikatları başka zamanlarda yarattığı birtakım şeylerin belirtisi ve aynası haline sokar. Rüyada görülen durum, bazen aynası olduğu işe aykırı olur. Uyanık kişinin kalbinde yaratılan itikat ve kanaat, bazı olayların aynası görünümünde olmasına rağmen bunun tersi çıkabilir. Meselâ bulut yağmurun belirtisidir. Allah (c.c.) bulutu yağmurun alâmeti olarak yaratmıştır. Ama bazen bulut olmasına rağmen yağmur yağmayabilir. Aynı şekilde, uyku halindeki insanın kalbinde yarattığı itikadı ve inancı, bir hâdisenin belirtisi olarak yaratmıştır. Fakat bazen yağmur yağmadığı gibi o olay da olmayabilir. Uyku halindeki insanın kalbinde söz konusu itikat bazen meleğin huzurunda oluşur. Bu takdirde sevindirici rüya görülür. Bazen de şeytanın hazır bulunduğu bir zamanda oluşur. Bu takdirde üzüntülü ve zararlı rüya görülür. Rüyanın mâhiyeti hakkında en üstün bilgi Allah katındadır.
Kur'ân-ı Kerim'in birçok yerinde rüyadan söz edilmiştir. Hz. İbrahim (a.s.), oğlu İsmail (a.s.)'i rüyada boğazlama emri almış ve bu rüyayı uygulamaya teşebbüs etmiştir.3571 Yusuf (a.s.) da rüyasında on bir yıldızla, ay'ın kendisine secde ettiğini görmüş;3572 Mısır hükümdarının ve hapishanedeki iki kişinin gördükleri rüyaları tabir etmiştir.3573 Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Peygamber'in görmüş olduğu rüyalardan da söz edilmektedir. 3574
Hadis kitaplarının hemen hepsinde Hz. Peygamber'in gördüğü rüyalar ve yaptığı rüya tâbirleri hakkında geniş bilgi vardır. Rüya ile ilgili Rasûlüllah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Sâlih kişi tarafından görülen rüya, peygamberliğin kırk altı parçasından bir parçadır." Bir başka hadiste de şöyle der: "Mü’minin rüyası, peygamberliğin kırk altı parçasından bir parçadır; Peygamberlik gitti ve mübeşşirat kaldı.” mü'minin rüyası, peygamberliğin kırk altı cüzünden bir cüzdür." 3575
Hadisteki ihtilâflar ve bildirilen değişik sayılar, rüya gören müslümanın
3571] 37/Sâffât, 102
3572] 12/Yûsuf, 4
3573] 12/Yûsuf, 36, 43
3574] 48/Fetih, 27; 37/Sâffât, 105; 17/İsrâ, 60
3575] Buhârî, Ta'bir 26; Müslim, Rüya 8, hadis no: 2263; Tirmizî, Rüya 1, h. no: 2271; Ebu Dâvud, Edeb 96, h. no: 5019
RÜYA
- 961 -
haline dönüktür. Takvâ sahibi olmayan ve İslâm'ın ölçülerine göre fâsık sayılan müslümanın gördüğü rüya, nübüvvetin yani peygamberliğin yetmiş parçasından biridir. Takvâ sahibi olan müslümanın rüyası ise nübüvvetin kırk altı parçasından biridir. Şu halde rüyanın doğruluk derecesi müslümanın salâh ve takvâsına göre değişik olur.
Müslümanın gördüğü rüyanın peygamberliğin özelliğinin parçalara bölünmesi veya takvâ sahibi olan bir müslümanın peygamberlik hasletinden bir parçayı kazanabilmesi demek değildir. Maksat şudur: Peygamberlikte zaman zaman gayptan haberdar olma özelliği vardır. Yüce Allah dilediği zaman bir peygamberi gayptan haberdar eder. Bu itibarla, gayptan haberdar olmak, peygamberliğin alâmetlerindendir. Peygamberlik görevi kalıcı değildir. Fakat alâmetleri kalıcıdır. Müslüman bir kimse bazen Allah'ın takdir ve dilemesi ile rüya âleminde bir gayptan haberdar edilebilir. Bu itibarla müslümanın rüyada gördüğü bir şey aynen gerçekleşebilir.
Güzel rüyanın peygamberliğin kırk altı parçasından bir parça sayılması şöyle yorumlanır: Sahih rivâyetlerin birçoğuna göre Peygamber (s.a.s.) altmış üç yıl yaşamış ve peygamberlik süresi yirmi üç yıl sürmüştür. Çünkü o, kırk yaşını doldurduğu zaman peygamber olmuştur. Hz. Peygamber’e (s.a.s.) ilk zamanlar vahiy rüya halinde gelirdi. Bu durum altı ay sürmüştür. Bu süre zarfında gördüğü rüyalar aynen çıkıyordu. Peygamberlik süresi yirmi üç yıl devam ettiğine göre, rüya yoluyla vahiy süresi bunun kırk altı parçasından bir parça olur. Başka hadislerde rüya, peygamberliğin yetmişte bir, kırk dörtte bir, ellide bir olduğu ifade edilir.
Rüyanın peygamberliğin parçalarından biri olduğunu açıklayan hadislerin değişik oranlar ifade etmesi, hadislerin gelişmesi anlamına gelmemektedir. Çünkü sâlih ve sâdık bir rüya kişinin doğru sözlü, emâneti yerine vermek, sağlam itikatlı olmak gibi hususlardaki derecesine göre değerlendirilir. Bu konuda insanlar arasındaki farklılık kadar rüyalar da değişik olur. Kim samimi bir kalp ile Allah'a ibâdet eder ve doğru sözlü olursa, gördüğü rüyalar daha doğru ve peygamberliğe daha yakındır. Zira peygamberler arasında bile fazilet farkı vardır. İnkârcı, kâfir ve yalancı kişilerin de rüyaları doğru çıkabilir. Bu takdirde bu kişilerin rüyaları vahiy ya da nübüvvetten bir parça olamaz.
Çünkü gayptan haber veren her doğru söz, nübüvvet sayılmamıştır. Bu konuda şu hususlar daima gözönünde bulundurulmalıdır:
1- Doğru rüya görmek sadece mü'minlere mahsus değildir. Müslüman olmayanlar da görebilirler. Yûsuf sûresinde bahsedilen Mısır hükümdarı ve zindandaki iki kişinin gördüğü rüyalar gibi.
2- Herkes aynı özellik ve nitelikte değildir. Doğru rüya nâdir hallerde ve rûhu çok hassas kişiler tarafından görülür.
3- Görülen rüyaları esas alarak hayata nizam ve intizam vermeye kalkışmak yanlıştır. Zira rüyaların doğruluğunu ölçmek ve tesbit etmek mümkün değildir.
4- Rüya ile yalnız o rüyayı gören amel edebilir. Fakat amel etmesi şart değildir. Zira rüyada kaza geçirdiğini gören bir kimse bir vâsıtaya bindikten sonra kaza geçirip ölmüş olsa, intihar etmiş sayılmaz.
Bundan dolayı Fıkıhta, Kelâm ilminde ve mahkemede rüya, delil kabul
- 962 -
KUR’AN KAVRAMLARI
edilmez. Rüya haktır, ama doğru rüya gören ve rüyayı doğru şekilde yorumlayan kişiler azdır. Rüyaları doğru bir şekilde olaylar yorumlar (Yani, rüyaların sâdık olduğunu, doğru çıktığını, ancak uyanıkken o olayı yaşadığımızda anlayabiliriz). Bazı rüyalar da yorumu ile birlikte görülür. Bazı kimseler gördüğü rüyayı yorumlayamaz, ama sâdık rüya olduğunu anlarlar.
Rüya tabir etmek Allah vergisidir. Herkes rüya tabir edemez. Akıl ve mantık bu iş için yeterli değildir. Rüya merhametli ve öğüt verebilecek durumda olanlara anlatılmalı, güzelce yorumlayamayacak kişilere söylenmemelidir. Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadislerinde de "Rüya gören onu hiç kimseye söylemediği sürece o, bir kuşun ayağına bağlıdır (zuhur etmez); söylerse zuhur eder. Böyle olunca rüyanızı yalnız akıllı, sizi seven veya size öğüt verecek durumda olan kimselere söyleyin” 3576 buyurmuştur.
İmam Mâlik’e "Herkes rüya tabir edebilir mi?" diye sorulmuş "Nübüvvetle oynanır mı?” diye cevap vermiştir. Yine İmam Mâlik rüyayı iyi tabir edenler yorumlasınlar. Eğer iyi görürse söylesin; iyi görmezse iyi söylesin veya sussun” demiştir. "İyi görmese de onu iyi olarak mı tabir etsin?” sorusuna, "Hayır” demiş; sonra "Rüya nübüvvetin bir parçasıdır. Nübüvvetle oynanmaz” diye cevap vermiştir. 3577
Rüya genel olarak iki kısma ayrılır:
Birincisi: Doğru ve güzel olan rüyalar. Bu tür rüyalar, uyanıklık âleminde doğru çıkan rüyalardır. Peygamberlerin, onlara uyan sâlih mü’minlerin gördükleri rüyalar bu tür rüyalardır. Bazen dindar olmayan insanlar da bu tür rüyaları görürler.
Bu tür rüyalar üç grupta ele alınabilir:
1- Yoruma ve tabire ihtiyaç göstermeyecek kadar açık seçik rüyalar, Hz. İbrahim'in rüyası gibi...
2- Kısmen yoruma ihtiyaç gösteren rüyalar. Hz. Yusuf'un rüyası gibi...
3- Tamamen tabir ve yoruma ihtiyaç gösteren rüyalar. Mısır hükümdarının gördüğü rüya gibi...
İkincisi: Adğâs adı verilen karmakarışık ve hiçbir anlam taşımayan rüyalardır. Bu tür rüyalar da birkaç kısma ayrılır:
a- Şeytanın uyuyan kişiyle oynaması ve onu üzmesine sebep olan rüyalar. Meselâ kişi rüyasında başının koparıldığını ve kendisinin başının peşinden gittiğini görür. Ya da korkunç ve tehlikeli bir duruma düştüğünü ve hiçbir kimsenin kendisini kurtarmaya gelmediğini görür.
b- Meleklerin haram bir şeyi uyuyan için helâl kıldığına veya haram bir iş teklif ettiklerine dair olan ve aklen muhal ve imkânsız olan buna benzer işlerle ilgili rüyalar.
c- Kişinin uyanık iken üzerinde konuştuğu veya olmasını temenni ettiği bir şeyi, uyanık iken itiyad haline getirdiği bir şeyi rüyasında görmesi.
3576] Tirmizî
3577] Kurtubî, Tefsir, IX, 122-127; Elmalılı, Hak Dini Kuran Dili, IV, 2863-2869; Tecrîd-i Sarih Tercümesi, XII, 271
RÜYA
- 963 -
Bu durumda rüyanın üç çeşit olduğu görülmektedir:
a- Allah tarafından bir müjde olabilen bir rüya. Buna rahmanî rüya denir. b- Kişinin uyanık iken önem verip kalben meşgul olduğu bir şeyle ilgili olarak gördüğü rüya. c- Şeytan tarafından korkutulan kişinin gördüğü rüya. Buna şeytanî rüya adı verilir.
Kötü bir rüya gören bir müslümanın yapacağı işler: Gördüğü rüyanın şerrinden ve şeytanın şerrinden üç kez Allah'a sığınır. Şöyle der: "Allah'ım, bu rüyanın şerrinden ve rahmetinden uzak kalmış olan şeytanın şerrinden sana sığınırım." Rüyanın hayra dönüşmesi için duâ eder. Bu tür rüyayı hiçbir kimseye anlatmaz.
Müslüman, gördüğü iyi bir rüyadan ötürü uyanınca Allah'a hamdeder. Bu rüyadan dolayı sevinir, bunu bir müjde kabul eder. Rüyayı sevdiği bir kimseye anlatır, sevmediğine kesinlikle anlatmaz. 3578
Rüya, yakın zamanlara kadar ancak teorik yaklaşımlarla ele alınabilen ve bilimsel tarzda tanımlanmaktan oldukça uzak olan, genel olarak "uykuda görülen ve uyku sonrasında hatırlanan hayaller" olarak kabul edilen bir kavramdır. 1950'lerden sonra elektriksel araştırma tekniklerinin gelişmesi ve uyku laboratuarlarının kurulmasıyla, uykunun yanısıra rüya hakkında da bilimsel veriler toplanmaya başlamıştır. Bu konuda yapılan en önemli keşif, uyku sırasındaki bedensel ve beyinsel işlevlere göre uykunun rem göz hareketleri; rapid eye movements) ve nrem (yavaş göz hareketleri; non-rapid eye movement) olmak üzere iki aşamaya ayrılmasıdır. Her iki evrenin toplamı ortalama 90 dakika olup bir gecelik uykuda ortalama 4-5 kez evreler birbirlerini izlerler. Bir gece uykusunun toplam % 20'sini bedenin görece daha aktif, uykunun görece daha yüzeysel olduğu rem uykusu oluşturur. Rem uykusunun en belirgin özelliği bu evrede uyandırılan bireylerin çoğu kez o sırada rüya görmekte olduklarını söylemeleri ve bu evre uyanmadığı zaman ertesi gün duygusal karışıklığın ortaya çıkmasıdır. Bu özellik uzunca bir süre rem uykusunun rüya uykusu olarak anılmasına yol açtıysa da, bugün rüyanın nrem'de de görüldüğü ileri sürülmektedir. Rüya ile ilgili deneysel verilerde ve gözlemlerde elde edilen en genel sonuçlar şimdilik bunlar olmakla birlikte araştırmalar asıl olarak bu noktada odaklanmış durumdadır.
Rüyaya yüklenilen geleneksel anlamlar, modern psikolojik ekollerin yaklaşımlarında bulunmaktadır. Modern psikolojide teorik ve uygulama alanlarında rüyaları ele alma ve rüya yorumunda öne çıkmış belli başlı ekoller ise şunlardır:
Rüya teorisi ve rüya yorumlamaları Freud’cu psikanalizin köşe taşlarındandır. Freud'a göre rüya, "bilinçdışının kral yoludur." Psişik aygıtın deterministik ilkesi uyarınca her rüya içeriğinin bir anlamı vardır. Fakat rüyanın anlamını ortaya koyabilmek için onun görünen (manifest) yanının ötesindeki süzgeçten geçmiş (latent) yanına uzanmak gerekir. Rüya, nevrotik belirtiler gibi yasaklanmış istekler ile bu istekleri engelleyen güçler arasındaki bir uzlaşma sonucu ortaya çıkar. Bu, rüyanın görünen içeriğidir; buradan yasaklanmış isteklerin yer aldığı gizli içeriğe gidilebilir. Rüyanın temel işlevi kabul edilemeyen bilinçdışı, içgüdüsel isteklerin fantezisi aracılığıyla doyum sağlamaktadır. Dolayısıyla uyku rüya içindir ya da rüya uykunun bekçisidir.
3578] Ahmet Arpa, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 5, s. 285-287
- 964 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Analitik psikoloji okulunun kurucusu Jung ise rüyayı doğal ve normal psişik bir olgu olarak görür: "Rüya, bilinçdışı gerçeğin, kendiliğinden, kendine özgü ve sembolik tablosudur." Freud'un sandığı gibi bir belirti veya kılık değiştirme değildir. Jung'a göre rüya nesnel veya öznel yorum düzeylerine sahiptir. Nesnel düzeyde rüya, çevredeki gerçek insan ilişkileri ağına göre, öznel düzeyde ise figürlerin rüyayı görenin kişiliğinin belli yanlarını temsil etme ihtimaline göre yorumlanır. Jung'un rüyaya bakışa getirdiği bir özgünlük de, rüya sahibiyle doğrudan ilişkisi olmayan kollektif bilinçdışına ait rüyaların da olabileceğini; buradaki sembollerin eski atalarımızın yaşantılarına, tarihe ve mitolojiye uzanabileceğini söylemesidir.
Bireysel psikoloji okulunun kurucusu Adler'e göre rüya, düşünce sürecinin bir parçasıdır ve bireyin yaşam tarzıyla uygunluk gösterir. Onun rüya yorumu teorisi, insanın sürekli olarak kendisini geleceğe hazırladığı anlayışından kaynaklanır. Rüyalar, rüya görenin 'burada ve şimdi' olan yaşama bakışıyla gelecekteki amaçları ve onlara ulaşma planlarının birleşimidir.
Sosyo-kültürel psikolojik yaklaşımın önde gelen isimlerinden Horney için ise nevrotik kişideki yapıcı ve yıkıcı materyali anlayabilmek için rüya bir fırsattır. İnsan rüyada daha açık, daha az savunucu olur. Rüyalar insanın kendini gerçekleme şansını ele geçirdiği yerdir. Kelman ise, varoluşsal kavramlarla ve Doğu düşünce biçimleriyle Horney'in rüyalara bakışını genişletir. Ona göre rüyadaki her sembol bir ben veya özne, bir de başkası veya nesne görünümüne sahiptir. 3579
Rüyanın mâhiyetini açıklama sadedinde insanlar, eskiden beri uğraşmışlar, farklı izahlar getirmişlerdir: Doktorlar, psikologlar, felsefeciler gibi, başka dinlere mensup olanların da izahı, diğerlerine benzemez. Mâzirî'nin değerlendirmesiyle, ileri sürülen iddialar, çoğunluk itibariyle münker ve bâtıl hükmünde zanlardan ibârettir. "Çünkü der, akılla idrâk edilip, üzerine delil getirilemeyen şeyleri anlamaya çalışmışlar, kesin iddialarda bulunmuşlardır. Hâlbuki ‘olabilir’ diye ihtimalle söz edilecek yerde kesin hükümde bulunmak hatadır."
Kurtubî, şeriat âlimleri dışında kalanların rüya konusunda birbirine zıt, tutarsız iddialarda bulunmalarını, onların bu işi yaparken, peygamberlerin gösterdiği doğru yoldan ayrılmalarıyla izah eder. Ona göre, rüya, nefse/rûha ait idrâklerdir. Hâlbuki nefsin/rûhun hakikati bizce meçhuldür, bilinemez. Durum böyle olunca, kendisi meçhul olan nefsin idrâk ettiği şeyleri (rüyayı) anlayamamamız, bilemememiz çok daha normaldir, tabiidir. Biz daha ziyade göz ve kulakla idrâk edilen şeyleri anlayabiliriz.
İslâm âlimlerinin rüya ile ilgili tavsiflerinde bazı tâbirat farklılıklarına rastlanırsa da onlar özde ve esasta birleşirler. Buna göre, rüya, Allah'ın yaratmasıyla vukua gelen bir hâdisedir. Yaratma işinde şeytan ve melek vâsıta kılınmaktadır. Rüyanın sâdık ve sâlih olanı var, kâzip ve gayr-ı sâlih olanı var. Tâbir sûretiyle rüyanın delâlet ettiği şeye yaklaşılabilir.
Ebu Bekr İbn'l-Arabî şöyle der: "Rüya, Cenab-ı Hakk'ın melek veya şeytan vâsıtasıyla, insanın kalb ve şuuruna hakikat veya kinâye olarak koyduğu rûhî idrâklerdir. Bunlar ya açıktır ya da karmakarışık şeylerdir. Rüyanın uyanık haldeki benzeri, zihne gelen hâtıralardır. Zîra bunlar bazan belli bir maksada uygun
3579] Erol Göka, Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Y., c. 3, s. 329-330
RÜYA
- 965 -
olarak intizam dahilinde zihne doğar, bazan da intizamsız ve karmakarışık şekilde hayale dökülürler."
Bir başka izaha göre: "Allah, melek vâsıtasıyla, uyuyanın idrâk mahalline (şuur, kalb), görülen şeyleri atar. Bu atılanlar orada duygularla algılanan sûretlere bürünür. Bunlar bazan hâricen mevcut olmamakla birlikte aklen idrâk edilen ma'kul mânâlarının misalleridir. Bu görülenler, her iki halde de mübeşşir (iyinin habercisi) veya münzir (kötünün habercisi) olabilirler."
Ayrıca rüya: "Olmuş veya olacaklar için Allah'ın alem kıldığı şeyin hayalde teşekkül eden misâllerinin uyku esnasında enfüsî olarak idrâk edilmesidir" diye de târif edilmiştir.
Rüya yönüyle insanlar üç kısımdır. İslâm âlimleri, bu mevzûda vârid olan hadisleri değerlendirerek insanları üç gruba ayırırlar:
1- Peygamberler: Bunların rüyalarının hepsi doğrudur. Bazen de tâbir gerektiren şeyler görebilirler.
2- Sâlihler: Bunların rüyaları çoğunluk itibarıyla doğrudur. Bunlar da bazan tâbire muhtaç olmayacak açıklıkta görürler.
3- Diğer insanlar: Bunlar, doğru ve doğru olmayan rüyanın her ikisini de görürler. Bunlar üç kısımdır.
a) Mestur (hali kapalı) olanlar: Bunların rüyaları halleriyle uyumlu gider.
b) Fâsıklar: "Bunların rüyası çoğunlukla edğâs (karışık, mânâsız)dır. Doğru kısmı pek azdır.
c) Kâfirler: Bunların rüyasında sıdk iyice azdır. Bu duruma: "Rüyaca en doğruları, sözce en doğrularıdır" hadisi işaret eder.
Mü'minin Rüyası: Ebu Bekr İbn'l-Arabî der ki: “Sâlih mü'minin rüyası, nübüvvetin cüzü olduğu söylenen rüyadır. Mü'minin ‘sâlih’ olması demek, istikamet ve nizam üzere olması demektir...” Buna göre, fâsıkın rüyası peygamberliğin cüzlerinden sayılmaz. Mâmâfih en uzak cüzü sayılır diyen de olmuştur. Fakat kâfirin rüyası hiçbir surette sayılmaz.
Kurtubî der ki: "Sâdık ve sâlih mü'min, hâli, peygamberlerin haline uyan ve bu sebeple peygamberlere ikram edilmiş olan "gayba ıttılâ"ın bir neviyle kendisine ikram olunmuş bulunan kimsedir. Kâfir, fâsık ve karışık kimseye gelince, bunların rüyası bazen sâdık bile olsa nübüvvetten sayılmaz. Bunların rüyasındaki sıdk (doğruluk) yalancının bazen doğru söylemesine benzer. Gaybdan haber veren herkesin sözü peygamberliğin cüzlerinden sayılmaz; kâhin, falcı, müneccim ve benzerlerinin sözü gibi."
Bazılarınca mevkuf, bazılarınca merfû olarak rivâyet edilen bir kısım hadislere göre rüyalar üç kısımdır:
1- Hak rüya: Bu, hadislerde "rüya-yı sâliha", "rüya-yı sâdıka", "rüya-yı hasene" gibi farklı kelimelerle ifade edilmiştir. Bu isimlerle zikredilen rüyalar, edğâs'tan uzak ve hâlistirler. Bu, kişinin mazhar olacağı yakın bir hayrın habercisidir. Bu sebeple Allah'tan büşrâ (müjde) kabul edilmiştir.
- 966 -
KUR’AN KAVRAMLARI
2- Kişinin nefsinin konuştuğu rüya: Bu, kişinin uyanık halde zihninden geçen vehimlerin tesiriyle gördüğü rüyadır.
3- Şeytanın üzüntü verdiği rüya: Hoşa gitmeyen, can sıkıcı rüyalar buraya girer.
Bu üç kısma, İbn Hacer dört kısım daha ekleyerek 7'ye çıkarır. Mâmâfih bunları da yukarıdakilerden birine dâhil ederek üçü asıl kabul etmek mümkündür.
4- Hadîsu'n nefs: Nefsin konuşması, yani arzuların te'siriyle görülen rüya.
5- Şeytanın eğlenmesi: Hadiste, "Şeytan birinizle rüyada eğlenirse bunu başkasına anlatmayın" denmiştir.
6- Uyanıkken yapmaya alıştığını rüyada görmek. Belli saatlerde yemeyi itiyad edinen kimsenin o saatte uyuyunca kendini yemek yerken görmesi gibi.
7- Edğâs: (Karışık, yalancı rüyalar). 3580
Batılılara göre rüyanın çeşitleri çok daha basit değerlendirilir: Kehânetsel, aldatıcı, deneysel, sezgisel, tecrübe ürünü, uhrevî, akıl almaz, çılgınca, eğlenceli rüyalar.3581 Görüldüğü gibi bu rüya çeşitleri, tür olmaktan daha çok, rüyaların sıfatlarıdır.
Rüya; Esrârengiz Kapı, Bir Başka Âlemle İrtibat
Rüyalar, hepimizi meşgul eden enteresan olaylardır. Hemen herkesin, tatlı uykuları arasında bol bol gördüğü ve bazen de günlerce etkisi altında kaldığı rüyalar vardır. Bazı kimseler, geleceğe âit olayları, vukuundan önce, rüyalarında görebildiği gibi; nice insanın rüyası yorumlandığı veya beklendiği gibi çıkmayabilir. Bütün bunlar göstermektedir ki, insanoğlu rüya ile başka bir âleme irtibatlıdır.
Tarihte gelip geçmiş bazı devlet adamları, âkıbetlerini rüyada önceden görmüşlerdir: Genç Osman, Abraham Lincoln bunlara örnektir. Batı dünyasının bazı şöhret olmuş kişileri, rüya aracılığıyla ilham alarak eser vermişlerdir. Rüyada gördüğü bir operayı uyanır uyanmaz notaya alan Richard Wagner, atomun ilk modern tablosunu çizen Niels Bohr, hikâyelerini rüyada görüp yazan Stevenson ve daha pek çok sanatkâr şöhretlerini rüyalara borçludur. Elias Howe, yaptığı dikiş makinesinin iğnesine deleceği deliğin yerini rüyasında keşfedebildi. O yüzden rüyayı sadece bir günlük hayatın etkisiyle görülen hayallerden ya da bilinçaltının dışa vurumundan ibâret saymak doğru değildir.
İnsanoğlu, nasıl oluyor da gözsüz görebiliyor? Nasıl oluyor da ağzını açmadan konuşabiliyor, ayaklarını kımıldatmadan yürüyebiliyor? Nasıl oluyor da yatağın içinde iken, bir yanından öbür tarafına dönmeden dünyayı dolaşabiliyor, zaman içinde zaman yaşar gibi, kısa bir zaman içinde uzun mâceralarda rol alabiliyor? Bütün bunlar rüya sâyesinde olmaktadır.
Bazı insanlar, uykularında rüya görmediklerini zannederler. İlmî araştırmalar her insanın mutlaka rüya gördüğünü kanıtlamıştır. İnsan sık sık rüya görmekte, buna rağmen bazı kimseler gördükleri rüyaları unutup hatırlayamamaktadır.
3580] İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 4/507-508
3581] Susan Parman, Rüya ve Kültür, s. 2
RÜYA
- 967 -
Tam rüya görürken uyandırılan kişilerin rüya görme sayısının arttığı tesbit edilmiştir. Bir gün boyunca tamamen rüyadan mahrum edilen kimselerin dehşetli bir hırçınlık, asabîlik, hâfıza zayıflığı, dağınık ve tutarsız hareketler içinde bulunduğuna şâhit olunur. Belirli bir müddet rüyadan mahrum yaşayan kimseler, müteakip gecelerde daha fazla rüya görürler. Sanki, eksik gıda almış da kuvvetten düşmüş kimseler gibi, çok rüya görerek bu noksanlarını telâfi etmeye çalışırlar. Sanılanın aksine, insanın uykudan çok, rüyaya ihtiyacı vardır. Araştırmalara göre, insan hayatı zorlaştırmak, yaşam kalitesinden mahrum olmak gibi risklere katlanarak ancak bir hafta rüyasız yaşayabilmektedir. Rüyanın yiyecek maddesi kadar zarûrî olduğu ve rüyasız yaşanamayacağı bilimsel araştırmaların neticesinde anlaşılmıştır.
Hayvanların da rüya gördüğünü biliyoruz. Rüya görmekten mahrum edilen kedilerin üç aydan fazla yaşayamadığı tesbit edilmiştir. Rüyalar; psikolojik, fizyolojik, solunum ve beslenme gibi, hayatın devamını mümkün kılan ihtiyaçlardandır.
Bethoven, Mozart, Schumann ve Saint-Saens gibi ünlü kompozitörler, bestelerinin bir kısmını rüyalarında görerek notaya almışlardır. Bazı edebiyatçı ve yazarlar da yazacakları eserlerinin bazı bölümlerini rüyalarında görmüşlerdir. Eserlerini rüyalarında görmüş bazı yazarlar şunlardır: Dante, Goethe, J. Masefield, Cocteau, Charlotte Bronte, Edgar Allen Poe, Baudealire, W. Blake, W. Cowper, Heinrich Heine, Shelley, Tolstoy, W. M. Thackeray, J. A. Stringberg.
Sanat için de benzer durumlar söz konusudur. Sanatta buluş yapmanın bütün örnekleri, bir rüyanın tamamı veya bir kısmı, meydana getirilen bir eserde, harfi harfine kullanıldığını göstermektedir. Güzel sanatlarda; şiir, roman, tiyatro, müzik, resim gibi eserlerin hiç olmazsa bir kısmını rüyalarında görmeyenlerden fazla bir şey beklenmemelidir. Çeşitli toplumların yazarları; makale, roman, hikâye ve şiirlerine rüyalardan aldıkları ilhamla renk katmışlardır. Edebiyatı süsleyen bu tür eserler oldukça çoktur.
Ünlü film yönetmeni Gürcü asıllı Sergei Paracanov: “Ben mistik bir adamım. Bir sahneyi rüyamda görmezsem o sahneyi çevirmem. Çevireceğim filmin senaryosu, rüyamda âdeta bana dikte ettirilir, desem yalan söylemiş olmam. Yazılı bir senaryoyu uygularken kopukluk olursa, hemen yatar ve yarı uyanık halde gördüğüm bir rüyayla kopuk kısımları tamamlarım” diyerek günlük hayatında rüyanın kendisini nasıl yönlendirdiğini belirtmektedir. 3582
Eski edebiyatta, özellikle sevgiyle/aşkla ilgili olarak karşımıza çıkan rüya motifine Türk masal ve halk hikâyelerinde daha çok rüyada görerek âşık olma şeklinde rastlamaktayız.
Türk masallarında görülen rüya motifi oldukça çeşitlilik arzeder. Bunlardan başlıcaları şunlardır: Annenin masal kahramanını rüyasında uyarması, rüyada görerek âşık olma, rüyada vaad edilen bir sevgiliyi bulmak için yola çıkma, fakirin rüyada gördüğünün hayra yorulmasıyla zengin olması, darda kalınca rüyadaki telkinlerle hareket etme ve çocuk sahibi olma, selâmete erme, rüyada görülenlerin her ne pahasına olursa olsun gerçekleşmesi, görülen rüyaların tâbirleri doğrultusunda hareket etme ve mutlu sona kavuşma. Masal kahramanları genellikle
3582] Tercüman, 18. 2. 1988
- 968 -
KUR’AN KAVRAMLARI
gördükleri rüyaları tâbir ettirir ve ona göre hareket ederler. Görülen rüya karşısında “hayrola” denmezse rüya söylenmez.
Halk hikâyelerindeki rüyalar, fonksiyon bakımından genellikle emir veya mesaj niteliğindedir. Bunlar ya kehânete yöneliktir veya şifreli niteliktedir. Mesajlar dolaylı yoldan verilmektedir. Âşık edebiyatı geleneği içerisinde sade kişilikten sanatçı kişiliğe geçişte kompleks rüya motifinin önemli bir yeri vardır. Halk hikâyelerinde aşk bâdesi halk âşığı/ozan olacak şahsa rüyada verilmektedir. Kahraman, gördüğü rüya sebebiyle hem saz çalıp şiir söylemekte, hem de bir güzele sevdalanmaktadır (Ünlü İslâm âlimi İbn Hazm, rüyada âşık olma motifini İslâm’ın hoş karşılamadığını belirterek, bunu eski dinlere bağlar ve rüyada görülen bir kıza âşık olmanın günah olduğunu söyler). Yine halk hikâyelerinde rüyada görülen Hızır, pîr, derviş veya ak saçlı ya da ak sakallı ihtiyar, âşığın devamlı yardımcısı ve koruyucusudur, şâirlikte mahlas vericidir (Bu anlayışın da tasavvufun etkisiyle oluştuğu, tevhidî ilkelerle ilişkisinin problemli olduğu değerlendirilebilir).
Divan Edebiyatında ve giderek Tanzimat Edebiyatında, açıkça söylenemeyen hususlar, tenkitler, teklifler rüya yoluyla söylenmeye başlanmıştır. Genellikle siyasî nitelikli bu rüyalarda gerçekten rüya görülmesi sözkonusu değildir. Rüya sadece meramı anlatmada bir vâsıta durumundadır ve rüyadaki serbest atmosferden faydalanılmaktadır. Bu konuda yazılmış eserler Hâbnâme, Vâkıanâme ve Rüya adları ile karşımıza çıkmaktadır. Bunlar içerisinde başta Veysî’nin Hâbnâme’sini zikredebiliriz. Burada I. Ahmed ile Büyük İskender’i rüyasında gördüğünü söyleyerek onların ağzından dünyanın huzuru ve düzeni için neler yapılması gerektiği anlatılır.
Halk İnançlarında Rüya: Temelde İslâmiyet’in kabullerinden kaynaklanan rüya telâkkileri, İslâm öncesi bazı unsurların da katılmasıyla günümüzde bu ülkenin hemen her bölgesinde halk arasında bütün canlılığı ile yaşamaktadır. Günlük işlerini, ileriye dönük hareketlerini gördüğü rüyaya göre düzenleyen veya karşılaştıkları durumları gördükleri rüyalara bağlayan insanların yanında, bazı tarikatların telkinlerinin farklı algılanması neticesi aklî kabullerin ötesinde gördükleri rüyalara göre hareket eden insanlara da sık rastlanmaktadır. Halk inançlarındaki rüya kabulleri, İslâm’ın rüya hakkındaki hükümlerinin ve tasavvufun rüya değerlendirişinin basitleşmiş ve değişmiş şekilleridir. Halkın rüya telâkkileri oldukça basittir ve basmakalıptır. Halk derin bir tâbire girişmez. Bunların çoğu da tâbir kitaplarına dayanır. Meselâ halk arasında rüyanın genellikle ters çıktığına inanılır. Yine, rüyanın gerçekleşmesi isteniyorsa kimseye söylenmemesi gerektiğine inanılır.
Bazı halk kesiminde gece rüya görmek isteyen bir kimse, yastığının altına bıçak, silâh, demir parçası vs. koyar ve o gece gördüğü rüyayı niyetine göre tâbir eder. Rüya anlatacak adama bir ağızdan “hayır olsun!” “sonu uğur ola!” demek âdettir. Dokuz ayına basmış gebe kadınlarla yeni doğurmuş loğusa kadınlarının rüyalarının aynen çıktığına inanılır. Sabah namazından sonra görülen rüyaların da sâdık rüyalar olduğu kanaati yaygındır. Bu ülkenin bazı yörelerinde de kızlar hıdırıllezden bir gün önce akşam yemeğinde ilk lokmalarını yemeyerek kırmızı bir beze sarar, yastıklarının altına korlar ve niyetlenerek yatarlar. O gece rüyalarında gördükleri oğlanla evleneceklerine inanırlar.
Rüya, insanın yaratılmasıyla başladı ve devam etmekte… Batılı ve doğulu pek
RÜYA
- 969 -
çok kişi rüya ile meşgul oldu. İnsanların ilgisini çeken eserler yazdı. Bunlar daha çok rüya tabirlerini içeren kitaplardı. Daha sonra modern bilim, bu muammâyı çözebilmek için kolları sıvadı. Pek çok bilim adamı ciddi ve hummalı çalışmalara koyuldu. Gözlem metodundan ve elektronik cihazlardan istifade edildi. Oldukça yol alan bilim adamları, henüz rüyanın sırrını da çözebilmiş değil. Rüya insanla başladığına göre, bir gâye için insana bahşedildi. Rüyaları, bir başka âlemle aramızdaki bağlantıyı sağlayan haberleşme sistemi, mânevî telefon veya kâinat sahibinin değerli bir hediyesi olarak isimlendirebiliriz.
Rüyanın tarih boyunca insanoğlunun ilgisini çekmesi, bir bakıma onun günlük hayatını etkilemesi yanında, geleceğini de yönlendirmesindendir. Bu durum, dün olduğu gibi, bugün de geçerliliğini sürdürmektedir. Günlük hayatımızın ayrılmaz bir parçası oluşu, dinlerdeki ve toplum kabullerindeki yeri, rüyayı zamanla psikolojinin ve tıbbın uğraşı alanı içine sokmuştur. Tıbbın giderek rüyanın mâhiyetine eğilip bu konuda araştırmalarını hızlandırması, tedavide rüyadan faydalanma yollarının tesbiti konusunun önemini gösteren hususlardan sadece birkaçıdır.
İnsanın hayatının en ilginç yönlerinden biri olan rüya, tarih boyunca her toplumu yakından ilgilendirmiştir. Geleceği rüya yoluyla keşfetmeye çalışan dünün insanı bugün de ondan bir şeyler beklemekte ve onunla ilgili çalışmalarını daha değişik boyutlarda sürdürmeye devam etmektedir.
Pozitif bilimlerin gelişmesi rüya gerçeğinin gözardı edilmesini değil, aksine onun bilimsel yollardan ele alınması gereğini ortaya koymuştur. Freud ve kurmuş oldu psikolojik ekolün (psikanaliz) insan kişiliğinin bilinmeyen yanlarının belirlenmesinde yeni görüşler ortaya koymasıyla bilim dünyasının rüya olayına verdiği önem daha da artmış ve bu konudaki çalışmalar hızlanarak küçümsenmeyecek mesâfeler kat edilmiştir.
Batı dünyasını daha çok ilgilendirmiş olan rüyalar İslâm dünyasının özellikle şeytânî rüya, rüyâ-yı âdiye diye nitelendirdiği günlük ihtiyaçlardan, problemlerden ve bedenî olaylardan kaynaklanan, tâbire bile gerek duyulmayan rüyalardır.
Rüya konusunda çalışanların birleştikleri noktaların başında onun hissî hayatla bağının olduğu hususudur. Rüyaların hemen hepsinde görme ve işitme ile ilgili hayaller birlikte bulunur. İşitme ile ilgili olanların nisbeti görme ile ilgili olan hayallerin yarısından azdır. Anadan doğma körlerde şekil hâfızası olmadığından sadece ses hâfızası bulunur. Rüyada sadece sesler olur. Beş yaşından önce kör olanların rüyalarında görme ile ilgili unsurların bulunmadığı, ancak yedi yaşından sonra kör olanlarda bunlara rastlandığı yapılan araştırmalar neticesi ortaya çıkmıştır.
Bazı genel konularda görüş birliği içinde olan araştırıcılar olaya değişik açılardan, değişik metodlarla baktıklarından birtakım rüya teorileri ortaya çıkmıştır. Bunları ana hatları ile dört grupta toplamak mümkündür:
1. Biyolojik Açıdan Rüya: Rüya, fizik kanunlarının dışında canlı, hareketli ses ve şekillerin (imajların) karışımıdır. Bu ses ve şekiller hâfızadan irâde dışı bir uyandırıcı etkisiyle şuura dökülmeye başlar. Hâfızadaki şekil ve sesleri harekete geçiren bu uyandırıcı organizmamızın herhangi bir noktasındaki biyolojik değişikliktir.
- 970 -
KUR’AN KAVRAMLARI
2. Psikolojik Açıdan Rüya: Rüya, beş duyumuzla dış âlemden aldığımız idrâklerdir. Rüyalarımız psikosinyaller, ruhumuzdaki ârızaları, değişiklikleri ve karakterlerimizi belirten bir çeşit mesajlardır. Bu mesajların sistematik tahlili, ruhumuzdaki değişen derin ârızalarla aynı zamanda da değişmeyen karakterlerimizi ortaya çıkarmaktadır.
Rüya, muhayyilenin en pasif yönünü yansıtır. Rüyadaki her çeşit hayal bir organın etkisiyle meydana gelen hissî bir algının etrafında birleşir ve gruplaşır. Rüya gördüğümüz anda bunun genellikle gerçek duyumlar olduğunu sanırız. Bununla birlikte rüyadayken de gerçek olup olmadığını kendimize sorduğumuz olur. Bu hal, uykuda iken de insanda yargı yeteneğinin ve uyanıklık hâtıralarının devam ettiğini gösterir. Düşüncenin rüya içindeki müdâhalesi belirsiz ve geçici olmakla birlikte devamlı olursa uyanılır.
Rüyalar insanları hangi yönlerden etkiler, bu hususu da dört ana başlıkta toplayabiliriz:
a- Rüyalar insan karakterinin ve rûhunun içyüzünü açığa vurur. Gizli arzular, hisler ve temâyüller rüyalarda sembollerle ifâde edilir.
b- İnsan, rüyasında, hayatında karşılaştığı en önemli meseleleri halletmeye çalışır. Bu mücâdele, insan uyanıkken böyle bir meselenin varlığını hissetmediği halde mevcuttur.
c- İfşâ edilen hakikatler kolayca kabul edilmedikleri için rüyaların anlatılmasında güçlük çekilir. Bunun sebeplerinden birisi de insan zekâsının rüya sembollerinin mânâsını kolayca kavrayamamasıdır.
d- Yeterli derecede sabır, zekâ ve cesâret sahibi olunduğunda rüyaları anlamakta fazla bir güçlük çekilmez.
3. Metafizik Açıdan Rüya: Metafizik, fizik idrâk ve bilgilerimizin ötesini oluşturmaktadır. Aklın kâinâtın sırlarına cevap arama çabasıdır. Bu esasa göre düşünüldüğünde rüya da metafizik konular içerisindedir.
Dinlere göre insan rûhunun “ebedî varlık” ile bir bağlantısı vardır. Dolayısıyla rüyanın da böyle bir bağlantısının olduğu kabul edilmektedir ve ona göre de gruplandırılmaktadır. Rüyaları metafizik açıdan izah ederken kişinin hareket noktası önsezidir. Rüyalarda zaman, mekân, kitle ve sürat gibi fizik unsurlar sözkonusu değildir. Bize göre olana fizikî unsurlar ortadan kalkmakta, izâfîleşmektedirler. Bu hal, gerçek varlığın fizikî unsurların dışında olduğunu kabul demektir ki, varlığın gerçeği ile ancak fizik ötesinde ilişki kurulabilir. Bu ilişki ise ancak önsezi ile mümkün olmaktadır. Biz bunların işaretlerini canlı ve hareketli şekillerde sembolleşmiş olarak görmekteyiz.
4. Dinler ve Güzel Sanatlar Açısından Rüya: Rüya olayı tek şekli olan, mâhiyeti ve meydana gelişi kesin bir şekilde ortaya konmuş rûhî bir olay olmadığından dinlerin ve güzel sanatların meseleyi ele alışında, onu kullanışında bir bütünlük, beraberlik görülmez.
Rüyaların oluşumu ve tâbirleri ile ilgili en yaygın teori Freud (1856-1939) tarafından ortaya konarak geliştirilmiştir. Freud’a göre rüyalar baskı altına alınmış ve tatmin edilmemiş duygular, arzular ve düşüncelerin uyku ânında üst şuurun
RÜYA
- 971 -
baskısından kurtulmasından meydana gelmektedir. Uykuda insanın benliği, baskı altına alınmış duygu ve istekleri kontrol altına alamadığı, sansür gücü azaldığı için bunlar olduğu gibi veya az-çok değişerek sembolik hayaller halinde bilinçaltına çıkmaktadır. Freud’a göre cinsellik ile ilgili ihtiyaçlar çoğu zaman şekil değiştirmiş olarak ortaya çıkar. Ona göre değişmez cinsellik sembolleri vardır. Freud’a meşhur talebeleri dahil çağında ve sonrasında büyük eleştiriler yapılmıştır.
Önceleri Freudcu iken sonradan 1912’de kendi ekolünü kuran tanınmış Alman psikoloğu Alfred Adler (1870-1937), Freud’un aksine cinsiyetin rolünü azaltıp ego’nun rolünü arttırmıştır. Ona göre rüya, dün ile yarın arasındaki bir köprüden başka bir şey değildir. Bir ferdin, genellikle hayata karşı takındığı tavrı bilmek, hal ile gelecek arasında ne şekilde köprü kurduğundan haberdar olmakla rüyalarında kurduğu köprülerin özelliklerini anlamak mümkündür ve buradan geçerli bazı sonuçlar çıkarılabilir. Adler, rüyaların çok azını anlamanın mümkün olduğunu, o rüyanın kişi üzerinde belli bir izlenim bıraktıktan sonra çabucak unutulacağını söyler. Rüyaları bir ferdin faâliyet ve davranış kalıbının sembolik ve mecâzî bir yankısı olarak görür. Rüya, o şahsın davranış kalıbını dile getirdiği için düşünce süreçlerinin nasıl gerçekleştiğini ortaya koyacağından bir psikiyatr o şahsın tabiatı ile ilgili sonuçlar çıkarabilir. Adler’e göre rüyalarda kudret dürtüsü, yani iktidar isteği esastır ve geleceğe yöneliktir. Sosyal duygu ve güçlü olmak için gösterilen çaba, rüyalarda açık bir şekilde ortaya çıkar.
Batıda bilimsel çerçeve içerisinde rüyanın mânâ ve mâhiyeti ile ilgilenen isimlerin önde gelenlerinden birisi de İsveçli psikolog C.G.Jung’dur (1875-1976). Jung’a göre rüya, diğer psikolojik olaylardan farklı değildir. Rüyalar şahsın günlük dürtüleri ve düşünceleri dolayısıyla planları ile ilgilidir. Jung, rüyaların aynı zamanda ilham verici unsurlara delâlet ettiği görüşündedir. Rüyaların yorumları itibarıyla Freud geçmişe, Adler geleceğe, Jung ise aynı zaman ve özellikle hâle dönüktür. Jung’a göre rüyalar, kolektif şuuraltını canlandırır ve kâinat sırrını taşır. Freud, rüyaların cinsî sembolizmini, Adler, iktidar isteğini esas olarak alırken Jung bunları yeterli görmez. Bu görüşlerin insan ruhunun derinliklerini dikkate almadığını belirtir. Eski çağlara ait ve ortak içgüdü, düşünce ile duygu kalıntılarından oluşmuş malzemenin rolüne işaret eder.
Rüyalar, madde ile mânâ âlemini görünmez iplerle bağlayan ve bizlere ötelerin varlığını devamlı hatırlatır. Rüyaların derinden olanları, bizi içimizdeki varlığa, “ben”e yaklaştıran sınır noktalarıdır.
Maddeci biyoloji süratle gelişirken rüyaları bilinç altındaki beyin olaylarına bağladı. Ne var ki, rüyaların zamanı aşan farklılıkları kimsenin gözünden kaçmış değildi. İstisna denilerek uzun süre konuya ters açıdan bakıldı. Ünlü bir bilim adamı “fizik ve biyolojide istisna olmaz. Tek bir olayın dahi açıklanması gerekir” hükmü ile metafizik olaylara bilimsel bir kapı araladı.
Rüyalar metafizik bir olaydır. İç dünyamızdan doğar. Zaman ötesi nitelikleriyle birlikte bilinç altına yansıyarak bize ulaşır. Bu arada bilincin ve şuuraltının şekillerine ve fotoğraflarına bürünür. Zaten eski psikiyatristlerin rüyaları bilinçaltı diye değerlendirmesi, onların bu özelliklerinden gelir. Hatta iç dünyadan gelen rüya olayının bilinçaltından geçerken getirdiği çizgi ve fotoğrafların ruh hekimliği açısından değerlendirilmesi yanlış da olmaz. Ancak rüyalar bilinçaltında doğmaz. İçimizdeki ben’den bize gelen mesajlardır. Bunun önemli delilleri
- 972 -
KUR’AN KAVRAMLARI
vardır:
a) Rüyalar çok kısa sürede görülür (birkaç saniye). Uyandığımız zaman on beş-yirmi dakikada anlattığımız rüya, bilimsel olarak ispatlanmıştır ki, birkaç saniyede görülmüştür. İç dünyadaki kişiliğimizin madde ötesi olması sebebiyle rüyalar da zaman ötesinde cereyan eder. Birkaç saniyelik süre rüyanın şuuraltına, oradan bilince geçmesi süresidir. Yoksa rüyada zaman sıfırdır.
b) Rüyalar bazen açıkça bazen üstü kapalı olaylara bürünmüş olarak geleceği haber vermektedir. Bilim tarihinde ve günlük hayatımızda geleceği olduğu gibi gösteren rüyalara sık rastlanmıştır. Bilim tarihine geçen bu tarz ünlü bir rüya Abraham Lincoln’ün rüyasıdır. Lincoln rüyasında bir kimse tarafından tiyatroda öldürüldüğünü gördü. Ertesi gün rüyayı yakınlarına anlattı. Başta doktoru olmak üzere rüyayı o sırada Amerika’nın karışık politika olaylarının bilinçaltına yansıması şeklinde yorumladılar. O akşam Lincoln aynen rüyadaki gibi öldürüldü. Rüyanın tartışması uzun yıllar sürdü. Gözden kaçan bir mesele vardı ortada. Farzedelim ki Lincoln’ün rüyası o yıllarda Amerika’daki siyasal kavgalara bağlı idi. Lincoln rüyasında kendini öldüren adamı, çizgisi çizgisine nasıl tarif etmişti? Vurulmadan sonra olan olaylar bile rüyasında gördüğü biçimde devam etmişti.
Bazı rüyalar açık değildir. Şekillere bürünmüş gizlenmiştir. Bu, rüyanın şuuraltından geçerken aldığı fotoğraflardan meydana gelen karışık bir şekildir. Rüya yorumu bu karışık şekillerin analizi anlamını taşımaktadır.
Gelecekten haber veren içimizdeki öz varlığımız, ölümsüz olan madde ötesi yanımızdır. Yüzeyde olan rüyalar, şuurumuzdaki hayal kopyalarıdır. İçinde bulunduğumuz psikolojik durumu yansıtmadan öte bir önem taşımazlar. İç dünyadan gelen rüyalar bazı işaretler taşır. 3583
Çözülemeyen Sır: Yukarıdaki makalenin bir bölümünde; rüyalarda bir iç spikerin varlığından bahsedilmekte ve bu iç spikerin iç dünyamızdaki ben, yani asıl kişiliğimiz olduğu ilâve edilmektedir. Ölümsüzlüğünün de söylendiği asıl kişiliğimizin nasıl olup da ileride meydana gelecek olayla irtibat kurabildiği ise sır olarak kalmaktadır. Ancak bu sırrın gerçekliği, olayın meydana gelmesinden sonra idrâk edilmekte, fakat yine de tam anlamıyla analizi yapılıp bir formüle bağlanamamaktadır. Her şeye rağmen rüyalar, hayatımızın bir parçası olarak ölünceye kadar bizi bırakmayacaktır.
Uyku Fikirlerin Kuluçka Dönemidir: Hazırlık safhası tamamlanmış, yani üzerinde yeteri kadar çalışılmış bir mesele sonunda uykuya dalan bir kimsede kuluçka devri başlamış olur. Çünkü uyku halinde meselesini geçici olarak bir kenara koymuş gibidir. Bazen kuluçka devri uykudan evvel başlayıp uykuda devam edebilir. Meselâ; öğleden sonraya kadar çalışıp da halledemediği meselesini bir kenara koyan kişi, başka işlerle meşgul olurken bir çağrışım sebebiyle kenara bıraktığı meselesini halletmeye meyleder. Hallolmayan meselenin kuluçka devresi gece uykuda ve rüyada devam eder. Bazı rüyalar insanları, arzu ettikleri şeye kavuşturucu biçimdedir. O halde üzerinde çalıştığı meseleyi çözmeyi çok arzu eden insanın isteğine rüyalarında ulaşabilmesi şaşılacak bir şey değildir. Çünkü; vermek olmasaydı, istemek olmazdı. O halde; vermek, lütfetmek, ihsan etmek isteyen Yüce Allah, istemek duygularını insanın içine yerleştirmiş ki; insan istiyor
3583] Haluk Nurbaki, Tercüman, 22 Haziran 1977
RÜYA
- 973 -
ve isteklerine ekseriyetle kavuşuyor.
Rüyalardan Alınacak Ders: Rüyalar herkes için ne gibi mânâlar taşır, pek bilinmez. Aslında rüya tabirlerini içeren kitaplara da fazla itibar etmek insanı hayal kırıklığına uğratabilir. Din, rüya ile amel etmeyi emretmemiş. Rüyaların neticeleri kişilerin yaşayış durumlarına göre farklı zuhur edebilir. Fakat sâdık rüyalar insanın yolunu projektör gibi aydınlatır.
Rüyalar, bir başka âlemin varlığını hatırlatan habercilerdir. Rüyalar o âlemin sahnesi hükmündedir. Bestelenemeyen güftelerin notaları orada mevcuttur. Mikroskopun gösteremediği atomun yapısı o sahnede görülür. En içli duygularımızı terennüm eden şiirlerimizin mısraları, romanlarımızın bölümleri, hikâyelerimizin isimleri orada yazılıdır. Dikiş makinesinin iğnesinden, bilmem ne ilacının bulunmasına kadar, rüyaların rolü vardır. Demek ki rüyalar, en ahmak insana bile ötelerin varlığından haber veriyor. Öyle ise insan ölünce yok olup gitmeyecek, bir âlemden öteki âleme geçecektir. Bu durumda âlemleri yaratana itaat etmeli, âhiret âlemine sevap dolu bir çanta ile gitmelidir.
Tıbbın psikiyatri dalı, psikoloji, psikanaliz, parapsikoloji ilim dalları yanında, felsefe ve özellikle tasavvuf gibi disiplinler için rüya, her zaman ilgi alanı olmuştur. Rüya birçok bilim dalının ilgilendiği bir konu olmasına rağmen, hakikati ve mâhiyeti üzerinde kesin bilgilere henüz ulaşılamamıştır.
Allah, genellikle geceleyin algı gücünü alarak insanı uyutur. Belli bir süre tamamlandıktan sonra uyandırır. Uyku bir tür ölümdür. Bu sırada insan bilincinden sıyrılır. Can bedendedir, fakat canın özü olan bilinç ondan ayrılmıştır. Uykuda düşünme söz konusu değildir. Bedenden bağımsız olarak ruh rüya görür, birçok yeri dolaşır, sevinir, sıkıntıya düşer. Uyku bir yönüyle ölüme benzer. Ölümde ruh bedenden ebedî ayrılır. Uykuda ise bilinç kabiliyeti geçici olarak bedenden ayrılsa da, bedene canlılık veren hayvansal ruh bedende kalır. Bedenin dinlenmesi, beyinde biriken bunalımların atılması için uyku şarttır. Uykunun ardından, sonra bilincine tekrar kavuşan insan kendisini dinçleşmiş hisseder.
Muhiddin Arabî, gördüğü bir rüya üzerine Fusûsu’l-Hikem’i yazdığını kitabının önsözünde belirtir. Eyüp kabri, Yûşâ kabri, Sarı Saltuk’un kabri rüya yoluyla bulunmuştur. Buna benzer motiflere Hıristiyan inançlarında da rastlanmaktadır. Meselâ Selçuk’taki Meryem Ana Manastırının bulunuşu bir Hıristiyan azîzesinin rüyası yoluyla mümkün olmuştur. Tabii, bu bulmalar bilimsel ve tarihî gerçekliklerle ve akılla ilgili delillerle desteklenmediği müddetçe bunların gerçekliği tartışılabilir, birer tahminden ibaret kabul edilebilir.
Rüyaların bazı müjdeler ve uyarılar içermesiyle birlikte, şeytanî rüyalar olduğu da unutulmamalıdır. Zaman zaman gazetelere akseden nice feci durumlar rüyalara verilen önemin farklı boyutunu sergiler. Meselâ: “Amasya’da bir ziraat mühendisi, gördüğü rüyanın etkisinde kalarak iki çocuğunu pencereden aşağı atmıştır…” 3584
Rüya, bir uyku zamanı ziyaretçisi, anlaşılması güç İlâhî olguların alegorik/simgesel bir tercümesi, aklın kullanılmasından bizi alıkoyan bir hayal veya şiirsel ilham kaynağıdır. Aslında hayat bir rüyadır. Dünya, bir oyun ve eğlenceden, bir
3584] Tercüman, 21.12. 1988
- 974 -
KUR’AN KAVRAMLARI
rüya ve aldanmadan başka bir şey değildir.
Gençliğin bâkî olmadığını, hayata bel bağlamamak gerektiği, zamanın ve bu dünyanın gelip geçici olduğunu belirtirken kullanılan ifâdelerin başında hep “rüya gibi” ifâdesi yer alır. “Gençlik kaçar ve hayat uçar; bu rüya gibi dünyadan çabuk göçersin.” 3585 Günlük ifâdelerde kullanılan rüya kelimesi, genellikle gelip-geçiciliğin, aldatıcılığın sembolü durumundadır. Rüya kavramıyla ilgili atasözlerine örnekler verelim: Aç tavuk rüyasında darı görür. Ne karanlıkta yat, ne korkulu düş gör. Şeytan adamın düşünü azdırır, suyunu ısıtmaz. Yerde yatar minare kadar rüya görür. Düşte ağlayan uyanıp gülmüş. Korkulu düş görmektense uyanık yatmak yeğdir.
Dilimizde rüya ile ilgili birçok kelime, deyim ve terim de bulunmaktadır. Rüya gibi, rüyalarına girmek, gözü açık rüya görmek, rüyada bile görememek, rüyasında görse hayra yormamak, ağır basma, düşü azmak, düş yormak, ihtilâm, karabasan, kara düş, kara kaygılı rüya, kara-kura, karakura basmak vs.
Rüya, rûhun ve kaderin varlığının en önemli delillerinden biridir. Sonradan olacak bazı şeylerin rüyada görülmesi kadere, alın yazısına ve tesadüfün olmayıp her şeyin nizama bağlı olduğuna delildir.
Kaderle ilgili olarak “İnsanın başına gelmesi gereken bazı musibetlerin, yapılan bir güzellik ve sevapla (meselâ sadaka vererek) günlük hayatta başına gelmeyip rüyada karşısına çıkarak kader yerini bulur” diyen âlimler vardır.
En çok çalışan, hemen hiç dinlenmeyen organlarımız kalp ve beynimizdir. Gece ve uyurken bile çalışır bu organlarımız. Rüya görürken beynimiz normalden % 12 oranında daha fazla çalışır.
Rüya zarûrî bir ihtiyaçtır; ruhun gıdasıdır. Art arda üç gün uyumadığı için rüya görmeyen kimse, hallüsinasyon görmeye başlar.
Vahyin başlangıcı rüya iledir ve peygamberliğin kırk altıda biri rüyadır. Tarihte ve günümüzde bazı müşriklerin rüya yolu ile hidâyete ermeleri, rüya ile büyük fetihlerin müjdelenmesi, felâketlerin haber alınması, geçmişle temas ve tedavi gibi hususlara değişik eserlerde sıkça rastlanmaktadır.
Ruh; bir gizem, hakkında bilgimiz az.3586 Rüya da ruhun rejisörlüğündeki bir film, dizi filmler yumağı. O yüzden enteresan ve tüm sırları çözülemeyecek esrârengizlikte. Tahmin ve yoruma açık, spekülasyonlara ve hatta istismara müsait tarafları olan bir sınav alanı.
Tasavvuf, rüya ile nefsin hangi merhalede bulunduğunun anlaşılabileceğini, gördüğü rüyanın kişinin mânevî durumunun göstergesi olduğunu kabul eder. Belki bu anlayıştan etkilenerek Freud da psikolojik sırların, bilinçaltında depo edilen bastırılmış isteklerin ipuçlarını yakalamak için rüyanın temel işlevi olduğunu iddia etmiştir.
Rüya, bir deşarjdır/boşalmadır. Psikolojik boşalmadır: Günlük etkilenmeler, stres ve benzeri problemler rüyada deşarj olmakta, çöp kutusunun boşaltılıp temizlenmesi gibi rüya vâsıtasıyla içdünyamıza zarar verecek yükler atılmaktadır.
3585] Kutadgu Bilig
3586] 17/İsrâ, 85
RÜYA
- 975 -
Rüya fizyolojik boşalma da sağlar. İhtilâm (düş azması) buna örnektir. Dolu testisler rüya aracılığıyla boşalırken, bu durum aynı zamanda psikolojik deşarj ve tatmin de sağlar. Rüya, aynı zamanda kaderin de boşalması kabul edilebilir. İnsanın alınyazısında (kaderinde) yazılı olan bazı musîbetlerin, sadaka vermek, duâ etmek gibi bazı hayırlar vesilesiyle günlük yaşayışta ortaya çıkmayıp kaderdeki bu olayı kişinin rüyada yaşaması mümkündür. Bu da kaderin rüya aracılığıyla icrâ edilmesi, boşalması demektir.
Rüya aynı zamanda bir tatmin aracıdır. Aç insan, yemek ihtiyacını psikolojik yönden rüyada giderir, bazı problemleri farklı şekilde rüyada çözüme kavuşur. Psikolojik tatmin sağlar rüya. Günlük hayatta ezilen müstaz’af insan, rüyasında kahramanlık yapar, uçar, döver… Arzular ifade edilip gün yüzüne çıkarken kişi tatmine de kavuşur. İhtilâm da, psikolojik tatminin cinsel boyutudur. Rüya, insanın ruh sağlığına büyük katkısı olan, onsuz uzun süre yaşayamayacağımız Allah’ın büyük bir nimetidir. Hayal kurmak insan için ne kadar önemli ve faydalıysa rüya da en az o kadar faydalıdır.
Rüya bir taraftan günlük hayattan etkilenme olduğu gibi, gaybla da bağlantılıdır, istikballe de ilişkilidir. İç dünyamızın, rûhumuz ve nefsimizin melekle de şeytanla da bağlantısı (hem takvâya hem fücûra meyilli olması), her iki mesaja da açık olduğunu gösterir.
İnsan karakterine, arzularına, güncel tavırlarına ışık tutan rüya, aynı zamanda dün ile yarın arasında sembollerle oluşmuş bir köprüdür. Semboller ve mecazların insan ruhunda zannettiğimizden daha fazla önemi vardır. Benlikte yer etmiş bazı olaylar ve tatmin isteyen arzularımız sembol giysisi ve mecaz diliyle rüyada karşımıza çıkar. Benzetme, simge, mecaz ruhun dilidir.
Rüya da isbat ediyor ki; insan sadece bedenden, akıl ve duyulardan ibâret değildir; onun bir de metafizik (rûhî/psikolojik) tarafı vardır ve bu özelliği kişinin Allah’la, gaybla bağlantısını sağlar. Ama esas bağlantı, kişinin kendi irâdesiyle uyanıkken gaybe iman eden bir açılımla Allah’la irtibatını vahyî ilkeler ışığında ibâdet ve itaatle (kullukla) sağlamasıdır.
Bilimsel Araştırmalar Işığında Rüya
Bizde ve Batı toplumunda rüyanın ilmî araştırmalara konu oluşunun uzak bir geçmişi yoktur. Psikiyatride rüyadan hareketle varılan sonuçların olumlu oluşu, bilim adamlarını görülen rüyadan öte nasıl ve ne şekilde görüldüğü sorusuna cevap aramaya yöneltmiştir. Bugün bir kişinin rüya görüp görmediğini tespit eden bilim adamları rüyanın doğrudan doğruya bilimsel araştırmalara esas olması yolunda onun görüldüğü an incelenmeye aktarılması safhasına gelmişlerdir. Rüya üzerine yapılan çalışmalar, getirilen yorumlar bugün de, anlatılan rüyalar üzerine yapılmaktadır. Görülen rüya ile rüya görenin anlattığı arasında ne derece uygunluk vardır, tespit edilememektedir. Kişi uykusunda mutlaka bir veya birkaç rüya görmektedir, ama bazen bunları hatırlayamadığı için rüya görmediğini sanmaktadır. Yapılan tespitlere göre normalde kişi bir gecede 4 ilâ 6 arasında değişik rüya görebilmektedir ve bir rüyanın süresinin 20 ilâ 90 saniye arasında değiştiği deneylerle tespit edilmiştir.
Rüya görmenin ilk objektif göstergesi göz hareketleridir. Uyuyan bir kişinin göz hareketleri onun rüya gördüğünün ilk ciddi işaretleri kabul edilmiştir.
- 976 -
KUR’AN KAVRAMLARI
1953 yılında Chicago Üniversitesi uzmanlarından Dr. N. Kleitman ve talebesi E. Aserinsky, denekler üzerinde yaptıkları çalışmalarda onların rüya gördükleri anda gözlerinin düzenli hareket ettiklerini fark etmişlerdir. İnsanlar uykunun rem diye adlandırılan bölümünde rüya görmektedirler. Bu deyim, hızlı göz hareketleri anlamına gelmektedir. Bu olay esnâsında iskelet, çene ve ense bölgesi felçli gibidir. Tansiyon ve nabız sürekli değişir. Hatta solunum bile 20 saniye kadar kesilebilmektedir. Uykudayken gözlerini düzenli hareket ettirdiği halde kişi, hiç rüya görmediğini söylüyorsa, bunun doğru olmadığı, kişinin hatırlamasa da bu durumda rüya gördüğü anlaşılmaktadır. Buradan Dr. Kleitman, aslında herkesin rüya gördüğünü, ama bazılarının rüyaları hatırlayamadıkları neticesini ortaya koymuştur. Rüya gören kişinin gözlerinin hareket etmesi, uyanık bir kişinin gözlerinin hareket etmesinden farksızdır. Göz hareketleri görülen rüyanın mâhiyetine göre yön değiştirmektedir. Meselâ rüyasında yukarıya ve aşağıya bakan bir kişinin göz hareketlerinin de yukarı ve aşağı doğrultuda olduğu tespit edilmiştir.
Dr. Kleitman, elektronik cihazlardan faydalanarak deneklerinin EEG ve EKG’lerini tespite başlamış ve neticede rüyanın varlığına ilk objektif delilden olan göz hareketlerinin yanına bir de kalp atışlarını ilâve etmiştir.
Rüya farklı bir davranış şeklidir ve uykunun belirli bir devresinde oluşur. Diğer devrelerden farklı olarak rüyanın meydana geldiği devrede vücutta bazı farklılıklar görülür; nefes alma ve kalp hızı düzensizleşir, bazı organlar sertleşirken gırtlak bitişiğindeki boğaz kasları gevşer, vücudun elektriksel ısısı yükselir.
Rüya normalde uykunun % 20’lik bir bölümünü teşkil etmektedir. Buna göre 8 saat uyuyan bir kişinin ilk saati ağır ve rüyasız geçmektedir. Bundan sonra 10 dakika içinde rüya görülmekte ve sonra yine 1,5 saat ağır bir uyku devresi, arkasından 20 dakikalık bir rüya ve yine 1,5 saatlik ağır bir uyku devresi gelmektedir. Son devredeki rüya bölümü 30 dakika sürmektedir.
Dr. Kleitman’ın talebelerinden Dement, “rüyadan mahrum etme” deneylerine devam ederek EEG cihazını kullanmış ve rüya esnâsında uyandırma işini hızlandırdıkça deneklerin rüya görmelerinin daha da arttığını müşâhede etmiştir. Deneyin son safhasında denekler rüyadan tamamen mahrum edilince deneklerde hırçınlaşma, hâfıza kaybı, dağınıklık ve tutarsızlık görülmeye başlanmıştır. Bu deneyler sonucunda da bilimsel olarak rüyanın insanın rûhî hayatını düzene sokan, hayat için elzem olan bir ihtiyaç olduğu ortaya çıkmıştır. Deneylerle derin uykudan uyanmanın rüya esnâsında uyanmadan daha kolay olduğu, rüya esnâsında uyanmanın ise çok zor olduğunun tespiti de insanın uykudan çok rüyaya ihtiyacı olduğu hususunu ortaya koymuştur. Yine bu deneylerle rüyaların psikolojik, fizyolojik, solunum ve beslenme gibi hayatın devamını mümkün kılan ihtiyaçlardan olduğu bilimsel olarak tespit edilmiştir. Üst üste üç gün uyumayan kimse, rüya ihtiyacını mutlaka hallüsinasyon görerek karşılar. Beyin, rüya görürken hâfızamızı çılgın bir dengeden kurtarmaktadır. Bu mekanizma, bu şekilde işlemese insanlar önemli ruh bozukluklarına uğrayabilirler. Almanya’da rüya ile ilgilenen bir enstitü, yapmış olduğu çalışmalarda, rüyaların beynimizi uyuşturmadığı, aksine en yüksek düzeyde çalıştırdığını ortaya koymuştur. Uyuyanlar üzerinde yapılan beyin araştırmalarında, derin fakat rüya görmeden uyuyanların beyinlerinin uyanık haldekinden % 12 daha az enerji harcadıkları; rüya
RÜYA
- 977 -
görürken gerekli enerji ihtiyacının % 12 oranında arttığı; beyinde en fazla enerjiyi konuşma, düşünme ve planlama merkezlerinin bulunduğu kısmın harcadığı ortaya çıkmıştır. Rüyaların canlılığı, beynin yükselmiş ısısı ile açıklanmaktadır. Ünlü nazariyatçılardan Crick ve Mitchison’a göre rüya hâfızadan sahte bilgiyi uzaklaştıran bir “ters öğrenme” mekanizmasıdır.
Hartman’a göre rüyaların unutulması beynin durumu ile ilgilidir. Gecenin son rüyaları ilk rüyalara göre daha az karışık, daha düzenlidir ve daha net hatırlanır.3587 Çünkü beyin yavaş yavaş görüş bileşimlerinin ilk oluştuğu ve bütünleştiği uyanıklık durumuna yaklaşmaktadır. Dugald Stevart, rüya hakkında şunları söyler: “Uykuda irâdeden bağımsız zihnî operasyonlar da devam etmektedir ve rüya görmekten sorumludurlar. Düşüncelerin uyku sırasındaki otomatik akışı çağrışımlar tarafından düzenlenmektedir ve uyanık olma durumu sırasındaki düşünce akışı olarak görülmektedir, fakat irâdenin uykuda askıya alınması yüzünden uykudaki düşünceler dizisi yalnızca çağrışım yasalarına boyun eğmektedir. Bu, rüyaların bedenî duyumlardan ve zihnin üstün gelme mizacından, uyanıkken üstünlük özelliği olan sosyal alışkanlıklardan etkilenmesi sebebiyle olmaktadır.” 3588
Uyku ve Rüya
Yetişkin birinin günde 8 saat uykuya ihtiyacı olduğuna dair halk arasında genel bir kanaat vardır. Şu âna kadar yapılan araştırmalar uyku ihtiyacının bir insandan diğerine değiştiğini göstermiştir. Bebeklerde uyku ihtiyacı 16 saat olurken, bu rakam yaşlılarda ise birçok değişiklik gösterir. Bazı yaşlılar çok fazla uyurken, bazısı ise az uyur. Kimi uykuda sık sık rüya görürken, kimi de uykudan sık sık uyanır.
Uykunun sebebi veya fonksiyonu tam olarak bilinememektedir. Cihicago Üniversitesi uyku araştırmacılarından Allan Rechtschaffen uykunun hiçbir fonksiyonu olmadığını tesbit etmiştir. Adale yorgunluklarının azalmasına rağmen vücudun dinlenmesi için uykuya ihtiyacı yoktur. Çünkü vücudumuzdaki hücrelere kendi kendilerini tamir etme özelliği verilmiştir. Araştırmacıların tespitlerine göre bu esnâda faâliyetten uzak olmasına, ya dinlenme veya uyku durumunda bulunmasına da gerek yoktur. Uyku sırasında alınan EEG kayıtları üzerinde yapılan incelemelerde beyinde faâliyetsizlik görülmemiştir. İngiltere Milli Fizik Laboratuvarı Kompütür Bilimleri bölümünde psikolog araştırmacı Dr. Evans’a göre uykunun tek maksadı rüya görmemize izin vermesi, zemin hazırlamasıdır. Standford tıp merkezi uyku kliniği doktoru Dr. William Dument’in görüşüne göre ise rüya görmek son derece ehemmiyet arzetmektedir. Zira rüyalar fizikî dengenin sağlanmasına hizmet etmektedir.
Temple Üniversitesinden koruyucu ilaçlar profesörü Dr. Fred Rofers, uykunun aktif hayattan tamamıyla uzaklaşmak olmadığını, bilakis yavaşlayan kalp de dâhil olmak üzere uzuvlarımızın değişik bir tip yaşayış durumuna girdiğine inanmaktadır. Yine Dr. Rogers’in görüşüne göre uyku, organların en önemli
3587] Hadiste: “En sâdık rüya seher vakitlerinde görülen rüyadır” (Tirmizî, Rüyâ 3, h. no: 2275) buyrulur
3588] Geniş bilgi için bk. Hekimoğlu İsmail-Nurettin Ünal, İlimde Teknikte Edebiyatta Tarihte Dinde Rüya; Hasan Avni Yüksel, Türk İslâm Tasavvuf Geleneğinde Rüya
- 978 -
KUR’AN KAVRAMLARI
koruyucu ilacıdır. En mühim koruyucu ilaç olan uykuda da bir ölçü hâkimdir ve olması gerekir. Fakat yine aklımıza şu sorunun gelmemesi mümkün değil: uyku geceye âit bir alışkanlık olabilir mi?
Uyku araştırmalarının babası olarak bilinen Nathaniel Klietman uyku haline geçebilmek için bir faâliyet sisteminde kritik bir seviyenin altında şiddetli bir durum olması gerektiği inancındadır. Bütün kâinata ölçülü bir hareket, yani ritm hâkimdir. Med-cezir, güneş ve ayın doğup batmaları, mevsimler, dünyanın ekseni etrafında dönmesi ve daha pek çok düzenli ve maksatlı hareketler hep bu ritmi bize gösterirler. Stanford Üniversitesinde Dr. Colin D. Hendrigh’e göre bütün organizmalar, kendi zamanları içerisinde düzenli hareketler yaparlar. Bu hareketin nisbeti veya mikdarı organdan organa değişiklik gösterir. Bu değişmeler yani ritimlerin en yüksek ve en düşük seviyesi şahıslara göre farklıdır.
Vücut hareketi, günün ortalarında en yüksek seviyeye çıkarken sabahın erken saatlerinde en düşük seviyeye iner. Dr. Franz Halberg normal durumda ve 24 saatlik bir periyodda meydana gelen değişmeler için “circation” kelimesini kullanır. Vücut dengesi, zamana bağlı ritim değişmeleriyle sağlanır. Organlarımızın ritminin en yetersiz olduğu anlarda uyku bastırır. Gecenin ilk uyku dönemine hızlı olmayan göz hareketi anlamına gelen nrem (Non Raped Eye Movement) denilmektedir. Vücudun dinlendiği en sâkin uykudur bu. Nefesimiz düzgün ve sâkindir. EEG kayıtları ve beyin faâliyetleri düzgün ve intizamlıdır. Horlama da bu uyku döneminde vuku bulur. Hızlı göz hareketi denilen rem (Ropel Eye Movement) faal uyku halidir. Vücut hareketsiz olmakla beraber yüzde ve parmak uçlarında düzensiz hareketler vardır. Horlama kesilir. Nefes düzensiz haldedir. Yani hızlı ve yavaş arasında ritim değişikliği görülür. Bazılarının kanaatlerine göre rem uyku hali değil, bir çeşit sara nöbetidir.
Gece uykumuzun 1,5 ilâ 2 saati rem uykusudur. Nrem ve rem devreleri 70 ilâ 110 dakika arasında değişir. Ortalama 90 dakika olarak kabul edilmektedir. Rûhî depresyon geçirenler rem uykusu olmadığı sürece kendilerini daha rahat hissederler. Rüya görme olayı, ekseriya rem döneminde vuku bulmaktadır. Pek çok kişi yatıştırıcı veya uyku verici ilaçları almalarına rağmen rem döneminde faal uyku halinden kurtulamazlar. Hâlbuki alınan ilaçlarda rem’i ya tamamen veya kısmen ortadan kaldırması aranmaktadır. Rem’de ne mi olmaktadır? Uykunun ilk rem dönemi 10 dakika kadar devam eder. Gece ilerledikçe, rem daha da uzayabilir. Bazen de bir saat olur. Uzun veya kısa sürsün her rem döneminde rüya görülür. Aslında gördüğümüz rüyaların pek çoğunu unuturuz veya hatırlamayız. 3589
Rüya görmekteyken hoş olmayan veya lüzumsuz bilgiler bir tarafa atılır. Hatırlanan rüyalar daha çok güzel ve hoşlandığımız anlamları içerir. Eğer bütün rüyaları hatırlamış olsaydık, gün boyu etkisinde kalır, kendimize kolay gelemezdik. Uykunun nrem dönemi, vücudun istirahat ve sükûnetini temin eder. Beynimiz bir veya iki saat sâkin bir durumda kalır. Akabinde 10 veya 20 dakika süreyle faal duruma geçmek zorundadır. Rem süreleri, beynin faal olmasını icap eden özel durumlardır ki, bedeni uyku halinde dahi yapılması gereken fonksiyonlarını yerine getirebilsin; Kalori depolaması, kan faâliyetleri gibi. Şayet rem devresi
3589] Araştırmacılar rüya görme olayını tesbit için şahsı uyandırır ve rüyayı hatırlayıp hatırlamadıklarını sorarlar
RÜYA
- 979 -
olmasaydı, akşam yatıp sabah kalkmak yerine bir iki saat uyuyup kalkarak 10-20 dakika bekleyip tekrar uyuyup kalkmamız gerekecekti.
Yapılan deney ve tecrübeler, rem uykusundan mahrum veya problemli kişilerin, birkaç gece sonra psikolojik, rûhî ve diğer hallerinde bozukluklar görüldüğünü tesbit etmiştir. Bazı araştırmalarda rem devreleri bulunmayan hastaların, tecrübe sonunda rahat uyumalarına müsaade edilince normale nazaran daha uzun süre rem uykusu uyudukları tesbit edilmiştir. Ernest L. Hartman insanların oldukça sâbit bir nrem’e, bu arada değişen nöbetlerde rem uykusuna ihtiyacı olduğunu bildirmektedir. Yani her beden sâbit bir süre nrem uykusuna sahiptir. Rem’in uzunluk kısalığı sahibine göre değişir.
Çok uyuyanlar veya uykucular denilen “long sleeper” olanlar ise daha çok ağır işlerde çalışanlardır. Pek fazla uyumayacak olursa bu kişiler, sosyal hayatlarında problemlerle karşılaşırlar, huzurlu olamazlar. Daima şikâyet ederler, asabîdirler. Romantik ve sanatkâr ruhlu insanlar uykuyu toplum ve insanlardan kaçmada bir araç olarak kullanırlar.
Uyku düzenimizi değiştirmek elimizde değildir. Dolayısıyla altı saatten fazla uyuyamıyorsanız, hiç endişe etmeyin. Demek ki uykuya ihtiyacınız bu kadardır ve bu da size yeter. Günde ortalama sekiz saat uyku sözü, sadece bilimsel izahlarda geçen genel bir tâbirdir. Bu sebepten fazla ciddiye alınmamalıdır. 3590
Rüyanın başlaması ânında adaleler ve boyun kasları tamamen gevşer, baş âdeta gövdeden ayrılmışçasına bir tarafa düşüverecek gibi olur. Yani, rüya ânında gövdenin fizikî hareketleri tamamen durur. Bu hal şuna benzetilebilir: Bir tiyatro seyircisi koltuğunda otururken ufak tefek hareketler yapar. Fakat perdenin açılmaya başlamasıyla dikkat kesilir. Uykudaki insan da sağa sola dönüp el-kol hareketleri yapabilir, fakat rüya görmeye başlayınca hepsi son bulur.
Rüyâ-yı Sâdıka; Doğru Rüya
Rüyâ-yı sâdıka; Doğru ve görüldüğü gibi çıkan rüya demektir. Buna "rüyâ-yı sâliha" da denir. Bunun zıddı, Kur'ân tabiriyle “edğâsü ahlâm”, yani “karışık düş”tür.
İnsan, yaratılışı itibariyle, uyurken uyanıkmış gibi bazı olaylar yaşar. Bunlar ya gündüzleyin uyanık olduğu sırada etkisinde kaldığı hususlar olabilir veya bir hikmete dayalı olarak görülen rüyalardır. Bunlar gerek sâdık rüya olsun, gerek edğas olsun bu iki çeşit rüya hakkında bilgi vermektedir: "Allah Teâlâ, insanların Levh-i Mahfuz'daki durumlarını bilen bir grup meleği rüya işiyle görevlendirmiştir. Görevli melek Levh-i Mahfuz'dan aldığı durumları birtakım olaylar ve şekiller haline sokarak ilgili insanın rüyasında kalbine yerleştirir; ki o kimse için bir müjde veya uyarı ya da kınama değerinde olsun. Böylece hikmetli, yararlı veya sakındırıcı bir faâliyet gösterilmiş olur. İlgili melek bu gayret içinde iken, şeytan da insana karşı duyduğu kin ve husûmetten dolayı onu uyanık iken rahat bırakmak istemediği gibi, uyku âleminde de rahat bırakmak istemez. Ona birtakım hile ve tuzaklar kurmaktan geri durmaz. Şeytan, insanın rüyasını ifsad etmek üzere ya onu gördüğü rüya hususunda yanıltmak ister veya rüyasından gâfil olmasını sağlamaya çalışır.
3590] Ali Toker, Köprü
- 980 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Rüyalar genel olarak iki kısma ayrılır:
1- Peygamberlerin ve onlara uyan sâlih mü'minlerin gördükleri rüyalar bu tür rüyalardır. Yusuf’un (a.s.) gördüğü rüya gibi.3591 Mü’min olmayanlar da bu tür rüyaları görebilirler. Yusuf sûresi 43. âyetinde bildirilen, Mısır kralının yedi zayıf ineğin yedi semiz ineği, yedi cılız başağın da yedi olgun başağı yuttuğunu gördüğü rüyasıyla, Hz. Yusuf'un hapishanede iken iki mahpusun gördüğü rüyalar, bu tür rüyalardır. 3592
2- Kur'ân-ı Kerim'de, "edğasü ahlâm (karmakarışık düşler)"3593 diye bildirilen rüyalardır ki; şeytanın uyuyan kimseyle oynamasından, kişinin arzu ettiği veya etmediği bir şeyi çok konuşmasından veya arzulamasından kaynaklanan rüyalardır. Bu rüyalara itibar edilmez.
Rasûlüllah (s.a.s.) Efendimiz’in rüyaları sâdık rüyalardan idi. Aynı zamanda, ona rüyasında vahiy de gelirdi. İlk vahiyler ona "sâdık rüyalar" şeklinde gelmiştir. Buhârî'de Hz. Aişe’den (r. anhâ) rivâyet edilen bir hadis-i şerifte şöyle denmektedir: "Rasûlüllah’a (s.a.s.) vahyin ilk gelişi uykuda rüya-ı sâliha (sâdıka) görmekle olmuştur. Rasûlüllah'ın gördüğü bütün rüyalar sabah aydınlığı gibi apaçık rüyalardı."3594 Rasûlullah’ın (s.a.s.) rüyasında her gördüğü aynen olurdu. Bu durum altı ay devam etmişti.
Rasûlullah’a (s.a.s.) rüyâ-yı sâdıka olarak vahiy gelmesi, ilk altı aydan sonra da kesilmemiştir. Bunun için ashab-ı kirâm, Rasûlüllah’ı (s.a.s.) uykusundan uyandırmaktan çekinirlerdi. Nitekim Buhârî'nin İmrân b. Husayn’dan (r.a) rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte Rasûl-i Ekrem, ashâbı ile bir gazâdan dönerken bir vâdide uyuyakalmışlar ve sabah namazını geçirmişlerdi. Kuşluk vakti ashâb uyanmış, Rasûlullah (s.a.s.) uyanmamıştı. İmran b. Husayn der ki: "Rasûlullah uyuduğu vakit kendiliğinden uyanmadıkça uyandırmazdık. Zira biz uykusu esnâsında kendisine (vahiy mi nâzil olur, başka bir hal mi ârız olur) ne olacağını bilmezdik.” 3595
Hadis, tefsir ve siyer kitaplarında Rasûlullah (s.a.s.)'in sâdık rüyalarından birçokları nakledilmektedir. Bunlar maddî hayatta aynen meydana gelmiştir. Müslim'in Enes b. Malik'den rivâyetine göre Rasûlüllah (s.a.s.) şöyle anlatmıştır: "Bir gece ben uyuyan kimsenin gördüğü şekilde (yani rüyâda) kendimizi Ukbe b. Nâfi'in evinde imişiz gördüm. "Bize İbn Tâb hurmasından hurma getirdiler: Ben bunu, yükselmenin dünyada bizim için, âhirette âkıbetin de bizim için olduğuna ve dinimizin tamamlandığına yordum." 3596
Yine Müslim'in Ebû Mûsâ el-Eş'arî'den rivâyetine göre de Rasûlullah (s.a.s.) şöyle anlatmıştır: "Rüyada kendimi Mekke'den hurmalı bir yere hicret ediyorum gördüm. Bu yerin Yemâme veya el-Hecer olacağını zannettim. Ama baktım Yesrib şehri imiş. Bu rüyamda kılıç salladığımı da gördüm. Kılıcın başı koptu. Bir de baktım bu, Uhud savaşı gününde mü'minlerin başına gelen musibettir. Sonra onu tekrar salladım ve en güzel şekline döndü. Bir de baktım bu, Allah'ın getirdiği fetih ve mü'minlerin bir yere
3591] 12/Yûsuf, 4
3592] Haydar Hatipoğlu, Sünen-i İbn Mâce Terceme ve Şerhi, X, 89-90
3593] 12/Yûsuf, 44
3594] S. Buhârî Tecrîd-i Sarîh Tercümesi, I, 10
3595] Tecrid-i Sarih Tercemesi, II, 256
3596] Müslim, Rüya 18
RÜYA
- 981 -
toplanmasıdır. Bu rüyada birtakım inekler gördüm, Allah'ın yaptıklarının mutlak hayır olduğuna inandım. Baktım ki bunlar, Uhud gününde mü'minlerden bir cemaattir. Ve hayır ise Allah'ın sonradan getirdiği hayırdır ve Allah'ın bize sonradan Bedir gününde getirdiği sıdkın sevâbıdır." 3597
Rasûlullah’ın (s.a.s.) vefatıyla vahiy, dolayısıyla vahiy olan sâdık rüyalar da kesilmiştir. Ama her mü'mine nasip olabilmesi mümkün olan sâdık rüyalar bâki kalmıştır. Bu sâdık rüyalar ilham kabilindendir ve her mü'min bu çeşit rüyaları görebilir. Bunun için Rasûlüllah (s.a.s.): “Nübüvvetten ümmete yalnız mübeşşirat kalmıştır” buyurdu. “Mübeşşirât nedir, ya Rasûlüllah?” diye sorulduğunda; “sâlih rüyalardır” buyurdu. 3598
Sâdık rüyalar yukarıdaki hadiste bildirildiği gibi sevindirici (mübeşşirat) olduğu gibi, ikaz edici de olabilir. Abdullah b. Ömer (r.a)'den şöyle rivâyet edilmiştir: "Rasûlüllah (s.a.s.) sağlığında, ashâbdan birisi bir düş gördüğü zaman Rasûlullah’a onu anlatırdı. Ben de bir düş görmek ve onu Rasûlüllah’a arzetmek isterdim. O sırada ben çok gençtim. Ve Rasûlüllah (s.a.s.) zamanının âdeti üzere mescidde uyurdum. Bir kere ben de rüyamda gördüm ki; iki melek beni yakalayıp benimle Cehenneme gittiler. Cehennem kuyu duvarı gibi (taşla) örülmüştü. Onun iki boynuz (gibi iki tarafı) vardı. Burada (Kureyş'ten) kendilerini iyice tanıdığım kimseler vardı. Bunun üzerine ben "Cehennemden Allah'a sığınırım" demeye başladım. Bu sırada başka bir melek katıldı ve bana "korkma!" dedi. Ben bu rüyamı kardeşim Hafsa'ya anlattım. Hafsa da Rasûlullah’a (s.a.s.) arzetti. Rasûlüllah (s.a.s.): "Abdullah ne iyi adamdır! Fakat gecenin bir kısmında (kalkıp da) namaz kılmayı âdet edinseydi" buyurmuş. Bundan sonra ben gecenin az bir kısmı müstesnâ olmak üzere uyumadım." 3599
Mü'minin göreceği sâdık rüyaların başında, Rasûlüllah’ı (s.a.s.) rüyasında görmesi gelir. Çünkü, onun rüyada görülmesi kesinlikle sâdıktır. Buhârî, Müslim, Tirmizi, İbn Mâce, İbn Hanbel ve Taberânî'nin rivâyet ettikleri bir hadiste Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Rüyasında beni gören, gerçekten beni görmüştür. Çünkü Şeytan hiçbir şekilde bana benzer bir sûrete giremez." 3600
Sâdık rüyayı doğru sözlü kişiler görür ve bu kişilerin rüyası Cenab-ı Hak’tan bir müjdedir.3601 Sâdık rüyalar genellikle seher vakitlerinde görülür. 3602
Rüya Tâbiri/Yorumu
Ta'bîr, dilimize geçmiş Arapça bir kelimedir. Bu kelime Arapça'da da rüyayı yorumlama mânâsında kullanılır. Halkımız "rüyayı tâbir etmek" yerine "düş yormak" ifadesini de kullanır. Ta'bir kelimesi lügatte, bir halden diğer bir hâle geçmek mânâsına gelen “a-b-r” kökünden gelir. Öyle ise ta'bir, "rüyanın zâhirinden bâtınına geçmek" demektir. Bu anlayışa göre, uykuda görülen hakikat değildir, muhtevâ taşıyan bir zâhirdir, tâbirle bunun içine geçilebilir, hakikatine ulaşılabilir. İbret ve i'tibar kelimeleri de aynı kökten gelmektedir, bunlar da görülen
3597] Müslim, Rüya 20
3598] S. Buhârî Tecrîd-i Sarih Tercümesi, 4/34
3599] Tecrîd-i Sarih Tercemesi, IV, 28-30
3600] es-Suyuti, Kıtful-Ezharil-Mütenasira, s. 171
3601] Müslim, Rüya 6
3602] Tirmizi, Rüya 3; Dârimî, Rüya 9; İsmail Kaya, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 5, s. 287-288
- 982 -
KUR’AN KAVRAMLARI
(müşâhed) şeyin bilgisinden, görülmeyen şeye ulaşmayı sağlayan hâleti ifade ederler.
Ta'bîr, ırmak kıyısı anlamına gelen “abr”den alınmıştır. 'Ubûr, bir kıyıdan diğer kıyıya, bir kenardan diğer kenara geçmek demektir. İbâre ağızdan çıkıp başkasının kulağına varan sözdür. İbret ve i'tibâr da görülenden görülmeyene ulaşmak, görülen bir şeyden görülmeyen sonucu çıkarmaktır. Ta'bîr ise düşte görülen olayın iç yüzüne, gösterdiği mânâya geçmek, misâl âlemine âit şekillerden dünyâ kavramlarına geçmektir ki biz buna “yorum” diyoruz. Ta'bîr, te'vîl'den özeldir. Gerçi te'vîl de ta'bîr gibi sözün dışından, gerçek anlamına geçmektir ama geneldir, rü'yâya özgü değildir. Ta'bîr, sadece rü'yânın yorumu için kullanılan bir sözcüktür.
Râzî, ta'bîr ilmini şöyle açıklıyor: Yüce Allah, nefs-i nâtıka cevherini, felekler âlemine çıkabilecek, Levh-i Mahfûz'u okuyabilecek kabiliyette yaratmıştır. Buna engel olan, nefsin, bedeni yönetmekle meşgul olmasıdır. Uyku halinde bedenle uğraşma eylemi azalan nefsin, Levh-i Mahfûz'u okuma gücü artar. Ruhun aldığı bir ruhsal algı, hayâl âleminde kendine özgü izler bırakır. İşte yorumcu, bu hayal izlenimleri ile ruhsal algıları çıkarır, bu izlerin hangi ruhsal algıyı gösterdiğini sezinler. 3603
Yorumcuların yormaktan âciz kaldıkları düşe adğâsü ahlâm dediklerini Kur’ân bildirir.3604 Adğâs dığs’ın çoğuludur. Çeşitli bitkilerden oluşan demete dığs denilir. Adğâsü ahlâm düşlerin birbirine karışması, karmakarışık rüyalar anlamına gelir. Hulum, çoğulu ahlâm rü'yâ (düş) demektir. Birbirine karışan düşler çeşitli bitkilerden oluşan demetlere benzetilmiştir. Çünkü yedi semiz, yedi cılız inek; yedi yeşil ve yedi kuru başak aynı türden olmayan şeylerdir. Yorumcular birbirine karışmış bu düşü yormaktan âciz olduklarını söylemişlerdir.
İnsanlar, eskiden beri taşıdıkları anlamı, içerdikleri gizemi ve haber verdikleri muştu ve korkuyu bilmek için rüyaların yorumuna özen göstermişlerdir. Tarih boyunca, rüyaların yorumu konusunda, çeşitli toplumlarda uzman kişiler ortaya çıktı. Kitaplar yazdılar, rüyalardaki sembollerin sırlarını keşfetmek için kurallar koydular. Rüya tâbiri konusunda yazılmış olan eserlerin ilkleri M.Ö. 5000 yıllarına kadar uzanmaktadır. Sümerlere ait tabletler arasında 40’dan fazla rüya tâbirine rastlanmıştır. M.Ö. 2000-1790 yılları arasında hüküm sürmüş olan 12. sülâleye ait olan bir Mısır papirusunda 200 çeşit rüya tâbiri bulunmaktadır. Eski Yunan, Roma ve Yahûdi medeniyetleri, Asur ve Mısırlıların rüyalar hakkındaki değerlendirmeleri bilinmektedir. İslâm Edebiyat ve kültüründe en tanınmış tâbirnâme tâbiînden İbn Sîrin’e (ölümü 110/729) âit olan Kitabu’t Ta’bîru’r Rü’yâ adlı eseridir. Eserin çeşitli baskıları yapılmış, daha sonra meydana getirilen eserlerin çoğu ondan istifade ile yazılmıştır. Nablûsî (Abdulganî bin İsmail en-Nablûsî)’nin Ta’tîru’l-Enâm fî Ta’bîri’l Menâm” adlı eseri 1096/1684 senesinde tasnif edilmiş ve daha sonraki eserlere kaynaklık etmiştir. Eser latin harfleriyle Türkçe olarak da yayınlanmış olup günümüzde de en güvenilir rüya tâbir kitabı olarak kabul edilmektedir.3605 Bu iki meşhur eserin dışında gerek Arapça, gerek Osmanlıca ve
3603] Mefâtiu’l-Ğayb, 18/135
3604] 12/Yusuf, 44
3605] İslâmî Rüya Tâbirleri Ansiklopedisi, Terc. Ali Bayram-M. Sadi Çöğenli, Cümle Neşriyat, İst. 1976
RÜYA
- 983 -
gerekse latin alfabesiyle Türkçe, sayılamayacak kadar çok Rüya Tâbiri (Rüya Yorumları) kitapları yayınlanmıştır. Halkın ilme karşı çok mesafeli olmasına rağmen, rüya yorumlarına ve bu konudaki eserlere karşı aşırı ilgi duyduğu bilinmektedir. İnternette kırk dört bin rüya yorumu sitesinin bulunması, halkın önem verdiği şeyler hakkında önemli bir gösterge oluşturmaktadır.
İslâm öncesi Arapların ve Türklerin de rüyaların yorumu konusunda özel metodları vardı. Kur’an’ın inmesi, bazı âyetlerin rüyalar ve yorumlarını içermesi; bazı hadis-i şeriflerin de rüyalar ve yorumlarını ihtivâ etmesi, Rasûlullah’ın kendisinin ve ashâbının gördüğü rüyaları yorması yüzünden İslâm toplumunda, rüyaların yorumu konusunda özel bir metod oluşmaya başladı. Kur’an ve hadiste geçen misal ve benzetmeler ve açıklama için güzel örnekler, rüyaların sembollerinin yorumunda özel bir metodun konması için temel oluşturdu.
Gaybî ilimlerden olan rüya tâbiri, İslâmî gelenekte “nûrânî” ilimlerden sayılmakta ve en eski rüya tâbircisi olarak Hz. Ya’kub kabul edilmektedir. Ondan sonra gelen Hz. Yusuf ise rüya tâbirciliği konusunda pîr kabul edilmiştir. Gazâlî’nin ilm-i mükâşefe diye isimlendirdiği rüya tâbiri, vehbî ve keşfî ilimlerden olduğu için akıl ve mantıkla hallolunmaz. Öğretimle elde edilemez, çünkü bu hususta rüya görenin zâtının dışındaki hallerini bilmeye de ihtiyaç olduğu vurgulanır. Bütün bu yaklaşımlar, vehbî ve keşfî ilmi yücelten tasavvuf ehlinin rüyayı ve tâbirini hem bu şekilde değerlendirmesine ve hem de rüya ve tâbirine fazlaca önem vermesine sebep olmuştur. Tasavvuf ehli, gerçekten keşif ehlinin peygamberlerden sonra kendileri olduğunu ileri sürerek rüyayı ancak kendilerinin (tasavvuf ehlinin) tâbir edebileceğini ileri sürerler. Tarikatlerde bir müntesip, zaman içerisinde çeşitli kademelerden, eğitimden geçtikten sonra hilâfet makamına geldiğinde şeyhinden rüya tâbir ilmini de öğrenir.
Şunu unutmamak gerekir ki; tâbir ilmi, ilham gibi peygamberlerin gördüğü ve tâbir ettiği rüyaların dışındaki bütün rüya ve tâbirleri kesin ilim sayılmaz. Yani bu ilimle bir İslâmî hüküm isbat ve nakzedilemez. Peygamberlerin gördüklerinin dışındaki rüyalar, teşrî kaynağı (şer’î bir hükme dayanak) olmaz. Rüya ve tâbirle amel edilemez. Özellikle şeriat ehli İslâm âlimleri, amel etme derecesinde rüya ve rüya ilmine verilen öneme karşıdırlar.3606 Bunun dışında, Vahhâbîlere göre rüya tâbircilerinin tabiat üstü bilgi sahibi olduklarını kabullenmek şirk sayılmaktadır. Mu’tezile ve eş’arîler de, uyuyan insanda idrâk olmadığını ileri sürerek rüya olayına sıcak bakmazlar.
Rüya, tâbir edilmedikçe kuşun ayağına takılı bir şey gibi istikrarsız kabul edilir. Genel kabule göre, nasıl tâbir edilirse öyle vuku bulacağına inanılır. Yani bir rüya birden fazla şekilde tâbir edilebildiği takdirde bu işten anlayan bir kimse onu nasıl tâbir ederse o şekilde gerçekleşeceği ve artık diğer ihtimallere göre gerçekleşmesinin beklenemeyeceği kabul edilir. Bunun için bir kimsenin gördüğü rüyayı rastgele insanlara anlatıp tâbir ettirmemeli, işi ehline danışmalıdır denilir. Rüya anlatımıyla ilgili davranış kalıplarının başında gelen “hayırdır inşallah, hayrola!” gibi ifâdeler tâbircinin rüya anlatana söyleyeceği ilk sözlerdir. “Gördüğün hayırdır. Hayra erişmeyi, şerden kaçmayı arzu ederiz. Hayır bizim, şer de düşmanlarımız içindir. Hamd âlemlerin Rabbine mahsusdur” gibi sözlerden sonra rüya anlattırılır.
3606] bk. Said Havva, Ruh Terbiyemiz, Kayıhan Y., 2. baskı, İst. 1986, s. 311-314
- 984 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Hadis-i şeriflerden yola çıkarak değerlendirdiğimizde; kişi güzel bir rüya gördüğünde Allah’a şükreder ve isterse o rüyayı tâbir ettirir. Âdî rüyalar, karışık ve iş ile ilgili rüyalar genellikle tâbir ettirilmez ve edilmez. Özellikle şeytânî rüyalar anlatılmaz. Hadis-i şerife göre; bir müslüman, hoşlanmadığı bir rüya gördüğünde, uyanınca hemen sol tarafına dönmeli ve üç defa hafif nefesle tükürerek (tüh diyerek) üç defa şeytandan Allah’a sığınmalı ve yatmakta olduğu taraftan diğer tarafa dönmelidir. Rüyanın hayrı için Allah’a duâ etmelidir. Görmüş olduğu kötü rüyayı hiç kimseye anlatmamalıdır. Bu hususlara riâyet eden bir kimsenin gördüğü korkulu rüyadan hiçbir zarar gelmeyeceği çeşitli hadislerde belirtilmiştir. Rüya gören bir kişinin her zaman gördüğü rüya doğrultusunda hareket etmesi söz konusu değildir. Hatta Peygamber’i rüyada görmek doğru olduğu halde, rüyada bir kimseye bir şeyi yapmasını söylese de onunla amel edilmesi İslâm âlimlerince uygun görülmemektedir.
Görmediği bir rüyayı görmüş gibi anlatarak yalan söyleyen kişi, Allah indinde suçludur. İbn Abbas’tan rivâyetle, İbn Mâce’deki bir hadiste şöyle denilmektedir: “Kim görmediği bir rüyayı gördüğünü iddiâ ederek yalan söylerse kıyâmet günü ona iki arpa tanesini birbirine düğümlemesi teklif edilir ve bunu yapamamasından dolayı azâb edilir.” Böyle bir yalanın diğer yalanlardan farkı, doğru ve ekseriyetle hoşlanılan rüyaların peygamberlikten bir parça olmasıyla ilgilidir. Peygamberlik de vahye dayalı olduğundan rüya konusunda yalan söyleyen kişi, Allah’ın göstermediği bir şeyi gösterdiğini söylemekle O’na iftirâ atmış olmaktadır. Allah’a iftirâ ise büyük yalandır ve şiddetli cezayı gerektirir.
Rüyaların sembolik yorumu için misaller Kur’an’ın misal ve benzetmeleriyle bazı ibârelerinden alınma ise, Rasûlullah’ın yorumladığı sembollerle ilgili ise bu yorumlara bir şey denilmez. Ama, bunlar çok fazla sembolü içermez. Rüya yorumu; istismara, gaybı taşlamaya, zanna uymaya müsait bir konudur. Hevânın ve şeytanın bu yorumlara yön verme ihtimali vardır. Tasavvuf, rüyaya ve rüya yorumuna aşırı önem vermiş, sâliklerin mânevî konumlarını ve nefsin hangi mertebesinde bulunduğunu, gördüğü rüyalara göre şeyhler değerlendirir. Rüyayı kişinin seviyesini ölçme konusunda bir çıkarım kabul ederler. Tarih boyunca rüya yorumu ile ilgili eserlerin veya halkın rüyasını yorumlama geleneğinin daha çok sûfîler ve bunların etkisinde kalanlarca yapıldığını biliyoruz.
İnsanoğlunun merakla da imtihan olduğunu unutmaması, gaybı taşlayacak iddialı çıkarımlara meyletmemesi ve ilme dayanmayan yorumlara önemli şeyler bağlamaması gerekmektedir. Dinin esası ve ahkâmıyla ilgili olmayan konularda “uyarma, müjdeleme, korkutma ve teşvik etme” ölçüleri içinde, sadece sahibini bağlamak üzere rüyadan yararlanılabilir. Bu yararlanma konusunda çok ihtiyatlı olmalı, dine ve akla ters bir rüyaya veya yorumuna kişi kendine zarar verecek çıkarımlara gitmemelidir. Rüya vâsıtasıyla herkesi bağlayan bir hükmün sâbit olamayacağını, rüyanın, kaynak olarak Rabbânî olabileceği gibi, şeytânî de olma ihtimalini unutmamalıdır. Bu ihtimal, peygamberler dışında her insan için ve her zaman mevcuttur. O yüzden hem rüya, hem yorumu sübjektif ve görecelidir.
Evet, Kur’an’ın haber verdiği şekilde Hz. Yusuf rüya tâbir etmiş, çok sayıda sahih hadis-i şerifin bildirdiği gibi Hz. Muhammed (s.a.s.) rüya tâbir etmiştir. Ama unutmayalım; onlar her şeyden önce peygamberdirler. Peygamberlerin rüya ile ilgili konumları çok farklıdır ve diğer insanlara bu durum örnek olmaz.
RÜYA
- 985 -
Peygamberlerin gördüğü rüyalar apaçık ve tümüyle sâdık rüyalardır ve vahiyle irtibatı vardır. Hz. İbrâhim’e kurban ile ilgili emirler rüya ile vahyedilmiştir. Hz. Muhammed’e (s.a.s.) de bazı vahyler rüya ile verilmiştir. Bunlar peygamberlere has durumlardır. Peygamberlerin rüyaları tâbir etmesi de kendilerine Allah tarafından verilen özel bir gaybî ilim sâyesindedir. Yusuf sûresi 6. âyette Yûsuf Aleyhisselâm'a düşleri yorumlama yeteneğinin verildiği anlatılmaktadır. Peygamberimiz başta olmak üzere başka peygamberlere de bu yorum yeteneğinin verildiği anlaşılmaktadır. Bunun dışındaki insanlara böyle bir yeteneğin verildiğine dair hiçbir delil yoksa o zaman konu spekülasyonlara ve istismara açık bir alan oluşturmaktadır. Şüpheli hususlardan kaçınmak ise takvâya en uygun yoldur.
Hz. Ebû Bekir’in rüya tabirinde bazı hatalar olduğunu Peygamberimiz ifade ettiğine göre,3607 diğer yorumcuların tabirlerinde haydi haydi hatalar vardır. “Onların çoğu ancak zanna tâbi oluyorlar. Hâlbuki zan, hakdan/gerçekten hiçbir şeyi taşımaz.”3608; “Hakkında ilmin olmadığı şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi yaptığından sorumludur.”3609 Rüya tâbiri, esas itibarıyla zanna dayanır, kesin ilim ifade etmez. Öyle ise isâbet etmek de, hata etmek de her zaman ihtimal dâhilindedir.
Rüya tâbiri ilmi, gaybî ilimlerdendir. Normal olarak şer’î ilimlerden olmadığı gibi, müsbet bilimler içinde de böyle bir bilim yoktur. Rüyaya itimad edilmesi ve ona fazla önem verilmesi doğru değildir.
Gelecek hakkında gereksiz ve fazla merak, nice insanın din ve dünyası açısından zararlarına sebep olabilir. Nice insan, bu meraklarından dolayı falcılara, kâhin ve medyumlara müracaat etmekte, kıyâmetin ne zaman kopacağı (Hz. İsa’nın gelecekse ne zaman geleceği, Mehdi çıkacaksa ne zaman çıkacağı) ile ilgili uydurmalara önem vermektedir. Bütün bunların vebali vardır. Yine bu meraktan dolayı gaybı taşlayan kitaplar yanında aslı astarı olmayan rüya yorumları adıyla piyasada yüzlerce çeşidi bulunan kitaplara çok ilgi duyulmaktadır. Bütün bunlar, sevindirici bir husus değildir.
Kurân-ı Kerim’de Rüya
Kur’ân-ı Kerim’de üç peygamberin rüyasından ayrıntılı olarak bahsedilir: Hz. Yusuf, Hz. İbrâhim, Hz. Muhammed (s.a.s.). Yine Hz. Yusuf’un kıssası anlatılırken, Hz. Yusuf’un kendi gördüğü ve Hz. Ya’kub’un yorumladığı rüyadan başka, Yusuf’un (a.s.) tabir ettiği iki zindan arkadaşının ve Mısır kralının toplum ve Hz. Yusuf açısından çok önemli çıkarımları olan rüyalarından bahsedilir. Bu dört rüyaya teferruatlı olarak yer veren Yusuf sûresi, rüya konusuna en fazla değinilen sûredir.
Rü’yâ kelimesinin kökü olan raâ (ra’y) kökü ve türevleri Kur’ân-ı Kerim’de toplam 327 yerde kullanılır. Uykuda görülen düş anlamında rü’yâ kelimesi ise 7 yerde geçer 12/Yûsuf, 5, 43, 43, 100; 17/İsrâ, 60; 37/Sâffât, 105; 48/Fetih, 27).3610 Yine düş anlamına gelen hulum (çoğulu ahlâm) kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de 3
3607] Buhârî, Ta'bir 11, 47; Müslim, Rü'ya 17, h. no: 2269; Tirmizî, Rü'ya 10, 2294; Ebu Dâvud, Sünnet 9, h. no: 4632; İbn Mâce, Rü'ya 10, h. no: 3918
3608] 10/Yunus, 36
3609] 17/İsrâ, 36
3610] Ayrıca, 8/Enfâl, 43’de de rüyada göstermek ifadesi kullanılır
- 986 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yerde kullanılır. 3611
Hz. Yûsuf'un Rü'yâsı
“Hani bir zaman Yûsuf, babasına: ‘Babacığım, demişti, ben (rü'yâda) on bir yıldız, güneşi ve ayı gördüm, bunların bana secde ettiklerini gördüm’ demişti.” “(Babası Ya'kub): ‘Yavrum, dedi, rü'yânı kardeşlerine anlatma, sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytân, insanın apaçık düşmanıdır!”3612; “Ana-babasını tahtın üstüne çıkardı ve hepsi onun için secdeye kapandılar (önünde saygı ile eğildiler. Yûsuf): "Babacığım, dedi, işte bu, önceden (gördüğüm) rüyanın sonucudur. Rabbim onu gerçek yaptı, bana iyilik etti; zîrâ şeytân, benimle kardeşlerim arasına fitne soktuktan sonra O, beni zindandan çıkardı, sizi de çölden getirdi. Gerçekten Rabbim, dilediği şeyi çok ince düzenler. O, (her tedbîri) bilen, her şeyi yerli yerince yapandır.” 3613
Yûsuf sûresi 4-5. âyetlerde henüz çocuk olan Hz. Yûsuf'un, gördüğü rü'yâ anlatılmaktadır: Yûsuf düşünde 11 yıldız ile güneşin ve ayın kendisine secde ettiklerini görür ve düşünü babasına anlatır. Bu düşten, Yûsuf'un büyük bir makama erişeceğini anlayan Hz. Ya'kûb (selâm ona), kıskançlığa kapılıp da kendisine bir kötülük etmemeleri için rü'yâsını kardeşlerine söylememesini Yûsuf'a tenbihledikten sonra düşü özetle şöyle ta'bîr eder: “Böylece Rabbin seni seçecek ve sana düşlerin yorumundan bir parça öğretecek, sana ve Ya'kûb soyuna nimetini tamamlayacaktır; nasıl ki daha önce ataların İbrahim’e ve İshak'a da nimetini tamamlamıştı. Şüphesiz Rabbin, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” 3614
Bu âyetteki “Ve sana düşlerin yorumundan bir parça öğretecek” cümlesi üç şekilde açıklanmıştır:
1. Allah sana rü'yâların yorumunu öğretecek. İnsanların gördükleri düşleri doğru yorumlayacak ve bu düşlerin ne anlama geldiğini bileceksin.
2. Sana Allah'ın kitaplarını, peygamberlerin sözlerini iyi anlama yeteneği verecek, onların gerçek anlamlarını öğretecek.
3. el-Ehâdîs, hadîsin çoğuludur. Hadîs olay demektir. Te'vîli de görülen olayın gerçek anlamıdır. Allah sana olayların içyüzünü, çeşitli ruhsal ve bedensel varlıkların nasıl Allah'ın kudret ve hikmetini gösterdiğini öğretecek, olayların hikmetini anlatacak, doğru yargı yeteneği verecektir. 3615
Daha sonra Mısır'a başbakan olan Yûsuf, ebeveyni ve kardeşleri huzuruna geldiğinde onlara, çocukluğunda gördüğü rü'yânın, bu mevki'e geleceğine; ebeveyni ile kardeşlerinin kendisinin huzuruna saygı ile gireceğine işaret olduğunu söylemiştir: "Ana-babasını tahtın üstüne çıkardı ve hepsi onun için secdeye kapandılar (önünde saygı ile eğildiler. Yûsuf): 'Babacığım, dedi, işte bu, önceden (gördüğüm) rüyanın yorumudur. Rabbim onu gerçek yaptı, bana iyilik etti; zira şeytan, benimle kardeşlerim arasına fitne soktuktan sonra O, beni zindandan çıkardı, sizi de çölden getirdi. Gerçekten Rabbim dilediği şeyi çok ince düzenler. O, (her tedbîri) bilen, her şeyi yerli
3611] 12/Yusuf, 44, 44; 21/Enbiyâ, 5
3612] 12/Yusuf, 4-5
3613] 12/Yusuf, 100
3614] 12/Yusuf, 6
3615] Mefâtîhu'1-Ğayb –Tefsir-i Kebir-, 18/89-90
RÜYA
- 987 -
yerince yapandır'." 3616
Hadîs kök itibariyle olay anlamına da gelirse de konuşulan söz anlamında kullanılır. Çünkü söz de sonradan olan bir olaydır. Hadîsin çoğulu olan el-ehâdîs, sözler anlamına gelir. Burada kasdedilen de düştür. Âyette düş, bir konuşma olarak gösterilmiştir. Gerçekten düş, ya çevre ile nefis arasında veya nefsin kendi içinde veya nefis ile melek arasında bir konuşmadır. İnsan uyurken yakınında geçen olaylar, düşünde uygun şekillerle kendisine yansır. Bu, çevrenin, kendisini nefse anlatmasıdır. Yahut kişinin, gündüzün yaşadığı, bilinçaltına atılan olaylar ve açlık, susuzluk gibi doğal ihtiyaçlar düş ile kendisini anlatırlar. Örneğin susayan, uykuda su içer. Böylece nefis, düş ile kendisini tatmin eder. Arzusuna düşünde ulaşır.
Bu açıklamanın doğru yanı vardır, fakat düşlerin hepsi bu tür değildir. Ruhları sâflaşmış bazı kişiler, gelecekte olacak olayları görebilirler. İşte bu tür düş, meleğin nefse konuşması, keşfe ilişkin rü'yâdır. Bu tür düşler, geleceğin bugünden var olduğunu, yani Allah'ın kaderini ispat eden ve maddenin düşünceden önce olduğu savını ileri süren maddeci görüşü yıkar.
İnsan hiç tanımadığı, hayal etmediği bir kimseyi rü'yasında görür ve hiç hatırından geçmeyen olaylar kendisine haber verilir. Bu olaylar bazen hemen, bazen de aylar, hattâ yıllar sonra gerçekleşebilir. Yıllar sonra ortaya çıkan ve bulunduğu zaman ve durumda insanın hatırından geçmeyen, geçmişte de yaşamadığı, hayal etmediği bir olayı görmek, bilinçaltının yüzeye çıkmasıyla izah edilemez. Çünkü bilinçaltında öyle bir olay yoktur.
Bilinçaltının görüntüsü olan; insanın gündüzün yaşadığı olayların, bilinçte bıraktığı izlerin hayale çıkması; şekillenip görünmesi biçiminde rü'yâlar vardır. Bunlara Kur'ân dilinde edğâsü ahlâm denilir. Fakat kalbi saflık kazanmış bazı sâlih kişilerin gördüğü sadık rü'yâlar da vardır ki bunlar, bilinçaltının eseri değil, gaybden rûh gözüne yansıyan parıltılardır. Bu tür rü'yâlar, Peygamber’in (s.a.s.) hadîsinde peygamberliğin bir dalı sayılmıştır. Hz. Peygamber(s.a.s.)e vahiy, sabah aydınlığı gibi aynen çıkan sadık rüyalar şeklinde başlamıştır.
İbn Kayyim el-Cevziyye, rü'yâyı şöyle sınıflandırmaktadır: Rü'ya üç türlüdür: Allah'tan olan rü'yâ, şeytândan olan rü'yâ, nefsin konuşmasından (bilinçaltından) olan rü'yâ.
Allah'tan olan rü'yâ, sahîh rü'yâdır ki bu da kısımlara ayrılır: Bir kısmı ilhamdır, Allah onu kulun kalbine bırakır. Ubâde ibn Sâmit'in dediği gibi bu tür rü'yâlar, Rabbin, uykudaki kuluna söylediği sözdür.
Bir kısmı me'mur meleğin temsil ettiği bir temsildir. Diğer kısmı uyuyan kimsenin ruhunun ailesinden, yakınlarından, arkadaşlarından ve başkalarından ölmüş kimselerin ruhlarıyla buluşmasıdır. Diğer bir kısmı ruhun yüce Allah'a çıkması ve O'nunla konuşmasıdır. Bir kısmı ruhun cennete girmesi, cenneti ve benzeri şeyleri görmesidir.
İşte burası, insanların güçlüğe düştüğü noktadır: Kimine göre bütün bilgiler ruhta gizlidir; ancak ruhun bedenle meşgul olması, bunları görmesine perde olur. Rûh uyku ile madde dünyasından ayrılınca kabiliyetine göre içindeki gizli
3616] 12/Yûsuf, 100
- 988 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bilgilerden bir kısmını görür. Ruhun his dünyasından ayrılması, ölüm ile daha mükemmel olduğundan, öldükten sonra insanın ilim ve irfanı daha mükemmel olur.
İbn Kayyim, rü'yâyı, birtakım mânâların temsîli olarak izah edenleri kısmen haklı bulmakta; rü'yânın sadece meselden ibaret olmayıp başka nedenleri de bulunduğuna dikkati çekmektedir. Meselâ ruhların birbirleriyle karşılaşması, birbirlerine haberler vermesi, meleğin, kalbe ve hâfızaya düşünceler atması, ruhun, birtakım eşyayı vâsıtasız olarak karşısında görmesi şeklinde rü'yâlar da vardır.3617 Yine İbn Münde'nin kaydına göre: "Yüce Allah, ruhları uykuda (göklere) çıkarır. Ruhun gökte gördüğü şey gerçektir. Fakat rûh bedene döndürülürken şeytân onun önüne çıkar ve onu yanıltır. Şeytânın araya sokulmasıyla görülen rü'yâ bâtıldır." Abdullah ibn Abbâs da "Melekût âlemine girebilen ruhun gördüğü rü'yâ sâdıktır. Fakat melekût âleminin altında kalan ruhun gördüğü rü'yâ yalan olur" demiştir. 3618
Ruhun rü'yâ görmesi, tıpkı gökteki güneşin ışınlarının uzaya yayılmasına benzer. Asıl beden içinde olan rûh da uykuda uzaklara uzanır. Gaz lambasının ışık kaynağı fitilidir. Işık fitilden çevreye yayılır. İşte bedende olan ruhun ışığı da başka yerlere uzanır, göklere çıkar, dirilerin ve ölülerin ruhlarıyla görüşür. Ruhları yönetmekle görevli melek, ruha görmesini istediği şeyi gösterir. Eğer rüya gören kimse, zekî, sâlih insan ise gördüğü şeyler doğru çıkar. Ama rü'yâ gören bâtıl-sever, hafifmeşreb biri ise kafasındaki bâtıl şeylerin izleri, rüyada gördüklerine perde olur, o kimse gördüklerini hatırlayamaz. Ta'bîrci bu rü'yâyı ta'bîr edemez. 3619
Bazen uyuyan kimse, uyanık olan, gezip dolaşan insanları rü'yâda görür, onlarla konuşur. Rü'yâda rûh, rûh ile karşılaşıyorsa bedeninden ayrılmayan uyanık ve uzaklarda bulunan bir insan ruhu, uyuyanın ruhu ile nasıl buluşuyor? sorusuna şöyle cevap verilmektedir:
Uyuyan kimsenin gördüğü rûh, ya rü'yâ meleğinin temsil ettiği bir meseldir; melek öteki insanın şekline girerek görünmüştür; ya da görenin bilinçaltının uykuda şekillenip görünmesidir. Bazen iki ruhun birbiriyle ilgisi o derece kuvvetli, aralarındaki bağ o derece sağlam olur ki her biri arkadaşının neler düşündüğünü, başından neler geçtiğini bilir. Bu olaya ilim dilinde "telepati" denilir.
İleride olacak olayların, rü'yâda uygun şekillere büründürülerek insana gösterilmesine en güzel örnek, Hz. Yûsuf'un gördüğü, on bir yıldız ile güneş ve ayın kendisine secde etmesidir. Hz. Ya'kûb, on bir yıldızın, Yûsuf'un on bir kardeşine, güneşin ve ayın da babasına ve annesine işaret olduğunu; bunların, Yûsuf'a saygı göstereceklerini, dolayısıyla Yûsuf'un, ileride çok yüksek bir mevkie yükseleceğini anlamış ve Yûsuf'a, rü'yâsını kimseye söylememesini, aksi takdirde kardeşlerinin, kıskançlıkla kendisine bir tuzak kurabileceklerini tenbih etmişti.
Birçok filozofa göre rü'yâ, hayal ufkunda ortak duyuya düşen şeklin izlenimidir. Sâdık rü'yâ, ruhun melekût alemiyle ilişki kurmasıyla olur. Beden yönetiminden boşalan rûh, ilişkili olduğu melekût âlemine çıkar, oradan mânâlar alır.
3617] Kitâbu'r-Rûh, s. 35-36
3618] Kitâbu'r-Rûh, s. 35-37
3619] a.g.e., s. 128
RÜYA
- 989 -
Muhayyile (hayal gücü) onları uygun biçimlere sokarak ortak duyuya gönderir, böylece rü'yâ görülür.
Büyük mutasavvıfların bazıları da buna yakın bir görüş ileri sürmüşlerdir. Rü'yâ, hayal denen bağımlı misâl mertebesindendir. Hayal, bazen küllî ve cüz'î mânâları algılayan göksel akıllardan ve konuşan rûh(İnsan)lardan etkilenir. O zaman o mânâlara uygun şekiller görünür. Bazen de hayal, yalnız cüz'î mânâları algılayan vehim güçlerinin etkisinde kalır. O zaman hayalde bunlara uygun şekiller belirir. Bu da ya dimağ bozukluğundan, ya da ruhun vehim gücüne ağmasından ileri gelir. Meselâ sevgilisinden ayrılan kimse onu düşünür, düşünür, sonunda onu görür.
Âlûsî'nin aktardığı mutasavvıf görüşlerinin bu son kısmı, şimdi bilinçaltının, uykuda bilince çıkması şeklinde açıklanmaktadır. Alûsî'ye göre rü'yâ, İlâhî vahyin ilk başlangıcıdır. Çünkü vahiy, meleğin inmesiyle olur. Melek de önce hayal mertebesine, sonra duyuya iner. 3620
İşte Yusuf sûresi 6. âyette Yûsuf Aleyhisselâm'a bu nefis konuşmaları biçiminde ifade edilen düşleri yorumlama yeteneğinin verildiği anlatılmaktadır.
Yûsuf'un rü'yâsı, ufak farkla Tevrat'ta anlatılmaktadır: "Ve İsrâîl, Yûsuf'u bütün oğullarından ziyade severdi. Çünkü o, ihtiyarlığının oğlu idi; ve ona alaca entari yaptı. Ve babalarının, bütün kardeşlerinden ziyade onu sevdiğini kardeşleri gördüler ve ondan nefret ettiler. "Ve Yûsuf rü'yâ görüp kardeşlerine bildirdi ve ondan daha ziyade nefret ettiler ve onlara dedi: Rica ederim, gördüğüm bu rü'yâyı dinleyin; işte tarlanın ortasında biz demetler bağlıyorduk ve işte benim demetim kalktı ve dikildi ve işte sizin demetleriniz, etrafını kuşatıp benim demetime eğildiler. Ve kardeşleri ona dediler: Gerçek üzerimize kral mı olacaksın?... Ve yine başka rü'yâ gördü ve onu kardeşlerine anlatıp dedi: İşte bir rü'yâ daha gördüm ve işte güneş ve ay ve on bir yıldız bana eğildiler. Ve babasına ve kardeşlerine anlattı. Ve babası onu azarlayıp kendisine dedi: Bu gördüğün rü'yâ nedir? Gerçek ben ve anan ve kardeşlerin yere kadar sana eğilmek için mi geleceğiz?.. Kardeşleri onu kıskandılar; fakat babası bu sözü yüreğinde tuttu." 3621
“Onunla beraber iki genç daha zindana girdi. Onlardan biri dedi ki: ‘Ben düşümde şarap sıktığımı görüyorum.’ Öteki de: ‘Ben de, görüyorum ki başımın üstünde ekmek taşıyorum, kuşlar ondan yiyor. Bunun yorumunu bize haber ver, zira biz seni güzel davranan (iyi rüya yoran)lardan görüyoruz.’ dedi.”
“(Yûsuf) Şöyle dedi: ‘Size rızık olarak verilen yemek henüz size gelmezden önce bunun yorumunu size haber vermiş olurum. Bu (yorum) Rabbimin bana öğrettiği şeylerdendir (bu bilgileri Rabbim bana lütfetti). Ben, Allah'a inanmayan, âhireti de inkâr eden bir kavmin dînini terk ettim...” 3622
"Ey zindan arkadaşlarım, (rüyanıza gelince) biriniz (eskisi gibi) yine efendisine şarap sunacak, diğeri ise asılacak, kuşlar onun başından yiyecek. Sorduğunuz iş (bu şekilde) kesinleşmiştir."
“O iki kişiden kurtulacağını sandığı kimseye: ‘Beni efendinin (kralının) yanında an
3620] Rûhu'l-Me'ân, 2/10-11; Süleyman Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s. 253-254
3621] Tekvîn, 37/3-11
3622] 12/Yûsuf, 36-37,
- 990 -
KUR’AN KAVRAMLARI
(benim suçsuz olduğumu krala hatırlat)’ dedi. Fakat şeytan o adama, (Yûsuf’un durumunu) efendisine söylemeyi unutturdu, (bundan ötürü Yûsuf), birkaç yıl zindanda kaldı...” 3623
12/Yûsuf, 36-37, 41-42: Yûsuf'la beraber iki genç de zindana atılır. Bunlardan biri düşünde şarap yapmak üzere üzüm sıktığını, diğeri de başının üzerinde ekmek taşıdığını, kuşun gelip o ekmekten yediğini görür; Yûsuf'tan düşlerinin yorumunu sorarlar.
Yorumdan önce onlara tevhîdi anlatan Yûsuf, düşleri de: birinin kurtulup kralın sâkîsi (şarapçısı) olacağı, diğerinin de asılacağı şeklinde yorumlar. Kurtulacağını umduğu gence de, krala, kendisinin suçsuzluğunu anlatmasını tenbih eder. Fakat zindandan kurtulan gencin, durumu krala hatırlatmayı unutması, Yûsuf'un birkaç yıl zindanda kalmasına neden olur.
43- “(Bir gün) Kral dedi ki: ‘Ben, düşümde yedi semiz inek görüyorum, bunları yedi zayıf inek yiyor. Ve yedi yeşil, yedi de kuru başak (görüyorum). Ey efendiler, eğer siz rü'yâ ta'bîr ediyorsanız bu rüyamın ta'bîrini bana anlatın.’ 44- (Yorumcular) Dediler ki: ‘Bu, karışık düşlerden ibarettir. Biz, karışık düşlerin yorumunu bilmeyiz.’ 45- (Zindandaki) İki kişiden kurtulan (adam), uzun bir süre sonra (bu olay üzerine Yûsuf’u) hatırladı da, dedi ki: ‘Ben size onun yorumunu haber veririm, hemen beni (zindana) gönderin.’ 46- (Zindana, Yûsuf’un yanına geldi, dedi ki): ‘Yûsuf, ey çok doğru söyleyen, bize şu rü'yâyı çöz: Yedi semiz ineği, yedi zayıf (inek) yiyor ve yedi yeşil, yedi de kuru başak (neyi gösterir)? Umarım ki senin yorumunla insanlara dönerim, onlar da bilirler.’ 47- (Yûsuf) Dedi ki: ‘Siz, âdetiniz üzere yedi yıl (ürün) ekersiniz -Biçtiğinizi başağında bırakırsınız, ancak yiyeceğiniz az bir mikdarı alırsınız, gerisini depo edersiniz)- 48- Sonra onun ardından yedi kurak (yıl) gelir ki (tohumluk olarak) sakladığınız az miktar dışında, o yıllar için önceden biriktirdiklerinizi yeyip bitirir.’ 49- ‘Sonra onun ardından bir yıl gelir ki, o yılda insanlara bol yağmur verilir ve insanlar o yıl (bol bol meyva) sıkarlar (hayvan sağarlar)." 3624
Yûsuf sûresi, 43-49. âyetlerde kralın, düşünde yedi cılız ineğin, yedi semiz ineği yediğini; yedi yeşil ve yedi kuru başak gördüğü ve yorumculardan, rü'yâsının ta'bîrini sorduğu anlatılır. Yorumcular birbirine karışmış bu düşü yormaktan âciz olduklarını söylemişlerdir.
Yûsuf, yedi semiz ineği yiyen yedi cılız ineği, yedi bolluk yılından sonra yedi kıtlık yılı olacağı şeklinde yorar ve şu öneride bulunur: Yedi yıl ekin ekersiniz, mahsulün az bir miktarını yiyecek olarak ayırdıktan sonra gerisini başağında bırakıp depo edersiniz. Yedi yıl sonra gelecek yedi kıtlık yılında, depoladığınız ürünü yersiniz. Bu kıtlık yıllarından sonra bereketli bir yıl gelir.
Hz. İbrâhîm 'in Rü'yâsı
“(Çocuk) Onun yanında koşma çağına erişince {İbrahim ona): ‘Yavrum dedi, ben uykuda görüyorum ki ben seni kesiyorum; (düşün) bak, ne dersin?’
(Çocuk): ‘Babacığım, sana emredileni yap, inşâallah beni sabredenlerden bulacaksın’ dedi.
İkisi de böylece (Allah'ın emrine) teslim olup (İbrahim, kurban etmek için) çocuğu alnı üzerine yıkınca,
3623] 12/Yûsuf, 41-42
3624] 12/Yûsuf, 43-49
RÜYA
- 991 -
Biz ona: ‘İbrahim!’ diye ünledik.
‘Sen rüyayı doğruladın, işte biz güzel davrananları böyle mükâfatlandırırız!’
Gerçekten bu, apaçık bir sınav idi.
Ve fidye olarak ona büyük bir kurbanlık verdik.
Sonra gelenler arasında ona (iyi bir ün) bıraktık:
(İleride gelecek nesiller): ‘İbrahim 'e selâm olsun!’ (diyeceklerdi.)
İşte biz güzel davrananları böyle mükâfatlandırırız.” 3625
37/Sâffât, 102-107: Allah'ın, ileri yaştaki İbrâhîm'e verdiği çocuk, kendisiyle beraber yürüyecek çağa gelince düşte onu kurban ettiğini görmüş; bunu çocuğuna anlatmış; çocuk babasına, düşünde kendisine emredileni yapmasını ve Allah'ın izniyle buna sabredeceğini söylemiş. Böylece baba oğul her ikisi de Allah'ın buyruğuna teslim olmuşlardır. İbrâhîm, oğlunu boğazlamak için onu yanağının üstüne yatırınca, kendisine bu işten vazgeçmesi vahyedilmiş: "Ey İbrâhîm, rü'yânı doğruladın. Rü'yânda sana emredileni yerine getirdin, bu kadarı yeter!" diyen bir ses duymuş; bu İlâhî ses, ona oğlunun yerine bir koç kesmesini emretmiştir.
37/Sâffât, 108-110: Kıssa bu şekilde özetlendikten sonra sûredeki dizilerin ardından gelen ders ve ibret âyetleri yinelenir: Allah, İbrâhîm'e de sonraki nesiller arasında iyi bir ün bırakmıştır. Sonra gelen nesiller: "İbrahim 'e selâm olsun!" diyerek onu selâm ve saygı ile anarlar. İşte Allah, güzel davrananları böyle ödüllendirir.
Hz. Peygamber'in Rü'yâsı
“Bir zaman sana: ‘Rabbin insanları kuşatmıştır, (herkes O'nun kudreti içindedir, kimse O'nun hükmünden kaçamaz)’ demiştik. Sana gösterdiğimiz rü'yâyı ve Kur'ân'da la'netlenmiş ağacı, insanların imanını) sınama (aracı) yaptık. Biz onları (çeşitli şekillerde) korkutuyoruz. Fakat korkutmamız onların azgınlıklarını daha da artırmaktan başka bir katkı yapmıyor.” 3626
17/İsrâ, 60. âyette Peygamber’e (s.a.s.), Rabbinin, müşrikleri kuşatacağını söylediği ve kendisine gösterdiği rü'yâyı ve Kur'ân'da anlatılan la'netlenmiş ağacı insanlara fitne (yani sınama vesilesi) kıldığını; onları korkutup uyardığını; fakat uyarmasının onların azgınlıklarını artırmaktan başka bir işe yaramadığını bildirmektedir.
Bu âyetten anlaşılıyor ki Yüce Allah, âyetin inişinden önce Peygamber’e (s.a.s.), müşrikleri kuşatacağını, onları ezip müslümanları onlara galip getireceğini vahyetmiştir. Allah'ın bu vahyi uyarınca Peygamber (s.a.s.), bir gün hasımlarını yeneceğini kesinlikle biliyordu. Allah'ın ona bu bildirisi ya vahiy veya rü'yâ ile olmuştur. Âyetin devamından, bu bildirimin rü'yâ ile olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim 8/Enfâl, 43. âyette de müslümanların, müşrikleri yeneceklerinin, Peygamber'e rü'yâsında gösterildiği anlatılmaktadır.
3625] 37/Sâffât, 102-110
3626] 17/İsrâ, 60
- 992 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Başka bir rivâyete göre de Hz. Peygamber (s.a.s.), Kureyş kâfirlerinin vurulacakları yerleri rü'yâda görmüştü. Kureyş bunu duyunca Peygamber’le alay etmeğe başladılar. Müslümanlar Bedir suyuna geldikleri zaman Peygamber (s.a.s.): “Vallahi ben o adamların vurulacakları yerleri görür gibiyim!” dedi ve her birinin vurulup düşeceği yeri gösterdi. 3627
Bu iki rivâyet doğru kabul edilse, bu âyetin Medîne'de inmiş olması gerekir. Hâlbuki sûre Mekke'de inmiştir ve bu âyetin Medîne'de indiğine dair bir rivâyet de yoktur. Ancak ikinci rivâyetin gerçek bir yanı vardır: Peygamber (s.a.s.) henüz Mekke'de iken müslumanların, ileride müşrikleri yeneceklerini rü'yâsında görmüş ve bunu sahâbîlerine söylemiş olabilir. Peygamber'in bu sözünü duyan müşrikler, onunla alay etmişler, bu bir avuç zayıf insan topluluğunun kendilerini yeneceklerini bir kuruntu ve hayal sanmışlardır. Bu izah, âyetin sözgelimine uygundur.
Ancak müfessirlerin çoğunluğunun kanısına göre âyette Peygamber'e gösterildiği bildirilen rü'yâ, İsrâ gecesinde kendisine gösterilen müşahededir. Burada rü'yâ, uykuda görülen rü'yâ değil, gerçek görmedir. Âyetteki rü'yâyı, İsrâ gecesindeki müşahede olarak kabul eden bazı kimseler de bu âyete dayanarak o gece Peygamber'in yürütülmesinin ve tanık olduğu olayların, uykuda görülen bir düş olduğunu söylemişlerdir.
Fakat biz, buradaki rü'yâ ile İsrâ olayının kasdedildiği kanısında değiliz. Çünkü o konu, müşriklerin, Peygamber'e karşı düşmanlıklarını ve onların bir gün yenileceklerini anlatan bu âyetlerin konusuna yabancıdır. İlâhî vahiyde birbiriyle ilgisiz sözler yan yana gelmez. Kaldı ki İsrâ olayı, Sûrenin başında zaten anılmıştır. Burada ondan neden söz edilsin? Burada anlatılan rü'yâ, ikinci rivâyette belirtildiği üzere Peygamber'in, kâfirleri yeneceği hakkında gördüğü bir rü'yâdır. Peygamber'in, bu rü'yâya dayanarak yenileceklerini söylediği müşrikler, kendisiyle ve müslümanlarla alay etmişlerdir. Herhalde bu rü'yâ'nın gerçekleşmesini olası görmeyen bazı zayıf yürekli müslümanlar da müşriklerin propagandalarına kapılarak kuşkulanmış, dinden dönmüşlerdir. Bütün bunlar Mekke şartlarına uyan şeylerdir. İşte âyette bu olaya işaret buyrulmaktadır.
İsrâ olayının, müslümanların kuşkulanmasına yol açacak bir yanı yoktur. Zaten müslümanlar, Peygamber'den, böyle olağanüstü şeyleri duymaya hem teşne idiler, hem de bunları duymaktan son derece hoşlanır, huzur duyarlardı.
Demek ki âyette anlatılan rü'yâ, İsrâ olayı ve müşahedesi değil, müşriklerin yenilecekleri, müslümanların onlara egemen olacağı hakkındaki Peygamber rü'yâsı ve bu rü'yâya dayanarak müslümanların galip geleceklerinin söylenmesi ve bunun müşrikler arasında da duyulmasıdır. 3628
“Allah, sana onları uykunda az gösteriyordu. Eğer sana onları çok gösterseydi, çekinirdiniz ve (savaş) iş(in)de çekişirdiniz. Fakat Allah, (sizi bundan) kurtardı. Doğrusu O, göğüslerin özünü bilir.” 3629
Enfâl sûresi 43. âyette Allah'ın, müslümanların korkup çekinmemesi için
3627] Câmi'u'l-Beyân, 15/112
3628] et-TeshîI, 2/174
3629] 8/Enfâl, 43
RÜYA
- 993 -
Peygamber'e, rü'yâda müşrikleri az gösterdiği bildirilmektedir. Daha önce Allah, düşmanın durumunu Elçisi'ne rü'yâda göstermiş, Elçisi, düşmanın az olduğunu görmüş ve sahâbîlerine de düşmanın az olduğunu söylemişti. Yüce Allah, Rasûlüne, rü'yâsında onları az göstermişti ki müslümanlar korkup ürkmesinler. Düşmanın tamamı, olduğu gibi gösterilseydi, müslümanlar korkarlar, moralleri bozulur, cesaretleri kırılır ve savaşıp savaşmama konusunda birbirleriyle anlaşmazlığa düşerlerdi. Fakat Allah onları böyle bir durumdan kurtardı, işi düzeltti. O, göğüslerin özünü bilir. Gönüllerin sağlamlığı için gerekeni yapar.
Allah'ın, çoğu az göstermesi nasıl olur? Bu konu üzerinde görüşler vardır. Hâşâ Allah, bir şeyi yanlış göstermez. Ama kişinin haline uygun biçimde gösterir. Ya Elçisi'ne düşmanın tamamını değil, bir bölümünü göstermiş, ya da düşmanın gerçek durumunu göstermiştir. Düşman görünüşte çok idi ama ma'nen az idi. Bir ülkü etrafında birleşmiş, uyumlu bir topluluk değil, çeşitli düşünceleri olan, imansız, kof bir topluluk idi. İşte yüce Allah, onların o gerçek durumlarını göstermiş olabilir. Hâsılı Allah, müslümanlar için uygun olanı yapmıştır ki cesaretleri kırılmasın, müşriklerin kuvvetinden ürkmesinler. Onların kuvveti görünüşte fazla, gerçekte cılız idi. Allah onların gerçek durumları olan cılız hallerini göstermiştir.
“Andolsun, Allah, Elçisi'nin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse, başlarınızı (kökten) traş ederek ve(ya) saçlarınızı kısaltarak, korkmadan, güven içinde Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bildi, bundan önce size yakın bir fetih verdi.” 3630
Allah'ın Elçisi, Hudeybiye Seferinden önce, Mekke'ye girip Kâ’be'yi tavaf ettiğini görmüş ve bu rü'yâsını ashâbına haber vermişti. Hudeybiye Seferine çıkınca sahâbîler, bu rü'yânın mutlaka bu seferde gerçekleşeceğinden emin idiler. Çünkü Peygamber'in rü'yâsı haktır. Fakat rü'yâ o seferde gerçekleşmeyip ziyaret, ertesi yıla kalınca bazı sahâbîler kuşkulanmaya başladılar. Bu yüzdendir ki Ömer ibn el-Hattâb: “Sen bize Kâ’be'ye gidip onu tavaf edeceğimizi söyememiş miydin?” demişti. Hz. Ömer, Ebûbekir'e de: “Allah'ın Elçisi, bizim Kâ’be'ye gidip onu tavaf edeceğimizi söylememiş miydi?” demiş. Hz. Ebûbekir de: “O, bunu hemen bu sene yapacağımızı söylemedi. İnşâallah başka bir yılda yaparız” demişti.
İşte Fetih sûresi 27. âyette Peygamber'in gördüğü rü'yânın doğru olduğu, inşâallah müslümanların güven içinde, korkmadan Mescid-i Harâm'a girip Kâ’beyi ziyaret edecekleri, kiminin saçlarını kökünden keseceği, kiminin kısaltacağı, rü'yânın şimdi gerçekleşmemesinin bir hikmeti olduğu, işlerin gizli hikmetlerini Allah'ın bildiği, bunun için Allah'ın, müslümanlara, Mescid-i Harâm'ı ziyaretten önce yakın bir fetih verdiği, yani onların yollarındaki engelleri kaldırıp Kâ’be'ye varan, oradan cihâna dallanan yolları açtığı buyrulmaktadır.
Bu seferin sonunda Hudeybiye Barış andlaşması imzalanmış ve dönüş esnasında inen Fetih Sûresi'nde bu andlaşma ile İslâm'ın önünün açıldığı bildirilmiş, İslâm'ın parlak geleceği müjdelenmiştir. Bu âyette de Allah'ın, elçisinin rü'yâsını doğruladığı, Allah'ın izniyle müslümanların saçlarını traş ederek, kısaltarak, güven içinde, korkmadan Mescid-i Harâm'a girecekleri bildirilmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm'in işaret ettiği bu rü'yâlardan ayrı olarak Hadîs mecmualarında da Peygamber’in (s.a.s.) bazı rü'yâları anlatılmıştır. 3631
3630] 48/Fetih, 27
3631] Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, c. 18, s. 142-156
- 994 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Hadis-i Şeriflerde Rüya
Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Zaman yaklaşınca müslümanın rüyası hemen hemen yanlış çıkmayacaktır. Sizin en doğru rüya göreniniz, en doğru söyleyeninizdir. Hem müslümanın rüyası Peygamberliğin kırk beş cüz’ünden bir cüz’dür. Rüya üç kısımdır: Biri sâlih rüya olup Allah’tan müjdedir; diğeri şeytanın verdiği üzüntüdür. Üçüncüsü kişinin kendi kendine konuştuğu şeylerdendir. Biriniz hoşlanmadığı bir şey görürse hemen kalkıp namaz kılmalı, onu kimseye söylememelidir.” 3632
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Zaman yaklaşınca, mü'minin rüyası, neredeyse yalan söylemeyecek. Esasen mü'minin rüyası, peygamberliğin kırk altı cüzünden bir cüzdür." Buhârî'nin rivâyetinde şu ziyade var: "Peygamberlikten cüz olan şey yalan olamaz." 3633
Açıklama: Hadiste iki hüküm var:
1- Kıyamete yakın görülen rüyaların sâdık olacağı,
2- Mü'minin rüyasının peygamberliğin kırk altıda biri olması.
Hadiste, kıyamet tâbiri geçmez, "zamanın yaklaşması" tâbiri geçer. Bundan farklı mânalar çıkarılmıştır. Mühimlerini kaydedeceğiz:
1- Gece ile gündüzün birbirine yaklaşması, yani ilk ve sonbahar mevsimlerinde gece ile gündüzün eşitlenmesi. Hattabî, bu mevsimlerde, insan tabiatının mutedil bir hâl aldığını belirtir. Rüya yorumcuları, en doğru rüyaların, gece ve gündüzün eşitlendiği ve meyvelerin olgunlaştığı zamanda görülen rüyalar olduğunu söylemişlerdir. Tâbircilerin zu'muna göre, tâbirleri en ziyade doğrulayan zamanlar çiçeklerin açtığı ve meyvelerin olgunlaştığı vakitlerdir (ilk ve sonbaharlar). Bu iki vakitte gece ve gündüz itidal üzeredirler, ne çok uzun, ne çok kısadırlar.
2- "Zamanın yaklaşması" tâbirinden çıkarılan ikinci mâna, kıyametin yaklaşması ile dünya hayatının sona ermesidir. İbn Battâl, hadiste bu mânanın asıl olduğunu söyler ve buna Tirmizî'nin merfu bir rivâyetini delil gösterir: "Ahirzamanda mü'minin rüyası yalan söylemez. En doğru rüyayı, sözü en doğru söyleyenler görecektir."
İbn Hacer, sadedinde olduğumuz hadisten çıkarılan birinci mânayı pek muvafık bulmaz, ona göre, gece ile günüzün mûtedil olduğu mevsimlerde insan tabiatı itidale kavuşarak daha sâdık rüya görüyor ise, bunu mü'minlere tahsis etmek uygun olmaz. Hadis "zaman yaklaşınca mü' minler sâdık rüya görür" dediğine göre, bu, hadisten çıkarılan ikinci mânanın yani "kıyamet yaklaşınca mü'minler sâdık rüya görür" tevilinin daha doğru olduğuna delil olur.
İbn Battâl, kıyamete yakın rüyaların sâdık olma keyfiyetini şöyle izah eder: "Kıyamet yaklaşınca ilmin çoğu kaldırılacak, dine ait meâlim (din öğretimi yapan müesseseler), kargaşa ve fitneler sebebiyle indirâs ve inkıraza uğrayarak yok olacaklar. İnsanlar, (peygamber beklenen) fetret devri insanları gibi dinin kaybolması sebebiyle bir münzir (korkutucu mürşid) ve bir müceddid'e muhtaç hale
3632] Müslim, Rü’yâ 6, h. no: 2263
3633] Buhârî, Ta'bir 26; Müslim, Rüya 8, hadis no: 2263; Tirmizî, Rüya 1, h. no: 2271; Ebu Dâvud, Edeb 96, h. no: 5019
RÜYA
- 995 -
gelecekler. Nitekim geçmiş ümmetleri de peygamberler inzâr etmiş (cehennemle korkutmuş) idiler. Bir yandan Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)'in son peygamber olması, bir yandan da mezkur zamanın fetret devrine benzemesi, insanlara yasaklanan yeni bir nübüvvet eksikliğini bir başka şeyle telâfi etmeyi gerekli kılacaktır. İşte bu da, esas itibarıyla cennetle müjdeleyip cehennemle korkutmaktan ibaret olan nübüvvetin bir cüzü kılınan rüyayı sâdıkadır."
3- Davudî, "zamanın yaklaşması" tâbirinden saatlerin, günlerin ve gecelerin noksanlaşmasını anlamıştır. Noksanlaşmadan maksad da onlaın sür'at kazanıp, çabuk geçmesidir. İşte bu da kıyamet saatinin yaklaşması demektir. Zîra başta Müslim, birçok muhaddisin kaydettiği bir hadiste şöyle buyrulmuştur: "Zaman yaklaşacak, öyle ki, sene bir ay kadar; ay, hafta kadar; hafta, gün kadar; gün, bir saat kadar; bir saat de hurma dalının yanması kadar olacaktır."
4- Hadiste geçen mezkur zamanın, Mehdi'nin zamanı olduğu, o zamanda adâlet ve emniyetin geniş, hayır ve rızkın bol olacağı, bu durumdan alınan lezzet ve hazz sebebiyle vaktin çabuk geçip kısaldığına hükmedileceği de söylenmiştir.
Hadiste "neredeyse" ifadesine yer verilip "...Mü'minin rüyası neredeyse yalan söylemeyecek.." denmiş olması, o zamanda rüyalara sıdkın galebe çalıp, çoğunlukla sâdık rüyalar görüleceğine işarettir.
5- Doğru Rüya, Doğru Sözlülüğün Eseridir: Kurtubî der ki: "Allah bilir ya, bu hadiste zikri geçen âhirzamandan murad, Hz. İsa (aleyhisselam)'nın Deccal'i öldürmesinden sonra onunla birlikte olacak mü'min tâifenin zamanıdır. Nitekim Müslim'in bir hadisinde şöyle buyrulmuştur: "Allah İsa İbn Meryem'i gönderir, insanlar arasında yedi yıl kalır. Bu sırada iki kişi arasında düşmanlık olmaz. Sonra Allah, Şam cihetinden soğuk bir rüzgâr gönderir. Yeryüzünde, kalbinde zerre miktar hayır veya iman bulunan tek kişi kalmaz, hepsinin ruhu bu rüzgârla birlikte kabzedilir."
Kurtubî devamla der ki: "Bu zamanda yaşayan insanlar bana öyle geliyor ki, şu ümmetin, ilk asırdan sonra gelenlerinin hâlen en iyi ve sözce en doğru olanıdır. Bu sebeple de rüyaları hiç yalan söylemiyecektir, nitekim hadiste: “Asdekuhum ru’yâ asdekuhum hadîsâ (Rüyaca en doğruları, sözce en doğrularıdır).” buyrulmuştur. Gerçekten bu böyledir, çünkü kim doğru söylerse kalbi nurlanır, idraki kuvvet kazanır ve mânalar, sahih şekilde o idrakte nakşolunur. Böylece uyanık halde çoğunlukla sıdk üzere olan kimseye, bu hal uykuda da refakat eder ve doğru olandan başka bir şey görmez. Elbette yalancının veya doğru ve yalanı karıştıran kimsenin hâli böyle olmayacaktır. Bu kimse kalbini bozup karartmıştır. Onun karmakarışık, mânâsız şeyler görmesi normaldir. Pek nâdir durumlarda doğru sözlünün, sahih olmayan; yalancının da sahih olan bir rüya görmesi vukuattandır. Ancak çokca, ekseriyetle vukua gelen durum yukarıda söylediğimiz gibidir."
İbn Hacer der ki: Bu açıklama, yukarıda: "Rüya, sâdık ve sâlih mü'minden sâdır olduğu takdirde peygamberliğin cüzlerinden bir cüzdür" diye ifade ettiğimiz görüşü teyid eder.
6- İbn Ebî Cemre, "Ahir zamanda mü'minin rüyası neredeyse yalan söylemez" hadisini şöyle anlar: "Rüya, o zaman, tâbire ihtiyaç göstermeyecek bir açıklıkta olur, ona yalan da karışmaz. Bu, daha önceki rüyaların hilafı bir durumdur. Zîra
- 996 -
KUR’AN KAVRAMLARI
önceki zamanda görülen rüyaların te'vili kapalıdır, sâdece tâbirciler açıklayabilir, üstelik tâbircinin dediği gibi de çıkmayabilir. Böylece onlara yalanın da girmiş olduğunu anlarız... Bunun âhirzamana has kılınmasındaki hikmet, mü'min, o zamanda garib (yalnız, hâmisiz) olacağından dolayıdır... Bu sebeple o vakit mü'minin dostu ve yardımcısı pek azdır. Allah, onlara rüyayı sâdıka ile ikramda bulunur. Hadislerde, mü'minin rüyası nübüvvetin kaçta kaçı olduğuna dair rivâyetten rivâyete değişen ihtilâfı bu sebeple izah etmek mümkündür. Ve şöyle denebilir: "Kıyametin yakınlığı arttıkça, rüyanın doğruluğu daha da artacak ve böylece nübüvvetten cüz olma nisbeti de arttığı için sayı düşecektir. 3634
7- Rüya Peygamberlikten Bir Cüzdür: Hadis-i şerif, mü'minin rüyasını peygamberliğin kırk altı cüzünden biri ilan etmektedir. Mevzuyu bir başka babta tahlil eden İbn Hacer, bu mesele üzerine muhtelif hadislerde gelen farklı rakamları kaydeder. Buna göre, on kadar farklı hadisten her biri değişik rakamlar vermektedir. En azına göre, rüya, peygamberliğin yirmi altıda biridir, en çocuğuna göre de yetmiş altıda biridir. Arada kırkta, kırk dörtte, kırk beşte, kırk altıda, kırk yedide, kırk dokuzda, ellide, yetmişte bir rakamları geçmektedir. Hadisler sıhatçe farklıdır. İbn Hacer, "Mutlak olarak en sahihi birincisidir, onu "yetmişte bir" rivâyeti takip eder" der. Farklı görüşleri 15'e kadar çıkaranlara ayrıca dikkat çeker.
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in vefatıyla, nübüvvetin de kesilmiş olması sebebiyle, rüyanın nübüvvetten bir cüz sayılması meselenin izahı zorca bir mesele olduğuna dikkat çektikten sonra İbn Hacer şunu söyler: "Bu fikre cevap olarak dendi ki: "Rüya eğer Hz. Peygamber (s.a.s.)'den vâki olmuş ise, bu gerçekten nübüvvetten bir parçadır. Şayet bir başkasından vâki olmuş ise mecâzen nübüvvetten bir parçadır."
Hattabî demiştir ki: "Dendiğine göre, rüya, nübüvvete uygun olarak gelir, ancak, bu onun devam eden cüz'ü demek değildir."
Şöyle de denmiştir: "Bunun mânası: Rüya nübüvvet ilminden bir cüzdür. Zîra nübüvvet kesilmiş olsa da ilmi bâkidir."
İbn Battâl, nübüvvet kelimesinin lügat mânasından hareket ederek der ki; "Nübüvvet, inbâ kelimesinden alınmadır, bu da lügat olarak i'lâm (duyurmak) demektir. Bu mânâya göre, rüya, Allah'tan gelen ve yalan bulunmayan sâdık bir haber olması ve nübüvvetin de Allah'tan gelen ve kizbin câiz olmadığı haber olması haysiyetiyle rüya ile nübüvvet arasında -haberdeki doğruluk noktasından- benzerlik kurulmuştur."
Rüyanın peygamberlikten bir cüz olması meselesini bazı âlimler de şöyle izah etmişlerdir: "Cenab-ı Hakk, Peygamberine altı ay rüyada hitab etti. Bu altı aydan sonra, ömrü boyunca, yirmi üç yıl uyanık halde hitab etti. Bu altı aylık müddet yirmi üç yıla nisbet edilince kırk altıda bir eder.
İbn Battâl bu izahı iki noktadan tutarsız bulmuştur:
1- Hz. Peygamber'in bi'setten sonraki ömrünün miktarı ihtilâflıdır.
2- "Rüya, nübüvvetin yetmiş cüzünden biridir" diyen rivâyet mânasız
3634] İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/510-513
RÜYA
- 997 -
kalacaktır.
İbn Hacer bu konuda ulemânın muhtelif tez ve antitezlerini beyan ettikten sonra sayıların farklılığını şöyle bir izahla çözmeye çalışır: "Sayılardaki farklılıklar, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bu meseleyi beyan ettiği zamanların farklı olmasından ileri gelir. Şöyle ki: Kendisine vahyin gelmesinden on üç senenin dolumunda, "rüyanın peygamberliğin yirmi altı cüzünden bir cüz olduğunu söylemiş olmalı, bu ise hicret zamanına rastlar. Yirmi yılın dolumunda kırkta bir; yirmi iki yılın dolumunda kırk dörtte bir; ondan sonra kırk beşte bir; sonra hayatının sonunda kırk altıda bir demiş olmalı. Kırktan sonraki rivâyetler ise zayıftır. Ellide biri diyen rivâyetin küsûratı ifade etmesi ihtimal dâhilindedir. Yetmişte bir diyen rivâyet ise mübâlağa içindir, bunun dışındakiler zâten sâbit değildir. Böylesi bir irtibatlamada teâruz mevcut değildir..."
Bu mevzu üzerine İbn Hacer, başka yorum ve tahliller dahi kaydederse de, bu kadarla yetiniyoruz. Ancak Ebî Cemre'nin yukarıda kaydedilen, buna yakın izahını hatırlatmada fayda var.
Ebu Katâde (r.a.)'nin anlattığına göre: Rasûlullah (s.a.s.)'ın şöyle söylediğini işitmiştir: "Rüya Allah'tandır. Hulm (sıkıntılı rüya) şeytandandır. Öyle ise, sizden biri, hoşuna gitmeyen kötü bir rüya (hulm) görecek olursa sol tarafına tükürsün ve ondan Allah'a istiâze etsin (sığınsın). (Böyle yaparsa şeytan) kendisine asla zarar veremeyecektir." 3635
Ebû Katâde (r.a.)’den; Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Sâlih/güzel rüya Allah’tandır. Kötü, karışık rüya da şeytandandır. Dolayısıyla biriniz kötü bir rüya görüp korkarsa sol tarafına (üç defa) tükürsün ve şerrinden Allah’a sığınsın, Çünkü o kötü rüya kendisine zarar veremez.” 3636
Açıklama: Bazı rivâyetler, "Sâlih rüya Allah'tandır" diye kayıtlı olarak geldiği halde burada sâlih, gayr-ı sâlih kaydı yapılmaksızın, rüyanın Allah'tan olduğu belirtilmiştir. İslâmî temel itikadımız esâsen budur. Yani her şeyin takdiri, yaratılması, hayır, şer Allah'tandır. Rü'yanın Allah'a nisbet edilmesi "teşrif" yani rüyanın ehemmiyetine dikkat çekmek içindir.
Hadis, Allah'a nisbet edilecek hayırlı rüyalara hulm denilmeyeceğini göstermektedir. Keza, şeytana nisbet edilenlere de rüya denilmeyecektir. Tabii ki bu, şer'î bir edeptir. Esas itibariyle ve lügat olarak uykuda görülenlerin hepsine rüya denir. Daha önce yedi çeşide ayrıldığını belirttiğimiz rüyalar bu rivâyette ikiye irca edilmiş olmaktadır. Şu halde korku, üzüntü veren, hoşlanılmayan rüyalar bâtıldır ve şeytandan gelmektedir, bunlara toptan hulm denmektedir. Hulm, Kur'ân-ı Kerim'de edğâs diye zikri geçen karmakarışık, mânâsız rüyalardan başka bir şey değildir.
Sadedinde olduğumuz hadis, görülen rüya karşısında mü'minin takınacağı edeb ve tavrı belirlemektedir: "Şeytânî, hoşlanmadığınız bir rüya gördüğünüz zaman sol tarafa tükürün, istiaze ederek şeytandan Allah'a sığının..." diyor. Yani euzubillahi mineşşeytânirracim denecek. Bir başka hadiste, böyle bir rüya görenin "sol tarafına üç sefer nefesle" " şer ve ezasından Allah'a sığınması" tavsiye
3635] Buhârî, Tıbb 39, Bed'ü'l-Halk 11, Ta'bir 3, 4, 10, 14, 46; Müslim, Rüya 5, h. no: 2262; Muvatta 1, h. no: 2, 957; Tirmizî, Rüya 4, h. no: 2288; Ebu Dâvud, Edeb 96, h. no: 5021
3636] Buhârî, Bed’ü’l-Halk 11, Tıb 39, Ta’bir 3, 4, 10, 14, 46; Müslim, Rü’ya 2, h. no: 2261
- 998 -
KUR’AN KAVRAMLARI
edilmiştir. Bu babta başka rivâyetler de var. Bu çeşit rüyalar anlatılmamalıdır.
Rasûlullah (s.a.s.) sâlih rüya görüldüğü zaman ne yapılması gereğini de muhtelif rivâyetlerde ta'lim buyurmaktadır: “Sizden biri sevdiği bir rüya görünce, (bilsin ki) bu Allah'tandır. Bunun için Allah'a hamdetsin, bunu başkasına anlatsın. Hoşuna gitmeyen bir rüya görünce de (bilsin ki) bu şeytandandır, hemen şerrinden Allah'a sığınsın, istiâzede bulunsun. Bu rüyayı kimseye de anlatmasın, böylece ona bu rüyanın zararı dokunmaz.” 3637
Buhârî'den kaydettiğimiz bu rivâyet, hoşumuza giden rüyaların başkasına anlatılmasını tavsiye etmekte ise de, başka rivâyetlerde rüyayı anlatacağımız kimseler hakkında bâzı kayıtlar koymaktadır: "Bilgili veya sevgili" olmalıdır, "Alim veya nâsih (hayırhah)" olmalıdır. Vâdd (sizi seven), zî re'y (isabetli, faydalı görüş sahibi) gibi başka vasıflar da zikredilmişse de hepsi aynı kapıya çıkar ve rüya anlatacağımız kimselerin akıllı, bilgili, hakkımızda hayır düşünen, bizi seven bir kimse olmasına dikkat etmemiz gereği anlaşılır.
Ebu Bekr İbn'l-Arabî der ki: "Âlim olmalıdır, zira o, rüyayı imkân nisbetinde hayra yoracaktır. Hayırhah (nâsih) olmalıdır, çünkü o, faydalı olana ve kendisine yardımı dokunacak hususlara irşâd ve teşvikte bulunacaktır. Bilgili (lebib), rüyayı anlayan demektir, böyle birisi, rüyayı görenin ihtiyaç duyduğu hususu bilip onu öğretecek veya sükut edecektir. Sevilen (habib) de, bir hayır görürse söyler, anlayamaz veya şüpheye düşerse sükût eder..." 3638
Buhârî'nin bir rivâyetinde Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur: "Beni rüyada gören, gerçekten beni görmüştür, çünkü şeytan benim sûretime giremez." 3639
Açıklama: Yukarıdaki hadisi Hz. Enes (r.a.) rivâyet etmiştir. Tîbî şöyle açıklamıştır. Beni rüyasında gören, beni hakikatim üzere eksiksiz görmüştür, beni görüp görmediğinden şüpheye düşülmemelidir. Rüya tamdır, hak bir rüyadır" demektir." Nitekim yine Buhârî'de gelen bir başka hadiste: "Rüyada beni gören hakkı (gerçeği) görmüştür." buyurmuştur.
Rüyada Rasûlullah'ın görülmesi meselesi bazı farklı yorumlara sebep olmuştur. Yani, her ne suretle görülürse görülsün bu görülüş hak bir görme midir? Yoksa görmenin hak olması için Rasûlullah'ı bilinen evsâfıyla görmek şart mıdır? Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.) her seferinde mâlum sıfatlarıyla, hüviyet-i asliyesi ile gözükmez. Buhârî'nin bazı nüshalarında İbn Sîrîn'in şu kaydı yer alır: Buna göre, Rasûlullah'ı bilinen evsâfı çerçevesinde görürse bu rüya hak rüyadır.
Ancak ulemâ şu noktada müttefiktir: "Şeytan Rasûlullah'ın hüviyetine giremez." Cenâb-ı Hakk ona bu imkânı tanımamıştır. Aksi takdirde, şeriata kizb karışma ihtimali mevzubahis olur, dine itimad kalmazdı. Bu sebeple Cenâb-ı Hakk, şeytanı, kişinin uyanık halinde, Rasûlullah'ın suretine girmekten men ettiği gibi, uyku halinde de o suretle gözükmekten men etmiştir. Bu hususu Rasûlullah (s.a.s.) açık seçik beyan etmiştir.
Hal böyle olunca, Rasûlullah'ın, her ne suretle olursa olsun, rüyada görülmesine şeytanın dehâlet etmemesi gerekir. Bu sebeple Nevevî şöyle der: "Rasûlullah
3637] Buhârî, Ta’bîr 3
3638] İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/515-516
3639] Buhârî, Tabir 2, 10; Müslim, Rüya 10, h. no: 2266; Muvatta, Rüya 1, h. no: 2, 956
RÜYA
- 999 -
(s.a.s.)'ı gören kişi mâlum evsafı üzere de görse, mâlum evsafının aksine de görse, gerçekten Rasûlullah'ı görmüştür."
Nevevî bu görüşünü, Kadı İyaz'ın: "Sağ iken taşıdığı sureti ile gören gerçekten görmüş, bu sıfata uymayan şekilde gören hakiki görmüş sayılmaz, te'vil gerekir" sözünü reddetmek için söylemiştir.
Bazıları daha açık bir ifade ile hadisten şunu anlamışlardır: "Hadisin manası şudur: O (s.a.s.)'nu gören, hayatta iken taşıdığı suret üzere görür. Bundan şu zaruri netice çıkar: Rasûlullah'ı aslî suretinin haricinde görenin rüyası edgâs'tır, (sâdık rüya değildir.)"
Ancak ulemâ çoğunlukla şu görüşü benimser: "Bu hadisten maksad şudur: hangi hal üzere olursa olun Hz. Peygamber (s.a.s.)'in rüyada görülmesi bâtıl olamaz, bu rüya edgâs değildir, esas itibariyle haktır. Görülen suret şeytandan değil Allah'tandır." 3640
Ebû Rezîn el-Ukeylî Lakît İbn Amir İbn Sabire (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Mü'minin rüyası, nübüvvetin kırk cüzünden bir cüzdür. Bu rüya, anlatılmadığı müddetçe bir kuşun ayağında (takılı vaziyette) durur. Anlatılacak olursa hemen düşer." 3641
Açıklama:
1- Rüyanın peygamberlikten bir cüz olma meselesini 957 numaralı hadiste açıkladık.
2- Rüyanın kuşun ayağında takılı olması, bir teşbihtir; bununla, rüyanın anlatılmadığı müddetçe kesinleşmediği ifade edilmektedir, tıpkı asılan, takılan bir şeyin havada durması, yerde istikrarını bulmaması gibi. Öyle ise, rüyanın istikrar bulup, kesinlik kazanması tâbir edilmesine bağlıdır. Tâbir edilince süratle düşüp istikrar kazanır. Kuşun kendisi bir yerde sâbit durmazsa, onun ayağına takılan şey hiç sâbit duramaz. Öyle ise rüya anlatılınca, hükmü, sahibinin üstüne hemen düşer. Ebu Dâvud'un bir başka rivâyeti şöyle: "Rüya, tâbir edilmedikçe bir kuşun ayağı üstündedir, tâbir edilince hemen düşer." Bu rivâyet "anlatınca" demiyor, "tâbir edince" diyor. Öyle ise, önceki hadiste geçen "anlatmak"tan maksad, tâbirini medar-ı bahs etmek, konuşmaktır.
Hadisin Ebu Davud'daki aslı, Ebu Rezîn'in şu sözüyle tamamlanır: "Zannederim (Rasûlullah) şunu da demişti: "(Öyleyse) rüyanı akıllı ve dostun olan kimseye anlat."
Rüyadaki hakikatın tahakkuku, onun anlatılmasına, daha doğrusu tâbirine bağlı olunca, rüyanın rastgele kimselere anlatılmamasının ehemmiyeti daha iyi anlaşılmış olur. Bu sebeple Rasûlullah, rüyanın tabiatı hakkında verdiği bilgiye uygun bir tavsiye ile hadisini tamamlamış olmaktadır: "Rüyayı lebib ve habib olana, yani akıllı dosta anlatın!"
“Ey insanlar! Şunu bilin ki, müslüman kimseye gösterilen sâlih rüya dışında peygamberlik müjdelerinden geriye bir şey kalmamıştır.” 3642
3640] İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/515-516
3641] Tirmizî, Rü'ya 6, h. no: 2279, 2280; Ebu Dâvud, Edeb 96, h. no: 5020
3642] Müslim, Salât 208; İbn Mâce, Ta’bîr 1
- 1000 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Ebu Saîd (r.a.) anlatıyor: "Mü'minin rüyası, (sâlih kimsenin gördüğü güzel rüyâ) nübüvvetin kırk altı cüzünden bir cüzdür." 3643
Tirmizî'de Ebu Saîd'den şu rivâyet kaydedilmiştir: "En sâdık rüya seher vakitlerinde görülen rüyadır." 3644
Açıklama: Âlimler rüyanın sıdkı hususunda, onun görüldüğü mevsimin ehemmiyetine dikkat çekerler. Bazı mevsimlerde insan tabiatının mutedil olması sebebiyle rüyayı edğas (karışık ve mânasız) kılan psikolojik ve biyolojik amillerin daha az tesirde bulunacağını belirtmişlerdir. Şu halde, günlük olarak da seher vakitlerinin, diğer vakitlere nazaran biyolojik ve psikolojik yönden en mutedil vakit olduğu söylenebilir: Uyku ile dinlenmiş olan sinir sistemi daha sakindir, mide boşalmış, hazım yorgunluğu kalmamış, ruhen fikren meşguliyet ve hassasiyet asgarî seviyeye inmiş vs. Şu halde mizac ve kuvvelerin azamî derecede i'tidale kavuştuğu bir durumda görülecek rüyalar hakikat olma şansına daha çok sahiptir. Bu durumu Rasûlullah, "En sâdık rüya seherdekidir" diyerek ifâde buyurmuş olmaktadır.
Tîbî merhum, meselenin bir başka yönüne de dikkat çeker: "Zira seher vakti meleklerin inme zamanıdır." 3645
Ebu Hüreyre anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) şöyle demişti: "Benden sonra, peygamberlikten sâdece mübeşşirat (müjdeciler) kalacaktır!" Yanındakiler sordu: "Mübeşşirât da nedir?" "Sâlih rüyadır!" diye cevap verdi." Muvattâ'nın rivâyetinde şu ziyâde var: "Sâlih rüyayı sâlih kişi görür veya ona gösterilir." 3646
Açıklama: Mübeşşirât kelime olarak mübeşşire'nin cem'idir, bu ise büşrâ yani müjde (sevindirici haber) demektir. Ancak hadiste bununla rüyayı sâliha kastedildiği Rasûlullah tarafından açıklanmıştır. Hadiste Rasûlullah: "Bana has olan nübüvvetten sonra sadece mübeşşirât kalacaktır, diğer nübüvvet hassaları benimle beraber ortadan kalkacak" demek istemiştir. İbn Abbas'tan gelen bir rivâyete göre Rasûlullah bu sözü ölüm döşeğinde söylemiştir. Ancak hadisin birçok vechi mevcuttur. Bir vechi şöyledir: "Risalet ve peygamberlik artık kesildi. Benden sonra ne nebi ne de peygamber var. Ancak mübeşşirat devam edecek!" Dediler ki: "Mübeşşirat nedir?" Dedi ki: "Müslümanların rüyası peygamerliğin cüzlerinden bir cüzdür."
İbn't-Tîn der ki: "Hadisin mânâsı şudur: "Vahiy benim ölümümle kesilecektir. Kendisiyle, istikbalde olacak şeyleri öğrenebileceğiniz tek kaynak kalıyor, o da rüyadır." Ancak bu söze, ilham hatırlatılarak karşı çıkılmıştır, zîra ilham da istikbali öğrenme kaynaklarından biridir. 3647
Âişe (r.a.)’den; Hz. Peygamber (s.a.s.) kendisine şöyle demiştir: “Sen bana, (evlenmemizden önce) rüyamda iki defa gösterildin. Seni ipek kumaş içerisinde görüyordum ve: ‘Bu, senin hanımındır, yüzünü aç!’ deniliyordu. Açıp baksam ki o sensin; bunun üzerine: ‘Bu takdir Allah katından ise Allah hükmünü yürürlüğe koyar’ derdim.” 3648
3643] Buhârî, Ta'bir 2, 4, 10, Muvaatta Rü’yâ 1, h. no: 2, 956
3644] Tirmizî, Rü'ya 3, h. no: 2275
3645] İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/519
3646] Buhârî, Tabir 5; Muvatta, Rüya 3, h. no: 2, 957; Ebû Dâvud, Edeb 96, h. no: 5017
3647] İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/519
3648] Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr 44, Nikâh 12, 35, Ta’bîr 20, 21; Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe 79, h. no: 2438
RÜYA
- 1001 -
Peygamberimiz’in Tâbir Ettiği Rüyalar
Semüre İbn Cündeb (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) sık sık: "Sizden bir rüya gören yok mu?" diye sorardı. Görenler de, O'na Allah'ın dilediği kadar anlatırlardı. Bir sabah bize yine sordu: "Sizden bir rüya gören yok mu?" Kendisine: "Bizden kimse bir şey görmedi!" dediler. Bunun üzerine: "Ama ben gördüm" dedi ve anlattı: "Bu gece bana iki kişi geldi. Beni alıp haydi yürü! dediler. Yürüdüm. Yatan bir adamın yanına geldik. Yanında biri, elinde bir kaya olduğu halde başucunda duruyordu. Bazen bu kayayı başına indirip onunla başını yarıyordu, taş da sağa sola yuvarlanıp gidiyordu. Adam taşı takip ediyor ve tekrar alıyordu. Ama başı eskisi gibi iyileşinceye kadar vurmuyordu. İyileştikten sonra tekrar indiriyor, önceki yaptıklarını aynen yeniliyordu. Beni getirenlere: ‘Sübhânallah! nedir bu?’ dedim. Dinlemeyip: ‘Yürü! Yürü!’dediler. Yürüdük, sırtüstü uzanmış birinin yanına geldik. Bunun da yanında, elinde demir kancalar bulunan biri duruyordu. Adamın bir yüzüne gelip, çengeli takıp yüzünün yarısını ensesine kadar soyuyordu. Burnu, gözü enseye kadar soyuluyordu. Sonra öbür tarafına geçip, aynı şekilde diğer yüzünün derisini de ensesine kadar soyuyordu. Bu da, yüz derileri iyileşip eskisi gibi sıhhate kavuşuncaya kadar bekliyor, sonra tekrar önce yaptıklarını yapmaya başlıyordu. Ben burada da: ‘Sübhanallah, nedir bu?’ dedim. Cevap vermeyip: ‘Yürü! Yürü!’ dediler. Beraberce yürüdük. Fırın gibi bir yere geldik. İçinden birtakım gürültüler, sesler geliyordu. Gördük ki, içinde bir kısım çıplak kadınlar ve erkekler var. Aşağı taraflarından bir alev yükselip onları yalıyordu. Bu alev onlara ulaşınca çığlık koparıyorlardı. Ben yine dayanamayıp: ‘Bunlar kimdir?’ diye sordum. Bana cevap vermeyip: ‘Yürü! Yürü!’ dediler. Beraberce yürüdük. Kan gibi kırmızı bir nehir kenarına geldik. Nehirde yüzen bir adam vardı. Nehir kenarında da yanında birçok taş bulunan bir adam duruyordu. Adam bir müddet yüzüp kıyıya doğru yanaşınca yanında taşlar bulunan kıyıdaki adam geliyor, öbürü ağzını açıyor bu da ona bir taş atıp kovalıyordu. Adam bir müddet yüzdükten sonra geri dönüp adama doğru yine yaklaşıyordu. Her dönüşünde ağzını açıyor, kıyıdaki de ona bir taş atıyordu. Ben yine dayanamayıp: ‘Bu nedir?’ diye sordum. Cevap vermeyip yine: ‘Yürü! Yürü!’ dediler. Beraberce yürüdük. Çok çirkin görünüşlü bir adamın yanına geldik. Böylesi çirkin kimseyi görmemişsindir. Bunun yanında bir ateş vardı. Adam ateşi tutuşturup etrafında dönüyordu. Ben yine: ‘Bu nedir?’ diye sordum. Cevap vermeyip: ‘Yürü! Yürü!’ dediler. Beraberce yürüdük. İri iri ağaçları olan bir bahçeye geldik. İçerisinde her çeşit bahar çiçekleri vardı. Bu bahçenin içinde çok uzun boylu bir adam vardı. Semaya yükselen başını neredeyse göremiyordum. Etrafında çok sayıda çocuklar vardı. Ben yine: ‘Bunlar kimdir?’ dedim. Cevap vermeyip: ‘Yürü! Yürü!’ dediler. Beraberce yürüdük. Ulu bir ağacın yanına geldik. Bundan daha büyük, ve daha güzel bir ağaç hiç görmedim. Arkadaşlarım: ‘Ağaca çık!’ dediler. Beraberce çıkmaya başladık. Altın ve gümüş tuğlalarla yapılmış bir şehre doğru yükselmeye başladık. Derken şehrin kapısına geldik. Kapıyı çalıp açmalarını istedik. Açtılar ve beraberce girdik. Bizi bir kısım insanlar karşıladı. Bunlar yaratılışça bir yarısı çok güzel, diğer yarısı da çok çirkin kimselerdir. Sanki böylesine güzellik, böylesine çirkinlik görmemişsindir. Arkadaşlarım onlara: ‘Gidin şu nehire banın!’ dediler. Meğerse orada açıkta bir nehir varmış. Suyu sanki sâfi süttü, bembeyaz... Gidip içine banıp çıktılar. Çirkinlikleri tamamen gitmiş olarak geri geldiler. İki tarafları da en güzel şekli almıştı.
Beni dolaştıran arkadaşlarım açıkladılar: ‘Bu gördüğün, Adn cennetidir. Şu da senin makamındır.’ Gözümü çevirip baktım. Bu bir saraydı, tıpkı beyaz bir bulut gibi. ‘Beni gezdirin, içine bir gireyim!’ dedim. ‘Şimdilik hayır! Ama mutlaka gireceksin’ dediler. Ben: ‘Geceden beri acâyip şeyler gördüm, neydi bunlar?’ diye sordum. ‘Sana anlatacağız’ dediler ve anlattılar: ‘Taşla başı yarılan, o ilk gördüğün adam, Kur'ân'ı atıp reddeden, farz
- 1002 -
KUR’AN KAVRAMLARI
namazlarda uyuyup kılmayan kimsedir. Ensesine kadar yüzünün derileri, burnu, gözü soyulan adam, evinden çıkıp yalanlar uydurup, etrafa yalan saçan kimsedir. Fırın gibi bir binanın içinde gördüğün kadınlı erkekli çıplak kimseler, zina yapan erkek ve kadınlardır. Kan nehrinde yüzüp ağzına taş atılan adam fâiz yiyen adamdır. Ateşin yanında durup onu yakan ve etrafında dönen pis manzaralı adam, cehennemin, ateşin bekçisidir. Bahçede gördüğün uzun boylu adam İbrahim’di (s.a.s.). Onun etrafındaki çocuklar ise, fıtrat üzere (büluğa ermeden) ölen çocuklardır."
Cemaatten biri hemen atılarak: ‘Ey Allah'ın Rasûlü! Müşrik çocukları da mı?’ diye sordu. Rasûlullah (s.a.s.): “Evet, dedi, müşrik çocukları da.” Ve anlatmaya devam etti: “Yarısı güzel yarısı çirkin yaratılışlı olan adamlara gelince, bunlar iyi amellerle kötü amelleri birbirine karıştırıp her ikisini de yapan kimselerdir. Allah onları affetmiştir.” 3649
Açıklama:
1- Tabirin Mekruh Vakti: Buhârî, bu hadisi, Tabir'le ilgili bölümde, "Sabah namazından sonra rüya tâbiri" babında kaydeder. Buhârî'nin bab başlıklarında fıkıh yaptığını nazarı dikkate alan şârihler, Buhârî'nin böyle bir başlığı koymakla, Abdurrezzak'ın Mûsânnaf'ta kaydettiği "Rüyanı kadına anlatma, güneş doğuncaya kadar da kimseye söyleme" şeklindeki hadisin za'fına işaret ettiğini ve ayrıca, tâbircilerin şu sözlerini reddettiğini belirtirler. "Rüya tâbirinde müstehab olanı, tâbirin, "güneşin doğmasından saat dörde, ikindi vaktinden akşam öncesine kadar" yapılmasıdır."
Buhârî, bu kanaati reddediyor. Zîra kaydedilen hadis, tâbirin, güneş doğmazdan önce yapılmasının müstehab olduğuna delalet etmektedir. Bu hüküm, tâbircilerin: "Namazın mekruh olduğu vakitlerde tâbir yapmak mekruhtur" şeklindeki sözlerine de muhalif değildir.
2- Tâbirin Müstehab Vakti: Mühellib, bu hususta şunu söyler: "Rüyayı sabah namazı vaktinde tâbir etmek, diğer vakitlerin hepsinden daha iyidir. Zîra, rüyayı gören, onu gördüğü zamana yakınlığı sebebiyle, zihninde daha sağlam tutmaktadır ve henüz unutma ârız olmamıştır. Üstelik tâbir edecek kimse de, zihnî huzura sahiptir ve fikri günlük maişet meşgalelerinden henüz uzaktır. Ve hem de rüyayı gören kimsenin, rüyadan alacağı iyi haberle sevinmesi, şerden de sakınıp tedbir alması mevzubahistir. Keza, ola ki rüya ma'siyetten ta'zir edicidir, rüya sahibi böylece sakınmış olur, veya bir iş hususunda uyarıcıdır, böylece rüya, sahibini murakabeye, kontrole sevkeder. Öyle ise bunlar gibi daha pek çok maslahat, rüyayı, günün başında tâbir etmeyi gerektirmektedir."
3- Hz. Peygamber’in Anlattığı Rüyanın Mâhiyeti: Rasûlullah (s.a.s.), İslâm'ın vaz'ettiği farz, haram ve itikadlarla ilgili hakikatlerin insanlar tarafından kavranabilmesi için, bazan teşbihli hikayeler -ki isrâiliyat nev'inden anlatılanların bu gayeye matuf olduğunu belirtmiştik- bazen uykuda görülen rüyalar, bazan da Mi'rac esnasında görülen müşâhedeler şeklinde anlatmıştır. Biz, bu müşahhas tasvirlerde, gaybî olan kıyametten sonra görülebilecek olan hakikatlerin en âmi bir mü'min tarafından bile anlaşılabilecek maddî teşbihlere döküldüğünü
3649] Buhârî, Ta'bir 48, Ezân Sıfatu's-Salât 156, Teheccüd 12, Cenâiz 93, Büyû’ 2, Cihâd 4, Bed'ü'l-Halk 6, Enbiyâ 8, Tefsir, Berâe 15, Edeb 69; Müslim 23, h. no: 2275; Tirmizî, Rü'ya 10, h. no: 2295
RÜYA
- 1003 -
görmekteyiz. Bu anlatımlarla ilahî, gaybî -ve behemahal imânî- olan hakikatlar âlem-i şehadette görülen ve idrak edilen maddî ve beşerî kahramanlarla bir nevi sahnelemekte, böylece sırf imanilikten ve kavranmaz mücerredlikten kurtarılarak ma'kulat ve hatta mahsusât seviyesine indirilmektedir. İslâm dinini anlaşılır, İslâmî ta'limatı âmî-âlim, gabî- zekî her seviyedeki insan tarafından kavranır ve de akıllar, ruhlar, hisler üzerinde müessir kılan bu metoda Kur'ân-ı Kerim'in de genişçe yer verdiğini görmekteyiz. cennet ve cehennemle ilgili tasvirler hep dünyevî ve günlük olarak gördüğümüz ve yaşadığımız müşahhas unsur ve motiflerle yapılmıştır.
Diğer tarafta, -İbn Abbas’ın (r.a.) açıklamasıyla- âhiret âleminin hakikatını bilmekteki naksımızı kabul etmek, dünyada olanların, orada sadece ismen varlığını kabul edip, mahiyetce ayrılığına ve idrakimizin onlara yetişemiyeceğine inanmak esastır. Söz buradan açılmışken, cennet ve cehennemle ilgili olarak pekçok hadis ve hattâ âyetlerde ifade edilmiş bulunan bir kısım hakikatlerin şu hadiste nasıl maddî, müşahhas ve mahsus unsurlarla sahnelendiğini görelim:
"Cennetle cehennem münakaşa ettiler. Cehennem:
- Bana kibirliler, zâlimler gelecektir! dedi. Cennet de:
- Bana da insanların sadece zayıfları, sakatları ve (aldatılan) gâfilleri gelecektir, acaba sebebi nedir? dedi. Allah cennete:
- Sen benim rahmetimsin, kullarımdan dilediğime seninle rahmet ederim. Cehenneme de:
- Sen benim azabımsın, kullarımdan dilediğime de seninle azab eylerim, dedi. Sonra her ikisine birden şu hitapta bulundu:
- (Sabırsızlanmayın), her ikinizi de dolduracak kullarım var!
(Ancak cehennem dolmak, tatmin olmak bilmeyip,) daha var mı, daha var mı? demeye devam edecek (Parantez arasındaki ifade, yine Müslim'in bir başka rîvayetinden alınmıştır). Bunun üzerine Cenab-ı Hakk ayağını cehennemin üzerine koyup bastıracak. Cehennem (mâruz kaldığı sıkletten) inleyerek yeter! yeter! yeter! diyecek. Cehennem böylece dolar ve içindekiler (tıkabasa) karışırlar. (Böyle yapmış olmakla) Aziz ve Celil olan Allah hiçbir kuluna zulmetmez. Cennet de boş kalmaz. Allah onun için de münâsib kullar yaratmıştır."
Buhârî ve Müslim'in müştereken rivâyet ettikleri bu hadisi, belirtmeye çalıştığımız ta'limî (didaktik) nokta-i nazardan değil, kelamî nokta-i nazardan tahlile kalksak sonu zor alınacak münakaşalara girebiliriz. Hâlbuki bu nev'e giren müteşâbih rivâyetler ve âyetler çoktur. Ölümün kıyamet günü bir koç suretinde getirilerek mahşer meydanında kesilmesi gibi.
Hülâsa, bu ve benzeri bütün ifadelerin, mücerred olan imânî hakikatleri müşahhaslaştırarak anlaşılır hale getirme ve hissiyat üzerinde canlı ve müessir kılma gayesini güttüğünü nazardan uzak tutmayacağız. Muallim-i ekber olan Rasûlullah (s.a.s.)'a bu gaybî hakikatler, terbiye-i İlâhiyenin en mühim safhası olan Miraç'ta da gösterilmiştir. Ayet-i kerime, "Orada gözüyle gördüklerini kalbi inkâr etmedi"3650 diyerek, önceden iman yoluyla öğrendikleri ile gözüyle
3650] Necm 11
- 1004 -
KUR’AN KAVRAMLARI
gördükleri arasında tam bir mutâbakatın husûle geldiğini haber verir. Böylece aynelyakin ve hatta hakkalyakin derecesine çıkan imân-ı Nebevî, "Peygamber ve mü'minler, Rabbinden kendisine indirilene inandı." 3651 âyetiyle tebcil edilir. Hatta Süheylî'nin Ravdu'l-Unf'da kaydettiği üzere, bâzı alimlerimiz "Peygamber inandı" diye başlayan bu âyetin, bir bakıma, imânî hakikatlerin gözle müşahedesi demek olan Miraç hâdisesiyle ilgili olarak vahyedilmiş olmasını mânidâr bulmuşlardır. 3652
4- Hadisin Başka Vecihlerinde Ziyadeler
Bu hadis çeşitli tarîklerden gelmiştir. Bazı rivâyetlerde yer alan ziyadeler, hadiste beyan edilen meselelere zenginlik kazandırdığı gibi, bazı noktalara da açıklık kazandırmaktadır. Fethu'l-Barî'den iktibâsen bazılarını kaydediyoruz:
Taberânî'nin, bir rivâyetinde şöyle denmiştir:
a) "Rasûlullah (s.a.s.) (bir gün) sabah namazından sonra bize gelerek şöyle buyurdu: "Bu gece ben bir rüya gördüm, bu hak bir rüyadır, bunu iyi belleyin..."
b) Bir rivâyette: "...Bana gelen iki melek gördüm" demiştir ve rivâyetin sonunda iki meleğin Cibrîl ve Mikâil olduğu belirtilmiştir.
c) Bir rivâyette fırın şöyle tasvir edilir: "Aşağısı geniş, yukarısı dar, altında da ateş yanmakta idi."
d) Adn cennetiyle ilgili safhada şu ziyade var: "(Arkadaşlarım) beni bir eve götürdüler, öylesi güzel bir ev görmemiştim. İçinde yaşlı, genç, erkek ve kadınlar vardı. Sonra beni oradan çıkarıp bundan daha güzel bir eve götürdüler."
e) Kur'ân'ı terkedenlerle ilgili olarak şu ziyade vardır: "...Allah kendisine Kur'ân'ı öğretmiştir de o, gece okumayıp uyumuş, gündüz de onunla amel etmemiştir."
f) Ebû Umâme'nin rivâyetinde şöyle bir farklılık var: "Sonra beraberce gittik manzaraca en korkunç, kokuca en kerih, tıpkı helâ gibi kokan bir kısım kadın ve erkeklerle karşılaştık. "Bunlar kim" dedim. "Bunlar zâni ve zâniyelerdir" dedi. Sonra tekrar yürüdük, bir kısım ölülere rastladık, çok fazla şişmişti ve çok berbat şekilde koku neşrediyorlardı. "Bunlar kim?" dedim. "Bunlar, dedi, kâfirlerin ölüleridir." Sonra yine yürüdük, ağaçların gölgesinde uyuyan kimselere rastladık. "Bunlar kim?" dedim. "Bunlar, dedi, Müslümanların ölüleridir." Sonra yine yürüdük yüzce en güzel, kokuca en tatlı insanlarla karşılaştık. "Bunlar kim?" dedim. "Bunlar, dedi, sıddîkler ve sâlihlerdir."
5- Bazı Hükümler
Ulemâ, bu hadisten birçok hükümler çıkarmıştır. Mühim olan birkaçı:
1- İsrâ (Mi'raç) hadisesi bazan uyanık, bazen da uykuda olmak üzere birçok kereler vukua gelmiştir.
2- Âsilerden bir kısmı berzahta (kabir) hayatında azab çekmektedirler.
3- İlmi önce mücmel olarak verip, sonra tefsir etmek evlâdır, böylece zihin,
3651] 2/Bakara, 285
3652] İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/526-529
RÜYA
- 1005 -
derli toplu olarak yakalama imkânına kavuşur.
4- Farz namazlarda uyumaya ve ezberledikten sonra Kur'ân'ı terke karşı tahzir (sakındırma) var.
5- Zina, riba, yalan gibi belli başlı günahlara karşı tahzir ve uyarı var.
6- Şehidlerin fazileti, cennette en yüce makamı tuttukları belirtilmiştir.
7- Hz. İbrahim'in makamı, şehidlerinkinden de yüksektir.
8- Günah ve sevapları eşit olanları Allah affedecektir. Ya Rab! Bizi de bu affedilenler arasına kat!
9- Sormak, (anlatmak) tâbir ettirmek gibi davranışlarla rüya meselesine ihtimam göstermek gerekir.
10- Rüyanın sabah namazından sonra tâbir edilmesi efdaldir.
11- Farzdan sonra, namaza bağlı nâfile (râtibe) yoksa selâm verince imamın cemaate dönmesi müstehabtır. Hitap, vaaz, ifta gibi maksadlar hâsıl olunca kıbleye dönmeyi terkedip, cemaate yönelmek mekruh değildir. 3653
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Biz öne geçen sonuncularız. Ben uyurken bana arzın hazineleri getirildi. Elime altından iki bilezik kondu. Bunlar benim nazarımda büyüdüler ve beni kederlendirdiler. Bana: "Bunlara üfle" diye vahyedildi. Ben de üfledim, derken uçup gittiler. Ben bunları, çıkacak olan ve aralarında bulunduğum iki yalancı olarak te'vil ettim: Birisi San'a'nın lideri, diğeri de Yemâme'nin lideridir." 3654
Açıklama: Hadiste Rasûl-i Ekrem (s.a.s.), Müslümanların, dünyada iken en son kitap verilen ümmet de olsalar, âhirette hesabı ilk defa verecek ve ilk defa cennete girecek ümmet olacaklarını ifade buyurmaktadır. Rasûlullah'a getirilmiş olan hazinelerden muradın İslâmî fetihlerle İran, Bizans gibi fethedilen yerlerden elde edilen ganimetler olduğu belirtilmiştir.
Bileziklerin Hz. Peygamber'in "nazarında büyülmesi"ni, hayret etmesi, şaşırması, ağrına gitmesi, dikkatini çekmesi gibi mânalarda anlamak gerekmektedir; maddî ağırlık veya hacimlerinin artması şeklinde bir büyüme değil. Kurtubî'nin açıklamasına göre, altından mâmul zinet eşyası Müslüman erkeklere haram olması sebebiyle Hz. Peygamber (s.a.s.) eline konan altın bilezikleri (rüyasında) taaccüble, hayretle karşılayıp kederleniyor, üzülüyor.
Hadiste geçen vahiyden murad ilhamdır, irşaddır. Üflemek, kolay bir amel olması sebebiyle, rüyada üfleme görmenin, kolaylığa, önüne çıkan herhangi bir engelin kolaylıkla izale edileceğine delil olduğu belirtilmiştir. "Üfleme kelâmdır" diyen de olmuştur.
Üflemekle uçup gitmeleri, ortaya çıkacak yalancıların çok fazla zahmet çekilmeden bertaraf edileceklerine, mânen hakâret, değersizlik içinde bulunduklarına delâlet ettiği, "aralarında bulunduğum" tâbiriyle, rü'yanın anlatıldığı sıra onların hayatta olduğuna delâlet ettiği ifade edilmiştir.
3653] İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/529-531
3654] Buhârî, Ta'bir 40, 70; Müslim, Rüya 22, h. no: 2274, Tirmizî, 10, h. no: 2293
- 1006 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Bunlardan maksad San'a'da çıkıp peygamberlik iddia eden Esved el-Ansî ile Yemâme'de çıkıp yine aynı bâtıl iddialara girişen Müseylimetü'l-Kezzâb'tır. Bunlardan her ikisi de daha Rasûlullah’ın (s.a.s.) sağlığında ortaya çıkıp, etrafında adam toplamış kimselerdir. Esved, Rasûlullah henüz hayatta iken tepelenebilmiş ve öldürülmüş, Müseylime ile Rasûlullah'ın vefatından sonra savaşılmış ve Hz. Ebu Bekir zamanında tepelenmiştir.
Hz. Peygamber'in altın bilezikleri yalancılarla te'vil etmesi, erkeğe zinet verilmiş olmasına dayanır. Çünkü erkeğe, haram olan bir şeyin verilmesi, yerinde olmayan bir iş yapılmasıdır. Yalancılar da böyledir, yerini bulmayan, sahte iddialarda bulunurlar.
Bu rüyada geçen "iki el" iki memleketle te'vil edilmiştir. San'a ve Yemâme ahalileri aslında Müslüman olarak İslâm'a "iki el", iki yardımcı durumuna gelmişlerdi. Buralarda çıkan iki sahtekâr, yalancı ve aldatıcı sözlerle halkı etrafında toplayıp iğfal etmiştir. Şu halde altın bilezikler iki yalancıya delâlet etmiş, o iki "el"de (beldede) çıkmışlardır. 3655
Ebu Mûsâ (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Rüyamda kendimi Mekke'den, hurma ağaçları bulunan bir beldeye hicret ediyorum gördüm. Ben bunu, hicretimin Yemâme'ye veya Hacer'e olacağı şeklinde tahmin etmiştim, meğer Yesrib şehrine imiş. Bu rüyamda kendimi bir kılıcı sallıyor gördüm, kılıcın başı kopmuştu. Bu, Uhud Savaşı'nda mü'minlerin mâruz kaldıkları musibete delâlet ediyormuş. Sonra kılıcımı tekrar salladım. Bu sefer, eskisinden daha iyi bir hal aldı. Bu da, Cenâb-ı Hakk'ın fetih ve müslümanların biraraya gelmeleri nev'inden lutfettiği nimetlerine delâlet etti. O aynı rüyamda sığırlar ve Allah'ın (verdiği başka) hayrını gördüm. Sığırlar Uhud gününde mü'minlerden bir cemaate çıktı, (gördüğüm başka) hayır da Allah'ın Bedir'den sonra (nasib ettiği fetihlerin) hayrı ve bize Rabbimizin lutfettiği (Bedru'l-Mev'id) sıdkının sevabı olarak çıktı." 3656
Açıklama: Bu hadis, rüya mübhemiyetine uygun bir mübhemlik ve anlaşılmasında zorluk hasıl olmuş bir rüya'yı Nebevîdir. Şârihler rivâyetin muhtelif tâbirlerini açıklamada farklı yorumlara gitmişlerdir.
Biz mealdeki mânayı tesbit ederken İbn Hacer'in izahını esas aldık. Buna göre:
1- Hecer, Bahreyn'de Abdulkays kabilesinin ikamet ettiği bir diyarın ismidir. Medine yakınlarında aynı ismi taşıyan küçük bir köyün kastedildiği de söylenmiş, hatta başka ihtimaller üzerinde de durulmuştur, ancak sahih olan önceki söylediğimizdir.
2- Yesrib, Medine'nin eski adıdır, kaliteli hurmalarıyla meşhur idi.
3- Rasûlullah ashabını kılıçla ifade etmiştir. Kılıç sallaması, düşmanla cihadıdır. Başının kopması Uhud'da Müslümanların maruz kaldığı musibete yorulmuştur. Bazı rivâyetlerde kılıçta gedik açılmış olduğu ifade edilmiş ve bu da ailesinden birinin (Hz. Hamza'nın) şehid düşeceği şeklinde, tarafından, yorumlanmıştır. Bazı rivâyetler bu kılıncın Zülfikâr olduğunu tasrih eder.
3655] İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/531-532
3656] Buhârî, Ta'bir 39, 44, Menâkıb 25, Meğâzî 9, 26, Menâkıbu'l-Ensâr 45; Müslim, Rü'ya 20, h. no: 2272
RÜYA
- 1007 -
4- Kılıcın tekrar sallanması, mücâdelenin devamı, kılıçtaki kopukluğun düzelmesi, müteakip savaşlarda Müslümanların zafere ereceklerinin alâmeti bilinmiştir. Tâbirciler kılıcı değişik yorumlara tâbi tutmuşlardır: Meselâ rüyada kılıç elde eden "kuvvet elde eder", "valilik elde eder", "emanet (vedia) elde eder", "zevce elde eder", "çocuk elde eder", keza "kılıncı kınına koyan evlenir", "birisiyle onun kılıncından daha uzun kılıçla vuruşan ona galebe çalar", "kılıç kuşanan bir işe girer" vs. gibi.
5- Görülen sığırlar, Uhud'da şehid düşen Müslümanlara yorulmuştur. Hadisin farklı rivâyet ve okunuşları, "Allah'ın bu ölümde hayır kılacağı" veya "bu ölümden sonra Allah'ın hayırlar (zaferler) vereceği" gibi değişik yorumlara imkân tanımıştır. Bir yoruma göre, Hz. Peygamber: "Allah'a kasem olsun Allah'ın yaptığında (Uhud'daki musibette) hayır gördüm, hayır var" demiştir.
6- Bedir'den sonraki fetihlerden maksad, Hayber'in fethi ve Mekke'nin fethidir. Hadiste geçen, “ba’de yevm-i Bedr” ibâresinde “ba’d” kelimesi bâzı rivâyetlerde “ba’du”, bazı rivâyetlerde “ba’de” şeklinde gelmiştir. Buna göre te'vil de farklı olmuştur. “Ba’du” okununca mânâ Uhud'dan sonra demektir ve bu durumda “yevm” kelimesi de nasb yapılarak “yevme Bedrin” okunması icabeder. Mâna şu olur: "(Gördüğüm başka) hayır da, Allah'ın (Uhud'dan) sonra Bedr(u'l-Mev'id) günü sıdkımıza sevab olarak verdikleri ile sonradan verdiği (ganimet, başarı nev'inden) hayra çıktı." Bunun mânası şudur: "Bedir günü verilen" deyince, müşkil bir durum çıkmaktadır. Çünkü, Bedir Savaşı Uhud Savaşı'ndan öncedir. Hâlbuki anlatılan tarihî ve mantıkî sıraya göre Uhud'dan sonrası sözkonusu. Alimler bunu şöyle çözerler: Hadiste geçen Bedir'den maksad Bedrü'l-Mev'id denen ikinci Bedir Gazvesi'dir. Bu ikinci Bedir, Uhud'dan sonradır. Uhud Savaşı bitip, Mekkeliler muzafferâne çekilirken Müslümanlarla aralarında söz düellosu olur. İşte bu düello esnasında, müteâkip sene Bedir'de ikinci kere buluşmak üzere anlaşırlar. Rasûlullah, ertesi yıl hacc mevsiminde Bedr'e gider, fakat Mekkeli müşrikler gelmezler. Böylece Müslümanlar savaş yapmadan bol ticaret yaparak dönerler. Bu ikinci Bedir Gazvesi, önceden anlaşılarak tesbit edildiği için buna Bedrü'l-Mev'id denmiştir.
Hadiste geçen sevâbu'ssıdk tâbiri gerçekten bu seferin vasfını ifade eder. Zira Müslümanlar, müşriklere verdikleri sözü tutmakla sıdk üzere hareket etmiş oldular. Bunun Allah indinde uhrevî sevâbı olduğu gibi, Müslümanlara moral, müşriklere gözdağı ve korku olması haysiyetiyle siyasî, dünyevî sevab da elde edilmiştir. Hadisin son kısmında geçen ve Allah'ın verdiklerinden olarak zikredilen "hayır" ile bu Bedri'l-Mev'îd Seferi sırasında yapılan kârlı ticaret dahi kastedilmiş olabilir.
İbn Hacer, hadisin bu veçhinden şu sonucu çıkarır: "Hz. Peygamber rüyasında sığır ve hayır görmüştür. Sığır, Uhud'da öldürülenlerle te'vil edilmiştir. Hayır da Mekke fethine kadar yapılan Bedir ve diğer savaşlarda cihad için Müslümanların izhar ettikleri sıdk ve sabırdan dolayı kazandıkları sevabla te'vil edilmiştir. Cenab-ı Hakk da onlara mükâfeten, Uhud'dan sonraki Kureyza, Hayber ve diğer zaferleri müyesser kılmıştır." 3657
Enes (r.a.) anlatıyor: "Hz. Peygamber’in (s.a.s.) şöyle söylediğini işittim: "Ben
3657] İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/533-535
- 1008 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bu gece, rü'yamda, kendimi Ukbe İbn Râfi'in evinde imişim gördüm. Orada bana İbn Tâb denen cinsten taze hurma getirildi. Ben bu rüyayı şöyle te'vil ettim: "Yükselme dünyada bizimdir, âhirette de hayırlı âkibet bizimdir, dinimiz de tamamlanmıştır." 3658
Açıklama: Bu rivâyette Hz. Peygamber (s.a.s.)'in güzel isimlerle tefe'ülü rüyaya da tatbik ettiğini görmekteyiz. Tefe'ül, uğur çıkarmak, hayra yormaktır. Rasûlulah (s.a.s.) teşâümü, yani şundan bundan uğursuzluk çıkarmayı reddederken, uğur çıkarmayı reddetmemiştir.
Bu rivâyete göre, Hz. Peygamber rüyada kendisini Ukbe İbn Râfi'in evinde görmüş. Ukbe'yi aynı kökten gelen ukbâ, âkibet kelimeleriyle te'vil etmiştir.
Râfi, yüksek, yükselen gibi mânâlar ifade eder. Bundan rif'at (yükseliş)'e geçerek bu isimleri: "Dünyada yükseliş bize, ahirette hayırlı âkibet bize" şeklinde te'vil etmiştir. Esasen bu mânalarda ayetler mevcuttur: "Akibet muttakilere aittir." 3659; Kezâ: "İnanıyorsanız mutlaka gâlipsiniz" 3660 gibi.
Kezâ, ikram edilen hurmanın ismi İbn Tâb'dır. Burada tâb, tayyib yani güzel, mükemmel mânâsına gelir. Medineli bir şahsın adı ise de bir hurma çeşidi de o adla şöhret bulmuştur. Rasûlullah, bu ismi de dinin kemâle ermesiyle te'vil buyurmuştur. Dinin kemâli, kâide ve hükümlerinin kesinleşip istikrarını bulması, medenî hayatta ihtiyaç duyulmakta olan hususta gerekli prensiplerin, kaidelerin konmasıdır. Nitekim en son nâzil olan âyetlerin birinde meâlen: "Bugün size dininizi tamamladım" 3661 buyrulmuştur.
Bu rivâyetlerden hareket eden Müslüman tâbirciler, rüyada iyi isim görmeyi hep iyiye yorma prensibini vaz' etmişlerdir. Hadiste ifâde edilen hükümlerin, Kur'ân ayetleriyle tesbit edildiği nazar-ı dikkate alınınca, Rasûlullah’ın (s.a.s.) bu hadisi irad etmede asıl gayelerinden birinin, rüya tâbirinde bu prensibi vaz'etmek olduğu söyenebilir. Ayrıca, çocuklara ve diğer eşyaya verilecek isimlerin güzel olması hususundaki tavsiyelerine bir takviye gâyesi de gözükmektedir. 3662
İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) şöyle demişti:
"Ben (rüyamda), saçları karma karışık siyah bir kadının Medine'den çıkıp Mehyea'ya indiğini gördüm. Burası Cuhfe'dir. Ben bunu, Medine'deki vebanın oraya nakledilmesine yordum." 3663
Açıklama:
1. Hadiste Mehyea ile ilgili bir açıklama var: "Burası Cuhfe" diye. Bu açıklamanın, birçok rivâyette bulunmamasından hareket eden şârihler, bunun bir derc olduğunu ve bu açıklayıcı derci hadisin râvilerinden Mûsâ İbnkbe'nin ilâve ettiğini söylemişlerdir.
2- Cuhfe, Mu'cemu'l-Büldan'ın verdiği bilgiye göre, Mekke-Medine yolu üzerinde, Mekke'den dört merhale mesafede bir yerin adıdır. Mekke' ye gelen Mısır
3658] Müslim, Rü'ya 18, h. no: 2270; Ebu Dâvud, Edeb 96, h. no: 5026
3659] 7/A'râf, 128
3660] 3/Âl-i İmran, 139
3661] 5/Mâide, 3
3662] İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/535-536
3663] Buhârî, Ta'bir 41, 42, 43; Tirmizî, Rü'ya 10, h. no: 2291
RÜYA
- 1009 -
ve Şamlıların, Medine'den geçmedikleri takdirde, mîkat (ihram giyme) mahalleridir. Medine'den geçerlerse Zü'l-Huleyfe olur.
3- Müslümanlar Medine'ye hicret ettikleri zaman buranın havası Mekkelilere yaramamış, hep hummaya (ateşli hastalık, sıtma) yakalanmışlar, Mekke'ye karşı özlem duymaya başlamışlardır. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.): "Ya Rabb, bize Medine'yi sevdir... hummâsını da Cuhfe'ye naklet" diye duâ buyurmuştu. Şu halde Rasûlullah bu duâsının Allah tarafından kabul edildiğini, hummanın Medine'den çıktığını bu rüya ile ashabına (radıyallahu ahnüm ecmain) müjdelemiş olmalıdır.
4- Yorumcular siyah (sevdâ) kelimesi ile kötülük “es-sû’” ve hastalığın “ed-dâu” ifâde edildiğini kabul etmişlerdir. Saçların karışıklığını da kötülük ve şer yaymakla yorumlamışlardır. 3664
İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) zamanında kişi, bir rüya görecek olsa onu (s.a.s.) efendimize anlatırdı. O sıralarda ben genç, bekâr bir delikanlıydım, mescidde yatıp kalkıyordum. Bir gün rüyamda, iki meleğin beni yakalayıp cehennemin kenarına kadar getirdiklerini gördüm. Cehennem kuyu çemberi gibi çemberlenmişti. Keza (kova takılan) kuyu direği gibi iki de direği vardı. Cehennemde bazı insanlar vardı ki onları tanıdım. Hemen istiâzeye başlayıp üç kere: "Ateşten Allah'a sığınırım" dedim. Derken beni getiren iki meleği üçüncü bir melek karşılayıp, bana: "Niye korkuyorsun? (korkma)" dedi.
Ben bu rüyayı kızkardeşim Hafsa’ya (r. anhâ)'ya anlattım. Hafsa da Rasûlullah’a (s.a.s.) anlatmış. Rasûlullah (s.a.s.): "Abdullah ne iyi insan, keşke bir de gece namazı kılsa!" demiş. Sâlim der ki: "Abdullah bundan sonra geceleri pek az uyur oldu!" 3665
Açıklama:
1- Kurtubî diyor ki: "Hz. Peygamber (s.a.s.) Abdullah’ın (r.a.) rüyasını iyiye yormuştur, çünkü Abdullah önce ateşe getirildiği halde kendisine "niye korkuyorsun, korkma!" tesellisiyle ateşe atılmaktan affedilmiştir, bu onun sâlih oluşuna delildir. Kusuru, gece namazı kılmaması idi. Böylece bu rüya onun salâbetine mükâfaten bir tembih ve uyarı oldu. Bu sayede anladı ki, gece namazı, ateşten, ateşe yakınlaşmaktan koruyan belli başlı tedbirlerden biridir. Bunun için Abdullah (r.a.) ölünceye kadar gece namazını terketmemiştir."
2- Şârih Mühellib: "Bundaki sır Abdullah'ın mescidde yatmasıdır. Zira mescidin şe'ni ve hakkı, içinde ibâdet edilmesidir. Ateşle korkutulmak suretiyle bu eksikliği uyarılmış oldu" der.
3- Hadis, gece namazının ehemmiyetini, bu namazın cehennemden korunmaya müessir bir çare olduğunu göstermektedir.
4- Hadiste, "Kadına rüya anlatılmamalı" diyen yorumculara da cevap var. Bunun câiz olduğu görülmektedir. Ayrıca mescidde yatıp kalkmanın câiz oluğu da anlaşılmaktadır. 3666
3664] İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/536-537
3665] Buhârî, Ta'bir, 35, 36, Salât 58, Teheccüd 2, Fedâilu'l-Ashâb 19; Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 140, h. no: 2479
3666] İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/538
- 1010 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Abdullah İbn Ömer (r.a.) bir başka rivâyette şöyle demektedir: "Rüyamda, avucumda seraka denen iyi cins ipekten bir parça gördüm, cennette, her nereyi arzu etsem beni oraya uçuruyordu. Bu rüyamı Hafsa (r. anhâ)'ya anlattım. O da Rasûlullah'a anlatmış. Rasûlullah (s.a.s.): "Kardeşin sâlih bir kimse" diye yormuş." 3667
Açıklama:
1- Abdullah İbn Ömer'in cehenneme götürülmesi gibi cennete götürülmesiyle de ilgili rüyası var. Bunlar ayrı ayrı rüyalardır. Yukarıda cennete girişiyle ilgili rüyayı görüyoruz. Muhtemelen bunu muahharan, gece ibâdetlerine başladıktan sonra görmüş olmalı. Hadisin bir başka vechinde Rasûlullah önceki hadiste olduğu gibi, "Abdullah sâlih bir kimsedir, bir de gece namazı kılsa" buyurmuştur.
2- Bazı şârihler, bu hadisin kaydedildiği babtan bir önce yer alan, "Rüyada yastığının altında çadır direği gören" adındaki bab başlığı ile bunu birleştirip, İbn Ömer'in rüyada, yastığının altında çadır direği de gördüğünü ifade edip, yorumlarının vüs'atini geniş tutmuşlardır. Kaydedilecek "şârih yorumları" yorum olarak muteber kabul edilse de İbn Hacer'in açıklamasına göre, Abdullah İbn Ömer'in rüyada yastığının altında çadır direği görmesini rivâyetler doğrulamamıştır.
3- Rüyada görülen direk İslâm'la yorumlanmıştır. Keza ipek de din ve ilimle, dinle kazanılan şerefle yorumlanmıştır. "Onu elde eden, ahirette, cennette istediği yere, onun sayesinde gidebilir" denmiştir.
4- Rüyada cennete girmek, uyanık halde girmeye delil kabul edilmiştir. Çünkü hadisin bir vechinde rüyası cennete girenin yakaza halinde gireceğine dair nassî ifade vardır. Rüyada, cennete girmek, İslâm'a girmekle de yorumlanmıştır, çünkü cennete girmenin yegâne vasıtası İslâm'a girmektir.
5- İpeğin uçması kuvvete delildir. Yâni cennette istediği yere gidebilecek güce, mânevî yüceliğe sahip demektir. 3668
Ebu Bekre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) bir gün: "Sizden bir rüya gören var mı?" diye sual buyurdular. Cemaatten bir adam: "Evet ben (şöyle bir rüya gördüm): Sanki gökten inmiş bir terazi vardı. Siz ve Ebu Bekir tartıldınız. Sen, Ebu Bekir'den ağır geldin. Ebu Bekir'le Ömer de tartıldılar. Ebu Bekir ağır geldi. Sonra Ömer'le Osman tartıldılar. Ömer ağır bastı. Sonra terazi kaldırıldı" dedi. (Adam sözünü bitirince) Rasûlullah (s.a.s.)'ın mübarek yüzlerinde memnuniyetsizlik gördük." 3669
İbn Abbas (r.a.) anlatıyor: "Bir adam Rasûlullah (s.a.s.)'a gelerek şu rüyayı anlattı: "Bu gece rüyamda buluta benzer bir şey gördüm, ondan yağ ve bal yağıyordu. İnsanlar da ellerini açıp bu yağmurdan almaya çalışıyorlardı. Azıcık alan da vardı, çokça alabilen de. Derken arzdan semaya kadar uzanan bir ip gördüm. Siz o ipe yapışıp çıktınız. Sizden sonra birisi ona tutunup o da çıktı. Sonra bir diğeri yükseldi, sonra bir diğeri daha ipe tutundu, ama ip koptu. Ancak onun için ipi eklediler, o da yükseldi."
3667] Buhârî, Ta'bir 25; Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 139, h. no: 2478
3668] İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/539-540
3669] Ebu Dâvud, Sünnet 9, h. no: 4634, Tirmizî, Rüya 10, h. no: 2288
RÜYA
- 1011 -
Hz. Ebu Bekir (r.a.) atılarak: "Ey Allah'ın Rasûlü, Annem babam sana kurban olsun, müsâade buyursanız ben yorayım!" dedi. Rasûlullah da: "Pekâlâ, yor!" dedi. Hz. Ebu Bekir şunları söyledi: "O bulutumsu gölgelik, İslâm bulutudur. Ondan yağan bal ve yağ Kur'ândır. Kur'ân'ın (bal gibi) halâveti ve (yağ gibi) yumuşaklığıdır. İnsanların bundan avuç avuç almaları Kur'ân'dan kiminin çok, kiminin az miktarda istifadeleridir. Arzdan semaya inen ip ise, senin getirdiğin hakikattir. Sen buna yapışmışsın, Allah o sebeple seni yüceltecektir. Senden sonra bir adam daha ona yapışacak ve onunla yücelecek, ondan sonra biri daha ona yapışıp o da yücelecek. Ondan sonra biri daha yapışır, fakat ip kopar, ancak onun için ip ulanır o da yapışıp yükselir. Ey Allah'ın Rasûlü, annem babam sana fedâ olsun, doğru te'vil edip etmediğimi haber ver!"
Rasûlullah (s.a.s.) şu cevabı verdi: "Bazı te'vilinde isâbet ettin, bazı te'vilinde de hata ettin." "Öyleyse, Vallahi yâ Rasûlallah! Bana illâ söyle, hata ettiğim nedir?” dedi. Rasûlullah (s.a.s.): "Yemin etme!” buyurdu. 3670
Açıklama:
1- Rivâyet, Hz. Ebu Bekir'in te'vili ile yeterli açıklığa kavuşturulmuştur. Fazla izaha gerek yoktur. Ancak Hz. Peygamber’in (s.a.s.) "Yemin etme!" deyip kesmesi merakımızı celbetmektedir.
Dâvudî bunu şöyle anlamıştır: "Yemini tekrar verme, hata ettiğin noktaları söylemiyeceğim." Ancak bunu, "İpin kopmasını, Hz. Osman'ın şehadeti ve onu takip eden harpleri ve fitneleri bildiği için bunların zikrini, duyulup şuyû bulmasını istememiş, bu sebeple sükût etmiştir" diye te'vil eden de olmuştur.
2- Hz. Ebu Bekir'in hata ettiği te'vil ne idi? Bu husus farklı yorumlara sebep olmuştur. Bazıları şöyle:
a) Rüyayı te'vil hakkı Hz.Peygamer'e ait idi. Hz. Ebu Bekir, te'vil için acele edip izin istemekle hata etmiştir. Buna itiraz edilmiş, hatanın bizzat yapılan te'vilde aranması gerektiği belirtilmiştir. Hatta "yemin etme" sözünün "Düşünürsen hatanı anlarsın" mânâsına geldiği belirtilmiştir.
b) Hatanın yağla balı ayrı ayrı şeylerle te'vil etmeyip sadece Kur'ân'la te'vil etmesinden, "Kur'ân'ın halâveti ve yumuşaklığıdır" denmesinden ileri geldiği belirtilmiştir. Bu, çoğunluka mâkul karşılanmış bir açıklamadır. "Yağ ve bal iki ayrı şeye te'vil edilebilirdi:
1) Kur'ân ve sünnet.
2) İlim ve amel.
3) Fehm (anlayış) ve hıfz (ezberleme)" demişlerdir.
c) Hz. Ebu Bekir'in hatası, mezkur kimseleri belirleme ve ismen söyleme işini terketmesinde olabilir, denmiştir.
d) "Hem isabet hem de, hata ettin" demesinden maksat şu da olabilir: Tâbir esas itibariyle zanna dayanır, kesin ilim ifade etmez. Öyle ise isabet etmek de, hata etmek de her zaman ihtimal dâhilindedir." denmiştir.
3670] Buhârî, Ta'bir 11, 47; Müslim, Rü'ya 17, h. no: 2269; Tirmizî, Rü'ya 10, 2294; Ebu Dâvud, Sünnet 9, h. no: 4632; İbn Mâce, Rü'ya 10, h. no: 3918
- 1012 -
KUR’AN KAVRAMLARI
e) Bazıları: "Hz. Ebu Bekir'in Rasûlullah'tan tâbir için izin taleb etmesi hata ise Hz. Ebu Bekir'in te'vilindeki hatayı aramak daha büyük hatadır. Dinin iktizası bu konuda ileri gitmemektir" denmiştir.
3- Rivâyetten anlaşılacağı üzere, ipten tutunup çıkanlar, Hz. Peygamber'den sonra, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman'dır. Hz. Osman zamanında ip kopmuştur. Hz. Osman (r.a.)'da ipin kopup tekrar bağlanması, onun öldürülmesi, hilâfetin başkasının eline geçmesidir. 3671
Hz. Âişe (r.anhâ) anlatıyor: Rüyamda hücreme üç ay’ın düştüğünü gördüm. Rüyamı babam Ebu Bekir’e (r.a.) anlattım. Sükût etti, cevap vermedi. Rasûlullah (s.a.s.) vefat edip de odama defnedilince Ebu Bekir: "İşte (rüyanda gördüğün) üç ay’dan biri ve en hayırlısı!" dedi. 3672 Hz. Peygamber’den (s.a.s.) sonra Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (r.a.) de Hz. Aişe'nin hücresine defnedilmişlerdir.
Yine Hz. Âişe anlatıyor: "Hz. Peygamber (s.a.s.)'e Varaka İbn Nevfel hakkında soruldu. Hz. Hatice (r.anhâ): ‘O seni tasdik etti ve sen peygamberliğini izhar etmeden önce vefat etti’ dedi. Rasûlullah (s.a.s.) şu cevabı verdi: "O bana rüyada gösterildi. Üzerinde beyaz bir elbise vardı. Şayet cehennemlik olsaydı, beyaz renkli olmayan bir elbise içerisinde olması gerekirdi." 3673
Açıklama:
1- Varaka İbn Nevfel Hz. Hatice (r.anhâ)'nin amcasının oğludur. Cahiliye devrinde Hıristiyan olmuş, İncil ve Tevrat'ı okumuş, ilim sahibi bir zattı. Hz. Peygamber’e (s.a.s.) nübüvvet geldiği zaman yaşlanmış, gözleri kör olmuş vaziyette idi. İlk vahyin şoku ile Hz. Peygamber (s.a.s.) gördüklerinden korkmuş idi. Hz. Hatice (r.anhâ) Rasûlullah'ı ona götürmüş, durumu anlatıp, fikrini sormuştu. Varaka, Rasûlullah'ı dinledikten sonra, kendisinin geleceği Hz. Mûsâ ve Hz. İsa tarafından müjdelendiğini, beklenen peygamber olduğunu, kendisine gelen meleğin de önceki peygamberlere de gelen Cebrâil olduğunu söylemiş: "Kavmin seni Mekke'den çıkaracakları zaman keşke sağ olsam da sana yardım etsem!" temennisinde bulunmuştu. Ama bir müddet sonra vefat etti.
Peygamberimize tebliğ emri gelmediği için bu kadarcık tasdik ve te'yidi iman sayılır mı? Bu soruya ulemâ, umumiyetle "evet" demiş ve Varaka'yı sahabi saymıştır. İbn Hacer, onu (r.a.) selefleri gibi sahabi addetmiş ve el-İsâbe'nin ilgili bölümünde el-Kısmu'l-Evvel'de zikretmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.s.), Varaka'nın durumunu mevzubahis edip sorunca Hz. Hatice'ye, onu rüyasında beyaz elbise içerisinde gördüğünü söyleyerek: "Cehennemlik olsa başka bir elbise içinde görmem gerekirdi" mealinde cevap verir. Cevapta, kesin bir delille cennetlik olduğunu beyanı yok ise de dolaylı, işârî bir delille cennetlik olduğu ifade edilmiş olmaktadır.
2- Bu cevaptan yorumcular şu prensibe ulaşmışlardır: "Mü'min, rüyasında ölmüş kimse üzerinde beyaz elbise görürse bu onun iyi hal üzere olduğuna, cennet ehlinden bulunduğuna delâlet eder." 3674
3671] İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/543-544
3672] Muvatta, Cenâiz 10, h. no: 1, 232
3673] Tirmizî, Rü'ya 10, h. no: 2289
3674] İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/545
RÜYA
- 1013 -
Câbir (r.a.) anlatıyor: "Bir bedevî Hz. Peygamber’e (s.a.s.) gelip: "Rüyamda başımın kesildiğini, kendimin de onun peşine düştüğümü gördüm" dedi. Rasûlullah (s.a.s.) adamı azarlayıp: "Sakın ha! Şeytanın, rüyanda seninle eğlenmesini kimseye anlatma!" dedi. 3675
Açıklama:
Bu rivâyetin bir başka vechinde, bu hadiseden sonra Hz. Peygamber'in halka hitab ederek: "Şeytan herhangi birinizle uykusunda oynadığı vakit onu kimseye anlatmasın" tenbihinde bulunur.
Rasûlullah hoşa gitmeyen, üzücü rüyaları "şeytanın eğlenmesi (veya oynaması)" olarak tavsif etmiş ve bu çeşit rüyaların kimseye anlatılmamasını tavsiye etmiştir. Şu halde sadedinde olduğumuz rivâyet, rüyanın "şeytanın oynaması" çeşidine bir örnek olmaktadır.
Ancak şu da var ki, tâbirciler rüyada baş kelimesini, kişinin içinde bulunuğu nimet ve makamı kaybetmesine alâmet saymışlardır. "Şayet böyle bir rüyayı, köle görmüş ise, onun hakkında bu, azad edileceğine, hasta ise şifa bulacağına, borçlu ise borçtan kurtulacağına, haccetmemiş ise haccedeceğine, üzüntülü ise sevineceğine, bir korktuğu varsa emniyete kavuşacağına delalet eder" demişledir. 3676
Abdullah bin Selâm (r.a.) anlatıyor: “Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminde bir rüya görmüş ve kendisine de anlatmıştım. Şöyle görmüştüm: Bir bahçede idim -bahçenin genişliğini ve yeşilliğini anlatmış, sonra şöyle devam etmiştir- ortasında demirden bir dikme vardı ki, altı yerde üstü gökte idi, yukarısında bir kulp vardı. Bana: ‘Haydi yukarı çık’ denildi. ‘Yapamam’ dedim. Bunun üzerine bir hizmetçi geldi ve arkamdan elbisemi tutup kaldırdı, direğin tepesine kadar yükseltti, kulpu tuttum. Bana: ‘İyi sarıl’ denildi. Kulp elimde iken uyanıverdim. Hz. Peygamber (s.a.s.)’e gidip anlattım. O da: “Bu gördüğün bahçe İslâm’dır, dikme de İsâm direğidir. O gördüğün kulp da, Urvetü’l-Vüskadır (sağlam kulptur). Sen ölene kadar İslâm üzere olacaksın’ buyurdu. 3677
Ümmü'l-Alâ el-Ensâriyye (r.anhâ) anlatıyor: "Muharcirler geldiği zaman (kur'a çekildi), bize Osman İbn Maz'un'un ağırlanması çıktı. (Onu evimize yerleştirdik.) Hemen hastalandı. Tedavisi ile meşgul olduk. (Şifa bulamadı), vefat etti. Osman (r.a.)'ı rüyamda gördüm, akan bir çeşmesi vardı. Düşümü Hz. Peygamber (s.a.s.)'e anlattım. Bana: "Bu onun amelidir, onun için akıyor" dedi. 3678
Açıklama:
1- Ümmü'l-Alâ'nın bu rivâyeti, Medine'ye hicret eden Mekkeli muhacirlerin başlangıçta içtimâî hayata nasıl intibak ettirildiklerini göstermesi bakımından dikkat çekicidir: Medineli âileler, kur'a çekmek suretiyle kendi hissesine kim düşüyor ise onu evine götürüp yerleştirmiş ve misafir etmiştir. Kardeşleştirilen bu insanlar, birbirlerine vâris olacak derecede akde dayalı mânevî bağlarla bağlanmış idiler.
3675] Müslim, Rü'ya 12, h. no: 2268
3676] İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/546
3677] Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr 19; Ta’bîr 19, 23
3678] Buhârî, Tabîr 13, 37, Cenâiz 3, Şahâdât 30, Menâkıbu'l-Ensar 46.
- 1014 -
KUR’AN KAVRAMLARI
2- Mekke'nin kurak ve çöl ikliminden Medine'nin rutubetli iklimine birden intibak edemeyen Mekkeliler, ilk geldikleri sıralarda hummaya yakalanmışlar, Mekke'ye karşı özlemleri de artmış idi. Yukarıdaki rivâyet Osman İbn Maz'un’un (r.a.) bu hastalıktan kurtulamadığını belirtiyor. Usdü'l-Gâbe'de, Mekke'de ilk vefat eden muhacirin Osman İbn Maz'un (r.a.) olduğu belirtilir. Hicretin 22. ayında vefat etmiştir. Rasûlullah, ölümüne ağlamış ve ölüsünü öpmüştür. Ayrıca kabrine taş dikip belirgin kıldığı, zaman zaman ziyâret ettiği, oğlu İbrahim öldüğü zaman: "Git, bizim sâlih selefimiz Osman İbn Maz'ûn'a kavuş" dediği rivâyetlerde gelmiştir. Osman İbn Maz'ûn (r.a.) ibâdete çok düşkün, geceleri namaz kılan, gündüzleri oruç tutan, yüce bir sahabi idi. Hatta bir ara ebediyyen bekâr kalmaya azmetmiş ise de bunu işiten Rasûlullah (s.a.s.) müdahale ederek câiz olmadığını bildirmiştir.
3- Şârihler, Osman İbn Maz'ûn’un (r.a.) ölümünden sonra, akan çeşme şeklinde sevabını devam ettiren amelin ne olduğunu araştırmışlardır. Kesin olmamakla birlikte bazı ihtimaller üzerinde durulmuştur:
a) Osman, Ashab'ın zenginlerinden idi, sadaka-i câriye bırakmış olabilir. Bu onun amelini çeşme gibi kılar. Ancak bilinen bir sadaka-i cariyesi olmadığını söyleyerek bu ihtimale itiraz eden çıkmış ise de İbn Hacer, Osman’ın (r.a.) Saib isminde sâlih bir oğlu olduğunu, Bedr'e iştirak ettiğini, Hz. Ebu Bekir'in hilâfeti sırasında vefat ettiğini, "evlâd" ın, amel defterini açık bırakan üç sebepten biri olduğunu söyler. Bilindiği üzere diğer ikisi: İstifade edilen ilim ve sadaka-i câriye (herkesin istifade ettiği âmme hizmetidir (yol, köprü, çeşme, vakıf vs. bırakmak).
b) "Osman'ın ameli, murâbıtlığı olabilir" denmiştir. Yani kendisini Allah yolunda cihada hasretmiş olması. Çünkü bir hadiste Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Murâbıt olan hariç, her ölenin ameli sona erer. Allah yolunda murâbıt olanın ameli ise, kıyamete kadar ona sevap getirmeye devam eder. Murâbıt, kabir azabından da emin olur."
Bu hadisi te'yid eden bir başka hadis de şöyledir: "Allah yolunda bir gün ve bir gecelik ribât bir aylık oruç ve gece ibâdetinden daha hayırlıdır. Şâyet ölecek olsa yapmakta olduğu ameli, kıyamete kadar (yapmakta imiş gibi) sevap getirmeye devam eder ve fitnelerden de emin olur."
"Osman İbn Maz'ûn, kendini Allah yoluna adayanlardan biri olduğu için hâli, bu hâdise mâsadak olmaya uygundur" denmiştir.
Ancak söylenen bütün ihtimallerin Osman (r.a.) hakkında muteber olması da vâriddir. 3679
Ubâdetu'bnu's-Sâmit (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.)'a Cenab-ı Hakk'ın şu âyeti hakkında sordum: "Dünya hayatında da, âhirette de müjde onlaradır..." 3680 Şu cevabı verdi: "Burada kastedilen müjde sâlih rüyadır. Mü'min kul onu görür veya kendisine gösterilir." 3681
Açıklama: Kur'an-ı Kerim, Hz. Yusuf, Hz. İbrahim (aleyhimes selâm) gibi büyük peygamberlerin rüyalarına genişçe yer verir. Rasûlullah’ın (s.a.s.) gerek
3679] İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/547-548
3680] 10/Yunus, 64
3681] Tirmizî, Rü'ya 3, h. no: 2276
RÜYA
- 1015 -
hayatında ve gerekse hadislerinde rüyanın ayrı bir yeri var. Yani dinimiz, rüya hadisesi üzerine gerektiği kadar eğilmiş, onun ehemmiyetine dikkat çekmiştir. İbn Abbas’ın (r.a.) bir âyette geçen "müjde"yi "sâlih rüya" olarak tefsir etmesi de sâlih rüyânın ehemmiyetine dikkat çekme sayılabilir. Aslında bu yorum, Rasûlullah’ın (s.a.s.) bir hadisine dayandırılabilir. Zira Efendimiz şöyle buyurmuştur: "...Rüya üç çeşittir: Rüyayı sâliha: Bu Allah'tan bir müjdedir. Bir diğer rüya şeytanîdir. İnsanı üzer. Üçüncü çeşit rüya kişinin kendi kendine konuşmasıdır..."
Sâlih rüyâ'nın ehemmiyetini belirtme zımnında Rasûlullah (s.a.s.) onun "nübüvvetin kırk altı cüzünden biri"ni teşkil ettiğini söyler. Yine bu babta şu hadis rivâyet edilmiştir: Rasûlullah (s.a.s.): "Risâlet ve peygamberlik artık bitmiştir. Benden sonra ne nebi, ne de rasûl gelecektir" buyurdu. Bu, cemaatin üzülmesine sebep olmuştu ki Rasûlullah (s.a.s.): "Ancak müjde vericiler (mübeşşirât) var" buyurdu. "Ey Allah'ın Rasûlü! Müjde vericiler de nedir?" diye sorulunca: "Müslümanın rüyasıdır. O nübüvvetin cüzlerinden bir cüzdür" buyurur.
Sâlih Rüya
Ebu Sa'îdi'l-Hudrî (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Müslüman kişinin sâlih rüyası, peygamberliğin yetmiş cüzünden biridir." 3682
Ümmü Kürz el-Ka'biyye (r.a.)â anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Peygamberlik gitti fakat mübeşşirât (mü'minin göreceği güzel rüyalar) bâkidir."
Ebu Sa'îd ve İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Kim, beni rüyasında görmüşse mutlaka beni görmüştür. Çünkü şeytan benim suretime giremez."
Ebu Cuheyfe (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Kim beni rüyasında görürse, o uyanıkken beni görmüş gibidir. Çünkü şüphesiz, şeytan benim suretime girmeye muktedir değildir."
Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Rü'ya üç kısımdır: Biri Allah'tan bir müjdedir. Biri nefsin konuşmasıdır. Biri de şeytanın korkutmasıdır. Biriniz hoşuna giden bir rü'ya görecek olursa, dilerse onu anlatsın. Eğer hoşuna gitmeyen bir şey görürse onu kimseye anlatmasın, kalkıp namaz kılsın."
Avf İbn Mâlik (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Rüya üç kısımdır: "Bir kısmı, âdemoğlunu üzmek için şeytandan olan korkulardır; bir kısmı, kişinin uyanıkken kafasını meşgul ettiği şeylerdendir; bunları uykusunda görür; bir kısım rüyalar da var ki, onlar peygamberliğin kırkaltı cüzünden birini teşkil eder." 3683
Râvi Müslim İbn Mişkem der ki: "Ben, Avf İbn Mâlik’e (r.a.): "Sen, bu hadisi Rasûlullah’tan (s.a.s.) bizzat işittin mi?" dedim. Avf, (iki sefer tekrarla): "Evet! Ben bunu Rasûlullah’tan (s.a.s.) işittim. Ben bunu Rasûlullah’tan (s.a.s.) işittim" dedi."
Hoşlanılmayan Rûya Görülünce:
Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Biriniz hoşuna gitmeyen bir rüya görünce uzandığı zaman diğer yanına dönsün, üç sefer soluna
3682] Müslim, Rü’yâ 9, h. no: 2265
3683] İbn Mâce, Ta’bîr 3; Tirmizî, Rü’yâ 6; Ebû Dâvud, Edeb 97
- 1016 -
KUR’AN KAVRAMLARI
tükürsün. Allah'tan o rüyanın hayrını talep edip, şerrinden Allah'a sığınsın." 3684
Ebu Hureyre anlatıyor: "Rasûlullah’a (s.a.s.) bir adam gelip: "Rüyamda başımın vurulduğunu, (koparıldığını) sonra da yerde yuvarlandığını gördüm!" dedi. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdular: "Şeytan (birinize rüyasında) gelir. O da bundan korkar. Sabah olunca, gidip bunu halka anlatır."
Açıklama: Rasûlullah (s.a.s.), birçok hadislerinde, hoşlanılmayan rüyanın anlatılmamasını tavsiye buyurmuştur. Son hadiste de, adamın hoşlanmadığı rüyasını anlatmasını dolaylı bir üslûbla tenkit etmiş, bu çeşit rü'yaların şeytandan olduğunu, anlatılmamasının daha muvafık olacağını irşad buyurmuştur. Rüya anlatılan kimse, ehliyetli biri değilse, onun yapacağı rastgele yorumlar kişiyi iyiden iyiye huzursuz edebilir. Bu meselede de irşâd-ı nebevîye uyulmada nice hikmetler ve maslahatlar var. 3685
“Rüya yorumlanıncaya kadar bir kuşun ayağındadır (yani, sâbit bir yerde durmaz). Yorumlandığında gerçekleşir. Rüyayı sevdiğiniz veya aklı başında bir kimseye anlatın.” Diğer bir rivâyette: “Anlayışlı ve sevdiğiniz kimseye”, “Âlim ve doğru sözlü/nasihatçi bir kimseye anlatın.” 3686
Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Rüyada gördüğünüz şeylerin isimlerini, o rüyayı yormada esas alın. Keza gördüklerinizin künyelerini veya kinaye mânalarını da dikkate alın. Rüya, ilk yorumcuya göre (vukûa gelir, öyleyse rastgele kimselere anlatmayın)."
Ümmü'l-Fadl (r.anhâ)'dan rivâyet edildiğine göre: "Kendisi (bir gün): "Ey Allah'ın Rasûlü! Rüyamda sanki sizin uzuvlarınızdan birinin evimde olduğunu gördüm" demiş, (s.a.s.) de: "Hayır görmüşsün. Kızım Fâtıma bir oğlan çocuğu dünyaya getirir, sen onu emzirirsin" buyururlar.
Gerçekten de Hz. Fâtıma (r.a.) (bir müddet sonra) Hz. Hüseyin veya Hasan’ı (r.anhümâ) doğurdu. Ümmü'l-Fadl da (kendi bebeği) Kusam'ın sütüyle onu emzirdi. Ümmü'l-Fadl (sözüne devamla) dedi ki: "Bir gün ben onun (s.a.s.) yanına getirip kucağına koydum. Çocuk (Rasûlullah'ın kucağına) işedi. Ben de çocuğun omuzuna vurdum. Rasûlullah (s.a.s.) müdahale ederek "Oğlumun canını yaktın. Allah sana rahmet (mağfiret) etsin" buyurdular." 3687
Talha İbnbeydillah (r.a.) anlatıyor: "Beli (kabilesinden) iki kişi (s.a.s.)'ın yanına geldiler. İkisi beraber müslüman olmuştu. Biri gayret yönüyle diğerinden fazlaydı. Bu gayretli olanı, bir gazveye iştirak etti ve şehit oldu. Öbürü, ondan sonra bir yıl daha yaşadı. Sonra o da öldü."
Talha (devamla) der ki: "Ben rüyamda gördüm ki: "Ben cennetin kapısının yanındayım. Bir de baktım ki yanımda o iki zat var. Cennetten biri çıktı ve o iki kişiden sonradan ölene (cennete girmesi için) izin verdi. Aynı vazifeli zat, bir müddet sonra yine çıktı, şehit olana da (içeri girme) izni verdi. Sonra, adam benim için geri geldi ve:
"Sen dön, senin cennete girme vaktin henüz gelmedi!" dedi. Sabah olunca
3684] İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 17/514
3685] İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 17/515
3686] Ebû Dâvud, Edeb 97; Tirmizî, Rü’yâ 5; İbn Mâce, Ta’bîr 6
3687] İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 17/516
RÜYA
- 1017 -
Talha bu rüyayı halka anlattı. Herkes bu rüyada şehid olan zâtın sonradan cennete girmesine) şaştı. Bu, Rasûlullah'a kadar ulaştı, rüyayı ona anlattılar. (Dinledikten sonra) (s.a.s.): "Burada şaşacak ne var?" buyurdular. Halk: "Ey Allah'ın Rasûlü! Bu zat (din için) çalışmada öbüründen daha gayretli idi ve şehit de oldu. Ama cennete öbürü ondan evvel girdi" dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.): "Berikisi ondan sonra bir yıl hayatta kalmadı mı?" dedi.
"Evet!" dediler. (s.a.s.): "Ve o ramazan idrak edip oruç tutmadı mı, bir yıl boyu şu şu kadar namaz kılmadı mı?" Halk yine: "Evet!" deyince, Rasûlullah (s.a.s.): "Şu halde ikisinin arasında bulunan mesâfe gök ile yer arasındaki mesafeden fazladır!" buyurdular." 3688
“En büyük yalan, görmediği rüyayı ‘gördüm’ diye kişinin gözlerine iftirâ etmesidir.” 3689
“Kim görmediği bir rüyayı ‘gördüm’ deyip anlatırsa, âhirette yerine getirmesi mümkün olmayan bir işe, iki arpa tanesini birbirine düğümleme cezâsına çarptırılır. Kim, bir topluluğun duyulmasını istemedikleri bir sözü öğrenmeye çalışır (kulak hırsızlığı yapar)sa, kıyâmet günü kulaklarına eritilmiş kurşun dökülür. Kim de herhangi bir canlının sûretini (put olan resim ve heykelini) yaparsa, o da kıyâmette, yapamayacağı halde, ‘haydi buna can ver!’ diye zorlanarak azâb edilir.” 3690
İbn Ömer (r.a.)’den, Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “İftirâların en büyüğü, bir kimsenin gözüne görmediğini göstermesidir (görmediği rüyayı, görmüş gibi anlatmasıdır).” 3691
İbn Abbas (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Kim görmediği halde rüya görme iddiasına kalkarsa (kıyamet günü) arpa daneciğine düğüm atması teklif edilir. Kim de kendisinden hoşlanmadıkları halde, bir grubun konuşmasını dinleme gayretine düşerse kıyamet günü kulağına erimiş kurşun dökülür. Kim bir sûreti tasvir ederse (kıyamet günü) azaba uğrar ve bu yaptığına ruh üflemesi emredilir, ama üfleyemez." 3692
Açıklama: Rasûlullah (s.a.s.), bu hadislerinde, dinen yasaklanan bazı şeylere cür'et edenlerin azablarının şiddet ve devamını ifade için birkısım teşbihlere başvurmuştur:
Rüya hususunda yalan söylenmemelidir. Yani görmediği rüyayı, görmüş gibi anlatmamalıdır. Böyle bir davranışın cezası, âhirette büyük olacaktır. Arpa danesinin düğümlenmesinin teklifi bunu ifade eder. Çünkü arpanın iki ucu bir araya getirilemez ki düğüm yapılabilsin. Bu yapılamadığı müddetçe azabı devam ettirilecek demektir.
Kişi, kendisini sevmeyen, konuşmalarını dinlemesini istemeyen kimselerin konuşmalarını dinlememelidir. Bu yasağa uymayıp, merak sâikasıyla onların konuşmasını gizlice dinlemeye çalışan kimse kıyamet günü şiddetle cezalanacaktır.
Canlı tasviri yapılmamalıdır. Bunu yapanlara, yaptıkları heykel ve resim nev'indeki şeylere ruh üflemeleri gibi, yapmaları imkânsız bir teklifte
3688] İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 17/517
3689] Buhârî, Ta’bîr 45
3690] Buhârî, Ta’bîr 45; Ebû Dâvud, Edeb 88; Tirmizî, Rüyâ 8; İbn Mâce, Rüyâ 8
3691] Buhârî, Ta’bîr 45
3692] Buhârî, Ta'bîr 45, Büyû’ 104, Libas 97; Müslim, Libâs ve Ziyneh 99, hadis no: 2110; Ebu Dâvud, Edeb 96, h. no: 5024; Tirmizî, Rü'ya 8, h. no: 2284
- 1018 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bulunulacak, yapamadıkları müddetçe azaba uğrayacaklardır.
Vâsıle İbn'l-Eska' (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Şurası muhakkak ki, en büyük yalanlardan biri, kişinin kendisini babasından başka birisine nisbet etmesi veya görmediği bir şeyi gözlerinin gördüğünü iddia etmesi (görmediği rüyayı görmüş gibi anlatması), yahut da Rasûlullah (s.a.s.)'ın söylemediği bir şeyi O'na söyletmesidir." 3693
Açıklama: Dinimiz, neseb meselesine ehemmiyet vermiştir. Nikâh, miras gibi pekçok hukuki ve hassas meselelerin odak noktasını teşkil eden nesebin tağşîşi, bu meselede insanların yanıltılması, arkadan birçok haramlara, haksızlıklara kapı açmak demektir. Bu sebeple olacak ki basit bir hadise gibi görülen yabana neseb iddiası ehemmiyetli bir hâdisedir. Hatta, hadisin Buhârî'deki aslında "Kişi, bu iddiayı bile bile yaparsa, Allah'a küfretmiş olur" ziyadesi mevcuttur. Bazı âlimler de bu ibareye: "...Haram olduğunu bildiği halde kendisini bir yabancıya nisbet etmeyi helal addederse..." diye kayıt koymuştur. Şunu da belirtelim ki çoğunluk, buradaki "küfr"ü, küfran-ı nimet ile te'vil etmiş, bu ifadenin, tağlîz ve zecr maksadıyla ağır bir üslûba yer verdiğini söylemiştir. mutlak ifade ile "Bunu yapan, ehl-i küfrün fiiline benzeyen bir fiilde bulunmuştur" demenin kastedildiği de söylenmiştir. Hadisin bir diğer veçhi de zecri ifade eder: "Aralarında nesebi bulunmayan bir kavme kendisini nisbet eden, cehennemdeki yerini hazırlasın" denmiştir.
Hadis, açık bir şekilde, kişinin bilinen nesebini inkar ederek bir başka nesebi iddia etmesinin haram olduğunu belirtiyor. Ancak "bilerek" kaydı, bilmeden yapanı tehdidden hariç tutmuştur. İslâm'da sorumluluk bilme ve niyete tabidir.
Hadis, zecr maksadıyla herhangi bir günahı küfre nisbet etmenin caiz olduğunu da ifade eder. Hadisin bazı vecihlerini de gözönüne alan bazı alimler, müddeinin kendine ait olmayan bir şeyi "benimdir" diye iddia etmesinin haram olduğuna hükmetmiş ve hatta mal, ilim, taallüm, neseb, hâl, salâh, nimet, velâ vs. hangi çeşitten olursa olsun bâtıl iddiaların hepsini buraya dahil etmiştir.
Herhangi bir bâtıl fiile terettüp eden mefsedelerin miktarca artması nisbetinde onun tahrîmi şiddet kazanmaktadır. 3694
“Rüyası en doğru olanınız, en doğru sözlü olanınızdır.” 3695
İbn Abbâs (r.a.) şöyle demiştir: “Bütün peygamberlerin rüyaları vahiydir.” 3696
Ubeyd bin Umeyr şöyle demiştir: “Peygamberlerin rüyası vahiydir.” 3697
Âişe (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre, o şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.s.)’a ilk vahyin başlaması uykuda sâdık rüya görmekle olmuştur. Hiçbir rüya görmezdi ki, sabahın aydınlığı gibi (apaçık) zuhur etmesin…” 3698
“Rüyaların en doğru olanı seher vakitlerinde görülenidir.” 3699
3693] Buhârî, Menâkıb 5
3694] İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/365-366
3695] Müslim, Rü’yâ 6
3696] Hâkim; Mecmau’z-Zevâid; el-Heysemî, VII/176
3697] Buhârî, Vudû’ 5
3698] Müslim, İman 252, h. no: 160
3699] Tirmizî, Rü’yâ 3; Dârimî, rü’yâ 9; Ahmed bin Hanbel, III/29, 68
RÜYA
- 1019 -
“Zaman (kıyâmet) yaklaşınca mü’minin rüyası nerde ise yalan çıkmaz. Çünkü mü’minin rüyası, nübüvvetin kırk altı cüz’ünden bir cüz’üdür. Nübüvvetten cüz olan şey ise yalan olamaz.” 3700
Rüyada Peygamberimizi Görmek
“Kim beni rüyada görürse, gerçekten beni görmüştür. Çünkü şeytan, benim şeklime giremez.”3701 Hz. Peygamber’i rüyada göreni, Allah, uyanık iken ya dünyada veya âhirette Peygamber’i görmeye muvaffak kılacak demektir. 3702
Hz. Peygamber’i rüyada gören onu uyanık iken görmüş gibi olur. Fakat bu görme onu sahâbî yapmaz. Rüyadayken işittiği sözleriyle, hayatta iken ondan sâdır olan hadisleriyle amel edildiği gibi amel edilmez. Çünkü hayattaki haline uymamız emredilmiştir. Rüyadaki sözleriyle amel edileceğine dâir hiçbir nass yoktur. İbnu’l-Bakıllânî, yukarıdaki hadis-i şerifin mânâsı hakkında şöyler der: O kişinin Hz. Peygamber’i görmesi sahihtir, hayal değildir. Şeytanın o kimseye, peygamber olmayan birisini peygamber gibi göstermesi Hz. Peygamber’e (s.a.s.) benzetmesi mümkün değildir. Çünkü diğer bir hadiste geçen “gerçekten hakkı/doğruyu görmüştür” ifâdesi, sahih görme olduğunu ifâde eder. 3703
Kadı Iyâz da şöyle diyor: Bazı âlimler şöyle der: Allah’ın insanlara özellikle Peygamber’i (s.a.s.) doğru olarak göstermesi, şeytanın onun sûretinde görünmesine engel olması, uyku halinde onun üzerinde yalan uydurmasına mâni olmak içindir. Şeytan, insan uyanık iken de Hz. Peygamber’in sûretinde insana görünemez. Çünkü bu olmuş olsa, hakla bâtıl birbirine karışır. Bu düşünceyle Peygamber’in getirdiği şeylere güven kalmazdı. 3704
“Beni (rüyada) gören gerçekten hakkı/gerçeği görmüştür. Çünkü şeytan benim şeklime bürünemez.” 3705 “Beni gören hakkı görmüştür” ifâdesindeki “hak”dan maksat, bâtılın zıddıdır. Daha açığı, yalanın zıddı olan doğru, yani gördüğü rüyanın doğru olduğudur. Peygamber’i gerçekten görmüştür. Görmesi haktır ve hak olan rüya ile görmüştür.3706 “Şeytan benim şeklime bürünemez” demek, benim gibi görünemez, benim şeklime giremez, demektir. 3707
“Kim beni rüyada görürse uyanık iken de görecektir. Çünkü şeytan benim şeklime giremez.”3708
Hz. Peygamber’i (s.a.s.) rüyasında görmediği halde gördüğünü iddia edenin durumu nedir? Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s.): “Yalanların en büyüğü, rüyasında görmediği şeyi görmek iddiasıdır.”3709 buyurmuştur. Bunun yalanların en büyüğü olması, yalanın Allah’a nisbet edilmesindendir. Kişiye göstermek için rüya meleğini
3700] Buhârî, Ta’bîr 26; Müslim, R’ü’yâ 6; Tirmizî, Rü’yâ 1, 10
3701] Müslim, Rü’yâ 10; Tirmizî, Rü’yâ 4; İbn Mâce, Rü’yâ 2; Dârimî, Rü’yâ 4; Ahmed bin Hanbel, II/232, 342, 410, 425, 463, V/306, VI/394
3702] Aliyyu’l Kaarî, Mirkatu’l-Mefâtih Şerhu’l-Mişkâti’l-Mesâbih, VIII/378
3703] Nevevî, Şerhu Sahih-i Müslim, 15/29-31; Aynî, Umdetu’l-Kaarî, Şerhu Sahihi’l-Buhârî, 20/18
3704] Nevevî, Şerhu Sahih-i Müslim, 15/29-31; Aynî, Umdetu’l-Kaarî, Şerhu Sahihi’l-Buhârî, 20/18
3705] Buhârî, Ta’bîr 10; Müslim, Rü’yâ 11; Dârimî, Rü’yâ 4; Ahmed bin Hanbel, III/55
3706] Aliyyu’l Kaarî, Mirkatu’l-Mefâtih Şerhu’l-Mişkâti’l-Mesâbih, VIII/382
3707] Aynî, a.g.e., 20/20
3708] Buhârî, İlim 38, Ta’bîr 10; Müslim, Rü’yâ 11; Ebû Dâvud, Edeb 96
3709] Buhârî, Ta’bîr 45; Ahmed bin Hanbel, II/96, 119
- 1020 -
KUR’AN KAVRAMLARI
gönderen Allah’tır. Suyûtî diyor ki, hadiste geçen “firye” büyük yalandır ki, Peygamber (s.a.s.), uykuya nisbet edilen yalanın uyanıklıktaki yalandan daha büyük olduğunu söylemiştir. Çünkü bu Allah’a yalan isnâdıdır, nübüvvetin cüzlerinden bir cüz’ü yalan olarak iddiâ etmiş olmaktır. 3710
Tasavvufta Rüya ve Rüyanın Bilgi Kaynağı Olması; Rüya ile Hadis Rivâyeti ve Tashihi
Açıktır ki, keşf ve rüyanın bir Hz. Peygamber’le (s.a.s.) ilgili tarafı, bir de diğer insanlara bakan yönü vardır. Peygamberler “ismet” sıfatı ile muttasıf oldukları için, gerek rüyalarında gördükleri, gerekse keşf ve ilham yolu ile kendileri alıp ümmetlerine verdikleri her şey, Allah tarafından melek aracılığıyla gönderilen vahy hükmündedir. İctihat ve davranışlarında bazı hatalara düşseler bile bu hataların vahy yoluyla tashih edildiğini biliyoruz. Bu konuda âlimler arası önemli bir ihtilâf da söz konusu değildir.
Bizi burada ilgilendiren, konunun diğer insanlarla ilgili boyutudur. Acaba onların rüyalarında durum nedir? Keşf, ilham ve rüya ile hadis rivâyeti ve tashihinin, bir başka anlatımla, Hz. Peygamber’den (s.a.s.) vefatı sonrasında bilgi almanın; ilim ve hadis ilimleri açısından değeri nedir? Sûfîler ve hadisçiler bu konulara nasıl yaklaşmışlardır?
Konuyla ilgili ifâdelerinden anlaşıldığına göre sûfîlerin büyük çoğunluğu, rüya halini, insanlar arası bilgi akışının mümkün olduğu bir zaman dilimi olarak kabul etmişlerdir. Nitekim meşhur sûfîlerden Hakim et-Tirmizî (320/932): “İnsan uyuduğunda nefsin nûru yükselir, dünyayı dolaşır, melekûta ulaşır ve eşyayı müşâhede eder”3711 derken, rüyayı melekût âleminin en açık delillerinden sayan Gazâlî (505/1111), rüya ile mükâşefe ilmi arasında sıkı bir ilişki bulunduğuna dikkat çekmiş, onu, mülk ve şehâdet âleminde iken, melekût âleminin bilgisine ulaşılan bir kapı olarak görmüş ve söz konusu âlemin, kalpteki basîret gözü ile görülebileceğini3712 söylemiştir.
Rüyanın hayal ile irtibatını çok sık vurgulayan İbn Arabî (ö. 638/1240) ise; rüyanın işlevi hakkında şöyle der: “Uyku, kişiyi duyular dünyasından berzah âlemine götüren bir haldir, âlemlerin en mükemmelidir, her şeye hükmetme gücü vardır. Mânâları somut hale getirir, herhangi bir şekli olmayana şekil verir, imkânsızı mümkün kılar.3713 Allah insana hem uyku, hem de yakaza halinde eşyayı kavrayabileceği bir idrâk bahşetmiştir. Yakaza halindeki algılama “his”, uykuda olan algılama “hiss-i müşterek” diye adlandırılır. Uyanıkken görmeye “ru’yet”, uykuda görme işine “ru’yâ-i maksûr” denilir. İnsanın uyku sırasında algıladığı şeylerin tümü, uyanıkken duyular aracılığı ile “hayal”in zabtettiği şeylerdir. 3714
İbn Arabî’nin bu açıklamaları teorik anlamda uyku ve yakaza halleri ile ilgilidir. Ancak İbn Arabî’nin tasavvuf sistemi hakkında bir parça bilgisi olanlar, veya el-Futûhât’ı ile bir nebze ilgilenenler bilirler ki, o, söz konusu hallerin
3710] Aliyyu’l Kaarî, a.g.e., VIII/411
3711] Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, IV/45
3712] İhyâ,II/293. IV/504
3713] Fütûhât, III/329
3714] İbn Arabî, Fütûhât, IV/5; Ayrıca bk. Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, IV/44
RÜYA
- 1021 -
peygamberler ve velîlerde daha güçlü olduğuna inanmaktadır. Ruh kıvâmı itibarıyla onların yolunda olan sâlik de, derece derece bu hallerden istifade eder. Altı özenle çizilmesi gereken husus ise, onun bu vasıftaki kişilerin yakaza halinde iken algıladıkları şeyleri, uykuda iken de algılayabileceklerine inanmış olmasıdır.
Bu tespitler, İbn Arabî’de daha cesur ifadesini bulmakla birlikte, genel üslûplarından anlaşıldığına göre bütün tasavvuf ehli için geçerlidir.
Tasavvuf ehline göre bilgi edinme yollarından biri olarak kabul edilen rüyanın, tasavvufta önemli bir yeri vardır. “İnsanların kalplerinde yaratılan ve karar kılan şeyin tasavvur ve hayal yoluyla idrâk edilmesi” demek olan rüya, sûfîlere göre bir tür kerâmet, bir çeşit müjde olarak kabul edilmiştir.3715 Ölen bir kimsenin âhiretteki ahvâli ile ilgili olarak, rüya aracılığı ile dünyadakilere bilgi verme işi, pek çok sûfînin başvurduğu olağan uygulamalar cümlesindendir. Rüyalar çoğu zaman tasavvufî menkabelerin de kaynağı olmuştur. 3716
Tasavvufta rüyanın önemli bir yeri vardır. Bazen klasik tasavvuf anlayışınca rüyalara aşırı derecede önem verilmesine tepkiden dolayı “rüyayı bırak, rü’yete bak” denilmiştir. Hatta rüya bir nevi kerâmet kabul edilmiştir. Ayrıca rüya yoluyla uyarılmanın ve bilgi sahibi kılınmanın gerçek olduğunu göstermek için de meşhur zatların rüyalarından bolca örnekler zikredilir. Bundan da tasavvufta rüyanın rüya ile açıklandığı anlaşılmaktadır.
Kelebâzî (ö. 380/990) sûfîlerin akaidinden bahsederken rüya ile ilgili olarak şunları nakleder: Sûfîler rüyaları tasdik eder, mü’minler için rüyanın bir müjde, bir ikaz ve bir tevkıf olduğunu söylerler.” 3717 Ayrıca, sûfîlerin rüya yoluyla hadis rivâyet ettikleri de vâriddir.
Tasavvuf Ehlinin Rüya Yoluyla Hadis Rivâyet Etmeleri
Hadis ehli tarafından tasvip edilmeyen ve sûfîlerin benimsemiş olduğu rüya, keşif ve ilham ile hadisleri rivâyet ve tashih etme metodu pek çok sûfîde görülmektedir. Meselâ Ebû Tâlib el-Mekkî (ö. 386/996) bu metoda şöyle bir açıklama getirir: Birtakım hadisçilerin zayıf bulduğu bazı kimseler vardır ki, onlar âhiret âlimlerinden ve marifet ehlindendir. Bu insanların hadis ve haber rivâyetinde kendine has rivâyet metodları vardır. Bu kişiler rivâyetlerinde ona göre hareket ederler. Bu durumda hadisçiler bu tür rivâyetleri nakledenlerin aleyhinde bir delil değil, esasında bu tür rivâyetleri nakledenler hadisçiler aleyhinde delil olurlar. Çünkü bu rivâyet metodunu muhaddisler dışında hiç kimse zayıf kabul etmemiştir. Bundan dolayı hadis ehli bu rivâyeti yapanları kendi metodları dışında görmüştür.3718 Şa’rânî (ö. 973/1565), sûfîlerin bu konudaki metodunu hadisin nakledilmesiyle ilgili hususları anlatırken ortaya koyar: “Hadislerin doğruluğu, ya naklen ya da Hz. Peygamber’e (s.a.s.) sormak sûretiyle anlaşılır. Bir hadiste nakil yönünden zayıflık ve tutarsızlık varsa, yakazaten, şifâhî olarak ve ânında bunun Hz. Peygamber’den (s.a.s.) sorulması gerekir. Şayet hadisi anlatanlar gerçek muhaddis iseler ve hadis de Hz. Peygamberi’in anlatış tarzına uyuyorsa, artık
3715] Kuşeyrî, er-Risâle, 714-715
3716] Muhittin Uysal, Tasavvuf Kültüründe Hadis, s. 67-68
3717] Kelebâzî, et-Taarruf, Doğuş Devrinde Tasavvuf (et-Taarruf), İst. 1979, s. 63; Ahmet Yıldırım, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, T.D.V. Y., s. 296-297
3718] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kutu’l-Kulûb, I/177
- 1022 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bu hadisi Hz. Peygamber’den sormaya lüzum yoktur. Bu açıklamalardan sûfîlerin kendine has metodlarla hadis elde ettikleri anlaşılmaktadır.
İbn Arabî geleneğinin önemli simâlarından kabul edilen Abdulğanî en-Nablûsî (ö. 1143/1731), er-Ravdu’l-Enâm adlı eserinde, muhaddislerin koyduğu kurallarla rivâyet ile rüyada hadis rivâyetini kıyaslayarak, rüyada Hz. Peygamber’den hadis rivâyet izni alanların haberlerini ve benzer birçok meseleyi nakletmiş ve rüyada hadis rivâyetinin mümkün ve câiz olduğu sonucuna ulaşmıştır. Nablûsî’nin konuyla ilgili görüşlerinde delili; “Uyuyan hiçbir erkek ve kadın yoktur ki, uykuya dalınca ruhuyla Arş’a yükselmemiş olsun. Ancak Arş’ın yanında uyanan kişinin rüyası sâdık rüyadır. Arş’a ulaşamadan uyanan kişinin rüyası ise, yalancı rüyadır” şeklinde Hz. Ali’den (r.a.) rivâyet edilen bir hadis rivâyetidir (Araştırmacılara göre bu rivâyet, zayıf veya mevzûdur).
Ona göre rüyasında bir şeyhten hadis alıp onu rivâyet edenin; kendisinden rivâyet edilen şeyhin hayatta, sika ve âdil olması şartıyla ve rüyayı görenin de rivâyeti zaptetmesi ve âdil olması durumunda, rivâyetinin kabul ve sıhhatine bir engel bulunmamaktadır.
İbn Arabî çizgisinde bir sûfî olan Nabûsî’nin rüya ve hadis rivâyeti konusunda böyle düşünmüş olmasında yadırganacak bir husus yoktur. Çünkü kendisinden önce, başta İbn Arabî olmak üzere birçok sûfînin ortaya koyduğu bir kültür altyapısı, rüyada bilgi akışının imkânı hususunda tasavvuf kitaplarını dolduran kabuller söz konusudur.
Ebû Tâlib el-Mekkî (ö. 386/996), bu metodla rivâyet edilen hadislerden örnekler verir: Meselâ Kûtu’l-Kulûb’da Hızır’ın Hz. Peygamber’den (s.a.s.) nakledip tashih ettiği ve rüya kanalıyla da Hz. Peygamber’e tashih ettirilen bir haber senetli olarak zikredilmiştir 3719. Aynı şekilde, teşehhüd konusundaki farklı rivâyetlerden hangisinin alınacağı yine rüya yoluyla tespit edilmiştir. Sâlihlerden birisi, Nebî’yi (s.a.s.) rüyasında görmüş ve “yâ Rasûlallah! Âlimler teşehhüd konusunda ihtilâf ettiler. Biz hangisini alalım?” demiş. Hz. Peygamber de: “İbn Ümmi Abd’in rivâyet etmiş olduğu teşehhüdü!” buyurmuştur 3720. Bir diğer örnek de Kuşeyrî’nin (ö. 465/1072) Risâle’sinde geçmektedir. Kuşeyrî şöyle anlatıyor: Ebû Abdirrahman es-Sulemî’nin şöyle dediğini işittim. Sulemî (ö. 412/1021) Ebû Ali Şebevî’nin Rasûlullah’ı (s.a.s.) rüyasında gördüğünü ve ona şu soruyu sorduğunu söylediğini işitmiş: Şebevî: ‘Yâ Rasûlallah, benim saçlarımı Hûd sûresi ağarttı’ sözünün senden rivâyet edildiği doğru mudur? Bu doğru ise, Hûd sûresinin hangi kısmı seni ihtiyarlattı; Nebîlerin kıssaları mı, yoksa geçmiş milletlerin mahvolmaları mı?’ Rasûlullah (s.a.s.): “Bunların hiçbiri değil, sadece Hak Teâlâ’nın: ‘Emrolunduğun gibi istikamet üzere ol!’ sözü beni ihtiyarlattı, saçlarımı ağarttı’ buyurdu.
İmam Sâğânî de (ö. 650/1252) Meşârıku’l-Envâr adlı eserinde Hz. Âişe’den rivâyet edilen ve “izâ vudıe’l aşâu..” şeklinde başlayan hadisi rüya yoluyla âlî senetle naklettiğini söylemekte ve şöyle demektedir: “Ben bir müddet Rasûlullah’ı rüyada görmeyi ve mümkün olan en yüksek bir senetle kendisinden hadis rivâyet etmiş olmam için bu hadisin sıhhatini bizzat kendisine sormayı temenni etmiştim.
3719] Kûtu’l-Kulûb, I/15-16
3720] a.g.e., II/210
RÜYA
- 1023 -
Bu düşüncem üzerinden seneler geçti. Nihayet 18 Zilkade 611’de cumartesi gecesi seher vakti rüyamda Rasûlullah’ı (s.a.s.) gördüm. Güya ben bir düzlükte idim ve akşam namazını kılıyordum. Rasûlullah da beraberinde birkaç kişi olduğu halde oturmuş akşam yemeği yiyordu. Beni de yemeğe çağırdı. Ben namazı kılıp sonra dâvete icâbet etmek istedim. Fakat Ebû Saîd bin el-Muallâ’ya olan sözünü hatırladım. Rasûlullah ona seslenmişti, o da namazda idi de tamamlayıncaya kadar icâbet edememişti. (Namazını tamamlayınca Rasûlullah (s.a.s.) ona:): ‘Allah, sizi dâvet ettiği zaman Allah ve Rasûlüne icâbet edin’ buyurmadı mı?’ demişti. Ben hemen Rasûlullah’a gittim, huzurunda oturdum da: ‘Yâ Rasûlullah! İzâ vudıe’l aşâu… (Akşam yemeği konulup namaz için de kamet getirildiği zaman ilk önce yemeğe başlayın) şeklinde başlayan hadis sahih midir?’ diye sordum. “Evet sahihdir” buyurdu 3721.
Şa’rânî (ö. 973/1565) şöyle anlatıyor: Rasûlullah’ı rüyada gördüm. Kendisine meşhur olan “Size mecnûn deninceye kadar Allah’ı çokça zikredin” hadisini sordum. Rasûlullah (s.a.s.) hem İbn Hibban’ın hem de diğer râvînin rivâyetinin doğru olduğunu, her ikisini de kendisinin söylediğini, bir defasında öyle, diğerinde böyle dediğini söyledi. 3722
Bazı sûfîler bir kısım hadislerin sıhhatini savunurken mânâ âleminde bizzat Hz. Peygamber’le (s.a.s.) ilişki kurduklarını söylerler. Meselâ, “Ben gizli bir hazine idim, bilinmeye muhabbet ettim; halkı bilinmem için yarattım” şeklinde tasavvuf literatüründe şöhret bulan rivâyeti İsmail Hakkı Bursevî (ö. 1137/1724), şerh etmek maksadıyla Kenz-i Mahfî isminde müstakil eser kaleme almıştır. Bursevî kitabının mukaddimesinde şöyle der: “Muhyiddin İbn Arabî (ö. 638/1240) Futûhât-ı Mekkiyye adlı eserinde bu hadis için şöyle buyurur: Bu hadis keşfen sahih, naklen sâbit değildir.” İmam Suyûtî (ö. 911/1505) ed-Durru’l-Muntesire adlı kitabında şöyle demiştir: Bu hadis asılsızdır (s. 126). (Ünlü mutasavvıf Bursevî devamla şöyle der:) Bu mevzûda bizim fikrimiz ise şudur: Keşif ehline göre bu hadis sahihtir. Çünkü huffâz, senet ile naklederler. Keşif ehli ise bizzat Nebî’nin ağzından ahzedip söylerler. Sonra bir şeyin belli bir senedinin bilinmemesi sâbit olmayacağını icap ettirmez. Şu kat’idir: Keşif itibarı ile sahih olan bir şey nakil yoluyla gelenden daha sahihtir. Zira keşif halinde vehim ve hayal olmaz. Onda tam bir yakınlık ve hakka’l-yakîn hali vardır. 3723
Aynı şekilde İbn Arabî (ö. 638/1240) “Kim nefsini bilirse, Rabbini bilir” rivâyetiyle ilgili olarak şöyle der: “Her ne kadar bu hadis hadisçiler yanında rivâyet yönüyle (senedi itibarıyla) sahih değilse de, lâkin bize göre keşif yoluyla sahihdir, sâbittir.” 3724
Şa’rânî (ö. 973/1565) ise, “Ashâbım yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidâyete erersiniz” 3725 hadisiyle ilgili olarak şunları söyler: Her ne kadar hadisçiler bu hadis hakkında tenkitte bulunmuşsa da, keşif ehline göre bu hadis
3721] Sâğânî, Meşâriku’l-Envâr, s. 340-341
3722] Şa’rânî, et-Tabakatu’l-Kübrâ, II/75-76; Elbânî hadise zayıf hükmünü vermiştir: Elbânî, Daîfe, II/9, h. no: 517
3723] İsmail Hakkı Bursevî, Kenz-i Mahfî, s. 11-12
3724] Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, II/262
3725] Elbânî, bu hadisin uydurma olduğunu söyler. Bk. Elbânî, Daîfe, II/144, h. no: 58
- 1024 -
KUR’AN KAVRAMLARI
sahihtir. 3726
Yine Şa’rânî şöyle der: Bir defa (mânen) Rasûlullah’la bir meşverette bulundum. Ona sehiv secdesinde bazılarınca okunan ‘subhâne men lâ yenâm ve lâ yeshû”nun mâhiyetini sordum. O da bana “Güzel bir şeydir” buyurdular. 3727
Birçok hadisçi, “İki günü eşit olan aldanmıştır” hadis rivâyetini, Abdülaziz bin Ebî Revvâd el-Mekkî (159/775)’nin, Hz. Peygamber’den rüyada alıp insanlara naklettiğini bildirmişlerdir. Bu hadis rivâyetinin rüya yoluyla nakledildiğini teyit edenler arasında Hatîb el-Bağdâdî (643/1071) de bulunmaktadır.3728 Hatîb, Şerefu Ashâbi’l-Hadis adlı eserinde bu tür rivâyetlere yer vermiş ve rüyayı ilmin yollarından birisi olarak görmüştür. 3729
Şah Veliyyullah’ın (ö. 1176/1762) ed-Durru’s-Semîn fî Mubeşşirâti’n-Nebiyyi’l-Emîn adlı eseri rüyada Hz. Peygamber’den (s.a.s.) dinlediği hadisleri ihtivâ etmektedir. Günümüzde de bu yolla hadis almanın mümkün olabileceği ile ilgili düşünceler için bk. Fethullah Gülen, Sonsuz Nur, II/347.
Bütün bu örneklerden keşif, rüya ve ilham yoluyla sûfîlerin hadis rivâyet ettikleri, naklettikleri hadisleri Hz. Peygamber’e tashih ettirdikleri ve hatta yazdıkları eserleri Hz. Peygamber’in işaretiyle yazdıkları anlaşılmaktadır. Böylece onlar keşif ve rüyada Hz. Peygamber’den bir şeyler dinlemişler ve bundan dolayı dinledikleri şeyleri Hz. Peygamber’e nisbet etmişlerdir. Onlara göre keşfî hadislere de hadis demek doğrudur.3730 Hatta İbn Arabî’nin (ö. 638/1240) şu tesbiti bu metodla rivâyet edilen hadisin değerini de ortaya koymaktadır: “Biz bu yolla pek çok sahih hadisi tashih ettik. Hadis ehli nazarında sahih olan bazı hadislerin bu yolla sahih olmadığını, mevzû hadislerin de yine bu yolla sahih olduğunu tesbit ettik.”3731 Şa’rânî (ö. 973/1565) de bu metoddan hareketle birçok şeyin tesbitinin mümkün olabileceğini söylemektedir.3732 Hatîb Bağdâdî de (ö. 463/1071) Peygamber Efendimiz’i rüyasında görüp ondan hadis aldığını söyleyen, tanımadığı bir kişiden bu hadisi nakleder. 3733
Yukarıda verilen bilgilerden de anlaşılacağı gibi, genel olarak tasavvuf ehli rüya, keşf ve ilhamı, kendileriyle bilgi edinmek mümkün olan kanallar olarak görmüşler, hatta İbn Arabî ve onun çizgisindeki sûfîler, bu yollarla elde edilen bilgiyi daha kesin, nakil yoluyla gelen bilgiyi zannî ve şüpheden uzak olmayan bir bilgi saymışlardır. Bu anlayışları, onları tabiî olarak söz konusu yöntemlerle hadis rivâyet ve tashihini normal, hatta garantili bir yol olarak görme ve uygulama düşüncesine sevketmiştir.
Buna mukabil, aşağıda görüleceği gibi, hadisçiler, bu yöntemlerden, dinin esası ve ahkâmıyla ilgili olmayan konularda “uyarma, müjdeleme, korkutma ve teşvik etme” ölçüleri içinde, sahibini bağlamak üzere yararlanılabileceğini,
3726] Şa’rânî, el-Mîzânu’l-Kübrâ, I/30
3727] Şa’rânî, Levâkihu’l-Envâru’l-Kudsiyye, s. 14
3728] Hatîb, Tarihu Bağdad, 11/453; İktizâul’l-İlm el-Amel, 112
3729] Şerefu Ashâbi’l-Hadis, s. 106-111
3730] Eşref Ali Tanevî (ö. 1943), Hadislerle Tasavvuf, İst. 1995, s. 319-320
3731] İbn Arabî, Futûhât, I/150, 198, 224, 225, 280
3732] Şa’rânî, Mîzânu’l-Kübrâ, I/43, Levâkıhu’l-Envâr, s. 14-15
3733] Hatîb, Kitabu İktidâi’l-İlmi’l-Amel, s. 225; Ahmet Yıldırım, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, T.D.V. Y., s. 40-46
RÜYA
- 1025 -
ancak bu yollarla herkesi bağlayan bir hükmün sâbit olamayacağını, hele “din” demek olan hadislerin, rivâyet ve tashihinin câiz olmadığı görüşünü benimsemişlerdir.
Hadis usulcüleri, “hadis” kelimesinin terim olarak tanımını yaparken; “sözün, Hz. Peygamber (s.a.s.) hayatta iken duyulması” şartının altını özenle çizmişlerdir. Oysa bu kabil nakillerin bütünü, Efendimiz’in (s.a.s.) vefatından sonra gerçekleşmektedir. Rüya, keşif ve ilhamın, kaynak olarak Rabbânî olabileceği gibi, şeytânî de olma ihtimali, kişilere göre, her zaman mevcut olduğu için, söz konusu kavramlar, mâhiyetleri icabı sübjektif ve görecelidir. Rüya, keşif ve ilham delil kabul edilmesi durumunda, her inanç ve ekolün müntesipleri, kendi ekollerinin savunduğu görüşlerin doğruluğunu bu yollarla iddia edecek; diğer görüşlerin bâtıl ve yanlış olduklarını söyleyerek iptaline çalışacaktır. Herkesin rüya, keşif ve ilhamına göre değişebilen sayısız hakikat kümeleri ortaya çıkacak ve hangisinin gerçek ve doğru olduğu hususu, içinden çıkılmaz bir problem haline gelecektir. Bu kabil bir başıboşluk ve çatışan ölçüler karmaşası da, evrensel bir dinin özelliği olmasa gerektir. 3734
Ebû Hanife’nin de (r.a.) görüşü odur ki: Rüya ile amel olunmaz. Bir insanın gördüğü rüya ne olursa olsun, müslümanın görevi, günahlardan kaçınmak, sevapları işlemekten ibârettir. İslâm ilim dinidir; rüyalara, zevklere, şeytanî de olabilecek ilhamlara dayandırılamaz. Rüya ile fazla uğraşmak, ona çokça misyon yüklemek iyi sonuçlar vermez.
Rüya, Bilgi Kaynağı Değildir; Rüya İle Hüküm Sâbit Olmaz!
Hadisçilerin büyük çoğunluğu ister rüya, ister keşf ve ilham yoluyla olsun, hadis nakil ve tashihine karşı çıkmışlardır. Muhammed Muhammed Ebû Zehv, keşf ve rüya ile şeriat bilgisinin sâbit olamayacağı hususunda hadis usulcülerinin ittifakı olduğunu belirtir.3735 Bu yöntemlerle rivâyet ve tashih anlayışının hadisçi geleneğine ters olduğu ve hadis usûlü kitaplarında böyle bir rivâyet ve tashih metoduna yer verilmediği hususu, kabul etmemiz gereken bir gerçektir.
Kadı Iyâz ve Nevevî gibi hadisçiler, bir hükmün sâbit ya da bâtıl olmasını, ispat konusunda, rüyanın delil olamayacağı görüşünü benimsemişlerdir. Dinin ahkâmına kaynaklık görevi yapan hadislerin rivâyet ve tashihi, herkesi bağlayacak ve her türlü sübjektiflikten uzak olması gereken ilmî ve teknik bir problemdir. O halde bu gibi konularda ilmin; tartışılmaz, herkesi iknâ eden ve herkesi bağlayan kuralları geçerli olacaktır.
Neylü’l-Evtâr ve el-Fevâidu’l-Mecmûa başta olmak üzere birçok hadis çalışmasının sahibi olan Şevkânî (ö. 1250/1834), rüyasında Hz. Peygamber’i görenin rüyası gerçek bile olsa, bununla şer’î bir hükmün sâbit olmayacağı ve uyku halinde olan kişinin hıfzı olmaması sebebiyle rivâyete ehil kabul edilemeyeceği kanaatindedir. Şevkânî, konu ile ilgili düşüncelerini şu cümlelerle açıklamıştır: Hiç şüphesiz Allah (c.c.) dinini “Bugün size dininizi tamamladım.”3736 âyetiyle kemâle erdirmiştir. Hz. Peygamber’in vefâtından sonra, O’nu rüyasında görene söylediği bir sözün, yaptığı bir işin delil ve huccet olacağını gösteren bir delil bize
3734] Muhittin Uysal, Tasavvuf Kültüründe Hadis, s. 78
3735] M. Muhammed Ebû Zehv, el-Hadis ve’l-Muhaddisûn, 485
3736] 5/Mâide, 3
- 1026 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ulaşmamıştır. Allah (c.c.), din olarak gönderdiği ilkeleri, Hz. Peygamber’in Sünnet ve yorumu ile mükemmelleştirdikten sonra O’nun ruhunu kabzetmiştir; böylece dini konusunda ümmetin hiçbir şeye ihtiyacı kalmamıştır. O’nun vefâtı ile şer’î hükümlerin tebliğ ve açıklaması için ihdâs edilen peygamberlik kurumu sona ermiştir. Bu durumda, uyku halindeki kişinin zabt yönünden sağlam olduğunu farzetsek bile rüyasında Hz. Peygamber’den gördüğü fiil ve duyduğu sözün hem kendisi, hem de ümmetin diğer fertleri için delil olmayacağı anlaşılır. 3737
Şevkânî’nin, Hz. Peygamber’in (s.a.s.), vefatından sonra rüyada kendilerini görene söylediği bir sözün, dinde başkaları için delil olmayacağı yönündeki sözü, yoruma meydan vermeyecek ölçüde açıktır. Şevkânî’den asırlar önce yaşamış olan hadis âlimi İmam Nevevî’ye göre, rüyayı gören kişinin rüyası hakikat olsa da, rüyada görülen şeyle şer’î bir hükmün isbâtı câiz olamaz. Nevevî şöyle demektedir: “Çünkü uyku halinde, rüyayı görenin, rüyasında duyduğunu zapt ve tahkik etmesi mümkün değildir. Ayrıca âlimler; rivâyeti ve şehâdeti kabul edilebilmesi için, kişinin, uyku halinde değil, uyanık halde olması, gâfil olmaması, çok hata yapmaması ve hâfızasının bozuk olmaması şartlarını taşıması gerektiği hususunda görüş birliği halindedirler. Oysa uyku halindeki kişi, bu niteliklerden yoksundur.” 3738
Kur’an’a göre rüya yoluyla bilgi sahibi olmak insanın önüne konulmuş bir amaç değildir. İnsanın asıl sorumlu olduğu alan uyanıkken yaşadığı anlardır ve asıl önemli olan da o zaman dilimindeki Allah’ı unutmadan sürekli olumlu bir aktivite içinde hayatını sürdürmesidir. Çünkü uyku insanın sorumluluğunu düşüren bir olgudur. İnsanın bir yönü şehâdete, öteki yanı gayba müteveccih bilgi akdleri vardır ve bunları yerli yerine kullanarak bilgi sahibi olmalıdır. 3739
Rüya ile bir hüküm sâbit ve bâtıl olamaz. İmam Nevevî (ö. 631/676) bu hususta ulemânın ittifak halinde olduklarını beyan eder. 3740
Kelebâzî (ö. 380/990), sûfîlerin aksine, âyet, hadis ve ahkâm konularında keşf yoluyla değil de; çalışmak ve öğrenmek sûretiyle bilgi elde edileceğini ifâde etmiştir. 3741
Tirmizî’nin Sünen’ini şerh eden Mubârekfûrî (ö. 1353/1935), Sünen’in başına yazmış olduğu şerhin mukaddimesinde bu konuyu ele alarak şöyle demiştir: “Sıhhati bilinmeyen bir hadis, ne Rasûlullah’ın (s.a.s.) rüyada yapmış olduğu bir tashihle ne keşif ile ne de ilhamla sahih olur. Bu ve buna benzer hükümler rüyada Hz. Peygamber’in sözüyle tesbit edilemez. Tesbit ancak dünyada iken söylemiş olduğu sözle mümkündür. Çünkü hadisin tashih yolu isnâda dayanır.” Daha sonra Aliyyu’l-Kari’nin (ö. 1014/1605) Nuhbe şerhinde söylemiş olduğu şu sözü fikrini desteklemek için zikretmiştir: “Keşif ve ilham, yanılma ihtimalinden dolayı araştırmanın dışındadır.” 3742
Rüyada Rasûlullah’tan işitilen hadislerin hüccet olup olmayacağına değinen
3737] Şevkânî, İrşâdu’l-Fuhûl, 249
3738] Nevevî, Şerhu Müslim, I/115; Muhittin Uysal, a.g.e., s. 74-77
3739] Halis Albayrak, Kur’an’da insan-Gayb İlişkisi, s. 223
3740] Sahihu Müslim bi Şerhi’n Nevevî, I/115
3741] Kelebâzî, Meâni’l-Ahbâr, vr. 37a
3742] Mubârekfûrî, Mukaddime I/244
RÜYA
- 1027 -
Mubârekfûrî, böyle bir hadisle ihticac edilemeyeceğinin söylenildiğini naklettikten sonra, gerekçe olarak şunları ileri sürmüştür: “Zira hadisle istidlâl edilebilmesi için, râvînin hadis semâı ânında sözü iyi zabtetmesi şarttır. Uyku halinde ise râvî zabt ehli değildir.” 3743
Kasımî de (ö. 1332/1914) Kavâidu’t-Tahdîs adlı eserinde “Hadislerin sahih oldukları senetleriyle anlaşıldığı için, hadislerden bir kısmının keşifle tashihini iddia eden kişiye cevap” başlığı altında konu ile ilgili değerlendirme yapar ve “herkes tarafından bilinmektedir ki, hadisler ancak senetleriyle sâbit olurlar. Keşif ve kalplerin nurlarıyla (ilham) sâbit olmazlar. Allah’ın dininde iltimas ve ayrıcalık yoktur. Velâyet ve kerâmetin de burada ona bir etkisi yoktur” der. 3744
Dumeynî, eski ve yeni ulemânın çoğunluğunun; rüya yolu ile bir hadisi zayıf veya sahih kabul etmediklerini, böyle bir yolun bâtıl olduğunu, dini ifsad edeceğini ve ahkâmı bozacağını, hatta Rasûlullah’dan gelen her şeyi yalanlamaya götüreceğini söylemektedir. 3745 Murtezâ ez-Zeyn Ahmed bu konuda şöyle der: Keşif sapık ve saptıran mutasavvıfların bid’atlerindendir, küfür olmaktan uzak değildir. Çünkü bunda gayb bilgisini iddia etme vardır. Ayrıca rüya yoluyla hadis rivâyetinin önemi yoktur. 3746
Şâtıbî (ö. 790/1388), şeriata uygun olmayan rüya ile amel edilemeyeceğini söyler.3747 Şâtıbî, gerek rüya gerekse keşf ve ilham yoluyla dinde genel hükümler verilmesini onaylamaz. Yine Şâtıbî, şöyle der: “Rüya ahkâm konusunda delil olmaz. Ancak zayıf olan kimseler bunun dışındadır (yani onlar bu konuda da rüya ile amel ederler). Evet, rüyada görülen şeyler hususî olarak ünsiyet, müjde ve inzar türünden olabilir. Fakat rüyanın gereğiyle kesin hüküm verilemez ve bunların üzerine bir asıl, binâ edilemez.” 3748
İbrahim Canan’ın yukarıdakileri tamamlayıcı sözleri şöyledir: “Bazı kitaplarda rastlanan mükâşefe ve rüya yoluyla Hz. Peygamber’den (s.a.s.) telakkî edildiği söylenen sözlere hadis denemez; onların dinî hiçbir değeri yoktur. Rüya-yı sâdıka hak ise de, sika bir kimse rüyasında Rasûlullah’dan bazı sözler öğrenmiş olsa da buna hadis denemez. Rüya sadece gören kimse için bir kıymet taşır. Hâlbuki hadis kıyâmete kadar, herkes için din ortaya koyar. Bunun yolu da objektif şartla ve belli kaidelere göre, her zaman kontrolü, tahkiki mümkün olan rivâyetten geçer. Bunun aksini söyleyen ve sübjektiviteyi esas alan tek bir sünnî muhaddis çıkmamıştır.” 3749
Bütün bunlardan keşf, ilham ve rüya ile hadis rivâyetinin güvenilir ve sağlam bir yol olmadığı ve bu tür hadislerle hüküm verilemeyeceği anlaşılmaktadır.
Rüya veya keşif yoluyla Hz. Peygamber’den hadis almak ve bu tür hadisler üzerine bir hüküm veya anlayış binâ etmek açıkça subjektif ve ispatlanması mümkün olmayan bir yaklaşımdır. Ayrıca “sünnet”, ancak Hz. Peygamber’in (s.a.s.)
3743] Mubârekfûri, a.g.e., I/244-245
3744] Kasımî, Kavâidu’t-Tahdîs, s. 191-192
3745] Dumeynî, Mekayisu Nakdî Mutûnis-Sünneh, s. 237-238
3746] Murtezâ ez-Zeyn Ahmed, Menâhicu’l-Muhaddisîn, s. 29-32; Benzer düşünceler için bk. Elbânî, Daîfe, I/145
3747] el-Muvâfakat, II/207-208
3748] Şâtıbî, el-İ’tisâm, I/264
3749] İ. Canan, Kütüb-i Site Tercüme ve Şerhi, II/68
- 1028 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kendi döneminde teşekkül etmiş ve olup bitmiş bir olgudur. Hz. Peygamber’in vefatından sonra keşif, ilham veya rüya yoluyla artık yeni bir “Peygamber Sünneti” ihdas veya icat etmek mümkün değildir. 3750 Rüyanın bağlayıcılığıyla ilgili geniş bilgi için bk. Talat Sakallı, Rüya ve Hadis Rivâyeti, Isparta, 1994, s. 35-50. 3751
İstihâre ve İstihârenin Rüya Falına Dönüştürülmesi
İstihâre: Hayır dileme, yapmak istediği bir şeyin kendisi hakkında hayırlı olup olmadığını anlamak için iki rekât namaz kılıp duâ etmek demektir.
Bir iş yapılmak istenildiğinde istihâre yapmak menduptur. Hz. Peygamber, ashâb-ı kirâma önemli işlerinde istihâreye başvurmalarını telkin buyurdu. Câbir’den (r.a) şöyle dediği nakledilmiştir: "Rasûlullah (s.a.s.) bütün işlerinde, Kur'an'dan sûre öğretir gibi istihâreyi de öğreterek şöyle derdi: "Sizden biriniz bir işe niyetlendiği zaman farzın dışında iki rekât namaz kılsın ve şöyle desin:
"Allahümme innî estehîruke bi ilmike ve estakdiruke bi kudretike ve es'elüke min fadlike'l-azîm. Fe inneke takdiru ve lâ akdiru ve ta'lemu ve lâ a'lemu ve ente allâmu'l ğuyûb. Allâhümme in künte ta'lemu enne hâze'l-emre hayrun lî fî dînî ve meâşî ve âkıbeti emrî (ev kale:) âcili emrî ve âcilihî. Fekdurhu lî ve yessirhu lî summe bârik lî fîhi. Ve in künte ta'lemu enne hâze'l-emre şerrun lî fî dînî ve meâşî ve âkıbeti emrî (ev kale:) âcili emrî ve âcilihî f'asrifhu annî va'srifni anhu ve'kdur lî el-hayra haysü kâne. Sümme raddınî bihî." 3752
İstihâre duâsının anlamı: "Allah'ım yapmayı düşündüğüm şu işin işlenmesinden yahut terkinden hangisinin hayırlı olduğunu bana ilminle kolaylaştır. Kudretinle senden güç istiyorum. Senin büyük fazlından ihsan buyurmanı dilerim. Şüphesiz senin her şeye gücün yeter; benim gücüm yetmez. Sen bilirsin, ben bilemem. Sen şeyi çok iyi bilensin, Allah'ım. Eğer bu işi dinim, yaşayışım ve işimin sonucu veya dünya veya âhiretimin sonucu bakımından benim için hayırlı olduğunu bilirsen o işi bana takdir et, kolaylaştır ve onu bana mübarek kıl. Eğer bu işi; dinim, yaşayışım ve işimin sonucu veya dünya veya âhiretimin sonucu bakımından benim için şer olarak bilirsen, onu benden, beni de ondan uzak eyle. Nerede olursa olsun benim için hayır olanı takdir et. Sonra da beni bu hayırla hoşnut buyur."
Sa'd b. Ebi Vakkas'tan, Rasulullah (s.a.s.)'in şöyle buyurduğu rivâyet edilir: "Âdem oğlunun Allah'tan hayır dilemesi (istihâresi) saâdetindendir. Allah'ın hükmüne râzı olması da saâdetindendir. Allah'tan hayır istemeyi terk etmesi ise onun bedbaht olmasındandır. Allah'ın hükmüne râzı olmaması da, Âdemoğlunun bedbahtlığındandır." 3753
İstihâreden önce veya sonra, gerekli istişâreler yapılır ve o iş hakkında karar verilir Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyrulur: "İş konusunda onlarla istişâre yap. İstişâreden sonra o işi yapmaya tam olarak karar verince, artık Allah'a dayan ve güven." 3754 İstihâre hadisi İbn Mes'ud, Ebû Eyyûb el-Ensârî, Ebû Bekir, Ebû Saîd, el-Hudrî, Sa'd b. Ebî Vakkas, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Ebû Hureyre ve Enes b. Mâlik gibi büyük sahâbîlerden nakledilmiş, bu rivâyetleri senetleriyle birlikte, Buhârî, şârihi
3750] M. Hayri Kırbaşoğlu, İslâm Düşüncesinde Sünnet, s. 95-96
3751] Ahmet Yıldırım, a.g.e., s. 47-49
3752] Buhârî, Teheccüd 25, Deavât 49, Tevhid 10; Tirmizî, Vitr 18; İbn Mâce, Akâme 188; Ahmed bin Hanbel, III/344
3753] Ahmed bin Hanbel, I/167; Tirmizî, Kader 15
3754] 3/Al-i İmrân, 159
RÜYA
- 1029 -
Aynî, "Umdetu'l-Kâri" adlı şerhinde tek tek zikredilmiştir. Rivâyetler arasında bazı metin farklılıkları vardır.
Enes b. Mâlik'ten gelen rivâyet istihâreyi teşvik eder. Bu hadîs şöyledir: "İstihâre yapan kimse hüsrâna uğramaz, istihâre eden pişman olmaz, iktisatlı davranan kimse de muhtaç duruma düşmez." 3755
İstihâre namazında nelerin okunacağı hadisle sâbit değilse de, birinci rekâtta Fâtiha'dan sonra Kâfirun, ikinci rekâtta ise, İhlâs sûrelerinin okunması güzel görülmüştür. Nevevî bunu müstehap görür. İmam Gazzalî de bu sûrelerin okunması gereğinden İhyâ'da söz etmiştir. İbn Ömer'in şöyle dediği nakledilmiştir: "Rasûlullah’ı (s.a.s.) bir ay süreyle izledim, sabah namazının sünnetinde, Kâfirun ve İhlâs sûrelerini okurlardı. Gazzâlî'nin bu gibi hadislerden mülhem olarak, istihâre namazında da benzer kıraati uyun gördüğü söylenebilir.
İstihâre namazından sonra, istihâre duâsı okunur ve istenilen şeye niyet edilerek, Kıbleye dönülmek suretiyle yatılır. Böylece istihâreye üç veya yedi geceye kadar devam edilebilir. Çünkü Hz. Peygamber'in bazı duâları üç defa tekrar ettiği, hatta Enes bin Malik'e istihâreyi yediye kadar tekrar etmeyi telkin buyurduğu nakledilir. 3756
İstihâre, iyiliği veya kötülüğü kestirilemeyen bir iş hakkında sözkonusu olur. Hayırlı ve sevaplı olduğu kesin olarak bilinen bir konuda istihâreye gerek kalmaz. İstihâre namazı, kerâhat vakitleri dışında her zaman kılınabilir. Çünkü hadiste vakit belirtilmemiştir. 3757
Sözlükte “hayırlı olanı isteme” anlamına gelen istihâre, terim olarak “bir iş veya davranışta Allah katında hayırlı olanı, kılınan nâfile bir namaz ve duâ ile talep etme” mânâsında kullanılır. “Hayr” kelimesi ve çeşitli türevleri Kur’an’da 196 yerde geçmekle birlikte aynı kökten türeyen “istihâre” yer almaz. Ancak, bir şey hayırlı olduğu halde ondan hoşlanmayabileceğini, şer olduğu halde onu sevebileceğini,3758 Allah’ın her türlü noksanlıktan münezzeh olup dilediğini yaratarak seçtiğini,3759 her türlü hayrın O’nun elinde bulunduğunu, her şeye gücünün yettiğini,3760 bir işe girişirken başkalarına danışmak (istişâre etmek) ve karar verince de Allah’a güvenip dayanmak gerektiğini, böyle yapanlara Allah’ın yeteceğini3761 ifâde eden âyetler İslâm’da istihârenin dayandığı temel çerçeveyi oluşturur. Âlimlerin sünnet veya müstehap saydıkları istihârenin meşrûiyeti Câbir bin Abdullah’tan rivâyet edilen şu hadise dayandırılmaktadır: “Rasûlullah, Kur’an’dan bir sûre öğretir gibi işlerimizin tamamında bize istihâreyi öğretiyor ve şöyle diyordu: “Biriniz bir şey yapmaya niyet edince farz dışında iki rekât namaz kılsın ve arkasından şu duâyı yapsın...” Hz. Peygamber sözüne devamla, “istihâreyi yapan kişi bu sırada işini de söylesin” dedi. 3762
3755] S. Buhârî, Tecrîd-i Sarih Tercümesi, Ankara 1985, IV/135
3756] Tecrid-i Sarih Tercümesi, IV/142, 143
3757] Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 215
3758] 2/Bakara, 216
3759] 28/Kasas, 68
3760] 3/Âl-i İmrân, 26
3761] 3/Âl-i İmrân, 159; 65/Talâk, 3
3762] Ahmed bin Hanbel, Müsned III/, 344; Buhârî, Deavât 49, Tevhid 10; İbn Mâce, İkame 188
- 1030 -
KUR’AN KAVRAMLARI
İstihâre duâsının, bu niyetle kılınacak iki rekât nâfile namazdan sonra okunmasının en uygun usûl olacağı konusunda dört mezhep görüş birliği içindedir. Mâlikî ve Şâfiî mezheplerine göre herhangi bir namazdan sonra da sözkonusu duânın okunması câizdir. Hanbelîler’in dışında kalan üç mezhebe göre istihâre namazını kılmak mümkün değilse, sadece duâ ile yetinilebilir. İstihâre namazı kerâhet vakitleri hâriç her zaman kılınabilir. Bütün mezheplere göre istihâre namazının en fazîletlisi, iki rekât olarak kılınanıdır.
İstihâre duâsının, namazdan hemen sonra ve kıbleye dönülerek okunması, ellerin kaldırılması ve duâ âdâbına riâyet edilmesi, duânın kabul olma ihtimalini arttıran güzel davranışlar olarak telakki edilmiştir. Kişinin olumlu veya olumsuz bir karara varamaması halinde Hanefî, Mâlikî ve Şâfiî âlimleri, Enes bin Mâlik’ten gelen bir rivâyete dayanarak3763 istihârenin yediye kadar tekrarlanabileceğini söylemişlerdir. Şâfiî ve Mâlikî âlimleri, Hz. Peygamber’in bir rahatsızlık sebebiyle başkasını “okuyarak” tedâviye izin vermesi ve bu vesîleyle söylediği, “Kardeşine faydalı olmaya gücü yeten bunu yapsın.”3764 sözünden hareketle; başkası adına istihâre yapmanın câiz olduğunu ileri sürerken Mâlikî fakîhi Hattâb bu uygulamanın bir dayanağını bulamadığını belirtmiştir.
İstihâre, kişinin gerekli bütün çabayı sarfedip araştırma ve istişârelerini tamamladıktan sonra hakkında hayırlısını takdir etmesi için Allah’a duâ etme, kulluk şuurunu canlı tutma ve ortaya çıkacak sonuca rızâ göstererek ruh sağlığını koruma gibi çok amaçlı metafizik bir olaydır. Bu sebeple de iyi veya kötü olduğu açık şekilde bilinen bir şeyi yapıp yapmama konusunda değil, gerek dünyevî gerek uhrevî bakımdan kişi hakkında hayırlı olup olmayacağı kestirilemeyen işlerde sözkonusu olabilir. Dinen iyi ve hayırlı olduğu bilinen işlerin zamanı, şekli vb. hususunda da istihâre yapılabilir. İnsan, geleceği bilemediğinden bir şeyi ilk bakışta iyi zannetse de onun sonucundan emin olamaz. Bu sebeple bir iş yapacağı ve ileriye yönelik önemli bir karar vereceği zaman istihâre yoluyla her şeyi bilen Allah’ın kılavuzluğuna ve yönlendirmesine başvurması, O’ndan yardım istemesi, kişinin davranışlarındaki sorumluluğunu kaldırmamakla birlikte, onda bir güven hissi doğuracağı ve takdire rızâ göstermesini sağlayacağından önem taşımaktadır. Dolayısıyla istihârenin dinî öğretideki kader, tevekkül ve sabır anlayışıyla yakın ilgisi bulunur.
Hz. Peygamber’in tavsiyesi doğrultusunda istihâre eskiden beri İslâm dünyasında âdet olmuş ve önemli önemsiz birçok hususta günlük hayatın bir parçası haline gelmiştir. Kumandanlar sefere çıkmadan, sultanlar veliahtlarını belirlemeden önce istihâre yapar ve bunun sonucuna genellikle uyarlardı. Evlilik öncesinde ve çocukların isimlerinin konması esnâsında da istihâre yapmak âdet olmuştur. Ayrıca birtakım tartışmalı dinî meselelerde fetvâ verirken bazı âlimler ulaştıkları sonucu istihâreyle destekleme yoluna gitmişlerdir. 3765
İstihârenin Yozlaştırılıp Rüya Falına Dönüştürülmesi
İstihâre; aslında, Allah’tan hayır istemek, hayır duâsı demektir. İstişâre
3763] Münâvî, I/450
3764] Ahmed bin Hanbel, III/302, 334, 382, 393; Müslim, Selâm, 61-63
3765] Meselâ bk. İbn ü’s-Salâh, Fetâvâ ve Mesâilü İbn i’s-Salâh, I/293, 396; II/434, 484, 485, 507; TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 23, s. 333-334
RÜYA
- 1031 -
edilerek yapmaya karar verilen meşrû ve mubah bir eylemle ilgili olarak azmedip karar verdikten sonra, o işin sonucunun bilinmediği için, eğer hayırlı ise Allah tarafından kolaylaştırılıp nasip edilmesini, değilse zorlaştırılıp nasip edilmemesini istemek için duâdır. Klâsik uygulama şekli ise, bir çeşit rüya falıdır. Bir işin iyi ya da kötü sonucunu, önceden rüyada kestirme şeklinde kullanılarak sünnette olan bu duâ, dejenere edilmiş ve tahrife uğramıştır. Aslında rüya, bilgi kaynağı değildir; rüya ile amel edilmez. Rüyaların çoğu şeytânîdir veya arzuların simgeleşmiş şekli rüya halinde ortaya çıkar. Dolayısıyla istihâreye yatmak ve görülen rüya ile amel etmek, gayrı meşrû ve akıl dışı bir hurâfedir.
İnsanların, yapmak istedikleri bir işin kendileri hakkında iyi veya kötü sonuçlar doğuracağını anlamak için fal vb. uygulamalara çok eskiden beri başvurdukları bilinmektedir. Nitekim câhiliyye Arapları bir işe başlamadan önce, üzerine “evet” veya “hayır” yazılı “ezlâm” denilen fal oklarıyla karar verirlerdi. Kur’ân-ı Kerim “şeytan işi” olarak nitelendirdiği bu uygulamayı yasaklamış,3766 peygamberler dâhil hiç kimsenin gaybı ve dolayısıyla bir işin kendisi için hayırlı olup olmadığını bilemeyeceğini, Allah’ın dilemesi dışında kendisine fayda ve zarar verecek bir güce sahip bulunamayacağını bildirmiştir. 3767
Enes bin Mâlik’ten nakledilen istihâre hadisinin devamında Rasûl-i Ekrem, “Sonra kalbine ilk doğan duyguya/düşünceye bak, ona uygun davranman hayırlı olur” demiştir.3768 Buna göre istihârenin sonucunda insanın içine ferahlık, genişlik ve iç huzuru gelirse o işi yapması; sıkıntı, huzursuzluk ve darlık hali doğarsa yapmaması daha hayırlı görülmüştür.
İbnü’l-Hâc el-Abderî, hadislerde ifâde edildiği şekliyle meşrû istihârenin bundan ibâret olduğunu, ayrıca bir işâret almak amacıyla kişinin veya bir başkasının onun adına rüya görmek üzere uyumasının, gün ve kişi adlarından uğur çıkarma gibi davranışlara başvurmasının bid’at olduğunu belirtir.3769 İbnü’l-Hâc ayrıca, istihâre ile birlikte istişâre etmesinin de sünnete uygun bulunduğunu söyleyerek kişinin her ikisini de ihmal etmemesi gerektiğini kaydeder.3770 Bazı kaynaklarda rüyada beyaz veya yeşil görülmesinin o işin hayırlı olduğuna, siyah veya kırmızı görülmesinin şer olduğuna delâlet ettiğine dair nakledilen görüşler3771 şahsî tecrübelere dayanmakta, dolayısıyla dinî bir mâhiyeti bulunmamaktadır. 3772
Zâlim yöneticileri halkın gözünde temize çıkarmak için onların istihâreye çok önem verdiği hakkında şâyialar yayılır, dolayısıyla halkın şer zannettiği nice yanlış uygulamanın aslında hayır olduğu, halk anlamasa da yöneticilerin bir bildiklerinin ve dayandıkları gerekçenin olduğu belirtilir. Böylece halkın zâlim yöneticilere tepki duyması önlenmeye çalışılır. Şâir Accâc, Haccâc’ı överken; onun istihâre etmeden hiçbir iş yapmadığını söyler.3773 Abdullah İbn Tâhir, Irak’a vali tayin edildiği zaman babası ona, idârî kararlarını verirken istihâre etmesini
3766] 5/Mâide, 3, 90
3767] 7/A’râf, 188
3768] Münâvî, I/450
3769] el-Medhal, IV/37-38
3770] a.g.e., IV/40
3771] İbn Âbidîn, II/27
3772] Semîr Karanî Muhammed Rızk, s. 42-43
3773] Divan, rakam 12, 83; Arâcîzu’l-Arab, s. 120
- 1032 -
KUR’AN KAVRAMLARI
tavsiye etmiştir.3774 Ancak, yöneticilerin, tüm işlerini istihâre ile yaptıkları hakkındaki rivâyetlerin çoğu uydurmadır.
Konuyla İlgili Lügatçe
Albastı, Alkarısı: Yeni doğum yapmış, lohusa kadınlarda görülen ateşli bir hastalık, loğusa humması. Yanlış olarak; kötü bir cinin yeni evlenen veya lohusa kadınlara Mûsâllat olup korkutarak gözükmesi şeklinde değerlendirilir.
Dream: İngilizcede rüya.
Düş: Rüya. Kur’ân-ı Kerim ve Arapça kullanımındaki hem rü’ya (sâdık rüya) ve hem de hulum (nefsânî ve şeytânî, kâzip rüya) için Türkçede rüya kelimesi de düş kelimesi de kullanılır.
Düş azması: İhtilâm, uykuda insanın boşalarak cünup olması, hamamcı olması. İslâmoğlu Hoca, bu konunun düşünceyle bağlantısını şöyle vurgular: Hadesten (mânevî pisliklerden) tâhir olmayan bir düşünce “düş-azması”na benzer. Düşünmek Türkçe’de “düş”mekten türetilir. Rüya anlamına gelen “düş”, düşüncenin ait olduğu köktür aynı zamanda. Düş azarsa, insan kirlenir. Boy abdesti lâzım gelir. Düş azarsa, düşünce de azar. Çünkü gündüz hayalinde olan gece “düş”ünde olur. Hiçbir zihin, gece ve gündüzü kuşatan düş ve hayalden kendisini yalıtamaz. Bunun yolu, düşünceyi hadesten tâhir kılmaktan geçiyor. 3775
Freud ve Freudçuluk: Rüyaları daha çok şuuraltına atılmış cinsel fantezilerin ortaya çıkması şeklinde değerlendiren Alman psikolog. Geliştirdiği metoda psikanaliz denilmektedir. Bu anlayışı kabul etmeye de Freudçuluk denilir.
Hallüsinasyon: Olmayan bir şeyi varmış zannetme, hayal, sanrı. Psikoloji kitapları hallüsinasyonu zihnin icadı olan hayaller olarak nitelemektedir. Meselâ, çok yüksek ateşle sayıklayan birinin mevcut olmayan sesleri işittiğini, şekiller gördüğünü söylemesi gibi.
Hayal: Gerçekte olmadığı halde, görüldüğü sanılan şey, görüntü. İnsanın zihninde canlandırdığı şey, hülya, imaj/imge. Hayalet: Hayâlî varlık, gerçekte olmayan, fakat görüldüğü sanılan şey.
Hipnoz: Fizikî, rûhî veya mekanik yollarla meydana getirilen sun’î/yapay uyku hali. Hipnotizma: Hipnozla ilgili uygulamaların ve olayların tamamı.
Hulum (çoğulu: Ahlâm): Düş, rüya. Kur’an’da ve Arapça’da kullanıldığı şekilde, daha çok sâdık rüyaların dışındaki nefsânî ve şeytanî rüyalar; ayrıca, ihtilâm olup bülûğa ermek. Sâdık ve sâlih rüyanın dışındaki rüyalar, rüya kelimesiyle değil, hulum kelimesiyle ifâde edilir, bunlar Kur'ân tabiriyle “edğâsü ahlâm”, yani “karışık düş”tür, yoruma bile değmeyecek şeytânî veya nefsî görüntülerdir.
İhtilâm: Düş azması, uykuda insanın boşalarak cünup olması. 3776
İstihâre: Hayır dileme, yapmak istediği bir şeyin kendisi hakkında hayırlı olup olmadığını, Allah’ın o işi sevdirip sevdirmemesi şeklinde gönlünde hoşlanma veya hoşlanmama oluşturmasıyla anlamak için iki rekât namaz kılıp duâ etmek.
3774] Tayfûr, Kitâbu Bağdâd, s. 49
3775] M. İslâmoğlu, Y. Şafak, 5 Ağ. 2005
3776] bk. düş azması
RÜYA
- 1033 -
Tasavvufun da etkisiyle sonradan rüya olayıyla birlikte rüya falına dönüştürülüp yozlaştırılan özel bir uygulama.
Kâbus: Uykuda bastıran rahatsız edici ve sıkıntı verici hal, karabasan.
Karabasan: Sıkıntı verici rüya, kâbus.
Kâzip Rüya (Şeytanî Rüya): Şeytanî bir telkin ile meydana gelen, gizli bir dış etkiden kaynaklanan ve fakat yalan bir çağrışım ve tahayyülden ibâret olan rüya. Ayrıca, nefsin kendi kendine yaptığı telkinden ibâret olan rüya için de kâzip rüya denilir ki, bu da sadece geçmişten gelen birikimlerin tahayyülünden başka bir değer taşımaz. Bu iki cins rüyaya Kur’an ifâdesi ile hulum (ahlâm, edğâsu ahlâm) denilir.
Muabbir: Tâbirci, rüya yorumlayan kimse.
Mübeşşirât: Müjdeler, iyi haber verip sevindiren şeyler, hayırlı alâmetler. Müjde veren, olacak şeyi olmadan önce, zararlı veya yanlış ise uyarı niteliğinde haber veren, neticesi itibarıyla müjde sayılan şeylerdir. Peygamberimiz’e lâzım olan her şey vahiyle bildiriliyordu; vahiy kesildi ama bu müjdeler, uyarılar rüya yoluyla mü’minlere bildirilecek demektir ki, bu da bu ümmete verilen Allah’ın bir lutfudur.
Psikanaliz: Freud’un öğretileri, onun kişilik çözümlemeleri için başvurduğu yöntemin adı.
Sâdık Rüya (Sâlih Rüya): Rüyâ-yı sâdıka; Doğru ve görüldüğü gibi çıkan rüya demektir. Buna "rüyâ-yı sâliha" da denir. Bunun zıddı, Kur'ân tabiriyle “edğâsü ahlâm”, yani “karışık düş”tür. Peygamberlerin ve onlara uyan sâlih mü'minlerin gördükleri rüyalar sâdık rüyalardır. Yusuf (a.s.)'ın gördüğü rüya gibi.3777 Mü’min olmayanlar da bu tür rüyaları görebilirler. Yusuf sûresi 43. âyetinde bildirilen, Firavun’un yedi zayıf ineğin yedi semiz ineği, yedi cılız başağın da yedi olgun başağı yuttuğunu gördüğü rüyasıyla, Hz. Yusuf'un hapishanede iken iki mahpusun gördüğü rüyalar, bu tür rüyalardır
Tabir: Yorum, rüya yorumu, düş analizi. Düşte görülen olayın iç yüzüne, gösterdiği mânâya geçmek, misâl âlemine ait şekillerden dünya kavramlarına geçmektir.
Tabirname: Rüya yorumları ile ilgili kitap, rüya yorum kitabı.
Yakaza: Uyanık halde rüya. Yakaza’nın sözlük anlamı uyanıklıktır. Ayrıca dalgın anlamına da gelmektedir. Uyku ile uyanıklık arasındaki hale “beyne’n nevm ve’l-yakaza” adı verilmektedir. İnsan bazen rüyada gördüğü şeyin bir benzerini uyku ile uyanıklık arasında veya bütünüyle uyanıkken de görebilir. Tasavvufta buna vâkıa ve vekaai denilir. Yakaza, tasavvufta kerâmet gibi yüce bir ilham kabul edilir. Onlara göre yüce velîlerin yarı uyku yarı uyanıklık halinde ve dış duyularının henüz normal fonksiyonlarını sürdürdükleri durumda iken, Allah’ın onlara açık ve seçik olarak gösterdiği bir rüya veya daha doğrusu bir çeşit ilhamdır. Bu rüya, sembolsüz ve çok açıktır. Bundan dolayı tâbire ihtiyaç yoktur. Tasavvuf ehline göre; yakaza ile edinilen bilgi, kendisinden şüphe edilmeyen mutlak doğruluk ifâde eder. Muhiddin Arabî, yakazayı “Allah’ın gizlediğini anlamaktır”
3777] 12/Yûsuf, 4
- 1034 -
KUR’AN KAVRAMLARI
şeklinde açıklar 3778. Yakazanın hallüsinasyon ile şeklen bir yakınlığı görülse de, temelde farklı olduğu iddia edilir. Hallüsinasyon, hayal görme, uyanıkken rüya görmedir. 3779
Unutmayalım; rüyaya itimad edilmesi doğru değildir. Rüyalara değil, gerçeklere yapışmak gerekir.
“Hayat bir rüyadır. İnsanların vazifesi bu rüyayı kâbus yapmamaktır.”
“Biz uyuyunca rüyalar uyanırlar.”
“Rüya görmek, uykuda düşünmek demektir.”
“En güzel uyku bile uyanılan ânın değerine ulaşamaz. En mutlu rüyadan daha güzeldir uyanmak.”
“Ömür dediğin bir uyku gibidir, mutluluklar rüya gibi gelir geçer.”
“Rüyada susuzların gözüne, dünyanın her yeri pınar görünür.” (Sâdi)
“Aç tavuk, rüyasında darı görür.” (Atasözü)
“Aç tavuk rüyasında kendini arpa anbarında görür.” (Atasözü)
“Rüya ile hülya olmasa, züğürdün canı çıkar.” (Atasözü)
“Rüya, züğürtlerin avuntusudur.” (Atasözü)
“Korkulu düşün sonu hayır olur.” (Atasözü)
“Korkulu rüya görmektense uyanık yatmak hayırlıdır.” (Atasözü)
“Düş, uykudan sonra gelir.” (Atasözü)
“Küçük çocuklar da büyük düşler görürler.”
“Rüyaların mantıkla alışverişi yoktur.”
“Rüya sâdık ama, gören kâzip.”
“Bazen gözsüz görürüz; uykumuzdaki rüya gibi.”
“Rüya, gecenin akvaryumudur.”
“En güzel rüyaların bile bir sonu vardır.”
“Bu rüya hâbdan (uykudan) evvel dahi tâbir olunmuşdur.”
“İnsanı oyalıyor yolundan, / Her yatakta bir sürü rüya.” (Fazıl Hüsnü Dağlarca)
“Gezmişti, atıp günün bütün yüklerini, / Dünyanın dağlarıyla düzlüklerini! /
Lâkin gün doğmadan çalan zil, dedi ki: / Gerçek zannetme düşte gördüklerini!” (A. Nihat Asya)
“Her sûreti hak sanma ki erbâb-ı felâket / Rüyâda nice devlet-i bîdâr görürler.” (Ş. Galip)
“Bu âlem şöyle bir rüya imiş yahut muvakkatmiş / Evet ukbâda anlarsın ne
3778] Futûhât-ı Mekkiyye, s. 329
3779] Türk İslâm Tasavvuf Geleneğinde Rüya, Hasan Avni Yüksel, s. 223
RÜYA
- 1035 -
müthiş hakikatmiş.” (Mehmed Âkif)
“Düşe düşüp aldanma, / Kendin hayrete salma; / Senden gayri ne vardır / Ta’bire muhtaç ola.” (Gaybî)
- 1036 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Rüya Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
A- Uykuda Görülen Düş Anlamında Rü’yâ Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 7 Yerde): 12/Yûsuf, 5, 43, 43, 100; 17/İsrâ, 60; 37/Sâffât, 105; 48/Fetih, 27.
B- Rüya Anlamındaki “Hulum” (Çoğulu: Ahlâm): (Toplam 3 Yerde): 12/Yûsuf, 44, 44; 21/Enbiyâ, 5.
C- Rüya İle İlgili Âyetler: 12/Yûsuf, 4-5, 43-44, 100; 37/Sâffât, 102, 105; 48/Fetih, 27.
D- Rüya Tâbiri: 12/Yûsuf, 4-6, 36-37, 41, 43-50, 100-101.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. İlimde, Teknikte, Edebiyatta, Tarihte, Dinde Rüya, Hekimoğlu İsmail, Nurettin Ünal, Türdav
2. Türk-İslâm Tasavvuf Geleneğinde Rüya, Hasan Avni Yüksel, M.E.B. Y.
3. Rüya, M. Yusuf Güven, Fatih Belbağı, Gülyurdu Y.
4. Rüya ve Kültür, Batı Entelektüel Geleneğinin Antropolojik İncelemesi, Susan Parman, Çev. Kemal Başcı, Kültür Bakanlığı Y. Dünya Edebiyatı
5. Türk Edebiyatında Siyasi Rüyalar, M. Kayahan Özgül, Akçağ Y., Ank. 1989
6. İslâmî Rüya Tabirleri Ansiklopedisi, İmam Nablûsî, Terc. Ali Bayram, M. Sadi Çöğenli, Cümle Neşriyat
7. Hayırdır İnşallah Türkler İçin Rüya Tabirleri, M. Emin Kazcı, Akis Y.
8. Rüya Dünyamız, H. Şinasi Çoruh, Kitapçılık Tic. Ltd. Şt. Y., İst. 1968
9. Türk Halk Edebiyatında Rüya ve Aşk Bâdesi Motifi, Süleyman Kazmaz, Erdem Y., Ank. 1985
10. Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi, Umay Günay, At. Kültür Merkezi Yl, Ank. 1986
11. Türk Halk Edebiyatında Rüya Motifinin Yapısı ve İşlevi, F. G. Hopkins, I. Uluslar arası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, MİFAD Y., c. 2, s. 1976
12. Rüyalar Üzerine Bir İnceleme, Simund Freud, Terc. A. Seden, Varlık Y., İst. 1965
13. Rüyalar ve Yanılgılar Psikolojisi, Sigmund Freud, Terc. A. Seden, Altın Kitaplar Y., İst. 1978
14. Rüya Yorum Metodu, Sigmund Freud, Terc. A. Günkut, Ataç Kitabevi Y., İst. 1964
15. İnsan Tabiatını Tanıma, A. Adler, Terc. A. Yörükan, Tur Y., Ank. 1973
16. Türk Mitolojisi, Bahaeddin Öğel, I-II, Devlet Kitapları, 1000 Temel Eser
17. Türk Kültür Tarihine Giriş, Bahaeddin Öğel, I-II, Kültür Bakanlığı Y.
18. Mukaddime, İbn Haldun
19. İhyâi Ulûmi’d-Din, İmam Gazâli, Bedir Y., c. 1
20. Kimyâ-yı Saâdet, İmam Gazâli
21. Medikal Psikoloji, Rasim Adasal, A. Ü. Tıp Fak. Y., Ank. 1965
22. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. , c. 18, s. 142-171
23. Şamil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. (Rüya Md.), Ahmet Arpa, c. 5, s. 285-287, (Rüya-i Sâdıka md.,) İsmail Kaya, c. 5, s. 287-288
24. İslâm İnancında Gayp Problemi, İlyas Çelebi, İFAV Y., s. 152-155
25. Kur’an’da insan-Gayb İlişkisi, Hâlis Albayrak, Şûle Y., s. 218-223
26. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, c. 7, s. 368-373
27. Sosyal Bilimler Ansiklopedisi (Erol Göka), Risale Y., c. 4, s. 329-330
28. Meydan Larousse Ansiklopedisi, c. 10
29. Tasavvuf Kültüründe Hadis, Muhittin Uysal, Yediveren Y., s. 67-78
30. Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, Ahmet Yıldırım, TDV Y., s. 40-49, 296-298
31. Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ethem Cebecioğlu, Rehber Y., s. 600-601
32. Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Sülmeyman Uludağ, s. 443-444
33. Muhyiddin İbn ü’l-Arabî’de Tasavvuf Felsefesi, Ebu’l-Âlâ Afifî, Kırkambar Y., s. 130-133
34. Fetvâlar, Mevdûdi, Nehir Y., c. 4, s. 244-248
35. Hadis ve Psikoloji, Muhammed Osman Necati, Terc. Mustafa Işık, Fecr Y., s. 212-226
36. Kur’an’da insan Psikolojisi, Abdurrahman Kasapoğlu, Yalnızkurt Y., s. 87-89
37. Merak Ettiklerimiz, Âdem Tatlı, Mehmet Dikmen, Cihan Y., s. 328-342
RÜYA
- 1037 -
38. Kur’an’da Zihin Eğitimi, Yaşar Fersahoğlu, Marifet Y., s. 208-213
39. Kütüb-i Sitte, İ. Canan, c. 17, s. 513-7; 4/515-548; 9/401; 16/364
40. S. Müslim, (Davudoğlu Şerhi), Sönmez Y., 10/13-40, 221, 222, 373-374, 381-384; 1/69; 2/71, 76, 138, 443; 3/11; 6/252, 494-495.
41. S. Buhâri Tecrid-i Sarih Terc. DİB Y., 12/271, 275, 276, 284, 287; 9/316; 4/33 (No: 576, 597, 681, 1358, 1552, 1554, 2101, 2102, 2103, 2106, 2107, 2109, 2110. Tabiri: 22, 73, 576, 1535, 2108, 2111.
42. Rüya, Halûk Nurbakî, İslâm’ın Nuru, 1953, II/24, sayfa 36-37
43. Rü’ya Üzerine, İsmail Karabacak, Hakses, 1989, 25/296, sayfa 22-24
44. Rüyalar Üzerine, Orhan Şaik Gökyay, II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, MİFAD Y., Ank. 1982
45. Tâbirnâmeler, Orhan Şaik Gökyay, IV. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri, HAGEM Y., Ank. 1992
46. Yahya Kemal’in Şiirlerinde Hayal, Sembol ve Rüya, Mehmet Kaplan, Kubbealtı Akademi Mecmuası, İst. 1985, no: 2
47. Rüyaların Psikolojisi, W. J. Fielding, Ruh ve Madde Dergisi, Ocak 1968, c. 8, no. 96

Okunma 1122 kez
Bu kategorideki diğerleri: « RUKÛ