Cumartesi, 06 Şubat 2021 16:55

HAYVANLARDAKİ İBRETLER

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

HAYVANLARDAKİ İBRETLER


- 1 -
Kavram no 68
Nimet 7
Bk. Bakara ve Icl; Mesh; Put ve Puta Tapma; Haram-Helâl
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
• Hayvanlar ve Hayvanlardaki İbretler
• İslâm’ın Hayvanlara Bakışı
• Kur’ân-ı Kerim’de Hayvanlar ve Hayvanlardaki İbretler
• Kur’an’da Dikkatimize Sunulan Bazı Hayvanlar
• Av ve Avcılık
• Eti İçin Hayvan Kesmek
• Hayvan Etlerinden Yiyeceklerin Helâl ve Haramlığı
• Hayvanları Putlaştırıp Onlara Tapmak
• Eski Türkler’de Hayvanlarla İlgili İnançlar
• Arabistan Câhiliyyesinde Hayvanlarla İlgili İnançlar
• Günümüzde Hayvanları Kutsallaştırma
• Batılılara Göre Köpek, Çocuktan Çok Daha Önemli
• İçgüdü mü, İlâhî Program mı?
• Edebiyatta Hayvan; Fabller ve Hayvan Masalları
• Basit Gördüğümüz Hayvanlarda Bile Büyük İbretler Vardır
• Hadis-i Şeriflerde Hayvanlarla İlgili Konular
“Hayvanları da O yarattı. Onlarda sizin için ısıtıcı (şeyler) ve birçok faydalar vardır. Onlardan bir kısmını da yersiniz. Sizin için onlardan ayrıca akşamleyin getirirken, sabahleyin salıverirken, bir güzellik vardır. Bu hayvanlar sizin ağırlıklarınızı, ancak, canlara eziyet ederek varabileceğiniz bir memlekete taşırlar. Şüphesiz Rabbiniz çok şefkatli, çok merhametlidir. Atları, katırları ve eşekleri binmeniz ve süslenmeniz için (yarattı). Allah şu anda bilemeyeceğiniz daha nice (ulaşım araçları) yaratır/yaratmaktadır.” 1
“Şüphesiz sizin için hayvanlarda da büyük bir ibret vardır. Zira size, onların karınlarındaki fers (yarı sindirilmiş gıdalar) ile kan arasından (gelen), içenlerin boğazından kolayca geçen hâlis bir süt içiriyoruz. Hurma ve üzüm gibi meyvelerden hem içki, hem de güzel gıdalar edinirsiniz. İşte bunlarda da aklını kullanan kimseler için büyük bir ibret vardır. Rabbin bal arısına vahyetti: ‘Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendine evler (kovanlar) edin. Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı yaylım yollarına git.’ Onların karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar. Onda insanlar için bir şifâ vardır. Elbette bunda düşünen bir kavim için büyük bir ibret vardır.” 2
Hayvanlar ve Hayvanlardaki İbretler
“Hayvan” kelimesi, Arapça “hayy” kelimesinden türemiştir, aslı “hayevân”dır,
1] 16/Nahl, 5-8
2] 16/Nahl, 66-69
- 2 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Türkçe karşılığı hayat sahibi, canlı varlık demektir. Tanım olarak ise; özellikle organik katı maddelerle beslenen, bunları bir ağız aracılığıyla yutan, bir iç aygıtta sindiren ve sindirim ürününü vücudunun bütün organlarına dağıtan canlı varlık demektir. Daha dar anlamda canlı, fakat akıl ve muhâkemeden yoksun varlık; insan ve bitki dışındaki canlı yaratık anlamına gelir. Mecâzî olarak; selim akıl ve idrâkten yoksun, kabiliyetsiz, kaba-saba anlayışsız insan için de kullanılır. Arapçada ve eski Türkçede daha çok, hayat ve dirilik anlamında kullanılırdı. İki çeşit hayvandan (canlı varlıktan) bahsedilirdi: a- Hayvân-ı gayr-ı nâtık: Konuşamayan hayvan/canlı varlık; İnsan dışındaki yaratıklar için kullanılırdı. b- Hayvân-ı nâtık: Konuşan hayvan/canlı varlık; İnsan. “Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa (anlaşır)” deyimi, insanların konuşma yeteneklerini anlaşmak için kullanmaları gerektiğini, hayvanlardan bu yönüyle farklı olduklarını anlatır.
Yine atasözü şeklinde şöyle denir: “Hayvanların alacası dışında, insanın alacası içinde.” Yani, hayvanların kusurları, kötü nitelikleri dışarıdan hemen anlaşılır; insanınki ise…” Hayvânât: Hayvanlar demektir ve hayvanlar ilmi, zooloji, hayvan bilgisi anlamında kullanılır. Hayvanat bahçesi: Çeşitli iklimlerde yetişen hayvanların kendi şartları oluşturularak yaşatıldığı ve halka teşhir edildiği yer demektir. Hayvanî: Hayvanla ilgili, hayvana ait, hayvana has, hayvanca demektir. Ekonomik gerekçelerle hayvan yetiştirme işine hayvancılık denilir. Hayvanlaşmak: Hayvan haline gelmek, insanlıktan uzaklaşmak, kaba-saba ve duygusuz bir hal almak anlamında kullanılır. Kur’ân-ı Kerim; kalbi olup da onunla düşünüp kavramayan, gözleri olup onunla hakkı görmek istemeyen, kulakları olup da onunla hakkı işitmeyen kimselerin hayvanlar gibi olduklarını, hatta daha da şaşkın ve aşağıda bulunduklarını” 3 belirtir.
Hayvanlar da bitkiler gibi, insanlar için yaratılmış, onların hizmetine sunulmuş canlılardır. İnsanlar, besin ihtiyacını karşılamada, giyim eşyalarının yapımında, taşımacılıkta tarih boyunca hayvanlardan istifade etmişlerdir. Teknik ne kadar gelişirse gelişsin hayvanlardan yararlanma hiç eksilmemiştir. Hayvanlar insanlar için hem iyi bir arkadaş olmuş, hem de çevrenin güzelliği ve ekolojik dengenin korunmasına önemli katkılar sağlamışlardır. Hayvanlar; tıp, psikoloji, astronomi ve savaş gibi bilim dallarında da önemli bir denek olarak kullanılmaya ve bu alanlarda da insanlığa hizmet etmeye devam etmektedirler. Evrende sayısız renk, çeşit ve özellikte yaratılmış olan hayvanlar, Allah’ın insana bahşettiği nimetlerin başında yer alırlar. İnsanlar öteden beri hayvanlarla iç içe bir hayat yaşamışlardır. Onlardan kimini evlerinde ağırlamış, kimi onların av hayatlarında mücâdele ettikleri hasımları olmuş, kimi bilimsel araştırmaların konusu olmuş, kimi de şiir ve edebiyat parçalarını süslemiştir. İşte Kur’an, pek çok âyetinde hayvanların insan hayatındaki önemli yerine ve hayvanların yaratılışındaki İlâhî kudrete dikkat çekmektedir.
Allah’ın yarattığı canlılar âleminde dikkatimizi çeken önemli varlık çeşidinden biri hayvanlardır. Hayvanlar 1 milyondan fazla türü olan canlılardır. Cins olarak milyondan fazla çeşidi olduğu kabul edilir. Yeryüzünün her yerinde; karada, havada ve suda milyonlarca hayvan türü yaşar. Bunlardan çoğunu çevremizde sık sık gördüğümüz için yakından tanırız; oysa bazı ender türlerle karşılaşma şansımız çok azdır. Bazıları da o kadar değişik yapıdadır ki, hayvan oldu anlaşılmaz bile.
3] 7/A’râf, 179
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 3 -
Canlılar âleminin en önemli gruplarından biri hayvanlar, öbürü bitkilerdir. Üstün yapılı bir canlının hayvan mı yoksa bitki mi olduğunu uzman olmayan birisi bile çoğu zaman kolayca ayırt edebilir. Ama çok küçük, genellikle tekhücreli olan basit ve ilkel yapılı canlılar hem hayvanlarla hem bitkilerle ortak özellikler taşıdıklarından, bu ayrım bilim adamlarını bile uğraştıracak kadar güçleşir. Yakın yıllara kadar biyoloji bilginleri, bazı özellikleriyle hayvanlara benzeyen basit yapılı canlıları hayvanlardan; bitkilere benzeyen ilkel yapılı canlıları da bitkilerden sayarak bütün canlıları hayvanlar âlemi ve bitkiler âlemi olarak iki gruba ayırmışlardı. Günümüzde böyle bir sınıflandırmanın çok yetersiz olduğu anlaşılmış ve üstün yapılı hayvanlar ile bitkileri içeren iki büyük âlemin dışında, basit yapılı canlıları içeren iki âlem daha benimsenmiştir. Aslında, Kur’an ışığında düşünüp değerlendirdiğimizde cansız varlığın olmadığını, yerde ve gökteki tüm varlıkların hep secde ettiğini,4 ancak bu “canlı olma” özelliğinin canlı türlerinde farklı boyutlarda olduğunu kabul etmek zorundayız.
Hayvanlar ile bitkiler arasında bazı farklar vardır. Bu temel farklardan biri beslenme biçimleridir. Bitkilerin çoğu, doğadan aldıkları su ve inorganik tuzlar gibi basit maddelerle kendi besinlerini üretebildikleri halde, hayvanlar besinlerini başka canlılara borçlu olan dışbeslek canlılardır. Çünkü hayvan hücresinin su ve inorganik tuzları karbonhidrat ya da protein gibi karmaşık yapılı temel besinlere dönüştürme yeteneği yoktur. Bu maddeleri bitkilerin ya da başka hayvanların dokularından hazır olarak almak zorundadır. Beslenme biçimleri ve hücre yapılarındaki farklılıklardan başka hayvanların çoğu bitkiler gibi bir yere bağlı olarak yaşamaz. Süngerler ve bazı mercanlar dışında hepsi kendine özgü hareket organlarıyla serbestçe yer değiştirebilir. Bütün canlılar gibi bitkiler de dış uyaranlara tepki verir; ama hayvanların tepkileri, bitkilerin ve basit yapılı canlıların sınırlı tepkileriyle karşılaştırılamayacak kadar karmaşıktır. Çünkü hayvanların duyu ve hareket hücrelerinden beyne, beyinden bu hücrelere mesaj taşıyan bir sinir sistemi vardır.
Hayvanların Sınıflandırılması: Bazı yeni sınıflandırmada hayvanlar âlemi 28 büyük bölüme ayrılır. Soyu tükenmiş olanlar ve pek az bilinenler elenince, hayvanlar âleminin şu sınıflardan oluştuğu görülür:
Kordalılar a- Omurgalılar (Memeliler, kuşlar, sürüngenler ve bazı balık çeşitleri), b- batraklar, c- tulumlular,
Derisidikenliler (Denizyıldızları, Denizkestaneleri vb.),
Yarımkordalılar (yılan vb.),
Kılçeneliler,
Eklembacaklılar (Yengeçler, örümcekler, böcekler vb.),
Halkalısolucanlar (sülükler, yer ve deniz solucanları),
Yumaşakçalar (salyangozlar, midyeler, ahtapotlar vb.),
Yosunhayvanları,
Dikenbaşlılar,
4] 22/Hacc, 18
- 4 -
KUR’AN KAVRAMLARI
İpliksolucanlar,
Rotiferler,
Yassısolucanlar (Tenyalar, karaciğer kelebekleri),
Taraklılar,
Knitliler (ya da) Selentereler (Mercanlar, Denizanaları),
Süngerler.
Bu tasnifler, bilimsel kategorilerdir. Halk açısından pratik önemi bakımından hayvanlar, evcil, vahşi, koşum ve binek hayvanları, büyükbaş ve küçükbaş hayvanlar olarak tasnif edilir. Gözle görülmeyecek kadar küçük yapıda olan bakteri ve mikroplardan tonlarca ağırlığa sahip balinalara kadar, pireden deveye ve file kadar bir milyondan daha fazla hayvan türü vardır. Sadece böcek türlerinin bile 60 binden fazla çeşit içerdiği bilim adamlarınca belirtilmektedir. Tabii, tüm hayvan cinslerini/türlerini tek tek saymak insanlar için imkân hâricidir. Hayvan türlerinin hepsinin ayrı şekli, yapısı, silâh ve korunma özellikleri, birbirleriyle yardımlaşmaları, uyumları, güzellikleri Allah’ın muhteşem sanatına örnektir. Bunun yanında, bütün hayvanların insanlara farklı yönlerden hizmetleri çok dikkat çekicidir. Hayvanların etleri, sütleri, yumurtaları, yünleri, kılları, derileri hep insanlar için istifade kaynağıdır. Yine hayvanlar, insanların kendilerini ve yüklerini sırtlarında taşıyarak, tarımda, sanayide ve savaşta insanlara değişik fayda sağlayarak insanlar işlerini kolaylaştırır. Büyükbaş, küçükbaş ve tavuk gibi kanatlı hayvanlar, beslenmede hayli önemli olduğundan, hayvancılığın ülkelerin ekonomisinde oynadığı rol büyüktür. “O (Allah), yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı…” 5; “Hayvanları da O yarattı. Onlarda sizin için ısıtıcı (şeyler) ve birçok faydalar vardır. Onlardan bir kısmını da yersiniz.”6 Bu ve diğer özellikleriyle hayvanlar büyük bir ibrettir. 7
Hayvanların Ümmet Olması; Hayvan Topluluklarının Varlığı: “Yeryüzünde hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın.8 Günümüzde hayvan ve kuş ekolojilerinde yapılan incelemeler sonucunda, tüm hayvanların ve kuşların ayrı topluluklar halinde yaşadıkları bilinmektedir. Uzun süreli ve kapsamlı araştırmalar sonucu hayvanlar hakkında elde edilen bilgiler, hayvanlar arasında oldukça sistemli bir sosyal düzen olduğunu ortaya koymuştur.
Örneğin sosyal hayatları ile bilim adamlarını hayrete düşüren bal arıları, koloniler halinde ağaç kovuklarında veya benzeri kapalı mekânlarda kendilerine yuva yaparlar. Bir arı kolonisi, bir kraliçe, birkaç yüz erkek ve 10.000 - 80.000 işçi arıdan oluşur. Bilindiği gibi, arı kolonilerinin her birinde sadece bir kraliçe bulunur ve kraliçenin temel görevi yumurtlamaktır. Bundan başka, koloninin bütünlüğünü ve kovandaki sistemin işleyişini sağlayan önemli maddeler de salgılar. Erkeklerin ise tek fonksiyonları kraliçeyi döllemektir. Kovanda petek örme, yiyecek toplama, arı sütü üretme, kovan ısısını düzenleme, temizlik, savunma gibi akla gelebilecek tüm işleri ise işçi arılar yaparlar. Arı kovanındaki hayatın her aşamasında bir düzen vardır. Larvaların bakımından, kovanın genel ihtiyaçlarının
5] 2/Bakara, 29
6] 16/Nahl, 5
7] 16/Nahl, 66; 23/Mü’minûn, 21
8] 6/En’âm, 38
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 5 -
teminine kadar her görev hiç aksamadan yerine getirilir.
Karıncalar da dünyanın en kalabalık nüfusuna sahip olmalarına rağmen, teknoloji, kolektif çalışma, askerî strateji, gelişmiş iletişim ağı, hiyerarşik düzen, disiplin, kusursuz bir şehir planlaması gibi pek çok alanda insanlara örnek olacak bir düzen sergilerler. “Koloniler” denen topluluklar halinde yaşayan karıncalar, öylesine gelişmiş bir düzen içindedirler ki, bu açıdan insanlarınkine benzer bir uygarlığa sahip oldukları bile söylenebilir.
Karıncalar besinlerini üretip depolarken, yavrularını gözetir, kolonilerini korur ve savaşırlar. Hatta “terzilik” yapıp, “tarım”la uğraşan, “hayvan yetiştiren” koloniler bile vardır. Aralarında çok güçlü bir iletişim ağı bulunan bu hayvanlar, toplumsal örgütlenme ve uzmanlaşma açısından bakıldığında, hiçbir canlı ile kıyaslanmayacak üstünlüktedirler.
Topluluk halinde yaşayan hayvanlar düzenli yaşantılarının yanı sıra, tehlikeye de birlikte karşı koyarlar. Örneğin küçük kuşlar, doğan veya baykuş gibi yırtıcı kuşlar bölgelerine girdiklerinde topluca bu hayvanların çevresini sararlar. Bu arada çevredeki diğer kuşları da bölgeye çekmek için özel bir ses çıkartırlar. Küçük kuşların topluca gösterdikleri saldırgan hareketler, yırtıcı kuşları genellikle bölgeden uzaklaştırır.
Bir arada uçan bir kuş sürüsü de aynı şekilde tüm sürü üyeleri için bir koruma sağlar. Örneğin, sürü halinde uçan sığırcıklar, aralarında geniş bir mesafe bırakarak uçarlar. Ancak bir doğan gördüklerinde aralarındaki boşlukları kapatırlar. Böylelikle doğanın sürünün ortasına dalmasını zorlaştırırlar, doğan bunu yapsa bile kanatlarını sakatlar ve avlanamaz. Memeli hayvanlar da sürülerine bir saldırı olduğunda, toplu olarak hareket ederler. Örneğin zebralar düşmanlarından kaçarken yavrularını sürünün ortasına alırlar. Yunuslar da hep grup halinde gezerler ve en büyük düşmanları olan köpekbalıklarına karşı grupça karşı koyarlar.
Hayvanların sosyal hayatları ile ilgili verilebilecek sayısız örnek ve çok fazla detay vardır. Hayvanlarla ilgili elde edilen bu bilgiler, uzun yıllar boyunca yapılan kapsamlı araştırmalar neticesinde elde edilebilmiştir. Görüldüğü gibi her alanda olduğu gibi hayvanlarla ilgili Kur’an’da verilen bilgiler de, onun Allah’ın sözü olduğunu göstermektedir. 9
Yeryüzünde yürüyen canlıların ve uçan kuşların her türü de insanlar gibi birer ümmettir. Onlar da insanlar gibi sınıf sınıftır. Yürüyen veya sürünen hayvanlardan her tür bir ümmet, kuşlar bir ümmet, insanlar bir ümmet, cinler bir ümmettir. “Yeryüzünde hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın.”10 Bu âyette insanların da yeryüzündeki canlılardan bir sınıf olduğu belirtiliyor. Gerçekten insan da, tek hücreliden omurgalılara, sürüngen ve ayaklarıyla yürüyenlere varıncaya dek çok çeşitli yaratıklardan bir sınıftır. Ancak yaratıkların en şereflisidir. Hayvanların her cinsi, birer sınıf oluşturur. Her sınıfın kendine özgü toplu yaşam kuralları vardır. Allah tek hücreliden insana kadar yüzbinlerce sınıf canlının, o kadar hayvanın toplu sınıflarının/cinslerinin ve her sınıfa dâhil bireylerin hareketlerini kontrol eder, yönetir. Hiçbiri hiçbir an O'nun yönetimi dışına çıkamaz. Her birinin rızkını O verir, ihtiyacını O karşılar.
9] Kur’an Mûcizeleri, 2, s. 56-58
10] 6/En’âm, 38
- 6 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Bu kadar sayısız hayvanları ve bunların tâbi olduğu kanunları yaratmaktan ve yönetmekten daha büyük mûcize olur mu? Bu mûcizeleri her zaman gördükleri halde Allah'a ve O'nun elçilerine inanmayanlar, başka hangi mûcizeye inanacaklar? Bir kuşun gökte uçması, bir damla sudaki milyonlarca spermin sadece birinden şu mükemmel insanın yaratılması, şu alınan besinlerden bu insan ve hayvan tohumlarının oluşması az mûcize midir? Gözlerinin önünde her zaman yinelenen milyarlarca mûcize varken daha ne mûcize istiyorlar? "Göklerde ve yerde nice mûcizeler var ki onların yanından, onlara hiç aldırış etmeden geçip giderler." 11
Biyomimetik: Canlılardaki Tasarımları Örnek Alma: “Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır. Size onların karınlarındaki fers (yarı sindirilmiş gıdalar) ile kan arasından, içenlerin boğazından kolaylıkla kayan dupduru bir süt içirmekteyiz.”12; “Gerçekten hayvanlarda da sizin için bir ibret (ders) vardır; karınlarının içinde olanlardan size içirmekteyiz ve onlarda sizin için daha birçok yararlar var. Sizler onlardan yemektesiniz. Onların üzerinde ve gemilerde taşınmaktasınız.” 13
Bugün pekçok bilim adamı ve araştırma-geliştirme (arge) uzmanı projelerine başlamadan önce, bunun canlılardaki örneklerini araştırmakta, onlardaki sistem ve tasarımları taklit etmektedirler. Diğer bir deyişler bilim adamları, Allah’ın doğada yarattığı tasarımları görüp incelemekte ve bunlardan ilham alarak yeni teknolojiler geliştirmektedirler.
Bu yönelim yeni bir bilim dalı doğurmuştur: Biyomimetik”. “Doğadaki canlılardan taklit” anlamına gelen bu bilim dalı, özellikle son dönemlerde teknoloji dünyasında yaygın bir uygulama alanı bulmuştur. Kur’an’da 23/Mü’minûn Sûresinin 21. ve 16/Nahl Sûresinin 66. âyetlerinde “ders alma, öğüt, önem, önemli şey, örnek” anlamlarına gelen “ibret” kelimesinin kullanılması bu bakımdan çok hikmetlidir.
Biyomimetik, insanların doğada bulunan sistemleri taklit ederek yaptıkları maddelerin, âletlerin, mekanizma ve sistemlerin tümünü ifade eden bir terimdir. Doğadaki tasarımlar örnek alınarak yapılan âletlere, özellikle nanoteknoloji, robot teknolojisi, yapay zekâ (AI), tıbbî endüstri ve askerî donanım gibi alanlarda kullanılmak için gerek duyulmaktadır.
Biyomimetik (biyomimikri), ilk defa Montanalı bir yazar ve bilim gözlemcisi olan Janine M. Benyus tarafından ortaya atılmış bir kavramdır. Türkçe karşılığı “biyotaklit” olan bu kavram, daha sonra pekçok kişi tarafından yorumlanmış ve uygulamaya geçirilmiştir. Biyomimetik hakkında yapılan yorumlardan biri şöyledir:
Biyomimikrinin ana teması doğadan model, ölçü ve akıl olarak öğrenecek çok şeyimiz olduğudur. Bu araştırmacıların ortak noktası, doğadaki tasarıma saygı göstermeleri ve insanların karşılaştıkları problemlerin çözümünde bunları kullanarak ilham almalarıdır.
Ürün kalitesini ve verimini artırmada doğadan faydalanan şirketlerden biri olan İnterface’in ürün stratejisti David Oakey de biyomimetik konusunda şunları
11] 12/Yûsuf, 105
12] 16/Nahl, 66
13] 23/Mü’minûn, 21-22
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 7 -
söyler: “Doğa, benim iş ve tasarım konularında akıl hocam, yaşam tarzım için bir model. Doğanın sistemi milyonlarca senedir çalışıyor. Biyotaklit, doğadan öğrenmenin bir yoludur.”
Son yıllarda bilim adamları hızla yaygınlaşan bu fikri benimsediler; önlerindeki benzersiz ve kusursuz modelleri örnek alarak çalışmalarına hız kazandırdılar. Doğadaki tasarımlar, en az malzeme ve enerji ile en fazla verim almaları, kendi kendilerini onarma özellikleri, geri dönüşümlü ve doğadostu olmaları, sessiz çalışmaları, estetik, dayanıklı ve uzun ömürlü olmaları bakımından teknolojik çalışmalara örnek teşkil ederler. High Country News adlı gazetede biyomimetik bilimsel bir hareket olarak tanımlanmış ve şöyle bir yorum yapılmıştır: “Doğal sistemleri model alarak, bugün kullandığımızdan çok daha uzun süreli teknolojiler oluşturabiliriz.”
Doğada gördüğü mükemmellikler üzerinde düşünerek, doğadaki modellerin taklit edilmesi gerektiğine inanan Janine M. Benyus’un, Biyomimikri adlı kitabında verdiği örneklerden bazıları şunlardır:
Arı kuşlarının 10 gramdan daha az bir yakıtla Meksika Körfezi’ni geçebilmeleri,
Yusufçukların en iyi helikopterlerden bile daha iyi manevra yapabilmeleri,
Termit kulelerinde bulunan iklimlendirme ve havalandırma sistemlerinin, donanım ve enerji sarfiyatı bakımından insanların yaptıklarından çok daha üstün olmaları,
Yarasanın çok frekanslı ileticisinin, insanların yaptığı radarlardan daha verimli ve duyarlı çalışması,
Işık saçan alglerin vücut fenerlerini aydınlatmak için çeşitli kimyasalları bir araya getirmeleri,
Kutup balıkları ve kurbağaların donduktan sonra yeniden hayata dönmeleri ve organlarının buz nedeniyle hasara uğramaması,
Bukalemun ve mürekkep balığının, bulundukları ortamla tam bir uyum içinde olacakları şekilde derilerinin renklerini, desenlerini ânında değiştirmeleri,
Arıların, kaplumbağaların ve kuşların haritaları olmadan uzun mesafeleri kat etmeleri,
Balinaların ve penguenlerin oksijen tüpü kullanmadan dalmaları…
Yukarıda sadece birkaç örneğine yer verdiğimiz doğadaki hayranlık uyandıran bu gibi mekanizma ve tasarımlar, teknolojinin birçok alanını zenginleştirme potansiyeline sahiptir. Bilgi birikimimizin artması ve teknolojik imkânların gelişmesi ile birlikte bu potansiyel her geçen gün daha da ortaya çıkmaktadır.
Hayvanların her biri, insanları hayrete düşüren birçok yaratılış özelliklerine sahiptir. Kimileri suda hareket etmelerini sağlayan en ideal şekle (hidrodinamik) sahipken, kimileri de bizim için oldukça yabancı olan duyuları kullanır. Bunların birçoğu insanların ilk defa karşılaştıkları, daha doğrusu yeni farkına vardıkları özelliklerdir. Bazen bir canlının tek bir özelliğini bile taklit etmek için bilgisayar, mekanik, elektronik, matematik, fizik, kimya ve biyoloji gibi bilim dallarının
- 8 -
KUR’AN KAVRAMLARI
önde gelen isimlerinin bir araya gelmesi gerekmektedir.
Bilim adamları her geçen gün doğada keşfettikleri benzersiz yapılar ve sistemler karşısında hayrete düşmekte ve bunlara duydukları hayranlığı insanlık yararına yeni teknolojiler üretmek için kullanarak göstermektedirler. Doğada var olan mükemmel sistemlerin, uygulanan olağanüstü tekniklerin bilim adamlarının bilgisinin ve aklının çok üstünde olduğunun, mevcut problemlere benzersiz çözümler sunduğunun farkına varan bilim adamları, artık senelerce uğraşarak çözüm getiremedikleri pekçok konuda doğadaki tasarımların yardımına başvurmaktadırlar. Bunun sonucu olarak da kısa zamanda, başarılı sonuçlar elde etmeleri mümkün olmaktadır. Ayrıca doğanın taklidi ile birlikte bilim adamları gerek vakit ve emek açısından, gerekse maddî kaynakların isabetli kullanılması bakımından da çok önemli kazançlar sağlamaktadırlar.
Bugün görmekteyiz ki, gelişen teknoloji, yaratılış mûcizelerini tek tek keşfetmekte ve “biyomimetik” biliminde olduğu gibi canlılardaki olağanüstü tasarımları örnek alarak insanlığa hizmet etmektedir. Janine M. Benyus da, doğayı taklit ettiğimiz takdirde yiyecek ve enerji üretimi, bilgi depolama, sağlık gibi birçok alanda kendimizi rahatlıkla geliştirebileceğimizi belirtmiştir.
19. Yüzyılda doğanın taklidi sadece estetik açıdan uygulama sahasına sahipti. Dönemin ressam ve mimarları doğadaki güzelliklerden etkilenmiş, yaptıkları eserlerde bu yapıların dış görünüşlerini örnek almışlardı. Ama doğadaki tasarımların olağanüstülüğünün ve bunların taklidinin insanlar için fayda sağlayacağının anlaşılması, ancak doğal mekanizmaların moleküler seviyede incelenmesiyle -20. y.y.da- başlamıştır. Bugün bilim adamları ve araştırmacılar Kur’an’da yaklaşık 1400 sene evvel bildirdiği gibi canlılardan ibret/ders almaktadırlar. 14
Mikroskobik Hayatın Varlığı: “Yerin bitirdiklerinden, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan (Allah, çok) yücedir.”15; “…Daha sizlerin bilmediğiniz neleri yaratmaktadır.”16 Bu âyetlerde, Kur’an’ın indirildiği dönemde insanların bilmediği hayat formlarının olduğuna işaret edilmektedir. Nitekim mikroskobun keşfi ile birlikte insan gözünün göremediği küçüklükte yeni canlılar keşfedilmiştir. Böylece Kur’an’da dikkat çekilen, bu canlıların varlığı hakkında insanlar bilgi sahibi olmaya başlamışlardır. Çıplak gözle görülemeyen ve genellikle tek bir hücreden ibâret olan mikro canlıların varlığına işaret eden diğer âyetler ise şöyledir: “…Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca hiçbir şey O’ndan uzak (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın.” 17
Yeryüzünün her yanına yayılmış olan bu gizli dünyanın üyeleri, yani mikroorganizmalar, yeryüzündeki hayvanların 20 katı kadardırlar. Gözle görülemeyecek kadar küçük bu mikroorganizmalar topluluğu, bakteriler, virüsler, mantarlar, su yosunları ve akarlardan oluşur. Bu mikrocanlılar, yeryüzündeki yaşam dengesinin önemli bir unsurudur. Örneğin Dünya üzerinde yaşamın oluşumunu sağlayan temel ögelerden bir tanesi olan azot döngüsü, bakteriler tarafından sağlanır. Bitkilerin topraktaki mineralleri alabilmelerini sağlayan en önemli unsur ise
14] Kur’an Mûcizeleri, 2, s. 59-64
15] 36/Yâsin, 36
16] 16/Nahl, 8
17] 10/Yûnus, 61
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 9 -
kök mantarlarıdır. Salata veya et gibi nitrat içeren besinlerden zehirlenmemizi ise dilimizde bulunan bakteriler önler. Aynı zamanda bazı bakteriler ve algler, dünyada canlılığın var olmasının temel unsuru olan fotosentez yapabilme yeteneğine sahiptirler ve bu görevi bitkilerle paylaşırlar. Bazı akar türleri organik maddeleri parçalayarak besinleri bitkilerin kullanabileceği hale dönüştürebilirler. Görüldüğü gibi ancak teknolojik âletlerle hakkında bilgi edinebildiğimiz bu küçük canlılar, insan yaşamı için vazgeçilmez öneme sahiptirler.
Kur’an’da asırlar öncesinden gözle gördüğümüz âlemlerin dışında da canlılar olacağına dikkat çekilmesi, kuşkusuz Kur’an’ın bir başka mûcizesidir. 18
Hayvanlar ve Modern Ulaşım Araçları: “Onlara binmeniz ve süs için atları, katırları ve merkepleri (yarattı). Ve daha sizlerin bilmediğiniz neleri yaratmaktadır.”19 Bu âyette ulaşım aracı olarak sayılan hayvanların dışında, insanların bilgi sahibi olmadıkları ulaşım araçlarının da olacağına dikkat çekilmektedir. Şu âyette ise gemi gibi toplu taşıma araçlarının olacağına işaret edilmektedir: “Onların soylarını dolu gemilerde taşımamız da kendileri için bir âyettir. Ve onlar için binmekte oldukları bunun benzeri (nice) şeyleri yaratmamız da.” 20
Bu âyetler, biz mü’minleri, binilecek ve her türlü ihtiyaç için kullanılacak vasıtaları icad etmeye teşvik etmekte ve adı geçen hayvanların dışında, özellikle günümüzde kullanılan taşıt araçlarının icat edileceğine işaret etmektedir. Bu sürecin sonu yoktur. Bu sahadaki ilerleme kapısı kıyâmete kadar açıktır. Bu da Kur'ân-ı Kerim’in mûcize olduğunu gösteren delillerden bir tanesidir.
Hayvanlar ve İnsanlar: Örümceğin ağ örmesi, kuşun havada uçması hârika hareketlerdir. Fakat hayvanlar yaptıkları hareketlerin farkında bile değildir. Öyleyse canlıların yaratılışı, düşünmesini bilen biz insanlar içindir. İbretle bakıp canlılar aynasında Allah’ı sıfatlarıyla tanımak gerekir.
Hayvanlar bir başka âlemde tahsil ve eğitim görmüş gibi, doğduktan kısa zaman sonra kendilerine âit işleri ve sanatları hemen öğrenirler. Fakat (istisnâ dışında) sonra yeni bir şey öğrenemezler. İnsanlar câhil doğar, ama öğrenme yetenekleri vardır. Ömür boyu öğrenmeye, anlamaya muhtaçtırlar. Demek ki insanın esas görevi ilimdir; Kimin sâyesinde beslenip yaşatıldığını öğrenip bilmek, O’na duâ ve ibâdet etmektir.
İnsana verilen zekâ, diğer hayvanların hiçbirinde olmadığı için insan, yeryüzüne ve öteki hayvanlara egemen olmuştur. Yüce Allah, insanı yeryüzüne halîfe seçtiği ve Allah’ın koyduğu kurallarla yeryüzünü yönetmekle görevlendirildiği için hiçbir fiziksel canlıya vermediği akıl, zekâ ve beceriyi Allah insana lutfetmiştir.
Kur'ân, "Allah her canlıyı sudan yarattı. Onlardan kimi karnı üzerinde sürünerek yürür, kimi iki ayak üstünde yürür, kimi de dört ayak üstünde yürür. Allah dilediğini yaratır. Çünkü O, her şeyi yapabilendir."21 âyetiyle, insanı da yeryüzünde yaratılmış canlılardan (hayat sahibi anlamında hayvanlardan) bir tür saymaktadır. Ayrıca "İnsanlardan,
18] Kur’an Mûcizeleri, 2, s. 54-55
19] 16/Nahl, 8
20] 36/Yâsin, 41-42
21] 24/Nûr, 41, 45
- 10 -
KUR’AN KAVRAMLARI
hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var."22 âyetinde de insanın canlı türlerinden biri olduğu belirtildiği gibi, "Yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, (onlar da) sizin gibi birer ümmet olmasınlar."23 âyetinde de diğer hayvanların da insanlar gibi topluluklar olduğu söylendiğine göre demek ki insan da yeryüzündeki hayvan (canlı) türlerinden bir türdür. Ancak Allah, yarattığı hayvanların her türüne, yaşamlarını sürdürebilmek için kendilerini savunma imkânı vermiştir. Hayvanlardan kimi, Allah'ın verdiği beden gücüyle kendini savunur: Filler, aslanlar ve camuslar gibi. Kimi düşmanından kaçma imkânıyla kendini korur: Geyikler, tavşanlar ve kuşlar gibi. Kimi yuvalarına gizlenerek kendini korur: Fareler, yılanlar ve haşereler gibi. Yüce Allah, hikmeti gereği her hayvana, yaşamını sürdürmek, türünün bekasını sağlayabilmek için gerekli organları vermiştir. Ne fazla, ne eksik. Bundan dolayı biçimleri, organları ve türleri çok çeşitli hayvanlar var olmuştur.
Ruh, nefis ve bedenden oluşan insan, yaratıkların en şereflisi ve özüdür. Allah, insanı ruh ve beden bakımından en güzel biçimde yaratmış, ona gizli ve açık olarak konuşma yeteneği ve akıl vermiş; dışını duyularla ve büyük yeteneklerle; içini de en değerli güçlerle donatmış; nefs-i nâtıka (konuşan ruh için) beyni hazırlamış ve bedenin en üstüne yerleştirdiği beyni düşünme, anımsama ve bellek ile süslemiş ve ona akıl cevherleri salmış ki nefis (ruh) insanın hükümdarı, akıl vezîri, güçler askerleri, duyular mürîdi, organlar hizmetçileri, beden de ülkesi olsun. Ayrıca, düşünme yeteneğini “kalp”le bağlantılı kabul ederek esas faydalı düşüncenin kalpte bulunan imanla, sevgi ile vicdanla ilişkisini vurgulamış, bu ilişki kopunca insanın hayvandan daha aşağı olacağını belirtmiştir. 24
İnsan küçük bir âlemdir. Beslenip büyümesine bakarak insana "bitki", duyumlarla hareket etmesine bakarak insana "hayvan", eşyanın hakikatini bilmesine bakarak insana "melek" diyenler bile vardır. Ama bütüncül bakarak, insanın bunlardan biri değil; olumsuz ve olumlu özellikleriyle “insan” olduğu ve Allah’a ibâdet için yaratıldığı, yaratıklar içinde en güzel sûrette/şekilde25 var edildiği unutulmamalıdır. Bu anlamların hepsini (bitki, hayvan, melek olma vasıflarını) kendinde toplamış olan insan, düşünce ve çabasını bu yönlerden birine yöneltebilir. Şâyet düşünce ve çabasını sadece doğa yönüne çevirirse dünyada beslenmeye ve boşaltıma râzı olur; bir bitki gibi, ot gibi yaşar. Eğer düşünce ve çabasını hayvanlığa çevirirse ya yırtıcı vahşi hayvanlar gibi kızgın, ya öküz gibi obur, ya domuz gibi arsız, ya köpek gibi sızlanan, havlayıp duran; ya deve gibi kindar, ya kaplan gibi kibirli, ya tilki gibi hîlekâr olur; ya da bunların hepsini kendinde toplar da azgın bir şeytan olup çıkar. “Andolsun, Biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da aşağıdırlar, şaşkındırlar. İşte asıl gâfiller onlardır.”26; “Allah katında, yürüyen canlıların (hayvanların) en kötüsü kâfir olanlardır. Çünkü onlar iman etmezler.” 27
"Şâyet insan, düşünce ve çabasını meleklik yönüne (Allah’a ibâdet ve kulluğa)
22] 35/Fâtır, 28
23] 6/En'âm, 38
24] 7/A’râf, 179
25] 95/Tîn, 4
26] 7/A’râf, 179
27] 8/Enfâl, 55
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 11 -
çevirirse yüce âleme yönelir, aşağılarda kalmaya râzı olmaz. Böylece “Andolsun Biz, Âdem oğullarına çok ikram ettik: Onları karada ve denizde (hayvanlar ve taşıtlar üzerinde) taşıdık. Onları güzel azıklarla besledik ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.”28 âyetinin bildirdiği üzere Allah'ın yaratıklarının pek çoğunun üstüne çıkar.
Bugünkü materyalist ve vahyi reddeden bilimden farklı olarak Kur’an cansız kabul edilen nesnelerin/şeylerin tümünün de Allah’ı tesbih ettiğini,29 yeryüzünde ve gökyüzündeki varlıkların tümünün tesbih ettiklerini,30 secde ettiklerini31 belirtir. “Görmez misin ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah'a secde ediyor...”32 Yine günümüz bilimince canlı olmadığı kabul edilen taşlardan bir kısmının Allah korkusuyla yukarıdan aşağı yuvarlandığını,33 dağlar ve kuşların Dâvud’la (a.s.) beraber tesbih ettiklerini34 anlatır. Ayrıca, emanetin, yüklenmeleri için insandan önce göklere, yeryüzüne ve dağlara teklif edildiği ve onların bunu yüklenmekten çekindikleri, (sorumluluğundan) korktukları35 Kur’an’da bahsedilir. Ağaçların ve hayvanların secdesi, Allah’ın irâdesi doğrultusunda kendi türlerinin gereğini yerine getirerek fonksiyonlarını îfâ etmeleri şeklinde yorumlanmıştır. Çeşitli hadislerde de ağacın zikir ve tesbihte bulunduğu,36 ezanı duyduğu ve ve ezan okuyan hakkında hüsn-i şehâdette bulunacağı,37 bir nevi haberleşme görevi yaptığı38 ifâde edilir. Yerdeki ve gökteki cansız ve hareketsiz olduğu zannedilen varlıklar da dâhil olmak üzere, bütün eşya atomlardan meydana gelmiştir. Atom çekirdeklerinin etrafındaki elektronlar, sürekli ve muntazam bir şekilde çekirdeğin etrafında dönmektedirler. İşte bu hareket ve böylece İlâhî kanuna, en ufak bir sapma göstermeksizin boyun eğmeleri, yaratılmış tüm şeylerin Allah’ı zikr ve tesbihi olarak değerlendirilebilir. Eşyanın secdesinin böyle olduğu kabul edilse bile, bir gölgenin nasıl secde ettiğini anlamak şu anki bilgilerimizle pek mümkün gözükmemektedir. Gölgenin aslında bir “şey” olduğu bile tartışılır, görüntüden ibârettir; atom veya hücreleri yoktur. Bununla birlikte Allah eşyanın gölgelerinin bile secde ettiğini belirtir: “Allah’ın yarattığı herhangi bir şeyi görmediler mi? Onun gölgeleri, küçülerek ve Allah’a secde ederek sağa sola döner. Göklerde bulunan şeyler ve yeryüzünde bulunan şeyler ve bütün melekler, büyüklük taslamadan Allah’a secde ederler.”39 Bir gölgenin secdesi, tesbihi nasıl olmaktadır? “…O’nu hamd/övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız.” 40
Son zamanlarda bilimin de tesbit ettiği çiçeklerin sevgiden ve insan davranışlarından anlayıp ona göre tepki verdikleri, bunun ötesinde cansız sayılan su
28] 17/İsrâ, 70
29] 17/İsrâ, 44
30] 24/Nûr, 41; 59/Haşr, 24; 62/Cum’a, 1; 64/Teğâbün, 1
31] 13/Ra’d, 15; 16/Nahl, 49
32] 22/Hacc, 18
33] 2/Bakara, 74
34] 38/Sâd, 18; 21/Enbiyâ, 79
35] 33/Ahzâb, 72
36] bk.Tirmizî, Hac 14; İbn Mâce, Menâsık 15
37] bk. İbn Mâce, Ezân 5
38] bk. Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr 32; Müslim, Fiten 82; Ahmed bin Hanbel, Müsned III/67
39] 16/Nahl, 48-49
40] 17/İsrâ, 44
- 12 -
KUR’AN KAVRAMLARI
moleküllerinin duâ, besmele ve benzeri güzel sözlere olumlu tepkiler verdikleri ve düzenli bir görüntüye büründükleri Japon bilim adamlarınca özel fotoğraf makineleriyle tesbit edilmiş bir vâkıadır. Bütün bu gerçeklerden yola çıkarak cansız, (adına akıl demesek bile) düşünce ve idrâkten tümüyle yoksun, Allah’a secde ve itaat etmeyen varlığın bulunmadığını kabullenmek gerekmektedir. Tüm hayvanların direkt veya dolaylı insana hizmet etmesi ve Allah’ın kendi fıtratlarına yazdığı ölçülerin dışına çıkmayarak, O’na itaat ve secde ettiklerini hesaba kattığımızda, en güzel sûrette ve yetenekte yaratıldığı halde bu özelliklere hayvanlar kadar bile uymayan insan, hayvandan daha aşağı olmakta,41 esfel-i sâfilîne, yani aşağıların en aşağısına yuvarlanmaktadır. 42
İslâm’ın Hayvanlara Bakışı
Dinimizde Hayvanlara Verilen Önem: Dünyadaki beşerî hayatın kıvam üzere devamı, hayvanlara sıkı sıkıya bağlıdır. Gıda, elbise, ulaşım gibi en zarûrî ihtiyaçlarımızın giderilmesinden süslenmeye varıncaya kadar ikinci derecede gereksinimlerimizin bile karşılanmasında hayvanlara muhtacız. Hatta küçük yavrularımızın terbiyesinde hayvanların ve hayvanları temsil eden oyuncakların yeri de düşünülmeli. Şu halde farklı yönleriyle meseleye eğilince, hayvansız beşerî ve bireysel hayatın da medenî ve sosyal hayatın da düşünülemeyeceğini anlarız. Yâni onlar, hayatımızın bir parçası olmakta ve dünyayı onlarla ortaklaşa yaşamak, paylaşmak zorunda kalmaktayız.
Öyleyse insan için faydalı ve zararlı olan her şeye, fayda ve zararı nisbetinde yer veren, onları konu edinen dînimiz, hayvanlar için ne tür hükümler getirmiş, bize neler tavsiye etmiştir? Genel ölçüler içinde bunları görmeye çalışalım:
Hayvanların Korunması: Çevre sağlığına giren en önemli meselelerden biri de çevredeki doğal dengedir. Bu dengenin ana unsurlarından birini de hayvanlar oluşturmaktadır. Sağlıklı bir çevre için, onun ağaçlandırılıp temiz tutulması ve sularının korunması yeterli değildir. Öncelikle hayvanlar yönüyle de çevrenin ele alınması, gerek ehlî ve gerekse vahşî her çeşit hayvanın -en azından bir kısım böceklerin- korunması gerekmektedir. Dinimiz, hem Kur'ân'ın ve hem de Peygamberimiz’in (s.a.s.) diliyle bu konuda da çokça ikaz ve tavsiyelerde bulunmuştur.
Kur'ân'da Hayvana Verilen Yer: Kur'ân-ı Kerîm, hayvanların da insanlar gibi birer ümmet olduklarını, Kitap'ta onları da ihmal etmediğini bildirir: "Yerde yürüyen hayvan ve iki kanadıyla uçan kuşlardan hepsi, ancak sizin gibi ümmetlerdir. Biz Kitap'ta hiçbir şeyi noksan bırakmadık. Sonra ancak Rabbine toplanıp getirilirler."43 Âyette, Kitap'ta ihmal edilmedikleri bildirilen hayvanlardan sinek,44 sivrisinek,45
41] 7/A’râf, 179
42] 95/Tîn, 5
43] 6/En'âm, 38
44] 22/Hacc, 73
45] 2/Bakara, 22
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 13 -
örümcek,46 karınca,47 arı,48 kurt,49 eşek,50 katır,51 at,52 öküz ve inek,53 deve,54 koyun,55 yılan,56 domuz,57 maymun,58 köpek,59 gibi pekçok vahşi ve ehlî hayvanın ismi çeşitli vesîlelerle Kur'ân-ı Kerîm'de zikredilmektedir. Ayrıca bâzı sûreler de isimlerini o sûrede zikri geçen hayvanlardan alır.
Kur'ân-ı Kerîm, beşer hayatında büyük rol oynayan deve, at, katır gibi bir kısım hayvanlara daha dikkat çekici ifâdelerle yer vererek önemlerine parmak basmaktadır: “Hem kendilerine binesiniz, hem de zînet olsun diye atları, katırları, merkebleri yarattı”60; “(O kâfirler ibret gözüyle) bakmazlar mı deveye, nasıl yaratılmış?” 61; “Andolsun soluyarak koşanlara (gâzilerin atlarına), o tırnaklarıyla ateş çıkaranlara...” 62 vs.
Hz. Peygamber'in Sünnetinde Hayvanın Yeri: Dinimizin hayvanlarla ilgili tâlimâtını hadisler tamamlar. Bu mevzu üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) çok durmuştur. Onun hayvanlarla ilgili olarak hüküm koyup tavsiye ettiği ayrıntılara başka dinlerde ve başka büyüklerin sözleri arasında rastlamak mümkün değildir. Hayvanlara gösterilmesi gereken merhametten, eziyet ve hakareti yasaklamaya; onları sevip okşamaya, gıda ve temizliklerine özen göstermeden yavrularının bakım ve korunmasına kadar hiçbir şeyi ihmal etmemiştir. Bunları kısaca görelim:
İyi Muâmele ve Merhamet: Hayvanlarla ilgili olarak gelen hadislerde en çok onlara karşı almamız gereken tavırla ilgili olanlar dikkatimizi çeker. Zîra pek çok hadis merhamet ve iyi davranış üzerinedir. Önce şunu belirtelim ki, iyi muâmele ve merhamet, her müslümanda, her hususta bulunması gereken bir vasıftır. Bunun hayvanlara karşı da gösterilmesi ayrıca istenmektedir. Bir hadiste şöyle buyrulur: "Merhametli olanlara Rahmân (yâni merhamet sâhibi olan Allah) merhamet eder. Yerde olanlara merhametli olun ki, gökte olanlar da (melekler) size rahmet etsinler..." Burada geçen "yerde olanlara" tâbirindeki ıtlâkı (geniş anlamı) nazar-ı dikkate alan âlimler "buraya müslüman, kâfir, köle, hayvan gibi her çeşit canlının dâhil olduğu" hükmünü çıkarmışlardır. Yine mutlak bir ifâde ile: "Merhametten nasîbi olmayanın hayırdan da nasîbi yoktur" buyrularak daha tehditkâr bir üslûpla merhametli olmak istenmiştir.
Hayvan Hakları: Bâzı hadislerde, hayvanların, üzerimizde riâyet etmemiz gereken bir kısım "hakları"nın olduğu, bunların ihlâli hâlinde Kıyâmet gününde hesap sorulacağı ifâde edilmektedir. Üsâme İbn-i Zeyd'e Peygamberimiz (s.a.s.):
46] 29/Ankebût, 41
47] 27/Neml, 18
48] 16/Nahl, 68
49] 12/Yûsuf, 13, 14, 17
50] 62/Cum'a, 5; 2/Bakara, 259; 16/Nahl, 8
51] 16/Nahl, 8
52] 3/Âl-i İmrân, 14; 8/Enfâl, 60; 16/Nahl, 8
53] 2/Bakara, 67-71; 6/En'âm, 144, 146; 12/Yûsuf, 43, 46
54] 6/En'âm, 144, 88/Gâşiye, 17
55] 6/En'âm, 146, 21/Enbiyâ, 78; 20/Tâhâ, 18
56] 20/Tâhâ, 20; 7/A'râf, 107 vs
57] 2/Bakara, 173; 5/Mâide, 60 vs.
58] 2/Bakara, 65; 5/Mâide, 60
59] 7/A'râf, 176; 18/Kehf, 22
60] 16/Nahl, 8
61] 88/Gâşiye, 17
62] 100/Âdiyât, 1-2
- 14 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"Ey Üsâme, acıkan ciğer sâhibi her hayvan husûsunda dikkatli ol, Kıyâmet günü Allah'a şikâyet edilirsin" demiştir. Hayvan hakları fikrini te'kîd eden bir başka hadiste: "Eğer hayvanlara yaptığınız haksızlıklardan dolayı Allah sizi affedecek olursa, sizi pek çok affa mazhar kılmış demektir" buyrulur.
Sünnet'e göre, hayvanların riâyet edilmesi gereken hakları çeşitlidir ve onlara karşı uygulanması gereken iyi muâmele ve merhamet bunların yerine getirilmesi ile gerçekleşir. Bunların başlıcalarını şöylece sıralayabiliriz: Hayvanların hayat haklarına riâyet, gıdalarına özen göstermek, temizlik ve bakım, yavrularına önem vererek hayvan neslini korumak, fazla yük vurmamak, hayvanları fıtrî ve doğal vazîfelerinde kullanmak, eziyet etmemek... Şimdi bunları biraz açıklayalım:
Hayat Haklarına Riâyet: Bu, sayıları belli ve sınırlı zarar veren birkaç hayvan dışında kalan bütün hayvanların fuzûli yere öldürülmemesi gerektiğini, aksi takdirde mes'ûliyeti gerektirdiğini ifâde eder. Hz. Peygamber (s.a.s.) karga, çaylak, akrep, fare, kelb-i akûr (köpek veya yırtıcı hayvanlar) ve yılan gibi gerek insanlara ve gerekse diğer hayvanlara zararlı olanlar hâriç "ruh sâhibi mahlûkların" faydasız ve keyfî bir şekilde öldürülmesini yasaklamıştır. Dârimî ve Nesâî'nin, "Herhangi bir hayvanı fuzûli yere öldürmenin hükmü" başlığı altında sundukları bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurur: "Haksız olarak serçeyi öldürenden Cenâb-ı Hak Kıyâmet günü hesap soracaktır." Ashâb: "Kuşun hakkı da nedir?" diye sorunca: "Onu kesmesi ve sonra da yemesidir" cevâbını verir. Münâvî, Rasûlullah’ın (s.a.s.) burada serçeyi zikretmekle, büyük hayvanların hukukunun daha önemli olduğuna dikkat çektiğini belirtir.
Bu meyanda kurbağa, karınca, arı, hüdhüd, çekirge gibi birkısım hayvanların öldürülmesinin de kesin bir dille yasaklandığını kaydedelim. Özellikle karıncalar hususunda ısrarla duran Rasûlullah (s.a.s.), ısırdığı için karınca yuvasını yaktıran bir peygamberin, "Seni ısıran bir tek karınca idi, sen ise tesbih eden bir ümmeti yakıp helâk ettin" diye vahiy gelerek, Allah tarafından, itâb edildiğini, azarlandığını anlatır.63 O peygamber devrinde ateşle cezânın yasaklanılmamış olabileceğini söyleyen şârihler, bunun İslâm şeriatinde Rasûlullah’ın (s.a.s.), "Ateşle azâb vermek, sadece ateşin sâhibine (Allah’a) âittir."64 hükmüne binâen yasaklandığını ifâde ederler. Karıncalara karşı şefkati son derece ileri görünerek, onların yuvalarının yakınlarında ateş yakılmasını da yasaklayan Hz. Peygamber (s.a.s.) onlar hakkında bir de şu kıssayı anlatır: "Bir peygamber ümmetiyle yağmur duâsına çıkmıştı, bu esnada ayaklarından bazılarını havaya kaldırmış vaziyette bir karınca görmüştü ki, ümmetine: ‘Dönün artık, karıncanın durumu sebebiyle duânız kabûl edilmiştir’ demiştir."
Rasûlullah’ın (s.a.s.) karınca ve diğer hayvanlar karşısındaki tutumu arkadan gelen nesiller üzerinde fazlasıyla etkili olarak, "hayvanın insan üzerindeki hakkı" fikrini şuur hâline getirmiştir. Rivâyete göre, Ashâb'tan Adiyy İbn-i Hâtim (r.a.), ekmek ufalayarak karıncalara atar ve şöyle derdi: "Bu mahlûklar komşularımızdır, üzerimizde hakları vardır."
Fıkıh kitaplarımızın nafaka ile ilgili bölümlerinde hayvanların nafakalarına da bölüm ayrıldığını yer gelmişken belirtmemizde fayda var. Osmanlılar
63] Buhârî, Cihad 152, Bed’ü’l-Halk 14; Müslim, Selâm 148, h. no: 2241
64] Ebû Dâvud, Cihad 122, h. no: 2675, Edeb 176, h. no: 5268
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 15 -
zamanında Makam-ı Meşîhât'ca tedvin edilen Kitâbu'n-Nafakât'da: "At ve İnek Gibi Hayvanâtın Nafakâtı vs. Beyânındadır" başlığına yer verilir ve bu mes'eleye altı madde tahsîs edilir.
Gıdalarına Özen Gösterme: Hayvanlara karşı sorumluluğu gerektiren önemli hususlardan biri, onların gıdalarıyla ilgilidir. Susamış bir köpeği sulayan yolcunun (bir başka rivâyette kötü yola düşmüş bir kadının) bu davranışından ötürü Allah'ın rızâsına mazhar olması ve bütün günahlarının affedilmesiyle ilgili meşhûr hadisten65 anlaşıldığına göre, hangi hayvana olursa olsun yapılan herhangi bir iyilik makbûl ve sevabı gerektiren bir ameldir. Mezkûr rivâyette Ashâb'tan bir kısmının, "Yâ Rasûlallah, hayvanlara yaptığımız iyilikten dolayı bize ücret/ecir, sevap da mı var?" diye sorması üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) şu meşhûr ve dikkat çekici cevabı verir: "Evet, her bir yaş ciğer sâhibine yapılan iyilik için ücret/ecir vardır."66 Bâzı âlimler bu hadisle kıyas yaparak "yapılan her iyiliğin mükâfatı varsa, her kötülüğün de cezası olacağına" hükmetmişlerdir. Nitekim yine meşhur bir başka hadiste, "Kedisini hapsederek açlıktan ölmesine sebep olan kadının, cehennemde bir kedi tarafından tırmalanmak sûretiyle azâba mâruz bırakılacağı"67 bildirilir.
Hayvanların gıdalarına gösterilmesi gereken ihtimamın önemini ifâde eden bu rivâyetlerden ayrı olarak, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) başka tavsiyeleri de mevcuttur. Yolculuk sırasında münbit bir yere uğradığı vakit hayvanın sırtından inerek hayvanlara "otlardan hakkının" verilmesi, otsuz yerlerden de sür'atle geçilmesi emredilmektedir. Hz. Enes: "Bir yerde mola verince, hayvanlarımızın istirahatini sağlayıncaya kadar ibâdet etmezdik" der. Âlimler bu rivâyetleri esas alarak, yolcu, bir yerde mola verince, hayvanın otunu vermeden, kendisinin yemeğini yememesini müstehap saymıştır.
Temizlik ve Bakımı: Hayvanlarla ilgili görevler, gıdalarına dikkat etmekle bitmiyor. Hz. Peygamber (s.a.s.) onların temizlik vs. hususlarıyla da ilgilenilmesi için birtakım tâlimatlar vermiştir. Ebû Hüreyre’den (r.a.) gelen bir rivâyette şöyle denmektedir: "Koyunların burunlarını silin, ağıllarını temizleyin, ağıllarına yakın yerde namaz kılın, zîra onlar cennet hayvanıdır." Yine, keçilerin temizlenmesi için de emir verildiği kaydedilir.
Sevâde İbn Rebî'nin bir rivâyetinde sağmal hayvanın sağılması sırasında incitilmemesi için bile Rasûlullah'ın talimât verdiğini görmekteyiz. Rivâyet aynen şöyle: "Annemle Rasûlullah’a (s.a.s.) gidip (maddî yardım) talep ettik. Bize birkaç keçi verilmesini emretti ve anneme şunu tenbihledi: "Oğullarına emret, tırnaklarını kessinler, böylece sağdıkları zaman hayvanları incitmemiş, memelerini kanatmamış olurlar. Yine oğullarına emret ki, (keçi) yavrularının gıdalarını iyi yapsınlar."
Yavruya İhtimam ve Hayvan Neslinin Korunması: Sevâde İbn Rebî'nin yukarıdaki rivâyetinde görüldüğü üzere, Hz. Peygamber (s.a.s.) hayvan yavrusunun gıdasına dikkat edilmesi için emir vermiştir. Abdullah İbn Amr'dan gelen bir rivâyet de bunu te'yîd eder. Der ki: "Rasûlullah (s.a.s.) bir keçiyi sağmakta olan bir adama uğramıştı, ona: "Ey filan, sağınca, yavrusu için de süt bırak..." dedi."
65] Müslim, Tevbe 155, h. no: 2245
66] Buhârî, Şirb 9, Vudû’ 33, Mezâlim 23, Edeb 27; Müslim, Selâm 153, h. no: 2244
67] Buhârî, Bed’ü’l-Halk 17, Şirb 9, Enbiyâ 50; Müslim, Birr 151, h. no: 2242
- 16 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Sağmal hayvanları sağarken yavrunun ihmâl edilmemesi hususunu, kendisine uğrayanlara da tenbîh etmiştir.
Bundan başka, yavrularla ilgili olarak Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kuş yuvalarının bozulmaması, yumurtalarının ve yavrularının alınmaması için emir verdiğine, alınmış olan yavru ve yumurtaları yerlerine iâde ettirdiğine dâir rivâyetleri nazara alacak olursak, hayvan neslinin korunması hususunda da bâzı tedbirlerin dikkate alındığını anlarız. Bu cümleden olarak Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından Medîne'nin etrafında belli bir bölgenin “harem” ilân edilerek, bitkilerinin koparılmasının, hayvanlarının da öldürülmesinin yasaklandığını biliyoruz. Avcılıkla ilgili olarak beyân edilen kerâhetin de hayvan neslinin korunmasına mâtuf olduğunu belirtelim.
Fazla Yük Vurmamak: Özellikle yük hayvanları için dikkat edilmesi gereken önemli bir husus, onlara vurulan yük miktarının, hayvanların kapasitelerini aşmamasıdır. Ebu'd-Derdâ, fazla yük vurulduğu için yerden kalkmakta zorluk çeken bir deveyi görünce fazlalıkları atarak, Hz. Peygamber’ın (s.a.s.): "Allah bu dilsizler hakkında hayırhah olmanızı tavsiye etmektedir, onlara güçleri seviyesinde yük vurun" dediğini hatırlatır.
Hz. Âişe'nin bir rivâyetine göre, Vedâ Haccı sırasında, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) berâberine aldığı zevcelerinden Safiyye'nin yükü, Hz. Âişe'nin yükünden daha ağırdır ve Hz. Âişe'nin devesi, Hz. Safiyye’nin (r. anhâ) devesinden daha güçlü-kuvvetlidir. Yolda durumu farkeden Hz. Peygamber (s.a.s.), Hz. Safiyye'nin yükünün Hz. Âişe'nin devesine, Hz. Âişe'nin yükünün de Hz. Safiyye'nin devesine aktarılmasını emreder.
Hayvanlara vurulacak yük konusunda aynı titizliği gösteren Hz. Ömer'in Mısır'da bir deveye 1.000 rıtıl ağırlığında yük vurulduğunu işitince ilgili yöneticiye yazarak: "Bundan böyle 600 rıtıldan fazla yük vurulmamasını" emreder.
Hayvanları Fıtrî Görevlerinde Kullanmak: Hz. Peygamber’in (s.a.s.) özellikle ehlî hayvanlarla ilgili olarak üzerinde durduğu bir husus, onların fıtrî vazifelerine muvâfık düşmeyen tasarruflardan kaçınmaktır. Zîra bu, onlara her şeyden önce bir eziyet ve işkencedir. Meselenin başka mahzurları/sakıncaları da mevcuttur. Binek hayvanlarını durdurup, üzerinde iken sohbet etmeyi yasaklayan rivâyetin Ebû Dâvud'daki vechinde Rasûlullah: "Bunlara sâlimen binin, sâlimen terk edin. Onları, yollardaki ve pazarlardaki sohbetlerinizde minber yerine tutmayın, zîra, Allah onları sizi bir yerden bir yere taşımaları için emrinize amâde kıldı" demektedir. Buhârî'nin bir tahrîcinde Hz. Peygamber (s.a.s.) bu yasağı farklı bir üslûpla ifâde etmektedir. Ebû Hüreyre tarîkiyle gelen rivâyet aynen şöyle: "Rasûlullah (s.a.s.) bir gün sabah namazını kıldıktan sonra, cemaate yönelerek; "Adamın biri sığırını sürüyordu ki, bir ara sırtına bindi ve vurmaya başladı. Bunun üzerine hayvancağız (dile gelerek): ‘Biz bunun için yaratılmadık’ dedi" buyurdu...
Eziyet ve İşkenceden Men: Hayvana şefkat ve iyi muâmelenin tezâhürlerinden biri de onlara eziyet ve işkenceden kaçınmaktır. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayvanlarla ilgili olarak koyduğu önemli yasaklardan biri de budur. Eziyet sadece dövmekle olmayıp çeşitli şekillerde olabileceği için, bütün çeşitleriyle bunun yasaklandığını görmekteyiz. İbn Ömer (r.a.) Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bu yasağını umumî bir ifâde ile: "Nebî (s.a.s.) hayvanlara işkence yapanlara lânet etti"
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 17 -
diyerek haber verir.
Diğer rivâyetlerde, yasaklanan çeşitli eziyet çeşitleri belirtilmektedir: "Canlı hayvanların hedef yerine konularak atış yapılması", özellikle "yüzüne vurularak dövülmesi" ve "yüzünden, kulaktan, burundan enlenmesi", "yüzüne dövme (veşm) yapılması" dövüştürülmeleri için "hayvanların kızıştırılmaları", "binek hayvanını durdurup üzerinden inmeden sohbet yapılması" -ki bu davranış hayvanları "sandalye" ve minber yerine koymak" olarak tavsîf edilmektedir-, "hayvanı kulağından tutarak çekmek."
Hz. Âişe'nin anlattığına göre, Hz. Peygamber (s.a.s.) hazîneye âit develerden (yulara gelmeyen) huysuz bir deve(yi okyaşıp hayırlı olması için duâ ettikten sonra) verir ve: "Ey Âişe bunu al (te'dîb et ve) müşfik ol, zîra şefkat bir şeye girdi mi onu mutlaka güzelleştirir, bir şeyden de çıktı mı onu mutlaka çirkinleştirir" der. Buhârî'nin el-Edebü'l-Müfred'de yaptığı tahricte, Hz. Âişe'nin bindiği deve serkeştir, bu yüzden Hz. Âişe ona vurmaya başlamıştır. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) müdâhale ederek hayvana karşı şefkatli olmasını istemiştir. Bir seferinde arkadan gelen bedevîlerin bineklerini hızlandırmak için hayvanlarına bağırmaya ve vurmaya başladıklarını işiten Hz. Peygamber (s.a.s.) geri dönerek: "Sâkin olun, telâşla eziyet etmede hayır yoktur" der.
Bu hadislere dayanan âlimler, hayvanı dövme konusunda şu hükmü getirmişlerdir: “Hayvan, ayak sürçmesi gibi, sâbık hatasından dolayı ceza olarak dövülemez. Ürkme gibi, müstakbel te'dibi için -hafifçe- dövülebilir.” Eziyetin belki de en önemlilerinden olan, hayvanların yaralı bırakılmaları da yasaklanmıştır. Bu cümleden olarak avcılıkta, avı öldürücü olmaktan çok, göz çıkarıcı, diş kırıcı olan sopanın kullanılması yasaklanmıştır. Öldürülmesi emredilen zehirli kelerin bir vuruşta öldürülmesinin, iki-üç vuruşta öldürülmesine nazaran daha efdal olacağına dâir rivâyet de hayvanların yaralı bırakılarak eziyet çektirilmemesi prensibiyle îzah edilebilir. Ulemânın sebep olarak kaçabileceği ihtimalini zikretmesi de aynı endişeyi ifâde eder.
Az önce zikredilen, hayvan sağanlara "tırnaklarını kessinler, sağım sırasında uzun tırnaklarla hayvanların memelerini kanatmasınlar" diye Rasûlullah’ın (s.a.s.) gönderdiği tâlimât da onları eziyetten koruyucu tedbirler arasında zikre değer. Yine, Hz. Peygamber (s.a.s.) hayvan boğazlanmadan, yani canlı iken, herhangi bir uzvunun kesilmesini de yasaklamıştır. Rivâyetler, Hz. Peygamber (s.a.s.) Medîne'ye geldiği zaman, Medînelilerin çok sevdikleri için, devenin hörgücü ile koyunun kuyruğunu, hayvanlar henüz boğazlanmamışken kesip koparmakta olduklarını bildirir. Bu durumdan haberdâr olan Rasûlullah (s.a.s.), "Sağ iken hayvandan koparılan şey meyte hükmündedir (haramdır)" diyerek bu çirkin geleneği yasaklar.
Hayvanı keserken bile ona merhamet etmeyi ve şefkatli olunmasını emreden Rasûlullah: "Kesilene merhamet edene, Allah Kıyâmet günü rahmet eder" müjdesini vermiştir. Kesilen hayvana merhamet cümlesinden olarak, özellikle bıçağın bilenerek keskinleştirilmesini, hayvanın gözünden saklanmasını ve hayvanın sür'atle kesilmesini sayar. Hayvanı kesmek üzere yatırıp, bıçak bilemeye başlayan birisine rastladığı vakit Rasûlullah ona şöyle müdâhale etmiştir: "Sen onu iki sefer mi öldürmek istiyorsun? Niye hayvancağızı yatırmadan önce bıçağını bilemedin?"
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayvanlara şefkat ve alâkasını gösteren başka
- 18 -
KUR’AN KAVRAMLARI
rivâyetler de vardır. Bunlardan birinde, yirmi sene hizmetten sonra, yaşlandığı için sahibi tarafından kesilmek istenen deveyi, bizzat satın alarak salıverdiği ve devenin uzun müddet serbest yaşadığı belirtilir. Bir başka rivâyette, yayılma imkânı olmaksızın, gelişigüzel bağlanmış bir devenin sâhibine, "Bunun hakkında Allah'tan korkmuyor musun?" diyerek müdâhale ettiğini görüyoruz.
Belirtmekte fayda umduğumuz bir başka vak'ayı Abdullah İbn Ca'fer anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) bir gün Ensardan birinin bahçesine girdi. Orada bir deve vardı. Deve, Rasûlullah'ı görünce birtakım sesler çıkardı ve gözlerinden yaşlar aktı. Rasûlullah (s.a.s.) hayvana yaklaşarak başını ve boynunu hörgücüne kadar elleriyle okşadı. Hayvan sakinleşti. Rasûlullah (s.a.s.): "Bunun sâhibi kim?" diye sordu. Ensâr'dan bir genç gelerek: "Deve benimdir ey Allah'ın Rasûlü" dedi. Rasûlullah (s.a.s.): "Bunu sana mülk kılan Allah'tan bu deve hakkında korkmuyor musun? Hayvan, onu aç bırakıp üstelik de yorduğun için senden şikâyetçi" der."
Rasûlullah'ın hayvanlara karşı gösterdiği şefkat örneklerinden bir diğeri, daha ilgi çekicidir: Bir sefer sırasında, bir ceylanın, güneşin harâretine karşı bir ağacın gölgesine çekilerek uyumakta olduğunu farkeder. Rasûlullah (s.a.s.) hayvancağızın kimse tarafından rahatsız edilmemesini emreder ve emre uyulur.
Hayvan dâhil tüm âcizlere şefkat ve iyi muâmelede bulunmaya teşvîk husûsunda, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) şu sözü de burada kayda değer: "Eğer süt emen çocuklar, beli bükük yaşlılar, otlayan hayvanlar olmasaydı, üzerinize azâb sel gibi gelirdi."
Savaş sırasında bile, düşman eline geçecek endişesiyle hangi çeşitten olursa olsun, hayvan öldürmeyi, "Zira ruh sâhibidirler, kendilerine yapılandan elem duyarlar, onların ise hiçbir kabahati yok" diyerek reddeden İmâm Şâfii, hükmüne delîl olarak şu hadisi zikreder: "Haksız yere bir serçe veya daha küçük bir hayvan öldürenden Allah hesap soracaktır."
Rahatsız Etmekten Men: Şunu da belirtelim ki, çevre ile ilgili bazı tavsiye ve tedbirler aynı zamanda, hayvanların menfaatine yöneliktir. Onların korunması, rahatsız edilmemesi gözönüne alınmıştır. Sözgelimi Rasûlullah (s.a.s.) yolculuk sırasında yol üzerinde konaklamayı veya küçük ya da büyük abdest bozmayı yasaklarken, sebep olarak: "Zîra yol, hayvanların geçidi, yılan ve vahşilerin sığınağıdır" demiştir. Bir başka hadiste de "Kırlardaki yeraltı deliklerine abdest bozmayın" diye emretmiştir. Bu yasağın da o deliklerde yaşayan hayvanlara eziyet vermemek maksadına yönelik olduğu âlimlerce belirtilmiştir.
Hakaretten Men: Sünnet, hayvana sadece -çeşitli şekilleriyle- maddî eziyeti yasaklamakla kalmıyor, mânevî eziyeti, sözle yapılacak hakareti de yasaklıyor. Esâsen genel bir prensip olarak kendi nefsine, çocuğuna, malına ve hayvanına bedduâ ve kötü sözü yasaklamış bulunan Hz. Peygamber (s.a.s.) konunun ciddiyetini göstermek için lânetlenmiş bulunan hayvandan istifa edilmemesini emretmiştir: Rivâyete göre, bir yolculuk sırasında Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kulağına bir lânetleme sesi ulaşınca: "Bu da ne?" diye sorar. Kendisine, bir kadının, bindiği hayvana lânet okuduğu haber verilince: "Üzerindekileri alıp hayvanı salıverin, zîra artık o lânetlenmiştir, mel'ûndur" diyerek hayvanın kullanılmamasını emreder ve öyle yapılır.
Rivâyetlerde horoz ve hattâ pire gibi hayvanlara bile lânet okumanın
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 19 -
yasaklandığı görülünce bunun genel bir yasak olduğu anlaşılır.
Hz. Peygamber'in Hayatında Hayvan: Hayvan-insan münâsebetine yukarıda belirtildiği şekilde son derece önem veren Hz. Peygamber’in (s.a.s.) şahsî hayatında, her gün mübâşeret hâlinde bulunduğu bir kısım hayvanlar mevcuttur. Konumuzun bütünlüğü açısından kısaca bunlardan da bahsedelim:
Ebû Kebşeti'l-Enmârî, Rasûlullah’ın (s.a.s.) turunç ve kızıl güvercini seyretmeyi sevdiğini haber verir. At da çok sevdiği hayvanlar arasındadır. Atın fazîletleri ve at beslemenin önemi, atın cinsleri vs. üzerine pek çok hadis îrad etmiştir. At ve deveyi elleriyle okşadığı, özellikle atın alnından ve sağrısından okşanmasını emrettiği rivâyetlerde gelmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.s.) attan başka binek olarak çeşitli develeri de kullanmıştır. Yirmi kadar da sağmal devesi, pek çok davarı -ki bunlardan yedi adedi keçidir- vardır. Rivâyetlerden, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) özellikle koyun, keçi cinsinden küçük hayvanlarla daha çok haşir-neşir olduğu, bunların, ekmek yaptığı sırada uyuklayan Hz. Âişe’nin (r. anhâ) hamurundan yiyecek kadar içerilere girme serbestisine sahip oldukları anlaşılmaktadır.
Ümmü Seleme'den gelen bir rivâyetten Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bu evcillerle yakından ilgilendiğini anlıyoruz: Bunlardan biri gıyâbında, öldüğü vakit, onu göremez olunca "Ne oldu?" diye sormuştur. Hz. Peygamber (s.a.s.) cennet hayvanlarından olduğunu belirttiği keçiyi bereket olarak adlandırmıştır. Bir kimseye: "Evinizde kaç tane bereket var?" diye sorar ve bununla keçiyi kasteder. Diğer bâzı rivâyetlerde koyuna da bereket dediğine şâhit olmaktayız: "Sahibi için koyun berekettir, deve de izzettir. Ata gelince, hayır onun alnına bağlanmıştır." Ümmü Hâni'ye, "Koyun besleyin, zira onda bereket vardır" demiştir.
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) evindeki hayvanlardan biri de “evin bir unsuru (min metâ'i'l-beyt)” ve hattâ “âilenin bir ferdi (min ehli'l-beyt)” olarak vasıflandırdığı kedidir. Abdest almak için hazırlandığı sırada, kedinin abdest suyundan içmekte olduğunu görünce, o içinceye kadar bekler, daha sonra abdestini alır. Orada bulunanlardan biri: "Yâ Rasûlallah, su necis olmadı mı?" diye sorunca: "Hayır, kedi âile efrâdından biridir, hiçbir şeyi kirletmez" cevâbını verir.
Yalnızlıktan şikâyet edenlere bir çift güvercin edinmelerini tavsiye edecek kadar insan hayatında hayvana önem veren sünnetin telkîn ve tesirleriyle "kedi, güvercin ve horozdan hâlî olan evin mâmur olmayacağı", "beyaz horozun namaz vakitlerini, gayret, şecâat, cömertlik ve kesret-i cimâı öğretmek gibi beş özelliği bulunduğu" şeklinde hayvanlarla ilgili çeşitli kabuller ahlâk kitaplarımıza girmiştir.
Av Sınırlanması: İslâm dini, gerek Kur'ân ve gerekse hadiste gelen nasslarla kara ve deniz avcılığını meşru ve helâl kılmıştır. Bu konunun ayrıntılarını açıklayan hadisler çoktur ve bütün hadis kitaplarında Kitâbu's-Sayd adıyla müstakil bir bölüm teşkil eder. Şüphesiz, burada bu konunun ayrıntılarına girecek değiliz. Ancak bir husus, üzerinde durduğumuz konuyu ilgilendirmektedir. Şöyle ki: Avcılık esasta helâl olmakla beraber, Hz. Peygamber (s.a.s.) sırf eğlence ve zevk için yapılanları hoş görmemiştir. Şöyle buyurur: "Kim av peşine düşerse gâfil olur."
İslâm âlimleri, bu hadisi açıklarken, farklı ifâdeler kullansalar da, eğlence
- 20 -
KUR’AN KAVRAMLARI
maksadıyla yapılan avcılığın kerâhetinde ittifak ederler. Meselâ, Sindî, avcıda av sevgisinin kalpte galebe çalarak başka hususlarda avcıyı gaflete atacağını söyler. Aliyyü'l-Kârî, avcının tâat, ibâdet, cemaat ve cumaya iştirakten gaflet edeceğini belirttikten sonra, yüce duyguları kaybederek kalbin katılaşacağına dikkat çeker: "Avcı hayvanları öldürmede vahşi ve yırtıcı hayvanlara benzediği için, zamanla şefkat ve merhamet duygularından uzaklaşır" der.
Bâzı âlimlerimiz bu kerâhetin, ihtiyaç değil de eğlence için yapılan avcılığa yönelik olduğunu daha açık şekilde ifâde ederler: "Kim zevk ve eğlence için avcılığı âdet haline getirirse, gâfil olur. Zîra zevk ve eğlence ölmüş kalpten hâsıl olur. Fakat kim de gıdasını temin için avlanırsa, bu câizdir, zîra ashâbdan bir kısmı avlanmıştır."
Ağaç ve hayvan yönüyle tabiî/doğal dengenin bozulup, çevrenin her iki yönden de tahrip edilmesinde büyük rol oynamış bulunan avcılığın disipline edilmesinde Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bu çeşit tavsiyelerinden istifâde yoluna gidilmelidir.
Çocuk Terbiyesi ve Hayvan: Çocukların normal bir gelişim göstererek dengeli bir şahsiyete kavuşmasında, sosyal hayatın bütün unsurları ile tam bir uyum içerisinde yetişmelerinin gerektiği mâlumdur. Çocuğun normal gelişiminde önem taşıyan bir diğer ilişki halkası da hayvanlarla olanıdır. Zîra onlarsız beşerî hayat mümkün değildir. Hayvanlar çocukları belli bir ölçüde eğlendirip meşgûl etmekten başka, hayatları boyunca işlerine yarayacak olan sevgi, şefkat gibi bazı rûhî erdemlerini kazanma ve geliştirmelerinde de onlara yardımcı olmaktadırlar. Hayvanlara iyi muâmele yapmaya, onları sevmeye alıştırılan çocuklar, bu hislerinin gelişmesinde ilk temrinlerini/antrenmanlarını onlarla yapmış olmaktadırlar. Nitekim hayvanlara kötü muâmele yapan çocukların bu davranıştan şiddetle yasaklandıkları rivâyetler de gelmiştir.
Çocukların hayatlarında hayvana yer verilmesi, onların hayvanla temâs imkânlarının sağlanması gerektiğine işâret eden bazı hadis rivâyetleri de gelmiştir. Her şeyden önce bizzat Hz. Peygamber'in çocukluğunda, Medîne'de Benû Adiyy İbn'n-Neccâr kabîlesinde, dayılarının yanındaki ikameti sırasında, diğer çocuklarla birlikte kuş uçurttuğu bildirilmektedir.
Enes'ten gelen bir rivâyetten, Enes'in küçük kardeşinin bir kuşu olduğunu, Rasûlullah’ın (s.a.s.), mezkûr kuş öldüğü için üzgün bulduğu çocuğu teselli etmek maksadıyla özel bir ilgi gösterdiğini ve bu meyânda: "Kuşun ne oldu?" diye sorduğunu öğreniyoruz. Bir başka rivâyet ise, Hz. Peygamber'in torunları Hasan (veya Hüseyin)'in bir köpek yavrusuna sahip olduğunu, bunun bir gün Hz. Peygamber'in odasına, karyolanın altına kadar girmiş bulunduğunu ve hattâ orada öldüğünü haber vermektedir.
Âlimler yukarıda verdiğimiz Enes rivâyetine dayanarak çocukların kuşla oynamalarını, kuşun bâzı şartlara riâyet kaydıyla kafese konmasını, çocuklara oynamaları için velîlerinin bunlardan te'min etmelerini tecviz etmişlerdir. Kezâ, yavru ve yumurta elde etmek, yalnızlıkta ünsiyet temin etmek, mektup taşıtmak vs. gibi başka meşrû maksatlarla da güvercin beslemenin câiz olduğu belirtilmiştir. 68
68] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Akçağ Y., c. 7. s. 280-291
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 21 -
Kur’ân-ı Kerim’de Hayvanlar ve Hayvanlardaki İbretler
Kur’ân-ı Kerim, kendine muhâtap olarak insanları seçmiştir. Asıl hedef de insanlardır. İnsanların çevresinde bulunan varlıklar insanla ilgisine göre Kur’an literatüründe yerini almıştır. Kur’ân-ı Kerim’de hayvanlar Allah’ın varlığının (birliğinin ve yüceliğinin) delili olarak zikredilmektedir.69 Bu bakımdan bazen genel adlarıyla zikredilmektedirler. Meselâ en’âm70 ve dâbbe71 bunun bâriz örnekleridir. En’âm kelimesi deve için kullanılmış olsa da, burada genel bir anlam ifâde etmektedir.72 Dâbbe, yavaş yürüyen canlı için konulmuş olsa da Kur’an’da böcekler ve hayvanlar için genel bir isimdir.73 Bazen de cins isimleriyle anılmaktadırlar. Bakara/inek,74 ibil/deve,75 neml/karınca76 örneklerinde olduğu gibi.
Kuşlar: Hayvanlar âleminin kanatlılar grubunu teşkil eden kuşların 85080 (seksen beş bin seksen) tür oldukları bilinmektedir. Kendi aralarında 27 gruba ayrılmışlardır. Cenâb-ı Hak Kur’an’da hayvanları yerde yürüyenler ve gökte uçanlar olarak ikiye ayırmaktadır.77 Ayrıca uçan ve yürüyen hayvanların insanlar gibi “ümmet” oldukları beyan edilmekte, ümmet olma şuurunu veren emr (faktör) açıklanmamaktadır.78 (Ümmet; dinî, zamanî veya mekânî bir faktörün -emr- topladığı her gruba denir79).
Dikkate şâyan olan şu ki, Kabil’e öldürdüğü kardeşi Hâbil’i nasıl defnedeceğini öğreten kargadan,80 Hz. Süleyman’ın ordusunda askerlik görevi yapan kuşlardan, yine Süleyman’a (a.s.) istihbârât görevi yapan Hüdhüd kuşundan81 alacağımız çok dersler vardır.
Kur’an’da konu edilen kuşları değişik açılardan ele alabiliriz:
a) Dinî ve fennî yönden kuşlardan alınacak dersler vardır. Allah’ın emrine boyun eğerek gök boşluğunda uçan kuşları o boşlukta tutan Allah’ın kanunudur. Biz insanların da bu fizikî olaydan alacağı dersler vardır.82 Buradaki alınacak ders kuşların tesbihâtı83 ve onların fizikî yönden uçabilmeleri için gerekli şartların nasıl oluştuğunu araştırarak, insanların da kuşlar gibi uçmalarını sağlamak olabilir. Bunlar açıklanmamış, insanların araştırmasına bırakılmıştır.
b) Kuşlar Kur’an’da teşbih unsuru olarak anılmış, müşrikler gökten düşüp kuşun kaptığı şeye benzetilmiştir. 84
69] 2/Bakara, 164; 36/Yâsin, 71
70] 35/Fâtır, 28
71] 2/Bakara, 164; 22/Hacc, 18; 35/Fâtır, 28
72] Râğıb, el-Müfredât, s. 400
73] 24/Nûr, 145; Râgıb, el-Müfredât, s. 164
74] 2/Bakara, 67
75] 6/En’âm, 144
76] 27/Neml, 18-19
77] 6/En’âm, 38
78] 6/En’âm, 38
79] Râgıb, el-Müfredât, s. 23
80] 5/Mâide, 31
81] 27/Neml, 12-27
82] 16/Nahl, 79; 67/Mülk, 19
83] 24/Nûr, 41
84] 22/Hacc, 31
- 22 -
KUR’AN KAVRAMLARI
c) Süleyman’a (a.s.) kuşların dilinin öğretildiği bildirilmektedir.85 Fakat bu konuda tafsilât verilmemektedir. Bundan anlayabileceğimiz mesaj, insanların kuşların dilini öğrenebilme imkânının olabileceğidir. Ayrıca insanların, cinlerin ve kuşların düzenli ordular halinde Süleyman’a (a.s.) hizmet etmelerinden de buna benzer dersler çıkarmak mümkündür.
d) Kuşlar peygamberlerin mûcizelerine de konu olmuşlardır: Hz. İsa’nın çamurdan Allah’ın izniyle kuş yapması,86 İbrâhim’in (a.s.) dört kuşu parçalayarak dağ başlarına koyması,87 Hz. Yusuf’un hapishane arkadaşının rüyasında başının üstündeki ekmekten kuşun yemesini görmesindeki88 kuşların adları ve türleri belli değildir. Burada asıl hedef kuşların türleri ve adları olmaktan ziyâde, kuş olma fonksiyonlarıdır.
e) İsrâiloğullarına çölde ikram edilen bıldırcın kuşunun eti de güzel rızıklar arasında sayılmaktadır. Ancak hangi yönden güzel olduğu belirtilmemiştir. 89
f) Sâmi kavimlerinde kuşlara nispet edilen bir uğursuzluk geleneği anlayışının olduğu belirtilmektedir. Bu anlayışa Kur’ân-ı Kerim’de atıflar yapılmıştır.90 Kur’ân-ı Kerim’de yirmi âyette “kuş” ifâdesi geçmektedir. Bunlar bize kuşlar âleminin Kur’an’da önemli bir yeri olduğunu göstermektedir.
Ashâb-ı Kehf’in Köpeği: Kur’an’da üç ayrı yerde “köpek” adı zikredilmektedir. Bunlar da Ashâb-ı Kehf’in köpeği,91 av yakalayan hayvanlar,92 heveslerine uyarak Allah’ın âyetlerini yalanlayan kişi, bunalmış bir köpeğe benzetilmiştir.93 Ashâb-ı Kehf’in kendileri gibi köpekleri de sırlarla kaplıdır. Köpeğin kimin olduğu belli değildir. Adı, rengi ve cinsi konusunda değişik görüş ve rivâyetler vardır. 94
Yusuf’u Yiyen Kurt: Bu kurt, tamamen müphemdir. Çünkü yalanın motifidir. Kur’ân-ı Kerim Hz. Yakup ile oğulları arasında, yani aile içinde geçen dramatik bir rekabeti anlatma sadedinde kurtu konu etmiştir. 95
Dâbbetü’l-Arz: Dâbbe, yavaş yürüyen küçük hayvancık demektir. Dâbbetü’l-arz terimi kıyâmet alâmetleri içinde geçen müphem bir alâmettir. Yerden çıkması insanlarla konuşması gibi özellikleriyle,96 tamamen müphemliklere bürünmektedir. Bu bakımdan her devirde değişik yaklaşımlarla bu alâmet karşımıza çıkmaktadır (Günümüzde AIDS olarak takdim edildiği gibi; bk. Harun Yahya, AIDS Kur’an’da Bahsi Geçen Dâbbetü’l-Arz mı? adlı kitap). 97
85] 27/Neml, 16-17
86] 3/Âl-i İmrân, 49; 5/Mâide, 110
87] 2/Bakara, 260
88] 12/Yûsuf, 36, 41
89] 2/Bakara, 57; 7/A’râf, 160; 20/Tâhâ, 80-81
90] 7/A’râf, 131; 27/Neml, 47; 36/Yâsin, 18-19
91] 18/Kehf, 18, 22
92] 5/Mâide, 4
93] 7/A’râf, 177
94] Abdullah Aydemir, İsrâiliyât, s. 170-171
95] 12/Yûsuf, 13-14
96] 27/Neml, 82
97] Hüseyin Yaşar, Kur’an’da Anlamı Kapalı âyetler, Beyan Y., s. 266-270
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 23 -
Hayvan Cinsleri Konusuyla İlgili Âyet-i Kerîmeler
Tüm hayvanları kapsayan genel bir ifâde olan ve hayvanlar anlamında kullanılan dâbbe ve çoğulu devâbb kelimeleri (toplam 18 yerde),
Deve, sığır, koyun cinsi anlamındaki “en’âm” kelimesi 32 yerde,
Sığır (inek) anlamına gelen “bakar”, “bakara” ve çoğulu “bakarât” kelimeleri, (toplam 9 yerde),
Deve anlamına gelen “cemel” 1 ve çoğulu “cimâle” 1 yerde; Deve veya sığır cinsinden olup, Mekke’ye hedy olarak gönderilen kurbanlık hayvan anlamındaki “bedene” kelimesinin çoğulu olan “budn” kelimesi 1 yerde; Eşek, yük taşıyan hayvanlar ve beş yaşına basmış deve anlamındaki “beîr” kelimesi “yük hayvanı” anlamında 2 yerde; Deve anlamında “dâmir” 1 yerde; Gebe develer anlamında “ışâr” 1 yerde; Deve anlamında “ibil” kelimesi, 2 yerde; Deve anlamında “nâka” 7 yerde, (değişik kelimelerle deve toplam 16 yerde),
At Anlamındaki “hayl” kelimesi 5 yerde, “âdiyât” kelimesi 1 yerde, “ciyâd” kelimesi 1 yerde (değişik kelimelerle at toplam 7 yerde)
Koyun anlamında “da’n” kelimesi 1 yerde, koyun anlamında “ğanem” kelimesi 3 yerde, koyun anlamında “na’ce” 4 yerde (değişik kelimelerle koyun toplam 8 yerde),
Kuş anlamında “tayr-tâir” toplam 20 yerde,
Sivrisinek anlamına gelen “beûd(a): 1 yerde,
Katırlar anlamına gelen “biğâl” kelimesi 1 yerde,
Örümcek anlamında ankebût kelimesi 2 yerde,
Çekirge anlamındaki “cerâd” kelimesi 2 yerde,
Ağaç kurdu anlamındaki “dâbbetu’l-arz” 1 yerde,
Kurbağalar anlamındaki “dafâdi’ ” kelimesi 1 yerde,
Kuş sürüsü anlamındaki “tayran ebâbîl” 1 yerde,
Fil anlamındaki “fîl” kelimesi 1 yerde,
Karga anlamındaki “ğurâb” kelimesi 2 yerde,
Eşek anlamında “hımâr” 2 yerde, “hamîr” 2 yerde, “humur” 1 yerde, (değişik kelimelerle eşek toplam 5 yerde),
Domuz anlamında hınzîr kelimesi 4 yerde, bunun çoğulu “hanâzîr” 1 yerde (domuz toplam 5 yerde),
Bir kuş adı olan “hüdhüd” 1 yerde,
Arslan anlamında “kasvera” 1 yerde,
Köpek anlamında “kelb” kelimesi 5 yerde,
Maymun anlamında “kırade” 3 yerde,
Haşerat anlamında kummel kelimesi 1 yerde,
- 24 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Keçi anlamında “ma’z” 1 yerde,
Arı anlamında “nahl” 1 yerde,
Karınca anlamında “neml” 3 yerde,
Bıldırcın anlamında “selvâ” 3 yerde,
Balık anlamında “hût” 4 yerde, balık anlamında “hîtân” 1 yerde, balık anlamında “nûn” 1 yerde (değişik kelimelerle balık toplam 6 yerde),
Yılan anlamında “sü’bân” 2 yerde, yılan anlamında “hayye” 1 yerde, (yılan toplam 3 yerde),
Kurt anlamında “zi’b” kelimesi 3 yerde,
Kara sinek anlamında “zübâb” kelimesi 2 yerde zikredilir.
Bunun yanında; 2/Sûre-i Bakara, 6/Sûre-i En’âm, 16/Sûre-i Nahl, 27/Sûre-i Neml, 29/Sûre-i Ankebût, 100/Sûre-i Âdiyât, 105/Sûre-i Fîl gibi sûreler de isimlerini o sûrede zikri geçen bu hayvanlardan alır.
“ … Şüphesiz yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah'ın varlığını ve birliğini isbatlayan) birçok deliller vardır.” 98
“Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet, insanlara ‘süslü ve çekici' kılındı. Bunlar dünya hayatının metâıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır.” 99
“Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi ümmetlerdir/topluluklardır. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihâyet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler.” 100
“Hayvanlardan yük taşıyanı ve tüyünden döşek yapılanları yaratan O'dur. Allah'ın size verdiği rızıktan yiyin, şeytanın ardına düşmeyin; şüphesiz o sizin için apaçık bir düşmandır.” 101
“Andolsun, Biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gâfiller onlardır.” 102
“Allah katında, yürüyen canlıların (hayvanların) en kötüsü kâfir olanlardır. Çünkü onlar iman etmezler.” 103
“Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'ın üzerinedir. Allah o canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekânı bilir. (Bunların) hepsi açık bir kitapta (levh-i mahfuz'da) dır.” 104
98] 2/Bakara, 164
99] 3/Âl-i İmrân, 14
100] 6/En’âm, 38
101] 6/En’âm, 142
102] 7/A’râf, 179
103] 8/Enfâl, 55
104] 11/Hûd, 6
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 25 -
“Hayvanları da O yarattı. Onlarda sizin için ısıtıcı (şeyler) ve birçok faydalar vardır. Onlardan bir kısmını da yersiniz. Sizin için onlardan ayrıca akşamleyin getirirken, sabahleyin salıverirken, bir güzellik vardır. Bu hayvanlar sizin ağırlıklarınızı, ancak, canlara eziyet ederek varabileceğiniz bir memlekete taşırlar. Şüphesiz Rabbiniz çok şefkatli, çok merhametlidir. Atları, katırları ve eşekleri binmeniz ve süslenmeniz için (yarattı). Allah şu anda bilemeyeceğiniz daha nice (ulaşım araçları) yaratır/yaratmaktadır.” 105
“İçinden taze et (balık) yemeniz ve takacağınız bir süs (eşyası) çıkarmanız için denizi emrinize veren O'dur. Gemilerin denizde (suları) yara yara gittiklerini de görüyorsun. (Bütün bunlar) onun lütfunu aramanız ve nimetine şükretmeniz içindir.” 106
“Şüphesiz sizin için hayvanlarda da büyük bir ibret vardır. Zira size, onların karınlarındaki fers (yarı sindirilmiş gıdalar) ile kan arasından (gelen), içenlerin boğazından kolayca geçen hâlis bir süt içiriyoruz. Hurma ve üzüm gibi meyvelerden hem içki, hem de güzel gıdalar edinirsiniz. İşte bunlarda da aklını kullanan kimseler için büyük bir ibret vardır. Rabbin bal arısına vahyetti: ‘Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendine evler (kovanlar) edin. Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı yaylım yollarına git.’ Onların karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar. Onda insanlar için bir şifâ vardır. Elbette bunda düşünen bir kavim için büyük bir ibret vardır.” 107
“Allah, evlerinizi sizin için bir huzur ve sükûn yeri yaptı ve sizin için davar derilerinden gerek göç gününüzde, gerekse konaklama gününüzde, kolayca taşıyacağınız evler; yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından bir süreye kadar (faydalanacağınız) bir ev eşyası ve bir ticaret malı meydana getirdi.” 108
“Görmez misin ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah'a secde ediyor; birçoğunun üzerine de azap hak olmuştur. Allah kimi hor ve hakir kılarsa, artık onu değerli kılacak bir kimse yoktur. Şüphesiz Allah dilediğini yapar.” 109
“Durum böyle. Her kim, Allah'ın emir ve yasaklarına saygı gösterirse, bu, Rabbinin katında kendisi için daha hayırlıdır. (Haram olduğu) size okunanların dışında kalan hayvanlar size helâl kılındı. O halde, pislikten, putlardan sakının; yalan sözden sakının.” 110
“Biz, büyük baş hayvanları da sizin için Allah'ın (dininin) işaretlerinden (kurban) kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Şu halde onlar, ayakları üzerine dururken üzerlerine Allah'ın ismini anınız (ve kurban ediniz). Yan üstü yere düştüklerinde ise, artık (canı çıktığında) onlardan hem kendiniz yiyin, hem de ihtiyacını gizleyen-gizlemeyen fakirlere yedirin. İşte bu hayvanları Biz, şükredesiniz diye sizin istifadenize verdik.” 111
“Hayvanlarda sizin için elbette ibretler vardır. Onların karınlarındakinden (sütlerinden) size içiririz. Onlarda sizin için birçok faydalar daha vardır; etlerinden de yersiniz. Onların üzerinde ve gemilerde taşınırsınız.” 112
105] 16/Nahl, 5-8
106] 16/Nahl, 14
107] 16/Nahl, 66-69
108] 16/Nahl, 80
109] 22/Hacc, 18
110] 22/Hacc, 30
111] 22/Hacc, 36
112] 23/Mü’minûn, 21-22
- 26 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür... Allah dilediğini yaratır; şüphesiz Allah her şeye kadirdir.” 113
“O söz, başlarına geldiği (kıyâmet yaklaştığı) zaman, onlara yerden bir dâbbe (mahlûk) çıkarırız da, bu onlara insanların âyetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler.” 114
“İki deniz birbirine eşit olmaz. Bu tatlıdır, susuzluğu keser, içilmesi kolaydır. Şu da tuzludur, acıdır (boğazı yakar). Hepsinden de taze et (balık) yersiniz ve giyeceğiniz süs eşyası çıkarırsınız. Allah'ın lütfundan (nasibinizi) arayıp da şükretmeniz için gemilerin, denizi yarıp gittiğini görürsün.” 115
“İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kulları içinden ancak âlimler, Allah'tan (gereğince) korkar. Şüphesiz Allah, daima üstündür, çok bağışlayandır.” 116
“Görmüyorlar mı ki, Biz kudretimizin eseri olmak üzere onlar için birçok hayvan yarattık. Bu sayede onlar bunlara sahip olmuşlardır. Bu hayvanları onların emrine verdik. Onların bazısını binek olarak kullanırlar, bazısını besin olarak yerler. Bu hayvanlarda onlar için nice faydalar ve içilecek sütler vardır. Hâlâ şükretmezler mi?” 117
“Hani ona akşama yakın, bir ayağını tırnağı üstüne diken, öbür üç ayağı ile toprağı kazıyan, yağız atlar sunulmuştu. Süleyman: Gerçekten ben mal sevgisini, Rabbimi anmak için istedim, dedi. Nihâyet güneş battı. (O zaman:) Onları (atları) tekrar bana getirin, dedi. Bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı.” 118
“Allah sizi bir tek nefisten (Âdem'den) yarattı, sonra ondan da eşini yarattı. Sizin için hayvanlardan sekiz çift (erkeği ve dişisiyle deve, sığır, koyun ve keçi) meydana getirdi… 119
“Allah, kimine binesiniz, kimini yiyesiniz diye sizin için hayvanları yaratandır. Onlarda sizin için daha nice faydalar vardır. Gönüllerinizdeki bir arzuya, onlara binerek ulaşırsınız. Onların ve gemilerin üstünde taşınırsınız.” 120
“Bütün çiftleri O yaratmıştır. Ve size bineceğiniz gemiler ve hayvanlar var etti. Ki, böylece onların sırtına binip üzerlerine yerleşince, Rabbinizin ni'metini anarak: Bunu bizim hizmetimize vereni tesbih ve takdis ederiz, yoksa biz bunlara güç yetiremezdik, diyesiniz.” 121
“Andolsun harıl harıl koşanlara, (Nallarıyla) çakarak kıvılcım saçanlara, (Ansızın) sabah baskını yapanlara, Orada tozu dumana katanlara…” 122
“Görmediler mi ellerimizin yaptıklarından kendilerine nice hayvanlar yarattık da kendileri onlara mâlik olmaktadırlar. Onları kendilerine boyun eğdirdik, işte binekleri
113] 24/Nûr, 45
114] 27/Neml, 82
115] 35/Fâtır, 12
116] 35/Fâtır, 28
117] 36/Yâsin, 71-73
118] 38/Sâd, 31-33
119] 39/Zümer, 6
120] 40/Mü’min, 79-80
121] 43/Zuhruf, 12-13
122] 101/Âdiyât, 1-4
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 27 -
onlardandır ve onlardan yiyorlar. Kendileri için onlarda daha birçok faydalar ve içecekler var. Hâlâ şükretmiyorlar mı?”123 Bu âyetlerde insanların yararı için Allah'ın, küçük ve büyük baş hayvanları yaratıp insanlara boyun eğdirdiği; insanların, onlardan kimini binek olarak kullandıklarını, kiminin etinden, sütünden yararlandıkları ve daha birçok yarar sağladıkları; Allah'a şükretmeleri gerekirken bunu yapmayıp Allah'tan başka ilâhlara tapmakla Allah'a karşı nankörlük ettikleri bildiriliyor ve bu akılsız davranışları, inkâr tarzında bir soru ile kınanıyor.
“Allah'tır ki kimine binmeniz, kiminden yemeniz için size hayvanları var etti. Onlarda sizin için (sütleri, derileri, tüyleri gibi daha birçok) faydalar var. Onların üstünde gönüllerinizdeki arzuya erersiniz (dilediğiniz yere gidersiniz); onların ve gemilerin üstünde taşınırsınız.”124 Allah'ın, kullarına olan ni'metlerini anımsatan bu âyetlerde Allah'ın, hayvanları insanların hizmetine verdiği; insanların, bu hayvanlardan kimini binek olarak kullandıkları, kiminin de etinden, sütünden yararlandıkları belirtilir. Bunların hepsi Allah'ın, insanlara lütfu olduğuna göre insanların da, kendilerine bu lütuflarda bulunan Allah'a şükretmeleri gerekir.
“O ki bütün çiftleri yarattı ve size bineceğiniz gemiler ve hayvanlar var etti. Ki onların sırtına binesiniz, sonra onlara bindiğiniz zaman Rabbinizin nimetini anasınız ve (şöyle) diyesiniz: ‘Bunu bizim hizmetimize veren (Allah)ın şânı yücedir, yoksa biz bunu (hizmetimize) yanaştırmazdık.”125 Bu âyetlerde de Allah'ın, bütün çiftleri yarattığı; insanların sırtına binip taşındıkları gemileri ve hayvanları var ettiği; bunlara binerken insanların da bunları kendilerinin hizmetine veren Allah'ın şanını kutsamaları gerektiği anlatılmaktadır.
43/Zuhruf, 12'nci âyette Allah'ın, bütün çiftleri yarattığı belirtiliyor ki bundan Allah'ın zâtından başka bütün varlıkların çift olduğu anlaşılır. Gerçekten evrende her şey çift çifttir. Yer, gök; alt, üst; sağ, sol; ön, arka; geçmiş, gelecek; yaz, kış; atomun elektronu, protonu; elektriğin negatifi, pozitifi; bitkilerin, hayvanların erkeği, dişisi vardır. Bu ifâde de Kur'ân'ın bilimsel mûcizelerinden biridir. Allah insanlara binecekleri gemileri ve hayvanları yaratmıştır. Korkunç deniz insanlara itaat edip gemileri başının üstünde taşımaktadır. İnsanlardan güçlü hayvanlar, insanlara hizmet ve itaat edip onları sırtlarında taşır. İnsanlara bu ni'metleri veren Allah'tır. Öyle ise Allah'ın lütfuyla gemilere ve hayvanlara bindikleri zaman bu nimetlerin, sadece Allah tarafından kendilerine verildiğini anmaları ve Allah'ı tesbih etmeleri: “Sübhânellezî sahhara lenâ hâzâ ve mâ künnâ lehû mukrinîn; Bunu bizim hizmetimize veren Allah'ın şânı yücedir. O bunu bize boyun eğdirmeseydi biz bunu hizmetimize yanaştıramazdık" demeleri gerekir.
İnsan gemi ile veya hayvan sırtında bir yerden bir yere gider. Âyetin sonunda: "Biz Rabbimize döneceğiz" cümlesiyle insanın ebedî seyahatine de işaret edilmektedir. Ruh, şu beden bineği üzerinde Rabbine seyahat etmektedir. Asıl yolculuk da Allah'a olan seyahattir.
“Hayvanları da yarattı. Onlarda sizin için ısınma(nızı sağlayan şeyler) ve daha birçok yararlar vardır. Ve onlardan kimini de yersiniz. Ve akşamleyin mer'adan getirdiğiniz,, sabahleyin mer'aya götürdüğünüz zaman onlarda sizin için bir güzellik de vardır. (Onların
123] 36/Yâsîn, 71-73
124] 40/Mü'min, 79-80
125] 43/Zuhruf, 12-13
- 28 -
KUR’AN KAVRAMLARI
gidiş gelişleri size ayrı bir güzellik ve zevk verir). Ağırlıklarınızı öyle (uzak) şehirlere taşırlar ki, (onlar olmasa) canlar(ınız), büyük zahmetler çekmeden oraya varamazdınız). Doğrusu Rabbiniz, çok şefkatli, çok merhametlidir. Binmeniz ve süs için atları, katırları ve merkepleri (yarattı) ve daha sizin bilmediğiniz nice şeyler yaratmaktadır.”126 Bu âyetlerde de, Allah'ın, insanlara lütufları arasında, yünlerinden giysiler ve çadırlar yaparak soğuktan korundukları; etlerinden, sütlerinden yararlandıkları ve daha birçok faydalar sağladıkları; otlağa gidip gelirken insanların hoşuna giden güzel bir görünüm sergileyen, insanların kendilerini ve yüklerini uzak yerlere taşıyan hayvanlar yarattığı belirtilmektedir.
Son âyetin sonundaki süreklilik bildiren “yahluku (yaratmaktadır)” ifâdesinden, Allah'ın yaratmasının her zaman devam ettiği, her an yeni yeni canlılar yarattığı anlaşılmaktadır. Denizde ve karada irili ufaklı nice hayvanların yaratıldığı; haşerelerin, tek hücreli mikropların nasıl sür'atle üredikleri düşünülürse âyetin anlamı daha iyi kavranır.
Müfessirlere göre insanların, tüylerinden, sütlerinden yararlandıkları; etlerini yedikleri hayvanlar: Deve, sığır, koyun ve keçidir. Yüce Allah, bunların etlerinden yararlanıldığını belirttiğinden etleri yenilir. Fakat sekizinci âyette zikredilen at, katır ve eşekleri binmek ve süs için yarattığını buyuruyor. Bunların etlerinden yararlanılacağını söylemiyor. Demek ki birinciler yararlanmak, ikinciler binmek ve süs içindir. Bundan dolayı bazı fakîhler bu âyetten at, katır ve eşek etinin haram olduğu anlamını çıkarmışlardır. Ebû Hanîfe ve Mâlik de bunlardandır. Taberî'nin rivâyetine göre bu görüş, İbn Abbâs'a dayanır: "Allah, 'Hayvanları da yarattı, onlarda sizin için ısınma ve daha birçok yararlar vardır ve onlardan kimini de yersiniz.' buyuruyor. Bu hayvanlar yemek içindir. 'At, katır ve eşek de yarattı ki binesiniz' buyurmuştur. Bu hayvanlar da binmek içindir." 127
Tabii bu, İbn Abbâs'ın kendi anlayışı olabilir. Âyette atın, katırın, eşeğin etinin yenilemeyeceğine dair bir hüküm yoktur. Âyet bir vâkı'ayı dile getiriyor: İnsanlar, at, katır ve eşeği binmek ve süs için kullanırlardı. Bunları bir evin şânı, şerefi kabul ederlerdi. İşte âyette bindikleri, evlerinin süsü saydıkları bu hayvanları kendilerine Allah'ın verdiği belirtiliyor.
Âyetin amacı helâl-haram belirtmek değildir. Taberî de âyette, bu hayvanların etlerinin haram olduğuna dair bir işaret bulunmadığını, el-Esved'in, at eti yediğini, evcil eşek ile katır etinin bu âyetle değil, peygamberin beyanıyla haram olduğunu söylüyor. 128
Gerçekten bu hayvanların etleri haram olsaydı, konu ile ilgili olan ve muhtelif zamanlarda inmiş bulunan âyetlerde belirtilirdi. Kur'ân'da haram olan etlerin dört çeşit olduğu, birkaç kez yinelenmiştir. Bunlar: Ölü eti, akmış kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilen hayvanların etidir.
“Allah her canlıyı sudan yarattı: Onlardan kimi karnı üzerinde sürünerek yürür, kimi iki ayak üstünde yürür, kimi de dört ayak üstünde yürür. Allah dilediğini yaratır. Çünkü O, her şeyi yapabilendir.”129 Bu âyette Allah’ın, yeryüzünde deprenen, debelenen her
126] 16/Nahl, 5-8
127] Câmi'u'l-Beyân, 14/82
128] Câmi'u'l-Beyân, 14/84
129] 24/Nûr, 45
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 29 -
canlıyı sudan yarattığına, sudan yaratılan bu canlılardan kiminin karnı üzerinde süründüğüne, kiminin iki, kiminin dört ayak üzerinde yürüdüğüne dikkat çekiliyor ve Allah'ın, her şeyi yapabilecek güçte olduğu vurgulanıyor.
Hayvanların hepsinin bünyesinde su vardır. Daha önceki âyetlerde, bulutların oluşumu ve onlardan yağmurun nasıl yağdırıldığı anlatıldıktan sonra, burada hayvanların da sudan yaratıldığı; böylece suyun, gerek bitkilerin, gerek hayvanların en önemli hayat kaynağı olduğu belirtiliyor. Her canlının yaşamı suya bağlıdır ve hayatın temel kaynağı sudur. Canlıların çoğu nutfeden yaratılır. Hepsi demiyoruz, çünkü bölünme ile üreyen canlılar da vardır. Gerek sperm ve yumurta ile gerek bölünme ile üreyen canlıların hepsinin temel elemanı sudur.
Karnı üzerinde yürüyen hayvanlar, tek hücrelilerden sürüngenlere kadar bütün canlıları kapsar. İki ayaklı, dört ayaklı hayvanlar yanında çok ayaklı hayvanlar da vardır. Âyette insanların en çok karşılaştıkları hayvanlara işaret edilmiştir. Çünkü insanlar, bilip gördükleri, tanıdıkları şeylerden ibret alırlar. Bu hayvanların anılması, Allah'ın yaratma gücüne dikkatleri çekmek içindir.
Bu âyette hemen bütün hayvanlara genel bir işaret yapılmıştır. Fakat çeşitli sûrelerde insanların en çok karşılaştıkları hayvan türleri anılmış ve bunların yaratılıp yönetilmesinde Allah'ın kudreti vurgulanmıştır. Kur'ân'dan feyiz ve ilham alan İslâm bilginleri, bilimin çeşitli alanlarında olduğu gibi hayvanlar dalında da eserler yazmışlardır. Bunlar arasında Kazvînî'nin Acâibu'l-Mahlûkat'ı ve Demîrî'nin Hayâtu'1-Hayevân'ı çok ünlüdür.
Kur’an’da Dikkatimize Sunulan Bazı Hayvanlar
Sivrisinek
Be'ûd: Sivrisinek demektir. Kuran'da Allah sık sık insanları, doğayı incelemeye ve burada yaratılmış olan "âyetler"i görmeye çağırır. Çünkü evrendeki canlı-cansız tüm varlıklar, "yaratılmış" olduklarını gösteren işaretlerle doludur ve kendilerini "yaratan"ın/"yapan"ın güç, bilgi ve sanatını göstermek için vardırlar. İnsan, aklını kullanarak bu işaretleri görmek ve Allah’ı tanımakla sorumludur.
Tüm canlılar böyleyken, bir de Allah'ın özel olarak dikkat çektiği bazı canlılar vardır. Sivrisinek, bunlardan biridir. Kur’an’da sivrisinekten şöyle bahsedilir: “Şüphesiz Allah, bir (dişi) sivrisineği de, ondan üstün olanı da, (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler; inkâr edenler ise, ‘Allah, bu örnekle neyi amaçlamış?’ derler. (Oysa Allah,) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidâyete erdirir. Ancak O, fâsıklardan başkasını saptırmaz.” 130
Âyete göre değersiz ve sıradan bir canlı gibi görülen sivrisinek bile aslında Allah'ın âyetlerini taşıması bakımından dikkat edilmesi, incelenmesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir hayvandır. İşte bu nedenle de Allah "sivrisineği de, ondan üstün olanı da, (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez."
İnsanların hakîr gördüğü sivrisinek, aslında yaratılış itibarıyla çok inceliklere, hikmetlere sahiptir. Onun için sivrisineğin mesel olarak anlatılması, küçümsenmemelidir. Bunun anlatılmasıyla insan, o hayvancıktaki İlâhî kudreti düşünmeğe
130] 2/Bakara, 26
- 30 -
KUR’AN KAVRAMLARI
sevk edilmektedir. Sivrisineğin, göründüğünün çok üstündeki hassas yaratılışı ve işlevi üzerinde kısa açıklama yapalım:
Sivrisineklerle ilgili olarak genelde bilinen, onların kan emici yaratıklar oldukları ve kanla beslendikleridir. Oysa bu pek de doğru bir bilgi değildir. Çünkü sivrisineklerin tamamı değil sadece dişileri kan emer. Ayrıca dişilerin kan emme sebepleri beslenme ihtiyaçları değildir. Hem dişiler hem de erkeklerin besinleri çiçek özleridir. Dişilerin, erkeklerden farklı olarak kan emmelerinin tek nedeni, taşıdıkları yumurtaların olgunlaşmak için kanda bulunan proteinlere ihtiyaç duymalarıdır. Başka bir deyişle dişi sivrisinek sadece türünün devamını sağlamak için kan emer.
Sivrisineklerin diğer özelliklerine geçmeden önce bir noktanın sürekli hatırda tutulmasında fayda vardır. Allah’ın âyette dikkat çektiği bu canlıdaki kusursuz tasarım, şuurlu ve bilinçli davranışlar incelendiğinde sivrisineklerin tesadüfen oluşamayacakları gerçeği açıkça görülmektedir. Sivrisinekler de yeryüzündeki bütün canlılar gibi Allah tarafından yaratılmışlardır.
Sivrisineğin en olağanüstü ve hayranlık uyandırıcı özelliklerinden bir tanesi de gelişim sürecidir. Bir canlının küçük bir kurttan, çeşitli değişiklikler geçirerek sivrisineğe dönüşümünün kısa öyküsü şöyledir:
Kanla beslenen ve olgunlaşan sivrisinek yumurtaları, yaz ya da sonbahar aylarında, nemli yaprakların üzerine veya kurumuş gölcüklere dişi sivrisinek tarafından bırakılırlar. Anne sivrisinek ilk önce karnının altındaki hassas alıcılar yardımıyla, zeminde yumurtalar için uygun koşullar arar. Gereken özelliklere sahip bir yer bulduğunda yumurtlamaya başlar. Uzunlukları 1 milimetreyi dahi bulmayan yumurtalar tek tek ya da gruplar halinde olmak üzere sırayla dizilirler. Bazı türler ise yumurtalarını bir sal oluştururcasına birbirine yapışmış şekilde bırakırlar. Bu yumurta gruplarının bazılarında 300 kadar yumurta bulunur.
Anne sivrisineğin özenle yerleştirdiği beyaz renkli yumurtalar hemen koyulaşmaya başlar ve bir-iki saat içinde de tamamen simsiyah hale gelirler. Bu koyu renk, böceklerin ve kuşların kendilerini fark etmelerini engellediğinden yumurtalar için önemli bir koruma sağlar. Yumurtalardan başka bazı larvalar da bulundukları mekâna göre renk değişimine uğrarlar ve bu sayede korunurlar.
Çeşitli etkenlerden faydalanarak renk değiştirmek oldukça karmaşık kimyasal işlemlerin sonucunda gerçekleşir. Elbette ki sivrisineklerin değişik evrelerindeki renk değişimlerinden ne yumurtaların, ne larvaların, ne de anne sivrisineğin haberi yoktur. Bu canlıların böyle bir sistemi kendilerinin oluşturması ya da bu sistemin tesadüfen ortaya çıkmış olması da söz konusu değildir. Sivrisinekler ilk ortaya çıktıkları andan itibaren bu sistemlerle birlikte yaratılmışlardır.
Yumurtadan Çıkış: Kuluçka dönemi tamamlandığında kurtçuklar hemen hemen aynı zamanda yumurtadan çıkmaya başlarlar. Aralıksız bir şekilde beslenen kurtçuklar süratle büyürler. Kısa bir zamanda derileri daha fazla büyümelerini engelleyecek kadar gerginleşir. Bu ilk deri değişimi zamanının geldiğinin bir göstergesidir. Bu evrede, oldukça sert ve gevrek olan deri kolayca kırılır. Sivrisinek kurtçuğu, gelişimini tamamlayıncaya kadar iki kez daha deri değiştirecektir.
Kurtçukların beslenmesi için tasarlanmış olan yöntem oldukça ilginçtir.
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 31 -
Kurtçuklar, tüylerden oluşan yelpaze biçimindeki iki uzantıyla su içinde küçük girdaplar oluşturarak, bakteri ve diğer mikroorganizmaların ağızlarına doğru akmalarını sağlarlar. Su içinde baş aşağı duran kurtçukların solunumu ise dalgıçların kullandığı "şnorkel" benzeri bir hava hortumuyla sağlanır. Vücutlarında salgılanan yapışkan bir salgı da suyun hava aldıkları deliklerden içeri kaçmasını engeller. Görüldüğü gibi bu canlı, birçok hassas dengenin bir arada işlemesi sayesinde yaşamını sürdürmektedir. Hava hortumu olmasa sivrisinek kurtçuğu yaşayamayacak, yapışkan salgı olmasa hortum suyla dolacaktır. Bu iki sistemin birbirinden farklı zamanlarda oluşması sivrisineğin bu evrede ölmesi demektir. Bu da sivrisineğin bütün sistemleriyle eksiksiz ortaya çıktığını yani yaratıldığını kanıtlar.
Kurtçuklar bir kez daha deri değiştirmişlerdir. Son deri değiştirme diğerlerinden oldukça farklıdır. Bu evrede kurtçuklar gerçek bir sivrisinek olmak için son aşama olan "pupa" dönemine girmişlerdir. İçinde bulundukları kılıf iyice gerginleşmiştir. Bu da pupanın artık bu kılıftan kurtulma zamanının geldiğini gösterir. Kılıfın içinden öylesine farklı bir canlı çıkar ki, bunların aynı canlının farklı gelişim evreleri olduğuna inanmak gerçekten zordur. Görüldüğü gibi bu değişim, ne kurtçuğun, ne dişi sivrisineğin tasarlayamayacağı kadar karmaşık ve hassas bir işlemdir...
Bu son değişim sırasında bir boru aracılığıyla suyun üstüne uzanmış olan solunum delikleri kapanacağından, hayvan havasız kalma tehlikesiyle yüz yüze gelir. Ama yeni çıkan canlının solunumu artık bu kanaldan değil, baş tarafında beliren iki boru aracılığıyla yapılacaktır. Bu yüzden kılıf değiştirmeye başlamadan önce bunlar su yüzüne çıkar. Pupa kozasının içindeki sivrisinek artık iyice gelişmiştir. Bir anten biçimindeki duyargaları, hortumları, ayakları, göğsü, kanatları, karnı ve başının büyük bölümünü kaplayan gözleri ile sivrisinek artık uçmaya hazırdır.
Pupanın kozası baş taraftan yırtılır. Bu aşamada en büyük tehlike kozanın içine su girmesidir. Ancak yırtılan kozanın baş tarafı, sineğin kafasının su ile temasını engelleyecek yapıda özel bir yapışkan sıvıyla kaplanmıştır. Bu an çok önemlidir; en ufak bir rüzgâr bile suya düşüp ölmesine yol açacağı için sivrisinek suya sadece ayakları değerek çıkmak zorundadır. Bunu başarır.
Acaba ilk sivrisinek böyle bir dönüşümü geçirecek "yeteneğe" nasıl ulaşmıştır? Bir kurtçuk, kendi kendine, üç kez deri değiştirip bir sivrisineğe dönüşmeye "karar" mı vermiştir? Elbette hayır, açıktır ki, Allah'ın örnek verdiği bu canlı özel olarak bu şekilde yaratılmıştır. Sivrisineğin "kan emme" tekniği ise akıllara durgunluk verecek kadar detaylı yapıların birlikte işlemesiyle oluşan kompleks bir sisteme bağlıdır. Hedef üzerine konan sivrisinek, hortumundaki dudakçıklar aracılığıyla önce bir nokta seçer. Sivrisineğin bir şırıngaya benzeyen iğnesi özel bir kılıfla korunmuştur. Kan emme işlemi sırasında işte bu kılıf iğneden sıyrılır.
Deri, sanıldığı gibi iğnenin basınçla deriye batırılması yöntemiyle delinmez. Buradaki asıl görev, bıçak keskinliğindeki üst çene ve üzerinde geriye doğru eğimli dişlerin bulunduğu alt çeneye düşmektedir. Alt çene testere gibi ileri-geri hareket eder ve deri üst çenenin yardımıyla adeta kesilir. Açılan yarıktan içeri sokulan iğne kan damarına ulaşınca delme işlemine son verilir. Sivrisinek artık kan emmeye başlayacaktır.
- 32 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Ancak bilindiği gibi insan vücudu, damarlardaki en ufak bir zedelenme karşısında kanı anında pıhtılaştırarak, o bölgedeki kan akışını durduran bir enzime sahiptir. Aslında bu enzimin sivrisinek için büyük bir problem oluşturması gerekmektedir. Çünkü sineğin açtığı deliğe de vücut anında tepki gösterecek, o noktadaki kan hemen pıhtılaşmaya başlayacak ve yara onarılacaktır. Tabii ki bu da sivrisineğin hiç kan emememesi demektir.
Ama sivrisinek için bu sorun tamamen ortadan kaldırılmıştır. Sivrisinek kan emmeye başlamadan önce, vücudunda salgıladığı özel bir sıvıyı soktuğu canlının damarında açtığı deliğin içine bırakmaktadır. Bu sıvı, kandaki pıhtılaşmayı sağlayan enzimi etkisiz hale getirir. Böylece, pıhtılaşma sorunu olmadan, sivrisinek besinine ulaşabilir. Sivrisineğin soktuğu yerde oluşan kaşıntı ve şişmeye neden olan da işte bu pıhtılaşmayı engelleyici sıvıdır.
Bu, kuşkusuz olağanüstü bir işlemdir ve karşımıza şu soruları çıkarır:
1) Sivrisinek, insan vücudunda bu tür bir pıhtılaştırıcı enzim olduğunu nereden bilmektedir?
2) Bu enzime karşı kendi vücudunda bir salgı geliştirmesi için, enzimin içeriğini (kimyasını) bilmek zorundadır. Bu nasıl olabilir?
3) Böyle bir bilgiye ulaşsa(!) bile, nasıl olup da kendi vücudunda böyle bir salgı üretip, bunu iğnesine aktaracak "teknik donanım"ı oluşturabilir?
Aslında bütün bu soruların cevabı basittir: Sivrisinek bunların hiçbirini başaramaz. Ne bunun için gerekli akla, ne kimya bilgisine, ne de salgıyı üretecek "laboratuar" donanımına sahiptir. Bahsettiğimiz varlık, bir kaç milimetre büyüklüğünde akılsız ve bilinçsiz bir sinektir, o kadar!... Onu böyle inanılmaz, olağanüstü ve hayranlık verici bir sisteme sahip kılan ise, insanı da sivrisineği de yaratan, “göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbi olan” Allah’tır. 131
Dişi Sivrisinek: “Şüphesiz Allah bir dişi sivrisineği de, onun üstündekileri de örnek vermekten çekinmez.”132 Birçok Kur’an mealinde “dişi sivrisinek” diye tercüme ettiğimiz ifâde sadece “sivrisinek” olarak tercüme edilmektedir. Arapçada dişilik bir kelimeyle değil; kelime içindeki bir takıyla (tâ’u’t-te’nis/müennes tâ’sı ile) ifade edilir. Bazı meal verenler bu dişilik takısını tercümelerinde vurgulamayıp, kelimeyi sadece “sivrisinek” olarak çevirmişlerdir. Hâlbuki Kur’an’ın tek bir harfi bile yersiz değildir. Bunu dişi sivrisinek örneğinde tekrar anlıyoruz.
Sivrisinekler genelde kan emen ve kan ile beslenen bir canlı türü olarak bilinmektedir. Bunun sebebi, insanların çevrelerindeki sivrisinekleri, kanlarını emmek için kendilerine yaklaştıkları zaman fark etmeleridir. Oysa sivrisineklerin sadece dişi olanları yumurtalarını beslemek için kan emer. Bu yüzden bizim tanıdığımız sivrisinek dişidir. Dişi sivrisinekler döllendikleri zaman, yumurtlayabilmek için bir ya da birkaç kez kan emme gereksinimi duyarlar. Yumurtalarının olgunlaşması için kanda bulunan proteinlere ihtiyaçları vardır. Az kan emmiş olan dişilerin yumurtalıklarındaki yumurtalar olgunlaşmaz. Emilen kan vücut ağırlığının yarısından çok olursa, yumurtalarda gelişme başlar. Sivrisinek türünün varlığı dişi sivrisineğin emdiği kana bağlıdır. Erkek sivrisinekler sadece dişileri döllemekle
131] Cavit Yalçın, Düşünen İnsanlar İçin, s. 6-13, Vural Yayıncılık, İstanbul, 1997
132] 2/Bakara, 26
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 33 -
vazifeli oldukları için sadece çiçek özleriyle beslenirler ve eşlerini dölledikten kısa bir süre sonra ölürler.
Sivrisinekler hakkında detaylı bilimsel araştırmalar 1800’lü yıllarda yapılmaya başlanmıştır. Kur’an’ın indirilişinden 1200 sene sonra… 133
Tirmizî: "Eğer Allah katında dünyânın bir sivrisineğin kanadı kadar değeri olsaydı, kâfire bir içim su dahi vermezdi."134 mealinde bir hadîs rivâyet etmiştir. Yine bir hadis rivâyeti şöyledir: “Kıyâmet gününde öyle iri yapılı, şişman adam getirilir ki Allah katında bir sinek kanadı kadar dahi ağırlığı (değeri) yoktur. İsterseniz 'Onlar için Kıyâmet gününde bir tartı koymayız' 135 âyetini okuyunuz." 136
Buhârî'nin anlatımına göre Abdu'r-Rahmân ibn Ebî Nu'aym demiş ki: "Ben Abdullah ibn Ömer'in yanında otururken kendisine sivrisineğin kanını (herhalde bu kanın temiz olup olmadığını) sordu. Ona nereli olduğunu soran Abdullah, adamın Iraklı olduğunu söylemesi üzerine şöyle dedi: ‘Şuna bak, bana sivrisineğin kanını soruyor. Kendileri Allah Rasûlünün kızının oğlunu öldürdüler, onu düşünmüyor da (sivrisineğin kanıyla ilgileniyor). Oysa Allah Elçisi onlar için "Onlar benim iki reyhânımdır!" dediğini işitmiş idim." 137
Balarısı
Arıların ürettiği bal dediğimiz maddenin insan vücudu için ne denli önemli bir besin maddesi olduğunu artık hemen herkes bilmektedir. Fakat bu değerli besin maddesini üreten arının olağanüstü özellikleri çok az kişi tarafından bilinir.
Arıların besin kaynağı bilindiği gibi çiçek özleridir. Ancak kış aylarında çiçek özü bulmaları mümkün değildir. Bu sebeple, topladıkları çiçek özlerini vücutlarındaki özel salgılarla birleştirerek, yeni bir besin maddesini yani balı üretir ve bunu kış için depolarlar.
Burada dikkat çeken nokta, arıların, ihtiyaçlarının çok üzerinde bal depolamalarıdır. Tabii akla gelen ilk soru, arı için gereksiz zaman ve enerji kaybı gibi gözüken bu "aşırı üretim"den niçin vazgeçilmediğidir. Sorunun cevabı ise arının aldığı, âyette bahsedilen "vahiy"de gizlidir. Arılar yaratılışları gereği sadece kendilerine değil insanlara da bal yapmaktadırlar. Yani arılar da yeryüzündeki birçok canlı gibi insanların hizmetine sunulmuşlardır. Tıpkı her gün kendisine pek faydası olmamasına rağmen en az bir yumurta veren tavuk veya yavrusunun ihtiyacının çok üstünde süt üreten inek gibi...
Kovan İçindeki Mükemmel Organizasyon: Arıların kovan içi yaşantıları ve bal üretimleri de son derece ilginç bilgiler içerir. Biz, fazla ayrıntıya girmeden, arıların "sosyal yaşam"ını temel özellikleriyle tanıyalım. Arıların yapmaları gereken çok sayıda "iş" vardır ve mükemmel bir organizasyonla bu işlerin üstesinden gelirler:
Nemin Ayarlanması ve Havalandırma: Bala önemli derecede koruyucu
133] S. Alpsoy, Kur’an En Büyük Mucize, s. 86
134] Tirmizî, Zühd 13
135] 18/Kehf, 105
136] Buhârî, Tefsîr, sûre 18; Müslim, Münâfikîn b. 2, h. 18; İbn Mâce, Zühd 3; İbn Hanbel, Müsned 5/154, 177
137] Buhârî, Fedâilu's-sahâbe 22, Edeb 18; Tirmizî, Menâkıb 30
- 34 -
KUR’AN KAVRAMLARI
özellik kazandıran kovan içi nem daima belli bir sınırda olmalıdır. Kovanın içindeki nemin normalin altında veya üstünde olması durumunda bal, hem besleyici hem de koruyucu özelliğini kaybedecek, yani bozulacaktır. Aynı şekilde kovanın ısısı da on ay müddetince tam 32 santigrat derece olmak zorundadır. Kovandaki ısı ve nemin devamlı olarak gerekli sınırlarda tutulması için özel bir 'vantilatör grubu' görevlendirilmiştir.
Sıcak bir günde arıların kovanlarını havalandırdıkları kolayca görülebilir. Kovan girişi arılarla dolar, zemin tahtasına âdeta kenetlenir ve kanatlarıyla kovanı yelpazelerler. Standart bir kovanda hava, bir taraftan girip öteki taraftan çıkması için zorlanır. Kovanın içindeki ekstra yelpazeciler de havayı dört bir tarafa sürerler. Kovan içi havalandırma sisteminin bir diğer yararı da, kovanı dumandan ve havadaki kirlilikten korumaktır.
Sağlık Sistemi: Arıların balın niteliğinin bozulmaması için gösterdikleri çaba sadece ısı ve nem ayarı ile sınırlı değildir. Kovanda, bakteri üremesine neden olan bütün olayları kontrol altında tutmak için mükemmel bir sağlık sistemi çalıştırılır. Bu sistem ilk olarak bakteri üretmesi ihtimali olan maddelerin ortadan kaldırılmasını hedefler. Sağlık sisteminin ana prensibi yabancı maddelerin kovana girmesini engellemektir. Bu nedenle kovanın girişinde daima iki nöbetçi bulundurulur. Bu tedbire rağmen içeri yabancı bir böcek ya da cisim girmişse, bunun en kısa zamanda kovandan uzaklaştırılması için arılar seferber olurlar ve bunu hemen dışarı atarlar.
Kovan dışına atılamayacak büyüklükteki yabancı cisimler için ise başka bir korunma mekanizması devreye girer: Arılar bu yabancı cisimleri “mumyalar”lar. Arılar böyle durumlar için "propolis (arı reçinesi)" adı verilen bir madde üretir ve bununla mumyalama işlemini gerçekleştirirler. Çam, kavak, akasya gibi ağaçlardan topladıkları reçinelere bazı özel salgılar ekleyerek üretilen arı reçinesi kovan içindeki çatlakların yamanmasında da kullanılır. Arılar tarafından çatlak üzerine sürülen reçine hava ile temasa geçtiğinde kuruyarak sert bir yüzey oluşturur, böylece her türlü dış etkiyi engeller. Arılar pek çok işlerinde bu maddeyi kullanırlar.
Bu noktada akla pek çok soru gelecektir. Propolisin özelliği, içinde bakteri barınamamasıdır. Bu da propolisi mumyalama işi için ideal bir madde haline getirir. Arılar bu maddenin mumyalama için ideal bir madde olduğunu nereden bilmektedirler? Belli seviyede bir kimya bilgisi ile laboratuvarlarda ve teknoloji kullanılarak üretilebilecek bir maddeyi arılar nasıl üretmektedirler? Bir böcek öldüğünde bakteri üreyeceğini ve bunun mumyalama işlemi ile önleneceğini nasıl bilmektedirler?
Arının bu konu hakkında bir bilgisinin de, vücudunda bir laboratuvarın da bulunmadığı açıktır. Arı sadece 1-2 cm.lik bir böcektir ve sadece kendisine Rabbi tarafından öğretileni yapmaktadır.
En Az Malzeme İle En Fazla Depolama: Balarıları küçük balmumu parçalarına şekil vererek, 30.000 arının yaşayabileceği ve birlikte çalışabileceği bir kovan inşa ederler. Kovan, herbir yüzünde yüzlerce küçük hücre bulunan balmumu duvarlı peteklerden oluşur. Bütün petek hücreleri tamı tamına aynı büyüklüktedir. Bu mühendislik hârikası, binlerce arının birlikte çalışmasıyla yapılır. Arılar, bu
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 35 -
hücreleri, besin depolamak ve genç arıların bakımı için kullanırlar.
Balarıları, petek hücrelerini milyonlarca yıldır (100 milyon yıl öncesine ait arı fosili bulunmuştur) altıgen şeklinde inşa ederler. Acaba neden sekizgen veya beşgen gibi geometrik şekiller değil de özellikle altıgen seçilmiştir? Bu sorunun cevabını matematikçiler veriyor: "Birim alanın maksimum kullanımı için en uygun geometrik şekil altıgendir." Petekler altıgen yerine başka bir biçimde inşa edilseydi kullanılmayan bölgeler ortaya çıkacak, böylece daha az bal depolanabilecek ve kovandan daha az sayıda arı yararlanabilecekti.
Derinlikleri aynı olduğu sürece üçgen ve dörtgen hücrelerde de altıgen hücrelerdeki kadar bal depo edilebilirdi. Ancak bu şekillerden çevresi en kısa olan altıgendir. Aynı hacime sahip olmasına rağmen, altıgen hücreler için kullanılan malzeme üçgen veya dörtgen için kullanılandan daha azdır. Bu durumda şu sonuca varılır: Altıgen hücre, en çok miktarda bal depolarken, inşası için en az balmumu gerektiren şekildir. Karmaşık geometri işlemleri ile ortaya çıkan bu sonuç, elbette arılar tarafından hesaplanmış değildir. Bu küçük hayvanlar, altıgeni, yaratılışlarının bir gereği olarak, yalnızca kendilerine öğretildiği, bir başka deyişle "vahyedildiği" için kullanmaktadırlar.
Arıların altı köşeli hücreleri her yönden kullanışlı bir tasarımdır. Hücreler birbirine uygun ve duvarları ortaktır. Bu, yine en az balmumuyla en fazla depolamayı sağlar. Hücre duvarları oldukça ince olmalarına rağmen kendi ağırlıklarının birkaç katını taşıyabilecek güçtedirler. Arılar hücrelerin yan yüzeylerinin yanında, dip taraflarını da yaparken en çok tasarruf ilkesini göz önünde bulundururlar. Petekler, sırt sırta vermiş iki sıralı bir dilim şeklinde yapılır. Bu durumda iki hücrenin birleşim noktaları problemi doğacaktır. Bu sorun, hücre tabanlarının, üç eşkenar dörtgeni birleştirerek inşa edilmesiyle çözülmüştür. Peteğin bir yüzünde üç hücre yapılması, tabanın öteki yüzdeki bir hücre tabanının kendiliğinden yapılmış olması demektir. Taban eşkenar dörtgen şeklindeki balmumu plakalarından oluştuğundan, bu yöntemle yapılan hücrelerin dibinde aşağı doğru bir derinleşme görülür. Bu hücrenin hacminin, dolayısıyla da depolanacak balın miktarının artması demektir.
Petek Hücrelerinin Diğer Özellikleri: Bal arılarının petek inşası sırasında dikkat ettikleri bir başka özellik, hücrelerin eğimidir. Hücreler her iki yana doğru 13'er derece yükseltilerek yere tam paralel olmaları engellenir. Böylece bal, ağız kısmından akıp gitmez.
İşçi balarıları çalışırken birbirlerine halkalar şeklinde asılarak salkım biçiminde toplanırlar. Bundaki amaç, balmumu üretimi için gerekli olan ısının sağlanabilmesidir. Karınlarındaki torbacıklar saydam bir sıvı üretirler. Bu sıvı, dışarı sızar ve beyaz ince balmumu tabakalarını sertleştirir. Arılar, balmumunu ayaklarındaki küçük kancalarla toplarlar. Bu balmumunu ağızlarına koyarlar ve yumuşayıncaya kadar ağızlarında işlerler ve peteklerde onu şekillendirirler. Birçok arı birlikte hareket ederek, balmumunun yumuşak ve işlenebilir halde kalması için çalışma yerinin tam istenilen ısıda olmasını sağlarlar.
Peteğin inşasında çok ilginç bir nokta daha vardır: Peteğin yapılmasına kovanın üst kısmından başlanır ve aynı anda iki-üç dizi aşağı doğru örülür. Bir petek dilimi her iki yana doğru genişlerken, önce içerdiği iki sıranın tabanları birleşir.
- 36 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Bu iş gâyet uyumlu ve düzenli bir şekilde gerçekleşir. Öyle ki peteğin farklı iki ya da üç parçadan meydana getirildiğini farketmek mümkün değildir. Aynı anlarda değişik uçlardan yapılan petek dilimleri o kadar düzgündür ki, yüzlerce açı barındırmasına rağmen tek parça bir yapı izlenimi verir.
Bunun oluşabilmesi için, arıların başlangıç ve birleşme noktaları arasındaki uzaklıkları önceden hesaplayıp, hücrelerin boyutlarını ona göre planlamaları gerekir. Binlerce arının bu kadar hassas bir hesabı tutturabilmesi bilim adamlarını hayretler içinde bırakmıştır. İnsanların bile altından kalkamayacağı bu işi arıların düzenleyebileceklerini düşünmenin akılcı olmadığı ortadadır. O kadar ince bir hesap ve ayrıntılı bir organizasyon vardır ki, bunu kendi kendilerine başarmaları mümkün değildir.
Öyleyse arılar bunu nasıl başarmaktadırlar? Evrim taraftarlarının bu konuda söyleyecekleri tek şey, olayın "içgüdü" sayesinde başarıldığıdır. Ama bu içgüdü denilen, nasıl bir şeydir ki, aynı anda binlerce arıya hitap etmekte ve onların kollektif bir iş yapmalarını sağlamaktadır? Çünkü arıların her birinin kendi "içgüdüleri" ile böyle bir işe yönlendirilmeleri yetmez; yaptıkları işin birbiriyle uyumlu olması da gerekmektedir. Bu sebeple aynı merkezden gelen bir "içgüdü" ile yönlendirilmelidirler. Farklı noktalardan kovanı inşa etmeye başlayan, en sonunda da hiçbir açıklık kalmadan ve tüm altıgenler eşit olacak biçimde inşa ettiklerini birleştiren arılar, hiç şüphesiz ki aynı merkezden "içgüdü"sel mesajlar alıyor olmalıdırlar!....
Yaptığımız açıklamada kullandığımız "içgüdü" kelimesi aslında Yusuf Sûresi’nin 40. âyetinde yer alan "kuru isim"lerden başka bir şey değildir. Böylesine apaçık gerçekleri örtbas edebilmek endişesiyle "kuru isimler" üzerinde ısrar etmenin bir faydası yoktur. Arılar, topluca tek bir yerden yönlendirilmekte ve böylece normalde asla yapamayacakları işleri başarmaktadırlar. Onları buna yönelten de ismi konulmuş fakat hiçbir tanımı olmayan içgüdüler değil, Nahl Sûresi'nde bildirildiği üzere, "vahiy"dir. Bu küçük hayvanlar, kendilerini belirli bir görev için yaratmış olan Allah'ın, kendilerine verdiği "program"ı uygulamaktan başka bir şey yapmamaktadırlar.
Yönlerini Nasıl Tayin Ediyorlar? Arılar çoğu zaman yiyecek bulmak için uzaklara giderek geniş alanları taramak zorunda kalırlar. Kovanlarının 800 m. ötesine kadar uzanan bir alan içerisinde, kır çiçeklerinden bal özü ve çiçek tozu toplarlar. Çiçekleri bulan arı, bunların yerini haber vermek üzere kovanına döner. Ancak bu arı, kovandaki arkadaşlarına çiçeklerin yerini nasıl anlatacaktır?
Dans yoluyla!... Kovana dönen arı bir çeşit dans yapmaya başlar. Bu dans, diğer arıların, çiçeklerin yerini bulabilmeleri için kullanılan bir anlatım yoludur. Arının yaptığı tekrarlı dans, diğer arılara hedefe ulaşmak için gereken doğrultu, yön, uzaklık gibi bütün bilgileri eksiksiz olarak verir. Dans, arının devamlı olarak çizdiği "8" şeklinden ibarettir. Arı, sekizin ortasını, kuyruk kısmını titreterek zik-zaklar halinde çizer. Zikzaklı yolun güneş-kovan arasındaki doğrultuyla yaptığı açı, çiçek kaynağının tam yönünü verir.
Kaynağın yönünü bilmek de tek başına bir işe yaramaz. İşçi arılar bal özü toplayabilmek için, ne kadar uzağa gitmeleri gerektiğini de "bilmeli"dir. Kovana dönen arı, diğer arılara, yine belirli vücut hareketleriyle çiçek polenlerinin
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 37 -
bulunduğu uzaklığı "anlatır". Bunu gövdesinin alt kısmını sallayıp ani hava akımları oluşturarak belirtir. Diğer arılar da antenleri ile bu akımları algılayarak gidecekleri besin kaynağının uzaklığını tesbit ederler. Örneğin; 250 metre uzaklıktaki yeri "tarif etmek" için yarım dakikalık bir süre içinde vücudunun alt kısmını 5 kez sallar. Böylece belirtilen açı ve uzaklıkla hedefin yeri kesin olarak belirtilmiş olur.
Ama kaynağa gidiş-geliş süresi uzun süren uçuşlarda, arıyı yeni bir sorun bekler: Besin kaynağını sadece güneşe göre tarif etme yeteneğine sahip olan arı, kovana dönene kadar, güneş her 4 dakikada bir 1 derece yer değiştirir. Buna göre arı, yolda geçirdiği her 4 dakika için arkadaşlarına verdiği yönde bir derece hata yapacaktır.
Elbette arının böyle bir problemi de yoktur. Çünkü gözü yüzlerce minik altıgen mercekten oluşur. Her mercek tıpkı bir teleskopta olduğu gibi çok dar bir alanı görür. Günün belirli bir anında güneşe doğru bakan bir arı, uçarken sürekli olarak yerini bulabilir. Ayrıca arının bu hesabı, zamana göre güneşin verdiği aydınlığın değişmesinden faydalanarak yaptığı tahmin edilmektedir. Sonuçta arı, güneş ilerledikçe kovanda vereceği yönde düzeltme yaparak hedefin yönünü hatasız olarak belirler.
Çiçek İşaretleme Yöntemi: Balarıları, bir çiçeğin nektarının daha önce başka arılarca tüketildiğini konar konmaz anlar ve hemen çiçeği terk eder. Bu sayede hem vakit hem de enerji kaybından kurtulur. Peki arı çiçek üzerinde inceleme yapmadan nektarın tükendiğini nereden anlamaktadır?
Çünkü çiçekten faydalanan ve nektarı tüketen "arkadaşları" o çiçeği, özel kokulu bir damla bırakarak işaretlerler. Onlardan sonra gelen herhangi bir arı çiçeğe konar konmaz önceden bırakılan kokuyu alır ve çiçeğin işe yaramaz olduğunu anlayarak hemen başka bir çiçeğe yönelir. Böylece birden fazla arının aynı çiçekle zaman kaybetmeleri engellenmiş olur. 138
Dişi Bal Arısı: Kendisine verilen vahy/ilham sâyesinde bal yaptığı belirtilen arıdan bahseden 16/Nahl sûresi 68-69. âyetlerde arıyla ilgili dikkat çeken bir ifâde vardır. Arapçada iki çeşit fiil kullanımı vardır ve fiillerin bu kullanımından, öznenin erkek mi yoksa dişi mi olduğu anlaşılmaktadır. Bu âyetlerde arı için kullanılan fiiller, fiilin dişi için kullanılan şekliyle ifade edilmiştir. Böylece Kur’an’da bal yapımında çalışan arıların dişi olduğuna işaret edilmektedir.
Her arının çok fazla görevinin olduğu arı kolonilerindeki tek istisnâ erkek arılardır. Erkek arılar ne kovanın savunmasına, ne temizliğine, ne besin toplamaya, ne de petek veya bal yapımına bir katkıda bulunurlar. Erkek arıların kovan içindeki tek fonksiyonları kraliçe arıyı döllemektir. 17 Çiftleşme organları dışında diğer arılarda bulunan özelliklerin hemen hemen hiçbirine sahip olmadıkları için erkek arıların kraliçe arıyı döllemekten başka bir iş yapmaları da mümkün değildir.
Uzunluğu 1-3 cm. arasında değişen arının vücudu; baş, göğüs ve karın olmak üzere üç bölümden oluşur. En arkadaki karın bölümü gövdenin öbür bölümlerinden daha uzundur ve halka biçimindeki bölütlerden oluşur. Âyette tekil dişi
138] Düşünen İnsanlar İçin, s. 26-33
- 38 -
KUR’AN KAVRAMLARI
arıda "karınlar" olduğu vurgulanmaktadır. Âyetin Arapça metninde "butûnihâ" ifâdesiyle belirtilir. Kelimenin sonundaki "hâ" dişi ve tekil şahsı belirtir. Eğer çoğul dişi arılardaki karınlar vurgulanmak istenseydi bu ifâde "butûnihinne" olurdu. Böylece âyet arının bölütlü, parçalı karın yapısına da işaret etmektedir. Bu parçalı karın yapısıyla arı "karınların" sahibi olarak nitelenmektedir. Arıların bu karın yapısının iç kısmında birine bal torbası, diğerine de kursak adı verilen iki mide vardır.
Unutulmamalıdır ki, arılarla ilgili bu gerçeğin insanlar tarafından bundan 1400 sene önce bilinmesi mümkün değildir. Ama Allah bu gerçeği, Kur’an’ın bir mûcizesini daha gözlerimiz önüne sererek ortaya koymuştur 139
Bal Mûcizesi: Allah'ın küçücük bir hayvan kanalıyla insanlara sunduğu balın ne denli büyük bir besin kaynağı olduğunu biliyor musunuz?
Bal, fruktoz ve glukoz gibi şekerlerin yanısıra magnezyum, potasyum, kalsiyum, sodyum klorür, kükürt, demir ve fosfor gibi minerallere sahiptir. Nektar ve polen kaynaklarının niteliklerine göre değişmekle birlikte, balda B1, B2, C, B6, B5 ve B3 vitaminleri bulunmaktadır. Ayrıca bakır, iyot, demir ve çinko da az miktarlarda bulunur. Balın içeriğinde bunların dışında bazı hormonlar da vardır.
Bal, Kur’an âyetinde vurgulandığı gibi, "insanlara şifâ" olma özelliği taşımaktadır. 20-26 Eylül 1993'te Çin'de yapılan Dünya Arıcılık Kongresi'nde bilim adamlarının bal hakkındaki yorumları da bunu doğrulamaktadır: "Kongre'de, arı ürünleri ile tedavi konusu ağırlık kazandı. Özellikle ABD'li bilimadamları bal, arı sütü, polen ve arı reçinasının (propolis) birçok hastalığı tedavi ettiğini bildirdiler. Romanyalı bir doktor balı katarakt hastaları üzerinde denediğini ve 2094 hastadan 2002'sinin (% 95) bal sayesinde tam olarak iyileştiğini açıkladı. Polonyalı doktorlar ise arı reçinasının hemoroid, deri hastalıkları, kadın hastalıkları gibi birçok hastalığa iyi geldiğini tespit ettiklerini bildirdiler." 140. Bilimde en ön sıraları alan ülkelerde arıcılık ve arı ürünleri artık başlıbaşına bir araştırma dalı durumundadır. Balın diğer yararları ise şöyle sıralanabilir:
Kolayca sindirilir: İçindeki şekerlerin bir başka cins şekere (fruktozun glukoza) dönüşebilme özelliği sayesinde bal, yüksek miktarda asit içermesine rağmen en hassas mideler tarafından bile kolaylıkla sindirilir. Aynı zamanda bağırsakların ve böbreklerin daha iyi çalışmasına yardımcı olur.
Süratle kana karışır: Bal ılık suyla karıştırıldığında 7 dakika içinde kana karışır. İçerdiği serbest şekerlerden dolayı beynin çalışması kolaylaşır.
Kan yapımına destek olur: Bal, kan yapımı için vücudun gereksinim duyduğu enerjinin önemli bir bölümünü karşılar. Ayrıca kanın temizlenmesine de yardımcı olur. Kan dolaşımını hem düzenleyici, hem de kolaylaştırıcı yönde etkisi vardır. Damar sertliğine karşı önemli bir koruyucudur.
İçinde bakteri barınamaz: Balın bakteri barınmasına olanak tanımayan özelliği "inhibine etki" olarak adlandırılır. Yapılan deneyler sulandırılmış balın bakteri öldürücü özelliğinin saf bala göre iki kat arttığını göstermiştir. İşin ilginci, arı kolonisine yeni dâhil olacak kurtçukların, kendilerine bakmakla görevli arılarca
139] S. Alpsoy, Kur’an En Büyük Mucize, s. 85
140] Hürriyet, 19 Ekim 1993
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 39 -
-sulandırılmış balın bu özelliğini bilirmişçesine sulandırılmış balla beslenmeleridir.
Arı Sütü: Arı sütü, kovandaki işçi arıların ürettiği bir maddedir. Çok besleyici olan arı sütünde şeker, protein, yağ ve birçok vitamin bulunur. Vücudun kuvvetsiz düştüğü durumlarda ve doku yaşlanmalarından ileri gelen bozukluklarda kullanılır.
Arıların ihtiyaçlarından çok fazla ürettikleri balı, insanlar için ve insanlara uygun olarak yaptıkları açıktır. Bu inanılmaz görevi "kendi başlarına" yapamayacakları da...
Örümcek
"Allah'tan başka veliler (dostlar, yönetici ve liderler) edin(ip onlara bağlan)anlar (kendisine) bir ev edinen örümceğe benzerler. Evlerin en çürüğü örümcek evidir. Keşke bilselerdi."141 Burada kâfirlerin kurdukları düzen ve sistemler, sürdürdükleri yönetimler son derece zayıf ve her an yıkılmağa ve çökmeye hazır olduğundan en zayıf bir yapı olan örümcek ağına benzetiliyor. Örümcek ağı bir ev ve barınak olarak ne kadar çürük ise, kâfirlerin tapındığı putlar, tutundukları tâğût ve düzenler o kadar âciz ve o kadar zayıftır.
Ankebût: Dişi örümcek demektir. Çoğulu anâkib'dir. Erkek örümceğe ankeb denilir Geceleri avlanan, ağının ipliklerine asılarak avını sabırla bekleyen, ağına düşen sinek ve benzeri haşerâtı sımsıkı sararak kanını emen örümcek, Câhiz'e göre olağanüstü bir yaratıktır. Çünkü yavruları, kendilerine herhangi bir şey öğretilmeden, doğar doğmaz ağ örmeyi bilir. Çok ayaklı ve çok gözlü bir hayvan olan örümceğin, akrep gibi zehirli olan türleri de vardır.
29/Ankebût sûresi, 41. âyette örümcek ağının, sığınanlar için çok gevşek olduğu, yani koruyucu olmadığı anlatılmaktadır. Aslında kapasitesine göre örümceğin yaptığı ağ, hayli sağlamdır. O kadar ki örümcek ağının iplikçikleri, aynı kalınlıktaki çelik telden güçlüdür. Bir örümceğin salgıladığı 0.007 mm. kalınlığındaki aminoasit zincirinden oluşan bir telin % 22 uzama kapasitesi vardır ve 4 gram ağırlık taşıyabilir. Bunun iki katı kalınlığa sahip 0,011 mm. çapındaki ipek tel sadece % 13 uzayabilir ve 3.8 gram taşıyabilir.
"Örümceğin, oldukça ince olmasına rağmen aynı kalınlıktaki çelik halatlardan çok daha sağlam olan ipliğinin taklidedilebilmesi için bilim adamları çalışmaktadırlar." 142
Dişi Örümcek ve Evlerin En Çürüğü
29/Ankebût Sûresi, 41. âyetinde, sûreye ad veren ve âyette de geçen “ankebût” dişi örümcek anlamına gelir. Arapçada erkek örümceğin karşılığı “ankeb”dir. Âyette bahsedilen örümceğin özellikle dişi olmasının hikmeti ne olabilir? Örümcekler üzerinde yapılan detaylı incelemeler sonucunda dişi örümceklerle ilgili çok ilginç tespitler yapılmıştır.
Örümcek ağı, örümceğin cirmine oranla sağlam ise de insana göre zayıftır, dokunma ile yırtılabilir. Ayrıca âyette önemli bir incelik vardır: Birçok örümcek türünde dişi örümcek, çiftleşmeden sonra ağındaki eşini ve ağa düşen sinek ve
141] 29/Ankebüt 41
142] Düşünen İnsanlar İçin, s. 163
- 40 -
KUR’AN KAVRAMLARI
böcekleri öldürür. Canlıların genelinde erkekler dişilere göre daha iri yapılı ve kuvvetlidir. Ama örümceklerin dişileri erkeklerine nazaran daha büyüktür ve bu yönleriyle istisnâ oluştururlar.
Canlılar evlerini sığınmak ve sıcaktan, soğuktan, düşmanlardan ve her türlü zarardan korunmak için inşâ ederken örümcekler, yok etmek, zarar vermek, evine yanlışlıkla uğrayanları yemek için inşâ ederler. Dişi örümcek, cinsel ilişkiye girdikten sonra kendi erkeğini de yemektedir. Genellikle erkek örümcek çiftleşmeden önce aç dişiyi savuşturmaya çalışır, ama dişiyi dölleme isteği baskın çıkar ve çiftleşme sırasında ölür. Dişi örümcek, türün devamı için gereken spermin yanı sıra, besinini de almış olur. Bu nedenle evlerin en güvenilmezi dişi örümceğin evidir; kendi erkeği için bile güvenilmezdir. Eğer erkek örümcek çiftleşmeden sonra kaçmayı başarabilirse ender şanslı erkeklerden biri olur, aksi takdirde dişisinin evi kendi mezarı haline gelir.
Demek ki dişi örümceğin yaptığı ev, en yakın dostuna bile güven sağlamamakta, tersine felâket getirmektedir. Can güvenliği bakımından dişi örümceğin evi nasıl felâket dolu bir sığınak ve aldanarak içine giren erkek örümcekler yahut öteki böcekler için nasıl bir ölüm tuzağı ise, korunmak için Allah'tan başka evliyâ/dost edinmek ve sahte tanrılara sığınmak da öyle bir felâket tuzağıdır. İşte âyette tapanlarına bir felâket ve helâk tuzağı olan uydurma tanrılar ve sahte velîler/dostlar, içine giren erkek örümcekler ve öteki böcekler için bir felâket tuzağı olan dişi örümcek ağına benzetilmiştir. Bu ağa sığınanlar nasıl sonunda mahvoluyorsa, Allah'tan başkasına sığınanlar da sonunda öyle mahvolacaklardır. Bunun için âyette özellikle dişi örümcek (ankebût) zikredilmiştir. Gördüğümüz gibi Kur’an çok ince bir ayrıntı kullanarak yine çok ince bir ayrıntıya işaret ediyor. Hiç kimsenin bu küçük varlıkların dünyasından haberi olmadığı bir dönemde.
Dişi Karınca
“Karınca vâdisine geldiklerinde, bir dişi karınca dedi ki: ‘Ey karınca topluluğu, kendi yuvarınıza girin! Süleyman’ın orduları siz farkında olmaksızın kırıp geçirmesin.”143 Kur’an Hz. Süleyman’ın ordularından bahsederken karıncalar arasında çok gelişmiş bir haberleşme sistemi olduğuna işaret eder. Bu ufacık canlıların insanı hayrette bırakan özel dünyaları üzerinde yapılan araştırmalar, karıncaların çok kompleks ve organize bir sosyal yaşantıları olduğunu ve bu organizasyonun gereği olarak aralarında inanılması zor bir iletişim kurduklarını göstermektedir.
Herhangi bir karıncaya, küçücük başındaki karmaşık duyu organlarıyla, milyonlarca hatta daha fazla sayıdaki kimyasal ve görsel sinyali yakalama kabiliyeti verilmiştir. Beyinlerinde 500.000 sinir hücresi bulunur, gözleri birleşiktir; antenlerini insanın burnunu ve parmak uçlarını hareket ettirdiği gibi hareket ettirir. Ağzının altındaki projeksiyonlar tadı algılar, kılları dokunmaya karşılık verir.
Kur’an’da özellikle karıncaların alarm verdiğine ve bunun dişi karınca tarafından yapıldığına dikkat çekilir. Karıncalar üzerinde yapılan araştırmalarda karınca kolonilerinin büyük bir kısmının dişilerden oluştuğu anlaşılmıştır. Erkek karıncalar olgunlaştıklarında sadece genç bir kraliçeyle çiftleşmek üzere görevlendirilmişlerdir. Erkek karıncalar bu çiftleşmeden kısa bir süre sonra ölürler.
143] 27/Neml, 18
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 41 -
Koloninin bütün işini yapan işçi karıncalar kısır dişilerdir. Koloni, anne ve kızlarının hâkim olduğu bir dünyadır.
Bu durumda Hz. Süleyman’ın ordusunun yaklaştığını, nöbetçi ya da yiyecek toplayan karıncalar haber verdiyse, bunlar işçi olan dişi karıncalardır. Eğer bu haberi kolonideki en seçkin üye getirdiyse o da kraliçe karıncadır ve dişidir. Kur’an karıncaların genel olarak dişi olmalarına ve toplum halinde yaşamalarına, insanların bu gerçeği keşfetmesinden yüzlerce yıl önce dikkat çekmiştir. 144
Köpek
Köpek, et yiyiciler grubunun köpekgiller familyasından evcil bir hayvandır. Hayvanlar içerisinde insana en yakın olan köpek, aynı zamanda hayvanların en zeki olanlarından biridir. Köpeğin gebelik süresi dokuz hafta olup bir batında altı ile on arasında yavru doğurur. İki yüz elli kadar çeşidi vardır. Köpekler kullanılışları bakımından koruyucu köpekler, av köpekleri, iş köpekleri ve süs köpekleri olarak bir tasnife tabi tutulabilir. İnsanlara bağlılıkları ile bilinirler. Köpekler, evleri korumak için kullanıldığı gibi, savaşlarda da onlardan istifade edildiği olmuştur. Ama en çok avcılıkta kullanılmaktadırlar.
Eski Mısır'da köpek kutsal sayılırdı. Onlar için mezarlıklar yapmışlar ve buraları birer kutsal mekân edinmişlerdi. Putperest Türklerde köpek kutsal sayılan hayvanlar arasında idi. On iki hayvanlı Türk takviminde yıllardan biri köpek yılıdır. Deyim olarak köpek, çok ağır ve onur kırıcı bir hakaret olarak kullanılır.
Köpek Beslemek: Av, ziraat, sürü, ev bekletme vb. sebeplere dayalı olarak köpek beslemenin câiz olduğu konusunda ulema ittifak etmiştir. Ancak hırsız korkusu gibi zaruri bir sebep olmaksızın evde bulundurulmasını hoş karşılamamışlardır.145 Hz. Peygamber (s.a.s.) ziraat, koyun, ev bekletme, av gibi bir sebep olmaksızın köpek besleyenin sevabından her gün bir kırat (bir başka rivâyette iki kırat) eksileceğini,146 ayrıca içinde köpek bulunan eve meleklerin girmeyeceğini haber vermiştir.147 Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) Cebrail ile belli bir saatte buluşmak üzere sözleşmişler, ancak içeride bulunan köpek sebebiyle Cebrail gelmemiş ve köpeği farkeden Rasûlüllah derhal çıkarılmasını emretmiş ve köpek çıkarıldıktan sonra Cebrail'le görüşebilmiştir.148 Şâfiiler ihtiyaç yokken köpek edinmenin haram olduğu görüşündedirler. 149
İçinde köpek bulunan eve meleklerin girmemelerinin sebebi onların pis kokmaları, pislik yemeleridir. Bundan dolayı gereksiz yere köpek edinen kimse evine melek girmekten mahrum bırakılmak sûretiyle cezalandırılmıştır.150 Ayrıca aralarında köpek ve çan bulunan yolcularla meleklerin arkadaşlık etmeyeceği de Hz.
144] S. Alpsoy, Kur’an En Büyük Mucize, s. 89
145] ibnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Bulak 1319, VI, 246; İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtâr, Kahire 1386-89/1966-69, V, 226-227
146] Buhârî, "Hars", 3, "Bed'ül-halk" 7, 17; "Zebâih" 6; Müslim, "Müsâkât" 51-60; Nesâî, "Sayd" 10-14, 24
147] Buhârî, "Bed'ül-halk" 7, 17
148] Buhârî, "Bed'ü'l-halk" 7, 17, "Meğâzî" 12, "Libâs" 88,94; Müslim, "Libâs" 81-84; Fahreddin er-Râzî, Mefâtihu'l-Gayb, Kahire 1934-62, XXXI, 210
149] Nevevî, Şerhu'l-Müslim, Kahire 1347-49/1929-30, X, 236
150] Nevevî, a.g.e., XIV, 84; Aynî, Umdetü'l-Kârî, Kahire 1348, XV, 139
- 42 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Peygamber tarafından ifade edilmiştir. 151
Hadiste geçen "kırat", lüzumsuz olarak köpek edinen mü'minin sevabından Allah katında mâlum bir miktarın eksilmesini ifade eder.152 Buradaki kırat konusunda ise farklı görüşler vardır. Bu fark insanlara eziyet konusunda birbirinden farklı iki tür köpeğe nisbetle yapılmış olabileceği gibi, köy-kent ayrımına göre de ifade edilebileceği belirtilmektedir. Zira fazla insanın yaşadığı yerde rahatsız olanların sayısı da artmaktadır. Bunun yanında daha önce bir kırat olan ceza, ağırlaştırmak suretiyle iki kırat'a çıkarılmış olduğu üzerinde de durulmuştur.153 İhtiyaç olmaksızın köpek edinmenin yasaklanması konusunda özellikle durulması ve köpek besleme konusunda ağır bir müeyyidenin getirilmesi onun kudurganların % 92,5 kısmını teşkil etmesi ve kuduza yakalanma ve yayma konusunda hayvanlar içinde ilk sırada bulunmasından da kaynaklanabilir. Kuduzu, saldıran köpekler verebileceği gibi, kendisini sevdiren, serbestçe istediği insanı yalayan hatta kendine acındıranlar da aşılayabilirler. Bu durumdaki hastalık, tedbir almakta kusur ettirdiğinden çok daha tehlikeli olduğu düşünülürse bu konudaki titizlik daha kolay anlaşılır. Hiç evden çıkarılmayan veya diğer köpeklerle temas etmeyen köpekler bile evdeki kudurmuş olan bir kediden veya fareden de mikrobu alıp hastalığı yayabileceği gibi Ekinokok (kist idatik) hastalığını aşılamak cihetinden de tehlike arzeder. Kuduz, hayvanın yalnız ısırmasıyla değil yalaması veya salyasının bulaşmasıyla da sirâyet edebilir. 154
Bu açıdan bakıldığında fukahânın köpeğin artığını necis sayması ve yaladığı kabın cumhura göre yedi, Ebû Hanîfe'ye göre üç defa yıkanmasının gerekli olduğu155 konusundaki görüşleri ve saldırgan köpeğin öldürüleceği konusunda ittifak'ın bulunması156 çok mânidardır.
Köpeğin Satışı: Hasan el-Basrî, Rabîa, Hammad b. Süleyman, Evzaî, Şafiî, Ahmed b. Hanbel, Dâvûd ez-Zâhirî, bir rivâyette imam Mâlik, köpek satışından elde edilen paranın haram olduğu görüşündedirler. Atâ b. Ebî Rabah, İbrâhim en-Nehâî, Ebû Hanîfe ve bazı Mâlikîlere göre kendisinden faydalanılan köpeğin satışı câiz ve parası mubahtır. Ebû Hanife ve Ebû Yusuf eğitimi kabul etmeyen saldırgan köpeğin satışını câiz görmemişlerdir. 157
Köpeğin Cinâyetleri: İmam Ebû Yûsuf'a göre bir kimse köpeği, ısırmak üzere bir başka şahsın üzerine kışkırtır ve bunun neticesinde köpek bunu yaparsa kışkırtan bundan sorumludur ve diyetini öder. Çünkü köpeği bu şekilde kışkırtmak, onu insanın üzerine salıvererek telef olmasına sebebiyet vermek gibidir. Fetva bu görüşe göredir. Ebu Hanife'ye göre ise hareket, kışkırtma neticesinde değil köpeğin ihtiyarıyla meydana geldiğinden tazminat vermek gerekmez. Çünkü hayvanların kendiliğinden yaptığı cinâyetler hederdir, tazmini gerektirmez.158 Köpeğin, bulunduğu eve sahibinden izinli veya izinsiz olarak giren şahsı ısırarak
151] Müslim, Libâs, 103
152] Tecrîd-i Sarih Tercümesi, VII, 131
153] Nevevî, a.g.e., X, 239; Aynî, a.g.e., XV, 203
154] S. Buhârî Tecrid-i Sarih Tercümesi, VII, 133- 143
155] Azîmâbâdî, Avnu'l Mabûd, Medine 1388/1968, I, 135
156] Nevevî, a.g.e., X, 235; Avnî, a.g.e., XV, 202; ibn Cüzey, el-Kavânînü'l Fıkhiyye, Beyrut, ty., s 294
157] İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, İstanbul 1985, II, 105; İbnü'l-Hümam, a.g.e., Vl, 245; S. Buhârî Tecrid-i Sarih Tercümesi, VI, 380
158] Kâsânî, Bedâyiu's-Sanayî, Kahire 1327-28/1910, VII, 273
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 43 -
telef etmesi halinde sahibine tazmin gerekmez.159 Ancak köpeğin sahibi daha önceden uyarılmış ve o da ihmal etmiş ise zarardan sorumludur. 160
Hanbelî hukukçuları, izinle girilmesi halinde köpeğin yaptığı zarardan sahibinin sorumlu olduğu görüşündedirler.161 Nitekim Kadı Şurayh da evin köpeği tarafından dağarcığı parçalanan şahsa, izinle girmiş olması halinde zararın tazmin edilmesi gerektiğini söylemiştir.162 Isırıcı bir köpek edinen şahıs gündüz yahut gece bir insanı veya hayvanı ısırması, elbiseyi yırtması vb. durumlardaki zarardan sorumludur.163 Şâfiîlere göre ise sahipleri köpeğin tehlikeli ve zararlı olduğunu biliyorlarsa gerekli tedbiri almakla mükelleftirler. İhmal neticesi meydana gelecek zarardan sorumludurlar. 164
Kelb, Arapça’da erkek köpek demektir. Dişisine kelbe denilir. Çoğulu kilâb ve kelîbdir. Kelb, çok riyâzetli (açlık ve susuzluğa dayanıklı) vefâlı bir hayvandır. Yırtıcılarla behîme hayvanlar arasında bir yerdedir. Yırtıcılardan olsaydı insanlarla birlikte yaşamazdı, tam behîme (evcil hayvan) olsaydı et yemezdi. Fakat hadîste kelb (köpek) de behîmeden sayılmıştır. 165
Köpeklerdeki Güçlü Sezgi: Depremden sonra âfet bölgesindeki enkazların altından birçok canlı çıkaran köpeklerin, depremi önceden sezinleyip olağanüstü biçimde havlayarak bunu anlatmaya çalıştıkları çok kimse tarafından bildirilen bir hakikattir. Çinli bilim adamları, bazı hayvanların, depremden önce garip davranışlar sergilediğini ortaya çıkardı. Araştırmalarda bazı gelişmeler kaydeden bilim adamları, fareler üzerinde yaptıkları deneylerde, bu hayvanların depremden hemen önce binaların dışına çıktıklarını ve insanlardan korkmalarına rağmen, ortalıkta koşuşmak gibi garip davranışlar sergilediklerini belirledi. Bilim adamları özellikle altıncı hisleri çok güçlü olan köpeklerin, depremden önce insanların duyamayacağı küçüklükteki sesleri duyarak havladıklarını ifade ediyorlar.
Mançurya'yı da Kurtarmışlardı: 1970’lerin sonunda büyük bir deprem felâketinin yaşandığı Mançurya'da, kent yöneticileri altıncı hissi kuvvetli olan hayvanların içgüdülerinde bir anormallik olduğunu tespit etmişlerdi. Tüm köpeklerin havlamaları üzerine harekete geçen kent yöneticileri, depremden üç saat önce binaları boşaltmışlardı. Yerle bir olan kentte, binlerce insan köpeklerin havlamasını dikkate alan kent yöneticileri sayesinde ölümden kurtulmuştu. Hayvanların, sadece depremi değil, özellikle orman yangını ve fırtınalar gibi doğal âfetleri de önceden hissederek yer değiştirdikleri de ifade ediliyor.
İnançsız insanların psikolojik durumları, Kur’ân-ı Kerim’de sıcaktan bunalan köpeğin durumuna benzetilmiştir: “Dileseydik elbette onu o âyetlerle yükseltirdik, fakat o, yere saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu, tıpkı şu köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini sarkıtıp solur, onu bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte âyetlerimizi yalanlayanların durumu budur. Bu kıssayı anlat, belki düşünür öğüt alırlar.”166
159] Kâsânî, a.g.e., VII, 273
160] Ali Haydar, Dürerü'l Hukkâm, İstanbul 1330, II, 929; Mecelle, mad. 929
161] İbn Kudâme, el-Muğnî, Beyrut 1392-93/1972-73, X, 358
162] İbn Hazm, el-Muhallâ, Kahire, ty., Mektebetü Dâri't-Türâs, XI, 10
163] İbn Kudâme, a.g.e., X, 358
164] Nevevî, a.g.e., XI, 225; Saffet Köse, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 395-397
165] Müslim, Selâm b. 41, h.154
166] 7/A'râf, 176
- 44 -
KUR’AN KAVRAMLARI
âyetinde, Allah'ın âyetlerinden tamamen sıyrılıp şeytânın tuzağına düşerek aşağılanan kimsenin durumu, bitkinlikten dilini çıkarıp soluyan köpeğin durumuna benzetilmektedir. Allah dileseydi, âyetleriyle o insanı yükseltirdi. Fakat o, ebediyyen yerde kalmayı yeğledi, yükselmek istemedi, keyfine uydu. Bu yüzden Allah onu âyetleriyle yükseltmedi. Çünkü yasası gereği Allah, irâdesini hayra kullanan kimseyi yükseltir. Kötülüğü yeğleyip, Allah'ın hükümlerini kabul etmeyeni yükseltmez. Bu adam, durmadan soluyup duran köpeğe benzer. Sıcakta köpeğin dilini çıkarıp soluması, bir bunaltı halini sembolize eder. Allah'ın âyetlerini inkâr edenler de üstüne varılsa da, varılmasa da (kovalansa da, kendi haline bırakılsa da) sıcaktan bunalım içinde dilini sarkıtıp soluyon köpek gibi, bunalım içindedirler. Meşakkatleri olmasa da mutlu değillerdir. Çünkü imarısızlık, vicdanlarını rahatsız eder, bunalıma sokar. 167
Ashâb-ı Kehfin Köpeği
“Uykuda oldukları halde sen onları uyanıklar sanırsın. Onları (uykuda) sağa sola çeviririz. Köpekleri de girişte iki kolunu (ön ayaklarını) uzatmış vaziyettedir. Onların durumunu görseydin, mutlaka onlardan dönüp kaçardın. Ve onlardan içine korku dolardı...” “Görülmeyene taş atar gibi: ‘Onlar üçtür, dördüncüleri köpekleridir’ diyecekler; Beştir, altıncıları köpekleridir’ diyecekler. ‘(Hayır,) Yedidir, sekizincileri köpekleridir’ diyecekler. De ki: ‘Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir. Onları bilen azdır. Onun için onlar hakkında, yüzeysel tartışma dışında, derin tartışmaya girme ve onlar hakkında bunlardan hiçbirine bir şey sorma.” 168
Kehf 18'nci âyette, Mağarada uyuyakalan Ashâb-ı Kehfin köpeklerinin de, Mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatarak uyumuş olduğu; 22'nci âyette de Ashâb-ı Kehfin öyküsünü anlatanlardan kiminin, bunların üç kişi olup köpekleriyle dört olduklarını; kiminin beş kişi olup köpekleriyle altı; kiminin de yedi kişi olup köpekleriyle sekiz olduklarını söylediği; gerçekte bunların sayısını ancak Allah'ın bildiği belirtilmekte; Hz. Muhammed’e (s.a.s.), bunlar hakkında kimseye bir şey sormaması emredilmektedir. Çünkü bu konuda söylenenler kesin bilgiye değil, tahmine dayanan rivâyetlerdir.
Avcı Köpeklerin Yakaladığı Hayvanlar Helâldir:
“Sana, kendilerine neyin helâl kılındığını soruyorlar. De ki: "Size iyi ve temiz şeyler helâl kılındı. Allah'ın size öğrettiğinden öğreterek yetiştirdiğiniz avcı köpeklerin, sizin için tuttuklarını yiyin ve üzerine Allah'ın adını anın, Allah'tan korkun. Çünkü Allah, hesabı çabuk görendir.”169 âyetinde de köpek isminden yapılmış teklîb kökünden ism-i fâil kipinin çoğulu kullanılmaktadır. Teklîb köpeklik öğretme, yani avcılık eğitimi verme demektir. Avcılık öğretme eylemi teklîb, bunu yapan mükellib, çoğulu mükellibîn'dir.
Köpeğin kendine has özellikleri vardır. İyi koku alır, iz sürer. Gece bekçilik yapar, gündüz buna ihtiyaç olmadığı zaman uyur. Uykuda bile kulağı hassastır ve dikkatlidir. Uyurken göz kapaklarını tam kapatmaz. Doğasında yaltaklanma, sevme, ülfet vardır. O kadar ki dövülüp kovulduktan sonra çağrılsa yine dönüp gelir. Sahibiyle oynarken incitmeyecek biçimde onu ısırır, dişlerini batırmaz.
167] S. Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Y., 8/100-102
168] 18/Kehf, 18, 22
169] 5/Mâide, 4
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 45 -
Öğretim ve eğitim kabul eder. Her durumda ekmek yediği evi bekler, korur. En çok uykuya gereksinim duyduğu zamanda bile uyanık durur. Daha çok gündüzleri uyur.
Her çeşit köpeğin eti haramdır. Köpek familyasından olan tilkinin etinin haram olup olmadığı tartışma konusudur. Köpek besleyen kimse ya onu yedirip doyurur veya hayvanın rızkını bulması için onu salıverir. Ya da ondan yararlanmak isteyen birine verir. Hapsedip açlıktan ölüme terk etmesi helâl değildir.
Peygamber’in (s.a.s.) av köpeği ve koyun köpeği beslemeğe izin verdiği hadîsler yanında köpeklerin öldürülmesini emrettiğini söyleyen hadisler de vardır. Ancak köpeklerin öldürülmesi hakkındaki emrin, bütün köpekler için değil; saldırgan, zararlı, kuduz köpekler hakkındadır. Yoksa zararsız köpekleri öldürmek câiz değildir.
Hz. Ebûbekir rüyâsında Mekke'den çıkan bir köpeğin, insanların üstüne saldırdığını gördü. İnsanlar ona yaklaşınca o köpek sırt üstü yattı ve iki memesinden süt damlamaya başladı. Bu rüyâsını haber verdiği peygamber (s.a.s.) buyurdu ki: "Köpekleri gitti, yararları gelmeye başladı. Bundan böyle onlarla karşılaşacaksınız; akrabalık hakkına sizden merhamet dileyecekler. Eğer Ebûsüfyân'ı görürseniz onu öldürmeyin!" Müslümanlar Mekke'nin fethine geldikleri zaman bazıları çarpıştı, Peygamber'in dediği gibi oldu.
Büyükbaş Hayvanlar
Ne'am (çoğulu “en’âm”): Dilcilere göre ibil ve şât (deve, koyun)dur. Erkek ve dişiyi gösteren cins isimdir. Fakîh(hukukçu)lara göre ne'am deve, öküz, koyun ve keçiyi gösterir. Tekil olarak Mâide 95'nci âyette geçmektedir: “Ey inananlar, ihramda iken av öldürmeyin. Sizden kim kasden onu öldürürse, öldürdüğünün dengi olan bir ne'am (hayvan) cezası vardır ki (bu, öldürülene denk olduğuna) içinizden iki âdil kişinin karar vereceği, Kâbe 'ye varacak bir kurban; yahut yoksullara yedirme şeklinde keffâret; ya da buna denk oruçtur. Tâ ki böylece (o insan), yaptığı işin vebalini tadsın. Allah, geçmişi affetmiştir. Kim düşmanlık ederse Allah ondan öc alır. Allah, dâima galiptir, öc alandır." Çoğul olarak en'âm nice âyetlerde170 geçmektedir.
“İnsan şu yiyeceğine baksın. Biz suyu iyice döktük. Sonra toprağı güzelce yardık da, Orada bitirdik: dâne, Üzüm, yonca, Zeytin, hurma, İri ve gür bahçeler, Meyva ve çayır; Sizin ve hayvanlarınızın geçimi için.”171 âyetlerinde Allah'ın, insanlar ve hayvanlar için yağmur yağdırarak çeşitli bitkiler, ürünler yetiştirdiği vurgulanmaktadır. “Görmediler mi ellerimizin yaptıklarından kendilerine nice hayvanlar yarattık da kendileri onlara mâlik olmaktadırlar? Onları kendilerine boyun eğdirdik, onlardan bazıları binekleridir ve onlardan bazılarını da yerler.” 172; “Hayvanlarda da sizin için ibret vardır: Karınlarının içindekinden size içiriyoruz. Onlarda sizin için daha birçok faydalar var, aynı zamanda onlardan yersiniz. O(hayva)nların üzerinde ve gemiler üzerinde taşınırsınız.”173 âyetlerinde de Allah'ın, kendi eliyle yarattığı en'âmı, insanlara boyun eğdirdiği, bunlardan kimine bindikleri; kiminin de sütünü içtikleri; tüyünden yararlandıkları; etini yedikleri; kendilerinden çok daha güçlü hayvanların üzerinde ve suyun üstünde
170] 7/A'râf, 179, 36/Yâsîn, 71, 25/Furkan, 44, 49; 35/Fâtır, 28, 20/Tâhâ, 54 vb.
171] 80/Abese, 32
172] 36/Yâsîn, 71-72
173] 23/Mü'minûn, 21-22
- 46 -
KUR’AN KAVRAMLARI
akıp giden gemilerde taşındıkları; bütün bunların, Allah'ın lütfü olduğu; bunlardan ibret alıp bu ni'metleri kendilerine lütfeden Allah'a şükretmeleri gerektiği anlatılmaktadır.
Bu ve benzeri âyetlerde ne'am'ın çoğulu olan en'âm, küçük, büyük baş hayvanlar anlamında kullanılmıştır. Bunlar gerçekten çok yararlı canlılardır. Demîrî'nin ifadesiyle bunlarda ne dâbbelerin huysuzluğu, ne de sibâ'(vahşî hayvanların ürkekliği vardır. İnsanların gereksinimini karşılamak için Allah bunlara yırtıcıların paralayıcı dişleri, sivri tırnakları; haşerâtın ısırgan dişleri ve sokan iğneleri gibi dişler ve iğneler vermemiş, bunları zorluklara, açlık ve susuzluğa dayanıklı ve uysal kılmıştır. Bunlara korunmaları için savunma silâhı olan boynuzlar vermiştir. Otla beslendikleri için bunların ağızlarını geniş yaratmış, keskin diş ve dâneleri öğütmek için de sert dişler vermiştir. 174
“Allah size, evlerinizi oturma yeri yaptı ve size hayvan derilerinden, göç gününüzde (yolculukta) ve ikamet gününüzde (oturma zamanlarınızda) kolayca kullanacağınız hafif evler (çadırlar, portatif evler) ve yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından bir süreye kadar (yararlanacağınız) giyilecek, döşenecek eşya ve geçimlik (ticâret malı) yaptı.”175 Bu âyette de Allah'ın, insanlara olan çeşitli lütuf ve ni'metleri sayılmaktadır: İnsanlara ev yapma, hayvan derilerinden çadırlar, yünlerinden, kıllarından, tüylerinden giysiler, ev eşyası, geçim araçları yapma olanağı vermiştir. Bunların hepsi Allah'ın insanlara lütfudur. İnsanların, kendilerine bu ni'metleri veren Allah'ın yanında, hiçbir yararı olmayan putlara da tapmaları, elbette Allah'a karşı nankörlüktür.
Deve
İbil: Deve demektir. “Ve deveden iki, sığırdan iki. De ki: ‘İki erkeği mi haram etti, iki dişiyi mi, yoksa iki dişinin Rahimlerinde bulunan(yavru)ları mı? Yoksa Allah'ın size böyle vasiyyet ettiğine şâhidler mi oldunuz?’ (Allah, böyle tavsiye ederken siz O'nun yanında mıydınız?) Öyle bilmeden insanları saptırmak için Allah'a karşı yalan uydurandan daha zâlim kim olabilir? Allah o zâlim topluluğu doğru yola iletmez.”176; “Bakmıyorlar mı develere, nasıl yaratılmış?"177 Bu âyetlerde Allah'ın yarattığı ibil'e dikkat çekilmektedir. Deve anlamına gelen ibil, çoğul bildiren bir cins ismidir. Dişil kabul edilir. Çünkü Arapçada insan dışındaki canlı isimlerinden, tekili olmayan çoğul isimler dişil kabul edilir. İbil'in tasgirine tâ getirilerek (übeyle: devecik) denilir. Çoğulu âbâl, nisbesi İbelî’dir. İbn Mâce'nin aktardığı bir hadîste Hz. Peygamber’in şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "İbl sahibi için izzet (onur), ğanem (koyun, keçi) de berekettir. Atın alnına da Kıyâmet gününe dek hayr bağlanmıştır." 178
Benâtu'l-leyl (gece kızları) sıfatıyla da anılan ibil’in (devenin) körpesine ba'îr denilir. Erkek ve dişisi de aynı adla anılır. Çoğulu (eb'ire) ve (bi'rân)dır. (şârık) ise yaşlı devedir. "Dediler ki: ‘Kralın su tasını kaybettik (onu arıyoruz). Onu getirene bir deve yükü (mükâfat) var. Ben buna kefilim" 179 âyetinin tefsirinde Mücâhid, ba'îri himâr (eşek) diye açıklamıştır. Bazı Araplar himâra ba'îr derlerse de bu, şâz bir söylemdir.
174] Hayât, 2/367
175] 16/Nahl, 80
176] 6/En'âm, 144
177] 88/Ğâşiye, 17
178] İbn Mâce, Ticârât 69
179] 12/Yûsuf, 72
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 47 -
Arapçada deveye verilen isimler çoktur, fakat en fazla kullanılanlar ibil, cemel, ba'îr, nâka, hecin, fâlic ve buht'tur. İbil, çöl şartlarına uygun, hârika hayvanlardandır. İri gövdeli, uysal, üstüne yüklenen ağır yüklerle yerinden kalkabîlen, yükleriyle birlikte çökebilen, yularını farenin dahi tutup götürebileceği kadar uysal bir hayvandır. Sırtına hevdec denilen, insanın bütün eşyasıyla birlikte içinde rahatça oturabileceği bir oda yapılır. İşte bunun için "Bakmıyorlar mı develere, nasıl yaratılmış?"180 âyetinde bu hârika hayvanın yaratılışına dikkat çekilmektedir.
Deve, ağır bir yükle çok uzak mesafeyi, birkaç hafta bir şey yiyip içmeden ve günde 200 km.ye kadar yürüyerek katedebilen tek hayvandır. Deve, gerektiğinde besin olarak kullanılmak ve birtakım karmaşık kimyasal işlemler sonucu suya çevrilmek üzere yağ depolayan hörgücü, tüm fırtınalarına karşı özel perdelerle donatılmış burnu, çift sıra kirpikli gözleri, içi tüylü kulakları, dikenli bitkileri yemeğe uygun sindirim sistemi, aşırı sıcak ve soğuğa dayanma kabiliyeti ve bir defada 60 litre su içebilmesi gibi özellikleriyle Allah'ın kudretinin açık bir göstergesidir. Güçlü bir hâfızası olan deve, fırtınalarda kum tepelerinin yer değiştirmesine rağmen çöllerde yolunu şaşırmaz. Çölde haftalarca süren uzun yolculuklarda zor duruma düşen Araplar, devenin vücudundaki sudan yararlanırlar. Bizansa karşı Ebu Ubeyde'ye yardım için ordusunu çölden geçirerek Irak cephesinden Suriye cephesine intikal ettiren Hâlid ibn Velîd, bu sayede askerlerini büyük bir felâketten kurtarmıştır. 181
“Bakmıyorlar mı o deveye; nasıl yaratıldı? Göğe, nasıl yükseltildi? Dağlara; nasıl oturtulup kuruldu? Yere; nasıl yayılıp döşendi? Artık sen, öğüt verip hatırlat. Sen, yalnızca öğüt verici bir hatırlatıcısın.”182 Bu âyette üzerinde dikkatle düşünülmesi ve ibret alınması gereken bir hayvandan, “deve”den bahsedilmektedir. Deveyi “özel bir canlı” yapan, en ağır şartlardan bile etkilenmeyen vücut yapısıdır. Bu öyle bir vücuttur ki, açlık ve susuzluğa günlerce dayanır, günler boyu, sırtında yüzlerce kilogram ağırlıkla yol katedebilir. Devenin kurak ortamlar için özel bir yaratılışla var edildiğini ve insanın hizmetine verildiğini göstermektedir. Devenin bu özel yaratılışını yakından görelim:
Besin deposu hörgüç: Bir yağ yığıntısı şeklindeki hörgüç, Hecin devesinin kıtlık ânında periyodik olarak beslenmesini sağlar. Hayvan bu sâyede üç hafta su içmeden yaşayabilir. Bu sırada vücut ağırlığının % 33’ünü kaybeder. Aynı şartlar altında insan, vücut ağırlığının % 8’ini kaybeder ve 36 saat içinde vücut suyunu tamamen yitirerek (normal şartlarda) ölür.
Isıya karşı yalıtkan kürk: Bu kürk, vücudunu sıcağa ve soğuğa karşı koruyan, su kaybını azaltan kalın ve keçeleşmiş tüylerden oluşmuştur. Hecin devesi gündüzleri iç sıcaklığını 41 dereceye kadar çıkararak terlemeyi geciktirir. Böylece su kaybını engellemiş olur. Kalın kürkü sâyesinde Asya’nın yazın artı 50 dereceye varan sıcağına, kışın ise eksi 50 dereceye kadar ulaşan soğuğuna dayanabilir.
Kumdan korunan baş: Kirpikleri birbiri içine geçebilen bir sisteme sahiptir. Herhangi bir tehlike ânında otomatik olarak kapanırlar. İç içe geçen kirpikler, hayvanın gözüne en ufak bir toz tanesinin bile girmesine izin vermezler. Burun
180] 88/Ğâşiye, 17
181] Ahmet Önkal, Nebi Bozkurt, Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 9/224
182] 88/Ğâşiye, 17-21
- 48 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ve kulaklar, kum ve tozdan korunması için uzun kıllarla kaplıdır. Uzun boynu yerden üç metre yükseklikteki yaprakları bile yemesine imkân tanır.
Her türlü araziye uygun ayaklar: Ayaklar, esnek bir yastıkla birleşmiş iki parmakla donanmıştır. Hayvanın toprağı daha iyi kavramasını sağlayan bu yapı, yağımsı dört toptan oluşmuştur. Her türlü arazi şartlarına uygundur. Tırnaklar ayağı herhangi bir çarpışmadan dolayı oluşacak zararlardan korur. Dizler bir boynuz kadar sert ve kalın bir zardan oluşan nasırla kaplıdır. Bu nasırlar hayvan kumlara yattığında onu aşırı sıcak olan zeminden ve yaralanmalardan korur.
Açlık ve susuzluğa olağanüstü dayanma yeteneği: Deve, 50 derece sıcaklıkta 8 gün aç-susuz kalabilir. Bu süre içinde toplam ağırlığının % 22’sini kaybeder. İnsan, vücudunda bulunan suyun % 12’sini kaybettiğinde ölürken; deve, vücudundaki suyun % 40’ını kaybettiği halde ölmez. Devenin susuzluğa dayanıklılığının diğer bir sebebi de, gündüz vücut ısısını 41 dereceye kadar çıkartan bir mekanizmaya sahip olmasıdır. Bu sâyede gündüz aşırı çöl sıcağında su kaybını minimum seviyede tutabilmektedir. Soğuk çöl gecelerinde ise vücut ısısını 30 dereceye kadar düşürebilmektedir.
Mükemmel su kullanım ünitesi: Develer, 10 dakikada ağırlıklarının üçte biri oranında su içerler. Bu miktar kimi zaman 130 litreyi bulabilmektedir. Bunun yanı sıra deve, insana oranla 100 kat daha geniş alanı kaplayan bir burun mukozasına sahiptir. Hayvan, çok büyük ve kıvrımlı burun mukozası sâyesinde, havadaki nemin % 66’sını yutabilmektedir.
Besinlerden ve sudan maksimum istifâde: Hayvanların çoğu, böbreklerinde biriken üre kana karıştığı anda zehirlenerek ölürler. Oysa deve, vücudunda oluşan üreyi defalarca karaciğerinden geçirerek, sudan ve besinlerden maksimum derecede istifâde edebilmektedir. Devenin kan ve hücre yapısı da, çöl şartlarında uzun süre susuz yaşayabilmesini sağlayabilecek şekildedir.
Hücre duvarları, hücrelerinin fazla su kaybetmesini engelleyecek bir yapıdadır. Kan yapısı ise, devenin vücudunda su minimuma indiğinde bile kan akışında bir ağırlaşmaya imkân vermeyecek biçimdedir. Ayrıca kanında, susuzluğa dayanıklılığı artıran albümin enzimi, diğer canlılardan daha fazla miktarda bulunmaktadır.
Devenin bir başka destekleyicisi de hörgücüdür. Hörgüçlerde vücut ağırlığının beşte biri kadar yağ depo edilmiştir. Devede yağın tek bir noktada toplanması, vücudun -yağa bağlı olarak- her yerinde yoğun oranda su atılmasını engeller. Bu da devenin suyu minimum oranda kullanmasına sebep olur. Bir hörgüçlü deve, normalde günde 30-50 kilogram besin alabilirken, zor şartlarda günde sadece 2 kg. kuru otla bir ay boyunca yaşayabilmektedir. Devenin ağız ve dudak yapısı, ayakkabı köselesini delecek kadar sivri dikenleri bile rahatlıkla yiyebileceği şekildedir. Dört yüzlü midesi ve sindirim sistemi ise önüne çıkan her şeyi öğütebilecek kadar güçlüdür. Normalde yiyecek sınıfına girmeyen kauçuk gibi maddelerden bile istifâde etmesini bilir. Kurak ortamlarda bu özelliğin ne kadar değerli olduğu açıktır.
Hortumlara ve fırtınalara karşı önlem: Devenin gözleri iki kat kirpiklidir. Kirpikler, kapan gibi iç içe geçerek, gözü şiddetli kum fırtınalarına karşı tam bir korumaya alır. Develer ayrıca burun deliklerini de kum girmesini engellemek
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 49 -
için kapatabilirler.
Kavurucu sıcağa ve dondurucu soğuğa karşı önlem: Bütün vücudunu kaplayan sık tüyler, çölün yakıcı güneşinin hayvanın derisine ulaşmasına engel olurlar. Bunlar aynı zamanda soğukta da hayvanın ısınmasını sağlarlar. Çöl develeri 70 derecelik sıcaklıktan etkilenmezken, çift hörgüçlü develer, sıfırın altında 52 derecelik soğuklarda yaşayabilmektedir. Bu tip develer, 4.000 metrelik yüksek yaylalarda bile hayatlarını sürdürebilmektedirler.
Kızgın kumlar için önlem: Bacaklarına oranla son derece büyük olan ayakları da özel olarak “dizayn” edilmiş, hayvan kuma batmadan yürüyebilsin diye genişletilip yayılmıştır. Ayak tabanlarındaki özel kalın deri ise kızgın çöl kumlarına karşı alınmış bir tedbirdir.
Tüm bu bilgilerin ışığında düşünelim: Deve, kendi vücudunu çöl ortamına göre kendisi mi ayarlamıştır? Burun mukozasını kendisi oluşturup, tepesindeki hörgücü o mu meydana getirmiştir? Ya da hortum ve fırtınalara karşı göz ve burun yapısını kendisi mi tasarlamıştır? Kan ve hücre yapısını, devenin kendisi mi “su harcamama esası” üzerine düzenlemiştir? Vücudundaki tüylerin dokusunu o mu seçmiştir? O mu kendisini “çöl gemisi”ne dönüştürmüştür?
Deve -canlıların tümünde olduğu gibi- elbette ki bunları yapamaz. “Bakmıyorlar mı o deveye, nasıl yaratıldı?” 183 âyeti, gerçekten de bu olağanüstü hayvanın varoluşunu en iyi biçimde açıklamaktadır. Deve de, diğer bütün varlıklar gibi yaratılmış, özelliklerle bezenmiş ve Allah’ın yaratmadaki üstünlüğünün bir işareti olarak yeryüzüne yerleştirilmiştir.
Deve, bu tür üstün fiziksel özelliklerle yaratılırken, insana hizmetle görevlendirilmiştir. İnsan ise, tüm varlık âleminin içindeki buna benzer yaratılış mûcizelerini görmek ve tüm varlıkların yaratıcısı olan Allah’ı bilip tanımakla, O’na ibâdet ve kulluk yapmakla… 184
Ağırlıkları kaldırabilmesi için uzun boyunlu yaratılmış olan deveye, sabrından ve susuzluğa dayanıklığından dolayı sefînetu'1-berr (kara gemisi) denilmiştir. Hz. peygamber'in hayatının önemli bir kısmı deve sırtında geçmiştir. Küçük yaşlarında amcalarının yanında, gençliğinde ve Hz. Hatice'nin ortağı olarak ticaret kervanlarını yönettiği dönemde develerle yakından ilgilenmiş, peygamberlikten sonra da hicret, gazalar ve hac münâsebetiyle develerden yararlanmış, Medine'deki evini de devesinin çöktüğü yere yaptırmıştır.
Bir hadis rivâyeti şöyledir: “Deveye sövmeyiniz Çünkü deve, (diyet verilmek sûretiyle) kan akıtılmasını önler, kızlara da mehir olarak verilir.”185 Bu hadîsin başka kaynağını bulamadım). Bu hadis rivâyeti, devenin değerine işaret etmektedir. Ayrıca peygamber (s.a.s.), tekrar edilmeyince, ezberlenen Kur'ân'ın bellekten gideceğini, bağlanmayan devenin kaçmasına benzetmiştir: "Muhammed'in nefsini elinde bulunduran Allah hakkı için Kur'ân, bağlı devenin çözülüp kaçmasından daha çabuk kaçar."186 İbn Ömer'in rivâyetinde ise: "Kur'an, bağlı deveye benzer. Deve, sahibi
183] 88/Ğâşiye, 17
184] Düşünen İnsanlar İçin, s. 37-42
185] Hayâtu'l-Hayavân, 1/23
186] Müslim, Müsâfirîn b. 33, h. 231; Dârimî, Fedâilu'l-Kur'ân 4; İbn Hanbel, Müsned 4/146, 150, 153, 397
- 50 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bağına dikkat ederse yerinde durur; dikkat etmezse seyplenip gider. Kur'an sahibi (hâfız) da gece gündüz okursa onu belleğinde tutar; okumazsa unutur." 187
Çeşitli yer ve toplumlara nisbetle farklı isimleri bulunan deve, son derece kindar bir hayvandır. Dişisiyle ancak senede bir kez ilişkide bulunur. Ancak anasına atlamaz. Rivâyete göre bir adam üstünü bir kumaşla örttüğü dişi devenin üstüne onun yavrusunu salmış. Erkek deve sonradan işin farkına varınca cinsel organını yaralamış ve kin beslediği adamı da sonunda öldürmüş. Benzeri bir olayda da işin farkına varan devenin intihar ettiği rivâyet edilir.
Cemel erkek deve demektir. Dişi deveye nâka denilir. Cemel'in çoğulu cimâl, ecmâl, cemâil, ve cimâlât gelir. Abdullah ibn Abbâs'a göre cimâlât, gemi halatı demektir. Sanki onun attığı kıvılcım, sarı gemi halatıdır"188 âyetinde cehennem ateşinin, halat gibi kalın kıvılcımlar attığı anlatılmaktadır.
A'râf Sûresinde ise devenin iriliği ile iğne deliğinin küçüklüğü arasında ilginç bir ilgi kurularak, inkârcı kâfirin cennete girmesinin imkânsızlığı anlatılır: “Bizim âyetlerimizi yalanlayan ve onlara inanmağa tenezzül etmeyenler var ya, işte onlara gök kapıları açılmayacak ve deve, iğne deliğinden geçinceye kadar onlar cennete giremeyeceklerdir! İşte suçluları böyle cezalandırırız.” 189
Ebû Eyyûb, Ebû Safvân gibi künyeleri bulunan cemel, özellikle Cemel Olayı denilen bir va'aya adını vermiştir. Talha ile Zübeyr'in başını çektiği, Alî'ye karşı başkaldırı hareketinde, Hz. peygamber'in zevcesi Hz. Âişe, deve üzerindeki hevdeci içinde yönettiği bu başkaldırı hareketi Cemel Olayı (Deve Olayı) adını almıştır.
Nâka: Dişi deveye verilen addır. Çoğulu nevak tenvuk gelir. Fakat vâv üzerine damme ağır olduğundan vâvla nûn'a yer değiştirilerek evnuk demişlerdir. Eynuk, Eyânik ve niyâk şeklinde de çoğulları vardır. Ümmü Bevv, Ümmü Hâil, Ümmü Mes'ûd gibi künyeler taşıyan nâkaya Bintu'l-fahl ve bintu niyâk da denilir. Yüce Allah, Salih Aleyhisselâm'a mûcize olarak bir nâka vermiştir: “Biz onlara, kendilerini sınamak için dişi deveyi göndereceğiz. Hele sen onları gözetle, sabret. Onlara, suyun aralarında paylaştırılacağını, (bir gün devenin ve bir gün de kendilerinin su içme nöbeti olacağını) haber ver; içme sırası kiminse o gelip suyunu alsın. Bir arkadaşlarını çağırdılar, o da bıçağı çekip (deveyi) kesti. Ama azabım ve uyarılarım nasıl oldu?” 190
91/Şems, 11-15. âyetlerde de azgınlığın, Semûd kavmini, yalanlamaya ve sonunda helâke sevk ettiği bildirilmektedir. İçlerinde türeyen en azgın biri (Kaddâr ibn Sâlif) veya onların en azgın grubu, bütün kavmi bozarak azdırmış, Peygamber'i yalanlamaya sevk etmiş; kendilerine gelen, Allah’ın elçisi Hz. Salih, bir mûcize olarak ortaya çıkarılan deveye ve onun su içme hakkına dokunmamalarını söylemiş; fakat onlar onu yalanlamışlar, peygamberliğini kabul etmemişler; deveyi ayaklarından biçerek öldürmüşler. Bu günâhları yüzünden Allah onların başlarına azap kırbacını indirip onları yerle bir etmiştir.
Şems sûresi, 14. âyette Semûd kavminin kestiği bildirilen nâka, kavmin mûcize
187] Buhârî, Fedâilu'l-Kur'ân 22; Müslim, Müsâfirîn 226; İbn Hanbel, Müsned 2/17, 23, 30, 64, 112
188] Mürselât: 33/33
189] 7/A'râf, 40
190] 54/Kamer, 27-30
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 51 -
istemeleri üzerine Hz. Salih 'e mûcize olarak verilmiş olan devedir. Müfessirler bu devenin kayanın içinden çıktığını söylerler ve devenin vasıfları, öldürülmesi hakkında hayli ayrıntılara girerler ki bu ayrıntıların sağlam bir temeli yoktur. 191
Hadîslerde de nâka çok geçer. Bunlardan ikisi şöyledir: "Bir adam, yıllarıyla bir deveyi getirip: Bu, Allah yolunda sadakadır, dedi. Peygamber (s.a.s.): “Buna karşılık sana Kıyâmet gününde yedi yüz yularlı deve verilecektir” buyurdu." 192
"Bir adam da Peygamber’e (s.a.s.) gelip: Yâ Rasûlallah, devemi salıverip Allah'a tevekkül edeyim (mi?) dedi. Peygamber (s.a.s.): “Hayır, önce onu bağla, sonra Allah'a tevekkül et!” dedi.193 Tirmizî, Enes'ten garîb bir rivâyet olarak nitelediği bu hadîsi biraz farkla şöyle vermektedir: "Bir adam geldi, 'Yâ Rasûlallah, dedi, onu bağlayıp mı tevekkül edeyim, yoksa salıverip mi tevekkül edeyim?' Peygamber (s.a.s.): 'Bağla da tevekkül et' dedi." 194
Bedene: Çoğulu budun yahut (budn)dür. İri, bedenli hayvanlar olduğu için büyük baş hayvanlardan deve ve sığıra beden denilir. Fakat Nevevî'ye göre bedene, kurbanlık yaşına gelmiş deveye denilir. Dilcilere göre bu isim, hem deve, hem sığır için kullanılır. Ancak Müslim'de bulunan bir hadîs, bu adın, sırf develere özgü olduğunu gösterir: "Cuma günün olunca melekler mescidin kapısında durur, ilk gelenleri yazarlar. En erken gelen bir bedene kurban etmiş sevabı alır. İkinci gelen bir sığır kurban etmiş sevabı alır. Üçüncü gelen, boynuzlu bir koç kurbanı sevabını alır. Dördüncü gelen bir tavuk sadaka vermiş sevabı alır. Beşinci gelen bir yumurta sadaka vermiş sevabı alır. İmam Minbere çıkınca melekler defterlerini kapatıp hutbeyi dinlerler" 195
Hac Sûresinde, Kâbe'ye takdîm edilen bedene'nin çoğulu budn geçmektedir: "Biz o kurbanlık develeri de size Allah'ın (dîninin) işaretlerinden yaptık. Onlarda sizin için hayır vardır. Onlar ön ayaklarını sıra halinde yere basmış durumda iken üzerlerine Allah'ın adını anın (da boğazlayın) yanları yere düş(üp canları çık)ınca da onlardan yiyin, kanâat eden (fakîr)e de; isteyen(fakîr)e de yedir in. O(kocaman hayva)nları, size böyle boyun eğdirdik ki şükredesiniz. Onların etleri ve kanlan Allah'a ulaşmaz. Fakat sizin takvânız O'na ulaşır. Allah onları size böyle boyun eğdirdi ki, sizi doğru yola ilettiği için O'nun büyüklüğünü anasınız. (Ey Muhammed), güzel davrananları müjdele." 196
Kâbeye ilk bedene kurbanı takdim eden, İlyâs ibn Mudar'dır. Bu zâtın, Kâbe yıkıldıktan sonra İbrâhîm Makamını ilk kuran kişi olduğu söylenir.
Râhile Yola gitmeğe, yük taşımaya uygun, güçlü dişi deveye râhile denilir. Deve üzerinde bu bilgiyi verdikten sonra Demîrî, deve üzerine yapılan meselleri (deyimleri, atasözlerini) verir. Bu deyimlerden biri de Hz. peygamber'in şu sözüdür: "İnsanlar deve gibidir. Yüz tane deve olur da içinde bir tane râhile (yük taşıyan, işe yarayan) biri olmaz." (Râhile, yük taşıyan, güçlü, güzel devedir. Hadîs, insanlar içinde güçlüklere dayanabilen, halinden memnun insan az olduğunu anlatmaktadır.)197 Hadisteki bu ifâde,
191] Câmiu’l-Beyan, 30/214; Fethu’l-Kadîr, 5/449
192] Müslim, İmâret 131; Nesâ'î, Cihâd 46; Dârimî, Cihâd 12; İbn Hanbel, Müsned 4/121, 5/274
193] İbn Adî, el-Kâmil, Beyhakî, es-Sünen
194] Tirmizî, Sıfatu'l-Kıyâmet 60
195] Buhârî, Cum'a 31; Müslim, Cum'a 24; Nesâ'î, İmame 59, Cum'a 13-14; İbn Mâce, İkamet 82; Dârimî, Salât 193; İbn Hanbel, Müsned 2/239, 259, 272, 280, 457, 460, 505
196] 22/Hacc, 36-37
197] Buhârî, Rikak 35; Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 232; Tirmizî, Edeb 82; İbn Mâce, Fiten 16; İbn Hanbel, Müsned 2/7, 44, 70, 88, 90, 121-123, 139'
- 52 -
KUR’AN KAVRAMLARI
insanlar içinde halinden memnun olanın çok az olduğunu anlatır.
At
Feres: At demektir. At sürüsü anlamına gelen tekilidir. Feres'in çoğulu efrâsdır. Atın çok ismi vardır. Cevâd, hisân da at demektir. Tabii bu isimlerin her biri, atın bir çeşidini gösterir. 38/Sâd, 33. âyette Süleyman’ın (a.s.), kendisine verilmiş olan ciyâd’ı (sâf kan Arap atlarını) yoklayıp okşadığı belirtilir.
“Binmeniz ve süs için atları, katırları ve eşekleri (yarattı) ve daha sizin bilmediğiniz nice şeyler yaratmaktadır.”198 Bu âyette Allah'ın, insanların binmeleri, kendilerine süs ve san olmak için atlar, katırlar, eşekler yarattığı ve daha bilmedikleri nice şeyler yaratmakta olduğu belirtilmektedir. “Kadınlardan, oğullardan, kantarlarca yığılmış altın ve gümüşten, salma atlardan, davarlardan ve ekinlerden gelen zevklere aşırı düşkünlük, insanlara süslü (câzip) gösterildi. Bunlar, sadece dünyâ hayâtının geçimidir. Asıl varılacak güzel yer, Allah'ın yanındadır.” 199 Bu âyette de el-haylu'l-musevveme, İnsana doğal olarak sevdirilen şeyler arasında anılmaktadır. Hayl: bir şeyi düşünmek, sûretini hayalinde taşımak demektir. Herhalde sür'atle koşup gözden kaybolarak hayali düşüncede kaldığından atlara hayl adı verilmiştir. Hayl, hem at sürüsü, hem de güzel yahut işaretli anlamlarına gelir. el-Haylu'l-musevveme otlağa salınmış atlar, yahut çok güzel veya işaretlenmiş, damgalanmış atlar anlamına gelir. Âyette at sevgisinin doğuştan gelen bir tutku olduğu belirtilmektedir. Şimdi at sevgisinin yerini otomobil sevgisi almıştır.
“Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihâd için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın. Bununla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah'ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız tam olarak size ödenir, hiç haksızlığa uğratılmazsınız.”200 Bu âyette müslümanlara, Allah'ın ve müslümanların, bilinen ve bilinmeyen düşmanlarını korkutmak, sindirmek, İslâm’a başkaldırmalarını önlemek için gerekli at ve her türlü kuvvet hazırlamaları, bu uğurda Allah için mal harcamaktan geri durmamaları emrediliyor ve Allah yolunda harcadıklarının, eksiksiz olarak kendilerine verileceği vurgulanıyor.
Âyette, bilinen ve bilinmeyen Allah düşmanlarını korkutmak, onların müslümanlara saldırı cesaretlerini kırmak için elden geldiğince kuvvet hazırlanması emredilmektedir. Kuvvet, savaş için gerekli her şeydir. Bir zaman at, ok, yay, kılıç, kalkan savaş aracı idi. Peygamber (s.a.s.) zamanında savaş bunlarla yapıldığından âyette genel anlamda söylenen kuvvet yanında özellikle savaş için bağlanan atların hazırlanması emredilmiş; Peygamber’in (s.a.s.) hadîslerinde de savaş için at beslemenin fazileti üzerinde durulmuştur. Bundaki amaç sadece at hazırlamak değil, zamanın gereğine göre savaş aracı hazırlamaktır. At burada kuvveti temsil etmektedir. Zaten Peygamber (s.a.s.): "İyi bilin ki kuvvet atmaktır!"201 sözünü üç defa yineleyerek atım tarzındaki silâhların önemini belirtmiştir.
Allah'ın Elçisi, ata binmek, ok atmak gibi savaş eğitimleri yapmaya teşvik
198] 16/Nahl, 8
199] 3/Âl-i İmrân, 14
200] 8/Enfâl, 60
201] Müslim, İmâret 167; Ebû Dâvûd, Cihâd 23; Tirmizî, Tefsîr, sûre 8; İbn Mâce, Cihâd 19; Dârimî, Cihâd 14; İbn Hanbel, Müsned 4/157
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 53 -
etmiş: "Atınız, bininiz; atmanız, binmenizden daha iyidir!"202 hadîsleriyle de atış eğitiminin önemini vurgulamıştır. Başkalarına saldırmak için değil, fakat saldırıyı önlemek için savaşa hazırlıklı olmak gerekir. "Hazır ol cenge eğer, ister isen sulh-u salâh." İslâm’ın amacı özgürlük ve barışı korumaktır.
“Allah'ın, onlardan Elçisine verdiği ganimetlere gelince, siz (onu elde etmek için) üzerine ne at, ne de deve sürdünüz. Fakat Allah, elçilerini, dilediği kimselerin üzerine salar (onlara üstün getirir). Allah her şeyi yapabilir.”203 âyetinden de atın bir savaş aracı olduğu ve savaşta at kullanmanın, bir külfet ve masrafı gerektirdiği, bu tür harcamaları yapmanın elbette bir ağırlığı olacağı anlaşılır.
Berâ ibn Âzib'in rivâyetine göre sahâbîlerden biri, Kur'ân okuyordu, yanında da bir kısrak bağlı idi. Adamın üst tarafında peyda olan bir bulut gittikçe yaklaşmaya başladı. O kadar ki at ürktü. O sahâbî, olayı Peygamber'e anlattı, Peygamber (s.a.s.): "O sekînedir, Kur'ân için inmiştir!" dedi. 204
Aslında bu olay, Buhârî'nin kaydettiği, Useyd ibn Hudayr'in menkıbesi olarak aktarılan olaydır. Şöyle ki: "Useyd, bir gece Bakara veya Kehf Sûresini okuyordu. Atı da yanında bağlı idi. O Kur'ân okurken atı, yerinde şahlanmaya başladı. Useyd sustu, at sakinleşti. Useyd, atın, hemen yanıbaşında bulunan oğlu Yahya'yı çiğneyeceğinden korktuğu için okumayı kesti. Oğlunu beriye çekerken başını kaldırıp göğe baktı, gökte bir ışık kümesi gördü. Sabahleyin olayı anlattığı Allah'ın Elçisi ona: “Ey Hudayr oğlu oku(saydın, ey Hudayr oğlu oku(saydın)” dedi. Useyd: Yâ Rasûlallah, atın, Yahya'yı çiğneyeceğinden korktum, onun için gidip çocuğu aldım, başımı kaldırıp göğe baktım, gökyüzünde bulut gölgesi gibi bir şey içerisinde kandiller gibi bir ışık kümesi gördüm. Bu beyaz gölge tabakası içinde bulunan ışık kümesi, göğe doğru çekildi, artık onu göremez oldum. Allah'ın Elçisi (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Onlar ne idi, biliyor musun?” Useyd: Hayır, dedi. Allah'ın Elçisi buyurdu ki: “Onlar meleklerdi. Senin sesine gelmişlerdi. Eğer okumaya devam etseydin, sabaha dek seni dinlerlerdi. İnsanlar da (sabahleyin) bakıp onları görürdü. İnsanlardan gizlenmezlerdi.” 205
Tarihten önceki dönemlerden beri Asya ve Avrupa'nın çeşitli yerlerinde yabanî halde yaşayan atların, evcilleştirilerek insan hizmetinde kullanılması, büyük bir evrim sayılır. Zîrâ ot yiyen hayvanlar arasında adale gücü en fazla, doğal zorluklara en dayanıklı, değişik iklimlerde yaşayabilen ve sürekli hızda rakipsiz olan at, tarihi ve sosyal hayatta olduğu gibi din, edebiyat ve sanat alanlarında da büyük gelişmelere imkân vermiştir. İlk defa at sayesinde fark edilen sür'at kavramı, mesafelerin kısalması ve kazanılan zaman dolayısıyla insanlığa derin bir zihniyet değişikliği getirmiş, özel bir meharet ve cesaret isteyen ata binme işi, at üstünde olana, yayalar üzerinde egemenlik kurma yolunu açmıştır.
Ülke, nüfus miktarı, idare bakımlarından dar sınırlar içinde kapalı eski site devleti sınırlarını aşarak kıtalara yaygın, çok uluslu ve o nisbette hukukî toleransa sahip geniş imparatorluklar kurma şartlarını hazırlamış ve atın özellikle savaş aracı olarak kullanılması dünya savaş tarihinde, orduların makineleştirildiği ikinci dünya savaşına kadar "at çağı" dönemini başlatmıştır. Atın ehlîleştirilmesi,
202] Ebû Dâvûd, Cihâd 23; Nesâ'î, Hayl 8; İbn Mâce, Cihâd 19; Dârimî, Cihâd 14
203] 59/Haşr, 6
204] Buhârî, Fedâilu'l-Kur'ân 11; Müslim, Müsâfirîn 240-241
205] Buhârî, Fadâilu'l-Kur'ân, Bâbu Nüzûli's-Sekîneh
- 54 -
KUR’AN KAVRAMLARI
günümüzde uzay çalışmaları kadar uygar bir atılım olarak görülmektedir. Tarihte ilk defa atı kimlerin evcilleştirdiği üzerinde çeşitli varsayımlar öne sürülürse de bunu ilk defa Türklerin yapmış olması kuvvetle muhtemeldir.
At Eti: Kur'an-ı Kerîm'de atlardan savaş aracı olarak söz edilir. “Allah, binmeniz ve süs hayvanı edinmeniz için atları, katırları ve merkepleri yarattı.”206 Hz. Peygamber, Kur'an'da haram olduğu bildirilen hayvanların dışında, bazı hayvan isimleri vererek veya vasıflarını belirterek bu konuda yasaklar koymuştur.
Câbir’den (r.a.) rivâyete göre, şöyle demiştir: "Nebî (s.a.s.), Hayber gününde bizi katır ve merkep (eti yemek)'ten menetti. Bize atı yasaklamadı." 207
Diğer yandan Hz. Peygamber'in at etini yasakladığına dair de birtakım rivâyetler gelmiştir. 208
Yukarıdaki delillere göre, İmam Ebû Yusuf, İmam Muhammed, İmam Şâfiî ve İmam Ahmed b. Hanbel, prensip olarak at eti yemenin câiz olduğuna hükmetmişlerdir. Ebû Hanîfe ise bu konuda, yasak bildiren hadisleri de dikkate alarak at etinin tenzihen mekruh olduğunu söylemiştir. Mâlikîlerin meşhur görüşüne göre ise, at eti yemek haramdır. 209
Hadiste at etinin yasaklanması necis (pis) oluşundan dolayı değil, zamanında cihat aracı olduğu için hürmetendir. Bu yüzden onun artığı da necis sayılmamıştır. 210
At Sütü: Eti yenen hayvanların ve insanın sütü temizdir. Domuz, merkep, katır gibi eti haram kılınan hayvanların sütü ise necis olup, yenilemez. Atın sütüne gelince, bazı âlimler, bunun içilmesinde bir sakınca yoktur, demişlerdir. Çünkü atın sütünün içilmesinde savaş vasıtasını zayıflatma yoktur. Diğer yandan bazı hadislerde at etinin yasaklanması, onun necis (pis) sayılmasından değil, önemli bir savaş aracı olmasından dolayıdır. Fıkıh kaynaklarında had cezaları açıklanırken at sütü için mubah denilmiş, bu sütü içenin cezası hakkında; "Beng gibi, kısrak sütü gibi mubah olan bir şeyden olan sarhoşluk, had cezasını gerektirmez" ifadeleri kullanılmıştır.
Ebû Hanîfe'ye göre at etinin mekruh sayılmasının illeti, atın bir savaş aracı olması, savaşa ara verilmesin, ordunun gücü azalmasın diyedir. Bu yüzden, bu kerâhet onun sütüne sirâyet etmez. Yani onun sütü helâldir. Zaten atın etini meşrû sayanlara göre, sütünün de meşrû olması asıldır. 211
Ebâbil Kuşları
Kâbe'yi yıkmak üzere büyük bir orduyla gelen Yemen valisi Ebrehe'nin
206] 16/Nahl, 8
207] Buhârî, Cihad, 130; Meğâzî, 35, 62; Zebâih, 27, 28; Ebû Dâvûd, Cihâd, 45, 63, 98; At'ime, 33; Nesâî, Hayl,1; İbn Hanbel, VI, 346
208] Ebû Dâvûd, At'ime, 25; Nesâî, Sayd, 30; İbn Mâce, Zebâih, 14
209] Zeylaî, Nasbu'r-Râye, IV, 196, 198; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, I, 455
210] İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtâr, Terc. A. Davudoğlu, İstanbul 1987, XV, 234; Seyyid Sabık, Fıkhu's-Sünne, Kahire, (t.y),III, 254, 255; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletühû, Dimeşk, 1405/1985, III, 508, 509; Hamdi Döndüren, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 174
211] İbn Mâce, Zebâih, 12; Ebû Dâvud, At'ime, 25; Nesâî, Sayd, 30; A. b. Hanbel, VI, 346; İbn Âbidîn Terc., XV, 234, 235, XVI 70, 71; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletühû, I,144, 145; Hamdi Döndüren, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 174
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 55 -
ordusuna saldıran kuşlara ebâbil kuşları denir. Ebâbil, Arapça'da "bölükler, sürü, sürüler" demektir. Kelime, Kur'ân-ı Kerim'de Fil sûresinin üçüncü âyetinde geçmektedir. Fil sûresinde olay şöyle anlatılmaktadır: "Görmedin mi Rabbin fil sahiplerine ne yaptı? Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı? Üstlerine sürü sürü kuşlar gönderdi. Onlara çamurdan sertleşmiş taşlar atıyorlardı. Nihâyet onları yenilmiş ekin yaprağı gibi yaptı." 212
Bu olay Hz. Peygamber'in doğduğu yıl olmuş ve orduda bulunan fil/fillerden dolayı Araplar arasında "Fil Vak'ası", geçtiği yıl ise "Fil Yılı" olarak meşhur olmuştur. Olay kaynaklarda şöyle zikredilmektedir:
Habeşistan Kralı Necâşi Ashame'nin, Yemen'e hükümdar tâyin ettiği Ebrehe b. Sabbah el-Eşrem, Mekke'ye giden kervan ve Kâbe ziyaretçilerini çekmek ve San'a şehrini ticaret merkezi haline getirmek üzere burada Kulleys veya Kalis denilen bir tapınak (kilise) yaptırdı. Ancak tapınağa gelen olmadığı gibi Fukaym kabilesine mensup bir Arap veya bir grup Arap kiliseye girerek pislediler. Bunu öğrenen Ebrehe çok kızdı ve Kâbe'yi yıkacağına yemin etti. Büyük bir ordu ve gâyet iri cüsseli "Mamud" adlı fili önde olduğu halde Mekke'ye yöneldi. M.S. 570 veya 571 yılında altmış bin asker ve on yahut dokuz fille yola çıktı. 213
Ebrehe yolda Yemen kralı Zû Neferi bozguna uğrattı, ardından Has'amlıları yendi ve bunların Nufeyl b. Nubeyb adındaki liderinin hayatını bağışlayarak kendisine Mekke'ye gidişte rehber yaptı. Taif'teyken Sakif'liler tanrıları Lât'ı korumak uğruna Ebrehe ile işbirliğine yanaşıp Ebû Regal'i ona rehber olarak verdiler. Ebrehe'nin fillerin desteğindeki muazzam ordusunun karşısında hiçbir ordu dayanamadı ve Kureyş'liler bu gelişe bakarak Kâbe'nin yıkılacağına kesin olarak inanmaya başladılar.
Mekke yakınında Mugammes denilen yerde Ebrehe ordusu çadırlarını kurdu ve çevredeki Mekke'lilere âit develeri yağmaladılar. Burada, Ebû Regal öldü. Develerin içinde Abdülmuttalib'in de iki yüz devesi vardı. Ebrehe'nin elçisi Hınata el-Himyeri Mekke'ye giderek Kureyş'lilerin ileri gelenleriyle görüştü ve "Kâbe'yi tavaf etmeyi bıraktıkları takdirde onlara saldırmayacaklarını" söyledi. Onlara sadece Kâbe'yi yıkmak için geldiklerini, kendileri ile savaşmayacaklarını bildirdi. 214
Abdülmuttalib, "Biz onunla savaşmak istemiyoruz, buna gücümüz de yetmez. Orası Beytullah'tır, eğer korursa O (Allah) Harem'i korur" dedi; develerini görüşmek üzere Ebrehe'nin yanına vardı. Abdülmuttalib'e iyi davranan ve önce onu takdirle karşılayan Ebrehe, Abdülmuttalib develerini isteyince şöyle dedi: "Seni ilk gördüğümde gözüme büyük bir şahsiyet olarak görünmüştün. Ama sen Kâbe'nin korunmasını isteyeceğin yerde develerinin peşine düşünce gözümden düştün." Abdülmuttalib, "Ben develerin sahibiyim. Kâbe'nin de sahibi var, O onu korur" dedi.
Abdülmuttalib develerini alıp Kureyş'lilerin yanına döndü, onlara olup biteni anlattı ve hepsi, muhtemel bir katliâma karşı Mekke'den ayrılıp dağlara çekildiler. Sabaha karşı Ebrehe, Mekke'ye ilerledi. Mamud denilen büyük fil, şehre yaklâşınca yere çöküverdi; kalkması için çok uğraştıkları halde kalkmadı. Öteki
212] 105/Fîl, 1-5
213] İbnü'l-Esir, el-Kâmil fi't Târih, Nşr: Tornberg, Beyrut 1965, I, 442
214] İbnü'l-Esir, a.g.e., s.443
- 56 -
KUR’AN KAVRAMLARI
fillerin de, Kâbe yönünde sürüldüklerinde yere çöktükleri, başka bir yöne yöneltildiklerinde koşarak kaçmaya çalıştıkları görüldü. Bu mûcizeyi olayın sıhhati Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Kusva adlı devesinin Mekke yakınlarında çökmesi olayında, Nebi’nin (s.a.s.) söylediği sözlerle sâbit olmuştur: Devesi çökünce Rasûlullah'ın ashâbı, "Deve çöktü" dediğinde, Rasûlullah; "Hayır, Kusva çökmedi, yalnız onu 'Fili engelleyen' engelledi" buyurmuştur. Buhâri ve Müslim'de, Rasûlullah’ın (s.a.s.) Mekke'nin fethi günü şöyle dediği nakledilmektedir: "Yüce Allah filleri Mekke'ye girmekten alıkoydu. Ama Rasûlünü ve mü'minleri oraya gönderdi. Dün olduğu gibi bugün de oranın hürmeti iâde olmuştur. Dikkat edin, hazır olan olmayana bildirsin. "
Ebrehe ordusu Mekke'ye girerken deniz tarafından, daha önce o bölgede hiç görülmemiş, kırlangıca benzer kuş sürüleri bir anda ortaya çıkarak Ebrehe ordusuna saldırdılar. Gaga ve pençelerinde taşıdıkları taşları ve çamurdan balçıkları askerlerin üzerine bıraktıklarında onlar, kurumuş, paramparça olmuş ağaç yaprakları gibi dağıldılar. Rehberleri Nufeyl kaçtı, askerler kuş saldırısında telef olup feci şekilde öldüler; yolda kalanlar, geriye dönenler de helâk oldular. Mekke'liler bu mûcizeyi dağlardan seyrederken Allah'ın irâdesi karşısında hayret ve dehşet içindeydiler. Ebrehe, bu saldırıda etleri parçalanmış, çürümüş halde San'aya dönerken, Hasm kabilesinin yaşadığı bölgede göğsü ikiye yarılarak acıklı şekilde öldü. 215
Kuşlar ve attıkları taşlar hakkında çeşitli rivâyetler vardır. Bu olay Rasûlullah'ın dünyaya geldiği yılda vukû bulduğundan, Peygamberimizin ilk mûcizelerinden sayılmıştır. Muhammed b. İshak ve İkrime o yıl çiçek hastalığının Mekke'de yaygınlaştığını söylemişlerdir. Muhammed Abduh (ö. 1905) bu rivâyetlerden hareketle Kur'ân'da geçen "Tayran Ebâbile" ifâdesiyle kastedilenin "sinekler" olduğunu ayaklarında salgın hastalık mikrobu taşıyan sinek sürülerini Allah'ın, Ebrehe ordusuna musallat kıldığını belirtmektedir. Yeryüzünün en ihtişamlı ordusu ve hayvanları (filleri) ile gelen Ebrehe ve ordusunu Allah, bir ibret olsun diye gözle görülemeyen küçük canlılarla mikroplarla helâk etmiştir. Bu görüşü yukarıda zikrettiğimiz gibi daha önce ilk siyercilerden Muhammed b. İshak da kaydetmiştir.
Bu tefsirde önemli olan husus; Muhammed Abduh, Reşid Rıza ve diğer bazı müfessirlerin; Allah'ın, olağanüstü, fevkalâde, harikulâde mûcizesi ile bu Allah düşmanı orduyu helâk edişini dile getirmeleridir. Tefsirlerde kuşların mâhiyeti hakkında değişik görüşler bulunmaktadır. İbn Abbas ile Dahhak, Ebâbil'i "birbiri arkasından gelenler" diye yorumlamışlardır. Hasan-ı Basri ile Katâde, "çok" mânâsına; İbn Zeyd "çeşitli, sağdan soldan gelenler" mânâsına; Mücâhid, "toplu halde arka arkaya gelen" mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Kuşların, bölük bölük, karışık türde oldukları anlaşılmaktadır. Rivâyetlerde kuşlar; kırlangıca, kekliğe, sığırcığa, yarasaya, hatta "zümrüdü anka"ya benzetilmektedir.
"Siccil" kelimesi, taş ve çamur demektir. Yahut çamurla sıvanmış taş anlamına gelir. "Asf" kelimesi, ağaç yaprağı anlamına gelir. Haşerelerin ağaç yaprağını yiyip ufalttıklarında yaprak yenik yenik hale gelir ki, sûrede anlatılmak istenen budur.
215] Kadı Beydâvî, Envârü't-Tenzil, Fil Sûresi tefsiri
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 57 -
Sûrenin anlamı; Allah'ın, Kâbe'nin müdafaasını müşriklere bırakmadığını, saldırganları alışılmadık şekilde helâk ettiğini bize anlatmaktadır. Fil olayı, Müzdelife ve Mina arasındaki Muhassab vadisi arasında bulunan Muassıb'da meydana gelmiştir. Müslim ile Ebû Dâvûd, Câbir'den rivâyetle onun şöyle dediğini yazarlar: "Rasûlullah Müzdelife'den Mina'ya hareket ettiği zaman Muassıb vadisin de hızlanmıştı." İmam Nevevî bunu şöyle izah etmiştir: "Ashâb-ı Fil olayı burada cereyan etmiştir. Onun için, sünnet olan, hacıların buradan hızla geçmesidir"
İmam Mâlik de Hz. Peygamber'den, "Müzdelife durma yeridir, ama Muassıb vadisinde durulmamalıdır" hadisini nakleder. Müşrik Kureyşlileri bu olay o kadar etkilemiştir ki, üç yüz altmıştan fazla Kâbe putunu unutup yedi yahut on sene Allah'a tapmışlardır. Fil sûresin de Allah, Ashâb-ı Fil'in acı âkıbetinin fecâatine sadece ana hatlarıyla değinmiş ve müşriklere, Hz. Muhammed’in (s.a.s.) dâvetine karşı çıktıklarında, onların başlarına gelebilecek acıklı azabı hatırlatmıştır. 216
Bakar: Öküze verilen cins ismidir. Dişi ve erkek için kullanılır. Tekili “bakara”dır. Tekilinin sonuna gelen tâ, te'nîs (dişil) tâsı değil, birlik bildiren tâdır. Bakar'ın çoğulu bakarâttır. Ancak Kâmil 'in açıklamasına göre sığırın erkekle dişisini ayırdetmek için erkeğe bakar, dişiye bakara denmiştir. Bâkır ise çobanıyla birlikte sığır sürüsüdür. Alî Zeyne'l-âbidîn'in oğlu Muhammed, ilmin derinlikleri içine girebildiğinden dolayı “Bâkır” sıfatıyla anılmıştır.
Bakar (öküz), güçlü, çok yararlı, çift tırnaklı ve geviş getiren memeli bir hayvandır. Burulmamış erkeğine boğa, dişisine inek, burulmuş erkeğine öküz, yeni doğmuş yavrusuna buzağı, bir yaşına kadar olan yavrulara dana, iki yaşına kadar olanların erkeğine tosun, dişisine düve denilir. Öküz, eskiden koşum hayvanı olarak çok kullanılırdı. Ancak traktörün çıkmasıyla öküze olan ihtiyaç yok denecek kadar azaldı. Şimdi sığır daha çok kesim için yetiştirilmektedir.
Allah onu insanın hizmetine verdiği için, çok güçlü olmasına karşın, yırtıcı hayvanlar gibi güçlü bir silahla donatılmamıştır. Sığırın evcilleştirilmesi, 4500 yıl kadar gerilere gider. Önceleri açlık günleri için yedek et rezervi sayılan sığırlar, daha sonra özellikle sütü için yetiştirilir oldu. Öküzün çeşitleri vardır. Camus, öküzün daha irisi ve daha güçlüsüdür. Dişi camusun sütü de daha boldur. Kur'ân-ı Kerîm'de önce 12/Yûsuf Sûresinin 43 ve 46. âyetlerinde Yûsuf (a.s.) dönemindeki Firavun'un gördüğü rüyânın anlatımında geçer. En'âm Sûresi, 144-146. âyetlerde de zikredilir.
Bakara Sûresinde, vukubulmuş bir cinâyet olayında katilin ortaya çıkarılması için İsrâîloğullarına bir sığır kesmelerinin emredildiği anlatılır:
Bakara Olayı
Bakara sûresine de bu adın verilmesine sebep olan “bakara olayı” Bakara sûresi, 67-73. âyetlerde açıklandığı üzere, Hz. Mûsâ döneminde meydana gelmiştir. Tefsirlerde geçtiği şekilde olay şöyle gelişmiştir: İsrâiloğulları içinde zengin bir adam vardı. Bunun da bir kızı ve fakir bir yeğeni vardı. Yeğeni amcasından kızını istedi. Adam kabul etmedi. Genç de buna kızarak “yemin ederim, amcamı öldürüp malını da kızını da alacağım” dedi. Delikanlı amcasına gelerek; “amca, şuraya tâcirler/satıcılar gelmiş, onlara gidelim de bir şeyler satın alayım.
216] M. Sait Şimşek, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 2, s. 1-2
- 58 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Seni yanımda görürlerse bana mal verirler” dedi. Amcası da geceleyin yeğeni ile birlikte çıktı. Yeğeni yolda onu öldürüp evine döndü. Sabah olunca da, hiçbir şey bilmiyormuş gibi amcasını aramaya başladı. Bulamayınca akşamki yere doğru gitti. Birkaç kişi amcasının başında toplanmıştı. Onlara: “amcamı siz öldürdünüz” diyerek diyetini istedi. Ağlayıp üstünü başını yırtmaya başladı.
Durumu Hz. Mûsâ’ya arz etti. Hz. Mûsâ da onlara diyet vermelerini emretti. Onlar da; “Yâ Mûsâ, biz katil değiliz; Rabbine duâ et, katili meydana çıkarsın” dediler. Mûsâ (a.s.) da onlara bir inek kesmelerini, etinden bir parçayı maktûle dokundurmalarını söyledi. Onlar da “böyle şey olur mu?” diye garipsediler. Hz. Mûsâ’nın bu talebinden kurtulmak ve başlarından savmak için ineğin nasıl bir inek olduğunu sordular. Her seferinde Hz. Mûsâ’ya karşılık vererek bu emri hemen yerine getirmekten kaçındılar. Çok uzun tereddütlerden sonra vasıfları yukarıdaki ilgili âyetlerde belirtilen ineği bulup kestiler. Etinin bir kısmını maktûle dokundurunca maktûl dirilip kendisini yeğeninin öldürdüğünü söyledi ve tekrar düşüp öldü. Bunun üzerine katile miras vermediler; bu olaydan sonra da bu hüküm devam etti.
Tefsirlerde anlatılan bu olay, Kitab-ı Mukaddes’te de geçmektedir.217 Bu olayda, öldükten sonra dirilmeye açık işaret olduğu gibi; yahudileşen İsrâiloğullarının Mısırlılardan görerek benimsedikleri sığıra tapma olayının kaldırılması, tanrılaştırılan sığırın kesilip âcizliğinin vurgulanması vardır.
Buzağı
Icl: İneğin yavrusudur (buzağı). Çoğulu ucûl gelir. Tekili için iccûl, bunun çoğulu olarak da acâcîl, dişisi için de ıcle denilir. Deylemî'nin Müsned'inde Hz. peygamber'in: "Her ümmetin bir ıcli vardır, bu ümmetin ıcli de dînâr ve dirhemdir" 218 dediği rivâyet edilmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm'de ıcl kelimesi, İsrâîloğullarıyla ilgili olarak geçmektedir: “Mûsâ kavmi kendisin(in, Rabbi ile mülâkata gitmesin)den sonra kendilerinin zinet takımlarından yapılmış böğürmesi olan bir buzağı heykelini (tanrı diye) benimsediler. Görmediler mi ki o, ne kendilerine söz söylüyor, ne de onlara yol gösteriyor? Onu benimsediler ve zâlimler(den) oldular. Ne zaman ki (pişmanlıklarından ötürü) başları elleri arasına düşürüldü ve kendilerinin gerçekten sapmış olduklarını gör(üp anla)dılar, dediler ki: ‘Eğer Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa, elbette ziyana uğrayanlardan oluruz!’ Mûsâ, kavmine kızgın ve üzgün bir halde dönünce: ‘Benden sonra arkamdan ne kötü işler yaptınız? Rabbinizin emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz?’ dedi, levhaları yere attı ve kardeşinin başını tutup kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi): ‘Anamın oğlu, dedi, bu insanlar beni hırpaladılar, az daha beni öldürüyorlardı. (Ne olur) Düşmanları üstüme güldürme, beni bu zâlim kavimle beraber tutma!’ (Mûsâ): ‘Rabbim, dedi, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetinin içine sok, merhametlilerin en merhametlisi sensin!’ Buzağıyı (tanrı diye) benimseyenlere, muhakkak Rablerinden bir öfke ve dünyâ hayatında bir alçaklık erişecektir! İşte biz iftiracıları böyle cezalandırırız. Ama kötülükler yaptıktan sonra ardından tevbe edip inananlar(a karşı), muhakkak ki Rabbin, o (tevbe ve ima)ndan sonra, elbette bağışlayan, esirgeyendir.” 219
217] Sayılar, 7/63-68; Tesniye, 21/1-9
218] Hayâtu’l Hayevân, 2/16; naklen, S. Ateş, Kur’an Ans. 8/92
219] 7/A'râf, 148-153
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 59 -
Hz. Mûsâ, kavmini kurtarıp Filistin'e getirdikten sonra, Allah'ın buyruğu ile Tûr-i Sînâ'ya çekilmiş, orada kırk gün kalıp gece gündüz ibâdetle meşgul olmuştu. Bu ibâdet ile ruhsal olgunluğunu tamamlamış, Allah'ın bizzat hitabını işitmiş, kendisine Tevrat levhaları verilmişti. Fakat Mûsâ'nın Tur'da bulunduğu sırada toplumu, kuyumcu Sâmirî'nin yaptığı altun buzağıya taptı. Kavminden bazıları, Mûsâ'nın yerine vekil bıraktığı Harun'un sözünü dinleyip tevhîdden ayrılmamıştı ama diğerleri altun buzağıya tapınışlardı.
Mûsâ döndüğü zaman kavminin durumuna esef etmiş, "Ardımdan ne kötü davrandınız!" demiş, öfkesinden elindeki Tevrat levhalarını yere atmış, kavminin sapmasına engel olmadığı için kardeşi Harun'un başından tutup çekmiş. Fakat kardeşinin, kabahatli olmadığını, düşmanları üstüne güldürmemesini, kendisini zâlimlerle bir tutmamasını söyleyip özür dilemesi üzerine onu bırakıp hem kendisi, hem de kardeşi için Allah'tan af ve mağfiret dilemiştir.
Tâhâ Sûresinde İsrâîloğullarını kimin kandırıp altun buzağıya tapmaya yönelttiği anlatılmaktadır: "Seni kavminden çabucak ayrıl(ıp gel)meye sevk eden nedir? (Niçin onları hemen bırakıp geldin) ey Mûsâ ?’ (dedik). Dedi: ‘Onlar benim arkamdan geliyorlar, ya Rabbi râzı olasın diye sana çabuk geldim.’ (Allah): ‘Biz senden sonra kavmini sınadık. Samiri onları saptırdı’ dedi. Bunun üzerine Mûsâ, çok kızgın ve üzüntülü bir halde kavmine döndü: ‘Ey Kavmim, dedi, Rabbiniz size güzel bir vaidde bulunmamış mıydı? (Ayrılış) süre(m) mi size uzun geldi? Yoksa Rabbinizden bir gazabın üstünüze inmesini mi istediniz ki, bana verdiğiniz sözden caydınız (beni izleyip gelmediniz)’ Dediler ki: ‘Kendi malımızı harcamak sureti ile senin sözünden çıkmadık.’ Fakat o milletin (yani Mısırlıların) süs (eşyası)ndan bize yükletil(ip taşıtıl)mıştı. Onları (ateşe) attık. Aynı şekilde Samiri de attı. Onlara, böğürmesi olan bir buzağı heykeli ortaya çıkardı. Dediler ki, ‘Bu sizin de tanrınız, Mûsâ'nın da tanrısıdır, fakat o unuttu.’ Onlar görmüyorlar mı ki o (buzağı) kendilerine bir söz söyleyemez; ne bir zarar, ne de yarar veremez? Önceden Harun, kendilerine: ‘Ey kavmim, andolsun siz bununla sınandınız. Rabbiniz, o çok merhametli (Allah)dır. (Gelin) Siz bana uyun, emrime itaat edin!’ demişti. (Hayır,) Dediler: ‘Mûsâ bize dönünceye kadar buna tapmaktan vazgeçmeyeceğiz!’ (Mûsâ) ‘Ey Harun, oların saptıklarını gördüğün zaman sana ne engel oldu (da önlemedin)?’ dedi. ‘Neden bana uymadın (niçin benim yolumu takip etmedin, benim yaptığım gibi kızıp onların sapmalarına mani olmadın)? Emrime karşı mı geldin?’ dedi (ve kardeşinin sakalından tutup çekmeğe başladı). (Harun, kardeşini yumuşatabilmek için): ‘Ey anamın oğlu, dedi, sakalımı, başımı tutma. Ben senin İsrâîloğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü tutmadın diyeceğinden korktum (da onun için idare yoluna gittim).’ (Bu defa Mûsâ, Samiri'ye döndü): ‘Ey Sâmirî, ya senin kasdın nedir (nedir bu yaptığın senin)?’ dedi. (Samiri): "Ben dedi, onların görmediklerini gördüm. Elçinin izinden bir avuç aldım, onu attım; nefsim bana böyle (yapmayı) hoş gösterdi.’ (Mûsâ): ‘(Defol)! git dedi. Artık hayat boyunca sen: 'Bana dokunmayın' diyeceksin sana va'dedilen bir ceza var ki ondan asla şaşırılmayacaksın (mutlaka o cezanı tam zamanında bulacaksın). Şimdi durup taptığın tanrına bak. Biz onu yakacağız, sonra onu ufalayıp denize savuracağız.’ ‘Sizin ilâhınız/tanrınız ancak kendisinden başka tanrı olmayan Allah'tır. O'nun bilgisi her şeyi kuşatmıştır.” 220
Hz. Mûsâ, Firavun'un helâkinden sonra otuz gece Rabbine ibâdet etmeyi adamış, yerine kardeşi Harun'u bırakarak Tûr'a gelmiş, orada ibâdete çekilmiş, otuz geceyi de kırka tamamlamıştır. Allah, huzurunda ibâdetle meşgul bulunan
220] 20/Tâhâ, 83-98
- 60 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Mûsâ'ya, niçin hemen kavmini bırakıp çabucak geldiğini sormuş; o da kavminin, ardından gelmekte olduğunu; Rabbi memnun etmek için çabucak O'nun huzuruna koştuğunu söylemiştir. Allah da Mûsâ'ya, kendisinden sonra kavmini sınadığını, Sâmiri'nin onları yoldan çıkardığını bildirmiştir. Durumu öğrenen Mûsâ, esefle kavmine gelmiş: "Ey Kavmim, dedi, Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmamış mıydı? (Ayrılış) süre (m) mi size uzun geldi? Yoksa Rabbinizden bir gazabın üstünüze inmesini mi istediniz ki, bana verdiğiniz sözden caydınız (beni izleyip gelmediniz)?" demiş.
İsrâîloğulları, özür dileme tarzında bu buzağıyı kendi mallarından değil, Mısırlılardan emanet alıp getirdikleri zînet eşyasından yaptıklarını söylemişlerdir. Mısır'dan kaçacakları sırada Mısırlılardan zînet eşyası, yardım almışlar, bunları beraberlerinde getirmişlerdi. Başkasının malını almanın günâhından kurtulmak için Sâmirî'nin teşvikiyle bunları ateşe atmışlar, Sâmirî de kendi elindekini atmış ve bu altun ve gümüş eşyayı eritip, havanın girmesiyle ses çıkaran bir buzağı heykeli yapmıştır. İbn Abbâs'ın rivâyetine göre Sâmirî, buzağıyı o şekilde yapmış ki heykelin arkasından giren rüzgâr, ağzından ses çıkarıyormuş. İsrâîl oğullarına: "İşte sizin de, Mûsâ'nın da tanrısı budur, fakat o unuttu" demiş. 88'nci âyetin sonundaki "fîilinin zamîri Mûsâ'ya da, Sâmirî'ye de gidebilir. Birinci takdirde unutan Mûsâ, ikinci takdirde Sâmirî'dir. Yani Sâmirî, "İşte sizin de, Mûsâ'nın da tanrısı budur, dedi de (Allah'ın birliğini veya Mûsâ'ya verdiği sözü) unuttu" demektir.
Maymun:
Kırd: Maymun demektir. Çoğulu kurûd, dişili kırde, künyesi Ebû Hâlid, Ebû Habîb, Ebû Halef, Ebû Reyyân'dır. Abdullah ibn Abbâs ve talebesi İkrime şöyle demişler: "Allah, her şeyi güzel, sağlam yaratmıştır. Maymunun poposu güzel değil ama sağlamdır. Güzellik dereceleri farklı da olsa bütün hayvanlar güzeldir."
Maymun bir defada on-oniki yavru doğurur. Erkeği, dişisini çok kıskanır. Demîrî, bu hayvanın çoğu hallerinin insana benzediğini belirtiyor: İnsan gibi güler, oynar, oturur, eliyle bir şey tutar. Eli, parmakları, tırnakları vardır. Eğitim kabul eder, insanlarla arkadaş olur. Dört ayak üzerinde yürüdüğü gibi iki ayak üzerinde de yürür. Gözlerinin alt kapağının kirpikleri vardır. Diğer hayvanların hiçbiri böyle değildir. Bu hayvan, tıpkı insan gibi iyi yüzme bilmediği için suya düşünce boğulur. Şehvetlidir, eşini kıskanır. Bunlar (yani kadına düşkünlük ve eşini kıskanmak) insana özgü iki değerli özelliktir. 221
“Kibirlerinden dolayı kendilerine yasak kılınan şeylerden vazgeçmeyince onlara: ‘Aşağılık maymunlar olun!’ dedik.”222 Bu âyette sınırı aşıp Allah'ın yasağını çiğneyen bazı Yahudilerin, maymun kılığına sokuldukları anlatılmaktadır. Aynı husus, Bakara 65-66. ve Mâide 60. âyette de anılmaktadır:
“İçinizden, Cumartesi günü(avlanma yasağı)nı çiğneyenleri elbette bilmişsinizdir; işte onlara: ‘Aşağılık maymunlar olun!’ dedik. Ve bunu, önündekilere ve ardından geleceklere ibret bir ceza, (Allah'ın azâbından) korunanlara da bir öğüt yaptık.”223 Bu âyetlerde de Cumartesi yasağına uymadıkları için Allah'ın gazabına uğrayıp maymun kılığına sokulmuş olan Yahûdî cemâatinden söz edilmektedir.
221] Hayâtu'l-Hayavân, 2/20
222] 7/A'râf, 166
223] 2/Bakara, 65-66
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 61 -
Tefsirlerde anlatıldığına göre İsrâiloğullarına, Cumartesi denizde avlanma yasaktı. Deniz kıyısında bulunan bir köy halkı, Cumartesi çok miktarda gelen balıkları avlamak için şöyle bir çareye başvurdular: Cumartesinden önce denize attıkları ağlarını, Cumartesinden sonra topladılar. Yahut Cumartesi, çokça gelen balıkları yakalamak için bir kanal açtılar. Kanala gelen balıklar, su azalınca tekrar denize dönemiyorlardı. Köylüler de ertesi gün, kanalda kalan balıkları yakalıyorlardı.224 Böyle bir hîle ile Allah'ın yasağını çiğniyorlardı. Allah da yasayı çiğneyen bu insanları, cezalandırıp maymunlar kılığına soktu.
Bir insanın şeklinin değiştirilip bir hayvan biçimine sokulmasına mesh denilir. Müfessirlere göre eski uluslarda mesh olurdu. Bu, bozulan insanlara, Allah tarafından verilen bir ceza idi. Ancak bunun gerçekten insanın maymun kılığına sokulması mı, yoksa ahlâken bozulup maymun gibi taklitçilik ve açgözlülük durumuna düşürülmesi mi olduğu hususunda görüş ayrılığı vardır. Eğer âyet, ahlâkî bir dejenerasyona (bozulmaya) işaret ise bu, her zaman ve hur ulusta olur. İnsanlar nefislerinin zebunu oldukları zaman şeklen değil, fakat sîreten yani huy ve karakter itibariyle herhangi bir hayvanın karakterine girmiş olurlar. Bunlar şeklen insan görünseler de mânada hayvan mertebesindedirler.
Eğer âyet, şeklen bir değişim bildiriyorsa o takdirde bazı insanların, bozula bozula maymun kılığına dönmüş olmaları düşünülebilir. Ancak eski milletlerde vukubulduğu söylenen bu şeklî dönüşüm (mesh ) olayı bu ümmetten kaldırılmıştır. Yalnız insan, ahlâkını korumalıdır ki insan ahlâk ve sıfatından çıkıp herhangi bir hayvanın huy ve sıfatına bürünmesin, nefsinin tutsağı olmasın.
Müfessirlerin çoğu, bu insanların görünürde meshedilip maymun kılığına sokulduklarını söylemişlerse de Mücâhid ve yandaşları, meshin ma'nevî olduğunu, onların şekillerinin değil, gönüllerinin (ruhlarının) maymun kılığına sokulduğunu söylemişlerdi. 225
"Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayan (hükümlerini uygulamayanların durumu, Kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir."226 âyetinde de Tevrat'ın hükümleri uyarınca hareket etmeyenler, Kitâb taşıyan eşeğe benzetilmektedir. Bu âyetten de onların eşeğe ve maymuna benzetilmelerinin, bir kınama ve ma'nevî durumlarını anlatma amacını taşıdığı anlaşılır.
Maymun taklitçidir, düşünce ile hareket etmez, ancak gördüklerini taklid eder. İşte düşünmeden, gördükleri her hareketi taklidedenler de görünüşte olmasa bile gerçekte maymun huyuna, karakterine girmiş, maymun sîretine bürünmüş olurlar. Bazı İsrâiloğlu kabileleri, Allah'tan gelen bunca âyetleri düşünmeden, sıradan insanlardan gördükleri kötü hareketleri taklit ettikleri için maymun karakterini almış, maymun sîretine büründürülüp süründürülmüşlerdir. Böylece hak yoldan çıkanların ne kötü bir sonuca düşeceklerine dair dünyâ uluslarına ibret olmuşlardır.
“De ki: ‘Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size söyleyeyim mi? Allah kim(ler)e la'net ve gazab etmiş, kimlerden maymunlar, domuzlar ve şeytâna tapanlar yapmışsa,
224] İbn Kesîr, Tefsîr, 1/106
225] Mefâtîhu'1-Ğayb, 15/40; İbn Kesîr, Tefsir, 1/105-106
226] 62/Cum'a, 5
- 62 -
KUR’AN KAVRAMLARI
işte onların yeri daha kötüdür ve onlar düz yoldan daha çok sapmışlardır.”227 Bu âyette de İslâmın gelişmesini istemeyen, müslümanlar aleyhine kötü propagandalar yapan Yahûdîlere, Allah katında asıl yeri kötü olanların, Allah'ın la'net ve gazabına uğramış, putlara tapmış; bazıları Allah tarafından maymun, domuz ve tâğûta tapar yapılmış kimseler olduğu belirtilmiştir.
Müfessirlere göre bu âyette de kıredeh (maymunlar) haline getirildiklerinden söz edilenler, Cumartesi avlanma yasağını çiğneyen Yahûdî cemâatidir. Hanâzîr (domuzlar) ile kasdolunanlar da İsâ'ya inen sofrayı inkâr edenlerdir. Başka rivâyete göre de her iki mesih de Cumartesi yasağını çiğneyenlere yapılmıştır. Bunların gençleri maymun kılığına, yaşlıları domuz kılığına sokulmuşlardır. 228
Keçi:
Ma'z: Keçi dediğimiz, yay boynuzlu, geviş getiren, kıllı, kısa kuyruklu, otçul hayvandır. Çoğul bildiren ma'z'in tekili mâiz’dir. Dişisine mâize denilir. Erkek keçiye teyyis (teke) denilir. Diğer hayvanların yiyemediği besinlere ulaşabilir ve bitkice çok fakir ortamlarda yaşayabilir. Maltız keçisi gibi bol süt veren ırkları vardır. Ankara keçisinin de tiftiği çok makbuldür.
En'âm Sûresinin 143'ncü âyetinde koyunu ve keçiyi Allah'ın yarattığı; bunlar üzerinde bir yasak koymadığı belirtilmek sûretiyle insanların, kendi düşünceleriyle bu havyanlar hakkında koydukları bazı yasaklamalar kınanmaktadır. Bezzâr ve İbn Kani'in çıkarımlarına göre, rivâyette Hz. peygamber: "Keçiye iyi bakın, eziyet veren şeylerini giderin. Çünkü o cennet hayvanlarındandır" demiştir. Keçi, cildinin kalınlığı, sütünün çokluğu bakımından koyundan üstün tutulur.
Dâbbetu’l-Arz
Yer hayvanı, kıyâmetin büyük alâmetlerinden biri. Debb ve debîb; hafif yürüme ve debelenme demektir. Hayvanlar ve çoğunlukla haşereler için kullanılır. İçkinin bedene yayılması ve bir çürüklüğün etrafına sirâyeti gibi hareketi gözle görülmeyen şeyler için de kullanılır. Dâbbe de debelenen, hareket eden demektir. Şu halde tren, otomobil, bisiklet vb. şeylere lügate göre dâbbe denebilirse de ıstılahta daha çok hayvanlar için kullanılır.
"Allah bütün canlıları (her dâbbeyi) sudan yaratmıştır. Kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayakla, kimi de dört ayakla yürür. Allah dilediğini yaratır. Allah şüphesiz her şeye kaadirdir." 229 âyetinden anlaşılacağı üzere her hayvana dâbbe denir. "Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların (her dâbbenin) rızkı ancak Allah'a aittir." 230 âyetinden de anlaşılan budur.
"Dâbbetü'l-Arz" da; kıyâmetin kopmasına yakın, ortaya çıkacağı bildirilen ve kıyâmetin büyük alâmetlerinden kabul edilen bir yaratıktır. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "Söylenmiş olan (tehdit edildikleri şey) başlarına geldiği zaman onlara yerden bir dâbbe çıkarırız da, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyler."231 buyrulmaktadır. Bu âyetten anlaşılan, dâbbenin bir hayvan-ı nâtık
227] 5/Mâide, 60
228] Mefâtûhu'l-Ğayb, 12/36
229] 24/Nûr, 45
230] 11/Hûd, 6
231] 27/Neml, 82
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 63 -
yâni konuşan bir canlı olduğudur. Râğıbü'l-İsfahânî, yukardaki âyete dayanarak şöyle demektedir: "Dâbbe, tanıdığımız hayvanlara benzemeyen bir hayvandır. Ortaya çıkması kıyâmete yakın bir dönemde olacaktır. Bir de denildi ki: Bununla, câhiliyyede hayvan mertebesinde olan kötü insanlar kasdedilmiştir.
Müfessirler yukardaki âyete232 dayanarak "Dâbbetü'l-Arz"ın kıyâmete yakın bir zamanda ortaya çıkacağını söylerler. İbn Ömer'e göre, "dâbbe"nin çıkması hadisesi, dünyada iyiliğe emreden ve kötülükten sakındıran hiçbir fert kalmadığı zaman vuku bulacaktır. İbn Merdûye'nin Ebu Saîd el-Hudrî'den rivâyet ettiği bir hadîse göre, aynı şeyi bizzat Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kendisinden Ebu Saîd de duymuştur. Bu da, insanın başkalarını iyilik yapmaya teşvik ve kötülükten sakındırma (emr bi'lma'rûf, nehyi ani'l-münker) vazifesini terkettiği zaman Allah'ın, kıyâmetin hemen öncesinde son ihtar vazifesini görmek üzere bir "dâbbe" meydana çıkaracağını gösterir. Mâmafih onun tek bir hayvan mı, yoksa bütün yeryüzünü istilâ edecek bir hayvan türü mü olduğu açık değildir.
Akaid kitaplarına, kıyâmetin alâmetlerinden biri olarak geçmiş olan "Dâbbetü'l-Arz" hakkında Peygamber’den (s.a.s.) şöyle rivâyet edilir:"İlk çıkacak kıyâmet alâmeti, güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vakti insanların üzerine "dâbbe''nin çıkmasıdır. Bu alâmetlerden hangisi önce belirirse, ötekisi onu kısa zamanda takip edecektir."
Rivâyetlere göre; "Dâbbe, yanında Hz. Mûsâ’nın (a.s.) asâsı ve Hz. Süleyman’ın (a.s.) mührü olduğu halde çıkacaktır. Mü'minin yüzünü asa ile parlatacak, kâfirin burnunu da mühürle mühürleyecek. İşte o dönemde yaşayan insanlar bir araya gelecekler ve mü'minler, kâfir belli olacaktır."
Bu konudaki rivâyetler pek çoktur, ancak hiçbiri mütevâtir olmadığından, kıyâmet gibi tamamen gaybî olan bir meselede delil olamazlar. Bunun için, "Dâbbetü'l-Arz"la ilgili teferruâtı bir yana bırakıp, Cenâb-ı Allah'ın bizi bununla ilgili olarak Kur'ân-ı Kerim'de bildirdikleriyle yetinmemiz, işin iç yüzünü ve mâhiyetini O'na havale etmemiz en doğru yoldur. Unutmayalım ki; "Gaybın anahtarları O'nun yanındadır. O'ndan başkası onları bilemez... " 233
Domuz
Hınzır: Domuz demektir. Demîrî'ye göre Arapçada Ebü Cehm, Ebû Zür'a, Ebû Dulef, Ebû Utbe, Ebû Kadim vb. künyeler taşır. Kendisinde bir yandan ehlîlik, bir yandan da yırtıcılık özelliği vardır. Çok şehvetli bir hayvandır. Onsekiz aylık olan erkek domuz, ergen olur. Dişisi de altı ay gebelikten sonra yavrusunu doğurur. Domuz, en üretken hayvanlardandır.
Domuz Eti: İslâm dini birtakım hayvanların etlerini yemeyi serbest bırakmışken, bazılarını yasaklamıştır. Meşrû kılınan veya yasaklanan hayvan çeşitleri incelendiğinde insan sağlığı için yararlı hayvanların etinin meşnî, zararlı olanların ise yasaklanmış olduğu anlaşılır. İşte domuz da beslenme tarz, görünüşü, insanı tiksindiren tabiatı ve bünyesinde, etini yiyenlere geçebilen trişin vb. zararlı unsurlar taşıması nedeniyle yasaklanmıştır.
Kur'ân'ı Kerîm'de Allah domuz etini kesin şekilde haram kıldığını beyan
232] 27/Neml, 82
233] 6/En'âm, 59; Halid Erboğa, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 351
- 64 -
KUR’AN KAVRAMLARI
etmiştir: "Allah sizlere yalnız leşi, kanı, domuz etini, bir de Allah'tan başkası adına kesilenleri haram kıldı."234 Şu âyette de domuzun çirkin hâline işaret edilmiştir: "...Allah kime lânet eder ve gazabına uğratırsa ve kimlerden de maymunlar, domuzlar ve tağûta kullar yaparsa, işte bunlar, makamları en kötü, yolları da en sapık olanlardır." 235
Câbir b. Abdillah'tan, Allah Rasûlünün Mekke'nin fethi yılında Mekke'de iken şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Şüphesiz Allah ve Rasûlü şarabın, ölü hayvan etinin, domuzun ve putların alım-satımını haram kılmıştır." 236
Domuz eti diğer birçok dinlerde de yasaktır. Meselâ yahudilerin kitabı Tevrat'ın Tesniye bölümünde yenilmesi yasak olan hayvanlar sıralanırken "... ve domuz... çünkü tırnaklıdır fakat geviş getirmez. O size murdardır bunların etinden yemeyeceksiniz ve leşlerine dokunmayacaksınız"237 denilmektedir.
Allah insanlara rızıkların güzel ve temiz olanlarından yemeyi ve buna karşılık da şükretmeyi emretmiştir. Helâl yemek duânın ve ibâdetin kabulüne sebeptir. Haram yemek ise bunların geri çevrilmesine sebep olur. Allah Rasûlü şöyle buyurmuştur: "Ey insanlar, şüphesiz Allah temizdir, ancak temiz olanı kabul eder. Şüphesiz Allah, mü’minlere, peygamberlere emrettiği şeyleri emretmiştir. Allah şöyle buyurmuştur: Ey peygamberler, güzel rızıklardan yiyin, sâlih amel işleyin, ben sizin yaptıklarınızı bilirim."238 Yine buyurdu: “Ey iman edenler, size rızık olarak verilenlerin temiz olanlarından yiyiniz.”239 Sonra Allah Rasûlü, uzun yolculuğa çıkan, saçı başı karışmış, toza batmış, ellerini göğe kaldırmış, ey Rabbim, ey Rabbim, diye dua eden bir adamı zıkretti: "Bu kimsenin yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, haramla beslenmiş, duası nasıl kabul olunsun?" 240
Âyette şöyle buyrulur: "O, pis olan bütün şeyleri insanlara haram kılar." 241
Domuz etinin insana zararlı olduğu tıp tarafından da ortaya konulmuştur. Doktor Glen Shepherd, Washington Post gazetesinin 31 Mayıs 1952 tarihli nüshasında yazdığı bir makalede bu konuda özetle şunları yazmıştır: "ABD ve Kanada'da yaşayan insanların 1/6'nin adalelerinde, trişinli domuz eti yedikleri için, trişin kurtları vardır. Bunların çoğunda hastalık arazı görülmez. Yavaş yavaş iyileşir, bazıları da ölür. Bir kısmının sol tarafı felç olur. Hepsi de dikkatsizce domuz eti yemişlerdir. Bu hastalığın bağışıklık ve tedavisi yoktur. Ne antibiyotikler, ne de diğer ilaç ve aşılar bu küçük ve öldürücü kurda tesir etmez. Tek çare bu mikrobun bulaşmasını önlemektir... Trişinlerin sebep olduğu hastalığın belirtileri elliden fazla hastalığın belirtilerine benzer. Etleri tuzlama ve tütsüleme gibi metotlar trişinleri öldürmez. Mezbaha kontrolleri de trişinli etleri teşhis için yeterli değildir."
Bu konuda birçok araştırıcılar domuz eti yemeğe devam etmenin insandaki kıskançlık duygusunu zayıflattığını söylerler. Çünkü hayvanlar içinde dişisini
234] 2/Bakara, 173; 16/Nahl, 115
235] 5/Mâide, 60
236] Buhârî, Büyü' 112; Tecrîd-i Sarih Tercümesi VI, 537, 538
237] Tevrat, Tesniye, bab, 14/8
238] 23/Mü'minûn, 51
239] 20/Tâhâ, 81
240] Müslim, Tirmizî, Ahmed b. Hanbel
241] 7/A’'râf, 157
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 65 -
kıskanmayan tek hayvan domuzdur. Diğer yandan beslendiği yerde her türlü pisliği yediği için, çevreye hoş olmayan bir koku yayar ve eti, proteindeki kimyevî maddeler bakımından düşük değerdedir. Domuz etinin trişin kurdundan temizlenmesi fennî bakımdan imkansız görülmüştür. Yeryüzünün hıfzısıhha otoritelerinden Prof. Hirs bunu açıkça belirtmiştir.
İşte tıbbın bir kısım zararlarını ortaya koyduğu domuz etini yemek önceki bazı dinlerde yasaklandığı gibi İslâm'da da yasaklanmıştır. 242
Av ve Avcılık
Eti yenilsin, yenilmesin yaratılışı icabı vahşî olup insandan kaçan hayvana av; böyle bir hayvanı kaçmaz hale getirip yakalamaya da "avlama" denir.
İslâm'da gerek kara ve gerekse deniz hayvanlarını avlamak mubahtır. Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Size temiz olanlar helâl kılındı. Allah'ın size öğrettiği üzere alıştırıp yetiştirerek öğrettiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını yiyin ve üzerine Allah'ın adını anın." 243
"Deniz avı size helâl kılındı."244 Ancak sadece eğlence maksadıyla avlanmak mekruhtur. Hac ve ihramdayken avlanmak haramdır. Av hayvanlarının bir kısmının eti yenir, bir kısmınınki ise yenmez. Bunlar ya derisi, yünü ve dişleri gibi kısımlarından faydalanmak için, ya da şerlerinden korunmak için avlanırlar.
Avlanan hayvanın etinin helâl olması için birtakım şartlar vardır. Bu şartların bir kısmı avcı, bir kısmı av hayvanı ve bir kısmı da av âletiyle ilgilidir.
1- Avcıda bulunması gereken şartlar:
a- Avcı; müslüman, mümeyyiz, âkîl veya Hıristiyan ve Yahûdî gibi ehl-i kitaptan olmalıdır. Bunların dışındakilerin kestikleri hayvan yenmediği gibi avları da yenmez.
b- Avcı avına silâh atarken ya da onu yakalayacak hayvanı gönderirken besmele çekmelidir. Kasden besmeleyi terkederse av eti yenilmez.
c- Avcı silâhı ile vurduğu veya eğitilmiş hayvana yakalattığı avı elde etmek için başka bir şeyle meşgul olmayıp hemen harekete geçmelidir. Bazen atılan mermi ava isabet edip onu öldürmeyebilir. Bu nedenle avcının avını araması ve canlı olarak bulduğunda kesmesi gerekir. Aramayıp başka bir işle meşgul olur da sonra hayvanı ölü olarak bulursa eti yenilmez. Fakat oturup beklemeksizin ya da başka bir işle meşgul olmaksızın yaraladığı avını arayıp da ölü olarak bulursa eti yenir. 245
d- Ava silâh atma veya avı yakalayacak hayvanı gönderme işi bizzat ehil olan avcı tarafından yapılmalı, ava ehil olmayan biri buna karışmamalıdır. Rasûlullah (s.a.s.), taşla, sapanla, sopayla avlanmayı yasak etmişlerdir. Müslim'de rivâyet edilen bir hadis şöyledir: "Taş ne avlar, ne de düşmanı yaralar. Ancak o, diş kırar, göz patlatır."
242] Tecrîd-i Sarîh Tercümesi, VII, 537 vd.; Yusuf el-Kardâvî, İslâm'da Helâlve Haram, Terc. Mustafa Varlı, Ankara 1970, 50-53; Hamdi Döndüren, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 414
243] 5/Mâide, 4
244] 5/Mâide, 96; ayrıca bk. 5/Mâide, 1, 2, 94, 96
245] Meydanî, el-Lübab, III, 220
- 66 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Avcı avını vurur ve fakat onu kaybederek bir müddet sonra bulur. Bununla ilgili olarak Adiy b. Hâtem’den (r.a.) aşağıdaki hadisler rivâyet edilmiştir: "Okunu attığın zaman, suya düşmemiş olmak kaydıyla avı ölü bulursan ye... Aksi halde, suyun veya okun onu öldürdüğünü kestiremezsin." "Eğer onda bir yırtıcı hayvan izi bulamaz ve "senin okunun onu öldürdüğüne hükmedersen ye..." "Okunu attıktan üç gün sonra avı kokmadan bulursan ye..."
Avcılıkta dikkat edilmesi gerekli hususların başında elbette merhamet ve ihtiyaç gelmektedir. İhtiyacı için avlanan bir müslüman merhameti elden bırakmamalı, hayvanların üreme ve yavrulama zamanlarında avlanmamalıdır. Av hayvanlarının nesillerini kurutacak, tabiatın dengesini bozacak bir avcılık, mü’mini vebâle sokar.
2- Av hayvanında aranan şartlar:
Avlanan hayvan, eti yenen cinsten olmalıdır.
Yaratılışı icabı vahşî olup evcil olmamalıdır.
Haşeret cinsinden olmamalıdır.
Deniz hayvanlarından ise balık cinsinden (tatlı veya acı su balığı) olmalıdır.
Hayvan av tesiri ile ölmüş olmalıdır. Avcı yaralanan avına ölmeden önce yetişirse kesmesi lâzımdır. Aksi takdirde eti yenilmez.
3- Av âleti:
Av hayvanı ya eğitilmiş köpek, atmaca, doğan, şahin gibi hayvanlarla veya ağ, tuzak kurmak gibi vasıtalarla, ya da yaralayıcı silâhla avlanır. Avlamada kullanılan hayvanlarda aşağıdaki şartların bulunması gerekir:
a- Ava salıverildiği zaman gitmelidir.
b- Av için yetiştirilmiş olmalıdır. Köpeğin eğitilmiş olması; üç defa yakaladığı hayvanı yememesi, doğan ve şahin gibi hayvanların da çağırıldığında geri dönmeleri ile bilinir.
c- Yakaladığı hayvanın etinden yememelidir.
d- Avı boğarak öldürmemelidir. Yaraladıktan sonra başka bir tesirle ölürse eti yenmez.
e- Avlama işinde ona eğitilmemiş tilki vb. başka bir hayvan yardım etmemelidir.
Av, günümüzde genellikle silâhla yapılmaktadır. Yukarıda belirttiğimiz gibi avcı ava silâh atarken besmele çekmeli, hayvanı vurunca hemen koşup yanına varmalı, ölmemiş ise kesmelidir. Yetişmeden silâhın tesiri ile ölmüşse bir şey gerekmez, eti yenir. 246
Yırtıcı Hayvan
Sebu': Yırtıcı hayvan demektir. Çoğulu esbu' vahşî hayvanı çok alan yere
246] Meydanî, a.g.e. III, 217 vd.; Durak Pusmaz, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 175-176
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 67 -
denilir. “Kestikleriniz hâriç, yırtıcı hayvanın yediği hayvanların eti size haramdır.”247 âyetinde yırtıcı hayvanın parçaladığı hayvan etinin haram olduğu bildirilmektedir.
Sebu' adı, bütün yırtıcı hayvanları kapsar. Aslan, kaplan, kurt, tilki vb. ne kadar yırtıcı hayvan varsa hepsi bu adın altında toplanır. Onun için Kur'ân'daki hayvanlar üzerinde tez yapmak isteyen kimse, Kur'ân'ın bu adla işaret ettiği bütün yırtıcı hayvanları inceleyebilir. Sebu' lafzıyla bütün yırtıcı hayvanlara, tayr lafzıyla bütün kuş türlerine, behîme lafzıyla dört ayaklı bütün hayvanlara ve dâbbe lafzıyla da tek hücreli, çok hücreli, iki ayaklı, dört ayaklı veya çok ayaklı bütün canlılara işaret etmiş olan Kur'ân, böylece bütün biyoloji âlemine dikkat çekmiş, hayvanların hepsinden genel ifade ile söz etmiştir.
Kuş:
Tayr: Kuşlar demektir, tekili tâirdir. Kuş deyince hatıra uçmak gelir. Kur'ân-ı Kerîm de, insanın dikkatini, havada kanatlarını açıp yumarak uçan kuşlara çekmektedir: “Göğün boşluğunda, O'nun emrine boyun eğdirilmiş olan kuşlara bakmadılar mı? Onları Allah'tan başka tutan yoktur. Şüphesiz bunda, inanan bir kavim için âyetler (Allah'ın büyüklüğüne işaretler) vardır.” 248; “Üstlerinde (kanatlarını) açıp yumarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları (havada) Rahman'dan başkası tutmuyor. Doğrusu O, her şeyi görmektedir.” 249. Bu iki âyette insanların üstlerinde kanatlarını açıp yumarak uçan kuşları düşünüp Allah'ın büyüklüğünü ve birliğini anlamaları; zira onları havada tutanın Allah'tan başkası olmadığı; Allah'ın her şeyi görüp bildiği vurgulanmaktadır.
“Görmedin mi göklerde ve yerde olan kimseler, kanatlarını çırparak uçan kuşlar Allah'ı tesbîh ederler? Her biri kendi duasını ve teşbihini bilmiştir. Allah da onların ne yaptıklarını bilmektedir...”250 Bu âyette de göklerde ve yerde bulunan tüm canlıların, kanatlarını açıp (yumarak) uçan kuşların Allah'ı tesbîh ettiği; her birinin kendine özgü tesbîhi bildiği; Allah'ın da herkesin ne yaptığını bildiği vurgulanmaktadır.
Kuş türlerinin havada küme küme uçuşları, tam bir sosyal olaydır. Halk arasında "Her kuş kendi zümresiyle uçar" sözü, kuşların kendi aralarında sosyal sınıflar oluşturduklarını ve toplumsal yaşadıklarını belirtir. Nitekim “Yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, (onlar da) sizin gibi birer ümmet olmasınlar. Biz Kitâbda hiçbir şeyi eksik bırakmamışızdır. Sonra (onlar), Rableri(nin huzuru)na toplanacaklardır.”251 âyeti de yeryüzünde yürüyen canlıların ve uçan kuşların her türünün de insanlar gibi belli kurallara göre hareket eden birer topluluk oluşturduklarını bildirmektedir. Onlar da insanlar gibi sınıf, sınıftır. Yürüyen veya sürünen hayvanlardan her tür bir ümmet, kuşlar bir ümmet, insanlar bir ümmettir.
Kuşların biyolojisi de olağanüstülükleri içerir: Bazı türlerde görkemli çiftleşme öncesi gösterileri, değişik biçimde ve çeşitli malzemeyle yuva yapımı, büyük uzaklıklara göç vb.
247] 5/Mâide, 3
248] 16/Nahl, 79
249] 67/Mülk, 19
250] 24/Nûr, 41
251] 6/En'âm, 38
- 68 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"Kuşların çiftleşme gösterileri de ilgi çekicidir. Bu gösteriler sırasında bazı cennet kuşları baş aşağı asılır. Erkek firkateyn kuşu, gagasının altındaki kırmızı "torbayı" şişirir. Çiftleşme gösterisinde aktif olan, genellikle erkektir: İnsan duygularıyla söylersek, sanki dişiyi baştan çıkarmaya çalışır. Tepeli dalgıç da erkek ve dişi, suda karşı karşıya durur, başlarını sallayıp tepeliklerini dikleştirirler. Erkek lirkuşu, kocaman kuyruğunu sırtına yatırır, öyle ki vücudu bu kuyruğun altında tamamen kaybolur. Yenikaledonya'daki bahçe kuşu, bir çeşit çardak yapar, dişisine vermek üzere yanına birtakım süslü şeyler yığar." 252
Tüy tek başına kuşları belirtmeğe yeter. Gerçekten de kuş dışındaki hayvanlarda tüy yoktur. Kuşta ön üyeler kanatlara dönüşmüştür. Uçma yetisi birtakım anatomik karakterleri gerektirir (içi boş kemikler, hava keseleri, vb.). Kuş, henüz bütün sırları bilinmeyen olağanüstü bir uçucudur.
Kuşlar belli zamanda ve birlikte göç ederler. Fakat bunlar aynı yerden göçe başlamazlar. Çünkü hepsi aynı yerde bulunmaz. Çoğu tür, önce belirli bir yerde toplanır, sonra hep birlikte göçe başlarlar. Ama bu zamanlamayı nasıl yapmaktadırlar? Bu denli düzenli bir sistemin kendi kendine oluşması düşünülebilir mi?
Kuşlar uçmak için büyük enerji harcarlar. Harcanan bu enerjiyi karşılayabilmek için kara ve denizdeki tüm canlılardan daha çok yakıta ihtiyaç duyarlar. Meselâ 3.000 km.lik Hawai-Alaska mesafesini katedebilmek için birkaç gramlık, minik "sarısalkım kuşu", yolculuğu boyunca 2.5 milyon kez kanat çırpmak zorundadır. Buna rağmen 36 saat gibi uzun bir süre havada kalabilmektedir. Bu yolculuğu sırasındaki sürati ise saatte ortalama 80 km.dir. Bu kadar yorucu bir uçuş sırasında, kuşların kanındaki asit miktarı aşırı derecede artar ve yükselen vücut ısısı nedeniyle de kuş bayılma tehlikesiyle karşılaşır. Bazı kuşlar bu tehlikeyi karaya inerek engellerler. Peki, engin denizlerin üzerinde göç edenler nasıl kurtulacaktır? Onun denizin üzerinde iken inebileceği bir kara parçası bulması imkânsız gibidir. Kuşbilimci Wörner Nachtiyall, bu durumda kuşun kanatlarını mümkün olduğu kadar açıp, kendini bırakarak serinlediğini gözlemiştir.
Göçmen kuşların metabolizmaları bu işi kaldıracak kadar güçlüdür. Meselâ en küçük göçmen kuş olan "Kolibrin"in vücudundaki metabolizma hareketi, bir filinkinden yirmi kat daha fazladır. Bu sebeple kuşun vücut sıcaklığı, 62 dereceye ulaşır.
Uçuş Teknikleri: Kuşlar, böyle zorlu uçuşlar için uygun bir tarzda yaratılmış olmalarının yanında, bir de elverişli rüzgârlardan faydalanmalarını sağlayacak yeteneklerle donatılmışlardır. Meselâ leylek, yükselmekte olan ılık hava akımlarıyla 2000 metreye kadar çıkar, ardından kanat çırpmaksızın bir sonraki ılık hava akımına doğru süzülür. Kuş sürülerinin bir başka uçuş tekniği ise "V" şeklindeki uçuştur. Bu sayede önde giden güçlü ve büyük kuşlar, karşı hava akımına karşı bir çeşit kalkan oluşturarak, daha zayıf olanların işlerini kolaştırırlar. Uçak mühendisi Dietrich Hummel bu şekilde bir organizasyonun, sürü genelinde %23 tasarruf sağladığını ispatlamıştır.
Mükemmel Duyma Yeteneği: Kuşlar göçleri sırasında hava olaylarına da dikkat ederler. Örneğin, yaklaşan bir fırtınanın odağına girmemek için yollarını değiştirirler. Kuşların bu özelliğini araştıranlardan ornitolog Melvin L. Kreithen
252] Memo Larousse I, s. 103, Aydın Kitaplar, İstanbul, 1991
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 69 -
bazı kuşların atmosferde çok uzak mesafelere yayılan son derece küçük frekanslı sesleri işittiklerini saptamıştır. Bu sayede göçmen kuş, bulunduğu yerden çok uzaktaki bir dağın üzerinde patlayan fırtınayı veya yüzlerce km. ileride, denizin üzerindeki gök gürültüsünü işitebilmektedir. Ayrıca kuşların göç yollarını, hava şartlarının tehlikeli olduğu bölgelerden uzak tuttukları da bilinmektedir.
Yön Algılama: Kuşlar, binlerce km.lik uçuşları sırasında, pusula, harita, ya da benzeri yön belirleyicilerden yoksun olarak nasıl doğru yönü bulmaktadırlar?
Yapılan araştırmalarda dünyânın manyetik alanının, özellikle kuş türleri üzerinde etkili olduğu; kuşların, yerin manyetik alanından yararlanarak yönlerini bulmalarını sağlayan oldukça gelişmiş bir "manyereseptör" (manyetik alan algılayıcısı) sistemine sahip oldukları anlaşılmıştır. Bu sistem sayesinde kuşlar, göç sırasında dünyânın, değişen manyetik alanını hissederek, yönlerini belirlemektedirler. Deneyler, göçmen kuşların, manyetik alandaki %2’lik bir değişimi bile algıladıklarını göstermiştir. 253
Hz. peygamber, kuşların rızıklarını aramak üzere sabahleyin yuvalarından çıkıp dolaşmalarını, tevekküle (Allah'a güvenmeğe) örnek vermiştir: "Siz, hakkıyla Allah'a tevekkül etseydiniz O, kuşları beslediği gibi sizi de beslerdi. Sabahleyin kursağı boş çıkan kuşlar, akşamleyin tok dönerler." 254
Bu hadîs, bir yandan Allah'a tevekkülün önemini anlatırken, bir yandan da kuşların çalışkanlığına ve çalışmanın önemine dikkat çekmektedir. Zîrâ kuşlar, tevekkül edip de yuvalarında kalmıyorlar, rızıklarını aramak üzere yuvalarından çıkıp dolaşıyor, aradıkları rızıklarına ulaşıyorlar. Sabahleyin karnı aç çıkan kuşlar, akşamleyin kursağı tok olarak dönüyorlar. İşte tevekkül budur. Allah'ın, rızkını vereceğine güvenerek çalışmak, rızkın sebeplerine yapışmaktır.
Zi'b: Zi'b, erkek kurt anlamına gelir, dişisine zi'be denilir.
Çoğulu ziâb, zü'bân, kıllet cem'i ez'üb gelir. Seyyid, Serhan, Amles isimlerini de taşıyan kurt, aslan gibi açlığa dayanıklıdır. Saldırganlığına rağmen bulamadığı zaman sabreder. Çok uluyan bir hayvandır.
“(Ya'kûb) Dedi ki: "Onu götürmeniz beni üzer; korkarım ki, sizin haberiniz yokken onu kurt yer!" Dediler ki: "Biz bir topluluk olduğumuz halde onu kurt yerse, o zaman biz tamamen beceriksiz kimseleriz, demektir!" Nihâyet onu götürüp de kuyunun dibine atmağa topluca karar verdikleri zaman biz, Yûsuf a: "Andolsun sen onların bu işlerini, hiç farkında olmayacakları bir sırada kendilerine haber vereceksin!" diye vahyettik. Akşamleyin ağlayarak babalarına geldiler. "Ey babamız, dediler, biz gittik, yarışıyorduk; Yûsuf u yiyeceğimizin yanında bırakmıştık. Onu kurt yemiş! Ama biz doğru söylesek de sen bize inanmazsın!"255 âyetlerinde, Yûsuf'u kıskanan kardeşlerinin, onu kıra götürüp kuyuya attıkları ve babalarına döndüklerinde kendileri kırda yarışırken Yûsuf'u kurt götürmüş olduğunu söyledikleri anlatılmaktadır.
Vahşî Hayvanlar
(Vuhûş): Vahşî Hayvanlar demektir. Tüm yabanî hayvanların ortak adıdır.
253] Cavid Yalçın, Düşünen İnsanlar İçin, s. 145-151 -özetle-
254] İbn Mâce, Zühd 14; Tirmizî, Zühd 33; İbn Hanbel, Müsned 1/30, 52
255] 12/Yûsuf, 13-17
- 70 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Çoğulu vühûş. Yaban eşeği, yaban öküzü, yabanî insan denilir. "Vahşî hayvanlar haşrolunduğu zaman" 256 âyetinden, vahşî hayvanların da Kıyâmet olayında salıverileceği yahut İlâhî Mahkemeye getirileceği anlaşılmaktadır. Hayvanların haşredilmesi konusunda üç görüş vardır:
Birine göre Kıyâmet günü hayvanlar da diriltilir, birbirlerinden haklarını alırlar, sonra toprak olurlar. İkincisine göre hayvanların haşri, Kıyâmetin dehşeti sırasında hepsinin ölmesidir. İnsanlardan ve cinlerden başkası diriltilip mahşere getirilmez. Bu görüş İbn Abbâs'a atfedilir. Üçüncüsüne göre hayvanların haşri, Kıyâmetin dehşetinde bir araya toplanması ve birbirine karışmasıdır. 257
Taberî de son anlamı tercih etmiştir. Gerçekten bu anlam daha uygundur. Çünkü âyetlerin amacı, Kıyâmetin korkunçluğunu belirtmektir. O günün korku ve telâşı içinde en kıymetli develerin dahi başıboş bırakılacağını, artık kimsenin malına sâhip olamayacağını, çevrelerine toplanan vahşî hayvanları kovalamayacağını anlatmaktır. İnsanlar, mallarını, hayvanlarını korumak, develerinin, koyunlarının parçalanmasını önlemek için vahşî hayvanları kovalarlardı. Ama o gün mal mülk düşünmediklerinden, ortalığa yayılan vahşî hayvanları kovalamazlar.
Bu arada "Vahşî hayvanlar haşredildiği zaman" âyetinde insanlar gibi bütün canlıların da diriltilip, İlâhî Mahkemede birbirlerinden ve insanlardan haklarını alacaklarına da işaret vardır. Ancak diriltilen hayvanların tekrar öldürülmesinin hikmetini anlamak güçtür. Müslim'in rivâyet ettiği hadîste boynuzsuz koyunun, boynuzludan hakkını alacağı belirtilmiştir:
Ebûzer (r.a.) diyor ki: "Biz Allah'ın Elçisi’nin (s.a.s.) huzurunda idik. İki keçi birbirine tos vurdu. Allah'ın Elçisi: Niçin dövüştüklerini biliyor musunuz? diye sordu. Hayır, dedik. Fakat Allah biliyor ve aralarında hüküm verecektir, buyurdu."258 Ebû Hüreyre'den rivâyet edilen bir hadîste Allah'ın Elçisi (s.a.s.): "Kıyâmet gününde boynuzsuz hayvan, (kendisine tos vuran) boynuzlu hayvandan hakkını alacaktır"259 buyurmuştur. Hz. peygamber'in şöyle buyurduğu da rivâyet edilmiştir: "Yüce Allah'ın yüz rahmeti vardır. Onlardan sadece birini yaratıklara ayırmıştır. İşte yaratıklar o bir rahmet fle birbirlerine acır, şefkat ederler. Onunla vahşî hayvanlar yavrularına acırlar. Kendi yanında bulunan doksandokuz rahmeti ile de Kıyâmet gününde kullarına acır (onlara merhamet eder)." 260
Ağaçları, meyveleri, suları, ırmakları olan cennetin, cıvıl cıvıl kuşlardan, renk renk, her biri ayrı bir güzellikte hayvanlardan boş olması, pek zevke uygun düşmez. Nitekim Enes ibn Mâlik'in rivâyet ettiği bir hadiste peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Cennette buhtler (uzun boyunlu, makbul develer) gibi kuşlar vardır, cennetin ağaçlarında beslenirler.” Ebubekir (r.a.): 'Yâ Rasûlallah, onlar ne güzel kuşlar!' dedi. Buyurdu ki: “Onların yenilmesi, kendilerinden daha güzel, daha hoştur!” Bu sözünü üç kez yineledi ve: 'Ey Ebûbekir! Senin de onları yiyenlerden olmanı umarım' dedi." 261
256] 81/Tekvîr, 5
257] Câmi'u'l-Beyân, 30/67; et-Teshîl, 4/180
258] İbn Hanbel, Müsned 5/162, 173
259] İbn Hanbel, Müsned 2/235, 301
260] Hayâtul-Hayavân, 2/411
261] el-Fethu'r-Rabbânî, 24/188
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 71 -
Bureyde el-Eslemî'nin rivâyetine göre de: "Peygamber’e (s.a.s.) bir adam geldi: 'Yâ Rasûlâllah, ben atları severim, cennette at var mıdır?' dedi. 'Alllah seni cennete soktuktan sonra kırmızı yakuttan ata binmek iste sen, binersin ve biner binmez seni dilediğin cennete götürür' buyurdu. Kendisine bir başka adam geldi: 'Yâ Rasûlâllah, cennette deve var mıdır?' dedi. 'Ey Allah'ın kulu, Allah seni cennete sokarsa, orada canının çektiği, gözünün hoşlandığı her şey senin için var olur' buyurdu." 262
Bezzâr ve İbn Kani'in çıkarımlarına göre Hz. peygamber'in: "Keçiye iyi bakın, eziyet veren şeylerini giderin. Çünkü o, cennet hayvanlarındandır" demiş olduğunu yukarıda anmıştık. Bu hadîsler, cennette çeşit çeşit kuşların, atların, develerin, koyunların, keçilerin ve insanın görmek istediği her çeşit hayvanın bulunacağını ifâde etmektedir. Bunlardan daha kesin olarak yüce Allah Vakıa Sûresinde cennetliklerin ni'metlerini sayarken, 21'nci âyette: "Canlarının çektiği kuş etleri" yiyeceklerini buyurmaktadır. Demek ki cennette kuşlar var ki kuş etleri de vardır. O halde hayvanların toprak olacağındaki haberler, Kur'ân'ın ruhuna ve hadîslere terstir.
Bizce bazı müfessirlerin sandıkları gibi hayvanların haşri, sadece öc veya hak alıp sonra toprak olmak için değildir. Dünyada bulunan hayvanlar, âhirette de daha mükemmel biçimde var olacaklardır. Ruh taşıyan her şey, bu âlemden o âleme intikal eder. Ruh ölmez. Bedeninden ayrılan her ruh, kendisine özgü, kendi düzeyindeki bir rûhânî âleme gider. Hayvanlar da kendi düzeylerindeki hayvanlarla beraber olur. Âhiret hayatı, dünyâ hayatının uzantısı, daha mükemmeli; hayâtın gölgesi değil, gerçeğidir. Burada var olan her canlı, orada da vardır. Orada hayvanların, birbirinden haklarını aldıktan sonra toprak olacakları hakkındaki rivâyet doğru değildir. Yüce Allah, sadece hayvanların birbirinden haklarını alması için onları diriltip sonra toprak etmez. Toprak olacaklarsa haklarını alsalar ne yararı var? Bu, İlâhî hikmete uygun değildir. Ruh, maddeden soyutlanınca ölmez, toprak olmaz. Ölüm, şu dünyadaki maddeye özgüdür. O âlemde ölüm yoktur, orası ölümsüzlük âlemidir. Nitekim yüce Allah: "Orada ilk ölümden başka ölüm tadmazlar" 263 buyurmuştur. Orada ölüm yok ise dirilmiş olan hayvanlar da bir daha ölmeyecektir. Gerçeği Allah bilir.
Sinek:
Zübâb: Sinekler anlamında çoğul bildiren bir cins ismidir. Tekili zübâbe ve zibbân Demîrî'ye göre zübâb, en aptal hayvanlardandır. Çünkü kendini helake (ölüme) atar. Bataklık yerlerde ürer. Zübâb, Hac Sûresinde putların zayıflığını belirten bir meselde geçer: “Ey insanlar, size bir temsil verildi, onu dinleyin: O Allah'tan başka yalvardıklarınız (var ya), onların hepsi bir araya toplamalar, bir sinek dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan kurtaramazlar: İsteyen de âciz, istenen de.” 264
Taberânî ve İbn Ebî'd-Dunyâ'nın, Ebû Umâme'den nakline göre peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Mü'mine, kendisini korumak için yüzaltmış melek görevlendirilmiştir. Onu, mukadder olmayan olaylardan korurlar. Meselâ gözü koruyan yedi melek vardır: Sıcak yaz gününde sinekler bal çanağındaki balı
262] el-Fethu'r-Rabbânî, 24/203
263] 44/Duhân, 56
264] 22/Hacc, 73
- 72 -
KUR’AN KAVRAMLARI
nasıl savunursa onlar da gözü öyle savunurlar. Eğer size görünseler, onları her düzlükte ve dağda görürsünüz: Hepsi elini sermiş, ağzını açmış vaziyette (sizi beklemektedir). Eğer kul, bir göz açıp yumma kadar bir zaman kendi kendine bırakılsa şeytânlar onu kapar." 265
Hayvanlarla İlgili Doğaya Aykırı Uygulamalar
“(O şeytan) Ki Allah ona la'net etti ve o da, ‘Elbette senin kullarından belirli bir pay alacağım.’ dedi. Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları boş kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim: Hayvanların kulaklarını yaracaklar; onlara emredeceğim: Allah'ın yaratışını değiştirecekler! Kim Allah'ın yerine şeytanı dost tutarsa, muhakkak ki açık bir ziyana uğramıştır.”266 Bu âyetlerde la'netli şeytanın, Allah'ın birtakım kullarını yoldan şaşırtacağına, onları kuruntulara düşürüp hayvanların kulaklarını yarmaya, Allah'ın yaratışını değiştirmeye yönelteceğine and içtiği belirtilmekte; Allah'ı bırakıp şeytana uyanların, açık bir ziyana uğrayacakları vurgulanmaktadır. 119'ncu âyette belirtilen hayvanların kulaklarını yarma, Allah'ın yaratışını değiştirme şöyle olurdu: Bir dişi beş defa doğurur, beşinci yavru erkek olursa, bahire adını verdikleri o hayvanı putlarına adarlar, kulağını yarıp salıverirlerdi. Artık onu hizmette kullanmazlar, su ve otlaktan men etmezler, kesmezlerdi.
Hayvanın kulağını yarmak, hem hayvana eziyet, hem de onu çirkinleştirmektir. Allah'ın yaratışını değiştirme, doğal biçimi değiştirme, çirkinleştirme anlamındadır. Tek Allah'a kulluk etmek demek olan İslâm da insanın doğal dinidir. Buna şirk karıştırmak, doğal dini bozmak anlamına gelir. Kur'ân: "Sen yüzünü Allah'ı birleyici olarak doğru dine çevir: Allah'ın insanları yarattığı fıtrata (doğaya) uygun olan dine. Allah'ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din odur."267 buyurmuştur. Bu, Allah'ın yarattığı doğayı değiştirmeyiniz, insanları doğal halinde bırakınız, demektir. Hz. peygamber (s.a.s.) de: "Her çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra onun ana babası, onu ya Yahudi, ya hırıstiyan, ya da Mecûsî yapar. Nasıl ki hayvan da organları tam bir hayvan doğurur. Hiç kulağı kesik görür müsünüz?" 268 buyurmuştur.
Allah'ın yaratışını değiştirme hakkında çeşitli sahabe ve tabiîlere atfedilen tefsirler vardır. Bunlara göre Allah'ın insanlığa uygun gördüğü tevhîd dinini değiştirmek, Allah'ın yaratışını değiştirmek olduğu gibi, hayvanların kulaklarını kesmek, organlarını sakatlamak, insanın doğal güzelliğini bozmak; kadının erkeğe, erkeğin kadına benzemesi gibi şeyler hep Allah'ın yaratışını değiştirmektir.
Hz. peygamber'in, hayvanları ve insanları iğdiş etmekten menettiği gibi,269 dövme yapanlara, yüzünün kıllarını çekenlere la'net ettiği rivâyet edilir.270 Hayvanların ve insanların kısırlaştırılması, Allah'ın yaratışına aykırıdır. Neslin devamı için Allah'ın açtığı üreme yollarını kapatmaktır. Kulak dilme, hayvanı sakatlamaktır. Döğüm yapma da insanı güzelleştirmez, çirkinleştirir. Böyle hayvanları ve insanları sakatlayan, doğal güzelliği bozan işlemler, âyetin delaletiyle haram olduğu gibi hadîslerle de yasaklanmıştır.
265] Kavzînî, Acâibu'l-Mahlûkat, 47; el-îmânu bi'l-Melâikeh, s. 161; Hayâtu'l-Hayavân, 1/502
266] 4/Nisâ, 118-119
267] 30/Rûm, 30
268] Buhârî, Cenâiz Bâbu mâ kîle fî evlâdi'l-muşrikîn
269] İbn Hanbel, Müsned 2/24
270] Buhârî, Tefsîr, Hadîd Sûresi
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 73 -
Ancak yüzün kıllarını çekmek gibi, özellikle kadınların yaptıkları bazı süslenmeleri haram sayan hadîslerin sağlığı üzerinde düşünmek gerekir. Çünkü güzelleşme, özellikle kadının ihtiyacıdır. Allah'ın Elçisi, yas zamanı dışında kadınların süslenmelerine müsâade buyurmuştur, da Hz. Âişe'nin anlattığı bir hadîs ilginçtir: Hz. peygamber (s.a.s.), sakalını boyardı.271 Bir yere gitmiş olan kimsenin, evine geceleyin arısızın çıkıp gelmesini hoş görmez, kadınlara taranıp süslenme fırsatı tanınmasını emrederdi.272 Câbir ibn Abdullah diyor ki: "Biz Allah'ın Elçisi ile beraber bir gazadan döndük. Medine 'ye geldiğimizde evimize gitmek istedik. Buyurdu ki: 'Durunuz, yatsı vakti evlerimize girelim ki saçı tozlanmış, karışmış olan kadınlar taransınlar, kocası yanında bulunmayan kadınlar kıllarını gidersinler." 273
Demek ki âyette kötü görülen şey, süslenmek, güzelleşmek değil, Allah'ın yarattığı doğayı değiştirecek biçimde doğal durumu bozmak, doğal güzelliği çirkinleştirmektir. Hz. peygamber (s.a.s.), hayvanın yüzüne damga vurulduğunu görünce, her canlının en güzel yerinin yüz olduğunu, damga vurarak yüzü çirkinleştirmemelerini, mutlaka damga vurmak gerekiyorsa yüzüne değil, kalçasına vurmalarını buyurmuştur.
Hayvanlar Çift Yaratılmıştır
“Ne yücedir O (Allah) ki toprağın bitirdiklerinden, kendilerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden olan bütün çiftleri yaratmıştır.”274 Bu âyette bitkileri, hayvanları ve daha bilmedikleri nice şeyleri çift; erkekli dişili yaratan Allah'ın şânının yüceliği vurgulanıyor. “Subhâne”: Ne yücedir, eksikliklerden uzaktır, anlamına gelir.
Dünyada her şey alternatifli, zıtlı, erkekli, dişilidir. İnsanlar erkekli, dişili olduğu gibi ağaçların, bitkilerin çiçekleri de öyledir. Bütün maddelerin temeli olan atomlarda da bu çiftlilik görülür: Pozitif elektrik yüklü çekirdek ve onun çevresinde korkunç sür'atle dönen negatif elektrik yüklü elektronlar. "Âlemdeki her şeyin bir benzeri veya zıddı bulunur: Ruh ve beden; madde ve kuvvet; cevher ve araz; enfüs ve âfâk; yer ve gök; karanlık ve aydınlık; dünyâ ve âhiret. Elektrik bile pozitif ve negatif diye ikiye ayrılır. Ancak burada asıl kasıt, bütün âlemin yaratıklarını anlatmak değil, bir şerîk ve nazîri bulunan bütün eşlerin, bütün çiftlerin yaratılmış olduğunu, yaratılmışların da yaratıcı olamayacağını anlatarak yaratıcının nezâhet ve birliğini ispat etmektir. Bundan başka ezvâc tabir olunmasında diğer bir nükte daha vardır ki insan hayatı için önceki ni'metlerden daha önemli olan evlenme ni'metinin yaratılmasına işaret ile şükre teşvik ifâde eder." 275
Her ağaç, her bitki ancak erkek ve dişi tohumlarının birleşmesiyle ürün verir. Ağaçların çoğunda erkek ve dişi organlar vardır. Bazı türlerde de erkek ve dişi organlar ayrı ağaçlardadır. Ağaçların çoğunda erkek ve dişi aynı çiçekte bulunur. Bazılarında ise ayrı çiçeklerde olur.276 Yüce Allah, yalnız bitkileri değil, bütün canlıları böyle çiftli, erkekli dişili yaratmıştır.
271] Ebû Dâvûd, Libâs, bâb fi’l-mesbûğ bi's-sufrati
272] Buhârî, Nikâh, bâb lâ yatruk ehlehû leylen; Müslim, İmaret, b. 56, h. 180
273] Müslim, İmâret, b. 56, h. 181
274] 36/Yâsîn, 36
275] Hak Dini Kur'ân Dili, 5/4028
276] el-Cevâhir fî Tefsîri’I-Kur’an, 7/80-81
- 74 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Gökleri ve yeri yoktan var edendir. Sizin için kendinizden çiftler, hayvanlardan da çiftler yaratmıştır. Bu(düzen içi)nde sizi üretiyor. O'na benzer hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.”277 Allah, göklerin ve yerin yaratıcısıdır. İnsanlara, yine kendilerinden zevçler yarattığı gibi hayvanlardan da zevçler yaratmıştır. Onların da erkeği, dişisi vardır. Allah, insanları, hayvanları zevçlerin (karşıt çiftlerin) birleşmesiyle, anne rahminde yaratmaktadır. Bitkiler de yine bu çiftleşme ile yaratılır. Tozlanma ile erkek tohum, dişisini aşılar, bundan ürünler oluşur. Bu düzeni koyan ve yürüten Allah'ın benzeri gibi kudretli, hikmetli hiçbir varlık yoktur, O işitendir, görendir.
Hayvanlara Merhamet
“De ki: ‘Göklerde ve yerde olanlar kimindir?’ ‘Allah'ındır’ de. O, rahmet etmeyi Kendi üstüne yazmıştır (merhameti Kendisine prensip edinmiştir). Sizi elbette varlığında şüphe olmayan Kıyâmet gününde toplayacaktır. Ama kendilerini ziyana sokanlar, inanmazlar.” 278 Bu âyette göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın, rahmeti kendisine prensip edinmiş olduğu; insanları vukubulacağında kuşku olmayan Kıyâmet gününde toplayacağı, o gün inançsızların, canlarına yazık edecekleri belirtilmektedir.
Rahmet, kalbdeki acıma duygusudur. Bu duygu, sahibini, acınan objeye karşı lütuf ve ihsana sevk eder. Allah'ın kuluna rahmeti (acıması), kulun acıması gibi değil, kulunu esirgemesi, ona iyilik etmesi demektir. Âyetteki: "O, rahmet etmeyi kendi üstüne yazmıştır (merhameti Kendisine prensip edinmiştir).” cümlesi şu anlama gelir: Allah merhameti, acımayı Kendisine prensip edinmiştir. O'nun, inançsızlara, haksızlara fırsat vermesi, bu ezelî acıma prensibinin gereğidir. O, yaratıklarına acıdığından dolayı inkârcıları ve haksızları hemen cezalandırmaz; doğru yola gelmeleri için onlara fırsat verir. Yine kullarına acımasından dolayı onları mutlaka Kıyâmet gününde toplayacaktır. Tâ ki herkes dünyada yaptığının karşılığını görsün. Eğer dünyada zulme uğrayan, âhirette hakkını almazsa; ömrünü sefalet içinde geçirmiş, Hak ve hakikate bağlı kul, âhirette sabrının ödülünü görmezse ona haksızlık olur. İşte Allah, rahmeti gereği insanları bir araya toplayacak, onlara dünyada yapmış oldukları iyilik veya kötülüklerin karşılığını verecektir. Âhiret, Allah'ın rahmetinin eseridir. Cennet O'nun rahmetinin, cehennem gazabının görüntüsüdür.
Ancak Allah'ın rahmeti, gazabından fazladır, peygamber (s.a.s.): "Allah, yaratmayı bitirince 'Rahmetim gazabımı geçti' diye yazdı!"279 buyurmuştur. Allah, gazabının eseri olan cehennemi yedi kapılı (yani yedi bölümlü)280 rahmetinin eseri olan cenneti de sekiz kapılı yaratmıştır. (Cennetin sekiz kapılı olduğuna dair hadisler vardır: "Kim, 'Allah'tan başka tanrı yoktur, O birdir, ortağı yoktur; Muhammed O'nun kulu ve elçisidir. İsâ Allah'ın kulu, cariyesinin oğlu, Meryem'e attığı kelimesi ve O'nun ruhudur. Cennet haktır, ateş haktır' derse Allah onu, cennetin sekiz kapısından hangisinden dilerse oradan cennete sokar." 281; "Güzelce abdest alıp üç defa 'Allah'tan başka tanrı olmadığına, O'nun bir olup ortağı bulunmadığına tanıklık ederim. Muhammed'in, Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna tanıklık ederim' diyen kimseye, cennetin sekiz kapısı açılır,
277] 42/Şûrâ, 11
278] 6/En'âm, 12
279] Buhârî, Tevhîd 15, 22, 28, 55; Müslim, Tevbe 14-16; İbn Mâce, Zühd 35; İbn Hanbel, Müsned 2/242, 258
280] 15/Hıcr, 44
281] Müslim, İmân 46
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 75 -
dilediği kapıdan girer." 282
Allah'ın rahmetinin, gazabından çok fazla olduğunu vurgulayan Peygamber (s.a.s.), İlâhî rahmetin genişliğini şu ilginç misalle anlatmıştır: "Allah rahmeti yüz parça yarattı, 99'unu yanında tuttu, yeryüzüne sadece bir parçasını indirdi. İşte bu bir parça rahmet iledir ki yaratıklar birbirine acımaktadırlar. At, süt emen yavrusuna engel olmaması için ayağını o rahmet sayesinde kaldırır."283 Bu hadîs, Allah'ın merhametinin, yaratıkların acıma duygusundan 99 kat fazla olduğu anlaşılır. Namazın her rek'atinde okunan Fatiha Sûresinde Allah'ın, "âlemlerin rabbi" olduğu belirtildikten sonra O'nun çok kapsamlı rahmetini bildiren Rahman ve Rahîm sıfatlan vurgulanmaktadır.
Müslümanın en mühim özelliklerinden biri de merhametli,284 yufka yürekli olmasıdır. Hz. Muhammed Aleyhisselâm, Allah'ın sıfatlarından olan "rahîm; çok merhametli" sıfatıyla anıldığı gibi sahâbîlerinin de öyle acıma duygusuyla dolu oldukları belirtilmiştir: "Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar da birbirlerine karşı çok merhametlidirler." 285
Yaratıcı Allah her şeyi istemiş, beğenmiş, yaratmıştır. Her şey, O'nun sonsuz koruması ve rahmeti altına sığınmış, yaşamasına devam etmektedir. Her işimizin başında Allahü Zülcelâl'in şu iki sıfatını anarak O'na iltica eder, O'ndan yardım bekleriz: Bismillâhirrahmânirrahîm: Rahmân ve Rahîm; Merhamet edip bağışlayan Allah'ın adıyla başlarım." Şu âyet dilimizden düşmez: "Allah koruyanların en hayırlısı ve acıyanların en merhametlisidir." 286
Hz. Ömer (r.a.) şöyle demiş: "Peygamber Aleyhisselam'ın huzuruna esirler getirildi. Bir kadın göğsünden sütü sağıyor, esirler arasında bulduğu bir çocuğu göğsüne yapıştırıp emziriyordu. Peygambar (s.a.s.) bize: "Bu kadının, çocuğunu ateşe atmasını zanneder misiniz?" dedi. "Hayır, dedik, atmak elinde olduğu müddetçe atmaz.” “O halde, dedi, Allah kullarına, bu kadının çocuğuna karşı olan merhametinden daha merhametlidir."
Öyle Rahimdir Allah ki bu kadar hatâlarına, isyanlarına rağmen kullarının azıklarını kesmez, verir. Mahlûkatına bu kadar merhametli olan Allah, yaratıklarına başkalarının dokunmasına, zulmetmesine razı olur mu? Allah en küçük bir böceğinden dahi vazgeçmez. Allah’ın mahlûkuna acımak O’nun rızâsını kazandırır. "Yetimin başını okşayan kimse onun tüyleri sayısınca sevaba nâil olur."
Yalnız insanlara değil, canlı olan her varlığa acımak lâzımdır. Hayvan hakkı, insan hakkından daha mühimdir. Ağzı dili olmayan hayvanlara yapılan zulmü Allah affetmez. Gerçi İslâmda avlanmak mubahtır ama bu sadece bir menfaat için yapılabilir. Onu da ifrata götürmemek lâzımdır. Hayvanları döllenme zamanlarında avlamak günâhtır. Öldürme zevkini tatmin için masum hayvanlara kıyanlar, şu hadîsteki uyarıyı düşünmelidirler: "Bir kimse haklı bir sebep olmadan bir serçeyi öldürürse o hayvan, Kıyâmet gününde feryad ü figanıyla Allah'a gelir ve: 'Yâ
282] İbn Mâce, Tahâret 57, 60; Cenâiz 57). Kezâ bakınız: Nesâ'î, Tahâret 108; Dârimî, Mukaddime 19; İbn Hanbel, Müsned 4/14
283] Buhârî, Edeb 19
284] 9/Tevbe, 128
285] 48/Fetih, 29
286] 12/Yûsuf, 64
- 76 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Rabbi, falan adam bir yararı olmadan (yokyere) beni öldürdü!' der." 287 Hadîsin başka varyantlarında: "Her kim, bir serçeyi ya da ondan büyük bir hayvanı haklı bir neden olmadan öldürürse, Yüce Allah, Kıyâmet gününde onu ondan sorar.” Hayvanı öldürmek için haklı sebep nedir? diye sormuşlar. Peygamber: "Hayvanı kesip yemendir, başını kesip ortalıkta bırakman değildir!" buyurmuştur. 288
İhramlıya kara avını yasaklayan 5/Mâide 96. âyetin sonundaki "Huzuruna toplanacağınız Allah'tan korkun!" ifâdesi, hayvanlara merhamet konusunda önemli bir mesaj vermektedir. Burada şöyle denmek isteniyor: Sizin yanınıza hayvanlar uçup konmakta, yanınızda toplanmaktadırlar. Onlara dokunmazsanız, Allah da sizi korur. Ama siz, yanınıza gelen hayvanlara dokunursanız, huzuruna gideceğiniz Allah size bunun hesabını sorar. Siz, o zayıf yaratıklara karşı nasıl güçlü iseniz, Allah da size karşı güçlüdür. Haksız yere yaratıklarını inciten, öldürenleri cezalandırır. İşte Allah'ın huzuruna gidip yaptıklarınızdan hesap vereceğinizi düşünerek, yanınıza sokulan hayvanlara dokunmayınız, canlara kıymayınız.
Bir menfaat temini veya bir zararın defi için hayvan öldürülebilir, ama burada da hayvana asla zahmet vermemek şarttır: "Bir menfaat temini, bir zarar defi bahis konusu olmadan, değil hayvan öldürmek, hattâ bir otu bile kesmek câiz değildir. Çünkü "Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin, fakat siz onların tesbihini anlamazsınız" 289 buyuruluyor.
Kaldı ki serçeler, arılar, birçok böcekler, hattâ hor gördüğümüz solucanlar tarıma çok faydalar sağlar. Döllenmede, zararlı haşereleri öldürmede, toprağın oksijenlenmesinde büyük rolleri olur. Allah'ın bizim hizmetimize verdiği hayvanlar dövülmez. "Allah kullarına güçleri üstünde bir şey teklif etmez."290 İnsanlar da böyle davranmalıdır. Hayvanın tahammülü ancak elli kilogramlık yükü çekmek ise ona altmış kilo yüklemek, merhametsizliktir.
Her zaman köylerde, şehir caddelerinde rastlıyoruz, burnumuzun kemikleri sızlıyor: Adam arabasına koşmuş zayıf bir at. Yükleyebildiği kadar da yüklemiş. Sonra dikmiş yokuşa. Hayvan zorlanır, omurga kemikleri katlana katlana zorlanır, fakat götüremez. Kuvveti yetmez ki çeksin hayvancağız. Ama kızgınlıkla adam zavallı hayvanın sırtına, kalçalarına şimşek gibi kırbaçlar indirir. Ey insan, vurduğun, saatlerce sırtından inmediğin o hayvanın da bir ruhu var. Onun da Allah ile irtibatı var. Vurulan kamçılar, dürtülen zakutlar, Allah'ın hışmına değiyor da haberin yok.
Allah unutmaz, ihmal etmez, imhâl eder (bir süre fırsat verir). Gizli ve aşikâr her yaptığımızı bilir. Her amel, defter-i a'mâle kaydedilir, cezası, ya burada, ya da âhirette verilir. Şu Hadîs-i Şerifleri unutmamak gerekir: "Fahişe bir kadın, susuzluktan nerdeyse ölecek olan bir köpeğin bir kuyunun başında dolanıp durduğunu gördü. Pabucunu çıkarıp örtüsünü urgan yaparak, pabucuna bağladı. Onunla kuyudan su çıkarıp köpeği suladı. Bu yüzden affedildi.”291 Ebû Hüreyre'den gelen başka bir rivâyette hadîs şöyledir: "Yolda yürümekte olan susamış bir bir adam, yol üstünde gördüğü bir kuyuya inip su içti. Çıktığında susuzluktan soluyan, toprak yiyen bir köpek gördü. 'Bana
287] Nesâ'î, Dahâyâ 42, Sayd 34; Dârimî, Adâhî 16; İbn Hanbel, Müsned 2/166
288] Nesâ'î, Dâhâyâ, 42 -men katele usfûran bi gayri hakkına-
289] 17/İsrâ, 44
290] 2/Bakara, 286
291] Müslim, Selâm b. 41, h. 154
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 77 -
ulaşan susuzluk buna da ulaşmış' deyip kuyuya indi, pabucunu çıkarıp su doldurdu, ağzıyla da tutarak çıktı ve köpeği suladı. Allah ona teşekkür edip onu bağışladı.” ‘Ey Allah 'in Elçisi, bu hayvanlara iyiliğimizden ötürü bize sevap verilir mi?’ diye sordular. “Her ıslak ciğer sahibine yapılan iyilikten ötürü sevap vardır” buyurdu. 292
Ebubekir'in kızı Esma rivâyet ediyor: "Güneş tutulduğu gün, Peygamber (s.a.s.) namaz kıldı ve sonra dedi ki: Cehennem bana o derece yaklaştı ki: 'Ya Rabbi, dedim, ben de onlarla beraber miyim (yoksa)?' Birden bir kadın gördüm. (Esma diyor ki: Zannedersem, Peygamber şöyle devam etti:) O kadını bir kedi tırmalıyordu. (Peygamber): 'Bu nedir?' dedi. Dediler ki: '(Bu kadın) Kediyi hapsetti, kedi açlıktan öldü'." 293 Abdullah ibn Ömer (r.a.) de Rasûlullah'ın şöyle dediğini naklediyor: "Bir kadın, açlıktan ölen bir kedi yüzünden azâb edildi. Bu yüzden cehenneme girdi. Allah onu şöyle azarladı: 'Sen onu yedirmedin, sulamadın, yeryüzünde nasibini arayıp bulması için onu serbest de bırakmadın!" 294
Süleyman Hoca anlatıyor: "Benim, Mehmet isimli bir şoför komşum vardı. Biraz zenginleşti. Bir gün kedi, evde bir leğen sütü içmiş veya devirmiş. 'Vay, bu kedi hırsızlık yaptı!' diye kızmış, benzini döküp kediyi cayır cayır yakmış.
Ben bunu duyunca bir gün kendisine:
‘Yahu, Mehmet sen ne yapmışsın? Hiç Allah'ın mahlûku yakılır mı?’ dediysem de
‘Aman hoca, dedi, siz de bu lâfları söyleye söyleye kulaklarımızı tırmaladınız. Ben böyle şeylere inanmam.’
Aradan bir zaman geçti. Bir gün Mehmet otomobilini tamir için arabanın altına girmiş, uğraşıyormuş. Yanında da yanık sigarasını yere koymuş. Sigaranın ateşiyle benzin tutuşmuş ve Mehmet alevler içinde yanmış.
Hemen hastaneye kaldırmışlar. Duyunca sormaya gittim. Ama adam her şeyden habersiz, sadece bir noktaya gözlerini dikmiş, şöyle bağırıyordu:
“Kediyi uzaklaştırın! Kediyi!..”
İşte böyledir. Mazlumun âhı zâlimde kalmaz.
Hayvanların Haşri
“Yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, (onlar da) sizin gibi birer ümmet olmasınlar (onların durumları, rızıkları, ecelleri takdir edilmiş, yazılmıştır). Biz Kitâbda hiçbir şeyi eksik bırakmamışızdır. Sonra (onlar), Rableri(nin huzuru)na toplanacaklardır.” 295 Yeryüzünde yürüyen canlılar ve uçan kuşların her türü de insanlar gibi birer ümmettir. Onlar da insanlar gibi sınıf, sınıftır. Yürüyen veya sürünen hayvanlardan her tür bir ümmet, kuşlar bir ümmet, insanlar bir ümmet, cinler bir ümmettir. Âyetin sonunda bütün canlıların, nihâyet Allah'a götürüleceği belirtiliyor: “Sonra Rablerine haşredileceklerdir.” Bu ifâdeden Kıyâmet gününde yalnız insanların değil, hayvanların da diriltilip Allah'ın huzuruna götürülecekleri
292] Müslim, Selâm b. 41, h. 153
293] Buhârî, Enbiyâ 54, Şirb 9. bablar
294] Buhârî; Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, 7/310-311
295] 6/En'âm, 38
- 78 -
KUR’AN KAVRAMLARI
anlaşılır. Âhiret dünyânın özü, ruhudur. Her ruh sahibi o âlemde var olacaktır. "Vahşî hayvanlar haşrolunduğu zaman" 296 âyeti de bunu belirtiyor. Ebûzer (r.a.) diyor ki: "Biz Allah'ın Elçisi’nin (s.a.s.) huzurunda idik. İki keçi birbirine tos vurdu. Allah'ın Elçisi: Niçin dövüştüklerini biliyor musunuz? diye sordu. Hayır, dedik. “Fakat Allah biliyor ve aralarında hüküm verecektir” buyurdu."297 Ebû Hüreyre'den rivâyet edilen bir hadîste Allah'ın Elçisi (s.a.s.): "Kıyâmet gününde boynuzsuz hayvan, (kendisine tos vuran) boynuzlu hayvandan hakkını alacaktır."298 buyurmuştur.
Müfessirler, hayvanların dünyada çektikleri elemlerin ödüllerini görmek, haklarını almak için haşredileceklerini, sonra toprak olacaklarını söylüyorlar. Bizce haşr, sadece öc veya hak alıp sonra toprak olmak için değildir. Dünyada bulunan hayvanlar, âhirette de daha mükemmel biçimde var olacaklardır. Ruh taşıyan her şey, bu âlemden o âleme intikal eder. Ruh ölmez. Bedeninden ayrılan her ruh, kendisine özgü, kendi düzeyindeki bir rûhânî âleme gider. Hayvanlar da kendi düzeylerindeki hayvanlarla beraber olur. Âhiret hayatı, dünyâ hayatının uzantısı, daha mükemmeli; hayâtın gölgesi değil, gerçeğidir. Burada var olan her canlı, orada da vardır. Orada hayvanların, birbirinden haklarını aldıktan sonra toprak olacakları hakkındaki rivâyet doğru değildir. Yüce Allah, sadece hayvanlar birbirinden haklarını almak için onları diriltip sonra toprak etmez. Toprak olacaklarsa haklarını alsalar ne yararı var? Bu, İlâhî hikmete uygun değildir. Ruh, maddeden soyutlanınca ölmez, toprak olmaz. Ölüm, şu dünyadaki maddeye özgüdür. O âlemde ölüm yoktur, orası ölümsüzlük âlemidir. Nitekim yüce Allah: "Orada ilk ölümden başka ölüm tatmazlar" 299 buyurmuştur. 300
Eti İçin Hayvan Kesmek
İslâm'da eti helâl olan hayvanları şer'î ölçülere göre boğazlamaya hayvan kesmek diyoruz. Arapçada eti yenilen hayvanı kesmek ve boğazlamak anlamında kullanılan üç terim vardır. Bunlar zebh, nahr ve tezkiye kelimeleridir. Zebh; boğazlamak, hayvanın boğazına bıçak vurup damarlarını kesmek demektir. Boğazlanmış veya boğazlanacak hayvana da "zebîh" veya "zebîha" denir. Ancak bu terim daha çok sığır, koyun ve keçi gibi hayvanların çene altından meşrû şekilde kesimini ifade eder.301
Kur'ân-ı Kerîm'de bu çeşit kesime yer verilir: "Allah size bir sığır kesmenizi (zebhi) emrediyor."302; "Ve İbrahim'e oğulunun yerine fidye olarak büyük bir (koç) kurbanlık verdik." 303
Nahr; bir hayvanı göğsü üzerinden bıçak vurup, boğaz damarlarını kesmek, demektir. Bu, deve cinsi hayvanın kesim şeklidir. Deveyi çene altından kesmek (zebh) mekruh olduğu gibi, koyun ve sığır cinsini de göğsü üzerinden kesmek (nahr) mekruhtur. Ancak bununla birlikte etleri yenilebilir.304 Tezkiye ise, gerçek
296] 81/Tekvîr, 5
297] İbn Hanbel, Müsned 5/162, 173
298] İbn Hanbel, Müsned 2/235, 301
299] 44/Duhân, 56
300] Hamdi Döndüren, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c.2, s. 384-385
301] es-Serahsî, el-Mebsût, Beyrut, t.y, XII, 3; el-Mevsilî, el-İhtiyâr, İstanbul 1984, cz. V, 9
302] 2/Bakara, 67
303] 37/Saffât, 107
304] el Mevsilî, a.g.e., cz. V, 11; el-Fetâvâ-i Hindiyye, V, 288
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 79 -
kesimi veya av tüfeği üzerine besmele çekmek gibi hükmî kesimi kapsamına alır.
Kesimin meşrûiyeti Kitap, Sünnet ve icmâ delillerine dayanır: "Ölü, kan, domuz, Allah'tan başkası adına kesilen, boğulmuş, vurulmuş, yukarıdan yuvarlanmış, süsülmüş, canavar yırtılmış olup da ölenler, dikili taşlar üzerinde onlar adına kesilen hayvanlar. Üzerinize haram kılınmıştır."305; "O halde Allah'ın âyetlere inanıyorsanız, üzerine O'nun adı anılan hayvanlardan yiyin."306 İlk âyette sayılan hayvanlardan eti yenilenler, ölmeden önce yetiştirilerek meşrû şekilde kesilirse helâl olurlar.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Hayvanı keseceğiniz vakit, bıçağı keskinletiniz ki onu rahat ettiresiniz." 307
"Hayvan kan akıtan her şeyle kesilir. Üzerine de Allah'ın ismi anılırsa o kesileni yiyiniz. Yalnız diş ve tırnak müstesnadır. Sebebi şudur diş bir kemiktir, tırnak ise Habeşlilerin kesme âletidir." 308
Kesimin Meşrû Sayılması İçin Gerekli Şartlar
a. Kesenin müslüman veya ehl-i kitaptan olması. Âyette; "... ancak usûlüne göre kestikleriniz müstesnâ" buyurularak, mü'minlere hitab edilmiştir.309 "Bugün size temiz olanlar helâl kılındı. Kitap verilenlerin (Ehl-i Kitabın) yemeği size, sizin yemeğiniz de onlara helâldir." 310
İslâm, kestiğinin yenilmesi konusunda ehl-i kitabı yani hıristiyan ve yahudileri müşrik ve münkirlerden ayrı tutmuştur. Çünkü ehl-i kitap temelde vahye, peygamberliğe ve genel anlamda dinin aslına inandıkları için mü'minlere daha yakındır. "Ehl-i kitabın yemeği" ifadesi, onların her türlü yemeğini kapsamına alır. Kestikleri hayvanlar da buna dâhildir. Ancak leş, akan kan ve domuz eti gibi bizzat haram olanlar bundan müstesnadır. Bunlar haramdır. Diğer yandan kestikleri hayvan üzerine Mesîh, Üzeyir, haç ve benzeri, Allah'tan başkasının ismini zikretmemeleri de gereklidir. 311
b. Besmele çekmek: İslâm, bir hayvanı keserken üzerine Allah'ın adının anılması prensibini getirmiştir. Başka ilâh anılarak, putlar adına veya kasten besmele terkedilerek kesilen hayvanın etini haram kılar. "Kesilirken üzerine Allah'ın adı anılmayan hayvanları yemeyiniz." 312 Hz. Peygamber (s.a.s.): "Allah'ın adı anılarak, kanı akıtılan hayvanın etini yeyiniz"313 buyurmuştur. Hz. Aişe'den şöyle dediği nakledilmiştir: "Bir grup insan Allah Rasûlüne gelerek şöyle dediler: Bazı kimseler bize et getiriyor. Fakat biz, bu kesilen hayvanın üzerine Allah'ın adının anılıp anılmadığını bilmiyoruz". Hz. Peygamber cevaben: "Üzerine besmeleyi çekip,
305] 5/Mâide, 3
306] 5/Mâide, 5
307] İbn Mâce, Zebâih 3
308] Buhârî, Zebâih 15; Tecrid-i Sarih Tercümesi, VII, 426
309] el-Mevsili, a.g.e, cz. V, 10
310] 5/Mâide, 5
311] el-Kâsânî, Bedâyîu's-Sanayî, V, 45; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, cz.1, 365 vd; el-Cezîrî, Kitabü'l-Fıkh alel-Mezâhibi'l-Erbaa, 11, 22 vd.; el-Kardâvî, İslâm'da Helâl ve Haram, terc. Ramazan Nazlı, İstanbul 1967, s. 64 vd.
312] 6/-En'am, 121
313] Buhârî, Zebâih, 20
- 80 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ondan yiyiniz" buyurdular.314
Âyette, üzerine Allah'ın adı anılmayanı yememek emredilirken, bazı hadislerde konuya esneklik getirilmesi, değişik görüşlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre, hayvanı keserken besmele hatırlanırsa, çekmek farzdır. Fakat unutulduğu zaman eti yenilir. Bunlara göre sadece kasden terkedilince, kesilen hayvanın eti yenmez. İbn Abbas'tan rivâyet edildiğine göre, bir gün hayvan kesen, fakat besmeleyi unutan birisinin durumu sorulduğunda şöyle demiştir: "Aziz ve Celîl olan Allah'ın adı, her müslümanın kalbinde mevcuttur. Onun kestiğini yiyin." 315
Şâfiîlere göre, hayvan kesilirken üzerine besmele çekmek sünnettir. Âyette, haram kılınan şeyler; leş, akıtılmış kan ve domuz eti olarak sayılmış, kesilirken besmele terkedilen hayvan zikredilmemiştir.316 Hz. Peygamber bu üç şeyin dışındakilerin haram kılındığını söylemekle yükümlü tutulmuştur. Kesilen bir hayvanın haram olması, üzerine Allah'tan başkasının adını anma yüzündendir. 317
Mâlîkî ve Zâhirîler ise "Kesilirken üzerine Allah'ın adı zikredilmeyen hayvanların etini yemeyin." âyetinde unutma veya terketmeden söz edilmediği için, besmeleyi mutlak olarak farz kabul ederler. Bu prensiple çelişen Hz. Âişe'nin naklettiği yukarıda zikrettiğimiz hadisi de neshedilmiş sayarlar.
c. Kesim şekli: Hayvanın nefes ve yemek borusu ile iki şah damarının (vedec) kesilmesi gerekir. Ebû Hanîfe'ye göre, bunlardan üçünün kesilmesi yeterlidir. Ebû Yusuf'a göre ise, nefes ve yemek borusu ile iki damardan en az birinin kesilmesi gerekir. 318
Kurban niyetiyle Allah rızası için, usûlüne göre kesilen büyük ve küçükbaş hayvanın sevabı, istenilen bir müslümana bağışlanabilir. Mezar ve türbelere veya bir kimseyi karşılamak için kesilecek kurbanda Allah'a ortak koşma belirtilerinden sakınmak gerekir. Kurban bir takım nimetlere kavuşmanın şükrü olarak Allah rızası için kesilir. Misafire ikram etmek için hayvan kesimi câizdir. 319
Hayvan Etleri Cinsinden Yiyeceklerin Helâl ve Haramlığı
İslâm, beden ve ruh sağlığına büyük çapta önem vermiş, sıhhati korumayı ibâdet kabul etmiş, sağlığı zedeleyici özelliği bulunan maddelerin eğlence, gıda ve tedavi için alınmasını haram kılmıştır.
Yiyecek ve içecekler konusunda tarih boyunca toplumların ve bazı filozofların düşünce ve davranışları farklı olmuştur; bunları ifrat, tefrit ve itidâl ölçüleri içinde toparlamak mümkündür. Hayvanın da insan gibi can taşıdığını, kıymaya hakkımız bulunmadığını ileri sürerek et yemeyi haram sayan Brehmenler ile bazı filozoflar ifrâta gitmişlerdir. "Vejetaryen" denilen et yemeyen, eti kendine haram sayan anlayış da bazı çevrelerce bir ayrıcalık ve inanç gibi değerlendirilir. Umumiyetle bitkiler, hayvan ve insanlar için; hayvanlar, bazı hayvanlar ile
314] Buhârî, Zebâih, 21; İbn Mâce, Zebâih 4
315] Buhârî, Zebîrih, 9; Ebû Dâvûd, Sayd, 2; el Kasânî, a.g.e., V, 47; Mevsılî, cı. V, 9
316] el-En'âm, 6/145
317] el-Kâsanî, a.g.e., V, 46
318] el-Mevsılî, cz. V, 110, el-Fetâvâ-i Hindiyye, V, 287
319] Hamdi Döndüren, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c.2, s. 384-385
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 81 -
insanlar için; insanlar ise Allah'a kulluk için yaratılmıştır; tabiî nizam budur.
Brehmenler, tefrit yönünü alırken ifrâta kaçanlar da olmuştur: “Ağızdan giren değil; çıkan onu pisler” diyen Pavlos’a dayanarak yeme içme sınırını çok geniş tutan hıristiyanlar da aşırıya sapmışlardır. Meşrû yoldan elde edilen temiz ve faydalı şeyleri helâl kılan İslâm ise itidâli temsil etmektedir. 320
Kur’ân-ı Kerim’de haram olan yiyecekler, bazı âyetlerde özetlenerek, bâzısında ise teferruâta girilerek ifade edilmiştir. Birinci çeşit âyetlerde “boğazlanmadan ölmüş (murdar) hayvan, vücuttan akmış kan, domuz ve Allah’tan başkası adına kesilmiş hayvanlar”321 olmak üzere haram yiyecekler dört adettir. “Leş, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına kesilenler, -canları çıkmadan önce kesmemişseniz- boğulmuş, bir yerine vurularak öldürülmüş, düşüp yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından süsülmüş, yırtıcı hayvanlar tarafından yenmiş olanlar, dikili taşlar üzerine boğazlananlar ve fal okları ile kısmet aramanız size haram kılındı; bunlar fâsıklıktır.”322 Bu âyette etleri haram olan hayvanların on çeşit olduğunu görüyoruz. Ancak bunlardan beşinci ilâ dokuzu arasındakiler, “boğazlanmadan ölmüş hayvan” mefhumuna dâhildir. Dördüncü ve onuncusu ise, “Allah’tan başkası adına kesilen” nevi içinde yer almaktadır.
Allah ve Rasûlü, bazı yiyecek ve içecekleri, bazı giyecekleri, bir kısım iş ve davranışları haram kılmış, yasaklamışlardır. Bunların bir kısmının hikmetini, haram kılınış sebeplerini açıklamışlar, bazılarını ise açıklamamışlardır. Açıklanan ve deneyerek zararlarını anladığımız nice haram ve yasaklardan uzaklaşmanın, birey ve toplum halinde insanların faydasına, iyiliğine olduğunu, ebedî saâdetlerini hedef aldığını görünce, insaflı bir düşüncenin şu neticeye varması zarûrî oluyor: “Aklımız ve bilgimizin kavrayabildiği bunca haramda, bu ölçüde büyük hikmet ve faydalar olduğuna göre, aynı kaynaktan gelen diğer yasakların da -şimdilik bilgimiz dışında kalan- hikmetleri olacaktır."
İnsanların yasaklama ve engellemeleri -en azından başlangıçta- zararı çekmeden önce değil; zararı denedikten ve acıyı çektikten sonra olabilmektedir. İnsanın ruh ve beden sağlığı üzerindeki çalışmalar, insanlık tarihi kadar eskidir. Meselâ bin yıllık âmiyâne tecrübe ve otuz yıllık da ilmî araştırma sonunda bir yiyecek veya içeceğin insan sağlığı için zararlı olduğu anlaşılırsa, bu zarar bu kadar uzun bir zaman sineye çekilmiş olmaktadır. Daha önce aynı şekilde bilmek imkânı olsaydı elbette tedbirler de o zaman başlayacak, zarar asgariye inecekti. Durum böyle olunca ihtimaliyet hesabı -bilimsel ölçülere göre zararını bilemediğimiz, fakat- ciddî (müslümanlar açısından en temel) bir kaynağın zararlı veya haram olduğunu bildirdiği şeyden çekinmemizi gerektirir.
Böyle bir ihtimali hiçe saymak ve zararını bilimsel olarak bilemediğimiz bir şeyi sakınmadan yemek için insanlığın, bilinebilecek her şeyi bilmiş, meçhûlü kalmamış olması gerekir. Hâlbuki doğu ve batının ilim adamları, insanlığın bildiğinin, bilmediği yanında denizden bir damla, güneşten bir ışıncık kadar olduğunu itiraf etmektedirler.
320] 2/Bakara, 168
321] 2/Bakara, 172-173; 6/En’âm, 145
322] 5/Mâide, 3
- 82 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Haram Yiyecekler:
Bu genel değerlendirmeden sonra, haram yiyecekleri teker teker ele alabiliriz:
1- Kendiliğinden Ölmüş -Murdar- Hayvan (Meyte): Meyte’den maksat, insanlar tarafından yenilmek üzere kesilerek öldürülmüş olmayıp müdâhalesiz ölen kara hayvanıdır. Haram kılınış hikmeti için şunlar kaydedilebilir:
a- Tarih boyunca insanlar bundan tiksinmiş ve bütün semâvi din sâlikleri böyle hayvanları yememişlerdir.
b- Müdâhalesiz ölen hayvanlar, genellikle şiddetli zayıflık, zehirlenme ve mikrobik hastalıklar sebebiyle ölürler. Bunların yenmesi tehlikeli neticeler doğurabilir.
c- İnsanlar bu hayvanları yemeyince yaşayan kuşlar ve hayvanlar gıda bulma imkânına kavuşurlar.
d- Murdar ölen hayvanı yiyemeyeceğini bilen sahibi, onun bakım ve tedavisine dikkat eder, kendi haline bırakmaz.
2- Akmış Kan: Hayvan şer’î usulüne göre boğazlanınca vücuttaki kanın büyük bir kısmı dışarıya akar; az bir miktar da ince damarlarda kalır. İşte bu dışarıya akan kanı yemek, içmek haramdır. İnce damarların içinde, dalak, ciğer gibi organlarda kalan kan ise akmış sayılmadığından, et ve sakatat ile birlikte yenilebilir.
3- Domuz: Domuz, doğası gereği pislik, ekşimiş, kokuşmuş nesneler yiyen, pislik içinde yüzen, pis kokan bir hayvandır. Bu sebeple de eti, başta trişin ve tenya olmak üzere birçok mikroba yuvalık etmektedir. Bu hayvanı özel bakıma tâbi tutmak ve etini tıbbî kontrolden geçirmek suretiyle muhtemel zararın önlenebileceği iddiasına karşı iki şey söylenebilir:
a- Bu tedbirler her zaman, her yerde ve her yiyen tarafından alınamaz, alınamamıştır.
b- Genel değerlendirmede de işaret edildiği üzere, domuzun haram kılınmasının hikmeti, bizim bugüne kadar bildiklerimizden ibaret değildir. Dün bilinmeyenler bugün biliniyor; yarınlar da bugünün meçhullerini -kısmen de olsa- aydınlığa kavuşturacaktır.
4- Allah’tan Başkası Adına Kesilenler: İnsan hayatına ancak Allah Teâlâ son verir. Hayvanların hayatına son vermek, yine Allah’ın kudreti ve irâdesiyle olmakla beraber insanlar, faydalanmak için öldürme fiilini işlerler. Bu faaliyete izin veren de Allah Teâlâ’dır. Hayvanı öldürürken O’nun ismini anmak, bu izni tazelemek, ölümün O’nun kudret ve irâdesiyle olduğunu hatırlamaktır. Putlara, uydurma mâbutlara kesilen, bunların adı anılarak boğazlanan hayvanlar yenmez; çünkü yaratan ve öldüren Allah’tır. Putlara ve tanrılaştırılan liderlere kesilen hayvan, O’nun iznine ve ismine dayanmamıştır. Bu yasak, aynı zamanda putperestliğin kökünü kazımak ve tevhidi perçinlemek hikmetini taşır.
5- Meyte Sayılanlar: İlgili âyet, boğazlanmadan, başka sebeplerle öldürülen ve ölen hayvanların da yenmeyeceğini ifade ediyor. Bunların haram oluş hikmeti, meyteninki ile ortaktır. Ayrıca hayvan artığını yemek, insanın yüce vasıflarına
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 83 -
ters düşmektedir.
6- Diğer Kara Hayvanlarından Helâl ve Haram Olanlar: Yukarıda meâli verilen âyet, sarih ve kesin olduğu için âlimler, zikredilen dört şeyin haram olduğunda ittifak etmişlerdir. Bunların dışında kalan hayvanlara gelince: Kur’an’da Rasûl-i ekrem’i kast ederek “onlara temiz şeyleri helâl kılar, pis şeyleri de haram kılar”323 buyrulur. Burada pis şeyler diye tercüme edilen “el-habîs”in tefsirinde müctehidler ihtilâf etmişlerdir. Bazı müctehidlere göre habîs, Allah ve Rasûlü’nün haram kıldıklarıdır; yani haram oldukları hakkında âyet veya hadis bulunan şeylerdir; Bu sebeple haşarât, kurbağa, yengeç, kaplumbağa gibi hayvanlar haram değildir.
Ebû Hanîfe, Şâfiî gibi müctehidlere göre ise, “habîs”, umumiyetle insanların (veya Kur’an inzâl olduğu sırada Arap toplumunun) tiksindiği, iğrendiği şeylerdir; dolayısıyla yukarıda sayılan canlılar ve benzerleri haramdır. Pislik ve leş yiyen hayvanlar da “habîs”ler içinde değerlendirilmiştir. Hz. Peygamber, Hayber günü ehlî eşek etini yasaklamıştır 324. Bu nass sebebiyle cumhûra göre ehlî eşek ve katır haramdır. At, Ebû Hanîfe’ye göre helâl değildir, İmameyn’e ve Şâfiî’ye göre helâldir. Rasûlullah’ın (s.a.s.) “Bütün köpek dişli yırtıcılar ile yırtıcı pençesi olan kuşları yemeyi” yasakladığı rivâyet edilmiştir.325 Hanefîler, bu hadiste geçen “sibkâ” kelimesini et yiyenler şeklinde anlamışlar ve bu çeşit hayvanları haram saymışlardır. İmam Şâfiî “insanlara saldıran ve parçalayan” şeklinde anladığı için tilki ve çakalı istisnâ etmiştir. İmam Mâlik, yırtıcılar için haram yerine, mekrûh tabirini kullanmıştır.
7- Deniz Hayvanları: Ulemânın ekseriyeti, deniz hayvanlarının tümünün helâl olduğu görüşündedirler. Ancak karada yaşayan ve yenmesi haram olan insan ve domuz, köpek, ayı gibi hayvanların ismini taşıyan deniz hayvanlarında ihtilâf etmişler; bazıları bunların helâl olmadığını ifade etmiştir. İmam Mâlik’e göre yalnızca deniz domuzu mekruh; diğerleri helâldır. Deniz hayvanları için helâl sınırını çok geniş tutan bu görüşün delili âyetlerdir: “Taze et yemeniz, takındığınız süsleri edinmeniz ve Allah’ın bol nimetinden faydalanmanız için denize -ki gemilerin onu yara yara gittiğini görürsün- boyun eğdiren de O’dur...” 326
Hanefîlere göre, deniz hayvanlarından yalnızca -bütün çeşitleriyle- balık helâldır. Bu hayvanın boğazlanması gerekmez. Kendiliğinden ölen yenmez. Dalga, taş, havasızlık, avlanma gibi sebeplerle öleni yenir, diğer deniz hayvanları ya iğrençtir yahut da -boğazlanmadığı için- meyte hükmündedir.
"Ehlî eşekler, onların atları, katırları, vahşi hayvanlardan her bir kesici dişi (köpek dişi) olan, kuşlardan da pençeleri olanlar haramdır." 327
Hayvanları Putlaştırıp Onlara Tapmak
Hayvanlara Tapmanın Menşei: Özellikle muvahhid bir mü’minin selim aklı, insanın nasıl olup da Yaratıcısını bırakıp, basit bir maddeden ibaret taşa, demire,
323] 7/A’râf, 157
324] Buhâri, Megâzi 38; Zebâih 27, 28; Müslim, Nikâh 30
325] Müslim, Sayd 15, 16; Ebû Dâvud, Et’ıme 32; Tirmizî, Sayd 9-11
326] 5/Mâide, 96
327] Ebû Dâvud, Et'ıme 26, hadis no: 3790, 33, hadis no: 3806; Nesâî, Sayd 30, 31; Buhârî, Zebâih 29; Müslim, Sayd 12-16; Tirmizî; Et'ıme 1,hadis no: 1477, 1478, 1479; İbn Mâce, Sayd 13, hadis no: 3232, 3234
- 84 -
KUR’AN KAVRAMLARI
betona; bunlardan yapılmış heykele/puta ya da kendinden daha âciz, daha düşük yaratıklar olan hayvanlara taptığını anlamakta zorluk çekebilir. Anlayamamasında da haklıdır; ancak unutulan bir şey var, o da; müşriklerin müslümanlar gibi olmadıkları, akıllarını kullanmayıp hayvanlaştıkları ve hatta hayvandan daha aşağı seviye göstermeleri. Ancak Allah'a ibâdet/kulluk yapan kimse, aklını vahiy ve fıtrat istikametinde kullanıp Allah'tan başkası önünde eğilmez; izzetli, onurlu, şahsiyetli ve özgür olabilir. Ancak mü’min, yeryüzünde halife olduğunu, diğer yaratıkların insan için yaratılıp onun emrine boyun eğecek şekilde hizmetine verildiğini kabul ederek, buna teşekkür/şükür için sadece Allah'a ibâdet ve itaat edilmesi gerektiğine inanır.
Allah'a teslim olup sadece O’na kulluk yapmamak için olmadık gerekçeler üretmeye kalkan insanın, fıtratındaki inanma ihtiyacını doğru yöne kanalize edemeyince ne kadar alçaldığının bir örneğidir hayvanlara tapmak. Sonu şirkle, hayvanlara tapmayla sonuçlanan bu tavır, tevhidin hayata yeterince aksettirilemediğinden, tavhidî bilinç ve yaşayıştan tâvizler verilerek giderek tevhidin unutulmasından ve bu boşluğun başka şeylerle doldurulmasından oluşmuştur. Tabii ki, imtihan için verilen irâdenin şeytan, hevâ/kötü arzular gibi soyut ve zâlim/müşrik yöneticiler gibi, egemen güçler gibi somut saptırıcıların da rolü olmuştur, olacaktır.
En büyük ahmaklık ve aşağılık olan hayvana tapma ile sonuçlanacak yol, büyük bir ihtimalle, tevhidden önemsiz görülen sapmalarla, küçük tâvizlerle başlamıştır. Şirke meyil de, bazı varlıklara gerektiğinden fazla değer vermekle başlamış, tevhidden tâviz veren insanlar, görmedikleri için uzakta kabul ettikleri Allah'a böyle aracılarla ulaşabilecekleri saflığına kapılmıştır. Giderek bazı basit maddî varlıkları, elleriyle yaptıkları heykelleri, ya da değersiz bir hayvanı sevgi veya korkunun, ya da her ikisinin yöneltildiği bir kutsal varlık olarak düşünmüşlerdir. Başlangıçta sadece birer sembol olarak gördükleri totemlerini, kutsallaştırarak tanrısal bazı özellikleri olan, küçük tanrı, yarı tanrı ve tanrı kabul etmeye başlamışlardır. Sonu esfel-i sâfilîn olan çıkmaz yola insan, tevhidden ve selim akıldan küçük sapmalarla sürüklenmiştir. İnsan, animizm denilen cansız varlıklarda bir ruh kabul etme anlayışını, şeytanî teorilerle hayal ve zanna dayalı yorumlarla totemleştirip kutsallaştırmıştır. Bundan sonrası, kendiliğinden gelmiş ve insana gerçek anlamda hiçbir fayda ve zarar veremeyecek, yol gösteremeyecek basit varlıkların putlaştırılmasına geçilmiştir.
Bazı hayvanları kutsal kabul edip onlara tapmak, çok eskidir ve totem anlayışından türediği kabul edilir. Birçok ulus, farklı hayvanları kutsal saymış, nice ulus ve kavim de hayvanları tanrı kabul etmiştir. Özellikle eski Mısır, hayvana tapmanın bütün çeşitlerini yüzyıllar boyunca sürdürmüş bir ülkedir. Eski Mısır’da öküzlere, ineklere, kedilere, leyleklere, timsahlara, farelere, su aygırlarına tapılmıştır. Öyle anlaşılıyor ki, bazı hayvanların zararından kaçınmak ve korunmak için o hayvanlara tapınılmış, bazıları da üstün özellikler vehmedilerek kutsallaştırılmıştır. Ünlü tarihçi Herodotos, kulakları ve ön ayakları mücevherlerle süslü kutsal timsahlar gördüğünü yazmaktadır.
Bazı arkeologlar, yaptıkları kazılarda kutsal boğaların yerleştirilmiş olduğu sandukalar içinde özel mezarlar bulmuştur. Anlaşılıyor ki, tevhid dininden uzaklaşan eski insanlar için hayvan, insandan çok daha esrarlıydı. Milâttan önce 6.
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 85 -
yüzyılda Mısır’a saldıran İranlılar, savaş taktiği olarak ordularının önüne kedilerle leylekleri yerleştirmişlerdi. Mısırlılar, karşılarında tanrılarını görünce onlara karşı silâh kullanma gücünü gösteremediler. Hindistan’da ineklere, timsahlara, fillere ve maymunlara; Finlandiya ve Kuzey Sibirya’da ayılara; Pasifik okyanusunda kertenkeleye; Afrika’da aslanlara ve yılanlara; Girit’te boğalara tapılmıştır. Birçok eski Yunan klanları hayvan adları taşımaktadır.
Tarihsel süreçte hayvan tapımı, hayvan-tanrılardan hayvan başlı tanrılara, onlardan da tanrıların arkadaşı hayvanlara geçildiğini göstermektedir. Mısır tanrıları çeşitli hayvanlarla simgelenmiştir. Ptah ve Osiris, Apis öküzünde belirmektedir. Hathor inek, Horus leylek, Ganeş fil, Toth maymun, Kepre bokböceği kafalıdır. Yunan tanrılarının yanlarından hiç ayırmadığı çeşitli hayvanlar vardır; Zeus’un kartalı, Athena’nın baykuşu, Apollon’un kertenkelesi bu gibi tanrı arkadaşı-hayvanlara örnektir.
Yunan tanrılarının çoğu çeşitli serüvenlerinde çeşitli hayvan kılıklarına girerler. Meselâ, Zeus kuğu kuşu kılığına girerek Leda’yı, boğa kılığına girerek Europa’yı kaçırır; İo inek kılığına girerek dünyayı dolaşır. Hint tanrıları ve Buda, çeşitli avatar’larında değişik hayvan kılıklarına bürünürler. Mısır inançlarında tanrı Ra, bir yumurtadan kaz biçiminde çıkar ve uçmaya başlar, onun uçuşuyla göğün karanlığı aydınlanır ve yeryüzü canlanır. Slav inançlarında Vseslaviç kimi yerde kurt, kimi yerde kartal kılığına girer; bir savaşta da sansar kılığına girip düşmanın silâhlarını kemirir, bütün ordusunu karınca kılığına sokup düşmana saldırtır.
Çeşitli inançlarda tanrılık niteliğindeki gerçek hayvanların yanında, tasarlanmış mitolojik hayvanlar da vardır. Çinlilerin ejderleri, Hintlilerin naga adlı çok kafalı yılanları, makara adlı deniz canavarları, garuda adlı acaip kuşları bu hayal ürünü hayvanlardandır. 328
Çok eski zamanlardan günümüze kadar çeşitli hayvan türleri, dinî açıdan ya ibâdet objesi ve aracı olarak saygı görmüş veya bir kütle ilgili kabul edilmiştir. Mitolojilerde bolca işlendiği gibi, hayvanların bilgeliğini, sihir veya kehânetteki fonksiyonlarını açıklamaya yönelik çok sayıda efsanenin bulunduğu bilinmektedir.
Hayvanlarla ilgili dinî inançların, tarihin çok eski devirlerinden beri var olduğu bilinmektedir. Özellikle tabiatüstü güç taşıdıklarına ilişkin inançlar Neolitik dönem öncesinde insanlarla aralarında geçen mücadelenin başlangıcına kadar çıkarılabilir. Tarih öncesi dönemlerdeki avlanmaya dayalı yaşama biçiminde insanların hayvanları yakından tanımaları bu konudaki dinî inançlar yönüyle hayvanlara saygı duyulması yolunun açılmasına sebep olmuştur. İnsan ve hayvan arasındaki bu ilk ilişkinin sonucunda oluşan inançlar, hayvanın kanı içerisinde bulunduğuna inanılan bir ruh (can) fikri etrafında biçimlenmiştir. Buna göre ruh bir anlamda kanda ikamet eden maddemsi bir varlıktır.
Özellikle Sâmî kavimlerde görüldüğü haliyle kan, ruh veya hayat bahşedici bir unsur olarak kutsaldır ve boş yere akıtılmaz veya ancak belli dinî amaçlarla akıtılabilir. Bundan dolayı kan serpme, törenlerin vazgeçilmez rüknüdür. Aynı şekilde Sâmî kavimlerle sınırlı kalmayan inşâ edilmiş bir mekânın, kutsal sayılan
328] Orhan Hançerlioğlu, İnanç Sözlüğü, s. 231
- 86 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bir alanın, yeni inşâ edilen bir yapının veya bir nesnenin hayat kazanması ya da uğur getirmesi için hayvan kanı akıtılması geleneği de bu inançla yakından ilgilidir. Öte yandan kanın yeni bir hayat bahşettiği inancıyla (İslâm dışı) kurban fikri arasında da yakın bir bağ vardır ve kanlı kurban kavramının oluşmasına zemin hazırlayan başlıca unsurlardan biri budur. Hatta işlenen bir suçun, kan dökmekle, yani yeni bir hayat bahşetmekle telâfi edilebileceği inancı da hayvan kurban etme fikrini pekiştirmiştir denilebilir.
Günümüzde hâlâ geçerliliğini sürdüren, kültürlü kültürsüz hemen her ülkedeki câhiliyye insanını etkileyen fallara konu olan burçlar da, çoğunlukla hayvan adlarını alan burçlar aracılığıyla gündeme getirilmektedir. Günümüzde bazı ilkel topluluklarda da sıkça rastlanan bir başka inanç ise, hayvanın kehânet veya falcılıkta kullanılmasıdır. Genel olarak tarih boyunca hayvanların kehânette kullanılması ikiye ayrılmaktadır.
a) Hayvan hareketlerini gözlemek. Buna göre kuş, yılan, balık, bazen deve, koyun vb. hayvanların hareketlerine bakarak istenilen şeyin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği konusunda bir kehânette bulunulur. Özellikle totemlerden seçilen bu “kâhin hayvanlar”ın, tabiatüstü yetenekleriyle kabile fertlerine mesaj iletecekleri inancına dayanan bu kehânette bilhassa hayvanın gidiş istikameti, çığlığı veya izi değerlendirilmiştir. İnsanlara öğüt veren “bilge hayvanlar” mitosu da bu inançla ilgilidir.
b) Hayvanların iç organlarına bakarak gelecekte vuku bulacak şeyleri önceden kestirmek. Bedenin merkezî organı olarak düşünülen karaciğer, birtakım bölgelere ayrılarak bu bölgeler üzerinde görülen şekillerin hayalî yorumuna dayanılarak gelecekten haber vermeye çalışılmıştır. Bu tip kehânetlerde zaman zaman kalp, kemik, böbrek gibi başka organlar da kullanılmıştır. Bazen bu organlar kötü güçleri uzaklaştırma veya tılsım gibi sihrî amaçlar çerçevesinde de değerlendirilmiştir.
Bu bağlamda bir başka inanç biçimi de totem ve hayvan arasındaki münasebet sonucunda ortaya çıkmıştır. Kabilenin hayatını sürdürmesine katkıda bulunan veya kabilenin varlığını tehdit eden hayvanlar totem sayılmış, ayrıca bu hayvan totemler kabilenin veya fertlerin şahsî sembolleri haline getirilerek insanlar arasında bir nevi iletişim sistemi oluşturulmuştur. Diğer taraftan totem sayılan hayvanın gücüne kavuşabilmek için o hayvanın hareketlerine benzetilerek yapılan danslar da özellikle şaman konumundaki insanların öteki âleme geçmek için başvurdukları temel metodun dayanağını teşkil etmiştir.
Yakındoğunun zengin hayvan varlığı, dinî inançlara doğrudan doğruya yansımıştır. Batı İran ve Anadolu’dan Mısır’a, Mezopotamya’dan Kafkasya’ya kadar uzanan bu geniş coğrafyada geliştirilen hayvanlarla ilgili inançlar birbirine çok benzemektedir. Bunun en önemli sebebi, fauna içinde yer alan ortak hayvanların sayıca fazla olması ve bölgedeki göç güzergâhlarının aynı yolları izlemesidir. Bununla birlikte farklı coğrafyalarda aynı hayvanlara daima aynı rol ve sembolik değerlerin yüklendiği söylenemez.
“Icl”in/Buzağının Putlaştırılması
Kur’an, İsrâiloğullarının “ıcl”e/buzağıya, daha doğrusu buzağı/dana şeklinde temsil edilen heykele taptıkları bir zamanın olduğunu bildirir. Buzağıya
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 87 -
tapınma, eski dünyada geniş bir alana yayılmıştı. Hindistan’da İndra, Mısır’da Ammon, Sümerlerde ve Filistin’de Baal ismi verilen tanrı heykelleri boğa şeklindeydi. Babil’in ay tanrısı Sin “güçlü Enlîl buzağısı”, Ur’un ay tanrısı, Nannar ise “göğün güçlü genç boğası, Enlîl’in en üstün oğlu” diye nitelenirdi. Yunanistan’da Zeus da boğa şeklinde temsil edilmiştir. Kısaca, tanrıyı boğa şeklinde temsil etmek, Hindistan, İran, Sümer, Babil, Filistin, Fenike, Mısır ve dünyanın birçok yerinde görülür.
Allah, İsrâiloğullarını Hz. Mûsâ vasıtasıyla tevhide eriştirdiği halde, onlar civarın/çevrenin tesiriyle putçuluğa özenip meyletmişlerdi. “İsrâiloğullarını denizden geçirdik, orada kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavme rastladılar. Bunun üzerine: ‘Ey Mûsâ! Onlara ait tanrılar gibi bizim için de bir tanrı yap!’ dediler. Mûsâ, ‘Gerçekten siz câhil bir toplumsunuz’ dedi. Şüphesiz bunların (Amalika kavminin) içinde bulundukları (din) yıkılmıştır ve yapmakta oldukları da bâtıldır. Mûsâ dedi ki: ‘Allah sizi âlemlere üstün kılmışken ben size Allah’tan başka bir tanrı mı arayayım?”329 İsrâiloğulları, bu âyette belirtildiği gibi Firavun’un zulmünden apaçık bir mûcize ile kurtulup denizi geçtikten sonra, buzağıya tapan Amalika kavmine rastladılar, kendi peygamberlerinden, onların tanrıları gibi, buzağı şeklinde bir tanrı yapmasını istediler. Hz. Mûsâ onların teklifini reddetti ve onları cehâletle suçladı.
Henüz Hz. Mûsâ aralarında iken, altın buzağı heykeli yaparak ona tapmaya başlayıp tevhidden dönmüşlerdi. “(Tûr’a giden) Mûsâ’nın arkasından kavmi, zînet takımlarından, böğürmesi olan bir buzağı heykelini (yapıp tanrı) edindiler. Görmediler mi ki o, onlarla ne konuşuyor, ne de onlara yol gösteriyor? Onu (tanrı olarak) benimsediler ve zâlimler oldular.”330 Hz. Mûsâ’nın Tûr’da Rabbi ile mülâkatı esnasında İsrâiloğullarından Sâmirî adında bir sanatkâr, zînet takımlarını toplayarak bir buzağı heykeli yaptı ve ‘sizin de Mûsâ’nın da tanrısı budur. Fakat Mûsâ tanrısını unuttu’ dedi. Sâmirî, buzağıyı öyle bir ustalıkla yapmıştı ki, İbn Abbas’ın rivâyetine göre, heykelin arkasından giren rüzgâr, ağzından ses çıkarıyor; rüzgâr estikçe böğürmeye benzer bir ses duyuluyordu. “Buzağıyı (tanrı) edinenlere, mutlaka Rablerinden bir gazap ve dünya hayatında bir alçaklık erişecektir. İşte Biz iftiracıları böyle cezalandırırız.” 331
Şimdiki muharref Tevrat, buzağıyı yapmayı Hz. Hârun’a nisbet eder.332 Kur’an, bu işin doğrusunu söyleyerek bu peygamber hakkındaki iftirayı düzeltir. Allah’ın emriyle Hz. Mûsâ’nın İsrâiloğullarından bir sığır (buzağı, boğa vs.ye şâmildir) boğazlamalarını istemesi üzerine, onların gösterdiği mukavemet meşhurdur.333 Bu emir, şu hikmete mebnî olmalıdır: Allah Hz. Mûsâ ümmetini çevrenin şirkinden temizlemek istiyordu. Fakat her şeye rağmen, yahûdilerin bundan kurtulamadıklarını, Kur’an belîğ bir şekilde ifade eder: “Küfürleri yüzünden buzağı (sevgisi) kalplerine sindirildi.”334 Apaçık âyetlerden, delillerden sonra, onların buzağıyı benimsemelerini takbih eder, kınar: “Eh-i Kitap senden, kendilerine gökten bir Kitap indirmeni istiyor. Onlar Mûsâ’dan, bunun daha büyüğünü istemişler: ‘Bize Allah’ı apaçık göster’ demişlerdi. Zulümleri sebebiyle hemen onları yıldırım çarptı. Bilâhare kendilerine
329] 7/A’râf, 138
330] 7/A’râf, 148; Benzer âyetler için Bk. 20/Tâhâ, 85-98
331] 7/A’râf, 152
332] Kitab-ı Mukaddes, Çıkış 32. bap
333] 2/Bakara, 67-71
334] 2/Bakara, 93
- 88 -
KUR’AN KAVRAMLARI
açık deliller geldikten sonra buzağıyı (tanrı) edindiler. Sonra da onları affettik. Ve Mûsâ’ya apaçık delil (ve yetki) verdik.” 335
İsrâiloğullarının, zaman zaman buzağıya tapınmaya döndüklerini, Kitab-ı Mukaddes’te de görüyoruz. Peygamber Hoşea, buzağıya tapan yahûdilerle mücadele eder.336 Sâmiriye bölgesinde 7. İsrâil kralı Ahab (M.Ö. 874-853) devrine ait bir kitâbe üzerinde, tanrı adı için çok mânidar bir isim bulunmuştur: Egelyo (Boğa); yani yahûdilerin tanrısı Yahova, bir boğadır. Kur’an’ın buzağıyı yapma işini Sâmirî’ye nisbet etmesiyle egel (ıcl) kelimesine, bu münasebetle dikkat çekmek gerekiyor. Yahova’nın bir boğa şeklinde temsil edilmesine de çok rastlandığı belirtilir.
Kur’an, bu sapmadaki mânâsızlığa ve mantıksızlığa temas etmektedir: “...O buzağının kendilerine söz söylemediğini ve yol da göstermediğini görmediler mi? Onu tanrı olarak benimseyip kendilerine yazık ettiler.”337 Bir başka yerde, bu tanrının “fayda da zarar da vermediği”338 bildirilir. Hz. Mûsâ’nın dilinden şöyle denilir: “Durup üzerinde titrediğin tanrına bak! Onu yakacağız, sonra da onu parça parça edip denize atacağız. Sizin tanrınız ancak kendisinden başka tanrı olmayan Allah’tır; ilmi her şeyi kuşatmıştır.” 339
Deylemî’nin Müsned’inde Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğu rivâyet edilir: “Her ümmetin bir ıcl’i vardır; bu ümmetin ıcl’i de dînâr ve dirhemdir (küçük ve büyük paradır).” 340
Sığırın Kutsallaştırılıp Tanrılaştırılması
Bilindiği gibi, İsrâil oğulları, Mısır’dan çıktıktan sonra, çölde su içmek için indikleri bir vahada ineğe tapan bir toplumla karşılaştılar. Bu toplumun Amalika kavmi olduğu belirtilir. Tevhidi tebliğ eden Hz. Mûsâ’ya ve vahye inandıkları halde, onlar civarın/çevrenin tesiriyle putçuluğa özenip meylettiler. “İsrâiloğullarını denizden geçirdik, orada kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavme rastladılar. Bunun üzerine: ‘Ey Mûsâ! Onlara ait tanrılar gibi bizim için de bir tanrı yap!’ dediler. Mûsâ, ‘Gerçekten siz câhil bir toplumsunuz’ dedi. Şüphesiz bunların (Amalika kavminin) içinde bulundukları (din) yıkılmıştır ve yapmakta oldukları da bâtıldır. Mûsâ dedi ki: ‘Allah sizi âlemlere üstün kılmışken ben size Allah’tan başka bir tanrı mı arayayım?”341 Zaten, kendilerini köle edip ülkelerinden çıkaran Mısır’lıların tanrılarından biri inek anlamına gelen Hotor’dur. Gözleriyle görüp şâhid oldukları asa ve özellikle deniz mûcizeleriyle kendilerini kölelikten ve her çeşit zulümden kurtaran Allah’a tapmak yerine; kendilerini köleleştiren Mısırlıların ilâhlarına tapmak gibi iğrenç bir nankörlük işlediler.
Boğa: Hayvanlara tapmanın en önemli örneklerinden biri olan boğayı kutsal ve ulûhiyetin simgesi saymak, hemen bütün tevhid dışı inançlara sahip ilkel inançlarda yer alır. Boğa, yaratıcı tanrının veya tanrının yaratıcılığının sembolü
335] 4/Nisâ, 153
336] K. Mukaddes, Hoşea, 8/5-6
337] 7/A’râf, 148
338] 20/Tâhâ, 89
339] 20/Tâhâ, 97-98; Suat Yıldırım, Kur’an’da ulûhiyet, s. 363-364
340] Hayâtu’l Hayevân, 2/16; naklen, S. Ateş, Kur’an Ans. 8/92
341] 7/A’râf, 138
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 89 -
ve kutsal hayvanı olarak kabul edilirdi. Sümerler arasında güçlü yapısından dolayı boğa, fırtına tanrısının kutsal hayvanı ve aynı zamanda kozmik düzenin sembolü kabul edilmiştir. Sümerlerde boğa, erkek-insan başlı olarak da tasvir edilmiştir. Ayın hilâl şeklindeki görünüşü ile boğanın boynuzları birbirine benzediği için Sümerler bu hayvanla ay arasında da ilişki kurmuşlardır.
Bütün mitolojilerde olduğu gibi, Asur-Bâbil kültünde de boğa güç, bereket ve dölleyiciliğin, erkeklik gücünün sembolü olarak görülür; ayrıca büyük kapıların iki yanına koruyucu heykelleri konurdu. Bu heykellerle, Tevrat’ta cennetin yolunu bekledikleri söylenen Kerûbîler342 arasında benzerlik bulunduğu ileri sürülmüştür. Tevrat’a göre boğa, güç ve kudret sembolü olarak kabul edilmekte,343 ulûhiyeti temsil için seçilmektedir. Hz. Mûsâ Sina’da iken kavmi buzağı yapıp ona tapmış,344 on kabilenin ayrılışında kral Yeroboam, Bethel ve Dan’da yaptığı mâbedlere birer boğa heykeli dikerek bu tapınmayı yeniden tesis etmiştir.345 Mısır’da, boynuzları arasında bir güneş diski taşıyan boğa başının bereket sembolü ve Osiris’le ilintili olarak, ölüm ve yeniden doğuş tanrısı gibi kabullenildiği de bilinmektedir.
Hititler, boğaya hem tapıyor, hem de etini yiyorlardı; kanını da tanrılarına sunmaktaydılar. Hititler’de gök, Urartular’da savaş tanrısının kutsal hayvanı boğadır. Mısır’da ise bu küt, özellikle delta bölgesinde yaygındır ve Apis adı verilen boğa – tanrı, tanrı Ptah ile Osiris’in bedenleşmiş şekli kabul edilmiştir. Boğanın kutsallığı, bütün müşrik Sâmî dinlerinde süregelerek Antikçağ Yunan ve Roma inançlarına kadar gelmiştir. Boğa, eski Yunan’da Zeus’un, Roma’da Jupiter’in simgesidir. Eski İran’da da yaygın olan boğa kültü, Mitraizmde tanrı Mitra’nın kutsal hayvanı olarak görülürdü.
Genel olarak göçebe toplumlar, büyük baş hayvan besiciliği ile uğraşmaktaydılar. Onun üretim işlevindeki rolünün bilinci altında olmaları nedeniyle, boğa bir çoban tanrısı olarak tabulaştırılıyor ve sürünün tanrılaşmış önderi oluyordu. Yaratıcı gücün sembolü kabul edilen boğanın, bronzdan yapılmış başlarının, dinî törenlerde bir mızrak veya sopa üzerine takılarak taşınması olayı, ilk olarak M.Ö. 3. binden itibaren, Anadolu’da görülmüş ve dinsel amblemlerin prototipi olmuştur.
Neolitik çağdan itibaren, boğa ve şimşek ilişkisi, mutluluk göstergesi ve atmosferik tanrılarla ilişkili tutulan semboller arasına girmişlerdir. Bu bakımdan boğanın böğürmesi, tarıma dayalı toplumlarda, bereketin habercisi olan gök gürültüsü ve yağmur getiren fırtına ile eşdeğer tutulmuştu.
Öküz: Eski Mısır inançlarındaki Apis öküzleri ilâhî gücü simgeler ve bu öküzün tanrı niteliğinde olduğuna inanılır. Yine Hz. Mûsâ döneminde Amalika kavminin sığır heykellerine taptıklarını Kur’an ve tefsirlerden öğrenmekteyiz. Amerika yerlilerinden İnka’lar da öküze tapmışlardır. Hititlerin tanrısal öküzü Hurris, İbrânîlerin kutsal boğaları, Hitit’lerden önce Anadolu’da yaşamış olan çeşitli ulusların Seris ve Hurra adını taşıyan boğaları, Girit boğası, sığıra tapmanın ne kadar yaygın olduğunu gösterir. Sığırı kutsal sayma anlayışının günümüz
342] Tekvin, 3/24
343] Sayılar, 23/22; Tesniye, 33/17; Mezmurlar, 22/12
344] Çıkış, 32/4
345] 1. Krallar, 12/28-29
- 90 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Anadolu’sunda bile hâlâ sürdüğü görülür. Anadolu’da pek çok evin kapılarına boynuzlu hayvan başları asılır ve o başın ya da boynuzun eve birçok kötülüklerin girmesine engel olacağına inanılır.
Apis Öküzü: Alnında ay biçiminde ak bir leke bulunan kara öküz. Eski Mısır’da güneş diski ve kıvrılmış kobra suretlerini taşıyan bir boğa şeklinde tasavvur edilen kutsal varlık. Eski Mısır’ın şirk inançlarından biri olarak, hayvanları tanrı sayma yerine, bazı hayvanların tanrıların ruhlarını taşıdığına inanılırdı. Apis öküzleri, bu inancın en gelişmiş örneğidir. Alnında beyaz bir ay, dil altında bir domuzlan ve sırtında akbabalardaki gibi lekeler bulunan bu kara öküze Mısır dilinde Hapi denirdi ve onun, tanrı Ptah’la tanrı Osiris’in ruhlarını taşıdığına inanılırdı. Yaşarken güneş tanrısı Ptah’ın ruhunu taşıyan Apis öküzü, ölünce Osiris-Apis oluyordu. Mumyalanır ve serapeum denilen özel bir mezara gömülürdü. Ölünce, yerine bu renklerde yeni bir Apis bulununcaya kadar yas tutulurdu. Sağken bir tapınakta özenle beslenen Apis öküzüne, özellikle Menfis’te tapılmıştır. Başlangıçta Nil tanrısı Hapi biçiminde olan Apis, muhtemelen bereketle ilişkili bir tanrı kabul edilirdi.
Eski İran’da Mazdeizmin çıkışı da öküz ve ineklere bağlanır. Göçebeler öküz ve ineklerin değerini bilmiyorlar, onları horluyorlardı. Öküzün ruhu, içine düştüğü kötü durumu gökyüzüne haykırmakta, bir koruyucu bulmak için yalvarmaktaydı. İşte Zerdüşt böyle bir ortamda bir tarım reformcusu olarak ortaya çıktı ve Mazdeizmi ekonomik ve toplumsal bir temele oturttu.
İnek: Üretkenliği ve besleyiciliği dolayısıyla eski dünyanın pek çok yerinde önemli bir kült hayvanı olan inek, özellikle Hindistan’da giderek bir inanç sistemine kaynaklık etmiştir. Veda’lar çağında tapılmıştır. Hindistan’da inek kültünde, inekle yeryüzü, gök, güneş şuaları, konuşma ve ilâhi söyleyen kişi arasında mistik bir ilişki kurulur. Yeryüzünün, ineğin altında bulunduğuna inanılmaktadır. Bazı efsanelerde yeryüzü inek şeklinde gösterilmiştir. Hint kültüründe ineğin öldürülmesi haram olup Mahabharata’da ineği öldüren kişinin hayvanın vücudundaki kıl sayısı yıl kadar cehennemde kalacağı belirtilmiştir. İnek tabusu, Hindistan’da varlığını hâlâ sürdürmektedir. Müslümanlarla mecûsîler arasındaki birçok savaş, ineğin kesilmesi yüzünden çıkmıştır. Eski Mısır’da da kutsal sayılmış, gökyüzü ayaklarını yeryüzüne dayamış bir inek olarak tasvir edilmiştir. Gökyüzü-tanrıçası Hathor ya da Nut da inek biçiminde tasarımlanırdı. İskandinav mitolojisinde de gece bir inektir.
İstanbul boğazına batılılar Bosphor (Bosfor) derler. Bosfor, Yunanca inek geçidi anlamına gelir. Kudurmuş hamamböceği şeklindeki Hera’dan kurtulmak için İo, bosfordan atlayarak asya topraklarına bu boğazdan geçmiştir. Yunan mitolojisine göre, Zeus’un Hera’nın kıskançlığından korumak için, beyaz bir inek veya öküz biçimine soktuğu sevgilisi İo, Bosfor’dan yani İstanbul boğazından Anadolu kıyısına bir sıçrayışta aşıp geçtiği için boğaza Bosphoros (inek -veya öküz- geçidi) denilmiştir.
Boynuz: Boynuz, eski çağ kültür ve mitolojilerinde mânevî yükseliş ve güçlülüğün sembolü olmuştur. Aynı zamanda koç boynuzunun güneş; boğa boynuzunun ise ay benzeri bir özyapıya sahip olduğu varsayılmaktaydı. Yunan-Roma mitolojilerinde bereket ve mutluluğun bir sembolü olarak yerleştiğini gördüğümüz bu boynuzun içi, aşırı bolluk anlamında, buğday daneleri ve dışarıya taşmış
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 91 -
meyvelerle doludur. Hitit tanrıları da boğa boynuzlu olarak gösterilmişlerdi.
Tarihte pek çok örneği bulunan ve adına Latince corniculum denilen boynuzlu miğfer, özellikle geç devirlerde Galyalılar’ın ve Vikingler’in sembolü haline gelmiştir. Büyük İskender Mısır’ı fethettiği zaman, halkın sevgi ve saygısını kazanabilmek için, baş tanrı Amon’un oğlu olduğunu iddia etmiş ve böylece, zaten binlerce yıldan beri firavunların tanrılığına inanmış olan Mısır halkına, kendisinde ilâhî bir güç bulunduğunu kolaylıkla kabul ettirmiştir. Tanrı Amon’un koç başlı olduğuna inanıldığı ve heykelleri boynuzlu yapıldığı için, İskender de mânen boynuzlu farzedilmiş ve ölümünden sonra adına bastırılan paralarda/sikkelerde koç boynuzlarıyla resmedilmişti.
Özellikle boğa boynuzu, tarihin ilk günlerinden beri güç kuvvet sembolü olarak kabul edilmiş ve bu sebeple eski uygarlıkların hemen hepsinde tanrı ve mukaddes yaratık tasvirleri boynuzlu yapılmıştır. Boynuzun güç sembolü olarak klasik müslüman kültürüne de girdiği görülmektedir. Nitekim Celâleddin Rûmî’nin Mesnevi’sinde, Hz. Mûsâ’nın ağzından Firavuna hitaben şöyle denilmektedir: “Sivri, keskin boynuzların nice ciğerler deldi; işte şu asam da senin küstah boynuzunu kırdı.”
Son asırlarda Avrupa’dan dünyaya yayılan karısı tarafından aldatıldığını bilen koca için kullanılan “boynuzlu” tâbirinin eski boynuz kültü ile herhangi bir münasebeti mevcut değildir. Bu tâbir, semizleşmelerini temin gayesiyle kısırlaştırılan horozların, diğerlerinden ayırt edilebilmeleri için ve artık dövüşemeyeceklerinden dolayı işlerine de yaramayacak olan mahmuzlarının kesilerek ibiklerine takılması (fes püskülü gibi) ve boynuza benzeyen bu mahmuzlar sebebiyle bu horozlara “boynuzlu horoz” denilmesinden (mahmuzlu horoz denilemez; çünkü o zaman mahmuzu kesilmemiş horozlar akla gelir) kaynaklanmakta olup “dişisini kıskanmayan, onun uğruna dövüşmeyen erkek” mânâsında kullanılmaktadır. Avrupa’daki bu “boynuzlu” tâbirinin fazla eskilere gitmemesi gerekir. Çünkü eskiden beri bilinse ve kullanılsaydı, Michelangelo (1475-1564), bu çirkin manayı göz önünde tutar ve ünlü Hz. Mûsâ heykelini boynuzlu yapmazdı.
Daha çok mitolojik metinlerde teşhis edilebildiği kadarıyla eski Yakındoğuda hayvanlarla ilgili diğer köklü inançlar şu şekilde sıralanabilir:
Aslan: Aslan, bütün Yakındoğu medeniyetlerinde koruyucu bir figür olarak kullanılmış ve şehir, saray veya tapınak girişlerine normal şekliyle yahut sfenks ve grifon (yarı kartal yarı aslan şeklinde mitolojik bir kuş) gibi karışık yaratıklar halinde yerleştirilmiştir.
Yılan: Yılan, Mezopotamya’da derisini değiştirmesi sebebiyle sürekli yenilenen sonsuz hayatı, gelişmiş içgüdüsü dolayısıyla da bilgeliği ve dişiliği sembolize eder; Mısır’da ise tanrı-kral firavunun simgesidir. Hindistan’da yılan canavar Vritra kaosu temsil eder.
At: Hindistan’da ilâhî atlar (asvin) güneşin taşıyıcısıdır. Eski Türk kültünde de atlar önemli bir yer tutar.
Ayı: Japonya’da Aynular arasında yaygın bir ayı kültü vardır. Bu ülkede hayvanlarla ilgili olarak sayılamayacak kadar çok ve çeşitli kehânet ve sihir sistemleri geliştirilmiştir.
- 92 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Deve: Deve, dayanıklılığı dolayısıyla sabır ve irâdeyi temsil ederken özellikle Sâmî kavimler arasında kurban ve kehânet amacıyla kullanılmıştır.
Kedi: Mısır’daki önemli kült hayvanlarından bir de temizlik, özgürlük, egoizm ve şehvetin sembolü olan kedidir. Ana tanrıça Bast, kedi başlı bir kadın şeklinde tasvir edilir; mumyalanarak gömüldüğü bilinen kedi, ayrıca tanrıça İsis’in de kutsal hayvanıdır.
Maymun: Maymun, Mısır’da insan dilini anlayan kutsal bir hayvan olarak saygı görmüş, şafakta çıkardığı sesler güneş tanrısına duâ etmesi şeklinde yorumlanmıştır. Tasvirî sanatta bilgelik tanrısı Toth, bir maymun şeklinde yapılırdı. Maymun, hayvanlara tapmanın geçerli olduğu hemen bütün bölgelerde kutsal sayılıp tapınılan hayvanlardan biridir. Bununla birlikte, en çok eski Mısır’da kutsal kabul edilir. Bilgelik tanrısı Toth’un maymun biçiminde cisimleştirilmesi bunu göstermektedir.
Maymun kültünün en fazla Hindistan’da önem kazandığı görülür. Burada maymun, tanrı Hanuman adını almış ve özellikle Ârî öncesi yerli halklar arasında tapınılmıştır; en büyük tapınağının Benâres’te olduğu bilinmektedir. Ramayana destanının beşinci kitabında maymun, ilâhlar veya kahramanlar arasında aracılık yapan tabiatüstü güçlere sahip bir varlıktır; ayrıca Rama’ya karşı gösterdiği sadakatten dolayı dostluğu sembolize eder. Çin halk inançlarında ise maymun, uğur getirici bir hayvan olarak bilinir. Sun wu -K’ung adıyla tanınan bir maymun, kahramanlıkları dolayısıyla meşhurdur. Öte yandan maymun, çelişkili bir şekilde hilebazlığın ve çirkinliğin de sembolü sayılır. Java’da ve komşu bölgelerde kısırlığı iyileştirceği inancıyla maymunlara çeşitli takdimeler sunulur.
Kartal: Kartal, bütün Yakındoğuda kudreti ve hâkimiyeti sembolize eder. Bütün coğrafyalara yayılan ilkel kabullerden, câhiliyye inançlarından kartalla ilgili olanları şöyle özetleyebiliriz: Başlıbaşına kuvvet ve yücelik sembolü, göklerin hâkimi ve tüm gök yaratıklarının kralıdır. Kartal, göğün en üst katında bulunur ve onun kapısını korur. Diğer geniş kanatlı olan yırtıcı kuşlar gibi tanrısal bir güce sahiptir. Yeryüzünün üstünde uçarak onu kötülüklerden korur. Orta Asya Yakut Türkleri, kartal üzerine ant içiyorlardı. Türk büyüklerinin çoğunun ismi kartal benzeri yırtıcı bir kuş olmuştu. Kartal, gözlerini kırpmadan güneşe bakabilen bir kuş olduğundan, onun ateşin bile üstesinden geleceğine inanılmıştı. Hız ve kapıcılığından dolayı yıldırımla, uzun süre yaşaması sebebiyle sağlıklı hayatla da özdeşleştirilmiştir. Başı sola dönük olan kartal, kötülük ve faydasızlığı; sağa dönük olan ise iyilik ve verimlilik ifade etmektedir. Kartal, yılanın baş düşmanıdır. Kötü ruhları simgeleyen bu yaratıkları öldürücü gücünden dolayı, sevilen bir kuş olmuştur. İslâm öncesi Türklerde şamanların babası olarak nitelenirdi.
Çift başlı kartal: İlkin Hititlerde görülür. Orta Asya’da Gaznelilerin de kullandığı bir amblemdir. Selçukluların bunu, bir imparatorluk amblemi olarak, Bizans’la temasa geçmeden çok önceleri kullanmakta oldukları kesindir. Bizans’a gelince, onların bazen tek, bazen çift başlı olan kartal motifini Selçuklulardan uyarlamış olmaları büyük bir ihtimaldir. Çift başlı kartalın toplumların birbirlerini etkileyen kültürleri sonucu ortaya çıkıp yayıldığı akla yakın gelmektedir. Ancak, kartal motifinin Hitit ve Selçuklularda diğerlerine oranla daha yaygın bir biçimde kullanıldığını görüyoruz. Çift başlı olan kartal, her iki yönden gelebilecek tehlikelere karşı uyanık olur ve onları zamanında önleyebilir; iki baş, kartala bu
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 93 -
türden çoğaltılmış güç vermektedir. Hitit kartalında baş üzerinde kulak yoktur ve kanatları daima açık durumdadır. Selçuklu kartalı, başlara birer kulak eklemiş, böylece ona gecelerin yırtıcı kuşu olan puhu kuşunun en güçlü vasfı olan, geceleyin duyma yeteneğinin verilmesi amaçlanmıştır. Çünkü kartal, karanlıkta görme duygusundan yoksundur.
Roma’da imparator ölümlerinde yapılan gömü törenlerinde havaya bir kartal uçuruluyordu. Çünkü kartal, ölünün gökteki tanrılara giden ruhunu simgeliyordu. Vaftiz sembolü görüldüğünden, ilk hıristiyanlar, vaftiz yapılan teknelerin üzerine bir kartal motifi işlemekteydiler. Kartalın uçuşu, bazı fanatik zümrelere göre, Hz. İsa’nın göğe çıkışı ile özdeşleştirilir. Hıristiyanlıkta Elie (Hızır)’ye ithaf edilmiş kabul edilen kartal, hıristiyanlara göre adaletin güçlü olan erdemini simgeler. Uzaklara sabit bir şekilde bakışı ile etrafında olup bitenlerden habersizmiş gibi görünür ama onun her şeyi gördüğü ve bildiği kabul edilir.
Güvercin: Güvercin, özellikle Yakındoğuda saflığı ve ruhu sembolize ediyordu. Güvercin, hemen her coğrafyada görülen anlayışa göre, suçsuz/günahsız mâsum insanların ruhu olduğuna inanılan bir kuştur. Tasavvuf inançlarında güvercin, evliyanın/ermişlerin ruhudur; her ermiş uyurken ruhu bir güvercin olarak bedeninden çıkar ve bütün kutsal yerleri dolaşır. Halk inançlarına göre Hızır, güvercin kılığına girer ve insanların karşısına çıkar. Hıristiyanlara göre güvercin, kutsal ruhtur.
Elimizdeki Tevrat’a göre, Nuh tûfanı sırasında, çevrede kara olup olmadığını anlamak için Hz. Nûh’un, gemisinden uçurduğu kuş güvercindir. Güvercin bir kara parçası bulduğunu belirtmek için ağzında bir zeytin dalıyla dönmüş, gemideki canlıların ve özellikle insanların karaya çıkıp hayatlarını sürdürebilmeleri de böylece sağlanabilmiştir. Bundan ötürü, güvercin, tûfanı gerçekleştiren Allah’la insanlar arasında bir barışı simgelediğine inanılır, ağzında zeytin dalı bulunan güvercin, uluslar arası barış simgesi kabul edilir.
Yakındoğuda kutsal sayılan veya bir kültle ilişkilendirilen diğer önemli hayvanlar şu şekilde sıralanabilir: Timsah (Mısır), inek (Sümer, Asur-Bâbil, Mısır), karga (Asur-Bâbil), keçi, geyik ve özellikle iri balıklar başta olmak üzere balık türleri, sinek, baykuş ve koyun (bütün Mezopotamya; Mısır’da büyük tanrı Amon koç başlı idi.
Zerdüştî gelenekte bütün hayvanlar iyi ve kötü olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. Bündahişn’e göre iyi hayvanları yaratan Hürmüz, kötü hayvanları yaratan ise Ehrimen’dir. Starestan adlı geç dönemlere ait bir Zerdüştî eser, iyi hayvanları faydalı, kötü hayvanları ise zararlı olmalarına bağlar. Bu araştırmalar, zerdüştîlerin iyi hayvanları faydalı, kötü hayvanları ise zararlı olmalarından yola çıkarak sınıflandırdıklarını gösterir. Zerdüştîlikte gece cinlerini kovduğuna inanılan horoz ve insanları her türlü kötülükten koruyan köpek en gözde hayvanlardır; ayrıca domuz ve kartal da kutsallığa sahiptir. Ehrimen’in yarattığı kötü hayvanların başında ise karınca, kertenkele ve yılan gelir.
Zerdüşt dininde inek ve köpek kutsaldır. Bazı Hindu dinlerinde hayvanı keserek veya başka şekilde öldürmek de yasaktır. Eski Mısır dini, hayvana tapma şeklinde idi: Apis öküzü bu konuda hayli meşhurdur. Mısır’da ayrıca timsah ve kartala da tapılırdı. Aşağı Mısır’da köpek aynı durumda idi. Tanrı sayılan bu
- 94 -
KUR’AN KAVRAMLARI
hayvanları öldürmek, idamı gerektirirdi. Eski Yunan inancına göre “yer altı”nı üç başlı bir köpek (Cerberos) beklerdi.
Uzakdoğuda, Yakındoğudakine benzer biçimde ortak bir fauna coğrafyası vardır. Hayvan kurbanı fikri, Uzakdoğuda azalmış, fakat tamamen ortadan kalkmamıştır. Bununla birlikte Hindistan’da Budizm, Çin’de Taoizm ve Konfüçyanizm’in getirdiği tabiata yönelik hayat tarzı ve vejetaryen kültür, hayvan kurbanı fikrinin gelişmesini ciddi olarak engellemiştir. Bu bölgede tanrılara hayvan kurbanı yerine; daha çok meyve, çiçek ve sebze yemekleri sunulmakta, bunlar törenle heykellerin önüne veya kutsal mahallere bırakılmaktadır. Ayrıca hayvanla ilgili inançlar takvimde, hatta günün belli saatlerinin temsilinde kullanımına varıncaya kadar pratik hayatla bütünleşmiştir.
Uzakdoğuda dinî-sembolik değeri yüksek hayvanların başında fil gelir. Zekâsı dolayısıyla fil, Hindistan’da bilgelik tanrısı (Ganeş) olarak saygı görmüştür. Mahabharata’yı ilham eden de odur. Hindû folklorik inancında yeryüzü yedi filin üzerinde durmaktadır; bazı inançlara göre kuyruğundaki kılların koruyucu tılsım özelliği vardır. Budist kutsal metinlerinden Lalitavistara’da Buda’nın ana rahmine düştüğünde bir fil şeklinde olduğu nakledilmektedir; bundan dolayı fil, Buda’nın yeryüzüne gelişini sembolize eder. Çin’de ise bu hayvan güç, zekâ ve ölümsüzlüğün sembolüdür; Çin Hindi’nde de özellikle beyazı kutsal ve uğurlu sayılmaktadır.
Çin’de turnalar, uzak mesafelere uçabilme kabiliyetleri ve uçuş sırasındaki düzenlilikleri dolayısıyla hasret ve iletişimin, aralarındaki hiyerarşik yapıyı sürekli biçimde korudukları için de baba ile oğul arasındaki ilişkinin, Japon adalarında ise halkın güvenlik ve huzurunun sembolü olarak görülmüştür.
Köpek: Eski Çin coğrafyasında her şeyden önce kötü cinleri kovaladığına inanılan köpek, özellikle Güney ve Batı Çin’de uğurlu bir hayvan kabul edilmiştir. Korkutuculuğundan dolayı Japonya’da tapınak girişlerine köpek heykelleri konurdu. Hindistan’da ise köpeğin yağmur yağmasında fonksiyonu olduğu düşünülürdü. Grekler arasında en popüler kahramanlardan biri, öbür dünyayı koruduğuna inanılan üç başlı köpek Cerberus’tur.
Kaplumbağa: Uzakdoğunun dinî inançlar açısından önemli bir başka hayvanı olan kaplumbağanın Çin kozmolojisinde güçlü bacakları ve dayanıklı kabuğuyla dünyayı sırtında taşıdığına inanılmış, kabuğunun sertliğiyle evrenin sürekliliğinin, çok yaşamasıyla da uzun ve sağlıklı ömrün sembolü olmuştur. Çin’de erken tarihlerden beri kaplumbağanın kabuğu üzerindeki şekillere bakılarak kehânette bulunma geleneği yaygındır. Hindistan’da ise kaplumbağa tanrı Vişnu’nun ikinci enkarnasyonudur; ayrıca yerli geleneklerinde kaplumbağa kurbanı mevcuttur.
Grek ve Roma dinleri, büyük oranda yerli Avrupa halklarının öğretileriyle Doğu ve Mısır menşeli dinlerin karışımı mâhiyetindedir; bundan dolayı hayvanlar üzerine geliştirilen inançlar da aynı karışım sürecini yarısıtır.
Fransa ve İspanya’daki mağaralarda tesbit edilen tarih öncesi duvar resimlerinden anlaşıldığı kadarıyla yerli Avrupa halkları arasında özellikle boğa, ayı, kurt, tilki ve yaban domuzu ile ilgili çok sayıda kült oluşturulmuş, Grek ve Roma dinleri de büyük oranda bu mirası devralmıştır. Domuz, Greklerde tanrıça Demeter’in ve kahraman Atalante’nin, Romalılar’da savaş tanrısı Mars’ın kutsal
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 95 -
hayvanıdır. Ayı: Grek mitolojisinde Artemis, Arkadyalı Prens Callisto’yu ayıya çevirir.
Kuzey Avrupa’nın yerli mitolojisinde tanrı Odin, ayı suretine girer. Cermen kabilelerinde arı ölülerin ruhlarını taşır. Mısır’da kutsal kabul edilen kedi, Grek ve Roma topraklarına taşınmış ve tanrıça Diana’nın kutsal hayvanı olmuştur. Yunus Balığı, Grekler arasında sevgi ve yardımlaşmanın sembolü kabul edilmiştir; deniz tanrısı Poseidon’un kutsal hayvanı da yunustur. Grekler’de ilâhî bilginin tanrıçası olan Pellas Athena’nın ve Roma’daki bilgelik tanrıçası Minerva’nın kutsal hayvanı baykuştur. Ayrıca, gerek Grekler ve gerekse Romalılar arasında hayvan kurbanı ve hayvanla ilgili kehânetlerin hayli gelişmiş olduğu bilinmektedir. 346
Eski Türkler’de Hayvanlarla İlgili İnançlar
Eski Türkler’de hayvanlarla ilgili inançlar, on iki hayvanlı takvimden şamanların vecd halinde yukarı âleme çıkmasına aracı olduklarına inandıkları hayvanların konumuna kadar uzanan geniş bir yelpazede yayılmıştır. Tarih öncesi dönemlerden beri göçebe Türk hayatının hayvancılığa dayalı olması, bu inançların oluşmasını derinden etkilemiş ve büyük bir kısmının İslâmiyet’i kabul ettikten sonra dahi özellikle sanatta ve folklorda yaşamasına yol açmıştır.
Eski Türk dünyasında geliştirilen hayvanlarla ilgili temel inançların totemizmle ilişkili olduğu kanaati yaygındır. Kabile mensuplarının kendisinden türediğine inanılan ve onları akrabalık bağlarıyla birbirine bağlayan totemler, tipik göçebe karakterini yansıtacak şekilde hayvanlardan seçilmiştir. Öte yandan animizme dayalı bir dinî yapı arzeden eski Türk inançları, hayvanla insan arasındaki farklılığı ya ortadan kaldırmış veya en aza indirmiştir. Bu homojen kozmolojik anlayışta insanlar ve hayvanlar kolayca birbirine dönüşebilmekte veya klasik şaman âyinlerinde olduğu gibi hayvanlar insanların bir başka âleme geçmesinde aracılık fonksiyonunu üstlenmektedir. Kabilenin toplumsal sembolü sayılan en gözde hayvanlar arasında kurt, kartal ve geyik yer almaktadır. Bu hayvanların klasik totem tanımına uyacak şekilde üstlendikleri bir başka fonksiyon da “rehber hayvan” olmalarıdır. Buna göre totem olan bu hayvanlar, kabilenin göç edeceği herhangi bir yere doğru onlara öncülük edip yol gösterir.
Kurt: Eski Türklerde ata ve kutsal kabul edilen hayvan, kurttur. Kurdun kutsallığı, bozkırların korkulu bir hayvanı olarak, özellikle hayvan sürüleri için büyük tehlike teşkil etmesi dolayısıyla, ona karşı duyulan korku ile karışık bir saygı hissinden ileri geldiği anlaşılıyor. Bozkurtun, Göktürk’lerin atası olduğuna inanılır. Orta Asya Türklerinde Boz renkli kurt inancı, ilkel totemciliğin kalıntısıdır. Hemen bütün Türk boyları bir bozkurttan türediklerine inanırlar. Değişik biçimleri bulunan bu inancın en yaygın olanı şudur: Çok eski çağlarda Türkler bir saldırıya uğramış, bu saldırıda sadece küçük bir erkek çocuk sağ kalmış. Dişi bir bozkurt, onu büyütmüş ve ondan gebe kalmış. Türkler bu yarısı insan yarısı kurt atadan türemişler. Türklerin kurt totemi, hem olağanüstü bir güçlülük, hem de ilâhî/kutsal bir nitelik taşıdıkları yolundaki inançlarını temellendirir.
Örnek olarak, kurt soyundan gelme Türk hakanı Asena, Yunan tanrıları gibi,
346] Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 17, s.81-83
- 96 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yellere ve yağmurlara egemendir; onlara dilediğini yaptırabilecek ilâhî bir gücü vardır. Türklerin bu inancı, öteki Orta Asya ırklarına da yayılmıştır. Moğolların, soyundan geldiklerine inandıkları erkek bozkurta borte-çine adı verilir. Moğol inancı, ulusunun soyunu, bu bozkurtla dişi ak geyiğin çiftleşmesine bağlar. Bu birleşmeden doğan Bataçihan’ın ataları olduğuna inanırlar. Yine, bilindiği gibi Roma’nın kurucusu sayılın tanrı oğulları olan Remus ve Romulus adındaki ikiz kardeşleri bir kurt emzirip beslemiştir. Yerleşecek toprak arayan Samnit’lere de bir kurt kılavuzluk etmiştir. İskandinav mitolojisindeki Loki’nin oğlu Fenris de bir kurttur. Tanrı Votan’ın yanında da her zaman iki kurt gezer. Yine İskandinav mitolojisine göre, güneşle ay, peşlerine iki tane vahşi kurt takıldığından, uzayda durup dinlenmeden koşmak zorundaymışlar.
Eski Türklerde çok eskilerden beri bir kartal kültünün mevcut olduğunu biliyoruz. Selçukluların günümüze kadar ayakta kalmış birçok medrese, künbet ve câmii mimarisinde, özellikle kapı ve duvarlardaki motiflerde bazen aslanlarla birlikte çift başlı kartal motifine çokça rastlanır. Araştırıcılara göre, kartal, güneş (daha ziyade Gök) tanrının sembolü sayılmıştır. Yuvasını sarp vadilerde yalçın kayalar üzerine yapan ve çok yükseklerde uçabilen kartalın böyle telakki edilmesi, eski Türk bozkır hayatında büyük yeri olan avcılık dolayısıyla bazı kuşlara da yaygınlaşmıştır.
At: Hayvanların üstlendiği bir başka önemli görev de kurban inancıyla ilgilidir. Eski Türkler arasında en yaygın kurbanlık hayvan attır. Göktürk kağanı Bumin’in kardeşi İstemi öldüğünde at kurban edilmiştir. Atın insanları kötü ruhlardan ve büyülerden koruduğuna inanılır. Başkırtlar, Tulgar adını verdikleri mitolojik kanatlı atın kendilerine yukarı âlemden haber getirdiğini düşünürlerdi. Atın yukarı âlemle aşağı âlemi birleştirici fonksiyonu Anadolu Türkmen geleneklerinde uzunca bir zaman varlığını sürdürmüştür. Efsaneye göre Babaîler isyanının lideri Baba İlyas, Amasya Savaşında ölmemiş, atına binerek gökyüzüne çekilmiştir. Anadolu’da sıkça rastlanan at mezarları, bu inancın uzantısıdır.
Eski Türk inançlarında kuş motifi de çok yaygındır. Kartal, hem totem hem de gök tanrının sembolüdür. Macarlar arasında Turul adını alan kuş, Macar milletini kuran Arpad’a yol göstermiştir; aynı kuşa Tuğrul adıyla Orta Asya Türkleri arasında da rastlanmaktadır. Başkırt folklorunda semrük denilen mitolojik kuş, Hint-İran geleneğindeki simurgdur. Mitolojik bir sürüngen olan ejder motifi, eski Türkler’de kaosun ve bazı yörelerde aynı zamanda yeryüzünün sembolüdür. Çok eski zamanlardan beri bir ongun (totem) olarak saygı gören aslan ve kaplan ise, güç ve cesareti temsil etmiştir; ayı da aynı özelliğe sahip kabul edilir.
Arabistan Câhiliyyesinde Hayvanlarla İlgili İnançlar
Arabistan yarımadasında dişi ilâhların etkinliğine347 ve uzak geçmişteki ana ağırlıklı aile yapısına bakılarak, ortak Semitik dinî kültürün ana soylu bir aile sistemiyle yakından ilişkili olduğu söylenebilir. Böylece câhiliyye toplumundaki “kızların tanrılara kurban edilmesi” ve adak merasimlerinde özellikle dişi hayvanların seçilmesi (bahîre, hâm, vasîle...) geleneği daha açık biçimde anlaşılır. Öte yandan bazı itirazlar olsa da ortak Sâmî mirasın bir başka önemli özelliği de totemizmdir. Buna göre her kabile özellikle hayvanlardan seçilen totemler
347] lât, Menât, Uzzâ, Aster/Zühre
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 97 -
etrafında yapılanmıştır. Bununla birlikte eski İbrânîler’de olduğunun aksine câhiliyye Araplarının bu totemlerden türediğine dair hiçbir inanç yoktur; bu totemler ortak hayvan-ata değil; daha ziyade bir işaret ya da kabile sembolü niteliğindedir. Bu tip totemik inançlara Kur’an da îmada bulunur. Nûh kavminin önemli tanrılarından348 Yeğûs (aslan), Yeûk (at) ve Nesr’e (kerkenez kuşu, kartal, akbaba) câhiliyye Arapları da tapıyorlardı. Bunlardan Nesr, Talmut ve bazı meşhur eserlerde Arap tanrısı Neshra diye geçer; Nesr, akbaba349 anlamıyla Eski Ahid’de sıkça anılır. 350
Bu inancın etkisiyle pek çok Arap kabilesinin totem hayvan adıyla adlandırıldığı görülmektedir. Benî Esed (aslan oğulları), Benî Kureyş (köpek balığı oğulları) gibi. Ayrıca Nabatîler arasında balıklardan seçilme çok sayıda totem mevcuttu ve özellikle bunların en çok sevileni olan yunus adına tapınaklar inşâ edilmişti. Ayrıca kişi adları arasında pek çok hayvan adı bulunuyordu.
Kur’an’da ve câhiliyye şiirinde rastlanan bilgilerden, kurban veya adak olarak kullanılan hayvanların başında deve ve koyunun geldiği öğrenilmektedir. İlk doğan hayvanların kurban edilmesine “fera’” adı verilirdi. Ayrıca receb ayında putlara “atîre” denilen bir kurban sunulurdu. Kur’an’da işaret edilen develer ve koyunlar adak özelliklerine göre bahîre (deve), sâibe (deve), vasîle (koyun) ve hâm (deve) adını alırdı 351. İslâm öncesi şiirlerden anlaşıldığı kadarıyla hayvanlar bazı maddî ve mânevî değerlerin sembolü olarak düşünülüyordu. Meselâ baykuş ölümün habercisi veya intikam için yeryüzüne dönmüş bir insanın ruhu idi. Horoz cömertliğin, kertenkele ihânetin, toy kuşu aptallığın, aslan cesaretin, koç kahramanlığın, karga gecenin ve kederin, deve sabır ve dayanıklılığın, at savaşçılığın ve gücün sembolüydü. Deve, at, koyun, inek ve arıda bereket (uğur) vardı; köpek, kedi, karga ise uğursuz hayvanlardandı.
Câhiliyye döneminde pek çok hayvan, kehânet ya da falcılıkta kullanılıyordu. Câhiliyye Araplarının özellikle hayvan hareketlerinin gözlenmesi türünden kehânetlerde usta oldukları bilinmektedir. Mekke’de bu amaçla çok sayıda kuş yetiştirilirdi. Câhiliyye folklorunda belki de mesh inancının bir uzantısı olarak gûl veya cinlerle ilgili bazı hikâyeler bulunmaktadır. Buna göre bir nevi cin olan gûlün zaman zaman hayvan kılığına girerek ıssız yerlerde insanlara saldırdığına inanılırdı. Gûl (gûlyabâni) ile ilgili bâtıl inançlar, sonraları bazı müslümanların kültüründe de varlığını sürdürmüştür. 352
Günümüzde Hayvanları Kutsallaştırma
Hayvanları kutsallaştırma ve hatta onlara tapma, eski câhiliyye dönemlerinde, insanlığın ilkel dönemlerinde mi kaldı zannediliyor? Okullarda ve “câhil”lerin eserlerinde, Dinler Tarihi diye resmî söylemlere uygun bazı ders kitaplarında yazılıp okutulduğu gibi; ilk insanların dini şirk değildi; insan kendi kendine din kavramını icat etmiş, yavaş yavaş geliştirmiş de değildi. Tabiat güçlerini kutsallaştırmakla din ihtiyacını tatmin etmeye başlamış, korkularını bununla yenmiş
348] 71/Nûh, 23
349] Türkçe Kitab-ı Mukaddes’te “kartal”
350] Meseller, 30/17; Hoşea, 8/1
351] 5/Mâide, 103; 6/En’âm, 139, 143, 144
352] Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 17, s.83-84
- 98 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ve sonra hayvanları tanrı kabul etme aşamasına geçmiş, çok tanrılı dinlerden kademe kademe tek yaratıcı fikrine yönelmiş değildi. İlk insan, bilindiği ve tüm müslümanların inandığı gibi ilk İslâm peygamberi idi ve tevhid dinini Allah’tan aldığı vahiy doğrultusunda diğer insanlara bildirmiş ve uygulamıştı. İnsanlar, uzun dönem muvahhid olarak yaşadıktan sonra; tevhide gereken önemi vermekte ihmalkâr davranıp dünyevîleştikleri, yönetici ve varlıklı kişilerin saptırmaları karşısında gerekli tavrı gösteremedikleri için, yavaş yavaş putçuluğa kaymışlar ve halifesi olarak yaratıldıkları eşyanın ve hayvanların kulları haline gelmişlerdir.
Tarihte nasıl tevhid önemsenmeyip egemen çevrenin ve müşrik yöneticilerin etkisi ve yönlendirmesiyle, insan kendi şerefini unutup, basit maddeden ibaret heykellere ve kendinden çok zayıf hayvanlara tapmaya başladı ise, günümüz câhiliyyesinde de benzer durum söz konusudur. Küfür ve şirk cephesinde değişen bir şey yoktur. Savaş yaparken, ön safa karşıdaki düşmanın taptığı veya kutsal saydığı hayvanları koyarak, düşmanları kendi tanrılarına karşı silâh kullanma gücünü gösteremeyince kolaylıkla mağlûp eden açıkgöz savaş taktikleri tarihte kalmış olabilir. Ama günümüzde yine hayvanlar savaşlara konu olabilmektedir. Amerika’nın Irak’a saldırmasının haklılığı olarak Saddam’ın petrol kuyularını sabote etmesi sonucu petrole batmış karabatak kuşu, tv.lerde bıkılmadan onlarca defa gösterilir.
Ankara’nın en merkezî alanında Eti’lerin boynuzlu geyiğinin heykeli bulunur ve nice insana göre şehrin sembolü kabul edilir. İstanbul’da Kadıköy’ün göbeği Altıyol’da Apis öküzü şeklinde bir boğa heykeli vardır; hem de Sâmirî kadar usta olmayan bir heykeltıraşın elinden çıkmıştır; yani böğürmesi bile olmayan dolayısıyla sanat eseri bile sayılamayacak basit bir heykel!
Toplumun en fazla ilgilendiği alanlardan birinin politika, diğerinin futbol olduğunu kabul etmeyen herhalde yoktur. Politik partilerin tamamına yakınının sembollerinin hayvan olduğunu görüyoruz. Futbol kulüplerinin de çoğunun bir hayvanla sembolize edildiğine şahit oluyoruz. Bozkurt, hâlâ bazılarınca kutsal bir semboldür, Türklere çıkış yolunu göstermeye devam eder. At, eski Türklerin kutsadığı bir hayvan olduğu gibi, günümüzde nice fedâkârlıklara da kır at için katlanılır. İslâm’a irtica adıyla karşı çıkanlar, yahudi kültürünün açık etkisinin görüldüğü “barış güvercini”ni partileri için amblem ve sembol olarak kullanır. Bu arada arı ve yunus balığını unutmamak gerekiyor; eski partilerden birinin sembolü koç, bir diğerinin de horoz olduğunu da hatırlatalım. Tabii, bu kadar hayvanların sembollüğüyle sürüye dönen yere bir çoban gerekecektir; Çoban Sülü’ler sürüleri gütmek için otuz sene işbaşında kalır.
Aslan Galatasaray, Sarı Kanarya’yı yutmaya çalışır; derken Kara Kartal hücuma geçer. Bazı oyuncular, timsah yürüyüşüyle gol sevincini sembolize eder. İstanbul Boğaları, Denizli Horozları ve Bursa Timsahları da birbirlerini yemeye/yenmeye çalışırlar. Olay, iş dünyasına da sıçrar; Uzakdoğunun aslanları varsa, bizim de Anadolu kaplanlarımız vardır. Cinciler, falcılar hâlâ hayvanlardan yararlanarak kehânetlerde bulunur. İşporta usûlü şans çekilişi yapan bazı tezgâhlar, şans çekilişi için güvercin ve tavşan gibi hayvanları kullanır. Baykuş, uğursuz kuş olma inancına konu olmaya devam ederken, bazılarının başına yine talih kuşu konar. Bazı ev ve işyeri kapılarına Anadolu’da hâlâ at nalı, koç başı veya boynuz asılır.
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 99 -
Ev ve işyerinin kaza ve belâya uğramaması için kan akıtılması ve kanın binaya, insanın alnına sürülmesi gerektiği inancı devam eder.
Tasavvufî konuşmalarda kedi ve çoğunlukla köpek, müslüman için örnek alınması gereken onun özelliklerinin taşınması istenen hayvan özelliğini sürdürmeye devam eder. Tasavvufta, sûfî olmadığı halde sûfîlerin arasında bulunan kimseye kıtmîr denir. Kıtmîr, ashâb-ı Kehf’in, köpeğinin adı olarak meşhurdur. Dervişler ve müridler, bir köpek sadâkati ile şeyhlerinin kapısında beklemeyi ve ulumayı en büyük şeref bilirler 353. Nakşîliğin kurucusu Bahâeddin Nakşbend, A. Geylânî’nin türbesine şu ibarenin yazılmasını emretti: “Pirlerin kapısında köpek ol, eğer Hakk’a yakın olmak istersen. Zira aslanlardan daha şereflidir, Geylânî’nin kapısındaki köpek.”354 Bazı gözü yaşlı hocalar, ismi Kıtmîr diye meşhur olmuş köpek olmayı arzuladığını sık sık vurgular. Fakir gariban vatandaşlardan bazıları çıkar, “doğuda insan olmaktansa, Hindistan’da inek olmayı tercih ederim” der. Avrupa’da hayvanlara verilen değerin burada insanlara verilmediğini görenlerden kimi, eğer reenkarnasyon gerçekse, ikinci olarak Avrupa’da bir ev köpeği olarak dünyaya gelmek istediğini belirtir. Çünkü sosyetenin Paris’ten getirttiği mama ile beslenen lüx salonlarda yaşatılıp özel kuaförlere götürülerek sık sık bakımı yaptırılan sosyete köpeği için harcanan parayı gariban rüyasında bile görememektedir.
Süsleme sanatlarında çiçeklerle hayvanlar yine başrolü oynamaya devam ederler. İnsanlara yine Kumru, Ceylân, Âhu (ceylân), Dudu (papağan), Aslan, Alpaslan, Kartal, Şahin, Doğan, Tuğrul (ak doğan), Esed (aslan) gibi isimler konulmaya devam edilir. Soyadlarının önemli bir bölümünü hayvanlar teşkil eder. Aslan gibi cesur insanımız arı gibi, karınca gibi çalışkandır. Öyle değil mi ya, aslan yatağından belli olur. Sözü uzatmak ve ona buna sataşmak zararlıdır; Çünkü bülbülün çektiği dili belâsıdır. Katır gibi inatçı olmaktansa; kuzu gibi uysal olmak daha az zararlıdır. Bilindiği gibi yürük at, yemini kendi arttırır. Balık kavağa çıkınca doğan aslan parçası çocuğun, kaz gibi aptal değil; tilki gibi kurnaz olduğu, şahin bakışlarından anlaşılmaktadır.
Hümanizmin, insancıllığın modası geçti, şimdi insanlar, hayvancıl takılmaktadır. Hayvan hakları savunucuları sık sık medyaya konu olur. Koyunların kurban olarak kesilmesine barbarlık diyen barbarlar çıkıyor, hayvan hakları için sokağa dökülüyor. Denilebilir ki, akrabaların haklarını savunmak suç mudur? Doğru; onlar, maymundan türemişlerdir; Orta Asya Türkü gibi kurttan değil. Zaten insanı da, konuşan hayvan, düşünen hayvan diye tanımlamıyorlar mı? Vejetaryen modası genişleyeceğe benzemektedir; hayvancıllar, helâl et yerine haram birayı tercih etmekteler. Bazı hayvanlarca, maskara maymunun, insanın atası olarak kabul edilmesi, onu kutsallaştırmak kabul edilebilir.
Günümüzde Sığıra Tapma: Günümüzde hâlâ sığırlara tapıldığını, özellikle Hindistan’ın bazı bölgelerinde ineğin kutsal kabul edilip dokunulmazlığı olduğunu biliyoruz. Bir Hintli’nin inek ve onun ferci hakkında dört ciltlik bir kitap yazdığını söylersek, gerisini siz tahmin edebilirsiniz. İnsan, ancak bu kadar aşağılara yuvarlanabilir 355. Kur’an, kalbi olduğu halde fıkhetmeyen, akletmeyen,
353] S. Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 315
354] a.g.e. s. 315-316
355] 95/Tîn, 5
- 100 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kulakları olup da hakkı duymayan, gözleri olduğu halde hakkı görmeyen, yani iman etmeyen kimselerin hayvan gibi, hatta daha aşağı olduğunu haber verir.356 İnsanlık şerefini unutup hayvanlara (ineğe, inek fercine, fareye, bokböceğine varıncaya kadar) tapan, dolayısıyla kendisini kutsallaştırdığı hayvanlardan daha aşağıda kabul eden canlıların varlığı, heykellerin ve hayvanların kullarının günümüzde bile bulunması, Kur’an’ı nasıl doğrulamakta, Kur’an’ın evrensel ve çağlar üstü kitap olduğunu nasıl ispatlamaktadır? Kur’an’ın en uzun sûresi olan Bakara sûresine bu adın verilmesine sebep olan bakara ve ıcl’e tapma olayının tarihsel ve güncel ve de evrensel boyutları değerlendirildiğine, olayın sadece Mısır civarında ve Hz. Mûsâ dönemine has tarihî bilgi olarak değil; her dönem ve her coğrafyaya şâmil bir problemin vurgulanması olarak görüyor ve Kur’an’a saygımızın bir kat daha arttığına inanıyoruz.
Hindistan’da, câmiiye giren ineği kovalayan müslümanların, dokunulmaz tanrıya dokunup onun rahatını bozdu diye öldürülmesine hâlâ devam edilmektedir. Tabii et ihtiyacı veya kurban için bir sığır kesmeye görsün bir müslüman; tanrıya uzanan eller kesilecektir. İneğin kutsallığı günümüzde de sürdürülür. İnek, ana yola çıkmışsa, trafiği altüst edebilir. Tren yoluna yatınca, ineğin özgür isteğine kimse müdâhale etmeden, seslenmeden insanlar, tanrılarının yoldan kalkmak için keyfini bekleyecektir. İnek tanrı, trafiğe, günlük hayata müdâhele etmektedir; gel de Hindistan’da laikliği uygula bakalım! Ama laikler Hindistan’daki ineğe müdâhale edilmesinin gerektiğini savunmazlar; onlara göre, ineğe ve inekliğe müdâhale eden müslümanlara tavır alınmalıdır sadece.
Eski dönemlerde sığıra tapılmasında temel espri, onun bereketi, bolca süt ve et verdiği için rızkı/gıdayı temsil etmesidir. Günümüzde de sosyalistler emeği, kapitalistler ekmeği, eskilerin ineği sembol kabul etmesi gibi kutsallaştırırlar. Bu anlayışa göre dünya, sadece Allah’a kulluk için yaratıldığımız, âhiretin tarlası bir sınav alanı değil; geçim dünyasıdır. Ekmek parası için her yol mubahtır. Bu inanca göre elbette çalışmak ibâdettir; namaz gibi başka ibâdetlere gerek yoktur veya geçim endişesinden ona sıra gelmemektedir. İhtilâl paşası Evren, kendisini devlet başkanı seçtirdikten sonra yaptığı halka karşı bir konuşmasında şu örneği veriyordu: Bir rafta ekmek varsa, onu almak için boyu yetişmeyen bir kimse, başka bir şey yok ve sadece Kur’an varsa, onun üzerine basar ve ekmeği alır; ama yukarıdaki Kur’an’ı almak için ekmeğin üzerine ayağını basamaz. Çünkü ekmek, halkın da anlayışına göre kutsaldır, hem de Kur’an’dan daha kutsal! Ekmek, günümüzde rızkı, bereketi, maddî doyumu, materyalizmi simgelemektedir; eskiden sığırı kutsal sayanların da gerekçeleri bunlar idi. Ekmek parası kazanacağım diyerek her yolu mubah gören ekmeği/geçimi kutsallaştıran insanın durumu, ineği kutsal gören insandan pek farklı değildir.
“Yuh olsun size ve Allah’ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere! Hâlâ akıllanmaz mısınız?” 357
Batılılara Göre Köpek, Çocuktan Çok Daha Önemli
İngiltere’de ülke çapında bir araştırma yapıldı. Araştırmanın neticesi, evli çiftler arasında şok tesiri yaptı. Psikologlar, psikiyatrisler ve doktorlar tarafından
356] 7/A’râf, 79
357] 21/Enbiyâ, 67
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 101 -
yapılan bu araştırma sonucunda, evli her 100 kişiden 60’ının beslediği kedi, köpek, balık ve kuş gibi ev hayvanını, karısı veya kocasından daha çok sevdiği anlaşıldı. Bu insanların, hayvanlarına, eşlerinden daha fazla ilgi gösterdikleri de araştırmayla tesbit edildi.
İslâm, insana neyi ne kadar ve niçin sevmesi gerektiği şuurunu verir. İnsan, İslâm’ın tevhîdî öğretilerinden bağını koparınca, sevmesi gerekeni gerektiği gibi sevmeyecek, sevilmeyecek şeylere gönlünü verecek, sevgide aşırıya gitmenin problemlerini yaşayacaktır. Neyi ne kadar sevmemiz gerektiğini bize tevhid öğretir. Sevginin kaynağı olan insan gönlü, Allah’ın elindedir. Müslümanlara imanı sevdiren, onu gönüllere süs yapan; küfrü, fıskı ve isyânı çirkin gösteren ancak Allah’tır.358 Peygamber sevgisinde bile aşırılığın putlaştırma olduğunu ve insanı şirke götürüp kâfir ettiğini359 belirten Kur’an, “insanlardan bazısının, Allah’tan başkasını Allah’ı sever gibi sevdiğini, böylece bu sevgisiyle Allah’a şirk koştuğunu”360 ifâde eder. Tarih boyunca insanların kendinden daha aşağı yaratılmış varlıklara ve hayvanlara taptığını biliyoruz. Modern hayatta da bunun farklı biçimlerde hâlâ devam ettiğini de görmemek mümkün değil. Bunun bir örneği olarak; insanlardan tevhîdî iman, mânevî duygular, aile kudsiyeti, sadâkat ve vefâ gibi üstün hisler koparılıp atılınca, onlardan doğan boşluk hayvan sevgisi ile doldurulmak isteniyor. Bir zamanlar hümanizm (insanı yüceltmek) moda idi, insanseverlik, insancıllık bâtıl bir din şekline gelmişti. Şimdi bir adım daha ileri (geri) gidilerek, hayvancıllık, hayvanseverlik modası başladı; bir din şeklinde. Hayvan yüzünden insanı dövecek, öldürecek boyutlara taşındı. Hayvan haklarını savunmak ve hayvanları sevmek ayrı bir şey, hayvan sevgisini putlaştırmak ayrı bir şey. Biz, ikincisini eleştiriyoruz. En güzel şekil ve kıvamda yaratılan insanoğlu, İslâmî inançtan yoksun kalınca dört ayaklılardan daha hakîr duruma düşüveriyor.
Batıda her yerleşim biriminde köpekler için kuaförler, özel bakım evleri, oteller, lokantalar, mezarlıklar, şampuanlar, losyonlar, parfümler, kremler var. İstanbul’un Batılılaşmış sosyete semtlerinde de bunların hemen hepsi bulunabiliyor. Amerikalıların köpek mamalarına ayırdıkları bir günlük para ile Afrika’da aç insanlar bir yıl rahat karınlarını doyururlar. Ama Batılıların gözünde Afrikalı bir insanın köpek kadar kıymeti yoktur. USA Today gazetesinin “İstatistiklere Bakış, Milleti Yönlendirir” adlı köşesinde ABD’de köpeklerin yiyeceğine harcanan paranın, insan yavrusu bebeklere harcanandan daha fazla olduğu bildirildi. Bakım zahmeti çok, anne ve baba adayının özgürlüğünü kısıtlıyor, eğlencesine ve zevklerine engel oluyor gibi (hayvandan daha aşağı düşüncelerle) çocuk edinmek istemeyen Batılı, evlât sevgisinin boşluğunu köpeklerle gidermeye çalışıyor. Birkaç çocuğu olan aileler gibi nice ailenin üç-beş köpek beslediği de oluyor. Çocuksuz aile, mirasısçısı da köpekleri oluyor. Köpeklerine yüz binlerce dolar miras bırakan insanların sayısı hayli fazla. Meselâ, Hollanda’da, kimlik kartı olan, yani evlerde sahipleriyle yaşayan köpeklerin sayısı, insan nüfusundan daha fazla. Allah için ibâdet etmeyen insan, sabah namazı vakti kalkıyor, sokakta-parkta köpek gezdiriyor. Ona hizmet ediyor, bakımını yapıyor, onu mutlu etmeye çalışıyor. Allah’a kul olmak istemeyenler köpeklere kul oluyor. Türk insanı da köpeklere kul olanlara özeniyor, onların kulluğunu ister tavırlara devlet yönlendirmesiyle
358] bk. 49/Hucurât, 7
359] 5/Mâide, 17, 72, 73
360] 2/Bakara, 165
- 102 -
KUR’AN KAVRAMLARI
zorlanıyor. Kendi araştırmalarına göre bazı Batılılar başka ihtiyaçları için de bu köpeklerini kullanıyor. O yüzden olacak, yalnız yaşayan bayanların çoğunlukla erkek köpekleri tercih ettikleri gözleniyor.
Sokaklarda köşe başlarında kayıp köpek ilanlarından geçilmiyor. Bulanlara verilecek ödül, çok sıfırlı rakamlarla uzaktan göze batacak şekilde ilan ediliyor. Acı sirenlerle trafikte yol açan üç ambulanstan ikisinin, bir köpeği özel tedavi merkezine götürmek üzere seferber olduğunu Batıda yaşayanlar iyi bilir. Zaten devletler, köpeklerin sağlık sigortalarını mecbur eden, onların problemlerini çözmeye yönelik çok sayıda kanun çıkarmak zorunda kalıyor. Türk işçilerinin “sokaklara kimse çöp atmaz, yalasanız yalanacak şekilde tertemizdir sokaklar, caddeler, kaldırımlar…” diye öve öve bitiremedikleri kaldırımlar, parklar köpek pisliğinden zor geçilecek şekilde olduğunu nedense görmezden geliyor. Hindistan’ın ineğe verdiği değerle, Batılıların köpeğe verdiği değer arasında büyük çapta paralellik olduğu belirtilir. Batının insana verdiği değer mi? Cevabı için Guantenamo’ya, Afganistan’a, Iarak’a, Filistin’e, Çeçenistan’a, Bosna’ya, Afrika’ya… bakıverin; Batılıların orada yaşayan insanlara revâ gördüklerine. Ebu Gureyb zindanlarına, CIA uçaklarıyla taşınan uluslararası hapishanelere, işkence merkezlerine…
Bu köpek sevgisinin arka planında, insanın sevmeye ve sevilmeye ihtiyacının da önemli bir payı var. Bencil ve materyalist Batıda sadâkat ve vefâ duygularının insanlar arasında kolay kolay görülememesinin rolü büyük. İnsanları kazıklayan ve insanlardan birçok kazık yiyen kişi, sâdık bir dost, ihânet etmeyecek vefâlı bir arkadaş denilince aklına hemen köpek geliyor. İnsanın kalbinden yüce duygular silinince, “dört ayaklılardan daha aşağı” damgası alınlarına vurulunca, köpeklerin kıymeti artıyor. “Arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” sözünü Batılıları daha iyi tanımak için de, onların en iyi arkadaş ve dostlarının itler olduğundan yola çıkarak kullanabiliriz. Bu münâsebetle Peygamberimiz’den Ebû Zerr’in rivâyet ettiği bir hadis rivâyetini hatırlayalım: “Kıyâmet yaklaştığında, bir kimsenin köpek yavrusunu yetiştirmesi, kendi çocuğunu yetiştirmekten daha câzip gelir.” 361
İçgüdü mü, İlâhî Program mı?
Canlılar Âlemindeki Hârikulâdelikler, Ona Basit Bir İsim Takmakla Anlaşılmaz: Dakikada yüzlerce mantık işlemi yapan, binlerce bilgi ünitesi depolayabilen bilgisayarlar, günümüz insanının en fazla dikkat ve hayranlığını çeken yeniliklerden biridir. Fakat şunu hatırdan çıkarmamalıdır: “Hiçbir zaman, hiçbir kompüter kendi kendine düşünmez. Onun düşünmesi demek, uzmanlarca hazırlanmış emirleri izlemesi ve gereken işlemleri otomatik olarak yapmasıdır.” Hangi işlemi nasıl ve ne şekilde yapacağı uzmanlar tarafından tesbit edildikten sonra, bu bilgiler bilgisayarın hâfızasına yerleştirilir. Daha sonra bilgisayar, dakikanın binde biri gibi bir zamanda, çözülecek problem için lüzumlu bilgiyi hâfıza kısmı içinden bulur, çıkarır ve lüzumlu matematik-mantık işlemlerini yaparak kontrol edip neticeyi gösterir.
Elektronikte olduğu gibi, doğa bilimleri alanında araştırmalar da derinleşmiştir. Bunun neticesinde canlılar âlemindeki göz kamaştırıcı sırlar, düşünebilenleri
361] Taberânî; Tahâvî
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 103 -
âdeta büyülemektedir. Isısı kutup soğuğu ile tropikal bölgeler sıcağı arasında değişen her yerde, karlı tepelerden tutun da okyanusların derinliklerine varıncaya kadar dünyanın her köşesindeki bütün hayvanlarda görünen hayat faâliyetleri, araştırmacıları hayrete düşürmektedir.
Bir arının, yuvasını en dakik ve ince mimarî hesaplara göre yapması, bir örümceğin, ağını en sağlam şekilde örmesi, termit böceği ordularının gökdelenlerini inanılmaz mükemmellikte inşâ etmesi, bir tırtıl sineği veya bir sivrisineğin operatör doktor gibi çalışması karşısında hayret etmemek mümkün değil gerçekten. İlk bakışta şuurlu davranış hissini veren bu tarz hareketler, aslında organizmalarda verâset (kalıtım) yoluyla nesilden nesile geçmektedir. Tıpkı göz rengi, vücut yapısı, kanat şekli vs. gibi bir karakter olup, sonradan kazanılmış değildir. Meselâ; yumurtasından henüz yeni çıkmış ufacık örümcekler, tamamen düzgün örülmüş ağlarını dokumayı, annelerinin nasıl yaptığını görmedikleri halde aynı işi aynı mükemmellikle başarmaktadırlar. Bu mükemmellik insanı hayrete sevkedecektir. Hayret ise hayranlığa…
Hayranlık hissedecek olgunluğa varamamış olan kimseler, çevrelerindeki mükemmellikleri basitleştirmek arzusu içindedirler. Fikirler arzuların üzerine binince hârikulâdeliklere basit bir isim verilerek geçiştirilmektedir. Derinlemesine düşünmeyi engellemek için kullanılan bu basit ve soğuk kelimelerden biri de “içgüdü”dür. Bu konudaki düşüncesini Wolfgang Bechtle, şu cümlede özetliyor: “İçgüdü kelimesini kullanmayı sevmem. Bu kelime daha çok insanî bir gurur ifâde etmekte, hayrete düşmemizi engellemektedir.”
Pek çok şuursuz hayvanın birkaç gün içinde ortaya koyduğu eserler, yıllarca ilim tahsil etmiş ihtisas sahibi bilim adamlarını geride bırakmaktadır. Hayvanlar ölçüp biçmeyi, statik hesaplarına uygun şekilde yuvalarını inşâ etmeyi düşünmeden, otomasyon olarak yapmaktadır. Aynen bir bilgisayar gibi, kafasının içindeki bölümde programlanmış emirleri takip etmekte ve yapılması gereken işleri programa göre en üstün şekilde uygulamaktadırlar. Örümcek, mimarlık fakültesini bitirmemiştir. Tırtıl sineğinin cerrahlık öğrenimi yapmasına imkân yoktur. Arı, geometri ilmini tahsil etmemiştir. Fakat buna rağmen, bütün bu ilimleri biliyormuşçasına hareket etmeleri, ancak bu havyaların dünyaya gönderilmeden önce, onları dünya şartlarına göre programlanması ile izah edilebilir.
Otomasyon Sistemi: İlâhî sevk ile hareket eden hayvanları, otomasyon sistemi ile çalışan fabrikatlara benzetebiliriz. Fabrikadaki otomasyon sistemi insan eli ile düzenlemekte ve bilgisayarların yapacakları işlemlere göre programlanması yapılmaktadır. Sistem bu tarzda düzenlenirken, bilgisayarın, nerede, hangi işlemin yapılması için ne çeşit emirler vereceği ayarlanmaktadır.
Bütün, işlem ve kontrollerin, bilgisayarlar tarafından yapıldığı, “imalât hattı” yanında çalışan hiçbir insanın bulunmadığı sistemlere “full otomasyon” sistemi denilmektedir. Full otomasyon sistemi ile çalışan bir fabrikaya giren bir insanın takdir ve hayranlık hislerinin coşmaması mümkün değildir. Seri üretim, yükleme, boşaltma, taşıma gibi fonksiyonların hiç insan eli değmeden zincirleme olarak yapıldığını gördükten sonra bütün bu fevkalâde faâliyetlerin daha önceden hâfızada programlandığını düşünecek ve o programcıyı içinden tebrik edecektir. Çünkü nerede, hangi işlemin yapılması için ne çeşit emirler verileceğini şuursuz mâdenî cihazların programlayamayacağı açıktır. Ayrıca otomasyon sisteminin bir
- 104 -
KUR’AN KAVRAMLARI
gâyeye yöneltilmiş olması, her ne kadar fabrikada yönetici görünmese bile, yöneticinin varlığını ortaya koymaktadır.
Kim Programlamış? Bir arı, bir örümcek, bir tırtıl, topraktaki maddeler ve suyun belirli bir kompozisyonundan teşekkül etmiştir. Ne arı, ne örümcek, ne de diğerleri akıl ve ilim sahibi değildir. Organizmada yer alan su ve topraktaki hiçbir elementin de ilim ve akıl sahibi olduğunu kabul etmek, zâten mümkün değildir. Yalnız insanlarda ilim tahsil etmek ve ilmin ışığında akıl yürütebilmek kabiliyeti vardır. Fakat şu da kesindir ki, belirli konularda hayvanlar akıl düzenine insanlardan daha çok yakındır. Âdeta insanlardan daha akıllıca hareket etmektedirler. Meselâ; ortalama 36 günlük ömrü olan arı, bazı profesörlerin yanıldığı hesapların tatbikatını şaşmaz bir doğrulukla yapmaktadır. Termitler termitaryum denilen gökdelenlerini inanılmaz mükemmellikte inşâ etmektedir. Bütün hayvanların kâinat ile olan münâsebetlerindeki âhengi sağlayacak program en mükemmel şekilde hazırlanmıştır.
Hayvanların belirli hayat devrelerinde görülen bizi durup düşünmeye sevkeden icraatların programlanmasını acaba kim yapmıştır? Hava mı, su mu, toprak mı? Kendileri mi? Yoksa, ilmi ezelden ebede uzanan, sonsuz kudret ve rahmet sahibi olan Allah mı?
Full otomasyon sistemi ile çalışan bir fabrikanın programlaycısını tebrik eden her akıl sahibinin, yeryüzündeki sayısız hayvanların akıllara durgunluk veren hârika faâliyetlerini programlayan Allah’ı takdir ve tâzim etmesi gerekmez mi? Akıl ve ilimden uzak hayvanların âlimâne, dâhiyâne icraatları içgüdü-dışgüdü gibi kelimelerle değil; ancak İlâhî program ile izah edilebilir. İçgüdü gibi kelimelerle olayı ifâde eden zihniyet, konuyu Allah’a bağlamamak, bu muhteşem özelliklerin yaratıcısının Allah olduğunu düşündürmemek için böyle demektedir. Bilinçsiz müslümanlar da düşünmeden bu kalıplaşmış ifadeleri tekrarlamakta sakınca görmemekteler.
Hayvanlar Âleminde Temizlik: Hastalığı önleyecek tedbirlerin başında temizliğin geldiğini hepimiz biliriz. Temizlik kurallarının çok küçük yaşlardan beri insanlara öğretilmesi lâzımdır. Hâlbuki hayvanların çoğu ebeveyninden görmemesine rağmen temizlik bilgilerine sahiptirler.
Birçok kimse, ev hayvanlarının dışındaki bütün hayvanları pis zannetmek hatasına düşerler. Gerçekten temiz sayılamacak domuz gibi istisnâî hayvanlara bakıp bütün hayvanları suçlamak doğru değildir. Çünkü hükümler istisnâî hallere göre değil; ekseriyete göre verilir. Allah, hayvanların hepsini temizlik bilgileri ile birlikte dünyaya göndermiştir. Temizlikle ilgilenmeyen hayvan hemen hemen yok denecek kadar azdır. Ve bu nizam, dünya kurulalıdan beri devam etmektedir. Meselâ yeraltındaki sarayında yatıp kalkan porsuk, pis hayvanlardan sayılmasına rağmen, gerçekte hayvanların en temizlerinden biridir. Kürkünü daima temiz tutmakta ve sık sık değiştirdiği bir yeri tuvalet olarak kullanmaktadır. İninde birikmiş çöpleri dışarıya taşıyarak yuvasına uzak bir bir yere yığmaktadır.
Kürklü hayvanlar, postlarını temizlemek için çok kere garip usullere başvururlar. Meselâ; tilki, ağzına koca bir yosun demeti almakta ve bununla suya girmektedir. Bütün vücudunu yavaş yavaş suya gömmekte, bu arada yalnız ağzı ile ağzında tuttuğu yosunlar dışarıda kalmaktadır. Postundaki bütün pireler bu
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 105 -
durumda boğulmamak için yosun demetinin üzerine çıkmaktadırlar. İş bu dereceye gelince, tilki pireli yosunları atmakta ve temizlenmiş vaziyette soğuk sudan çıkmaktadır.
Filler derilerini temizlemek için çamurların içinde yuvarlanırlar. Hortumları bu arada onlara duş görevi görür. Bahçe hortumu gibi vücutlarının çeşitli yerlerine su fışkırtırlar. Bazen vücutları çamurla kaplanırsa da kuruyan çamur çok geçmeden dökülür ve bütün pislikleri beraberinde götürür. Aslan, kaplan ve bütün büyük yırtıcı hayvanlar, ev kedileri kadar temizdirler. O yüzden “aslan yattığı yerden belli olur” denir. Kürklü küçük hayvanların çoğu, vakitlerinin büyük bir kısmını tuvaletlerine, temizlik ve bakımlarına ayırırlar. Meselâ sıçanlar, uyanık kaldıkları zamanın yarısında kürklerini dişleri ve ayakları ile sistematik bir sûrette temizlemekle meşgul olurlar.
Foklarla gergedanlar kuvvetli masaj taraftarıdırlar. Bu maksatla taşlara sürtünerek vücutlarını zamanla ayna gibi cilâlarlar. Samur, yaşlı ağaç gövdelerinin içinde kendine bir oyuk oymakta ve güzel kürkündeki son toz taneciği de düşünceye kadar bunun içinde yuvarlanmaktadır. Dişleri olan bütün hayvanlar, ağızlarının bakımına önem verirler. Kurdun dişleri çirkin bir sarı renkte olabilir. Ama bu renk, o dişlerin doğal rengidir. Yoksa daima temiz tutulan bu dişlerde besin artığı arasanız bulamazsınız.
Tuvaletlerine, bakımlarına özellikle düşkün olan kurtlar, tüylerini pirelerden ve bitlerden temizleyen toz banyosu yaparlar. Hemen hemen bütün kuşlar suya girerek yıkanmakta ve esâret hayatında bile bu alışkanlıklarından vazgeçmemektedirler. Ayrıca kuşların çoğunun kuyruk çevresinde küçük bir yağ guddesi vardır. Hayvan yıkanıp temizlendikten sonra, bunun sâyesinde tüylerini yağlayıp yumuşatır. Kuşların yuvalarının temizliğine de diyecek yoktur. Yuvasını pisleten kuş yoktur denilse yeridir. Yavrularının temizlikle ilgileri olmadığı müddetçe, anne bunların pisliğini gagasıyla toplar ve yuvasından aşağıya atacak yerde, biraz öteye uçtuktan sonra uygun yere bırakır.
Hayvanlarda Doktorluk: İnsanın, hastalandığında ilk yapacağı iş, muhakkak bir doktora veya bir hastahaneye müracaat etmektir. Hayvanların hastalandığında ne yaptıklarını düşündük mü? Onların kendilerini muâyene edip tedavi edecek doktorları yoktur tabii. Fakat yapılması gerekeni de en güzel şekilde yapabilirler. Çünkü yaratılışları ile birlikte, hastalıklardan korunma ve tedavi hususunda ihtiyaçları olan bilgilerle programlanmışlardır. Büyük bir hayvanat bahçesinin müdürü şöyle diyor: Hayvanlardan birisi hastalanır da rahatsızlığının ne olduğunu anlayamazsak, doğup büyüdüğü memlekette yetişen her türlü bitkiyi getirip önüne koyarız. O çoğu zaman kendisine lâzım olan ilâcı bulur çıkarır, onu yer ve iyileşir. Ancak bu usûl fayda vermediği takdirde veteriner çağırmayı düşünürüz.
Doğa bilginleri, hayvanların hastalık veya yaralanma karşısında çok mantıkî davrandıklarını ve tatbik ettikleri metodların da en modern tıbbî buluşlar ayarında olduğunu belirtmekteler. Doktor Wilbur Pearson’a göre; hayvanlar en amansız hastalıklarla ne şekilde mücâdele etmek gerektiğini mükemmelen bilmekteler. Meselâ doktorlarımız vitaminin vücuda lüzumunu yeni yeni anladıkları halde, onlar vitaminlerden çoktandır faydalanmaktaydılar. Hayvanlar bundan başka güneş ışınlarının bazı ağrılara ne kadar faydalı olduğunu bilirler. Bazı
- 106 -
KUR’AN KAVRAMLARI
hallerde de dinlenmenin ve gölgenin lüzumuna göre davranırlar. Temizlik hususunda hassâsiyetle durmakta, kırılmış kemikleri yerine koyabilmekteler.
İlkbahar gelince bütün hayvanlar, inekler, koyunlar, atlar, keçiler niçin çayırlara akın ediyorlar dersiniz? Bütün kış boyunca yedikleri samanla artık yetinmez oluyorlar da ondan. Dışarıda bulabildikleri yeşillik az olsa da, bütün gün otlayarak aldıkları besini belki de yarım saat içinde yiyebileceklerdir. Fakat bunun bir rolü olmuyor. Acaba hayvanlar yeşilliğin A vitaminin kaynağı olduğunu mu keşfetmişler? Dr. Pearson’un tetkikleri akılsız hayvanların akıllı insanlardan daha akıllıca ve düzenli bir hayat sürdüklerini ortaya koymuştur. Yırtıcı bir hayvan, avını parçaladığı zaman, ilkönce karaciğerini yemeyi tercih eder. Karaciğer ise vücudun vitamin bakımından en zengin olan kısmıdır. Aynı zamanda güneş ışığının D vitaminini meydana getirdiğini ve bunun kemik hastalıklarına çok faydası olduğunu da göz önünde tutarlar.
Hayvanların yaratılışları ile birlikte Yaratıcısı tarafından yapılan programa uygun hareket etmeleri hayvanların çok seyrek hastalanmalarının başlıca sırrıdır. Hayatı büyük ölçüde idare eden bu programlar sâyesinde, hastalanan bir hayvan ilk başvurulacak ilâcın müshil olduğunun farkındadır. Bir kediyi veya köpeği ot yerken görmüş olabilirsiniz. Otlar onlara müshil etkisi yapar. Hem et hem de meyve yiyen bir kısım ayıların bildikleri bir cins böğürtlen onlar için en mükemmel müshil ilâcıdır.
Ayıların kış uykusundan kalkar kalkmaz ilk yaptıkları iş bu böğürtlenlerden bulup yemektir. Yalnız bitkiyle beslenen geyikler, sindirim cihazlarının aşırı faâliyetini önlemek için, meşe gibi ağaçların ince kabuklarını ve dallarını yerler.
Hayvanlar gerektiği zaman çok sıkı bir perhiz takip etmesini de bilirler. Ateşi olan bir hayvan, derhal serin, havadar, gölgeli ve su kıyısında bir yere çekilir. Orada sessizlik içinde oturarak çok az yer ve her zamankinden fazla su içerler. Ateşimiz olunca doktorlar bize de aynı şeyleri tavsiye etmezler mi?
Romatizma ağrıları çeken bir hayvan, kendine derhal güneşli ve kuru bir yer arar. Doktorların yakın bir zamanda ortaya çıkardıkları bir gerçeği, ısının romatizma gibi hastalıkları meydana getiren toksinleri (zehirleri) vücuttan attıklarını, hayvanlar programlama neticesinde bilmektedirler.
Bazı vahşi hayvanlar ise yaralandıklarında mağaralardaki sarımsı şap parçaları ile yaralarını itinayla ovuşturmakta ve böylece kanamayı durdurmaktadırlar. Çünkü şapın sıkıştırıcı ve kanamayı durdurucu özelliği vardır. Yılanların en büyük düşmanlarından biri olan mangoların yılanlarla mücâdelesi hemen hemen her zaman mango tarafından kazanılmaktadır. Fakat mangonun bazen mağlûp olduğu da olur. Yerli halk, zehirli yılan tarafından ısırılan mangonun derhal ormana daldığı ve bazı bitki köklerini panzehir olarak yediğini söylerler.
Hayvanlar âlemindeki bu kabil hârikulâdelikleri içgüdü kelimesiyle bir çırpıda izah etmek mümkün müdür? İçgüdü en kısa tarifiyle “hayvanların doğuştan getirdikleri, irsî özellikte bir türe mahsus çoğu kere hayatî önemi hâiz davranış modelleri”dir. Fakat bu tarifle bu davranışlar izah edilebilir mi? Yapılan şey burada, birtakım hayret verici davranışlara bir isim vermekten ibâret oluyor. The World Book Encyclopedia’nin içgüdü ile ilgili maddesinde şöyle deniliyor: “Birçok psikologlar artık anlayamadıkları kompleks davranışlar için içgüdü olduğunu
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 107 -
söylemekle onu hiç de izah etmiş olmadıklarını biliyorlar. Genellikle içgüdü kelimesi ‘henüz anlaşılamayan davranışlar’ı ifâde ediyor. Filozof John Dewey’in dediği gibi ‘bir davranışın içgüdü olduğunu söylemekle; uyku ilâcı, uyku getirici özelliğinden dolayı insanı uyutur, demek arasında bir fark yok.”
“İnsanların mâhiyetini anladıkça büyülendikleri bu program; Dünya ve içindekileri yaratan Yüce Allah’ın ilim, hikmet ve irâdesiyle yazılmıştır” hükmü, bütün bilimsel araştırmaların ışığında açıkça görünmektedir. 362
Edebiyatta Hayvan; Fabller ve Hayvan Masalları
Fabl: Daha çok öğretici bir gâyeye yönelik, ahlâk dersi vermek isteyen hayvan hikâyeleri bu adla anılır. Eğitim ve öğretimde kullanılan fabllerde konu oldukça kısa olup kahramanlar insan karakter v edavranışlarına sahip hayvan, bitki ve cansız varlıklardan meydana gelir. Çok defa olağanüstü masal unsurlarıyla örülü olayların anlatıldığı fabllerde olaylar insandan başka varlıkların başından geçiyormuş gibi gösterilir.
Eski Türk edebiyatında “kıssadan hisse” adı verilen bu türün geniş örneklerine Sâdî’nin Bostan ve Gülistan ve Mevlânâ’nın Mesnevî’sinden başlayarak birçok eserde rastlamak mümkündür. Fabl türünde sayılabilecek en dikkate değer bir örnek de XV. asır şâirlerinden Şeyhî’nin Harnâme’sidir. Hesiod, Aisopos (Ezop), Fhaedrus ve La Fontaine gibi isimler dünya fabl edebiyatının en tanınmış yazarlarıdır. Doğuda ise Kelile ve Dimne adlı kitabıyla Hint yazarı Beydeba ün kazanmıştır. Fabl türü yeni Türk edebiyatında da belirlir bir yer tutar. Şinasi’nin başlangıçta La Fontaine’den yaptığı birkaç tercümeden sonra kendi yazdığı bazı manzum fabl örnekleri, Ahmed Midhat Efendi’nin Hümâyunnâme adıyla Kelile ve Dimne tercümesi, Kıssadan Hisse adıyla birkaç fıkrayı fabl şekline sokması; Orhan Veli ve Sabahattin Eyüboğlu’nun başarılı La Fontaine tercümeleri anılabilir. (Hüseyin Karatay’ın Avrupa Görmüş Maymun adlı eseri de müslümanca bir bakış açısıyla yazılmış fabl denemesi türündendir). 363
Hayvan Masalları: Kahramanları hayvan olan masallardır. Bütün hayvanlar masallarda yer alabilir. Bazen insanların da görüldüğü bu masallarda hayvanlar insanlar gibi konuşur ve onları temsil ederler. Bazılarında açıkça söylenen, fakat hepsinde bulunan bir ders vardır. Bu tür masalların en eskileri anonimdir. Daha sonraları bazı şâirler tarafından nazmedilip edebî bir havaya büründürülmüştür. Bu işi yapanlar arasında Greklerden Aisopos (Ezop) (M.Ö. 620-560), Latinlerden Pheadrus (M.Ö. 50-15), Fransızlardan Jean La Fontaine (1621-1695)’i sayabiliriz. İslâm dünyasında da hayvan masallarına sık sık mürâcaat edilmiş, çeşitli kitaplar yazılmıştır. Aslı Sanskritçe olan Kelile ve Dinme, İranlı şâir Feridüddin Atar (1193-1235)’ın nazmettiği Mantıku’t-Tayr ve bunun Türkler tarafından yapılan tercümelerini sayabiliriz. Tanzimat döneminde Şinasi, Recaizade Mahmud Ekrem gibi şairler, tercüme ve telif yoluyla türkçeye hayvan masalları kazandırmışlardır. (Hayvan masallarının ille şiir tarzında, fabl türünde yazılması da gerekmez. Ama en meşhurları nazımla yazılmıştır.) Modern masal araştırmacılığında hayvan masallarının özel bir yeri vardır. 364
362] Âdem Tatlı-Mehmet Dikmen, Merak Ettiklerimiz, Cihan Y., s. 276
363] Türk Dili ve Edebiyatı Ans. Dergâh Y., c. 3, s. 137-138
364] Türk Dili ve Edebiyatı Ans. Dergâh Y., c. 4, s. 184
- 108 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Günlük hayatta ve edebiyatın hemen her dalında “hayvan” çokça yararlanılan bir konudur. Hikâye ve masalların vazgeçilmez ögelerinden birini hayvanlar oluşturur. Halk deyimlerinde ve atasözlerinde hayvanlardan çokça örnekler verilir. Günlük konuşma dilinde mecaz olarak, simge olarak hayvanlardan çokça bahsedilir. İnsanlar, sevdiklerini de kızdıklarını da hayvanlara benzetirler. Hem sevgi ve hem de hakaret, hem övgü hem de sövgü ifadesi olarak hayvan ve türleri devreye girer.
Biraz kabalık yapan bir adam gördüğümüzde, ya da bir kimse akılsız, beceriksiz bir davranış sergilediğinde, hayvanlara hakaret olur mu, diye düşünmeyiz ve hemen damgayı basarız: “Hayvan!” Kaba bir adam bizde “ayı”yı çağrıştırır, obur bir adam “öküz”ü. Bazı insanların “domuz” gibi arsız, “eşek” veya “katır” gibi inatçı, ya da “deve” gibi kindar, “tilki” gibi kurnaz veya hilekâr olduğunu söyleriz. Bunun yanında sevdiğimiz insanı da hayvanlara benzettiğimiz olur. Çocuklar “kuş” gibi cıvıldar, bazıları “bülbül” gibi şakır, cesur kahramanlara “aslan” deriz. Hakaret amaçlı çokça kullandığımız “köpek” cinsinin sadâkat gibi erdemlerini de örnek göstermekten kaçınmayız. Yılanı tıpta sembol kabul ederiz. Hayvanlara muhtacız, onlarsız hayallerimiz, simge ve imgelerimiz ne kadar eksik olurdu. Meselâ “Bülbül” olmasa Divan Edebiyatı olur muydu? Bunlarla yetinmeyip “at”lara kanat takıp pegasus diye bir hayvan hayal ederiz. Bazıları kadın başlı aslan vücutlu heykeller yapar, adına sfenks takar. Boynuzlu “at”lar hayal eder. Büyük bir hayvan hayal edip masalların başrollerinde yer veririz. Büyük “goril” hayal eder, King Kong filmlerini çevirtiriz. Ağzından alevler fışkıran yedi başlı “ejderha”ları gündeme getiririz. Yaramaz çocukları “canavar”larla korkuturuz. Akşam dinlediği masala gerçekten daha çok inanan çocuk, dere kenarında gördükleri “kurbağa”nın, aslında bir prens olduğundan ve yeniden insan olmak için bir öpücük beklediğinden çok emindir. Çocuklara, hatta gençlere model kahramanlar da hayvanî özellikleri ağır basanlardan seçilmektedir artık modern çağda; Batman (yarasa adam), spiderman (örümcek adam) uydurma film karakterleri değil; gerçek kahramanlardır sinema çocuklarının gözünde. Korkunç kahramanlardan mı hoşlanıyorsunuz? Alın size wolfman (kurt adam). Sinemanın meşhur ettiği bu hayal kahramanlarını sayarken, ormanda hayvanlar tarafından büyütülen tarzanı ve hayvan arkadaşlarını da unutmayalım.
Nedir bu hayvanların bizim elimizden ve dilimizden çektiği. Bunca hizmetin karşılığı bu mu olmalıydı? Bülbül ya da muhabbet kuşu güzel öttüğü için insanlar tarafından hapse mahkûm edilir, orman saraylarından alınır, evlerdeki kafeslerde yaşatılır. Şirin mi şirin, rengârenk desenli küçük balık, güzelliğinin cezasını evlerdeki akvaryumların dar alanında zindan hayatı yaşayarak çeker ve doğal köşkü olan denizinden mahrum edilir. Gece boyunca hiç uyumadan sahiplerine bekçilik yapan ve gerektiğinde hayatını bile fedâ etmekten çekinmeyen köpek, bu hizmetlerine takdir bile görmez, hâlâ hakaretlere ve bazen tekmelere muhâtap olur. Hayvanat bahçesinde yaşamaya mahkûm edilen hayvanlar da ayrı bir konu. İbret tarafı, canlı zooloji dersi öğretmenleri oluşları işin hoş tarafları. Ama doğal ortamlarından koparılıp insanlarla iç içe yaşamak zorunda bırakılan yabanî hayvanlar, herhalde bundan memnun olmasa gerek. En çok da maymunlar bu bahçede ziyaretçi toplar. İnsanlar, kendilerini çok gülünç kabul ediyorlar ki, kendilerine benzemeye çalışan, kendini taklit eden maymunu komik ve eğlenceli buluyorlar. Çarşılar, caddeler de nazîre yaparcasına insanat bahçesi halini
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 109 -
almış, düşünmüyorlar. İnsana benzemeye çalışan hayvan komik oluyor da; hayvana benzeyen, onlar gibi çıplak ve onlar kadar özgür olmak isteyen, onlar gibi namazsız-oruçsuz yaşayan insanlar komik, trajikomik olmuyor mu dersiniz?
Oyun ve eğlence etmesi yetmez, nice çirkin insan nice hayvanı çirkin kumarlarına da âlet eder. Keyif ve kumar için horoz dövüştürür, sadistçe zevk alır. Deve güreşlerinin modası çoktan geçmiştir. Atlar artık kumar için altılı ganyan vb. adlarla yarıştırılır. Büyü malzemesi olarak kullanılmaktan kurtulamaz masum hayvanlar; Kara tavuk, kara kedi, kara kurbağa veya beyaz at gibi hayvan türleri bu çirkin harama âlet edilir.
Aslında hayvanlar, insanların sadece yardımcısı değil; aynı zamanda dostudur. Atın kahramanlığı, köpeğin sadâkatı, kedinin sahibini arayış ve buluşu herkes tarafından kabul edilir. Fıtratı bozulmamış çocuk, hayvanları candan sever, oyuncaklarının çoğunu hayvanları simgeleyen oyuncaklardan seçer. Hayvan masallarıyla büyür, onlarla eğitilir, ahlâkî erdemleri onlar aracılığıyla öğrenir.
Bazı Doğu toplumlarında hâlâ geçerli olduğu gibi, eskiden insanlar, takvimlerini oluştururken de hayvanları unutmazlardı; ay adlarını hayvan cinslerinden oluştururlardı. Burçlara ad olarak çoğunlukla hayvanları kullandıkları gibi.
Hadis-i Şeriflerde Hayvanlarla İlgili Konular
Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Bir adam yolda, yürürken susadı ve susuzluğu arttı. Derken bir kuyuya rastladı. İçine inip susuzluğunu giderdi. Çıkınca susuzluktan soluyup toprağı yemekte olan bir köpek gördü. Adam kendi kendine: "Bu köpek de benim gibi susamış" deyip tekrar kuyuya inip, mestini su ile doldurup ağzıyla tutarak dışarı çıktı ve köpeği suladı. Allah onun bu davranışından memnun kaldı ve günahlarını affetti." Rasûlullah'ın yanındakilerden bazıları: "Ey Allah'ın Rasûlü! Yani bize hayvanlar (a yaptığımız iyilikler) için de ücret mi var?" dediler. Peygamberimiz (s.a.s.): "Evet! Her "yaş ciğer" (sahibi) için bir ücret vardır" buyurdu." 365
İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah(s.a.s.) buyurdular ki: "Bir kadın, eve hapsettiği bir kedi yüzünden cehenneme gitti. Kediyi hapsederek yiyecek vermemiş, yeryüzünün haşerâtından yemeye de salmamıştı." 366
Muhammed İbn İshak kendisine Ebû Manzûr denen Şamlı bir zattan naklediyor, bu da amcasından, o da Hadır'ın kardeşi Âmiru'r-Râm'dan nakletmiştir. Âmir der ki: "Bizim için bayraklar ve sancaklar yükseltildiği zaman memleketimizde idik. Ben: "Bu nedir?" diye sordum.
"Rasûlullah’ın (s.a.s.) sancağı!" dediler. Yanına gittim. Bir ağacın altında oturuyordu. Ashâbı da etrafını sarmıştı. Ben de yanlarına oturdum. Bir ara Rasûlullah (s.a.s.) hastalıklardan ve dertlerden bahsedip dedi ki:
"Mü'mine bir hastalık gelir, sonra da Allah ona şifa verirse, bu hastalık onun geçmiş günahlarına kefâret, geri kalan hayatı için de bir öğüt olur. Şâyet münâfık hastalanır, sonra da âfiyet verilirse o, sahibi tarafından bağlanıp sonra da salıverilen fakat niçin
365] Buhârî, Şirb 9, Vudû 33, Mezâlim 23, Edeb 27; Müslim, Selâm 153, h. no: 2244; Muvatta, Sıfatu'n Nebi 23, h. no: 2, 929-930; Ebû Dâvud, Cihâd 47, h. no: 2550
366] Buhârî, Bed'ü'l-Halk 17, Şirb 9, Enbiyâ 50; Müslim, Birr 151, h. no: 2242
- 110 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bağlandığını, niçin salıverildiğini bilmeyen bir deve gibidir."
Aleyhissalâtu vesselâm'ın etrafında oturanlardan biri:
"Ey Allah'ın Rasûlü, eskâm (hastalıklar) nedir? Ben asla hiç hastalanmadım?" diye sordu. Rasûlullah (s.a.s.): "Kalk! Sen bizden değilsin" buyurdu." 367
Açıklama:
1- Teysîr müellifi, hadisi taktî yaparak aktarmış. Yani Ebû Dâvud'daki aslında hadisin devamı var. Esâsen rivâyetin sadedinde olduğumuz bâbla ilgili olan kısmı, terkedilen, yani Teysîr'e alınmayan kısmıdır. Biz bu nakilde, bir hata olabileceğine hükmederek rivâyetin arkasını aynen kaydetmeyi gerekli bulduk:
"... Biz bu şekilde Rasûlullah’ın (s.a.s.) yanında otururken üstünde kisâ bulunan bir adam, elinde -üzeri sarılı- bir şey olduğu halde geldi ve:
"Ey Allah'ın Rasûlü! dedi, seni görünce buraya yöneldim. Gelirken bir ağaç kümesinin yanından geçiyordum ki kulağıma kuş yavrularının sesleri geldi. Hemen onları alıp kisâmın içine koydum. Derken anneleri gelip başımın üstünde dönmeye başladı. Ben de yavrularının üzerini annelerine açtım, kuş gelip üzerlerine konmaz mı! Ben de kisamı tekrar üstlerine kapayıverdim. Şimdi onlar işte burada benimle beraberler" dedim. Rasûlullah (s.a.s.):
"Onları hemen bırak!" diye emretti. Ben de bıraktım. Ama anneleri yavrularını terketmedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.) Ashâbına sordu:
"Şu yavruların annesindeki şefkate şaşıyor musunuz?"
"Evet!" dediler.
"Beni hak ile gönderen Zât u Zülcelâl'e yemin olsun. Allah'ın kullarına karşı rahmeti, yavruların annesinin yavrularına karşı taşıdığı şefkatten fazladır. Onları götür aldığın yere koy, anneleri de berâber olsun!" dedi. Adam da onları tekrar geri götürdü."
2- Tîbî der ki: "Mü'min hastalanır ve tekrar sıhhate kavuşursa kendine gelir ve anlar ki, bu hastalık geçmiş günahlarının bir neticesidir. Derhal pişman olur, artık bir daha geçmişe dönmez. Böylece bu ona bir kefâret olur."
Hadis münâfığın hastalıktan ders almayacağını, tevbeye yönelmeyeceğini, hastalığının ne geçmişteki hataların affı husûsunda, ne de gelecekte günah işlememek hususunda bir fayda te'min etmeyeceğini ifâde etmektedir. Bunlar, âyet-i kerîmenin ifâdesiyle, "Hayvanlar gibidir, hatta daha da beterdir, onlar gâfillerdir." 368
Âişe (radıyallâhu anhâ) bir rivâyette şunu söyler: "Kendisinde dikbaşlılık olan bir deveye bindim. (Hırçınlık etmeye başlayınca ilerigeri sürmeye başladım. Bunun üzerine Rasûlullah(s.a.s.): "Rıfkla, tatlılıkla davran! diye müdâhale etti..." 369
Hâlid İbn Ma'dân -merfu olarak (yani Hz. Peygamber’in (s.a.s.) sözü olarak)- rivâyet ediyor: "Rasûlullah buyurdular ki: "Allah refikdir, (yumuşaklık, kolaylık, müsâmaha sahibi). Bu sebeple rıfkı sever, rıfk sebebiyle razı olur, rıfk (sahibin)'e
367] Ebû Dâvud, Cenâiz 1, h. no: 3089
368] 7/A'râf, 179
369] Müslim, Birr 79, h. no: 2594
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 111 -
mahsus bir yardımı vardır ki, şiddet sahipleri bu yardımı göremez. Öyleyse bu, dili olmayan hayvanlara bindiğiniz zaman bunlara konaklama yerlerinde mola verin. Eğer geçtiğiniz arazi çoraksa, oradan hayvanın iliğini kurutmadan çıkın. Gece yürüyüşünü tercih edin. Zîra geceleyin arz, gündüzleyin dürülmeyecek şekilde dürülür. Yol üzerine (geceleyin) konaklamaktan kaçının. Çünkü o, hayvanların yolu, yılanların sığınağıdır."
Urve İbn'l-Ca'd (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Atın alnına hayır bağlanmıştır: "Bu hayır), sevap ve ganîmettir. Bu hal kıyâmete kadar bâkidir." 370
Cerîr (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah’ı (s.a.s.) atın alnındaki tüyleri parmaklarıyla bükerken gördüm. Büküyor ve şöyle diyordu: "Atın alnına Kıyâmet gününe kadar hayır bağlanmıştır. Bu hayır sevap ve ganimettir." 371
Câbir (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Denizin sahile attığı ve geri çekilmekle sahilde bıraktığı avı yiyiniz. Denizde ölüp de su yüzüne çıkan avı yemeyiniz." 372
Ümmü Hâni radıyallahu anhâ anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) bana "Koyun ve keçi edin. Zira onda bereket vardır" buyurdular." 373
Urve el-Bârikî radıyallahu anhümâ, "Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şu sözünü nakletmiştir: "Deve, sahipleri için bir izzet vesilesidir. Koyun ve keçi de berekettir. Hayır, Kıyâmete kadar atın alnına bağlanmıştır." 374
İbn Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Koyun ve keçi cennet hayvanlarındandır." 375
Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm zenginlere koyun-keçi edinmelerini emretti ve buyurdu ki: "Zenginlerin tavuk edinmeleri halinde, Allah, köylerin helak olmasına izin verir." 376
Aişe (r. anhâ) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Hayvanlardan beş tanesi vardır ki bunların her biri fâsıktır (zararlıdır). Harem bölgesinde olsun, Hill (denen Harem dışı) bölgesinde olsun bunlar öldürülür: Karga, çaylak, akrep, sıçan, kelb-i akur (yırtıcılar)." 377
Müslim'in bir rivâyetinde Hz. Aişe şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.s.) beş fâsığın hill'de ve Harem'de öldürülmesini emretti." (Ebû Dâvud, Ebû Hüreyre’den (r.a.) kaydettiği bir rivâyetinde, karga yerine "yılan" demiştir. 378
Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) göçeğen kuşu (surad),
370] Buhârî, Cihâd: 43, 44, Humus: 8; Müslim, İmâret: 98, h. no: 1873; Tirmizî, Cihâd: 19, h. no: 1694; Nesâî, Hayl: 7, h. no: 6, 222
371] Müslim, İmâret: 97, h. no: 1872; Nesâî, Hayl: 7, h. no: 6, 221
372] İ. Canan, 17/407
373] İ. Canan, 17/265
374] İ. Canan, 17/265
375] İ. Canan, 17/266
376] İ. Canan, 17/266
377] Buharî, Bed'u'l-Halk 16, Cezâu's-Sayd 7; Müslim, Hacc 66-67, h. no: 1198; Muvatta, Hacc 90, h. no: 1, 357; Tirmizî, Hacc 21, h. no: 837; Nesâî, Hacc 113, h. no: 5, 208
378] İ. Canan, K. Sitte, 14/149
- 112 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kurbağa, karınca ve hüdhüd kuşunu öldürmeyi yasakladı." 379
Ebû Hüreyre ve Hz. Câbir (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Deve, sığır veya davar sâhibi olup da, bunlardaki Allah'ın hakkını eda etmeyen herkese Kıyâmet günü, bu mallar, olduğundan daha çok ve mümkün olduğunca iri ve şişman olarak geleceklerdir. Adam, onlar için, düz ve geniş bir yere oturtulacak, hayvanlar bacakları ve tabanlarıyla onun üzerinden geçecekler. Geçiş sırasında boynuzlarıyla toslayacaklar ve ayaklarıyla ezecekler. İçlerinde boynuzsuz veya boynuzu kırık biri bulunmayacak. Bu şekilde sonuncusu da onun üzerinden geçince, birincisi aynı geçişe tekrar başlayacak. Mahlûkatın hesabı tamamlanıp hüküm verilinceye kadar bu hâl devam edecek. Keza "kenz"e (hazineye) sâhip olup da ondaki (Allah'ın) hakkını ödemeyen herkese, Kıyâmet günü hazinesi, dazlak başlı bir yılan olarak gelecek, ağzını açıp peşine düşecektir. Yılan yaklaştıkça adam ondan kaçacak. Sonunda yılan ona: "Gizlediğin hazîneni al! Ben ondan müstağniyim!" diye bağırır. Adam, neticede yılandan kaçma çaresinin olmadığını anlaşınca, elini ağzına sokar. Yılan da onu, aygırın (alafı) kemirmesi gibi kemiriverecek." 380
Ebû Saîd (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Kimin yanında fazla hayvan varsa, onu hayvanı olmayana versin. Kimin de fazla azığı varsa onu azığı olmayana versin." Rasûlullah, bazı mal çeşitlerini bu sûretle saymaya devam etti. Öyle ki, bizden hiç kimsenin (yol sırasında) herhangi bir fazlalıkta hakkı olmadığı düşüncesine vardık. 381
Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Şu üç şeyde armağan vardır: Deve yarışı veya at yarışı veya ok yarışı." 382
Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah’ın (s.a.s.) Adbâ adında bir devesi vardır. Bu bütün yarışları kazanırdı. Bir gün binek devesi üzerinde bir bedevi geldi ve yarışta Adbâ'yı geçti. Bu durum Ashâb'ın ağrına gitti. Rasûlullah (s.a.s.), üzüntülerini yüzlerinden okuyunca şu açıklamayı yaptı: "Yeryüzünde, yükselttiği her şeyi arkadan alçaltmak Allah üzerine bir haktır." 383
Binicilik
Hz. Peygamber (s.a.s.), atıcılığı biniciliğe takdim etmekle beraber, bunun da ihmal edilmeyip behemahal öğrenilmesi ve çocuklara öğretilmesi, mümkün mertebe günlük eğlenceler arasına dâhil edilmesi için ısrar etmiş at ve deve yarışlarına teşvik etmiştir.
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) zaman zaman koşu yarışları tertiplediği, bunları maddî ödüllerle mükâfatlandırdığı rivâyetlerden anlaşılmaktadır. Bazı rivâyetlere göre -bizzat Hz. Peygamber de, bir seferinde, antrenmanlı, bir seferinde antrenmansız deveyle olmak üzere- iki defa yarışa katılmış antrenmanlı deve ile altı mil mesafe tutan Hafya ile Seniyyetü'l-Vedâ arasında, antrenmansız
379] İ. Canan, 17/404
380] Buhârî, Zekât 3, Tefsir, Âl-i İmrân 14, Berâet 6, Hiyel 3; Müslim, Zekât 26, h. no: 987; Muvatta, Cihâd 3, h. no: 2, 444; Ebû Dâvud, Zekât 32, h. no: 1658, 1659, 1660; Nesâî, Zekât 2, 6, h. no: 5, 12-14
381] Müslim, Lukata: 18, h. no: 1728; Ebû Dâvud, Zekât: 32, h. no: 1663; İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 8/27
382] Ebû Dâvud, Cihad: 67, h. no: 2574; Tirmizî, Cihâd: 22, h. no: 1700; Nesâî, Hayl: 14, h. no: 6, 226, 227; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 8/48
383] Buhârî, Cihâd: 59, Rikâk: 38; Ebû Dâvud, Edeb: 9, h. no: 4802; Nesâî, Hayl:14, h. no: 6, 227
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 113 -
deve ile bir mil mesafe tutan Seniyyetü'l-Vedâ ile Mescid-i Züreyk arasında koşmuştur. Fakat şu rivâyete bakarsak Hz. Peygamber'in daha fazla binme yarışları yapmış olabileceği hükmüne varılabilir. Hz. Enes anlatıyor: "Hz. Peygamber'in Adbâ adındaki devesini hiçbir deve geçemezdi. (Bir gün) bir bedevi devesiyle geldi. Hz. Peygamber onunla yarıştı. Müsâbakayı bedevî kazanmıştı ki bu durum müslümanların ağırına gitti. Rasûlullah onları teskin için şunu söyledi: "Dünyada her yükselişe bir alçalış, (her kemale bir zeval), vermek Allah üzerine bir haktır."
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) deve ile atı da yarıştırdığı rivâyetlerde gelmiştir. Deve ve ata binme yaşı ile de ilgili olarak, Hz. Peygamber'in katıldığını zikrettiğimiz yarışlarla ilgili rivâyeti verebiliriz. Zîra bu rivâyetlerde, yarışmadaki müsâbıklardan birinin Abdullah İbn Ömer olduğu belirtilir. Hadisenin yılı tasrih edilmemiş olmakla beraber Abdullah'ın Hendek savaşı sırasında 15 yaşına basarak harbe katılabildiğini biliyoruz. Mezkür yarışın Hendek harbinden önce cereyan etmiş olabileceği ihtimali nazara alınınca, askere katılma yaşlarına (yani 14-15 yaşlarına) gelmiş bulunan bir kimse, yarışa katılabilecek seviyede binicilikte hazâkat kazanmış olmaktadır. Esasen bu yaşta askere alınması demek, bu yaşa kadar askerliğin icap ettirdiği ok atma, kılıç kullanma, ata, deveye binme gibi maharetleri öğrenmiş olması demektir.
Son olarak, mezkûr yaş meselesinde fiilî tatbikat hususunda bir fikir vermek üzere Kâbusnâme müellifinin bir kaydına nazar atabiliriz. Müellif çocuk için: "Kur'an'dan sonra (...) buğur bir silahşor üstada ver, ta ki silahşorluk öğrene ve bile ki her bir silaha nice iş buyurmak gerek, yani oku nice atmak gerek, süngüyü nice dürtmek gerek ve kılıç nice urmak gerek ve ata nice binmek gerek bile. Çünkü tamam bu hünerleri öğrene ve fariğ ola gerektir ki oğlana suda yüzmek dahi öğredesin..." dedikten sonra hatıralarını anlatma zımnında, kendisinin Ebû Mansur Hâcib isminde bir silahşora 10 yaşında iken verilerek askerî eğitim aldığını, "ata binmek, süngü oynatmak, zıpkın atmak ve çevgen ile top vurmak ve kement atmak..." vs. öğrendiğini kaydeder. 384
Hayvanlarla Oynamak
Bu, bazı hayvanları tahrik edip dövüştürmek şeklinde olduğu gibi, yarıştırma şeklinde de olabilir. Birinciye misal, horozların dövüştürülmesi; ikinciye misal güvercin peşinde koşmaktır. Hadislerde her iki çeşit oyun da yasaklanmıştır. Güvercinle oynayan kimse hakkında Hz. Peygamber (s.a.s.) şiddetli bir üslub kullanmıştır. 385Bu çeşit hadislere rağmen, İslâm âleminde, diğer bir kısım yasaklar gibi, güvecinle meşguliyetinde zaman zaman yaygın bir moda hâlini aldığını görülmüştür. Kalkaşandî, 565/1169 yılında Nureddin Zengî ile başlatılan güvercinle meşguliyetin kısa zamanda yaygınlık kazanarak, devrin en ileri gelenlerini bile saran bir moda hâlini aldığını, kuşlara neseb defterleri tutulacak, tanesi 1000 dinara satılacak kadar ileri gidildiğini, güvercinlerin tam bit ticaret metâı halini aldığını vs. anlatır. 386
Âlimlerin oyun ve eğlence karşısındaki bu sert tutumları, bidâyette de temas ettiğimiz gibi, en başta zamanın boş geçmesine sebep olmasıyla izah
384] İ. Canan, 8/63-64
385] Ebû Dâvud, Edeb: 57; el-Edebü'l-Müfred: 2/683
386] Kalkaşandî, 14/390-391
- 114 -
KUR’AN KAVRAMLARI
edilmektedir. Dehlevî şöyle der: "Yasak işler meyanında teselli vericilerle meşgul olmayı da saymalıyız. Bu işler dünya ve âhiret endişesine karşı teselli veren, zamanı boşa geçirten şeylerdir. Çalgılar, satranç, güvercinle oynamak, hayvanları kızıştırıp dövüştürmek gibi. Bu eğlencelere dalan kimseler, yeme içme gibi zaruri ihtiyaçlarını dahi ihmal ederler. Öyle ki, üzerlerine sıkışırlar da bevl etmek için kalkmaktan bile sarf-ı nazar ederler. Şâyet bu gibi eğlencelerle meşguliyet câri bir adet haline gelecek olsa, insanlar cemiyet üzerine bir yük, bir parazit haline gelir ve nefislerini ıslâha yönelmezler." 387
Hz. Süleyman ve Hayvanlar
Hz. Süleyman aleyhisselâm'la ilgili Kur'ânî kıssanın mühim bir mesajı hayvanlarla ilgili: Hz. Süleyman hayvanların dillerini bilmekte, Hüdhüd vs. ile konuşmaktadır. Âyette karınca ile de konuşmasına dikkat çekilmesi ayrı bir ehemmiyet taşır. Karıncaların, insanlarca işitilen bir sesi, görülen bir kulağı yok. Buna rağmen Hz. Süleyman onlarla muhabere edebilir. Öyleyse araştırıldığı takdirde, insanoğlu, onların bile muhabere sistemine girebilecektir.
Hz. Süleyman'ın bu mûcizesini aktaran Kur'ânî kıssa, sesi işitilebilen pek çok hayvanın -belki de tamamının- muhabere sistemlerine insanların girip onları, insanlığın lehinde birkısım mühim hizmetlerde istihdam edilebileceklerine semavî bir irşad olmaktadır. Son çekirge istilasının, bir kere daha hatırlattığı, Said Nursi’ye ait mevzumuzu ilgilendiren bir mülahaza şöyle: "... Meselâ çekirge âfetinin istilâsına karşı, çekirgeyi yemeden mahveden sığırcık kuşlarının dili bilinse ve harekâtı tanzim edilse, ne kadar istifadeli bir hizmette ücretsiz olarak istihdam edilebilir. İşte kuşlardan şu nevî istifade ve teshîri ve telefon ve fonoğraf gibi câmidatı konuşturmak ve tuyûrdan istifade etmek; en münteha hududunu şu âyet çiziyor..." 388
İbn Abbas (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) (dövüştürmek için) hayvanların arasını kızıştırmayı yasakladı." 389
Yine İbn Abbas (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Kendisinde ruh olan hiçbir canlıyı (atışlarınıza) hedef ittihaz etmeyin." 390
Abdullah İbn Cafer İbn Ebi Talib (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.), bir keçiyi hedef ittihaz ederek ok atmakta olan bir kalabalığa rastlamıştı. Bu halden hiç hoşlanmadı ve: "Hayvanlara eziyet vermeyin!" buyurdu." 391
Şerid İbn Süveyd (r.a.) anlatıyor: "Kim bir kuşu boş yere sırf eğlence olsun diye öldürürse kıyâmet günü, o kuş, sesini yükselterek Allah'a şöyle seslenir: "Ey Rabbim! Falan beni boş yere öldürdü, bir menfaat için öldürmedi." 392
Câbir (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) hayvanlardan herhangisi olursa
387] İ. Canan, 12/324-325
388] İ. Canan, 12/373
389] Ebû Dâvud, Cihad 56, h. no: 2562; Tirmizî, Cihad 30, h. no: 1708, 1709
390] Müslim, Sayd 58, h. no: 1957; Tirmizî, Sayd 1, h. no: 1475; Nesâî, Dahaya 41, h. no: 7, 238, 239
391] Nesâî, Dahâyâ 42, h. no: 7, 239
392] Nesâî, Dahâyâ 42, h. no: 7, 239
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 115 -
olsun, "sabran" öldürülmesini yasakladı." 393 (Sabran öldürme, hayvanı kasd-ı mahsusla bir yere bağlayarak atışa hedef yaparak öldürmektir.)
Hayvana Temâs
İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.): "Kim bir hayvana temas ederse onu öldürün, hayvanı da beraber öldürün" buyurdu." İbn Abbâs'a: "Hayvanın günahı ne (o niçin öldürülsün?)" diye soruldu. Şu cevabı verdi: " (Bu hususta Rasûlullah'tan bir şey işitmedim). Tahminimce eti yenmesin veya ondan istifade edilmesin diyedir. Zîra ona, bu muâmele yapılmıştır." 394
Ebû Dâvud ve Tirmizî'de şu rivâyet de gelmiştir: "Hayvana temas edene bir hadd takdir edilmemiştir." 395
Açıklama: Şârihler, dört mezhep imamlarının, hayvana temas eden kimsenin öldürülmeyip ta'zir cezasına maruz bırakılacağında müttefik olduklarını belirtirler. Hadis bu büyük amelden zecre (yasaklamaya) hamledilmiştir. Ulemâ, bu mevzuda İbn Abbâs’ın (r.a.) şu sözünü esas almıştır: "Hayvana temas edene hadd yoktur." Atâ da bir soru üzerine, hayvana temas mevzuunda hadd olmadığını söyledikten sonra, "Bu kabih bir ameldir, kabihi takbih edin" diye cevap vermiştir. 396
Bir diğer cinsî tatmin yolu sayılabilecek hayvana temâs da yasaklanmıştır. Ancak yasağın buradaki sertliği, insanlarla olan gayr-i meşru tatmindeki (zinâ) derecede değildir. Fiilin gayr-ı meşrûluğu bizzât lisân-ı nübüvvetle mübâlağalı olarak ifâde edilmiştir: "Bir kimse hayvana temâs edecek olursa, temâs edeni de hayvanı da öldürün." Fukâha bu meyânda Ebû Hanife, Şâfiî, Mâlik ve Ahmed bu konuda hadd bulunmadığı ve hadiste geçen "Öldürün" emriyle "zecrde şiddet" kastedildiği hususunda ittifak etmiştir. Atâ da bu mevzuda bir suâl üzerine hakkında hadd olmadığnı söyledikten sonra "Bu kabih bir ameldir, kabîh olanı takbih edin" demiştir. 397
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Kim Allah'a iman ederek ve va'dini tasdik ederek, Allah yolunda (kullanmak üzere) bir at "tutarsa" bu atın yediği, teri, gübresi, bevli kıyâmet günü terâzisine girecektir, yani sahibine sevap olacaktır." 398
"Kıyâmete kadar atın alnına hayır bağlanmıştır. At, (besleyenler için) üç durumdadır: At vardır, besleyenine ücrettir, at vardır besleyenine (ateşe karşı) perdedir, at vardır sahibinin sırtına vebâldir.
1) Ücret olan at: Bu, sâhibi tarafından Allah yolunda kullanılmak üzere beslenen attır. Bu at, her ne yiyip karnına gönderirse, sâhibine, her birisi, bir ücret olur. Şâyet (yolda giderken) önüne bir çayırlık çıksa ve sahibi onu oraya veya bir bahçeye bağlasa, ipinin uzanabildiği yere kadar çayır ve bahçeden yiyebildiği her şey ona bir ücret olur. At, ipini koparıp başını alıp bir kaç tepe gitse, bütün izleri -Hâris'in rivâyetinde- bu esnada
393] Müslim, Sayd 60, h. no. 1959
394] Ebû Dâvud, Hudud 30, h. no: 4464; Tirmizî, Hudud 23, h. no: 1454
395] İ. Canan, 6/255
396] İ. Canan, 6/255
397] İ. Canan, 3/316
398] Buharî, Cihâd 46; Nesâî, Hayl 11
- 116 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bıraktığı bütün gübreleri sahibine ücret olur. Şâyet at, bir nehre uğrasa ve ondan su içse, -sahibi orada sulamak istememiş bile olsa- bu da sahibine ücret olur.
2) Perde olan at: Bu, kişinin binek ihtiyacını görmek, bu işte başkasına muhtaç olmamak maksadıyla beslediği attır. Şu şartla ki, hayvana terettüp eden zekât, ihtiyaç sahiplerine iâreten vermek gibi Allah'ın haklarını unutmaz, öder. İşte bu at sâhibine (kıyâmette ateşe karşı) perdedir.
3) Vebal olan at: Bu, sahibinin övünmek, gösteriş yapmak ve Müslümanlarla husumette bulunmak üzere beslediği attır. İşte bu at sahibinin üstüne bir yüktür..." 399
Ebû Mes'ud el-Bedrî (r.a.) anlatıyor: "Bir adam, Rasûlullah’a (s.a.s.), yularlanmış bir deve getirerek: "Bu Allah yoluna bağışımdır" dedi. Rasûlullah (s.a.s.) adama: "Buna karşılık sana, kıyâmet günü, her biri yularlanmış yedi yüz deve vardır!" dedi. 400
Basit Gördüğümüz Hayvanlarda Bile Büyük İbretler Vardır
Bir Örümcek Ağının Düşündürdükleri
Gününü evinde geçiren bir insanın da düşünebileceği pek çok şey vardır. Örneğin temizlik yaparken evin bir köşesine ağını örmüş bir örümcek görebilir. Eğer normalde kimsenin önemsemediği bu hayvan hakkında düşünmesi gerektiğini fark ederse kendisine yeni kapılar açıldığını görecektir. Çünkü karşısında gördüğü küçük böcek bir tasarım hârikasıdır. Bu örümceğin ördüğü ağda mükemmel bir simetri vardır. Bu şaşırtıcı kusursuzluktaki tasarımı küçücük bir örümceğin nasıl başardığını merak edip biraz araştırdığında başka gerçeklerle karşılaşır: Örümceğin kullandığı ip, aynı kalınlıktaki kauçuktan % 30 daha esnektir. Örümceğin ürettiği bu iplik öylesine üstün bir özelliğe sahiptir ki, insanlar tarafından kurşungeçirmez yelek yapımında örnek alınmaktadır. Yani çoğu insanın basit bir örümcek ağı olarak gördüğü şey, aslında dünyadaki en ideal endüstri malzemeleriyle eşdeğer bir maddedir.
Çevresindeki canlılarda kusursuz bir tasarıma şâhit olan insan bu konuda düşünmeye devam ettikçe daha da şaşırtıcı gerçeklerle karşılaşır. Sürekli karşılaştığı halde hiç umursamadığı, hatta sinirlenip öldürmeye çalıştığı bir sineği incelediğinde onun çok titiz ve ayrıntılı bir temizlik anlayışına sahip olduğunu görür. Sinek sık sık bir yere konarak ellerini ve ayaklarını ayrı ayrı temizler. Daha sonra da kanatlarını, yüzüne bulaşan tozları elleri ve ayakları ile ince ince temizler. Temizliğinden emin oluncaya kadar da bu işlemleri sürdürür. Diğer tüm sinek ve böcek çeşitleri de aynı şekilde ve aynı önem ve titizlik içerisinde temizlenirler. Bu da onlara temizlenmeyi tek bir Yaratıcı'nın öğrettiğini göstermektedir.
Aynı sinek uçarken kanatlarını saniyede yaklaşık olarak 500 kere çırpar. Böyle bir sürate insan yapısı hiçbir makine dayanamaz, sürtünmeden paramparça olur ve yanar. Fakat sineğin ne kanatlarına ne kaslarına ne de eklemlerine hiçbir zarar gelmez. Rüzgârın şiddetini ve yönünü de hesaplayarak istediği yöne doğru sapmadan uçabilir. İnsan şu an sahip olduğu teknolojiyle bile bu üstün özelliklere, uçuş tekniklerine sahip bir makine üretmekten çok uzaktır. Ama sinek
399] Kütüb-i Sitte /Cihad
400] Müslim, İmâret 132, h. no: 1892; Nesâî, Cihâd 46, h. no: 6, 49
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 117 -
deyip de geçtiği ve umursamadığı bir canlı, insanın başaramadığı büyük bir işi başarmaktadır. Elbette bunu sineğin kendi kabiliyetleri ve zekâsıyla yaptığını iddiâ etmek mümkün değildir. Sinekteki bu üstün özellikler Allah’ın ona verdiği yeteneklerdir.
İnsan şöyle bir etrafına baktığında gördüğü her noktada gözle görülen ve görülmeyen bir canlılık vardır. Dünya üzerinde canlılığın var olmadığı tek bir santimetrekare dahi mevcut değildir. İnsanlar, bitkiler, hayvanlar görebildiği canlılardır, ama bir de bunların yanında göremediği ama varlıklarından haberdar olduğu canlılar vardır. Örneğin oturduğu evin içinde her yer "akar" ismi verilen mikroskobik canlılarla doludur. Aynı şekilde soluduğu havada sayısız virüs gezmektedir, ya da bahçesindeki toprakta yaşayan bakterilerin sayısı umulmadık kadar yüksektir.
Dünya üzerindeki inanılmaz yoğunluktaki canlılığı düşünen insanın aklına bir de bu canlılardaki kusursuz sistemler gelir. Gördüğü canlıların tümü Allah’ın sanatının apaçık birer delilidir, ama aynı şekilde mikroskobik canlılarda da büyük mûcizeler gizlidir. Gözle göremediğimiz bir virüsün, bakterinin veya akarın kendilerine ait vücut mekanizmaları vardır. Her birinin yaşadığı ortam, beslenme şekli, üreme, savunma sistemleri Allah tarafından yaratılmıştır. Bunları düşünen kişinin aklına Allah’ın âyetleri gelir: “Kendi rızkını taşıyamayan nice canlı vardır ki onu ve sizi Allah rızıklandırır. O, işitendir, bilendir.” 401
Bahçede Gezerken Gördüğümüz Bir Karınca Üzerinde Hiç Düşündük mü? İnsanlar genellikle çevrelerinde gördükleri canlılar üzerinde düşünmeyi çok gerekli görmezler. Her gün gördükleri canlıların çok ilginç özellikleri olabileceği akıllarına gelmez. Oysa iman eden bir insan için Allah’ın yarattığı her canlı kusursuz bir yaratılışın izlerini taşır. İşte karıncalar da bu canlılardandır.
İman eden bir insan bahçede dolaşırken gördüğü bir karıncayı görmezlikten gelerek geçip gitmez. Onun şaşkınlık verici özelliklerini görerek Allah’ın kusursuz yaratışına şâhit olur. Örneğin, bir karıncanın yürüyüşünü dahi incelemek düşündürücüdür. Milimetrik bir inceliğe sahip olan bacaklarını son derece düzenli bir şekilde arka arkaya hareket ettirir, üstelik hangi bacağının önce, hangisinin sonra geleceğini çok iyi bilir. Hiç şaşırmadan hızlı hızlı hareket edebilir.
Bu küçücük böcek, kendi bedeninden çok daha büyük kırıntıları yüklenir. Canla başla onları yuvasına taşır. Kendi bedeniyle kıyaslandığında çok uzun mesafeler kat eder. Uçsuz bucaksız bir toprak zeminde görünürde hiçbir yol gösterici olmamasına rağmen yuvasını bulabilir. Üstelik bu yuvanın girişi insanın dahi tespit etmekte hayli zorlanacağı küçüklükte olmasına rağmen, o hiç yanılmaz ve nerede olursa olsun bu yuvayı bulur.
İnsan bahçede arka arkaya dizilmiş, büyük bir gayretle yuvalarına yiyecek taşımaya çalışan karıncaları görünce bu küçücük canlının böylesine canla başla çalışması için ne gibi bir amacı olabilir diye düşünür. Ardından bir karıncanın sadece kendisi için değil, kolonisindeki diğer bireyler, kraliçe karınca ve yavrular için de sürekli yiyecek taşıdığını fark eder. Bu kadar küçük ve gelişmiş bir beyni bile olmayan karıncanın bu çalışkanlığı, disiplini, fedâkârlığı nereden bildiği, üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Tüm bunları düşündükten sonra
401] 29/Ankebût, 60
- 118 -
KUR’AN KAVRAMLARI
vardığı sonuç ise şöyledir: Karıncalar da tüm diğer canlılar gibi Allah'ın ilhamı ile hareket ederler, yalnızca O'nun emrine uyarlar. 402
Bundan sonra insan, bir adım daha atmak ve şöyle demek zorundadır: En küçüğünden en büyüğüne varıncaya kadar hayvanlar, niçin yaratılmışlarsa o görevleri eksiksiz yerine getiriyorlar ve Yaratıcılarının kendileri için gerekli gördüğü kuralların dışına hiç çıkmıyorlar. Yaratılışları gereği Allah’a hal dilleriyle kulluk ve secde ediyorlar; direkt veya dolaylı olarak insanlara hizmet ediyorlar.
Onlardan çok daha üstün yaratılan insan da, Allah’a ibâdet ve kulluk için yaratılmış olduğuna göre, niye her konuda O’na teslimiyet gösterip itaat etmesin? Hayvanlardan ve bitkilerden, yaratılan her şeyden ibret alıp Allah’a niye yönelmesin?! Yoksa üstünlük kime geçer? “Allah katında hayvanların en şerlisi/kötüsü, düşünmeyen (aklını kullanmayan), sağırlar ve dilsizlerdir (Yani, hakkı işitip kabul etmeyen, hakkı söylemeyen kâfirlerdir).” 403; “Allah katında hayvanların en şerlisi/kötüsü, kâfir olanlardır. Çünkü onlar iman etmezler.” 404
“Hayvanın iyisi otlukta, insanın iyisi kıtlıkta ve kullukta”
“Esas sevilecek zât sadece Allah olmakla birlikte, insanların en iyisi, Allah için insanları sevmek şartıyla, hayvanları da sevmeyi bilendir.”
“Açlıktan ölmek üzere olan bir köpeği kurtarın, sizi ısırmayacaktır. Allah’tan korkmayan insan ile köpek arasındaki başlıca fark budur.”
“Evcil hayvanların en vahşîsi, dalkavuklardır.”
“Hayvanları sevmeyen insandan kendinizi koruyun.”
“Beslediğiniz atın size çifte atması, sırtına binmediğiniz içindir.”
“Dizginler kısa tutulduğu zaman, atın azgınlığı çabuk yatışır.”
“At sahibine göre kişner.” “At binicisini bilir.”
“Kuş kanadıyla, adam atıyla.”
“Atlar her zaman uysal olsalardı, ağızlarına gem vurmak kimsenin aklına gelmezdi.”
“Atının huyunu senden daha iyi kimse bilmez.”
“Bir çivi yüzünden bir nal, bir nal yüzünden bir at, bir at yüzünden bir atlı, bir atlı yüzünden bir ordu mahvolabilir.”
“Biz de at oynatırız, dur hele meydan olsun!”
“Atları güçlerine göre değil, cinslerine göre değerlendirirler.”
“Atın dört ayağı vardır ama gene de bazen tökezler.”
“Bir sürçmekle at ayağı kesilmez.”
“Arap atı zayıf da olsa, bu haliyle bir ahır dolusu eşekten iyidir.”
402] Derin Düşünmek
403] 8/Enfâl, 22
404] 8/Enfâl, 55
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 119 -
“Atla eşeği ayıran semerdir.”
“Eğer at kendi gücünü bilse, boyunduruk altına girecek kadar akılsızlık etmez.”
“Nice yürük atlar yollarda kalmışken, topal eşek sağ-sâlim konağa ulaşır.”
“Üstünde eğlenmez tezcene iner. / Emanet ata binen demişler.”
“Deveyi sağlam bağla, sonra Allah’a tevekkül et.”
“Deveyi yardan uçuran bir tutam ottur.”
“Deve büyüktür ama beşini bir eşek yeder.”
“Deve ahmak olduğundan kılavuzu eşektir.”
“Tazılar, kendileri için koşar, ama avı efendileri için yakalarlar.”
“Sana candan bağlı olan bir köpek, sana kızgın bulunan bir dosttan daha iyidir.”
“Köpeklerle yatan, pire ile kalkar.”
“Köpek sahibini izlemeli, sahibi köpeği değil.”
“Köpeğe gem vurma, kendini at sanır.”
“Eti tadan bir köpek, artık kuru ekmeğe dönmez.”
“Kemik parçası bulan bir köpeğin etrafında bir sürü köpek dolaşır.”
“Bir sürü için, o sürü köpeğinin kurtla arkadaşlık etmesinden daha büyük bir belâ yoktur.”
“Köpeğin ölümü de köpekçe olur.”
“Köpektir, zevk alan sayyâd-ı bî insâfa (insafsız avcıya) hizmetten.”
“On insan bir sofrada yemek yer, iki köpek bir leşin başında uyuşamazlar.”
“Isıracak köpek dişini göstermez.”
“Arkadan dil uzatan itlere verme kıymet / Yedikleri herzeyi göm toprağın altına.
Her havlayan köpeğe bir taş atarsan eğe / Taşın dirhemi çıkar gitgide bin altına.”
“Köpekler tanımadıklarının arkasından havlarlar.”
“Uzaktan havlayan köpek ısırmaz.”
“İt ürür, kervan yürür.”
“İt ağzını kemik tutar demişler.”
“Köpek bile ekmek veren kapıyı tanır.”
“Köpek bile bal yediği çanağa pislik etmez.”
“Köpek artığı ile aslan beslenmez.”
- 120 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Köpeğin duâsı kabul olsa gökten kemik yağar.”
“Köpek sahibini ısırmaz.”
“Komşularından av kapmak, aslanlara göre ayıptır, köpeklere değil.”
“Köpeğin karnı doyarsa daha çok serkeşleşir.” “Fazla beslenirse köpek kudurur.”
“Koyununu köpeğe teslim eden kebabı ele yedirir.”
“Dünya şâhit iken sadâkatine / Kurdu severim de köpeği sevmem.”
“Bize Tâhir Efendi kelb demiş / İltifâtı bu sözde zâhirdir.
Mâlikî mezhebim benim zîrâ / İtikadımca kelb tâhirdir.”
“Bir itin ölümü yakın gelince / Câmi divarına siyer demişler.”
“Eğer kedinin kanadı olsaydı, dünyadan serçenin kökünü kazırdı.”
“Kedi, sevgilisinde muhakkak tırmık izi bırakır.”
“Kediyle oynayan, tırmalanmayı göze almış demektir.”
“Eldivenli kedi, fare tutamaz.”
“Kedi gidince, fareler küstahlaşır.”
“Kedi evden dışarı çıkınca, fareler oyuna başlarlar.”
“Hangi kabadayı fare, kedinin boynuna çıngırak takabilir?”
“Fare huylulara kedi, bey olur.”
“Fareyi tutarken, kedi aslandır; kaplanla savaşınca fareye döner.”
“Kedi var aslanın yerini tutmuş / Aslan var adına kedi söylenir.”
“Yüz koyun bir kurda ne yapar?”
“Zavallı koyun sürüsü! Çobanı da besler, çoban köpeğini de, kurdu da…”
“Canlılar arasında eşekten daha kendinden emin, daha vurdumduymaz, daha içine kapalı, daha ciddi, daha ağırbaşlı olanı var mıdır?”
“Eşekler anırmaya başladığı zaman, bülbüllerin sesini duyamazsınız.”
“Eşeğin anırmazı olmaz.” “Eşeğin anırtısı kendine hoş gelir.”
“Eşeğe fazla sokulan çifte yemeğe hazır olsun.”
“Yolda doğru gitmez yularsız eşek.”
“Eşeğe giydirsen nakışlı bir çul / At olmaz, huyunca zırlar demişler.”
“Eşek altın yular taksa, yine eşek yine eşek.”
“Eşek bile bir düştüğü yere bir daha düşmez.”
“Eşek bile makamla anırır.”
“Eşek yüklü olunca anırmaz.”
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 121 -
“Eşek çamura batınca yol gösteren çok olur.”
“Eşek baş olunca encam hayır olmaz.”
“Etme beyhûde felekten şekvâ / Hoşça hazmet yediğin darbeleri /
Eskidir, hiç değişmez bu usûl / Eşek oldun mu vururlar semeri.”
“Mazlum eşeğe herkes biner.”
“Kurtlar birbirine düştüğü zaman, aralarında koyun rahat eder.”
“Bir kurt, bütün bir koyun sürüsü için çok fazladır.”
“Kurtların içinde, ceylân masumiyetiyle ömür sürülmez.”
“Kurtlarla sofraya oturan, kendisini konuk mu yoksa yemek mi saydıklarını bilemez.”
“Kurdu kurtaran koyunları öldürmüş olur.”
“Kurt kurdu yemez.”
“Bir sürüyü kurttan köpek korur. Köpek kurt olursa o sürünün hali ne olur?”
“Bir sürünün çobanı kurt olursa, koyunları kim koruyacak?”
“Kurtla yaşayan, ulumasını öğrenir.”
“Kurdun yanında kuş da geçinir.”
“Kurt dumanlı havayı sever.”
“Kurt kocayınca köpeklere maskara olur.”
“Koyunun bulunduğu yerde kurt eksik olmaz.”
“Kurt tüyünü değiştirir, huyunu değiştirmez.”
“Kurdun dâvetine gidersen köpeği beraber al.”
“Her ne kadar insan elinde büyümüş olsa bile, kurdun yavrusu sonunda kurt olur.”
“Öküze boynuzu ağır gelmez.”
“Öküz, yem bitince çifte gideceğini bilir.”
“Maymunu ateşe atmışlar, yavrusunu ayağının altına almış.”
“Yılana yumuşak diye el sunma.” (Atasözü)
“Yuvasını yakmadıkça yılanın kökü kesilmez.”
“Yılanı küçükken ez, büyütme ha! / Büyütürsen olur başına belâ.”
“Yılan doğrulmayınca deliğine giremez.”
“Yılan kendi eğrisin bilmez, deveye boynu eğri der.”
“Uçuşu ne kadar sessiz olursa, yırtıcı kuş da o kadar tehlikeli olur.”
“Suçunu öder / Yavaş uçarsa, kartallara, kuş.”
- 122 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Her kuş kapana düşmez, hatta altın yaldızlı olsa da.”
“Kuşa altın kafes zindandır.”
“Kartalın beğenmediğini kargalar kapışır.”
“Bir güvercini yemek, bir kartal için şeref değildir.”
“Kuş olmayanın, uçurumlar üzerine yuva kurmaması gerekir.”
“Tavus kuşuna haddini bildiren ayaklarıdır.”
“Karga kekliği taklit ederken yürüyüşünü şaşırmış.”
“Besle kargayı, oysun gözünü.”
“Kuş, ancak kendi cinsinden olan kuşlarla uçar.”
“Kuşlar ki göklerden gelir bize / Ağaçlar ki, topraktan. /
Fakat nasıl âşinâlık var, / Kuşlar ağaçlara konduğu an.”
“Kuş uçtuktan sonra kafesin kapısını kapatmak ne işe yarar?”
“Eldeki serçe, uçan turnadan iyidir.”
“Bülbül, tavuk sergisinde mükâfat almamıştır.”
“Bağı süsleyen bülbüldür, fakat incirini kargalar yer.”
“Çalışsa bin sene, bülbül gibi karga fasîh olmaz. / Balonla âsumâna çıksa bir âdem Mesîh olmaz.”
“Çimende gezmekle karga bülbül olmaz.”
“Koyamam kargayı gül yerine / Çiçek açmış dikeni gül yerine.”
“Bülbül ötmesinden gül incinir mi?”
“Bu gülistanda bilür kendi çektiğin herkes / Cefâ-yı gül ne imiş bülbül olmayan bilmez.”
“Örümceğin sofrasındaki kebap, ancak sinek olur.”
“Bilir pekmezciyi, görünce sinek.”
“Arının evini yıkan, balın tatlılığıdır.”
“Bal yiyen, arısından gocunmaz.”
“Ağzında bal olan arının kuyruğunda iğnesi vardır.”
“Balı yapan da arıdı, insanı sokan da.”
“Ben arıya arı demem, / Arının balı olmalı.”
“Peteksiz arının balı yalandır.”
“Arının kahrını çekmeyen / Ne bilür balın kıymetin.”
“Zannetme, çocuk, istediğin her şey olur: / Bin bir arının bir teki -yalnız- bey olur.”
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 123 -
“İğnesini kaybeden yabanarısı, artık vızıldamaktan başka bir şey yapamaz.”
“Yumurtayı seven tavukların patırtısına katlanmalı.”
“Kör tavuk da, kimi zaman, buğday tanesini bulur.”
“Kara tavuğun da yumurtası ak olur.”
“Tavuk, yalnız alıştığı yerde yumurtlar.”
“Sansar ininin olduğu yerde tavuk yumurtlamaz.”
“Ni’metin kadrini bil verene şükret / Küfranda bulunma Mevlâ’yı zikret.
Bir tavukça tavuk su içse, fikret; / Baş kaldırır göğe bakar demişler.”
“Balık yeme tapar.”
“Acemi avcıların oltasına takılacak ahmak balıklar çoktur.”
“Yaş”, “kuru”, “nemli” kelimeleri, balıkların lügatında yoktur.”
“Balığa denizden başkası azaptır.”
“Balığı deniz tutmaz.”
“Balıktan başka her şey suya kandı.”
“Suda erimeyen bir şey söyle: Balık.”
“Her gün balığa çıkılabilir; fakat her seferinde eli dolu dönülmez.”
“Balık balıkçıyı sevebilir mi?”
“Balık baştan kokar, bunu bilmemek / Seyrânî, gâfilin ahmaklığından.”
“Yaptığın hatadan habersiz sanma / Kara karıncayı gece gören var.”
“Ne karınca zayıf olmakla aç kalır, ne de aslan, pençesinin ve kuvvetinin zoruyla karın doyurur.”
“Ayağının altındaki karıncanın halini bilmiyorsun; unutma ki, filin ayağı altında da sen öylesin.”
“Çokluk erliği bozar, karınca kesretle (çoğalmakla) arslanı öldürür.”
“Süleyman ol, hakir görme bir karıncayı.”
“Karıncanın götürdüğünü kimse götüremez.”
İnsan bu, tuhaftır; bazen sevdiklerini benzetir hayvana, bazen hiç sevmediklerini.
- 124 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Hayvan Cinsleri Konusuyla İlgili Âyet-i Kerîmeler
Tüm Hayvanları Kapsayan Genel Bir İfâde Olan ve Hayvanlar Anlamında Kullanılan Dâbbe ve Çoğulu Devâbb Kelimesin Geçtiği Âyet-i Kerîmeler (Toplam 18 Yerde): 2/Bakara, 164; 6/En’âm, 38; 8/Enfâl, 22, 55; 11/Hûd, 6, 56; 16/Nahl, 49, 61; 22/Hacc, 18; 24/Nûr, 45; 27/Neml, 82; 29/Ankebût, 60; 31/Lokman, 10; 34/Sebe’, 14; 35/Fâtır, 28, 45; 42/Şûrâ, 29; 45/Câsiye, 4.
Deve, sığır, koyun cinsi anlamındaki “en’âm” kelimesi 32 yerde (3/Âl-i İmrân, 14; 4/nisâ, 119; 5/Mâide, 1; 6/En’âm, 136, 138, 138, 138, 139, 142; 7/A’râf, 179; 10/Yûnus, 24; 16/Nahl, 5, 66, 80; 20/Tâhâ, 54; 22/Hacc, 28, 30, 34; 23/Mü’minûn, 21; 25/Furkan, 44, 49; 26/Şuarâ, 133; 32/Secde, 27; 35/Fâtır, 28; 36/Yâsin, 71; 39/Zümer, 6; 40/Mü’min, 79; 42/Şûrâ, 11; 43/Zuhruf, 12; 47/Muhammed, 12, 79/Nâziât, 33; 80/Abese, 32.
Kuş anlamında “tayr-tâir” toplam 20 yerde (2/Bakara, 260; 3/Âl-i İmrân, 49, 49; 5/Mâide, 110, 110; 6/En’âm, 38; 12/Yûsuf, 36, 41; 16/Nahl, 79; 21/Enbiyâ, 79; 22/Hacc, 31; 24/Nûr, 41; 27/Neml, 16, 17, 20; 34/Sebe’, 10; 38/Sâd, 19; 56/Vâkıa, 21; 67/Mülk, 19; 105/Fîl, 3.
Ç- Sığır (inek) anlamına gelen “bakar”, “bakara” ve çoğulu “bakarât” kelimeleri, (toplam 9 yerde): 2/Bakara, 67, 68, 69, 70, 71; 6/En’âm, 144, 146; 12/Yûsuf, 43, 46. Buzağı (Dana) Anlamındaki Icl Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 10 Yerde): 2/Bakara, 51, 54, 92, 93; 4/Nisâ, 153; 7/A’râf, 148, 152; 11/Hûd, 69; 20/Tâhâ, 88; 51/Zâriyât, 26.
Deve anlamına gelen “cemel” 1 (7/A’râf, 40) ve çoğulu “cimâle” 1 yerde (77/Mürselât, 33)
Deve veya sığır cinsinden olup, Mekke’ye hedy olarak gönderilen kurbanlık hayvan anlamındaki “bedene” kelimesinin çoğulu olan “budn” kelimesi 1 yerde (22/Hacc, 36)
Eşek, yük taşıyan hayvanlar ve beş yaşına basmış deve anlamındaki “beîr” kelimesi “yük hayvanı” anlamında 2 yerde (12/Yûsuf, 65, 72)
Deve anlamında “dâmir” 1 yerde (22/Hacc, 27) Gebe develer anlamında “ışâr” 1 yerde (81/Tekvîr, 4) Deve anlamında “ibil” kelimesi, 2 yerde (6/En’âm, 144; 88/Ğâşiye, 17)
Deve anlamında “nâka” 7 yerde (7/A’râf, 73, 77; 11/Hûd, 64; 17/İsrâ, 59; 26/Şuarâ, 155; 54/Kamer, 27; 91/Şems, 13) (değişik kelimelerle deve toplam 16 yerde)
Koyun anlamında “da’n” kelimesi 1 yerde (6/En’âm, 143),
Koyun anlamında “ğanem” kelimesi 3 yerde (6/En’âm, 146; 21/Enbiyâ, 78; 20/Tâhâ, 18),
Koyun anlamında “na’ce” 4 yerde (38/Sâd, 23, 23, 24, 24) (değişik kelimelerle koyun toplam 8 yerde),
At Anlamındaki “hayl” kelimesi 5 yerde (3/Âl-i İmrân, 14; 8/Enfâl, 60; 16/Neml, 8; 59/Haşr, 6; 17İsrâ, 64);
“Âdiyât” kelimesi 1 yerde (100/Âdiyât, 1),
“Ciyâd” kelimesi 1 yerde (38/Sâd, 31) (değişik kelimelerle at toplam 7 yerde)
Balık anlamında “hût” 4 yerde (18/Kehf, 61, 63; 37/Sâffât, 142; 68/Kalem, 48)
Balıklar anlamında “hîtân” 1 yerde (7/A’râf, 163),
Balık anlamında “nûn” 1 yerde (21/Enbiyâ, 87) (değişik kelimelerle balık toplam 6 yerde),
Ğ- Eşek anlamında “hımâr” 2 yerde (2/Bakara, 259; 62/Cum’a, 5),
Eşek anlamında “hamîr” 2 yerde (16/Nahl, 8; 31/Lokman, 19),
Eşek anlamında “humur” 1 yerde (74/Müddessir, 50), (değişik kelimelerle eşek toplam 5 yerde),
Domuz anlamında hınzîr kelimesi 4 yerde (2/Bakara, 173; 5/Mâide, 3; 6/En’âm, 145; 16/Nahl, 115); Bu kelimenin çoğulu “hanâzîr” 1 yerde (5/Mâide, 60) (domuz toplam 5 yerde)
I- Köpek anlamında “kelb” kelimesi 5 yerde (7/A’râf, 176; 18/Kehf, 18, 22, 22, 22)
Karınca anlamında “neml” 3 yerde (27/Neml, 18, 18, 18)
Bıldırcın anlamında “selvâ” 3 yerde (2/bakara, 57; 7/A’râf, 160; 20/Tâhâ, 80)
Yılan anlamında “sü’bân” 2 yerde (7/A’râf, 107; 26/Şuarâ, 32),
yılan anlamında “hayye” 1 yerde (20/Tâhâ, 20), (yılan toplam 3 yerde)
Maymun anlamında “kırade” 3 yerde (2/Bakara, 65; 5/Mâide, 60; 7/A’râf, 166)
Kurt anlamında “zi’b” kelimesi 3 yerde (12/Yûsuf, 13, 14, 17)
Çekirge anlamındaki “cerâd” kelimesi 2 yerde (7/A’râf, 133; 54/Kamer, 7)
Ö- Kara sinek anlamında “zübâb” kelimesi 2 yerde (22/Hacc, 73, 73)
Karga anlamındaki “ğurâb” kelimesi 2 yerde (5/Mâide, 31, 31)
Katırlar anlamına gelen “biğâl” kelimesi 1 yerde (16/Nahl, 8)
HAYVANLARDAKİ İBRETLER
- 125 -
Ağaç kurdu anlamındaki “dâbbetu’l-arz” 1 yerde (27/Neml, 82)
Kurbağalar anlamındaki “Dafâdi’ ” kelimesi 1 yerde (7/A’râf, 133)
Ş- Sivrisinek anlamına gelen “beûd(a): 1 yerde (2/Bakara, 26)
Kuş sürüsü anlamındaki “tayran ebâbîl” 1 yerde (105/Fîl, 3)
Fil anlamındaki “fîl” kelimesi 1 yerde (105/Fîl, 1)
Bir kuş adı olan “hüdhüd” 1 yerde (27/Neml, 20)
Arslan anlamında “kasvera” 1 yerde (74/Müddessir, 51)
Haşerat anlamında kummel kelimesi 1 yerde (7/A’râf, 133)
Keçi anlamında “ma’z” 1 yerde (6/En’âm, 143)
Arı anlamında “nahl” 1 yerde (16/Nahl, 68)
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 8, c. 9,
2. Şamil İslâm Ansiklopedisi, c.2, s. 384-385
3. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y., c. 8, s. 40-160
4. Kur’an Coğrafyası, Ali Akpınar, Fecr Y., s. 51-57
5. Varlıkların Yaratılış Hikmetleri, İmam-ı Gazali, Dede Korkut Y., s. 125-134
6. Kur’an Hiç Tükenmeyen Mûcize, Kur’an Araştırmaları Grubu, İstanbul Y., s. 156-157, 160, 329-330
7. Kur’an-ı Kerim’den Âyetler ve İlmî Gerçekler, Halûk Nurbaki, TDV Y., s. 116-121
8. Kur’an’da Anlamı Kapalı Âyetler, Hüseyin Yaşar, Beyan Y., s. 266-270
9. Kur’an ve Hadislerde Günümüzde Ortaya Çıkan İlmî Gerçekler, Hasan Günaydın, Türdav Y., s. 98-100
10. Müsbet İlimlerde Kur’an Mûcizesi, Hikmet Özdemir, Gonca Y., s. 92-94, 108-109, 124-126
11. Kur’an ve Fen Bilimleri, Celal Kırca, Marifet Y., s. 210-211, 277- 292-296
12. Semboller ve Yorumları, Necmettin Ersoy, Özel Y.
13. Kur’an En Büyük Mûcize, Said Alpsoy, Miraç Kitapları, s. 84
14. Kur’an Mûcizeleri II, Harun Yahya, Araştırma Y., s. 16-30, 41-49, 69
15. İlimler ve Yorumlar, Hekimoğlu İsmail, H. Hüseyin Korkmaz, Türdav Y.
16. Hayvanlar Âlemi, Harun Yahya, Vural Y.
17. Hârika Canlılar, Harun Yahya, Vural Y.
18. Hayvanlarda Göç Mûcizesi, Harun Yahya, Vural Y.
19. Canlılardaki Fedakârlık ve Akılcı Davranışlar, H. Yahya, Vural Y.
20. Karınca Mûcizesi, Harun Yahya, Vural Y.
21. Sivrisinek Mûcizesi, Harun Yahya, Vural Y.
22. Balarısı Mûcizesi, Harun Yahya, Vural Y.
23. Konuşan Kuşlar Mûcizesi, H. Yahya, Vural Y.
24. Örümcekteki Mûcize, H. Yahya, Vural Y.
25. Termit Mûcizesi, H. Yahya, Vural Y.
26. Becerikli Baraj İnşaatçıları Kunduzlar, H. Yahya, Vural Y.
27. Küçük Dostlarımız Karıncaların Dünyası, H. Yahya, Vural Y.
28. Kusursuz Petekler İnşa Eden Balarıları, H. Yahya, Vural Y.
29. Âhir Zaman ve Dâbbetü’l-Arz, H. Yahya, Vural Y.
30. Acâibu'l-Mahlûkât, Kazvînî Zekeriyyâ İbn Muhammed İbsn Mahmûd el-Kazvînî, Mısır, 1401/1980
31. Hayâtu'1-Hayevâni’l-Kübrâ, Demîrî, Kemâlüddin Muhammed bin Mûsâ, Mısır, 1398/1978
32. El-Kur’an ve Âlemu’l-Hayavân, Abdurrahman Muhammed Hamid, Hartum
33. Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, İbrahim Canan, Akçağ Y., c. 7. s. 280-291

 
Okunma 1437 kez
Bu kategorideki diğerleri: « HAYIR ŞER HELÂK »