Bu sayfayı yazdır
Cumartesi, 06 Şubat 2021 15:43

FELÂH / KURTULUŞ

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

FELÂH / KURTULUŞ


- 39 -
Kavram no 47
Nimetler 2
Bk. Cennet; İman; Sâlih Amel; Gâlibiyet ve Allah’ın Yardımı; Ensârullah
FELÂH / KURTULUŞ
• Felâh; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’an’da Felâh
• Hadislerde Felâh
• Felâhın Yolu: İman ve Sâlih Amel
• Namaza Çağrı: Haydin Felâha!
• Kimler Felâh'a Erer?
• Felâha Erenlerin Özelliklerinin Anlatıldığı Bakara Sûresinin İlk Beş Âyeti; Kısa Tefsiri
“Onlar, Rablerinden bir hidâyet üzeredirler ve felâha ulaşmış olanlar (kurtuluşa ermişler) ancak onlardır.” 82
Felâh; Anlam ve Mâhiyeti
Arapça’da “yarmak, tarlayı sürmek” mânâsına gelen “f-l-h” kökünden türeyen felâh, zafer, necat, halas ve fevz kelimeleriyle eş anlamlı kabul edilir. Sözlükte “yarmak, arzu edilen şeyleri elde etme, istenmeyen şeylerden kurtulma, gâyeye ulaşmak, hayır, nimet, refah ve saâdet içinde bulunma” gibi manalar taşır. Felâh kelimesinin yarmak anlamından dolayı, çiftçiye fellah; alt dudağı yarık olan kimseye de eflah adı verilmiştir. Felâh, bir terim olarak; kişinin dinî ve ahlâkî yükümlülüklerini yerine getirmesinin sonucunda dünyada elde edeceği başarı ve mutlulukla, âhirette ulaşacağı ebedî kurtuluş ve saâdeti ifade eder.
İnsanın böyle bir sonuca ulaşabilmesinin, karşısına çıkan bütün engelleri aşması şartına bağlı olduğu dikkate alınırsa, felâhın sözlük anlamı ile terim anlamı arasındaki bağlantı anlaşılır. Felâh; önündeki engeli yarıp, kendini kurtarmak ve istediğine ermek yani zafer bulmaya denir. Para, kadın, makam, şöhret gibi engelleri aşanlar, dünyada devlete; âhirette cennete ulaşırlar. Ezanda geçen “hayye ale’l-felâh” (Haydi kurtuluşa!) ifadesindeki felâh, kurtuluşa yönelmek anlamındadır. Aynı kökten gelen iflah, bir şeyi elde etmek, arzu edilen şeye ulaşmak, çalışmada başarılı olmak gibi anlamlar ifade eder.
Râgıb el-İsfahanî, felâhı, dünyevî ve uhrevî olmak üzere ikiye ayırdıktan sonra, birincisini dünya hayatını güzelleştiren uzun ömür, zenginlik, şeref ve bunların kazandırdığı mutluluk olarak yorumlamış, uhrevî saâdeti de şu dört şeyle özetlemiştir: Ölümsüz bir ömür, hiçbir ihtiyaç unsuru taşımayan zenginlik, zillet şâibesinden arınmış bir şeref ve cehil karanlıklarından kurtulmuş bir ilim.
Orucun gün boyu rahat bir şekilde tutulmasını sağladığı için sahur yemeğine;83
82] 2/Bakara, 5
83] Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV/ 272
- 40 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ayrıca ezan ve kamette geçtiği üzere hayrın bekâsına ve ebedî kurtuluşa vesile olması dolayısıyla cemaatle kılınan namaza da felâh denmiştir.84 Kelimenin sadece günlük başarıyı85 ve kişinin tedavi sonrasında hastalıktan iyileşmesini86 ifade eden bazı kullanımlarına da rastlanmaktadır.87
Firavun, komutanlarına ve ilim adamlarına “bütün tuzaklarınızı, planlarınızı toplayın, sonra saf saf gelin. Bugün yüce olan, felâha (kurtuluşa) erecektir.”88 diyerek o da Mûsâ (a.s.) engelini aşmak ister, ama aşamaz ve denizin derinliklerinde boğulur.
Kur’an’da Felâh
Felâh ve türevleri, Kur’an’da kırk yerde geçer. Felâhın zıddı olan hüsran ve türevleri ise 65 yerde kullanılır. Felâhtan türetilen ve “felâha ulaşan, ebedî saâdete eren” anlamına gelen “müflih” kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de çoğul şekliyle “müflihûn” bir övgü ifadesi olarak sadece mü’minler hakkında kullanılmaktadır. Kur’an terminolojisinde genellikle, âhiret hayatında cehennemden kurtulup cennete girmeyi ve Allah’ın rızasını elde etmeyi ifade eden felâh,89 Bakara sûresi 2-5. âyetlerinde, dünya hayatını gayba iman edip namaz kılmak, kendilerine ihsan edilen nimetlerden başkalarını da faydalandırmak, peygamberlere gönderilen kitaplara ve âhiret gününe kesinlikle inanmak suretiyle geçirenlere vaad edilmektedir. Kur’ân-ı Kerim, Allah’a iftira edenlerin, kâfirlerin, zâlimlerin, mücrimlerin, sihirbazların felâha kavuşmayacaklarını beyan eder.90 Buna karşılık Kur’ân-ı Kerim, mü’minlerin, namazlarını huşû ile kılanların, sabırlı olanların, takvâ sahibi kimselerin, cimrilikten sakınanların, nefislerini tezkiye edenlerin, Allah’ı samimiyetle ananların felâha (kurtuluşa) ereceklerini de açıklar.91
Gerçekten mü’minler felâha (kurtuluşa) ermiştir; Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler; Onlar ki, boş ve faydasız şeylerden yüz çevirirler; Onlar ki, zekâtı verirler; Ve onlar ki, iffetlerini korurlar; Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (câriyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerden dolayı) kınanmış değillerdir. Şu halde, kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir. Yine onlar (o mü’minler) ki, emanetlerine ve ahidlerine riâyet ederler; Ve onlar ki, namazlarına devam ederler. İşte, asıl bunlar vâris olacaklardır; Firdevs (cennetin)e vâris olan bu kimseler, orada ebedî kalıcıdırlar.”92
“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar, felâha (kurtuluşa) erenlerdir.”93
“Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin. Allah’tan sakının ki felâha (kurtuluşa) eresiniz.”94
84] Müslim, Salât 6, 12; Tirmizî, Salât 149; Nesai, Ezan 3, 5
85] 20/Tâhâ, 64
86] Ahmed bin Hanbel, Müsned IV/427, 430; Ebû Dâvud, Tıb 7
87] TDV İslâm Ansiklopedisi, T. Diyanet Vakfı Y. c. 12, s. 300-301
88] 20/Tâhâ, 64
89] 23/Mü'minûn, 1; 58/Mücadele, 22
90] Bak. 6/En'âm, 21, 131; 10/Yûnus, 77; 12/Yusuf, 23; 20/Tâhâ, 69; 40/Mü'minun, 117; 28/Kasas, 37, 82; 10/Yûnus, 69; 16/Nahl, 116
91] Bak. 23/Mü'minûn, 1; 87/A'lâ, 14; 91/Şems, 9; 2/Bakara, 189; 5/Mâide, 100; 22/Hacc, 77; 62/Cum'a, 10; 59/Haşir, 9; 64/Teğâbün, 16
92] 23/Mü'minûn, 1-11
93] 3/Âl-i İmran, 104
94] 3/Âl-i İmran, 130
FELÂH / KURTULUŞ
- 41 -
“Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki felâha (kurtuluşa) eresiniz.”95
“Yalan sözlerle Allah’a iftira edenden veya O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kimdir? Şüphe yok ki, zâlimler felâha (kurtuluşa) ermezler.”96
“De ki: Ey kavmim! Elinizden geleni yapın! Ben de yapacağım! Yurdun (dünyanın) sonunun kimin lehine olduğunu yakında bileceksiniz. Gerçek şu ki, zâlimler iflah olmazlar.”97
“O Peygamber’e iman edip O’na saygı gösteren, O’na yardım eden ve O’nunla birlikte gönderilen nûr’a (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.”98
“Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat almak istedi, kapıları iyice kapattı ve ‘Haydi gel!’ dedi. O da ‘(Hâşâ), Allah’a sığınırım! Zira kocanız benim velînimetimdir, bana güzel davrandı. Gerçek şu ki, zâlimler iflah olmaz.’ dedi.”99
“Peygamber ve onunla beraber iman edenler, mallarıyla, canlarıyla cihad ettiler. İşte bütün hayırlar onlarındır ve onlar felâha (kurtuluşa) erenlerin kendileridir.”100
“Ey iman edenler! Rükû edin; secdeye kapanın; Rabbinize ibâdet edin; hayır işleyin ki felâha (kurtuluşa) eresiniz.”101
“...Ey mü’minler! Hep birden Allah’a tevbe edin ki, felâha (kurtuluşa) eresiniz.”102
“Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Rasûlüne davet edildiklerinde, mü’minlerin sözü ancak “işittik ve itaat ettik” demeleridir. İşte asıl bunlar, felâha (kurtuluşa) erenlerdir.”103
“Allah’a ve âhiret gününe iman eden bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa- Allah’a ve Rasûlü’ne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların kalbine Allah, iman yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte onlar, hizbullah (Allah’ın tarafında olanlar)dır. İyi bilin ki, felâha (kurtuluşa) erecekler de sadece hizbullah (Allah’ın tarafında olanlar)dır.”104
“Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar felâha (kurtuluşa) erenlerdir.”105
“Temizlenen, Rabbinin adını anıp O’na kulluk eden, namaz kılan kimse kuşkusuz felâha (kurtuluşa) ermiştir.”106
“...Nefsini kötülüklerden arındıran felâha (kurtuluşa) ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.”107
95] 5/Mâide, 90
96] 6/En'âm, 21
97] 6/En'âm, 135
98] 7/A'râf, 157
99] 12/Yusuf, 23
100] 9/Tevbe, 88
101] 22/Hacc, 77
102] 24/Nur, 31
103] 24/Nur, 51
104] 58/Mücadele, 22
105] 59/Haşr, 9
106] 87/A'lâ, 14-15
107] 91/Şems, 9-10
- 42 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Hadislerde Felâh
Hadislerde felâh, genellikle “Allah’ın affına ve afiyete mazhar olma, O’nun rızasını elde etme” şeklinde tanımlanmış;108 Allah’ın birliğine inanıp şirkten uzak duran,109 Hz. Peygamber’in yolundan giden ve fitneden uzak kalabilen mü’minlerin felâha erecekleri müjdelenmiştir.
İslâmiyet, samimi bir imana sahip olunması yanında, inanılan her güzel ve faydalı işin hayata geçirilmesine de önem vermekte, dünya ve âhiret saâdetinin iman ve amel-i sâlih uyumuna bağlı olduğunu kabul etmektedir. Yani, amel-i sâlih olmadan gerçek anlamda imanın olmayacağı belirtilmiştir. Dinin ve dindar olmanın amacı, samimi bir imanla birlikte ibâdet şekilleri, ahlâk kuralları ve insanlar arası münasebetlere dair dinin sunduğu pratikleri uygulamak suretiyle fert ve toplum hayatının huzurunu sağlamak ve ebedî hayatın mutluluğuna ulaşmaktır.
Zemahşerî, Bakara sûresinin beşinci âyetinde geçen “müflihûn” kelimesini açıklarken şöyle der: Müflih, gâyesine ulaşan kişi demektir. Sanki bu kişi için bütün başarı yolları açılmış ve önünde hiçbir engel kalmamıştır. F-l-h, aslında yarmak ve açmak anlamındadır. Felâha eren kişi, bir çeşit zafer ve başarı yollarını yarıyor, gâyeye giden yol, âdeta ona açılıyor demektir.
Felâhın Yolu: İman ve Sâlih Amel
Bakara sûresi, 1-5. âyetlerde hidâyet ve ona bağlı olarak felâh (kurtuluş), gaybe iman, namazı ikame ve her imkânla infak etme şartlarına bağlanmıştır. Dolayısıyla, iman ve sâlih amel olmaksızın kurtuluş mümkün değildir. İman ve sâlih amel olmadan kurtuluşun olmadığı gerçeği, felâh kelimesinin zıddı olan “husran”la ifade edilerek Asr sûresinde de belirtilir: “Asra yemin olsun ki, insan gerçekten husran (ziyan) içindedir. Bundan, ancak iman edip sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnâdır.”110
Hâlikın nâ mütenâhî adı var, en başı “Hak”
Ne büyük şey, kul için, hakkı tutup kaldırmak.
Hani ashâb-ı kiram ayrılalım derlerken
Mutlaka sûre-i ve’l-asr’ı okurmuş bu neden?
Çünkü meknûn o büyük sûrede esrâr-ı felâh
Başta iman-ı hakiki geliyor, sonra salâh;
Sonra hak, sonra sebat: İşte kuzum insanlık;
Dördü birleşti mi, yoktur sana hüsrân artık.111
İman etmek, felâha ermektir. İmansız insan, cehennemde rahat arayan gibi kurtuluşu boşuna aramaktadır. İman, fıtratımızda olduğu için, onu sahip olduğu yere yerleştirmeyen insan, önce kendine zulmetmektedir. Huzursuz
108] Ahmed bin Hanbel, Müsned, I/ 257, III/ 127
109] Ahmed bin Hanbel, Müsned, III/ 492, IV/ 341
110] 103/Asr, 1-3
111] Mehmed Âkif Ersoy, Safahat
FELÂH / KURTULUŞ
- 43 -
gönlünü boş şeylerle avutmaya çalışmakta, ama gerçek felâhı ve mutluluğu bir türlü yakalayamamaktadır.
Namaza Çağrı: Haydin Felâha!
Namaza davet edilirken, günde beş kez “haydin felâha!” diye çağrılıyoruz. Yine kamet getirirken, cemaatle namazın felâh olduğunu tekrar vurguluyoruz. Cemaat, kardeşlik bağlarını güçlendirerek huzur ve felâhı İslâm toplumuna yayar. Felâh’ın dünya ve âhireti kapsayan kurtuluş anlamına geldiğini bilen namaz düşmanları, ezanı Türkçeleştirirken “felâh” kelimesini niye Türkçeye tercüme edip “haydin kurtuluşa!” dedirtmediler de “haydin felâha!” dedirttiler? İnsanımız, oynanan oyunun arka planını felâh kavramından yola çıkarak bile anlayabilir.
Evet, namazı ikame felâhtır, kurtuluştur. Namazda en büyük felâh, gönle gelmektedir. Evrenin sonsuz güzelliklerine açıldığı halde, dünyanın kısır çekişmeleri ve bitmeyen bunalımları arasında daralan gönül, ancak namazda Allah’ın huzurunda felâh bulur. Dünya telaşları, hele yaşanan yer İslâm yurdu değil, tağuti düzenlerin ve onların sürüleştirdiği kalabalıkların oluşturduğu çevre ise, kalbi öyle yıpratır ki; her şey onu mutsuz kılar, fıtratındaki güzellikleri aynalarda göremeyince devamlı olarak sıkılır. Birçoklarının farkında olmadan “içim sıkılıyor”, “beni hiçbir şey sevindirmiyor” diye ifade ettiği sıkıntı ve huzursuzlukların tümü, gönlün sonu gelmez mutsuzluklarıdır. İnsan, namaz kılarak Rabbine hamdü sena ve zikir ettikçe, gönül İlâhî güzelliği hisseder, sonsuz bir mutluluğa kavuşur. “Dikkat edin, bilin ki, ancak Allah’ın zikriyle kalpler mutmain olur, (tatmin olup, huzura kavuşur).”112
İnfak’ın felâha ulaştırmasına gelince; İnfak kadar felâha ermeyi, mutlu olmayı çabucak gösteren bir ibâdet yoktur. İnfakın hangi cinsini yaparsanız yapın, o anda mutlu olduğunuzu hissedersiniz. Çünkü infak, nefsin en çirkin yanını eriten bir ilaçtır. İnsanın mutsuzluğunun temel sebeplerinden biri hasettir. Hâlbuki infak ibâdeti her şekil ve her hali ile hasedi yok eden hikmete sahiptir. Nefsin hasedi infak sayesinde geçici de olsa bir an kaybolur. O zaman, gönül penceresi netleşir ve felâh dediğimiz sonsuz mutluluk huzuru gelir. İnfakla ilgili kıssaları ve olayları dinlerken olsun, kendimiz infak ederken olsun, yüce duyguların coşkunluğu ve belki de bu sırada gözümüzde beliren gözyaşı, gönül kapısının açıldığının işaretidir.
Felâhta önemli bir hikmet de; bizdeki her nimette, mü’min kardeşlerimizin, hatta bütün insanların hissesi bulunmasındandır. Yani biz, infak edince, kaçınılmaz bir borçtan kurtulmanın rahatlığına kavuşuyoruz ki, bu da felâh ve mutluluktur. Bir toplumda infakın gereği gibi yapılması, o toplumdaki tüm kırgınlıkları, çatışmaları kaldıracağı için, sosyal bir felâh yaşanır. Belki bu felâhı hissedemediğimiz durumlar olur; ancak, bir toplumdan infak kalkınca o toplumda kavga ve mutsuzluk başlar. İnsanları güler yüzlü, tatlı sözlü, zekâtı-sadakası verilmiş îtâsı (hayır ve bağışları) yapılmış bir toplumda felâh duygusunu gözle görüp hissetmemek mümkün müdür?
Gaybe iman, namazı ikame ve infak; takvâ sahiplerinin temel özellikleri ve hidâyette olmanın belirtisidir. Kur’an, bu temel özelliklere sahip insanlara sırat-ı
112] 13/Ra’d, 28
- 44 -
KUR’AN KAVRAMLARI
müstakime, dosdoğru yola hidâyet (kılavuzluk) eder. Yalnız, unutulmamalıdır ki, bu temel esaslar, benzerlerini de içine alan prototip özelliklerdir. Gaybe iman, bütün iman edilmesi yani kabul ve reddedilmesi gerekli itikadî esasları içerir. Namazı ikame, kul ile Rabbı arasındaki her çeşit ilişki ve ibâdeti, kulun Allah’a karşı tüm görevlerini kapsar.
İnfak ise, kişinin diğer insanlara, hatta tüm yaratıklara karşı görevlerini içeren her çeşit sorumluluğu kapsamına alır. Dolayısıyla bu üç özellik, hidâyet ve takvânın, hatta tüm Kur’anî emir ve görevlerin kuşatıcısı, müslümanın temel vasıflarıdır. Kimde bu özellikler var ise, ona Kur’an, sırat-ı müstakime hidâyet (kılavuzluk) eder; o kimse takvâ sahibi yani muttakidir; o hidâyet üzeredir; o felâha ermiş, dünya ve âhiret mutluluğuna sahip kurtulmuş insandır. Gayba iman, namazı ikame ve infak özelliklerine sahip olmayan kimse ise hüsran (zarar ve ziyan)dadır, felâha (kurtuluşa) eremez. Namazın dosdoğru kılınması ve toplumsal görevler; tüm sâlih amelleri zımnen de olsa kapsadığı için sâlih amel adıyla da belirtilir. Bu üç özellik, Kur’an’da sık sık “iman eden ve amel-i sâlih işleyen” şeklinde ifade edilir.
İnsanın yapısını teşkil eden temel unsurlar vardır: Nefs, beden, ruh ve kalp (gönül). Bunların tümüyle huzurlu olması, âhenkli çalışması mutlak mutluluğu temsil eder ki; buna felâh deriz. Bedenin âhengi için önemli şartların başında streslerden uzak kalma, iyi bir kan dolaşımına olan ihtiyaç başta gelir. Eklemlerimizin sağlıklı olması, hem hormonal sistemin, hem de organlarımızın alkol, dengesiz ve fazla beslenme gibi aşırılıktan uzak kalması gerekir. Gaybe iman, namaz ve ona bağlı abdesti düşünelim. Bu formülden daha huzur verici, dolayısıyla bedene felâh verici bir formül var mıdır? Ve bu huzur, ancak ilahî hidâyetin lutfu değil midir?
Ruhun mutluluğu ve uyumu için ne lazım? Ruh, kendi yurdundan koparılıp beden kafesine hapsolunmuş çileli bir garibe benzer. Ona huzur ve felâh ancak yakîne ulaşmış bir iman sırrıyla verilebir. Bu da takvâdan gelişen hidâyetle, namaz ve infakla mümkündür. Nefsin huzur ve mutluluğuna gelince: Nefis, sonsuz şüpheler ve doymaz ihtiraslar içinde kendi kendini kahreden, perişan eden, bedeni de bu tehlikelere sürükleyen bir zavallıdır. Onun da bir tek huzur ve mutluluk çaresi vardır: Gaybe iman, namaz ve infaktan kurulu hidâyet reçetesi. Nefs, gaybe iman sırrı içinde şüphelerden kurtulursa, kendini putlaştırmanın; bundan doğan bunalımlarının tümünden ancak namaz sayesinde kurtulur. Bitmez ihtirasları ise ancak infak kimyasında erir. Böylece çözümü en zor olan nefsin mutsuzlukları ancak hidâyet sırrı ile yok olur. Bu yüzden namaza çağrılırken aynı zamanda felâha çağrılırız. Kalbin huzur ve felâhına gelince: Kalp, güzellikleri sezmek; onları sevmek, onları yaşamak için yaratılmış bir uzvumuzdur. Onun için kalbin huzuru ancak güzelliği seyrederek ve sevgisini dile getirerek sağlanabilir. Kalp, namazla güzelliği seyreder ve infakla sevgisini dile getirebilir. Kalbin bu özelliği, hidâyet ve felâha karşı doyulmaz bir yaratılıştadır.
Birçok konuya yaklaşmak için, onun zıddını bilmek de bir metoddur. Felâhın tersi hüsrandır. Özellikle felâh yoksa mutlaka az çok hüsran vardır. Şimdi, insanlara, topluma bakalım; hüsran manzarasından başka ne görebiliriz? Asr sûresinde ifade edildiği gibi, tüm insanlar hüsrandadır. İman edenler (Gaybe iman edenler), sâlih amel işleyenler (namaz kılan ve infak edenler), hakkı ve sabrı tavsiye
FELÂH / KURTULUŞ
- 45 -
edenler (özellikle sözleriyle infak edenler) hüsranda değillerdir; çünkü onlar felâh bulmuşlardır. İnsanın önünde iki seçenek vardır: Ya bu üç ilkeye uyar ve felâha (kurtuluşa) erer; ya da hüsrânın pençesinde perişan olur.113
Allah yarattığı her şeyi güzel yapmıştır.114 O, insanı da en güzel biçimde yaratmıştır.115 İnsana şekil verip şeklini güzel yapan ve onları temiz/güzel besinlerle rızıklandıran Allah’tır.116 Allah, insanı şan ve şeref sahibi kılarak ona ikram etmiş, güzel rızıklar vermiş yarattıklarının çoğundan üstün kılmıştır.117 Gökleri ve yeri yaratan, gökten suyu indirip onunla rızık olarak bize türlü meyveler çıkaran, izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrimize veren, nehirleri de bize akıtan ancak Allah’tır.118 Âdetleri üzere seyreden güneşi ve ayı bize faydalı kılan, geceyi ve gündüzü istifâdemize veren yine Allah’tır.119 O, yerde ne varsa hepsini bizim için yaratmıştır.120 O bize istediğimiz her şeyden vermiştir. Eğer Allah’ın nimetlerini sayacak olsak, onu sayamayız. 121
Bunca nimet ve ihsânını sunan Yüce Allah insanları ancak kendisine ibâdet/kulluk yapsınlar diye yaratmıştır. 122 Kur’an’ın nazarında, hayat bir imtihan, daha doğrusu bir imtihanlar zinciridir. Semâvât ve arzın yaratılışının gâyesi de zaten insanın imtihana tâbi tutulmasıdır.123 Ölüm ve hayatın yaratılışı da aynı gâyeyi taşır (). Allah’ın dünya ve âhirette yardımını ve vaad ettiği cenneti kazanabilmesi için, insanın hayatı boyunca tâbi tutulacağı imtihanlarda İlâhî yardıma lâyık olduğunu ispatlaması lâzımdır.124 Bu imtihanlar, gerçekten iman edenlerle etmeyenleri birbirinden ayırır.125
Kimler Felâh Erer?
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
“Elif Lâm Mîm.”126
Kendisinde hiçbir şüphe olmayan o Kitap (Kur’an), müttakîler için bir hidâyet kaynağı ve yol göstericidir.”127
O müttakiler ki, gayba inanırlar, namaz ikame ederler, kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.”128
Yine onlar, sana indirilenlere (Kur’an’a) ve senden önce indirilen kitaplara ve
113] Haluk Nurbaki, Bakara Sûresi Yorumu, s. 75-77
114] 32/Secde, 7
115] 95/Tîn, 4
116] 40/Mü’min, 64
117] 17/İsrâ, 70
118] 14/İbrâhim, 32
119] 14/İbrâhim, 33
120] 2/Bakara, 29
121] 14/İbrâhim, 34; 16/Nahl, 18
122] 51/Zâriyât, 56
123] 11/Hûd, 7
124] 2/Bakara, 155; 3/Âl-i İmrân, 186; 23/Mü’minûn, 30; 29/Ankebût, 2-3
125] 3/Âl-i İmrân, 166-167, 169; 9/Tevbe, 16; 29/Ankebût, 3; 47/Muhammed, 31
126] 2/Bakara, 1
127] 2/Bakara, 2
128] 2/Bakara, 3
- 46 -
KUR’AN KAVRAMLARI
peygamberlere iman ederler. Ve âhiret gününe de kesin bir bilgi ile iman ederler.”129
“Onlar, Rablerinden bir hidâyet üzeredirler ve felâha ulaşmış olanlar (kurtuluşa ermişler) ancak onlardır.”130
Felâha Erenlerin Özelliklerinin Anlatıldığı Bakara Sûresi İlk Beş Âyeti; Kısa Tefsiri
“Elif Lâm Mîm.”131
Bakara sûresi üç hece harfi “Elif, Lâm, Mîm” ile başlıyor. Ve bunu müteakiben Allah’ın kitabından söz ediyor. Kur’an sûrelerinin bazıları böyle harflerle başlamaktadır. Bu harflerin tefsirinde çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Her şeyin en doğrusunu ve müteşâbih kabul edilen bu tür mukattaa harflerinin anlamını esas olarak Allah bilir. Buna rağmen, bu farklı görüşlerden âlimlerin önemli bir kısmının da kabul ettiği görüşü tercih ediyoruz ki, o da bu harflerin Kur’ân-ı Kerim’in böyle harflerden meydana gelmiş olduğuna işaret sayılmasıdır. Bu harfler Kur’ân-ı Kerim’in hitap ettiği Araplar tarafından kullanılan harflerdir. Böyle olmasına rağmen Araplar bu harflerden veciz Kur’ân-ı Kerim’in bir benzerini meydana getirememişlerdir. Bu Kur’an ki, onları defalarca, bir benzerini veya on sûrenin bir benzerini yahut da hiç olmazsa bir sûrenin benzerini meydana getirmeğe davet etmiş, fakat onlar bu meydan okuyuşa cevap vermekten âciz kalmışlardır.
Bu âcizlik yalnız Kur’an’a karşı değil; Allah’ın bütün mahlukatına karşı da aynıdır. İşte Allah’ın yaratışıyla insanın sanatı arasındaki fark budur. Yeryüzü, mahiyeti bilinen zerrelerden meydana gelmiştir. İnsanın bu zerrelerden (atomlardan) meydana getirebileceği en son şekil; ya bir kerpiç ya bir tuğla ya bir kap ya bir direk ya bir heykel veya bir cihazdır. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın yapabileceği budur. Fakat Allah, öyle bir mübdî (benzersiz yaratıcı) ki, o zerrelerden hayat meydana getiriyor. Bu hayatta da insanı âciz bırakan enerjik, hareketli ilahî bir esrar gizliyor; Hayat sırrını. Beşerin eremeyeceği ve kavrayamayacağı bir sır. İşte böyledir Kur’an... Harfler ve kelimeler... İnsanoğlu bunlardan vezinler, cümleler kurar. Allah ise bir Kur’an, bir Furkan vücuda getirir. Bu harf ve kelimelerden meydana gelen beşer sanatıyla Allah’ın sanatı arasındaki fark, ölü cisimle hayat fışkıran ruh arasındaki fark gibidir. İşte bu, hayatın şekliyle hakikati arasındaki farktır.
Tabiat kanunlarının her biri Rabbimiz’in âyetleridir. Bunlara tekvinî kanunlar diyoruz. Bir çiçeğin açmasında, bir böceğin uçmasında birçok kanun-ı İlahî çalışmaktadır. İnsanoğlu bu kanunları keşfeder, elementleri bulur, ama bir çiçeği yoktan var edemez. Rabbimiz’in teşrîî kanunu olan bu Kur’an âyetlerinin lafızları da bize 29 harfin bir araya gelmesiyle ulaştırılmış. İnsanoğlu bu harflerin hepsini sayar yazının kurallarını da bilir, ama elementlerden bir çiçek yaratamadığı gibi bu harflerden de bir âyetin benzerini getiremez.
Kur’an veya Rasulullah tarafından bu harflerin mânâsı bize bildirilmediği için, bu konuda kesin bir şey dememek, bu harflerin anlamı hakkında kesin bir
129] 2/Bakara, 4
130] 2/Bakara, 5
131] 2/Bakara, 1
FELÂH / KURTULUŞ
- 47 -
söz söylememek en doğru yoldur.
“İşte bu Kitap. Onda hiçbir şüphe yoktur. Takvâ sahipleri için hidâyetin ta kendisidir.”132
Sûrenin başlangıcında Kur’an’ın doğruluğunu ve hak olduğunu tayin eden açık ifade mevcutken ve kendilerince bilinip lisanlarında kullandıkları harflerle onun benzerini yapmaktan âciz kaldıkları meydanda iken nereden şek ve şüphe olsun artık! Allah’tan geldiğinde hiç şüphe yoktur. Doğruluğunda şüphe yoktur. Doğru yola götürdüğünde şüphe yoktur. Bu kitap Hak’dan geldiğinden, içindekiler de değişmez hakikatlerdir.
Bu Kitabın hakikati hidâyet, tabiatı hidâyet, varlığı hidâyet ve mahiyeti hidâyettir. Fakat kimlere? Bu Kitap kimler için hidâyettir? Kimler için ikaz edip yol gösteren apaçık bir kılavuzdur? Müttakiler için. Bu Kitaptan kalbe faydalanma ehliyeti veren, takvâdır. Kalbin kilitlerini açan takvâ, o nurun kalbe girerek vazifelerini yapmasını sağlar. Faydalı her şeyi tutup kaldırabilmeye, karşılayıp hüsnü kabul göstermeye ve hayra çağrıldığında icabet etmeye kalbi hazırlayan takvâdır.
Kur’an’da hidâyeti bulmak isteyen kimsenin, ona selim kalple ve temiz niyetle teveccüh etmesi zaruridir. Daha sonra Kur’an’a; korkan, korunan, dalalete düşmekten yahut herhangi bir sapıklık tarafından avlanmaktan çekinen bir kalple yanaşması lâzım gelir. İşte o vakit Kur’an sırlarını ve nurlarını açar. Ve kendisine takvâ, korku ve hassasiyetle mücehhez olarak bu esrar ve envârı kabule gelen kalbe onu aktarır. Pıtrak dikeninin çok olduğu bir yerde ayakkabı olmadan yürürken insanın ayaklarına diken batmaması için bütün vücudu dikkat kesilir; vücudunun her parçası göz olur. İşte bu dünyada elini, dilini, belini, gözünü, gönlünü, kulağını, ayağını haramlara dokundurmadan ömrünü geçirme gayretine takvâ denir.
Budur işte takvâ... Duygulu vicdan, şuurda berraklık, devamlı korku, daimi sakınma, yolun dikenlerinden korunma... Hayat yolunun, şehvetlerin ve çeşitli arzuların dikenlerinin sardığı yol... Korku ve vehim dikenlerinin sardığı yol... Boş ümitlerin bağlandığı dikenli yol... Fayda ve zarardan âciz kimselerin boş korkularının sardığı dikenli yol. Şirkten sakınıp iman üzere olmaktır takvâ.133 İsyandan sakınıp itaat üzere olmaktır takvâ.134
Her işimizde Allah’ın rızasını aramak için Allah’a lâyık bir kul olmaya çalışmaktır takvâ.135 Dışımızı halk için süslediğimiz gibi; içimizi Hak için şirkten yalandan, kinden, iftiradan, hasetten, gıybetten arındırmak ve süslemektir takvâ.
Sonra sûrenin seyri, müttakilerin sıfatlarını beyana başlıyor. Bu sıfatlar Medine’deki ilk mü’minlerin sıfatları olduğu gibi, bütün devirlerde bu ümmetin gerçek mü’minlerinin sıfatlarıdır: “Onlar ki gaybe iman ederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de infak ederler.”136
Müttakî insanlar, Allah’ı, melekleri, cenneti, cehennemi görmeden inanırlar.
132] 2/Bakara, 2
133] 48/Fetih, 26
134] 5/Mâide, 65; 7/A'râf, 96
135] 3/Âl-i İmran, 102
136] 2/Bakara, 3
- 48 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kendisi Allah’ı görmese de, Allah’ın kendisini gördüğüne inandığından bütün hareketlerini kontrol eder. Gözlerimiz gaybı görecek şekilde yaratılmamıştır. O’nun yarattıklarından ilmini, kudretini, sanatını, rahmetini görüyor; O’na ve O’nun haber verdiklerine iman ediyoruz.
Müttakilerin ilk vasfı yapıcı ve hareketli şuur birliğine sahip olmalarıdır. Bu şuur birliği, hepsinin kalbinde gayba inanmayı, bütün peygamberlere ve âhiret gününe iman etmeyi sağladığı gibi, farzları eda etmekte de onları bir araya getirir. İşte İslâm akidesinin ve bu akideye bağlanan mü’minlerin kazandığı yüksek meziyyet, bu olgunluğun eseridir. Allah tarafından gelen bu son akidenin bütün insanları hâkimiyeti altına alması, bütün insanların bu akidede birleşmesi, gölgesinde nizamı, imanı, fikri ve çalışmayı bir araya getirip programlı ve şuurlu bir hayat yaşayabilmesi ancak bu olgunluk ve tekâmülün mevcudiyeti ile mümkün olur.
Gaybe iman, insanoğlunun yükselme yolundaki ilk adımıdır. Ancak hislerinin tercümanlığını yapabileceği hayvanlık mertebesinden bu adımla kurtulur. Ve insanlık mertebesine intikal eder. Kâinatın hislerle veya bir takım vasıtalarla bilinen belli varlıklardan ibaret olmadığını, aslında, zahirdeki şeklinden çok daha büyük ve şümullü olduğunu insanoğluna bu mertebe öğretir.
“Namazı dosdoğru kılarlar.”137
Mü’minler; ibâdeti yalnız Allah’a yaparlar. Ve böylece eşyaya tapmaktan, kula kulluk etmekten kurtulup yükselirler. Yüzlerini kayıtsız şartsız o mutlak kuvvete çevirirler. Başlarını kullara değil; Allah’a eğerler. Gece gündüz Allah’a bağlı olan kalpler de yalnız O’na secde eder. Bu kalpler geceli gündüzlü hep O’na bağlıdırlar. Mü’min kalbi, Allah’a giden yolun kendisinden geçtiğini duyarak yaşar. Hayatının dünya ve dünya ile ilgili her şeyin üstünde bir hedefe bağlı olduğunu hisseder. Ve bilir ki mahlûkatın yaratıcısı ile olan irtibatı sayesinde bütün mahlûkattan kuvvetlidir. Bütün bunlar, vicdan için kuvvetin menbaı sayıldığı gibi, her türlü takvânın ve sakınmanın da kaynağıdır. Şahsiyetin tekâmülünde büyük tesiri vardır. Ona Rabbânî tasavvuru, Rabbânî şuuru ve Rabbânî hareketi öğretir.
Cennetin anahtarı, gözlerin nuru, müslümanların can ve tenlerinin huzur bulup rahatlama yeri olan namazı, Kur’an ve sünnetin tarif ettiği şekliyle dosdoğru kılarlar. Kötülüklerden alıkoyan, kalp ve kalıpları bir araya getiren, mü’minlerin mi’racı olan, Hak huzurunda halkla beraber; halk içinde Hak’la beraber olunan namazı kılarlar. Günde beş defa elbisemize, namaz kılacağımız yere, ellerimize, yüzlerimize, baş ve ayaklarımıza dikkatimizi çeken ve bizi temiz olmaya sevkeden namazı kılarlar. Sıkıntılı zamanlarda sığınak; sevinçli zamanlarda şükür makamıdır namaz. Rabbin mülkünde, O’nun yarattığı bedenle O’nun huzurunda, O’nun öğrettiği kelimelerle O’na yönelmek, halktan alâkayı kesip Hak’la beraber olup, selamla tekrar halka dönme halidir namaz.
“Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de infak ederler.” 138
Onlar, ellerindeki servet ve paraların öz sahibinin Allah olduğunu başlangıçta itiraf ederler. Bilirler ki, sahip bulundukları şeylerin yaratıcısı kendileri değildir.
137] 2/Bakara, 3
138] 2/Bakar, 3
FELÂH / KURTULUŞ
- 49 -
Bunlar rızık olarak Allah tarafından kendilerine bahşedilen bir ikramdan ibarettir. İşte bu itiraf ve şuur neticesinde mü’minler, Allah’ın, fakir ve zayıf kullarına karşı iyilik, ikram kapılarını açarlar. Bu kapıların açılması kulların birbirine karşı kardeşlik duygusunu, insanlık şuurunu ve beşerî tesânüdünü meydana getirir. Bu sıfatların kıymet ve ehemmiyeti insandaki cimriliğin ve egoistliğin zail olup yerini iyiliğe, cömertliğe terk etmesiyle meydana çıkar. Aynı zamanda bu sıfatlar, hayatı çatışma ve ihtiraslardan uzaklaştırıp sevgi ve yardımlaşmaya sevk eder. Zayıf ve çaresizlere tam bir emniyet sağlayarak onlara, vahşet ve hırs pençeleri arasında değil; kalplerde, gönüllerde yaşadıklarını hissettirir.
Rızık: Allah’ın kuluna verdiğinden yararlanılan ilim, gençlik, makam, mevki, yiyecek, içecek ve giyecek gibi şeylerin hepsine rızık denir. İnfak da; zekâtı, sadakayı ve hayr yolda verilen her yardımı içine alan bir ifadedir. Zekât, infakın ihtiva ettiği umumilikten bir cüzdür. Ve infak, asıl olması hasebiyle zekâttan önce emrolunmuştur. “Sizden birine ölüm gelip ‘Yâ Rabbi, keşke yakın bir zamana kadar ecelimi geciktirsen de sadaka versem’ demeden önce size verdiğimiz rızıktan veriniz.”139 Verdiğimizi kendi malımızdan değil; Allah’ın bize emaneten verdiğinden infak ettiğimizi hiç unutmamalıyız. Düğün evinde yemek kazanının başındaki aşçı, yemek dağıtırken kimseyi minnet altına almadığı, kimsenin başına kakmadığı gibi, “ben, kendi malımdan dağıtıyorum” diyerek övünemediği gibi, infakta bulunan kişi de haddini bilir. Mülkün gerçek sahibini tanır; malında isteyenlerin ve mahrumların hakkı olduğunu kabul eder.
“Onlar ki sana indirilene de, senden evvel indirilmiş olanlara da inanırlar. Ve onlar âhirete de kesin bir bilgi ile iman ederler.”140
Sana indirilen bu Kur’ân-ı Kerim’e iman ederler. Senden önceki peygamberlere indirilenlere de iman ederler. Yahudi gibi ırkçılık yapıp yalnız Benî İsrail’den olanlara inanıp diğerlerini inkâr etmezler. Peygamberlerin üstünlüğü, güzelliği kendi şahıslarından, ırklarından, dillerinden gelmez; Allah’ın onları peygamber olarak seçmesinden gelir. Allah’ın gönderdiği peygamberler hangi ırktan, hangi renkten olursa olsun iman ederiz. Onlara indirilen kitaplara da iman edip kabul ederiz.
Bu sıfatın dinlere ve bu dinlere inanıp doğru yolda yürüyen mü’minlere karşı, ruhlardan kötü taassubu söküp atmasından dolayı mühim bir tesiri vardır.
“Ve onlar âhirete de kesin bir bilgi ile iman ederler.” 141
Müttakîler, âhireti gözleriyle görmemişlerdir; ancak, gözlerini yaratan Allah, âhiretin varlığını haber verdiği için şüphesiz iman ederler. Gözün görmesinde yanılma ve yanlışlık olabilir; fakat Allah’ın haberinde yanlışlık olmaz.
Bu özellik, sıfatların son noktasıdır. Dünyayı âhirete bağlayan, başı sona ulaştıran, ameli karşılığıyla birleştiren sıfat. Bu sıfat, insanoğluna başıboş olmadığını, lüzumsuz yere yaratılmadığını ve kendi keyfine terk edilmediğini öğretir. Ona kesin bir şekilde bildirir ki, mutlak bir adâlet kendisini beklemektedir. Bu sûretle kalbine güven dolar, gönlü huzur ve sükûna erer. İyi amellerle bezenerek dönüp
139] 63/Münâfikun, 10
140] 2/Bakara, 4
141] 2/Bakara, 4
- 50 -
KUR’AN KAVRAMLARI
dolaşıp varacağı Allah’ın adâletine, rahmetine sığınır.
Görülüyor ki, bu sıfatların her birisi insan hayatında büyük kıymetler ifade etmektedir. Müttakîlerin sıfatı oluşu da işte bundandır. Bütün bu sıfatlar arasında, sonsuz bir uyum ve insicam vardır.
Bakara sûresinin girişi olan bu ilk beş âyette, öncelikle Kitab’ı ilk açan okuyucu için; “Bu Kitap, kendisinde şek ve şüphe bulunmayan bir kitaptır. Muttakiler için huden (rehber/ kılavuzdur” açıklaması yapılarak okuyucunun Kitap hakkında endişe etmemesi gerektiği adeta teyid edilmiştir. Lâ raybe fîh denilerek Kitab’ın varlığı, huden denilerek de Kitab’ın ne amaçla gönderildiği anlatılmaktadır. Böylece Kitab’ı eline alan mü’min, Allah’tan olduğu kesin olan bu kitab’ı rehber/kılavuz edinerek yolunu bulabilecektir. Devam eden ikinci âyette yapılması gerekenler topluca özetlenmiştir. Gayb diye ifade edilen çıplak gözle göremediği, kendini aşan birkaç konuya kesin iman edecek, salât şeklinde anılan amellerden ilkiyle bazı görevleri yerine getirmeye başlayacaktır. İnfak şeklinde ifade olunan inandığı ve bağlandığı bir dine hizmet için çaba ve gayretlerin ilkiyle bu esasları başkalarına da götürecektir. Bunlara ilk kendisinin inanmadığını, devam edegelen kadim bir mücadelenin izleyicisi olduğunu, tevhid tarihinin temel taşları olan peygamberleri ve kitapları hatırlaması için kendinden öncekilerle de irtibatını kuracak, son olarak inzal olunan bu Kitab’a, kitabın indiği şahsa (Hz. Peygamber’e) ve önceden inzal olan kitaplara ve Rasullere de iman edecektir. Bütün bu inanç, amel ve gayretleri hayatın ikinci ve ebedî bölümü olan âhiret için yapacak, onun varlığına sanki görüyormuşçasına inanacaktır. Eğer böyle yaparsa, hayatın dünyadaki bölümünün imtihanını başaracak ve kurtulmuş olacaktır.142
Takvâ, içte duyulan bir şuur, gönülde hissedilen bir manevî haldir. Hal ve hareketlerde büyük etkisi görülür. Gönüldeki iyi duygularla dıştaki hal ve hareketleri birleştiren takvâdır. İnsanoğlu, takvâ ile içten ve dıştan Allah’a ulaşır. Ruhun şifası bununladır. Bütün zâhir ve bâtın âlemlerle ruh arasındaki perdeler takvâ ile açılır. Bu sayede, bilinenler de bilinmeyenler de ona âşikâr olur. Ruhla bütün varlıklar arasındaki perdelerin kaldırılması için ruhun sağlığa kavuşması ve zâhirle bâtının farksız hale gelmesi gerekir. Bu, ancak, sonsuz bir kesinlikle gaybe inanmak ve ruhla gayb arasındaki bağı kurabilmekle mümkündür. Takvânın ve gaybe imanın yanında Allah’ın gösterdiği şekilde ibâdet gelir. Rab ile kul arasındaki bağı sağlamak için Allah, ibâdeti seçmiştir. Onu, emredildiği şekilde yerine getirmek gerekir. Diğer bir şart da cömertliktir. Cömertlik, kendisine verilen nimeti takdir etmenin ve insanlara karşı kardeşlik hissi duymanın ifadesi olarak rızkının bir parçasını bölüp, başkalarına cömertçe vermek... Sonra gönül kapılarını asil iman kafilesine açmak gelir. Her mü’mine, her peygambere ve her risâlete karşı yakınlık hissetmek. Daha sonra da âhirete iman gelir ki, bu imanda zerre kadar şek ve şüphenin bulunmaması gerekir.
“İşte bunlar, Rablerinden gelen bir hidâyet üzeredirler. Felâha (kurtuluşa) erenler de bunlardır.”143
Dünyada devlete; âhirette cennete ulaşanlar bunlardır.144
142] İhsan Eliaçık, İtikad Üzerine, s. 13-14
143] 2/Bakara, 5
144] Seyyid Kutub, Fi Zılal'il Kur'an; Mahmut Toptaş, Şifâ Tefsiri
FELÂH / KURTULUŞ
- 51 -
Ne diyor Kur’an’ımız: “Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer gerçekten dosdoğru iman ediyorsanız siz üstünsünüz, siz gâlipsiniz.”145; “(Gerçek) mü’minlere yardım etmek Bizim üzerimize haktır.” 146
Kim Allah’a (O’nun yardımına) sahip o neden mahrum? Kim Allah’tan mahrum o neye sahip?
145] 3/Âl-i İmrân, 139
146] 30/Rûm, 47
- 52 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Felâh’la İlgili Âyet-i Kerimeler
A- Felâh Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 40 Yerde:) 2/Bakara, 5, 189; 3/Âl-i İmrân, 104, 130, 200; 5/Mâide, 35, 90, 100; 6/En’âm, 21, 135; 7/A’râf, 8, 69, 157; 8/Enfâl, 45; 9/Tevbe, 88; 10/Yûnus, 17, 69, 77; 12/Yûsuf, 23; 16/Nahl, 116; 18/Kehf, 20; 20/Tâhâ, 64, 69; 22/Hacc, 77; 23/Mü’minûn, 1, 102, 117; 24/Nûr, 31, 51; 28/Kasas, 37, 67, 82; 30/Rûm, 38; 31/Lokman, 5; 58/Mücâdele, 22; 59/Haşr, 9; 62/Cum’a, 10; 64/Teğâbün, 16; 87/A’lâ, 14; 91/Şems, 9.
B- Felâh Kelimesinin Zıddı Olan Husrân ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 65 Yerde:) 2/Bakara, 27, 64, 121; 3/Âl-i İmrân, 85, 149; 4/Nisâ, 119, 119; 5/Mâide, 5, 21, 30, 53; 6/En’âm, 12, 20, 31, 140; 7/A’râf, 9, 23, 53, 90, 92, 99, 149, 178; 8/Enfâl, 37; 9/Tevbe, 69; 10/Yûnus, 45, 95; 11/Hûd, 21, 22, 47, 63; 12/Yûsuf, 14; 16/Nahl, 109; 17/İsrâ, 82; 18/Kehf, 103; 21/Enbiyâ, 70; 22/Hacc, 11, 11; 23/Mü’minûn, 34, 103; 26/Şuarâ, 181; 27/Neml, 5; 29/Ankebût, 52; 35/Fâtır, 39; 39/Zümer, 15, 15, 15, 63, 65; 40/Mü’min, 78, 85; 41/Fussılet, 23, 25; 42/Şûrâ, 45, 45; 45/Câsiye, 27; 46/Ahkaf, 18; 55/Rahmân, 9; 58/Mücâdele, 19; 63/Münâfıkun, 9; 65/Talâk, 9; 71/Nûh, 21; 79/Nâziât, 12; 83/Mutaffifîn, 3; 103/Asr, 2.
Felâhla İlgili Hadis-i Şerif Kaynakları
S. Müslim, Salat, 6, 12.
Tirmizi, Daavat 84, Salat 149.
Nesai, Ezan 3, 5.
İbn Mace, Duâ 5.
Ebu Davud, Tıb 7.
Müsned, Ahmed b. Hanbel, I/ 162, 257; II/ 168, 169, 173, 188, 441; III/ 127, 492, 496; IV/ 272, 341, 427, 430, 435.
Kurtuluşa Ermek İçin Uyulacak Yol: Kütüb-i Sitte, İ. Canan, c. 2, s. 328-329
Kurtuluş İstenilecek Devir: Kütüb-i Sitte, İ. Canan, c. 17, s. 552
Konu ile İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
FELÂH:
36. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 188-189
37. Hadislerle Kur’an Tefsiri, İbni Kesir, Çağdı Y. c. 2, s. 178-179
38. Tefsir-i Kebir (Mefatihu’l-Gayb), Fahreddin Razi, Akçağ Y. C. 1, s. 468-471
39. Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 89-90
40. Min Vahyi’l-Kur’an, M. Hüseyin Fadlullah, AkÂdemi Y. c. 1, s. 50
41. Kur’ani Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Mustansır Mir, İnkılab Y. 64-65
42. İslâm Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı Y. c. 12, s. 300-301
43. İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 2, s. 163-164
44. Bakara Suresi Yorumu, Haluk Nurbaki, Damla Y.
HÜSRAN:
45. Esenlik Yurdunun Çağrısı, Celalettin Vatandaş, Pınar Y. s. 178-180
46. Kur’an Penceresinden, Mevlüt Güngör, Kur’an Kitaplığı, s. 227-233
47. Kur’an ve Psikoloji, Osman Necati, Fecr Y. s. 244-257

 
Okunma 975 kez
Ahmed Kalkan

Son ekleyen Ahmed Kalkan