Cumartesi, 06 Şubat 2021 16:50

HAYIR ŞER

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

HAYIR ŞER


- 963 -
Kavram no 67
İmtihan 3
Bk. İtaat-İsyan
HAYIR - ŞER
• Hayır; Anlam ve Mâhiyeti
• Şer; Anlam ve Mâhiyeti
• İnsanın Hayırla ve Şerle Denenmesi
• Kur’ân-ı Kerim’de Hayır ve Şer
• Hadis-i Şeriflerde Hayır ve Şer
• Her Şeyi Yaratan Allah’tır; Fakat Şer İnsanlardandır
• Merhametli Allah’a Rağmen Dünyada Şerlerin Bulunması
• Hayrın İki Yönü
• Müslümanın Hayatında Hayır ve Şer
• İslâm Düşüncesinde Hayır-Şer
• Şerrin Ehveni Olur mu?
• Ehven-i Şer Mantığı ve Sistem İçi Kabuller
“Namazı kılın, zekâtı verin, önceden kendiniz için yaptığınız her hayrı/iyiliği Allah’ın katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı noksansız görür.” 4480
Hayır; Anlam ve Mâhiyeti
Türkçe’de “hayır” ve “şer” olarak kullandığımız kelimelerin Arapça asılları “hayr” (noktalı hı ile) ve “şerr”dir. “Hayr” taşıdığı özellik dolayısıyla istenilen, arzu edilen, değerli, dünya ve âhirette faydalı, yarayışlı olan her şeydir. Hayr, ister bir davranış, ister bir ibâdet, ister mal, yani dünyalık yönünden olsun; dünya ve âhirete ait meselelerde faydalı olan, arzu edilen şeyleri ifade eder. Hayır; istenilen, kötü karşılanmayan, kendisine rağbet edilen bir değerdir. “Hayr”ın karşıtı “şerr”dir. Hayr, iyi ve faydalı, rağbet edilen tercihleri ifade ettiği için; ibâdet, iyilik etmek, Allah yolunda harcamak, faydalı mal, kişiye sevap veya şeref kazandıran şeyler hakkında da kullanılmaktadır.
Aynı kökten gelen ‘hayrât’, beğenilen özellikler, davranışlar, sevap amacıyla yapılan iyilikler ve sadaka-i câriye (devam eden sadaka) olan şeyler demektir. Yine aynı kökten gelen ‘ihtiyar’, seçmek, dilemek, irâdesini kullanmak; ‘muhtar’, özgür iradeyle seçilen, beğenilen şey; ‘istihâre’, hayırlı bir işi dilemek; ‘hıyare (çoğulu ahyâr)’, hayırlı kimseler, seçilmişler demektir.
Kur’an’ın geniş kapsamlı kavramlarından biri, hayır kelimesidir. Bu kelimenin hem dünya işlerini, hem de âhiretle ilgili değerleri anlatan birkaç boyutu bulunmaktadır. Hayır ve onun karşıtı olan şer meselesi İslâm tarihinde üzerinde çokça tartışılan konulardan biridir. İslâm ıstılahında “ma’rûf”, her türlü hayrı; “münker” de her türlü şerri ifade eder.
4480] 2/Bakara, 110
- 964 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Şer; Anlam ve Mâhiyeti
‘Şerr’ sözlükte, istenmeyen, arzu edilmeyen, her açıdan kendisinden kaçınılan şey demektir. Bunun yanında fesat, bozukluk, kötülük, kötü şey, zulüm, cezayı gerektiren iş anlamında da kullanılmaktadır. Bazen de sıkıntı, belâ ve musîbet mânâsına gelir. ‘Şerr’in çoğulu “şurûr” ve “eşrâr”dır. Şer her türlü hayrın ve iyiliğin karşıtıdır.
Hayır ve şer ölçüleri, ya mutlak olur, ya da izafi (göreceli) olur. Meselâ, akıl, adâlet, iyilik duygusu her zaman mutlak olarak hayırdır. Zulüm, kötülük, hırsızlık gibi şeyler de mutlaka şerdirler. Bazı şeyler bazıları için geçici olarak hayır veya şer olabilir. Meselâ, mal sahibi olmak şer olmadığı halde, bazıları için şer olabilir. Birisi mal ile kötülük veya zulüm yapıyorsa mal o insan için hayır değildir. Şer, istenmeyen, arzu edilmeyen durumları anlattığı gibi, kötü olan ve insana zararı dokunan şeyleri de ifade etmektedir. Kur’an, akletmeyen sağır ve dilsizleri (inkârcıları) yerde debelenen varlıkların en şerlisi saymaktadır 4481. Çünkü onların yaptıkları hayır olmaz, tuttukları yol yanlıştır. Azgınlıkları yüzünden yeryüzünde hep fesat ve şer olmaktadır.
Şer, bir yönüyle insanın kendisine isâbet eden kötülüktür, yani mutsuzluk veya talihsizlik halidir. İnsan sürekli kendine göre iyi şeyleri ister; ancak, kendisine bir şer (kötülük) dokunursa ümitsizliğe düşer. Biraz rahata kavuşunca da nimetin kimden geldiğini unutur, nankörlük yapar.4482 Hayır, Allah rızâsı düşünülmüş ve takvâya uygun bütün davranış ve işlerdir. Şer ise, Allah’ın rızâsına uymayan bütün işlerdir. Birisi mü’minin halini ortaya koyarken, diğeri de günahı ve kâfirin amellerini nitelendirmektedir. Şirk, küfür, nifak, zulüm gibi tavırların hepsi de şerdir. Bunun sonucu olarak kim zerre miktarı hayır işlerse onun karşılığını, kim de zerre miktarı şer işlerse onun karşılığını görecektir. 4483
Şer, bazen sû’ yani günah işleme duygusunu anlatır. Hayır ve şer kavramları iman ve küfür, itaat ve isyan yerine de kullanılır. Âmentü’de hayrın da şerrin de Allah’tan geldiğine, yani her ikisinin de Allah (c.c.) tarafından yaratıldığına iman ettiğimizi söyleriz. Burada akla şöyle bir soru gelebilir: Hayır ve şer Allah’tan geldiğine göre bizim çabamız ne işe yarar? İnsan, hür irâdeyle yaratılmış ve dünyaya gönderilmiştir. Hayrı da şerri de seçme yeteneği vardır. Allah (c.c.) onu başıboş bırakmamış, hayrı ve şerri anlatan peygamberler de göndermiştir. Bundan sonra dileyen hayır işler, dileyen şer işler. Ancak hayrı da şerri de yaratan Allah’tır. Bu bir anlamda denemek için Allah’ın insana izin vermesi ve onu hareketlerinde serbest bırakmasıdır.
Allah (c.c.) insanı hayır ve şer konusunda denemektedir.4484 Cimrilik edip de mallarını Allah yolunda harcamayanların bu yaptıkları kendileri hakkında bir hayır değil, şerdir.4485 Bazı insanlar mü’minlerden hoşlanmazlar. Allah onlara bundan daha şer olan bir sonucu haber veriyor; Allah’ın lânet ettiği, kızdığı, başka şekillere çevirdiği, tâğuta tapanlar yaptığı kimselerin durumu4486 daha kötüdür.
4481] 8/Enfâl, 22, 55
4482] 41/Fussilet, 49-50
4483] 99/Zilzâl, 7-8
4484] 21/Enbiyâ, 35
4485] 3/Âl-i İmrân, 180
4486] 5/Mâide, 60
HAYIR ŞER
- 965 -
Cehenneme gidecek olanlar, halk arasında en şerli kimselerdir.4487 Mü’minler, şeytanın şerrinden, yaratıkların, gecenin, düğümlere üfleyenlerin, hasetçilerin, vesvese verenlerin şerrinden Allah’a sığınırlar. 4488
Çevremizde olup bitenlere ve insanların işledikleri fillere hayır ve şer hükmünü verebilmemiz için elimizde sağlam bir ölçü olmalıdır. Bu ölçü de ancak Allah tarafından bütün insanlara gönderilen son din İslâm’dır. İnsanların aklı ve tarihsel tecrübeleri bu konuda kesin bir ölçü olamaz. Ancak hayır ve şer hükümleri akılla anlaşılır ve uygulanır. 4489
İnsanın Hayırla ve Şerle Denenmesi
İnsan, nimetle/hayırla da sınava tâbi olur, külfetle/şerle de. Mutlak olanın dışındaki, kaynağı beşerî olan hayır ve şer, insan açısından göreceli olduğundan, denendiği şerrin ya da şer zannetiğinin kendisi için büyük hayırlara dönüşmesi mümkündür. Bazı insan, şerle imtihanı kazanır, ama hayırla imtihanda kaybeder veya tersi olabilir. Ama özellikle müslümanların mutlaka, korku, açlık ve fakirlikle sınanacağını4490 biliyoruz. İnsan bazen risk taşıyan mal, mülk, evlât ve sağlık gibi hayırlarla veya hayır zannedilenlerle; bazen de yokluk, hastalık, şeytan ve düşmanlar gibi şerler ve şer zannedilenlerle imtihan edilir. İnsan, hayatın geçici güzellikleriyle sınava çekilir4491 ki, o kişi için bu geçici nimetler, kalıcı hayırlara dönüşebilir. Mal, evlât, bu kabilden bir deneme aracıdır.4492 Bol rızık ve verilen nimetler birer sınama olduğu gibi,4493 başa gelen üzüntü ve kederler,4494 belâ ve musîbetler de birer imtihandır. 4495
İnsana bazen iyilik halinin bazen sıkıntının isâbet etmesi aslında bir denemedir: “Sizi deneme olsun diye, önce kötülük (şer) ve iyilik (hayır) ile deneriz. Sonra Bize geri döndürülürsünüz.”4496 Şer ile imtihan karşısında müslümanın en önemli dayanağı sabır ve duâdır. Mü’min, kendine göre şer saydığı belâ, musibet, keder ve mahrumiyet anında, kararlı davranarak, bütün bunların bir deneme olduğunu düşünerek sabreder. Denemeyi başarmak için Rabbine niyaz eder. Yalnızca O’ndan yardım diler, halini yalnızca O’na arzeder. Çünkü mü’min duâ ile evrenin dehşet verici sessizliği içerisinde yalnız olmadığını anlar, duâ ile Rabbini yanı başında ve kalbinde bulur.
Hayır ve şer konusundaki hükümler, insanın onlardan hoşlanıp hoşlanmamasına göre değil, onların insanı götürdüğü sonuca göre verilmelidir. Çünkü bu konudaki değerlendirmeler çoğu zaman izafi (göreceli) olmakta ve karar vermekte acele edilmektedir. Kur’an, bu konuda tipik iki örnek vermektedir: “Hoşunuza gitmediği halde üzerinize savaş yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki sevdiğiniz bir şey de sizin için şerdir. Allah bilir de siz
4487] 98/Beyyine, 6
4488] 113/Felâk ve 114/Nâs Sûreleri
4489] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 623-624
4490] 2/Bakara, 155
4491] 20/Tâhâ, 131
4492] 8/Enfâl, 28; 64/Teğâbün, 15
4493] 39/Zümer, 49
4494] 20/Tâhâ, 40
4495] 9/Tevbe, 126; 22/Hacc, 11
4496] 21/Enbiyâ, 35
- 966 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bilemezsiniz.” 4497 “…(Hanımlarınızla) güzellikle geçinin. Şâyet onlardan hoşlanmadınızsa, belki, bir şey hoşunuza gitmez, ama Allah onda çok hayır kılar.” 4498
“İnsan, hayrı istediği gibi şerri de ister. İnsan pek acelecidir.” 4499 Bu âyet, insanın önemli bir psikolojik yönüne işaret etmektedir. Gerçekten insan, öfkelendiği, sıkıldığı ya da bir güçlükle karşılaştığında, sabır ve güzel duâ iplerine yapışmadıysa, öfkelendiklerine bedduâ eder, güçlüklerden kurtulmak için sabır ve metânetle çaba göstereceği yerde, acelecilik göstererek hemen kurtulmak ister. Halk deyimiyle denize düştüğünde yılana sarılır. Hemen kurtulamayınca da, ümitsiz ve kötümser bir hâlet-i rûhiye içinde, “Allah’ım, canımı al da, beni bu sıkıntıdan kurtar!” gibi kendisi için bile bedduâ eder. Elbette bu davranış, doğru değildir.
İnsanın bilgisi, hele Allah’ın ilmi ile kıyaslanınca yok sayılacak kadar azdır. O, kendi hayrına ve şerrine olan şeyleri de yeterince bilemez. Bir de hevâsı/kötü arzuları, geçici dünya rahatı işin içine girince hayır ve şer kavramlarını karıştırır. Bir şeyin hayırlı veya şerli oluşunun, bir insanın o şeyi sevmesi ya da ondan hoşlanmaması ile temelde hiçbir ilgisi yoktur. Asıl önemli olan, o şeyin bizi götürdüğü nihâî sonuca nazaran hüküm verilmesi gerekmektedir. Yani hayır, Allah’ın hoşlandığı şeydir; bu, bizim hoşlanmadığımız şey olabilir. Nefsin hoşlandığı her şeyi yerine getirmek, Kur’an tâbiriyle hevâyı ilâhlaştırmak 4500 ile Allah’ı râzı etmenin 4501 ayrıldığı noktadır hayır ve şer tanımı.
İşte bu noktada Vahy devreye girmekte ve Rahmân olan Rabbimiz, bize hayır ve şerri göstermekte, sırât-ı müstakîme hidâyet etmektedir: “Hoşunuza gitmediği halde savaş size yazıldı/farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha şer/kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”4502 Savaş, aslında sevilen, nefsin hoşlandığı bir şey değildir. Fakat bazen insan savaşmak zorunda kalır. İslâm’ın emrettiği cihadda iki güzelden biri vardır: Şehid olup cennete gitmek veya gâzi olup zafer kazanmak, ğânîmet alıp zengin olmak. Savaş ve cihaddaki sırrı insan tümüyle bilemez; Allah bilir. Bazı toplumlar cezaya müstahak olunca, Allah onları çeşitli belâlarla cezalandırır. İşte onlardan biri de savaştır. Nitekim Kur’an, “Allah, insanları birbiriyle def etmeseydi (savıp hizaya getirmeseydi) yeryüzünde nizam bozulurdu”4503 buyrulmuştur.
Vahy, mutlak hayırdır. Vahiyle irtibatı olan ilim ve hikmet de hayırdır.“Allah dilediğine hikmet verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır ve üstünlük verilmiştir. Gerçekleri ancak akıl sahipleri anlar.”4504 Bu âyette geçen “hikmet”, Kur’an ilimleri demektir. Derin ve yararlı ilme hikmet denir. Allah’ın, kendisine hikmet verdiği kimseler öncelikle peygamberler, ilmiyle amel eden âlimlerdir. İlim sahibi olmanın en çok değer verilen tarafı, insanlığa faydalı olmak, onlara hayrı dokunmaktır. Doğruluk, adâlet, ihlâs, sevgi, saygı, başkalarına faydalı olmak, cömertlik gibi yüksek vasıfları Allah rızâsı için taşıyan kimseler de hikmet ehlinden sayılır;
4497] 2/Bakara, 216
4498] 4/Nisâ, 19
4499] 17/İsrâ, 11
4500] 25/Furkan, 43; 45/Câsiye, 23
4501] 5/Mâide, 119
4502] 2/Bakara, 216
4503] 2/Bakara, 251
4504] 2/Bakara, 269
HAYIR ŞER
- 967 -
dolayısıyla hayırlı insan kabul edilir. Kur’an’ın emirlerini öğrenip noksansız uygulamak için çaba sarfeden, tüm kötülüklerden uzak durma gayreti içinde olan kimse hikmet sahibidir ve kendisine büyük hayır verilmiştir.
Kur’ân-ı Kerim’de Hayır ve Şer
“Hayr” kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de 176 yerde, türevleriyle birlikte ise toplam 196 yerde geçer. “Şerr” kelimesi ise 31 yerde zikredilir. Kur’ân-ı Kerim’de hayır kavramı, “iyi, güzel, değerli, faydalı ve mal mülk gibi arzulanan şeyler” anlamlarında kullanılır. Hayır, kavram olarak bazen hem mal, hem de o malı Allah yolunda sarf etme iyiliğini veya infak anlayışını ifade etmektedir. Allah’ın insana verdiği mal, -her ne kadar bazıları için şer olsa da- bizzat hayrın kendisidir. Meselâ, Kur’an, Hz. Süleyman’a (a.s.) verilen atlara “hayır” demektedir. Bir başka yerde, ölen birisinin geride bir hayır/mal bırakması durumunda onunla ilgili vasiyette bulunması gerekir denilmektedir. 4505
Mü’minler, Allah yolunda hayırdan ne infak ederlerse; bu, kendileri içindir. Onlar hayır olarak infak ettiklerinin karşılığını tastamam alacaklardır.4506 Görüldüğü gibi burada hayır, hem sahip olunan mal, hem de bu maldan Allah yolunda infak edilen pay, sadaka anlamına gelmektedir. Bir başka âyette ise ‘hayr’ yine ikili bir anlam ifade ederek hem sahip olunan şey, hem takvâya bağlı olarak yapılan amel (iş) yerinde kullanılmaktadır: “Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: ‘Hayır olarak infak edeceğiniz şey, ana-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır. Hayır olarak ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz bilir.”4507 Hayır, yine maddî anlamlarda refah, bolluk, zenginlik gibi anlamlarda kullanılır. 4508
Hayır kavramı Kur’an’da şu anlamlarda da kullanılmaktadır:
a) Allah’ın sayısız (maddî ve mânevî) nimeti anlamında,4509
b) Bütün hayırların kaynağı olan vahy ve peygamberlik anlamında, ki vahye uyan mü’minler birçok nimetlere, güzelliklere, sağlam bir inanca ve aralarında kardeşlik duygularına sahip olurlar. Bütün bunlar hayrın ta kendisidir, 4510
c) Gerçek iman, ya da iman etme eğilimi, samimiyet ve iyi niyet anlamında, 4511
d) İman etmenin güzel sonucu, imanın olumlu etkisi anlamında,
e) Sâlih amel, hayırlı iş, kulluk ve sonucu güzel olan işler anlamında, 4512
f) İslâm,4513
g) hikmet4514 anlamında “hayır” kavramı kullanılır. Bütün bu açıklamalardan sonra, hayır kelimesinin Kur’an’da “ma’rûf (iyilik)”, şer kelimesinin de “münker
4505] 2/Bakara, 180
4506] 2/Bakara, 272-273
4507] 2/Bakara, 215
4508] 6/En’âm, 17; 10/Yûnus, 107; 21/Enbiyâ, 35; 70/Meâric, 21
4509] 3/Âl-i İmrân, 26
4510] 2/Bakara, 105 ayrıca Bk. 16/Nahl, 30
4511] 8/Enfâl, 70
4512] 2/Bakara, 110; 5/Mâide, 48; 21/Enbiyâ, 90
4513] 3/Âl-i İmrân, 104; 68/Kalem, 12
4514] 2/Bakara, 269
- 968 -
KUR’AN KAVRAMLARI
(kötülük)” anlamında kullanıldığını söyleyebiliriz.
Hayır ve karşıtı olan şer, şu âyette birlikte kullanılmıştır: “İnsan, hayrı istediği gibi şerri de ister (Hayra duâ eder gibi şerre de duâ etmektedir). İnsan pek acelecidir.” 4515 Âyette aceleci olan insanın, hayrı ister gibi şerri istediği; hayra duâ eder gibi şer için duâ ettiği belirtilmektedir. İnsanın hayrı ister gibi şerri istemesi, üç anlama gelebilir:
1) Bundan kasıt, Kur’an’a inanmayan kişilerin: “Allah’ım, eğer bu hak ise başımıza taş yağdır” gibi sözlerle Hz. Peygamber’le alay edip azap istemelerini kınamaktır. Allah Teâlâ, o insanların Kur’an’a inanıp doğru yola gelecekleri yerde bu hayrı bırakıp şerri istedikleri anlatılmakta, böyle doğru yoldan ayrıldıkları için türlü azaplara, sıkıntılara uğrayan yahûdilerin sonlarına benzer bir cezaya çarpılacaklarını îmâ etmektedir. Âyetlerin söz akışına en uygun mânâ budur.
2) İkinci ihtimale göre, insanın şer istemesi, bunaldığı zaman kendi aleyhine duâ (bedduâ) edip lânet okumasıdır. Bazı insanlar bunalınca “ölsem de kurtulsam!” gibi sözler söyler. Veya çoluk çocuğuna bedduâ eder. Hâlbuki o istediği şey, kendi lehine değil; aleyhinedir, yani şerdir. Hz. Peygamber (s.a.s.): “Canınız ve malınız aleyhine duâ (bedduâ) etmeyin. Sonra Allah’ın kabul saatine (zamanına) rastlarsınız da duânızı kabul eder.” 4516 buyurmuştur.
3) Üçüncü ihtimale göre insan, bazen aleyhine olacak bir şeyi hayır sanarak ister, olması için duâ eder, yalvarır, olmayınca üzülür. Gerçekten onun olması, kendi aleyhinedir, şerdir; olmaması hayırdır. Ama insan, işlerin içyüzünü bilmediği için farkına varmadan aleyhine olacak şeyleri ister. Hayrı istediği gibi o şerli şeyi de hayır sanarak ister. Âyette bu üç anlam da muhtemeldir. Daha doğrusu, âyet, bu mânâların hepsini kapsar; fakat siyak ve sibaka göre daha uygun ve temel anlam, birincisidir.4517 “Eğer Allah, insanlara, onların hayrı çabukça istemeleri gibi şerri de acele verseydi, elbette onların ecelleri bitirilmiş olurdu (ve hepsi de helâk olurlardı). Fakat Biz, Bize kavuşmayı beklemeyenleri azgınlıkları içinde bocalar bir halde (kendi başlarına) bırakırız.” 4518
“Hoşunuza gitmediği halde üzerinize savaş yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki sevdiğiniz bir şey de sizin için şerdir. Allah bilir de siz bilemezsiniz.”4519 Bu âyette, hoşlarına gitmese de savaşın, mü’minlere farz kılındığı; hoşlarına gitmeyen bazı şeylerin yararlarına; hoşlarına giden bazı şeylerin de zararlarına olabileceği, işlerin içyüzünü ancak Allah’ın bildiği belirtilmektedir. Evet, insan ne kadar bilgili olsa da, onun bilgisi, ancak duyuların verilerine bağlıdır. Duyulara çarpan olaylardan gelir. Yargısı da görünüşlere göredir. İnsan, olayların iyi veya kötü olduğu, bunlardan doğacak yarar veya zararları deney ile bilir. Çoğu kez bir olayı denemeye imkân olmaz. Denemeye kalkıldığı zaman da iş işten geçmiş olur. İnsan, olayların ancak dışyüzünü bilir; hâlbuki Allah, her şeyi yaratan kendisi olduğundan, her şeyin dışını da içini de bilir. Bu bilgisi uyarınca insanın yararına olan şeyleri emreder, zararına olan şeyleri de yasaklar. O’nun emrettiği her şey, zâhiren hoş görünmese de gerçekte hoştur, hayırdır.
4515] 17/İsrâ, 11
4516] Müslim, Zühd 74; Ebû Dâvud, Salât
4517] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi, c. 8, s. 29-30
4518] 10/Yûnus, 11
4519] 2/Bakara, 216
HAYIR ŞER
- 969 -
Savaş da görünüşte hoş değildir; çünkü insanın ölümüne sebep olabilir. Ama birkaç kişinin ölümüyle bir toplumun hürriyeti, şeref ve nâmusu kurtarılır. Ölenler de cennette ebedî diriliğe ve mutluluğa erişirler. Peygamberlere arkadaş olmak şerefine ererler. Gerçekten, cihad eden İslâm toplumları yükselmişler, cihadı bırakınca dünya haritasındaki yerleri küçülmeye başlamış, sonunda güzelim ülkeleri yabancılar ve onların güdümündeki yerliler tarafından sömürülmüştür. Cihadı bırakmak, yalnız cepheye gitmemek değildir. Düşmana karşı kuvvet hazırlamayı ihmal etmek, düşman atom bombası yaparken piyade tüfeğiyle yetinmek de cihadı bırakmak demektir.
Âyetten çıkarılacak birinci hüküm, birinci ders cihada katılmak ve cihadı sürdürmektir. İkinci ders de, bazı hoşumuza gitmeyen şeylerin hakkımızda hayırlı olabileceğidir. Nice üzüldüğümüz şeyler vardır ki, sonunda bizim için çok hayırlı olmuş ve nice sevdiğimiz şeyler vardır ki, bizim için kötü sonuç doğurmuştur. O halde, biz elimizden geldiği, gücümüzün yettiği kadar yararlı işler yapıp durumumuzu düzeltmeğe, kötü sonuç doğuracak işlerden kaçmaya, tehlikelerden sakınmaya çalışmalıyız. Fakat Allah’tan başımıza bir olay geldiği, hoşumuza gitmeyen, bizi üzen bir olayla karşılaştığımız zaman da kendimizi üzüntü girdâbına atmak yerine sabretmeli, işin sonunu beklemeliyiz. Bir babanın, küçük çocuğunu bazı şeylerden men etmesi, çocuğun zoruna gitse de onun yararınadır. Doktorun verdiği ilâç acı da olsa hastanın şifasına sebep olabilir. Doktor, zulmünden değil; şefkatinden ötürü o ilâcı hastasına vermektedir. Her arzu ettiğini vermek, hastayı ölüme sürükleyebilir. Şâyet Yüce Allah da sana istediğin bir şeyi vermiyorsa, seni yoksul yaşatıyorsa, seni çocuksuz yapmışsa veya çok sevdiğin bir şeyi elinden almışsa üzülme, sabret; bu hoşuna gitmeyen işlerin içinde senin için kim bilir nice faydalar, hayırlar olabilir. Ya bu vesile ile Allah sana ileride çok yararlı şeyler verecek yahut seni bu olaylarla deneyip ruhunu olgunlaştıracak, mânevî dereceni yükseltecektir.
Biz Rabbimizin her an, her nefes bin türlü nimetiyle besleniyoruz. Bir nefes alış, vücuda oksijen götürür; nefes veriş, vücutta biriken zehirli gazı dışarı atar. Bir nefes alış verişte Allah’ın bize iki lütfu, iki nimeti var. Bir vakit de O’ndan bir sınavla karşı karşıya kalırsak elbette sabretmemiz gerekir. Sabredersek acı olaylar tatlılaşır, Allah olayları hikmetle örmüştür. Bazen hayırlı sonuçları görünüşte insanın hoşuna gitmeyen olaylara bağlamıştır. Şerri hayır yapacak yine O’dur. “Allah tevbe edip güzel iş yapanların kötülüklerini iyiliklere çevirir.” 4520 Meyveler güneşin karşısında dura dura tatlılaşır. Hakkın rızâsına boyun eğenler de rûhen olgunlaşır, iki cihan mutluluğuna ererler. 4521
“Namazı kılın, zekâtı verin, önceden kendiniz için yaptığınız her hayrı/iyiliği Allah’ın katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı noksansız görür.” 4522
“Herkesin yüzünü kendisine doğru çevirdiği bir yön vardır. Öyleyse hayırlarda birbirinizle yarışın…” 4523
“...Hayır işlerden neyi yaparsanız Allah onu bilir. (Ey mü’minler!) Âhiret için azık toplayın. Bilin ki, azığın en hayırlısı takvâdır (Allah korkusudur). Ey akıl sahipleri! Yalnız Benden
4520] 25/Furkan, 70
4521] S. Ateş, Kur'an Ansiklopedisi, c. 19, s. 308-309
4522] 2/Bakara, 110
4523] 2/Bakara, 148
- 970 -
KUR’AN KAVRAMLARI
korkun.” 4524
“Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: ‘Hayır olarak infak edeceğiniz şey, ana babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır. Hayır olarak ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz bilir.” 4525
“Hoşunuza gitmediği halde üzerinize savaş yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki sevdiğiniz bir şey de sizin için şerdir. Allah bilir de siz bilemezsiniz.” 4526
“İman edinceye kadar müşrik/putperest kadınlarla evlenmeyin. İman etmiş bir câriye, beğenseniz bile müşrik bir kadından kesinlikle daha hayırlıdır/iyidir. İman edinceye kadar müşrik erkekleri de evlendirmeyin. Mü’min bir köle, beğenseniz bile müşrik bir kişiden kesinlikle daha hayırlıdır. Onlar ateşe çağırır. Allah ise izni ve inâyeti ile cennete ve mağfirete çağırır; âyetlerini insanlara açıklar. Umulur ki düşünüp anlarsınız.” 4527
“Güzel söylemek ve hoşgörü, peşinden başa kakılan, gönül inciten sadakadan daha hayırlıdır.” 4528
“Allah dilediğine hikmet verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır ve üstünlük verilmiştir. Gerçekleri ancak akıl sahipleri anlar.” 4529
“...Hayır olarak infak ettiklerinizden (harcadıklarınızdan) hepsi, kendiniz içindir (ondan Allah değil; siz faydalanırsınız). Yapacağınız infakı/harcamayı, ancak Allah’ın rızâsını kazanmak için harcayın. Hayır kasdıyla verdiğiniz ne varsa, size tam olarak noksansız verilir. Ve siz asla haksızlığa uğramazsınız.” 4530
“De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini aziz kılar yüceltir; dilediğini de zelil kılar alçaltırsın. Her türlü hayır/iyilik Senin elindedir. Gerçekten Sen her şeye kadirsin.” 4531
“Sizden, insanları hayra çağıran, ma’rûfu (iyiliği) emredip münkeri (kötülüğü) men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” 4532
“Siz insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; ma’rûfu (iyiliği) emreder, (münkerden) kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz...” 4533
“Onlar, Allah’a ve âhiret gününe iman ederler; ma’rûfu/iyiliği emreder, münkerden/kötülükden men ederler; hayırlı işlere koşuşurlar. İşte bunlar sâlihlerdendir. Onların, hayır cinsinden yaptıkları şeyler karşılıksız bırakılmayacaktır. Allah, takvâ sahiplerini çok iyi bilir.” 4534
“Allah’ın, kereminden kendilerini (infakta) cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o,
4524] 2/Bakara, 197
4525] 2/Bakara, 215
4526] 2/Bakara, 216
4527] 2/Bakara, 221
4528] 2/Bakara, 263
4529] 2/Bakara, 269
4530] 2/Bakara, 272
4531] 3/Âl-i İmrân, 26
4532] 3/Âl-i İmrân, 104
4533] 3/Âl-i İmrân, 110
4534] 3/Âl-i İmrân, 114-115
HAYIR ŞER
- 971 -
kendileri için hayırlıdır; tersine bu onlar için şerdir. Cimrilik ettikleri şey de kıyâmet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” 4535
“…(Hanımlarınızla) güzellikle geçinin. Şâyet onlardan hoşlanmadınızsa, belki, bir şey hoşunuza gitmez, ama Allah onda çok hayır kılar.” 4536
“...Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiğinde (yol ve şeriatlerde) sizi denemek için (böyle yaptı). Öyleyse hayrâtta (hayırlı/iyi işlerde) birbirinizle yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık size, üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeyleri(n gerçek tarafını) O haber verecektir.” 4537
“Eğer Allah sana bir zarar verirse, onu kendisinden başka giderecek yoktur. Ve eğer sana bir hayır verirse, (bunu da giderecek yoktur), şüphesiz O her şeye kadirdir.” 4538
“Allah katında hayvanların en şerlisi/kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir (Hakkı işitip kabul etmeyen kâfirlerdir).” 4539
“Allah katında hayvanların en şerlisi/kötüsü, kâfir olanlardır. Çünkü onlar (Allah’a) iman etmezler.” 4540
“Eğer Allah, insanlara, onların hayrı çabukça istemeleri gibi şerri de acele verseydi, elbette onların ecelleri bitirilmiş olurdu (ve hepsi de helâk olurlardı). Fakat Biz, Bize kavuşmayı beklemeyenleri azgınlıkları içinde bocalar bir halde (kendi başlarına) bırakırız.” 4541
“İnsan, hayrı istediği gibi şerri de ister. İnsan pek acelecidir.” 4542
“Sanıyorlar mı ki, onlara verdiğimiz servet ve oğullar ile kendilerine hayırlar/faydalar sağlamak için can atıyoruz? Hayır! Onlar işin farkına varmıyorlar.” 4543
“Sizi deneme olsun diye, önce kötülük (şer) ve iyilik (hayır) ile deneriz. Sonra Bize geri döndürülürsünüz.” 4544
“...Onlar (peygamberler) hayır işlerinde koştururlar; umarak ve korkarak Bize yalvarırlardı; onlar Bize huşû (derin saygı) duyarlardı.” 4545
“Ey iman edenler! Rukû edin, secdeye varın, Rabbinize ibâdet edin ve hayır işleyin: umulur ki kurtuluşa erersiniz.” 4546
“Doğrusu onlar (İbrâhim, İshak ve Ya’kub a.s.) Bizim yanımızda seçkin ve hayırlı/iyi kimselerdendir. İsmâil’i, Elyesa’yı, Zülkifl’i de an. Hepsi de hayırlılardandır.” 4547
“İnsan, hayır istemekten usanmaz (Her şeyinin olmasını ister). Fakat kendisine bir şer/
4535] 3/Âl-i İmrân, 180
4536] 4/Nisâ, 19
4537] 5/Mâide, 48
4538] 6/En’âm, 17
4539] 8/Enfâl, 22
4540] 8/Enfâl, 55
4541] 10/Yûnus, 11
4542] 17/İsrâ, 11
4543] 23/Mü’minûn, 55-56
4544] . 21/Enbiyâ, 35
4545] 21/Enbiyâ, 90
4546] 22/Hacc, 77
4547] 38/Sâd, 47-48
- 972 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kötülük dokunursa hemen karamsar olur, (Allah’ın rahmetinden) ümidini keser. Andolsun ki, kendisine dokunan bir zarardan sonra Biz ona bir rahmet tattırırsak, ‘Bu, benim hakkımdır, kıyâmetin kopacağını sanmıyorum. Rabbime götürülmüş olsam bile muhakkak O’nun yanında benim için daha güzel şeyler vardır’ der. Biz o inkâr edenlere yaptıklarını mutlaka haber vereceğiz ve mutlaka onlara ağır azaptan tattıracağız. İnsana bir nimet verdiğimiz zaman yüz çevirir ve kendine yönelir. Fakat ona bir şer dokunduğu zaman da yalvarıp durur.” 4548
“Kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu(n karşılığını) görür. Kim de zerre ağırlığınca şer işlerse, onu(n karşılığını) görür.” 4549
Hadis-i Şeriflerde Hayır ve Şer
“...Allah’ım! Hayrın tamamı Senin elindedir; şer ise Sana izâfe edilemez.” 4550
“İnsanlardan öylesi var ki, hayrın anahtarı, şerrin kilididir. Öylesi de var ki, şerrin anahtarı, hayrın kilididir. Eline Allah tarafından hayır anahtarları verilene müjdeler olsun! Eline şer anahtarları verilene de yazıklar olsun!” 4551
“Rıfktan (yumuşak huylu, şefkatli ve merhametli olmaktan) mahrum olan, her hayırdan mahrum olmuştur.” 4552
“Başınızdakiler en hayırlılarınız olduğu, zenginleriniz hoşgörülü davrandığı ve işleriniz aranızda görüşülüp danışılarak yürütüldüğü sürece sizin için yerin üstü, altından daha hayırlıdır.” 4553
“Allah, bir insanın ellerini hayrın anahtarı yapmışsa, ne mutlu ona!” 4554
“İnsanların en hayırlısı, iyiliği beklenen, kötülük etmesinden korkulmayan kimsedir.” 4555
“İnsanların en hayırlısı, toplum içinde yaşarken bir taraftan o toplumun hakkını ödeyen, diğer taraftan Rabbine ibâdet eden, savaşa çıktığında ise düşmana korku salan kimsedir.” 4556
“Mü’minin işi tuhaftır, her işi hayırdır. Bu, yalnız mü’mine özgüdür. Sevindirici bir işle karşılaşsa şükreder, o iş kendisi hakkında hayırlı olur. Üzücü bir işle karşılaşsa sabreder, kendisi için hayırlı olur.” 4557
“Kişinin kendinden sonra bıraktığı şeylerin en hayırlısı üç tanedir: Kendisine duâ edecek sâlih evlât, kendisine sevâbı ulaşacak olan sadaka-i câriye ve kendisinden sonra onunla amel edilecek ilim.” 4558
“İnsanların en hayırlısı, -savaş zamanında- malı ve canıyla savaşan, -barış zamanında- ise
4548] 41/Fussilet, 49-51
4549] 99/Zilzâl, 7-8
4550] Müslim, Müsâfirîn 26, 1/534; Tirmizî, Deavât 32, 5/485; Ebû Dâvud, Salât, 1/201; Nesâî, İftitah 17, 2/130
4551] İbn Mâce, Mukaddime 237, 1/86
4552] Müslim, Birr 75
4553] Tirmizî, Fiten 78
4554] İbn Mâce, Mukaddime 19
4555] Timizî, Fiten 76
4556] Tirmizî, Fiten 15
4557] Müslim, Zühd, 64; Dârimî, Rikak 61; Ahmed bin Hanbel, V/24
4558] İbn Mâce, Mukaddime 20
HAYIR ŞER
- 973 -
Rabbine ibâdet etmekle meşgul olup kendini insanlara zarar vermekten alıkoyan kimsedir.” 4559
“Üst el, alt elden (veren el, alan elden) hayırlıdır. Sen üst el olmaya bak! Sadakanın en hayırlısı da zenginlikten verilenidir. Kim haramdan sakınıp şerefini kurtarmak isterse, Allah onu iffet ve şerefli kılar. Kim de müstağnî davranırsa Allah onu zengin kılar.” 4560
“Andolsun ki, Allah yolunda bir sabah veya bir akşam savaşmak, dünyadan da, dünyada olan şeylerden de hayırlıdır.” (Diğer bir rivâyette:) ...Üzerine güneşin doğup battığı şeylerden hayırlıdır.” 4561
“Allah yolunda harcanan bir gün, o yolda harcanmayan bin günden hayırlıdır.” 4562
“Allah, hiçbir mü’mine, yaptığı tek hayrın bile karşılığını ihmal etmek sûretiyle zulümde bulunmaz. Yaptığı her hasenenin karşılığı hem dünyada, hem de âhirette kendisine verilir. Kâfir ise, yaptığı hayır sebebiyle dünyada öylesine yedirilir ki, âhirete varınca, karşılığı verilecek tek hayrı kalmaz.” 4563
“Allah Teâlâ bir kulun hayrını diledimi onu isti’mâl eder!” “Onu nasıl isti’mâl eder?” diye soruldu. “Ölümden önce sâlih amel işlemede muvaffak kılar” buyurdu. 4564
“Hiç kimse, elinin emeğinden (kendi kazancından) yediğinden daha hayırlı bir şey yiyemez. Allah’ın peygamberi Dâvud (a.s.) da kendi elinin emeğini yiyip geçinirdi.” 4565
“Sizin hayırlınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.” 4566
“Yâ Ebâ Zer! Sabahleyin kalkıp da Allah’ın Kitabından bir âyet öğrenmen, yüz rekât (nâfile) namaz kılmandan daha hayırlıdır. Ve yine sabahlayıp da ilimden bir bab (bölüm) öğrenmen bin rekât (nâfile) namaz kılmandan daha hayırlıdır.” 4567
“Bu ilme, henüz ortadan kalkmadan istekli olun, sarılın! Onun kalkması, yeryüzünden ref olunmasıdır. Âlim ile ilim öğrenen (öğrenci) ecirde müşterektirler. Diğer insanlarda ise, hayır yoktur.” 4568
“Allah Teâlâ katında, arkadaşların en hayırlısı, arkadaşına en hayırlı olanıdır. Komşuların en hayırlısı, komşusuna en hayırlı olanlarıdır.” 4569
“Kıyâmet günü, Allah indinde, derece itibarıyla insanların en şerlisi, başkasının dünyası uğruna âhiretini hebâ eden kuldur.” 4570
“Allah’a andolsun ki, Allah’ın senin vâsıtanla bir adamı hidâyete erdirmesi, kızıl tüylü develerden oluşan sürülerden senin için daha hayırlıdır.” 4571
4559] Buhârî, Rikak 34; Nesâî, Zekât 74
4560] Buhâri, Zekât, 2/112; Müslim, Zekât 94, 2/717, hadis no: 1033
4561] Buhârî, Cihad 4/17; Müslim, İmâre 112, 115, 3/1499, hadis no: 1880
4562] Nesâî, Cihad, 6/40
4563] Müslim, Sıfatu'l-Münâfıkîn 56, hadis no: 2808
4564] Tirmizî, Kader 8, hadis no: 2134
4565] Buhârî
4566] Buhârî, Fazlu’l-Kur’an 6/108
4567] İbn Mâce, Mukaddime 219, 1/79
4568] İbn Mâce, Mukaddime 228, 1/83
4569] Tirmizî, Birr 28; Ahmed bin Hanbel hadis no: 6566
4570] Kütüb-i Sitte Terc. 4/265
4571] Buhârî, Ashâbu’n Nebî 9; Müslim, Fedâilu’l-Ashâb 34, hadis no: 1787; Ebû Dâvud, İlm 10
- 974 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Âlimin âbide olan üstünlüğü, benim sizin en aşağınıza olan üstünlüğüm gibidir. Şüphesiz ki Allah, melekleri, gökler ve yer ehli, hatta delikteki karınca, denizdeki balık bile insanlara hayır/iyilik öğretene salevât verirler (duâ ve istiğfârda bulunurlar).” 4572
Hadis-i şeriflere göre, insanların (veya müslümanların) en hayırlıları; “dostlarına ve komşularına hayrı dokunan”; 4573 “ömrü uzun, ameli güzel olan”; 4574 “geç öfkelenip çabuk yatışan”;4575 “borcunu güzellikle ödeyen kimse”dir.4576 Ticâret ehlinin en hayırlısı da borcunu güzellikle ödeyen, alacağını güzellikle isteyendir.4577 En hayırlı yönetici ise halkının kendisini sevip hayır duâda bulunduğu kişidir. 4578
“Amellerin en hayırlısı, namaz” 4579; “mescidlerin en hayırlısı geniş olanıdır.” 4580; “Oruç tutmak, sadaka vermek ve geceleyin namaz kılmak ‘hayır kapıları’dır.” 4581; “Hayâ, bütünüyle hayırdır.” 4582
Her Şeyi Yaratan Allah’tır; Fakat Şer İnsanlardandır
Her şeyi yaratan ancak Allah’tır. Fakat hayra rızâsı olduğu halde, şerre yoktur. Kaldı ki hayır ve şer dediğimiz, yapılan işin, işlenen fiilin Allah’ın emir ve rızâsına uygun olup olmamasıyla ilgili. Yani, fiilin kendisiyle değil; sıfatıyla alâkalı. Konuşma, görme, işitme, yürüme... hepsi birer fiil; Hayır olsun şer olsun bütün bu fiilleri yaratan Allah’tır. İşlenen fiil, İslâm’a uygun ise hayır; aksi halde şer olur. Zaten Allah’ın birliğine iman eden bir insan, O’nu bütün bu işlerin, bu fiillerin tek yaratıcısı olarak bilmiş olmuyor mu?
İnsan bir işi yapmayı sadece arzu eder ve cüz’î irâdesini o işi yapmaya sarfeder. Neticeyi yaratan ise Allah’tır. Hakikat böyle bilinmezse ortaya şöyle bir tezat çıkar: Aynı fiil hayır olunca Allah tarafından yaratılır, aksi halde... Görme fiilinin yaratıcısı Allah’tır. Göz fabrikası O’nun. Işık ham maddesi O’nun. Görülen bütün eşya da O’nun. O halde bir insan neye bakarsa baksın görmeyi yaratan Allah’tır. Baktığı helâl ise, bu bakış hayır olur, haramsa şer.
Gerek fenalık ve kötülük anlamında olsun; gerek musîbet, belâ, felâket ve sıkıntı anlamlarında olsun insanların şerre dönüştüreceği şeyleri de yaratan Allah’tır. Çünkü her mümkini ve her işi yaratan Allah’tır. O’ndan başka yaratıcı yoktur. Zâtı ekmel olup mutlak kemal sıfatlarıyla muttasıf olduğu için Allah’ın zat, esmâ (isimler), sıfat ve fiillerinde hiçbir şer yoktur. Şer, insanlarda, insanların işlerinde ve insanın zannına göre yaratıklardadır. Allah insanların şerre dönüştüreceği şeyleri de hikmet ve İlâhî adâletin bir gereği olarak yaratmıştır.
Yüce Allah, insanı bu dünyaya akıl ve irâde vererek imtihan etmek için getirmiştir. Bu sınav âleminde şerrin bulunmaması, dünyanın ve içindeki insanın
4572] Tirmizî, İlm 10/157-158; Ebû Dâvud, İlm
4573] Tirmizî, Birr 28
4574] Tirmizî, Zühd 21, 22
4575] Ahmed bin Hanbel, Müsned III/19; Tirmizî, Fiten 26
4576] Buhârî, İstikrâz 4, 6; İbn Mâce, Ticâret 62
4577] Ahmed bin Hanbel, Müsned III/19
4578] Tirmizî, Fiten 77
4579] Muvattâ, Tahâret 36; İbn Mâce, Tahâret 4
4580] Ahmed bin Hanbel, Müsned III/18; Ebû Dâvud, Edeb 12
4581] Tirmizî, İman 8
4582] Müslim, İman 61; Ebû Dâvud, Edeb 6
HAYIR ŞER
- 975 -
yaratılış hikmetine aykırı düşerdi. Allah bu evrende insanlara, içlerinden peygamberler göndererek doğru yolu göstermiştir: “Biz ona (insana) iki yol gösterdik.”4583 Üstelik insanın ruhuna şerden sakınmanın ve şerri tanımanın bilgilerini koymuş ve ilham etmiştir: “Her nefse (insan ruhuna) ve onu düzenleyene, sonra da ona kötülüğü (n ne olduğunu) ve bundan sakınmayı ilham edene and olsun ki onu (nefsini/ruhunu günah ve şerden) temizleyen felâha ermiştir.”4584
Allah, insanlara şer ve kötülük yaptırmasaydı, zorlasa ve şer için fırsat vermese, onların hepsini kendisine iman eden, tâat ve hayırda/iyilikte bulunan kimseler yapsaydı, daha iyi olmaz mıydı? Allah, böyle yapsaydı, insanın sözgelimi arıdan veya başka herhangi bir hayvandan farkı kalmazdı. Arı, Allah’ın nefsine (canına) koyduğu bir ilham (içgüdü) ile baldan başka bir şey yapamaz. Onun ne aklı ne de hür bir irâdesi vardır. Fakat Allah, insana akıl, şuur, bilgi edinme ve irâde özellikleri olan bir ruh vererek onu hayvanlardan üstün kılmış ve yeryüzüne halife yapmıştır. İyilik ve hayrın kıymeti, zorlayarak ortaya çıkarılan değildir; şuur ve serbest bir tercih ile yapılmayan hayrın/iyiliğin kıymeti yoktur. “Eğer Rabbim dileseydi, yeryüzünde bulunan bütün insanların hepsi iman ederlerdi.”4585 Allah böyle yapsaydı, insanlar akıllarını kullanarak, vicdanlarına tâbi olarak serbest irâdeleriyle hürriyet içinde iman ve hayrı seçmeselerdi, imanın küfre karşı ne değeri olurdu? Küfür ve şer olmasaydı, irâde ve istekle iman ve hayır uğrunda çekilen meşakkatin ne kıymeti kalırdı? Küfrün bilfiil varlığı olmasaydı iman ve kelimetullah nasıl bu kadar yüce ve değerli olurdu? Her şeyin kıymeti, zıddı ile bilinir. Eğer Nuh kavminin küfrü olmasaydı Tûfan mûcizesi meydana gelmezdi. Diğer peygamberlere iman etmeyen kavimlerde helâk âyetleri kendini göstermezdi.
İnsanların şerre dönüştüreceği şeyleri yaratmak şer değildir. Fakat şerri kazanıp şer ile vasıflanmak şerdir. İnsan, aklını kullanarak irâdesini şerre yöneltip kudretini buna sarf ederse, Allah da bunu yaratır. Her şey, Allah’ın dileyip yaratmasıyla vukua geldiği için, kulun irâdesini yöneltip kudretini sarf ederek işlediği işi de sırf husûle gelmesi ve imtihanın gerçekleşmesi için yaratır. Ancak, Allah’ın şerre yardımı ve rızâsı yoktur.
Bazen insan, bir şeyi hayırlı bulmayıp şer zanneder. Fakat Allah kula terbiye olması, aklını başına alması için musîbet verir; günahlarının affolması veya bir kısmından vazgeçilmesi ve o kişinin ecirler kazanması için hastalık, musîbet veya bazı sıkıntılar verir. Allah, bize şer şeklinde görünen sıkıntı ve musîbetleri hayra vesile olması için yaratır. Eşya ve olayların mâhiyet ve kıymetleri, zıtlarıyla anlaşılır. Hastalık olmazsa sıhhatin, cehâlet olmazsa ilmin kıymeti anlaşılamazdı. Yağmur ve karın yağmasında, rüzgârların esmesinde, insanlara zararlı mikrop ve hayvanların yaratılmasında görülen cüz’î şerler, bunların hayır ve faydaları yanında yok gibidir.
Yüce Allah’ın âhirette kâfirler ve günahkârlara vereceği cezalar da adâlet ve hayırdır. Çünkü cezaları hak edenlere verir. Cezayı hak eden ve buna lâyık olan kimselere verilen cezalar, bu kimselere nisbetle şerdir. Çünkü kendilerine acı ve sıkıntı verir.
4583] 90/Beled, 10
4584] 91/Şems, 7-9
4585] 10/Yûnus, 99
- 976 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Eski İran’da mecûsîler ve zındıklar, “âlemdeki bütün hayırları yaratan âlemin tanrısı Hürmüz’dür (Ahura Mazda). Kötülüklerin kaynağı/yaratıcısı ise Ehrimen’dir (Angra Mainyu)” derlerdi. Bunların iddialarına göre, dünyada bu iki kuvvet mutlak hâkimiyeti sağlamak için sürekli mücâdele halindedirler.4586 Her şeyin yaratıcısının Allah olduğu unutulan tahrif edilmiş veya uydurulmuş bâtıl dinlerde hayrı yaratan Allah, şerri yaratmaz denilerek, şer için başka hâlık kabul edilmiştir. Bazıları da şerri şeytanın yarattığını ileri sürmüşlerdir. Bunlar, şerrin yaratılmasını Allah’a yüklemenin hata olacağı düşüncesiyle hareket edenlerdir. Bu yüzden Kur’an, Allah’tan başka yaratıcı bulunmadığını anlatmak için her şeyin hâlıkı Yüce Allah’tır4587 buyurarak, fiilin kulun eseri olduğu bildirilirken, hâlıkının Kendisi olduğunu açıklamıştır. “Ona iki yolu (hayrı ve şerri) göstermedik mi?”4588 buyrulur. Şerri seçenin, kötülüğü yapanın kul olduğu bildiriliyor. O yüzden şerri meydana getirenin Allah olduğunu söylemek doğru olmaz. Şerri meydana getirenin insan olduğunu, Allah’ın ise tek yaratıcı olmasından dolayı insanı ve onun fiillerini yaratan olduğu, birbirine karıştırılmamalıdır. Hayır da şer de kulun fiilidir. Ama imkânları ve fiili meydana getiren kulu, Cenâb-ı Hakk’ın yaratmış olması yönüyle hâlıkı Allah olur.
Kâinatta olan biten her şey Allah’ın meşîeti (yaratması/dilemesi) dâhilindedir. Ama Allah şerri irâde etmez, kâinatta şerrin olmasını, insanların şerde bulunmalarını dilemez. İnsanların hoşuna gitmeyen bazı şeylerin hayır olabileceği Kur’an’da açıklandığı gibi,4589 şerrin de kesb, yani insanların kazanmalarının/amellerinin sonucunda var edildiği belirtilir ve “insanın, işlediği zerre miktarı hayır ve zerre miktarı şerrin karşılığını göreceği”4590 ilân edilir. Dolayısıyla Allah’ın, insanın şerre dönüştüreceği şeyleri yaratması şer değil; tümüyle hayırdır; fakat kulun şerri kazanması, yani kesbi şerdir. Eğer, kulun şerri kesbi neticesinde Allah onu yaratmamış olsaydı, bu defa, kul irâde sahibi olmuş olmazdı.
Kâinatta şeytan gibi, mutlak şer olan (insan açısından mutlak şer değil; hayrı şerrinden fazla olduğundan) yaratıkları da yaratan ve netice itibarıyla onun azmasına fırsat veren de Allah’tır. Yani, şeytanın azması, Allah’ın meşîeti dâhilindeydi. İnsan yeryüzüne imtihan için gönderilmiş ve kendisine irâde verilmiştir; o bu irâdesini kullanarak en alçak bir mevkîye düşebildiği gibi, en yükseğe de çıkabilir. Ortada yüz yumurta olsa, sadece yüz yumurta olarak değer ifade eder; ama bir tavuğun altına konulsa ve yirmisi civciv olup sekseni bozulsa, o zaman yirmi civciv mi daha kıymetlidir; yoksa yüz yumurta mı? Civcivlerin yumurta yanındaki değerleri bir yana, ileride her civciv tavuk olduğunda belki yüzlerce yeni yumurta verecektir. İşte, yeryüzünde insanların belki yüzde sekseni şeytana uyar, ama yüzde yirmisi gerçekten insan olur ve yüceliklere ulaşır; ama hepsi ot gibi kalsa, o zaman insana ne gerek olacaktır? Bu noktada, şeytan gibi mahzâ şer varlıkların varlığı tavzîfîdir (görevlendirme icabıdır). Kaldı ki, şeytanı şeytan yapan, onun kendisidir. Meleklerle birlikte tâbi tutulduğu bir imtihanda bir daha geri dönüşü ve telâfisi mümkün olmayacak bir kayba uğramıştır. Demek oluyor ki, Allah’ın yaratması yönüyle her şey, hayırdır; melekût cihetinde şer yoktur; şer
4586] Muhiddin Bağçeci, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 28
4587] 13/Ra'd, 16
4588] 90/Beled, 10
4589] 2/Bakara, 216
4590] 99/Zilzâl, 7-8
HAYIR ŞER
- 977 -
kesb iledir ve mülk cihetindedir.4591
Allah için yapılan her amel hayır; bunun dışındaki ameller ise şerdir. Kul, Allah Teâlâ’nın yarattığı imkânları, emirlerine uygun olarak kullanırsa, hayır; emrinin aksine kullanırsa şer olur. Bunlardan herhangi birini seçmek ve yapmak, kulun yetkisindedir. Eğer kötülüğü yapmak imkânına sahip olmasaydı, elbette yapamazdı. Şu halde yaratılan, aslında hayır ve şer değil; bunların yapılmasına elverişli imkânlardır. Bu sebeple de bu imkânları yaratan, fiilin hâlıkı olur. Çünkü O’ndan başka yaratan, imkân sağlayan yoktur. Halk etme Allah’a mahsus olduğundan, kulun fiili için bu tâbir kullanılamaz. Çünkü kul, fiilin meydana gelişini sağlayan çeşitli sebeplerden yalnız birinin (işi meydana getiren gücün) sahibidir. Kula fiilin hâlıkıdır demek, işin oluşmasında rol alan diğer bütün âmilleri hesap dışı bırakmak olur. Görme fiilinin yaratıcısı Allah’tır. Göz fabrikası O’nun. Işık hammaddesi O’nun. Görülen bütün eşya da O’nun. O halde insan, neye bakarsa baksın görmeyi yaratan Allah’tır. Baktığı helâl ise bu bakış “hayır” olur, haramsa “şer.”
Kâinatta, gerçek mânâda “şer” vasfına lâyık olanlar, insanların dalâletleri ve günahlarıdır. Bu noktada, “kader sırrı” karşımıza çıkıyor. Dalâlet ve günahlarda insanın fâil ve muhtar olduğunu kabul etmek zorundayız. Bir insan olarak düşündüğümüzde, vicdânî bir muhâsebeye giriştiğimizde, fiillerimizdeki, bu arada kötü eylemlerimizdeki rolümüzü idrâk etmekten kendimizi alıkoyamayız. Yani sorumluluğumuzu ve mahcûbiyetimizi içimizde yaşarız. Fiillerimizin yaratıcısı Allah Teâlâ olduğuna istinad ederek, kötülüklerimizi O’na izâfe etmeye kalksak bile, bunu bir suçluluk hissi ile, aşağılık duygusu ve bahane arama anlayışıyla yaparız.
Kadere inanıyoruz. Ama, takdiri önceden bilemediğimize göre ve işlerimizde güç yetirebileceğimizi hissettiğimize göre, kaderi bahane ederek sorumluluğumuzu atamayız. Dünyada hiçbir insan, kendisine yapılan haksızlık ve zulümler karşısında, “ne yapayım, kader böyle imiş!” diye, başına gelene rızâ göstermez; elinden geliyorsa, hakkını almaya uğraşır. Yani, pratikte kader inancı kimseyi bağlamamaktadır. Aleyhimize bir hükmü gerektirdiği zaman, nazar-ı itibara almadığımız bu inancı, Allah’a karşı kullanmak, böylece mes’ûliyeti atmayı ummak, olsa olsa, insan fıtratındaki bencillik ve haksız yere nefsini müdâfaa çabasıdır. O yüzden, insanların kâinatta “şer” olarak isimlendirdikleri keyfiyetler, ya aslında şer değildir; veya, onun sorumlusu insandır. Bundan dolayı bu şerler ile Cenâb-ı Allah’ın rahmân, alîm, hakîm, kadîr, mahlûkatına hiç zulmetmez oluşu bir tenâkuz/zıtlık arzetmemektedir.4592
Kur’ân-ı Kerim’de hiçbir âyette “şer” Allah’a nispet edilmez:
“Sana gelen hasene/iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir/kendindendir…” 4593
“Başınıza gelen herhangi bir musîbet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder.” 4594
4591] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Nil Y. s. 257-258
4592] Lütfullah Cebeci, Kur’an’da Şer Problemi, Akçağ Y., s. 307-311
4593] 4/Nisâ, 79
4594] 42/Şûrâ, 30
- 978 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“İnsanların kendi elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde (çölde, kırda ve şehirde) fesat çıkar. Böylece, onlar yaptıklarının bir kısım karşılığını daha dünya hayatında görürler.” 4595
“Bu böyledir, çünkü bir millet kendilerinde bulunanı değiştirmedikçe Allah onlara verdiği nimeti değiştirmez. Allah işitendir, bilendir.” 4596
“İnsanların elleriyle kazandıklarından dolayı karada ve denizde (çölde, kırda ve şehirde) fesat ortaya çıktı.” 4597
“Eğer Allah’ın, insanları bir kısmıyla bir kısmını def edip savması olmasaydı, yeryüzü fesâda uğrardı; ama Allah âlemlere karşı lütuf sahibidir.” 4598
“İnsan, hayrı istediği gibi şerri de ister. İnsan pek acelecidir.” 4599
“Öyle bir fitneden sakının ki, o sadece sizden zâlim olanlara isâbet etmekle kalmaz (herkese sirâyet ve tüm halkı perişan eder). Bilin ki Allah’ın azâbı şiddetlidir.” 4600
“Sizden önceki nesillerden akıllı kimselerin, (insanları) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan men etmeleri gerekmez miydi? Fakat onlar arasından, ancak kendilerini kurtardığımız pek az kişi böyle yaptı. Zulmedenler ise kendilerine verilen refahın peşine düşüp şımardılar ve suç işleyenler olup çıktılar. Halkı ıslahatçı kimseler olsaydı, Rabbin o şehirleri haksız yere helak edecek değildi.” 4601
Allah Güzeldir; Her Yaptığı ve Yarattığı da Güzeldir: Allah’ın isim-sıfatlarından biri “muhsin” (güzel yapıp eden)dir. Allah muhsin olduğu için her yarattığını güzel yaratmıştır. O, insanı da güzel, hatta en güzel biçimde yaratmıştır.4602 İnsanın ürettiği tüm güzelliklerin gerçek sahibi ve yapıp edicisi Allah olup bu üretimde, insanın beynini, gönlünü, elini, dilini kullanmaktadır.
Allah’tan daima güzellik zuhur eder. Kötü ve çirkin (seyyie), insan nefsinin ürünüdür.4603 Allah, yaratıcıların en güzelidir.4604 Var ettiklerine en güzel boyayı vuran da Allah’tır.4605 Allah, aynı zamanda hüküm verme bakımından da en güzel olandır.4606 Rızkın en güzeli de Allah’tan gelir. O, rızık verme yönüyle de en güzeldir.4607 Sözün de en güzelini bir kitap halinde indiren O’dur, O’nun kelâmı da tüm güzellikleri içerir.4608 Bu yüzden insana, indirilen sözün en güzeline uyması emredilir. İnsana inen sözlerin en güzeli Allah’ın sözüdür.4609 Bu yüzden, gü4595]
30/Rûm, 41
4596] 8/Enfâl, 53
4597] 30/Rûm, 41
4598] 2/Bakara, 251
4599] 17/İsrâ, 11
4600] 8/Enfâl, 25
4601] 11/Hûd, 116-117. Yine, kötülüğün ve musîbetin insanın kendi yaptığı sebebiyle olduğu konusuyla ilgili bak. 4/Nisâ, 62, 16/Nahl, 34; 28/Kasas, 27; 30/Rûm, 36; 39/Zümer, 51; 42/Şûrâ, 48
4602] Bk. 32/Secde, 7; 40/Mü'min, 64; 64/Teğâbün, 3; 59/Haşr, 24; 95/Tîn, 4
4603] 4/Nisâ, 79
4604] 40/Mü'min, 14; 37/Sâffât, 125
4605] 2/Bakara, 138
4606] 5/Mâide, 50
4607] 65/Talâk, 1; 11/Hûd, 88; 22/Hacc, 58; 16/Nahl, 75
4608] 39/Zümer, 23
4609] 39/Zümer, 55
HAYIR ŞER
- 979 -
zel insanların bir niteliği, sözü dinleyip onun en güzeline uymaktır.4610 En güzel din, güzellikler sergileyerek Allah’a teslim olanların dinidir.4611 Allah, fiil, söz ve hükmüyle en güzelin kaynağı olduğundan, en güzel isimler (esmâu’l-hüsnâ) da O’nundur. 4612
Merhametli Allah’a Rağmen Dünyada Şerlerin Bulunması
İnsanlar, bazıları meraklarından, bazıları ateist anlayışları için fırsat ve bahane kabul ettiklerinden dolayı, şeytana bir kapı açmışlar ve şu soruya cevap aramaya çalışmışlardır: Merhametli Tanrı’nın şerleri yaratması veya O’na rağmen kâinattta şerlerin bulunmasını nasıl izah ederiz? Hâlbuki, insanların çoğunluk itibarıyla bedbaht ve kötü oldukları, şerrin kol gezdiği bir dünyada yaşıyoruz. Şer, dünyada olanca dehşetiyle vâki olduğuna göre, Allah’ın mutlak kudretini ve sırf hayır olan iyiliğini nasıl telif edebiliriz? Bazıları, bu kapıdan şeytana daha fazla dâvetiye çıkararak, şöyle demeye yeltenmişlerdir: “İnsana Tanrı yokmuş gibi geliyor. Çünkü, eğer iki zıttan birisi mutlak olursa, diğerinin mevcut olmaması gerekir. Bundan dolayı eğer Tanrı var idiyse, şer olmamalıydı. Fakat dünyada şer var, öyle ise Tanrı yok mu?” Bu yoldan giderek bazı insanlar, şerrin varlığının Tanrı’nın yokluğuna delil olduğunu ileri sürmüşler, Tanrı’nın hayır isteyen ve ancak hayırların menbaı olması gerektiğine kail olmuşlardır. Günümüzün ateist, materyalist, hümanist Batı dünyasında bu anlayış(sızlık), giderek yayılıyor.
Kur’an, şerri bir vâkıa olarak kabul etmektedir. İster insanların isimlendirmelerine göre, ister hakikî mânâsında olsun “şer”, birtakım olay ve eşyanın vasfı olarak Kur’an’da geçmektedir. Fakat Kur’an’ın tenzih esasına dayanan ulûhiyet telâkkisi, bu gerçekle zıt gibidir. Çünkü rahmeti, kudreti, irâdesi ve ilmi sonsuz, zerrece zulmetmekten münezzeh olan Allah Teâlâ’nın, kâinattaki şerleri dileyip yaratmış olması, izaha muhtaçtır. Bu müşkil şu şekilde çözülür:
Şerlerin bulunduğu mekân kâinattır. Allah, kâinatı insan için yaratmıştır. İnsan da, Kur’an’ın ifadesiyle, ibâdet etsin diye yaratılmıştır.4613 İbâdet, çok geniş mânâlara gelmektedir. Bazı âyetlerde, insanın, imtihan içinde olduğu beyan edilmiştir. “İmtihan” ile “ibâdet” içiçedir. İnsana, ibâdet mükellefiyetinden önce, kabiliyetler verilmiştir ve böylece, teklifin icaplarını yerine getirmeye hazırlanmıştır. İnsanın yetenekleri çift yönlüdür; hem hayra, hem şerre imkân verir. İnsan, bu çift özelliğiyle, bir savaş meydanını andırır. İnsanlara, Allah, iyilik yapmalarını emretmiş, kötülüklerden de onları nehyetmiştir. Ama O, iyilik yapmak için, kötülüğe meyilli nefsini ve onun en büyük destekçisi şeytanın vesveselerini altetmesi gerekmektedir. Bunun için, melek ilhamları desteğindeki kalbinin, aklının ve ruhunun kuvvetlendirilmesi şarttır. Peygamberlerin tebliğiyle sınırları belirtilmiş sorumluluklarının îfâsı için Allah’tan istimdât penceresi açıktır.
İnsan, ibâdet dışında, bazı belâlarla denenerek terbiye edilir. Böylece çeşitli merhalelerden geçirilip kendisi için mukadder kemâle yöneltilir. Bunda insanın en büyük silâhı sabırdır. İnsanın terbiyesinde mühim bir yeri olan bu belâlar, şerrin bir çeşididir. Cenâb-ı Allah, insanı hayırlarla ve şerlerle terbiye ederek,
4610] 39/Zümer, 18
4611] 4/Nisâ, 125
4612] 7/A'râf, 180; 20/Tâhâ, 8; 59/Haşr, 24
4613] 51/Zâriyât, 56
- 980 -
KUR’AN KAVRAMLARI
rubûbiyetinin “terbiye” vechesini en güzel bir biçimde göstermektedir. Bu, müslümanlar içindir. Her ne kadar buna, insanların perspektifinden bakılarak “şer” ismi verilmişse de, bu belâlar hakikatte sırf hayırdır. Bu durumda, imtihanın bitişi demek olan “ölüm”, mühim iki unsur olarak karşımıza çıkan “nefs” ve “şeytan”, şer olmaktan öte, birçok kemâlâtın tezâhürünü temin eden, hayırlı vesilelerdir.
İnsan, imtihanında ve sorumluluklarında hatalar yapmaktadır. Ya âfâkî ve enfüsî çeşitli sebeplerle Allah’ı inkâr ederek, yaratılış gâyesinden tamamen sapmakta veya inanmakla birlikte, mükellefiyetini hakkıyla yerine getirememektedir. Kur’an’ın telâkkisinde bunlar da “şer”dir. Gerek dalâleti, gerekse kötü fiilleri yaratan bizzat insan olmayıp, Allah Teâlâ ise de, İslâm âlimlerince “kesb” ve “irâde-i cüz’iyye” denilen hisse insana aittir. Dolayısıyla insan fâildir ve yaptıklarından mes’uldür.
Şerrin üçüncü ve sonuncu çeşidi, kötülüklerimizin cezası olarak karşımıza çıkan ve nefsimize “şer” görünen musîbetlerdir. Allah Teâlâ, kâinattaki sünneti çerçevesinde, insanların kötü fiil ve fikirlerine, kalbin mühürlenmesi gibi, aynı cinsten cezâlar vermektedir. Kur’an’da bu kabil “şer”ler, “şu işiniz sebebi ile”, “bu suçunuzdan dolayı” gibi kalıplarla takdim edilmiştir ki, bunların birer cezâ olduğu anlaşılsın. Buna göre de, gerek fert, gerek toplum olarak başımıza gelen felâketler; zelzeleler, kıtlıklar, salgın hastalıklar, seller ve savaşlar, ya şerle imtihanın bir unsuru veya kötülüklerimizin cezâlarıdır. Binâenaleyh bunlar aslında şer değillerdir.
Hâdise ve fiillere “hayır” veya “şer” gibi bir vasıf verebilmek için, elimizde sağlam bir ölçü olmalıdır. Bu ölçü, ancak “din”dir. Bu ölçüye göre, şerrin ilk ve sonuncusu esasında şer değildir. İşaret ettiğimiz üzere, imtihan ve özellikle de terbiye vâsıtası olan hiçbir şey, selim akıl sahiplerince “şer” olarak tavsif edilemez. Adâletin tahakkuku demek olan cezâlandırma da, suçlu açısından hoş karşılanmadığı için şer olarak nitelendirilmiş olmakla birlikte, aslında “hayır”dır. Bunların Kur’an’da “şer” diye isimlendirilmesinin, Kur’an’ın bir üslûp özelliği olarak, Allah’ın “tenezzülât-ı ilâhiyye”lerle, bazı kavramları, insanların anladığı veya anlayabilecekleri şekillerde beyan etmesinin neticesi olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bunun yanısıra, (kaynağı beşerî olan ve göreceli hayır ve şer anlayışları açısından) insanların yanılmamaları için, şer olduğu halde hayır zannedilen, hayır olduğu halde şer zannedilen hallerin bulunduğu da hatırlatılmıştır.
Bu durumda, kâinatta, gerçek mânada “şer” vasfına lâyık olanlar, insanların dalâletleri ve günahlarıdır. Bu noktada, “kader sırrı” karşımıza çıkıyor. Dalâlet ve günahlarda insanın fâil ve muhtar olduğunu kabul etmek zorundayız. Bir insan olarak düşündüğümüzde, vicdânî bir muhâsebeye giriştiğimizde, fiillerimizdeki, bu arada kötü eylemlerimizdeki rolümüzü idrâk etmekten kendimizi alıkoyamayız. Yani sorumluluğumuzu ve mahcûbiyetimizi içimizde yaşarız. Fiillerimizin yaratıcısı Allah Teâlâ olduğuna istinad ederek, kötülüklerimizi O’na izâfe etmeye kalksak bile, bu bir suçluluk hissi ile, aşağılık duygusu ve bahane arama anlayışıyla yaparız.
Kadere inanıyoruz. Ama takdiri önceden bilemediğimize göre ve işlerimizde güç yetirebileceğimizi hissettiğimize göre, kaderi bahane ederek sorumluluğumuzu atamayız. Dünyada hiçbir insan, kendisine yapılan haksızlık ve zulümler karşısında, “ne yapayım, kader böyle imiş!” diye, başına gelene rızâ göstermez;
HAYIR ŞER
- 981 -
elinden geliyorsa, hakkını almaya uğraşır. Yani, pratikte kader inancı kimseyi bağlamamaktadır. Aleyhimize bir hükmü gerektirdiği zaman, nazar-ı itibara almadığımız bu inancı, Allah’a karşı kullanmak, böylece mes’ûliyeti atmayı ummak, olsa olsa, insan fıtratındaki bencillik ve haksız yere nefsini müdâfaa çabasıdır. O yüzden, insanların kâinatta “şer” olarak isimlendirdikleri keyfiyetler, ya aslında şer değildir veya onun sorumlusu insandır. Bundan dolayı bu şerler ile Cenâb-ı Allah’ın rahmân, alîm, hakîm, kadîr, mahlûkatına hiç zulmetmez oluşu bir tenâkuz/zıtlık arzetmemektedir. 4614
Hayrın İki Yönü
Hayrın mânâlarına bakarsak onun iki yönü bulunduğunu görürüz: Birincisi, kaynağı Allah olan hayır; ikincisi, kaynağı insan olan hayır. Bu iki durumda da hayrın anlamı, İslâm’ın bakış açısıyla faydalı, değerli olduğuna hükmedilecek bir şeydir.
Hayır ve şer ya mutlaktır (kesin), ya da izâfîdir (göreceli). Sözgelimi, adâlet, iyilik duygusu, akıl, erdem sahibi olmak gibi şeyler her durumda herkes için hayır’dır. Zulmetmek, haklara tecavüz, yalan, hırsızlık gibi şeyler de herkes için her zaman şerdir. �����������������������������������������������������������������İzâfî (göreceli) hayır ve şer nitelemesi, kişilere ve onların du-durumlarına göre değişiklik gösterebilir. İzâfî hayrın başında mal sahibi olmak gelir. Mal, servet, dünyalıklar bazılarına hayır olabilir, bazılarına da şer. Helâldan kazanılıp helâla harcanmayan bir mal, sahibi için hayır değildir. Kendisinden İslâm’ın çizdiği sınırlar içerisinde faydalanılmayan mala “hayırlı mal” denilemez. Meselâ, cimrilik yüzünden Allah yolunda harcanmayan bir malda, onun sahibi bir hayr olduğunu sanmamalıdır.4615 Demek ki helâldan kazanılan ve Allah rızâsı uğruna harcanabilen bir mal veya kazanç, az da olsa, sahibi için hayırdır.
Allah (c.c.) mü’minlere gerektiği zaman kendi yolunda, kendi dini uğruna cihad etmeyi, savaşmayı emretmektedir. Mü’minlerden bazıları böyle bir şeyi kendileri için şer (zorluk, meşakkat, ağır bir imtihan, zararlı) sayabilirler. Ancak Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: “…Olabilir ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için şerdir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.” 4616 Kur’an, kadınlara güzel davranılmasını emrettikten sonra şöyle ilâve ediyor: “…Şâyet onlardan hoşlanmadınızsa, belki, bir şey hoşunuza gitmez, ama Allah onda (sizin için) çok hayr yaratır.” 4617
Kur’an’ın ifadesine göre imtihan için yaratılan insan, çeşitli olaylarla, sıkıntı ve belâlarla imtihan edilir. Başına felâket gelir, zorluğa uğrar, malı elinden gider, yakını ölebilir, zulme uğrayabilir, baskı ve işkence görebilir, dinini yaşamak uğruna zorluklarla karşılaşabilir. Hepsi de denemek içindir. O yüzden insan çoğu zaman kendisi için neyin hayır, neyin şer olduğunu bilemez. Allah (c.c.) insanları bir sınav olmak üzere hayır ve şer ile denemektedir.4618 Bazı insanlar kendisi hakkında hayırlı olanı, faydalı olanı durmadan ister. Bir şerle karşılaştığı zaman ümitsizliğe kapılır. Bir bolluğa ulaştığı zaman da Allah’ın nimet verici olduğunu
4614] Lütfullah Cebeci, Kur’an’da Şer Problemi, s. 307-311
4615] 3/Âl-i İmrân, 180
4616] 2/Bakara, 216
4617] 4/Nisâ, 19
4618] 21/Enbiyâ, 35
- 982 -
KUR’AN KAVRAMLARI
unutur ve inkârcılığa kalkışır. 4619
Mutlak hayır insan tarafından bilinebilir. Daha doğrusu Büyük Yaratıcı görevlendirdiği elçiler aracılığıyla bütün insanlara hayrı da şerri de açıklamıştır. Bunun dışında olan ve insanların zaman zaman karşılaşacakları olayların, elde ettikleri şeylerin ve kendilerinden kaynaklanan bazı davranışların hayır olup olmadığını bilmek zordur. Ancak iman edip, imanın nuruyla basiret sahibi olan müttakî mü’minler, çoğunlukla kendileri hakkında hayır olan şeyleri anlarlar. Örneğin, bu gibi mü’minler başlarına gelen bir musibeti şer sayıp isyan etmezler. Bilakis onu bir imtihan sebebi sayar, sabreder ve o denemenin gereğini yaparlar.
Müslümanın Hayatında Hayır ve Şer
Mü’minler, kendileri şerre sebep olmazlar, şerri üretmezler. Hayır sayılan işlerin takipçisi olurlar. Kendi irâdeleri dışında bir şerle karşılaştıkları zaman sabrederler, ya da şerri hayra çevirmeye çalışırlar. Hayrı ve şerri yaratan Allah’tır. İnsan, kendi özgür irâdesiyle bunlardan birini isteyerek yapar. Ancak onun tercih ettiği hayır ve şer işlerin yaratıcısı Allah’tır. Bir başka deyişle hayır ve şer olan işlerin yapılmasına izin veren, bu konuda insana hürriyet veren Rabbimizdir. Kimilerine göre Allah (c.c.) hayrı yaratır, şerre râzı olmaz. İnsanın hayır ve şer ile denendiğini, onun yaptığı bütün hareketlerden dolayı hesaba çekileceğini düşünürsek; insana şer işleme irâdesinin verilmesini anlarız. Şüphesiz ki mutlak yaratıcı yalnızca Allah’tır.
Hayır, bir anlamda Allah’tan ittika etme (korkup sakınma) şuuruyla işlenen bütün sâlih ameller, yapılan iyilikler, faydalı işlerdir. Bunun zıddı olan şer ise, bütün kötülükler, faydasız ve zararlı işlerdir. Bu bağlamda denilebilir ki, hayır imanın gereği, şer ise, inkârın ve isyânın diğer adıdır. Kur’an şöyle diyor: “Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu(n karşılığını) görür. Kim de zerre ağırlığınca şer işlerse, onu(n karşılığını) görür.” 4620
Allah (c.c.) kullarının şer işlemlerine izin verse bile, şer yapılmasını istemez; buna râzı değildir. O yüzden kullarını sürekli hayra ve hayır işlemeye dâvet eder. Kullarının yanlışlarını ve hatalarını hatırlatarak hayır olanı onlara göstermektedir.4621 Kur’an, bazı amelleri, davranışları ve pozisyonları daha hayırlı saymaktadır. Meselâ, en hayırlı azık, takvâdır.4622 Yetime bakmak,4623 başa kakılan bir sadakadan daha fazîletli olan güzel bir söz,4624 Allah yolunda tasaddukta bulunmak,4625 inkârcıların hilelerine karşı Allah’ın kurduğu tuzak, Allah’ın mü’minlere olan yardımı,4626 âhiret hayatı,4627 rızık verici olarak Allah,4628 eşler arasındaki sulh/barış 4629 ve bunlara benzer birçok şey, daha hayırlıdır.
4619] 41/Fussilet, 49-50
4620] 99/Zilzâl, 7-8
4621] 2/Bakara, 54, 103, 184, 281; 4/Nisâ, 25; 7/A’râf, 85 vd.
4622] 2/Bakara, 198
4623] 2/Bakara, 220
4624] 2/Bakara, 236
4625] 2/Bakara, 280
4626] 3/Âl-i İmrân, 150
4627] 6/En’âm, 32
4628] 5/Mâide, 114
4629] 4/Nisâ, 128
HAYIR ŞER
- 983 -
İslâm ümmeti insanlar arasından çıkarılmış en hayırlı topluluktur. Çünkü onlar Islâma iman eder, ma’rûfu emreder, münkerden sakındırırlar.4630 Kur’an, “Sizden, insanları hayra çağıran bir topluluk bulunsun…” 4631 buyurmaktadır. Tefsircilere göre buradaki hayır, İslâm’dır; İslâm’ın ilkeleridir, sâlih ameldir, faydalı olan her türlü iş ve ahlâktır.
Kur’an, her türlü hayrın kaynağı olarak vahyi göstermektedir. Hayra ulaşmak, hayırlı ameller işlemek ve bunların sonunda da hayırlı bir neticeye ulaşmak isteyen insan, vahyin doğrultusunda hareket etmek zorundadır. Toplumların işlerinin hayır olması da iş başında hayra gönül vermiş kimselerin olmasına bağlıdır. En şerlilerin yönettiği toplumlarda hayır barınamaz. Dünyada da âhirette de gerçek kurtuluşun yolu, hayır sayılan amelleri işlemekle mümkün olur. Bu anlamda hayır, sâlih amelin ta kendisidir. “Ey iman edenler! Rukû edin, secdeye varın, Rabbinize ibâdet edin ve hayır işleyin; umulur ki kurtuluşa erersiniz.” 4632
İnsanlar farklı farklı hedeflere yönelirler. Kendilerince önemli buldukları işleri yaparlar. Birçokları da kendi yaptıklarıyla övünür. İslâm’a göre ise hayat bir hayır işleme yarışıdır: “Herkesin yüzünü kendisine doğru çevirdiği bir yön vardır. Öyleyse hayırlarda birbirinizle yarışın…”4633 Mü’minlere düşen Allah’ın gösterdiği hayrı işlemek, hayırda yarışmak, hayrât sahibi olmak, hayırlı mal kazanıp hayra sarfetmek, hayırlı evlat yetiştirmek, ölmeden önce elinden geldiği kadar hayır olan şeyleri tercih etmek ve bütün bu güzel amellerle beraber Kur’an’ın övdüğü “ahyâr”dan/hayırlılardan olmaktır.4634 Mü’min, ölüm gelmeden önce hayırlı ameller konusunda acele eder. 4635
Kur’ân-ı Kerim ve hadislerle diğer İslâmî kaynaklarda hayır kelimesinin, başta mâlî fedâkârlıklar olmak üzere her türlü yardım severliği ifade eden bir anlamda kullanılması ve müslümanların bu tür faâliyetlere teşvik edilmesi, erken dönemlerden itibaren müslümanlar arasında güçlü bir dayanışma ruhu geliştirdiği gibi çeşitli kişi ve kuruluşlarca başta vakıf kurumu olmak üzere, dâruşşifâ (hastane ve sağlık ocağı), dâruleytâm (yetimler yurdu), dârulaceze (düşkünler yurdu, huzur evi), dâruşşafaka (şefkat yurdu, öksüz, yetim ve mağdur çocuklar yurdu ve okulu), imâret (külliye, yoksullara yardım maksadıyla meydana getirilen kuruluş, fakirlere ve öğrencilere yiyecek verilen yer), sebil (yol kenarlarında kurulmuş olan Allah rızâsı için su dağıtılan yapı), köprü, câmi, mektep, medrese, Kur’an Kursu, İmam-Hatip gibi kamuya hizmet veren birçok hayır eserinin meydana getirilmesini sağlamıştır. İslâm dünyasının ekonomik, sosyal, költürül ve siyâsî krizlere mâruz bulunduğu 20. yüzyılda bu tür faâliyetlerde bir gerileme süreci yaşanmışsa da, yine de hayır faâliyetleri kesilmemiştir. Sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları gibi çağdaş yöntemlerle faâliyet gösteren kurumlar günümüzde de oluşturulmakta; bunun yanında özellikle sivil toplum anlayışının yaygınlaşmasına paralel olarak sivil toplum kuruluşu olarak pek çok gayr-ı resmî kişi ve kurumlarca, başta eğitim ve öğretim olmak üzere pek çok alanda hayır faâliyetlerinde bulunan vakıf ve dernekler
4630] 3/Âl-i İmrân, 110
4631] 3/Âl-i İmrân, 104
4632] 22/Hacc, 77
4633] 2/Bakara, 148
4634] 38/Sâd, 47
4635] Tirmizî, Zühd 3, hadis no: 2306, 4/552; Nesâî, Cenâiz 123; Kütüb-i Sitte, 15/181; Hüseyin K. Ece, a.g.e. s. 259-262
- 984 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kurulmaktadır. 4636
İslâm Düşüncesinde Hayır-Şer
İslâm düşünürlerine göre şerrin varlığı, aslî değil; ârızîdir. Mutlak hayrın aksine mutlak şer mevcut değildir. Şerrin zâtı yoktur. Çünkü şer, bir şeyin veya bir kemâlin yokluğudur; yani şer, bir tür eksikliktir. Varlıklarda şer olarak bilinen durumlardan her biri, bir şeyin yokluğuna sebep olan şerden ibârettir. Eğer var olan bir şey herhangi bir varlığın zâtına veya güzellik, îtidâl, yetkinlik gibi niteliğine halel getirmiyorsa, herhangi bir şekilde yokluğa sebebiyet vermiyorsa böyle bir şeyin varlığı bir zarar doğurmuyor demektir. Buna göre şerre sebep olmayan şeyin kendisi de şer değildir.
İslâm düşüncesinde hayır ve şer problemi, geniş ölçüde iyimser bir yaklaşımla ele alınmıştır. Konuya felsefî yöntemle ilk yaklaşan âlimlerden biri olan Câhiz, başlangıcından itibaren dünya düzenini hayırla şerrin, faydalı ile zararlının imtizâcına (bağdaşmasına) bağlar. Câhiz’e göre eğer dünyada yalnız şer bulunsaydı bütün varlıklar helâk olurdu. Aksine eğer sırf hayır bulunsaydı, o zaman da bir yükümlülük (imtihan, külfet) düzeninden söz edilemezdi. Ayrıca şerden kurtulup hayrı gerçekleştirmek için düşünmenin kalkmasıyla da hikmet yok olurdu.
İlâhî hikmet, âlemin en güzel, en mükemmel ve en sağlam bir şekilde kurulmasını gerektirmiştir. Âlem hayır olan bir asıldan meydana geldiği için, düzeni de hayır olmuştur. Her ne kadar dünyada bazı sebeplerin çatışmasından bir şer ve bozulma (fesâd) doğar ve meselâ âlem için sırf hayır olarak yaratılan yağmur bazen zarar verirse de bu husus, yağmurun genel düzendeki hayır işlevini sarsmayan cüz’î ve ârızî bir durumdur. Şu halde yağmurun büsbütün yokluğu küllî şer, ara sıra zarara sebebiyet vermesi de cüz’î şerdir. Âlem ise cüz’îye göre değil; küllî nizâma göre işler.
Allah’ın, evrendeki her varlığa genel düzen içindeki yeri bakımından lâyık olduğu hayrı eksiksiz vermesi O’nun cömertliğinin, merhametinin ve Rablığının bir sonucudur. Bununla birlikte İslâm düşünürleri, şerrin yokluğunun da savunulamayacağını, ancak şerrin varlık düzeninde amaçlanmış bir durum olmadığını, ayrıca dünyada hayrın şerden daha çok olduğunu belirterek ölçülü bir iyimserlik görüşüne sahip olmuşlardır. Meselâ su serinletir, ateş ısıtır ve onlardaki bu nitelikler varlık düzeni için tamamen hayırdır. Bir insanın suda boğulması veya ateşte yanması birer şer ise de, bunlar su ve ateşin yaratılışında birinci derecede amaçlanmış hususlar değildir; ayrıca bunlar, genel hayır düzenini ve hayrın mutlaklığını sarsacak sıklıkta vuku bulmayıp ara sıra ortaya çıkan kötülüklerdir. Bu iyimser anlayış, insanla ilgili durumlara da uygulanarak ilâhî irâde ve inâyetin, yeryüzünün halîfesi olan insan türünün kıyâmete kadar dünyada yaşayacak ve orayı hükümranlığı altına alıp îmar edecek şekilde düzenlediği belirtilir ve buna “birinci maksat” denilir. Buna karşılık tek tek kişilerin karşılaştığı durumlar, tâlî dereceden amaçlanmış olan ârızî olaylardır. Bu olaylara bütün halinde bakıldığında bunların küllî yapıya bir düzen olarak yansıdığı görülür. Nitekim canlı tabiattaki başlıca şer çeşitlerinden elemler (acılar, ağrılar, üzüntüler) görünüşte şer gibiyse de canlıların varlıklarını sürdürmelerine katkıda bulunması bakımından hayır sayılmalıdır. Meselâ açlık elemi, canlıya beslenme ihtiyacını hissettirmesi
4636] Mustafa Çağrıcı, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, c. 17, s. 46
HAYIR ŞER
- 985 -
bakımından hayırdır.
İslâm düşünürlerinin evrende hayır düzeninin hâkim olduğu şeklindeki iyimser felsefesi, Gazzâlî’ye nisbet edilen ve zamanla bir vecîze haline gelen, “Leyse fi’l-imkân ebdau mimmâ kân -Var olandan daha mükemmeli mümkün değildir-” şeklinde özetlenmiştir. Gazzâlî, hem tertibindeki güzellik, hem de yaratılışındaki mükemmellik bakımından bu âlemin “sûret”inden daha mükemmelinin bulunmadığı şeklindeki düşüncesini açıklarken aksine bir görüşün Allah’ın cömertliği ve kudretiyle bağdaştırılamayacağını belirtir. Gazzâlî’nin devam ettirdiği bu iyimser felsefe, daha sonraki dönemlerde geniş kabul görmüştür.
İbn Teymiyye ise, şerri sırf yokluk ve kısmî yokluk şeklinde ikiye ayırarak var olan bir şeyin sırf şer olamayacağını ifade eder. Çünkü var olan her şeyde mutlaka bir yarar, bir hayır bulunması gerekir. Allah hiçbir şeyi hikmetsiz yaratmamıştır; bu hikmet, varlığın hayır tarafıdır. Özü itibarıyla yokluk sayılan şer ve kötülükler varlık değeri taşımadığından bunları Allah’ın yarattığı söylenemez. Çünkü Kur’an’da, “Allah bütün varlıkların yaratıcısıdır” 4637 denilmiştir. Sonuç olarak küllî olgular yalnızca hayırdır ve kulların yararınadır.
İslâm düşünürleri ahlâkı da âlemdeki genel hayır düzeni çerçevesinde açıklamışlardır. Buna göre kötü fiiller ve bunların kaynağı olan kötü huylar, ruhun kendine has bazı yetkinliklerini kaybetmesinin sonucudur. Aslında insanın kötü denilen fiilleri de temelde onun yetkinliğinin bir parçası olan, dolayısıyla iyi sayılması gereken bazı niteliklerinden kaynaklanmaktadır. Meselâ İbn Sinâ’nın örneğiyle, nefsin öfke gücü hâkimiyet kurmak sûretiyle yetkinlik kazanır; fakat öfke ve hâkimiyet, bazen şerre de yol açabilir. Bu durum, yine nefsin bir gücü ve yetkinlik aracı olan aklın öfke gücüne baskın gelmesiyle önlenir. Bu şekilde akıl, hem nefiste kötü ahlâkın gelişmesini hem de zulüm gibi kötü fiillerin ortaya çıkmasını önlemiş olur. Bu sebeple insan, her türlü aşırılıktan kurtulmak için kendini sürekli olarak akıl ve düşüncenin denetimi altında bulundurmalıdır. 4638
Şerrin Ehveni Olur mu?
Özellikle Hakkın hâkim olmadığı, şer ve fesâdın devlet ve çevre eliyle mecbûrî istikamet olarak gösterildiği yerlerde çoğu zaman iki şerden birini kabul etme mecbûriyetinde kalırız. Bu takdirde yapılacak iş, şerrin ehvenini, yani daha hafifini kabul etmekten geçer. Burada hayırla şerrin karşılaştırması yapılıyor değil. Elbette ki hayırla, ehven-i şer karşı karşıya gelince hayır işlenecektir. İki şerden birinin tercih edilmesinden başka bir seçenek olmadığı durumda ne yapılacağı, nasıl hareket edileceğiyle ilgili olarak, ehven-i şerrin tercih edilmesi, zararın en az atlatılması olarak değerlendirilmelidir. Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusunda bu gerçek, “iki fesâd teâruz ettikde (karşı karşıya geldiğinde) ehaffı (daha hafifi) irtikâb olunur” şeklinde kurallaştırılır ve iki ayrı misalle açıklanır: “Yangında, yangın yerine yakın evlerin yıkılması, yangının büyümesini önleyecekse bu yola tereddütsüz gidilir.” “Batmaya yüz tutan geminin bir kısım yükleri denize atılır.”
Ehven-i şer için, naklî delil olarak, “Fitne, katilden daha büyüktür (beterdir).” 4639 âyet-i kerîmesi getiriliyor. Yani, fitneye sebep olacakları katletmek,
4637] 13/Ra’d, 16
4638] M. Çağrıcı, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, c. 17, s. 45
4639] 2/Bakara, 191, 217
- 986 -
KUR’AN KAVRAMLARI
fitneye yakalanmaktan daha ehven. Mutlak mânada, adam öldürme elbette arzulanmaz. Ama bu adamlar fitneye sebep olacaklar ve bu yüzden nice insanların maddî ve mânevî hayatları tehlikeye girecekse, bu katl olayı ehven kalır. “Hayr-ı kesîr için, şerr-i kalîl kabul edilir.” Yani, çok hayır için, (başka bir yol yoksa) az bir şer kabul edilir. Büyük bir hayrın gelmesi, az bir kısım şerlere bağlıysa o şerler, istenmeyerek de olsa, kabul edilecektir. Kangren olmuş ve kesilmesi gereken bir parmağın kesilmesi hayırdır, iyidir. Hâlbuki, zâhiren şerdir. Parmak kesilmezse el kesilir; şerr-i kesîr olur.” Parmağın kesilmesi elbette şer. Ama elin kurtulması için bir parmağın fedâ edilmesi gerekiyorsa bunu yapmak gerekir; aksi halde şer büyür; parmak yerine el kaybedilir.
“Hayır”, bir tek hakikat olduğu halde, sonsuz denecek kadar çok şûbelere ayrıldığı gibi, şer de öyledir. Onun da nice alt birimleri, yan kolları vardır. Meselâ, sağ el ile yemek sünnet ve hayır; sol elle yemek ise bunun zıddı, yani şer. Aynı şekilde, namaz kılmak hayır, bunun terki ise şer. O halde, ehven-i şer yoktur diyerek, sol elle yemek yemeyi, namaz kılmamakla eşit tutmak mümkün mü? Ticarî hayatta da kâr gibi, zararın da nice dereceleri var. Zarar da şerdir, iflâs da. Ama bunları eşit kabul edemeyiz. “Zararın neresinden dönülürse kârdır” deriz. Kur’an’da, “mü’minlere en şiddetli düşmanlığı yahûdilerin ve müşriklerin yaptığı beyan edilir.4640 Hıristiyanlar ise, bu iki gruba göre daha ehven sayılır.4641 Kendi halinde, kimseye karışmayan sıradan bir kâfirle, İslâm’a karşı her imkânıyla savaşan İslâm düşmanı bir harbîyi eşit kabul edemeyiz.
Üç kişi düşününüz: Birisi alkolik olsun, diğeri hem alkol alsın, hem de kumarbaz olsun. Üçüncüsü ise, hem alkolik, hem kumarbaz ve hem de hırsız olsun. Bunların üçünün de yaptıkları şer ve bunların üçü de şerli kimseler. Ama birinci ikinciye, ikinci de üçüncüye göre ehven. Hepsi kara, ama tonları farklı.
Mü’min, mecbur kaldığında, ehven-i şerle amel ettiği gibi; onun en büyük düşmanı olan şeytan da tam aksine, “a’zam-ı şer” (şerrin en büyüğü) ve “ehven-i hayır” (hayrın en hafifi) ile amel eder ve ettirmeye çalışır. Bunlar, onun vazgeçilmez prensipleridir. Onun en büyük hedefi insanları şirke bulaştırmaktır. Bir mekruhu veya haramı gözde fazla büyüterek Allah’tan ümit kestirmek ya da “ölmüş eşek kurttan korkmaz” dedirterek, “bu yanlışı yaptın, öyleyse şu şirki ve küfrü de işle, nasıl olsa aynı şey” diye telkinlerde bulunarak insana yaklaşır. Böylece haramlarla şirki aynı terazide tartan şeytan, insanı müşrik etmekle de yetinmez; zâlim bir müşrik yapmaya çalışır. Bununla da kalmaz, onu şirk adına, gece gündüz çalışan İslâm düşmanı bir dâvâ adamına dönüştürmeye gayret eder. Bu onun son hedefidir. Zira dâvâ sahibi olmayan bir müşrik, şeytanın kölesi ise, şirki dâvâ edinen savaşçılar onun can yoldaşıdır; Kur’an tâbiriyle “şeytanın askerleri/hizbi.” Bütün bunlar, şeytanın, “a’zam-ı şer” ile amel ettiğine örneklerdir.
Şeytan, bütün oyunlarını boşa çıkararak hakkı, doğruyu, hayrı seçen mü’minlerde taktik değiştirir. Onlar hakkında ehven-i hayırla amel eder. Mü’minin imanına ilişemeyeceğini anladımı, onun ibâdetiyle uğraşır; ibâdetsiz bir mü’min olmasını arzu eder. Bunu başaramazsa, farzlarla yetinmesini, sünnetlere, nâfilelere yanaşmamasını ister. Bu isteği de gerçekleşmezse, onun sadece şahsî ibâdetlerle meşgul olmasını, başkalarına tebliğ etmemesini arzu eder. Ve
4640] 5/Mâide, 82
4641] Bk. 5/Mâide, 82
HAYIR ŞER
- 987 -
mü’minlere şu yollu telkinlerde bulunur: “Her koyun, kendi bacağından asılır!”, “Koyunu koyun, keçiyi keçi ayağından asarlar!” Şeytanın, “ehven-i hayır” ve “a’zam-ı şer” ile amel etmesi ne kadar desîse/entrika gereği ise; bizim de onun tam tersine, “a’zam-ı hayır” ve “ehven-i şer” ile amel etmemiz o kadar hikmetli olacaktır.4642 Tabii ki, hayrın ve hakkın olduğu veya uygulanabileceği yerde, ehven de olsa şerre itibar edilmez.
Bazı müslümanlar, “şerrin ehveni olmaz!” derler. Bu söz, hiçbir günahın küçük görülmemesi mânâsına söyleniyorsa, takvâ kasdıyla ifade ediliyorsa, dinin temel esaslarından tâviz verilmemesi gerektiği dillendiriliyorsa, doğrudur. Siyasi ve sosyal küfrü savunmak amacıyla şerri ehven vasfıyla temize çıkararak bize sunan zihniyete karşı biz de haykırıyoruz: “Şerrin ehveni olmaz!” diye. Ama baş ağrısını kanserle bir tutma kabilinden, mekruhu haramla veya günahı şirk ve küfürle aynı görmek söz konusu ise, bu söze katılmak mümkün değildir. Edille-i şer’iyye dediğimiz dinin emir ve yasakları konusunda, “yapılması gerekenler” ve “yasaklar” gibi iki liste yoktur. Bu tür hikmetlerden dolayı, farzdan, vâcibe, sünnete, müstehaba ve mubaha varan bir merdiven vardır. Haramlar için de aynı durum söz konusudur: Şirk/küfür, haram, tahrîmen mekruh, tenzîhen mekruh gibi dereceler. Örneğin, bir müstahabı veya sünneti yerine getireceğim diye bir haramın işlenmesi hiçbir şekilde, naklen ve aklen uygun görülmez.
Bu konuda unutulmaması gereken husus, “hayır” ve “şer” tanımları ve hayrın/hakkın tercih edilmesi için bütün yolların tıkalı olmasıdır. “Hayrın çok olması”, mutlak hayır olması ve âhiretten bağımsız olmayan hayır anlamında ele alınmalıdır. “Şerrin az olması” da, şerrin izâfî/göreceli olması, dinin temel yasaklarını içermemesi demektir. Yani bu konuda ölçü, dinin tâviz verilemeyecek esaslarından olmayan bir şer ile dünyâ ve âhiret hayrının kast edilmesidir. Meselâ, “âhiret karşılığında dünya hayatını satın almak”4643, “Allah’ın âyetlerini az bir karşılık (dünyevî çıkar) ile satmak”4644, “hakka bâtılı karıştırmak, bile bile hakkı gizlemek”4645 gibi konular hiçbir zaman ve hiçbir şekilde ehven bir şer kabul edilemez. Dünya menfaati ile âhiret azabı karşılaştırıldığında hangisinin ehven olup diğerine tercih edilebileceği, “ehven-i şer ve tâviz” tanımları açısından önemlidir. Bu konu, şeytanın tâviz için insana yaklaşabileceği bir alan olması hasebiyle, çok dikkatli olunmasını gerektiren, hassâsiyet, ehliyet ve samimiyetle değerlendirilmesi zorunlu bir husustur.
Hayır ve şerrin ölçüsü bellidir: Allah’ın râzı olacağı şeyler hayır; râzı olmadıkları da şer. Hayrın tümü elinde olan Allah4646 sadece hayırlı şeyleri emreder ve şerleri yasaklar; O’nun her emrettiği hayırdır; yasakladığı her şey de şer. Haramlara hayır denmediği gibi; harama sebep olacak, sonucu haram olan şeyler de hayır değildir. Mü’minin ölçüsü, nefsi/hevâsı değildir. O, duyu ve duygularının, hevâsının değil; Allah’ın kuludur. Hoşlandığı ve hoşlanmadığı her konuda Rabbine itaat edecektir müslüman. İmanı oranında duyu ve duygularını da selim kılacak, onları da Rabbine teslim edecek, o zaman nefis de mutmain olacak, Rabbinin emirlerinden râzı ve hoşnut olma seviyesine çıkacaktır. O anda, Allah’ın
4642] Alâaddin Başar, Nur’dan Kelimeler, c. 2, s. 104-108
4643] 2/Bakara, 86
4644] 2/Bakara, 41
4645] 2/Bakara, 42
4646] 3/Âl-i İmrân, 26; Müslim, Müsâfirîn, 20
- 988 -
KUR’AN KAVRAMLARI
emirlerindeki hayrın hikmetlerine vâkıf olacaktır.
Hayır sanılan şeyler, ancak Allah rızâsı gözetilerek yapılırsa hayır sayılır. Helâl yoldan kazanılmayan para, kişi için hayır olmadığı gibi; mal ve servet, ne kadar çok olursa olsun, Allah’ın rızâsı olmayan yerlere harcanırsa yine hayır değil; şer olur. Gerçek hayır, neticesine göre hüküm alandır. Hoşlanmadığımız şeyleri Allah hayırlı kılmış olabilir.4647 Hayırlı bir ümmet/toplum olmanın yolu, hayırlara yapışmakla olacaktır; Kur’an bunun şartlarını açıklar.4648 Müslüman, Allah’ın hayır olarak gösterip emrettiğine teslim olmalı, kendisi ve insanlık için hayrı istemeli, hayırda yarışmalı, insanları hayra teşvik etmeli, Allah’ın yasakladığı her çeşit şerden uzaklaşıp başkalarını da uzaklaştırmaya çalışmalıdır.
Hastanın durumuna göre ilaç verilmesi gerektiği bir vâkıadır. Aynı doktor, bir hastaya su içmeyi yasaklarken, başka bir hastaya bol su içmeyi tavsiye eder. Hatta aynı hastaya, bir zaman yasakladığı bir şeyi başka bir zaman tavsiye edebilir. Bu durum, doktorda çelişki ile izah edilemez. Aynen böyle. Küfürle bir haramı aynı gören ve her ikisini de şer kabul edip aralarında bir ayrım gözetmeyen kimseye, dememiz gereken şey; elbette: “İkisi de şerdir, ama biri ehvendir, diğeri daha büyük şerdir. Haramla küfür, şer yönüyle aynı değildir” demek olacaktır. Tam tersine, böyle birisine: “Tabii, şer şerdir, ehveni filan olmaz; haram da birdir, küfür/şirk de. Hangisini yaparsan yap!” diyebilir miyiz?
Ama, bir diğer şahıs: Dinin bazı konularını tâviz masasına yatırıp küfrün bir kutsalını övmek için dinden bir konuyla kıyas ediyor ve bir şerri (Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyen hükümeti desteklemeyi, demokrasiyi, oy vermeyi vb. şeyi) hayır olarak sunamadığı için şer kabul ediyor, ama ehven kabul ederek insanlara sevdirmeye çalışıyor ve böylece çok ciddi bir şerri “ehven” göstererek Müslümanlara tavsiye ediyorsa; o zaman “ne yapalım, İslâm yasaklıyor, ama bu önemli bir yasak değildir; şerdir, ama ehvendir, kabul edelim” mi dememiz gerekir? Elbette, böyle bir durumda: “Hayır var olduğu müddetçe; şer şerdir; ehveni filan olmaz; şerden Allah râzı olmaz; ehven de olsa, kötüdür” demek en doğrusudur.
Ehven-i Şer Mantığı ve Sistem İçi Kabuller
İşlenen fiil, İslâm’a uygun ise hayır; aksi halde şer olur. Allah için yapılan her meşrû amel hayır; bunun dışındaki ameller ise şerdir. Kul, Allah Teâlâ’nın yarattığı imkânları, emirlerine uygun olarak kullanırsa, hayır; emrinin aksine kullanırsa şer olur. Olaylara ve fiillere “hayır” veya “şer” gibi bir vasıf verebilmek için, elimizde sağlam bir ölçü olmalıdır. Bu ölçü, ancak “din”dir.
Ehven-i şer, daha az kötü, daha az fena olan demektir. Hayrın ve hakkın olduğu veya imkân nisbetinde uygulanabileceği yerde, ehven de olsa şerre itibar edilmez.
Şer’î ise, şeraite uygun, şeraitle ilgili demektir. İslâmiyet’in temel kurallarına ve İslâm dininin emrettiği dünya nizamına uygun olan demektir. Şer kelimesiyle bir ilgisi yoktur; şeriat kelimesiyle aynı kökü paylaşır.
Müslümanlar olarak bu oyunların ne zaman farkına varacağız? Dişimizi kıran taşın, rengi pirince en çok benzeyen taş olduğunu, basit kazanımlar peşinde
4647] 2/Bakara, 216; 4/Nisâ, 19
4648] 3/Âl-i İmrân, 110
HAYIR ŞER
- 989 -
bâtıl düzenlerin kurtarıcılarını desteklerken, aslında şer bataklığının içine çekildiğimizi ne zaman kavrayacağız? Ne zaman at gözlüklerimiz çıkartıp hayrı göreceğiz, duygularımızın esiri olmayı bırakacağız? Benimsenmesi ve giderek hayır zannedilip savunulması yönüyle en zararlı şerrin, ehven-i şer olduğunu ne zaman anlayacağız?
Beyazın siyahı, yakının uzağı, haksızın haklısı, güzelin çirkini… Bu tamlamalar ne kadar anlamsız ve saçma geliyor kulağımıza değil mi? Hiç beyazın siyahı olur mu? İçerisinde siyah bulunan renk, artık beyazlıktan çıkmamış mıdır? Ya haksızın haklısı!
Ama bunlara çok benzeyen ve de çok sık kullandığımız bir deyim var dilimizde. “kötünün iyisi” diye. Alıştık, alıştırıldık bu tamlamaya. Hiç düşünmedik bir şey hem kötü, hem de iyi nasıl olur diye. Bakışlarımızı sadece şer tarafına çevirmemiz istendi; taktığımız at gözlükleri başka şeyleri örneğin hayrı görmemize engeldi. Bu şer çöplüğünde sıtma da vardı, ölüm de. Ölümü gösterdiklerinde bize, sıtmaya razı olduk; sağlıklı bir ömrü aklımızın ucundan bile geçirmeden.
Gözümüz şer tarafına kaymış, burnumuzu bu pisliğin içine sokmuştuk ya işte bu şeytanın arayıp da bulamadığı bir fırsattı. Artık melek postuna bürünüp bizi kandırabilirdi, aynen Âdem ve eşine yaptığı gibi. Hani nasıl da onlara dost görünmüş, sonsuzluk ve güç vaad ederek Allah’ın yasakladığı ağaçtan yedirmişti.4649 Deseydi ki “Ben sizin düşmanınızım, bu ağaçtan yiyin ki Allah sizi cezalandırsın”, o ağaçtan yerler miydi hiç? Şeytan, Allah’a giden dosdoğru yolun üzerinde oturuyordu4650 ve bu yaklaşım da şeytanın sağdan yanaşmasıydı,4651 şeytanın Allah ile aldatmasıydı. 4652
Popülist câhiliyye kültürünün, hayatımızın her alanında şerde hayır aramamızı empoze ettiğine şahit oluyoruz. Cehenneme giden yolların üzerindeki iyi niyet taşlarıdır “ehven-i şer” anlayışı. İman ve küfür arasındaki çizgiyi, hakla bâtıl, hayırla şer arasındaki sınırı silip atan bir anlayıştır bu.
Ehven-i şer anlayışının meşruiyeti var mıdır?
Hayrı, yani vahyin tavsiye ettiği hususu tercih etmeyip şerlerden birini tercih etmek gibi bir yanlış seçim karşısında olan insan bilmeli ki; şer olması hasebiyle hiçbir günah, küçük ve basit görülemez; hiçbir şer de şer olması hasebiyle ehven olamaz.
Şer şerdir. Hayra ulaşmak mümkün olduğu halde, şerler arasında tercih yapılamaz. Kur’an, ehven de olsa şerre tâbi olmayı, onunla uzlaşmayı hiçbir şekilde câiz görmez.
“Şerrin az veya hafif (ehven) olması” da, şerrin izâfî/göreceli olması da, dinin temel yasaklarını içermemesi anlamında kullanılabilir. Dinin tâviz verilemeyecek esaslarından birini pazarlık konusu yapmak, küfürle, tâğutlarla uzlaşmak, şerrin hafifi, ehveni midir; yoksa en büyüklerinden birisi mi? Kendisinde hayır bulunmayan bir şer ile, ya da hayır ve şerrin karıştığı için hakla bâtılın senteze girdiği
4649] 7/A’râf, 21
4650] 7/A’râf, 16
4651] 7/A’râf, 17
4652] 31/Lokman, 33; 35/Fâtır, 5
- 990 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bir tavırla dünyâ ve âhiret hayrı nasıl umulabilir? Meselâ, “âhiret karşılığında dünya hayatını satın almak”,4653 “Allah’ın âyetlerini az bir karşılık (dünyevî çıkar) ile satmak”,4654 “hakka bâtılı karıştırmak, bile bile hakkı gizlemek”4655 gibi konular, bir muvahhid mü’min tarafından nasıl ve ne şekilde ehven bir şer kabul edilebilir? Dünya menfaati ile âhiret azabı karşılaştırıldığında hangisinin ehven olup diğerine tercih edilebileceği, “ehven-i şer” tâbirini sık kullananlar açısından cevaplanması gereken önemli bir sorudur. Kapitalizmi savunan birileri tarafından komünizme göre kapitalizm ehven-i şer olduğu için desteklenmelidir. Nitekim, “lâ”sı olmayan ılıman bir dini savunan ve dış ülkelere de açılan uzlaşmacı büyük bir grup yıllarca bu mantıkla masonları, İslâm düşmanı yöneticileri savunmadı mı? Sosyalizm ve komünizmi savunan kimseler de Müslüman olduklarını iddia eden bazılarına, sosyalizmi ehven-i şer diye takdim edip kapitalizmi destekletebilirler. PKK bile bu konudan yararlanıyor; aynı argümanı kullanarak TC ile kendi örgütü arasında hangisinin ehven olduğu hususunu sorarak bir tercih yaptırmaktadır. Bu konu, şeytanın tâviz için insana yaklaşabileceği bir alandır.
Şer, Allah’ın rızâsına uymayan bütün işlerdir. Şer, temelde başta şirk olmak üzere Allah’a isyânı, her çeşit günahı ve kâfirin amellerini nitelendirmektedir. Şirk, küfür, nifak, zulüm gibi sapık inanç ve tavırların hepsi şerdir. Kur’an’da şer kavramı, daha çok şirk, küfür ve isyan yerine kullanılır. Kur’an’da şer kelimesiyle, bazen sû’ yani günah işleme duygusu da anlatılır.
Kur’an, akletmeyen sağır ve dilsizleri (inkârcıları) yerde debelenen varlıkların en şerlisi saymaktadır.4656 Çünkü onların yaptıkları hayır olmaz, tuttukları yol yanlıştır. Azgınlıkları yüzünden yeryüzünde hep fesat ve şer olmaktadır. Allah (c.c.) insanı hayır ve şer konusunda denemektedir. 4657
Muvahhid mü’min için hayırla şer arasında nasıl bir tercih yapması gerektiği gibi bir soru, gereksiz bir soru olması icap ettiği halde, maalesef “vahy” demek olan mutlak hayrı tercih etmenin göreceli zorluğuna katlanmak istemeyen tavizci kesim kendine göre şerler arasında bir tercih yaparak ehven kabul ettiği şerri (hayra rağmen) tercih edebilmektedir. Unutmayalım: “vahy”, mutlak hayırdır. Vahiyle irtibatı olan ilim ve hikmet de hayırdır. “Allah dilediğine hikmet verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır ve üstünlük verilmiştir. Gerçekleri ancak akıl sahipleri anlar.” 4658
Şer olan bir sistemin herhangi bir kurumundan şer’î olan bir uygulama yapılması beklenebilir mi?
Cehennemden saraylar, köşkler beklenirse, şer olan bir sistemden veya onun bir kurumundan da şer’î bir uygulama beklenebilir. Şer, zaten şeriata ters olan, Allah’ın rızâsına uymayan işlerdir. Şerden şeraite uygun bir uygulama kesinlikle beklenemez. Şer şerrî bir uygulamayı neticelendirir, şer’î uygulamayı değil.
Şerden ancak şer doğar, mahzâ hayır olan şeriat (şer’î uygulama) değil. Şerre
4653] 2/Bakara, 86
4654] 2/Bakara, 41
4655] 2/Bakara, 42
4656] 8/Enfâl, 22, 55
4657] 21/Enbiyâ, 35
4658] 2/Bakara, 269
HAYIR ŞER
- 991 -
sebep olan herhangi bir şey de şerdir. Baştan aşağı şer kabul edilecek tâğutî düzenlere oy vermek veya onların devamından ve güçlenmesinden yana tavır almak da tümüyle şerdir; böyle bir tavrın hayır adına savunulacak hiçbir yönü yoktur. Muvahhid mü’minler, kendileri şerre sebep olmazlar, şerri üretmezler, şerre destek olmazlar. Bilirler ki, hayra destek ve vesile olmak o hayrı işlemek gibidir; şerre destek ve vesile olmak da o şerri işlemek gibi insanı günahkâr yapar. “…İyilik ve takvada (Allah’ın yasaklarından sakınma üzerinde) yardımlaşın; günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Allah’tan korkun; çünkü Allah’ın cezası çetindir.”4659 Allah’tan ittika etme (korkup sakınma) şuuruyla işlenen bütün sâlih ameller “hayır”dır. Bunun zıddı olan şer ise, bütün günahlar ve faydalı zannedilse bile aslında zararlı olan, en azından faydasız olan işlerdir. Bu bağlamda denilebilir ki, hayır imanın gereği, şer ise, inkârın ve isyânın diğer adıdır.
Hak, apaçık ortadadır. Bâtıl rengine bürünemez. Bâtıl görünümünde hak veya hak görünümündeki bâtıl, olsa olsa “ehven-i şer”dir. Ehven-i şerri tercih etmek de şerre râzı olmak demektir. Müslüman hakka tâlip olmak zorundadır. Ehven-i şer mantığı ise, hayra giden yolu tıkayacağı, şerri sevdireceği ve tâbî kılacağı için, esas büyük şerden de daha zararlı olabilir.
İçinde yaşadığımız cahili toplumların oluşturup yaşattığı cahili sistemlerden ilkesel ve zihinsel planda ayrışmak, sistemin ideoloji ve ilkelerinden koparak Allah’a doğru hicret etmek ve sistemle temel ilkelerimize ve tevhide aykırı düşen hiçbir ilişki içine girmemek esas olandır. Bilindiği üzere, ilk inen surelerle başlatılan cahiliye ile ayrışma süreci çok büyük titizlikle sürdürülmüş. Mekke’de egemen sistemle Rasûlullah’ın (s.a.s.) oluşturduğu yapı arasında tam ve çok yönlü bir kopuş yaşanmıştır. Cahilî toplumu değiştirme ve egemen sistemi dönüştürme iddiasıyla köklü bir inkılâbın temelleri atılmış, sistemle bütünleşmemek, uzlaşmamak için elden gelen gayret gösterilmiştir.
Mücadelenin sonuç vermesi, başarılı olabilmesi, daha önemlisi Rabbimizin razı olacağı bir seyir izlemesi için en gerekli ve en önemli mesele saf ve katışıksız bir İslâmi kimlikle ve İslâmi ölçüleri referans alarak mücadele sahasında yer alabilmektir. Gerek tağuti sistemlerin, kurum, kural ve yönlendirmelerinden, dayatmalarından bağımsız, gerek toplumun ve geleneğin cahili etki ve kalıplarından uzak olarak, uzlaşmacı, sentezci anlayışları, pratikleri bünyesinde bulundurmayan bir netlik ve tavizsizlikle, yalnızca vahyi ve Rasûlullah’ın (s.a.s.) vahyi uygulamasını belirleyici kılmak İslâmî bir mücadelede vazgeçilemeyecek esası teşkil eder. Tevhidi ölçü ve ilkelerin belirleyici ve yönlendirici tesirinden sıyrılarak, pratikte dünyevi anlamda bazı başarılar(!) elde edilse de, o pratikler İslâmî olma özelliğini kaybedecek, Allah’ın rızasını da kazandırmayacaktır. Sistem içi alanlarda yer edinebilmek için sıklıkla meydana gelen İslâmi kimliğe yabancılaşma; kendini gayri İslâmi kavram, değer ve ilkelerle tanımlama, vasıflandırma eylem ve söylemleri, fıtri ve vahyi olandan, nefsi olumsuzluklara ve dünyevileşmeye doğru bir kaçış ve bir sapmadır. Bu tür bir yabancılaşma, tevhidi bağın parçalanmasına ve farklı kimliklerin üremesine yol açmakta, tevhidin belirleyiciliğinden ve İslâmi kimlikten sıyrılanlarda, kimlik çözülmesi meydana gelmektedir.
Bu mânada ülkemizde en büyük sorun olan tesettür sorununu ehven-i şer mantığıyla çözme girişimlerine ne dersiniz?
4659] 5/Mâide, 2
- 992 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Önce, sorunun adını doğru koyalım: Bu ülkede en büyük sorun, tesettür sorunu değil; tevhid sorunudur, iman sorunudur. İslâm’ın gönüllere, amellere, sosyal ve siyasal hayata hâkim olmaması sorunudur. Tesettür de bu temel sorunun bir uzantısıdır. Uzlaşmacı büyük kesim, tesettürü başörtüsüne indirgedi, istekleri de sadece üniversite öğrencileriyle sınırladı. Elbette tesettür büyük bir sorundur, özellikle okullarda okuyan müslüman öğrenciler açısından. Bu sorun da, bireysel çapta, uğrunda her çeşit fedakârlığı yapabilecek bir imana sahip olmakla, toplumsal alanda da topyekün İslâmî değişim ve dönüşümle çözüme kavuşabilir.
Ehven-i şer mantığı ile önemli hiçbir sorunun çözüldüğü görülmemiştir ki tesettür sorunu çözülsün. Çöpleri hasıraltına koymak, şimdilik sorun yokmuş havası estirmektir ehven-i şer mantığı. Çözümü erteleyip ötelemenin, herhangi bir sorun yokmuş gibi davranmanın, daha fecisi hakla-bâtılın karıştırılmasının adıdır ehven-i şer. Bu uzlaşmacı mantık, belirli oranda da olsa şerri kabul edip onayladığı için mutlak hayra giden yolu da tıkar. Yakın gelecekte Allah’ın râzı olduğu İslâm’ın tahrif edileceği ve muvahhid mü’minlerin tümüyle etkisiz hale getirileceği “ılıman İslâm” projesi, ehven-i şer anlayışı üzerinde bina edilmektedir. Tesettür konusunu yozlaştıran, daha karmaşık ve çözümsüz hale getiren en önemli etken, ehven-i şer mantığıdır. Bu mantık, “Rabbimizin kesin emridir, bundan zerre kadar taviz vermeyiz” diyen hayır taraflarına engel olan ve “peruk”, “şapka”, Artema usûlü “aç-kapa” (okul kapısına kadar kapa, okula girerken ve okulda aç) anlayışlarını din adına savundu. Hizmet için başın açılmasına fetvalar üretti. Tesettür düşmanları, karşılarında direnen bir ümmet göremedi. Bu anlayış, sadece tesettür meselesini çözümsüzlüğe mahkûm etmedi; aynı zamanda dini de tahrif eden bir çizgiyi savundu. Dinin emirlerini teferruat kabul eden, basit dünyevî çıkarları İlâhî emirlere tercih eden bir anlayışı “din” diye takdim etti.
Soruya cevabı tersinden vermek de mümkün: Evet, tesettür sorununu değilse de, başörtüsünü ehven-i şer mantığı tümüyle çözdü; bu mantık sayesinde artık başörtüler çözüldü, başörtülüler ve bunu savunanlar da çözüldü.
Öyleyse müslümanın (ferdî, âilevî ve toplumu kapsayan tüm alanlarda) şer olan bir sistemden ehven-i şer mantığıyla çözümler beklemesi meşrû mudur?
Hem meşrû değildir, hem de mantıklı değildir. Harama rızâ haram, küfre rızâ küfürdür. “İyilikte ve takvada yardımlaşın. Haram işlerde, günahlarda ve düşmanlıkta yardımlaşmayın. Allah’tan sakının. Allah’ın cezâsı şiddetlidir.”4660 “Şerre delâlet eden, sebep ve yardımcı olan o şerri yapan gibidir” hükmüne göre, tekrar düşünelim: Küfrün hâkimiyetine, tâğûtî kanunların tatbik edilmesine, düzenin devam etmesine oyuyla, sözüyle... yardımcı olanların, küfrün hâkimiyetindeki veballere ortak olacaklarını. Yoksa farkında olmadan veya olarak, İslâm nizamı gelsin diyerek veya demeyerek, câhiliyye hükümlerinin uygulanmasını mı istiyor bazı müslümanlar? Câhiliyye hükümleri uygulansın, ama müslümanlar veya müslüman zannedilenler eliyle mi uygulansın, bu mu isteniyor? “Onlar, hâlâ câhiliyye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kimmiş Allah’tan daha güzel hüküm veren, hüküm koyan? Fakat bunu, gerçekten anlayış sahibi olan bir toplum bilir.” 4661
İslâm, Allah’a teslim olmak ve O’nun dışında bir güç ve hâkimiyet tanımamaktır.
4660] 5/Mâide, 2
4661] 5/Mâide, 50
HAYIR ŞER
- 993 -
Kelime-i Tevhid’de bu ifâde tüm kapsamıyla belirdiğinden dolayı, müslüman için her türlü tâğutun, her çeşit egemenliğini reddetmek; Allah’a iman ve O’nun tek ilâh olduğunu kabul etmenin en önemli şartıdır. Hatta İslâm’ın dışındaki bütün sistem ve görüşler ve bunların uygulayıcıları anlamına gelen “tâğut”u reddetmek; Allah’a imandan da önce gelir ki; kalp, kafa, el ve dildeki tüm sapıklıklar ve sahte ilâhların egemenlikleri evvelâ “lâ-hayır!” süpürgesi ile temizlenmiş olsun ve boşalan yere de hakiki İlâh’ın kabulü yerleşsin. “Kim tâğûta küfreder (onu tanımaz, reddeder) ve Allah’a iman ederse, o muhakkak kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa tutunmuştur. Allah, kemâliyle işiten ve bilendir.” 4662
İslâm, kelime-i tevhid’deki lâ=hayır kılıcıyla şerle (şerrin bir kısmıyla), tâğutla işbirliğini, onunla yardımlaşmayı, ona taviz vermeyi, onunla uzlaşmayı kesip atar. Bir tevhid eri için “lâ” ile isyan bayrağını çektiği şirk ve şerle uzlaşma ve ehven kabulü nasıl mümkün olabilir? Rabbimiz bu konuda bakın ne buyuruyor: “(Yâ Muhammed!) Az kalsın seni bile, sana vahyettiğimizden başka bir şeyi Bize karşı uydurman için fitneye düşüreceklerdi. İşte o zaman seni dost edinirler. Eğer Biz sana sebat vermemiş olsaydık, muhakkak, az da olsa sen onlara meyledecektin (tâviz verecektin). O takdirde dünya ve âhiret azâbını kat kat tattırırdık. Sonra Bize karşı kendin için hiçbir yardımcı bulamazdın.”4663 Ehven-i şerre râzı, yani şerrin bir kısmını kabullenen tâvizci bir edâ ile, hak-bâtıl karışığı, dâvet, tebliğ ve hizmet yolunu Hz. Allah yasaklamaktadır: “Hakkı bâtıla karıştırmayın. Ve bile bile hakkı gizlemeyin.” 4664
“Lâ”sı olmayan bir inanç yaygınlaştırılıyor; itaat ve olumlu anlamda isyanı olmayan, Allah’a isyan edenlere ve âsîlerin düzenine uygun bir din dayatılıyor. Her şeyle, özellikle egemen tüm güçlerle, onların ilâh ve rab anlayışlarıyla uzlaşan, Allah’ın hor gördüklerini hoş görmek için bin dereden su getiren, tepkisiz, laik müslümanlık(!) hâkim kılınmak isteniyor. Allah’a inanan, ama tâğuta itaatten ayrılmayan, Allah’a inanan ve isyankârların ilke ve hükümlerini kabul ettiğini ifade eden, altısı içinden altısı dışından bir din, her çeşit bâtılı reddeden tevhid dininin yerine geçirilmek isteniyor.
Kelime-i tevhid, “lâ” ile, yani isyanla başlar. Tüm sahte ilâhlara, tâğuta isyan anlamı ve eylemi vardır tevhid mesajında. Yani, Allah’a isyan edenlere isyan! Bütün peygamberler bu anlamda kutsal isyan ateşini tutuşturan isyan önderleridir. “Andolsun ki Biz, ‘Allah’a kulluk edin ve tâğuttan (Allah’ın hükmüne isyan edip azgınlaşan ve insanları Hakk’a isyana zorlayan egemen şahıs ve anlayışlardan) kaçının diye (emretmeleri için) her topluma bir peygamber gönderdik.” 4665
Nereden başlamalıyız? Kur’an’ın, Peygamber’in başladığı yerden başlamalıyız. Din “lâ” diye başlıyor. Biz de lâ diyerek başlamalıyız. İnançta lâ denmesi gerekenler var, ibâdette, hukukta, hükümde, itaat anlayışında, ahlâkta lâ denilmesi gereken yerler var: Tümüne lâ diyoruz.
“Kim tâğutu inkâr edip Allah’a iman ederse, sapasağlam kulpa yapışmış olur.”4666 İllâllah’tan önce lâ diyor, imandan önce tâğuta küfrediyor, onu inkâr ve reddediyoruz. Her çeşit tâğuta, her gruptaki bel’amlara, her kesimden Karun’lara, her
4662] 2/Bakara, 256
4663] 17/İsrâ, 73-75
4664] 2/Bakara, 42
4665] 16/Nahl, 36
4666] 2/Bakara, 256
- 994 -
KUR’AN KAVRAMLARI
görevdeki Hâmânlara lâ diye karşı çıkıyoruz. Tüm putlara ve sahte ilahlara hayır diyoruz. Şerle, küfürle uzlaşmıyor, şerrin tümüne, ehvenine de karşı çıkıyoruz.
İnsanımız, çok yönlü savaşın kurbanı olarak ehven-i şer anlayışı gibi tuzaklarla bilinçsizleştiriliyor, güzel duygulardan arındırılıyor, tepkisiz ve dâvâsız hale getiriliyor. Kendisiyle ilgili oynanan oyunu anlamasın diye başka oyuncaklarla avutulup uyutuluyor. Top kafalı, müzik tutkunu, TV. tiryakisi, şans oyunları denen çeşitli kumarların esiri, paramparça “para”lanmak için koşturan bir makine haline getiriliyor. Hüsrandır, kaostur, zulümdür bu; esas kriz budur. İnsanımızın kimliksizleştirilmesinden, inançsızlaştırılmasından ve buna seyirci kalınarak zulme dolaylı da olsa destek verilmesinden daha büyük kriz olamaz. Müslüman olduğunu iddia eden insan, yaratılış gâyesini unutmuş; kime, niçin ve nasıl itaat veya isyan etmesi gerektiğini düşünemeyecek hale gelmişse tabii, her şey ters yüz olacak, bireysel günahlar fesâda, fesât fitneye, fitne toplumun dünya huzurunu ve âhiret saâdetini kemirmeye başlayacaktır.
Günümüzde şirkin her çeşidinin yaygın olduğunu görüyoruz. Müslüman mahallede pazarlanan bin bir çeşit şirk içinde, çok yaygın olmasından ötürü, belki en önemli örneklerinden biri itaat ve isyan konusuyla ilgili şirktir. Müslümanların sırât-ı müstakim’i şaşırıp yanlış işaretlerle mecburi istikamet diye gösterilen cehennem yolu üzerinde “dur!” diye ellerini makas gibi açanlar çıkmadıkça ve yoldaki işaretleri doğrusuyla değiştirme çabasına yeterli sayıda insan girmedikçe, uçurumlara yuvarlananlara ağıt yakacak kimse bile kalmayacaktır.
Müslümanın asıl söylemi ve eylemi hangi minvalde olmalı, Rabbanî yol ve sünnetullah çerçevesinde nasıl bir yol izlenmelidir?
Büyük şehid, merhum Seyyid Kutub’un dediği gibi; “Bu dine sahip çıkanların şu gerçeği iyi bilmeleri gerekir. Bu din nasıl Rabbânî bir din ise, onun hareket metodu da tamâmen Rabbânîdir, esas tabiatına uygundur. Ve şurası bir gerçektir ki, bu dinin hakikatini, amelî metodundan ayırmak imkân hâricidir.” İslâm, öyle büyük bir nizamdır ki, onu vaz’ eden Rabbimiz, gâyeyi gösterdiği gibi, vâsıtaları da göstermiştir. İnsan için Allah’a kulluk, ibâdet ve O’nun rızâsını kazanmak gâye olduğuna göre; bu nasıl olacak, hangi vâsıtalarla bu gerçekleşecek Kitab’ın hükümleri ve Rasûl’ün pratik uygulamalarıyla açıklanmıştır. Bir kimse İslâm’da zinânın, fâizin, içkinin olmadığını, bunların yasaklandığını bildiği (veya bilmesi gerektiği) halde, “zinâ yaparak, içki içerek veya fâiz vâsıtasıyla İslâm’ı getireceğiz, bunlarla İslâm’a hizmet edeceğiz” demesi ne kadar İslâm dışı ve saçma ise, şer olan bir sistemin herhangi bir kurumunun şer’î zannettiği bir uygulaması da en az o kadar İslâm’a ve mantığa terstir. Bilinmelidir ki şerle hayra gidilmez. Şer’an pis kabul edilen bir sıvı ile, meselâ şarapla abdest alınmaz. Haram parayla, fâizle hayır yapılmasının câiz olmadığı gibi. Küfre âit bir vâsıtayla İslâm’a, şeytana âit bir atla cennete gidilmez. Gâvurun atına binen onun kılıcını sallar. Bâtıl, ancak Hak’la zâil olur; Başka bir bâtılla değil.
Tevhidî bilince sahip, vahyin inşa ettiği bir iman ve hayat tasavvuruna sahip mü’minlerin, bu tür sistem içi değişimlere meyletmeleri, destek vermeleri ise, aydınlıktan karanlığa savrulmaktır, gerçek anlamda “irtica”dır, geriye gidiştir. Bilinçli bir mü’min, tevhidi bir yönelişle, her şartta Hak’ka bağlanmak, Hak’kı temsil etmek ve Hak’kı Batıla hâkim kılmak üzere çalışmak ve hiçbir sebeple hak ile batılı karıştıracak konumlara savrulmamak sorumluluğunu taşımak zorundadır.
HAYIR ŞER
- 995 -
Mü’min şahsiyet, “şer” (kötü) ile şerden bir şube olan “ehven-i şer” (daha az zararlı kötü) arasındaki tercihe kendisini kapatarak, “iyi ve maruf” olanı tercih dışı bırakma konumuna düşemez. Her şartta iyiyi arzulamak, ehven yolunda çaba göstermek ve bu tercihinden asla taviz vermeden uzun soluklu ilkeli bir duruş ve yürüyüşü istikrarlı bir biçimde sürdürmek mü’min olmanın en temel gereğidir... Bu sebeple hiçbir mü’min, ikrah olmadıkça, Hak ile Batılı karıştıran şirke dayalı düşünce, model, yol ve yöntemlere yönelemez, küfrü, şirki benimsediğini söyleyemez, küfre, şirke dayalı ideoloji ve ilkelere bağlılık sözü veremez ve İslâm şeriatını dışlayarak, Allah’ın kullarına, küfür ve şirk hükümleriyle hükmetmeyi tercih edemez.
Toplumu dönüştürme iddiası olan muvahhidlerin, öncelikle kendilerinin toplumu taşımak istedikleri değerler, ilkeler, ölçüler alanında istikameti koruyan tavizsiz bir yürüyüşü ve tutarlı bir örnekliği/şahidliği ısrarlı ve istikrarlı bir biçimde sürdürmeleri gerekir. Allah’ın “emrolunduğun gibi dosdoğru ol, istikameti koruyun, aşırı gitmeyin” ve “zâlimlere meyletmeyin size ateş dokunur” uyarılarına rağmen, kendi ürettikleri kimi maslahatlar, çıkarlar ve marjinallikten kurtulmak adına istikameti terk edip toplumun cahili eğilimlerine, cahili sistemin partilerine savrulanların toplumu tevhidi istikamette dönüştürmeye vesile olmaları da, topluma Allah’ı razı edecek bir örneklik oluşturmaları da mümkün değildir.
Ehven-i şer Kur’an ve sünnette geçiyor mu? Geçiyorsa nasıl geçiyor?
Kur’an’da ve Sünnette “ehven-i şer” tâbiri yoktur. Yani “Kur’an ve Sünnet” şiarını öne çıkaran kimselerin “ehven-i şer” diye bir ölçüleri söz konusu değildir; onlar kendilerine göre şerlerin ehven olanlarını seçmekle değil; şerleri tümüyle yok etmeye çalışıp “hayr”a yapışmakla emrolunmuşlardır.
Tevhidî istikameti bulamayan kitlelerin özgürlük ve adâlet arayışı ile şer yerine “ehven-i şer”e yönelmeleri mazur, hatta şer’in en şedidinden kaçış anlamında görece bir olumluluk iken, muvahhid mü’minlerin “ehven-i şer”e yönelmeleri, ehveni teşkil eden tevhid yolunu alternatif olmaktan çıkarma, davetin muhatabı kitlelerin sığlığına sürüklenerek sıradanlaşmaları ve inkılabi (devrimci) ruhu kaybetmeleri sonucunu doğurmaktadır. Bu sebeple, Müslümanlar olarak, yukarıda bahsedilen dönüştürme projelerinin farkına vararak, her şart altında, tevhidi İslâmi kimlik ve ilkelerimize sadakati, sabiteler alanındaki değişmez değer ve ölçülerimizi savunup yaşamlaştırmayı ısrarla sürdürmeliyiz.
Görece bir özgürleşme ve zenginleşme uğruna, taktik ve konjonktürel özgürleşme ihtiyacımızı gidermek için, bizi biz yapan, bize şahsiyet, kimlik ve imanımızı kazandıran temel ilke ve değerlerimizi, yaratılış gâyemiz olan “sadece Allah’a kulluk” anlamındaki stratejik hedefimizi feda edebilir miyiz?”
Doğru ve sahih bir din anlayışını topluma taşıyabilmek için, toplumun vahyin belirleyiciliğine, tevhidî akideye doğru dönüşümüne vesile olabilmek için, öncelikle hiçbir şartta ve hiçbir gerekçeyle taviz verilmemesi gereken ve değiştirilemez, terk edilemez vahye dayalı temel ilke ve değerlerde ısrar eden, vahyin şahidliğini âdil ve emin bir kimlikle ortaya koyan davetçi kadrolara ihtiyaç vardır. Kendilerini özgün İslâmî kavramlarla tanımlayan, bu durumdan bir eziklik ve kompleks duymayan, vahyin getirdiği kavram, ilke ve değerleri eylem ve söylemlerine egemen kılmaktan ve bunları bıkmadan usanmadan yaşayıp, topluma
- 996 -
KUR’AN KAVRAMLARI
taşımaktan usanmayan ve utanmayan, tam tersine onur duyan şahsiyetli Müslümanlara ihtiyaç vardır.
Müslümanların yozlaşmasında ehven-i şerrin yeri nedir?
Hakkı savunan insan için ise ehven-i şer diyerek şerle uzlaşma, en hafif deyimle bir bid’at ve dalâlet, bir sapma, dünyayı âhirete tercih etme ve sahip olunması gereken müslümanca şereften mahrum olmadır. İlkesizliktir, günü kurtarmaya çalışmaktır, idâre-i maslahatçılık ve pragmatizmdir. Hakkı olmadığı halde Allah’ın dini üzerine pazarlık yapmaktır. Suça ve suçluya göz yummaktır.
Hak dâvânın mensuplarından Cenâb-ı Hakk’ın istediği şeyler: Hakkı eğip bükmeden söylemek, Allah’ın hükümlerini tebliğ edip uygulamak, emrolunduğu şekilde sırât-ı müstakim çizgisinde sapmadan dosdoğru hareket etmek, bâtıla karşı net tavır koymak, takvâ, cihad ve sabır silâhlarını kuşanmak, şerrin ehvenine de rızâ göstermeyip tâviz ve uzlaşmaya yanaşmamaktır. Bir müslümanın vahiyle belirlenmiş herhangi bir prensipten vazgeçmesi, Allah’ın yasakladığı bir şerri ehven diye savunması, hakkında nass olan bir konuda pazarlık yapması inancıyla bağdaşacak bir tavır değildir. Allah’ın emirlerinin büyüğü-küçüğü, temeli-teferruatı, önemlisi-önemsizi, tâviz verilecek olanı-olmayanı olmaz. İman esasları ve dinin ilkeleri, bölünme kabul etmeyen bir bütündür. Rasûller ve onların vârisleri âlimler başta olmak üzere İslâmî hareket mensupları, Allah’ın rızâsından başka beklentileri olmayan âhireti dünyaya tercih eden dâvâ erleridir. Onlar, etkin ve yetkin müşriklerin tehdit ve zulümlerinden korkmayacakları gibi, dâvâlarını ve kendilerini pazarlık aracı yapamazlar, kiralayamaz ve satamazlar. Bir müslümana Allah’ın vereceği karşılıktan/ödülden daha büyük bir bedel icad edilememiştir, edilemeyecektir. Onlar, halktan bir karşılık istemezler, onların ücretlerini Allah verecektir. 4667
Her tâviz, yeni ve daha büyük tâvizler doğurur. Amellerdeki tâvizler, inançlardaki tâvizlere yol açabilir. Tâviz vererek inandığını yaşamayan, yaşadığı gibi inanmaya başlar. Bâtıl zihniyetin özelliğidir bu; kendi çıkarlarını sürdürmek için her zaman ve her mekânda hak dâvâyı savunanları tâviz ve uzlaşmayla etkisiz hale getirmeye çalışmak. Bu konuda oltaya taktıkları en önemli yemleri de “ehven-i şer” solucanıdır. “Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar.”4668
İslâm’la câhiliyyenin kesişmesi, uyuşması mümkün değildir. Hakla bâtılın, imanla küfrün birleşip bir araya gelmesi eşyanın tabiatına aykırıdır. Aralarında tarih boyunca süren ve Kıyâmete kadar da sürecek olan uzlaşmaz bir mücâdele söz konusudur. Uzlaşmayı, kesin nasslara rağmen kabul edenler, neticede Allah’ın hor gördüğü kâfirleri hoş görmeye, beşerî düzenleri kutsallaştırmaya, İslâm demokrasisinden veya demokratik İslâm’dan bahsetmeye kadar vardılar. Artık resmî devlet İslâm’ı, Atatürk tipi, onun ilkelerine uygun İslâm(!) gibi tuhaf sentezler uygulama alanları bulmakta. Hıristiyanlık benzeri, uzlaşarak tahrif edilmiş bu İslâm’ların elbette Allah’ın dini olan İslâm’la hiç bir ilgisi yoktur, bazı benzer yönleri olsa da.
Müslümanın İslâm’dan tâviz vererek, başka beşerî görüşlerle uzlaşarak,
4667] 26/Şuarâ, 109, 127, 145, 164, 180; 11/Hûd, 29, 50-51, 80; 36/Yâsin, 21 vd.
4668] 68/Kalem, 9
HAYIR ŞER
- 997 -
İslâm’ın bazı cüzlerini, bazı esaslarını pazarlık aracı görmesi mümkün değildir. Uzlaşma neticesinde kâfirlerin ve küfrün egemenliği -şeklen ve kısmen de olsa- kabul edilmiş olur ki, bu da tevhidî akîde ile bağdaşmaz. İslâm, Allah’a teslim olmak ve O’nun dışında bir güç ve hâkimiyet tanımamaktır. Kelime-i tevhidde bu ifade tüm kapsamıyla belirdiğinden dolayı, müslüman için her türlü tâğutun her çeşit egemenliğini reddetmek; Allah’a iman ve O’nun tek ilâh olduğunu kabul etmenin en önemli şartıdır. Hatta, İslâm’ın dışındaki bütün sistem, görüş ve bunların uygulayıcıları anlamına gelen “tâğut”u reddetmek; Allah’a imandan da önce gelir ki; kalp, dil ve kafadaki tüm sapıklıklar ve sahte ilâhların egemenlikleri öncelikle “lâ = hayır” süpürgesi ile temizlenmiş olsun ve boşalan yere de hak/gerçek İlâhın kabulü yerleşsin. “Kim tâğuta küfreder (onu tanımaz, reddeder) ve Allah’a iman ederse o muhakkak kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa tutunmuştur. Allah kemâliyle işiten ve bilendir.” 4669
Ehven-i şer mantığı, şerle ve şerri dayatanlarla uzlaşma demektir. Uzlaşma; düşüncelerde, değerlerde, ölçülerde, prensiplerde, sosyal ve siyasal tavırlarda çöküş içine girmek, sivil itaatsizliği bile becerememektir. Uzlaşma, kaypaklıktır, ilkesizliktir. Olduğu gibi görünmemek, göründüğü gibi olmamaktır. Uzlaşma, psikolojik mağlubiyettir. İzzetin Allah katında ve mü’minlerin hakkı olduğunu unutmak, zelil olanları aziz kılmaya çalışmaktır. Düşmanı gözde büyütmek, bükemediği eli öpmektir; o elin az sonra boğazını sıkmaya hazırlandığını unutmaktır. Uzlaşma, hak ölçülerle uyuşmaz ama kapitalizm, pragmatizm ve makyavelîzmle uyuşan ve örtüşen yönleri az sayılmaz; her şeyi pazarlık konusu yapmaktır uzlaşma; faydayı dâvânın önüne geçirebilmektir. Rasyonel/akılcı olmak ve dâvâ eri mücâhide Allah’ın yardım vaadlerini ve dâvânın Allah’la bağlantısını göz ardı etmek, kâfirler hangi yoldan başarılı oluyorsa o yolları denemektir. (Hâlbuki Kur’an’dan açık bir şekilde anlaşılmaktadır ki, mü’minlerle ilgili sünnetullah, kâfirlerle ilgili sünnetullahtan çok farklıdır.) Mutlak doğruyu, vahye ait hakikatleri, babasının malı imiş gibi değerlendirmektir. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın deyip yılanların yaşamasına yardımcı olmak, ömürlerini uzatmaktır. Haktan taviz ve uzlaşma, yok olmak İlâhî kaderi olan, her an komada yaşayıp can çekişen bâtılın iskeletine kan pompalamaktır.
Hakkı ketm etmek (gizlemek) ve hakkı bâtılla örtüp hakka bâtılı karıştırmak, Din’i kuşa benzetmektir. Hak Din’in etkisizleştirilmesi, atmalar ve katmalar yoluyla olmuştur. Atma, hakkı gizlemek; katma ise hakka bâtılı karıştırmaktır. Hakkı/İslâm’ı bâtılın/kâfirlerin istediği, râzı olduğu şekle koymak veya konulan bu şekle karşı çıkmamaktır. O yüzden dinin temel ilkelerinden tâviz, itikadı ilgilendiren bir vakadır; ihanettir veya en azından ihanete seyirci kalmaktır.
Ehven-i şerciliği, tâvizi, uzlaşmayı reddetmek, geçici bir protesto hareketi değil; ölüme kadar tevhid kelimesindeki “lâ”yı hayatıyla tefsir edip, eylemleriyle yorumlamaktır. Uzlaşmayı red, hak ve bâtıl her şeye karşı çıkmak, farklı anlayıştaki mü’minlerle ve değişik İslâmî yaklaşımlarla da iyi geçinme yollarını aramayıp onlarla mücadele etmek, ya da isyankâr fakat marazî/hastalıklı bir psikolojik yapı değildir. Hakk’ın mutlak doğruları ile beşerin göreceli doğrularını birbirine karıştırmak, itikadî olanlarla itikadî olmayanı aynı kefede görmek, bir hata ile haramı, bir günah ile şirki karıştırıp hepsine aynı şiddette reaksiyon göstermek
4669] 2/Bakara, 256
- 998 -
KUR’AN KAVRAMLARI
değildir. Uzlaşmayı reddetmek deyince, insanca münasebetleri, sosyal ilişkileri kesip uzlet içinde yaşamayı, toplumsal bağları koparmayı kast etmiyoruz; İbrahimî ve Muhammedî tavrı hayata geçirmeyi kast ediyoruz. Onlar küfürle/bâtılla uzlaşsalardı ateşe atılır, memleketlerini terk etmeye mecbur kalır, ölümle burun buruna olurlar mıydı?
Bugün, nâfileleri, ihmal edilen nice farzların önüne geçirmenin, ibâdetlere tevhid ve şirke ait hususlardan daha fazla önem vermenin çok yanlış olduğunu vurgulamalıyız. Evvelâ insanımızın gönlündeki şirk virüslerini yok etmek gerekiyor. Bu mikropları yok sayarak sadece ibâdetleri anlatmak veya bunlarla uğraşmak, çöp kutusuna temiz gıda atmaya benzer…
Din ‘Lâ ilâhe’ ile başlar. Önce bir red, bir isyan, bir ‘hayır’, bir temizlik mekanizması, cahiliye pisliğine her yönüyle bir direnişte bulunan bir tavır gerekir ki; o temizlenen yere tertemiz bir İlâh anlayışı yerleşmiş olsun. Öteki türlü hakla bâtılın karıştırıldığı bir ortam oluşturulur. Bu da Müslümanlığın doğru anlaşılmasını zorlaştırır.
Bizim, bugün var olan ve giderek ivme kazanma eğilimindeki ‘Ilımlı İslâm Anlayışı’na net ve sert tepki göstermemiz; İslâmî değişim ve dönüşüm talebi olmayan, uzlaşmacı, ulusalcı, sağcı, muhafazakâr çizginin Kur’an İslâm’ına birinci derecede engel olduğunu vurgulamamız gerekiyor. Tabii bu vurgu, boşalan yerin tevhidî bir yaklaşımla doldurulmasını gerekli kılıyor. Kolay işler değil bunlar… Bunu halka net bir şekilde sunabilecek imkânlara sahip değiliz. Halkın, Allah’ın anlattığı dini, peygamberin vurguladığı tevhidi anlayacak altyapısının -şu an için- olmadığını zannediyoruz. Sesimiz de çok güçlü çıkmadığından, nebevî öncelik ve nebevî usûlle anlatılan şeyler cahiliye toplumu tarafından kabullenilmeyebilir. Çünkü yıllardır din adına farklı şeyler öğretildi insanımıza.
“Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine O’ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun keremini geri çevirecek (hiçbir güç) yoktur. O, hayrını kullarından dilediğine eriştirir. O çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” 4670
“De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini aziz kılar yüceltir; dilediğini de zelil kılar alçaltırsın. Her türlü hayır/iyilik Senin elindedir. Gerçekten Sen her şeye kadirsin.” 4671
4670] 10/Yûnus, 107
4671] 3/Âl-i İmrân, 26
HAYIR ŞER
- 999 -
Hayır ve Şerle İlgili Âyet-i Kerimeler
A- Kur’ân-ı Kerim’de Geçen “Hayır” Kelimeleri (Türevleriyle toplam 196 yerde): 2/Bakara, 54, 61, 103, 105, 106, 110, 148, 158, 180, 184, 184, 184, 197, 197, 215, 216, 220, 221, 221, 263, 269, 271, 272, 272, 273, 280; 3/Âl-i İmrân, 15, 26, 30, 54, 104, 110, 110, 114, 115, 150, 157, 178, 180, 198; 4/Nisâ, 19, 25, 46, 59, 66, 77, 114, 127, 128, 149, 170, 171; 5/Mâide, 48, 114; 6/En’âm, 17, 32, 57, 158; 7/A’râf, 12, 26, 85, 87, 89, 155, 155, 169, 188; 8/Enfâl, 19, 23, 30, 70, 70; 9/Tevbe, 3, 41, 61, 74, 88, 109; 10/Yûnus, 11, 58, 107, 109; 11/Hûd, 31, 84, 86; 12/Yûsuf, 39, 57, 59, 64, 80, 109; 16/Nahl, 30, 30, 76, 95, 126; 17/İsrâ, 11, 35; 18/Kehf, 36, 40, 44, 44, 46, 46, 81, 95; 19/Meryem, 73, 76, 76; 20/Tâhâ, 13, 73, 131; 21/Enbiyâ, 35, 73, 89, 90; 22/Hacc, 11, 30, 36, 58, 77; 23/Mü’minûn, 29, 56, 61, 72, 72, 109, 118; 24/Nûr, 11, 12, 27, 33, 60; 25/Furkan, 10, 15, 24; 28/Kasas, 24, 26, 60, 68, 68, 80, 84; 29/Ankebût, 16; 30Rûm, 38; 33/Ahzâb, 19, 25, 36; 34/Sebe’, 39; 35/Fâtır, 32; 37/Saffât, 62; 38/Sâd, 32, 47, 48, 76; 41/Fussılet, 40, 49; 42/Şûrâ, 36; 43/Zuhruf, 36, 52, 58; 44/Duhân, 32, 37; 46/Ahkaf, 11; 47/Muhammed, 21; 49/Hucurât, 5, 11, 11; 50/Kaf, 25; 54/Kamer, 43; 55/Rahmân, 70; 56/Vâkıa, 20; 58/Mücâdele, 12; 61/Saff, 11; 62/Cum’a, 9; 11, 11; 64/Teğâbün, 16; 66/Tahrîm, 5; 68/Kalem, 12, 32, 38; 70/Meâric, 21, 41; 72/Müzzemmil, 20, 20; 87/A’lâ, 17; 93/Duhâ, 4; 97/Kadr, 3; 98/Beyyine, 7; 99/Zilzâl, 7; 100/Âdiyât, 8.
B- Kur’ân-ı Kerim’de Geçen “Şerr” Kelimeleri (Türevleriyle toplam 31 yerde): 2/Bakara, 216; 3/Âl-i İmrân, 180; 5/Mâide, 60, 60; 8/Enfâl, 22, 55; 10/Yûnus, 11; 12/Yûsuf, 77; 17/İsrâ, 11, 83; 19/Meryem, 75; 21/Enbiyâ, 35; 22/Hacc, 72; 24/Nûr, 11; 25/Furkan, 34; 38/Sâd, 55, 62; 41/Fussılet, 49, 51; 70/Meâric, 20; 72/Cinn, 100; 76/İnsan, 7, 11; 77/Mürselât, 32; 98/Beyyine, 6; 99/Zilzâl, 8; 113/Felak, 2, 3, 4, 5; 114/Nâs, 4.
C- Hayır ve İyilik
a- Hayır ve Şer İmtihandır: 21/Enbiyâ, 35.
b- Allah, Bir Kişi Hakkında Hayır Dilerse Onu Geri Çevirecek Yoktur: 10/Yûnus, 114.
c- Allah’tan Hayır İstemek: 26/Şuarâ, 84.
d- Hoşa Gitmeyen Bir Şey Hayır Olabilir: 2/Bakara, 216; 31/Lokman, 34.
e- Hayır Allah’ın Elindedir: 3/Âl-i İmrân, 26.
f- Hayır İşlerinde Yarışmak: 2/Bakara, 148; 5/Mâide, 48; 23/Mü’minûn, 61.
g- Hayra Engel Olmak: 2/Bakara, 217; 68/Kalem, 12.
D- Şer ve Kötülük
a- Hoşa Giden Bir Şey Şer Olabilir: 2/Bakara, 216; 31/Lokman, 34.
b- Kötülük Eden Kendi Aleyhine Eder: 41/Fussılet, 46; 45/Câsiye, 15.
c- Kötülük Yapmakta Yardımlaşmak Yasaktır: 5/Mâide, 2.
Konuyla İlgili Hadis-i Şerif Kaynakları
Buhârî, İstikrâz 4, 6; Rikak 34; Sahih-i Buhâri Tecrîd-i Sarih Terc. 1/235; 5/185; 12/1984
Müslim, İman 61; Müsâfirîn, 201
Tirmizî, Zühd 3, 21, 22; İman 8; Fiten 15, 26, 76, 77, 78; Birr 28
Nesâî, Cenâiz 123; Zekât 74; İftitâh 17
İbn Mâce, Mukaddime 19, 20; Tahâret 4; Ticâret 62
Ebû Dâvud, Edeb 6, 12
Muvattâ, Tahâret 36
Ahmed bin Hanbel, Müsned III/18, 19
Kütüb-i Sitte; 2/549; 3/401-402; 4/265; 13/37-38, 282; 14/16, 19, 23; 16/500; 17/168, 471, 551.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 245-248
2. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. s. 257-261, 622-623
3. Nur’dan Kelimeler, Alâaddin Başar, Zafer Y. c. 1, s. 112, c. 2, s. 104-108
4. TDV. İslâm Ansiklopedisi, Mustafa Çağrıcı, T.D.V. Y. c. 17, s. 43-49
5. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Halid Erboğa, Şâmil Y. c. 2, s, 83, 381-382; Muhiddin Bağçeci, 6/27-29
6. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. c. 8, s. 26-31; c. 19, s. 307-310
- 1000 -
KUR’AN KAVRAMLARI
7. İnsan Psikolojisi Üzerine Etüdler, Muhammed Kutub, İşaret Y. s. 395-412
8. Kur’an’da Dinî ve Ahlâkî Kavramlar, Toshihiko İzutsu, Pınar Y. s. 286-291
9. Kur’an’da Şer Problemi, Lutfullah Cebeci, Akçağ Y.
10. Kur’an’da Günah Kavramı, Sadık Kılıç, Hizmet Kitabevi Y.
11. Şer İttifakı ve Sözcüsünü Arayan 1 Milyar Müslüman, Muhammed Han Kayani, İnkılab Y

 
Okunma 875 kez
Bu kategorideki diğerleri: « HASTALIK HAYVANLARDAKİ İBRETLER »