Cumartesi, 06 Şubat 2021 17:05

HEVÂ

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

HEVÂ


- 281 -
Kavram no 71
Ahlâkî Kavramlar 13
Bk. Nefs, Ruh; İnsan-Nâs
HEVÂ
• Hevâ; Anlam ve Mâhiyeti
• Hevânın Putlaştırılıp İlâh Haline Getirilmesi
• Kur’ân-ı Kerim’de Hevâ Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Hevâ Kavramı
• Aklın, Hevânın/Kötü Arzuların Güdümüne Girmesi
• Hevânın Siyasî Boyutu; Hevâya Uygun Düzenler
• Hevânın İtikadî (ve Mezhebî?) Boyutu; Ehl-i Ehvâ
• Hevânın Kişisel ve Toplumsal (Ahlâkî) Boyutu; Hevâî İnsanlar Topluluğu
"Milletlerine (dinlerine) uymadıkça yahûdiler de hıristiyanlar da asla senden râzı (hoşnut) olmayacaklardır. De ki: 'Doğru yol/hidâyet, ancak Allah'ın yoludur.’ Sana gelen ilimden sonra onların hevâlarına/kötü arzu ve keyiflerine uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır." 1190
Hevâ; Anlam ve Mâhiyeti
“Hevâ”; boş, hava dolu, sonuçsuz, değersiz gibi anlamlara gelir. Uzay ve yer arasında bulunan atmosfer boşluğuna bundan dolayı hevâ (hava) denilmektedir. Hevâ, aynı zamanda düşüşe de denilir. Bu anlamından dolayı, istenilen güzel davranış seviyesinden düşüşle ilgili olarak, hevâsını tanrılaştıranların düşeceği cehennemin isimlerinden birisi olan ve “çukur”, “düşülen uçurum” anlamına gelen ve hevâ kelimesiyle aynı kökü paylaşan “hâviye” ile olan ilgisi dikkat çekicidir. Istılahta hevâ ise, bir şeye karşı aşırı sevgi ve bağlılık, arzu ve istek, nefsin tabiatında olan hislerinin icabına göre hareket ederek yükseklerden yüz çevirip süflî tarafa eğilim göstermesi, benliğin şehvet tarafına geçerek ruha sırt çevirmesidir. Bu saptırıcılığından dolayı nefsin bu türden süslü isteklerine tâbi olması, hevâ olarak isimlendirilmiştir.
Hevâ, nefsin şehvete meyli için kullanıldığı gibi, bizzat şehvete meyyal nefis için de kullanılır.1191 Hevâ, nefsin, arzularını tatmin için şeriatın dışındaki şeylere meyletmesidir.1192 Meselâ kişinin nikâhlısına ilgi duyması, meyletmesi ibâdet iken; nikâhlısı olmayana meyli kabahat olmaktadır. 1193
Hevâ, aşağılık istek ve arzuların kaynağı olmasından dolayı, dalâletin başta gelen sebeplerinden biridir. Bu yüzden hevânın zıddı “hüdâ” (hidâyet) kabul edilir. Onun için hevâ kavramı, nefsin şehvete ve zevke düşkünlüğünü anlattığı
1190] 2/Bakara, 120
1191] Râgıb, Müfredât, s. 769
1192] Cürcânî, Ta’rîfât, s. 257
1193] Elmalılı, Eser Y. 7/4570
- 282 -
KUR’AN KAVRAMLARI
gibi, ilim sahibi olmadan sahibine emir veren nefis anlamında da kullanılmaktadır. Böyle bir nefis, sahibini şehvete ve aşırı zevke düşürüp günaha sürükler, uçurumlara ve Cehenneme düşürür. Hevâ, nefsin şehvet denilen hayvanî ve aşırı istek ve arzulara meyletmesi anlamında kullanılır. Hevâ, keyfe uymak, boş ve zararlı tutkuların güdümüne girmek demektir. Bu şehvete meyleden nefis için hevâ denir. Sahibini dünyada çeşitli belâlara sokan, âhirette de onu cehenneme düşüren şey diye de tanımlanır.
Hevâ, insan nefsinin şehvetlerinden ve hayvanî iştihadan doğan doğal eğilimi olmakla beraber, aynı zamanda insanı her türlü isyana götüren zaafın itici gücüdür; her türlü belânın, rezilliğin ve kötülüğün kaynağıdır. Hevânın zan ve şehvet ile de yakın bir anlam bağı bulunmaktadır. Çünkü zan, kişinin bir şeyin müsbet veya menfîliği hakkında, tahminle kendi nefsine göre bir hüküm vermesidir. Yani sübjektif olarak dış dünyaya bakması, değerlendirmesidir. Hâlbuki sübjektif dünya, izâfî bir dünya olduğundan, her şahsa göre değişebilen bir âlemdir. Bundan dolayı hevâ, zanda olduğu gibi aldatıcı ve zevke göredir.
İnsanın aşırı isteklerine, Allah’tan gelen ilme yani vahye uymayan tutumlarına ‘hevâ’ denilmektedir. Nefsin sınırlı istekleri, meşrû arzuları normal ve helâl yoldan karşılandığı zaman hata değil, sevap bile olur. Nefis her zaman çeşitli isteklerde bulunur. Bu isteklerin bir kısmı insanın ihtiyacı değil, nefsin aşırı istekleridir. Kişi nefsinin meşrû isteklerini, inandığı Rabbin gönderdiği ölçüler içerisinde karşılayabilir. Aşırı isteklere uyulup yönelmesi; nefsin Allah'ın ölçülerine aldırmaması anlamına gelir. Bu, şüphesiz bir hatadır ve sahibine zarar veren bir durumdur. Eğer nefis Allah’tan gelen ilme, yani vahye uyarsa; görüşlerini, kararlarını, isteklerini bu ilme uygun bir şekilde ayarlarsa; o nefis doğru yolda olan nefistir. Fakat bir kimse Allah’tan gelen ilme/vahye kulak asmaz, yalnızca kendi görüşünü, zevkini, kararını, arzusunu ön plana çıkarırsa bu nefis doğru yoldan sapan azgın bir nefistir ve o kişi hevâsına uymuş olur.
Yeryüzündeki bütün günahların, bütün şirklerin, bütün kâfirliklerin sebebi, hevâya uymaktır. Bir iş yaparken, bir şeyin hakkında karar verirken, bir ibâdet yaparken, bir şey yanlış mı doğru mu diye düşünürken; kişi ya kendi aklına, ya da inandığı dinin ölçülerine uyar. Eğer akıl Allah’tan gelen ilme yani vahye uyuyorsa, o akıl isabetli karar verir. Eğer bir akıl Allah’tan gelen haberlere inanmıyorsa, o akıl, sahibini yanıltacaktır ve o kişi hevâsına uymuş olacaktır.
Kurtubî, hevâyı şöyle açıklar: "Hevâya uymak insanın Hak'tan gayrısıyla şehâdet etmeye ve hükümde zulüm ve benzeri ile hüküm vermesine sebep olur." Hevâ, insan ruhunun şehvetlerden ve hayvanî iştiha ve arzulardan doğan doğal eğilimi anlamında kullanılır. Başka bir tanıma göre hevâ, delile dayanmadan sırf arzulardan kaynaklanan görüştür. Bu anlamından dolayı Kur'an, kelimenin karşıtı olarak Peygamberin dilinden, "beyyine" (delil, kanıt, ilim) kelimesini kullanır.
Hevâ kelimesinin bir anlamı da, iniş ve düşüş demektir.1194 Aynı kökten türeyen "el-hâviye" kelimesi de düşüş anlamından dolayı Cehennem için kullanılmıştır.1195 Çünkü hevâsına teslim olup onun kulu haline gelerek Allah'ın gazabına uğrayan kimse, büyük bir irtifâ kaybına uğrayıp halifelik makamından inerek
1194] 20/Tâhâ, 81
1195] 101/Kaaria, 9-11
HEVÂ
- 283 -
hayvanlardan daha aşağı derekeye düştüğünden cehenneme de benzer şekilde yukarıdan aşağıya düşecektir. Arapça'da bir kimsenin üst makamdan daha aşağı bir yere düşüşü de hevâ terimiyle ifade edilmektedir. Kur'an'da kullanılan "hevâ" kökünden gelen bir diğer kelime "istihvâ"dır. Bu, şeytanın insanı hevâya uymaya zorlamasıdır. 1196
Hevâsına Uyanların Özellikleri: Hevânın yerleştiği kalpte, başta şirk olmak üzere bütün olumsuz davranışlar, bütün kötülükler yerleşmeye başlar. Bu kimseler, hevânın bir benzeri olan zanlarının (boş kuruntularının) ve keyiflerinin peşinden giderler. Allah’ın gönderdiği hidâyet rehberine aldırmazlar bile.1197 Kişinin kendi hevâsına uyması, Haktan yüz çevirmesi demektir. Nitekim Kur’an, "kendi hevâlarına uyanlara tâbi olmayın."1198 demektedir. Böyle yapanlar zâlim olurlar. Zâlimler ise Hakk’tan yüz çevirenlerdir.1199 Zaten onların Allah’ın hidâyetinden yüz çevirmelerinin, ya da âyetleri yalan saymalarının sebebi, vahyi bırakıp kendi hevâlarına uymalarıdır. 1200
Şu âyet hevâya uymanın zararlarını göstermesi açısından ne kadar dikkat çekicidir: “Eğer hak, onların hevâlarına uyacak olsaydı hiç tartışmasız gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve her şey) fesada (bozulmaya) uğrardı…”1201 Hevâlarına uyanların özelliklerinden biri de istikbâr (kendini büyük görme) ve peygamberlerin getirdiği vahye karşı çıkmadır. Bu gün de keyiflerine göre yaşamak ve insanları kendi hevâlarına göre yönlendirmek isteyenler, hayata ve dünyaya kendi hevâları doğrultusunda yön vermeye kalkanlar, Kur’an mesajına, İslâm'ın güzelliklerine karşı çıkmaktadırlar. 1202
Hevâlarına uyanlar, Allah’tan gelen ilmi/vahyi bilgisizce bir tarafa atarlar. Onlar gerçekten câhillerdir.1203 Kur’an, Hz. Peygamber'i ve onun şahsında müslümanları uyararak: "Sana gelen bu ilimden (Kur’an ve hükümlerinden) sonra onların hevâsına uyarsan, senin için Allah’tan bir velî ve yardımcı yoktur."1204; "Allah’ın indirdiği ile hükmet, onların hevâsına uyma." 1205 "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol ve onların hevâsına uyma."1206 demektedir.
Kur’an, mü’minlere ayrıca "adâletten ayrılıp hevânıza uymayın."1207 demektedir. Şüphesiz ki hevâya uymak, dengeyi bozar, hakları ihlâl eder, tarafgirliğe ve taassuba sebep olur, düşmanlığı körükler. İnsan, Allah’ın hidâyet kitabı olarak gönderdiği Kur’an’ı, yani vahyi dışlayarak, her şeyi kendi aklına, kendi hevâsına göre çözmeye, her şeyin hükmünü işine geldiği gibi vermeye kalkışırsa, insanın gönlünde de, yeryüzünde de huzurun olması mümkün değildir. Vahyi dışlayanlar hem kendilerine yeni ilâhlar bulurlar, hem de küçük, önemsiz ve kısır
1196] 6/En'âm, 71
1197] 53/Necm, 23
1198] 38/Sâd, 26; 5/Mâide, 77
1199] 2/Bakara, 145
1200] 6/En’âm, 150; 18/Kehf, 28
1201] 23/Mü’minûn, 71
1202] 2/Bakara, 87; 5/Mâide, 70
1203] 30/Rûm, 29
1204] 2/Bakara, 120; 13/Ra’d, 37
1205] 5/Mâide, 48, 49
1206] 42/Şûrâ, 15
1207] 4/Nisâ, 135
- 284 -
KUR’AN KAVRAMLARI
çekişmelerin içinde, ucuz çıkarların peşinde koşar dururlar. Hevâsına uyan kimselerin yön verdiği dünyada barış ve adâletin olması mümkün değildir. Bu gerçeğe hem tarih şâhittir, hem de içinde yaşadığımız şartlarda bunu açıkça görmekteyiz.
Mü’minler, sık sık hevâlarına uymamaları konusunda uyarılmaktadırlar. Yine yukarıda geçtiği gibi hevâlarına uyan veya hevâlarını tanrı haline getirenlerin peşinden gitmemelerini Kur'an ısrarla emretmektedir. Buna bağlı olarak da, en iyi barınma yeri Cennet’in Rabbinin makamından korkanlar ve nefsinin hevâsından sakınanlar için hazırlandığını Kur'an haber vermektedir.1208 Kur’an, Allah’ın âyetlerine tâbi olanlar ile hevâlarına uyanların bir olmayacağını belirtir: “Şimdi Rabbinden apaçık bir belge üzerinde bulunan kimse, kötü ameli kendisine ‘süslü ve çekici’ gösterilmiş ve kendi hevasına uyan kimse gibi midir?”1209 Elbette bir olmaz. Birisi, Allah’tan gelen açık, sağlam, hak/mutlak doğru, hidâyet gösterici, iki dünyada da kurtuluşa götürücü, kişiyi adam yapan ilâhî belgelere, yani vahye (Allah’ın âyetlerine) uymakta; öbürü ise nefsinin aşırı isteklerine, kuruntulara, ilmî dayanağı olmayan zanlara, boş hayallere uymaktadır.
Hevâsına uyan insanların çok olduğu toplumlarda hata çok yapılır, suç çok işlenir, fitne ve fesat çok yaygınlaşır, insanî değerler rağbet görmez, adâletle hareket etme ahlâkı zayıflar. Bu bakımdan insanlara düşen hevâlarına uymak değil; kendi hevâsından konuşmayan bir peygambere1210 ve O’nunla beraber Allah’tan gelen ilme (vahye) tâbi olmaktır. 1211
Hevânın Putlaştırılıp İlâh Haline Getirilmesi
Bir insan kendi görüşünden, kendi kararından başkasını beğenmiyorsa, kendi zevkinden daha üstün bir şey tanımıyorsa o insan kendi hevâsını, kendi nefsini tanrı haline getiriyor demektir. Kur’ân-ı Kerim bunu şöyle açıklıyor: “Gördün mü hevâsını (arzularını, keyiflerini, isteklerini) tanrı haline getireni? Onun üzerine sen mi vekil olacaksın?”1212 Bu kimseler canlarının istediğinden başka kutsal bir şey bilmezler. Bunlarda hakseverlik yoktur. Bu gibiler bencil insanlardır. Peşine düştükleri arzuları da normal bir istek değil, canlarının istediği kuruntulardır. Böyleleri hak, hukuk, delil, âyet, şâhit tanımazlar, yalnız kendi isteklerini en üstün tutarlar. Onlara göre din de, insanların vicdanlarından gelen arzularıdır. Dolayısıyla kendi nefislerini doyurmaya, keyiflerini tatmin etmeye çalışırlar.
Bunlar, hakkı ve gerçeği kabul etmezler, ama keyfîliği hayat anlayışı olarak alırlar. “Şimdi sen, kendi hevâsını ilâh edinen ve Allah’ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağı ve kalbini mühürlediği ve gözünün üstüne de bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah’tan sonra ona kim hidâyet verecektir? Siz yine öğüt alıp düşünmüyor musunuz?” 1213
Gazzâli, bu âyeti yorumlarken “ilâh” kelimesinin “ma’bûd” anlamına geldiğini, ma’bûdun da “emrine uyulan” demek olduğunu, buna göre davranışlarında hevâya uyup bedenî arzularının peşinden koşanların hevâlarını ilâh edinmiş
1208] 79/Nâziât, 40-41
1209] 47/Muhammed, 14
1210] 53/Necm, 3-4
1211] 2/Bakara, 120; Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, s. 264-265
1212] 25/Furkan, 43
1213] 45/Câsiye, 23 ve yine Bk. 25/Furkan, 43; 53/Necm, 23
HEVÂ
- 285 -
sayılmaları gerektiğini ifade eder. 1214. Hevâlarına uyanlar, tam bir sapıklığa düştükleri gibi;1215 bunların peşinden gidenler de Allah’ın yolundan saparlar.1216 Mü’minler, çeşitli âyetlerde hem kendi hevâlarına ve hem de kâfir, zâlim, hak yoldan sapmış, kalpleri mühürlenmiş kimselerin hevâlarına uymaktan menedilmiştir.
İster nefsin hevâsına göre insanlar, tanrılar topluluğu (panteon) düşünüp onları kendi aralarında uzlaştırsın, savaştırsın, barıştırsın veya seviştirsin; ister arzularının istediği şeyleri onlara emrettirsin ve nehyettirsin, isteklerini güzel veya çirkin göstertsin; isterse yalnız kendi öz arzusunun geçerli ve tatmin olmaya değer en önemli gaye olduğunu düşünsün, bütün bu durumlarda insan, hevâsını tanrılaştırmış olmaktadır. (Mitolojiler, epiküriyenler, din dışı hutanistler, din dışı egzistansiyalistler, “yaratıcı sanatçılar”, tanrı yapmak ve yaratmak gibi kavramları ucuz ucuz dağıtan zihniyetler, sinema artistleri için “yıldız” ki bu tâbir, eskiden yıldızlara tapmanın hâtırasını saklamaktadır veya bir kısmı için “seks tanrıçası” gibi deyimleri bol bol kullananlar vb. ile birlikte hatırlayalım.) Nefsin hevâsı, insanlığın bütün çağlarında görülerek dar ve geniş anlamındaki bir şirkin, belli başlı kaynağı olmuştur. 1217
Hevâya Allah’a bağlanır, O’na teslim olur gibi yapışmak, büyük bir şirk, çirkin bir suçtur. “Yüce Allah’ın yanında gök kubbe altında Allah’tan başka tapınılan tanrılar içinde, kendisine uyulan hevâ (aşırı istek ve tutkulardan) daha büyüğü yoktur.”1218 İnsanın keyfi ne istiyorsa onu elde etmeye çalışması ve bu konuda ilâhî sınırları hiç önemsememesi, bu hevâ putuna tapmak demektir. Zaten eski câhiliyye dönemindeki müşriklerin puta tapmaları da, böyle hevâya tâbi olmalarının bir sonucu idi.1219 Yine Lut kavminin yaptığı homoseksüellik gibi rezillik de, hevâ putunu yüceltip bütün şeytanî arzularına uymanın sonucu idi. 1220
Kötü temâyüllere düşkün, şehevî arzularının kölesi haline gelmiş, her türlü günahla yoğrulmuş kimseler, Allah’tan kaçabilmek için, önce O’nun hakkında şüphelere kulak verir, giderek inkâra varırlar. Böylece “her günahta inkâra giden bir yol vardır” gerçeğini ortaya koymuş olurlar. 1221
Mü’min; ilâhî nizama samimiyetle inanan, müslüman da o nizama teslim olan, uyan kimse demektir. Ferdiyetçi, hümanist bir espri ile kişinin kendi düşüncelerini yüceltip övmesi, kendi fikrinin üstünde bir şey görmemesi, kendi kanaatlerine göre iyi-kötü, hayır-şer, güzel-çirkin hükümleri getirmesi, Kur’ân-ı Kerim’in ifadesiyle kişinin hevâsını ilâhlaştırmasıdır. “Şimdi sen, kendi hevâsını ilâh edinen ve Allah’ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağı ve kalbini mühürlediği ve gözünün üstüne de bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah’tan sonra ona kim hidâyet verecektir? Siz hâlâ öğüt ve ibret alıp düşünmeyecek misiniz?” 1222
1214] İhyâ, 3/28
1215] 45/Câsiye, 23
1216] 5/Mâide, 77; 6/En’âm, 56
1217] Suad Yıldırım, Kur’an’da Ulûhiyet, s. 289-290
1218] Taberânî; İbn Kayyim el-Cevziyye, İğâsetu’l-Lehefân, 2/148; Elmalılı, 6/70; Ş. İslâm Ansiklopedisi 2/397
1219] 53/Necm, 23
1220] 29/Ankebût, 28-29; 45/Câsiye, 23
1221] Veli Ulutürk, Kur’ân-ı Kerim Allah’ı Nasıl Tanıtıyor?, Çağlayan Y. s. 280
1222] 45/Câsiye, 23
- 286 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Bu âyette geçen “bir ilim üzere”, yani “bilgisi olduğu halde” tâbiri, üzerinde durulması gereken bir noktaya dikkat çekmektedir. Hevâsını ilâhlaştıranlar, sıradan kimseler değil; “bilgisi olan” entelektüel kimselerdir. Yine âyette böyle sapıkların irşâdının çok zor olduğuna işaret edilmektedir. Öyleyse mutlak hakikatten/gerçek ve kesin bilgiden, Rabbânî ilimden/vahiyden uzaklaşarak, şeytanın kurulu dünyasındaki saltanatına râm olmuş modern zihniyeti, bu noktadan ele almalıyız. Tefsirlerde işaret edilen bu tip karakterle uygun kişilik sergileyen Bel’am bin Baura ve Umeyye bin Ebi’s-Salt ve her dönemdeki benzerleridir. Bel’am karakterlilerden olmamak için; hak ilme uymak ve dünyaya meyletmemek, hevâya kul olmamak gerekmektedir.
Bir başka âyette, hevâya uymak, yani dinî ölçülere ters düşen ölçüler, değerler koymak, bir başka ifadeyle ferdiyetçilik, egoizm, bencillik, menfaatperestlik sapıklığın en büyüğü olarak vurgulanmaktadır: “Allah’tan bir yol gösterici olmadan hevâsına uyanlardan daha sapık kim vardır?”1223 İbn Kesir’in dediği gibi, “kendi nefsinin arzusuna göre neyi güzel görmüşse, o şey o kimsenin dini ve mezhebi olmuştur.”1224 Seyyid Kutub da şöyle der: “Bir ruh ki, sâbit ölçüleri yitirir, belli mikyasları kaybeder, mazbut değerlerden mahrum olursa arzu ve isteklerinin mahkûmu olur, kendisine tapılırsa artık o ruh, hiçbir ölçüyü kabul etmez, hiçbir ciddîliği benimsemez. Hiçbir mantık kaidesini dinlemez. Azgın heveslerini tanrılaştırmaktan ve onlara tapınmaktan başka bir şey yapmaz.” 1225
Mevdûdî, Câsiye sûresi, 23. âyeti tefsir ederken şu açıklamayı yapar: “Hevâ ve hevesini tanrı edinmek” ifadesiyle bir kimsenin nefsinin her istediğini yapması ve yaptığı işin Allah indinde haram mı, helâl mi olduğunu dikkate almadan davranması kast olunmaktadır. Böyle bir insan, Allah emretmiş bile olsa, eğer nefsi istemiyorsa o işi yapmaz. İşte bu kimse, nefsine itaat ettiği şekilde, başkalarına da itaat ediyorsa şâyet; o kimseleri, o kimselerin hevâlarını da tanrı edinmiş olur. Her ne kadar bu kimse, kendi keyfini ve o kimseleri ilâh ve mâbud edinmediğini söylese de veya o kimselerin putunu yaparak onlara tapmasa da onları tanrı edinmiştir. Çünkü bu kayıtsız şartsız teslimiyeti, onun bu kimseleri tanrı edindiğinin bilfiil ispatıdır. Ve bu da apaçık şirktir. Allah’tan başkasına bu şekilde itaat eden kimse, itaat ettiği kimseye secde etmemekle ve diliyle onun ilâh olduğunu söylememekle, şirkten kurtulamaz. Nitekim diğer büyük müfessirler de bu âyeti, bu şekilde yorumlamışlardır. İbn Cerîr, “Allah’ın koyduğu helâl ve haramı dikkate almadan hevâsına/nefsinin arzusuna göre davranan kimse, nefsini ilâh edinmiş olur” demektedir. Cessâs ise, “böyle bir kimse, mü’minlerin Allah’a itaat ettiği gibi nefsine itaat eder” derken, Zemahşerî; ‘nefsinin yönlendirdiği gibi hareket eden kimse, nefsine tıpkı Allah’a itaat edildiği gibi itaat etmektedir’ der.” 1226
Her kötü iş ve söz, hevadan, hevâsına tutsak olan kişinin cehâletinden ve zâlimliğinden kaynaklanır. İnsandaki her şerrin kaynağı odur. İnsan, hevânın kontrolüne girmek istemiyorsa, faydalı ilimle cehâleti, sâlih amelle zulmü bertaraf etmelidir. “Zulmedenler bilgisizce hevâlarına uydular.”1227 Bilgisizlikle hevâya
1223] 28/Kasas, 50
1224] İbn Kesir, Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, 11/6012
1225] Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l-Kur’an, 10/533
1226] Mevdûdi, Tefhîmu’l-Kur’an, 5/308-309
1227] 23/Mü’minûn, 71
HEVÂ
- 287 -
uymak birleşince zulüm ve küfür ortaya çıkmaktadır. Allah Teâlâ, Dâvud’a (a.s.) şöyle tavsiyede bulunur: “Hevâna tâbi olma ki, bu seni Allah yolundan saptırır.” 1228 Çünkü hevâ cismânî lezzetlere dalmaya, ruhânî saâdeti elde etmeyle meşgul olmamaya dâvet eder. 1229
İslâm’ın önemli hedeflerinden birisi, insanın arzu ve isteklerine boyun eğmesini engelleyip insanı olgunlaştırmak ve böylece yeryüzünü ıslah etmektir. Çünkü nefsin arzuları insanın fıtratını/doğal meyillerini bozar. İnsanın temâyüllerinin tabiatta özel bir düzen ve tertibi vardır. Bu âhenk ve nizam, itidal ve muvâzeneyi gerektirir. İnsan, hevâsına uyarsa bu itidal ve muvâzene, denge kaybolur, adâlet ölçüleri çiğnenir ve iş zulme varır. “Eğer hak, onların hevâlarına/arzularına uyacak olsaydı hiç tartışmasız gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve her şey) fesada (bozulmaya) uğrardı…” 1230
Demek istiyoruz ki; lüzumsuzlarla meşgul olan, lüzumludan mahrum kalır. İslâm’a tâbi olmayan mutlaka başka yollara düşer; Allah’a kul olmayan başkalarına kul köle olur. Rasûlullah’ın getirdiklerine teslim olmayan, mü’minlik sıfatını yitirir, hevâsını ilâhlaştırmış olur. Büyüklük/olgunluk, hevâya göre hareket değil; İslâm’a teslim olabilmektir. Firâsetli ve ihlâslı neslin yetişmesinden rahatsız olan bâtıl ideolojiler hep insanların hevâ ve heveslerine hoş gelecek işler yapmaktalar ve bu kanalla insanları kendilerine bağlamaktadırlar. Müslüman, Hakkın ölçüsüne uymak zorundadır. Hevâya uyanlar Hâviye’ye düşerler. Cehennem çukuru anlamındaki “hâviye”, “hevâ”dan gelmektedir. 1231
Materyalist düzen ve tüketim toplumu olmak, piyasadaki anlayış doğrultusunda özgürlük fikri, reklâmlarla galeyana getirilen mala karşı aşırı istek, “dünyaya bir defa geldik, ne kadar zevk alırsak o kârdır” zihniyeti, moda, teşhircilik, vitrine/kaportaya/makyaja verilen değer gibi konuların tümü hep hevâ kavramıyla, arzuları putlaştırmayla çok yakından ilgilidir.
Kur’ân-ı Kerim’de Hevâ Kavramı
“Hevâ” kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de 12 âyette zikredilir. Çoğulu olan “ehvâ” ise, 17 yerde konu edinilir. Hevâ kelimesi, türevleriyle toplam 38 yerde geçer.
Allah, "onların hevâlarına uyma" şeklinde sık sık Hz. Peygamber'i ve O'nun şahsında tüm ümmeti uyardığı âyetlerin çoğunda "hevâ" kelimesini çoğul şeklinde zikretmektedir. Bu kavramın toplam sayısı 38 olan bütün türevleri içinde 17 adedinin çoğul şeklinde olduğunu görüyoruz. Çünkü insanların her birinin kendine göre farklı bir hevâsı vardır. Hevâların sonu da gelmez. O yüzden onların hevâlarının sonu dalâlettir, şaşkınlıktır. Bu kavramın çoğunlukla çoğul şeklinin kullanılmış olması, hevânın genellikle nefse hoş gelen şehvet, zan, haset gibi zaaf şeklindeki bütün eğilimlerini kapsadığını ifade etmektedir.
Kur'an'da hevâ, yok oluş,1232 yukarıdan aşağı düşüş,1233 boşluk içinde
1228] 38/Sâd, 26
1229] Fahreddin Râzi, Mefâtuhu’l Gayb, 12/63
1230] 23/Mü’minûn, 71
1231] Halil Atalay, Fikrî Tevhide Doğru, s. 19-23
1232] 20/Tâhâ, 81
1233] 22/Hacc, 31
- 288 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bocalamak ve ne yaptığını bilmez şekilde davranmak1234 gibi anlamlarla birlikte, genellikle ilmin ve hidâyetin zıddı, delilsiz, nefsin süslü ve kötü arzulara uymak anlamında kullanılmıştır.1235 Genellikle Kur'an'da hevânın en belirgin özelliği, nefsin kötü arzularının dürtüsü, sapması ve saptırması kaçınılmaz bir meyli olarak işaret edilmektedir. 1236
Mü’minlere düşen, hevâsına uyan kişilere değil; ilme tâbi olmaktır. İlmin kaynağı vahiy olduğuna göre, vahiy ile hevâ birbiriyle çelişen, birbirine zıt şeyler olmaktadır (2/Bakara, 120). İlmin karşısında yer alan olumsuz kavramlardan “zan” da, hevânın doğal destekçisidir. Çoğu zaman ikisi bir arada bulunur. 1237
Kur'an, vahyi dışlayarak her türlü çözümü akıldan beklemenin insanı hevâya esir edeceğini ve bunun da fesada yol açacağını belirtir. 1238 Hevâ, her zaman zan, istikbâr, yani büyüklük taslama ve bilgisizlikle beraberdir.1239 Vahyin bir özelliği de hevâya bulaşmamış olmasıdır.1240 Kur'an, hevânın adâlete engel olacağını1241 ve insanı şeytanın oyuncağı yapacağını1242 ifade eder. Hevâ, yer ve göklerin fesada uğramasına yola açar.1243 Cennet, hevânın yönlendirmediği bir yolun sonucunda elde edilir. 1244
Kur'ân-ı Kerim, hevânın zıddı olarak, bazı âyetlerde "beyyine" kelimesini kullanır.1245 Beyyine, hakkın/gerçeğin ortaya çıkmasına delâlet eden tüm belge, aklî delil, kanıt ve ilim demektir. O yüzden Kur'an, bir beyyinedir. Kur'an, hevâ kelimesinin karşıtı olarak bazen "ilim" kelimesini kullanır.1246 İlim, eşyanın gerçek mâhiyetini bilmek ve ona göre tavır almak olduğuna göre, hevâya dayalı yaklaşım, eşyanın bulunduğu hal ve durumun aksine davranmaktır. İşte bu, zulümdür. Böyle büyük bir zulmü işlememek için bâtıl olan her şeyden uzaklaşarak, benliği kararlı bir şekilde hak olan dine çevirmek ve Allah'ın insan bünyesine nakşettiği fıtrata uygun davranmak gerekmektedir.
Beyyine olan Kur'an, bir değerler kaynağı, varlıkla alâkalı Allah'ın açıklamalarıdır. Bunlar hakikatin belgeleridir. Zaten Kur'an, tüm insanlar için bir beyandır/açıklamadır. Öyle olunca, kişinin önce kendisi ve sonra tüm varlık ile olması gerektiği şekilde ilişkilerini sürdürebilmesi için, Rabbinden gelen açıklamaları rehber edinmesi gerekmektedir. Aksi takdirde, yanlış yaklaşımlar üzerinde olan ısrarlı tutumları sebebiyle, Allah'ın varlıklar üzerinde geçerli kıldığı yasa gereği, kalpleri mühürlenecektir. Artık hakikatle buluşma konusundaki potansiyel
1234] 14/İbrâhim, 43; 6/En'âm, 71
1235] 30/Rûm, 29; 2/Bakara, 120
1236] 6/En'âm, 56; 38/Sâd, 26; 5/Mâide, 77
1237] 53/Necm, 23; 6/En’âm, 116
1238] 18/Kehf, 28; 28/Kasas, 50; 38/Sâd, 56
1239] 45/Câsiye, 18; 2/Bakara, 87, 120, 145; 5/Mâide, 48; 13/Ra'd, 37; 30/Rûm, 29; 6/En'âm, 119; 53/Necm, 23
1240] 53/Necm, 3
1241] 4/Nisâ, 135
1242] 6/En'âm, 71
1243] 23/Mü'minûn, 71
1244] 79/Nâziât, 40
1245] 6/En'âm, 56-57
1246] 2/Bakara, 145; 30/Rûm, 29-30
HEVÂ
- 289 -
imkânlarını büsbütün kaybedecektir. 1247
İzutsu'nun da belirttiği gibi, hevânın Kur'an metninde hiç değişmeyen anlamı, "insanı doğru yoldan saptırması kaçınılmaz olan şer bir temâyül"dür. Böylelikle Kur'an'da hevâ; ilmin, yani Hakikat'ten beyan olunan bilginin zıddını oluşturur. 1248
Hevâya tâbi olmak, evrenin uyumlu düzeninin yıkılışı, anarşi ve kaosun sebebi olarak gösterilmiştir.1249 Nefsin hazlarını, yani hevâyı esas olan kişilerin müşrik ve bu hevâî özelliklere sahip ideolojilerin birer şirk düzeni olduğu değerlendirilir. 1250
Kur'an, hevâya karşı insanı mücâdeleye, onu dizginlemeye yöneltmektedir. "Her insan tabiatının gereği budur; bu, yapısında vardır" diyerek hevâ ve hevesini serbest bırakmaya kimse selâhiyet sahibi değildir. İnsan ruhunda her ne kadar hevâya meyletme hissi bırakılmışsa da, onunla mücâdele edebilecek yetenek ve kuvvet de bahşedilmiştir. 1251
Bazı âyetlerde “hevâ”, ilmin zıddı olarak sunulurken,1252 bazı âyetlerde dalâlet/hidâyetsizlik,1253 istikametsizlik,1254 hüccetsizlik/delilsizlik1255 anlamlarını göstermekte, böylece son kertede oluşan Allah’a kesin başkaldırının adım adım oluşan aşamaları belirtilmektedir. 1256
Hevâ, yani kişinin heves ve kaprisleri gurura; gurur da hakikatin reddine1257 ve adâletsizliğe1258 yol açar. İnsanın, nefsin kötü arzularıyla mücâdelesinde Allah'ın yüce makamını düşünüp hesap günü korkusu, onu hevâya tâbi olmaktan kurtarabilir. Hevâ çukuruna düşmeyip yücelere yükselmenin bedeli cennet olacaktır. Kur'an, âhiret saâdetini elde etmek için hevâya göre hareket etmemenin şart olduğunu belirtir. 1259
"Milletlerine (dinlerine) uymadıkça yahûdiler de hıristiyanlar da asla senden râzı (hoşnut) olmayacaklardır. De ki: 'Doğru yol/hidâyet, ancak Allah'ın yoludur.’ Sana gelen ilimden sonra onların hevâlarına/kötü arzu ve keyiflerine uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır." 1260
"Sana gelen ilimden sonra eğer onların (ehl-i kitabın) hevâlarına/keyiflerine uyacak olursan, işte o zaman sen hakkı çiğneyen zâlimlerden olursun." 1261
1247] 47/Muhammed, 14, 16; Yaşar Düzenli, Kur'an Işığında Evrensel Dengeler ve İnsan, s. 266
1248] Toshihiko İzutsu, Kur'an'da Dinî ve Ahlâkî Kavramlar, s. 191
1249] 23/Mü'minûn, 71
1250] 45/Câsiye, 23
1251] Seyyid Kutub, Fî Zâlâli'l-Kur'ân, VI/3819
1252] 2/Bakara, 120; 6/En’âm, 119; 30/Rûm, 29; 45/Câsiye, 18
1253] 28/Kasas, 50
1254] 42/Şûrâ, 15
1255] 47/Muhammed, 14
1256] Sadık Kılıç, Fıtratın Dirilişi, s. 84
1257] 2/Bakara, 87
1258] 4/Nisâ, 135
1259] 79/Nâziât, 40-41
1260] 2/Bakara, 120
1261] 2/Bakara, 145
- 290 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"... Hevânıza (hislerinize ve kötü arzularınıza) uyarak adâletten sapmayın..." 1262
"... İnsanların arasında Allah'ın indirdiği ile hükmet; sana gelen hakkı bırakıp da onların hevâlarına/arzularına uyma..." 1263
"(Sana şu tâlimâtı verdik:) Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların hevâlarına/arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni fitneye düşürüp ondan saptırmamalarından sakın, buna dikkat et. Eğer yüz çevirirlerse bil ki (bununla) Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına belâ etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır." 1264
"... Daha önceden sapan, birçoklarını saptıran ve yolun doğrusundan uzaklaşan bir toplumun hevâlarına/isteklerine uymayın." 1265
"De ki: 'Allah'ın dışında taptığınız şeylere tapmak bana yasak edildi.' De ki: 'Ben sizin hevâlarınıza/arzularınıza uymam; aksi halde dalâlete uğrar, saptırırım da; hidâyete erenlerden olmam." 1266
"... Doğrusu birçokları bilgisizce kendi hevâlarına/kötü arzularına uyarak saptırıyorlar. Muhakkak ki Rabbin haddi aşanları çok iyi bilir." 1267
"... Âyetlerimizi yalanlayanların ve âhiret gününe inanmayanların hevâlarına/arzularına uyma. Onlar, Rablerine eş tutuyorlar." 1268
"Dileseydik elbette onu (Bel'am'ı) bu âyetler sâyesinde yükseltirdik. Fakat o, dünyaya saplandı ve hevâsının/hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssayı anlat; belki düşünürler." 1269
"Ve Biz onu (Kur'an'ı) Arapça bir hüküm (hikmetli söz) olarak indirdik. Eğer sana gelen bu ilimden sonra, onların hevâlarına/arzularına uyarsan, (işte o zaman) Allah tarafından senin ne bir dostun, ne de koruyucun vardır?" 1270
"Sabah akşam Rablerine, O'nun rızâsını dileyerek duâ edenlerle birlikte candan sebat et. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini Bizi zikirden/hatırlamak ve anmaktan gâfil kıldığımız, hevâsına/kötü arzusuna uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme." 1271
"Ona (Kıyâmete) inanmayan ve nefsinin hevâsına/arzularına uyan kimseler sakın seni ondan (Kıyâmete inanmaktan) alıkoymasın; sonra mahvolursun!" 1272
“Eğer hak, onların hevâlarına uyacak olsaydı hiç tartışmasız gökler, yer ve bunların
1262] 4/Nisâ, 135
1263] 5/Mâide, 48
1264] 5/Mâide, 49
1265] 5/Mâide, 77
1266] 6/En’âm, 56
1267] 6/En'âm,119
1268] 6/En'âm, 150
1269] 7/A’râf, 176
1270] 13/Ra’d, 37
1271] 18/Kehf, 28
1272] 20/Tâhâ, 16
HEVÂ
- 291 -
içinde olan herkes (ve her şey) fesada (bozulmaya) uğrardı…” 1273
“Gördün mü hevâsını (arzularını, keyiflerini, isteklerini) tanrı haline getireni? Onun üzerine sen mi vekil olacaksın?” 1274
“Şimdi sen, kendi hevâsını ilâh edinen ve Allah’ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağı ve kalbini mühürlediği ve gözünün üstüne de bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah’tan sonra ona kim hidâyet verecektir? Siz hâlâ öğüt ve ibret alıp düşünmeyecek misiniz?” 1275
"(Rasûlüm!) De ki: 'Eğer doğru sözlüler iseniz, Allah katından bu ikisinden (Tevrat ve Kur'an'dan) daha doğru bir kitap getirin de ben ona uyayım! Eğer sana cevap veremezlerse, bil ki onlar, sırf hevâlarına/heveslerine uymaktadırlar. Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevâsına/hevesine uyandan daha sapık kim olabilir?! Elbette Allah, zâlim kavmi doğru yola iletmez." 1276
"Zulmedenler, ilimsizce hevâlarına/kötü arzularına uydular. Allah'ın saptırdığını kim doğru yola eriştirebilir? Onlar için herhangi bir yardımcı yoktur." 1277
"Ey Dâvud! Biz seni yeryüzünde halîfe yaptık. O halde insanlar arasında adâletle hükmet. Hevâ ve hevese uyma; sonra bu seni Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır." 1278
"İşte onun için sen (tevhide) dâvet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların hevâlarına/heveslerine uyma ve de ki: 'ben Allah'ın indirdiği Kitab'a inandım ve aranızda adâleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz de sizedir. Aramızda tartışılabilecek bir konu yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüş de O'nadır." 1279
"Sonra da Seni din konusunda şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin hevâlarına/isteklerine uyma." 1280
“Rabbinden apaçık bir belge/delil üzerinde bulunan kimse; kötü ameli kendisine ‘süslü ve çekici’ gösterilmiş ve kendi hevâsına/heveslerine uyan kimse gibi olur mu?” 1281
"Battığı (hevâ) zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed s.a.s.) sapmadı ve bâtıla inanmadı; o, hevâsından (kendi arzusuna göre) de konuşmaz. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir." 1282
"Bunlar (putlar), sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar ancak zanna ve nefislerinin hevâsına/arzusuna uyuyorlar. Hâlbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir." 1283
1273] 23/Mü’minûn, 71
1274] 25/Furkan, 43
1275] 45/Câsiye, 23
1276] 28/Kasas, 50
1277] 30/Rûm, 29
1278] 38/Sâd, 26
1279] 42/Şûrâ, 15
1280] 45/Câsiye, 18
1281] 47/Muhammed, 14
1282] 53/Necm, 1-4
1283] 53/Necm, 23
- 292 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"Tuğyan edip azana ve dünya hayatını âhirete tercih edene, şüphesiz cehennem tek barınaktır. Rabbinin makamından korkan ve nefsini hevadan/kötü arzulardan uzaklaştıran için, şüphesiz cennet yegâne sığınaktır. 1284
Hadis-i Şeriflerde Hevâ Kavramı
“Yüce Allah’ın yanında gök kubbe altında Allah’tan başka tapınılan tanrılar içinde, kendisine uyulan hevâ (aşırı istek ve tutkulardan) daha büyüğü yoktur.” 1285
“Gerçek mücâhid, nefsiyle mücâhede edendir.” 1286
"Dikkat edin, bir (büyük) fitne kopacaktır!" Hz. Ali (r.a.) bunun üzerine "Yâ Rasûlallah! Bu fitneden çıkış (kurtulu) nasıl (olacak)tır?" diye sordu. Peygamberimiz buyurdu ki: "Allah'ın kitabı(na sarılmakla). Sizden öncekilerin tarihi, sizden sonrakilerin haberi ve aranızdaki meselelerin hükmü ondadır. O, (hak ile bâtılı ayıran) kesin bir hükümdür; saçma değildir. Her kim zorbalığından ötürü onu bırakırsa Allah onu(n boynunu) kırar. Her kim hidâyeti ondan başkasında ararsa Allah onu dalâlete düşürür. O, Allah'ın habl-i metîn'i (sağlam ipi)dir. O, zikr-i hakîm (hikmet dolu sözler)dir. O, sırât-ı müstakîm (doğru yol)dir. O; hevâların/arzuların hakikatten saptıramadığı, dillerin iltibâsa (karışıklığa) düşüremediği, ilim adamlarının doymadığı, fazla tekrarlanmaktan eskimeyen ve acâib (hayranlık veren tarafları) bitmeyen bir kitaptır. O, öyle bir kitaptır ki, cinn(den bir grup) onu dinlediği zaman 'biz, doğruluk ve olgunluğun yolunu gösteren hayretâmiz bir Kur'an dinledik ve ona derhal iman ettik!' demekten kendilerini alıkoyamamışlardır. Ona dayanarak konuşan, doğru söz söylemiş, onunla amel eden sevap kazanmış, ona dayanarak hüküm veren adâlet etmiş ve ona dâvet eden doğru yola hidâyet edilmiş olur." 1287
"Sizden öncekilerin yollarına karış karış ve arşın arşın mutlaka tâbi olacaksınız. Hatta bir keler/sürüngen deliğine girseler, onların arkasından gideceksiniz." Ashâb sordu: "Yâ Rasûlallah! Yahûdilerle hıristiyanlara mı?" "Ya kime olacak?" 1288
"Heleke'l-mütenattıûn -Taşkınlar helâk oldu.-" Bunu Rasûlullah üç defa söyledi. 1289
"Şüphesiz Allah ilmi insanlardan çekip alıvermez. Lâkin ilmi, ulemâyı almakla kaldırır. Nihâyet hiçbir âlim bırakmadığı vakit, insanlar birtakım câhilleri baş edinirler. Onlara sual sorulur, ilimsiz fetvâ verirler; bu sûretle hem saparlar, hem saptırırlar." 1290
Ebû Kulâbe, müslümanlara şu tavsiyede bulunmuştur: "Hevâlarına/heveslerine tâbi olanlarla oturmayın, onlarla mücâdele de etmeyin; ben onların kendi bâtıl yollarına sizleri çekeceklerinden emin olamam, inandığınız değer yargılarına şüphe katarlar." 1291
Peygamberimiz (s.a.s.), ümmeti hakkında en çok endişe duyduğu hususlardan birinin, onların hevâları tarafından saptırılma ihtimali olduğunu ve ümmeti için böyle toplulukların çıkacağını belirtmiştir. 1292
1284] 79/Nâziât, 37-41
1285] Taberânî; İbn Kayyim el-Cevziyye, İğâsetu’l-Lehfân, 2/148; Elmalılı, 6/70; Ş. İslâm Ansiklopedisi 2/397
1286] Tirmizî, Fezâilü’l-Cihad 2, hadis no: 1621; Ahmed bin Hanbel, 6/2022
1287] Tirmizî, Fezâlu'l-Kur'an, 14, hadis no: 3069
1288] Müslim, İlim 6
1289] Müslim, İlim 7
1290] Müslim, İlim 13
1291] Tirmizî, Mukaddime, I/90
1292] Ahmed bin Hanbel, IV/102, 423
HEVÂ
- 293 -
Rasûlullah (s.a.s.) Kur’an’ı, insanların hevâları tarafından saptırılmasına engel olacak yegâne kaynak olarak göstermiştir.1293 Yine Peygamberimiz, kişinin, hevâsını vahyedilmiş ilkelere tâbi kılmadıkça mü’min olamayacağını bildirmiştir. 1294
Aklın, Hevânın/Kötü Arzuların Güdümüne Girmesi
Hz. Peygamber, evrensel bir ahlâk, üstün bir hayat tarzına sahiptir.1295 Çünkü o hevâsına, yani arzu ve heveslerine göre konuşmaz. Bundan dolayı da sapmış (dâl) ve aldatılmış (ğâvî) değildir 1296. Zira kişi ancak aklını arzularının güdümüne teslim ederse, sapıtır ve dengenin en güzel ifadesi olan adâletten ayrılır. Bundan dolayı iman edenler hevâya uymaktan sakındırılmışlardır 1297. Gerçekten de hevâya tâbi olmak, Allah'la karşılıklı ilişki ve davranış tarzı anlamındaki hidâyetin kalbe yerleşmesine ve kişinin davranışlarına yansıyan bir nitelik olmasına, tevhid nûrunun kalbi aydınlatmasına engel teşkil etmektedir. Fertlerin dengede bulunmalarının en büyük dayanaklarından birisi olan âhiret ve hesap şuurunun unutulmasının perde arkasında da, hevâya/arzu ve heveslere uyma davranışı vardır. 1298
Şâtıbî'nin dediği gibi, iki düzen vardır. Biri, vahye dayalı düzen; diğeri de hevâ; üçüncüsü (bunun orta yolu) yoktur. Hevâ, insan hayatını düzenlemede dinin karşısına çıkışların genel adıdır. 1299
Hevâya uymanın temelindeki hastalıklardan biri, Allah ve Rasûlü’nün emrini dinlemeyip kendi nefsinin hoşgördüğü, şehvetinin, yani haram tutku ve ihtiraslarının tatmin olacağı şekilde hareket etmektir. İmam Kurtubî, azgınlığın kaynağı olan bu duygu ve davranışa hevâ denilmesinin sebebi, “sahibini cehenneme götürdüğü içindir” der.1300 Hevâ ile hâviye arasında kesin bir ilişki vardır; Hevâ, cehennem uçurumu anlamındaki hâviyeye düşüren şeydir.
Hevâ kavramını daha iyi tanıyabilmek için, “tuğyan”, “zulüm”, “istikbâr”, “ifsâd”, “ifsâd”, “fısk”, “zan” ve benzeri kavramları da çok iyi bilip anlamak gerekir. Zira bu ve benzeri kavramlar, hevânın ayrı ayrı tezâhürleridir. Hevâ, vahye karşı isyan edip Allah’ın ulûhiyet ve rubûbiyetine inanmayanların en büyük putlarıdır. Hevâ, sahibinin durumuna göre, belli aklî ve mantıkî silâhlarla silâhlanır. Bu silâhlar, “inkâr, câhil görme, şek/şüphe, te’vil, alaya ve hafife alma, kulak verir gibi görünüp ilgilenmeme, iftira ve en nihâyet güç kullanarak Allah’ın emirlerine karşı koyma şeklinde ortaya çıkar.
Fitne ve şirkin temelinde hevâ yatmaktadır. Çünkü şirk ve küfür ehlinin, vahyin fıtrî akılla çatışmadığını kavrayamamaları sebebiyle ondan yüz çevirip istikbarda bulunmaları hevânın onların basîretlerini körleştirmesindendir. “Semûd (kavmine gelince), Biz onlara doğru yolu gösterdik. Ancak onlar körlüğü hidâyete (karşı
1293] Tirmizî, Fezâilu’l-Kur’an, 14
1294] Ferrâ el-Beğavî, Mesâbihu’s-Sünne, -Beyrut, 1987- I/160
1295] 68/Kalem, 4
1296] 53/Necm, 2-3
1297] 4/Nisâ, 135
1298] 38/Sâd, 26; Yaşar Düzenli, Kur'an Işığında Evrensel Dengeler ve İnsan, s. 265
1299] Şâtıbî, el-İ'tisâm, 1/46
1300] el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 19/208
- 294 -
KUR’AN KAVRAMLARI
tercihle) severek üstün tuttular.”1301 Buradaki körlük, kalplerin körlüğüdür. İnsan, irâdesini hevâsının eline verdiğinde aldığı kararlar da, hevâsına uygun olacaktır. Hevânın irâdesinde; takvâ, adâlet, şefkat ve insaf yoktur. Çünkü Allah Kur’an’da; “Kendisinin yanında Allah’tan bir hidâyet olmaksızın, hevâsına uyandan daha dalâlete/sapıklığa düşmüş kim olabilir?”1302 buyururken, hevâya uymanın, dindeki tüm bozuluşların başlangıcı olduğunu haber vermektedir.
Rasûlullah’ın, Kur’an’ın emrine uyarak “sadece vahye uyduğunu ve müşriklerin hevâlarına asla uymayacağını söylemesi”nin özünde, tevhid dini İslâm’ın büyük siyaseti bulunmaktadır. “Velâ” (Allah’a, Rasûlüne ve mü’minlerin emîrine dostluk ve bağlılık) ve “berâ” (İslâmî olmayan her şeyden uzak olma ve onu inkâr) ancak hevadan arınmakla mümkündür. İslâm’da hidâyetin ve imanın sıhhati, velâ ve berâ kavramlarının yerli yerince oturtulmasına bağlıdır.
İman ve şirki, hidâyet ve hevâyı Kur’an’a uygun tanımlayamayan bir topluluk, Kur’an’a bağlı bir topluluk olamaz. Çünkü iman, genel anlamda sadece kabul edilecek meselenin tasdiki değil; aynı zamanda “hüdâ”dır. Yani o, Allah’ın mü’minlerin kalbine koyduğu bir nurdur. “Bâtıl”ı tanımayan kişi, hakkı ve imanı da tanımamıştır. İşte bu bilgi, iman ve vahiy bilgisidir ki, insan ancak onunla hevâya uymaktan kendini kurtarabilir. 1303
Hevâ ehlinin diğer bir özelliği de, Allah’ın zikrinden uzak olup kalplerinin mühürlü olmasıdır. Hevâlarına uyanlar, Allah’ı, âhireti hatırlayıp bir adları da zikir olan Kur’an ve namazdan uzak olan kimselerdir. Ya sürekli kendi hevâlarının çizdiği yoldan giderek kendi arzu, görüş ve düşüncelerini putlaştırırlar veya ezilmiş mustaz’aflardan ise, nefisleri/egoları zayıfsa, bu kez de daha kuvvetli nefis veya hevânın çekim alanına girerler, uydukları kişilerin hevâlarını putlaştırırlar. “Zikrimizden kalbini gâfil kıldığımız ve hevâsına uyup da işinde aşırı giden(ler)e itaat etme, boyun eğme.”1304; "... Doğrusu birçokları bilgisizce kendi hevâlarına/kötü arzularına uyarak saptırıyorlar. Muhakkak ki Rabbin haddi aşanları çok iyi bilir."1305; "Ona (Kıyâmete) inanmayan ve nefsinin hevâsına/arzularına uyan kimseler sakın seni ondan (Kıyâmete inanmaktan) alıkoymasın; sonra mahvolursun!" 1306
Hevânın Siyasî Boyutu; Hevâya Uygun Düzenler
"(Ey Rasûl!) Sana, kendinden önceki Kitabı tasdik edici/doğrulayıcı ve ona karşı bir şâhid olarak, Hak olan Kitabı (Kur'an'ı) indirdik. O halde sen de onlar (insanlar) arasında Allah'ın indirdiği (Kur'an) ile hükmet; sana gelen hakkı bırakıp da onların hevâlarına/arzularına uyma..." 1307 Allah Teâlâ, Rasûlünü "hevâ"dan sakındırırken "vahy"i, "Kitab"ı, "Hakk"ı, "tasdik"i ve "hükm"ü zikretmesinin derin anlamları vardır. İşte "hevâ"yı tanımak için Yüce Allah'ın mü'mine verdiği Rabbânî nitelikte anahtar kelimeler... Bu kelime ve kavramların karşıtı olarak düşünebileceğimiz her beşerî davranış, bize “hevâ”nın ve “şerr”in anahtar kavramlarını verecektir. Bu yönüyle Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen tüm sistemler veya kurumlar, tüm ilâhî ve Rabbânî
1301] 41/Fussılet, 17
1302] 28/Kasas, 50
1303] Kur'an'da Hevâ Kavramı, Muhammed Emin, Misak Dergisi, s. 31-32
1304] 18/Kehf, 28
1305] 6/En'âm,119
1306] 20/Tâhâ, 16
1307] 5/Mâide, 48
HEVÂ
- 295 -
emirleri inkâr etmişlerdir. Dolayısıyla beşer ürünü olan ve vahye dayanmayan tüm sistemler ve ölçüler, Kitab’ı esas almadıkları sürece “hevâ”dırlar ve şerrin bizzat kaynağını teşkil ederler.
Şerrin kaynağı olan her sistemde, âlemlerin Rabbi ve O’nun ilâhının şeriatine yer yoktur. Bunu derken, belli ölçü veya oranda Kitap’tan yararlanmalarını değil; onların Kitab’ı tamamen reddetmeleri ve O’nun nizamıyla savaşmalarını kasdediyoruz. Çünkü gerçekte bu iki durumun da iman açısından birbirinden farkı yoktur. Bu sistemlerin hepsi, Allah’a iman esası üzerine değil; “hêvâ”ya iman ve tapınma esası üzerine kurulmuştur. Bu düzenler; mantığını hile, nifak ve yalandan; gücünü zulüm ve sömürüden alır. Kanunlarını da, hevâ, kaba kuvvet ve sömürü üzerine inşâ eder. Artık orada bâtıl hak, hak ise bâtıl hükmünü almıştır.
Tüm bu sistemler ve rejimler bazen doğrudan doğruya Kitab’ı tahrip, inkâr ve aşağılamayı hedef almakla beraber, O’nun getirdiği Rabbânî yöntemin esası olan imanı, vahyi, Kitap’la yönetmeyi kabul etmemektedir. İşte bu da hevâya uymanın tarifi olarak Allah’ın Kitabında karşımıza çıkmaktadır. Bir insan veya topluluk “hevâya uymuştur” denildiğinde, anlamamız gereken husus, Kur’an’ı terkeden insan veya toplumdur. Zira nefsin bazı arzularına uymak (bazen mubah, bazı durumlarda günah olmasına rağmen), çoğu kez şirk ve küfür anlamında olan “hevâ” anlamına gelmez.
Allah Teâlâ, Rasûlü’nü “Onların hevâlarına sakın uyma!”1308 diye uyarırken, Mekke müşriklerini ve Mekke yönetimini elinde bulunduran Dâru’n-Nedve yönetiminin kural ve kanunlarına işaret etmekteydi. Bu bakımdan şirk düzenlerini tanımak ve tanıtmak, Kur’an’a imanın gereklerindendir. Kur’an’a imanın, “hevâ rejimleri” olan şirk düzenlerinin kanun ve kurallarını reddedip uymamakla çok yakın bir ilgisi vardır. Bugün de birçok insanın anlayamadığı gerçek de burada yatmaktadır. İslâm dışı rejimleri müslümanların düşünce, hareket ve taktiklerine itibar etmedikleri kuşatmaları, ancak müslümanların onların hevâlarına uymaları ile olmuştur. Müslümanlar, demokrasinin bir hevâ rejimi olduğunu kavrayamazlarsa, bu hevâ alanına girenler, şu veya bu şekilde Kur’an’a imanın esaslarını sarsacak ve artık Kur’an’ın kendilerine yönelik tekliflerini ya te’vil edecekler veya derinden derine Kur’ânî olan hidâyet prensiplerinde şüpheye düşeceklerdir.
“Hevâ” denilen çağdaş “Dâru’n-Nedve” etrafında kurumlaşan politik örgütlenmeleri, Allah’ın, Rasûlünü sakındırdığı şey olmadığını söyleyenler, Rasûlullah’ı ve dolayısıyla bütün mü’minleri muhâtap alan bu ilâhî emrin yorumunu nasıl yapacaklardır? Kur’an, “ehvâehum”1309 derken, hem “hevâ”yı, hem de “onlar” zamirini çoğul olarak zikrediyor. Buradan şunu anlıyoruz: Onların (müşriklerin) her birisinin ayrı ayrı hevâları vardır. Biz hevâyı onların yönetim sistemleri ve bu düzenleri ayakta tutan kurumlaşmalar olarak ele alırken, yine aynı âyetin1310 ikinci kısmına dayanarak gündeme getiriyoruz. Çünkü her sistem, bir inanç (iman) ve dünya görüşüdür. Bu nedenle her beşerî rejim, Allah’ın kitabını bilerek veya bilmeyerek inkâr etmektedir. Çünkü temelinde hevâ vardır. İslâm ise, temelde hakka ve adâlete dayanmaktadır. Kuvvet/dayatma ve hileyi esas alan sömürü rejimlerinde adâlet(!), egemen sınıfların veya ideolojilerin, aykırı düşünenlerin
1308] 5/Mâide, 48
1309] 5/Mâide, 48
1310] 5/Mâide, 48
- 296 -
KUR’AN KAVRAMLARI
hayatlarını ve inançlarını tahakküm altına almasıdır. Buna da o düzenlerde sosyal sistemin teminat altına alınması denir ki, tüm karşıt davranışlar böylece mahkûm edilir.
İşte buradan hareketle tüm beşerî dinler, yeryüzünde ulûhiyet iddiasındadır. Eğer bunun böyle olmadığı inancında olan varsa, bu sistemlerin kanunlarına, insanları yargılama ve cezalandırma yöntemlerine ve bunun temelindeki mantığa baksınlar, o zaman bunun böyle olduğunu anlayacaklar ve beşerî sistemlerin geçirdiği değişim ve aşamaların olmadığını, insan fıtratıyla ve öldükten sonraki hayatla hiçbir bağlantısının olmadığını göreceklerdir. Dünya hayatını maddede başlayan ve onda biten bir hayat gibi gören sistemler/düzenler, özünde hevâ ideolojisini barındırır.
Kanunlarını yaparken insanların Rabbinin Kitabına dayanmayan tüm sistemler, birer hevâ putudur. İnsanların tepesinde Rablik iddiasında bulunan insanların hepsi de, nefislerini ve hevâlarını ilâh edinmişlerdir. Allah (c.c.); “Biz sizlerden her biriniz için, bir şeriat ve yol koyduk...”1311 derken, her insanın dünya görüşünü, bir şeriat (kanun) ve yol olarak tarif ediyor. Bu âyetin devamında Allah Teâlâ, yine aynı konuya değiniyor: “Onlar arasında Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmet, onların hevâlarına uyma! Seni Allah’ın sana indirdiklerinin bazısından fitneye kaptırarak saptırmalarından sakın!”1312 Zira ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın zâtına mahsustur. Kullar arasında hüküm verme ise, ancak O’nun emrettiği şekilde olmak zorundadır.
Kur’an’da Allah Teâlâ, insanın nefsini ilâh edinmesinden söz eder.1313 Nefsini ilâh edinmenin aslı nefsini teşrî mercii (kanun koyucu) kabul etmektir. Burada, karşımıza aslında kendi nefsine “ibâdet” eden bir insan çıkmakta. Kitaba/vahye dayanmayan her sistem, gerçekte kendi kendisini ilâh edinmiştir. Zemahşerî, Keşşaf Tefsiri'nde bu âyeti açıklarken şöyle der: "Dininde yaptığı veya terk ettiği her şeyden hevâya boyun eğen, ne bir delile ve ne de bir burhana kulak asmayan kişi, hevâsının kulu olan ve onu ilâh edinendir."1314 Kurtubî de bu âyetin tefsirinde İbn Abbas (r.a.)'ın şu sözünü nakleder: " Hevâ Allah'tan gayrı kendisine ibâdet edilen bir ilâhtır." Yine Hasan el-Basrî (r.a.) der ki: "Hevâ, nefsi neyi çekerse ona uymak, onun peşinden gitmektir."1315 Kurtubî, "hevâsına uyan"1316 lafzını açıklarken hevâyı şirk olarak adlandırmaktadır. 1317
Neyin "hevâ" ve neyin "hüdâ" olduğunu anlamadan, tâğûtî rejimlerin hile ve mâhiyetleri anlaşılamaz. Dolayısıyla şu gerçekle göz göze gelmekteyiz: Kur'an her kelimesiyle bize birçok imanî meseleyi açıklayıp tefsir etmektedir. Biz, Kur'an'ın iman atlasını, ancak kavramlarını tanımakla anlayabiliriz. Kur'an'da "hakk", "bâtıl", "tâğut", "i'tisâm" (Allah'ın ipine/Kitabına sarılma), "beraat", "velâyet" kavramlarının imanî boyutlarını ve sahalarını tanımadan, hangi imandan söz edebiliriz? İman, gerçek anlamıyla neyin hak ve neyin bâtıl olduğu bilindiği zaman iman olur. Müslümanlar, Kur'an'ı tanımadan ve O'nu pratik
1311] 5/Mâide, 48
1312] 5/Mâide, 49
1313] 25/Furkan, 43; 45/Câsiye, 23
1314] Ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, c. 3, s. 282
1315] İmam Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'an, c. 13, s. 35-36
1316] 17/İsrâ, 28
1317] Kurtubî, a.g.e., c. 10, s. 392
HEVÂ
- 297 -
yaşayışlarında örnek almadan, beşerin hevâsının icadı olan yollarda kurtuluşu aramanın imanî bir yanlışlık olduğunu nasıl anlayabilirler?
Kur'an'ın iman ve amel olarak, müslümanların hayatında İslâm'a dâvetten uzak kalması felâketlerin başlangıcıdır. Zira artık dinde insanlar hevâlarına uymaya başlamışlardır. Çünkü İslâm şeriatı, mü'minlerin karşısına çıkan hiçbir meselede Kur'an ve sünnet dışında bir müracaat kaynağından söz etmemiştir. Haramların hâkim olduğu alanlara mü'minler "maslahat" bahanesiyle giremezler. Zira Kur'an'da şirk olarak tanımlanan şeyler, maslahat adına meşrûlaştırılamaz. Allah'a inandığını söyleyen insanlar böyle bir yola saptıklarında, onlar hem dünyada hem de âhirette acı bir neticeyle karşılaşacaklardır.
Allah Teâlâ, Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurur: “Eğer hakk, onların hevâlarına uyacak olsaydı hiç tartışmasız gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve her şey) fesada (bozulmaya) uğrardı…”1318 Ez-Zemahşerî bu âyetin tefsirinde şöyle der: "Kur'an, bununla hakkın azametine delil getirdi, zira gökler ve yer, her ikisinde bulunan şeyler ancak "hak" ile vardır. Eğer hak, onların hevâsına uysaydı "bâtıl"a inkılâp ederdi ve kâinatı ayakta tutan kuvvetinden sonra fenaya uğrardı. Yahut Hz. Muhammed’in (s.a.s.) getirmiş olduğu hak, ki o İslâm'dır, onların hevâsına uysaydı "şirk"e inkılâp ederdi." 1319
Hak olan Kur'an'ın hükümlerinin insanların hevâsına uyması mümkün değildir. Kur'an'ın, insanların hevâlarına uymasına karşı çıkan kimselerin, bizzat kendileri, nasıl olur da Kur'an'ı reddedenlerin hevâlarına uyabilirler? Bunun İslâm'a göre açıklanabilecek hiçbir yönü yoktur. Çünkü iktidar olan "hevâ" ile bir araya gelindiğinde ancak hevânın istediği olacaktır. Bunun içindir ki Kur'an'da hiçbir nebînin şirk rejimleriyle ortaklaşa yönetimi üstlendiği gösterilemez. Zaten hak hâkim olsaydı, hevânın iktidar olması düşünülemezdi. Zemahşerî "Rabbinden apaçık bir delil üzere olan, kendisine amelinin kötüsü süslü gösterilip hevâlarına uyanlar gibi olur mu? 1320 âyetindeki "hevâ" kelimesini "şirk" olarak tefsir etmektedir. 1321
Öyleyse şirk rejimlerinin tamamı, kurum, kural ve kanunlarıyla "hevâ"dan başka bir şey değildir. Günümüz müslümanlarının, propagandacı bir tavırla yürüttükleri çalışmalardan bazıları; tâğutun rejimlerini işletmede, yalnız Firavun'un izniyle onun rejim ve yönetme oyununa katılmak ve kendini aldatmaktan başka bir şey değildir. Hevâ rejimleri ve tâğutlar, kendi hevâlarına uyanlardan asla sakınmazlar ve bunu kendileri için bir tehlike olarak da görmezler. Çünkü hevâ iktidarlarının elinde, yeteri kadar ihtiyaç duydukları güç ve hile vardır. Demokrasilerde hevâya uygun çare(!) tükenmez.
Burada, politik sahada kazanılan veya kaybedilen şeylerin hesaplanmasıyla Kur'an'ın uyulması gereken emirleri arasında hiçbir ilgi yoktur. Politik savaş veya bazılarının söylemlerine göre "demokratik cihad(!)" Allah ve Rasûlünün veya mü'minlerin velâyetinin pratik hayattan çıkarılması anlamına mı gelmektedir? Buna politik veya demokratik "takiyye" diyebilenler olabilir. Ancak bu, gerçekten insanları yavaş yavaş Kur'an'ı tanımaktan ve onu rehber edinmekten çok;
1318] 23/Mü’minûn, 71
1319] ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, c. 2, s. 196
1320] 47/Muhammed, 14
1321] ez-Zemahşerî, a.g.e. c. 4, s. 320
- 298 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bilerek veya bilmeyerek, ama düzenli bir şekilde ondan uzaklaştırmaktır.
Allah Kur'an'da: "(Onlar) yalanladılar ve hevâlarına uydular..."1322 âyetinde "hevâ"nın, temelde Kur'an'ı yalanlama olduğunu vurgulamıştır. Kur'an, Rasûlullah’ı (s.a.s.) onların hevâlarına uymaktan alıkoyarken, aynı zamanda da tüm müslümanlara, uymaları gereken İlâhî emri de tebliğ ediyordu. Rasûlullah'a gelen; hak, ilim ve hidâyet idi. Bununla hükmetmekle emrolunuyordu. Hevâ kavramının âyetlerde ilk indiği sıralarda daha "nifak" denen olay gündemde yoktu. Ancak, hevâyı şeytan Medine'ye taşıyacak ve orada da insanları onunla aldatacaktı. Bugün bazıları sergiledikleri pratiklerle sanki şunu söylemek istiyorlar: "Allah Rasûlü, Mekke müşriklerinin hevâlarına uymadı; Ancak, bugünkü şartlar, kendi hevâlarına uyan demokrasi ve laiklik savunucularının kılığına bürünmemizi gerektiriyor." Hevadan kaynaklanan bu sözlerinin kabul edilecek İslâmî bir yanı yoktur.
Bugün insanlar, tâğutun birçok isteğine, şer'î ruhsatı olmadığı halde, boyun eğmekteler. Bunun demokrasi denen siyasî rejim mensuplarının ve apaçık Allah'a şirk koşan insanların hevâsına uymak olduğu söylenebilir. Mekke dönemine baktığımız zaman; Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'in müşrikleri iman etmeye çağırmasına karşılık, müşriklerin de kendi dinlerine dâvet ettiklerini görürüz. Bu karşılıklı dâvet mücâdelesinde; Rasûlullah'ın rehberi Kur'an; müşriklerinki ise, atalarının sapık dini ve hevâlarıydı. Rasûl-i Ekrem'in vaad ettiği dünya ve âhiret saâdeti, cennet ve Allah'ın rızâsı; müşriklerin vaad ettikleri ise; (vahye uymaktan vazgeçmesi şartına bağlı olarak) iktidar, servet, şöhret, kadın vs. gibi hevânın eserleriydi.
Şimdi bu tarihî tablo, bütün berraklığı ile gözlerimizin önünde iken, "onların hevâlarına uyma!" diyerek Allah Rasûlü'nü ikaz eden âyet-i kerimelerin getirdiği mükellefiyeti hâlâ anlayamayacak mıyız? Bilindiği gibi bu mücâdelede kaybeden Mekke şirk devleti olmuştur. Zira onlar, vaadlerine rağmen, Rasûl-i Ekrem'i ne kendilerine lider, ne siyasî rejimlerinin ortağı olmaya ikna edememişlerdir. Eğer Peygamberimiz, müşriklerin bu tekliflerine birazcık da olsa meyletseydi, yukarıda zikredilen âyetlerdeki ilâhî tehditlerin muhâtabı olurdu. Rasûl-i Ekrem'in ümmeti de, müşriklerin hevâlarına uymama noktasında hassâsiyet göstermek mecbûriyetindedir.
İslâm'a kayıtsız ve şartsız teslim olmak yerine, demokrasi havâriliğine soyunan kimseler, kellerinin ne kadar dışarıda olduğunun farkında değiller. Tarihin hiçbir döneminde müslümanlar, düşmanlarınca bu denli kahredilmemişler ve bu kahredilmişliğe rağmen düşmanlarını gâfil sanma ahmaklığına düşmemişlerdir. (Kâfirlerin ve düzenlerinin hevâsına bir iki noktada uymayı geciktirenler veya tereddüde kapılanlar, düdük sesi, postal gürültüsü, tankların görüntüsü veya balans ayarıyla da metotlarını gözden geçirme gereksinimi duymayan hevâî bir gaflet içindeler. Defalarca aynı delikten ısırılmadık yerleri kalmadığı halde oyuna doymuyorlar.) Rasûl-i Ekrem, hem insanları İslâm'a dâvet edip, hem Dâru'n-Nedve'de görev yapamazdı. Çünkü bu nübüvvetin, hevâ ve tuğyan ile olan mücâdelesi açısından mümkün değildir. Esasen Kur'ân-ı Kerim, insanları tuğyana, şirke ve zulme dayanan yönetimlere karşı mücâdele etmeleri için imana dâvet etmiştir. Hevâ ve heveslerini ilâh edinen insanlarla, Rasûl-i Ekrem'in Dâru'n-Nedve'de el ele olması düşünülebilir mi?
1322] 54/Kamer, 3
HEVÂ
- 299 -
Hevâya teslim olmanın aslı, Allah Teâlâ’dan gayrısına ibâdet/kulluk etmektir. Bu, kimi zaman ataların dinine bağlanmak, kimi zaman egemen bir beşerî ideolojinin veya tâğutun hükmüne iman etmek, kimi zaman da nefs-i emmâreye uymak şeklinde karşımıza çıkar. İnsanların hevâlarına uymalarının temelinde; vahiyle geleni tahrif etmek veya vahyi tamamen terk edip onun yerine arzulara tâbi olmak vardır. Bu sebeple bütün laik rejimler birer hevâ rejimleridir. Kökeninde, göklerin ve yerlerin Rabbinin olmadığını söyleyen ve Allah’ı hiç önemsemeyen bir felsefe vardır. Yeryüzünde Hz. Âdem’den bu yana devam eden tevhidî hareketin karşısına sürekli olarak “hevâ” çıkmıştır. Hevâ; şüphe, şek, câhiliyye veya kişilerle bazı sınıfların ilâhlığı üzerine kurulmuştur. Hevâ, Allah’ın emirlerine başkaldırının ilk çıkış noktasıdır.
Kur’an’da ehl-i kitabın ve müşriklerin hevâlarına uymayı yasaklayan âyetler, Allah ve Rasûlü’nü gerçekten dost edinip edinmemenin ölçüsünü bize vermektedir. “Ey kitap ehli, dininizde Hakkı bırakıp aşırılığa gitmeyin ve daha önce sapıtmış olan, birçoklarını da dalâlete uğratıp yoldan saptıran bir kavmin hevâsına uymayın.”1323 âyetini tefsir ederken Fahreddin Râzî, “Hevâ, herhangi bir hüccete/delile dayanmadan şehvetin/kötü arzuların dâvet ettiği anlayışlardır” diyor.1324 Buradan da şunu anlıyoruz. Kur’an’daki hevâ kavramı, tüm şer sistemlerinin beslendiği kaynak olarak karşımıza çıkmakta. Âyet-i kerimede söz konusu edilen “fitne”, şirk koşmak veya şirke ortaklık etmektir. Bunun için, fitne kelimesinin biraz yukarısında, “onların arasında Allah’ın indirdiği ile hükmet” denilmektedir. Onlarla beraber olunduğunda Allah’ın emri ile hükmedilmeyecektir. Çünkü müşrikler Allah’ın emriyle hükmetmezler. Dolayısıyla onların yönetimine iştirak eden, hidâyete değil; müşriklerin hevâsına uymak gibi yönetim ortaklığını üstelenmiştir. Konuya sadece bu açıdan baktığımızda bile nübüvvetin tahrif edildiği anlaşılır.
Şimdi aynı âyetteki şu üç kavram üzerinde biraz duralım: “İnsanlar arasında Allah’ın indirdiği ile hükmet”, “Onların hevâlarına uyma”, “Allah’ın sana indirdiği emirlerin bazısında seni fitneye düşürüp ondan saptırmalarından sakın.”1325 Bu kavramlardan her biri, başlı başına bir itikaddır. Birini diğerinden ayrı düşünemeyiz. İnsanlar arasında güç ve otorite sahibi olduktan sonra Allah’ın indirdikleriyle hükmetmemek, hevânın vardığı son sınırdır. Bu sınırın imanla hiçbir bağı yoktur. Fitnenin de tek sebebi, insanın kendisinin veya başkalarının hevâsına uymasıdır. Kur’an’da , “hevâya uymak” dalâlet olarak adlandırılır. Bu da hak ile amel edip hüküm vermek varken, bâtıl ile hükmetmeye denir. Allah Teâlâ, kitabında, müşriklerin hevâlarına uymamamız gerektiğini defalarca tekrarlamıştır. Bunda iman ve akıl sahipleri için alınacak ibretler vardır.
“Zulmedenler -Allah’tan- yanlarında bir ilim olmadan hevâlarına uymuşlardır. Allah’ın sapıttıklarını kim hidâyete erdirebilir? Onların hiçbir yardımcıları yoktur.” 1326 Bu âyet-i kerimede gördüğümüz gibi hevâ; zulüm, cehâlet ve dalâleti beraberinde gündeme getirmektedir. Daha doğrusu, bu sayılan sıfatlar kişinin hevâsına uymasına yol açmaktadır.
“Âyetlerimizi yalanlayan ve âhirete iman etmeyip Rablerinden yüz çevirenlerin hevâsına
1323] 5/Mâide, 77
1324] Mefâtuhu’l-Gayb, c. 12, s. 66
1325] 5/Mâide, 49
1326] 30/Rûm, 29
- 300 -
KUR’AN KAVRAMLARI
uyma.”1327 Bu âyet-i kerimede bize Allah’ın âyetlerini yalanlayanlar ve âhirete iman etmeyenlerin, Kur’an’la gelen emirleri uygulamayanlar olduğu söylenmektedir. Öyleyse “hevâ” kavramı, karşımıza bazı yeni şeyler daha çıkarmaktadır. Onlar da; âyetlerin yalanlanması, âhirete iman etmeme ve Allah’tan yüz çevirme. Bu yüzden hevâlarına uyanlara uymamak, imanî bir vecîbedir.
“Sonra seni bu dinden bir şeriat üzerine kıldık. Ona uy. Bilmeyenlerin hevâlarına uyma.”1328 Biliyoruz ki, bu âyet Mekke’de nâzil olduğunda daha Kur’ân-ı Kerim tamamlanmamıştı. Burada Rasûlullah’a; uyması gereken şeriat, tevhide dâvet, inzâr ve tebliğ idi. Bunun yanında güzel ahlâk, mazlumlara yardım, sıla-i rahim, namaz ve tasadduk gibi ibâdetler başlıca esaslardı. Ancak, tevhid tüm berraklığı ve aydınlığı ile gelmiş; hak, bâtıldan ayrılmıştı. Artık imanla şirkin ne olduğunu iman edenler anlamışlardı.
Kur’an’ın tamamı ellerinde olan insanların, müşriklerin hevâlarına uymalarının Mekkî âyetler karşısında hiçbir mâzeretleri kalmamıştır. Korkaklık ve rejimlere yağcılığı siyaset edinenler, kendilerinin mümkün mertebe en az gündemde bulunmasını isteyenlerdir. Zira ihlâslı müslüman görünmeyi, “hevâ” rejimi ve onun kurumları reddetmektedir. Onun için; “oyunun kuralı” kelime-i câhiliyyesini, hevâlarının bir yorumu olarak insanlara sunmaktadırlar. Bu şeytanî ifade, müşriklerin de politika arenasında sûret-i haktan müslüman olduklarını söylemelerine fırsat tanımaktadır. Bu vesileyle politik nifakta onların sizin demokratikliğinizi onayladıkları gibi; siz de o müşriklerin müslümanlığını onaylar gibi görünür veya susarsınız. Bu tablo, kurallarına göre oyun oynamanın hikâyesidir. Müşriklerin hevâlarına bundan daha açık bir uyma örneği olamaz.
Aslında bu, iman cephesi adına Kur’an’ın onaylamadığı çok korkunç ve gizli bir uzlaşma alâmetidir. Eğer öyle değilse, Allah Rasûlü ve ashâbının Mekke dönemi tâvizsiz cihad ve imanlarını neyle izah edebiliriz? Bu politik oyuncular, imanın Kur’anî ve sünnete uygun mücâdelesini verenlere engel olmasınlar. Aksi halde, nassları te’vil veya tahrifte, nassa dosdoğru bağlanmaya çalışanları karşılarına almış olurlar. İnsan, kendi hevâsına uymadan, başkalarının hevâsına uymaz. Allah Teâlâ, Kitabında; “Sakın seni ondan (Allah’ın şeriatından) ona iman etmeyen ve hevâsına uyup cehenneme düşenler uzaklaştırmasın”1329 buyurur. Bir başka âyet-i kerimede de şöyle buyrulur: “Eğer onlar senin dâvetini kabul etmezlerse bil ki (onlar) ancak hevâlarına uyuyorlar. Allah’tan (yanında) bir hidâyet olmadan hevâsına uyandan daha sapık kim olabilir? Allah zâlim kavimleri hidâyete erdirmez.”1330 Kur’an’daki bu tehdit içerikli âyetleri kendimize uygulamayı ihmal edip sadece bizden başkalarına inmiş gibi bakamayız. Eğer biz sadece kendimizi hidâyette, başkalarını da sadece dalâlette görüyorsak, bu bir nevi mâsumiyet iddiasında bulunmak demektir.
Peki, hevâyı nasıl anlayabiliriz? Hevâ; bir itikad, ahlâk, dünya görüşü ve sosyal bir olaydır. İnsanların hiçbir davranışını “hüdâ”dan veya “hevâ”dan soyutlamak mümkün değildir. Hüdânın alâmetleri, kişinin Kur’an ve Sünnete bağlılığıyla belli olur.
Mekke’li müşrikler, müslümanların ölmüş hayvan etinden yememelerini
1327] 6/En’âm, 148
1328] 45/Câsiye, 18
1329] 2/Tâhâ, 11
1330] 28/Kasas, 50
HEVÂ
- 301 -
şöyle kınamışlardı: “Size ne oluyor ki, kendi ellerinizle öldürdüklerinizi (kestiklerinizi) yiyorsunuz da, Allah’ın öldürdüğünden yemiyorsunuz?” Bunun üzerine Allah Teâlâ, şüpheye düşen müslümanları şöyle uyardı: “Size ne oluyor ki, üzerine Allah’ın adı zikredilerek kesilenden yemiyorsunuz? Allah, zarûret halinde çaresiz (kalıp da) yemek zorunda kaldığınız şeyler dışında, haram kıldığı şeyleri size açıklamıştır. Doğrusu insanların çoğu, ilimleri olmadan (cehâletle) hevâlarına uyarak saptırırlar. Şüphesiz ki Rabbin, hadlerini aşanları çok iyi bilir.”1331 Bu âyette Allah Teâlâ, kendi emirlerine karşı ideoloji ve düşünce üretenleri, “mu’tedî” (haddi/sınırı aşan)lar olarak nitelendirmektedir. Vahye karşı ideolojiyle karşı çıkanlar, cehâletle (ilimleri olmadan) hevâları aracılığıyla aldanmaktadır.
Bugün demokrasi, hümanizm, liberalizm veya laisizme uyanların İslâm’ı müslümanların gözünde değersiz ve geçersiz kılmak için Mekke müşriklerinin ideolojik tavırlarına benzer davranışlar sergilemekteler. Birçok mürted ve müşrik, İslâm’ın hayat nizamı olmasını yasaklayarak insanlara sanki; “bu ortaçağ düşüncesi olan irticâya karşı uyanık olun” diyerek, bu uğurda akıl almaz çabalar sarfetmekteler. Müşriklerin, müslümanlar üzerine Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvanların etlerinden yemelerini isterlerken, belli bir itikadı yaymak ve bir gayeye ulaşmak istiyorlardı. Allah da en basit bir hayvanın kesim işinde bile şirki ve Allah’tan gâfil olmayı kabul etmedi: “Üzerine Allah’ın adı anılmadan kesilmiş olan hayvanın etinden yemeyin; Çünkü o fısktır/günahtır. Şeytanlar dostlarına sizinle mücâdele edip tartışmaları için telkin ederler. Eğer onlara itaat ederseniz (üzerine Allah’ın adı anılmayan etten yerseniz) şüphesiz siz de onlardan (müşriklerden) olursunuz.” 1332
Günümüzde İslâm topraklarında egemenlik kuran güçlerin çoğu bu konumdadır. Müslümanların bu güçleri tanıyıp onlara karşı mücâdele etmeleri şarttır. Zira onlara itaatte şirke giden yollar vardır. Bugün İslâm topraklarında müslüman olduğunu söyleyenlerin birçoğu, mürted ve müşriklerin çağrısına kapılarak İslâm’ı, Kur’an yolunu bırakarak onların hevâsına uymuş, bunu kendilerine mücâdele yöntemi, dünya görüşü ve hayat düzeni olarak kabulle acı bir duruma düşmüşlerdir. Müşriklerin hevâsına uymak, müşrikleri velî edinmek ve dünya hayatına onların hâkim olması için yardımda bulunmak, zulmün en büyüğüdür. Allah Teâlâ, Rasûl-i Ekrem’e: “Bunun için dâvet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol ve onların hevâlarına uyma”1333 buyurmuştur. Bunun için hevâ, şirkin ve küfrün özünü teşkil eder. Şimdi Allah hevâyı bize böyle tanıtırken; iktidar olmuş hevâya millî bir kurum olarak sahip çıkanlara ne denilecektir?
Hevânın en tehlikelisi de “ulemâ” (hoca, ilâhiyatçı, din adamı) kisvesinde olan insanlarda olmasıdır. Çünkü hevâ sahibi, sürekli Kur’an ve Sünnet nasslarının karşıtı, nefsinin hoşuna giden ideolojiyi üretir. Nassları zorla te’vil etmeye çalışanlar ve müteşâbih âyetleri, muhkem gibi yorumlayanlar, artık nasslara karşı aslında yavaş yavaş güven ve inançlarını yitirmektedirler. Allah Teâlâ, Kur’an’da hevâ âlimlerine en güzel örneği İsrâiloğullarından Bel’am bin Baura ile vermiştir. Bel’am ve benzerleri, o günden bu güne bâtılı hakka tercih edenlerin önderleri olmuştur. İşte Kur’an’da “hevâsını ilâh edinen” âyetinin en bâriz örneği Bel’am bin Baura gibi insanlardır. Allah’tan gelen hidâyete uyan insanlar peygamberleri
1331] 6/En’âm, 119
1332] 6/En’âm, 121
1333] 42/Şûrâ, 45
- 302 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kendilerine önder edinmiş olan kişilerdir. Kendilerine hidâyet, güneşin aydınlığı gibi geldikten sonra dalâleti seçenler ise; Firavunları, Karun ve Bel’am’ları önder edinmiş kişilerdir. Bel’am kıssası, A’râf sûresi, 175-176. âyetlerde anlatılır.
Kur’an’daki Bel’am kıssasına dikkat edilince, Bel’am ile Sâmirî kıssası arasında büyük bir benzerlik olduğu görülecektir. Bel’am, Sâmirî ve Karun’un Firavun’la ortak özellikleri ise; hepsinin hevâya uymalarıdır. Demek ki hevâ, bu durumda, imanı inkâra götüren en saptırıcı bir yoldur. Zaten dalâlet yollarının hepsine birden hevâ denmesi, hüdâ yolundan çıkarmasından dolayıdır. Bu durumda, hevâ kavramının Allah’tan gelen ilâhî vahiy gerçeğiyle nasıl savaştığı daha iyi anlaşılır. İsrâiloğullarının Tevrat’ı, Hıristiyanların İncil’i tahrif ve tebdil edişlerinin ardında onların kendilerini saptıran âlim ve ruhbanlarının hevâsına uymaları vardır. Öyleyse hüdâ, iman; hevâ ise, dalâlettir.
Hevânın esâretine giren topluluklar, sonunda helâk olmaya mahkûmdurlar. Çünkü bir toplulukta hüdânın yerine hevâ, hakkın yerine bâtıl hâkim olursa, orada hayat fesada uğramış ve Allah’tan gayrı ilâhlara ibâdet edilmeye başlanmıştır. Hüdânın, hevâya üstün gelebilmesi için, iman ve hüdâ ümmetinin Kitaba bütün gücüyle sarılması ve O’nun uğrunda kuvvetli bir kıyamı başlatması gerekir. Öyle bir kıyam ki, yeryüzünde hâkimiyeti yeniden Allah’a iman edenlerin eline vermeli ve hüdânın (İslâm’ın) rahmet ve şefkat medeniyetini yeniden akıllarda, ruhlarda ve kalplerde kurmalı. Bu da insanların akıllarını, kalplerini, düşünce ve duygularını baskı altına almış olan hevâ, bid’at ve câhiliyye ilâhlarına karşı bir “iman savaşı” başlatmak ve bunun için gerekli olan hazırlığı tamamlamakla olacaktır.
Câhiliyyenin tamamı hevâdır. Bu hevâları sebebiyle insanlar, İbrâhim’in (a.s.) hanif/Allah’ı birleyen dinini terkedip putlara tapmaya başladılar. Hevâ bugün dünya toplumlarının büyük bir kısmının dini haline gelmiştir. İnsanların çoğunun akıllarına hevâları hâkim olmuş durumda. Çağdaş uygarlık ve yenidünya düzeni, globalleşme dedikleri şey, batının dünyayı sömürüp tahakkümü altına almak için insanlığın zihnine yerleştirmek istediği çağın en tehlikeli hevâsıdır. Hevâ, bir din haline gelmiş ve kendine has bir inanç, ahlâk, ekonomi, siyaset, eğitim-öğretim düzeni oluşmuştur. Eski câhiliyye müşriklerinden çok daha düzenli ve güçlü propaganda araçlarıyla yerkürenin dört bir yanına bu dinin ahlâk ve sistemi yayılmaktadır.
İnsanların çoğu, hevâ dinine mensuptur. Ve halkın çoğunluğuna uymak, hevâ dinine girmektir. “Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tâbi olmazlar ve ancak yalan söylerler.”1334 Hevânın İslâm’dan daha yoğun bir karakter arzetmesi, hevâî insanların hüdâya bağlı müslümanlardan sayıca daha çok olmasına gelince, bu, insanların nefislerinde, sevdikleri ve hoşlandıkları şeylere karşı direnç yönüyle çok zayıf ve istekli olmaları, bunda aceleci olmaları ve dünyanın imtihan vesilesi olmasındandır. Ancak, Allah’a kulluğun hakikati olan İslâm’da, insanın istekleri, arzuları, zevkleri ve davranışları belli fıtrî ve insanî disiplin içindedir. Dünyadaki nimetleri hazır bulmanın kendisine bir öncelik ve haklılık verdiğini zanneden insan, ilâhî disiplinlerin kurallarını ağır bulup nefsinin ve de şeytanının arzuları karşısında ilâhî
1334] 6/En’âm, 116
HEVÂ
- 303 -
emri hiç kabul etmeyebiliyor. 1335
Müslümanım diyen nice insan, direkt veya dolaylı olarak hevâyı ilâh edinmekte. Ya ahlâkî konularda keyfinin gereğini haram helâl demeden yerine getirerek, ya toplumun hevâsına uyarak veya tâğutların hevâlarından ortaya çıkmış düzenlerini benimseyip gönülden itaat etmekle hevâîliklerini gösteriyorlar. Nice insan da yahûdi ve nasrânîlere, siyonist ve materyalistlere dost olanların hevâlarına uyarak, Allah’ın hüdâsına teslim olma gayreti içinde olan şuurlu müslümanları azınlık haline getiriyorlar.
Hevâlarına kulluk yapanların ellerine ne geçiyor dersiniz? Âhireti ne karşılığında satıyorlar? Dünyada kazandıkları neler? Ya kaybettikleri? Kendi hevâlarına veya itaat ve taklit ettiklerinin hevâlarına uyanlar, kendi hevâlarını doyurup tatmin edebiliyorlar, netice de gerçekten zevk alıp dünya huzuruna erebiliyorlar mı dersiniz? Peki, kendilerine kulluk yaptıkları müstekbirleri memnun edip ciddi bir menfaat elde edebiliyorlar mı? "Milletlerine (dinlerine) uymadıkça yahûdiler de hıristiyanlar da asla senden râzı (hoşnut) olmayacaklardır. De ki: 'Doğru yol/hidâyet, ancak Allah'ın yoludur.’ Sana gelen ilimden sonra onların hevâlarına/kötü arzu ve keyiflerine uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır." 1336
Hevâlarına uyan kişilerin egemen olduğu bir toprak parçasında fesadın yaygınlaşmaması mümkün değildir. Kişilerin hevâları çatışır ve bunun sonucu olarak “fitne” kabarır, “fesat” artar; yeryüzü zulmün, haksızlığın, öldürmelerin, işkencelerin merkezi haline gelir.
Hevânın İtikadî (ve Mezhebî?) Boyutu; Ehl-i Ehvâ
“Ehl-i ehvâ”, “ehl” kelimesiyle “nefsânî arzu ve eğilim” mânâsındaki “hevâ”nın çoğulu olan “ehvâ” kelimesinden oluşan “ehl-i ehvâ” (ehlü’l-ehvâ) tamlaması, sözlükte “nefsin arzularına uyanlar” anlamına gelir. Terim olarak “inanç ve davranışlarını, peygamberlerce tebliğ edilen ilâhî emirlere dayandırmaksızın sadece beşerî görüş ve arzulara göre oluşturanlar” şeklinde tanımlanabilir.
Kur’ân-ı Kerim’de ehl-i ehvâ tâbiri geçmemekle birlikte; yahûdiler, hıristiyanlar, müşrikler, putperestler, âhireti inkâr eden topluluklar gibi değişik zümrelerin Hz. Peygamber’e vahyedilen Kur’an’a iman etmeyip beşerî arzularına (hevâ-ehvâ) uydukları bildirilmiş, Rasûl-i Ekrem’e de onların din diye ileri sürdükleri arzularına uymaması emredilmiş, böylece beşerî görüşlere dayanan anlayışların din haline getirilmesinin yanlışlığına dikkat çekilmiştir. İslâm literatüründe bu tâbirin ortaya çıkışında Kur’an’daki bu kullanımların etkili olduğu düşünülebilir.
Hicrî II. yüzyıldan itibaren İslâm literatüründe yer alan bu tâbirle ilgili İmam Şâfiî, “er-Reddü alâ ehli’l-Ehvâ” (Ehl-i Ehvâya Reddiye) adıyla bir eser yazmıştır. Bu tâbirle, İslâm dışında kalan grupları veya İslâm’dan çıktığına hükmettiği bid’at fırkalarını kasdettiği söylenebilir. II. Yüzyıldan sonra itikadî mezhepler hakkında yazılan kitaplarda ehl-i ehvâ tamlaması ehl-i bid’atla eş anlamlı olarak kullanılmıştır. İbn Hazm’ın el-Fasl fi’l-Milel ve’l-Ehvâ ve’n-Nihal adlı meşhur eserinde, daha çok semâvî kitapları tahrif edip beşerî arzuları doğrultusunda
1335] Kur'an'da Hevâ Kavramı, Muhammed Emin, Misak Dergisi
1336] 2/Bakara, 120
- 304 -
KUR’AN KAVRAMLARI
oluşturdukları dinî-felsefî anlayışları benimseyenleri kapsayacak şekilde geniş bir anlam verdiği görülür. Dinlerin ve mezheplerin tasnifi konusunda otoritelerden biri sayılan Şehristânî, bazı açılardan isabetli bir yaklaşımla ehl-i ehvâ tâbirine önemli bir açıklık getirmiştir. Ona göre insanlar inanç bakımından “ehlü’l-ehvâ ve’n-nihal” ve “ehlü’d-diyânât ve’l-milel”, yani kısaca “ehl-i ehvâ ve “ehl-i din” olarak iki kısma ayrılır. Varlıklar ve olaylar hakkındaki inançlarını ilâhî bir kaynağa dayandırmadan sadece kendi görüşlerine ve arzularına göre oluşturan insanlara ehl-i ehvâ denir.
Câhiliyye Araplarının görüşleri, Sâbiîler, çeşitli felsefî ekollere mensup filozoflar, bütün putperestler, yıldızperestler, materyalistler, Brahmanlar ehl-i ehvâ içinde mütâlaa edilir. İtikadî fırkaların doğmaya başladığı hicrî II. (milâdî VII.) yüzyıldan itibaren ortaya çıkıp literatüre geçtiği anlaşılan ehl-i ehvâya ilişkin görüşler iki noktada toplanmaktadır. a) Ehl-i ehvâ, ehl-i sünnet dışında kalan bütün İslâmî fırkaların ortak adıdır. b) Bu tâbir, inanç konularında ilâhî bir kitaba dayanmayan beşerî görüşleri benimseyenlere verilen addır. Ancak Kur’ân-ı Kerim’in yanı sıra bazı hadislerde hevâ ve ehvâ kelimelerinin, semâvî kökenli de olsa muharref olduklarından İslâm dışında kalan bütün dinleri veya ilâhî kaynaklı olmayan inançları içine alacak şekilde geniş bir muhtevâ kazanması dikkate alınarak ehl-i ehvânın müslüman olmayan herkesi ifade eden bir tâbir olarak kabul edilmesi (ve müslümanları hangi mezhepten olursa olsun kapsamaması) gerekir.
Selefiyye’ye mensup olan hadis âlimleriyle onların etkisinde kalan bazı ehl-i sünnet kelâmcıları ehl-i ehvâyı bid’at fırkalarından oluşan ehl-i kıbleye hasretmek istemişlerdir. Ancak bu görüşün isabetli olduğunu söylemek mümkün değildir. Zira itikadî konularda aklın desteğine başvurmak veya nassları akılcı bir yaklaşımla anlamaya çalışmakla dinî konularda nefsânî arzular istikametinde hareket etmek ve duygusallığı ön plana çıkarmak arasında büyük farklar vardır. Çünkü Kur’an hevâ ve ehvâya uymayı değişik zümrelerden oluşan kâfirlere nisbet etmektedir. Ehl-i bid’atı kâfir kabul ederek ehl-i ehvâ ile özdeşleştirmek ise ehl-i kıblenin tekfir edilemeyeceği ilkesine aykırı düşer. Ehl-i ehvâ ile ehl-i bid’atın farklı anlamlar taşıdığını ve ehl-i ehvânın kâfirler hakkında kullanılması gereken bir tâbir olduğunu kabul etmek daha uygun bir davranış olur. 1337
“Hevâ” ve “ehl-i ehvâ”yı daha iyi tanımak için dinde sonradan icad edilen bid’atlere de dikkatle bakmak gerekir. Bid’atin “hevâ” ile güçlü bir bağı vardır. Çünkü nefis, bid’ati ancak “hevâ”ile ihdas eder. Dinde sonradan çıkan ibâdet, zikir, duâ, namaz şekilleri tamamen hevânın ürünü bid’atlerdir. İşte bid’atle hevânın ortak noktası da budur. Çıkış kaynakları Kur’an ve Sünnet değildir. Bu ilişkiden dolayı “ehl-i ehvâ”ya bazı âlimler, “ehl-i ehvâ ve’l-bid’at” derler.
Ehl-i ehvâ ve’l-bid’at; Allah’ın şeriatında noksanlığın veya fazlalığın olduğuna itikad ederek kendi hevâ ve heveslerine göre şeriate eklemede veya çıkarmada bulunan “ehl-i ehvâ ve’l-bid’at, hem Allah’ın hem de mü’minlerin düşmanlarıdır. Allah Teâlâ, hayat kitabımız Kur’an’da şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler, Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız (olanlar)ı dost edinmeyin.”1338 Bu âyetin yorumunda İmam Gazzâli, şöyle diyor: “Bu âyette geçen “düşman” kelimesinden murad;
1337] Yusuf Şevki Yavuz, TDV. İslâm Ansiklopedisi, c. 10, s. 505-507
1338] 60/Mümtehıne, 1
HEVÂ
- 305 -
insanları, bid’atlerine dâvet eden bid’at sahipleridir. İnsanları teşvik ettikleri bu bid’at, küfrü mûcip olan bir bid’atse, bu bid’at sahibi, zimmîlerden de kötüdür. Çünkü bu adam, ne cizye verir, ne de zimmîlik bağlantıları ile müsâmaha edilir. Şâyet, küfrü gerektiren bid’atlerden değilse, (Allah ile kendi arasındaki hali) kâfirden ehvendir; fakat bunu reddetmek, kâfiri reddetmekten daha önemlidir.
Çünkü kâfirin kötülüğü başkasına geçmez. Müslümanlar onu kâfir bilir ve sözüne kıymet vermezler. Kendisi de müslüman olduğunu iddia etmez; ama bid’atine dâvet eden ve bid’atinin hakikat olduğunu zanneden bid’atçi, halkı aldatır ve kötülüğü müslümanlara da sirâyet eder. Buna karşı husûmeti izhar etmekte, sırt çevirip hakarette bulunmakta, bid’ati sebebiyle aleyhinde olmakta ve insanları ondan nefret ettirmekteki müstahaplık, daha kuvvetlidir. Yalnız iken verdiği selâmı iâde etmekte beis yoktur. Şâyet, tarafına bakmamak ve kendisine iltifat etmemekle, bid’ati sebebiyle bu vaziyete düştüğünü anlar, kendisine tesir ederek bid’atinden vazgeçme ihtimali olursa, selâmına mukabele etmemek daha evlâdır. Zira selâmı almak, her ne kadar vâcip ise de, bazı sebeplerle bu vâcip, düşer. Hamamda olmak ve kazâ-i hâcette bulunmak gibi. Hâlbuki onu bid’atinden menetmek gayesi daha da mühimdir. Şâyet kalabalıkta selâm vermişse, cevap vermemek daha evlâdır. Böylece insanları kendisinden nefret ettirir ve herkesin gözü önünde bid’atini takbih etmiş olur. Yine bu gibilere yardımda bulunmamak daha iyidir. 1339
Eh-i ehvâ ve’l-bid’atin egemen olduğu toplumlarda; yalancı bir din, tevhid dini ile karşı karşıyadır. Ehl-i ehvâ ve’l-bid’at, Hz. Peygamber zamanında olmayan bir dinin savunucusudur. Tevhidî hareket ise, Hz. Peygamber zamanında kemâle eren dinin savunucusudur. Dolayısıyla tevhidî hareket ile ehl-i ehvâ ve‘l-bid’at iki zıt kutupturlar. Sünnet ile bid’atin birleşmesi mümkün olmadığı gibi; bu zıt iki kutbun da birleşmesi mümkün değildir. Çünkü tarih, gece ile gündüzün birleştiğini kaydetmemiştir.
Ehl-i ehvâ ve’l-bid’at; hile ve tuzakların üzerine binâ olunmuş itikadî, amelî ve ahlâkî bir anlayıştır. Bunun için ehl-i ehvâ, ehl-i bid’atın oluşturduğu meclisleri, sohbetleri, cemaatleri terketmeliyiz. İbn Abbas (r.a.) şöyle diyor: “Ehl-i ehvâ ile beraber oturma; zira ehl-i ehvâ ile beraber oturma hali, kalpleri hasta eder.”1340 İslâm nizamının hevâlara, bid’atlere, hurâfelere tahammülü yoktur.
Ehl-i ehvâ ve’l-bid’at; sırât-ı müstakîmin dışına çıkan ve çıkmaz sokaklarda çıkar yol arayanların oluşturdukları bir cehâlet cephesi olarak, İslâm coğrafyasının sosyal ve siyasal iktidarını elinde bulundurmaktadır. Bu nedenle işgal altındaki İslâm coğrafyasına ve bütün dünyaya İslâm’ı hâkim kılmaya çalışan Tevhidî hareket, kendisini sırât-ı müstakîmden saptırmak isteyen ehl-i ehvâ ve’l-bid’ate karşı uyanık olmalıdır. 1341
Hevânın Kişisel ve Toplumsal (Ahlâkî) Boyutu;
Hevâî İnsanlar Topluluğu
Hevâ bir boşluktur. Kişinin herhangi bir iç dayanağa sahip olmamasıdır. Bu
1339] İmam Gazzâli, İhyâi Ulûmi’d-Din, c. 4, s. 278
1340] İmam Acurrrî, Eş-Şeriat, s. 61
1341] Mustafa Çelik, Tevhidî Hareket ve Ehl-i Ehvâ ve’l-Bid’at, Misak Dergisi
- 306 -
KUR’AN KAVRAMLARI
durum ise, kişinin her türlü etkiye açık olmasını, rüzgârın esişine göre vaziyet almasını doğurur. Kişiliksiz, hafif meşrep hale getirir. İşte bu tablo, dengesizliğe iten en müsait bir atmosferdir. Böylesine bir fert ve onlardan oluşmuş toplumlar, her türlü zulmü işleyebilir, haksızlık yapabilir. Nitekim Kabil'in, kardeşi Hâbil'i öldürmesi, "nefsinin kardeşini öldürmesini kendisine hoş göstermesi, onun da nefsine/hevâsına itaat etmesinin"1342 sonucudur. 1343
Takvâ giysisine bürünmeyen insan, çoğu zaman, nefsinin arzu ve irâdesini kendine rehber edinir. Arzu ettiğini elde etmek için nice zahmetlere katlanır, dolambaçlı yolları aşmaya çalışır. “Bu konuda İslâm’ın koyduğu hüküm nedir, bu arzum ve yaptığım Allah’ın rızâsına uygun mudur? Bunu Peygamberimiz’in huzurunda olsam yapabilir miyim? Yapmış olsam Efendimiz’in tavrı ne olurdu?...” gibi soruları ve cevaplarını hatırına bile getirmez. Hep kendi basit hesabını yapar ve planını kurar. Öbür âlemi unutur. Hâlbuki imanın insanı kurtaracak dereceye ulaşması için, insanın arzu ve irâdesini Hz. Peygamber’in getirdiği ahkâmın peşine takması gerekir. 1344
İnsanoğlu, ibâdet için yaratılmıştır.1345 Fıtrat, nübüvvet ve Kitab gibi ilâhî yardımlara rağmen Allah’ı tanıyıp ibâdet/tapınma ihtiyacını O’na yönlendiremeyen hevâî tipler, her şeyden önce kendi arzularını, zanna dayanan bilgisizce görüşlerini, yanlış kanaatlerini, sapkın düşüncelerini, yani tek kelimeyle “hevâ”larını tanrılaştıracaklardır. Başka bütün putlar, hevâ putunun gölgesinde ortaya çıkacaktır. Hevâ putunu devirdiğinizde diğer putlar kendiliğinden devrilecektir.
Allah’a teslim olmayan kimsenin, bilinçsiz de olsa kendini (hevâsını) tanrılaştırdığı gibi; sadece Allah’ı en büyük kabul edip O’nu tekbir etmeyen kişi de kendini (nefsini, görüşünü, aklını...) en büyük görür. Her nimeti Allah’tan bilip sayısız nimetler için Allah’a şükür ve hamd etmeyen insan, bu fıtrî ihtiyacı, kendini övmekle, kendini methetmekle gidermeye çalışır.
Yine, hevâî şahıs, yaptığı sayısız hatayı kendi üzerine almaz da, nefsini yanlışlardan, kusurlardan, yanılgılardan uzak göstermek ister. Bunun da sebebi, ruhun Allah’ı tesbih etme ihtiyacını, gerçek hedefi olan Allah’a, O’nu tüm noksan sıfatlardan tenzih etmeye, tesbih etmeye yanaşmayan insanın hem kul hem tanrı olması gibi çelişkisidir bu. Hevâsı, yani kendisi bir taraftan tanrı rolünü üstlenirken, bir yandan da hevâ sahibi insan kulluk rolü oynar, arzusu neyi emrediyorsa ona teslim olup kendisi onun pespâye bir kulu ve kölesi olur. Bu iki zıt özelliğin (tanrılık-kulluk) aynı kişide bulunması ise tam bir anarşidir, kaostur, fitnedir, fesaddır, zulümdür, çelişkidir, karakter bozukluğu, şizofreni ve çifte standartlılıktır. Çünkü zıtlar birleşmediği halde, bu iki taban tabana zıt şeyi birleştirmeye kalkışmak, sadece küstahlık değil; sünnetullahın (Allah’ın yeryüzündeki yasalarının) çiğnenmek istenmesidir. Bu zulmün fecî cezasını, başta kendisi çekecek olan hevâî kişi, sonra ilişkide bulunduğu canlı cansız tüm çevresine hastalık bulaştırdığından cezasını topluma da çektirecektir. “Eğer hak, onların hevâlarına uyacak olsaydı hiç tartışmasız gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve her şey)
1342] 5/Mâide, 30
1343] Yaşar Düzenli, Kur'an Işığında Evrensel Dengeler ve İnsan, s. 267
1344] Halil Atalay, Fikrî Tevhide Doğru, s. 17
1345] 51/Zâriyât, 56
HEVÂ
- 307 -
fesada (bozulmaya) uğrardı…” 1346
Yaratılış gayesini unutan insan, doymak bilmeyen canavar olan hevâsını tatmin etmek için hayat boyu çalışır, koşturur durur. Tüm enerjisini hevâsını doyurmak için harcayan, yine de onu tümüyle tatmin edemeyen zavallı, olumlu tüm cihazlarını, yani zihnini, bilgisini, sevgisini... tanrılaştırdığı bu canavarın hizmetine verdiğinden hakkı anlayamayacak, doğruları göremeyecek, işitemeyecek hale gelir. “Andolsun Biz cin ve insandan birçoğunu (sanki) cehennem için yaratmışız. Zira onların kalpleri vardır, ama onlarla gerçeği kavramazlar; gözleri vardır, lâkin onlarla görmezler; kulakları vardır, fakat onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da sapıktırlar. Onlar gaflete düşenlerin ta kendileridir.”1347 Hevâlarının emrine, denetim ve kulluğuna giren insanların; hakkı, Kur’an’ı ve Peygamber’in tebliğini anlayıp kavrayamadıklarını Rabbimiz şu ifadelerle anlatır: “Onlardan kimi gelip seni dinler. Fakat senin yanından çıkıp gittikleri zaman, kendilerine bilgi verilenlere derler ki: ‘az önce ne demişti? (anlayamadık).’ Bunlar, Allah’ın kalplerini mühürlediği hevâlarına uyan kimselerdir.” 1348
Hevadan kurtulmak veya onun etkisine hiç girmemek için, hevânın zıddı hüdâya yönelmek gerekmektedir. Bunun için de hevânın, hedefini tersine çevirdiği, yozlaştırdığı tekbir, tesbih ve hamde sarılmak gerekiyor. Hevânın hoşlanmadığı gerçek tekbire, hamde, tesbihe ve bütün bunların en güzel şekilde içine serpildiği tevhid eylemi namaza sarılmak, hevâ zehrine panzehir olacaktır. Bütün bunlar, Allah'ın yardımıyla ve onun hüdâsı/hidâyetiyle olacaktır. Allah'ın hüdâsı ise, başta Kur'an olmak üzere, nübüvvet, yani Peygamber rehberliği/sünnet ve bu iki kaynağa bağlı olan selim akıl ve fıtrattır.
Hevâyı tanımak, hüdâya giden yolu açar. Çünkü inkârı inkâr etmek ispata götürür. Kötüyü kötüleyen iyiye ve iyiliğe ulaşır. Yanlışın yanlışlığını ortaya koymak kişiyi doğruya erdirir. Ters yönün tersine gitmek, insanı düze çıkarır. Kur’an, kötü tipleri (Nemrud, Firavun, Hâmân, Karun, Bel’am, İblis vb.) onların kötülükleri anlaşılıp onlar gibi olunmasın diye, o kötülerden yola çıkılıp iyiliğe yol açılsın diye anlatır. Kötü ahlâklı kimse, itici davranışlarıyla kendine ve kendi çirkin ahlâkına düşmanları çoğaltırken, farkında olmadan iyi ahlâkın güzelliklerini tebliğ etmiş olur.
Hevâ; şehvetin, hırs ve şeytanın emrine insanı teslim etmekle, ruhu aşağılara düşürmeye ve bayağılıkların hizmetine sokmaya çalışan İblis oyuncağıdır. Hevâsına kul olan kimse, kötülüğe âşık, harama düşkün, sefâhete hayran, nâhoş zevklerle sarhoş olur. Pislerden ve pisliklerden hoşlanan zavallı biridir o. Hayırlı işlerde tembel ve ürkek, şerde cesur ve atılgan, bozuk bir karakter, tağyîr edilen bir fıtrat, tahrif edilen ölçü... Bunlar hep hevânın eseri ve hevâî insanın renksiz veya çok renkli, yüzsüz veya çok yüzlü yapısı, kişiliksiz veya çok değişken şahsiyetidir.
Hevâî tip, Allah’ın hükmüne ve hakemliğine başvuracağına, kendi hevâsının yargısına mürâcaat eder. Doğru ve yanlışın, güzel ve çirkinin ölçüsü kendi hevâsıdır (arzusu, menfaati, görüşü, beşerî ideolojisidir). Bu, şehvet denilen
1346] 23/Mü’minûn, 71
1347] 7/A’râf, 179
1348] 47/Muhammed, 16
- 308 -
KUR’AN KAVRAMLARI
şiddetli ve çirkin eğilimlerin kıble edinilmesidir. Hevâlîler, yaratılış amaçlarını akıllarıyla düşünmezler. İnsan ülkesinde ins ve cin şeytanlarının yardım ve hileleriyle, kalp adlı kralın da gafletinden yararlanarak yönetimi ele geçiren hevâ, egemenliğini pekiştirmek için, kendine karşı devrim yapabilecek düşman olan kalbi, selim aklı, fıtratı, vicdanı, haram-helâl, ayıp-günah duygusunu zincirlere bağlar, prangalara vurur. Artık ilâhlaşan ego, insan ülkesindeki fıtrî düzeni sarsmakta, dengeyi bozmakta, her şeyi altüst etmektedir. Kalp yerine nefsin tek egemen olduğu hevâî insan, sadece gözüyle düşünmekte, doymak bilmeyen midesine/aç gözüne hizmet etmekte, gücünün ve imkânının yettiği her istediğini yapmayı özgürlük saymaktadır.
Hevâsının gösterdiği istikamette imkân ve gücünden başka hiçbir hudut/sınır tanımayan insandır hevâsını tanrı edinen. Hiçbir dâvânın adamı olamayan, günü birlik yaşayan, tek dünyalı, tek gözlü, aç gözlü, at gözlüklü, dolayısıyla hakka karşı kör gözlü biridir o. Nefsinin zaafları, yani hevâsı doğrultusunda hareket eden, hoppa, hafifmeşrep, hayvanî zevkler peşinde koşan, heves ve arzularına düşkün ve düşük kişilere halk arasında “havâî” denir ki, aslı “hevâî”dir; hevâî, yani hevâsına uyan. Boşvermiş bir tiptir hevâî insan; top kafalı, top gibi içi boş (yani hava/hevâ ile dolu) kafa, top gibi boş şeyleri endâd edinerek, hevâ putuna ortak tanrılar arayan Hak’tan gâfil insancık... Allah’a ibâdete zamanı yoktur bu hevâî kişinin; ama faydasız bilgilere, magazin denilen âdî dedikodulara, muzır uğraşlara, geyik muhabbetlerine ve de çeşit çeşit haramlara hem vakit, hem fırsat, hem para ayırabilir. Eğlencede “ayıp”, hele hele “haram” diye bir engel tanımaz. Müzik tutkunu, tv. tutsağı, ilim yerine filmi tercih eden, haram-helâl diye bir ölçüyü unutan, nefsinin kulu kölesi bir tiptir hevâî. Ve bunların oluşturduğu insanat bahçesidir hevâ düzeninin oluşturduğu hevâî toplum.
Haram modayı mubaha, kumarı helâl ticarete, dünya rahatını âhiret saâdetine bilinçsizce tercih eden hevâî kimseler, nefis ve hevâlarına kulluk yapmayı Allah'a kulluğa, O'na teslim olmaya yeğlemiş insanlardır. “Özgürlüğüme kimseyi karıştırmam, memlekette demokrasi var, ben istediğimi yaparım” diyen, buna rağmen nefsinin kulu, kölesi olup arzuları tarafından yönlendirilen ve onun için de hevâsına tapınan, kendini tanrılaştıran azgın bir karakter, dejenere olmuş bir kişilik, menfaatperest bir tip... Yararlı-zararlı, helâl-haram demeden imkânının elverdiği her türlü gıda ile midesini doldurur, hatta bunu yaşama gayesi edinirken; ruhunun hemen hiçbir ihtiyacını giderip tatmin etmeye çalışmayan, süflî arzularının elinde oyuncak bir zavallı...
Bütün bunlar, kızılmaktan ziyade acınacak, çevre ve düzen kurbanlarıdır. Bizim yitik çocuklarımızdır bunlar. Kendilerine gelmeleri, benliklerini bulmaları, bayağı esâretten kurtulmaları için bize çok şey düştüğünü değerlendirmek içindir bu ifadeler. Yoksa, bu tiplerin özelliklerini anlatıp kendimizi onlarla mukayese ederek temize çıkarmak için anlaşılmamalı. Ve daha önemlisi, farkında olmayarak da olsa bu özelliklerin en küçüğü bizde, sorumluluğunu yüklendiğimiz yakınlarımızda var mıdır? Akrabalarımızda, komşularımızda, iş yerlerimizde, çevremizde, kısaca bizim ulaşabileceğimiz yerlerde hiç bulunmadığını iddia edebilir miyiz bu tiplerin? Bu konuda bize neler düşüyor? Bu sorulara, boş verirsek, ya da bu hastalıkları tedâvi için doktor rolünü üstlenmez, yakın çevremize kadar gelen bu hevâî ateşin tutuşturduğu yangını, havayı kaplayan ateşleri söndürmek için itfaiyecilik yapmaya çalışmazsak, bu tipler, dünyada değilse bile âhirette
HEVÂ
- 309 -
yakamıza yapışabilirler, bulduğumuz güzellikleri niye kendilerine ulaştırmadığımızın hesabını sorabilirler.
Hevâî tipin nasıl oluştuğu, sebepleri iyi değerlendirilmeli, sivrisinekle mücâdele için bataklığın kurutulmasının şart olduğu unutulmamalıdır. Hevâî düzen ve onun kurumları, düzenin oluşturduğu toplum yapısı ve çevre şartları değişmeden, ürünlerin değişmesini beklemek doğru olmaz. Düzen, müslüman gencin oluşmasını her taraftan engellerken, kurum ve kurallarıyla hevâî insanın ihtiyacı olacak, nefse hoş gelen her çeşit fitne ve fesadı, fuhuş ve kumarı... desteklemekte, hevâî insan, bu sistemin mücâdele ettiği değil; oluşturmayı hedeflediği tip olmaktadır. Darbe ile ele geçirdiği İspanya’yı kırk sene yöneten Franco, "nasıl halk ayaklanmadan bu kadar uzun süre iktidarda kaldın?” diye soranlara şöyle diyordu: “Futbol, müzik, kumar ve uyuşturucu sâyesinde!” İnsanları bunlarla meşgul edince, başka şeylere ayıracak zamanları kalmayacaktır. Bir de buna hayat pahalılığı, işsizlik, particilik, tv. hastalığı, kahvehane hayatını da eklerseniz, hevâî düzeninizi değil kırk, yüz kırk sene de sürdürürsünüz. Ama unutmamalı ki, onların hevâî düzenlerini sürdürmeleri için hesabı varsa, Allah’ın da; sadece Allah’a kulluk yapan mü’minlerin de bir hesabı vardır: “Zâlimler, hangi inkılâbla devrileceklerini, nasıl bir dönüşe (âkıbete) döndürüleceklerini yakında bilecekler (ve görecekler).” 1349
Hevânın hâkim olduğu kalp, her türlü bireysel ahlâksızlığın, toplumsal fesâdın, her çeşit pislik, kötülük ve zulmün kaynağı olan şirkin bulaşıcı mikroplarının toplandığı yerdir. Müslümana yakışan, nefis kaynaklı hevâya değil; ilâhî kaynaklı hüdâya tâbi olmaktır. Başkalarının hevâsına değil; ilme/vahye sarılmaktır. Esselâmu alâ men ittebea'l-hüdâ. Hevâya değil; hüdâya tâbi olanlara selâm olsun!
1349] 26/Şuarâ, 277
- 310 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Konuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
Kur’ân-ı Kerim’de Hevâ Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (38 yerde): 2/Bakara, 87, 120, 145; 4/Nisâ, 135; 5/Mâide, 48, 49, 70, 77; 6/En’âm, 56, 71, 119, 150; 7/A’râf, 176; 13/Ra’d, 37; 14/İbrâhim, 37, 43; 18/Kehf, 28; 20/Tâhâ, 16, 81; 22/Hacc, 31; 23/Mü’minûn, 71; 25/Furkan, 43; 28/Kasas, 50, 50; 30/Rûm, 29; 38/Sâd, 26; 42/şûrâ, 15; 45/Câsiye, 18, 23; 47/Muhammed, 14, 16; 53/Necm, 1, 3, 23, 53; 54/Kamer, 3; 79/Nâziât, 40; 101/Karia, 9.
Konuyla İlgili Hadis-i Şerif Kaynakları
Buhârî; Ahkâm, 16; Tefsir 33/7; Nikâh 29.
Müslim, İlim 6, 7, 13
Tirmizî; Fezâilu’l-Kur’an, 14; Mukaddime, I/90
Ebû Dâvud; Sünnet, 2-4; Edeb 116
Ahmed bin Hanbel, Müsned; 2/34, 974/102, 423; 6/2022
Dârimî; Mukaddime 16, 30, 35
Ferrâ el-Beğavî, Mesâbihu’s-Sünne, -Beyrut, 1987- I/160
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. El-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'an, İmam Kurtubî, Buruc Y. c. 2, s. 212-213; 302
2. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 400
3. Tefsîr-i Kebir (Mefâtihu’l-Gayb), Fahruddin er-Râzî, Akçağ Y. c. 3, s. 404-405
4. Fî Zılâli’l Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 229
5. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. C. 8, s. 225-232
6. Kelimeler Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu, İnkılab Y. s.171-174
7. TDV. İslâm Ansiklopedisi, (M. Çağrıcı), TDV Y. c. 17, s. 274-276; (Y. Ş. Yavuz), c. 10, s. 505-507
8. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, (Harun Ünal), Şamil Y. c. 2 s. 397
9. Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s.276-281
10. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. s. 264-266
11. Kur’anda Dinî ve Ahlâkî Kavramlar, Toshihiko İzutsu, Pınar Y. s. 190-193
12. Kur’an’da Günah Kavramı, Sadık Kılıç, Hibaş Y. s. 254-255
13. Kur'an'da Şer Problemi, Lutfullah Cebeci, Akçağ Y. s. 145-150
14. Kur'ânî Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Mustansır Mîr, İnkılâb Y. s. 84
15. İslâm ve Sosyal Değişim, İhsan Eliaçık, Bengisu Y. s. 90-91
16. Fikrî Tevhide Doğru, Halil Atalay, Ribat Neşriyat, s. 17-23
17. Merak Ettiklerimiz, Âdem Tatlı, Mehmet Dikmen, Cihan Y. s. 420-423
18. Kur'an Işığında Evrensel Dengeler ve İnsan, Yaşar Düzenli, s. 265-268
19. Fıtratın Dirilişi, Sadık Kılıç, s. 74-84
20. Kur'an'da İnsan Psikolojisi, Hayati Aydın, s. 203-206
21. Kur’an’da Temel Kavramlar, Harun Yahya, Vural Y. s. 43-46
22. Kur’an’da İnsan Psikolojisi, Hayati Aydın, Timaş Y. s. 203-207
23. Kur'an'da Ulûhiyet, Suad Yıldırım, Kayıhan Y. s. 289-290
24. İslâm Düşüncesinde Ahlâk, Mustafa Çağrıcı, s. 30-31
25. Fikrî Tevhide Doğru, Halil Atalay, Ribat Neşriyat, s. 17-23
26. İhyâi Ulûmi'd-Din, İmam Gazzâli, Bedir Y. c. 3
27. Kur'an'da Hevâ Kavramı, Muhammed Emin, Misak, s. 31-32
HEVÂ
- 311 -
Kavram no 72
Diğer Dinler 2
Bk. Yahudiler; İncil; Hz. İsa; İslâm
HIRİSTİYANLAR
• Nasârâ ve Hıristiyan; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Hıristiyanlık
• Hıristiyanların İslâm’a Zıt Olan Bazı Temel İnançları
• Hıristiyan Âmentüsü
• Hıristiyanlıkta İbâdet
• Körlerin Kör Kılavuzu Pavlus
• Hz. İsa
• Hıristiyanlara Göre Hz.İsa
• Aslî Günah ve Keffâret İnancı
• Kitab-ı Mukaddes’e Göre Barış ve Savaş Anlayışı
• Hıristiyanlıkla İlgili Temel Kavramlar ve Anlamları
“Şüphesiz senden evvel peygamberlere iman edenler, yani yahudilerden, hıristiyanlardan ve sâbiîlerden Allah’a ve âhiret gününe hakkıyla iman edip sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfat vardır. Onlar için herhangi bir korku olmadığı gibi, onlar üzülmeyeceklerdir.” 1350
Nasârâ ve Hıristiyan; Anlam ve Mâhiyeti
Hz. İsa’nın tebliğ ettiği dinin, daha sonra tahrif edilmiş, bozulmuş şekline hıristiyanlık diyoruz. Hıristiyanlık, vahy ve kutsal kitaba dayanan, esas itibariyle İslâm dininin o günkü şekli olan ilâhî kaynaklı bir dindir. Hıristiyan kelimesi Kur’an’da geçmez. Bu anlamda “nasrânî”1351kelimesinin çoğulu olan “nasârâ” kelimesi kullanılır. Nasrânî, hıristiyan; nasârâ hıristiyanlar demektir. Hıristiyanlık için de “nasrâniyye” kelimesi kullanılır. Nasrâni ve Nasârâ kelimesinin anlamı ve hıristiyanlar için kullanılması konusunda iki değerlendirme yapılır:
1- Kelime, Nâsıra veya Nasran adlı köyden olanlar anlamındadır ki, Hz. İsa ve havârileri bu köye nispet edilirler. 2- Yardım ve destek anlamındaki nusret veya nasr kökünden yardım edenler, yardımcılar anlamındaki ensâr kelimesine nispet edilmiştir. Âl-i İmrân sûresi 52. âyetinde Hz. İsa’nın yardım talebine havârilerin olumlu cevap vermeleri sebebiyle havâriler için ensâr kelimesi kullanılır. Bu deyimden yola çıkılarak havârilere ve tüm hıristiyanlara “yardım edenler” anlamında nasârâ denmiştir.
Bu dinin mensupları, batı dillerinde “christian” , Türkçede “hristiyan” (hıristiyan) şeklinde adlandırılır. Bugünkü İncillerde bu kelime, Grekçe “Christos yanlısı” anlamında “christianos” şeklinde geçer. Christos, İbrânicede “kutsal yağ sürülmüş, yağlanmış” anlamına gelen “Maşiah” (Mesîh) kelimesi, “gelecek olan
1350] 2/Bakara, 62
1351] 3/Âl-i İmrân, 67
- 312 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Yahve’nin kutsanmışı”nı veya “kralı”nı ifade ederken, bunun Grekçe’deki karşılığı “Christos” İncillerde Hz. İsa’ya isim-lakap olarak verilmiştir. Grekçe “Christos” ve Latince “ianos” ekinden oluşan “christianos (Latince, “christianus”) kelimesi, daha sonra halk dilinde “chrestianus” şeklini almıştır. Türkçe söylenişi ile hıristiyan kelimesi, buradan kaynaklanmaktadır.
Hıristiyanlık, başlangıçta hak dinin tüm vasıflarını içeren, çok sade bir tevhid dini idi. Yani İslâm’ın o günkü şekliydi. Bu hakikat Kur’an’da nice âyette vurgulanır. “İsa açık delillerle gelince, şöyle dedi: ‘Ben size hikmet getirdim ve ayrılığa düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için geldim. Allah’tan korkun ve bana itaat edin. Çünkü Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O’na ibâdet edin. İşte bu, doğru yoldur.’ Ama aralarından çıkan gruplar, birbirleriyle ihtilâfa düştüler. Acı bir günün azâbı karşısında vay o zulmedenlerin haline!”1352 Âyette vurgulandığı gibi, Hz. İsa, bir peygamber olarak gönderilmesindeki amacı, açık bir şekilde ifade etmesine rağmen, onun bu dünyadan ayrılmasından kısa bir zaman sonra bu tevhid dini olan İslâm’ın o günkü şekli, köklü tahriflere/değişikliklere uğratılmış ve hıristiyanlık ortaya çıkmıştır. Bu temel bozulmanın en büyüğü, tevhidin teslisle yer değiştirmesidir.
“İsa, onlardaki küfrü/inkârcılığı sezince, ‘Allah yolunda bana yardımcı olacaklar kimlerdir?’ dedi. Havârîler, ‘Biz, Allah yolunun yardımcılarıyız; Allah’a iman ettik. Bil ki biz müslümanlarız’ cevabını verdiler.”1353 Âyette havârîlerin dilinden kendileri hakkında “müslimûn = müslümanlar” denilmesi, tüm semâvî/hak dinlerin, aslında Allah katında tek hak din olan İslâm1354 olduğunu, bağlılarına da “müslüman” dendiğini, bu “müslüman” isminin bize Allah tarafından verildiğini1355 biliyoruz. Âyette geçen “havârî” kelimesi, Arapçaya Habeşçeden geçmiş olup aslı “havâryâ”dır; “yardımcı” anlamına gelmektedir. Nitekim, meali verilen son âyette Hz. İsa’ya ve onun dinine yardımcı olmayı taahhüd edenlere bu adın verildiğini görmekteyiz. Hz. Muhammed (s.a.s.)’e ilk inanan insanlar olan “sahâbe”nin benzerleridir.
Hıristiyanlar, Hz. İsa’yı peygamber konumundan çıkararak, onu ilâhlıkta Yüce Allah’a şirk/ortak koşmuşlardır. Hıristiyanların dindeki bu çirkin tahrifatı, Kur’ân-ı Kerim’de sert bir şekilde kınanır.1356 Hz. İsa’dan çok kısa bir zaman sonra, hıristiyanlık, Hz. İsa’nın getirdiği tevhid dini olmaktan çıkmış, Pavlus’un yorumları ile hak din vasfını kaybedip teslis dinine dönüşmüştür. Günümüzün hıristiyanlığı, Hz. İsa’nın getirdiği nizamdan, hak tevhid dini vasfından çok, Pavlus’un ve bu çizgideki kilisenin yorumlarıdır. Aslında bu dinde, peygamber, melek, âhiret ve kader inancı gibi İslâm’la ortak inanç esasları ve müşterek kavramlar bulunmakla beraber, bu inanç konularının ve kavramların açıklanışı İslâm’ın bozulmamış tevhid inancından tamamıyla farklıdır.
Hâlbuki Hz. İsa, yepyeni bir din getirmemiştir; tam tersine o, kendinden önce gönderilen Hz. Mûsâ’nın getirdiği şeriatı ıslah etmek için gönderilmiş bir peygamberdir: “Ben, benden önce gelen Tevrat’ı tasdik etmek, size haram kılınan bazı şeyleri de helâl kılmak üzere gönderildim. Size Rabbinizden bir âyet/mûcize getirdim.
1352] 43/Zuhruf, 63-65
1353] 3/Âl-i İmrân, 52
1354] 3/Âl-i İmrân, 19
1355] 22/Hac, 78
1356] 5/Mâide, 17, 72, 116; 9/Tevbe, 31
HEVÂ
- 313 -
Allah’tan korkun ve bana itaat edin. Çünkü Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O’na ibâdet/kulluk edin. İşte bu, dosdoğru yoldur.”1357 Bu âyetle kesin olarak belirtildiği gibi, Hz. İsa, diğer peygamberlerin tebliğ ettiği dinin dışında farklı bir din getirmemişti. Bu hakikati, tahrif edilmesine rağmen bugünkü İncillerde bile görmek mümkündür: “Sanmayın ki ben şeriatı yahut peygamberleri yıkmağa geldim; ben yıkmağa değil, fakat tamam etmeye geldim.” 1358
Hz. İsa, 30 yaşında peygamber olmuş ve peygamberlik müddeti yaklaşık olarak üç yıl sürmüştür. Dolayısıyla üç sene gibi çok kısa sayılabilecek bir süreçte, onun görevi, bazı şeylere ve özellikle Hz. Muhammed’in (s.a.s.) geleceğini müjdelemeye hasredilmiştir. Muharref İnciller bile Hz. İsa’nın kendi yapacağı işlerin bitmediğini onun ağzından şöyle ifade eder: “Size söyleyecek daha çok şeylerim var; fakat şimdi dayanamazsınız. Fakat O hakikat Ruhu gelince, size her hakikate yol gösterecek; zira kendiliğinden söylemeyecektir; fakat her ne işitirse söyleyecek; ve gelecek şeyleri size bildirecektir.”1359İncil tahrif edilmiş olmakla birlikte, vahy ürünü bazı ibarelerin bulunabileceğini kabul ediyoruz.
Hıristiyanlar, kendi kitaplarında geçen ve Hz. Muhammed (s.a.s.)’in geleceğini müjdeleyen ifadeleri bu İncil ifadesinde olduğu gibi, “Hakikat Ruhu” şeklinde değiştirmişlerdir. Aynı şekilde Hz. Muhammed (s.a.s.)’in isminin karşılığı olan “Paraklit” ismini de Türkçe İncillerde “Tesellici” olarak tercüme edip değiştirmişlerdir. (Bu konuyla ilgili olarak ve Hz. Muhammed’in (s.a.s.) müjdelenmesiyle ilgili bkz. Yuhanna, 14/16, 26, 30; 15/26; 16/7-8, 12-13). Allah’ın kelâmı olduğu konusunda en küçük bir şüphe olmayan, bir kelimesi dahi tahrif olmamış ve olmayacak korunmuş kitap Kur’ân-ı Kerim’de bu konu şöyle belirtilir: “Hani Meryem oğlu İsâ, ‘Ey İsrâil oğulları! Ben size Allah’ın peygamberiyim, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamber’i de müjdeleyici olarak geldim’ demişti.” 1360
Kur’ân-ı Kerim’de Hıristiyanlık
“Nasrânî” kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de bir yerde1361 geçer. Bu kelimenin çoğulu olan “nasârâ” kelimesi, 14 yerde kullanılır. Hıristiyanların çoğunluğunu teşkil ettiği “ehl-i kitab” 32 yerde, yine aynı anlamda, “ûtü’l-kitab” (kendilerine Kitap verilenler) 21 yerde geçer. “İncîl” 12; “İsâ” 25 yerde, Hz. İsa’nın lakabı olan “Mesîh” de 11yerde kullanılır. Hz. İsa’nın annesi “Meryem” 34 yerde geçer.
“Ben, benden önce gelen Tevrat’ı tasdik etmek, size haram kılınan bazı şeyleri de helâl kılmak üzere gönderildim. Size Rabbinizden bir âyet/mûcize getirdim. Allah’tan korkun ve bana itaat edin. Çünkü Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O’na ibâdet/kulluk edin. İşte bu, dosdoğru yoldur.” 1362
“De ki: ‘Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müsâvi/anlamı eşit (ve âdil) bir kelimeye gelin, (şöyle diyerek): ‘Allah’tan başkasına tapmayalım; O’na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah’ı bırakıp da kimimiz, kimimizi rabler edinip ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz
1357] 3/Âl-i İmrân, 50-51
1358] Matta, 5/17
1359] Yuhanna, 16/12-13
1360] 61/Saf, 6
1361] 3/Âl-i İmrân, 67
1362] 3/Âl-i İmrân, 50-51
- 314 -
KUR’AN KAVRAMLARI
çevirirlerse işte o zaman deyin ki: ‘Şâhid olun, biz muhakkak müslümanlarız.” 1363
“Hiçbir beşerin, Allah’ın kendisine Kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra (kalkıp) insanlara: ‘Allah’ı bırakıp da (gelin) bana kul olun’ demesi mümkün değildir. Bil’akis (şöyle der:) ‘Okumakta ve öğrenmekte olduğunuz Kitap uyarınca Rabbe hâlis kullar olun.’ Ve size ‘melekleri ve peygamberleri ilâhlar/tanrılar edinin’ diye de emretmez. Siz müslüman olduktan sonra, hiç size kâfirliği emreder mi?” 1364
“Ey ehl-i kitab! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında, hak/gerçek olandan başkasını söylemeyin. Mesih, ancak Meryem’in oğlu İsa’dır, (o) Allah’ın rasûlüdür; Meryem’e ulaştırdığı (‘kün=ol’) kelimesi (nin eseri)dir. Allah tarafından (gelen) bir ruhtur. Artık Allah’a ve peygamberlerine iman edin de ‘(İlâh) üçtür’ demeyin. Kendiniz için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Allah ancak bir tek ilâhtır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Vekil olarak Allah yeter. Ne Mesih ve ne de Allah’a yakın melekler, Allah’ın kulu olmaktan çekinirler. O’na kulluktan çekinip büyüklenen kimselerin hepsini (Allah) yakında huzuruna toplayacaktır.” 1365
“Gerçekten ‘Allah, Meryem oğlu Mesih’in kendisidir’ diyenler, andolsun ki kâfir olmuşlardır. De ki: ‘O halde, Allah, Meryem oğlu Mesih’i, anası (Meryem’i) ve yeryüzünde bulunanların hepsini öldürmek isterse, Allah’a karşı kimin elinden bir şey gelir?” 1366
“Meryem oğlu Mesih (İsa) gerçekten Allah’tır’ diyenler, andolsun kâfir olmuşlardır. Hâlbuki Mesih (şöyle) demişti: ‘Ey İsrâiloğulları, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Bilin ki kim Allah’a şirk/ortak koşarsa, hiç şüphesiz Allah ona cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir ve zâlimler için yardımcılar da yoktur.” 1367
“Andolsun ‘Allah üçün üçüncüsüdür (üç tanrının biridir)’ diyenler kâfir olmuştur. Hâlbuki bir tek ilâhtan başka hiçbir ilâh/tanrı yoktur. Eğer diyegeldikleri (bu sözden) vazgeçmezlerse içlerinden o kâfir olanlara çok acıklı bir azap vardır.” 1368
“Meryem oğlu Mesih (İsa), ancak bir rasûldür/peygamberdir (başka bir şey değildir). Ondan önce de (birçok) peygamberler gelip geçmiştir. Anası da çok doğru bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak, onlara delilleri nasıl açıklıyoruz, sonra bak nasıl (haktan) yüz çeviriyorlar.” 1369
“De ki: ‘Ey ehl-i Kitap, dininizde haksız yere haddi aşmayın. Bundan evvel gerçekten hem kendileri sapmış, hem de birçoğunu saptırmış ve (hâlâ da) dümdüz yoldan sapagelmiş bir kavmin hevâsına (ve hevesine) uymayın.” 1370
“Allah: ‘Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara: ‘beni ve anamı, Allah’tan başka iki ilâh/tanrı edinin’ diye sen mi dedin?’ diye buyurduğu zaman o, şöyle dedi: ‘Hâşâ! Seni tenzih ederim, Sen yücesin; Hakkım olmayan, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemek bana yakışmaz. Eğer demiş olsam, şüphesiz Sen bunu bilirsin. Benim içimdekini Sen bilirsin; ben Senin zâtında olanı bilmem. Gaybları/gizlilikleri eksiksiz bilen yalnız Sensin, Sen!
1363] 3/Âl-i İmrân, 64
1364] 3/Âl-i İmrân, 79-80
1365] 4/Nisâ, 171-172
1366] 5/Mâide, 17
1367] 5/Mâide, 72
1368] 5/Mâide, 73
1369] 5/Mâide, 75
1370] 5/Mâide, 77
HEVÂ
- 315 -
Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: ‘Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a ibâdet/kulluk edin’ dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine şâhid/kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız Sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin, şâhidsin.” 1371
“Yahudiler, ‘Uzeyir Allah’ın oğludur’ dediler! Hıristiyanlar da, ‘Mesih (İsa) Allah’ın oğludur’ dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini) önceden kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin. Nasıl da (haktan bâtıla) döndürülüyorlar!” 1372
“Onlar Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını), râhiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i (İsa’yı) rabler edindiler. Hâlbuki hepsine de tek ilâh’a ibâdet/kulluk etmekten başka bir şey emrolunmadı. Ondan başka hiçbir tanrı yoktur. O, bunların şirk/ortak koştukları şeylerden uzaktır.” 1373
“İsa açık delillerle gelince, şöyle dedi: ‘Ben size hikmet getirdim ve ayrılığa düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için geldim. Allah’tan korkun ve bana itaat edin. Çünkü Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O’na ibâdet edin. İşte bu, doğru yoldur.’ Ama aralarından çıkan gruplar, birbirleriyle ihtilâfa düştüler. Acı bir günün azâbı karşısında vay o zulmedenlerin haline!” 1374
“Hani Meryem oğlu İsâ, ‘Ey İsrâil oğulları! Ben size Allah’ın peygamberiyim, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamber’i de müjdeleyici olarak geldim’ demişti.” 1375
“De ki: O, Allah birdir. Allah sameddir. O, doğurmamış ve doğurulmamıştır. Hiçbir şey O’na eş ya da denk değildir.”(Samed: Hiçbir şeye muhtaç olmayan, aksine her şey kendine muhtaç olan demektir.)” 1376
“Allah katında hak din İslâm’dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah’ın hesabı çok çabuktur.” 1377
Ve bir hadis-i Şerif: “Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı övdükleri gibi beni övmeyin. Yalnız, ‘Allah’ın kulu ve rasûlüdür’ deyin.” 1378
Kur’ân’a Göre Hıristiyanların İslâm’a Zıt Olan Bazı Temel İnançları
Hıristiyanlar, Dinlerinde Aşırı Giderler: Kur’ân-ı Kerim, ehl-i Kitabın ve özellikle hıristiyanların dinde aşırılıklarla hak dini bozduklarını ifade ederek, bundan vazgeçmelerini emreder: “Ey Kitap ehli, dininiz hususunda haddi aşmayın. Allah’a karşı hak olandan başkasını söylemeyin.”1379; “De ki: ‘Ey ehl-i Kitap, dininizde haksız yere haddi aşmayın. Bundan evvel gerçekten hem kendileri sapmış, hem de birçoğunu saptırmış ve
1371] 5/Mâide, 116-117
1372] 9/Tevbe, 30
1373] 9/Tevbe, 31
1374] 43/Zuhruf, 63-65
1375] 61/Saf, 6
1376] 112/İhlâs, 1-4
1377] 3/Âl-i İmrân, 19
1378] Buhârî, Enbiyâ 48; Ahmed bin Hanbel, Müsned, I/23, 24, 47, 55
1379] 4/Nisâ, 171
- 316 -
KUR’AN KAVRAMLARI
(hâlâ da) dümdüz yoldan sapagelmiş bir kavmin hevâsına (ve hevesine) uymayın.” 1380
Hıristiyanlar ‘Allah İsa’dır’ Dediler: Kur’an’da, hıristiyanların dindeki aşırılıklarının bir sonucu olarak, Allah’a inanç konusunda tevhidden ayrılarak şirke düşmeleri vurgulanır ve gereken cevaplar verilir: “Gerçekten ‘Allah, Meryem oğlu Mesih’in kendisidir’ diyenler, and olsun ki kâfir olmuşlardır. De ki: ‘O halde, Allah, Meryem oğlu Mesih’i, anası (Meryem’i) ve yeryüzünde bulunanların hepsini öldürmek isterse, Allah’a karşı kimin elinden bir şey gelir?”1381 Doğumlu ve ölümlü olanların ilâh olamayacakları, bu âyette hatırlatılmaktadır. “Meryem oğlu Mesih (İsa) gerçekten Allah’tır’ diyenler, andolsun kâfir olmuşlardır. Hâlbuki Mesih (şöyle) demişti: ‘Ey İsrâiloğulları, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Bilin ki kim Allah’a şirk/ortak koşarsa, hiç şüphesiz Allah ona cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir ve zâlimler için yardımcılar da yoktur.” 1382; “Onlar Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını), râhiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i (İsa’yı) rabler edindiler. Hâlbuki hepsine de tek ilâh’a ibâdet/kulluk etmekten başka bir şey emrolunmadı. Ondan başka hiçbir tanrı yoktur. O, bunların şirk/ortak koştukları şeylerden uzaktır.” 1383
‘İsa Allah’ın Oğludur’ Dediler: “Yahudiler, ‘Uzeyir Allah’ın oğludur’ dediler! Hıristiyanlar da, ‘Mesih (İsa) Allah’ın oğludur’ dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini) önceden kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin. Nasıl da (haktan bâtıla) döndürülüyorlar!”1384 Beydavî’nin de belirttiği gibi, hıristiyanlar bunu, Hz. İsa’nın babasız dünyaya gelmesini imkânsız gördükleri için veya Hz. İsa’nın anadan doğma körü, alacalıyı iyileştirmesini, ölüleri diriltmesini insan olarak imkân dışı gördükleri için söylediler. Hâlbuki her peygamber, Allah’ın yaratması ve izniyle mûcizeler göstermiştir. Hz. İsa’nın durumu da, peygamberliğini isbat eden mûcizeden başka bir şey değildir.
Hz. İsa’nın, kendinden sonra Allah’a şirk koşulması konusunda, hiçbir suçu yoktur. O, tevhid dinini insanlara tebliğ etmiş, kendisinin de Allah’ın kulu ve peygamberi olduğundan başka bir iddiada bulunmamıştır. Kur’an, Hz. İsa’yı ve onun tebliğ ettiği dini temize çıkarır ve onun adına yalan ve iftira atıp dinde çirkin aşırılıklara gidenlerin maskesini düşürür: “Hiçbir beşerin, Allah’ın kendisine Kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra (kalkıp) insanlara: ‘Allah’ı bırakıp da (gelin) bana kul olun’ demesi mümkün değildir. Bil’akis (şöyle der:) ‘Okumakta ve öğrenmekte olduğunuz Kitap uyarınca Rabbe hâlis kullar olun.’ Ve size ‘melekleri ve peygamberleri ilâhlar/tanrılar edinin’ diye de emretmez. Siz müslüman olduktan sonra, hiç size kâfirliği emreder mi?”1385 Âyet-i kerimeden net olarak anlaşılmaktadır ki Hz. İsâ, insanları İslâm’a davet etmiş, onları müslüman olmaya çağırmış; teslise, yani şirk ve küfre kesinlikle müsaade etmemiştir.
Hıristiyanlar Teslisi (Üçlü İlâh Anlayışını) Kabul Etmekle Kâfir Oldular: Bilindiği gibi, muharref hıristiyanlık inancında Baba, Oğul, Rûhu’l-Kudüs’ten oluşan teslis inancı başlıca akide esasıdır. Şimdiki tüm hıristiyanlara göre, teslisi kabul etmeyenler hıristiyan sayılmazlar. Hâlbuki teslis, açık bir küfürdür; buna inanan
1380] 5/Mâide, 77
1381] 5/Mâide, 17
1382] 5/Mâide, 72
1383] 9/Tevbe, 31
1384] 9/Tevbe, 30
1385] 3/Âl-i İmrân, 79-80
HEVÂ
- 317 -
kimse kâfir ve müşrik olur: “Ey ehl-i kitab! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında, hak/gerçek olandan başkasını söylemeyin. Mesih, ancak Meryem’in oğlu İsa’dır, (o) Allah’ın rasûlüdür; Meryem’e ulaştırdığı (‘kün=ol’) kelimesi (nin eseri)dir. Allah tarafından (gelen) bir ruhtur. Artık Allah’a ve peygamberlerine iman edin de ‘(İlâh) üçtür’ demeyin. Kendiniz için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Allah ancak bir tek ilâhtır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Vekil olarak Allah yeter. Ne Mesih ve ne de Allah’a yakın melekler, Allah’ın kulu olmaktan çekinirler. O’na kulluktan çekinip büyüklenen kimselerin hepsini (Allah) yakında huzuruna toplayacaktır.” 1386
Hıristiyanlar, bir türlü Allah’ın birliği (tevhid) inancına gelememiş, Allah ile peygamberin birbirinden farkını anlayamamışlardır. Hz. Mûsâ ve Hz. İsa, ehl-i kitaba tevhid inancını (İslâm’ı) getirdiği halde, sonradan sapan bu toplumlar Hâtemü’l-enbiyâ’nın sağlam ve aydınlatıcı açıklamalarına rağmen, çoğu tevhidi kabul etmemişlerdir. Hıristiyanlar: ‘baba, oğul ve rûhu’l-kudüs’ten ibaret olmak üzere Allah üçtür yahut ‘Allah üç unsurdan meydana gelmiştir, bunların üçü de birbirinin aynıdır, her biri tam ilâhtır ve üçü birden bir tek tanrıdır’ diyerek saçmalamışlardır. Yukarıdaki âyetler, onları, gerçek Allah inancı üzerinde aydınlatmak üzere gelmiştir. Âyette Hz. İsa için “Allah’tan bir ruh” ve “Allah’ın kelimesi” denilmiştir. Âl-i İmrân sûresinin 45-47. âyetlerinde ikinci vasıf açıklanmış, bundan maksadın Allah’ın “kün=ol” demesinden ibaret bulunduğu, Hz. İsa’nın mûcizevî bir şekilde yaratıldığı beyan edilmiştir. Meryem sûresinin 17. âyetinden itibaren de birinci vasıf açıklanmış, “Rûh”un, Cebrâil olduğuna işaret edilmiştir.
“Andolsun ‘Allah üçün üçüncüsüdür (üç tanrının biridir)’ diyenler kâfir olmuştur. Hâlbuki bir tek ilâhtan başka hiçbir tanrı yoktur. Eğer diyegeldikleri (bu sözden) vazgeçmezlerse içlerinden o kâfir olanlara çok acıklı bir azap vardır.”1387 Yüce Allah, bu âyetlerde teslise inananların kâfir olduklarını açıkça beyan etmiştir. Kâfirler ve müşrikler de cennete kesinlikle giremezler. Teslisi kabul etmeyenleri hıristiyan saymayan bugünkü hıristiyanların cennete gideceğini ileri süren bazı profesörler ve onların tilmizleri büyük bir yanılgının içindedirler; Allah’ın cenneti haram kıldığı müşrik ve kâfirlere cenneti ikram etmek, kimsenin cür’et edebileceği bir şey olmamalıdır.
Hz. İsa’yı ve Annesi Meryem’i İlâh Edindiler: Hıristiyan mezhepleri ve grupları arasında, Hz. Meryem’i tanrı olarak kabul edenler de vardır. Hz. İsa’yı tanrı kabul edenler, Hz. Meryem’i de tanrının annesi kabul etmekle onu da tanrı derecesine yükseltmiş oldular. “Allah: ‘Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara: ‘beni ve anamı, Allah’tan başka iki ilâh/tanrı edinin’ diye sen mi dedin?’ diye buyurduğu zaman o, şöyle dedi: ‘Hâşâ! Seni tenzih ederim, Sen yücesin; Hakkım olmayan, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemek bana yakışmaz. Eğer demiş olsam, şüphesiz Sen bunu bilirsin. Benim içimdekini Sen bilirsin; ben Senin zâtında olanı bilmem. Gaybları/gizlilikleri eksiksiz bilen yalnız Sensin, Sen! Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: ‘Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a ibâdet/kulluk edin’ dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine şâhid/kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız Sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin, şâhidsin.”1388 Âyetten açıkça anlaşılıyor ki, Hz. İsa, kendisini ve annesini ilâh olarak kesinlikle iddia etmemiş, insanları tek
1386] 4/Nisâ, 171-172
1387] 5/Mâide, 73
1388] 5/Mâide, 116-117
- 318 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Allah’a kulluk yapmaya çağırmıştır. Dolayısıyla, hıristiyanların böyle büyük bir cinâyet olan şirk ve küfür itikatları, Hz. İsa’dan sonra ortaya çıkmıştır.
Hz. İsa ve annesinin tanrı olamayacakları, akıl ve mantık açısından da sebepleriyle birlikte Kur’an’da belirtilir: “Meryem oğlu Mesih (İsa), ancak bir rasûldür/peygamberdir (başka bir şey değildir). Ondan önce de (birçok) peygamberler gelip geçmiştir. Anası da çok doğru bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak, onlara delilleri nasıl açıklıyoruz, sonra bak nasıl (haktan) yüz çeviriyorlar.”1389 Yahudiler Hz. İsa’nın, namuslu ve bâkire bir hanımdan doğduğuna inanmayıp, onun anasına iftira eder, gayr-ı meşrû bir ilişkiden doğduğunu ileri sürerler. Kur’ân-ı Kerim, daha önce Hz. İsa’nın mûcizevî bir şekilde nasıl yaratıldığını anlatıp burada da anasının doğru, dürüst ve namuslu olduğunu zikretmek suretiyle bu iftirayı reddetmektedir. Bunun yanında, konumuzla ilgili olarak, hıristiyanların ona ve anasına tanrılık vasfı vermelerini de elle tutulur, gözle görülür bir delil ile reddedip çürütmektedir. Zira her ikisi de yemek yerlerdi, tanrı olsalardı yemeye, içmeye ihtiyaç duyarlar mıydı? İhtiyaç sahipleri ilah olamazlar.
Din Adamlarını Tanrı Edindiler: “De ki: ‘Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müsâvi/anlamı eşit (ve âdil) bir kelimeye gelin, (şöyle diyerek): ‘Allah’tan başkasına tapmayalım; O’na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah’ı bırakıp da kimimiz, kimimizi rabler edinip ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse işte o zaman deyin ki: ‘Şâhid olun, biz muhakkak müslümanlarız.” 1390
Hıristiyan din adamları, bir şeyi helâl ve haram kılar, hıristiyanların günahlarını günah çıkararak affederler, insanları cennete koyacaklarını söylerler. Bu ve benzeri durumlar, din adamlarının kendilerini tanrı yerine koymaları, bunları kabul edenlerin de onları tanrı kabul etmeleridir: “Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini/hahamlarını, râhiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i (İsa’yı) rabler edindiler. Hâlbuki hepsine de tek ilâh’a ibâdet/kulluk etmekten başka hiçbir şey emrolunmadı. O’ndan başka hiçbir ilâh/tanrı yoktur. O, bunların şirk/ortak koştukları şeylerden uzaktır, yücedir.” 1391
Hıristiyan Âmentüsü
Ben, yeri ve göğü yaratan, her şeye kaadir Baba Tanrı’ya,
Ve Efendimiz olan, O’nun biricik oğlu İsa’ya;
Rûhu’l-Kudüs’ten gebe kalınana;
Ve bâkire Meryem’den doğana;
O’nun Pontus Pilatus’tan zulüm gördüğüne,
Çarmıha gerildiğine, öldüğüne, gömüldüğüne,
Cehennemlere indiğine,
Üçüncü gün, tekrar canlandığına,
Göklere çıkıp, kaadir olan Baba Tanrı’nın sağına oturduğuna,
Oradan gelip ölüleri dirileri hesaba çekeceğine;
1389] 5/Mâide, 75
1390] 3/Âl-i İmrân, 64
1391] 9/Tevbe, 31
HEVÂ
- 319 -
Rûhu’l-Kudüs’e,
Mukaddes katolik kilisesine;
Azizlerin cemaatine;
Günahların affedileceğine,
Vücudun tekrar canlanacağına;
Ebedî hayata, inanırım.
İslâm Âmentüsü: “Ben Allah'a ve meleklerine ve kitaplarına ve peygamberlerine ve âhiret gününe ve hayır ve şerrin hepsinin Allah’tan geldiğine iman ettim.” Kur’ân-ı Kerim’in değişik âyetlerine dayanan1392 İslâm âmentüsünün Hz. Peygamber tarafından öğretildiğine (başta Buhârî olmak üzere hemen her hadis kitabında Cibril veya Ömer hadisi diye rivâyet edilen meşhur hadise)1393 işaret etmekte fayda vardır.
Hıristiyan âmentüsü, Hz. İsa tarafından değil; çok daha sonra gelen din adamları tarafından meydana getirilmiştir. Hıristiyan âmentüsünde açıklanması gereken maddeleri teker teker ele almakta fayda vardır:
1. Tanrı için kullanılan “baba” tâbiri, çok alçaltıcıdır; zira insan toplumunda, kötü hâtıralar bırakan aile babaları vardır; aynı zamanda baba terimi, cinsel ilişkileri hatırlatır; ölümü ve kendisinden sonra bir vârisi düşündürür.
2. Mecâzî ve temsilî manada bile olsa, hem Eski Ahid ve hem Yeni Ahid’de İsa’dan başka insanlar için “Tanrı’nın oğlu” tâbiri kullanılmıştır. Bu ise “biricik oğul” tâbiri ile tezat halindedir. Luka’ya göre,1394 Âdem (a.s.) Tanrı’nın oğludur. “Seigneur” kelimesinden, İsa’nın Tanrı oğlu olduğu, yani ulûhiyete iştirak ettiği anlaşılıyor ki, bu da Allah’ın birliğine zıt düşmektedir.
3. “Rûhu’l-Kudüs”ün fonksiyonu (O’nun Tanrı için bir âlet olduğu görünümü veriyor. Âmil ile âlet aynı şey olamaz. Bu ruhu ulûhiyete ortak koşmak, ilâhî birliğe ters düşer. Kur’ân-ı Kerim, “ruh” kelimesinin emir manasına geldiğini beyan eder.1395 Allah, kendi emriyle, İsa’yı babasız yarattı. Bu durum, fevkalâdedir ve ilâhî bir mûcizedir. Diğer taraftan Hz. Âdem’in yaratılışında bir anne de söz konusu değildir. O’nun, ulûhiyete ortak olmaksızın, fevkalâde yaratılışı daha da üstün bir mûcize idi.
4. Şâyet Tanrı, bir bâkireden bir çocuk dünyaya getirtirse; bu, çocuğa değil; bizzat Tanrı’ya tapma gereğini ortaya koyar.
5. ve 6. Doğum, işkence, ölüm ve defnedilmek, insanla ilgili özelliklerdir; Tanrı’nın özellikleri değildir. Şâyet Hz. İsa’nın, aynı anda ilâhî ve insanî olmak üzere iki hüviyetiyle öldüğü söylenirse, bu da yine anlaşmazlıklara sebep olur. 1396
7. Cehennemler günahkârların yeridir. Acaba o, oraya niçin gitti ve bize oradaki acaip olaylar hakkında niçin bilgi verdi? Bir cezadan kurtarmak için mi?
1392] 2/Bakara, 285; 4/Nisâ, 78, 136
1393] Buhârî, İman 37; Müslim, İman 1, 5, 7; Ebû Dâvud, Sünne 15
1394] Luka 3/38
1395] 17/İsrâ, 85
1396] bk. aşağıdaki 9. madde
- 320 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Allah, suçluları affetmesi için, bir mâsumu cezalandırmaz. Günahkârları çıkarmak için, Hz. İsa niçin üç gün cehennemde kaldı? Hapishanenin kapısını açmak yeterli idi. Kaldı ki, İsa’nın oradan ayrılışından sonra cehenneme girecek günahkârların durumu ne olacaktı?
8. Herhangi bir şeyi yapmaya muktedir olmadan cehennemlere ölü olarak inişi, hiçbir işe yaramayacaktı.
9. Bu maddeye göre İsa, Tanrı’nın sağına oturduğu için O, Tanrı’dan farklıdır; zira birisinin, kendi kendisinin sağına oturması mümkün değildir. Şâyet İsa, yeryüzünde insan olup1397 gökte de insan kalırsa, o halde ne zaman tanrı oluyor?
10. Şüphesiz ölüler, tekrar dirildikten sonra muhâkeme edilirler; fakat yaşayanları hesaba çekmek, acelecilik olmuyor mu? Zira onların hayatı henüz bitmediğinden, çok sayıda iyi veya kötü hareketlerde bulunma imkânına sahiptirler.
11. Bu madde, biraz 3. maddenin tekrarıdır.
12. Tarih, kilisenin temel noktalarda bile görüş değiştirdiğini göstermiştir; bu nedenle kilise, kesin ve mükemmel değildir.
13. Azizler, günahkârları kurtaramaz. Allah, istediğini cezalandırma veya affetmede kesinlikle hürdür. Şâyet ‘communion’da, ulûhiyete ortaklık düşüncesiyle, biraz şarap içmek ve biraz ekmek yemek ameliyesine ihtiyaç duyuluyorsa, bu ilâhî birliğin hiçbir şekilde müsâmaha etmeyeceği bir şirk koşma çeşididir.
14. Günahların affı, tevbe ve ilâhî rahmet neticesinde olur; bir mâsumun cezalandırılması ile değil; velev ki ‘Tanrı’nın oğlu’ olsun.
“Tanrı’nın oğlu” tâbirinin kitabî manasından (mecaz olarak kullanılışından) söz etmiştik. Bunu açıklayalım: Tek Tanrı’ya inananlar diye yahudilerden bahseden Beşinci Sifir1398 onları şöyle tavsif eder: “Siz Tanrı’nız Ebedî’nin çocuklarısınız.” Hıristiyanlığa gelince, bizzat İsa, birkaç kez Tanrı’ya inananların Tanrı’nın oğlu olduğunu bugünkü İncillerde söyler, bunu açıklar, hatta tarif eder. Şöyle ki: “Barışı elde edenlere ne mutlu! Zira onlar Tanrı’nın çocukları diye çağrılacaklar.”1399 Bu arada çok ilginç olan şu hususu hatırlatalım: İncil’in bu cümlesinde yer alan “pacificateur” yani, “uzlaştırıcı” veya “barışı elde edenler” tâbirleri, “müslüman” teriminin karşılığını ifade etmektedir. Bilindiği gibi müslüman kelimesinin bir anlamı, “barış içinde ve selâmette olan”dır. Meşhur bir hadis-i şerifte şöyle denmektedir: “Müslüman, müslümanların elinden ve dilinden emin oldukları kimsedir.” 1400
Yine Luka şöyle demektedir: “Fakat düşmanlarınızı sevin, iyilik yapın ve bir şey ümid etmeden ödünç verin. Ve sizin mükâfatınız büyük olacak ve siz Çok Ulu’nun oğulları olacaksınız, çünkü O, nankör ve kötüler için de iyidir.” 1401Şâyet “Tanrı’nın oğlu” tâbirinin manası bu ise, bundan çıkan her türlü karışıklık ve tutarsızlıklara mâni olmak için, her şeyi açıkça söylemek lâzımdır.
Çok mânidardır ki, bu hıristiyan âmentüsü metninin dışında -ki, bu metnin
1397] bk. 5. ve 6. maddeler
1398] 14/1
1399] Matta, 5/9
1400] Buhâri, İman 4; Müslim, İman 64, 65, 66; Tirmizî, Kıyâme 52; Nesâi, İman 8
1401] Luka, 6/35
HEVÂ
- 321 -
İncil veya Hz. İsa’nın sözü olmadığını biliyoruz- Hz. İsa, Yeni Ahid (İnciller)’in hiçbir yerinde “ben Tanrı’yım” demiyor; bilakis tam zıddını söylüyor: “İşte benim seçtiğim kulum...”1402 Tanrı’nın kendisi için bu sözünü söyleyerek, bunu kendisine tatbik eden Hz. İsa, Tanrı’nın kulu ve kölesi olmaktan gurur duymaktadır. Yine Matta, 24/36 ve Markos, 13/32’ye göre, “dünyanın sonu ne zaman gelecek?” sorusuna, İsa şöyle cevap verir: “Fakat o gün ve saat hakkında, ne göklerin melekleri, ne de Oğul; yalnız Baba’dan başka kimse bir şey bilmez.” Aynı şekilde Yuhanna, 5/19’da şöyle demektedir: “Doğrusu ve doğrusu size derim: Baba’nın yapmakta olduğunu gördüğü şeyden başka Oğul kendiliğinden bir şey yapamaz.” Görüldüğü gibi bugünkü İncillerde bile İsa, Tanrı olmadığını açıkça söylemektedir.
Hıristiyanlıkta İbâdet
İncillere göre İsa Mesih dedi: “Bu şeytan, ibâdet ve oruçtan başka bir şeyle çıkmaz.”1403 Fakat her şeyden evvel şunu söyleyelim ki, hıristiyanlıkta hac’dan hiç söz edilmiyor; sâniyen ibâdet ve orucun zorunluluğuna dair en ufak bir açıklama yoktur. Vergilere gelince, bu konuda şu çarpıklık ve ilgisizlik vardır: “Sezar’ın hakkını Sezar’a; Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya ödeyin.”1404 Bu ifade, laikliğe yol açmış ve böylece kilise ve devletin bu şekilde birbirinden ayrılışında, iktidarın dinsizleşmesi ve hatta dine karşı müsâmahasız bir tavır takınması gibi büyük bir tehlike doğmuştur.
Hıristiyanlarda ibâdet, Tanrı’nın şânı için meydana getirilmiş ilâhilerden müteşekkildir. Katoliklerde ise “communion” denilen ve ekmek, şarap gibi maddî vasıtalarla ulûhiyete ortaklık vardır. Hıristiyanların “dominikal” duası:
“Ey göklerde olan Baba’mız,
İsmin mukaddes olsun,
Melekûtun gelsin,
Gökte olduğu gibi yerde de Senin irâden olsun.
Gündelik ekmeğimizi bize bugün ver,
Ve bize, borçlu olanlara bağışladığımız gibi, sen de bizim borçlarımızı bize bağışla.
Ve bizi iğvâya götürme, fakat bizi şerirden kurtar.
Çünkü melekût ve kudret ve izzet, ebedlere kadar Senindir.” 1405
Hz. Mûsâ ve Hz. Muhammed’in (s.a.s.) aksine; Hz. İsa’nın kendi risâletiyle ilgili yazılı bir metin bırakmamış olması üzücüdür. Bu sebeple tercüme mahiyetinde olan eldeki mevcut İnciller ile asıl İncil arasında mukayese yapma imkânı yoktur. Ayrıca Matta’nın yazmış olduğu Hz. İsa’nın Aramice olan hayat hikâyesinin aslına da sahip olmadığımızdan, Yunanca olan tercümesinin dahi asıl metne sâdık kalıp kalmadığını bilme imkânına da sahip değiliz. Şu halde, hıristiyanların
1402] Matta, 12/18
1403] Matta, 17/21; Markos, 9/29
1404] Matta, 22/21; Markos, 12/17; Luka, 20/25
1405] Matta, 6/9-13; Luka, 11/2-4
- 322 -
KUR’AN KAVRAMLARI
dominikal duâlarındaki hatalar, İsa Mesih’değil; Yunanlı mütercime veya İncil’i tahrif edenlere aittir.
1. Yukarıda temas edildiği için “baba” kelimesi üzerinde tekrar durmaya gerek yoktur.
2. Allah’ın adı zaten mukaddestir; bu manadaki bir dilek gereksiz ve eksik kalır.
3 ve 4. Hal-i hazırda Tanrı’nın irâdesi ve hükmü olmadığını söylemek, kabul edilmez bir şeydir; bütün kâinat, ancak Allah’ın ebedî irâdesi ile hareket eder ve ayakta durur.
5. Allah’tan istenen günlük ekmek, Allah’ın sınırsız zenginliği ve cömertliği yanında çok az bir şeydir. Kur’ân-ı Kerim bize şöyle duâ etmemizi tavsiye eder: “Rabbimiz, bize dünyada da âhirette de hasene (güzellik ve iyilik) ver ve bizi cehennem azabından koru.” 1406
6. Bu maddede de yakışıksız bir yer değişikliği olmuş. Sanki hakaret edercesine, yaptığımız bir iyiliği Tanrı’ya hatırlatıyor ve sanki O’nu bizi affetmeye mecbur ediyoruz.
Kur’an duâları ise, Allah'a hamdle ve en uygun tâbirlerle başlar. Büyük bir teslimiyetle, Allah’ın rahmetine niyazda bulunulur. Hem dünya hem de esas olarak âhiret ihtiyacı için yapılan açık ve anlaşılır duâlar edilir. Müslümanların temel ibâdetleri olan namazda devamlı okudukları Fâtiha sûresi:
1-“Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla,
2- Hamd (övme ve övülme) âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.
3- O, Rahmân ve Rahîmdir.
4- Din (ceza) gününün sahibidir.
5- (Allah’ım!) Ancak Sana ibâdet/kulluk eder ve yalnız Senden yardım dileriz.
6- Bizi doğru yola ulaştır.
7- Kendilerini nimete ulaştırdığın kimselerin yoluna; gazaba uğramış ve sapmışların yoluna değil!” 1407
Hıristiyanlarda oruç, hiçbir surette mecburi olmayıp, çok nâdir olarak oruç tutan papazlara da, hafif bir kahvaltı, tam bir öğle yemeği ve hafif bir akşam yemeği izni verilmiştir. Karem (careme) adı verilen oruç tutma süresince Pazar günleri hâriç, 40 gün boyunca, yani 34 gün, oruç tutmak isteyenler bu tatbikatı yürütürler. 1408
Körlerin Kör Kılavuzu Pavlus
Pavlus, milâdî 5-67 yıllarında yaşayan yahudi asıllı, hıristiyanlığı aslî ve tehvid çizgisinden çıkarıp, teslis gibi temel dogmaları oluşturmuş, kiliseler kurmuş ve hıristiyanlığı teşkilâtlandırmış kişidir. Bugünkü muharref hıristiyanlık onun
1406] 2/Bakara, 201
1407] 1/Fâtiha, 1-7
1408] İhsan Süreyya Sırma, İslâmiyet ve Hıristiyanlık (Bir Mukayese), Beyan Y. s. 13-23
HEVÂ
- 323 -
ürünüdür. Pavlus, Hz. Musa’nın yasa ve yasaklarını yürürlükten kaldırmış ve yeni bir anlayış geliştirmiştir. Mektupları, Kitab-ı Mukaddes’den sayılmış, İnciller seviyesinde görülmüştür.
Pavlus Bir Ferisîdir: Bu, herhangi bir başka din mensubunun, meselâ müslümanların bir iddiası ve ithamı değil; bütün hıristiyanların kabul ettiği bir gerçektir. Çünkü Pavlus’un Ferisî olduğu Kitab-ı Mukaddes’te, hem de kaç yerde, hem de Pavlus tarafından belirtilir. Bir iki tanesine göz atalım: Pavlus; “Ben Ferisi oğlu Ferisîyim.”1409 “Eğer şehâdet etmek isterlerse, öteden beri beni bilirler ki, dinimizin en sıkı fırkasına göre Ferisî olarak yaşadım.” 1410
Vay Ferisîler! Peki, kimdir bu Ferisîler? Kitab-ı Mukaddes, hem de Hz. İsa’ya atfederek Ferisîler hakkında bakın neler diyor? “O zaman şâkirtler gelip ona dediler: Biliyor musun ki Ferisîler bu sözü işitince gücendiler? Fakat İsa cevap verip dedi: Semâvî Babamın dikmediği her fidan kökünden sökülecektir. Onları bırakın; onlar körlerin kör kılavuzlarıdır. Eğer kör körü yederse, her ikisi de çukura düşer.”1411; “Ve İsa onlara dedi: Sakının da Ferisîler ile Sadukîler hamurundan kaçının.”1412; “Lâkin vay başınıza yazıcılar ve Ferisîler, iki yüzlüler!” (Matta, 23. bap’ta baştan sona Ferisîlerin Hz. İsa diliyle kötülükleri anlatılmaktadır; özellikle 13-15; 23-36. cümleler) Yine bu konuyla ilgili olarak Luka, 11/39-44, 12/1-2; Matta, 3/7-10, 5/20, 7/15-23’e bakılabilir. Bu son bölümde Hz. İsa, yalancı peygamberleri bir örnekle açıklar ve “benim ismimle peygamberlik yapanı ben tanımayacağım!” der. Pavlus, tüm hıristiyanlara göre, Hz. İsa’nın ismiyle, onun gönderdiği ve kendisine vahiyler verdiği peygamberi olarak kabul edilir.
“Ferisî oğlu Ferisî” olan Pavlus’a rağmen bugünkü İncillerde bile muhâfaza edilen ifadelere göre Hz. İsa, nice sert eleştirilerle uyardığı Türkçe Kitab-ı Mukaddesteki ifadeyle “ikiyüzlü”, yani “münâfık” ve dine kötülük bulaştıran “müfsid” diye damgaladığı Ferisîlerin tehlikesi konusunda şu değerlendirmeyi yapar: “Vay başınıza yazıcılar ve Ferisîler, ikiyüzlüler! Zira bir mühtedî yapmak için denizi ve karayı dolaşırsınız ve olunca siz onu kendinizden iki kat cehennem oğlu edersiniz!”1413 Nasıl, tam Pavlus’u ve ona inanan mühtedî hıristiyanları bekleyen âkıbeti anlatmış olmuyor mu Hz. İsa; hem de elimizdeki İncillerde.
Peki, “Pavlus’un kimliği ile hıristiyanlığın ne ilgisi var?” diye, herhalde hıristiyanlığı kısmen de olsa bilen veya en zayıf bir hıristiyan olan birisi soramaz. Çünkü hıristiyanlık, hem itikad ve hem de şeriat olarak, yani hükümler, haram ve helâller konusunda, yorum ve dogmalar konusunda baştan sona Pavlus öğretilerinden ibarettir. Pavlus’u yıktığınızda hıristiyanlığı ayakta tutacak hiçbir şey kalmaz. Kitab-ı Mukaddes’teki tam 15 kitap, Pavlus’a aittir; onun mektupları ve konuşmalarından oluşan bu kitapların tümünün yazarı odur. Kitab-ı Mukaddes’teki Hz. İsa’nın kesin emir ve yasaklarını bile resmen değiştiren, ona ters hükümler koyan, hükümlerini geçersiz ilân eden kimsedir Pavlus. Bir örnek verelim:
“Sanmayın ki ben, şeriati yahut peygamberleri yıkmağa geldim; ben yıkmağa değil, fakat tamam etmeğe geldim. Çünkü doğrusu size derim: Gök ve yer
1409] Rasüllerin İşleri, 23/6
1410] Rasüllerin İşleri, 26/5
1411] Matta, 15/12-14
1412] Matta, 16/6; 11-12
1413] Matta, 23/15
- 324 -
KUR’AN KAVRAMLARI
geçip gitmeden, her şey vâki oluncaya kadar, şeriatten en küçük bir harf veya bir nokta bile yok olmayacaktır. Bundan dolayı bu en küçük emirlerden birini kim bozar ve insanlara öylece öğretirse, göklerin melekûtunda kendisine en küçük denilecektir. Ve onları kim yapar ve öğretirse, göklerin melekûtunda kendisine büyük denilecektir. Zira size derim ki salâhınız yazıcılar ve ferisîlerinkinden ziyade olmazsa göklerin melekûtuna hiç girmeyeceksiniz.”1414 Hz. İsa, Kitab-ı Mukaddes’in ilk bölümü olarak tüm hıristiyanlarca kutsal kabul edilen Tevrat’ta belirtili Mûsâ şeriatının korunması ve ona uyulması konusunda böyle kesin ifadelerle uyulup itaat edilmesini emrettiği şeriatı bakın Ferisî Pavlus ne hale getirdi?
“Çünkü Ruhu’l-Kudüse ve bize iyi göründü ki, icap eden şu şeylerden fazla üzerinize yük koymayalım: Putlara kurban edilen şeylerden, kandan ve boğulmuş olanlardan ve zinadan çekinin. Bunlardan sakınırsanız, iyi edersiniz. Selâmette olun.”1415 Pavlus’a ait bu ifadelerden anlaşıldığı gibi Pavlus, 4 yasağın dışında Kitab-ı Mukaddes’te belirtilmiş tüm yasakları ve eski şeriatın tüm hükümlerini kaldırmıştır. Tabii, bundan daha büyük cinâyeti, İsa’yı tanrılaştırmak ve tevhidi teslisle değiştirmekle işlemiş, hıristiyanlar da kilisenin ve papazların etkisiyle Hz. İsa’ya ve Kitab-ı Mukaddes’teki hükümlere itaati değil; ona uymayı tercih etmişlerdir. Bu Pavlus dogmalarının hiçbiri yahudilikte, Hz. Mûsâ şeriatında yoktur (Tabii ki, Hz. İsa’nın tebliğ ettiği dinde de bulunmamaktadır). Bu açıdan, Pavlus’un öğretileri, hıristiyan dogmalarıyla birlikte yahudi şeriatının da yürürlükte bulunduğunu savunan Petrusculuk’a karşı, yepyeni bir hıristiyanlık anlayışıdır. Bugünkü hıristiyanlık, hemen tümüyle Pavlus’un temel itikad ve hükümlerini belirlediği, Pavlus’un merkezde olduğu bir dindir.
Pavlus Tarafından Hıristiyanlığa Geçen Hususlar
Aslî günah inancı: Bu inanca göre, insanlar doğuştan günahkâr olarak dünyaya gelirler. Çünkü babaları Âdem suç işlemiş, onun günahı, tüm insanlara tevârüs edip geçmiştir. Eski ahidde de 4 İncil’de de aslî günah inancı bulunmadığı halde, Pavlus tarafından bu bâtıl anlayış, hıristiyan itikadına geçirilmiştir.
İsa’nın, beşer/insan ve peygamber değil; tanrı olduğu,
Tanrı’nın İsa şeklinde tecessüdü, insan bedenine girip insan yapısında olması,
İnsanların günahlarını kurtarmak için Tanrı’nın oğlunu göndermesi, insan şeklinde bedenlenen oğul tanrının insanlığı kurtarmak için kendini çarmıhta asılarak fedâ etmesi,
Teslis inancı,
İsa’nın ölüler arasından dirilerek kalkması ve insanları idare etmek için göğe çekilip babasının (Baba Tanrının) sağına oturması,
Günahların papazlar önünde itiraf edilerek onlar tarafından günah çıkarılıp, günahkârın bu şekilde affı,
Kitab-ı Mukaddes’te ve şeriatte ısrarla yasaklanan domuz etinin helâl kabul edilmesi,
1414] Matta, 5/17-20
1415] (Rasüllerin İşleri, 15/28-29)
HEVÂ
- 325 -
Hz. Mûsâ şeriatında önemli şekilde emredilen Hz. İsa’nın da devam ettirdiği “sünnet olma”nın gereksiz olduğu anlayışı,
Suyun, abdest ve guslün gereksizliği; hatta kötü olduğu,
Haftalık ibâdet gününün Cumartesi yerine güneş gününe (Pazar) gününe değiştirilmesi,
Dinî törenlerde ve âyinlerde Mitra dininden etkilenerek çokça mum vb. yakılarak mâbedin fazlaca aydınlatılması, bütün bunlar Pavlus tarafından hıristiyanlığa geçirilmiştir.
Kilise tâlimleri ve hıristiyan kaynaklarının hemen hepsi Pavlus’a, onun görüşlerine veya onun yakınlarına dayanmaktadır. Hz. İsa’dan çok kısa bir zaman sonra, hıristiyanlık, Hz. İsa’nın getirdiği tevhid dini olmaktan çıkmış, Pavlus’un yorumları ile hak din vasfını kaybedip teslis dinine dönüşmüştür. Günümüzün hıristiyanlığı, Hz. İsa’nın getirdiği nizamdan, hak tevhid dini vasfından çok, Pavlus’un ve bu çizgideki kilisenin yorumlarıdır.
Hz. İsa
Ülü’l azm, yani kendilerine kitap verilmiş büyük peygamberlerden biri olan Hz. İsa, batılı tarihçilere göre, yanlış olarak kendi doğum yılı kabul edilen “milât”tan dört veya beş sene kadar önce dünyaya gelmiştir. Bazı araştırmacılara göre ise milâttan 3 yıl sonra doğduğu kabul edilir. Kudüs yakınlarındaki Nâsıra’da dünyaya gelmiştir. Kur’an’a göre Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem’dir. İmran’ın kızı Hz. Meryem, Beytü’l Makdis’te (Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksâ) zikir ve ibâdetle hayatını geçiriyordu. Allah, ona Cebrail’i bir beşer suretiyle gönderdi. Cebrâil, ona bir oğlan çocuk bağışlaması için Allah tarafından gönderilen bir elçi olduğunu söyledi. Hz. Meryem’in, kendisine bir insan eli değmediği ve iffetsiz olmadığı halde nasıl çocuğu olabileceğini hayretle sorduğunda melek, bunun Allah için kolay olduğunu ve insanlara bir delil, bir mûcize olsun diye Allah’ın böyle hükmettiğini bildirdi. Çocuk doğunca kavmindeki bazı insanlar onu ayıplayacak oldu. Hz. Meryem, bebeğe işaret etti. Çocuk İsa kundakta şöyle dedi: “Ben Allah’ın kuluyum. O bana Kitab’ı verdi ve beni peygamber yaptı...” 1416
Hz. İsa’nın, babasız olarak mûcizevî bir şekilde doğuşu, Allah’ın dilemesinden ibaretti. Hatta Allah katında, oluş itibariyle Âdem (a.s.) ile İsa (a.s.) arasında fark yoktu: “Gerçekten İsa’nın babasız dünyaya geliş hali de Allah katında Âdem’in hali gibidir. Allah, Âdem’i topraktan yarattı, sonra da ona ‘ol’ dedi; o da hemen (insan) oluverdi.” 1417
Hz. İsa, otuz yaşında, Romalıların elinde bulunan Yahudiye’de Romalılardan Tiberius iktidarı döneminde peygamberlik görevi aldığında bunu İsrâiloğullarına bildirdi. Önce Celile (Galile)’de, sonra Kudüs’te insanları hak dine dâvet etti. Kendisine İncil verildi.1418 İnsanları, tek ilâh olan Allah’a ibâdet ve kulluğa çağırmış, O’ndan başka tanrı olmadığını ilân ve tebliğ etmiştir: “Ben, benden önce gelen Tevrat’ı tasdik etmek, size haram kılınan bazı şeyleri de helâl kılmak üzere gönderildim. Size Rabbinizden bir âyet/mûcize getirdim. Allah’tan korkun ve bana itaat edin. Çünkü
1416] Bk. 19/Meryem, 16-37
1417] 3/Âl-i İmrân, 59
1418] 3/Âl-i İmrân, 48; 5/Mâide, 46; 57/Hadîd, 27
- 326 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O’na ibâdet/kulluk edin. İşte bu, dosdoğru yoldur.”1419 Havârilerine ve tüm insanlığa Hz. Muhammed’in geleceğini müjdelemiştir. 1420
Yahudiler Hz. İsa’yı, dönemin Romalı Kudüs valisi Pontus Pilatus’a şikâyet ettiler. Havârilerden sayılan Yahuda Hz. İsa’ya ihanet etti ve hıristiyanların inancına göre Hz. İsa çarmıha gerilerek öldürüldü. Kur’an ise şöyle der: “Hâlbuki onlar İsa’yı öldürmediler ve asmadılar. Fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler.”1421 Allah, Nûh’u tûfandan, İbrâhim’i Nemrut’tan ve ateşten, Mûsâ’yı Firavun’dan ve boğulmaktan, Muhammed Mustafa’yı müşriklerin tuzaklarından koruyup kurtardığı gibi İsa’yı da, onu öldürmek isteyen yahudilerin elinden kurtarmış, Hz. İsa’ya ihanet ederek bulunduğu yeri askerlere gösteren kişiyi İsa’ya benzeterek onu öldürtmüştür.
Onu kendi katına kaldırmıştır. Ancak bunun şekli ve zamanı üzerinde farklı açıklamalar ve anlayışlar vardır. Âlimlerin çoğunluğuna göre, Allah onu kudretiyle manevî semâlardaki hususi mevkiine kaldırmıştır, kıyametten önce tekrar dünyaya gönderecektir.1422 Bu değerlendirmeye göre, cisim ve rûhuyla göğe yükseltilen Hz. İsa, Kıyâmet vaktine yakın yeryüzüne inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek ve İslâm şeriatıyla hükmedecektir. 1423
Bir başka anlayışa göre Allah onu yahudilerden korumuş, eceli gelince onu vefat ettirmiş ve rûhunu semadaki yerine kaldırmıştır. Kıyametten önce gelecek olan da onun rûhudur. “Allah buyurmuştu ki: ‘Ey İsa, seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım...”1424; “Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: ‘Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a ibâdet/kulluk edin’ dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız Sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin.”1425; “İsa şöyle dedi: ‘Ben Allah’ın kuluyum. O bana Kitab verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti.”1426 Hz. İsa’yı ve annesini tanrılaştırıp teslis akidesini oluşturan hıristiyanlarla Hz. İsa, Kıyâmet gününde yüzleştirilecek ve böylece hıristiyanların uydurdukları yalan ve iftiralar tümüyle ortaya çıkacaktır. 1427
Unutulmamalıdır ki, yeryüzündeki bütün dinlerden, sadece İslâmiyet, hıristiyanlığın temel inançlarından olan Hz. İsa’nın babasız olarak, iffetli ve dindar bir bâkireden doğduğunu kabul etmiştir. Yalnız müslümanlar, Hz. İsa’nın peygamber, hem de vahy ürünü olan, içinde hikmet ve nur olan İncil’i getiren büyük peygamber olduğunu kabul ederler. Hıristiyanların, kendilerine müslümanlardan
1419] 3/Âl-i İmrân, 50-51
1420] 61/Saf, 6
1421] 4/Nisâ, 157
1422] Bk. 43/Zuhruf, 61
1423] Bk. Buhâri, Büyû 102
1424] 3/Âl-i İmrân, 55
1425] 5/Mâide, 117
1426] 19/Meryem, 30-31
1427] Bk. 5/Mâide, 117
HEVÂ
- 327 -
çok yakın kabul ettikleri yahudiler, bütün bu konularda inançsızdırlar ve de Hz. İsa’yı kendilerinin öldürdüklerini ileri sürerek bununla iftihar bile ederler. Yahûdiler, Hz. İsa’nın peygamberliğine de, İncil’in vahy ürünü kutsal bir kitap olduğuna da inanmazlar.
Hz. İsa, ancak üç yıl tebliğini sürdürme fırsatı bulmuş, 33 yaşında, gençlik döneminde tevhidi hâkim kılmaya çalıştığı toplumunun arasından ayrılmak mecburiyetinde bırakılmıştır. Hz. İsa’nın tebliğ ettiği tevhid dini, Hz. İsa’dan çok kısa bir zaman sonra tanınmayacak kadar şirk ve küfür unsurları katılarak hak din vasfını kaybetmiştir. Dinin bu tebdil ve tahrifinde en büyük pay ve en büyük vebal, yukarıda ifade ettiğimiz gibi, İsa’nın yoluna ihanet eden Pavlus’un ve ona körü körüne uyan papazlarındır.
Hıristiyanlara Göre Hz. İsa
Hemen tüm hıristiyanlara göre İsa, Tanrı’dır, Tanrı’nın oğludur. Bunun yanında İsa, İncillere göre aynı zamanda peygamberdir de. “Ve kalabalıklar: Galile’nin Nâsıra şehrinden İsa peygamber budur, dediler.”1428 Hz. İsa’nın bir mûcizesi anlatılırken Luka İncili’nde şunları görüyoruz: “Herkesi korku aldı ve aramızda büyük bir peygamber çıktı ve Allah kendi kavmini ziyaret etti, diyerek Allah’a hamd ediyorlardı.”1429 “Bir kimse, aynı zamanda hem tanrı, hem de peygamber nasıl olur?” demeyin. “Akıl ve mantığı bırakmadan hıristiyanlık anlaşılmaz” der papazlar. Hem yaratılmış, ölümlü âciz ve muhtaç bir insan; hem de her şeye kudreti yeten bir tanrı nasıl olunuyorsa o da öyle oluyor.
Aslında İncillere göre de İsa bir kuldur; Allah’ın kulu: “İşte, benim seçtiğim kulum; Canımın kendisinden râzı olduğu sevgilim; Rûhumu onun üzerine koyacağım, Ve milletlere hükmü ilân edecektir.”1430. “Ve dokuzuncu saate doğru, İsa: ‘Eli, Eli lama sabaktani?’, yani ‘Allah’ım, Allah’ım, beni niçin bıraktın?’ diye yüksek sesle bağırdı.”1431 Bu ifadeye göre, İsa Allah’a kendisine niçin yardım etmediğini sorarken “Allah’ım, Allah’ım!” demektedir. Hiç kendisi tanrı olan biri böyle söyler mi?
İsa, devamlı olarak, hatta bütün gece boyunca Allah’a ibâdet ederdi: “Ve İsa, şâkirtleri kayığa binmeğe ve halkı salıverinceye kadar kendisinden önce karşı yakaya geçmeğe zorladı. Ve halkı salıverdikten sonra, duâ etmek için dağa ayrıca çıktı; akşam olunca, orada yalnız başına idi.”1432; “Onları uğurladıktan sonra, duâ etmek için dağa gitti.”1433; “Ve vâki oldu ki, o günlerde İsa dua etmek için dağa çıktı; bütün geceyi Allah’a duâ ile geçirdi.” 1434
“Ve vâki oldu ki, İsa yalnız başına duâ ederken, şâkirtleri yanında idi; onlara sorup dedi: Halkın dediğine göre ben kimim? Onlar da cevap verip dediler: Vaftizci Yahya’dır; başkaları: İlya’dır; ve başkaları da; Eski peygamberlerden biri kıyam etti, diyorlar. Onlara dedi: Ya siz ben kimim dersiniz? Petrus cevap verip
1428] Matta, 21/11
1429] Luka, 7/16
1430] Matta, 12/18
1431] Matta, 27/46 ve Markos, 15/34
1432] Matta, 14/22-23
1433] Markos, 6/46
1434] Luka, 6/12
- 328 -
KUR’AN KAVRAMLARI
dedi: Allah’ın Mesihisin. İsa da bunu kimseye söylemesinler diye onlara tenbih ederek emretti.” 1435
“O zaman İsa onlarla beraber Getsemani denilen bir yere gelerek, şakirtlerine dedi: Ben şuraya gidip dua edinceye kadar siz burada oturun.”1436 Duâ bir ibâdettir. Zaten özel yere çıkıp duâ etmesi, namaz kıldığını gösterir. Kur’an’a göre bütün peygamberler gibi Hz. İsa da tabii ki namaz kılıyordu.1437 İbâdet etmek, kulluk alâmetidir; ilâhlık özelliği değildir. Ama gel bunu hıristiyanlara anlat!
Hıristiyanlıkta Aslî Günah ve Bunun Keffâreti İçin Oğul’un Çarmıha Gerilmesi Anlayışı
Aslî günah inanç ve anlayışının, Hz. İsa’nın tebliği ettiği tevhid akidesinde olmadığı kesindir. Buna rağmen, Pavlus tarafından hıristiyanlığa sokulmuş, insanın temiz fıtratını, Hz. Âdem’in Kur’an’da affedildiği belirtilen şahsî ve küçük hatasını tüm insanlara bulaştıran ve Hz. İsa’nın ülûhiyetine ve vaftiz törenine mesnet yapılan bâtıl anlayıştır aslî günah inancı.1438
İlk günah da denen aslî günah anlayışına göre, ilk günah, Hz. Âdem’in suçuyla başlamış ve bütün soyuna bulaşmıştır. Her doğan insan, babası Âdem’in günahının mirasından dolayı günahkâr olarak doğar. Tanrı, kendi niteliğine sahip olan oğlu İsa’yı insanları bu suçtan, yani aslî günahtan kurtarmak için yeryüzüne göndermiştir. Kıyamet gününde de insanları diriltmek ve ilâhî bağışa kavuşturmak için yeryüzüne yeniden inecektir, ruh da bu yüzden ölümsüzdür. Yine insanın aslî günahından arınması için insanın kutsal kabul edilen suyla yıkanma zorunluğu vardır ki buna vaftiz denilir.
Hıristiyanlığın esaslarından biri de, Tanrı’nın bütün insanların günahlarına keffâret olmak üzere, onların affı için insan şekline girip yaşadıktan sonra ıstırap çekerek ölmesi, yani tekfir/keffâret, fidye inancıdır. Bu inancın, üç temel uzantısı vardır: Hz. İsa’nın tanrılığı, bütün insanlığın günahkâr olduğu ve insanlığın affı için fidye (kurban) anlayışı.
Kur’an’a göre, “Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü taşımaz.”1439 Kaldı ki, Hz. Âdem, bütün insanlara taksim edildiği halde tükenmeyecek büyük bir suç işlemiş değildir. Hz. Âdem, beşer olarak küçük bir hata yaptı ve sonunda da affedildi ve peygamber seçildi. “Âdem, Rabbinin buyruğuna karşı geldi de şaşırdı. Sonra Rabbi onu seçkin kıldı; tevbesini kabul etti ve doğru yola yöneltti.”1440 İslâm, Hz. Âdem’in bu fiiline terim manasıyla ma’sıyet/günah demez, bu konudaki Kur’an tâbiri olan “zelle”1441 diye değerlendirir ve insan türünün imtihanla yücelmesi, düşmanını tanıması ve yeryüzünün halifesi olması gibi nice hikmetlere dayanan ilâhî irâde olarak değerlendirir. Hz. Âdem’e de, Hz. Havvâ’ya da suçlu gözüyle bakılıp, onlara kızılmaz.
1435] Luka, 9/18-21
1436] Matta, 26/36 Ve yine Bk. Luka, 11/1
1437] 19/Meryem, 31
1438] Bk. Korintoslular’a 2. Mektup, 5/21; Romalılar’a Mektup, 5/12
1439] 35/Fâtır, 18
1440] 20/Tâhâ, 121-122
1441] 2/Bakara, 36
HEVÂ
- 329 -
Günahın şahsîliği Kur’an’da olduğu gibi, Kitab-ı Mukaddes’te Eski Ahid’de de vardır. Hezekiel peygamber: “Suç işleyen can, ölecek olan odur; babanın fesadını oğul taşımaz ve oğlun fesadını baba taşımaz; sâlihin salâhı kendi üzerinde olur, kötünün kötülüğü de kendi üzerinde olur. Ve kötü adam, işlemiş olduğu suçların hepsinden döner ve bütün kanunlarını tutar ve hak olanı, doğru olanı yaparsa, elbette yaşayacak, ölmeyecektir. Yapmış olduğu günahlardan hiçbiri ona karşı anılmayacaktır. İşlediği salâhda yaşayacaktır.” 1442
Kitab-ı Mukaddes’teki şu ifadeyi, İsa’nın insanın aslî günahına fidye olarak çarmıha gerilmesi anlayışıyla birlikte bir değerlendirin: “Kötü adam, sâlihin fidyesidir. Hâin adam da doğruların.”1443 Hz. Âdem ve tüm insanlık sâlih ve doğru olmamış sayılmalı veya sâlih ve doğrularsa Hz. İsa kötü ve hâin olmalı. Yine, fidye olan, tüm insanlık için faziletli bir fedâkârlık için ölen kimse, asılırken ‘Allah’ım, niçin beni bıraktın?’ der mi? “Ve dokuzuncu saate doğru, İsa: ‘Eli, Eli lama sabaktani?’, yani ‘Allah’ım, Allah’ım, beni niçin bıraktın?’ diye yüksek sesle bağırdı.” 1444
Bu anlayışa göre, İsa’dan önce ölen insanlar, hıristiyanların da nübüvvetlerini kabul ettikleri peygamberler, hep günahkâr olarak öldüler ve cehennemi hak ettiler. İsa’nın keffaretinden, fidyesinden önce ve vaftiz yapılmadan öldüler, hepsi affedilmeyen ve affedilmeyecek günahla öbür dünyaya gittiler. Farzedelim ki insanlık, güzel fıtratla değil de doğuştan günah yükü ile hayata geliyor. Onların sonsuz merhametli ve dilediği her şeyi yapan Rabbi, kendilerini direkt olarak affedemez mi? Tanrı, insanı kurtarmak için, insan kılığına girmekten başka çare bulamadı mı?
Çarmıha gerilip birkaç insan tarafından öldürülen biri, hiç tanrı mı olur? İnsanların günahlarını affetmek için başka çare mi bulamadı? Hıristiyanların en büyük âyinlerinden biri, Communion âyinidir. Bu âyin, ekmek ve şarapla yapılır. Ekmek ve şarap, hıristiyanlara göre Hz. İsa’nın etini ve kanını simgeler. Kitab-ı Mukaddes’e göre, Hz. İsa, havârilerine dağıttığı ekmeğe, “bu benim vücudumdur” ve dağıttığı şaraba, “bu benim kanımdır” demiştir. Günahı affetmek için, onları daha beter günahkâr haline getirmek, Tanrı katili yapmak hangi akla sığar? İnsanlar, ellerini mâbudlarının kanına bulayarak mı affa nâil olacaklar? Hz. Âdem’e atfedilen Allah’ın bir emrini yerine getirmemek mi, yoksa Tanrı’yı/İsa’yı öldürmek mi daha büyüktür? Hangisi insanı daha suçlu yapar? Bir tek kişinin (insan veya Tanrı) ıstırap çekmesi ile bütün insanların kurtuluşunu temin etme tuhaf olmaz mı?
Bilindiği gibi, Hz. İsa, âhir zaman denilen, insanlık tarihinin sona yaklaştığı zamanlarda dünyaya gelmiştir. Yüce Allah, bunu insanları kurtarmak için yapsaydı, başlangıçta yapması gerekmez miydi? İnsanlığın büyük çoğunluğunu aftan mahrum etmesi, az bir kısmını (İsa’dan sonra gelenleri) bağışlamasının izahı başka nasıl yapılabilir? Yaratılıştan gelen mevhum ve uydurma bir günah. Sonra, her şeye kaadir ğafûr olarak inanılan Allah’ın onu affetmesinin binlerce yolu varken, bunları bırakarak ana karnına girip en âciz bir şekilde çocukluğunu geçirmesi, sonra perişanlık ve tazyik görmesi, sonunda da onları katil yaparak affetmesi...
1442] Hezekiel, 18/20-22
1443] Süleyman’ın Meselleri, 21/18
1444] Matta, 27/46 ve Markos, 15/34
- 330 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Bunların masalda, efsane ve mitolojide yeri olabilir, ama dinde, hakikatte ve akılda yeri olmaz. Sonra olaya ahlâkî yönden bakalım: Günahtan kurtulduğuna inanan hıristiyana ne kalıyor? Kötü arzularına karşı nasıl mücadele ve mücahede edebilecektir? Çalışanla çalışmayanın, ibâdet yapıp günahtan sakınanla bunları önemsemeyenin arasında fark kalmaz, hepsi İsa’nın çarmıha gerilmesiyle, komünyonla, vaftizle bağışlanıp eşit hale getirilmiyor mu?
Hz. İsa, hiçbir şekilde kendisinin insanların günahlarına keffâret için, onların aslî günahlarına karşılık öldürüleceğini söylemedi. Bugünkü İncillerde de Hz. İsa’ya atfen böyle bir söz geçmez. Dinin temeli olacak esasları, en yakınlarına, Petrus gibi halifelerine söylemedi. Hâlbuki o, emaneti tebliğ etmiş, görevini yapmıştı. Bu olay bile, bu inançların sonradan uydurulduğunu isbat etmeye kâfidir.
Bu anlayış, ucuzculuktur, başkası seni kurtarsın, sen bir şey yapmadan bedavadan kurtul. İnsanlığa işlemediği günahı yüklemek kadar bedavadan affolma anlayışı da saçmadır. Aynen kiliselerde günah çıkarma ve cennet satın alma gibi. Hıristiyanların büyük çapta etkilendiği Yunan mitoloji kahramanı Promete’nin insana ateş/ışık getirmek için ezalara katlanarak fedai olması gibi efsaneler Hz. İsa’ya monte edildi. Kahramanların sadece ismi değişerek putperestlik, hıristiyanlık maskesi taktı. Ve bu fedâkârlığın bedeli de en az Promete’ninki kadar trajik: “Mesih, bizim uğrumuza lânet olmuş olarak, bizi şeriatın lânetinden kurtardı, çünkü yazılmıştır: ‘Ağaç üzerine her asılan lânetlidir.”1445 Bir peygambere bu kadar büyük iftiraya pes doğrusu; hem tanrı, hem de lânetli!
Hâlâ affedilmeyen günah kaldıysa veya bir hıristiyan çeşitli haramlara dalıyorsa ne gam? Papazlar ne güne duruyor? Absolüsyon imdada yetişecektir. Absolüsyon: Günah bağışlama demektir. Hıristiyanlıkta günahlarını papazlara açıklayıp itiraf edenlerin papaz tarafından günahlarının bağışlanabileceğine inanılır. Günahları papazlar tarafından affedilenler, böylelikle günahlardan arınmış olurlar. Bu affetme, papazlar tarafından tanrı adına yapılmaktadır. Katolik mezhebinde, eski ve imtiyazlı olan günah çıkarma kurumu, ibtidâî şeklinden uzaklaşsa da hâlâ varlığını sürdürmektedir. İslâm’da ise, bilindiği gibi, doğrudan doğruya, aracısız ve formalitesiz olarak Allah’tan istenen aftan başka tevbe ve af dileme, günah çıkarma şekli yoktur.
Kitab-ı Mukaddes’e Göre Barış ve Savaş Anlayışı
Başta müsteşrikler/oryantalistler olmak üzere hemen hemen tüm hıristiyan batılıların ve batı mukallitlerinin İslâm’a saldırmak için ileri sürdükleri iddia ve ithamlardan biri, İslâm’ın kılıç zoruyla yayılan, kutsal savaş taraftarı, savaşçı bir din olduğudur. O yüzden de müslümanlara barbar demekten çekinmeyen, İslâm hâkim olduğunda gayri müslimleri kıtır kıtır keseceklerini vehmeden veya insanlara böyle gösteren tipler çıkagelmiştir. İslâm’ın kelime anlamının bile selâmet ve barış demek olduğunu, savaşın sebep ve şeklini, cihadın kendi haçlı savaşı kültürlerinin benzeri kutsal savaş anlamında olmadığı, İslâm’ın öldürme ve hücuma dayalı bir savaş anlayışını ne derece değiştirdiğini... anlatmak, konu/kavram dışına çıkmak olacak ve sözü uzatacaktır. Biz batının temel kültürlerinden biri/birincisi olan Kitab-ı Mukaddes’teki savaş ve barış anlayışına kısa bir değinme yapacağız.
1445] Pavlus’un Galatyalılara Mektubu, 3/14
HEVÂ
- 331 -
Hz. İsa, İncillerde insan sevgisinden, fedâkârlık ve aftan, her peygamber gibi elbette çokça bahsetmiştir. Ama İslâm’ın savaş anlayışına yanlış ithamlarla saldırırken, İncillerdeki Hz. İsa’ya veya vahye atfedilen savaş, öldürme ve hatta katliâm teşviklerini niye görmek istemiyor ve her iki dindeki ve Kitap’taki hükümleri mukayese etme gereği duymuyorlar diye sorma hakkımız vardır diye düşünüyoruz. Bu konu da göstermektedir ki, bazılarının derdi üzüm yemek değil, bağcı dövmektir: Yani, hakkı arayıp bâtıla tavır almak değil; hakkı bâtıl, bâtılı da hak göstermektir. Luka İncili, Hz. İsa’dan şu sözü nakleder: “Lâkin üzerlerine kral olmamı istemeyen o düşmanlarımı buraya getirin ve önümde öldürün!”1446 Hz. İsa’ya isnat edilen bu ifade, onun kan dökme pahasına olsa bile, kral olmak istediğini gösteriyor.
İncillerde tanıtılan İsa, maddî imkânlara sahip bulunsa veya Hz. Dâvud veya Hz. Süleyman’ın oğlu ve vârisi olsaydı ne yapardı, bilmiyoruz. Aynı anlamdaki ifadeyi Pavlus da belirtiyor: “Çünkü bütün düşmanları kendi ayakları altına koyuncaya kadar, onun saltanat sürmesi lâzımdır.”1447 İsa’nın diğer bir sözü, daha dikkat çekicidir: “Yeryüzüne selâmet getirmeğe geldim sanmayın; ben selâmet değil, kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben adamla babasının, kızla anasının ve gelinle kaynanasının arasına ayrılık koymaya geldim. Adamın düşmanları kendi ev halkı olacaktır.” 1448
Kur’ân-ı Kerim’de şu hükmü görüyoruz: “Dinde zorlama yoktur.”1449; “De ki: ‘Sizin dininiz size, benim dinim banadır.”1450 Peygamber, dini tebliğle mükelleftir; birini dini kabule zorlamaya değil. Savaşa gelince, Kur’an şöyle emrediyor: “Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın, aşırı gitmeyin; doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez.”1451 Savaşla Hz. Muhammed (s.a.s.) hiçbir zaman devlet kurma, kral olma veya bir başka dünyevî çıkar sağlama gayesi gütmemiştir. İslâm’da savaş sadece Allah için yapılır, bu da hakkı/dini müdâfa halidir. Bu âyeti takip eden âyet ve dinsizleri öldürmeye cevaz veren âyetler, sadece kendilerine karşı harp ilân edilmiş ve savaş açılmış düşmanlara, yani savaşçılara karşıdır ki, savaşa katılmayanlar bunun dışında tutulmuştur. Haksız yere bir cana kıyanın bütün insanları öldürmüş gibi olacağını Kur’an belirtir. 1452
İslâm, kesinlikle ve hiçbir şekilde katliâma ve mecbur olunmadığı (müdâfa özelliği olmayan) hallerde öldürmeye cevaz vermez. Bir de Kitab-ı Mukaddes’teki şu ifadelere bakalım: “Ancak Tanrı’nın Rabbin miras olarak sana vermekte olduğu bu kavimlerin şehirlerinden nefes alan kimseyi sağ bırakmayacaksın; fakat onları, Hittîleri ve Amorîleri, ve Kenanlıları ve Perizzîleri ve Hivîleri ve Yebusîleri Tanrın Rabbin sana emrettiği gibi tamamen yok edeceksin.”1453; “Orduların Rabbi şöyle diyor: Amalek’in İsrail’e yaptığını, Mısır’dan çıktığı zaman yolda ona karşı nasıl durduğunu arayacağım. Şimdi git, Amalek’i vur ve onların her şeylerini tamamen yok et ve onları esirgeme ve erkekten kadına, çocuktan emzikte
1446] Luka, 19/27
1447] Pavlus’un Korintoslulara 1. Mektubu, 15/25
1448] Matta, 10/34-36
1449] 2/Bakara, 256
1450] 109/Kâfirûn, 6
1451] 2/Bakara, 190
1452] 5/Mâide, 32
1453] Tesniye, 20/16-17
- 332 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olana, öküzden koyuna, deveden eşeğe kadar hepsini öldür.”1454 Görüldüğü gibi, katliâm için gösterilen tek sebep, intikam duygusunu tatmindir. Bunun gibi daha birçok örnek verilebilir.
Hıristiyanlıkla İlgili Temel Kavramlar ve Anlamları
Absolüsyon: Günah bağışlama demektir. Hıristiyanlıkta günahlarını papazlara açıklayıp itiraf edenlerin papaz tarafından günahlarının bağışlanabileceğine inanılır. Günahları papazlar tarafından affedilenler, böylelikle günahlardan arınmış olurlar. Bu affetme, papazlar tarafından tanrı adına yapılmaktadır.
Aforoz: Kilisenin cemaatten ve hıristiyanlıktan kovma cezası. Lânetleme anlamını da kapsayan aforoz, hem yahudilikte ve hem de hıristiyanlıkta uygulanan dinsel bir cezalandırmadır. Aforoz uygulamalarının çeşitleri hayli çoktur. Kilise, yaşayan insanlara uyguladığı bu cezalandırmayı, kendilerine göre ölümden sonra gerçekleşecek olan ilâhî af ve bağış kurumuyla çelişkisini düşünmeksizin Tanrı adına uygular.
Ahd-i Atik: Ahd sözleşme; Ahd-i Atîk, eski sözleşme demektir. Kitab-ı Mukaddes’in ilk bölümü olan, hem yahudilerce ve hem de Hıristiyanlarca kutsal kabul edilen kitaplara bu ad verilir. Toplam 39 kitaptan meydana gelir. Üç bölümdür. Birinci bölüm, beş kitaptır. Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar ve Tesniye adlı bu beş kitap Tevrat adını alır, Yahudilerin asıl kutsal kitabı olan bu bölüme Musa’nın beş kitabı da denir. İkinci bölüm, peygamberler adını taşır ve Hz. Musa’dan sonra gelen yahudi peygamberlerinin kitaplarını kapsar. Üçüncü bölüm, Ketubim adıyla anılır ve Dâvud’un mezmurları/şiirleri, Süleyman’ın meselleri/özdeyişleri, Eyyub’un öyküsü gibi metinlerden meydana gelmiştir.
Ahd-i Cedid: Hıristiyanların kutsal kitaplarına denilir. Yahudilerce sapıklık sayılan ve hıristiyanlarca benimsenen bu inanca göre yahudiler eski ahidle Tanrı’ya verdikleri sözü tutmamışlar ve vatanlarından sürülmekle cezalandırılmışlardır. Sonra Tanrı onlara acımış ve Ahd-i Cedîd’le yeni bir anlaşma önermiştir. Bu yeni sözleşmeye uyarlarsa arz-ı mev’ut (Filistin) onlara tekrar verilecektir. Yeni sözleşme anlamındaki Ahd-i Cedîd, Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleriyle, Rasüllerin İşleri adlarını taşıyan ve değişik yerlere yazılan mektuplardan meydana gelmiştir. Toplam 27 kitaptır.
Anglikan: İngiliz kilisesine mensup olan Hıristiyan demektir. İngiliz protestanlığına Anglikanlık denilir. Katoliklikle protestanlık arasında İngilizlere özgü bir orta mezhep sayılmasına rağmen, Kalvinciliğin İngiliz koşullarına uydurulmuş bir biçimidir. Kral VII. Henry’nin Papa ile arasının açılmasından doğmuştur. Papa, yeniden evlenmek isteyen kralın boşanmasına izin vermediği için İngiltere’ye has bir papalık oluşturulmuştur. Anglikanların papası Vatikan’a bağlı değildir.
Apokryphos İnciller: Varlığı kabul edilen gizli ve kilise tarafından sahte kabul edilen İncillere apokrif İncil denilir. Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncillerinin dışındaki tüm İnciller apokrif sayılır. Hıristiyanlar, özellikle III. y.y.da gizli bazı İncillerin varlığına inanırlar. Meselâ, 1886 yılında eski bir Mısır mezarında bu gizli İncillerden biri sayılan Petrus İncili’nin bir parçası bulunmuştur. Apokrif İncil sayılan en önemli İncil Barnaba(s) İncilidir.
1454] 1. Samuel, 15/2-3
HEVÂ
- 333 -
Ariusçuluk-Arianizm: Teslisi kabul etmeyip tevhide inanan eski hıristiyan gruplardan biri. Muvahhid papaz Arius’un izinden giden tevhide inanan hıristiyanlık. IV. Yüzyıl ve sonrası hıristiyanlığında büyük tartışmalara yol açan ve katolik kilisesince sapıklık sayılan İskenderiye’li papaz Arius’un, Hz. İsa’dan beri, papalığın ve sonraları devletin tüm baskılarına rağmen devam edegelen tevhidî çizgideki hıristiyanlık Ariusçuluk veya Arianizm diye isimlendirilir. Bu inanca göre, Hz. İsa, kesinlikle bir tanrı değil; peygamberdir. İzmit’li Eusebios da bu çizginin şiddetli savunucusudur.
Aslî günah: Pavlus tarafından hıristiyanlığa sokulmuş, insanın temiz fıtratını, Hz. Âdem’in Kur’an’da affedildiği belirtilen şahsî ve küçük hatasını tüm insanlara bulaştıran ve Hz. İsa’nın ülûhiyetine ve vaftiz törenine mesnet yapılan bâtıl anlayış. İlk günah da denilen aslî günah anlayışına göre, ilk günah, Hz. Âdem’in suçuyla başlamış ve bütün soyuna bulaşmıştır. Her doğan insan, babası Âdem’in günahının mirasından dolayı günahkâr olarak doğar. Tanrı, kendi niteliğine sahip olan oğlu İsa’yı insanları bu suçtan, yani aslî günahtan kurtarmak için yeryüzüne göndermiştir. Kıyamet gününde de insanları diriltmek ve ilâhî bağışa kavuşturmak için yeryüzüne yeniden inecektir, ruh da bu yüzden ölümsüzdür. Yine insanın aslî günahından arınması için insanın kutsal kabul edilen suyla yıkanma zorunluğu vardır ki buna vaftiz denilir.
Ateş Gecesi Yortusu: Zerdüştlük (Mazdeizm), Aztek, Eski Mısır, İran, Yunan ve Roma’da ve eski Yunan mitolojisinde ateşin kutsal sayılması söz konusudur. Ateşe tapan toplulukların kalıntı ve etkisiyle hıristiyanlığa geçmiş olan, ermiş Yahya için her yıl kutlanan yortu. Bu hıristiyan yortusunda, büyük meydanlarda ateşler yakılır ve üstünden atlanarak ilâhiler okunur. Bilindiği gibi yortu, hıristiyan bayramı demektir.
Ayasofya: Yapılışı ve kullanılışı birçok hurâfelere sebep olan İstanbul’da Sultan Ahmet meydanındaki meşhur bina. Şimdi müze olarak kullanılan, Fâtih zamanından Atatürk zamanına kadar câmi olarak hizmet veren ve yapılışından İstanbul’un fethine kadar kilise olan yapı. İlk olarak Doğu Roma imparatoru Constantinus II tarafından 360 yılında yapılan, 415 yılında yenilenen, iki kez halk ayaklanmasında yıkılınca, 537’de bu güne ulaşan yapı inşa edildi. 921 yıl kilise, 482 yıl da câmi olarak kullanılan bu yapı, Atatürk’ün isteği ile 1935’te müzeye çevrildi. Hıristiyanlara göre, yapımında ruhî güçlerin ve meleklerin rolü olduğuna inanılır. Örneğin, kilisenin plânı imparatora bir melek tarafından verilmiş, diğer bir rivâyette kutsal ekmeği kapıp kaçıran bir arının peteğinde plân görülmüş ve bu bir ilâhî işaret sayılarak kilise yaptırılmış. Ortadaki büyük kapısıyla kıble yönündeki kapısının Nuh’un gemisinin tahtalarından yapıldığına hıristiyanlarca inanılır. Kilisenin içinde, hastalıkları iyi eden ya da gelecekten haber veren birçok yerlerin bulunduğuna inanılır. Meselâ, altın topun altında dua edenin bütün istekleri yerine gelirmiş, kuyusundan su içen kalp hastalıklarından kurtulurmuş, dolaplarından birinin kapağındaki delikten para atılınca içeriden ses gelirse parayı atan her türlü mutluluğa kavuşurmuş. Ayasofya’yla ilgili bunlara benzer daha pek çok hıristiyan inancı vardır.
Âyin: Dinî merâsim, ibâdet. Âyin, Farsça bir kelime olup, aslında âdet, gelenek, usûl ve kanun demektir. Dilimizde hıristiyanların dinî tören ve ibâdetlerine denilir. Âyini-i rûhânî: Hıristiyanlarda dinî tören demektir.
- 334 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Aziz (sint, saint): Kutsallığına inanılan kişi, ermiş insan. Hıristiyanlık tarihinde azizlik kurumu çok büyük bir önem taşır. Aziz, önce halkın inancıyla azizleşir, sonra kilise tarafından resmen aziz olarak tanınır ve açıklanır. Hıristiyanlıkta otuz beş bin aziz bulunduğu tespit edilmiştir. Meşhur hıristiyan araştırmacılarından Camille Jullian şöyle der: “Ancak azizlerin mezarlarına sahip olduktan sonradır ki, hıristiyanlık halk yığınlarınca kabul edilmiş ve tutulan bir inanç haline gelmiştir.” Hatta ilk hıristiyanlar, Kelt kasabalarında kendi inançlarını yayabilmek için onların kutsal saydıkları mezarların üstüne birer haç dikip benimsemek zorunda kalmışlardır.
Barnaba: Asıl adı Yusuf olan Barnaba, Hz. İsa’nın havârilerinden yani öğrencilerindendir. Bütün hayatını hıristiyanlığı yayma uğrunda geçirmiştir. Kilise tarafından apokrif/sahte sayılan İnciller içinde en önemli olanlardan biri Barnaba(s) İncilidir. Tarkçe’ye de çevrilen bu İncil, Hz. İsa’nın tanrılığını reddeder, çarmıha gerildiğini kabul etmez, Hz. İsa’nın bir peygamber olduğunu açıkça zikreder. Bu İncil’in teslisi reddedip ısrarla tevhidi vurgulaması, hıristiyanlarca yasak İncil sayılmasının temel sebebidir. Barnaba, Markos’un hocası, Pavlus’un önderi bir kişi olduğu halde, kilise, ona nisbet edilen İncil’i reddetmektedir.
Bible: (Baybıl okunur) Yunanca kitaplar anlamındaki biblia kelimesinden gelir. Tevrat, İnciller ve diğer kutsal kitaplardan meydana gelen Kitab-ı Mukaddese denilir.
Cizvitlik: Tutucu ve sofu hıristiyan tarikatı. 16. y.y.da Fransa’da kurulmuştur. İsa derneği adıyla da anılır. Hz. İsa’nın saf düşüncesine dönüş anlayışı içinde yoksulluk, bekâret ve itaat ilkelerinden yola çıkmıştır. Özellikle dinden saptıklarını iddia ettikleriyle savaşları ve siyasal etkileriyle öne çıkar. Avrupanın hemen bütün soylularının, kralların ve prenslerin din ve törelerinin öğretmenleri cizvitlerdi. Cizvitler, aşırı disiplin ve bir üste körü körüne itaat ve bağlılıklarıyla meşhurdur. Fransa’da 1789’dan sonra yeniden ve gizlice örgütlenmeye çalışmışlardır. İtikat konusunda farklı bir teslis anlayışı savunurlar. Hıristiyanlığın çoğu mezheplerindeki teslis anlayışı; baba, oğul ve ruhu’l kudüsten meydana gelen üçlü tanrı anlayışıdır. Cizvit teslisinde ise; İsa, Meryem ve İsa’nın babası(!) Yusuf’tan oluşan üçlü tanrı inancı vardır.
Communion âyini: (Komünyo vermek-almak) Hz. İsa’nın eti ve kanı. Ekmek ve şarapla yapılan âyin. Ekmek ve şarap, hıristiyanlara göre Hz. İsa’nın etini ve kanını simgeler. Her katoliğin yedi yaşına kadar communio alması zorunludur. Uygulama olarak, yapılan bir âyinde ‘hestia’ adı verilen bir parça mayasız ekmek, kutsal kabul edilen şaraba batırılarak verilir; buna communio vermek; bu törene de communio âyini denilir. Komünyo alan, tanrının bağışını kazanmış sayılır. Hz. İsa, kendisinin öleceğini haber verdiğine inanılan, son akşam yemeğine, Latince akşam yemeği anlamına gelen ‘cena’ denilir. Gerçekte bu yemek, bir yahudi geleneğiydi ve her yıl Mısır’dan ayrıldıklarında yenen son yemeğin hâtırasını anmak için kutlanıyordu. Hz. İsa’nın da bu geleneğe uyarak, son gece, havârileriyle birlikte bu kutlama yemeğini yediğine ve bu yemekte, kendisinin öleceğini haber vererek ‘eukharistia’ adı verilen dinî âyin emrettiğine inanılır. İncillerdeki ifadeye göre, Hz. İsa, havârilerine dağıttığı ekmeğe, “bu benim vücudumdur” ve dağıttığı şaraba, “bu benim kanımdır” demiştir. Hıristiyanlar, her yıl, ‘kutsal perşembe’ adını verdikleri ‘cena’yı kutlarlar.
HEVÂ
- 335 -
Ehl-i kitap: İslâm’a göre Kitap ehli, inandıkları peygamberlerin Allah’tan Kitap getirdiğini kabul edenler. Hıristiyan ve yahûdilerin ehl-i kitap(tan) olduklarında ihtilâf yoktur.
Ekanim-i selâse: Arapça olan bu deyim, üç uknum, üç esas anlamına gelir. Teslis de denilen bu Üç Esas, Tanrıyı hem üç, hem bir sayan üçleme anlayışıdır. Tahrif edilmiş Pavlus hıristiyanlığının temel ilkesi olan bu inanç, tanrı kavramını baba, oğul ve kutsal ruh olarak bir üçlükte teklik anlayışı olarak kabul ederler. Bu anlayışa Fransızca trinite, Arapça teslis adı verilir. Üçleme anlamına gelen bu deyim, hıristiyanlığın temel inancı olan baba, oğul ve ruhu’l kudüsten meydana gelir. Bu anlayışa göre, İslâm’a ve Hz. İsa’nın tebliğ ettiğine ve hatta bugünkü Kitab-ı Mukaddes’in nice ifadesine göre tek olan Allah’la birlikte, tahrif edilen hıristiyanlıkta kutsal ruh ve oğul diye anılan Hz. İsa’nın da tanrı olduğu ileri sürülür.
Emmanuel: Hıristiyanların kabullerine göre Hz. İsa’nın adlarından biri. Peygamber İşaya, Eski Ahid’de “Tanrı bizimledir” anlamına gelen bu kelimeyi, geleceğin Mesih’i için kullanmış. Matta İncilinde bunun İsa olduğu yazılıdır.
Engizisyon: Eskiden hıristiyan dünyasında farklı inanç taşıyanları cezalandırmak maksadıyla kurulan mahkeme. Ateşte yananın suçlu olduğu inancına dayanan yargılama tarzına engizisyon denilir. Ortaçağda din konusunda sapık kabul edilenlerin cezalandırılması amacı ve bahanesiyle, kurulu düzeni korumak için kurulan bu yargılama yöntemi, aklın kabul edemeyeceği inancın gereği olarak ortaya çıkmıştır. Bu inanca göre, suçsuz olan, ateşte yanmayacaktır. Bir sanığın suçlu olup olmadığını anlamak için böyle bir uygulama yöntemi kullanılmıştır. Özellikle İspanyol engizisyonunun gerçekleştirdiği bu akıl ve insanlık dışı yöntemler, 18. y.y.a kadar olanca vahşetiyle sürmüştür.
Evlilik: Romalıların Diana adını verdikleri Yunan tanrıçası Artemis, evlilik düşmanıydı. Peşinde gezdirdiği perilerden biri evlenecek olursa, yasalara karşı geldiğinden ötürü onu şiddetle cezalandırırdı. Katolik hıristiyanlarda görülen din adamlarının evlenmemeleri gerektiği inancı, Artemis tapımından kalma bir gelenek sayılmaktadır. Hıristiyan Alman düşünürü Schopenhauer, bir kadınla bir erkeğin birleşmesinin çok iğrenç bir şey olduğunu, İsa’nın böylesine iğrenç bir ilişkinin ürünü olmamak için babasız doğmuş bulunduğunu ileri sürer.
Gregoryen: Papa Gregorius VII’nin kilise reformuna uyanlar. 11. y.y.da gerçekleştirilmeye çalışılan bu reform, teokratik bir düzen kurma amacına dayanır. Bu düzen, imparatorların papalarca tahtlarından indirilebilmesini, dinde ticaretin ve özellikle kutsal eşya alım satımının yasaklanmasını, din adamlarının evlenmemelerini, kiliseyi her türlü laik bağlardan kurtarmayı, imparator ve soyluların kilise işlerine karışmamalarını öneriyordu.
Günah çıkarma: Günah çıkarmaya “absolüsyon” denilir. Absolüsyan, günah çıkarma ve affetme demektir. Hıristiyanlıkta günahlarını papazlara açıklayıp itiraf edenlerin papaz tarafından günahlarının bağışlanabileceğine inanılır. Günahları papazlar tarafından affedilenler, böylelikle günahlardan arınmış olurlar. Bu affetme, papazlar tarafından tanrı adına yapılmaktadır.
Haç: Hıristiyanların Hz. İsa’nın çarmıha gerilmiş halini temsil ettiğine inandıkları, birbirini dik olarak kesen iki doğrudan meydana gelen t harfi
- 336 -
KUR’AN KAVRAMLARI
görünümündeki şekil; salîb ve istavroz da denilir. Haç, hıristiyanlığın simgesi kabul edilir. Haç çıkarmak: Elleriyle haç işareti yapmak, istavroz çıkarmak. Hıristiyanlıktan önce çoktanrıcı bazı dinlerde de mutluluk simgesi kabul edilen haç, hıristiyanlıkta ilkin din uğruna ölenlerin mezarlarına konulurdu. Daha sonra bütün hıristiyanların mezarlarına konulmaya başlandı. Boyunlarda kolye olarak da takılır. Duâ sırasında da belli yerlerde haç işareti yapılır: Sağ elin parmaklarıyla göğse haç biçimi çizilerek bir çeşit kutsama yapılır. El önce alna, sonra göğse, sonra sol omza ve en sonunda da sağ omza dokundurulur. Bu işaret, aynı zamanda baba-oğul-kutsal ruh teslisini/üçlemesini de simgeler. Yunan kilisesinde el önce sağ omza, sonra sol omza götürülür. Protestanlıktaysa haç çıkarılmaz. Ortodokslar her yıl 6 Ocak günü haçı suya atma töreni yaparlar. Bu tören, onlara göre İsa’nın Yahya peygamber tarafından Ürdün nehrindeki vaftizini simgeler. Bu dinî törende, üstünde İsa’nın resmi bulunan bir haç deniz, nehir, göl gibi herhangi bir suya atılır; hıristiyanlar suya atlayarak haçı bulup çıkarırlar. Haçı bulup çıkaran hıristiyan kutsanır.
Haçlı seferleri: Haçlı, haçı olan demektir. Bu anlamdan çıkarılarak müslümanlara karşı savaşa katılan hıristiyanlara “ehl-i salîb”, yani “haçlı” denilmiştir. Haçlılar: Haçlı seferlerine katılanlar anlamında kullanılır. Haçlı seferleri: Haçlıların (hıristiyanların) mukaddes kabul ettikleri yerleri (Kudüs ve civarını) müslümanlardan almak için yaptıkları savaşlara denilir. Toplam sekiz askerî-dinî sefer düzenlenmiştir. Hıristiyanlarca kutsal savaş kabul edilen bu seferler, papaların teşvik edip cenneti garanti etmesi ve doğunun zenginliklerinden pay alma tutkusunun birleşmesi ile ortaya çıktı. Giysilerinin üstüne, yeminlerinin bir simgesi olarak kumaştan bir haç dikip “haçı alanlar”, Kudüs’e hac yolculuğu yapmaya söz vermiş sayılıyorlardı. İlk haçlı seferi 1097’de, sekizinci haçlı seferi de 1270 yılında yine başarısızlıkla sonuçlanmış ve haçlı seferlerinin silâhlı kısmı sona ermiştir. Günümüzde, haçlı seferleri daha çok siyasi, iktisadi alanda ve en çok da kültürel yollarla yapılmakta, önemi Kudüs’den daha az olmayan müslüman beyin ve kalplere saldırılmaktadır. Televizyon, kitap, gazete vb. araçlarla evlerin işgal edilmesi için yapılan günümüzün haçlı seferleri, çoluk çocuk demeden hedeflere saldırıp ele geçirmektedir. Çağdaş Selâhaddin Eyyûbîler çıkıncaya kadar da bu seferlerin sonunun gelmeyeceği gözükmektedir.
Haham: Yahûdi din adamı. İbrânice bilgin, bilge anlamındadır. Bu yahûdi din adamlarının başlarına da hahambaşı denir.
Haramlar: Hıristiyanlıkta haram/yasak olan şeyler, Pavlus’un tenzilâtlarıyla 4 tanedir. Bunlar, putlara kurban edilen şeyler, boğulmuş hayvan, kan ve zinadan ibarettir. 1455
Havârî: Havâri kelimesi Kur’an’da geçer. İncillerde, bunun yerine daha çok şâkirt (öğrenci) kelimesi kullanılır. Havârî, yardımcı demektir. Arapçaya Habeşçeden geçmiş olup aslı “havâryâ”dır; “yardımcı” anlamına gelmektedir. Hz. İsa’nın tebliğ ettiği dine ve onun peygamberliğine iman eden, müslümanlardan olan1456 ve Hz. İsa’nın tebliğ ettiği fikirleri yaymayı üstüne alan on iki kişiden her birine havâri denir. Âl-i İmrân sûresi, 52. âyetinde Hz. İsa’ya ve onun dinine yardımcı olmayı taahhüd edenlere bu adın verildiğini görmekteyiz. Hz. Muhammed’e
1455] (Bk. Rasüllerin İşleri, 15/28-29)
1456] (3/Âl-i İmrân, 52)
HEVÂ
- 337 -
(s.a.s.) ilk inanan insanlar olan “sahâbe”nin benzerleridir.
Havâriler, toplam 12 kişidirler. Bunlardan biri ihânet ederek kâfirlere Hz. İsa’yı ihbar etmiştir. İsimleri şunlardır: Simun (Petrus), Andreas, Yâkub (Zebedi’nin oğlu -büyük-), Yuhanna (Boanerces), Filipus, Bartolomaeus, Matta, Tomas, Yâkup (Alfeus’un oğlu -küçük-), Gayyur Simun, Yahuda (Taddeus), Yahuda İskaryot.1457 Bunlardan Petrus, havârilerin en büyükleri ve lideri, Yahuda İskaryot da Hz. İsa’ya ihanet eden ve onu ihbar edip yakalatmaya çalışan kişidir. Hıristiyan rivâyetlerine göre otuz gümüş dinar karşılığında İsa’yı yakalattıran İskaryot, sonradan vicdan acısı çektiği ve kendisini astığı söylenir. İslâm âlimlerine göre, Hz. İsa’yı ihbar eden Yahuda, Hz. İsa görünümüne dönüşmüş ve Hz. İsa yerine o çarmıha gerilmiş, Hz. İsa da göğe yükseltilmiştir.
İkon: Kiliselerde bulunan dinî tasvir, yani resim ve heykeller. Özellikle ortodoks kiliselerinde bulunur. Hıristiyanlar, ikon(a)lara tapmadıklarını, sadece onlara saygı duyduklarını söylerler.
İncil(ler): Kur’ân-ı Kerim, Hz. İsa’ya vahyedilen İncil’den bahseder. Bu İncil, bir tek İncil’dir. Bugünkü İnciller de, Hz. İsa’ya vahyedilen/vaz’edilen İncil’den birçok yerde bahseder. Buna rağmen elde mevcut hiçbir İncil için, hıristiyanlar tarafından bile “bu İsa’nın İncilidir” denilemez ve ona atfedilmez; “Matta’ya Göre İncil, Markos’a göre İncil...” denilir. Kilise tarafından birbirinden hayli farklı ve birbiriyle nice çelişkileri olan dört farklı İncil yasal İncil sayılmıştır. Arapça “Enâcil-i erbaa” denen bu dört İncil, Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleridir. Asıl yazıldıkları nüshaları elde bulunmayan bu dört İncil’in tümü, Hz. İsa’dan çok sonra yazılmıştır. En eski nüsha olarak yazıldıkları İbrânice ve Latinceden Yunancaya ve çok zaman sonraki tercümeleri vardır. Bu dört İncil, kendisi de o zamanlar hıristiyanlığı kabul etmemiş olan putperest imparator Konstantin tarafından 325 yılında topladığı İznik konsilinde yüzlerce İncil yazması arasından 2048 kişilik üyenin sadece 318’inin kararı ve imparatorun tercih ve yönlendirmesiyle seçilmiş, özellikle tevhid içerikli İnciller başta olmak üzere diğer tüm İnciller sahte kabul edilerek yakılmış ve yaktırılmıştır.
Kardinal: Yüksek rütbeli katolik râhibi.
Karnaval: Kötü ruhları kaçırmak için korkunç maskeler takma töreni. Hıristiyanların büyük perhizinden önce yapıldığı için, İtalyanca et kaldırmak anlamına gelen carnelevare kelimesinden türetilmiştir. Kaynağı hıristiyanlıktan çok öncedir. Güneş ışınlarının bir süre gökte hapsedildikten sonra yeniden özgür bırakıldıkları inancıyla ilgilidir. Karnavalda kullanılan hayvan maskeleri, aynı zamanda, hayvanlara tapanlardan hıristiyanlığa geçmiş bir putperest geleneğidir.
Katedral: Bir şehrin büyük kilisesi, piskoposluk kilisesi.
Katolik: Roma kilisesi, katolik mezhebinden olan hıristiyan demektir. Katoliklik, Roma kilisesine bağlı hıristiyan mezhebine denilir.
Keşiş: Dünyayla ilişkisini kesip manastırda yaşayan hıristiyan din adamı. Keşişler evlenmezler, dünyadan el etek çekip bir inziva hayatı sürdürdüklerinden ötürü münzevîdirler. İlk keşişler, Mısır’da azizliğe/ermişliğe ulaşmak için çöle çekilir, bir çeşit çileci hayatı sürerlerdi. Manastırlar, bu bireysel çile çekmeyi bir
1457] (Matta, 10/2-4)
- 338 -
KUR’AN KAVRAMLARI
disipline sokmak amacıyla kurulmuştur. Hıristiyanlıkta çilecilik, Hz. Âdem’in suçundan ötürü soyaçekim yoluyla aşağılanmış insanın kendini cezalandırmasını dile getirir.
Kilise: Yunanca topluluk anlamına gelen ekklesia deyiminden türetilmiştir. Hıristiyan mâbedi/ibâdethanesine, hıristiyanların ibâdet ettiği binaya kilise denilir. Ayrıca, hıristiyan mezhebi için kullanılır: Katolik kilisesi, ortodoks kilisesi şeklinde. Kilise, ilkin hıristiyan toplulukları anlamında kullanılmıştı. İlk hıristiyanların bugünkü anlamda kilise binaları yoktu. İlk dönem hıristiyanlığında kilise yapısı olmadığı gibi, din adamları statüsü ve ruhban sınıfı da yoktu. İkinci y.y.’dan sonra kiliseler görülmeye başlamıştır. İlk kiliselerin din adamları, kilisenin bakımı ve temizliğiyle görevli kilise hizmetçileriydi. sonradan büyük statü kazanan din adamlarına, piskopos denilmeye başlandı ve bunlar kilisenin başına geçtiler. Birçok kilisenin piskoposları birleşince evrensel kilise kurulmuş oldu ve bunun başına geçen piskopos papa adını aldı. Katolik kavramı da evrensel kilise anlamındadır.
Kitab-ı Mukaddes: Ahd-i Atîk ve Ahd-i Cedîd’den meydana gelen kitapların bütününe denir. Kitab-ı Mukaddes, tahrif edilmiş şekilleriyle Tevrat, Zebur ve İnciller yanında, bazı peygamberlere atfedilen kitaplar, Pavlus’un 15 ayrı mektup ve kitabından oluşmuş kitaplar kolleksiyonudur.
Konsil: Hıristiyan ruhanîler ve râhipler meclisi. Özellikle katolik kilisesi dogmaları ve kilise disiplinini düzenleyen kurallar 2. y.y.’dan itibaren toplanmaya başlanan bu konsillerce tespit edilmiştir. 1869 yılına kadar değişik aralıklarla toplanan konsillerin sayısı yirmidir. Hıristiyanların temel inançları bu konsillerde kararlaştırılmıştır. 325 yılında toplanan İznik konsili, Pavlus’un görüşünün temeli olan İsa’nın tanrılığını kabul etti. Bu görüşe muhâlif olan İncilleri ve başka kitapları nerede olursa olsun toplatıp yakmayı kararlaştırdı. Bu kararın alınmasında henüz hıristiyanlığı kabul etmemiş olan putperest kral Konstantin’in büyük etkisi oldu; bu kararla hıristiyanlığı putperestliğe yaklaştırmış oldu. Yine, bu konsilde alınan kararların aksini savunanları konsil, lânetlemekte ve aforoz etmektedir. 2048 Din adamının katıldığı bu konsilde bu kararı alan din adamlarının sayısı sadece 318 idi. 1720 farklı görüşün iddiaları geçersiz kabul edildi. Daha sonra İnciller de konsil tarafından değerlendirildi; Önemli bir kısmı teslisi değil de tevhidi savunan yüzlerce İncil’in içinden 4 İncil (Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleri) resmen kabul edilen İnciller oldu. Bunun dışındaki kitaplar için, nerede olursa olsun toplattırılıp yatırıldı.
Kral salonu: Yahova şahitlerinin kilise yerine oluşturdukları toplantı ve ibâdet salonu.
Kutsal Perşembe: Hıristiyanlar, 13 nisan Perşembe gününü kutsal Perşembe olarak nitelerler. Çünkü Hz. İsa, son akşam yemeğini o gün yemiştir. Ayrıca, her yıl nisan ayının 14. günü akşamı toplanıp topluca yemek yemek, eski bir İbrânî geleneğidir.
Kutsal kabir: Kudüs’te bulunan Hz. İsa’ya ait olduğuna inanılan mezar. Hıristiyanlarca, Yusuf tarafından gömülen ve sonradan ermiş Helena tarafından bulunan bu mezar kutsaldır. Kur’an’a göre, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmediği ve
HEVÂ
- 339 -
öldürülmediği1458 için bu mezar kesinlikle Hz. İsa’ya ait olamaz.
Kutsal Cumartesi: Katolik hıristiyanlar, paskalya arefesinde kutsal haftanın son günü olan Cumartesiyi kutsal Cumartesi sayarlar.
Luka: Hıristiyanlarca kabul edilen 4 İncil’den biri ve bu İncil’i yazan kişi. Hıristiyan kaynaklarına göre de havâri olmayan Luka’nın asıl mesleği hekimlikti. Yunan asıllı veya Pavlus’a yardımcı olan yahudi asıllı Antakya’lı bir doktor olduğu rivâyetleri vardır. Aynı zamanda Yeni Ahid’deki kitaplardan biri olan Rasüllerin İşleri kitabının yazarı olarak da bilinmektedir. Luka İncili’nin aslı, büyük bir ihtimalle İbrânice veya bazılarına göre Latincedir. Eldeki en eski nüsha ise Yunanca tercümesidir. Bazı hıristiyanlar aslının da Yunanca yazıldığını söylemektedir. Luka’nın bu İncili Yunanlılar için yazdığı anlaşılmaktadır. Luka İncilinde tarih yanlışlıkları ve maddî hatalar oldukça fazladır.
Manastır: Râhip veya râhibelerin, dünyadan el etek çekip ruhban hayatı içinde birlikte yaşadıkları, ekseriya yerleşme merkezlerinden uzak bina.
Markos: Yasal dört İncil’den biri ve bu İncil’in yazarı. Hıristiyan kaynaklarına göre de Markos havâri değildir. Yeni Ahid’de ikinci sırada yer alan bu İncil’in yazarının asıl adı Yuhanna’dır; Markos onun lakabıdır.
Matta: Yasal dört İncil’den biri ve bu İncil’in yazarı. Hıristiyan kaynaklara göre Filistin’li bir yahudi ailenin oğlu olan Matta’nın ikinci adı Levi’dir. Kendisi gümrük memuru olarak görev yaparken Hz. İsa ile tanışarak ona tâbi olmuştur. Yani hıristiyan kaynaklarına göre Havâri sayılır. Fakat bazı araştırmacılar, halen elde mevcut olan Matta İncilinin yazarının Havâri Matta olmadığını, bu İncili aslında ismi meçhul Filistinli bir yahudinin yazdığını ileri sürmekte ve deliller ileri sürmektedirler. Gerçekten bu İncil, yahudi hukukuna çok saygılıdır. Ayrıca, bu İncilin yazarı, İncilini yazarken Havâri olmayan Markos’tan geniş çapta istifade etmiştir. Havâri birinin havâri olmayandan büyük çapta istifade etmesi pek gerçekçi değildir. Matta İncili’nin İbrânice asıl nüshası ortadan kaybolmuş, elde en eski nüsha olarak Yunanca tercümesi vardır, ancak bunu kimin tercüme ettiği belli değildir. Bu tercümenin doğruluğunu anlayabilmek için asıl nüsha ile karşılaştırılması gerekir ama ne ortada asıl nüsha vardır, ne de tercümeyi yapanın ismi.
Mesih: Üzerine kutsal sayılan yağ sürülmüş demek olan Mesih, Hz. İsa’nın lakabıdır. Kur’ân-ı Kerim’de Hz. İsa için, onun ismi yerine de kullanılmıştır.
Misyoner: Misyon, bir şahıs veya heyete verilen özel görev demektir. Misyoner: Kendini bir fikrin yayılmasına adayan kimse demektir. Misyoner kelimesi daha çok hıristiyanlar için, hıristiyanlığı yaymayı görev edinmiş kimse demektir. Misyonerlik, hıristiyanlığı yayma yönündeki sistemli bir faaliyet ve teşkilattır. Misyonerlerin yaptığı işe de misyonerlik denilir.
Nasârâ: Nasrânî kelimesinin çoğuludur. Nasrânî, hıristiyan; nasârâ da, hıristiyanlar demektir. Hıristiyanlık için de “nasrâniyye” kelimesi kullanılır.
Nasrânî: Nasrâni ve Nasârâ kelimesinin anlamı ve hıristiyanlar için kullanılması konusunda iki değerlendirme yapılır: 1- Kelime, Nâsıra veya Nasran adlı
1458] 4/Nisâ, 157
- 340 -
KUR’AN KAVRAMLARI
köyden olanlar anlamındadır ki, Hz. İsa ve havârileri bu köye nispet edilirler. 2- Yardım ve destek anlamındaki nusret veya nasr kökünden yardım edenler, yardımcılar anlamındaki ensâr kelimesine nispet edilmiştir. Âl-i İmrân sûresi 52. âyetinde Hz. İsa’nın yardım talebine havârilerin olumlu cevap vermeleri sebebiyle havâriler için ensâr kelimesi kullanılır. Bu deyimden yola çıkılarak havârilere ve tüm hıristiyanlara “yardım edenler” anlamında nasârâ denmiştir.
Noel, Noel Baba: Noel, hıristiyanların Hz. İsa’nın doğduğu geceyi kutlamak için yaptıkları bayramdır. Noel ağacı: Hıristiyanların noel için kesip süsledikleri çam. Noel Baba: Hıristiyanların noel gecesi hediye getirdiğine inandıkları, inanmasalar da çocuklarını kandırdıkları mitolojik ve hayâlî kişidir. Hıristiyanlarca Hz. İsa’nın, Aralık ayının 25’inde doğduğu kabul edilir ve her yıl bu günde noel kutlanır. Eskiden Ocak ayının 6. günü kutlanırdı. Hz. İsa’nın hangi yıl doğduğu da hayli tartışmalıdır. Örneğin, Matta İncili’ne göre, bugün İsa’nın doğum yılı olarak kabul edilen yıldan, yani milattan en az dört yıl önce, Luka İncili’ne göre, milat diye kabul edilen yıldan 6 yıl sonra doğmuştur.
Ermeni mitolojisinde yeni yıl tanrısının adı Amanor’dur. Paganlık/putperestlik zamanlarında avlanan hayvanlar, Amanor’un onuruna çam ağaçlarına asılırdı. Noel günü çam ağacına çeşitli şeyler asılarak yapılan tören, hıristiyanlığa bu pagan geleneğinden geçmiştir. Ayrıca, ağaçlara tapmanın yaygın olduğu bölgelerde çam ağacına da tapılmıştır. Antik çağın ünlü Yunan ve Roma mitolojileri, ağaç tanrılarla doludur. Ağaçlar, Yunanlılarla Romalılarda tanrıların barınakları sayılıyor ve ağaçların bir ruhu olduğuna inanılıyordu.
Ortodoks: Hıristiyanlığın üç büyük mezhebinden biri. Öteki iki mezhep katoliklik ve protestanlıktır. 1054 yılında Roma’dan ayrılan ve onu tanımayan Bizans’la ona bağlı olan doğu kiliseleri ortodoksturlar. Bu anlayış, 9. y.y.’dan sonra Slavlar arasında yayılmıştır. Ruslar, Bulgarlar, Sırplar bu mezheptendirler. Ortodoksluk inancına göre yeryüzünde bulunan her kilise bağımsızdır. Ortodoks baş patriği sadece bu bağımsız kiliseler birliğinin başkanıdır. Bu mezhebin kuramsal inançlarının başında baba’nın yaratılmadığı, oğul’un yaratıldığı ve baba-oğul-ruhu’l-kudüs üçlemesindeki öz birliği gelir. İsa’nın ilâhî/tanrısal ve insanî nitelikleri birbirinden ayrılamaz. Ruhu’l Kudüs’ün, sadece Babadan doğduğuna inanan Katoliklerin tersine; hem baba ve hem oğuldan doğduğunu kabul eden mezheptir. Kiliselere ikonalar, yani kutsal resim ve heykeller konulmasını savunurlar ve kiliselerini bunlarla doldururlar.
Papa: Katolik kilisesinin en büyük ruhanî reisi, Roma piskoposu. Papalık: Papa yönetimi, papanın başında bulunduğu devlet, İtalya topraklarında bulunmasına rağmen, ayrı devlet kabul edilen dünyanın en küçük devleti Vatikan, papa tarafından yönetilen teokratik bir papalıktır.
Papaz: Hıristiyan ruhanî reisi, din adamı, râhip, keşiş.
Paskalya: Hıristiyanların Hz. İsa’nın dirildiğine inandıkları gün yaptıkları bayram. Her yıl Mart ayının 14. gününü izleyen Pazar günü, hıristiyanlara göre Hz. İsa’nın dirildiği gündür. Bugün, İsa’nın yeniden yaşama geçtiğine inanılır ve büyük bayram yapılır. İlkbahara doğru kutlanan bu bayram, her yıl sonbaharda ölüp ilkbaharda dirilen Sümerlerin Temmuz, Eski Anadolunun Attis ve Agdistis, Yunanlıların Adonis inançlarından gelmedir. Bu bayram da hıristiyanlığın
HEVÂ
- 341 -
putperestlere verdiği tâvizlerden biridir. Yahûdi geleneğiyle de irtibat kurulabilir. Şöyle ki, Yahûdiler de her yıl, aynı adla, dinsel gök ayının -ki bu, dinî takvimlerinin birinci ayıdır- 14. gününde Mısır’dan çıkışlarını kutlamak için bayram yaparlar. Hıristiyanlar, paskalyayı baş bayram saymışlar ve bir çeşit bayramlar takviminin temeli olarak tespit etmişlerdir. Katolik takviminde bayram günleri her yıl aynı güne düşmediğinden bütün katolik bayramları paskalyaya göre hesaplanır. Paskalya çöreği: Paskalya günü yapılan bir cins tatlı çörek. Paskalya yumurtası: Paskalya günü hıristiyanların kırmızıya boyadıkları haşlanmış yumurta.
Patrik: Ortodoks kiliselerinin başkanlarına patrik denir. Bazı doğu kiliselerinde ve ortodokslarda en büyük ruhanî reis demektir. Patriğin kaldığı yere, makamına patrikhane denir.
Pavlus (Paulus, Paul, Saint Paul -Sen Pol-): Milâdî 5-67 yıllarında yaşayan yahudi asıllı, hıristiyanlığı aslî ve tevhid çizgisinden çıkarıp, teslis gibi temel dogmaları oluşturmuş, kiliseler kurmuş ve hıristiyanlığı teşkilâtlandırmış kişidir. Bugünkü muharref hıristiyanlık onun ürünüdür. Pavlus, Hz. Musa’nın yasa ve yasaklarını yürürlükten kaldırmış ve yeni bir anlayış geliştirmiştir. Mektupları, Kitab-ı Mukaddes’ten sayılmış, İnciller seviyesinde görülmüştür. Tevhid yerine teslisi, Hz. İsa’nın peygamber değil; tanrının oğlu ve tanrı olduğunu hıristiyanlara kabul ettirmiştir. İlk günah, aslî günah anlayışını da o icat etmiştir. Buna göre, ilk günah, Hz. Âdem’in suçuyla başlamış ve bütün soyuna bulaşmıştır. Her doğan insan, babası Âdem’in günahının mirasından dolayı günahkâr olarak doğar. Tanrı, kendi niteliğine sahip olan oğlu İsa’yı insanları bu suçtan, yani aslî günahtan kurtarmak için yeryüzüne göndermiştir. Kıyamet gününde de insanları diriltmek ve ilâhî bağışa kavuşturmak için yeryüzüne yeniden inecektir, ruh da bu yüzden ölümsüzdür. Bu Pavlos dogmalarının hiçbiri yahudilikte de, Hz. Musa şeriatında da yoktur (Tabii ki, Hz. İsa’nın tebliğ ettiği dinde de bulunmamaktadır). Bu açıdan, Pavlus’un öğretileri, hıristiyan dogmalarıyla birlikte yahudi şeriatının da yürürlükte bulunduğunu savunan Petrusculuk’a karşı, yepyeni bir hıristiyanlık anlayışıdır. Bugünkü hıristiyanlık, hemen tümüyle Pavlus’un temel itikad ve hükümlerini belirlediği, Pavlus’un merkezde olduğu bir dindir.
Paulcanien’ler: Paul de Samosate taraftarları, şimdi bağlıları kalmayan muvahhid hıristiyan gruplarından biri.
Petrus: Hz. İsa’nın baş havârisidir. Matta İncilinde yazıldığına göre Hz. İsa, ona, Petrus’ un kelime anlamı olan ‘taş’ anlamında: “Sen Petrus’sun, ben kilisemi senin üstüne kuracağım”1459 demiştir. Bununla beraber Hz. İsa’nın tutuklanması sırasında peygamberini terkettiği ve onu inkâr ettiği de bilinir. Ne var ki daha sonra hıristiyanlığı yaymaya çalışmış, dine ilk katılan çoktanrıcılar onun tarafından vaftiz edilmiştir. Pavlus’la karşılaşmış ve onunla anlaşamamıştır. Bu anlaşmazlık, Pavlus’un Galatyalılara Mektubunda açıklanır.
Piskopos: Yunanca bir kelime olup, kelime anlamı gözeten demektir. Başpapaz, bir piskoposluk bölgesinde başpiskopostan sonra gelen papaz, metropolit anlamında kullanılır. Dinsel bir bölge olan piskoposluğu yöneten en üst rütbedeki papaza piskopos denir. Katolik kilisesinin başkanı olan papa, bir piskoposlar piskoposudur.
1459] Matta, 16/18
- 342 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Protestanlık: Katoliklikten ayrılma reformcu hıristiyan mezheplerine verilen ad. Protestan: Reformist hıristiyan mezhebinden olan, reform taraftarı. 16. y.y. da Roma kilisesini protesto eden Alman papaz Martin Luther’in reformuyla oluşan bir mezheptir. Protestan kiliseleri bağımsız ve ulusaldır; katolik kiliseleri gibi bir papa otoritesine bağlı ve uluslararası nitelikli değildir. Protestanlara göre ilâhî bağış karşılıksızdır ve o yüzden günah çıkarmak mecburi değildir. En üst hakem ve yetkili olarak Kitab-ı Mukaddes kabul edilmeli ve bir hıristiyan, sorularının karşılığını papadan değil; ondan öğrenmelidir. Papazlar evlenebilirler. Cehennem diye bir yer yoktur; sadece Tanrı’nın bağışını elde eden hıristiyanlar için ölüm ötesinde mutlu bir hayat vardır. Bununla birlikte çeşitli protestan kiliseleri arasında görüş ayrılıkları da hayli fazladır. Almanya ve İskandinav ülkelerinde Luther’ci, Fransa ve İsviçre’de Calvin’ci, İngiltere’de Anglikan, İskoçya’da Presbiteryen kiliseler protestandır.
Râhip: Hıristiyan din adamı. Kadın din adamlarına da râhibe denir. Papaz deyimiyle eş anlamda kullanılan bu deyim, genel olarak İslâm dışındaki diğer din adamları için de kullanılmıştır. Ama daha çok manastırda oturan hıristiyan din adamlarına râhip, oralarda yaşayan keşiş kadınlara da râhibe denilir.
Ruhbanlık: Râhiplik, papazlık, keşişlik. Râhiplerin hayat tarzı, manastır yaşayışı. Ruhbanlıkla ilgili Kur’an’da şöyle buyrulur: “Sonra bunların izinden art arda peygamberlerimizi gönderdik Meryem oğlu İsa’yı da arkalarından gönderdik, ona İncil’i verdik ve ona uyanların yüreklerine bir şefkat ve merhamet koyduk. Uydurdukları ruhbanlığa gelince, onu Biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızâsını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır.”1460 Ruhbanlık, hıristiyanların ihdas ettiği bir yaşayış ve anlayış tarzıdır. Rivâyetlere göre Hz. İsa’dan sonra muvahhid hıristiyanlar, yani mü’minler inkârcı zorbalarca yok edilmeye çalışılmış, girişilen üç savaşta mü’minler ağır kayıplar vermişler, sağ kalan iman ehli, kendilerinin de ölümü halinde dine dâvet edecek kimsenin kalmayacağı gerekçesiyle savaş yapmama kararı almış, sadece ibâdetle meşgul olmaya başlamışlar. İşte bu suretle fitneden kaçarak, dinlerinde ihlâs ve samimiyet gösteren bu insanlar dünyanın bütün zevklerinden, fazla yiyip içmekten ve evlenmekten vazgeçmişler, dağlar, mağaralar, oyuklar ve hücrelerde ibâdetle meşgul olmuşlardır. Ama birçoğu bu râhib hayatına riâyet etmeyerek, Hz. İsa’nın tevhid dinini bırakıp teslis akidesini ortaya attılar veya hükümdarlarının dinine girdiler. Hz. İsa’nın tevhid yolundan ayrılan bu hıristiyanlar, Hz. Muhammed’i (s.a.s.) de kabul etmediler, sapıklıklarına devam ettiler.
Reformasyon: Hıristiyanlıkta her çeşit yenileşmeler ve özellikle protestan hareketi. Geniş anlamda her çeşit dinî yenileştirmeleri içine alan reform, özellikle 16. y.y. da gerçekleşen protestan reformu, bu deyimle dile getirilir.
Rûhu’l-Kudüs: Hz. İsa’ya üflenen ilâhî ruh. Hıristiyanların inancına göre ruhu’l kudüs (kutsal ruh) insan yüzlü bir devdir, bütün nesnelerin başlangıcından beri sular üstünde kımıldayan, tûfandan sonra toprağı kurutan odur. Baba-oğul-rûhu’lkudüs, İsa’nın vücudunda toplanmış üç ilâhî kişidir. Tümü ilksiz ve sonsuzdur ve birbirlerine üstünlükleri yoktur. Bu, onların iddiasına göre tevhidde teslis, ya da teslisde tevhiddir (üçlükte teklik veya teklikte üçlük).
1460] 57/Hadîd, 27
HEVÂ
- 343 -
Sinoptik İnciller: Matta, Markos ve Luka İncilleri, birbirlerine çok benzediğinden ve aynı terimlerle yazıldıklarından sinoptikler denilir. Yuhanna İncili ise, hem konuları ve hem üslûbu/anlatım biçimi yönüyle diğerlerinden ayrılır. Örneğin, sinoptik İncillerde Hz. İsa’nın, dini bir yıl süreyle tebliğ ettiği anlatılırken; Yuhanna İncilinde bu süre üç yıldır. İlk üç İncilde gösterilen dâvet ve tebliğ yerleri ile Yuhanna’da gösterilen yerler de birbirinden çok farklıdır. Bununla beraber sinoptik İncillerin arasında da çok önemli oranda ve büyük sayıda farklılıklar ve çelişkiler vardır.
Süryâni: Suriye ve Türkiye’nin güney doğusunda yaşayan Sâmi ırktan bir hıristiyan topluluğu.
Tahrif: Tahrif, aslında bir kelimedeki harflerin yerini değiştirerek manayı bozma demektir. Terim olarak kullanılışı ise, bir metni, ilâve ve çıkarmalarla farklı manaya gelecek şekle sokma demektir. Kutsal kitabı olduğu gibi, dini bozmaya ve değiştirmeye de tahrif denilir.
Tecessüd: Arapça bir kelimedir. Vücutlanma, bedene girme, insan vücuduna dönüşme demektir. Hıristiyanlığa göre Tanrı, insanın aslî günahını bağışlamak için İsa’da tecessüd ederek insan şeklinde dünyaya gelmiştir.
Tekfir (Keffâret, Fidye –Redemption): Hıristiyanlığın esaslarından biri de, Tanrı’nın bütün insanların günahlarına keffâret olmak üzere, onların affı için insan şekline girip yaşadıktan sonra ıstırap çekerek ölmesi, yani tekfir/keffâret, fidye inancıdır. Bu inancın, üç temel uzantısı vardır: Hz. İsa’nın tanrılığı, bütün insanlığın günahkâr olduğu ve insanlığın affı için fidye (kurban) anlayışı.
Teslis: Arapça üç demek olan selâse kelimesinden türetilmiştir. Üçleme, üçe çıkarma demektir. Hıristiyanlıkta Tanrı’nın üç unsurun birleşimi olduğuna inanma haline denir. Üç tanrılık gücün tek tanrıda birleşmesi demek olan teslis, baba (tanrı) - oğlu (İsa) - rûhu’l kudüs’ü hıristiyanlar, tanrının üç ayrı görünümü sayarlar ve üçlükte tekliğe inanırlar; yani Tanrı hem tektir, hem de üç. Bu yüzden hıristiyanlara ehl-i teslis de denir. Kur’ân-ı Kerim, teslisin açık bir küfür olduğunu ve teslisi kabul edenlerin kâfir olduğunu1461 vurgulayarak, bundan vazgeçilip Allah’a yalan uydurulmamasını ve Hz. İsa’ya iftira atılmamasını1462 emreder.
Uknum-akanim: Uknum, Arapça unsur, esas, temel demektir. Akanim de onun çoğuludur. Akanim-i selâse: üç uknum, yani teslisin üç temel unsuru demektir ki, bunlar baba-oğul-ruhu’l kudüstür.
Vaftiz: Yunancadan geçmiştir. Hıristiyanların küçük çocuklara ve dinlerine girenlere uyguladıkları suya sokma veya su serpme töreni demektir. Hıristiyanlara göre, doğuştan, babası Âdem’in suçuna ortak olarak dünyaya gelen insan, ancak kutsal kabul edilen kilisedeki su ile yıkanarak günahlarından arınabilir. Yoksa hıristiyan kabul edilemeyeceği gibi, günahlarından da arınmamış olur ve cehennemi hak eder.
Yahuda: Hz. İsa’yı yakalatan havâri. İsa’nın on iki havârisinden biridir. İskaryot da denilir. Otuz gümüş dinar karşılığında İsa’yı ihbar ederek yakalattırmıştır. sonradan vicdan azabı çektiği ve kendini astığı da rivâyet edilir.
1461] 5/Mâide, 73
1462] 4/Nisâ, 171-172
- 344 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Yahova: Kitab-ı Mukaddes’in ilk bölümü olan Ahd-i Atik’de Tanrı için kullanılan bir lafızdır. Yahudilerin kendi Tanrılarına verdikleri addır. Yehova veya Yahve biçiminde de yazılıp söylenir. Elohim lafzı da yine benzer şekilde kullanılır. Yalnız Yahova, yahudi ırkının özel tanrısı olup, başkalarının tanrısı değildir.
Yahova şâhitleri: Yahova/Yahve’nin (Tanrı’nın) şâhitleri anlamında olan bu tâbir, hıristiyanlığı kendilerine göre yorumlayan, merkezî, otoriter bir teşkilâta bağlı misyoner grubunun kendilerine verdikleri addır. Yahova şâhitleri, yılbaşında Noel Baba adına yapılan âdetleri kabul etmezler. Yeryüzünü ebedî kabul ederler ve bu anlamda bir kıyamete de inanmazlar. Gayelerini dünya üzerinde gerçekleştirmek dâvâsıyla çok çeşitli dernekler, örgütler kurmuşlar, bu maksatla dergiler, kitaplar, broşürler yayımlamışlar, her çeşit araç ve propaganda yoluyla evden eve dolaşarak faâliyetlerini sürdürmüşlerdir ve hâlâ da bu çalışmalarına devam etmektedirler. Her ülkede, askerliğe karşı çıkarlar. Savaşlara, kan vermeye ve kan nakline karşıdırlar, barışçı ve iyiliksever portre çizmeye çalışırlar.
Yuhanna: Yeni Ahidi oluşturan dört İncil’den biri ve bu İncil’in yazarının adıdır. Mesleği balıkçılık olan Yuhanna, havârilerden biridir. Ancak, bazı hıristiyan araştırıcılar, İncil yazarı Yuhanna’nın, havâri Yuhanna’dan farklı kişi olduğunu, eldeki Yuhanna İncilindeki ifadelerden delillendirerek belirtirler. Gerçekten Yuhanna İncili, Yunan felsefesini çok iyi bilen biri tarafından yazılmış olmalıdır. Yuhanna İncili, diğer üç İncilden çok farklı kaleme alınmıştır. Diğer üç İncile, ortak konuları ve benzer üslûpları sebebi ile sinoptik İnciller denilir. Esas gayesi bakımından da diğer İncillerden hayli farklı olan Yuhanna İncili’nin asıl amacı teolojiktir. Onda Hz. İsa, Nâsıralı bir peygamber olarak karşımıza çıkmaz; insan şekline girmiş bir ilâh olarak takdim edilir.
Yusuf: Hıristiyanlara göre, Hz. Meryem’in nişanlısı ve bazı mezheplere göre kocasıdır. İsa’nın babası sayılır ve Kitab-ı Mukaddeslerin soy kütüğüne göre, isa’nın atalarından biri ve ilkidir. Hem “Bâkire Meryem” anlayışı, hem de Meryem’in nişanlısı, hatta kocası ve Hz. İsa’ nın babası kabul edilmesi, tüm hıristiyanlar için olduğu gibi, elimizdeki İncillerin de büyük çelişkilerinden biridir. Hıristiyanlara göre ilk aziz (ermiş, evliya) sayılır. Peygamber Dâvud’un soyundan olduğuna inanılır. Marangoz olduğundan ötürü marangozların, dülgerlerin duayeni/piri ve koruyucusu kabul edilir.
Not: Allah’a “Tanrı” denilmesinin doğru olmadığı anlayışıyla daha önceki konularda görüldüğü gibi “Allah” lafzı yerine “Tanrı” kelimesi kullanılmamıştır. Bununla beraber, başkalarının yanlış ilâh anlayışı ile tevhide ters düşen özellikler atfettikleri tanrılarına “Allah” demek de büyük yanlış olur. Hıristiyanlıkla ilgili bu bölümdeki ifadelerde fark edileceği gibi, bizim Allah inancı ve anlayışımızla kesinlikle bağdaşmayan hıristiyanların farklı bir tanrı anlayışını anlatırken, Allah lafzı yerine Tanrı kelimesini kullanmanın daha doğru olduğu anlayışıyla bu kelimeyi kullandım. Allah, İhlâs sûresinde özetlendiği ve Kur’an’ın nice âyetlerinde belirtildiği gibi tekdir, birdir; doğmamış ve doğurmamış, evlat edinmemiştir. Sözgelimi, Tanrı’nın İsa şeklinde tecessüdü, yani Tanrı’nın İsa bedenine girip insan şeklinde belirmesi ifadesini, hâşâ “Allah” lafzıyla kullanmanın çirkin bir yanlış olacağını düşündüğümden, İslâm’ın dışındaki tapınılan varlıklara veya Kur’an’daki Allah vasıflarına ters mâbudlara Tanrı denilmesinin tenzih için zarûret olduğunu düşünüyor ve bunu tavsiye ediyorum. “Tanrı”, Arapçadaki
HEVÂ
- 345 -
“ilâh” karşılığıdır. Kendisine inanılıp tapınılan sahte/uydurma mâbudlara ilâh/tanrı denir; ama müslümanlara göre Allah’tan başka ilâh/tanrı yoktur. Hıristiyanların tanımladığı ve vasıflandırdığı Tanrı ve Tanrıların, “Allah” diye isimlendirilmesi doğru olmaz.
- 346 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Hıristiyanlık ve Hıristiyanlarla İlgili Âyet-i Kerime’ler
1. A- Nasârâ Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 14 Yerde:) 2/Bakara, 62, 111, 113, 113, 120, 135, 140; 5/Mâide, 14, 18, 51, 69, 82; 9/Tevbe, 30; 22/Hacc, 17.
2. B- Nasrânî Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerime (1 Yerde:) 3/Âl-i İmrân, 67.
3. C- Hıristiyanların İmandan Yüz Çevirmeleri
4. Hıristiyanlar, Allah'a Çocuk İsnat Ettiler: 2/Bakara, 116; 3/Nisâ, 171; 5/Mâide, 18; 9/Tevbe, 30; 16/Nahl, 71; 19/Meryem, 88-92; 21/Enbiyâ, 16-17; 42/Zuhruf, 65.
5. Hıristiyanlar, Hz. İsa’nın Tanrılığını İddia Ettiler: 3/Âl-i İmrân, 61-64, 79-80; 5/Mâide, 17, 75, 116-117; 9/Tevbe, 31; 19/Meryem, 37-39; 43/Zuhruf, 65.
6. Hıristiyanlıkta Teslis/Üçleme İnancı: 4/Nisâ, 171; 5/Mâide, 73-74, 116-117.
7. Hıristiyanlar, Rahiplerini Tanrı Edindiler: 9/Tevbe, 31, 34.
8. Hıristiyanların Şirki: 43/Zuhruf, 65-66.
9. Hıristiyanlar, Kendilerinin Allah’ın Oğulları Olduklarını Söylerler: 5/Mâide, 18.
10. Hıristiyanlar, İncil’i Tahrif Ettiler: 3/Âl-i İmrân, 65, 78; 5/Mâide, 110.
11. Hıristiyanların Peygamberimiz’i Yalanlamaları: 2/Bakara, 139-140, 146; 6/En’âm, 20.
12. Hıristiyanların ve Yahudilerin İnkârlarına Karşı Mü’minlerin Cevabı: 2/Bakara, 135-140.
13. Hıristiyanların Ruhbanlığa Sapmaları: 57/Hadîd, 27.
14. Hıristiyanların İçlerinden İman Edenler: 2/Bakara, 62; 5/Mâide, 69, 82-85.
15. Hıristiyanların Bazı Özellikleri ve İhânetleri
16. Hıristiyanların Dostlukları ve Düşmanlıkları: 2/Bakara, 105, 120, 145; 5/Mâide, 51, 82.
17. Hıristiyanlar, Cennet Bizimdir Derler: 2/Bakara, 111-112.
18. Hıristiyanlar, Kendi Dinlerine Dâvet Ederler: 2/Bakara, 135-136.
19. Hıristiyanlar, Allah'a Verdikleri Sözde Durmadılar: 5/Mâide, 14.
20. Hıristiyanlar, Bâtıl Yollarla İnsanların Mallarını Yerler: 9/Tevbe, 34.
21. Hıristiyanlar Birbirlerine Düşmandırlar: 5/Mâide, 14.
22. Hıristiyan – Yahudi İlişkisi
23. Hıristiyanlarla Yahudiler Birbirlerine Düşmandır: 2/Bakara, 113, 140; 5/Mâide, 18; 21/Enbiyâ, 93; 42/Şûrâ, 14.
24. Yahûdiler Hz. İsa’yı İnkâr ile Öldürdüklerini Söylerler: 4/Nisâ, 156, 157, 159.
25. Yahûdiler Hz. Meryem’e İftira Etmişlerdir: 4/Nisâ, 156, 157; 19/Meryem, 27-34.
26. Hıristiyanların Cezası: 22/Hacc, 17.
27. Ehl-i Kitab
28. Ehl-i Kitabdan Mü’min Olanlar Vardır: 2/Bakara, 121; 3/Âl-i İmrân, 110, 113-115, 199; 13/Ra’d, 36; 28/Kasas, 52-55.
29. Ehl-i Kitabdan Kâfir Olanlar: 2/Bakara, 121; 5/Mâide, 68; 98/Beyyine, 1-6.
30. Ehl-i Kitabdan Kâfir Olanların Dostluğu: 2/Bakara, 105, 109-120; 3/Âl-i İmrân, 100; 4/Nisâ, 44
31. 45; 5/Mâide, 57-59.
32. Ehl-i Kitab, Kur’an’ı vePeygamberimiz’i Bile Bile İnkâr Ederler: 2/Bakara, 101, 146; 3/Âl-i İmrân, 19, 70, 71, 81, 98-99, 187; 4/Nisâ, 44; 5/Mâide, 19; 6/En’âm, 20, 114; 7/A’râf, 157; 13/Ra’d, 30, 43; 26/Şuarâ, 196; 33/Ahzâb, 7; 48/Feth, 29; 98/Beyyine, 4.
33. Ehl-i Kitab Kendilerine Uyan Mü’minleri Kâfir Yaparlar: 3/Âl-i İmrân, 100-101; 4/Nisâ, 44-45.
34. Ehl-i Kitab Antlaşmalarını Bozar: 9/Tevbe, 1-3.
35. Ehl-i Kitab ile Savaş: 9/Tevbe, 29; 29/Ankebut, 46; 42/Şûrâ, 16.
36. Ehl-i Kitabın Kestiklerinin ve Yemeklerinin Yenmesi: 5/Mâide, 5.
37. Ehl-i Kitab Kadınların Nikâhlanması: 5/Mâide, 5.
38. Enl-i Kitabı İslâm’a Dâvet ve Dâvet Metodu: 4/Nisâ, 47; 5/Mâide, 15-16, 19, 65-66, 68, 77; 29/Ankebut, 46; 57/Hadîd, 28-29; 98/Beyyine, 1-5.
39. H- İncil
40. İncil Hz. İsa’ya Verilmiştir: 3/Âl-i İmrân, 48; 5/Mâide, 46; 57/Hadîd, 27.
41. İncil, Kur’an’dan Önce İnsanlara Hidâyet ve Nurdur: 3/Âl-i İmrân, 3-4; 5/Mâide, 46.
42. İncil, Tevrat’ı Tasdik Eder: 5/Mâide, 46.
HEVÂ
- 347 -
43. İncil Şeriatı: 5/Mâide, 47; 9/Tevbe, 111.
44. İncil Hıristiyanların Tahribine Uğramıştır: 3/Âl-i İmrân, 65, 78; 5/Mâide, 110.
45. Tevrat, Hz. İsa’ya da Öğretilmiştir: 3/Âl-i İmrân, 48, 50; 5/Mâide, 110.
46. İ- Hz. İsa
47. Hz. İsa Babasız Doğmuştur: 3/Âl-i İmrân, 45, 47, 59; 19/Meryem, 17-23; 21/Enbiyâ, 91; 23/Mü’minûn, 50.
48. Hz. İsa Allah’ın Peygamberi ve Kelimesidir: 4/Nisâ, 163, 171; 5/Mâide, 75; 6/En’âm, 85; 57/Hadîd, 27
49. Hz. İsa, Allah Tarafından Bir Ruh ve Kuldur: 4/Nisâ, 171-172.
50. Hz. İsa’ya İncil Verilmiştir: 3/Âl-i İmrân, 48; 5/Mâide, 46; 57/Hadîd, 27.
51. Hz. İsa, Tevrat’ın Tasdikçisidir: 5/Mâide, 46.
52. Allah’ın Selâmeti Hz. İsa’nın Üzerinedir: 19/Meryem, 33.
53. Hz. İsa, İsrâiloğullarına Gönderilmiştir: 3/Âl-i İmrân, 48-49.
54. Hz. İsa’nın Ümmetine Dâveti: 3/Âl-i İmrân, 50-52; 5/Mâide, 112-113, 116-117; 19/Meryem, 36; 43/Zuhruf, 63-65; 61/Saf, 6, 14.
55. Hz. İsa’nın Mûcizeleri: 2/Bakara, 87, 253; 3/Âl-i İmrân, 46, 49; 5/Mâide, 109-115; 19/Meryem, 27-34, 36.
56. Hz. İsa’nın Havârileri: 3/Âl-i İmrân, 52-53; 5/Mâide, 111-112; 61/Saf, 14.
57. Hz. İsa’yı Yahûdilerin Öldürme Teşebbüsleri: 3/Âl-i İmrân, 54-55; 4/Nisâ, 157; 5/Mâide, 110.
58. Hz. İsa, Asılmamış, Öldürülmemiş; Yükseltilmiştir: 3/Âl-i İmrân, 54-55; 4/Nisâ, 157-158.
59. Hz. İsa’nın Kıyamet İçin Bir Bilgi (Alâmet) dir: 43/Zuhruf, 61.
60. Hz. İsa’yı Yahûdiler Öldürdüklerini Söyler: 4/Nisâ, 156-157, 159.
61. Kıyâmet Gününde Hz. İsa ve Ümmeti: 5/Mâide, 109-119.
62. Hz. İsa’nın Elçilerinin Onun Adına Antakya Halkını Hakka Dâveti: 36/Yâsin, 13-27.
63. Hz. İsa’nın, Ümmetinin Affını İstemesi: 5/Mâide, 118.
64. Müşriklerin, Hz. İsa Hakkında Peygamberimiz’le Tartışıp Çekişmeleri: 43/Zuhruf, 57-62.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 314; c. 2, s. 358-376
2. Fî Zılâli’l Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 2, s. 279-300
3. Tefhîmu’l Kur’an, Mevdudi, c. 1, s. 251-265
4. Kur’an Mesajı, Muhammed Esed, İşaret Y. c. 1, s. 94-100
5. Hülâsatü’l Beyan, Mehmet Vehbi, Üçdal Neşriyat, c. 2, s. 585-627
6. Furkan Tefsiri, Hicazi, Vahdet Y. c. 1, s. 272- 286
7. Mefâtihu’l Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahreddin Râzi, Akçağ Y. c. 3, s. 54-55; c. 6, s. 269-354
8. Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. c. 4, s. 1237-1287
9. İslâm Ansiklopedisi, T. Diyanet Vakfı Y. c. 17, s. 328-372
10. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 3-5
11. Sosyal Bilimler Ansiklopedisi (Ali Ünal), Risale Y. c. 2, s. 156-158
12. Kur’an’da İnsan ve Toplum, Ekrem Sağıroğlu, Pınar Y. s. 153-187
13. Din Anlayışımızdaki Dehşet Yanılgılar, Naci Çelik, Nedret Y. s. 55-86
14. İslâm’a İtirazlar ve Kur’ân-ı Kerim’den Cevaplar, Süleyman Ateş, Kılıç Kit. Y. s. 377-402
15. Kur’an ve Toplum, Muhammed el-Behiy, Bir Y. s. 364- 400
16. Kur'an'da Tartışma Metodları, Zahir b. Awad el-Elmaî, Pınar Y.
17. Kur’an’ın Anlaşılmasına Doğru, Abdullah Draz, Mim Y.
18. Kur’an-ı Kerim’de Yahudiler ve Hıristiyanlar (K.K’de Ehl-i Kitab), M. Fatih Kesler, T.D.V. Y.
19. Kur'an-ı Kerim, Hıristiyanlık ve Yahudilik Hakkında Ne Diyor? İbrahim H. Kurt, T.D.V. Y.
20. Kur’an-ı Kerim’in Evrensel Mesajına Çağrı, Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neşriyat
21. Kur’ân-ı Kerim ve Garp Kaynaklarına Göre Hıristiyanlık, Ziya Kazıcı, Bahar Y.
22. Kur’an’da Ehl-i Kitab, Veli Ulutürk, İnsan Y.
23. Ehl-i Kitap ve İslâm, Remzi Kaya, Altınkalem Y.
- 348 -
KUR’AN KAVRAMLARI
24. Tevrat ve İncildeki Tahrifler, el-Cüveyni, Seha Neşriyat
25. Tevrat, İnciller ve Kur'an, Maurice Bucaille, D.İ.B. Y.
26. Tevrat, İncil ve Kur'an, Jacques Jomier, terc. Sakıp Yıldız, Hareket Y./Dergâh Y.
27. Kitab-ı Mukaddes, Kur'an ve Bilim, Maurice Bucaille, çev. Suat Yıldırım, T.Ö.V. Y.
28. Günümüz Dünya Dinleri, Osman Cilacı, D. İ. B. Y.
29. Çağdaş Dünya Dinleri, Abdülkadir Şeybe, Beyan Y.
30. Çağdaş Dinler, Reşid Abdullah el Ferhan, Uluslar arası İslâma Çağrı C. Y.
31. Yaşayan Dünya Dinleri, A. Abdullah Masdusi, Kalem Y.
32. Genel Hatlarıyla Dinler Tarihi, Osman Cilacı, Mimoza Y.
33. Dinler ve İnsanlar, Osman Cilacı, Tekin Y.
34. Câhiliye ve Ehl-i Kitab Örf ve Âdetleri, Ali Osman Ateş, Beyan Y.
35. Semavi Dinlerde İtikat ve Amel, Mazharuddin Sıddıki, Fikir Y.
36. İncîl ve Salîb, Abdül Ehad Dâvud, İnkılâb Y.
37. İslâmiyet ve Hristiyanlık (Bir Mukayese), Türkçesi: İhsan Süreyya Sırma, Beyan Y.
38. Dört İncil, Farklılıkları ve Çelişkileri, Şaban Kuzgun, Şahsî Y.
39. İslâm Avrupa’da, Montgomary Watt, M. Ü. İlâhiyat Fak. Y.
40. Günümüzde İslâm ve Hıristiyanlık, Mongomary Watt, İz Y.
41. Deccal, Hristiyanlığa Lânet, Friedrich Nietzche, Hil Y.
42. Hristiyanlığa Reddiye, Ebû Osman Câhız, Tekin Y.
43. Hristiyanlığa Reddiye, Abdullah Tercüman (Anselmo Turmeda), Bedir Y.
44. Hristiyan Genel Konsilleri ve II. Vatikan Konsilleri, Mehmet Aydın, Selçuk Ün. Y.
45. Hristiyan Kaynaklarına Göre Hristiyanlık, Mehmet Aydın, T. Diyanet Vakfı Y.
46. Hıristiyan İken Niçin Müslüman Oldum, Safiyye Plath, Şahsi Y.
47. Hristiyanlık Üzerine Konferanslar, Muhammed Ebu Zehre, Fikir Y.
48. Kitab-ı Mukaddes Allah Sözü müdür? A. Deedat, İnkılâb Y.
49. Ehl-i Kitap ve İslâm, Remzi Kaya, Altın Kalem Y.
50. Gerçekler ve Hristiyanlık, Tâhâ F. Ünal, Işık Y.
51. Mevcut Kaynaklara Göre Hristiyanlık, Suat Yıldırım, Işık Y. / D. İ. B. Y.
52. 4 Dinden 4 Adam ve Bir Dinsizin Konuşmaları, Burhaneddin Mirzâ, Sönmez Neşriyat
53. İzhâru’l Hak Fî İhtiyâri’l Ehak, Rahmetullah el-Hindî, Sönmez Neşriyat
54. Kutsal Kitaba İlâhî Çağrı (İzhâru’l Hak), Rahmetullah el-Hindî, Trc. Abdülhâdi Sıddık, Faran Y.
55. Kitab-ı Mukaddes/Eski ve Yeni Ahit, Türkçe Çeviri, Kitab-ı Mukaddes Şirketi Y.
56. İncil, Türkçe Çeviri, Müjde Y.
57. Onun İzinde; Hıristiyanlık ve Laiklik Tarihi, G. Barker, Şahsi Y./Müjde Y.
58. Hıristiyan Dininin Esasları, Hıristiyan Aileler İçin Din Kitabı, P. Luigi İannitto, S. Antuan Kilisesi Y.
59. Anadolu’daki Amerika: Misyoner Okulları, Uygur Kocabaşoğlu, Arba Y.
60. Hilâl ve Haç Kavgası, Halil Halid, Bedir Y.
61. Barnabas İncili, Kültür Basın Yayın Birliği
62. Barnaba İncili Araştırmalar, Muhammed Ali Kutub, Tekin Kitabevi Y.
63. Barnaba İncili, Abdurrahman Aygün, Tekin Y.
64. Müslümanların Hristiyanlaştırılması, Muhammed Umara, Denge Y.
65. Hristiyanlık Propagandası ve Misyoner Faaliyetleri, Osman Cilacı, D. İ.B. Y.
66. Sömürü Ajanı İngiliz Misyonerleri, İ. Süreyya Sırma, Beyan Y.
67. Yehova Şahitleri, Hikmet Tanyu, D. İ. B. Y.
68. Yehova'nın Oğulları ve Masonlar, Heyet, Araştırma Y.
69. Yehova Şahitlerinin İçyüzü, Hüseyin Atay, Ali Arslan Aydın, D.İ.B. Y.
70. Batının Oluşumu, Christopher Dawson, Dergâh Y.
71. Mûsâ ve Tektanrıcılık, Sigmund Freud, Dergâh Y.
72. Çağımızda Dine Dönüş, Henry C. Link, Dergâh Y.
HEVÂ
- 349 -
73. Batı ile Hesaplaşma, Ebul Hasen en Nedevî, Çığır Y.
74. Din ve Allah İnancı, Abdullah Draz, Bir Y.
75. Doğu ve Batı Arasında İslâm, Ali İzzet Begoviç, Nehir Y.
76. İslâm-Hristiyan Diyalogu ve İslâm’ın Zaferi, Ali Arslan Aydın, Kültür Basın Y. Birliği Y.
77. İslâm ve Hıristiyan Kaynaklarına Göre İsa (a.s.), Mehmet Eminoğlu, Hizmet Kitabevi Y.
78. Peygamberimiz’e Neden İnanmadılar? Ahmed Lütfi Kazancı, Nil A.Ş. Y.
79. Bir İslâm Peygamberi Hz. İsa, Muhammed Ataurrahim, İnsan Y.
80. Hz. İsa ve Hz. Meryem, Mustafa Necati Bursalı, Şelâle Y.
81. Hz. İsa Gelecek, Harun Yahya, Vural Y.
82. Kur’an’da Ulûhiyet, Suat Yıldırım, Kayıhan Y.
83. İslâm’ı Nasıl Yok Edelim? Hampher, Nehir Y.
84. Dinler Tarihi, Ahmet Kahraman, Marifet Y.
85. Üç İsa, Aytunç Altındal, Anahtar Y.
86. Neden Hristiyan Değilim? Bertrand Russell, Toplumsal Dönüşüm Y.
87. Asrımızda Hıristiyan ve Müslüman Münasebetleri, Heyet, İlmî Neşriyat
88. Anglikan Kilisesine Cevap, Abdülaziz Çavuş, D.İ.B. Y.
89. Cevap Veremedi, Harputlu İshak Efendi, Hakikat Y.
90. Hıristiyan Kaynaklarına Göre Hıristiyanlık, Mehmet Aydın, T. Diyanet Vakfı Y.
91. İsevîlikten Hıristiyanlığa, Tacettin Şimşek, Ekin Y.

 
Okunma 904 kez