Cumartesi, 06 Şubat 2021 16:14

GÜZEL SÖZ

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

GÜZEL SÖZ


- 629 -
Kavram no 60
Görevlerimiz 7
Ahlâkî Kavramlar 12
Bk. Emr-i Bi’l-Ma’ruf; Katılık- Yumuşaklık; Sanat
GÜZEL SÖZ
• Güzel Söz; Anlam ve Mâhiyeti
• Sözlerin En Güzeli Olan Kur’ân-ı Kerim’de Güzel Sözün Önemi
• Hadis-i Şeriflerde Güzel Söz
• Güzel Söz, Allah’a Çağırmaktır
• Dünya ve Âhiret Kapılarını Açan Anahtar; Güzel Söz
• Levhv el-Hadis; Faydasız, Boş Söz
• Söz Var İş Bitirir, Söz Var Baş Yitirir
• Kur’an’a Göre Söz Söyleme Sanatı
• Büyüleyici Söz; Şiir ve Söz Canbazı Şâir
• Güzel Sözün Özellikleri
• Tarihten Bu Yana Dil - Din İlişkileri Konusunda Bazı Tespitler
• Güzel Söz; Aklı Kullanma Sanatı
“Vaktiyle Biz, İsrâiloğullarından; ‘yalnızca Allah’a kulluk/ibâdet edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara ihsân/iyilik edeceksiniz’ diye mîsak/söz almış ve ‘insanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin’ diye de emretmiştik. Sonunda azınız müstesnâ, yüz çevirerek dönüp gittiniz.”2913
Güzel Söz; Anlam ve Mâhiyeti
Kur’an’da güzel söz konusunda; “Kuulû li’n-nâsi husnâ: İnsanlara güzel söz söyleyin”2914 ve “Ve kul li ıbâdî yekuulu’l-letî hiye ahsen: Kullarıma söyle: ‘Sözün en güzelini konuşsunlar.”2915 ifadeleri geçer. Âyetlerde geçen “güzel söz” terkibi, “kavl” ve “husn” kelimeleriyle belirtilir. Kavl: Söz anlamına gelir. Ağızdan çıkan anlamlı seslere ve konuşmaya denir. Husn: Güzellik, hoşluk, iyilik ve mükemmellik anlamlarına gelir. Râgıb-ı İsfahanî’nin belirttiği gibi; değerli, seçkin ve rağbet gören şeylere “husn” denir.
Güzel söz; gönül alan, onur kırmayan, hak ve doğruyu gösteren sözlerdir. Fertler arasında sevginin, hak ve doğrunun üstün tutulması; nefret ve düşmanlığın giderilmesi, hakka uygun sözlerle mümkün olmaktadır. Allah, bir toplumun, diğerini ayıplamamasını, kusurlarını araştırmamasını, aleyhinde iftira ve gıybette bulunmamasını emretmektedir.2916 Konuşma kabiliyeti, Allah tarafından insanlar için verilmiş değerlerin en önemlilerinden biridir. Bu yetenek ile insan, hemcinsleriyle anlaşma imkânına sahip olur. Toplum halinde yaşamak mecburiyetinde
2913] 2/Bakara, 83
2914] 2/Bakara, 83
2915] 17/İsrâ, 53
2916] 49/Hucurât, 11-12
- 630 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olan insan, her gün defalarca bu yeteneğini kullanarak etrafında dost veya düşman halkaları meydana getirir.
Güzel söz söylemek denilince, insanların çoğu bunu iltifat etmek, sevgisini dile getirmek ya da umut veren konuşmalar yapmak olarak algılar. Oysa Kur’an’ın bize öğrettiği güzel söz, her ne kadar bu sayılanları içine alsa da, çok daha farklı ve geniş bir anlam içerir. Allah, güzel sözü bize şöyle tarif eder: “(İnsanları) Allah’a dâvet eden, sâlih amel/iyi iş yapan ve ‘ben müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim vardır?”2917 Asıl güzel söz, insanları Allah’a çağıran, Kur’an’a uymaya dâvet eden sözdür. Güzel sözü söyleyen, yani Allah’a çağıranlar ise yalnızca iman edenlerdir.
Allah’ın dinini anlatmak, Kur’an ile öğüt vermek, iyiliği emredip kötülükten men etmek, Allah’ın âyetlerini hatırlatmak; bunların hepsi birer çağrıdır ve bir insana söylenebilecek en hayırlı, en güzel sözlerdir. Mü’minlerin insanları Kur’an ahlâkına yönelten bu sözleri, doğrudan karşılarındaki kişiyi hoşnut etmeye yönelik olmadığı gibi, herhangi bir menfaate yönelik de değildir. Tüm bu sözlerin tek bir hedefi vardır; Allah’ı râzı etmek ve muhatabın da Allah’ın râzı olacağı ahlâkta bir insan olmasına vesile olmak. Hedef bu olunca Allah’ı zikretmek, tevhidi, ibâdeti, güzel ahlâkı anlatmak ve âhireti kazanmaya çağırmak gibi, kimi zaman kişiye eksik olduğu yönlerde öğüt vermek, Kur’an âyetleri doğrultusunda hatalarını eleştirmek, korkup sakınmasını hatırlatmak da aynı şekilde güzel sözdür.2918
Dünyada yaşamakta olan milyarlarca insan için cehenneme gitme ve sonsuza kadar azaptan azaba sürüklenme tehlikesi vardır. Kişinin kendisini Allah’a çağıran en güzel söze uyması, azaptan kurtuluşu için hayatî bir önem taşımaktadır. İnsan, ancak güzel söze uyduğu takdirde dünyada ve âhirette güzel bir hayatla yaşayabilir. “... Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele...”2919
Sözlerin En Güzeli Olan Kur’ân-ı Kerim’de Güzel Sözün Önemi
Kur’ân-ı Kerim, söze çok önem verir. Bu ehemmiyeti, söz ve konuşma anlamına gelen “kavl” kelimesinin her dört âyette bir kullanılmasından da anlayabiliriz. “Kavl” ve türevleri, Kur’an’da tam 1721 yerde geçer. Güzellik de Kur’an’ın üzerinde ısrarla durduğu, hemen her konuda yapılanların güzel olmasını istediği özelliklerdendir. Güzellik anlamına gelen “husn” kelimesi ve türevleri Kur’an’da 194 yerde kullanılır. Çok sayıda âyet; “Kul: De ki, onlara şöyle söyle” şeklinde başlar. Sözlerin en güzeli, insanları hakka, doğruya, olgunluğa, insanca yaşamaya sevk eden Allah’ın kelâmıdır: “Allah, sözün en güzelini, birbirine benzer, ikişerli âhenkli bir Kitap halinde indirdi.”2920 Dolayısıyla insan, güzel sözlü olmak istiyorsa, hem muhtevâ hem de usûl ve üslûp olarak referansını Kur’an’dan almalıdır.
Güzel sözün O’nun katına çıktığı; güzel sözü Allah’a çıkaranın da sâlih amel olduğu Kur’an’da belirtilirken,2921 eylemle desteklenmeyen sözün güzel olma2917]
41/Fussılet, 33
2918] Hârun Yahya, Güzel Söze Uymanın Önemi, s. 7-8
2919] 39/Zümer, 17-18
2920] 39/Zümer, 23
2921] 35/Fâtır, 10
GÜZEL SÖZ
- 631 -
yacağı vurgulanmış olmaktadır. Sözün Allah indinde makbul olması için söze uygun eylem yapılması gerekir. Kur’an, ister mü’min olsun ister kâfir, insanlarla konuşurken güzel konuşmayı emreder.2922 Sözlerin en güzeliyle konuşmayı emreden Kur’an, insanın açık düşmanı olan şeytanın insanların arasını bozmak için kötü ve çirkin sözlerden yararlandığını belirtir ve güzel olmayan sözleri yasaklar.2923 Çirkin ve kötü söz; şirk ve küfür lâfızları başta olmak üzere, arkadan çekiştirme (gıybet), söz taşıma, jurnal etme, yalan, iftira vb. sözlerdir. Bunlar, insanın içinden geçebilirse de başkasına açıklamak ve söylemek câiz değildir. Bir kimse başkasına bir kötülük, bir haksızlık yaptığında, bunu başkasına söylemek de kötü söze girer; ancak, kötülük ve haksızlık gören kimse, ya ıslah etmek yahut da suçlunun ceza görmesini sağlamak maksadıyla bunu açıklamak mecburiyetindedir; buna izin verilmiştir.2924
Kur’an’da Allah, güzel sözü, güzel ağaca benzetmiştir.2925 Çünkü güzel sözün meyvesi güzel amel; güzel ağacın ürünü de faydalı meyvedir. Bu âyetteki güzel sözden maksadın “lâ ilâhe illâllah”, güzel ağacın da “mü’min” olduğuna dair İbn Abbas’a dayanan bir tefsir rivâyet edilir. Bu tevhid kelimesi, dışta ve içte daima güzel amellerin meydana gelmesine sebep olur. Allah’ın râzı olacağı her güzel iş, bu kelimenin meyvesidir. Kötü söz, pis bir ağaca benzetilir.2926 Çirkin söz, rüzgârın şuraya buraya savurduğu köksüz, hafif, yararsız, hatta zararlı ota benzer. Kötü kelime, İbn Abbas ve müfessirlerin çoğuna göre, başta Allah’ı inkâr olmak üzere dinin kötü ve haram saydığı sözlerdir. Çirkin söz, ruha zararlı olan köksüz, dikenli ağaç/bitkidir. Çünkü hem söyleyenin kendisine zarar verir, hem de başkalarını incitir, yaralar. Kötü kelime, her türlü fitnenin, fesâdın, felâket ve musibetin kaynağıdır. Kötü söz, hem dünyada hem de âhirette insanın felâketlere sürüklenmesine sebep olur.
“Vaktiyle Biz, İsrâiloğullarından; ‘yalnızca Allah’a kulluk/ibâdet edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara ihsân/iyilik edeceksiniz’ diye mîsak/söz almış ve ‘insanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin’ diye de emretmiştik. Sonunda azınız müstesnâ, yüz çevirerek dönüp gittiniz.”2927
“Kullarıma söyle: Sözün en güzelini konuşsunlar. Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.”2928
“(İnsanları) Allah’a dâvet eden, sâlih amel/iyi iş yapan ve ‘ben müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim vardır? İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir tavırla önle. O zaman (görürsün ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki yakın bir dost olur.”2929
“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”2930
2922] 2/Bakara, 83; 17/İsrâ, 53; 20/Tâhâ, 44
2923] 17/İsrâ, 53
2924] 4/Nisâ, 148
2925] 14/İbrâhim, 24
2926] 14/İbrâhim, 26
2927] 2/Bakara, 83
2928] 17/İsrâ, 53
2929] 41/Fussılet, 33-34
2930] 3/Âli İmrân, 104
- 632 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Şâyet kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için duâ et; (umuma ait) işlerde onlara danış. Artık kararını verdiğin zaman da Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine sığınanları sever.”2931
“Allah’ın geçiminize dayanak kıldığı malları aklı ermezlere vermeyin; o mallarla onları besleyin, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.”2932
“Yakınlar, yetimler ve yoksullar miras taksiminde hazır bulunursa, ondan bunları da rızıklandırın ve onlara güzel söz söyleyin.”2933
“Onlar (münâfıklar), Allah’ın kalplerindekini bildiği kimselerdir. Onlara aldırma, kendilerine öğüt ver ve onlara, kendileri hakkında belîğ/tesirli söz söyle.”2934
“Allah kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez; ancak, zulme/haksızlığa uğrayan başka. Allah, her şeyi işitendir, bilendir.”2935
“Onların Allah’ı bir tarafa bırakarak taptıklarına (putlarına) sövmeyin; sonra, onlar da bilmeyerek Allah’a söverler.”2936
“Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi? Güzel bir sözü; kökü (yerde) sâbit, dalları gökte olan güzel bir ağaca (benzetti). O ağaç, Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir. Kötü bir sözün misali, gövdesi yerden koparılmış, o yüzden ayakta durma imkânı olmayan pis bir ağaca benzer. Allah, iman edenleri dünya hayatında da âhirette de değişmeyen sözle sağlam yolda yürütür. Buna mukabil Allah zâlimleri saptırır. Allah dilediğini yapar.”2937
“Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle dâvet et ve onlarla en güzel şekilde mücâdele et. Çünkü Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidâyete erenleri de en iyi bilendir.”2938
“Orada (cennette) boş söz değil; sadece ‘selâm’ duyarlar. Orada, sabah akşam rızıkları da kendileri için hazırdır.”2939
“Rabbim, göğsüme genişlik ver; kolaylaştır işimi. Çöz düğümü dilimden, ki anlasınlar sözümü.”2940
“(Ey Mûsâ, kardeşin Hârun’la beraber) Firavun’a gidin. O, tuğyân etti/iyice azdı. Ona tatlı ve yumuşak söz söyleyin.”2941
“O çok merhametli Allah’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevâzu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara lâf attığında ‘selâm’ derler (geçerler).”2942
2931] 3/Âl-i İmrân, 159
2932] 4/Nisâ, 5
2933] 4/Nisâ, 8
2934] 4/Nisâ, 63
2935] 4/Nisâ, 148
2936] 6/En’âm, 108
2937] 14/İbrâhim, 24-27
2938] 16/Nahl, 125
2939] 19/Meryem, 62
2940] 20/Tâhâ, 25-28
2941] 20/Tâhâ, 44
2942] 25/Furkan, 63
GÜZEL SÖZ
- 633 -
“Onlar (mü’minler) ki, yalan şâhitlik etmezler, boş bir şeye rastladıklarında, vakar ile (oradan) geçip giderler. Kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığında ise, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar.”2943
“Onlar (mü’minler), boş söz işittikleri zaman, ondan yüz çevirirler ve ‘bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size. Size selâm olsun. Biz kendini bilmezleri (arkadaş edinmek) istemeyiz’ derler.”2944
“İnsanlardan öyleleri var ki, herhangi bir ilmî delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş lâfı satın alır. İşte onlara rüsvây edici bir azab vardır. Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, sanki bunları işitmemiş, sanki kulaklarında bir ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak yüz çevirir. Sen de ona acıklı bir azabın müjdesini ver!”2945
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin.”2946
“Kim izzet ve şeref istiyorsa, (bilsin ki) izzet ve şerefin hepsi Allah’ındır (onu dilediğine verir). O’na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah’a amel-i sâlih ulaştırır...”2947
“Tâğuta kulluk etmekten kaçınıp, Allah’a yönelenlere müjde vardır. Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele. İşte Allah’ın hidâyet edip doğru yola ilettiği kimseler onlardır. İşte onlar akıl sahipleridir.”2948
“Allah, âyetleri birbirine benzeyen ve mükerreren gelen Kitab’ı sözlerin en güzeli olarak indirmiştir. Rablerinden korkanların bu Kitaptan derileri ürperir, sonra hem ciltleri ve hem de kalpleri, Allah’ın zikrine ısınıp yumuşar. İşte bu Kitap, Allah’ın dilediğini onunla doğru yola ilettiği hidâyet rehberidir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren olmaz.”2949
“Ey mü’minler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidir. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidir. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lâkaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işle böyle kimseler zâlimlerdir. Ey iman edenler! Zandan çokça kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi gıybet etmesin/arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.”2950
Hadis-i Şeriflerde Güzel Söz
Sözlerin en güzeli olan Allah kelâmını ümmetine tebliğ eden Peygamberimiz de birçok hadislerinde, insanlara karşı güzel söz söylemeyi emir ve tavsiye etmiş; bizzat kendisi de hayatı boyunca kaba sözlerden sakınmış; şahsına hakaret eden insanlara bile; “Allah’ım! Onlara hidâyet et; onlar gerçeği bilmiyorlar” diyerek duâda bulunmuştur.
2943] 25/Furkan, 72-73
2944] 28/Kasas, 55
2945] 31/Lokman, 6-7
2946] 33/Ahzâb, 70
2947] 35/Fâtır, 10
2948] 39/Zümer, 17-18
2949] 39Zümer, 23
2950] 49/Hucurât, 11-12
- 634 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Rasûl-i Ekrem, “cevâmiu’l-kelîm” idi. Yani, az kelimelerle çok anlamlı şeyleri anlatır, az ve öz konuşur, veciz ifadelerle merâmını dile getirirdi.
“İyiliği emir ve kötülüğü yasaklamaktan ve Allah’ı zikirden başka insanoğlunun her sözü aleyhinedir.”2951
“Allah’ın zikri dışında kelâmı çok yapmayın (çok konuşmayın). Zira Allah’ın zikri dışında çok söz, kalbe kasvet (katılık) verir. Şunu bilin ki, insanların Allah’a en uzak olanı kalbi katı olanlardır.”2952
“Kim Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsa, ya hayır (iyi, güzel, hak, doğru, meşrû söz) söylesin veya konuşmasın, sussun!”2953
“Din nasihattir.” Ashâb sordu: ‘Kim için nasihattir ya Rasûlallah?’ “Allah için, Kitab’ı ve Rasûlü için, müslüman devlet adamları ve bütün müslümanlar için.”2954
“Her ma’rûf/iyilik, güzel söz bir sadakadır.”2955
“Bir hayırlı işe delâlet eden kimse için, o hayırlı işi işleyenin sevâbı gibi mükâfat vardır.”2956
“Yarım hurma ile (onu sadaka vererek) olsa dahi ateşten korunmaya çalışın. Bunu da bulamazsanız tatlı sözlerle... Güzel söz sadakadır.”2957
“Sözlerin (en) hayırlısı Allah’ın Kitabı, yolların (en) hayırlısı Muhammed’in yoludur.”2958
“Bazı sözde büyüleyen bir kudret vardır.”2959
“Beyandan bir kısmı sihirdir ve şiirden bir kısmı da hikmettir.”2960
“Şiirden bir kısmı hikmettir.”2961
“Bir adamın karnının irinle dolup hasta olması, şiirle dolmasından daha hayırlıdır.”2962
“Şiir, söz menzilesindedir (doğal söz, nesir gibidir); onun güzeli kelâmın güzeli gibidir ve çirkini de kelâmın çirkini gibidir.”2963
“Kendisini ilgilendirmeyeni (faydasız söz ve işleri) terk etmesi, kişinin müslümanlığının güzelleşmiş olmasındandır.”2964
“Kıyamet gününde sizden kendilerini hiçmi hiç sevmeyeceğim ve benden pek çok uzakta kalacak olanlarınız; çok konuşanlarınız, sözleriyle insanlar üzerinde üstünlük sağlamak isteyenleriniz ve bir de kendilerini büyük görenlerinizdir.”2965
2951] İbn Mâce, Fiten 12
2952] Tirmizî, Zühd 62; Kütüb-i Sitte Terc. 16/394
2953] Buhârî, Tecrid-i Sarih Terc. 12/131, hadis no: 1981; et-Tâc, 5/183; Riyâzu’s Sâlihîn, II/120
2954] Müslim, İman 95; Buhârî, İman 42; Tirmizî, Birr 17; Nesâî, Bey’at 31; Ebû Dâvud, Edeb 59
2955] Müslim, Zekât 16, Ebû Dâvud, Zekât 60; Buhâri, Edebu’l Müfred, I/245
2956] Müslim, İmâre 38; Ebû Dâvud, Edeb 115; Tirmizî, İlm 14
2957] Riyâzu’s-Sâlihîn, II/109
2958] Müslim
2959] Buhârî, Tıbb 51; Muvattâ, Kelâm 7; Ebû Dâvud, Edeb 94; Tirmizî, Birr 81
2960] Ebû Dâvud, Edeb 87; İbn Mâce, Edeb 41
2961] Buhârî, Edeb 90; Tirmizî, Edeb 69
2962] Buhârî, Edeb 92; Müslim, Şiir 7
2963] Buhârî, Edebu’l Müfred Terc. 2/220
2964] et-Tâc, 5/186
2965] et-Tâc, 5/64
GÜZEL SÖZ
- 635 -
“Ben, haklı bile olsa münakaşayı terk eden kimseye cennetin kenarında bir köşkü garanti ediyorum. Şaka bile olsa yalanı terk edene de cennetin ortasında bir köşkü, ahlâkı güzel olana da cennetin en üstünde bir köşkü garanti ediyorum.”2966
“Acı da olsa doğruyu söyle... Yalandan da sakının. Çünkü yalan imana aykırıdır.”2967
“Doğruluktan ayrılmayınız; Çünkü doğruluk iyiliğe götürür. İyilik de cennete iletir. Gerçekten insan, doğrulukla hareket eder de Allah katında sıddık, (en doğru kimse) yazılır. Yalandan sakının; Çünkü yalan fenalığa götürür. Fenalık ise cehenneme iletir. Gerçekten insan yalan söyler de Allah katında kezzâb (çok yalancı) yazılır.”2968
“Hayırlı söz söyleyip de insanlar arasını düzelten yahut hayır ileten, yalancı değildir.”2969
“Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin.”2970
“Allah güzeldir, güzelliği sever.”2971
“Yazıklar olsun o kimseye ki, insanları güldürmek için konuşur ve yalan söyler! Yazık ona, yazık ona!”2972
“Kul yalan söylemeye ve yalan söyleme niyetini taşımaya devam edince bir an gelir ki, kalbinde önce siyah bir nokta belirir. Sonra bu nokta büyük ve kalbinin tamamı simsiyah olur. Sonunda Allah nezdinde ‘yalancılar’ arasına kaydedilir.”2973
“Kim, bir hidâyete dâvette bulunursa, o hidâyete uyanların nâil olduğu ecrin tamamına, çağıran da erişir; bu, diğerlerinin ecrini hiç eksiltmez. Kim de bir sapıklığa çağırırsa, o sapıklığa düşenlerin tamamının günahından, dalâlet dâvetçisi de hissedar olur ve bu, onların günahını kesinlikle azaltmaz.”2974
“Mü’min dil uzatıcı değildir, lânet okuyucu değildir, kötü iş yapan değildir, kötü, kaba ve çirkin söz söyleyen değildir.”2975
“Bir kimse diğer bir kimseyi fıskla veya küfürle itham etmesin. Aksi takdirde, itham edilen arkadaşında bunlar yoksa, kelime (itham ettiği sıfat) kendine döndürülür.”2976
“Bir kimse diğerine, ‘kâfir’ dediği zaman, bu ikisinden biri kâfir olur: Eğer dediği kimse kâfir ise, adam doğru söylemiştir; yok eğer ona dediği gibi değilse, ona söylediği küfür sözü kendine döner (söyleyen kâfir olur).”2977
Peygamber’den (s.a.s.) müşriklerin aleyhine Allah’tan bedduâ etmesini isteyen birine O, şöyle buyurmuştur: “Ben, lânet edici olarak gönderilmedim; ancak rahmet olarak gönderildim.”2978 Rasûlullah’ın âlemlere rahmet olarak gönderildiğini
2966] Ebû Dâvud, Edeb 7; Kütüb-i Sitte Terc. 16/391
2967] Keşfu’l Hafâ, hadis no: 1890, 865
2968] Buhârî, Edeb 69; Müslim, Birr 103, 105; Ebû Dâvud, Edeb
2969] Buhârî, Sulh 2; Müslim, Birr 101
2970] Buhâri, İlim 11; Müslim, Cihad 5
2971] Müslim, İman 147; İbn Mâce, Duâ 10
2972] Ebû Dâvud, Edeb 88; Tirmizî, Zühd 10
2973] Muvatta, Kelâm 18; K. Sitte Terc. 14/547
2974] Müslim, İlm 16; Tirmizî, İlm 15; Ebû Dâvud, Sünnet 6
2975] Tirmizî, Birr 48, hadis no: 1978
2976] Buhârî, Edeb 44
2977] Buhârî, Edeb 73; Müslim, İman 111
2978] Müslim, Birr 87
- 636 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kur’an da haber vermektedir.2979
“Müslümana sövmek fâsıklıktır.”2980
“Sövüşen iki kimsenin söyledikleri sözün günahı, mazlum olan hududu aşmadıkça, kötü söze başlayan üzerinedir.”2981
“Sövüşenlerin her ikisi şeytandır, saçmalarlar ve birbirlerine yalan söylerler.”2982
Bir adam, şarap içmiş, bunun üzerine de İslâmî ceza ile cezalandırılmıştı. Hazır bulunanlardan bazıları suçluya ‘Allah seni kahretsin, seni rezil etsin!’ demişlerdi. Söylenen bu sözleri hoş görmeyen Rasûlullah: “Hayır, öyle söylemeyin. Bu adamın aleyhine şeytana yardım etmeyin.”2983 buyurmuştu.
“Bir mü’mine şer olarak, müslüman kardeşine hakaret etmesi kâfidir.”2984
“Ümmetimin kötüleri, gevezelerdir, enine boyuna sözü uzatanlardır, sözlerinde büyüklük taslayanlardır. Ümmetimin hayırlıları da ahlâk bakımından en güzel olanlardır.”2985
“Öğretiniz ve kolaylaştırınız.” (Bu sözü üç defa söyledi.) “Bir de öfkelendiğin zaman sus!” (Bunu da iki defa söyledi.)2986
“Kim bana iki bacağı arasındaki tenâsül uzvunu (haramdan koruyacağına), iki çenesi arasındaki dilini de (yasaklanmış çirkinliklerden koruyup güzelliklerle süsleyeceğine) garanti verirse, ben de ona cenneti garanti ederim.”2987
“Size, en şerli olanlarınızı haber vereyim mi? Koğuculukla dolaşıp insanlar arasını (dostlar arasını) bozan ve temiz kimselere ayıp isnâd edenlerdir.”2988
“Ribânın en kötüsü, haksız yere müslümanın ırzına namusuna dil uzatmaktır.”2989
“Faiz yetmiş üç baptır. Onların - günah cihetinden - en hafifi, kişinin annesi ile cima etmesi gibidir. Bilin ki, faizin en şiddetlisi müslüman kişinin ırz ve namusuna dil uzatmaktır.” buyurdu.”2990
İbn Abbas’tan rivâyet edildiğine göre; Resulullah zamanında iki adam arasında karşılıklı sövme oldu: Bunlardan biri sövdü, diğeri sustu. Peygamber (s.a.s.) de oturuyordu. Sonra diğeri aynı sözü geri çevirdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.s.) kalktı ve meclisten dışarıya çıktı. Hz. Peygamber’e “niçin kalktın” diye sorulunca, “Melekler kalktı, ben de onlarla beraber kalktım. Bu sövülen, sükût ettiği müddet, melekler buna sövene, sözü geri çeviriyorlardı. Ne zaman ki, bu adam, sövenin
2979] 21/Enbiyâ, 107
2980] Nesâî, Tahrîmu’d-Dem’ 27; İbn Mâce, Fiten 4
2981] Müslim, Birr 68; Ebû Dâvud, Edeb 47; Tirmizî, Birr 51
2982] Müslim, Cennet, 64
2983] Riyâzu’s-Sâlihîn, III/146
2984] Riyâzu’s-Sâlihîn, III/156
2985] Tirmizî, Birr, hadis no: 2019
2986] Ahmed bin Hanbel, Müsned Hadis no: 2136, 2556
2987] et-Tâc, 5/183
2988] Ahmed bin Hanbel, c. 6, s. 459, hadis no: 27052; İbni Mâce, hadis no: 4119; Edebu’l Müfred, hadis no: 1323
2989] Ebû Dâvud, hadis no: 4876
2990] Hâkim, 2259; İbn Mâce, hadis no: 2274; İbn Cârud, 647; Albâni, S. Câmi, hadis no: 3539, es-Silsiletu's Sahiha, hadis no: 187
GÜZEL SÖZ
- 637 -
sözünü geri çevirdi, melekler kalktı, gitti” buyurmuştur.2991
Hz. Ali: “Çirkin laf edenle onu yayan, günâh işlemekte eşittir.”2992
Muaz’dan (r.a.) şöyle rivâyet edilir: Dedim ki: “Ey Allah’ın Rasulü! Beni cennete sokacak ve cehennemden uzaklaştıracak bir amel haber ver.” Şöyle buyurdu: “Büyük bir şey sordun. Şüphesiz o, Allah’ın kolaylaştırdığı kimse için kolaydır. Allah’a ibadet eder ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmazsın, namazı kılar, zekâtı verir, Ramazan orucunu tutar ve oraya yol bulabilirsen Beyt’i haccedersin.” Sonra şöyle buyurdu: “Seni hayır kapılarına yönelteyim mi? Unutma ki Oruç bir kalkandır. Sadaka, suyun ateşi söndürdüğü gibi günahları söndürür. Kişinin gecenin ortasında namaz kılması da -aynen günahları söndürür- ..…..” Sonra şu âyetleri okudu: “Onların yanları -geceleri Allah’a ibadet etmek için- yataklarından uzaklaşır. Rablerine korku ve umutla duâ ederler ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. Artık hiç bir nefis, yaptıklarına karşılık olmak üzere kendileri için gözler aydınlığı olarak nelerin saklandığını bilmez.”2993 Sonra şöyle buyurdu: “Sana işin başını, direğini ve en üst noktasını haber vereyim mi?” “Evet, ey Allah’ın Rasulü!” dedim. Şöyle buyurdu: “İşin başı İslâm’dır. Direği de namazdır. En üst noktası ise Allah yolunda cihad etmektir.” Sonra şöyle buyurdu: “Sana bütün bunların esasını haber vereyim mi?” “Evet, ey Allah’ın Rasulü!” dedim. Dilini tutarak “Buna sahip ol!” buyurdu. Dedim ki: “Ey Allah’ın Rasulü! Bizler, konuştuklarımızdan hesaba çekilir miyiz?” Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Annen hasretine yansın ey Muaz! İnsanları yüz üstü cehenneme sürükleyen dillerinden başka bir şey midir zannediyosun?”2994
Güzel Söz, Allah’a Çağırmaktır
İnsanları Allah’a dâvet, işin şuurunda olan mü’minlere yüklenen önemli bir sorumluluktur. “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”2995 İnsanların büyük bir bölümü, diğer insanları Allah’a gereği gibi iman edip sadece O’na ibâdet/kulluk etmeye dâvet etmenin kendilerine verilmiş bir mes’ûliyet olduğunu, çevrelerindeki kişileri güzel söze dâvet etmenin bir ibâdet olduğunu düşünmezler. Yani bu sorumluluğun bilincinde değildirler.
“Mü’min erkeklerle mü’min hanımlar birbirlerinin velîleridir (dostları ve yardımcılarıdır). İyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekât verirler, Allah ve Rasûlüne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği kimseler bunlardır. Şüphesiz Allah azizdir, üstün ve güçlüdür, hakîmdir, hüküm ve hikmet sahibidir.”2996 Bu âyetten de anlaşıldığı gibi iman eden her insan, dünya hayatı boyunca sürekli güzellikleri, yani tevhid ve Allah’a itaati, güzel ahlâkı anlatmakla, bizzat kendisi yaşamakla ve insanlara da güzellikleri tavsiye edip onları kötülüklerden sakındırmakla yükümlüdür. Güzel bir hayat isteyen insanın güzellikleri teşvik etmesi, iyilik isteyenin iyiliği yaymak için çaba harcaması, zulme râzı olmayanın zâlimleri uyarması ve onlara tepki göstermesi, kısacası doğruluk isteyen insanın diğer insanları da doğruya dâvet etmesi şarttır. Bu dâveti yaparken aklından çıkarmaması gereken
2991] Ebû Dâvûd, Edeb, II, 572
2992] Beyhakî, Şuabu'l-İman
2993] 32/Secde, 16-17
2994] Tirmizî, hadis no: 2749
2995] 3/Âli İmrân, 104
2996] 9/Tevbe, 71
- 638 -
KUR’AN KAVRAMLARI
en önemli noktalardan biri, bu çağrıyı güzel bir üslûp ve metotla yapmasının gerektiği, diğeri ise, hidâyeti verecek ve güzel sözü karşı tarafta etkili kılacak olanın ancak Allah olduğudur.
Mü’minlerin birbirlerine ve farklı inanç ve yaşayıştaki insanlara faydalı olmaları sağlayan en büyük etkenlerden birisi, birbirlerinin hevâlarını ve hoşnutluklarını değil; öncelikle Allah’ın rızâsını gözetmeleri ve hakkı açıkça söylemekten çekinmemeleridir. Bu, karşılarındaki kişinin nefsine ters düşecek bir konu da olsa, böyledir. Önemli olan, söyleyeceği şeyin o kişiye fayda vermesi, hatasını düzeltmesine, Allah’a yakınlaşmasına vesile olmasıdır. Bir mü’min, muhâtabına âhireti açısından ne hayırlı ise onu çekinmeden açık sözlülükle dile getirmelidir. Fakat bununla birlikte bu açık sözlülüğün ardında son derece ince düşünceli, karşısındakine saygılı, sevgi ve şefkat dolu bir anlayış da olmalıdır. Örneğin bir kişinin Kur’an’a göre eksik ya da hatalı bir yönünü uyarmadan önce, nasıl söylerse daha etkili ve yapıcı olabileceğini, yani konuşmanın usûl ve üslûp yönüyle de güzel olmasını düşünmelidir. Kişinin şevkini arttırıcı bir konuşma yapmayı, ama bunun yanında konunun önemini de vurgulamayı unutmaz. Kısaca, karşısındaki kişiyi hem içerik hem de şekil yönünden “sözün en güzeli” ile uyarabilmek için, önceden düşünüp tasarlar ve ona faydalı olmaya çok büyük bir titizlik gösterir.
Kuşkusuz böyle bir hassâsiyeti ve içten çabayı Allah’ın rızâsını arayan mü’minlerden başka hiç kimse gösteremez. Örneğin câhiliye insanları, şahsî çıkarları söz konusu olmadığı sürece karşılarındaki kişinin bir kusurunu, eksiğini düzeltmeye çalışmazlar. Diğer insanların eksikleri, kusurları, âhirette bunlardan dolayı duyacakları utanç ve pişmanlık onları hiç ilgilendirmez. Çünkü onlar, yalnızca kendi dünyevî çıkarlarının peşindedirler. Eğer herhangi bir sebeple birine öğüt vermeleri gerekirse, genellikle yapıcı olma, güzel söz söyleme konusunda, ağzından çıkan her kelimenin hesabının sorulacağını düşünen mü’min kadar bir çaba sarf etmez; ağızlarına geldiği gibi konuşarak karşı tarafa sıkıntı verirler. Çoğunlukla da kimseye karışmamayı tercih ederler. Çünkü özgürlük anlayışını hevâları istikametinde yorumlayıp herkesin yaptığının kendine göre doğru olduğunu düşünür veya her koyunun kendi bacağından asılacağına, başkasının yaptığından diğer insanların sorumlu olmadığına inanırlar. Onlar bilirler ki, bir insana eleştiri yapmak, ona öğüt vermek, yaptığı yanlışı bırakıp en doğru ve en güzel olana uymasını söylemek, aslında çok zor bir iştir ve bedel istemektedir. Karşıdaki kişinin gösterebileceği muhtemel olumsuz tepkileri göze almak için kişinin, Allah rızâsı gibi bir beklentisi olmalıdır.2997
Dünya ve Âhiret Kapılarını Açan Anahtar; Güzel Söz
Allah, Kur’an’da insanların birbirlerine güzel sözler söylemelerini, güzel bir şekilde hitap etmelerini emretmiş, kötü lakap takmayı, alay etmeyi, gıybeti, iftirayı, yalanı yasaklamıştır. Mü’minlerin birbirlerini onore edici, ıslah özelliği belirgin, içerik yönüyle olduğu kadar üslûp yönüyle de güzel şekilde konuşmalarını emretmiştir. Hayatımızı ilâhî ölçülere göre sürdürmemizi emreden Yüce Allah, çevremizde dost kazanmamızın sırrını açıklarken şöyle buyurur: “Allah’a dâvet eden, sâlih amel/iyi iş yapan ve ‘ben müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim olabilir? İyilikle kötülük bir olmaz. (Sen kötülüğü) en güzel şeyle sav; o zaman (bakarsın ki)
2997] H. Yahya, a.g.e., s.10
GÜZEL SÖZ
- 639 -
seninle arasında düşmanlık olan kimse, sanki sıcak bir dost oluvermiştir.”2998
İnsanlara karşı iyi muâmele ve güzel söz söyleme, İslâm’ın prensiplerindendir. Firavun’u hak dine dâvet için giden Hz. Mûsâ ve Hz. Hârun’a Allah; “Ona yumuşak konuşun.”2999 emrini vererek, İslâm’a karşı (henüz) savaşçı konumunda olmayan kâfirlere bile tebliğin yumuşak ve güzel söz ile yapılmasını istemiştir.
Mü’minlerin, İslâm’a karşı savaşçı durumda olmayan tüm insanlara karşı güzel sözlerle konuşması gerektiğine bir örnek de, müslümanların anne babalarına karşı kullanacakları üslûbu öğreten âyetlerde görebiliriz. “Rabbin sadece kendisine ibâdet/kulluk etmenizi, ana babanıza da ihsân etmenizi/iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine ‘of!’ bile deme; onları azarlama. İkisine de güzel söz söyle.”3000 Yine, müşrik bir babaya karşı nasıl hitab edileceğini Hz. İbrâhim’in putperest babasına karşı, çok saygılı şekilde ve sık sık ‘babacığım’ diye hitap eden konuşma ve tebliğ örneğinde görebiliriz.3001
İnsanların çoğunu güzel söz söylemekten ve güzel söze icâbet etmekten alıkoyan şeytandır. Kur’an, bize şeytanın insanları güzel söz söylemekten uzaklaştırmaya çalışacağını; çirkin ve kötü sözlerle aralarına düşmanlık sokmak isteyeceğini haber verir: “Kullarıma söyle: Sözün en güzelini konuşsunlar. Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.”3002 Nefsine uyup da şeytanın adımlarını takip edenler için dünyevî zevkler, her türlü güzel gâyelerin üstündedir. Meselâ vicdanları onlara hata yapan birine karşı affedici olmayı, kötü söz söyleyene karşı güzel sözle mukabele etmeyi bildirse bile, onlar nefislerine uyup affetmemeyi veya kötü söze daha kötüsüyle karşılık vermeyi tercih ederler. Fikirlerin değil nefislerin konuştuğu, kibir ve hakaret dolu sözler, alaycı ve itici ifadeler, bir üstünlük gibi görülebilmektedir. İşte bu gibi insanlar, bencillikleri, kendi akıllarını beğenmeleri, büyüklenmeleri ve şeytanın fısıltılarına kulak vermeleri nedeniyle vicdanlarının sesini dinlemez, kendilerine hatırlatılan güzel söze uymazlar. “Vicdanları da bunların doğruluğuna tam bir kanaat getirdiği halde, zulüm ve kibirlerinden ötürü onları bile bile inkâr ettiler. Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak!”3003
Bazen dâvetçiler tarafından bile daha çok da münakaşa ortamında, güzel olmayan söz ve tavırlar, muhatabın da kışkırtmasıyla ortaya dökülebilmektedir. Bu gibi kaba söz ve davranışlar, muhâtaplarımızın bizden uzaklaşmasına, yakınımızdakilerin de etrafımızdan dağılmasına sebep olacaktır: “Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Şâyet kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için duâ et.”3004
İnsan, yaratılışı gereği güzellikten, sevgi ve saygıdan, güzel hitaplardan zevk alır. Bozulmamış fıtrata zor gelen, insanın kendi hevâsının, kötü arzularının izinden gitmesi, güzel yolu bırakıp kötü davranmasıdır. Çünkü bunlar vicdanı rahatsız eder, huzursuzluk ve stres kaynağı olur. Güzel sözler, karşıdaki insan için
2998] 41/Fussılet 33-34
2999] 20/Tâhâ, 44
3000] 17/İsrâ, 23
3001] Bk. 19/Meryem, 41-48
3002] 17/İsrâ, 53
3003] 27/Neml, 14
3004] 3/Âl-i İmrân, 159
- 640 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olduğu kadar, konuşan insan için de huzur ve mutluluk vesilesidir; her ibadette olduğu gibi, esas karşılığı âhirette alınacak olması yanında dünyada da avansın, peşin ödüllerin alındığı hayırlardır. Sözün en güzeline uyanlara müjdeler vardır.3005 Sadece âhirette değil, dünyada da huzur içinde, izzetli ve onurlu bir şekilde, güzel bir hayat yaşayacaklardır: “Erkek veya kadın, kim mü’min olarak sâlih amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayatla yaşatırız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeliyle veririz.”3006
Eski şeriatlerde “söz orucu” şeklinde bir ibâdet vardı. Bu, Muhammed (s.a.s.) ümmetinde denge üzere konuşmak şartıyla kaldırıldı. Yani, bizim şeriatımızda susarak oruç olmamakla birlikte, konuşmada şer’î ölçülere riâyet etmek kaydıyla dengeli olmak, az ve öz konuşmak, yani sözü güzelleştirmek, ısrarla tavsiye edilmiştir. Zira konuşulan her sözün hesabı verilecektir. Çok konuşmak, konuşma israfı ve söz kirliliğidir. Gıybet, iftira, hakaret, yalan vb. şöyle dursun, boş konuşmak, yerli yersiz laf ebeliği, karşımızdakinin kulaklarını rahatsız etmek demektir ki o da, kul hakkıyla ilgili veballerin kapısını aralamaktır.
Müslümanın, her türlü kötü söz ve hareketlerden kaçınması gerektiği gibi, o, dilini Allah’ı zikir ile ve insanları Allah’a dâvetle meşgul etmelidir. Güzel sözlerle insanları Hakka çağıran ve kötülüklerden alıkoymaya gayret edeni öven Yüce Allah, “İçinizden hayra dâvet eden, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun; işte onlar, kurtuluşa erenlerdir.”3007 buyurmuştur.
Levhv el-Hadis; Faydasız, Boş Söz
Eşyanın, yaratılış gâyesinin dışında kullanılması, onun değerini düşürür. Konuşma yeteneğinin yaratılış amacı, hakkı söylemek ve muhâtaba merâmı ifade edebilmektir. Sözü yerinde kullanmak, onu tesirli kılarken, yerli-yersiz sarf edilen söz de, etkiyi azaltır; anlatılmak istenen manayı daha da karmaşık duruma getirdiği gibi, o nisbette muhâtabı da sıkar. Cevâmiu’l-kelîm, yani az kelime ile çok mana ifade etme, sözün vecîz olması, Kur’an ve hadislerin edebî üslûbundan birini teşkil etmektedir.
Mü’min, dini ve dünyası için lüzumsuz olan her türlü şeyden uzaklaşmaya çalışır. “Gerçekten mü’minler kurtuluşa ermiştir; Onlar ki, namazlarında huşû içindedir; Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler...”3008 Dili, gereksiz ve boş sözlerle meşgul etmek, insan hakkına tecâvüz sayılan gıybet, iftira, dedikodu, yalan sözler, söyleyenin kalbini kararttığı, günaha sevk ettiği gibi; dinleyeni de yanlış kararlara, hatalara ve felâketlere sürükleyebilir. Konuşulmaması gereken yerde konuşmak, sırrı ifşâ etmek, birçok tehlikeli olayların meydana gelmesine sebep olabilir.3009 Allah, râzı olduğu kullarının vasıflarını sayarken şöyle buyurur: “Rahmân’ın kulları ki, yeryüzünde mütevâzi olarak yürürler, câhiller kendilerine lâf atarsa ‘selâm’ derler.”3010 Lüzumsuz söz ve sataşmalardan sakınan mü’minler, böylece övülürken, bunun aksine boş ve lüzumsuz sözlerle meşgul olanlar için de şu ikaz yapılmaktadır: “İnsanlardan kimi vardır ki, bilgisizce (insanları) Allah’ın yolundan saptırmak ve onunla alay
3005] 39/Zümer, 17-18
3006] 16/Nahl, 97
3007] 3/Âl-i İmrân, 104
3008] 23/Mü’minûn, 1-3
3009] 60/Mümtehine, 1
3010] 25/Furkan, 63
GÜZEL SÖZ
- 641 -
etmek için eğlence (türünden boş) sözleri (lehv el-hadisi) satın alırlar (bâtıl ve boş söze müşteri çıkar, kıymet verirler). İşte onlara, küçük düşürücü bir azap vardır. Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, sanki onları hiç işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak (arkasını) döner. Onu, acı bir azap ile müjdele.”3011 Bazı masal kitaplarını getirip Mekkelilere okuyarak onları eğlendiren, dolayısıyla Kur’an’ı dinlemelerine engel olan Nadr bin Hâris ve benzerleri hakkında nâzil olan bu âyet, boş lafların, hakkı dinlemeye engel olduğunu veciz bir şekilde ifade etmekte, bu tür meşguliyetleri yasaklamaktadır.3012
Lokman sûresi, 6. âyette geçen “lehv el-hadis”, boş söz, eğlence sözü anlamına gelir. “İnsanı, gerekli olan ibâdetleri yapmaktan alıkoyan asılsız haber, yalan söz ve insanları sadece güldüren, haktan uzaklaştıran, Allah’ı unutturan her türlü oyun, eğlence, lehv el-hadis olarak değerlendirilmiştir. İnsanı oyalayan, ciddî işlerden alıkoyan sözler, asılsız hikâyeler, gevezelikler, efsâneler, sırf güldürmek için edilen lakırdılar, teğanniler (şarkı-türküler) gibi eğlendirici ses ve sözlerdir.”3013 İbn Abbas (r.a.), lehv el-hadisi; şarkı, türkü ve benzeri şeylerle tefsir etmiştir.3014 Mevdûdî, bu âyetin tefsiri olarak lehv el-hadis kavramını şöyle açıklıyor:
“Lehv el-hadis” deyimi, metinde, dinleyeni meftun eden, tamamıyla kendi atmosferine çeken ve etrafındaki başka şeylerden habersiz hale getiren bir şeyi tazammun eder. Lügat anlamı itibarıyla bu tamlamanın herhangi bir kötü çağrışımı yoktur; fakat günlük kullanım içinde bu tamlama; dedikodu, saçma sapan konuşma, sulu şaka ve hareket, romanlar, hikâyeler, masallar, şarkı söyleme, cümbüş... vs. kötü ve faydasız şeyler için kullanılır.
İlgi çekip oyalayıcı masalları “satın almak”, söz konusu şahısların hakikat yerine bâtılı seçtiği, hidâyetten yüz çevirip kendisine ne dünyada ne de âhirette bir faydası dokunmayan böyle şeylerle uğraşması anlamına da gelebilir. Ne ki bu, mecâzî anlamıdır. Asıl anlamı ise, “kimse sarfettiği mal karşılığında boş ve faydasız bir şey almamalıdır” şeklindedir. İbn Hişam, İbn İshak’a dayanarak rivâyet eder ki, Mekke müşrikleri ellerinden geleni yapmalarına rağmen Hz. Peygamber’in mesajının yayılmasını engelleyemeyince Nadr bin Hâris, Kureyşliler’e şunları söyledi: “Bu adama karşı çıkma yolunuz sizi bir yere götürmez. O sizin aranızda yaşamakta. Şimdiye dek ahlâken en iyi olanınızdı; aranızda yaşayan en doğru, en dürüst ve emin kişi oldu daima. Siz tutmuş, onun bir kâhin, sihirbaz, şâir ve mecnun olduğunu söylüyorsunuz. Kim inanır buna? Ahali, bir kâhin nasıl konuşur bilmiyor mu? Bir şâirin, bir mecnunun halini tefrik edemez mi halk? Bu ithamların hangisini Muhammed (s.a.s.)’e yamayabilirsiniz ki halkın dikkatini ondan kaçırabilesiniz. Bakın! Ben size onunla nasıl başedeceğinizi göstereyim.”
Sonra Mekke’den ayrılıp Irak’a gitti ve oradan İran kisraları, Rüstem ve İsfendiyar’la ilgili masalları, hikâyeleri ve ustûreleri (efsaneleri) derlemeyi başarıp halkın dikkatini Kur’an’dan ayırmak ve onları masallar içinde uyutmak için, masal anlatma partileri düzenlemeye başladı.3015 Aynı rivâyet Esbâb-ı Nüzûl adlı
3011] 31/Lokman, 6-7
3012] Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 2, s. 245-246
3013] İbn Arabî, Ahkâmu’l Kur’an, 3/1493; Elmalılı, 7/3883
3014] Buhâri, Edebu’l Müfred Terc. 2/143; Mecmuâtün Mine’t-Tefâsir, 5/56
3015] İbn Hişam, c. 1, s. 320-321
- 642 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kitapta Kelbî ve Mukatil’e dayanarak Vâkıdî tarafından nakledilmiştir. Ve İbn Abbas’a göre Nadr bu amaçla şarkıcı kızlar da getirmişti. Bir kimsenin Hz. Rasûl (s.a.s.)’ün etkisi altına girdiğini işittiğinde, şarkıcı bir kızı şöyle bir tâlimatla ona musallat ederdi: “Onu yedir, içir, şarkınla öyle ağırla da diğer taraftan kopup seninle hemhal olsun.” Bu, kötülük odaklarının her devirde başvurmakta olduğu aynı araçtı. Kötülüğün bu elebaşıları, sıradan insanları kültür adı altında eğlence, spor ve müzikle öylesine oyalar ki, hayatın ciddî problemlerine eğilmek için, hiç zaman ve istekleri kalmaz. Ve bu boş vermişlik duygusu içinde sürüklenmekte oldukları felâketi hissetmezler bile.
Mevdûdi, açıklamasına devam eder: “Lehv el-hadis”in bu şekilde tefsiri, ashab ve tâbiînin birçoğundan nakledilmiştir. Abdullah bin Mes’ud’a soruldu: “Bu âyetteki lehv el-hadisin mânâsı ne?” İbn Mes’ud, üç kere tekrarla şöyle cevap verdi: “Vallahi o şarkı söylemektir.”3016 Benzer rivâyetler Abdullah, Mücahid, İkrime, Said bin Cübeyr, Hasan Basrî ve Makhül gibi âlimlerden de nakledilmiştir. İbn Cerir, İbn Ebî Hatim ve Tirmizî, Hz. Ebu Umâme’ye dayanarak Hz. Rasûl’ün şöyle dediğini rivâyet etmektedir: “Şarkıcı kızları satmak, satın almak, onların ticaretini yapmak ve onun üstünden para kazanmak haramdır.” Bir başka rivâyette bu son cümle: “Ve onun üstünden kazanılan parayı yemek haramdır” şeklindedir. Ebû Umâme’den gelen bir diğer rivâyet ise şöyledir: “Câriyelere müzik öğretmek ve onların ticaretini yapmak haramdır ve onun üstünden para kazanmak da haramdır.” Bu üç hadisin hepsi de lehv el-hadisin geçtiği âyetin böyle bir bağlam içinde indirildiğini göstermektedir. Kadı Ebu Bekir İbnu’l Arabî, Ahkâmu’l Kur’an’ında, Abdullah bin Mübarek ve İmam Mâlik’in Hz. Enes’ten rivâyet ettiği bir hadisi nakleder: Rasûlullah şöyle dedi: “Her kim, bir mûsikî meclisinde bir şarkıcı kızın söylediği şarkıyı dinlerse âhiret günü onun kulaklarına erimiş kurşun dökülecektir.”
Bu şahıs (Nadr bin Hâris); masallarla, şarkılarla, asılsız hikâyelerle halkı cezbedip oyalayarak ilâhî vahiyleri alaya almak istemektedir. Niyeti Kur’an dâvetini alaya almak, maskara etmek ve gülünç duruma düşürmektir. Kafasında Allah’ın diniyle savaşmak üzere bir taktik geliştirmiştir: Hz. Muhammed (s.a.s.) Allah’ın vahiylerini halka tebliğ etmeye başlar başlamaz, büyüleyici, tatlı sesli bir genç kız, bir müzik konseriyle marifetini gösterecek, öte yanda tatlı dilli bir hikâyeci İran hikâyeleri ve masalları anlatacak ki halk Allah, ahlâk ve âhiret hakkında bir şey dinleyecek halde olmayacak.” 3017
Peygamberimiz şöyle buyurur: “Selâmı yayın, selâmet bulursunuz. Boş şey/eğlence, kötüdür.”3018 Her iş ve sözü imanı ile uygunluk gösteren müslüman, âhirette lüzumsuz söz söyleme ve dinlemeden uzaktır: “Orada boş söz değil; yalnız selâm (huzur veren sözler) işitirler.”3019 Lüzumsuz söze kulak asmayan müslümanlar, daima hakkı dinler, hakkı söyler ve yalandan sakınırlar.3020 Dünyada lüzumsuz söz ve boş dâvâlarla meşgul olanlar, yalan, iftira, dedikodu ile kalplerini karartanlar, âhirette hesaba çekildikleri zaman, dünyada olduğu gibi lüzumsuz ve yalan lakırdılar etmeye başlayınca, onların ağızlarına mühür vurulur ve diğer organları,
3016] İbn Cerir, İbn Ebî Şeybe, Hakim, Beyhakî
3017] Mevdûdi, Tefhîmu’l Kur’an, c. 4, s.321-322
3018] Buhâri, Edebu’l Müfred Terc. 2/144
3019] 19/Meryem, 62
3020] 25/Furkan, 72; 33/Ahzâb, 70
GÜZEL SÖZ
- 643 -
aleyhlerinde şâhitlik etmeye başlar.3021
Lüzumsuz ve faydasız sözlerden kaçınmak, daima hak ve doğruyu konuşmak, mü’minin prensibidir. Önemsenmeden söylenen öyle lüzumsuz söz vardır ki, insanı cehennemin en derin yerine sevk eder.3022 Tirmizî’nin rivâyetine göre, Hz. Peygamber (s.a.s.): “Bir mecliste lüzumsuz sözler konuşan kimse, kalkarken ‘Sübhâneke’llahümme ve bi hamdike, eşhedü en lâ ilâhe illâ ente, estağfiruke ve etûbü ileyk’ derse, oradaki hataları bağışlanır” buyurmuştur.
Söz Var İş Bitirir, Söz Var Baş Yitirir
Söz; kişinin inanç, görüş, düşünce ve davranışlarının dilidir. Kişinin aynasıdır, portresidir, için dışa yansımasıdır. Hz. Ali: “Kişi, dilinin altında gizlidir” buyurarak bu gerçeği dile getirmiştir. Yine o şöyle buyurur: “Bana soru soranın zekâ seviyesini, sorduğu sorudan anlarım.”
İnsan, inandığından, düşündüğünden ve yaptığından başkasını söylememelidir. Yalan olur bu; hakikatin gizlenmesi olur. Aldatma, ikiyüzlülük, riyâkârlık, münâfıklık olur. Bu tür yalan ve yanlış sözler, ne denli süslü ve yaldızlı kelime ve cümlelerle ifade edilse (şiirleşse, hikâyeleşse, edebiyat ve sanat kostümüyle makyajlansa da merduttur.3023 Kişi, bilerek söylediğinden sorumludur;3024 Dinlediklerinden de.3025 Yapmadığı/yapamayacağı şeyi söylememelidir.3026
Küfür, gıybet, lâf taşıma, iftira, yanlış, yalan, çirkin söz söylemek, zaten güzel insanların işi değil. Ancak bunun da ötesinde, boş (lâğv) söz söylemekten de nehyedilmişiz. Rabbimiz, kurtulan/kurtulacak olan mü’minlerin vasıflarını sayarken: “Onlar ki lâğvden (boş söz ve faydasız işten) yüz çevirirler.”3027 buyuruyor. Yine, mü’minlerin vasfını şöyle açıklıyor: “Faydasız bir söz işittiklerinde oradan vakarla uzaklaşırlar.”3028 Bu gerçeği, Kutlu Önderimiz (s.a.s.) de şöyle dile getiriyor: “Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse, mutlaka hayır (iyi, güzel, hak, doğru, meşrû söz) söylesin; ya da sussun, konuşmasın.”3029 Gereksiz tartışmaları da hoş görmüyor Rabbimiz.3030
Konuşmanın kısa, öz ve anlaşılır olmasına da özen gösterilmelidir. Bu konuda Hz. Ali (k.v.): “Çok konuşanın hatası çok olur” diyor. Hz. Ali’nin şu sözleri de önemlidir: “Konuşmadığın sürece söz sana tâbidir. Söyledikten sonra sen, onun mahkûmu olursun.” Çok, gereksiz ve dikkatsiz konuşmamak demek, haksızlık karşısında susmak anlamına gelmez elbet. Yerinde olursa söz altındır. Rabbimizın ikazı hepimizin mâlumudur: “Hakka bâtılı karıştırmayın. Bile bile hakkı gizlemeyin.”3031 Konuşmak gerektiğinde susmak, susmak gerektiğinde konuşmak, kişinin akıl ve inanç zâfiyetine delâlet eder. Hele zulme ve haksızlıklara uğrayanların, onu or3021]
36/Yâsin, 65; 41/Fussılet, 20-22
3022] Müslim, hadis no: 2988
3023] 6/En’âm, 112; 2/Bakara, 204; 63/Münâfikun, 4
3024] 2/Bakara, 225; 50/Kaf, 17-18
3025] 17/İsrâ, 36
3026] 2/Bakara, 44; 61/Saff, 2-3
3027] 23/Mü’minûn, 3
3028] 25/Furkan, 72
3029] Buhârî, Tecrid-i Sarih Terc. 12/131, hadis no: 1981; et-Tâc, 5/183; Riyâzu’s Sâlihîn, 3/103
3030] 18/Kehf, 54
3031] 2/Bakara, 42
- 644 -
KUR’AN KAVRAMLARI
tadan kaldırmak için var güçleriyle mücadele etmeleri gerekir.3032
Kur’an, güzel sözün, bazı sadakalardan daha hayırlı olduğunu belirtiyor: “İyi bir söz ve bir ayıp örtme, ardından eziyet gelen bir sadakadan hayırlıdır.”3033
Güzel söz, güzel insanlara, kötü söz de kötü insanlara yaraşır. Rivâyete göre, Hz. İsa, bir gün insanlara güzel, yumuşak ve etkileyici bir dille İslâm’ı tebliğ ediyor. Toplumun içerisinden biri, devamlı çirkin sözlerle hakaret ediyor İsa Peygambere. Havârilerinden biri dayanamayıp: “Ey İsa! Sen de ona söyledikleriyle mukabele et” diyor. Hz. İsa’nın cevabı çok mânidar: “Herkes torbasında olanı satar. Benim yanımda bu var; onun yanında o.” Kuşkusuz sorulacağız her yaptığımızdan ve söylediklerimizden; ya da yapmamız gerektiği halde yapmadıklarımızdan, söylememiz gerektiği halde söylemediklerimizden. Kur’an şöyle buyurur: “Sağında ve solunda birer melek, onu gözetlemekte ve söylediği her sözü yazmaktadır.”3034
Söz, bir fâsığa, yani büyük günah işleyen veya küçük günahlarda ısrar eden kimseye aitse, kuşkuyla bakılır; hemen kabul edilmez. “Ey iman edenler! Eğer bir fâsık, size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın.”3035 Yalancı kâfirlerin konuşmalarına da itibar edilmez. Müslümanın ölçüsü kesin: Savaş hilesi hâriç, her söylenenin doğru olması şarttır. Ama her doğruyu her yerde aynı üslûpla söylemenin doğru olmadığı da tecrübe ile sâbittir.
Konuşmacı; yer, zaman ve muhâtaplarını göz önünde tutacaktır konuşurken. Savaşacak olan mücâhidlere hitap eden komutanın sözleriyle, iki dargını barıştırmak isteyen kişinin sözleri farklı olacaktır elbet. Düğünde yapılan konuşma farklı, tâziyede yapılan konuşma farklı olacaktır.
Sözün sahibi, söylediklerini yaşamıyorsa, söz etkili olmaz. Hiçbir dâvetçi ve tebliğcinin, sözünün eri olmadığı için; “hocanın dediğini yap; yaptığını yapma!” dedirtmeye hakkı yoktur. Hem söyleyene, hem de söylenene bakılmalıdır. “Söylenene bak; söyleyene değil!” diye bir müslüman için niye ve nasıl denilsin? Gerçek mü’minin sözü de özü de bir olmalıdır.
Bir yahûdi, müslüman olan Evs ve Hazrec kabilelerini neredeyse yeniden savaştıracaktı. Eski kavgalarını onlara hatırlatarak tahrik etti. Tam o sırada, Allah Elçisi yetişiyor. Tesirli sözlerle kavgayı önlüyor... Sözün etkili olmasında, söz sahibinin rolü büyük olduğu gibi, dinleyenlerin de rolünü yadsımamak gerekir. Konuşmalar; yalın, doğal, sade olmalı. Bağırıp çağırmanın gereği yok. Rabbimiz, Lokman’ın oğluna tavsiyesini şöyle anlatıyor: “Yürüyüşünde mûtedil ve mütevâzi ol. Sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini (avaz avaz bağıran) eşeklerin sesidir.”3036
Bu dünya için boş söz ve gevezeliklerin hoş olmadığını ifade buyuran Rabbimiz, Cennette de boş sözün olmayacağını haber veriyor.3037 Atasözündeki ölçü de yabana atılır cinsten değil: “Biliyorsan söyle; ibret alsınlar. Bilmiyorsan, sus da adam sansınlar.”
3032] 27/Neml, 221-227
3033] 2/Bakara, 263
3034] 50/Kaf, 17-18
3035] 49/Hucurât, 6
3036] 31/Lokman, 19
3037] 56/Vâkıa, 25
GÜZEL SÖZ
- 645 -
Sözümüzün iyi anlaşılması, etkili olması için -her işte olduğu gibi- duâ etmemizi ihtar ediyor hayat anayasamız: “(Mûsâ) dedi ki: Rabbım genişlet göğsümü. Kolaylaştır işimi. Çöz düğümü dilimden; Ki anlasınlar sözümü.”3038
Hiç şüphesiz sözün en güzelini, bütün güzel vasıflara sahip Güzelller Güzeli Allah söylemiştir. O’nun kutlu kitabından daha güzel söz söylenmiş değildir.3039 “Bu Kur’an, uydurulacak bir söz değildir.”3040; “Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır?”3041; “Allah’tan ve âyetlerinden sonra, hangi söze inanacaklar?”3042 Herkes kendini bir hesaba çeksin: En doğru, en güzel söz olan Allah’ın Kitabını mı daha çok okuyup anlamaya çalışıyor ve üzerinde düşünüyor; yoksa gazeteler, televizyonlar, radyolar ve başka sözler mi vaktini daha çok alıp kendisini yönlendiriyor?
Kuşkusuz; sözün en güzelini dinlemek, anlamak, yaşamak ve konuşmak, dilimizi ve hayatımızı O’nunla süslemek güzelleştirecektir bizi. Olgunlaştıracaktır, çirkinlikten, kötülük ve hamlıktan koruyacaktır bizi. Fertlerin, âilelerin ve toplumların rahatsızlıklarının şifâ bulması, en doğru söz olan reçeteye (Allah sözüne) yönelmekle mümkündür.
Karanlıktan hoşlanan “yarasalar”, iletişim araçlarıyla, saçma sapan sözleriyle, yalan ve iftiralarıyla, İslâm’ı söndürmeye muvaffak olamayacaklardır. “Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Kâfirler hoşlanmasa da Allah, nurunu tamamlayacaktır.”3043 Her müslüman; Kur’an’dan enerji alan bir nur/ışık olmaya gayret etsin. Göreceksiniz; İslâm’ı karartmak için saldıranlar, bir gün İslâm ile aydınlanacaklar veya kendi zindanlarında cehennemi dünyadayken yaşamaya başlayacaklardır. 3044
Firavun, onca küfrüne ve isyanına rağmen saltanatını sürdürüp giderken, dünyevî helâkine bir söz sebep olmuştur: “(Firavun) adamlarını topladı ve bağırdı; ‘ben sizin en yüce rabbinizim’ dedi. Bunun üzerine Allah da onu, ibret-i âlem olacak âhiret ve dünya azabıyla yakaladı.”3045 Elfâz/sözler önemlidir. Âyette görüldüğü gibi kimi zaman Allah’ın gazabını küfür ameller ve duygular harekete geçirmezken, tek bir cümle harekete geçirmektedir. İslâm kelâmcıları, bu yüzden olsa gerek “ef’âl-i küfür” (küfür eylemleri) ve “efkâr-ı küfür” (küfür düşünceler) hakkında söz etmezken, yazdıkları Akaid kitaplarında “elfâz-ı küfür” (küfür sözler) üzerinde durmuşlar ve hatta bu tür lâfızları saymaya kalkışmışlardır.
Konuşmak, insanın ayırıcı vasıflarından biridir. Allah, zâtına ait olan kelâm sıfatından bir cüz bahşetmiştir insana ve yalnızca insanla söz aracılığıyla konuşmuştur. Kur’an, en genel anlamıyla bir sözdür ve adına Kelâmullah tâbir edilir. Başta Kur’an olmak üzere tüm semâvî kitaplar, söz sanatının indirildikleri dildeki zirvesidirler. Kur’an, zirvelerin zirvesidir. Çünkü indirildiği toplum, şiirin büyü, şâirin şaman, sözün sultan olduğu bir toplumdu. Ve Kur’an, kendisinin bir şiir
3038] 20/Tâhâ, 25-28
3039] 39/Zümer, 23
3040] 12/Yûsuf, 111
3041] 4/Nisâ, 87, 122
3042] 45/Câsiye, 6
3043] 61/Saff, 8
3044] Âdil Akkoyunlu, Akit, 6-7Şubat 1999
3045] 79/Nâziât, 23-25
- 646 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olmadığını, kerim bir elçinin sözü3046 olduğunu vurgularken zımnen kendisinin söz sanatlarının zirvesi olan şiiri çok çok aşan bir sanat gücüne sahip olduğunu da vurgulamış oluyordu.
İslâm’ı insana taşıma işine verilen “tebliğ” ismiyle söz söyleme sanatına verilen “belâğat” aynı kökten geliyordu; tıpkı imanın aksesuarı olan “edep”le, dilimizde söz sanatlarının tümünün ortak adı olan “edebiyat”ın aynı kökten geldiği gibi. Allah, indirdiği vahiyle peygamberlerine söz söyleme sanatını da öğretiyordu. Bu meyanda Peygamber’in şahsından tüm gönül fâtihlerine etkili söz söyleme sanatının ilkeleri diyebileceğimiz kimi ilâhî tavsiyeler yapılıyordu. 3047
Kur’an’a Göre Söz Söyleme Sanatı
1. “Ve kûlû kavlen sedîdâ: Hakkı ve doğruyu söyleyin.”3048 Hakkın zıddı bâtıl, doğrunun zıddı yalandır. Her hak söz, aynı zamanda doğru ve her doğru da haktır; tıpkı her bâtılın yalan ve her yalanın da bâtıl olduğu gibi. İnsan, nerede olursa olsun hakkı haykırmak, doğruyu söylemek zorundadır. Bu, mü’min olmanın şiarıdır. Mü’min, emin/güvenilir olan kimse demektir. Hakkı haykıran ve doğruyu dile getiren tüm peygamberler ve onların vârisleri bu bedeli horlanma, hakarete uğrama, alaya alınma, işkence görme, sürülme, hapse atılma ve öldürülme biçiminde ödemişler ve bugün de ödemeye devam etmektedirler. Değil hakkı, bâtılı söylemenin dahi bir bedeli varken; hakkı haykırmanın bir bedeli olmasın mı? Söylediğiniz hakikat, ne kadar büyük ve önemliyse ödeyeceğiniz bedel de o oranda büyük olacaktır. Tarih boyunca tüm zâlim yöneticilerin gazabını, kendilerine hakkı ve doğruyu söyleyenler celbetmiştir. Bu gerçeği Hz. Peygamber şöyle dile getirir: “Cihadın en erdemlisi, zâlim yöneticiye hakkı haykırmaktır.”3049
2. “Ve kûlû kavlen ma’rûfâ: Münâsip bir biçimde konuşunuz.”3050 Âyette geçen “ma’rûf” iyi, güzel ve münasip anlamlarına gelir. Bu ifade, âyette karı-koca ilişkileri bağlamında yer almaktadır. İster karı-koca ilişkileri, ister diğer tüm insanî ilişkilerde, konuşma stili, argümanlar ve sözcükler olaydan olaya, yerden yere ve zamandan zamana değişiklik arzedebilirler ve arzetmelidirler de. Aslolan amaca ulaşmaktır. Hakikat tek, lâkin bir hakikati anlatmanın yolu ve yordamı tek değildir. Bazı insanların hadis diye naklettiği, fakat hadis olmayan “İnsanlara akıllarının alacağı şekilde konuşun” sözü, aslında bir gerçeğin ifadesidir. Sadece söylediğinizin doğru olması yetmez. Eğer sözünüzün hedefini bulmasını istiyorsanız doğruyu, doğru bir zaman ve zeminde, doğru bir üslûpla söylemek zorundasınız. İşte, âyette “ma’rûf” olarak geçen ve “münasip” diye çevirdiğimiz şey de budur.
3. “Ve kul lehum fî enfusihim kavlen belîğâ: Ve onlara kendi konumları hakkında detaylıca konuş; tesirli söz söyle.”3051 Âyetteki “fî enfusihim” ifadesi, söylenecek sözün özbenliklerine etki edebilecek söz olmasını da telmih etmektedir. Dudaktan çıkan sözün varacağı yer, kulak kepçesidir; yürekten çıkan sözün varıp duracağı yerse muhâtabın gönlü olacaktır. Âyetin esas vurguladığı şey, dâvete muhatap
3046] 69/Haakka, 40; 81/Tekvîr, 19
3047] M. İslâmoğlu, Yürek Fethi, s. 142-143
3048] 33/Ahzâb, 70
3049] Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce
3050] 4/Nisâ, 5, 8
3051] 4/Nisâ, 63
GÜZEL SÖZ
- 647 -
olan insanın ilgisini yine insana, yani kendi gerçeğine çekmektir. Kendi gerçeğini görmeyen biri, kendisiyle değil; hep “başkaları”yla, hep “onlar”la ilgilenecektir. Kendisini sürekli ilgi odağından uzak tutan kimseler, verilen hiçbir nasihati üzerlerine almazlar, hiçbir dâvetin muhatabı yerine kendilerini koymazlar. Dolayısıyla onlar öğüt almaz, söz dinlemez ve hallerini düzeltmezler. İşte onlar kör, sağır ve dilsiz biri gibidirler.
4. “Fe kûlâ lehû kavlen leyyinâ: Ona yumuşak bir üslûpla söyleyin.”3052 Bu ilâhî uyarı, Firavun’u uyarmakla görevlendirilen Hz. Mûsâ ve Hârun’a yapılıyordu. Aslolan İslâm’ı insana taşımaksa, bu uğurda meşrû olan her yöntem denenmeliydi. Bunların başında da tatlı dil ve güler yüz geliyordu. Hz. Mûsâ ve Hârun’a bu ilâhî tâlimat verildiğinde Firavun henüz dâvete muhatap olmamış bir “câhil” idi. İçinde bulunduğu küfür, bir “küfr-i inâdî” değil; bir “küfr-i cehlî” idi. Onun dâvet karşısındaki tavrı netleşip küfründe direndikçe söz konusu peygamberlerin ona karşı takındıkları üslûp da doğal olarak değişmişti. Günümüzde müslüman kardeşine bir doğruyu ileten, hatada gördüğü bir kardeşini uyaran kimi müslümanların takındığı üslûp, Firavun’a dahi takınılmayacak kadar nefret ettirici ve gaddarca olabilmektedir. Ünlüdür, Abbâsi halifesi Hârun Reşid’in, kendisini çok uygunsuz bir üslûpla uyaran bir nasihatçiye Tâhâ sûresinin yukarıda geçen âyetini kastederek şöyle dediği rivâyet edilir: “Yavaş ol! Allah senden daha hayırlısını (Hz. Mûsâ ve Hârun) benden daha şerlisine (Firavun) gönderirken yumuşak konuşmasını emretti.”
5. “Ve kûlû linnâsi husnâ: İnsanlara güzel söz söyleyin.”3053; “Ve kul li ıbâdî yekûlu’lletî hiye ahsen: Kullarıma söyle; Sözün en güzelini konuşsunlar.”3054
Sözlerin En Güzeli Olan Kitap’ta “En Güzel Söz” Diye Tanımlanan “Dâvet”in Usûlü: Kur’an’ın üslûbu, bir dâvetçi/tebliğci, yani gönül fâtihi için bulunmaz bir hazinedir. Kur’anî dâvet üslûbundan çıkaracağımız birçok ilke vardır. Biz burada bunlardan sadece birkaçına işaret etmekle yetineceğiz:
a- Kur’anî dâvet üslûbunda muhatabın dikkatini dağıtacak yersiz ayrıntılara girilmez. Söylenmek istenilen hakikat, doğrudan ve mümkün olan en az kelimeyle (îcaz) muhataba aktarılır.
b- Kur’an, muhatabının dikkatini dağıtmamak için genellikle somut isimler, tarihler ve mekânlar üzerinde durmaz. Kur’an’da müşahhas/somut olarak indiği dönemin mü’minlerinden yalnızca Hz. Zeyd bin Sâbit’in adı, kâfirlerden ise yalnızca Peygamber’in amcası Ebû Leheb’in adı geçer. Bunun dışında Kur’an, hep isme değil; eyleme vurgu yapar. Hatta tarihî kıssalarda kullanılan “nemrut”, “firavun” gibi isimler dahi özel isim değil; “sultan, kral, başkan, han, hakan” gibi cins isimlerdir. Çünkü isimler ayırır, ihtilâfı çoğaltır ve dikkatleri dağıtır. Tarihsel mekânlar, insanlar ve zamanları öne çıkarmak dikkatleri dağıtırdı ki, çağlarüstü bir mesaj olan Kur’an buna meydan vermemiştir.
Ender durumlar dışında Kur’an rakam da vermez. Örneğin cehennem kapıcılarının sayısı konusunda “üzerinde on dokuz vardır.”3055 âyetiyle rakam verir ve
3052] 20/Tâhâ, 44
3053] 2/Bakara, 83
3054] 17/İsrâ, 53
3055] 74/Müddessir, 30
- 648 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ardından şöyle ilginç bir uyarıda bulunur: “...Biz onların sayısını bir fitne kıldık.”3056 Bu fitnenin nasıl bir sınav olduğunu da 19’culuk akımıyla hepimiz bir kez daha öğrenmiş oluruz.
c- Kur’an nefy ve isbat yöntemini çok kullanır. Nefy kötüyü, bâtılı ve yalanı boşa çıkarma; isbat ise iyiyi, hakkı ve doğruyu onun yerine getirme işlemidir. Bunun en güzel örneği kelime-i tevhiddir. Kur’an’da “lâ ilâhe illâ hû” formunda geçer.3057 “Lâ ilâhe: Hiçbir ilâh yoktur” nefydir ve enkazı temizler; “illâllah: Yalnızca Allah vardır” isbattır ve yanlışın enkazının yerine doğruyu bina eder. Bu Kur’anî üslûp, bir fikri muhataba aktarmanın en güzel ve en tutarlı yöntemidir. Önce yanlışın yanlışlığını tespit edip onu gasbettiği doğrunun makamından indirmek; sonra da oraya zaten oranın hakiki sahibi olan doğruyu çıkarmak.
d- Kur’an bir hakikati muhatabına aktarırken onu üç zamana birden götürür: Hal, mâzi ve istikbal. Medenî hal ya da beşerî münasebetle ilgili bir âyetin birden bire halden istikbale geçip âhireti hatırlatması Kur’an’da çok sık rastlanılan bir özelliktir. Bu şekilde insan, duygu ve düşünce dünyasında üç zamanı birden yaşar; zihni, düşüncenin ufuklarına kanat çırpar; yüreği, fırıl fırıl dönen bir radar gibi hal, mâzi ve istikbal arasında döner durur. Bu üslûp insanı ışık hızının dahi topuğuna ulaşamadığı bir hızla zaman-mekân yolculuğuna çıkarır. Ve hatta öyle bir an gelir ki artık ne zaman kalır ne mekân. İşte bu ruh hali Kur’an’ın insanda uyandırmaya çalıştığı ruh halinin en yüce basamağıdır. O hal, O’nu kendine şah damarından daha yakın hissetme halidir; o hal, evrensel insan olma halidir; o hal, aynı anda hem hal hem bitimsiz bir mâzi ve hem de ebedî bir istikbal olma halidir.
e- Kur’an, şiire ve şaire meydan okuyan bir metin olarak tüm söz sanatlarını en usta bir biçimde kullanır. O bir şiir değildir, bu kesin; o şiirin çok fevkinde bir şeydir. Onda her türlü mecaz, teşbih, istiâreye rastlamak mümkündür. Onda mecaz olmadığını iddia etmek onu yüceltmez. Belki tersine bilmeden ona karşı yapılmış bir haksızlık demeye gelir. Onda mecaz, teşbih ve istiâre gibi söz sanatlarının olması onun muhkemliğine bir zaaf getirmez ve kimse tarafından da böyle yorumlanamaz. O söz sanatlarını mesajın gerçekliğini zayıflatmak amacıyla değil; mesajı aracı kıldığı dilin tüm imkânlarını kullanarak muhatabına daha kolay ulaştırmak amacıyla istihdam eder.
Rasûlullah ve Güzel Söz: Ahlâkı Kur’an olan Hz. Peygamber dâvette de ideal üslûbun örneğiydi. O, söyleyeceğini deve çobanından devlet başkanına, dâvete muhatap olan her insanın anlayabileceği bir dille ve sadelikte söylerdi. “Onlar ki sözün tümünü dinlerler, en güzeline uyarlar.”3058 âyeti onda ahlâk halini almıştı. Sözü olan herkesi dinlediği için müşrikler ona “kulak” lakabını takmışlardı.3059
Bir insanın konuşma hakkından söz edebilmesi için dinleme sorumluluğunu yerine getirmesi şarttır. Bu ahlâkî sorumluluk günümüz insanının en büyük eksikliğidir. Yapılan bir bilimsel araştırmada karşılıklı konuşan insanların birbirlerinin söylediklerinin % 65’ini dinlemediği ortaya çıkmıştır. Dinlemesini bilmeyenin dinlenmek istemeye hakkı yoktur. Peygamber’in ahlâkı bunun en ideal örneğidir.
3056] 74/Müddessir, 31
3057] 2/Bakara, 163, 255; 3/Âl-i İmran, 2, 618; 4/Nisâ, 87...
3058] 39/Zümer, 18
3059] 9/Tevbe, 61
GÜZEL SÖZ
- 649 -
Hz. Peygamber’in dâvet üslûbu, ilkelerden tâviz vermeyen fakat olguları da gören bir üslûptur. Rasûlullah, etrafındaki insanları terbiye ederken oldukça sevecen ve şefkatli davranır, onların hatalarını kendilerini kırmadan düzeltirdi.3060
Büyüleyici Söz; Şiir ve Söz Canbazı Şâir
“Şiir” sözlükte, hissedilen şey anlamına gelir. Bu da tıpkı hissetmedeki isabet gibi bir bilmektir. “Şiir” kelimesinin aslı olan “şuur”, bir şeyi anlamak, kavramak, fark etmektir. Şiir, anlaşılan, farkedilen şeylerin ifadesi, dakîk (ince ve sanatlı) ilmin adıdır. Kavram olarak “şiir”, sözlerin ölçülü ve birbirine uygun bir şekilde bir mârifet (bilme-tanıma) olarak ortaya konulma sanatıdır.
Şiiri yazan veya irticâlen söyleyen “şâir”, söz ustasıdır. O, hissettiğini söze (veya yazıya) ölçülü bir şekilde dökebilen bir sanatkârdır. İslâm’dan önceki Arap tolumunda şâirler, ince anlayışlı, kavrayışlı, söz ustası kimselerdi. Onlar aynı zamanda, varlığın ötesinden haber getiren ve insanüstü güçlerle ilgisi olduğu var sayılan sanatçılardı. Her zaman toplumun önünde olurlardı. Kendi kabileleri arasında seçkin ve özel yerleri vardı. Bunun sebebi onların yalnızca söz ustası olmaları değildi. Bunun yanında onlar toplum tarafından bir çeşit kâhin (gayb’den haber veren) olarak tanınıyorlardı. Şâir, sözleri süsler, onları etkili bir hale getirir ve insanlara sunardı. O, zaman zaman bir savaş kışkırtıcısı, kimi zaman abartıcı, kimi zaman da gizliliklerden getirdiği sanatlı sözlerle halkı etkileyen söz canbazı idi.
Kur’an Şiir Değildir: Câhiliyye insanı, Kur’an nâzil olmaya başlayınca, bu gibi etkileyici sözleri ancak şâirlerin söyleyebileceğini düşünerek Peygamberimize hemen şâir ve kâhin yakıştırması yapmışlar ve Kur’an’a da şiir demişlerdi. Kur’an, onların bu iddialarını kesin ifadelerle reddeder: “Ve derler ki; ‘biz mecnun bir şâir için ilâhlarımızı terk mi edeceğiz?’ Hayır, O hakk’ı getirmiş ve gönderilen (peygamber)leri de doğrulamıştır.”3061 “(Rasûlüm!) Sen öğüt verip hatırlat; Rabbinin lütfuyla sen ne bir kâhinsin, ne de bir mecnun/deli. Yoksa onlar, ‘(o,) bir şâirdir, onun, zamanın felâketlerine uğramasını bekliyoruz’ mu diyorlar? De ki: ‘Bekleyip durun, ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim.”3062
Kur’an, kendisinin mûcize oluşunu, erişilmez yüceliğini ilân edip, karşı çıkanları bir benzerini getirmeye çağırıp meydan okurken, işe, câhiliyye şiirinin ve şâirlerin üstünlüklerini yıkmakla başlıyordu. Câhiliyye kültürünün anlayışındaki şiirden ve -biraz korku, biraz saygı taşıyan- o zihniyetin şâirlerinden Kur’an’ın ve tebliğcisi Hz. Muhammed (s.a.s.)’in kişiliğinin çok farklı olduğunu vurguluyordu Kur’an.
Kur’an’ın sözleri şiirdeki âhenkten daha üstün olduğu gibi, âyetlerinin içeriği daha isabetli, zengin anlam yüklü ve son derece etkileyeciydi. Kur’an karşısında şâirlerin meydana getirecekleri şiirin bir hükmü olamazdı. Kimileri bu şiirleri dinler, onlardan etkilenir, hatta şiirlerde anlatılan sapıklığa meyledebilirdi. Şiirler kimi zaman kuruntuları, tutarsızlıkları, hatta çirkinlikleri örtebilirdi. Ancak Kur’an, çok daha farklı, çok daha etkileyici, sözleri âhenkli, anlamı tutarlı ve yararlı, içerisinde çelişki olmayan, hakkı açıklayan bir Allah kelâmıydı.
3060] M. İslamoğlu, a.g.e. s. 144 vd.
3061] 37/Saffât, 36-37
3062] 52/Tûr, 29-31
- 650 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kur’an’a Göre Câhiliyye Şâirleri: O günkü şâirlerin toplum içerisinde etkileri olmakla birlikte çok saygın kişilikleri yoktu. Şâirlerin ilham eseri sözlerinden dolayı halk, bazen onlara cinlenmiş (mecnun) gözüyle bakardı. Kimileri de güçlülerin, kabile başkanlarının yanında yer alır, kendilerine çıkar sağlayanların lehinde kaside/methiye türü şiir sunarlardı. Söyledikleri şiirler, çoğunlukla büyüklük taslamalar, övünmeler, gururlar, aslı astarı olmayan iddialar, şarap ve kadın övgüleri, eğlence meclislerini göklere çıkaran, süslü ama faziletten uzak, boş sözlerdi.
Bu nedenle Kur’an, Peygamber’in şâir, Kur’an’ın da şiir olmadığını ısrarlı bir şekilde vurguluyor: “Biz ona şiir öğretmedik; (bu) ona yakışmaz da. O (kendisine indirilen Kitap), yalnızca bir zikir (öğüt ve hatırlatma) ve apaçık bir Kur’an’dır.”3063 Bir başka yerde Kur’an’ın şerefli bir elçi tarafından tebliğ edilen bir vahy olduğu, asla bir kâhinin sözü olmadığı belirtiliyor.3064
Kur’an’ın büyüleyici belâğatı (söz güzelliği) karşısında saşıran, ama inanmaya yanaşmayan inatçılar, onun Peygamber tarafından (tıpkı şâirlerin yaptığı gibi) uydurulduğunu iddia ediyorlardı. “Hayır, dediler; (bunlar) karmakarışık düşlerdir; onu kendisi düzüp uydurmuştur; belki de o, bir şâirdir. (Eğer öyle değilse) öncekilere gönderildiği gibi bize de bir âyet (mûcize) getirsin.”3065
Kur’an, câhiliyye dönemi şâirlerinin kötü rollerine işaret ederek, şeytanın, gerçeği ters yüz eden, günaha düşkün yalancı şâirlere ilham/vesvese verdiğini, onlara da ancak azgın sapıkların uyduğunu söyler: “Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi? Onlar, günaha, iftiraya düşkün olan (şâir)lerin üstüne inerler. Bunlar (şeytanlara) kulak verirler ve onların çoğu yalancıdırlar. Şâirlere sapıklar/azgınlar uyarlar. Şairlerin her vâdîde (her yerde) vehm (hayal) edip, başıboş dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları/yapamayacakları şeyleri söylediklerini görmedin mi? Ancak iman edip sâlih amel işleyenler, Allah’ı çokça zikredenler ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar başka. Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılâba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.”3066
Kötülenmeyen Şiir: Şüphesiz bütün şâirler böyle değildir ve bütün şiirler de câhiliyye şiirine benzemez. Kur’an’ın tenkit ettiği şâir ve şiir, insanları kandıran, olmayacak şeylerle meşgul olan, toplumun önünde saptırıcı rol oynayanlardır. Şeytan bu gibilere yol göstermektedir. Onlar da şeytanî işlerin peşindedirler.
Kur’an, şüphesiz şiir değildi, onu tebliğ eden Peygamber’in de o günkü ve bu günkü şâirlerle uzaktan yakından bir ilgisi yoktu. Kur’an, câhiliyye şâirlerini, onların olumsuz rollerini ve şiirlerindeki lüzumsuzluğu ve fesâdı tenkit ederek kendisinin asla şiir olmadığını ve şiirle kıyas edilmeyecek kadar üstün olduğunu vurgular. Kur’an’da şiirsel ifade, âhenk ve şiir gibi etkileyici biz özellik olsa bile, o şiire veya nesre (düz yazıya) benzemez. Kur’an’ı okuyan şüphesiz onda şiirin ifade edemeyeceği kadar uyumlar, derin anlamlar, güzel ve sanatlı ifadeler, söz ve mânâ bütünlüğü bulabilir. Ancak, bütün bunlara rağmen Kur’an şiir değildir; Allah katından gelen ilâhî bir kitaptır.
Peygamberimiz (s.a.s.) güzel şiiri yasaklamadığı gibi, bazen onları dinlemiş,
3063] 36/Yâsin, 69
3064] 69/Haakka, 38-43
3065] 21/Enbiyâ, 5
3066] 26/Şuarâ, 221-227
GÜZEL SÖZ
- 651 -
güzel ve hikmetli şiirlerin şâirlerini övmüştür. Hatta hikmetli şiir söyleyen sahâbeler, Hak dini övüp İslâm düşmanlarını hicvederek Hz. Peygamberimiz’in dâvetine yardımcı olmuşlardır.
Şiiri kötü yapan, onun içeriği ve onu söyleyen/yazan şâirlerin olumsuz kimlikleridir. Salt şiir yasaklanmamıştır. Günahı ve kötülükleri övmeyen, İslâm akîdesine ve ahlâkına aykırı olmayan, güzellikleri hatırlatıp teşvik eden hikmetli şiirler yazılabilir, söylenebilir, okunabilir.3067
Peygamberimiz bu konuda şöyle buyuruyor: “Şüphesiz şiirde hikmet vardır.”3068 Şâirleri kötüleyen âyet nazil olduğu zaman Peygamberimiz’in şâirlerinden Hassân bin Sâbit, Abdullah bin Revâha, Kâ’b bih Mâlik Peygamberimize gelip şöyle demişlerdi: “Allah (c.c.) şu âyeti inzal buyurdu ve o biliyor ki biz şiir söylemekteyiz?” Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.s.) şâirleri kötüleyen âyetlerden sonra gelen âyeti okudu: “Ancak iman edip sâlih amel işleyenler, Allah’ı çokça zikredenler ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar başka. Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılâba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.”3069 Peygamberimiz sonra buyurdu ki: “Burada tenkit dışı bırakılanlar sizlersiniz.”3070
Şâirleri kötüleyen âyet nazil olunca Peygamberimiz (s.a.s.) Hassân bin Sâbit ve Kâ’b bin Mâlik’e (r.a.) şöyle buyurdu: “Kureyş’i hicvedin, çünkü sizin hicviniz onları ok yağmuruna tutmaktan daha etkilidir.”3071
Hassân bin Sâbit’i (r.a.) şiir söylemeye ise şöyle teşvik etmiştir: “Söyle, müşrikleri şiirlerinle hicvet, Rûhu’l Kudüs (Cebrâil) seninle beraberdir.”3072
Peygamberimiz (s.a.s.), kâfirleri ve küfrü kötüleyen güzel ve faydalı şiir konusunda ayrıca şöyle buyuruyor: “Mü’min eliyle ve diliyle cihad eder. Nefsimi kudret elinde tutana yemin ederim ki, dille attığınız da, ok gibi yaralar açar.”3073
Güzel Sözün Özellikleri
Konuşma ve yazma kabiliyetini bize Allah vermiştir.3074 Lisanların çeşit çeşit olması da yine, Allah’ın kudretini gösteren özelliklerdendir.3075 Her peygamber kendi kavminin, içinden çıktığı toplumun konuştuğu dille tebliğ ve dâvetini yapmıştır.3076 Dinin amaç, dilin araç olmasından dolayı her müslümanın kendi ana dilini çok iyi bilmesi ve onu çok güzel bir şekilde kullanması, dinini tanıyabilmesi ve kendi toplumuna tanıtabilmesi açısından da çok önemlidir. İnsanlar, dilleriyle (kullandıkları kelimelerle) düşünürler, onunla yaşarlar, onunla inançlarını öğrenir ve ifade ederler, birbirleriyle dil sayesinde anlaşırlar. Beraber yaşadığımız
3067] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, 631-634
3068] Buhârî, Edeb 90, 8/42; Ebû Dâvud, Edeb 5010, 4/303; İbn Mâce, Edeb 41, hadis no: 3755, 2/1235; Tirmizî, Edeb 69, hadis no: 2844, 5/137
3069] 26/Şuarâ, 227
3070] İbn Ebî Hâtim, nak. Muh. Ibn Kesir, 2/664
3071] Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe 157, hadis no: 2490, 4/1935
3072] Buhârî, Bed’u’l-Halk 6, 4/136, Edeb 91, 8/45; Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe 153, hadis no: 2486, 4/1933; Ahmed bin Hanbel, 4/286, 298, 299, 301, 302
3073] Ahmed bin Hanbel, nak. İbn Kesir, 2/664
3074] 55/Rahmân, 4; 96/Alak, 4
3075] 30/Rûm, 22
3076] 14/İbrâhim, 4
- 652 -
KUR’AN KAVRAMLARI
insanlarla iyi iletişim kurmak ve sosyal hayatta başarılı olmak için de konuştuğumuz dili iyi bilmek ve düzgün kullanmak şarttır.
“(İnsanları) Allah’a dâvet eden, sâlih amel/iyi iş yapan ve ‘ben müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim vardır? İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir tavırla önle. O zaman (görürsün ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki yakın bir dost olur. Bu (haslete) ancak sabredenler kavuşturulur. Buna, ancak (hayırdan) büyük pay sahibi olan kimse kavuşturulur.”3077 “Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle dâvet et ve onlarla en güzel şekilde mücâdele et. Çünkü Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidâyete erenleri de en iyi bilendir.”3078 Bu âyetlerden yola çıkarak, güzel sözün muhtevâ/içerik yönüyle özelliklerini şöyle tespit edebiliriz:
1- Allah’a dâvet, insanları mutlak doğruya, tevhide, İslâm’ın ana esaslarına çağırmalıyız. Kendi beşerî doğrularımıza, parti veya cemaatimize, dernek veya vakfımıza değil; insanları Allah’a ve O’nun dinine, O’nun tartışmasız doğrularına dâvet etmeliyiz.
2- Sâlih amel, yani sadece sözle yaptığımız dâvetle yetinmeyip hal dili, beden dilini de kullanmak, anlattığımızı önce ihlâslı bir şekilde nefsimizde yaşamak ve örnek olmak gerekmektedir. Unutmamalıyız ki, eteği tutuşan itfaiyeci, kendini kurtarmadan dışarıdaki yangını söndüremez.
3- “Ben müslümanlardanım” demek, yani Allah’a teslimiyet, İslâm prensiplerini tâvizsiz yaşamaya çalışmak, İslâm kimliğinden başka kimlik ve âidiyetleri öne çıkarmamak, şahsiyet/kimlik sahibi olmak ve dünyevî çıkar gözetmemek gerekir.
Diğer âyet ve hadislerden yola çıkarak, güzel sözün diğer temel içerik özelliklerine şunları da ekleyebiliriz:
4- Hayırlı ve Faydalı Şeyler Konuşmak: “Kim Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsa, ya hayır (iyi, güzel, hak, doğru, meşrû söz) söylesin veya konuşmasın, sussun!”3079
5- Aksi Gerekmediği Müddetçe Sevindirici, Müjdeleyici Sözler: “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; Müjdeleyin, nefret ettirmeyin.”3080 “Tatlı bir çift söz (muhâtaba verilmiş) bir sadakadır.”3081
6- Muhâtabın Seviyesine ve Psikolojik Durumuna Uygun Sözler.
Güzel sözün üslûp yönüyle özelliklerini yine âyetlerden yola çıkarak şöyle tespit edebiliriz:
1- Kötülüğü en güzel bir tavırla önlemek: Kötülük, en güzel haslet ne ise onunla önlenmelidir. Meselâ öfkeye sabır, bilgisizliğe hilm, kötülüğe af ve iyilik ile karşılık verilmelidir.
2-Düşmanı yakın bir dosta dönüştürme çabası,
3- Sabırlı ve hayırlı olmak; Tahammülü engin, hayır yönüyle zengin olmak,
3077] 41/Fussılet, 33-35
3078] 16/Nahl, 125
3079] Buhârî, Tecrid-i Sarih Terc. 12/131, hadis no: 1981; et-Tâc, 5/183; Riyâzu’s.Sâlihîn, II/120
3080] Mişkâtu’l Mesâbih, hadis no: 3722
3081] Keşfu’l Hafâ, hadis no: 1947
GÜZEL SÖZ
- 653 -
4- Hikmet sahibi olmak, hikmetli sözlerle Rabbin yoluna çağırmak,
5- Mev’ıza-i hasene (güzel öğüt) ile hitab etmek, (bu konudaki diğer âyet ve hadislerde emir ve tavsiye edilen güzel öğüt kurallarına uymak:) tatlı dille, yumuşak üslûpla insanlara, mesajı sevdirerek, varsa kolaylık yolunu göstererek konuşmak. Müjdeleyici olmaya çalışmak, nefret ettirmemek, bıktırmamak, alternatif göstererek kötülüğü değiştirmek, yıkıcı değil yapıcı olmak, muhatabın özel durumunu dikkate alarak, onun seviye ve psikolojisine göre akla ve duygulara hitab etmek. Uygun yer ve zamanı gözetmek, Öncelikleri tespit ederek ana esaslara çağırmak ve tedricî olmak. Aktüaliteden, eski bilgilerden yola çıkmak, bıktırmaksızın tekrar tekrar mesajı değişik vesilelerle iletmek, kıssa ve mesellerden, örnek ve temsillerden yararlanmak gerekir. Gereksiz tartışmalardan, nefis meselesi yapılmasından veya kişinin onurunu rencide edecek tavırlardan, mahcub etmekten, alay ve hakaretlerden uzak bir ifade tarzı kullanmak şarttır.
6- En güzel şekilde münakaşa ve mücâdele etmek. Eğer başka çare yoksa ve mecburen münakaşa ve fikrî mücâdele etmek zorunda kaldıysak, yine olgun ve onurlu bir mü’mine yakışan tavırla, en güzel metodlarla münakaşa ve mücadele yapmak gerekecektir. Karşımızdakinin seviyesine inmek yerine, onun bizim seviyemize çıkmasına gayret etmek, en güzel yoldur. Bu münakaşa ve münazaralarımızda nasıl bir usûl ve üslûp takınmamız gerektiğini Kur’an bize öğretmektedir: “Onlar (münâfıklar), Allah’ın kalplerindekini bildiği kimselerdir. Onlara aldırma, kendilerine öğüt ver ve onlara, kendileri hakkında belîğ/tesirli söz söyle.”3082; “Allah, kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez; ancak, zulme/haksızlığa uğrayan başka. Allah, her şeyi işitendir, bilendir.”3083; “Onların Allah’ı bir tarafa bırakarak taptıklarına (putlarına) sövmeyin; sonra, onlar da bilmeyerek Allah’a söverler.”3084
Tarihten Bu Yana Dil - Din İlişkileri Konusunda Bazı Tespitler
Dillerin, Konuşmanın Doğuşu: Vahyi esas almayan câhilî öğretiler, konuşmanın ve dillerin ortaya çıkışı konusunda birbirini yalanlayan bir sürü teori ortaya atmaktadırlar. Çoğunlukla ifade edilmek istenen şudur bu görüşlerde: Konuşma toplumsal hayatın ve evrimin bir sonucudur. İlk insanlar, uygarlıktan yoksun hayvana yakın yaratıklar olduklarından konuşma gibi bir özelliği icad edememişlerdi. Birbirleriyle işaretlerle anlaşıyorlardı... Peki, sonra nasıl konuşmaya başladılar? Bu sorunun cevabında, câhiliye, farklı teorileri bilim diye ortaya sürmektedir. Bunların hiç biri, mantıklı ve ciddiye alınabilecek seviyede değildir. Hâlbuki Kur’an, bu konuda kesin bilgiler vermekte, ilk insanı yaratan, onu nasıl yarattığını ve ona ne gibi özellikler ve nimetler bahşettiğini açıklamaktadır: “Allah, Âdem’e (ilk insana) tüm eşyanın isimlerini öğretti.”3085 Eşyaya ad vermeyi, yani konuşmayı öğreten Allah’tır ve ilk insana bunu öğretmiştir. “Rahman olan Allah, Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyanı, maksadını anlatmayı öğretti.”3086 Yoksa, Allah’ın vermediği bir kabiliyeti insan, sonradan uygarlık veya tekâmül sonucu elde etmiş değildir. Öyle olsaydı, başka yaratıklar da bu çeşit tekâmüle ve uygarlığa ulaşabilirlerdi. Sözgelimi, insanlara koca bir hayvan boyun eğmez veya
3082] 4/Nisâ, 63
3083] 4/Nisâ, 148
3084] 6/En’âm, 108
3085] 2/Bakara, 31
3086] 55/Rahman, 1-4
- 654 -
KUR’AN KAVRAMLARI
onlarla konuşabilecek seviyeye, insan gibi o da gelebilirdi. Ama “vermeyince ma’bûd, neylesin mamut veya Mahmut!”
Bazıları, insanı “hayvan-ı nâtık”, yani “konuşan hayvan” diye tanımlamışlar. İyi düşündüğümüzde bunun yanlış olduğunu, hayvanlardan farkımızın sadece konuşma yeteneğimiz olmadığını, nice konuşanın da hayvandan daha aşağı olduğunu kavrayabiliriz. Fakat bununla birlikte, bu gibi anlayış ve tarifler, tarihten beri konuşmaya verilen önemi belirtir. Konuşma ve yazma, ne kadar otomat, âni olduğu halde, üzerinde derin düşündüğümüzde Allah’ın sanatının ne kadar hârikulâde olduğunu, bu verdiği nimetler sayesinde bile öğrenebiliriz: Konuşmamızı gerektiren bir etki olacak, o kulak veya göz gibi bir araçla beyne ulaşacak, beyin bunu değerlendirecek. Nasıl bir tepki ile karşılayacağını hesap edecek, karar verecek. Bunu uygulamak için dile emir verecek. Bu arada nasıl tepki gösterileceğine dair kararlar çıkacak: Ses tonu, kelimelerin seçilişi gibi daha nice unsurlar en ince teferruata kadar tayin ve tespit edilecek. Bütün bunlardan sonra konuşma biçiminde dışa akseden eylem ortaya çıkacak. Bütün bunların hepsi, saniyenin belki onda birinden daha küçük bir zaman diliminde olacak. Bu, Allah’ın sanat ve azametini gösteren âyetlerinden (alâmetlerinden) başka bir şey değildir. Dünyada bulunan milyarlarca insanın hiç birinin ses tonu, bir başkasının aynısı değildir. Aynı et parçaları, benzer yapılar, fakat neticede benzemeyen eser. Birbirine benzediği kadar, benzemeyen fizikî ve ruhî özellikler. Allah öyle bir sanatkâr ki, bir eserini her şeyiyle aynen tekrar etmeyi, kendi sanatına uygun görmüyor. “Gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin birbirinden ayrı olması da O’nun (azamet ve kudretine delâlet eden) alâmetlerindendir. Şüphesiz ki bunlarda, bilenler için ibretler vardır.”3087
Ses tellemiz, birbirine benzer olduğu, ağzımızın, dilimizin ve hatta beynimizin yapısında bir farklılık olmadığı halde, dünyada değişik bölgelerde yaşayan insanlar, değişik lisanlar konuşmakta, farklı sesler çıkarabilmekte, çeşitli ses yapılarına ve tonlarına sahip olmaktadırlar. Hatta aynı dilin konuşulduğu bölgelerde bile şehirden şehire, kasabadan ksabaya farklı lehçeler kullanılmaktadır. Bunun yanısıra, her insanın telâffuzu ve konuşma tarzı diğerlerinden farklıdır. Aynen, vücudun benzer yapılar ve renkler içinde, benzemeyen yapı ve renk farklılığı gibi. Aynı anne ve babanın çocuklarının her birinin tümüyle aynı özelliklere sahip olmadığı gibi. Bir ağacın iki yaprağı, gökten yağan milyarlarca kar tanelerinin şekilleri bile aynı değil. Bu imâlâtların farklılığı, kâinat fabrikasında çok usta bir sanatçının var olduğunu ispatlamaktadır. Aynı şeyi ikinci kez aynen yaratmayı güzel görmeyen yaratıcı güç, her an yeni bir model icad etmektedir. “Evet, Bizim, onun parmak uçlarını bile aynen eski haline getirmeye gücümüz yeter.”3088 Dünyada bulunan tüm insanların parmak uçlarının çizgilerinin bile farklılığı ve yeniden yaratılışta bu farklılığın gözetileceği vurgulanır. Benzeme içinde benzememe; zıtlar arasında uyum ve âhenk...
Dilin Bazı Özellikleri: İnsanların yaşayışlarındaki bazı değişiklikler dile etki yaparak, dilde de değişikliklere yol açar. Toplumsa değişmeler, bilim, fen ve teknolojideki gelişmeler, duygu ve düşüncelerdeki yeni belirlemeler, inançlar ve inançlardaki değişimler dilin ve dil kurallarının değişmesi için birer etkendir.
3087] 30/Rûm, 22
3088] 75/Kıyâme, 4
GÜZEL SÖZ
- 655 -
Türkiye’nin son yüzyıldaki değişikliklerinin dile yansımadığını hiç kimse iddia edemez. Bugünkü genç nesillerle, dedeler arasında bile konuşma yönüyle büyük bir fark oluşmuş durumda. Daha kırk sene önce yazılmış bulunan nice eser, (söz gelimi, Risâle-i Nur Külliyatı, Âkif’in Safahat’ı, Tevfik Fikret’in Rubâb-ı Şikeste’si) yeni nesiller, cumhuriyet çocukları tarafından hiç anlaşılamamakta, sanki yabancı, başka bir dille yazılmış gibi istifadeden uzak, tozlu raflarda esir hayatı yaşamaktadır. Dedelerimizin kullandığı nice kelimelerde değişiklik oldu. İslâm düşmanlığının bir neticesi olarak Arapça ve Farsça’dan dilimize girmiş nice kelime ve deyimler batıdan ithal edilen çarmıha gerilip idam edildi. Resmî yönlendirmelerin yanında son yıllarda yaygınlaşan bilgisayarın da Türkçe’yi yozlaştırdığına, çok sayıda kelimenin imlâsının, hatta söylenişinin İngilizce-Türkçe karma, ucûbe bir şekle girmesine sebep olduğu da bir vâkıa.
Ayrıca, konuşma dili, sosyal çevrelere bağlı olarak farklılık gösterir. Kişilerin eğitim ve kültür düzeyleri, yetiştikleri çevre, hatta yaptıkları işler, onların dilini etkileyerek değişikliğe uğratır. Bir doktorla bir çoban, ikisi de Türkçe konuştuğu halde aynı kelimelerle, aynı ifadelerle konuşmazlar. Avrupa’da yetişmiş bir Türk genci ile Türkiye’de yetişen bir gencin dilinde, vurgularında büyük farlılıklar vardır. Şoförlerin kendilerine has bir konuşma tarzı vardır diyebilecek kadar bazı mesleklerin dile etki ettiklerine şahit oluruz.
Dille toplum arasında sıkı bir bağ vardır. Toplum hayatındaki her türlü değişme ve gelişme, dilde de etkisini gösterdiğinin çarpıcı örneği, Türkiye’nin İslâm medeniyetini terkedip Batı uygarlığını benimsemesi neticesinde dinde olduğu kadar, dilde de kendini gösteren değişikliklerdir. İslâm’ı kabul edip o medeniyetin içine girerek, diğer müslüman ırklar ve toplumlarla tek bir ümmet olan eski Türkler, bu sebeple uzun yıllar Osmanlıca denen bir dil kullanmışlar, yine Osmanlıca denilen (aslında Araplara ait, Kur’an alfabesi) bir yazı ile eserler vermişlerdir. Osmanlıca, bugün bazılarının zannettiği gibi, Türkçeden başka, ondan bağımsız değişik bir dil değildir. Türkçenin, İslâm etkisinde kalarak girdiği eski şeklidir. Yani dünkü kullanılan Türkçedir. Ortak medeniyet oluşturdukları Araplardan ve İranlılardan bazı kelime ve terkipler, ekler doğal olarak Türkçeye girmişti. Bu kelimeler hazmediliyor, Türk söyleyişine uygun hale geliyor, fakat dili tümüyle değiştirmiyordu. Nasıl ki, bir insanın içine, midesine hayvan etleri girer, fakat bunlar hazmedildiği için, insan hayvanlaşmazsa, insan bunlarla güçlenir, bünyesini geliştirirse, özellikle Kur’an’ı ve hadisi genel kültür kabul eden insanların da Arapçadan; Farsçayı edebiyat dili olarak kabul edenlerin o dilden bazı kelimeler alması dillerini değiştirmez, hatta kuvvetlendirir. Tanzimatla birlikte Batı uygarlığına yönelme, dilde İslâmî bazı kelimelere, sadeleşme terâneleriyle düşmanlık haline geliverdi. Medeniyetteki, dini anlama ve dini hayata hâkim kılma, dini yaşamadaki değişmeler, dilde de kendini gösteriverdi. Dildeki Arapça ve Farsça kelimeler atılınca, halkın dini anlaması da güçleşecekti. Avrupa’dan bazı kelime ve kavramlar girince batılılaşma daha kolay halka kabul ettirilecekti. Onun için dil devrimi yapılmış, sonra bunu harf inkılâbı takip ederek, halkın dinle, Kur’an’la zaten gevşemiş bulunan bağları iyice kopacak hale getirilmiştir. Yüz sene önce Türkçe konuşan, okuyan ve yazan bir insanın meselâ Fâtiha sûresinde, anlamadığı kelime hemen hemen yoktu. Bugünkü dilde ise, bırakın Fâtiha’daki kelimeleri anlamak, Fâtiha kelimesini bile, ibâdet kelimesini bile anlamakta güçlük çeker hale getirildi günümüz insanı.
- 656 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Dil, kültürden ve inançlardan koparılamaz. Osmanlıca, yani eski Türkçe, İslâm kültürünün ortaya çıkardığı bir dil idi. Osmanlıcanın İslâm medeniyetinden etkilendiği inkâr edilemez bir gerçek olmasına rağmen, Osmanlı devletinde halk ile aydınlar arasında bağlar, köprüler sağlam değildi. Halkın konuştuğu ve eğer biliyorsa yazdığı dilden çok farklı konuşuyor ve yazıyordu o günkü medrese mezunları, yani aydınlar. Yazı dili ile konuşulan dil arasında; Divan edebiyatı ile Halk edebiyatı arasında; Medreseli aydın ile halk arasında büyük uçurumlar vardı. Ama bu vâkıa ıslah edilmesi, toplumun ve İslâm’ın istikametinde uzlaşmaya, uçurumların giderilmesine ve halkın kültürünün artırılmasına gidilmesi gerektiği yerde tam tersi oldu. İslâm aleyhtarlarının, batı hayranlarının kasıtlı tavırlarıyla Kur’an kültüründen halkın olduğu gibi, tüm aydınların da bağlarını kökünde koparmak, eski İslâmî kültür ve eserleri yok etmek için, yeni rejim, dilde ve yazıda da devrim yaptı; dinde yaptığı gibi, medeniyette yaptığı gibi. Netice mi? Mâlûm. Dilde yapılanlar için mâzeret belliydi: Türkçeyi yabancı dillerin (Arapça ve Farsça) egemenliğinden kurtarmak, halkın konuştuğu dille yazı dilinin aynı olmasını sağlamak, dilde sadeleşmeyi gerçekleştirmek. Bu iddialarında samimi değildi devrimciler. Eğer samimi olsaydılar, başka dillerin egemenliğinden kurtarıp sadeleştirmek istedikleri dile, batı dillerinden binlerce kelime ve deyimleri katmakta bu kadar cömertçe davranmazlardı.
Türkler müslümanlığı kabul ettikten hemen sonra niçin yazıları ve dilleri değişmişti? Çünkü din değişikliği her şeyin değişmesi demekti; her şey değişmeye başlamış, dil de, yazı da İslâmlaşmaya başlamıştı. Eski câhilî bağların kopması için, yazının ve dilin değişmesinin şart olduğunu kabul ediyordu o günkü âlimler ve yazarlar. Hatta geçici bir süre, müslüman Türk yazarlar, eserlerini Arapça veya Farsça yazmaya başlamışlardı ki, eski câhilî bağlar tümüyle koparılsın, eski dinle ve câhilî örflerle yeni dinin sentezi olmasın. İslâmlaşırken yapılanlar, batılılaşırken de tersine yapılıyordu. Cumhuriyetten sonra, tabii ki devrimler ve devlet zorlamaları ve yönlendirmeleriyle İslâm’la bağları koparmak için Kur’an’ı, Kur’an’ın harflerini, Kur’an dili Arapçayı öğrenmeye veya öğretmeye kalkanların vay haline! 1928’lerden 1970’lere kadar en sert bir şekilde cezalandırılıyordu Kur’an yazısını ve Kur’an dilini öğreten ve öğrenenler. Ama dünyada esen rüzgâra paralel olarak önceleri Fransızca, sonraları İngilizce bilmeden kültürlü sayılmıyordu insanlar.
Eski dille yazılı, İslâm alfabesi ile te’lif edilmiş kitaplar, toptan imhâ edilmiş oldu. Bu, altmış yaşına gelmiş, çok okumuş, kültürlü bir insanın, kendi isteğiyle beyninde/aklında bulunan tüm birikim, ilim ve tecrübeleri imha ettirip sildirmesi, bir yaşındaki çocuğun başladığı yerden yeniden konuşmayı öğrenme çabası, yeniden eşyayı değerlendirmeye çabalamasını tercih etmek gibi bir şeydi. Aslında bin dört yüz yıllık; Türk diliyle hiç değilse altı yüz yıllık bir mirası reddetmek, yukarıdaki örneğe benzemektedir. Milleti, bazı câhilî öğretiler, “din, dil, tarih, vatan, kültür birliğinden oluşan halk” diye tanımlar. Bu tarife göre Türkiye toprakları üzerinde din birliğinden, dil birliğinden ve sayılan diğer birliklerden söz etmek, kargaları bile güldüreceğine göre, nerede millet? Kürtlerin Anadolu toprakları üzerinde Kürtçe konuşmalarına müsaade etmeyen zihniyet, güya Türkçeyi tek konuşulan dil haline getirmek istiyor. Peki, sormazlar mı “hangi Türkçe?” diye.
GÜZEL SÖZ
- 657 -
Güzel Söz; Aklı Kullanma Sanatı
Konuştuğumuz dili düzgün ve güzel kullanmak, yani muhtevâ olarak meşrû, üslûp olarak güzel ve dengeli konuşmak, hem âhiret, hem de dünyamız açısından hayli önemlidir. Kur’an, insanlara “en güzel söz” olarak takdim edilir.3089 Onun için, Peygamberimiz’in en büyük mûcizesi olan Kur’ân-ı Kerim’in en büyük özelliklerinden ve îcaz yönlerinden biri, belâğat ve fesâhatta, yani tüm söz sanatlarında ve güzel ifadelerde en üstün bir eser olmasıdır. Bu yönüyle de Kur’an, mu’cizdir; yani insanlar bir benzerini meydana getirmekten âcizdir. Bütün insanlar birleşse bile böylesine edebî ve güzel ifadeli Kitabın benzerini meydana getiremezler. Kur’an’ımız bu hakikati, çeşitli yerlerde, tüm insanlığa meydan okuyarak ifade eder.3090
En güzel söz ve edebî kitap olan Kitabımız, insanların da dillerini güzel kullanmalarını emreder. “Kullarıma söyle: Sözün en güzelini konuşsunlar. (En güzel olan kelimeyi, yumuşak ve tatlı sözü güzel ifadeleri söylesinler.”3091 Benî İsrâilden alınan mîsaktan (ahid, söz) biri de insanlara güzel söylemektir.3092 Dolayısıyla tüm müslümanlara da güzel konuşmaları emredilmektedir. Uyulması emredilen söz de, sözlerin en güzelidir.3093 En fasih konuşan ve muhâtaplarının her türlü söz ve davranışla yaptıkları eziyetlere sabreden, onlara karşı en güzel ifadelerle dâvet ve tebliğ vazifesini yapan Rasûl-i Ekrem’e bile güzel ve tesirli konuşma emredilmektedir: “Onlara va’z et/öğüt ver, onların içlerine işleyecek, ruhlarına nüfuz edecek güzellikte tesirli söz söyle.”3094
Kaba ve katı davranmak, sert ifadeler, dâvet ve tebliğ edilenleri, hatta cemaat haline gelmiş, hem de sahâbe kalitesindeki insanları bile dağıtabilir.3095 Ma’rûfu emir, münkerden nehiy, dâvet ve tebliğ görevleriyle mükellef olan mü’minler, bu vazifelerini diledikleri gibi, gelişigüzel ve kendi mantık ve karakter yapılarına göre değil; Kur’an’ın gösterdiği usûlle yapmak zorundadır. Hakkında özel sûre ve âyetler olan Cuma namazının ehemmiyeti herkesçe mâlumdur. Cuma namazının şartlarından birinin “hutbe” olduğu düşünüldüğünde, insanlara güzel bir şekilde hitap etmenin, yani hutbe okumanın dindeki yeri de kavranmış olur.
Dili güzel kullanmak, yani edebiyat bir sanattır; güzel sanatlardan biridir. Peygamber lisanıyla güzellikler ve meşrû sanatlar şöyle taltif ve tavsiye edilir: “Allah güzeldir, güzellikleri sever.”3096 Hz. Peygamberimiz, sözü güzel kullanmakta usta olan, önemli şairlerden Hassan bin Sâbit’i güzel sözlerinden, şiirlerinden dolayı yücelterek övmüş, teşvik etmiş, hatta bir kere de, memnuniyetini belirtmek için kendi hırkasını çıkarıp bu şaire hediye ederek iltifat etmiştir.
Söz, kullanmasını bilen insan için mükemmel bir silâhtır. Onunla gönül almak da, gönül yıkmak da mümkündür. Söz, dağınık bir yuvayı tekrar düzene kor. Düzenli bir yuvayı da bozabilir. Müslüman, yeryüzünü ıslah etmekle, insanların
3089] 39/Zümer, 23
3090] Bk. 2/Bakara, 23-24; 8/Enfâl, 31; 10/Yûnus, 38, 40; 11/Hûd, 13...
3091] 17/İsrâ, 53
3092] 2/Bakara, 83
3093] 39/Zümer, 18
3094] 4/Nisâ, 63
3095] 3/Âl-i İmrân, 159
3096] Müslim, İman 147; İbn Mâce, Duâ 10
- 658 -
KUR’AN KAVRAMLARI
arasını düzeltmek ve sulhu sağlamakla emrolunmuştur. İnsanların arasını ıslah etmek, yeryüzünden fitne ve fesâdı kaldırmak için, yani savaş veya iyi geçinmek gibi meselelerde güzel söze daha fazla iş düşmekte, hatta gerekirse, güzel olmak şartıyla, bu iki konuda doğrudan tâviz vermeye bile müsaade edilmektedir. İmanı muhâfaza etme ve hayırlı ümmet olmanın şartı olan emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker; güzel konuşmanın, tatlı dilin ve söz becerisinin önemini devamlı canlı tutmaktadır. Müslüman olmak, insanlar arasında müslüman tanınmak için şehâdet kelimesi getirerek dile büyük görev düştüğü gibi; dili koruyamamak da elfâz-ı küfür gibi insanın tüm âhiretini mahvedebilir. Bunun için, en güzel konuşan, en büyük insan şöyle buyurmaktadır: “Siz iki et parçanızı (haramlara karşı muhâfaza etmek için) bana garanti verin; ben de sizin cennete gitmenize garanti vereyim. O iki et parçanızın biri, iki dudağınız arasındaki, diğeri ise, iki bacağınız arasındakidir.” 3097
Dinde nice sevaplar dille, dili güzel kullanmakla ancak mümkün olabilmektedir. Namaz, oruç, zikir, Kur’an okumak, emr-i bi’l-ma’rûf, nehy-i ani’l-münker, hakkı ve sabrı tavsiye, Allah’a duâ gibi ibâdetlerin yanında; gıybet, iftira, yalan, kaba söz ve kalp kırmak, mü’minlerin arasını ifsad etmek, cemaatleri dağıtmak, fitne çıkarmak, kötülükleri teşvik edip iyiliklere engel olmak, lüzumsuz konuşmak... gibi birçok günahın sebebi de dil/konuşma olmaktadır. Sabırsızlık, sır saklayamamak, her duyduğunu söylemek, nerede ne söyleneceğini bilememek de dile hâkim olamamanın getirdiği günahlardandır.
Dünyayı cennet hayatına çevirir gibi Allah’ın râzı olacağı kul olmak, dille mümkün olduğu gibi; dünyayı cehenneme çevirmek de dille çok kolay olabilmektedir. Yine, cenneti kazanmak da, cehenneme lâyık olmak da dile sahip olup olamamaktan geçmektedir.
Kuru ekmekle soğanı, güzel sözle katık edebilirseniz nasıl tatlılaşır; tatlı bir yemek, kötü sözle yenilmez bir acılığa ulaşır. Ezop, zengin bir köşkün hizmetçiliğini yapmaktadır. Efendisi, ona bildiği en kötü yemeği pişirmesini ister; beğenmediği, nefret ettiği bir misafiri gelmiştir, ona ikram edecektir. Ezop dil yemeği yapar, getirir. Efendisi buna pek anlam veremese de sesini çıkarmaz. Bir zaman sonra çok sevdiği bir arkadaşı misafir olduğundan, Ezop’tan bu sefer bildiği en güzel yemeği pişirmesini ister. Köşkte her çeşit malzeme olduğu halde Ezop yine dil pişirir getirir. Bu sefer, efendi dayanamaz, sorar: “En kötü yemek istedim, dil getirdin; en iyi yemek istedim, yine dil getirdin, bu ne biçim iştir?” Ezop: “Evet, dil, hem zehirden acı, hem dünyanın en tatlı gıdasıdır” diye cevap verir. Hakikaten çok mükemmel bir sofraya çok acıkmış olarak dâvetli olsak, yemek esnasında birisi bizim onurumuzu kıracak, bizi yerin dibine geçirecek lâflar etse, o yemeğin tadı tuzu kalır mı hiç? Bir söz ustası olan Yûnus, söz konusunda şöyle söyler: “Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı. Söz ola ağılı aşı, bal ile yağ ede bir söz.”
İnsanlar söz konusunda üç gruba ayrılır: Suskun-sessiz insanlar; gevezeler; hoşsohbet insanlar. Aşırı derecede suskun ve sessiz insanlar, çoğunlukla kendilerine güveni olmayan, ezilmiş ve kişiliksiz insanlar olabilir. Öyle değilse bile, bir insana faydalı olamayan, onu yeri geldiğinde teselli edemeyen, sevindiremeyen, bazen de dilsiz şeytan durumuna düşen kimselerdir. Bunlar; fazla aranılıp sorulmaz, yoklukları önemsizdir.
3097] et-Tâc, 5/183
GÜZEL SÖZ
- 659 -
İkinci grup insanlarsa yerli yersiz hep konuşmayı severler, başkalarına bu hakkı vermek istemezler, tek dilleri olduğu halde iki kulakları olduğunun hikmetini kavramazlar. İnsanlar, bu tiplerden de çoğunlukla rahatsız olur. Tabii, çok söz yalansız da olmadığından kendileri ve dinleyicileri günahkâr da olur. Bu tipler, genellikle kendilerini çok beğenmiş insanlardır da. Bazen susmanın altın olduğunu anlatamazsınız onlara. Dedikoduya meraklı olan bu tipler, sır da saklayamazlar. Bunların da zararı çok kişiye dokunacağından, konuşma kirliliğine sebep oldukları ve kul hakkına da tecavüz ettiklerinden bunlar da sevilmezler.
Üçüncü gruptaki tatlı dilli insanlarsa, devamlı aranıp kıymeti herkesçe takdir edilen insanlardır. Neyi, ne zaman, nerede ve nasıl konuşacağını bilen insanlardır. Konuştuklarında ağızlarından sanki bal akıyordur. Derdinizi, sıkıntınızı o konuşurken unutur, onu sever, arar, ondan faydalanmak istersiniz.
Karşısındaki topluluğu uzun uzun düşünmeğe mecbur eden, ağlatan, fikir ve inançlarını değiştiren veya geliştiren, onların gönüllerinde, vicdanlarında hâkimiyet kuran, onları fetheden konuşmacılar vardır. Nice zaferler, güzel sözlerle kazanılmış, nice askerin morali güzel sözle zirveye çıkarılmış, heyecanları galeyana getirilerek seve seve canlarını fedâ edecek hale yükseltilmiştir.
Medeniyet, güzelliklerden meydana gelen bir terkiptir. Güzel konuşma ve güzel yazma, başlı başına bir sanattır, güzel sanatlardandır. Kimi vardır, güzel konuşur, fakat güzel yazamaz; kimi de güzel yazar, kalemi kuvvetlidir, fakat güzel konuşamaz. Bu bir kabiliyet işidir. Önemli olan, doğuştan potansiyel olarak Allah’ın bir lütfu ve nimeti olarak verilen bu beyan yeteneğimizi3098 kontrole ve disipline alıp geliştirmektir. Herkesin güzel bir yazar veya meşhur bir hatip olması beklenemez, bu zaten mümkün de değildir. Fakat sözü dinlenen, güzel ve düzgün konuşan, anlattığı ve tebliğ ettiği anlaşılan, gerektiğinde merâmını yazıyla da doğru ve güzel bir şekilde anlatan bir seviyeye, çalışıp gayret etmek şartıyla hemen her insan gelebilir.
Bütün bunlara rağmen, güzel konuşmak veya yazmak, dili güzel kullanmak, hiçbir zaman gâye olmamalıdır. Dil bir araçtır. Bu vâsıtayı çok iyi kullanabilmek için esas gâyeden uzaklaşarak hayatı bu uğurda harcamamak da gereklidir. Din, amaç; dil araçtır. Bu konuyla ilgili Kur’an’da vurgulanan, güzel olan gâyeye, güzel vâsıtalarla gidilme esasıdır. Kur’an, gâyemizi belirtirken, vâsıtaları da belirtmiş; her türlü aracı değil; nassların belirlediği, ya da bizi özgür bırakarak mubah kıldığı araçlarla gâyeye doğru yol almamızı istemiştir. Dolayısıyla dil aracı, kötü bir gâyeye hizmet de edebilir. Cennetin, gölgesi altında olduğu kılıcın, aslında cihad vâsıtası olarak, kişiye büyük bir makam bahşetmesi yanında; bu aracın kötüye kullanılarak haksız yere kan dökmeye âlet edilebilmesi gibi, dil de kötüye âlet edilebilir. Hatta şekil ve üslûp yönüyle “güzel” yargısı verilen konuşma ve yazma (edebiyat, edebiyat yapma) da şerre âlet olabilir. Sözün ve kalemin kuvvetli etkisi sebebiyle, bazı samimiyetsiz insanlar, açıkgöz çıkarcılar, insanları söz oltasıyla kolayca avlayabilmektedir. Kur’an kültürüne sahip olmayan kalabalıklar, sözün sahte güzelliğine kanarak kolaylıkla sömürülebilmekte, nice politikacılar lâf cambazlığı yaparak tâğûtî anlayışları halka kolaylıkla empoze edebilmektedir.
Burada, şöyle bir soru akla gelebilir: Söz, şerre âlet olabilir; ama güzel söz
3098] 55/Rahman, 4
- 660 -
KUR’AN KAVRAMLARI
şerre âlet olabilir mi? Ya da, değişik ifadeyle, şerre âlet olan şey, güzel olabilir mi? “Güzel”i, güzel şekilde ve bir bütünlük içinde değerlendirirsek, elbette olmaz; âlet olursa güzellikten çıkarılmış olur. “Güzel”i, “Güzel Yaratıcı’nın, kelâmların en güzeli olan Kitab’ına uygun olan şey” diye tanımlayınca, şer olan veya şerre hizmet edip ona âlet olan bir şey, “güzel” olamaz. Halkın edebiyat yapmak, edebiyat parçalamak diye eleştiriyle yaklaştığı ve olumsuz tavır aldığı şekil ve kılıf makyajından ibaret yaldızlı sözler bu türdendir. Kur’an, Şuarâ (şâirler) sûresinde bu çeşit nefse hoş gelen, aslında hiç de güzel ve gerçekçi olmayan, dışı süslü olduğu için, câhillerin güzel zannettiği sözlerden bahseder. Gerçek anlamda mü’min olmayan şâirler, hatipler ve bunların sanal, yapay, sahte ve aldatıcı güzelliğe (daha doğrusu, maske ve makyaja) sahip olan yaldızlı sözleri tenkit edilerek, müslümanların bu tür kişi ve sözlere karşı dikkatli olmaları tavsiye edilmiştir.3099
Yaldızlı sözlerle, süslü kelimelerle yalanı gerçek gibi, bâtılı hak giysisiyle göstermeye çalışan lâf cambazları, politikacı, şâir ve edebiyatçılar, her dönemde ve her yerde görülebilmektedir. Sözlerini daha çok secîli kelimelerle veya kafiyeli şiirlerle, ya da kulağa ve nefse hoş gelebilecek özelliklerle süslemeye âzamî gayret gösteren bu insanların sözleri yapmacıktır, samimiyetsizdir. Daha çok, duygulara hitap eden heyecan amaçlı sözlerdir. Sözü sihir olarak kullanıp gerçeği dil mahâretiyle farklı gösteren, bâtıl bir inancı veya haramları hoş gösteren, değersizi değerliye tercih ettirmeyi amaçlayan bu sözleri bir müslümanın iyi tanıması, değer vermemesi gerekir. Müslümanın, güzel rolündeki büyülü maske takan cadıyı teşhis edebilmesi için, öncelikle gerçek güzeli iyi bilmesi, onunla irtibatı gerekecektir. Çünkü, bir şeyin sahtesini fark edebilmek için aslını tanımak şarttır. Ancak gerçek güzeli tanımayan kimseler, sahte güzele âşık olabilir.
Bazen, dinî nasihatler yapan, vaaz, hutbe ve sohbetlerle insanlara hakkı göstermeye çalışan kimselerin, özellikle mevlit okuyan veya radyo ve televizyon programlarında duâ yapan bazı görevlilerin samimiyetsizliği sırıtmakta, bu yapay süsleri bolca kullanarak, makyajı suratından akan kimselerin görüntüsünü oluşturabilmektedir. Allah rasûlü, bu konuda şöyle buyurur: “İneğin geviş getirmesi gibi, dilini sağa sola çevirerek belâğat göstermeye çıkan kimselere Allah buğz eder.”3100 Bütün bu hususlara dikkat edip sözdeki yapma güzellikten önce, esas güzellik olan muhtevâdaki gerçek güzelliği, hakkın ifadesini, doğruluğu aramalıyız. Mehmed Âkif Ersoy: “Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek!” diyerek buna işaret etmiştir. Ama sözümüz odun gibi olacaksa, Yûnus’un, dergâha taşıdığı odunlar gibi olsun, yontulmamış olmasın.
Kur’an başta olmak üzere güzel kitapları okuyarak, dâvet çalışmalarıyla tecrübemizi artırarak sözlerimizin, dilimizin yontulmasını sağlayabiliriz. Odun, yontulunca kalem haline de gelebilir. Sözde önemli olan doğruluk ve samimiyettir, güzel bir gâyeye hizmet etmesidir. Yoksa, içi boş, kof sözler, nefse hoş gelse de bunları edebî ve güzel kabul edemeyiz. Sözün edebî olması için edepli olması gerekir, çünkü edebiyat kelimesi edep kelimesinden türemiştir. Edepsiz edebiyat olmaz. Dili ve kalemi terbiye etmeyi öğrenmeden edepli olmak da mümkün değildir. Söz ve kalemin önemi buradan kaynaklanmaktadır.
3099] Bk. 26/Şuarâ, 224-227
3100] Ebû Dâvud, Edeb
GÜZEL SÖZ
- 661 -
Yontulmamış odun gibi kaba ve sert olan, güzellik ve yumuşaklıktan nasibini alamamış söz, iyi niyetle bile söylenmiş olsa, çok kere kaş yapayım derken göz çıkartabilir, fayda yerine zarar verebilir.3101
Uzun dilin başı dertli olur. Eli taşlı insanı gören yılan, başının belâsı dilini çıkarıp yalvarır; aynı dil nice canlar yakmıştır. Dilin kemiksiz olması, fesâda, yalana yani harama uzanmasına sebep olmamalıdır. Dâvâ arkadaşlarının yerini haber vermemek için, dilini dişleriyle koparıp zâlim güçlerin yüzüne tüküren adam, gevezeler için ne büyük bir ibrettir.
Konuşma sanatını bilmeyen bir kimse, ne kadar zeki ve değerli olursa olsun, halifelik görevini tam yapamaz. Çevresindekileri kendisinden uzaklaştırır, zavallı insan durumuna düşer ve konuşmasıyla kendisine ve çevresine zarar verebilir, ifsada yol açabilir. “Söz gümüşse, sükût altındır” sözü, konuşmasını bilmeyenler için geçerlidir. Oysa konuşma sanatını bilenler için söz altındır. Söyleyecek sözü olan, söylenecek uygun söz bulunmadıkça susmakla tanınan bir insan, her zaman kendini dinletir. Söylenecek bir sözümüzün bulunması gerekir; halife olarak, mü’min sorumluluğunu duyarak.
“Sözün âfeti yalandır.” (Hadis-i Şerif)
“Belâ, insanın sözü üzerine gelir.” (Hadis-i Şerif)
“Ya hayır söyle, ya sus!” (Hadis-i Şerif)
“Ya hayır konuşup da sevap kazanan yahut susup da selâmet bulan kişiye Allah rahmet etsin.” (Hadis-i Şerif)
“Esenlik ve huzur on kısım ise, dokuzu susmaktır.” (Hz. Ömer)
“Çok konuşmayınız; herkesin gözünden düşersiniz.” (Hz. Ali)
“Senden soruluncaya kadar susmak, susturuluncaya kadar söylemekten hayırlıdır.” (Hz. Ali)
“İnsan, hayvandan konuşmakla üstündür. Ama doğru konuşmazsan hayvanlar senden üstün olurlar.” (Şeyh Sâdi)
“İnsan dilini tutup konuşmadıkça, ayıbı da hüneri de gizli kalır.” (Şeyh Sâdi)
“İnsana sadâkat yaraşır görse de ikrâh, doğrunun yardımcısıdır Hz. Allah.”
“Âyînesi iştir kişinin lâfa bakılmaz; Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.”
“Ya susun yahut susmaktan iyi şeyler söyleyin.”
“Konuşması insanı hayvanlardan, söylediği şeyler de meleklerden ayırır.”
“Gelür kem sözle başa çok belâlar.
Savar mâkul söz nice kazâlar.”
“Ilı sözle yılan ininden çıkar. İri sözle kişi dininden çıkar.”
“Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı
Söz ola ağılı aşı bal ile yağ ede bir söz.” (Yunus Emre)
3101] Bk. 3/Âl-i İmran, 159
- 662 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Eğer hor eğer hürmet, Kişiye sözden gelir.” (Yunus Emre)
“Sözün en güzeli, söyleyenin doğru olarak söylediği, işitenin yararlandığı sözdür.”
“Kişi ne aş bulursa yimek olmaz; Dile ne söz gelürse dimek olmaz.”
“Söz odur kim ola gül gibi hoş-bû; Selâsette dahi güya akar su.”
“Tamamıyla doğru olsa da, sert söz insanı yaralar.”
“Sözler harekete getirir; ancak, örnekle beraber uygulanır.”
“İnsanlara akılları ölçüsünde söz söyleyin.”
“Bin düşün, bir konuş! Bu daha iyidir.”
“İnsan ne kadar az düşünürse, o kadar çok konuşur.”
“Doğruluğunu tam bilmediğin bir sözü söyleme!” (Sâdi)
“İnsanın cümlelerine hâkim olması için konusuna egemen olması gerekir.”
“Güzel söz, demir kapıyı açar.”
“Güzel sözler, petekten damla damla sızan bala benzer; insanın ruhuna tat verir.” (Hz. Süleyman)
“Kelâm ile kemâli birleştirmek gerek.”
“Yeşillikler, toprağın çirkinliğini kapattığı gibi, tatlı sözler de insanın birçok kusurunu örter.”
“Güzel söz, en etkili bir sinir ilâcıdır.”
“Kılıç yarası iyi olur; dil yarası onmaz.”
“Cebinde para bulunmayanın, hiç değilse dilinde bal bulunmalı.”
“Tatlı sözler, tatlı yankılar meydana getirirler.”
“Tatlı söz söyleyen, hiç kimseden kötü söz işitmez.”
“Tatlı sözler, şiddetli bir öfkeye karşı en etkili ilâçtır.”
“Tatlı söz yılanı ininden, acı söz insanı dininden çıkarır.”
“Tatlı kelâm dinletir, tatsız kelâm esnetir.”
“Tatsız çorbaya tuz, akılsız kafaya söz kâr etmez.”
“Para ile köle satın alamadığına üzülme; insanları tatlı dille de kendine esir edebilirsin.” (Hz. Ali)
“Bir insana söz anlatmak için yakasını, paçasını tutmanız yersizdir. Sizi dinlemek istemiyorsa, dilinizi tutun daha iyi olur.”
“Her bildiğini söyle; her söylediğini bil!”
“Akıllılar, sözlerini altın tartan bir terazide tartarlar.”
“Çok kez söylediklerimiz yüzünden kazandığımız düşmanlar, yaptıklarımız
GÜZEL SÖZ
- 663 -
yüzünden kazandığımız dostlardan daha çoktur.”
“Yerinde söz söylemesini bilen, özür dilemek zorunda kalmaz.”
“Ne kadar çok söylersen karşındaki o kadar az hatırlar. Az söyle de kazancın çok olsun.”
“Uzun sözü, maksadını anlatamayan söyler.”
“Ağızdan çıkan söz, bil ki yaydan fırlayan ok gibidir. O ok gittiği yerden geri dönmez; seli baştan bağlamak gerek.”
“Söylenmediği sürece söze sen hâkimsin. Bir kere söyledin mi, o sana hâkim olur.”
“Bir sözün ardından koşmamalıyız; söz bizim ardımızdan koşmalı, bize hizmet etmeli.”
“İnsanlar arasında yaşamak güçtür; Susmak çok güçtür de ondan.”
“Çok konuşmak, insanın gözden düşmesi için en kısa ve en emin yoldur.”
“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.”
“Ve susmak altın olmadı hiçbir zaman; Sözün bir anlamı oldukça.”
“Susma, dayanılması çok güç bir hazır cevaptır.”
“Susmak, insanı ele vermeyen sâdık bir arkadaştır.”
“Çok kez, en güçlü eleştiri, ses çıkarmamaktır.”
“Bazen susmak, söylenen bir sürü sözden çok daha fazlasını ifade eder.”
“İki şey insanı çileden çıkarır; Söylenecek yerde ağız açmamak, susacak yerde lâkırdı etmek. (Şeyh Sâdi)
“Bilirken susmak, bilmezken söylemek kadar çirkindir.”
“Konuşmak ihtiyaç olabilir; ama susmak bir sanattır.”
“Çok bilenler konuşmaz; çok konuşanlar bilmez.”
“İnsanların bazen birbirlerine söyleyecek sözü yoktur; ama gene de konuşurlar.”
“Dünyada söylenmemiş hiçbir şey yoktur.”
“Yeni bir söz söyledim diyen, sözlerin en eskisini söylemiş olur.”
“Konuşma sanatını bilen adam, düşündüklerinin hepsini söylemez; fakat söylediklerini düşünür de söyler.”
“İnsanın söylemezinden, suyun şarlamazından kork.”
“Konuşmaların en önemlisi, kendi kendimizle konuşmamızdır; ama bunu her zaman ihmal ederiz.”
“Az konuşmaktan pek az, çok konuşmaktan sık sık pişman olunur.”
“Her zaman herkesi memnun edemeyiz; ama herkesi memnun edecek
- 664 -
KUR’AN KAVRAMLARI
biçimde konuşabiliriz.”
“Konuşmak yaratılıştan, susmak akıldan gelir.”
“Neden iki kulağımıza karşılık bir dilimiz var? Çok dinleyelim de az konuşalım diye”
“Konuşma, insanın aklını kullanma sanatıdır.”
“Dil ile düğümlenmiş şey, dişle çözülmez.”
“Dil kılıçtan keskindir.”
“Dilin cirmi küçük, cürmü büyüktür.”
“Dil küçük, belâsı büyüktür.”
“Dil sükût ederse, baş selâmet bulur.”
“Dilini zapteden başını kurtarır.”
“Dil yarası onmaz.”
“Dili belâsıdır bülbülün kafes”
“Dilim, dilim, bana giydirir kilim”
“Dilim, seni dilim dilim dileyim.”
“Dilin kemiği yok, ama kemiği kırar.”
“Dilin kemiği yok, nereye çevirsen oraya döner.”
GÜZEL SÖZ
- 665 -
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. c. 2, s. 405-406
2. El-Câmaiu li-Ahkâmi’l Kur’an, İmam Kurtubî, Burûc Y. c. 2, s. 200-201
3. El-Mîzan Fî Tefsîri’l Kur’an, Muhammed Hüseyin Tabatabâî, Kevser Y. s. 1, s. 309-311
4. Tefhîmu’l Kur’an, Mevdûdi, İnsan Y. c. 4, s. 319-322
5. Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s . 178-180
6. Mefatihu’l-Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahreddin Razi, Akçağ Y. c. 3, s. 185-189
7. Min Vahyi’l Kur’an, Muhammed Hüseyin Fadlullah, AkÂdemi Y. c. 2, s. 103-104
8. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Şâmil Y. c. 2, s. 244-246
9. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. c. 7, s. 44-52
10. Yürek Fethi, Mustafa İslâmoğlu, Denge Y. s. 142-152
11. İhyâi Ulûmi’d-Din, İmam Gazâli, Bedir Y. c. 3, s. 245-365
12. Kur’an ve İnsan, Celâal Kırca, Marifet Y. s. 299-304
13. Tenbihu’l Gâfilin, Ebulleys Semerkandi, Bedir Y. s. 221-248
14. İslâm Nizamı, A. Rıza Demircan, c. 3, s. 85-96
15. Fikrî Tevhide Doğru, Halil Atalay, Ribat Neşriyat, s. 64-72
16. Kur’an’da Edebî Tasvir, Seyyid Kutub, Çizgi Y.
17. Kur’an’da Edebî Veche, Safvet Senih, Nil A.Ş.
18. Güzel Söze Uymanın Önemi, Harun Yahya, Vural Y.
19. Güzel Konuşmanın Sırları, Şadi Eren, Nesil Basım Yayım
20. Güzel Konuşma ve Yazma Sanatı, Ömer Sevinçgül, Zafer Y.
21. Güzel Konuşma, Cevdet Tellioğlu, Timaş Y.
22. Güzel ve Etkili Konuşma Sanatı, Emin Özdemir, Remzi Kitabevi
23. Konuşma, Yavuz Özdem, Atika Y.
24. Konuşma Eğitimi, Suat Taşer, Papirus Y.
25. Konuşma Eğitimi, Sandy Linver, Star Yaprak Y.
26. Sözlü ve Yazılı Kültür: Sözün Teknolojileşmesi, Walter J. Ong, Metis Y.
27. Sözün Özü (Kelâm-ı İlâhî’nin Tabiatına Dair), Dücane Cündioğlu, Tibyan Y.
28. Söz, Haydar Murat Hepsev, Söz Kitap Y.
29. Söz Söyleme ve İş Başarma Sanatı, Dale Carnegie, Timaş Y.
30. Söz ve Diksiyon, Nüzhet Şenbay, Yapı Kredi Y.
31. Türkçe Diksiyon, Raif Özben, İnkılap Kitabevi
32. Meşhur Sözler Antolojisi, Ahmet Seven, Seha Neşriyat
33. Özlü Sözler Antolojisi, Yakup Sarı, Ravza Y.
34. Özlü ve Güzel Sözler, Şerif Öktürk, Toker Y.
35. Güzel Konuşma Sanatı, Mehmet Kaplan, Nesil Basım Yayım
36. Güzel Konuşmanın Anahtarı, İlyas Albayrak, Remzi Kitabevi
37. Güzellikler Dini İslâm, Mehmet Dikmen, Cihan Y.
38. Güzel Sözler Antolojisi, Bilal Eren, Türdav A.Ş.
39. İletişim ve Dil, İsa Kayaalp, T. Diyanet Vakfı Y.
40. Dinî Hitabet, Çeşitleri, İlkeleri, Örnekleri, İ. Lütfi Çakan, İFAV Y.
41. Hitabet ve İrşad Güzel Konuşma ve İnsanları Etkileme Yolları Abdurrahman Çetin, Aksa Y.
42. Hitabet, Nejat Muallimoğlu, Avcıol Basım Yayım
43. Hatiplik Sanatı, J. Brun-Ros, Remzi Kitabevi
44. Edebiyata Müslümanca Bakmak, Selim Çoraklı, Birleşik Y.
45. Lisan ve İnsan, Yusuf Alan, T.Ö.V. Y.
46. Peygamber Efendimiz’in Hitabeti, Ahmet Lütfi Kazancı, Marifet Y.
47. Edebiyatta Üslûp ve Problemleri, Şerif Aktaş, Akçağ Y.
48. Yanlışları ve Doğrularıyla Güzel Konuşma, Ülkü Giray, Bilgi Y.

 
Okunma 866 kez