Cumartesi, 06 Şubat 2021 17:20

HİLÂFET - HALİFELİK

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

HİLÂFET - HALİFELİK


- 601 -
Kavram no 78
Nimet 9
Görevlerimiz 11
Bk. İmam; Hüküm-Hâkimiyet; İslâm
HİLÂFET - HALİFELİK
• Halife Kelimesinin Anlamı ve Mâhiyeti
• Kur'an'da Halife Kavramı
• Halife’nin Anlam Sahası
• “Yeryüzü” Halifeliği
• “Allah’ın Halifesi” Olur mu?
• Genel Hilâfet/Umumî İstihlâf
• Özel Hilâfet/Hususî İstihlâf
• Devlet ve Toplulukların İstihlâfı/Halife Kılınması
• Bireylerin İstihlâfı/Halife Kılınması
• Halifelik Makamı ve Halifenin Yükümlülükleri
• “Halife”liğin Siyasi Boyutu; İslâm Devlet Başkanı Olarak Halife
• Halifenin Görevleri
• Râşid Halifeler
• Halifeliğin Kaldırılması
• Ardından Ağıt Yakmak İçin Değil; Muhteşem Dönüşünü Hızlandırmak İçin HİLÂFET
"Hatırla ki Rabbin meleklere: 'Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım,' dedi. Onlar 'Biz hamdinle Seni tesbih ve Seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun?' dediler. Allah da onlara: 'Sizin bilemeyeceğinizi ben bilirim' dedi." 2528
Halife Kelimesinin Anlamı ve Mâhiyeti
Halife kelimesi, h-l-f (halefe) kökünden türemiştir. Halefe, geride kaldı, sonradan geldi anlamındadır. Halife, selefin yerini alan, sonradan gelen (nesil), istihlâf edilen, birinin yerine bırakılan demektir. Aynı zamanda bu kelimenin kapsamı içinde vekâlet ve yöneticilik de vardır. Hilâfet, halife olmak, halifelik, reislik, başkanlık, birinin yerine geçmek, onun adına iş yapmak ve onu temsil etmek anlamına gelir. Istılahta ise; "Hz. Peygamber (s.a.s.)'den sonra, Ona halef olarak mü'minlere emîr olmak" şeklinde tarif edilmiştir. Bey'at sonucu mü'minler adına tasarruf yetkisine sahip olan ve ahkâmın tatbikini sağlayan kimseye halife denir. 2529
Halife’nin çoğulu halâif ve hulefâ’dır. İstihlâf ise, birini halife (temsilci/ardçı) kılmak anlamındadır. H-l-f (halefe) kökünden türeyen kelimeler Kur'an'da çokça
2528] 2/Bakara, 30
2529] Râgıp el-İsfehânî, el-Müfredât, s. 105-106
- 602 -
KUR’AN KAVRAMLARI
(127 yerde) geçer. Ama konumuzla direkt ilgili olarak halife kelimesi Kur'an'da 2 yerde,2530 halife'nin çoğulu halâif 4 yerde,2531 Hulefâ kelimesi de 3 yerde2532 geçer. İstihlâf kelimesi ise Kur'an'da 4 âyette2533 zikredilir. Yine konuyla dolaylı ilgili half kelimesinin de 2 âyette2534 geçtiği görülmektedir.
Kur'an'da Halife Kavramı
"Hatırla ki Rabbin meleklere: 'Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım' dedi. Onlar: 'Biz hamdinle Seni tesbih ve Seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun?' dediler. Allah da onlara: 'Sizin bilemeyeceğinizi Ben bilirim' dedi." 2535
"Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler) hususunda sizi deneyip sınamak için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O'dur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve gerçekten O, bağışlayan, merhamet edendir." 2536
"İnsanları yeryüzünde halîfe (hâkim) kılan O'dur. İnkâr edenin inkârı kendi aleyhinedir. İnkârcıların inkârı, Rableri katında yalnızca kendilerine gazabı arttırır. İnkârcıların inkârı, hüsrandan başkasını artırmaz." 2537
"Darda kalanın duasına, kendisine yakardığı zaman karşılık veren, başındaki sıkıntıyı gideren ve insanları yeryüzünün halifeleri yapan Allah, kendisine eş koşulan bütün varlıklardan üstün ve yücedir." 2538
"Onu (Nuh'u) yalancı saydılar. Ama biz, onu ve gemide beraberinde bulunanları kurtardık. Onları halifeler kıldık / ötekilerinin yerine geçirdik. Âyetlerimizi yalanlayanları suda boğduk. Uyarıları dinlemeyenlerin sonlarının nasıl olduğuna bir bak!" 2539
"Andolsun ki sizden önce, peygamberleri kendilerine mûcizeler getirdiği halde (yalanlayıp) zulmettiklerinden dolayı nice toplumları helâk ettik; zaten onlar iman edecek değillerdi. İşte Biz suçlu kavimleri böyle cezalandırırız. Sonra da, nasıl davranacağınızı görmeniz için onların ardından sizi yeryüzünde halifeler kıldık (onların yerine sizi getirdik)." 2540
"(Hûd, kavmine dedi ki:) 'Size Rabbimin sözlerini bildiriyorum. Ben sizin için güvenilir bir elçiyim. Sizi uyarmak üzere aranızdan bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir haber gelmesine mi şaşıyorsunuz? Allah'ın sizi halifeler kılıp Nuh kavmi yerine getirdiğini ve yaratılışça onlardan daha üstün kıldığını hatırlayın. Başarıya erişebilmeniz için Allah'ın nimetlerini anın." 2541
"(Hz. Hûd, kavmine şu uyarıda bulundu:) 'Ben, ancak benim de sizin de Rabbimiz olan Allah'a güvenirim. Hiçbir canlı yoktur ki Allah ona el koymamış bulunsun. Rabbim, elbette
2530] 2/Bakara, 30 ve 38/Sâd, 26
2531] 6/En'âm, 165; 10/Yûnus, 14, 73; 35/Fâtır, 39
2532] 7/A'râf, 69, 74; 27/Neml, 62
2533] 6/En'âm, 133; 7/A'râf, 129; 11/Hûd, 57; 24/Nûr, 55
2534] 7/A'râf, 169; 19/Meryem, 59
2535] 2/Bakara, 30
2536] 6/En'âm, 165
2537] 35/Fâtır, 39
2538] 27/Neml, 62
2539] 10/Yûnus, 73
2540] 10/Yûnus, 13-14
2541] 7/A'râf, 68-69
HİLÂFET - HALİFELİK
- 603 -
doğru yoldadır. Eğer yüz çevirirseniz, şüphesiz ben size bana emanet edilen mesajı bildirdim. Rabbim sizden başka bir kavmi istihlâf eder, yerinize getirir. Ona hiçbir şey de yapamazsınız. Doğrusu Rabbim her şeyi koruyandır." 2542
Âd kavminden sonra gelen Hz. Salih, Semûd kavmine Allah'ı tanıma ve O'na kulluk etme çağrısını yaptıktan sonra, şunları söyledi: "Allah'ın sizi Âd kavmine halifeler yaptığını, onların yerine getirdiğini, ovalarında köşkler kurup dağlarında kayadan evler yonttuğunuz yeryüzünde yerleştirdiğini hatırlayın. Allah'ın nimetlerini anın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın." 2543
"Firavun kavminin ileri gelenleri, "Mûsâ'yı ve kavmini yeryüzünde bozgunculuk yapsınlar, seni tanrılarınla başbaşa bıraksınlar diye mi koyveriyorsun, dediler. Firavun, onlara şu cevabı verdi: 'Onların oğullarını öldüreceğiz, kadınlarını sağ bırakacağız. Elbette biz, onları ezecek üstünlükteyiz.' Hz. Mûsâ ise kavmine şöyle seslendi: 'Allah'tan yardım isteyin ve sabredin. Yeryüzü, şüphesiz Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona mirasçı kılar. Sonuç, Yüce Allah'tan korkup günahtan sakınanlarındır.' Kavmi ona şu karşılığı verdi: 'Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyet çektik.' Hz. Mûsâ şunları söyledi: 'Rabbinizin düşmanlarınızı yok etmesi ve yeryüzünde sizi istihlâf etmesi, onların yerine geçirmesi umulur. O zaman nasıl davranacağınıza da bakar."2544 Yüce Allah, Firavun ve yandaşlarına sıkıntılar verdi; onları sınadı, sonunda yok etti. "Hor görülen o kavmi (yahudileri), bereketli kıldığı yerin doğularına ve batılarına mirasçı kıldı. Allah'ın İsrailoğullarına verdiği güzel söz, sabırlarına karşılık böylece yerine geldi. Firavun ve kavminin yaptığı ve yükselttikleri yıkıldı." 2545
"Onların peşinden öyle bir half (nesil) geldi ki, bunlar namazı bıraktılar; nefislerinin arzularına uydular. Bu yüzden ileride sapıklıklarının cezasını çekecekler." 2546
"Onların ardından (âyetleri tahrif karşılığında) şu değersiz dünya malını alıp, 'nasıl olsa bağışlanacağız' diyerek Kitab'a vâris olan birtakım kötü half (nesil) geldi. Onlara,ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Peki, Kitap'ta Allah hakkında haktan/gerçekten başka bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan söz alınmamış mıydı ve onlar Kitap'takini okumamışlar mıydı? Ahiret yurdu Allah'tan korkup günahtan sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınız ermiyor mu?" 2547
"Rabbin zengindir, rahmet sahibidir. Dilerse, sizi başka bir kavmin soyundan getirdiği gibi, sizleri yok eder, dilediğini istihlâf eder, sizin yerinize getirir. Size vadedilen, mutlaka yerine gelecektir. Siz O'nu âciz bırakamazsınız. De ki: Ey kavmim! Elinizden geleni yapın! Doğrusu ben de yapacağım. Sonucun kimin için hayırlı olduğunu göreceksiniz. Zulmedenler iflâh olmaz, kurtulamazlar." 2548
"Allah, içinizden iman edip salih amel işleyenlere, onlardan öncekileri halef (güç ve iktidar sahibi) kıldığı gibi, onları da yeryüzünde istihlâf edeceğine (halifeler yapacağına), onlar için râzı olup beğendiği dini temelli yerleştireceğine ve korkularını güvene çevireceğine dair söz vermiştir. Çünkü onlar Bana kulluk eder, hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar.
2542] 11/Hûd, 56-57
2543] 7/A'râf, 74
2544] 7/A'râf, 127-129
2545] 7/A'râf, 130-137
2546] 19/Meryem, 59
2547] 7/A'râf, 169
2548] 6/En'âm, 133-134
- 604 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Bundan sonra inkâr eden kimseler fâsık (yoldan çıkmış) kimselerdir. Namaz kılın, zekât veren, Peygamber'e itaat edin ki, size merhamet edilsin. İnkâr edenlerin, Bizi yeryüzünde âciz bırakacaklarını sanmayın. Varacakları yer ateştir. Ne kötü dönüş yeridir." 2549
"Ey Dâvud! Şüphesiz seni, yeryüzünde halife (hükümran, iktidar sahibi) kıldık. Öyleyse, insanlar arasında adaletle hükmet. Hevâ ve hevese uyma. Yoksa seni Allah yolundan saptırır. Doğrusu, Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin azap vardır." 2550
Halife’nin Anlam Sahası
Allah, yeryüzünü îmar etmek, insanları Allah'ın kanunlarına göre yönetmek üzere yarattığı Âdem ve neslini halife olarak yaratacağını belirtiyor. "Yeryüzünde bir halife yaratacağım"2551 ifadesinden Hz. Âdem yaratılmadan önce yeryüzünün yaratıldığını öğreniyoruz. Hz. Âdem yeryüzünde halife olarak yaratıldı. Papazların dediği "Hz. Âdem cennette yasak meyveyi yemeseydi şimdi biz cennetteydik" sözünün yanlış olduğunu haber veriyor.
Allah meleklere yeryüzünde halife var edeceğini bildirmekle, insanı yeryüzünün hâkimi ve yaratıkları arasında hükmedecek biri yapacağını belirtmiştir. Âyetteki "halife" kelimesinde hâkimiyet anlamı vardır. Yeryüzünde halife olmak, yeryüzünün hâkimi ve yöneticisi olmak demektir. "Ey Dâvud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında hak ve adaletle hükmet."2552 Âyetten de anlaşıldığı gibi burada "halife", hüküm veren; yöneten anlamında kullanılmıştır. Bu nedenle insanlar arasında hak ve adaletle hükmetmesi Hz. Dâvud'dan istenmektedir. "Yani ey Dâvud, seni hükümdar yaptık ki iyiliği emredesin ve kötülükten sakındırasın. Böylece senden önceki peygamber ve sâlih önderlere halef olasın" "Sonra da, sizin nasıl davranacağınızı görmek için onların ardından sizi yeryüzünde halifeler kıldık."2553 "Yani onların yerine artık siz hükmedeceksiniz." Halife kelimesiyle, nesil nesil birbirini takip edecek ve nesillerden her birinin diğerine halef olacağı bir canlı türü kastedilmiştir. Yine Hz. Nuh ve kavmi için de şöyle buyrulur: "Onları (yeryüzünde) halifeler kıldık; âyetlerimizi yalanlayanları da (denizde) boğduk." 2554
Bu âyetlerde "halife" kelimesi, sözlük anlamı olan; başkasının yürüttüğü bir işi, ondan sonra yüklenip yürüten anlamındadır. Ancak devralınan iş, hâkimiyetle ilgili bir iştir. Nitekim Hz. Âdem için "halife" kelimesinin kullanıldığı âyetten hemen önceki âyette: "Allah, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı."2555 buyurulmaktadır. Demek ki Hz. Âdem'in halife kılındığı şey, yeryüzünün hâkimiyet ve yönetimiyle ilgili bir iştir. 2556
“Yeryüzü” Halifeliği
Kur’an’da ya yalın veya “arzda halife” terkibi halinde geçen halife kelimesini bu bütünlükte değerlendirdiğimizde, insanlar yeryüzünde ömür süren, orayı
2549] 24/Nur, 55-57
2550] 38/Sâd, 26
2551] 2/Bakara, 30
2552] 38/Sâd, 26
2553] 10/Yûnus, 14
2554] 10/Yûnus, 73
2555] 2/Bakara, 29
2556] İbn Teymiyye, Mecmuatu Fetâvâ, 35/42-46
HİLÂFET - HALİFELİK
- 605 -
imar ve ıslah eden, orada iskân eden yeryüzü halifeleri anlamında kullanıldığı anlaşılır; onlar birbiri ardından gelen nesillerdir.2557 Bu anlamda, beşeriyetin yeryüzündeki kaderini ve Allah'a vereceği hesabı anlatan Bakara sûresi 30. âyetteki halife insan, yeryüzünün halifesi olacak, orada iskân edecek, kan dökecek, ama Rabbinden isimler öğrenecek ve yaptıklarının hesabını verecek bir nesildir. 2558
Arz üzerindeki bütün güçler, bütün tabiat yasaları insana boyun eğmiş ve insan, bunları kendi yararına kullanmak kabiliyetinde yaratılmıştır. Yeryüzündeki diğer yaratıklar insana boyun eğdirilmiştir. İnsan, dünya üzerindeki canlıların hiçbirinin yapamayacağı işleri yapmaktadır; bu özellikleri, insanın halife olarak yaratılmasından dolayıdır.
“O ki, sizi yeryüzünün halifeleri kıldı.”2559; “Onların ardından sizi yeryüzünde halifeler kıldık, nasıl davranacağınıza bakalım diye.”2560 Âyetlerde “yeryüzünün halifeleri” ve “yeryüzünde halifeler” ifadeleri geçmekte ve insanın halife kılınarak bir imtihana tâbi tutulduğu belirtilmektedir. İmtihansa elbette irâde sahibi olmayı gerektirmektedir. İrade, seçme özgürlüğü demek olduğundan insanın istediği şekilde hareket edebileceği ortaya çıkar. İrade sahibi bir varlığın iyilik yapabileceği gibi, kötülük de yapabileceği kolayca anlaşılır. Şu halde, irade sahibi olma “halife” kelimesinin kapsamı içindedir ve melekler insanın fesat çıkarıp kan dökeceğini buradan anlamış olabilirler. Öte yandan, halife’nin irade sahibi olması, belli bir hâkimiyet gücünü elinde bulundurması demektir.
“Allah’ın Halifesi” Olur mu?
Allah'ın bir halifesi olamaz. Nitekim Hz. Ebu Bekir'e "Ey Allah'ın halifesi!" denildiğinde, "Ben Allah'ın halifesi değilim; ben ancak Rasûlullah (s.a.s)'ın halifesiyim ve bu bana yeter"2561 demiştir. İbn Teymiyye’ye göre, tanım gereği; ölen, orada hazır bulunmayan, ya da işinde âciz olan biri için halife söz konusudur. Allah hakkında ise bu tür durumlar mümkün değildir. Allah’ın ne bir benzeri, ne de dengi mümkündür. Âlemlerden müstağni olan Allah’ın halifeye/vekile ihtiyacı yoktur. İbn Teymiyye, vahdet-i vücutçuların insanı ulûhiyet makamına yükseltmek istediklerini, bu yüzden İbn Arabi’nin “insanın Allah’ın halifesi” olduğunu iddia ettiğini söyler. Vahdet-i vücutçular, insanın birtakım mertebelerle Allah’la bütünleşebileceğini iddia ederken, “Allah’ın halifesi” gibi görünüşte Kur’anî bir dayanak ileri sürerler. 2562
Aynı şekilde hilâfet makamına geçtiğinde Hz. Ömer'e de, "Allah'ın halifesi" şeklinde hitap edilmesi kendisine teklif edilmiş, kendisi bunu reddetmiştir. "Allah'ın halifesi" şeklinde bir ifadeye ne bir âyet ve ne de sahih herhangi bir hadiste rastlıyoruz. Âyetteki "halife" kelimesiyle nesil nesil birbirini takip edecek ve nesillerden her birinin diğerine halef olacağı bir canlı türü kastedilmiştir. Bu görüş, aynı zamanda İbn Kesir (H. 99), Taberi (H. 200), Maturidi gibi nice âlimlerin kabul ettiği bir yorumdur. Bu görüş, "halife" kelimesinin kelime anlamına da aykırı değildir. Çünkü "halife" kelimesi, hem ism-i fâil ve hem de
2557] 43/Zuhruf, 60; 19/Meryem, 59
2558] Bk. 27/Neml, 62; 35/Fâtır, 39; 6/En’âm, 135
2559] 6/En’âm, 165
2560] 10/Yûnus, 14
2561] Ahmed bin Hanbel, Müsned, I/10-11
2562] M. Sait Şimşek, Kur'an Kıssalarına Giriş, s. 168-169
- 606 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ism-i mef'ûl olarak alınabilir. İsm-i fâil olarak alındığında, başkasının yerine geçen; ism-i mef'ûl olarak alındığında da başkası ona halef olan anlamındadır. Halife'nin, hâkim olan ve yöneten şeklindeki tefsirine gelince, yukarıdaki bütün anlamlarla birlikte zikredilmesi gereken bir görüştür. Hz. Âdem'in devraldığı iş, yönetme işidir. 2563
Oysa Allah’ın temsil edilebilir bir varlık olarak algılanması, Hz. İsa’yı enkarne olmuş (et giymiş -Allah’ın oğlu-) biçimi olarak gören Hıristiyanlara ait bir düşünce idi. İslâm’ı istismar ederek, İslâm’ın öngörmediği usullerle işbaşına geçen zâlim yöneticiler, İslâm’ı kullanarak dini siyasete âlet etmek için “Allah’ın halifesi”, “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” vasıflarını kendileri için uygun bir ünvan olarak gördüler. Kötülük ve adâletsizliklerini örtbas etmek için kendilerine tanrısal bir statü vermeleri, müstekbirlerin geleneksel tavrı olsa gerek. Bunlar, ilâhî tayinle iktidar oldukları iddiasını sürekli tekrarlamışlardır. Firavunlar, zaman zaman kendilerini tanrının oğlu (Ra tanrısının, güneşin oğlu), hatta zaman zaman da tanrının kendisi olarak sunarlar. Japon imparatorlarına yirminci asra kadar hâlâ “güneşin oğlu” deniliyordu. İnsan, tarih boyunca, ilâhî adalete aykırı olarak, hak etmediği vasıflara sahip çıkmaktadır. Bu olumsuz tavrı gösterenler arasında, vahye muhatap olmuş ama onun kadrini kıymetini bilememiş ve tahrif etmiş yahudi ve hıristiyanlar, ümmî Kureyşliler de vardı.
Yahudi ve hıristiyanlar: “Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz.”2564 sözü ile Allah tarafından seçilmiş ırk görüşünü savunurlar. Fil olayının sonucunu kendi üstünlüklerine yoran Kureyşliler de, kendilerinin Mescid-i Haram’a daha lâyık olduklarını ileri sürerek2565 hak etmedikleri bir imtiyazla2566 bütün kabilelerin Kureyş’e ta’zimini sağlamaya çalışmışlardır. Görüldüğü gibi zulüm iktidarları kendi meşruiyetlerini garanti altına almak için insan fıtratında vazgeçilmez bir olgu olarak yer alan Allah'a inanma eğilimini kullanarak Allah adına hareket ettikleri iddiasıyla, mazlumları etki ve yetki altına almaya çalışmışlardır. Câhilî zihniyet, kendi iddialarına göre risâletten önce Allah’ın yakınlarıdır.2567 Risâletten sonra Emeviler döneminde ise Allah’ın halifesidir. İslâm düşüncesinin değişime uğradığı tarihin daha geç dönemlerinde ise “zıllullah”tır; yani Allah’ın gölgesi. Artık sultanın yaptığı zulümden vazgeçmesi isteniyorsa o zaman yapılacak tek şey vardır: Oturup dua etmek! Çünkü her haliyle yeryüzünde Allah’ın gölgesi olan sultana isyan en büyük günahtır(!)
Hz. Ebu Bekir ve Ömer’in kabul etmediği Allah’ın halifeliği sıfatına zulümlerine meşrûluk vermek için zâlim yöneticiler can simidi gibi sarılıyorlar. Rasûlullah için Kur’an ısrarla “kul” vasfını verdiği, Allah’ın halifesi gibi ifadeler O’nun için bile söylenmediği halde, Emevilerden itibaren sözde halifeler için, Rasûlullah’ın halifesi, mü’minlerin emîri, müslümanların halifesi gibi sıfatlar yeterli gelmiyor, cılız kabul ediliyordu. Allah’ın yeryüzündeki temsilcileri ilan edilen bu müstağni liderler, Allah’ın kulluğuna değil; vekilliğine soyunuyor. Ortaya koydukları siyasete/pratiğe göre de dini yorumlayıp zulümlerine kılıf geçiriyorlar. Böylece dokunulmazlıkları olan küçük yeryüzü ilahlıkları, rahatlıkla sömürü düzenlerini
2563] M. Sait Şimşek, a. g. e., s. 177
2564] 5/Mâide, 18
2565] 8/Enfâl, 34
2566] 9/Tevbe, 19
2567] 8/Enfâl, 34; 9/Tevbe, 19
HİLÂFET - HALİFELİK
- 607 -
devam ettirecek; ama asla eleştirilemeyeceklerdir. Çünkü sultaları Allah’ın takdiridir(!) Cebr ve İrcâ akidesi imdatlarına yetişir. 2568
İlk dönem İslâm tarihinde halife’nin kavramsal olarak yerleşmediğini ve öncü sahabenin bu kelimenin Allah'a nisbet edilmesine kesinlikle karşı çıktığını görüyoruz. İlk dönem İslâm öncüleri, Rasül’ün ve Kur’an’ın yönetim için kavramlaştırdığı “emr” kelimesini kullanmışlar, kendilerini “emîr” olarak görmüşlerdir. Kur’an, yöneticilere “Ülü’l-Emr” ve “Veliyyü’l-Emr”2569 terkibini tercih eder.
Kur’an, halife kelimesini açık bir şekilde arza izafeten kullanıyor; Allah'a izâfeten hiçbir yerde kullanmıyor. Bakara sûresi 30. âyetten sonraki âyetlerdeki, meleklerin yorumlarında ve reel hayatta gördüğümüz gibi, (yaratıcısını överek tesbih edeceğine) yeryüzünde fesat/kargaşa çıkaran, kan döken biri Allah’ın temsilcisi olabilir mi? Bir temsilci, temsil ettiğinin dışına çıktığı zaman temsilci olmaktan çıkacağına göre, belli bir irâdî alanda istemlerini gerçekleştirme, tercihte bulunma yeteneğine sahip insan gerçeği, “Halifetullah” ile nasıl uzlaştırılacaktır? 2570
Adı sanı anılmadan nice çağlar gelip geçtikten sonra yeryüzü için yaratılan ve yeryüzünün hâkim ve yöneticisi konumuna getirilen insan, nasıl hareket edeceği konusunda denenmektedir. Oysa Allah’ın temsilcisi olarak görülen birinin özgür bir iradesi olmasından bahsedemeyiz. Böyle bir statüye sahip birinin yapıp ettiklerinden dolayı sorgulanması da söz konusu olamaz. Çünkü yapıp ettikleri Allah adına, Allah’ı temsilendir. Hâlbuki insan için izzet ve üstün bir şeref aranıyorsa, bu, Allah'a kulluk ve takvâdır. 2571
"Halifetü’l-Arz" (Yeryüzünün efendisi, yöneticisi) insanın kendisi için Allah’ın takdir ettiği bir konumu, bu ifadeyle anlatılıyor. Yasak meyveyi yiyen insan, kendi farkına varmış, böylece içgüdüye bağlı istekten; itaat ve isyana kabiliyetli, irâde/istem hürriyetine kavuşmuştur. Böylece “yeryüzünün halifesi” payesini almaya hak kazanmıştır.
Bazı âyetlerde halife kelimesi, başkasının yürüttüğü bir işi ondan sonra yüklenip yürüten anlamındadır. Ancak, devralınan hâkimiyetle/egemenlikle ilgili bir iştir. “Allah, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı.”2572 Demek ki insanın halife kılındığı şey, yeryüzünün hâkimiyet ve yönetimiyle ilgili bir iştir. “Ey Dâvud! Biz seni yeryüzünde (senden öncekilerin yerine) hükümdar yaptık. İnsanlar arasında adaletle hükmet. Hevâ ve hevesine /keyfe uyma; sonra seni Allah’ın yolundan saptırır.”2573 Yani ey Dâvud, seni hükümran kıldık ki adaleti yerine getirerek, iyiliği emredip kötülükten sakındırarak, senden önceki peygamber ve sâlih önderlere halef olasın. Bu hilâfet, siyasi erkle kayıtlı değildir; eşyanın tümünün âdil kullanımını öngörür. “Sonra onların ardından sizi yeryüzünde halifeler yaptık ki nasıl davranacağınızı görelim.” 2574
2568] Fevzi Zülaloğlu, Allah’ın Halifeleri miyiz? Haksöz, Aralık 92, s. 16-17
2569] 4/Nisâ, 83
2570] Bak. 10/Yûnus, 14
2571] Bak. 3/Âl-i İmran, 79
2572] 2/Bakara 29
2573] 38/Sâd, 26
2574] 10/Yûnus, 14
- 608 -
KUR’AN KAVRAMLARI
İnsana, kâinatta Allah’ın biçtiği konum yerine; hak edilmeyen bir statüye kaydırarak yer aramak, eşyada var olan dengeyi tersine çevirmek demektir. İnsan, ancak insana temsilci/halife olur. Ontolojik denge açısından eşitliğe sahip olmayan insanla Allah arasında müşterek bir vekâlet sistemi yoktur. O halde Allah’ın vekil/halife edinmesinden söz etmek mümkün değildir. 2575
Genel Hilâfet/Umumî İstihlâf
Kur’an’da halife ve istihlâf kelimeleri, biri genel, diğeri özel olmak üzere iki anlamda kullanılır. Bütün insanların yeryüzünün halifesi olması, yeryüzündeki her şeyin emir ve istifadelerine sunulması, mülkiyetin kendisine emanet edilmiş olması, yeryüzünü yönetip ıslah ederek ona sahip çıkması demektir.
Bakara sûresi 30. âyetteki “yeryüzünde var edilen halife”nin, kimin halefi/ardçısı, ve kimin temsilcisi olduğu konusu çok tartışılmıştır. Bu konuda meleklerin, cinlerin veya Allah’ın temsilcisi olduğu iddia edilmiştir. Ayrıca insan nesillerinin birbirinin yerine geçtiği, insanın yeryüzünde hâkim ve yöneten olduğu görüşleri ileri sürülmüştür. Hiçbir âyette, halife kelimesi Allah’a izafe edilmemiştir; yani “Allah’ın halifesi” tabiri Kur’an’da geçmez. Yalın halde veya "arz" kelimesiyle tamlama yapılarak kullanılmıştır. Konumuzla ilgili âyetin2576 hemen öncesindeki âyette Allah, yeryüzünde olanların hepsini insan için yarattığını belirtir.2577 Şu halde insanın istihlâfı, yeryüzüne hâkimiyet ve orasını yönetmekle ilgilidir. Böylece insana, sınırsız değil ama geniş bir egemenlik alanı verilmiştir.
Özel Hilâfet/Hususî İstihlâf
a- Devlet ve Toplulukların İstihlâfı/Halife Kılınması:
Bu istihlâf, Allah'ın bir ümmete, başkalarından sonra hâkimiyet ve istiklâl vermesi, birçok toplumları onun idaresi altında birleştirmesidir. Devlet ve toplulukların istihlâfı bağlamında, Hz. Nuh'un ve kavminin durumu şöyle belirtilir: "Onu yalancı saydılar. Ama biz, onu ve gemide beraberinde bulunanları kurtardık. Onları halifeler kıldık/ötekilerinin yerine geçirdik. Âyetlerimizi yalanlayanları suda boğduk. Uyarıları dinlemeyenlerin sonlarının nasıl olduğuna bir bak!" 2578
Hz. Hûd, peygamber olarak gönderildiği Âd kavmini şöyle uyarıyordu: "Size Rabbimin sözlerini bildiriyorum. Ben sizin için güvenilir bir elçiyim. Sizi uyarmak üzere aranızdan bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir haber gelmesine mi şaşıyorsunuz? Allah'ın sizi halifeler kılıp Nuh kavmi yerine getirdiğini ve yaratılışça onlardan daha üstün kıldığını hatırlayın. Başarıya erişebilmeniz için Allah'ın nimetlerini anın."2579 Hz. Hûd, ayrıca onlara şu uyarıda bulundu: "Ben, ancak benim de sizin de Rabbimiz olan Allah'a güvenirim. Hiçbir canlı yoktur ki Allah ona el koymamış bulunsun. Rabbim, elbette doğru yoldadır. Eğer yüz çevirirseniz, şüphesiz ben size bana emanet edilen mesajı bildirdim. Rabbim sizden başka bir kavmi istihlâf eder, yerinize getirebilir. Ona hiçbir şey de yapamazsınız. Doğrusu Rabbim her şeyi koruyandır." 2580
2575] Fevzi Zülaloğlu, a.g. y., s. 20-21
2576] 2/Bakara, 30. ayet
2577] Bak. 2/Bakara, 29
2578] 10/Yûnus, 73; ayrıca bak. 7/A'râf, 59-64
2579] 7/A'râf, 69; ayrıca bak. 7/A'râf, 65-72
2580] 11/Hûd, 56-57; ayrıca bak. 11/Hûd, 58-61
HİLÂFET - HALİFELİK
- 609 -
Âd kavminden sonra gelen Semûd kavmine Hz. Salih, Allah'ı tanıma ve O'na kulluk etme çağrısını yaptıktan sonra, şunları söyledi: "Allah'ın sizi Âd kavmine halifeler yaptığını, onların yerine getirdiğini, ovalarında köşkler kurup dağlarında kayadan evler yonttuğunuz yeryüzünde yerleştirdiğini hatırlayın. Allah'ın nimetlerini anın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın."2581 Ama onlar, bu uyarıları dinlemedikleri için feci sonları geldi çattı.2582
Sihirbazlar Hz. Mûsâ'nın mucizesini görüp Allah'a inandıktan sonra, "Firavun kavminin ileri gelenleri, "Mûsâ'yı ve kavmini yeryüzünde bozgunculuk yapsınlar, seni tanrılarınla başbaşa bıraksınlar diye mi koyuveriyorsun, dediler. Firavun, onlara şu cevabı verdi: 'Onların oğullarını öldüreceğiz, kadınlarını sağ bırakacağız. Elbette biz, onları ezecek üstünlükteyiz.' Hz. Mûsâ ise kavmine şöyle seslendi: 'Allah'tan yardım isteyin ve sabredin. Yeryüzü, şüphesiz Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona mirasçı kılar. Sonuç, Allah'tan korkup günahtan sakınanlarındır.' Kavmi ona şu karşılığı verdi: 'Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyet çektik.' Hz. Mûsâ şunları söyledi: 'Rabbinizin düşmanlarınızı yok etmesi ve yeryüzünde sizi istihlâf etmesi, onların yerine geçirmesi umulur. O zaman nasıl davranacağınıza da bakar." 2583 Yüce Allah, Firavun ve yandaşlarına sıkıntılar verdi; onları sınadı, sonunda yok etti. "Hor görülen o kavmi (yahudileri), bereketli kıldığı yerin doğularına ve batılarına mirasçı kıldı. Allah'ın İsrailoğullarına verdiği güzel söz, sabırlarına karşılık böylece yerine geldi. Firavun ve kavminin yaptığı ve yükselttikleri yıkıldı." 2584
Hz. Peygamber'e ve kavmine de, Allah'ın uyarılarını dinlemeleri konusunda, benzer hatırlatmalar yapılır: "Rabbin müstağnî ve rahmet sahibidir. Dilerse, sizi başka bir kavmin soyundan getirdiği gibi, sizleri yok eder, dilediğini istihlâf eder, sizin yerinize getirir. Size vadedilen, mutlaka yerine gelecektir. Siz O'nu âciz bırakamazsınız. De ki: Ey kavmim! Elinizden geleni yapın! Doğrusu ben de yapacağım. Sonucun kimin için hayırlı olduğunu göreceksiniz. Zulmedenler iflâh olmaz, kurtulamazlar." 2585
Allah'a ve peygamberine itaat çağrısı ve peygamberin yalnızca tebliğ/bildirim görevi olduğu, herkesin kendine yüklenenden sorumlu olacağı anlatıldıktan sonra, şunlar belirtilir: "Allah, içinizden iman edip salih amel işleyenlere, onlardan öncekileri halef (güç ve iktidar sahibi) kıldığı gibi, onları da yeryüzüne halef kılacağına, onlar için râzı olup beğendiği dini temelli yerleştireceğine ve korkularını güvene çevireceğine dair söz vermiştir. Çünkü onlar Bana kulluk eder, hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Bundan sonra inkâr eden kimseler fâsık (yoldan çıkmış) kimselerdir. Namaz kılın, zekât veren, Peygamber'e itaat edin ki, size merhamet edilsin. İnkâr edenlerin, Bizi yeryüzünde âciz bırakacaklarını sanmayın. Varacakları yer ateştir. Ne kötü dönüş yeridir." 2586
Bu âyetler, iktidar değişiminin, iktidarın işleyişinin ve amacının temel değişkenlerini açıkça belirtir: İman, sâlih amel, yalnız Allah'a ibâdet ve hiçbir şeyi O'na şirk koşmama; dinin yerleşmesi, korkuların güvene dönüşmesi; namaz ve zekâtın yerine getirilmesi, Peygamber'e itaat; inkârcıların yoldan çıkışları, cehenneme varışları.
2581] 7/A'râf, 74
2582] 7/A'râf, 75-79
2583] 7/A'râf, 127-129
2584] 7/A'râf, 130-137
2585] 6/En'âm, 133-134
2586] 24/Nur, 55-57
- 610 -
KUR’AN KAVRAMLARI
b- Bireylerin İstihlâfı/Halife Kılınması:
Bu tür istihlâf, devlet başkanları için söz konusudur. Bireylerin istihlâfı bağlamında Hz. Dâvud örnek verilir: "Ey Dâvud! Şüphesiz seni, yeryüzünde halife (hükümran, iktidar sahibi) kıldık. Öyleyse, insanlar arasında adaletle hükmet. Hevâ ve hevese uyma. Yoksa seni Allah yolundan saptırır. Doğrusu, Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin azap vardır."2587 Bu âyet, iktidar sahiplerinin kendi arzu ve heveslerine, istek ve tutkularına göre değil; adalet esaslarına göre yönetmelerini açıkça vurguluyor. Bilindiği üzere Hz. Dâvud, dinî ve siyasî otoriteleri birleştiren, hem bir peygamber, hem de İbranilerin başında bir hükümdardı. 2588
Bireylerin istihlâfı için, ayrıca imam2589 ve melik2590 kelimeleri de kullanılır. Kur'ân-ı Kerim'de halife kavramı, yalnızca Hz. Dâvud için siyasi bir içerikle kullanılmıştır. Devlet ve toplulukların istihlâfı ise, ancak siyasi iktidar ve nesil değişikliği çevresinde siyasi-sosyal bir anlam kazanır. İslâm siyasi tarih ve edebiyatında halife kelimesi, bu kavramlarla bağlantılı olarak terimleşmiştir. 2591
Halifelik Makamı ve Halifenin Yükümlülükleri
Bakara, 30. âyette belirtilen meleklerin, halifenin yaratılış hikmetini öğrenmek amacıyla sordukları soru "halife" kelimesini biraz açmaktadır. Onların sorusundan halifenin üç önemli özelliği belli olmuştu. Bunlardan birisi, meleklerin merak sorusunun yorumuyla anlaşılabilecek bir özelliktir. Onlar, "Halifenin yaratılmasından maksat kulluksa, biz en güzel şekilde yapıyoruz; öyleyse başka bir halifenin yaratılmasının hikmeti nedir? Öyle anlaşılıyor ki, yaratılacak halife de tıpkı melekler gibi Allah'ı tesbih edecek, yani O'na ibâdette bulunacak ve yönetim hakkı olacak. İkinci özelliği yeryüzünde yaşayacak olması. Bunu âyetin başında bizzat Rabbimiz söylüyor. Üçüncü özelliği ise, yer için yaratılacak halifenin orada fesat çıkaracak ve kan dökecek olmasıdır.
Melekler, halifenin yaratılış hikmetini anlamak için, "yeryüzünde fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?"2592 diye sorarlar. Allah, halife insanı bu olumsuz özelliklerle nitelemelerinden dolayı onları yalanlamadı. "Hayır, siz yanılıyorsunuz, benim halifem böyle bir şey yapmayacak" demedi. Buna karşı "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim" dedi.
Bütün bunlar, yeryüzü halifesinin Hz. Âdem ve onun soyundan gelecek bütün insanlar olduğunu gösterir. Şurası kesindir ki Hz. Âdem yeryüzüne indikten sonra ne fesat çıkardı ve ne de kan döktü. Bu kötü fiilleri ilk olarak kendi oğullarından birisi yaptı. Onun soyundan gelen niceleri tarih boyunca sayısız fesat çıkardılar, haksız yere başkalarının kanını akıttılar. Öyleyse kast edilen Hz. Âdem ve onun soyundan gelenlerdir. Kur'an'ın ifadesinden anlaşıldığına göre Allah, bütün Âdemoğullarını yeryüzüne halife olarak gönderdi. Şu âyet, bu açıdan oldukça dikkat çekicidir: "Sonra, nasıl yapıp davranacaksınız diye sizleri gözlemek
2587] 38/Sâd, 26
2588] Bak. 2/Bakara, 246-250
2589] 2/Bakara, 124
2590] 5/Mâide, 20
2591] Kur'an'da Siyasi Kavramlar, V. Akyüz, s. 130 ve devamı
2592] 2/Bakara, 30
HİLÂFET - HALİFELİK
- 611 -
için, onların ardından sizi yeryüzünde halifeler yaptık."2593 Kendilerine verilen nimetin değerini bilmeyen ve nimet verene şükretmeyen, elçilere karşı çıkan nice topluluklar cezalandırıldı, helâk edildi. Onların yerine Rablerini tanıyan, şükretmesini bilen yeni kuşaklar halife olarak gönderildiler. Onlar, Allah'ın hükmüyle hükmederler, yüklendikleri emaneti hakkıyla taşırlar.
Hz. Âdem'in şahsında halife olarak yaratılıp dünyaya gönderilen insan, bu özelliğini ancak halifeliğin gereğini yaparsa koruyabilir. Halifeliğin gereği de şüphesiz ki dağların, yerin ve göklerin taşımaktan korktuğu "emânet"i taşımaktır. Halifeliğin değeri bununla ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda başta bütün peygamberler halifedir. Onlar en kutsal yük olan emaneti taşıma, Allah'ın hükümlerini uygulama ve ümmetlerine anlatma yönüyle kendilerinden önceki peygamberlerin halefleridirler. Peygamberleri dinleyen, ilâhî davete kulak verip, Allah'ın koyduğu ölçülere göre yaşayan bütün sâlih insanlar da, bu mübarek yükü taşımada kuşaktan kuşağa birbirlerinin yerine halife olmuşlardır. Yine Allah'ın adıyla yaşayan, Allah'ın indirdikleriyle hükmeden, gücünü ve otoritesini Allah'ın adı yüce olsun diye kullanan bütün otorite sahipleri de bu halifelik sıfatına lâyıktır.
Allah, başta Hz. Âdem olmak üzere bütün insanları kendi hükümlerinin uygulayıcıları olsunlar diye yarattı. Bütün insanlar doğuştan birer halife adayıdır. Kim bu emaneti hakkıyla taşımış veya taşıyorsa, onun halifelik sıfatı devam ediyor demektir. Allah'ın hükmüne uymayıp, O'nun dininden yüz çevirenler, yani ilâhî emaneti taşımayanlar ise o kutsal ve üstün halifelik sıfatını koruyamayanlardır. 2594
İnsan, yeryüzünün hâkimi, yöneticisidir; ama bu farazî ve sembolik bir liderlik ve hâkimiyettir; Allah’a itaat etse de, karşı çıksa da böyledir. Çünkü Allah’ın meşîetinin/ dilemesinin dışına çıkamaz. Ama itaat ederse kendisi ve kendi saadeti için itaat etmiş olur; irâde ve kaynaklandığı ‘benlik’ emanetini yerinde kullanmış olur. İşte bu emaneti yerinde kullandığında fesat çıkaran değil; selâmeti, sulhü gerçekleştiren bir halife olur. Şu halde, insan yeryüzünün halifesidir ve bu halifelik yeryüzünde hükmetmektir. Bu şekilde, insan toplulukları, nesiller birbirlerinin yerini alırlar, yani birbirlerine halef olurlar; bir topluluk emanete ihanet ettiğinde Allah onun yerine başka birini getirir, yani ona başka bir topluluğu halef kılar ve onları yeryüzünün halifeleri yapar. Şu halde, halifeyi yalnızca birinin yerine geçen anlamında kullanmak, kavramın muhtevasını büyük ölçüde daraltmak olur. 2595
Kur’ân-ı Kerim’de konu ile ilgili âyetlerden anladığımıza göre Allah Teâlâ, genel anlamda bütün insanları yeryüzünün halifeleri olarak yaratmıştır. Yeryüzündeki bütün yaratıklar, insanoğlu için yaratılmış, onun hizmetine sunulmuştur; insan yeryüzünün efendisi ve halifesidir. Bu halifelik gereği bütün insanlar ilk plânda Allah’a iman etmekle ve bu imanın sonucu olarak O’nun hâkimiyetini kabul etmekle yükümlü tutulmuşlardır. İnsanın yeryüzü halifeliği, onun yönetim ve davranışlarda Allah’ın hükmünü uygulaması demektir. Bu uygulamalarda Allah’ın kanunları mutlak ölçüdür. İnsan, yeryüzünde halifeliğini ifa ederken
2593] 10/Yûnus, 14
2594] H. K. Ece, Hz. Adem, Denge Y., s. 49-50
2595] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Kırkambar Y., s. 522
- 612 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bu ölçünün dışına çıkamaz, bu hükümlere aykırı hareket edemez. Çünkü Allah, yeryüzünde halife olarak görevlendirdiği insana mutlak bir serbestlik vermiş değildir. İnsan için birtakım kurallar ve sınırlar çizmiş ve bunları aşmamasını istemiştir.
Zürriyetlerini temsilen halife kılınan ilk insan Hz. Âdem ve eşi için bile birtakım sınırlamalar söz konusudur.2596 Bu hududa uymak, insanın yeryüzü halifeliğinde, bu yüce makamda kalabilmesinin temel şartıdır.2597 Bu ölçülerin dışına taşanlar ise, ateş azabına düşmekle tehdit edilir. Diğer bir deyişle; insanlardan istenen, halifelik gereklerini yerine getirmeleridir. Bu ise, Allah’ın belirlemiş olduğu sınırlar içerisinde kalmakla mümkün olur. Bu anlamda bütün insanlar, Allah’ın yeryüzünde halife tayin ettiği kimselerdir. Tüm insanların bu şekilde görevlendirilmiş olmalarına “umûmî hilâfet” diyoruz. Hz. Âdem’in soyundan gelen herkes bunun kapsamı içerisindedir. İnsan, halifeliğinin sonucu olarak yüklenmiş olduğu “emanet”in gereklerini yerine getirmekle yükümlüdür.
Allah, bu yükümlülüğü yerine getirmeyenleri, yerlerine başkalarını istihlâf etmekle, başkalarını halife yapmakla tehdit ediyor. Buna göre halifelik makamında, yalnızca bu makamın gerektirdiği yükümlülükleri yerine getirenler kalabiliyor. Yalnız bu kişilerin bu makamda kalabilmelerine de “husûsi hilâfet” adını veriyoruz. Tarih boyunca bu anlamda toplumlar birbirlerinin yerine geçmiş ve halifelik onlar tarafından gerçekleştirilmiştir. Allah’ın halife yapacağına ve onları yeryüzünde hâkim kılacağına yemin ile söz verdiği kimseler, 2598 O’nun dinini yeryüzünde hâkim kılanlar ve insanları tağutların tasallutundan kurtarma savaşını sürdürenlerdir.
İster genel, isterse özel anlamda olsun hilâfet, “Allah’ın dinini hâkim kılmak” özünü taşır. Bu öz, hilâfetin sosyal alanda da hissedilir olup, gerçekleşmesiyle ve teşkilâtlanmasıyla siyasî bir görünüm kazanır. Allah, Hz. Dâvud’a kendisini yeryüzünde halife kıldığını bildirmekle birlikte ona; insanlar arasında hak ile (Allah’ın hükümleri ile) hükmetmeyi2599 emretmiştir. Hz. İbrahim de kendisinin insanlara imam (halife) kılındığı haberini Allah’tan alınca, soyundan geleceklerin de bu makama yükseltilmelerini istemiş, Allah ise bu ahdinin zâlimler hakkında sözkonusu olmayacağını2600 bildirmiştir. Anlaşılmaktadır ki halifelik, Allah’ın hâkimiyetinin her alanda bütün açıklığıyla ortaya çıkması demektir. Bütün insanlar bununla görevlidir. Böyle bir makama yükselmek isteyen, daha doğrusu bu makamdan düşmek istemeyen toplum da ona göre davranmak zorundadır. Bu tür toplumun en yüksek temsilcisi ise, yeryüzündeki halifelerin kendi hür iradeleriyle seçtikleri “halife”dir. Halife, bu emaneti yüklenebilecek nitelikte olmalıdır. Çünkü emanetlerin ehil kimselere verilmesi, Kur’an’ın emirleri arasındadır. 2601
2596] Bak. 2/Bakara, 35
2597] Bak. 2/Bakara 38
2598] 24/Nur, 55
2599] 38/Sâd, 260
2600] 2/Bakara, 214
2601] Bak. 4/Nisâ, 58; Şamil İslam Ansiklopedisi, Şamil Y., c. 2, s. 424
HİLÂFET - HALİFELİK
- 613 -
“Halife”liğin Siyasi Boyutu; İslâm Devlet Başkanı Olarak Halife
Siyasi anlamda "halife": Bey'at sonucu mü'minler adına tasarruf (yönetme) yetkisine sahip olan ve Allah'ın indirdiği ahkâmın adalet ve istişare ile tatbikini sağlayan kimse demektir.
Hilâfetin akdî temeli, ümmetin halifeyi seçme hakkı bulunduğu esasına dayanır. Halife, özel bir seçim olan bey’atla seçilir. Ehl-i Hal’ ve’l-Akd denilen ümmetin seçkin temsilcileri tarafından bey’atla seçilerek görev alır. Bu kurumun; halife küfre meyleder, açıkça fısk olan işleri yapar, yönetimi hakkıyla icra edemeyecek duruma düşerse halifeyi azletme (hal’ etme) yetkisi vardır. Halife, şeriatı, bu seçkin temsilcilerden oluşan organla istişare ederek icra eder. Bu organ, aynı zamanda şûrâ organıdır.
Halifelik, bütün ümmetin bağlılığını gerektirecek şekilde, dini ve müslümanları, tüm insanî özellikleri korumak, sosyal hayatı idare etmek konusunda Hz. Peygamber’e halef olmak demektir. İslâmî devlet yönetiminde olmazsa olmaz olan temel esaslar: Bey’atla başa geçen halifelik/imamlık, adalet (Allah’ın indirdikleriyle hükmetmek) ve şûra prensipleridir.
Halifenin Görevleri
Allah’ın hükümlerini tatbik etmek,
Namazları, özellikle Cuma ve Bayram namazlarını kıldırmak,
Zekât ve diğer vergileri toplamak,
Kadıları (hâkimleri) ve valileri tayin etmek,
İslâm devletinde yaşayan fertlerin malını, canını, dinini, ahlâkını, neslini korumak,
İslâm devletinin sınırların korumak, cihadı tanzim etmek,
Orduları hazırlamak, seferberlik emri vermek, komutan tayin etmek ve gerekirse
komutanlık yapmak,
İslâm devleti içinde zulme uğrayanlara veya ihtiyaç sahibi olanlara yardım etmek,
İslâm devletinde yaşayan fertler arasındaki ihtilafları çözmek ve fitneleri engellemek.
Hz. Peygamber, hayatta olduğu sürece peygamberlik görevinin yanı sıra devlet başkanlığını da şahsında toplamıştı. Bu nedenle Hz. Peygamber hayatta iken, kurulan ilk İslâm devletinin başkanını belirlemek gibi bir problemle karşılaşılmış değildi. Diğer taraftan Peygamberimiz, kendisinden sonraki halifeyi belirleyen herhangi bir söz de söylememişti. Durumun böyle olması nedeniyle Hz. Ebu Bekir (r.a.) halife seçilene kadar bazı farklı görüşlerin ortaya çıktığını görüyoruz. Ancak bu durumlar geçici ve oldukça kısa bir süre için sözkonusu olmuş; bir müddet sonra unutulup gitmiştir. Yani bu görüş ayrılıkları Hz. Peygamber’in vefatından sonra Hz. Ebu Bekir halife seçilinceye kadar devam etmiş ve onun seçilmesiyle
- 614 -
KUR’AN KAVRAMLARI
son bulmuştur. Hz. Ebu Bekir, halife seçildikten sonra yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“İnsanlar! Sizin en iyiniz olmadığım halde başınıza getirildim. İyi davranırsam bana yardımcı olun; saparsam düzeltin beni. Doğruluk emanet, yalan ihânettir. İçinizdeki güçsüz, hakkını alıncaya kadar benim yanımda güçlüdür. İçinizdeki güçlü de, Allah’ın izniyle hakkı ondan alınıncaya kadar benim yanımda zayıftır. Sizden kimse cihadı terk etmesin; çünkü onu terk eden bir kavmi, muhakkak Allah zillete düşürmüştür. Allah'a ve Rasûlüne itaat ettiğim sürece bana itaat edin. Allah'a âsi olursam, bana itaatiniz gerekmez!”
Hilâfet kurumunda bu ilk mesaj, bir yandan onun kişiliğini ve görev anlayışını dile getirirken; bir yandan da, “hilâfet”in hangi temellere dayandığını ve varlık gayesini açıklamaktadır.
Râşid Halifeler
Rasül-i Ekrem’den sonra, müslümanların devlet ve hükümet reisine “Rasûlullah’a halef olan” anlamında “halife” denmiştir. Bu halifelerin ilk dördü hemen her yönüyle örnek halifelerdir. Bunlara hulefâ-i râşidîn/râşid halifeler denir.
Hz. Peygamber (s.a.s.)'den sonra gelen ilk dört halifenin hilâfet süreleri, Saâdet Asrının ikinci dönemini teşkil eder. İslâm hukukçularının büyük bir çoğunluğu, bu dönemdeki uygulamalara, alınan kararlara büyük bir önem verir ve bunları İslâm hukukunun kaynakları arasında görürler. Çünkü onların uygulamaları Hz. Peygamber'e zaman itibariyle en yakın olmak, O'nun eğitiminden geçmiş olmak, vahyin nüzulüne tanık olmak, sünneti yakından tanımak gibi ayırıcı özellikler nedeniyle önem taşır, başkalarının fikir ve düşüncelerine göre üstünlük arz ederler. Hakkında nass bulunmayan konularda Râşid Halifelerin uygulamaları oldukça değerlidir. Bunun nedeni ise, onların hem veliyyü'l-emr olarak mü'minlerin kendilerine itaat etmekle yükümlü olmaları; hem de İslâm'ın özünü en iyi kavramış bulunmalarıdır. Bununla ilgili verilecek örnekler pek çoktur. Meselâ, Hz. Ebu Bekir'in zekât vermeyenlerle ilgili olarak aldığı kararlar, Hz. Ömer (r.a.)'in Irak topraklarıyla ilgili görüşleri ve bunları etrafındakilere de delilleriyle birlikte açıklayıp kabul ettirmesi, Hz. Ali’nin (r.a.) Hâricilerle savaşmak ile ilgili tutumları kendi konumlarında olduğu gibi, sonra bunlardan çıkarılan sonuç ve hükümlerle ilgileri bakımından oldukça önemlidir.
Çünkü bütün bunlarla ilk defa karşılaşılıyordu ve bunların İslâmî bir çözüme bağlanmaları gerekli idi. Yine Hz. Peygamber’in (s.a.s.) vefatından hemen sonra onun yerine geçecek devlet başkanını belirlemek konusu ortaya çıktı. Hz. Ebu Bekir'den sonra gelen diğer üç halife de farklı şekillerde belirlendi. Onlar ile ilgili durumlar İslâm hukukunda devlet başkanının başa geçiş yollarının farklı olabileceği görüşünü belirledi. Bu konuda kesin ve açık bir hükmün bulunmayışı, bu tabii sonucu doğurmuştur. Bu ise İslâm'ın, her çağda her toplum için uygulanabilir olmasının kanıtları arasındadır. Hulefâ-i Râşidîn’den sonra Muaviye’nin hilâfete geçmesiyle birlikte, hilâfetin tarihinde saltanatın egemenliği de başlamış olur. Artık, 4 halifeden sonra kâmil anlamda halifelik değil; eksik halifelik veya ismi halifelik olan saltanat başlamış oldu. Emevîlerden toplam 14 halife/sultan işbaşına geçti. Emevilerden sonra Abbasilerin uzun saltanat dönemleri
HİLÂFET - HALİFELİK
- 615 -
başlar. Abbasilerden de toplam 37 halife/sultan hüküm sürmüştür. Abbasilerden sonra, 1924’teki ilgâsına kadar hilâfet Osmanlılarda kaldı. 29 halife/padişahın idaresindeki Osmanlılardaki hilâfet de ondan öncekilerden pek farklı değildi. Hilâfet kurumu, 23 Mart 1924’de T.B.M.M.’nin 431 nolu kanunuyla tam 1293 yıl devam ettikten sonra şimdilik tarihe terkedilmiştir.
Hilâfetin akdî temeli, ümmetin halifeyi seçme hakkı bulunduğu esasına dayanır. Halife, özel bir seçim olan bey’atla seçilir. Ehl-i Hal’ ve’l-Akd denilen ümmetin seçkin temsilcileri tarafından bey’atla seçilerek görev alır; bu kurumun halife küfre meyleder, açıkça fısk olan işleri yapar, yönetimi hakkıyla icra edemeyecek duruma düşerse halifeyi azletme (hal’ etme) yetkisi vardır. Halife, şeriatı, bu seçkin temsilcilerden oluşan organla istişare ederek icra eder. Bu organ, aynı zamanda şûrâ organıdır.
Halifelik, bütün ümmetin bağlılığını gerektirecek şekilde, dini ve müslümanları, tüm insanî özellikleri korumak, sosyal hayatı idare etmek konusunda Hz. Peygamber’e halef olmak demektir. İslâmî devlet yönetiminde olmazsa olmazlardan biri bey’atla başa geçen halifelik/imamlık, adalet (Allah’ın indirdikleriyle hükmetmek) ve şûra prensipleridir.
Kur'ân-ı Kerim'de: "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan (müslüman) emir sahiplerine (ülü'l-emre) de itaat edin. Eğer bir şey hakkında ihtilafa düşerseniz, onu (ihtilaf konusunu Allah'a ve Rasûlüne havâle edin. Eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız (böyle yapın). Bu hem hayırlı, hem netice bakımından daha güzeldir. Sana indirilene de Senden evvel indirilmiş olan (kitap)lara da iman ettiklerini boş yere iddia edenlere bir bakmadın mı ki; onu inkâr etmeleriyle emrolundukları halde, yine tâğutun huzurunda muhakeme edilmelerini arzu ediyorlar. Şeytan da onları uzak bir sapkınlıkla büsbütün saptırmak ister."2602 Mü'minlerin kime, hangi şartlarda ve nasıl itaat edecekleri, neyi kesinlikle reddedecekleri burada açıkça izah olunmuştur. Rasûl-i Ekrem’in (s.a.s.), "Kim ülü'l-emre itaatten bir el kadar ayrılırsa, kıyamet gününde Allah'a, fiili (ameli) hususunda lehinde hiçbir hücceti olmayarak kavuşacaktır. Kim de boynunda (ülü'l-emre) beyatı olmayarak ölürse, câhiliyye ölümü ile ölür."2603 buyurduğu rivâyet edilmiştir. İslâmî eserlerde "halife", "imam", "ülü'l-emr" kavramları hep aynı mâhiyeti beyan için kullanılmıştır.
Hanefi fıkıh bilginlerinden İbn Hümam, mü'minlerin kendi içlerinden halife/imam seçmelerinin sebebi, İslâm'ın hükümlerini edâ etmek içindir demektedir.2604 İmam Nesefî de bu konuda şunları söyler: "Üzerimizde İslâm devlet başkanı olan halifeyi/imamı seçilmiş görmeden bir günün geçmesi câiz değildir. İmam, devlet başkanı olan halifedir. İmametin/hilâfetin hak olduğunu kabul etmeyen kimse dinden çıkar. Çünkü dinî hükümlerden bir kısmının farz olması, imamın varlığına bağlıdır. Cuma namazı, bayram namazı ve yetimleri evlendirmek gibi... İmamı inkâr eden kimse, farzları inkâr etmiş olur.2605 Tarihî kaynaklarda, Rasül-i Ekrem’in (s.a.s.) vefatından sonra sahabenin Rasülüllah'ı defnetmeden önce halife seçme hususunda titiz davrandığı kayıtlıdır.
Kâfirlerin, tâğutî güçlerin; Allah'ın indirdiği hükümlere mukabil olmak ve
2602] 4/Nisâ, 59-60
2603] Müslim, 2/1478, hadis no: 1851; ayrıca Buhârî, Ahkâm, 8/105
2604] İbn Hümam, Kitabü'l-Müsâyere, s. 265
2605] Nesefî, Bahrü'l-Kelâm fi Akaidi'l-Ehli'l-İslâm
- 616 -
KUR’AN KAVRAMLARI
onların yerine geçmek üzere koydukları hükümleri reddetmek farzdır. Onların, mü'minler üzerinde velâyet hakkının bulunmayacağı hususu kat'idir. Dolayısıyla mü'minler; kâfirlerin veya mürtedlerin istilasına uğrarlarsa, kuvvetle başlarına geçen bu yönetimi kabul etmezler. Onlara karşı cihadın farz-ı ayn olduğunu bilirler. Nitekim İmam Serahsi; "Cihaddan maksat; müslümanların emniyet içerisinde bulunmaları, din ve dünya işlerini yürütme imkânına kavuşmalıdır" der. İstilâ altında iken dahi mü'minlerin müstevlilerin liderine itaat etmeyip kendi içlerinden bir halife/imam seçmeleri vâciptir. 2606
Halifeliğin Kaldırılması
İslâm; insanlara tevhid esaslı bir dünya görüşü sunduğu gibi, tevhid esasına dayanan bir yaşam ve yönetim biçimi de sunar. İslâm’da yönetim biçimi, devlet düzeninde hâkimiyetin kayıtsız şartsız Allah’a ait olması ve İlâhî hükümlerin esas alınmasına dayanır.
İslâm devletinin başında, Müslüman ahalinin bey’at ettiği âlim ve âdil bir halife bulunur. Halife; İslâm devletinin ve Müslümanların birliğinin sembolü ve imamıdır. (Bu gün dünyanın bütün devletlerinde devlet başkanı ya da cumhurbaşkanı bulunmaktadır). Ancak, İslâm devleti, halifeden ve hilâfet makamından ibaret değildir. Halifenin, İslâm hukukunda belirlenmiş yetki ve görevleri vardır. İslâm ahkâmının devlet eliyle tatbikinden ve tatbikinin takibinden sorumludur. Kanunların üstünde bir yetkisi olmadığı gibi, kendisi de İslâmî kanunlara bağlıdır ve İslâm’ın kendisine verdiği yetkinin dışına çıkamaz. Bütün bunlar İslâm hukukunda belirlenmiş ve bilinen hususlardır. Nitekim halifenin İslam literatüründeki anlamı; Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarını tatbik etmekle mükellef olmak, bu işle vazifeli olmak demektir. Dolayısıyla İslâm hukukçuları bu kavramı, genellikle Rasûlullah’ın (s.a.s.) devlet başkanlığı makamına geçme ve toplumu İslâmî kurallara göre sevk ve idare etmede O’na halef olma anlamında kullanmışlardır.
Müslümanların, devletsiz ve başsız olamayacağı hakikatinden dolayı, Rasulullah (s.a.s.) daha defnedilmeden Hz. Ebubekir (r.a.) halife seçilmiş ve Müslümanların bey’atını aldıktan sonra vazifeye başlamıştır. Hz. Ali’ye (r.a.) kadar ehliyet ve bey’at üzere devam eden hilâfet, Muaviye tarafından hile ve zor karışımı taktiklerle ele geçirildi ve saltanata dönüştürüldü. Kılıç zoruyla kabileler ve kavimler arasında el değiştirdi, onu elinde bulunduran hanedan içinde babadan oğula intikal etti. Yavuz Sultan Selim, 16. yüzyılın başında Mısır seferinden sonra Halifeliği Osmanlılara taşıdı ve o tarihten 1924 yılına kadar da Osmanlılarda kaldı.
Hilâfetin iki temel özelliği vardır; ehliyet ve bey’at. Halife olacak kişide bu iki temel özellik aranır, halifeliğe ehil olmalı ve Müslüman teba tarafından bey’at verilmelidir. Ancak Muaviye ile birlikte bu iki temel özellik ortadan kaldırıldı, zor kullanımıyla birlikte saltanat ve hanedanlığa dönüştürüldü. Osmanlılarda halifeliğin aynı hanedan içinde babadan oğula geçmesi, deli olanların bile halife olması ve kardeşin kardeşi öldürüp halifeliğini ilan etmesi, hilâfetin aslından ne kadar uzaklaştığını, daha doğrusu saptırıldığını göstermektedir.
Mustafa Kemal; hilâfeti tümden lağvedip batı standartlı laik cumhuriyet
2606] Kelimeler Kavramlar, s. 181-182
HİLÂFET - HALİFELİK
- 617 -
rejimini oluşturmak istiyordu. Hilâfetin gelmiş olduğu nokta ve halifelik makamında oturanların yanlış icraatlarından değil, aksine İslâm’a, İslâmî yönetime ve müesseselerine karşı olduğundan ve batıya aşırı derecede hayranlık duyduğundan dolayı bu düşünceye sahipti.
Bunu doğrulayan belgeler çoktur. Örneğin; 1907 yılında daha 26 yaşında bir subay iken Bulgar asıllı Türkolog Manolov’a; “Bir gün gelecek hayal sandığınız bütün bu devrimleri başaracağım” demiş ve konuşmasında saltanat ve halifeliğin kaldırılacağını, kıyafetten yazı harflerine kadar siyasi ve sosyal alanda değişikliklerin yapılıp tamamen Batıya yöneleceklerini ifade etmiştir.
Aynı şekilde, 1919 yılında Erzurum’da iken yakın arkadaşları arasındaki konuşmasında; Türkiye’nin yönetim şeklinin Cumhuriyet olacağını söylemişti.
Mustafa Kemal bir yandan bu düşüncelere sahipken, öte yandan ortamın buna hazır olmadığının hesabını yapıp Müslüman halkın İslâmî duyarlılığını dikkate alarak son derece sinsi ve kurnazca hareket ediyor, her vesileyle halifeye bağlılık ve sadakatini ilan ediyor, gittiği yerlerde minberlere çıkıp bir vâizden daha ateşli bir şekilde İslâmî nutuklar atıyordu. O yıllardaki bütün gezilerine katılan ve o zaman Vakit gazetesinde muhabir-yazar olarak çalışan Naşit Hakkı Uluğ, Mustafa Kemal’in bu tutumu hakkında şu tespitlerde bulunuyor: “Mustafa Kemal, Saltanatın kaldırılmasından sonra dahi, Cumhuriyet kurma kararını ve Halifeliğin kaldırılması konusu üzerinde fikirlerini tekrarlamayı sakıncalı buluyor ve devlet şeklini, ağzına “Cumhuriyet” sözünü almaksızın, “Ulusal Egemenlik” formülü içinde her an Cumhuriyete doğru yürüyen bir yöne sevk ediyordu. Onun bu gidişatının hedefini sezen muhafazakârlar (Meclis içindeki şeriat ve hilafet isteklileri) zaman zaman Mustafa Kemal’i konuşturmak istiyorlardı. Mustafa Kemal ise bu sorulara zamanın icabına göre cevaplar vererek karşısındakileri idare ediyordu.”
Konuyla ilgili önemli bir olay şöyledir: Sultan Vahdettin’in İstanbul’dan ayrılmasının ardından 18 Kasım 1922 günü meclis başkanı Rauf Orbay’ın teklifleri sonucu TBMM’de halife seçimi için müzakereler başlamıştı. Bu müzakerelerde bir halifenin seçilmesi ve ona biat edilmesi gerektiği vurgulanmıştı. İşte bu arada Mustafa Kemal yine kurnazca bir manevra yapmış ve “Arkadaşlar! Mevzubahis olan meseleyi çok münakaşa etmek, çok tahlil etmek mümkündür. Fakat zannediyorum ki münakaşat ve tahlilatta (tartışma ve değerlendirmelerde) ne kadar ileri gidersek meseleyi halletmekte o kadar münakaşat ve teahhürata (tartışma ve gecikmelere) uğrarız. Benden önce kürsüyü terk eden Yusuf Ziya Bey, halife olacak zatın vazife ve salahiyetlerinin ne olacağından bahis buyurdular. Zannediyorum ki ondan önce bir halife intihap etmek (seçmek) daha mühimdir. Sonra seçeceğimiz halifeye hilafetini tebliğ edeceğiz… Binaenaleyh bu gün söylenen şeylerin hepsini halletmemiz mümkün değildir” diyerek sözde bir halifelik seçimi yapmak ve halifeye hiçbir yetki ve vazife verdirtmemeye çalışmıştı. Bu konuşmayla; “Biat” ve “Halifenin Yetkileri” meselesini gündemden çıkarmış, dikkati daha çok halifelik makamına çevirerek: “Fakat Türkiye’nin vazifesi Makam-ı Hilafeti kurtarmaktır. Bu bizim için bir dava-yı mahsustur (özel bir davadır)….” demiş ve hem meclis yoluyla kendi fikirlerini gerçekleştirmenin önünde oluşacak bir engeli ustaca savmış, hem de Hilafeti savunma pozisyonuna girip meclis havasına hâkim olmuştu. Neticede bir seçim yapılmış, oylamaya katılan 162 üyeden
- 618 -
KUR’AN KAVRAMLARI
148’i Abdülmecid’e oy vermişti. 19 Kasım 1922 tarihinde Mustafa Kemal, TBMM riyaseti başlığıyla ve “Halife-i Müslimin” hitabıyla Abdülmecid’e bir telgraf çekip biatlarını iletmişti.
Evet! Peygamber’den (s.a.s.) sonra Hz. Ebubekir (r.a.) ile başlayan Halifelik, Muaviye ile birlikte saltanata tebdil edilmiş, ancak İslâm ahkâmını esas alan sistem ve müesseseler ortadan kaldırılmamıştır. Halifelik makamına oturan kişi ile devlet idaresindeki zevat, eğer isterse İslâm’ı hakkıyla tatbik edebilir, İslâm adâletini toplum içinde tesis edebilirdi. Buna herhangi bir mâni, devlet düzeni içinde yasal bir engel yoktu. Nitekim Ömer b. Abdülaziz halife olduğunda (ki Muaviye’den çok sonra idi) İslâm ahkâm ve adâletini tatbik etmiş, onun zamanında zekâtlar (dağıtılacak yerler bulunmadığı için) çoğu kere devlet hazinesinde kalmış ve İslâm âlimlerinin çoğu onu hülafa-i raşidin’den (Raşit Halifelerden) kabul etmişlerdir.
Sıkıntı; Muaviye ile başlatılan saltanat geleneği ve buna paralel olarak devlet düzenine sokulan bid’atler neticesinde, ehil olmayan insanların başa geçmesi sonucu İslâm ahkâm ve adâletinin hakkıyla uygulanmaması idi. Osmanlı padişahları her ne kadar İslâm Halifesi unvanına sahip olsalar da, bu geleneği sürdürmüşlerdir.
Ancak, Mustafa Kemal bunlara değil, İslâm’ın öngördüğü devlet düzenine tümden karşı çıkmış, İlâhî kanunların hâkimiyetini reddetmiş, beşerî kanunların hâkimiyetini istemiştir. Bu nedenle Batı standartlı laik Cumhuriyet fikrini benimsemiştir. Yaptığı devrimlerin tümü bu doğrultuda olmuş ve bu fikrin gerçekleştirilmesi için yapılmıştır. Eğer iddia edildiği gibi İslâm ahkâmına ve İslâm devlet düzenine karşı değil de Osmanlı padişahlarının yanlış ve gayri İslâmî uygulamalarına karşı olmuş olsaydı, yeni kurulan meclisi bu yönde yapılandırırdı ve İslâm ahkâmını esas alırdı, ayrıca İslâmî müesseseleri ve İslâm’ın toplumdaki sosyal düzenini, gerçekleştirdiği devrimlerle birer birer ortadan kaldırmaz ve İslâm’ı yasaklı hale getirmezdi.
Hâlbuki Ankara’da meclisi kurup uygun ortam oluşturduktan sonra halifeliği kaldırdığı gibi, İslâmî bütün müesseseleri, İslam’ın sosyal hayattaki kural ve kaideleri, Kur’an ve İslâm kültür külliyatının kendisiyle yazılmış olduğu Arap alfabesini ve hatta Müslümanların İslâmî gelenekten kaynaklanan kılık ve kıyafetlerini bile yasakladı.
Şimdi konumuz olan Halifeliğin kaldırılmasına dönelim:
Mustafa Kemal; kurtuluş savaşını yürütmek üzere geçici olarak kurulduğunu söylediği Ankara’daki TBMM’yi kurduktan ve yasama, yürütme, yargı yetkilerini bu meclise verdirdikten sona, fikirlerini hayata geçirmek için en önemli zemin ve basamağı zaten oluşturmuştu. Yetkilerin kendisinde toplandığı meclis içinde süratli bir şekilde ortam oluşturdu ve ikna edebildiği insanları etrafına toplayarak etkinlik kurmaya çalıştı. Çoğunluğu âlim, molla ve şeyhlerden oluşan ilk meclisi, muhalif gördüğü bu kişilerden hızla temizledi. Ancak fikirlerini adım adım, ürkütmeden, İslâm’a ve hilafete de toz kondurmadan meclise onaylattırarak hayata geçirdi. Saltanatın kaldırılması ve Cumhuriyetin ilanından sonra artık meclis onun istediği noktaya gelmiş, etkinliği artmış ve arzu ettiği ortam oluşmuştu. Artık Laik Cumhuriyetin önündeki en büyük engel olan hilafet müessesesini
HİLÂFET - HALİFELİK
- 619 -
kaldırmanın zamanı gelmişti. Çünkü bu kaldırıldıktan sonra yeni cumhuriyet için Avrupa’dan alınacak yeni hukuk sistemi getirilecek ve İslâm hukuku tamamen terk edilecekti.
Bu amaçla Mustafa Kemal; kendisiyle birlikte hareket eden üyeler vasıtasıyla meclisi harekete geçirdi. Hilâfet kaldırılacaktı. Hâlbuki bundan bir buçuk yıl önce saltanat kaldırılırken, İslâm ve Hilâfet etrafındaki endişeleri bertaraf etmek için: “Makam-ı Hilâfet bizim için en âlî makamdır (en yüksek makamdır) ve Türk’ün başında ebediyyen bir Halife-i İslâm bulunacaktır” demişti.
Hilâfetin kaldırılacağı fısıltıları duyulunca gazetelere de manşet olmuş ve toplum içinde gündem oluşturup yoğun bir tartışma atmosferi içine girilmişti. Bu, bilinçli yapılmıştı. Başta meclis olmak üzere toplum da buna alıştırılıyordu. Neticede meclis içinde yeteri kadar üye ikna olmuş ve hilâfet makamı tartışılır hale sokulmuştu.
Ve Meclis, Hilâfeti gündemine alarak toplandı. Meclis içinde etkili olan bazı üyeler Hilâfetin kaldırılması üzerine hararetli konuşmalar yaptılar. Özellikle İslâm Hukuk Profesörü ve İlâhiyat Fakültesi Dekanı olan Seyyid Bey’in, Mustafa Kemal’in istediği istikamette uzun bir konuşma yapıp Hilâfetin şer’î değil, dünyevî olduğunu vurgulaması ve kaldırılmasını ısrarla istemesi mecliste etkili oldu. Netice itibariyle oylama yapıldı ve iki oy hâricinde meclis üyeleri tarafından hilâfetin kaldırılması kabul edildi. Tarih 03 Mart 1924.
İslâm ve Müslümanlar açısından hayatı karartan kara bir gün olan bu tarihte, kapkara bir devrim gerçekleşiyordu. Böylece İslâm devlet düzeninin temel taşlarından biri olan ve İslâm ümmetinin birliğini sembolize eden hilâfet makamı kaldırılmış oldu. Ümmet anlayışı reddedildi, ulus anlayışı tercih edildi.
Hilâfetin kaldırılmasının İslâm ümmeti üzerinde olumsuz büyük tesirleri olmuştur. Her ne kadar Osmanlı devletinde hilâfet sembolik bir makam haline getirilmiş ve halifeler görevlerini ifa etmiyor idiyseler de. Bu kara devrimle İslâm ümmetine ve İslâm âlemine çok büyük bir darbe indirilmiş ve telâfisi imkânsız büyük zararlar vermiştir. Ümmet bilinci kırılmış, İslâm âleminin birliği yönündeki duygular kararmıştır. İslâm âleminde ümmet anlayışının kalkması ve ulus anlayışının yerleşmesinde ve günümüzde İslâm âleminin ulus devletler şeklinde parçalanıp dağılmasında, bu kara devrimin etkisi inkâr edilemez boyuttadır. 2607
Ardından Ağıt Yakmak İçin Değil; Muhteşem Dönüşünü Hızlandırmak İçin HİLÂFET
İslâm'ın hiçbir kurumu, sadece belirli zamanlarda yaşanıp bir daha hayata dönemeyecek ceset değildir. Yine, hiçbir esası, insanları fikir ve hayal dünyasında gezintiye çıkaran felsefî ütopya şeklinde kabul edilemez. İslâm, her şeyiyle bir hayat nizamıdır. Evrenseldir, her coğrafyada ve her zaman diliminde tatbik edilebilecek yapıdadır. "Halifelik de, tarihî bir kurum olarak ne kadar câzip ve muhteşem olursa olsun, bugünkü ve yarınki insana vereceği fazla bir şey yoktur" diyen kimse, İslâm'ı anlamamış demektir. Hilâfet, Rasûlullah'ın âhirete irtihâlinden 1924 yılına kadar tam 1293 yıl müslümanları kendi etrafında toplayan mıknatıslı bir sancak olmuştur ve daha nice yıllar aynı görevi üstlenecektir.
2607] M. Ali Nur
- 620 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Câhiliyye egemenliklerini tarihte defalarca çöpe atarak mazlumları kurtaran risâlet ve (Son Rasûl’den sonra da) hilâfet kurumu, modern câhiliyye zulmü altında kıvranan dünya için yegâne alternatiftir. Batı uygarlığı adındaki ihtiyar cadının maskesi düşmekte, sırıtan makyajı arkasındaki çirkin suratı, kendi âşıkları tarafından bile görülebilmektedir. Kendi gayrı meşrû çocuğu Komünizm karşısında bile kaç defa köşeye sıkıştırılıp başındaki hakeme sayı saydıran, yapay hormonlarla beslenip yasak doping ilaçlarıyla maça çıkan bu şikeci boksör, gerçek rakibiyle karşılaşmaktan korktuğu için, onun ringe çıkamayacağına sarhoş ettiği seyircileri inandırmak istiyor.
Batının kanlı makasıyla lime lime doğranıp 46 parçaya ayrılmış güzelim kumaşın hiç kesilmemiş gibi birleştirilmesinin kolay olmadığının elbet farkındayız. Ama ihtiyar ninelerimiz, yaşlı annelerimiz yaklaşık bu sayıdaki kumaş parçalarını birleştirerek nasıl güzel seccâde oluştururdu. Yeter ki kumaş sağlam olsun, terzi ustaysa, o parçaları birleştirmesini becerir. İş, terzilerin yetişmesinde. Kendi önündeki kesik parçaları, kullanışlı güzel elbiseye çevirmesini bilen terziler, içlerinden birini terzibaşı olarak seçecekler, çok da zor değil hani. Üç tane sıfırın önüne geçen 1’in o sıfırları “bin” yapması gibi bir bereket görülecektir, önünde “imam”ı olan toplumlarda. İnleyen nağmeler coşan şarkılara dönüşecek, işinin ehli orkestra şefinin yönetiminde. Söndürülüp seksen senedir yakılmayan lambanın düğmesini açmak gibi bir şey. Karanlıkta düğmenin yerini bulmaktır önemli olan. Bunun için de kafa gözüyle birlikte gönül gözü de açık olanlara iş düşecektir.
Katolikleri papa, Ortodoksları patrik, Yahûdileri hahambaşı topluyor, temsil ediyor, yönlendiriyor. Bir tek İslâm âlemi başsız! Hem de dinleri “üç kişinin bile, yolculukta dâhi, içlerinden birini lider seçmelerini” emrettiği halde. Lidersiz/halifesiz ümmet, başsız ceset gibidir. Önce ümmet içinde hayra dâvet eden emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker yapan özel ümmet çıkmalı2608 ki, onlar yolu açsın. Sonra ümmet, ümmet bilinci ve sorumluluğunu kuşansın.2609 Müslümanlar tek ümmet, yani evrensel bir âile olduklarını, birbirleriyle ilişkilerinde ispatlasın.2610 Müslümanlara “böl, parçala, yut” taktiğiyle tavır alanlar, “Birleşmiş Milletler” şemsiyesine ihtiyaç duyuyor, Avrupa Birliğini tek devlet çatısı haline dönüştürüyor, her vesileyle müttefik ve koalisyon ortakları arıyorlar. Müslümanların “hilâfet” konusunu gündeme getirmelerine ise “cısss!” diyorlar. Müslümanlar, dünyaya müslümanca nizam vermeyi düşünmesinler diye, Amerika’nın başı çekerek Türkiye modelini örnek(!) göstererek yön verdiği “Büyük Ortadoğu” projeleri gündeme getiriliyor; “memlekete komünizm gerekiyorsa onu da biz getiririz” anlayışıyla. Neo Osmanlı tartışmaları başlıyor, “Hasta Adam”ın son demlerindeki “Jöntürkler”e, yani “Yeni Osmanlılar”a nazîre olarak.
Amerika, 11 Eylül’den sonra daha belirginleşen tavrı ve kendi başı Buş oğlu Buş’un ifâdesiyle “Haçlı Seferleri”ni tekrar başlatarak “yeni dünya düzen(sizliğ)i” projesini uygulamak için, Ortadoğu’nun işgâlini her alana yaymaya çalışıyor. Bir yandan da stratejik destek için İslâmî hareketlere karşı “ılımlı İslâm”, “yumuşatılmış İslâm”, “resmî, düzene uygun İslâm”, “başörtüsüz İslâm”, “lâ’sı olmayan,
2608] 3/Âl-i İmrân, 104
2609] 3/Âl-i İmrân, 110
2610] 21/Enbiyâ, 92
HİLÂFET - HALİFELİK
- 621 -
her şeyle uzlaşan, herkesi hoş gören İslâm” şeklinde içi boşaltılmış ve Amerikanlaştırılmış İslâm’lar pazarlamaya çalışıyor kuklaları eliyle. “Paranın dini imanı olmaz”, “din devlete karışmaz”, “laiklik ve demokrasi İslâm’la çatışmaz” gibi sloganlar Amerikancı İslâm’ın (elbette bu Allah'ın katında tek gerçek din olan İslâm değildir, muharref dindir) gerçek İslâm’ı yok etmesi için kukla yönetici ve yönlendiricilerini seferber ediyor. Savaşlardan, işgallerden çok daha tehlikeli bir durumdur; “müslümanım” diyen etkin güçler tarafından dinin tahrifi, hakla bâtılın karıştırılıp hak diye sunulması.
Halifeliğin ihyâsı demek, Dünya İslâm Devleti demek. Müslümanların birbiriyle kardeş olduklarını kavraması demek. Aynı coğrafyada yaşayan, aynı ülkenin, aynı mezhebin insanlarının bile bin bir gruba ayrıldığı bir ortamdan kurtulup tüm dünya müslümanlarının tevhid çizgisinde birleşmesi demek. Irkçılıktan, ulusçuluk/milliyetçilikten, ulus-devlet anlayışından ümmetçiliğe geçiş, vatandaşlık anlayışından Allah’a kulluk şuuruna hicret demek. İslâm, sadece toplumun anladığı anlamda bir din değil; aynı zamanda sosyal ve siyasal nizamdır da. Hilâfet adı verilen bu nizam, 1924’lere kadar yaşandı, yine yaşanabilir. Dünya, teknoloji ve özellikle iletişim araçlarıyla çok küçüldü; şimdi çok daha kolay uygulanabilir çok uluslu, çok katılımlı, çok ve zengin kültürlü, tek halifenin (ya da hilâfet komisyonunun) şûrâ ile ve Allah’ın indirdiği gerçek adâlet ilkeleriyle yönettiği bir Büyük İslâm Devleti. Düşünebiliyor musunuz iki milyar nüfuslu, 46 ulus-devletin birleşmesinden oluşmuş, başında halifesi olan bir Dünya İslâm Devleti... Rüyâsı bile insanı mutlu ediyor, hayaline bile can kurban. Böyle bir gücün karşısında kim durabilir? Global zulüm, ABD adlı vahşi kovboy ve İsrail adlı haydutlar çetesi böyle bir güç karşısında ne yapabilir? Böyle bir yapının ekonomisini, dünyaya verdiği huzuru düşünün...
Umudu, hedefi, ideali olmayan kimse, dâvâ adamı olamaz. Dâvâsı olmayan eyyamcı tip, reel politik oltalarına takılan tâvizci, günlük işler arasında kaybolan ve yozlaşmaya, olumsuz değişime açık, sürüleşmeye aday boş vermişlerden oluşur. Böyle kimselerin bırakın mensup olduğunu düşündüğü din ve dâvâya, kendine bile faydası olmayacaktır. Bunlar olsa olsa popstar yarışmalarına katılabilir, biraz yaşlıysa o programlara seyirci ve seçici olarak takılabilir. Müslümanın hedefi, ideali büyük olmalı; hele bizim nesil gibi yenilgileri, kayıpları büyük ise. Müslüman, sadece bulunduğu ülkede değil; tüm yeryüzünden fitneyi (zulmü ve en büyük zulüm olan şirki) kaldırmaya çalışmakla yükümlüdür.2611 Müslümanların tüm yeryüzünde halife olduğu2612 ve hâkimiyet anlamında bu halifeliği uygulama imkânına kavuşmak için iman ve amel-i sâlihle ilgili tüm görevlerini yerine getirmesi, sadece Allah’a kulluk/ibâdet edip O’na hiçbir şeyi şirk koşmaması gerektiği2613 Kur’an’ın mesajıdır.
"Hilâfet" derken; Emevî, Abbâsî, Fâtımî veya Osmanlı tipi saltanatçı ve nâkıs hilâfet değil; hulefâ-i râşidîn (dosdoğru yolda olan dört halife) tarzı hilâfeti kast ettiğimizi belirtelim. Hilâfet; İslâm birliği, daha doğrusu müslümanlar birliği demektir. İdeal olan tek devlet, tek lider anlayışının hayata geçmesi olmakla birlikte; geçiş döneminde (hatta kalıcı olarak) bu “tek”lik, olmazsa olmaz değildir.
2611] 2/Bakara, 193; 8/Enfâl, 39
2612] 2/Bakara, 30
2613] 24/Nûr, 55
- 622 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Önemli olan tek güç olmak, hedef birliği içinde organize olabilmektir. Bu, kolektif şekilde federatif biçimde de olabilir. Önemli olan bey’at denilen özel bir seçim usûlüyle işbaşına gelip, şûrâ prensibini ihmal etmeden, insanlara tek adâlet ölçüsü olan Allah’ın indirdikleriyle hükmetmektir. Hilâfet düşüncesi, artık bir daha hayata geçemeyecek hayâlî bir düşünce değildir. Kâinâtı, içindekileri ve yaratıkların işleyiş kanunlarını yaratan zâtın kitabı olan Kur’an’ın projeleri hayata geçirilebilecek projeler, kurtuluş reçeteleridir. Hiçbiri ütopik ve ayağı yere basmayan uçuk teori ya da artık devri geçmiş eskinin değeri değildir. Miladî 7. asrın başlarında, medeniyet ve dünyevî etkinlikten uzak bir yörede yükselen nebevî mesaj, o devirde hemen hiç kimsenin hayal bile edemeyeceği en büyük devrim ve en güzel toplumsal değişimi çok kısa bir zamanda gerçekleştirmedi mi? Bırakın, Allah’ın yardım vaad ettiği Kur’anî projelerin hayata geçirilmesini, kâfirlerin bile planlı ve gayretli çalışmalarıyla 20. asrın başlarında çoğu yahûdinin dahi hayal edemediği bir vampir devlet, asrın ilk yarısı bitmeden Ortadoğunun kalbine saplanmış hançer şeklinde ortaya çıkmadı mı? Birbirleriyle aynı asırda iki defa dünya savaşı veren Avrupa ülkeleri, savaşın üzerinden altmış sene geçmeden tek devlete doğru hızla gitmekte. Avrupa Birliğinin bugünkü şeklini savaş sonrasında, yani elli-altmış sene önce hayal eden kaç kişi çıkardı? Sahi, çeyrek asır önce İran’da ne oldu, nasıl oldu İslâm Devrimi, bütün dünyaya ve hatta şiî olmayan müslüman âleme rağmen?! Kimlerin hayal bile edemediğini, kim nasıl gerçekleştirdi?
Örneği direkt konumuzla ilgili verelim: 1900’lerin başında halifeliğin kaldırılıp yeni bir dirilişe kadar tümüyle tarihe terk edileceğini kaç kişi hayal edip dillendirebiliyordu dersiniz? Okullarda okutulan tarihe bakarsanız, Yavuz'un Mısır'a gidip müslümanlarla savaşarak kılıç zoruyla hilâfeti Osmanlılara getirmesi de, bir Osmanlı paşasının eline fırsat geçtiği ilk anda, meclisten kanun çıkartarak "dünya müslümanlarının sosyal ve siyasal liderliği"ni, böylesi önemli bir gücü tarihe gömmesi de zafer olarak anlatılır. Her ikisi de devrimdir. Her ikisi de yavuzluktur. Peki, "yavuz hırsız" kimdir, orası meçhul.
Hilâfet bir hayal değil, Kur’ânî bir gerçekliktir. Kur’an bizim yeryüzünün halifesi olmak için yaratıldığımızı vurgular.2614 Allah’ın takdir ve dilemesi, yeryüzünde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunup, onları önderler yapmak, vârisler kılmaktır (28/Kasas, 5). İman edip sâlih ameller işleyenleri, tüm yeryüzünde güç ve iktidar sahibi olarak etkin şekilde halife yapmak, Allah’ın vaadidir.2615 Hilâfetin gerçekleşeceğine, Dünya İslâm Devletine inanmamak, belki de Allah’ın vaadine inanmamakla eş tutulabilir. Liyâkat kesbedenlere bir meyvedir hilâfet. Mekke’de çalışıp gayret eden ve şirkin her çeşidini terk edip sadece Allah’a kulluk edenlere Medine’de devlet kapısının kendiliğinden (Allah’ın lütfu ve meyvesi olarak) açılıverdiği gibi. Daha beş-on sene önce Yâsir’lere, Sümeyye’lere sorsanız hayal bile edilecek şey değildi bu. Hedefler, önce hayal edilir, sonra ideal, daha sonra da gerçek olur; eğer gerekli çaba gösterilirse...
Global/küresel sömürüye, çağdaş Haçlı Seferlerine, yönlendirilen Bir"leş"miş Milletlere, tek devlet haline gelen Avrupa Birliğine ve organize ittifaklara karşı, müslümanların ayrı ayrı küçük ulusal devletler halinde (özellikle onlara hayran,
2614] 6/En’âm, 165
2615] 24/Nûr, 55
HİLÂFET - HALİFELİK
- 623 -
kukla yöneticiler de başlarındayken) dayanmaları, şimdiki sınırlı özgürlüklerini bile korumaları mümkün gözükmüyor. Örnek aramaya gerek var mı? Bosna, Çeçenistan, Afganistan, Irak. Sırada bekleyen Suriye, İran... İslâm âlemi için, özellikle yarınki birleşmiş küfür cephesine karşı, hilâfetten başka bir çözüm sözkonusu değildir; tabii onların içinde eriyip yok olmayı, onlardan birine dönüşmeyi çözüm görmüyorsak. Bu gerekçelerle Avrupa Birliğine katılmaya ve onların içinde erimeye karşı çıkan kaç müslüman kaldı, orası da ayrı bir problem.
"Hilâfet" demek; laiklik, demokrasi ve muhâfazakârlık gibi tuzaklardan kurtulup Kur’anî ilkelere sarılmak demek. Yol uzun, aşılması gereken dağlar yüksek olabilir. Ama unutmayalım; zorluklar, başarının değerini arttıran süslerdir. Hedefin zorluğudur insanı kahraman yapan. Sınavın zorlu olmasıdır kişiye dünyada devleti, âhirette Cenneti armağan ettiren.
"İmkânsız", ancak inançsızların sözlüğünde bulunabilecek bir kelimedir. İman imkândır, hem de en büyük imkân. "İmkânsız" kelimesini müslümanın diline tercüme ettiğimizde, sâlih amel ve kulluk bilincini kuşanarak Allah'a daha yaklaşıp O'nun yardımını kavlî ve fiilî olarak daha çok istemek anlamına gelecektir. Başkalarının imkânsız dediği şey; müslüman için, olsa olsa "biraz zaman alabilecek şey" anlamına gelir. Nefsini (hevâsını) dizginleyip Hakk'a ibâdet ve itaat gıdâlarıyla benliğini güçlendiren, takvânın sağladığı imkânlarla Allah'a yaklaşıp O'nun yardımına muhâtap olan kimse için İlâhî emir ve tavsiyelerin hiçbiri "zor" ve hele "imkânsız" gelmeyecektir.
En büyük engel, sahte kurtarıcılar, sahte halifeler. Keşke Almanya’da, işi çocukların evcilik oyununa benzeten işçilerin kâğıt üzerindeki devleti hiç olmasaydı, hiç İsa ve Mehdi'ler çıkmasaydı, cihad zannedilen terör olayları yapılmasaydı, "ihlâs" gibi güzel kelimeler ihlâssız kimselerce yıpratılmasaydı, Allah adı kullanılarak insanlar kandırılmasa, politikacılar dini istismara yeltenmeseydi... Sakın bütün bunlar, sırât-ı müstakîm yolcularının yolunu tıkamak için yol kesen yolsuzlar ve yolunu bulmak isteyen o yolun yolcularının insanımızı yoldan çıkarma yolu olmasın!
İmtihan için yaratılan insanoğlu, denemenin gereği olarak birtakım yükümlülükleri yerine getirecek, bazı güçlükleri göğüsleyecek, bazı zor gibi görünen ibâdetleri yapacak, nefsinin çok arzu etmesine rağmen, sınavın bir gereği olarak bazı isteklerinden vazgeçecektir. Kolaylık-zorluk kavramı, psikolojik ve sübjektif bir kavramdır. Bazen pek basit ve çok kolay görülen bir şey, bir insan için dağları aşmak kadar zor gelebilir, bazen de çoğu insan açısından çok zor kabul edilen bir şey, birisine kolay gelir. Bunlar, her şeyden önce kalpleri elinde bulunduran Allah’a âit bir tasarruftur. Tabii, bu rasgele olmaz. Bunun da bir İlâhî kuralı, sünnetullah dediğimiz Allah tarafından konulmuş ölçüsü vardır: Muhakkak zorlukla beraber bir kolaylık vardır.2616 Kim takvâ sahibi olur, Allah’tan korkarsa, Allah ona işinde kolaylıklar verir.2617 İnsanlara emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker yapan, onlara öğüt veren kişileri Allah, en kolaya yöneltip onda başarılı kılacaktır.2618 Bu konudaki İlâhî sünnet, iman-takvâ-infak konusunda görevini yapanlara
2616] 94/İnşirâh, 5
2617] 65/Talâk, 4
2618] 87/A'lâ, 6-9
- 624 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kolaylığın ihsân edilmesidir.2619 Kim cimrilik edip vermez, kendini zengin sayıp Hakka boyun eğmez, en güzeli de yalanlarsa, o da İlâhî kudret eliyle en zora yöneltilecektir. 2620
İman cesârettir, takvâ sahibi olmak güçlü olmaktır. Mü'min inanır ki, Allah zoru kolaylaştırır, kolayı zorlaştırır; bütün bunlar İlâhî hikmet ve sünnetullah dâhilinde ortaya çıkar. Hayattaki zorlukların kolaylaştırılmasının adı İslâm'dır. Şeytan olumlu bir şeyi terkettirmek için onu zor gösterir. İnsan zordan kaçmaya meyillidir. Ama bu şeytanî/nefsî oyuna gelmeyen nice insan sebat ve ısrar ederek başarılı olmuş, bir zamanlar kendisinin veya başkalarının zor dediğinin hiç de zor olmadığını anlamış ve isbat etmiştir.
Toplumu ve hele koca bir ümmeti ilgilendiren büyük değişiklikler, tedrîc denilen bir süreci gerekli kılar. Bir katın merdivenlerini birer ikişer adımlamadan tümünü birden atlamaya kalkan insan, aceleciliğinin cezâsını belki sakatlanarak çekecek, artık basamakları birer birer bile çıkamayacak hale gelecektir. Konuyla ilgili günümüzde tüm müslümanların yapması gereken, öncelikle dünyadaki tüm müslümanları farklı mezhep ve ictihadlarına rağmen Allah için sevmek, birbirleriyle hangi alanlarda ilişki kurabileceklerse kurmaya çalışıp ümmet bilincine ulaşmak olmalı. Hacda hem halkın ve hem de âlimlerin yararlanacağı dünya müslümanlarının bilinçlenip birleşmesi için organizeler yapılmalı. Farklı ülkelerdeki müslüman âlim ve aydınların, yazar ve çizerlerin arasında ciddî ilişki ve iletişim oluşturulmalı. Müslümanlar, kâfirlerin çizdiği coğrafî sınırları reddetme tavrı olarak farklı ülkelerdeki mü'minleri, yani kardeşlerini ziyâret etmeli. İnternetten, dış ticaretten yararlanmalı, farklı ülkelerden gelin ve dâmatlar edinerek akrabâlık bağı oluşturmalı, dışpolitikayı en az iç politika kadar tâkip etmeli. Müslüman gençler mutlaka Kur’an kültürü ile birlikte Arapça ve İngilizce’yi çok iyi öğrenmeli. Müslüman imamlar, hatipler, hocalar, öğretmenler, yazarlar resmî hutbe, resmî söylem, resmî program yerine İslâm âleminin ortak sorunlarını ve Kur’anî çözümleri gündeme getirmeli. Vatandaşlık yerine İslâm kardeşliği vurgulanmalı. Vatanın müslüman için İslâm’ın hâkim olduğu her yer olduğu söylem ve eylemle ortaya konulmalı. Var olan un, yağ, şeker bir araya getirilip güzel helvalar yapılmalı.
Mehdi bekleyen insanlar, çözümü Hz. İsa’nın gökten inip kendilerini kurtarması olarak görüp görevlerini kuşanmaktan kaçanlar bilsinler ki, kurtuluş, aralarından bir önder (imam, halife) çıkarıp onunla birlikte Kur’an’ın emrettiği şekilde cihad etmekle mümkün olacaktır. Sünnetullah budur. Böyle bir lider, namaz imamı gibi toplumun önünde (gerisinde değil), dünyevî riskin en büyüğüne tâlip olacak şekilde ve toplumun kardeşi, içlerinden biri olacaktır. Hicret örneğindeki Büyük Önder gibi, gemiyi en son terk eden kaptan olmayı seçecektir. Tek başına ümmet2621 olmakla birlikte, aynı zamanda insanlara imam/önder olan 2622 İbrâhim gibi putlarla ve putçularla mücâdelenin bedelini gerekirse ateşe atılarak ödemekten çekinmeyen birisi olacaktır. Takıyye yapması, bazı ruhsatları kullanması câiz olmayan, müslümanların izzet ve onuruna halel getirmeyen, çok net olarak İlâhî mesajı insanlara ulaştıran örnek şahsiyet olacaktır lider/halife. O öne
2619] 92/Leyl, 5-7
2620] 92/Leyl, 8-10
2621] 16/Nahl, 120
2622] 2/Bakara, 124
HİLÂFET - HALİFELİK
- 625 -
geçip yürüyecek, arkasından ümmet yürüyecektir.
"Allah, içinizden iman edip sâlih amel işleyenlere, onlardan öncekileri halef (güç ve iktidar sahibi) kıldığı gibi, onları da yeryüzüne halife kılacağına, onlar için râzı olup beğendiği dini temelli yerleştireceğine ve korkularını güvene çevireceğine dâir söz vermiştir. Çünkü onlar Bana kulluk eder, hiçbir şeyi Bana şirk/ortak koşmazlar. Bundan sonra inkâr eden kimseler fâsık (yoldan çıkmış) kimselerdir. Namaz kılın, zekât verin, Peygamber'e itaat edin ki, size merhamet edilsin. İnkâr edenlerin, Bizi yeryüzünde âciz bırakacaklarını sanmayın. Onların varacakları yer ateştir. Ne kötü dönüş yeridir." 2623
Bu âyetler, iktidar değişiminin, iktidarın işleyişinin ve amacının temel değişkenlerini açıkça belirtir: İman, sâlih amel, yalnız Allah'a ibâdet ve hiçbir şeyi O'na şirk koşmama; dinin yerleşmesi, korkuların güvene dönüşmesi; namaz ve zekâtın yerine getirilmesi, Peygamber'e itaat.
Allah, başta Hz. Âdem olmak üzere bütün insanları kendi hükümlerinin uygulayıcıları olsunlar diye yarattı. Bütün insanlar doğuştan birer halife adayıdır. Kim bu emaneti hakkıyla taşımış veya taşıyorsa, onun halifelik sıfatı devam ediyor demektir. Allah'ın hükmüne uymayıp, O'nun dininden yüz çevirenler, yani ilâhî emaneti taşımayanlar ise o kutsal ve üstün halifelik sıfatını koruyamayanlardır.
Kur’an-ı Kerim’de konu ile ilgili âyetlerden anladığımıza göre Allah Teâlâ, genel anlamda bütün insanları yeryüzünün halifeleri olarak yaratmıştır. Yeryüzündeki bütün yaratıklar, insanoğlu için yaratılmış, onun hizmetine sunulmuştur; insan yeryüzünün efendisi ve halifesidir. Bu halifelik gereği bütün insanlar ilk plânda Allah’a iman etmekle ve bu imanın sonucu olarak O’nun hâkimiyetini kabul etmekle yükümlü tutulmuşlardır. İnsanın yeryüzü halifeliği, onun yönetim ve davranışlarda Allah’ın hükmünü uygulaması demektir. Bu uygulamalarda Allah’ın kanunları mutlak ölçüdür. İnsan, yeryüzünde halifeliğini ifa ederken bu ölçünün dışına çıkamaz, bu hükümlere aykırı hareket edemez. Çünkü Allah, yeryüzünde halife olarak görevlendirdiği insana mutlak bir serbestlik vermiş değildir. İnsan için birtakım kurallar ve sınırlar çizmiş ve bunları aşmamasını istemiştir.
Allah, bu yükümlülüğü yerine getirmeyenleri, yerlerine başkalarını istihlâf etmekle, başkalarını halife yapmakla tehdit ediyor. Buna göre halifelik makamında, yalnızca bu makamın gerektirdiği yükümlülükleri yerine getirenler kalabiliyor. Yalnız bu kişilerin bu makamda kalabilmelerine de “hususi hilâfet” adını veriyoruz. Tarih boyunca bu anlamda toplumlar birbirlerinin yerine geçmiş ve halifelik onlar tarafından gerçekleştirilmiştir. Allah’ın halife yapacağına ve onları yeryüzünde hâkim kılacağına yemin ile söz verdiği kimseler,2624 O’nun dinini yeryüzünde hâkim kılanlar ve insanları tâğutların tasallutundan kurtarma savaşını sürdürenlerdir.
İster genel, isterse özel anlamda olsun hilâfet, “Allah’ın dinini hâkim kılmak” özünü taşır. Bu öz, hilâfetin sosyal alanda da hissedilir olup, gerçekleşmesiyle ve teşkilâtlanmasıyla siyasî bir görünüm kazanır. Allah, Hz. Davud’a kendisini yeryüzünde halife kıldığını bildirmekle birlikte ona; insanlar arasında hak ile (Allah’ın
2623] 24/Nur, 55-57
2624] 24/Nur, 55
- 626 -
KUR’AN KAVRAMLARI
hükümleri ile) hükmetmeyi2625 emretmiştir. Hz. İbrahim de kendisinin insanlara imam (halife) kılındığı haberini Allah’tan alınca, soyundan geleceklerin de bu makama yükseltilmelerini istemiş, Allah ise bu ahdinin zâlimler hakkında sözkonusu olmayacağını2626 bildirmiştir. Anlaşılmaktadır ki halifelik, Allah’ın hâkimiyetinin her alanda bütün açıklığıyla ortaya çıkması demektir. Bütün insanlar bununla görevlidir. Böyle bir makama yükselmek isteyen, daha doğrusu bu makamdan düşmek istemeyen toplum da ona göre davranmak zorundadır. Bu tür toplumun en yüksek temsilcisi ise, yeryüzündeki halifelerin kendi hür iradeleriyle seçtikleri “halife”dir. Halife, bu emaneti yüklenebilecek nitelikte olmalıdır. Çünkü emanetlerin ehil kimselere verilmesi, Kur’an’ın emirleri arasındadır. 2627
Hilâfet, bir şiardır, bir semboldür müslümanlar için, hatta nâmus ve izzet meselesidir. Tüm işgal altındaki şehirlerimizin ve tüm müslümanların, hatta tüm mazlumların kurtuluşu için, dünya ve âhiret nimeti için paroladır hilâfet.
“Sahi, aslan nerede düşmüştü ve nereden kalkacaktı?” Özellikle, olaya hamâsetle yaklaşmaya devam eden ulusalcı ve asabiyecilere soruyor ve pratik cevap istiyorum.
“İpi kopan tesbihim, dağılmış tane tane;
Acı ama tesbihim, hani nerde imâme?”
2625] 38/Sâd, 260
2626] 2/Bakara, 214
2627] Bk. 4/Nisâ, 58
HİLÂFET - HALİFELİK
- 627 -
Halife - Hilâfet Konusuyla İlgili Âyetler
a- Halîfe Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 2 Yerde): 2/Bakara, 30; 38/Sâd, 26.
b- Halîfe Kelimesinin Çoğulu Halâif ve Hulefâ’ Kelimelerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 7 Yerde): 6/En’âm, 165; 7/A’râf, 69, 74; 10/Yûnus, 14, 73; 27/Neml, 62; 35/Fâtır, 39.
c- Halife Kelimesinin Türevlerinin Geçtiği Diğer Âyet-i Kerimeler (+Toplam Yerde) 6/En’âm, 133; 7/A’râf, 129, 169, 169; 9/Tevbe, 118, 120; 11/Hûd, 57; 19/Meryem, 59, 64; 24/Nûr, 55, 55; 34/Sebe’, 39; 57/Hadîd, 7.
d- Halife Kavramıyla İlgili Konular: 2/Bakara, 30; 6/En'âm, 133, 165; 7/A'râf, 69, 74, 129, 169; 10/Yûnus, 14, 73; 11/Hûd, 57; 19/Meryem, 59; 24/Nûr, 55; 27/Neml, 62; 35/Fâtır, 39; 38/Sâd, 26.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Fi Zılâli'l-Kur'an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 112-117
2. Hak Dini Kur'an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 259-260
3. Tefhimu'l Kur'an, Mevdudi, İnsan Y. c. 1, s. 62
4. Kur'an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 117-118
5. Hadislerle Kur'an-ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. c. 2, s. 255-260; 272-275
6. Mefatihu'l-Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahreddin Razi, Akçağ Y. c. 2, s. 244, 373
7. El-Mîzan Fî Tefsîri'l-Kur'an, Muhammed Hüseyin Tabatabai, Kevser Y. c. 1, s. 164-166
8. Min Vahyi'l-Kur'an, Muhammed Hüseyin Fadlullah, Akademi Y. c. 1, s. 151-166
9. Safvetü't Tefâsir, Muhammed Ali es-Sabuni, Ensar Neşriyat, c. 1, s. 81-84
10. Davetçinin Tefsiri, Seyfuddin el-Muvahhid, Hak Y. c. 1, s. 75-97
11. İslâm Ansiklopedisi, T. Diyanet Vakfı Y. c. 17, s. 539-540, c. 15, s. 299-300
12. İslâm Ansiklopedisi, Şâmil Y. c. 2. s. 422-438
13. Kur'an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, Kuba Y. c. 1, s. 122-123
14. Hz. Adem, Hüseyin K. Ece, Denge Y. s. 36-50, 56-65
15. Hz. Adem (İlk İnsan) Mustafa Erdem, T. Diyanet Vakfı Y. s. 127-130
16. Terimler Sözlüğü (Kitabü't-Târifât), Seyyid Şerif Cürcani, Bahar Y. s. 101
17. Kur'an'da Siyasi Kavramlar, Vecdi Akyüz, Kitabevi Y. s. 130-135
18. Kur'an'da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 519-523
19. Kelimeler Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu, İnkılab Y. s. 180-184
20. Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Süleyman Uludağ, Marifet Y. s. 219-220
21. Kur'anî Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Mustansır Mir, İnkılâb Y. s. 75-76
22. Kur'an Kıssalarına Giriş, M. Sait Şimşek, Yöneliş Y. s. 167-177
23. İslâm'da İmamet ve Hilâfet, Hasan Gümüşoğlu, Kayıhan Y.
24. İslâm’da Mülk ve Hilâfet, Şahin Uçar, İz Y.
25. Hilâfet: Modern Arap Düşüncesinin Eleştirisi, Fehmi Şinnavi, İnsan Y.
26. Halifesiz Günler, Hakan Albayrak, Denge Y.
27. Hilâfet ve Şehâdet, Muhammed Bâkır es-Sadr, Objektif Y.
28. Hilâfet ve Halifesiz Müslümanlar, Sadık Albayrak, Araştırma Y.
29. Hilâfet Nasıl Yıkıldı? Abdülkadim Zellum, Hizbü't-Tahrir Y.
30. Hilâfet ve Kemalizm, Şeyhülislâm Mustafa Sabri, Alem Y. / Araştırma Y.
31. Hilâfetin İlgasının Arkaplânı, Şeyhülislâm Mustafa Sabri, İnsan Y.
32. Hilâfet-i İslâmiyye ve T. B. M. Meclisi, İsmail Şükrü, Bedir Y.
33. Hilâfet (Geçmişi ve Geleceği ile), Kadir Mısıroğlu, Sebil Y.
34. Hilâfet ve Saltanat, Mevdudi, Hilâl Y.
35. Hilâfetin Saltanata Dönüşmesi, Vecdi Akyüz, Dergâh Y.
36. Hilâfet Hareketleri, Mim Kemal Öke, T. Diyanet Vakfı Y.
37. Hilâfetin Kaldırılması Sürecinde Cumhuriyetin İlânı ve Lütfi Fikri Dâvâsı, 1-2, Murat Çulcu, Kastaş Y
38. Halifeliğin Kaldırılması ve Lâiklik, Seçil Akgün, Turhan Kitabevi Y.

 
Okunma 906 kez
Bu kategorideki diğerleri: « HİKMET HÛD (A.S.) VE ÂD KAVMİ »