Cumartesi, 06 Şubat 2021 18:54

KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME


- 1 -
Kavram no 113
Ahlâkî Kavramlar 25
Bk. Ticaret; Fâiz; Cimrilik-Cömertlik
KARZ-I HASEN /
ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
• Karz; Anlam ve Mâhiyeti
• Karz-ı Hasen; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Karz-ı Hasen
• Hadis-i Şeriflerde Karz-ı Hasen
• Borç ve Borç Vermeyle İlgili Hükümler
• Borcun Yazılması
• Borç Senedi
• Borçlarda Enflasyon
• Vâde Farkı
• Borcu Dövize Çevirme
• İslâm Dışı Ekonomik Hayat ve Karz-ı Hasen
• Borç Konusu ve İnsanımız
• Karz-ı Hasenin Fazîleti
• Borçlanmaktan Sakınmak İslâmî Görevimizdir
• İnfakın, Allah İçin Borç Vermenin Fayda ve Hikmetleri
“Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için Allah’a karz-ı hasen/güzel bir borç verecek olan kim var? Allah (dilediğine) bol verir, (dilediğinden) kısar. Sadece O’na döndürüleceksiniz.” 1
Karz; Anlam ve Mâhiyeti
Karz; Borç, kredi, ödünç, altın, gümüş, nakit para ve mislî olan şeyleri başkasına ödünç vermek anlamında bir İslâm hukuku terimidir. Çoğulu kurûzdur. Hanefîler dışında diğer mezhepler selem akdi yapılan tüm malların karz olarak verilebileceğini söylerler. Onlar böylece, bazı kıyemî malları da tarife alarak kapsamı genişletmişlerdir. 2
Kur'ân-ı Kerîm'de "Allah'a ödünç vermek" şeklinde ifâdesini bulan, fâizsiz ve karşılıksız verilen ödünç para anlamına gelen "karz-ı hasen"i de kapsamına alan altı âyet vardır. Bunlardan birisi şöyledir: "Allah'a karz-ı hasen olarak ödünç verecek olan kimdir? İşte O, bunun karşılığını kat kat arttıracaktır. Ona, bundan başka çok değerli bir mükâfat da vardır."3 Konu ile ilgili âyetler şunlardır: 5/Mâide, 12; 2/Bakara, 245; 57/Hadîd, 11, 18; 64/Teğâbun, /17; 73/Müzzemmil, 20.
Peygamberimiz de çeşitli hadislerinde karz-ı hasenin faziletlerinden bahseder.
1] 2/Bakara, 245
2] el-Kâsâni, Bedâyiu's-Sanâyi', VII, 394; İbn Kudâme, el-Muğnî, IV, 313; el-Fetâvâ'l-Hindiyye, V, 366
3] 57/Hadîd, 11
- 2 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"Bir müslüman diğer müslümana iki defa ödünç (para) verirse, bir defa tasaddukta bulunmuş gibi olur." 4 Enes b. Mâlik'ten şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Allah'ın elçisinin şöyle buyurduğu rivâyet olunur: Mirac gecesi bana, cennet kapısında şöyle bir yazı gösterildi. Sadaka için on katı, karz-ı hasen için ise on sekiz katı ecir vardır. Cebrâil'e, karzın niçin sadakadan daha üstün olduğunu sorduğumda, şu cevabı verdi: Şüphesiz, dilenci (çoğu zaman) yanında varken ister. Ödünç isteyen ise, ancak ihtiyaç sebebiyle ister." 5
Karzın rüknü icap ve kabuldür. Ödünç verenin teberrua ehil olması gerekir. Baba, vasî ve mümeyyiz küçükler, temsil ettikleri kimsenin malını teberrû edemedikleri gibi, ödünç vermeye de ehil değildirler. Ödünç vermede, başlangıçta bir ıvaz (karşılık) bulunmadığı için, bir bakıma teberrû niteliği vardır. Akdin tamamlanması için, ödünç verilecek şeyin karşı tarafa teslim edilmiş olması gerekir. Hanefîlere göre, yalnız mislî olan yani ölçü, tartı veya standart olup sayı ile alınıp satılan şeyler karz olarak verilebilir. Hayvan veya gayrimenkul gibi kıyemî malları karz akdine elverişli değildir. Bunlar ihtiyacı olana kira veya âriyet yoluyla verilebilir. Çünkü kıyemî malların misli bulunmadığı için benzerini geri vermek mümkün olmaz. Meselâ; iki yaşlarında 700 milyon liraya da, 1 milyar liraya da sığır cinsi hayvan bulunabilir. Ödünç veren daha iyisini almak isterken, ödünç alan daha ucuz olanını geri vermek isteyebilir. Bu durum menfaat çekişmesine yol açar. 6
Şafiî, Mâlikî ve Hanbelîlere göre, kendisinde selem akdi yapılabilen her şeyin karz olarak verilmesi de mümkündür. Bu mislî olabileceği gibi kıyemî mallardan da olabilir. Hayvan da bunlar arasındadır. Ebû Râfi'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Allah Rasûlü, bir adamdan iki yaşlarındaki bir deveyi ödünç almıştı. Sonra ona birtakım zekât develeri geldi. Bana, ödünç aldığı kimseye iki yaşlarında bir deveyi vermemi emretti." Ben de dedim ki: "Develer arasında altı yaşını bitirmiş daha güzel olanından başkasını bulamıyorum." Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Onu ona ver, şüphesiz sizin en hayırlınız, ödeme bakımından en güzel olanınızdır." 7 Hanefîler Ebû Râfi' hadisini mensuh kabul ederler. 8
İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre, karz akdinde vâde şartı geçerli değildir. Aksi halde nesîe ribâsı sözkonusu olur. Karz başlangıçta teberrû niteliğindedir. Ödünç veren için bedelini derhal isteme hakkı doğar. Ancak süre belirlenmiş olur ve ödünç veren buna riâyet etmiş bulunursa, ödünç alana kolaylık göstermiş ve iyi bir iş yapmış olur. Satım ve kira akdi akitlerde ise tarafların tesbit edecekleri vâdeler bağlayıcı olur.
İmam Mâlik'e göre, karz akdi, vâde belirlenmekle vâdeli olur. Delil şu hadistir: "Müslümanlar kendi aralarında belirledikleri şartlara uyarlar." 9 Çünkü taraflar karz akdi ile bunu devam ettirme veya ikâle yapma bakımından tasarrufa mâlik olurlar. Bu arada vâdeyi uzatma yetkisine sahiptirler. 10
4] eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, V, 229
5] İbn Mâce, Sadakat, 19; el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, lV, 126
6] el-Kâsânî, a.g.e, VII, 394; İbn Kudâme, el-Muğnî, IV, 314; İbn Abidin, Reddu'l-Muhtâr, IV, 179, 195
7] Müslim, Müsâkât, 118; Ebu Dâvud, Büyû', 110; Tirmizî, Büyu', 73
8] Sahîh-i Müslim Tercemesi, Terc. A. Davudoğlu, VIII, 96, 101
9] Buhârî, İcâre, 14, 50
10] eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, I, 303; İbn Kudâme, a.g.e, IV, 315
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 3 -
Hanefîlerin meşhur görüşüne göre, ödünç vermenin menfaat celbeden bir tarzda olmaması gerekir. Ancak ödünç verenin yararlanması, akit sırasında şart koşmaksızın ve bu konuda örf de bulunmaksızın olmuşsa bunda bir sakınca yoktur. Meselâ, ödünç alan kimse, parayı geri verirken ilâve yapsa veya teşekkür olarak evini tercihen ödünç para verene satsa, bunda bir sakınca bulunmaz. Câbir b. Abdillâh'tan şöyle dediği nakledilmiştir: "Benim Rasûlüllah (s.a.s.)'da bir hakkım (alacağım) vardı. Bana bunu ziyâde ederek ödedi." 11
Aslında, menfaat celbeden karz yasağı ez-Zeylaî'nin Nasbu'r-Râye'de tesbit ettiği gibi, herhangi bir hadise dayanmaz. Bunu şart koşulan veya örf hâlini alan menfaatlerle ilgili olarak düşünmek mümkündür.12 Ödünç verene hediye vermek şart koşulmuşsa bu mekruh olur. Aksi halde bir sakıncası bulunmaz. Ancak dostlar arasındaki mûtat hediye ve ikramlar bundan müstesnâdır. Rehinden yararlanma da, rehin verenin izniyle mümkün ve câizdir. 13
İslâm'da karz yoluyla kısa vâdeli ve küçük kredileri temin etmek mümkün olabilir. Bu, akrabalık, dostluk, karşılıklı yardımlaşma, karşılığını âhirette alma, ileride kendisi de benzer ekonomik sıkıntıya düşerse destek hazırlama gibi düşüncelerle yapılabilir. Kısa vâdeli ihtiyaçların esnaf, tüccar ve komşularla hısım akraba arasında çözümlenmesi ve bundan bir yarar beklenmemesi en güzel ve kalıcı bir çözümdür. Bu yolla fertler birbirine yaklaşır, iyilik duyguları güçlenir, ayrıca taraflar sürekli olarak karz-ı hasen sevâbına nâil olurlar. İslâm'da uzun vâdeli ve büyük krediler için kâr ortaklığı esası getirilmiştir. Çünkü bir yarar olmaksızın insanların birbirlerine yardımcı olmaları süreklilik arzetmez. Özellikle kredinin miktarı büyüdükçe, bunu karz-ı hasen ölçüleri içinde çözmek mümkün olmaz. Krediye ihtiyacı olan iş adamı dürüst çalışır, ortaklarını gerçek mal varlığına hissedar yapar ve gerçek kârı paylaşmaya, ya da ortakların anaparalarına eklemeye râzı olursa, kredi problemine çözüm yolu bulmak kolaylaşabilir. 14
Karz-ı Hasen; Anlam ve Mâhiyeti
Karz-ı Hasen: Güzel ödünç vermek demektir. Dinin emirlerine uygun ödünç verme anlamında kullanılır. Bir kimsenin nakit para, ölçülebilir, tartılabilir ve sayılabilir bir malı, benzerini (mislini) sonra almak üzere bir şahsa vermesidir. Söz edilen bu mallardaki ortak özellik misliyattan olmaları, yani her zaman benzerlerinin bulunabilme husûsiyetine sahip olmalarıdır.
Hiçbir maddî çıkar düşüncesi gözetmeksizin sırf Allah'ın rızâsını kazanmak ve din kardeşinin sıkıntısını gidermek amacıyla karşılıksız borç vermeye karz-ı hasen denir. Güzel anlamına gelen "hasen" sıfatıyla nitelenmesi amacındaki ruh yüceliğinden ileri gelmektedir. Ödünç vermeye "ikrâz", ödünç verene "mukriz", ödünç alana "müstakriz" adı verilir. Ödünç almaya "istikraz" denir.
Nakit para, altın, gümüş, arpa, buğday, yağ, bal, yumurta ve ceviz gîbi tartılabilir, ölçülebilir ve piyasada benzeri bulunabilir şeyler arasında karz muâmelesi yapılabilir. Bir kimse karzla elde ettiği şeye mâlik olur, mukrızâ bunun mislini
11] Müslim, Müsâkât, 120; ea-şevkânî, a.g.e, V, 231
12] Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî fi Uslûbihi'l Cedid, I, 504
13] İbn Âbidin, Reddu'l-Muhtar, IV, 182; Hamdi Döndüren, Çağdaş Ekonomik Problemlere İslâmî Yaklaşımlar, İklim Y. İstanbul 1988, s. 87, 94
14] Hamdi Döndüren, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 310-311
- 4 -
KUR’AN KAVRAMLARI
vermekle mükellef bulunur. Karz dışındaki her borcu ödeme hususunda tecil (geciktirme) geçerlidir. Ancak karz muâmelesinde geçerli değildir. Mukrız istediği an süresi dolmadan ikraz ettiği şeyi geri isteyebilir. Mustakrizin hemen bunu iâdesi gerekir. Ödünç alınan bir malın ödenmesi misliyle olur. Kıyemîyyat adı verilen ve piyasada benzeri bulunmayan veya bulunsa da ölçü ve değerce farklı olan mallar arasında karz muâmelesi yapılamaz. 15
Karzın rüknü icâb ve kabul ile bu esnâda malın tesliminden ibârettir. Karz akdinin sıhhatli olabilmesi için, tarafların akıllı ve mümeyyiz olması; piyasada misli olan malın bulunması, karz muâmelesi esnâsında herhangi bir menfaatin şart koşulmaması gereklidir.16 Ödünç veren kişinin, verdiği bu ödünç sebebiyle müstakrizden bir menfaat talebi haramdır. Çünkü karzın karşılığında fazla bir şey istemek fâizdir. Ancak mustakriz dilerse mukrızâ herhangi bir şarta dayalı olmaksızın hediye verebilir, ikramda bulunabilir. 17
Toplum şartları günden güne değişmektedir. Toplumu oluşturan fertler arasındaki sosyal yardımlaşma duygu ve olgusu İslâm'ın tavsiye ettiği en önemli konulardan biridir. Müslümanlar, cemiyet ve fert olarak ekonomik modellerini muhâfaza ve yaşatmakla yükümlüdürler. Bu itibarla, fâiz batağına saplanmamak için fahrî bir yardımlaşma türü olan karz-ı hasen vb. sosyal ve ekonomik kurumlara işlerlik kazandırmak gerekir.
Zarûrî olmadıkça karz alınmamalıdır. Alındığı takdirde de mukrızın hukukuna saygılı davranılmalı ve bir an önce ödünç alınan para veya malı ödemeye gayret edilmelidir. Darda kalan müslümanlara ödünç verme durumunda olan kişiler de bu güzel geleneği sürdürmeli ve Allah Teâlâ'nın bunu karşılıksız bırakmayacağını düşünmelidirler. Sadaka vermek dinimizde övülmüş bir şeydir. Ancak ihtiyaçlının incinebileceği düşünülerek ödünç olarak vermek daha iyidir. Çünkü Peygamberimiz "Bir şeyi ödünç vermek, onu sadaka olarak vermekten hayırlıdır." 18 buyurmuştur. 19
Kur’ân-ı Kerim’de Karz-ı Hasen
Kur’ân-ı Kerim’de “karz” kelimesi ve türevleri 13 yerde geçer. “Karz-ı hasen” kavramı 6 âyette kullanılır. Yine, borç anlamında “deyn” kelimesi 6 yerde zikredilir. Ancak, Kur'ân-ı Kerim'de karz-ı hasen ifadesini müfessirler Allah yolunda mal infakı şeklinde de açıklamışlardır.
Kur'an'da emredilen Allah yolunda karz-ı hasen, bazı müfessirlere göre; aslında savaş masraflarına katkıda bulunmayı öğütlemektedir. Bu tâbir, ilk olarak, Kur'an'ın iniş sırasına göre üçüncü sûresi olan Müzzemmil sûresinde geçer. “... Namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a karz-ı hasen/gönül hoşluğuyla ödünç verin. Kendiniz için önden (dünyada iken) ne iyilik hazırlarsanız Allah katında onu bulursunuz; hem de daha üstün ve mükâfatça daha büyük olmak üzere. Allah’tan mağfiret dileyin, şüphesiz Allah
15] Ömer Nasuhî Bilmen, Hukuk-ı İslâmiyye ve Istilâhât-ı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul 1986, VI, 94-104
16] Yusuf Kerimoğlu, Emanet ve Ehliyet, İstanbul 1985, II, 474-475
17] Ömer Nasuhi Bilmen, a.g.e., VI, 99-100
18] el-Azîzî, es-Sirâcü'l-Münîr Şerhu Câmi's-Sağîr Fi Hadisi'l-Beşîri'n-Nezîr, III, 57
19] Ahmet Özgen, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 311-312
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 5 -
çok bağışlayan, çok merhamet edendir.”20 İlk olarak Allah için borç verme deyiminin ilk Mekke'de inen sûrelerde yer almış olması, ilk anda sanki Mekke'de savaşa teşvik gibi görünebilir ama gerçekte öyle değildir. Çünkü Müzzemmil sûresinin bu âyeti, üslûbundan da belli olduğu üzere Medine'de inmiştir. "Allah için karz-ı hasen/borç verme" deyimi, fiilî savaş döneminin başladığı Medine döneminde inen âyetlerde yer almaktadır. Bu âyette namaz kılmak, zekât vermek ve Allah için karz-ı hasen emredilmekte; Allah için yapılan yardımların zâyi olmayacağı, Allah katında böyle yardım yapanlara, fazlasıyla karşılık verileceği vurgulanmaktadır. Müzzemmil 20. âyetinin öncesinde, "Müslümanların bir bölümünün ticaret amacıyla seferde olacağı, bir bölümünün de Allah yolunda savaşta bulunacakları için Allah'ın, gece ibâdetini hafiflettiği belirtilmektedir ki, bu ifadeler, âyetin Medine döneminde inmiş olduğunu kanıtlar. Çünkü Mekke'de "Allah yolunda savaşmak" sözkonusu değildi. O zaman savaşacak durumda olmayan müslümanlara sabır tavsiye edilmişti.
Savaş, insan gücüne ihtiyaç gösterdiği kadar, mâlî güce de ihtiyaç gösterir. Savaşan ordunun silâha ve beslenmeye ihtiyacı vardır. Bu da paraya, ekonomiye dayanır. İşte Medine'de inen sûrelerde halk, yapılacak savaşlara katkıda bulunmaya teşvik edilmekte ve bu konuda yapılan yardımların, Allah'a verilmiş borç olduğu, Allah'ın, bunları sahiplerine fazlasıyla ödeyeceği vurgulanır. Bu ifade ile istenen yardım, fakirlere yardımdan, yani Allah için sadaka vermekten çok, Allah'ın dininin yücelmesi için yapılan savaşlara katkıdır. Bu yardımlar, Allah'a verilen borç kabul edilmiştir. Borç verilen kimse güvenilir ise, borcun geri alınacağından endişe edilmez. Burada borcu olan Allah'tır. Artık O'na verilen borcun ödeneceği hususunda hiç kaygı duyulur mu? Yüce Allah, kendi rızâsı için fakir kullarına veya kamu yararına yapılan yardımları kendisine verilmiş ödünç kabul eder ve onların karşılığını kat kat fazlasıyla verir. Verilen sadaka, malı eksiltmez, bereketlendirir. Peygamberimiz (s.a.s.) "Allah için sadaka verdiğiniz mal, sizin kendi malınızdır; geriye bıraktığınız mal sizin değil, vârisinizin malıdır." 21
(Bu yoruma göre;) Allah için karz-ı hasen vermeye teşvik eden âyetlerin hepsi, savaşla ilgilidir ve mü'minleri savaşa katkıya çağırmaktadır. Bakara sûresinde Allah yolunda savaş emrinden sonra Allah için güzel borç verenin, yani bu uğurda yapılacak savaşa katkıda bulunan kimsenin verdiği malın, kendisine kat kat ödeneceği belirtilir.
Aslında mal Allah'ındır. İnsan yeryüzünün halifesi olarak mala sahip olur; ama mal gerçekte ona emânettir. Göklerin ve yerin mülkü Allah'a aittir. Mülkün asıl sahibi Allah'tır. İşte, insanın mala halife kılınması, Allah'a ait olan malın üzerine vekil, emânetçi kılınmasındandır. Yahut mal başkasının idi, başkasından kendisine geçti, kendisi başkasının yerine geçip mala sahip oldu. İşte mal denilen şey, böyle insandan insana geçen, insanların, mülkiyetini birbirlerinden devraldıkları bir şey olduğu için, Hadîd sûresinde karz-ı hasenle ilgili tavsiyeden önce "Sizin üzerinizde halife yapıldığınız, hâkim kılındığınız, tasarrufa yetkili kıldığı şey" 22 diye nitelendirilmiştir. 23
20] 73/Müzzemmil, 20
21] Buhârî, Rikak 12; Müslim, Zühd 3; Tirmizî, Zühd 31, Tefsîr Sûre 102; Ahmed bin Hanbel, IV/24, 26
22] 57/Hadîd, 7
23] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi, c. 2, s. 477-481
- 6 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Ancak, Kur’an’da geçen “karz-ı hasen” kavramının sadece savaşla ilgili yardım anlamına geldiğini söylemek, geniş anlamı daraltmak demektir. Kur’an’da geçen “karz-ı hasen” kavramını, “Allah’ın rızâsını kazanmak için yapılan her çeşit malî harcama ve yardım” anlamına geldiğini değerlendirmek daha doğrudur.
Kehf sûresindeki ifâde hâriç, Kur’an’daki karz; borç vermek anlamında kullanılmıştır. Mecazî bir anlatımla Allah’a güzel bir şekilde borç (karz-ı hasen) veren kimseye bunun kat kat fazlasının ödeneceğinden söz edilmiştir. Bu âyetlerde Allah’ın rızâsını kazanmak için yapılan malî harcamanın Allah’a verilen borç olarak anılması, verilenin Allah katında zâyi olmayacağına, karşılığının sevap ve mükâfat olarak geri döneceğine dair İlâhî bir vaad şeklinde yorumlanır. Bu ödüncün “hasen/güzel” diye nitelenmesi ise harcamanın riyâ ve dünyevî beklenti karıştırmadan sırf Allah rızâsı için ve helâl maldan yapılmasının gerektiğine ve böyle bir davranışın güzelliğine işaret eder.
Karz, Allah’a yakınlaşma (kurbet) anlamı içeren bir işlem olup borç alan açısından dünyevî, karz-ı hasen veren açısından uhrevî fayda beklentisiyle yapılacak harcamaların bir bakıma dünyada Allah’a borç verme sayılıp karşılığının âhirette kat kat fazlasıyla alınacağı belirtilir. Burada “hasen/güzel” nitelendirmesiyle geçen karz tâbiri, ödünç işlemi de dâhil, hayır duygusuyla ve Allah rızâsı için yapılan her türlü malî fedâkârlığı kapsar. İhtiyaç sahibi bir kimseye ödünç vermenin karz-ı hasen adıyla yaygınlık kazanması Kur’an’da geçen bu teşvik ve nitelendirmeden kaynaklanır. İslâm Devletinin zekât gelirlerinden borçlular için de bir fon ayırması 24 borcun ödenmesine verilen önemin bir tezâhürüdür.
"Kim Allah'a karz-ı hasen/güzel bir borç verirse Allah ona kat kat fazlasıyla öder." 25 âyeti inzâl olunca yahûdiler, "bizden borç istediğine göre Allah fakirdir, biz zenginiz" dediler. Hâlbuki Kur'an'daki "karz-ı hasen" âyetinin bir benzeri Tevrat'ta da vardı: "Fakire acıyan Rabbe borç verir. Ve karşılığını Rab ona öder."26 Her dilde mecazî anlatım vardır. Bu mecazî ifadelerin ne anlama geldiğini herkes gibi yahûdiler de biliyordu, ama bilmezlikten geliyorlardı. Bu tip bir yaklaşım, sadece Allah'ı hakkıyla takdir edememek değil, aynı zamanda Allah'a sûizan etmektir.
“Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için Allah’a karz-ı hasen/güzel bir borç verecek olan kim var? Allah (dilediğine) bol verir, (dilediğinden) kısar. Sadece O’na döndürüleceksiniz.” 27
“Andolsun ki Allah, İsrâiloğullarından söz almıştı. (Kefil olarak) içlerinden on iki de başkan göndermiştik. Allah onlara şöyle demişti: ‘Ben sizinle beraberim. Eğer namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, peygamberlerime inanır, onları desteklerseniz ve Allah’a karz-ı hasen/güzel borç verirseniz (ihtiyacı olanlara Allah rızâsı için fâizsiz borç verirseniz) andolsun ki sizin günahlarınızı örterim ve sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim inkâr yolunu tutarsa doğru yoldan sapmış olur.” 28
“Kim Allah’a karz-ı hasen/güzel bir ödünç verecek olursa, Allah da onun karşılığını kat
24] 9/Tevbe, 60
25] 2/Bakara, 245
26] Kitab-ı Mukaddes, Süleymanın Meselleri, 19/17
27] 2/Bakara, 245
28] 5/Mâide, 12
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 7 -
kat verir ve ayrıca ona çok değerli bir mükâfatı vardır.” 29
“Sadaka veren erkeklere ve sadaka veren kadınlara ve Allah’a karz-ı hasen/güzel bir ödünç verenlere, verdikleri kat kat arttırılır ve onlara şerefli bir mükâfat vardır.” 30
“Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir fitnedir/imtihandır. Büyük mükâfat ise Allah’ın yanındadır. O halde gücünüzün yettiği kadar Allah’tan korkun. Dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğinize olarak infak edin/harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Eğer Allah’a içten gelen istekle karz-ı hasen/ödünç verirseniz, Allah onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar. Allah çok mükâfat verendir, ama cezâ vermekte acele etmeyendir.” 31
“... Namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a karz-ı hasen/gönül hoşluğuyla ödünç verin. Kendiniz için önden (dünyada iken) ne iyilik hazırlarsanız Allah katında onu bulursunuz; hem de daha üstün ve mükâfatça daha büyük olmak üzere. Allah’tan mağfiret dileyin, şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” 32
“Eğer (borçlu) darlık içinde ise, bir kolaylığa ulaşıncaya kadar ona mühlet vermek (gerekir). Eğer gerçekleri çok iyi anlayan kimselerden iseniz, (ödeyemeyecek derecede güçsüz olan borçlunun borcunu) sadaka (veya zekât) saymak sizin için daha hayırlı bir iş olur.” 33
“Ey iman edenler! Belirlenmiş bir süre için birbirinize borçlandığınız vakit onu yazın. Bir kâtip onu aranızda adâletle yazsın. Hiçbir kâtip, Allah’ın kendisine öğrettiği (emrettiği) gibi yazmaktan çekinmesin (her şeyi olduğu gibi dosdoğru) yazsın. Üzerinde hak olan kimse (borçlu) da (tam olarak) yazdırsın, Rabbına sığınsın, üzerindeki haktan hiçbir şeyi noksanlaştırmasın. Şâyet borçlu sefîh veya zayıf ya da kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda ise, onun velîsi adâletle yazdırsın. Bu şekilde yapılan muâmelede erkeklerinizden iki şâhit gösterin. Eğer iki erkek bulunamazsa rızâ göstereceğiniz şâhitlerden olmak şartıyla bir erkek iki kadın gösterin ki, onlardan biri yanılırsa diğeri onu düzeltsin ve doğru söylesin. Çağırıldıkları vakit şâhitler gelmezlik etmesinler. Büyük veya küçük vâdesine kadar hiçbir şeyi yazmaktan sakın üşenmeyin. Öyle yapmanız daha adâletli, şehâdet için daha kuvvetli, şüpheye düşmemeniz için daha sağlamdır. Ancak aranızda çevirdiğiniz bir ticâret olursa bu durum farklıdır. İşte o zaman yapmakta olduğunuz alış-verişlerinizi yazıp şâhit göstermezseniz beis yoktur. Hiçbir kâtibe ve hiçbir şâhide zarar verilmesin. Eğer onlardan birine bir zarar verirseniz şunu iyi bilin ki bu, kendiniz için de bir kötülük olur. Allah’tan korkun. Allah size bunları öğretiyor. Allah her şeyi bilir. Yolculukta olur da, yazacak bir kâtip bulamazsanız (borca karşılık) alınmış bir rehin kâfidir. Bir kısmınız diğerlerine bir şey emânet ederse, yed-i emîn olan kimse kendisine emânet edileni yerine versin ve bu hususta Allah’tan korksun. Şâhitliği gizlemeyin. Kim onu gizlerse, bilsin ki onun kalbi günahkârdır (daima vicdan azabı çeker). Allah yapmakta olduklarınızı bilir.” 34
"Allah yolunda mallarını harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir dâne gibidir ki, her başakta yüz dâne vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah'ın lütfu geniştir, O her şeyi bilir. Mallarını Allah yolunda infak edip harcayarak arkasından başa kakmayan, fakirlerin gönlünü kırmayan kimseler var ya, onların Allah katında has mükâfatları vardır.
29] 57/Hadîd, 11
30] 57/Hadîd, 18
31] 64/Teğâbün, 15-17
32] Müzzemmil, 20
33] 2/Bakara, 280
34] 2/Bakara, 282-283
- 8 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Onlar için korku yoktur, üzüntü de çekmeyeceklerdir. Ey iman edenler! Allah'a ve âhiret gününe iman etmediği halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isâbet etmiş de onu çıplak pürüzsüz kaya haline getirivermiştir. Bunlar kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamazlar. Allah, kâfirleri doğru yola iletmez." 35
“... (Bütün bu miras payları, ölenin) yapacağı vasiyetten ve borçtan sonradır...” 36
“Sadakalar (zekâtlar) Allah’tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, (zekât toplayan) memurlara, müellefe-i kulûba/gönülleri (İslâm’a) ısındıralacak olanlara, (esirlik ve kölelikten kurtulmak isteyen esir ve) kölelere, (borcuna karşılık malı olmayan) borçlulara, Allah yolunda çalışıp cihad edenlere, (harçlıksız kalmış) yolcuya mahsustur. Allah alîm ve hakîmdir.” 37
“Allah’a ibâdet edin ve O’na hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, elleriniz altında bulunanlara (köle, câriye ve hizmetçilerinize) iyi davranın.” 38
“... İyilik ve takvâ/(Allah’ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’tan korkun; çünkü Allah’ın cezâsı çetindir.” 39
“Mü’min erkeklerle mü’min kadınlar birbirlerinin velîleri/yardımcıları ve dostlarıdır. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekât verirler, Allah ve Rasûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Çünkü Allah azîzdir, hikmet sahibidir.” 40
“Kâfir olanların da bir kısmı bir kısmının yardımcılarıdır. Eğer siz onu (Allah’ın emirlerini) yerine getirmezseniz yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesâd olur.” 41
"Mallarını Allah yolunda harcayanların hali, her başağı yüz daneli yedi başak bitiren bir tohumun hali gibidir. Allah dilediği kimseye daha kat kat verir. Allah'ın ihsanı çok geniştir. Her şeyi hakkıyla bilendir." 42
"Ey iman edenler, kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardığımız ürünlerin en helâl ve iyisinden Allah yolunda harcayın." 43
"Mallarını gizli ve açık olarak gece ve gündüz harcayan kimseler var ya, işte onların, Rableri katında ecirleri vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır." 44
“De ki: ‘Mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini azîz kılar, yüceltir; dilediğini de zelîl kılar, alçaltırsın.
35] 2/Bakara, 261-263
36] 4/Nisâ, 11
37] 9/Tevbe, 60
38] 4/Nisâ, 36
39] 5/Mâide, 2
40] 9/Tevbe, 71
41] 8/Enfâl, 73
42] 2/Bakara, 261
43] 2/Bakara, 267
44] 2/Bakara, 274
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 9 -
Her türlü iyilik Senin elindedir. Gerçekten Sen her şeye kadirsin.” 45
"Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcayıncaya kadar birre (Cennete ve iyiliğin en güzeline) eremezsiniz." 46
"Sarfettiğiniz herhangi bir şeyin yerine O daha iyisini koyar." 47
"Allah, faizi tüketir (faiz karışan malın bereketini giderir), sadakaları ise bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrar eden hiç kimseyi sevmez." 48
"Allah'ın verdiklerinden cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar; bilakis bu onların kötülüğünedir. Cimrilik yaptıkları şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah işlediklerinizden haberdardır." 49
Tefsirlerden İktibaslar
Şimdi kimdir o yiğit ki, Allah'a bir karz-ı hasen, yani gönülden koparak iyi niyet ve ihlâsla dişinden, tırnağından güzelce kırpıp bir ödünç versin, Allah yolunda mal harcasın da, o da yarın ona, birçok defa katlayarak kat kat fazlasıyla versin yahut her kim öyle ödünç verirse, Allah da ona böyle kat kat verir. Bu katların miktarını ancak Allah bilir. Bununla beraber, "...bir tanenin hâli gibidir ki yedi başak bitirmiş, her başakta yüz tane var..." 50 hesabıyla bire yedi yüz de denilmiştir.
Rivâyet olunuyor ki Ebû'd-Dehdah (r.a.): "Ya Rasûlallah! Benim iki bahçem var, birisini tasadduk edersem bana cennette iki misli var mıdır?" demiş. "Evet" buyrulmuş, "Dehdah'ın anası da yanımda mı?" demiş, "Evet" buyrulmuş, "Sabiyye de beraberimde mi?" demiş, "Evet" buyrulmuş. Bunun üzerine bahçelerinin en güzeli olan Huneyniyye adındaki bahçesini tasadduk etmiş, dönüp çoluk çocuğuna gelmiş, onlar da o bahçede bulunuyorlarmış. Hemen bahçenin kapısına durmuş, hanımı Ümmü Dehdah'a bunu nakletmiş. O da "Satın aldığın bahçeleri Allah mübarek etsin!" demiş. Çıkmışlar, bahçeyi teslim etmişler, bu âyet inmiş. Rasûlullah, "Ebû Dehdah için Cennette nice hurma ağaçları saçak atıyor" buyurmuş.
Bu ne lütuftur ki Allah kullarına böyle bir ödünç alma işi ilan ediyor ve bu bereketin, ihlâs ve iyi niyetle kulun iradesine bağlı olduğunu da gösteriyor. Buna talip olunuz. Allah bu katlı ihsanı önceden niye yapıvermiyor, demeyiniz. Çünkü Allah sıkar ve açar, gerek fertlere ve gerekse toplumlara bazen darlık verir, bazen de genişlik. Darlıkta ümitsizliğe düşmemeli, genişlikte azıtmamalı her iki takdirde herkes hâline göre iyiliğe rağbet göstermelidir. Dişinden, tırnağından güzelce kesip Allah'a mal ve bedence isterse sıkıntılara tahammül etmek ve hiçbir şey bulamazsa "Allah'ı tesbih ederim, Allah'a hamd olsun, Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Allah büyüktür." demek suretiyle olsun karz-ı hasen yapılmalı "Allah'a güzel bir ödünç verilmeli"dir ki sonu genişlik olsun. Ve siz ne kadar kaçınsanız, sonunda o Allah'a döndürüleceksiniz. Mükâfat veya cezanızı mutlaka
45] 3/Âl-i İmrân, 26
46] 3/Âl-i İmran, 92
47] 34/Sebe', 39
48] 2/Bakara, 276
49] 3/Âl-i İmran, 180
50] 2/Bakara, 261
- 10 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bulacaksınız. 51
"Kimdir o ki, Allah'a karşılıksız (güzel) borç verir de Allah da bu borcu ona kat kat fazlası ile öder. Kısıtlayan da bol bol veren de Allah'tır. Döndürüleceğiniz yer O'nun katıdır." 52 Ölüm ile hayat nasıl elinde ise Allah'ın çıkmasını takdir etmediği bir can, nasıl ki sahibi savaşa katıldı diye kayba uğrayacak değilse, mal da böyledir, Allah yolunda harcandı diye kaybolmaz. O, Allah'a verilmiş bir karşılıksız borçtur (karz-ı hasendir), O'nun katında teminat altındadır. O, onu kat kat fazlası ile geri verir. Dünyada mal, bereket, mutluluk ve huzur olarak geri verir. Ahirette ise yine mutluluk, Cennet nimeti, hoşnutluk ve kendine yakınlık derecesi olarak geri verir.
Zaten zenginlik ve fakirlik meselesi Allah'a dayanır, yoksa bu işin belirleyici faktörü ne mal ihtirası ne cimrilik ne de özveri ve mal harcama eylemidir: "Kısıtlayan da bol bol veren de Allah'tır.
Sonunda her şey Allah'a geri dönecek. Mallar ve onların sahibi olduklarını sanan insanlar bu varlık âleminde ne ki onlar Allah'a dönmesinler; onlar da dönecek elbette: "Döndürüleceğiniz yer O'nun katıdır." O halde ölümden ürkmenin, fakirlikten korkmanın ve Allah'a dönme konusunda tereddüt etmenin anlamı yok. Buna göre müminler Allah yolunda savaşsınlar, canlarını ve mallarını özveri ile ortaya koysunlar ve iyi bilsinler ki nefesleri sayılı, malları belirlidir. O halde yaşadıkları sürece güçlü, özgür, yiğit ve onurlu olmaları onlar hesabına hayırlıdır. Sonuçta dönüşleri Allah'adır. 53
Karz-ı hasen (güzel bir borç), hiçbir kişisel kazanç veya çıkar nedeniyle değil, fakat sadece Allah'ı razı etmek için verilen borçtur. Allah böylece, sadece kendi yolunda kendisine verilen borcun karşılığını çok iyi bir şekilde değerlendirir. Allah, sadece borcu geri vermeye değil, eğer gerçekten Allah rızâsı için ve O'nun tasdik ettiği bir gaye için harcamışsa, daha da fazlasını ödemeye söz vermiştir. 54
“Allah’a karz-ı hasen vermek” tâbirini Muhammed Esed; “kişinin kendi hayatını Allah yolunda fedâ etmesi veya O’na adaması olarak izah eder. 55
“Eğer (borçlu) darlık içinde ise, bir kolaylığa ulaşıncaya kadar ona mühlet vermek (gerekir). Eğer gerçekleri çok iyi anlayan kimselerden iseniz, (ödeyemeyecek derecede güçsüz olan borçlunun borcunu) sadaka (veya zekât) saymak sizin için daha hayırlı bir iş olur.”56 Ve eğer borçlu züğürt durumda ise o halde ödemeye ilişkin hüküm, çaresiz olarak onun kolay ödeyebileceği zamanı beklemeyi gerektirmektedir. Borçluya, ödeyebilecek duruma gelinceye kadar süre tanımak gerekir. Ve bu gibi borcunu ödeyemeyecek borçlulara alacağınızı sadaka edip bağışlamanız, sizin için onlara süre tanımaktan daha hayırlıdır. O parayı bağışlamanın sevabı daha çoktur. Eğer bilirseniz böyle yaparsınız. Bu âyetin hükmü, delâleti ve kapsamı açısından her çeşit borç için geçerlidir. Hükmü bütün borçlara şamildir. Bu husus da borçlanmayla ilgili hükümler arasında temel hükümlerden biridir. Bundan dolayıdır ki,
51] Elmalılı
52] 2/Bakara, 245
53] Fi Zılâl
54] Mevdûdi
55] Bk. Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, İşaret Y. c. 1, s. 73
56] 2/Bakara, 280
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 11 -
borçlunun gerçekten sıkıntı içinde olduğu kesin olarak ortaya çıkarsa hapsine hüküm verilmez, hapsedilmez. Borçlu olan fakirlere borçtan kurtulmaları için yardım etmek ve alacağını ona olduğu gibi bağışlamak da büyük bir hayır teşkil eder.
İnfak ile ilgili hükümler, kazanç yollarından olan alışveriş ve ribâyla ilgili hükümlere, bu da borçlanmayla ilgili hükümlere müncer olmuştur. Borç ise her şeyden önce yükümlülük ve zimmet denilen insan haysiyeti ile ayakta duran bir özellik olduğundan, Cenâb-ı Hak, bunu bizzat kendi ezelî misakı altına alarak ve nihâyet en büyük müeyyidesi (yaptırımı) olan dindarlık ve takvâ duygusuna bağlamış ve fakat takvâ duygusunun helâl kazanca engel olacak olumsuz bir yöne sapmaması için bundan sonra genel olarak borçlanmaların yazılı belgelere bağlanmasını ve nasıl yazılması gerektiğini, ikinci derecedeki ayrıntı sayılabilecek açık belgelerini ve diğer temel hükümlerini beyan ederek buyurmuştur ki:“Ey iman edenler! Belli bir vade ile karşılıklı borç alış verişinde bulunduğunuz vakit onu yazın.”
Borçla ilgili ayrıntılı hükümler bulunan Bakara sûresi 282. âyetine "Müdâyene Âyeti" denilir ki, Kur'ân'daki en uzun âyet budur. Bir rivâyete göre; nüzul sebebi "selem" denilen alışverişlerdir. Yani peşin para ile veresiye mal almak demek ise de her çeşit alışverişe ve borçlanmaya şamildir. Ancak dil âlimleri demişlerdir ki, "karz" ile "deyn" birbirinden farklı şeylerdir. Bundan dolayı bu âyetteki şartın, aslında karzı içine almaması gerekir. Fıkıh açısından da karz başlangıçta emanet, sonuçta da satış demektir. Onun ödenmesi belli bir süreye bağlı değildir.
"Ey iman edenler! Bir ecel-i müsemmaya, yani gün, ay gibi belirlilik ifade eden ve bilinmezliği ortadan kaldıracak şekilde belirlenmiş olan bir vakte kadar herhangi bir borç ile işlem yaptığınız zaman o borcu yazınız. Allah ribâyı haram kıldı diye borç ile veresiye muamelelerin hepsini haram kılmış sanılmamalıdır. Birbirinizle borç alıp verebilirsiniz, fakat alışverişte borçların vadesi belli olmalı, bir de yazılarak belgelenmelidir. Ve bunu iki taraftan birine meyil göstermeyecek, eşit olarak her iki tarafın da haklarını olduğu gibi gözeterek yazabilecek tarafsız ve âdil bir kâtip yazsın. Birbirinizin yokluğunda herbiriniz kendi kendine veya özel kâtibi ile kendi defterine ve yalnızca kendi hesabına yazdırabilirse de bununla yetinilmesin. Kendisine yazması için başvurulan hiçbir kâtip de yazmaktan imtina etmesin, çekinmesin. Allah'ın kendisine öğrettiği gibi, yani senet ve belgelerdeki yazılış usûl ve geleneklerine uygun olarak yahut demin bildirildiği üzere adalet ve hakkaniyet çerçevesinde, yahut kendisine ilâhî bir lütuf demek olan yazı bilmenin şükrü olarak hiçbir şekilde yazmaktan çekinmesin de öylece yazsın. Borçları yazmak farzı kifayedir, yani herhangi bir yazı bilen insana farzı kifayedir. Fakat bu işle görevlendirilmiş biri olunca ona farzı ayn olur. Bundan dolayıdır ki, hükûmetin "Kâtib-i vesâik", başka bir deyimle "Kâtib-i adl" denilen "noter" tayin etmesi de görevleri arasındadır. Böyle kâtiplerin bir müracaat olduğunda yazmaları onlara farzı ayndır. Ve üzerinde hak bulunan, yani borçlu olan taraf söyleyip imlâ ettirsin. Çünkü yazılacak olan senedin muhtevası onun ikrarı olacak, şahitler de onun aleyhine şahitlik edecekler. O halde yazıya geçecek ifade ikrar sahibinin ifadesi şeklinde olmalıdır, senedi borçlu olan taraf vermelidir.
İmlâl: Bu âyetin metninde geçen “imlâl” kelimesi; “imlâ” kelimesinin aslı veya eşanlamlısıdır, ezbere söyleyip yazdırmak demektir. Bundan şu da anlaşılır ki, böyle bir borçlanmada borcun senede geçirilmesini asıl borçlu olan taraf
- 12 -
KUR’AN KAVRAMLARI
teklif etmeli, o yazdırmalıdır. Bunun için tamamen imlâ etsin, yazdırsın ve imlâ ederken, yazdırırken kâtipten, vesaireden değil, rabbi olan Allah'dan korksun da o haktan zerre kadar bir şey eksik etmesin, ifadesinde hileye ve art düşünceye saparak veya araya bazı engelleyici ifadeler katarak, borç olayının hâlde ve gelecek zaman içinde hukukî şeklini ve akışını değiştirmesin. Şimdi üzerinde hak bulunan borçlu malını israf ve telef eden cinsten kafası az çalışan bir sefih, yahut küçük çocuk veyahut bunak bir zayıf, bir zavallı, yahut da dilsizlik, tutukluluk, bilgisizlik vesaire gibi herhangi bir sebepten dolayı bizzat söyleyip yazdırmaya gücü yetmeyen b ir kimse ise, velisi, yani onun yerine, işine bakan kâhyası, veliyy-i umûru, vasîsi, vekili, tercümanı, yahut veliyy-i deyni olan alacaklısı, adalet ve hakkaniyet çerçevesinde imlâ ettirsin, o yazdırsın, yaptığınız borçları böyle yazınız. Ayrıca siz müm i nlerin erkeklerinizden en az iki şahit getirip, gerektiğinde buna şehadet etmelerini onlardan talep ediniz. yani "...erkeklerden" buyrulmayıp, "erkeklerinizden" buyrulması, çocukların ve müminler aleyhine gayri müslimlerin şehâdetinin yeterli olmadığını anlatıyor. Yani sizin erkeklerinizden, mümin erkeklerden olmayan erkeklerin, siz müminler aleyhindeki şahitlikleri geçerli olmaz. Eğer iki erkek olmazsa, o zaman da bir erkekle iki kadın şahit olsunlar, öyle ki, bunlar şahitliklerine razı olacağınız, sizce adalet ve güvenilirlikleri belli şahitlerden bulunsunlar, yoksa gelişigüzel bir erkekle iki kadının veya iki erkeğin şahitliği muteber ve geçerli olmaz. Başka bir âyette "Sizden iki adaletli kimseyi şahit yapın"57 buyrulduğu için âdil kimselerden olmaları da şarttır. Sonra bir erkek yerine iki kadın olsun ki, birisi unutacağından, öbürü ona hatırlatsın yahut Hamze kırâetinde olduğu gibi, birisi unutur, şaşırırsa diğeri ona hatırlatır. Görüldüğü gibi, şahitliğe ehliyet ve liyakat i n şartlarından biri de hakkıyla zabt ve hıfzetmek, yani akılda iyi tutmak ve unutmamaktır. Ahlâk açısından güvenilir olmayanların da şahitliği geçerli değildir, fakat akılda tutmak için olayı başından sonuna kadar her an hafızasında tutmak, aklından çıkarmamak şart değildir. Elverir ki, şahitlik edeceği sırada hakkiyle hatırlasın ve aklına getirmiş bulunsun. Demek ki, bir olayı defterine yazan bunu bir süre sonra unutsa da o deftere başvurduğu zaman zihninden iyice hatırlayabilirse şahitlik edebilir. Kendi kendine içinden, "Ben buraya bir şeyler yazmışım, ama ne olduğunu iyice hatırlayamıyorum." diyorsa şahitlik edemez. Şahitlerin hatırlatmaya uyması da iyi olmaz, unutan şahit kendiliğinden hatırlayabilmelidir. Şahit sayısının en az iki kişi olması da şüphe ve töhmeti, iftirayı, yanlışlığı ve unutmayı bertaraf etmek, hata ihtimalini ortadan kaldırarak zabtın ve adaletin kuvvetini açığa çıkarmak içindir. İşte genellikle gözönünde bulundurulduğu zaman erkeklere nisbetle kadınlarda zabt denilen akılda tutma gücü biraz eksiktir, unutma ihtimali daha fazladır. Böyle olmayanları bulunabilirse de burada itibar kişiye değil cinsedir, cinsin de çoğunluğuna göredir. Bunu şöyle de düşünebiliriz: Evvelâ kadınlığın yaratılışında duygusallık ağır basar, duygusallığın ağı r bastığı kimseler de aşırı heyecan ve etkilenme sözkonusu olur, yani duygusallık etkilenmeyi gerektirir. Etkilenmenin çokluğu ise unutma sebeplerindendir ve bir şeyi aklında iyi tutmak sadece bir zekâ ve hâfıza meselesi de değildir. Pek çok zeki insan vardır ki, aşırı duygusallıktan, fazla etkilenmeden dolayı hâfızasına güvenilmez. Ayrıca kadında enfüsiyet (sübjektiflik) daha ilerdedir. Dış çevredeki olaylar onu ilk anda ilgilendirir ve telaşa sevkeder. Doğrusu ticarî işlemler ve insanlar arasındaki borçlanmalar gibi dışarıya ait olaylar ile ilgilenmek veya böyle şeylerle meşgul
57] Talak, 65/2
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 13 -
edilmek kadınlık açısından arzu edilecek bir olgunluk değildir. Bu gibi işler esas itibarıyla erkeklerin işleri olmalıdır. Bundan dolayı mükemmel bir kadın olmak üzere düşünüldüğü zaman, bu gibi dışarıya ait olayları tek başına takip ederek şahitlik yapabilecek şekilde akılda tutmaktan ve hâfızasını böyle şeylere yormaktan uzak kalmak ve bu çeşit işlere doğrudan itilmemek gerekir. Üçüncü bir husus olarak gözönünde bulundurulması icap eden bir şey de şudur: Kadında haya ve utanma duygusu kuvvetlidir ve kuvvetli olması gerekir. Onun bu değerli özelliği, en küçük bir uğraşmayla büyük ölçüde gücünü kaybeder. Bunun için olayların kadına anlattıkları erkeğe anlattığından daha azdır. Bu şartlar altında bir kadına şahitlik yükünü yükletmek, onu bir anlamda zarara uğratmak ve tedirgin etmektir. Dördüncü olarak, kadının fıtratı ve kendi cinsinin olgunluğu erkeğin zıddı olduğundan, erkekleşmek kadın için bir düşüş ve dejenerasyon demektir. Bundan dolayıdır ki, kadınlaşmış ve hünsalaşmış erkeklerin şahitlikleri geçerli ve muteber olmayacağı gibi, erkekleşmiş ve yarı yarıya erkek gibi olmuş kadınların şahitliği de caiz değildir. Bunların her ikisi de kendi nevinin özelliklerini kaybetmiş ve düşüş göstermişlerdir. Böyle kalbi yumuşaklığa yönelik olanların şahitlikleri de hakkı tahrif etmek töhmetinden uzak kalamaz. Şu halde yaratılış gerçeği kadının mükemmelliğiyle erkeğin mükemmelliğini ayrı ayrı özelliklere bağlamış ve farklı kılmış olduğundan, kadının dışarıda olup biten olaylara ait ilgisini ve onlara ait hafızasını kısmen kapalı tutması, kendi kadınlığının ve kadınlığındaki mükemmelliğin bir gereğidir. Bunun için şahitliğe konu olan olayı kadın erkekten daha fazla unutabilir. Çünkü o gibi olaylar, onun ilgi alanı değildir. Lâkin unuttuktan sonra tekrar hakkıyla hatırlayabilirse yine de şahitlik etmesi mümkün olur. Kadını doğrudan bu gibi olayları hatırda tutmaya mecbur etmek, ona karşı haksızlık etmek olur. Bunun gibi icabında üzerine yüklenilen şahitlik yükünü beşeriyet gereği olarak unuttuğu zaman da onu dışarıdan yapılan telkin ve uyarılarla yeniden hatırlamaya zorlamak da yine ona haksızlık etmektir. Bundan dolayı bir erkek karşılığında yalnızca bir tek kadına şahitlik yükünü yükletmek de gerçeğe ve hakkaniyete uygun olmaz. Ancak bunlar iki kadın oldukları zaman birinin unuttuğunu diğeri, diğerinin unuttuğunu öbürü unutmamış olabileceğinden, bunlar şahitlik yapmadan önce dışarıdan hiçbir hatırlatmaya tabi olmadan ve muhtaç bulunmadan birbirleriyle hasbihal ederek kendilerine karşılıklı hatırlatmalar ile hafızalarında sakladıklarını kuvvetlendirip tesbit edebilirler ve bu şekilde hem kendi haysiyetlerini, hem de hak adına yüklenmiş oldukları şahitliği koruyabilirler. Şâyet hiç unutmamış bulunurlarsa durumları daha da kuvvetli olur. Şu halde bu hatırlatma ve uyarma mahkemede şahitliğin edası sırasında olacak diye önceden anlaşıp ağız birliği etmemelidir. Çünkü bu hâl, şahitliğin kabulüne engel olabilir. İşte bir taraftan kadının fıtratının ve haklarının, bir taraftan insanların haklarının korunması ve yerine getirilmesi açısından erkeklerin daha iyi bilgi sahibi olabileceği işlerde kadın şahit yapılmamalıdır. Kadınlara şahitlik görevi yükletilmemelidir. Bu işlerde erkek bulunmadığı ve kadına başvurmaya ihtiyaç duyulduğu takdirde de bir erkek yerine bir kadına değil, iki kadına yükletilmelidir. Şu halde erkeklerin haberli olmaları caiz olmayan hususlarda yalnızca kadınların bilgi vermesiyle ve hatta yerine göre yalnızca bir kadının bilgi vermesiyle de amel etmek caiz olur. Meselâ kadınlar hamamında meydana gelmiş olan bir olayın şahidi ancak kadın olabilir. Ve bir çocuğun annesinden doğması bir kabilenin, bir oymağın haber ve şahitliği ile sâbit olur.
Bir de şâhitler ne vakit şahitlik etmeye çağırılırlarsa çekinmesinler, şahitlik
- 14 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yapmazlık etmesinler. Bundan dolayı gerek tahammül gerek eda olsun şahitlik için davet edildiği zaman bu davete icabet etmek farz-ı kifâyedir. Hiç kimse gitmezse herkes günahkâr olur. Giden bulunur da maksat hâsıl olursa diğerleri de günahtan kurtulur. Başkası bulunmaz da belli kimselerin gitmesine ihtiyaç duyulursa, o vakit bunların şahitlik için davete icâbet etmeleri kendilerine farz-ı ayn olur. Bazı âlimler buradaki "şahitlik yapmazlık etmesinler" emrinin yalnızca tahammüle, bazı âlimler de bunun tahammüle ve edâya bağlı olmaksızın her ikisine de ait olduğunu açıklamış iseler de "Ahkâm-ı Kur'ân"da beyan olunduğu üzere, burada hüküm mutlaktır. "davet olundukları zaman" ifadesi de genel anlamlıdır.
Bu âyetin nüzul sebebinde Katâde'den gelen bir rivâyet şöyledir: "Bir adam bu hususta oba oba dolaşır, ona kimse aldırmazdı, sonra bu âyet nâzil oldu." denilmektedir. Bundan dolayı eda farizası daha mühim olmakla beraber, ihtiyaç gerekli kıldığında gerek tahammül ve gerekse eda bakımından şahitlik farz-ı ayn olur. Kısacası siz işte böyle yapınız. İster büyük olsun, ister küçük olsun o borcu veya onun ödeme gününü son süresine varıncaya kadar yazmaktan usanmayınız. Az olsun, çok olsun yazınız ve vadesinin son taksidine kadar bütün yönleri ve bütün ayrıntılarıyla yazınız; her bakımdan açık ve anlaşılır olsun, "Zaten azdır, önemi yoktur, canım işin bu yönü zaten bellidir, yazmaya ne lüzum vardır." demeyiniz, yazmaya ve ayrıntılarıyla yazmaya üşenip de işi baştan savmayınız. Bu kısım daha önceki "yazınız!" emrinin bir açıklaması ve pekiştirilmesi olmak üzere kâtiplere hitap ve tenbih gibi tefsir olunuyor. Fakat bunun daha geniş kapsamlı olarak senet yazmaktan başka gerek borçlu, gerek alacaklı tarafından borç miktarının ve ödeme şekillerinin kendi defterlerine de yazılmasını, ayrıca şahitlerin dahi şehâdetini yüklendikleri gerçeği unutmamak için mümkün olduğu kadar yazmalarını hatırlatmakla hem taraflara, hem kâtiplere, hem de şahitlere ait bir hitap olması da âyetin kapsamı içindedir. Ve gelecek âyetlere göre bizce bu mânâ siyaka, yani konunun akışına daha uygun görünüyor. Çünkü ey müminler böyle ayrıntılarıyla yazılması, üç türlü fayda getirir. Evvela Allah katında en doğru olanı, adalete ve hakkaniyete uygun olanı, en ziyade adalet ve doğruluk demek olanı budur. Esas belge demek olan takvânın gereğine en uygun olandır. İkinci olarak şahitliğin yerine getirilmesini en iyi şekilde sağlayandır. Üçüncüsü kuşkuya, şüpheye düşmemenize yardım eden en büyük sebeptir. Borcu ve gerçeği bu şekilde iyice yazarak tespit ettiniz mi, cinsinde, miktarında, müddetinde, şahidinde, şehâdetinde, birbirinize karşı ahlâkî ve hukukî yükümlülüklerde ve sosyal hayatınızda güven hasıl olur. Şüpheden kurtulur, yakîn üzere bulunabilirsiniz. O halde bunları yapınız. Ancak yaptığınız iş aranızda elden ele alıp vereceğiniz, tamamen peşin ve hazır bir ticaret işi olursa o başkadır, yahut meğer ki, iki taraftan aranızda hemen elden alıp elden vereceğiniz hazır bir ticaret malı bulunursa o zaman mesele yoktur. O takdirde onu yazmamanızda size bir beis, bir zarar ve bir sakınca yoktur. Demek ki, yine de yazmak fena bir şey değildir. Müştereken bir kâtib-i adl, bir noter huzurunda senet ve sözleşme yazdırmaya lüzum yoksa da her ihtimale karşı özel olarak veya toplam olarak birbirine bir hatırlatma olmak üzere, mümkün olduğu kadar yazılırsa fena olmaz. Lâkin yazı bilmeyen pek çok kimse için bunda zorluk, meşakkat bulunacağı, bunun da kolaylıktan ziyade, zarar getireceği için yazmamanızda bir beis yoktur, buyruluyor, ama velev peşin olsun, bir alışveriş, bir alım veya satım yaptığınızda işhad ediniz, şâhit getiriniz, yani bu işleri şahit huzurunda alenen yapınız, herkesten gizli bir şekilde yapmayınız. İşlemleriniz ve malınız şüpheden uzak olsun. Çünkü hırsızlık
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 15 -
mal satmıyorsunuz, normal ve meşrû ölçüler içinde alışveriş yapıyorsunuz. Bunun için alım ve satım işlemlerinin şahitlerin gözü önünde yapılması güven ve hukuk açısından herhalde bir ihtiyattır. Bütün müfessirler açıkça bildiriyorlar ki, bu âyetteki mendupluk ihtiyaç içindir. Bir de ne kâtip, ne de şahit zarar vermeye kalkışmasın; kendilerine müracaat edildiği zaman icabet etmemek veya yazıyı ve şahitliği değiştirip tahrif etmek gibi ahlâksızlık yaparak hak sahiplerini zarara sokmasın yahut meçhul sîgası olduğuna göre; ne kâtip, ne de şahit bu yüzden bir zarara uğratılmasın. Bunlara yazmak veya şahitlik gibi görev yükletilirken, böyle dinî görev verilirken, kendilerince mühim olan işlerinden alıkonulmak veya belirlenen hududun dışına çıkılıp ziyade tekliflerde bulunmak veyahut kâtibe ücretini vermemek gibi bir suretle zarar da verilmesin. Ve eğer zarar verdirirseniz bu kesinlikle sizin için bir fısk, bir günah ve vebaldir. Hak Teâlâ'ya karşı itaatsizliktir, Allah'ın itaatinden çıkmaktır. Bunu yapmayın ve Allah'tan korkunuz, ikab ve cezâsından korununuz, O'nun koruması altına giriniz. Allah size tane tane öğretecek, daha ziyade bilgiler ihsan edecek, işinize yarayacak, işinizi kolaylaştıracak ilâhî hükümlerini ve irfanını belletecektir. Allah her şeyi bilir. Bundan dolayı emirlerine itaat, nehiylerinden sakınmak, sözüne güvenmek, kendisine ta'zim ve saygı ile hukuk ve ticarî işlerinizi, bütün işlemlerinizi yazıp belgelendirin. Her şeyi yazıp belgeye bağlamanın, din ve dindarlığın, takvânın temeli olduğunu unutmayınız.
Ve şâyet yolculukta olur, bir kâtip de bulamazsanız, o zaman vesikalarınız, aldığınız rehinlerdir. Gerçi rehin alınabilmesi bu zamana ve bu şartlara bağlı ve münhasır değildir. Hazar zamanında kâtip ve yazı mümkün iken de rehin almak sahih ve caizdir. Fakat kâtip bulunmadığı, senet ve yazı ile belgelendirmeye imkân olmadığı zaman rehin konusu kendini açıkça belli eder. Bundan dolayı bu şartlar rehinin sıhhatine ve cevazına değil, belgelendirmek için belirliliğin şartıdır. Yani bu şart, seferde değilseniz ve kâtip bulursanız rehin alamazsınız anlamına değildir. Bunun böylece mefhumu muhalifi muteber değildir. Mantık açısından da bellidir ki, bir önceki hükmün geçersizliği, ondan sonraki hükmün de geçersizliğini gerektirmez. Ancak şart bulunduğu zaman o şartın gerekli kıldığı şey, yani meşrut gerekir. Şu halde seferde olmak ve kâtip bulunmamak rehnin cevâzının veya sıhhatinin şartı değildir, belki vücub veya mendûbiyetinin şartıdır. Ve bu şart da esas itibarıyla kâtibin bulunmamasından dolayı yazının imkânsızlığıdır. Sefer bunun alelade sebebi ve çokça meydana gelen durumu icabıdır. Başka bir deyişle "kayd-i ihtirazî değil, kayd-ı vukuîdir". Diğer mazeret sebeplerinden biriyle dahi hazar zamanında da kâtip bulunmazsa, hüküm yine böyle olacaktır. Hazar zamanında rehinin caiz oluşu Peygamber Efendimizin uygulaması ile de sabittir. Çünkü Rasûlullah hazarda iken zırhını rehin vermiştir. Bununla beraber âyet şunu gösteriyor ki, senet ve yazı ile belgelendirmek mümkün oldukça, müminler arasındaki borç alışverişlerinde rehin talep etmek caiz olsa da mendup olmayacaktır. Meğerki bir mazeret, bir sebep bulunsun. Bir de anlaşılıyor ki, rehinin tamam olması için onun fiilen alınmış olması şarttır, sözü edilip de alınma m ış olan rehin belge özelliği taşımaz. Zaten rehin kelimesinin mânâsında hapsetmek vardır. Şu halde rehinin hisse-i şâyi'a (çok ortaklı mal) olması da doğru olmaz. İşte esas olmak üzere borçlanmada ve diğer işlemlerde üç türlü belgelendirme vardır: Bunlar yazı, şahit ve rehindir. Dindarlık ve takvâ anlayışı, gerçeği belgelendirmeye ve hakkın yerini bulmasına hizmet eden bu gibi belgelendirmeye engel olmamalı, hatta buna yardımcı olmalıdır. Müminler
- 16 -
KUR’AN KAVRAMLARI
borçlanma ve ticarî işlemlerde ve bütün muamelelerinde bu gibi belgelendirmelere riâyet etmeli ve bu surette helâl malı korumaya ve onu telef olmaktan, kayba uğramaktan kurtarmaya çalışarak, meşru yollardan kazanç ve üretimi arttırmaya gayret etmeliler ki, insan bu sayede Allah yoluna infâka güç yetirebilsin. Allah'ın gazabına uğrayan ribâ/fâiz ve benzeri haram şeylerden sakınsın da takvâya devamı mümkün olabilsin. Görülüyor ki, insan hakları için bu arada en büyük güvence Allah Teâlâ'ya bağlılık ile O'nun emirlerine sarılmak demek olan din ve takvâ duygusudur. Bu olmayınca diğer belgelerin ve ayrıntı sayılan müeyyidelerin faydası pek sınırlı kalır.
Şimdi bir kısmınız, bir kısmınızdan, yani bazı alacaklılar bazı borçlulardan güven içinde olur, rehin almaz ve bu gibi belgelerden hiçbir ine lüzum görmezse güvenilen kimse de emanetini gecikmeden tediye etsin, borcunu ödesin. Güvenilmeye değer ve layık olduğunu isbat eylesin. Demek oluyor ki, yukarıda emrolunan üç türlü belgelendirmeden hiçbir ini yapmayıp da mutlak olarak güvenmek dahi caizdir. O halde yukarıda geçen "yazınız!", "şahit gösteriniz!" emirleri ile "rehin vermek" şeklinde gerekler vücub için değil, mendûbiyet içindir. Zira bunlar vücub için olursa, o vücûbun bu ikinci şıkla mensuh olması gerekir. Gerçekten de Hasan, Şa'bî, Hakem b. Uyeyne gibi bazı müfessirler bu son hükmün öncekileri neshettiğini kaydetmişlerdir. Ancak Abdullah İbn Abbas hazretleri "Müdâyene âyetinde nesih yoktur, âyet muhkemdir" diye açıkça bildirdiği ve bu âyetin nüzulünün öncekinden daha sonra olduğuna ilişkin bir açıklama da bulunmadığı, hâlbuki tarih muahhar olmadıkça nesih bulunmayacağı yönünde bütün tefsir âlimlerinin ittifakı ile burada nesih olmadığı sözkonusu ise de, bununla beraber birçoğu yine de buradaki güven şartının nâsih (neshedici) değil, fakat nedbe bir karine olduğunu söylemişlerdir. Ata, İbni Cüreyc, Nahaî ve daha birçokları bu cevaz "Eğer seferde iseniz ve kâtip de bulamıyorsanız..." ifadesine göre, sefer şartına ve kâtip bulunmaması durumuna bağlı olduğuna göre, rehnin mendubiyetine karine olursa da imkan o lduğu takdirde bu emirlerin mendubiyete hamlini gerektirmeyeceğinden, imkan hasıl olduğu takdirde bu emirlerin, yani yazmayı ve şahit bulundurmayı öngören emirlerin vacip olduğuna kail olmuşlardır. Ahkâm-ı Kur'ân'da Ebûbekr Râzî'nin açıklamasına göre, "Fıkıh mendup olduğu görüşündedir, fakat her ne olursa olsun kendisine emniyet edilip senetsiz, şahitsiz borç verilen kişiye emaneti hakkıyla edâ etmek farzdır." Kendisine güvenilen insan boynunda bir farz olduğunu bilsin ve Rabbi olan Allah'tan korksun da o güveni hiçbir şekilde kötüye kullanmasın. Siz de şahitliği gizlemeyin. Ey şahitler, ihtiyaç olduğu anda şahitliğinizi eda etmekten hem kaçınmayın, hem de görüp bildiğiniz gerçekleri gizlemeyin. Ey borçlular siz de içinizde bildiğiniz, görüp durduğunuz borcunuzu inkâr eylemeyin. Zira her kim şahit olduğu gerçeği gizlerse, muhakkak ki, o kötü kalpli günahkâr bir kimsedir. Şahitliği gizlemek, bildiğini söylememek öyle dış veya iç uzuvların işlediği günah gibi değildir; bizzat imanın karargâhı olan kalbin ve ruhun işlediği bir günahtır. Bundan dolayı da en büyük günahlardandır, kâfirliğe ve inançsızlığa en yakındır. Nitekim Abdullah İbn Abbas'dan rivâyet olunmuştur ki: "Büyük günahlardan en büyüğü şirk, yalancı şahitlik ve şahitliği ketmetmektir." Şahitliği ketmetmek böyle bir kalp günahıdır. Allah ise şahitlik veya şahitliği gizlemek gibi açık, belli veya gizli kapaklı her ne yaparsanız hakkıyla ve tamamıyla bilir. Sırası gelince de cezasını verir. Sakın kalpte kalan
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 17 -
gizli şeyleri kim bilecek, demeyiniz. 58
“Eğer borçlunuz darda ise eli genişleyinceye kadar ona mühlet tanıyın. Eğer bilirseniz, alacağınızı bağışlamanız sizin hesabınıza daha hayırlıdır.” Bu, İslâm'ın beşeriyet için getirdiği hoşgörü ve cömertliktir. Bu, bencillik, cimrilik, tamahkârlık, azgınlık ve susuzluğun kavurucu sıcağında yorgun düşmüş beşeriyetin sığındığı sürekli bir gölgeliktir. Nihâyet bu, borç veren-borç alan ve bütün bunları gölgesinde barındıran toplum için bir rahmettir.
Bu sözlerin, çağdaş materyalist câhiliyenin kuraklığında yetişen bedbaht akıllarda "makul" bir anlam ifade etmeyeceğini, taşlaşmış, ahmak duyguların bunların tatlı zevkine varamayacağını biliyoruz. Bunlar özellikle, başlarına bir felaket gelip mal, yiyecek, giyecek, ilaç ve bazen ölülerini gömmek için paraya muhtaç olduğu halde şu materyalist, alçak, pinti ve cimri dünyada kendilerine uzanacak bir yardım elini bulamayan, bu yüzden zorunlu olarak vahşilerin yuvalarına sığınan muhtaç ve felaketzedelerin ihtiyaçlarının giderilmesi ve zaruretlerinin karşılanması amacıyla kendi istekleriyle koşarak ayaklarıyla kapana düşmesini, köpekler gibi ağızlarını yalayarak avlarını kollayan yırtıcı faizcilerdir... Gerek böylesi, gerekse, suçlarını hoş göstermek ve korumak için varolan ve faizin bunların kasalarına yasal yollardan girmesini sağlamak için çırpınan bir yığın ekonomik kuramı, bilimsel eseri, profesörü, enstitüyü, üniversiteyi, tüzük ve kanunu, polisi, yargı organlarını ve orduları arkasına alan bankerlik kuruluşları ve bankalarda muhteşem bürolarında rahat koltuklarına kurulan diğerleri olsun farketmez...
Biz, bu sözlerin o kalplere ulaşamayacağını biliyoruz... Buna rağmen biliyoruz ki, bu sözler gerçeğin ta kendisidir. Ve insanlığın mutluluğunun bunları dinleyip sarılmasına bağlı olduğuna da içtenlikle inanıyoruz.
"Eğer borçlunuz darda ise eli genişleyinceye kadar ona mühlet tayın. Eğer bilirseniz, alacağınızı bağışlamanız sizin hesabınıza daha hayırlıdır." İslâm'da darda olan borçlu, borç sahibinden ya da kanun ve mahkemeden kurtulamaz. Ancak eli genişleyene kadar beklenir. Sonra müslüman toplum bu darda kalmış borçluyu bırakacak değildir. Ayrıca Yüce Allah, borç sahibini, .şâyet bu iyiliği istiyorsa borcunu sadaka olarak bağışlamaya davet etmektedir. Bu işin altında gizli olanı, Yüce Allah'ın bildiğini bilseydi bunun hem kendisi, hem borçlu, hem de dayanışmalı hayat için çok daha iyi olduğunu bilirdi.
Çünkü borç verenin, darlıkta olup borcunu ödeyemediği halde borçluyu sıkıştırıp boğazını sıkması faizin iptal ediliş hikmetinin büyük bir kısmım ortadan kaldırır. Burada emir, -şart ve cevap şeklinde- eli genişleyip ödeyebilecek duruma gelene kadar beklemek şeklindedir. Hemen yanında da varlık durumunda borcun tümünün ya da bir kısmının sadaka olarak bağışlanması yer almaktadır. Bununla beraber borcunu ödeyip hayatını kolaylaştırması için diğer âyetlerde zekât dağıtımında dara düşmüş bu borçluya pay ayrılmaktadır: "Kuşkusuz sadakalar; fakirler, miskinler... ve borçlular içindir." 59
Bunlar borçlarını şehvetleri ve zevkleri uğruna harcamayıp iyi ve güzel şeyler için harcayan, ancak şartların bu duruma soktuğu kimselerdir. Arkasından,
58] Elmalılı
59] 9/Tevbe, 60
- 18 -
KUR’AN KAVRAMLARI
âyetin devamında, mümin nefsi titretecek ve bütün borcunu ödeyip hesap günü Allah'ın huzuruna kurtulmuş olarak çıkmayı temenni ettirecek tarzda derin ilhamlar gelmektedir: 60
“Ey müminler, birbirinize belirli bir süre sonra ödenmek üzere borç verdiğiniz zaman bunu yazın. İçinizden biri bunu dürüst bir şekilde yazsın. Yazan kimse onu Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmayı ihmal etmesin...” Borç, ticaret ve rehin'e özgü bu hükümler, sadaka ve faiz derslerinde geçen hükümlerin tamamlayıcısı konumundadırlar. Geçen bölümde faizle muamele, faizle borç verme ve faizle alış-veriş hayattan uzaklaştırılmıştı. Burada ise faiz ve kâr olmaksızın güzel borçtan (Karz-ı Hasen) ve faizden arınmış peşin ticari işlemlerden söz edilmektedir.
İnsan; yasal düzenlemede hayret verici dikkat unsurunu öne çıkarıp hiçbir lafı diğerinin yerine geçirmemesi, hiçbir maddeyi olması gerekenin öncesine almadığı gibi sonraya da bırakmaması, yasal düzenlemelerde gösterilen bu kesin dikkatin, ifadenin güzelliğini ve parlaklığını bozmayacak şekilde olması, hükmün kanuni yönünü ihlal etmeksizin şeriatı dini duygulara latif nüfuzlu, derin ilhamlı ve güçlü etkisiyle bağlaması; anlaşan taraflar, şahitler ve yazanların konumuna ilişkin muhtemel etkenleri gözönünde bulundurması, bu etkenlerin tümünü bertaraf edip her ihtimal için ihtiyat payı bırakması ve yasal noktayı yeterince belirtmeden bir noktadan diğerine geçmemesi ve ancak aralarındaki bağa işaret edilmesi gereken yeni bir noktayla bağları ortaya çıkması durumunda aynı noktaya yeniden dönmesi bakımından Kur'an'ın yasal düzenlemelerde bulunurken kullandığı bu ifade tarzı karşısında hayret ve şaşkınlık içinde kalıyor.
Kuşkusuz buradaki şer'î hükümleri bildiren âyetlerin sıralanışındaki olağanüstülük, duygulandırıcı ve yönlendirici âyetlerin sıralanışındaki olağanüstülük kadar vardır. Hatta bunun daha açık ve daha güçlü olduğu söylenebilir. Çünkü buradaki hedef son derece incedir. Bir kelime bu inceliği değiştirebilir; bu yüzden bir kelimenin yerine başka bir kelime kullanma yönüne gidilmemiştir. Şâyet bu vecizlik olmasaydı mutlak teşrii incelik ile mutlak edebi güzellik bu kadar eşsiz bir tarzda gerçekleşemezdi.
Çağdaş hukukçuların itiraf ettiği gibi bu, İslâm şeriatının, bu ilkeleriyle medenî ve ticarî kanunu on asır geride bıraktığı bir üstünlüktür.
Borçlar Yazılmalıdır: "Ey müminler, birbirinize belirli bir süre sonra ödenmek üzere borç verdiğiniz zaman bunu yazın..." Bu, yerleştirilmesi istenen genel bir ilkedir. Çünkü yazmak, âyetle farz kılınmış bir emir olup âyetin sonunda hikmeti açıklanacağı gibi belli bir süre için borç verme durumunda isteğe bırakılmış bir işlem değildir. "…içinizden biri bunu dürüst bir şekilde yazsın..." Bu da, borcun yazılma işlemini yürütecek bir kişinin belirlenmesi ile ilgilidir. O da, yazacak biridir, anlaşmaya taraf olanlardan biri değil. Anlaşmaya taraf olanların dışında üçüncü bir kişi gerektirmesi ihtiyat ve mutlak tarafsızlık içindir. Yazanın da iki taraftan birine meyletmeden, metinde eksiltme veya arttırmaya gitmeden dürüstçe yazması gerekmektedir.
"…Yazan kimse onu Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmayı ihmal etmesin…" Burada Yüce Allah'ın yazan kişiye yüklediği sorumluluk, yazmayı geciktirmemesi, çekinmemesi ve nefsine ağır gelmemesidir. Bu, Yüce Allah'ın hüküm bildiren
60] Fî Zılâl
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 19 -
âyetle farz kıldığı bir emirdir, dolayısıyla bu konudaki hesapları Allah'a kalmıştır. Üstelik bu, nasıl yazması gerektiğini öğreten Yüce Allah'ın nimetine şükretmektir... "...Yazsın..." Allah'ın kendisine öğrettiği gibi...
Burada yüce kanun koyucu, belli bir süre için verilen borçların yazılmasına ilişkin ilkenin yerleştirilmesini, yazma işlemini yürütecek kişinin belirlenmesini ve ona yazma sorumluluğunun yüklenmesini, Allah'ın, üzerindeki nimetini hatırlamasıyla ilgili latif teklif ve adaletli davranmasını ilham ettirmekle beraber, bitirdikten sonra yazma işinin nasıl olacağını açıklayan aşağıdaki maddeye geçiyor.
"...Bu hesabı yazıcıya borçlu taraf yazdırsın. Ama Rabbi olan Allah'tan korksun da bu hesabı yazdırırken hiçbir şeyi eksik bırakmasın. Eğer borçlu taraf aptal, zayıf ya da nasıl yazdıracağını bilmeyen biri ise yazdırma işlemini onun yerine dürüst bir şekilde velisi yapsın..." Yazıcıya borcunun miktarını, şartını ve süresini söyleyecek ve yazdıracak, -yükümlülük altına giren- borçlunun kendisidir. Bunun sebebi, borç verenin dikte ettirmesi halinde borcun miktarını arttırmak, süreyi kısaltmak veya kendi yararına belli şartlar zikretmek suretiyle borçluyu aldatması endişesinin bertaraf edilmesidir. Borcu olan zayıf bir konumdadır. İhtiyacını gidermeye şiddetle muhtaç olduğundan itiraz etmeyebilir, dolayısıyla aldanabilir. Borçlu yazdıracak olsa, kendisinden istenen bağları güzel bir duyguyla yazdırır. Sonra kendisi yazdırınca, ilerde borcunu kabullenmesi için daha sağlam ve güvenilir bir yöntemdir. Aynı zamanda borcunu yazdıran borçlunun vicdanını harekete geçirip kararlaştırılan borçtan ve diğer şartlardan herhangi bir şeyi eksik yazdırmak hususunda Allah'tan korkmasını temin içindir bu emir. Şâyet borçlu aptal ise, kendi işini idare etmesi doğru değildir. Ya da zayıf ise, -yani küçük veya akli seviyesi düşük ise- veyahut konuşma bozukluğu, bilgisizlik, dilde herhangi bir arızâ, hissi ve akli bir sebepten dolayı yazdıramayacak olursa, işlerini üstlenen velisinin "...dürüstçe..." yazdırması gerekmektedir. Borç şahsına ait olmadığından veli konumunda olan kişinin az da olsa gevşek davranması mümkün olduğundan anlaşmanın sağlıklı yürümesi, güvencelerin herkesi kapsaması burada dürüstlüğün zikredilmesi dikkatli davranmak için gereklidir.
Bununla, bütün yönleriyle yazma işlemine ilişkin açıklamalar son bulmaktadır. Bundan sonra yüce kanun koyucu başka bir noktaya, şahitlik noktasına geçmektedir. "...Bu işlemlerinize erkeklerinizden iki kişiyi şahit tutunuz. Eğer iki erkek şahit bulunmaz ise karşılıklı olarak onayladığınız bir erkek ile iki kadını şahit tutunuz, ta ki biri yanılınca öbürü ona hatırlatsın..."
Sözleşmelerde "...onayladığınız şahitlerden..." iki şahidin olması kaçınılmazdır. Onaylamak iki anlama gelmektedir: Birincisi; şahitlerin toplum içinde adil ve sevilen kişilerden olması, ikincisi; sözleşmeye taraf olanların şahitliklerini onaylamasıdır... Ancak belli şartlarda iki şahidin bulunması pek kolay olmaz. Bu noktada şeriat, kolaylaştırma yönüne gitmekte ve kadınları şahitlik yapmaya çağırmaktadır. Ancak, dengeli müslüman toplumda geleneksel olarak bu tür işleri erkekler yaptıklarından, esas olarak onları şahitlik yapmaya çağırmaktadır. Çünkü müslüman toplumda kadınlar geçimlerini sağlamak için çalışmak zorunda değildirler. Böylece İslâm, kadının anneliğini, kadınlığını ve bugün içinde yaşadığımız bedbaht, sapık toplumdaki kadınlarda olduğu gibi, çalışmakla elde edeceği birkaç lokma, birkaç kuruşa karşılık insanlığın en değerli hazinesi ve
- 20 -
KUR’AN KAVRAMLARI
gelecek neslin temsilcisi olan çocukları yetiştirme görevini korumuş olmaktadır. Şâyet iki erkek bulunamazsa, bir erkekle, iki kadın bulunsun. Ancak niye iki kadın?.. Âyet-i kerime varsayımlar ileri sürmemize imkan bırakmıyor. Çünkü kanun koymada her hükmün sınırları belirlenmeli, açıklığa kavuşturulmalı ve nedenleri bildirilmelidir.
"…Biri yanılınca öbürü ona hatırlatsın…" Buradaki yanılma birçok nedenden kaynaklanabilir. Öncelikle kadının anlaşmalar konusundaki eksik bilgisin, den ve bütün inceliklerini ve şartlarını kavramamasından kaynaklanır. Bu yüzden gerektiğinde dikkatli bir şahitlikte bulunabilmesi için olay hakkında zihninde bir tür açıklık olmaz. Bu noktada konunun şartlarını diğeriyle birlikte hatırlamaya çalışırlar. Ayrıca kadının heyecanlı tabiatı da yanılmaya neden olabilir. Çünkü biyolojik, uzvi annelik görevi kadında zorunlu olarak ruhsal tepki meydana getirmiştir. Bu zorunluluk kadını, çocuğunun isteklerini düşünmeden ve gecikmeden, çabucak ve canlılıkla karşılık vermesi için duygusallık ve acelecilikle karşılık vermesini gerektirmektedir. Bu, Allah'ın kadına ve çocuğa olan bir lütfudur. Kadının bu tabiatı bölünemez. Çünkü kadın -şâyet dengeli bir kadınsa- bu tabiata sahip bir bütündür. Ayrıca bu tür işlemlerde anlaşmalara şahitlik yapmak, bütünüyle heyecandan arınmayı ve olaylar üzerinde etkilenmeden ve duygulanmadan durup düşünmeyi gerektirmektedir. Burada iki kadının bulunması -herhangi bir nedenden dolayı yanılacak olursa- diğerin hatırlatması için bir garanti konumundadır. Böylece hatırlamaları ve olayı yalın bir şekilde aktarmaları sağlanmış olur.
Âyetin başında Yüce Allah, yazmaktan kaçınmamaları için hitabı, yazanlara yönelttiği gibi burada da şahitlikten kaçınmamaları için şahitlere yöneltmektedir. "...Şahitler çağrıldıklarında gitmezlik etmesinler." Buna göre şahitlik için çağrı yapıldığında karşılık vermek isteğe bağlı olmayıp farzdır. Çünkü şahitlik, adaletin yerine gelmesi ve hakkın gerçekleşmesi için bir araçtır. Ve bunu Yüce Allah, şahitlerin zorlanmadan, çekinmeden, içtenlikle ve isteyerek şahitlik yapmaya gitmeleri için emretmektedir. Ayrıca şahitler, şahitlik teklifi anlaşmaya taraf olanların ikisinden ya da birinden gelse bile her ikisi veya biri hakkında eklemede bulunmamalıdırlar.
Burada şahitlik hakkındaki söz noktalanmakta ve yüce kanun koyucu başka bir hedefe, şer'î hükmün konmasındaki genel hedefe geçmektedir. Burada büyük olsun, küçük olsun- tüm borçların yazılmasının zorunluluğunu belirtmekte ve küçük borç yazılmaya değmez ya da iki arkadaş arasındaki hoş görünmek, utangaçlık, tembellik ve önemsememek gibi nedenlerden dolayı yazmak zorunlu değildir gibi nefse yazmanın ağırlığını hatırlatan duyguları tedavi etmektedir. Sonra yazmanın gerekliliğinin nedenini duygusal ve pratik nedenlerle güçlendirmektedir.
"...Borç küçük olsun, büyük olsun, onu vadesini belirterek yazmaktan üşenmeyiniz. Bu Allâh katında en dürüstçe, şahitlik için en sağlam ve sizi şüpheden uzak tutacak en kestirme yoldur." Üşenmeyin... Bu, işin sorumluluğunun değerinden fazla olduğunu hisseden insan ruhunun tepkilerini kavramanın ifadesidir. "Bu, Allah katında en dürüstçe olanıdır..." Adalete en uygunu ve en iyisidir. Ayrıca bu, Yüce Allah'ın bu davranışı sevip beğendiğini bilinçlere ilham ettirmektedir. "...Şahitlik için en sağlam... olanıdır"
Herhangi bir şey hakkında yazılmış bir şahitlik yalnızca hafızaya dayanan
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 21 -
sözlü şahitlikten daha sağlamdır. İki kişinin ya da bir erkek iki kadının şahitliği, bir şahitlikten daha sağlam ve bir erkek veya kadının şahitliğinden daha doğrudur. "...ve sizi şüpheden uzak tutacak en kestirme yoldur." Gerek anlaşmanın kapsadığı açıklamaların doğruluğu hakkında gerekse iş bağlanmadan bırakıldığında sizin ve sizden başkalarının nefsinde meydana gelebilecek şüphelerin yok edilmesine daha yakındır.
Böylece bu uygulamaların tümünün hikmeti ortaya çıkmakta ve iş yapanlar, bu hükmün zorunluluğu, hedeflerinin inceliği ve uygulamasının doğruluğu konusunda ikna olmaktadırlar. Çünkü bu doğruluk dikkat, güven ve huzurun ta kendisidir.
Belli bir süre için verilen borçlar konusunda uygulama böyledir. Peşin ticarete gelince buradaki satış yazılmaktan müstesnadır. Sözleşmenin zorlaştırdığı, çabucak tamamlanan ve kısa bir süre içinde yenilenen ticari işlemlerin kolaylaşması için bu tür işlemlerde şahitlerin şahitliği ile yetinilir. Çünkü İslâm, her şartı gözeterek hayatın her alanı için hükümler koyar. İslâm şeriatı, içinde karmaşıklık bulunmayan, pratik ve gerçekçi bir şeriattır. Onda hayatın kendi tabii yolunda seyrine devam etmesini engelleyecek hiçbir hükme rastlanmaz.
"... Yalnız aranızda peşin bir alış-veriş olursa bu işlemi yazıya geçirmemenizin sakıncası yoktur. Alış-veriş yaparken de şahit tutunuz." Âyetten anlaşıldığına göre peşin ticarette yazmama, sakıncası bulunmayan bir ruhsattır. Ancak şahitlik zorunludur. Şahitliğin de mendup olup zorunlu olmadığına ilişkin bazı rivâyetler olsa da tercih edileni budur.
Belli bir süre için verilen borç ve peşin ticarete ilişkin hükümler, her ikisinin de gerek zorunlu gerekse ruhsatlı olarak yâzma ve şahitlik şartlarında buluşturarak son bulmuştu. Şimdi ise daha önce görevleri belirlenen yazıcı ve şahitlerin hakları belirlenmektedir. Onlara yazmaktan veya şahitlikten kaçınmamaları zorunluluğu getirilmişti. Şimdi de genel sorumlulukların yerine getirilmesinde hak ve görev dengesinin içinde onların korunmasının zorunluluğu dile getirilmektedir.
"...Ne yazana ne şahide zarar verilmesin. Eğer bunlara zarar verirseniz kendi hesabınıza fâsık olmuş, günaha girmiş olursunuz. Allah'tan korkun. O size nasıl hareket edeceğinizi öğretiyor. Allah her şeyi bilir." Allah'ın farz kıldığı görevlerini yerine getirmeleri nedeniyle yazana veya şahide herhangi bir zarar gelmemelidir. Böyle bir şey sözkonusu olursa bu sizin hesabınıza Allah'ın şeriatından çıkmak ve onun yoluna karşı durmaktır. Bu da kaçınılmaz bir tedbirdir. Çünkü yazanlar ve şahitler çoğu zaman anlaşmaya taraf olanlardan birinin öfkesine maruz kalabilirler. O halde, kendilerine güvenmelerini, görev sorumluluğu içinde, zimmet, emanet, gayret ve her hâlükarda tarafsızlık içinde görevlerini yerine getirmelerini sağlamak için birtakım güvencelerden yararlandırmak gerekmektedir. Sonra -sorumluluğun yalnızca hükmün baskısı olmaktan çıkıp ruhların derinliklerinden gelmesi için Kur'an'ın her zaman sorumluluk yüklemek istediğinde vicdanları uyandırmak ve duyguları harekete geçirmek için yaptığı gibi- âyet-i kerime müminleri sonunda Allah'tan korkmaya davet etmekte, Yüce Allah'ın onlara iyilik yaptığını, onlara, öğretip doğruluğa iletenin O'nun olduğunu hatırlatmakta ve bu nimetin hakkını, itaat, hoşnutluk ve boyun eğme ile ifa etmeleri için O'ndan korkmanın kalplerini bilgiye açtığını ve ruhlarını öğrenmeye hazırladığını bildirmektedir.
- 22 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"Allah'tan korkun. O size nasıl hareket edeceğinizi öğretiyor. Allah her şeyi bilir." Sonra yüce kanun koyucu aradaki genel hükmün içinde zikretmeyip özel şartlardan dolayı bir başka âyete bıraktığı borca ilişkin hükümlerin tamamlanmasına dönmektedir. Buna göre borç veren ve alan yolculuk yapıyorlarsa ve yazacak birini bulamıyorlarsa yüce kanun koyucu işlerin kolaylaşması için ödeme garantisiyle, borcun miktarını içeren bir şeyin borç verene rehin bırakılmasıyla yazmaksızın sözlü anlaşmaya izin vermektedir.
"Eğer yolculukta olur da işlemlerinizi yazacak birini bulamazsanız, karşılık olarak alınan rehinler yeterlidir." Burada yüce kanun koyucu, Allah korkusunun etkisiyle emanet ve söze riâyet hususunda mümin vicdanları harekete geçirmektedir. İşte bu, tüm yasaların uygulanması, malların ve rehinlerin özenle korunup sahiplerine iadesi için en son güvencedir. "Eğer birbirinize güvenerek borç işlemi yapmış iseniz, kendisine güvenilen kimse borcunu ödesin, Rabbi olan Allah'tan korksun." Borçlunun üstlendiği borç ona emanettir, borç verenin rehin aldığı mal da ona emanettir. Her ikisi de Rableri olan Allah korkusu adına emanetleri vermeye çağrılmaktadırlar. Rab; idare eden, terbiye eden, efendi, hükmeden ve kadı anlamlarına gelmektedir.
Bu anlamların herbiri, iş yapma, emanet etme ve eda etme durumlarında duygulandırıcı etkiye sahiptir... Bazı görüşlere göre bu âyet, karşılıklı güven durumunda yazmayı emreden âyeti neshetmiştir. Ancak biz bu görüşte değiliz. Çünkü yazma, yolculuk durumu dışında bütün borç işlemlerinde farzdır. Güvenme ise bu duruma özgüdür. Bu durumda borç veren ve alan birbirine güvenmektedirler.
Takvâya yöneltici bu duygulandırmanın gölgesinde şahitlik konusu -bu defa mahkeme sırasındaki şahitlikten söz ediliyor, anlaşma anındakinden değil- tamamlanmakta ve bunun şahidin boynuna ve kalbine bir emanet olduğu bildirilmektedir. "...Sakın şahitliği saklamayınız. Kim şahitliği saklı tutarsa onun kalbi günahkârdır." Âyet-i Kerime burada, her ikisinin de tamamlandığı nokta kalp olduğundan, günahı gizlemek ile şahitliği saklamak arasında bir uygunluk kurmak için kalbe yüklenmekte ve günahı ona dayandırmaktadır. Ardından hiçbir şeyin Allah'a gizli olmayacağına ilişkin örtülü bir tehdit yer almaktadır: "...Hiç kuşkusuz ne yaparsanız Allah onu bilir." Her şeye, kalplere gizlenmiş, günahları ortaya çıkaran ilmi gereğince karşılığını verir.
Sonra Âyet-i Kerimenin akışı, bu işareti güçlendirmek ve kalpleri, göklerin ve yerin ve her ikisinde bulunanların Maliki, gizli-açık vicdanların derinliklerinde bulunanları bilip ona göre karşılığını veren, rahmetinden ve azabından dilediği gibi kullarının akıbetinde tasarrufta bulunan ve hiçbir şeyden sorumlu olmadan dilediğini yapmaya kadir olan Yüce Allah'tan korkmak için harekete geçirmektedir. 61
Karz-ı hasen (güzel bir borç), hiçbir kişisel kazanç veya çıkar nedeniyle değil, fakat sadece Allah'ı razı etmek için verilen borçtur. Allah böylece, sadece kendi yolunda kendisine verilen borcun karşılığını çok iyi bir şekilde değerlendirir. Allah, sadece borcu geri vermeye değil, eğer gerçekten Allah rızâsı için ve O'nun tasdik ettiği bir gaye için harcamışsa, daha da fazlasını ödemeye söz vermiştir. 62
61] Fî Zâlâl
62] Tefhîmu'l Kur'an
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 23 -
“Eğer (borçlu) darlık içinde ise, bir kolaylığa ulaşıncaya kadar ona mühlet vermek (gerekir). Eğer gerçekleri çok iyi anlayan kimselerden iseniz, (ödeyemeyecek derecede güçsüz olan borçlunun borcunu) sadaka (veya zekât) saymak sizin için daha hayırlı bir iş olur.” 63 Bu âyet, İslâm mahkemelerine, borçlu çok zor durumda kaldığında alacaklıya süre tanımasını emretme ve bu emri uygulama yetkisi verir. Belirli bazı durumlarda mahkeme borcun bir kısmını veya tümünü silme hakkına sahiptir. Bir hadise göre Hz. Peygamber'e (s.a.s.) çok borcu olan ve iflas eden bir adamdan bahsedildi. Hz. Peygamber (s.a.s.) bunu duyunca etrafındakilerden bu adama yardım etmelerini istedi. Fakat etrafındakilerin yardımlarına rağmen adamın borcu ödenemedi. İslâm Hukukçularına göre, borçlu kimsenin evi, mutfak eşyaları, şahsî giyim eşyaları ve geçimini kendileriyle kazandığı meslekî araç ve gereçleri hiçbir surette haciz edilemez. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) alacaklıları çağırdı ve onlara toplanan parayla yetinmeleri gerektiğini söyledi.
“Ey iman edenler, belirli bir süre için borçlandığınız zaman” Buradan, borcun ne zaman ödeneceğinin belirlenmesi gerektiği sonucu çıkarılmıştır. “...onu yazınız.” Bu âyet çok rastlanan bir duruma karşı uyarı niteliğindedir; arkadaşlar ve akrabalar borç anlaşmalarını resmi yazı haline sokmazlar. Çünkü bu onlara göre güvensizliği temsil eder. Allah, borç ve iş anlaşmalarının, insanlar arasındaki ilişkilerin açık seçik anlaşılabilmesi için yazılmasını ve şahitler huzurunda yapılmasını emreder. Bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.s.) üç tür kimsenin Allah'a dua ettiğini, fakat duasına icabet edilmediğini bildirmektedir. Bunlardan birincisi yoldan çıkmış karısı olduğu halde onu boşamayan, ikincisi kendisine yetim malı teslim edilen, fakat yetim henüz olgunlaşmadan malını iade eden, üçüncüsü ise hiçbir yazılı belge ve delil olmaksızın başkalarına borç veren kimsedir.
“...Eğer iki erkek yoksa şahidlerden rızâ göstereceğiniz...” Bir dâvâda gerçeğin ortaya çıkması büyük ölçüde şahidin güvenilirliğine bağlı olduğu için, şahitten çok şeyler beklenmektedir. Sadece saygıdeğer bir hayat süren, iyi bir ahlâkî karaktere sahip ve şerefli kimseler şahit olabilir.
“Ancak aranızda devredip durduğunuz ve peşin olarak yaptığınız ticaret başka, bunu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur.” Günlük alışverişleri kaydetmek bile kaydetmemekten iyidir. Bununla birlikte günlük alışverişlerde yapılan anlaşmaların kaydedilmemesinde bir beis yoktur.
“Alış-veriş ettiğinizde de şâhit tutun. Yazana da, şâhide de zarar verilmesin.” Bu iki anlama gelebilir. Hiç kimse kâtip veya şahit olmaya zorlanamaz ya da bir tarafın aleyhine olarak doğru haber verdiği için kâtip veya şâhide baskı yapılamaz.
“Eğer yolculukta iseniz ve kâtip de bulamazsanız, bu durumda alınan rehin (yeter).” Bu, rehinin sadece yolculuk için geçerli olduğu anlamına gelmez. Burada özellikle belirtilmiştir, çünkü böyle bir durum genellikle yolculuk sırasında ortaya çıkar. Bundan başka kâtip bulamamak, bir şeyi rehin alabilmenin zorunlu şartlarından değildir. Eğer muhtaç bir kimse bir şeyi rehin vermedikçe borç alamıyorsa, rehin vermesine izin verilir. Kur'an bu ikinci durumdan kasıtlı olarak bahsetmez. Çünkü Kur'an müminlere cömertliği öğretmeye çalışmaktadır. Muhtaç bir kimseye, ondan rehin almaksızın borç vermemek şerefli bir kimseye yakışmaz. Bununla birlikte eğer rehin alınan şey üretici bir şeyse alacaklı üretimi hesap etmeli ve
63] 2/Bakara, 280
- 24 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bunu borçtan düşmelidir, aksi takdirde rehin alınan şey tarafından üretilenler, faiz hükmüne girer. Rehin almaktan amaç borcun ödenmesini garanti altına almaktır ve alacaklıya hiçbir şekilde rehin üzerinden kâr etme hakkı vermez. Örneğin, alacaklı alacağına karşılık olarak aldığı evde oturuyorsa, borçluya evin kirasını vermediği müddetçe faiz alıyor demektir. Çünkü borç üzerinden faiz almakla rehin alınan mal üzerinden para kazanmak veya o rehini kullanmak arasında hiçbir fark yoktur. Bununla birlikte alacaklı rehin olarak aldığı ineğin sütünden yararlanabilir, deve, at, gibi hayvanları da yük hayvanı olarak kullanabilir. Çünkü bu, hayvanlara verdiği yemin karşılığıdır.
“...Şâhitliği gizlemeyin...” "Delilleri gizlemek" hem delilleri ortadan kaldırma, hem de delilleri ortaya koyduğu halde onlardaki gerçekleri gizleme anlamlarına gelebilir. 64
Hadis-i Şeriflerde Karz-ı Hasen
Hadis-i şeriflerde borç verme, ödünç verme sözkonusu edildiğinde bunun hukukî mâhiyetinden çok ahlâkî yönü üzerinde durulmuştur. Karz-ı hasen vermenin dinî değerine ve erdemli bir davranış oluşuna dikkat çekilirken, mecbûrî hallerin dışında borç almanın hoş görülmediğini, hele borcunu zamanında ve güzel bir şekilde ödememenin erdemli bir davranış olmadığı, zulüm olduğu vurgulanmıştır. Hz. Peygamber’in borç yükünden Allah’a sığınması 65, olanca iyi niyetine ve çabasına rağmen borcunu ödeyemeyenler hakkındaki şefkatli tutumu ve bu tür borçları beytülmalden ödetmesi 66 borcun ödenmesine verilen önemin göstergeleridir.
"Kim şu üç şeyden berî olarak ölürse cennete girer: Kibir, gulûl (ganîmet veya toplum malından çalma), borç." 67
"Allahu Teâlâ nazarında, bir kulun Allah tarafından yasaklanan kebîrelerden sonra, beraberinde getirebileceği en büyük günahlardan biri, kişinin ödenecek karşılık bırakmadan üzerinde borç olduğu halde ölmesidir." 68
"Bundan sonra yanımda para olmadan hiçbir şey satın almayacağım." 69
"Borcunu ödeyebilecek durumda olan zengin kimsenin ödemeyi geciktirmesi zulümdür. Biriniz bir zengine havâle olunursa (havâleyi kabûl etsin)." 70
"Zenginin borcunu savsaklaması, haysiyetinin ihlâl edilmesini ve cezâlandırılmasını helâl kılar." 71
Ebû Katâde (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah’a (s.a.s.) namazını kıldırıvermesi
64] Tefhîmu'l- Kur'an
65] Buhârî, Cihad 74; Tirmizî, Deavât 70
66] Buhârî, Nafakat 15; Müslim, Ferâiz 15-16; İbn Mâce, Sadakat 21
67] Tirmizî, Siyer 21, hadis no: 1572, 1573
68] Ebû Dâvud, Büyû 9, (3342
69] Ahmed bin Hanbel, I/235, 323
70] Buhârî, İstikrâz 12, Havâlât 1, 2; Müslim, Müsâkat 33, hadis no: 1564; Ebû Dâvud, Büyû 10, hadis no: 3345; Tirmizî, Büyû 68, hadis no: 1308; İbn Mâce, Sadaka, 8; Nesâî, Büyû 100, 101; Muvattâ, Büyû 84; Dârimî, Buyû’, 48; Ahmed bin Hanbel, II/71, 245, 254, 260
71] Ebû Dâvud, Akdiye 29, hadis no: 3628; Nesâî, Büyû 100; İbn Mâce, Sadakat 18, hadis no: 2427; Buhârî, İstikrâz 13
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 25 -
için bir adam(ın cenâzesi) getirildi. Rasûlullah (s.a.s.): "Onun üzerinde borç var, arkadaşınızın namazını siz kılın!" buyurdu. Ben: "(Borç) benim üzerime olsun, ey Allah'ın Rasûlü" dedim. "Sadâkatle mi?" dedi. "Sadâkatle!" dedim. Bunun üzerine cenâzenin namazını kıldı." 72
Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah’a (s.a.s.) üzerinde borç olan bir ölü getirildiği zaman: "Borcunu ödeyecek bir mal bıraktı mı?" diye sorardı. Eğer yeterli mal bıraktığı söylenirse namazını kılardı. Aksi takdirde: "Arkadaşınızın namazını kılın!" derdi. Ancak Allah Teâlâ, Rasûlüne fetihler müyesser ettiği zaman (her getirilenin) namazını kıldı ve ("borcu var mı?" diye) sormadı. Şöyle derdi: "Ben mü'minlere nefislerinden evlâyım. Öyleyse, kim borç veya ağır bir yük veya horanta bırakırsa o banadır, benim üzerimedir. Kim de mal bırakırsa o da kendi vârislerinedir." 73
"Ben her mü'mine kendi nefsinden daha evlâyım/yakınım. Nitekim, kim bir mal bırakırsa bu ailesi içindir. Kim bir borç veya (bakıma muhtaç) horanta/aile efrâdı bırakırsa bu bana aittir ve benim üzerimedir." 74
"Rasûlullah’ta (s.a.s.) bir adamın (parası ödenmemiş) bir devesi vardı. Borcunu istemeye geldi. Bu sırada kaba sözler sarfetti, hatta Ashab'tan bâzıları haddini bildirmek istedi. Ancak Rasûlullah (s.a.s.) buna meydan vermeyip: "Bırakın onu! Hak sahibinin konuşma hakkı vardır" buyurdu, sonra da: "Devesini verin!" diye emretti, (ilgililer) devesini aradılarsa da bulamadılar. Fakat onunkinden daha değerli bir deve buldular. Peygamber Efendimiz: "Bunu verin" dedi. Adam: "Bana borcunu tam ödedin, Allah da sana ödesin" dedi. Allah’ın Rasûlü (s.a.s.): "En hayırlınız, borcunu en iyi ödeyendir!" buyurdu." 75
"Kim, ödemek niyeti ile insanların malını alır ise, Allah bu borcunu ödemeye onu muvaffak kılar. Kim de telef etmek niyetiyle başkalarının malını alırsa Allah onun bereketini giderir, onu telef eder; borcu ödemeye muvaffak olamaz." 76
“Bir kimse ödemek niyetiyle borçlanır, sonra borcunu ödeyemeden ölürse, Yüce Allah onun borcundan vazgeçer ve istediği bedeli vererek alacaklısını râzı eder. Buna karşılık, gönlünde ödemek niyeti olmaksızın borçlanan kimse, borcunu ödemeden ölürse, Allah ondan alacaklıların hakkını alır.” 77
"Bir borçla borçlanan bir kimsenin ödeme niyetinde olduğunu Allah bilince, onun borcunu Allah mutlaka dünyada iken öder." 78
"Kim Allah'ın kendisini kıyâmet gününün sıkıntısından kurtarmasını isterse darda olana nefes aldırsın veya tamamen bağışlayıversin" 79
"Duâsının kabul olunmasını, kederlerinin açılmasını isteyen, borcunu ödeyemeyen,
72] Tirmizî, Cenâiz 69, hadis no: 1069; Nesâî, Cenâiz 67
73] Buhârî, Ferâiz 4, 15, 25, Kefâlet 5, İstikrâz 11, Tefsir Ahzâb 1, Nafakat 15; Müslim, Ferâiz 14, hadis no: 1619; Tirmizî, Cenâiz 69, hadis no: 1070; Nesâî, Cenâiz 67
74] Müslim, Cum'a 43, hadis no: 867; Nesâî, Iydeyn 22
75] Buhârî, İstikrâz 4, 6, 7, 13, Vekâlet 5, 6, Hibe 23, 25; Müslim, Musâkat 118-122, hadis no: 1600-1601; Tirmizî, Büyû 73, 75; Nesâî, Büyû 64; İbn Mâce, Ticaret, 62; Ebu Dâvud, Büyû', 110; Dârimî, Buyû', 31; Muvattâ, Buyû', 89; Ahmed bin Hanbel, VI/375, 390
76] Buhârî, İstikrâz 2, Zikât 18; İbn Mâce, Sadakat 11; Ahmed bin Hanbel, II/361
77] S. Buhârî, Tecrîd-i Sarih Terc. c. 7, s. 273
78] Nesâî, Büyû 99; İbn Mâce, Sadakat 10, hadis no: 2408
79] Müslim, Kasâme 32, hadis no: 1563
- 26 -
KUR’AN KAVRAMLARI
zorda kalmış kimseyi bu durumdan kurtarsın." 80
"Borcunu ödemekte zorluk çeken birisine mühlet veren veya borcunun bir kısmını bağışlayan kimseyi Yüce Allah Cehennem ateşinden korur" 81
Bureyde’den (r.a.) rivâyet edilmiştir. O diyor ki: "Peygamber (s.a.s.)'in şöyle buyurduğunu dinledim: "Borcunu ödemekte zorluk çeken birisine mühlet veren bir kimse her gün için onun gibi bir sadaka vermiş gibi olur." Bureyde devamla dedi ki: Sonra da Onun şöyle buyurduğunu dinledim: "Borcunu ödemekte zorluk çeken birisine mühlet veren bir kimseye, mühlet verdiği her gün için iki katı sadaka yazılır." Bunun üzerine ben: "Ey Allah'ın Rasûlü, seni, borcunu ödemekte zorluk çeken birisine mühlet verene her gün için onun gibi sadaka vardır, derken dinledim; sonra da yine seni, borcunu ödemekte zorluk çeken birisine mühlet veren kişiye her gün için iki kat sadaka verilmiş gibi olur buyurduğunu işittim." Hz. Peygamber şu cevabı verdi: "Borcun vâdesi gelmeden önce verdiği her bir mühlet için onun gibi bir sadaka vardır. Borcun vâdesi geldiğinde ona mühlet verecek olursa, iki katı sadaka vermiş gibi olur." 82
"Menfaat sağlayan her türlü borç fâizdir." 83
“Kim fakir, muhtaç birisine borcunu ödemek konusunda mühlet verir veya alacağını indirirse (ya da tümünü silerse) Allah onu kendi gölgesinden başka gölgenin olmadığı o kıyâmet gününde, arşının gölgesi altında gölgelendirir.” 84
"Sizden önce yaşayanlardan bir tüccar vardı. Halka borç verirdi. Borçluları arasında fakir görürse hizmetçilerine: "Onun borcundan vazgeçiverin, böylece Allah'ın da bizim günahlarımızdan vazgeçeceğini umarız" derdi. Allah da onun günahlarından vazgeçti." 85
Diğer bir rivâyette şöyle gelmiştir: "Bir adam hiç hayır amelde bulunmadı. Ancak halka borç verir ve borcunu toplayan elçisine: ‘Kolay ödeyecekten (zenginden) al, zor ödeyecekten (fakirden) alma, vazgeç. Ola ki Allah da bizim günahlarımızdan vazgeçer’ derdi. Allah Teâlâ bunun üzerine: ‘Haydi senin günahlarından vazgeçtim’ buyurdu." 86
Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) Benî İsrail'den bin dinar borç para isteyen bir kimseden bahsetti. Benî İsrail'den borç talep ettiği kimse: "Bana şâhitlerini getir, onların huzurunda vereyim, şâhit olsunlar!" dedi. İsteyen ise: "Şâhit olarak Allah yeter!" dedi. Öbürü: "Öyleyse buna kefil getir" dedi. Diğeri: "Kefil olarak Allah yeter" dedi. Öbürü: "Doğru söyledin!" dedi ve belli bir vâde ile parayı ona verdi. Adam deniz yolculuğuna çıktı ve ihtiyacını gördü. Sonra borcunu vâdesi içinde ödemek maksadıyla geri dönmek üzere bir gemi aradı, ama bulamadı. Bunun üzerine bir odun parçası alıp içini oydu. Bin dinarı sahibine hitâbeden bir mektupla birlikte oyuğa yerleştirdi. Sonra oyuğun ağzını kapayıp düzledi. Sonra da denize getirip: "Ey Allah'ım, biliyorsun ki, ben falandan bin dinar borç almıştım. Benden şâhit istediğinde ben: "Şâhit olarak Allah
80] Ahmed bin Hanbel, II/23
81] Buhârî, Buyû' 17; Müslim, Zühd 74; Tirmizî, Buyû' 67; İbn Mace, Sadakat 14; Ahmed b. Hanbel, I/327, II/359
82] Ahmed b. Hanbel, IV/442-443, V/300, 308
83] el-Câmiu's-Sağîr, II, 94
84] Tirmizî, Büyû’ 67
85] Buhârî, Sulh 10; Müslim, Müsâkat 19, hadis no: 1557; Tirmizî, Büyû’ 67; Nesâî, Büyû 104
86] Buhârî, Büyû 18, Enbiyâ 50; Müslim, Müsâkât 31, hadis no: 1562; Nesâî, Büyû 104
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 27 -
yeter!" demiştim. O da şâhit olarak sana râzı oldu. Benden kefil isteyince de: "Kefil olarak Allah yeter!" demiştim. O da kefil olarak sana râzı olmuştu. Ben ise şimdi, bir gemi bulmak için gayret ettim, ama bulamadım. Şimdi onu sana emânet ediyorum!" dedi ve odun parçasını denize attı; odun denize gömüldü. Sonra oradan ayrılıp kendini memleketine götürecek bir gemi aramaya başladı. Borç veren kimse de, parasını getirecek gemiyi beklemeye başladı. Gemi yoktu, ama içinde parası bulunan odun parçasını buldu. Onu ailesine odun yapmak üzere aldı. (Balta ile) Parçalayınca parayı ve mektubu buldu. Bir müddet sonra borç alan kimse geldi. Bin dinarla adama uğradı ve: "Paranı getirip ödemek için aralıksız gemi aradım. Ancak beni getirenden daha önce gelen bir gemi bulamadım" dedi. Alacaklı: "Sen bana bir şeyler göndermiş miydin?" diye sordu. Öbürü: "Ben sana, daha önce bir gemi bulamadığımı söyledim" dedi. Alacaklı: "Allah Teâlâ, senin odun parçası içerisinde gönderdiğin parayı sana bedel ödedi. Bin dinarına kavuşmuş olarak dön" dedi." 87
"Borç, Allah'ın hoşlanmadığı bir şeye ait olmadığı müddetçe, Allah Zülcelâl, borcunu ödeyinceye kadar borçlu ile birliktedir." Râvî der, ki: "Abdullah İbn Cafer, vekil harcına derdi ki: "Git, benim için borç al. Zira ben, Rasûlullah'tan bu hadisi işittikten sonra Allah'ın benimle olmadığı bir gece geçirmekten hoşlanmam." 88
"Müslümanlar kendi aralarında belirledikleri şartlara uyarlar." 89
"Kim ödememek kastıyla borca girerse Allah'ın huzuruna hırsız olarak çıkar." 90
"Üzerinde bir dinar veya bir dirhemlik borçla ölen kimsenin borcu, onun hayır ve hasenatından ödenir. Orada (mahşer yerinde) ne dinar ne de dirhem vardır." 91
"Kim bir borçluya mühlet verirse, her gün için bir sadaka sevabı kazanır. Kim onun borcunu vâdesi geldikten sonra tehir ederse, tehir ettiği müddetçe, her geçen gün (alacağı mal kadar) sadaka yazılır." 92
Rasûlullah (s.a.s.), bir hak sahibine: "Sen hakkını (borçludan) imkân nispetinde günahlara girmeden al" buyurdular. 93
Ebû Sa'îdi'l-Hudrî (r.a.) anlatıyor: "Bir bedevi Rasûlullah’a (s.a.s.) gelerek, Efendimizin uhdesinde bulunan alacağını istedi ve bunu yaparken seri davrandı. Hatta: "Borcunu ödeyinceye kadar seni tâciz edeceğim" dedi. Ashab-ı Kirâm bedeviyi azarlayıp: "Yazık sana! Kiminle konuştuğunu bilmiyorsun galiba!" dediler. Adam: "Ben hakkımı talep ediyorum" dedi. Rasûlullah (s.a.s.), ashâbına: "Sizler niçin hak sahibinden yana değilsiniz?" buyurdu ve Havle Bintu Kays’a (r.anhâ) adam göndererek: "Sende kuru hurma varsa benim borcumu ödeyiver. Hurmamız gelince borcumuzu sana öderiz" dedi. Havle: "Hay hay! Babam sana kurban olsun Ey Allah'ın Rasûlü!" dedi. Kadın, Rasûlullah'a borç verdi, o da bedeviye olan borcunu kapadı ve ayrıca yemek ikram etti. (Bu tavırdan memnun kalan) bedevi: "Borcunu güzelce ödedin. Allah da sana mükâfatını tam versin" diye memnûniyetini
87] Buhârî, Kefâlet 1; Büyû 10, İsti'zân 25
88] Kütüb-i Sitte Terc ve Şerhi, c. 17, s. 287
89] Buhârî, İcâre 14, 50
90] Kütüb-i Sitte Terc ve Şerhi, c. 17, s. 288
91] Kütüb-i Sitte Terc ve Şerhi, c. 17, s. 288
92] Kütüb-i Sitte Terc ve Şerhi, c. 17, s. 289
93] Kütüb-i Sitte Terc ve Şerhi, c. 17, s. 289
- 28 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ifade etti: Peygamberimiz de: "İşte bunlar (borcunu hakkıyla ödeyenler) insanların hayırlılarıdır. İçindeki zayıfların, incitilmeden haklarını alamadıkları bir cemiyet iflâh olmaz" buyurdular." 94
"Bir müslümana bir şeyi iki kere borç olarak veren hiçbir müslüman yoktur ki, onun bu davranışı, o şeyi bir kere sadaka etmiş gibi sevap olmasın!" 95
Hz. Âişe (r. anhâ): "Rasûlullah’ın (s.a.s.) zırhı, bir yahûdinin yanında otuz ölçek arpaya karşılık rehin edilmiş bulunduğu halde vefat etti." 96
"Miraç gecesinde cennetin kapısı üzerinde şu ibârenin yazılı olduğunu gördüm: ‘Sadaka on misliyle mükâfatlandırılacaktır. Ödünç para on sekiz misliyle mükâfatlandırılacaktır.’ Ben: ‘Ey Cibrîl! Ödünç verilen şey ne sebeple sadakadan daha üstün oluyor?’ diye sordum. ‘Çünkü dedi, dilenci (çoğu kere) yanında para olduğu halde sadaka ister. Borç isteyen ise, ihtiyacı sebebiyle borç talebinde bulunur." 97
"Borcunu ödemekte zorluk çeken birisine mühlet veren veya borcunun bir kısmını bağışlayan kimseyi Yüce Allah Cehennem ateşinden korur." 98
Rasûlullah (s.a.s.) hemen her gün sabah akşam şu duâyı yapardı: “Allah’ım! Günahtan ve borçtan Sana sığınırım.” Bu duâyı devamlı yapınca, merakını yenemeyen bir sahâbi: ‘Yâ Rasûlallah! Borçtan ne kadar da çok Allah’a sığınıyorsun” demişti. Bunun üzerine Allah Rasûlü şöyle buyurdu: “Kişi borçlandığı zaman (ödeyemediğinde) yalan söyler, söz verir, sözünde durmaz.” 99
“Bir müslümanın dünya sıkıntılarından birisini rahatlatan kimsenin, Allah kıyâmet günü sıkıntılarından bir sıkıntısını rahatlatır. Zor durumda olan birisine kolaylık sağlayana, Allah dünyada da, âhirette de kolaylık sağlar. Kul kardeşine yardımcı olmaya devam ettiği müddetçe, Allah da o kula yardımcı olur...” 100
“Kim bir mü’minin dünyevî sıkıntılarından birini giderirse Allah da onu kıyâmet günü kederlerinden birini giderir. Kim bir fakire kolaylık gösterirse, Allah da ona dünyada ve âhirette kolaylık gösterir. Kim bir müslümanın ayıbını örterse, Allah da onun dünya ve âhirette (ayıbını) örter. Kişi kardeşinin yardımında olduğu müddetçe, Allah da onun yardımındadır.” 101
"Allah için sadaka verdiğiniz mal, sizin kendi malınızdır; geriye bıraktığınız mal ise sizin değil, vârisinizin malıdır." 102
"Sizi çokluk mahvetti. İnsanoğlu 'malım, malım!" der. Yiyip tükettiğinden, ya da giyip eskittiğinden veya sadaka verdiğinden başka senin malın mı var? (Çünkü bundan ötesi
94] Kütüb-i Sitte Terc ve Şerhi, c. 17, s. 290
95] Kütüb-i Sitte Terc ve Şerhi, c. 17, s. 292
96] Buhârî, Cihad 89, Meğâzi 86; Tirmizî, Büyû' 7; Nesâî, Büyû' 58, 83; Dârimî, Büyû' 44; Ahmed bin Hanbel, I/236, 300, 301, 361, III/102
97] İbn Mâce, Sadakat 19, hadis no: 2431
98] Buhârî, Büyû' 17; Müslim, Zühd 74; Tirmizî, Büyû' 67; Ibn Mâce, Sadakat 14; Ahmed bin Hanbel I/327, II/359
99] Buhârî, İstikraz 10
100] Buhârî, Mezâlim 4; Müslim, Birr 58; Ebû Dâvud, Edeb 46
101] Müslim, Zikr 38; Ebû Dâvud, Edeb 68; Tirmizî, Hudûd 3, Birr 19, Kırâat 3
102] Buhârî, Rikak 12; Müslim, Zühd 3; Tirmizî, Zühd 31, Tefsîr Sûre 102; Ahmed bin Hanbel, IV/24, 26
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 29 -
başkasının eline geçer.) 103
“Cebrâil (a.s.) bana komşu hakkında o kadar aralıksız tavsiyede bulundu ki, komşuyu komşuya vâris kılacağını zannettim.” 104
"Kulların sabahladığı her bir günde muhakkak iki melek iner. Birisi, 'Allah'ım! Malını infak edene halef ver (yerini doldur)' der. Diğeri de: 'Allah'ım! Malını vermeyene telef ver (malını yok et)' der." 105
“Kim Allah’a ve âhirete iman ediyorsa misâfirine ikrâm etsin. Kim Allah’a ve âhiret iman ediyorsa komşusuna ihsanda (iyilikte) bulunsun. Kim Allah’a ve âhirete iman ediyorsa ya hayır söylesin veya sussun.” 106
“Birbirinize haset etmeyin. Müşteri kızıştırmayın. Birbirinize buğzetmeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin. Biriniz diğerinin pazarlığı üzerine satış yapmasın. Kardeş olun, ey Allah’ın kulları! Müslüman müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz, onu tahkîr etmez. (Üç defa kalbine işaret ederek:) Takvâ buradadır. Kişiye kötülük adına müslüman kardeşini tahkir etmesi kişiye kötülük adına kâfidir. Müslümanın her şeyi; kanı, malı ve ırzı müslümana haramdır.” 107
“... Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona yardımı kesmez, ona yalan söylemez, ona zulmetmez. Herbiriniz, kardeşinin aynasıdır, onda bir rahatsızlık görürse bunu ondan gidersin.” 108
“Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu tehlikede yalnız bırakmaz. Kim, kardeşinin ihtiyacını görürse Allah da onun ihtiyacını görür. Kim bir müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, Allah da o sebeple onu kıyâmet gününün sıkıntısından kurtarır. Kim bir müslümanı(n kusurlarını) örterse, Allah da onu kıyâmet günü örter.” 109
“Küçüklerimize merhamet, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.” 110
"Şüphesiz, borç sahibi (ödemeden) ölünce, borcu Kıyâmet günü ondan (sevaplarından) alınır. Fakat şu üç sebeple borçlanan kimse bu hükmün dışındadır:
1) Adamın gücü Allah yolunda (savaşta) zayıflar, o da Allah düşmanına ve kendi düşmanına karşı kuvvetlenmek için borçlanır.
2) Bir adamın yanında bir müslüman ölür, onu kefenleyip gömecek parası olmaz, bu maksatla borçlanır.
3) Bir adam, bekârlık sebebiyle nefsinden Allah'a karşı korku hisseder. Dinine zarar gelir endişesiyle (borçlanarak) evlenir. Allah Teâlâ, Kıyâmet günü, bunların borçlarını kendisi öder." 111
"Borcun sebep olduğu keder kadar ciddi bir keder, göz ağrısı kadar dayanılmaz bir ağrı yoktur." 112
103] Müslim, Zühd 3; Tirmizî, Zühd 31; Nesâî, Vesâyâ 1; Ahmed bin Hanbel, IV/24, 26
104] Buhârî, Edeb 28; Müslim, Birr 140; Ebû Dâvud, Edeb 132; Tirmizî, Birr 28
105] Müslim, Zekât 57
106] Buhârî, Edeb 31, 85, Nikâh 80, Rikak 23; Müslim, İman 74; Ebû Dâvud, Edeb 132
107] Müslim, Birr 32
108] Tirmizî, Birr 17, 18; Müslim, İman 95
109] Ebû Dâvud, Edeb 4; Tirmizî, Hudûd 3; Buhârî, Mezâlim 3, İkrâh 7; Müslim, Birr 58
110] Tirmizî, Birr 15; Ebû Dâvud, Edeb 58; Ahmed bin Hanbel, I/257
111] Kütüb-i Sitte Terc ve Şerhi, c. 17, s. 294
112] Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, c. 7, s. 179
- 30 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"Borç Allah'ın yeryüzündeki zillet boyunduruğudur, Allah bir kulu zelîl etmek dilerse onu boynuna geçirir." 113
"Kişi borçlanınca konuşur, yalan söyler, vaad eder, sözünü tutmaz." 114
"Borçtan kaçının; zîra o, gece keder, gündüz de zillet vesilesidir." 115
Rasûlullah (s.a.s.) zamanında fiyatlar yükselince, insanlar: 'Yâ Rasûlallah! Eşyaların fiyatları yükseldi, bizim için fiyatları belirle (narh koy)' dediler. Rasûlullah (s.a.s.) de: "(Eşyanın) Fiyatı(nı) tâyin ve tesbit eden (piyasada) darlık ve bolluk veren, rızıklandıran ancak Allah'tır ve gerçekten ben, sizden hiçbir inizin mal ve can husûsunda bir zulüm sebebiyle benden dâvâcı olmadığınız halde Allah Teâlâ'ya kavuşmak isterim." 116
"Nefsimi elinde tutan Zât'a kasem olsun, bir adam Allah yolunda öldürülse, sonra diriltilse, tekrar öldürülse, sonra diriltilip tekrar öldürülse, üzerindeki borcu ödenmedikçe cennete giremez." 117
"Borçlu ölen kimse kabirde bağlıdır, onu kurtaracak tek şey borcunun ödenmesidir." 118
"Kim borçluya mühlet tanır veya bağışlayıverirse, Allah, kendi gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı günde (kıyâmet gününde) onu arşının gölgesinde gölgelendirir." 119
"Borçlu ölen kimse, kendi adına borcu ödeninceye kadar kabrinde rehinlenmiş gibidir." 120
"Borcunu ödeme niyetinde olan hiçbir kul yoktur ki Allah'tan yardım görmesin." 121
"Allah, borcunu ödeyinceye kadar (iyi niyet sâhibi) borçlu ile berâberdir" 122
"Biriniz bir mal (veya para) ödünç verip sonra malı alan şahıs, borç verene bir hediye verdiği veya onu bineğe bindirmek istediği zaman, sakın o bineğe binmesin ve o hediyeyi kabul etmesin. Meğerki, borç işinden önce, bu kişiler arasında bu çeşit iş cereyan etmiş olursa, o başka (o takdirde hediye alınabilir)." 123
İbn Abbas radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Bir adam, kendisine on dinar borcu olan kimsenin peşini bırakmadı. Ve hatta dedi ki: "Sen bunu bana ödeyinceye veya bir kefil gösterinceye kadar peşini bırakmayacağım." Resûlullah (s.a.s.) o borcu üzerine aldı (borca kefil oldu). Bunun üzerine adam, münasip olmayan bir tarzda Resûlullah (s.a.s.)'a parayı getirdi. Rasûlullah, borcu adam adına ödeyiverdi ve şunu söyledi: "Kefil, borçludur." 124
113] Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, c. 7, s. 179
114] Buhârî, İstikraz 10
115] Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, c. 7, s. 179
116] Ebû Dâvud, Büyû' 51; Tirmizî, Büyû' 73; İbn Mâce, İmâret 27; Dârimî, Büyû' 13; Ahmed bin Hanbel, II/327, III/85, 106, 286
117] Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, c. 7, s. 179
118] Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, c. 7, s. 179
119] Tirmizî, Büyû’ 67
120] Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, c. 7, s. 180
121] Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, c. 17, s. 287
122] Kütüb-i Sitte Terc ve Şerhi, c. 17, s. 287
123] İbn Mâce, Sadaka 19, hadis no: 2432
124] Ebû Dâvud, Büyü' 2, hadis no: 3328; İbn Mâce, Sadakat 9, hadis no: 2406
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 31 -
"Âriyet (sahibine) verilecektir. Kefil borçludur, borç ödenmelidir." 125
İmam Mâlik'e ulaştığına göre, bir adam İbn Ömer (r.a.)'e gelerek: "Ben birisine bir borç verdim. Bana, bunu daha üstün bir şekilde iâdesini şart koştum" dedi ve hükmünü sordu. İbn Ömer (r.a.): "Bu ribâdır/fâizdir" diye cevap verdi ve şu açıklamada bulundu: "Borç verme işi üç şekilde cereyan eder.
1- Borç vardır, bunu vermekle sâdece Allah'ın rızâsını düşünürsün. Karşılığında sana rızâ-yı İlâhî vardır.
2- Borç vardır, bununla arkadaşını memnun etmek istersin.
3- Borç vardır, temiz bir malla pis bir şey almak için bu borcu verirsin. İşte bu ribâdır/fâizdir."
Adam: Öyleyse bana ne emredersiniz, ey Ebû Abdirrahman? diye sordu. İbn Ömer şu açıklamada bulundu: "Akdi/anlaşmayı yırtmanı tavsiye ederim. Borçlu, verdiğin miktarı aynen iâde ederse alırsın. Verdiğinden daha az iâde eder, sen de kabullenip alırsan sevap kazanırsın. Eğer sana, daha iyi bir şeyi gönül hoşluğu ile verirse, bu sana bir teşekkürdür, böylece teşekkürünü ifade ediyor demektir. Sana ayrıca, ona vâde tanıdığın için sevap vardır." 126
Mücâhid'in anlattığına göre, "İbn Ömer (r.a.) bir miktar borç para aldı. Bunu sahibine daha iyi bir şekilde ödedi. Borç veren adam: "Bu verdiğimden fazladır" diyerek almak istemedi. İbn Ömer adama: "Biliyorum, ancak, gönlüm bu şekilde rahat edecek" dedi. 127
"Cimri kişi, Allah'a uzak, cennete uzak, insanlara uzak ve cehennem ateşine yakındır." 128
"Malda zekâttan başka da hak vardır." 129
Borç ve Borç Vermeyle İlgili Hükümler
Borç: Geri verilmek üzere alınan para veya eşya; bir veya birkaç kişiye yahut bir kuruma karşı yerine getirilmesi gereken yükümlülük, ödünç demektir. Borç yahut fıkhî terim olarak "deyn" genellikle borçlunun ödemeyi taahhüt ettiği nakit veya borçlunun zimmetinde bulunan mislî eşya; yani ölçü, tartı vb. yollarla benzeri ile ödenebilen eşya karşılığında kullanılan bir terimdir. Borcun zimmetinden maksat da şahsın borcu yüklenme kabiliyetidir.
İnsanların birbirleriyle yardımlaşma yollarından biri de borç alıp vermedir. Borç alıp verme işlemi İslâm'da nakit para gibi sayılabilen; buğday, arpa, pirinç gibi ölçülebilen yahut altın, gümüş ve et gibi tartılabilen; ya da yumurta ve ceviz gibi büyüklükleri birbirlerine yakın olan mallarda geçerlidir. Fakat hayvan vs. gibi herbirinin kendine göre ayrı ayrı değer ve özelliği bulunan mallarda borçlanmanın olup olmayacağı hususu ise İslâm hukukçuları arasında ihtilaflı bir konudur. Böyle bir borçlanmanın câiz olmadığı kanaatinde olan Hanefî hukukçuları; "alınan borç harcanır, sonra benzeri ödenir. Canlı bir koyun borç
125] Tirmizi, Büyû' 39, hadis no: 2121, Vesâyâ 5, hadis no: 1265; Ebû Dâvud, Büyü' 90, hadis no: 3569
126] Muvattâ, Büyû 92; İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/120
127] Muvattâ, Büyû: 90; İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/120
128] Tirmizî, Birr 40
129] Tirmizî
- 32 -
KUR’AN KAVRAMLARI
alındığında tamamen aynı özelliklere sahip bir koyun bulunmayabilir. Onun için bu gibi borçlanmalarda taraflardan biri mağdur olabilir" demektedirler. Borç alınan para, para ile; buğday, buğday ile ödenir. Fazla bir şey verilmez, istenirse fâiz olur.
Borç verme İslâm'da sevaptır. Dinimiz bunu teşvik etmiştir. Hatta bazı durumlarda sadaka vermekten de sevaptır. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: "Eğer Allah'a içten gelen istekle ödünç verirseniz, Allah onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar."130 Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de bir sadakaya on misli sevap verileceğini, borç vermeye ise on sekiz misli sevap verileceğini bildirmiştir. 131
Bir kimse borç verdiği para vs.'nin bir kısmını veya tamamını bağışlayabilir. Borçlusu güç durumda ise ona kolaylık gösterilmesine, hatta mümkün ise alacağını bağışlamasını teşvik etmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Borçlu darda ise eli genişleyinceye kadar ona mühlet verin. Bilmiş olsanız borcu bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır"132 buyrulur. Yani şâyet borçlulardan herhangi bir kimse zor durumda kalmış ise "darda ise, eli genişleyinceye kadar mühlet veriniz." Böyle bir durumda verilecek olan hüküm, onun borcunu rahatlıkla ödeyebileceği zamana kadar imkân tanımaktır.
"Eğer bilirseniz sadaka olarak bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır." Borçlunuz olan kimse borcunu ödeyemeyecek kadar zor durumda olursa ona mallarınızı veya bir kısmını sadaka olarak bağışlamanız kıyâmet gününde sizin için daha hayırlıdır. Burada "eğer bilirseniz" şartının getirilmesi teorik olarak bilmeden kasıt, beraberinde amelin de sözkonusu olduğu bir bilgidir. Buna göre takdirî mânâ şöyle olur: "Şâyet sizler bunun Allah katında olduğunu bilerek gereğince amel edecek olursanız, ona sadaka olarak bağışlamanız için daha hayırlıdır."
Taberâni İbn Abbas'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Borcunu ödemekte zorluk çeken birisine kolaylıkla ödeyeceği zamana kadar mühlet veren bir kimseye, Allah da günahı sebebiyle tevbe edinceye kadar mühlet verir."
Borçlunun alacaklıdan biraz indirim yapmasını istemesi câizdir. Mâlikîlerden bazıları bunu mekruh görmüşlerdir; zira bunda bir minnete katlanma vardır. Kurtubî: "İhtimal kerâheti mutlak söyleyenlerin maksatları bunun hilâf-ı evlâ olduğunu anlatmaktır" demiştir. Aynî, İmam A'zam'ın görüşünün de böyle olması gerektiğini söylemiştir. Nevevî indirim istemekte beis olmadığını söyledikten sonra: "Lâkin zarûret yokken ısrar derecesine, nefsi tahkîre veya ezâya vardırmamak şarttır" diyor.
Rasûlullah (s.a.s.) bir kafileden, yanında parası olmadığı halde borç para alarak bir dana satın aldı. Danaya kâr verildi. Rasûlullah da sattı. Kârı, Abdülmuttaliboğullarının muhtaç kadınlarına dağıttı ve: "Bundan sonra yanımda para olmadan hiçbir şey satın almayacağım" buyurdu. 133
Diğer bir husus da borcun gereksiz ve mâzeretsiz olarak geciktirilmesidir. Bu konuda Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlardır: “Zenginin borcunu geciktirmesi
130] 64/Teğâbun, 17
131] et-Terğîb ve't-Terhîb, II, 40
132] 2/Bakara, 280
133] Ahmed b. Hanbel, I/235, 323
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 33 -
zulümdür. Biriniz (alacağı) bir zengine havale edilirse kabul etsin.” 134 Burada, hadis metninde geçen "matl" (geciktirme): bir kimsenin borcunu vermeyi geciktirmesi, alacaklıyı oyalaması, savsaklaması karşılığında kullanılmıştır. Kurtûbi bu kelimenin, "ödemesi gereken borcu, imkânı varken ödememek" mânâsına olduğunu söyler. Hadis-i şerif'te, borcunu ödeme imkânına sahip olduğu halde, borcu ödemeyip geciktirmenin zulüm olduğu belirtilmektedir. Bazı âlimler ise bu cümlenin "zengine olan borcu geciktirmek zulümdür" mânâsına geldiğini söylerler. Bu durumda hadisi "Zengine olan borcu ödemeyip geciktirmek zulüm olduğuna göre, fakire olanı geciktirmek öncelikle zulümdür" şeklinde anlamak gerekir. Ancak, yukarıda da işaret edildiği gibi, âlimlerin büyük çoğunluğu önceki mânâyı benimsemiş ve hadisi "Zenginin, borcunu geciktirmesi zulümdür" şeklinde anlamışlardır.
Rasûlullah (s.a.s.) genç bir deve borç almıştı. Kendisine, sadaka develeri geldi. (Alacaklı) Adama genç devesinin ödenmesini emretti. "Develer arasında altı yaşını doldurmuş güzel bir deveden başkasının bulunmadığını söylediler. Bu deve, borç alınan deveden çok kıymetli idi. Bu zekât devesini satın alıp borcuna karşılık bunun verilmesini isteyerek şöyle buyurdu: "Adama bunu ver, şüphesiz insanların en hayırlısı borcunu en iyi ödeyendir." 135 Hadîs'in zâhiri, hayvanı borç alıp vermenin caiz olduğuna delâlet etmektedir. Evzai, Leys, İmam Malik, İmam Şafii ve Ahmed b. Hanbel bu görüştedirler. Hanefîlere göre, yukarıda ifade edildiği gibi sadece para ve mislî olan mallar borç verilebilir.
Mislî mal; piyasada benzeri bulunan, telef edildiğinde değeri değil, misli ile tazmin olunan mallardır. Bunlar, mekîl (ölçekle alınıp satılan mallar) mevzûn (tartı ile alınıp satılan mallar) ve ceviz, yumurta gibi büyüklükleri birbirlerine çok yakın olan aded-i mütekarib mallardır. Hanefîler bu sayılanların dışındaki mallarda borç alıp vermeyi kabul etmezler. Çünkü bu adâletli bir ödemeye imkân vermez. Hayvan da, borç olarak verilmesi câiz olmayan mallardandır. Nevevî bu hadislerin Hanefîler aleyhine delil olduğunu söylerse de; Tahavî, Meâni'l-Âsâr adındaki eserinde, hayvanı borç vermenin câiz olmadığına işaret eden bazı hadisler rivâyet eder. İbn Abbas (r.a.) şöyle der: "Hz. Peygamber (s.a.s.) veresiye olarak hayvan mukabilinde satmayı nehyetti."136 Câbir (r.a.) şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.s.) peşin olarak iki hayvanı bir hayvan karşılığında satmakta bir beis görmez, fakat veresiye olarak satışını kerih görürdü. 137
Tahavî; bu hadislerin hayvanı hayvan mukabilinde veresiye olarak satmayı câiz gören hadisleri neshettiğini, hayvanı ödünç almanın da aynı hükümde olduğunu söyler. Tahavî daha sonra, karşı görüş sahipleri tarafından ileri sürülen bazı itirazlara işaret ederek, bunları cevaplandırır. Hadis-i Şerif'in delâlet ettiği diğer bir anlam da şudur: Borç alan kişi, borcunu aldığından daha üstün bir şekilde ödeyebilir. Çünkü Hz. Peygamber borç olarak genç bir deve almış ve bunu yedi yaşına girmiş iyi bir deve ile ödemiştir.
134] Buhârî, Havâle 1-2; İstikraz, 12; Müslim, Müsâkat, 33; Ebû Davûd, Buyû’, 10; Nesâi, Buyû’, 100, 101; Tirmizî, Buyû’, 68; İbn Mâce, Sadaka, 8; Muvattâ, Buyû’, 84; Dârimî, Buyû’, 48; Ahmed bin Hanbel II/71, 245, 254, 260
135] Müslim, Musâkât, 118, 128; Tirmizî, Buyû', 73; Nesâi, Buyû', 64; İbn Mâce, Ticaret, 62; Dârimî, Buyû', 31; Mâlik, Buyû', 89; Ahmed b. Hanbel, VI, 375, 390
136] Şerhu Meâni'l-Âsâr, IV, 60
137] Şerhu Meâni'l-Âsâr, IV, 60
- 34 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"Bekr" denilen genç deve, yedi yaşına giren deveye nisbetle daha az değerlidir. Üstelik bu iyi bir davranıştır, müstehaptır. Üstünlük borcun miktarı yönünden olabileceği gibi; kalitesi yönünden de olabilir. Meselâ bir milyar TL. borç alan bir kimse, borcunu bir milyar yüz milyon TL. olarak verebilir. Yine ikinci kalite buğday borç alan, borcunu öderken birinci kaliteden ödeyebilir. Ancak bunun borç verme esnâsında şart koşulmamış olması gerekir. Ama borç alınırken borcu daha fazlasıyla veya daha iyisiyle ödeme ya da borçlunun alacaklıya fayda temin edecek başka bir şeyi yapması şart koşulursa bu câiz değildir; fâizdir. Peygamber Efendimiz bir hadisinde "Menfaat sağlayan her türlü borç fâizdir" buyurmuştur.138 İmam Mâlik'e göre şart koşulmamış bile olsa, borcu miktar olarak fazlasıyla ödemek câiz değildir. Hadisteki "insanların en hayırlısı, borcunu en iyi şekilde ödeyendir" cümlesi İmam Mâlik'e karşı delil olarak ileri sürmüştür.
Borcun Yazılması
Kur'an'daki her hüküm âyetindeki açıklık gibi borçlanma konusunda da öylesine pratik bir hüküm ortaya konmuştur ki, bu hükme uyanlar hiçbir zaman öteki hükümleri kabul edenler gibi perişan olmazlar. Çünkü Kur'an, müminler için rahmet ve şifâdır. Onun şifâ oluşu ona teslim olanlar tarafından görülmüş ve yaşanmaktadır. Hakikatte onu kabul eden ve fakat hükmüne teslim olmayan için Kur'an, ne rahmet, ne de şifâdır. Bugün alışverişlerini Kur'an'a göre yapmayanlar, ekonomik birtakım prensiplerden medet ummaktadırlar. Oysa Allah Teâlâ'nın emri dikkate alınmış olsa ve bu emirle yaşanmış olunsa bütün iç ve dış borçlanmalar kendiliğinden ve Allah'ın yardımıyla bir rahmet olarak karşımıza çıkar.
Kur'an'da toplum içinde yerleştirilmek istenen prensip, malın yok olmaması ve muayyen bir zaman için alınan borçlar hususunda borcun miktarının yazılmasıdır. Bunu yazmak, isteğe bağlı olarak değil; âyet-i kerîme ile farz kılınmış bir husustur. Âyet de hiçbir yoruma tâbi tutulmayacak kadar açıktır: "Ey iman edenler, muayyen bir zaman vaadiyle borçlandığınızda onu yazın. Aranızda bir kâtip de doğrulukla yazsın. Yazan Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin; yazsın. Hak kendi üzerinde olan da yazdırsın. Şâyet, borçlu, sefih, küçük ve kendisi yazdıramayacak durumda ise, velîsi dosdoğru yazdırsın. Erkeklerden iki de şâhit tutun. Eğer iki erkek bulunmazsa şâhitlerden râzı olacağınız bir erkek, biri unuttuğunda diğeri ona hatırlatacak iki kadın olabilir. Şâhitler çağırıldıklarında çekinmesinler. Borç, küçük veya büyük olsun onu müddeti ile beraber yazmaktan üşenmeyin. Bu Allah yanında adâlete daha uygun, şâhitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemenize de daha yakındır... " 139
Süfyan es-Sevrî, "Ey iman edenler, muayyen bir vâde ile borçlandığınız zaman onu yazın" âyet-i kerîmesi hakkında İbn Abbâs'tan şu sözü nakleder: "Bu âyet-i kerîme belli bir vâde ile yapılan selef (vâdeli satış) hakkında nâzil olmuştur." Katâde İbn Abbâs'tan rivâyet ediyor ki, O: "Ben şehâdet ederim ki belli bir vâde taşıyan selefi (vâdeli satışı) Allah Teâlâ helâl kılmış ve buna izin vermiştir" deyip, sonra da: "Ey iman edenler, muayyen bir vâde ile borçlandığınız zaman, onu yazın" âyet-i kerîmesini okumuştur.
Süfyan İbn Uyeyne tarikıyla İbn Abbâs'tan rivâyet edildiğine göre o şöyle
138] Suyutî, el-Camiu's-Sağir, II, 94
139] 2/Bakara, 282
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 35 -
demiştir: Rasûlullah (s.a.s.) Medine'ye geldiğinde Medineliler bir, iki ve üç senenin meyvesinden selef (vâdeli satış) yapıyorlardı (Parayı peşin alarak bir, iki ve üç senenin mahsulünü satıyorlardı). Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdular: "Kim selef yaparsa belli bir ölçü, belli bir ağırlık ve belli bir vâde ile selef yapsın." 140
İbn Cüreyc der ki: Kim borçlanırsa yazsın, kim alış-veriş yaparsa şâhit tutsun. Katâde der ki: "Bize anlatıldığına göre, Ebû Süleyman el-Mar'aşî Kâ'b'ın arkadaşlarından birisiydi. Bir gün arkadaşlarına şöyle sordu: "Rabbına duâ ettiğinde duâsına icâbet edilmeyen mazlûmu biliyor musunuz?" ona "Bu nasıl olur?" diye sorduklarında: "Bir adam belli bir vâde ile satış yapar, şâhit tutmaz ve yazmaz, malının zamanı gelince sahibi bunu inkâr eder, o da Rabbına duâ eder, ama duâsına icâbet edilmez. Çünkü o, Rabbına isyan etmiştir" dedi.
"Aranızda bir kâtip de doğrulukla (hak üzere) yazsın. Yazarken kimseye ihânet etmesin. Ne eksik, ne fazla; tarafların ittifak ettiği şeyi yazsın. Yazan Allah'ın kendisine (bilmediği şeyleri) öğrettiği gibi (herhangi bir zarûret olmasa da insanlar kendisinden bir şey yazmasını istedikleri vakit) yazmaktan çekinmesin ve yazsın." İlâhî hükmü ile bu hususta görev yapacakların tavır ve görevleri de belirleniyor: Allah Teâlâ buyuruyor: "Hak kendi üzerinde olan (borçlu da zimmetinde olan borcu yazdırsın. Rabbi olan Allah'tan korksun da ondan bir şey (gizleyip) eksiltmesin. Şâyet borçlu beyinsiz/sefih, küçük (ya da deli) veya (konuşamama ya da yanlıştan doğruyu ayıramayacak derecede câhil olması sebebiyle) kendisi söyleyip yazdıramayacak durumdaysa, velîsi dosdoğru yazdırsın."
Allah Teâlâ'nın: "Erkeklerinizden iki de şâhit tutun" buyruğu, yazıyla birlikte daha sağlam olması için şâhit tutmayı emretmektedir. "Eğer iki erkek bulunmazsa; bir erkek ve iki kadın olabilir." Bu durum, ancak mallarda ve kendisiyle malın kastolunduğu şeylerde (akidlerde) olabilir.
İslâm'ın insanlığa getirdiği güzel mesajlardan biri müsâmaha ve sevimliliktir. İslâm, tamahkârlık, bencillik, egoistlik ve cimrilik çölünde, insanoğlunun sığınabileceği yegâne gölgeliktir. Bu din hem borçlanan, hem de borç veren için ve gölgesine sığınan bütün topluluklar için bir rahmet ve şefkat kucağıdır. Çağdaş câhiliyyenin bencil duygularıyla yetişmiş olan kimselere bu kelimeler bir mânâ ifade etmeyebilir. Özellikle fâizle beslenmiş kapitalistlerin dünyasında bu güzel duyguların hiç yeri yoktur. 141
Borç Senedi
Borç senedi; Belli bir vâde sonunda ödenecek borçlar için düzenlenen belgeye denir. Kur’an’da; "Ey iman edenler, belli bir vâdeye kadar borçlandığınız zaman bunu yazın." 142 buyrularak, vâdeli borçlanmaların yazıyla tespit edilmesinin gerekli oluşu; hatta (aynı âyetin devamında), daha önemli borçlanma ve akitlerde iki erkek şâhidin temini; bu bulunmazsa bir erkekle iki kadın şâhit bulundurulması veya borca karşılık rehin (ipotekli mal) istenebileceği belirtilmiştir. Buna, kefil talebi hakkı da eklenebilir. İşte bütün bu teminatlar, unutmaya karşı bir tedbir veya borcun tamamen veya kısmen inkârı hâlinde ispat kolaylığı sağlamak içindir. Düzenlenecek senetler ihtilâf hâlinde mahkemede bir ispat aracı olarak kullanılacak ve gerektiğinde borcun zor kullanılarak ödenmesi sağlanacaktır.
140] Buhârî, Selem, 7
141] Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c.1, s. 245-248
142] 2/Bakara, 282
- 36 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Günümüzde bono, çek, poliçe, el senedi, makbuz, alındı belgesi, borçlunun imzasını taşıyan defter kayıtları "borç senedi" niteliğindeki yazılı belgelerdir. Bunlar usûlüne göre düzenlenince doğrudan veya mahkeme aracılığı ile tahsil edilebilmektedir.
Borç senedi, alacaklıya senette yazılı miktar kadar alacak hakkı doğurur. Ancak borcun ödenmesiyle ilgili çıkabilecek masraflar da borçluya aittir. Pul parası, protesto ve icra masrafları gibi. İslâm hukukunda alım satımlarda prensip olarak satılan malın teslimi ile ilgili masraflar satıcıya; satış bedelinin peşin veya vâdeli ödenmesiyle ilgili masraflar da alıcıya, yani borçluya aittir. Çünkü borcun tam olarak îfâsı ancak bu şekilde mümkündür 143.
İslâm hukukunda, bir satım akdinde, satılan malın teslimi ile satış bedelinin ödenmesi, peşin veya veresiye durumuna göre dört şekilde düşünülebilir:
1) Satılan mal da satış bedeli de peşin. Bunun câiz olduğunda görüş birliği vardır.
2) Satılan mal veresiye; satış bedeli peşin. Buna İslâm hukukunda "selem" veya "selef" akdi adı verilir. İhtiyaç duyulduğu ve eski bir örf olduğu ve naslarla çatışmadığı için Rasûlullah (s.a.s.) tarafından selem akdine izin verilmiştir 144. Mislî mal adı verilen, ölçü tartı veya standart olup sayı ile alınıp satılan mallar üzerinde, para peşin, mal veresiye selem akdi yapılabilir. Bu takdirde borç senedi veya sözleşmede borçlanılan mal ve teslim tarihi belirlenir. Satış bedelinin tamamı daha önce ödendiği için, artık borçlanılan malın fiyatı yükselse de satış bedeline bir ilâve yapılmaz. Bunun aksine fiyatlarda düşme olursa, bedelde bir indirim yoluna da gidilmez. 145
3) Mal da satış bedeli de veresiye. Bu, hadîs-i şerifle yasaklanmıştır. 146
4) Satılan mal peşin; satış bedeli veresiye. İşte günümüzde borç senetleri, özellikle veresiye satışlardan doğan borçlar için düzenlenmektedir. Satım akdi ikâle (akdi feshedip parayı geri verme ve malı alma) yoluyla veya malın ayıplı çıkması gibi bir sebeple bozulmadıkça, satış bedelinin ödenmesi gereklidir. Senette borcun vâdesi yazılmamışsa bu satış akdi fâsit olur ve anlaşmazlık hâlinde iki tarafın veya taraflardan birisinin isteği üzerine akit/anlaşma bozulabilir. Bu takdirde satılan mal geri iâde edileceği için borcun ödenmesi gerekmez.
Borç bazen karzdan, yani ödünç para vermekten doğmuş olabilir. Burada da borçludan borç senedi ve diğer teminatlar istenebilir. Diğer vâdeli borçlarla, karz-ı hasenden doğan borç arasında şu fark vardır. Diğer borçlarda muhayyerlik ve vâde şart koşulunca bağlayıcı olur. Karz akdinde ise, muhayyerlik şart koşulsa bile geçerli olmaz. Çünkü muhayyerlik, taraflara akdi feshetme imkânı vermektedir. Karz akdinde zâten tarafların dilediği zaman akdi feshetme yetkileri
143] el-Fetâvâ'l-Hindiyye, III, 27, 28; İbn Kudâme, el-Muğnî, IV, 220; Ali Haydar, Düreru'l-Hukkâm Şerhu Mecelleti'l-Ahkâm, I, 455, 456, 457; Mecelle, madde, 36, 287 291, 288; Hamdi Döndüren, İslâm Hukukuna Göre Alım-Satımda Kâr Hadleri, Balıkesir 1984, s. 114, 115
144] Buhârî, Selem 1, 2, 7; Müslim, Müsâkat 128
145] İbnü'l-Hümam, Fethu'l-Kâdir, V, 323 vd.; el-Mevsılî, el-İhtiyâr, II, 34, 35
146] eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, V, 176
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 37 -
vardır.147 İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre, karz akdinde vâde şartı da geçerli değildir. Aksi halde nesîe (mislî malı vâdeli mübâdele) ribâsı sözkonusu olur. Karz, başlangıçta teberrû niteliğindedir. Ödünç veren için bedelini derhal isteme hakkı doğar. Ancak süre belirlenmiş olur ve ödünç veren buna riâyet etmiş bulunursa, ödünç alana kolaylık göstermiş ve iyi bir iş yapmış olur. Satım ve kira akdi gibi akitlerde ise tarafların tesbit edecekleri vâdeler bağlayıcı olur. İmam Mâlik'e göre, karz akdi vâde belirlenmekle vâdeli olur. Dayandığı delil şu hadistir: "Müslümanlar kendi aralarında belirledikleri şartlara uyarlar." 148
İşte ödünç para için düzenlenen bir borç senedinde vâde bulunursa, ödünç veren, bu vâdeyi beklemeden ödeme talebinde bulunabilir. Ancak alacağını vâdeye kadar geciktirirse ahlâk bakımından güzel bir iş yapmış olur.
Borçlu sıkıntıda olur ve borcunu vâdesinde ödeyemeyecek ekonomik bir krize girmiş bulunursa, alacaklının ona ödeme gücüne kavuşacağı bir zamana kadar süre tanıması, hatta ödeme gücünü tamamen kaybetmişse alacağından vazgeçmesi İslâm ahlâkının gereğidir. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyrulur: "Eğer borçlu darlık içinde ise, ona bolluk zamanına kadar süre tanımak vardır. Alacağınızdan vazgeçip borçluya tasadduk etmeniz sizin için daha hayırlıdır."149 Günümüzde protesto olan senet veya çek yerine kısa süreli yeni ödeme vâdeleri tanınması, genel bir ödeme güçlüğüne giren iş adamının konkordato yoluyla borçlarını yeni bir "ödeme plânına" bağlatması, yukarıda belirtilen kolaylıkların benzeridir. Ancak borçlu bu gibi kolaylıkları kötüye kullanırsa, onun uhrevî sorumluluğu büyüktür.
Alacaklı, alacağını borçlu olduğu kimseye havâle (ciro) edebilir. Karşılıklı rızâ olduğu için böyle bir muâmele geçerli olur. Günümüzde bu, senet veya çeklerin arkasını imzalamak sûretiyle yapılmaktadır. Ciro edilen borç senetlerinin arkasındaki imza sahipleri, senette yazılı olan meblağı ödemeyi kabul etmiş sayılırlar. Alacakların bu şekilde, borç senetleri üzerinde devri, İslâm hukukundaki "havâle" niteliğindedir. 150
Borç senedini vâdesinden önce, üzerinde yazılı olan meblağdan daha az peşin para karşılığında ciro etmek, başka bir deyimle senet kırdırmak, aynı cins peşin bir parayı vâde sonunda daha fazlası ile mübâdele etmek niteliğindedir. Bu fazlalık ribâ/fâiz sayılır. Çünkü burada borç senedi, ispat aracı olan bir belgeden ibârettir. Gerçekte mübâdele edilen, aynı cins paradır. Borç senetleri alacak hükmünde oldukları için mal varlığına dâhildirler. Dolayısıyla zekât kapsamında olduklarından zekâtlarının ödenmesi gerekir. 151
Borçlarda Enflasyon
"Verilen borcun üzerinden bir yıl gibi bir zaman geçmekle enflasyonun sebep olduğu değer farkını almak câiz midir?" İmam Ebû Yusuf'a göre, câizdir, diğerlerine göre câiz değildir. Günümüzde olduğu gibi enflasyonun her yıl, hattâ her gün paranın reel değerini büyük ölçüde aşındırdığını hesaba katarsak, selim
147] eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, I, 303; İbn Kudâme, el-Muğnî, IV, 315
148] Buhârî, İcâre 14, 50
149] 2/Bakara, 280
150] Vehbe ez-Zühaylî,el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletuh, IV, 39, 165, 304, 307; V, 169, 171 vd., 173-178, 330, 340
151] Hamdi Döndüren, Şamil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 2, s. 248-249
- 38 -
KUR’AN KAVRAMLARI
vicdanlar, bu konuda Ebû Yusuf'un görüşüne katılır. Bazı âlimler de Hanefî mezhebine göre fetvânın bununla verileceğini söylerler. 152 Bunu belirlemede en sıhhatli ölçü ise altındır. Ancak en iyisi, meselenin çözümünü sona bırakmadan, borç verirken altın olarak verip yine altın olarak alacağını söylemektir. Bu, herkese göre câizdir. Ancak son zamanlarda altın dahi enflasyona yenilir olmuştur. Buna göre değeri başka yollarla hesaplanabilir.
Vâde Farkı
Bir malın, peşin satılması halindeki fiyatı ile vadeli satılması halindeki fiyatı arasındaki farka vâde farkı denir. Meselâ, peşin fiyatı üç milyar lira olan bir mal, altı ay vâde ile beş milyara satılırsa, aradaki iki milyar lirası vâde farkıdır.
Vâde farkı ile yapılan bir satışın caiz olup olmayışı mütedeyyin esnafı hayli tedirgin etmektedir. Kimileri böyle bir uygulamanın faiz olacağı endişesi ile ya bu tür muamelelere girmekten kaçınmakta, ya da ticari zorunluluktan dolayı girse bile huzursuz olmaktadır. Her ne kadar bu mesele enflasyonun sebep olduğu günümüze has bir problem gibi görünüyorsa da, çok eskiden ele alınmış ve hakkında görüşler beyan edilmiştir. Konu büyük Hanefî fakîhi Serahsî'nin mütâlaları ışığında ele alınacaktır. Bilindiği gibi Allah (c.c.) faizi haram, alış verişi helâl kılmıştır.153 Alış veriş, kâr gayesi güden bir muameledir. Kâr da, kişinin sattığı bir malı, aldığından daha pahalıya satmasıdır. Bu, fiyatların sabit olduğu bir ortamda görünür rakamlarla olabilir. Fakat fiyatların devamlı değiştiği bir piyasada sattığı malın parasını aldığı gün, aynı malı yerine koyamayacak olan bir kimse görünüşte fiyatı alış fiyatından fazla bile olsa kâr değil zarar etmiş olur. Tabii bu durumda ya ticareti bırakması veya vadeli satıştan vazgeçmesi gerekir. Gücün maddeye dayandığı günümüzde, şâyet vade farkı alarak mal satmak caizse müslüman tüccarları bu tür satıştan men etmek saf dillilik hatta ahmaklık olur. Vade satışlarının yapılış şeklini iki türlü tasavvur edebiliriz:
1- Satıcı: "Bu malın peşin fiyatı şu, vadeli fiyatı şudur" der, alıcı da bunlardan birisini tayin etmeden "tamam aldım" der. Bu tür yapılan bir satış fasittir. Çünkü fiyat belirtilmemiştir. Oysa bir satışın sahih olması için fiyatın rızâya götürmeyecek şekilde belli olması lazımdır. Ayrıca Hz. Peygamber efendimiz bir satışta iki şartı nehyetmiştir. Tekrar belirtelim ki, bu hüküm, taraflar fiyatlardan birisi üzerinde anlaşmadan ayrılmaları halindedir.
2- Satıcı, malın peşin fiyatını ve belirli vadelere göre vade fiyatını söyler; alıcı da bu fiyatlardan birisini tercih eder ve bunun üzerinden alış verişi kesinleştirirler. Bu şekilde yapılan satış sahihtir ve dinî bir mahzuru yoktur. Bu muameleyi faiz olarak değerlendirmek mümkün değildir.154 Çünkü kâr meşru olduğu gibi, her zaman aynı olmasını gerektiren bir dinî hüküm de yoktur. Bugün % 10, yarın % 25 kârla satmakta mahzur olmadığı gibi, peşin satılması halinde % 25, vadeli satılması halinde % 80 veya başka bir oran kâr konulmasında da bir mahzur yoktur.
Vade farkı tesbit edilirken banka faiz oranlarının veya aylık enflasyon miktarının gözönünde bulundurulması bu hükmü değiştirmez. Çünkü itibar lafızlara
152] Bk. Nezih Kemal, "Teğayyuru'n-Nukûd" (mk.) 69
153] Bk. 2/Bakara, 175
154] Serahsî, el-Mebsut, XIII, 8
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 39 -
değil, manalaradır.155 Vade farkı belirlerken bu yollardan birisine tevessül eden şahsın maksadı, faiz almak değil, parasını enflasyonun aşındırmasından korumaktır.
Şuna da dikkat çekmemiz gerekir. Vadeli satışın cevazı konusundaki tereddüt, faiz endişesinden değil, fiyatı kesin belli etmeme ve akit esnasındaki çift şarttan kaynaklanır. Çünkü faiz, aynı cinsten olan veya aralarında alınıp satılmaları tartı veya ölçü ile olmaları bakımından birlik bulunan malların (para ile para, buğdayla buğday, arpa...) birbirleri ile alınıp satılmaları halinde sözkonusudur.156 Oysa vadeli satışta bu durum sözkonusu değildir. Çünkü satılan bir meta, borçlanılan ise paradır. Böyle olmayıp da aynı cinsten olan malların trampası sözkonusu olsa ve vadeli olan için fazlalık şart koşulsa da bu faizdir, caiz olmaz. 157
Taksitli Satışlar: "Taksitle eşya alımın faiz olduğunu, bu yüzden de câiz olmadığını söylüyorlar, doğru mudur?" Taksitle eşya almanın fâiz olduğunu söyleyen yoktur. Fâiz; taksitli satışlardaki vâde farkında sözkonusu olabilir. Yalnız her vâde farkının fâiz olmadığı da bilinmelidir. Buna göre vâdeli satışlardaki muhtemel durumları şöylece maddeleyebiliriz:
1- Fiyat farkı olmadan, ödeme süresi belli taksitle satış: Âlimlerin tümüne göre câizdir.
2- Peşin, meselâ bir milyar liraya satılırken, müşteriye; “peşin mi, vâdeli mi istiyorsun?” diye sorduktan sonra, vâdeli istediğini öğrenince, (vâdeli olarak tek pazarlık üzerinden) “bir milyar iki yüz milyon lira” diyerek yapılan ve ödeme süresi bilinen vâdeli satış: Herkese göre câizdir.
3- Peşin, meselâ bir milyar lira, altı ay vâdeli bir milyar iki yüz milyon lira deyip, sözleşme sırasında birinde karara varılan vâdeli satış: Âlimlerin çoğunluğuna göre câizdir.
4- “Peşin bir milyar lira, vâdeli bir milyar iki yüz milyon lira” deyip, hangisine karar verildiği belirtilmeden kabul edilen vâdeli satış: Âlimlerin tümüne göre haramdır.
5- Geciktiğin her ay için, “yüzde, -meselâ- beş ödersin” şeklinde, süresi ve dolayısıyla fiyatın tamamı bilinmeyen vâdeli satış: Âlimlerin tümüne göre haramdır.
Borcu Dövize Çevirme
“Altı ay sonra alacağım bir milyar TL. yi şu anda dövize, meselâ dolara çevirebilir miyiz?” Bu sorunun cevabını anlayabilmemiz için şu bilgileri tazelememiz gerekir:
1. Paranın para ile veresiye satışı câiz değildir.
2. Sırf Allah için bir yardım olsun, bir iş görülsün diye başkasına verilen para (ve misli olan diğer eşya) karzdır ve karzda, Hanefîlere göre, bağlayıcı bir zaman tâyini câiz değildir. Zaten karzı faizden ayıran özellik de budur. Yoksa bir milyar lira borç versek ve buna, altı ay sonra diye bir ödeme süresi belirlesek bu,
155] Mecelle, madde: 3
156] Merğınanî, el-Hidaye, III, 61 vd.
157] Hüseyin Kayapınar, a.g.e. c. 6, s. 284
- 40 -
KUR’AN KAVRAMLARI
verdiğimiz para ile alacağımız paranın veresiye satışı olmuş olur ki, bu fâizdir. Ancak bağlayıcı olmamak üzere bir süre belirlemede de mahzur yoktur.
3. Veresiye satışlarda zimmete geçen borca ise deyn denir ve bundaki süre bağlayıcıdır. Türkçe'de karz'a da, deyn'e de borç tabir edilir. Oysa aralarında zikrettiğimiz gibi bir fark vardır.
4. Bir borcun, verecekliden başkasına satılması, ya da bu borç karşılığında verecekliden başkasından bir mal (ya da hizmet) satın alınması caiz değildir. 158
5. Alacaklının, bir kısım alacağını, bağışlamayı kabul etmesi farklı meblağların satışı değil, hakkının bir kısmından vazgeçmesi demek olduğundan bu caizdir, faiz değildir. Buna göre meselâ, bin lira (karz) alacağı olan, su anda altı yüz lira ver kalanını istemiyorum diyebilir. Günü gelmiş bin lira (deyn) alacağı olan da aynı şeyi yapabilir, ayrıca misli ile ileri ve belli bir tarihe erteleyebilir. Çünkü bu satış değil, hakkından vazgeçmelidir.
6. Günü gelmiş bir milyar lira (deyn) alacağını daha sonra ödemek üzere, meselâ marka çeviremez. Çünkü bu farklı paraların veresiye satışıdır ve faiz olur. (Buna göre, Allahu a'lem, bin liralık karz alacağını, hemen kabzetmese bile başka bir paraya çevirebilmelidir. Çünkü karzda süre olmadığından bu, farklı paraların veresiye satışı olmuş olmaz.) İleri bir zamandaki bin lira (deyn) alacağını, şu anda meselâ altı yüz liraya ya da o miktar mark'a değiştiremez. Çünkü bu paranın para ile mübadelesindeki zaman farkı, ya da farklı paraların veresiye satışı olur ki, ikisi de faizdir. Beşinci madde ile bunu birbirine karıştırmamak gerekir. Orada sözkonusu olan alacak karz'dır. Burada ise deyn'den söz edilmektedir.
Bütün bunlara göre altı ay sonra alacağınız bir milyar TL. karzın dışındaki bir borç ise onu şu anda dövize çevirip, borcu döviz olarak sürdüremezsiniz. Çünkü bu farklı paraların veresiye satışı demektir ki, bu faizdir. Ancak günü geldiğinde onu, üzerinde anlaşacağınız herhangi bir dövizle tahsil edebilirsiniz. Ama işin başında, alırken meselâ mark olarak alırım diyemezsiniz. Yok, eğer bu alacağınız deyn değil de karz ise ve bağlayıcı olmasa dahi, bir süre söylenmemişse, onu (Allahu a'lem) şu anda herhangi bir dövize çevirmeniz ve vereceklinin artık o döviz üzerinden borçlu olması, caiz olmalıdır (Konu için zikredilen kaynaktan başka ayrıca. 159
İslâm Dışı Ekonomik Hayat ve Karz-ı Hasen
İslâm’ın hâkim olmadığı bir düzende yaşamanın sayısız problemleri vardır. Bunlardan biri de, İslâm’ın siyasal, sosyal ve ekonomik hayatta ortaya koyduğu güzelliklerden mahrum olmaktır. Bu mahrûmiyetlerden biri de karz-ı hasendir. Karz-ı hasen; geri iâde edilmek şartıyla karşılıksız mislî bir şeyi ödünç verme demek olduğunu biliyoruz. Bu uygulamanın hem sosyal, hem ahlâkî, hem ekonomik yönleri vardır. Fakat selîm akıl sahibi herkesin tasdik edeceği gibi, içinde bulunduğumuz sosyal bozukluklar ve ekonomik hayatımız adına yaşadığımız olumsuzluklar, karz-ı hasenin hemen hemen bütünüyle unutulup tarihe karışmasını neticelendirmiştir. Zâten İslâm’ın herhangi bir emri, kâmil anlamda ancak İslâm’ın hâkim olduğu nizam içinde yaşanabilir.
158] Bk. Bilmen, VI/96
159] Bk. Mavsilî, E1-Ihtiyâr, NI/8-9, İst.
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 41 -
Evet, sosyal alanda büyük bir çöküntü yaşadığımız hiç kimsenin inkâr edemeyeceği gerçeklerdendir. Dinden ve dine dayalı örfden desteğini alan karşılıklı yardımlaşma ilkesi, çeşitli sebeplere dayalı olarak artık uygulanmaz ya da uygulanamaz hale gelmiştir. “Ben” merkezli bir hayat felsefesinin hâkim olduğu, köşe dönmeciliğin her şey kabul edildiği, haram-helâl, günah-sevap ölçülerinin önemsenmediği, akrabalar arasında bile hal-hatır sormanın bile unutulduğu bir toplumda, yani İslâm’ın bireysel ve sosyal ve ekonomik hayatımıza hâkim olmadığı bir cemiyette daha iyisini beklemek fazla iyimserlik olur. Büyük kentlerde; aynı apartmanda yaşayan insanların bile birbirlerini tanımadıkları bir vâkıadır. Tanıyanların çoğunun da ilişkileri selâmlaşmadan öte pek gitmez.
Hâlbuki dün böyle değildik. Kayıt dışı ve kayıt altına alınan örnekler, temeli iman esaslarına dayalı zihniyeti anlatabilmek zor değilse bile anlayıp tekrar canlandırmak oldukça zor görülüyor. Asırlardır süregelen, müslümanlardaki bu anlayışın dayanağı İslâm’dır. Kur’an, “karz” kelimesini tam 6 âyette kullanmış ve her seferinde de “hasen” sıfatını ilâve etmiştir. Bakara 245, Mâide 12, Hadîd 11, 18, Teğâbün 17 ve Müzzemmil 20. âyetlerde “karz-ı hasen” sıfat tamlaması, ufuk açacak şekilde gündeme getirilir. Bir başka husus daha vardır ki, zannediyorum bu, sıfat tamlamasından daha önemlidir. Öyle ki, Allah, geri vermek şartıyla verilecek olan bu ödüncü “yukrizullahe” diyerek Kendisine izâfe etmektedir. Bu ise ödünç, her ne kadar muhtaç bir insana veriliyor olsa da, bu sanki Allah’a veriliyor mânâsını ihtivâ eder.
Bu muhtevâ, o amele verilecek olan sevabın sadece Allah tarafından verileceğinin bir işâretidir ki, Cenâb-ı Hak bunu açıkça ifade etmektedir: “Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için Allah’a güzel bir borç verecek yok mu?”160 Ve âyetin sonunda Allah borç alma ya da arama zorunda olan şahsın konumuna bir gün herkesin düşebileceği ihtârını yapar: “Darlık veren de, bolluk veren de Allah’tır. Sadece O’na döndürüleceksiniz.”
Hadis-i şeriflere gelince; “Bir müslümanın dünya sıkıntılarından birisini rahatlatan kimsenin, Allah kıyâmet günü sıkıntılarından bir sıkıntısını rahatlatır. Zor durumda olan birisine kolaylık sağlayana, Allah dünyada da, âhirette de kolaylık sağlar. Kul, kardeşine yardımcı olmaya devam ettiği müddetçe, Allah da o kula yardımcı olur.” 161
Bu ve benzeri nassların oluşturduğu fıtrî anlayış, müslümanların karşılık beklentisi içinde olmadan birbirleriyle maddî ve mânevî alanlarda yardımlaşmalarını doğal olarak sağlıyordu. Fakat günümüz için aynı uygulamaların devam ettiğini söylemek oldukça zordur. Bir taraftan bu sosyal ve ahlâkî çöküntü, diğer taraftan ekonomik hayatın zorunlulukları, bunun geçmişte olduğu şekliyle tekrar uygulanmasına imkân ve fırsat vermemektedir. Ayrıca bozulan aile düzenimiz, komşularla ilişkilerimiz, sosyal hayat anlayışımız... özetle bütün bir hayat anlayışımız, karz-ı hasenin hayatımızdan çıkma sürecini hızlandırmıştır. Yalnız bu düşüncelerle bütün bir toplumu karalamak doğru olmaz. “Hüküm, ekseriyete göre verilir” kuralına göre, yapılan bu tesbit, çoğunluğun esas alınarak değerlendirilen bir tesbittir. Sayıları az da olsa, karz-ı hasen uygulamasında bulunan samimi müslümanlar ve teşkilatlar da vardır günümüzde.
160] 2/Bakara, 245
161] Buhârî, Mezâlim 4; Müslim, Birr 58; Ebû Dâvud, Edeb 46
- 42 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Gerek ticârî münâsebetlerde geçerli olan çek-senet ödemede ve gerekse karz-ı hasen gibi ödünç alımlarda, karşı tarafın iyi niyetini sû-i istimal eden insanların da çıktığını ve bu kötü uygulamanın bu önemli sosyal ilkenin hayata hâkim olmasını engellediğini de üzülerek ifade etmek gerekiyor.
Karz-ı hasen, İslâm Ekonomisi kitabının yazarı M. A. Mannan’ın tesbitleri içinde gereklilik, sözleşme, ödeme ve yardımlaşma olmak üzere 4 ayrı esasa dayanır 162. Şimdi bunları teker teker incelemeye çalışalım:
Gereklilik: Borç almanın gerekli olup olmadığı, bir diğer ifadeyle onun zorunlu mu, keyfî mi olduğu husûsunda objektif değerler ortaya koymak mümkün değildir. Bu, ancak sübjektif değerlendirmelere konu olabilecek bir kavramdır ve tamamıyla “kişiye özel”dir. Meselâ, bazıları “iki gönül bir olunca samanlık seyran olur” özdeyişinin ihtivâ ettiği ana fikre göre hayatlarını tanzim etmiş ve bir gecekonduda hiçbir şikâyetleri olmadan yaşamaktadırlar. Bazıları da günümüzde kahir ekseriyetin kabullendiği anlayışı esas almış ve her şeyi tam tekmil bir dairede yaşamayı, hayatlarının vazgeçilemez, tâviz verilemez bir zorunluluğu kabul etmiş ve onun için milyarlarla ifade edilebilecek borca girmişlerdir. Bu açıdan borç almada gereklilik şahısların değerlendirmelerine göre değişebilecek olan bir ilkedir.
Bu konuda müslümanları istikamete sevk edecek olan husus, iman, huzur ve kanaat kaynaklı dünya görüşüdür. Bunu da çok net çizgiler halinde bize Kur’ân-ı Kerim ve sahih sünnet sunmaktadır. İlgili âyet-i kerîmelerin yanı sıra, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hayat standardı bizim için en güzel örnektir. Özellikle Medine döneminde her şeye sahip olabilecek imkânlar içinde iken, O’nun kendi seçimiyle “sevâd-ı âzam”ın hayat standardını tercih etmesi, tûl-ı emeller içine girmemesi, üstelik hemen her gün sabah akşam; “Allah’ım! Günahtan ve borçtan Sana sığınırım”163 diye duâ ederek Rabbine yalvarması, başka bir şeye ihtiyaç bırakmayan örneklerdir. Evet, borç almak, başka çıkar yolun olmadığı ve kalmadığı bir zamanda denenecek yol olmalıdır.
Ayrıca, Hz. Âişe vâlidemizin rivâyet etmiş oldu bir hadis-i şerif, borcu ödeyememenin, insanı götürebileceği uçuruma işaret etmektedir: Allah Rasûlü; “Allah’ım! Günahtan ve borçtan Sana sığınırım” duâsını devamlı yapınca, merakını yenemeyen bir sahabî; “Yâ Rasûlallah! Borçtan ne kadar da çok Allah’a sığınıyorsun!?” demişti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.): “Kişi borçlandığı zaman (ödeyemediğinde, belki) yalan söyleyebilir; söz verir, mümkün ki, sözünde durmayabilir”164 buyurur. Bu hadiste dikkati çeken hususlardan birincisi, borç ve günahın ortak ifadelerle Allah’tan sığınılması; ikincisi de; borcu ödeyememe durumunda girilecek olan muhtemel fâsit dairedir. Yalan söylemek ve sözünde durmamakla girilecek olan bu kısır döngünün, burada noktalanacağını ümit etmek fazla hayalcilik olur. Onların insanı yine aynı cinsten başka başka günahlara sürükleyeceği muhakkaktır.
Ayrıca yalan söyleme ve sözünde durmamanın, bir hadiste ifade edildiği gibi, münâfıklık alâmeti olduğunu unutmamak lâzımdır.
Sözleşme: “Müslümanın sözü senettir” diye halkımıza mal olmuş bir söz vardır.
162] M. A. Mannan, İslâm Ekonomisi, Terori ve Pratik, s. 362
163] Buhârî, İstikrâz 10
164] Buhârî, İstikrâz 10
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 43 -
Ticarî piyasada eskilerde çok sık söylenen bu söz, şimdilerde yerini “bu devirde babana bile güvenmeyeceksin” türünden, zikredilmesi bile insana rahatsızlık veren benzeri başka anlayışlara bırakılmış durumda. Aslında farklı devirlere ait bu sözler, bir yönüyle içinde yaşadığımız toplumun sosyal, ahlâkî ve ekonomik yapısındaki olumsuz değişmeleri çok güzel ve net bir biçimde anlatmaktadır.
Gerek ticarî alış verişlerde ve gerekse karz-ı hasende İslâmî usûl nedir? Kur’ân-ı Kerim, Bakara sûresi 282. âyetinde bu tür muâmeleler için temel kriterler vermektedir. Borç alış verişlerinin mutlaka yazılması veya âdil olan bir şahsın (ya da noterin) yazması, şâhit tutulması, şâhitlikte nisap, o nisabın hikmeti ve bütün bunların insanlara kazandıracağı şeyler, bu âyet-i kerimede hiç şüpheye mahal bırakmayacak şekilde anlatılmaktadır. Meselâ âyette; “Belli bir vâde ile karşılıklı borç alış verişinde bulunduğunuz vakit, onu yazın” buyrulmaktadır ki, Allah burada aksine ihtimal verilmeyecek netlikte, borcun yazıya geçirilmesini emretmektedir. Artık bu safhadan sonra bazılarının dediği gibi; “borcu yazma menduptur, karşılıklı güven varsa, yazılmasa da olur” kabilinden tefsirler, bir ölçüde âyetin içerdiği mânâya ters düşmektedir.
Yine âynı âyetin devamında “İster büyük olsun, ister küçük olsun, o borcu veya onun ödeme gününü son süresine varıncaya kadar yazmaktan usanmayın” buyrulmaktadır ki, Elmalılı merhum, bu âyeti tefsir sadedinde şunları söylemektedir: “Az olsun, çok olsun yazınız ve vâdesinin son taksitine kadar bütün yönleri ve bütün ayrıntılarıyla yazın; her bakımdan açık ve anlaşılır olsun, ‘zaten azdır, önemi yoktur, canım işin bu yönü zaten bellidir, yazmaya ne lüzum vardır...’ demeyin, yazmaya ve ayrıntılarıyla yazmaya üşenip de işi baştan savmayın.” Borcu yazmanın, yani yazılı sözleşme ilkesinin insanlığa kazandırdığı şeyleri de, tefsirin devamında şöyle belirtir: “Çünkü ey mü’minler, böyle ayrıntılarla yazılması üç türlü fayda getirir. Evvelâ; Allah katında en doğru olanı, adâlete ve hakkaniyete uygun olanı budur. İkinci olarak, şâhitliğin yerine getirilmesini en iyi şekilde sağlayandır. Üçüncüsü; kuşkuya, şüpheye düşmemenize yardım eden en büyük sebeptir. Borcu ve gerçeği bu şekilde iyice yazarak, tesbit ettiniz mi; cinsinde, miktarında, müddetinde, şâhidinde, şehâdetinde birbirinize karşı ahlâkî ve hukukî yükümlülüklerde ve sosyal hayatınızda güven hâsıl olur. Şüpheden kurtulur, yakîn üzere bulunabilirsiniz. O halde bunları yapınız.” 165
Ödeme: Ödeme, karz-ı hasenin hem kalbî, hem de fıkhî boyutları olan ilkesidir. Kalbî boyut, borç alan şahsın, borcunu ödeme niyetinin olması demektir. Niyetin yeri kalp olduğu için, bana kalbî boyut denilebilir. Niyet kalbe ait bir amel olup azim, kast ve kararlılık demektir. Kalbinde bu sıfatları barındıran yani niyet eden kişi, onu pratik hayata yansıtabilme çarelerini araştırır. Böylesi kişilere de Cenâb-ı Hak, yümn ve bereket ihsan eder. Halk tâbiriyle “birini bin” yapar ve ona borcunu ödeme imkân ve fırsatını verir. Nitekim Allah Rasûlünün (s.a.s.) şu hadis-i şerifleri, bu noktaya parmak basmaktadır: “Kim ödemek niyetiyle başkasının malını (borç) alırsa, Allah bu borcu ödemeye onu muvaffak kılar. Kim de başkalarının malını telef etmek niyetiyle alırsa, Yüce Allah bu malın bereketini giderir. Ve borcu ödemeye muvaffak olamaz.”166 Bir başka hadis-i şerifte, aynı muhtevâ şöyle dile getirilir: “Bir kimse ödemek niyetiyle borçlanır, sonra borcunu ödeyemeden ölürse, Yüce Allah onun
165] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. 2, s. 263
166] Buhârî, Zekât 18, İstikrâz 2; İbn Mâce, Sadakat 11; Ahmed bin Hanbel, II/361
- 44 -
KUR’AN KAVRAMLARI
borcundan vazgeçer ve istediği bedeli vererek alacaklısını râzı eder. Buna karşılık, gönlünde ödemek niyeti olmaksızın borçlanan kimse, borcunu ödemeden ölürse, Allah ondan alacaklıların hakkını alır.” 167
Hadis-i şeriflerden de anlaşıldığı gibi, gerek karz-ı hasende, gerekse ticarî borçlanmalarda, ilk şart olan husus, borçlunun borcunu ödeme niyeti içinde bulunmasıdır. Karz-ı hasen, vâdesi geldiğinde, sözleşme şartlarında tarafların kabul ettiği usûl üzere ödenmek zorundadır. Hatta karz-ı hasenin geri ödenmesi için, tarafların anlaşmış oldukları vâde bağlayıcı değildir. Borçlu, borcunun ödenmesi istediğinde; “henüz vâdesi dolmadı” ödememezlik yapamaz. Meselâ: “bir ay sonra ödemek şartıyla” denilerek verilen ödünç, ödünç veren isteği takdirde, hemen iâde edilmek zorundadır. Yalnız, borç verenin bu tavrı, mürüvvet açısında uygun olmayıp, ahlâkî bir davranış değildir. Bu hükmün nedeni sorulacak olursa; karzda tâyin edilen süreye bağlayıcılık vasfı verdiğimiz takdirde, bu muâmelenin veresiye fâizi denilen “ribâ-i nesîe”den hiçbir farkı kalmaz. Zaten “ribâ-i nesîe” ile “karz-ı hasen”i birbirinden ayıran en temel özellik, karzda vâdenin bağlayıcı olmaması ve yardımlaşma ilkesinin gözetilmesidir.
Ödeme hâdisesinde hem borçluya, hem de alacaklıya düşen görevler vardır. Öncelikle borçlu, borcunu tam tekmil olarak ve mutlaka gününde veya ihtiyacı bitip ödeme gücü varsa onu gününden önce ödeme cihetine gitmek zorundadır. Borçlu, karşı tarafın, kendisine ihtiyacı olduğu bir günde yardım etmesinin karşılığın en azından bu şekilde vermelidir. Kaldı ki Allah Rasûlü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Zenginin borcunu erteleyip süresinde ödememesi zulümdür.” 168
Ayrıca; borçlunun ister ödeme şekli, isterse ödenecek eşyanın daha kalitelisini ödemek sûretiyle alacaklıya kolaylık göstermesi, centilmenlik yapması İslâmî ve insanî bir davranış şeklidir. Meselâ, Allah Rasûlü bir bedevîden üç yaşlarında bir deveyi ödünç olarak almıştı. Ödeme günü geldiğinde, ona denk bir hayvan bulunamadı. Bunun üzerine Hz. Peygamberimiz, daha değerli bir devenin verilmesini emretti. Bu karşılıktan çok memnun olan bedevî: “Sen bana hakkımı en güzel şekilde verdin. Allah da sana mükâfatını eksiksiz versin” diye Rasûlullah’a (s.a.s.) duâ etmiştir.169 Kaydettiğimiz bu hadisin ayrı bir rivâyetinde, Hz. Peygamber’den alacağını istemeye gelen bu bedevî, (ihtimal ki, yeni müslüman olmuştu ve peygambere nasıl davranılması gerektiğini bilemiyordu) âdâba yakışmayan birtakım şeyler söylemiş; bu durum karşısında ashâb-ı kirâmdan bazıları ayağa kalkıp onun üzerine yürümeye azmetmişlerdi. Allah Rasûlü, olaya hemen müdâhale ederek, “Bırakın onu, hak sahibinin konuşmaya yetkisi vardır.”170 buyurmuş, böylece bir taraftan yükselen tansiyonları aşağı çekerek muhtemel bir tatsızlığı önlemiş, diğer taraftan ekonomik alanda geçerliliği olan çok önemli bir düstur ortaya koymuştur.
Ödemede alacaklıya düşen vazifeler ise; borçlunun borcunu ödemek zorunda olduğu gün itibarıyla, ihtiyacı devam ediyor ve borcunu ödemeye imkânları yetmiyorsa, ona ödeme kolaylığı göstermesi gerekir. Bununla ilgili olarak Cenâb-ı Hak; “Eğer borçlu darlık içinde bulunuyorsa, ona geniş bir zamana kadar süre
167] S. Buhârî, Tecrîd-i Sarih Terc. c. 7, s. 273
168] Buhârî, İstikrâz 12; Müslim, Müsâkat 33; Ebû Dâvud, Büyû’ 10; Tirmizî, Büyû’ 68
169] Buhârî, Vekâle 5, 6, İstikrâz 6, Hibe 25; Müslim, Müsâkat 122
170] Buhârî, İskrâz 4
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 45 -
tanımak vardır. Eğer bilirseniz, alacağınızı bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır.”171 buyurur. Hukukî boyuttan çok, ahlâkî boyutun nazara verildiği bu âyet çizgisinde serdedilmiş bulunan birçok hadis-i şerif de vardır. Bu hadislerden bir-iki örnek verelim: "Sizden önce yaşayanlardan bir tüccar vardı. Halka borç verirdi. Borçluları arasında fakir görürse hizmetçilerine: "Onun borcundan vazgeçiverin, böylece Allah'ın da bizim günahlarımızdan vazgeçeceğini umarız" derdi. Allah da onun günahlarından vazgeçti." 172; "Kim borçluya mühlet tanır veya bağışlayıverirse, Allah, kendi gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı günde (kıyâmet gününde) onu arşının gölgesinde gölgelendirir." 173
Yardımlaşma: Karz-ı hasenin, üzerinde en çok durulması gerekli olan ilkelerinden bir diğeri de yardımlaşmadır. Aklî ve mantıkî boyutlarının yanı sıra, sayılamayacak kadar çok âyet ve hadis-i şerif ile temellendirilebilecek olan bu ilke, hayatın sadece maddî alanı için değil; mânevî alanı için de geçerlidir. Bu açıdan onu sadece ekonomik boyutu itibarıyla ele alma, onun faâliyet alanını daraltma anlamı taşır. Konuyla ilgli âyet ve hadislerden birkaç örnek verelim:
“Allah’a ibâdet edin ve O’na hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, elleriniz altında bulunanlara (köle, câriye ve hizmetçilerinize) iyi davranın.” 174
“İyilik ve takvâ/(Allah’ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’tan korkun; çünkü Allah’ın cezâsı çetindir.” 175
“Mü’min erkeklerle mü’min kadınlar birbirlerinin velîleri/yardımcıları ve dostlarıdır. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekât verirler, Allah ve Rasûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Çünkü Allah azîzdir, hikmet sahibidir.” 176
"Mallarını Allah yolunda harcayanların hali, her başağı yüz daneli yedi başak bitiren bir tohumun hali gibidir. Allah dilediği kimseye daha kat kat verir. Allah'ın ihsanı çok geniştir. Her şeyi hakkıyla bilendir." 177
“Bir müslümanın dünya sıkıntılarından birisini rahatlatan kimsenin, Allah kıyâmet günü sıkıntılarından bir sıkıntısını rahatlatır. Zor durumda olan birisine kolaylık sağlayana, Allah dünyada da, âhirette de kolaylık sağlar. Kul kardeşine yardımcı olmaya devam ettiği müddetçe, Allah da o kula yardımcı olur...” 178
“Kim bir mü’minin dünyevî sıkıntılarından birini giderirse Allah da onu kıyâmet günü kederlerinden birini giderir. Kim bir fakire kolaylık gösterirse, Allah da ona dünyada ve âhirette kolaylık gösterir. Kim bir müslümanın ayıbını örterse, Allah da onun dünya ve âhirette (ayıbını) örter. Kişi kardeşinin yardımında olduğu müddetçe, Allah da onun yardımındadır.” 179
171] 2/Bakara, 280
172] Buhârî, Sulh 10; Müslim, Müsâkat 19, hadis no: 1557; Tirmizî, Büyû’ 67; Nesâî, Büyû 104
173] Tirmizî, Büyû’ 67
174] 4/Nisâ, 36
175] 5/Mâide, 2
176] 9/Tevbe, 71
177] 2/Bakara, 261
178] Buhârî, Mezâlim 4; Müslim, Birr 58; Ebû Dâvud, Edeb 46
179] Müslim, Zikr 38; Ebû Dâvud, Edeb 68; Tirmizî, Hudûd 3, Birr 19, Kırâat 3
- 46 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Cebrâil (a.s.) bana komşu hakkında o kadar aralıksız tavsiyede bulundu ki, komşuyu komşuya vâris kılacağını zannettim.”180
“Kim Allah’a ve âhirete iman ediyorsa misâfirine ikrâm etsin. Kim Allah’a ve âhiret iman ediyorsa komşusuna ihsanda (iyilikte) bulunsun. Kim Allah’a ve âhirete iman ediyorsa ya hayır söylesin veya sussun.”181
“Birbirinize haset etmeyin. Müşteri kızıştırmayın. Birbirinize buğzetmeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin. Biriniz diğerinin pazarlığı üzerine satış yapmasın. Kardeş olun, ey Allah’ın kulları! Müslüman müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz, onu tahkîr etmez. (Üç defa kalbine işaret ederek:) Takvâ buradadır. Kişiye kötülük adına müslüman kardeşini tahkir etmesi kişiye kötülük adına kâfidir. Müslümanın her şeyi; kanı, malı ve ırzı müslümana haramdır.” 182
“... Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona yardımı kesmez, ona yalan söylemez, ona zulmetmez. Herbiriniz, kardeşinin aynasıdır, onda bir rahatsızlık görürse bunu ondan gidersin.” 183
“Küçüklerimize merhamet, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.” 184
"Malda zekâttan başka da hak vardır." 185
“Eş’arîler gazâda yiyecekleri biter veya Medine’deki çoluk çocuklarının yiyecekleri azalırsa ellerindeki yiyeceği bir elbisenin içine toplar, sonra onu aralarında bir kabın içinde müsâvât üzere taksim ederler. Onlar bendendir; ben de onlardanım.” 186
Bu âyet ve hadislerden de anlaşılabileceği gibi, “yardımlaşma”; iyi geçinme, ortak değerleri muhâfaza etme, zararları ortadan kaldırma, faydası şahsın ölümünden sonra da devam edecek (sadaka-i câriye) işler yapma vb. birçok alanda geçerliliği olan bir kavramdır. Müslümanlar, hayat felsefelerini bu ilkeler doğrultusunda çizip hayata geçirebilseler, asr-ı saâdet ölçüsünde rahat ve huzur toplumsal alanda yeniden yaşanabilir. Fakat İslâm dışı hayat nizamlarının zorlama ve dayatmaları, bu nizamların asırları bulan egemenlikleri sonucu değişen değerler, bilim ve teknoloji alanında yapılan yenilikler, dünyanın global hale gelişi, emperyalist düşüncelerin devletleri felsefesi olmaktan öte, şahısların da aynı düşüncelere sahip olması ve bu çerçevede söylenebilecek daha birçok sebep, bu ilkelerin kitapların satırları arasında mahkûm bırakılmasını sonuçlandırmaktadır. Her şeye rağmen, inanç esaslarını kendi hayatına ve çevresine hâkim kılmak isteyen müslümanlar da vardır, ama azınlıktadır. İnsan, toplumsal bir varlık olduğundan, hayatını ancak topluluk içinde devam ettirebilir. Dolayısıyla toplumun büyük çoğunluğunun kabul etmediği ve İslâm dışı düzenlerin de unutturmak için büyük çabalar sarfettiği ve bu sebeplerden uygulama alanı bulamayan prensiplerin, azınlıkta kalan şuurlu müslümanlar tarafından yaşanması hem çok zor olmakta, hem de istenilen toplum düzeni bu cılız gayretlerle yakalanamamaktadır.
180] Buhârî, Edeb 28; Müslim, Birr 140; Ebû Dâvud, Edeb 132; Tirmizî, Birr 28
181] Buhârî, Edeb 31, 85, Nikâh 80, Rikak 23; Müslim, İman 74; Ebû Dâvud, Edeb 132
182] Müslim, Birr 32
183] Tirmizî, Birr 17, 18; Müslim, İman 95
184] Tirmizî, Birr 15; Ebû Dâvud, Edeb 58; Ahmed bin Hanbel, I/257
185] Tirmizî
186] Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe 167
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 47 -
Meselâ; İstanbul gibi büyük bir kentte, gecekondu semtinde, aldığı asgarî ücretle hayatına devam eden üç çocuklu bir aile akrabalarının maddî sıkıntısına nasıl yardımcı olacak? Bu ailenin reisi, birkaç vâsıta değiştirerek ancak ulaşabileceği eş ve dostlarına nasıl ve ne zaman ziyarette bulunacak? Enflasyonun çift hâneli rakamlardan bir türlü düşürülemediği ülkede, bakkallık yapan bir esnaf, borcunu 6-7 ay ödemeyen bir müşterisine nasıl mühlet verecek? Ahlâkî kuralları yozlaşmamış, haram inancıyla gecikme zammı almayan müslüman bir tüccar, milyarlık borçlarını ödemekte geciken müşterisine nasıl muâmelede bulunacak?
Görüldüğü gibi, mesele sadece inanç ve ahlâk boyutu ile ele alındığında üzerinde konuşmak, teorik planda hayat sistemleri ortaya koymak, “ideler âleminde ‘el-medînetu’l-fâdıla’yı” yakalamak mümkün. Ama günümüz gerçekleri ile yüz yüze gelince, bunların o kadar kolay olmadığı görülüyor. Bu, bize “İslâmî emir, yasak ve tavsiyelerin kâmil mânâda uygulama alanı içine konulabilmesi, İslâm’ın bütünlüğü içinde ancak mümkün olur” tesbitinin doğruluğunu bir kez daha göstermektedir. İslâm’ın çare ve çözümleri, İslâmî bir toplum içinde gerçek mâhiyetiyle ortaya konabilir. Gayr-i İslâmî bir toplum ve düzenin koltuk değneği değildir İslâm. Kapitalizmin her şeyiyle yıktığı binâyı, hâkim olma hakkı verilmeyen İslâm’ın yıkımı durdurması ve daha sağlam halde binayı ayakta tutmasını beklemek akıl kârı değildir.
Bu düşüncelerle, ara ve geçiş dönemi yaşadığımız şu günlerde “bu türlü İslâmî değerler hayata geçirilemez” anlayışına sahip olduğumuz zannedilmesin. Tam aksine, bir grup güzel insan, bu değerleri kendi maddî ve mânevî imkânları içinde mutlaka hayata geçirmelidir. Muhtaç olan kişilerin karz-ı hasen ile imdâdına koşmalıdır. Ama esas olan, günümüzde en akıllıca yol, karz-ı hasene ihtiyaç duymayacak bir hayat standardını seçmek olsa gerek. Karz-ı hasen alındığı takdirde ise “zulmetmeme ve zulme mâruz kalmama” 187 prensibinden hareketle, karz-ı hasen veren kişi, alanın ihtiyaç içinde bulunduğunu unutmamalı, ödemede kolaylıklar göstermeli, ihtiyacı yoksa alacağını bağışlamalı; alan kişi de aldığı şeyin değer kaybını hesap ederek, o kaybı telâfi etmelidir. Böylece yardımlaşma gerçek mânâ ve muhtevâsıyla yaşansın. 188
Borç Konusu ve İnsanımız
"Din" kelimesi ile borç mânâsına gelen "deyn" kelimeleri aynı kökü paylaşan yakın anlamlı kelimelerdir. Dinin kurallarına uymak, müslümanın Allah'a borcudur. Bu borcunu ödemesi için, yaratılış amacı olan189 kulluk ve ibâdeti, ölüm gelinceye kadar190 hayatının her alanına yayması gerekmektedir. Bu, aynı zamanda Allah'la bir ticârettir. Müslüman, akıllı ve sâdık bir tâcirdir; sözünde durur, yatırımını çok kârlı olan yere, âhirete yönelik yapar. Bu tavır, onun "din" ve "deyn" anlayışıyla ilgilidir. Sayılamayacak kadar çok olan Allah'ın nimetlerine191 karşılık olarak, hayatı boyunca her konuda O'na itaat edip, tüm kapsamıyla ibâdet etmesi, bu nimetlerin küçük bir karşılığı, yani Allah'a olan borcunu ödemeye çalışmasıdır.
187] 2/Bakara, 279
188] Ahmet Kurucan, Yeni Bir Fıkhî Açı, s. 86-104
189] 51/Zâriyât, 56
190] 15/Hıcr, 99
191] 16/Nahl, 18
- 48 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kişinin îfâ etmediği namaz, oruç, hac gibi dinî borçlar da deyn/borç kapsamı içindedir. Nitekim hadis-i şerifte, tutulmayan oruç borcu için “deyn” kelimesi kullanılmıştır. 192
Kur'an-ı Kerim'de sosyal gerilimin, müstaz'af - müstekbir ikileminin engellenme yolları belirtilmektedir. Kur'an'da cennet ehli muttakîler tanıtılırken "...Mallarında muhtaç ve mahrumların hakkı vardır."193 buyrulur. Namaz kılan ve namazlarında devamlı olanların eline mal geçip zengin olunca pintileşen kimseler gibi olmadıkları belirtilerek "Bunlar, sahip oldukları mallarda muhtaç ve mahrumların belli bir hakkı bulunduğunu unutmazlar"194 buyrulmuştur.
İnfak eden veya Allah için bir kardeşine güzel bir şekilde, yani dünyevî bir karşılık beklemeden borç veren kimse, başta cimrilik olmak üzere birçok kötü huy ve alışkanlıktan arınır. Cimrilik, fert ve toplum için kötü bir hastalıktır. Bu hastalık kişiyi mal uğruna kan dökmeye, kul haklarına tecavüz etmeye, haramlarla da olsa mala hırs göstermeye götürür. İnfak ve güzel borç verme, mü'mini mala tutkunluk zilletinden temizler, paraya kulluk bağından kurtarır. İslâm, insanın sadece Allah'a kul olmasını, Allah'tan başka her şeyin esâretinden kurtulmasını, yaratılmışların efendisi olma özelliğini korumasını arzu etmektedir. Bunun bir yolu da, zenginin infak ederek ya da karz-ı hasen vererek hem Allah'ın emrine boyun eğmesi, hem de dünya malının kendisine geçici bir süre için tevdi edilmiş bir emânet olduğunun bilincine varmasıdır.
İnfak gibi karz-ı hasen de, Allah'ın verdiği nimetlere şükürdür. Namaz, oruç gibi bedenî ibâdetler, Allah'ın ihsan ettiği vücut sıhhat ve selâmetinin şükrüdür. Her çeşit infakı içeren malî ödemeler de mal nimetinin şükrüdür. Bu duygularla infak eden mü'min, her nimetin, meselâ sağlığın, ilmin, sanatın şükürlerinin de o nimetlerle ödeneceğinin şuuruna varır.
İçinde yaşadığımız toplumda kapitalizm, müslümanların dinlerini yaşamamasından güç almaktadır. Fâiz haramına rağmen, banka ile iş yapan müslümanlar, taksitli alışverişlerle boyundan büyük borçlananlar, kredi kartı ile harcama yapıp kat kat fâiz ödeyenler, sadece kendi haramlarını çekmekle kalmayacaklar, sömürü düzeni kapitalizmin azgınlaşıp insanları ezmesi olan zulüm düzenlerinin güçlenmesi vebâline de ortak olacaklardır. İsraf konusunda etrafına kötü örnek olanlar, hem kendi hayatlarını zorlaştırmakta ve hem de toplumun gidişatındaki sorumlulukları artmaktadır. En doğru çözüm yolu, insanın ister karz-ı hasen biçiminde, isterse ticarî borçlanmaya ihtiyaç duymayacak bir hayat standardı seçmektir. “Ayağını yorganına göre uzat” özdeyişi ile özetlenebilecek bu görüş, insanımız tarafından benimsenip hayata geçirilebildiği takdirde, hem tüketim toplumu olmaktan kurtulacak, israf ve lüks batağında batmayacağız, hem de izzet içinde yaşayabileceğiz.
Müslümanlar, iktisadî yönden güçlü olmalıdır, ama iki şartla. Birincisi, helâl yoldan zerre kadar tâviz vermeden, banka vb. kurumlarla işbirliğine girmeden, yalan ve sözünde durmama gibi ahlâk dışı davranışlara düşmeden. Tabii ki, “bu şartla, bu toplumda, kim, ne kadar zengin olabilir?” denebilir. Müslüman için
192] Buhârî, Savm 43; Müslim, Sıyâm 154, 155
193] 51/Zâriyât, 19
194] 70/Meâric, 22-25
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 49 -
zengin olmak değil; Allah’a hakkıyla kul olmak önemlidir. Her şartta zenginliği yücelten kimse, parayı putlaştıran materyalist ve kapitalist kimsedir. Müslüman bunu bilen ve paranın sadece bir araç olduğunu unutmayan insandır. Nice insan zenginlikle imtihanı kaybederek bu aracı dünyada yoldan çıkmak, âhirette de Cehenneme gitmek için bir araç olarak kullanabiliyor. Müslümanca zengin olma ve zengin kalmanın bu kapitalist düzende çok zor olduğunu ve parayla imtihanın fakirlikle sınanmadan daha müşkil olduğunu unutmamak gerekiyor.
İkinci şart; madde, mânânın önüne geçmemeli, helâl da olsa para ve mal sevgisi, Allah sevgisinden üstün gelmemelidir. Komşusu açken tok yatan kimsenin, kendisi için istediğini başkası için istemeyenin gerçek mü’min olmadığı hadislerde belirtilmiştir. Akıllı tüccar, çok kâr getirecek yere yatırım yapandır. En kârlı yatırım, âhirete yapılan yatırımdır. Zekât, sadaka, karz-ı hasen verme, infak ve malla cihad gibi yükümlülükler, kişinin maddeyi/parayı amaç değil; sadece hayra araç olarak kullanması gerektiğini hatırlatır.
Müslümanlar, fâize ve kapitalizmin vahşi sömürüsüne sadece sözle karşı çıkmakla başarılı olamazlar. Alternatif tavırlar geliştirmeli, herhangi bir müslümanı, banka kredisine, fâiz ve benzeri haramlara muhtaç etmemelidir. İslâmî cemaat ve cemiyetlerin, vakıf ve derneklerin faâliyetlerinden biri, “karz-ı hasen fonu” oluşturmak ve en azından kendi üyelerine ve imkânları zorlayarak diğer insanlara bu fondan yararlanma imkânı sunmaktır. Böylece hem elinde parası olanların paraları muhâfaza altına alınmış; hem de ihtiyaç sahipleri, zâlim ve sömürücülerin ellerine düşmeden sıkıntılarını gidermiş olacaktır. Müslümanlar, paralarını bir araya getirerek helâl yoldan kazanıp infak ve karz-ı hasen fonları oluşturabilmek için şirketler kurabilmeli, hiç olmazsa çok ortaklı şirketlere katılabilmelidir.
Câmiler karz-ı hasen kurumu görevini de üstlenebilir: Bir komşu ülkede günümüzde uygulanmakta olduğu gibi, mahalle sâkinleri, artırıp biriktirdikleri paralarının saklanması ve uygun yerlere karz-ı hasen (karşılıksız, sadece Allah rızâsı için borç) şeklinde kullanılması için emanet sandığı olarak mescidleri tercih etmektedir. Bu emanet paralar, mescide devam eden gençlerin evlenmeleri ve kuracakları yuva için gerekli masraflara harcanmak üzere fâizsiz kredi şeklinde, imamın onay vermesi şartıyla mescidlerden verilmektedir. Yine, mahalle sâkinleri ve mescid müdâvimlerine kendi iş yerlerini açmak amacıyla, benzer şekilde karz-ı hasen fonundan yardım edilmektedir. Kapitalizm ve sömürü ile mücâdelede, müslümanlar arası yardımlaşmada mescidlerin fonksiyonları değerlendirilmektedir. Bu mescid faâliyeti, geniş coğrafyalara yayılabilir ve işlevi genişletilebilir. “Câmii”, kendisinde toplanılan anlamına geldiği halde, günümüzde câmiiler sadece namaz kılınıp dağılınan yerler haline getirildi. Asr-ı Saâdette uygulanan yirmi civarındaki fonksiyon câmiilerden uzaklaştı. Ama, câmiilerin bazı fonksiyonları vakıf ve derneklere taşınıp oralarda uygulanabilir. Karz-ı hasen de bunlardan biridir. Zaten bütün yeryüzü bu anlamda Allah’a kulluk sergilenecek mesciddir, mescid olmayı beklemektedir.
Câmilerdeki Sadaka Taşı: 19. Asra kadar kentlerin merkezlerindeki çarşı câmilerinde varlığını devam ettiren bir uygulama vardı. Câmiinin bir duvarına içi oyuk bir taş yerleştirilir, câmiye giren bazı insanlar, elleri yumulu şekilde o taşa yaklaşırlar, içinde açarlar, o taştan elini çıkarırken tekrar kapatırlardı. Bu el hareketiyle bazıları o taşa para koyar, bazıları da ihtiyacı kadar o taştan para
- 50 -
KUR’AN KAVRAMLARI
alırdı. Dışarıdan onları gören kimseler, kimin para koyduğunu, kimin para aldığını kesinlikle anlayamazdı. Dolayısıyla infak eden gururlanmamış, alan da kendini küçük düşürmemiş olurdu. Ve, bu taşın içi hiç mi hiç boşalmaz; içindekiler bitmeden eklemeler olurdu. Âhiretteki yatırım ihmal edilip israf ve tüketime önem verildiğinden, Batılı ve bâtıl hayatla birlikte fonksiyonunu yitirdiği için çoğu câmiilerden kaldırılan bu taş, bazı câmiilerde tarihî bir kalıntı olarak hâlâ durmaktadır. Bu taşa “sadaka taşı” denirdi. Kente iş bulmak veya bir işini halletmek için taşradan gelen insan, başkalarına maddî sıkıntısını anlatıp yardım isteme ezikliğinden kurtulur, ama sadece bir günlük ihtiyacı kadar buradan para alırdı. İstismar ederse, işinin rast gitmeyeceğini, tüyü bitmemiş yetimin, aç fakirin hakkını yemiş olacağı için cezasını çekeceğini düşünürdü. İş bulur bulmaz da en az aldığı kadar miktarda oraya para bırakmayı kendine borç bilirdi. Oradan yararlanan kimseler, bunu karşılıksız yardım olarak düşünmez, bir borç, yani karz-ı hasen olarak değerlendirirlerdi. Yani, bu uygulama ile karz-ı hasen, değişik bir usûlde başta İstanbul olmak üzere nice şehirlerdeki çarşı üzerindeki câmilerde uygulanıyordu.
Karz-ı Hasenin Fazîleti
Malların, tüm mülkün gerçek sahibi Allah’tır; insanoğlu sadece bir emânetçidir. Allah’ın ve Peygamberi Hz. Muhammed’in (s.a.s.) koyduğu ölçülere göre kazanmak ve harcamak mecbûriyetinde olan mü’minler için, malların meşrû kullanma yollarından biri de ödünç vermedir. Mü’minler birbirlerine karşı mükellef oldukları yardımlaşma yollarından biri karz-ı hasen olduğu için Allah’ın rızâsına ermek amacıyla güzel bir şekilde borç vermek, çok önemli bir İslâmî ameldir.
Zekât verecek ölçüde nisab miktarı mala sahip olup da zekât ve yakın akrabaya nafaka vermekle yükümlü olan insanlar az olduğu gibi, zekât ve nafaka yardımı alacak kadar fakir olanlar da aslında azdır. Toplumun büyük çoğunluğunu orta sınıf oluşturur. Kendi yağlarıyla ancak kavrulabilen bu insanlar, yardıma muhtaç oldukları zaman borç bulabilirlerse sosyal yardım almaksızın maddî problemlerini çözümleyebilirler. Maddî bunalımları gidereceği ve insanların ihtiyaç arz edip karşılıksız yardım istemelerini, dilenmelerini engelleyeceği için dinimiz borç vermeyi Allah’ın rızâsına erdirecek bir amel olarak sunmuş ve teşvik etmiştir. “(Sadakaların en değerlisi) Birinizin mü’min kardeşine ödünç olarak para veya binek/yük hayvanı vermesidir...” “Bir malı/parayı borç vermek, sadaka vermekten hayırlıdır.” 195
İslâm dininin teşvik ettiği borç vermenin fazîletine ve âhiret mükâfatına erebilmek için borç verenin riâyet etmesi gereken şartları üç madde halinde özetleyebiliriz:
a- Borç veren bir maddî problemi çözmeyi, bir üzüntüyü gidermeyi amaçlayacaktır. Bu sebeple alacağı borçla içki, kumar ve zinâ gibi bir haramı işleyeceğine veya bir israf ve lüks harcamada bulunacağına kanaat ettiği kişiye borç vermeyecektir. Çünkü İslâm Dininde bile bile haramın işlenmesine sebep olmak da haramdır, insanı günahkâr kılar. “İyilik ve takvâ/(Allah’ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’tan korkun;
195] Ahmed bin Hanbel, I/463; Câmiu’s-Sağîr, II/86
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 51 -
çünkü Allah’ın cezâsı çetindir.” 196
b- Mü’min, yalnız Allah’ın rızâsını gâye edinerek borç verecektir. Verdiği borca karşılık asla fâiz almayacaktır. Fâiz almayacağı gibi, borçlusundan şu veya bu şekilde yararlanmayı düşünmeyecektir. Eğer borç vermeden önce borçlusu ile arasında hediyeleşme olmuyor idiyse, borçlusundan hediye de kabul etmeyecektir. Zira Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Biriniz bir mal (veya para) ödünç verip sonra malı alan şahıs, borç verene bir hediye verdiği veya onu bineğe bindirmek istediği zaman, sakın o bineğe binmesin ve o hediyeyi kabul etmesin. Meğer ki, borç işinden önce, bu kişiler arasında bu çeşit iş cereyan etmiş olursa, o başka (o takdirde hediye alınabilir)." 197
c- Borç veren mü’min, yaptığı iyiliği başa kakmayacak, ödeyemeyen borçlusuna süre tanıyacaktır. Rabbimiz şöyle buyurur: “Eğer (borçlu) darlık içinde ise, bir kolaylığa ulaşıncaya kadar ona mühlet vermek (gerekir). Eğer gerçekleri çok iyi anlayan kimselerden iseniz, (ödeyemeyecek derecede güçsüz olan borçlunun borcunu) sadaka (veya zekât) saymak sizin için daha hayırlı bir iş olur.”198 Borçluya vâde tanınması ile ilgili hadislerinde ise Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardır: "Borcunu ödemekte zorluk çeken birisine mühlet veren veya borcunun bir kısmını bağışlayan kimseyi Yüce Allah Cehennem ateşinden korur." 199; "Kim bir borçluya mühlet verirse, her gün için bir sadaka sevabı kazanır. Kim onun borcunu vâdesi geldikten sonra tehir ederse, tehir ettiği müddetçe, her geçen gün (alacağı mal kadar) sadaka yazılır." 200
Borcunu ödeyemeyene alacağını bağışlamanın fazîleti bir tarafa, süre tanıyıp kolaylık göstermek bile çok sevap getiren bir ameldir: "Kim borçluya mühlet tanır veya bağışlayıverirse, Allah, kendi gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı günde (kıyâmet gününde) onu arşının gölgesinde gölgelendirir." 201 Borçluya kolaylık göstermenin, alacağını tahsilde müsâmahakâr davranmanın faziletini öğreten bir diğer hadislerinde de Peygamberimiz kendisine vahiy yoluyla bildirileni şöyle açıklıyor: “Kıyâmet gününde Allah’ın huzuruna kullarından bir kul getirilecek. (Rabbimiz) Ona soracak: ‘Dünyada Benim rızâm için ne yaptın?’ O kulun cevabı: ‘Allah’ım! Senin için (affını ve rahmetini) ümit etmeme vesile olacak küçücük bir hayır dahi yapamadım.’ Rabbimiz bu sorusunu üç defa tekrarlayacak. Kul üçüncüsünde şöyle diyecek: ‘Allah’ım! Sen bana (ihtiyacımdan) fazla mal vermiştin. Ben insanlarla alışveriş yapan bir adamdım. Kolaylık göstermek ahlâkımdı. Zenginlere kolaylık gösterir, darda kalanlara da vâde tanırdım (Katında kabul olunur bir amelim olsa olsa budur).’ Gizli ve açık her şeyi bilen, fakat yüceltmek için kulunu muhâtap edinen Allah şöyle buyuracak: ‘Kolaylık göstermeye asıl lâyık olan Benim. (Yaptıklarına mükâfat olarak) Gir Cennete.” 202
Yukarıda özetlenen şartlara riâyet ederek özellikle yaşadığımız dönemde Allah için borç vermek, aynı zamanda bir tür cihaddır. Zira fâiz kurumlarının aylık mevduatlara fâiz verme kampanya ve propagandalarını sürdürdükleri
196] 5/Mâide, 2
197] İbn Mâce, Sadaka 19, hadis no: 2432) "Menfaat sağlayan her türlü borç fâizdir." (el-Câmiu's-Sağîr, II/94
198] 2/Bakara, 280
199] Buhârî, Büyû' 17; Müslim, Zühd 74; Tirmizî, Büyû' 67; Ibn Mâce, Sadakat 14; Ahmed bin Hanbel I/327, II/359
200] Kütüb-i Sitte Terc ve Şerhi, c. 17, s. 289
201] Tirmizî, Büyû’ 67
202] İbn Kesir, Bakara 280 âyetinin tefsiri, I/330-331
- 52 -
KUR’AN KAVRAMLARI
devrimizde ödünç verme, nefsî ihtirasları dizginlemeyi gerekli kılmaktadır. Kaldı ki ekonomisine fâiz sistemi ile işlerlik kazandırılmaya çalışılan toplumumuz gibi toplumlarda özellikle kâğıt para en az, banka fâiz oranları ölçüsünde değer kaybedeceği için ödünç para vermek zararı göze almaktır. Nefse ağır gelebilecek böylesine bir direnç ve fedâkârlık, elbette ki bir cihaddır.
Borcun kasden ödenmemesi bir tarafa, iflâs, hastalık ve ölüm gibi borcun ödemesini engelleyecek doğal engellerin çıkması ihtimal dâhilinde olacağından, İslâm Dini, borç vermeyi teşvik ettiği mü’minlere toplum garantisi vermektedir. Şöyle ki: Kur’an ve Sünnet kanunlarına göre yönetilecek toplumlarda, İslâmî Devlet tarafından toplanıp dağıtılacak dinî-sosyal vergi olan zekâttan, Allah’ın emri ile kendilerine fon ayrılacak bir zümre de, meşrû sebeplerle borçlananlardır. Eğer borçlu mü’min borcunu ödeyemez veya borcunu ödemeden ve miras bırakmadan ölürse, alacaklının bunu belgelemesi üzerine borç, İslâm Devleti aracılığı ile zekât fonundan ödenir. Alacaklı mağdur edilmez. Bu çeşit tatbikat, ilk İslâm Devleti Başkanı olan Peygamberimiz’le başlamış ve O’nun şu uygulaması ile meşrûiyet kazanmıştır: "Ben her mü'mine kendi nefsinden daha evlâyım/yakınım. Nitekim kim bir mal bırakırsa bu ailesi içindir. Kim bir borç veya (bakıma muhtaç) horanta/aile efrâdı bırakırsa bu bana aittir ve benim üzerimedir." 203 Kur’an da bu uygulamayı tavsiye etmektedir. Zekât fonundan bir bölümün borçlular için ayrılması, 9/Tevbe, 60. âyetinin gereği kabul edilmiştir.
İslâm, borç vermeye teşvik eder. Ancak nafakamızı sağlayacak bir iş kurma, oturulacak bir mesken edinme ve hastalıkları tedâvi ettirme gibi hayatî zarûretler olmadıkça borçlanmayı onaylamaz. Zira borçlanma nefsimizi tedirgin edeceği gibi, bizi yalan söylemeye ve sözümüzden dönmeye yöneltebilir. Ödenmeden ölüm halinde ise vârisler tarafından ödenmedikçe de kabirde mahkûm hayatı yaşamamıza sebep olur. Belirtilen dinî ölçüler ışığında borç vermeli; ama borç almamaya çalışmalıdır. Uzun vâdeli borçları altın üzerinden borç almalı ki, borç vereni de zarara sokmamış olalım. Alınan borçlar, zamanında ödenmelidir. Borçlarını belirtilen süre içinde ödemeye çalışmayanlar günahkârdır. Allah için borç verenleri istismar ettikleri, borç verme duygularını körelttikleri ve fâiz sistemine dolaylı olarak yardımcı oldukları için de ayrıca günahkârdırlar.
Borçlanmaktan Sakınmak İslâmî Görevimizdir
İslâmî ölçülere göre insanın çevresine yük olmaksızın, şahsının ve bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin ihtiyaçlarını temin etmesi ana görevidir. Ancak, zaman zaman, çevre ile yardımlaşma zarûreti duyulabilir. Bunun içindir ki İslâm, yardımlaşmayı emretmiştir. Yardımlaşmanın önemli bir şekli olan ödünç alıp vermeyi de meşrûlaştırmıştır. Dinimiz ödünç vermeyi teşvik etmekle birlikte, ödünç almayı ise ancak hayatî zarûretler karşısında onaylar.
Nafaka temini için iş kurma, mesken edinme ve tedâvi gibi sebepler dışında borçlanma İslâm’ın öğretileri ile bağdaşmaz. Çünkü gereksiz borçlanma çevreye lüzumsuz yük olmanın ötesinde ferdin dünya ve âhiret hayatını olumsuz yönde etkileyicidir. Bu sebeple Peygamberimiz her bir mü’mini muhâtap tutan şu emri vermişlerdir: “Güven içinde yaşarken borçlanma ile nefislerinizi tedirgin etmeyiniz.” 204
203] Müslim, Cum'a 43, hadis no: 867; Nesâî, Iydeyn 22
204] Mecmeu’z-Zevâid, K. Büyû’ B. Fi’d-Deyn, IV/126
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 53 -
Borçlanma, gerçekten hayatı etkileyicidir. Özellikle devrimizde borçlanma pek çok sakıncayı ihtivâ etmektedir:
a- Borç, kafayı meşgul, kalbi tedirgin eder. Sürekli borçlanmalar ise kişiyi yalan söylemeye, sözünden dönmeye zorlar. Yalan ve vaadinden dönme ise İslâmî şahsiyeti çiğnetir, âhiret hayatına zarar verir. Bunun içindir ki Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Kişi borçlanınca konuşur, yalan söyler, vaad eder, sözünü tutmaz." 205; "Borçtan kaçının; zîra o, gece keder, gündüz de zillet vesilesidir." 206
b- Günümüzde ev ve giyim eşyası gibi malları borçlanarak taksitle alma, israfa ve lükse düşürmenin yanı sıra kişiyi fâiz düzeninin de destekçisi kılmaktadır. Taksitçiliğin fâiz sistemini beslediği açık bir gerçektir. Dolaylı bir şekilde de olsa haram olan bir uygulamaya yardımcı olmak ise haramdır.
c- Ekonomisi fâize dayalı toplumlarda enflasyon kaçınılmaz olduğundan para olarak alınan borç, tam olarak ödense de, değer kaybıyla ödendiği için alacaklının hakkı gereğince ödenmemiş olur. Bu ise, Allah için borç vererek iyilik yapanı zarara uğratmaktır.
d- Borçlanmanın bir diğer önemli sonucu da ödeyememe durumudur. Zira işsizlik, hastalık ve iflâs gibi sebepler borçların ödenmesini engelleyeceği gibi, ansızın gelen ölüm de borçları ortada bırakabilir. Bu durum ise âhiret felâketine sürükleyicidir. Çünkü Peygamberimiz’in açıklamalarına göre şehitlik üzere ölüm bile kul hakkı olan borcun vebalini düşürmez. Kişi cennetliklerden olsa bile borcu vârisler tarafından ödeninceye kadar ruhu kabir hapsolunur: "Borçlu ölen kimse kabirde bağlıdır, rehinlenmiş gibidir. Onu kurtaracak tek şey borcunun ödenmesidir." 207; "Nefsimi elinde tutan Zât'a kasem olsun, bir adam Allah yolunda öldürülse, sonra diriltilse, tekrar öldürülse, sonra diriltilip tekrar öldürülse, üzerindeki borcu ödenmedikçe cennete giremez." 208
Üzebildiği, haramlara düşürebildiği, bâtıllara destekçi kılabildiği ve sonuç olarak da âhiret mutluluğuna engel olabildiği içindir ki Peygamberimiz (s.a.s.) duâlarında borçtan ve borçlanmaya mecbur kılacak durumlara düşmekten daima Allah’a sığınmıştır. Bir defasında ‘Allah’ım! Kâfirlikten ve borçtan Sana sığınırım’ şeklinde duâ buyurunca bu duâyı işiten sahâbî: ‘Kâfirliği borca eşit mi kılıyorsunuz yâ Rasûlallah?’ diyerek sormuştur. Peygamberimiz de: “Evet (eşit kılıyorum)”209 buyurarak hayatî bir zarûret olmadıkça borçlanılmaması lüzumunu duyurmuşlardır. Rasûlullah (s.a.s.) hemen her gün sabah akşam şu duâyı yapardı: “Allah’ım! Günahtan ve borçtan Sana sığınırım.” Bu duâyı devamlı yapınca, merakını yenemeyen bir sahâbi: ‘Yâ Rasûlallah! Borçtan ne kadar da çok Allah’a sığınıyorsun” demişti. Bunun üzerine Allah Rasûlü şöyle buyurdu: “Kişi borçlandığı zaman (ödeyemediğinde) yalan söyler, söz verir, sözünde durmaz.” 210
Sunduğumuz dinî ölçülerden anlaşılacağı üzere nafaka, mesken ve tedâvi gibi hayatî zarûretler dışında borçlanma meşrû değildir. Dinî ölçülerimize göre
205] Buhârî, İstikraz 10
206] Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, c. 7, s. 179
207] Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, c. 7, s. 179, 180
208] Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, c. 7, s. 179
209] Nesâî, 8/264; Mişkâtu’l-Mesâbih, hadis no: 2481
210] Buhârî, İstikraz 10
- 54 -
KUR’AN KAVRAMLARI
borçlanmanın meşrû olmadığı durumlarda gereksiz yük olarak müslümanlardan borç istemek de meşrû değildir. Çünkü Peygamberimiz “İnsanlara yük olmayınız...” buyurmuşlardır. Ayrıca halı, âvize, koltuk takımı, buzdolabı, televizyon gibi ev eşyası ve özel otomobil gibi eşya ve araçların borçlanarak alınması da İslâm’ın sunduğu takvâ ölçüleri ile bağdaştırılamaz. Çünkü bunlar hayatî bir ihtiyaç değildir. Mevcut işimizi büyütmek gibi bir gâye ile fâizli kredi alarak borçlanmak ise kesinlikle haramdır. Haramları işlemek ise cehennem azâbına götürür.
Mü’min, açıklanan zarûrî sebepler dışında borçlanmamalıdır. Borçlandığı zaman ise mutlaka ödeme niyetiyle borçlanmalı, borcunu zamanında ve güzel bir şekilde ödemelidir. Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmuşlardır: "Allah Teâlâ nazarında, bir kulun Allah tarafından yasaklanan kebîrelerden sonra, beraberinde getirebileceği en büyük günahlardan biri, kişinin ödenecek karşılık bırakmadan üzerinde borç olduğu halde ölmesidir."211; "Bundan sonra yanımda para olmadan hiçbir şey satın almayacağım." 212; "Borcunu ödeyebilecek durumda olan zengin kimsenin ödemeyi geciktirmesi zulümdür. Biriniz bir zengine havâle olunursa (havâleyi kabûl etsin.)"213; "Zenginin borcunu savsaklaması, haysiyetinin ihlâl edilmesini ve cezâlandırılmasını helâl kılar."214; "Kim ödememek kastıyla borca girerse Allah'ın huzuruna hırsız olarak çıkar."215; "Üzerinde bir dinar veya bir dirhemlik borçla ölen kimsenin borcu, onun hayır ve hasenatından ödenir. Orada (mahşer yerinde) ne dinar ne de dirhem vardır." 216
"Borcun sebep olduğu keder kadar ciddi bir keder, göz ağrısı kadar dayanılmaz bir ağrı yoktur."217; "Borç Allah'ın yeryüzündeki zillet boyunduruğudur, Allah bir kulu zelîl etmek dilerse onu boynuna geçirir." 218; "Şüphesiz, borç sahibi (ödemeden) ölünce, borcu Kıyâmet günü ondan (sevaplarından) alınır. Fakat şu üç sebeple borçlanan kimse bu hükmün dışındadır:
1) Adamın gücü Allah yolunda (savaşta) zayıflar, o da Allah düşmanına ve kendi düşmanına karşı kuvvetlenmek için borçlanır.
2) Bir adamın yanında bir müslüman ölür, onu kefenleyip gömecek parası olmaz, bu maksatla borçlanır.
3) Bir adam, bekârlık sebebiyle nefsinden Allah'a karşı korku hisseder. Dinine zarar gelir endişesiyle (borçlanarak) evlenir. Allah Teâlâ, Kıyâmet günü, bunların borçlarını kendisi öder." 219
Ödememe niyetiyle borçlanan, borcunu ödemeyen veya zamanında güzelce tediye etmeyen kişi günahkârdır. Müslümanların yardımlarını, merhamet duygularını istismar ederek mü’minler arasında yardımlaşma duygularının
211] Ebû Dâvud, Büyû 9, (3342
212] Ahmed bin Hanbel, I/235, 323
213] Buhârî, İstikrâz 12, Havâlât 1, 2; Müslim, Müsâkat 33, hadis no: 1564; Ebû Dâvud, Büyû 10, hadis no: 3345; Tirmizî, Büyû 68, hadis no: 1308; İbn Mâce, Sadaka, 8; Nesâî, Büyû 100, 101; Muvattâ, Büyû 84; Dârimî, Buyû’, 48; Ahmed bin Hanbel, II/71, 245, 254, 260
214] Ebû Dâvud, Akdiye 29, hadis no: 3628; Nesâî, Büyû 100; İbn Mâce, Sadakat 18, hadis no: 2427; Buhârî, İstikrâz 13
215] Kütüb-i Sitte Terc ve Şerhi, c. 17, s. 288
216] Kütüb-i Sitte Terc ve Şerhi, c. 17, s. 288
217] Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, c. 7, s. 179
218] Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, c. 7, s. 179
219] Kütüb-i Sitte Terc ve Şerhi, c. 17, s. 294
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 55 -
zayıflamasına sebep olan bu gibi kişiler, hayrı engelleme günahının da fâilidirler. "Kim şu üç şeyden berî/uzak olarak ölürse (azap görmeksizin) Cennete girer: Kibir, gulûl (ganîmet veya toplum malından çalma), borç." 220
İnfakın, Allah İçin Borç Vermenin Fayda ve Hikmetleri
Bir toplumda zenginlerin ve fakirlerin bulunması doğaldır. Doğal olmayan, bunların birbirlerinin haklarını gözetmemesi ve sosyo ekonomik açıdan bir bakıma sünnetullah denilebilecek bu durumun toplumda gerilim ve gerginlik sebebi olmasıdır. Bunun için de hem zengin ve fakir arasındaki ekonomik düzey farkının uçuruma dönüşmemesi, yani zenginin daha zengin; fakirin daha fakir olmasının engellenmesi, hem de bu yüzden gerçekleşmesi muhtemel olan bu duygusal gerilimin önlenmesi gerekir. Kur'an-ı Kerim'de sosyal gerilimin, müstaz'af - müstekbir ikileminin engellenme yolları belirtilmektedir. "...Mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın diye..."221 Kur'an'da cennet ehli muttakiler tanıtılırken "...Mallarında muhtaç ve mahrumların hakkı vardır." 222 buyrulur. Namaz kılan ve namazlarında devamlı olanların eline mal geçip zengin olunca pintileşen kimseler gibi olmadıkları belirtilerek "Bunlar, sahip oldukları mallarda muhtaç ve mahrumların belli bir hakkı bulunduğunu unutmazlar" 223 buyrulmuştur. Bu düzenleme aynı zamanda bunun işleyişinde son derece önemli insanî meziyetlere, psikolojik faktörlere de işaret ediyor. 2/Bakara 263 ve 264. âyetlerden anlaşıldığına göre; zengin, verirken gönülsüz davranmayacak, başa kakmayacak, aynı şekilde fakir de alırken ezilmeyecek, her türlü meşrû sebebe yapıştığı halde, gücü geçinmeye yetmediğinden mahcûbiyet duyması gerekmeyecek. Çünkü biri borcunu ödüyor, diğeri hakkını alıyor, alacağını tahsil ediyor. Başa kakma ve mahcubiyet için hiçbir neden kalmıyor. Bu düzenleme, bir anlamda toplumsal gerilim sigortası görevi görür.
Namaz ve oruç, bireysel ve kişisel gelişme ve yükselişe; infak ise, ferdî cimrilik, bencillik gibi kötü huylardan arındırma yanında, toplumsal bünyeye girmiş zararlı mikroplardan arınmaya, toplumsal bünyenin sağlıklı bir şekilde serpilip büyümesine, gelişmesine hizmet ediyor. İnfakın bir ibâdet oluşunun anlamı burada gerçekleşiyor; İnfak, toplumsal ibâdettir. "Onların mallarından sadaka al. Onunla kendilerini temizlemiş ve tezkiye etmiş olursun." 224 Temizleme ve tezkiye; bu iki kelime, zenginin ruh ve nefsinin, mal ve servetinin hem maddî hem de mânevî yönden temizlenme ve arınmasını içine almaktadır. İnfak eden, başta cimrilik olmak üzere birçok kötü huy ve alışkanlıktan arınır. Cimrilik, fert ve toplum için kötü bir hastalıktır. Bu hastalık kişiyi mal uğruna kan dökmeye, kul haklarına tecavüz etmeye, haramlarla da olsa mala hırs göstermeye götürür. İnfak, mü'mini mala tutkunluk zilletinden temizler, paraya kulluk bağından kurtarır. İslâm, insanın sadece Allah'a kul olmasını, Allah'tan başka her şeyin esâretinden kurtulmasını, yaratılmışların efendisi olma özelliğini korumasını arzu etmektedir. Bunun bir yolu da, zenginin infak ederek hem Allah'ın emrine boyun eğmesi, hem de dünya malının kendisine geçici bir süre için tevdi edilmiş bir emanet olduğunun
220] Tirmizî, Siyer 21, hadis no: 1572, 1573; Ali Rıza Demircan, İslâm Nizamı, c. 1, s. 173-183
221] 59/Haşr, 7
222] 51/Zâriyât, 19
223] 70/Meâric, 22-25
224] 9/Tevbe, 113
- 56 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bilincine varmasıdır.
İnfak gibi karz-ı hasen de, Allah'ın verdiği nimetlere şükürdür. Namaz, oruç gibi bedenî ibâdetler, Allah'ın ihsan ettiği vücut sıhhat ve selâmetinin şükrüdür. Her çeşit infakı içeren malî ödemeler de mal nimetinin şükrüdür. Bu duygularla infak eden mü'min, her nimetin, meselâ sağlığın, ilmin, sanatın şükürlerinin de o nimetlerle ödeneceğinin şuuruna varır.
Sosyal dayanışma sisteminin temelini oluşturan zekât ve diğer infak çeşitleri, bir ibâdet anlayışıyla ele alınması ve fakir, kimsesiz, muhtaç, yetim, yolda kalmış ve borçlu gibi yardıma muhtaç bütün sınıfları kapsayacak kadar geniş olması, İslâm'ın toplumsal bütünleşme, kaynaşma ve dayanışmaya büyük bir önem verdiğini gösterir. Her türlü infak, malı ve malın bereketini artırır. Yoksul zümrelerin eline geçen para, her şeyden önce insan onurunu geliştirir, iş gücü kalitesini artırır. Bunun yanında artan satın alma gücü sayesinde yükselen umumi talep hacmi, ekonomik hayata dinamizm getirir. İnfak sayesinde zenginle fakir arasında güven, saygı ve sevgi oluşur. İslâm kardeşliği de böylece gerçekleşir.
Rasûlullah'ın benzetmesiyle müslümanlar bir vücut, bir bünye gibidir. Vücudun bir âzâsı sızlayınca bu ağrıyı öbür organların duymaması, bu derdi paylaşmaması mümkün mü? Hayır, çünkü böyle bir durum, vücudun fıtrî -doğal- yapısına terstir. Toplumda fakirlerin haklarına riâyet edilmemesi, vücuttaki bir uzvun kanaması gibidir; vaktinde tedbir alınmazsa kan kaybı bu vücudun hastalanmasına, belki ölmesine yol açarsa, aynı şekilde fakirlerin haklarına tecavüz, sosyal bir kanamadır ve vaktinde tedbirler alınmazsa canlı organizma olan sosyal bünyenin sağlığını yitirmesine yol açacaktır. Bu durum, toplum üzerindeki ilahî yardımın, rahmet ve bereketin çekilmesi demektir. Bugün toplumumuzda görülen ekonomik problemlerin önemli bir kısmı bu hastalıkla ilgilidir.
Mü'min, Allah yolunda dağıtmanın bir görev ve sorumluluk meselesi olduğunun bilincindedir. Her çeşit malı ve nimetleri, asıl kaynağı olan Allah'a nisbet eder. "Onlara rızık olarak verdiklerimizden..." ifadesi mü'minin özel mülk ve gerçek mâlik anlayışını düzenler. Böylece infak eylemi, dağıttığı şeylerin kendi özel malı olmadığını, kendi özel mülkiyetinden tasarrufta bulunmadığını hatırlatarak onun bağış bencilliğini kırar. Mü'minlerin tüm yaptıkları, Allah'ın verdiği rızıktan infak etmektir. Bir postacıdır, bir veznedardır, bir emanetçidir mü'min. Bu telkin, asıl verenin, asıl sahip olanın Allah olduğunu hatırlatır. Böylece mü'min, Allah'ın kendisine verdiği rızıklardan sorumlu olduğunu anlar. Mü'min, malını istediği biçimde, dilediği şekilde özgürce harcayamaz. Sadece malını değil; rızık kelimesinin, mülk kelimesinin kuşattığı tüm maddî ve manevî nimetler konusunda aynı bilinç ve davranış sözkonusudur. İnfak, insanın sahip olduğu her enerjiyi, her gücü kapsamına almaktadır. İlme sahip olanlar, ilme muhtaç olan insanlardan ilimlerini saklamamak ve ona ihtiyacı olanlara bu ilmi dağıtmak zorundadırlar. Makam, şöhret, çalışma, tecrübe ve diğer konulardaki imkânlar da böyledir. Bu tür imkânları olanlar, onları sırf kendileri için saklamamak, aksine buna ihtiyacı olan insanlara dağıtmak mecburiyetindedirler. Bu sorumluluk, arta kalan bir şeyi verme niteliğinde ve nafile bir ibâdet değil; bir görevi yerine getirme sorumluluğu, bir farzı eda etme bilincidir.
Mü'minler; Karun gibi toplayıcı değil; Harun gibi dağıtıcıdırlar. Dağıtmak için kazanırlar. Verirken tükeneceğinden korkmazlar. Çünkü veren Allah'tır;
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 57 -
"ver" diyen de Allah'tır. "Siz Allah için bir şey verdiğinizde Allah onun daha iyisini verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır." 225 Mü'min, İblis gibi fakirlikten korkutup cimriliği emretmez 226; İdris gibi cömertliği emreder.
Mü'min, canını yaratanın Allah olduğunu, malını verenin Allah olduğunu bilir ve O'nun yolunda mal ve canıyla cihad eder. Bakara suresi 3. âyetindeki "onlara verdiğimiz rızıktan infak ederler" âyetini okuyunca, biz verdiğimizi kendi malımızdan değil; Allah'ın bize emaneten verdiğinden infak ettiğimizi anlıyoruz. Düğün evinde yemek kazanının başındaki aşçı yemek dağıtırken kimseyi minnet altına alamadığı gibi, kimsenin başına kakamadığı gibi, "ben malımdan dağıtıyorum" diyerek övünemediği gibi infakta bulunan kişi de haddini bilir. 227
Kur'an'dan faydalanabilmenin şartlarından biri, kişinin, Allah'ın ve insanların hakkını vermek üzere Kitap'taki talimatlara uygun olarak parasını başkalarıyla paylaşmaya hazır olmasıdır. Bu çok önemli bir şarttır. Çünkü bir cimrinin veya parayı her şeyden çok seven bir servet düşkününün, İslâm uğrunda mâlî fedakârlıklar yapması beklenemez. 228
Cimrilik, yahudilerin ve yahudileşenlerin, kapitalistlerin özelliğidir. Cimri, paranın egemenliğine boyun eğdiğinden paranın mahkûmudur. O yüzden cimri, devamlı psikolojik bunalım içindedir, doyumsuzdur, sevgisizdir. Fedakârlığın, vermenin tadına varmanın ne kadar güzel olduğunu, âhiret ödülü yanında, dünyada da insanı mutlu ettiğini bilemez cimri. Cimriliğin sebebi, aşırı para, mal hırsı ve gelecekte yoksul kalma korkusudur. Cimrilik yüzünden durmadan para biriktiren ve tükenir endişesiyle hastalıklarında bile harcamayıp, dünyayı bile kendilerine zehir eden para mahkûmları vardır. Hâlbuki para, mal Allah'ın nimetidir ve bu nimet yerli yerince harcanırsa Allah onu artırır. Cimriler, insanlar arasında da, Allah katında da sevimsiz ve aşağılık kişiler olarak görülür. "Onlar ki hem kıskanır, cimrilik ederler, hem de herkese cimrilik tavsiye ederler ve Allah'ın kendilerine fazlından verdiği şeyleri saklarlar. Biz de böyle nimetleri gizleyen nankörlere hor ve rüsvay edici bir azab hazırladık." 229
Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) de şöyle buyurmaktadır: "Cimrilikten sakınınız. Çünkü cimrilik, sizden önceki milletleri helâk etmiştir." "Her sabah gökten iki melek iner. Birisi: İlahi, infak edene karşılığını ver; diğeri: Allah'ım! Cimrilik edene de telef ver (malını yok et), diye dua ederler." 230; "Cimri kişi, Allah'a uzak, cennete uzak, insanlara uzak ve cehennem ateşine yakındır." 231
Paralarından ve mallarından en az yararlanan cimrinin kendisidir. Cimriler, kendilerinin ölmelerini isteyenler için servet biriktiren insanlardır. Cimri, yeryüzünde kendi yararlanamayacağı serveti biriktirirken; infak sahibi cömert gökyüzünde kendisi ebedî yararlanacağı serveti biriktirir. İnfak eden mü'min, istikbalini düşünen kimsedir; yarın gideceği yere yatırım yapmakta, içinde ebedî yaşayacağı köşkünü hazırlamaktadır.
225] 34/Sebe', 39
226] 2/Bakara, 268
227] Mahmut Toptaş, Şifa Tefsiri, c. 1, s. 85-86
228] Mevdûdi, Tefhîmu’l-Kur’an, c. 1, s. 49
229] 4/Nisâ, 37
230] Riyâzü's-Sâlihîn, 1/253
231] Tirmizî, Birr 40
- 58 -
KUR’AN KAVRAMLARI
İnsan, malına cimrilik ettiği nisbette şerefinden kaybeder. Kötü kimseler olsalar bile cömertler için herkesin kalbinde bir sevgi vardır. İyi olsalar bile cimrilere karşı herkesin kalbinde yalnız nefret vardır. Mallarını kendileri için bile harcamaktan çekinen cimriler, Allah Teâlâ'nın kendilerine verdiği nimeti harcamamakla sadece kendilerini değil, eş ve çocuklarını da sıkıntıya sokarlar. Çevrelerindeki diğer insanlara fenalık yapmış olurlar. Çünkü Allah'ın verdiği bu nimetlerde nafaka veya sadaka olarak diğer insanların da hakkı vardır. Bu hakkın sahiplerine verilmemesi zulümden başka bir şey değildir. Servet, Cenâb-ı Hakk'ın ihsanıdır. Allah, serveti dilediğine verir, dilediğinden alır. Mal ve mülkün gerçek sahibi O'dur. Cimriler, bu şuura eremeyen insanlardır. "Allah'ın verdiklerinden cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar; bilakis bu onların kötülüğünedir. Cimrilik yaptıkları şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah işlediklerinizden haberdardır." 232
İnfak ve Allah için borç verme, mutluluğun merdivenidir. Alan kimse, nimetlerden geçici ve sınırlı bir şekilde yararlanırken; veren mü'minin hazzı kısa sürede sona ermez. Mü'min kalp, mal ile değil; iman ile mutmain olur. Allah yolunda infak etmekle fakir düşeceğinden korkmaz. Kendi hiçbir şey değilken Allah onu meydana getirmiş, vücut, göz, kalp, lisan ve sayısız nimetler bağışlamış ve mal sahibi yapmıştır. Bunlar Allah'a aittir. Öyle ise Allah'a güvenen birisi Allah yolunda ve Allah rızâsı için malını infak etmekten veya darda kalan kimseye borç alarak vermekten çekinmez. Kalpler, cömertlikle, infak ve karz-ı hasen sâyesinde temizlenir. 233 Çünkü küfür ve nifaktan sonra kalbi karartan sebeplerden biri de aşırı mal sevgisi ve servete bağlılık arzusudur. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de; "Serveti de düşkünce seviyorsunuz." 234 buyrulur. İşte bu sevgi ile insan, "ben bu malı infak edersem, başkasına borç vererek yardım edersem, bana bir şey kalmaz" korkusuna düşer ve hemen şeytan harekete geçer: "Şeytan sizi fakirlikle korkutur, size cimriliği emreder."235 Oysa Allah'ın bildirdiğine göre: "mal ve servet insan için bir imtihandır."236 Bu imtihandan başarılı çıkmanın yolu da cömertlik ve infaktır. 237
İnsanların cömertlikten ve infaktan kaçmasının sebepleri başında: "benim olan varlığı başkalarına niçin vereyim?" duygusu ile "başkalarına verirsem, benim varlığım azalır ve zaruret zamanında zahmete düşerim" düşüncesi gelir. İslâm dini ise bu duygu ve düşünceyi kökünden kaldırmıştır. İslâm'a göre mal ve servet herhangi bir şahsın tekeli altında değildir. Mal ve servet yalnız Allah Teâlâ'nındır. Her şeyin gerçek mâliki Allah'tır.238 Kur'ân-ı Kerim'de bu durum yirmiyi aşkın âyette vurgulanmaktadır. Mülk Allah'ın olduğuna göre, tabiî olarak sahibinin yolunda sarfedilmesi, mü'min için en makul bir olay olarak değerlendirilir. Mü'mindeki infak, karz-ı hasen ve cömertlik duygusu da bu düşünceden kaynaklanır.
Hesap gününü düşünen her mü’min, malın bir imtihan sebebi olduğunu bilir ve mâlî ibâdetlerini eda etme hususunda titiz davranır.
232] 3/Âl-i İmran, 180
233] Bk. 92/Leyl, 17-20
234] 89/Fecr, 20
235] 2/Bakara, 268
236] Bk. 39/Zümer, 49-52
237] Bk. 64/Teğâbün, 15-17
238] 3/Âl-i İmran179; 57/Hadîd, 10
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 59 -
Kur’an-ı Kerim’de: “Onların mallarında isteyenin ve (iffetinden dolayı dilenemeyen) yoksulun da bir hakkı vardır.”239 hükmü beyan buyrulmuştur. Mü’minlerin mallarıyla, dilleriyle ve canlarıyla cihad etmeleri, kat’i nasslarla emredilmiştir. İşte cihadın ilk ve vazgeçilmez çeşidi olan malla cihada infak ve karz-ı hasen adı verilir.
İnsanın fıtrî hallerinden birisi de, iyilik gördüğü kimseyi sevmek, kötülük gördüğü kimseden de uzaklaşmaktır. Bu, esasen her canlıda bulunan bir özelliktir. Fakat bazen öyle iyilik edenler olur ki, yaptığı iyiliği başa kakarak, insanı “keşke bu iyiliği yapmasaydı” dedirtecek noktaya götürür. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: “Mallarını (Allah yolunda) harcayıp da, sonra o harcadıklarının arkasından başa kakmayan ve eziyet etmeyenler (yok mu?) Onların Rableri katında mükâfatları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olacak değillerdir.”240 buyrulmuştur. Yapmış olduğu iyiliği her fırsatta gündeme getiren ve karşısındaki insanın hislerini rencide eden kimse “infakını iptal etmiş” hükmündedir. Zira iyiliği başa kakmayan ve diliyle eza vermeyenler için korku kaldırılmıştır. Diğerlerine gelince, Allah Teâlâ: “İyi (ve güzel) bir söz veya bir ayıbı örtme; ardından eziyet gelen (başa kakılan) bir sadakadan hayırlıdır. Allah (kullarının infaklarından) müstağnidir, halimdir.”241 hükmünü beyan buyurmuştur. Bilindiği gibi, güzel bir söz veya bir ayıbı örtmek için, mutlaka zengin olmak gerekmez. Her mü’min (zengin veya fakir) bu ameli eda edebilir. Bu âyette, beliğ bir üslupla, önce infakta bulunan, daha sonra (bu sebeple) eziyet eden mükellefin, amelinin (sevap açısından) iptal edildiği haber verilmiştir. Dolayısıyla infak amelinin değişmeyen iki rüknü vardır. Birincisi, iman; ikincisi ihlâstır.
İslâm toplumu, “iyilik ve takvâ hususunda yardımlaşma ve yarışma”yı esas alan fertlerin bir araya gelmesiyle hayatiyet kazanır. İman eden, sâlih amel işleyen, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye eden insanlar hüsrandan kurtulabilirler.
Rasül-i Ekrem’in: “Veren el, alan elden daha hayırlıdır.”242 buyurduğu bilinmektedir. Veren el, infak eden el olduğu gibi, aynı zamanda borç veren eldir. Çünkü hadis-i şeriflerde, karz-ı hasenin infak ve sadakadan daha fazîletli olduğu belirtilmiştir. 243
Kur'an'ın koyduğu ilkelerin başında yer alan infak konusu oldukça önemli bir konudur. Bir insanı tanımak istiyorsanız, o insanın hayatında infakın, borç vermenin yerini araştırınız. Araştırınız, çünkü çok önemli bir ipucu yakalamış olursunuz. O, insanın kalitesini anlamada yardımcı olur. Evet! Allah için borç vermek, infak etmek, çok büyük bir meziyettir. İnfak ve borç verme, sahibini yüceltir, Allah katında sevimli kılar. Allah Rasulü, birçok hadislerinde vermeyen, infak ruhu gelişmeyen ve Allah için vermeyi bir vicdan zevki haline getirmeyenleri uyarmış, ikaz etmiştir. Hatta cimri olan bir âlime, cömert olan fakat İslâm adına fazla bir şey bilmeyen insanları tercih etmiştir.
Rabbimiz Kur'an'da sıkça arınan ve sakınanlardan bahseder ve onlara özel iltifatlarda bulunur. Ayrıca arınmanın yolunu da gösterir. Bu konuda Rabbimiz infak ederek, borç vererek arınacağımız konusunda telkinde bulunur. "O (mü'min)
239] 51/Zâriyât, 19
240] 2/Bakara, 262
241] 2/Bakara, 263
242] Müslim, Zekât 32; hadis no: 94 -1033-
243] Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, İkinci Kitap, s. 78-82
- 60 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ki, malını (Allah için) vererek arınır, yücelir."244 Demek ki arınmanın yolu infak etmekten geçer. İnfak eder, muhtaçlara borç verirsek kalben ve rûhen arınırız. İnfak ederek mânen yüceliriz. Gerçek iyiliğe kavuşuruz. Olgun bir kişilik, emin bir şahsiyet oluştururuz. Mallarımızdan O'nun için infakta bulunursak arınırız. "Peki, arınanlara Allah'ın yardımı nedir?" sorusuna başka bir âyet cevap vermektedir: "Eğer siz arınır ve sakınırsanız, Allah sizlere iyilikle kötülüğü birbirinden ayıracak ince bir anlayış verir."245 Âhiretteki büyük nimetinden başka bu dünyada gaybî yardımları ile destekleme taahhüdünde bulunmuştur. Basiretimizi açmayı, gerçekleri görecek gözü ihsan edecek doğru yol üzere bulunmamızda yardımcı olacaktır. İnfak edenler, Allah ile aralarında özel bir bağ oluşturacaklardır. Yalnız Allah için vermek, yalnız O'nun rızâsını gözeterek vermek, insanı Allah'a yaklaştıracak, Allah için olma ve Allah için yapma, amel işleme alışkanlığı kazandıracaktır. Zira Allah için infak edince insanların duyarak reklâmını yapmalarına engel olacak, Rabbim bilsin yeter diyecektir. Bu anlayış, onu ihsan makamına erdirecek, ruhî bir olgunluk kazandıracaktır. "Her ne infak ederseniz şüphesiz Allah onu hakkıyla bilendir." 246 Yani, yaptıklarınızı, yardımlarınızı insanlara duyurmaya, afişe etmeye kalkışmayın. İnfak edeceğiniz şeyleri değersiz şeylerden seçmeyin. Çünkü Allah hakkıyla bilendir. Ne verdiğinizi ve niçin verdiğinizi bilir.
Elde avuçta olanı paylaşmak, iman kardeşliğini ve imanda kemâli gösteren bir yüceliktir. Tıpkı Medine'li ensar'ın, Mekke'li muhâcirler ile paylaştığı gibi. İşte gerçek infak böyle olur. Asr-ı saadetteki infak ile ilgili somut olaylarla kendi durumumuzu karşılaştırmalıyız. Belki yaptıklarımızın, infak adına yaptığımız teberruların basitliğini, gerçek infak olmadığını o zaman daha iyi anlamış oluruz. Belki de verdiğimiz küçük bağışların, vicdanımızın baskısından kurtulmanın aracı ve kendimizi tatmin yöntemi olduğunu göreceğiz.
Bilindiği gibi Hz. Ebûbekir (r.a.) iman etmeden önce Mekke'nin en zenginlerindendi. İslâm ile tanışıp, gerçek imanın haz ve lezzetini alınca, imanın bir gereği olarak olabildiğine yardımsever bir kişilik olarak göründü. Nerede yardıma muhtaç biri varsa yanı başında yardımına koşan biri de vardı: Hz. Ebûbekir! Hz. Bilal'ler her türlü zulüm ve işkence altında inlemeye, mahkûm edilmeye dursun, onları hürriyetine kavuşturmak için dünyalık adına sahip olduğu tüm varlığını seferber eden biri vardır: Hz. Ebûbekir! Hicret etmek zorunda kalmıştır, ancak yarı yolda karşısına çıkan Mekke'li müşrik İbni Duğine; "ne olur gitme, ne kadar hayırsever olduğunu herkes biliyor, bu insanların sana ihtiyacı var. Senin yardımına, fedakârlı-ğına ihtiyacımız var." diyerek himayesinde Mekke'ye geri getirdiği insan da yine Hz. Ebûbekir’den (r.a.) başkası değildir.
Aslında Peygamber'e gönül veren tüm ashabda bu ruhu görmek mümkündür. Ancak Hz. Ebûbekir'de bu şuur daha bir belirgin idi. Bunun için misalimizi ondan verelim: Tebük seferine çıkılmak üzeredir. İslâm savaşçılarına silah ve mühimmat gereklidir. Bunun için sevgili Peygamber, müslümanlardan infak etmelerini istemiştir. Hz. Ömer uzun zamandan beri Hz. Ebûbekir'in infak anlayışına gıbta etmektedir. İşte fırsat doğmuş, ondan daha fazla infak etmenin sırası gelmiştir. Herkes gücü yettiğince infak eder ve geçer. Sıra Hz. Ömer'e geldiğinde:
244] 92/Leyl, 18
245] 8/Enfâl, 29
246] 3/Âl-i İmran, 92
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 61 -
"Ya Rasûlallah! İşte malım, tam yarısını Allah için infak ediyorum." diyerek gönüllerde taht kurmuştur. Ancak sıra Hz. Ebûbekir'e gelmiştir. Büyük bir özveri ve fedakârlık ile: "Ya Rasûlallah! İşte malım, tamamını infak ediyorum." dediğinde, Efendimiz (s.a.s.) itiraz etmişti: "Yâ Ebâbekir, ehline, çoluk-çocuğuna bir şey bırakmadın mı?" Hz. Ebûbekir: "Allah ve Rasulü'nü bıraktım, yetmez mi ya Rasulallah, kâfi gelmez mi ya Rasulallah?" diyordu. Malının tamamını infak etmek her babayiğidin kârı değildi. İşte gerçek infak bu ve benzerler idi. Şimdi kendi yaptıklarımızın ne kadar komik kaldığını, aylık gelirimizin yüzde kaçına tekabül ettiğini görerek, kendimize çekidüzen vermemiz gerekmektedir. 247
İslâm hukukunda infakın kapsamı geniştir. Aile reisinin bakmakla yükümlü olduğu kimselere harcama yapmasını kapsamına aldığı gibi; diğer yoksul ve muhtaçlara yapılan zekât; sadaka ve Allah için karz-ı hasen gibi yardımları da anlamı içine alır.
"Borç ağır bir yüktür." 248
"Borç para veren, günü gelinceye kadar her gün bir sadaka sevabı alır. Vâde sonunda para ödenmezse her geçen gün içi o paranın tamamını sadaka vermiş gibi mükâfat görür." 249
"En hayırlınız, borcunu en güzel şekilde ödeyeninizdir." 250
"Ödemek niyetiyle borçlanan kimse için Allah Teâlâ, onu koruyacak ve borcunu ödeyinceye kadar ona duâ edecek melekler görevlendirir." 251
"Allah Teâlâ, darda olan borçlusuna müsaade eden veya bu borcunu bağışlayan kimsenin kıyâmet günü hesabını kolayca görür, onu üzmez." 252
"Borçtan sakınınız. Çünkü o, gece keder, gündüz ise zillettir/alçaklıktır." 253
"Borcun yoksa kefil ol, vaktin çoksa şâhit ol." 254
"Borcunu vermeyen bir daha bulamaz." 255
"Borç benim, tasası senin mi?" 256
"Borç bini aştıktan sonra baklava ye, börek ye." 257
"Borç iyi güne kalmaz." 258
"Borç uzayınca kalır, dert uzayınca alır." 259
247] Hüseyin Caneri, Ahlak Bilinci, s. 86-90
248] Hadis-i Şerif Meâli
249] Hadis-i Şerif Meâli
250] Hadis-i Şerif Meâli
251] Hadis-i Şerif Meâli
252] Hadis-i Şerif Meâli
253] Hadis-i Şerif Meâli
254] Atasözü
255] Atasözü
256] Atasözü
257] Atasözü
258] Atasözü
259] Atasözü
- 62 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"Borç verilmekle, yol yürümekle tükenir." 260
"Borç yiğidin kamçısıdır." 261
"Borç yiyen kesesinden yer." 262
"Lâkırdıyla borç ödenmez." 263
"Borçlunun dili kısa gerek." 264
"Borçlu ölmez, ama benzi sararır." 265
"Borçlu suçlu durur." 266
"Borçsuz adam yoksul beyden yeğdir." 267
"Borçtan korkan kapısını geniş açmaz." 268
"Borçlunun duâcısı alacaklısıdır." 269
"Dünyada en güç istenen, ödünç paradır."
"Dört şey vardır ki, azının azını önemsiz görmemek gerekir: Yangın, hastalık, düşman ve borç."
"Bize her şeyi borçlu olanları aşırı derecede severiz."
"Küçük borç, verdiğin adamı senin borçlun yapar; büyük borç ise düşmanın."
"Büyük borçlar, insanları değer bilmeğe değil; kin beslemeye yöneltir."
"Paranın değerini öğrenmek isterseniz, borç almaya çalışın."
"Bütün ömrünce başının selâmette kalmasını isteyen akıllı adam, kıyâmet gününe kadar vâdeli de olsa borç para almaz."
"Bin kaygı bir borç ödemez."
"Borçlar, düşünmekle ödenmez."
"Borçların en büyüğü, yenenlerin yenilgiye uğrayanlara ödemek zorunda olduklarıdır."
"Komşundan ya da dostundan ödünç para alma, yabancıdan al ki, parayı ödedikten sonra konu kapanıversin."
"Borcunu ödememek kararıyla alışveriş yapan için fiyatın önemi yoktur."
"Borcun iyisi vermek, Derdin iyisi ölmek." 270
260] Atasözü
261] Atasözü
262] Atasözü
263] Atasözü
264] Atasözü
265] Atasözü
266] Atasözü
267] Atasözü
268] Atasözü
269] Atasözü
270] Atasözü
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 63 -
"Borçlu güle güle gider, ağlayı ağlayı gelir." 271
"Borç almak, dilenmekten pek de üstün bir şey değildir."
"Parasız kalmamak istiyorsan, ihsândan değil; ikrâzdan (borç almaktan) çekin."
"Borç, asil adam için acı bir köleliktir."
"Borç, köle olmanın başlangıcıdır."
"Düşmanına borç verirsen, onu kazanırsın; dostuna borç verirsen onu kaybedersin."
"Ne kimseden borç al, ne kimseye borç ver; çünkü ödünç para veren, çoğu kez, hem parasından olur, hem dostundan." 272
"Borç verdiğin adamı dostluktan silmek gerek." 273
"Arkadaşına borç para verirken ihtiyatlı davran, ikisini de yitirebilirsin."
"Bir kez borca alıştın mı, sonra dilenirsin."
"Birinin bana borcu varsa, bunu gâyet iyi hatırlarım; benim birine borcum olursa, ne yazık ki, fazlasıyla unutkan olurum." 274
"Densize borçl'olma durur durur da / Düğünde, bayramda ister demişler."
"Kendini bilmeze pek olma yakın / Sonradan görmüşe borç etme sakın."
"Kıl hazer hem deyne olma mübtelâ / Borç gibi âlemde olmaya belâ."
"Borçlu olan yalancı olur."
"Ödenmemiş bir borç alçalmadır, dolandırıcılığın başlangıcıdır."
"Öyle bir hale geldik ki, insan borcunu ödedi mi, büyük bir iyilik etmiş sayılıyor."
271] Atasözü
272] Shakespeare
273] Dostoyevski
274] Aristophanes
- 64 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kur'ân-ı Kerim'de Karz-ı Hasen/Borç Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
Karz Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyetler (13 Yerde): 2/Bakara, 245, 245; 5/Mâide, 12, 12; (18/Kehf, 17;) 57/Hadîd, 11, 11, 18, 18; 64/Teğâbün, 17, 17; 73/Müzzemmil, 20, 20.
Deyn Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyetler (6 Yerde): 2/Bakara, 282, 282, 4/Nisâ, 11, 12, 12, 12)
Borç Konusuyla İlgili Âyetler
Borcu Yazmak ve Yazdırmak: 2/Bakara, 282-283.
Borçlu Sözünde Durmalıdır: 2/Bakara, 282-283.
Borçluya Süre Tanımak: 2/Bakara, 280.
Borçluya Borcunu Bağışlamak: 2/Bakara, 280.
Ölünün Borcu: 4/Nisâ, 11-12.
Borçluya Zekât Vermek: 9/Tevbe, 60.
Yardımlaşmak ve Yardım İstemek Konusuyla İlgili Âyetler
Yardımlaşmak: 8/Enfâl, 73; 9/Tevbe, 71.
İyilik Etmek ve Kötülükten Sakınmakta Yardımlaşmak: 5/Mâide, 2.
Kötülükte Yardımlaşmaktan Sakınmak: 5/Mâide, 2.
Kâfirlere Yardımcı Olmaktan Sakınmak: 28/Kasas, 86; 60/Mümtehine, 9.
Kâfirler Birbirinin Yardımcısıdır: 8/Enfâl, 73; 33/Ahzâb, 26; 45/Câsiye, 19.
Allah'tan Yardım İstemek: 1/Fâtiha, 5; 2/Bakara, 45, 153; 7/A'râf, 126, 128; 12/Yûsuf, 18;21/Enbiyâ, 112.
Allah'tan Başkasından Yardım İstemekten Sakınmak: 12/Yûsuf, 41-42.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Kur'an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. c. 2, s. 477-484
2. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Borç: c.1, s. 245-248; Borç Senedi, H. Döndüren, c. 2, s. 248-249; Karz, H. Döndüren, c. 3, s. 310-311; Karz-ı Hasen, Ahmet Özgen, c. 3, s. 311-312
3. TDV İslâm Ansiklopedisi, TDV Y. (Borç: M. Akif Aydın,) c. 6, s. 285-291; (Karz: H. Yunus Apaydın) c. 24, s. 520-525; (Vâde Farkı: Hüseyin Kayapınar,) c. 6, s. 284
4. Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Y. (Mehmet E. Palamut), c. 1, s. 216-219
5. Hukuk-ı İslâmiyye ve Istilâhât-ı Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhî Bilmen, Bilmen Y. c. 6, s. 94-104
6. Yeni Bir Fıkhî Açı, Ahmet Kurucan, Işık Y. s. 86-104
7. İslâm Nizamı, Ali Rızâ Demircan, Eymen Y. c. 1, s. 173-183
8. Borç Tuzağı ve Ekonomik Sömürü Odakları, Şevki Çobanoğlu, Uhud Y.
9. Borçlar Hukuku, Safa Reisoğlu, Beta Basım Yayın
10. Borçlar Hukuku (Özel Borç İlişkileri) 1-2, Haluk Tandoğan, Evrim Y.
11. Borçlar Kanunu, Esat Şener, Seçkin Y.
12. Sosyal Siyaset Açısından İslâm'da Ücret, Adem Esen, TDV Y.
13. Delilleriyle Ticaret ve İktisat İlmihali, Hamdi Döndüren, Erkam Y.
14. İktisat, Kâzım Güleçyüz, Nesil Basım Yayın
15. İktisat Risaleleri, Mustafa Özel, İz Y.
16. İslâm İktisat Tarihine Giriş, Abdülaziz Duri, Endülüs Y.
17. İslâm'da İktisat Nizamı, Ömer Çapra, Sebil Y.
18. İslâm'da İktisat Anlayışımız, M. Said Çekmegil, Nabi-Nida Y.
19. İslâm'da İş ve Ticaret Ahlâkı, Hüseyin Kaleşi, Seha Neşriyat
20. İslâm'da Zenginlik ve Fakirlik Kavramları, Faruk Beşer, Seha Neşriyat
21. İslâmî İktisat Projesi, Muhammed Bakır Sadr, Endişe Y.
22. İslâmî İktisadın Esasları, Mahmud Ebû's-Suud, Hisar Y.
23. Risale-i Nur'da İktisadî Prensipler, M. Abidin Kartal, Nesil Basım Yayın
24. Sosyal Adalet Üzerine, İmadüddin Halil, Akabe Y.
25. İslâm'da Sosyal Adalet, Seyyid Kutub, Bir Y.
KARZ-I HASEN / ALLAH İÇİN GÜZEL BORÇ VERME
- 65 -
26. İslâm-Kapitalizm Çatışması, Seyyid Kutub, Bir Y.
27. İslâmî Açıdan Borsa, Heyet, Ensar Neşriyat
28. İslâmî İtisadın Felsefesi, Murtaza Mutahharî, İnsan Y.
29. Kur'an'da Sosyal Güvenlik Kurumu Olarak İnfak, Nihat Temel, Marm. Ün. İl. Fak. V. Y.
30. İslâm'ın İktisadî Görüşü, Sabahaddin Zaim, Yeni Asya Y.
31. İslâm'a Göre Banka ve Sigorta, Hayreddin Karaman, Nesil Y.
32. İslâm'da Para, Ahmed el-Hasenî, İz Y.
33. Müslüman ve Para, Hekimoğlu İsmail, Türdav / Timaş Y.
34. Para, Faiz ve İslâm, Heyet, İlmî Neşriyat
35. Risk Sermayesi, Özel Finans Kurumları ve Para Vakıfları, Murat Çizakçı, İlmî Neşriyat
36. Hz. Muhammed'in Getirdiği Ekonomik Düzen, Sadık Yılma, Yeni Ufuklar Neşriyat
37. Hz. Peygamber Döneminde Devlet ve Piyasa, Cengiz Kallek, Bilim ve Sanat Vakfı Y.
38. Hz. Ömer Döneminde Ekonomik Yapı, İrfan Mahmud Rânâ, Bir Y.
39. İktisat Bilinci, Hekimoğlu İsmail, Denge Y.
40. İslâm Şirketler Hukuku Emek-Sermaye Şirketi, Osman Şekerci, Marifet Y.
41. İslâm Hukukunda Mülkiyet Hakkı ve Servet Dağılımı, Fahri Demir, DİB Y.
42. Toplumların Çöküşünde Rüşvet, Seyyid Hüseyin el-Attas, Pınar Y.
43. Herkes İçin Ekonomi, George Soule, Gerson Antell, Avcıol Basım Yayın
44. Sosyal Siyaset Açısından İslâm'da Ücret, Adem Esen, T. D.V. Y.
45. Neden Bu Kadar Fakirler, Abdullah Arslan, Akademi Y.
46. Çağdaş Ekonomik Problemlere İslâmî Yaklaşımlar, Hamdi Döndüren, İklim Y.
47. Anahatlarıyla İslâm Ekonomisi, Servet Armağan, Timaş Y.
48. Çağdaş Ekonomik Doktrinler ve İslâm, M. İsmail, Boğaziçi Y.
49. Çalışma Hayatı ve İslâm, Yunus Vehbi Yavuz, Tuğra Y.
50. El-Hisbe, İbn Teymiyye, İnsan Y.
51. Faizsiz Yeni Bir Banka Modeli, Heyet, İlmî Neşriyat
52. İdeal Ekonomi Politikası, Abdurrahman Malikî, Ta-ha Y.
53. İslâm Devlet Bütcesi, Celal Yeniçeri, Şamil Y.
54. İslâm Ekonomi Düşüncesi, Sıddıkî, Bir Y.
55. İslâm Toplumunun Ekonomik Strüktürü, Sezai Karakoç, Diriliş Y.
56. İslâm Ekonomi Sistemi, Muhammed Bakır Sadr, Rehber Y.
57. İslâm Ekonomi Toplumunun Kuruluşu 1, (Ekonomik Analizin İslâmî Boyutları, Muhammed Abdülmannan, Fikir Y.
58. İslâm Ekonomisi Sistemi, M. Ömer Çapra, Fikir Y.
59. İslâm Ekonomisi, (Teori ve Pratik), M. A. Mannan, Fikir Y.
60. İslâm Ekonomisi ve Güve Sosyal Güvenlik Sistemi, Faruk Yılmaz, Marifet Y.
61. İslâm Ekonomisinde Finansman Meseleleri, Heyet, Ensar Neşriyat
62. İslâm Ekonomisinde Gelir ve Sermaye, M. Sabri Erdoğdu, Sebil Y.
63. İslâm Ekonomisinde Tasarruf ve Gelişme, M. Sabri Erdoğdu, Sebil Y. / Marm. Ün. İl. Fak. V. Y.
64. İslâm Ekonomisinin Temel Meseleleri, M. Ekrem Han, Kayıhan Y.
65. İslâm İktisadında Helâl Kazanç, İmam Muhammed Şeybanî, Seha Neşriyat
66. İslâm İktisadının Esasları, Celal Yeniçeri, Şamil Y.
67. İslâm ve Çağdaş Ekonomik Konular, M. A. Mannan, Fikir Y.
68. İslâm ve Ekonomik Hayat, Ahmet Tabakoğlu, DİB Y.
69. İslâm ve Mülkiyet, Mahmud Talegani, Yöneliş Y.
70. İslâm'da Tüketici Hakları, Hüseyin Arslan, TDV Y.
71. Ekonomiye Değinmeler, Zübeyir Yetik, Akabe Y.
72. Aksiyon, Ahlâk, Ekonomi, Zübeyir Yetik, Çığır Y.
73. ?Ekonomi Bir Din midir?, Zübeyir Yetik,
74. İslâm'da Ticaret Hukuku, Abdülkerim Polat, Sabah Gazetesi Kültür Y.
- 66 -
KUR’AN KAVRAMLARI
75. İslâm ve Ekonomik Hayat, Ahmet Tabakoğlu, DİB Y.
76. İktisat Penceresinden İslâm, Ferit Yücel, Şahsî Y.
77. İktisadî Kalkınma ve İslâm, Heyet, İlmî Neşriyat
78. Mukayeseli Hukuk ve Uygulama Açısından İşçi-İşveren Münasebetleri, Heyet, İlmî Neş.
79. İslâm ve Fâiz, Seyyid Kutup, İkbal Y.
80. Faiz, Mevdûdi, Hilal Y.
81. İslâm Hukukuna Göre Alım-Satımda Kâr Hadleri, Hamdi Döndüren, Şahsî Y.
82. Ekonomik Adaletin Temelleri, Muhammed Nuveyhi, Beyan Y.
83. Türkiye'de Kapitalizmin Gelişmesi ve Sosyal Sınıflar, Ali Gevgilili, Bağlam Y.
84. Tüketim Köleliği, İvan İllich, Pınar Y.
85. Kütüb-i Sitte, 3/121; 7/179-194; 9/202-203, 389-390; 14/257-258; 16/334; 17/277-278, 287-294

 
Okunma 916 kez
Bu kategorideki diğerleri: « KARDEŞLİK KISAS »