Bu sayfayı yazdır
Cumartesi, 06 Şubat 2021 15:55

FİTNE

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

FİTNE


- 271 -
Kavram no 53
Haramlar 6
Câhiliyye 6
Bk. Fesâd-İfsâd; Nifak-Münâfık; Günah
FİTNE
• Fitne; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’an-ı Kerim’de Fitne Kavramı
• Kur’an’da Fitne Sayılan Davranışlar
• Hadis-i Şeriflerde Fitne Kavramı
• Modern Fitne Odakları
“Süleyman’ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların söylediklerine tâbi oldular. Hâlbuki Süleyman kâfir olmadı (Büyü yapmadı ve ona inanmadı). Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri (büyü ilmini) ve Bâbil’de Hârût ve Mârût’a indirileni öğretiyorlardı. Hâlbuki o iki melek herkese ‘Biz fitneyiz/imtihan için gönderildik, sakın (yanlış inanıp büyü yapmaya cevaz verip de) kâfir olmayasınız’ dedikten sonra ancak ilim öğretirlerdi. Onlar karı ile koca arasını açan şeyleri öğreniyorlardı. Büyücüler, Allah’ın izni olmadan hiçbir hususta zarar veremezler. Onlar (büyücüler) kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Onlar kesinlikle bilmişlerdir ki, kim onu (sihri) satın alırsa (ona para verirse), onun âhiretten nasîbi yoktur. Karşılığında kendi varlıklarını sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı!” 1090
Fitne; Anlam ve Mâhiyeti
“Fitne” kelimesinin aslı “fetn”dir. “Fetn” sözlükte, altın ve gümüş gibi değerli madenlerin saflığını anlamak için onları ateşte eritmek demektir. “Fitne” sözlükte, deneme ve imtihana tâbi tutmak, sınamak, maddî ve mânevî sıkıntı, üzüntü, belâ ve felâketle imtihan etme gibi anlamlara gelir. Fitne kelimesinin bunlardan başka, küfür, azgınlık, sapıklık, günah, ayrılık, iç ihtilâf ve kargaşa, kavga, delilik, azap, musîbet, aklını çelmek, gönlünü çalmak, kandırma (iğvâ), kışkırtma, nifak, ihtilâf, baştan çıkarma, birbirine düşme, çekişme, zulüm, baskı, karışıklık ve kalbin bir şeye fazla meyletmesi gibi mânâları da vardır.
İnsanın içine aşk ateşi düşürdüğü ve aklını çeldiği için kadına, kişinin aklını çelip ona azap kazandırdığı için şeytana, kişiye zarar verdiği için hırsıza, aynı kökten gelen “fettân” denmiştir. İnsanın gönlünü çelen, hırsını artırıp günaha sürükleyen altın ve gümüşe de ‘iki fettân’ denmiştir. Aynı kökten gelen “meftûn”; aklından zoru olmak anlamından hareketle, deli gibi tutulmak, âşık olmak, çok beğenmek anlamları kazanmıştır. Fitne, aynı zamanda inanç uğruna uğranılan ağır işkence anlamına da gelmektedir.
Olumlu Anlamıyla Fitne: Fitne kelimesinin sözlük anlamından anlaşıldığı kadarıyla o, iyiyi kötüden, arı olanı kirli olandan, doğruyu yalancıdan ayıran bir
1090] 2/Bakara, 102
- 272 -
KUR’AN KAVRAMLARI
metoddur. İnsanlar arasında suç, kötülük, kirlilik arttıkça onların karşılaşacağı fitne de çok olacaktır. Fitne bu anlamda toplumun kirlerini arıtan, temizleyen bir temizleyici gibidir. Nitekim içinde zorlukları, sıkıntı ve meşakkatleri barındıran savaş da bir fitnedir. Savaş bazen, insanların hatalarını, pisliklerini kendi önlerine koyar. İnanç uğruna belâ ve sıkıntılara uğrama anlamındaki fitne, olumsuz bir anlam taşımamaktadır. Bu gibi sıkıntılar inanan kişiyi kararlı kılar, irâdesini güçlendirir, ahlâkını arındırır. Böyle bir fitne kişiyi ve toplumu dinî yönden geliştirir. Onların hatalarını gösterdiği gibi, din uğruna sabırlarını da ortaya koyar. Böylece Allah’ın vereceği karşılığı/ödülü almalarına zemin hazırlar.
Kur’an, insanların sürekli olarak “fitne” ile denendiklerini açıklıyor: “İnsanlar, (yalnızca) ‘İman ettik’ diyerek, fitneye uğratılmadan (denenmeden) bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun, onlardan öncekileri sınamadan geçirdik (fitneye uğrattık); Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir.” 1091 Bu bağlamda “fitne” ile “belâ”, aynı anlamdadır. Ne ki “fitne”nin kapsamı biraz daha geniştir. “Belâ” yalnızca Allah’tan geldiği halde, “fitne” hem Allah’tan hem de kullardan gelebilir, insan kendisini olduğu kadar başkalarını da fitneye uğratabilir. Fitne kelimesinde azap, zorluk ve kötülük yönü daha fazladır.
Fitne, öncelikli olarak bir sınav yolu olduğuna göre, hem nimet sebebiyle, hem de zahmet ve perişanlıktan dolayı olabilir. İnsan, karşılaştığı bütün değerlerle imtihana tâbi tutulabilir. Nitekim Kur’an şöyle diyor: “Biz sizi bir imtihan olarak hayır fitnesiyle de şer fitnesiyle de deniyoruz. Ve eninde sonunda Bize döneceksiniz.” 1092 Demek ki fitne imtihanı, bir hikmete bağlı olarak bazen Allah’tan gelir, bazen de kulların bir hatası sebebiyle meydana gelir. Böyle olunca da fitne, bizzat o fitneyi meydana getiren için bir uyarıdır; bir düzelme veya aklını başına alma imkânıdır. 1093
Kur’an-ı Kerim’de Fitne Kavramı
Kur’ân-ı Kerim’de “fitne” kelimesi 30 yerde, “fitne”nin türevleri de 30 yerde geçer; dolayısıyla toplam 60 yerde zikredilir.
Fitnenin Kur’an’daki Anlamları: Fitne kelimesinin anlam sahası oldukça geniştir. Kur’an bu kelimeyi ondan fazla mânâda kullanmaktadır:
1- Sınanma, deneme, belâya uğratma, 1094
2- Küfür, şirk, müşriklerin müslümanları şirke döndürmek için uyguladıkları baskılar anlamında, 1095
3- Sapıklık, sapma, saptırma, 1096
4- Azap, işkence, ateşe atma, 1097
1091] 29/Ankebût, 2-3
1092] 21/Enbiyâ, 35
1093] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 206-207
1094] 2/Bakara, 102; 20/Tâhâ, 40, 85 vd.
1095] 2/Bakara, 191, 217; 4/Nisâ, 91
1096] 5/Mâide, 41, 49; 37/Saffât, 162
1097] 85/Bürûc, 10; 51/Zâriyât, 13-14; 29/Ankebût, 10
FİTNE
- 273 -
5- Günah, 1098
6- İslâm düşmanlarının savaşa sebep olmaları, 1099
7- Allah’ın kullarına farklı imkânlar vererek birbirlerine karşı tutumlarının ortaya çıkarılması, 1100
8- Şeytanın hile ve tuzakları, 1101
9- Şeytanın zayıf ruhlu kimselere aşıladığı bâtıl inanç ve kuruntu, 1102
10- Delilik ve gaflet, 1103
11- Dosdoğru yoldan (sırât-ı müstakîm’den) saptırma, 1104
12- Nifak (münâfıklık) 1105 ve
13- Özür, bahane anlamında 1106 kullanılır.
Allah’a Nisbetle Fitne: Allah’ın (c.c.) fitne vermesi, O’na ait bir hikmete dayanır ve insanın tekâmülüne sebep olur. Bu bağlamda insanlık, çeşitli fitnelerle zaman zaman denemeye uğratılmaktadır. Kur’an’ın haber verdiğine göre, başta peygamberler olmak üzere müslümanlar ve diğer dinlere inananlar (kâfirler) zaman zaman fitnelere/sınavlara tâbi tutulurlar.
Peygamberlerin Denenmesi: Allah (c.c.) Hz. Süleyman’ı (a.s.) denemeden geçirmişti. Kur’an’ın ifadesine göre, tahtının üzerine bir ceset bırakılmıştı. Bu belki de yönetim gücünün zayıflamasıydı. Tekrar eski durumuna kavuşunca; “Rabbim, beni bağışla...” diye duâ etmişti.1107 Hz. İbrâhim (a.s.) birtakım kelimelerle denenmişti ve o da onları bir bir başarıyla tamamlamıştı. Bunun üzerine Allah (c.c.) onu bütün insanlığa imam (önder) yapmıştı.1108 Hz. Mûsâ (a.s.) da denemeye tâbi tutulan elçilerdendir. Allah (c.c.) onun için şöyle diyor: “... O zaman da seni tasadan kurtarmış ve seni (bazı sıkıntılarla) iyice denemiştik...”1109 Şeytanın peygamberlerin dâvetlerine ve hedeflerine gölge düşürme çabası da onlar için bir iman sınavıdır. 1110
Müslümanların Denenmesi: Müslümanlar için sadece iman etmek yeterli değildir. İmanın kökleşmesi ve sağlamlaşması için mü’minler çeşitli denemelerden geçirilirler.1111 Allah (c.c.) müslümanları, içlerinde kim kendi yolunda cihad ediyor, bu yolda kim sabrediyor, ortaya çıksın diye, onları dener. 1112
1098] 9/Tevbe, 49; 24/Nûr, 63
1099] 4 Nisa/101
1100] 25/Furkan, 20; 6/En’âm, 53
1101] 7/A’râf, 27
1102] 22/Hacc, 53
1103] 68/Kalem, 6
1104] 17/İsrâ, 73
1105] 57/Hadid, 14
1106] 6/En’âm, 23
1107] 38/Sâd, 34-35
1108] 2/Bakara, 124
1109] 20/Tâhâ, 40
1110] 22/Hacc, 52-53
1111] 29/Ankebût, 2-3
1112] 47/Muhammed, 31. Benzer âyetler için Bk. 8/Enfâl, 17; 3/Âl-i İmrân, 152, 154; 33/Ahzâb, 11
- 274 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Hz. Mûsâ, kendisi Tûr dağında iken kavminin altın buzağıya tapması üzerine onların içerisinden Allah’tan af dilemek üzere yetmiş kişi seçmişti. Onlarda gördüğü tereddüt üzerine Allah’a duâ etti ve bu olayın kendileri hakkında bir imtihan (deneme) olduğunu söyledi. 1113
Ayrıca inkâr edenlerin müslümanlara karşı tavırları bir fitnedir. Böylece müslümanların İslâm’a bağlılıkları denenmiş olur.1114 Mü’minlere yapılan bu azap ve işkence onları dinlerinden döndürmeye yöneliktir. Mü’min böyle bir azapla imtihan edilebilir. Mü’min, tıpkı madenin fitne/deneme kazanında kaynatılması gibi, azapla karşı karşıya getirilir. Böylece samimi müslümanla gevşek müslüman ortaya çıkar. Bu konuda Kur’an şöyle buyuruyor: “İnsanlardan öylesi vardır ki, ‘Allah’a iman ettik’ der; fakat Allah uğruna eziyet gördüğü zaman, insanların (kendisine yönelttikleri işkence ve) fitnesini Allah’ın azabıyla bir tutar. Ama Rabbinden ‘bir yardım ve zafer’ gelirse, andolsun; ‘biz gerçekten sizlerle birlikteydik’ demektedirler. Oysa Allah, âlemlerin sînelerinde olanı daha iyi bilen değil midir?”1115 Allah’ın azâbı şüphesiz insanlardan gelecek fitnelerden daha büyüktür. Mü’minler sürekli bir biçimde bu tür fitnelerle karşılaşacaktır. Bu denemeyi başaranlar, yani imanlarında samimi olanlar sonsuz mükâfatı kazanacaktır. Kur’an, mü’minlerin bu şekilde denemeye tâbi tutulduklarını haber veriyor. 1116
İnsanların ve Toplulukların Denenmesi: Bazı kavimlere elçiler gönderilmesi onlar için ilâhî imtihan sebebidir. Meselâ, Sâlih (a.s.), kendisini ve mü’minleri uğursuzlukla suçlayan Semud kavmine; “...Uğursuzluğunuz (un sebebi), Allah katında (bulunan takdiri)dir. (Kötü amel işleyene o uğursuzluğu takdir etmiştir.) Doğrusu siz (çeşitli olaylarla) imtihan edilen bir topluluksunuz.”1117 Ayrıca Hz. Sâlih’in kavmi Semud’a bir dişi devenin verilmesi onlar için bir deneme idi. 1118
Allah (c.c.), Peygamberimiz’e Mekke hayatında gösterdiği bir rüyası ve “Kur’an’da lânet edilmiş ağaç” ile insanları denemişti.1119 Kimilerine göre Peygamberimiz’in buradaki rüyasından maksat O’nun gördüğü herhangi bir düş değil; Mirac olayıdır. Çünkü âyette geçen “rü’yâ” kelimesi Arapça’da görmeyi ifade eder. Sıradan bir rüyayı herkes görebilir. Rüyaların da olağanüstü bir tarafı yoktur. Peygamberimiz’e gösterilen, ya da O’nun gördüğü şey Mirac yolculuğu ve karşılaştığı olağanüstü durumlardır. Bu olay insanlar için bir deneme aracı olmuştu. Peygamberimiz (s.a.s.) Mirac olayını anlatınca müşrikler O’nunla alay ettikleri gibi, bazı zayıf imanlı müslümanlar da O’nu terketmişlerdi. Gerçekten iman edenlerin imanı ise bu denemeden sonra bir kat daha kuvvetlenmişti. 1120
Kimileri, Peygamberimize gösterilen bu rüya; kâfirlerin Peygamberimiz ve müslümanlar karşısında mutlaka yenilecekleri anlamına gelebilir demişlerdir. Peygamberimiz (s.a.s.) henüz Mekke’de müslümanlar çok zayıf iken İslâm’ın gâlip geleceğini, kâfirlerin mağlup ve zelil olacaklarını haber verdiği zaman
1113] 7/A’râf, 154-156
1114] 25/Furkan, 207; 60/Mümtehine, 5
1115] 29/Ankebût, 10
1116] 29/Ankebût, 2-3; 2/Bakara, 214
1117] 27/Neml, 47
1118] 54/Kamer, 27-29
1119] 17/İsrâ, 6
1120] Muh. İbn Kesir, 2/386; Beydavî, 1/575; Fî Zılâli’l-Kur’an, 4/2237; Elmalılı, 5/309; Y. K. Çağdaş Tefsiri, 5/230
FİTNE
- 275 -
müşrikler O’nu alaya aldılar, zayıf imanlılar böyle bir müjdeye inanmadılar. Ancak gerçek mü’minler Peygamber’in bu vaadine kesin kanaat ettiler. Böyle bir olay o toplum için bir deneme idi. 1121
“Kur’an’da lânet edilmiş ağaç” da bir imtihan aracı yapıldı. Bu ağaç, Buhârî ve Müslim’de geçen bir hadise göre zakkum ağacıdır.1122 Cehennem’de yaratılmış olan bu ağaç, oradaki azâbı simgeler. Orada azap görenin yiyeceği odur. Allah (c.c.) bununla inkârcıları korkutmakta ve onları Cehennem’den sakındırmaktadır. Kur’an’da üç âyette geçmektedir.1123 (Zakkum, bir ağaç cinsidir. Arabistan’ın Tihâme bölgesinde yetişir. Tadı çok acı, kokusu da çok kötüdür. Dallarını koparan kimsenin ellerine ve bedenine ağaçtan çıkan sıvı bulaştığı takdirde, o kimse bir çeşit deri hastalığına yakalanır. 1124
Nimet veya Külfetle Deneme: Fitne, gerçek olanı sahte olandan, iyi olanı kötü olandan, kirliyi temiz olandan ayırmak olduğuna göre, hayatın akışında olumlu ve olumsuz tarafıyla ortaya çıkabilir. Kur’an’ın işaret ettiği gibi insan bazen risk taşıyan, mal, mülk, evlât ve sağlık gibi nimetlerle, bazen de yokluk, hastalık, şeytan ve düşman saldırısı gibi şeylerle denemeye uğratılır. Bu bakımdan çekilen zorluk, mal, zulüm, kadın, çocuk, saptırma, azap, silâhlı çatışma, kalbe gelen vesvese gibi şeylerin hepsi de fitnedir. Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Onlardan bazı zümrelere, kendilerini denemek (fitneye uğratmak) için verdiğimiz dünya hayatının süsüne gözlerini dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir.” 1125
Kur’an, insanın imandaki samimiyetini denemek için hayır ve şer ile imtihan olunduğunu haber veriyor. 1126 İnsan, hayatın geçici güzellikleriyle de sınava çekilir.1127 Mal ve evlât, insan için bir fitnedir, deneme aracıdır.1128 Bol rızık ve verilen nimetler birer fitne olduğu gibi,1129 başa gelen üzüntü ve kederler,1130 belâ ve musîbetler de birer fitnedir.1131 İnsanlardan bazılarına Allah’tan gelen rızık, iman ve mağfiret gibi iyiliklerin sebebini bilmek mümkün olmayabilir. Allah (c.c.) bu şekilde insanları birbiriyle deniyor ve şükredenlerin belli olmasını istiyor. 1132
Dinde ikiyüzlü davranan münâfıklar, çeşitli olaylarla, ibret almaları ve hatalarını terk etmeleri için sürekli denenirler. Ancak onlar çoğu zaman bu fitnenin (denemenin) farkında olmazlar.1133 Allah (c.c.) doğru yola giren kimseler için rızkı bollaştırır. Bunun sebebi de, onların şükredip şükretmeyeceklerini, takvâ sahibi olup olmayacaklarını denemektir. 1134
1121] Keşşâf, 2/648; Y. K. Çağdaş Tefsiri, 5/230
1122] nak. Muh. İbn Kesir, 2/386
1123] 37/Saffât, 62-67; 44/Dûhan, 42-46; 56/Vâkıa, 51-54
1124] Tefhimu’l Kur’an, 5/21
1125] 20/Tâhâ, 131
1126] 21/Enbiyâ, 35
1127] 20/Tâhâ, 131
1128] 8/Enfâl, 28; 64/Teğâbün, 15
1129] 39/Zümer, 49
1130] 20/Tâhâ, 40
1131] 9/Tevbe, 126; 22/Hacc, 11
1132] 6/En’âm, 53
1133] 9/Tevbe, 126
1134] 72/Cinn, 16-17
- 276 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Sabır ve Sebat Fitnesi: Kur’an şöyle buyuruyor: “(Ey Muhammed) Biz senden önce de yiyip içen, çarşıda pazarda dolaşan (ölümlü) insanların dışında kimseyi elçi olarak göndermedik. (Böyle yaparak ey insanlar), kiminizi kiminiz için fitne/sınama vesilesi kıldık (ki), sabredecek misiniz? (Bunu kendiniz de göresiniz; yoksa) Allah zaten her şeyi olduğu gibi görmektedir.” 1135 Bu âyet; yalnızca peygamberlerin değil; her insanın toplumsal varlığı ile diğer kimseler için, onların ahlâkî tercih ve kavrayışlarının ortaya çıkmasını sağlayan bir deneme aracı olduğuna işaret etmektedir. Buna göre âyete şu anlamı vermek yanlış olmayacaktır: “Sizin hepinizi birbiriniz için bir imtihan vesilesi kıldık.” 1136
Hayat, tekâmül yolunda ilerlemek ise, fitnelerin peş peşe sıralanması doğaldır. Her toplum bir başkası için, her insan bir başka kimse için, onun durumunun ve tercihlerinin ortaya çıkması açısından bir fitne aracı olabilir.
Şeytana Nisbetle Fitne: Allah’ın (c.c.) “Âdem’e secde edin...” emrine karşı gelerek lânetlenen ve ilâhî rahmetten kovulan iblis (şeytan) insanlar ve toplum için en önemli kötülük odağıdır. İblis, insanları saptırmak ve kendi tuzağına düşürmek için Rabbimizden izin istemiş ve bu izni almıştır.1137 O, insanları şaşırtarak, kandırarak, kendi yoluna dâvet ederek onları olumsuz anlamdaki fitneye düşürebilir. “Ey Âdemoğulları, şeytan, ana-babanızı, çirkin yerlerini onlara göstermek için elbiselerini soyarak Cennetten çıkardığı gibi, sizi de şaşırtıp bir fitneye düşürmesin. Çünkü o ve kabîlesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Biz şeytanları, inkâr edenlerin velîsi (dostu) yaptık.”1138 Şeytan, peygamberlerin arzularına bile vesvese vermeye ve onları fitneye düşürmeye çalışmaktan geri durmamıştır. 1139
İnsanlara Nisbetle Fitne: Fitne odaklarından birisi de bizzat insanın kendisidir. İnsanın sebep olduğu fitne genel anlamda olumsuzdur ve daha çok inkârcıların, kalbinde eğrilik olanların ve münâfıkların bir özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır.
1- Münâfıkların Fitnesi: Münâfıklar fitne çıkarmaktan hoşlanırlar. Tutum ve davranışlarıyla fitneye sebep olurlar. Fitne olan şeylere çağrıldıkları zaman koşarak ve isteyerek giderler.1140 Bundan dolayı onlar Allah’ın kalplerini arıtmak istemediği kimselerdendir. Allah (c.c.) onların fitneye düşmelerini ister.1141 Münâfıklar müslümanların arasında yaşadıkları halde gerektiği zaman, -tıpkı Peygamber döneminde olduğu gibi- Allah yolunda cihada katılmak istemezler. Mecbûren katılsalar bile müslümanların arasına fitne sokup onları Allah yolunda çalışmaktan soğutmaya çaba gösterirler. Böyleleri Peygamberimiz’e şöyle dediler: “...Bana izin ver, beni fitneye (zor bir denemeye) düşürme...” Kur’an onlara; “...İyi bilin ki, onlar zaten fitneye düşmüşlerdir. Cehennem de kâfirleri kuşatacaktır.” şeklinde cevap vermektedir. 1142
1135] 25/Furkan, 20
1136] Kur’an Mesajı, 2/730
1137] 7/A’râf, 14-17; 17/İsrâ, 62
1138] 7/A’râf, 27
1139] 22/Hacc, 52-54
1140] 4/Nisâ, 91; 33/Ahzâb, 14
1141] 5/Mâide, 41
1142] 9/Tevbe, 48-49
FİTNE
- 277 -
Münâfıklar, hem kendileri fitneye düşerler, hem de başkalarını, özellikle de müslümanları fitneye düşürmeye çalışırlar. “İnsanlardan bazıları; ‘Biz de Allah’a inanıyoruz’ dedikleri halde kendilerine Allah uğrunda bir sıkıntı geldiği zaman, insanlardan gelen bu fitneyi (sıkıntı ve belâyı) Allah’ın azâbı gibi zannederler. Ancak müslümanlar bir nimete, dünyalık bir rahata kavuştukları zaman da ‘biz de sizinle beraberiz’ demekten utanmazlar. Şüphesiz ki Allah (c.c.) imanda samimi olanları da ikiyüzlü davrananları da çok iyi bilir.”1143 Aynı insanlar âhiret hayatında mü’minlere; “Biz sizinle beraber değil miydik?” diyecekler. Mü’minler onlara şöyle cevap verecekler: “...Evet, ama siz kendinizi fitneye düşürdünüz (aldattınız), beklediniz (hemen tevbe etmediniz), kuruntular sizi aldattı...”1144 Kalplerinde eğrilik bulunanlar, müslümanları şüphe ve fitneye düşürmek için Kur’an’daki “müteşâbih” âyetleri kafalarına göre yorumlarlar. 1145
2- Kâfirlerin/İnkârcıların Fitnesi: Hz. İbrâhim (a.s.) şöyle duâ etmişti: “Ey Rabbimiz! Bizi hakikati inkâr edenler için kötülük teşvikçisi/sebebi, fitne (bir oyun ve eğlence aracı) yapma. Ve günahlarımızı bağışla, ey Rabbimiz, çünkü Sensin tek kudret ve hikmet sahibi.” 1146 İnkârcılar ve tapmakta oldukları yalancı tanrılar, Cehennemi hak etmiş olanlardan başkasını fitneye düşüremezler, ayartıp kandıramazlar. 1147
Kâfirler bazen müslümanları savaş, saldırı ve benzer şekillerde fitneye/denemeye, sıkıntıya düşürüp, onların korku namazı kılmalarına sebep olabilirler.1148 Hz. Mûsâ’nın kavmi, Firavunun ve mele’sinin, yani ileri gelen seçkinlerin kendilerini bir fitneye düşürmelerinden, fenalık yapmalarından korktukları için iman etmekte tereddüt ettiler. Onların içlerinden pek azı hariç Firavunu desteklemeye devam ettiler. 1149
Bugün de bu gerçek değişmemiştir. İnsanlardan pek çoğu ya İslâm’a gönül vermek, ya da İslâm’ı hakkıyla günlük hayatında yaşamak istemektedir. Ancak çağdaş Firavunların, Firavun düzenlerinin, bu düzenleri sürdüren mele’ takımının fitnelerinden, sıkıntı vermelerinden, haklarını ellerinden almalarından, kötü damga vurmalarından korkmaktadırlar. 1150
Kur’an’da Fitne Sayılan Davranışlar
1- Küfür-Şirk: Kur’an, “Fitne katl’den/öldürmekten daha büyük suçtur.”1151 demektedir. İslâm’a inanmayanların, müslümanların inancına yönelik saldırıları şüphesiz fitnedir ve savaştan daha tehlikelidir. Küfrün hâkimiyeti; iman, Allah’a kulluk, adâlet, huzur ve saâdet için engeldir. Mü’minler, inkârcıların bu çabalarına karşı topluca mücâdele vermek zorundadırlar. Burada “fitne” kavramı kişisel sıkıntıya işaret etmekten çıkmakta ve bir iman mücâdelesinin sebebi haline gelmektedir. “Mü’min erkekleri ve mü’min kadınları fitneye (azâba) uğratıp, sonra
1143] 29/Ankebût, 10-11
1144] 57/Hadîd, 14
1145] 3/Âl-i İmrân, 7
1146] 60/Mümtehıne, 5
1147] 37/Saffât, 161-163
1148] 4/Nisâ, 101
1149] 10/Yûnus, 83
1150] Hüseyin K. Ece, a.g.e. s, 207-212
1151] 2/Bakara, 191, 217
- 278 -
KUR’AN KAVRAMLARI
da tevbe etmeyenler; onlar için Cehennem azâbı vardır ve onlar için ateş azâbı vardır.” 1152
Müşriklerin, müslümanları kendi bâtıl dinlerine döndürmek için yaptıkları faâliyetler, münâfıkların ikiyüzlü davranışları fitneden başka bir şey değildir.1153 Kur’an, tevhidden sapmayı, şirke ve küfre düşmeyi fitne kabul etmektedir ve bunu katl’den (savaştan) daha kötü saymaktadır.1154 Müslüman toplumları bozan, onları saptıran, onları günaha sürükleyen, insanlar arasında kanlı savaşların çıkmasına sebep olan şey fitnedir. Bu nedenle Kur’an mü’minlere Din yalnızca Allah’ın oluncaya ve fitne yeryüzünden kalkıncaya kadar fitneye sebep olan şirkle ve müşriklerle mücâdele etmeyi emrediyor.1155 Müşriklerin ve şeytanın adımlarını izleyenlerin çıkardığı fitneler devam ettiği müddetçe dünyada huzurun ve rahatın olması mümkün değildir. Eğer mü’minler kötülük odaklarıyla mücâdele etmeyi bırakırlarsa, yeryüzünde büyük fitne olur, kaos ve bozgun giderek fazlalaşır. 1156
“Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya (Allah için tatbik edilinceye) kadar onlarla savaşın.”1157 Burada fitne, Allah yoluna tâbi olmak için gerekli olan özgürlük ve güven gibi şartlara sahip olunamayan bir toplum durumunu anlatmaktadır. Bu nedenle, müslümanlara, bu durumu düzeltmeleri, tekrar Allah yolunda, barış ve özgürlüğü sağlamaları için savaşa devam etmeleri emredilmektedir. İnsanın insana hükmettiği ve Allah yoluna tâbi olmanın imkânsız olduğu bir toplumda, fitne hüküm sürüyor demektir. İslâm’ın savaşmaktan amacı, “fitne”yi ortadan kaldırmak ve insanları İlâhî çağrıya uygun bir şekilde sadece Allah’a kul olarak yaşayabilmeleri için, Allah’ın hükmünü hâkim kılmaktır. Âyetin devamında; “Fitne çıkarmaktan vazgeçerlerse zâlimler ve aşırılar hâriç hiç kimseye düşmanlık ve saldırı yoktur.”1158 buyrulur. Böylece savaşmanın, sadece hakkı elde etmek ve Allah’a teslimiyete giden yolu açmak için olabileceği vurgusu yapılmıştır. Hak elde edilince, savaşa devam etmek ise yine fitneye düşmek anlamına gelir.
Allah’ın hâkimiyeti/egemenliği, “fitne”nin karşıtı anlamındadır. Din ise, Allah’ın egemenliği demektir. Kur’an, “din”i bu anlamda kullanmıştır. Allah’ın egemen olmadığı toplumda, hem pek çok insan düşüncesi ve ideolojisi, karşı karşıya gelecek ve hem de beşerî ihtiraslar hayatî önem taşıyan temel unsurlara egemen olacaktır. Bu ise, topluma çelişkiyi yaşatmak demektir. Dikkat edilirse, “fitne, yeryüzünde kalmayıncaya kadar” ifadesi ağırlık kazanmıştır. Bu hedef, insanın görüş, düşünüş, duyuş, etkileyiş ve etkileniş alanının yer küresini kuşatıcı ve evrensel nitelikli olması gerektiğini belirliyor. Dar; kabile, ırk, ulus, ülke ve toplum gibi sınırlı bir hedef gözetilmemiştir. Herhangi bir toplum içerisindeki bunalımın yok edilmesi anlamından daha geniş ve daha engin bir yön çizilmiştir. Allah’ın egemenliğini yeryüzünün tüm alanlarında gerçekleştirmek, yani tevhidin zıddı olan şirk ve küfrün egemenliğini ortadan kaldırmaktır asıl ve nihâî hedef. Yer küresi büyüklüğünde gösterilen bu hedefi oluşturan unsur, ilk ve en
1152] 85/Bürûc, 10
1153] 9/Tevbe, 47-48
1154] 2/Bakara, 191
1155] 2/Bakara, 193
1156] 8/Enfâl, 73
1157] 2/Bakara, 193
1158] 2/Bakara, 193
FİTNE
- 279 -
doğru anlamı ile küfür fitnesi ise de, bugün; küfür veya küfrün hizmetçileri durumunda bulunan siyasî hareketler ve yönetimler de, bu âyette kullanılan “yeryüzünden kaldırılması gereken fitne” kavramının içerisinde yer alır. Bu âyet, ayrıca, insanın sorumluluk alanını ilân etmiştir. Bu âyetteki evrenseli kuşatıcı savaş emri, ilâhî çağrıyı bütün unsurları ile ilke edinmiş bir devlet mantığını gündeme getiriyor. Fitnecilere karşı fitneyi ortadan kaldırmak için fitneden arınmış, ilâhî hâkimiyete hizmete dayalı bir devlet mantığı... Kendi iç problemlerini halledememiş bir toplum, iç mantığını ve yapısını kaostan sisteme, bayağılıktan yüceliğe, bunalımdan huzur ve nizama, çelişki ve sürtüşmeden vahdete dönüştürememiş hiç bir toplum, bozgunculuğun ve fitnenin önüne asla geçemez. Bu sebepledir ki, İslâmî devlet anlayış ve gayreti, savaştan önce gelir.
Yeryüzünden fitnenin kalkması için, önce içimizdeki fitneyi kaldırmak, sonra dalgayı genişleterek çevredeki ve giderek toplumdaki fitnelerle mücâdele etmek gerekmektedir. Bütün bu fitnelerin sebep ve sonucu olarak, kopmaz bir bağla bağlı bulundukları büyük fitne odağının İslâm dışı düzen ve dünya görüşleri fitnesi olduğunu, onunla nihâî hesaplaşma olmadan çevremizi saran fitnelerden kurtulamayacağımızı bilmek, sivrisineklerle tek tek mücâdele yerine bataklıkla mücâdele ne ise, tâğûtî düzen ve ideolojilerle mücâdelenin de o demek olduğunu unutmamak zorundayız.
2- Allah’ın Hükümlerinden Yüz Çevirme: Allah (c.c.) insanların uymaları için birtakım hükümler, ilkeler ve kurallar koymuştur. Bu hükümlere uymamak, onlardan yüz çevirmek fitnedir. “O halde geçmiş vahyin mensupları arasında Allah’ın indirdiğine göre hükmet ve onların mesnetsiz görüşlerine uyma ve onlardan sakın ki Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından seni uzaklaştırmasınlar (fitneye düşürmesinler)...”1159 �Peygamber de dâhil, insanların Allah’ın hükmünden uzaklaştırılmaya çalışılması da bir fitne çabasıdır. 1160
3- İşkence ve Zulüm: Kur’an; baskı, zulüm, işkence, eziyet ve benzerlerini fitne olarak niteliyor. Meselâ, Mekke döneminde Hicret etmeye mecbur kalan müslümanlara yapılan zulüm, işkence ve baskılar fitnedir.1161 Kimileri de Allah’ın azâbını insanlardan gelebilecek fitneye (eziyet ve sıkıntıya) eş tutarlar. Hâlbuki bu ikisi arasında benzerlik bile yoktur.1162 Aziz ve Hamîd olan Allah’a inanmış ve O’nun hükümlerine uygun olarak yaşayan, ya da yaşama çabasında olan mü’minlere eziyet edenler, onlara baskı uygulayanlar, ya da onları dinlerinden döndürmeye çalışanlar (onları fitneye düşürmek isteyenler); tıpkı Ashâb-ı Uhdûdu ateşe atıp işkenceyi seyredenler gibi Cehennemlik olurlar. “İman etmiş erkek ve kadınlara fitne yoluyla işkence edip sonra yaptıklarına tevbe etmeyenler var ya, şüphesiz onlar için cehennem azâbı vardır. Yakıp kavuran azap da onlaradır.”1163 Âyet-i kerîmede “Uhdûd ashâbı”nı'n mü’minlere yapılan işkence anlatılmaktadır. Hangi dönem ve hangi toplum olursa olsun, haksız yere gördükleri zulüm ve işkencenin varlığını bildikleri halde sabretmeleri ile bir nevi işkence fitnesini mağlûp etmişlerdir. Bu olay, sonra gelenlere ve gelecek olanlara sabır ve sebat hususunda verilen en güzel ibrettir.
1159] 5/Mâide, 49
1160] 17/İsrâ, 73-74
1161] 16/Nahl, 110
1162] 29/Ankebût, 10
1163] 85/Bürûc, 10
- 280 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın; ancak aşırı gitmeyin. Elbette Allah, aşırı gidenleri (haddi aşanları) sevmez. Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, adam öldürmekten daha beterdir...”1164 Bu âyette kullanıldığı şekliyle, Arapça “fitne” kelimesinin tam karşılığı; “şiddete başvurarak bir fikri bastırmak ve ortadan kaldırmaktır.” Bu âyette, o gün yaygın olanlara ters düşen inanç ve teorileri savunan kişi veya grupları baskı ve şiddetle cezalandırmanın çok kötü bir hareket olduğu ve toplumdaki durumu düzeltmeye yarayan, fikir ve teorileri yayan ve savunan kimseleri işkence ve kaba kuvvetle bundan vazgeçirmeye çalışmanın zulüm olduğu anlatılmaktadır. Kan dökmek, çok kötü bir davranış olmasına rağmen, insanları, kendi inanç ve ilkelerine bağlayan değerler nedeniyle bastırıp ezmek ve onları baskı gruplarının inançlarını benimsemeye zorlamak bundan daha kötüdür. Bu nedenle, tartışıp anlaşmak ve insanların haklarına saygı göstermek yerine, vahşi gücü seçen bu insanlara karşı zor kullanmak helâldir ve haklı sebebe dayanmaktadır.
İnsan, hürriyetiyle, özgür düşüncesiyle vardır. Düşünme yeteneğini yitirmiş veya bu kabiliyetini kullanma fırsatı bulamamış insanlar, zaten insanî ve İslâmî sorumluluk altında değildirler. Bir nevi köle veya savaş esiri durumundadırlar. Kendi varlığının farkında olmak demek olan özgür inanç ve düşünce yeteneği, insanın zorunlu doğal mecrâsında yürümesini gerekli kılar. Bu tabiî akışını zorla engellemeye kalkışmak, teneffüs ettiğimiz havayı zehirlemek, hayat kaynağı olan suyu, toprağı elinden almak ve ona hayat hakkı tanımamaktır. Bu şartlar altında hayat hakkını kullanabilmesi için savaşması da kendi varlığı gibi doğaldır. Bu âyet, modern asrın câhil ideolojilerine ve bu hayat görüşlerinin toplumsal bakış açılarına da sert bir eleştiri getirmiş oluyor. Bütün ilericilik ve çağdaşlık yaftalarını tekellerine alıp bunları kullanmalarına rağmen çağın beşerî ilke ve düzenleri, kendi mantığına aykırı düşen hiçbir fikrî canlılığa hayat hakkı tanımıyor. İşte, bazen işkence, bazen öldürme, fâili meçhul, katliâm ve bazen de insanî haklarını elinden alma tehdidi ile insanları inançlarından çevirme girişimlerini, Kur’an “fitne” olarak değerlendiriyor. İnsanın en doğal hakkını gasbetmeye çalışanlara karşı savaş açmasını, gerekirse onları öldürmesini emrediyor. Çünkü insandaki en saygı değer yetenek, özgür düşünme kabiliyetidir. Bu yeteneği imhâ etmek, insan fıtratını imhâ etmektir; insanın var oluş gâyesini ifsâd etmektir.
4- Saptırmak, Yoldan Çıkarmak, Tuzak: “Ey Âdemoğulları, ana ve babanızı onların çirkin yerlerini göstermek için onların örtülerini çekip atarak cennetten çıkardığı gibi sizi de şeytan, bir fitneye düşürmesin. Sizin şeytanı ve adamlarını göremeyeceğiniz yerlerden onlar sizi görürler. Biz şeytanları inanmayanlara dost yaptık...”1165 Bu âyetler, Hz. Âdem’in kıssasından Âdemoğullarına alınması gereken ibreti ve dersi öğütlemektedir. Şeytanın ve şeytana tâbi olan dinsizlerin ne kadar kötü hareketlerde, iddialarda bulunduklarını teşhir etmektedir. Bu çağrı, Allah’ın evini çıplak tavaf etmelerinin ve atalarının yapageldikleri şeylerin Allah’ın emri ve hükmü olduğunu ileri sürmeleri konusundaki câhiliyye geleneklerine ilişkin bir uyarıdır.
Bu âyette, birinci çağrı; Âdemoğullarına ana babalarının yaşadığı sahneyi ve ayıp yerlerini örten iç elbisesi ile insanı güzelleştiren dış elbiseyi ve en hayırlı
1164] 2/Bakara, 190-191
1165] 7/A’râf, 27
FİTNE
- 281 -
giysi olan takvâyı1166 insana göndermedeki Yüce Allah’ın nimetini hatırlatma amacına yöneliktir. İkinci çağrı ise; genelde tüm insanlara ilk günlerinde İslâm’ın karşılaştığı müşriklere yönelik, şeytana teslim olmamalarına ilişkin bir sakındırma mâhiyetindedir. Hayatları için seçtikleri sistem, yasa ve gelenekler noktasında ona uyup fitneye kapılmamaları için bir uyarıdır. Nitekim şeytan, daha evvel ana babalarının cennetten çıkarılmalarına sebep olmuş, avret yerlerini göstermek için elbiselerini çıkarıp çıplak bırakmıştı. Dolayısıyla eski ve yeni câhiliyye toplumlarının karakteristik özelliği olan çıplaklık ve açık saçıklık, şeytanın saptırması sonucu işlenen eylemlerden biridir. Bu, insanla düşmanı arasında süren savaşın bir cephesidir. O halde Âdemoğulları kendilerini tuzağa düşürmek için başta şeytan ve şeytanî modalar olmak üzere düşmanlarına fırsat vermemelidir.
Yüce Allah, sakındırmayı artırmak, korunma duygusunu ön planda tutmak için onlara, şeytan ve yardımcılarının kendilerinin göremeyeceği yerlerden onları görebildiklerini haber vermektedir. O halde şeytan, gizli yöntemleri ile onları tuzağa düşürme açısından hayli güçlüdür. Dolayısıyla kendilerini saptırmaması için çok ihtiyatlı olmaya, fazlaca uyanık bulunmaya ve sürekli hazırlıklı olmaya ihtiyaçları vardır. Şeytanı, inanmayanlara dost yapması, gizli düşmanlıkta bulunan tehlikeli dost anlamındadır. Şeytan, bir nevi dost görünüp felâkete sürükleyen gizli ajan niteliği taşıyor. Bu durumda tehlikeli dost, kişiyi boyunduruğu altına alarak istediği yöne sürükleme fırsatını yakalamış olacaktır.
“(Müşrikler) Az daha, seni, sana vahyettiğimizden saptıracak ve ondan başka bir şeyi yalan yere Bize isnad etmen için neredeyse fitneye düşüreceklerdi. Ancak o takdirde seni candan dost kabul edinirlerdi.”1167 Bu âyetin, dinde bazı tâvizler isteyen müşrikler hakkında indiği rivâyet edilir. Demek ki kâfirler müslüman olmak için Hz. Peygamber’den bazı tâvizler istemişlerdi. Peygamber de onları İslâm’a çekebilmek için bu isteklerine kalben biraz meyletmişti. Bu âyet, onu tâviz vermekten men etti. Çünkü hakta tâviz olmaz; hak eğriltilemez; hakka bâtılı karıştırmak, hakkı hak olmaktan çıkarır. Tâviz de daha başka tâvizleri doğurur. Tevhidden ve ilâhî esaslardan tâviz vermeye kimsenin hakkı yoktur.
Aynı düşünceler, aynı tehlikeli saptırma mantığı, bugün de değişik boyutlarda mevcut. Kâfirlere şirin gözükmek için Allah’ın hor gördüklerine hoşgörü dağıtmak; müslümanları şiddetle eleştirdiği halde, tâğut ve zâlimlere en küçük tavır takınmadan kâfirce yaşayış içindekilerin beğenisini kazanacak şekilde dini tâvizlere boyayarak sunmak. Müslüman olmak, ama sosyal demokratlıktan da vazgeçmemek. Müslüman olmak, ama laikliği de kutsamak ve onu tartışma dışı bırakmak. Dini benimsemek fakat demokrasi tellallığı ve câhiliyye anlayışları ile telif şartıyla...
Bu tür fitnelerin, kişi ve toplum üzerinde büyük bir tesir meydana getireceğini bildiği için Allah, Peygamberimiz’i özel korumasına aldığını ifade ediyor. “Eğer Biz seni sebatkâr kılıp sağlamlaştırmasaydık, onlara birazcık meyledecektin. O takdirde sana hayatın da ölümün de sıkıntılarını kat kat taddırırdık; Sonra Bize karşı kendin için bir yardımcı da bulamazdın.” 1168
1166] 7/A’râf, 26
1167] 17/İsrâ, 73
1168] 17/İsrâ, 74-75
- 282 -
KUR’AN KAVRAMLARI
5- Belâ ve Sınama: Fitne aynı zamanda deneme, belâ ve sıkıntı anlamına da gelir. İnsanlardan bazıları gerçek bir şekilde değil de, iman-küfür sınırındaymışçasına ibâdet eder. Kendisine Allah’tan bir ‘hayr’ dokundumu, bununla sevinir. Ancak, başına hikmetin gereği bir fitne (belâ veya deneme) geldiği zaman yüz üstü döner gider. Böyleleri dünyayı da âhireti de kaybederler. 1169
Peygamber’in dâveti sıradan bir insanın dâveti gibi değildir. Onun dâvetine uymazlık edilemez, emrine karşı gelinemez: “...Rasûl’ün emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir belânın (fitnenin) çarpmasından, yahut onlara acı bir azâbın uğramasından sakınsınlar.” 1170
“Öyle bir fitneden sakının ki, o sadece sizden zâlim olanlara isâbet etmekle kalmaz (herkese sirâyet ve tüm halkı perişan eder). Bilin ki Allah’ın azâbı şiddetlidir.”1171 Fitne, imtihan, ya da belâ... İçindeki bir grubun ne şekilde olursa olsun, zulüm işlemesine hoşgörü ile bakan, zâlimlerin karşısına dikilmeyen, bozguncuların yoluna engel olmayan bir toplum, zâlimlerin ve bozguncuların cezasını hak eden bir toplumdur. Zulüm, bozgunculuk ve kötülük yaygınlık kazanırken, insanların hiçbir şey yapmadan yerlerinde oturmalarını İslâm asla hoş görmez. Zira İslâm, birtakım pratik yükümlülükler gerektiren bir hayat sistemidir. Kaldı ki, Allah’ın dinine uyulmadığını ve Allah’ın ilâhlığının rededilip yerine kulların tanrılığının yerleştirildiğini gördüklerinde müslümanların sessiz kalmaları, bununla beraber Allah’ın, onları belâdan kurtarmasını istemeleri, sünnetullaha ters bir arzu ve kabul olmayacak bir tavırdır.
Toplumsal düzensizlik başlı başına bir fitne olmasına rağmen, adâlet mekanizmasının çalışmaması, infaz kılıcının suçluların boynuna değil de; mazlumların ve güçsüzlerin boynuna indirilmesi ve bu toplumsal aldatmacanın ilke halini alması durumunda, Allah’ın kılıcı infaz görevini üstlenir. Bu infaz, bütün toplumu hedef alır. Çünkü toplum içinde dengesizliklerin had safhalara ulaşmasına rağmen, toplumdaki şuurlu müslümanların ve aydınların bazı beşerî menfaatler nedeniyle olaylara göz yummaları, toplumsal dinamikleri harekete geçirmemeleri, zulmün egemenliğini meşrû/uygulanır kılmış olur. Bâtılın meşrû ilân edilmesi ise, toplumsal ahlâkın çökmesi demektir. Kur’an’ın geçmiş toplumlarla ilgili çarpıcı örneklerini biliyoruz. Âd kavmi, Semud, Lût ve Nuh kavmi; yere geçirilen kavimlerden sadece birkaçıdır. Bu kıssaları ibret verici bir üslûp içerisinde insanlara aktaran Kur’an, benzeri olaylarla mukayese edilerek tedbir alınmasını, aksi takdirde çok geç kalınmış olacağını ifade ediyor. Fitnenin her çeşidinin her yönden her insanı ahtapot kolları gibi sardığı günümüzde, toplumsal belâyı hak ettiğimizi ve bize verilen mühletin, son şansın tükenmek üzere olabileceğini değerlendirmemiz gerekmektedir; yarın hepimiz için çok geç olabilir.
Hz. Mûsâ (a.s.), buzağıya tapma olayından sonra kavminin arasından seçtiği yetmiş kişiyi bir sarsıntı tutunca bu olayın bir deneme (fitne) olduğunu itiraf etmişti.1172 Mûsâ (a.s.) kavminin pek çoğu Firavundan korktukları için imanını açığa vuramamışlardı. Hz. Mûsâ’nın; “...Allah’a teslim olmuşsanız O’na tevekkül edin”
1169] 22/Hacc, 11
1170] 24/Nûr, 63
1171] 8/Enfâl, 25
1172] 7/A’râf, 155
FİTNE
- 283 -
diyerek onları cesaretlendirmesi üzerine; “Ey Rabbimiz, Allah’a tevekkül ettik, Ey Rabbimiz zâlim bir milletle bizi deneme (fitneye düşürme)” dediler. 1173
Sihrin anavatanı sayılan Bâbil’e mûcize olarak gönderilen Hârut ve Mârut adlı iki melek kendilerinin bir fitne (deneme sebebi) olduklarını söylüyorlardı. 1174
6- Karışıklık ve Kargaşa: Fitne, ortalığı karıştırmak, insanları birbirine düşürmek, onları birbirine karşı kışkırtmak, aralarını açmak, kuşku uyandırmak, kargaşaya ve anlaşmazlıklara sebep olmak, ortalığı karıştırmak gibi anlamlara da gelir. Türkçede yaygın olarak bu mânâlarda kullanılır. Kur’an’da “fitne çıkarmak”, “fitne yaymak” daha çok münâfıkların özelliği olarak geçmektedir. 1175
7- İmtihan: Allah Teâlâ, cin ve insan topluluğundan hakka sırt çevirenleri kastederek şöyle buyurur: “Eğer onlar doğru yola girselerdi, kendilerine gürül gürül bol su verirdik. Böylece onları fitneden/sınavdan geçirirdik. Kim Rabbinin zikrinden yüz çevirirse, (Rabbim) onu gittikçe artan çetin bir azâba uğratır.”1176 Bu âyet-i kerimelerin insan ve cin topluluklarına verdiği mesajı üç bölümde toplayabiliriz.
a- Toplumların, Allah’a ulaştıran tek hak yolu izlemeleri ile, toplum refahı ve bu refahı sağlayan imkânlar arasında sıkı bir bağ vardır. Hangi zaman dilimi olursa olsun, suyun önemli rol üstlendiği de ayrı bir işarettir. Akla şöyle bir soru gelebilir: Şirk toplumları niçin bugün daha müreffeh ve zengin? Unutmayalım ki, müşriklerin refah ve zenginliği gerçek anlamda ve özenilecek özellikte değildir; onların ellerindeki, sadece parasal varlıktan ibârettir. Huzur, saâdet, insanî değerler, tatmin gibi gerçek nimetler içinde olmadıkları bilinen ve kendilerince de itiraf edilen bir durumdur. Maddeye sahip olmak, insanların -hangi inanca sahip olurlarsa olsunlar- çalışmaları oranında elde ettikleri kazançtır.1177 Ancak, maddeyi huzur ve güven vesilesi kılacak olan unsur, Allah’a bağlılık ve O’na itaattır. Müşriklerin sahip olduklarının, âhirette kendilerine hiçbir yararı dokunmayacağı gibi; dünyada fitneden, nice olumsuzluklara sebep olmaktan da uzak değildir. Tabii, çalışma ve Allah’a teslimiyet ölçüsü, müslümanlar için de geçerlidir; Müslüman da gerekli çalışmayı yapmadan maddî zenginliğe ulaşamaz. Huzur ve saâdetten nasip ise, her insan için, Allah’a itaati ve takvâsı nisbetindedir.
b- Âyetlerin sunduğu mesajlardan en önemlisi, maddî bolluğun fitne/sınav sebebi olarak verilmesidir. Gerçekten de insan için en zor sınav, maddesel refah ve yüksek hayat standardının oluşturduğu rehâvet ve gevşeklik ânındaki imtihandır.
c- Bu âyetlerin dile getirdiği üçüncü gerçek şudur: Servet ve refahı sebebiyle Allah’tan yüz çevirmenin karşılığı Allah’ın azâbıdır. Nimet sahibine yüz çeviren nankörlerin karşılaşacağı son; şiddeti gittikçe artan sıkıntı ve azâbtır; Bolluğun ölçüsüne göre, nankörlüğü oranında sıkıntı ve azâb. İnsanların kendi aralarında en çok nefreti ve kızgınlığı dâvet eden kişilik bozukluklarından bir tanesi,
1173] 10/Yûnus, 85; Hz. İbrâhim’in benzer bir duâsı için bk. 60/Mümtehıne, 5
1174] 2/Bakara, 102
1175] 4/Nisâ/91; 33/Ahzâb, 14; 9/Tevbe, 48-51
1176] 72/Cin, 16-17
1177] 53/Necm, 39-40
- 284 -
KUR’AN KAVRAMLARI
iyilik ve güzel muâmeleye karşı çirkince, umursamaz bir vaziyete bürünüp âdice karşılık vermek, ya da iyilik sahibini unutmaktır. Âyette Allah, aynı zamanda bu tür eylemin çirkinliğine işaret ediyor. Düşünce tutarlılıklarını, inanç sistemlerini ve sadâkatte içtenliği ya da samimiyeti ölçmenin en doğru ve en kesin şekli, imtihandır. Bu ciddî sınav, kalp yapılanmalarına netlik kazandırır. O yüzden nimetle imtihan olan kimse, nimet sahibini unutmaz ve O’na şükrederse mü’min; nankörlük ederse kâfir olur. Nankör anlamındaki kelime ile kâfir kelimesi, bu kopmaz irtibat yüzünden Kur’an’da aynı kelime kökü ile (k-f-r) ifade edilir.
“Fitneden/sınavdan geçirmek amacıyla bazılarına verdiğimiz dünya hayatına ilişkin çekici nimetlere sakın göz dikme. Rabbinin (katındaki) rızkı hem daha hayırlı, hem de daha süreklidir.”1178 Bu âyette geçen fitne/sınav tâbiriyle, insanların erdem sahibi olmalarına ve yüce ahlâka ulaşmalarına işaret edilmiştir. Şöyle ki; insan, kendisinde bulunmayan câzip şeyleri elde etmek ister. Fakat insanın elde etme arzusu asla son bulmaz. Bu sebeple kendi zaafının farkında olan insanın, sahip olamadığı mal ve eşyaya ihtirasla bakması doğru değildir. Allah’ın ihtarına kulak verip bu zaafını bilen ve eşyayı emânet ve tevâzû çizgisinde, şükür ve acziyet bilincinde değerlendirebilme yeteneğini kazanan insan için iki önemli nimet vardır. Birincisi; mutmainlik, tatmin, yani doyumluluk. Bu, insanın psikolojik huzurunu temin eden önemli olgudur. Diğeri ise; âhirete yönelik ebedî saâdettir. Birincisinde, insanlar arasında meydana gelen günlük sosyal ilişkilerin ahlâkî boyutunu görmekteyiz. İkincisinde ise, erdem sahibi insanların dünyayı aşan yüce hedeflerini...
Fahreddin Râzî’nin açıklamasına göre bu âyetin nüzûl sebebi şudur: Ebû Râfi, Allah Rasûlü’ne misafir geldiğinde yemeğe ihtiyaç hissetmişti. Bunun üzerine Rasûlullah, Ebû Râfi’yi bir yahûdiye göndererek ileride ödemek üzere bir miktar un istetir. Fakat yahûdi, rehin olmayınca un vermez. Ebû Râfi, durumu gelip Allah Rasûlü’ne anlatır. Peygamberimiz (s.a.s.) üzülerek zırhını rehin olarak gönderir. İşte bu olay üzerine bu âyet nâzil olur. Bu âyette ve bu olayda önemli ibretler vardır. Mü’minlerin yolda yürürken karşılaştıkları konforlu arabaları, lüks villaları vb. eşyaları ihtirasla, özlemle izleyerek âdeta kendilerinden geçmelerinin, gelecekteki durumları için hiç de iç açıcı olmadığını bu âyet gösterir. Dünya malı, her ne kadar ilk planda nimet olarak görünse de aslında çok zor bir imtihan aracıdır. Olayı bu yönüyle değerlendirmek gerekir. İnsanın izzetini ve haysiyetini imhâ eden şey, genellikle mal ve şehvettir. İşte bu noktada insana onur kazandıran varlık, mânevî değerler ve şükrü edâ edilen, miktarı az da olsa helâl olanlardır.
Sâlih’in (a.s.) kavmi, Hz. Sâlih ve ona iman edenlerin kendilerine bir huzursuzluk getirdiklerini düşünüyorlardı. Semud oğulları, Allah’tan af dileyip yalvarmaları gerekirken, imansızlıklarından dolayı gökten taş yağmasını ve azâb gönderilmesini istiyorlardı. Güya böylece Sâlih’in (a.s.) peygamber olmadığını ortaya çıkaracaklardı. Sâlih’i töhmet altında tutuyorlardı. Kur’an’da Allah, olayı şöyle anlatıyor: “(Semud kavmi Sâlih’e hitâben) ‘Sen ve yanındakiler bize uğursuzluk getirdiniz’ dediler. Sâlih dedi ki: ‘Sizin kısmetiniz Allah katında belirlenmiştir. Aslında siz toplum olarak fitneden/sınavdan geçiriliyorsunuz.” 1179 Semudoğulları gaybın anahtarlarının Allah’ın elinde olduğuna inanmadıkları için bazı olayları uğurlu
1178] 20/Tâhâ, 131
1179] 27/Neml, 47
FİTNE
- 285 -
veya uğursuz olarak nitelendirerek hayatlarına yön vermekte idiler. Bunlar, günümüzde de varlığını sürdüren hurâfe kalıntılarıdır. Uğursuzluk anlayışına dinde yer yoktur. Meydana gelen olumlu ya da olumsuz olaylar bazı durumlarda bir kişi için, bazı durumlarda da toplum için sınav mâhiyetindedir.
Benzeri imtihanlar, risâletin son halkası Peygamberimiz’in yaşadığı dönemde de gerçekleştirilmiştir. Bu sınavlar somut bir tarih ve toplum ismi ile zikredilmiş olsa bile, aslında bütün zamanları ve toplumları kuşatan niteliğe sahiptir. Çünkü Hz. Âdem’den kıyâmete kadar yaşayan bütün insanlarda ortak bir karakter ve mizac vardır. Allah insan nefsine/rûhuna takvâyı (sakınıp iyi olmayı) da, fücûru (kötülük duygusunu) da ilhâm etmiştir 1180. Bu, iki şekilde tezâhür eder: İman ve küfür. Birincisinde teslimiyet, istikamet, iyi ahlâk, emânet gibi özellikler; ikincisinde inkâr, inat, bozgunculuk gibi davranışlar. Bu farklılıkları Mekke toplumunda da görmekteyiz. Âyette şöyle anlatılıyor: “(Ey Muhammed,) Hani sana ‘Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır’ demiştik. Sana gösterdiğimiz o görüntüleri ve Kur’an’da lânetlenen ağacı, sırf insanlara bir fitne/sınav konusu olsun diye ortaya koyduk. Biz onları korkuturuz da, bu onlara, büyük bir azgınlıktan başka bir şey sağlamaz.”1181 Bu âyetin indiriliş sebebini İbn Abbas’tan gelen rivâyetten aktaralım. O der ki: “Allah zakkum ağacını zikrettiği zaman, onunla müşrikleri korkutmuştu. O zaman Ebû Cehil: ‘Muhammed’in sizi korkuttuğu bu zakkumun ne olduğunu biliyor musunuz?’ diye sordu. Kureyşliler: ‘Hayır, bilmiyoruz’ dediler. Ebû Cehil: ‘O hurma ve kaymaktır; Andolsun ki hurma ve kaymak bulursak zakkumlanacağız’ dedi. Bunun üzerine 44/Duhan sûresi 43 ve 44. âyetleri ile yukarıda zikredilen1182 âyet-i kerime indirildi.”
Mîrac olayında Peygamberimiz’e gösterilen zakkum ağacı -ki cehennemin meyvesidir- ve müjdelenen zafer, Mekke toplumuna anlatılınca onlar hemen alaya başlamışlardı. Hâlbuki bu olayla o toplumun inanç gerçekliği sınavdan geçiriliyordu. Nitekim âyetin sonunda belirtildiği gibi bu korkutma yoluyla imtihan, onların birçoğunun küfrünü artırmıştı. İmanın ve teslimiyetin sıhhatini belirleyecek en önemli ölçü, gaybın bilgisine olan tavırdır. İnsan, gördüğü ve işittiği, dokunduğu ve duyumsadığı herhangi bir şeye inanabilir. Bunda yücelik aranmaz; zaten iman da bu değildir. Teslimiyette ölçü; bilmediği, görmediği ve dokunamadığı fizikötesi gerçeklere inanmaya yapılan ilâhî çağrıya gösterilen tepkide açığa çıkar. “O müttakîler, ki, gayba iman ederler, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.”1183 Bütün dönemler boyunca ve bütün toplumlarda imanda ciddiyet bu yolla ölçülmüştür. Küfrün alenîliği de bu yolla güç bulmaya çalışır. İnsan idrâkinden uzakta olan meseleler ön planda tutularak küfür için sağlam ölçüler(!) elde etmeye çalışılır. Yani gaybın haberleri, iman ve küfrün fitnesi, sınavı, ayıracıdır.
İmtihan/deneme anlamında “fitne” kelimesinin kullanıldığı diğer bazı âyet mealleri: “Böylece ‘Aramızdan Allah’ın kendilerine lütuf ve ihsanda bulunduğu kimseler bunlar mı?’ demeleri için Biz onların bir kısmını diğerleri ile imtihan ettik (fetennâ). Allah şükredenleri daha iyi bilmez mi?” 1184
1180] 91/Şems, 7-8
1181] 17/İsrâ, 60
1182] 17/İsrâ, 60
1183] 2/Bakara, 3
1184] 6/En’âm, 53
- 286 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“İnsana bir zarar dokunduğu zaman Bize duâ eder. Sonra, ona Bizden bir nimet verdiğimiz vakit: ‘Bu benim bilgim sâyesinde bana verildi’ der. Hayır! O bir fitnedir/imtihandır, fakat çokları bilmiyorlar.” 1185
“(De ki:) Bilmem, belki de o azâbın ertelenmesi sizi denemek ve bir süreye kadar yaşatmak içindir.”1186 Genelde kâfirlere ve zâlimlere karşı sergilenen bu tavır, azâbı hak edecek belge ve delillerin sâbit olup çoğalması içindir. İnsanlar bunun farkına varabilseler, yani sınanıp denendiklerini anlayabilseler elbette hiçbir ipucu ve delil bırakmak istemez; yani iman ederler, zulümlerinden vazgeçerler ve sâlih amel peşinde olurlardı.
“İnsanlar, fitneden/imtihandan geçirilmeden, sadece ‘iman ettik’ demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki, Biz onlardan öncekileri de fitneden/imtihandan geçirdik. Elbette Allah, sâdıkları/doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” 1187
“İnsanlardan; ‘Allah’a iman ettik’ diyenler vardır; ama Allah uğrunda bir ezâya uğratılınca, insanların azâbını Allah’ın azâbı gibi tutarlar. Rabbinizden bir yardım gelecek olursa; andolsun ki, ‘doğrusu biz sizinle beraberdik’ derler. Allah herkesin kalbinde olanı en iyi bilen değil midir?” 1188
“Süleyman’ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların söylediklerine tâbi oldular. Hâlbuki Süleyman kâfir olmadı (Büyü yapmadı ve ona inanmadı). Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri (büyü ilmini) ve Bâbil’de Hârût ve Mârût’a indirileni öğretiyorlardı. Hâlbuki o iki melek herkese: ‘Biz fitneyiz/imtihan için gönderildik, sakın (yanlış inanıp büyü yapmaya cevaz verip de) kâfir olmayasınız’ dedikten sonra ancak ilim öğretirlerdi...” 1189 Âyette iki büyük gerçek vurgulanmıştır. Birincisi şeytanların artık sadece İblis olarak değil; tamamen insan modelli bir varlık şeklinde faâliyet gösterdiği belirtilmiştir. İblis bir sembol olarak telâkki edilir; Kötülüklerin, hilelerin, tuzakların, hâinliğin sembolü. Şeytan ise daha genel ve kötülük merkezi olan bütün odakların -ki bu bir fert, bir kurum veya devlet olabilir- ünvânıdır. Bu nedenle Hz. Süleyman’ın halkına Süleyman’ın sihirbaz olduğunu ilân edenler de şeytan ruhlu insanlar ve onları azdıran cinler idi. Hüküm de kesin olarak belirlenmiştir. Şeytana bilinçli olarak hizmet eden ve ona aracılık yapan da şeytandır. Bu, insan da olabilir, cin de; erkek de olabilir, kadın da.
İkinci bir gerçek ise, tehlikeli sınav. İnsanlar ve cinlerin kullanıp kullanmayacaklarını ölçmek üzere ellerine tehlikeli imkânların veya silâhların verilmesi sûretiyle denenmeleri... Tüm yeryüzü, dün olduğu gibi bugün de sınav salonudur. Ellerine kimyasal silâhları alıp çoluk çocuk, yaşlı genç, kadın erkek ayırmaksızın kin ve kan kusan modern dünya ve onlara yardımcılık yapan uşakların hem bu sınavı kaybettiklerini ve hem de şeytan olduklarını belirtmek gerekir.
8- Dünya Nimetleri: Allah’ın (c.c.) insanlara verdiği hem iyilikler, hem de kötülükler birer deneme (fitne) aracıdır.1190 İnsan nimetlere karşı şükürle; zorluk,
1185] 39/Zümer, 49
1186] 21/Enbiyâ, 111
1187] 29/Ankebût, 2-3
1188] 29/Ankebût, 10
1189] 2/Bakara, 102
1190] 21/Enbiyâ, 35
FİTNE
- 287 -
darlık ve belâlara karşı sabırla denenir. Fakat insan çoğu zaman nankörlük yapar. Üstesinden gelemeyeceği bir sıkıntıyla karşılaşınca hemen Rabbine yalvarır. Geniş bir nimete, mala ve zenginliğe kavuşunca da kibirlenir, malını kendi bilgisi ve kurnazlığıyla elde ettiğini zanneder. Böyle bir tavra karşı Kur’an şu açıklamayı yapıyor: “...Hayır o bir fitnedir (imtihandır), fakat çokları bunu bilmiyorlar.” 1191
Rabbimizin dünya nimetlerini ve dünyaya ait bütün göz kamaştırıcı güzellikleri insanların hizmetine sunması, bir deneme sebebidir. Ancak inanan kişi bu geçici güzelliklere ve zenginliklere aldanmamalı. Çünkü Allah’ın katındaki güzellikler, ya da iman edip sâlih amel işleyen kulları için hazırladıkları daha çok ve daha kalıcıdır.1192 Dünya nimetlerinin fitne/deneme olarak nitelendirilmesi insan için eğitici bir hatırlatmadır. O, insanın iç kuvvetlerini geliştirir, dikkatini keskinleştirir, yaşadığı realitenin boyutlarını kavramasına yardımcı olmak üzere onu uyarır. Kur’an, varlığı âyetler (ibret ve işaretler) olarak değerlendirir ve nimetleri bile bu bağlamda fitne olarak nitelendirir.
9- Mal ve Çocuk: İnsana emânet olarak verilen mallar ve çocuklar da onlar için bir fitnedir, deneme ve sınama aracıdır. Mala ve çocuğa olan tutku ve aşırı ilgi, kişiyi Allah yolundan, O’na kulluk ve ibâdetten alıkoyabilir. İnsan mal ve dünyalıklar peşinde koşarken Rabbine karşı görevlerini unutabilir. Hatta malla şımarabilir, kibirlenir ve haddi aşabilir. Malın helâlinden kazanılması ve yine helâl yollarda harcanması, mal üzerinde hakkı olanların haklarının verilmesi İslâm’ın getirdiği ölçülerdir. Bu açıdan mal insan için denemedir. Evlâtların fitne/sınav olması da buna benzer. Allah’ın çocuk nasip ettiği anne ve babalar için, çocuklarını fıtratlarına uygun olarak terbiye etmek, onları sâlih insan olarak yetiştirmek, en önemli görevlerdendir.
Mala ve çocuklara karşı olan tutku, onları ve âileyi koruma ve kollama duygusu, insanı bazen adâletten uzaklaştırabilir, haddi aşıp haksızlık yapmaya sürükleyebilir. Böyle yapmak da ilâhî ölçülerden sapma sonucunu doğurur. Bu da insan için bir fitnedir. “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız birer fitnedir (imtihandır). Allah’a gelince; büyük mükâfat O’nun yanındadır.” 1193
İnsanları, çoğu zaman Allah’ı anmaktan, O’nun yolunda cihad etmekten alıkoyan en önemli iki dünya meyvesi; birincisi servet, diğeri de sahip olunan evlâttır. Bu iki varlığı elden kaçırmama uğruna pek çok fedâkârlığa katlanır insan. Meşrû çizgide olduğu sürece buna zorunludur da. Fakat Allah’a ait sorumlulukların terk edilmesine sebep olursa elbette ebedî mükâfatı kaybetmiş olur. Allah için sevme ile Allah’a rağmen sevmenin açığa çıktığı, Allah rızâsı için sevme ve bunları emânet ve imtihan bilme ile, Allah’ı sever gibi sevme ve Allah’ın rızâsına onları tercih etme sınavı, en net biçimde bu iki şeyde ortaya çıkar.
İnsan, içinde bulunduğu durum itibarıyla pek çok yönden imtihan edilir. Bu denemeler, genelde insanın zayıf yönlerine yöneliktir. Çünkü düşkünlük, zâfiyet/zayıflık, irâdenin en çok zorlandığı husustur. İnsan, bazen bu zayıf yönlerinden mala olan düşkünlüğüyle, onu elinde tutmanın hırsı ile deneniyor. Bu deneme
1191] 39/Zümer, 49
1192] 20/Tâhâ, 131
1193] 8/Enfâl, 28; Ayrıca Bk. 64/Teğâbûn, 14-15; Malların ve çocukların deneme sebebi olduğunu “belâ” kelimesiyle ifade eden âyetler için bk. 3/Âl-i İmrân, 186; 5/Mâide, 48; 6/En’âm, 165
- 288 -
KUR’AN KAVRAMLARI
de iki yönlüdür. Bir yönü yokluk, sıkıntı ve zorluklardır. İnsanın sabrının ölçüldüğü bu hususlarda insanların başarılı olması ihtimali, ikinci yönü ile denenmesinden daha fazladır. Bu ikinci yönü, zenginlik, servet veya varlıktır. Bu nimetlere sahip olan insan, diğerine oranla daha zor durumda kalır. Meşakkat daha çoktur. Servetin ve varlığın insanda meydana getireceği rehâvet, insan direncini ve sabrını kemirebilir. Yoklukta yokluğa karşı göstereceği direnç ve sabrı, varlıkta varlığın gitme endişe ve telâşı içerisinde gösteremeyebilir. İnsan düşüncesinde mal hırsı ve evlât sevgisi şahsiyette aşınma meydana getirmişse, bu zaafı telâfi etmesi çok zor olur. Olayın zorluğundan dolayıdır ki, verdiği mücâdelenin karşılığında, âyetin devamında belirtildiği gibi “ecir” değil; özellikle altı çizilerek vaad edilmiş olarak “büyük ecir” vardır. İnsanlar, genellikle zorlukların bir sınav olduğunu, varlığın ise sadece lütuf olduğunu zannederler. Hâlbuki, varlık, sağlık, nimet bolluğu ile yapılan sınav, diğerinden çok daha zordur.
Kur’an’ın bildirdiği fitneye dair tespit edilen temel hususları özetlersek; baskı ve şiddet, zulüm, güvenliği tehdit eden veya güvenliği olmayan ortam, küfür, şirk ve tuğyan, iç kargaşa ve karışıklık, idrâk yeteneğinin kaybolması, toplumu kuşatan belâ ve musîbet, bazen varlık ve servet ve bazen de yokluk ve sıkıntılarla denenme gibi bazı durumlarda ferde, bazı durumlarda da topluma yönelik olayları fitne olarak vasıflandırırız. Ancak bir de bunların tümünü kapsayan fitne var ki, o da soyut anlamı ile “sınav”dır; yani özellikle insanın varlık sebebi olan fitne. Allah’ın dışında ve O’nun yarattığı bütün eşya, canlı cansız, akıllı akılsız varlıklar bir denemedir; insana yönelik bir deneme. Diğer fitne türleri ise bu denemenin başarılı olup olmamasından doğan olaylardır. 1194
Hadis-i Şeriflerde Fitne Kavramı
“Fitne” kavramı, İslâm tarihinin sonraki dönemlerinde, dinî ve siyasî sebeplerle ortaya çıkan sosyal kargaşa, anarşi, iç savaş mânâları kazanmıştır. Kur’an’da bu anlamda kullanılmadığını yukarıda gördük. Fitne kavramı bu anlamlarda daha çok hadislerde geçmektedir. Yine hadislerde bu kelimenin Kur’an’daki mânâsıyla geniş bir şekilde kullanıldığını görüyoruz. Hadis kitaplarının çoğunda “Kitâbu’l-Fiten” veya “Melâhim” başlıkları altında fitnelerden bahsedilmekte, mü’minler çeşitli fitnelerden sakındırılmaktadır. Hadis-i şeriflerde “fitne” kavramıyla, genellikle ahlâkî boyut işlenmiş; toplumsal pürüzler ve bu problemlere sebep olan etkenler üzerinde durulmuştur. Peygamberimiz (s.a.s.), müslümanları deccâl fitnesinden, dünya, fakirlik, mal, cehennem, kabir, diri ve ölüler, kadın (şehvet) fitnelerinden ümmetini sakındırmıştır.1195 Bu gibi fitneler mü’mini dinini yaşamaktan alıkoyan engellerdir.
Hadis-i şeriflerde fitne kavramıyla, daha çok toplumsal günahlar, fısk, fücur, rezillik, insanlar arasında tefrika, şekavet, kavga ve musîbetler gündeme getirilir. Zararı umûmi olan, cezası hem dünyada ve hem âhirette sadece onu yapan zâlimlerle sınırlı kalmayan günah türlerine “fitne” tâbiriyle hadislerde daha çok yer verilir. Bu tür genel musîbete sebep olan fitneler, kurunun yanında yaşı da yakan ateşlerdir. Emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münkerin terke dilmesiyle, toplum gemisinin su almasına seyirci kalınan fitnelerdir. Hadiste belirtildiği gibi, bir geminin dibini delmeye uğraşan bir şahsın davranışı, öyle bir batma felâketini
1194] Geniş bilgi için bk. Salih Asğar, Kur’an’da Fitne Olgusu ve Modern Fitne Odakları, s. 45-90
1195] Buhârî, Fiten 26, İ’tisâm 2; Müslim, Küsûf 8, 11, 12, 22; Ebû Dâvud, Fiten 24, 149
FİTNE
- 289 -
meydana getirir ki, bu fitne o geminin içinde bulunanlardan yalnız onu delene ve ona yardım edenlere değil; hiçbir şeye karışmayanlara, seyirci ya da olan bitenden habersiz olanlara da isâbet edecek bir musîbet olur. Hakkı tebliğde gevşeklik göstermek, inançsız ve bâtıl ideoloji mensubu insanlar kadar cesâret göstermeyip korkaklığı tercih etmek, tüm çeşitleriyle cihadda ihmalkârlık bu türdendir. Bir askerin hatası, bazen bir orduyu yakabilir. Bir kibrit çöpünün zararı bazen cüssesinden milyarlarca büyük hasara sebep olabilir. İşte hadis-i şeriflerde zikredilen “fitne” kavramı, daha çok bu yönlere dikkat çeken anlam taşır.
“Ben havzın başında sizin öncünüzüm. Ona gelen içer. Ondan içen bir daha ebediyyen susamaz. Ve benim yanıma birtakım toplumlar gelecekler ki, ben onları tanırım; onlar da beni tanırlar. Sonra benimle onlar arasına bir perde konulur. Ben: ‘Onlar muhakkak bendendirler’ derim. Bana: ‘Sen, onların senin ardından ne değişiklikler yaptıklarını bilmezsin’ denilir. Ben de: ‘Benden sonra dinde değişiklik yapanlar uzak olsunlar, uzak olsunlar’ derim.” 1196
Kadın Fitne midir?
Yaratılan insan, üremek ve çoğalmak için câzibeye muhtaçtır. Allah o câzibeyi, insanlığın yarısı olan kadına bahşetmiştir. Kadında erkeğe göre görsel açıdan o kadar farklı ve fazla câzibe vardır ki, bu büyük farkı Allah Rasûlü, şöyle ifade ediyor: “Ben size kadından daha büyük fitne bırakmadım.” Hadis-i şerifte geçen “fitne” tâbirini geleneksel yorumla ve Kitab-ı Mukaddes’ten alınma isrâiliyatla değerlendirildiğinde iki uç düşünce oluşur. Biri, ortaçağ katolik düşüncesidir. Buna göre kadın erkeğin hizmetkârıdır. Onunla evlenilmez, aynı sofrada yemek yenmez. Veya ona yakın, bir nevi erkekler diktası ve hümanizmidir. Diğeri de, bu şartların meydana çıkardığı karşıt düşünce. Kadın, erkekten tamamen soyutlanmış, sınırsız özgürlüğe sahip feminizmi doğuran düşünce. Her iki düşünce de kadın-erkek münâsebetlerini dengesizliğe ve aşırılığa sürüklemiştir.
Hâlbuki hadis-i şerifteki kadının fitnesi “sınav” anlamındadır. Bu şekliyle o hadisteki fitne ve kadını şöyle açıklamak gerekir: “Ben size kadından câzibe ve çekiciliği sebebiyle daha büyük sınav sebebi bırakmadım.” Erkeğin nefsini, ihtirâsını fazlası ile tahrik ettiği için böyle ifade edilmiştir. Hadisteki “kadın” kelimesini “şehvet”le, haramlara dâvetiye çıkaran “şeytanî arzular”la izah etmek gerekir. Yoksa, erkek de kadın için bir fitnedir şüphesiz. Bu hadisi, katolik mantığı ile değerlendirirsek, Kur’an’daki insan tasvirihi ve hadis-i şeriflerdeki kadınla ilgili tanımlamaları elimizin tersiyle itmemiz gerekir. Bu, müslüman açısından mümkün değildir. Te’vile çalışsak dahi bir yere oturtamayız. Fakat Kur’an mantığıyla ve hadislerin bütünlüğüyle olaya yaklaşırsak, Hz. Peygamber’in dile getirdiği fıtrî/doğal gerçekle karşılaşırız. Kadınla erkek insanın iki yarısıdır. Kadın, erkek için elbise; erkek de kadın için bir elbisedir. 1197 Birisi olmadan diğeri çıplak, eksik ve yarımdır. İkisi de birbiri için câziptir, ama kadın erkeğe göre çok daha câzip ve çekici yaratılmıştır. Bu sebeple, harama yönelme noktasında erkek daha fazla ihtiyatlı olmalıdır. Bu noktadaki erkeğin sınavı çok daha zordur. İslâm’ın tesettür/örtü konusundaki hükmü de bu gerçek üzerine temellendirilmiştir. İşte kadının bu câzibesi, kadınlara karşı zaafı olan topluluk için bozucu unsur olarak kullanılır. Ahlâk ve hayâ kavramını kendisinden tamamen sıyırmış olan kadın,
1196] Buhârî, Fiten 3
1197] 2/Bakara, 187
- 290 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ihtiras sahibi erkekler için yem olarak sunulur. Podyumlar, güzellik salonları, reklamların ve medyanın kadına biçtiği rol, hep kadını istismar etmek, erkekler için fitne unsuru olarak onu kullanmak... Ümmet için büyük musîbetlerden birisi, âile kurumunun yara alması ve giderek çökmesidir. Pek çok devletin çökmesinde bile bazı kadınların yem olarak kullanılması gerçeği vardır. Fitnenin her çeşidinin hâkim olduğu günümüzde erkekler için kadının fitne/sınav olmasını anlamamak mümkün değildir. 1198
“Her ümmet için bir fitne vardır. Ümmetimin fitnesi de maldır.” 1199
Hz. Âişe (r. Anhâ)’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.s.) namazların sonunda şöyle duâ ederdi: “Allah’ım, kabir azâbından, Mesih Deccâl’ın fitnesinden, hayatın ve ölümün fitnesinden Sana sığınırım. Allah’ım, hayatın ve ölümün fitnesinden, günah ve borçtan da Sana sığınırım.” Bir kimse, “borçtan dolayı çok sığınmanızın sebebi nedir?” diye sorunca; “İnsan borçlanınca konuşur ve yalan söyler. Söz verir ve sözünde duramaz” cevabını verdi. 1200
Peygamberimiz’in Allah’a sığındığı hayatın fitnesi, dünyaya aldanmak, şehevî arzuları ve nefsin hevâsın meşrû olmayan şekilde kullanmak, cehâletin arkasında koşmak ve en kötüsü ölüm sırasında imtihana tâbi tutulmaktır. Ölümün fitnesi ise; ölen kimseye görevli meleklerce sorulan “Rabbin kimdir?” sorusuna şeytanın, bu kimsenin karşısına geçip “şüphesiz rabbin benim” diyerek onu fitneye düşürüp yanıltmaya çalışmasıdır (Tirmizî). Âilesi yüzünden bir kimsenin fitnesi, onlardan dolayı meşrû olmayan işler yapması, sözler söylemesidir. Malı yüzünden fitnesi, haram yoldan kazanıp meşrû olmayan yerlere sarfetmesi; çocukları yüzünden fitnesi, onlara olan aşırı düşkünlüğü sebebiyle birçok hayır, ilim ve cihad faâliyetlerine fırsat bulamaması, onların geçimi için haram yoldan kazanç sağlamaya kalkışması; komşusu yüzünden fitnesi ise, iyi ve varlıklı olan komşusuna karşı kıskançlık duymasıdır. 1201
Bazı hadislerde fitne, müslümanların birlik ve beraberliğini bozan, onları birbirine düşüren yıkıcı faâliyetler olarak geçmektedir. Üsâme bin Zeyd anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.s.), Medine’nin Ütum denilen (kale gibi yüksek) binalarından birine yaklaşmıştı ki şöyle sordu: “Benim gördüklerimi siz de görüyor musunuz?” Yanındakiler “hayır” deyince, buyurdu ki: “Birtakım fitnelerin yağmur selleri gibi evlerinizin aralarından aktığını görüyorum.” 1202
Fitnenin Ortaya Çıkışı ve Zararları: Peygamberimiz (s.a.s.) kendinden sonra meydana gelecek ve müslüman toplumun dirlik ve düzenliğini bozacak çeşitli fitnelerden ümmetini sakındırmıştır. Bu fitnelerin özelliklerini de sayarak bunları ümmetine tanıtmıştır. Ümmetin birliğini bozan faâliyetler, fırka fırka olmalar, dinî ve siyasî çekişmeler, müslümanlar arasında çıkan bağy (azgınlık) gibi olaylar, İslâm uğruna çalışma gayretinin azalması, zâlim yöneticilerle mücâdele edilmesi gerekirken onlara dalkavukluk yapılması, din bağının zayıflaması, dinden dönmelerin artması birer fitnedir. Fitne zamanında bereket azalır, sâlih ameller
1198] Salih Asğar, a.g.e. s. 115-116
1199] Riyâzu’s-Sâlihîn Terc. 1/512
1200] Buhârî, Vüdû 37, Ezan 149, Cenâiz 86-88, Cihad 25, Deavât 38, 39, 44-46; Müslim, Mesâcid 128, 130, 132, Zikir 49, Cenâiz 86
1201] S. Buhârî Tecrîd-i Sarih Terc. 2/469
1202] Müslim, Fiten 3, hadis no: 2885, 4/2211; Buhârî, Fiten 4, 9/60
FİTNE
- 291 -
az yapılır, aç gözlülük artar, çıkar ve kan dâvâları sürüp gider, dinî konularda câhillik yaygınlaşır, can ve mal güvenliği kalmaz. İnsanlar arasındaki güven kaybolur, hak ve hukuka riâyet edilmez. Hatta öldüren niçin öldürdüğünü, ölen de niçin öldüğünü bilmeyecek kadar her şey birbirine karışır. Haklı haksız belli olmaz, anarşi, kaos, huzursuzluk ve emniyetsizlik alıp başını gider. Böyle bir fitne ortamında mü’minlere düşen, fitnelere karışmadan, gücü yetiyorsa fitneyi önlemeye çalışmak, yetmiyorsa bir kenara çekilip mü’minlerin hayrına duâ etmek, ya da fitneyi ve fitneye bulaşma tehlikesi olan işleri terk etmektir.
Ebû Mûsâ el-Eş’arî’nin rivâyetine göre Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Kıyâmetten hemen önce karanlık gecenin parçaları gibi fitneler meydana gelecek. Kişi o fitnelerde mü’min olarak sabaha erer, akşama kâfir olur; mü’min olarak akşama erer, sabaha kâfir çıkar. O fitne zamanında oturan ayakta durandan, ayaktaki yürüyenden, yürüyen koşandan hayırlıdır. Öyleyse yaylarınızı kırın, kirişlerinizi parçalayın, kılıçlarınızı da taşa vurun. Sizden birinizin evine girerlerse Hz. Âdem’in iki oğlundan hayırlısı olsun (ölen olsun, öldüren değil).” 1203
Fitneler karşısında dili tutmak (zamanımızda kalemi de tutmak), fitnelerden râzı olmamak, fitneye düşenler arasında uzlaştırıcı olmaya çalışmak, kendi yandaşına değil; hak ve adâlete destek olmak en iyisidir. Mü’minler fitne ortamını Peygamberimiz’in târiflerinden hareketle tanırlar ve mümkün olduğu kadar kendilerini bu zararlı fitnelerden korumaya çalışırlar. Fitneler bazen yavaş yavaş ortaya çıkar. İnsan kimi kez bunun farkında olmayabilir. Bir yere fitne girince de orasını kolay kolay terk etmez. İyi düşünmedikleri ve iyi hesap etmedikleri için fitneye bulaşanlar, pek çok zarara uğrarlar ve çoğu zaman fitne içinde olduklarını bile düşünmezler.
Fitneler bazen de Din’de grup grup (fırka fırka) olmak yüzünden de çıkabilir.1204 Herkes kendi görüşünü en doğru kabul eder, başkalarını bâtılda, yanlışta ve sapıklıkta görürse, müslüman cemaat arasına fitne girmiş demektir. Bunun sebebi kimilerinin grubunu veya cemaatini, o gruba ait görüş ve prensipleri Din’in önüne koymasıdır. Bu hataya düşenler bundan sonra başkalarına “öteki” gözüyle bakmaya başlarlar. Bu yanlış bakış açısından da anlaşmazlıklar, fitneler ve kavgalar doğar. Bundan dolayı hiç kimse bağlı bulunduğu grubu, cemaati, hizbi Din’in ilkelerinin önüne koymamalıdır.
Fitne zamanında yalan artar, ilmin getirdiği ölçüler dinlenilmez, gerçekler bir işe yaramaz. İlim ve gerçekler çok rahatlıkla istismar edilir, hatta fitneyi artırıcı bir şekilde kullanılır. Herkes kendi görüşünü doğru kabul eder ve onu gözü kara bir şekilde savunur. Fitneye bulaşanlar için din ve onun hükümleri lafta kalır. Kişilere ve gruplara câhillik yön verir, akl-ı selimden çok hevâlara uyulur. Fitneye düşenlerin hedefleri belli değildir. Kör kuyuya taş atanlar gibidirler. Fitne zamanında dinî hükümlerle, fitneye yön veren güçler arasında derin bir uçurum meydana gelir. Bu bir anlamda zorba güçlerin müslümanların yönetimini ellerine geçirip İslâm’ı ve onun hükümlerini yürürlükten kaldırmalarıdır. Onlar, insanlara dinin emir ve yasaklarının zor olduğunu aşılarlar. Dinden dönmeyi teşvik ederler ve bunun alt yapısını hazırlarlar. İnsanlar zengin olsa bile Allah yolunda harcama
1203] Ebû Dâvud, Fiten 2, hadis no: 4259-4262, 4/100, 101; Tirmizî, Fiten 30, hadis no: 2197, 4/488; Buhârî Fiten 31
1204] 23/Mü’minûn, 53
- 292 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ahlâkı azalır. Asâletli ve yüce karakterli insanların sözü dinlenmez. Meydan âdi ve kötü kimselere kalır. Değerlere hücum edilir, haysiyetlere dokunulur, belki canlara bile kıyılır. Böyle bir ortamda hak ve adâletten yana olanlar, şeref ve haysiyetine değer verenler ile İslâm’a gönül verenler; ölümün yaşamaktan daha hayırlı olduğunu düşünürler.
Mü’minlerin karşılaştıkları bütün güçlükler ve ellerinde bulunan bütün nimetler ve imkânlar birer fitne/deneme sebebidir. Günümüzde, eskiye oranla insanların ellerinde daha fazla imkân ve eşya var, daha fazla nimetlere sahipler. Eskiden karşılaşılan pek çok zorluklar ve darlıklar, yerini kolaylık ve konfora bıraktı. İşte bütün bu imkânlar ve nimetler birer fitnedir/imtihandır. Bazı müslümanların karşılaştıkları baskılar, işkenceler, zulümler, haksızlıklar birer fitnedir. Müslüman ülkelerin zorbalar, diktatörler, tâğutlar, zâlimler veya zulüm düzenleri tarafından ele geçirilmesi bir fitnedir. Onurlu mü’minlerin bu zorbalarla ve zâlimlerle mücâdele zorunda kalmaları, kendileri hakkında bir fitnedir, sınav sebebidir. Özellikle modern toplumlarda ortaya çıkan ve giderek bütün dünyaya yayılan; şirk, ilhad, ahlâksızlık, sapıklık, isyan ve günah rüzgârları birer fitnedir.
Müslüman nesillerin karşı karşıya kaldığı inkârcılık, dünyalıklara aşırı derece bağlanma, Din’in emirleri karşısındaki duyarsızlıklar birer fitnedir. Müslümanların bölünmüşlüğü, fırka fırka olmaları, aralarındaki çekişmeler, müslüman ülkeler arasındaki yapay sınırlar birer fitnedir. Her bir müslüman; içinde bulunduğu şarta, elindeki nimete ve karşılaştığı güçlüğe göre fitneye uğratılıyor, denemeye tabi tutuluyor.
Müslümana düşen, varlık tablosundaki âyetlerden, oluşlardan ve karşılaştığı denemelerden ibret alması, Allah’tan gelen fitneyi kazanmaya çalışması ve bizzat kendisinin fitnelere sebep olmamasıdır. 1205
İslâm tarihinin ilk dönemlerinden siyâsî sebeplerle ortaya çıkan iç ihtilâf ve sürtüşmeler, âlimlerce fitne olarak değerlendirilmiştir. Hz. Osman’ın şehid edilişi ilk fitne olarak kabul edilmiş, Cemel ve Sıffîn vakaları, Hz. Ali’nin şehâdeti, Muâviye’nin meşrû halifeye isyanı ve oğlu Yezid’i kendisinden sonra devlet başkanlığı için velîaht seçip insanlardan zorla beyat alması, onun da Hz. Hüseyin’i şehid ettirmesi, yani Kerbelâ fâciası gibi ümmet içinde ve devlet bünyesinde ortaya çıkan karışıklıklar büyük fitneler olarak kabul edilmiştir. Bu tür fitneler sonucu birçok müslüman hayatını kaybetmiş, yeni yeni bâtıl mezhep ve anlayışların ortaya çıkmasına bu fitneler sebep olmuştur. Açılan bu çeşit yaraların kanları zamanımıza kadar dinmemiştir.
Modern Fitne Odakları
Fitnenin duâyeni; ilk fitneci, İblis’tir. İlk cinâyet işleyen, haksız yere kan döken Kabil; dini yozlaştırıp, yöneticilerin arzuları doğrultusunda hakka bâtılı karıştıran din tüccarı Bel’am; zorbalıkta Nemrut; kendini tanrı ilân etmek sûretiyle Firavun; Muvahhidleri putçuluğa çağıran Sâmirî; Hakka sırt çevirme, kibir, kin ve nefretle, İslâm düşmanlığıyla yahûdi; tâğut ve müşriklerin gizli işbirlikçisi ve ajan provokatör özelliğiyle münâfık; Mekke’li müşriklerin içinde tevhid düşmanlığının simgesi Ebû Cehil “fitne” tarihi konusunda isimleri lânetle anılan öncüler
1205] Hüseyin K. Ece, a.g.e. s. 216-218
FİTNE
- 293 -
durumundadır. Bütün bu isimler, kendi özellikleri içinde fitnede farklı bir çığır açtıkları için, tâkipçilerinin günahlarının bir mislini de kendi üzerlerine alacak kadar nefislerine zulmeden kimliklerdir. Bunlar, tarihî kişilik olmaları yanında, her devirde ve her ülkede görülebilecek semboller, prototipler olarak da değerlendirilmelidir. Allah’ın hükmünü uygulamadan kaldırıp beşerî ideoloji ve tâğutî düzenleri insanların başına büyük fitne olarak musallat eden kimliği de fitne duâyenleri/pir ve üstadları arasında unutmamak gerekecektir.
Emperyalizm, hakkı olmayanı gasp eden uluslararası sömürü ağının plan ve program odağı, eylem biçimi anlamına gelir. Emperyalizm ve siyasal, sosyal yansımaları, son çağların büyük fitnesidir. Çağdaş insan, her yönüyle sömürülmekte, ezilmekte ve fitneye uğramaktadır. Hukuk sömürüsü, kültürel sömürü, ekonomik sömürü, ahlâk ve din sömürüsü, yeraltı ve yerüstü zenginliklerin sömürüsü, eğitim adına, özgürlük adına, moda adına yapılan sömürü, savaşla, katliâmlarla yapılan sömürü...
İnsanların ezilip sömürülmesi için zayıf bırakılmaları gerekir. Birey ve toplumu zayıf düşürebilmenin en etkili yolu da anlayış ve yaşayış olarak “din” ve ona bağlı dinamikleri yozlaştırmaktır. Dinin yozlaşması, tahrifle, kavram kargaşasıyla, hakka bâtılı karıştırmak sûretiyle, dinin hâkim olmasına giden yolları tıkamakla, insanları dinlerini yaşayamayacak şekilde dinden soğutmak, câhil bırakmak vb. şekillerde olur. Bütün bunlar, toplumu derinden sarsan büyük fitnedir. Fitne, toplumu yok eden ve güçsüz bırakan en güçlü silâhtır. Fitne başı olan tâğut ve zâlimler, bu silâha toplum içerisinde bulunan uygun karakterleri kullanarak veya uygun kimlikleri bizzat yetiştirerek sahip olurlar. Uygulanan kapitalizm ve materyalizm gibi fitne zihniyetiyle insanları tüketim köleleri haline getirenler, karınlarını doyurmaktan başka bir şey düşünmeyen insan tipi oluşturmakta, düşünce, tefekkür, ibâdet ve cihad gibi insanı insan yapan temel dinamikleri devreden çıkararak sömürü fitnesini alabildiğine yaygınlaştırmaktalar.
Çok yönlü işgal güçlerinin keşif kolu durumundaki oryantalizm (şarkiyatçılık) ve misyonerlik çalışmaları, yahova şâhitlerinin insan avlama yöntemleri, modern fitne odaklarındandır. Çağdaş fitne tarikatı olan mason cemiyetleri, lions ve rotary kulüpleri de yahûdi emperyalizminin ahtapotvâri kollarıdır. Filistin’de kadın-erkek, çoluk-çocuk bütün müslümanlara kan kusturan terörist İsrâil adlı açık fitnenin yanında; gizli veya değişik kamuflajlar içinde siyonizm fitnesi, İsrâil’le işbirliği çerçevesinde insanları yahûdi çıkarları doğrultusunda yönlendirme ve denetime almaya çalışıyor. Müslümanların yaşadığı ülkelerde halktan gizli olarak askerî faâliyetlerini sürdüren üsler de ayrı bir fitne organizasyonundan başka bir şey olmasa gerekir. Üsler aracılığıyla insanları gözleyen fitne odakları, yeryüzünü parsellemenin ötesinde, uzaya bile uydular yerleştirerek mahremiyet ve sır diye bir şey bırakmamaya çalışıyor; gökyüzünde de üsler kurma gayreti gösteriyorlar. Gizli haber alma teşkilatları olan başta, CIA, MOSSAD ve KGB gibi sınır ve ülke ayrımı gözetmeden herkese yönelik her çeşit fitnenin tezgâhlanıp uygulandığı yerlerdir. Bunları örnek alan ve yer yer işbirliği yapan müslümanların yaşadığı memleketlerdeki istihbârat örgütlerini de unutmamak gerekir.
İslâm’ın dışındaki tüm dünya görüşleri, ideolojiler, izmler ve düzenler fitnedir; hem de fitne doğuran ana fitnelerdir. Irkçılık, bölgecilik, mezhepçilik (mezhep bağnazlığı), cemaat taassubu, particilik, futbol fanatikliği, müzik
- 294 -
KUR’AN KAVRAMLARI
düşkünlüğü, para hırsı, makam sevdâsı, şehvet tutsaklığı, moda hastalığı, televizyon esirliği, ideoloji çığırtkanlığı, tedbir adı altında zâlim ve tâğutlardan gereksiz korku, ümmeti saran çağdaş fitnelerdendir. Biraz sert ifadeyle, bugünkü kullanımıyla ilgili olarak ve çoğu kanalların misyonundan dolayı “fitnevizyon” denilebilen tv. nin, okunmak için değil de daha çok bakılmak için alınan boyalı basının, yani medyanın “haber” adı altındaki, müslümanları uyuşturma, karalama ve yönlendirmelerinin, fitnenin en olumsuz anlamlarıyla paralellik arz ettiğini unutmamak gerekiyor. Bırakın İslâm düşmanı kâfir düzencilerin verdiği haberi, müslüman da olsa, açıktan günah işleyen fâsıkların aktardığı haberlere bile araştırmadan inanmamayı emreden Kur’an 1206, bizi fitne kaynaklarına karşı uyarmaktadır.
Bâtıl ideolojilerin egemenliği ve emri altındaki resmî din kurumlarını da unutmamak gerekiyor. Laikliğin, hatta din düşmanlığının resmî devlet politikası olarak uygulandığı yerlerde din kurumlarının özerk olması elbette fitnecilerin işine gelmez. Dinin devlet olmadığı yerde ister istemez devlet dini ortaya çıkacaktır. Bu ülkelerde sistemli bir şekilde câmiler kiliseye, imamlar papazlara; müslümanlar da laik kâfirlere benzetilmeye çalışılmaktadır. Din adına gerçek dine hücumlar yapılmaktadır. Din çarpıtılmakta, düzene ve kanunlara uygun hale getirilmek için kuşa benzetilmektedir. Bir sürü ilkel ve modern hurâfe din adına insanlara takdim edilirken; tevhid ve her çeşit fitneye karşı savaşın çeşitli adları olan cihad unutturulmakta ve dışlanmaktadır. Firavunun emrinde ve hizmetindeki Bel’am’ın rolünü üstlenen ve hatta kraldan fazla kralcı olan kişiliksizler, her devirde ortaya çıkar. Bunların elinde din, halkı uyuşturan afyon, âyinsel tören ve düzenin emniyet sibobu, koltuk değneğidir.
Birey olarak bir müslüman için en büyük fitneler; “servet”, “şehvet” ve “şöhret”; toplum olarak da; “devlet”, “cemiyet” ve “âdet”tir. Bütün bu fitne odaklarına karşı mü’minler, fitne/sınav bilincine sahip olarak, her davranışlarının ibâdet ve cihad olacağı şekilde fedâkârlığı kuşanmak zorundadır. Sayılamayacak kadar çok başı olan ve ağzından ateş saçan ejderha gibi çetin fitnelerle kuşatılan günümüz müslümanı, gününü gün etmekle, kâfirler gibi sadece geçim derdiyle uğraşmak veya müzik ve futbol gibi uyuşturucularla vakit geçirmekle, ya da namazını kılıp başka şeye karışmamakla; kendini ve evlâdını, çevresini ve dünyayı fitneden nasıl kurtaracak, görevini nasıl yerine getirmiş olacaktır? Dünyayı cehenneme çeviren ve âhireti de mahveden fitneler çok ve büyük, doğru; ama unutmamak lâzım, cennet de ucuz değil! Her şuurlu müslüman, öncelikle kendisi, fitne unsuru olmamalı, fitnecilerle işbirliği yapmamalı, onların emrinde ve yardımında bulunmamalıdır. Sonra, hiçbir fitne kalmayıncaya kadar savaşla, mücâdeleyle görevli olduğunu unutmamalıdır. Tüm yeryüzündeki bütün fitneleri kaldırma görevi kendilerine verilmiş müslümanlar, devlet çatısını zâlimlerden temizlemeden bu görevi üstlenmeyi rüyalarında bile gerçekleştiremezler. Ümmet, devlet gücüne ulaşmadan, yeryüzünün her tarafındaki zulüm, baskı, katliâmlar, savaşlar, ahlâk ve imanlara saldırılar son bulmayacaktır. Çevremizden başlayarak her çeşit fitneyi yok etme hedefini canlı tutmak ve böylece dünya huzuruna ve âhiret saâdetine kavuşabilmek için, İslâm’ı gönlümüzden başlayarak ulaşabildiğimiz her yere hâkim kılma mücâdelesi şarttır.
1206] 49/Hucurât, 6
FİTNE
- 295 -
Fitne konusunda söylenmesi gereken bir durum da, bunu itham olarak kullanmaktır. “Fitne çıkarıyor”, “fitneci” gibi suçlayıcı ifadeler kullanırken, muhâtabın inancına ve yaşayışına çok dikkat edilmeli, bu ifadeleri cihad eden samimi müslümanlara karşı -hatta onlar, beğenmediğimiz ve farklı metodlar benimsemiş olsalar bile- kullanmaktan şiddetle kaçınmalıdır. Hakkı haykırmak, tâğutlara ve tâğûtî düzenlere karşı çıkmak için gayret gösteren mü’minleri fitne çıkarmakla suçlayanlar; gerçek fitnecilerin ta kendileridir. Tüm fitnelerin kaynağı olan İslâm dışı sistemler içinde rahat ve refah içinde, ümmetin derdiyle dertlenmeden ve köklü değişim ve dönüşüm için uğraş vermeden gününü gün edenlerin bu tavırları, fitneye uğradıklarının göstergesidir. Fitne kazanını kaynatanlar, müşrikler, yahûdiler, münâfıklar ve bu sınıflardan birine destek verip onlara âlet olanlardır. İnsanı Allah yolundan alıkoyan ideoloji, düzen, yönetim, mal, evlât, âile, çevre, medya ve tâğutî kurumlar hep fitne unsurlarıdır. Tüm dünyadan fitneyi kaldırma, fitnenin kökünü kurutma hayali, planı, gayreti, cihadı ve savaşı içinde olanlara selâm olsun!
“Ey mü’minler! Öyle bir fitneden sakının ki, o, sizden yalnızca zulmedenlere dokunmaz. Bilin ki gerçekten Allah, (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.” 1207
“Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından dolayı bizi helâk eder misin (Allah’ım)? Bu senin fitnen/sınavından başka bir şey değildir. Bu imtihan aracılığıyla dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim velîmiz/dostumuzsun, bizi bağışla ve bize merhamet et, Sen bağışlayanların en hayırlısısın.” 1208
1207] 8/Enfâl, 25
1208] 7/A’râf, 155
- 296 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Fitne Kavramıyla İlgili Âyet-i Kerimeler
A- “Fitne” ve Türevlerinin Geçtiği Âyetler (60 Âyet): 2/Bakara, 102, 191, 193, 217; 3/Âl-i İmrân, 7; 4/Nisâ, 91, 101; 5/Mâide, 41, 49, 71; 6/En’âm, 23, 53, 7/A’râf, 27, 155; 8/Enfâl, 25, 28, 39, 73; 9/Tevbe, 47, 48, 49, 49, 126; 10/Yûnus, 83, 85; 16/Nahl, 110; 17/İsrâ, 60, 73; 20/Tâhâ, 40, 40, 85, 90, 131; 21/Enbiyâ, 35, 111; 22/Hacc, 11, 53; 24/Nûr, 63; 25/Furkan, 20; 27/Neml, 47; 29/Ankebût, 2, 3, 10; 33/Ahzâb, 14; 37/Sâffât, 63, 162; 38/Sâd, 24, 34; 39/Zümer, 49; 44/7Duhân, 17; 51/Zâriyât, 13, 14; 54/Kamer, 27; 57/Hadîd, 14; 60/Mümtehıne, 5; 64/Teğâbün, 15; 68/Kalem, 6; 72/Cin, 17; 74/Müddessir, 31; 85/Bürûc, 10.
B- İmtihan Anlamındaki “Belâ” ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 37 Yerde): 2/Bakara, 49, 124, 155, 249; 3/Âl-i İmrân, 152, 154, 186; 4/Nisâ, 6; 5/Mâide, 48, 94; 6/En’âm, 165; 7/A’râf, 141, 163, 168; 8/Enfâl, 17, 17; 10/Yûnus, 30; 11/Hûd, 7; 14/İbrâhim, 6; 16/Nahl, 92; 18/Kehf, 7; 21/Enbiyâ, 35; 23/Mü’minûn, 30; 27/Neml, 40; 33/Ahzâb, 11; 37/Sâffât, 106; 44/Duhân, 33; 47/Muhammed, 4, 31, 31; 67/Mülk, 2; 68/Kalem, 17, 17; 76/İnsan, 2; 86/Târık, 9, 89/Fecr, 15, 16.
C- Fitne Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
a- Fitne Katilden Beterdir: 2/Bakara, 191, 217.
b- Bazı Fitnelerin Cezâsı Geneldir: 8/Enfâl, 25.
c- Mal ve Evlât, Fitne Sebebidir: 8/Enfâl, 28; 64/Teğâbün, 14-15.
d- Fitneyi Uyandırmamak İçin İnsanlara İpucu Vermemek Gerekir: 12/Yûsuf, 13, 15-17.
Fitne Kavramıyla İlgili Hadis-i Şerif Kaynakları
Buhârî, Fiten 3, 4, 5, 9, 17, 26, 31; İ’tisâm 2; Vüdû 37; Ezan 60, 63, 149; İlm 24; Muhsar 4; Mevâkît 4; Mezâlim 25; Cenâiz 86-88; Meğâzî 12; Menâkıb 25; Cihad 25; Tefsir 2/30; Deavât 38, 39, 44-46; Buhârî Tecrîd-i Sarih Terc. 2/469
Müslim, Fiten 3, hadis no: 2885, 4/2211, Fiten 9, 10, 13; Mukaddime 7; İman 186; Salât 179; Küsûf 8, 11, 12, 22; Mesâcid 128, 130, 132; Zikir 49; Cenâiz 86
Ebû Dâvud, Fiten 2, hadis no: 4259-4262, 4/100, 101, Fiten 24, 149)
İbn Mâce, Fiten 25; Cenâiz 65
Riyâzu’s-Sâlihîn Terc. 1/512
Tirmizî, Fiten 30, hadis no: 2197, 4/488, Fiten 11, 25, 29, 33, 48
Ahmed bin Hanbel, 1/169, 185, 320; 2/172, 173, 282, 408; 3/346, 422; 4/226; 5/39, 48, 110.
Kütüb-i Sitte: 1/435-436; 3/381; 6/198; 13/356-357, 360, 365-366, 370-373, 375-387, 390-395, 398-399, 418-419, 426, 428, 441, 447-449, 450-452, 454-464, 466-467, 471-473, 482-484, 519-522, 527-528; 14/238-242; 15/422-423, 428-429; 17/156, 529, 532, 545.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Kur’an’da Fitne Kavramı, Hasan Keskin, Rağbet Y.
2. Kur’an’da Fitne Olgusu ve Modern Fitne Odakları, Salih Asğar, Hanif Y.
3. TDV. İslâm Ansiklopedisi (Mustafa Çağrıcı), T.D.V. Y. c. 13, s. 156-159
4. Şâmil İslâm Ansiklopedisi (Talat Sakallı), Şâmil Y. c. 2, s. 196-197
5. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. c. 6, s. 286-296
6. Sosyal Bilgiler Ansiklopedisi (Hüsnü Aktaş), Risâle Y. c. 2, s. 56-59
7. Kelimeler Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu, İnkılâb Y. s. 151-153
8. Fıkhî Meseleler, Yusuf Kerimoğlu, Ölçü Y. c. 3, s. 47
9. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. s. 206-218
10. Kur’an’da Siyasî Kavramlar, Vecdi Akyüz, Kitabevi Y. s.311-339
11. Kur’an’da Temel Kavramlar, Cavit Yalçın, Vural Y. s. 20-35
12. Kur’an’da İnsan Psikolojisi, Hayati Aydın, Timaş Y. s. 270-272
13. Yeryüzünün Vârisleri, Kul Sadi Yüksel, Madve Y. s. 243-254; 282-283
14. Fikrî Tevhide Doğru, Halil Atalay, Ribat Neşriyat, s. 33-38
15. İlâhî Kanunların Hikmetleri (Sünnetullah), Abdulkerim Zeydan, İhtar Y. s. 102-145
16. İnanmak ve Yaşamak, Ercümend Özkan, Anlam Y. c. 3, s. 179-193

 
Okunma 1063 kez
Ahmed Kalkan

Son ekleyen Ahmed Kalkan