Cumartesi, 06 Şubat 2021 19:24

KUR'AN'IN İ'CÂZI

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

KUR'AN'IN İ'CÂZI


- 457 -
Kavram no: 121
Kitap 6
İman 20
Bk. İncil; Tevrat; İman; Okuma; İlim
KUR'AN'IN İ'CÂZI


• İ'câz ve Mu'cize Kelimelerinin Anlam ve Mâhiyeti
• İ'câzu'l-Kur'an Ne Demektir?
• Kur’ân-ı Kerim'in Mûcize Oluşunun Delilleri:
a- Kur’ân-ı Kerim'in Hârikulâde Oluşu
b- Kur'an'ın, Karşı Çıkan Muhaliflerine Meydan Okuması
c- Bir Benzerinin Getirilememesi
• Kureyş İleri Gelenleri Gizlice Kur'an Dinliyor
• Kur'an ile Diğer Peygamberlerin Mûcizeleri Arasındaki Fark
• Kur'an'ın İ'câz Yönleri:
a- Kur'an'ın Nazmı ve Te'lifi
b-Kur'an'ın Fesâhat ve Belâğatı (Anlatım ve İfade Güzelliği)
• Gaybî İ'câzı:
a- Kur'an'ın Gelecekten Haber Vermesi
b- Geçmiş Toplumlardan Haber Vermesi
c- Bütün İnsanların İhtiyacını Karşılayacak Esaslar İhtiva Etmesi
d- Kur'an'ın, Hz. Peygamber'in Her Arzusuna Uygun Olarak Nâzil Olmaması
• Kur'an'ın İlmî İ'câzı
"Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah'tan gayri şahitlerinizi (yardımcıları-nızı) da çağırın. Bunu yapamazsınız -ki elbette yapamayacaksınız- yakıtı, insan ve taş olan cehennem ateşinden sakının. Çünkü o ateş, kâfirler için hazırlanmıştır." 2029
İ'câz ve Mu'cize Kelimelerinin Anlam ve Mâhiyeti
İ'câz: Hz. Peygamber (s.a.s.)'in, bütün insanların Kur'an'ın benzerini getirmekten âciz olduğunu göstermek suretiyle kendi doğruluğunu ortaya koymasıdır. İ'câzu'l-Kur'an: Kur'an'ın, bütün insanları benzerini getirmekten âciz bırakmasıdır. Mûcize: Benzeri getirilmesi için meydan okunarak gösterilen, bilinen sebeplerin dışında kalan, peygamberinin doğruluğunu göstermek için Allah tarafından halk edilen ve benzeri getirilemeyen hârikulâde olaydır. Mûcizede üç ana şart vardır. Bunlar, onun hârikulâde bir olay olması, meydan okunarak gösterilmesi ve benzerinin getirilememesidir. Bu noktadan hareketle, Kur’ân-ı Kerim'de de bu üç unsurun varlığı, delilleri ile gösterilmiş ve dolayısıyla onun en büyük mûcize olduğu ortaya konmuştur.
Kur’ân-ı Kerim'in Mûcize Oluşunun Delilleri
2029] 2/Bakara, 23-24
- 458 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Mûcizenin tanımında üç ana unsur/şart bulunmakta olduğunu belirttik. Bu özellikler, kendisinde en mükemmel şekilde bulunduğu ve ilelebet bulunacağı için Kur’ân-ı Kerim, diğer mûcizelerden daha farklı ve daha üstün bir mûcize olma niteliğini taşımaktadır. Şöyle ki:
a- Kur’ân-ı Kerim'in Hârikulâde Oluşu
Allah Teâlâ her peygambere, kendi zamanında geçerli ve rağbetli olan şeylere üstün gelecek cinsten mûcizeler vermiştir. Bunun böyle olması gâyet tabii ve bir bakıma gereklidir. Zira sihir ya da tıp alanında mâhir kişilerin bulunduğu bir devirde, başka cinsten mûcizelerle ortaya çıkan kişilere, inanmayanlar tarafından "biz de sihrin en âlâsını yapıyor, birçok tehlikeli hastalıkları iyi edecek derecede tıbbı biliyoruz. Sen de onları yapamıyorsun" denilebilir. Mûcizelerin, bahsedilen tarzda gösterilmesi ile yapılması muhtemel olan bu tür itirazlara meydan verilmemiş olmaktadır.
Hz. Peygamber'e mûcize olarak Kur'an'ın verilmesinin hikmeti de, o sırada Arap dilinin şiir, üslûp ve hitabetin en yüksek dereceye ulaşmış olmasıdır. Gerçekten Rasûlullah'ın peygamber olarak gönderildiği sırada Araplar, belâgat konusunda çok ileri gitmişlerdi. Şiirin her çeşidine vâkıf idiler. Lisanları şiire müsait idi. Bedevileri dahi güzel konuşur, konuşmalarını şiire benzetirdi. Methederler, hicvederlerdi. Methettiklerini yüceltir, hicvettiklerini batırırlardı. Panayırlarda şairler şiir yarışması yaparlar, halk dinler ve onlar hakkında notlarını verirdi.2030 Tertip edilen edebiyat ve şiir yarışmaları, bu edebî ürünlerin daha çok gelişmesine neden olurdu.
İşte, insanların edebî bakımdan en yüksek bir seviyeye ulaştıkları bu devirde fesâhat ve belâgatın en büyük timsali Kur’ân-ı Kerim inzal edilerek, herkesin beğenisini kazandığı için Kâbe'nin duvarına asılmaya hak kazanan ve o devrin en büyük edebî ürünleri sayılan "Muallekat-ı Seb'a (Yedi Askı)"nın değersizliğini ve dolayısıyla, kendi benzerinin yapılamayacağını ispat etmiştir. O gelince, şairler utandıklarından kendi şiirlerini indirmişler, büyüklüğü karşısında dize gelmişlerdi.
Gerçekten harfi, kelime ve cümleleri, onların kullandıkları ile aynı olmasına rağmen Kur’ân-ı Kerim'in, Arapların alışılagelen nesir ve nazım formundan ayrı, tamamen kendine has bir üslûbu vardır. Onların nesirlerine, nazımlarına, secî, recez ve şiirlerine benzemeyen bir özelliğe sahiptir. Araplar bu üslûba hayran kalmışlar, onun kendi üslûplarından farklı ve üstün olduğunu itiraf etmişler, kendi kelamlarından onun bir benzerini getirmekten âciz kalmışlardır. Sadece bu özelliği, onun hârikulâde bir eser olduğunu göstermeye yeterlidir.
b- Kur'an'ın, Karşı Çıkan Muhaliflerine Meydan Okuması
Beşeriyetin dinden istifadesi, hârikalara sarılmakta değil; Allah'ın sünnetine/evrendeki kanunlarına sarılmaktadır, yani ilimdedir. Hârikalar, kulların zor zamanlarında Allah'ın özel yardımıdır. Hidâyetten gaye ise, zorluktan kurtarmadır. O yüzden mu'cizenin en önemlisi, ebedî, aklî ve ilmî kıymeti içeren mu'cizedir. Bu mu'cize ise Kur'an'dır. Allah, Rasülüne bunu o kadar kesin ve yakîn ile bildirmiştir ki, Kur'an'ın benzerini hiçbir insan, hatta bütün insanlar yapamaz. Bu,
2030] İslâm'a İtirazlar ve Kur’ân-ı Kerim'den Cevaplar, s. 154
KUR'AN'IN İ'CÂZI
- 459 -
bizzat ilahî va'd ve taahhüt altındadır. Kur'an, nasıl bir kelam farzedilirse edilsin, en büyük dâhî sayılan edipler, filozoflar ve şairler onun benzerini yapmaya kalkışırsa âciz kalır. Kur'an'da o kadar fevkalâdelik görmek istemeyen körler veya kinciler ne farzederse etsin, Kur'an ile boy ölçüşmeye kalkıştıkları zaman mağlup olagelmişler, hiçbir şey yapamamışlardır. Allah, kudretlerini derhal bağlamış veya esasen hiç vermemiştir. İşte Allah, Peygamberine bu kuvveti vermiş ve asırlardan beri de bunu ispat etmiştir.
Dünya kuruldu kurulalı, geçmişle ilgili bu kadar büyük ve bu kadar eşsiz bir haberi, bu kadar ciddiyetle peygamberlerden ve bilhassa son Peygamber'den başka hiçbir kimse ispat etmeye değil; ortaya atmaya bile cesaret edememiştir. Çünkü yalancıların mumu yatsıya kadar yanar. Şarlatanlar, geçici bir zaman için parlar, söner. Napolyon Bonapart, Mısır'a geldiği zaman, savaşlardaki üstünlüğüne güvenerek ve bunları bir mu'cize sanarak: "Ben Muhammed'i severim, o da benim gibi büyük bir komutan idi, fakat ben daha büyüğüm" demişti. Bu gururu, bu boy ölçüşmeye kalkması, sonuçta Akka kalesinden başlayarak kırılmaya yüz tuttu, nihâyet söndü gitti ve o zamandan beri Fransızlar, onun açtığı yaraları tedavi edemediler. Özetle (bu durum) Kur'an'ın meydan okuma sırrı ve Muhammed Aleyhisselam'ın peygamberliğinin ebedî bir kanun ve delilidir. Allah, bu delili hatırlatıyor ve Muhammedî nübüvveti, Kur'an'ın hak olduğunu te'yid ediyor ve insanlar içinde bunda şüphe edenlere meydan okuyor. 2031
Peygamber Efendimiz Kur'an âyetlerini insanlara okuduğu zaman, yetim büyüyen ümmî bir insana bu âyetlerin gelmesini hazmedemeyenler "Muhammed bunları kendisi uyduruyor" dediler. Allah, peki buyurun, siz de Arapsınız. Arapça'yı onun kadar biliyorsunuz. Bütün Arap edebiyatçılarını, bilginlerinizi çağırın ve o Kur'an'ın surelerinden bir surenin benzerini siz de söyleyin diyerek meydan okuyor.
İnsanların yazdığı kitaplarda bazen yüksek hikmetler görülürken, bazen gâyet basit düşüncelere rastlanır. Bir sayfası gâyet edibane iken, diğer sayfalarında kalite düşer. Baştan sona okunsa tezatlarla karşılaşılır. İnsanların koyduğu yasalarda da tezatlar vardır. Anayasayı koyan hukukçular, diğer yasaları koyarken Anayasaya aykırı olmaması için dikkat etmelerine rağmen, bir müddet sonra ceza yasasından bir maddenin Anayasaya aykırılığı ortaya konulur. Bu, normaldir. Çünkü insan aklının gücü, görüş alanı sınırlıdır. Yarının ne getireceğini bilemez. Allah'ın kitabı Kur’ân-ı Kerim'in nazmında, manasında, haberlerinde, emir ve yasaklarında, edebiyatında, gramer kaidelerinin uyumluluğunda bugüne kadar bir eksikliğe, aykırılığa, düzensizliğe, çelişkiye rastlanmamıştır.
Yirmi sene önce yazılmış teknikle ilgili kitaplar bugün değerini yitirdi. Filozofların peygamberlerden aldıkları hikmetin dışında bütün fikirleri düşüncesizliklerinin belgesi oldu. Kur’ân-ı Kerim, bin dört yüz seneden beri her çağa, her kesime kültür seviyelerine göre bir şeyler vermekte ve her çağda yepyeni oluşu, eskimezliği, tazeliği ortaya çıkmakta. İşte böyle bir kitabı yazmanızı istemiyoruz ey kâfirler; bu kitabın en kısa suresine benzer bir sure getirin yeter! 2032
Kur’ân-ı Kerim, bir benzerinin getirilmesi için insanlara meydan okurken şu
2031] Elmalılı Hamdi Yazır, c. 1, s. 234-235
2032] Kur’ân-ı Kerim Şifa Tefsiri, c. 1, s. 107-108
- 460 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yolu takip etmiştir: İlk önce, kendisinden daha üstün bir kitap getirmelerini istemiştir. Bu yapılamayınca kendisinin bir benzerini getirmeleri için meydan okumuştur. Daha sonra on sûresinin, sonunda da bir sûresinin benzerini getirmelerini istemiş, fakat bütün bu talepler karşılıksız kalmıştır. Şimdi bu âyet meallerini görelim:
"(Ey Rasülüm,) Onlara de ki: Eğer doğru söyleyen kimseler iseniz, bu ikisinden (Tevrat ve Kur'an'dan) daha doğru, Allah katından bir kitap getirin de ona uyayım." 2033
"(Ey Rasülüm,) De ki: Yemin olsun, eğer insanlar ve cinler bu Kur'an'ın benzerini getirmek üzere toplansalar, birbirlerine yardımcı da olsalar, yine onun bir benzerini getiremezler." 2034
"Yoksa müşrikler, Kur'an'ı kendisi uydurdu mu diyorlar? O halde şöyle de: 'Haydin onun gibi, uydurma on sûre getirin ve bunun için Allah'tan başka gücünüzün yettiğini de çağırın, eğer doğru söylüyorsanız." 2035
"Yoksa Kur'an'ı peygamber mi uydurdu diyorlar? (Rasülüm,) de ki: 'O halde iddianızda sâdık iseniz, onun gibi bir sûre yapın, getirin ve Allah'tan başka gücünüzün yettiği (edip, belîğ) kim varsa onları da yardıma çağırın." 2036
"Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah'tan gayri şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın. Bunu yapamazsınız -ki elbette yapamayacaksınız- yakıtı, insan ve taş olan cehennem ateşinden sakının. Çünkü o ateş, kâfirler için hazırlanmıştır." 2037
Aklı başında olan hiçbir beşer, yazdığı bir eseri ortaya koyarak, bu âyette olduğu gibi: "Hiçbir zaman bunun bir benzerini getiremeyeceksiniz" diyemez. Çünkü bu dünyada kendisi gibi, hatta kendisinden daha üstün yazarlar bulunabileceğini bilir. Bu da göstermektedir ki, "hiçbir zaman benzerini getiremeyeceksiniz" diye meydan okuyan kişi, alîm ve habîr olan Allah'tır. Görüldüğü gibi, mûcizenin ana unsurlarından biri olan meydan okuma, bütün özellikleri ile Kur’ân-ı Kerim'de mevcuttur.
c- Bir Benzerinin Getirilememesi
Mûcizenin üç ana unsurundan biri de benzerinin getirilememesidir. Nüzulünden bu yana Kur’ân-ı Kerim, yukarıda zikrettiğimiz âyetleri ile devamlı olarak bütün insanlığa meydan okuyup durduğu halde bir suresinin dahi benzeri meydana getirilememiştir. Böylece mâzi, hal ve istikbale dair verdiği haberlerin doğruluğu da gerçekleşmiş olmaktadır. Her asırdaki âlim, edip, belîğ, münekkit ve müellifler onun mûcizeliğini; belâğat, fesâhat ve beyânda onun derecesine çıkmaktan âciz olduklarını itiraf etmişlerdir.
Kur’ân-ı Kerim'in bir sûresinin dahi bu güne kadar benzeri getirilememiş, bundan sonra da getirilemeyecektir. Böylece o, diğer peygamberlerin mûcizelerinin aksine, belli bir zamanda yaşayan insanlara gösterilen ve zamanla etkisini kaybeden bir mûcize olmayıp, son peygamberin ebedî risâletine paralel
2033] 28/Kasas, 49
2034] 17/İsrâ, 88
2035] 11/Hûd, 13
2036] 10/Yûnus, 38
2037] 2/Bakara, 23-24
KUR'AN'IN İ'CÂZI
- 461 -
olarak ebediyyen varlığını sürdüren bir mûcize olmaktadır.
Kur'an'ın "asla yapamayacaksınız" diye haber verişi, o günden bugüne kadar 14 asırlık bir tecrübe ile doğruluğunu gösteren bir ebedî mu'cizedir. Bu meydan okumanın i'câzı karşısında yarıştan vazgeçilmiş, dille susturamadıkları delile silahlar çekilmiş, kanlar akıtılmış, dünyalar karıştırılmış, her türlü zahmetler, masraflar tercih edilmiş ve fakat bu mu'cizeye hiçbir red cevabı verilememiştir. Ancak aldatmaca ile Kur'an irşadının önüne geçmeye çalışılmıştır. Bunlara karşı ilahî adalet, elbette yerini bulacaktır, o cehennem ateşi sönmemiştir. "Bunu yapamazsınız -ki elbette yapamayacaksınız- yakıtı, insan ve taş olan cehennem ateşinden sakının. Çünkü o ateş, kâfirler için hazırlanmıştır."2038 Âyetteki "taş" kelimesinin fennî bir açıklamayı içerdiğinde şüphe yoktur. Gerçi bu "taş"tan kastedilen heykeller ve putlardır. Ve cehennem ateşini tutuşturmaya sebep olan yakıtın, insanlar ve tapınılan heykeller olduğu beyan ediliyor. Fakat aynı ifadede o, çıra, kömür gibi ateş tutuşturan taşlar bulunduğunu da bildirmiş oluyor ki, fen adamları bunun "taş kömürleri" olduğunu söylüyorlar. Âyette geçen "vekûd (yakıt)" ateş yakılan kibrit, ot, çöp, çıra, odun ve diğerleri gibi şeylerin hepsi için söylenir. 2039
Seyyid Kutub da, taş-insan birlikteliğini şöyle yorumlar: "...Yakıtı, insan ve taş olan cehennem ateşinden sakının. Çünkü o ateş, kâfirler için hazırlanmıştır." (2/Bakara, 24) Bu dehşet saçan korkunç manzarada niçin insanla taş bir arada zikrediliyor? Kâfirler için hazırlanmıştır bu ateş. Surenin başında vasıfları belirtilen kâfirler için. "Allah'ın kalplerini, kulaklarını mühürleyip gözlerini perdelediği" kâfirler için. Kur'an, meydan okuduğu ve meydan okuyuşa cevap vermekten âciz kaldıkları halde iman etmeyen kâfirler için. Şu halde bunlar, her ne kadar şekil itibariyle insan suretinde iseler de, aslında birer taş parçasıdırlar. Onun için taş nev'inden olan taşlarla, insan nev'inden olan taşların bir arada zikredilmesi tabiî ve beklenen bir şeydir. Bu korkunç manzarada taşın mevzu edilmesi, insanoğlunun zihninde başka bir tablo daha canlandırıyor: Öyle bir ateş yığını ki, taşları eritmekte ve öyle bir insan yığını ki, bir taş sellerinin önünde ateşe akmakta... 2040
Kur'an, öyle bir sözdü ki, ilk andan itibaren inananları da inanmayanları da büyülemişti. O zamanki Arapları İslâm'a çeken tek kuvvet, Kur'an'ın ifade sihri idi. Hz. Ömer gibi sert bir insan, Kur'an'ı duyar duymaz yumuşamış, kalbi İslâm'a ısınmış; Utbe bin Rabia onu dinleyince içinde ona karşı duyduğu cezbeyi izah edemeyip ona sihir demişti. Kureyş ileri gelenleri hep Kur'an'ın ifade sihrini hissettiklerinden ve Kur'an'a karşı koyacak bir söz olamayacağını bildiklerinden, yayılmasını önlemek için onu dinletmemeyi uygun görmüş, "Bu Kur'an'ı dinlemeyin. Okunurken gürültü edin, belki böylece galip gelirsiniz."2041 demişlerdi.
Kur'an'ı dinleyen hıristiyan ve yahudiler de kendilerini tutamayarak ağlamışlardı: "Peygamber'e indirileni dinledikleri zaman gözlerini görürsün ki, yaşla dolup boşanarak Rabbimiz, derler, inandık, Sen bizi şehadet edenlerle beraber yaz." 2042 İşte bunlar, Kur'an'ın ruh ve vicdanlara yaptığı etkinin, yani mûcizeliğinin neticesidir:
2038] 2/Bakara, 24
2039] Elmalılı, c. 1, s. 238
2040] Fi Zılali'l-Kur'an, c. 1, s. 99
2041] 41/Fussılet, 26
2042] 5/Mâide, 82
- 462 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"Rablerinden korkanlar, onu (Kur'an'ı) duyunca derileri ürperir." 2043
Kur'an'da kendine has bir musiki vardır. Bu musiki, anlatılan konuya göre değişir. Dalgalar, konuya göre alçalıp yükselir. Kur'an'da biri sert, kaba dalgalı bir musiki, diğeri de yumuşak ve hafif dalgalı bir musiki olmak üzere kulağımıza iki musiki çeşidi vurmaktadır. Cehennem azabından bahseden âyetlerde âdetâ cehennemin kükremiş olan dilleri görülür ve ateşin kükreyen sesi duyulur. Haşinlik, zulüm ifade eden âyetlerde kelimeler çelik gibi sertleşmekte, mermer kaleler gibi katılaşmakta; rahmet, şefkat, cennet nimetlerini ifade eden âyetlerde kelimeler pamuk gibi yumuşamakta, bal gibi tatlılaşmakta, sanki ilahî rahmet, insanın kalbini okşamaktadır.
Nâs suresine bakalım: Burada tema, fısıltı, içten gizli telkin temasıdır. Cin ve insanlardan olan şeytanın insana fısıltı ile kötü telkinler yaptığı anlatılmaktadır. Nas suresini şimdi hafif sesle tekrar okuyun, bakın, bu fısıltıyı kulağınızla duyuyorsunuz değil mi? Kelimelerin sonundaki "sin"ler bir fısıltı sesi çıkarmıyor mu? İşte bu, Arapça bilmeyenlerin bile anlayabileceği Kur'an'ın bir mûcizesidir.
İbn Hişam ve Taberi'nin rivâyetine göre, Kureyş, kendi aralarında konuştular: "Hac mevsimi geldi, bu adam hakkında bir karar verelim, gelen hacılara hep aynı şeyi söyleyelim. Birimizin söylediğini öteki yalanlamasın. Velid bin Muğire'yi konuşmak için Rasûlullah'a gönderdiler. Velid gelmiş, Rasûl-i Ekrem'i dinlemişti. Hz. Peygamber "İnnallahe ye'müru bil'adli...(Şüphesiz Allah adaletle, iyilik etmekle ve yakınlara vermekle emreder, fuhşiyattan, kötülükten ve azgınlıktan nehyeder."2044 âyetini okuyordu. Velid, bu sözler karşısında bir teessür duymuş, kavmine varınca şöyle demişti: "Vallahi o sözün bir tatlılığı, bir güzelliği var. Kökü kuvvetli, dalları bereketli. Bunu beşer söyleyemez." Kureyş: "Velid saptı, eğer o saparsa bütün Kureyş sapar." demişler, Velid'in etrafını almışlardı. O da sapmadığını, fakat O'nun için de ne diyeceğini bilemediğini söyledi:
-- Hele O'nun hakkında siz bir şey söyleyin bakalım.
-- Kâhin diyelim.
-- Hayır vallahi kâhin değildir. O'nun söyledikleri kâhinlerin gizli sözlerine benzemez. Secî de yok.
-- Mecnun diyelim.
-- Hayır mecnun da değildir. Deliliği biliriz. Bunun bayılması, sarası ve vesvesesi yok.
-- Şair diyelim.
-- Şair de değil. Şiirin her çeşidini, rezecini, hezecini, karîzini, mebsutunu biliriz. O'nun söyledikleri şiir değildir.
-- Sihirbaz diyelim
-- Sihirbaz değildir. Sihirbazları ve büyülerini gördük. Bunun okuyup üflemesi, düğüm bağlaması yük.
2043] 39/Zümer, 23
2044] 16/Nahl, 90
KUR'AN'IN İ'CÂZI
- 463 -
-- O halde ne diyelim, ey Abd-i Şems'in babası?
-- Allah'a andolsun ki sözünde bir tatlılık var. Kökü sabit, dalları bereketli meyveye benziyor. Ona söyleyeceğiniz her şeyin boş olacağı anlaşılıyor. Bununla birlikte ona sihirbaz demek en uygun sözdür. Çünkü o, sihir gibi kişi ile oğlunun arasını, kişi ile kardeşinin arasını ve kişi ile karısının ve kabilesinin arasını açıyor, o halde sihirdir.
Böylece dağıldılar ve yollara oturup halkı Hz. Muhammed (s.a.s.)'e yaklaşmaktan, O'nunla görüşmekten kaçındırmaya başladılar. Allah, Velid hakkında Müddessir 11-25. âyetleri indirmişti.
Baktılar ki gün geçtikçe Kur'an, kalplere işliyor, duyanlar ona kapılıyorlar. Halkı İslâm'dan uzak tutmak için Mekke'nin dayatmacı egemen güçleri işi zorbalığa döktüler. "Küfredenler dediler ki: 'Bu Kur'an'ı dinlemeyin; okunurken gürültü edin. Belki bu suretle galip gelirsiniz. Elbette o küfredenlere şiddetli bir azap tattıracağız ve onları yaptıklarının en kötüsüyle cezalandıracağız." 2045
Hz. Peygamber Mekke'de iken yüksek sesle Kur'an okuduğu zaman müşrikler, etraftan dinleyen insanları kovar, dağıtırlar; "Dinlemeyin şu Kur'an'ı, lağvedin, yani gürültü yapın" derler ve ıslık çalar, gürültü yaparlardı. Çünkü derlerdi, siz onunla münakaşa ve münazara ederseniz, akibet sizi yener. İyisi mi hiç dinlemeyin ve başkalarının dinlemesine de engel olun." Kibirlerinden ve hasetlerinden böyle yapıyorlardı, yoksa ifadelerinden anlaşılacağı gibi Kur'an'ın Hak kelamı olduğunu, gayptan, Allah'ın ilminden haber verdiğini biliyorlardı ve O'ndaki ilahî tesirin Hak kelamı olmasından doğduğuna içten kanaatleri vardı. 2046
Kaba kuvvet, âcizliğin göstergesidir. Fikre ve düşünceye fikirle değil de cezayla, sopayla karşılık vermek, mağlup olmak demektir. Bunların sloganı, "vurun, söyletmeyin"dir. Başörtülü kızın ağzını tutan bayan polisi, Mahmut Kaçar'ın ağzını kapayanları, Kur'an Kurslarını, İmam-Hatip'leri kapatanları böyle değerlendirmek gerekir. İbn Mes'ud, mutluluk asrındaki bu mazlum ama gâlip kahramanlarından biriydi:
Bir gün Rasûlullah'ın sahabeleri, kendi aralarında konuşuyorlardı:
-- Kureyş, bu Kur'an'ı açıkça dinlemedi. Acaba kim onlara Kur'an'ı açıkça duyurabilir?
Abdullah İbn Mes'ud, ufak tefek, zayıf biriydi. Arka çıkacak köklü bir sülâlesi de yoktu.
-- Ben, dedi.
-- Ama senin başına bir şey gelmesinden korkarız. Aşireti, kavim ve kabilesi kuvvetli olan biri gitmeli ki, ona bir kötülük etmek istedikleri takdirde kabilesi onlara engel olsun.
-- Bırakın, aldırmayın siz, dedi ve gitti. Kâbe'nin yanında durup okumaya başladı:
-- Bismillâhirrahmanirrahim. Er-Rahmân. Alleme'l-Kur'ân... Ve devam etti.
2045] 41/Fussılet, 26-27
2046] İbn Hişam, Siretü'n-Nebi, c. 1, s. 313
- 464 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kureyş:
-- Ümmü Abd ne diyor, diye mırıldandılar.
-- Muhammed'in getirdiklerinden bir şeyler okuyor, diyerek üzerine üşüştüler. Başına vurmağa başladılar, yüzünü yaraladılar. Her tarafı kan içinde kaldı. Fakat Abdullah okuyabildiği kadar okudu; onu kolay susturamadılar. Sonra görevini başarmış bir eda ile arkadaşlarına döndü. Arkadaşları ona:
-- İşte korktuğumuz bu idi, deyip üzüntülerini ifade ettiler.
-- Hayır, dedi; üzülmeyin. Vallahi Kureyş, bugünkü kadar hiçbir zaman gözüme böyle küçük gelmemişti. İsterseniz yarın da aynı şeyi tekrarlayayım.
-- Hayır, kâfi. İstemedikleri şeyleri onlara işittirdin ya, bu yeter. 2047
Yüzü yara bere içinde, kulağı tümüyle yarılmış sallanıyordu. Rasulullah, onu bu halde görünce tebessüm etti. Ashâb, bu tebessümün sebebini sorduklarında, "kulağını yaran Ebû Cehil'den intikamını alırken, küçücük cüssesiyle çam yarması Ebû Cehil'in kulağını yararken gördüm, ona güldüm!" diyordu. Bedir savaşında Rasül'ün gelecekle ilgili verdiği bu haber, aynen gerçekleşti. Savaşın en hararetli anlarında, bütün müslümanlar, kâfirlere hadlerini bildirirken, Ensar'dan Muaz ve Muavviz isimli iki genç kardeş, Ebû Cehil'i devirmişler, yaralamışlar, öldü zannederek bırakmışlardı. Belki kendi boyu kadar olan kılıcını, cüssesinden beklenmeyen bir enerjiyle kâfirlerin boyunlarına indirmeye çalışıyordu İbn Mes'ud. Bir de baktı ki, Ebû Cehil, önünde, yaralı bir durumda yatıyor. Hemen atladı, çıktı onun göğsüne. Ve haykırdı: "Ya müslüman ol kurtul; ya da kılıcımla seni cehenneme yollayacağım." Ebû Cehil, hâlâ müstekbirlik taslamaya çalışıyordu: "Çıkabileceğin en yüksek yere, büyük tepeye çıkmışsın."
Bu olay, İbn Mes'ud'un yüksekliğini Ebû Cehil'e de gösteriyordu, ama aynı zamanda cehâletin atasının da dünyada bile alçalışını simgeliyordu. Ebû Cehil'in imana yanaşmaması üzerine İbn Mes'ud, kılıcıyla gövdesini başından ayırdı. Ebû Cehil'i öldürdüğünü kanıtlamak için kestiği kafayı kanıt olarak taşımak istedi, ama zulümle beslenmiş kelle o kadar ağırdı ki, kucaklayıp götürmekte zorlandı. Kulağını yarıp bulduğu bir ipi kulağına geçirerek taşımaya başladı. Kelleyi sürükleyerek götürürken kulağının biri yarıldı, ip çıktı. Diğer kulağını yararak ipi ona taktı. Savaşın sonlarına yakın cereyan eden bu olaya Rasulullah ve ashabı şâhid oldular. El-Müntakım olan Allah Teâlâ, mü'minlerin intikamını esas olarak âhirete bıraktığı halde, İbn Mes'ud'a ikram olarak intikam lezzetini böylece taddırmış oldu. Câhiliyyenin atası, döverek yardığı kulakların kısasını ödüyordu. Aynı kulaklar, aynı yerden yarılmış, yüzü daha çok darbe almış ve zâlimliğinin cezasını hayatıyla ödemişti; Hem de küçük ve hor gördüğü biri tarafından mağlup edilmenin acısını çekmişti.
Kureyş İleri Gelenleri Gizlice Kur'an Dinliyor
"Biz onların onu senden dinlediklerini biliyoruz, ama bir araya gelince zâlimler: 'Siz ancak büyülenmiş bir adama tâbi oluyorsunuz' diyorlar. Bak seni nelere kıyas ettiler de nasıl sapıklığa düştüler. Artık doğru yolu bulamıyorlar." 2048
2047] İbn Hişam, a. g. e., c. 1, s. 315; Taberi, c. 2, s. 73
2048] 17/İsrâ, 47
KUR'AN'IN İ'CÂZI
- 465 -
Ebû Süfyan bin Harb, Ebûcehil bin Hişam, Ahnes b. Şurayk bir gece gizlice Rasulullah'ın Kur'an okumasını dinlemeğe giderler. Birinin diğerinden haberi yoktur. Herbiri bir yerde gizlenir. Hz. Peygamber'e kulak verir, şafak atıncaya kadar Kur'an dinlerler. Şafak atınca evlerine dönerken yolda karşılaşırlar. Birbirlerini, dolayısıyla kendilerini ayıplarlar. "Böyle bir âdet çıkarmayalım, sonra akılsızlar (halk) duyarsa başlarına bir iş getirmiş oluruz, der ve dönerler. Ama Kur'an'ın kalplerindeki izi onları ikinci gece aynı yere iter. Herkes bir yere oturmuş, Kur'an dinlemiştir. Sabaha yakın evlerine dönerken tekrar yolda karşılaşırlar. Yine birbirlerini ayıplar, ilk sözlerini tekrarlarlar. Üçüncü gece olunca yine herbiri diğerinden habersiz olarak Rasulullah'ın evi etrafında gizlendikleri yerlerini alırlar. Gece dinler, şafak atınca dönerler. İlahî takdir bu; Onları yine yolda karşılaştırır. Birbirlerine derler ki:
-- Artık bir daha buraya gelmemeğe and içelim.
Bir daha dönmemeye and içerler ve ayrılırlar. O sabah, Ahnes değneğini eline alır, Ebûsüfyan'a gider:
-- Ey Ebû Hanzala, der. Muhammed'den dinlediklerin hakkında fikrin nedir?
-- Vallahi, ey Ebû Sa'lebe, ondan öyle sözler işittim ki, hem manasını biliyorum, hem de istenildiğini anlıyorum. Öyle şeyler de işittim ki, ne manasını ve ne de ne istenildiğini bilmiyorum.
Ahnes, oradan Ebûcehil'e gider:
-- Ey Ebû Hakem, Muhammed'den dinlediklerin hakkında fikrin nedir?
-- Muhammed'den dinlediklerim hakkında mı? Bak, biz Abd-i Menaf oğullarıyla öteden beri rekabet edegeldik. Onlar yedirdiler, biz de yedirdik; onlar verdiler, biz de verdik. Öyle ki, daima yarış atları gibi berabere kaldık. Şimdi onlar: "Bizden bir peygamber çıktı; ona gökten vahiy geliyor" diyorlar. Biz buna nasıl ulaşacağız? Andolsun ki, O'na asla inanmaz ve O'nu tasdik etmeyiz. 2049
Kur'an'ın bu ferman okumasına karşı fesahatte son derece ileri gitmiş olan Araplar âciz kaldılar, hiçbir edip ve hatip kalkıp onun bir âyetine benzer bir şey yapamadı. İslâm'ı söndürmek için kılıca başvurdular, canlarını, mallarını, evlatlarını tehlikeye attılar da edebiyat yoluyla, kalem yoluyla cevap veremediler. Eğer lisanla, yazıyla karşı koymaya güçleri yetseydi, elbette bu daha kolaydı ve bunu tercih ederlerdi. Bunu yapabilmek için uğraşmadılar değil, uğraştılar ama çabaları boşa çıktı.
Kur'an ile Diğer Peygamberlerin Mûcizeleri Arasındaki Fark
Bütün peygamberler, iddialarının doğruluğunu göstermek için, Allah'ın yardımı ile birtakım mûcizeler göstermişlerdir. Bunlar, her peygamberin kendi devrinde en çok revaçta olan şeylere üstün gelecek nitelikte olurdu. Böyle olmasa, münkirler o devirde kendilerinin sahip oldukları üstünlüklerle peygamberlerin karşısına dikilebilirler ve diğer insanları aksi yönde etkileyebilirlerdi. Esasta aynı olmalarına rağmen, peygamberlerin mûcizeleri bu bakımdan farklı olarak tezahür etmiştir. Ancak Hz. Peygamber'in mûcizesi Kur'an, diğerlerinden farklı
2049] İbn Hişam, A. g. e. c. 1, s. 315-316
- 466 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bir başka özelliğe daha sahiptir. Bu özellik, onun aklî bir mûcize olmasıdır. Aklî mûcize, akıl ve basiretle idrâk edilen mûcizedir. Akla hitap ettiği ve sadece vuku bulduğu zamanda yaşayan insanlar tarafından görülebilen hissî mûcizeler gibi olmadığı için, insanlar yaşadıkça var olur ve büyüklüğünden hiçbir şey kaybetmez.
Diğer peygamberler gibi birçok hissî mûcize göstermesine rağmen, Hz. Peygamber, sadece Kur’ân-ı Kerim ile meydan okuduğu için Kur'an, O'nun risâletini te'yid eden tek mûcize olmuştur. O'nun peygamberliği umumî 2050 ve ebedîdir. Çünkü peygamberlik zinciri onunla tamamlanmıştır.2051 Önceki peygamberlerin herbiri bir kavme gönderildiği ve görevleri bir sonraki nebinin gelmesi ile sona erdiği için, gösterdikleri mûcizeler hissî oluyor ve kendi zamanlarının insanlarına hitap ediyordu. Kendisinden sonra bir başka peygamber gönderilmeyeceği için, Rasûlullah'ın kıyamete kadar devam edecek olan peygamberliğinin, yine aynı vasıfta bir mûcize ile te'yid edilmesi gerekiyordu. Hissî mûcizelerin, böyle ebedî ve umumî bir risâletle bağdaşması mümkün değildi. O'nun risâletine uygun mûcize, ancak Kur’ân-ı Kerim olabilirdi. Zira Kur’ân-ı Kerim mûcizesi ebedîdir. Zamanın geçmesi ile yok olmaz. Hz. Peygamber'in vefatı ile diğer mûcizeler gibi etkisini kaybetmemiştir. Aksine o, bütün dünyanın dilinde her yalancı ve münkire meydan okumakta, bütün insanları İslâm'a ve huzura davet etmektedir. İşte onu diğer peygamberlerin mûcizelerinden ayıran en önemli özellik budur. O, kıyamet gününe kadar insanların faydasına sunulmuştur.
Kur'an'ın devamlı mûcize olma özelliğinden dolayı Hz. Peygamber'in tâbileri, diğerlerinden daha çok olacaktır. Çünkü büyüklüğünü görerek zamanımıza kadar ona inananlar olduğu gibi, bundan sonra da olacaktır. "Peygamberlerden hiçbir peygamber yoktur ki, ona mûcizelerden (kendi zamanındaki) insanların inandıkları kadar verilmiş olmasın. Mûcize olarak bana verilen ise, ancak Allah'ın bana vahyettiğidir. Bu nedenle ben, kıyamet gününde peygamberlerin en çok tâbi bulunanı olacağımı ümit ediyorum." 2052
Yine bu hadis-i şeriften anlaşıldığına göre, diğer peygamberlere verilen mûcizelerin benzerleri, ya suretçe veya hakikatçe kendilerinden önceki peygamberlere de verilmiş bulunuyordu. Kur’ân-ı Kerim mûcizesinin bir benzeri ise daha önce hiçbir peygambere verilmemişti. O, beşerî akla karşı koyan ve ilelebet ona meydan okuyan aklî bir mûcizedir. "Sana indirdiğimiz bu Kur'an, o mûcize isteyenlere karşı okunup dururken, (hâlâ mûcize olarak) kendilerine kâfi gelmedi mi?" 2053 Kur'an varken başka mûcizeye ihtiyaç yoktur. O, her zaman ve devirde mübâreze meydanında, kendisine karşı koyanlara meydan okuyup durmaktadır. Binâenaleyh, her zaman ve her yerde kıyamete kadar sabit ve nâzil olduğu günkü gibi herkesi mağlup etmekte, kat'iyyen yok olmamaktadır. Ama diğer mûcizeler böyle değildir; Kur'an gibi her an mûcize olarak devam etmezler. Kur’ân-ı Kerim, artık bugün görülmediği için kendisiyle başkalarına meydan okunamayan, asanın yılana çevrilmesi ve ölüleri diriltmek gibi, sadece bir yerde ve zamanda gösterilenlerden biri gibi değil; şimdi bile inkâr edene: "inanmıyorsan, bir benzerini de sen getir" diyebileceğimiz aklî bir mûcizedir.
2050] 34/Sebe', 28
2051] 33/Ahzâb, 40
2052] Buhâri, İ'tisam 1; Müslim, İman 70
2053] 29/Ankebut, 51
KUR'AN'IN İ'CÂZI
- 467 -
Kur'an'ın İ'câz Yönleri
Kur'an'da, kendisinin mûcizeliğini gösteren birçok delil vardır. Bunların herbiri bir i'caz vechi/yönü olmaktadır. Müfessir ve araştırmacılar, Kur'an'ın i'cazını birçok yönde aramışlar; bazıları seksen kadar i'caz yönü tesbit etmişlerdir. Bu i'caz yönlerinin esasını, Kur'an'ın nazmı ve te'lifi, fesahat ve belâğatı teşkil eder.
a- Kur'an'ın Nazmı ve Te'lifi
Nazm: "Dizme, tertip etme, sıraya koyma" anlamlarına gelir. Kur'an'ın harf, kelime, âyet ve sureleri o şekilde tertip edilmiştir ki, daha güzel olsun diye bir tek harfin dahi yerinden oynatılması mümkün değildir. Asla bir noksanlık ve ziyadelik kabul etmez.
Harflerin kelimelere, kelimelerin âyetlere, âyetlerin surelere yerleştirilişindeki tertip gibi, surelerin birbirleri ile irtibatı olarak Kur’ân-ı Kerim içine yerleştirilmeleri de onun i'cazını göstermektedir. Zira Kur'an 22 yılı aşkın bir süre içinde parça parça nâzil olmuştur. Bazen bir tek, bazen de on âyete varıncaya kadar birkaç âyet birlikte nâzil oluyordu. Hz. Peygamber, istikbalde neler olacağını bilmeden, her âyet veya âyetler nâzil olduğunda; "Bu âyetleri, filan filan âyetlerin bulunduğu sureye koyun."2054 derdi. Âyetlerin çok değişik sebeplerle, ayrı ayrı yer ve zamanlarda nâzil olmasına rağmen Kur'an'ın bu şekilde te'lif edilerek, vahy tamamlandığında, sureleri ve âyetleri arasında muazzam bir âhenk ve irtibat bulunan bir eser olarak ortaya çıkması, mûcizeliğinin delillerinden birisi olmaktadır.
Kur'an'ın nazmı, nesir, seci' ve şiir gibi Arap nazım şekillerinden tamamen farklıdır. Ona kelâm denildiği halde, kelâm çeşitlerinden olan risale, hitabe, şiir veya seci' diyemeyiz. Belîğ bir kimse, âyetlerini duyduğu zaman, onunla diğer nazım şekilleri arasındaki farkı hemen anlar. Allah, "Ona ne önünden, ne ardından (hiçbir sûretle) bâtıl yaklaşamaz. O, hakîm ve hamîd olan Allah'tan indirilmedir." 2055 âyetiyle, onun nazım ve te'lifinin, beşerin kullandıklarından olmadığına, dolayısıyla diğer kitaplar gibi fazlalık ve noksanlık suretiyle değiştirilemeyeceğine dikkatimizi çekmiştir. Onun yerleştirilmiş olan bir tek harfi dahi i'cazındandır. Hiç kimse, onun bir kelimesinde buluna herhangi bir harf için: "Bu harfe burada ihtiyaç yoktu" diyemez. 2056
Kur'an'ın fesâhat ve belâğatı da, nazmı ile bütünleşen, ondan ayrı düşünülmesi mümkün olmayan bir i'caz yönüdür.
b- Kur'an'ın Fesâhat ve Belâğatı (Anlatım ve İfade Güzelliği)
Açıklık, duruluk, sözün güzel olması anlamına gelen fesâhat ile; kelime veya cümlenin ibare içinde aldığı yere uygun olması, manayı en güzel bir lafızla kalbe ulaştırmak demek olan belâğat, en üstün şekli ile Kur'an'da mevcuttur. Alt, orta ve üst olmak üzere üç tabakası olduğu kabul edilen belâğatın, mu'ciz olan ve sadece Kur'an'da bulunan üst tabakası dışındakiler, belîğ olan herkes tarafından yapılabilir.
Bu anlatılanlarla ilgili çok sayıda örnek verilip Arapça bilenlere Kur'an'ın bu
2054] Tirmizî, Tefsiru'l Kur'an 10
2055] 41/Fussılet, 42
2056] Nedim Yılmaz, İ'cazü'l-Kur'an, Özel Y. (Fatih Y.), s. 14 ve devamı
- 468 -
KUR’AN KAVRAMLARI
edebî yönü delillendirilebilir. Arapça bilmeyen kimseler için fesâhat ve belâğat konusunda örnekler vermek zordur. Ama, kısmen anlaşılacağını zannettiğimiz bir örnek verelim:
Allah, Kur'an'da "Ve leküm fi'l-kısâsı hayâtün (Ve bu kısasta sizin için hayat vardır.)" 2057 buyuruyor. Bu veciz ifade, belâğatın en üst derecesine ulaşmış bir i'câz örneğidir. Bu âyet-i kerime ile Arapların bu konuda Kur'an inzal olmadan önce en mu'ciz söz olarak kabul ettikleri "El-katlü enfâ li'l-katli (Öldürmeyi en çok yok eden yine öldürmedir)" sözü arasında, belâğat ve i'caz açısından birçok fark vardır:
1- Âyetin manası daha şümullüdür. Zira âyette, onların sözleri ile ifade edilmek istenen her şey ifade edildiği gibi, ayrıca "kısas" zikredilerek "adalet", "hayat" zikredilerek, kısastan beklenenin ne olduğu güzelce açıklanmıştır.
2- Âyetin ibaresi daha vecizdir. Zira onların sözleri ile mukayese edilen kısmı "El-kısâsu hayâtün" dür. Bu, on harf; onların sözü on dört harftir.
3- Âyette, onların sözlerinde bulunan ve tekrarlama suretiyle oluşan külfet yoktur. Sözde böyle bir söyleme zorluğunun bulunması, onu belâğatın en üst derecesinden indirir.
4- Âyet, söyleniş bakımından birbirine uygun harflerle, en güzel şekilde te'lif edilmiştir. Zira, "sad"dan sonra "hâ"yı söylemek, "elif"ten sonra "lâm"ı söylemekten daha kolaydır.
5- Kısas, katilden bir bakıma daha genel, bir bakıma daha özeldir. Daha geneldir, zira yaralamaları da içine alır. Daha özeldir, zira her öldürmeye kısas denmez. Ayrıca öldürmenin her çeşidi öldürmeye engel olmaz. Aksine, saldırgan katiller fitneyi arttırarak kargaşaya neden olur. O halde "El-katlü" kelimesi, kısasa tahsis edilmedikçe vecize sahih olmaz. Böyle yapılmış olsa bile kısasın yaralamalarla ilgili kısmı hâriç kalır.
6- "Hayâtün" kelimesi, nekra olarak söylendiği için, tenvini ta'zim ifade ederek, herkesin hayatına ve hayat hakkının büyüklüğüne işaret etmektedir. Diğer söz ise, ilmî olan bu hukukî ve dinî incelikten mahrumdur. 2058
Her ne kadar, eski Arapların vecize cinsindeki bu sözleri beliğ ise de, sayılan özelliklerden dolayı, bu âyet, tartışmasız daha beliğ olmaktadır. Bu âyetin belâğatinden bahsedilirken, onun Arapların bir vecizesi ile mukayese edilmesi, o vecizeyi, hâşâ, Kur'an'ın bu âyetine bir nazire olarak veya bu söz, Kur'an nâzil olmadan da Araplar arasında kullanıldığı için, âyetin o söze karşılık olarak indiğinin kabul edildiği manasına alınmamalıdır. Bu karşılaştırmadan maksat, muallekat-ı seb'a (Yedi Askı) şairlerine, başlarını önlerine eğdirerek yazdıklarını yırttıran o eşsiz fesâhat ve belâğat karşısında, Arapların üstün gördükleri daha nice söz, şiir ve hitabelerin ne kadar sönük kaldığına dikkat çekerek Kur'an'ın i'cazını göstermektir. 2059
Kur'an'ın indiği toplumda, ifade güzelliğinin revaçta olduğu, yukarıda ifade
2057] 2/Bakara, 179
2058] Elmalılı Hamdi Yazır, c. 1, s. 610
2059] Nedim Yılmaz, İ'cazü'l Kur'an, s. 42-43
KUR'AN'IN İ'CÂZI
- 469 -
edildi. Kur'an'ın bu açıdan o dönem insanlarını ne kadar etkilediği, tarihî bilgilerle sabittir. Kur'an'dan birkaç âyeti dinledikten sonra, bu sözün insan sözü olamayacağını itiraf edenlerin sayısı pek çoktur.
İşte Hz. Ömer... Ömer, Hz. Peygamber'i öldürmek üzere kılıcını kuşanmış, O'nu aramaktadır. O arada kız kardeşi ile kocasının da İslâm'ı kabul ettiklerini duyar ve yolunu değiştirerek her şeyden önce onlara bir ders vermeyi kararlaştırır. Büyük bir hiddet ve öfkeyle kız kardeşini tokatlar. Ancak orada Kur'an'dan birkaç âyeti dinledikten sonra bu sözün insan sözü olamayacağını itiraf eder ve İslâm dinini kabul eder.
İfade güzelliği konusunda âdeta uzmanlaşmış olan o toplum, Kur'an'ın ifade güzelliği karşısında şaşkına dönmüş, inatlarından bazen Kur'an için bu bir şiirdir, demiş, sonra kendileri bu yakıştırmanın tutmayacağını anlayarak, bu bir sihirdir, insanları büyülüyor demişlerdir.2060 Kur'an'ın karşısında âciz duruma düşen kâfirler, bazen şöyle, bazen böyle diyorlardı; bazen de iftira mahsulü düzmece sözlerdir, diyorlardı. Kur'an, işte bu konuda meydan okudu, hâlâ meydan okumaktadır.
Günümüzde de nice insan, hatta Arapça bilmeyen, Kur'an'ı meal veya tefsirinden okuyan nice inançsız insan, Arapça'daki güzelliğinin çoğunun muhafaza edilemediği bir mealden etkilenerek, bu ifade güzelliğine hayran olmakta, arayış ve iyi niyet sahibiyse İslâm'ı kabul etmek zorunda kalmaktadır. Yine Arapça bilmeyen, okunan Kur'an'ın anlamından haberdar olmayan insanları bile bir hâfızın Kur'an kıraati duygulandırmakta, ruhunun derinliklerine kadar etkisini hissettirmekte, kalpleri ürpertip titretmektedir.
Gaybî İ'câzı
a- Kur'an'ın Gelecekten Haber Vermesi
Kur'an'da, hiçbir beşerin asla bilmesi mümkün olmayan ve istikbalde vuku bulacak olaylara dair birçok haber vardır. Kur'an'ın haber verdiği hadiseler, olduğu gibi çıkmıştır. Meselâ:
1- "Onlar, yenilmelerinden sonra yakında yeneceklerdir." 2061
2- "Elbette inşâallah (Allah dilerse) Mescid-i Haram'a emin olarak (güven içinde) gireceksiniz." 2062
3- "Onu (İslâm'ı) bütün dinlere üstün kılsın diye, peygamberini gönderdi." 2063
4- "Allah'ın yardımı ve fetih geldiği ve insanların dalga dalga, Allah'ın dinine girdiklerini gördüğün zaman..." 2064
5- "Allah, sizden iman edenlere ve salih amel işleyenlere kendilerinden öncekileri halife yaptığı gibi, kendilerini de yeryüzünde halife yapıp hâkim kılacağını, kendileri için razı olduğu dini yerleştireceğini, onları korkmalarından sonra bir emniyete kavuşturacağını
2060] Bk. 21/Enbiyâ, 5
2061] 30/Rûm, 2
2062] 48/Fetih, 27
2063] 48/Fetih, 28
2064] 110/Nasr, 1-2
- 470 -
KUR’AN KAVRAMLARI
vadetti." 2065
Bütün bunlar, âyetlerin belirttiği şekilde meydana geldi. 1- Rumlar, bu âyet indikten birkaç sene sonra İranlılara galip geldiler. 2- Müslümanlar, Mescid-i Haram'a Mekke'yi fethederek güven içinde girdiler. 3- İslâm Dini, diğer dinlere üstün kılındı. 4- Halk, grup grup İslâm'a girdi. Rasül-i Ekrem, vefat ettikleri sırada Arap yarımadasında hiçbir yer yoktu ki oraya İslâmiyet girmiş olmasın. 5- Allah, mü'minleri doğudan batıya yeryüzüne hâkim kıldı, dinlerini teyid etti, yerleştirdi. Hz. Ebûbekir (r.a.) ile Hz. Ömer (r.a.) müslümanları gazaya götürdükleri zaman, zafer kazanacaklarına inanmalarını sağlamak ve moral vermek için, onlara Allah'ın bu va'dini hatırlatırlardı. Neticede bu ilahî vaad, gerçekleşmiş ve İslâm dini, kısa zamanda doğuda İran, batıda İspanya'ya kadar yayılmıştır. Daha Hz. Ömer zamanda Mısır fethedilmiş, o zamanın ikinci süper devleti olan İran alınmış, Hindistan ve Ermenistan'a girilmiştir.
Ve Cenab-ı Hakk'ın, "Muhakkak Zikr'i Biz indirdik ve onu Biz koruyacağız." 2066 âyeti de aynen gerçekleşmiş Kur'an, tek harfi değiştirilmeden günümüze ulaşmıştır. Bütün dünyadaki mushaflar aynıdır. Kıyamete kadar da aynen korunacaktır. Müşriklerden, mülhidlerden, yahudilerden, her çeşit sapık fırkalardan, muattıladan, özellikle Kermatîlerden onun muhkem âyetlerini değiştirmeye, tahrif etmeye gayret edenler, sayılamayacak kadar çoktur. 14 asırdır hilelerini ve güçlerini bu konu üzerinde birleştirenler olmuş, ama Kur'an'ın nurundan bir şey söndürmeğe, sözlerinden bir kelime değiştirmeğe, müslümanları bir harfinden dahi şüpheye düşürmeğe kadir olamamışlardır.
b- Geçmiş Toplumlardan Haber Vermesi
Hz. Peygamber, hiç okuması, yazması olmadığı, hiçbir insandan eğitim görüp bir şey öğrenmediği, ümmî olduğu halde, geçmiş milletlerden haber vermesi -ki, eski kitaplara, tarih bilgisine vâkıf olanlar, bunların doğruluğunu itiraf eder- Kur'an'ın mûcizelerinden biridir. Peygamberimiz, Âdem’in (a.s.) yaratılışından kendisinin peygamber olarak gönderildiği zamana kadar vuku bulan birçok mühim olayı haber vermiştir. Rasül-i Ekrem'den birçok sorular sorulmuş, O bunları cevaplandırmıştır. Tevrat ve İncil'deki birçok hakikatleri ifade etmiştir. Yahudiler O'nu tekzib etmeye çok hırslı oldukları halde bu haberlerin doğruluğunu inkâr edememişlerdir. Bu hususta azıcık inat edene: "De ki: Doğru iseniz Tevrat'ı getirip okuyun." 20672068 âyetiyle cevap verilmiş ve susturulmuştur. Hiç kimse aksini iddia edememiştir. "Ey kitap ehli, size rasülümüz geldi, size gizlemekte olduğunuz şeyin çoğunu haber veriyor ve çoğundan da affediyor." 2069
Okuması yazması olmadığına, bunları bir yerden öğrenmesi mümkün olmadığına göre, bunların kaynağı ancak vahiy olabilir, onun için Yüce Allah, şüphecilere şöyle diyor: "Sen bundan önce bir kitap okumuyor ve elinle yazı yazmıyordun ki iptalciler şüphe etsinler." 2070; "Bu sana vahyettiğimiz, gaybe / gizliye ait haberlerdendir.
2065] 24/Nur, 55
2066] 15/Hıcr, 9
2067] 15/Hıcr, 9
2068] 3/Âl-i İmran, 93
2069] 5/Mâide, 15
2070] 6/En'âm, 105
KUR'AN'IN İ'CÂZI
- 471 -
Bundan önce onları ne sen biliyordun, ne de kavmin..." 2071
c- Bütün İnsanların İhtiyacını Karşılayacak Esaslar İhtivâ Etmesi
Peygamberler, insanların dünya ve ahiret saadetlerini temin etmek için, Allah tarafından gönderilmiş elçilerdir. Rasül-i Ekrem de, bütün insanlara peygamber olarak gönderildiğine2072 ve kendisinden sonra bir peygamber gelmeyeceğine göre, onun tebliğ ettiği kitap ve din, kıyamete kadar bütün insanların ihtiyaçlarını temin edecek nitelikte olmuştur. Böylece Kur'an, hiçbir şeyi eksik bırakmadan, insanlığın yeryüzündeki kısa hayatı için gerekli olan idarî, iktisadi, manevî, ahlâkî, sosyal... esasları ihtivâ ettiği gibi, ahirete ait esasları da içermiştir. Fakat o, bütün bu esasları tafsilatıyla anlatmaz, çoğunun formülünü verir, düşünme ve araştırma yolu ile çözümünü insanlara bırakır. "Balık hediye ettiğin kişiyi bir günlüğüne doyurursun, fakat balık avlamayı öğrettiğin kişiyi her gün doyurursun" atasözünün ifade ettiği gibi, insanlara dünya ve ahiret mutluluğunu nasıl temin edeceklerini öğreterek, maddî ve manevî bakımdan daima tok kalmalarını sağlar. Zaman, onun esaslarını eskitemez, değiştiremez. O, insanların eserleri ve kanunları gibi ihtiyarlayıp yıpranarak etkisini ve tazeliğini yitirmez. O, bütün asırlardaki her seviyeden insana yöneltilen ilahî ve ezelî bir hitap olduğundan, yeni nâzil olmuşçasına her devirde daima taze kalmaktadır.
Onun, bütün insanların ihtiyacını karşılayacak nitelikteki esaslarını şöyle özetleyebiliriz:
a- Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve kadere iman adı altında mebde', meâd ve bu ikisi arasındaki hakikatlere insanları irşad etmek suretiyle akideleri;
b- Nefisleri tezkiye ederek ruhları gıdalandıracak, iradeyi kıvamına koyacak, fert ve topluma fayda verecek şeylere irşad etmek suretiyle ibâdetleri;
c- Fazilete irşad etme, reziletten nefret ettirme suretiyle ahlâkı;
d- Eşit şartlarda eşit hak ve sorumluluklar getirme suretiyle toplum hayatını ıslah etmesi; vicdanlara, akıllara ve fikirlere hürriyet vererek zorlamayı, baskıyı ve dinî tahakkümü men etmesi.
İslâm'a girmeden önce müşrik Arap toplumunun ahlâkî yapısı ve seviyesi tarihen sabittir. Her türlü ahlâksızlık ve çapulculuğun hüküm sürdüğü o toplum, İslâm'a girdikten sonra insanlık için örnek bir toplum oldu. Birlik ve beraberliği sağlayan, güçsüzün hakkını koruyan, insanlık tarihinde eşine rastlanmayan bir toplum oldu. Geriliğiyle alay eden toplumlara fazilet ve medeniyet taşıyan bir toplum. O toplum, kısa bir müddet içerisinde çevresine hakim olmuş, sadece mü'minleri değil; İslâm'ı kabul etmeyen diğer din mensuplarını da huzur ve güvenliğe kavuşturmuştur. Kur'an'ın getirdiği ilkelerin ilahîliğini ispatlayan bu tarihî gerçeklik, O'nun mu'cizeliğine güzel bir delildir. Kur'an'ın gerçekleştirdiği bu değişim ve dönüşüm, bu inkılab, tarihte hiçbir zaman hiçbir yerde gerçekleşmemiştir. Eşi benzeri görülmeyen bu devrim, yani insanların dalâletten hidâyete; ahlâksızlıktan en erdemli kişiliğe; toplumların bedeviyetten medeniyete; küçük kabile yönetiminden kıtalara hükmeden büyük ve âdil bir devlete...
2071] 11/Hûd, 49; İslâm'a İtirazlar ve Kur’ân-ı Kerim'den Cevaplar, s. 240-241
2072] 34/Sebe', 28
- 472 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ulaşmasını sağlayan Kur'an, bu yönleriyle de mu'cizedir, insanları benzerini yapmaktan âciz bırakır.
d- Kur'an'ın, Hz. Peygamber'in Her Arzusuna
Uygun Olarak Nâzil Olmaması
Hz. Peygamber, risâlet görevini ifa ederken, zaman zaman öyle zor durumlarda kalmıştı ki, bu durumlar onun derhal bir hüküm vermesini ya da bir şeyler söylemesini gerektiriyordu. Kur'an onun kendi sözü olsaydı, öyle durumlarda, insan olarak bir şey söylememesi veya bir hüküm vermemesi mümkün değildi. Buna rağmen o günlerce susmuş, cevap verebilmek için vahyin gelmesini beklemişti. Mesela, ifk hadisesinde 40 gün kadar, kıblenin Kâbe'ye çevrilmesi için bir buçuk yıl beklemişti. Hâlbuki birinci olayda Hz. Aişe’nin (r.a.) temize çıkmasını, ikincisinde ise yahudilerin: "Hem bize muhalefet ediyor, hem de namazda kıblemize dönüyor. Biz olmasaydık nereye döneceğini bilemeyecekti" demeleri yüzünden ve bir de Kâbe'ye döndüğü takdirde Arapların İslâm'a meylederek müslüman olmalarını umduğu için Kâbe'nin kıble olmasını şiddetle arzuluyordu. Eğer Kur'an, kendi kelamı olsaydı, bu ve benzeri durumlarda gerekeni hemen yapar, beklemezdi.
Ayrıca Hz. Peygamber'i kınar mahiyette bazı âyetlerin nâzil olması da Kur'an'ın kendi kelamı olmadığını göstermektedir. Mesela, Abese suresinin ilk on âyeti, Hz. Peygamber kendilerini İslâm'a sokmak ümidi ile Kureyş'in ileri gelenleri ile görüşürken, a'mâ Abdullah b. Ümmü Mektum'un gelip de: "Allah'ın sana öğrettiklerinden bana da öğret" demesi, O'nun da bunu kerih görerek yüzünü ekşitmesi üzerine kendisini kınar mahiyette nâzil olmuştur. Aynı şekilde Tahrim suresinin birinci âyetinde Hz. Peygamber'in, zevcelerinin isteği doğrultusunda, Allah'ın helâl kıldığı bazı şeyleri kendisine haram kılmasını kınamaktadır. Hâlbuki bir insanın, özellikle peygamberlik dâvâsında bulunan bir insanın, kendi görüş ve davranışlarındaki isabetsizlikleri acı ifadelerle kınaması tasavvur edilemez. 2073
Kur'an'ın İlmî İ'câzı
Allah, insanı fıtraten, akıl ve duyular gibi bazı kabiliyetlerle donatmış ve hayatta, yolunu seçip tercih ederken bu yeteneklerini mutlaka faal tutmasını ondan istemiştir. "Bilmediğin şeyin ardına düşüp gitme; doğrusu kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur."2074 İnsanın nefsinde ve çevresindeki tabiatta âyetler yaratan Allah, o fıtrî kabiliyetlere tabiî doneler (veriler) sunmuştur. Sahip olduğu kabiliyetleri seferber edip tabiattaki/tabiatındaki sözsüz âyetleri2075 done alan insanoğlu, bir yere kadar varlığının mânâsını kavramak ve 'kaalû-belâ' temsîliyle ifade olunduğu üzere Rabbini birleyerek O'nu itiraf etmek sorumluluğundadır.2076 Bununla beraber, insan, bütün zaaflarını bertaraf edememiş; Allah'ın özel hidâyetinden müstağnî kalamamıştır. İnsanoğlunun, doğrudan hidâyete en çok muhtaç bulunduğu sahaları tesbite çalışırken, onun, yeryüzündeki mücâdelesi boyunca, üç tür varlıkla olan münâsebetlerini doğru oluşturmak için çabalayıp
2073] Nedim Yılmaz, İ'cazü'l-Kur'an, Özel Y. (Fatih Y.), s. 47-50
2074] 17/İsrâ, 36
2075] 41/Fussılet, 53
2076] 7/A'râf, 172-173
KUR'AN'IN İ'CÂZI
- 473 -
durmuş olduğunu görürüz. 1- Mâ dûnu (alt-varlık) olan kendi dışındaki varlıklarla, 2- Mâ fevkı (üst-varlık) olan Yaratıcısı ile 3- Hemcinsi olan insanlarla ve dolayısıyla kendisiyle.
İnsanoğlu; mâ dûnu olan varlıklar, yani kendi cinsi dışında kalan hayvanlar, bitkiler ve cansız varlıklar üzerinde, fıtraten yeterli kabiliyetlerle donatılmış olduğundan, İlâhî doğrudan hidâyetin (sözlü âyetlerin/vahyin) konusu, bu sahadaki ilişkileri tanzim etmek olmamıştır. Yaratılışta sahip bulunduğu yetenekleriyle insanın, bu varlıklara yönelmesi için Kur'an sadece bazı sevkler, impuls'lar vermiştir. 2077
Bu alanda Kur'an'dan elde edilebilecek olanlar, sadece, ilk muhâtap toplumu etkileyebilecek edebî ve diyagramatik tasvirlerdir. Bu tasvirlerden hareketle, günümüzde Bucaillizm diye de adlandırılan, "Kur'an âyetlerini, ilmin ya da teknolojinin ulaşmış bulunduğu bazı sonuçlarla intibak ettirme" gayretkeşliğine düşmemek gerekir. Bu yolda ileri sürülmüş bulunan iddiaların çoğunun, Kur'an diline ve üslûbuna vukufsuzluğun bir sonucu olduğunu kanıtlamak pek zor olmadığı gibi, bu teşebbüslerin, Kur'an'ın hidâyet hedefini saptırmaktan başka bir işe yaramadığı da görülmektedir.
Örnek verirsek, bir döneme kadar bazı tefsir kitaplarında, Kur'an âyetleri delil getirilerek dünyanın 'sath' yani düz,2078 "Ve yeryüzüne (bakmazlar mı) nasıl yayılmış/düzleştirilmiş?"2079 âyetinin tefsîrinde şunları okuyoruz: "Âyetteki "yayılmış/düzleştirilmiş" sözü, dünyanın, astronomi âlimlerinin inandıkları gibi 'küre' değil; düz olduğunun kesin delilidir. Mâmâfih, onların bu inancı dinin esaslarından birini nakzetmez.") ya da 'sâkin' yani hareketsiz2080 olduğu iddia edilmiştir. Meşhur tefsirinde Fahreddin Râzî, aklî ve naklî delillerle(!) dünyanın hareketsiz olduğunu ispatlamaya çalışır. Günümüzde ise, yine Kur'an âyetlerine dayanılarak dünyanın 'küre' veya 'elipsoid' şeklinde olduğu ya da 'dönmekte' olduğu ispata çalışılmaktadır.2081 Oysa İlâhî hidâyetin hedefi ne onu, ne de diğerini ifade etmektir. Kur'an için insana yakın olan, onun hayatında olan gerçekler önemlidir.
'Dünyanın yuvarlak olduğu' şeklindeki inancın, insanın mutluluğu ve erdemi ile doğrudan ilgili olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Mahşer gününde, 'dünyanın düz olduğu ya da yuvarlak olduğu' yolundaki inancından dolayı insanların sorguya çekileceğine dair elimizde aklî veya naklî bir delil de yoktur. Çünkü orada geçerli değerler, Allah'a olan şirksiz imanımız ve sâlih amellerimizdir.
Kur'an'ın; sadece aktüel yönüne önem verdiği ve işin ilmî yönünü -din haline getirmeksizin- insanın kabiliyetine ve tecessüsüne tevdî ettiği, bu maddî âlemle ilgili bazı edebî tasvirlerin din/akîde telakki edilmesinin müncer olduğu vahim bir anlayışa -günümüzde- bir örnek verelim:
Suûdi Arabistan'lı meşhur şeyh (T.C.'deki Diyanet İşleri Başkanı, hatta daha üst seviyede kabul edilen yetkili) Abdu'l-Aziz bin Bâz, el-Edilletu'l-Akliyye
2077] Meselâ, bk. 3/Âl-i İmrân, 190; 29/Ankebût, 20; 38/Sâd, 2
2078] Meselâ bk. Celâleyn Tefsiri
2079] 88/Ğâşiye, 20
2080] Mefâtîhu'l-Ğayb -Tefsrîru'l-Kebîr, Tahran, tarihsiz, c. 2, s. 102-103
2081] Meselâ, Hasan Basri Çantay, Kur'ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, c. 3, s. 1143; Süleyman Ateş, Kur'ân-ı Kerim ve Yüce Meali; her iki mealde de 79/Nâziât, 30 âyeti... Ve bkz. Celâl Kırca, Kur'ân-ı Kerim'de Fen Bilimleri, s. 72-78
- 474 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ve'l-Hissiyye alâ Cereyâni'ş-Şemsi ve Sükûni'l-Ardı ve İmkâni's-Suûdi ilâ'l-Kevâkib (=Dünyanın Sâkin, Güneşin Hareketli Olduğuna ve Gezegenlere Çıkmanın İmkânına Dair Aklî ve Hissî Deliller) isimli, 1975 yılında Medine'de, resmî makamlarca basılan risâlesinde 'güneşin yerinde durduğunu ve dünyanın onun etrafında hareket etmekte olduğunu' iddia edenleri, bakınız, Ortaçağ kilisesinin engizisyoncu zihniyetiyle nasıl mahkûm etmektedir: "...Kim bunu iddia ederse küfür ve dalâlete düşmüş olur. Çünkü bu iddia, hem Allah'ın, hem Kur'an'ın, hem de Peygamber'in (s.a.s.) tekzîbidir... (Bunu iddia eden kişi) tevbeye dâvet edilir. Ederse ne âlâl. Aksi takdirde, kâfir ve mürted olarak öldürülür ve malı da müslümanların beytulmâline irad kaydedilir. (...) Eğer ileri sürdükleri gibi dünya dönüyor olsaydı; ülkeler, dağlar, ağaçlar, nehirler, denizler bir kararda kalmazdı, insanlar batıdaki ülkelerin, doğuya; doğudaki ülkelerin batıya kaydığını görürlerdi, Kıblenin yeri değişir, insanlar kıble'yi tâyin edemezlerdi. Velhâsıl (bunların hiçbir i müşâhede edilmediğine göre) bu iddia ('dünyanın hareketli olduğu' iddiası), sayması uzun sürecek birçok nedenden dolayı bâtıldır."
Bu ilginç örnekte, Bucaillizm'in negatif olarak işletildiğini görüyoruz: Kur'an'ın zâhirine aykırı görülen ilmî buluşlar karşısında, onları ihbar eden nass'lar aramak psikozuna karşılık, bu defa, onları kesin reddeden ve savunanlarını da engizisyoncu kilise zihniyetiyle mahkûm eden bir zihniyete şâhit oluyoruz. 2082
Kur’ân-ı Kerim, bir ilim kitabı olarak nâzil olmamıştır. Yani O, bir Fizik, Kimya, Coğrafya, Tarih kitabı, bir ansiklopedi değildir. O, her şeyden önce bir tevhid, ibâdet/eylem ve ahlâk kitabıdır. Hz. Peygamber'in insanları Rablerinin izni ile karanlıklardan aydınlığa, her şeye galip ve hamde lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarması için indirilmiş2083 bir irşad2084 kitabıdır. Onun davetine ve çizdiği yola uyanlar, iki dünyada da selamet ve saadete ererler. Ancak, "Kur'an'da hiç ilmî hakikat, bilimsel gerçek yok" şeklinde bir iddia da tümüyle bâtıldır, yanlıştır. "Kur'an'da her şey mevcuttur, bütün icatlar ondan alınmıştır" sözü ne kadar sakat ise, "Onda hiçbir bilimsel gerçeğin olmadığı" kanısı da ötekinden daha sakat ve gerçekten uzaktır.
Hakikat şudur ki, Kur'an'da birçok bilimsel gerçekler, birçok tabiat kanunları formüle edilmiştir. Ancak, Kur'an, bunlara sadece bir mûcize olarak işaret yapmış ve hiçbir zaman ilimle çatışmadığını göstermiştir. Seyyid Kutub'un da dediği gibi, ondaki kevnî hakikatler, ana prensipler halindedir. Öyle ki, hiçbir buluş onu nakzedememiştir ve nakzedemez. Yalnız, Kur'an'ın işaret ettiği hakikatleri anlayabilmek için, müsbet ilimlere iyice vâkıf olmak ve Kur'an'ı iyice düşünerek tetkik etmek gerekir. Bu nedenle, tabiatla ilgili ilimleri ilgilendiren birçok konuya, düşünmek suretiyle Allah'ın varlığı ve birliği anlaşılsın, dolayısıyla imana ve doğru yola gelinsin diye Kur'an zaman zaman temas etmiştir. 2085
Kur'an'ın inzal olan ilk âyeti "Oku" emriyle başlar; okumanın vasıtası olan kalemden, öğretimden söz eder, ilmin önemli dallarından biri olan anatomiye bu
2082] Hikmet Zeyveli, Kur'an'ın Aktüel değeri Üzerine, 1. Kur'an Sempozyumu, Bilgi Vakfı Y. s. 280-283
2083] 14/İbrahim, 1
2084] 2/Bakara, 256
2085] S. Ateş, İslâm'a İtirazlar ve Kur’ân-ı Kerim'den Cevaplar, s. 245
KUR'AN'IN İ'CÂZI
- 475 -
ilk âyetlerde dikkati çeker: "Oku, Yaratan Rabbinin adıyla. O, insanı alaktan (aşılanmış yumurtadan) yarattı. Oku, insana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir." 2086 İlmin önemini vurgulayan nice âyet, bu konuda delil olarak belirtilebilir. İlme son derece kıymet veren Kur'an'ın ilimle çatışması asla tasavvur olunamaz. Ne var ki bazı yanlış tefsirler ve indî teviller, onu ilme aykırı imiş gibi gösterebilmiştir. Bir de Kur'an'ın ilimden çok önce haber vermiş bulunduğu bazı hakikatler, o zamanın âlimlerince anlaşılmamış ve ilme aykırı sanılmıştır. Hakikatte bunlar, ilmin ta kendisidir. Şimdi, Kur'an'ın, bilimden önce haber verdiği ve neticede bilimin de onun söylediklerini desteklediğini açığa vuran birkaç misal üzerinde durarak O'nun ne ilahî bir mûcize olduğunu göstermeye çalışalım:
Onun dünya, güneş, ay ve bütün gök cisimlerinin birleşik bir gaz kütlesinden koptuğunu,2087 arzın yuvarlaklığını,2088 güneşin kendi yörüngesinde döndüğünü,2089 yer çekimi kanununu,2090 yıldızların yörüngeleri ve kara delikleri,2091 evrenin genişlemesi,2092 hava basıncının varlığı,2093 insanın nasıl bir sudan yaratıldığı,2094 denizlerin kaynaması ve kıyametin kopması,2095 güneşin hararetini tazelemesi,2096 dünyanın dönüşünün yavaşlaması,2097 insanın topraktan yaratılması,2098 ceninde nutfenin yeri,2099 insanın nasıl yaratıldığı,2100 anne karnındaki üç karanlık (üç sağır perde),2101 insanda cinsin tayini2102 ve bunlara benzer birçok bilimsel gerçekleri, asırlar önce, bunlardan hiçbir ilim adamının haberi yokken anlatması ve özellikle bilginler, edebiyatçılar, filozoflar, kanun koyucular ve ahlâkçıların hep birden benzerini getirmeleri imkânsız iken, bütün bunların ümmî/okuma yazması olmayan bir kimseden sâdır olması, ancak mûcizeliğini ve ilahî kaynaktan geldiğini gösterir.
Kur'an'ın i'caz yönleri sadece bunlardan ibaret değildir. Yukarıda temas edilenlerin dışında Kur'an'ın mûcizeliğini ispatlayan daha birçok delil bulmak mümkündür. Mesela, birçok sebep varken, müslüman olmayan Arapların Kur'an'a muâraza edememeleri, her mûcizeye kıyas edilebilmesi, düşmanlarına menfi, dostlarına müspet etki etmesi, sanki bir tek söz imiş gibi âyetleri ve sureleri arasında münasebet bulunması, okuyana usanç vermemesi, kolay ezberlenebilmesi, hakikat, mecaz, teşbih, istiare, kinaye, i'caz ve itnab, darb-ı mesel gibi edebî konuları ihtiva etmesi, duyulduğu zaman kalplere nüfuz etmesi, ruhlara tesiri...
2086] 96/Alak, 1-5
2087] 21/Enbiyâ, 30
2088] 79/Nâziât, 30; 39/Zümer, 5
2089] 36/Yâsin, 38
2090] 13/Ra'd, 2; 31/Lokman, 10; 22/Hacc, 65
2091] 56/Vâkıa, 75-76
2092] 51/Zâriyât, 47
2093] 6/En'âm, 125
2094] 86/Târık, 5-7
2095] 54/Kamer, 50; 16/Nahl, 77; 81/Tekvir, 6
2096] 17/İsrâ, 97
2097] 28/Kasas, 71-72
2098] 30/Rûm, 20; 6/En'âm, 2; 55/Rahman, 14
2099] 7/A'raf, 172
2100] 86/Târık, 5-8; 76/İnsan, 2; 23/Mü'minun, 11-13
2101] 39/Zümer, 6
2102] 31/Lokman, 34; 22/Hacc, 5, 77/Mürselât, 20-22; 75/Kıyâmet, 36-40
- 476 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Özetle, Yüce Allah, insanlığın bilim ve düşünce yönünden pek gelişmediği ilk çağlarda, gönderdiği hak peygamberlerine gözle görülen ve açıkta meydana gelen mûcizeler ihsan etmiştir. Bu çağlarda insanlar, sadece gözleri ile gördükleri şeylere inanıyorlardı. Bu yüzden de Yüce Allah, insanlığın akıl ve düşünce bakımından kavrayabileceği ve gözleriyle gördüğü olağan üstü olaylardan iman etme yönünden kabulleneceği gerçekleri ihsan buyurmuştur. Yani, bu mûcizelerin çoğu, hissiyatla/duygularla açıktan açığa görülen ve kavranılan türdendi.
Ancak, insanlığın akıl, düşünce ve ilim yönünden hızla ilerlediği bir çağda, hiç şüphesiz gözle görülen hissî mûcizelerin yanında, ilim ve akılla kavranacak mûcizelerin de bildirilmesi gerekmekteydi. Bir hak peygamberin doğruluğuna inanmak için sadece gözle görülen mûcizelerin gösterilmesi yeterli değildi. Bunun yanı sıra, bütün çağlar boyunca her insanın rahatlıkla düşünüp anlayabileceği ilmî ve aklî mûcizeler de gerekliydi. İlim, akıl, düşünce ve mantık bakımından asla karşı konulmayacak büyük deliller getirmek, doğruluğunu aksi asla düşünülmeyecek belgelerle kanıtlamaya çalışmak, mûcizelerin en büyüğüdür. Böyle bir mûcizenin karşısında dağlar erir, akan sular durur.
Kur’ân-ı Kerim, inişi ile bozgunculuğu, inançsızlığı, sapıklığı, haksızlığı ve her türlü câhiliyye âdetlerini temelden söküp atmıştır. İnsanlığın yaratılışına, akıl ve düşünce kurallarına uymayan her türlü bâtıl inanışları ve hurâfeleri yasaklamıştır. Kur'an, kötülüğün kaynağını kurutmuş ve insanlığın zararına olacak her türlü çirkin âdet ve alışkanlıkların kapısını kapatmıştır. Böylece insanlığı olgunlaştırmıştır. Kur'an'ın ana hedefi, putlara ve tağutlara kul olmaktan insanları kurtarıp sadece Allah'a ibâdeti ve O'na kulluk yapmayı gerçekleştirmek, ferdin nefsini ıslah etmek, sosyal dayanışmayı sağlamak, şûrâyı, adaleti ve bütün insanlar arasında Allah'ın hükmünü egemen kılmaktır. İnsanları hak dine çağırmak ve mü'minler arasında kardeşlik duygusunu ve inancını yaymaktır.
İşte, bütün bunlar, Kur'an'ın en büyük mûcize olduğunu göstermektedir. Çünkü saydığımız bu temel ilke ve kurallar, çağımız insanının şiddetle muhtaç olduğu ilke ve kurallardır. Bunları, Kur'an, çağımızın bütün çaresizliklerine derman olmakta ve ona çözüm yollarını sunmaktadır. Kur'an, böylece eşsiz ve büyüleyici beyanı ile çağdaş bilim adamlarının altından kalkamadığı çağımız sorunlarına derman olmaktadır. Çağımızın en büyük hastalığı, maddecilik illetidir. İnsanlığın huzur ve mutluluğuna hizmet için yaratılmış olan madde, çağımız insanı tarafından tapılan ve uğrunda kavga edilen bir duruma getirilmiştir. Madde, putlaştırılmış, insanlar da onun kulu ve kölesi haline gelmiştir. Oysa Kur'an, insanları maddeciliğin köleliğinden kurtulmaya ve Allah'a iman etmeye çağırmaktadır. Çünkü iman, huzur ve mutluluğun kaynağıdır. İnsanın yaratılış amacı, Allah'a iman edip kulluk görevini yerine getirmektir. Ancak bu amaç ile insanlık, gerçek huzur, saâdet ve barışa kavuşabilir.
Kur'an'ın mûcize oluşu, ölü kalplerin onun ulaştırdığı iman nuru ile dirilmesi, kör olan manevî gözlerin Kur'an'ın sunduğu İslâm hakikatleri ile açılması ve cahil olan bir toplumun ilim ve irfan ışığı ile aydınlanmasıdır. O çağda, yapılması ve gerçekleşmesi hayal bile edilmeyen birçok olayın, muhteşem bir inkılâbın, Kur'an'ın inzaliyle kendiliğinden oluşmasıdır. Hz. Musa'nın, asası ile sert kaya
KUR'AN'IN İ'CÂZI
- 477 -
parçasına vurup ondan suları akıtması nasıl bir mûcize ise, Kur'an'ın âyetleri de öylece vahşi, âsi ve cahil kimselerin kalplerini yumuşatmış ve bu paslı kalplere iman nurunu yerleştirmiştir. Bu, başlı başına bir mûcizedir. Hz. İsa, nasıl ölüleri bir ilahî mûcize olarak diriltmiş ise, Kur'an da öylece küfrün, şirkin, vahşetin ve cehaletin bataklığında can çekişen bir milleti, hakka, hidâyete ve İslâm'ın nûruna erdirmekle diriltmiştir. Onları, uçurumun kenarından çekip kurtarmıştır. Çağlar boyunca bu millet, bütün dünya insanları için örnek alınacak bir ışık olmuştur.
Müslüman milletler, Kur'an'ın nuru ve hidâyeti sayesinde yükselmişler, refah ve huzur içinde yaşamışlardır. Kur'an'a baş eğdikleri sürece bütün dünya da onlara baş eğmiştir. Onlar, Kur'an'ın dosdoğru yolunda yürüdükleri müddetçe, zaferi ve üstünlüğü elde tutmuşlardır. Müslümanlar, Kur'an'ın bayrağı altında toplandıkları zaman, izzet ve şereflerini korumuşlardır. Bu bayrak altında, Yüce Allah'ın emrettiği bütün hüküm ve emirleri yerine getirdiklerinde iki cihan saadetine ulaşmışlardır. Bütün bunlar, Kur'an'ın mûcizeliğini ispatlar. 2103
2103] İslâm'ın En Büyük Mûcizesi Kur'an, s. 18-19
- 478 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kur'an'ın İ'câzı ile İlgili Âyet-i Kerimeler
A- Âciz Bırakmak Anlamındaki İ’câz ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 16 Yerde): 6/En’âm, 134; 8/Enfâl, 59; 9/Tevbe, 2, 3; 10/Yûnus, 53; 11/Hûd, 20, 33; 16/Nahl, 46; 24/Nûr, 57; 29/Ankebût, 22; 35/Fâtır, 44; 39/Zümer, 51; 42/Şûrâ, 31; 46/Ahkaf, 32; 72/Cinn, 12, 12.
B- Kur'an'ın İ'câzı Hakkındaki Âyet-i Kerimeler
a- Kur'an, Eşsizdir ve Benzerini Getirmekten İnsanları Aciz Bırakır: Bakara, 23-24, 62; Enfal, 31; Yunus, 38-40; Hud, 13-14; Nahl, 103; İsra, 88; Şuara, 210-212; Lokman, 27; Fussılet, 41-42; Tur, 34.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Hak Dini Kur'an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c1, s. 234-239
2. Mefatihu'l Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahreddin Razi, Akçağ Y. c. 2, s.138-152
3. Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. c. 2 s. 222-228
4. Fi Zılali'l Kur'an, Seyyid Kutub, HikmetY. c. 1, s. 97-99
5. Kur’ân-ı Kerim ŞifaTefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 107-109
6. İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 3, s. 80-81
7. İ'cazü'l-Kur'an, Nedim Yılmaz, Özel Y. (Fatih Y.)
8. Müsbet İlimlerde Kur'an Mûcizesi, Hikmet Özdemir, Gonca Y. s. 9-17
9. Kur’ân-ı Kerim Hakkında Bilmediklerimiz, Arif Arslan, Adım Y. s. 44-68
10. İlim ve Din Açısından Mûcize, Osman Karadeniz, Marifet Y.s. 198-210
11. Son İlahi Kitap Kur’ân-ı Kerim, Osman Keskioğlu, D.İ.B. Y. s. 21-24
12. Kur'an Cevap Veriyor, İzzet Derveze, Yöneliş Y. s. 46-52
13. İslâm'ın En Büyük Mûcizesi Kur'an, Muhammed Mahmud es-Savvaf, Emin Y.
14. Kur'an'da Edebi Tasvir, Seyyid Kutub, Hilal / Çizgi Y.
15. İslâm'a İtirazlar ve Kur’ân-ı Kerim'den Cevaplar, Süleyman Ateş, Kılıç Kitabevi Y. s. 191-305
16. İlmin Işığında İslâmiyet, Afif A. Tabbara, Kalem Y. s. 42-80
17. Büyük Tefsir Tarihi -Tabakatü'l-Müfessirin-, Ö. Nasuhi Bilmen, Bilmen Y.
18. Tefsir Usulü, İsmail Cerrahoğlu, D.İ.B. Y.
19. Kur'ân-ı Kerim Mûcizesi, Mâlik bin Nebi, T. Diyanet Vakfı Y.
20. Kur'an Mûcizesi, Muhammed M. Şaravi, Esra Y.
21. Mûcizeler Mûcizesi Kur'an, Ahmet Deedat, İnkılab Y.
22. Kur’ân-ı Kerim ve 19 Efsanesi, Mahmut Toptaş, İnkılab Y.
23. Sonsuz Mûcize Kur'an, İsmail Karaçam, Çağ Y.
24. Kur’ân-ı Kerim ve Kur'an İlimlerine Giriş, Suat Yıldırım, Ensar Y.
25. Kur'an'da Edebi Veche, Safvet Senih, Nil A.ş.
26. Kur'an Tefsirinde Yeni Bir Metod, Emin Huli, Kur'an Kitaplığı
27. En Mühim Mesaj Kur'an, M. Abdullah Draz, Akçağ Y.
28. Kur'an'da Ölçü ve Ahenk, Abdürrezzak Nevfel, İnkılab Y.
29. Çağımızı Aydınlatan Kur'an Mûcizeleri, Mehmet Eminoğlu, Hizmet Kit.
30. Kur'an Mûcizeleri, Harun Yahya, Vural Y.
31. Kur'an Mûcizesi, Haluk Nurbaki, Damla Y.
32. Kur'an'ın ilmi Sırları, Süleyman Aksoy, Sır Y.
33. Kur'an'ın ve Peygamberimiz'in Çağımızı Aşan Mesajları, M. Avni Özmansur, Altınkalem Y.
34. Kur’ân-ı Kerim ve Fenni Keşifler, Suat Yıldırım, D.İ.B. Y.
35. Kur'an'da Edebî Mûcize, Abdullah Aymaz, Özel Y.

 
Okunma 910 kez
Bu kategorideki diğerleri: « KUR’AN KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR »