Bu sayfayı yazdır
Cumartesi, 06 Şubat 2021 16:00

FUHUŞ / ZİNÂ

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

FUHUŞ / ZİNÂ


- 297 -
Kavram no 54
Haramlar 7
Bk. Haram; Günah; Fesâd-İfsâd; Ahlâk
FUHUŞ VE ZİNÂ
• Fuhuş; Anlam ve Mâhiyeti
• Zinâ; Anlam ve Mâhiyeti
• Zinânın Cezâsı; Yüz Celde ve Recm
• Kur’ân-ı Kerim’de Fuhuş ve Zinâ Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Fuhuş ve Zinâ Kavramı
• Zinâ Suçunu Önleyici Tedbirler
• Fuhuş ve Zinânın Cezâsı Üzerine; Recm Tartışması
• Nesil Emniyeti
• Kazf: Nâmuslu Bir Kimseye Zinâ İftirası
• Lian: Eşler Arası Güvensizliğin Bedeli ve İftiraya Set Çekme
• Livâta; Zinânın En İğrenç Biçimi
• Flört; Fuhuş ve Zinâya Dâvetiye
• Kadının Örtüsü/Tesettür ve Hicab
• Kadın-Erkek İlişkileri ve Âile Hayâtıyla İlgili Haramlar
• Genelevlerinde Yapılan İşin Haramlığı; Haramın Devlet Eliyle İşlenmesi
• Müslüman Kadının Toplumsal Hayata Katılma Âdâbı
• Gözün Zinâsı Harama Bakmaktır
• Sanat Anlayışı ve Fuhuş Sektörü
“Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı aranızdan dört şâhit getirin. Eğer şâhitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye veya Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde hapsedin. İçinizden fuhuş yapan her iki tarafa cezâ verin; eğer tevbe eder, uslanırlarsa artık onlara cezâ verip eziyet etmekten vazgeçin. Çünkü Allah tevbeleri çok kabul eden ve merhamet edendir.”1209
“Zinâ eden kadın ve zinâ eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsanız, Allah’ın dininde (hükümlerini uygularken) onlara acıyacağınız tutmasın. Mü’minlerden bir grup da onlara uygulanan cezâya şâhit olsun.”1210
Fuhuş; Anlam ve Mâhiyeti
Fuhuş; Çirkin davranış, gayr-i meşrû’ cinsel ilişki, zinâ demektir. Gerek söz ve gerekse fiillerdeki her türlü çirkinliği, edepsizliği, hayâsızlığı, söz ve davranışlarda sınırı aşmayı kapsayan bir tâbirdir. Her türlü ahlâksızlık, homoseksüellik, kötü huyluluk, çıplaklık, açıklık, terbiyesizce konuşma ve cimrilik, kısacası; Allah’ın yapılmasını veya söylenmesini yasakladığı her şey bu kelimenin şumûlüne girer.
1209] 4/Nisâ, 15-16
1210] 24/Nûr, 2
- 298 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Ayrıca, bu ahlâksızlıkları, toplum içinde yaymak veya yaymaya çalışmak; örneğin, müstehcen hikâye ve romanlar, bu türden tiyatro oyunlarıyla sinema filmleri, çıplak resimler, kadınların ortalıkta açık saçık dolaşması, karşı cinslerin birbirleriyle diledikleri şekilde eğlenmeleri aynı şekilde fuhuş teriminin kapsamına girer.
Fâhişlik; sözde, fiilde yahut sıfatta olur. Meselâ çok uzun bir kimseye, bu yüzden “fâhiş derecede uzun” denir. Ancak bu kelime, daha çok konuşma için kullanılır. Ağzı bozuk, kötü huylu insanlara “fâhiş”; başkalarını güldürmek için açık-saçık söz sarfeden kimselere de “mütefahhiş” ya da “mütefâhiş” denilmektedir.1211
Yine Buhârî’de, Abdullah İbn Amr, Muâviye ile Kûfe’ye geldiğinde, Hz. Peygamber’den (s.a.s.) sözederek, “O, asla ne fâhiş (çirkin sözlü, kötü huylu), ne de mütefahhiş (müstehcen konuşan) değildi. O; ‘En hayırlınız, ahlâkı en güzel olanınızdır’ derdi” diye zikreder.1212
Genelde zinâ eden kadınlara fâhişe denildiği halde, Kur’an, yukarıda anılan günâhların tümünü bu isimle adlandırmıştır. ‘’Onlar, fena bir şey (fâhişe) yaptıklarında veya nefislerine zulmettiklerinde, Allah’ı anarlar, günâhlarının bağışlanmasını dilerler...”1213 ve “Babalarınızın evlendikleri kadınlarla evlenmeyin -geçmişte olanlar geçmiştir- çünkü o, çok çirkin (fâhişe) ve iğrenç bir şeydi. Ne fenâ âdetti o.”1214
Yukarıdaki iki âyette de görüldüğü gibi, insanların işledikleri günâhların tümünü “fâhişe” diye isimlendirmek mümkündür. Çevremizde zinâ eden kadınları, bu ad ile adlandırmak yaygın ise de, kelimenin şümûlü bundan çok daha geniştir. Nitekim Peygamber (s.a.s.)’in hanımları, kendisinden dünyalık bazı isteklerde bulunmuşlar ve bunda ısrar etmişlerdi. Bunun üzerine inen âyet-i kerime onları eleştirmiş, hatta onları (akabinde boşanma vukû bulacak) dünya ziynetini yahut Allah’ı ve Rasûlünü (dolayısıyla âhireti) tercih etmelerinde serbest bırakmıştır. Onlar da ikinci şıkkı yani âhireti tercih etmişlerdi. Daha sonra inen âyet, bundan böyle Allah’a ve Rasûlüne karşı işleyecekleri günâhların cezâsının büyüklüğünden sözeder. Şöyle ki: “Ey Peygamber hanımları, sizden kim açıktan bir terbiyesizlik (fâhişe) yaparsa, onun azâbı iki kat olur. Bu, Allah’a göre kolaydır.”1215 Bu âyetteki “fâhişe” sözü, genel anlamda günahı ifâde etmekle birlikte; yukarıda anlatılan olaydan, özel olarak da Hz. Peygamber’e, dolayısıyla Allah’a karşı gelmeyi ifâde etmektedir.
“Fâhişe” sözünün, zinâ anlamında da kullanıldığını Kur’an’da müşâhede etmekteyiz: “Zinâya yaklaşmayınız; çünkü o, açık bir kötülük (fâhişe), çok kötü bir yoldur.”1216 âyetinde zinâ, fâhişe sözüyle ifâde olunmuş iken; ‘’Kadınlarınızdan zinâ edenlere (fâhişe işleyenlere) karşı aranızdan dört şâhit getirin. Onlar şehâdet ederlerse, ölünceye kadar veya Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde tutun...”1217 âyetinde, “fâhişe” ile zinâ kasdedilmektedir.
1211] İbn Hacer el-Askalânî, 'Fethu'l-Bârî bi-Şerh-i Sahîh-i Buhâri', X, 371
1212] Buhârî, Edeb, 38
1213] 3/Âl-i İmrân, 135
1214] 4/Nisâ, 22
1215] 33/Ahzâb, 30
1216] 17/İsrâ, 32
1217] 4/Nisâ, 15
FUHUŞ / ZİNÂ
- 299 -
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) aşağıdaki hadisinden de, “fâhişe” sözü ile zinânın kasdedildiğini anlayabiliyoruz. “Bir milletin içinde zinâ (fâhişe) ortaya çıkıp nihâyet o millet, bu suçu alenî olarak işlediğinde, mutlaka bulaşıcı (tâun) ve onlardan önce gelip geçmiş milletlerde vuku bulmamış hastalıklar yayılır.”1218
Hz. Lût’un (a.s.) kavmi arasında yaygın olduğundan, “lûtîlik” diye (çok hatalı olarak) bilinen “livâta” yani “homoseksüellik”, fâhiş günâhlardan sayılmış ve bu suçu işleyenlere çok büyük cezâlar verilmiştir. Kur’an bu çirkin hayâsızlığı işleyenleri Lût’un (a.s.) dilinden şöyle kınamaktadır; “Lût da hani kavmine demişti ki; ‘siz, açıkça gördüğünüz halde, yine de o çirkince utanmazlığı (fâhişe) yapacak mısınız?”1219
Cenâb-ı Allah, ister zinâ olsun ister diğer günâhlar olsun fuhşun her türlüsünü; gizlisini de açığını da yasaklamıştır: “Favâhişin (her türlü kötülüğün) açığına da gizli olanına da yaklaşmayın...’’1220 buyurmakla yalnız “fevâhiş”i işlemeyi yasaklamakla kalmıyor, ona yaklaşmayı dahi haram sayıyor. Allah korunmak isteyeni şüphesiz koruyacaktır; korunmak istemeyenin de, hâliyle Allah’a sunacağı bir mâzereti olmayacaktır.
Yukarıdaki âyetin sebeb-i nüzûlü hakkında, Abdullah İbn Abbâs’tan, Hasan-ı Basri’den ve Süddî’den bize gelen bilgilere göre, alenî zinâ çirkin görülürdü de, gizli zinâ ayıplanmazdı. Bu âyet-i kerîme, zinânın alenî olanını da gizlisini de yasakladı. Hatta iki ‘fuhşun’ ikisi de nehyolunduğu gibi âyet-i kerîmede; “bunlara yaklaşmayınız” buyurulduğuna göre, zinâyı çağrıştıran, zinâya götüren her türlü yollar ve vâsıtalar da haram kılınmıştır.1221
“Onlar, bir kötülük (fâhişe) işlediklerinde ‘biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Allah da bunu bize emretti derler’. De ki: ‘Şüphesiz Allah, kötülüğü (fahşâyı) emretmez. Bilmediğiniz bir şeyi Allah’a karşı mı söylüyorsunuz?”;1222 Hâlbuki “şeytan, size ancak kötülüğü, hayâsızlığı (fahşâyı) ve Allah’a karşı bilmeyeceğiniz şeyleri söylemenizi emreder.”1223
“Allah çirkin şeyi (fahşâyı), asla emretmez” anlamındaki bu kısa cümle, Arapların, inanç ve geleneklerine karşı güçlü bir delildir. Bu delilin gücünü takdir etmek için, şu iki ana konunun bilinmesi gerekir:
a) Araplar, belli dînî âyinleri çıplak olarak icrâ etmelerine rağmen yine de onlar, çıplaklığın bizâtihi ayıp bir şey olduğunu kabul ediyorlardı. Bundan dolayıdır ki, bu geleneklerine rağmen hiçbir saygın Arap, çarşı-pazarda, herhangi bir dostunun yanında veya umumî toplantılarda çıplak olarak bulunmazdı.
b) Hatta onlar, çıplaklığı ayıp bir durum olarak kabul eder ama bunu, Allah’ın emri olduğu için yaptıklarını söylerlerdi. Fakat Kur’an bunu çürüterek, “Çıplaklığın çirkin bir şey (fahşâ) olduğunu siz kendiniz de kabul ediyorsunuz. Bundan dolayı, çıplaklık âdetinizi, Allah’ın emridir diye öne sürmeniz tamamıyla asılsızdır. Bu sonuca göre, eğer dininiz hayâsızlığı tasvip ediyorsa, bu onun Allah’tan
1218] İbn Mâce, Fiten 22
1219] 27/Neml, 54
1220] 6/En'âm, 151
1221] Buhârî, Tecrid-i Sarîh Tercemesi, XI, 104
1222] 7/A'râf, 28
1223] 2/Bakara, 169
- 300 -
KUR’AN KAVRAMLARI
gelen bir din olmadığı gerçeğinin en açık delilidir.”1224
Allah Teâlâ, kutsal kitabında cimriliği de “fahşâ” sınıfına sokmuş ve fakirlikten korkarak, cimrilik etmeyi şeytanın kandırması olarak vasıflandırmıştır: “Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve çirkin (fahşâ) şeyleri emreder. Allah ise, size kendi katından bağışlama ve lutuf vaadediyor. Şüphesiz Allah’ın lutfu geniştir; O, bilendir.”1225
Dinimiz, yukarıda sözü edilen her türlü fiili yasakladığı gibi bu fiillere götüren bütün yolları da yasaklamış, insanlara bu yolları açanları çeşitli şekillerde cezâlandırmayı kendi görevleri arasında saymıştır. Nitekim âyette, “İffetsizlik ve utanmazlığın (fâhişenin), iman edenler içinde yayılmasını arzu edenler için dünyada ve âhirette acıklı bir azab vardır.”1226
Doğrudan ve yer aldığı metne göre âyetin tefsiri şöyledir: İftira atanlar, kötülüğü propaganda edenler ve yayanlar, İslâm mâneviyat ve ahlâkına güvensizlik getirenler cezâyı hakederler.” Metinde geçen kelimeler, kötülüğün propagandası için kullanılabilecek tüm biçimleri kapsamaktadır. Bunlar, genelevleri açma olabilir; şehvet kamçılayıcı (erotik) hikâyeler, şarkılar, tablolar, film ve piyesler yazma yayınlama, söyleme ve gösterme olabilir; halkı ahlâksızlığa iten klüp ve otellerde her türden karışık toplantılar olabilir. Kur’an bütün bu yollara başvuranların yalnızca âhirette değil, dünyada da cezâyı hakeden suçlular olduğunu ilân eder. O halde, tüm bu ahlâksızlığı yayma ve propaganda etme araçlarını ortadan kaldırmak İslâmî bir görevdir.1227
Fuhuş: Kelime ve terim olarak İslâm dininde ve müslümanlar arasında daha geniş bir kullanım alanı bulunmakla birlikte fuhuş genellikle, “bir kadının evlilik dışında meslek edinerek veya başta para olmak üzere herhangi bir karşılık gözeterek vücudunu bir erkeğin cinsî tatminine sunması” anlamına gelir. Bunun yanında, kadının kadınla ve erkeğin erkekle veya erkeğin anılan şartlarda başka bir kadınla olan cinsî münâsebeti de fuhşun tanımına girer. Fuhşun tanımı, Talmud’da belirtildiği gibi, hayvanlarla cinsel ilişkiye girmeye kadar genişletilebilir. Bu şekilde gayri meşrû yollara sapan kadınlara (bazı durumlarda erkeklere de) fâhişe denilir.
Dinî literatür göz önüne alındığı takdirde iki tür fuhuştan söz edilebilir. a) Bazı çok tanrılı dinlerde ortaya çıkan kutsal fuhuş, b) Meslek olarak icrâ edilen ücretli fuhuş. Bu iki gruptan hangisine girerse girsin fuhşun tarihi oldukça eski dönemlere ve geniş bir coğrafî alana uzanır. Sık olmasa bile arkaik ve çağdaş dinî topluluklarda fuhşa rastlanmaktadır. Bununla birlikte bu tip dinî gruplarda görülen fuhuş daha ziyâde kutsal fuhuş veya “tanrısal evlilik”tir.
Kutsal fuhuş, anaerkil dönemden kalma bir geleneğin devamı niteliğindedir. Buna göre yer ve göğün birleşimini taklit edecek şekilde özel seçilmiş kadınlar, erkeklerle cinsî münâsebete girerler; böylece göğün yeri “dölleme”sinin benzeri olarak erkekler de bir bakıma tanrıça addedilen özel kadınları döllemiş olurlardı. Çok eski dönemlerden itibaren kutsal sayılan bu evlilik kurumunun zamanla organize hale geldiği anlaşılmaktadır. Genellikle bereket tanrılarına ayrılan
1224] Ebû'l-A'la el-Mevdûdî, "Tefhimu'l-Kur'ân" II/25
1225] 2/Bakara, 268
1226] 24/Nûr, 19
1227] Halit Erboğa, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 2, s. 198-199
FUHUŞ / ZİNÂ
- 301 -
tapınaklarda görevli kadınlar, istekli erkeklerin dâvetlerini reddedemezlerdi.
Kutsal fuhşa âit en eski yazılı belgeler Mezopotamya’da Ur şehrinden gelmektedir. Milattan önce 2300 yıllarına âit Sümerce bir tablet Tanrıça İnanna’nın hizmetindeki kutsal fâhişelerden bahsetmektedir. Aynı geleneğe Sâmîler arasında da rastlanmaktadır. Suriye ve Filistin’de Adonis tapınaklarında da aynı işlem yapılmaktaydı. Kutsal fâhişelik kurumuna değişik bir şekilde Anadolu’nun Frig ve Lidya devletlerinde de rastlanır. Ana Tanrıça Kibele ve Attis’e adanan tapınaklarda Galli adını alan râhipler kendilerini hadım ederler ve homoseksüel bir anlayışla fuhuş yaparlardı. Kutsal fâhişelik eski Mısır ve Suriye’de de yaygındı. Öte yandan, eski Ön Asya’da kutsal fâhişelik dışında, ücretli fâhişelik de mevcuttu. Sâmîler arasında maddî imkânsızlıklar dolayısıyla genelevlerde fâhişelik yapan çok sayıda kadının olduğu bilinmektedir.
Eski Yunanistan’da gerek “hierodouleia” denilen kutsal fâhişelik gerekse ücretli fuhuş oldukça yaygındı. Aynı gelenek Helenistik ve Roma dünyasına da girmiştir. Atina’da Helenistik dönemin sonuna kadar her mahallede bir genelev bulunuyordu. Sıradan fâhişelerin yanında “heteira” adını alan kültürlü fâhişeler de vardı. Öte yandan gerek eski Yunanistan’da gerekse Roma’da icrâ edilen ve sonraları “lucerna extincta” (mum söndü) adıyla 18. yüzyıl Rusya’sında devam eden Dionizak kökenli toplu seks âyinlerini de zikretmek gerekir. Eski Yunan dünyasında bereket tanrısı Dionizos’a adanan bu törende kandiller söndürülüp taraflar toplu olarak bir nevi kutsal fuhuş ritüeli icrâ ederlerdi.
Kutsal fâhişelik kurumuna Hindistan’da da rastlanmaktadır. Hindistan’ın yerli halklarından Hijralar arasında hadım edilen homoseksüel erkekler, tapınaklarda kutsal fâhişelik yapmaktaydılar. Orissa eyaletindeki Puri’de Jagannatha Tapınağı’nda “devadasi” denilen kutsal fâhişeler bu geleneğin Hindistan’da 3000 yıl önceye kadar uzandığını gösterir. Eski Ön Asya dünyasındakinin benzeri olarak bu kutsal fâhişeler genelevlerde çalışan fâhişelerden farklı mütâlaa ediliyordu.
İlâhî dinlerin ücretli fuhuş veya kutsal fuhşun hükmü hakkında yaklaşık aynı tutumda birleştikleri görülmektedir. Yahûdilik hem erkeğe hem kadına her türlü fuhşu yasaklamıştır. İsrâiloğullarının patriarklar (atalar) çağında kutsal fuhşun olduğu bilinmektedir. I. Samuel’deki1228 ifâdeye bakılırsa bu eylem “çadır”da icrâ edilmekteydi. Öte yandan ücretli fâhişelik de İsrâil tarihinde oldukça yaygın olmakla birlikte,1229 bu tür fâhişelik kutsal fâhişeliğe göre daha az görülmektedir.
Hem On Emir’de, hem de “Kızını fâhişe ederek onu murdar etme, ta zina etmesin ve diyar alçaklıkla dolmasın”1230 şeklindeki açıklamada, ayrıca kâhinlerin ve râhiplerin evlenecekleri kadınların fâhişe veya bozuk kadın olmamaları,1231 bir kâhin kızının fâhişelik etmesi durumunda yakılarak cezâlandırılması,1232 bir kız fâhişelik ederek lekelenmişse taşlanarak öldürülmesi gerektiği,1233 İsrâiloğulları’nda ücretli fuhuş yapanların bu ücreti mâbede adak olarak
1228] 2/12
1229] Tekvîn, 38/14; Yeşu 2/1; I. Krallar, 3/16-27
1230] Levililer, 19/29
1231] Levililer, 21/7
1232] Levililer, 21/9
1233] Tesniye, 22/21
- 302 -
KUR’AN KAVRAMLARI
getirememeleri1234 gibi hususlar yahûdi kutsal kitaplarında fuhşun yasaklandığını göstermektedir.
İsrâil’de kutsal fuhuş sıradan fuhuştan daha ciddi bir tehlike olarak görülmüş, Kutsal Kitapta bu fuhuş bir putperestlik geleneği sayılmıştır. Çünkü bu işin dayandığı inanca göre âlemin düzeni tanrılar ve tanrıçaların arasındaki ilişkilerle yürümektedir. Kutsal yerlerdeki tapınak fâhişeleriyle girilecek cinsî ilişki, taklit büyüsü yoluyla onların da ilişkiye girmesine yol açacak, ancak bu sûretle sürülerdeki, tarla ve bahçe ürünlerindeki bereketle âiledeki zürriyet gerçekleşebilecektir. Yahûdi kutsal kitabında erkek ve kadın kutsal fuhşu, “İsrâil kızlarından ve İsrâil oğullarından kendilerini fuhşa vakfetmiş kimse olmayacaktır. Kadın, fuhşunun kazancını yahut erkek, fuhşunun ücretini herhangi bir adak için Allah’ın rabbin mâbedine getirmeyeceksin; çünkü bunların ikisi de Allah’ın rabbe mekruh şeylerdir”1235 gibi ifâdelerle yasaklanmıştır. Yahuda devletinde zaman zaman, kadınlardan ve erkeklerden kutsal fuhuşta bulunanların ülke dışına sürülmesi kararları alınmıştır.1236 Peygamberlerle ilgili kutsal kitap metinlerinde putperest kökenli olduğu için kutsal fuhşa çok hücum edilmiştir.1237
Yahûdi dininde zinâ, On Emir içerisinde yasaklanmıştır.1238 Baba evinde zinâ yapan kadınla şehirde bu işi yapan erkek ve kadın taşlanarak öldürülür. Kırda zinâ yapılması durumunda ise sadece erkek öldürülür.1239
Yeni Ahid’de (İncil’de) fuhuş için kullanılan genel terim “pornee”dir. Hıristiyanlıkta “fâhişe”,1240 “kötü kadın”,1241 “zinâ”1242 gibi kelimeler kullanılarak fuhuş yasaklanmakla birlikte Eski Ahid ile karşılaştırıldığında Yeni Ahid’de fâhişeleri yermekten çok onları dine çekme gâyesinin ön plana alındığı görülmektedir. “Doğrusu size derim: Vergi mültezimleri ve fâhişeler Allah’ın melekûtuna sizden önce giriyorlar. Çünkü Yahyâ size salâh yolunda geldi, siz ona inanmadınız; fakat vergi mültezimleri ve fâhişeler ona inandılar...”1243 cümlesi bunun delilidir. Bununla beraber, fuhşu yeren ifâdeler de bulunmaktadır.1244 İsa Mesih bir mesel içinde, fuhşa düşüp kötü kadınlara kapılanların mânen öldüğünü, onların bir kayıp olduğunu anlatmaktadır. Pavlus da fuhşu yermektedir.1245
Hıristiyanlıkta zinâ, İsa Mesih’in dağdaki vaazında1246 on emrin, “zinâ etmeyeceksin” şeklindeki 7. maddesini yorumlamasıyla aydınlık kazanmıştır. Hıristiyanlar, on emrin zinâ ile ilgili yasağına uymaları yanında, “Bir kadına şehvetle bakan her adam zâten yüreğinde onunla zinâ etmiştir”1247 şeklindeki İncil
1234] Tesniye, 23/18
1235] Tesniye, 23/17-18
1236] I. Krallar, 14/24, 15/12, 22/46; II. Krallar, 23/7; Hoşea, 4/14
1237] II. Krallar, 23/4-14; Yeremya, 2/20; Hezekiel, 23/37 vd.
1238] Çıkış, 20/14; Levililer18/20; Tesniye, 22/22-29
1239] Tesniye, 22/21-24
1240] Matta, 21/31
1241] Luka, 15/30
1242] Korintoslulara Birinci Mektup, 6/13
1243] Matta, 21/31-32
1244] Meselâ bak. Luka, 15/30-32
1245] Korintoslular'a Birinci Mektup, 6/5-17
1246] Matta, 5
1247] Matta, 5/28
FUHUŞ / ZİNÂ
- 303 -
cümlesini göz önünde tutmak ve eğer bir göz sürçmelere sebep oluyorsa onu çıkarıp atmakla yükümlü idiler.1248 Bu sebeple yahûdiler kadar hıristiyanlar da eski Yunan ve Roma’da cârî olan fuhuşla mücâdele etmek zorunda kaldılar. Bazı hıristiyan azizleri, İmparator Teodosius ve Valentinius’u geneleevlerden vergi almaktan vazgeçirip bu kötülük odaklarını kapatmayı sağladılar. Buna benzer yollarla Ortaçağ başlarında Hıristiyanlığın hâkim olduğu ülkelerde fuhuş oldukça azaldı. Fakat fuhşun kesin olarak önlenmesi için başvurulan tedbirler yetersiz kalınca hıristiyanlık fuhşu “gerekli kötülük” olarak tanımaya mecbur kalmıştır. İki büyük teolog aziz Augustinus ve Aquinolu Thomas bu konu üzerinde durmuşlardır. Kilise yöneticileri, Ortaçağ Avrupa’sında fuhuştan vazgeçmiş kadınları topluma yeniden kazandırmak için onların evlenme masraflarını üstlenme gibi bazı teşebbüslerde bulundular. Ancak Avrupa’nın maddeci geleneği, sosyete hesapları, derebeylerin evlenen her kızdaki öncelik hakkına toplumların alışması gibi olumsuz şartlar fuhşun önlenmesini engelledi.1249 Bunun sonucunda fuhşun kanunlar dâhilinde yapılması sağlanmaya çalışıldı. Ruhsata bağlandı; sonuçta eski Yunan ve Roma’da olduğu gibi vergi gelirlerinin en önemli kaynağı haline geldi. Bütün Avrupa’da büyük şehirlerde genelevler açıldı. Ayrıca Rönesans’tan itibaren önce İtalyan saraylarında, ardından Fransa, Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinin aristokrat çevrelerinde eski Yunan ve Mezopotamya’daki gibi kibar fâhişeler sınıfı oluştu. Böylece Avrupa’da fuhuş genelevde, sokakta ve özel yerlerde yaygınlaştı. Toulouse’da genelevlerden alınan vergi, belediye ve üniversite arasında paylaşılıyordu. İngiltere’de ise genelev ruhsatlarını başlangıçta Winchester psikoposları, daha sonra da parlamento verdi.
Câhiliyye Döneminde Fuhuş
Câhiliyye döneminde erkekler çoğunlukla zinâyı ayıp saymazlar, hatta bununla övünürlerdi. Nitekim bu husus İmru’ulkays’ın şiirlerinde açıkça görülmektedir. Câhiliyye devrinde fâhişelik yapan câriyeler öksürerek ilişki teklifinde bulundukları için kendilerine “kahbe” de denirdi. Aralarında sahipleri tarafından para kazanmak amacıyla zorla bu işe itilenler de vardı. Kur’an’da; “...Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye nâmuslu kalmak isteyen câriyelerinizi fuhşa zorlamayın.”1250 meâlindeki âyet bunlarla ilgilidir.
Câhiliyye devrinde dost hayatı yaşayan çiftler de vardı. Erkek, kadının dostu ve arkadaşı (haden) olduğu için bu tür kadınlara “zevâtu’l-ahdân” veya “muttehızâtü ahdân” adı verilirdi. Kur’an’ın iffetli yaşamaları, zinâ etmemeleri ve gizli dost tutmamaları şartıyla câriyelerle evlenmeye izin veren,1251 açık ve gizli kötülükleri (fevâhiş) yasaklayan1252 âyetlerinde dolaylı olarak bunlardan söz edilir. Bu dönemde metres hayatı yaşayan evli kadınlar da vardı. “Dımd” denilen bu kadınlar kocalarından başka bir veya birkaç erkekle beraber olurlar, özellikle kıtlık zamanlarında karınlarını doyurmak için bu tür ilişkide bulunurlardı.
1248] Matta, 5/29
1249] Avrupa’nın çoğu yerindeki derebeyler gibi, İngiliz lordlarının evlenen her kızla ilk olarak kendilerinin gerdeğe girmesi tavrına şâhit olup, karısının önce onlarla yatmasına tahammül edemediği için başkaldırıp en sonunda İskoçya halkının İngilizlere karşı bağımsızlık ve özgürlük savaşı vermelerini anlatan Cesur Yürek filmini, seyredenlere hatırlatalım.
1250] 24/Nûr, 33
1251] 4/Nisâ, 25
1252] 6/En'âm, 151; 7/A'râf, 33
- 304 -
KUR’AN KAVRAMLARI
İslâm öncesinde livâta, sevicilik, hayvanlarla ilişki şeklindeki cinsî sapıklıklara da rastlanmaktadır. Kur’ân-ı Kerim bunlardan özellikle livâta üzerinde durmakta ve bu çirkin ilişkiyi ilk defa başlatan Lût kavminin1253 bu yüzden helâk olduğunu anlatarak bundan ibret alınmasını istemektedir.1254 Câhiliyye devrinde birçok yerleşim merkezinde ve ticaret kervanlarının uğrak yerlerinde “mâhûr” (muhtemelen Farsça “mey-hor”dan -içki içen-) denilen işret ve zinâ âlemlerinin yapıldığı evler vardı. Buralarda câriyeler içki sunar, raks eder ve gayrı meşrû ilişkide bulunurlardı. Bu tür ilişkilerde pezevenklik (kıyâde) yapan kimseler de vardı. Bunlara “kavvâd” (Türk argosunda “kavat”) veya “kavvâde”; âilesini kıskanmayan ve fuhşa itenlere de “deyyûs” denirdi.
Bazı fâhişeler evlerinin veya panayırlarda kurdukları çadırların kapılarına bayrak asarak ücret karşılığı ilişkide bulunmak isteyenleri dâvet ederlerdi. Hz. Âişe, Câhiliyye dönemindeki nikâh türlerinden söz ederken bunlar hakkında da bilgi vermektedir.1255 Aynı rivâyette, eşlerini kıskanmayan ve asil gördüğü bir kimseden çocuk sahibi olmak için onunla ilişkiye zorlayan ve eşi o kimseden hâmile kalıncaya kadar bunu sürdüren erkeklerle (buna nikâhu’l-istibdâ’ denirdi), on kadar erkekle ilişki kuran kadının doğurduğu çocuğun nesebinin nasıl tâyin edildiği hakkında da bilgi vardır. Kadın çocuğu doğurduktan sonra ilişki kurduğu erkekleri çağırır ve içlerinden birini çocuğun babası olarak belirlerdi. Doğan çocuk erkekse o kişi bunu kabullenmek zorundaydı. Kız çocuğu olması durumunda ise birtakım problemler ortaya çıkardı. Kız çocuğuna sahip olmanın utanç vesilesi sayılması ve doğan kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi âdeti de toplumda fuhşun yaygın olması, kız çocuklarının ileride fuhşa sürüklenmesi ihtimalinin bulunması ile açıklanabilir.
Müslüman Toplumlar ve Fuhuş
İslâmiyet fuhşu en büyük günahlardan saymış ve buna karşı büyük bir mücâdele başlatmıştır. Câhiliyye döneminde evinin damına bayrak asarak fuhuş yapan Ümmü Mehzûl adındaki kadını sahâbeden birinin nikâhlamak istemesi üzerine nâzil olduğu rivâyet edilen; “zinâ eden kadını ancak zinâ eden veya müşrik olan bir erkek nikâhlar”1256 meâlindeki âyette zinânın şirke yakın görülmesi dikkat çekicidir. Kur’ân-ı Kerim, fuhuş yapan erkek ve kadınları “habîs” (murdar) olarak vasıflandırmakta ve bunların ancak kendi aralarında evlilik bağı kurabileceklerini belirtmektedir.1257
İslâm’ın amaçlarından biri de nesillerin korunması, sağlıklı bir toplum yapısının oluşturulmasıdır. Bu bakımdan fuhuş ve fuhşa götüren bütün davranışlar zinâya yaklaştıran tutumlar olarak haram kılınmış,1258 mü’min erkek ve kadınların gözlerini haramdan sakınmaları1259 emredilmiş; mahrem olmayan kadın ve erkeklerin birbirlerine dokunmaktan, şehevî arzuları kabartan söz ve davranışlarda bulunmaktan sakınmaları istenmiştir. Ayrıca kadının, erkeğin
1253] 27/Neml, 54; 7/A'râf, 80-84
1254] 29/Ankebût, 28-35
1255] Buhârî, Nikâh 36
1256] 24/Nûr, 3
1257] 24/Nûr, 26
1258] 17/İsrâ, 32
1259] 24/Nûr, 30-31
FUHUŞ / ZİNÂ
- 305 -
cinsî duygularını uyandıracak şekilde yürümesi de hoş görülmemiştir.1260 İlgili âyetlerin üslûbundan, bu kuralların hürriyetleri kısıtlama amacına değil; toplum ahlâkını koruma gâyesine yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Toplumda fuhşu önleyebilmek için fertlerin eğitimi, ahlâkî yetişkinliği, fuhşu kolaylaştıran ve özendiren yolların kapatılması kadar, bu yönde gerekli sosyal ve hukukî tedbirlerin alınması da önemlidir. İslâm’da ferdin cinsî ihtiyaçlarının tabiî bir ihtiyaç olarak görülüp evliliğin kolaylaştırılması, evlilik yoluyla cinsel tatminin temel bir hak olarak karşılanması böyle bir anlam taşır. Aynı şekilde Kur’ân-ı Kerim’de ve Hz. Peygamber’in uygulamalarında zinâ eden, livâta ve sevicilik gibi çirkin fiilleri işleyen kimseler hakkında öngörülen tedbirlerin ve cezâî müeyyidelerin de amacı müslüman toplumlarda fuhşu önlemek, kişilerin onur ve iffetlerini korumalarına yardımcı olacak bir toplum ve hukuk düzenini kurmaktır.
İslâm’ın kesin tavrına rağmen Asr-ı saâdet’te, özellikle yeni müslüman olmuş kesimlerde eski alışkanlıkların bir sonucu olarak bazı zinâ olayları görülmüştür. Nitekim Tâif örneğinde olduğu gibi, İslâm’ın gücü karşısında teslim olanlar, kendilerine verilen emanda zinâ ve içkinin yasaklanmaması şartının bulunmasını istiyorlardı. Hz. Peygamber’in vefatından sonra meydana gelen dinden çıkma (irtidad) olaylarının sebeplerinden biri de coğrafî konumları sebebiyle İslâmî terbiyeyi yeterince alamamış Arapların içlerinde gizledikleri bu arzularını gerçekleştirmekti. Hatta Hadramut taraflarında bazı fâhişeler Rasûl-i Ekrem’in vefatını sevinçle karşılamışlardı.
Hulefâ-yı Râşidîn devrinde fuhuşla mücâdele devam etmiştir. Bu dönemde zinâ suçu isnat edilen ve bu yüzden cezâlandırılanların sayısı çok azdır. Daha sonraki dönemlerde İslâm’ın çok geniş bir coğrafyaya yayılması sonucu büyük bir zenginlik elde edilmiş, özellikle saraylarda ve çevresinde görülen eğlence hayatı toplumu sarsabilecek bir nitelik kazanmıştır. Bununla birlikte yaygın ahlâkî terbiye ve hukukî önlemler yanında câriye istifrâşına izin verilmesi fuhşun toplumsal boyutta yaygınlaşmasını önlemiştir.
Emevîler’de açık fuhuş pek görülmezse de, bazı hükümdarlar eğlenceye düşkünlükleri ve ahlâksızlıklarıyla şöhret bulmuştu. Hatta bu durum bazı halifelere karşı isyan edilmesinin ve nihâyet Emevî Devleti’nin yıkılmasının sebeplerinden biri olarak gösterilir.1261 Abbâsîler’in ilk dönemlerinde de açık fuhşa pek fazla rastlanmaz. Hicrî 4., Milâdî 10. yüzyılın başlarında Çin’i ziyâret eden bir İslâm seyyâhı orada fâhişelerin deftere kaydedildiğini ve bunlardan her yıl belli bir miktar vergi alındığını görünce böyle bir fitnenin İslâm ülkesinde bulunmamasından dolayı Allah’a şükreder. Fakat bundan kısa bir zaman sonra Büveyhî Hükümdarı Adudüddevle rakkâse fâhişelere vergi koydu. Daha sonra Fâtımîler de fuhuş yerlerinden (büyûtü’l-fevâhiş, dâru’l-kuhâb) vergi aldılar.1262 Suriye civârında Lazkiye’de fâhişeler muhtesip kontrolünde bulunuyorlardı ve özel bir yüzük takmak zorundaydılar. Sûs’ta da bir zinâ evi olduğu söylenir. Bu dönemin Abbâsî coğrafyasında artan fuhşun müstehcen ifâdeler tarzında edebiyata da yansıdığı görülür.1263
1260] 24/Nûr, 31
1261] Hasan İbrâhim, İslâm Tarihi, I/432
1262] Makrızî, el-Hıtat, I/89
1263] Mez, el-Hadâratu'l-İslâmiyye, II/141, 150
- 306 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Osmanlı ülkesinin bilhassa müslümanların yaşadığı yörelerinde fuhuş diğer ülkelerdeki kadar ciddî boyutlara ulaşmamıştır. Ancak İstanbul’da Bizans döneminden beri fuhuş olaylarına rastlanmaktaydı. Özellikle kozmopolit bir yapıya sahip olan Galata yakası şehrin fuhşa en uygun yeriydi. Evliya Çelebi İstanbul esnafından söz ederken abartılı üslûbuyla “esnâf-ı zen-kahbegân” (muhabbet dellâlları), “esnâf-ı hizân-dilberân” (vücutlarını satan delikanlılar) gibi “nice esnâf-ı mühmelân”ın bulunduğunu, bunların sadece subaşı tarafından bilindiğini söyler. Osmanlılar’da zaman zaman fuhşu önlemek için fermanlar çıkarılmıştır. Mahallelerde gizli fuhuş yapıldığı tespit edilen evler mahalle imamına şikâyet edilir ve onun başkanlığında buralara baskınlar düzenlenirdi.
İstanbul’da I. Dünya Savaşı esnâsında ve daha sonra fuhuş yapılan bazı yerler açılmış, buralarda Ekim İhtilâli’nin ardından Rusya’dan gelenlerle birlikte sayıları bir hayli artan fâhişeler çalıştırılmıştır. Bu dönemde İstanbul’un yozlaşan ahlâkî durumu yakup Kadri’nin, adını helâk olan Lût kavminin yaşadığı şehirlerden alan “Sodom ve Gomore” romanında anlatılır. Türkiye’de zührevî hastalıklarla mücâdele ilk defa I. Dünya Savaşı yıllarında başlamış, 18 Ekim 1915’te Emrâz-ı Zühreviyye’nin Men’-i Sirâyeti Hakkında Nizamnâme ile bu hastalıkların yayılmasını önlemek için özel bir teşkilât kurulmuştur.
Günümüzde fuhşun sebep olduğu AIDS gibi korkunç hastalıklar, İslâm’ın fuhşu önlemek için getirdiği hukukî ve ahlâkî tedbirlerin önemini ortaya koymaktadır. Fuhşun çirkinliği sadece sebep olduğu zührevî hastalıklarla sınırlı değildir. Cinsiyet ahlâkı bakımından fuhuş rûhî sapıklıklara ve kadın kişiliğinin en önemli unsuru olan iffetin kaybolmasına sebep olur. İffetin kaybolması kişinin toplum içinde şeref ve itibarını kaybetmesine, bu yüzden de başka ahlâkî kusurları yapabilecek hale gelmesine yol açar. Vazife ahlâkı bakımından fuhuş, başka bir kişiye bir insan gibi değil; bir eşya gibi bakma anlamı taşıdığı için insanî prensiplere tamamen zıttır. Nihâyet fuhuş, sevgisiz olarak vücudunu satmaktır; kişilik şuurunu yıktığı için kişiliğe en ağır hakarettir.1264
Tarihin hemen her devrinde fuhuş bir yandan varlığını sürdürürken bir yandan da toplumlar din, ahlâk, hukuk gibi kurumlar vâsıtasıyla fuhşu önlemeye çalışmışlardır. Ancak dinin fert ve toplum hayatındaki etkisini büyük ölçüde ortadan kaldıran modernist hayat felsefesiyle birlikte son yüzyılda fuhşun türlü şekilleri giderek meşrûlaşma zemini ve daha çok yayılma imkânı bulmuştur. Modern Batı’da harâretle savunulan bireycilik, saptırılmış özgürlük anlayışı ve bunların sonucu olarak gençlerin âile ilgisinden, terbiye ve himâyesinden yeterince faydalanamaması, aynı dünya görüşünün bir ürünü olan lüks ve pahalı yaşamanın ev ve âile kurmayı zorlaştırması, ekonomik ve siyasî başarının en yüksek ideal kabul edilmesi ve cinselliğin bu amaç için sömürülmesi gibi sebepler yüzünden modernizmin benimsendiği toplumlarda veya kesimlerde fuhşun da yaygınlaştığı, hatta bir fuhuş sektörünün ortaya çıktığı görülmektedir. Aslında bazı çevrelerde din ve ahlâk gibi kurumlara karşı çıkmanın temelinde, modern zihniyet yanında uyuşturucu pazarıyla da yakın ilgisi olan fuhuş sektörünün çıkarları bulunmaktadır. Fuhşa karşı ahlâk terbiyesi, güçlü âile yapısı, toplumsal kontrol gibi mekanizmaları canlı tutması yanında kesin hukukî ve sosyal önlemler de alan İslâmiyet fuhuş sektörünü özellikle rahatsız etmektedir.
1264] Hilmi Ziya Ülken, Aşk Ahlâkı, s. 243
FUHUŞ / ZİNÂ
- 307 -
Fuhşu günah, ayıp ve en sonunda yasak olmaktan çıkarma eğiliminde olan modern zihniyet, sözde özgürlük adına fuhuşta sadece zor kullanma ve zarar vermeyi reddetmekte, fuhşun fert ve toplum üzerindeki yıkıcı etkileri bu düşünce sahiplerini fazla ilgilendirmemektedir. Türkiye’de ve diğer İslâm ülkelerindeki bazı küçük çevrelerde bu anlayış bir ölçüde etkili olmakla birlikte, İslâm dininin dinamik yapısı sâyesinde İslâm toplumları ve bilhassa müslüman âileler fuhşa karşı direncini korumaktadır. Fuhşun câzip kılınarak teşvik edilmesinde son derece etkili olan yazılı ve görüntülü medya alanında da dinî ve öz kimliğini yaşatan büyük çoğunluğun kendi ahlâk değerleri ve kültürüne uygun alternatif neşriyata yönelmesi, fuhşa karşı mücâdele dönemine girildiğini göstermesi bakımından önemlidir. 1265
Fahşâ ve Fuhuş: İslâm şerîatının yasakladığı çirkin iş, yüz kızartıcı söz veya davranışlara fahşâ veya fuhuş denir. Fahşâ; “Dünyada had cezâsını, âhirette ise azâbı gerektiren şeydir.”1266 “Kötü ahlâklı; gerçekten cimri; sınırı aşan her şey; söz ve cevapta taşkınlık etme; çok çirkin olan zinâ olayı; Allah’ın yasakladığı her şey, konuşurken ve cevap verirken haddi aşan erkek ve kadın ve alışılagelen ölçüyü aşan şeydir.”1267 Fahşâ, genellikle ‘zinâ’ anlamına gelmektedir. Buna göre zinâya ve zinâ eden kadına fâhişe adı verilmektedir.1268
“Hakîkate ve normal ölçülere uymayan her işe fâhişe denilir. İbnu’l Cinni’ye göre bu kelime, cehâletin bir çesidi olup, hilmin karşıtıdır.”1269 Râgıb el-İsfahânî’ye göre, fuhş, fahşâ ve fâhişe kelimeleri son derece çirkin söz ve fiiller olarak tanımlanmıştır.1270 Fâhişe kelimesi, Kur’ân-ı Kerîm’de on üç yerde geçmektedir. Ayrıca dört yerde de çoğulu olan “fevâhiş” zikredilmektedir. Âl-i İmrân suresi 135. âyette fena bir iş olarak nitelenmiştir. İbn Abbâs’tan gelen bilgiye göre, hurma satan birine güzel bir kadın geldi. Kadın, alışverişini yaptıktan sonra, adam onu kucaklayarak öptü. Ancak hemen bu davranışına pişman oldu ve Hz. Peygamber’e gelip durumu anlattı. Bu olay üzerine söz konusu âyet indi.1271
Fahşâ ve fâhişe kelimesi, zinâdan kinâye olarak kullanılmıştır.1272 Ayrıca buradaki fahşâ sözcüğünün ‘’Kadının serkeşlik etmesi, kocasına âsî olması ve geçimsizlik yapması” anlamlarına geldiği; buna göre kocanın onu isterse evinde tutacağı, isterse kendisinden boşanabileceği ve bunun helâl bir davranış olduğu; İbn Abbâs’ın rivâyetine göre de “buğz ve serkeşlik etme” anlamlarına geldiği açıklanmıştır. Diğer bir rivâyete göre de, söz dinlememek ve bununla birlikte isyân etmek anlamındadır. Bu isyânı kadın yapmış ise, Allah, kocasına ondan ayrı kalmasını ve onu hafifçe dövmesini; bundan sonra da kadın durumunu değiştirmezse, kocasının fidye isteyebileceği ifâde edilmiştir.1273
Fahrûddin er-Râzî’nin açıklamasına göre, söz konusu âyette geçen fâhişe
1265] Nebi Bozkurt, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. s. 209-214
1266] Cürcânî, et-Ta'rifât
1267] Şartûnî, Akrabu'l-Mevârid
1268] İbnü'l-Esir, en-Nihâye, 111/415
1269] İbn Manzur, Lisânu'l-Arab
1270] el-Müfredât, Fahşâ mad.
1271] Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, 105
1272] 4/Nisâ, 19
1273] İbn Cerir et Taberî, el-Câmiu'l-Usûl, V/310-311
- 308 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kelimesi, kadının kocasına ve onun yakınlarına eziyette bulunması anlamındadır.1274 Fahşâ ve fâhişe kelimeleri, Kur’an-ı Kerîm’de birbirine yakın olmakla birlikte, değişik anlamlarda da kullanıldığı görülmektedir. Şeytanın emrettiği kötü davranış ve hayâsızlık; “Babalarınızın nikâhladığı kadınlarla evlenmeyin; ancak (câhiliye devrinde) geçen geçmiştir. Şüphesiz o bir hayâsızlık (fâhişe)dir. O ne kötü bir sözdü ve ne kötü bir yoldu”;1275 2/Bakara, 169 âyeti de aynı anlamdadır.
Fahşâ, evlilikten sonra fuhuş yapma anlamında kullanılmıştır: “...O halde fuhuşta bulunmayan, gizli dost edinmeyen nâmuslu kadınlardan olmak üzere yakınlarının izniyle nikâhlayın...”1276 Çıplak olarak Kâbe’yi tavâf etme ve şirk koşma anlamında;1277 Hz. Lût Kavmi’nin yaptığı çirkin fiil (homoseksüellik) anlamında: “...Sizden hiç kimsenin yapmadığı hayâsızlığı mı yapıyorsunuz? Çünkü siz, kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Hayır, siz haddi aşan bir kavimsiniz.”1278 Fahşâ, zinâ fiili olarak da kullanılmıştır: “Zinâya yaklaşmayın; çünkü o fâhişedir ve ne kötü bir yoldur.”1279
Bunlardan başka “insanlar arasında yayılan kötülük ve fuhşiyât” anlamında da kullanılmıştır: “Şüphesiz mü’minler arasında fuhşiyâtın yayılmasını sevenler için dünyada rezillik ve âhirette çok acıklı bir azâb vardır...”1280 Ayrıca fâhişe kelimesinin çoğul şekli olan “fevâhiş” ile had cezâsını gerektiren şeylerin kasdedildiği rivâyet edilmiştir.1281
Gazâlî ise fâhişe kelimesini çirkin söz anlamına almış ve onu dilin bir âfeti olarak kabul edip, şöyle demiştir: “Hz. Peygamber, Bedir günü müslümanların müşrik ölüleri hakkında kötü sözler söylemesine müsâade etmemiş, böyle bir hareketin çirkin olduğunu anlatmıştır. Bu hususta “mü’minin; kötüleyen, lânetleyen ve ağız bozan fâhiş veya fâhişe biri olamayacağını söylemiştir. Bir hadislerinde de, ağzını bozan -fâhiş söz söyleyen- kişiye cennetin haram olduğunu açıklamıştır. Bir sözün fâhiş olması veya fâhişe olarak nitelendirilmesi, o sözün çok açık kelimelerle çirkin bir şekilde dile getirilmesi ile göze çarpar. Bu tür sözler, genellikle gıybet konusunda kullanılır. Fesat çıkarmak isteyenlerin açık seçik kullandıkları çirkin sözler vardır. Dürüst kimseler, bu çirkin fâhişe sözleri kullanmazlar, onları gizlerler; onların yerine mecazlı ve rumuzlu ifâdeler kullanırlar. İbn Abbâs (r.a.) şöyle demiştir: “Allah (c.c.) hayâ sahibidir, bağışlayandır ve sözlerinde kinâyeli davranır. Meselâ “cimâ” konusunda lems (dokunma), duhûl (girme) ve muhabbet gibi fâhiş olmayan kinâyeli ibâreler kullanmıştır.”1282
Bazı sözleri, delâlet ettikleri anlamlarının üzerine basarak ve bizzat isimleri ile aktarmak fâhiş harekette bulunmaktır. Edebe uymayan sözler yerine mecaz ve kinâyeli sözler kullanmak İslâm ahlâkına daha uygundur. Ayrıca fâhişe kelimesinin nâmuslarını satan zâniye kadınlar hakkında da kullanıldığı bilinmektedir.
İnsan, âhireti kazanma melekeleriyle donatılmış, ama bu kazanma başarısını
1274] er-Râzî, Mefâtihu'l-Gayb, X/II
1275] 4/Nisâ, 22
1276] 4/Nisâ, 25
1277] 7/A'râf, 8
1278] 7A'râf, 80-81; ayrıca bak. 29/Ankebût, 28
1279] 17/İsrâ, 32
1280] 24/Nûr, 19
1281] 6/En'âm, 151; 7/A’râf, 33; 42/Şûrâ, 37; 53/Necm, 32
1282] Gazâlî, el-İhyâ, III/152-153
FUHUŞ / ZİNÂ
- 309 -
dünya hayâtında gösterecek olan, toprağa/yere bağlı bir yaratıktır. O, dünya hayâtını yaşaması için kendisine verilen birtakım sevgi ve tutkuları âhiret yönünde kullanmak zorunda olduğu gibi, fıtratı ve aynı zamanda dünyevî saâdeti de bunu gerektirmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’in ifâdesiyle, ‘’Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere karşı kuvvetli bir tutkunun kendisi için bezenip, süslediği insan”,1283 bu tutkusunu dünya hayâtını yegâne amaç haline getirmeden ve başkalarının aleyhine ve zararına doyurmaya çalışmadan, Allah’ın çizdiği yoldan giderme çabasında olduğu sürece, hem madde-mânâ dengesini kendinde kurarak şahsiyetinin oluşmasını sağlayacak, hem ferdî, hem toplumsal hayâtı, hem de yeryüzündeki genel insanî hayat ve insan-tabiat ilişkisi tam bir âhenk ve sulh içinde sürecektir. Ne var ki, insanın ilim, madde ve mânâ açısından tekâmül edip, tüm yaratıkların üzerinde kendisine tanınan şerefli mevkiini alabilmesi için yaratılışına ekilen ve karşısına çıkarılan birtakım kötü güçler, onu sürekli biçimde tutkularının kölesi yapmaya ve onları doyurma yolunda sınır tanımadan kendisi, hemcinsleri ve tüm yeryüzü için hayâtı çekilmez bir hâle getirmeye uğraşır. Bunun sonucunda, insanın arzularını giderme uğraşında normal, insanî ve fıtrî çizginin dışına taşıp, sapık yollarda tatmin araması; sözgelimi nikâhsızlık, zinâ ve benzeri ilişkilere girmek, bu tür ilişkileri normal ve hattâ özendirici hâle getirmek, kadınları birer basit tatmin aracı derecesine düşürmek, kısaca nikâh muâmelesi ve iffet duygusuyla fitrî ve vasat çizgide tutulması gereken şehvet güdüsünü her türlü ahlâksız ilişkiye vâsıta kılmak, Kur’an’ın ‘fahşâ’ kelimesiyle niteleyip, şiddetle yasakladığı bir durumdur. Şeytan, fahşâyı emrederken,1284 Allah, açığı ve gizlisiyle her türlü fahşâyı haram kılmıştır1285 ve namazın insanı fahşâdan uzaklaştırıcı bir amel olduğunu da vurgulamıştır. ‘Fahşâ’, toplumları yıkıma götüren en feci faktörlerden birisi olagelmiştir. 1286
‘Fuhş, fahşâ’ sözlükte, aşırı derecede çirkin söz ve davranış, iğrenç işler, büyük günâh, edep ve ahlâka aykırı her türlü kötülük ve çirkinlik demektir. Fuhş ve fahşâ, ölçüyü aşan her türlü edepsizliktir. Normal ölçülere sığmayan bütün çirkin işlere bu isim verilir. Fâhiş, bu ismin öznesi (fâil ismi) olup çirkin ve ölçüsüz iş yapan demektir. Bunun dişili (müennesi) hem çirkin ve ölçüsüz iş yapan kadın, hem de bizzat kötü fiil veya söz, çirkin davranış anlamlarına gelir. Türkçe’de aşırı olan şeylere fâhiş denir, ‘fâhiş fiyat’ gibi.
Yine bu kökten gelen fuhuş da aynı anlamda olup bir kadının evlilik dışı ve meslek edinerek bir menfeat karşılığı vücudunu bir erkeğe cinsel tatmin için sunması demektir. Bununla beraber, sevicilik, livâta ve erkeklerin evlilik dışı cinsel ilişkileri de fuhşun kapsamına girer. Fahşâ veya fuhuş, temiz yaratılışın tiksindiği ve selim (sağlam) aklın reddettiği, normal ölçünün dışında tiksinti verici bütün davranış ve sözleri ifâde eder.
‘Fahşâ-fâhişe’ kavramı her türlü çirkin tavırları, edep dışı hayâsızlıkları ifâde eder. İslâm’ın getirdiği ölçüler insanın fıtratına uygun olduğu gibi, hayâ ve edep örnekleridir. Hem selim aklın kabul edeceği güzellikte, hem de insana bedenen ve rûhen zarar vermeyen şeylerdir. Aksine insanı ruhen olgunlaştırırlar, ahlâkını güzelleştirirler. Buna göre şeytanın dâvet ettiği bütün işler ve ameller
1283] 3/Âl-i İmrân, 14
1284] 2/Bakara, 169, 268
1285] 7/A'râf, 33
1286] Dursun Ali Türkmen, Ali Ünal, Şamil İslâm Ans. c. 2, s. 138-139
- 310 -
KUR’AN KAVRAMLARI
‘fahşâ-fâhişe’dir, diyebiliriz. İnsanın fıtratına uymayan, normal olmayan, iyi düşünen aklın çirkin saydığı ve hoş görmediği şeylerdir. Müslüman toplum, ahlâklı ve edepli toplumdur. Bu toplumda ‘fahşâ-fâhişe’ sayılan sözler ve davranışlar pek yaygın değildir. Mü’minler bu türlü işlerden hoşlanmazlar, kaçınmaya çalışırlar. Mü’minler, onurlu ve haysiyet sahibi kimselerdir. Onlar, İslâm’ın getirdiği fazilet ölçülerine bürünerek, işte, amelde, sözde ve toplumsal ilişkilerde düşük, bayağı, çirkin ve edep dışı şeylerden uzak dururlar. ‘Fahşâ’nın en büyüğü olan evlilik dışı ilişkilerden kaçınırlar. Âileyi ve nesilleri perişan eden, insan ruhunu olumsuz olarak etkileyen, kadının ve erkeğin değerini düşüren fuhşun her türlüsü ile mücâdele ederler.
Ancak birtakım münâfık tipler ile şeytanın yardakçılığına soyunanlar, çeşitli araçlara başvurarak mü’minler arasında ‘fahşâ-fâhişe’nin yayılmasını isterler, bunun için çaba gösterirler. Müslümanların ve onların toplumunun bozulması için ellerinden geleni yaparlar. Fırsat buldukları zaman kimilerini fuhşa iterler, bu işten zevk ve para kazanmaya çalışırlar. Kimileri de ellerindeki kitap, dergi, gazete, televizyon ve filmlerle bu tür ‘fahşâ’nın propagandasını yaparlar. Kimileri bazı kadınları kötü yola düşürürler, fuhuş yerleri kurarlar, işletirler. Kimileri de buna göz yumarlar ya da teşvik ederler.
İslâm’a göre ‘fahşâ-fâhişe’ olan bütün bu hayâsızlıkları müslümanlar arasında yaymaya çalışanlara dünyada da âhirete de büyük bir azap vardır.1287 Evet, Allah (c.c.) bu ‘fuhuş’ tâcirlerinin iki dünyada da azâbı hak ettiklerini haber veriyor. Onların dünyada nasıl bir azap kazandıklarını belki net olarak göremiyoruz ama mutlaka cezâlandırıldıkları açıktır. Nitekim bu çirkin işlerle uğraşanların hiç birinin iyi bir yüzü, iyi bir hali yoktur.
Dikkat edilirse Kur’an yalnızca evlilik dışı ilişkilere ‘fahşâ’ demiyor. Bunun yanında her türlü edep ve hayâ dışı davranış, söz ve fiiller, insanın temiz yaratılışına uymayan bütün işler ‘fahşâ-fâhişe’ ismiyle anılıyor. Fâhiş(e) kelimesi, bazı âyetlerde çoğul olarak ‘fevâhiş’ şeklinde geçmektedir. Bazı bilginlere göre bu kavram daha çok had cezâsı uygulanan suçlar hakkında kullanılmaktadır.
İnsan şehvete yani birtakım istek ve duygulara sahiptir. Mala, mülke, geçimliklere sahip olmak istediği gibi, nefsinin cinsel istekleri de vardır. Mü’min, nefsinin isteklerini meşrû yoldan karşılar, mala helâl yoldan sahip olur, inancının dışına çıkan isteklerine sınır koymaya çalışır. Ancak imandan mahrum olanlar ile zayıf imanlılar, nefislerinin istekleri önünde sınır tanımazlar. İsteklerini normal olmayan, insanî ve fıtrî çizginin dışındaki yollardan karşılamaya çalışır. Böylece haddi aşar, normal yolun dışına çıkar, Allah’ın koyduğu ölçüleri çiğner geçer; günahkâr, isyankâr ve bağî olur ya da nefsinin kulu kölesi haline gelirler.
Böyle bir duruma düşenler, ‘fahşâ-fâhişe’ diye nitelenen çirkinlikleri yapmaktan çekinmezler. Böyleleri edep dışı sözleri konuştukları, hayâya sığmayan şeylerle uğraştıkları gibi, ihtiyaçlarını gayri meşrû yollardan giderirler
Fahşânın En Çirkini: Tarih boyunca bazı toplumlarda az, bazılarında ise fazla bir şekilde süregelen Türkçe’deki anlamıyla ‘fuhuş’; günümüzde -özellikle dünyanın bazı yörelerinde- oldukça yaygın hale gelmiştir. Bu gibi yerlerde İslâm’ın ‘fahşâ-fuhuş’ dediği çirkinlikler kanıksanıyor, ayıp sayılmıyor; hatta çok normal,
1287] 24/Nûr, 19
FUHUŞ / ZİNÂ
- 311 -
sıradan davranışlar olarak kabul ediliyor. Fuhuş özellikle Batı toplumlarında geniş bir sektör haline gelmiştir. Bu sektörde mekânların yanında, bütün yazılı ve görsel basın ve en son teknoloji bile kullanılıyor. Bu konuda üretilen ürünler çok rahatlıkla kitlelere ulaştırılıyor. Evlilik dışı ilişkiler yaygın olduğu gibi, erkek ve kadının evlenmeksizin beraber yaşaması artık sosyal bir olgu olarak kabul görüyor. Bunun yanında aynı cinsler arasındaki ilişkiler, hatta evlilikler bile normal karşılanıyor. Bu ülkelerde fuhş’un sergilendiği mekânlar ise sayılamayacak kadar çoktur.
Mü’minler izzet ve şereflerini, haysiyet ve insanlıklarını, âile ve nesillerini; çağımızın bu hayâsız hastalığından ancak İslâm’ın getirdiği ölçülere uyarak, onları ahlâk haline getirerek koruyabilirler. Kişiyi hemen bütün toplumlarda küçülten, değerini düşüren, yüksek makamlara çıkmasına engel olan ve kötü tanınmasına sebep olan ‘fuhuş’ olayı, aslında İblis’in bir çağrısı ve tuzağıdır. Aklı başında olan insanlar bu ezelî düşmanlarının böylesine kurnaz ve tehlikeli oyunu karşısında uyanık olmak, onun çirkin davranışları sevimli gösterme tuzağına düşmemek zorundadırlar.
İslâm, evlilik dışı ilişkilere fuhuş dediği gibi, bütün çirkin, bayağı, âdi, iffet ve hayâ dışı çirkinliklere de ‘fahşâ’ demekte ve hepsini müslümanlara uygun görmeyerek yasaklamaktadır. Müslümanlar İslâm’ın getirdiği iffet, ahlâk, evlilik ve âile hayâtı ölçülerine uyarak bu hayâsızlıklardan korunabilirler. Bu çirkin hayâsızlıklardan korunmanın daha pratik bir yolu da namaz kılmaktır. Kur’an şöyle buyuruyor: “Sana Kitaptan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, fahşâ’dan (bütün çirkin işlerden, hayâsızlıktan) korur ve münker’den (sevilmeyen davranışlardan) sakındırır. Allah’ı zikretmek ise en büyüktür (en büyük ibâdettir). Allah yapmakta olduklarınızı bilmektedir.”1288
Mü’minler de beşerdirler. Onlar da hata edebilir, bazen ‘fahşâ’ denilen çirkin davranışlara düşebilirler. Eğer onlar bu şekilde hataya düşer ve nefislerine zulmederlerse hemen Allah’a istiğfar ederek affedilmelerini isterler, işledikleri günâhtan tevbe ederler. Onlar imanlarında sâdık oldukları için bile bile bu gibi hatalarda ısrar etmezler.1289
Allah Teâlâ insanları, fizikî ve ruhî yönden belirli bir fıtrat üzere yaratmıştır. Hayatlarını devam ettirebilmek için yeme, içme, cinsî temas, giyinme ve bunun gibi binlerce ihtiyaçlarını elde etmek mecbûriyetindedirler. Bu durumda, gerek çevreleriyle (tabiat olarak), gerek birbirleriyle münâsebetleri kaçınılmazdır. Birbirlerinin haklarını ve hürriyetlerini tahrip etmeleri, gayrı meşrû yollara sapmaları ve çirkin davranışlar içerisine girmeleri mümkündür. İşte bu noktada karşımıza fahşâ kavramı çıkar.
İnsanlar birbirleriyle konuşurken, ölçüyü aşıp, kötü söz söyleyebilirler. Nitekim Rasûl-i Ekrem’in (s.a.s.): “Kötü söz (fâhiş kelâm), girdiği meclisi kirletir, çirkin gösterir”1290 meâlindeki hadisi, bu mâhiyeti ifâde eder. İftira, dedikodu ve gıybet, fâhiş kelâm hükmündedir. İnsanlar elleriyle, dilleriyle ve diğer organlarıyla fahşâya yönelebilirler. Fakat unutulmamalıdır ki her insan, kendi ihtiyariyle
1288] 29/Ankebût, 45
1289] 3/Âl-i İmran, 135; Hüseyin K. Ece, İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları, s. 174-177
1290] Tirmizî, Birr 47
- 312 -
KUR’AN KAVRAMLARI
işlediği amellerin karşılığını görecektir. Fahşânın her türlüsü ve fuhuş haram kılınmıştır. Allah Teâlâ’nın kitabı ve Rasûl-i Ekrem’in (s.a.s.) sünnetiyle yasaklanan her fiile fahşâ, bu fiilleri irtikâp eden kimselere de fâhişe demek mümkündür. Ancak yaygın olarak kullanılan “fuhuş” ve “fâhişe” kavramları; insanlar arasında gayrı meşrû şekilde cereyan eden cinsî ilişkilere tahsis edilmiştir.
Fahşânın ve fuhşun yayılması, değişik sebeplere dayanır. Tek bir sebeple izah etmek mümkün değildir. Çarşı putları ve çevre kültürü, insanları etki altına alır. Kur’ân-ı Kerîm’deki kıssalar dikkatli bir şekilde incelenirse, mesele kolaylıkla kavranır. Peygamberlerin tebliğine karşı direnen kavimlerin ilk iddiaları: “Biz atalarımızın yolundan ayrılmayız” hükmü ile ifâde edilmiştir. Fahşânın ve fuhşun sebebi, atalar kültürü olabilir. Nitekim bir âyet-i kerimede; “Onlar (müşrikler) bir hayâsızlık yaptıkları zaman (ve izâ fa’alû fâhişeten) derler ki: ‘Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah da bize bunu (fuhuşla ameli) emretti (fahşâ ile amel ederiz). O iman etmeyenlere söyle: Allah hiçbir zaman fahşâyı emretmez. Bilmeyeceğiniz şeyleri, Allah’ın üzerine mi (atıp, iftira ederek) söylüyorsunuz.”1291 hükmü beyan buyurulmuştur. Mekke müşrikleri; “Günah işlediğimiz elbiselerle ibâdet edemeyiz” diyerek, Kâbe-i Muazzama’yı çıplak bir şekilde tavaf ediyorlardı. O dönemde Kâbe’nin içerisi putlarla (heykellerle) doluydu. Çıplak bir vaziyette tavaf etmenin doğru olmadığını söyleyenlere karşı “Biz atalarımızdan bu şekilde gördük. Allah emretmeseydi onlar hiç çıplak bir vaziyette tavaf ederler miydi?” cevabını veriyorlardı.1292
Bu psikoloji sadece Mekke müşriklerine has değildir. Çarşı putları, genel kültür maskesi altında, insanların zihinlerini ve kalplerini etkisi altına alır. Fahşânın ve fuhşun, değişik gerekçelerle yayılmasını sağlar. Malûm olduğu üzere, insanları gayrı meşrû yollara çağıran ve fuhşa sürüklemeye gayret sarfeden şeytandır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de: “Şeytan size kötülüğü, hayâsızlığı (bi’s-sûi ve’l fahşâi) ve Allah’a karşı bilmeyeceğiniz şeyleri söylemenizi emreder.”1293 hükmü beyan buyurulmuştur. Şeytanın vesveseleri ile fuhşa meyleden insanların sayısı az değildir. Fâhişelerin ve fuhuşla geçinen insanların velîsi şeytandır.
Câhiliyye döneminde fuhuş bir kazanç yoluydu. Muhammed Ali Sâbûnî, bu hususta şunları zikretmektedir: “Araplardan bazıları genç kız ve câriyeleri bir eve oturtarak zinâ yaptırırlardı. O evde fuhuş yapıldığının herkes tarafından bilinmesi için, kapıların üzerine bir bayrak asarlardı. Bu evlere mevâhir adı verilirdi. Şâyet bu evlerdeki kadınlardan birisi, bu rezâleti işlemeye yanaşmazsa, efendisi onu zorlayarak yaptırırdı.”1294 Câbir bin Abdullah’dan (r.a.) rivâyet edildiğine göre, münâfıkların reislerinden Abdullah İbn-i Selül’ün Museykete ve Umeymete isimli iki câriyesi vardı. Bunları para karşılığında fuhşa zorluyordu. Bunlar durumu gidip Rasûl-i Ekrem’e (s.a.s.) bildirdiler ve şikâyette bulundular. Taberi, Mücahid’den şöyle rivâyet eder: Araplar câhiliyye devrinde, genç câriyelerine zorla fuhuş yaptırırlardı. Kazandıkları parayı kendileri yerlerdi. Abdullah İbn Selül’ün de fuhuş yaptırdığı câriyeleri vardı.1295
Günümüzde beyaz kadın ticareti yapan çeteler ve genelevi patronları vardır.
1291] 7/A’râf, 28
1292] Mecmuatu't-Tefasir, İst. 1979, Çağrı Yay. c. II, sh. 540 -Kadı Beyazavî-
1293] 2/Bakara, 169
1294] Muhammed Ali Sâbunî, Ahkâm Tefsiri, İst. 1984, Şamil Yay., c. II, s. 203
1295] İbn Kesir, Tefsirû'1 Kur'âni’l-Azîm, Beyrut 1969, c. III, s. 289; Ayrıca M. Ali Sâbunî, a.g.e., c. II, s. 188; Mec'muâtu't-Tefâsîr, c. IV, s. 395; Tefsir-i Mücâhid, Katar 1396, s. 442
FUHUŞ / ZİNÂ
- 313 -
Tâğûtî iktidarlar “genelev sistemini” benimsemişlerdir. Fahşânın ve fuhşun yayılması, şeytanın velâyetini kabul eden iktidarlar tarafından gerçekleştirilmektedir. Dolayısıyla kötülüklerin önlenmesinin (nehy-i ani’l-münker) farz olduğuna inanan her insan, tâgûtî iktidarlara karşı mücâdele vermek zorundadır. Fahşânın ve fuhşun başka türlü önlenmesi mümkün değildir. Her tâgûtî güç bir fâhişedir. Bu hakikat asla unutulmamalıdır.1296
Zinâ; Anlam ve Mâhiyeti
Zinâ: Zinâ etmek, bir kadınla nikâhsız veya haksız olarak cinsel temasta bulunmak demektir. Arapça “zenâ” fiilinden masdardır. Zinânın sözlük ve terim anlamı birdir. Bu da; bir erkeğin kadınla bir akde veya haklı bir sebebe dayanmaksızın önden cinsel temasta bulunmasıdır. Zinâ eden erkeğe “zânî” kadına ise “zâniye” denir.
Hanefîler, bir fıkıh terimi olarak zinâyı şöyle tarif etmişlerdir: İslâmî hükümlerle yükümlü bulunan bir erkeğin, kendisine cinsel istek duyulacak yaştaki diri bir kadına, İslâm ülkesinde nikâh akdine veya câriyelik gibi haklı bir nedene dayanmaksızın önden cinsel temasda bulunmasıdır.
Zinâda had cezâsının uygulanması için, erkeğin cinsel organının en az sünnet yerinin (haşefe) kadının cinsel organına girmiş olması gerekir. Bundan daha azına meselâ; öpmek, sarılmak veya uyluk arasına sürtünmek vb. hareketler haram olmakla birlikte had cezâsını gerektirmez. Küçük çocuk ve akıl hastası yükümlü olmadığı için, bunların fiili de kendileri bakımından haddi gerektirmez. Diğer yandan Ebû Hanîfe’ye göre erkek veya kadına arkadan temasta bulunmak (livâta) zinâ hükmünde değildir. Çünkü bu, zinâ olarak nitelendirilmez. Ebû Yusuf, İmam Muhammed, Şâfiî, Hanbelî ve Mâlikîler aksi görüştedir. Ölü kadın, hayvan veya ergenlik çağına gelmemiş olan ve kendisine cinsel istek duyulmayan kız çocuğu ile temas da zinâ hükmünde değildir (Yani, bunlara had cezâsının dışında başka cezâ -tâzîr- verilir). Çünkü bu gibi temasları selîm fıtrat kabul etmez. Ayrıca erkek veya kadının zinâya zorlanmamış olması da şarttır. Çünkü Raslüllah (s.a.s.): “Ümmetimden hata, unutma ve zorlandıkları şeyin hükmü kaldırıldı”1297 buyurmuştur.
Zinâya zorlanan kadına had cezâsı gerekmediği konusunda İslâm bilginlerinin görüş birliği vardır. Zinâya zorlanan erkeğe gelince, Şâfiîlere ve Mâlikîlerde tercih edilen görüşe göre böyle bir erkeğe ne had ve ne de ta’zîr cezâsı gerekir. Delil, yukarıdaki hadis ve zorlanma özrünün bulunmasıdır. Ebû Hanîfe’nin ilk görüşüne göre zinâya zorlama devlet başkanı tarafından olmuşsa had gerekmez. Devlet başkanından başkası zorlamışsa istihsân’a göre had uygulanır. Çünkü, zorlama ancak sultan tarafından gerçekleşir. Ebû Hanîfe’nin istikrar bulan görüşü ise, zorlanana had cezâsını uygulamamasıdır. Çünkü bazen erkeğin istek dışı cinsel temasa gücü yetebilir. Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e göre iki durumda da zorlanana had cezâsı uygulanmaz. İmam Züfer aksi görüştedir.1298
1296] Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler ve Kavramlar, İnkılap Yayınları, s. 131-135
1297] Buhârî, Hudûd 22, Talâk 2; Ebû Dâvud, Hudûd 17; Tirmizî, Hudûd 1; İbn Mâce, Talâk 15
1298] el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', 2. baskı, Beyrut 1394/1974, VII, 34,180; eş-Şirâzi, el-Mühezzeb, Mısır t.y., II, 267; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Mûctehid, II, 267; İbn Rüşd, Bidâyetû'l-Müctehid, II, 431; İbn Kudâme, el-Muğnî, 3. baskı, Kahire,1970, VIII,187, 205; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, 2. baskı, Dimaşk 1405/1985, VI, 27 vd.; Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslâmiyye ve İstilâhat-ı Fıkhıyye Kamusu, İstanbul 1968, III/197 vd.
- 314 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Zinâ İslâm’da ve önceki bütün semâvî dinlerde (İslâm’ın, önceki peygamberler döneminde) haram ve çok çirkin bir fiil olarak kabul edilmiştir. O büyük günahlardandır. Irz ve neseplere yönelik bir suç olduğu için cezâsı da hadlerin en şiddetlisidir.
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulur: “Zinâya yaklaşmayın. Çünkü o, çok çirkin bir iş ve kötü bir yoldur”1299 “Onlar Allah ile birlikte başka ilâha duâ etmezler. Haksız yere, Allah’ın haram kıldığı kimseyi öldürmezler ve zinâ da etmezler. Kim bunları yaparsa cezâya çarpılır. Ona kıyamet gününde kat kat azap verilir ve o azâbın içinde alçaltılmış şekilde ebedî bırakılırlar.”1300
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Zinâ eden kadın ve zinâ eden erkekten her birine yüz değnek vurun. Eğer Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız bunları Allah’ın dinini uygulama hususunda acıyacağınız tutmasın. Mü’minlerden bir topluluk da, onların cezâsına şahid olsun.”1301 Celde, ete geçmemek üzere yalnız deriyi etkileyecek şekilde vurmak demektir. Vuruşta yalnız kürk ve palto gibi kalın elbiseler çıkartılır, diğerleri çıkarılmaz.
Zinâ haddi Allah’a ait haklardandır. Bu, âileye, nesle ve toplum düzenine karşı işlenen bir suç olduğu için toplum haklarından sayılır.
Mezhep imamları çocuk ve akıl hastasına zinâ haddinin gerekmediği konusunda görüş birliği içindedir. Hadiste şöyle buyurulmuştur: “Üç kişiden kalem kaldırılmıştır. Çocuktan büyüyünceye kadar, uyuyandan uyanıncaya kadar, akıl hastasından iyileşinceye kadar”1302
Zinâ Haddini Uygulamanın Şartları
Zinâ eden erkek veya kadına cezâ uygulanabilmesi için birtakım şartların bulunması gerekir:
1- Zinâ edenin erginlik çağına ulaşması gerekir. Ergin olmayan çocuğa had uygulanmaz.
2- Akıllı olması gerekir. Akıl hastasına had uygulanmaz. Akıllı bir erkek, akıl hastası bir kadınla veya akıl hastası bir erkek akıllı bir kadınla zinâ etse, bu ikisinden akıllı olana had cezâsı uygulanır.
3- Çoğunluk fakihlere göre, müslümana ve kâfire zinâ haddi uygulanır. Fakat Hanefilere göre muhsan olan kâfire recm uygulanmaz, değnek vurulur. Mâlikîlere göre kâfir bir erkek kâfir bir kadınla zinâ etse had uygulanmaz. Fakat zinâsını açığa vurursa te’dib edilir. Müslüman bir kadını zinâya zorlarsa öldürülür. Şâfiî ve Hanbelîlere göre pasaportlu gayri müslim yabancılara ne zinâ ve ne de içki içme cezâsı verilir. Çünkü bunlar Allah haklarından olup, müste’menler bu hakları üstlenmemiştir.
4- Zinânın istekle yapılmış olması. Çoğunluğa göre zinâya zorlanana had uygulanmaz. Hanbelîler aksi görüştedir.
5- Zinânın insanla yapılmış olması. Üç mezhebe ve Şâfiîlerde sağlam görüşe
1299] 17/İsrâ, 32
1300] 25/Furkan, 68
1301] 24/Nûr, 2
1302] Ebû Dâvud, Hudûd 17
FUHUŞ / ZİNÂ
- 315 -
göre hayvanla temas edene had cezâsı gerekmez, ta’zir uygulanır. Hayvan öldürülmez ve çoğunluğa göre onun yenilmesinde de bir sakınca yoktur. Hanbelîlere göre ise, iki erkeğin şâhitliği ile hayvan öldürülür, eti haram olur ve hayvanın tazmin edilmesi gerekir.
6- Zinâ edilen kadının ergin veya kendisine cinsel istek duyulan bir yaşta olması gerekir. Küçük kız çocuğu ile zinâ edilmesi halinde zinâ eden erkeğe de kıza da had cezâsı gerekmez. Ergin olmayan çocukla cinsel temasta bulunan kadına da had uygulanmaz.
7- Zinânın bir şüpheye dayalı olmaması gerekir. Bir kimse kendi eşi veya câriyesi sanarak yabancı bir kadınla cinsel temasta bulunsa çoğunluğa göre had gerekmez. Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf’a göre ise had gerekir. Çünkü burada fiilde şüphe vardır. Mezhepler arasında ihtilaflı olan fâsit nikâhtan sonraki cinsel temasa had gerekmediği konusunda da görüş birliği vardır. Velîsiz veya şâhitsiz evlenme halinde durum böyledir. Bu da akitte şüphe bulunduğu içindir. Evlilik ittifakla fâsit olursa had uygulanır. İki kız kardeşi bir nikâhta toplamak, beşinci eşle evlenmek, nesep veya süt cihetinden haram olan bir hısımla evlenmek, iddet beklemekte olan kadınla veya üç talâkla boşadığı kadınla hulleden önce evlenmek bu niteliktedir. Ancak bütün bunların haramlığını bilmediğini iddia ederse, bunlarla olan cinsel temas haddi gerektirmez.
8- Zinânın dârul-İslâm’da olması. İslâm Devlet başkanının dârul harp veya dârul-bağî (âsîler ülkesi) üzerinde velâyet yetkisi yoktur. Yani orada hadleri uygulamaya gücü yetmez.
9- Kadının diri olması. Çoğunluğa göre, ölü kadınla cinsel temasta bulunana had gerekmez. Mâlikîlerde meşhur olan görüş bunun aksinedir.
10- Cinsel temasın önden olması ve sünnet yerinin girmiş olması. Arkadan ilişki yani livata Ebû Hanîfe’ye göre yalnız ta’zir cezâsı gerektirir. Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve diğer üç mezhebe göre ise livata haddi gerektirir. Yabancı bir kadına cinsel organın dışında, uyluk, karın vb. başka yerine temas ise yalnız ta’ziri gerektirir. Çünkü bu, şer’an kendisine bir şey takdir edilmeyen münker bir fiildir.
Zinânın Cezâsı; Yüz Celde veya Recm
Kur'an'a göre zinânın cezası yüz celdedir.Klasik fıkha göre zinânın cezâsı, zinâ eden erkek veya kadının bekâr ya da evli olmasına göre değişiklik gösterir. Dayak, taşla öldürme, sürgün ve İslâm Devletinin koyacağı bir ta’zir cezâsı bunlar arasındadır.
1- Yüz Celde/Değnek Cezâsı: Bekâr erkek veya kadının zinâ cezâsı yüz değnek olup, Kur’ân-ı Kerîm’le belirlenen bir had cezâsıdır. “Zinâ eden kadın ve erkekten her birine yüz değnek vurun”1303
Fıkıh kitaplarında ifade edildiği şekliyle; dayak cezâsı uygulanan zinâ suçlusunun, suçun işlendiği yöreden bir yıl süreyle sürgün edilmesi, İslâm’ın ilk dönemlerinde uygulanan bir cezâ türü idi. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Bekâr’ın bekârla zinâsı için yüz değnek ve bir yıl sürgün. Dulun dulla zinâsı için ise yüz değnek ve taşla recm vardır.”1304 Ancak bu uygulama Nûr sûresi inmezden önceye
1303] 24/Nûr, 2
1304] İbn Mâce, Hudûd 7
- 316 -
KUR’AN KAVRAMLARI
aittir. Bu sûre inince bekârlar için yalnız değnek (celde), evli (muhsan) olanlar için sünnetle recm cezâsı belirlenmiştir.1305
Hanefîlere göre celde cezâsına sürgün ilâve edilmez. Çünkü âyette celde zinâ cezâsının tümünü ifâde eder. Ancak sürgün bir had cezâsı değil, İslâm Devlet başkanının görüşüne bırakılan ta’zir cezâsı kabilindendir. O sürgünde bir yarar görürse uygular. Nitekim zinâ edenin tevbe edinceye kadar hapsedilebilmesi de bu niteliktedir.
Şâfiî ve Hanbelîlere göre celde ve bir yıl sürgün birlikte uygulanır. Sürgün yeri seferîlik mesafesinden uzakta olmalıdır. Dayandıkları delil, yukarıda zikredilen sürgün bildiren hadistir. Ancak, kadın, kocası veya mahrem bir hısmı ile birlikte sürgüne gönderilir. Çünkü Hz. Peygamber; “Kadın yanında kocası veya mahremi bulunmadıkça yolculuğa çıkamaz.”1306 buyurmuştur.
Mâlikîlere göre ise yalnız erkek sürgün edilir yani bulunduğu beldeden uzakta hapsedilir. Kadın gittiği yerde de zinâ etmemesi için sürgün edilmez. Diğer yandan, sürgün hadisinin sonundaki dul için öngörülen celde ve taşla recmin birlikte uygulanması dört mezhebe göre amel edilmeyen bir esastır. Çünkü muhsan (evli) için yalnız recm uygulaması bildiren hadisler daha sahihtir. Nitekim Ebû Hureyre ve Zeyd bin Hillit’ten bir topluluğun naklettiği işçi kıssası bunu ifâde eder. İşçisi ile zinâ eden evli kadın olayında Hz. Peygamber, bekâr olan işçi için yüz değnek ve bir yıl sürgün cezâsına, kadın için ise recm cezâsına hükmetmiştir.1307 Zâhirîlere göre, celde ve recm birlikte uygulanır. Onlar, sürgün hadisinin sonundaki “...evlinin evli ile zinâsına yüz değnek ve taşla recm vardır” kısmının açık anlamına dayanırlar.
2- Recm Cezâsı: Muhsan (evli) olan erkek veya kadının zinâsı için recm cezâsı konusunda İslâm bilginleri görüş birliği içindedirler. Delil; Sünnet ve İcmâ’ olduğu ifade edilir (hakkında icmâ olmadığı Sünnetteki uygulamaların da Nûr sûresinin inzâlinden önce olduğu değerlendirmeleri de dikkate alınmalıdır). Hz. Peygamber’in evli olarak zinâ edene recm cezâsı uyguladığı hadislerle sâbittir.
Bir hadiste şöyle buyrulur: “Müslüman bir kimsenin kanı şu üç durumda helâl olur. Zinâ eden evli kimse, nefse karşılık nefsi ve İslâm toplumundan ayrılarak dinini terk edeni öldürmek.”1308
Hz. Peygamber’in recm uyguladığı olaylar şunlardır:
a- Evli bir kadınla zinâ eden bekâr için yüz değnek ve bir yıl sürgün cezâsı uygulanmıştır. Allah elçisi bir sahâbîyi kadına göndererek şöyle buyurmuştur: “O kadına git, eğer suçunu itiraf ederse, onu recmet.”1309
b- Çeşitli yönlerden sâbit olan Mâiz olayı. Mâiz, zinâsını itiraf etmiş ve Rasûlüllah (s.a.s.) onun recmedilmesini emir buyurmuştur.1310
1305] es-Serahsî, el-Mebsût, 3. baskı, Beyrût 1398/1978, IX, 36 vd
1306] Buhârî, Taksîr 4, Mescidü Mekke 6, Sayd 26, Savm 67; Ebû Dâvud, Menâsik 3; Müslim, Hacc 413-434; Tirmizî, Radâ' 15
1307] es-Serahsî, a.g.e., IX, 37; ez-Zühaylî, a.g.e., VI, 39
1308] Buhârî, Diyât 6; Müslim, Kasâme 25, 26; Ebû Dâvud, Hudûd 1; Tirmizî, Hudûd 15, Diyât 10; Nesâî, Tahrîm 5, Kasâme 6; İbn Mâce, Hudûd; Dârimî, Hudûd 2, Siyer 2
1309] Buhârî, Hudûd 3, 38, 46, Vekâlet 13; Tirmizî, Hudûd 5, 8
1310] eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VII, 95, 109; Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 314 vd
FUHUŞ / ZİNÂ
- 317 -
c- Gâmidiyeli kadın zinâsını ikrar etmiş ve doğum yaptıktan sonra recm uygulannııştır.1311
Hâricîler ekolü recmi kabul etmez. Çünkü onlar tevâtür sınırına ulaşmayan haberleri delil olarak kabul etmezler.1312
İhsan ve Muhsan Terimi
İhsan (sat ile), bir İslâm hukuku terimi olarak; bir erkek veya kadına had cezâsı uygulanabilmesi için bunlarda şer’an bulunması gereken vasıfları ifâde eder. Bu niteliklere sahip erkeğe “muhsan”, kadına “muhsana” denir. Çoğulu “muhsanât”tır.
İhsan, zinâ iftirası (kazf) ve recm ihsanı olmak üzere ikiye ayrılır. Zinâ iftirası atılan kimsenin muhsan sayılması için akıllı, ergin, hür, müslüman ve zinâdan iffetli bulunması gerekir. Bu nitelikler olunca iftiracıya âyette şu cezâ öngörülür: “Nâmuslu ve hür kadınlara zinâ iftirası atan, sonra da bunu dört şâhitle ispat edemeyen kimselere seksen değnek vurun. Onların ebedî olarak şâhitliklerini kabul etmeyin. Onlar fâsıkların ta kendileridir”1313
Ancak, kadın zinâyı ikrar eder veya iftiracı dört şâhitle bunu ispat ederse had cezâsı düşer. Recm için muhsan sayılmada ise erkek veya kadında yedi niteliğin bulunması şarttır. Bu nitelikler şunlardır: Akıllı olmak, ergin bulunmak, hür ve müslüman olmak, sahih nikâhlı bulunmak ve bu nikâhtan sonra eşiyle meni gelmese bile guslü gerektirecek şekilde cinsel temasta bulunmak. Bu şartlardan herhangi birisi bulunmazsa cezâ yüz değneğe dönüşür. Bu duruma göre, küçük çocuk, akıl hastası, köle, kâfir, fâsit nikâhla evli kimse veya cinsel temas olmayan mücerred nikâhla evli kimse için “muhsanlık” söz konusu olmaz. Diğer yandan erkek muhsanlık şartlarını taşır, fakat karısı küçük, akıl hastası veya câriye olmak gibi bir sebeple muhsan bulunmazsa, ondan bu ârızalar kalktıktan sonra kocası onunla eşit şartlarda yeniden cinsel temasta bulunmadıkça koca muhsan sayılmaz. Çünkü bu yedi şartın eşlerde birlikte bulunması gerekir.
Ebû Yusuf’a göre, bir müslüman sahih nikâhlısı olan bir gayri müslim kadınla cinsel temasta bulunmakla muhsan olur. Şâfiîler de bu görüştedir.1314 Buna göre, biri küçük, diğeri ergin; biri uykuda, diğeri uyanık veya biri akıllı, diğeri akıl hastası olan karı-koca cinsel temasta bulununca, ehliyetli olan muhsan sayılır, daha sonra başkası ile zinâ ederse had cezâsı yalnız ona uygulanır.
Muhsanlık sıfatının devamı için evliliğin devam etmekte olması şart değildir. Bu yüzden ömründe bir defa evlenen ve eşiyle cinsel temasta bulunup da, dul kalmış olan kimse de muhsan olabilir.1315
Kur’ân-ı Kerim’de Fuhuş ve Zinâ Kavramı
“Fuhuş” (F-h-ş) kelimesi ve türevleri Kur’ân-ı Kerim’de toplam 24 yerde geçer. “Zinâ” kelimesi ve türevleri ise toplam 9 yerde zikredilir.
1311] İbn Mâce, Diyât 36; Mâlik, Muvattâ, Hudûd 2; eş -Şevkânî, Neylü'I-Evtâr, VII, 109
1312] es-Serahsî, a.g.e., IX, 36
1313] 24/Nûr, 4
1314] eş-Şirâzî, el-Mühezzeb, II, 268
1315] Bilmen, a.g.e., III, 201; Ahmet Özalp, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 477-480
- 318 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kur’an, fahşâ kelimesini birkaç formda kullanmaktadır. Öncelikle ‘fahşâ-fâhişe’ şeytanın, kendini izleyenlere emrettiği ve güzel gösterdiği ölçüsüzlük ve çirkinliktir. “O (şeytan), size yalnızca kötülüğü (seyyieyi), çirkinliği, hayâsızlığı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyi söylemenizi emreder.”1316
Kötülük etmek, üzecek ve acı verecek şeyleri yapmak anlamına gelen ‘sû’ (seyyie)’, bu şekilde işlenilen bütün günâhların genel adı olmuştur. Fahşâ ise bu şekildeki günâhların en kötüsü, en haddi aşmış olanıdır. 4/Nisâ Sûresi 15. ve 25. âyetlerinde geçen ‘fâhişe’ kelimesi zinâ anlamında kullanılmıştır. Aynı sûrenin 19. âyetinde geçen ‘fâhişe’ sözcüğü ise, çirkinlik ve hayâsızlık, serkeşlik, geçimsizlik yapma, âileyi bozacak denli bir edepsizlik veya zinâ etme şeklinde anlaşılmıştır.
‘Fâhişe’ kelimesi bir âyette ‘zinâ’ kelimesiyle birlikte zikredilip, onun çok kötü bir yol, bir fahşâ olduğu haber veriliyor.1317 Lût kavminin (Sodom’un) işlediği çirkin iş de yani livâta (homoseksüellik) de Kur’an tarafından ‘fâhişe’; çok çirkin ve edepsiz bir fiil olarak nitelendiriliyor. İnsanlık tarihinde Lût kavmine kadar hiçbir toplum bu çirkin işi bu kadar yaygın ve normal hale getirmemişti. Allah (c.c.) onları Lût (a.s.) eliyle uyardı. Ancak onlar yine de bu hayâsızlığa devam ettiler, kadınları bırakıp erkeklere yanaştılar. Allah (c.c.) bu ölçüyü aşan (müsrif) kavmi toptan cezâlandırdı.1318
Kur’an, babaların evlendiği kadınlarla evlenmeyi kesinlikle yasaklamakta, câhiliyye döneminden kalma bu âdeti yine ‘fâhişe’ kelimesiyle nitelemekte ve onun çok çirkin bir iş olduğunu vurgulamaktadır.1319 Kur’an’ın ifâdesine göre ‘fahşâ’nın görüneni de vardır, gizli olanı da vardır. Kimi ‘fahşâ’ olan fiiller açıktan işlenir, kimileri de insanların görmeyeceği şekilde işlenir. Her şeyi bilen ve gören Rabbimiz; ‘Fahşâ’nın gizlisini de açığını da yasaklamaktadır, bunlara yaklaşmayın demektedir.1320
İslâm’dan yüz çeviren şirk dini mensupları ‘fahşâ’ olan fiilleri yapmaya devam ederler. O fiillerin çirkin ve edepsizlik olduğu söylense bile aldırmazlar. Ve derler ki ‘biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah böyle emretti.’ Rabbimiz onların bu iddialarını reddederek; ‘Allah (c.c.) kesinlikle ‘fahşâ’yı, çirkin hayâsızlıkları emretmez’ buyurmaktadır.1321 Buna karşılık; “Şüphe yok ki Allah (c.c.), adâleti, ihsânı yakınlara vermeyi emreder. Fahşâdan (çirkin hayâsızlıktan), münkerden (kötülükten) ve bağy’den (zorbalık ve yoldan çıkmaktan) sakındırır. (O) size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz.”1322
“Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı aranızdan dört şâhit getirin. Eğer şâhitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye veya Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde hapsedin. İçinizden fuhuş yapan her iki tarafa cezâ verin; eğer tevbe eder, uslanırlarsa artık onlara cezâ verip eziyet etmekten vazgeçin. Çünkü Allah tevbeleri çok kabul eden ve merhamet edendir.”1323
1316] 2/Bakara, 169; ayrıca bak. 24/Nûr, 21
1317] 17/İsrâ, 32
1318] 7/A’râf, 80-84
1319] 4/Nisâ, 22
1320] 6/En’âm, 151; 7/A’râf, 33
1321] 7/A’râf, 28
1322] 16/Nahl, 90
1323] 4/Nisâ, 15-16
FUHUŞ / ZİNÂ
- 319 -
“Sağ ellerinizin mâlik olduğu (câriyeler) dışındaki kadınlardan ‘evli ve özgür’ olanlarla da (evlenmeniz haramdır.) Bunlar, Allah’ın üzerinize yazdığıdır. Bunların dışında kalanı iffetlerini koruyup fuhuşta bulunmamak üzere mallarınızla (mehir vererek) evlenecek kadın aramanız size helâl kılındı. Öyleyse onlardan hangi şeyle (veya ne kadar) yararlandıysanız, onlara ücret (mehir)lerini tespit edildiği miktarıyla ödeyin. Miktarın tespitinden sonra, karşılıklı hoşnut olduğunuz bir şey konusunda üstünüze bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır.”1324
“İçinizden özgür mü’min kadınları nikâhlamaya güç yetiremeyenler, o zaman sağ ellerinizin mâlik olduğu iman etmiş câriyelerinizden (alsın.) Allah sizin imanınızı en iyi bilendir. Öyleyse onları, fuhuşta bulunmayan, iffetli ve gizlice dostlar edinmemişler olarak velîlerinin izniyle nikâhlayın. Onlara ücretlerini (mehirlerini) ma’rûf (güzel ve örfe uygun) bir şekilde verin. Evlendikten sonra, fuhuş yapacak olurlarsa, özgür kadınlar üzerindeki cezânın yarısı(nı uygulayın). Bu, sizden günaha sapmaktan endişe edip korkanlar içindir. Sabrederseniz sizin için daha hayırlıdır. Allah, bağışlayandır, merhametlidir.”1325
“Bugün size temiz olan şeyler helâl kılındı. (Kendilerine) Kitap verilenlerin yemeği size helâl, sizin de yemeğiniz onlara helâldir. Mü’minlerden özgür ve iffetli kadınlar ile sizden önce (kendilerine) kitap verilenlerden özgür ve iffetli kadınlar da, nâmuslu, fuhuşta bulunmayan ve gizlice dostlar edinmemişler olarak -onlara ücretlerini (mehirlerini) ödediğiniz takdirde- size (helâl kılındı). Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır. O âhirette hüsrâna uğrayanlardandır.”1326
“Lût’u da (peygamber gönderdik). Kavmine dedi ki: ‘Sizden önceki milletlerden hiçbirinin yapmadığı fuhşu mu yapıyorsunuz? Çünkü siz, şehveti tatmin için kadınları bırakıp da şehvetle erkeklere yanaşıyorsunuz. Doğrusu siz taşkın bir milletsiniz.’ Kavminin cevabı: ‘Onları (Lût’u ve taraftarlarını) memleketinizden çıkarın; çünkü onlar fazla temizlenen insanlarmış!’ demelerinden başka bir şey olmadı. Biz de onu ve karısından başka âile efrâdını kurtardık; çünkü karısı geride kalanlardan (kâfirlerden) idi. Ve üzerlerine (taş) yağmuru yağdırdık. Bak ki günahkârların sonu nasıl oldu!”1327
“Andolsun kadın onu arzulamıştı, -eğer Rabbinin (zinâyı yasaklayan) kesin kanıt (burhan)ını görmeseydi- o da (Yusuf da) onu arzulamıştı. Böylelikle Biz ondan kötülüğü ve fuhşu geri çevirmek için (ona delil gönderdik). Çünkü o, muhlis kullarımızdandı.”1328
“Zinâya yaklaşmayın gerçekten o ‘çirkin bir hayâsızlık’ ve kötü bir yoldur.”1329
“Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (câriyeleri) hâriç. (Bunlarla ilişkilerden dolayı) kınanmış değillerdir. Şu halde, kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir.”1330
“Zinâ eden kadın ve zinâ eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsanız, Allah’ın dininde (hükümlerini uygularken) onlara acıyacağınız tutmasın. Mü’miinlerden bir grup da onlara uygulanan cezâya şâhit olsun.”1331
1324] 4/Nisâ, 24
1325] 4/Nisâ, 25
1326] 5/Mâide, 5
1327] 7/A’râf, 80-84
1328] 12/Yusuf, 24
1329] 17/İsrâ, 32
1330] 23/Mü’minûn, 6-7
1331] 24/Nûr, 2
- 320 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Zinâ eden erkek zinâ eden ya da müşrik olan bir kadından başkasını nikâhlayamaz; zinâ eden kadını da zinâ eden ya da müşrik olan bir erkekten başkası nikâhlayamaz. Bu mü’minlere haram kılınmıştır.”1332
“Korunan (iffetli) kadınlara (zinâ suçu) atan sonra dört şâhit getirmeyenlere de seksen değnek vurun ve onların şâhitliklerini ebedî olarak kabul etmeyin. Onlar fâsık olanlardır. Ancak bundan sonra tevbe eden ve sâlihçe davrananlar hâriç. Çünkü gerçekten Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
Kendi eşlerine (zinâ suçu) atan ve kendileri dışında şâhitleri bulunmayanlar ise onlardan da her birinin şâhitliği Allah adına dört (kere yemin) ile kendisinin hiç şüphesiz doğru söyleyenlerden olduğuna şâhitlik etmektir.
Beşinci (yemini) ise, eğer yalan söyleyenlerdense Allah’ın lânetinin muhakkak kendi üzerinde olması(nı kabul etmesi)dir.
Onun (kadının) da dört kere Allah adına (yeminle) onun (kocasının) hiç şüphesiz yalan söyleyenlerden olduğuna şâhitlik etmesi kendisinden cezâyı uzaklaştırır.
Beşinci (yemini) ise eğer o (kocası) doğru söylüyor ise Allah’ın gazabının muhakkak kendi üzerinde olması(nı kabul etmesi)dır.”1333
“Onların (iftiracıların) da bu konuda dört şâhit getirmeleri gerekmez miydi? Mâdem ki şâhitler getiremediler, öyle ise onlar Allah nezdinde yalancıların ta kendisidirler.”1334
“Nâmuslu, kötülüklerden habersiz mü’min kadınlara zinâ isnâdında bulunanlar, dünya ve âhirette lânetlenmişlerdir. Onlar için çok büyük bir azap vardır. O gün dilleri, elleri ve ayakları yapmış olduklarından dolayı aleyhlerinde şâhitlik edecektir. O gün Allah onlara gerçek cezâlarını tastamam verecek ve onlar Allah’ın apaçık gerçek olduğunu anlayacaklardır.”1335
“Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler ise kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yaraşır. Bu sonuncular, (iftiracıların) söylediklerinden çok uzaktırlar. Kendileri için bağışlanma ve güzel bir rızık vardır.”1336
“(Rasûlüm!) Mü’min erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.”1337
“Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; nâmus ve iffetlerini muhâfaza etsinler. Görünen kısımları müstesnâ olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mü’min kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri), erkeklerden âilenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler yahut henüz kadınların gizli kadınlık husûsiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına ziynetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere
1332] 24/Nûr, 3
1333] 24/Nûr, 4-9
1334] 24/Nûr, 13
1335] 24/Nûr, 23-25
1336] 24/Nûr, 26
1337] 24/Nûr, 30
FUHUŞ / ZİNÂ
- 321 -
vurmasınlar (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler). Ey mü’minler! Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.”1338
“Nikâh (imkânı) bulamayanlar, Allah onları kendi fazlından zenginleştirinceye kadar iffetli davransınlar. Sağ ellerinizin mâlik olduğu (köle ve câriyelerden) mükâtebe isteyenlere -eğer onlarda bir hayır görüyorsanız- mükâtebe yapın. Ve Allah’ın size verdiği malından onlara verin. Dünya hayatının geçici metâını elde etmek için -ırzlarını korumak istiyorlarsa- câriyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları (fuhşa) zorlarsa, şüphesiz, onların (fuhşa) zorlanmalarından sonra Allah (onları) bağışlayandır, merhamet edendir.”1339
“Ve onlar Allah ile beraber başka bir ilâha tapmazlar. Allah’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zinâ etmezler. Kim bunları yaparsa ‘ağır bir cezâ ile’ karşılaşır. Kıyâmet günü azâbı kat kat arttırılır ve onda (azapta) alçaltılmış olarak devamlı kalır. Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır; Allah’ı onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.”1340
“Lût’u da (peygamber olarak kavmine gönderdik.) Kavmine şöyle demişti: Göz göre göre hâlâ o hayâsızlığı yapacak mısınız? (Bu İlâhî ikazdan sonra hâlâ) siz, ille de kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşacak mısınız? Doğrusu siz, beyinsizlikte devam edegelen bir kavimsiniz!”1341
“Lût’u da (gönderdik). O, kavmine demişti ki: Gerçekten siz, daha önce hiçbir milletin yapmadığı bir hayâsızlığı yapıyorsunuz! (Bu İlâhî ikazdan sonra hâlâ) siz, ille de erkeklere yaklaşacak, yol kesecek ve toplantılarınızda edepsizlikler yapacak mısınız! Kavminin cevabı ise, şöyle demelerinden ibâret oldu: (Yaptıklarımızın kötülüğü ve azâba uğrayacağımız konusunda) doğru söyleyenlerden isen, Allah’ın azâbını getir bize!”1342
“Ey peygamberin kadınları, sizden kim açık bir çirkinlikte, utanmazlıkta bulunursa onun azâbı iki kat olarak arttırılır. Bu da Allah’a göre pek kolaydır.”1343
“Ey Peygamber! Mü’min kadınlar Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zinâ etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleri ve ayakları arasında bir iftira düzüp uydurmamak (gayrı meşrû olan bir çocuğu kocalarına dayandırmamak) ma’rûf (iyi, güzel ve yararlı bir iş) konusunda isyan etmemek üzere sana biat etmek amacıyla geldikleri zaman onların biatlarını kabul et ve onlar için Allah’tan mağfiret iste. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”1344
“Ey Peygamber! Kadınları boşadığınız zaman iddetleri süresinde (temizlendiklerinde) boşayın ve iddeti sayın. Rabbiniz Allah’tan korkun. Onları evlerinden çıkarmayın, onlar da çıkmasınlar; ancak açık ‘çirkin bir hayâsızlık’ göstermeleri durumu başka. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını çiğnerse gerçekte o kendi nefsine zulmetmiş olur. Sen bilmezsin; olabilir ki Allah bunun arkasından bir iş (durum) oluşturur.”1345
“Irzlarını koruyanlar; Ancak eşlerine ve câriyelerine karşı müstesnâ; çünkü onlar
1338] 24/Nûr, 31
1339] 24/Nûr, 33
1340] 25/Furkan, 68-70
1341] 27/Neml, 54-55
1342] 29/Ankebût, 28-29
1343] 33/Ahzâb, 30
1344] 60/Mümtehıne, 12
1345] 65/Talâk, 1
- 322 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kınanmaz; Bundan öteye (geçmek) isteyenler ise, onlar taşkınların ta kendileridir.”1346
Hadis-i Şeriflerde Fuhuş ve Zinâ Kavramı
Hadislerde fuhuş kelimesi ve fâhiş, mütefahhiş, fâhişe, fevâhiş, fahhâş gibi türevleri sıkça kullanılmakta olup bunların bir kısmında “bir söz ve davranışın mâkul ve mûtat ölçülerin dışına taşıp aşırılığa kaçması” anlamı, çoğunda ise “büyük günah, edepsizlik ve iffetsizlik” anlamları kastedilmiştir. Hz. Peygamber, vaktiyle bir fâhişenin (bağî) çölde susuz kalan bir köpeğe su vermesi sâyesinde günahlarının bağışlandığını belirterek1347 hayvanlara merhamet etmenin sevâbı yanında, fuhşun büyük günah olduğunu da vurgulamıştır. Rasûl-i Ekrem ayrıca fâhişenin mehrini (zinâ karşılığında veya haram olan nikâh için verilen para), kazancın en kötüleri arasında sayar.1348
“Üç kişi vardır, kıyâmet günü Allah Teâlâ onlara konuşmaz, nazar etmez, günahlardan da arındırmaz, onlara elîm bir azap vardır: Zinâ eden yaşlı yalan söyleyen devlet reisi, büyüklenen fakir.”1349
“Üç kişi vardır, kıyâmet günü Allah onlara nazar etmez: Anne ve babasının hukukuna riâyet etmeyen kimse, erkekleşen kadın ve deyyus kimse.”1350
“Kim bana çeneleri ile bacakları arasındaki şeyler hususunda garanti verirse, ben de ona cennet husûsunda garanti veririm.” 1351
“Sizin hakkınızda en ziyâde korktuğum şey, zenginlik hırsı ile karınlarınızın ve ferçlerinizin (avret yerlerinizin) şehvetleri bir de fitnelerin şaşırtmalarıdır.”1352
“Zânî (zinâ yapan) bir kimse, zinâ yaptığı sırada mü’min olarak zinâ yapmaz, hırsız da çaldığı sırada mü’min olarak hırsızlık yapmaz, içkici, içki içtiği sırada mü’min olduğu halde içki içmez; insanların, onun yüzünden gözlerini kendine kaldıracakları kadar nazarlarında kıymetli olan bir şeyi mü’min olarak yağmalamaz.”1353
“Kişi zinâ edince iman ondan çıkar ve başının üstünde bir bulut gibi muallak durur. Zinâdan çıkınca iman adama geri döner.”1354
“Şurası muhakkak ki kadın, şeytan sûretinde gelir, şeytan sûretinde gider. Biriniz bir kadında hoşuna giden bir husus görürse, hemen hanımına gelsin; zira bu, nefsinde uyananı giderir.”1355
“...Kadın, şeytanın oltasıdır...”1356
1346] 70/Meâric, 29-31
1347] Ahmed bin Hanbel, II/507; Müslim, Selâm 154, 155
1348] Buhârî, Büyû' 113; Müslim, Müsâkât 40, 41
1349] Müslim, İman 172, h. no: 107; Nesâî, Zekât 77, h. no: 5, 86
1350] Nesâî, Zekât 69, h. no: 5, 80
1351] Buhârî, Rikak 23, Hudûd 19; Tirmizî, Zühd 61, h. no: 2410
1352] Ahmed bin Hanbel, 4/420, 423
1353] Buhârî, Mezâlim 30, Eşribe 1, Hudûd 1, 20; Müslim, İman 100, hadis no: 57; Ebû Dâvud, Sünnet 16, h. no: 4689; Tirmizî, İman 11, h. no: 2627; Nesâî, Sârık 1, 8, 64
1354] Ebû Dâvud, Sünnet 16, h. no: 4690; Tirmizî, İman 11, h. no: 2627
1355] Müslim, Nikâh 9, hadis no: 1403; Ebû Dâvud, Nikâh 44, h. no: 2151; Tirmizî, Nikâh 9, h. no: 1158
1356] Kütüb-i Sitte, c. 15, s. 181-182
FUHUŞ / ZİNÂ
- 323 -
“Erkeklere kendimden sonra kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım.”1357
“Çocuk büluğa erince babası onu evlendirsin; aksi halde çocuk günah işleyebilir, onun bu günahı babaya da ait olur.”1358
“...Elbise giydiği halde çıplak gibi görünen kadınlar, Cehennem ehlindendir.”1359
“Kim (başkalarının kusurlarını teşhir edip herkese) duyurursa, Allah da (onun kusurlarını) duyurur. Kim de riya yaparsa Allah da onun riyasını ortaya çıkarır.”1360
“Bir kavimde gulûl (denen devlet malından hırsızlık) zuhûr ederse, Allah o kavmin kalplerine korku atar. Bir kavim içinde zinâ yayılırsa orada ölümler artar. Bir kavim, ölçü ve tartılarda (hile yaparak) miktarı azaltırsa Allah ondan rızkı keser. Bir kavmin (mahkemelerinde) haksız yere hükümler verilirse, o kavimde mutlaka kan yaygınlaşır. Bir kavim ahdinden dönüp gadre yer verirse, Allah onlara mutlaka düşmanlarını musallat eder.”1361
“Ey Allah’ın Rasûlü! Aramızda sâlihler mevcut iken bizler helâk mi olacağız?” Rasûlullah (s.a.s.): “Evet, buyurmuşlardır, pislik (zinâ) artarsa!”1362
“Hanımını kocasına karşı, köleyi efendisine karşı ayartan bizden değildir!”1363
“Âdemoğluna zinâdan nasibi takdir olunmuştur. O buna mutlaka erişir. Gözlerin zinâsı bakmak, kulakların zinâsı dinlemek, dilin zinâsı konuşmak, elin zinâsı tutmak, ayakların zinâsı yürümektir. Kalbe gelince o, arzu eder, ister. Üreme organı ise, bunu ya gerçekleştirir ya da boşa çıkarır.”1364
“Yollarda oturmaktan kaçının!” Sahâbiler: ‘Biz buna mecbûruz. Meselelerimizi orada konuşuyoruz’ dediler. Bunun üzerine Rasûlullah: “Oturmaktan vazgeçemeyecekseniz o halde yolun hakkını verin!” buyurdu. ‘Yolun hakkı nedir ey Allah’ın Rasûlü?’ dediler. Şöyle cevapladı: “Harama bakmamak, gelip geçenleri incitmemek, selâm almak, mârufu emredip münkerden nehy etmektir.”1365
İbn Abbas (r.a.) şöyle dedi: “Rasûlullah (s.a.s.), kadınlaşan erkeklere ve erkekleşen kadınlara lânet etti. Buhârî’nin bir başka rivâyetinde de1366 “Rasûlullah (s.a.s.), kadınlara benzemeye çalışan erkeklere ve erkeklere benzemeye çalışan kadınlara lânet etti.” denilmektedir.1367
Rasûlullah (s.a.s.) kadın gibi giyinen erkeğe, erkek gibi giyinen kadına lânet etti.”1368
“Cehennemliklerden kendilerini dünyada henüz görmediğim iki grup vardır: Biri, sığır kuyrukları gibi kırbaçlarla (coplarla) insanları döven bir topluluk. Diğeri, giyinmiş oldukları
1357] Buhârî, Nikâh 17; Müslim, Zikr 97, h. no: 2740; Tirmizî, Edeb 31, h. no: 2781
1358] İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 159
1359] Müslim, Libâs 125, hadis no: 2128
1360] Buhârî, Rikak 36; Müslim, Zühd 48, h. no. 2987
1361] Muvattâ, Cihâd 26, h. no: 2, 460
1362] Muvattâ, Kelâm 22, h. no: 2, 991
1363] Ebû Dâvud, Talâk 1, h. no: 2175, Edeb 135, h. no: 5170
1364] Buhârî, İsti'zân 12, Kader 9; Müslim, Kader 20-21; Ebû Dâvud, Nikâh 43
1365] Buhârî, Mezâlim 22, İsti'zân 2; Müslim, Libâs 114; Ebû Dâvud, Edeb 12; Tirmizî, İsti'zân 30
1366] Libâs, 61
1367] Buhârî, Libâs 62; Ebû Dâvud, Libâs 28; Tirmizî, Edeb 24; İbn Mâce, Nikâh 22
1368] Ebû Dâvud, Libâs 28; Ahmed bin Hanbel, II/325
- 324 -
KUR’AN KAVRAMLARI
halde çıplak görünen ve öteki kadınları kendileri gibi giyinmeye zorlayan ve başları deve hörgücüne benzeyen kadınlardır. İşte bu kadınlar cennete giremedikleri gibi, şu kadar uzak mesâfeden hissedilen kokusunu bile alamazlar.”1369
Abdullah bin Ömer (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.s.), saçlarına saç ekleten ve ekleyen, dövme yapan ve yaptıran kadınlara lânet etmiştir.1370
“Bir erkek hanımını yatağına çağırır, o da gelmez ve kocası kendisine kızgın vaziyette gecelerse, melekler o kadına sabaha kadar lânet eder.”1371
“Gözler de zinâ eder; onların zinâsı bakıştır.”1372
Büreyde (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) Hz. Ali’ye (r.a.) buyurdular ki: “Ey Ali, bakışına bakış ekleme. Zira ilk bakış sanadır, ama ikinci bakış aleyhinedir.”1373
Cerîr (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah’a (s.a.s.) âni bakıştan sordum. Bana: “Nazarını/gözünü hemen çevir!” buyurdu.”1374
Açıklama: 1- Burada mevzûbahis olan âni bakış, kasıtsız ve gayr-i irâdî olarak bir kadının görülüvermesidir. Rasûlullah, herhangi bir yerde, ihtiyarsız olarak nazarımıza ânîden çarpan bir kadına irâdî olarak bakmaya devam etmeyi yasaklamakta nazarlarımızı derhal çekmeyi emretmektedir. Müteakip hadiste daha sarih olarak görüleceği üzere, böyle, göze birden ilişen kadına ihtiyarsız ilk bakmanın herhangi bir günahı yoktur. Ancak irâdî olarak bakmaya devam edilirse bu bakış haram Hudûduna girer ve günah işlenmiş olur. Esasen zinâya giden yolun ilk basamağında bakmak yer aldığı için, zinâ fazîhasının önlenmesinde mühim ön tedbirlerden biri, göze hâkim olmak, harama bakmamaktır. İslâm âlimleri nazarın kalbi bozan en mühim âmillerden biri olduğunu kabul eder. Hatta Seleften bazıları “Nazar kalbe düşen zehirli bir oktur” demiştir. Rabbimiz zinâ ile nazar arasındaki bu sıkı irtibat sebebiyle ferclere sahip olmayı emrettiği aynı âyette gözleri kısmayı da emretmiştir: “Mü’ min erkeklere söyle, gözlerini kıssınlar ve ferclerine (cinsiyet organlarına hâkim olup, zinâdan) muhafaza etsinler. Bu, onlar için (kalbin temizliğinde, dinin lekesiz kalmasında) en temiz yoldur.”1375 İbn Kesir: “Fercin muhâfazası bazen onun zinâdan uzak tutulmasıyla, bazen de nazarı haramdan korumakla olur” der. Bir Buhârî hadisinde Rasûlullah, “göz zinâsı”ndan bahseder ve bunun, bakmak olduğu belirtir.
Ulemâdan bir kısmı, bu hadisi esas alarak: “Kadının yolda giderken yüzünü örtmesi farz değildir” hükmünü vermiştir. Ancak erkeklerin irâdî olarak yabancı kadına bir-iki zaruret hali dışında bakması haramdır. Şeriat-ı garrâmızın tecviz ettiği haller şâhidlik, tedavi ve evlenmektir. Bunlar da hacet miktarı olmalıdır. Samimi bir niyetle evlenmeye karar veren erkek, evlenmek istediği kızın yüzüne bakabilir. Rasûlullah (s.a.s.) bunu tavsiye buyurmuştur. Müctehidler, sadece
1369] Müslim, Cennet 52
1370] Buhârî, Tefsîru Sûre (59) 4, Libâs 83, 85, 87; Müslim, Libâs 115, 117, 119; Ebû Dâvud, Teraccül 5; Tirmizî, Libâs 25, Edeb 33; Nesâî, Ziynet 22-24; İbn Mâce, Nikâh 52
1371] Buhârî, Bed'ü'l-Halk 7, Nikâh 85; Müslim, Nikâh 122; Ebû Dâvud, Nikâh 40
1372] Buhârî, İsti’zân 12; Müslim, Kader 20
1373] Tirmizî, Edeb 28, h. no: 2778; Müslim, Edeb 45; Ebû Dâvud, Nikâh 44, h. no: 2149
1374] Müslim, Âdâb 45, h. no: 2159; Ebû Dâvud, Nikâh 44, h. no: 2159; Tirmizî, Edeb 29, h. no: 2777; İbn Mâce, Tahâret 137
1375] 24/Nûr, 30
FUHUŞ / ZİNÂ
- 325 -
kadına değil, emred olan yani henüz sakalı çıkmamış (parlak) erkek delikanlılara da bakmayı yasaklamıştır.
Rasûlullah der ki: “Kıyâmet günü bütün gözler ağlayacaktır, ancak şunlar müstesna: Allah’ın haramlarına bakmayan gözler, Allah yolunda seher vakti uyanık olan gözler, Allah korkusuyla sinek başı (gibi yaşlar) döken gözler.”
Az önce kaydedilen âyetin devamında Rabbimiz kadınlara da ayrıca hitab edip, onlara da gözlerini kısmalarını emreder: “Mü’min kadınlara söyle, onlar da gözlerini kıssınlar ve ferclerini(nâmus ve iffetlerini) muhâfaza etsinler...”1376 Bu âyetten, âlimlerden bir kısmı kadınların yabancı erkeklere, şehvetle veya şehvetsiz olarak bakmalarının câiz olmadığı hükmünü çıkarmışlardır. Bu hükmü te’yid eden bir rivâyette, “Ümmü Seleme ile Meymûne vâlidelerimiz Aleyhissalâtu vesselâmla otururken yanlarına İbnu Ümmi Mektum gelir. Aleyhissalâtu vesselâm zevcelerine örtünmelerini emreder. Gelenin âmâ olduğu, kendilerini göremeyeceği hatırlatılınca, Aleyhissalâtu vesselâm: “Sizler de mi körsünüz, onu görmüyor musunuz?” buyurur.
Bazı âlimler, kadınların şehvetle olmadığı takdirde erkeklere bakmasının haram olmadığını söylemiştir. Nitekim Rasûlullah, Hz. Âişe’ye bayram günü oynayan Habeşlileri seyretmesine müsaade etmiştir. Nevevî, bu hadisi: “O sırada Hz. Âişe henüz büluğa ermemişti ve mükellef değildi. Veya örtünme emri henüz gelmemişti” diye te’vil eder. İbnu Hacer bu te’vile katılmaz ve hadisin bazı vecihlerinde, hâdisenin Habeşistan heyetinin gelmesinden sonra olduğunun belirtildiğini, bu heyetin de yedinci hicrî yılında geldiğini, o sene Hz. Âişe’nin onaltı yaşında olması gerektiğini söyler. Kadınların dizkapağı ile göbek arası dışında erkeklere bakabileceğini söyleyenler, bir de Fâtıma Bintu Kays hadisini delil getirirler. Buhârî ve Müslim’de gelen hadise göre, Rasûlullah, kocasından boşanan Fatıma’ya, iddetini İbnu Ümmi Mektum’un evinde geçirmesini söyler ve: “O, âmâ bir kimsedir, onun yanında elbiseni çıkarabilirsin” der. Mukabil görüşte olanlar: “Bu, gözü kısmakla da olabilir, aynı evde olmak mutlaka bakmayı gerektirmez” diye cevap vermişlerdir. Ebû Dâvud, 3440 numaralı hadiste Ümmü Seleme hadisinin Rasûlullah’ın zevcelerine mahsus, Fâtıma Bintu Kays hadisinin ise bütün mü’min kadınlara mahsus olduğunu söyleyerek iki zıd rivâyeti te’lif eder. İbnu Hacer bu telifi takdir eder ve bazı başkalarının da takdir edip beğendiklerini belirttikten sonra kendisi de şöyle bir teklif getirir: “İbn Ümmi Mektum’a karşı örtünme emri, onun âmâ olması sebebiyle, vukuunu farkedemeyeceği herhangi bir yerinin açılma ihtimaline binâendir. Öyleyse, bakma yasağı mutlak şekilde dâimî olmaz.” Ayrıca der ki: “Bu hususu, kadınların mescidlere, çarşılara, seferlere, yüzleri örtülü olarak çıkmalarına verilen cevaz da teyid eder. Onların örtünmeleri erkeklerin onları görmemeleri içindir. Ama kadınların görmemesi için de erkeklere örtünmeleri emredilmez. Bu durum, iki cins arasındaki hükmün farklılığına delildir. Gazâlî de bu şekilde ihticac etmiştir. Suyûtî’nin görüşü de böyledir.”1377
“Erkek, erkeğin avret yerine, kadın da kadının avret yerine bakamaz. Bir erkek başka bir erkekle; bir kadın da başka bir kadınla bir örtü altında yatamaz.”1378
1376] 24/Nûr, 31
1377] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/228-230
1378] Müslim, Hayz 74; Tirmizî, Edeb 38; İbn Mâce, Tahâret 137
- 326 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Hiçbiriniz yanında mahremi bulunmayan bir kadınla başbaşa kalmasın.”1379
“(Yanında mahremi bulunmayan) Kadınların yanına girmekten sakının!” Bunun üzerine ensârdan birisi: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Kocanın erkek akrabası hakkında ne dersiniz?’ diye sordu. Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Onlarla halvet, ölüm demektir.”1380
“Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, nâmusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyâmet günü gelmeden önce o kimseyle helâlleşsin. Yoksa kendisinin sâlih amelleri varsı yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından alınır, (hak sahibine verilir.) Şâyet iyilikleri yoksa, kendisine zulüm yaptığı kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yükletilir.”1381
“Her müslümanın öteki müslümana kanı, ırzı (nâmusu) ve malı haramdır.”1382
“İlk peygamberlerden itibaren halkın hatırında kalan bir söz vardır: ‘Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” 1383
Ümmü Seleme (r. anhâ) anlatıyor: “Ben Rasûlullah’ın (s.a.s.) yanında idim. Yanında Meymûne Bintu’l-Hâris (r. anhâ) da vardı. (Bu esnada) İbnu Ümmi Mektum bize doğru geliyordu. -Bu vak’a, tesettürle emredilmemizden sonra idi- ve yanımıza girdi. Rasûlullah (s.a.s.) bize: “Ona karşı örtünün!” diye emretti. Biz: “Ey Allah’ın Rasûlü! O, âmâ ve bizi görmeyen (ve varlığımızı tanımayan) bir kimse değil mi?” dedik. Bunun üzerine: “Siz de mi körsünüz, siz onu görmüyor musunuz?” buyurdu.”1384
Ebû Üseyd (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.), mescidden çıkıyordu. Yolda kadınlarla erkeklerin karışmış vaziyette olduklarını görünce, kadınlara: “Sizler geride kalın. Yolun ortasından gitmeyin, kenarlarından gidin!” diye ferman buyurdu. Bundan sonra, kadınlar nerdeyse duvara değecek şekilde kenardan yürürdü. Bazen bu değmeler sebebiyle, elbisenin duvara takıldığı olurdu.”
“Yedi helâk ediciden kaçının!” Sahâbîler: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Bunlar nelerdir?’ diye sordular. Hz. Peygamber: “Allah’a şirk/ortak koşmak, sihir (büyü) yapmak, Allah’ın haram kıldığı bir canı haksız yere öldürmek, fâiz yemek, yetim1385 malı yemek, savaş meydanından kaçmak, evli, nâmuslu ve hiçbir şeyden haberi olmayan kadınlara zinâ isnad etmektir.”1386
“Mü’min; insanları kötüleyen, lânetleyen, kötü söz ve çirkin davranış sergileyen kimse değildir.”1387
“Bir erkek hanımını yatağına çağırır, o da gelmez ve kocası kendisine kızgın vaziyette
1379] Buhârî, Nikâh 11, Cihâd 140; Müslim, Hac 424; Tirmizî, Radâ’ 1; Fiten 7
1380] Buhârî, Nikâh 111; Müslim, Selâm 20; Tirmizî, Radâ’ 16
1381] Buhârî, Mezâlim 10, Rikak 48
1382] Müslim, Birr 32; Tirmizî, Birr 18
1383] Buhârî, Enbiyâ 54, Edeb 78; Ebû Dâvud, Edeb 6; İbn Mâce, Zühd 17
1384] Ebû Dâvud, Libas 37, h. no: 4112
1385] Ebû Dâvud, Edeb: 180, h. no: 5272
1386] Buhârî, Vesâyâ 23, Tıb 38, Hudûd 44; Müslim, İman 145; Ebû Dâvud, Vesâyâ 10; Nesâî, Vesâyâ 12
1387] Tirmizî, Birr 48; Ahmed bin Hanbel, I/405, 416
FUHUŞ / ZİNÂ
- 327 -
gecelerse, melekler o kadına sabaha kadar lânet eder.”1388
“Allah bir şeyi haram kılınca, onun bedelini de haram kılar.”1389
“Kim (din) kardeşinin ırz ve nâmusunu onu gıybet edene karşı savunursa, Allah da kıyâmet günü o kimseyi cehennemden korur.”1390
İbn Abbas (r.a.) anlatıyor: “Hilâl İbn Ümeyye (r.a.) Rasûlullah (s.a.s.)’ın yanında, hanımının Şerik İbnu Sahmâ ile zinâ yaptığını söyledi. Rasûlullah (s.a.s.): “Ya delil getirirsin veya sırtına hadd tatbik edilir” dedi. Hilâl: “Ey Allah’ın Rasûlü! Birimiz, hanımı üzerinde bir adam görse, koşup delil mi arayacak?” dedi. Rasûlullah (s.a.s.) önceki sözünü tekrar ediyordu: “Ya delil getirirsin ya da sırtına had uygulanır.” Bunun üzerine Hilâl: “Seni hak üzerine gönderen Zât’a kasem olsun doğruyu söylüyorum. Mutlaka Allah sırtımı hadden kurtaracak bir vahiy gönderecektir” dedi. Cibrîl (a.s.) indi ve şu vahyi indirdi: “Karılarına zinâ isnad edip de kendilerinden başka şâhitleri olmayanların şâhitliği, kendisinin doğru sözlülerden olduğuna Allah’ı dört defa şâhit tutmasıyla olur. Beşincisinde eğer yalancılardan ise Allah’ın lânetinin kendisine olmasını diler”1391Rasûlullah (s.a.s.) oradan ayrıldı. Onlara adam gönderdi. Hilâl geldi (lânet okuyarak) şehâdette bulundu. Rasûlullah: “Allah biliyor ki, ikinizden biriniz yalancısınız, tevbekâr olanınız var mı?” dedi. Sonra kadın kalktı, o da şehâdetde bulundu. Kadın beşinci şehâdette iken kadını durdurdular ve: “Beşinci şehâdet, (yalancı olduğun takdirde) şiddetli azab gerektirir” dediler. İbn Abbâs der ki: Bunun üzerine kadın durakladı ve sükût etti. Öyle ki, yeminden rücû edeceğini sandık. Sonra: “Hayır, vallahi kavmimi bundan böyle mahçup hâle düşürmeyeceğim” dedi ve yeminini tamamladı. Rasûlullah (s.a.s.): “İyi bakın, eğer bu kadın gözleri sürmeli, kabaları iri, bacakları kalın bir çocuk doğurursa bilin ki bu çocuk Şerik İbn Sahmâ’dandır” buyurdu. Gerçekten de bu evsafta bir çocuk doğurdu. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.) şöyle söylediler: “Eğer, Allah’ın Kitabı’nda kadının yemini ile haddin düşeceği husûsunda hüküm gelmemiş olsaydı, (çocuktaki bu benzerlikten hareketle kadının zânîliğine hükmederdim ve) onun benden göreceği vardı.”1392
İbn Abbâs (r. anhümâ) anlatıyor: “Hz. Ömer’i (r.a.) hutbe verirken dinledim. Şöyle demişti: “Allah Teâlâ hazretleri Muhammed’i (s.a.s.) hak (din ile) gönderdi ve O’na Kitab’ı indirdi. Bu indirilenler arasında recm âyeti de vardı! Biz bu âyeti okuduk ve ezberledik. Ayrıca, Rasûlullah (s.a.s.) zinâ yapana recm cezâsını tatbik etti, ondan sonra da biz tatbik ettik. Ben şu endişeyi taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince, bazıları çıkıp: ‘Biz Kitabullah’ta recm cezâsını görmüyoruz’ (deyip inkâra sapabilecek ve) Allah’ın kitabında indirdiği bir farzı terkederek dalâlete düşebilecektir. Bilesiniz, recm, kadın ve erkekten muhsan olanların zinâları, -delil veya hâmilelik ya da itiraf yoluyla- sübût bulduğu takdirde, onlara tatbik edilmesi gereken Kitabullah’da mevcut bir haktır. Allah’a kasemle söylüyorum, eğer insanlar: ‘Ömer Allah Teâlâ’ nın kitabına ilâvede bulundu’ demeyecek olsalar, recm âyetini (Kitabullah’a) yazardım.”1393
1388] Buhârî, Bed'ü'l-Halk 7, Nikâh 85; Müslim, Nikâh 122; Ebû Dâvud Nikâh 40
1389] Ebû Dâvud, Büyû' 38, 63, 64
1390] Tirmizî, Birr 20
1391] 24/Nûr, 6-7
1392] Buhârî, Tefsir, Nur 3, Şehâdât 21, Talâk 28; Ebû Dâvud, Talâk 27, h. no: 2254; Tirmizî, Tefsir, Nur, h. no: 3178
1393] Buhârî, Hudûd 30, 31, Mezâlim 19, Menâkibu'l-Ensâr 46, Meğâzî 21, İ'tisâm 16; Müslim, Hudûd 15, h. no: 1691; Muvattâ, Hudûd 8, 10, h. no: 823, 824; Tirmizî, Hudûd 7, h. no:
- 328 -
KUR’AN KAVRAMLARI
İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor: “Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’inde: “Kadınlarınızdan fuhşu irtikâb edenlere karşı içinizden dört şâhit getirin. Eğer şehâdet ederlerse -onları ölüm alıp götürünceye yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar- kendilerini evlerde alıkoyun (insanlarla ihtilâttan menedin)” buyurdu.1394 Cenâb-ı Hak, bu âyette (zinâ meselesinde) önce kadını zikrettikten sonra, erkeği kadınla birlikte ele alarak şöyle demiştir: “Sizlerden fuhşu irtikâp edenlerin her ikisini de (kınayarak) eziyete koşun. Eğer tevbe edip (nefislerini) ıslah ederlerse artık onlara (eziyetten) vazgeçin. Çünkü Allah tevbeleri çok kabul eden, en çok merhamet edendir.”1395 Cenâb-ı Hak bu âyeti, celde âyetiyle neshederek şöyle buyurdu: “Zinâ eden kadınla zinâ eden erkekten her birine yüzer değnek vurun. Eğer Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız bunlara, Allah’ın dinini tatbik husûsunda acıyacağınız tutmasın. Mü’minlerden bir zümre de bunların azâbına (bu cezâlarına) şâhit olsun.”1396 Sonra Nur sûresinde recm âyeti nâzil oldu. Önceki (celdeyi emreden) vahiy bekâr (zâni) içindi. Sonra recm âyeti tilâvetten kaldırıldı, ancak hükmü bâki kaldı.”1397 Bu rivâyetin “...yüzer değnek vurun” ibâresine kadar olan kısım Ebû Dâvud’a aittir, mütebakisini Rezîn ilâve etmiştir.
Ebû Hüreyre ve Zeyd İbnu Hâlid (r.a.) şunu anlattılar: “Rasûlullah’a (s.a.s.) muhsan olmayan câriye zinâ yaparsa ne gerekir? diye sorulmuştu, şöyle cevap verdi: “Câriye zinâ yaparsa ona celde uygulayın, yine zinâ yaparsa yine celde uygulayın, yine zinâ yaparsa yine celde uygulayın ve sonra onu (kıldan mamul âdi) bir ipe mukabil de olsa satın gitsin.”1398 Bir rivâyette: “(Efendisi) ona celde tatbik etsin, bir de ayıplamasın” denmiştir.
Ebû Abdirrahmân es-Sülemî (r.a.) anlatıyor: “Hz. Ali (r.a.) hutbede şöyle buyurdu: “Ey insanlar, kölelerinize -ister muhsan olsunlar, ister olmasınlar- haddleri tatbik edin. Zîra, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bir câriyesi zinâ yapmıştı, ona celde tatbik etmemi emretti. (Dövmek üzere) yanına geldim. Yeni nifas olmuştu. Döversem öldürürüm diye korktum. Durumu Rasûlullah’a arzettim. Bana: “İyi yapmışsın, iyileşinceye kadar ona dokunma” dedi.”1399
Vâil İbn Hucr İbni Rebîa (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah’ın (s.a.s.) sağlığında, namaz kılmak maksadıyla bir kadın evinden çıkmıştı. Yolda ona bir erkek rastladı. Kadına çullanıp ihtiyacını giderdi. Kadın bağırdı, adam ise sıvıştı gitti. (Çığlığı üzerine) kadına bir erkek uğramıştı. Ona başından geçeni anlatıp, bir adam bana böyle böyle yaptı dedi. Sonra, bir grup muhâcire rastladı, başından geçeni onlara da anlatıp: “Bir adam bana böyle yaptı!” dedi. Hep beraber yürüyüp, kadının kendisine tevcâvüz ettiği kimseyi yakalayıp kadına getirdiler. Kadın: “Evet bu odur?” dedi. Sonra adamı (zânî o zannedip) Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yanına götürdüler. Rasûlullah adamın recmedilmesini emrettiği sırada, kadına (esas) tevcâvüz etmiş olan kimse kalkıp: “Ey Allah’ın Rasûlü, suçlu benim!” diye itirafta 1431; Ebû Dâvud, Hudûd 23, h. no: 4418; İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/211
1394] 4/Nisâ, 15
1395] 4/Nisâ, 16
1396] 24/Nûr, 2
1397] Ebû Dâvud, Hudûd 23, h. no: 4413
1398] Buhârî, Büyû’ 66, 110; Müslim, Hudûd 30, h. no: 1703; Muvattâ, Hudûd 14, h. no: 826; Tirmizî, Hudûd 13, h. no: 1440; Ebû Dâvud, Hudûd 33, h. no: 4469, 4470, 4471
1399] Müslim, Hudûd 34, h. no: 1075; Tirmizî, Hudûd 13, h. no: 1441; Ebû Dâvud, Hudûd 34, h. no: 4473
FUHUŞ / ZİNÂ
- 329 -
bulundu. Rasûlullah (s.a.s.) kadına: “Git. Allah günahlarını affetti” dedi. Zan altında kalmış olan kimseye de güzel sözler söyleyip (gönlünü aldı). Mütecâavizin recmedilmesini emretti ve recmedildi. Sonra Rasûlullah şunu söyledi: “Bu adam öyle bir tevbe ile tevbe etti ki, böyle bir tevbeyi Medine ahalisi yapsaydı kabul edilirdi.” Tirmizî, şu ziyâdede bulunmuştur: “Vâil (r.a.) Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kadına mehir takdir edip etmediğini zikretmedi.”1400
İbn Abbâs (r. anhümâ) anlatıyor: “Hz. Ömer’e, zinâ yapmış olan deli bir kadın getirildi. (Recm edilip edilemeyeceği hususunda) halkla istişâre ederek recmedilmesine hükmetti. Kadına Hz. Ali (r.a.) uğradı. (Hazırlığı görünce): ‘Bunun hâli nedir?’ diye sordu. Kendisine: ‘Falanca kabileden deli bir kadındır, zinâ yapmıştır. Hz. Ömer (r.a.), recmedilmesine hükmetmiştir’ dediler. Hz. Ali (r.a.): ‘Kadını geri götürün!’ dedi, sonra Hz. Ömer’e uğrayıp: ‘Ey mü’minlerin emîri! Bilirsin ki, Rasûlullah (s.a.s.): “Kalem üç kişiden kaldırılmıştır (artık onlar yaptıklarından sorumlu değildirler): Bülûğa erinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan, şifa buluncaya kadar bunamıştan.” Bu bîçâre kadın falanca kabilenin bunağıdır. Ona tevcâvüz eden, muhakkak ki aklî noksanlığı sırasında tecâvüz etmiştir’ dedi.”1401
Habib İbn Sâlim anlatıyor: “Abdurrahman İbn Huneyn denen bir adam karısının câriyesine temasta bulundu. Hâdise, Kûfe emîri Nu’man İbn Beşir’e (r.a.) götürüldü. “Ben, dedi, hakkınızda, Rasûlullah (s.a.s.)’ın hükmüyle hükmedeceğim: Eğer zevcen, câriyeyi sana helâl ederse, yüz değnek yiyeceksin, helâl etmezse recmedileceksin...” Sonra (tahkik etti) karısının câriyeyi adama helâl ettiğini görünce, emîr yüz değnek vurdu.”1402
Seleme İbn Muhabbak (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.), hanımının câriyesine temas eden bir adam hakkında şöyle hükmetti: “Eğer, adam câriyeyi zorladı ise, câriye hürdür, adam, câriyenin efendisine (yani karısına) mislini borçlanmıştır, câriye rıza göstermişse, câriye adamın olur, câriyenin efendisine, onun bir mislini borçlanır.”1403
Berâ İbnu’l-Âzib (r.a.) anlatıyor: “Dayım Ebû Bürde İbn Niyâr -beraberinde bir bayrak olduğu halde- bana uğradı. Kendisine nereye gideceğini sordum. ‘Rasûlullah (s.a.s.), bana babasının hanımıyla evlenen bir adamın kellesini getirmemi (ve malına da el koymamı) emretti, ona gidiyorum’ diye cevap verdi.”1404
İbn Abbâs (r. anhümâ) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) şöyle emretti: “Kim, nikâhı haram olan bir akrabasına cinsî temasta bulunursa -veya şöyle demişti; kim haram yakını ile evlenirse- onu öldürün.”
Enes (r.a.) anlatıyor: Bir adam, Rasûlullah (s.a.s.)’ın ümmü veledine temas etmekle itham edilmişti. Rasûlullah (s.a.s.), Hz. Ali’ye (r.a.): “Git boynunu vur!” diye emretti. Hz. Ali, adama geldiği vakit, onu bir kuyunun içinde (yıkanıp) serinliyor buldu. “Çık dışarı!” diyerek elinden tutup kuyunun dışına çıkardı. Hz. Ali, adamın
1400] Tirmizî, Hudûd 22, h. no: 1452; Ebû Dâvud, Hudûd 7, h. no: 4379
1401] Ebû Dâvud, Hudûd 16, h. no: 4399, 4400, 4401, 4402
1402] Tirmizî, Hudûd 21, h. no: 1451; Ebû Dâvud, Hudûd 28, h. no: 4458, 4459; Nesâî, Nikâh 70, h. no: 6, 124; İbn Mâce, Hudûd 8, h. no: 2551
1403] Ebû Dâvud, Hudûd 28, h. no: 4460, 4461; Nesâî, Nikâh 70, h. no: 7, 124; İbn Mâce, Hudûd 8, h. no: 2553
1404] Tirmizî, Ahkâm 25, h. no: 1362; Ebû Dâvud, Hudûd 27, h. no: 4456, 4457; Nesâî, Nikâh 58, h. no: 6, 109-110; İbn Mâce, Hudûd 35, h. no: 2607
- 330 -
KUR’AN KAVRAMLARI
mecbub (burulmuş) ve tenâsül organından mahrum olduğunu gördü. Artık ona dokunmayıp, durumu Hz. Peygamber (s.a.s.)’e haber verdi. Rasûlullah, onu, davranışı sebebiyle takdir etti.” Bir rivâyette şu ziyade gelmiştir: “Rasûlullah (s.a.s.): “Şâhit, gâibin görmediğini görür” buyurdu.”1405
Sehl İbn Sa’d (r.a.) anlatıyor: “Bir adam Rasûlullah (s.a.s.)’a gelerek ismini de verdiği bir kadınla zinâ yaptığını itiraf etti. Rasûlullah (s.a.s.) kadına adam göndererek meseleyi sordurdu. Kadın, zinâ ettiğini inkâr etti. Bunun üzerine, adama hadd celdesi tatbik etti, kadına dokunmadı.”1406
İbn Abbâs (r. a.) anlatıyor: “Bekr İbnu Leys kabilesinden bir adam, Rasûlullah’a (s.a.s.) gelerek, bir kadınla (itiraf ederek) dört kere zinâ yaptığını söyledi. Rasûlullah (s.a.s.) ona yüz sopa vurulmasına hükmetti. Zîra adam bekârdı. Sonra, kadın aleyhine beyyine sordu. Kadın: “Ey Allah’ın Rasûlü! Vallahi yalan söylüyor” dedi. Bunun üzerine, Rasûlullah, adamı iftira (kazf) haddine yani seksen sopaya mahkûm etti.”1407
Büreyde (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah’a (s.a.s.), Mâiz İbn Mâlik el-Eslemî (r.a.) gelerek: ‘Ey Allah’ın Rasûlü, ben nefsime zulmettim, zinâ fazîhasını işledim, beni temizlemeni istiyorum’ dedi. Rasûlullah (s.a.s.) onu reddetti (geri çevirip meselenin üzerine gitmedi). Ancak Mâiz ertesi gün tekrar geldi. Yine: ‘Ey Allah’ın Rasûlü, ben zinâ fazîhasını irtikâp ettim!’ diye ikinci sefer itirafta bulundu. Adamı ikinci sefer geri çeviren Rasûlullah (s.a.s.) adamın kavmine birisini yollayarak: “Onun aklında bir noksanlık biliyor musunuz, normal bulmadığınız bir davranışına rastladınız mı?” diye tahkik ettirdi. Ancak hep beraber: ‘Biz onu gördüğümüz kadarıyla, aramızdaki sâlih kişilere denk akıl (ve ferâset) sahibi biliyoruz’ dediler. Mâiz üçüncü sefer mürâcaatta bulundu. Hz. Peygamber (s.a.s.) onlara yine birini göndererek adam hakkında sordurdu. Yine ne kendinde, ne aklında bir kusur olmadığını söylediler. Adam dördüncü sefer mürâcaat edince, ona bir çukur kazdırdı. Taşlanmasını emretti ve taşlandı. Râvi der ki: Gâmidiye adında bir kadın da gelerek: ‘Ey Allah’ın Rasûlü, ben zinâ fazîhasını işledim. Beni temizle!’ dedi. Rasûlullah (s.a.s.), onu da geri çevirdi. Ertesi gün gelen kadın: ‘Ey Allah’ın Rasûlü, beni niye reddediyorsun. Görüyorum ki, beni de Mâiz gibi geri çevirmek istiyorsun. Allah’a kasem olsun ben hâmileyim de!’ dedi. Hz. Peygamber (s.a.s.): “Öyle ise hayır. Sen git ve çocuğu doğurunca gel” dedi. Kadın gitti, çocuğu doğurunca, bir beze sarılmış olarak çocukla geldi. ‘İşte çocuk, doğurdum!’ dedi. Rasûlullah (s.a.s.): “Git, sütten kesinceye kadar emdir, sonra gel!” buyurdu. Kadın gitti, o çocuğu sütten kesince çocukla birlikte geldi. Çocuğun elinde bir ekmek parçası vardı. ‘Ey Allah’ın Rasûlü, işte çocuk, sütten kestim, yemek de yedi’ dedi. Rasûlullah (s.a.s.) çocuğu alıp müslümanlardan birine teslim etti. Sonra bir çukur kazılmasını emir buyurdu. Göğsüne kadar derinlikte bir çukur kazıldı. Bundan sonra halka taşlamalarını emretti. Herkes taşladı. Hâlid İbnu Velîd (r.a.) elinde bir taş ilerledi, başına attı. Kan yüzüne fışkırmıştı, kadına küfretti. Rasûlullah (s.a.s.) Hâlid’in kadına küfrettiğini işitince: “Ey Hâlid ağır ol!” dedi ve ilâve etti: “Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl’e kasem olsun, bu kadın öyle bir tevbe yaptı ki, şâyet alışverişte sahtekârlık yapanlar aynı tevbe ile tevbe yapsalardı, onların bile mağfiretine
1405] Müslim, Tevbe 59, h. no: 2771
1406] Ebû Dâvud, Hudûd 31, h. no: 4466
1407] Ebû Dâvud, Hudûd 31, h. no: 4467
FUHUŞ / ZİNÂ
- 331 -
yeterdi!” Sonra Rasûlullah (tekfin) emretti. Kadının üzerine namaz kıldırdı ve defnedildi.”1408
Câbir (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) zinâ yapmış olan bir kimse için celde ile had tatbik edilmesini emretti. Sonra, onun muhsan olduğu bildirildi. Bu sefer recmedilmesini emretti ve recmedildi.”1409
İmrân İbnu’l-Husayn (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah’a (s.a.s.) Cüheyneli, zinâdan hâmile kalmış bir kadın geldi ve: “Ey Allah’ın Rasûlü! Ben bir hadd cürmü işledim, cezâsını bana tatbik et” dedi. Rasûlullah (s.a.s.) da kadının velîsini çağırıp: “Buna iyi muâmelede bulunun. Çocuğu doğurunca kadını bana getirin!” buyurdu. Velîsi öyle yaptı. (Doğumdan sonra gelince) Rasûlullah kadının elbisesini üzerine bağlamalarını emretti. Sonra taşlamalarını söyledi ve taşlandı. Üzerine cenâze namazı kıldırdı. (Bunu gören) Hz. Ömer: “Bu zâniye kadına namaz mı kıldırıyorsun?” dedi. Aleyhissalatu vesselam Efendimiz: “Bu öyle bir tevbe yaptı ki, onun tevbesi Medine ahalisinden yetmiş kişiye taksim edilseydi onların hepsini rahmete bandırırdı. Sen Allah için canını vermekten daha efdâl bir amel biliyor musun?” diye cevap verdi.”1410
Ebû Hüreyre ve Zeyd İbn Hâlid el-Cühenî (r. anhumâ) anlatıyor: “Bir bedevî, Hz. Peygamber’e (s.a.s.) gelerek: ‘Ey Allah’ın Rasûlü, Allah aşkına, hakkımda Allah’ın kitabıyla hükmet!’ diye yemin verdi. Bundan daha fakih olan bir diğeri de: ‘Evet aramızda Kitabullah’la hükmet, bana da izin ver!’ talebinde bulundu. Rasûlullah (s.a.s.): “Merâmını söyle! (seni dinliyorum)” dedi. Adam: ‘Oğlum bunun yanında işçi idi. Karısıyla zinâ yaptı. Bana, ‘Oğlun için recm gerekir’ dediler. Ben de hemen oğlum nâmına yüz koyunla bir câriyeyi fidye verdim. Sonra bir de ilim adamlarına sordum. Bana: ‘Oğluna yüz değnek ve bir yıl sürgün cezâsı gerekir; bu adamın karısına da recm cezâsı icap eder’ dediler’ dedi. Rasûlullah (s.a.s.): “Nefsimi kudret elinde tutan Zât’a yemin olsun, ikinizin arasını Kitabullah’a uygun şekilde hükme bağlayacağım: Câriye ve koyunlar sana geri verilecek. Oğluna yüz sopa ve bir yıl sürgün tatbik edilecek” buyurdu. Sonra, Eslemli bir adama seslendi: “Ey Üneys! Bu zâtın hanımına git, eğer zinâyı itiraf ederse onu recmet gel!” Üneys, kadına vardı. O suçunu itiraf etti. Rasûlulluh (s.a.s.) emretti, kadın recmedildi.”1411
İmam Mâlik diyor ki: “Bana ulaştığına göre, Hz. Osman (r.a.)’a evliliğinin altıncı ayında doğum yapan bir kadın getirildi. Derhal recmedilmesini emretti. Ancak Hz. Ali (r.a.): “Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de: “(İnsanın anne karnında) taşınma ve sütten kesilmesi (müddeti) otuz aydır...”1412 buyuruyor. Yine, bir başka âyette de: “Anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. (Bu hüküm) emmeyi tamam yaptırmak isteyenler içindir...”1413 buyurmaktadır. Bu durumda hâmilelik müddeti altı aydır.” Bu açıklama üzerine Hz.Osman (r.a.) kadının geri gönderilmesini emretmişti, ancak kadın
1408] Müslim, Hudûd 22, h. no: 1695; Ebû Dâvud, Hudûd 24, 25, h. no: 4434, 4441
1409] Ebû Dâvud, Hudûd 24, h. no: 4438, 4439
1410] Müslim, Hudûd 24, h. no: 1696; Tirmizî, Hudûd 9, h. no: 1435; Ebû Dâvud, Hudûd 25, h. no: 4440, 4441; Nesâî, Cenâiz 64, h. no: 4, 63
1411] Buhârî, Muhâribîn 30, 32, 34, 38, 46, Vekâlet 13, Şehâdât 8, Sulh 5, Şurût 9, Eymân 3, Ahkâm 39, Haberu'l-Vâhid 1, İ'tisâm 2; Müslim, Hudûd, 25, h. no: 1697, 1698; Muvattâ, Hudûd 6, h. no: 2, 822; Tirmizî, Hudûd 8, h. no: 1433; Ebû Dâvud, Hudûd 25, h. no: 445; Nesâî, Kudât 21, h. no: 8, 240, 241; İbn Mâce, Hudûd 7, h. no: 2549
1412] Ahkâf 15
1413] 2/Bakara, 233
- 332 -
KUR’AN KAVRAMLARI
recmedilmiş bulundu.”1414
Ebû İshâk eş-Şeybânî (rahimehullah) anlatıyor: “İbn Ebî Evfâ’ya (r.a.): “Rasûlullah (s.a.s.) hiç recm tatbik etti mi?” diye sordum. Bana: “Evet!” cevabını verdi. Ben tekrar: “Nûr sûresinin nüzûlünden önce mi, sonra mı?” diye sordum. “Bilmiyorum!” dedi.”1415
Şa’bî anlatıyor: “Hz. Ali (r.a.), kadını recmettiği zaman onu perşembe günü dövdü, cuma günü de recmetti. Ve şunu söyledi: “Ona Kitabullah (ın hükmü) ile celde, Rasûlullah’ın (s.a.s.) sünneti ile de recm tatbik ettim.”1416
Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Yahûdilerden bir kadınla bir erkek zinâ yaptılar. Birbirlerine: ‘Bizi şu peygambere götürün. Çünkü bir kısım hafifletmeler getiren bir peygamberdir. Bize recm dışında fetvâlar verirse kabul eder, Allah indinde O’nun hükmünü kendimize delil kılarız ve: ‘Peygamberlerinden bir peygamberin bize verdiği fetvâlar(la amel ettik, hevâmıza uymadık) deriz’ dediler. Mescidde ashâbıyla birlikte oturmakta olan Hz. Peygamber (s.a.s.)’e gelerek: ‘Ey Ebû’l-Kasım, zinâ yapan kadın ve erkek hakkında kanaatin nedir?’ dediler. O, onlara tek kelime söylemeden Beyt-i Midrâslarına geldi. Kapıda durarak: “Hz. Mûsâ (a.s.)’ya Kitabı indiren Allah aşkına söyleyin, muhsan olan birisi zinâ yapacak olursa bunun Tevrat’taki hükmü nedir?” diye sordu. “Yüzü siyaha boyanır, eşek üzerine ters bindirilir ve dayak atılır.” -Hadiste geçen tecbiye: Zânileri, enseleri birbirine bakacak şekilde bir eşeğe bindirilip, bu halde sokaklarda dolaştırılmasıdır- Râvi devamla der ki: “Yahudilerden bir genç (bu cevaba katılmayıp) susmuştu. Rasûlullah (s.a.s.) onun suskunluğunu görünce sualinde ısrar etti. Bunun üzerine genç: “MÂdemki sen bize Allah’ın adına yemin veriyorsun (gerçeği söyleyeceğim): “Biz Tevrat’ta recm emrini görüyoruz” dedi. Rasûlullah (s.a.s.): “Allah’ın emrini hafifletmenizin başlangıcı nasıl oldu?” diye sordu. (Genç) şu cevabı verdi: ‘Krallarımızdan birinin bir yakın akrabası zinâ yaptı. Kralımız, recmi ona tatbik etmedi. Sonra halka mensup bir âileden bir erkek zinâ yaptı. Bunu recmetmek istedi. Ancak adamın kavmi buna mâni olup: ‘Sen yakınını getirip recmetmedikçe biz de adamımızın recmedilmesine müsâade etmeyeceğiz!’ dediler. Bunun üzerine, aralarında şimdiki cezâyı vermek üzere anlaşıp sulh yaptılar.’ (Bu açıklama üzerine) Rasûlullah (s.a.s.): “Ben Tevrat’taki âyetle hükmediyorum!” dedi ve onların recmedilmelerini emretti ve recmedildiler. Zührî (rahimehullah) der ki: “Bana ulaştığına göre şu âyet bunlar hakkında nâzil olmuştur: “Şüphesiz ki Tevrat’ı Biz indirdik. Ki onda bir hidâyet, bir nur vardır. Kendisini (Allah’a) teslim etmiş olan (İsrail) peygamberleri yahudilere ait (dâvâlarda) onunla hükmederlerdi...”1417 Rasûlullah (s.a.s.) onlardan biri idi.”1418
İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: “Yahûdiler, Rasûlullah (s.a.s.)’a gelip, kendilerinden bir erkekle kadının zinâ yaptığını söylediler. Rasûlullah (s.a.s.) onlara: “Recm hakkında Tevrat’ta ne buluyorsunuz?” diye sordu. Onlar: ‘Teşhir edip rezil ederiz ve dayak atarız’ dediler. Abdullah İbn Selâm (r.a.): ‘Yalan söylüyorsunuz. Zinânın Tevrat’taki cezâsı recmdir’ dedi. Hemen Tevrat’ı getirip açtılar. İçlerinden (Abdullah
1414] Muvattâ, Hudûd 11, h. no: 2, 825
1415] Buhârî, Hudûd, 21, 37; Müslim, Hudûd 29, h. no: 1702
1416] Buhârî, Hudûd 21
1417] 5/Mâide, 44
1418] Ebû Dâvud, Hudûd 26, h. no: 4450, 4451
FUHUŞ / ZİNÂ
- 333 -
İbnu Surya adında) biri elini recm âyetinin üzerine koydu. Sonra, âyetten önceki kısımlardan okumaya başlayıp (kapadığı kısmı atlayarak arka kısmını okumaya devam etti. Abdullah İbn Selâm (r.a.) müdâhale edip: ‘Kaldır elini!’ dedi. Adam elini çekti, tam orada recm âyeti mevcut idi. Bunun üzerine: ‘Ey Muhammed, Abdullah doğru söyledi. Tevrat’ta recm âyeti mevcuttur!’ dediler. Rasûlullah (s.a.s.) derhal o iki zâninin recmedilmesini emretti ve recmedildiler.” İbn Ömer (r.a.) der ki: “Erkeğin, atılan taşlara karşı korumak için, kadının üzerine eğildiğini gördüm.”1419
İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) buyurdu ki: “Kimin Lût kavminin sapık işini yaptığını görürseniz, fâili de mef’ûlü de öldürün.”1420 Tirmizî, Ebû Hüreyre’nin de böyle bir rivâyette bulunduğunu belirtir. Ebû Dâvud’da İbn Abbâs’tan (r.a.) yapılan bir rivâyette: “Livâta yaparken yakalanan bekâr (yani muhsan olmayan kişi) de recmedilir” denmiştir.
Livâta, Lût kavminin içine düştüğü cinsî sapıklıktır; homoseksüalite de denir. Bu, erkeğin erkekle, kadının kadınla cinsî temasta bulunmasıdır. Dinimiz bu işi zinâdan da çirkin bir ahlâksızlık kabul etmiş, şiddetle yasaklamıştır. Hadis, sadece fâili yani, erkeğe temas eden erkeği değil, mef’ûlü de yani kendisine cinsî temas yaptırtan erkeği de mahkûm etmekte, ikisinin de öldürülmesini emretmektedir.
Kur’ân-ı Kerim Lût kavminin helâk oluşunun sebebini bu ahlâksızlığa bağlar. Şu halde, bu küçümsenecek bir sosyal bozukluk değil, insanlığın ciddi bir meselesidir. Kur’ân her asra hitab ettiğine göre, onda yer eden meseleler asıl itibarıyla geçmişi anlatsa bile, hal ve istikbâle de parmak basmaktan uzak değildir. Öyle ise livata her zaman için insanlığın karşılaşabileceği bir ahlâkî çöküş, içtimâî bir musîbet kaynağıdır. Günümüzde ortaya çıkan ve tıbbî yollarla tedavisi ve önlenmesi henüz imkân dâhiline girmemiş bulunan AİDS âfetinin de livatanın yaygın olduğu çevrelerde çıkmış olması ve yayılma sebebinin de esas itibarıyla livata ve zinâ olması, üzerinde durulması gereken bir husustur. Dinimizin cinsî hayâtın disipline edilmesi hususunda gösterdiği hassâsiyetin hikmeti şimdi daha iyi anlaşılmış olmalıdır. Haram yollardan cinsî tatmin arayanlara karşı İslâm’ın koyduğu müeyyideleri fazla sert ve hatta gayr-i medenî bulanlar, AIDS vak’asının, cinsî sapıklar yüzünden bütün insanlığı ve medeniyeti tehdit eder bir hal alışı karşısında insafa gelmeli, hakkı teslim etmeli değil midir!?
Livâta yapanlara tatbik edilecek hadd hususunda âlimler farklı görüşler ileri sürmüştür: Şâfiî’nin iki görüşünden daha zâhir olanına göre -ki Ebû Yusuf ve İmam Muhammed de bu görüştedir- fâilin haddi, zinâ haddidir. Yani muhsan ise recmedilir, muhsan değilse yüz sopa vurulur. Mef’ûle ise Şâfiî’ye göre, muhsan da olsa gayr-ı muhsan da olsa, kadın da olsa, erkek de olsa yüz sopa ve bir yıl sürgün cezâsı verilir. İmam Mâlik ve Ahmed İbnu Hanbel başta, diğer bir kısım âlimlere göre, livata yapanın cezâsı recmedilmektir, muhsan da olsa gayr-ı muhsan da olsa fark etmez.
İmam Şâfiî’nin ikinci bir görüşü, sadedinde olduğumuz hadisin zâhirine uygun olarak fâilin de mef’ûlün de öldürülmesidir. Öldürülüş tarzı hususunda: “O
1419] Buhârî, Hudûd 37, 24, Cenâiz 61, Menâkıb 26, Tefsir, Âl-i İmran 6, İ'tisâm 16, Tevhid 51; Müslim, Hudûd 26, h. no: 1699; Muvattâ, Hudûd 1, h. no: 2, 819; Tirmizî, Hudûd 10; Ebû Dâvud, Hudûd 26, h. no: 4446, 4449
1420] Tirmizî, Hudûd 24, h. no: 1456; Ebû Dâvud, Hudûd 29, h. no: 4462, 4463
- 334 -
KUR’AN KAVRAMLARI
pis işi yaptıkları ev tepelerine yıkılır” diyenler olmuştur. “Uçurumdan atılarak öldürülür” diyenler de olmuştur. Ebû Hanife: “Bunlar azarlanır, levm edilir fakat hadd uygulanmaz” demiştir. Münzirî’nin et-Terğîb ve’t-Terhîb’de yazdığına göre, halifelerden dört tanesi livata yapanı yakmıştır: Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali, Abdullah İbnu’z-Zübeyr ve Hişâm İbn Abdilmelik.
İbn Ebî’d-Dünya ve Beyhakî’nin rivâyetlerine göre, Hâlid İbnu’l-Velîd, Hz. Ebû Bekir’e yazar ki, bir Arap karyesinde kadın gibi nikâhlanan bir erkeğe rastlamıştır. Hz. Ebû Bekir, bu haber üzerine Rasûlullah (s.a.s.)’ın ashâbını toplayıp ne yapmak gerektiği hususunda fikirlerini alır. Hz. Ali (r.a.): “Bu günahı tarihte tek bir ümmet işlemiştir. Bildiğiniz gibi Allah da o kavmi helâk etmiştir, ben bu adamın yakılmasını uygun görüyorum” der. Bunun üzerine bütün ashâbın re’yi onun yakılması hususunda icmâ etti. Hz. Ebû Bekir de (Halid İbn Velîd’e yazarak) adamın yakılmasını emretti.” Yine, İbn Abbâs (r.a.)’ın rivâyetine göre, Hz. Ali, livâta yapan çifti yaktırmıştır. Hz. Ebû Bekir (r.a.), üzerlerine bir duvarı yıktırmıştır.”1421
Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: “Lût kavminin iğrenç fiilini işleyen kimse mel’ûndur.”1422
Câbir (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.): “Ümmetim için en ziyâde korktuğum şey Lût kavminin amelidir” buyurdular.”1423
“Kadına dübüründen temas eden mel’undur.”1424
Bu hadis, kadınlara arka uzvundan temas etmenin haram olduğuna delâlet eder. Esâsen Kur’ân-ı Kerim, “Kadınlarınız tarlalarınızdır, tarlalarınıza (ön tarafa) nasıl isterseniz öyle varın!”1425 meâlindeki âyeti ile ekine elverişli cinsî uzva teması irşad etmiştir. Birçok hadiste Rasûlullah açık bir ifâde ile arka uzuvdan teması şiddetle yasaklamıştır. Tirmizî hadisi de şöyledir: “Hayızlı kadına arka uzvundan temas eden, kâhine giden, Muhammed’e ineni inkâr etmiştir.”
“Allah Teâlâ, erkeğe temas eden veya kadınlara arka uzvundan temas eden erkeğe (kıyâmet günü rahmet nazarıyla) bakmaz.”1426
İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.): “Kim bir hayvana temas ederse onu öldürün, hayvanı da beraber öldürün” buyurdu.” İbn Abbâs’a: “Hayvanın günahı ne (o niçin öldürülsün?)” diye soruldu. Şu cevabı verdi: “(Bu hususta Rasûlullah’tan bir şey işitmedim). Tahminimce eti yenmesin veya ondan istifâde edilmesin diyedir. Zîra ona, bu muâmele yapılmıştır.”1427 Ebû Dâvud ve Tirmizî’de şu rivâyet de gelmiştir: “Hayvana temas edene bir hadd takdir edilmemiştir.”
Şârihler, dört mezhep imamlarının, hayvana temas eden kimsenin öldürülmeyip ta’zir cezâsına maruz bırakılacağında müttefik olduklarını belirtirler. Hadis bu büyük amelden zecre (yasaklamaya) hamledilmiştir. Ulemâ, bu mevzûda İbn Abbâs (r.a.)’ın şu sözünü esas almıştır: “Hayvana temas edene hadd yoktur.”
1421] Rezîn ilâvesidir
1422] Rezin ilâvesidir -Münzir'de kaydedilen uzunca bir hadisin parçasıdır-
1423] Tirmizî, Hudûd 24, h. no: 1457; İbn Mâce, Hudûd 12, h. no: 2563
1424] Ebû Dâvud, Nikâh 46, h. no: 2162
1425] 2/Bakara, 223
1426] Tirmizî, Radâ 12, h. no: 1165
1427] Ebû Dâvud, Hudûd 30, h. no: 4464; Tirmizî, Hudûd 23, h. no: 1454
FUHUŞ / ZİNÂ
- 335 -
Atâ da bir soru üzerine, hayvana temas mevzuunda hadd olmadığını söyledikten sonra, “Bu kabih/çirkin bir ameldir, kabihi takbih edin” diye cevap vermiştir.
“Bir insan diğer bir insana: ‘Ey Yahudi!’ diye hitab edecek olursa ona yirmi sopa vurun. ‘Ey muhannes (kadınlaşmış, homoseksüel)!’ diyecek olursa yine o kadar cezâ verin. Nikâhı haram olan birine, bunu bilerek muvakaa (aşk-ı memnû) yaparsa öldürün.” 1428
Ümmü Seleme (r. anhâ) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) yanımda idi. Evde bir muhannes vardı. Bu muhannes, Ümmü Seleme’nin kardeşi Abdullah İbn Ebî Ümeyye’ye: “Ey Abdullah, şâyet yarın Allah Tâif’in fethini müyesser kılarsa, ben sana Gaylân’ın kızını göstereceğim. Çünkü o, gelirken dört, giderken sekizdir” der. Bu söz üzerine Rasûlullah (s.a.s.): “Böyleleri bir daha yanınıza girmesin!” buyurdu. Bu sözüyle muhannesleri kasdetmişti. Bundan sonra onu, (evlerine girmekten) men ettiler.”1429
Açıklama: Muhannes kadınlaşmış erkek demektir. Ahlâkında, davranışlarında, konuşma tarzında ve bütün davranışlarında kadına benzeyen kimsedir. Bu hal, bazen yaratılıştandır. Böyleleri levm edilmezler; ancak kendilerini buna zorlayan (isteğiyle kadın gibi tavırlar takınan) kişilere de rastlanır. İşte bu mezmumdur ve müdâhale edilmesi gerekir. Sesi ve bazı halleriyle yaratılıştan kadına benzeyenlere hünsâ denir. Zikri geçen zâtı Rasûlullah’ın hünsâ bilmesi, ilk gördüğünde yasaklamayışının sebebini izah eder. Bâzı rivâyetler, herkesçe onun cimâya ihtiyaç duymayan biri olduğunun bilindiğini belirtir.
Peygamberimiz Medine’den bazı muhannesleri sürmüştür. Ebû Dâvud’da, ellerini ve ayaklarını kınalayan bir muhannesin Medine’den iki gece uzaklıktaki Nakî adlı mevkiye sürüldüğü belirtilir. Öldürülmesini teklif edenlere Rasûlullah, “Ben musallî olanları öldürmekten nehyolundum” cevabını verir. Bu sürülen kimsenin Hit adını taşıdığı belirtilir. Hind diyen de olmuştur, başka isimler de var. Sürüldüğü yerin adı da farklıdır. Bundan, birden fazla kimsenin sürüldüğü hükmüne varılabilir. Nitekim Âmirî, bunların dört kişi olduğunu kaydeder.
Rasûlullah birçok hadislerinde erkeklerin kadınlara, kadınların da erkeklere benzemesini yasaklamıştır. Bir hadisleri şöyledir: “Allah’ın yaratışından nefret ederek kadınlara benzeyenlere Allah’ın öfkesi şiddetlidir.” Bir başka hadis de şöyledir: “Kadınlardan kendisini erkeklere benzetenlerle, erkeklerden kendilerini kadınları benzetenlere Allah lânet etsin!”
Rasûlullah’ın Hît’i sürgün edişinde başlıca üç sebep gösterilmiştir. Kadınlara ihtiyaç duyan biri olduğu halde bunu gizleyerek, kendinin herkesçe kadınlara ihtiyacı olmayan biri bilinmesine sebep olması. Kadınların güzelliklerini ve avret yerlerini erkeklere alenî şekilde anlatmasıdır. Bu, dinimizin yasakladığı bir edebsizliktir. Kadının erkeğini, erkeğin hanımını tasvir etmesi memnûdur. Bir rivâyette Hît, vasfettiği kız hakkında daha müstehcen tâbirler kullanmıştır: “Ağzı papatya çiçeği gibi, oturduğu zaman iki olur, konuşursa renk saçar gibi...” Kadınların en mahrem yerlerine muttalî olmuştur, bunları başka kadınlar bile kolay kolay öğrenmez. İşte bu sebeplerle Rasûlullah (s.a.s.) bunu sürmüştür.
1428] Tirmizî, Hudûd 28, h. no: 1462
1429] Buhârî, Meğâzî 56, Nikâh 113, Libâs 62; Müslim, Selâm 32, h. no: 2180; Muvattâ, Vasiyyet 5, h. no: 2, 767; Ebû Dâvud, Edeb 61, h. no: 4929
- 336 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Hz. Aişe (r. anhâ) anlatıyor: “Mâruz kaldığım iftirâdan beni temize çıkaran vahiy indiği zaman, Rasûlullah (s.a.s.) minbere çıkıp, durumu hatırlattı ve ilgili âyeti1430 tilâvet buyurdu. Minberden inince iki erkek ve bir kadına kazf haddi vurulmasını emretti. Ve derhal icrâ edildi. Burada hadd icrâ edilen şahıslar Hassân İbn Sâbit, Mistah İbnu Üsâse ve Hamnâ Bintu Cahş idi.”1431
Ebû’z-Zinâd (r.a.) anlatıyor: “Ömer İbn Abdilaziz (r.a.) iftira sebebiyle bir köleye seksen sopa vurdu. Ebû’z-Zinâd der ki: “Bu hüküm hakkında, Abdullah İbn Âmir İbni Rebîa’ya sordum. Bana şu cevabı verdi: “Ben, Osman İbn Affân ve arkadan gelen diğer halifelerin zamanlarına yetiştim, hiç birisinin iftira sebebiyle köleye kırktan fazla vurduğunu görmedim!”1432
Hz. Berâ (r.a.) anlatıyor: “Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yanına yüzü kömürle karartılmış ve dayak atılmış bir Yahudi getirdiler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.) Yahûdileri çağırarak: “Kitabınızda zinâ haddini (cezâsını) böyle mi buluyorsunuz?” diye sordu. “Evet” dediler. Sonra Hz. Peygamber (s.a.s.) onların âlimlerinden birini çağırdı ve “Mûsâ’ya, Tevrat’ı indiren Allah aşkına soruyorum, zinâ edenin haddini kitabınızda böyle mi buluyorsunuz?” dedi. Âlim: “Hayır! Eğer bana böyle yemin vererek sormasa idin sana haber vermezdim. Kitapta recm buluyoruz. Fakat zinâ vak’aları eşrafımız arasında çoğaldı. Artık şerefli birini bu suçla yakalarsak onu bırakır olduk. Ancak bîçare birisini yakalarsak ona haddi tatbik ediyoruz. Kendi aramızda şöyle dedik: ‘Gelin aramızda öyle bir cezâ şeklinde anlaşalım ki o, eşraftan olsun, halktan olsun herkese tatbik edilsin.’ Sonunda recm yerine suratın kömürle boyanıp dayak atılmasında ittifak ettik.” Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.): “Allahım, onların öldürdüğü emr-i şerifini ilk ihya edip dirilten ben olayım” dedi ve had cezâsının tatbikini emretti, zâni hemen recmedildi. Bunun üzerine şu âyet indi: “Ey Peygamber! Kalbleri inanmışken ağızlarıyla “inandık” diyenler yahudilerden yalana kulak verenler ve başka bir topluluk hesabına casusluk edenlerden inkâra koşanlar seni üzmesin. Sözleri asıl yerlerinden değiştirirler de “Böyle bir (fetva) size verilirse alını verilmezse kaçının” derler...”1433 Az sonra Allah Teâlâ şu âyeti indirdi: “Allah’ın idirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerdir...”; “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler işte onlar zâlimlerdir...”; “...Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar fâsıklardır!”1434
Bu âyetlerin hepsi kâfirler hakkında nâzil olmuştur.”1435
Ebû Dâvud’un İbnu Abbas’tan (r.a.) kaydettiği bir başka rivâyette şöyle demiştir: “Bu üç âyet hâssaten Kureyza ve en-Nâdir Yahûdileri hakkında nâzil oldu.”1436
“Allah kıskançtır, mü’min de kıskançtır. Allah’ın kıskanması, mü’minin Allah’ın haram ettiği şeyi yapmasıdır.”1437
Kıskançlık diye tercüme edilen kelime gayret’tir. Dilimizde gayret kelimesi
1430] 24/Nûr, 11-23
1431] Ebû Dâvud, Hudûd 35, h. no: 4474, 4475
1432] Muvattâ, Hudûd 17, h. no: 2, 828
1433] 5/Mâde, 41
1434] 5/Mâide, 44, 45, 47
1435] Müslim, Hudûd: 28, h. no: 1700; Ebû Dâvud, Hudûd: 26, h. no: 4448; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/444-445
1436] Ebû Dâvud, Diyât 2, h. no: 356
1437] Buhârî, Nikâh 107; Müslim, Tevbe 36, h. no: 2761; Tirmizî, Radâ 14, h. no: 1168
FUHUŞ / ZİNÂ
- 337 -
kıskançlık mânâsına kullanılmaz. Çaba veya cehd mânâsındadır. Kadı İyaz, kıskançlık mânâsına olan gayret’in, kelime olarak teğayyürü’lkalb’den inşikak ettiğini söyler. Şöyle der: “Bu kendine mahsus olan şeyde müşâreke (ortaklık) sebebiyle öfkenin kabarması, kalbin teğayyürüdür.” Bu hal, en ziyade karıkoca arasında olur. Söylediğimiz bu husus insanlar hakkındaki kıskançlığı açıklar.
Allah’a nisbet edilen kıskançlığa gelince: Bu hususta Hattâbî derki: “Allah hakkında kıskançlığın ne olduğunu en iyi açıklayan şey Ebû Hureyre hadisidir.” Hattabî burada, sadedinde olduğumuz hadisi kasteder. Çünkü orada; “Allah’ın kıskanması, mü’minin Allah’ın haram ettiği şeyi yapmasıdır” denir. İyaz der ki: “Allah hakkında gayret’in, onu yapanın hâlini değiştirdiğine işaret olması da muhtemeldir. Dendi ki, asıl itibarıyla gayret, hamiyet ve izzeti nefisdir. Bu tarif, “gayret”i tegayyürün gerektirdiği şeyle tefsir etmektir, böylece gadaba râci olur. Cenâb-ı Hak, Kitabında gadab ve rıza’yı kendi nefsine nisbet etmiştir.” İbnu Arabî der ki: “Tegayyürün Allah hakkında muhal olduğu kat’î delille sâbittir. Öyleyse lâzımı ile tevili gerekir. Onun lâzımı ise vâid’dir ve fâile cezâ verilmesidir.” Aynî, “Allah’ın gayretini (kıskanmasını), fevâhişten (çirkin fiillerden) yasaklaması ve onları haram kılması ve onlardan menetmesi” diye tarif eder ve şöyle açıklar: “Çünkü gayyur (kıskanç), kıskandığı şeyden başkasını zecr eden (yasaklayan kimsedir). Bu hususu, Rasûlulah’ın (s.a.s.) Allah kıskanç olduğu için fevâhişi haram etti “hadisi açıklamıştır. Yani haram etti demek, işlenmesini yasak etti demektir. Yine Aleyhissalâtu vesselâm buyurmuştur ki: “Allah’ın kıskanması, mü’minin Allah’ın haram kıldığı şeyi yapmamasıdır.”
İbn Mes’ud (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah’ı (s.a.s.) işittim, şöyle diyordu: “Allah’tan daha kıskanç kimse yoktur. Bu sebeptendir ki fevâhişin açığını da kapalısını da haram kıldı. Medihten Allah kadar hoşlanan bir kimse de yoktur. Bu sebeptendir ki nefsini medhetmiştir.”1438
Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Sa’d İbnu Ubâde (r.a.) dedi ki: “Ey Allah’ın Rasûlü, ben zevcemle birlikte bir adam yakalasam, dört şâhit getirinceye kadar ona mühlet mi tanıyacağım?” Peygamberimiz “Evet!” buyurdu. Sa’d: “Asla dedi, seni hakla gönderen Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun, şâhit aramazdan önce kılıcımı indiririm.” Rasûlullah (s.a.s.): “Şu efendinizin söylediğine bakın! Evet, (biliyoruz ki) o kıskanç bir adamdır. Ama ben ondan da kıskancım, Allah da benden kıskanç.”1439
Hz. Âişe (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) bir gece yanımdan çıkıp gitmişti. (Benim nöbetimde) hanımlarından birinin yanına gitmiş olabilir diye içime kıskançlık düştü. Geri gelince halimi anladı ve: “Kıskandın mı yoksa?” dedi. Ben de: “Evet! Benim gibi biri Senin gibi birini kıskanmaz da ne yapar?” dedim. Aleyhissalâtu vesselâm: “Sana yine şeytanın gelmiş olmalı” dedi. Ben: “Benimle şeytan mı var?” dedim. “Şeytanı olmayan kimse yoktur” dedi. “Seninle de var mı?” dedim. “Evet, ancak ona karşı Allah bana yardımcı oldu da (o bana) teslim oldu!” buyurdu.”1440
İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) erkeklerden kadınlaşanlara,
1438] Buhârî, Nikâh 107, Tefsir, En'âm 7, Tefsir A'râf 1, Tevhid 15; Müslim, Tevbe 33, h. no: 2760; Tirmizî, Deavât 97, h. no: 3520
1439] Müslim, Li'an 16, h. no: 1498; Muvattâ, Akdiye 17, h. no: 2, 737, Hudûd 7, h. no: 2, 823; Ebû Dâvud, Diyât 12, h. no: 4532
1440] Müslim, Münafikun 70, h. no: 2815; Nesâî, İşretü'n-Nisâ 4, 7, 72
- 338 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kadınlardan da erkekleşenlere lânet etti ve: “Onları evlerinizden çıkarın!” şeklinde ferman buyurdu.”1441
Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) kadınlarından biriyle beraber idi. Yanından bir adam geçti. Rasûlullah adamı çağırarak: “Bu benim zevcemdir!” dedi. Adam: “Ey Alah’ın Rasûlü! Ben herkesten şüphe etsem de sizden şüphe etmem!” deyince, Allah’ın Elçisi: “Şeytan insana kanın nüfuz ettiği gibi nüfuz eder!” buyurdular.”1442
İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: “Hz. Ömer (r.a.), el-Câbiye’de bize hitaben: “Ey insanlar, dedi. Ben, (şu hutbeyi okumak üzere) aranızda kalkıyorum, tıpkı, Rasûlullah (s.a.s.)’ın da bizim aramızda kalktığı gibi. (O kalkıp) şöyle demişti: “Size Ashâbımı, sonra da onların peşinden gelecekleri (sonra da bunların peşinden gelecekleri) tavsiye ediyorum. Daha sonra (gelenler arasında) yalan, öylesine yayılacak ki, kişi, kendisinden yemin talep edilmediği halde yemin edecek, şâhitliği istenmediği halde şehâdette bulunacak. Haberiniz olsun, bir erkek bir kadınla baş başa kaldı mı onların üçüncüsü mutlaka şeytandır. Size cemaati tavsiye ederim. Ayrılıktan sakının. Zira şeytan, tek kalanla birlikte olur. İki kişiden uzak durur. Kim cennetin ortasını dilerse, cemaatten ayrılmasın. Kimi yaptığı hayır sevindirir ve kötülüğü de üzerse, işte o, mü’mindir.”1443
Ebû Mes’ud (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) köpeğin semenini, fâhişenin mehrini (zinâ karşılığında alınan ücreti) ve kâhinin ücretini yasakladı.”1444
Ebû Cuheyfe (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) kan mukabilinde alınan semenden, köpek semeninden, fuhuş kazancından men etti. Dövme yapanı, dövme yaptıranı, fâiz yiyeni, fâiz yedireni ve musavvirleri lânetledi.”1445
İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: “Allah’ın had cezâlarından birinin yerine getirilmesi Allah’ın beldelerinde kırk gece yağan yağmurdan daha hayırlıdır.”
İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: “Kur’an’dan tek bir âyeti inkâr edenin boynunu vurmak helâl olur. Kim lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh ve enne Muhammeden abduhu ve Rasûluhu (Allah birdir, ortağı yoktur, Muhammed onun kulu ve elçisidir)” derse hiç kimsenin ona dokunma yetkisi yoktur. Ancak, bir hadd suçu işlerse, ona cezâsı verilir.”
Ubâde İbnu’s-Sâmit (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: “Siz Allah’ın had cezâlarını (akrabalık ve diğer hususlarda size) yakın olan hakkında da uzak olan hakkında da tatbik edin. Allah’ın hükmünü uygulamaktan sizi hiçbir ayıplayıcının ayıplaması alıkoymasın.”
Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: “Hadd cezâsını defedebildiğiniz müddetçe defedin (suçun sübutunu zedeleyen delilleri esas alarak uygulamaktan kaçının).”
1441] Buhârî, Libas 62, Hudûd 33; Ebû Dâvud, Edeb 61, h. no: 4930; Tirmizî, Edeb 34, h. no: 2785, 2786
1442] Müslim, Selâm: 23, h. no: 2174
1443] İbn Mâce, Ahkâm 27, h. no: 2363; Tirmizî, Fiten 7, h. no: 2166
1444] Buharî, Büyû' 113, İcâre 20, Talâk 51, Tıb 46; Müslim, Müsâkât 39, h. no: 1567; Muvattâ, Büyû' 68, h. no: 2, 656; Tirmizî, Büyû' 46, h. no: 1276; Nesâî, Büyû 91, h. no: 7, 309; Ebû Dâvud, Büyû' 68, h. no: 4381
1445] Buhârî, Büyû' 113, 25, Talâk, Libas 86, 96; Ebû Dâvud, Büyû' 65, h. no: 3483
FUHUŞ / ZİNÂ
- 339 -
İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: “Kim müslüman kardeşinin ayıbını örterse, Kıyâmet günü Allah da onun ayıbını örter. Kim de müslüman kardeşinin ayıbını açarsa Allah da onun ayıbını açıp evinin içinde bile rezil eder.”
Mes’ud İbnu’l-Esved (r.a.) anlatıyor: “(Fâtıma isimli) kadın, Rasûlullah’ın (s.a.s.) evinden kadifeyi çalınca biz bunu büyük bir hâdise olarak değerlendirdik. Kadın Kureyş’ten (tanınmış) birisiydi. Lehinde konuşmak üzere Rasûlullah’a geldik: “Biz onun cezâsına mukabil kırk okiyyelik fidye verelim” dedik. Rasûlullah: “Cezâsını çekerek temizlenmesi onun için daha hayırlıdır” buyurdular. Biz Rasûlullah’ın (s.a.s.) sözündeki yumuşaklığı görünce, Üsâme’ye geldik ve: “Git, kadın lehine Rasûlullah’a konuş (da eli kesilmesin)” dedik. Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm bu hali görünce (sertleşti ve) hutbe irad etmek üzere ayağa kalktı, şöyle söyledi: “Aziz ve celil olan Allah’ın cariyelerinden bir cariyeye terettüp eden Allah’ın haddlerinden birini (tatbik etmemem için) üzerimde niye bu kadar ısrar ediyorsunuz? Muhammed’in nefsini kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun! Eğer o kadının tenezzül ettiği şeye (hırsızlığa) Muhammed’in kızı Fâtıma tenezzül etseydi Muhammed (hiç çekinmeden) onun elini mutlaka keserdi.”
İbn Abbâs (r.a.): “Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: “(Zinâ suçu sebebiyle) herhangi birini şâhitsiz olarak recmetseydim, falan kadını recmederdim. Çünkü onun konuşmasından, vaziyetinden ve yanına girip çıkanlardan dolayı ciddi bir şüphe hâsıl olmuştur.”
Said İbn Sa’d İbn Ubâde (r.a.) anlatıyor: “Evlerimiz arasında vücut yapısı noksan ve zayıf bir adam vardı. (Bir gün) mahallenin cariyelerinden biriyle kötü vaziyette aniden yakalandı. Bunun üzerine (babam) Sa’d İbnu Ubâde durumunu Rasûlullah’a duyurdu. “Yüz sopa vurun!” diye emrettiler. Halk: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! O buna zayıftır, buna dayanamaz, yüz sopa vurursak ölür!’ dediler. Efendimiz: “Öyleyse, onun için yüz saçaklı bir hurma dalı alın ve ona o dal ile bir kere vurun!” buyurdular.”
Seleme İbnu’l-Muhabbık (r.a.) anlatıyor: “Haddlerle ilgili âyet nâzil olunca, kıskanç bir adam olan Ebû Sâbit, Sa’d İbnu Ubâde’ye: “Sen hanımınla bir adamı yakalasan ne yapacağını zannedersin?” denildi. “Kılıcımı her ikisine de vurur (gebertirim)! Dört tane şâhit getirmemi mi bekleyeceğim? O vakte kadar herif işini tamamlar ve gider bile veya “şöyle bir vak’â gördüm deyip de bana hadd vurmalarını ve ebediyen şâhitlikten de düşmemi mi göze alacağım?” diye cevap verdi. Ravi der ki: “Onun bu sözleri Rasûlullah’â haber verildi. Aleyhissalâtu vesselâm (önce): “Kılıç şâhid olarak yeterlidir” dedi ise de, sonra: “Hayır! Sarhoşun ve kıskancın bu işte birbirini takip etmelerinden korkarım!” buyurdular.”
“Kim, kendisini babasından başkasına nisbet ederse (yani onun oğlu olduğunu söylerse) veya Mevlasından başka birini Mevlâ (efendi) edinirse, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti üzerine olsun.”
“Kim (kendisine) babasından başkasını (baba diye) iddia ederse cennetin kokusunu hiç duymayacaktır. Hâlbuki onun kokusu beşyüz yıl uzaklıkta bulunup (hissedilir).
Eş’as İbnu Kays anlatıyor: “Kinde heyeti içerisinde Rasûlullah’a (s.a.s.) geldim. Heyet mensupları beni kendilerinden üstün görürlerdi. Bu sebeple: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Bizden değil misiniz?’ dedim. “Biz, Benî Nadr İbni Kinânedeniz, anamızı iffetsizlikle itham etmeyiz ve babalarımıza olan nisbetimizi reddetmeyiz!” buyurdular. Râvi devamla der ki: “Eş’as İbnu Kays derdi ki: “Kureyşli birinin, Nadr İbn Kinâne’den
- 340 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olduğunu reddeden biri bana getirilse, ona mutlaka (iftira etti diye) hadd celdesi tatbik ederim.”
Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: “Dini ve ahlâkı sizi memnun eden birisi kız talep ederse onu evlendirin. Böyle yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve geniş bir fesâd çıkar.”1446
Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: “Celde ile cezâlandırılmış zânî kimse ancak kendisi gibi biriyle evlenebilir.”1447
“Çocuk yatağa aittir. Zânî’ye de mahrûmiyet vardır.”1448
Aişe (r. anhâ) anlatıyor: “Utbe İbn Ebi Vakkas, kardeşi Sa’d’a: “Zem’a’nın câriyesinden doğan oğlan bendendir, onu sahiplen” diye vasiyet etmişti. Fetih yılında onu Sa’d yakalayıp: “Bu kardeşimin oğludur, kardeşim onu bana vasiyet etmişti!” dedi. Abd İbn Zem’a da: “O, benim kardeşimdir ve babamın cariyesinin oğludur, onun yatağında doğmuştur!” dedi. Problemin halli için Rasûlullah (s.a.s.)’a koştular. Sa’d (r.a.): “Ey Allah’ın Rasûlü! Bu kardeşimin oğludur. Kardeşim onun hakkında bana vasiyette bulundu. Hele onun benzerliğine de bakın!” dedi. Abd: “O benim kardeşimdir ve babamın cariyesinin oğludur. Babamın yatağında doğdu!” dedi. Rasûlullah (s.a.s.), ondaki benzerliğe baktı Utbe’ye açık bir benzerlik gördü. Sonra: “Bu sana aitir ey Abd İbnu Zem’a. Çocuk yatağa aittir, zânî için de mahrûmiyet vardır” buyurdu. Sonra da Sevde Bintu Zem’a’ya: “Bun(u kardeşin bilme, ihtiyat et, ona karşı) tesettür et!” emretti. Bu emri, onun Utbe’ye olan benzerliği sebebiyle vermişti. O, kadını Allah’a kavuşuncaya kadar göremedi. Sevde, Rasûlullah’ın (s.a.s.) zevcesi idi.”1449
Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: “Bir adam Rasûlullah (s.a.s.)’a gelerek: “Ey Allah’ın Rasûlü! Benim siyah bir çocuğum dünyaya geldi” dedi. Adam, ta’riz yoluyla çocuğu nefyetmeyi teklif ediyordu. Aleyhissalâtu vesselâm, onun nefyedilmesine ruhsat vermedi. “Senin bir deven var mı?” dedi. Adam: “Evet” deyince: “Bunların renkleri nasıldır?” diye sordu. Adam: “Kırmızı!” dedi. Rasûlullah tekrar sordu: “Bunlar arasında boz renkli var mı?” “Evet!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: “Peki bu nereden (geldi)?” dedi. Adam: “Belki bir damar çekmiştir” deyince, Aleyhissalâtu vesselâm da: “Senin oğlun da bir damara çekmiştir!” buyurdular.”1450
Amr İbnu Şuayb, dedesinden rivâyet ederek anlatıyor: “Bir adam kalkarak: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Falan benim çocuğumdur. Câhiliyye devrinde ben annesiyle zinâ yapmıştım!’ dedi. Rasûlullah (s.a.s.) şu cevapta bulundu: “İslâm’da (neseb) iddiası yok. Câhiliyye işi bitti artık. Çocuk yatağa aittir, zânî’ye de mahrûmiyet vardır!”1451
“İslâm’da bir kimse asıl baba varken bir başkasının babası olduğunu söylerse ve bu
1446] Tirmizî, Nikâh 3, h. no: 1084
1447] Ebû Dâvud, Nikâh 5, h. no: 2052
1448] Buhârî, Hudûd 23, Ferâiz 18; Müslim, Radâ' 37, h. no: 1458; Tirmizî, Radâ' 8, h. no: 1157; Nesâî, Talâk 48, h. no: 6, 180
1449] Buhârî, Vesâyâ 4, Büyû' 3, 100, Husumât 6, Itk 8, Ferâiz 18, 28, Hudûd 23, Ahkâm 29; Müslim, Radâ' 36, h. no: 1457; Muvattâ, Akdiye 20, h. no: 2, 739; Ebû Dâvud, Talâk 34, h. no: 2273; Nesâî, Talâk 48, 49, h. no. 6, 180, 181
1450] Buhârî, Talâk 26, Hudûd 41; Müslim, Lian 20, h. no: 1500; Ebû Dâvud, Talâk 28, h. no: 2260, 2261, 2262; Tirmizî, Velâ ve Hîbe 4, h. no: 2129; Nesâî, Talâk 46, h. no: 6, 178, 179
1451] Ebû Dâvud, Talâk 34, h. no: 2274
FUHUŞ / ZİNÂ
- 341 -
iddiasını da o kimsenin babası olmadığını bilerek yaparsa, cennet ona haramdır.”1452
Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) mülâane (lanetleşerek boşanma) âyeti indiği zaman şöyle buyurdular: “Hangi kadın, bir kavme, onlardan olmayanı dâhil edecek olursa, hiç bir hususta Allah’la irtibatı kalmamıştır. Artık Allah onu asla cennete koymayacaktır. Hangi erkek de göre göre evladını inkâr ederse, Allah kıyamet günü onunla kendi arasına perde koyar ve herifi öncekilerin ve sonrakilerin önünde rezil rüsvay eder.”1453
Zinâ Suçunu Önleyici Tedbirler
İslâm, insanları, zinâ suçuna düşmekten kurtarmak için yalnızca cezâya başvurmamıştır. Geniş ölçüde yapıcı, düzeltici ve önleyici tedbirler de almıştır. Cezâyı ancak son çare olarak görmüştür. Gâye, insanlara cezâ vermek değil; onları bu cezâya düşmekten kurtarmaktır. Bu amaçla her şeyden haberdar olan Allah’ın korkusunu yerleştirmekte,1454 yaptıklarından ölümle bile kurtulamayıp âhirette hesap vereceği1455 duygusuyla insanları donatmaktadır. Önce gerçek bir iman, sonra da İlâhî emirlere itaat mecbûriyetini iliklerine varıncaya kadar yerleştirmektedir. Fuhşun, iffetsizliğin Allah’ın sert bir biçimde cezâlandıracağı çirkin ve ağır suçlardan olduğunu tekrar tekrar dile getirmekte ve hatırlatmaktadır.1456 İslâm, bununla da yetinmeyerek evlilik için her türlü kolaylığı getirmiştir.1457
Tek kadınla yetinemeyenler için dört kadına kadar evlenme ruhsatı vermiştir.1458 Eğer karı-koca güler yüzle, tatlı dille geçinemiyorlarsa, boşanma için (talâk ve hul’ gibi) gerekli kolaylık ve imkânlar tanımıştır.1459 Eşler arasındaki anlaşmazlık durumunda, her iki taraftan âile mensuplarının araya girmesiyle uzlaşma imkânı,1460 o da olmazsa boşanıp yeniden evlenme imkânları her zaman için tanınmıştır. Bekâr kalmak hoş karşılanmamış ve bekârların evlendirilmesi, hatta köle ve câriyelerin bile bekâr bırakılmaması için açık hükümler konmuştur.1461
Ayrıca, İslâm hukukunda, insanı zinâya götürecek tüm yollar kapatılmıştır. Zinâ cezâsının konmasından bir yıl kadar önce kadınlara örtünmeleri (tesettür) ve evlerinden dışarı çıktıklarında başörtülerini yakalarının üzerine indirmeleri emredilmiştir.1462 Hz. Peygamber’in her müslüman âile için örnek olan hanımlarına edep ve vakarlarıyla evlerinde kalmaları, güzelliklerini ve süslerini sergilememeleri istenmiştir.1463 Kadınların, konuşurken seslerini yumuşatarak değiştirmelerinin ve açılıp saçılarak dolaşmalarının yasaklanması; kadınlarla tesettüre
1452] Buhârî, Ferâiz 29, Meğâzî 56; Müslim, İman 114, h. no: 63; Ebû Dâvud, Edeb 119, h. no: 5113
1453] Ebû Dâvud, Talâk 29, h. no: 2263; Nesâî, Talâk 47, h. no: 6, 179
1454] bk. 11/Hûd, 103; 14/İbrâhim, 14; 55/Rahmân, 46; 79/Nâziât, 40
1455] bk. 2/Bakara, 284; 17/İsrâ, 32; 24/Nûr, 2-10; 25/Furkan, 68, 69; 33/Ahzâb, 30; 65/Talâk, 1
1456] bk. 4/Nisâ, 15-25
1457] bk. 2/Bakara, 221, 230, 235; 4/Nisâ, 1-5; 7/A'râf, 189, 190; 24/Nûr, 3, 32, 33; 30/Rûm, 21; 33/Ahzâb, 37; 60/Mümtehıne, 10-12
1458] 4/Nisâ, 4
1459] 2/Bakara, 225-228, 241, 242; 4/Nisâ, 19-21; 33/Ahzâb, 39; 65/Talâk, 1, 2, 4-7; 58/Mücâdele, 3, 4
1460] 4/Nisâ, 35
1461] 24/Nûr, 32
1462] 33/Ahzâb, 32-33, 59; 24/Nûr, 31
1463] 33/Ahzâb, 32, 33
- 342 -
KUR’AN KAVRAMLARI
riâyet edilerek konuşulmasının emredilmesi,1464 ayrıca, evlere izinsiz girilmesinin yasaklanması, hem erkeklerin hem de kadınların bakışlarına dikkat etmelerinin emredilmesi, kadınların, güzellik ve süsleri bilinsin diye kırıtarak yürümelerinin bile yasaklanması, zinâ ortamının oluşmasını engellemeye yönelik tedbirler olarak algılanmalıdır.
Bütün bu tedbirlerden sonra zinânın cezâ gerektirici bir suç olduğu ilân edilmiş ve iffetsizliği her ne şekilde olursa olsun yaymak da yasaklanmıştır.1465 Yine, delilsiz olarak başkasını suçlama karşılığında cezâlar konmuştur.1466 Gözlerin haram bakışlar yoluyla zinâya yaklaşmaması, şehevî duygulara ve yasak aşklara kapı açmaması için erkeklere, bakışlarına hâkim olmaları emredilmiş,1467 aynı şekilde kadınlara da mahrem (kendileriyle evlenmenin yasak olduğu kimseler) olan ve olmayanlar arasında ayrım yapmaları emredilmiştir.1468
Bütün bunlar, İslâm hukukunda zinâ için öngörülen cezânın yalnızca bir bütünün küçükcük bir parçası olduğunu göstermektedir. Bu cezâ da kişiyi ve toplumu ıslah için getirilen bütün bu hükümlerden ve önlemlerden sonra, cinsel arzularını doyurmak için gayrı meşrû yollara başvurmakta ısrar eden ve düzelmesi zor kişiler içindir.1469
Zinâ cezâsı olarak yüz; zinâ iftirâsının cezâsı olarak da seksen değnek vurulmasını emreden Kur’an,1470 zinâ belâsından insanlığı kurtarmak için yalnızca cezâ kanunlarına güvenmez. Geniş düzeyde yapıcı, düzeltici ve önleyici tedbirler alarak zinâya yaklaşılmasını önler. Cezâya ancak son çare olarak bakar. İslâm, “kişiler zinâ etsin, ben de durmadan cezâ vereyim” heveslisi değildir. İslâm’ın gerçek amacı, bu suçun hiç işlenmemesini ve karşılığındaki ağır cezâya kimsenin mâruz kalmamasını sağlamaktır.
Zinâ cezâsının uygulanabilmesi için fiilin ya bizzat fâiller tarafından itiraf edilmesi ya da bu gerçekleşmediği takdirde de dört şâhitle ispat edilmesinin şart koşulması;1471 dörtten az kimse tarafından görülmesi durumunda ise olayın gizlenmesi gerekirken toplumda yaymanın seksen değnek cezâyı gerektirdiğinin bir hüküm olarak belirtilmesi,1472 toplumda zinâ iddiâlarının yaygınlaşmasını engelleyen bir kural olduğu gibi, aynı zamanda özel hayatın mahremiyetini sağlamaya yönelik bir tedbirdir.
İşte kötülüğü düzeltme ve yok etme konusundaki tüm bu önlemlere rağmen, hâlâ İslâm toplumu içinde dört kişi tarafından görülecek şekilde zinâ edebilecek utanmaz bir çif bulunursa, o zaman onlar da bu ağır cezâyı hak etmişler demektir.1473
1464] 33/Ahzâb, 32-33, 53, 59
1465] 4/Nisâ, 15, 25; 17/İsrâ, 32; 24/Nûr, 2-10; 25/Furkan, 68, 69; 33/Ahzâb, 30; 65/Talâk, 1
1466] 24/Nûr, 4
1467] 24/Nûr, 30
1468] 24/Nûr, 31
1469] Ahmet Yaşar, İslâm Ceza Hukukunda İdamı Gerektiren Suçlar, s. 64-67; Mevdûdi, Tefhîm, III/414
1470] 24/Nûr, 2, 4
1471] bk. 24/Nûr, 4, 13
1472] bk. 24/Nûr, 4
1473] Mevdûdi, Tefhim, III/422
FUHUŞ / ZİNÂ
- 343 -
Fuhuş ve Zinânın Cezâsı Üzerine; Recm Tartışması
Zinânın cezâsının recm olduğu, tüm klasik fıkıh kitaplarında belirtilmiştir. Kur’an’da zinânın cezâsının celde olarak belirtildiğini ifade edenlerle klasik görüşü savunanlar arasında ciddî bir tartışma söz konusudur. Önce, ehl-i sünnet müctehidlerinin ittifak ettiği recm cezâsı ile ilgili hükümleri ve bunun delillerini görelim:
Recm: Taşla öldürme, taşa tutma, birine taş atma, sövme, lânet etme, kovma, birinin nâmusuna iftira etme, kötü zanda bulunma; evli veya dul bulunan erkek veya kadının zinâ etmesi halinde İslâm mahkemesi kararıyla taşlanarak öldürülmesi anlamında bir fıkıh terimidir. R-c-m kökünden masdardır, çoğulu “rucûm”dur. Aynı kökten “racîm”; recm olunan, taşlanan, kovulan ve lânetlenen anlamındadır.
Kur’an-ı Kerim’de bu anlamda “recm” ifâdesi bulunmamaktadır. Bir âyette “gaybı taşlamak”,1474 başka bir yerde, “yıldızları şeytanlar için atış taneleri (rücûm) yaptık”1475 âyetinde “atış taneleri” anlamında “rucûm” şeklinde çoğul olarak gelmiştir. Zinâ edenin taşlanması Sünnet ve icma delillerine dayanır.
Zinâ bütün semavî dinlerde (İslâm’ın, tüm peygamberleri kuşatan dönemlerinde) haram kılınmış ve çok kötü bir fiil olarak kabul edilmiştir. İslâm’da zinâ büyük günahlardan olup, ırz, nâmus ve neseplere yönelik olduğu için, cezâsı da hadlerin en şiddetlisidir.
Zinânın cezâsı, fiili işleyenin evli veya bekâr oluşuna, İslâmî emir ve yasaklarla yükümlü bulunup bulunmamasına göre kısımlara ayrılır. Dayak, taşla öldürme, sürgün ve İslâm devleti’nin koyacağı ta’zir cezâsı bunlar arasındadır.
Yüz Değnek Cezâsı: Bekâr erkekle bekâr kadının zinâ etmesi halinde, cezâ her birine yüz değnek vurulmasıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Zinâ eden kadın ve erkekten her birine yüz değnek vurun.”1476
Zinâ cezâsı uygulanan kimsenin, toplum nezdindeki itibar kaybını önlemek, belki olayın unutulmasını sağlamak amacıyla bir yıl süreyle sürgüne gönderilmesi İslâm’ın ilk yıllarında ek bir cezâ olarak veriliyordu. Ubâde b. Sâmit’ten (r.a.) rivâyete göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Zinânın hükmünü benden öğrenin. Allah o kadınlara bir çıkar yol gösterdi. Bekârla bekâr zinâ ederse yüz değnek ve bir yıl sürgün; evli ile evliye yüz değnek ve recm vardır.”1477 Ancak bu uygulama Nûr Suresi’nin inmesinden önceye aittir. Bu sûre inince bekârlar için yalnız değnek, evli olanlar için sünnetle recm cezâsı belirlenmiştir.1478
Hanefilere göre, bekârların zinâ cezâsı olan yüz değneğe ayrıca sürgün eklenmez. Çünkü âyette sürgünden söz edilmemiştir. Ancak sürgün bir had cezâsı değil; İslâm devlet başkanının takdirine bırakılmış bir ta’zir cezâsı niteliğindedir. Nitekim zinâ edenin tevbe edinceye kadar hapsedilebilmesi de, fuhşa düşenleri bir süre toplumdan tecrid etmek amacıyla alınan bir önlemdir.
1474] 18/Kehf, 22
1475] 67/Mülk, 5
1476] 24/Nûr, 2
1477] İbn Mâce, Hudûd 7; Müslim, Hudûd 12
1478] es-Serahsî, el-Mebsût, Beyrut 1398/ 1978, IX, 36 vd.
- 344 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Şâfiî ve Hanbelîlere göre ise bekârların zinâsında yüz değnek ve bir yıl sürgün birlikte uygulanır. Delil, sürgün bildiren hadistir. Ancak kadın, kocası veya bir mahremi ile birlikte sürgüne gönderilir. Ayrıca sürgün yerinin sefer mesâfesinden yakın olmaması da gerekir. Hz. Peygamber “Kadın yanında kocası veya bir mahremi bulunmadıkça yolculuğa çıkamaz”1479 buyurmuştur.
Recm Cezâsı: Hz. Peygamber’in evli olarak zinâ edene recm cezâsı uyguladığı, hadislerle sâbittir. Temelde kıyasa göre evlilere de yüz değnek (celde) cezâsı uygulanması gerekirken, bu konudaki hadislerle amel edilerek recm cezâsı öngörülmüştür.
Recm konusunda hükmü devam eden, fakat Kur’an âyeti olarak okunması neshedilen bir âyet(!) de nakledilir. Abdullah b. Abbas (r. anhümâ), Hz. Ömer’in minberde şöyle dediğini rivâyet etmiştir. “Cenâb-ı Allah Muhammed’i (s.a.s.) hak ile göndermiş ve O’na Kitab’ı indirmiştir. Recm âyeti de O’na indirilen âyetlerden idi. Biz bu âyeti okuduk, ezberledik ve anladık. Rasûlullah (s.a.s.) recmi uyguladı, ondan sonra biz de uyguladık”. Korkarım, zaman geçince birileri çıkıp “Biz Allah’ın kitabında recmi bulamıyoruz” der ve Allah’ın indirdiği bir farzı terk ederek sapıklığa düşerler. Şüphesiz recm, Allah’ın kitabında, evli olmak, şâhit, gebelik veya ikrarda/itirafta bulunmak şartıyla, zinâ eden kimse aleyhine bir haktır.”1480
Hz. Ömer’in sözünü ettiği okunuşu mensuh âyet şudur: “Eş-şeyhu ve’ş-şeyhatu izâ zeneyâ fe’rcumûhumâ elbetteten nekâlen mina’llah, vallahu azîzun hakîm (İhtiyar erkekle ihtiyar kadın zinâ ederlerse, onları recmedin, Allah azizdir, hakîmdir).”1481 Hz. Ömer’in recmi, Medine minberinden ilân etmesi, içlerinde birçok sahâbî bulunan cematten hiç birinin buna karşı çıkmaması, recmin sâbit olduğunu gösterir.1482 Es-Serahsî (ö. 490/1097), Ömer’in (r.a.) şöyle dediğini nakleder: “Eğer insanlar, Ömer Allah’ın Kitabına ilâve yaptı demeyecek olsalar, “ihtiyar erkekle ihtiyar kadın zinâ ettikleri...” ifâdesini Kur’an’a (Mushaf’ın hâşiyesine) yazardım.”1483
Hz. Peygamber’in Recm Cezâsını Uygulama Örnekleri
1. İşvereninin eşiyle zinâ eden bekâr işçiye yüz değnek ve bir yıl sürgün cezâsı, kadına ise recm uygulanmıştır. Ebû Hureyre ile Zeyd b. Halid el-Cühenî (r.anhumâ)’dan nakledildiğine göre, zinâ eden kadının kocası ile, zinâ eden işçinin babası Rasûlullah (s.a.s.)’e başvurarak bu konuda “Allah’ın kitabı” ile hüküm vermesini istemişlerdir. İşçinin babası şöyle dedi:
“Benim oğlum bu adamın yanında işçi idi. Onun hanımı ile zinâ etti. Bana, oğlum için recm gerektiği haber verildi. Ancak ben onun adına yüz koyunla bir cariye fidye verdim. Bu arada bilenlere danıştım, (oğlum bekâr olduğu için) ona yüz değnekle bir yıl sürgün cezâsı, bunun karısına ise recm cezâsı gerektiğini haber verdiler”. Bunun üzerine, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, aranızda Allah’ın kitabı ile hükmedeceğim. Câriye ve
1479] Buhârî, Taksîr 4, Sayd 26, Savm 67; Ebû Dâvud, Menâsik 3
1480] Müslim, Hudûd 15
1481] Mâlik, Muvatta', Hudûd 10; İbn Mâce, Hudûd 9; Ahmed bin Hanbel, V, 132, 183
1482] Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Ahmed Dâvudoğlu, İstanbul 1978, VIII, 350
1483] es-Serahsî, el-Mebsût, Beyrut 1398/1978, IX, 37
FUHUŞ / ZİNÂ
- 345 -
koyunlar geri verilecek. Oğluna yüz değnekle bir yıl sürgün gerek. Ey Üneys, sen de bu adamın karısına git. Eğer zinâsını itiraf ederse, onu recmet.” Üneys kadına gitmiş ve kadın suçunu itiraf etmiş, Hz. Peygamber’in emri üzerine de recmedilmiştir.1484 Ebû Hanife’ye göre, yüz değnek yanında bir yıl sürgün, âyete ilâve niteliğinde olup, âyet inince bu ilâve kısım neshedilmiştir. Ancak İslâm devlet başkanı böyle bir cezâyı ta’zir cezâsı olarak verebilir.
2. Zinâsını dört defa ikrar eden Mâiz b. Mâlik’in (r.a.) recmedilmesi. Mâiz b. Mâlik, Hz. Peygamber’e gelerek “Beni temizle” dedi. Hz. peygamber “Yazık sana, çık git, Allah’a tevbe ve istiğfar et” buyurdu. Mâiz, pek uzaklaşmadan geri döndü ve “Ey Allah’ın Rasûlü! Beni temizle” dedi. Hz. Peygamber aynı sözlerle üç defa daha geri gönderdi. Dördüncü ikrarında “Seni hangi konuda temizleyeyim?” diye sordu. Mâiz; “Zinâdan” dedi. Hz. Peygamber “Bunda akıl hastalığı var mıdır?” diye sordu. Böyle bir rahatsızlığı olmadığını söylediler. “Şarap içmiş olabilir mi?” diye sordu. Bir adam kalkıp içki kontrolü yaptı. Onda şarap kokusu tespit edemedi. Hz. Peygamber tekrar “sen zinâ ettin mi?” diye sordu. Mâiz “Evet” cevabını verdi. Artık emir buyurdular ve Mâiz recmedildi. Recimden sonra onun hakkında sahâbîler iki kısma ayrıldılar. Bir bölümü Mâiz’in helâk olduğunu, başka bir grup ise onun en faziletli tevbeyi yaptığını söylediler. Bu farklı yaklaşım üç gün sürdü. Daha sonra yanlarına gelen Rasûlullah (s.a.s.) “Mâiz b. Mâlik için duâ edin” buyurdu. “Allah Mâiz’e mağfiret eylesin” dediler. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Mâiz öyle bir tevbe etti ki, bu tevbe bir ümmet arasında paylaştırılırsa onlara yeterdi”1485
3. Gâmidiyeli evli kadının zinâdan dolayı recmedilmesi. Mâiz’in recmedilmesinden kısa bir süre sonra Ezd kabilesinin Gâmid kolundan bir kadın geldi ve “Ey Allah’ın elçisi! Beni temizle” dedi. Hz. Peygamber “Yazıklar olsun sana. Çık git, Allah’a tevbe ve istiğfar et” buyurdu. Kadın: “Beni, Mâiz’i çevirdiğin gibi geri çevirmek istiyorsun” dedi. Hz. Peygamber, “Sana ne oldu?” diye sordu. Kadın kendisinin zinâdan gebe olduğunu söyledi. Bunun üzerine “Sen mi?” buyurdu. Kadın “Evet” dedi. Hz. Peygamber “Doğuruncaya kadar git” buyurdu. Kadının bu arada geçimini Ensar’dan bir adam üstlendi. Daha sonra Hz. Peygamber’e gelerek; “Gâmidli kadın doğurdu” dedi. Çocuğun bakımını da Ensar’dan birisi üzerine aldı ve kadın recmedildi”.1486 Başka bir rivâyette, çocuk sütten kesilinceye kadar emzirmesine izin verildiği, recm sırasında Hâlid b. Velîd’in (r.a.) üzerine kan sıçraması üzerine kadın hakkında kötü sözler söylediğini işiten Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğu nakledilir: “Ey Halid! Yavaş ol. Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim. Bu kadın öyle bir tevbe etti ki, onu bir baççı (vergi memuru) yapsaydı, şüphesiz mağfiret olunurdu.” Sonra kadının hazırlanmasını emrederek cenâzesini kılmış ve kadın defnedilmiştir.1487
4. Evli bulunan yahûdi erkeği ile yahûdi kadınının zinâ sebebiyle recmedilmesi. Abdullah b. Ömer’den (r.a.) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber’e, zinâ etmiş bir yahudi erkeği ile bir yahudi kadını getirmişler. Allah elçisi yahudilere, Tevrat’taki zinâ hükmünü sormuştur. Yahudiler; “yüzleri karaya boyanır, sırt sırta hayvan üzerine bindirilip sokaklarda dolaştırılır” demişler. Tevrat getirilmiş, ancak okuyan yahudi genci recm âyetine gelince cezâ kısmını parmağı ile kapatıp
1484] Müslim, Hudûd 25; Buhârî, Hudûd 3, 38, 46, Vekâlet 13
1485] Müslim, Hudûd 22; eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, VII, 95,109; ez-Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 314 vd
1486] Müslim, Hudûd 22, 23, 24; İbn Mâc'e, Diyât 36; Mâlik, Muvattâ', Hudûd 2
1487] Müslim, Hudûd 23
- 346 -
KUR’AN KAVRAMLARI
atlayınca durumu farkeden ve yahudi iken İslâm’a giren Abdullah b. Selâm, Hz. Peygamber’e yahudinin Tevrat’ın üzerinden elini kaldırmasını emir buyurmasını istemiştir. Yahudi elini kaldırınca recm âyeti görülmüş ve her iki yahudi hakkında da evli olarak zinâ ettikleri için recm uygulanmıştır.1488
Berâ b. Âzib’den (r.a.) nakledilen, iki yahudinin recmedilmesi olayı ise şöyledir: Hz. Peygamber’e, yüzü kömürle karartılmış ve dayak vurulmuş bir yahudi getirildi. Allah elçisi yahudilere evlilerin zinâsının Tevrat’taki hükmünü sordu. Onlar, bu şekilde olduğunu söyleyince, bir yahudi bilginine “Sana, Tevrat’ı Mûsâ’ya indiren Allah aşkına soruyorum. Zinâ edenin Tevrat’taki hükmü nedir?” diye sordu. Yahûdi bilgini; Tevrat’ta recim var. Fakat zinâ eşraf arasında artınca, şerefli birini getirirlerse serbest bırakır, yoksul biri yakalanırsa onu recmeder olduk. Bu iki sınıfa eşit cezâ için recmi terk ettik, kömürle boyayıp, dayak vurmayı recmin yerine koyduk”. Bunun üzerine, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Allahım! Senin emrini onlar değiştirdikten sonra ilk uygulayan benim.” Bunun üzerine emir verdi ve yahudi recmedildi.1489
Bazı İslâm müctehidlerine göre ehl-i küfür, müslüman mahkemesine başvurursa, hâkimin mutlaka Allah’ın hükmü ile amel etmesi gerekir. Onlar bu konudaki muhayyerliğin neshedildiğini söylerler, Hanefiler ve İmam Şâfiî’den bir görüşe göre bu esas geçerlidir. Ancak Ebû Hanife şöyle demiştir: “İslâm mahkemesine inkârcı karı-koca birlikte gelirlerse aralarında adâletle hükmetmek gerekir. Yalnız kadın gelir, kocası râzı olmazsa hâkim hüküm veremez.” Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e göre ise hüküm verebilir.1490
Recm Cezâsı Uygulanması İçin Gerekli Şartlar:
1. Zinâ eden kadın veya erkeğin ergin olması.
2. Akıllı olması. Akıl hastasına had uygulanmaz. Akıllı ve ergin bir kimse akıl hastası ile zinâ etse yalnız kendisine had uygulanır.
3. Evli olan gayri müslime recm yerine değnek cezâsı uygulanır. Şâfiî ve Hanbelîlere göre pasaportla İslâm devletine gelen gayrî müslim yabancılara zinâ da içki içme cezâsı da uygulanmaz.
4. Zinânın zor kullanarak olmaması gerekir.
5. Zinânın diri bir insanla olması gerekir.
6. Zinâ edilen kadının da ergin veya kendisine cinsel istek duyulan bir yaşta olması gerekir.
7. Zinânın bir şüpheye dayalı olmaması gerekir. Fasit nikâhtan sonraki cinsel temasa had gerekmediği konusunda görüş birliği vardır. Velîsiz veya şâhitsiz evlenme gibi.
Zinânın bir para karşılığında olması halinde Ebû Hanife’ye göre her ikisine de had cezâsı uygulanmaz. Çünkü bu durum bir mehir karşılığında nikâh akdine benzemektedir. Burada şüpheden dolayı had düşer. Ancak fiil haram olduğu
1488] Müslim, Hudûd 26
1489] Müslim, Hudûd 28
1490] Ahmed Dâvudoğlu, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, İstanbul 1978, VIII, 376
FUHUŞ / ZİNÂ
- 347 -
için ta’zir uygulanır. Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e göre bu durumda da had cezâsı verilir.1491
8. Cinsel temasın önden olması. Arkadan ilişki yani livata için Ebû Hanîfe’ye göre yalnız ta’zir cezâsı uygulanır. Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve Hanefiler dışındaki üç mezhebe göre ise livata haddi gerektirir. Yabancı bir kadına ön veya arka dışında karın, uyluk gibi başka bir yere temas ise yalnız ta’zîri gerektirir. Çünkü bu, şer’an kendisine bir şey takdir edilmeyen münker bir fiildir.
9. Had cezâlarının uygulanabilmesi için İslâm devletinin varlığı şarttır. Çünkü dârul-harp veya dârul-bağy (âsiler ülkesi) de had cezâlarını uygulamaya İslâm devletinin velâyet yetkisi olmaz ve bu hükümleri uygulamaya gücü yetmez.
10. Zinâ eden erkek veya kadının halen veya daha önce sahih nikâhla evlenmiş olması ve bu nikâh devam ederken eşiyle bir defa da olsa cinsel temasta bulunması şarttır. Böyle bir erkeğe “muhsan”, kadına ise “muhsane” denir. Recm cezâsı için bu son niteliğin bulunması da gerekir.
Recm için muhsan sayılmada erkek veya kadında şu yedi niteliğin bulunması gerekir: Akıllı olmak, ergin bulunmak, hür ve müslüman olmak, sahih nikâhla evlenmiş bulunmak ve bu nikâhtan sonra eşiyle guslü gerektirecek şekilde cinsel temasta bulunmak. Bu şartlardan herhangi birisi bulunmazsa cezâ yüz değneğe dönüşür. Zinâ edenlerden birisi muhsan olur, diğeri bekâr bulunursa; bekâra yüz değnek, muhsan olana ise recm cezâsı uygulanır.
Ebû Hanife ve Mâlik’e göre, bir erkek veya kadının muhsan sayılması için müslüman olması şarttır. Bu yüzden evli olan gayri müslimlerin zinâsına recm cezâsı uygulanmaz, çünkü recm, günahtan temizlenme yoludur. Zimmî ise günahtan temizlenmeye ehil değildir. Onun temizlenmesi ancak âhirette azapla gerçekleşir. Hz. Peygamber; “Allah’a şirk koşan kimse muhsan değildir”1492 buyurmuştur. Bu görüşte olanlar için iki yahudinin Hz. Peygamber tarafından recmedilmesi olayı, Tevrat hükmüne göre olmuştur. Daha sonra bu neshedilmiştir.1493
Şâfiî, İbn Hanbel ve Ebû Yusuf’a göre, recmin uygulanması için zinâ edenin müslüman olması şart değildir. Bir zimmî zinâ suçuyla İslâm mahkemesine gelse had uygulanır. Müslüman bir erkek zimmî bir kadınla evlenip cinsel temasta bulunsa, her ikisi de “muhsan” olur. Delil, Hz. Peygamber’in iki yahudiye recmi uygulamasıdır. “Dulun dul ile zinâsında recm/taşlama vardır”1494 hadisinin genel anlamı da başka bir delildir. Diğer yandan zinâ bütün semavi dinlerde haram kılınmıştır.1495
Zinâ Suçunun Sâbit Olması:
Zinâ ya ikrarla ya da dört şâhitle sâbit olur.
1. İkrarla Tespit: Zinâ ikrarında bulunanın akıllı, ergin olması ve zorlama altında bulunmaması gerekir. Ayrıca ikrarın dört defa yapılması gereklidir.
1491] Ömer Nasuhi Bilmen, İstilâhât-ı Fıkhıyye Kâmusu, İstanbul 1968, III,197 vd.
1492] Zeylaî, Nasbü'r-Râye, III, 327
1493] Zeylaî, a.g.e, III, 326; eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, VII, 92
1494] Müslim, Hudûd 12-14; Ebû Dâvud, Hudûd 23; Tirmizî, Hudûd 8
1495] bk. eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, II, 267; İbn Kudâme, el-Muğnî, Kahire 1970, VIII, 163; ez-Zühaylî, el-Fıkhul-İslâmî ve Edilletüh, Dımaşk 1405/1985, VI, 43
- 348 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Çünkü Mâiz b. Mâlik’e Allah elçisi dört defa ikrar esasını uygulamıştır. Hanefi ve Hanbelîlerin görüşü budur. Şâfiî ve Mâlikilere göre ise tek ikrar yeterlidir. Bunlar da işçinin kendi patronunun eşiyle zinâ etmesi olayına dayanırlar. Çünkü orada dört ikrardan söz edilmemiştir.1496 Diğer yandan, dört ikrarın ayrı meclislerde yapılması gerekir.
2. Zinâyı dört şâhitle ispat: Zinânın müslüman, erkek, adâletli ve hür dört erkek şâhitle ispat edilmesi gerekir.1497 Şâhit sayısı dörtten az olur veya dördüncü şâhit “sadece bunları bir yorgan altında gördüm” gibi kesin zinâya delâlet eden beyanda bulunmasa, ilk üç şahide “zinâ iftirası (kazf)” cezâsı uygulanır. Zinâ isnat edilenden had düşer. Çünkü Hz. Ömer, Muğîre (r.a.)’in zinâsına şâhitlik eden üç kişiye zinâ iftirası cezâsı uygulamıştır.1498
Recm Cezâsının İnfâzı:
Zinâ ikrarla sâbit olmuşsa recm uygulamasına devlet başkanı veya infaz görevlisinin başlaması gerekir. Şâhitle sâbit olması halinde ise infâza şâhitlerin tamamının hazır bulunması ve ilk taşı onların atması şekliyle başlanır. Böylece herhangi bir şüphe, vazgeçme yanlışlık vb. tüm ihtimallerin ortadan kalkması ve adlî hataya düşülmemesi için gerekli önlemler alınmıştır. Hz. Ali’nin şöyle dediği nakledilmiştir: “Önce şâhitler taş atmaya başlar, sonra devlet başkanı, sonra diğer insanlar.”1499 Bekârların zinâsında ise değnek cezâsına şâhitlerin başlaması gerekmez. Çünkü onlar bunun usûl ve şeklini bilmeyebilirler ve bu durum zulme yol açabilir.
Recm cezâsı, ibretli olması için bir meydanda erkek ayakta, kadın ise tercih edilen görüşe göre göğsüne kadar bir çukura sokularak kendisine ölünceye kadar küçük taşlar atılmak suretiyle infaz edilir. Hz. Peygamber’in Gâmidiyeli kadın için, göğsüne kadar bir çukur açtırdığı nakledilir.1500
Recmle öldürülen kimse yıkanır. Kefenlenir, cenâze namazı kılınır ve defnedilir. Çünkü Hz. Peygamber, recmedilen Mâiz için “Kendi ölülerinize yaptığınız şeyleri ona da yapınız.”1501 buyurmuştur.1502
Ehl-i sünnet bilginleri mut’ayı haram saymakla beraber, mut’a yapana zinâ cezâsı uygulamazlar. Zira bunun gerçekten zinâ olup olmadığında onlara göre de şüphe vardır. Şüphe ise cezâyı kaldırır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.): “Gücünüz yettiği kadar müslümanlardan cezâları kaldırınız. Eğer bir müslümana bir çıkar yol bulursanız onu serbest bırakınız. Çünkü imamın (devlet başkanının, yöneticinin) affetmede yanılması, cezâ vermede yanılmasından daha iyidir.”1503 buyurmuştur. Bu hadis, mümkün olduğu kadar cezâdan kaçınmayı emrettiği gibi: “Şüpheler karşısında cezâları kaldırınız!”1504 mealindeki hadis de İslâm hukukunun temel kurallarındandır.
1496] Buhârî, Âhad 1, Şurût 9; Müslim, Hudûd 25; el-Bâcî, el-Müntekâ, VII, 135; İbn Kudâme, el-Muğni, VIII, 191 vd.
1497] 4/Nisâ, 15; 24/Nûr, 4, 13
1498] bk. ez-Zühayli, a.g.e., VI, 48
1499] Zeylai, a.g.e., III, 319 vd.; es-Şevkânî, a.g.e., VII/108
1500] Zeylaî, a.g.e., III, 325; eş-Şevkânî, a.g.e., VII, 109
1501] Zeylai, a.g.e, III, 320
1502] Hamdi Döndüren, Şamil İslâm Ans. c. 5, s. 235-238
1503] Tirmizî, Hudûd 2; Ebû Dâvud, Salât 114
1504] Tirmizî, Hudûd 2; Ebû Dâvud, Salât 114
FUHUŞ / ZİNÂ
- 349 -
Recmi Kabul Etmeyenler ve Delilleri
Özellikle son devirde yaşayan bazı müfessir ve bilginler, hâricîler dışındaki bütün İslâm mezheplerinin ittifak ettiği evlilere zinâ cezâsı olarak “recm”in Kur’an’da olmadığını, Kur’an’da evli kadınların cezâsının da hadislere bırakılmayıp yüz sopa olarak değerlendirildiğini gündeme getirirler ve recm cezâsının Kur’an’ın getirdiği bir hüküm değil; bazı âhad haberlere dayanan fakîhlerin ictihâdı olduğunu belirtirler. Klasik fıkhı değil, Kur'an'ı merkeze alanların delillerini bilmek açısından, Süleyman Ateş’in bu konudaki ifâdelerini iktibas etmenin faydalı olduğunu düşünüyorum:
Fuhşun (Livâta ve Seviciliğin) Cezâsı: Nisâ, 15. âyette fuhşa varan ve bu eylemleri dört tanık tarafından saptanan kadınların, ölünceye ya da Allah kendileri yararına bir yol gösterinceye dek evlerinde tutulup serbest bırakılmamaları emredilmektedir. Âyetin “fuhşa varan kadınları evlerde tutunuz” cümlesinden, onların fuhuş yapmalarına engel olmak için evlerde tutulup dışarı çıkarılmamalarının istendiği anlaşıldığı gibi, nâmuslu kadınların, serbestçe dışarı çıkıp işlerini görebilecekleri de anlaşılmaktadır.
Nisâ 16. âyette de fuhşa varan iki erkeğe eziyet edilmesi, tevbe edip uslandıkları takdirde onların bağışlanması emredilmekte ve Allah’ın tevbeyi çok kabul eden, kullarına çok merhamet eden olduğu vurgulanarak insanlara acıma ve şefkat ile işlem yapılması öğütlenmektedir.
Müfessirlerin genel kanısına göre hem birinci, hem de ikinci âyette kast edilen fuhuş, zinâdır. Birinci âyette zinâ eden kadınların ölünceye dek ya da Allah onların lehine bir yol gösterinceye kadar hapsedilmeleri, ikinci âyette de zinâ eden iki kişi tövbe den erkeklere eziyet edilmesi emredilmiştir. Bu âyetlerin bulunduğu Nisâ sûresi 98. sûredir. Daha sonra, iniş sırasına göre 102. sûre olan Nûr sûresinin; “Zinâ eden kadın ve zinâ eden erkeğin her birine yüz celde vurunuz, eğer Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsanız, Allah’ın bu cezâsını uygulama konusunda acıma duygusuna kapılmayınız. Onların cezâlandırılmasına, bir grup mü’min de tanık olsun.”1505 âyeti inerek Nisâ sûresinin belirlediği kadınlara hapis, erkeklere eziyet cezâlarını kaldırarak hapse çevirmiştir. Evlilerin recmedileceği hakkındaki hadis ile de bu son âyetin hükmü sadece zinâ eden bekârlara özgü kılınmıştır. Yani bu âyet de vâhid haber denilen tek veya bir-iki kişinin aktardığı sözle neshedilmiştir.
Bu akıl yürütmeler, nesihler, tahsisler ve tebdiller, hep geleneğin Kur’an’a egemen kılınmasından başka bir şey değildir. Gerçekte her âyetin hükmü yerli yerince durmaktadır. Ne nesih vardır, ne de tebdil ve tahsis. Ebû Müslim İsfahânî’nin de dediği gibi 15. âyette, “fuhşa varan kadınlar” çoğul getirilmiştir. Bu, birkaç kadın arasında yapılan bir eylemi belirlemektedir ki, özneleri: “Vellâtî: Kadınlar” şeklinde çoğul yapılmıştır. Bu, Arapların “sihâk” dedikleri, bugün sevicilik denilen kadınlar arası sapık ilişki yani lezbiyenliktir. Bunu yapan (sahhâka)ların cezâsı, bu işe engel olmak, nâmuslarını korumak için o kadınların evlerde gözetim altında tutulmasıdır. Çünkü kadın serbest bırakılırsa yine gidip kendisi gibilerini bulacak ve onlarla sapık ilişkiye girecektir. Allah’ın, onlar lehine göstereceği yol da recm olamaz. Çünkü recm, kadının lehine değil; son derece aleyhine bir cezâdır. Allah’ın onlar lehine göstereceği yol, evlenme yolu, nikâh bağıdır. Kadın
1505] 24/Nûr, 2
- 350 -
KUR’AN KAVRAMLARI
evlenince korunmuş olur, artık böyle sapık ilişkilerden kurtulur.
İkinci âyette işlenen fuhuş, iki erkek arasında yapılan fuhuştur ki, özneler tesniye müzekker (erkek ikil) kipiyle getirilmiştir. Öyle ise bu iş de erkek ve kadın arasında geçen zinâ değil; iki erkek arasında geçen eşcinsel ilişkidir. Bunların da halk içinde eziyet ile cezâlandırılmaları, böylece uslandırılıp bu işten vazgeçirilmeleri buyrulurmaktadır.
Nûr sûresinde ise “Zinâ eden kadın ve zinâ eden erkek” diye iki cins ayrı ayrı belirtilmektedir. İşte karşıt cinsler arasındaki gayri meşrû ilişkinin adı zinâdır. Bunun cezâsı da yüz sopadır. Caydırıcı olması için bu cezânın, halk arasında uygulanması emredilmiştir.
Bu âyetin hükmü geneldir; zâten başındaki istiğrak ifâde eden elif-lâm (el) ta’rif harfi, zinâ eden tüm kadınları ve zinâ eden tüm erkekleri kelimenin kapsamı içine alır. Evli veya bekâr fark etmez. Âyetin hükmü, evli-bekâr bütün zinâ edenleri kapsar. Zâten evliye de, bekâra da zinâ cezâsının sadece sopa ile işkence olduğu, zinâ suçuyla suçlanan evli kadına yapılacak “lian” durumunu açıklayan âyetlerin sonunda açığa çıkmaktadır. Çünkü kocası tarafından zinâ ile suçlanan kadın, dört defa yemin edip kocasının yalan söylediğini; beşinci kez de eğer kocası doğru söylüyorsa Allah’ın gazabının kendi üzerine olacağını söylemesinin, kendisinden azâb cezâsını savacağı belirtilmektedir.1506 Eğer evli kadının zinâ suçu recm (yani taşlayarak öldürme) ise, artık buna azâb (işkence) denmez. Oysa âyette “Böyle şâhitlik etmesi, kendisinden azâbı savar” denmektedir. Demek ki zinâ ile suçlanan o evli kadının cezâsı recm değil; sûrenin ikinci âyetinde belirtilen yüz sopa ile işkence etmektir. Ama dört tanıkla tespit edilemeyen zinâ suçunu kadının yemin ederek inkâr etmesi, kendisinden bu işkence cezâsını kaldırmaktadır.
Bu cezânın, evli-bekâr herkese sadece dövme cezâsı olduğu hakkında, bundan ayrı olarak iki kesin kanıt daha vardır. Biri, Ahzâb sûresinin 30. âyeti, diğeri de, evlendiği halde zinâ eden câriyenin cezâsını belirleyen Nisâ 25. âyetinin son kısmıdır. Ahzâb 30’da şâyet Peygamber hanımlarından biri fuhuş yaparsa ona, diğer kadınlara yapılan işkencenin iki katı işkence yapılacağı belirtilmektedir. Demek ki evli kadına verilecek fuhuş cezâsı azâb yani işkencedir, aksi takdirde recmin iki katı olmaz. Nisâ 25’de de evlendiği halde zinâ eden câriyeye, diğer evli kadınların cezâsının yarısının uygulanması emredilmektedir. Eğer evli kadının zinâ cezâsı yüz sopa ise yarısı elli sopa eder. Ama evli kadının cezâsı recm ise recmin yarısı yoktur. Bütün bu kanıtlar, Kur’an’ın recmi kaldırdığını ve evli-bekâr, zinâ eden herkese sadece yüz sopa cezâsını getirdiğini ortaya koymaktadır.
“İman edenler içinde fuhşun/edepsizliğin yayılmasını isteyenler için dünyada da, âhirette de acı bir azâb vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”1507 âyetinde de fuhuş haberlerini, edepsizliği yayanların acı azâba uğrayacakları vurgulanmakta, böylece nâmuslu insanlar hakkında kötü haberler yaymak yasaklandığı gibi, müstehcen söz ve yayınlarla edepsizliğin, fuhşun toplumda yaygınlaşmasına çalışanlar şiddetle uyarılmaktadır.”1508
1506] 24/Nûr, 8-9
1507] 24/Nûr, 19
1508] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi, c. 6, s. 304-315
FUHUŞ / ZİNÂ
- 351 -
Recm Cezâsı:
Yine Süleyman Ateş’in zinâ cezâsı hakkındaki yorumunu teferruatlıca iktibas edelim: Terim olarak “recm” zinâ eden kimseleri yarı beline kadar soyup toprağa gömdükten sonra cemâatin taş atarak onu öldürmesi demektir.
Âlûsî, Nûr sûresi 2. âyetin, kendisinin mütevâtir sünnet -dediği, aslında kişi haberi- ile neshedildiğinin kesin olduğunu söylüyor ve bunu kabul etmeyenleri cehâletle suçluyor. Aslında bu cehâlet değil; gerçeğin tespitidir. Mesele, şimdinin sorunu da değildir. Daha ilk asırda bunu kabul etmeyenler vardır. Recmi kabul etmeyen Hâricîler bunu uygulayan Ömer ibn Abdulaziz’i ayıplamışlardır. Dahası da var: Belki de recmi, birçok meselede olduğu gibi, Peygamber’in uyguladığı cezâları ağırlaştıran Hz. Ömer uygulamıştır. Ondan dolayı recmin, neshedilen bir âyetin yürürlükte kalan hükmü olduğu rivâyeti ona bağlanmıştır. Fakat öyle anlaşılıyor ki Kur’an’da olmadığı halde recmi uygulamasına itiraz edenler olmuştur ki onun şöyle dediği rivâyet edilir: “Korkarım ki, bir zaman gelir de ‘Biz Allah’ın Kitabında recm diye bir şey bulmuyoruz’ derler de, Allah’ın indirdiği bir farzı terk etmekle saparlar. Biliniz ki recm, evli olduğu halde zinâ eden ve suçu da delil, gebelik veya itiraf ile sâbit olan kimseye uygulanması gereken bir cezâdır.”1509
Ebû Dâvud’un rivâyetine göre Ömer (r.a.) hutbedeki konuşmasında şöyle demiş: “Yüce Allah Muhammed’i (s.a.s.) hak ile gönderdi ve ona Kitabı indirdi. Ona indirilen arasında şu recm âyeti de vardı: ‘Eş-şeyhu ve’ş-şeyhatu izâ zeneyâ fe’rcumûhumâ elbettete nekâlen minallah, v’allahu azîzun hakîm: İhtiyar erkek ve kadın zinâ ettiklerinde Allah’tan bir cezâ olarak ikisini de recmediniz. Allah azizdir, hakîmdir.’ Biz bunu okuduk, belledik... Şimdi zamanla ‘Ömer Kitaba ilâve yaptı’ denecek olmasaydı bu âyeti Mushaf-ı Şerîfin kenarına yazardım.”1510 demiş.
Rivâyetlerden birine göre de Zeyd ibn Sâbit: “Biz Kur’an’da ‘Eş-şeyhu ve’ş-şeyhatu izâ zeneyâ fe’rcumûhumâ elbettete: İhtiyar erkek ve kadın zinâ ettiklerinde ikisini de recmediniz’ âyetini okurdu” demiş. Orada bulunan Mervân: “Öyle ise o âyeti Mushaf’a yazsana!” demiş. Diğer bir rivâyete göre Ahzâb Sûresi 73 âyet değil; Bakara Sûresi kadar uzun imiş ve içinde ‘Eş-şeyhu ve’ş-şeyhatu izâ zeneyâ fe’rcumûhumâ elbettete nekâlen minallah, v’allahu azîzun hakîm: İhtiyar erkek ve kadın zinâ ettiklerinde Allah’tan bir cezâ olarak ikisini de recmediniz. Allah azizdir, hakîmdir.’ âyeti varmış.1511
Ebûbekir (r.a.) zamanında Kur’an yazılırken derleme komisyonu başkanı olan Zeyd ibn Sâbit, Ömer’in getirdiği recm âyetini, Ömer başka bir şâhid bulamadığı için kabul etmemiş, fakat Ebû Huzeyfe’nin getirdiği Berâe Sûresinin son iki âyetini, tanıklığını yeterli görerek kabul edip Mushaf’a yazmış; ‘Allah’ın Elçisi, senin tanıklığını, iki kişinin tanıklığına denk tuttu’ demiştir.1512
Recm gibi çok önemli bir konuda âhad haberlerinden ibâret olan delillerden daha sağlam delil bulma çabasından kaynaklanan bu rivâyetlerin mantıklı bir tutarlılığı yoktur. Evvelâ âyetin hükmü dururken kendisinin Kur’an’dan çıkartılmış
1509] Buhârî, Fedâilu’l-Kur’an 3, 4; Kitâbu’l-Mesâhif 6-7
1510] Ebû Dâvud, Hudûd 16
1511] İbn Mâce, Hudûd 9; Dârimî, Hudûd 16; Muvattâ’, Hudûd 10; Ahmed bin Hanbel, V/132, 183
1512] Buhârî, el-Hûru’l-Iyn; Süyûtî, el-İtkan I/63; Kitabu’l-Mesâhif 8
- 352 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olmasının hikmet ve anlamı nedir? Sonra, üçüncü rivâyet doğru kabul edilse, Kur’an’ın çoğunun kaybolduğu anlamı çıkar. Çünkü bu rivâyet, Bakara Sûresi kadar uzun olan Ahzâb Sûresinden, sadece 73 âyetin kaldığını, diğer âyetlerin kaybolduğunu gösterir.
Zeyd bin Sâbit nasıl olur da bir âyetin Mushaf’a yazılması için yalnız Ebû Huzeyfe’nin tanıklığını yeterli görür de, Ömer’in tanıklığını yeterli görmez? Ömer, tanıklığı reddedilecek türden bir insan değildir. Hele Ömer’e göre çocuk yaşta olan Zeyd, bunu yapmaya hiç cür’et edemez.
Bizim kesin kanaatimiz odur ki, Araplarda kısas, el kesme cezâları gibi, recm cezâsı da vardı. Nitekim İslâm Ansiklopedisinde Lokman maddesini yazan Bernhard Heller’in, Ebû Hâtim es-Sicistânî’nin Kitâbu’l-Muammerîn’inden aktarımına göre Lokman, câhiliyye döneminde zinâ eden kadının recm, hırsızlık edene de el kesme cezâsını ilk uygulayan bir yönetici olarak takdim edilir.1513
Belki de Araplar bu cezâyı yahûdilerden almışlardı. Çünkü recm Tevrat’ın bir emridir.1514 Kur’an, Tevrat’ta bulunan ve Araplarca da uygulanagelen bu çok ağır cezâyı hafifletip celdeye (yüz sopaya) çevirince, nâmus ve geleneklerine son derece bağlı olan Araplar arasında, sonradan Peygamber’in, recmi uyguladığına ve bunu uygulamayı emrettiğine dâir rivâyetler üretilmiş, bu rivâyetlerin uydurmalığını bilenlerce yapılan itirazları önlemek için de bu hükmün vaktiyle âyet iken, tanık yetersizliği nedeniyle Kur’an’a yazılmadığı rivâyeti de üretilip hadisler arasına katılmıştır. Böylece Tevrat’ın recm cezâsı, İslâm hukukuna da girmiştir.
Yahut Hz. Ömer, toplumun sınırlarının genişlemesi, devletin bir site devletinden, geniş toprakları kuşatan, çeşitli ulusları yöneten, milyonlarca insanın yaşadığı bir imparatorluk haline gelmesi sonucunda toplumda zinâ suçunun arttığını görmüş; bu suçun yayılmasını önlemek için Kur’an’ın getirdiği yüz sopa cezâsından daha ağır bir cezâ getirmeyi, kendi ictihâdıyla gerekli görmüştür. Nitekim Hz. Ömer’e nisbet edilen “Şimdi, zamanla ‘Ömer Kitaba ilâve yaptı’ denecek olmasaydı bu âyeti Mushaf-ı Şerifin kenarına yazardım.”1515 sözünden bu anlaşılmaktadır. Bu sözden açıkça anlaşılıyor ki, onun recm cezâsını uygulamasını Kur’an’a aykırı görenler olmuş, o da bunun Peygamber’in sünnetine aykırı olmadığını söylemiştir. Bu görüş, onun kendi ictihâdı olabilir. Onun uygulaması sonucunda da bu cezâ, daha sonra doğan fıkıh ekollerince benimsenerek İslâm hukukuna mâl edilmiştir. Hz. Ömer’in kendi ictihadına dayanarak Kur’an ve Sünnette olmayan bazı cezâlar koyduğu veya bazı cezâları ağırlaştırdığı bilinmektedir. Meselâ Hz. Peygamber ve Ebûbekir, şarap içene iki yahut bir rivâyete göre kırk değnek vurmuş iken Hz. Ömer bunu seksen değneğe çıkarmıştır.1516
Aşağıdaki olay, İslâm’dan önce Arapların bazı kesimlerinde celde ve recm cezâlarının varlığını kanıtlar: İki bedevî Arap, Hz. Peygamber’e geldi. Birisi: “Ey Allah’ın elçisi, dedi, bu oğlum falanın yanında ücretle çalışıyordu. Onun karısıyla zinâ etti. Oğlum için yüz koyun ve bir velîde (câriye) fidye verdim. İlim adamlarına sordum, oğluma yüz değnek vurulduktan sonra bir yıl sürgün edilmesi, kadının da recmedilmesi gerektiğini söylediler”. Allah’ın Elçisi şöyle buyurdu:
1513] İslâm Ansiklopedisi, M.E.B. Y., Lokman maddesi, 7/64
1514] Kitab-ı Mukaddes, Tesniye, 22. bab
1515] Müslim, Hudûd 15; Buhârî, Hudûd 30-31; İbn Mâce, Hudûd 9; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî 18/79
1516] Dârimî, Hudûd 9
FUHUŞ / ZİNÂ
- 353 -
“Nefsimi elinde bulunduran Allah hakkı için sizin aranızda Allah’ın Kitabıyla hükmedeceğim. Velîde (câriye) sana geri verilir, oğluna yüz değnek vurulur ve kendisi bir yıl sürgün edilir.” Böyle dedikten sonra, Eslem kabilesinden bir adama: “Kalk ey Uneys, şunun karısına git, eğer suçunu itiraf ederse onu recmet” dedi. Uneys gitti, suçunu itiraf eden kadını recmetti.1517
Şimdi nâmus kavramının çok önemli olduğu Arap toplumunda bir adamın, karısıyla zinâ etmiş olan bir gencin babasıyla birlikte uslu uslu Peygamber’in huzuruna gelmiş olması gariptir. Sonra bu adama, oğluna yüz değnek vurulup bir yıl da sürgün edilmesi gerektiğini hangi ilim adamı söylemiştir? Peygamber’in sahâbîleri mi? O halde henüz Peygamber’den böyle bir şey duymadan onlar nasıl böyle bir yargıya varmışlardır? Kaldı ki sürgün de Peygamber zamanında pek uygulanacak bir hüküm değildi. Peygamber, kendi sahâbîlerini, henüz bir şehir devletinden ibâret olan ülkesinde nereye sürgün edecekti? Küfür diyarına mı?
Bu rivâyetin doğruluğu çok kuşkuludur. Bu rivâyet Peygamber sözü olmasa da Arap toplumunun bu sorun karşısındaki tutumunu yansıtmaktadır. Demek ki Medine’den uzak yerlerde bulunan müslümanlar, Peygamber’den duymadıkları meselelerde Arap toplumunun alışageldikleri kurallarını uyguluyorlardı. Zinâ eden bekârları dövüyor, evlileri recmediyorlardı.
Kur’ân-ı Kerim, dövme cezâsını kabul etmiş, fakat recm cezâsını kabul etmemiş, bu konuda evli ile bekâr arasında da bir ayrım yapmamıştır. Çünkü suç aynı suçtur. Aynı suçun cezâsı da herkese aynı olur. Diğer konuların hepsinde de aynı suçu işleyene aynı cezâ verilir.
Hz. Peygamber’in (s.a.s.), zinâ ettiklerini itiraf eden bazı kişilere acıyarak “Belki yanılıyorsunuz, belki ne söylediğinizin farkında değilsiniz...” deyip recm cezâsını uygulamak istemediği, fakat o kişilerin kendi ısrârı üzerine onları recmettiği rivâyet edilir. Bunda İslâm’ın toplumu kurtarmak için verdiği cezâ yanında af ve hoşgörüsünü de anlamak mümkündür. Burada bir olayı anımsatmakta yarar vardır:
Rivâyete göre, Eslem kabilesinden Mâiz isimli bir adam zinâ eder ve Allah’ın Rasûlüne gelip suçunu itiraf ile: “Yâ Rasûlallah, zinâ ettim, beni temizle!” der. Allah’ın Elçisi yüzünü öte yana çevirir. Fakat Mâiz, yine karşısına geçip zinâ ettiğini, kendisini temizlemesini ister. Allah’ın Elçisi, tam dört kez yüzünü öte yana çevirir ve Mâiz her defasında onun karşısına geçip bu suçtan kurtarılmasını diler. Allah’ın Elçisi bakar ki Mâiz gitmiyor, cezâlandırılılmakta ısrar ediyor; bu kez: “Sen deli misin?” der. Mâiz deli olmadığını söyleyince, Allah’ın elçisi: “Sarhoş falan olmasın” der. Sarhoş olmadığı da anlaşılınca Allah’ın Elçisi bu zâtı gönderip recmettirir. Mâiz, kendisine taş deyince dayanamayarak kaçtı. Ardından, elinde ölmüş deve çenesi bulunan bir adam yetişip vurdu, başkaları da vurdular, sonunda öldü. Peygamber (s.a.s.): “Keşke bıraksaydınız!” dedi.1518
Şimdi Peygamber’e gelip suçunu itiraf edene, Peygamber’in hemen bunu kabul etmeyip dört kere söyletmesi, sonra “Sen deli misin?” demesi, sarhoş olup
1517] Buhârî, Ahkâm 39, Sulh 5, Âhad 1, Şurût 9, Eymân 3, Hudûd 30, 34, 38, 46; Müslim, Hudûd 25; Ebû Dâvud, Hudûd 25; Tirmizî, Hudûd 8; Nesâî, Kudât 22; İbn Mâce, Hudûd 7; Darîmî, Hudûd 12; Muvattâ’, Hudûd 6; Ahmed bin Hanbel, III/115, 116
1518] Müslim, Hudûd, bâb 5, hadis 16-22
- 354 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olmadığını anlamak için ağzını koklatması ve sonunda da onu recmedenlere “Keşke bıraksaydınız!” demesi, onun, ağır bulduğu bu cezâyı uygulamak istemediğini kanıtlar. Kendisi istemediği, Kur’an’da da böyle bir hüküm bulunmadığı halde ne diye recmetsin?
Bu olaya benzer başka bir olay da şöyledir: Bir kadın, Hz. Peygamber (s.a.s.)’e gelip zinâ ettiğini itiraf eder, “Beni temizle!” der. Allah’ın Elçisi ona da: “Dön, tevbe ve istiğfâr et!” der. Fakat kadın dönmez, zinâdan gebe kaldığını söyler. Allah’ın Elçisi: “Öyle ise karnındaki çocuğu doğurmalısın!” der. Kadın doğumunu yaptıktan sonra çocuğu bir beze sarıp getirir. “İşte doğurdum” der ve recmedilerek günahtan temizlenmesini ister. Fakat Allah’ın Elçisi (s.a.s.): “Seni recmedip yavruyu sütannesiz bırakamayız!” der. Kadın, emzirip sütten kestiği yavrusunu, çocuğun elinde bir ekmek parçası olduğu halde getirir. “Ey Allah’ın Peygamberi, çocuğu sütten kestim, artık yemek yiyor” der; recmedilmesini ister. Bunun üzerine Allah’ın Elçisi (s.a.s.), çocuğu bir müslümana verir. Bir çukur eştirerek kadını göğsüne kadar gömdürür ve taşlanmasını emreder. Herkes taş atarken Hâlid bin Velîd’in attığı taş ile kadından sıçrayan kan, Hâlid’in yüzüne gelir. Hâlid kadına söver. Hâlid’in sövdüğünü duyan Allah’ın Elçisi: “Dur Hâlid, nefsimi elinde bulunduran Allah hakkı için bu kadın öyle bir tevbe etti ki, bunun tevbesi, Medine gibi yetmiş şehir halkına taksim edilse, hepsine yeter! (Veya Mekes sahibi -haksız haraç alan gümrükçüler yahut rüşvet alan çarşı memurları- dahi öyle tevbe etse bağışlanırdı.)” der.1519
Şimdi gerek Mâiz’in, gerek bu kadının, gelip recmedilmelerini, böylece günahlarından temizlenmelerini istemeleri, Arap toplumunda recmin bilindiğini ve uygulandığını gösterir. Aksi takdirde Kur’an’ın söylemediği recm cezâsını nereden bilecek ve gelip Peygamber’den, bu cezânın kendilerine uygulanmasını isteyecekler?
Tirmizî’nin çıkardığı aşağıdaki olay da Peygamber’in (s.a.s.) şefkat ve hoşgörüsünü belirten olaylardan biridir: Ebu’l-Yesâr diye bilinen Abbâd isimli Ensârlı bir adam, başından geçen olayı Allah’ın Elçisine anlatmış: “Ey Allah’ın Elçisi, ben kentin kenar semtinde bir kadınla yalnız kalıp onunla seviştim. Cinsel ilişki dışında ondan yararlandım. İşte şimdi huzûrundayım. Hakkımda istediğin cezâyı uygula!” Ömer ibn Hattâb: “Allah seni gizlemiş, sen de kendi hatânı gizleseydin!” demiş; fakat Peygamber (s.a.s.), cevap vermemiş. Adam yürüyünce Peygamber (s.a.s.), ardından adam gönderip onu çağırtmış ve ona: “Gündüzün iki ucunda ve geceye yakın saatlerinde namaz kıl; çünkü haseneler/iyilikler, seyyieleri/kötülükleri giderir. Bu, ibret alanlara bir öğüttür” 1520 âyetini okumuş. Bir adam kalkıp: “Bu yalnız ona mı mahsustur?” diye sormuş. Peygamber (s.a.s.): “Hayır, bütün insanlara mahsustur” demiş.1521
Şâyet Peygamber’in (s.a.s.), evli zânî ve zâniyeyi recmettiği hakkındaki rivâyet doğru ise bu, ancak Peygamber’in, Kur’an’ın emrinden önce Araplarca uygulanan ve Tevrat’ta da bulunan cezâyı uyguladığını gösterir. Yani Peygamber’in uygulaması, zinâ cezâsını belirleyen 24/Nûr, 2. âyetin inmesinden önce vuku bulmuş olmalıdır. Bu âyet, artık recmi, celdeye değiştirmiştir. [Şu rivâyet de, Peygamberimiz’in recmi Nûr sûresinin nüzûlünden önce tatbik etmiş
1519] Müslim, Hudûd bab 5, hadis 22-24
1520] 11/Hûd, 114
1521] Tirmizî, Tefsîr 12, Hûd Sûresi
FUHUŞ / ZİNÂ
- 355 -
olabileceğini, en azından böyle düşünen zâtların olduğunu açıklar mâhiyettedir: Ebû İshâk eş-Şeybânî anlatıyor: “İbn Ebî Evfâ’ya (r.a.): ‘Rasûlullah (s.a.s.) hiç recm tatbik etti mi?’ diye sordum. Bana: ‘Evet!’ cevabını verdi. Ben tekrar: ‘Nûr sûresinin nüzûlünden önce mi, sonra mı?’ diye sordum. ‘Bilmiyorum!’ dedi.]”1522
Ancak biz recmle ilgili rivâyetlerin doğruluğuna kani değiliz. Çünkü hadiste anlatılan Gâmidiyeli kadın, Mâiz olayı ile ilişkili olarak anlatılır. Ama olay ne zaman olmuştur? Hâlid’in bu kadına taş attığı ve kadından sıçrayan kanın Hâlid’e bulaştığı söyleniyor. Hâlid ancak Hudeybiye Barışından sonra müslüman olmuştur. Bir cezânın uygulanmasında böyle üç-dört yıl gidip gelmeleri makul görünmüyor. Bunlar, hikâyecilerin ürettiği senaryodan başka bir şey değildir.
Muhammed İzzet Derveze’nin, recmi, Nûr sûresindeki âyetten önce Peygamber’in kendi ictihâdına dayalı uygulaması olarak görmesi de bizim, İslâm’dan önce Araplarda recm cezâsının uygulandığı görüşümüzü güçlendirir. Recmin, Araplara da yahûdilerden geçtiği anlaşılıyor. Yahûdi şeriati, zinâ eden evli erkek ve kadını, livâta yapan ve yapılanı, hayvanlarla cinsel ilişkide bulunanı, nişanlı kızla zinâ edeni, kendi rızâsıyla erkeğe boyun eğmiş ise zinâ eden nişanlı kızı öldürmeyi emreder. Ancak bekâr kızla zinâ eden erkeği, o kızla evlenmek zorunda bırakır. Eğer kızın babası buna râzı olmazsa erkek kızın mehrini verir: “Ve eğer bir adam nişanlı olmayan bir kızı aldatır ve onunla yatarsa, kendi karısı olmak üzere mutlaka onun için ağırlık verecektir.”1523
Muhammed İzzet Derveze’ye göre de Hz. Peygamber’in recmettiğine dâir hadisler, Nûr sûresi 2. âyetinin inişinden önceki duruma âittir.1524 Eğer bu görüş doğru ise, Hz. Peygamber, aslında kendi ictihâdına göre değil; Kitap ehli ve Arap toplumu arasında uygulanagelen bir yasaya göre recmi uygulamıştır.
Fakat biz, Peygamber’in (s.a.s.) ağır bulduğu bu cezâyı uyguladığına pek ihtimal vermiyoruz. Çünkü bir insanı soyarak yarı beline kadar toprağa gömüş taşla vura vura öldürmek, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olan Peygamber’in (s.a.s.) herkesçe bilinen şefkat ve merhamet duygularına aykırıdır. Eğer insanın işlediği suç öldürülmesini gerektiriyorsa o insan öldürülür, ama böyle yürekler acısı işkence ile değil. Kur’ân-ı Kerim’de işkence ile insanları öldürenler, şiddetle uyarılmışlardır.1525
Cezâ, acı çektirmek için değil; uslandırmak ve caydırmak içindir. Ölmüş kişinin uslanması veya cayması söz konusu olamaz. Kısasta cezâ, suça denktir. Haksız yere adam öldüren kimse öldürülür. Ama zinâ suçu iki kişinin rızâsıyla olmuşsa onların kendi nefislerine âit bir suçtur. Onlar, Allah’a karşı sorumludurlar. Fakat ayrıca bu, toplum ahlâkını bozacağından, toplum hukukuna, âilelerin şerefine
1522] Buhârî, Hudûd, 21, 37; Müslim, Hudûd 29, h. no: 1702
1523] Kitab-ı Mukaddes, Çıkış, 23/16. Bu konuda Levililer 20/10-12, Tesniye 22/13-39 âyetlere bakınız. Tesniye 22/19-22. âyetlerde: Karısının kız çıkmadığını iddia eden adamın sözü doğru çıkarsa o genç kadının, babasının evinin kapısı önünde taşla vurulup öldürüleceği, başka bir adamın karısı ile yatan adamın da o kadınla birlikte öldürülecekleri; nişanlı bir kızla yatan erkeğin ve ona karşı koyup bağırmayan kadının taşla vurularak öldürülecekleri; fakat bu iş şehir içinde değil de; kır kesiminde olmuş ise, sadece erkeğin öldürüleceği, kadının suçsuz sayılacağı; nişanlı olmayan kızla yatan erkeğin ise kızın mehrini verip onnula evlenmek ve onu hiç boşamamak zorunda olduğu belirtilmektedir.
1524] et-Tefsîru’l-Hadîs, 10/10
1525] 85/Bürûc, 10
- 356 -
KUR’AN KAVRAMLARI
tecâvüzdür. Bunun cezâsı ölüm olsa da böyle dayanılmaz biçimde bir öldürme olmamalıdır. Bu, Allah’ın rahmetine de Peygamber’in merhamet ve şefkatine de aykırıdır. Allah, ğafûrdur, rahîmdir.
Hz. Peygamber’in, işlediği zinâ suçunu itiraf edip kendisine had uygulamasını isteyen Mâiz’e, recmi uygulamak istememesi, Mâiz’in dört kez ısrârından sonra uygulatması; kezâ işlediği zinâ suçu yüzünden recmedilmesini isteyen kadını üç kez geri göndermesi, en nihâyet iki-üç yıl sonra kadının ısrârı üzerine uygulaması -eğer doğru ise- memnun olmadığı bu Arap cezâsını uygulamak istemediğini gösterir. Bundan dolayıdır ki Kur’an zinânın cezâsını açıkça belirleyerek eski recm uygulamasını kaldırmıştır.
Özetle: Recm Kur’an hükmü değildir, eski Arap toplumunun yahûdilikten sızma bir geleneğidir. Kur’an’da üç türlü cinsel ilişkiden söz edilmiştir: Kadınlar arası cinsel ilişki (eşcinsellik: sihâka), erkekler arası cinsel ilişki (eşcinsellik: livâta) ve erkek-kadın arası cinsel ilişki (zinâ). Kur’an, bunlara ayrı ayrı cezâ belirlemiştir. Bu cezâların hepsi de caydırıcılık ve ıslah amacına yöneliktir:
1) Nisâ, 15. âyette eşcinsellik yapan kadınlara, caydırıcı olmak üzere, ölünceye ya da Allah onlar yararına bir yol gösterinceye (yani bu gereksinimlerini doyurmak için önlerine evlenme yolunu çıkarıncaya) dek evlerde hapis cezâsı getirilmiştir. Kadınlar arası eşcinselliğin cezâsı, evlerde göz hapsidir. Böylece onların bu işi yapmaları ve bunun toplum içinde yayılması önlenmiş olur. Şâyet kadın evlenirse bu ihtiyacı karşılanacağı için artık böyle bir şey yapmaz.
2) Nisâ, 16. âyette eşcinsellik (livâta) yapan erkeklere eziyet cezâsı getirilmiştir ki, bunu izah ettik. Bu âyette belirtilen iki kişi, birbiriyle ilişkiye giren iki erkektir, cezâsı da eziyettir.
3) Nûr, 2. âyette de cinsel ilişkiye giren kadın ve erkeğin cezâsı belirlenmiştir. İşte kadın ve erkek arası cinsel ilişkinin adı zinâdır. Ve zinâ eden erkek ve kadından her birine yüz sopa vurulur. Zinânın cezâsı, Nûr, 2. âyette belirlenmiştir. Nisâ, 15-16. âyetler zinâ ile ilgili değil; cinsel içinde uygulanan eşcinsellikle ilgilidir. Âyetler arasında hiçbir çelişki ve aykırılık yoktur. Hepsi birbirini tamamlar nitelikte bulunan bu âyetler arasında nesih de söz konusu değildir.
Tâ ilk zamanlardan beri recmi kabul etmeyenler mevcuttur. Onlar görüşlerini şöyle kanıtlamaktadırlar:
1) Nisâ, 25. âyetin hükmüne göre, evli câriyenin zinâ cezâsı, hür kadınlarının cezâsının yarısıdır. Dört mezhebin ittifakına göre evli câriyenin zinâ cezâsı hür kadınların zinâ cezâsının yarısı olan 50 sopadır. Câriyenin cezâsı, Nûr Sûresinin 2. âyetine göre takdir edilmiştir. Eğer bu âyetin hükmü, recm ile neshedilmiş olsaydı, o zaman câriyenin cezâsının miktarı belli olmazdı. Çünkü yüz değneğin yarısı vardır, ama recmin yarısı yoktur.
2) Allah Kur’an’da çeşitli günahlar bildirmiş, fakat hiçbirinin hükmünü, zinânın hükmü kadar geniş açıklamamıştır. “zinâya yaklaşmayınız!”1526 demiş, zinâ edeni Cehennemle uyarmış;1527 başkasını zinâ ile suçlayıp sözlerini dört tanıkla
1526] 17/İsrâ, 32
1527] 25/Furkan, 68
FUHUŞ / ZİNÂ
- 357 -
ispat edemeyenlerin dövülmesini ve şâhitliklerinin kabul edilmemesini;1528 zinâ eden erkeğin, ancak zinâ eden veya puta tapan bir kadınla evleneceğini, öyle kadınlarla evlenmenin mü’minlere yasaklandığını;1529 zinâ suçunun ancak dört şâhitle saptanabileceğini1530 buyurmuştur. Şimdi Allah’ın, bu kadar önemle hükümlerini açıkladığı zinânın, en önemli hükmünü bildirmemesi, kuşkulu bırakması olanaksızdır. Çünkü bu, ihmal edilecek bir husus değildir.
3) “Zinâ eden kadın ve zinâ eden erkeğin her birine yüz değnek vurun!”1531 âyetinin hükmü geneldir. Bekâr-evli, herkesi kapsar. Bu genel hükmün haber-i vâhid (kişi haberi) ile özelleştirilmesi, bunun yalnız bekârlara özgü kılınması câiz değildir.1532
4) Hâricîlere göre de recm asla yoktur. Çünkü Allah’ın Kitabında mevcut değildir.1533
Esâsen ikinci âyette “Mü’minlerden bir grup da onlara yapılan azâba şâhit olsun!”1534 ifâdesi de zinâ cezâsının recm ile öldürme değil; döverek işkence olduğunu gösterir. Ayrıca 8. âyette lian durumunda kocası tarafından zinâ ile suçlanan kadının dört kez yemin ile inkâr edip beşince kez de kocasının yalan söylediğini vurgulamasının, kendisinden azâbı savacağı bildirilmektedir. Bu âyetten, evli kadının zinâ cezâsının, ikinci âyette anılan azâb olduğu anlaşılır. Eğer evli kadının zinâ cezâsı recm olsaydı, kadının inkârının kendisinden azâbı değil, taşlayıp öldürmeyi savacağı ifâde edilirdi.
“Ey Peygamber kadınları! Sizden kim fâhişe (açık bir edepsizlik) yaparsa onun için azâb iki kat yapılır. Bu Allah’a göre kolaydır.”1535 âyeti de evli kadının zinâ cezâsının sadece azâb (işkence) olduğunu kanıtlar.
Zira bu âyette Peygamber’in hanımlarına hitâben, onlardan herhangi biri, bir fâhişe yaptığı takdirde ona iki kat azâb edileceği vurgulanmaktadır. Yukarıdan beri iniş sırasına koyduğumuz âyetlerde, buraya kadar fuhşa (zinâya) bir cezâ belirlenmemişti. Burada artık zinâya bir cezâ belirleneceğine işaret edilmektedir. Çünkü şâyet Peygamber hanımlarından biri fuhuş yaparsa, ona öteki kadınlara yapılacak azâbın (işkencenin) iki katı azâb edileceği belirtilmektedir. Demek ki fuhuş yapana azâb edilecektir. Bu âyet, Peygamber hanımlarının şahsında yönetici durumunda bulunan, topluma örnek oluşturan insanların âilelerinin davranışlarına dikkat etmeleri gerektiği konusunda insanları uyarmaktadır. Çünkü onlardan çıkacak yanlış bir davranış, ahlâksızlığın yayılmasına, toplumun bozulmasına neden olur. Onun için Peygamber hanımları, davranışlarına son derece dikkat etmeleri husûsunda uyarılmaktadırlar. Bu, hâşâ onlardan herhangi birinin fuhşa eğilim duyduğu anlamına gelmez. Sadece onların, saygınlığını korumalarına dikkat etmelerinin önemini belirtir.
1528] 24/Nûr, 4
1529] 24/Nûr, 3
1530] 24/Nûr, 4, 6; 4/Nisâ, 15; son âyete göre tüm fuhuş eylemleri ancak dört şâhitle tespit edilir. Aksi takdirde kimse fuhuşla suçlanamaz ve suçlamalarını dört tanıkla ispat edemeyenler cezâlandırılırlar.
1531] 24/Nûr, 2
1532] Mefâtihu’l-Gayb, 23/134
1533] et-Teshîl li Ulûmi’t-Tenzîl, 3/58
1534] 24/Nûr, 2
1535] 33/Ahzâb, 30
- 358 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Ayrıca bu âyet, daha sonra inecek olan Nûr sûresinde anlatılacağı üzere, zinânın cezâsının sadece celde olduğunu kesin biçimde kanıtlar. Çünkü burada Peygamber hanımlarından biri, zinâ ettiği takdirde ona, iki kat azâb edileceği belirtilmektedir. Demek ki evli kadının zinâ cezâsı recm değil; azâbdır (işkencedir). Çünkü recm, sadece işkence değil; fecî biçimde öldürmedir. Eğer evli kadının zinâ cezâsı recm olsaydı, âyette uyarılan kadınlara, azâb edileceği değil; recmen öldürülecekleri ihtar edilirdi. Ve eğer evli kadının zinâ cezâsı söylendiği gibi recm olsa idi, öldürme olan recmin iki katı olmazdı. Demek ki evli-bekâr, zinâ suçunu işleyen herkese işkence cezâsı uygulanır. Burada sadece işaret edilen bu azâb cezâsı, daha sonra inecek olan Nûr sûresinde belirtilecektir.
“İçinizden iman etmiş hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, elleriniz altında bulunan iman etmiş genç kızlarınız (olan câriyeleriniz)den alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi bilir. Hepiniz birbirinizdensiniz (hepiniz Âdem soyundansınız, insanlık bakımından aranızda bir fark yoktur). Öyle ise iffetli yaşamaları, zinâ etmemeleri ve gizli dost da tutmamaları şartıyla, sahiplerinin izniyle onlarla evlenin, ücretlerini (mehirlerini) de güzelce verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınlara yapılan işkencenin yarısı uygulanır. Bu (câriye ile evlenme), içinizden sıkıntıya düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin için daha iyidir. Allah bağışlayan, merhamet edendir.”1536
Bu âyette de evlendiği halde zinâ eden câriyeye, diğer evli kadınların cezâsının yarısının uygulanması emredilmektedir. Eğer evli kadının zinâ cezâsı yüz sopa ise yarısı elli sopa eder. Ama evli kadının cezâsı recm ise recmin yarısı yoktur. Bütün bu kanıtlar, Kur’an’ın recmi kaldırdığını ve evli-bekâr, zinâ eden herkese sadece yüz sopa cezâsını getirdiğini ortaya koymaktadır.
Demek ki zinânın cezâsı, bekâr-evli herkes için yüz sopadır. Yüce Allah mü’minlere, suçlulara acımadan bu cezâyı uygulamalarını emretmiştir: “Eğer Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsanız, Allah’ın bu cezâsını uygulama konusunda acıma duygusuna kapılmayınız.”1537 buyruğu, haddi uygulama husûsundadır. Yani acımadan bu haddin uygulanmasını emretmektedir. Fakat bu emir, suçluları merhametsizce dövme anlamına gelmez. Vurmanın gayr-ı müberrih olması (yani şiddetli, sakatlayıcı olmaması) gerekir. Hz. Ömer’in oğlu, zinâ eden câriyesinin ayaklarına vurmuş, oğlu Abdullah kendisine: “Allah ‘Allah’ın cezâsını uygulamada onlara acıma duygusu sizi yakalamasın’1538 dediği halde nasıl böyle yapıyorsun?” deyince: “Oğlum, Allah bana onu öldürmemi veya değneği başına vurmamı emretmedi” diye cevap vermiştir.1539
Zânîlerin halk huzurunda dövülmelerinin hikmeti de insanlara ibret olmak ve bu işe eğilim duyanları korkutup caydırmak içindir. Çünkü dövülmek nefse ağır gelir. Halkın huzurunda dövülmek ise insanı son derece mahcup duruma düşüreceği için çok daha ağırdır.
Zinâya ve genel olarak fuhşa had uygulanabilmesi için eylemin dört tanıkla görülerek tespit edilmesi gerekir. Bu husus da Nisâ Sûresinin 15. âyeti ile Nûr Sûresinin dört ve altıncı âyetlerinde belirtilmiştir.
1536] 4/Nisâ, 25
1537] 24/Nûr, 2
1538] 24/Nûr, 2
1539] İbn Kesir, Tefsir III/263
FUHUŞ / ZİNÂ
- 359 -
Hiç kuşkusuz bu had cezâları kendi isteğiyle fuhuş yapanlar hakkındadır. Fakat istemeden, zorla zinâ etmek durumunda kalanlara bir günah ve cezâ yoktur. Çünkü Yüce Allah, zor karşısında inkâr edenin gazaba uğramayacağını yani günahkâr olmayacağını bildirmiştir.1540 Hz. Peygamber de Allah’ın, hatâ, unutma ve zor karşısında yapılan işleri affettiğini belirtmiştir.1541
Nisâ Sûresinin 2. âyeti zinâ hakkındadır. Dediğimiz gibi Nisâ 15-16. âyetlerde de cinslerin kendi aralarında yapılan eşcinselliğin cezâsı belirtilmiştir.
Kur’ân-ı Kerim’de herhangi bir hayvanla cinsel ilişkide bulunanlar hakkında bir hüküm belirtilmemekle beraber, bunun, Allah’ın doğal yasasına aykırı olduğu ve doğaya aykırı işler yapanların da kınandığı1542 kesindir. Ancak bunlara uygulanacak cezâ hakkında çeşitli görüşler vardır: Ebû Hanife, Mâlik, Süfyân-ı Sevrî ve İmam Ahmed’e göre bu kimseye had vurulmaz, bunun ta’zîrî (hakaret ile veya bir-iki tokat vurularak caydırılması) gerekir. Şâfiî’nin bir kavline göre bu adama zinâ cezâsı uygulanır.1543
Zinâ cezâsının, evli-bekâr herkese sadece dövme cezâsı olduğuna dâir bundan ayrı olarak iki kesin kanıt daha vardır. Biri, Ahzâb Sûresinin 30’uncu âyeti, diğeri de evlendiği halde zinâ eden câriyenin cezâsını belirleyen Nisâ 25’inci âyetin son kısmıdır.
Bütün bunlar, âyetlerin hepsinin hükmünün geçerli olduğunu kanıtlar. Recm, Tevrât’ın bir hükmüdür.1544 Kanımıza göre Tevrât’ın hükmü, Arabistan’ın güneyinde ve Medine’de Araplarla iç içe yaşayan yahûdilerden Araplara geçip, bir gelenek halini almış ve Kur’an’ın bu hükümleri ininceye kadar bazı yerlerde uygulanmıştır. Herhalde Peygmaberimiz’in recmi uyguladığı hakkındaki rivâyetler -şâyet doğru/sahih ise-, işte Kur’ân’ın bu konudaki hükmünü bildiren âyetlerden önce olmuştur. Fakat A’râf sûresinin 157. âyetinde belirtildiği üzere eski yasalarda insanların üstüne binen, onların ellerini kollarını bağlayan birçok zincirleri, ağır hükümleri kaldıran bir elçi olarak nitelendirilen Hz. Muhammed’e (s.a.s.) indirilen Kur’an vâsıtasıyla Tevrat’taki ağır recm cezâsı yüz sopaya çevrilmiştir. Nitekim Tevrat’ta insanların dinde aşırı davranışları yüzünden yasaklanan birçok hayvan eti üzerindeki yasakları da Kur’an hafifleterek dört çeşide indirmiş, yemek isteyen kimse için bunların dışında bir yasak olmadığını, ikisi Mekke’de ve ikisi de Medine’de, hele sonuncusu Peygmaber’in son dönemlerinde inmiş olan dört âyette vurgulanmıştır.1545
Nisâ 16. âyette eziyet edilmesi gereken iki kişinin, birbiriyle cinsel ilişkiye giren iki erkek yahut zinâ eden erkek ve kadın olduğu hakkında görüşler vardır. İkrime, Atâ, Hasan-ı Basrî ve Abdullah İbn Kesîr’e göre bu âyet, zinâ eden erkek ve kadını; Mücâhid’e göre de livâta eden iki erkeği kasdetmektedir.1546
Kur’ân-ı Kerim’de neshi kabul etmeyen Ebû Müslim İsfahânî’ye göre
1540] 16/Nahl, 106
1541] İbn Mâce, Talâk 16
1542] 30/Rûm, 30; 4/Nisâ, 118-119
1543] Mefâtihu’l-Gayb, 23/132-133
1544] Tesniye, 22. bab
1545] Bak: 6/En'âm, 145; 16/Nahl, 115; 2/Bakara, 173; 5/Mâide, 3
1546] M. Ali Sâbunî, Tefsîru Âyâti'l-Ahkâm, II/56
- 360 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Kadınlarınızdan fuhşa varanlar” âyeti ile sahhâka (sevici kadın)lar, “İçinizden fuhşa varan iki (er) kişi” âyeti ile de livâta eden erkekler kasdedilmiştir. Zira “ellâtî”, kadını gösteren “elletî”nin çoğuludur. “Ellezâni” ise, erkeği gösteren “ellezî”nin tesniyesi (ikili)dir. Bu yorum, en doğru yorumdur. Zira:
1. Bu sûretle hiçbir âyet neshedilmez, her âyetin hükmü geçerli olur.
2. Eğer her iki âyette de zinâ kasdedilmiş olsaydı, zinâ eden erkek ve kadının hükmü, bir âyet içinde zikredilirdi. Nitekim “Zinâ eden kadın ve zinâ eden erkeğin her birine yüz celde vurunuz” âyetinde aynı suçu işleyen erkek ve kadının hükmü birlikte belirtilmiştir. İki âyette de amaç zinâ olsaydı, burada da bunlar aynı âyet içinde anılır ve aynı şeyden söz eden âyetler tekrarlanmazdı.
3. “Fuhşa varan kadınlar” âyetinin zinâ hakkında olduğunu söyleyenler “yahut Allah onların yararına bir yol gösterinceye kadar” cümlesinde belirtilen, Allah’ın göstereceği yolu, recm (taşlayarak öldürme ve yüz değnek vurma) şeklinde açıklıyorlar. Bu, âyetin rûhuna terstir. Çünkü âyette Allah’ın, kadınların yararına bir yol göstereceği belirtiliyor. Oysa recm, sopalama ve sürgün onların yararına değil; zararınadır. Bunlar kadınlar için çok ağır cezâlardır. Bundan dolayı biz buradaki fuhşu, kadınlar arasında uygulanan seviciliğe yorarak âyeti, “Allah onların şehvetlerini nikâh ile doyurma yolunu gösterecektir” şeklinde tefsir ediyoruz. Allah’ın onlara evlenme nasip etmesi, onların lehine olan bir yoldur.1547
Buraya kadar inen âyetlerde henüz belirtilmeyen zinânın cezâsı, daha sonra inecek olan Nûr sûresinde belirtilecektir. Böylece âyetler arasında nesh diye bir şey kalmaz, hepsinin hükmü yerinde durur, uygulama alanı bulur:
1. Eşcinsellik yapan kadınlar, evde gözetim altında tutulurlar, evleninceye dek kendi başlarına serbest dolaşmalarına imkân verilmez. Evlendikleri veya uslanıp bu işten vazgeçtikleri takdirde evde sürekli gözetim altında tutulma cezâsından kurtulurlar.
2. Eşcinsellik yapan erkeklere, dil ve el ile eziyet ve hakaret edilir; bir-iki tokat vurmak sûretiyle dövülürler. Bunlara uygulanacak eziyet cezâsı konusunda âyette ve sağlam hadiste açık bir hüküm bulunmadığından, fakîhler hayli görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Bazılarına göre bu eziyet sadece dil ile azarlama ve kınamadır. Bir kısmına göre de hem dil, hem de el ile eziyet edilir. İbn Abbas’a göre: “Erkek fuhuş yapınca kınanır, ayakkabı ile dövülür.” Mücâhid’e göre dil ile, söverek eziyet edilir.1548 Taberî’ye göre Yüce Allah, bu âyette eziyetin türünü belirtmemiştir. Hz. Peygamber’den (s.a.s.) de şöyle veya böyle yapıldığına dair bir şey nakledilmemiştir. Bunun için bu eziyet ya dil yahut el ile ya da her ikisiyle olabilir. Bunlardan hangi çeşidinin toplum için daha yararlı olduğunu bilmek de önemli değildir. Taberî’ye göre artık bu hüküm neshedilmiştir. Taberî genel kanıya uyarak âyetin hükmünün neshedildiğini söylüyor, ama bu, delilsiz bir savdan ibârettir.
Livâta edenlerin mel’un olduklarına dâir hadisler vardır: “Lût kavminin yaptığını yapan kimseleri görürseniz, fâili de mef’ûlü de öldürünüz”1549 anlamındaki hadisler
1547] Mefâtihu'l-Gayb, 3/245-246
1548] Mücâhid, tefsir, 149, tahkik: Abdurrahmân et-Tâhir, Davha, Katar
1549] Tirmizî, Hudûd 24
FUHUŞ / ZİNÂ
- 361 -
ise sağlam değildir. Tirmizî, bu hadisin senedine güvenilemeyeceğini belirtmiş, Nesâî de bu hadisi münker görmüştür. İbn Mâce de bu hadisi Ebû Hüreyre’den rivâyet etmiş ise de senedi birinciden de zayıftır. İbn Hacer, Ebû Hüreyre hadisinin sahih olmadığını söylemiştir. Hadisin başka bir varyantında: “Üsttekini de, alttakini de recmedin” denmektedir ki bu da sahih değildir. Beyhakî’nin: “Erkek, erkeğe varırsa ikisi de zinâ edendir. Kadın, kadına varırsa ikisi de zinâ edendir” rivâyetinin senedinde, Ebû Hâtim’in yalancılıkla suçladığı Muhammed İbn Abdirrahmân vardır. İbnu’t-Tullâ’, Ahkâm’ında: “Peygamber’in (s.a.s.) livâta yapanı recmettiği veya onun hakkında bir hüküm verdiği sübût bulmamıştır” demiştir. Tirmizî şöyle diyor: “İlim adamları, livâta yapanın cezâsı konusunda ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre evli olsun, bekâr olsun livâta yapan kimse recmedilir. Mâlik, Şâfiî, Ahmed ibn Hanbel ve İshak ibn Râhveyh bu görüştedirler. Tâbiîlerden bazı fakîhlere göre de livâtanın cezâsı, zinâ cezâsının aynıdır. Hasan-ı Basrî, İbrâhim Nehâî, Atâ ibn Ebî Rabâh da bu görüştedirler.1550
Ebû Hanîfe’ye göre, hakkında bir hüküm bulunmadığı için livâtaya cezâ gerekmez. Şâfiî’ye göre Lût şerîatında haram olan bu işi yapanlar recmedilirdi. “Onlar, Allah’ın, doğru yola ilettiği kimselerdir, onların yoluna uy”1551âyeti uyarınca bizden öncekilerin şeraitindeki hükümler bizim şeriatimizde neshedilmedikçe bizim için de geçerlidir. Livâta yapanları Cenâb-ı Hak kınadığına göre demek ki buna uygulanan cezâ, şeriatimizce neshedilmemiştir. Şâfiî’nin bu görüşü açık bir delilden yoksundur. Önce recm, Kur’an’ın hükmü değil; Tevrat’ın hükmüdür. Kur’an zinâ konusunda açık hüküm getirdiğine göre demek demek ki Tevrat’ın recm hükmünü neshetmiştir. Öyle ise livâtanın cezâsı, zinânın cezâsı olan recmdir demek doğru değildir. Çünkü zinânın cezâsı recm değil; yüz sopadır.
Ayrıca Lût şeriatinde livâta yapanların recmedildiğine dair bir delil de yoktur. Olsa bile Cenâb-ı Hak Kur’an’da ne zinâ, ne de livâta hakkında recm cezâsı emretmemiştir. Ebû Hanife’nin görüşü daha isâbetlidir. Şeriat livâtaya bir cezâ koymamıştır. Fâili tevbe etmezse Allah’ın cezâsına mâruz kalacaktır. Kur’ân-ı Kerim’de bütün günahlara cezâ konmuş değildir. Şarap içmek, gıybet etmek, oruç tutmamak, da haramdır, ama Kur’an’da şarap içene, dedikodu yapana, oruç bozana bir cezâ bir cezâ konmamıştır. Bunların cezâsını bizzat Yüce Allah, âhirette verecektir.
Bu konudaki görüşleri toplayan Şevkânî şöyle diyor: “İlim sahipleri, mütevâtir hadislere dayanarak livâtanın haram ve büyük günahlardan; yapanların da mel’un olduğu kanısına vardıktan sonra cezâsı konusunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Bir grup sahîbî, evli olsun, bekâr olsun livâta yapanın da yapılanın da öldürüleceği kanısındadır. Şâfiî, Nâsır, Kasım ibn İbrâhim de bu görüşü benimsemişlerdir, görüşlerine de livâtacının recmedileceği hakkındaki münker hadisi delil getirmişlerdir. Bu görüş sahipleri, öldürmenin nasıllığı hakkında da görüş ayrılığı içindedirler. Hz. Ali’den, livâtacının kılıçla öldürülüp sonra yakılacağı rivâyet edilmiştir. Hz. Ömer ve Osman’a göre livâtacı, duvarın altına konulup üstüne duvar yıkılarak öldürülür. İbn Abbas’a göre kentin en yüksek binasından baş aşağı atılarak öldürülür. Kimine göre de recmedilir.”
Daha sonra Şevkânî şöyle diyor: “Muhakkak ki bu rezâleti işleyen kimse,
1550] Tirmizî, Sünen, 4/58, Mısır baskısı
1551] 6/En'âm, 90
- 362 -
KUR’AN KAVRAMLARI
âleme ibret bir cezâ verilir. Azgınların şehvetini kıracak biçimde işkence edilir. Ebû Hanîfe’ye ve Şâfiî’den gelen başka bir kavle, Murtaza ve Müeyyidbillâh’a göre livâtacı yalnız ta’zir edilir. Livâtacı hakkındaki deliller özellik, zinâ hakkındaki deliller ise genellik arz ettiği için bu konuda büyük görüş ayrılıkları vardır...”1552
İbnu’t-Tullâ’ın da belirttiği gibi, livâta yapanın öldürüleceği veya recmedileceği hakkındaki hadislerin hiçbirisi sahih değildir. Zâten sahih olsaydı, sahâbîlerden cezâ konusunda bu kadar görüş ayrılığı nakledilmezdi. Bu görüş ayrılıkları, Hz. Peygamber’den sonra sahâbîlerin, onlardan sonra da tâbiîlerin, konu hakkında kendi düşüncelerini belirttiklerinden, kimi livâtacının öldürüleceğini, kimi yüksek binâdan aşağı atılarak, kimi üstüne duvar yıkılarak öldürüleceğini, kimi öldürülmeyip sadece ta’zir edileceğini söylemiştir ki, zâten Kur’an’ın bu konuda belirlediği cezâ da tâzir cezâsıdır. Onun için Ebû Hanife, bir kavle göre Şâfiî de livâtacının sadece ta’zir edileceğini söylemiştir. Muhammed Reşid Rızâ da bu görüştedir.
Hanefîlere göre ta’zir, dövmek, böylelerini en kötü, pis bir yerde ölünceye ya da tevbe edinceye dek hapsetmek sûretiyle olur. Ebû Müslim el-Horasânî; “İçinizden iki erkek fuhşa varırsa...” âyetinde, livâtacı fâil ve mef’ûlün kasdedildiğini söyler. Biz o âyetin tefsirinde, üstad İmam (Muhammed Abduh’un da Ebû Müslim’in görüşünde olduğunu söylemiştir. Bu görüş, şöyle diyenlerin sözüne uygundur: Livâtanın cezâsı da ta’zirdir, ama bu, eziyet olan herhangi bir tarzda yapılabilir. Sadece bu sözle (hakaret ederek), fiilen (döverek) yapılabileceği gibi, işkencesiz de yapılabilir.1553
Bu görüş ayrılıkları, livâta cezâsı hakkında âyette belirtilen eziyet cezâsından ayrı bir cezânın olmadığını kanıtlar. Zira recm Kur’an hükmü değildir. Dediğimiz gibi, eğer bazı hadislerde belirtildiği üzere Peygamber (s.a.s.) gerçekten recmi uygulamışsa, bu, mutlaka zinâ cezâsını belirleyen âyetin inmesinden önce olmuş ve zinâ cezâsını belirleyen âyet, aslında Tevrat’ın hükmü olan recmi hafifleterek yüz sopaya çevirmiştir.
“Câriyeler evlendikleri halde zinâ ederlerse onlara, hür kadınlara yapılanın yarısı kadar işkence ediniz!”1554 âyeti, zinâ eden evli câriyelere, hür kadınlara yapılan işkencenin yarısı kadar işkence edilmesini bildirmektedir. Bunun da zinâ cezâsının sadece işkence olduğu anlaşılır. Çünkü bu cezâ, burada olduğu gibi 33/Ahzâb 30 ve 24/Nûr 8. âyetlerde hep azâb olarak anılmaktadır. Azâb ise işkencedir, recm değildir. Çünkü recm, azâptan öte bir şeydir. Fecî bir şekilde öldürmedir. Zâten Kur’an, böyle taşlayarak öldürme anlamında recmi birkaç yerde anmaktadır.1555
Câriyenin Zinâ Cezâsı
Câriyeye evli kadının yarısı kadar zinâ cezâsı verilmesi, onun nâmusunu koruma konusunda hür kadına göre güçsüzlüğünden ötürüdür. Hür kadın, toplumdaki mevkii gereği kendisini daha kolay koruyabilir. Ama özgürlüğü elinde olmayan câriye, her zaman kendisini koruyamaz. Yüce Allah, zayıflara acıdığından onun cezâsını yarıya indirmiştir. Bu âyete göre evlenen câriye zinâ ederse ona,
1552] Neylü'l-Evtâr, 17/116-118
1553] Tefsîru'l-Kur'âni'l-Hakîm, 8/518-519
1554] 4/Nisâ, 25
1555] Bak. 19/Meryem, 46; 36/Yâsin, 18; 26/Şuarâ, 116; 11/Hûd, 91; 44/Duhân, 20; 18/Kehf, 20
FUHUŞ / ZİNÂ
- 363 -
hür kadının cezâsının yarısı olan elli sopa vurulur. Fakat evli olmayan câriye zinâ ettiği zaman onun hakkında bir cezâ belirtilmemiştir. Bu hususta da müfessirler görüş ayrılığına düşmüşlerdir:
1. Bazılarına göre evli olmayan câriye zinâ ederse onun belli bir cezâsı yoktur. Yalnız eğitip uslandırmak için dövülür.
2. Bazılarına göre evli-bekâr zinâ eden her câriyenin cezâsı elli sopadır.
3. Bazılarına göre de Kitap ve Sünnetin genel hükmü göz önünde bulundurularak bekâr câriyeye yüz sopa, evli câriyeye ise açık hüküm belirtildiğinden elli sopa vurulur.
En isâbetli görüş İbn Abbas’a dayanan ikinci görüştür. Üçüncüsü ise Kur’an’a ters, hatta saçma bir düşüncedir. Doğrusu odur ki bekâr câriye için belli bir zinâ cezâsı konulmamıştır. Ancak o, eğitilmek amacı ile dövülebilir. Tabii öldürecek biçimde değil; eğitecek biçimde dövülür. Tabii şimdi ne câriye vardır, ne de dövme bir eğitim yöntemidir. Bugün eğer câriye olsaydı, onu eğitmek için dövme yerine, güzel öğüt verme, bilinçlendirme yöntemiyle eğitme yoluna gidilirdi. Çünkü ne Kur’an, ne de Peygamberimiz bu konuda bir cezâ belirtmiştir. Hz. Ali şöyle diyor: “Hz. Peygamber bana, zinâ eden bir câriyeyi dövmemi emretti. Baktım ki câriye henüz yeni ergenliğe ermiş, dövsem ölecek. Dövmedim, durumu Allah’ın Elçisine arzettim: “İyi etmişsin, bırak büyüsün” dedi.1556
Nisâ 15 ve Nûr 4. âyetlerin açık ifâdesine göre fuhuş ve zinâ yapanların cezâlandırılabilmesi için dört tanık tarafından suçu işlerken açıkça görülmeleri gerekir. Fuhuş ve zinâ suçunun tahmin veya akıl yürütme ile değil; bizzat görülerek saptanması gerekir. Çünkü bu suç, bir âilenin şerefinin mahvolmasına yapanlardan özellikle kadının toplumda töhmet altında kalmasına, hor görülmesine hatta âilenin yıkılmasına neden olabilecek ağır bir suçtur. Böyle insanların istikballerini söndürecek, âileleri yıkacak bir iddiânın yalnız tahmine veya bir kişinin tanıklığına dayanması doğru değildir. Çünkü tek insan, görüşünde yanılabilir, hislerine kapılıp gerçeği yanlış anlatabilir. Ancak dört şâhid tarafından görüldüğü zaman fuhuş ve zinâ yapanlara, belirlenen cezâ uygulanır ki, bu eylemin dört şâhid tarafından görülmesi çok güçtür. Meğerki şahsın kendisi itiraf etsin yahut suçlayan kimse, önceden tedbir alıp olayı şâhidlerle tespit eylesin.
Ancak, Nûr sûresinde açıklandığı üzere, karısını zinâ ile suçlayıp dört şâhid bulamayan kimse, hâkimin kararıyla karısından boşanır. Fakat kadın, suçunu itiraf etmedikçe kendisine zinâ cezâsı uygulanmaz. 65/Talâk sûresi, 1. âyette, boşanan kadınlar, fuhuş yapmaları dışında, bekleme süreleri içinde kocalarının evlerinden çıkarılmamaları; iddetlerini kendi evleri sayılan koca evinde doldurmaları emredilmekte, böylece boşanan kadınların birden sokağa atılıp perişan duruma düşürülmeleri önlenmektedir. Tabii kadın isterse kendisi çıkıp gidebilir.
Bizim nesh hakkındaki izahlarımızı anlamak istemeyen bir adam, “Had âyeti, Nûr Sûresinin ikinci âyetidir; Recm âyeti ise tilâveti mensuh ve hükmü kıyâmete kadar mer’iyyette (yürürlükte) kalan bir âyettir” diyor.
Tutarsız, delilsiz bir iddiâ. Çünkü Kur’ân-ı Kerim, tek kişi haberiyle ne sâbit olur, ne de nesh edilir. Reşid Rızâ’ının da dediği gibi, Kur’ân-ı Kerim’i ancak
1556] Müslim, Hudûd 34; İbn Kesîr, Tefsî I/475-478
- 364 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ondan daha iyisi veya dengi neshedebilir. Kur’an’ın dengi sadece Kur’an’dır. Hadislere gelince; bunlar mütevâtir olsa bile Kur’an’ın dengi olamaz. Çünkü Kur’an’ın lafzı da, mânâsı da Allah’ın emriyle meleğin vahyidir. Oysa hadisler Peygamber’in sözüdür. Lafzî tevâtüre sahip hadisler çok azdır. Mânevî tevâtür bulunan hadisler de çok değildir. Ötekiler, şahısların duydukları sözleri, kendi anlayış ve ifâdeleriyle aktarımıdır. Süyfyân-ı Sevrî, duyduğu sözleri ancak anlam olarak aktardığını söylemiştir. Şimdi bu tür rivâyetler nasıl âyetlerin dengi olur ve âyetleri nesheder?
Kaldı ki recm âyeti diye rivâyet edilen sözler, kişi haberinden ibârettir. Muhammed İzzet Derveze, bu konuda şöyle diyor: “Önce bu sözün, âyet olup sonra lafzının kaldırıldığı, hükmünün bâkî kaldığı şeklinde rivâyetin hiçbir hikmeti anlaşılamaz. Özellikle recm gibi çok ağır bir cezâda lafzın kaldırılmış olmasının anlamı yoktur.
İkinci olarak; Recm âyeti olarak rivâyet edilen sözün metni değişik biçimlerde aktarılmaktadır. Sonra cezânın sadece yaşlı kadın ve erkeğe (çünkü rivâyette “şeyh” ve “şeyha” kelimeleri geçiyor ki, bunlar yaşlı erkek ve yaşlı kadın demektir) tahsis edilmesi tuhaftır.1557
Üçüncü olarak; Önerisiyle Kur’an’ı toplatıp yazdırmış olan Ömer (r.a.), eğer rivâyette söylendiği biçimde sözün âyet olduğu kanısında olsaydı, kimseyi dinlemez, onu Mushaf’a yazdırırdı. Özellikle on yıllık halifeliği sırasında onu kim bundan engelleyebilirdi? Ebû Ya’lâ’nın rivâyetine göre “Bir adam, Peygamber’e (s.a.s.) gelip: ‘Yâ Rasûlallah, bana recm âyetini yaz!’ demiş. Peygamber (s.a.s.): “Şimdi bunu yapamam’ demiş veya benzeri bir söz söylemiş.” Rivâyette, Peygamber bu sözü söylerken Ömer de orada imiş. Şimdi Ömer, Peygamber’in yazdırmadığı bir söze, nasıl âyet der ve onu yazdırmayı düşünür? Bu konuda Ömer’den rivâyet edilen sözler gerçekten kuşkuludur.
Bu recm âyetini(!) nesheden, rivâyete göre bir keçidir. “Keçi, Hz. Âişe’nin evinde bulunan ‘recm âyeti’ni yedi, böylece nesh oldu.”1558
Dördüncü olarak; Nisâ Sûresinin 25. âyeti, zinâ eden evli câriyenin haddini, hür kadının haddinin yarısı olarak belirlemektedir. Kur’an’da hür kadın için Nûr Sûresinde belirtilen yüz değnekten başka had olmadığından cumhur, câriyenin cezâsının elli değnek olduğuna hükmetmiştir. Eğer evli kadının zinâ cezâsı recm olsaydı, bunun yarıya bölünmesi mümkün değildi. Öyle ise Kur’an’ın zinâya koyduğu cezâ, hürler için yüz, câriyeler için elli sopadır.”1559
Peygamber’in recmettiğine dâir rivâyetler ise, Kur’an’ın bu kesin emirlerinden önce, Peygamber tarafından uygulanan cezâyı gösterebilir. Esâsen recm, Tevrat’ın emridir. Hz. Peygamber, kendisine vahiy gelmeyen konularda Kitap ehlinin uygulamalarına uyardı. Kur’an’ın bu konuda özel emirleri gelmezden önce Peygamber de Kitap ehlinin uyguladığı recm cezâsını uygulamış olabilir. Ama yaratıklarına çok merhamet eden Yüce Allah, Kur’an’da o ağır cezâyı hafifleterek
1557] Oysa, gence göre daha âciz durumdaki yaşlıların cezâlarının daha hafif olması gerekir. Bunlar için daha hafif bir cezâ caydırıcı olur. Daha az dayanıklı olan yaşlılara daha ağır cezâ vermek, genel şeriat kuralına aykırıdır. Oysa şeriat, oruç tutamayacak durumdaki yaşlıları, fidye karşılığında oruçtan muâf tutmaktadır.
1558] İbn Mâce, Nikâh 36, hadis no: 1944; Ahmed bin Hanbel, 5/131, 132, 183; 6/269
1559] İzzet Derveze, et-Tefsîru’l-Hadîs, 10/8-10
FUHUŞ / ZİNÂ
- 365 -
yüz sopaya çevirmiştir.1560
Recm Meselesi
“…Allah, pisliği/azabı, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır.”1561
“Kim söylemediğim bir sözü bana atfederse, cehennemdeki yerine hazırlansın”1562
Hadislerde geçen evli zânîler için recm cezası, İslâm tarihinin ilk dönemlerinde bilhassa Hâriciler, daha sonra da bir kısım Mu’tezile ile bazı Şi’iler tarafından kabul edilmemiş; çağdaş Müslüman yazarlardan bazıları da recmin meşru bir ceza olmadığını ileri sürerek evli-bekâr ayrımı yapılmaksızın zânîlere ceza olarak sadece yüz sopa vurulacağı görüşünü benimsemişlerdir…1563
Ehl-i Sünnet içerisinde mütalaa edilen bütün mezhepler ise, evli zaniler için recm cezasının mevcudiyetini kabul etmiş, bu cezayı inkâr edenleri şiddetle tenkit etmişlerdir…1564
Arapça “zenâ” fiilinden mastar olan zinanın sözlük ve terim anlamı birdir. Bu da; bir erkeğin kadınla bir akde veya haklı bir sebebe dayanmaksızın cinsel temasta bulunmasıdır. Zina eden erkeğe “zânî” kadına ise “zâniye” denir.1565 Zina kelimesi, türevleriyle birlikte Kur’an-ı Kerim’de dokuz yerde geçmektedir.
Hadis kaynaklarını taradığımızda, recmi kabul etmeyen hâricîleri susturmak için olsa gerek, tuhaf rivâyetler uydurulduğunu görüyoruz. Zira recm âyetinin bir keçi tarafından yendiği,1566 maymunların bile zina edeni taşladıkları1567 gibi rivâyetlerin başka izahı mümkün görünmüyor. Hiçbir şeyden habersiz bu hayvancağızları bir tarafa bırakarak konunun ayrıntılarına geçmek istiyoruz.
Birinci Bölüm: Recm İle İlgili Rivâyetler
Kur’an’da Recm Âyeti Olduğuna Dair Rivâyetler
Yaptığımız incelemeye göre, Kur’an’da recm âyeti olduğuna dair rivâyetler Hz. Ömer, Ubey b. Ka’b, Zeyd b. Sabit, Hz. Ali, Hz. Aişe, İbn Abbas ve Ebu Umame b. Sehl b. Huneyf’in teyzesi el-Acma’dan gelmiştir.1568
Hz. Ömer, Zeyd b. Sabit, İbn Abbas ve el-Acma’dan gelen rivâyetler hadis usulü kaidelerine göre sahih; Ubey b. Ka’b’dan gelen rivâyet hasen, diğer sahabe1560]
S. Ateş, Kur'an Ansiklopedisi, c. 17, s. 486-508
1561] 10/Yunus 100
1562] Buhârî, İlim 38; Müslim, Mukaddime 1; Tirmizî, İlim 8 hadis no: 2797; İbn Mâce, Mukaddime 4 (31), 5 (38)
1563] Keskin, Yusuf Ziya, Recm Cezası Ayet ve Hadis Tahlilleri, s. 13, Beyan Yayınları, 2001 İstanbul. Recm hususunda yapılmış en kapsamlı çalışma olması hasebiyle, Yusuf Ziya Keskin’in adı geçen eserine sık sık atıfta bulunulacak, ilme ve ilim adamına bir saygının gereği olarak eserde işaret edilen kaynaklara gerekmedikçe işaret edilmeyecektir.
1564] Y. Ziya Keskin, a.g.e., s. 22.
1565] Şamil İslam Ansiklopedisi, Zina maddesi.
1566] İbn Mace, Nikâh 36/1944; Ahmed bin Hanbel, 5/131, 132, 183; 6/269
1567] Buhari, 63/27
1568] Keskin, Yusuf Ziya, Recm Cezası Ayet ve Hadis Tahlilleri, s. 93, Beyan Yayınları, 2001 İstanbul.
- 366 -
KUR’AN KAVRAMLARI
lerden gelen rivâyetler ise senetlerindeki cerh edilmiş raviler sebebiyle zaiftir.1569
Biz burada mevcut bütün rivâyetleri nakletmeyeceğiz. Yalnızca rivâyetlerin problemli kısımlarına ve kendilerinde barındırdıkları kuşkulara işaret ederek bir fikir vermeye çalışacağız. Zira çalışmamızın ana eksenini Kur’an oluşturmaktadır. Bu rivâyetlerle ilgili genişçe malumat almak isteyenler, Yusuf Ziya Keskin’in Recm Cezası Âyet ve Hadis Tahlilleri adlı eserine başvurabilirler. Bu eserde mevcut bütün rivâyetler ele alınmış, senet ve metin tenkidine tabi tutulmuş ve recmin Hz. Peygamberin siyaseten uyguladığı bir had olduğu kanısına varılmıştır. Şüphesiz bu bizim kabul edebileceğimiz bir görüş değildir.
Hz. Ömer’den gelen rivâyete göre o, Medine’de irad ettiği uzunca bir hutbede, Hz. Muhammed’e indirilenler arasında recm âyetinin de olduğunu, kendilerinin bu âyeti okuyup ezberlediklerini söylemekte; bazı kimselerin, Kur’an’da bulamıyoruz diyerek recmi inkâr edeceklerini ifade etmekte, recmin Kur’an âyeti ile sabit olduğunu bildirmektedir. Ardından da “Ömer, Allah’ın kitabında olmayan bir şeyi kitaba yazdı demeleri olmasa, muhakkak ki indirildiği gibi recm âyetini kitaba yazardım” diyerek recm âyetinin şöyle olduğunu söylemektedir; “eş-Şeyhu ve’ş-şeyhetu izâ zeneyâ f’ercumûhumâ elbettete.” Yani; Yaşlı erkek ile yaşlı kadın zina ederlerse, mutlaka ikisini de recmedin… Ubey b. Ka’b’dan gelen rivâyette, Ahzab suresinin sayı itibarıyla Bakara suresine denk olduğu(?) ve içerisinde recm âyetinin bulunduğu ifade edilmektedir… Zeyd b. Sabit’ten gelen rivâyete göre, onun recm âyetini bizzat Hz. Peygamber’den işittiği ifade edilmektedir… el-Acma’dan gelen rivâyette Hz. Peygamberin recm âyetini okuttuğu bildirilmektedir… Hz. Ali’den gelen rivâyete göre Ali; “Recm Rasulullah’tan gelen bir sünnettir. Daha önce recm âyeti inmişti. Yemame savaşında recm âyetini ve başka âyetleri okuyan kimseler şehid oldu (da bu âyetler kayboldu)… Hz. Aişe’den gelen rivâyette ise recm âyetinin indiği, bir kâğıtta yazılı olduğu; ancak ev haşeresi ya da keçi(?) tarafından yendiği ifade edilmektedir…1570
Şimdi bu rivâyetler karşısında durup akl-ı selîmle derin derin düşünmek gerekiyor. Hz. Ömer’in irad ettiği iddia edilen hutbenin içeriğine baktığımızda onun yanındakilerle beraber, recm âyetini(?) okuyup ezberlediklerini görüyoruz. Demek ki Hz. Ömer’in yanında, bu âyetin gerçekten indiğine dair şahitler de bulunmaktadır. Lâkin başka bir rivâyette; Hz. Ebu Bekir zamanında Kur’ân yazılırken derleme komisyonu başkanı olan Zeyd b. Sabit’in, Hz. Ömer’in getirdiği recm âyetini, Hz. Ömer başka bir şahit bulamadığı için kabul etmediği, fakat Ebû Huzeyme’nin getirdiği Berâ’e Suresinin son iki âyetini yalnız Ebû Huzeyme’nin tanıklığını yeterli görerek kabul edip Mushafa yazdığı: “Allah’ın Elçisi, senin tanıklığını, iki kişinin tanıklığına denk tuttu”1571 dediği kaydedilmektedir. Şüphesiz bu giderilmesi mümkün görünmeyen bir çelişkidir. Ayrıca yukarıda da ifade edildiği gibi Zeyd b. Sabit bu âyeti bizzat Rasulullah’tan işittiğini ifade etmektedir. Kendisinin de işittiği bir âyeti nasıl olurda şahit yetersizliğinden Mushafa almaz? Sonra Hz. Ömer gibi bir örnek Müslümanın doğru bildiğini yapmaktan çekindiğini kaynaklar rivâyet etmemiştir. Muhakkak böyle bir âyet olsaydı bu, Kur’an’a yazılırdı. Ubey b. Ka’b’dan gelen rivâyette ise problem daha da büyük
1569] Keskin, a.g.e., s. 108.
1570] Bütün bu rivayetlerin kaynakları ve geniş değerlendirmesi için bk. Keskin, Yusuf Ziya, Recm Cezası Ayet ve Hadis Tahlilleri, s. 93–117, Beyan Yayınları, 2001 İstanbul.
1571] Buhârî, el-Hûru'l-'în; Süyûtî, el-İtkan: 1/63; Kitâbu'l-Mesâhif: 8
FUHUŞ / ZİNÂ
- 367 -
gözükmektedir. Zira bu rivâyeti kabul ettiğimiz zaman, Kur’an’ın bir kısmının kaybolduğunu kabul etmiş oluruz. Şüphesiz bu olacak iş değildir. Zira Allah Kur’an’ı koruması altına aldığını beyan etmiştir.1572 Hz. Ali ve Hz. Aişe’den gelen rivâyetleri konuşmaya bile lüzum görmüyoruz… Görüldüğü üzere bu rivâyetler, çelişkilerle dolu ve reddedilmesi gereken rivâyetlerdir. Kur’an’ın korunmuşluğuna gölge düşüren böylesi haberleri kabul etmek mi yoksa reddetmek mi İslâm’ın ruhuna daha uygundur? Bu soruyu da aziz okuyucunun takdirine havale ediyoruz.
Yukarıda kaydettiğimiz recm âyeti(?) ile ilgili rivâyetler, âlimler arasında pek çok görüşün oluşmasına sebebiyet vermiştir. Bu görüşler de daha çok “Nesh” kavramı etrafında şekillenmiştir. Âlimlerin çoğu recm âyetinin(?) “Lafzı Mensuh, Hükmü Bâki” olduğu görüşünü savunmuşlardır.
Çağdaş yazarlardan Derveze ise; Hz. Ömer’e isnad edilen recm âyeti hakkındaki rivâyetleri değerlendirerek şöyle der; “Recmin Kur’an’da tilâveten neshsedildiği fakat hükmen baki kaldığı hususuna gelince bu konuda birkaç noktaya dikkat çekmek istiyoruz. Birincisi; hüküm olarak baki kalıp da tilâveten bir Kur’ani esasın neshedilmesinin hikmetini anlamak imkânsızdır. Üstüne üstlük recm gibi hassas ve ölümle sonuçlanan bir hukuki durum olursa. İkincisi; âyetin nassı hakkında gelen rivâyet ihtilaflıdır. Ayrıca, cezaya konu olarak sadece yaşlı erkek ve yaşlı kadının zikredilmesi şaşırtıcı bir durumdur. Üçüncüsü; Hz. Ömer bir âyetin yazılması hususunda şahitliği kabul edilmeyecek kadar adil değil miydi? Eğer, Nebi (s) vefat edinceye kadar, recm âyeti lafız ve hüküm yönünden neshedilmediyse ve Hz. Ömer bundan emin idiyse bu durum karşısında sessiz kalmayacak kadar da güçlü değil miydi? Kaldı ki, Hz. Ebu Bekir’e Kur’an’ın yeniden yazılması ve düzenlenmesi teklifini veren de Hz. Ömer’dir. Kendisi bizzat bu işe önayak olmuştur…”1573
Yine tefsirinde, recmin İslâm’ın bir hükmü olduğunu savunan Mevdudi bile bu konuyla alakalı olarak; “Lafzı mensuh, ancak hükmü baki âyetler” meselesi üzerine çok düşündüğünü, fakat bunu anlayamadığını itiraf eder.1574 Ali Mansur ise söz konusu âyetin(?) Kur’an’ın belağatına uymadığını belirtir ve daha başka gerekçelere dayanarak bu âyetin mevcudiyetini reddeder.1575
Hz. Ömer’in ifadesiyle; “inen, okunan, ezberlenen ve tatbik edilen” bir âyetin lafzının neshedilip hükmünün baki kalması anlaşılır gibi değildir. Çünkü lafzı mensuh olan bir âyetin hükmü de mensuh olmalı, hükmü yürürlükte olan bir âyetin lafzı da mevcut olmalıdır. Nitekim bazı Mu’tezililer, bir âyetin hükmü ile tilâvetinin ayrılmaz bir bütün olduğunu; tilâveti neshedilmiş ise, hükmünün de neshedilmiş olması gerektiğini ileri sürmüşlerdir.1576 Ayrıca Âlimler, Kur’an da olduğu söylenen bir şeyin sübutu için mütevatir olarak aktarılması gerektiğini söylemişlerdir.1577 Bu rivâyetlerin ahad oldukları da ortadadır…
1572] Hicr 9
1573] İzzet Derveze, et-Tefsiru’l-Hadis, Ekin Yayınları, 6/309.
1574] Mevdudî, Meseleler, III, 30.
1575] Ali Mansur, Nizamu’t-tecrim, s. 179
1576] İbn. Hacer, Feth, XII, 571
1577] Bk., Taftazani, Sadeddin Mes’ud b. Ömer, Kitabü't-telvih ve't-tavdih, I-II, İstanbul, 1310; I, 49; Amidi, Ali b. Ebu Ali, el-İhkam fi usuli'l-ahkam, I-II, Kahire, 1967; I, 147, 148; Suyuti, Celaluddin Abdurrahman, el-İtkan fi ulumi'l- Kur'an, I-II, thk. Mustafa Dib el-Buğa, Bey-
368 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Nisâ Sûresi 15-16. Âyetler ve “Sebîl” Hadisi
Sebil hadisi diye isimlendirilen bir rivâyette Rasulullah’ın, Allah’ın zina eden kadınlar için bir yol gösterdiğini; bunun da evliler için yüz celde ile birlikte recm, bekârlar için ise yüz celde ile birlikte bir yıl sürgün olduğunu ifade ettiği bildirilmektedir. “Sebil-Yol” hadisi, Nisa suresi 15. âyetle alakalı olarak rivâyet edilmektedir. Öncelikle Nisa suresinin ilgili âyetlerinin mealleri verilecek, ardından rivâyetlerle birlikte derinlemesine incelenmeye çalışılacaktır.
Kadınlarınızdan fuhuş yapanların aleyhinde olmak üzere içinizden dört şahid tutun. Eğer şehadet ederlerse, onları, ölüm alıp götürünceye veya Allah onlara bir yol kılıncaya kadar evlerde alıkoyun.1578
Sizlerden fuhuş yapanların, her ikisine eziyet edin. Eğer tevbe ederler de ıslah olurlarsa artık onlardan vazgeçin. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, bağışlayandır.1579
Nisa suresinin ilgili âyetlerinin meali böyle… Âyetlerle ilgili yorumları sonraya bırakarak “Sebil” hadisi denen rivâyeti vermek istiyoruz.
Yaptığımız incelemeye göre sebil hadisi, sadece Ubade b. Es-Samit vasıtasıyla nakledilmiştir. Bir tarikte ise bu hadis, Seleme b. El-Muhabbik’a nispet edilmiştir; ancak bu rivâyet, aralarında Buhari’nin de bulunduğu bazı âlimler tarafından münker kabul edilerek Seleme’ye nispeti doğru bulunmamıştır.1580 Bazı tarikleri zaif olmakla birlikte, sebil hadisinin çoğu tarikleri hadis usulü kaidelerine göre sahihtir.1581
Ubade b. Es-Samit dedi ki: “Rasulullah’a vahiy geldiği zaman sıkıntıya maruz kalır ve yüz hatları değişirdi. Vahiy hali kendisinden gidince şöyle buyurdu: ‘Benden alınız, benden alınız, benden alınız! Muhakkak ki Allah onlara (zina eden kadınlara) bir yol tayin etti. Evliyle evli, bekârla bekâr (zina ederse) evliye yüz sopa ve recm, bekâra yüz sopa ve bir yıl sürgün (cezası vardır).”1582
Peygamberimizden rivâyet olunan yukarıdaki haberde; Nisa suresi 15. âyette belirtilen ‘Allah onlara bir yol kılıncaya kadar’ ibaresinin bir sonucu olarak ‘Allah onlara (zina eden kadınlara) bir yol tayin etti.’ ifadesi yer almaktadır. Yani Allah zina eden kadınlar için recm ya da sopa olarak verilen bir cezayı öngörmüş, onlara yol açmıştır. Yalnız aklımıza bazı sorular takılmaktadır. Allah Rasulü bu hadisini ne zaman söylemiştir? Nur suresinden önce mi sonra mı? Eğer önce ise, Nur suresindeki zinanın cezasını belirleyen 2. âyet bu hadisi –neshi kabul eden cumhur-ı ulemâya göre- nesh(?) etmelidir. Sonra söylenmiş olması da tuhaftır; çünkü rivâyetlere göre Nisa suresi 15. âyeti Nur suresi 2. âyet neshetmiştir. O zaman Allah Rasulü’nün nesh edilmiş bir âyete işaretle; “Allah onlara (zina eden kadınlara) bir yol tayin etti.” demiş olması muhaldir. Ayrıca Allah Rasulü’nden rivâyet olunan bu habere göre ‘bekârlara sürgün ve sopa, evlilere sopa ve recm’ rut, 1987, I, 239-240.
1578] Nisa 15
1579] Nisa 16
1580] Keskin, Yusuf Ziya, Recm Cezası Ayet ve Hadis Tahlilleri, s. 118, Beyan Yayınları, 2001 İstanbul.
1581] A.g.e s. 121.
1582] Müslim, Hudud 13, 1690.H. Ebu Davud, Hudud 23, 4415;Tirmizi, Hudud 8, 1434. bu hadis çerçevesinde oluşan farklı görüşler için Bk. Keskin, Yusuf Ziya, Recm Cezası Ayet ve Hadis Tahlilleri, s. 123–131, Beyan Yay., 2001 İstanbul.
FUHUŞ / ZİNÂ
- 369 -
öngörülüyor; fakat rivâyetlere göre fiilî uygulama bu şekilde cereyan etmemiş- ki ileride Allah Rasulü’nün recmi tatbik ettiği iddia edilen bu rivâyetleri vereceğiz- ‘sürgün’ ve ‘recm ile sopanın’ aynı anda uygulanması gibi hususlarda mezhepler arasında ihtilaf doğmuştur. Hadis sahih ise ihtilaf neden? Açıkçası bu neshetme(?) silsilesi kuşkularla doludur.
Bütün bunlarla birlikte bir problem daha var gibi görünmektedir. Rivâyete baktığımızda “Rasulullah’a vahiy geldiği zaman sıkıntıya maruz kalır ve yüz hatları değişirdi. Vahiy hali kendisinden gidince şöyle buyurdu… ” şeklinde bir cümleden sonra hüküm bildirilmektedir. Sanki Allah Rasulü’ne muhkem bir Kur’an âyeti vahyedilmiş ve O, bu haberi Ashabına tebliğ etmektedir. Rivâyete bakınca böyle düşünmekten kendimizi alamıyoruz. Peki, bu âyet değilse nedir? Eğer âyet ise neden Kur’an’da değildir? Eğer bizim düşündüğümüz gibi bir âyet idi ve nesh(?) edildiyse bu nesh işlemini gerçekleştiren âyet muhtemelen Nur suresi 2. âyet olmalıdır… Bütün bu soru işaretleri karşısında biz bu rivâyete kuşkuyla yaklaşmaktan başka bir yol bulamadık.
Şimdi Nisa suresinin ilgili âyetlerini incelemeye çalışalım. Görülecek ki sebil hadisinin bu âyetlere nispeti- bizim tercih ettiğimiz yoruma göre- pek mümkün görünmemektedir. Yukarıda meallerini verdiğimiz âyetlerle alakalı olarak müfessirlerin çoğunluğu; “ilk yıllarda bu âyetlerin hükmü gereği zina eden kadınlar hapsediliyor, erkeklere ise eziyet ediliyordu. Daha sonra Nur suresi 2. âyet indi ve bu âyetleri neshetti. Ve en sonunda da Hz. Peygamber’in fiilî uygulamaları ile son şeklini aldı…” şeklinde yorumlar yapmaktadırlar. İsteyen herkes bu yorumlar için bildiği bir tefsire başvurabilir. Biz ise daha doğru bulduğumuz şu yorumu tercih ediyoruz;
Tâbiinden Mücahid, bu âyetlerdeki fuhşun eşcinsellik olduğunu belirtmiştir.1583 Yine, Ebû Müslim el-Isfahânî de aynı görüştedir.1584 Şehid Seyyid Kutub ise; 15. âyetle ilgili olarak hemen hemen cumhurun yorumuna benzer yorumlar yaptıktan sonra 16. âyetle ilgili olarak şunları söylemektedir: “…Tefsir bilginleri arasında en çok taraftar bulan yoruma göre bu âyetteki “zina suçu işleyen çift” deyiminden maksat birbirleri ile sapık cinsel ilişki kuran iki eşcinsel (homoseksüel) erkektir…”1585
Nisa suresi 15. âyette fuhşa varan kadınlar çoğul getirilmiştir. Bu, birkaç kadın arasında yapılan bir eylemi belirlemektedir ki özneleri “Kadınlar” şeklinde çoğul yapılmıştır. Bu, Arapların sihâk dedikleri, bugün sevicilik denilen kadınlar arası sapık ilişki yani lezbiyenliktir. Bunu yapanların cezası, bu işe engel olmak, namuslarını korumak için o kadınların evlerde gözetim altında tutulmasıdır. Çünkü kadın serbest bırakılırsa yine gidip kendisi gibilerini bulacak ve onlarla sapık ilişkiye girecektir. Allah’ın, onlar lehine göstereceği yol eğer bekâr iseler evlenme yolu, nikâh bağıdır. Kadın evlenince korunmuş olur, artık böyle sapık ilişkilerden kurtulması umulur. Şâyet evli iseler, nasihat ve psikolojik tedaviye tabi tutulurlar. İkinci âyette işlenen fuhuş, iki erkek arasında yapılan fuhuştur ki özneler tesniye müzekker (erkek ikil) kipiyle getirilmiştir. Öyle ise bu iş de erkek ve kadın arasında geçen zina değil, iki erkek arasında geçen eşcinsel ilişkidir.
1583] Tefsîru âyâti'l-ahkâm: 2/56
1584] Râzî, Mefâtîhu'1-Ğayb: 3/245–246
1585] Seyyid Kutub, Fizilal, Nisa 15–16. ayetlerin tefsiri
- 370 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Bunların da halk içinde eziyet ile cezalandırılmaları, böylece utandırılıp bu işten vazgeçirilmeleri buyrulmaktadır.
Ebu Müslim’e göre eğer her iki âyette de zina kastedilmiş olsaydı, zina eden erkek ile kadının hükmü bir âyet içinde zikredilirdi. Nitekim celde âyetinde aynı suçu işleyen erkek ve kadının hükmü bildirilmiştir. Dolayısıyla Ebu Müslim’e göre hapis âyeti sevici kadınlar, eza âyeti livata yapan iki erkek, celde âyeti de zina yapan kadın ve erkeğin hükmünü bildirmiştir.1586
Böyle bir yorum tercih edildiğinde, görüldüğü gibi bir Kur’an âyetini iptal (nesh) etme söz konusu olmamaktadır. Ayrıca eşcinsellik gibi iğrenç bir fiilin cezasının Kur’an’da yer almamış olması düşünülemez. Livata yapanların öldürülmesi ya da recmedilmesi şeklinde rivâyet edilen hadislerin sahih olmadığı ehline malumdur. Bu hususa dair rivâyetler yalnızca İbn Abbas ve Ebu Hureyre’den gelmektedir. Bu rivâyetlere göre Lut kavminin işlediği o iğrenç fiil için “Alttakini de üsttekini de öldürün” “Yapanı da yapılanı da recmedin” şeklinde ifadeler mevcuttur.1587 İbn Abbas’tan gelen rivâyet garibtir. Ayrıca İbn Abbas’tan rivâyet eden İkrime’nin adâleti ihtilaflıdır.1588 İkrime’den rivâyet eden Amr b. Ebi Amr hakkında İbn Ma’in, Onun livata yapan hakkındaki rivâyeti için münkerdir demiştir. Ebu Hureyre’den gelen rivâyet de garibtir. Ravilerden Suheyl b. Ebi Salih âlimler tarafından cerhedilmiştir. İbn Ma’in ve Ebu Hatim, onun hadisleriyle ihticac edilemeyeceğini söylemiştir. İbn Abbas rivâyeti için zaif diyenler olduğu gibi hasendir diyenler de olmuştur. Ebu Hureyre hadisi ise çok zayıftır. Zaten bu sebepledir ki mezhepler arasında çok farklı görüşler serdedilmiştir. Ebu Hanife, livatanın zina olmadığını, dolayısıyla bu fiili işleyene sadece ta’zir cezası verileceğini söylemiştir.1589 Şevkânî şöyle diyor: “Muhakkak ki bu rezaleti işleyen kimseye, âleme ibret bir ceza verilir. Azgınların şehvetini kıracak biçimde işkence edilir. Ebû Hanife’ye ve Şâfi’î’den gelen başka bir kavle, Murtaza ve Müeyyedbillâh’a göre livâta yapan yalnız ta’zîr edilir. Livata yapan hakkındaki deliller özellik, zina hakkındaki deliller ise genellik arz ettiği için bu konuda büyük görüş ayrılıkları vardır...”1590
Toparlayacak olursak; Nisa suresi 15–16. âyetler eşcinsellikle alâkalıdır. Bu ve yukarıda saydığımız başka sebeplerden dolayı sebil hadisi kuşku altında kalmaktadır. O yüzden biz sebil hadisinin recmi savunanlarca delil olarak kullanılmasını doğru bulmuyoruz.
Hz. Peygamber’in Recmettiği İddia Edilen Kimselere Dair Rivâyetler
Bu rivâyetlere geçmeden önce, daha sahabe hayatta iken recmin tartışma konusu yapıldığına dair işaretler bulunan bir rivâyet vermek istiyoruz. Hadis usulü kaidelerine göre sahih kabul edilen bu rivâyet İbn Hanbel’de şu şekilde geçmektedir:
Ebû İshak eş-Şeybânî anlatıyor: “İbn Ebî Evfâ’ya: “Rasûlullah hiç recm tatbik
1586] Yusuf Ziya Keskin, Recm Cezası Ayet ve Hadis Tahlilleri, s. 59, Beyan Yayınları, 2001 İstanbul.
1587] İbn Mace, Hudud 12;
1588] ibn Ebi Hatim, Kitabu’l Cerh, VII, 7; Beyhaki, Sünen, VIII, 234; Zehebi, Mizan, III, 93; İbn Hacer, Tehzib, VII, 263-73.
1589] Cassas, Ahkâmu’l Kur’an, III; 262; Serahsi, Mebsut, IX, 77,78.
1590] Neylu'l-Evlâr: 17/116–118
FUHUŞ / ZİNÂ
- 371 -
etti mi?” diye sordum. Bana: “Evet! Yahudi bir erkek ile Yahudi bir kadını recmetti.” cevabını verdi. Ben tekrar: “Nur süresinin nüzulünden önce mi, sonra mı?” diye sordum. “Bilmiyorum!” dedi.”1591 Bu rivâyetin, “Yahudi bir erkek ile Yahudi bir kadını recmetti.” şeklindeki bölümü İbn Hanbel’de geçmektedir. Şâyet söylendiği üzere bu rivâyet gerçekten sahihse, aşağıda verdiğimiz hâdiselerinin Nur suresinden önce vuku bulduğu iddia edilebilir. Edilmiştir de… Lakin bu yaklaşıma şu şekilde karşı çıkılmıştır: Nur suresinin Hicrî 4, 5 veya 6. yılda indiği rivâyet edilmektedir. Elimizde bulunan rivâyetlere göre ise, recm uygulamalarıyla ilgili rivâyetler, Ebu Hureyre, İbn Abbas gibi sahabelerden de gelmiştir. Bilindiği üzere Ebu Hureyre hicrî yedinci yılda Müslüman olmuş, İbn Abbas da annesiyle birlikte hicri dokuzuncu yılda Medine’ye gelmiştir. Dolayısıyla recme şahit olan bu sahabeler gösteriyor ki; recm olayı, nur suresinden sonra da vuku bulmuştur… Bu istidlal ilk bakışta mantıklı gibi görünmektedir. Ama ne hikmetse bu istidlali getirenler çok iyi bildikleri halde bazı gerçeklere değinmemektedirler. Hadis kitaplarını biraz olsun karıştırmış olan biri görecektir ki, bu adı geçen sahabeler şahit olmadıkları olayları sanki kendileri görmüşçesine anlatmaktadırlar. Çünkü bu rivâyetleri de kendileri gibi sahabe olan insanlardan almaktadırlar ve bazen aradaki diğer sahabenin ismini zikretmemektedirler. Bu aradaki bir ismi zikretmeme hâdisesi, tabiundan gelen rivâyetlerde rivâyeti zayıflatırsa da sahabeden bu şekilde gelen rivâyetler kabul görmüştür.1592 Böylece denebilir ki olayı başka sahabelerden dinleyen bu sahabeler, kendileri şahit olmuşçasına rivâyet etmişlerdir. Üzerinde durmaya çalıştığımız rivâyete dayanarak recmin, Nur suresi ikinci âyet ile neshedildiğini söyleyen şahısların bir haklılık paylarının olabileceğini düşünmekle birlikte biz konuya başka şekilde bakmaktayız. Bunu da ilerleyen satırlarda ortaya koyacağız inşallah.
1. İki Yahudi’nin Recmedilmesi; Yaptığımız incelemeye göre iki Yahudi’nin recmedilmesiyle ilgili rivâyetler İbn Ömer, Cabir b. Abdillah, Bera’ b. Azib, İbn Abbas, Ebu Hureyre, Cabir b. Semure ve Abdullah b. El-Haris b. Cez’den gelmiştir.1593 Hadis Usulü kaidelerine göre; İbn Ömer ve Bera’ b. Azib’den gelen rivâyetler sahih, İbn Abbas ve Cabir b. Semure’den gelen rivâyetler hasen, diğer rivâyetler ise zaiftir.1594
Genel olarak iki Yahudi’nin recmedilmesiyle alakalı rivâyetleri şöyle özetleyebiliriz; Hz. Peygamber’e, zina etmiş bir Yahudi erkeği ile bir Yahudi kadını getirmişler. Allah elçisi yahudilere, Tevrat’taki zina hükmünü sormuştur. Yahudiler; “yüzleri karaya boyanır, sırt sırta hayvan üzerine bindirilip sokaklarda dolaştırılır” demişler. Tevrat getirilmiş, ancak okuyan Yahudi genci recm âyetine gelince ceza kısmını parmağı ile kapatıp atlayınca durumu fark eden ve Yahudi iken İslâm’a giren Abdullah b. Selâm, Hz. Peygamber’e Yahudi’nin Tevrat’ın üzerinden elini kaldırmasını emir buyurmasını istemiştir. Yahudi elini kaldırınca recm âyeti görülmüş ve her iki Yahudi hakkında da evli olarak zina ettikleri için recm uygulanmıştır.1595
1591] İbn Hanbel, IV, 355; Buhârî, Hudud, 21, 37; Müslim, Hudud 29, (1702).
1592] Bu mevzu ile ilgili ayrıntılı bilgi için Bk. M. Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması.
1593] Yusuf Ziya Keskin, Recm Cezası Ayet ve Hadis Tahlilleri, s. 149, Beyan Yayınları, 2001 İstanbul.
1594] A.g.e. s. 170.
1595] Müslim, Hudûd, 26
- 372 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Bu rivâyetin farklı varyantları bir hayli çelişki içermektedir. Hatta bu rivâyetleri kuşkuyla karşılamaktayız. Lakin biz bunların üzerinde durmayacağız ve kendi mantığı içerisinde değerlendirmeye çalışacağız. Çünkü bu rivâyetlerin tamamına bakıldığında, olayın Yahudileri ilgilendiren bir Tevrat hükmü ile alakalı olduğu görülür. Şâyet rivâyetler doğru ise, burada gerçekleşen şey; Allah Rasulü’nün yahudilerin kendi dinlerini uygulamalarını sağlamasından başka bir şey değildir. Zira Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiğinde, şehir halkıyla “Medine Vesikası” denen bir sözleşme yaptı. 47 maddelik bu sözleşmenin ilk 24 maddesi Müslüman Arap kabilelere, geri kalanı Yahudilere ilişkindi.1596 Bu sözleşmeye göre Yahudiler şehirde kendi hukuklarını uygulayabileceklerdi. Hatta Allah Rasulü kendisine gelen davalarda eğer davacılar Yahudi iseler onlara kendi hukuklarına göre hükmediyordu. Böyle olunca, recmin İslâm’ın bir hükmü olduğunu ispat sadedinde bu rivâyetlere dayanılamaz. Zira bütün bu rivâyetlere göre Allah Rasul’ü Tevrat’la hükmetmiştir.
2. Ma’iz b. Malik’in Recmedilmesi: Ma’iz b. Malik’in recmedilmesine dair rivâyetlerin bazısı sahih, bazısı hasen, bazısı da zaiftir. Nu’aym b. Hezzal, Ebu Malik el-Eslemi, Büreyde b. El-Husayb, Cabir b. Abdillah, Ebu Said el-Hudri, Ebu Hureyre ve İbn Ömer’den gelen rivâyetler hadis usulü kaidelerine göre sahih; Cabir b. Samure ve İbn Abbas’tan gelen rivâyetler hasen; Nasr b. Dehr, Ebu Berze el-Eslemi, Hz. Ebu Bekr, Sehl b. Sa’d ve meçhul iki sahabiden gelen rivâyetler ise zaiftir.1597
Rivâyetlere göre Ma’iz b. Malik zina eder ve bu durumu kabilesinin ileri gelenlerinden birine haber verir. O da Ma’iz’i Rasulullah’a gönderir. Rasulullah’a gelen Ma’iz, dört defa suçunu ikrar eder ve recmedilir. Genel hatlarıyla verdiğimiz bu rivâyetin diğer varyantlarına baktığımızda, giderilmesi bir hayli zor olan tenakuzlarla karşılaşmaktayız. Şöyle ki;
Nu’aym b. Hezzal’ın rivâyetine göre; Ma’iz, bir cariye ile zina etmiş, durumu Nu’aym’ın babası Hezzal’a haber vermiş, o da; “Haydi Rasulullah’a git anlat, belki senin için mağfiret diler” demiştir. Ma’iz suçunu itiraf edip dört defa ikrar ettikten sonra Harre denen yere götürülmüş, taşlar atılınca kaçmaya başlamıştır. Abdullah b. Uneys onu karşılamış, Ma’iz’e yük devesinin incik kemiğini atmış ve onu öldürmüştür. Durum Rasulullah’a haber verilince, Rasulullah: “Onu bıraksaydınız ya! Belki tevbe eder de Allah tevbesini kabul ederdi” diye buyurmuştur… Ebu Berze el-Eslemi’den gelen rivâyete göre Rasulullah, Ma’iz’in cenaze namazını kılmadı ve onun üzerine cenaze namazı kılınmasını da yasaklamadı… Büreyde b. El-Husayb’tan gelen rivâyete göre Rasulullah, Ma’iz için bir çukur kazdırdı, Ma’iz göğsüne kadar çukurun içine konuldu ve recmedildi… Cabir b. Abdillah’tan gelen rivâyete göre recmedilme esnasında Ma’iz: “Ey cemaat beni Rasulullah’a götürün. Beni kavmim öldürüyor. Beni kandırdılar. Bana ‘Rasulullah seni öldürmez’ demişlerdi” dedi. Recmedildikten sonra Rasulullah onu hayırla yâd etti. Fakat üzerine cenaze namazı kılmadı… Ebu Said el-Hudri’den gelen rivâyet ise şöyledir: “Ma’iz’i ne bağladık ne de onun için çukur kazdık. Rasulullah onun için ne istiğfarda bulundu ne de ona sövdü.”… Ebu Hureyre’den,
1596] Muhammed Hamidullah, el-Vesâiku's-Siyâsiyye, s. 63–71.
1597] Keskin, Yusuf Ziya, Recm Cezası Ayet ve Hadis Tahlilleri, s. 221, Beyan Yayınları, 2001 İstanbul.
FUHUŞ / ZİNÂ
- 373 -
Abdurrahman b. Es-Samit tarikiyle gelen rivâyette Ma’iz hür bir kadınla zina etmiştir. Rasulullah Ma’iz için şöyle demiştir: “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, şimdi o cennet nehirleri içine dalıp dalıp çıkmaktadır.”… Sehl b. Sa’d es-Sa’idi’den gelen rivâyete göre recmedilirken kaçan Ma’iz’i devenin çene kemiği ile öldüren Ömer olarak geçmektedir…
Yukarıda verdiğimiz rivâyetlere, aynı sahabelerden farklı tariklerle gelen haberleri de ekleyerek birbirini nakzeden ayrıntılara işaret etmek istiyoruz.1598
1. Bir rivâyette zina edilen kadının cariye olduğu söylenirken diğer rivâyette hür olduğu belirtilmektedir.
2. Ma’iz kaçarken onu kimin öldürdüğü ve neyle öldürdüğü de farklı farklı gelmektedir. Bir rivâyette Ömer1599 denirken diğerinde Abdullah b. Uneys olduğu söylenmektedir. Ayrıca Abdullah b. Uneys’in hangi kemikle vurduğu da belli değildir. Bir rivâyette devenin çene kemiği,1600 diğer bir rivâyette ise eşeğin incik kemiği1601 olduğu söylenmektedir.
3. Yine bir rivâyette Ma’iz için çukur kazıldığı söylenirken diğer bir rivâyette çukur kazılmadığı ve bağlanmadığı vurgulanmaktadır.
4. Bir rivâyette Rasulullah’ın Ma’iz için istiğfarda bulunulmasını istediği söylenirken1602 diğer bir rivâyette istiğfarda bulunmadığı belirtilmektedir.
5. Abdullah tarikiyle gelen rivâyetlerde Ma’iz’in zina ile ilgili ikinci itirafını, ilk itirafından bir gün sonra yaptığı bildirilirken, Süleyman tarikiyle gelen rivâyetlerde Ma’iz’in itiraflarını aradan kısa bir zaman geçtikten ve çok uzak olmayan bir mesafeye gittikten sonra yaptığı ifade edilmektedir.
6. Buhari’nin Mahmud b. Ğaylan tarikiyle kaydettiği rivâyette Hz. Peygamber’in Ma’iz üzerine cenaze namazı kıldığı ifade edilir.1603 Hâlbuki yukarıda verdiğimiz rivâyetlerde Rasulullah’ın cenaze namazı kılmadığı belirtilmektedir.
7. Ma’iz’in kaç itirafta bulunduğu da ihtilaflıdır. İsrail tariki ile Şu’be’den gelen bazı tariklere göre iki defa, el-Mes’udi tarikine göre sayı belirtilmeksizin birkaç defa, Şerik ve Ebu Avane tariki ile Şu’be’den gelen bazı tariklere göre ise dört itiraftan sonra recmedildiği bildirilmektedir.
8. Ebu Avane tarikiyle gelen rivâyet şöyledir: “Hz. Peygamber Ma’iz’le karşılaşınca ona; ‘Senin hakkında bana ulaşan haber doğru mu?’ diye sordu. Ma’iz; ‘Benden sana ne ulaştı ki?’ dedi. Rasulullah; ‘Falanların cariyesi ile zina ettiğine dair haber bana ulaştı’ dedi. Ma’iz; ‘Evet’ dedi.”… Sonra recmedildi1604… Hâlbuki yukarıda verdiğimiz rivâyetlere göre böyle bir karşılaşma ve soru olmamış, bilakis
1598] Bu rivayetler hakkında geniş bir değerlendirme için Bk. Keskin, Yusuf Ziya, Recm Cezası Ayet ve Hadis Tahlilleri, s. 178–238, Beyan Yayınları, 2001 İstanbul.
1599] Ma’iz’in Hz. Ömer’in darbesiyle öldüğüne dair ifade, Ebu Umame’den gelen mürsel bir rivayette de geçmektedir. Bk. Abdurrezzak, VII, 321.
1600] İbn Hanbel, V, 217.
1601] Hâkim, Müstedrek, IV, 363; Beyhaki, Sünen, VIII, 219.
1602] Müslim, Hudud 22 (II, )1321–22)
1603] Buhari, Hudud 25 (VIII, 22–23)
1604] İbn. Hanbel, I, 245, 328; Müslim, Hudud, 19 (II, 1320)
- 374 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Ma’iz, Hz. Peygamber’in yanına gitmiştir… Yine bir başka rivâyette; Ma’iz önce Müslümanlardan bir adamın yanına gelir, çirkin bir iş işlediğini söyler, adam ona Rasulullah’a gitmesini tavsiye eder, neticede Ma’iz recmedilirken, kendisine tavsiyede bulunan adam da ona bir kemik parçası atar ve bunun üzerine Ma’iz ona: “Allah canını alsın, bana sen akıl verdin, şimdi beni recmediyorsun” demiştir.1605
Recm cezası, bir topluluğun önünde cereyan eden bir olaydır. Böylesine bir topluluğun iştirak ettiği bir tek olay hakkında, bu kadar farklı rivâyetler pek makul görünmemektedir.
Rivâyetlere göre Ma’iz, ısrarla kendisinin temizlenmesini istiyor, ama taşlanmaya başlanınca kaçıyor. Acaba temizlenmek isterken âkıbetini bilmiyor muydu? Tekrar yakalanıp öldürüldükten sonra, Allah Rasulü’nün; “keşke bıraksaydınız” demesi de gariptir. Zira Nur suresi 2. âyette “Allah’a ve Ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dini konusunda bunlara acıma duygusu sizi yakalamasın.” buyrulmaktadır. Allah Rasulü bu âyeti bilmiyor muydu? Şüphesiz biliyordu ve O (s.a.s.) âyete muhalefet etmekten münezzehtir.
Bütün bunların yanında; rivâyetlere bakıldığında, Ma’iz’i recmedenler arasında Abdullah b. Uneys bulunmaktadır. Abdullah hicri 54 yılında vefat etmiş olmasına rağmen, rivâyetin ondan gelmemesi bir hayli düşündürücüdür. Ayrıca; Ma’iz ile ilgili rivâyetin, Hz. Peygamber’e on yıl hizmet etmiş ve Rasulullah’tan sonra uzun yıllar yaşamış olan Enes b. Malik’ten ve diğer ileri gelen bazı sahabelerden gelmemesi ve Ma’iz ile ilgili muttasıl bir rivâyetin, ilk devir hadis kaynaklarından olan İmam Malik’in Muvatta’ında geçmemesi dikkat çekicidir. Dikkat çekici bir durum daha söz konusudur ki biz bu noktayı anlayabilmiş değiliz. Rivâyetlerin hiç birisinde Ma’iz’in zina yaptığı kadının âkıbetinden bahsedilmemektedir. Zina iki taraflı bir fiildir. Ma’iz’in suçunun sübut bulması için kadının da araştırılması ve ikrarının alınması gerekirdi. Zira Ebu Hanife’ye göre iki taraftan birinin inkârı, ikisinden de cezayı düşürür. Hâlbuki böyle bir şeyden rivâyetler söz etmemektedir. Ezcümle; biz bütün bu rivâyetleri kuşkuyla karşılamaktayız. İçerisinde bu kadar çok çelişki ve soru işareti barındıran rivâyetlere dayanılarak, recm gibi kendisinden daha ağırı olmayan bir cezanın tatbik edilmesi büyük bir sorumluluktur…
3. Cüheyneli (Gamidiyeli) Kadının Recmedilmesi: Yaptığımız tespitlere göre Cüheyneli kadının recmedilmesine dair rivâyetler; Büreyde b. El-Husayb, İmran b. Husayn, Ebu Bekre Nüfey b. el-Haris, Cabir b. Abdillah, Enes b. Malik ve Ebu Zer’den gelmiştir. Büreyde b. El-Husayb, Enes b. Malik ve İmran b. Husayn’dan gelen rivâyetler hadis usulü kaidelerine göre sahih, Cabir b. Abdillah’tan gelen rivâyet hasen, Ebu Bekre Nüfey b. el-Haris ve Ebu Zer’den gelen rivâyetler ise zaiftir.1606
Büreyde’den gelen rivâyet şöyledir; Büreyde dedi ki: “Ben Nebi’nin yanında oturuyordum. Gamidli kadın gelip: “Ya Rasulallah, gerçekten ben zina ettim. Beni (bu günahtan) temizlemeni istiyorum.” dedi. Peygamber onu reddetti ve: “Vah yazık (evine) dön de Allah’a tevbe ve istiğfar et.” dedi. Ertesi gün olunca
1605] Hâkim, Müstedrek, IV, 361–62.
1606] Bu rivayetler hakkında geniş bir değerlendirme için Bk. Keskin, Yusuf Ziya, Recm Cezası Ayet ve Hadis Tahlilleri, s. 238–264, Beyan Yayınları, 2001 İstanbul.90
FUHUŞ / ZİNÂ
- 375 -
(tekrar gelip): “Ya Nebiyyallah, beni niçin geri çeviriyorsun? Sanırım Ma’iz b. Malik’i geri çevirdiğin gibi beni de geri çevirmek istiyorsun. Allah’a yemin olsun ki ben hamileyim.” dedi. Peygamber: “Öyleyse olmaz. Git, doğuruncaya kadar (bekle).” buyurdu. Kadın doğurunca, çocuğu bir bez parçası içerisinde Rasulullah’a getirdi ve: “İşte onu doğurdum.” dedi. Peygamber: “Git onu emzir, sonra sütten kes.” dedi. Kadın çocuğu sütten kesince onu Rasulullah’a getirdi. Çocuğun elinde bir parça ekmek vardı. Kadın: “Ya Nebiyyallah, işte çocuğu sütten kestim. Yemek de yemeye başladı.” dedi. Bunun üzerine Rasulullah çocuğu Müslümanlardan bir adama verdi. Sonra emretti, kadın için göğsüne kadar bir çukur kazıldı. İnsanlara (onu recmetmelerini) emretti, onlar da kadını recmettiler. Derken Halid b. el-Velîd bir taş getirip kadının başına attı. (Fışkıran) kan, Halid b. el-Velîd’in yüzüne sıçradı (ve Halid kadına sövdü). Allah’ın Nebisi, Halid’in kadına sövmesini işitince: “Yavaş ol ey Halid b. el-Velîd! Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, o kadın öyle bir tevbe etti ki, eğer o tevbeyi sahib-i meks (haksız yere fazladan vergi alan kimse) yapsa, o bile bağışlanırdı.” dedi. Rasulullah sonra (cenaze namazı için kadının hazırlanmasını) emredip üzerine (cenaze) namazı kıldı ve (ardından) kadın defnedildi.1607
İmran b. Husayn’dan gelen rivâyete göre ise: Cüheyneli kadın Rasulullah’a gelir, Rasulullah kadının velîsini çağırır, karnındaki çocuk doğuncaya kadar ona iyi davranmasını ve çocuk doğunca da kadını getirmesini söyler. Kadın getirilince de emreder ve kadın recmedilir.1608 Ebu Bekre’den gelen rivâyete göre: Allah Rasulü katırının üzerindedir ve kendisine hamile bir kadın getirilir. Kadın dört defa gelip giderek suçunu ikrar eder. Allah Rasulü kadına, doğuruncaya kadar beklemesini söyler. Doğurduktan sonra lohusalık kanından temizlenmesini ister ve temizlenince kadın recmedilir.1609 Cabir b. Abdillah’tan gelen rivâyette de çocuğun Ensarlı bir sahabe tarafından; “Ben ona bakarım” diyerek alındığı kaydedilmektedir.1610 Ebu Zer’den gelen rivâyette ise kadının Gamidiyeli olup olmadığı söylenmez. Ebu Zer bu kadın için çukur kazdığını ifade eder.1611
Rivâyetlerin ayrıntılarına inersek bu haberlerin de çelişkiden ârî olmadıkları görülür. Büreyde’den gelen rivâyete göre kadın çocuğunu emzirerek sütten kesmiştir. Ancak Büreyde’den gelen rivâyetin bir başka tarikine göre kadın çocuğu doğurduktan sonra, çocuğun emzirilme işi Ensardan bir kişiye verilmiş ve kadın recmedilmiştir.1612 Aynı şekilde İmran b. Husayn’dan gelen rivâyette de kadının çocuğu emzirmeden recmedildiği belirtilmektedir. Şüphesiz bu, yıllarla ifade edilen emzirme işinin kadın tarafından yapılıp yapılmadığı hususunda giderilmesi zor görünen bir çelişkidir. Bir başka çelişki de çocuğun kim tarafından sahiplenildiği hususudur. Yukarıda kaydettiğimiz rivâyetlere göre çocuk Ensardan biri tarafından sahiplenilmiştir. Ancak Ahmed b. Hanbel’in Abdullah b. el-Mübarek tarikiyle kaydettiği bir rivâyete göre çocuğun bakımını Rasulullah üstlenmiştir.1613 Bu çelişkinin nasıl giderileceği bizce merak konusudur. Yine Ebu
1607] Müslim, Hudud 22, (1695); Ebü Dâvud, Hudud 24, 25, (4434, 4441).
1608] Evza’i, Sünen, s. 422–23; İbn Hanbel, IV, 429–30; Darimi, Hudud 17; Müslim, Hudud 24.
1609] İbn Hanbel, V, 42–43.
1610] Hâkim, Müstedrek, IV, 364
1611] İbn Hanbel, V, 178
1612] Müslim, Hudud 22.
1613] İbn Hanbel, V, 43.
- 376 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Bekre rivâyetinde kadının Hz. Peygambere getirildiği ifade edilirken, diğer sahabelerin rivâyetlerinde kadının kendisinin Rasulullah’a geldiği bildirilmektedir. Öte yandan, Gamidiyeli kadın, Ma’iz olayı ile ilişkili olarak anlatılıyor. Ama olay ne zaman olmuştur? Olayın vuku zamanıyla ilgili ilk devir kaynaklarında herhangi bir bilgi mevcut değildir. Hâlid’in bu kadına taş attığı ve kadından sıçrayan kanın Hâlid’e bulaştığı söylenmektedir. Hâlid ancak Hudeybiye Barışından sonra Müslüman olmuştur. Bir cezanın uygulanmasında böyle üç dört yıl gidip gelmeler makul görünmüyor.
Rivâyetlerdeki ihtilaflar bu kadarla kalmamaktadır.
Büreyde rivâyetine göre kadın Rasulullah’a geldiğinde “Ya Rasulallah, gerçekten ben zina ettim. Beni (bu günahtan) temizlemeni istiyorum.” demiş; İmran rivâyetinde “Ya Rasulallah, ben haddi gerektiren bir suç işledim. Haddi bana uygula.”; Ebu Bekre rivâyetinde “Muhakkak ki o zina etmiştir. Onu recmet.”; Cabir b. Abdillah rivâyetinde ise “Muhakkak ki ben zina ettim. Bana haddi uygula.” demiştir. Yine Büreyde rivâyetine göre Hz. Peygamber, kadın zina itirafında bulununca ona “Vah yazık (evine) dön de Allah’a tevbe ve istiğfar et.”, Ebu Bekre rivâyetine göre “Allah’ın örtüsüyle örtün.”, Cabir b. Abdillah rivâyetine göre ise “Git karnındakini doğur sonra gel.” demiştir. Bu farklılıkların; ‘Manen rivâyetten kaynaklanmıştır’ şeklinde savunulması ise bizce tutarlı değildir. Ayrıca Büreyde rivâyetine göre kadın ikinci itirafını ertesi gün, Cabir b. Abdillah rivâyetine göre de doğumdan sonra yapmıştır. Ebu Bekre rivâyetinde ise ilk itiraftan sonra kadının gittiği, daha sonra gelip itirafta bulunduğu bildirilmektedir. Kadının zina ile ilgili kaç itirafta bulunduğu hususu da ihtilaflıdır. Büreyde ve Ebu Bekre rivâyetlerinde dört, Cabir b. Abdillah rivâyetinde üç, İmran ve Enes b. Malik rivâyetlerinde ise kadının bir itirafta bulunduğu kaydedilmektedir. Öte yandan Cüheyneli kadının, aynı Ma’iz hadisesindeki gibi kiminle zina ettiği belli değildir. Oysa zina iki taraflı bir fiil olduğuna göre, Hz. Peygamber’in kadına, kiminle zina ettiğini sormuş olması gerekirdi. Rasulullah’ın olayı iyice tahkik etmeden cezayı uygulamış olması düşünülemez. Ayrıca recmedilen kadının çocuğunun ismi, ne zamana kadar yaşadığı, toplumdaki yeri hakkında bilgiye rastlamıyoruz. Bu arada Cüheyneli kadının recmedildiğine dair rivâyet, olayda isimleri geçmesine rağmen Hz. Ömer ve Halid b. el-Velîd’den gelmemiştir ki Velîd’in kadına attığı taştan dolayı yüzüne kan sıçradığı kaydedilmektedir.1614
Ma’iz ile ilgili rivâyetler için yapmış olduğumuz değerlendirme bu rivâyetler için de geçerlidir. Böylesine kuşkulu haberlere dayanılarak insanların taşlanması bizce kabul edilebilir bir hâdise değildir.
4. Âsif Hadisindeki Kadının Recmedilmesi: Âsif işçi demektir. Bu rivâyete göre bir kadın, kocasının tuttuğu işçi ile zina etmiş; işçinin babası ile kadının kocası, aralarında anlaşmak suretiyle sulh olmuşlar, sonra Rasulullah’a gelip meseleyi anlatınca, Hz. Peygamber işçiye yüz sopa ve bir yıl sürgün, kadına da recm cezası vermiştir.1615 Senet itibarıyla ‘garib’ olan bu hadis, hadis usulü kaidelerine göre sahih kabul edilmektedir.
1614] Bütün bu ihtilaflar ve ihtilafların giderilebilmesi adına girişilen teviller için Bk. Keskin, Yusuf Ziya, Recm Cezası Ayet ve Hadis Tahlilleri, s. 238–264, Beyan Yayınları, 2001 İstanbul.90
1615] A.g.e. s. 264.
FUHUŞ / ZİNÂ
- 377 -
Ebû Hureyre ile Zeyd b. Halid el-Cühenî’den nakledildiğine göre, zina eden kadının kocası ile zina eden işçinin babası Rasulullah’a başvurarak bu konuda “Allah’ın kitabı” ile hüküm vermesini istemişlerdir. İşçinin babası şöyle dedi: “Benim oğlum bu adamın yanında işçi idi. Onun hanımı ile zina etti. Bana, oğlum için recm gerektiği haber verildi. Ancak ben onun adına yüz koyunla bir cariye fidye verdim. Bu arada bilenlere danıştım, ona yüz değnekle bir yıl sürgün cezası, bunun karısına ise recm cezası gerektiğini haber verdiler”. Bunun üzerine, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, aranızda Allah’ın kitabı ile hükmedeceğim. Cariye ve koyunlar geri verilecek. Oğluna yüz değnekle bir yıl sürgün gerek. Ey Uneys, sen de bu adamın karısına git. Eğer zinasını itiraf ederse, onu recmet.” Uneys kadına gitmiş ve kadın suçunu itiraf etmiş, Hz. Peygamber’in emri üzerine de recmedilmiştir.1616
Şimdi namus kavramının çok önemli olduğu Arap toplumunda, bir adamın; karısıyla zina etmiş olan bir gencin babasıyla birlikte, uslu uslu Peygamber’in huzuruna gelmiş olması gariptir. Sonra bu adama, oğluna yüz değnek vurulup bir yıl da sürgün edilmesi gerektiğini hangi ilim adamı söylemiştir? Kaldı ki sürgün, Peygamber zamanında pek uygulanacak bir hüküm değildi. Peygamber, kendi sahabelerini, henüz bir şehir devletinden ibaret olan ülkesinden nereye sürgün edecekti? Küfür diyarına mı? Bunun yanında İmam Ebu Hanife ve İmam Muhammed, bekâra sürgün cezası verilmeyeceği görüşündedirler. Bu âlimler, kendi görüşlerini celde âyetinin zahirine dayandırmışlardır.1617 Ebu Hanife sürgünün, devlet başkanının yetkisinde olduğunu; Kur’an’da sadece sopa cezası geçtiğini, sürgünün kabul edilmesi halinde nasda bir ziyade oluşacağını, bu ziyadenin âyetin haber-i vahidle neshini gerekli kılacağını, bunun da caiz olmadığını belirtir.1618
Sonra, Allah’ın kitabıyla hükmedilmesi istenmekte ve Allah Rasulü de Allah’ın Kitabıyla hükmedeceğini söylemektedir. Fakat bize verilen hükmü Allah’ın kitabında bulamıyoruz. Sürgün ve recm diye bir hüküm Kur’an’da yokken, nasıl olur da böyle bir hüküm ‘Allah’ın Kitabıyla Hükmetme’ şeklinde nitelendirilebilir?
Sonuç
Buraya kadar ortaya koyduğumuz rivâyetler ve bu rivâyetlerle ilgili tahliller; bizce şu önemli sonuçları ortaya koymaktadır;
1. Recm ile ilgili rivâyetler tevatür derecesine ulaşmamıştır. Ayrıca Ümmetin İcma’ı da söz konusu değildir. Dolayısıyla; itikada müteallik olmadığından, kabulüne ya da reddine yönelik herhangi bir yaklaşım, iman-küfür bağlamında değerlendirilemez.
2. Özellikle nesholunduğu iddia edilen recm âyetinin varlığı ile ilgili hadisler ve sebil hadisi kabul edilemez. Zira bunların kabulü mantıken zor olduğu gibi, Kur’an’a bir noksanlık atfetmektir ki biz bundan Allaha sığınırız.
3. Allah Rasulü’nün recmi uyguladığı iddia edilen rivâyetler ise bir hayli şüphe, eksiklik ve tenakuz içermektedir. Ayrıca recmin vukuu zamanıyla ilgili
1616] Müslim, Hudûd, 25; Buhârî, Hudûd III, 38, 46, Vekâlet,13
1617] İbn Kudame, Muğni, XII, 323; Ayni, Umde, XXIV, 13.
1618] Cassas, Ahkamu’l Kur’an, III, 255; İbn. Kudame, Muğni, XII, 323; Serahsi, Mebsut, IX, 44; Razi, Tefsir, XXIII, 135–36.
- 378 -
KUR’AN KAVRAMLARI
rivâyetler de göz önünde bulundurulursa, rivâyetlerin içerisinde bulunduğu çetrefilli hal bir hayli büyümektedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi; recm gibi gâyet şiddetli bir cezanın, kendisini tenkitten kurtaramamış bu rivâyetlere dayanılarak uygulanması, muhakkak ki kişiyi Huzur-ı İlâhîde sorumlu kılacaktır.
Bu sonuçlara ulaştıktan sonra çalışmamızın ikinci bölümünde ‘Recm’ olgusunu Kur’an’a arz edeceğiz ve Kur’anî delillere dayanarak, recmin İslâm’ın bir hükmü olmadığını ispata çalışacağız. Muhakkak ki yanılmaz olan bir tek Allah’tır. O yüzden, mevcut bütün yanılgılarımızdan dolayı Allah’tan affımızı diliyoruz.
“Recm” Olgusunun Kur’an’a Arzı
“Recm” Kelimesinin Kur’an’daki Kullanımı: “Recm” kelimesi Kur’an’da, bilinen fıkhî anlamıyla geçmemektedir. Şeytanın kovulmasında, kimi peygamberlerin kıssalarında geçtiği üzere Kur’an’da, kovulmak/taşlayarak kovmak şeklinde yer almaktadır.1619
Nur Suresi 1. Âyetin Düşündürdükleri: Zinanın iğrenç bir yol ve çirkin bir iş olduğunu1620 söyleyen Yüce Allah, bu fiilin ne kadar büyük bir günah olduğuna dikkat çekmek için başka bir âyetinde1621 şirk koşmak ve haksız yere cana kıymakla birlikte anmaktadır. Yine muhtelif âyetlerde1622 zinadan uzak durulmasını emreden Allah, Nur suresi ikinci âyetle hükmünü koymuş ve zinanın cezasını belirlemiştir. Şimdi bu surenin ilk âyetini inceleyelim.
Bir suredir, indirdik onu; farz kıldık onu... Ve içinde açık-seçik âyetler indirdik ki, düşünüp ders alabilesiniz.1623
Bu âyette sureye ve surenin içerdiği diğer yönlere işaretler vardır. Çünkü Kur’an’da hiçbir sure, böyle başlamamış ve bu surede, surenin getirdiği hükümlere tam iki kez1624 dikkat çekilmiştir.1625
Bu âyet, kendisini belirli hükümlerin izleyeceği kutsal mesaja bir giriş niteliğindedir. Girişin tonu, Allah’ın Nur Suresi’nde indirdiği hükümlere verdiği önemin büyüklüğünü göstermektedir. Hükümler içeren başka hiçbir surenin girişi böylesine vurgulanmış ve yaptırımcı değildir.1626
Bütün Kur’an’da benzeri bulunmayan bir giriş... Bu başlangıç ifadesinde yeni olan (farz kıldığımız) kelimesidir. Bundan amaç -bildiğimiz kadarıyla- sûrede yer alan tüm kuralların aynı düzeyde ele alınmalarını vurgulamaktır. Buna göre sûrede yer alan davranış ve ahlâk kurallarının farzlığının derecesi yaptırım ve cezaların farzlığının derecesi ile aynıdır. Bu davranış ve ahlâk kuralları fıtratın özünde mevcutturlar. Ama insanlar aldatıcı ve saptırıcı duyguların etkisi ile bunları unutmuşlardır. İşte bu apaçık âyetler onlara bu kuralları hatırlatmakta,
1619] R-c-m kökünden gelen bu ifadeler için Bk. 38/Sâd 77; 15/Hicr 34; 11/Hûd 91; 19/Meryem 46; 44/Duhan 20. vd.
1620] 17/İsra, 32
1621] 25/Furkan, 68
1622] 4/Nisâ, 24-25; 5/Mâide 5; 60/Mümtehine 12
1623] 24/Nur, 1
1624] 24/Nur, 34 ve 46. âyetler.
1625] Muhammed Gazali, Konulu Tefsir, Nur suresi tefsiri.
1626] Mevdudi, Tefhimul Kur’an, Nur suresi tefsiri
FUHUŞ / ZİNÂ
- 379 -
onları fıtratın açık ve yalın mantığına döndürmektedir… Bu kuvvetli, açık ve kesin girişi, zina suçunun cezasının açıklanması, bu eylemi yapanla Müslüman ümmet arasındaki tüm bağları ve ilişkileri koparan bu eylemin iğrençliğinin vurgulanması izliyor.1627
Şehit Seyyid Kutub’un da dediği gibi; kuvvetli, açık ve kesin bir girişle başlayan bir sure ki içerisinde zinayla ilgili teferruatlı bilgiler yer almaktadır, böylesine dikkat çekici bir girişle başlayan ve zinayı ele alan bir surenin, zani ve zaniyelere uygulanabilecek en ileri derecedeki bir ceza olan recmden bahsetmemesi; işaret dahi etmemesi dikkat çekicidir. Kendilerini Kur’an’a açan şahıslar için bu âyet çok ama çok şey söylemektedir!
Daha önce de belirttiğimiz gibi, zina kelimesi, Kur’an’ın dokuz yerinde geçmektedir. Nur suresinin ikinci âyeti de zani ve zaniyelere verilecek cezanın bildirildiği, içinde zina geçen âyetlerden biridir ve mealen şu anlamdadır;
Zina eden kadınla zina eden erkek... Yüz celde vurun her birine... Allah’a ve Ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dini konusunda bunlara acıma duygusu sizi yakalamasın. Mü’minlerden bir grup da bunların cezalarına tanık olsun.1628
Bu âyetin hükmü geneldir, zaten başındaki istiğrak ifade eden (el) ta’rîf harfi, zina eden tüm kadınları ve zina eden tüm erkekleri kelimenin kapsamı içine alır. Evli veya bekâr fark etmez. Âyetin hükmü, evli bekâr bütün zina edenleri kapsar. Bu cezanın yalnızca bekârlara olduğunu belirten hiçbir Kur’anî delil yoktur. O zinâkârların bazısına, haber-i vahide dayanarak, recmin gerekli olduğunu söylemek ise, Kur’an’ın bu umumî nassının, haber-i vâhid ile tahsisini gerektirir ki, bu caiz değildir. Çünkü Kur’an’ın metni kesindir, haber-i vahidin metni ise kesin değildir. Kesin olan ise, zanni olandan üstündür. Ayrıca Allah Kur’an’da küfür, adam öldürme ve hırsızlık yapma gibi çeşitli günah ve isyanlardan bahsetmiş, fakat bunların hükümlerini, zinanınki kadar tafsilatlı bildirmemiştir. Cenâb-ı Hak, “Zinaya yaklaşmayın” buyurarak zinayı yasaklamış, sonra da bütün günahlarda olduğu gibi, peşi sıra bunun cezasının cehennem olduğunu bildirmiş; üçüncü olarak sopalamaktan bahsetmiş; dördüncü olarak da bir grup mü’minin ceza verilirken orada hazır olmasını emretmiş; beşinci olarak “Allah’ın dini hususunda merhametiniz tutmasın” ifadesi ile de, o zâni ve zâniyelere acımayı nehyetmiştir. Sonra altıncı olarak, Müslüman bir kimseye zina iftirasında bulunana seksen değnek vurulmasını farz kılmış ve böyle bir cezayı, zinadan daha büyük oldukları halde, katillik ve kâfirlik iftirasında bulunanlar için vermemiştir. Yedinci olarak, “Onların şahitliklerini ebediyen kabul etmeyiniz”1629 buyurmuş; sekizinci olarak da, kendi hanımına zina isnadında bulunan kimseler için mulâaneyi (lanetleşmeyi) gerektiren ve (yalancı olanın) Allah’ın gazabına müstahak olması gibi cezalardan bahsetmiş; dokuzuncu olarak da zinanın tespiti için, dört şahit bulunması gerektiğini bildirmiştir. Binaenaleyh ister az ister çok olsun zinanın hükümleri hususunda böylesine detaya inildiğine göre, bunun hükümlerinin en ileri derecesi olan recmin ihmal edilmesi, zikredilmemesi mümkün olmaz. Eğer recm meşru kılınmış olsaydı Allah, Kur’an’da bunu açıkça zikrederdi. Böyle olmadığına göre, bu recmin İslâmî bir hüküm olmadığını gösterir.
1627] Fizilal’il Kur’an, Seyyid Kutub, Nur suresi tefsiri.
1628] 24/Nur, 2
1629] 24/Nur, 4
- 380 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Allah, Furkan suresi 68–69. âyetlerde mealen şöyle buyurmaktadır:
“Onlar Allah’ın yanında bir başka ilaha yakarmazlar/davet etmezler. Allah’ın saygıya layık kaldığı canı haksız yere almazlar. Zina etmezler. Bunları yapan cezaya çarpılır. Kıyamet günü azap kendisi için kat kat artırılır da hor ve ezik halde onun içinde sürekli kalır.”
Hemen ardındaki 70. âyette ise; “Tevbe ederek iman eden ve sâlih amel işleyen müstesna. Allah, böylelerinin kötülüklerini güzelliğe dönüştürür...” buyurmaktadır. Bu âyetlerde görüldüğü üzere şirk koşan, haksız yere can alan ve zina edenlerin kıyamet günü kat kat azaba müstahak olacakları belirtilmektedir. Ama hemen sonraki âyette ise tevbe edip sâlih amel işleyenlerin affedileceği vurgulanmaktadır. Şimdi recmedilen birinin tevbe edip sâlih amel işlemesi ve günahlarının affı için sırat-ı müstakim üzere bir hayat sürmesi düşünülemez. Zira o ölmüştür. Hem de feci bir şekilde. Olaya böyle bir bakış açısıyla yaklaştığımızda, zina edenlerin yaşamlarına son vermek gibi bir tutum Kur’an’ı doğru anlamamaktır.
Bakara Suresi 178. Âyetin Düşündürdükleri: Şirkten sonra en büyük günah masum bir cana kıymak olsa gerek. Zira Allah masum bir cana kıymanın bütün insanlığı öldürmek gibi olduğunu söylemektedir.1630 Allah Bakara suresi 178. âyette şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Öldürmede kısas size farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın... Ama her kim, ölenin kardeşi tarafından bir şey karşılığı bağışlanırsa, o zaman örfe uyması, ona diyeti güzellikle ödemesi gerekir. Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir. Her kim bunun arkasından yine saldırırsa, artık ona acı veren bir azap vardır.”
Kısası Farz kılan Yüce Rahman, ardından bir hafifletme ve rahmet olmak üzere katilin bağışlanması için bir yol açmıştır. Masum bir cana kıyan katiller diyetle hayatta kalabiliyorlar, ama zina edenler yarı bellerine kadar toprağa gömülerek işkencevari bir görüntüyle; acı çeke çeke can veriyorlar. Bu olacak iş midir? Bu argüman üzerinde bir hayli söz söylenebilir, lâkin yeterli olmuştur kanaatindeyiz…
Lian Âyetlerinde geçen “el-Azab” Kelimesi üzerine Bir Mülahaza: Allahu Teâlâ, Nur suresi birinci âyette suredeki hükümlere dikkat çektikten sonra, ikinci âyetle birlikte zina hakkındaki hükümleri bildirmektedir. Bu surenin dördüncü âyetinde iffetli kadınlara zina iftirasında bulunanların cezası bildirilmekte ve 6–9. âyetlerde ise karısına zina isnad eden bir adam ile karısı arasında lanetleşme hükmünü getirmektedir. Şimdi bu “Lian” âyetlerine bakmak istiyoruz:
Karılarına zina isnat edip de kendilerinden başka şahidleri olmayanların şahidliği, kendisinin doğru sözlülerden olduğuna Allah’ı dört defa şahit ttumasıyla olur. Beşincisinde, eğer yalancılardan ise Allah’ın lanetinin kendisine olmasını diler. Kocasının yalancılardan olduğuna Allah’ı dört defa şahit tutması, cezayı (el-Azab) kadından savar. Beşincisinde, kocası doğrulardan ise kendisinin Allah’ın gazabına uğramasını diler.1631
Imam Razi, tefsirinde bu âyetlerle alakalı şunları söylemektedir : “Lian
1630] 5/Mâide, 32
1631] 24/Nur, 6-9
FUHUŞ / ZİNÂ
- 381 -
âyetinde geçen el-azab kelimesindeki elif lam, umum ifade etmez. Çünkü o kadına bütün azab çeşitleri gerekli değildir. Bu sebeple lian âyetinde geçen el-Azab kelimesindeki elif lam’ın, önce geçen bilinen kelimeye (celde âyetindeki el azab kelimesine) döndürülmesi daha uygundur. Önce geçen bilinen kelimedeki anlam ise haddir. Çünkü Allah Nur suresinin başında “ve’l-yeşhed azâbehumâ tâifetun mine’l-mu’minîn…”1632 buyurmuştur. Buradaki el-azab had anlamındadır. Lian âyetindeki el-azab da had anlamındadır. Dolayısıyla, “Kendisinden azabı kaldırır” âyetindeki el-azab’ın had olduğu sabit olduğuna göre kadın lian yapmazsa, kendisine had uygulanır. Hadden ancak lianla kurtulur…”1633
Peki, buradaki had nedir? Nur suresinin ilgili âyetlerini birinci âyetten itibaren bir bütün olarak düşündüğümüzde, buradaki haddin yüz sopa olduğu rahatlıkla görülecektir. Zira kelimedeki “el” takısı ahd içindir; başında bulunduğu kelimeye, önceden belirlenmiş bir anlam yükler. Zina konusunda Kur’an’da belirlenmiş azab 100 değnektir. Arapça bakımından o kelimenin başka bir şeyi göstermesi mümkün değildir. Yukarıdaki kadının evli olduğu da kesindir. Böylelikle anlaşılmıştır ki evli veya bekâr olsun, zina edenin cezası 100 sopadır…
Ahzab Suresi 30. Âyetin Düşündürdükleri:
“Ey Peygamber’in hanımları! Sizlerden biri açık bir hayâsızlık (fahişe) yapacak olursa, onun azâbı (el-azâb) iki kat olur. Bu Allah’a kolaydır.”1634
Âyette geçen “fahişe” kelimesinin hangi anlama geldiği tartışma konusudur. Bazı âlimlere göre kelime burada zina anlamında değildir. İbn Kesir,1635 İbn Abbas’ın, “fahişe” kelimesini, ‘geçimsizlik ve kötü ahlâk’ olarak tefsir ettiğini belirtir. Taberi1636 ise “fahişe” kelimesini zina olarak açıklar. Kurtubi1637 âyetteki “el-azâb” kelimesinin had anlamına geldiğini belirtmiş ve delil olarak Nur suresi 2. âyeti işaret etmiştir. Fahruddin Er-Râzi de tefsirinde bu kelimeyi zina olarak almış ve şu açıklamalarda bulunmuştur; “Başkalarının hanımları, zinanın zarar ve kötülüğünden dolayı, zina ettikleri zaman cezalandırılırlar. Peygamber’in (s.a.s) hanımları, faraza böyle bir şey yaparlarsa, hem bundan dolayı, hem peygamberin kalbini kırmaları, hem de onun makamına önem vermemeleri sebebiyle cezalandırılırlar. Peygamberin kızları da böyledir. Bir de bir kadın, Hz. Peygamber’in (s.a.s) nikâhı altında olup, zina ederse, Peygamber’den (s.a.s) başkasını tercih etmiş olur ve o başkası, bu kadına göre, peygamberden daha iyi ve daha hayırlı olmuş olur. Hâlbuki peygamber ona göre, başkasından da evlâ olan kendi nefsinden bile ona daha yakındır. Böylece o kadın, peygamberin makamını iki kat aşağı indirmiş olur. Dolayısıyla da iki misli azapla cezalandırılır.”1638
Bizce de buradaki “Fahişe” kelimesi zinayı işaret etmektedir. Zira Kur’an’ın başka âyetlerinde de bu kelime zina anlamına kullanılmıştır. Bu kelimeyi zina olarak algılamayanlar, ümmetin anneleri mesabesinde olan o temiz Peygamber hanımlarına bu iğrenç fiili yakıştıramadıklarından böyle tefsir etmişlerdir. Lakin
1632] 24/Nur, 2
1633] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 16/546–547
1634] 33/Ahzâb, 30
1635] İbn Kesir, Tefsir, III, 490.
1636] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/492.
1637] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 14/91–92
1638] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları:18/256–257
- 382 -
KUR’AN KAVRAMLARI
zinadır diyenler de bu iğrenç fiili Allah Rasulü’nün hanımlarına yakıştırdıkları için dememişlerdir. Zaten bunu aklı başında hiçbir Müslüman söyleyemez. Onlar tertemiz yaşamış ve tertemiz vefat etmişlerdir. Peygamber hanımları bu tür fiillerden beri ve masumdurlar gibi bir anlayış kanaatimizce doğru değildir. Zira peygamberler harici hiç kimse küçük veya büyük bir günahtan masum değildir. Bu konuda delil de yoktur. Bilakis hilafına delil bulmak kolaydır. Hz. Lut’un karısı bir delil olabileceği gibi; “ifk hâdisesi” de etraflıca incelendiğinde, bizim için delil olabileceği görülür. Zira Nur suresinin ilgili âyetleri ve Hz. Aişe Annemizden gelen sağlam rivâyetlere bakıldığında, bu iftiraya karşı sahabenin takındığı tavır şiddetle kınanmaktadır. Yine Allah Rasulü’nün, âyetler inene kadar yaklaşık bir aylık bir süreçte Hz. Aişe ile konuşmadığı bilinmektedir. Bütün bunlar göstermektedir ki; Hz. Aişe Peygamber hanımı olması hasebiyle bu fiilden masum görülmemiş yani sahabe böyle bir tavır içine girmemiştir. Bu da göstermektedir ki Peygamber hanımlarının da zina edebilecekleri küçük de olsa ihtimal dâhilindedir.1639
Bütün bu açıklamalardan sonra şunları söyleyebiliriz: Peygamber hanımlarının evli olduğu açıktır. Onlara verilebilecek bir cezanın katlanabilir cinsten olması gerekir. Recm cezasının iki katı olmaz, ama 100 değnek ikiye katlanabilir. Bu âyetlerde geçen el-azâb kelimesi de, sadece Nur suresindeki 100 değneği gösterir. Çünkü onlardaki “el” takısı da ahd içindir. Binaenaleyh, Allah, zâni ve zâniyeler için yalnızca 100 sopa cezası öngörmüştür…
Nisa Suresi 25. Âyet ve Recm Cezası:
“İnanmış hür kadınları nikâhlama genişliğine gücü yetmeyeniniz, ellerinizin altındaki genç, mü’min köle kızlardan biriyle evlensin. Allah sizin imanınızı daha iyi bilir. Hep birbirinizdensiniz. O halde onları, sahiplerinin izniyle nikâhlayın. Gizli dost edinmeyerek, zinadan uzak kalarak, iffetli hanımlar olmaları şartıyla onların mehirlerini örfe uygun bir biçimde verin. Evliliğe geçtikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınlara uygulanan cezanın yarısı uygulanacaktır. Bu, köle ile evlenme yolu, günaha ve sıkıntıya girmekten korkanınız içindir. Sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır. Allah çok affedici, çok merhametlidir.”1640
Bu âyet dikkatli incelendiğinde, yukarıda mütalaasını yaptığımız Ahzab suresi 30. âyetle bir açıdan benzerlik arz etmektedir. Ahzab suresi 30. âyette azabın iki kat olacağı bildirilirken burada; “Evliliğe geçtikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınlara uygulanan cezasının yarısı uygulanacaktır.” buyrulmaktadır. Bu âyetle ilgili olarak müfessirlerin büyük çoğunluğu; “Recm bölünemediğinden buradaki ceza Nur suresi 2. âyette bildirilen 100 sopa cezasının yarısıdır.” şeklinde bir istidlalde bulunmuşlardır. Evet, recm cezasının yarısı olmaz ve burada kasıt 50 sopadır… Ama bahsi geçen kadınlar evlidir ve iddia edildiği gibi recm cezası da evlilere uygulanmaktadır. Peki, evli bir kadın nasıl oluyor da bekâr kadınlarla kıyas ediliyor? Hâlbuki recm cezasını savunanlar; “evlinin zinasıyla
1639] İfk hadisesi süresince recm cezasının gündeme gelmemiş olması da bir hayli düşündürücüdür… Nitekim Allah Rasulü, Aişe annemizi recm ile korkutmamış ve şunları söylemiştir; “Ey Âişe, senin şöyle şöyle yaptığın bana söylendi. Eğer sen suçsuz isen, Allah senin suçsuzluğunu ortaya koyacaktır. Ama eğer bir günah işlediysen, Allah'tan mağfiret dile, O'na tevbe et, çünkü kul günâhını itiraf edip Allah'a tevbe ederse Allah onun tevbesini kabul buyurur” dedi. (Bk. Buhârî, Şehâdât 15; Müslim, Tevbe 10.)
1640] 4/Nisâ, 25
FUHUŞ / ZİNÂ
- 383 -
bekârın zinası bir olmaz, dolayısıyla evliye daha ağır bir ceza gereklidir ve bu da recmdir.” diyorlar. Görüldüğü üzere kendi hükümleriyle çelişki içerisindedirler. Evlinin bekâra kıyası caiz değildir. Bu âyet çok açık bir şekilde göstermektedir ki Kur’an evli-bekâr ayırımı yapmaksızın zinanın cezasını 100 sopa olarak belirlemiş, cariyelerin cezasını ise 50 sopayla hükme bağlamıştır…
Sonuç:
Sonuç olarak zina suçunun cezası hürler için 100, cariye iken evlenmiş olanlar için ise 50 sopadır. Kur’an’da bu kadar açık deliller varken şüpheli delillere dayanarak recm cezası savunulamaz ve uygulanamaz. “İmkân buldukça şüphelerle had cezalarını düşürün.” 1641 hadisi de bizim için dikkate alınması gereken bir Peygamber (s.a.s.) sözüdür.1642
Hayreddin Karaman diyor ki:
Sabit Ceza (Had) Olarak Recim Yoktur
Ben recim konusunda ileri sürdüğüm görüşü “usûl dairesinde” delillendiriyorum; yani modernistlerin tesiri altında kalarak usûl dışına çıkmıyorum, usûl içinde kalarak “İslâm’da var mı, yok mu” sorusuna cevap arıyorum. Benim yok dediğime bir başkası yine usûl içinde kalarak ve kendince sahih gördüğü delillere dayanarak “var” derse o da onun görüşü, tercihi veya taklidi olur. Tartışmayı bu çerçeveden çıkarıp muhataplarını şuraya veya buraya katmaya çalışmak ilim ve ahlâk ölçülerine sığmaz, ayrıca mezmum duygulardan da kaynaklanabilir.
Recim konusunda, şu anda önümüzde üç görüş (açıklama, tercih, yorum) var:
1. Kadim ve ekseriyetin kabul ettiği “İslâm’da recim had (değişmez ceza) olarak vardır.”
2. Recim Yahudi şeriatında var idi, Peygamberimiz bunu birkaç defa uygulattı, sonra Kur’an bu cezayı kaldırdı, yerine evli olsun bekâr olsun zina edenlere yüz sopa cezasını getirdi. 1643
3. Evli veya dul olarak zina yapanlara uygulanan recim cezası had (değişmez, sabit) ceza değildir, tazir (yönetimin takdirine bırakılmış, gerekli görülürse kaldırılabilir) bir cezadır (Karadavi, ben -H.Karaman-...)
Birinci şıkkı savunan tenkitçi temelde bir delile dayanıyor: Recim konusunda nas (hadis veya tilâveti neshedilmiş âyet) vardır ve bu nas üzerinde (bu nassın had olarak recim cezasını getirdiği hükmünde) de icma hâsıl olmuştur.
Eğer bu istidlal bize göre de doğru olsaydı başka diyecek sözümüz olamazdı. Hâlbuki bize göre recim hakkındaki hadislerin tartışılmaz olanları “recimin had olduğu sonucuna götürmüyor, tazir olabileceği sonucuna kapıyı açık bırakıyor. M. Ebu Zehra’ya göre ise bu hadisler, celde (yüz sopa) âyeti ile neshedilmiş bulunuyor. 1644
1641] Tirmizi, Hudud, 2.
1642] Mustafa Ural
1643] M. Ebu Zehra
1644] Hayrettin Karaman, Yeni Şafak Gazetesi, Ekim 2010
- 384 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Nesil Emniyeti
Nesil emniyetini kavrayabilmek için “âile nedir?” sualine cevap bulmak zorundayız. Önce “âile” kelimesi üzerinde duralım. Bakıma muhtaç olmak ve fakir düşmek gibi mânâlara gelen “ayle”den türemiş, Arapça bir kelime ile karşı karşıyayız. Istılâhta; temelini ana babanın teşkil ettiği, kan ve süt bağıyla birbirine bağlı ferdlerden oluşan küçük topluluğa âile denir. şeklinde tarif edilmektedir. Ayrıca, nikâhları birbirine müebbeden (edebiyyen) haram olan fertler de, âileden sayılır. Birçok ansiklopedide âilenin “anne-baba ve çocuklardan meydana gelen topluluktur” şeklindeki tarifine rastlarsak da, buna katılmak mümkün değildir. Çünkü tarif “efradına câmi, ağyarına mani” olmak zorundadır. Âile sisteminin, Hz. Âdem’e (a.s.) indirilen on suhufla teşkil olunduğu, ilk âilenin Hz. Âdem (a.s.) ve Hz. Havvâ’dan (r.anhâ) meydana geldiği gerçeği inkâr olunamaz. Hz. Âdem’in (a.s.) kıssası Kur’ân-ı Kerîm’de yer aldığı gibi, İncil ve Tevrat’ta da yer almıştır. Bu durumda müslümanların, nasranilerin ve yahudilerin; ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’e (a.s.) inanmaları zarûridir. İnsanı, maymunun evrim geçirmiş şekli kabul eden darwinizmi esas alanlar, müslüman olamayacakları gibi, nasrâni ve yahudi de (yani ehl-i kitap) olamazlar. Hz. Âdem’in (a.s.) iki oğlu arasında (Habil ile Kabil) cereyan eden kanlı mücâdelenin, temelde âile sistemine dayandığı dikkate alınırsa, “nesil emniyeti”nin önemi kavranır. Habil’e nikâhlaması suhuflarla sâbit olan İklima’ya gönlünü kaptıran Kabil; âile sistemini heva ve heveslerine kapılarak değiştirmek istemiştir. Kardeşi Habil’i öldürerek hedefine varmaya kalkan Kabil, ideolojik sistemlerin kurucusu olarak kalmamış, ilk katliamı da gerçekleştirmiştir. Günümüzdeki bütün ideolojilerin temelde “katliam”a dayanması, Kâbil kompleksinin tabii bir sonucudur. Bu noktada Rasûl-i Ekrem’in (s.a.s.) “Hiçbir Âdemoğlu zulm ile öldürülemez. Ancak onun kanının günahından Âdem’in (a.s.) oğlu Kabil’e bir pay ayrılır. Çünkü bu cinâyeti âdet edenlerin önderi (lideri) odur”1645 meâlindeki hadis-i şerifini iyi düşünmek durumundayız.
İmam Gazzâlî: “Zinâ eden erkek ve kadınların cezâlandırılması, nesil emniyetinin tahakkuku içindir” hükmünü zikrediyor.1646 Bilindiği gibi dâru’l-İslâm’da, zinâ eden erkek ve kadın, bekâr ise yüz değnek cezâsına, evli iseler recm’e tâbi tutulurlar. Ancak, dâru’l-harpte bu cezâlar uygulanamaz. Zira nesil emniyeti yoktur. Dolayısıyla hadd-i zinânın uygulanmadığı toplumlar, “dâru’l-harp” özelliğini taşırlar. Türkiye’de, genelevlerin bile devletin resmî izniyle işletildiği, zinânın kitle yayın organları (TV, radyo, gazeteler vs.) ile övüldüğü ve şer’î muâmelelerin yasaklandığı gerçeği gizlenemez. İslâm dini; erkek ve kadınların, birbirleri üzerine hüküm koyma, hak ve yetkilerini tayin etme fiillerini kabul etmemiştir. Her iki cins de, “Allah’ın (c.c.) indirdiği hükümlere” boyun eğmek ve İslâmî bir hayât yaşamak zorundadırlar. Bu sebeple İslâın toplumlarında “feminizm” diye isimlendirilen felsefî cerayanların etkisi görülemez.”Nesil emniyeti” ile yakından alâkalı bir ıstılah da fuhuştur. Fuhuş, lûgatta söz ve işin çok çirkin olması, Hudûdu ve ölçüyü aşmak, kötü olarak bilinen her türlü söz ve iş mânâlarına gelir. Câhiliyye döneminde açık ve gizli olarak yapılan zinâ, İslâm dini tarafından kesinlikle haram kılınmıştır. Ayrıca zinâyı teşvik eden müzik ve bunun gibi bütün yollar haram kılınmıştır. Türkiye’de olduğu gibi, câhiliyye döneminde de, açık yerlerde yapılan zinâ kötü görülürdü. Ama gizli ve kimsenin göremeyeceği
1645] Buhârî Muht. Tecrid-i Sarih Terc., c. IX, s. 83, hadis no: 371
1646] İmam-ı Gazzalî, el-Mustasfa Min ilmû'l Usûl, Beyrut, l937, c. I, sh. 87 vd.
FUHUŞ / ZİNÂ
- 385 -
yerde yapılanı katiyyetle ayıplamazlardı. Kur’ân-ı Kerîm’de: “Açık olsun, gizli olsun fuhşiyata yaklaşmayınız”1647 emri, “gizli olan” fuhşu da kesinlikle haram kılmıştır. Muhkem ve müfesser âyetlerle ve hükmü kat’iyyet ifâde eden mütevatir sünnetle, “âile”nin nasıl teşekkül edeceği izah buyurulmuştur. Bu Hudûdların dışındaki her türlü ilişki (siyasî yönetimler, kanunlarla tâyin etse de, etmese de) fuhuştur. Çünkü insanların kendi hevâ ve hevesleriyle, âile sistemi kurmaları kat’iyyen haramdır. Âile, İslâm’ın belirttiği hudûdlarla teşekkül eder.1648
Kazf: Nâmuslu Bir Kimseye Zinâ İftirası
Kuvvetle atmak, sözü ağzından atıvermek, dokundurmak, iffetine iftira etmek anlamına gelen “kazf”, terim olarak; Nâmuslu bir erkek veya kadına “sen zinâ ettin...” ey zâniye...” gibi sözlerle zinâ suçlaması yapmak anlamında bir İslâm hukuku terimidir. Kazf büyük günahlardandır. Bu konuda Cenab-ı Hakk “Şüphesiz nâmuslu, kendi halinde olan mü’min kadınlara (zinâ iftirâsı) atanlar, dünyada ve âhirette lânet olunurlar. Onlar için büyük bir azap vardır”1649 buyurmuştur. Hz. Peygamber (s.a.s.) de bir hadis-i şeriflerinde, kazfi, insanı helâke götüren yedi unsurdan biri olarak zikretmiştir.1650
Kazf cezâsı, eğer iftirayı yapan kimse hür ise cezâsı seksen değnektir: “Nâmuslu kadınlara zinâ isnadında bulunup da, sonra dört şâhit getiremeyenlere seksen değnek (hadd) vurur, onların şâhitliklerini de ebediyyen kabul etmeyin”1651 Değnekler vücudunun belirli bir yerine değil, çeşitli yerlerine vurulur. Yalnız manto, palto gibi dış elbiseleri çıkarılır. Eğer iftira eden köle ise cezâsı kırk değnektir: “Câriyelere, hür kadınlara olan azabın yarısı vardır.”1652
İftira edilen kimsenin muhsan olması; hür, akıllı, bâliğ, müslüman ve nâmuslu olması demektir. Kişi iftira ettiğini söyleyip sonra bundan caymaya kalkarsa, bu kabul edilmez yani kendisine cezâ uygulanır. Bir kâfire zinâ isnad eden veya bir müslümana zinâdan başka bir şey atfeden meselâ, ey fâsık, ey kâfir veya ey habis diyen kimse İslâm Devletinin koyduğu bir cezâ (ta’zir) varsa onunla cezâlandırılır.
Ta’zirin en çoğu otuz dokuz en azı üç sopadır. Hâkim birisine had uygulayıp veya ta’zir ettiğinden dolayı o kimse ölürse, hâkim sorumlu değildir. İftiradan dolayı had cezâsı uygulanan müslüman tevbe etse bile, şâhitliği kabul olunmaz.1653 Ancak tevbesi sebebiyle fâsıklıktan kurtulmuş olur. Şâfiîlere göre ise tevbe edince, hem fâsıklıktan kurtulur, hem de bundan sonra şâhitliği kabul edilir.
Kâfir iken, iftiradan dolayı kendisine had cezâsı uygulanan müslüman olursa, şâhitliği kabul olunur. Çünkü müslüman olmakla kendisine şâhitlik hakkı yeniden doğar.1654
1647] 6/En'âm,151
1648] Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, İnkılâb Y. s. 268-27
1649] 24/Nûr, 23
1650] Buhârî, Vesâyâ 23
1651] 24/Nûr, 4
1652] 24/Nûr, 4
1653] bk. en-Nur, 24/4
1654] el-Kurtubî, el-Cami' fi Ahkâmi'l-Kur'ân, Beyrut 1965-1966, XII, 190-195; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1936, IV, 3478-3483; Mevdûdî, Tefhimul Kur'ân, İstanbul 1986, III, 431 vd. Seyyid Kutup, Fî Zilâli'l Kur'ân, İstanbul t.y., X, 381 vd.; Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 327
- 386 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Lian: Eşler Arası Güvensizliğin Bedeli ve İftiraya Set Çekme
Lian; Zinâ sebebiyle evliliği sona erdirme yöntemine denir. Liân ve eş anlamlısı mulâane, La’n kökünden “Leane”nin mastarıdır; Allah’ın rahmetinden kovulma ve uzaklaştırılma; kocanın karısını zinâ ile suçlaması ve bunu dört şâhitle ispat edememesi halinde, hâkim önünde özel şekilde ve karşılıklı olarak yeminleşme anlamında bir İslâm hukuku terimidir. Hanefî ve Hanbelilerin ortak tarifine göre, liân; koca tarafından yalan söylüyorsa Allah’ın lâneti kendi üzerine çekilerek, yeminlerle güçlendirilmiş şehâdetlerdir. Kadın da, eğer yalan söylüyorsa, Allah’ın gazabını üzerine çeker. Bu yeminleşme koca için “kazf” cezâsı ve kadın için zinâ cezâsı yerine geçer, Liân, evliliği sona erdiren bir boşanma yoludur.
Liânı doğuran sebep şudur. Bir erkek yabancı bir kadına zinâ ithâmında bulunursa, bunu dört şâhitle ispat etmesi gerekir. Aksi halde zinâ iftirası yapmış sayılır ve kendisine seksen değnek dayak vurulur.1655 Kazf cezâsı, önceleri, eşine zinâ isnâdında bulunan ve bunu dört şâhitle ispat edemeyen koca için de uygulanıyordu. Nitekim Ashâb-ı kiramdan Hilâl b. Ümeyye (r.a.), hanımına zinâ isnâdında bulununca Rasûlüllah (s.a.s.); dört şâhitle bunu ispat etmesini, aksi halde zinâ iftirası cezâsı (kazif) uygulanacağını bildirdi. Bunu birkaç defa daha tekrar etti. Hilâl b. Ümeyye şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasûlü; bizden birimiz karısını bir erkekle zinâ halinde görüyor; delil istiyorsunuz. Seni hak olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, ben doğru söylüyorum. Şuna inanıyorum ki, Allah, benim sırtımı bu dayaktan kurtaracak şeyi sana indirecektir.”1656 Bu olay üzerine aşağıdaki “mulâane âyeti” indi.
“Hanımlarına zinâ isnat edip de, kendilerinden başka şâhitleri olmayanların şâhitliği, doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah’ı şâhit tutup yemin etmesiyle olur. Beşinci defasında, eğer yalan söyleyenlerden ise, Allah’ın lânetinin kendi üzerine olmasını diler. Kadının da kocasının yalancılardan olduğuna dair, Allah’ı dört defa şâhit tutup yemin etmesi, cezâyı kendisinden kaldırır. Beşinci defasında; kocası doğru söyleyenlerden ise, Allah’ın gazabının kendi üzerine olmasını diler.” 1657
Âyetin ilk uygulaması Hilâl âilesi üzerinde oldu. Hz. Peygamber, Hilâl’i çağırdı. Hilâl, doğru söylediğine dair, dört defa Allah’ı şâhit tutup, beşincide, eğer yalan söylüyorsa, Allah’ın lânetinin kendi üzerine olmasını istedi. Sonra karısı getirtilerek, o da aynı şekilde yemin etti. Beşincide, eğer kocası doğru söylüyorsa, Allah’ın gazabının kendi üzerine olmasını diledi. Allah’ın elçisi sonra onların arasını ayırdı.1658 Liân âyetinin Uveymir el-Aclânî ve zinâ isnadında bulunduğu hanımı hakkında indiği de rivâyet edilmiştir. Âyetin hükmünün, önce Hilâl âilesine ikinci olarak da Uveymir âilesine uygulandığı görüşü daha sağlam görünmektedir.1659
Liânın sebebi ikidir. Birincisi; bir erkeğin karısına yabancı bir kadına isnat edildiği zaman zinâ cezâsı uygulamasını gerektiren zinâ isnadında bulunması. İkincisi; babanın henüz doğmamış olan veya doğmuş bulunan çocuğun nesebini
1655] 24/Nûr, 4
1656] Buhârî, Şehâdât 21, Tefsîru Sûre 24/3, Talâk 28; Müslim, Liân 2; Ebû Dâvud, Talâk 27; Ahmed bin Hanbel, I/273, III/142
1657] 24/Nûr, 6-9
1658] eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, 1250 H, y.y., VI, 268
1659] eş-Şevkânî, a.g.e., VI, 268
FUHUŞ / ZİNÂ
- 387 -
reddetmesi.
Ebû Hanîfe’ye göre, çocuğun nesebini reddetmek, hemen doğumun arkasından veya normal olarak en geç bir hafta içinde olmalıdır. Koca, karısının doğurduğu çocuğun nesebini kabul etmemekle, ona zinâ isnadında bulunmuş olur ve mulâane yoluna gidilir. Bu süre geçtikten sonra, çocuğun nesebi, susma sebebiyle sâbit olur. Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e göre ise, nifas sonuna kadar, çocuğun nesebini reddetmek mümkündür.1660 Nifas müddeti doğumdan itibaren kırk gündür.
Liânın rüknü; yeminle birlikte Allah’ı şâhit gösterme ve her iki eşin lâneti üzerine çekmesidir.
Liânın Şartları Üçtür:
1. Eşler arasında evliliğin devam etmekte olması gerekir. Eşlerin daha önce cinsel temasta bulunmamış olması hükmü değiştirmez. Evli olmayanlar arasında veya yabancı bir kadına zinâ isnadında bulunulması halinde mulâane yoluna gidilemez. Bir erkek yabancı bir kadına zinâ isnadında bulunduktan sonra onunla evlense, kendisine yalnız kazif cezâsı gerekir, Liân uygulanmaz.
2. Nikâh akdinin sahih olması gerekir. Meselâ, şâhitsiz evlenen ve bu sebeple nikâhı fasit olan eşe mulâane uygulanmaz.
3. Kocanın şâhitlik yapma ehliyetine sahip olması. Bu durum; eşlerin akıl, bâliğ ve müslüman olmasını ve kazif suçundan dolayı had cezâsına çarptırılmamış bulunmasını gerektirir. Eşlerin âmâ veya fâsık olması sonucu etkilemez.1661
Çocuğun nesebini reddedebilmek için bazı şartların bulunması gerekir:
1. Hâkimin eşler arasında tefrika (ayrılık) kararı vermesi. Çünkü ayrılığa hüküm verilmeden önce, nesebi red gerekmez.
2. Nesebin, Ebû Hanîfe’ye göre, en geç bir hafta içinde, Ebû Yusuf ve Muhammed’e göre nifas müddeti içinde reddedilmesi gerekir. Çoğunluğa göre, neseb reddinin en kısa sürede (fevrî) yapılması gereklidir.
3. Nesebin kabulü anlamına gelen bir işlemin yapılmaması gerekir.
4. Tefrik sırasında çocuğun hayâtta olması şarttır.1662
Mulâane sırasında yeminden kaçınma veya liândan dönme halinde; Hanefîlere göre liândan kaçınan koca ise, yemin edinceye veya yalan söylediğini itiraf edinceye kadar hapsedilir. Hapis cezâsının bir yarar sağlamayacağı belli olursa, kazif cezâsı uygulanır. Yeminden kaçınan kadınsa, mulâane yapması ve kocasını tasdik etmesi için hapsedilir. Kocasını doğrularsa serbest bırakılır. “Yemin etmesi, kadından azâbı kaldırır”1663 âyetinde belirtildiği gibi Hanefiler dışındaki çoğunluk İslâm hukukçularına göre, liândan kaçınanlara zinâ cezâsı uygulanır.
1660] el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi, Beyrut 1328/1910, III, ?39; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Kahire, t.y., III, 260 vd.; el- Meydânî, el-Lübâb, III, 79
1661] el-Kâsânî, a.g.e., III, 24; İbnü'l-Hümâm, a.g.e, III, 259; el-Meydânî, a.g.e., III, 75,78; İbn Âbidîn, Reddül-Muhtâr, Mısır, t.y., II, 805 vd.
1662] el-Kâsânî, a.g.e, III, 246-248; el-Meydânî, a.g.e; III, 79; İbn Âbidîn, a.g.e, II, 811
1663] 24/Nûr, 8
- 388 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Çünkü liân, zinâ cezâsının yerine geçmiştir.
Koca, hâkim önünde yapılan liân işleminden sonra, yemininden dönerse kendisine kazif cezâsı verilir.1664
Liânın hükümleri: Eşin zinâsı sebebiyle hâkim önünde vuku bulan mulâane sonunda aşağıdaki sonuçlar ortaya çıkar.
1. Kocadan kazif veya tâzir cezâsı düşer. Kadın da zinâ cezâsından kurtulur.
2. Mulâaneden sonra, eşlerin cinsel temasta bulunması haram olur. Hz. Peygamber bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Mulâane yapanlar artık sonsuza kadar bir araya gelemez.”1665
3. Eşler, mulâane sonunda hâkim kararı ile birbirinden ayrılmış olurlar. Delil; Hz. Peygamber’in Hilâl b. Ümeyye ile eşini ayırmasıdır.1666 Burada, hâkimin ayırma hükmü, Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed’e göre “bâin talâk” niteliğindedir. Çünkü prensip olarak hâkim kararı ile gerçekleşen boşama bâin talâk sayılır. Koca, daha sonra yalan söylediğini ikrar eder veya şâhitlik yapma ehliyetini kaybederse karısı kendisine helâl, çoğunluk İslâm hukukçularına göre ise, Liân sonucu gerçekleşen ayrılık, süt hısımlığı yüzünden ayrılıkta olduğu gibi “nikâh akdini fesih” niteliğindedir; ebedî haramlığı gerektirir ve artık bu iki eşin yeniden evlenmesi mümkün olmaz.
4. Zinâ fiiline bağlı olarak doğan veya doğacak olan çocuğun nesebi baba yönünden reddedilmiş sayılır. Artık bu koca ile çocuk arasında miras ve nafaka hukuku cereyan etmez.1667
Livâta; Zinânın En İğrenç Biçimi
Livâta: Erkek erkeğe cinsel ilişkide bulunma demektir. İslâm dininde zinâ, fâhişelik gibi bir hayâsızlık örneğini teşkil eden livâta da, kesinlikle yasaklanmıştır. Livâtaya, oğlancılık veya homoseksüellik de denir. Livâta, insan şahsiyetine ve haysiyetine hiç bir şekilde yaraşmayan ahlâkî suçlardan biridir.
Hz. Lût (a.s.), sapık, ahlâksızlığın, edepsizliğin en âdîsi olan livâtanın yaygın olduğu Sedum (Sodom) halkına peygamber olarak gönderilmiştir. Sedum halkı, daha önceki toplumlarda görülmeyen bu ahlâksızlık suçunda çok ileri gitmişti. İffet, nâmus ve hayânın unutulduğu bu toplumda Lût (a.s) gibiler, onların bu tür ahlâksızlıklarına engel olmak istemişler, ancak susturulmuş ve etkisiz hale getirilmişlerdi.
Sedum halkının ahlâksızlık ve edepsizliğini ifâde eden âyette şöyle buyrulur: “Lût’u da hatırla. Hani o, kavmine şöyle demişti: Âlemlerde hiç kimsenin sizden önce yapmadığı bir hayâsızlığı mı yapıyorsunuz?”1668 Ancak diğer âyetlerde, bunların yaptığı kötülüklerin cezâsız kalmadığı vurgulanarak, gökten gelen acı bir azab ile yerle
1664] el-Kâsânî, a.g.e., III, 238; el-Meydânî, a.g.e., II, 808; İbn Âbidin a.g.e., II, 808
1665] eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, VI, 271
1666] eş-Şevkânî, a.g.e., VI, 274
1667] bk. el-Kâsânî, a.g.e., III, 244-248; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., III, 253 vd.; el-Meydânî, a.g.e., III, 77-78; İbnRuşd, Bidâyetü' l- Müctehid, Mısır, t.y., II, 120 vd.; İbn Kudâme, el-Muğnî, Kahire, t.y., VII, 410-416; Abdurrahman es-Sabünî, Medâ Hürriyeti'z-Zevceyn fi't-Talâk, Beyrut 1968, II, 896 vd.; Hamdi Döndüren, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 4, s. 22-23
1668] 29/Ankebût, 28
FUHUŞ / ZİNÂ
- 389 -
bir edildikleri belirtilmiştir.
Livâtanın veya başka bir deyişle homoseksüelliğin İslâm hukukundaki cezâsı, bazı fakihlere göre zinâ cezâsıdır. Öte yandan, hâkimin, bu kötü durumdan insanları alıkoymak için toplumun yararına göre cezâ verebileceği görüşünü savunanların yanında, livâta işini yapan ve yapılanın öldürülmesi gerektiği görüşünde olan İslâm fıkıhçıları da vardır.1669
Flört; Fuhuş ve Zinâya Dâvetiye
Flört: Kadın-erkek arasındaki duygusal ilişkiye denilmektedir. Flört etmek, kadın ve erkeğin duygusal ilişki kurması demektir. Batı toplumlarında flört, gençlerin duygusal açıdan olgunlaşmalarını, çeşitli komplekslerinden kurtulmalarını, cinsellik konusunda bilgilenmelerini, eşlerin evlilik öncesinde birbirlerini tanıyarak bilinçli bir beraberlik oluşturmalarını sağlayacak bir tecrübe ve eğitim biçimi olarak kabul edilmiş ve hoş görülmüştü. Fakat duygusal ilişkiler, kendisine ilişkin bütün düşünce ve varsayımların iflâsını ilân edercesine büyük bir hızla fiziksel ilişkiye dönüşerek gündemden düştü. Batılı toplumlar günümüzde bir yandan, bir süre önce son derece mâsumâne ilişkiler olarak baktığı flört olayının önüne yığdığı toplumsal sorunlarla boğuşurken, bir yandan da artık duygusal ilişkinin yerini alan cinsel özgürlük gibi kavram ve olguları tartışmaya başladı.
Kadın-erkek arasında serbestçe kurulan ilişkilerin farklı bir sonuca varması mümkün değildir. Çağımızın önde gelen ruhbilimcilerinden Erich Fromm izlenerek söylenirse, karşıt cinsler arasındaki duvarın yıkılması durumunda duygusal ilişkilerin karşı konulmaz bir cinsel isteğe dönüşmesi kaçınılmazdır. Bu cinsel isteğin tek amacı da birleşmektir. Bu nedenle bu tür ilişkiler düşünüldüğünün tersine sürekli değildir ve utanç, umut kırıklığı, nefret ve düşmanlıkla noktalanır. Böylesine olumsuz bir biçimde sonuçlanan ilişkiler doğal olarak birçok bireysel ve toplumsal soruna neden olur. Ruhsal bunalımlar, âileden kopmalar, kötü yollara düşmeler, çocuk denilecek yaşta ortaya çıkan gebelikler, terk edilmiş gayr-i meşrû çocuklar, intiharlar bu tür ilişkilerin Batı toplumlarının önüne yığdığı sayısız sorundan yalnızca birkaçıdır.
İslâm yalnızca ortaya çıkan sorunlara çözümler getiren bir inanç ve hukuk sistemi değil; aksine, getirdiği kurallarla öncelikle sorunların ortaya çıkmasını önleyen bir dindir. İslâm’ın bu özelliği kadın-erkek ilişkileri alanında da kendini göstermekte, İslâm toplumlarında, Batı örneği câhilî toplumların karşı karşıya geldiği sorunların ortaya çıkmasına imkân tanımamaktadır.
İslâm, toplumun çürümesine neden olan başlıca âmillerden birisi kadın-erkek arasındaki gayr-i meşrû cinsel ilişkiyi (zinâ, fuhuş) yasaklamış, caydırıcı bir etken olarak cezâî müeyyideler getirmiştir. Fakat asıl önemlisi bireyleri bu tür fiillere götürecek bütün yolları kapatması, oluşmasını önleyici tedbirler almasıdır. Bu tedbirlerin başında karşıt cinsteki yabancı kişilerin yalnız başlarına bir arada bulunmaması kuralı gelir. Hz. Peygamber, böyle bir durumun doğuracağı tehlikeli sonuçlara dikkat çekmek üzere, “Çünkü -bu takdirde- üçüncüleri şeytandır”1670 buyurur. Diğer bir önleyici kural da tesettür ve sürekli bakış gibi uyarıcı davranışlardan
1669] Mefâil Hızlı, Şamil İslâm Ans. c. 4, s. 24
1670] Ahmed bin Hanbel, Müsned, I/227, III/339
- 390 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kaçınma1671 kuralıdır. Dokunma, el sıkışma ve benzeri fizikî temas yasağı da başka bir önlemdir.1672 İslâm’ın kadın-erkek ilişkileri hakkında getirdiği hüküm ve kurallar açısından bakıldığında flörtün bütünüyle İslâm sınırlan dışında kaldığı görülür: Çünkü, biçimi, şartları ve sonuçları bakımından İslâm’ın hüküm ve kurallarına ters düşen bir ilişki biçimi olarak ortaya çıkmaktadır.
İslâm insanın cinsel yönünü görmezden gelip bu alandaki ihtiyaçlarını yok saymaz. Tersine, bu yönünün meşrû’ ve hem birey, hem de toplum için yararlı olabilecek biçimde tatminini öngörür. Evlilik kurumunun önemli varlık nedenlerinden birisi de insanın cinsel ihtiyaçlarının böyle bir yönde karşılanmasıdır. Bu nedenle İslâm’da evlilik teşvik edilmiş, olabildiğince kolaylaştırılmaya çalışılmıştır.1673
Kadının Örtüsü/Tesettür ve Hicab
Tesettür Nedir? “Tesettür”; örtmek, gizlemek, saklamak anlamlarına gelen ‘setr’ kökünden gelmektedir. “Tesettür” sözlükte; örtünmek gizlenmek, bir şeyle kapanmak demektir. Bir şeyi saklayan ve gizleyen nesnelere ‘setr’ denildiği gibi, kapatılması gereken bir şeyi gizlemeye de ‘setr’ denilir. Nitekim namazda ‘avret’ denilen, bedenin gizlenmesi gereken kısımlarını örtmeye de ‘setr-i avret -avret yerlerini örtmek-’ denilmektedir. ‘Mestûr’ veya ‘mestûre’; kapalı, gizlenmiş anlamına gelmektedir. Aynı kökten gelen ‘settâr’, gizleyen, örten, saklayan demektir ki, Kur’an’da geçmemekle beraber Allah için ‘Setttâru’l-uyûb -ayıpları gizleyip örten, ayıpları ortaya dökmeyen’ denilmektedir.
‘Tesettür’ kavram olarak, kadın ve erkek müslümanların ‘avret’ yerlerini örtmelerini ifâde eder. Kur’an’da örtünmeyi emreden âyetlere ‘hicab’ âyetleri denir. Birçok İslâmî kaynakta kadınların örtünmesi anlamında ‘hicab’ kavramı geçmektedir. Ancak Türkçe’de ‘tesettür’ kelimesi daha yaygındır. ‘Hicab’ sözlükte, bir şeyi örtmek veya bir şeye engel olmak demektir ki, tesettüre yakın bir anlamı vardır. ‘Hicab’ isim olarak, örten, gizleyen, saklayan, görülmeye engel olan şey demektir.
Avret Ne Demektir? “Avret”, Ìslâm’a göre insanların örtmeleri ve dinen yabancı sayılan kimselere göstermemeleri gereken organlarına verilen addır. “Tesettür” ise, avret yerlerini örtme, gizleme, saklama ve koruma konusundaki İslâmî prensiptir. İslâm’a göre müslümanlar, yıkanma, tabiî ihtiyaç ve temizlenme (tahâret) gibi durumlar dışında avret yerlerini başkalarına -bir zarûret olmaksızın- gösteremezler. Bu, Kur’an’ın müslümanlara getirdiği bir ölçü, bir hüküm ve aynı zamanda bir fazilettir.
Avret yerleri neresidir? Kadın veya erkek, avret yerlerini kimlere gösterebilir, kimlere gösteremezler? Tesettür emrinin sebeb-i hikmeti ne olabilir? Şimdi bu sorulara kısa cevaplar bulmaya çalışalım:
Esasen insan için örtünme fıtrî (yaratılıştan gelen) bir özelliktir. Sebebi ne olursa olsun, insan örtünürse yaratılışına daha uygun hareket eder. Birçok hayvanın örtüleri tüyleridir, kılları veya telekleridir. Onlar, bu dış örtüleri ile güzel,
1671] 24/Nûr, 30-31
1672] el-Mavsılî, el-İhtiyarî Ta'lili'l-Muhtar, IV, 156
1673] Ahmet Özalp, Şamil İslâm Ans. c. 2, s. 197-198
FUHUŞ / ZİNÂ
- 391 -
bu dış örtüleri ile doğal olmaktadırlar. İnsan da böyledir. O da örtünmeye yarayan araçlar (elbiseler) giyerek kendisini değerli kılar yaratılışına uygun davranmış olur.
Kur’an, örtünmesi gereken yerlere çirkin yerler deyip, bunları örtecek elbisenin Allah (c.c.) tarafından verildiğini açıklamaktadır: “Ey Âdemoğulları Biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size ‘süs kazandıracak bir giyim’ indirdik (var ettik). Takvâ ile kuşanıp donanmak ise daha hayırlıdır. Bu, Allah’ın âyetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp düşünürler.”1674 Rabbimiz, kendi yarattığı insanın bazı organlarına çirkin demekle onların saklanması, gizlenmesi gerektiğini haber veriyor. Bu, insanı aşağılamak değildir. İnsanın böyle oluşu normal bir durumdur. Çevremizde, insanların çirkin veya güzel dediği binlerce bitki ve hayvan bulunmaktadır. Çirkin diye nitelenenler asıl itibarıyla çirkin değildir. İnsan duygusu onları öyle gördüğü için çirkin denilmektedir.
Başkalarının görmekle rahatsız olacağı, insan cinsini belli eden, bir kusur değil ama insana ait bir sır olan ‘avret’ yerlerinin gösterilmesi hoş karşılanmamış, bunu örtecek elbise var edilmiş, sonra da böyle bir giyimin insan için yüceltici, değer kazandırıcı bir süs olduğu vurgulanmıştır. Bütün bunların olabilmesi için de insanın teslim olduğu Rabbinden hakkıyla çekinmesi anlamında ‘takvâ elbisesi’ni kuşanması gerekir. İlk insanlar; Hz. Âdem ile O’nun eşi, cennette giyinmiş olarak yaşıyorlardı. Ancak şeytan onları aldattı ve onların yasak ağacın meyvesinden yemelerini sağladı. Böylece onlar cennetten çıkmak zorunda kaldılar ve ‘ayıp yerleri’ kendilerine göründü. “Ey Âdemoğulları, şeytan, anne ve babanızın ayıp/çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de fitneye/belâya uğratmasın...” 1675
Tesettür İbâdeti: Mü’min erkek ve mü’min kadın, Kur’an’ın örtünme (tesettür) emrinden sorumludurlar. Tesettür emri Kur’an’da çok açıktır ve başka bir yoruma ihtiyaç yoktur. Şüphesiz Kur’an, Allah’ın sözü ve hükmüdür ve Rabbimiz insanlara ne vahyettiğini bilmektedir.
İnsanların tesettür (örtünme) ile ilgili yorumları, ileri-geri söz söylemeleri tamamen kendi nefislerinin dürtüleri, imanlarının yokluğu veya zayıflığının bir sonucudur. Allah’a hakkıyla teslim olmuş, O’nun azâbından korkan ve O’nun va’dine güvenen bir takvâ sahibi mü’min, nasıl olur da Rabbinin emrini tartışır? Nasıl olur da kendi arzusuna göre Allah’ın âyetlerini sağa sola büker? Kendini Kitab’a uyduracağı halde Kitabı kendine uydurmaya kalkar. Bir insan, nasıl olur da Allah’ın hükmünü kendi aklına, kendi pozisyonuna, kendi zevkine, kendi hükmüne, kendi sistemine, kendi prensibine uydurmaya çalışır? Böyle bir tavır mü’min kimselerin tavrı olamaz!
Kur’an şöyle buyuruyor: “Müm’in erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Böyle (yapmak) kendileri için daha temizdir.”1676 Kadınların örtünmesi ile ilgili olarak da şöyle buyruluyor: “Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve mü’min kadınlara dış elbiselerinden (cilbablarından) üstlerine giymelerini söyle; bu, onların (özgür ve iffetli) tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olanıdır. Allah
1674] 7/A’râf, 26
1675] 7/A’râf 27
1676] 24/Nûr, 30
- 392 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Ğafûr’dur, Rahîm’dir.”1677 Bu ifâdeyi tamamlayan bir başka âyette de şöyle buyruluyor: “Mü’min kadınlara da söyle; gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Ziynet yerlerini açmasınlar. Bunlardan kendiliğinden görünen kısımlar hâriç. Başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar (örtsünler)...”1678 Âyetin devamında ziynet yerlerini kimlere gösterebileceği sayılıyor.
Peygamberimiz (s.a.s.) bu âyetleri hem açıklayıp tefsir etti, hem de bizzat uygulayıp uygulatarak maksadın ne olduğunu gösterdi. Bu konudaki haberler hem sağlamdır, hem de açıktır. Bu güne kadar gelen iyi niyetli bütün âlimler de meseleyi Kur’an doğrultusunda böyle anladılar ve bu şekilde açıkladılar. Peygamberimiz’den bu yana hiçbir İslâm âlimi tesettür ve başörtüsünün dinin gereklerinden olduğunu reddetmediği gibi, bütün dünya müslümanları da tarihten günümüze buna uymaya çalışmışlardır.
Kadınların ve Erkeklerin Avreti: Buna göre erkeğin avret yeri diz kapağı ile göbek arasıdır. Bazı âlimlere göre uyluklar avret yeri sayılmaz. Peygamberimiz diyor ki: “Erkeğin avret yeri göbeği ile diz kapağı arasıdır.”1679 Müslüman erkek, bir zarûret olmadıkça avret yerlerini hanımından başka hiç kimseye gösteremez, bu helâl değildir.
Kadının avret yeri ise ittifakla el, yüz ve ayaklar dışında bütün bedenidir. Kimileri ayakları da avret sayarlar. Kimileri de “gözün dışında yüzün de kapanması gerekir” derler. Ancak peygamberimizden gelen haberler net ölçüyü ortaya koyuyor: “Peygamberimiz yanına ince/şeffaf bir elbiseyle gelen Esmâ binti Ebû Bekir’e; “Ey Esmâ! Kadın bülûğa erecek yaşa girdiği zaman ondan sadece şunun ve şunun dışında hiçbir yerinin görünmesi câiz değildir” dedi ve yüzü ile ellerine işâret etti.”1680
Tesettür Kimlere Karşı Gerekir? Müslüman bir kadın kocasına bütün bedenini gösterebilir. Evlenmesi yasak olan yakın akrabâlarına saçını, boynunu, diz kapağına kadar ayaklarını, kolunu gösterebilir. Bütün yabancı erkeklere karşı eli, yüzü ve ayağı dışındaki bütün vücudunu örtmesi farzdır, Allah’ın emridir. Tıpkı Dinin diğer farzları gibi.
Müslüman kadın ziynet yerleri denilen kol, saç, boyun, dize kadar ayaklarını mahrem olanlara (evlenmesi yasak olanlara) gösterebilir. Bu kimseleri âyet şöyle sıralıyor: Babası, kocası, kocasının babası, oğlu, kocasının oğlu, erkek kardeşi, erkek kardeşinin oğlu, kız kardeşinin oğlu, müslüman kadın, câriyesi ve kölesi, erkeklik duygusu kalmayan kimse, küçük erkek çocuk.1681 Bunlara dede, amca, dayı, süt kardeşler de eklenir. Âyetin devamında “ziynetleri bilinsin diye ayaklarını birbirine vurmasınlar” uyarısı geçmektedir. Bu, kadınların süslenmek için taktıktıkları takıların başkalarına gösterilmesinin, sergilenmesinin de helâl olmadığını gösterir.
İslâm, Allah’ın insanlar için seçtiği bir yaşama biçimi ve saâdet yolu, kurtuluş aracıdır. İslâm’ın bütün ilkeleri, emir ve yasakları kendine aittir. Her bir emrin ve
1677] 33/Ahzâb, 59
1678] 24/Nûr, 31
1679] Ahmed bin Hanbel, II/187
1680] Ebû Dâvud, Libâs, hadis no: 4104, 4/62
1681] 24/Nûr, 31
FUHUŞ / ZİNÂ
- 393 -
yasağın bir hikmeti, bir sebebi; yasakların insana ve topluma zararı, emirlerin ise kişiye ve topluma faydası vardır. Ama müslüman, bu hikmetlerinden önce, sadece Allah rızâsını kazanmak için, O’nun emri ve yasağı olduğu için o hükümlere uyar. “Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, mü’min bir erkeğe ve mü’min bir kadına o işi kendi isteklerine göre seçme (özgürce farklı eylem yapma) hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”1682
İman eden kişiler Rablerinin emrine teslim olurlar ve ellerinden geldiği kadar emirlere uymaya yasaklardan kaçmaya çalışırlar. Ama asla Allah’ın emirlerini ve yasaklarını münâkaşa konusu yapmazlar. Onlar bu tehlikeli yola girmekten şidetle korkarlar. İslâm sağlam bir kişilik, sağlam bir toplum ve sağlıklı nesiller yetiştirme amacındadır. O, müfsit insanların bozduğu toplumu, kişilikleri ve nesilleri ıslah edip düzetmek istiyor. Bunun tedbirini almalarını müslümanlara emrediyor.
Birçok kötülüğün aşırı isteklerden, dizginlenmeyen şehvetlerden kaynaklandığı bilinen bir gerçektir. Şehvetlerin alabildiğine serbest olduğu yerlerde huzur kalmaz, âile bağları gevşer, nesiller bozulur, kadının ve erkeğin şerefi zarar görür. İnsanın fıtratı, temiz âile ve temiz nesilden yanadır. Eşlerin birbirlerine bağlılığı, insanların birbirine saygısı, kişinin değerinin yüce olması faziletli davranışlardan geçer. İslâm bunun için işe hâin bakışların önüne geçerek başlıyor. Sonra hem kadını, hem erkeği, hem nesli, hem de fazileti korumak için erkeğe ve kadına tesettürü emrediyor.
Tesettür ibâdeti mü’minler için bir güzelik ve erdemdir. Örtünme, aynı zamanda bir ibâdet hürriyeti ve insan hakkıdır. Faydaları ise sayılamayacak kadar çoktur. Buna rağmen bazı ülkelerde tesettür, başörtüsü münâkaşalarının yasaklarının olması çok hazin, üzüntü verici bir şeydir. Tesettür, İslâm’ın emridir, bir ülkenin veya bir halkın geleneği değildir.
Şu noktayı da eklemekte fayda vardır: Nur suresi 31. âyette ‘humur-hımâr’ kelimesi geçmektedir ki, bu, başörtüsü anlamındadır. Yani başı, saçları da kapatacak bir biçimde örten örtü demektir. Âyette kastedilen, müslüman kadınların başörtü örtmeleridir. Bunun uygulaması da böyledir, bütün âlimlerin âyetten anladıkları da bu şekildedir. Tesettür emri geldiğinde ensâr kadınlarının uygulamalarıyla ilgili olarak şu olayı nakledelim:
Safiyye binti Şeybe diyor ki, bir seferinde Hz. Âişe’nin yanında bulunuyorduk. Biz Kureyş kadınlarının faziletlerini anınca dedi ki: “Şüphesiz Kureyş kadınları faziletlidir. Ancak Allah’ın emrini yerine getirme konusunda Ensar kadınlarından daha gayretlisini görmedim. ‘Başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar’ emri gelince, onların erkekleri onlara yöneldiler ve Allah’ın ne indirdiğini okudular. Onlar hanımına, kızına, kız kardeşine veya bütün yakın akrabalarına gelen âyeti okuyunca, onlardan her biri, Allah’ın Kitabını tasdik (doğrulamak) için ve iman ettiklerinden, eteklerinin kumaşlarından başörtüsü hazırladılar. Ertesi sabah Peygamberin arkasında başörtüleriyle sabah namazına durdular. Onların başları üstünde sanki kargalar vardı.”1683
Bütün bu açık hüküm ve ölçülerden sonra, mü’min kadınların ve mü’min
1682] 33/Ahzâb, 36
1683] Buhârî, Nûr Sûresi Tefsiri, 6/136
- 394 -
KUR’AN KAVRAMLARI
erkeklerin Allah’ın emrine bir itirazları olamaz. İnandığını iddiâ ettiği halde tesettüre ve başörtüsüne tavır alanların, kendi durumlarını yeniden gözden geçirmeleri gerekir.1684
İzzetine, iffetine, şeref ve nâmusuna düşkün müslüman kızlarımızın bu erdemi bazı iki ayaklı şeytanların gözüne batıyor. Hanımların dişiliğiyle değil; kişiliğiyle toplumda yer alma isteklerine karşı kırmızı başörtüsü görmüş boğa gibi saldıracak yer arıyorlar. Özellikle İmam-Hatip’te, Üniversitede okuyan ve okumak isteyen müslüman kızın dünya-âhiret tercihi ve cihadı da başörtüsü bayrağında düğümleniyor. İslâmî örtünme iman alâmetidir. Ruhumuz gibi vücudumuz üzerinde de Allah’ın hâkimiyetini kabul edişin belgesi olan bir ibâdettir. Örtünme, çağımızın zulüm egemenliğine karşı kadınımızın cihadı, örtü de özgürlük bayrağıdır.
Dinimizin örtünme emrini uygulamış olmaları için müslüman kadın ve kızların şu şekilde giyinmeleri gerekir: Eller ve yüzün dışındaki vücudun bütün organlarını örten, vücudun doğal rengini ve çizgilerini (vücut hatlarını) göstermeyecek şekilde kalın ve bol olan, gayri müslim kadınların kendilerine has olan (râhibe kıyafeti gibi) giysilerini andırmayan, toplum örfüne göre erkek elbisesine benzemeyen, dikkatleri çekecek şekilde de süslü olmayan bir giysi. Bu dış giysi, çarşaf, bol ve uzun pardösü ve benzeri olabilir. Mutlaka çarşaf veya şu şekilde bir pardösü denilemez; İslâm tek tip bir kıyâfet emretmemiş, sadece genel ölçüyü kurallaştırmıştır. Ev dışında kadının “cilbâb”ını üstüne alması1685 gerekmektedir. Cilbâb da dış giysi demektir. Bu, dünkü Osmanlı toplumunun örfünde çarşaf olduğu gibi, bugün ve yarın herhangi bir coğrafyada çok farklı bir dış giysi olabilir. Önemli olan, kadının ev dışında, ev elbisesinin üzerine giyeceği bir dış giysi ile örtünmesidir; yeter ki istenen tesettür şartlarına uygun olsun.
Günümüzde cilbâb yani pardösü benzeri dış elbise önemsenmez hale geldiği gibi, “başörtüsü zulmü” farklı bir tepkiyi aşırılaştırdı; tesettür denince sadece başörtüsü akla gelmeye başladı. Bazı genç bayanlar da sadece başörtüsüyle yetinmeye başladı. Giderek artan bir ucûbe olarak boneli, başörtülü, fakat makyajlı; başörtülü, ama eteği dizlerine kadar yırtmaçlı; başörtülü fakat üstünde sadece tişört etekli kıyafetler boy göstermeye başladı. İslâm kadınının sadece tesettürü yeterli görmesi mümkün değilken yani aynı zamanda takvâ elbisesi olan iffet, hayâ, saygın kişilik, tavır-yürüyüş-konuşma-gülme-aşırı serbest hareket vb. davranışlarda fitne unsuru olabilecek tüm hususlardan sakınmak mecbûriyetinde olduğu halde, sadece giysi olarak tesettür konusu bile uygulamada büyük çapta dejenereye uğramaya başladı. Kala kala sadece bir başörtüsü kaldı, o da zora gelinince, sözgelimi üniversite uğruna, öğretmenlik vb. amaçlar için çıkarılabilecek, pazarlık ve tâviz konusu olabilecek, türbanla, şapkayla, perukla... değiştirilebilecek bir ucuzluğa düştü. “Artık televizyonlarda ve halka açık salonlarda tesettür defileleri yapılıyor” deyin, gerisini onlar anlar diyecek Bekri Mustafa’lara kaldı iş. Biraz alaylı, biraz da gerçeğin düşmanları tarafından müslümanların yüzüne tokat gibi vurulması kabilinden, boyalı basın buna “çeyrek tesettür” adını takıyor. “Tesettür ya vardır ya yoktur; bunun yarımı, çeyreği, ekmek arası olur mu?” demeyin, uygulamaya bakarsanız oluyormuş...
1684] Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, s. 700-704
1685] 33/Ahzâb, 59
FUHUŞ / ZİNÂ
- 395 -
Başörtüsü, bir aksesuar gibi değerlendiriliyor bazı kızlarımızın gözünde. Kadınsı çekiciliğini yabancılar karşısında en aza indirmesi gereken tesettür, bir moda gibi düşünülüyor. “Tesettür(!) defilesi” denilen ucûbeler, bir taraftan bu talebe/isteğe cevap verirken, daha çok da bu arzı körüklüyor. Dışarıya çıkarken erkek bakışlarını üzerine çekmemeye gayret etmesi gereken müslüman bayan, -kocasının karşısında belki bu kadar süslenip kıyâfetine özen göstermezken- en az yarım saat ayna karşısında kendine çeki düzen vermeye çabalıyor, başörtüsünün rengine uygun olmayan pardösü ve ayakkabıyı giysiden saymıyor... Akşam evde, Filistin’li kızların dramını, açlıktan ahlâkını satan kadınları gözünden yaşlar akıtarak seyrediyor.
Bütün bunlar, câhil bırakılmış ve okullar başta olmak üzere düzen ve onun tüm kurumlarıyla, gayr-ı İslâmî çevre şartlarıyla yozlaştırılıp bilinçsizleştirilen, çok kimliklileştirilen/kimliksizleştirilen, Batının ve bâtılın değersiz değerlerine özendirilmeye çalışılan toplum kurbanı şuursuz müslüman kızlarımıza kızmamıza ve suçu sadece onlara yüklememize sebep olmamalı. Zaten onlar da erkeklerin aynası, elmanın diğer yarısı. Müslüman erkeklerdeki dünyevîleşme, takvâyı hatta haram-helâl sınırlarını geri planlara atmayı dışarıdan hemen tespit etmek mümkün olmuyor; eğer kadındaki tesettür gibi dıştan hemen belli olan bir ölçüt olsaydı veya varsa, hemen bu diğer yarımda da benzer dejenerasyon aynı oranda sergilenecekti. Zaten bu bayanların da çoğu, bu çeşit şuursuz müslümanların eşleri, kızları, kardeşleri değil mi? Bunlara acımaktan da öte, kadın-erkek hepimize bu yozlaşmanın sebeplerini doğru teşhis edip çareler üretmek için gece gündüz çalışmamız, fedâkârlıklarda bulunmamız, güzel örnek olmamız, fesat ortamını salâh ortamına çevirmek ve insanları ıslah için hilâfet görevimizi yerine getirme gayretiyle ha bire koşturmamız gerekiyor.
Kadının dişiliğiyle değil; kişiliğiyle toplumda yer etmesi, erkekleri tahrik edecek veya onların dikkatlerini üzerine çekecek kıyafet, davranış ve tavırlarda bulunmaması gereklidir. Bazı müslüman kadın ve kızların gayri müslim bayanlardan toplum içinde sadece başörtüsüyle ayrıldığı, onun dışında davranış ve hatta giysi yönüyle pek farklı olmadıkları görülen bir vâkıadır. Şuh kahkahalar yabancı erkekle samimi tavırlar, aşırı serbest hareketler, müslüman bir hanıma yakışmayacak basitlikler içinde toplum içine çıktıkları giderek çokça görülen bir kimliksizlik ya da çok kimlilik problemidir. Bu davranışların hem kendilerini küçülttükleri, hem örtülü bayanlar hakkında yanlış ve kasıtlı yargıda bulunanlara koz verdikleri ve hem de dini yanlış tanıttıkları yönüyle fitneye sebep olan “çeyrek tesettürlü” bayanlar da yok değildir. Ama, bunu toplumdaki tüm müslüman bayanlara şâmil kılmak veya böyle davrananlar yüzünden diğerlerini de toplumdan uzaklaştırmak doğru olmasa gerektir.
Kadının Elbisesi: İslâm kadının, nâmahrem olanlara karşı örtünmesini emretmiştir. Kadın kıyafetinin şu üç ölçüye uygun olması şarttır:
1) Kadının elbisesi, vücudunu göstermeyecek kadar kalın olacaktır.
2) Göğüs, bel, kalçalar gibi şehvet çekici uzuvları teşhir edecek kadar sıkı ve dar olmayacaktır. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Cehennemliklerden iki sınıf vardır ki ben onları (dünyada) görmedim: Birincisi yanlarında bulunan öküz kuyruğu gibi kırbaçlarla halkı kırbaçlayan kimseler. İkincisi, giyinmiş çıplak, (kalçasını) oynatan, salınarak yürüyen, başları, salınan deve hörgücü gibi kadınlardır. Bunlar cennete giremezler,
- 396 -
KUR’AN KAVRAMLARI
onun kokusunu da alamazlar; hâlbuki onun kokusu mesâfelerin ötesinden alınır.”1686 Bu hadiste geçen “giyinmiş çıplak” ifâdesi “bazı yerlerini örtüp bazı yerlerini açan veya ince/şeffaf veya dar elbise giyen kadınlardır” şeklinde açıklanmıştır. Bu ifâdeyi, “örtülü olmalarına rağmen davranışları ile karşı cinsin cinsî duygularını tahrik eden kadınlar” şeklinde anlamak da mümkündür.
3) Kadın erkeğe, erkek de kadına benzemeye özenmeyecektir. Her iki cinsin kendilerine âit özellikleri ve buna uygun kıyafetleri vardır. Karşı cinse özenti bir ruh bozukluğu ve ahlâkî sapıklıktır. Bu sebeple Peygamberimiz erkeğin kadın, kadının da erkek elbisesi giymesini menetmiş,1687 karşı cinse benzeme özentisini lânetlemiştir.1688
Süslenme: İ’tidâl dini olan İslâm, insanların yaratılıştan mevcut özellik ve güzelliklerini belirli hale getiren süsü, boyamayı, takınma ve giyinmeyi -bazı şartlarla- mubah kılmıştır. Ancak fıtratı yaratılışın verilmiş özellik ve şekilleri değiştirme mânâsında süs, makyaj ve değiştirmeleri yasaklamış, bunları şeytanî saymıştır; çünkü şeytan şöyle demişti: “Şüphesiz onlara emredeceğim de Allah’ın yaratışını değiştirecekler.”1689. Yaygın olan bazı süsleme ve değiştirme çeşitlerini sıralayalım:
1) Dövme yaptırmak ve dişlerin şeklini değiştirmek: Hz. Peygamber (s.a.s.) vücuduna dövme yaptıran ve yapana, (normal) dişleri yontarak şeklini değiştiren ve bunu yaptırana lânet etmiştir.1690 Tıbbî ve estetik bakımlardan normal olan dişleri, moda olan şekle uydurmak için söktürüp yaptırmak câiz değildir. Gerek iğne batırıp açılan deliklere boyalı maddeler dökerek yapılan dövme ve gerekse diş minelerini mahveden dişleri seyrekleştirme/yontma işinin sağlık yönünden de zararlı olduğu bilinmektedir.
2) Estetik ameliyat: Büyük paralar sarfıyla burun, çene, göğüsler gibi uzuvların şeklini değiştirmekten ibâret olan estetik ameliyatın da yukarıdaki âyet ve hadislerde belirtilen haram kapsamına girdiği anlaşılmaktadır. Ancak, insanı aşağılık kompleksine iten, toplum içinde mânen işkence çekmesine sebep olan bir anormallik veya fazlalık olursa bunun izâlesi tedâvi mâhiyetindedir. Peygamberimiz (s.a.s.) güzellik için dişlerini seyrekleştirenleri lânetlemiştir.1691 Burada geçen “güzellik için” kaydı, bir ihtiyaç sebebiyle yapılan ameliyeleri istisnâ etmektedir.
3) Kaş aldırmak: Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)’in lânetine kaş aldıran ve alanlar da dâhildir.1692 Kaş aldırmak, kaşın kıllarını yolarak iyice inceltmek ve kaşı yukarıya almak sûretiyle yapılmaktadır. Bu, hilkati değiştirme mâhiyetindedir. Ancak, kadının yüzünde biten kılları aldırmasını bir kısım İslâm ulemâsı câiz görür.
4) Peruk takmak: Rasûlullah’ın menettiği ve lânetlediği şeylerden biri de saçı dökülen veya dökülmeyen kimselerin başlarına başkalarının saçlarını koymaları veya bunları eklemeleridir. Saç takma ve eklemede hem tabii şekli değiştirmek,
1686] Müslim, Libâs 125
1687] Ebû Dâvud, Libâs 28; Ahmed bin Hanbel, II/325
1688] Buhârî, Libâs 61; Ebû Dâvud, Libâs 27; Tirmizî, Edeb 34
1689] 4/Nisâ, 119
1690] Müslim, Libâs 119; Buhârî, Libâs 82-87
1691] Buhârî, Libâs 82, 84; Müslim, Libâs 120
1692] Ebû Dâvud, Teraccül 5; Buhârî, Libâs 82, 84; Müslim, Libâs 120
FUHUŞ / ZİNÂ
- 397 -
hem de karşısındakini yanıltmak, ona genç görünmek vardır ki, İslâm bunları hoş görmemiştir. 1693
Kadın-Erkek İlişkileri ve Âile Hayâtıyla İlgili Haramlar
A- Kadın-Erkek İlişkilerinde Haramlar
Cinsî Duygu: İnsanların üremesi, nesillerinin devamı, birleşmeye, birleşme karşı cinse ilgi duymaya bağlı olduğundan Allah, onu şehvet denilen duygu ve cinsî uzuvlar ile teçhiz etmiştir. Buna göre, cinsî tatmin bir gâye değil, vâsıtadır; hedefi üremedir. Cinsî duygu ve meyil karşısında insanlar üç gruba ayrılır:
1. Hiçbir sınır tanımadan şehvete teslim olan ve tatmin arayanlar; Freudçular, haz ahlâkı sâlikleri kâfirler gibi.
2. Şehvet duygusunu ve meylini öldürmek isteyenler; bazı hıristiyan mezhepleri ve maniheistler gibi.
3. Bu kabiliyet ve duyguyu yaratılış gâyesine uygun bir şekilde kullananlar, hak din mensupları gibi. Hak din İslâm, şehvet duygusunun irâdî tatminini evlilik bağı içinde câiz görmüş, bunu teşvik etmiş, hem zinâyı ve ona götüren yolları, hem de bu duyguyu öldürme teşebbüslerini haram kılmıştır.
a- Zinâ: “Sakın zinâya yaklaşmayın; doğrusu bu çirkindir, kötü bir yoldur.”1694 âyeti zinâyı haram kılan delillerden biridir. İslâm’da evlilik dışı cinsî ilişki haramdır; çünkü bu, nesebin/soyun karışmasına, nesillerin mahvolmasına, âilelerin dağılmasına, hısımlık bağlarının kopmasına, bulaşıcı hastalıkların yayılmasına, kadının eşya gibi pazarlanmasına, şehvet duygusunun azarak ahlâkı dejenere etmesine sebep olmaktadır. Bu kadar zararlı ve çirkin bir fiili yalnızca cezâ müeyyidesiyle ortadan kaldırmak mümkün değildir. Tahrik ederek zinâya götüren davranışları menetmek, yolları kapamak gerekir. İslâm sadece zinâyı yasaklamakla yetinmez; zinâya yaklaşmayı,1695 ona götüren yolları da yasaklar. İşte bu sebepledir ki İslâm aşağıdaki maddelerde zikredilen tedbirleri almıştır.
b- Yabancı Kadınla Yalnız Kalmak: “Kim Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsa yanında mahremi olmayan bir kadınla yalnız kalmasın; çünkü -bu takdirde- üçüncüleri şeytandır.”1696 “Yanında mahremi olnayan kadınla kimse başbaşa kalmasın!”1697 Bu hadisler, bir kimsenin eşi ve nikâh düşmeyen yakın akrabâ ve hısımları dışında kalan kadınlarla yalnız kalmasını haram kılmaktadır. Böyle bir durum hem karşı cins için tahrik edicidir, hem de dedikoduya sebep olabilmektedir.
İnsanların -nikâh düşecek, evlenmeleri câiz olacak- uzak akrabalarıyla beraber olmayı önemsemedikleri için Hz. Peygamber (s.a.s.) buna da dikkati çekmiştir: “Kadınların yanına habersiz/izinsiz girmekten sakının!” buyurunca, onlardan birisi; ‘kocanın akrabası hakkında (kayınbirâder gibi) ne dersiniz?’ diye sormuş ve şu
1693] Hayreddin Karaman, Günlük Hayâtımızda Helâller Haramlar
1694] 17/İsrâ, 32
1695] 17/İsrâ, 32
1696] Ahmed bin Hanbel, I/222, III/339
1697] Buhârî, Nikâh 111-112; Müslim, Hacc 424
- 398 -
KUR’AN KAVRAMLARI
cevabı almıştır: “İşte bunlar (mânevî) ölümdür.”1698 Bu hadise göre bir müslüman kadın, kocasının kardeşi, kocasının yeğenleri, kendisinin veya kocasının amcaoğulları ve dayıoğulları gibi hısımlarının yanına açık çıkmayacak, onlarla yalnız kalmayacaktır; çünkü bunlar ona (yengeye) yabancıdır, nâmahremdir.
c- Karşı Cinse Şehvetle Bakmak: Bir müslümanın şehvetle bakabileceği kadın yalnızca eşidir. Bunun dışında hiçbir kimseye şehvetle bakmak câiz değildir. Şehvetle bakmanın objektif ölçüsü “devamlı bakmak”tır. Bir müslüman, yolda gözü kapalı veya devamlı başı önünde yürüyecek değildir. Karşısına gelen kadın ve erkeği de istemeyerek de olsa görecektir; ancak gördüğü kimseye tekrar bakınca veya bakışını devam ettirince yasak sınıra adımını atmış olur. Rasûlullah (s.a.s.), Hz. Ali’ye şöyle demiştir: “Ali! Arka arkaya bakma; birinci bakış hakkındır, ama ikinci bakışa hakkın yoktur.”1699 “Gözler de zinâ eder; onların zinâsı bakıştır.”1700 Şehvetsiz olarak bakmaya ve bakılabilecek yerlere gelince; bu konu Kur’an’da izah edilmiştir: “Mü’min erkeklere söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, mahrem yerlerini korusunlar. Bu, onların arınmasını daha iyi sağlar. Allah yaptıklarından şüphesiz haberdardır. Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar; ziynetlerini/süslerini, kendiliğinden görüneni müstesnâ, açmasınlar! Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar; ziynetlerini/süslerini, kocaları veya babaları veya kayınpederleri veya oğulları veya kocalarının oğulları veya kız kardeşlerinin oğulları veya kadınları veya câriyeleri veya erkekliği kalmamış hizmetçiler ya da kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü’minler! Saâdete ermeni için hepiniz tevbe ederek Allah’ın hükmüne dönün.”1701
Bu âyet kadına, avret yerlerini istisnâ edilen yakınları dışındaki kimselerden başkasına göstermemesini, erkeğe de yabancı kadınların avret yerlerine bakmamasını emrediyor. Rasûl-i Ekrem de bir hadisinde: “Erkek erkeğin avretine, kadın da kadının avretine bakmasın. Vücudunun bir kısmı çıplak iken erkek erkeğe, kadın kadına temas etmesin (çıplak vücutları birbirlerine değmesin).” 1702 Burada karşımıza ziynet ve avret diye iki mefhum çıkıyor.
Ziynet: Yukarıda mealini verdiğimiz Nur sûresi 31. âyeti, kadınlara -istisnâ edilen şahıslar dışında- kimseye ziynetlerini göstermemelerini emrediyordu. Ziynet, kadını güzel gösteren yüz, saç, makyaj, takı ve mücevherât, elbise gibi şeyleri içine almaktadır. Âyette bunlardan hangisi kastedilmiştir? “Kendiliğinden açılan, açılması, gösterilmesi doğal olan” ziynet nedir? Cumhûra göre elbise, kapanması gereken ziynete dâhil değildir. Buradaki ziynetten maksad; el, boyun, baş, kol, ayak gibi ziynet takılan yerlerdir. Peki, bunlardan hangisi “kendiliğinden açılan”a dâhildir? Eski müfessir ve fakîhler arasında “dış elbiseden başka her taraf örtülmelidir”, “eller ve yüz hâriç”, “eller, bilek ve yüz hâriç her taraf” diyenler olmuştur. Eller ve yüzün istisnâ edilmesi görüşü ağır basmaktadır.
Örtü ve Elbise: Zikredilen âyet ve hadisler kadın ve erkeğin avret yerlerini örtmelerini emrediyor ve açmalarını haram kılıyor; fakat örtmek için yeni bir
1698] Buhârî, Nikâh 111; Müslim, Selâm 20
1699] Tirmizî, Edeb 28; Müslim, Edeb 45; Ebû Dâvud, Nikâh 43
1700] Buhârî, İsti'zân 12; Müslim, Kader 20
1701] 24/Nûr, 30-31
1702] Müslim, Hayz 7, 74; Tirmizî, Edeb 38; Ahmed bin Hanbel, III/63
FUHUŞ / ZİNÂ
- 399 -
elbise modeli getirmiyor; “hımâr: Başörtüsü”, “cilbâb: Dış giysi” gibi eskiden beri giydikleri elbise ile Şârî tarafından istenildiği gibi örtünmeleri emrediliyor. Bazı kimseler Kur’an’daki: “Eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına, dışarı çıkarken üstlerine örtü almalarını (cilbâblarını bürünmelerini) söyle; bu onların tanınmalarını ve bundan dolayı incitilmemelerini sağlar. Allah bağışlar ve merhamet eder.”1703 âyetinde geçen “cilbâb” kelimesine “çarşaf” mânâsı vererek kadının ancak çarşafla dışarı çıkabileceğini, başka elbise ile örtünmenin câiz olmadığını ileri sürmüşlerdir. Bu iddiânın isâbetsiz olduğunu ve İslâm’ın istediği örtünmenin eşarp, pardesü, geniş ve kalın giysiler ile de, daha başka ülkelerdeki meşrû farklı giysilerle de olabileceğini gösteren deliller vardır:
1- Nûr sûresindeki âyette 1704 başörtüsünden (hımâr) söz edilmektedir. Hımâr, başı ve yakayı örten başörtüsüdür, çarşaf değildir. Aynı âyette geçen “cüyûb” ise gömlek ve entârinin yakasıdır. Şu halde kadınlar geniş entâri ve başörtüsü ile örtünebileceklerdir. Âyet, o zaman kadınların böyle giyindiklerine delâlet etmektedir.
2- “Cilbâb” kelimesine tefsir ve lügatlerin verdiği mânâ şunlardan ibârettir: Başörtüsü, tepeden tırnağa örten örtü, dış elbise, örtü, başörtüsü ile ridâ arası bir elbise. Bu kadar mânâ içinden yalnız çarşafı almak ve diğerlerini reddetmek için bir delil yoktur.
3- Hz. Âişe’den rivâyet edildiğine göre cilbâb âyeti gelince, ensâr kadınları etekliklerini ortadan yırtarak başörtüsü yapmış ve kargaları andıran siyah başlıkları ile Rasûlullah’ın arkasında namaz kılmışlardır. Bu rivâyet, cilbâba çarşaf değil; başörtüsü mânâsı verildiğini göstermektedir.
Netice olarak diyebiliriz ki, önemli olan usûlünce örtünmedir; elbisenin adı ve modeli muayyen değildir. Her kadın ve erkek, şart ve imkânlarına göre elbisesini seçer ve örtmesi gereken yerlerini örter. Avret yerlerini gösterecek kadar ince veya şehvet çeken yerlerini belirtecek kadar dar elbise giymekten sakınır. İnce, şeffaf elbiselerin giyilmemesi hakkında hadisler vardır.
d- Dokunmak: Mahrem (nikâhı haram) olan yakın akrabânın avret olmayan yerlerine bakmak câiz olduğu gibi, şehvetsiz dokunmak da câizdir. Yaşlı, şehvettten kesilmiş yabancı kadın ve erkeklerin mahrem olmayan yerlerine dokunmak, meselâ ellerini öpmek de câizdir. Çocuklar da bu hükümde yaşlılar gibidir. Genç ve birbirine yabancı erkek ve kadınların -her ne kadar birbirinin avret olmayan (el-yüz gibi) yerlerine bakmaları câiz ise de- şehvetten emin olmaları halinde bile aynı yerlere dokunmalarını fukahâ ekseriyeti câiz görmemiş, bunun daha ziyâde tahrik edici olduğunu göz önüne almışlardır. Bazı âlimler ise burada da şehveti esas almış, şehvetin söz konusu olmadığı durumlarda, meselâ el sıkışmanın câiz olduğunu söylemişlerdir.
e- Kadın-erkek beraber bulunması: İslâm, kadın-erkek ilişkilerini sınırlamış olmakla beraber kadını dört duvar arasında hapsetmemiştir. İslâm’ın ilk devrinden beri müslüman kadınların savaşa katıldıklarını biliyoruz. Ayrıca Rasûlullah (s.a.s.), eşi Sevde’ye: “Allah, ihtiyaçlarınız için evden çıkmanıza izin vermiştir.”1705 ve
1703] 33/Ahzâb, 59
1704] 24/31
1705] Buhârî, Nikâh 115
- 400 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ümmetine hitâben: “Allah’ın hizmetçilerini (kadınları), Allah’ın mescidlerine gitmekten men etmeyin.”1706 buyurarak kadınların ilim, alış-veriş, düğün, ibâdet gibi meşrû sebeplerle dışarı çıkabileceklerini ifâde buyurmuştur.
Kadın ve erkeklerin küçük yaştan itibaren beraber bulunmaları ve serbest ilişki içinde yetişmelerinin saldırganlığı azaltacağı, birtakım komplekslerin doğmasını önleyeceği nazariyesi İslâmî toplumlar için geçerli değildir. Diğer toplumlar arasında da gerçeğin hayâle uymadığı âşikârdır. Bu sebeple İslâm, kız-erkek beraberliğini serbest bırakmamış, kayıt ve şartlara tâbi kılmıştır. Bir müslümanın evine, akrabâsı dışında kalan dost ve arkadaşlarının da gelmesi doğaldır. Bu durumda kadın ve erkeklerin beraber oturması ve evin kız ve kadınının misafirlere hizmet etmesi söz konusu olabilir. Ashâb-ı kirâmdan Ebû Üseyd evlenirken düğün gecesi, Hz. Peygamber ve dostlarını dâvet etmiş, fakat onlar için yemek hazırlamamış, bir şey de ikrâm edememiştir, ancak eşi (gelin) geceden, bir taş kabın içinde hurma ıslatmış, Hz. Peygamber yemeğini bitirince bunu ezip sulandırmış (şerbet yapmış) ve misafirlere ikram etmiştir.1707
İbn Hacer, Aynî gibi Buhârî şârihlerinin işaret ettiği üzere bu hadis-i şerif ve benzerlerinden şu netice çıkarılmıştır: Kadın, kocasının arkadaşlarına hizmet edebilir, ancak bu durumda tesettüre (örtünmeye) riâyet etmesi, tarafların kötü duygulara kapılmaktan emin olmaları, tahrik edici davranışlardan kaçınmaları şarttır. Evin dar olması, ancak bir odanın ısıtılmış bulunması, bir büyüğün sohbetinden kadınların da faydalanmalarını sağlamak gibi durumlarda -şartlara riâyet edilerek- kadınlar, erkeklerle beraber oturabilirler. Bu durumların dışında ayrı oturmak evlâdır. Müslüman kadın ve kızlarımızın çoğunun, gerektiğinde nâmahrem erkeklerle beraber oturduğunda kıyâfet ve davranışına gerekli titizliği göster(e)mediklerini gözden uzak tutmamalıyız. Özellikle böyle durumlarda kadın dişiliğiyle değil, kişiliğiyle bulunmalı, kadınsı tavır, gülüş, şaka, cana yakınlık vb. fitneye yol açabilecek tavırlardan uzak olmalıdır. Yine kıyâfetine, ev dışında gösterdiği (veya göstermesi gereken) itinâyı göstermelidir. Günümüzde yüz kızartıcı filmlerin gösterildiği tevizyon karşısında birbirine yabancı (nâmahrem) kadın ve erkeklerin, genç kız ve delikanlıların beraber oturmaları, çirkin sahneleri birlikte seyretmeleri hiç şüphesiz İslâm ahlâk ve ahkâmına tümüyle aykırıdır.
f- Cinsî Sapıklık; Homoseksüellik veya Sevicilik: Erkek veya kadının, kendi cinsinden birisi ile cinî ilişki kurması (homoseksüellik, sevicilik) bir sapıktır yaratılış gâyesine, fıtrî ve doğal temâyüllere aykırıdır. Ahlâkî çöküntünün ve çürümüşlüğün bir tezâhürü olan bu çirkin fiilin çok eskilere dayandığını, Lut (a.s.) gibi bazı peygamberlerin bununla mücâdele ettiklerini, bazı kavimlerin bu yüzden helâk olduğunu Kur’ân-ı Kerim’den öğreniyoruz.1708 İslâm ulemâsı bu fiilin haram olduğunda birleşmiş, ancak dünyevî cezâsının zinâdan ağır olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir.
g- El ile Tatmin: Eli ile oynayarak boşalma âdeti özellikle yeni yetişen gençler arasında yaygındır. İmam Mâlik: “Onlar eşleri ve câriyeleri dışında, mahrem yerlerini herkesten korurlar; doğrusu bunlar yerilmezler. Bu sınırları aşmak isteyenler; doğrusu bunlar aşırı gidenlerdir.”1709 âyetine dayanarak “bu davranışın sınırı aşmaya dâhil
1706] Müslim, Salât 136; Buhârî, Cum'a 13
1707] Buhârî, Nikâh 77; Müslim, Eşribe 86
1708] 11/Hûd, 165-166; 26/Şuarâ, 77-81
1709] 23/Mü'minûn, 6
FUHUŞ / ZİNÂ
- 401 -
ve haram olduğunu” ileri sürmüştür. Ahmed bin Hanbel ve İbn Hazm’a göre “menî, vücudun dışarı atmaya muhtaç olduğu bir şeydir; onu eliyle atan, kan aldıran gibidir ve câizdir.” Ancak Hanbelî fukahâsı bunu “zinâya düşme tehlikesi ve evlenme imkânından mahrum bulunma” şartlarına bağlamışlardır. Bu davranış, İmam Şâfiî’nin son ictihadına göre haramdır. Hanefîlere göre tahrîmen mekruhtur; ancak “yapmadığı takdirde zinâya düşeceğinden korkan bir gencin affedileceği umulur” denilmiştir. Alışkanlık yaptığı ve sıhhati bozduğu takdirde yasak fiiller arasına gireceği şüphesizdir.
h- Hayvan ile Cinsî Münâsebet: Cinsî sapıklık çeşitlerinden birisi de hayvan ile cinsî ilişki kurmaktır. Bu çirkin fiil, hem kadın ve hem de erkek için haramdır. Cumhûra göre zinâ sayılmadığı için yapana had gerekmez, ama tâzir cezâsı verilir.
4- Fuhuş kadınları/Fâhişeler: “Zinâ eden erkek, zinâ eden veya şirk koşan kadından başkasıyla evlenmez. Zinâ eden kadın da zinâ eden veya ortak koşan erkekten başkasıyla evlenmez. Böyleleriyle evlenmek mü’minlere haram kılınmıştır.”1710 Bu âyette, zinâ eden erkeğin, ancak zinâ eden veya şirk koşan kadınla evleneceği; zinâ eden kadının da ancak zinâ eden veya şirk koşan bir erkekle evleneceği; böyle kimselerle evlenmenin, mü’minlere haram kılındığı bildirilmektedir.1711 Bir müslüman erkeğin fâhişe kadınla evlenmesi kesinlikle câiz değildir. Zinâ yapan ve bunu gizlemeyen erkek de böyledir.1712 Ancak, tevbe eden, nefsini ıslah eyleyenler müstesnâdır. Başından zinâ geçtiği bilinen, fakat buna devam etmeyen mü’min kadın ve erkek ile evlenmek mekruh olmakla beraber, nikâh akdi sahih (evlilik geçerli) olur. Ulemânın çoğu bu görüştedir.
Âile Hayâtı ile İlgili Haramlar
Eşler Arasında İlişkide Haramlar:
a- Hayız ve lohusalık hallerinde birleşme: Bazı dinler, eşler arası cinsî münâsebet konusunda ifrâta düşmüş, hayız halinde bile yaklaşmayı mubah kılmış, bazıları ise bu durumda yatak ve odaları ayırmaya kadar gitmişlerdir. İslâm, hayız ve lohusalık hallerinde yalnızca birleşmeyi haram kılmış, bunun dışında bir yasak koymamıştır.1713 Bu durumlarda birleşmenin tıbbî ve psikolojik sakıncaları bilim adamlarınca da tespit edilmiştir.
b- Kadınlara anüslerinden yaklaşma: Dinî irşâdın önem verdiği husus, insanlara birleşmenin şekil ve tekniği üzerine bilgi vermek değil; fıtrat ve hedefe aykırı davranışları düzeltmektir. Bu cümleden olarak, şekil ile ilgili bir soru üzerine şu âyet nâzil olmuştur: “Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin.”1714 Bundan bir âyet önce “Allah’ın size buyurduğu yoldan yaklaşın” buyurulmuş, Peygamberimiz de “kadınlara anüslerinden (arkalarından) yaklaşmayın”1715 demiştir. Bu nasslara göre şekil/teknik konusunda bir sınırlama yoktur; ancak birleşme yolu tektir, bu da üremeyi mümkün kılacak yoldur.
1710] 24/Nûr, 3
1711] Ayrıca bk. 4/Nisâ, 25-26; 5/Mâide, 5
1712] 24/Nûr, 3
1713] 2/Bakara, 222
1714] 2/Bakara, 223
1715] Tirmizî, Tahâret 102, Radâ 12; Ahmed bin Hanbel, I/86; 6/305
- 402 -
KUR’AN KAVRAMLARI
c- Yatak odasında geçenleri başkalarına anlatma: Karı-koca arasındaki cinsî ilişkinin aralarında bir sır olarak kalması ve yatak odasında geçenlerin dışarıda anlatılmaması istenmiş, bu sırrı ifşâ edenlere “insanların kötüsü” ve “şeytan” denilmiştir.1716
d- Çocuk düşürmek ve kürtaj (çocuk aldırma): Evliliğin gâyelerinden birisi ve belki en başta geleni, neslin devamı, müslümanların çoğalmasıdır. Bu yüzden gebeliği önlemenin tamamen serbest/mubah olmadığı vurgulanmıştır. Bununla birlikte, meşrû bir sebebe bağlı olarak, çocuk istemeyen çiftin, karşılıklı rızâ ile doğum olmasın diye tedbir alması câizdir. Alınan tedbirlerin en eskisi ve Hz. Peygamber zamanında tatbik edileni azildir. Azil, birleşmenin sonuna doğru erkeğin çekilmesi ve erlik suyunu dışarı akıtmasıdır. Sahâbeden Câbir’in ifâdesiyle Kur’ân-ı Kerim nâzil olurken sahâbe azli tatbik ederlerdi; bunu yasaklayan bir âyet nâzil olmadı.1717 Rasûlullah’a azlin hükmü sorulduğu zaman bunu men etmedi; ancak, Allah’ın dilediği zaman çocuğu yaratacağını, buna engel olunacağının düşünülmemesini ifâde buyurdu.1718
Çocuğu aldırmak veya ilkel usullerle düşürmek azle benzemez. Azilde henüz vücuda gelmemiş bir varlığın oluşmasını engelleme söz konusudur. Burada ise, hem bir insan çekirdeğinin imhâsı, hem de ana hayâtının tehlikeye düşürülmesi bahis konusudur. Düşürme ile aldırma (kürtaj) arasındaki fark, ananın sağlığı yönünden önemlidir. Her ikisi de câiz olmamakla beraber düşürmede ananın hayâtı tehlikeye girdiği için sakıncası daha da büyük olmaktadır. Uzman ve müslüman bir doktorun, anayı kurtarmak için ceninin alınmasına karar vermesi halinde zarûret prensibi işler ve bu takdirde çocuğu almak câiz olur.
e- Karı-koca haklarına riâyetsizlik: “Kadınların -normal ölçüler içinde- vazifeleri kadar hakları da vardır.”1719 Özellikle çocuklarına karşı yalnız erkek değil, kadın da çobandır.1720 Bu hadisteki çobandan maksat, sorumluluk taşıyan, himâyesine verilenleri koruyan, muhâfaza edendir. Peygamberimiz bir soru üzerine kadının koca üzerindeki haklarını şöyle açıklamıştır: “Yediğin zaman ona da yedirmek, giydiğin zaman ona da giydirmek, yüzüne vurmamak, hakaret etmemek, küsüp evi terk etmemek.”1721
Kocanın hakları ve kadının vazifeleri olarak da: “Kocanın istemediği kimseyi eve almamak, izinsiz dışarı çıkmamak, meşrû isteklerini yerine getirmek yatağını terk etmemek, gücü yettiğince hoşnut kılmaya çalışmak” sayılmıştır.1722 Kusur ve aksaklıklarda karşılıklı sabır, tahammül, iyi niyet esastır: “Onlarla (kadınlarla) güzellikle geçinin, eğer onlardan hoşlanmıyorsanız, sabredin; hoşlanmadığınız bir şeyi Allah çok hayırlı kılmış olabilir.”1723 Rasûl-i Ekrem şöyle buyuruyor: “Üç kimsenin namazı başından yukarı bir karış bile yükselmez: Kendisini istemedikleri halde bir cemaate imam olan kişi, eşi kendisine darılmış olduğu halde geceleyen kadın, birbirine hasım olan iki kardeş.”1724
1716] Buhârî, Nikâh 69; Müslim, Talâk 26
1717] Buhârî, Nikâh 96; Müslim, Talâk 26, 27
1718] Buhârî, Büyû' 109; İbn Mâce, Nikâh 30
1719] 2/Bakara, 228
1720] Buhârî, Nikâh 81, 90; Müslim, İmâre 20
1721] Ebû Dâvud, Nikâh 41; İbn Mâce Nikâh 3
1722] Hâkim, el-Müstedrek, II/188-190
1723] 4/Nisâ, 19
1724] İbn Mâce, İkame 43; Tirmizî, Salât 149
FUHUŞ / ZİNÂ
- 403 -
Geçimsizlik: Bütün iyi niyet ve gayretlere rağmen huzur bulunamaz, geçim sağlanamazsa ve suç kadında ise önce kocanın te’dib hakkı vardır: “... Serkeşlik etmelerinden endişelendiğiniz kadınlara öğüt verin yataklarında onları yalnız bırakın, nihâyet dövün. Site itaat ediyorlarsa aleyhlerine yol aramayın...”1725 Koca te’dib hakkını sırayla öğüt, küsme ve hafifçe dövme şeklinde kullanacaktır. Dövme, son çaredir ve bazı kadınlar için başka çare bulunmadığı göz önüne alınarak izin verilmiş, fakat sınırlama yapılmıştır: a- Peygamberimiz hayâtı boyunca hiçbir zaman kadına el kaldırmamış, “(kadınlarınızı) dövenleriniz hayırlınız değildir.”1726 “Akşam belki de birleşeceği karısını insan nasıl döver?”1727 buyurmuştur. b- Yüze, tehlikeli yerlere vurmayı ve iz bırakacak kadar vurmayı men etmiştir. Şu halde buna ancak mecâzen ve psikolojik tesiri bakımından “dövme” denebilir. Âile bağını koparmamak için son çare olarak gösterilmiş yine de acı bir ilaçtır. Bu tedbirler de problemi çözmezse hakemlere başvurulur: “Karı kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin âilesinden bir hakem ve kadının âilesinden bir hakem gönderin; bunlar düzeltmek isterlerse, Allah onların aralarını buldurur...”1728 Kusur erkekte olduğu takdirde kadının da hakeme ve hâkime başvurma hakkı vardır. Hakemlerin doğrudan veya hâkim vâsıtasıyla ayırma selâhiyetleri de vardır. Ayrıca kadın bir bedel üzerinde anlaşarak ayrılmayı talep edebilir.
f- Çocuğun haklarına riâyetsizlik: Çocuğun nafakası, bakımı, terbiyesi, tahsili, maddî yönleriyle babaya, mânevî yönleriyle ana ve babaya âit bir borçtur. Ana ve babanın çocukları arasında fark gözetmemesi, meşrû bir sebebe dayanmadan, birisine diğerinden fazla ayrıcalık göstermemesi gereklidir. Ana veya babanın sağlığında, hibe yoluyla çocuklarına farklı şeyler vermesi konusunda, Rasûl-i ekrem: “Çocuklarınıza eşit davranın, çocuklarınıza eşit davranın...”1729
g- Ebeveynin haklarına riâyetsizlik: Çocuklarınana ve babalarına sevgi ve saygı duymaları, sözlerini dinlemeleri ve muhtaç oldukları zaman onlara bakmaları evlâtlık borçlarıdır. “Biz insana, anne ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir; zira annesi onu, karnında güçlüklere göğüs gererek taşımış, onu acı çekerek doğurmuştur. Taşınması ve sütten kesilmesi otuz ay sürer.”1730; “Rabbin yalnız Kendisine ibâdet edip kulluk yapmanızı ve ana babaya iyilik etmeyi emretmiştir. Eğer ikisinden biri veya her ikisi, senin yanında iken ihtiyarlayacak olursa, onlara karşı ‘öf!’ bile deme, onları azarlama. İkisine de hep tatlı söz söyle.”1731
İslâm’da kulun emrine itaat, bu emrin meşrû olmasına bağlıdır. Meselâ ana-baba evlâdını, Allah’a şirk koşmaya zorlasalar onlara itaat edilmez, fakat bu durumda bile onlara kötü söylemek câiz değildir.1732 Rasûlullah (s.a.s.) buyuruyor: “Size büyük günahların en büyük üçünü haber vereyim mi?” ‘Evet yâ Rasûlallah!’ “Allah’a şirk koşmak, ana babaya baş kaldırmak ve (yaslandığı yerden oturumuna gelerek) dikkat edin; yalan söz yalan şâhidlik!”1733
1725] 4/Nisâ, 34
1726] İbn Mâce, Nikâh 51; Ebû Dâvud; Nesâî, Ahmed bin Hanbel
1727] Ahmed bin Hanbel, 4/17; Buhârî, Nikâh 93
1728] 4/Nisâ, 35
1729] Ebû Dâvud, Büyû' 83; Buhârî, Hibe 12-13;Müslim, Hibât 13
1730] 46/Ahkaf, 15
1731] 17/İsrâ, 23
1732] 31/Lokman, 14-15
1733] Buhârî, Edeb 6, Şehâdât 10; Müslim, İman 143, 144; Hayreddin Karaman, Günlük
- 404 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Genelevlerinde Yapılan İşin Haramlığı; Haramın Devlet Eliyle İşlenmesi
Müslüman insanın müşrik düzenlerin egemenliği altında yaşamak zorunda kalması, başlıbaşına bir problemdir, aynı zamanda müslümanlar için ardı arkası gelmeyen problemlerin de kaynağıdır. İşte, uygun şartların gerçekleşmesi halinde müslümanlara hicret etme emrinin veriliş sebebi de budur. (Söz konusu bu şartlar: 1- Hicret edeceği yerin maksadına uygun olması, 2- Müslümanların bu konuda -varsa- yetkili emîrinin veya makamının hicret etme emir ve isteği, 3- Hicret edebilecek imkâna sahip olmaktır.) Çünkü müslüman insan, gayr-ı İslâmî müşrik düzenlerin egemenliğinde yaşadığı sürece, her zaman için islâmî bir hayât sürdürmek ve İslâm’a göre yaşamak isteği karşısında egemen düzenin sürekli olarak engeller ürettiğini görecektir.
Problem kimi zaman������������������������������������������������������ bazı müslümanlar için, özellikle böyle bir müşrik dü- �����������������������������������������������������düzenin çatısı altında İslâm’ın özünü kavramak imkânını ve fırsatını yakalayamamış kimseler için, İslâmî bir hayâtı sürdürememek boyutlarını daha da aşar, onun karşısında inancına mâl olacak türden problemler çıkartır. Söz konusu bu problemler kimi zaman düzenin bu alanda özel olarak görevlendirdiği elemanlar aracılığı ile dahi üretilebilir. İslâm’ı gereği gibi bilmeyen, daha doğrusu kulaktan dolma yarım yamalak bir şekilde çevrelerinden ya da atalarından öğrenegeldikleri yanlış ve haktan uzak, bilgi sanılan birikimlere dayanarak ahkâm kesenlerin tahribatını buna eklersek, islâmî olmayan bir düzenin çatısı altında yaşamak durumunda olan insanların -özellikle de İslâm’ı gereği gibi öğrenebilmek fırsatını bulamamış kimselerin- problemlerinin hangi boyutlara kadar ulaşabileceğini kestirmek gerçekten güçtür.
İşte müşrik ve câhilî düzenlerin egemenliği altında yaşayan birtakım müslümanların karşı karşıya kaldıkları problemlerden birisi de, birtakım işlerin devlet eliyle işlenmesi halinde, bunların işlenmesinden yalnızca devletin sorumlu olacağı, ferdin bu alanda herhangi bir sorumluluğunun olmayacağı ya da olsa bile çok az olacağı kanaatidir. Bu yanlış kanaatten hareketle birçok kimse, “eğer devlet eliyle fâizin alınıp verildiği kurumlar kurulmuş ise, vatandaşın fâiz alıp vermesinde bir sakınca yoktur; devlet eğer tesettürü emretmiyorsa, ana baba ya da koca da bu iş üzerinde o kadar durmuyorsa, şer’an mükellef bir hanımın örtünüp örtünmemesi, üzerinde fazlaca durulacak türden bir problem değildir; içkinin serbestçe içildiği yahut fuhşun açıkça işlendiği, her türlü ahlâksızlığın eğlence ve sanat merkezleri adını taşıyan çatılar altında işlenebildiği ve devletin de bu alanda izin verdiği, hatta teşviklerde bulunduğu bir yerde artık bu gibi haramların işlenmesinin ciddî bir vebali olmasa gerek; devlet, bizzat kendisi çeştli yollarla kumar oyunlarını teşvik ediyorsa, artık bunun vebali -eğer varsa- herhalde devletin olmalıdır...” gibi kanaatler, müslümanın haramı kolaylıkla işlemesini sağlamakla kalmıyor, bu gibi kanaatlere kendisini kaptırması halinde itikadî bakımdan büyük bir sarsıntı geçirmesine sebep teşkil ediyor. Çünkü müslüman, böyle bir ortamın ve bu tür propagandaların etkisi altında kalarak, haramı helâl görmek, vebalsiz görmek gibi bir bakış açısına, bir anlayışa sürükleniyor. Haramı helâl kabul etmenin, itikadî bakımdan ne kadar büyük bir tehlike teşkil ettiğini söylemeye gerek yoktur. Hayâtımızda Helâller Haramlar, s. 189-192
FUHUŞ / ZİNÂ
- 405 -
Burada müslümanın dikkat etmesi gereken bazı hususlar vardır, onlara kısaca değinmekte yarar vardır:
1. İslâm’ın devletten beklediği ya da İslâm adına hükmetmek üzere var olan bir devletin varlığının asıl sebebi, Allah’ın emir ve hükümlerinin, İslâm şeriatinin istisnâsız bütün hükümlerinin yaşanmasını sağlamak ve kolaylaştırmaktır. Devleti, şeriatin emrettiklerinin kolaylıkla işlenebilmesini sağlamak için gerekli her şeyi sağlamakla görevli olduğu gibi, şeriatin yasakladığı ve toplum hayâtında herhangi bir şekilde varolmasını istemediği her türlü ahlâkî, fikrî, amelî ve sosyal rahatsızlık, âfet ve kötülüğün kökünü kesmekle yükümlüdür. Hatta bu tür rahatsızlıkların baş göstermemesi için gereken ön tedbirleri almakla da yükümlüdür.
2. İslâm’ın meşrû gördüğü yollarla başa geçmemiş, İslâm’ın hedef ve maksatlarını gâye edinmemiş, İslâmî değerlere iman etmeyen kimselerin esasen müslümanları yönetebilme hak ve selâhiyetleri yoktur. Bu yönetimlerin mekanizmalarında yer alanlar hangi yolla başa geçmiş olurlarsa olsunlar ve yapısında yer aldıkları siyasal ve sosyal düzenin adı ne olursa olsun, durum değişmez. Dolayısıyla bu tür yönetimlerin yönetici kadroları, -gayri meşrû emir ve izinleri bir tarafa- şeriatın emrettiği ve izin verdiği şeyleri müslümanlara emretmek hak ve yetkisine dahi sahip değildirler. Çünkü emredebilmek yetkisine sahip olabilmek için şeriatın öngördüğü ve müsâade ettiği bir yolla başa geçmek ve gereken şart ve nitelikleri taşımak vazgeçilemez bir şarttır. Dolayısıyla, İslâm ile hükmetmemeyi esas alan düzenlerin, mâhiyetleri ne olursa olsun verdikleri emir ve hükümlerin müslüman için en ufak bir değer taşımaları ve asgarî bir itibara dahi sahip olmaları mümkün değildir.
3. Hiç kimsenin Allah’ın emir ve hükümlerine aykırı teşrî’ yapma (kanun koyma) yetkisi yoktur. Değil İslâm ile hükmetmemeyi esas amaç edinen beşerî düzenler, değiş İslâm’ın öngörmediği bir yolla müslümanların başına gelmiş yönetim ve yöneticiler, İslâm ile hükmeden yönetimlerin dahi, hatta bütün müslümanların ve hatta bütün beşeriyetin dahi Allah’ın ve Rasûlünün koyduğu bir hükmü olsun değiştirme yetkileri yoktur. Bu husus, dinin kesin gerçeklerinden biridir. Allah’ın emir ve hükümlerine aykırı hüküm koymaların ve bunların kabul edilmesinin küfrü gerektirdiği, dinin apaçık gerçeklerindendir yani zarûrât-ı diniyyedendir.
Buna göre, dinen yasak olduğuna dair kesin bilgiye sahip olunduktan sonra, çağımızda şu veya bu şekilde müslümanlara musallat olmuş beşerî düzenlerin helâl ve harama dair koydukları yasaları yaptıkları teşrîleri/hükümleri kayıtsız ve şartsız olarak reddetmek gerekir. Onların bu haramların işlenmesini sağlayıcı ve kolaylaştırıcı bütün kurum ve mekanizmaları İslâm açısından reddedildiği gibi, bu kurumların işlemesinde ve işletilmesinde de herhangi bir görev ve fonksiyon yüklenmek de müslüman için câiz değildir.1734
Bazı Haramlara veya Dinî Emirlere Karşı Tavır
Kur’ân-ı Kerim’in açık ve kesin hükümleriyle ya da mütevâtir sünnetle yasaklanan bir haram eylemin çağımızda geçersizliğini ya da yersizliğini söylemek ve bu haramları çiğneyenleri savunmak da günümüzde çokça görülen itikadî sapmalardan bir tanesidir. Esasında bu tür iddia ve itirazlar, İslâm’ın evrensel
1734] M. Beşir Eryarsoy, İman ve Tavır, s. 316-320
- 406 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ve çağlar üstü bir din ve bu dini gönderenin insanların her zamandaki tüm ihtiyaçlarını bilen, çok merhametli bir zât olduğunu inkâr anlamındadır. “on dört asır önce gelmiş bir dinin ve bedevî Araplara gönderilmiş bir peygamberin öğretilerinin, modern çağın meselelerini ne oranda bir yeterlilikle ele alabileceği” hususunda tereddüt etmektedirler. İslâm’ın günümüz şartlarına uygun çözümler getiremediğini iddia etme cür’etinde bulunan hem itikadî ve hem kültürel anlamda câhiller, İslâm’ın başka çağların ve ortamların ürünü olduğunu söyleyerek bu tür şüpheleri topluma yaymak ve Allah’ın dinine iftira atmak istemektedirler.
Yüce Rabbimiz, bütün insanların kıyâmete kadarki ihtiyaç ve problemlerinin neler olacağını bilerek Hz. Muhammed Mustafa’yı son peygamber, dinini ve şeriatını da son din ve şeriat yapmıştır.1735 O, Yüce Allah’ın bütün insanlığa göndermiş olduğu bir peygamberdir.1736 Onun şeriatı ve peygamberliği insanlık için bir zorluk ve sıkıntı sebebi değil; başka sona bir rahmettir.1737 Allah’ın ona göndermiş olduğu din, son din olduğu gibi, eksiksizdir. Bu eksiksizliği ve mükemmelliği ile o, insanlık için kâmil bir nimetinin ifâdesi ve tecellîsidir.1738 Bu ve diğer özellikleri dolayısıyla Allah katında geçerli olan biricik din, İslâm’dır.1739
İslâm’ın her çağın, her kuşağın ve her türlü şart ve ortamın meselelerine çözüm getirecek kimlikte olduğunu bilip kabul etmek, İslâm’ın tüm haram ve helâllerinin yani yasak ve müsâadelerinin en doğru, en âdil, en mükemmel çözümler olduğunu benimsemek bir iman meselesidir. Buna rağmen, İslâm’ın yetersiz olduğunu ileri sürmek ya da çağın gereklerine cevap veremeyeceği türünden iddialarda bulunmak, açık ve kesin delilleri yalanlamak, Allah’ın âyetlerine ters düşen bir iddiâ olacağından kesin ve apaçık bir küfürdür. Bu konuda şüphe ve tereddütün hükmü de aynıdır. Çünkü kat’i olaras sâbit olmuş naslarda şüphe ve tereddüt de küfürdür.
Fâizin gereğini savunmak, İslâm’ın bazı suçlar için öngördüğü cezâları kabul etmemek ya da olumsuz herhangi bir şekilde (ağır olmakla, zâlimlikle vs.) nitelemek, İslâm’ın kesin delille sâbit herhangi bir haram hükmünün günümüzde gereksizliğini ya da uygulanmasının imkânsızlığını ileri sürmek, İslâm’ın şu ya da bu şekilde düzeltilmesi gerektiğini, bazı hükümlerinin ve tümünün çağa uydurulması gerektiğini savunmak gibi iddiâlar hep küfürdür.
Bu tür iddiâ ve tezlerin ortak özellikleri şunlardır: Bu hükümler şu anda gereksizdir ya da bu haramlar bu çağa uygun değildir. Bu iddiâ ve ifâdeler ise, doğrudan doğruya Allah’ın ilim ve hikmetine karşı girişilen bir hücumdur. Yani doğrudan doğruya Allah’a iman ile bağdaşmasına imkân olmayan yaklaşımlardır. İkinci olarak, kesin delillerle sâbit olmuş hükümlerin, haramların gereksizliğini veya günümüzde uygulanamayacak şekilde devrinin geçtiğini, yetersizliğini söyleyerek bu hükümlerin değiştirilmesini istemek demektir. Bu da, kesin delille sâbit olmuş hükümleri reddetmek anlamındadır. Allah’ın dininden başka bir din aramak, Allah’ın hükümlerinden başka hükümlerle hükmetmeye kalkışmak
1735] 33/Ahzâb, 40
1736] 7/A'râf, 158; 34/Sebe', 28
1737] 21/Enbiyâ, 107
1738] 3/Mâide, 3
1739] 3/Âl-i İmrân, 19
FUHUŞ / ZİNÂ
- 407 -
demektir. Bu ise küfürdür, zulümdür, fâsıklıktır.1740 Aynı zamanda Kur’an’ın hükümlerini beğenmeyen müşriklerin, başka bir Kur’an getirmesi veya onda değişiklikler yapması için teklifte bulunan müşriklerin tavırlarının aynısını şu kadar asır geçtikten sonra tekrarlamaktır. Oysa Peygamber de dâhil olmak üzere hiçbir kimseye böyle bir yetki verilmiş değildir: “Onlara âyetlerimiz açık açık okununca bizimle karşılaşmayı ummayanlar dediler ki: ‘Bundan başka bir Kur’an getir veya onu değiştir!’ De ki: ‘Onu kendiliğimden değiştiremem. Ben, ancak bana vahyolunana uyarım...”1741
Allah’ın indirdiği hükümlerin dışında hükümler koymak, başlı başına ve tevbe edilmediği takdirde asla bağışlanmayacak, cezâsı ebediyyen cehennemde kalmak olan bağışlanmaz bir suçtur. Bundan ayrı olarak Allah’ın hükmünden başka bir hüküm gösterip bunun Allah’tan olduğunu ileri sürmek ise, Allah’a karşı bir iftirâdır ve ötekinden geri kalmayan ikinci bir suçtur: “Şüphe yok ki onlar, sana vahyettiğimizden başkasını Bize karşı uydurman için seni fitneye düşürmek istiyorlar (bunu yaptığın takdirde) o vakit seni dost edinirlerdi. O takdirde de Biz sana hayâtın da ölümün de kat kat azabını tattırırdık.”1742 “Eğer Bize karşı bazı sözler uydurmuş olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalar, sonra da onun şah damarını koparırdık.”1743
Görüldüğü gibi, Kur’an’ın, İslâm’ın birtakım hükümlerinin değiştirilmesini ya da kaldırılmasını istemenin asıl amacı, mü’minleri fitneye düşürmek, ayaklarının hak yoldan kaymasına zemin hazırlamaktır. Çağdaş câhilî düzenlerin, müslümanlara ve İslâmî hareketlere karşı uygulama ve tavırlarında bu amaç ve doğrultudaki komplolar önemli bir yer tutmaktadır. Câhilî düzen ve yönetimler bunu başarabildikleri takdirde ve bu amaçlarına ulaşabildikleri oranda kendilerini başarılı kabul eder ve İslâm adına girişilen hareketlerden, asıl çizgiden uzaklaşıp sapmaları oranında hoşnut olurlar. Tabii aynı oranda da o hareketin İslâm’la, Kur’an’la ilişkisi kalmaz.1744
Müslüman Kadının Toplumsal Hayâta Katılma Âdâbı
Kadının toplumsal hayâta katılmasının ve bunun gereği olarak erkeklerle görüşmesinin İslâmî âdâbını, Kur’an ve Sünnet belirlemiştir. Din, âdâbın, terbiyenin zirvesidir. O edepleri, ahlâkı ve nâmusu korur, iyi ve faydalı hayâtın akışını durdurmaz, münkerden uzaklaştırır, iyi ve güzele yöneltir, kötü eğilimleri terbiye eder, kadın ve erkeği eşit olarak huzura kavuşturur. Böylece farklı cinse karşı küçük düşürücü, saygınlığı giderici, aşırı duygusal davranıcı hareketler olmaz. Gerek elbise, gerek konuşma, gerekse bazı zorluklara sebep olan hareketler konusunda olsun müslüman hanımın, erkeğe oranla bağları daha fazladır. Kadın bunlara, erkeklerle görüşmeyi zorunlu kılan meşrû ihtiyaçlarını ve hayâtî maslahatlarını gerçekleştirmek için tahammül eder. Bu tür ihtiyaç ve maslahatlar artarak görüşme de artabilir, ihtiyaç ve maslahatlar azalarak görüşme de azalabilir. Şâriin/Kanun koyucunun çizdiği edepleri sunmadan önce o âdâbı gerçekleştirmeye yardım eden bazı temel faktörleri başlıklar halinde hatırlatalım:
1740] 5/Mâide, 44, 45, 47
1741] 10/Yûnus, 15
1742] 17/İsrâ, 73-75
1743] 69/Haakka, 44-46
1744] M. Beşir Eryarsoy, İman ve Tavır, s. 264-266
- 408 -
KUR’AN KAVRAMLARI
a- Terbiye ve yönlendirmeye önem verme,
b- İffeti korumak için erken evlenme,
c- İyi kontrol etmekle birlikte, küçük yaşta belirli ölçüde topluma katılma ve görüşmeyi kolaylaştırma.
A- Kadın ve Erkek Arasındaki Müşterek Edepler:
1) Görüşme ortamının ciddî olması: “Güzel (kuşkudan uzak bir biçimde) söz söyleyin.”1745 Âyet, konuşma konusunun, münkeri içermemesi, iyilik sınırları içerisinde olması gerektiğini işaret ediyor. Kadın ve erkekler arasındaki ciddiyet; güzel söz söylemedir. Oyun ve eğlence havası, gereksiz şakalar, cıvık kahkahalar, aşırı serbest tavırlar, kadınsı işve ve cilveler ise, münkerdir ve nâmahrem olan kadın-erkeğin karşılıklı görüşme ve ilişkilerinde yasaktır. Töhmet altında bulunulacak, eğlence yerleri ve gayr-i İslâmî ortamlar veya gayr-i ciddî konu ve yaklaşımlar içinde olmamalı. Başka insanların gördüğünde ahlâkî olarak yadırgayacağı veya ahlâksız bazı şeylerden şüpheleneceği durumlardan uzak olunmalıdır.
2) Gözü çevirme: “Mü’min erkeklere söyle: Bakışlarını çevirsinler, gözlerini (harama) dikmesinler, nâmuslarını korusunlar. Bu, onlar için daha temizdir. Bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların her yaptıklarından haberdardır. Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar, bazı bakışlarını çevirsinler, nâmuslarını korusunlar...”1746 Gözü çevirmenin anlamı; fitne korkusu yüzünden uzun uzadıya bakmaya engel olma, demektir. Âyette geçen “min -den-” edâtı, “teb’îz” içindir; her bakış değil, bakışların bazısı yasaktır; fitneden korkulduğu zaman kadına bakmanın haram olduğu hususunda ihtilâf yoktur. Fitne durumunda gözü ondan çevirmek gerekir. Âyet, mutlak anlamda yani şehvet duygusundan uzak olarak gözü çevirmenin gerektiğini ifâde etmez. Kadının el ve yüzüne kötü niyet ve şüphe olmaksızın bakmak câizdir. Şehvetle bakmaya gelince; elbisenin üstünden bile şehvetle düşünmek haramdır, kaldı ki açık yüze bu şekilde bakmak! Bazı âlimler de, âyette bazı bakışların çevrilmesinin emredildiğini, ancak kadının yüzünün bunun dışında olduğunu belirtirler.
Allah Teâlâ, bir başka âyette de şöyle buyurur: “Allah, gözlerin hâin bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir.”1747 Câbir bin Abdullah’dan: “Rasûlullah (s.a.s.)’a ânî bakıştan sordum. Bana: “Bakışını hemen çevir!” buyurdu.”1748 Büreyde (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) Ali (r.a.)’ye buyurdular ki: “Ey Ali, bakışına bakış ekleme. Zira ilk bakış sanadır, ama ikinci bakış aleyhinedir.”1749 “Hiç şüphesiz Allah, Âdemoğluna yaptığı zinâdan payına düşeni yazmıştır. Gözün zinâsı bakmaktır, dilin zinâsı konuşmaktır. Nefis arzular ve şehvet duyar. Tenâsül uzvu da bunu ya doğrular ya da yalanlar.”1750 Bu hadis, şehvetle bakmanın haram olduğu hususunda açıktır. Bunun için, “nefis arzular ve şehvet duyar” buyuruldu. Bunun anlamı, şehvetsiz olduğu zaman günah değildir, demektir.
Rasûlullah (s.a.s.) Kurban günü Fadl’ı bineğinin arkasına bindirdi. Fadl
1745] 33/Ahzâb, 32
1746] 24/Nûr, 30-31
1747] 40/Mü’min, 19
1748] Müslim, Âdâb 45, hadis no: 2159; Ebû Dâvud, Nikâh 44; Tirmizî, Edeb 29
1749] Tirmizî, Edeb 28; Ebû Dâvud, Nikâh 44
1750] Buhârî, 14/305; Müslim, 8/52
FUHUŞ / ZİNÂ
- 409 -
yakışıklı bir gençti. Rasûlullah, insanların kendisine fetvâ sormaları için durdu. Hes’am kabilesinden güzel bir hanım gelerek Rasûlullah’a fetvâ sormaya başladı. Kızın güzelliği Fadl’ın hoşuna giderek ona bakmaya başladı. Bunun üzerine Peygamber, Fadl’ın çenesine tutarak öbür tarafa çevirdi ve genç kadının yüzüne bakmasına engel oldu.1751 Hâfız İbn Hacer diyor ki: “İbn Battal şöyle diyor: “Hadiste fitneden korkulduğu zaman yüzü çevirme emri vardır. Bunun gereğine göre, fitneden emin olunursa yasak değildir. Bunu Rasûlullah’ın Fadl’a yaptığı şey de te’kid ediyor. Fadl, hoşuna giderek genç kıza iyice baktığında Rasûlullah fitneden korkup onun yüzünü çevirmiştir. Çünkü erkeklerin tabiatında kadınlara karşı meyil vardır.”1752
Âişe’den (r.a.): “... Bayram günü önden gelen insanlar, savaşçılık (savaş oyunları cinsinden folklorik oyun) oynuyorlardı. Rasûlullah (s.a.s.) bana: “Bakmak ister misin?” dedi. Ben de: ‘Evet’ dedim. Beni arkasına alarak seyrettirdi...”1753 Dolayısıyla kadının erkeğe -gösteri yapmakta, oyun oynamakta olsa bile- bakması câizdir. Özet olarak; görüşmenin bir neticesi olarak, erkekler kadınları, kadınlar da erkekleri görebilir. Birbirlerine makul ve meşrû ölçüler içinde bakabilirler. Her iki taraf da, gözlerini harama bakmaktan sakındırdıkları ve şehvetten uzak oldukları sürece bunda bir sakınca yoktur. Kur’an’ın ve Sünnetin emretmediği peçe, eğer olması gerekiyorsa, kadınların yüzünde değil; erkeğin gözünde olmalıdır. Bununla birlikte, müslüman bir hanım, yüzünü de yabancı erkeklere göstermemek için peçe takıyor ya da başörtüsünü yüzünü de örtecek şekilde kullanıyor, bunu hayâ ve takvâ ölçüsü kabul ediyorsa, müslümanların buna karşı çıkması değil; elbette saygı duyması gerekir.
3) Genel olarak tokalaşmaktan kaçınma: Allah, kadın ve erkek olarak gözleri harama bakmaktan çevirmemizi emretmiştir.1754 Çünkü harama bakma insanı şehvete götürür. Tokalaşma ise bakmaktan daha fazla insanı şehvete götürür. İbn Mes’ud (r.a.)’dan: “Rasûlullah (s.a.s.)’a bir adam gelerek bir kadını öptüğünü ya da eliyle dokunduğunu (onu okşadığını) söyledi. Sanki bağışlanması için gereken keffâreti soruyordu. Bunun üzerine şu âyet nâzil oldu: “Gündüzün iki tarafında (sabah, akşam) ve geceye yakın saatlerde namaz kıl; çünkü hasenât/iyilikler, seyyiâtı/kötülükleri giderir. Bu, ibret alanlara bir öğüttür.”1755 Ma’kul bin Yesâr’dan rivâyetle Rasûlullah şöyle buyurdu: “Sizden birinin başına demirden büyük bir iğnenin batırılması, kendisine helâl olmayan bir kadına dokunmasından daha hayırlıdır.”1756 Hz. Âişe (r.a.) “Andolsun ki Rasûlullah kadınlardan bey’at alırken kesinlikle elini bir kadına dokundurmadı” diyor.1757
Enes bin Mâlik’den: “Rasûlullah (s.a.s.) Ümmü Haram binti Milhan’ın yanına giriyordu. O Rasûlullah’a ikram ediyordu. Ümmü Haram, Ubâde bin Sâmit’in nikâhı altındaydı. Rasûlullah’a yemek yediriyor ve başını temizliyordu.”1758 Yine Enes bin Mâlik’den: “Medine’li câriyelerden biri, Rasûlullah’ın elinden tutarak
1751] Buhârî, 13/245; Müslim, 4/101
1752] Fethu’l-Bârî, 13/245
1753] Buhârî, 2/95
1754] 24/Nûr, 30, 31
1755] 11/Hûd, 14; Müslim, 8/102
1756] Câmiu’s-Sağîr, hadis no: 4921
1757] Buhârî, 10/261; Müslim, 6/29
1758] Buhârî, 6/350; Müslim, 6/49
- 410 -
KUR’AN KAVRAMLARI
istediği yere onu götürünceye kadar elini bırakmıyordu.”1759 Ebû Râfi’nin hanımı Selmâ’dan rivâyetle: “Rasûlullah’a hizmet ediyordum. Onun bir yarası olduğu zaman, bana üzerine kına koymamı emredinceye kadar yarası iyi olmazdı.”1760 Abdullah bin Muhammed bin Abdullah bin Abdullah bin Zeyd, kadınlarından birinin şöyle dediğini rivâyet ediyor: “Rasûlullah yanıma geldiğinde, sol elimle yiyordum. Ben fakir bir kadındım. Rasûlullah elime vurarak lokmamı düşürdü ve bana: “Sol elinle yeme, Allah sana sağ elini vermiştir” buyurdu. Böylece sağ elimle yemeğe başladım. Bundan sonra asla sol elimle yemedim.”1761
Rasûlulullah’ın bey’at esnâsında kadınlarla musâfaha etmemesiyle, bazı zamanlarda herhangi bir kadına dokunması olaylarını birleştirebiliriz. Şöyle ki: Rasûlullah (s.a.s.) birinci durumda, dokunma biçimlerinden biri olan ve özel bir anlam ifâde eden tokalaşmadan kaçınmıştır. Gerek kadın veya erkeklerle karşılaştığında, gerek selâmlaşma, duâ ve yakınlaşma için onun mübârek vücuduna dokunma isteği ve İslâm üzere bey’at etme durumlarında Rasûlullah kadınlarla tokalaşmaktan kaçınmıştır. Bu durumlarda Rasûlullah’ın tokalaşmaktan kaçınması, başka durumlardaki dokunma biçimlerinden uzak kaldığı anlamına gelmez. Çünkü diğer durumlarda Rasûlullah (s.a.s.) bir yönden pek nâdir olan fıtrî ihtiyaçlarını gidermek için bunu yapıyordu, diğer bir yönden ise o, kadınların fitnesinden emindi. Yani Rasûlullah (s.a.s.) birinci durumda, genel olarak kadınların fitnesinden emin olmadığı gibi tokalaşmak için de ciddî bir gerekçe görmüyordu. İkinci durumda ise, gerekli sebeplerden dolayı bunu uygun görüyordu. Buna şu da eklenebilir: Rasûlullah’ın biat alırken kadınlarla tokalaşmaktan kaçınması, bu meselenin kesin olarak haram olduğu anlamına gelmez. Nitekim vârid olan deliller bu durumun Rasûlullah’a özel olduğunu ifâde ediyor: “Ben kadınlarla tokalaşmam!”1762 hadisinde kullanılan zamir, sadece Rasûlullah’a âittir.
Özet olarak: Rasûlullah (s.a.s.)’ın kadınlarla tokalaşmaktan kaçınması; ümmetine öğretmek ve kanun olarak koymak için sedd-i zerâi bâbında çoğu durumlarda bunu kerih görmesi anlamındadır. “Sedd-i zerâi kesin değil; daha evlâdır” diyen usûlcülerin görüşü de bunu te’kid etmektedir. Biz de çoğu zaman tokalaşma ve dokunmadan kaçındığımızda; fitne ortadan kalkıp uygun bir gerekçe olduğu zaman da buna müsâmaha gösterdiğimizde Rasûlullah’a en güzel şekilde uyanlardan olacağımız kanısındayız. Böyle olduğu takdirde tokalaşma müslümanlar arasında karşılıklı iyi duygu alışverişine ve ilişki kurulmasına vesile olur. Nitekim akrabalar yakın arkadaşlar arasındaki tâziyelerde, yolculuklarda, misâfirliklerde ve güzel bir işe teşvik etme durumları gibi özel münâsebetlerde yapılan tokalaşmalar bu türdendir. Fakat biz, günümüz toplumunda karşılıklı münâsebetlerde kadın ve erkek arasında tokalaşma yaygın olduğundan, bir açıdan zorluğu kaldırmak, diğer bir açıdan ise haram oluşuna dair kesin bir hükmün bulunmayışını göz önünde bulundurarak hükmü kolaylaştırmak zorunda kalıyoruz. Buna rağmen, gerekmediği müddetçe kadın erkek birbiriyle tokalaşmaktan kaçınırsa daha ihtiyatlı ve takvâya daha uygun olur.
4) Kadın ve erkek arasını ayırma ve karışmaktan kaçınma: Ümmü Seleme (r.a.)’den rivâyette: “Rasûlullah (s.a.s.) namazda selâm verdiği zaman,
1759] Buhârî, 13/102; İbn Mâce
1760] Mecmeu’z-Zevâid 5/95
1761] Mecmeu’z-Zevâid 5/26
1762] Mecmeu’z-Zevâid 8/266
FUHUŞ / ZİNÂ
- 411 -
kadınların kalkıp gitmeleri için bir süre kalkmadan bekliyordu.” İbn Şihab diyor ki: “Rasûlullah’ın beklemesi topluluğun kadınları görmeden ayrılmaları içindir sanıyorum.”1763 Bu anlamı Rasûlullah’ın “Şu kapıyı kadınlara bıraksak...” (Câmiu’s-Sağîr, hadis no: 5134) sözü de te’yid etmektedir. Yine bir rivâyete göre Rasûlullah (s.a.s.) mescidden çıkınca erkeklerle kadınlar yolda birbirine karıştılar. Bunun üzerine Rasûlullah kadınlara şöyle buyurdu: “Geç çıksanız yahut o yolun hakkını verseniz, yolun kenarında yürüseniz!” 1764
Kadınların yolda karışıklıktan kaçındıkları gibi, kamuya âit yerlerde de karışılıktan kaçınmaları gerekir. Bu mescidlerde olduğu gibi, diğer yerlerde de sadece arka tarafların kadınlara âit olduğu anlamına gelmez. Kadınların arka saflarda yer almaları, gerek mescidde olsun, gerekse kocası ve mahremleriyle beraber yabancıların bulunduğu evlerde olsun namaza âit özel bir durumdur. Fakat namazın dışında uyulması gereken âdâp, erkeklerle kadınların arasının ayrılması ve karışıklığın önlenmesidir. Bu oturma yerlerinde yer ayırarak ya da iş yerlerinde karışıklığı önleyerek düzenleme yapılarak sağlanabilir.
(Sözgelimi kalabalık bir ortamda kadın-erkek birbirine değmeden yürünemeyecek şekildeki semt pazarlarına alışveriş amaçlı da olsa gitmenin câiz olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak, pazarların tenha saatlerinde ve de çok dikkat ederek ihtiyaç karşılanabilir. Bu yasağın sadece müslüman kadın için değil; elbette müslüman erkek için de geçerli olduğunu belirtmeye bilmem gerek var mıdır? Aynı sakıncayı büyük şehirlerdeki kalabalık dolmuş ve otobüslerde özellikle ayakta yolculuk için de çoğu zamanki uygulamadan yola çıkılarak söylemek mümkündür. Düğün salonlarında, özellikle düğün ve benzeri dâvetlerde kadın-erkek karışık oturmanın câiz olduğunu iddiâ etmek de pek mümkün değildir.
Ama eğitim gibi ciddî amaçlar için, tesettür ve karşılıklı edeplere riâyet şartıyla, başka uygun alternatif yoksa kadın-erkek aynı salonu paylaşmanın haram olduğunu iddiâ etmek delillendirilmesi zor bir çıkarım olmakla birlikte; mevcut düzen ve çevre şartları açısından insanımızı sosyal açılım ve toplumsal nimetlerden mahrum etmenin vebâlini de gerektirecektir. İdeal olanla reel olanı, takvâ ile ruhsat ve fetvâyı karıştırmamak; en iyi yok diye elde edilebilecek iyiliklerden de uzak olmamak, bir şeyin tümüne sahip olunamıyorsa bir kısmından olsun mahrum olmamak gibi meşrû ve ma’kul yaklaşımları ihmal etmemeliyiz diye düşünüyorum.)
5) Halvetten kaçınma (Kapalı bir yerde yabancı bir erkekle yabancı bir kadının töhmet altında bulunacak şekilde yalnız kalmaları): İbn Abbas (r.a.)’dan: “Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Sakın bir erkek yanında mahremi olmadıkça yabancı bir kadınla yalnız kalmasın!”1765
Aşağıdakiler yasak olan halvet kavramının dışında kalır:
a- İnsanların huzurunda olan halvet: Enes bin Mâlik (r.a.)’den: “Ensardan bir kadın Rasûlullah’a geldi ve Rasûlullah onunla başbaşa kalarak: “Allah’a yemin
1763] Buhârî, 2/467
1764] Silsiletü’l-Ehâdîsi’s-Sahîha, hadis no: 856
1765] Buhârî, Nikâh 111; Cezâu’s-Sayd 26, Cihâd 140, 181; Müslim, Hacc 424, hadis no: 1341
- 412 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olsun ki, sizler bana insanların en sevimlilerisiniz” buyurdu.”1766 “Yabancı bir kadınla gizli görüşme, fitneden emin olunduğu sürece dini zedelemez.”1767
b- İki ya da üç erkeğin bir kadınla halvet etmesi: “Bu günden sonra bir erkek, kocası olmayan bir kadının yanına beraberinde bir ya da iki kişi olmadan girmesin.”1768 İmam Nevevî diyor ki: “Bu hadisin zâhiri, iki ya da üç erkeğin yabancı bir kadınla halvet edebileceğinin câiz olduğunu gösteriyor. Bu hadis, iyilikleri, mürüvvetleri ya da başka sebeplerden dolayı zinâ üzerine ittifak etmeleri oldukça uzak olan bir cemaate te’vil edilir.”
c- Bir erkeğin kadınlar topluluğuyla halvet etmesi: Yasak olan halvet, bir erkeğin bir kadınla halvet etmesidir. Ancak, erkeklerin veya kadınların birden çok olmasıyla bu yasak kalkar.
6) Kocası yanında olan kadının yanına girerken kocasından izin almak gereklidir: “Kocası evde olduğu halde, kocasının izni olmadan evine birisini alması câiz değildir.”1769 Amr bin Âs, bir ihtiyaçtan dolayı Ali bin Ebî Tâlib’in evine gitti ve Ali’yi evde bulamadı. Ali (r.a.) geldiğinde ona şöyle dedi: “Bir ihtiyacın varsa, hanıma bildirseydin ya!” Amr da: “Kocaların izni olmadan hanımların yanına girmekten men olunduk” dedi.1770 Bununla birlikte, ihtiyaç duyulduğu zaman, koca evde olmasa da kadınla görüşmek için mutlaka kocasının izni alınmasına gerek yoktur: “Bu günden sonra bir erkek, kocası olmayan bir kadının yanına beraberinde bir ya da iki kişi olmadan girmesin.”1771
7) Tekrarlanan uzun görüşmelerden kaçınmak: Bu tür görüşmelerin örnekleri, akrabalar ve arkadaşlar arasındaki karşılıklı ziyaretleşmeler ve bu ziyaretlerin uzun saatler sürmesidir. Yine bu tür görüşmelerin örnekleri, kadın ve erkekleri uzun süre iş icabı aynı yerde tutan günlük meslekî çalışmalar, eğitim amaçlı kurslar, çalışmalar ve derslerdir.
Bu âdâp hakkında nass bulunmasa da, fitneye fırsat verilmemesi için uygulanması gerekir. Çünkü bu tür görüşmeler, hareketteki vakar, konuşmalarda ciddiyetin devamı ve gözü harama bakmaktan çevirme gibi birçok âdâbın gerçekleştirilmesini zorlaştırır. Bu, görüşme esnâsında sürekli kadın ve erkeğin bulundurması gereken ciddiyet ve çekingenlik derecesini çoğu zaman zayıflatır. Bu sedd-i zerâî sebebiyle, bu tür uzun ve sık görüşmelerden kaçınılması gerektiği görüşündeyiz. Ancak yapılan iş karşılıklı görüşmeyi sürekli zorunlu kılıyorsa, sakıncasıyla birlikte, ihtiyaç duyulduğu sürece ve fitneden korunma gayretiyle birlikte bu yapılabilir. Genellikle akıl ve kalbi meşgul eden ciddî çalışmalar vakarı korumaya yardımcı olur. (Ama, ciddî olmayan konular, samimî ve sıcak davranışlar, şakalar ve eğlenceli konuşmalar da şeytanın araya girmesine ve konunun istismar edilip cevaz sınırlarının aşılmasına sebep olur.)
8) Şüpheli yerlerden kaçınma: Kadınların şüpheli yerlerde erkeklerle bir araya gelmekten kaçınması gerekir. Bilinen misâfirler ve uzak da olsa güvenilir
1766] Buhârî, 11/246; Müslim, 7/174
1767] Fethu’l-Bârî, 11/246-247
1768] Müslim, 7/8
1769] Müslim, 3/91; Buhârî, 11/206
1770] Silsiletü’l-Ehâdîsisi’s-Sahîha, hadis no: 652
1771] Müslim, 7/8
FUHUŞ / ZİNÂ
- 413 -
akrabâ ve samimi dostlar gibi güvenilir kişilerle görüşmede bir sakınca yoktur. “Sana şüpheli geleni, şüphe vereni bırak, şüphe vermeyeni al.”1772 Abdurrahman bin Avf şöyle dedi: “Biz kadınlarımızın yanında olmuyoruz ve misâfirlerimiz oluyor. Rasûlullah (s.a.s.): “Onlara bir zorluk yoktur” buyurdu.1773
9) Açık ve gizli günahtan kaçınma: Allah Teâlâ şöyle buyurur: “...Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın...”1774; “Günahın açığını da gizlisini de bırakın! Çünkü günah işleyenler yaptıklarının cezâsını mutlaka çekeceklerdir.”1775 Konumuzla ilgili açık olan günah; görüşme âdâbındaki hatalardır. Gizli olan günah ise; haram olan bir şeyi arzulama, ondan yararlanma ve bunu daha da ileri götürmedir.
B- Kadınlara Âit Edepler:
1) Mütevâzi giysi: Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “...Görünen kısımları müstesnâ olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini yakalarının üzerine (kadar) örtsünler...”1776 “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle: (Bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) örtülerini üstlerine salsınlar (vücutlarını örtsünler)...1777; “Cehennemliklerden görmediğim iki sınıf vardır. (Biri) yanlarında sığır kuyrukları gibi kamçılar (coplar) bulunup, onlarla insanları döven bir kavim! (Diğeri) Giyinmiş çıplak kadınlar... Bunlar cennete giremeyecek, onun kokusunu da duyamayacaklardır. Hâlbuki onun kokusu şu kadar ve şu kadar uzaktan duyulacaktır.”1778
Ümmü Atiyye’den: “Rasûlullah’a (s.a.s.) şöyle sordum: ‘Bizden birisinin (dış) elbisesi olmazsa dışarı çıkmasında bir sakınca var mı?’ Rasûlullah (s.a.s.): “Kocasının elbisesini giyinerek çıksın” buyurdu.1779
Erkeklerin dikkatini çekecek şekilde çok câzip, örtülü olduğu halde vücut hatlarını belli edecek şekilde dar veya ince/şeffaf olan giysiler veya zâhiren tesettüre uygun gözüktüğü halde, iffetli ve olgun bir müslüman hanıma yakışmayacak şekilde “çeyrek tesettür” veya tesettür defilesindeki manken görünümlü giysi ve tavırlardan uzak olmak gerekir. Ayrıca, her çeşit makyajdan uzak bir doğallık şarttır.
2) Güzel kokudan (parfümden) kaçınma: “Bir kadın, güzel koku sürerek bir topluluktan geçer, onlar da ‘onun kokusu şöyle şöyleydi’ diye konuşurlar. Böyle (koku sürünmesi ve) söylenmesi çirkindir.”1780
3) Konuşurken ciddî olma: Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “... Eğer (Allah’tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir edâ ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır...”1781
4) Hareketlerde ağırbaşlı olma: Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “... Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye, ayaklarını yere vurmasınlar (Dikkatleri üzerlerine
1772] Câmiu’s-Sağîr, hadis no: 3372
1773] Fethu’l-Bârî, 10/264
1774] 6/En’âm, 151
1775] 6/En’âm, 120
1776] 24/Nûr, 31
1777] 33/Ahzâb, 33
1778] Müslim, Libâs 125, hadis no: 2128
1779] Buhârî, 1/439; Müslim, 3/20
1780] Ebû Dâvud, hadis no: 351
1781] 33/Ahzâb, 32
- 414 -
KUR’AN KAVRAMLARI
çekecek şekilde yürümesinler).”1782 Peygamberimiz (s.a.s.)’den de şöyle rivâyet edilmiştir: “Cehennemliklerden görmediğim iki sınıf vardı. (Biri) yanlarında sığır kuyrukları gibi kamçılar (coplar) bulunup, onlarla insanları döven bir kavim! (Diğeri) Giyinmiş çıplak kadınlar; dikkatleri çekmek için salınarak yürüyen, kırıtan ve başlarını deve hörgüçleri gibi yapan kadınlar! Bunlar cennete giremedikleri gibi, onun kokusunu da duyamayacaklardır. Hâlbuki onun kokusu şu kadar ve şu kadar uzaktan duyulacaktır.”1783
(Müslüman bayan, erkeklerin bulunduğu sosyal hareketlere katılır veya yabancı erkeklerle meşrû ölçüler içinde konuşurken, her şeyden önce dişiliğiyle değil; kişiliğiyle bulunmalıdır. Bir kadın için, sosyal hayâtta tesettür her şey değil; bir şeydir. Onsuz olmaz ama, onunla da her şey tamamlanmış değildir. Bırakın kahkahayı, aşırı ve sesli gülme yabancı erkeklerle şakalaşma, gereksiz samimi tavırlar, kadınsı işveler yapmacık edâ ve sesin güzelleştirilmesi için doğal olmayan çabalar vb. iffetli müslüman bir hanıma yakışmayacak ve müslüman insanlarca yadırganacak ya da farklı gözle değerlendirilecek her türlü tavırdan kaçınılması gerekir. Müslüman kadının bu ölçülere riâyet etmeden sosyal hayâtta yer alması ya da erkeklerle konuşması, hem kendine, hem dâvâsına, hem tesettürlü hanımlara, hem İslâm’a ve hem de müslüman kadınların toplumda müslümanca yer etmesi için gereken ortamın ve örfün oluşması önündeki zincirlerin kırılma çabalarına çok büyük zararlar verecektir.)
Bazı müşterek görüşme âdâbı kaybolduğunda ne yapılmalıdır? Daha önce ifâde edilen görüşme edeplerine müslüman erkek ve kadının önem vermesi ve bunlara bağlı kalması gerekir. Fakat herhangi bir yerde bu âdabın tamamı ya da bir kısmı kaybolduğu zaman yapılması gereken davranış ne olmalıdır?
Edeplerin kaybolduğu ölçüde bozulma olur; görüşme ve bir araya gelmelerde müslüman erkek ve kadının duyacakları rahatsızlık olur, günahlara kapı açılır, şeytana dâvetiye çıkarılabilir. Bazı edeplerin kaybolması durumunda müslümanın, mevcut maslahatı ve muhtemel bozulmayı kıyaslayarak, hangisi daha ağır basıyorsa ona göre hareket etmesi gerekir. Bu konuda ölçü, nefis ve hevâ, çevre ve özgürlük anlayışı değil; İlâhî sınırlar ve takvâ bilinci, hayırda yardımlaşma olmalıdır.
Görüşme ortamından ve sosyal ilişkilerden kaçınmak, müslümana çeşitli zorluklar getiriyorsa, müslüman erkek ve kadının zorluğu kaldıracak şekilde, zarûret miktarı mevcut durumu kabul etmesi, kesin haram olan sınırlara geçmemek şartıyla kolaylığı ve ruhsatı tercih etmesi gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Allah dinden sizin üzerinize bir zorluk kılmadı.”1784
Müslüman kadın veya erkeğin bir sosyal ortamda bulunması, hayra götürüyor veya şerden uzaklaştırıyorsa, Allah’a tevekkül ederek orada bulunmaları, bazı yanlışları düzeltmek için çaba göstermeleri gerekir.
Bazı müslümanlarda, cehâlet veya zarûretten dolayı bazen görüşme âdâbına aykırı davranma olabilir. Mü’minlerin kardeşleri hakkında dikkatli olmaları, Allah’tan sakınmaları, dillerini kötü sözlerden korumaları ve asılsız iftiradan uzak durmaları gerekir. Bu hususta ifk hâdisesi bir ibrettir. Allah Teâlâ bu konuda
1782] 24/Nûr, 31
1783] Müslim, Libâs 125, hadis no: 2128
1784] 22/Hacc, 78
FUHUŞ / ZİNÂ
- 415 -
şöyle buyuruyor: “Çünkü siz bu iftirayı, dilden dile birbirinize aktarıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Hâlbuki bu, Allah katında çok büyük (bir suç)tur. Onu duyduğunuzda: ‘Bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz, hâşâ! Bu, çok büyük bir iftiradır’ demeli değil miydiniz?”1785 Rasûlullah da: “Kişinin her duyduğunu söylemesi, kendisine günah olarak yeter”1786 buyurmaktadır.
Asılsız zinâ iftirası, kişinin kendi istek ve arzularına uyarak insanları suçlamasıdır. Bu da bazı müslümanların görüşme âdâbına riâyet etmemelerinden kaynaklanır. Çoğu zaman yapılması gereken, zâhire bakmakla yetinip görüşme âdâbına riâyet etmeyenlere itibar etmemek ve onları şer’î âdâba sarılmaya çağırmaktır. Allah gizli olanları en iyi bilendir. Aynı zamanda, hata yapmakta olan müslümanları kendilerini düzeltmeleri ve ellerinden geldiği kadar töhmetli yerlerden uzak durmaları konusunda uyarıyoruz.1787
İslâm’ın tesettür1788 ve gözleri sakınma1789 emrinin hikmeti, kadının toplum hayâtında ve yabancı erkeklerle şu veya bu şekildeki ilişkileri içindir. Bir başka deyişle, kadın zarûret dışında erkeklerle beraber olmayacaksa, ona tesettürün emredilmesi ve erkeklerin de gözlerini sakınmaları emri gereksiz olacaktır. Haremlik-selâmlık hayâtı yaşayan ve birbirleriyle hiç ilişki ve görüşmeleri olmayan kadın-erkek için bu emirlerin bir anlamı olmaz. Bütün bunlarla birlikte, müslüman bir âile, evlerinde haremlik-selâmlık uygulayabilir, ev sahibi erkek, bunun kendi hanım veya kızları ve misâfir erkekler açısından daha ihtiyatlı olduğu anlayışında olabilir; buna kimsenin bir şey diyeceği olamaz. Ama, bunu İslâm’n emri olarak görüp göstermek istemesi önemli bir yanlış ve dine bir iftiradır, bir bid’attır; hiçbir müslümanın bu hakkı yoktur.
Günümüzde İslâmî hassâsiyetleri olan nice müslüman âile, kadın-erkek misafirlerini ayrı odalarda kabul etmekte ya da eş veya kızlarını misafir erkeklerin bulunduğu salona almamaktadır. Bunu yapan müslümanlar hiçbir şekilde kınanamaz. Özellikle, kadının gerekli tesettürü ve mahrem erkeklerle görüşmede “dişiliğiyle değil; kişiliğiyle” yer almayı beceremediği ve her iki cinsin hayâ, edep ve takvâ sınırlarına sahip olmada ciddî problemlerin olduğu ve karşı cinslerin müslümanca oturup konuşma örfü oluşturulamadığı yer ve durumlarda haremlik-selâmlık uygulaması, belki daha ihtiyatlı ve takvâya yakın kabul edilebilir. Ama bu konu, tâviz meselesi gibi ele alınmamalı, özellikle ihtiyaç olduğunda veya uzak da olsa akrabaların kadın-erkek birbirlerini hiç tanımayacakları ya da ev sahibi bayanların “hoş geldin!” demelerinin bile sakıncalı olduğu anlayışı vermemeleri, meşrû kıyâfet ve tavır içinde insanî ilişkiler gerektiğinde gösterilebilmelidir. Akrabaların birbirleriyle darılmaları ya da müslümanların yakınlarındaki hatta yaşlı erkeklerden bile hanımlarını kıskandıkları ve onlara kuşkuyla baktıkları imajı vermenin de vebali unutulmamalı, kaş yapayım derken göz çıkartılmamalıdır.
1785] 24/Nûr, 15-16
1786] Câmiu’s-Sağîr, hadis no: 4358
1787] Abdülhalim Ebû Şakka, Tahrîru'l-Mer'e, Kadın ve Âile Ansiklopedisi, Denge Y. c. 1, s. 327-346
1788] 33/Ahzâb, 59; 24/Nûr, 31
1789] 24/Nûr, 30
- 416 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kadın ile erkek el ele vererek toplumun meselelerini birlikte çözmeye başladıkları an, Kur’ân-ı Kerim’in amaçladığı hedef gerçekleşmiş olacaktır: Mü’min erkekler ile mü’min kadınlar birbirlerinin velîleri/dostlarıdır; iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Gerçek bir İslâm toplumunun ancak bu şekilde gerçekleştirilebileceği hiçbir zaman unutulmamalıdır.
Zinâ; İlâhî Bir Yasaktır
İslâm Dini, İlâhî emirler ve yasaklar manzûmesidir. İslâmî yasaklar, haramlar dizisi içinde yer alan zinâ; evlilik bağı olmaksızın cinsî münâsebette bulunmaktır. Zinânın İslâm Dinindeki yasaklık derecesini Peygamberimiz şöyle açıklamıştır: “Allah7ın zâtına ve kanunlarına ortak koşmak günahından sonra Allah katında zinâdan, kişinin hayat maddesini nikâhlısı olmayan bir kadına bırakmasından daha büyük bir günah yoktur.” “(Zira) kişi gerçek mü’min olduğu halde zinâ yapamaz...” “(Çünkü) zinâ yaptığı zaman kişiden (zinâ fiili sırasında) imanı çıkar da başı üzerinde gölge gibi olur...”1790
Diğer bütün İslâmî haramlarda olduğu gibi, zinâda da ferdi ve toplumu kuşatan imanî, ahlâkî ve maddî zararlar vardır. Zinâ; vücut organlarını teşhir, şehvetle bakışma ve buluşma gibi haramlarla başlayan ve çok defa yalan, içki, uyuşturucu ve ırza tecâvüz gibi başka haramlarla bağlantılı olarak sonuçlanan imanı eritici bir haram fiildir. Zinâ; toplumun ana kurumları olan âile müesseselerinin kudsiyetini zedeleyen, kurulmasını engelleyen, mutluluğunu sarsan ve sonuç olarak da neslin bekasını tehdit eden bir haramdır. Zinâ; toplumda kadın ticaretini başlatan, geliştiren ve topluma giderek artan oranda fâhişeler salan bir haramdır. Zinâ; yaygınlaşması sanatı, edebiyatı, ilmi, siyaseti, yönetimi ve askerî stratejiyi olumsuz yönde etkileyen bir haramdır.
Zinâ; sebep olduğu ana-baba ve akraba şefkatinden yoksun, hırçın nesebi gayr-ı sahih çocuklarla toplumun problemlerini artıran bir haramdır. Zinâ; bir erkek ve bir kadın tarafından yapılmış olsa da, onların bağlı bulunduğu âileleri için bir nâmus lekesi olduğundan ihtilâflara, kavgalara ve hatta cinâyetlere sebep olan bir haramdır. Zinâ; bel soğukluğu, frengi ve giderek yayılma eğilimi gösteren AIDS gibi ölümcül hastalıkların kaynağı olan bir haramdır. Zinâ; düzensiz harcamalara, iş gücü isrâfına ve isâbetsiz girişimlere ve çok yönlü nefsânîliğe yönelterek fakirlik doğuran bir haramdır. Özetlersek, zinâ, fâizle birlikte toplumun yıkım sebebi olan bir haramdır. Bu gerçeği Peygamberimiz şöyle açıklıyor: “Bir toplumda zinâ ve fâiz işlemleri açıkça yapılır olduğu zaman o toplum halkının tümü Allah’ın azâbını üzerlerine çekmiş olurlar.”1791
Bireysel, âilevî ve sosyal hayatı çökerten yıkıcı ve eritici bir fiil olduğu içindir ki İslâm Dini zinâya, dünyada çekilecek, âhirete götürülecek cezâlar koymuştur. Kur’an ve Sünnet toplumunda itiraf, hâmilelik veya dört şâhidin şehâdeti ile sâbit olan zinâ fiilinin cezâsı Kur’an’da yüz sopa olarak belirtilmiş, Sünnette evli veya dul olan kişiler için de recm edilerek ölüm cezâsı verilmiştir. Pek tabiîdir ki, bu cezâ, bugünkü gibi câhiliyye hükümlerinin uygulandığı ve zinânın devlet güvencesi altında rahatça işlenebildiği ve zinâya götüren yolların alabildiğine açıldığı devlet ve toplumlar içinde tatbik edilemez. İslâm’ın öngördüğü zinâ cezâsı, Kur’an ve Sünnet yasalarına göre yönetilen, İslâm inancı ve kültürünü yayan,
1790] İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, III/326; Tefsîru Rûhu’l-Meânî, 15/67
1791] Câmiu’s-Sağîr, I/51; Râmûzu’l-Ehâdîs –İzâ Zahara’z-Zinâ...-
FUHUŞ / ZİNÂ
- 417 -
zinâya götürücü yolları açtırmayan, açık olanları kapatan, devlet bütçesinden evlenemeyen bekârlar için fon ayıran ve şartları çerçevesi içinde birden fazla evliliğe ruhsat çıkaran İslâm Devletinin ve İslâm toplumunun zinâkârları içindir.
Zinâ fiilinin âhiret cezâsı ise çok daha elem vericidir. Şanlı Peygamberimiz, ölür ölmez kabir hayatının başlamasıyla birlikte, zinâcıların zinâlarının cezâsını görmeye başlayacaklarını şöyle açıklamıştır: “Cebrâil ve Mîkâil beni Mukaddes Arza çıkardılar ve bana yürü dediler. Yürüdük. Ateş fırınları gibi ağzı dar, altı geniş bir ağza geldik. İçinde çırılçıplak kadınlar ve erkekler vardı. Dipten ateşlenen bu fırında alevler alttan gelerek içindekileri yaklaşarak sardıkça, onlar dışarıya fırlayacak gibi yükseliyorlar, alevler çekildikçe de dibe yuvarlanıyorlardı. Sordum: ‘Bunlar kimlerdir?’ Cebrâil ve Mîkâil bana şu açıklamayı yaptılar: ‘Bunlar zinâ eden erkekler ve kadınlardır. (Kıyâmet Gününe kadar kabirlerinde bu şekilde azap edileceklerdir.)”1792 Peygamberimiz zinâ yapanların kabir azâbını açıklarken zinâ yasağını koyan Rabbimiz de Kur’an’ında şöyle buyurmaktadır: “Kim Allah ile beraber (tuttukları) başka bir tanrıya yalvarır, haksız yere cana kıyar ve zinâ ederse günahı(nın cezâsını) bulur. Kıyâmet günü azâbı kat kat arttırılır ve onda (azapta) alçaltılmış/aşağılanmış olarak kalır.”1793
Bireysel ve toplumsal zararlarını dünya ve âhiret cezâlarını özet olarak açıklamaya çalıştığımız zinânın ücret alarak sanatlarını(!) icrâ eden fâhişelerle veya tatmin olmak için kendi arzusuyla zinâ eden dul dişilerle yapılmış olması, halka açık genelevlerde uygulanışı onu zinâ olmaktan çıkarmaz. Zinâ, zinâdır.
İslâm Dini yalnız zinâyı yasaklamamış, zinâya götürücü bütün fiilleri de haram kılmıştır. Zinâya yaklaşılmasını engellemek için kadınların vücut organlarını örtmelerini (tesettürü) emretmiş, hanımların nâmahrem olan erkekle bir arada yalnız kalmalarını ve birlirine şehvetle bakmalarını, tokalaşmalarını ve vücut temaslarını da yasaklamıştır. Bunun yanında, dinimiz şehevî duyguları geliştirici ve azgınlaştırıcı müzik, film, roman gibi sanat ve edebiyat türlerini, bar, pavyon, gazino ve benzerleri gibi yerlerin kurulması ve işletilmesini de haram kılmıştır.
Yüce dinimizin ve olgun aklın reddettiği zinâ, gerçekten bir çirkeftir. Zinâcıların her biri de aşağılık kişilerdir. Bunun içindir ki Hz. Allah, Kur’an’da iffetli kadın ve erkeklerin tevbekâr olmamış zinâcı erkek ve kadınlarla evlenmelerini haram kılmıştır.1794 Çünkü onlar, Kur’an ifâdesiyle “pis”tirler ve kendileri gibi pislere uygundurlar.1795 Haramlarda aşağılık ve azap vardır. Bütün haramlardan ve kıyâmet alâmetlerinden olduğu ifâde edilen zinâdan sakınmak, çevredeki insanları uyarmak gerekmektedir. Bu sakınmada âhiret saâdeti vardır: “Kim bana iki çenesi araısndaki dilini ve iki bacak arasındaki tenâsül uzvunu haramlardan koruyacağına garanti verirse ben de onun Cennete gireceğine garanti veririm.”1796. Rabbimiz de Firdevs Cennetine vâris olacak gerçek mü’min kullarını vasfederken onların zinâdan korunan kullar olduğunu bildirmektedir.1797 Peygamberimizin şu uyarısı gerçekten önemli ve dikkat çekicidir: “Aman zinâ yapmayınız. Zira yaparsanız sizin nikâhlı kadınlarınızdan, kadınlarınızın da sizden alacağı cinsî haz körelir. Aman nâmuslu
1792] et-Tâc, 4/310
1793] 25/Furkan, 68-69
1794] 24/Nûr, 3
1795] 24/Nûr, 26
1796] et-Tâc, 5/183
1797] 23/Mü’minûn, 5-7
- 418 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olun ki, kadınlarınız da nâmuslu olsunlar. Zira falan oğullarının erkekleri zinâ edince kadınları da fâhişe oldular.”1798
İnsan yaratılış düzeni itibarıyla cinsî konularda son derece hassastır. İslâm Dininin yasaların koyan, insanı yaratan Allah olduğu için dinimiz insanın cinsel duyarlılığına uygun emirler ve yasaklar koymuştur. Tek tek fertleri değil; bireylerin bağlı olduğu cinsleri esas almıştır. Dinimiz akrabalık ilişkileri, eğitim, çalışma ve nişanlılık gibi sebeplerle de olsa, birbirlerine nikâh düşebilecek kadınla erkeğin bir araya gelerek yalnız kalmalarını yasaklamıştır. Bu konudaki haram kılıcı ölçüleri Peygamberimiz şöyle açıklamıştır: “Sizden biriniz yanında mahremi bulunmayan nikâh düşebilecek bir kadınla yalnız kalmasın.” “(Zira) üçüncüleri şeytan olur.” “Şeytan da kan kan damarlarınızda şehvet duyguları ile akar.” “Bu sebeple kadınlarla ancak mahremleri varken bir arada bulunun.”1799 Mânâlarını sunduğumuz hadislerin mü’minler için koyduğu ölçüler şu veya bu şekilde yorumlanamayacak derecede açık ve kesindir. Bundan ötürü, bu konuda âilevî zarûretler, sosyal ve ekonomik sebepler öne sürülerek farklı yorum yapılamaz, İslâm’ın haram kıldığı, helâl görülemez. Bu konuda içinde yaşadığımız câhiliyye hayatının şartlarından söz ederek farklı görüş belirtmek, insanı itikadî açıdan tehlikelere sürükleyebilir.
Birbirleriyle evlenebilecek bir erkekle bir kadının bir arada yalnız kalmalarını (halveti) haram kılan dinimiz, bu yasağını ikinci dereceden akraba fertlerine de teşmil etmiştir. Amca, dayı, kardeş, hala, teyze gibi gibi mahremler bir tarafa (ki bunlarla evlenme yasağı vardır); bu konuya kayınbiraderler ve amca çocukları gibi akraba arasında çok daha fazla önem verilmesi Peygamberimiz’in emridir. Peygamberimiz’in “Yanında mahremi bulunmayan kadınların yanına girerek bir arada yalnız kalmaktan sakının!” şeklinde öğüt vermesi üzerine bir sahâbî şöyle sormuştur: “Yâ Rasûlallah! Kocanın kardeşi (kayın birâder) ve amca oğulları gibi akrabâya ne buyurursunuz? (Onlar da mı bizim kadınlarımızla bir arada yalnız kalamazlar?” Peygamberimiz şu cevabı vermiştir: “Sözü edilen kocanın akrabâsı ile bir arada yalnız kalmak ölümdür (âile ahlâk hayatının çöküşüne sebeptir).”1800
İslâm kültürü almadığından ötürü dinimizin bu husustaki inceliğini tam olarak kavrayamayanlarımız için ifâde edelim ki, İslâm Dini yasalarını belirli fertler için koymamıştır. Muhtemel tehlikelere muhakkak nazarıyla bakmış, genel hükümleri koymuştur. Şeytana fırsat verecek yolları tümüyle kapatarak kalpler için en emin yolu göstermiştir. Bu konudaki dinî ölçüleri benimsemeyen akrabâ arasında nice ıstırap verici (ensest ilişki) olayların cereyân ettiği ve etmekte olduğu bir gerçektir.
Birbiriyle evlenebilecek bir erkekle bir bayanın bir arada yalnız kalmaları yasağı, eğitim ve çalışma alanlarını da içine alır. Bu nedenle İslâm Dini, ergenlik çağına ermiş gençlerin karma eğitimini ve kadın-erkek bir arada çalışma düzenini câiz görmez. Çünkü böylesine bir eğitim ve çalışma düzeninde karşılıklı göz zinâsı, bedenî temas ihtimali ve bir arada yalnız kalma (halvet) gibi dinimizin haram kıldığı üç yönlü mahzur vardır. Cinsî bakımdan duyarlı gençleri ve yetişkinleri bir arada eğitmek ve çalıştırmak ekonomik de olsa, bir yarar sağlamaz, nice zararlara sebep olur. Ancak haram arkadaşlık, flört (çıkma) gibi zinâya yaklaştıracak
1798] Keşfu’l-Hafâ, h. no: 1738
1799] et-Tâc, 2/329
1800] et-Tâc, II/329
FUHUŞ / ZİNÂ
- 419 -
ilişkileri arttırır. Hayâ duygularını zaafa uğratır. Âile yaşantısını olumsuz etkiler. Kadınları erkekleştirerek yaratılış düzenlerini bozar. Bu nedenle hiçbir mü’min, erkek ya da kız çocuğunu karma eğitim yapan okullara vermemelidir.
İslâmî ölçülere göre arzu edilir olan kadının yeterli dinî ilim, genel kültür ve ev ekonomisi gibi bilgilerlerle donanmış bir ev hanımı ve yetiştirici bir anne olmasıdır. Fakat kadının bir-iki istisnâî işler dışında, meşrû işlerde ve meşrû şekilde çalışmasında dinî bir sakınca yoktur. Ancak, özellikle cinsî duyguların faâliyette olduğu yaş dönemleri içinde kadın-erkek bir arada çalışma, mahzurludur. Bu sebeple, hiçbir mü’min erkek ve özellikle kadın, böyle karma bir çalışma düzeni içinde çalışmamalıdır. Mü’min işverenler de, çalışma odalarında beraber kalacakları bayan sekreter cinsinden ya da bayan-erkek karma bir çalışma düzeni kurmamalıdır.
Birbirleriyle nikâhlı olmayan ve mahrem de bulunmayan bir erkekle bir kadının bir arada yalnız kalmalarıyla alâkalı İslâmî yasak, devrimizdeki yaygınlaşmış şekliyle nişanlanmış çiftleri de içine alır. Nişanlı çiftler, dinî yasalarımıza göre, aralarında nikâh akdi yapılıncaya kadar birbirlerine yabancıdırlar. Nişan bağı, halveti yalnızca bir arada kalmayı meşrûlaştırmaz. Bu itibarla sözlü ve nişanlı çiftler yalnız bir odada kalamazlar, birbirleriyle tokalaşamazlar, birlikte “çıkamazlar”. Böylesine samimi davranışlar ve serbest âdetler, gayr-ı müslimlerden intikal etmiş bâtıl uygulamalardır ve câiz değildir.
Birbirleriyle evlenebilecek erkekle kadının arada nikâh bağı olmaksızın bir arada bulunmalarını yasaklayan dinimiz, bu yasağını ihlâle sebep olacak işleri de haram kılmıştır. Bunun içindir ki, Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Allah’a ve âhiret gününe iman eden bir kadının yanında (babası, kardeşi, kocası veya çocuğu gibi) bir mahremi bulunmaksızın bir günlük yolculuğa çıkması helâl, meşrû değildir.”1801 Karısının hacca gitmek kararında olduğunu, kendisinin de cihad yapmak için orduya yazıldığını açıklayan bir sahâbîye Peygamberimiz müsâade etmemiş ve şöyle buyurmuştur: “Dön, karınla beraber (hac yap; onu yalnız başına hacca gönderme.)”1802
İslâm Dininin bu ve benzeri ölçülerinin gâyesi ahlâkî olduğu içindir ki, mü’min bayanların yanlarında mahremleri bulunsa bile yabancı erkeklere karşı İslâmî ölçülere göre giyinmeleri ve ihtiyatlı davranmaları da görevleridir. İslâm Dini, bayan-erkek beraberliğini yasaklarken pek tabiîdir ki, bu beraberliğin sonucu olabilecek vücut ve el temasını da haram kılmıştır. Genel olarak dokunma duyusunun insanı etkilediği bir gerçek olduğu gibi, cinsî bakımdan uyardığı da bir hakikattir. Bu sebeple oynaşma niteliğinde olsun veya olmasın cinsî münâsebet çağını geçirmemiş olan kadınla erkeğin birbirlerine dokunması da haramdır. Yaşadığımız topraklarda folklor, horon gibi bölgesel oyunlarda ve cinsî bir oyun vasfındaki dansta görülen vücut teması ve kadının cinselliğini öne çıkaran erkeklerin göreceği şekilde eğlence ve oyunları kuşkusuz haramdır. Bu haramları, müslümanlar eşlerine ve çocuklarına çok öğretmeli ve sakındırmalıdır.
Özetle, İslâm, bütün insanları ölçü alarak yasalar ve yasaklar koymuştur. Böylece ahlâkî sakıncaların doğup gelişebileceği ortamların oluşmasına imkân
1801] İbn Mâce, h. no: 2899
1802] İbn Mâce, h. no: 2900; et-Tâc, II/329
- 420 -
KUR’AN KAVRAMLARI
vermemiştir. “Zinâya yaklaşmayın. Zira zinâ açık bir hayâsızlıktır. Pek kötü bir yoldur.”1803
Gözün Zinâsı Harama Bakmaktır
Dinimiz, kalbî duyguların temizliğini gideren, cinsî zaafları çoğaltan ve de zinâ eğilimini arttıran bakışları, azâba uğratacağını bildirerek haram kılmıştır. Zira bütün ahlâk dışı münâsebetler, önce bakışmalarla başlar. Gülümseme, selâmlaşma ve konuşma ile gelişir. Buluşma ile sonuçlanır, sonrası felâket olabilir. Zira göz, kalbin ana girişidir. Kalp de bütün organlarımızın yönetim merkezidir. Duyu organlarımızdan, özellikle gözden kalbe şehevî duyguları uyarıcı ve azgınlaştırıcı mesajlar gelirse insan ahlâk dışı bir hayatın ve ilişkilerin arzulusu olur. Çünkü arzulu bakışlar Paeygamberimiz’in ifâdesiyle: “Şeytanın zehirli oklarından bir oktur”1804 ve kalbe ekilen şehvet tohumlarıdır. Mânevî zinâdır. Nitekim Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Gözler de zinâ eder; onların zinâsı (bakılması haram olan kimselere şehvetle) bakmaktır.”1805
(“Gözler de zinâ eder” ifâdesi, “gözün harama bakması ile gayr-ı meşrû cinsel ilişki anlamındaki zinâ arasında bir fark yoktur, ha o olmuş, ha ötekisi” şeklinde anlaşılmamalıdır. Elbette, hem dünyevî ve hem uhrevî cezâ bakımından ikisi arasında büyük bir fark vardır. “Göz zinâsı”, esas zinâya yaklaştırma açısından yasaklanmıştır. Ona izin verilmiş olsa, diğerine kapı açılmış olacaktır. “Göz zinâsı” tâbiri, gözlerin harama bakışının da çirkin olduğunu ifâde etmek için biraz mübâlağalı, korkutucu, caydırıcı ve mecâzî bir ifâdedir.)
Cinsî arzularla bakmak da bir nevi zinâ olduğu içindir ki, Hz. Peygamber, bizleri âhiret azâbı ile uyarmış ve şöyle buyurmuştur: “Nikâhlısı olmayan bir kadına şehvetle bakan kişinin Kıyâmet Gününde gözlerine erimiş kurşun dökülür.”1806 Şehvetle bakan gözler insan vücudunda Cehenneme açılan gedikler olduğu için Kur’ân-ı Kerim gözlerimizi korumamızı, bakışlarımızla fesâda düşmememizi emretmiştir: “Mü’min erkeklere söyle: Gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu, kendileri için çok temiz bir davranıştır. Şüphesiz ki Allah, kullarının yapacaklarından hakkıyla haberdardır.”1807 Bu âyet ve izahını yapan hadisler, mü’min erkeklerin nikâh düşebilecek kadınların yüz ve eller dışındaki diğer uzuvlarına bakmalarının yasaklandığını açık olarak ortaya koymaktadır. Şehvetle bakıldığı takdirde şüphesiz yabancı kadınların ellerine ve yüzlerine bakmak da haramdır. Pek tabiîdir ki, şehevî arzuları uyandıran makyajlı yüzlere ve ellere bakmak da böyledir. Bu konuda ana İslâmî düstur şudur: Dinimizin kadınlara örtünmesini emrettiği vücut organlarına bakmak, mü’min erkeklere haramdır.
Bakışları sınırlandırıcı İlâhî ölçüler mü’minlerin kalbinde hayâ duygularını kökleştirmek için olduğundan yalnız kadınlara bakmak haram kılınmamıştır. Erkeğin erkeğe, kadının kadına şehvetle bakması da haram kılınmıştır. Gözlerin evlenilebilecek kadınlara şehvetle bakmaktan korunması ve bakışların yönlendirilmesi husûsunda Yüce Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Bir bakıştan sonra tekrar bakma. Zira birinci bakış (kaçınılması mümkün olamayacağından) senin için helâl ise de
1803] 17/İsrâ, 32; A. Rıza Demircan, İslâm Nizamı, III/117-128
1804] İbn Kesir, Tefsîru’l-Kar’âni’l-Azîm, 3/282
1805] Buhârî, İsti’zân 12; Müslim, Kader 20
1806] Kemal İbn Hümâm, Fethu’l-Kadîr, 8/98
1807] 24/Nûr, 30
FUHUŞ / ZİNÂ
- 421 -
ikinci bakış (irâdeyi kullanarak ve arzu duyarak olacağından) senin için helâl değildir.”1808 Peygamberimiz, refâkatinde bulunan ve kadınlara bakan amcası oğlu Fazl’ın bakışlarını elini siper ederek engellemiş; kadınlara arzuyla bakmanın haram olduğunu fiilî sünnetiyle de gösterip bildirmiştir.1809
Müslüman toplum, bugünkü câhiliye hayatının çirkefliklerinin hemen hiçbirine yer vermeyen bir yapıda olsa da; çarşısında, caddelerinde kadın görülmeyen toplum demek değildir. Bu itibarla harama bakmayı yasaklayan ölçü yalnız erkekleri değil, kadınları da içine almaktadır: “Mü’min hanımlara söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar...”1810 Açıkça anlaşıldığı gibi, kadınların karşı cinse arzulu bakışlarla bakmaları da haramdır. Bu nedenle mü’min kadınların erkeklerden kendilerini sakınmaları gerekir.
Yüce Peygamberimiz, zevceleri Ümmü Seleme ve Meymûne vâlidelerimizle oturuyorlarken ashâb-ı kirâmdan görme özürlü Abdullah ibn Ümm-i Mektûm çıkagelince Peygamberimiz eşlerine: “Bu zâttan korunun, ona karşı örtünün” buyurdu. Ümmü Seleme annemiz de: “Yâ Rasûlallah! Bu zât a’mâ değil midir? O bizi görmez, tanımaz ki (ondan sakınalım)!” deyiverdi. Bu söz üzerine Peygamberimiz mü’min kadınlara ölçü olan şu cevabı verdiler: “Evet (o a’mâdır, görmüyor), ama siz de mi a’mâsınız? Siz de mi onu görmüyorsunuz? (Gözlerinizi koruyun ve tesettüre uyun).”1811
Kur’an ve Sünnet yasalarından açıkça öğrenilmektedir ki, mü’min kadınlar da gözlerini koruyacaktır. Zira arzuyla, şehvetle bakan kadına erkeğin bütün vücudu haramdır. Burada şu husûsu açıklamakta fayda vardır: Kadınlarımız için de cinsî duyguları kamçılayan şartların hâkim olduğu yaşadığımız toplumda mü’min erkeklerin kadınların arzulu bakışlarını çekecek şekilde; vücut organlarını belirtici giysi giyinmeleri de câiz değildir.1812
Kalpleri hançerleyen, ihlâs nûrunu söndüren, şehvetli bakışlardır. Devrimiz câhiliyye hayatında gerek erkekler ve gerekse kadınlar için gözleri haramdan sakındırmak oldukça güçleşmiştir. Zira Rabbimizin örtünme emrine itaat etmeyen kadın ve erkeklerin yanı sıra, göze hitap eden ve özellikle gençlerde cinsî arzuları azgınlaştıran, hayâ duygularını yaralayan filmler, şehvet saçan resimli ve resimsiz romanlar, hikâyeler, duvar takvimlerinden her türlü ticaret malına kadar yayılan müstehcen resimli reklâmlar, ilânlar, her gün yüzbinlerce basılan ahlâk dışı gazete ve dergiler göz ve kalp fesâdına sebep teşkil eden ahlâk katili araçlar haline gelmiştir. Bütün bunlar arasında yıkıcılığı tarif edilemez boyutlara ulaşan gazete ve dergilerle televizyon özel bir yer işgal etmektedir.
Gözlerimizi, kadın vücudunda mahrem nokta kabul etmeyen giysilere bürülü dişilere karşı korumakla mükellef olduğumuz kadar, hayâ duygularını çatlatan resimlerle, haberler ve yazılarla dolu gazete ve dergilerden de korumakla mükellefiz. Hele hele televizyon, sakınmamız gereken bir ateş çağlayanı olmuştur. Bitmez tükenmez, ar-hayâ tanımaz dizi filmleri ve eğlence programlarıyla insanımızın hayatına giren televizyon, İslâmî inançları, ahlâkî değerleri, İslâmî
1808] Tirmizî, Edeb 28, h. no: 2778; Ebû Dâvud, Nikâh 44, h. no: 2149
1809] S. Buhârî, Tecrîd-i Sarih Terc. ve Şerhi, 10/436
1810] 24/Nûr, 31
1811] Ebû Dâvud, Libas 37, hadis no: 4112; İbn Kesir, Tefsîr, 3/283
1812] Yusuf el-Kardavî, İslâm’da Helâl ve Haram
- 422 -
KUR’AN KAVRAMLARI
gelenekleri yakıp eritmektedir. Bizzat kendisine değil de, devrimizdeki kullanım tarzına karşı çıktığımız televizyona ve özellikle inancımıza ve ahlâkımıza zarar verici programlarına direnç göstermeyen, gözlerini ekrandan koruyamayan fertlerin ve âilelerin müslümanca bir hayat sürmelerinin mümkün olmadığını üzülerek ifâde etmek isteriz.
Başta televizyon programları ve vücut organlarını teşhir eden kadınlar olmak üzere gözlerimizi korumamız gereken şeyler hiç de az değildir. Peygamberimiz bir müjdeli hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Gözleri bir kadının güzelliklerine takılan, fakat hemen bakışlarını koruma altına alan her bir müslümana, Allah, tatlılığını kallbinde duyacağı bir ibâdet yaptırır.”1813
Gözlerimizi, eşlerimiz ve çocuklarımızın gözlerini korumak Rabbimizin emridir. Bu sebeple ibâdettir ve âhiret saâdetimize sebeptir. Aldığımız ve aldırdığımız ahlâk dışı gazeteler ve dergilerle, sinema ve televizyonda izlediğimiz ve izlettirdiğimiz programlarla haramlara gözlerimizi açarsak sonuçta göreceğimiz, ancak İlâhî azap olacaktır. Haram bakışlardan gözlerini korumayanın cezâsı, suç cinsinden olacak, cehennemden kurtulsa bile cemâlullah’ı gözleriyle seyretme zevkinden mahrum kalacaktır. Haramlara bakarsak ve zevcelerimizin, kız çocuklarımızın şehvetli bakışlara muhâtap olacak giysiler içinde toplum içine çıkmalarına râzı olursak, azâp görmeksizin Cennete giremeyiz. “(Kıyâmet Günü’nde) Bütün gözler ağlayacaktır. Ancak, Allah yolunda uyanık kalan gözler, Allah’ın azâbına uğramak korkusuyla sinek başı kadar yaş akıtan gözler ve bir de Allah’ın haram kıldıklarına bakmaktan korunan gözler ağlamayacaktır.”1814
Üzülerek görmekteyiz ki, artık günümüzde edep ve terbiye, utanma ve sakınma, nâmus ve mahremiyet gibi çok önemli konulardaki hassâsiyet, son derece azalmıştır. Çarşı ve pazarlarda, moda deyimle kamusal alanlarda gencecik kızlar, dekolte kıyâfetlerle yarı giyinik halde, şehveti galeyâna getirecek bir görünümde, rahatça gezebilmekteler. Ne kadar erkeği kendine baktırıyorsa, o kadar kahraman görüyor kendini; görevini yapmış bir şeytan edâsıyla. Mantık da şeytana pabuç bıraktıracak cinsten: “Vücut benim değil mi, istediğim gibi giyinirim. Zevk ve özgürlük meselesi. Hem demokrasi var. İstemeyen bakmasın canım!”
Ayrıca, her yolu mubah sayıp ahlâksızlık meydanında at oynatan, ahlâksız kadınları ücret karşılığında satan şehvet tüccarı pezevenk ve deyyuslar veya zinâyı sanat edinip geçim vâsıtası olarak kullanan fâhişeler... Bununla birlikte, cinsel konuları işleyen ve bu konuda değişik fantezilelere yer veren kitaplar, açık-saçık resimleri neşreden gazete ve dergiler, kanalizasyon çukurundan farksız kanalların televole yarışma, müzik-eğlence programları, şehveti gıdıklayan ve fuhşa teşvik edici mâhiyetteki dans, bale ve benzeri oyunlar... Nikâhsız beraberlikler, cinsel sapmalar, eşine ihânet etmeler ve daha neler...
Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, insanın şehevî arzularını kontrol etmesi, nefsini zaptederek disiplin altına alması, gerçekten çok zorlaşmıştır. Öyle ki, önceleri bir fazilet olarak telâkki edilen iffet ve nâmus kavramı neredeyse alay konusu olmuştur. Evlilik öncesi cinsel ilişki, bazı çevrelerce normal karşılanmaktadır.
1813] İbn Kesir, Tefsîr, 3/282
1814] İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Y. 10/227; Câmiu’s-Sağîr, I/94; İbn Kesir, Tefsîr, 3/282; A. Rıza Demircan, İslâm Nizamı, III/111-116
FUHUŞ / ZİNÂ
- 423 -
Hatta bu, âdet haline getirilerek bekâretin bir kıymeti bulunmadığı bazı yazar taslakları tarafından yazılıp çizilebilmektedir. Fâhişe kadınların, travestilerin, yol kenarında para karşılığı kendilerini pazarlamaları sıkça rastlanan normal olaylar haline gelmiştir. Arap câhiliyye döneminde, belli olsun diye kapılarına bayrak asan fâhişelerin izinden giden çağdaş fâhişeler, girişlerde bekçi ve polis savunması yani devlet himâyesi ve korumasıyla, yine kapılarında bayraklar olan kamusal alanlarda sanatlarını(!) icrâ edebiliyorlar. Genelev patronları, senelerce vergi rekortmeni oluyor. “Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır” denilerek, bu meslek de böylece kutsallaştırılmış oluyor. Sadece eski bâtıl dinlerin tarihteki unvânı değil, kutsal fâhişelik. Şirk ve haram cephesinde yeni bir şey yok; eski câhiliyye her şeyiyle modern kimlikle sanatını(!) icrâ ediyor.
Dalâlet/sapıklık ne kadar yaygın hale gelirse gelsin, müslümanı bağlayan şey “zaman ve zemin”, “düzen ve çevre” değil, Rabbinin hükümleridir, Peygamberinin tavsiyeleridir. Müslümanın ölçüsü Kur’an ve Sünnettir. Özellikle gençler, bu ölçü üzere hareket ederse, geçici zevklerin peşinden koşmak yerine, ebedî zevklerin tâlibi olursa, hayatları bir anlam kazanacaktır. Bu sâyede müslümanın iffet ve nâmusuyla, haysiyet ve şerefiyle, huzur ve saâdet içerisinde yaşaması mümkün olur.
Günümüzde müslüman gençler için en büyük tehlikelerden biri, zinâya düşme riskidir. Zira ortam buna çok müsâittir. Bu sebeple bu tehlikeden kurtulmanın en güzel yolu ve çaresi de, bu ortamları terk etmek ve zinâya götüren yollara girmemektir. Zâten Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de “Zinâya yaklaşmayın. Zira o bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur”1815 buyuruyor. Âyet, “zinâ yapmayın” demiyor da, “zinâya yaklaşmayın!” buyuruyor. Öyle ya, şartlar oluştuktan sonra, bütün yasaklar, engeller aşılıp bir kadın ve bir erkek, kimsenin olmadığı uygun bir yerde, baş başa kalınca, elbette ki, zinâdan kaçabilmek, bu azgın nefse (hevâya) söz geçirebilmek çok zor olacaktır. Herkes Yusuf (a.s.) değil ki... Nitekim Yusuf (a.s.) bile Cenâb-ı Hakk’ın yardımıyla zinâdan kurtulmuştur. Kur’an’da bu durum şöyle anlatılıyor: “Andolsun ki kadın ona meyletti. Eğer Rabbinin burhânını görmeseydi o da kadına meyledecekti.”1816 İş buraya kadar geldikten, zinâya yaklaştırıcı haramlara meylettikten sonra, zinâ kaçınılmaz olur. Bu sebeple İslâm’da zinâdan önce, zinâya götüren yollar haram kılınmıştır.
“Mü’min erkeklere söyle; gözlerini (haram bakışlardan) sakınsınlar. Mü’min kadınlara da de ki; (helâl olmayan bakışlardan) gözlerini sakınsınlar. İffet ve nâmuslarını korusunlar.”1817 İslâm, işe harama bakmayı yasaklamaktan başlıyor. Erkek olsun, kadın olsun gözleri haram bakışlardan sakındırıyor. Hiç kimse “göz benim değil mi canım!? İster bakarım, ister yumarım, kime ne?” diyemez. O gözü ve diğer organları bizlere emânet olarak veren Allah, bu emânetleri kendi arzumuz (hevâmız) doğrultusunda değil; O’nun rızâsı yönünde kullanmamızı istiyor. Haram bakışlardan sakınmak, Allah için değil; bizim için gerekli olduğundan merhametli Rabbimiz bunları bizim için yasaklamıştır. Aksi davranışların hesabını soracağını da bize bildiriyor: “Bilmediğin bir şeyin ardına düşme, çünkü kulak, göz ve kalp bunların her biri yaptığından sorumludur.”1818
1815] 17/İsrâ, 32
1816] 12/Yusuf, 24
1817] 24/Nûr, 30-31
1818] 17/İsrâ, 36
- 424 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Buhârî ve Müslim’de rivâyet edilen bir hadis-i şerifte “Gözlerin zinâsı, (harama) bakmaktır.”1819 buyurulmuştur. Harama bakmak; zinâya götüren ilk adımdır. Zinâya sebebiyet verdiği için Peygamber Efendimiz (s.a.s.), bunu zinâ olarak ifâde buyurmuştur ki, bu abartılı değerlendirme ile kötülüklere giden yolun bakışlar ile adımı atılmamış olsun. Taberânî’de geçen bir rivâyette şöyle buyrulurmaktadır: “(Bakılması haram olan şeye) Bakmak, İblisin oklarından bir oktur. Kim Benim korkumdan dolayı onu terk ederse, yerine kalbinde tatlılığı duyacağı bir iman/ibâdet veririm.”1820 Demek ki, harama bakmakla, şeytanın oklarına hedef tahtası oluyor bir insan. Havalar biraz ısınmasın, nice bayan denildiğinde boyan anlayan, sayın denilince soyun anlayan, toplumda kişiliğiyle değil de dişiliğiyle görülmek isteyen kızlar, kadınlar açık yerleri kapalı yerlerinden daha çok şekilde sokağa dökülüyorlar. Sahil kenarları ve plajların daha fecî olduğunu bilmeyen yok. Üstsüzler, altsızlar, yüzsüzler, arsızlar... Kasap vitrininde dizilen koyun ve sığır butları gibi teşhircilikler... “Bütün bunlara rağmen gözü haramdan sakındırmak mümkün mü?” diyenler olacaktır. Gerçekten zor olsa da imkânsız değildir, elbette mümkündür. Zira Rabbimiz bize imkânsız bir şeyi emretmez. O zerre kadar zulmetmez, her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar.1821 Eğer İlâhî bir emri yerine getirmek ya da yasaktan kaçınmak zor ise, hiç şüphesiz kazancı da o oranda fazla olacaktır. Ümmetin fesâdı zamanında sünnete sarılana (bin) şehid sevabı verilmesi de bunu gösterir. Caddelerde yürüyüş konusunda da sünnete sarılırsak, gözü korumak çok kolaylaşacaktır. Rasûlullah, ashâbın kendisine zor yetişeceği şekilde hızlı yürürdü. Sadece yürüyeceği alana, önüne bakarak yürürdü. Yürürken kafasını herhangi bir tarafa çevirmez, bir yere bakacak olursa, tümüyle o tarafa dönerek bakardı. O her vesile ile zikreder, Allah’ı hatırından çıkarmazdı. Bu şekilde yürüyerek sünnete sarılırsak, gönlümüz Allah’ı hatırlar, dilimiz Allah’ı zikreder ve Rasûlullah gibi yürür ve gereksiz yere cadde ve sokaklarda gezmeye kalkmaz isek, sorunun çoğu hallolmuş olacaktır. İş icabı bir yere gitmeye kalktığımızda yürümek için kalabalık cadde ve pazarları değil, haramların fazla olmadığı sokakları tercih edersek işimiz kolaylaşacaktır. Bütün bunların yanında elbette ki gözümüze ve gönlümüze hâkim olmaya çalışacağız, zaman zaman haramlarla imtihan olacağız, bu imtihanlarda en az bir üniversite sınavında olanın gayretini gösterirsek başarı kendiliğinden gelecektir. Allah, kendi yolunda gayret sarfeden, haramlara karşı hevâsına karşı mücâdele edenlere yardım edecektir.
İş-güç icabı çarşıya çıktığımızda, göz istemeyerek de olsa harama takılabilir, gayr-ı ihtiyârî bir haramı görebilir. Böyle bir durum için, ansızın göze takılan bakmaktan sorulduğunda, Peygamberimiz buyurdu ki: “Gözünü derhal çevir!”;1822 “Bakışı bakışa ekleme. Birincisi senin için (vebal yoktur, ama) ikincisi aleyhinedir.”1823 Kurtubî, der ki: “Birinci bakışa mâni olmak genellikle mümkün değildir. Kişinin kendi isteğiyle olmayacağı gibi, bundan sorumlu da değildir.” Demek ki, ilk bakış gözün hakkıdır, bunda bir günah yoktur. Ama göz harama ilişir ilişmez derhal gözü ondan çevirmek gerekmektedir. “İlk bakış” demek, uzun uzun bakmak değil; ilk an demektir. Yanlışlıkla harama değer değmez gözü hemen çevirmektir. Allah’a
1819] Buhârî, İsti’zân 12; Müslim, Kader 20
1820] İbn Kesir, Tefsîr, 3/282
1821] 2/Bakara, 286
1822] Müslim, Âdâb 45, h. no: 2159; Ebû Dâvud, Nikâh 44; Tirmizî, Edeb 29
1823] Tirmizî, Edeb 28, Ebû Dâvud, Nikâh 44
FUHUŞ / ZİNÂ
- 425 -
ve âhiret gününe imanımızdan güç alarak göstereceğimiz korunma gayretiyle gözlerimize hâkim olabiliriz. Çünkü biz ihlâslı ve gayretli olursak Rabbimiz bize yardım ederek bizi güçlendirecektir. Gözden gönle yol vardır. Göz, kalbin dışa açılan penceresidir. Kedinin ciğere baktığı gibi gözü harama bakan insanın ihlâsı, takvâsı büyük çapta zarar görecektir. Göz kanalıyla gönle giren mikropların telâfisi, bu ölümcül mânevî yaraların tedâvîsi hiç de kolay olmayacaktır.
Bazıları da “güzele bakmak sevap” diyerek, utanmadan yarı çıplak bedenleri seyrediyor. Bu ifâde, haramlara bakmak için kullanılırsa, insanın imanını zedeler. Harama sevap demek insanı iman dairesinden çıkarabilir. Allah’ın yasaklayıp haram kıldığı bir şeye “güzel” ve “sevap” demek, ne çirkin bir ifâdedir! İbret almak için bir şeye bakılacaksa, gerçekten “güzel” olan, tavsiye edilen yerlere ve tavsiye edilen şekilde bakılması gerekmektedir: “(İnsanlar) Devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?”1824
Sanat Anlayışı ve Fuhuş Sektörü
İnsanî duygu ve düşüncelerin, estetik biçimde ve ruhu besleyecek tarzda dışa vurulması demek olan sanat, bugün daha çok hayvanî duyguların, hayvanî çıplaklığın, hayvanî böğürtülerin ve hayvanî tepinmelerin en bayağı şekliyle icrâ edilmesi olarak görülmekte. İlkel câhiliyye çıplaklık ve fuhşunu modernize ederek taklit edebildiği oranda kişi, büyük sanatçı olabilmekte. Herhangi bir yeteneğinin olmasına gerek yok; eğer fiziği yerinde ise genç kızın(!) orasını burasını cömertçe göstermesi, cıvıkça kahkahalar atması, dilimizin varmadığı buna benzer bir-iki şey yapması yetiyor yıldız, güneş, kraliçe vb. olmasına. Medyanın desteğini de mâlum yollarla aldımı, tamam!
Allah biraz ses, biraz fizik vermişse yeter. Kültür, eğitim, nota vb. müzik ve sanat için gerekli tüm şeyleri ne oranda bilmiyorsa o kadar kolay ses sanatçısı olur aday. Çünkü o oranda kullanılabilecek, eğlence dünyasının sömürü çarklarının önemli dişlisi haline gelecektir. Ahlâk mı? Güldürmeyin beni (daha doğrusu, ağlatmayın beni). “Ahlâk”, demokrasi darağacında özgürlük denilen cellât tarafından modern yaşam kanunlarına muhâlefet suçundan idam edileli hayli zaman oluyor Batıda ve onun kör taklitçisi Türkiye Cumhuriyeti’nde.
Bale ve dans gibi gösteriler ne kadar bayağı, erotik özellikler taşıyorsa o kadar makbul. Çılgınlıklar, özgürlük maskesi takmış, sınır ve ayıp tanımıyor. Diğer sanat dalları bu kokuşmuşluktan elbette nasibini alıyor. Öyle ya, hangi asırda yaşıyoruz? Modern dünya, çağdaşlık, özgürlük, tabuları yıkma bu modern câhiliyyenin nassları.
Allah’a kul olabilme ve her an ibâdet/kulluk yapabilme bilincinden uzaklaştırılan günümüz insanı, çok tanrılı dinlerin kucağına düşmüş, bir sürü sahte ilâhların yanında hevâsını da tanrı kabul ederek hevâî isteklerin dışına çıkamaz bir duruma gelmiş. Müstekbir güçler, tâğûtî düzenler insanları kolay sömürebilmek ve rahat güdebilmek için afyon-sanattan yararlanıyorlar. Daha açıkçası, sanatı uyuşturucu fonksiyona indirgiyorlar. Her tarafı kuşatan dejenerasyon sanatta da kendini gösteriyor.
1824] 88/Ğâşiye, 17-20; Mustafa Özşimşekler, Beyan Temmuz, 2001
- 426 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Özellikle yaşadığımız topraklarda spor denilince akla hemen futbol gelir. Spor sadece futbol demektir. Hem de kumara, israfa, kavgalara, ilâhlaştırılan futbolculara, “en büyük” yani “ekber” kabul edilen takımlara yani tüm çirkinliklere batmış şekliyle futbol. Aynen bunun gibi, sanatçı denilince, iki tip akla gelir: Şarkıcı veya artist. Sanat denilince de bunların cıvıklıkları.
Beş-on sahâbînin adını sayamayan gençler, Michael Jackson’ın ayakkabı numarasını biliyor, Madonna’nın video kliplerini ezbere sayabiliyor. Popstar yarışmasına katılanların yedi sülâlesini tanıyor. Bir-iki TV. dizisinde veya filmde rol alan aşüfteleri ise göklere çıkartıp “yıldız”laştırıyor. Bu yıldızlara aktrist de değil, artist deniyor. “Art” batı dillerinde “sanat” demektir; artist de sanatçı. Türkçe’de başka hiçbir sanat dalıyla uğraşana artist denmez, sadece filmlerde boy gösterenlere denir. Filmde rol yapmanın dışında başka sanat kabul edilmediğinin çok kesin göstergesidir bu.
Şâire, edebiyatçıya, mimara, hattata, tezhipçiye, çini işleyen ressama... sanatçı diyen yoktur artık. Sadece şarkıcı ve artist bu unvânı alır. Yalnız, burada biraz durmak gerekiyor. “Sanatçı” damgası bunlar için güzel bir yanlış sıfat olmalı. “Sanatçı” ile “sanatkâr” arasında büyük fark var gibi geliyor bana. Sanatkâr, sözlüğe bakılırsa sanatçı demektir ama, kullanılışta hiç de aynı değil. “Sanatkâr”ın kitle nazarında bir ağırlığı, bir saygınlığı vardır. Ciddî bir sanat dalında veya ustalık isteyen bir meslekte (zanaatta) mâhir birine “sanatkâr” denilir de “sanatçı” denmez. Ama fâhişe rollerini çok iyi beceren, iki şarkı ezberleyip hoplayıp zıplayan veya orasını burasını gösterme sanatını(!) icrâ eden, bunların dışında hiçbir mârifeti olmayan orta mallarına “sanatkâr” dendiğini duydunuz, gördünüz mü? Onlara olsa olsa “sanatçı” denilmekte. Sanatçı! Domatesçi, patatesçi dediğimizde, nasıl onları satan zerzevatçı aklımıza geliyorsa, aynen onun gibi, sanat adına köşeyi dönen yani sanat alıp satan veya sanat adına alınıp satılan tüccar veya kölelere sanatçı deniyor.
Günümüzde halk yığınlarına mal olmuş şekliyle sanatçı diye ya şarkıcıya denir ya artiste. Sanat da ya sinemadır ya müzik. Bunların her ikisinin sanat olabilmesi için sadece tek şart vardır. O da cinselliğin, seksin alabildiğine serpilmiş olması. Yoksa, ağzıyla kuş tutsa kişi sanatçı olamaz. Sanat, mânâ ve hakikat âleminin penceresi değildir artık, kasap vitrinidir. İnsan sadece maddedir, tendir. Mânevî kimlik çoktan unutulduğundan, sanat, teşhir ve şov demektir. Müzik sadece sesle söylenen, çalgı âletleriyle çalınan ezgiler değildir; eşek dansı ve hayvansal çıplaklık olmadan müzik düşünülemez hale gelmiştir. Yedinci sanat kabul edilen sinema da beyaz değil, kara perdedir; ahlâksızlığın, çirkefliğin aksettiği perde. Televizyon da, gazino ve sinemanın evin içine girmesi.
“Bekri Mustafa imam olmuş deyin, onlar anlar memleketin halini!” cinsinden yukarıdaki manzarayı düşünün. Sanatın(!) ne olduğunu ârifler anlar; daha doğrusu, ne hale geldiğini sanatın ve memleketin. Bu ortam, bu anlayış içinde sanat, emperyalizmin kötü emellerinin âletinden başka bir şey değildir artık. Emperyalizm sanatı istismar, insanı da istihmar etmek (eşekleştirmek) için devreye girmiştir.
Çağdaş Firavunlar, propaganda ve eğitim kurumlarıyla insanları gerçek dinden uzaklaştırarak âhiretlerini mahvettikleri gibi, oyun ve eğlence kurumalarından oluşan emniyet sübapları aracılığıyla dünyalarını da mahvetmektedirler.
FUHUŞ / ZİNÂ
- 427 -
Koyun sürüsü haline getirilen milyonlarca insan, kendilerine en büyük zulümleri revâ gören müstekbirleri bu şekilde alkışlayabilmektedirler. İspanya’nın meşhur diktatörü General Franco şöyle diyordu: “Futbol, seks ve piyango olmasaydı, ben kırk yıl bu halkı nasıl istediğim gibi yönetebilirdim?” Bu taktik, sadece Franco’nun değil; her asırdaki ve her ülkedeki tâğutların ortak prensibidir. Halkın ayaklanmasına giden yolu tıkamak için milât öncesi Yunan idareleri zamanında bile halkı lüzumsuz oyunlar, spor yarışları ve çılgın eğlencelerle uyutma ve uyuşturma politikaları güdülmüştür. Futbolla birlikte günümüzdeki sanat da çağdaş tâğutların can simidi. Sanat emperyalist güçlerin elinde bir atom bombası, bir kitle imhâ silâhıdır. Artık savaşlar, sanat denilen silâhlarla dolaylı olarak psikolojik alanda yapılmaktadır. İnsanlar dünyada dönen zulüm çarklarının farkına varmasın diye müzik ve sinema ile iğdiş edilmekte, uyutulmakta ve uyuşturulmaktadır. Halk yığınlarını afyon yutmuş Hint horozuna çeviren bir sihirbaz değneği olan sanat, aynı zamanda büyük bir propaganda aracıdır.
Medya, fuhuş sektörü, düzen ve egemen güçlerden oluşan emperyalist koalisyon, sanatçı(!)yı kullanıyor. Sanatçı da birazcık onları. Ya da, kullanılan sanatçı, kullandığını sanıyor. Sanatçı, emperyalist sektörün kuklasından başka bir şey değildir; yığınlar da kukladan zevk alan, ipleri fark edemeyen çocuk akıllılar.
İçki ve esrar cinsinden uyuşturucuların haram kılınmasının hikmetleri; aklı gidermesi, insanı uyuşturması, düşünceden ve iyi şeylerden alıkoyması ve bağımlılık yapmasıdır. Bu sayılan özelliklerin tümü, günümüzdeki sanatta ve en çok da müzikte bulunmaktadır. Müzik kafalı müzikomaniler, daha da ileride müzikomanyaklar, yeni türeyen varlıklardır. Yarınlarımız da bu türedilere emânet. İzinden gittikleri Ata’larının emirlerini daha çağdaş hale getirip uygulama içindedirler: Ey Türk gençliği! Birinci vazifen müzik dinlemek, maça gitmek, TV. seyretmek, chat yapmak ve atari oynamak; böylece boş vermiş gençlik olmaktır. Her türlü rezâlet için muhtaç olunan araç Yeni Dünya Düzeni ve T.C. düzeni tarafından ortaklaşa karşılanacaktır. Her aradığın, medyada mevcuttur...
Uluslar arası emperyalizm, Türkiye’ye sık sık övgüler, birincilikler, madalyalar dağıtır. Hangi konuda mı? Sanat konusunda. Durun, hemen sevinmeyin, sanatımız Avrupa’da bile takdir ediliyor diye. Daha çok cinselliği, dini karalamayı, ahlâksızlığı ön plana çıkaran o biçim sanatlardadır bu ödüllendirilenler. Festivallerde başarılı olan filmlerin hemen hepsi o biçimdir ya da insanımızı karalayan, inancına düşmanlık edilen cinstendir. Güzellik(!) yarışmalarında ön sıralarda yarışmalı Türk kızları ki, Batı uygarlığına yaklaşılsın! Folklorda (halk danslarında), Eurovision yarışmasında birincilikler verilir, halk bunlara daha fazla önem versin diye.
Emperyalistler sadece rûhu sömürmezler; onların dini-imanı para olduğuna göre, sanat, ayaklarıyla insanın parasına da sülük gibi yapışacaklardır. İlmî bir kitap 70 milyonluk ülkede bin beş yüz basıp satamazken, bir arabesk müzik kaseti iki milyon, üç milyon satabiliyorsa, gerisini siz düşünün; hem maddî yönünü, hem mânevî yönünü. Bir kaset kaç liradır; yüzlerce sanatçı(!)nın binlerce kasetinin tüketimini hesaplayın. Milyonlarca lira vererek aldığı biletle bir gece önce stadyum kapılarında sıraya giren on binlerce gençliğin rock starını dinlemek için mânevî fedâkârlıklar yanında, maddî kayıplarını toplamaya çalışın. Bunun hemen göze çarpmayan yönleri de var. Aylardır insanlar, her türlü çözüm bekleyen
- 428 -
KUR’AN KAVRAMLARI
sorunlarını bir kenara bırakmış, bayağı mı bayağı, pespâye mi pespâye “Popstar Yarışması”nın dedikodularıyla meşgul. Uydurma ses ve güzellik yarışmalarıyla kandırılıp dolandırılanlar, hayranı olduğu şahıs gibi sanatçı, artist olmak için evden kaçıp kötü yola düşenler, hayranı olduğu sanatçının giydiğini giymek için varını yoğunu verenler, hem parasından, hem başka şeylerinden olanlar...
Kapitalist düzenlerde her şey menfaat ve kâr amacına yöneliktir. Çok lüzumsuz şeyler bile ihtiyaç zannettirilerek tüketimini sağlamak için insanlar zayıf yanlarından yakalanacaktır. Göz ve kulak, hakkı görüp işitmeyeli, iyice zayıflamış; kalp ibâdetlerle gıdâlanmadığından kendine tuzak kuran avcıları hissedemez olmuştur. Emperyalistlere kolay yem olmak için, insanların, gerçek dinden uzaklaşmaları gerekir. Bu iş, sanat ve düzen işbirliğiyle sağlanarak altyapı oluşturulmuştur çoktan. Cinsel duygular sömürülerek, sanat ve güzellik anlayışı daha da bayağılaştırılarak bir sektör geliştirilir: Fuhuş sektörü. Fuhuş sektörü deyince sadece genelev patronunun kaç yıldır vergi rekortmeni olması aklınıza gelmesin. O aysbergin sadece görünen küçük parçasıdır. Müziğin, eğlencenin, sinemanın, gece hayatının, TV. programlarının, makyaj ve her türlü güzellik malzemelerinin, modanın, daha sayılabilecek buna benzer şeylerin oluşturduğu büyük bir sektördür bu.
Büyük şehirlerin caddelerinde küçük bir gezinti yaparsanız, dükkânların en az yarısının cinsellik ve fuhuş sektörüne (pardon, sanata) hizmet ettiklerini görecek, gariban halkın paralarının hangi yollarla nereye aktığını anlayacaksınız. Modayı düşünün. Özgür olduğunu zanneden insanlar, neyi giyeceğine bile kendileri karar veremiyor. Onları kimler kukla gibi kullanıyor?! Paris’teki modacının isteği dışına çık bakalım kolaysa. Tabii, moda sık sık değişecek, birkaç defa giyilen tuvalet, artık tuvalete giderken bile giyilemez olacak, yerine bir başka giysi gelecek. Paralar da sektöre akacak. Mankenler ve sanatçılar bu sektörün başrol oyuncuları; modacılar, kumaş satıcıları, dokuma sanayicileri ve terziler de figüran kadrosu.
Sanat maskesi takan fuhuş sektörü (fuhuş, Kur’ânî kavram olarak her türlü aşırılığı, özellikle günah yoluyla aşırılıkları ifâde eder), sadece inançsızlığın, ahlâksızlığın değil; aynı zamanda enflasyonun da en önemli sebebidir. Sanat da arz-talep işidir. Sanat ticârî bir metâdır. Halkı çağdaş uygarlığa çıkarmak hedefiyle fuhuş sektörünün kurbanı yapan düzenin kendisi de, bu sektör için ne bütçeler ayırmaktadır...1825
Devletin izin ve kontrolünde “umumhâne” veya “genelev” denilen ücret karşılığında fuhuş yapılan yerler, Batılılaşma ile birlikte önce İstanbul’un Galata semtinde Karaköy’de açılmış, sonra giderek Anadolu’nun hemen her vilâyetine yayılmıştır. İlk açılan resmî (devlet kontrol ve izniyle) fuhuş yerlerinin I. Dünya Savaşı esnâsında olduğu, Osmanlıların fiilen kendileriyle savaştığı ülkelerden ve özellikle Rusya’dan çok sayıda fâhişenin bu evlerde Türk gençlerine hizmeti, üzerinde düşünülmesi gereken hususlardan biridir. Müslümanlarla esas savaşın inanç ve ahlâkî esaslarda Kur’an’ın yasakladıkları şeyleri yayarak yapılacağını bilen düşmanlar, savaş cephelerinde yardım adı altında şimdilerin AIDS’i kadar yıpratıcı ve öldürücü olan frengili kadınları hemşire kılıfıyla cephelere sürmüşler,
1825] İslâm'da ve günümüzde sanat anlayışı ile ilgili geniş bilgi almak için Bk. Ahmed Kalkan, Sanat Bilinci, Denge Y.
FUHUŞ / ZİNÂ
- 429 -
onlar da Türk askerlerine hizmet(!) sunarak, ordunun büyük ölçüde belsoğukluğu da denilen frengi hastalığına yakalanıp telef olmasına sebep olmuşlardır. Ayrıca zinâ yapan askerlerin Allah için savaş yapacak dinamikleri ne ölçüde yitireceğini hesap eden düşmanlar, insanî yardım maskesi altında ordunun gücünü büyük ölçüde fuhuşla kırmayı başarmışlardır. Eş zamanlı olarak çok sayıda fâhişeyi başta İstanbul olmak üzere Osmanlı şehirlerine ihraç eden kâfirler kaleyi içten çökertmenin yolunu bulmuşlar, top ve tüfekle yapamadıklarını fâhişeler eliyle daha kolay yoldan halletmişlerdir. Osmanlı Devletinin can çekiştiği ve savaş cephelerinden başka işlere vakit ayıramadığı kargaşa ortamından yararlanan ve halkın asâyiş ve inanç yönüyle yaşadığı kargaşadan yararlanmışlar, iman ve takvâya dayanan arka planı giderek güçsüzleşen örf ve ahlâkî anlayışın Batılılaşma istek ve anlayışına güç yetiremediği bir ortamda fuhuş silâhının tahribi en çok hasar veren truva atı olmuştur.
Göğsüne indirdiği sert yumruklarla “ben de müslümanım el-hamdü lillâh” diyen nice erkeğin evlenmeden ilk deneyimlerini pis fâhişelerin yanında tatmaları, hatta nicelerinin evlendikten sonra da bu çirkin işe devam etmeleri, müslümanlıkla nasıl bağdaşacaktır? Kendi hanım ya da kızları bu işi yapmış olsa hiç çekinmeden silâha sarılıp yıllarca hapis yatmayı seve seve kabul eden nâmuslu(!) erkeklerin aynı işi hiç sıkılmadan yapmaları, hangi nâmus anlayışıyla izah edilebilir? Türkiye’de kaç erkek, gerçekten bekâr olarak evlendikleri belki hiçbir anketle tespit edilmemiştir, ama oran her halde müslümanlara yakışacak kadar az değildir. Kaç kız babası, kendi kızının nâmusu kadar dâmâdının da nâmuslu olup olmadığını araştırıyor? Nûr Sûresi, 3 ve 26. âyetlerin yasakladığı bir nikâha kapı açanların sayısı ne kadardır? Yani erkeğin ve babasının aradığı kızın bâkireliği kadar erkeğin “bâkir(e)liği” önemseniyor? İslâm, her konuda adâletli bir dindir, cinslerden birine haksızlık yapacak şekilde ayrım yapmaz. Zinâ suçu ve cezâsı için kadınlara nasıl bakıyorsa, erkeğe de her yönden aynı şekilde bakar. Her ikisinin de yaptığı ahlâksızlığa fâhişelik der. Evet, bayan gibi bu çirkin işi yapan her erkek de fâhişedir, nâmussuzdur.
Homoseksüellik ve her çeşit fuhşun sebep olduğu AIDS gibi korkunç hastalıklar bile, İslâm’a inanıp teslim olmuş kimselerin dışındakilere caydırıcı olamıyor. Âhiretteki cehennemi önemsemeyen akılsız kimsenin, ölümcül hastalıklara atılması da sürpriz ve anormal sayılmamalı. İslâmî devlet ve toplum anlayışının önemi bu konuda da kendini gösteriyor. Din düşmanı düzen ve câhiliyye toplumuna dönüşmüş sosyal çevre, devamlı fuhuş üretiyor. Fuhuş, sektör olmuş, “bacasız sanâyi” ve “dünyanın ilk mesleği” gibi yanlış ifâdelerle reklâmı yapılan bu dal, helâl-haram kelimelerine lügatında yer ayırmayan Kapitalizmde pis de olsa çok para getiriyor. Fakir halkın da bu sektöre bilinçli-bilinçsiz varını yoğunu akıttığını, kirli de olsa çok parayı, temiz olan helâla tercih eden kapitalistlerin fuhşu nasıl sömürüleri için bir araç olarak gördüğünü tespit için caddelere çıkıp göz atmak yeterli olacaktır.
Balık baştan kokmakta, düzen, resmî kurumlar, kapitalistleşmiş çevre sivrisinek üretmektedir. Bataklık kurutulmadan fâhişe sivrisineklerle mücâdele sonuç getirmeyecektir. Tevhîdî iman hâkim kılınmadan ahlâkî öğütler, delik kaba su doldurmaya çalışmak demektir. Fuhşa bulaşmış insanların zührevî hastalıklar yanında rûhî hastalıklar, psikolojik anormallikler içine düşüp her konuda sapıklaştıkları ve çevrelerini de her yönden rahatsız ettiklerini göz önünde tutmak
- 430 -
KUR’AN KAVRAMLARI
gerekir. “Utanmıyorsan, dilediğini yap!” diyen Rasûlullah, hayâsız kişinin mânevî yönden ölüme terkedilen kişi gibi olduğunu söyler. Doktorun ölümü beklenen hastaya: “Ne istersen ye, serbestsin!” demesi gibi der. Dolayısıyla iffetin kaybolması kişinin toplum içinde şeref ve itibarını kaybetmesine, bu yüzden de başka ahlâkî kusurları yapabilecek hale gelmesine yol açar. Fuhuş, sevgisiz olarak vücudunu satmak olduğundan insanî özelliğin her yönünü tahrip eder. İnsanın et ve deriden ibâret olan bir varlık, bir eşya hükmüne konulmasıyla; kişilik şuurunu yıkan insanlık şerefine vurulan en ağır darbedir.
2004 yılı Temmuz ayında açıklanan Ankara Ticaret Odası tarafından hazırlanan “Hayatsız Kadınlar Dosyası”na göre Türkiye’de vesikalı (devletin onayıyla) veya gizli çalışan fâhişelerin sayısının yüz bin civarında olduğu belirtiliyor. Fuhuş sektöründe dönen paranın da 3-4 milyar dolar civarında olduğu ifade ediliyor. Bu sektörden en az yüz bin kişi pay alıyor. Yani geçim gerekçesiyle fuhuş sektörüyle kazancını haramdan temin ediyor, zinanın yayılmasına hizmet ederek katkıda bulunuyor. Adı geçen raporda belirtildiği şekilde, fâhişelik yaşı bazı araştırmalara göre 15’e, bazılarına göre ise 12’ye kadar düştü. 2000 yılında yalnız İstanbul’da tespit edilen çocuk fâhişe sayısı 500 civarındaydı. Resmî olmayan rakamların bu sayının çok ötesinde olduğu tahmin ediliyor. 2001 yılında ölen Ermeni asıllı Türk vatandaşı genelev patroniçesi Matilt Manukyan’ın 1944 yılından itibaren birçok defa yılın vergi rekortmeni olduğu, bu örneğin bile fuhuş sektörünün, parasal açıdan dev bir sektör olduğunu ortaya koymaya yettiğini değerlendirebiliriz. Buna rağmen bu sektörün vergi kaçağı, diğer bütün sektörlere parmak ısıttırıyor.
Adı geçen dosyada belirtilen araştırmaya göre Türkiye’de faâliyet gösteren 56 genelevde kayıtlı üç bin kadın çalışıyor. Türkiye’de tescilli (vesikalı) kadın sayısı on beş bin’i geçiyor. Genelevlerde, hukukî sorun çıkarmasın diye vesikasız çok sayıda kadının çalıştığı, çalışacak genelev bulamadığı için birçoğunun da gizli fuhuş yaptığı belirtiliyor. Genelevde çalışmak için gerekli olan “vesika” taksi plakasından farksız. Çünkü bu vesikaya sahip olmak, (kirli ve haram da olsa) garanti bir kazancı da beraberinde getiriyor. Üç büyük ilde yaklaşık otuz bin kadın genelevde çalışmak amacıyla vesika bekliyor. Bu sayılara travestiler, transseksüeller, eşcinsel fuhuş dâhil değil. Randevu evleri, masaj yerleri ve benzeri adla faâliyet yapan yerler, oteller ve bazı lüks işletmeler, televizyon reklamları, internet ve telefonla çalışan telekızlar ve benzerleri, bar ve pavyonlarda çalışan kadınların hesabını ve çalışma şekillerini bilen yok. Plajlar yatlar, gemiler yetmiyor; değişiklik olsun diye özel otobüs ve minibüsler seyyar genelev olarak kullanılıyor. Grup seksler, eş değiştirmeler ve benzeri iğrenç durumları yazıya dökmek bile insana utanç veriyor.
Sektörde yalnızca Türkler çalışmıyor. Büyük bölümü Ukrayna, Moldova, Gürcistan, Azerbaycan ve Beyaz Rusya’dan Türkiye’ye çalışmak üzere gelen binlerce yabancı uyruklu kadın; gece kulüplerinde, otellerde, sokak başlarında, kadın satıcıları (pezevenkler) aracılığıyla güya ekmek parası için vücutlarını pazarlıyor. Pasta bu kadar büyük olunca devreye fuhuş mafyası giriyor. Fuhuş mafyası, küçük kız çocuklarını kaçırmaktan tutun da zorla fuhuş yaptırmaya kadar her yola başvuruyor. Bu kadınların % 30’u kocası; % 10’u baba, anne, ağabey gibi diğer yakınları, % 3,4’ü de bareber oldukları erkekler tarafından satılıyor. Para karşılığı cinsel ilişkiye girenlerin % 63,4’ü resmen evli, % 12’2’si bir erkekle beraber
FUHUŞ / ZİNÂ
- 431 -
yaşayan kadınlardan oluşuyor.
Rapora göre genelev kadını olmak için 21 yaşını doldurmak, evli olmamak, Türk vatandaşı olmak gibi şartlar aranıyor. İşveren ile bir iş sözleşmesi imzalayan genelev kadınları için “müebbet hapis” işte bu imza ile başlıyor. Genelev kadınlarının çoğunlukla “senet” imzalattırılarak, büyük miktarlarda borçlandırılıyor. Uyuşturucu, fuhuş mafyasının en büyük silâhı. Uyuşturucuya alıştırılan kişiler uyuşturucu satın alabilmek için fuhuş yapmak zorunda kalıyor. Fuhuş yapan kadınların çok büyük bir bölümü uyuşturucu ve alkolizmin pençesine düşüyor. Bunun sonucu olarak geçirdikleri ağır psikolojik travmalar nedeniyle de suç işleme oranları da yüksek oluyor.
Giderek globalleşen ve Amerika’nın yön verdiği yeni dünya düzen(sizliğ)i içine giren, vahşî ve gayr-ı insanî Batı değerlerinin dinsiz ve ahlâksız kriterlerine kurtarıcı diye sarılan günümüz dünyası, kıyâmeti, kaos ve rezilliği yaşamaktadır. Bundan büyük helâk olur mu? Dinin fert, toplum ve devlet hayatındaki etkisini büyük ölçüde ortadan kaldıran modernist hayat felsefesiyle birlikte son yüzyılda fuhşun bin bir çeşidi giderek meşrûlaşma zemini ve daha çok yayılma imkânı bulmuştur. Modern Batı’da harâretle savunulan bireycilik, saptırılmış özgürlük anlayışı ve bunların sonucu olarak gençlerin âile ilgisinden, terbiye ve himâyesinden yeterince faydalanamaması, aynı dünya görüşünün bir ürünü olan lüks ve pahalı yaşamanın ev ve âile kurmayı zorlaştırması, ekonomik ve siyasî başarının en yüksek ideal kabul edilmesi ve cinselliğin bu amaç için sömürülmesi gibi sebepler yüzünden modernizmin benimsendiği toplumlarda veya kesimlerde fuhşun da yaygınlaştığı görülmektedir. Aslında bazı çevrelerde din ve ahlâk gibi kurumlara karşı çıkmanın temelinde, modern zihniyet yanında uyuşturucu pazarıyla da yakın ilgisi olan fuhuş sektörünün çıkarları bulunmaktadır. Fuhşa karşı ahlâk terbiyesi, güçlü âile yapısı, toplumsal kontrol gibi mekanizmaları canlı tutması yanında kesin hukukî ve sosyal önlemler de alan İslâmiyet fuhuş sektörünü özellikle rahatsız etmektedir. Fuhşu günah, ayıp ve en sonunda yasak olmaktan çıkarma eğiliminde olan modern zihniyet, sözde özgürlük adına fuhuşta sadece zor kullanma ve zarar vermeyi reddetmekte, fuhşun fert ve toplum üzerindeki yıkıcı etkileri bu düşünce sahiplerini fazla ilgilendirmemektedir.
Henüz tam Batılılaşamamış Türkiye gibi ülkelerde, özellikle hâlâ Doğulu kafasını değiştirememiş kesimde kadınların zinâsı suç ve nâmussuzluk sayılırken erkeklerinki delikanlılık ve övünç meselesi kabul edilebilmektedir. Türkiye gibi Batılılaşmaya çalışan ülkelerde resmî işlem yaptırmayan dinî nikâhlı evlilikler kanunen suç sayılır ve doğan çocukları “piç” muâmelesi görülürken; bekârların kendi isteğiyle zinâsını suç sayan bir kanun yoktur. Evli kimselerin metres hayatları, sevgililik ve arkadaşlıkları, “ay boşandık, ama yine birlikteyiz, bilseniz ne kadar mutluyuz!” tavırları fazilet gibi sunulmaktadır. Evli-bekâr herkes için genelevler veya randevu evleri devletin koruması altındadır. Kadınlara hak ve özgürlük, kadın-erkek eşitliği gibi parlak sloganlar arkasına gizlenen İslâm dışı dünya görüşleri, kadına fâhişelik sıfatını kendi istediği zaman ve istediği kişilere kullandığı halde, erkeğe benzer bir suçlama yapmaz. Bu ülkede de fuhuş ve zinâ konusunda hem halk anlayışı ve hem resmî kanunlar açısından kadınla erkek arasında çük büyük farklar vardır. İslâm erkekle kadının tüm hayır ve ibâdetlerine eşit sevaplar vaad ederken, kadın olsun erkek olsun, aynı suça aynı dünyevî ve uhrevî cezâyı öngörmekte ve bu gibi konularda tümüyle eşitliği uygulamaktadır.
- 432 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kadın haklarına yeterli önemi vermediğini iddiâ ederek kasıtlı şekilde İslâm’a çamur atan Batı zihniyeti, kadını seks kölesi haline getirmek için her yolu mubah gören tavırlar sergilemekte, kadını, kadın özgürlüğü ve kadın hakları kavramını istismar ederek bu cinse en büyük zulümleri revâ görmektedir.
Batı, seks hürriyeti, bir başka ifadeyle cinsel özgürlük ile ortaya çıkan ciddi anormalliklere çözüm bulamamanın ıstırabını yaşıyor. Âile hayatı, Batıda tarihe karışmak üzere, Erkekler ve kızlar, evlilik sorumluluğu ve görevlerinin altına girmektense, evlilik dışı beraberlik ve yaşam sürdürmenin hafifliği içinde tatmin aramakta. Şehvetin doyma hissini temsil eden bir midesi olmadığı için, akla gelmedik değişiklikler ve tatmin için farklılık peşinde koşturan nefis/hevâ, sahibini perişan ediyor. Homoseksüel evliliklere izin veren otoriteler, kiliseler ortaya çıktı. Uyuşturucu ve fuhuş ile kriminal suçlar arasında sıcak ve yakın bir ilişki söz konusu. Birleşmiş Milletler, AIDS’in Batı Avrupa’da yeniden yayılmaya başladığını, Doğu Avrupa ve Orta Asya’da da büyük tırmanışa geçtiğini 2004 yılında, hâlâ duymak istemeyenlere olanca yüksek sesle haykırıyor. HIV salgınının en hızlı geliştiği yerler olan Doğu Avrupa ve Orta Asya’da, 1998’de 30.000 olan kayıtlı HIV taşıyıcısı sayısı, 2003 yılında tam bir buçuk milyona yükseldi. Sadece kendileri için değil, âileler ve sosyal çevresi için de ciddî bir tehdit oluşturan hastalık, en çok gayri meşrû ilişki yani fuhuş yoluyla geçiyor ve kan ürünleri yoluyla mâsum insanları da tehdit edebiliyor. Bu işin tedâvisi için halk, devletler ve sigorta şirketleri olağanüstü büyük paralar ödemek zorunda kalıyor. Hastalar, âileleri ve arkadaş çevresi için uzun süren acılı günler yaşanmasına sebep oluyor. Fuhuş ve uyuşturucunun önüne geçilmediğinde modern Sodom-Gomore’ler ortaya çıkacak, bu sınır tanımayan cinsel özgürlük, toplumların feci şekilde intiharı olacaktır. Sigara ile başlayıp bira, alkollü içki, uyuşturucu ve fuhuş şeklinde gelişen ve hırsızlık, cinâyet gibi her çeşit kötülüğe ortam hazırlayan bataklıktan kurtulmak için İslâmî değerlerin hâkim kılınmasından, fuhşa dur diyemeyen beşerî düzenlerden kurtulmaktan başka çare yok. Bu temel çözüme kadar, en azından âilelere çok iş düşmekte, İslâmî esaslara göre kurulacak âilenin güçlendirilmesi ve okul haline dönüşmesi gerekmektedir. Allah korkusu olmayan insanın kendini, çevresini ve içinde yaşadığı toplumu helâke ve her çeşit felâkete atması özgürlük olamaz, olmamalıdır. Bu, üreterek veya başka yolla ele geçirerek sahip olduğu bombaları çevresindeki insanlara rasgele atıp bombalama özgürlüğünden daha hafif bir suç değildir. Çocuklar, âile yapısı içinde İslâmî terbiyeden geçmeli ve içinde yaşayacağı toplumun her çeşit pisliklerine direnebilecek, onlarla mücâdele edebilecek bilinç aşılanmalıdır.
Kadın cinselliğiyle uzaktan yakından hiç ilgisi olmayan sözgelimi araba tekerleğinin reklâmlarına kadın bacağını yerleştirmekten çekinmemektedir. Kadına sadece cinsel obje gözüyle bakılma sonucu doğuran yaklaşım, Batı kaynaklı her çeşit faâliyette göze çarpmaktadır. Spordan ticarete, modadan eğlenceye, iş ve eğitim hayatından tatile, basından televizyona, müzikten değişik sanat anlayışına... kadar her şeyde kadın cinselliği öne çıkartılarak kadını sömürmekten ve erkekleri tahrik ederek toplumu ifsat etmekten geri durmamaktadır. Zinâ ve fuhuş sektörü denilince sadece genelevler ya da soyetenin tercih ettiği lüks randevu evleri akla gelmesin. Bavul ticareti kılıfıyla iş yapan Nataşa’lar, nice oteller, turistik yerler, plajlar ve akla gelebilecek hemen her şey bu sektöre âlet edilebiliyor. Arkadaşlık ve sevgili adıyla nikâhsız birliktelikler, metres hayatı, çıkmalar,
FUHUŞ / ZİNÂ
- 433 -
müstehcen filmler, pornografik dergiler, internet üzerinden kadın pazarlamalar, telekızlar, televole kültürü, gece klüpleri, akla gelebilecek seksle ilgili her şeyi pazarlayan sex-shoplar, zengin kadınlara hizmet veren jigolo denilen erkek fâhişeler, travestiler, transseksüeller, eşcinseller, mankenler, sanat anlayışı, uyuşturucu kullanımı gibi konular düşünüldüğünde fuhuş fitnesinin boyutu değerlendirilebilir. Bütün bunlar özgürlük adına düzen ve çevreden tavır yerine destek alırken, karşı çıkanlar suçlanabilmekte. Meşhur tâbirle itler salıverilmekte, taşlar ise bağlanmakta. Bakılıp seyredilecek yerleri okunacak yerlerinden daha çok olan boyalı basının İslâm’a, tesettüre her fırsatta saldırmasının arkasında, bu fuhuş sektörüne dayalı kirli para ve çıkarlar söz konusudur. Kadını en büyük ticaret ve kullanım eşyası gören anlayış, kendine düşman olarak tek zinde gücün İslâm olduğunu bildiği için İslâmî olan en küçük bir faâliyete tahammül gösteremiyor. Başörtüsü düşmanlığının arkasında da bu çıkarcı zihniyetin olduğunda hiçbir şüphe yoktur.
Komünizmin prangasından kurtulunca kapitalizmin pençesine düşen eski Sovyetler Birliği halkları, 20. asrın başında olduğu gibi 21. yüzyılın başlarında da “Nataşa”larıyla Anadolu’ya çıkartma yaparak yeni bir işgali gerçekleştirdiler. Sadece kadınların çalıştığı sektör olmaktan çıkıyor fuhuş. Adına “jigolo” denilen erkekler de para karşılığı metres ve bayan müşteri buluyorlar. Demokrasilerde, bu tür çare tükenmez: Bir türlü tatmin olmayı bilmeyen azgın sapıkların sapkın arayışlarına sunulan bir başka çözüm daha sunulur; Kadın, erkek fâhişeler yanında iki cinsin arasında kalmış travestiler fuhuş sektörünün alternatifidir. Grup seks denilen çağdaş mum söndü âyinleri, çocuk yaşta fuhşa zorlanan, kandırılan, tuzağa düşürülen körpe çocuk ve gençler. Seks turizmi, fuhuş otelleri, Bodrum, Marmaris ve Antalya gibi üstsüz ve altsızların cirit attığı yerler, beyaz kadın ticareti, uyuşturucular ve daha neler neler...
Dizi filmlerde, pembe dizilerde, sinema filmlerinde cinsellik ve gayr-ı meşrû ilişkiler, ahlâksız bir hayat alabildiğine normalleştirilir ve hatta özendirilir. Bâtıl Batı zihniyeti, homoseksüellere, “gay” ve “travesti”lere verdiği hak ve özgürlüğün onda birini başörtüsüne niye vermiyor, anlamak zor değildir.
Filmlerde, halk arasında, askerler ve öğrencilerin birbirleriyle konuşmalarında, şakalaşma ve kavgalarda, hiç yeri ve suçu olmadığı halde, kişilerin anasına “or...” ve benzeri kelimeler söylemeleri, analarına ve karılarına sövmelerini ya da kızılan bir kadına “fâhişe, kaltak, sürtük” vb. kelimeler kullanarak bu suçlamayı tereddüt etmeden yapmaları, İslâm’la bağdaşmayacak ve çok büyük cezâsı olan bir suçtur. İslâm’ın hâkim olduğu bir toplumda kadınlara uluorta böyle hakaret edilip suçlanmasına, onlara sövülmesine müsâade edilmeyeceğini belirtelim. Kadın haklarını öne çıkarttıklarını iddiâ eden ve İslâm’ı bu konuda suçlayan kimselerin kulakları çınlasın! Vatanın nâmusunu bekleyip koruduğunu iddiâ eden askerlerin, erbaş ve subayları tarafından sık sık analarına, avratlarına sövülmesi gibi olaylarda, kendi karılarının ve analarının nâmuslarını bile koruyamadıklarının nasıl bir tezat teşkil ettiğinin düşünülmesi gerektiğini ifade edelim. Ayrıca, nâmus cinâyetlerinin, töre cinâyetlerinin câhiliyye toplumunun özelliği olduğunu, dinimizin nâmus problemlerine karşı kadının yakınlarının uluorta bu pisliği kanla temizlemek(!) istemelerini kesinlikle onaylamadığını belirtelim.
Vahye dayalı gerçek ilimden uzaklaştırılmış, tefekkür nedir bilmez hale
- 434 -
KUR’AN KAVRAMLARI
getirilmiş, Kur’an’ı okuyup anlamayı ve ona göre yaşamayı tek çıkar yol olarak düşünemeyen, imanı çalınarak ibâdet zevkinden mahrum bırakılmış, kısacağı çağdaşlaştırılmış insanın şu veya bu oranda cinselliğinin ya da cinsî isteğinin istismârına yönelik kapitalist tuzaklara kapılmaması imkânsız gibi bir şeydir. Bunlara ahlâkî nasihatlerin pek bir fayda vereceği düşünülmemelidir. İman olmadan ahlâkın da olmayacağını, gerçek ahlâkın Kur’an’ı yaşamak olduğunu bu çevre ve düzen kurbanlarına anlatmak, inandırmak, benimsetmekten başka çıkar yol gözükmüyor. Tevhidî anlamda gerçek bir iman olmadan insanın ahlâklı, nâmuslu ve şerefli olması da mümkün değildir. Çünkü izzet; ancak Allah’ın, Rasûlünün ve mü’minlerindir.1826 Seks manyağı haline gelmiş erkeklerden çok, onların hanımları ve çocukları acınacak durumdadır. Nice âile var ki, içinde kıyâmetler kopuyor. Zinâ yapan, fuhuş evlerine giden, turistik beldelerde bitli turistlerle yatanların yarısından çok fazlasının evli insanlar olduğu belirtilir. Tertemiz değilse bile en azından kocası gibi fâhişe olmayan, az-çok nâmuslu ev kadınları, uykusuz gecelerde kocalarının yolunu beklerken, kocaları kim bilir kimlerin yanında neler arıyor? Böyle âilelerin çocukları da potansiyel suçlu ve ahlâksız adayı olarak yetişiyor. Kim, bu seks manyağına dönüşmüş, zinâkâr sarhoş adamların evli ama dul karılarına ve babalı ama yetim çocuklarına el uzatacak? İslâm’a düşman Batı hayatının hiçbir suçu olmasa bu suçlar yeter de artar. İslâm Devleti ve İslâmî değişim ve dönüşüm olmadan bu bataklık kurutulamaz. İslâmî iman ve yalnız Rabbe kulluk olmadan insanın dünyada da âhirette de durumu hüsrândır. Kurtuluş, Allah’ın dininde, O’nun Kitabına uygun hayatta, Allah’ın indirdiklerinin tatbik edilmesindedir.
Her çeşit aşırılık ve azgınlık, fahşâ ve fuhuş insanı Allah’a ibâdetten alıkoyduğu gibi; namaz da insanı her çeşit kötülükten, fahşâ ve fuhuştan alıkoyar.1827 Biri varsa, ötekine yer yoktur. Ya Allah’a kulluk ya hevâya kulluk.
Müslümanın kaybedeceği zamanı yoktur. Kendisini dünya ve âhirette kurtaracak inanç ve ilme sahip olmalı ve sâlih amellerle takvâsını arttırıp bildiklerini gerek sözle gerekse örnek davranışlarıyla çevresine tebliğ etmelidir. Zinânın cezâsının ne olduğu yani recmin cezâ olarak kabul edilip edilmemesi konusunda gereksiz tartışmalar müslümanlara bugün için pratik hiçbir fayda sağlamaz. Bu teorik tartışma, iki yönüyle uygulama dışı olduğundan gereksiz ve hatta zararlı kabul edilebilir. Birincisi, zinâ suçuna cezâ verebilmek için bir kadın ya da erkeğin kendi özgür irâdesiyle yetkili makamlar önünde zinâ suçunu itiraf etmesinin dışında, en az dört kişi tarafından bilfiil çok net olarak bu çirkin işin en mahrem şekilde görülmesi ve ağız birliğiyle dört kişinin şikâyeti ve sonuna kadar ısrarı gerekmektedir. Bu, günümüzde genelevlerden çıkanlar açısından bile uygulanamayacak bir durumdur. Hele İslâmî kanun, kural ya da ahlâkın az-çok önemsendiği bir ülke ve ortamda yüz senede bir belki ancak uygulanabilecek bir cezâ olmasıdır. Yani, ister yüz değnek, ister taşla öldürme olsun, zinâ ve fuhuş gibi bireyleri ve toplumu çok yönden tahrip eden çirkin bir eyleme uygun görülen cezânın psikolojik olarak caydırıcı bir cezâ olması, pratik olarak uygulanmaktan daha çok, teorik olarak caydırıcı bir cezâ olarak sunulmasıdır. İkincisi; Bu cezânın verilmesi için Allah’ın indirdiği bütün hükümlerle hükmeden İslâm Devletinin varlığı gerekmektedir. Zinâya giden yolların tıkanmadığı, tersine câzip kılındığı
1826] 63/Münâfıkun, 8
1827] 29/Ankebût, 45
FUHUŞ / ZİNÂ
- 435 -
gayr-ı İslâmî düzenlerde zinâ suçu, birinci maddedeki zorluk tümüyle aşılsa bile İslâm’ın öngördüğü cezâ verilmeyecektir. İslâm, günümüzdeki düzen ve ortam kurbanı zavallılara cezâ ile yaklaşıp onları ürkütüp soğutan bir din değildir. Onları her türlü câhiliyye çirkefliğinden kurtarmak isteyen, şirk dâhil, her çeşit pislik ve günahtan pişmanlık duyanları affedip kurtamaya hazır merhamet dinidir. Yoksa, kimilerinin zannettiği gibi, tedric gibi süreci öngörmeden, gelir gelmez insanlara cezâ veren, sözgelimi kerhânelerin önüne idam mangaları yerleştiren bir din değildir İslâm. Hazırlayacağı inanç, kültür ve ahlâk altyapısı, ekonomik destek, evliliği kolaylaştırma, zinâya yaklaştıran her türlü şehevî ortamları yok edip insanı fıtrat çizgisine yerleştirme gibi tedbirler almadan İslâm, kimseye cezâ vermezverilmesini onaylamaz. Fâhişeler ve seks manyağı haline gelmiş gençler dâhil, günümüzün insanı kızılmaktan çok acınmaya lâyık zavallı düzen kurbanlarıdır. Onlara da İslâm’ın güzelliği ulaştırılabilse bu çirkinlikler kendiliğinden uzaklaşacaktır. Ayrıca, şunu bir tercih olarak belirtelim ki; Kur’an zinanın cezasını net olarak belirtmiştir.
Ne mutlu, dilini ve belini koruyan, ağzına gireni ve ağzından çıkanı İslâmî ölçülere göre tanzim edip nâmusunu muhâfaza eden edepli gençlere! Gözünde haram bakışların isi olmayan erkeklere ve yüzünde haram bakışların lekesi olmayan kızlarımıza selâm olsun!
- 436 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Fuhuş ve Zinâ Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
“Fuhuş” (F-h-ş) Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 24 Yerde): 2/Bakara, 169, 268; 3/Âl-i İmrân, 135; 4/Nisâ, 15, 19, 22, 25; 6/En’âm, 151; 7/A’râf, 28, 28, 33, 80; 12/Yûsuf, 24; 16/Nahl, 90; 17/İsrâ, 32; 24/Nûr, 19, 21; 27/Neml, 54; 29/Ankebût, 28, 45; 33/Ahzâb, 30; 42/Şûrâ, 37; 53/Necm, 32; 65/Talâk, 1.
“Zinâ” Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerîmeler (Toplam 9 Yerde): 17/İsrâ, 32; 24/Nûr, 2, 2, 3, 3, 3, 3; 25/Furkan, 68; 60/Mümtehıne, 12.
C- Tesettür (Örtü ve Örtünmek):
a- Maddî Örtü ve Takvâ Örtüsü: 7/A’râf, 26, 32; 16/Nahl, 5, 81.
b- Kadınların Örtünmesi: 24/Nûr, 31, 60; 33/Ahzâb, 59.
c- Kadınlarda Örtünme Şekli: 24/Nûr, 31; 33/Ahzâb, 59.
d- Süs Yerlerini Göstermenin Haram Olmadığı Kimseler (Nâmahrem Olmayan Kimseler: 24/Nûr, 31.
e- Baş Örtüsü: 24/Nûr, 31.
f- Örtünen Erkek ve Kadınların Mükâfatı: 33/Ahzâb, 35.
g- Namazda Güzel Elbiseler Giymek: 7/A’râf, 31.
h- Süslenmek: 7/A’râf, 32; 16/Nahl, 14.
i- Kadınların Süslenmesi: 43/Zuhruf, 18.
j- Cennet Süsü: 18/Kehf, 31; 22/Hacc, 23; 76/İnsan, 15-16, 21.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. İslâm Hukukunda Zina ve Recm, Mehmet Çelen, Denge Y.
2. Recm Cezâsı -Âyet ve Hadis Tahlilleri-, Yusuf Ziya Keskin, Beyan Y.
3. Kur’ân-ı Kerim’in Ahkâm Tefsiri, Muhammed Ali Sâbûnî, Şamil Y. c. 2, s. 58-252, 323-334
4. Şamil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. Fahşâ-Fâhişe: c. 2, s. 138-139; Fuhuş: c. 2, s. 198-199; Livâta: c. 4, s. 24; Recm: c. 5, s. 235-238; Zinâ: c. 6, s. 477-483; Müstehcen: Akit Y. c. 6, s. 94-95
5. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. s. 174-177
6. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. c. 23, s. 333-346; c. 6, s. 297-315; c. 17, s. 486-508
7. Ahkâm Tefsiri, Muhammed Ali Sabuni, Şamil Y. c. 2, s. 58-205
8. İslâm Cezâ Hukuku ve Beşerî Hukuk, Abdülkadir Udeh, İhya Y. c. 3, s. 211-416
9. İslâm Cezâ Hukukunda İdamı Gerektiren Suçlar, Ahmet Yaşar, Beyan Y. s. 54-88
10. Günlük Hayâtımızda Helâller-Haramlar, Hayreddin Karaman, Yeni Şafak Y. s. 101-112
11. Kur’an’a Göre Dinde Zorlama ve Şiddet Sorunu, Abdurrahman Ateş, Beyan Y. s. 183-185, 201-226
12. İman ve Tavır, Beşir Eryarsoy, Şafak Y.
13. İslâm’da Kadın, Bekir Topaloğlu yağmur Y.
14. İslâm Nizamı, A. Rıza Demircan, c. III, s.105-128
15. İstanbul’da Fuhuş ve Zührevî Hastalıklar, Zafer Toprak, İst. 1987o
16. Osmanlı’da Seks, Sarayda Gece Dersleri, Murat Bardakçı, Gür Y.
17. Osmanlı’da Kadın Âlemleri, Erdoğan Tokmakçıoğlu, Geçit Kitabevi Y.
18. Türk Edebiyatında Seks, Konur Ertop, İst. 1977
19. İstanbul Nasıl Eğleniyordu? Ahmed Refik, İstanbul 1927
20. Aşk Ahlâkı, Hilmi Ziya Ülken, İstanbul, 1981
21. Modern İslâm Düşüncesinin Tenkidi, Ebûbekir Sifil, Kayıhan Y. c. 1, s. 130-170
22. Hangi İslâm, Mustafa Varlı, Şahsi Y. s. 81-88
23. İslâm’ın Temel Kavramları, s. 123-124, 664-675
24. İslâm Nasıl Yozlaştırıldı, s. 528-531
25. Gözün Zinâsı (Harama) Bakmaktır, Mustafa Özşimşekler, Beyan, Temmuz 2001

 
Okunma 1587 kez
Ahmed Kalkan

Son ekleyen Ahmed Kalkan