Cumartesi, 06 Şubat 2021 20:50

RUKÛ

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

RUKÛ


- 943 -
Kavram no 151
Görevlerimiz 29
Bk. İbâdet; Namaz; Secde; İtaat-İsyan
RUKÛ


• RÜKÛ: Anlamı ve Mâhiyeti
• Kur'an'da Rükû
• Rükûnun Mânevî Hastalıklar Kadar, Maddî Hastalıklara da Şifâ Olması
• Rükûda Yaptığımız Tesbih
• Peygamberimiz'in Rükû Şekli ve Bu Konudaki Emirleri
• Ta'dîl-i Erkân
• Yahudilikte ve Eski Şeriatlerde Rükû ve Namaz Var mıydı?
• Rükû ve Düşündürdükleri
• RÜKÛ EDENLERLE BERABER RÜKÛ ETMEK, YANİ CEMAATE KATILMAK
• Namaz ve Cemaat
• Cemaat Anlayışı ve İslâm Topulumu
• Cemaat Olmanın Önemi
"Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin." 3516
Rukû: Anlamı ve Mâhiyeti
‘Rukû’’ sözlükte, iki büklüm olmak, eğilmek, beli bükmek demektir. Terim olarak, namazda özel bir şekilde eğilme fiiline denir. Namazda ayakta iken kıraat (Kur’an okuma) bittikten sonra, elleri dizlere koyarak, beli (ve başıyla sırtını) mümkün olduğu kadar düz tutarak eğilmektir.
‘Rukû’’ aynı zamanda saygı ve alçak gönüllülüğü de ifade eder ki, daha çok ibâdet için olur. Mü’min kulun Rabbine hürmetinin, O’nun karşısında tezellül etmesinin (kendini aşağı görmesinin) bir ifadesidir. O, Rabbine olan aşırı saygısından dolayı O’nun önünde eğilir; âdeta iki büklüm olur. O’nun büyüklüğünü, azametini kabul eder. O’nun Rabliğini tasdik ettiğini O’nun önünde eğilerek ortaya koyar. ‘Rukû’’ tıpkı secde gibi, namazın en önemli rükünlerin-den/unsurlarından biridir ve farzdır. Secde gibi Allah’a hürmetin en yüce derecelerindendir ve secdeye bir başlangıçtır.
Elmalılı, bu konuda şunları söyler: "Kıyamdan secdeye kapanmakta bir itidalsizlik vardır ki, bunu rükû tamamlar. Bu şekilde müslümanın namazı, kalbin düzelme ve temizlenmesiyle beraber bir mi'râcı olduğu gibi, bedene ait hareketlerin de ta'zimi, ağırbaşlılık ve sükûneti ifade eder. Bu ifadeler, beşer ömrünün geçişini ne güzel tasvir eder. Ciddî olarak namaz kılmak, zekât vermek, cemaate devam etmek; hakkı gizlemekten ve hakkı bâtıl ile bulamaktan men eder. Bütün bu emirler ve yasaklar, İsrâiloğullarına hitap etmekle beraber, hükmü onlara
3516] 2/Bakara, 43
- 944 -
KUR’AN KAVRAMLARI
mahsus değildir. İslâm şeriatinde bunlar vardır. "Siz de bunlara iman ve itaat edin" demektir. "Sebebin hususu (özel oluşu), hükmün genel oluşuna engel olmayacağı açıktır." 3517
"Namazı ikame edin (tam kılın), zekâtı hakkıyla verin, rükû edenlerle beraber rükû edin."3518 Âyetteki rükûdan murad, namazdır. Namazın en önemli erkânından biri olması yönüyle, cüz zikredilmiş, kül kast edilmiştir. Yahudilerin de mükellef oldukları ibâdetin, müslümanların namazı olduğunu belirtmek için rükû zikredilmiş olmalıdır. "Rükû edenlerle beraber rükû edin." İfadesi, namazın cemaatle edâ edilmesinin gereği/faziletine işaret ettiğinden, âyetin başındaki namazı ikame edin emrinden sonra, aynı ifadenin tekrarı değil; cemaatle edâ edilmesi anlamındadır.
Kur'an'da Rükû
Rükû kelimesi Kur'ân-ı Kerim'de 13 yerde geçer. Allah'ın huzurunda saygıyla eğilme, ibâdet etme ve özellikle namaz kılma anlamında kullanılır.
"...Rükû edenlerle beraber rükû edin." 3519
"Ey iman edenler! Rükû edin; secdeye kapanın; Rabbinize ibâdet edin; hayır işleyin ki felâha (kurtuluşa) eresiniz." 3520
"(Allah'la alış veriş yapanlar:) Tevbe edenler, ibâdet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar(Allah için cihad edenler, seyahat edenler), rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanları, o mü'minleri müjdele!" 3521
"Sizin velîniz (dostunuz) ancak Allah'tır, Rasülü'dür, iman edenlerdir; onlar ki rükû ederek (Allah'ın emirlerine boyun eğerek) namazı kılar, zekâtı verirler." 3522
"Muhammed Allah'ın rasülüdür. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün." 3523
"O gün, (hakikatleri) yalan sayanların vay haline! Onlar, kendilerine 'rükû edin (Allah'ın huzurunda eğilin)' denildiği vakit rükû edip eğilmezler." 3524
"Biz, onların boyunlarına halkalar geçirdik. O halkalar çenelere kadar dayanmaktadır. Bu yüzden kafaları yukarı kalkıktır." 3525
İnsanlar zaman zaman ya putlarının, ya krallarının (yöneticilerinin), ya da kendilerine geçimlik veren kişi veya makamların önünde boyun bükerler, iki büklüm olurlar. Hatta kimi kralların önünde secdeye kapanır gibi eğilirler veya el-etek öperler. Bu her ne kadar o kişinin bulunduğu makama bir saygı gibi yorumlansa bile işin özü yönünden yanlış bir şeydir ve Allah’tan başkasına boyun eğmenin göstergesidir. Böyle bir durumda önünde yerlere kadar eğilinen
3517] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, I/286
3518] 2/Bakara, 43
3519] 2/Bakara, 43
3520] 22/Hacc, 77
3521] 9/Tevbe, 112
3522] 5/Mâide, 55
3523] 48/Fetih, 29
3524] 77/Mürselât, 47-48
3525] 36/Yâsin, 8
RUKÛ
- 945 -
kişi ne o kadar yücedir, ne de onların önünde yerlere kapanan insan o kadar aşağıdır.
İnsan ancak Yüce Allah’ın önünde bu kadar küçük bir pozisyona düşebilir. Bu da bir ibâdetin, Allah’ı büyük tanımayı böylece ortaya koymanın göstergesidir. Yoksa Allah Teâla (cc) kulunu çok değersiz, âdi ve sürünmesi gereken bir varlık olarak değerlendirmiyor. Bunun aksine rukû’ ve secde edenler Allah katında yüce dereceler elde ederler. Namaz kılan mü’min, kıyamda Allah’a hamdettikten sonra ‘Allahü ekber-Allah en büyüktür’ diyerek rukû’ya varır. Rukû’, Allah’a ta’zimin (O’nu büyük saymanın) ileri bir aşamasıdır. Rukû’ ile mü’min, zayıflığını, kul olduğunu, âcizliğini ortaya koyar, Allah’a karşı hürmetini gösterir.
Konumuzla ilgili olan âyette şu emirler veriliyor: “Namazınızı kılın, zekâtınızı verin ve rukû’ edenlerle beraber rukû’ edin.”3526; “Ey iman edenler! Rukû’ edin, secde yapın, Rabbinize ibâdet edin, hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz.”3527 Allah’ın önünde rukû’ etmek mü’minlerin en önemli ayırt edici özelliklerindendir. Kur’an bunu şöyle açıklıyor: “O mü’minler namazlarını kılarlar, zekâtlarını verirler ve onlar rukû’ edenlerdir.”3528
Mü’minler rukû’ ve secde ederek, Allah’ın lütfunu ve rızâsını isterler. Onlar, Allah’ın huzurunda rukû’ya vararak, hem kendi nefislerine, hem de bütün insanlara âdeta şöyle derler: "Allah’tan başka hiç bir kimsenin, makamın ve çıkarın önünde eğilmek mü’min kullara yakışmaz. Çünkü böylesine bir hürmet ancak Allah’a yapılır. İnsanın böylesine tezellül göstermesi (kendi makamını aşağı/küçük görmesi) ancak Allah’ın Rabliği önünde olabilir." Yeryüzünde nice insan; yöneticilerinin, büyük saydıkları kimselerin, liderlerinin, menfaatlerinin ve hatta heykellerin önünde akılsızca eğilir, iki kat olurlarken; Allah’ın huzurunda rukû’ yapmaktan, secde etmekten kaçınırlar.“O gün yalanlayanların vay haline! Onlara, Allah’ın huzurunda rukû’ edin denildiği zaman, rukû’ etmezler.” 3529
Namazla mi'râca çıkan, Allah'ın huzurundaki müslüman, başka hiç bir şeyin önünde eğmediği başını Allah'ın huzurunda eğer, iki kat olur, rükûa varır. Başını Hakka eğen mü'min, dostunu düşmanını bilmiştir. İzinde, yolunda, esaslarında başını vereceği dostunu tanımıştır. Kâfirlerin Kur'an'da belirtilen özelliklerinden biri de onların rükû etmediği, Allah'a boyun eğme-dikleridir.3530 Müslüman, rükû ile onlardan ayrılır, O'na itaat etmeyenlerden uzaklaşır ve rükû edenlerin safında yer alarak, cemaatin/ümmetin bir ferdi olur; rükû edenlerle beraber Allah'a boyun eğer.
Namazda rükûa vararak Allah'ın huzurunda başını eğen mü'min, Rabbina şükür için tesbihâta başlar, "sübhâne Rabbiye'l azîm" der. Rükû eden mü'min, Allah'ın vahyinin dışında hiçbir şeye eğilmeyeceğini, sadece O'na kulluk edeceğini rükû ile ispatlamış olur. Allah'tan başka bir güç, bir otorite, bir tâğut önünde eğilmeyeceğini bu ameli ile göstererek, rükû etmeyenlerden, tâğutlardan uzaklaşır; sadece kendisi için rükûa vardığı Rabbine yakınlaşır. Rükû eden mü'min, Allah'ın insan dışındaki kullarının ibâdetine de katılmış, onlarla uyum içine girmiş olur. Bütün dört ve daha fazla ayaklı mahlûkatın ibâdet şeklini de yerine
3526] 2/Bakara, 43
3527] 22/Hacc, 77
3528] 5/Mâide, 55
3529] 77/ Mürselât, 47-48; H. K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, 551-552
3530] 77/Mürselât, 47-48
- 946 -
KUR’AN KAVRAMLARI
getirmiş olur; çünkü onların Allah'a ibâdet şekli devamlı rükû eder vaziyettedir. Onlar, namazdaki rükû gibi devamlı iki büklüm bekliyorlar ve Allah'ın yapılarına verdiği özellikle O'na kulluk yapıyor, tesbih ediyorlar.
Rükû halindeki tesbihinden Rabbi o kadar memnun olur ki, kulunun ağzından sıhhatli bir haber çıkar: "Semiallahü limen hamideh" (Allah, kendisine hamd edenin hamdini duyar, kabul eder.) Ne güzel bir müjde, ne güzel bir haber. Rükûdan başını kaldıran mü'min, hamdinin kabul edildiğini öğrenir öğrenmez, "Rabbenâ leke'l hamd" (Ey Rabbimiz, hamd sadece sana mahsus-tur" der. Artık kendisinden geçmiş, ruhunu kaplayan bir huzurun içine dalmış, daha fazla ayakta duracak mecali kalmamıştır; tattığı hazdan olduğu yere yığılır kalır, secdeye kapanır. Secde, şükrün son haddidir. Dünyadan tamamen soyulmanın gerçek ânı, mi'racın yansımasıdır. Şeytanı deliye çeviren bir amel, beşeri Âdem gibi adam eden haldir secde."Secde et ki (Allah'a yaklaşa-sın." 3531
Rükûnun Mânevî Hastalıklar Kadar, Maddî Hastalıklara da Şifâ Olması
Tüm ibâdetler, sadece Allah'ın rızâsını kazanmak için yapılır. Dünyevî bir gaye için yapılan şey, Allah'a ibâdet ve sevap olmaktan çıkar. Zaten Allah'a ibâdet; Allah'ın emrettiklerini, usûlüne uygun olarak Allah rızâsı için yapılan şeydir. Ama bunun yanında her ibâdetin dünyaya yönelik nice faydalı yönleri, yani hikmetleri vardır. Allah, zararlı bir şey emretmez; Bizim için hayırlı ve güzel olan şeyleri emreder. İbadetlere -hâşâ- Allah'ın bir ihtiyacı yoktur; bizim ihtiyacımız vardır. Namaz ve rükû, özellikle mânevî hastalıklarımıza şifâ kaynağıdır. Kalbi, ruhu, nefsi arındırır namaz: "Muhakkak namaz, fahşâ ve münkerden (hayâsızlıktan ve kötülükten) alıkoyar." 3532
Sadece manevî hastalıklara değil, maddî hastalıklara da şifâdır namaz ve rükû. Rükû ve secdeler, bütün organları canlandıran kan dolaşımı için en iyi bir usûldür. Onun için namaz, sindirimi takviye edici bir ilâçtır. Rükû, sırt ve mide kaslarını takviye eder, aynı zamanda midenin cidarı üzerinde meydana gelen yağları giderir. Rükû ve secde, kasların zâfiyeti ile bezlerin hareketli olmasından meydana gelen mide cerahatlenmesi gibi hastalıklardan muhafaza eder. Rükûda ve namazın diğer rükünlerinde kol, bacak ve kafa hareket eder; bu hareketler, bütün kaslara, eklemlere ve kemiklere ulaşır. Namaz, vücudun üst tarafındaki kanı indirme ameliyesi gösterir. Bu sebepten, tansiyon yüksekliğinden muzdarip hastalar, namazı tam olarak kılarlar, rükûda mutmain olarak kalır, tâdil-i erkâna riâyet ederlerse açıkça faydasını görürler. 3533
Rükûda Yaptığımız Tesbih
Mü’minler rükû’da iken ‘Sübhâne rabbiye’l azîm / Yüce olan Rabbimi tesbih ederim’, secdelerde ise sürekli ‘Sübhâne Rabbiye’l a’lâ / Ulu olan Rabbimi tesbih ederim’ derler. O yüzden rükû ve secde, tesbih edilme makamıdır. Tesbihin anlam ve önemini bilmeden rukû ve secde yeterli şekilde anlaşılamaz. Allah, yeryüzünde halife yaratacağını meleklere bildirince, onlar: "Biz, hamdinle Sana tesbih
3531] 96/Alak, 19; Heyet, Namaz Hikmeti, Manası ve Kaideleri, s. 27-28
3532] 29/Ankebût, 45
3533] Psikolojik ve Sıhhî Açıdan İbadet, Abdullah Aymaz, s. 84-85
RUKÛ
- 947 -
ve takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun?' dediler."3534 Bu ayetten anlaşılmaktadır ki, yeryüzünün halifesi insanın en önemli görevlerinden biri Allah'ı tesbih etmektir. Melekler, yaratılış hikmeti tesbih/ibâdet olan yeni bir varlık yaratılacağını anlayıp, bu görevi kendilerinin hakkıyla yaptıklarını belirtmişlerdi.
‘Tesbih’; Allah’ı O’na yakışmayan şeylerden tenzih etmek yani uzak tutmaktır. ‘Tesbih’ bir anlamda Allah’ı büyük tanıma, O’na noksan sıfatları yakıştırmama, ‘sübhânellah’ (sübhâne Rabbiye'l- azîm vb.) demek ve O’na ibâdet etmektir. Bu bir çeşit Allah’ı zikirdir. Bazı âlimlere göre ‘tesbih’, zikrin türlerinden biridir. ‘Tesbih’; Allah’ı, kutsal yüceliğine lâyık olmayan kusur ve noksanlıklardan, insanların sahte ilâhlar hakkında düşündükleri eksik sıfatlardan gerek inanç, gerekse söz ve kalp ile tenzih etmektir, uzak tutmak ve aklamaktır.
Tesbih, bir nevi protestodur. İnandığımız Allah'a birileri iftira atıyor. O'na ait olan vasıfları başkasına vermeye kalkışıyor. O'nun isimlerini, sıfatlarını kendi sevdiklerine, bağlandıklarına yakıştırıyor ve onları ululayıp yüceltiyor. İşte biz, bu durumu red ve protesto için "sübhânallah" diyoruz. Bunu söylerken, şirki protesto ettiğimiz gibi, aynı zamanda da Allah'ı yüceltip övmüş oluyoruz.
Kur'an'da kullanıldığı şekilde tesbih, üç temel anlama gelir. 1- Aklama-uzaklaştırma; 2- Zikir/anma, duâ, namaz; 3- Kâinattaki her şeyin O'nun düzenine uyduğu.
Allah Teâla (c.c.) yücedir, uludur, azimdir. Hiç bir şey O’nun benzeri ve dengi değildir. O en yüce sıfatlara sahiptir. İnsanların aklına gelebilecek bütün eksik ve noksan sıfatlardan, kusurlardan uzaktır. Allah (c.c.) hakkında, insanlara ve diğer yaratıklara ait şeyler düşünülemez. O, bütün bunların dışındadır.
Sübhânallah şiarı, 'sübhâne Rabbiye'l-azîm', şirki mahkûm etmek için söylenir. Kâfir insan ve cinlerden/şeytanlardan başka her şey, Allah'a kul oluyor, secde ve tesbih ediyorken, bu hayvandan aşağı yaratıklar, nizam ve uyumu bozuyorlar. İşte bu fesat/düzen dışılık sübhânallah şiarıyla, "sübhâne Rabbiye'l-azîm" ifadesiyle reddediliyor.
Allah’ı mükemmel (en yüce) sıfatlarla düşünmek, O’nu noksan sıfatlardan tenzih etmek (uzak tutmak), tesbih’tir. Aynı kökten gelen ‘Sübhan’ Allah’ın bir ismidir. Yani, çok tenzih edilen, Allah’a inanmayanların O’nun hakkında düşündüklerinden ve söylediklerinden, her türlü kusurdan uzak olan demektir ‘Tesbih’ ibâdetinde Allah’ın büyüklüğüne yönelik bir hayret ifadesi bulunmaktadır. Bunun yanında onda Allah’a ait yüceliğin itirafı ve O’nu noksan sıfatların uzağında görme inancı vardır.
Peygamberimiz'in Rükû Şekli ve Bu Konudaki Emirleri
Namazın hakkıyla kılınması konusunda ölçü, Rasulullah’ın; “Namaz kılarken beni gördüğünüz gibi namaz kılın.”3535 hadisi olmalıdır. Dosdoğru namaz; Rasulullah’ın kıldığı, onun tanımladığı ve onun uygulama olarak gösterdiği namazdır. Namazın dosdoğru ve makbul olabilmesi için huşû ve Allah'ın huzurunda olma şuuru yanında; şekle yönelik bazı şartların da titizlikle yerine getirilmesi
3534] Bakara, 30
3535] Buhari, Ezan18/60, Edeb 27; Ahmed bin Hanbel; V/53, Darimi, Salat 42
- 948 -
KUR’AN KAVRAMLARI
gerekir. Esasen, namazın derûnî ve ruhî boyutu, bir bakıma şeklî boyutu olmadan gerçekleşemez. Kıyam, rükû, sücud, kuûd gibi temel bedensel eylemler, hiç kuşkusuz derin ruhî ve psikolojik anlamlar içeren sembolik hareketlerdir. Bu bakımdan, Rasul-i Ekrem, namazın şekli ile alâkalı çok önemli uyarılarda bulunmuştur:
“Namaza durduğunda, önce tekbir al. Sonra Fâtiha'yı ve Kur’an’dan kolayına geleni oku. Sonra tekbir getir, rükûya var, elinin ayalarını dizkapaklarının üzerine koyarak bütün eklemlerin yerli yerinde (mutmain) oluncaya kadar dur, rükû yap. Sonra 'semiallahü limen hamideh' de ve başını kaldır, büsbütün doğruluncaya kadar ayakta dosdoğru dur. Her bir kemiğin yerli yerince otursun. Sonra tekbir getirerek secdeye var, mutmain oluncaya kadar kal. Sonra başını kaldır, mutmain oluncaya kadar otur. Bunu namazının bütününde böyle yap...” Hz. Peygamber, bitirinceye kadar dört rekâtıyla namazı bu şekilde anlattı, sonra şöyle buyurdu: "Bu şekilde yapmadıkça, sizden hiç birinizin namazı tamam olmaz." 3536
Hadiste sözü edilen her hareketin mutmain olarak yapılması; o hareketler sırasında yapılan duâ ve zikirlerin anlam kazanması bakımından elzemdir. Acele ile daha rükûya tam varmadan doğrulmak, tam doğrulmadan secdeye gitmek ve hemen secdeden kalkmak, daha oturmadan tekrar secdeye gitmek... Bütün bunlar, namazın şekli ve aslı olan bedensel unsurları eksik bıraktığı gibi, namazın manasını ve ruhunu da zedeler.
Her konuda bize örnek olan Peygamberimiz’in, namaz konusundaki titizliği ve dikkati de bizim için yegâne örnek olmalıdır: Aişe annemiz şöyle dedi: “Rasulullah aleyhisselam rükûya vardığı zaman başını ne yukarıya kaldırır, ne de aşağıya indirir; ikisinin arasında tutardı. Rükûdan başını kaldırdığı zaman, iyice doğrulup ayakta durmadıkça secdeye gitmezdi. Secde edip başını kaldırdığı zaman da, iyice doğrulup oturmadıkça (ikinci) secdeye gitmezdi.” 3537
Rasulullah (s.a.s.) rükû'da parmaklarının arasını açık tutardı. Nitekim namazını güzel kılmayan kimseye de böyle emretmiş ve şöyle buyurmuştur: "Rükûa vardığın zaman, avuçlarını dizlerinin üzerine koy. Sonra parmaklarının arasını açık tut. Ve her organ yerini bulup tatmin oluncaya kadar bekle." 3538
Hz. Peygamber, rükû'da dirseklerini vücudundan ayırırdı.3539 Rükûa vardığı zaman, sırtını dümdüz tutardı. Öyle ki, üzerine su kabı konacak olsa dökülmezdi. Namazını güzel kılmayan kişiye şöyle demişti: "Rükûa vardığın zaman avuçlarını dizlerinin üzerine koy; sırtını düzgün tut ve rükû için sağlam dur."3540 Hz. Peygamber, rükû'da başını ne aşağıya doğru eğer, ne de yukarı kaldırırdı; bu ikisi arasında tutardı. Rükûa vardığında ellerini diz kapaklarına iyice yerleştirir, ondan sonra da sırtını yere doğru eğerdi. 3541
3536] Buhârî, Ezan 122; -daha kısa şekilde- Müslim, Salât 45; Tirmizî, Salât, 110; Nesâî, İftitah 7, Tatbik 15, Sehv 67; İbn Mâce, İkametu's-Salât 72; S. Buhâri, Tecrid-i Sarih Terc. II/ 735 hadis no: 423
3537] İbni Mace, K. Salat 869, 880; S. Müslim, Salât 240; Ebû Dâvud, Salât 122; Müsned-i Ahmed, VI/31
3538] Buhârî, Ezan 122, Eymân, 15; Müslim, Salât 45
3539] Tirmizi
3540] Ebû Davud; Ahmed bin Hanbel
3541] Buhârî, Salât 85, 118, 120
RUKÛ
- 949 -
"Hırsızların en kötüsü namazından çalan kimsedir." Ashab dediler ki: Yâ Rasulallah! Bir insan namazından nasıl çalar? Buyurdu ki: "Rükû ve secdelerini tam yapmayarak." 3542
Hz. Peygamber, namaz kılarken, göz ucuyla, rükû ve secdede belini doğrultmayan birini gördü. Namazı bitirdikten sonra şöyle buyurdu: "Ey cemaat! Rükû ve secdesinde belini doğrultmayan kimsenin namazında hayır yoktur." 3543
Peygamberimiz, rükûu ile rükûdan doğrulmayı, secdesi ile iki secde arasındaki oturuşu birbirine yakın yapardı.3544 Rasulullah, rükûdan kalktıktan sonra âzâların mutmain olmasını (tâdil-i erkân) emrederdi. Namazını güzel kılmayan kimseye de nitekim şöyle buyurmuştur: "Sonra başını kaldır. Ve o derece doğrul ki, bütün kemikler yerini bulsun." Diğer bir rivâyette: "Rükûdan kalktığın zaman belini doğrult.. Başını da öyle kaldır ki, bütün kemikler eklemlerine dönsün." 3545
Ta'dîl-i Erkân
Ta'dîl, düzeltmek, kuvvetlendirmek demektir. Erkân ise, "rükn"ün çoğuludur. Kelime anlamlarıyla ta'dîl-i erkân, rükünlerin yerli yerinde yapılması demektir. Terim olarak; Namazda rükû, rükûdan sonra ayakta durma, secde ve iki secde arasındaki oturmanın hakkını vererek, tam bir sükûnet içinde ve yerli yerinde mutmain olarak yapmaya ta'dîl-i erkân denir.
Allah, Kur'an'da, Rasül-i Ekrem de hadislerinde namazların gerektiği gibi kılınmasını özellikle belirtmiştir. Peygamberimiz'in rükû şekli ve bu konudaki emirleri yukarıda ifade edilmişti. Kur'an, namaz kılmayı ifade için "namaz kılmak" anlamına gelen "sallâ" fiili yerine "ekaame" fiilini tercih etmiştir ki, bu kelime, "ikame etmek, hakkını vererek yapmak" anlamına gelmektedir. Peygamberimiz de rükû ile ilgili yukarıda belirtilen uygulama ve emirlerinin yanında, bir başka hadisinde şöyle buyurur: "Rükû ve secdeleri tamamlayın."3546 Diğer bir rivayette de "Rükû ve secdelerinizi güzel yapın." 3547 buyurmuştur.
Buhârî'nin rivâyetine göre, sahâbenin seçkinlerinden Huzeyfe (r.a.), rükû ve secdelerini tam yapmayan bir adamı gördü ve adam namazı bitirince, namazının olmadığını, eğer ölmüş olsa, sünnet üzere ölmeyeceğini; bir başka rivayette de, Hz. Muhammed’in (s.a.s.) yaratıldığı fıtratın dışında bir fıtrat üzere ölmüş olacağını hatırlattı. 3548
Bu nasslardan yola çıkan İmam Mâlik, İmam Şâfiî, İmam Ahmed bin Hanbel, İmam Ebû Yusuf gibi fakihlerin çoğunluğu ta'dîl-i erkânın farz olduğu görüşündedirler. İmam Ebû Hanife ve İmam Muhammed'e göre ise, ta'dîl-i erkân vâciptir. Muhakkik fukahâ da bu görüşü tercih etmiştir. Küçük bir gruba göre de ta'dîl-i erkân, vâcibe yakın sünnet-i müekkededir. Tâdil-i erkânın farz olduğunu söyleyen fukahâya göre, bunun terki halinde namaz bâtıl olur ve tâdil-i erkâna
3542] İbn Ebî Şeybe; Taberânî
3543] İbn Mâce; Ahmed bin Hanbel
3544] Buhârî; Müslim
3545] Buhârî, Ezan 122, Eymân, 15; Müslim, Salât 45; El-Bânî, Hadislerle Peygamberimizin Namaz Kılma Şekli, s. 94-103
3546] Buhârî, Eymân 3; Müslim, Salât 111; Nesâi, Tatbik 16, 60
3547] Ahmed bin Hanbel, Müsned II/234, 319, 505
3548] Buhârî, Ezan 119; Nesâî, Sehv 66; Ahmed bin Hanbel, Müsned V/384
- 950 -
KUR’AN KAVRAMLARI
riâyet ederek yeniden kılmak gerekir. Vâcip olduğunu söyleyenlere göre ise sehv secdesi gerekmektedir.
Tâdîl-i erkâna riâyetin ölçüsü rükünler arasında en az "sübhânallah" diyecek kadar durmaktan ibarettir. Buna göre, meselâ rükûdan doğrulduktan sonra dimdik ayakta durup, en az "sübhânallah" diyecek kadar beklemek ve daha sonra secdeye gitmek; secdeler arasında da en az bu kadar oturmak gerekmektedir.
Hanefîlerden bazıları, rükû ve secdelerde buna riâyet etmeyenin namazını iâde etmesi gerektiği görüşündedir. Diğer bazısı da ta'dîl-i erkânın sehven terki halinde sehiv secdesi, kasden terki halinde ise namazın iâdesi gerektiği görüşündedir. O yüzden, namazda, özellikle rükûdan sonra ayakta durma ve ilk secdeden sonra oturma konusunda dikkatli olmak gerekmektedir. Çünkü bunlar, acele olarak hemen geçiştiriliveren yerlerdir. Buralarda mutlaka en az bir tesbih miktarı beklenilmelidir. Bu kadar durulmazsa, namazı bozulmamakla beraber kişi günahkâr olur. 3549
Yahudilikte ve Eski Şeriatlerde Rükû ve Namaz Var mıydı?
"Namazı ikame edin (tam kılın), zekâtı hakkıyla verin, rükû edenlerle beraber rükû edin."3550 Bu âyetteki hükümler, dolayısıyla mü'minlere emredilen, ilk plânda ise İsrâil oğulları muhâtap alınan emirlerdir. Bilindiği gibi Bakara suresi, 40. âyetten itibaren Benî İsrâil'e hitap edilmektedir. Bu âyetlerdeki emir ve yasaklar tüm müslümanlara emredilmekle birlikte; ilk plânda yahudilere emredilip yasaklanmaktadır. O yüzden namaz kılmak, zekât vermek, cemaate devam etmek; hakkı gizlemekten ve hakkı bâtıl ile bulamaktan men etmek gibi emir ve yasaklar, İsrâiloğullarına hitap etmekle beraber, hükmü sadece onlara mahsus değildir. "Sebebin hususî oluşu, hükmün genel oluşuna engel olmaz. İslâm şeriatinde de bu emir ve yasaklar vardır. "Siz de bunlara iman ve itaat edin" denilmiş olmaktadır.
Burada aklımıza şu soru gelebilir: Yahudilerde ve eski şeriatlerde namaz gibi bir ibâdet var mıdır? Şimdiki yahudiler ve hıristiyanlar, namaz kılmadıkları için, bazı insanlar, eski ümmetlere ve peygamberlere namazı emredilmediğini zannederler. Bu zan yanlıştır. Zekât gibi, namaz da bütün peygamberlere ve dolayısıyla eski ümmetlere emredilmiştir; eski şeriatlerin tümünde namaz vardır:
"Ey Meryem! Rabbine ibâdet et; secdeye kapan. Rükû edenlerle beraber sen de rükû et." 3551
"Biz, Beyt'i (Kâbe'yi) insanlara toplanma mahalli ve emin/güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrahim ve İsmail'e: 'Tavaf edenler, itikâf yapanlar (ibâdete kapananlar), rükû ve secde edenler için Evim'i temiz tutun' diye emretmiştik." 3552
"Ona (İbrahim'e), İshak'ı ve fazladan bir bağış olmak üzere Ya'kub'u lutfettik; her birini sâlih insanlar yaptık. Onları, emrimiz uyarınca doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendileri-ne hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar, daima
3549] Şâmil İslâm Ansiklopedisi, 6/74-75
3550] 2/Bakara, 43
3551] 3/Âl-i İmran, 43
3552] 2/Bakara, 125
RUKÛ
- 951 -
bize ibâdet eden kimselerdi." 3553
"Çocuk (Hz. İsa) şöyle dedi: 'Ben Allah'ın kuluyum. O bana Kitab'ı verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, O beni mübârek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti." 3554
"Kitap'ta İsmail'i de an. Gerçekten o, sözüne sâdıktı, rasül ve nebî idi. Halkına namazı ve zekâtı emrederdi; Rabbi nezdinde de hoşnutluk kazanmış bir kimse idi." 3555
"İşte bunlar, Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, Âdem'in soyundan, Nuh ile birlikte (gemide) taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrâil (Ya'kub)'in soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir. Onlara, çok merhametli olan Allah'ın âyetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı. Nihayet onların peşinden öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar, nefislerinin arzularına uydular. Bu yüzden ileride sapıklıklarının cezasını çekecekler." 3556
Rükû ve Düşündürdükleri
Rukû’ yapmak, şüphesiz ki mü’minler için son derece önemli bir iman borcudur ve mü’min olmalarının göstergesidir. Mü’minler yalnızca Allah’ın huzurunda rukû’ ederek, büyüklüğün ve yüceliğin, ilâhlığın ve rabliğin sadece O’a ait olduğunu göstermiş olurlar. Bu ibâdet onlar hakkında bir özgürlük ilânıdır. Allah’tan başka herhangi bir gücün önünde boyun eğmenin yanlışlığını kavramak ve bunu duyurmaktır rükû. Rükû, insanın ancak Allah’ın önünde eğilerek izzet bulacağını, başka nesnelerin önünde boyun bükmenin esâret ve zillet olacağını kendi nefsine ve başkalarına göstermektir.
Yüce Allah'ın yarattığı vücut organları, yine Allah'ın yarattığı âciz yaratıkları tâzim etmek için kullanılamaz. Bu, Yaratıcı'ya karşı nankörlük ve küfür demek olur. Allah'tan başkasının huzurunda saygıyla divan durulamayacağı gibi, kula kulluk etmek için rükû ve secdeyi hatırlatan, çağdaş tapınmalar, reveranslarda da bulunulamaz. Bu tür davranışlar, eşref-i mahlûkat için bir züldür, alçalmadır.
Âlemlerin Rabbi Allah’a samimiyetle rükû ve secde edenler, Allah’ın dışında hiç bir varlığın, makamın, çıkarın, gücün önünde boyun eğmezler. Başlarını dik tutarlar, haysiyet ve şereflerine sahip olurlar. insanlık onurlarını âciz, güçsüz ve zorba karakterli varlıkların önünde harcamazlar. Allah'a gerçek anlamda ve gereği gibi rükû ve secde eden kul, kula kul olmaktan kurtulur. Mü'min, yalnız yaratıcısı Allah'ın huzurunda eğilir.
Allah’ın karşısında rükû ve secde etmeyenler, ancak ‘kibirli’, ‘burnu havada’ olan kimselerdir. Onlar Allah’a secde etmeyi gururlarına yediremezler; ama her türlü çıkarın, dünyalık makamların ve zorba yönetimlerin önünde eğilirler, aşağı bir seviyeye düşerler. Küçücük bir menfaat için ya da az bir çıkar veya maaş uğruna üstlerine süklüm-püklüm olurlar. Allah'ın kendisine rükû ve secde emrinden kaçınanlar, kula kulluk için emre âmâdedirler. Bunlar, halk deyimiyle "emir kulu"dur; âmirleri kim olursa olsun, hazırola geçmeye, boyun eğmeye hazırdırlar. Bütün yaratıklar ve özellikle hayvanlar, aslında her durumda rükû halini
3553] 21/Enbiyâ, 72-73
3554] 19/Meryem, 30-31)
3555] 19/Meryem, 54-55
3556] 19/Meryem, 58-59
- 952 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yaşamak-tadırlar. Rükû etmekten kaçınan insan, böylece hayvandan da aşağı duruma, alçakların alçağına düşmüş olur. 3557
Allah'ın huzurunda eğilmeyen insan, ne çarşıdaki ne gönlündeki putları devirebilir. Allah'ın önünde eğilmeyen kimse, küfrün belini bükemez; tâğutun ve şeytanın belini kıramaz.
Rükû, namazdaki bir rükün olmanın yanında, Allah'a her konuda ve tam manasıyla boyun eğişin somut şeklidir. Rükûda asıl olan, kalbin bütün ilgilerden arınarak Allah'a yönelmesi, samimi bir teveccüh ile O'na bağlılığını ve itaatini arzetmesidir. Rükûsu ve secdesi çok olanlar, yeryüzünü tertemiz mescid haline getirenler, Rablerinin katında yüceldikçe yücelirler. Allah, kendisi için tevâzu gösterenleri, rükû ederek boyun büken ve başını secdeye koyanları aziz kılar, yükseltir. Sadece Allah'ın huzurunda eğilip O'na rükû ve secde edenler, bir anlamda ‘mirac’a çıkarlar. Zaten namaz mü’minin miracı değil midir?
'Rükû’su ve 'secde'si uzun tutulan namazlar daha faziletlidir. Bu iki makamda yapılan zikirler, edilen duâlar ve kunutlar kabul edilmeğe daha yakındır.
"Şühedâ göğdesi, bir baksana; dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar." 3558
Ne mutlu sadece Allah’ın önünde eğilip rükû ve secde eden, bu davranışıyla insan ve cin şeytanlarını kahredip onların belini bükmek isteyenlere... Yazıklar olsun tâğutlar önünde basit çıkar için yaltaklanıp iki büklüm olanlara!
RÜKÛ EDENLERLE BERABER RÜKÛ ETMEK,YANİ CEMAATE KATILMAK
Konumuzu teşkil eden âyette, bilindiği gibi sadece rükû değil, cemaate katılmak veya cemaat oluşturmak da emredilmektedir. "Rükû edenlerle beraber rükû edin."3559 Bu emir, rükûları, rükû ile kast edilen farz namazları cemaatle kılmayı da içine almaktadır. Cemaat Nedir? ‘Cemaat’ kelimesinin aslı, toplamak, bir araya getirmek anlamındaki cem’ fiilidir. ‘Cemaat’ sözlükte, insan topluluğu, bir araya gelen insan grubu demektir. Geniş anlamıyla cemaat; bir fikir ve inanç etrafında bir araya gelen insan topluluğuna verilen addır.
Bir fıkıh terimi olarak ‘cemaat’ ise; namazı bir imamla birlikte kılan mü’minler topluluğudur. En geniş anlamıyla cemaat; İslâm ümmeti topluluğunu ifade eden bir kavramdır. Dünyadaki bütün müslümanlar bu anlamda bir bütün halinde ‘cemaat’tirler. Bu cemaatin ana özelliği, aynı Din’e, yani Tevhid dinine inanmaları, aynı kıbleye yönelmeleridir. Dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar, bütün müslümanlar İslâm cemaatinin birer üyesidirler.
Cemaat; rastgele, tesadüfen veya şartların bir araya getirdiği insanlar değildir. Cemaatin üyeleri de yaptıklarını bilmeyen, hangi şartlar altında ve niçin bir araya geldiklerinden habersiz ve şuursuz kimseler değillerdir. Cemaat,
3557] 7/A'râf, 179; 95/Tîn, 5
3558] Mehmed Âkif
3559] 2/Bakara, 43
RUKÛ
- 953 -
şuurlu bir birlikteliktir. Kuru kalabalık, yani kitle (cemâdât) değildir. Kitle, şartların bir araya topladığı kalabalıktır. Yolu ve hedefi belli değildir. Asgari müşterekleri bile ortada yoktur. Belki bir çıkarın, belki etkili bir rüzgârın, belki gözü açık bir propagandacı veya politikacının, ya bir futbol topunun, filmin veya müziğin bir araya topladığı bir sürüdür. Sürüyü akıllı ve gözü açık çobanlar istediği gibi sürükleyip götürürler.
Bir topluluğun cemaat adını alabilmesi için, o topluluğun belli bir fikir etrafında, belli bir hedefe gitmek üzere bir araya gelmesi, belli ilkelere bağlı olması ve başlarında cemaat ile özdeşleşmiş, aynı amaca bağlı yetkin bir imamın (önderin) bulunması gerekir.
Namaz ve Cemaat
İslâm cemaatinin en küçük örneği, müslümanların namazda bir araya gelmeleridir. Namaz cemaati, İslâm cemaatini oluşturmada çarpıcı bir örnektir. Peygamberimiz'in cemaatle namaz kılmayı niçin sık sık tavsiye, hatta emrettiği bu nedenle daha iyi anlaşılır. Mü’minler kendi aralarından seçtikleri ya da uygun gördükleri bir namaz imamının arkasında bir farz namazı kılmak üzere cemaat olurlar. Onun arkasında saf tutarlar. Namaz içerisinde onun komutuyla rukû’ ve secde yaparlar. İmamla birlikte hareket ederler, onunla beraber namazı tamamlarlar.
Namaz için bir imama uyan mü’min, namazdaki bütün hareketleri imamla birlikte ama ondan sonra yapar, aynı zamanda da o imama uyan diğer mü’minlerle, cemaatle beraber davranır. Namazda kendi başına hareket etmez, diğer müslümanlarla birlikte aynı amacı gerçekleştirmeye, yani namazı ikame etmeye (yerine getirmeye) çalışır. Cemaatle kılınan namazdaki hiyerarşik nizam, müslümanların oluşturacağı toplumun düzenine de bir işarettir. Namazda önde imam olur ve bütün cemaat yerin genişliğine göre onun arkasında sıra halinde saf tutar. Buradaki düzen piramit düzeni değil, eşitlik ve kardeşlik düzenidir. Çünkü İslâm cemaatinde soylular ve imtiyazlılar sınıfı yoktur. Hiç kimse diğerinden üstün değildir. Seçtikleri imam bile onlardan biridir ve yalnızca namazda onların bir adım önündedir.
Cemaat Anlayışı ve İslâm Topulumu
İslâm toplumunda herkes birbirinin kardeşidir. Tıpkı namazda saf tuttukları ve beraber oldukları gibi, kendi aralarından seçtikleri ehl-i hal ve’l akd (imam, halife, emir sahibi, veliyyül emr) yetkilisinin başkanlığı altında dünya ve din işlerini yürütürler. Allah’ın dinini yaşamaya çalışırlar. Onların önderleri kendileri gibidir, hiç bir üstünlüğü/ayrıcalığı yoktur ve onların serbest oylarıyla (biatleriyle) seçilmişlerdir. Namazdaki imam gibi yetkileri sınırlıdır ve o Allah’a itaat ettiği müddetçe müminler de ona itaat ederler. Bir kimse, cemaat istemediği halde onlara namaz imamı olamadığı gibi, hiç kimse de ümmet istemediği halde zorla, diktatörce, onlara imam (yönetici) olamaz. Mü’minler, tıpkı namazda olduğu gibi toplum hayatında da birbirlerinin yanındadırlar. Müslümanlar namazda niçin bir araya geldiklerinin şuurunda oldukları gibi, hayatın her safhasında diğer müslümanlarla niçin bir arada olmaları gerektiğinin de farkındadırlar. Onların cemaat oluşu bilinçli bir tercihtir. Onların aralarındaki bağ iman bağıdır; soy, hemşehrilik, ırk, kabile hizib, ya da vatandaşlık, hele hele çıkar
- 954 -
KUR’AN KAVRAMLARI
beraberliği hiç değildir.
Müslümanlar bulundukları yerlerde az sayıda olduklarından küçük cemaat olsalar bile aynı özelliği taşırlar, aynı şuura sahiptirler. Herhangi bir amacı gerçekleştirmek üzere bir araya gelen mü’min topluluklarının da bundan farklı yanları yoktur. Bazen bütün müslümanların bir önderin (imamın) yönetimi altında bir araya gelmeleri mümkün olmayabilir. Şartlar buna müsaade etmeyebilir. Günümüzde müslümanlar farklı coğrafyalarda ve farklı ülkelerde yaşamaktadırlar. Birçok ayrı siyasî güç müslümanlara hâkim durumdadır. Buna rağmen onlar İslâm'ın genel esasları ve hedefleri etrafında bir cemaat olmak zorundadırlar. Onlar birbirlerinin kardeşidirler. Her mü'min, birbirinin destekçisi, yardımcısı ve duâcısıdır.
Müslümanlar bulundukları yerde, az da olsalar cemaat anlayışını yaşatmakla görevlidirler. Bazı mü’minler, bir amacı ya da bir hedefi gerçekleştirmek üzere bir araya gelebilirler, bir grup çalışması yapabilirler. Vakıf, dernek ve teşkilat çatısı altında örgütlenebilir-ler. Bu şekilde oluşan cemaatler, kendi aralarında bazı prensipleri uygulasalar bile diğer müslüman cemaatlerle İslâm kardeşliği çerçevesinde ilişki kurarlar, ayrılık gütmezler, onlara sırtlarını dönmezler. Bir cemaatin İslâmî olup olmaması, onun İslâmî prensiplere ne kadar uyduğuna bağlıdır.
Belli bir amacı ve çalışmayı gerçekleştirmek üzere bir araya gelen cemaatler, tefrikaya sebep olmamalı, müslümanları bölüp parçalamamalıdır. Dinde ayrılık güdenlerin ve kendi cemaatinin veya grubunun görüşlerini, prensiplerini din haline getirenlerin son derece hatalı oldukları açıktır. Kaldı ki İslâm sürekli bir şekilde müslümanların kardeşliğini vurgulamakta, onları ‘vahdet’e davet etmektedir.
Müslümanlar, yaşadıkları yerlerde azınlık da olsalar cemaat olmaya çalışmalılar. Bunu yapmazlarsa ve cemaat şuurunu diri tutmazlarsa; cemaat olmanın avantajlarını ve nimetlerini kaçırırlar. ‘Cemâdat’, yani şuursuz, sıradan sürü haline gelirler. Sürüleri güden çobanlar de her zaman bulunur.
Cemaat Olmanın Önemi
İslâm, cemaat dinidir. İslâm'n ilke ve prensipleri en güzel şekilde cemaatla beraber yerine getirilir. İslâm, müslümanların şuurlu cemaatler olmasını emretmiştir. Peygamberimiz Medine’de bu örnek cemaati kurmuş ve nasıl olacağını göstermiştir. Böyle bir cemaat mü’min için koruyucu bir elbise, kale gibidir. Cemaat olan mü’minler birbirlerini daha iyi tanırlar, birbirlerini sever sayarlar, destek olurlar, yardımda bulunurlar. Birbirlerinin durumlarından haberleri olur, birbirlerinin eksik taraflarını tamamlarlar. Tıpkı bir vücut gibi birbirlerinin acısıyla kederlenirler. 3560
İslâmî cemaat, Kur’an anlayışı ve Peygamberin yolu üzerine kurulur. Onların arasında kardeşlik, karşılıklı yardımlaşma, dayanışma, fedakârlık, sevgi ve saygı vardır. Onların arasında soy, sınıf, kabile meslek, bölge üstünlüğü gibi iddialara yer yoktur. İslâm, müslümanları Kur’an etrafında bir araya gelmeye davet ediyor.3561 Dinlerini parçalayanlar gibi parça parça olmaktan sakındırı3560]
Buharî, Edeb 27, 8/12; Müslim, Birr 17, Hadis no: 2586, 4/1999
3561] 3/Âl-i İmran, 103
RUKÛ
- 955 -
yor.3562 Allah (c.c), kuvvetli bir bina gibi bir araya gelip kendi yolunda cihad eden mü’minleri sevmektedir. 3563
Peygamberimiz (s.a.s.) birçok hadisinde müslümanlara cemaat olmayı teşvik etmekte, bunun önemini bildirmektedir. Bunun yanında cemaatle namaz kılmayı çok önemsemekte, mü’minlerin cemaatle namaz kılarak çok fazla karşılık alacaklarını haber vermektedir. Kur’an, Hz. Peygamber’e, düşman korkusu olsa bile mü’minlere namazı cemaatle kıldırmasını emretmektedir. 3564
Peygamberimiz (s.a.s.) buyuruyor ki: “Cemaat rahmettir, tefrika (ayrılık çıkarma) ise azaptır.”3565. Müslümanların cemaat olmalarının en güzel örneği, beraber namaz kılmalarıdır. Cemaatle namaz, İslâmî cemaatin temelini atar, müslüman bireye cemaat şuurunu kazandırır. Bu nedenle cemaatle kılınan namazın derecesi tek başına kılınana göre yirmi beş, veya yirmi yedi derece daha yüksektir. 3566
İslâm'a göre cemaat olma o kadar önemlidir ki, iki kişi bir araya gelseler, hemen cemaat olmaları tavsiye edilir.3567 Cemaate devam etmenin sevabı kadın ve erkek mü’minler için aynı derecededir. Peygamberimiz kadınların cemaate gelmelerine engel olunmamasını istemiştir. 3568
Cum’a ve bayram namazlarının cemaatle kılınıp tek başına kılınmasının mümkün olmaması oldukça önemlidir. Şüphesiz cuma ve bayram namazları, mü’minlerdeki cemaat şuurunu kuvvetlendirir, onları birbirine yaklaştırır, aralarındaki kardeşlik ilişkilerini arttırır. İnsan, yaratılışı gereği toplum halinde yaşamak zorundadır. İslâm, müslümanları şuurlu bir toplum olarak yetiştirmek istiyor. Cemaatleşme, bir arada yaşama bilinci, fedakârlığı, başkalarını hesaba katma; hak ve hukuka uyma ahlâkını, yardımlaşma, acıları paylaşma, nimetleri ve külfetleri bölüşme anlayışını geliştirir.
İslâm, bütün bu ideallerin en güzel bir şekilde yerine getirilmesini, bunların bir ibâdet bilinciyle yapılmasını istemektedir. Cemiyet (toplum) içinde yaşadığının farkında olan olgun insan, her konuda bağlı bulunduğu toplum fertlerini de hesaba katar. Ancak kendi bencil duygularını doyurmak isteyenler, kibirliler ve başkalarının haklarına tecavüz etmeyi normal görenler bu anlayışın dışına çıkarlar. İslâm, toplum halinde yaşama ihtiyacını en doyurucu bir biçimde teklif ediyor ve bunun kurallarını ortaya koyuyor. İslâm cemaati, bir Allah'a, bir peygambere ve ilâhi vahye inanma mantığı üzerine kurulur ve gelişir. Bu cemaatin gayesi de, Allah’ın rızâsına erebilmek için O'nun hükmüne en güzel bir şekilde uyabilmek ve birbirlerine hakkı ve ma'rufu tavsiye edip, birbirleriyle iyilik ve takvâda yardımlaşmak, kardeşlik ve cemaat şuuruna erebilmektir. 3569
3562] 30/Rûm, 32
3563] 61/Saff, 4
3564] 4/Nisa, 101-102
3565] Ahmed b. Hanbel, 4/145
3566] Buharî, Ez’an 30, 1/166; Müslim, Mesâcid 42, Hadis no: 649, 1/449; Ebu Davud, Salât Hadis no: 559, 1153; İbn Mâce, Mesâcid 16, Hadis no: 786-790, 1/258; Tirmizî, Salât 245, Hadis no: 330, 2/150
3567] Buhârî, Ezan 35, 1/167; İbn Mâce, İkametü’s-Salât 44, Hadis no: 972-975, 1/312; Nesâî, İmamet 43-44, 2/80
3568] Buharî, Ezân 162, 1/218; Müslim, Salât 30, Hadis no: 442, 1/326; Ebu Davud, Salât 52, Hadis no: 565-568, 1/155
3569] H. K. Ece, a.g.e. 101 vd.
- 956 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Namaz sadece kişiyi değil; toplumu da baştan ayağa değiştiren, tevhide doğru geliştiren bir ibâdettir. O ferdî bir inkılap olduğu kadar sosyal bir inkılaptır da. Günde beş kez cemaat namazlarıyla bir araya gelen dünyevî ve maddî endişelerden uzaklaşarak aynı manevî atmosferi teneffüs eden mü'minler topluluğu; sürekli birbiriyle yardımlaşarak, birbirinden güç ve kuvvet alarak, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye ederek, hep iyiye doğru ilerleyerek tevhidî çizgide bütünleşir. Camiler, mü'minlerin eğitim ve öğretimini, birlik ve dayanışmasını, istişare ve organizasyonunu sağlayan mekânlardır. İslâmî hayatın mihveridir. Günümüzde bu fonksiyonlarını icrâ etmediği göz önüne alınınca, muvahhid mü'minlere büyük görevler düşmektedir.
Ezanlar bir inkılap çağrısı olarak algılandığı zaman, namazlar bir tevhid eylemi olarak hakkıyla ikame edildiği zaman, cami ve cemaatler gerçek fonksiyonunu icra ettiği zaman; işte o zaman İslâm ümmeti yeniden dirilecek, mü'minler felâh bulacaktır.
Mü’minler, cemadât olma yanlışlığından cemaat olma şuuruna yükselmelidirler. Câmilerimizin asr-ı saâdetteki takvâ mescidine, Mescid-i Nebî'ye benzemesine; imamların ümmetin önderleri ve Peygamber'in vârisi olmasına; tüm şuurlu müslümanların da gerçek anlamda bir cemaat ve ümmet haline gelmesine zarûret vardır. Bütün bunların gerçekleşmesi için de İslâmî değişim ve dönüşüme ihtiyaç vardır. Öyleyse kalabalıkların İslâm cemaati haline gelebilmesi için, sadece Allah'a rükû edip O'nun dışında kimsenin önünde eğilmemek için, namazlarımızın bizi canlandırıp kurtuluşa ulaştırması için hayye ale's- salâh! Hayye ale'l- felâh! Hayye ale'l- cihâd!
RUKÛ
- 957 -
Rukû ile İlgili Âyet-i Kerimeler
A- Rukû Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 13 Yerde): 2/Bakara, 43, 43, 125; 3/Âl-i İmrân, 43, 43; 5/Mâide, 55; 9/Tevbe, 112; 22/Hacc, 26, 77; 38/Sâd, 24; 48/Fetih, 29; 77/Mürselât, 48, 48.
B- Namaz Anlamındaki Salât (Sallâ) Kelimesi ve Türevlerini Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 99 Yerde; es-Salât 67 Yerde): 2/Bakara, 3, 43, 45, 83, 110, 125, 153, 157, 177, 238, 238, 277; 3/Âl-i İmrân, 39; 4/Nisâ, 43, 77, 101, 102, 102, 102, 103, 103, 142, 162; 5/Mâide, 6, 12, 55, 58, 91, 106; 6/En’âm, 72, 92, 162; 7/A’râf, 170; 8/enfâl, 3, 35; 9/Tevbe, 5, 11, 18, 54, 71, 84, 99, 103, 103; 10/Yûnus, 87; 11/Hûd, 87, 114; 13/Ra’d, 22; 14/İbrâhim, 31, 37, 40; 17/isrâ, 78, 110; 19/Meryem, 31, 55, 59; 20/Tâhâ, 14, 132; 21/Enbiyâ, 73; 22/Hacc, 35, 40, 41, 78; 23/Mü’minûn, 2, 9; 24/Nûr, 37, 41, 56, 58, 58; 27/Neml, 3; 29/Ankebût, 45, 45; 30/Rûm, 31; 31/Lokman, 4, 17; 33/Ahzâb, 33, 43, 56, 56; 35/Fâtır, 18, 29; 42/Şûrâ, 38; 58/Mücâdele, 13; 62/Cum’a, 9, 10; 70/Meâric, 22, 23, 34; 73/Müzzemmil, 20; 74/Müddessir, 43; 75/Kıyâme, 31; 87/A’lâ, 15; 96/Alak, 10; 98/Beyyine, 5; 107/Mâun, 4, 5; 108/Kevser, 2. (Yukarıdaki âyetlerdeki salât kelimesi, birkaç yerde namaz dışında anlamda kullanılır. Duâ anlamında: 9/Tevbe, 99, 103, 103. Rahmet anlamında: 2/Bakara, 157; Allah’ın rahmeti, meleklerin duâsı anlamında: 33/Ahzâb, 43, 56; Rasûlullah’a salevat getirmek, duâ etmek: 33/Ahzâb, 56; Havra veya namaz: 22/Hacc, 40)
C- Rukû Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
y- Rükû: 2/Bakara, 43, 125; 3/Âl-i İmran, 43; 5/Mâide, 55; 8/Enfâl, 37; 9/Tevbe, 112; 22/Hacc, 26, 77; 24/Nûr, 43; 38/Sâd, 24; 48/Fetih, 29; 52/Tûr, 44; 77/Mürselât, 48.
z- Önceki Şeriatlarda Namaz: 2/Bakara, 125; 19/Meryem, 31, 55, 58-59; 21/Enbiyâ, 73; 87/A'lâ, 15, 18-19.
aa- Peygamberler Allah'a İbadete Dâvet Ederler: 3/Âl-i İmran, 79-80; 21/Enbiyâ, 90; 27/Neml, 45; 33/Ahzâb, 7-8.
bb- Cemaata Devam Etmek: Bakara, 43; Al-i İmran, 43
Rükû ile İlgili Hadis-i Şerif Kaynakları
(Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, İbrahim Canan, Akçağ Y.
–İlk rakam cilt; ikinci rakam sayfa numarasıdır.-)
Rükû ve Secdede Beli Tam Doğrultmak: 8, 441
Namazdan Çalmak: 8, 442
Namazı Alelacele Kılmak: 8, 392
Namazı Alelacele Kılan Kimseye Rasulullah'ın Yaptığı İhtar: 8, 504-505
Namazı Çabuk Kılanların Teşbihi: 8, 314
Namazı Faydasız Olan Üç Kişi: 17, 36
Namazın Uzunluğu ve Kısalığı Hakkında: 8, 507
Namazı Uzun Kılmanın Fazileti: 8, 508
Namazı Fazla Uzatmak: 12, 300
Rasulullah'ın Namazının Uzunluğu: 8, 508-509
Rasulullah'ın Namaz ve Hutbesinin Vasatlığı: 9, 205-209
Tâdil-i Erkânın Hükmü: 8, 441, 451
Rasulullah'ın Namazı Öğretme Şekli: 8. 454-455
Rasulullah'ın Ashabını Namaza Kaldırma Şekli: 8, 364
Rasulullah'ın Namaz Kılış Şekli: 8, 503
Namaz Şifadır: 17, 444
Namazın Bedene de Faydası Vardır: 17, 444; 11, 396-397
Namaz, İbadet, insanı Dinlendirir: 9, 415
Namaz, Önceki Peygamber ve Ümmetlerine de Farzdı: 8, 260
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Hak Dini Kur'an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 286
2. Tefhimu'l Kur'an, Mevdudi, insan Y. c. 1, s. 72
3. Kur'an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 130
- 958 -
KUR’AN KAVRAMLARI
4. Hadislerle Kur'an-ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. c. 2, s. 322
5. El-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'an, İmam Kurtubi, Buruc Y. C. 2, s. 26-46
6. Hulâsatü'l-Beyan Fî Tefsîri'l-Kur'an, Mehmed Vehbi, Üçdal Neşriyat, c. 1, s. 113-115
7. Mefatihu'l-Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahreddin Razi, Akçağ Y. c. 2, s. 475-476
8. Min Vahyi'l Kur'an, Muhammed Hüseyin Fadlullah, Akademi Y. c. 2, s.21-22
9. Dâvetçinin Tefsiri, Seyfuddin el-Muvahhid, Hak Y. C. 1, s. 119-120
10. Bakara Suresi Yorumu, Haluk Nurbaki, Damla Y. s. 203-204
11. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Şâmil Y. c. 1, s. 286-289; c. 5, s. 283
12. İslâm Ansiklopedisi, T. Diyanet Vakfı Y. c.7, s. 288-289
13. Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, c. 1, s. 239-240
14. İslâm'ın Temel Kavramları, Hüseyin Ece, 101-105; 551-552
15. Namaz, Bir Tevhid Eylemi, Abdullah Yıldız, Pınar Y. S. 167-181
16. Namaz, Fert ve Toplum Hayatındaki Etkileri, Hasan Turabi, Risale Y. S. 15-148
17. Namazın Maddî Manevî Faydaları, Mehmet Bayrak, A. Işıklar Kitabevi Y.
18. Namaz, Hikmeti, Manası ve Kaideleri, Heyet, Ribat Neşriyat s. 25-28; 57-66
19. Hadislerle Peygamberimiz'in Namaz Kılma Şekli, el-Bânî, Aksa Y. S. 94-103
20. Kıble Şuuru, Mustafa Çelik, Fütüvvet Y.
21. Tartışılan Sorular, Mehmet Alagaş, insan Dergisi Y. S. 69-79
22. Sanat Bilinci, Ahmed Kalkan, Denge Y. S. 71-79
23. Psikolojik ve Sıhhi Açıdan İbadet, Abdullah Aymaz, Çağlayan A.Ş.
24. İlmihal I, İman ve İbadetler, Heyet, İSAM Y. S. 246-247; 270-287
25. Dört Rükün, Ebu'l Hasen en-Nedvî, İslâmî Neşriyat, s. 57-70
26. Ümmet Bilinci, Atasoy Müftüoğlu, Denge Y.
27. İİslâm'da Cami ve Cemaat, Ahmed R. Özbay, Fazilet Kitabevi Y.
28. Ezan, Cami ve Namaz, İsmail Mutlu, Mutlu Y.
29. Cemaat, İsmail Çetin, Dilâra Y.
30. İslâm'da Cemaatler Kavramı, Seyyid Rıdvan, Endülüs Y.
31. Üyelik ve Liderlik Açısından Dâvet Yolu, Mustafa Meşhur, Vahdet Y.
32. Âyet ve Slogan, Ruşen Çakır, Metis Y.
33. Türkiye'de İslâmcı Akımlar, Rand Corparation Raporu, Beyan Y.
34. Günümüz Din ve Fikir Hareketleri Ansiklopedisi, Komisyon, Risale Y.
35. Müslüman Halklar Ansiklopedisi, Richard V. Weeks, insan Y.
36. Çağdaş Fikir Akımları Ansiklopedisi, Mani b. Hammad Cübani, Beka Y.
37. İslâm Cemaatine Doğru, Abdurrahman Dilipak, Risale Y.
38. Dinde Ölçülü Olmak, Abdurrahman b. El-Luveyhık, Kayıhan Y. S. 142-195
39. Psikoloji Açısından Hz. Peygamber'in İbadet Hayatı, Habil Şentürk, Bahar Y. S. 78-85
40. Kur'an'ın Ana Konuları, M. Sait Şimşek, Beyan Y. S. 154-160
41. Dinî Hayatın Psiko-Sosyal Temelleri, Ali Murat Daryal, İFAV Y. S. 91-116

Okunma 925 kez
Bu kategorideki diğerleri: « RÛH RÜYA »