Cumartesi, 06 Şubat 2021 13:43

CİMRİLİK VE CÖMERTLİK

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

CİMRİLİK VE CÖMERTLİK


• Buhl/Cimrilik; Anlam ve Mâhiyeti
• Cimriliğin Psikolojisi
• Cimriliğin Zıddı, Cömertlik; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Buhl/Cimrilik Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Buhl/Cimrilik Kavramı
• Kerem/İkrâm; Cömertlik ve Bağış
• Cömertliğin Göstergesi; İnfak
• “Dünya Hayatı, Sizi Aldatmasın!”
“Allah’ın, fazlından/kereminden kendilerine verdiklerini (infakta) buhl edip cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o, kendileri için hayırlıdır; tersine bu onlar için şerdir/kötüdür. Buhl edip cimrilik ettikleri şey de kıyâmet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mîrâsı Allah’ındır. Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” 1250
Buhl/Cimrilik; Anlam ve Mâhiyeti
Harcanması gereken malı sarfetmekten kaçınmak, para ve malı çok sevdiğinden dolayı, başkasına bir şey vermekten çekinmek.
Dinimiz, başta zekât olmak üzere bazı malî harcamalarda bulunmamızı emretmiştir. Aile bireylerinin bakımı, akrabaların görülüp gözetilmesi de bu emirler arasındadır. Çevremizdeki yoksullara imkân ölçüsünde malî yardım ise bir insanlık görevidir. Parası ve malı olduğu halde bir insan bu görevlerini yapmaz ve malını sarf etmekten çekinirse, cimrilik yapmış demektir.
Cimriliğin başlıca sebebi aşırı mal hırsı ve gelecekte yoksul kalma korkusudur. Peygamberimiz: “Çocuk, cimrilik ve korkaklık sebebidir” buyurmuştur. Aşırı mal hırsı ve cimriliği yüzünden durmadan mal biriktiren ve tükenir endişesi ile hastalıklarında bile harcamayıp, dünyayı kendilerine zindan eden cimriler vardır. Hâlbuki mal Allah’ın nimetidir ve bu nimet yerli yerince harcanırsa Allah onu artırır.
Cimriler, insanlar arasında da, Allah katında da sevimsiz ve aşağılık kişiler olarak görülür. Allah Teâlâ: “Onlar ki hem kıskanır, cimrilik ederler, hem de herkese cimrilik tavsiye ederler ve Allah’ın kendilerine fazlından verdiği Şeyleri saklarlar. Biz de böyle nimetleri gizleyen nankörlere hor ve rüsvay edici bir azap hazırladık.” 1251 buyurmuştur.
Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) de şöyle buyurmaktadır: “Cimrilikten sakınınız. Çünkü cimrilik, sizden önceki milletleri helâk etmiştir.” “Her sabah gökten iki melek iner. Birisi: ‘İlâhî İnfak edene karşılığını ver’; diğeri: ‘Allah’ım! Cimrilik edene de telef ver (malını yok et)’
1250] 3/Âl-i İmrân, 180
1251] 4/Nisâ, 37
- 270 -
KUR’AN KAVRAMLARI
diye duâ ederler.” 1252; “...Cimri kişi Allah’a uzak, Cennet’e uzak, insanlara uzak ve Cehennem ateşine yakındır.” 1253
Cimriler hakkında söylenen sözler, cimrilerin insanlar arasındaki durumunu, çok güzel anlatmaktadır. Bişr b. el-Hâris, cimriler hakkında şöyle demiştir: “Cimrinin yüzüne bakmak, insanın kalbini katılaştırır. Cimrilerle karşılaşmak mü’minler için belâdır” Yahya b. Muaz da şöyle demiştir: “Kötü kimseler olsalar bile, cömertler için herkesin kalbinde bir sevgi vardır. İyi olsalar bile, cimrilere karşı herkesin kalbinde yalnız nefret vardır.” İbnu’l-Mutez’in cimrilik hakkındaki görüşü de şudur: “İnsan malına cimrilik ettiği nisbette şerefinden kaybeder.”
Mallarını kendileri için bile harcamaktan çekinen cimriler, Allah Teâlâ’nın kendilerine verdiği nimeti harcamamakla sadece kendilerini değil, eş ve çocuklarını da sıkıntıya sokarlar. Çevrelerindeki diğer insanlara fenalık yapmış olurlar. Çünkü, Allah’ın verdiği bu nimetlerde nafaka veya sadaka olarak diğer insanların da hakkı vardır. Bu hakkın sahiplerine verilmemesi zulümden başka bir şey değildir. Servet, Cenâb-ı Hakk’ın ihsânıdır. Allah (c.c.), serveti dilediğine verir, dilediğinden alır. Mal ve mülkün gerçek sahibi O’dur. Cimriler, bu şuura eremeyen insanlardır.
Müslümanların, cimrilik konusunda, Allah Teâlâ’nın şu ihtarını unutmamaları gerekir. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: “Allah’ın verdiklerinden cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar; bilakis bu, onların kötülüğünedir. Cimrilik yaptıkları şey, kıyâmet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah işlediklerinizden haberdardır.” 1254
Beşer nefsi zayıftır, muhteristir. Ancak Allah’ın koruduğu kimseler bundan müstesnadır. Ancak imanla kendilerini mâmur edenler, bu cimrilik cehaletinden temizlenebilir, yeryüzünün zaruretlerinden kurtulabilir, menfaate karşı duydukları hırs kaydından vazgeçebilirler. Çünkü iman sahipleri, Allah’tan, maldan da üstün bir şey umabilirler. Bu umulan şey Allah’ın rızasıdır. Mü’min kalp; mal ile değil, iman ile mutmain olur; Allah yolunda infak etmekle fakir düşeceğinden korkmaz. Kendi hiç bir şey değilken Allah onu meydana getirmiş, vücut, göz, kalp, lisan ve sayısız nimetler bağışlamış ve mal sahibi yapmıştır. Bunlar Allah’a aittir. Öyle ise Allah’a güvenen birisi Allah yolunda ve Allah rızası için malını infak etmekten çekinmez.
Ama kalp gerçek imandan yoksun olunca, infak etmeye veya sadaka vermeye teşebbüs ettiği zaman, her defasında, nefsinde bir cimrilik duygusu dalgalanmaya başlar, fakir düşeceğinden korkar. Böylece infak etmekten vazgeçer. Sonra onun hayatı emniyetsiz ve istikrarsız bir korku ve ihtiras Cehennemi haline gelir.
Allah’a söz verdiği halde ahdine ihanet eden, verdiği söze vefâ göstermeyip Allah’a karşı yalan söyleyen, hiç bir zaman kalbini münafıklıktan kurtaramaz. Ölçülü hareket etmek İslâm nizamının temel esaslarından birisidir. Aşırı müsrif davranmak da cimri davranmak kadar dengeyi bozar. İslâm, dengenin bozulmamasını öngörür: “Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün de açıp tutumsuz
1252] Riyâzü's-Sâlihîn, I/253
1253] Tirmizî, Birr 40
1254] 3/Âl-i İmrân, 180
CİMRİLİK VE CÖMERTLİK
- 271 -
olma. Yoksa pişman olur açıkta kalırsın.”1255 Âyet-i celîlede cimrilik, ellerini boynuna bağlıyan bir insan gibi tasvir ediliyor. İsraf ise, elini son haddine kadar açıp elinde ve avucunda ne varsa dağıtmak şeklinde ifade ediliyor.
Cimri insanın da, müsrif insanın da varacağı netice aynıdır. Cimriliğin de israfın da sonu pişmanlık duygusudur. Her şeyin en iyisi orta hallisidir. Orta yol, iman ahlâkı ile küfür ahlâkının sınırıdır: Cimrilik cehaletten gelen kara bir lekedir. İsraf ise şeytanın işini yapmaktır. Müsrifler şeytanın kardeşleri olarak tanıtılmaktadır.
Cimrilik kelimesinin Kur’an’daki diğer bir karşılığı katûr kelimesidir. Bu kelime, Türkçe’deki hasis kelimesini karşılamaktadır. Anlamı, eli sıkı yahut çok cimri demektir. Kur’an’da, kişinin elindeki şeyleri çar-çur etmesi demek olan israfın zıddı olarak kullanılmıştır. “Ve onlar ki harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne de cimrilik ederler; (harcamaları) bu ikisinin arasında dengeli olur.” 1256
Cimrilik konusu, Allah’ın çok kötülediği bir haslettir. İman eden bir kimse asla cimri davranıp mal yığmaz. Tamahkâr davranmaz. Nefsinin cimriliğinden kendini kurtarır. Cimriliğin ve tamahkârlığın son derecesi olarak Kur’an’da bir kelime daha vardır. Bu kelime şih, şuh veya şihh’dir. Kelime güçlü bir kötüleme anlamında tamahkârlık ve cimrilik demektir. “O halde gücünüz yettiği kadar Allah’tan korkun. (O’nun öğütlerini) dinleyin. İtaat edin. Kendi iyiliğinize olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden (şuhhe nefsihi) korunursa işte onlar, kurtuluşa erenlerdir.”1257 Bu âyete göre, cimrilik, nefsin kendisinde bulunan bir belâdır. Nefsi, bu belâdan ancak iman kurtarır. Allah’a ve âhiret gününe inanan insan, infak ederek nefsindeki bu cahilî lekeyi temizler, bu belâdan kurtulur. Cimrilik belâsından kurtulamayan insan İslâmî bir hayata aşina olamaz. İslâmî hayata alışkın olmayan cimriler, Allah’ın rahmet hazinelerine sahip olsalar bile, biter korkusuyla cimrilik ederler. Hâlbuki Allah’ın hazineleri bitmez ve tükenmez.
“De ki, Rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız tükenir korkusuyla yine de cimrilik ederdiniz. Hakikaten insan çok cimridir.”1258 Bu cümle ile cimriliğin son haddi dile getiriliyor. Allah’ın rahmeti, her şeyi kaplamıştır. Onun ne bitmesinden ne de eksilmesinden endişe edilebilir. 1259
Cimrilik; Servet edinme tutkusuyla karşılıksız harcama ve hayır yapmaktan kaçınma eğilimidir. “Âdî, alçak, soysuz” anlamındaki Farsça “cimri” kelimesinden Türkçeleştirilmiş olup genellikle “pintilik, hasislik” mânâsında kullanılır. İslâm ahlâk literatüründe aynı kavramlar “şuhh” ve “buhl” kelimeleriyle ifâde edilir. Ancak dilciler bu iki terim arasındaki anlam farkı üzerinde durmuşlardır. Buna göre şuhh, öncelikle kişiyi mal-mülk edinme hırsına sevkeden, harcamalarda bulunmaktan ve yardım etmekten alıkoyan bencil bir duygu, buhl isebu duygunun etkisiyle iyilik ve cömertlik yapmaktan kaçınmaktır. Dil âlimleri ve müfessirlerin çoğunluğu, özel olarak mal varlığı konusundaki cimriliğe buhl ve genel olarak iyiliğin her türlüsünden kaçınacak derecede köklü ve yaygın bir huy halini almış bulunan cimriliğe de şuhh demişlerdir. Ayrıca buhlü, kişinin kendi malını hayır yoluna harcamaktan kaçınması, şuhhu da başkalarının elindekine
1255] 17/İsrâ, 29
1256] 25/Furkan, 67
1257] 64/Teğâbün, 16
1258] 17/İsrâ, 100
1259] Osman Çetin, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 313-314
- 272 -
KUR’AN KAVRAMLARI
göz dikecek veya onların iyilik yapmalarından bile hoşlanmayacak derecede cimri ve iyilik duygusundan yoksun olması şeklinde açıklayanlar da vardır.
Hadislerde cimrilik anlamına gelen kavramlar sık sık geçmektedir. Hz. Peygamber, genel olarak insanlar hakkında düşünülebilen en kötü ve alçaltıcı iki huyun cimrilik ve korkaklık olduğunu,1260 cimrilik duygusuyla imanın bir arada bulunmayacağını1261ifâde etmiştir. Başka bir hadiste mal hırsı demir zırhına benzetilmiştir: Cömert insandaki yardım duygusu mal hırsını yenip kişi cömertlik yaptıkça üzerindeki zırh gevşer, yani cömert insanda mal hırsının ve cimrilik duygusunun baskısı gittikçe azalır. Aynı zamanda başkalarının sıkıntılarını hafifletimiş olmaktan dolayı da huzura kavuşur. Buna karşılık cimri insandaki mal hırsı kendisini gittikçe sıkan bir zırh gibi rahatsız eder; insanların sıkıntı içinde bulunduklarını görmekten dolayı da vicdânen rahatsız olmasına rağmen cimriliği yüzünden vicdânını rahatlatacak iyilikler yapamaz. Böylece cimrilik duygusu kendisini tam bir psikolojik baskı altına alır.1262 Bu sebeple Hz. Peygamber cimrilikten Allah’a sığınmış,1263 geçmişte bazı kavimlerin cimrilik yüzünden birbirlerinin mallarına saldırmak, kanlarını akıtmak sûretiyle helâk olduklarını belirtmiş1264cimriliğin, bencillik ve çıkarcılığın doğurabileceği sosyal bunalımlara dikkat çekmiştir. İmam Mâverdî de cimriliğin bu sosyal münâsebetler üzerindeki bu olumsuz etkisi üzerinde durmuştur. 1265
Cimrilik konusu İslâm ahlâkçıları içinde Gazâlî tarafından ilmî bir yaklaşımla ele alınarak incelenmiştir. Gazâlî cimriliğin psikolojik temelleri üzerinde durarak bu olumsuz duyguyu mal sevgisine bağlamakta ve bu sevginin az veya çok her insanda bulunduğunu belirtmektedir. Ona göre eğer her servet biriktirenin cimri olduğu düşünülecek olursa bu takdirde cimrilikten kurtulabilmiş hiçbir insan bulunamaz. Cimrilik hakkındaki hükümler çoğunlukla izâfîdir/görecelidir. Nitekim bir insan kendisinin cömert olduğuna inandığı halde, başkaları onu cimri sayabilirler. Bu durum genellikle cimrilik kavramının farklı anlaşılmasından doğmaktadır. Gazâlî, cimrilik konusunda “harcanması dinî ve hukukî bakımdan gerekli olan malı harcamaktan kaçınmak” veya “hayır yolunda harcama yapmayı sevmemek” şeklindeki tarifleri yetersiz bulmakta ve bu konuya tam olarak açıklık getirebilmek için servetin var oluş gâyesini esas almak gerektiğini söylemektedir. Buna göre malı yaratılış gâyesinin dışında harcamak isrâf; bu gâye için harcamaktan kaçınarak elde tutmak cimrilik; yaratılış gâyesine uygun olarak harcamaksa cömertliktir. 1266
İslâm ahlâkçıları cimriliği ahlâkî ve psikolojik bir hastalık kabul ederek diğer rezîletler gibi bunun da ilim ve amel yoluyla tedâvi edilebileceğini ifâde etmişlerdir. İlim yolu cimriliğin ahlâkî, dinî ve sosyal bakımdan zararlarını ve bundan kurtulmanın yollarını araştırıp öğrenmek, amel yolu ise insanların dertleriyle ilgilenmek, nefse güç gelse de insanlara yardım etmeye kendini zorlamak
1260] Ahmed bin Hanbel, II/302, 320; Ebû Dâvud, Cihad 21
1261] Ahmed bin Hanbel, II/256, 340, 441; Nesâî Cihad 8
1262] Buhârî, Cihad 89, Zekât 27, Libâs 9; Müslim, Zekât 76, 77
1263] Buhârî, Cihad 74
1264] Müslim, Birr 56
1265] Edebü'd-Dünyâ ve'd-Dîn, s. 222
1266] Gazâli, İhyâ, III/259-260
CİMRİLİK VE CÖMERTLİK
- 273 -
şeklinde özetlenebilir. 1267
Cimriliğin Psikolojisi
Cimrilik, maddiyat sevgisinin ağır basmasıyla anormal biçimde tasarrufa gitmek olduğundan, bu tavır, insandaki muhâfaza içgüdüsünün bozulması ve fıtratın fesada uğramasıdır. Bu tür dünyevî meyil, aç gözlülük ve hırs münâfıklarda çok bâriz ve katmerli olduğundan ve bu hususta tabiatlarını çok zorladıkları gerekçesiyle Kur’an onlardan bahsederken cimriliğin en şiddetlisine denilen “şuhh” kelimesinin mübâlâğalı şeklini kullanır. 1268
Haset, hırs ve boş gurur ile yakın münâsebeti olan cimrilik, aynı zamanda psikolojik bir dengesizliktir. Bölgesel olarak bazı toplumlarda cimriliğin görülmesini, sosyal etkileşim gibi unsurlara bağlamanın daha uygun olacağını değerlendirmek gerekiyor. Yoksa, cimriliğin iklim ve coğrafî özelliklerden kaynaklandığını söylemek doğru değildir. Bazı nasslar, cimriliğin insan tabiatına yerleşen bir huy olduğunu ifâde etmektedir. “De ki: ‘Eğer Rabbimin rahmet hazinesine siz sahip olsaydınız, harcanır korkusuyla kıstıkça kısardını. Zaten insan (tabiatı gereği) çok cimridir.” 1269 Bu âyetteki ifâdelerde cimriliğin son haddi belirtiliyor. Her şeyi kuşatan Allah’ın rahmetinin tükenmesinden endişe edilmez. Ama insanlar o derece hırslı ve cimridirler ki, eğer Allah’ın rahmet hazinelerini ellerinde bulundursalar bu rahmetten herkesi mahrum bırakırlar. “Harcayınca tükenir” korkusuyla ellerinde tutar, harcama, cimrilik ederler. Bu âyet, cimriliğin insan psikolojisinin ayrılmaz bir parçası olduğunu, nefsin cimrilikle damgalandığını belirtmektedir. Bugün de, her insanda bu halin doğal olarak bulunduğu kabul edilmektedir.
Cimrilik nefsin kendisinde bulunan bir iptilâdır. Nesin cimriliğinden kurtulmadıkça insan rahata kavuşamaz: “Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar, kurtuluşa erenlerdir.” 1270 Hatta cimriliğin zaaflar arasında en köklü olanlardan biri olduğunu söylemek dahi mümkündür: “Ama o sarp geçidi geçmeye katlanmadı. O sarp geçidin ne olduğunu bilir misin? Bir köle ya da esirin bağını çözüp hürriyetine kavuşturmaktır. Veya açlık gününde (kıtlık zamanlarında) hısım sayılan bir yetime veya yere serilmiş (bitkin kimsesiz) bir yoksula yedirmektir...”1271 Cimriliğin ruhtaki köklü tesirine temas eden bu âyette, bir kölenin âzâd edilmesi, açlık zamanında bir yetimi, fakir birini kurtarmanın âdeta sarp bir yokuşu tırmanmaya benzetilmesi, cimrilğin ruhta olan en köklü bir zaaf olduğunu, izâlesinin başarılması için çok büyük bir çabanın gerekeceğini ortaya koymaktadır. Nitekim bu konuda Sâdî’nin dediği gibi; “Altın madenden kazmak ile çıkar, cimrinin elinden ise canını almakla (çıkar)” sözü de, bu duygunun insanın ruh âlemindeki köklülüğüne ve insanın mala ne kadar hırslı olduğuna delâlet etmektedir.
Kur’an, tabiat ile uyumlu fertleri yetiştirmeyi hedeflemektedir. Bundan dolayı insan tabiatta sünnetullah’a riâyet ettiğinde, kendisi için birçok hususta ideal bir yol bulur. Tabiatı örnek almanın insanı mükemmele doğru götüreceği hususunda görüşler müslüman düşünürler tarafından kitaplarında işlenen bir tema
1267] Mustafa Çağrıcı, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 8, s. 4
1268] 33/Ahzâb, 19
1269] 17/İsrâ, 100
1270] 64/Teğâbün, 16
1271] 90/Beled, 11-16
- 274 -
KUR’AN KAVRAMLARI
iken, çok daha sonra Avrupa’da aynı görüşleri taşıyan “Klasizm” adı altında bir ekol oluşmuştur. Klasizm ekolünün temsilcilerince de, insanın bir lahza olsa bile, tabiattan ayrılmamasının gerekli olduğu savunulmaktadır. Kur’an ifâdeleri, insan fıtratı ve evrende geçerli olan İlâhî kanunlara teması hususunda önemli incelikler sunmaktadır. Bunlardan biri de, cimrilikten sakındıran ve malın fakir ve yoksullara verilmesini emreden malın zekâtı, yani temizliği dediği ve çoğu yerde de mal tezkiyesiyle/temizliğiyle beraber, nefis tezkiyesinin zikredildiği bu Kur’ânî ifâde, bu geçerli kanunun bir tercümesi olmaktadır. Nitekim tabiatta bir yerde oluşan su birikintisinin üzerinde devr-i dâimi sağlayacak olan ve etrafa dağılan bir çiseltisinin olmadığı zaman, bu durum, suyun kokuşmasına sebebiyet verdiği gibi, mal ve mal sevgisinin de nefislerdeki ağır baskısı, sudaki kokuşmuşluk gibi müzmin dertlere dönüşmektedir. Bunu için Kur’an’da malî iyilikte bulunmak, hem nefis, hem de servet için bir temizlik olarak ifâde edilmektedir: “O ki malını hayra vererek arınır.”1272 Ayrıca vücudun kirli kanının verilmesi neticesinde, tabiî olarak onda daha da güzel ve temiz kanın oluşumu sağlandığı gibi, zekât ve maldan sadaka verilmesi de, insana yeni ve temiz rızık kapısını açmaktadır. Tabiattaki bu uyum ve alâkayı iyi keşfeden Sâdî’nin şu beyti, bu hususu vurgulamaktadır: “Malın zekâtını ver ki, asma bahçe sahibi tarafından budandığında daha da fazla üzüm vermektedir.”
Cimrilik, psikolojik bazda bazı menfî ve zararlı sonuçlar doğurmaktadır. Nitekim cimriler zâlimlerden daha gaddar olabilmektedir.1273 Bu yüzden cimriler, büyük oranda ruh bazında huzursuz olmakla birlikte, toplum tarafından da daima nefret ile karşılaşmaktadırlar. Cimrilğin ruhta bıraktığı olumsuz tesir açısında şu hadis-i şerif hayli önem arzetmektedir. “Cimri ile infak eden cömerdin örneği, (şu) iki kimsenin misali göbidir ki, bunların üzerlerinde, göğüslerinden köprücük kemiklerine kadar (vücutlarını kaplayan) demirden cübbeler vardır. (Bunlardan) sadaka veren cömert, sadaka verir vermez o demir zırh, kendi bedeni üzerinde genişler, aşağı doğru sarkarak geride bıraktığı izleri de siler. Cimriye gelince o, hiç sadaka vermek istemez, derhal o zırhın bütün halkaları, vücudun kendisine denk gelen noktalarını sıkar. Cimri de bu sıkan zırhı genişletmeye çalışır; fakat buna muvaffak olamaz.”1274 Bu hadis, cömert insanın gönül huzurunu ve cömertliğinin toplumda bıraktığı güzel intibâdan ötürü ayıplarını başkalarının fark edemeyeceği şekilde kamufle edildiğini dile getirmektedir.
Ancak bunun yanında cimrinin, psikolojik bazda çektiği sıkıntı ile dışarıdan belirgin şekildeki ayıplarını da dile getirmekte ve bu ruh halini de, vücudu her taraftan sıkan bir cendereye benzetmektedir. Bu psikoloji şu şekilde izah edilebilir: Cimri bir insan, insan olma haysiyetiyle ne kadar taş yürekli olsa da, kendi ve çevresindeki ihtiyaç sahiplerinin kötü durumlarını görünce buna üzülmekten kendini alamaz, para harcamayı ister; ancak gönlündeki şiddetli cimrilik onu bundan alıkoyar. Bundan dolayı devamlı bir sûretle vicdanı ile çarpışır durur. Bu da, cimriliğin ruhta büyük huzursuzluğa kaynaklık eden bir hastalık olduğunu ortaya koymaktadır.
Kur’an’da cimrilik, kâfirliğin/inkârcılığın temel karakteri olarak
1272] 93/Leyl, 18
1273] Buhârî, Talâk 24; Ahmed bin Hanbel, II/256
1274] Buhârî, Zekât 28, Cihad ve Seyr 89; Ahmed bin Hanbel, II/256
CİMRİLİK VE CÖMERTLİK
- 275 -
belirtilmektedir: “Dini yalan sayanı gördün mü? İşte yetime kaba ve sert davranarak iten, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur.”1275 Bu âyetler, aynı zamanda cimriliği mü’mine yakıştırmamakta, mü’minin cimri olduğu takdirde kâfirde bulunan bir niteliği taşıdığını îmâ etmektedir. Hatta bir hadiste: “Bir müslümanın kalbinde cimrilik ve iman bir arada bulunmaz.”1276 buyrulur. Diğer bir rivâyet, şu şekildedir: “Cimrilik ve iman bir kulun kalbinde ebedî bir sûrette bulunmaz.”1277 Bundan dolayı İslâm âlimleri, bu sınıf insanlar hakkında bazı karamsar ifâdeler kullanmışlardır. Nitekim şu kelâm-ı kibardaki, “Cömert olan kâfirin iman etmesi umulur; cimri olan mü’minin âkıbetinden korkulur.” şeklindeki ifâdede, bu anlam vurgulanmaktadır. Bu şekildeki ifâdeler, cimriliğin inanç bazında ciddî endişeler doğurduğunu göstermektedir. Bu münâsebetle cimri olan birisi samimiyetle Allah’a inandığını söylese de, bu sözde samimi olduğu iddiası şüphe doğurur. Çünkü Allah’a imanı olan bir kimsenin, Allah’ın kullarına yardım etmesi, onlara imfak etmesi, yemek yedirmesi ve acıması lâzımdır; cimrilerde ise bu özellikler çoğunlukla bulunmaz.
Hadislerde cimriliğin, ruhu kemirerek büyük günahlara sürüklediği vurgulanmaktadır: “Cimrilikten sakınınz, zira cimrilik, sizden öncekileri dâvet etti; (birbirlerinin) kanlarını akıttılar. Yine kendi tarafına çekti; haramı helâl ettiler. Onları kendi tarafına çekti; sıla-i rahmi (akrabalarla olan alâkayı) kestiler.”1278 Bu hadis, aynı zamanda cimrilerin her türlü hunharlık yapabileceklerinin bir göstergesidir.
Ayrıca, cimriliğin geçmiş ümmetlerin helâk sebebi olmakla birlikte, dini tahrif etmeye de sebep olduğu ifâde edilmektedir: “Aman cimrilikten sakının; zira sizden öncekileri cimrilik helâk etmiştir. Cimrilik, onları kan dökmeye ve haramı helâl tanımaya sürüklemiştir.” 1279
Kur’an, nefsin cimriliğini yenen kimsenin kurtulacağını, ehl-i necat olacağını ifâde etmektedir: “... Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar, başarıya erenlerin ta kendileridir.” 1280 Bu bağlamda olmak üzere bu duyguyu yenerek cömertlik yapmak sûretiyle Mekke’li muhâcir kardeşlerine bir fazilet örneği gösteren Medine’lilerden Kur’an sitayiş ile söz etmektedir: “Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendi (şehir)lerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zarûret içinde bulunsalar bile, onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” 1281
Cimrilik, izâfî/göreceli bir kavram olup, mâlî durumun darlığı ve genişliğine göre değiştiği için buna bir sınır tâyin etmek mümkün değildir. Ancak, bir kimse İslâm hukuku ve meşrû örf ve görgü kurallarının uygun gördüğü hususları, lâyık-ı veçhiyle yerine getiriyorsa, cimri olarak nitelendirilemez. Böyle bir kimsenin İslâm hukuku ve örf kurallarına uygun olarak gönül rahatlığıyla, fazilet elde etmek gâyesiyle bir harcama yapması, cömertlik kategorisine girmektedir. Her konuda vasat/orta yolu tavsiye eden İslâm’ın, harcam husûsunda da, orta yolu
1275] 107/Mâûn, 1-3
1276] Ahmed bin Hanbel, II/256
1277] Nesâî, hadis no: 3110
1278] Müslim, Birr 56; Ahmed bin Hanbel, II/191, 195
1279] Ahmed bin Hanbel, II/191, 195; Müslim, Birr 56
1280] 64/Teğâbün, 16
1281] 59/Haşr, 9
- 276 -
KUR’AN KAVRAMLARI
tevsiye ettiğini görmekteyiz: “Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün de açıp tutumsuz olma. Yoksa pişman olur açıkta kalırsın.”1282; “Onlar, harcadıkları zaman ne israf ederler ne kısarlar; (harcamaları) ikisi arasında dengeli, orta bir yoldur.”1283 Böyle vasat bir davranış, hemen hemen İslâm’ın bütün emirlerinde bulunmaktadır. Hatta ibâdetlerde dahi bu normu bulmak, aşırılıktan kaçınma tavsiyesini görmek mümkündür.
İnsanın tasarruf husûsundaki ihtirasını kabul eden İslâm, bu duygunun kişide rûhî bir dengesizlik haline gelmemesi için, zekât gibi zorlayıcı yaptırımlarla kişiyi cömertliğe alıştırırken, nâfile tasadduk, hibe, vakıf, hediye gibi öngördüğü hayırlarla da, bu duygunun fertlerde körelmesi sûretiyle nefisleri tezkiye cihetine gittiğini söylemek mümkündür. Nitekim Kur’an’da infak ile nefsi tezkiye/arındırma birbiriyle irtibatlandırılarak “O ki malını hayra vererek arınır” 1284 şeklinde ifâde edilmektedir. Ancak eldeki mevcut her şeyin dağıtılmasını da, İslâm tebzîr (isrâf/savurganlık) kategorisine sokmakta ve hoş karşılamamaktadır. Bu da, olayın diğer aşırı tarafıdır. 1285
Kur’an’da insan, cimri olarak vasfedilmektedir.1286 Bazı kişilerin akıllarına şöyle bir soru gelebilir: “İnsan, karakter olarak cimri yaratıldığı halde, bu cimrilik vasfı niye Kur’an tarafından eleştirilmektedir? Ayrıca, insanlar arasında nice cömert kişiye rastlamak mümkündür. Bu nasıl olmaktadır?”
Bu soruya şu şekilde cevap verebiliriz: İnsanın tabiatında/karakterinde cimrilik vardır. Çünkü insan, muhtaç bir varlık olarak yaratılmıştır. İhtiyaç sahibi, yani muhtaç canlıların ise ihtiyaçlarını gidermeleri ve bu gereksinimlerini giderecek araçları kendi yanlarında, kendileri için tutmaları doğal bir olaydır. Ama, kişinin cömert olması kendi dışında, hâricî birtakım sebeplerden dolayıdır. İnsan, bazen övüldüğü, bazen şeref bulduğu ve bazen de uhdesinde bulunan dinî bir vecîbeyi/farzı yerine getirmek için infakta bulunur. Kişinin zekât, sadaka vermesi gibi tutum ve davranışlar göstermesi bu sebepledir. Yoksa insan, yine de hakikatte cimridir. 1287
Bu özellikleri tabiatımızdan söküp atmak mümkün görünmese dahi, ona ayarlayıcı, dengeleyici bir özellik verilebilir. “(Durmaksızın mal ve servet) Toplayıp bir yerde (üstüste) yığmakta olanı (cehennem kendine çeker). Gerçekten insan, pek hırslı (ve sabırsız, dar gönüllü) yaratılmıştır. Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanır, feryat eder. Ona imkân verilip iyilik dokunduğunda ise pinti kesilir.”1288 Bu âyetlerde cimrilik gibi bazı olumsuz özellikleri sayılan insanın, hidâyet ve imanî gayretiyle sahip olacağı bazı özelliklerle muttasıf olacak kişileri cimrilik, haset gibi iyi olmayan sıfatlardan istisnâda bulunmuştur: “Ancak namaz kılanlar, namazlarına devam edenler, namazlarını koruyanlar, mallarında muhtaç ve mahrum için belli bir hak olduğunu kabul edenler, cezâ gününün doğruluğuna inananlar, Rablerinin azâbından korkanlar, ırz ve namuslarını koruyanlar, emânet ve ahidlerine riâyet edenler,
1282] 17/İsrâ, 29
1283] 25/Furkan, 67
1284] 92/Leyl, 18
1285] Hayati Aydın, Kur’an’da İnsan Psikolojisi, s. 103-109
1286] 17/İsrâ, 100; 4/Nisâ, 53; 70/Meâric, 19-21
1287] Fahreddin Râzî, 21/63
1288] 70/Meâric, 18-21
CİMRİLİK VE CÖMERTLİK
- 277 -
şâhitliklerini doğru yapanlar öyle değildir.” 1289
Cimriliğin Zıddı, Cömertlik; Anlam ve Mâhiyeti
Cömert; Eli açık, ikramcı, kerem sahibi demektir. Cömertlik; Sehâvet, İkram, ihsan ve yardım alışkanlığı anlamındadır. Cömertlik; insanın, sahip olduğu imkânlardan, muhtaçlara meşrû ölçüler dâhilinde ve Allah rızasından başka hiç bir gaye gütmeden, ihsan ve yardımda bulunmasını sağlayan üstün bir ahlâk kuralıdır.
Cömertlik, ruhun bir melekesidir. İnsanları, muhtaç olanlara vermeye, ihsanda bulunmaya sevkeder. Bu melekeye sahip olan kişi, ferdî ve ictimaî alanda lüzumlu olan her şeye yardım eder. Hiç bir kimsenin zorlaması olmadan ihsanda bulunmayı can ve gönülden ister. “Rızkı veren Allah’tır”1290 düşüncesi ile hareket ettiklerinden kalpleri de temiz ve zengindir.1291 Kendi varlıklarıyla, her ne suretle olursa olsun başkalarına faydalı olmağa çalışırlar. Allah Teâlâ’nın kendilerine fazl ve kereminden verdiğine ve bunlarda da muhtaçların hakkı olduğuna1292 inanırlar. Cömertliği kul hakkının temeli sayarlar. Kendi haklarını affederler. Kendi ihtiyaçlarını düşünmeden başkasının ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlar. Hatta zarurî ihtiyacı olan bir şeyi, başka birine vermeyi tercih ederler.
İslâm âlimleri cömertliği şöyle derecelendirirler:
Sehâvet: Malının bir kısmını dağıtarak yapılan cömertlik. Bu, cömertliğin asgarî derecesi olarak kabul edilir. Zekât vermek gibi.
Cûd: Malının çoğunu dağıtıp, geriye azını bırakarak yapılan cömertlik. Hz. Ebû Bekir’in çoğu zaman cihat için yaptığı yardım gibi.
İsâr: Kendi için gerekli olan bir şeyi, zarar ve sıkıntılara katlanarak kendisi kullanma yerine, başkalarının istifadesine sunmak sureti ile yapılan cömertlik. Bunun Asr-ı Saâdet’teki misâli; Medineli müslümanların (Ensâr), Mekkeli Muhacirleri şehirlerine davet edip onları her şeylerine ortak ederek Allah Teâlâ’nın takdirini kazanmalarıdır.1293 Bir başka örnek de Hz. Ebû Bekir’in Hicret esnasında mağarada hayatını tehlikeye atarak canını, sevdiği Hz. Peygamber için fedâ etmesidir. 1294
İnsanların cömertlikten kaçmasının sebepleri başında: “Benim olan varlığı başkalarına niçin vereyim?” duygusu ile, “Başkalarına verirsem, benim varlığım azalır ve zaruret zamanında zahmete düşerim” düşüncesi gelir. İslam dini ise bu duygu ve düşünceyi kökünden kaldırmıştır. İslâm’a göre mal ve servet herhangi bir şahsın inhisarı altında değildir. Mal ve servet yalnız Allah Teâlâ’nındır. Her şeyin gerçek Mâlik’i O’dur.1295 Kur’ân-ı Kerîm’de bu durum yirmiyi aşkın âyette vurgulanmaktadır. Mülk Allah Teâlâ’nın olduğuna göre, tabiî olarak sahibinin yolunda sarf edilmesi, mü’minler için en mâkul bir hâdise olarak değerlendirilir.
1289] 70/Meâric, 22-34
1290] 27/Neml, 64; 51/Zâriyât, 58
1291] 92/Leyl, 17-20
1292] 11/Hûd, 6
1293] bk. 59/Haşr, 5
1294] 9/Tevbe, 40
1295] 3/Âl-i İmrân, 179; 57/Hadîd, 10
- 278 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Mü’mindeki cömertlik duygusu da bu düşünceden kaynaklanır. Hz. Peygamber, şöyle buyurur: “Cömert kişi, Allah’a yakın, Cennet’e yakın, insanlara yakın ve Cehennem ateşinden uzaktır. Hasis insan, Allah’tan uzak, Cennet’ten uzak ve Cehennem ateşine yakındır. Cömert cahil, ibadet eden cimriden Allah’a daha sevimlidir.” 1296; “Gıbta edilecek kişilerden biri de cömertlerdir.” 1297 Peygamberimiz, insanlara dünyada yaşadıkları sürece cömert olmalarını, işi öldükten sonraya bırakmamalarını tavsiye eder: “Sadakanın en iyisi bizzat kendisinin vereceği sadakadır. Sadaka sağ iken, malınız elinizde iken, istediğiniz kimseye istediğiniz kadar verdiğinizdir. Yoksa can boğaza geldikten sonra geç kalmış olursunuz. Sizden sonrakiler istediklerini yapar.” 1298
Abdullah b. Abbâs, Hz. Peygamber’in cömertliğini şöyle anlatır: “Allah’ın Rasûlü, insanların en cömerdi ve en iyilikseveri idi. Ramazan’da Cebrâil ile beraber bulunduğu zamanlarda her şeyini verirdi.” Cebrâil, her Ramazan gecesi Rasûlullah’ın yanına gelir, ona Kur’an öğretirdi. Cebrâil şöyle derdi: “Allah’ın Râsulü bereket getiren rüzgârlardan daha cömerttir.”1299 Câbir b. Abdullah şöyle derdi: “Rasûlullah (s.a.s.) kendisinden herhangi bir şey istendiğinde, asla, ‘hayır!’ dememiştir.1300 Hz. Ali’den şöyle rivayet edilmiştir: “Rasûlullah’tan bir şey istendiği zaman, eğer bu isteği yerine getirmek isterse, “peki” derdi. Yapmak istemediği zaman da susardı. Hiç bir şey için “hayır!” dememiştir.” 1301
“Öyle zamanlar yaşadık ki, aramızdan hiç biri, müslüman kardeşinden daha çok altın ve gümüşe sahip olmayı düşünmedi...” diyen Abdullah b. Ömer’in (r.a.) sözü, bize, ashâbın cömertlik ve îsâr konusunda nasıl davrandığını göstermektedir. Şu halde, sonradan pişmanlık duymamak için, müslümanın cömert davranarak Allah Teâlâ’nın kendisine ihsan ettiği malını sağlığında Allah yolunda ve O’nun rızâsına uygun bir biçimde harcaması gerekir. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: “Sizden birinize ölüm (alâmetleri) gelip de: ‘Ey Rabbim, beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de, sadaka versem ve salihlerden olsam’ demeden önce size, rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah yolunda) harcayın.” 1302 Gazâli der ki: “Malı olmayan kişide hırs değil kanaat olmalıdır. Malı olan kişide ise cimrilik değil cömertlik olmalıdır.” 1303
Cömertlik, eldeki imkânları meşrû ölçüler içinde, gönüllü olarak ve karşılık beklemeden başkalarının yararına sunma eğilimidir. Cömert, Farsça “cevân-merd” kelimesinden Türkçeleştirilimiştir. Cömertlik kavramı İslâm ahlâkı literatüründe genellikle “sehâ”, “sehâvet” ve “cûd” terimleriyle ifâde edilir. Sehâ ve sehâvet sözlükte “ocağın, içinde kolaylıkla ateş yakılacak şekilde geniş tutulması ve yanmakta olan ateşin alev ve dumanının kolayca yükselmesine imkân hazırlanması” anlamına gelir. Bu mânâdan hareketle, gönül zenginliği ve genişliğine de sehâvet denilmiştir. “Bir şeyin yeni, iyi ve sağlam olması”, ayrıca “cömertlik yapmak” anlamındaki “cevd” veya “cevdet” kökünden türetilmiş olan “cûd” da terim olarak sehâvet kelimesiyle eş anlamlıdır. Bazı müslüman ahlâkçılar, bu
1296] Tirmizî, Birr 40
1297] Buhârî, Temennâ 5; Tevhid, 45
1298] Buhârî, Vesâya 14
1299] Müslim, Fezâil 12, hadis no: 2308
1300] Y. Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, III, 1181
1301] Y. Kandehlevî, aynı yer
1302] 63/Münâfikûn, 10
1303] Ahmed Sezikli, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 322-323
CİMRİLİK VE CÖMERTLİK
- 279 -
iki terimi cömertliğin farklı dereceleri için de kullanmışlardır. Kur’ân-ı Kerim’de sehâ, sehâvet ve cûd kelimeleri geçmemekle birlikte pek çok âyette infak, îsâr, i’tâ, it’âm, ihsân, ikrâm, bezl gibi masdarlardan gelen fiillerle cömertlik erdeminin önemi üzerinde durulmuştur. Hadislerde ise hem bu kelimeler hem de sehâ, sehâvet ve cûd kelimeleri geçmektedir.
Cömertlik, Câhiliyye devrinin en önemli erdemleri arasında yer almaktaydı. Bu dönemde cömertliğiyle ün salmı ve adları tarihe geçmiş pek çok kişi vardır. İbn Kuteybe’nin kaydettiğine göre Araplar arasında Kâ’b bin Mâme, Hâtim et-Tâî ve Herim bin Sinan’dan daha cömert bir kimse yoktu. Câhiliyye devrinde birinin çok cömert ve misâfirperver olduğunu anlatmak için “kuşları doyuran”, “esen yeli besleyen”, “yolcunun azığı”, “köpeği korkak olan” gibi mecâzî ifâdeler kullanılırdı. Ancak bu dönemde cömertçe davranışların temel âmili, ahlâkî ve insanî duygulardan ziyâde kişinin veya kabilenin şan ve şöhretini yayma tutkusuydu. Esâsen asâlet, cesâret ve sehâvet, Câhiliyye hayatının en ciddî zaaflarından olan şeref yarışının (tefâhür) başlıca konularıydı.
İslâm dini cömertliği bir fazilet olarak kabul edip yüceltmenin ötesinde onu bencil duyguların tatmin vâsıtası olmaktan çıkararak Allah rızâsı ve insan sevgisinden oluşan ahlâkî bir muhtevâya kavuşturmuştur. Kur’ân-ı Kerim, malını Allah rızâsı için değil, sadece insanlara gösteriş olsun diye harcayan kimselerin bu davranışlarının ahlâkî değer taşımadığını, yardımlaşmanın ancak insanlara iyilik etme (birr) ve Allah’a saygı gösterme (takvâ) niyetine dayalı olması gerektiğini ısrarla vurgulamıştır.1304 Kur’an’da cömertlik öncelikle Allah’ın sıfatları arasında gösterilmiştir. Allah, sonsuz lutuf ve kerem sahibidir.1305 O’nun bir adı da Kerîm’dir.1306 Bundan başka Kur’an’da yer alan rahmân, rahîm, vehhâb, latîf, tevvâb, ğaffâr, afüv, raûf, hâdî gibi İlâhî isimler de Allah’ın cömertliğini değişik yönleriyle ifâde eden kavramlardır. Bir hadiste, “Allah, cömerttir ve cömertliği sever” buyurulurken “cömert” karşılığında Allah’ın isimlerinden biri olarak “cevâd” kelimesi kullanılmıştır. 1307
Hadis kitaplarında Hz. Peygamber’in cömertliğine dâir pek çok rivâyet yer almaktadır. Hz. Ali, Abdullah bin Abbas, Abdullah bin Ömer, Enes bin Mâlik gibi ünlü sahâbîlerden nakledilen hadislerde Hz. Peygamber insanların en cömerdi olarak tanıtılmıştır.1308 Yine Enes bin Mâlik, Câbir bin Abdullah, Hz. Âişe gibi sahâbîler, Rasûlullah’ın kendisine ihtiyacını bildiren hiçbir kimseyi geri çevirmediğini belirtmişlerdir. 1309
Gerek Kur’an’da, gerekse Sünnet’te cömertliğin İlâhî bir sıfat ve peygamberlerin de sahip oldukları üstün bir fazilet olarak kabul edilmesi, müslüman ahlâkçıların bu konuya özel bir önem vermelerine yol açmıştır. Ahlâk kitaplarında geleneksel uygulama sürdürülerek diğer erdemler gibi cömertlik de israf ve cimrilik diye adlandırılan iki aşırılığın (rezîlet) ortası sayılmıştır. İsraf, şahsî ve ailevî harcamalarda aşırılığa kaçmak, nefsin kötü arzularını tatmin etme uğruna
1304] bk. 2/Bakara, 264; 5/Mâide, 2; 92/Leyl, 17-20
1305] 55/Rahmân, 27, 76; 96/Alak, 3
1306] 82/İnfitâr, 6
1307] Tirmizî, Edeb 41
1308] Bk. Buhârî, Bed'ü'l-Vahy 5, Savm 7, Menâkıb 23; Müslim, Fezâil 48, 50
1309] bk. Ahmed bin Hanbel, VI/130; Müslim, Fezâil 56, 57
- 280 -
KUR’AN KAVRAMLARI
insanî ve dinî hiçbir gâye gütmeksizin eldeki imkânları saçıp savurmak, cimrilik ise dinin ve örfün gerekli gördüğü yerlere harcama yapmaktan kaçınmaktır. Kur’ân-ı Kerim’de müslümanlara her iki aşırılıktan da sakınarak harcamalarında ölçülü olmaları emredilmiştir. 1310
İslâm ahlâkına göre cömert olabilmek için başkalarına yardım etmek yeterli değildir. Ayrıca bu yardımın isteyerek ve seve seve yapılması gerekir.1311 Çünkü diğer bütün ahlâkî faziletler gibi cömertlik de insanda bir huy ve meleke haline gelmekle kazanılmış olur. Bu sebeple ara sıra veya isteksiz olarak ya da zorla iyilik yapan bir kimse cömert sayılmaz. Buna karşılık iyilik yapma niyet ve irâdesi taşıdığı halde bunu gerçekleştirme imkânına sahip olmayan insan cömert sayılır.1312 Cömertliğin meleke halini alması güçlü bir irâde eğitimine bağlıdır. Bu sebeple Hz. Peygamber’e hangi sadakanın daha değerli olduğu sorulduğunda, “Yaşama sevincin yerinde ve mala düşkün olduğun, zenginliği arzulamakta ve fakirlikten korkmakta bulunduğun zamanda verdiğin sadakadır” diye cevap vermiştir.1313 Cömertliğin diğer bir şardı da yardıma mukabil hizmet, mükâfat, övgü ve teşekkür gibi herhangi bir maddî veya mânevî karşılık beklememek,1314 gösterişten ve yardım edilen kimseyi rencide edecek tutumlardan dikkatle kaçınmaktır.1315 Ayrıca yardım olarak verilen malın gözden çıkarılan bir şey olmayıp sahibi nezdinde değer taşıması da cömertliğin şartlarındandır. 1316
Müslüman ahlâkçılar, yapılan hayrın miktarı, cinsi, hayır sahiplerinin malî imkânları, sosyal tabakalar arasındaki yerleri vb. açılardan konuya eğilerek cömertliği çeşitli tasniflere tâbi tutmuşlardır. Buna göre cömertliği en alt derecesi, şeriatın farz kıldığı zekât ve ailenin geçimini sağlamak gibi görevlerin yerine getirilmesidir. Bunun ötesinde iyilik yapmak ise kişinin ahlâk ve faziletteki kemal derecesine bağlıdır. Bazı ahlâkçılar bu açıdan cömertliği sehâvet, cûd ve îsâr olmak üzere başlıca üç dereceye ayırmışlardır. Kişinin, imkânlarının çoğunu kendisine ayırarak azını hayır yolunda kullanmasına sehâvet, azını kendisine ayırarak çoğunu başkalarına ikrâm etmesine cûd, gerektiğinde kendisini tamamen mahrum bırakarak imkânını başkaları için kullanmasına da îsâr denir. Îsâr, Haşr sûresinin 9. âyetinden alınarak terimleştirilmiştir. Söz konusu âyette, hicretten sonra Medineli ensârın Mekkeli muhâcirleri evlerine alıp mallarına ortak ederek yüksek bir cömertlik ve ferâgat örneği göstermiş oldukları övgüyle anlatılmaktadır. İbn Kayyim el-Cevziyye, yapılan hayrın cinsi bakımından cömertliği on mertebeye ayırmıştır. Bunlar bedenî imkânlar, makam ve mevkî, rahat ve huzur, ilim ve servet gibi maddî ve mânevî imkân ve kabiliyetlerin hayır yolunda kullanılamsından oluşur.1317 Başka bir tasnife göre cömertliğin en mükemmeli Allah’ın cömertliğidir. Çünkü Allah, hangi varlığın ne kadar ikrâma lâyık olduğunu bilir ve o kadar ikrâm eder. Ayrıca O’nun ihtiyaçtan münezzeh olduğu için ikrâmından dolayı kulunu minnet altında bırakmak gibi birgâye güttüğü de düşünülemez.
1310] 7/A'râf, 31; 17/İsrâ, 29; 25/Furkan, 67
1311] bk. 59/Haşr, 9
1312] Gazâlî, III/53, 58, 60
1313] Buhârî, Zekât 11
1314] 76/İnsan, 8-10
1315] 2/Bakara, 261-265
1316] 2/Bakara, 267; 3/Âl-i İmrân, 92
1317] Medâricü's-Sâlikîn, II/305-308
CİMRİLİK VE CÖMERTLİK
- 281 -
İnsanlar arasında cömertlik sıfatına en çok muhtaç olanlar ise yöneticilerdir; onlardan sonra da diğer sosyal tabakalar gelir. 1318
Fârâbî ve İbn Sinâ gibi sudûrcu müslüman filozofları, yeni Eflâtunculuk’tan da faydalanarak varlığın Allah’tan taşmasını (feyz) ve genel olarak âlemde hayrın aslî, şerrin ise ârızî olduğu şeklindeki görüşlerini Allah’ın cömertlik (cûd) sıfatıyla izah etmişlerdir. Bazı ahlâkçılar, klasik ahlâk felsefesindeki dört esas fazilete (hikmet, şecaat, iffet, adâlet) ilâveten cömertliği de temel fazilet sayarak bunun altında ikinci derecedeki faziletleri sıralamışlardır. 1319
Kur’ân-ı Kerim’de Buhl/Cimrilik Kavramı
Cömertlik vasfının elde edilebilmesi için; yardımın gönüllü olarak yapılması;1320 karşılığında hizmet, övgü, mükâfat beklenilmemesi;1321 yardım edileni rencide edebilecek davranışlardan kaçınılması;1322 yapılan yardımın sahibi katında üstün bir değeri olması1323 şarttır.
Kur’an-ı Kerîm’de cömertlik, cihad ile aynı seviyede tutulmakta; Allah’ın insanlara verdiği rızıktan diğer kulların da yararlandırılması istenmektedir.1324 Cömertliğin, kıyamet gününde insanı her türlü sıkıntı, elem ve kederden kurtarmaya vesile olacağı bildirilmektedir.1325 Bazı âyetlerde cömertlik alışverişe benzetilmekte; Allah Teâlâ’ya verilen bir borç olarak temsil edilmektedir. 1326
Kalpler cömertlik sâyesinde temizlenir.1327 Çünkü küfür ve nifaktan sonra kalbi karartan âmillerden biri de, aşırı mal sevgisi ve servete bağlılık arzusudur. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de; “Serveti de düşkünce seviyorsunuz.” 1328 buyurulur. İşte bu sevgi ile insan, “Ben bu malı sarf edersem bana bir şey kalmaz” korkusuna düşer ve hemen şeytan harekete geçer: “Şeytan sizi fakirlikle korkutur, size cimriliği emreder.”1329 Oysaki Allah Teâlâ’nın bildirdiğine göre: “Mal ve servet insan için bir imtihandır.”1330 Bu imtihandan başarılı çıkmanın yolu da cömertliktir. 1331
Cömertliğin göstergesi olan “infak” kavramı, Kur’anda türevleriyle birlikte 73 yerde geçmektedir. Muaz bin Cebel ile Sa’lebe, Hz. Peygamber’e “kölelerimiz ve hısımlarımız var. Bunlara malımızdan ne şekilde ve ne miktarda harcayalım?” diye sorduklarında, şu âyet inmişti: “Sana hangi şeyi nafaka vereceklerini sorarlar. De ki: İhtiyacınızdan artanı verin.”1332 Zekât farz kılınmadan önce, kazanç sahipleri, bu
1318] Râğıb el-İsfahânî, s. 294
1319] Meselâ bk. İbn Miskeveyh, Tehzîbü'l-Ahlâk, s. 43; İbn Hazm, el-Ahlâk ve's-Siyer, s. 59, 87; Mustafa Çağrıcı, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 8, s. 72-73
1320] 59/Haşr, 5; 57/Hadîd, 11-18; 5/Mâide, 13
1321] 76/İnsan, 8-l0
1322] 2/Bakara, 263-264
1323] 3/Âl-i İmrân, 92
1324] 2/Bakara, 254
1325] 2/Bakara, 222
1326] 2/Bakara, 244; 5/Mâide, 13; 57/Hadîd, 11
1327] 92/Leyl, 17-20
1328] 89/Fecr, 20
1329] 2/Bakara, 268
1330] 39/Zümer, 49-52
1331] 64/Teğâbün, 15-17
1332] 2/Bakara, 219
- 282 -
KUR’AN KAVRAMLARI
âyete göre, her günkü kazançlarından kendilerine yetecek kadarını alır, gerisini tasadduk ederlerdi. Altın, gümüş gibi nakit sahipleri de, bir yıllık geçimini ayırır, geri kalanını Allah yolunda harcarlardı.1333 Kur’ân-ı Kerim’in pek çok âyetinde varlıklı mü’minlere “Allah yolunda infak” emir ve tavsiyesinde bulunulmuş, Allah yolunda harcayanlar övülmüştür.
Kur’ân-ı Kerim’de üç âyette cimri anlamındaki “şuhh”, bir âyette “cimriler” anlamındaki “eşihha”, üç âyette buhl, dokuz âyette de bundan türetilmiş fiiller yer almaktadır. Bu âyetlerin birinde1334 nefislerin cimriliğe eğilimli yaratılmış olduğu belirtilmekte, iki âyette de 1335 cimrilikten korunanların kurtuluşa ereceği ifâde edilmektedir. Zemahşerî bu âyetleri yorumlarken şuhh kelimesini, insanın ve kendisini alçaltacak derecede bencil ve servete düşkün olması şeklinde tarif etmekte, sözkonusu âyetlere göre cimriliğin yaratılıştan gelen ve hiçbir zaman tam olarak yok edilmesi mümkün olmayan doğal bir duygu (garîza) olduğunu belirtmektedir.1336 Bu anlayış daha sonra kaleme alınan birçok tefsirde de tekrarlanmıştır.
Kur’ân-ı Kerim’de, insanın bu bencil duygudan kurtulması ve bunun yerine cömertlik duygusunu geliştirmesi her vesile ile öğütlenmektedir: “...Allah cimrilik edenleri, başka insanların da cimri olmasını isteyenleri ve Allah’ın kendi kereminden verdiğini saklayanları sevmez.”1337 Başka bir âyette cimriliğin insanın kendi yararına bir davranış olmayıp aksine tam aleyhine bir sonuç doğuracağı belirtilmiştir. 1338
“Allah yolunda infak edip harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. İhsân edin (Her türlü hareketinizde dürüst davranın, yardım edin ve güzellik sergileyin). Çünkü Allah muhsinleri (dürüstleri ve güzellik sergileyenleri) sever.” 1339
“Mallarını Allah yolunda harcayanların hali, her başağı yüz daneli yedi başak bitiren bir tohumun hali gibidir. Allah dilediği kimseye daha kat kat verir. Allah’ın ihsanı çok geniştir. Her şeyi hakkıyla bilendir.” 1340
“Ey iman edenler, kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardığımız ürünlerin en helâl ve iyisinden Allah yolunda harcayın.” 1341
“Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği emredip telkin eder. Allah ise size katından bir mağfiret ve bir lütuf vaad eder. Allah her şeyi kuşatan ve her şeyi bilendir.” 1342
“Mallarını gizli ve açık olarak gece ve gündüz harcayan kimseler var ya, işte onların, Rableri katında ecirleri vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.” 1343
“Allah, fâizi tüketir (fâiz karışan malın bereketini giderir), sadakaları ise bereketlendirir.
1333] S. Buhâri, Tecrid-i Sarih Terc. 11/ 371
1334] 4/Nisâ, 128
1335] 59/Haşr, 9; 64/Teğâbün, 16
1336] el-Keşşâf, IV/84
1337] 4/Nisâ, 36-37
1338] 3/Âl-i İmrân, 180
1339] 2/Bakara, 195
1340] 2/Bakara, 261
1341] 2/Bakara, 267
1342] 2/Bakara, 268
1343] 2/Bakara, 274
CİMRİLİK VE CÖMERTLİK
- 283 -
Allah küfürde ve günahtar ısrar eden hiç kimseyi sevmez.” 1344
“Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcayıncaya kadar birre (Cennete ve iyiliğin en güzeline) eremezsiniz.” 1345
“Allah’ın, fazlından/kerem ve ihsânından kendilerine verdiklerini (infakta) buhl edip cimrilik gösterenler, bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır, bu onlar için onlar için şerdir/kötüdür. Buhl edip cimrilik ettikleri şey de kıyâmet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mîrâsı Allah’ındır. Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” 1346
“Allah’a ibâdet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlar (köle, câriye, hizmetçi ve benzerlerine) ihsân edin (iyi davranın ve yardım edin). Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez. Onlar ki hem kıskanır, cimrilik ederler, hem de herkese cimrilik tavsiye ederler ve Allah’ın kendilerine fazlından verdiği Şeyleri saklarlar. Biz de böyle nimetleri gizleyen nankörlere hor ve rüsvay edici bir azap hazırladık.” 1347
“Yoksa onların mülkten (hükümranlıktan) bir nasipleri mi var? Öyle olsaydı insanlara çekirdek filizi (kadar bir şey bile) vermezlerdi.” 1348
“Yahûdiler, Allah’ın eli bağlıdır (sıkıdır), dediler. Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lânet olasılar! Bilâkis, Allah’ın elleri açıktır, dilediği gibi verir...” 1349
“Ey iman edenler gerçek şu ki (Yahudi) bilginlerinden ve (Hıristiyan) rahiplerinden çoğu insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azâbı müjdele. Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırılacağı gün onların alınları böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak (ve:) ‘İşte bu kendiniz için biriktirip sakladıklarınızdır; yığıp sakladıklarınızı tadın!’ (denilecek).” 1350
“Onlardan (münâfıklardan) kimi de, ‘Eğer Allah lütuf ve kereminden bize verirse, mutlaka sadaka (ve zekât) vereceğiz ve elbette biz sâlihlerden olacağız!’ diye Allah’a andiçtiler. Fakat Allah lütfundan onlara (zenginlik) verince, onda cimrilik edip (Allah’ın emrinden) yüz çevirerek sözlerinden döndüler.” 1351
“Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün de açıp tutumsuz olma. Yoksa pişman olur açıkta kalırsın.” 1352
“Geçim endişesi ile çocuklarınızın canına kıymayın. Biz, onların da sizin de rızkınızı veririz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir suçtur.” 1353
“De ki, Rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız, tükenir korkusuyla yine de
1344] 2/Bakara, 276
1345] 3/Âl-i İmrân, 92
1346] 3/Âl-i İmrân, 180
1347] 4/Nisâ, 36-37
1348] 4/Nisâ, 53
1349] 5/Mâide, 64
1350] 9/Tevbe, 34-35
1351] 9/Tevbe, 75-76
1352] 17/İsrâ, 29
1353] 17/İsrâ, 31
- 284 -
KUR’AN KAVRAMLARI
cimrilik ederdiniz. Hakikaten insan çok cimridir.” 1354
“Onlar, harcadıkları zaman ne israf ederler ne kısarlar; (harcamaları) ikisi arasında dengeli, orta bir yoldur.” 1355
“(Allah yolunda) Sarfettiğiniz herhangi bir şeyin yerine O daha iyisini koyar.” 1356
“Gerçekten dünya hayatı, ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer iman eder ve ittika edip sakınırsanız Allah size mükâfatınızı verir. Ve sizden mallarınızı tamâmen sarfetmenizi istemez (İstenen sadece zekât ve sadaka gibi cüz’î bir miktardır). Eğer sizden onları(n tümünü) isteyip sizi zorlasaydı, cimrilik ederdiniz ve bu da sizin kinlerinizi ortaya çıkarırdı. İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağırılıyorsunuz. İçinizden kiminiz cimrilik ediyor. Ama kim cimrilik ederse, ancak kendisine cimrilik etmiş olur. Allah zengindir, siz ise fakirsiniz. Eğer O’ndan yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi de olmazlar.” (İnsanlar farz olan harcamayı yerine getirmezlerse helâkı hak eden bir toplum olurlar). 1357
“Gördün mü arkasını döneni? Azıcık verip sonra vermemekte direneni?” 1358
“Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musîbet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır. (Allah bunu) elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye açıklamaktadır. Çünkü Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez. Ki onlar, cimrilik ederler ve insanlara cimriliği emr (tavsiye) ederler. Her kim yüz çevirirse artık şüphesiz Allah, Ğaniy (hiçbir şeye muhtaç olmayan zengin)dir, Hamîd (övülmeye lâyık olan) O’dur.” 1359
“Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendi (şehir)lerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zarûret içinde bulunsalar bile, onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” 1360
“Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve Resûlüne iman eder, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu, sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur. Seveceğiniz başka bir şey daha var: Allah’tan yardım ve yakın bir fetih. Mü’minleri (bunlarla) müjdele.” 1361
“Sizden birinize ölüm (alâmetleri) gelip de: ‘Ey Rabbim, beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de, sadaka versem ve sâlihlerden olsam’ demeden önce size, rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah yolunda) infak edip harcayın.” 1362
“Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir fitnedir/imtihandır. Büyük mükâfat
1354] 17/İsrâ, 100
1355] 25/Furkan, 67
1356] 34/Sebe', 39
1357] 47/Muhammed, 36-38
1358] 53/Necm, 33-34
1359] 57/Hadîd, 22-24
1360] 59/Haşr, 9
1361] 61/Saff, 10-13
1362] 63/Münâfikun, 10
CİMRİLİK VE CÖMERTLİK
- 285 -
ise Allah’ın yanındadır. O halde gücünüz yettiği kadar Allah’tan korkun. (O’nun öğütlerini) dinleyin. İtaat edin. Kendi iyiliğinize olarak infak edip harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden (şuhha nefsihî) korunursa işte onlar, kurtuluşa erenlerdir.” 1363
“Gerçek şu ki, Biz o bahçe sahiplerine belâ verdiğimiz gibi bunlara da belâ verip imtihan ettik. Hani onlar, sabah vakti (erkenden ve kimseye haber vermeden) onu (bahçeyi) mutlaka devşireceklerine dair and içmişlerdi. (Bu konuda) hiçbir istisnâ yapmıyorlardı. Fakat onlar uyuyorlarken Rabbin tarafından kuşatıcı bir âfet (ateş) bahçeyi sarıverdi de, bahçe kuruyup kapkara kesildi. (Beri tarafta ise) onlar, sabah vakti birbirlerine seslendiler: ‘Eğer ürününüzü devşirecekseniz erkence kalkıp çıkın.’ Derken aralarında fısıldaşarak çıkıp gittiler: ‘Bugün sakın oraya hiçbir yoksul girip de karşınıza çıkmasın, yanınıza sokulmasın!’ (Yoksullara yardıma) güçleri yettiği halde, (böyle sözlerle) erkenden yola koyuldular. Ama bahçeyi görünce: ‘Muhakkak biz, (gideceğimiz yeri) şaşırmış olmalıyız’ dediler. (Yanlış yere gelmediklerini anlayınca da şöyle dediler: ‘Hayır, biz (her şeyden ve bütün servetimizden) yoksun bırakıldık.’ Ortancaları, ‘ben size demedim mi, Rabbinizi tesbih etmeniz gerekmez mi?, diye söylemedim mi?’ dedi. Dediler ki: ‘Rabbimiz Seni tesbih eder yüceltiriz; gerçekten biz, zâlim imişiz, kendi kendimize yazık etmişiz.’ Ardından, kabahati birbirlerine yüklemeye başladılar. Nihâyet şöyle dediler: ‘Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kimselermişiz. Belki Rabbimiz, bunun yerine daha hayırlısını verir; şüphesiz (artık) biz yalnızca Rabbimize rağbet eden (O’nun rızâsını arzulayan) kimseleriz.’ İşte azap böyledir. Âhiret azâbı ise muhakkak çok daha büyüktür; keşke bilselerdi!” 1364
“Onu yakalayın da, (ellerini boynuna) bağlayın; Sonra alevli ateşe atın onu! Sonra da onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincire sarın! Çünkü o, Ulu Allah’a iman etmezdi. Yoksula yemek vermeye (kendisi yanaşmadığı gibi, başkalarını da) teşvik etmezdi.” 1365
“(Durmaksızın mal ve servet) Toplayıp bir yerde (üstüste) yığmakta olanı (cehennem kendine çeker). Gerçekten insan, pek hırslı (ve sabırsız, dar gönüllü) yaratılmıştır. Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanır, feryat eder. Ona imkân verilip iyilik dokunduğunda ise pinti kesilir.” 1366
“İnsana gelince, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunur ve bol nimet ve zenginlik verirse, ‘Rabbim bana ikram etti!’ der (kendisinin bu ikrama ve nimete lâyık olduğunu düşünür). Ama onu imtihan edip rızkını daraltırsa, ‘Rabbim bana ihânet etti’ der (kendisinin buna lâyık olmadığını sanır). Hayır! (Bunların hiçbiri doğru değil.) Belki de siz yetime ikram etmiyorsunuz, Yoksula yedirmek için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Haram-helâl demeden mirası yiyorsunuz. Malı bütün gücünüzle seviyorsunuz.” 1367
“Kim verir ve ittika edip sakınırsa, en güzeli de tasdik ederse Biz de onu en kolaya hazırlar, onda başarılı kılarız. Kim de cimrilik edip vermez, kendini müstağnî/zengin sayıp hakka boyun eğmez ve en güzel olanı da yalanlarsa, Biz de onu en zora yöneltiriz. Öylesi çukura yuvarlandığı zaman malı kendisine hiç fayda vermez.” 1368
“İnsan, Rabbine karşı çok nankördür. Şüphesiz buna kendisi de şâhittir ve o, mal sevgisine aşırı derecede düşkündür. Kabirlerde bulunanların diriltilip dışarı atıldığını
1363] 64/Teğâbün, 15-16
1364] 68/Kalem, 17-33
1365] 69/Haakka, 30-34
1366] 70/Meâric, 18-21
1367] 89/Fecr, 15-20
1368] 92/Leyl, 5-11
- 286 -
KUR’AN KAVRAMLARI
düşünmez mi? Ve kalplerde gizlenenler ortaya konduğu zaman (Acaba hali nasıl olur?) Şüphesiz Rableri o gün onlardan tamamıyla haberdardır.” 1369
Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi, başkalarını ayıplamayı ve servet biriktirip onu saymayı âdet edinenlere yazıklar olsun! Onların vay haline! O, malının kendisini ebedî kılacağını zanneder. Hayır! Andolsun ki o, Hutame’ye (tutuşturulmuş şiddetli ateşe) atılacaktır. 1370
Hadis-i Şeriflerde Buhl/Cimrilik Kavramı
“Cimrilikten sakının. Çünkü cimrilik, sizden önceki milletleri helâk etmiştir. “ 1371
“Her sabah gökten iki melek iner. Birisi: ‘İlâhî İnfak edene karşılığını ver’; diğeri: ‘Allah’ım! Cimrilik edene de telef ver (malını yok et)’ diye duâ ederler.” 1372
“...Cimri kişi Allah’a uzak, Cennet’e uzak, insanlara uzak ve Cehennem ateşine yakındır.” 1373
“Yarım hurma ile de olsa (onu Allah yolunda infak ederek) ateşten/Cehennemden korunun!” 1374
“Allah’ım! Âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan, düşkünlük derecesine varan ihtiyarlıktan, cimrilikten Sana sığınırım. Yine, kabir azâbından Sana sığınırım, hayat ve ölüm fitnesinden Sana sığınırım.” 1375
“...Cimrilikten sakının. Zira cimrilik, sizden önce yaşayan insanları, birbirini boğazlamaya ve dokunulmaz haklarını çiğnemeye götürmek sûretiyle perişan etmiştir.” 1376
“Hırstan kaçının. Çünkü o, sizden öncekileri helâke götürmüştür. Hırs, onlara cimriliği emretti, cimri oldular. Onlara sıla-i rahmi (akrabalık münâsebetlerini) kesmeyi emretti, kestiler.” 1377
“Cömert kişi, Allah’a yakın, Cennet’e yakın, insanlara yakın ve Cehennem ateşinden uzaktır. Cimri kişi, Allah’tan uzak, Cennet’ten uzak ve Cehennem ateşine yakındır. Cömert câhil, ibâdet eden cimriden Allah’a daha sevimlidir.” 1378
“Cimri ile cömerdin durumu, göğüsleri ile köprücük kemikleri arasına zırh giyinmiş iki kişinin durumuna benzer. Cömert, sadaka verdikçe, üzerindeki zırh genişler, uzar, ayak parmaklarını örter ve ayak izlerini siler. Cimri ise, bir şey vermek istediğinde zırhın halkaları birbirine iyice geçer, onu sıkıştırır; genişletmek için ne kadar çalışsa da başaramaz.” 1379
1369] 100/Âdiyât, 6-11
1370] 104/Hümeze, 1-4
1371] Müslim, Birr 56
1372] Buhârî, Zekât 27, 28; Müslim, Zekât 57, hadis no: 1010
1373] Tirmizî, Birr 40
1374] Buhârî, Zekât 9, 10, Menâkıb 25, Rikak 49, 51, Edeb 34, Tevhid 36; Müslim, Zekât 66-68; Tirmizî, Kıyâmet 1, Zühd 37; Nesâî, Zekât 63, 64; İbn Mâce, Mukaddime 13, Zekât 28
1375] Buhârî, Deavât 38, 40, 42, Cihad 25; Müslim, Zikr 52, hadis no: 2706; Tirmizî, Deavât 71, hadis no: 3480-3481; Ebû Dâvud, Salât 367, h. no: 1540, 1541, Hurûf 1, h. no: 3972; Nesâî, İstiâze 6, h. no: 8, 257-258
1376] Müslim, Birr 56, hadis no: 2578
1377] Ahmed bin Hanbel, II/160
1378] Tirmizî, Birr 40
1379] Buhârî, Cihad 89, Zekât 28, Talâk 24, Libâs 9; Müslim, Zekât 76-77; Nesâî, Zekât 61
CİMRİLİK VE CÖMERTLİK
- 287 -
“İnsanda bulunan en şerli şey aşırı cimrilik ve şiddetli korkudur.” 1380
“Cehennem bozguncu, cimri ve başa kakıcı her insana yakındır.” Bir diğer rivâyette ise şöyle buyrulmuştur: “Cennete bozguncu, cimri ve başakakıcı giremez.” 1381
“Kim helâl kazancından bir hurma kadar sadaka verirse -ki Allah, helâlden başkasını kabul etmez- Allah o sadakayı kabul eder. Sonra onu dağ gibi oluncaya kadar, herhangi birinizin tayını büyüttüğü gibi, sahibi adına ihtimamla büyütür.” 1382
“Kesenin ağzını sıkma! Allah da sana sıkarak verir! İnfak et, sayıp durma; Allah da sana karşı nimetini sayıp esirger. Paranı çömlekte saklama, Allah da senden saklar.” 1383
“Şâyet şu gördüğünüz ağaçlar kadar hayvanım olsaydı, onların tamamını size paylaştırırdım. Siz de benim cimri, yalancı ve korkak olmadığımı görürdünüz!” 1384
“Sadaka vermek malı eksiltmez. Kul başkalarının hatalarını bağışladıkça Allah da onun şerefini arttırır. Kim Allah için alçak gönüllü davranırsa, Allah da onu yükseltir.” 1385
“Ey Âdemoğlu! İhtiyacından fazla olan malını sadaka olarak vermen senin için iyi; vermemen kötüdür. İhtiyacına yetecek kadarını elinde tutmmandan dolayı ayıplanmazsın. İyiliğe, geçimini üstlendiklerinden başla. Veren el, alan elden üstündür (unutma).” 1386
Bir kimse “Müslümanın hangi ameli daha hayırlıdır?” diye Rasûlullah (s.a.s.)’a sordu. Hz. Peygamber de şöyle buyurdu: “Tanıdık tanımadık herkese yemek yedirmen ve selâm vermendir.” 1387
“Ey Âdemoğlu! (Allah için) infak et ki, sana da infak olunsun!” 1388
“Gıbta edilecek kişilerden biri de cömertlerdir.” 1389
“Üstteki el alttaki elden hayırlıdır/üstündür. Üstteki el, veren; alttaki el ise dilenip alan eldir.” 1390
“Üstteki el, alttaki elden daha hayırlıdır. Harcamaya, geçimini üstlendiklerinden başla! Sadakanın iyisi, ihtiyaç fazlası maldan verilendir. Dilenmekten sakınmak isteyenleri, Allah iffetli kılar. Halka karşı tok gözlü davranmak isteyenleri de Allah, insanlara muhtaç olmaktan kurtarır.” 1391
“Kim ihtiyaç içine düşer de bunu insanlara açarsa, ihtiyacı kapanmaz. Kim de ihtiyacını
1380] Ebû Dâvud, hadis no: 2511
1381] Tirmizî, Birr 41, hadis no: 1964
1382] Buhârî, Zekât 8, Tevhid 23; Müslim, Zekât 63, 64; Tirmizî, Zekât 28; Nesâtî, Zekât 48; İbn Mâce, Zekât 28
1383] Müslim, Zekât 88; Buhârî, Zekât 21; Ebû Dâvud, Zekât 46; Tirmizî, Birr 40; Nesâî, Zekât 62
1384] Buhârî, Cihad 24, Humus 19
1385] Müslim, Birr 69; Tirmizî, Birr 82
1386] Müslim, Zekât 97; Tirmizî, Zühd 32
1387] Buhârî, İman 6, 20, İsti’zân 9, 19; Müslim, İman 63; Nesâî, İman 12; İbn Mâce, Et’ıme 1
1388] Buhârî, Tefsîru sûre (11) 2, Nefekat 1, Tevhid 35; Müslim, Zekât 36, 37; İbn Mâce, Keffârât 15
1389] Buhârî, Temennâ 5; Tevhid, 45
1390] Buhârî, Zekât 18, 50; Müslim, Zekât 94, 95, 96, 97, 106, hadis no: 1033; Ebû Dâvud, Zekât 28; Nesâî, Zekât 50, 52, 53, 93, h. no: 5, 61; Tirmizî, Zühd 32, Kıyâmet 39; Muvattâ, Sadaka 8, h. no: 2, 998
1391] Buhârî, Zekât 18, Vesâyâ 9, Nefekat 2; Müslim, Zekât 95; Ebû Dâvud, Zekât 39; Nesâî, Zekât 53, 60
- 288 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Allah’a arzederse, Allah’ın, hemen veya ileride o kimseye rızık vermesi umulur.” 1392
“Kim bana, halktan hiçbir şey istemeyeceğine dair söz verirse, ben de ona cenneti garanti ederim.” 1393
Hz. Ömer (r.a.) şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.s.), arada sırada bana gâzîlik bahşişi verirdi. Ben de kendisine: ‘Bunu benden daha fakir, ihtiyaç içinde kıvranan birine verseniz’ derdim. Rasûlullah (s.a.s.) de cevaben şöye derdi: “Sen bunu al! Göz dikmediğin ve istekli de olmadığın halde sana gelen böylesi malı al. Kendine mal et, ister ye, ister tasadduk et! Fakat böyle olmayan bir malın peşine de düşme!” 1394
“Müslüman olan, yeterli geçime sahip kılınan ve Allah’ın kendisine verdiklerine kanaat etmesini bilen kurtulmuştur.” 1395
“Gerçek zenginlik, mal çokluğu değil; gönül tokluğudur.” 1396
“Gerçekten şu mal çekici ve tatlıdır. Kim onu hırs göstermeksizin alırsa, o malda kendisine bereket verilir. Kim de ona göz dikerek hırs ile alırsa, o malın bereketi olmaz. Böylesi kişi, yiyip yiyip de bir türlü doymayan obur gibidir. Üstteki (veren) el, alttaki (alan) elden daha hayırlıdır.” 1397
“İki kişinin yiyeceği üç kişiye, üç kişinin yiyeceği de dört kişiye yeter.” 1398
“Bir kişinin yiyeceği iki kişiye, iki kişinin yiyeceği dört kişiye, dört kişinin yiyeceği ise sekiz kişiye yeter.” 1399
“Eş’arîler, gazâda azıkları tükenmeye yüz tuttuğu veya Medine’de ailelerinin yiyeceği azaldığı zaman, yanlarında ne varsa getirip bir yaygıya dökerler. Sonra bunu bir kapla aralarında eşit olarak paylaşırlar. İşte bu sebeple Eş’arîler Bendendir, Ben de onlardanım.” 1400
“Yalnız şu iki ikimseye gıpte edilmelidir: Biri, Allah’ın kendisine verdiği malı Hak yolunda infak edip tüketen kimse; diğeri, Allah’ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimse.” 1401
“Yalnız şu iki kişiye gıpte edilmelidir: Biri, Allah’ın kendisine verdiği Kur’an ile gece-gündüz meşgul olan kimse; diğeri, Allah’ın kendisine verdiği malı gece-gündüz infak edip harcayan kimse.” 1402
“Sadakanın en iyisi (insanın sağ iken) bizzat kendisinin vereceği sadakadır. Sadaka sağ iken, malınız elinizde iken, istediğiniz kimseye istediğiniz kadar verdiğinizdir. Yoksa can boğaza geldikten sonra geç kalmış olursunuz. Sizden sonrakiler istediklerini yapar.” 1403
1392] Ebû Dâvud, Zekât 28; Tirmizî, Zühd 18
1393] Ebû Dâvud, Zekât 27; Tirmizî, Zühd 61
1394] Buhârî, Zekât 51, Ahkâm 17; Müslim, Zekât 110; Nesâtî, Zekât 94
1395] Müslim, Zekât 125; Tirmizî, Zühd 35
1396] Buhârî, Rikak 15; Müslim, Zekât 130; Tirmizî, Zühd 40; İbn Mâce, Zühd 9
1397] Buhârî, Vesâyâ 9, Cihad 27, Zekât 47, 50, Humus 19, Rikak 7, 11; Müslim, Zekât 96; Tirmizî, Fiten 26, Zühd 41; Nesâî, Zekât 50, 80, 93; İbn Mâce, Fiten 19
1398] Buhârî, Et’ıme 11; Müslim, Eşribe 178; Tirmizî, Et’ıme 21
1399] Müslim, Eşribe 179-181; Tirmizî, Et’ıme 21; İbn Mâce, Et’ıme 2
1400] Buhârî, Şirket 1; Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe167
1401] Buhârî, İlim 15, Zekât 5, Ahkâm 3, İ’sitâm 3; Müslim, Müsâfirîn 268; İbn Mâce, Zühd 22
1402] Buhârî, Temennî 5, Tevhid 45; Müslim, Müsâfirîn 266, 267; İbn Mâce, Zühd 22
1403] Buhârî, Vesâya 14
CİMRİLİK VE CÖMERTLİK
- 289 -
Ahnef İbnu Kays anlatıyor: “Ben Kureyş’ten bir grubla oturuyordum. Oradan Ebu Zerr (r.a.) geçti. Şöyle diyordu: “Mal biriktirenleri, cehennem ateşinde kızdırılan taşlarla müjdele. Bu kızgın taşlar onların her birinin memelerinin uçlarına konacak, tâ kürek kemiklerinden çıkacak; kürek kemiklerine konacak, ta meme uçlarından çıkacak. (Böylece) çalkalanıp duracaklar” dedi. Bu konuşmayı dinleyenler başlarını indirdiler. Onlardan hiçbirinin bu adama cevap verdiğini görmedim. Bunun üzerine adam dönüp gitti. Ben de peşinden onu takip ettim. Nihayet bir direğin dibine oturdu. ‘Bu adamların, senin kendisine söylediklerinden hoşlanmadıklarını görüyorum’ dedim. Şu cevabı verdi: “Bunların hakikaten hiçbir şeye aklı ermiyor. Dostum Ebu’l-Kaasım (s.a.s.) bir keresinde beni çağırdı. Yanına varınca bana: “Uhud’u görüyormusun?” dedi. “Evet, görüyorum” dedim. Bunun üzerine: “Bunun kadar altınım olmasını istemem, (olsaydı) üç dinar müstesna hepsini infak ederdim” buyurdu. Ebû Zerr (r.a.) önceki sözünü te’kiden: “Bu (Kureyşliler var ya) dünyayı topluyorlar hiçbir şeye akılları ermiyor” dedi. Ben: ‘Seninle bu Kureyşli kardeşlerinin arasında ne var ki, onların yanına uğramıyor, onlardan birşey almıyorsun?’ dedim. Ebû Zerr: “Hayır! Rabbine yemin ederim, taa Allah ve Resûlüne kavuşuncaya kadar ben onlardan ne dünyalık isterim ne de kendilerine din nâmına bir şey sorarım” dedi. Ben tekrar: ‘Şu ihsan meselesi hakkında ne dersin?’ dedim. “Sen onu al. Çünkü bugün onda bir nafaka var. Ancak, bu ihsan dinin karşılığında yapılırsa, bırak alma!” dedi. 1404
Bir başka rivayette şöyle denmiştir: “Ben Rasûlullah’la (s.a.s.) beraber yürüyordum. O, Uhud dağına bakıyordu. Bir ara: “Evimde üç gece kalacak altınım olsun istemem. Ancak üzerimdeki bir borç sebebiyle tek dinarı koruyabilir, geri kalanın da Allah’ın kullarına şöyle şöyle dağıtılmasını emrederdim” dedi ve elleriyle önüne, sağına soluna dağıtma işareti yaptı.” 1405
Açıklama: Yukarıdaki rivâyet Ebu Zerr Gıfarî hazretlerinin mizacına muvafık bir mahiyet arzeder. Ebu Zerr hazretleri (r.a.) Ashab arasında son derece zâhid bir zattır. Onun nazarında dünya servetlerinin, tereffühün hiçbir değeri yoktur. Mal biriktirmek, lüks, debdebe ona göre haramdır. Onun, zühd mesleğindeki ifratı sebebiyle Ashab’ın büyük çoğunluğundan ayrılarak, ümmetin çoğunluğuna tavsiye edilmeyecek hususî bir yolda gitmiş olduğunu ayrıca belirteceğiz.
Nevevî, yukarıdaki rivâyette Ebû Zerr’in (r.a.) kendi mezhbine delil bulduğunu söyler. Çünkü ona göre, ihtiyaçtan fazla mal biriktirmek, Kur’ân’da haram olduğu belirtilen kenz’dir. Hâlbuki ümmetin sevkedileceği cadde-i kübra cumhurun yoludur. Cumhru-u ulema ise zekâtı verilen malı kenz kabul etmez, helal addeder. Ashabtan pekçoğu ticaretle meşgul olup büyük sermaye biriktirmiştir. Ama onlar zekâtını verince buna kenz dememişlerdir, haram addetmemişlerdir.
Kadı İyaz, Ebu Zerr’in tutumunu şöyle yorumlar: “Sahih olan şudur ki, Hz. Ebû Zerr’in (r.a.) inkâr ettiği husus, Beytü’l-Mal’den kendileri için mal alıp bunları yerli yerine harcamayan sultanlarla ilgilidir.”
Nevevî haklı olarak buna katılmaz ve bu yorumun yanlış olduğunu söyler. “Çünkü der, Ebu Zerr (r.a.) zamanındaki sultanlar onun dediği gibi değillerdi.
1404] Buhârî, Zekât 4; Müslim, Zekât 34, hadis no: 992
1405] Buhârî, Zekât 4; İstikrâz 3, Bed'u'l-Halk 6; İsti'zân 30, Rikak 13, 14; Müslim, Zekât 34, hadis no: 992
- 290 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Onların Beytü’l-Mâl’e ihanetleri yoktu. Onlar Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman (r.a.) idiler. Nitekim Ebu Zerr (r.a.) Hz. Osman’ın sağlığında 32 hicrî yılında vefat etmiştir.”
Bu meseleyi, Ashâbın arasında mevcut diğer ihtilâflı mes’elelerden biri gibi görmek en uygundur. Onların hepsi âyet ve hadisleri yorumlamada, ictihad yapmada yetki sâhibidirler. İsâbet de edebilirler hata da. İsabetin mi’yarı çoğunluğun tercihidir. Çünkü Rasûlullah (s.a.s.) ümmetin dalâlet üzerinde ittifak etmeyeceğini müjdelemiştir. Dolayısıyla, Ebû Zerr’in (r.a.) görüşünü tercih ve iltizam ederiz.
Zamanımızda bir kısım Müslümanlar, Ebû Zerr hazretlerinin para ve lüks karşısındaki tutumunu, kendi siyasî görüşlerine uygun bularak, diğer sahâbeleri alçaltıcı bir tavırla, Ebu Zerr’i (r.a.) tebcîl cihetine gidiyorlar. Mâkul ve İslâmî bulmadığımızı belirtmek isteriz. Ehl-i Sünnet, Ashabtan hiçbirine küçültücü tavır takınmayı tasvib etmez. Böylesi bir ayırım gulat-ı Şia’nın işidir. 1406
Ebû Zerr (r.a.) anlatıyor: “Hz. Peygamber (s.a.s.) Kâbe’nin gölgesinde otururken yanına geldim. Beni görünce: “Kâbe’nin Rabbine kasem olsun onlar zararda” buyurdu. Ben: ‘Ey Allah’ın Rasûlü, annem babam sana feda olsun, onlar kimlerdir?’ dedim. Buyurdu ki: “Onlar malca çok olanlardır. Ancak -eliyle ön, arka, sağ ve sol taraflarını göstererek- şöyle şöyle bol bol vermelerini emredenler müstesnâ” dedi ve hemen ilâve etti: “Böyleleri ne kadar az! Şunu bilin ki, devesi, sığırı, davarı olup da zekâtını vermeyen her insan kıyamet günü, o malları, mümkün olan en iri ve en semiz şekilde karşısına çıkıp, sırayla boynuzlarıyla toslayacak, ayaklarıyla çiğneyecek. Sonuncusu da bu muameleyi yapınca birinci tekrar başlayacak. Bu hal, insanlar arasındaki hüküm bitinceye kadar devam edecek.” 1407
Açıklama: Nevevî bu hadisten şu hükümlerin çıkarıldığını belirtir:
1- Sadaka hayır olan her şeyde câridir, iyiliğin tek şubesine münhasır değildir. Hadis, sadakanın her çeşidine teşvik etmektedir.
2- Yemin teklif edilmeden yemin etmek câizdir, hatta bunda, bir emrin te’kidi veya bir maksadın tahakkuku gibi herhangi bir maslahat varsa müstehabdır. Keza, meselede ihtiyârîliği, câiz olma durumunu nefyetmek için de yemin etmek gerekebilir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hadislerinde bu maksadla yapılan yemin çoktur.
3- Yeri gelince “Annem babam sana feda olsun!” cümlesini kullanmak câizdir.
4- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in eliyle arka, ön, sağ, sol cihetlerine işaret buyurması, mühim bir harcama ihtiyacı hangi maksadla çıkarsa, nereden gelirse derhal infak etmek gereğine işarettir. 1408
“Sıkılık (cimrilik) huyundan kaçının. Zira sizden önce gelip geçenler bu huy yüzünden helâk oldular. Şöyle ki: Bu huy onlara cimrilik emretti, onlar hemen cimrileşiverdiler, sıla-ı rahmi kesmelerini emretti, hemen sıla-ı rahmi kestiler, doğru yoldan çıkmayı (fücur)
1406] İ. Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 3/165-166
1407] Müslim, Zekât 301, hadis no: 590; Buhârî, Eymân 3, Zekât 43; Tirmizî, Zekât 1, h. no: 617; Nesâî, Zekât 2, h. no: 5, 10-11
1408] İ. Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 3/167
CİMRİLİK VE CÖMERTLİK
- 291 -
emretti, hemen doğru yoldan çıktılar.” 1409
Açıklama: Sıkılık diye tercüme ettiğimiz kelimenin aslı “şuhh”dur. Cimriliği de içine alan bir huyu ifade eder. Bu huy, pek çok fenalıkların kaynağı durumunda olan bencilliğe benzetilebilir. Nitekim bencil insan, maddî mânevî her imkânı kendi kaprislerini tatmine sarfederek pekçok beşerî müesseseleri yıkar, sosyal bağları koparır. Sözgelimi sıla-i rahm, yakınlara ilgiyi, hediyeleşmeyi, ihtiyaç sahibine yardımı gerektirir. Bencillikle cimrileşen bunları kaldırır atar.
Fücûru bazı âlimler “yalan”, bazı âlimler “zina” olarak anlamışlar, biz “doğruluktan ayrılma” diye tercüme ettik. Demek ki, insan sıkılığa, bencilliğe düştü mü, nefsin hâris hissiyatını tatmin yolunda pekçok fenalıkların kapısını açmış, birçok hayır kapılarını da kapamış olmaktadır. 1410
“İki özellik vardır ki bir mü’minde asla beraber bulunmazlar: Cimrilik ve kötü ahlâk.” 1411
Açıklama: Hadis-i şerif, bu iki vasfın mü’minde beraberce bulunmaması gereğini ifade etmektedir. Türbüştî’nin açıklamasına göre, bu hadisten murad, mezkûr iki huyun kâmil seviyede güçlenmiş olarak bir araya gelmeleridir. Öyle ki kişi ondan bir an olsun kendini kurtaramaz. Her an bu huylar kişide mevcuttur ve kişinin bunlardan bir rahatsızlığı, bir şikâyeti de yoktur. Bilakis râzıdır.
Öyle insanlar var ki bazan cimrilik edip, ara sıra kötülük işler sonra da pişman olup üzülür veya nefsi bir kısım cimrilik ve ahlâksızlıklara çağırdığı halde vicdânı ve sağduyusu buna karşı koyar ve bir iç mücâdelesine girer. Şu halde bu durumda olan kimse hadisin tahdidine dâhil değildir. Her mü’minin bu hallerle imtihan edildiği söylenebilir. Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), mü’minleri cimriliği prensip olarak benimseme kötü huyuna karşı uyarmaktadır. 1412
“Her ümmet için bir fitne vardır, benim ümmetimin fitnesi de maldır.” 1413
Açıklama: Tirmizî’nin sahih olduğunu belirttiği bu hadisle Hz. Peygamber (s.a.s.) “mal” konusuna dikkat çekmiştir. Şârihler, hadiste geçen “fitne’yi dalâlet ve masiyet, yani sapıtma ve Hakk’a isyan olarak anlarlar. Yani bu ümmeti hak yoldan ayıracak, İslâm’dan uzaklaştıracak en mühim âmil “madde ve mal” olmaktadır. İslâm düşmanı gizli ve açık komitelerin, mahallî ve beynelmilel teşkilatların Müslümanları ayartabilmek için en ziyade “madde”ye dayandıklarını müşahede ettikçe, nice yakınlarımızın, bu vatan evlatlarının maddî menfaat sebebiyle dinden koptuklarını gördükçe, “Kâfirler mallarını, Allah’ın yolundan insanları alıkoymak için sarfederler ve daha da sarfedeceklerdir.”1414 âyetinin teyidini görmekle Rasûlullah’ın (s.a.s.) benzeri ihbaratında ortaya çıkan gaybtan haber mucizesi karşısında hayranlığımızı ifade etmekten kendimizi alamıyoruz.
Bu ve bundan sonra da göreceğimiz bir kısım hadisler, yanlış yoruma sebep olmamalı. İslâm temelde servete, kuvvete karşı değildir. Bilakis, pekçok hadis
1409] Ebû Dâvud, Zekât 46, hadis no: 1698
1410] İ. Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/167-168
1411] Tirmizî, Bir 41, h. no: 1963
1412] İ. Canan, a.g.e. 3/168
1413] Tirmizî, Zühd: 26, hadis no: 2337
1414] 8/Enfâl, 37
- 292 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Müslümanı kazanmaya teşvik eder. Dinimizin mühim bir parçasını teşkîl eden zekât, sadaka gibi farz ve mendup emirlerin yerine getirilmesi, cihad vazifesinin başarıyla yürütülmesi hep “mal”a, mal sahibi olmaya bağlıdır. Keza:”Veren el alan elden üstündür.”; “Kuvvetli mü’min, Allah nezdinde zayıf mü’minden daha hayırlı, daha üstün, daha sevgilidir.”; “Müttakî olana zenginliğin bir zararı yoktur.” gibi hadisler, “(Ey mü’minler!) onlara karşı gücünüzün yettiğince -Allah’ın düşmanı ve sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında Allah’ın bilip, sizin bilmediğinizi yıldırmak üzere kuvvet ve savaş atları hazırlayın.”1415 gibi âyetler Müslümanı çalışmaya, kuvvetli olmaya teşvik etmektedir.
Öyle ise, “mal” ve “madde”yi kınayan ifadelerin gayesi, bunların, her an uyanık olunmadığı takdirde ahlâki ve dinî hayatımızda sebep olacağı sefahat ve düşüklüklere karşı uyarmaktır. Unutmayalım ki, bütün terakki ve kalkınma hareketleri yoksulluk ve darlıktan doğduğu halde, duraklama ve gerileme hareketleri de doruk noktasına ulaşan bolluk ve zenginliğin getirdiği rehavet ve sefâhetle başlamaktadır. Bunun en güzel örneği Hz.Peygamber’in (s.a.s.) kurduğu İslâm devletidir. Zaman zaman açlıktan düşüp bayılan, açlığını hafifletmek için karınlarına taş bağlayan insanlar, onun temelini atıp, kısa zamanda üç kıtaya uzanan bir devlet hâline getirmişlerdir. Kezâ tarihçiler Osmanlı Devleti’nin duraklamasını Kanunî ile başlatırlar, hâlbuki diğer açıdan Kanunî gelişmenin zirvesini temsil eder.
Şu halde Allah elçisi, ezelî ve ebedî hakikatların tebliğcisi olan Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm)in “mal” ve “madde” karşısındaki uyarılarına iyi kulak vermek, onları iyi anlamak gerektir: “Allah’a kasem olsun sizin için fakirlikten (darlıktan) korkmuyorum. Sizin için öncekilere genişleyip (bollaştığı) gibi size de dünyanın genişleyip bollaşmasından, onlar gibi sizin de dünyalık yarışına düşmenizden, dünyalığın onları helâk ettiği gibi, sizi de helâk etmesinden korkuyorum.”
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) “mal” karşısındaki tutumunu kavramada şu hadisi görmemiz yeterlidir: “İnsanlar dünyalık karşısında dört kısımdır: Bir kul vardır, Allah ona mal ve ilim vermiştir, o bu mal hususunda Allah’tan korkar da onu sıla-i rahimde harcar, malda mevcut olan Allah’ın hakkını bilir ve yerine getirir. İşte bu en yüce mertebeyi elde eder.
Bir diğer kul vardır, Allah ona ilim vermiştir fakat mal vermemiştir, ancak iyi niyet sâhibidir, şöyle der: Eğer malım olsaydı falanca gibi hayır yollarında harcayacaktım. Allah onu niyyetiyle kabûl eder ve ecir yönüyle önceki ile eşit olur.
Bir üçüncü kul vardır, mal sahibidir, ancak Allah ilim vermemiştir, malını şehvet yolunda câhilâne harcar. Ne Rabbinden korkar ne de onunla sıla-i rahimde bulunur. Malda mevcut Allah’ın hakkını da bilmez. Bu en fena bir mertebedir.
Dördüncü bir kimse daha vardır. Allah ona ne mal ne de ilim nasib etmiştir. Ancak, sefihlere gıbta ile: “Eğer param olsaydı der, falanca gibi harcar onun gibi yaşardım.” Bu da niyyeti ile o sefih gibi olur ve günahta eşit olurlar.” 1416
“Çiftlik edinmeyin, dünyaya bağlanır kalırsınız.” 1417
1415] 8/Enfâl, 60
1416] İ. Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/169-170
1417] Tirmizî, Zühd 20, hadis no: 2329
CİMRİLİK VE CÖMERTLİK
- 293 -
Açıklama: Çiftlik diye tercüme ettiğimiz kelimenin aslı day’a’dır. Bağ-bahçe, ekim tarlası, köy mânalarına gelir. en-Nihâye’de, kişinin geçimini sağladığı san’at, ticaret, ziraat vs. her çeşit meşguliyete da’a denebilmektedir. Kamus’ta akar ve işletilen araziye day’a dendiği belirtilir. Hülâsa dünyanın hayatının idamesi için gerekli olan kazanç vasıtalarının hepsini anlamak bile mümkün. Yasaklanan husus, dünyevi kazanç bahanesiyle âhireti, Allah’ın zikrini unutmaktır. Çünkü dünyaya aşırı ilgi, öbürüne mâni olmaktadır. Hâlbuki ayet-i kerime: “(Öyle adamlar) vardır ki onları ne bir ticaret, ne bir alışveriş Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymaz...” 1418 buyurmaktadır. 1419
Abdullah İbnu’ş-Şihhîr (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) Elhâkümü’ttekâsür sûresini okurken yanına geldim. Bana: “İnsanoğlu ‘malım, malım!’ der. Hâlbuki Âdemoğlunun yiyip tükettiği, giyip eskittiği ve sağlığında tasadduk edip gönderdiğinden başka kendisinin olan neyi var? (Gerisini ölümle terkeder ve insanlara bırakır.)” 1420
“Altına tapanlar mel’undur, gümüşe tapanlar mel’undur.” 1421
Açıklama: Hadis-i şerif para biriktirmekte hırs gösterenleri lanetlemektedir. Meşrû olarak kazanmanın helâl olduğunu biliyoruz. Yasağın şiddetini ifade için Rasûlullah (s.a.s.) hem lânet olsun, yani “Allah’ın rahmetinden uzak olsun” diyerek, hem de bu işi yapanları “altın ve gümüşe tapanlar” diye tehzil edici bir teşbihte bulunarak yapmıştır.
Para kazanmada gayr-ı meşruluğun ölçüsü, “hırs”tır. Yani paraya aşırı bir hırs gösterip haram-helal demeden sâdece kazanmayı düşünen, zekâtını vermeden, hayır yolunda harcamadan sadece çoğaltmayı düşünen kimse paraya tapıyor demektir. Zira mükerrer âyet ve hadisler mü’mini Allah ve Resûlünün sevgisini her çeşit sevgiden üstün tutmaya dâvetle bunu emrederler. Hatta bir hadislerinde Rasûlullah (s.a.s.) “Din sevgi ve buğzdan başka birşey değildir” buyurur. Şu halde para sevgisi Allah sevgisinden öne geçti mi, bu ona tapmadır. Para kazanma meşgaleleri yüzünden ibadeti terketmek, kazanılan paranın zekâtını tam olarak gönül hoşluğuyla ödememek gibi durumlar para sevgisinin Allah ve Resulüne olan sevgiye galebe çaldığını gösterir.
Şârihler, hadiste “altın ve gümüşe sahip olanlar” veya “cem edenler”in zikredilmemiş olmalarına dikkat çekerler, çünkü belirttiğimiz gibi suç olan “para kazanmak” değildir, “tapınmaya düşmek”dir, para sebebiyle Allah’ı unutmak, tuğyan etmektir.
Hadiste “altın” ve “gümüş”ün zikri, dünyevî serveti bunlar temsil ettiği içindir. Değilse, her çeşit madde düşkünlüğü buna dâhildir. Nitekim günümüzde dolar, apartman dairesi, arsa, fabrika vs. düşkünleri çoğalmaktadır. 1422
İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) bir keresinde, “Hanginiz, vârisinin malını kendi malından daha çok sever?” diye sordu. Cemaat: “Ey Allah’ın Rasûlü, içimizde, herkes kendi malını vârisinin malından daha çok sever”
1418] 24/Nûr, 37
1419] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/171
1420] Müslim, Zühd 3, 4, hadis no: 2958; Nesâî, Vesâya 1 hadis no: 6, 238; Tirmizî, Tefsîru Tekâsür, hadis no: 3351
1421] Tirmizî, Zühd 42, hadis no: 2376
1422] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/172
- 294 -
KUR’AN KAVRAMLARI
dediler. Bunun üzerine: “Öyleyse şunu bilin: Kişinin gerçek malı hayatında gönderdiğidir. Geriye koyduğu da vârislerinin malıdır.” 1423
“Sizden birine, dünyalık olarak bir hizmetçi ve Allah yolunda cihadda kullanacağı bir binek edinecek kadar mal toplaması yeterlidir.” 1424
“Cömert Allah’a yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır. Cimri ise Allah’tan uzaktır, insanlardan uzaktır, cennetten uzaktır, cehenneme yakındır. Câhil sehâvet sahibini Allah, cimri ibadet düşkününden daha çok sever.” 1425
Açıklama: 1- Hadiste geçen ve cömert olarak tercüme ettiğimiz “sehâvet”, Aynî’nin açıklamasına göre, “Uygun olanı uygun olana vermek, kendi kazancından, herhangi bir karşılık almadan harcamaktır. Bu, güzel ahlaklardan biridir, hatta en başta gelenlerden biridir. Buhl (cimrilik) bunun zıddıdır.” Sehâvet dilimizde cömertlik olarak ifade edilir. Sahî de cömert demektir.
2- Sahî’nin yani cömert kişinin Allah’a yakın olmasından maksad mesafe yönüyle yakınlık değildir. Allah’ın rahmetine ve sevabına yakınlıktır. Zîra Allah’a mekân ve cihet nisbet etmek caiz değildir. İnsanlara yakın olması da onların muhabbeti, sevgi ve hürmet gibi manevi yakınlıklarını ifade eder, burada da mekan yakınlığı maksud değildir. Cennete yakınlık’tan murad mesafe yakınlığı olabilir, bu caizdir. Çünkü malından Allah rızası için bol bol layık olan yerlerde sarfetmekle cennete götüren yola sülûk etmiş olmaktadır. Hadisler cennet ve cehennemin etrafını mekruhât ve şehevât perdelerinin sardığını belirtir. Kişi ameliyle birinden uzaklaşırken, diğerine yaklaşmaktadır.
Kişinin cennete yaklaşması, cennetle kendi arasındaki perdeleri kaldırması demektir. Ulemâ, hayırlı amellerin ve hususan Allah rızası için yapılan harcamaların bu perdeleri refedip kaldırdığını beyan etmiştir.
Gazâlî der ki: “Cimrilik, dünyaya bağlanmanın meyvesidir; cömertlik ise zühd’ün yani dünyaya kıymet vermemenin meyvesidir. Meyveye yapılan övgü, muhakkak ki meyveyi veren ağaca yapılmış olur. Cömertlik, gerçek tevhid ve hakikî tevekküle ermenin sonucudur. Yani Allah’ın yaptığı vaade ve rızık hususunda verdiği garantiye samimi olarak inanmaktan neş’et eder. Bunlar ise, hadiste işaret edilen tevhid ağacının meyveleridir. Cimrilik ise şirkten neş’et eder. Bu da sebeplere bağlanıp kalmaktan ve Allah’ın vaadi hususunda düşülen şekk’ten neş’et eder.”
3- Tîbî, sahî ve bahîl kelimelerinin harf-i tarifli yani ma’rife olarak gelmesini ahd-i zihnî olarak yorumlar ve: “Burada kastedilen sahî ve bahl’den murad, şeriatça sahî ve bahil addedilen kimsedir (örfçe, insanlarca sahî ve bahil addedilen değil)” der. Bu mütalaayı yaptıktan sonra şu neticeyi beyan eder: “Öyleyse, zekâtını veren Allah’ın emrine uymuş, O’nu tazim etmiş ve mahlûkâtına olan şefkatini ortaya koyup, malından vererek yardım elini uzatmış olmaktadır. Bu kimse Allah’a da yakındır, insanlara da yakındır. Makamı da cennetten başka bir yer olamaz. Böyle yapmayanın durumu da bunun aksidir. İşte bu sebeple, hadiste söylendiği üzere, cahil olan cömerti Allah, âbid olan cimri’den daha çok
1423] Buhârî, Rikak 12; Nesâî, Vesâyâ 1, hadis no: 6, 237-238
1424] Tirmizî, Zühd 19, hadis no: 2328; Nesâî, Zînet 119, h. no: 8, 218-219); İbn Mâce, Zühd 1, h. no: 4103
1425] Tirmizî, Birr 40, hadis no: 1962
CİMRİLİK VE CÖMERTLİK
- 295 -
sever. 1426
Yine Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) bir hadisinde, Allah Teâlâ’nın şöyle söylediğini haber verdi: “Sen infak et, ben de sana infak edeyim.” Efendimiz devamla dedi ki: “Allah’ın eli (yedullah) doludur. Gece ve gündüz (boyu yapılan) arkası kesilmez infaklar onu azaltmaz. Arz ve semâvâtın yaratılaşından beri Allah’ın infak ettiklerini düşünün! Bunlar, O’nun elindekinden hiçbir şey eksiltmemiştir. O’nun Arş’ı suyun üzerindeydi. Elinde mîzan da var, alçaltır, yükseltir.” 1427
1- Hadiste geçen, “Allah’ın eli” diye çevirdiğimiz yedullah tabiri bazı tariklerde yeminullah yani Allah’ın sağ eli diye gelmiştir. Ulema bunu nimet, hazineler diye anlamıştır. Öyle ise Allah’ın eli, Allah’ın hazineleri demektir. Hazine diye ifade edilen her çeşit malmülkteki tasarruf sağ elle yapılması sebebiyle, Cenâb-ı Hakk’ın zenginliğini (hazinelerini) ifade için yemînullah (Allah’ın sağ eli) tabiri kullanılmıştır. Dolu olmak’la Allah’ın nihayetsiz olan zenginliği ifade edilir, zîra O’nun nezdinde insan ilminin ihâtâdan aciz kalacağı zenginlikte rızık vardır.
2- Hadiste birdenbire “O’nun arşı suyun üzerindeydi” cümlesinin yer almasını, bazı şârihler, Allah’ın zenginliğinin derecesinin ifade zımnında, Rasûlullah tarafından Arz ve semâvâtın yaratılışından beri Allah’ın infak ettikleri zikredilince, zihne kendiliğinden gelecek, “Bundan önce ne vardı?” sorusuna cevap olarak açıklarlar. Çünkü, yine Buhârî’de kaydedilen bir hadis arz ve semâ’nın yaratılmasından önce Arş’ın su üstünde olduğunu belirtir: “Allah vardı, O’ndan önce hiçbir şey yoktu. Arş’ı da su üstünde idi. Sonra semâvât ve arzı yarattı.” İlk yaratılanın Arş olduğu anlaşılmıştır.
3- “Elinde mîzan vardı” cümlesi rivayetlerde “Diğer elinde mîzan vardı” şeklinde gelmiştir. Müteakip cümle: “Mîzanı kâh alçaltır kâh yükseltir” demektir.
Hattâbî der ki: “Mîzan bir temsildir. Ondan maksad mahlûkât arasında yapılan taksimattır. Nitekim “alçaltır, yükseltir” ibaresi buna işaret eder.” Müslim’de gelen bir başka hadis burada kastedileni anlamamızda yardımcıdır: “Mîzan (terazi), Rahmân’ın elindedir. Bazı kavimleri yükseltir, bazı kavimleri de alçaltır.” Şu halde alçalan ve yükselen’in, Allah’ın iradesi altında olmak kaydıyla milletler olduğu anlaşılmaktadır. Mamafih, hadis başkaca anlamlara imkân tanıyacak vecizliktedir.
4- Hadis, Rasûlullah’ın ilâhî hakikatleri, insanların anlayacağı bir üsluba dökerek ifade ettiğinin güzel bir örneğini teşkil eder. Bildiğimiz ve gördüğümüz mefhum ve eşyalara benzetme sûretiyle görülmeyen hakikatler, temsiller şekli altında ifadeye dökülmektedir. Bu, hadislerde sıkça görülen bir metoddur. 1428
Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) ertesi gün için hiçbir şey biriktirmezdi.” 1429
Açıklama: Rasûlullah’ın (s.a.s.) mümtaz vasıflarından biri, yarın endişesi taşımaması idi. Bu sebeple kendisine ganimetlerden ayrılan payları ertesi güne bırakmadan dağıtırdı. Şarihler, Efendimiz’in bu hasletini, O’nun Cenâb-ı Hakk’ın
1426] İ. Canan, a.g.e. 8/5-6
1427] Buhârî, Tevhîd 22, 35, Tefsiru Hûd 2, Nafakât 1; Müslim, Zekât 37, hadis no: 993; Tirmizî, Tefsîr, hadis no: 3048
1428] İ. Canan, 8/7-8
1429] Tirmizî, Zühd 38, hadis no: 2363
- 296 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“rezzâk” vasfına olan güveninin tamlığı ile îzah ederler.
Şunu da belirtelim ki, bazı rivayetler ailesi için bir yıllık nafaka ayırdığını haber verir. Şârihler bu iki rivayet arasında tearuz olmadığını belirtirler. Çünkü, Efendimiz, haznedâr ve taksim edici durumundaydı. Eline ganimet vs.’den herhangi bir mal ulaşınca derhal hak sahiplerine dağıtırdı. Bu esnada, başkalarına olduğu şekilde ailesine de haklarını verir idi, zîra fey’de onların da hakları vardı. İbnu Dakîkul-Îd der ki: “Yarın için hiçbir şey biriktirmezdi...” hadisi: “Kendi nefsi için biriktirmezdi..” şeklinde te’vil edilmelidir , “Ehli için bir yıllık yiyeceklerini ayırırdı” hadisi de her ne kadar onlarda iştiraki olsa da başkası için yapılan biriktirmeye hamledilmelidir.” Münâvî şu açıklamada bulunur: “Ailesinin de, diğerleri gibi Allah’ın fey olarak verdiğinde hakları vardı. Onların nefisleri, haklarını yanlarında bulundurmadıkça mutmain olmuyordu. Rasûlullah da onları, takatları haricinde bir şeye zorlamıyordu.”
Yine Münâvî, Rasûlullah’ı (s.a.s.) yiyecek biriktirmekten alıkoyan mahzuru “dağarcıkta olana güvenip Cenâb-ı Hakk’ın feyzinden talepten geri kalmak” olarak açıklar. 1430
Cübeyr İbnu Mut’im (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) Huneyn dönüşü yol alırken bedevîler ısrarla (ganimetin taksimini) taleb ediyorlardı. Öyle ki bir ara, Rasûlullah’ı (s.a.s.) bir semure ağacına doğru sıkıştırdılar ve ridasını kaptılar. Bunun üzerine durup şunu söyledi: “Ridâmı verin, şu taşlar sayısınca koyun olsa, ben yine de onu aranızda taksim ederdim. Ve sonra görürdünüz ki, ben ne cimriyim, ne yalancıyım, ne de korkağım.” 1431
Açıklama: 1- Hâdise, rivayetten de anlaşılacağı üzere Huneyn sırasında cereyan etmiştir. Müslümanlar, Huneyn’de Havazinlilerle savaşmış, neticede Cenâb-ı Hakk’ın lütfu ile zafer kazanılmış, bol miktarda ganimet elde edilmiş idi. Çoksayıda esir (altı bin) ve sayısız deve ve koyun sürüleri ele geçirilmişti.
Rasûlullah (s.a.s.) bu ganimeti dağıtmakta acele etmek istemiyor, savaşılan yerden uzaklaşmak üzere durmadan yürüyüş emri veriyordu. Öncelikle bedevîler olmak üzere, savaşa katılan bazı gruplar ganimet dağıtımının gecikmesinden memnun değillerdi. Havazinlilerin mağlup lîderi Mâlik İbnu Avf’a, Rasûlullah’ın, müslüman olduğu takdirde ailesini ve malını geri vereceğine dair saldığı haber üzerine Mâlik gelmiş, ona, kendi ailesi ve malından başka fazladan yüz deve verilmişti.
Bilâhare, mal ve adamlarının iadesi için gelen heyete Hz. Peygamber, geciktiklerini söyleyecek ve kendilerini daha önce beklediğini, bu yüzden taksim işini de te’hir ettiğini anlatacaktır. Şu halde, bedevîler, Rasûlullah’ın bu niyetini sezmiş olacaklar ki, ganimetin bir an önce taksimi için müracaatlarını sıklaştırıp, tazyiklerini artırmış olmalıdırlar.
Sadedinde olduğumuz rivâyet, Hz. Peygamber’i (s.a.s.) taksim yapmak üzere karar verip mola emrini vermeye sevkeden son sahneyi tasvir etmektedir. İbnu Hacer’in kaydettiği bir başka veche göre, bedevîlerin tazyiki ile Hz. Peygamber’in devesi yoldan çıkar, bir semure ağacına sıkışır, bu fırsatta ridasını
1430] İ. Canan, 8/8
1431] Buhârî, Cihâd 24, Humus 19
CİMRİLİK VE CÖMERTLİK
- 297 -
kaparlar. Rivayetin devamında Rasûlullah (s.a.s.)’ın orada indiği ve müslümanların da indiği vs. belirtilir.
Hadisten Elde Edilen Faydalar: Hadis, cimrilik, yalan ve korkaklığı zemmetmektedir. Müslümanların imamında bu vasıflardan hiçbiri olmamalıdır. Hz. Peygamber (s.a.s.) bedevîlerin kabalık ve anlayışsızlıklarına karşı sabır ve tahammül göstermiş, onları anlayışla karşılamıştır. Kişinin, yeri gelince nefsindeki güzel hasletleri söylemesi câizdir. Kendisini korkak zannneden cahillere böyle olmadığını söylemek gibi. Bu mezmum olan fahr (övünme) değildir. Hak taleb eden kimse, vaade razı olmalıdır, yeter ki vaad eden kimse sözünü yerine getirecek durumda olsun. İmam muhayyerdir, ganimeti dilerse savaş biter bitmez dağıtır, dilerse daha sonra dağıtır. 1432
Ukbe İbnu’l-Hâris (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) bize ikindi namazı kıldırmış idi. (Selâm verince) acele ile cemaati yarıp evine girdi. Halk onun bu telaşesinde hayrete düşmüştü. Ancak geri dönmesi gecikmedi. Gelince, (halkın merakını yüzlerinden anlayan Hz. Peygamber şu açıklamayı yaptı): “Yanımda kalan birkısım altın vardı (namazda) onu hatırladım. Beni alıkoyacağından korktum ve hemen gidip dağıttım.” 1433
Açıklama: Parantez içerisine koyduğumuz açıklayıcı ziyadeler, rivâyetin Buhârî’de ki bir başka vechinden alınmadır. Hz. Peygamber’in hâne-i saadetleri mescidin geri tarafındaki avlunun kenarlarında olduğu için gidip gelmesi çabuk olmuştur. Üstelik, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) namazda hatırlamış olduğu dağıtılmamış altından bir an önce halas bulmak için, çok sür’atli ve telaşlı hareket etmiş, bu hal “ne oldu?” diye cemaatin merak ve endişesini takrik etmiştir. Rasûlullah halkın merakını yüzlerinden okuduğu için hem bu meselede ders vermek ve hem de endişelerini gidermek için, daha onlar sormadan açıklama yapmıştır.
Hadis namazda, namazla ilgisi olmayan dünyevî ve uhrevî şeyler tefekkür etmenin namazın sıhhatine mâni olmadığını göstermektedir. Ulema, “Dînî şeyler düşünmenin mahzuru, dünyevî şeyler düşünmekten daha hafiftir” demiştir. Esasen namazda zihnin, dünyevî şeylerle meşgul olmaması temenni edilen en güzel durumdur. Ancak bunu gerçekleştirmek zordur. Bu sebeple dinimiz, zihnî meşguliyetlerin, erkâna giren bir şeyin terkine sebep olmadıkça namazın sıhhatini bozmayacağını bildirmiştir.
Ulemâ, bu hadisten, ayrıca selamdan sonra dua için beklemenin vacib olmadığı hükmünü çıkarmıştır. Keza: “İhtiyaç halinde cemaati yarıp çıkmak mübahtır, namazın içinde mübah bir işe azmetmek câizdir” denmiştir.
Hadisin sonunda Resûlullâh’ın “Beni alıkoyacağından korktum] ibaresi, “Evde duran paranın, zihnimi kendisiyle meşgul ederek, Allah’a teveccüh edip O’na yönelmekten beni alıkoymasından korktum” demektir. Bazı rivâyetlerde “Taksimini emrettim” yerine “Taksim ettim” demiştir. 1434
“Şurası muhakkak ki, çocuk, cimrilik ve korkaklık sebebidir.” 1435
1432] İ. Canan, 8/9-10
1433] Buhârî, Ezân 155, Amel fi's-Salât 18, Zekât 20, İsti'zân 36; Nesâî, 104, hadis no: 3, 84
1434] İ. Canan, 8/9-10
1435] Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, c. 17, s. 472
- 298 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kerem/İkrâm; Cömertlik ve Bağış
Kerem; İyilik, cömertlik, şeref, bağış demektir. Kerem, müslümanda bulunması gereken güzel huylardan biridir. Saygı göstermek, yardım etmek anlamına gelen “ikram’ bu köktendir. Türkçede “misafir ağırlamak, deyimi”, ona hoşgeldin demek, yiyecek bir şeyler sunmak ve istirahatini sağlamak anlamında kullanılır.
Kerem; sözle davranışla; maddi yardım ve ikramla insanlara iyi muamelede bulunmayı ifâde eden geniş kapsamlı bir kelimedir. Bu bakımdan, “kerem”, sözlük anlamıyla İslam ahlâkının büyük bir bölümünü içine alır; Bağış (af), cömertlik, iyi davranış, ihsan, güleryüzlü olmak, bu kelimenin ifade ettiği güzel huylar arasındadır. Bağış (af), cömertlik, iyi davranış, ihsan, güleryüzlü olmak, bu kelimenin ifade ettiği güzel huylar arasındadır.
“Kerem”, sözlükte bu kadar geniş mânâyı içine alan bir kelime olmakla beraber terim olarak, cömertlik (sehâcûd), şerefli ve asil olmak anlamlarımda kullanılmıştır. “Kerim insan”, “cömert, şerefli, saygın insan” demektir. Bir hadiste: “Allah’a ve âhiret gününe inanan misâfirine ikram etsin.”1436 buyurulmuştur.
“Kerîm”: İyi huylu, cömert, insanlar arasında seref ve itibarı olan. Zıd anlamlısı ise; “leîm”: Kötü huylu, alçak, insanlar arasında saygınlığı olmayan. “Kerîm” 1437; Allah’ın Esmâu’l-Hüsnâsından biridir. Lütuf ve ihsan sahibi, bağışı bol demektir. “Zü’l-Celâl-i ve’l-ikram.”1438 Büyüklük ve ikram sahibi anlamında olup Allah’ın güzel isimlerindendir.
İslâm Dini güzel ahlâk temeli üzerine kurulmuştur. Onun “yüce ahlâka sahip” peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s.) de “iman edenlere örnek olmak” üzere göndermiştir: “Ve sen büyük bir ahlâk üzerindesin.” 1439 “Andolsun Allah’ın elçisinde sizin için Allah’ı ve âhireti arzu eden ve Allah’ı çok anan kimseler için (uyulacak) en güzel bir örnek vardır.” 1440 Hz. Peygamber (s.a.s.): “Ben ancak güzel ahlâkı (mekârimü’l-ahlâk) tamamlamak için gönderildim” buyurmuştur.
Onun “kerem”i konusunda en güzel sözü Mekke’nin fethi günü Kureyşlilerin söylediği sözlerdir: Peygamberimiz Fetih günü yaptığı konuşmadan sonra halka: “Ey Kureyş topluluğu! Şimdi hakkınızda benim ne yapacağımı tahmin edersiniz?” diye sordu. Kureyş topluluğu: “Sen kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin! Kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun! Ancak bize hayır ve iyilik yapacağına inanırız” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle konuştu: “Benim halimle sizin haliniz, Yûsuf (a.s)’ın kardeşlerine dediğinin tıpkısı olacaktır: Yûsuf (a.s)’ın kardeşlerine dediği gibi ben de diyorum: “Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok! Allah sizi bağışlasın! O, merhamet edenlerin en merhametlisidir!” (Yûsuf, 12/92). Gidiniz sizler serbestsiniz!”
Hz. İbrâhim, misafirperverliğiyle ün salmış “Allah dostu” (Halilullah) 1441 büyük bir peygamberdir. Sofrasında misafir olmadan yemek yemediği rivayet edilen
1436] Nevevî, Riyâzü's-Salihin, terc. H.H.Erdem, II, 119
1437] 27/Neml, 40; 82/İftitâr, 6
1438] 55/Rahmân, 27, 78
1439] 68/Kalem, 4
1440] 33/Ahzâb, 21
1441] 4/Nisâ, 125
CİMRİLİK VE CÖMERTLİK
- 299 -
Hz. İbrahim’in, ikramı seven, cömert bir kimse olduğu bizzat Kur’an-ı Kerim’de bildirilmektedir: “Ey Muhammed! İbrahim’in ikram edilmiş konuklarının haberi sana geldi mi? Onlar, İbrahim’in yanına girip: ‘selâm sana’ demişlerdi. İbrâhim de ‘selâm size’ demişti; içinden de onların”tanınmamış bir topluluk” olduğunu geçirmişti. Hemen ailesine giderek semiz bir buzağı getirmiş, onların önüne sürüp ‘yemez misiniz?’ demişti.” 1442
Kur’an-ı Kerimde, kelime olarak “kerem” kullanılmamış, ondan türeyen “kerîm”;1443 “ikrâm”;1444 “kirâm”;1445 “ekrem”; 1446 “mükremûn”1447 kelimeleri zikredilmiştir. Kur’an’da en çok geçen “Kerîm” kelimesi sıfat olarak “bol”, “büyük”, “şerefli” anlamlarında kullanılmıştır. “Rızkun kerîm”; bol, helâl rızık; “ecrun kerîm”: Büyük mükâfat; “Kur’ânun Kerîm”: Kıymetli, şerefli Kur’an. 1448
Kerem-ikram konusunda Kur’an-ı Kerimde birçok emir ve tavsiyeler vardır: “İnfak fi sebilillah”: Allah yolunda harcama bu emirlerin başında gelir. “Yetimi, yoksulu doyurun”,1449 “akrabaya verin”,1450 “ana-babaya, akrabaya, öksüzlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanında bulunan arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara iyilik edin.” 1451 gibi emirler, İslâm’ın kerem (cömertlik-yardım) anlayışını yansıtan emirlerdir. İslâm ahlâkında mü’minin kendisi için istediğini diğer mü’min kardeşi için de istemesi, kendisi için arzu etmediği başka mü’min kardeşi için de arzu etmemesi önemli bir prensiptir.
Müslümanlar evlerini ve mallarını Mekke’de bırakıp Medine’ye hicret ettiklerinde Medine’deki müslümanlar (Ensar) onlara kucaklarını açtı, evlerini ve mallarını onlarla bölüştüler. Böylece Kur’an’da övülen seçkin kişiler oldular: “Ve onlardan önce o yurda (Medine’ye) yerleşen, imana sarılanlar (yani daha önce Medine’yi yurd edinenler veya ilkönce hicret edip Medine’ye yerleşen müslümanlar) kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilen (ganimet)lerden ötürü göğüslerinde bir ihtiyaç (eğilimi) duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi (göç eden yoksul kardeşlerin) öz canlarına tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar umduklarına erenlerdir.” 1452
Hz. Peygamber (s.a.s.) hicretten sonra muhacirlerle ensar arasında kardeşlik oluşturdu. Bunlardan birini bir diğerine kardeş ilan etti. Ayette bildirildiği gibi, Ensar, Mekkeli kardeşlerini canlarından daha çok seviyordu: Ensar, muhacir kardeşlerine büyük fedakârlıklar gösterip aşırı derecede ikramda bulunuyorlardı. Hatta muhacirleri paylaşamıyor, aralarında kur’a çekiyorlar, kur’a kime çıkarsa muhacir ona gidiyordu. Muhâcirler de bu samimi çabaları takdir edip istismar etmeyi bu tür yardımları ihtiyaçları oranında kabul ettiler.
Cömertliğin üstünlüğü ve cimriliğin kötülüğü hakkında birçok hadis-i şerif
1442] 51/Zâriyât, 24-27; 11/Hûd, 69
1443] 27 yerde
1444] 55/Rahmân, 27, 87
1445] 80/Abese, 16; 25/Furkan, 72; 82/İnfitâr, 11
1446] 96/Alak, 3; 49/Hucurât, 13
1447] 21/Enbiyâ, 26; 37/Sâffât, 42, 70/Meâric, 35; 36/Yâsîn, 27; 51/Zâriyât, 24
1448] 56/Vâkıa, 77
1449] 76/İnsan, 8
1450] 16/Nahl, 90
1451] 4/Nisâ, 36
1452] 69/Haşr, 9
- 300 -
KUR’AN KAVRAMLARI
vardır: “Rasûlüllah (s.a.s.) insanların en güzeli, en cömerdi ve en cesuru idi.” “Kendisinden bir şey istendiği zaman kesinlikle hayır demezdi. “O, şöyle buyurmuştur: “Cömert Allah’a yakın, Cennete yakın, insanlara yakın, Cehennemden uzaktır. Cimri, Allah’tan uzak, Cennetten uzak, insanlardan uzak, cehenneme yakındır. Cömert câhil, cimri abidden Allah’a daha sevgilidir.” 1453
İkram ve İyilikte Öncelik Hakkı: Dinimiz, ikram, hürmet ve yardım edilecek kimseleri sıraya koymuş, bu sıraya uyulmasını istemiştir: “Allah’a ibâdet edin. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya, akrabaya, öksüzlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanında bulunan arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara iyilik edin, Allah, kurumlu, böbürlenen insanları sevmez.” 1454
1- Özellikle anne-babaya “yumuşak, güzel söz” söylenmesi emredilmiştir.1455 İnsanlara durumlarına göre muâmele, onlara ikram ve hürmet konusunda da peygamberimiz ve onun temiz zevceleri en güzel örnektir: Hz. Aişe (r.a) bir seferde bir yere konakladı. Ortaya yiyecek bir şeyler koydu. Bu sırada bir dilenci geldi. Hz. Aişe “şu fakire bir ekmek verin” dedi. Sonra binek üzerinde bir adam geldi. Hz. Aişe “Onu yemeğe davet edin” dedi. Ona “Fakire ekmek veriyorsun, zengini ise davet ediyorsun” denildi. Hz. Aişe şöyle dedi: “Şüphesiz Allah Teâlâ insanlara bazı dereceler tayin etti. Bizim de bu derecelere uymamız lazımdır. O fakir bir ekmeğe razı olur. Hâlbuki bu zengine, ona verdiğimiz gibi, ekmek vermek bize yakışmaz.”
2. Hz. Peygamber (s.a.s) evlerinden birine girdi. Ashabı da girdi. Ev misâfirlerle doldu. Sonra Cerir b. Abdullah el-Becelî geldi, yer bulamadı. Kapıda oturdu. Rasûlüllah (s.a.s.) hırkasını çıkardı ona verdi ve “bunun üzerine otur” buyurdu. Cerir (r.a.) onu aldı yüzüne sürdü, öpüp ağlamağa başladı. Sonra katlayıp Peygamber’e (s.a.s) verdi ve şöyle dedi: “Senin elbisen üzerine katiyen oturmam. Bana ikram ettiğin gibi Allah da sana ikram etsin.” Peygamber (s.a.s.) sağına, soluna baktı ve şöyle dedi: “Size bir toplumun büyüğü gelince ona ikram ediniz.”
3. “Sütannesi geldiğinde peygamberimiz (s.a.s.) ona hırkasını serdi: ‘Merhaba ey anne’ diyerek onu hırka üzerine oturttu ve şöyle dedi: ‘İste, istediğin verilecek, yardım talebin kabul edilecek.’ O, ‘kavmimi istiyorum’ dedi. Rasûlüllah (s.a.s) “Benim hakkım ve Haşimoğullarının hakkı senindir” buyurunca diğer insanlar da kalkarak: ‘Bizim hakkımız da (onun olsun) ya Rasûlallah’ dediler. Peygamber (s.a.s.) bundan sonra sütannesini ziyaret etti, ona hizmetçi verdi, Huneyn’deki iki hissesini ona bağışladı.” 1456
Fakirleri doyurmak, yoksullara yardım etmek mü’minlerin en başta gelen özelliklerindendir. Münafıklar ve inkârcılar fakire yardım elini uzatmadıkları gibi onu hor görürler: “Dini yalanlayan (adam)’ı gördün mü? İşte o öksüzü iter, kakar. Yoksulu doyurmağa ön ayak olmaz.” 1457
‘Kerem’, iyilik, bağış, üstünlük, şerefli olmak, cömert olmak demektir. Müslümanlarda bulunması gereken en güzel huylardan biridir. Kerâmet de aynı
1453] Tirmizi, Birr 40
1454] 4/Nisâ, 36
1455] 17/İsrâ, 23
1456] İhyâ, 11/196
1457] 107/Mâun, 1-3; Halit Ünal, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 345-347
CİMRİLİK VE CÖMERTLİK
- 301 -
kökten gelmektedir. Kerem, ikram, kerim, kerâmet, kiram, ekrem, mükerrem’ gibi kavramlar aynı kökten türemişlerdir ve aralarında anlam bağı vardır.
‘İkram’, birisine veya misafire bir şey vermek, iyilik etmek demektir. Allah (cc) celâl (yücelik) ve en geniş ‘ikram’ sahibidir. 1458 ‘Kerîm’, değerli ve şerefli olmak, iyilik sever olmak, çok cömert anlamlarına gelir. Kur’an, mü’minlere verilecek mükâfatlara ‘kerim bir rızık’ 1459, ‘kerîm bir ecir’ 1460, ‘kerîm bir makam’ 1461 demektedir.
‘Ekrem’, en cömert, en şerefli ve yüce, en değerli demektir. Kur’an bu sıfatı bir âyette Allah (cc) hakkında kullanmaktadır.1462 İnsanlar Allah’ın kulları olmaları yönünden eşittirler. Bu açıdan birbirlerine karşı bir üstünlükleri yoktur. İnsanların ‘en ekremi’, en üstünü ve en şereflisi Allah’a karşı sorumluluk bilincini en iyi duyandır, yani takvâ sahibi olandır. 1463 Peygamberimiz (s.a.s.), ‘İnsanların en ekremi (en üstünü) kimdir?’ sorusuna aynı cevabı vermiştir. 1464
‘Mükerrem’, ise ikrama ve hürmete lâyık kişi manasındadır. Kur’an-ı Kerim’de ‘kerem’ kelimesi geçmemekte ama diğer türevleri farklı yerlerde, benzer anlamlarda geçmektedir. Kerem, söz ve davranışla, maddi yardım veya ikramla insanlara iyi davranmayı ifade eden çok geniş kapsamlı bir ahlâk kuralıdır. Güzel huylardan sayılan, bağışlamak, iyi davranış, ihsan etmek, cömertlik yapmak, güleryüzlü olmak gibi davranışlar ‘kerem’ sahibi olmak diye anlatılmıştır. Kerem, daha çok cömert olmak, şerefli ve asalet sahibi olmak, saygın kimse anlamlarında kullanılmıştır.
Kerim insan, cömert, iyi huylu, insanlar arasında şeref ve itibarı olan insan demektir. Bu anlamda Muhammed (s.a.s.) ‘kerîm-şerefli, değerli ve yüce’ bir elçidir.1465 Kerîm, aynı zamanda Allah’ın güzel isimlerinden birisidir. O, çok ikrâm sahibidir, cömerttir, insanlara bağışı ve affı bol olan demektir. 1466
Peygamberimiz ‘mekârimü’l ahlâkı’, yani ahlâkın en güzelini en keremlisini tamamlamak için gönderilmiştir. O’nun hayatının her anında bu güzel ahlâkın örneklerini görmekteyiz. Nitekim Mekke fethedildiği gün, Mekkelilere ‘size ne yapacağımı sanıyorsunuz?’ diye sorduğu zaman, onlar ‘sen kerim bir kardeşsin, kerem sahibi bir dostsun, (senin bize intikam duygusuyla davranmayacağını biliyoruz)’ diyerek buna tanıklık etmişlerdi.
Kur’an-ı Kerim, Hz. İbrâhim’in kerem sıfatını övmektedir. Çünkü O, çok ikram eden, şerefli bir insandı.1467Müslümanlar ‘mukremûn’durlar, yani kendilerine çok cömert davranılan, bol bol ikram edilen, Cennetlerde ağırlanan, değer verilen şerefli kimselerdir. 1468 Kur’an, ‘Kerim’ bir kitaptır, çünkü O’nun şerefi yücedir,
1458] 55/Rahmân, 27
1459] 8/Enfâl, 4, 74; 22/Hacc, 50; 24/Nûr, 26; 34/Sebe’, 4, vd.
1460] 36/Yâsin, 11; 57/Hadîd, 11, 18; 33/Ahzâb, 44
1461] 26/Şuarâ, 58; 44/Dûhan, 26
1462] 96/Alak, 3
1463] 49/Hucurât, 13
1464] Buhârî, Tefsîru Enbiyâ Sûresi, 4/179
1465] 69/Haakka, 40; 81/Tekvîr, 19
1466] 27/Neml, 40; 44/Duhân, 49; 82/İnfitâr, 6
1467] 51/Zâriyât, 24-27
1468] 37/Sâffât, 42; 70/Meâric, 35; 36/Yâsin, 37
- 302 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kıymetlidir, mü’minlere bağışı çoktur. 1469
Kerem sahibi olmak, müslümanların en önemli özelliklerindendir. Onların peşinden gittikleri Hz. Muhammed, insanların en keremi idi. O Râsûlü ekrem-en keremli bir peygamber idi- Cömertlik, şeref ve üstün olmak, bağışlamak ve iyilik etmek müslümanların peygamberlerinden öğrendikleri üstün ahlâk ilkelerindendir. 1470
Cömertliğin Göstergesi; İnfak
İnfak kelimesi; ne-fe-ka kökünden türemiştir. Lügat olarak, tükenmek, azalmak anlamlarına gelir. “Nafaka”; harcanan para veya ihtiyaçların tamamı için gerekli kazanç anlamında kullanılır. İnfak ise; malı veya benzeri ihtiyaç maddelerini hayır yolunda harcamak, tüketmek anlamındadır. Allah yolunda harcamaya infak denir. Terim olarak infak: Gerek akrabalardan ve gerekse diğer insanlardan yoksul ve muhtaç olanlara para veya maişet yardımı yaparak, onların geçimini sağlamak demektir.
“İnfak”; Malın elden çıkarılması, harcanması ve sarfedilmesi demektir. İnfak’ın farz, vacip, mendup kısımları vardır. Zekât ve diğer sadakaları, bağışları, yardımları ve vakıf gibi fakirlere ve diğer çeşitli hayırları, aileye yardım gibi bütün mal ile yapılan ibadetleri içine alır. “Sana infak’ı (Allah yolunda ne harcayacaklarını) soruyorlar. De ki: ‘Verdiğiniz hayır, ana-baba, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Yaptığınız hayrı, muhakkak, Allah bilir.” 1471
İnfak, mecaz yoluyla maldan başkasına da genelleştirilir. İlim öğretme ve benzeri gibi manevî şeyleri de içerir. Bununla beraber bunların hepsinin başında, İslâm’ın binâsından biri olan zekât vardır. “Zekât, İslâm’ın köprüsüdür.”1472 Zekât, İslâm’ın bir geçididir. Dinin iman ile temeli atılıp, namaz ile direği dikildikten sonra, geçilecek mühim bir geçidi vardır ki, zekât işte o geçidi geçirecek bir köprü olmak üzere kurulacaktır. Çünkü dünya ve âhirette korunmak için yapılacak olan görkemli İslâm binasının, dünyadaki “dâru’l-İslâm” (İslâm yurdu), âhiretteki “dâru’s-selâm” (esenlik yurdu)ın yapımı için birtakım malî masrafları vardır ki, bunlar malî ibadetler ile yapılacaktır ve bunun en zarurisini de zekât teşkil eder. Zira “Ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden yardım dileriz.”1473 diye bir tevhid üslubu içinde sadece Allah’a kulluk etmek ve kardeş topluluk ile namaz kılabilmek için safları doğrultmak ve o saflarda bir eşitlik duygusu ile devamlı bir şekilde bulunmak gereklidir. Bu ise, o toplum içinde günlük azıkla yetinme durumunda olan kimselerin kalmaması ile mümkün olur.
Bir aç ile tokun bir safta kurşunla kenetlenmiş binalar gibi, bir sevgi ve kardeşlik duygusuyla biri diğerine kalben perçinlenmesi kabil değildir. Şu halde cemaatin hakiki bir ibadet birliği içinde olması, gerçekten fakir ve kimsesiz olanların gözetilmesi ve çalışabileceklerin çalıştırılması için ilk önce zekât ve fıtır sadakaları ile, zenginlerle fakirler arasındaki uçurumu kapatarak bir sevgi bağının kurulması, hem de hepsinin mevlası (efendisi) Allah Teâlâ olduğunu bildiren
1469] 56/Vâkıa, 77
1470] Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, s. 353-354
1471] 2/Bakara, 215
1472] Kütüb-i Sitte, cilt 7, s. 322
1473] 1/Fâtiha, 5
CİMRİLİK VE CÖMERTLİK
- 303 -
bir duygu ve iman ile kurulması büyük bir görevdir.
Bu görevin, bu niyetle yapılmasında müslüman artık yalnızlığında beşerî bayağılıktan silkinecek, Allah Teâlâ’nın bir halifesi olma rütbesini kazanacak ve elindeki malın, Allah’ın malı olduğunu ve kendisinin onu muhtaç olan Allah’ın kullarına ulaştırmaya görevli bulunduğunu anlayarak: “Al kardeşim, bu benim değil; senin hakkındır, bende bir emanettir, ben sana Allah Teâlâ’nın gönderdiği şu çıkını, postalanmış koliyi teslim etmeye görevlendirmiş bir dağıtıcıyım” diyerek, aynı şekilde alçak gönüllülüğü ile fakirin, sabırlı fakirin hakkını vererek kalbini okşayacak ve bununla o topluluğun mümkün olduğu kadar açıklarını kapatacaktır.
İşte Kitap ve Sünnetin araştırılmasına göre, Fıkıh Usulü ve Fıkıh’a ait kitaplarımızın zekât görüşü özet olarak budur. Bu şekilde zekât; müslümanı, beşerî düşüklüklerden ilahî vekilliğe geçiren bir köprüdür. Namaz, hayat kademelerinden ilahî huzura çıkaran bir mi’raç olduğu gibi, zekât da o mi’raçta alınan bir İlâhî görevin köprüsüdür. Ve her müslüman, bu köprüyü yapıp geçmeye, yani zekât vermek için helal mal kazanıp zekât verecek dereceye çıkmaya çalışacak ve henüz verecek halde değilse, en az onun yüksekliğine iman ile dolu olacaktır. Yani müslümanın gözü, zekât almaya değil; zekât vermeye dönük bulunacak ve ancak çaresiz kaldığı zaman zekât ve sadaka alabilecek ve tersi durumda aldığının haram olduğunu unutmayacaktır. Bu şekilde kurulan İslâm toplumunun namazında ne büyük bir birlik kuvveti bulunacağı ve bunların o görkemli İslâm binasını tamamlamak ve bitirmek için nasıl bir aşk ve şevkle çalışmaya atılacakları düşünülürse, İslâm dininin esasındaki yükseklik ve bu âyetlerle o muttakilere verilen övme değerinin önemi derhal anlaşılır.
Zekât, İnfak ve Cömertlik Kişiyi Cimrilikten Korur, Cömertleştirir: Cimrilik, yahudilerin ve yahudileşenlerin, kapitalistlerin özelliğidir. Cimri, paranın egemenliğine boyun eğdiğinden paranın mahkûmudur. O, parayı değil; para onu kullanır. O yüzden cimri, devamlı psikolojik bunalım içindedir, doyumsuzdur, sevgisizdir. Fedakârlığın, vermenin tadına varmanın ne kadar güzel olduğunu, âhiret ödülü yanında, dünyada da insanı mutlu ettiğini bilemez cimri. Cimriliğin sebebi, aşırı para, mal hırsı ve gelecekte yoksul kalma korkusudur. Cimrilik yüzünden durmadan para biriktiren ve tükenir endişesiyle hastalıklarında bile harcamayıp, dünyayı bile kendilerine zehir eden nice para mahkûmları vardır.
Hâlbuki para, mal Allah’ın nimetidir ve bu nimet yerli yerince harcanırsa Allah onu artırır. Cimriler, insanlar arasında da, Allah katında da sevimsiz ve aşağılık kişiler olarak görülür. “Onlar ki hem kıskanır, cimrilik ederler, hem de herkese cimrilik tavsiye ederler ve Allah’ın kendilerine fazlından verdiği şeyleri saklarlar. Biz de böyle nimetleri gizleyen nankörlere hor ve rüsvay edici bir azab hazırladık.” 1474
Rasül-i Ekrem (s.a.s.) de şöyle buyurmaktadır: “Cimrilikten sakınınız. Çünkü cimrilik, sizden önceki milletleri helâk etmiştir.” “Her sabah gökten iki melek iner. Birisi: İlâhî, infak edene karşılığını ver; diğeri: Allah’ım! Cimrilik edene de telef ver (malını yok et), diye dua ederler.”1475; “Cimri kişi, Allah’a uzak, cennete uzak, insanlara uzak ve
1474] 4/Nisâ, 37
1475] Riyâzü's-Salihin, 1/253
- 304 -
KUR’AN KAVRAMLARI
cehennem ateşine yakındır.” 1476
Paralarından ve mallarından en az yararlanan cimrinin kendisidir. Cimriler, kendilerinin ölmelerini isteyenler için servet biriktiren insanlardır. Cimri, yeryüzünde kendi yararlanamayaca-ğı serveti biriktirirken; zekât veren infak sahibi cömert, ebedî mekânı cennette kendisi ebedî yararlanacağı serveti biriktirir. Zekât ve sadaka veren cömert mü’min, istikbalini düşünen kimsedir; yarın gideceği yere yatırım yapmakta, içinde ebedî yaşayacağı köşkünü hazırlamaktadır.
İnsan, malına cimrilik ettiği nisbette şerefinden kaybeder. Kötü kimseler olsalar bile, cömertler için nice insanın kalbinde bir sevgi vardır. İyi olsalar bile, cimrilere karşı hemen herkesin kalbinde yalnız nefret vardır. Mallarını kendileri için bile harcamaktan çekinen cimriler, Allah Teâlâ’nın kendilerine verdiği nimeti harcamamakla, sadece kendilerini değil, eş ve çocuklarını da sıkıntıya sokarlar. Çevrelerindeki diğer insanlara fenalık yapmış olurlar. Çünkü Allah’ın verdiği bu nimetlerde nafaka veya sadaka olarak diğer insanların da hakkı vardır. Bu hakkın sahiplerine verilmemesi zulümden başka bir şey değildir. Servet, Cenab-ı Hakk’ın ihsânıdır. Allah, serveti dilediğine verir, dilediğinden alır. Mal ve mülkün gerçek sahibi O’dur. Cimriler, bu şuura eremeyen insanlardır. “Allah’ın verdiklerinden cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar; bilakis bu onların kötülüğünedir. Cimrilik yaptıkları şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah işlediklerinizden haberdardır.” 1477
Rasül-i Ekrem’in: “Veren el, alan elden daha hayırlıdır.”1478 buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla mü’minler, en sevdikleri mallardan, ihlâsla infakta bulunmalı, zekât için malın kötülerini ayırmamalıdırlar.
Cömertlik; İsrâf ve Lüks Gibi Şeytanî Eğilimleri Azaltır: Hesap gününü düşünen her mü’min, malın bir imtihan sebebi olduğunu bilir ve mâlî ibâdetlerini edâ etme hususunda titiz davranır. Tüketim hırsının alabildiğine kamçılanması ve hesap günü şuurunun yok edilmesi, başlı başına bir fâciadır. Rasûl-i Ekrem: “Mü’min, bir midesi ile yer; kâfir ise yedi mide ile yer.”1479 buyurmuştur. Buradaki yedi rakamının mübalağa için olduğu ve mü’minlere darb-ı mesel olarak zikredildiği âlimlerce belirtilmiştir. Mü’min, dünyaya karşı zâhiddir. Kâfir ise hırsla doludur. Dolayısıyla mü’min, yemeği, hayatını devam ettirebilmek ve ibadetlerini edâ edebilmek için yemektedir. Kâfirler ise; hırs, şehvet ve lezzet duygularını tatmin edebilmek için yemektedirler. Elbette yemek ihtiyacı insandan insana değişebileceği gibi, insanın çalıştığı işin zorluğuna veya kolaylığına göre de değişebilir.
Cömertlik Kalbin Katılaşmasını Önler; Kalbe Sevinç, Mutluluk ve Huzur Verir: Malın çokluğu, kalpte bir katılaşma ve azgınlaşmaya sebep olur. “Şüphesiz insan, (malına güvenerek) kendini Allah’tan müstağnî görmek suretiyle tuğyan eder/azar.”1480 Zekât, azgınlığı azaltıp kalbi Allah’ın rızasını kazanmaya doğru iter.
1476] Tirmizî, Birr 40
1477] 3/Al-i İmran, 180
1478] S. Müslim, K. Zekât 32; hadis no: 94 –1033-
1479] İbn Mâce, hadis no: 3256
1480] 96/Alak, 6-7
CİMRİLİK VE CÖMERTLİK
- 305 -
Zekât, infak ve her türlü cömertlik, mutluluğun merdivenidir. Alan kimse, nimetlerden geçici ve sınırlı bir şekilde yararlanırken; veren mü’minin hazzı kısa sürede sona ermez. Mü’min kalp, mal ile değil; iman ile mutmain olur. Allah yolunda zekât verip infak etmekle fakir düşeceğinden korkmaz. Kendi hiçbir şey değilken Allah onu meydana getirmiş, vücut, göz, kalp, lisan ve sayısız nimetler bağışlamış ve mal sahibi yapmıştır. Bunlar Allah’a aittir. Öyle ise Allah’a güvenen birisi Allah yolunda ve Allah rızâsı için malını vermekten çekinmez. Kalpler, cömertlikle, zekât sayesinde temizlenir.1481 Çünkü küfür ve nifaktan sonra kalbi karartan sebeplerden biri de aşırı mal sevgisi ve servete bağlılık arzusudur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de; “Serveti de düşkünce seviyorsunuz.”1482 buyrulur. İşte bu sevgi ile insan, “ben bu malı infak edersem bana bir şey kalmaz” korkusuna düşer ve hemen şeytan harekete geçer: “Şeytan sizi fakirlikle korkutur, size cimriliği emreder.”1483 Oysa Allah’ın bildirdiğine göre: “mal ve servet insan için bir imtihandır.”1484 Bu imtihandan başarılı çıkmanın yolu da cömertlik, zekât ve infaktır. 1485
Cömertlik Halka Şefkat ve Merhameti Arttırır, Dost Kazanmaya Sebep Olur: Zekât, infak ve her çeşit cömertlik, mü’minlerin bir duvarın tuğlaları gibi birbirlerine kenetlenmelerini sağlar, kardeşliklerini perçinler. Mü’minlerin birbirlerine güvenmelerini ve kötü günlerinde yardımcı olacak sosyal güvenceleri olduğunu ispatlayarak, huzurlu bir toplum oluşmasına büyük katkıları olur. Allah, ruh cevherini şefkat ve merhametin güzelliklerine ulaştırmak için zekât vermeyi emretmiş, infak ve cömertliği tavsiye etmiştir. Bu özellikler de, insanın halka iyilikte bulunması, onlara hayırlı hizmetler ulaştırması ve İslâm toplumunu iktisâdî bunalımdan meydana gelecek çalkantı ve fitnelerden kurtarmaya çalışmasıdır.
Cömertlik, İnsanı Bir Şeye Muhtaç Olup Onsuz Olamama Tiryakiliğinden Kurtarır; Allah’tan başkasına İhtiyaç Duymama Faziletine Yükseltir: Bir şeye muhtaç olmamak, o şeyi elde ettikten sonra ihtiyacı gidermekten daha üstündür. Allah’tan başka her şeyden müstağnî olmak; bir şeyi elinde bulundurmamak sûretiyle ihtiyaçtan kurtulmak, varlıklara bağlı kalmamaya, onlara muhtaç olmamaya çalışmaktır. Meselâ, lüks hayatı sevmeyen bir kimse, lüks ve israf yaşayışıyla ilgili bütün istek ve imkânlardan müstağnîdir. Bu hayata ve gereklerine ihtiyaç hissetmez.
Hiç bir şeye ihtiyaç hissetmemek, tam bir zenginliktir. Bu türlü zenginlik ise, yalnız Allah’ın sıfatıdır.1486 Bir şeye muhtaç olup onu kazandıktan sonra zengin olmak sıfatı, kulların özelliğidir. Allah, bir kuluna çok mal verince ona, çok nasip vermiş demektir. Ona zekât vermeyi emredince, infakı ve cömertliği teşvik edince, Yüce Allah onu, varlıkla zengin olma derecesinden daha yüksek bir makam olan maddî varlıklardan müstağnî kılarak daha zengin olma derecesine yükseltmeyi dilemiştir. Çünkü maddî bir şeye ihtiyaç hissetmemek, tam bir zenginliktir, gönül zenginliğidir. İşte her çeşit cömertlik ve başta zekât olmak üzere Allah için her türlü infak, maddî varlıklara ihtiyaç belirtmeksizin, maddeyi başkalarına vererek insanı manevî olarak yükseltir, maddî olarak da onun diğer maddelerden
1481] Bk. 92/Leyl, 17-20
1482] 89/Fecr, 20
1483] 2/Bakara, 268
1484] Bk. 39/Zümer, 49-52
1485] Bk. 64/Teğabün, 15-17
1486] 35/Fâtır, 15
- 306 -
KUR’AN KAVRAMLARI
üstün olduğunu, maddenin kulu ve kölesi olmadığını ispatlamasına vesile olur.
Cömertlik, insanların sevgi ve muhabbetini kazandırır. Zenginle fakir arasında kin, nefret ve kıskançlığı gidererek, birbirlerine sevgi bağı oluşturur. Mü’minler, bilirler ki, sahip bulundukları şeylerin yaratıcısı kendileri değildir. Bunlar rızık olarak Allah tarafından kendilerine bahşedilen bir ikramdan ibârettir. İşte bu itiraf ve şuur neticesinde mü’minler, fakir ve zayıf kimselere karşı iyilik ve ikram kapılarını açarlar. Bu kapıların açılması, kulların birbirine karşı kardeşlik duygusunu, insanlık şuurunu ve beşerî dayanışmayı meydana getirir. Bu sıfatların kıymet ve önemi insandaki cimriliğin ve egoistliğin yok olup yerini iyiliğe, cömertliğe terketmesiyle meydana çıkar. Aynı zamanda bu sıfatlar, hayatı çatışma ve ihtiraslardan uzaklaştırıp sevgi ve yardımlaşmaya sevkeder. Zayıf ve çaresizlere tam bir emniyet sağlayarak onlara vahşet ve hırs pençeleri arasında değil; kalplerde, gönüllerde yaşadıklarını hissettirir.
Bir toplumda zenginlerin ve fakirlerin bulunması doğaldır. Doğal olmayan, bunların birbirlerinin haklarını gözetmemesi ve sosyo ekonomik açıdan bir bakıma sünnetullah denilebilecek bu durumun toplumda gerilim ve gerginlik sebebi olmasıdır. Bunun için de hem zengin ve fakir arasındaki ekonomik düzey farkının uçuruma dönüşmemesi, yani zenginin daha zengin; fakirin daha fakir olmasının engellenmesi, hem de bu yüzden gerçekleşmesi muhtemel olan bu duygusal gerilimin önlenmesi gerekir. Kur’an-ı Kerim’de sosyal gerilimin, müstaz’af-müstekbir ikileminin engellenme yolları belirtilmektedir. Kur’an’da cennet ehli muttakiler tanıtılırken “...Mallarında muhtaç ve mahrumların hakkı vardır.”1487 buyurulur. Namaz kılan ve namazlarında devamlı olanların eline mal geçip zengin olunca pintileşen kimseler gibi olmadıkları belirtilerek “Bunlar, sahip oldukları mallarda muhtaç ve mahrumların belli bir hakkı bulunduğunu unutmazlar.”1488 buyurulmuştur.
Bu düzenleme aynı zamanda bunun işleyişinde son derece önemli insanî meziyetlere, psikolojik faktörlere de işaret ediyor. Bakara 263 ve 264. âyetlerden anlaşıldığına göre; zengin, verirken gönülsüz davranmayacak, başa kakmayacak, aynı şekilde fakir de alırken ezilmeyecek, her türlü meşrû sebebe yapıştığı halde, gücü geçinnmeye yetmediğinden mahcûbiyet duyması gerekmeyecek. Çünkü biri borcunu ödüyor, diğeri hakkını alıyor, alacağını tahsil ediyor. (Tabii, fakir bu konuyu istismar etmeyecek; bedavacı ve asalak olmayacak, kendi eliyle kazandığı maldan daha lezzetli bir yiyeceğin olmayacağı bilincinde olacaktır.) Başa kakma ve mahcûbiyet için hiçbir neden kalmıyor. Bu düzenleme, bir anlamda toplumsal gerilim sigortası görevi görür.
Allah İçin Cömertlik, Malı Ebedîleştirir: Mal, meyl edilen, yönelinen demektir. Mala “mal” adı verilmesinin sebebi, herkesin ona karşı çok meyilli olmasından dolayıdır. Mal tatlıdır, canın yongasıdır. Ama malın tatlı kokusu çabuk kaybolur; dağılıp gider. Mal, sahibinin elinde durduğu müddet, ölüme ve parçalanmaya mahkûm olan kimse gibidir. İnsan onu, iyilik, hayır ve insanlığın faydasına Allah rızâsı için harcarsa, bir daha kaybolmayacak şekilde mal ebedîleşir.
Zira o mal, hayra dönüştüğünden dünyada devamlı olarak övülmeyi, âhirette
1487] 51/Zâriyât, 19
1488] 70/Meâric, 22-25
CİMRİLİK VE CÖMERTLİK
- 307 -
de mükâfatlanmayı gerektirir. “İnsan öldüğü zaman amelleri kesilir. Ancak üç şey bundan müstesnâdır. Sadaka-i câriye, kendisinden yararlanılan ilim veya kendisine hayır duâ eden sâlih evlât.” 1489
Yatırımı en kârlı yere ve kaybolmayacak şeye yapmak, en kârlı ticarettir. Allah da kulundan böyle bir kârlı ticaret yapmasını istiyor. “Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve Rasülü’ne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur.” 1490
“Allah, mü’minlerden mallarını ve canlarını cennet karşılığında satın almıştır. Onlar, Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu, Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O halde, O’nunla yapmış olduğunuz bu alışverişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.” 1491
Zekât, İnfak Gibi Cömertlikler Malı Çoğaltır, Bereketini Arttırır: Zekât, malın büyümesine ve bereketlenmesine büyük ölçüde bir sebep teşkil etmektedir. “Zekât, görünüşte malı noksanlaştırıyor, nasıl olur da onu çoğaltır?” denilirse, şu cevabı verebiliriz: Gerçekten bu meseleyi kavrayanlar, bu zâhirî noksanlaşmanın arkasında hakikaten bir artışın bulunduğunu anlarlar. Başta zekât olmak üzere Allah için yapılan her çeşit bağış ve cömertlikte bütün mal için, özellikle zenginin kendi serveti için bir artış vardır. Çünkü mal sahibinin verdiği az bir miktar, ona bilmediği taraftan kat kat iâde edilir.
Bunun örneğini günümüzde şu ekonomik durumda da görmekteyiz: Maddî yönden kalkınmış zengin devletlerin, bütçelerinden, bazı fakir devletlere -tabii ki Allah rızâsı için değil; kendi çıkarları için- yalnız kendi sanayi ürünlerini, teknolojik aygıtlarını onlara satabilmek düşüncesiyle bu devletlerin satın alma güçlerini çoğaltmak, dolayısıyla verdiklerinin birkaç mislini almak için yardım fonu ayırmaları, bu fikri açıklıkla ispatlıyor.
Zekât ve Allah için yapılan cömertlikte, Allah rızâsı gözetilmek zorunluluğu bulunduğu için, dünyevî çıkar ve karşılık düşünülemez. Fakat Allah, rızâsına uygun hareket edenlere elbette diğerlerinden daha çok verecektir. Toplumdaki güçsüz şahıs ve kurumların mâlî yardımlaşma ile güç kazanması sonunda, toplum refaha kavuşacaktır. Ticarî hayatta yatırımların azalmasından doğan iktisadî sıkıntılar ve piyasa darlığı, genele tesir ettiği gibi, fertlere de etki eder.
Bu gerçek bize gösteriyor ki, kapital sahipleri harcamaları kısıtladıkları takdirde piyasada meydana gelecek darlıktan bizzat kendileri de zarar görür; daha az kazanırlar. Yatırımları çoğaldıkça kazançları da çoğalır. Zekât ve Allah için yapılan bağışlar da geniş mânâda düşünüldüğü takdirde, bir yatırımdır. Bu yatırımla piyasada ferahlık doğar, satın alma gücü noksan olanların güçleri çoğalarak piyasa daha hareketli duruma gelir. Netice itibarıyla verilen zekât ve bağışlar, birkaç misli daha fazlasıyla geri döner.
1489] Dârimî, Mukaddime 46
1490] 61/Saf, 10-12
1491] 9/Tevbe, 111
- 308 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Üzüm ağacının, asmanın daha fazla ürün vermesi için dallarının budanması gerekir. Görünüşte ağaçtan küçülme ve azalma olan bu durum, ürünün artması için kesin zarûrettir. Yine, malın gözle görünen büyüklüğü kadar, mânen büyümesi ve bereket denilen artış vardır ki, zekât, malı bereketlendirir. “Allah, fâize verilen malı noksanlaştırır; zekâtı verilen malı ise çoğaltır.”1492; “Verdikleriniz muhakkak yerine gelecektir. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.”1493; “Şeytan, sizleri fakir olmaktan korkutuyor ve kötülükleri emrediyor. Allah ise sizlere, mağfiret ve fazileti vâdediyor. Allah’ın hazinesi geniştir. O, her şeyi bilendir.” 1494
İnsanlar, alışkanlık zaafları sebebiyle iyiliğe de kötülüğe de meyyaldirler. Az da olsa insan, iyilik yapa yapa en büyük hayırsever bir kimse olabileceği gibi; kötülük yapa yapa, vermeye vermeye nihayet en cimri kimse olarak bunu karakter haline getirebilir.
Bir aç ile tokun bir safta kurşunla kenetlenmiş binalar gibi, bir sevgi ve kardeşlik duygusuyla biri diğerine kalben perçinlenmesi kabil değildir. Şu halde cemaatin hakiki bir ibâdet birliği içinde olması, gerçekten fakir ve kimsesiz olanların gözetilmesi ve çalışabileceklerin çalıştırılması için cömertçe yardımlaşma ile zenginlerle fakirler arasındaki uçurumu kapatarak bir sevgi bağının kurulması, hem de hepsinin mevlâsı (efendisi) Allah Teâlâ olduğunu bildiren bir duygu ve iman ile kurulması büyük bir görevdir. Bu görevin, bu niyetle yapılmasında müslüman artık yalnızlığında beşerî bayağılıktan silkinecek, Allah’ın bir memuru ve emanetçisi olma rütbesini kazanacak ve elindeki malın, Allah’ın malı olduğunu ve kendisinin onu muhtaç olan Allah’ın kullarına ulaştırmaya görevli bulunduğunu anlayarak: “Al kardeşim, bu benim değil; senin hakkındır, bende bir emânettir, ben sana Allah Teâlâ’nın gönderdiği şu çıkını, postalanmış koliyi teslim etmeye görevlendirmiş bir dağıtıcıyım” diyerek, aynı şekilde alçak gönüllülüğü ile fakirin, sabırlı fakirin hakkını vererek kalbini okşayacak ve bununla o topluluğun mümkün olduğu kadar açıklarını kapatacaktır.
Kapitalizm, zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan ve sömürüye dayanan, para kazanmak için hemen her yolun meşrû sayıldığı bir zulüm düzenidir. Para, bir kapitalist için bir tanrı, banka tapınak, çek ve hisse senedi kutsal bir kitaptır. “Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!” Şâirin dediği gibi tam bir adâletsizlik ve duyarsızlık düzenidir yaşanan kapitalizm:
“Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul;
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın, kefenimin kefili kara borsa!” (Necip Fâzıl)
Komünizm ve sosyalizm de kapitalizme tepki olarak ortaya çıkan kişisel mülkiyeti yok saymaya kadar vardıran, tembel-çalışkan, iyi-kötü herkesi her konuda eşit sayan, uygulamada ise halkı sadece yokluklarda eşitleyip, yine belirli zümreyi sömürücü kılan bir zulüm düzeni. Biri ifrat, öbürü tefrit. Hürriyetlere alabildiğine izin vererek, her kötülüğe kapı açan, suyu gaz haline getirip buharlaştıran
1492] 2/Bakara, 276
1493] 34/Sebe', 39
1494] 2/Bakara, 268
CİMRİLİK VE CÖMERTLİK
- 309 -
düzen: Kapitalizm. Başta mülkiyet hakkı olmak üzere özgürlükleri kısıtlayan, suyu dondurup buz haline getirip insana sunan bir düzen: Komünizm ve Sosyalizm. İslâm ise hayat kaynağı su. Orta yol; fâiz, sömürü, duyarsızlık, fakirin perişanlığı üzerine kurulan haram servet yok; ama helâl yoldan çalışanın, fakirin ve toplumun derdiyle dertlenme şartıyla mülkiyet ve ticaret hakkına, meşrû zenginliğe de izin veren orta yol.
İslâm’ın toplum plânında yayılıp hâkim olması için cihad dediğimiz fedâkârlık şarttır. Zengin, malı ile bu cihada katılmak zorundadır. İster yakın çevrede, ister ülke içinde, isterse tüm dünyada İslâm’ın kitlelere ulaştırılması, fitne ve zulmün kaldırılmaya çalışılarak, tüm beşerî zulüm düzenlerinin insanları perişan etmesine karşı Allah için yapılacak maddî fedâkârlık, önemli bir cihad aracıdır. İslâm’ı insanlara ulaştırma ve sevdirme aracıdır. O yüzden zekât verilecek sınıflardan biri Allah yolunda cihad edenler, biri de kalpleri İslâm’a ısındırılacak müellefe-i kulûbdur. 1495
Sosyal dayanışma sisteminin temelini oluşturan zekât ve diğer infak çeşitleri, yani Allah için cömertlik, bir ibâdet anlayışıyla ele alınması ve fakir, kimsesiz, muhtaç, yetim, yolda kalmış ve borçlu gibi yardıma muhtaç bütün sınıfları kapsayacak kadar geniş olması, İslam’ın toplumsal bütünleşme, kaynaşma ve dayanışmaya büyük bir önem verdiğini gösterir. Yoksul zümrelerin eline geçen para, her şeyden önce insan onurunu geliştirir, iş gücü kalitesini artırır. Bunun yanında artan satın alma gücü sayesinde yükselen umumi talep hacmi, ekonomik hayata dinamizm getirir. Allah için yapılan cömertlik sâyesinde zenginle fakir arasında güven, saygı ve sevgi oluşur. İslâm kardeşliği de böylece gerçekleşir.
Rasûlullah’ın benzetmesiyle müslümanlar bir vücut, bir bünye gibidir. Vücudun bir âzâsı sızlayınca bu ağrıyı öbür organların duymaması, bu derdi paylaşmaması mümkün mü? Hayır, çünkü böyle bir durum, vücudun fıtrî/doğal yapısına terstir. Toplumda fakirlerin haklarına riâyet edilmemesi, vücuttaki bir uzvun kanaması gibidir; vaktinde tedbir alınmazsa kan kaybı bu vücudun hastalanmasına, belki ölmesine yol açarsa, aynı şekilde fakirlerin haklarına tecâvüz, sosyal bir kanamadır ve vaktinde tedbirler alınmazsa canlı organizma olan sosyal bünyenin sağlığını yitirmesine yol açacaktır. Bu durum, toplum üzerindeki İlâhî yardımın, rahmet ve bereketin çekilmesi demektir. Bugün toplumumuzda görülen ekonomik problemlerin önemli bir kısmı bu hastalıkla ilgilidir.
Allah için yapılan cömertlik, malı âfetlerden, kişiyi belâlardan korur. Fakirin kıskançlık duygusunu körletir. Cömertlik, zenginin şahsiyetini geliştirir, müslümanı mal fitnesinden korur, ruh ile beden arasında bir denge sağlar. Müslümanı Mâlî disipline sokar. Cömertlik, toplumun ruhî değerlerini takviye eder. Allah için yapılan infak ve cömertlikler; kapitalizme, sömürüye, fakirin daha fakirleşeceği düzenlere son verir, komünizm ve sosyalizme giden yolu tıkar. 1496
Mal Sevgisinde Aşırılığın Mahveden Sonucu; Dünyevîleşme
“Sahip olma” duygusunun tutkuya dönüşmesine “hırs” denir. İnsanoğlunun temel zaaflarından biri olan bu duygu terbiye edilmediği zaman, insanın gözünü, gönlünü ve zihnini bürüyerek onu esir eder. Onun, aşkınla olan, öteyle olan
1495] 9/Tevbe, 60
1496] Geniş bilgi için bk. Y. Vehbi Yavuz, İslâm'da Zekât Müessesesi, İst. 1972, Feyiz Y. s. 54-87
- 310 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bağlarını birer birer koparır. Para, mal, makam, şöhret gibi her tür dünyalık onun duygu ve düşünce, basar ve basiretini dünyaya bağlayarak boynunda tasmaya, bileğinde kelepçeye, ayağında prangaya dönüşür. O, artık “dünyevîleşmiş” bir tiptir.
Dünyevîleşmiş tip, hiçbir dünyalığa sahip olamaz. Çünkü tüm dünyalıklar ona çoktan sahip olmuştur. Eşyanın emrine verildiği insan, eşyanın emrine girmiştir. Dünyanın efendisi olan insan, dünyanın kulu haline gelmiştir. Bu ise, insanın insanlığına karşı yapılabilecek en büyük hakarettir. İnsanın eşyaya kul olması, kula kul olmasından daha vahim bir sapmadır. İşte bu noktada “İslâm” insanı kendi zaaflarından korumak için devreye girmektedir.
Din’in gayesi, insanın “insanlığı”nı muhâfazadır. İnsanın insanlığı ise, biyolojik varlığından çok rûhî varlığıyla kaimdir. Dolayısıyla din, insanın geçici yanından çok; kalıcı boyutunu öne çıkarır. Söz konusu boyut, metafizik anlamda, insanın hem mâzisi, hem ebedî istikbalidir. İlâhî öğretide beden, bu muhteşem mâziyi muhteşem bir istikbale taşıyan bir binektir. Bedenle ilgili olan her şey ise “dünya” olarak adlandırılır. Din’in amacı, dünyanın, insanla ebedî istikbali arasındaki bağları koparmasına engel olmak, eğer bu bağlar kopmuşsa onları yeniden bağlamaktır. Din, dünya ile âhiret arasındaki atılan köprüleri yeniden imar eder. Peygamberler ise, insana ebedî istikbalini hatırlatan uyarıcılardır.
Dünyevîleşme hastalığı, İsrâiloğullarını yahûdileştiren unsurlardan biriydi. Kur’an’ın haber verdiğine göre, onların dünyevîleşme sevdası, onları sadece “yoksulluğa” mahkûm etmedi; “alçaklığa” da mahkûm etti. İsrâiloğullarının, taklit ettikleri putperest kavmin totemi olan ineği altın ve gümüşten yapmaları, aslında onların altına ve gümüşe tapmaları anlamına geliyordu. Aynı zamanda bu heykel, çağının şartlarında bir teknoloji hârikasıydı. Sâmirî, onu Mısırlılardan alınan mücevherlerle yapmıştı.
İsrâiloğullarının bu tavrı, günümüz insanının tavrına ne kadar da benziyor. Yukarıda adı geçen iki unsur, bugün de kendisine tapınılan çağdaş totemlerin başında geliyor: 1- Para, 2- Teknoloji. İnsanların para ve teknoloji karşısındaki tavırlarını iyi gözlemleyen biri, bu tavrın içerisinde yer alan “tapınma” unsurlarını keşfetmekte gecikmeyecektir.
Dünyevîleşen İsrâiloğulları, bu zaaflarında öylesine ileri gittiler ki, Allah’a bile hile yapmaya kalktılar. Kendilerinin istedikleri ibâdet için tahsis edilen Cumartesi yasağını çiğnediler. Hesapta uyanıklık yaparak Cuma akşamından ağlarını denize atıyorlar, Cumartesi akşamı toplayarak güya yasağa uymuş oluyorlardı. Tabii Allah da onların hilelerini boşa çıkarmıştı. Onların bu tavrı, tarihte ve günümüzde “kitabına uydurularak” yapılanları hatırlatıyor. Onlara da yanlış olarak “hile-i şer’iyye” denilen “hile-i şerriyye”yi âlimleri öğretmiş, şeriatın emirlerine bir kılıf uydurmak isteyenlere sözde bir çıkış yolu göstermişlerdi. Bu suçun cezası, maymunlaşmaydı.
“Aşağılık maymunlar olun!”1497 emriyle gerçekleşen ilâhî cezada çok ilginç bir nükte de vardı. Bu nükteyi iyi anlayabilmemiz için Afrika’lı maymun avcılarının Avrupalılara satmak için maymunları canlı avlama yöntemlerini bilmemiz gerekiyor: Afrikalı avcılar, maymunlar ormanına dalarak onların görebileceği bir
1497] 2/Bakara, 65
CİMRİLİK VE CÖMERTLİK
- 311 -
yere bir testi gömüyorlar. Bu testiye bir miktar fındık koyarak, başlıyorlar çıkarıp yemeğe. Daha sonra, orayı terkedip gizleniyorlar. Onları fındık yerken gören maymunlar aynen taklit ederek çömlekteki fındıkları yemeye geliyorlar. Lâkin çömleğin ağzı öyle hesaplı yapılmıştır ki, maymun elini boş olarak sokabilmekte, lâkin dolu olarak çıkaramamaktadır. Avcılar, maymunlar tam elini çömleğe daldırıp fındığı avuçladıklarında ortaya çıkıp maymunlara doğru koşmakta, fakat maymunlar avuçlarındaki fındıktan vazgeçemedikleri için kaçamamakta ve dolayısıyla fındık hatırına yakalanmaktadırlar.
İşte, tarih boyunca hayatını dünyevîleştiren kişi ve toplumlar, avuçlarındaki dünyayı elde etmek için âhiretlerini fedâ etmekten çekinmemektedirler. Fındık uğruna özgürlük, geçici zevkler uğruna âhiret. İkincisi birincisinden daha vahim bir aptallık.
“Bir ticaret ya da eğlence gördüklerinde dağılıp ona koşuştular ve seni ayakta bıraktılar. De ki: ‘Allah katında bulunan, eğlenceden de, ticaretten de daha hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”1498 Bu âyetin inişine sebep olan olay şudur:
Medine’de açlık ve pahalılığın hüküm sürdüğü kuraklık yıllarından biridir. Dıhye bin Halife el-Kelbî, müslüman olmadan önce Şam’dan yola çıkardığı bir ticaret kervanıyla Medine’ye girdi. Medine’liler âdetleri olduğu üzere kervanı tefler ve zillerle karşıladılar. Nebî tam o esnada Mescidde Cuma hutbesi veriyordu. 12 erkek ve bir miktar kadın dışında tüm cemaat Peygamber’in hutbesini terkedip kervana koştu. Hz. Nebî, bu duruma çok hiddetlendi ve buyurdu ki: “Eğer mescidde kimse kalmasaydı, şu vâdiyi ateş seli kaplardı.” Diğer bir rivâyette: “müslümanların üzerine taş yağardı.” 1499
Kur’an, müslümanların bu tavrıyla İsrâiloğullarının tavırları arasındaki benzerliğe Cuma sûresinde işaret buyurmaktadır. Sûrenin yahudilerden söz eden birinci bölümüyle Cuma’dan ve Cuma hutbesinde Rasûlullah’ı ayakta bırakıp kervana koşanlardan bahseden ikinci bölümü arasında ilişki kurulmaktadır. Konuyla ilgili tüm kaynaklar sûrenin ilk 8 âyetiyle son 3 âyetinin farklı zamanlarda nâzil olduğu konusunda müttefiktir. Buna rağmen şu aşağıdaki âyetle, sahâbenin Rasûlullah’ı “dünyalık” için mescidde yalnız bırakmaları arasında bağ kurulmaktadır: “Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların hali, kitaplar taşıyan eşeğin hali gibidir. Allah’ın âyetlerini yalanlayanların durumu ne fenadır. Allah zâlimler topluluğunu hidâyete ulaştırmaz.” 1500
Dünyevîleşmiş kimsenin prototipi Karun’dur. Kur’an, benî İsrâil içinde yaşayan bu kimseyi, her devirde görülebilecek karakter olması açısından dikkatlerimize sunar: “Karun’u, Firavun’u ve Hâmân’ı da helâk ettik. Yemin olsun, Mûsâ onlara apaçık delillerle geldi. Öne geçemedikleri halde yeryüzünde büyüklük tasladılar.”1501; “Karun Mûsâ’nın kavmindendi. Onlara karşı taşkınlık/şımarıklık etti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, onun anahtarlarını taşımak, güçlü-kuvvetli bir topluluğa dahi zor geliyordu. Kavmi ona demişti ki: ‘Şımarma, Allah şımarıkları sevmez.’ Allah’ın sana verdikleri içinde âhiret yurdunu ara, dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana lütufkâr olduğu gibi sen de lütufkâr ol, yeryüzünde fesat isteme, çünkü Allah fesatçıları sevmez. O dedi ki: ‘Bu
1498] 62/Cum’a, 11
1499] Buhârî, Tefsir 61; Müslim, Cum’a 11; Tirmizî, Tefsir 62
1500] 62/Cum’a, 5
1501] 29/Ankebût, 39
- 312 -
KUR’AN KAVRAMLARI
servet bana, bendeki bir bilgi sayesinde verildi.’ Peki, o bilmedi mi ki Allah, önceki nesiller içinden ondan daha güçlü, sayıca da daha çok olanları bile helâk etmiştir. Günahlarının ne olduğu günahkârlardan sorulmaz. Karun, süsü-püsü içinde toplumun önüne çıktı. Dünya hayatını isteyenler dediler ki: ‘Keşke Karun’a verilenin bir benzeri de bize verilseydi. O, cidden çok şanslı biri.’ İlim verilenler ise şöyle dediler: ‘Yuh size, iman eden ve sâlih amel işleyen kimseye Allah’ın vereceği karşılık daha hayırlıdır. Fakat buna yalnızca sabredenler kavuşturulur. Nihayet, Karun’u da sarayını da yere geçirdik. Allah’a karşı kendisine yardım edecek yandaşları da yoktu. Kendi kendisine yardım edebileceklerden de değildi. Akşam onun yerinde olmayı isteyenler, sabah şöyle demeye başladılar: ‘Vay be! Demek, Allah kullarından dilediğine rızkı genişletiyor, dilediğine de kısıyor. Allah bize lütufta bulunmasaydı, vallahi bizi de batırmıştı. Demek ki kâfirler asla iflâh olmazlar.” 1502
Kur’an’dan yola çıkarak Karun hakkında şu tesbitleri yapabiliriz:
1- Karun, Hz. Mûsâ’nın toplumuna mensup, hazinelere sahip olacak kadar zengin biridir. 1503
2- O, Hz. Mûsâ’nın yakını olmasına rağmen, ona karşı Firavun ve Hâmân’la birliktedir. 1504
3- Servetiyle böbürlenip şımarmış, elindeki ekonomik imkânı vahye karşı kullanmıştır. 1505
4- “Bu servet bana bilgim sayesinde verilmiştir” diyerek, mülkün asıl sahibini unutmuştur. 1506
5- Sonunda servetiyle birlikte yere geçmiş, helâk olmuştur. 1507
Âyetlerden çıkardığımız bu sonuçlara göre Karun, İsrâiloğulları içerisinden çıkmış olmasına rağmen, müslümanlara karşı Firavunla işbirliği yapacak kadar alçalabilen bir işbirlikçidir. Kendi ulusundan çıkan peygambere karşı mazlum ulusunun düşmanı olan zâlim Firavun’la, servet yapma hatırına işbirliğine giriyordu. Ona yaltakçılık yapıyordu. Zaten, mantıken böyle yapmasa ne o serveti edinebilir, ne de elinde tutabilirdi. Karun, “Allah’ın sana verdikleri içinde âhiret yurdunu ara” uyarısı kendisine yapılınca, “Bu servet bana, bendeki bir bilgi sayesinde verildi’ biçiminde cevap verecektir. Bu, günümüz kapitalizminin yetiştirdiği rantçı insan tipi olan “homo ekonomikus” mantığıdır.
Âyette, bu tiplerin, bilinçsiz yığınların imrendiği tipler olduğu ifade edilmekle, dünyalığın ehl-i dünya yığınları nasıl cezbettiği vurgulanmaktadır. Ancak, Karun’un kötü âkıbetine şahit olan aynı yığınların, ne kadar günübirlik düşündüğü de, cezalandırmanın ardından söyledikleriyle ortaya çıkıyor.
Bugünkü dünyevîleşme mantığıyla, eski çağlardaki ilkel dünyevîleşme mantığı arasında şaşılacak kadar benzerlik vardır. Aslında bu şaşılacak bir şey de değil. Çünkü insanın tabiatı, zaafları, zamanın değişmesiyle değişmiyor. İnsanın hakikat karşısında aldığı tavırlar, genellikle aynı. Dünyevîleşmiş çağdaş insan tipinin
1502] 28/Kasas, 76-82
1503] 28/Kasas, 76
1504] 23/Mü’minûn, 24; 29/Ankebût, 39
1505] 29/Ankebût, 39
1506] 28/Kasas, 78
1507] 28/Kasas, 81
CİMRİLİK VE CÖMERTLİK
- 313 -
dini ekonomi, imanı para, kitabı çek koçanı, mâbedi bankadır. Dünyevîleşmiş tip, dindarsa dinini, ideolojisi varsa ideolojisini, dâvâsı varsa dâvâsını her fırsatta paraya tahvil etmenin yollarını arar.
Karunlaşmış bu tip, müslüman olduğu zaman, “Allah rızâsı, hizmet, tebliğ, dâvet, ihlâs, cihad, bereket, tekbir, cihad” gibi dinin kavramlarını kullanarak sömürür. Marksist olduğu zaman “halk, köylü, işçi, emekçi” gibi marksizmin kavramlarını kullanarak sömürür. Kemalist olduğu zaman “çağdaşlık, uygarlık, laiklik, milliyetçilik” gibi kemalizmin tekeline aldığı kavramları kullanarak sömürür. Fakat hepsinin de mantığı tektir. Hepsi de tüketimi körükler. Hepsi de rantçıdır. Hepsi de menfaatlerini dinlerinden, imanlarından, ideolojilerinden önde tutarlar. Hepsi de çıkarları gerektirdiği zaman her şey olurlar. Hepsi de iktidar ve güç odaklarının etrafında pervanedirler. Hepsi de “istikrar”ı çok severler. 1508
“O dedi ki: ‘Bu servet bana, bendeki bir bilgi sayesinde verildi.”1509 Kasas sûresinde yalnızca Karun’a izâfe edilen bu söz, Zümer sûresinde genel bir ifâde olarak belirtilir: “İnsana bir zarar dokunduğu zaman Bizi çağırır, Bize duâ edip yalvarır. Sonra kendisine Bizden bir nimet verdiğimiz vakit: ‘Bu, bana ancak bilgi(m)den dolayı verilmiştir’ der. Hayır! Bu, bir imtihandır. Fakat onların çoğu bilmezler.” 1510
Kendisine imtihan için Allah tarafından verilen zenginlik gibi dünyevî nimetlerin “kendilerinde bulunan bilgiden dolayı” verildiğini, bu nimetleri hak ettiği ve başkalarının bunda hakkı olmadığı anlayış ve zihniyetinin yalnızca Karun’a has olmadığı, her insana ârız olabileceğini Kur’an işaret eder. Bugün de, ortada, bir dizi Karun taslağı bulunuyor. Ve her biri, bir yanda onlara verilmiş serveti başkalarının ağzının suyunu akıtırcasına sergilerken, öte yanda bu serveti nasıl hak kazandığına dair her türlü ukalâlığı her yerde sergiliyor. Ama hiçbiri, vaktiyle onlardan da fazla serveti olduğu halde şu an müflis ve beş parasız kalan veya onca servetin ölümlerine engel olamadığı insanların durumunu bir ibret olarak hâfızasına kaydetmiyor. Geri kalan milyonlarca, milyarlarca insan, dünyanın neresinde olursa olsun, zenginliğe ulaşmış bu insanların şirk kokan gevezeliklerini izleyerek, “milyarder olma kitabı” alarak, ekonomi dergileri ve yönetim kitapları okuyarak, işletme eğitimi görerek aynı sonuca ulaşmayı hedefliyor. Sonuçta, insanı yaratanın; insana o kalı, hâfızayı, kolu, gözü verenin; insanın sahiplendiği, ama tek bir zerresinin işleyişini bile elinde tutmaktan âciz olduğu onca serveti de yaratıp verenin Kim olduğu unutuluyor. Ortalık, nefislere ve sebeplere mal edilmiş servet manzaralarıyla dolup taşıyor.
Bir bütün olarak dünyanın şu an içinde olduğu hal, Hz. Mûsâ döneminden farklı olmadığı gibi, kendi iç dünyamıza baktığımızda da, aynı kıssanın bir özetini kendimizin yaşadığını görüyoruz. Samed âyinesi olan kalp, şuurlu fıtratımız olan vicdan, Rabbimizin emrinden olan ruh birer “ûtü’l-ılm” (kendilerine Allah tarafından ilim verilenler) örneği olarak bize Rabbimizi her an hatırlatırken, nefis (hevâ) tam bir Karun olarak çalışıyor. Akıl gibi bazı duygularımız ise, akıntıya göre yön, rüzgâra göre taraf değiştiriyor. Kâh nefsin güdümüne giriyor, kâh kalp ve rûhun ikazlarıyla hakikate uyanıyor.
1508] M. İslâmoğlu, Yahudileşme Temâyülü, s. 297 vd.
1509] 28/Kasas, 78
1510] 39/Zümer, 49
- 314 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Ve bu kargaşada, ya kendi kalp ve rûhumuzdan, ya da kendisine ilim verilen, yani vahyî bilgilere ulaşmış insanlardan imanî bir uyarı geldiğinde, nefsimizin Karun’u hiç mi hiç aratmayan felsefeler geliştirdiğini görüyoruz. Bize verilmiş olan bir nimet karşısında, nefsimiz/hevâmız, Karun’un çizdiği tavrın bir benzerini sergiliyor.
Meselâ, Rabbimiz bize servet mi vermiş? Vicdanımız, ya da vicdanlı bir muhâtabımız “Allah’a şükret, O’ndan bil ve O’nun adına sarfet” mi dedi? Hemencecik, o tehlikeli “İyi ama...” çarkı dönmeye başlıyor. “İyi ama, Allah çalışmayana vermez. Ben de iyi çalıştım.” Veya, Rabbimiz bizi insanların imrendiği bir makama mı ulaştırmış? Kendisine ilim verilen, esbâb (sebepler) perdesinin gerisinde Müsebbibu’l-Esbâb’ı (Sebeplerin esas Sebebi ve yaratıcısı Olan Allah’ı) gören, her şeyde Rabbine giden bir yol bulan hakikatli bir muhâtabımız “Bu makam, O’nun ihsânıdır” diyecek olsun. İç dünyamızdan ânında itiraz sesleri yükseliyor: “İyi ama, çok emek verdim. Gayret göstermesem, olmazdı...”
Ve, bu ilk cevabın ardından, nefsimizi binlerce kez kendileriyle okşadığımız notlar sıralanıyor. Çocukluktan beri bu işe nasıl gönül verdiğimiz, ne şekilde çalıştığımız, kaç geceler nasıl uykusuz kaldığımız, hangi zorlukların üstesinden geldiğimiz, hangi hallere karşı mücâdele ettiğimiz, ne gibi uyanıklıklar sergilediğimiz, nasıl da tedbirli davrandığımız... çoğu kez dilimizde, ama en azından zihnimizde kırık plak gibi dönüp duruyor.
Bu bakımdan, insanın Karun kıssasından hisse kapıp, şunu her dâim akılda tutması gerekiyor: Eğer bu asrın Karun’ları karşısında bir özenti duyuyor ve büyük ya da küçük, bize bir şeylerin ihsân edildiği herhangi bir noktada zihnimizin kıvrımlarında “bendeki ilim sâyesinde bu sonuca ulaşıldı” türünden kayıtlar taşıyorsak, Karun’un âkıbetine açık bir vaziyetteyiz demektir.
Şirk kapısını kapayı Karun’un âkıbetinden kurtulmak ise, öncelikle bu vâkıayı dürüstçe tesbit etmemizle mümkündür. İkinci adım, Rabbimizden, Karun’un nefislerin gözünü kamaştıran serveti karşısında kalp gözlerinin açıklığı sâyesinde zerre kadar ubûdiyet tâvizi vermeyen Mûsâ’nın dirâyetinden, Hârun’un ferâsetinden, Yûşâ’nın sadâkatinden bizi de hissedar kılmasını istemek ve yönümüzü buna göre çizmek olacaktır. 1511
Dünyevî belâların çoğu, uhrevî cezaların tümü, dünya-âhiret dengesini kuramamak, dünyayı âhiret için yaşayamamak ve dünya hayatını gaye edinmekten kaynaklanır. Ancak gerçek iman ve sâlih amel, insanı dünya hayatının aldatmasından koruyabilir. Âhireti tercih eden, dünyayı kaybetmez. Çünkü insana verilen hilâfet görevi, yeryüzünü imar edip nimetlerinden yararlanmayı gerektirir. Sadece dünya hayatını isteyenler, haram, zulüm ve sömürü düzenleriyle insanlığı doğru yoldan çıkarttıkları gibi, müslümanları da dünyaya uydurmak isterler. Hâlbuki âhiretten kopuk bir dünya oyun ve eğlenceden ibarettir. Bir müslüman içinse dünya, İslâm’ı yaşamak, İslâm’ı hâkim kılma mücadelesi vermek (cihad), Allah yolunda hizmet ve meşrû şekilde çalışmak (ibâdet) içindir.
“Sağ elin verdiğini sol el bilmemeli.” (Hadis Rivâyeti)
“Aman cimrilikten son derece sakının. Zira sizden öncekileri cimrilik helâk
1511] Metin Karabaşoğlu, Kur’an Okumaları, s. 66-68
CİMRİLİK VE CÖMERTLİK
- 315 -
etmiştir. Cimrilik, onları kan dökmeye ve haramı helâl tanımaya sürüklemiştir.” (Hadis Rivâyeti)
“Allah’ım, cimrilikten Sana sığınırım, korkaklıktan Sana sığınırım, ihtiyarlığın perişanlığından Sana sığınırım.” (Hadis Rivâyeti)
“Cennet cömertlerin yeridir.” (Hadis Rivâyeti)
“Cömerdin yemeği şifâ, cimrinin yemeği ise hastalıktır.” (Hadis Rivâyeti)
“Veren el, alan elden üstündür.” (Hadis Rivâyeti)
“Cömertlik Cennet ağaçlarından bir ağaçtır. Dalları dünyaya sarkıtılmıştır. Kim onun bir dalına yapışırsa o da onu çeker Cennete götürür.”
“Cennet cömertlerin, Cehennem de cimrilerin yeridir.”
“Allah Teâlâ’nın bazı kulları vardı, halkın menfaatine harcanmak üzere onlara servet vermiştir. Bunlardan cimrilik edenler olursa, o serveti onlardan alır ve başkalarına verir.”
“Zenginleriniz cömert; idarecileriniz hayırlı olur ve işiniz de aranızda meşveret esâsına dayanırsa, yerin üstü sizin için altından daha hayırlıdır. Eğer idarecilerini şerli, zenginleriniz cimri olur, işiniz de kadınlara kalırsa, yerin altı sizin için üstünden daha hayırlıdır.”
“Allah cömerttir; cömertliği ve güzel ahlâkı sever.”
“Cömertlik yap ki, sana da cömertlik yapılsın.”
“Dünyalık sana yöneldiği zaman sen de vermesini bil. Zira vermek, onu tüketmez. Dünyalık senden yüz çevirdiği zaman yine ver. Çünkü o devamlı kalmaz.” (Hz. Ali)
“Akıllı kimse odur ki, malını güve düşmeyecek, hırsız almayacak yerde saklayandır; yani Allah yolunda harcayan.”
“Ey Âdemoğlu, şaşıyorum sana! Kendi arzularının yerine gelmesi için israf ederek harcıyorsun da, bir dirhem ile Rabbinin rızâsını kazanmakta cimrilik ediyorsun.” (Hasan-ı Basrî)
“Cömertlik, dost ve ahbâba iyilikte ve ikramda bulunmaktır.”
“Küçük masraflardan kaçınmayın, bazen ufak bir delik koca gemiyi batırır.”
“Cimriler, kendilerinin ölmesini isteyen insanlara servet toplayan kişilerdir.”
“Cömertliğin âfeti başa kakmadır.” (Atasözü)
“Cömertlik güzeldir, fakat zenginlerde olursa daha güzel olur.” (Atasözü)
“Cömertlik zenginlikten evlâdır; düşman çekmeyen bir servettir.”
“Tuzağa saçtığın dâneler, cömertlik sayılmaz ki.”
“Cömertlik, mutluluk anahtarıdır.”
“Cûd, saâdetün nerdübânıdır (Cömertlik, mutluluğun merdivenidir)”
“İnsanların en cömerdi, istenilmeden veren, asîli de intikama muktedir iken affedendir.” (Hz. Hüseyin)
- 316 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Cömertler elinde mal eksik olmaz.”
“Cömert acından ölmez darda kalsa da / Cimri murat almaz, felâh bulsa da.”
“Altının ne olduğunu denek taşı, cimrinin kim olduğunu dilenci bilir.”
“Esir, bir kişinin; cimri ise, fayda umduğu insanların hepsinin esiridir.”
“Cömertlik, çok vermekle değil; zamanında vermekle ölçülür.”
“Fakir insan bazı şeylerden mahrumdur. Cimri ise, her şeyden mahrumdur.”
“Kanaat eden köle, hürdür. Hırslı ve cimri olan hür ise köledir.” (Hz. Ali)
“Cimriyi hiçbir şey doyurmaz. Ancak iki şey doyurur: Biri toplamak, diğeri de kabrin toprağı.”
“Altın ocaktan madeni kazmakla çıkar; cimrinin elinden, canını koparsan çıkmaz.”
“Parasından en az yararlanan, cimrinin kendisidir.”
“Cimrilik, bütün insan deliliklerinin en gülüncüdür.”
“Cimrinin yeryüzünde biriktirdiği serveti, hayırsever gökyüzünde biriktirir.”
“Bazısının eli verir gönlü vermez; bazısının da gönlü verir, eli vermez! İkisi de cimriliktir.”
“Cimrinin kesesi hayatına ve hayatı kesesine bağlıdır.”
“Kesesi kapalı olanı kimse sevmez. El, eli yıkar; almak istiyorsan ver.”
“Kibirli ve cimri adam, ne kadar meziyetli olursa olsun, dikkate alınmaya değmez.”
“Kral olup paramı dilenci gibi harcamaktansa, dilenci olup paramı kral gibi harcamayı yeğlerim.”
“Cömertliğimiz hiçbir zaman servetimizi aşmamalıdır.”
“Cömertlik, dostluğun özüdür.”
“Cömertlik, asîl ruhların acımasından başka bir şey değildir.”
“Cömert insan, almaktan çok vermesini sever.”
“Gerçek mutluluk, insanın aldıklarında değil, verdiklerinde gizlidir.”
“Cimriliği ortaya çıkaran, yoksulluk değil; zenginliktir daha çok.”
“Cömert olmak, sonradan pişman olmaktan daha kolaydır.”
“Cimrinin zararı, cömerdin harcından ziyâde olur.” (Atasözü)
“Cömerdin bir akçesi, cimrinin hazinesinden bereketli.” (Atasözü)
“Cömert derler maldan ederler, yiğit derler candan ederler.” (Atasözü)
“Cömert eli kimse kesemez.” (Atasözü)
“El kesesinden cömertlik olmaz.” (Atasözü)
“Dünya yüzünü bu kadar muhteşem sanat eserleriyle süslemek, Ay ile Güneşi lamba yapmak, yeryüzünü bir nimet sofrası yaparak yiyeceklerin en güzel çeşitleriyle doldurmak, meyveli ağaçları birer kap yapmak, her mevsimde birçok defa bunları yenilemek, sınırsız bir cömertliği gösterir.”
“Cömerdin müslüman olanı, hakka karşı avucunu kapatmaz, ama bâtıl işlerde
CİMRİLİK VE CÖMERTLİK
- 317 -
ise açmaz.”
“Allah yolunda bütün serveti infâk az, şeytanî yolda bir lira bile çoktur.”
“Bunca varlık var iken bitmez gönül darlığı.”
“Dünya malı dünyada kalır.”
“Dünyaya esir olan âzâd olmaz.”
“Dünyada eken âhirette biçer.”
“Dünyanın üstü varsa altı da var.”
“Bugün dünya, yarın âhiret!”
“Âhirette mü’mini bekleyen nimetler, güzellikler yanında, dünya hayatı ne kadar güzel ve şâşaalı bile olsa, zindan gibi kalmaktadır.”
“Ey insan! Dünyaya kalıbınla sahip ol; fakat kalbini ve himmetini ondan ayır.” (Abdullah bin Ömer)
“Mü’min, dünyada, doktoru yanında olan bir hastaya benzer. Doktoru, ona faydalı olanı ve olmayanı bilir. Hasta kendisine zararlı bir şeyi isterse ona engel olur. Mü’minin hali de buna benzer. O, birçok şeyi arzu eder; ama imanı, ona zararlı olan şeylere mâni olur. Ölünceye kadar, bu böyle sürer gider.” (Selmân-ı Fârisî)
“Mallarınızı Allah yolunda harcamaktan geri durmayın. Evlâtlarınız var diye sarfetmekten korkmayın. Zira eğer onlar mü’min iseler, Allah’ın onları rızıklandıracağına güvenin. Eğer fâsık iseler, sizin malınızla fâsıklık yapmalarına destek olmayın.”
“Yaptığı yardım karşılığında teşekkür ve iltifat bekleyen cömert değildir. Birkaç parça mal vermek değildir cömertlik. Asıl cömertlik, çok verdiği halde, en az verenin kendisi olduğunu düşünmektir.”
“Cömert, verdiğini herkese söyleyen, her an hatırlayan ve hatırlatan değil; verdiğinden utanan, onu az gören, söylemekten sıkılan kimsedir.”
“Cimrinin gümüşü, kendisi gömülünce topraktan çıkar.” (Şeyh Sâdi)
“Gel dese de bakma cimri aşına / Bir fırsat arar da kakar başına.”
“Diyem sana bahîlün ne idüğin / Sakınur kendüden kendü yidiğin.” (Yunus Emre)
“Encâm-ı hayatı kıl teemmül / Tefrîka çalış zararla kârı
Servet sahibi cimriye derler / Vârislerinin hazînedârı.”
Ne mutlu tüm mülkün ve malın Allah’a ait olduğunu, kendisinin emânetçi olduğunu unutmayıp, parayla imtihanı kazanıp Allah’la alışveriş yapanlara!
Yazıklar olsun paranın kulu olan cepleri paralandıkça gönülleri de paralananlara! “Param, param!” diye param parça olanlara!
- 318 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Buhl/Cimrilik Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
CİMRİLİK ANLAMINDAKİ “BUHL” KELİMESİ VE TÜREVLERİNİN GEÇTİĞİ ÂYET-İ KERİMELER (Toplam 12 Yerde): 3/Âl-i İmrân, 180, 180; 4/Nisâ, 37, 37; 9/Tevbe, 76; 47/Muhammed, 37, 38, 38, 38; 57/Hadîd, 24, 24; 92/Leyl, 8.
CİMRİLİK KONUSUYLA İLGİLİ ÂYET-İ KERÎMELER
a- Cimrilik Etmek: 2/Bakara, 195; 3/Âl-i İmrân, 180; 4/Nisâ, 36-37; 47/Muhammed, 38; 57/Hadîd, 23-24; 92/Leyl, 8-10.
b- Malı ve Parayı Biriktirmek: 3/Âl-i İmrân, 49; 9/Tevbe, 34-35; 64/Tteğâbün, 15-18; 104/Hümeze, 1-4.
İnsan Cimridir: 17/İsrâ, 100; 70/Meâric, 19-21; 100/Âdiyât, 8-11.
Şeytan Fakirlikle Korkutur: 2/Bakara, 268.
Cimrilik Etmekten Sakınmak: 17/İsrâ, 29, 31; 47/Muhammed, 37-38; 59/Haşr, 9; 64/Teğâbün, 16.
Mü’minler Cimrilik Yapmaz: 25/Furkan, 67.
CÖMERTLİK KONUSUYLA İLGİLİ ÂYET-İ KERİMELER
a- Cömert Olmak: 17/İsrâ, 29.
b- Allah Cömertlere Bolluk Verir: 2/Bakara, 268.
D- İNFAK KONUSUYLA İLGİLİ ÂYET-İ KERİMELER
İnfak; Allah Yolunda Harcamak: Bakara, 3, 195, 245, 254, 261, 270, 272, 274; Enfal, 3; Ra’d, 22; İbrahim, 31; Hacc, 35; Kasas, 77; Secde, 16; Fatır, 29-30; Hadid, 7; Münafıkun, 10-11; Teğabün, 16-17.
Mala Olan Sevgiye Rağmen Allah Sevgisiyle Harcamak: Bakara, 177; İnsan, 8.
Harcamada Ölçü: Furkan, 67; Muhammed, 36-38.
Allah İçin Harcamak ve Harcayanların Hali: Bakara, 264-266, 272; Kasas,77; Münafikun, 10-11; Leyl,17-21.
Harcamayı Malın İyisinden ve Sevilen Şeylerden Yapmak: Bakara, 267; Al-i İmran, 92.
Harcama Yapılacak Mal: Bakara, 3, 219; Şura, 38.
Kendilerine Verilecek Kimseler: Bakara, 215, 273; Nur, 22.
Harcadıklarını Başa Kakanlar: Bakara, 262-264, 266, Müzzemmil, 20.
Gösteriş Olsun Diye Harcamak: Bakara, 264, 266, 270, 272; Nisa, 38-39.
İnfaktan Kaçılmaz: Bakara, 268; Hadid, 10.
İnfaktan Kaçanlar: Mearic, 18-21.
İnfak Edenler Takvâ Sahibi Mü’minlerdir: Al-i İmran, 16-17, 134.
İnfak Edenlerin Mükafatı: Bakara, 272; Hadid, 7, 11; Teğabün, 17; Mearic, 24-25, 35; Leyl, 5-7, 18.
Kâfirler ve Müşrikler İnfak Etmezler: Yasin, 47; Kalem, 17-40; Hakka, 34; Müddessir, 43-44;Mâun1, 3.
Kâfirler Mallarını Allah Yolundan Çevirmek İçin Harcarlar: Enfal, 36; Beled, 5-12.
Fakirlere Yedirip İçirmek: Hacc, 28, 36; İnsan, 8-12, Fecr, 18.
Yetimlere Yedirip İçirmek: İnsan, 8-12.
Esirlere Yedirip İçirmek: İnsan, 8-12.
Kâfirler, Fakirlere Yedirip İçirmezler: Yasin, 47; Hakka, 34; Müddessir, 43-44; Maun, 1-3.
Fakirlere İyilik Etmek: Bakara, 83; Nisa, 36.
Fakirlere Vermek: Bakara, 177, 215, 273; İsra, 26; Nur, 22; Rum, 38; Mearic, 24-25.
Sail’i (İsteyeni, dilenciyi) Azarlamaktan Sakınmak: Duha, 10.
Kâfirler, Fakirleri Küçük Görürler: En’am, 52-53; A’raf, 49; Hud, 27; Kehf, 28; Şuara, 106-114.
Kâfirler ve Müşrikler, Fakirlere Vermezler: Yasin, 47, Kalem,17-40; Hakka,34; Müddessir,43-44; Mâun, 1-3.
E- ZEKÂT KONUSUYLA İLGİLİ ÂYET-İ KERİMELER
Zekât Vermek: 2/Bakara, 43, 83, 110, 177, 254; 5/Mâide, 55; 9/Tevbe, 71; 14/İbrahim, 31; 19/Meryem, 31, 55; 21/Enbiy^, 73; 22/Hacc, 35, 41, 78; 23/Mü’minûn, 4, 60; 24/Nûr, 37, 56; 27/Neml, 3; 31/Lokman, 4; 32/Secde, 16; 33/Ahzâb, 33; 58/Müc3adele, 13; 73/Müzzemmil, 20.
Zekâtı Malın İyisinden Vermek: 2/Bakara, 267.
Zekât, Fakirin Hakkıdır: 51/Zâriyât, 19; 70-Meâric, 24-25.
CİMRİLİK VE CÖMERTLİK
- 319 -
Zekât Verenlerin Mükâfatı: 2/Bakara, 277; 4/Nisâ, 162; 5/Mâide, 12; 7/A’râf, 156; 9/Tevbe, 18, 99; 13/Ra’d, 18, 22-23; 23/Mü’minûn, 1-4.
Zekât Bereket Getirir: 30/Rûm, 39.
Allah, Kullarından Mallarının Tamamını İstemez: 47/Muhammed, 36-38.
Ürünlerin ve Meyvelerin Zekâatı: 6/En’am, 141.
Zekât Verilecek Kimseler: 9/Tevbe, 60.
Müellefe-i Kulûb (Kalpleri İslâm’a Isındırılmak İstenen Kişiler): 9/Tevbe, 60.
k- Zekâtı Vermeyenler: 4/Nisâ, 77; 9/Tevbe, 5, 11, 67, 79-80, 34-35; 41/Fussılet, 7; 107/Mâun, 7.
Cimrilik ve İnfakla İlgili Hadis-i Şerif Kaynakları
1. (Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, İbrahim Canan, Akçağ Y. -İlk rakam cilt; ikinci rakam sayfa numarasıdır.-)
2. İnfak etmek için çok zengin olmak gerekmez: 3, 285
3. İnfak ve tasadduka teşvik: 10, 30-42
4. Kişi malını infak ederkenbaşta yakınlarından başlamalı: 14, 47-48
5. Tasadduk ve infaka teşvik: 10, 30-42
6. Sadaka hakkında umumi açıklama: 10, 16-17
7. Veren el, alan elden üstündür: 14, 48
8. Sadaka, 2, 542
9. Sadaka ve nafakanın fazileti: 10, 18-29; 14, 255-256; 15, 174, 419
10. Allah indinde makbul olan sadakayı sağ eliyle alır: 10, 18-19
11. Allah, sadaka ve zekât hususunda hiç kimseye hüküm verme yetkisi tanımamıştır: 7, 406
12. Allah’ın kabul ettiği sadaka, hangi maldan yapılır? 10, 18
13. Sadaka malı artırır: 17, 574
14. Makbul olan sadaka Allah indinde artar ve büyür: 10, 19-20
15. Sadaka azabı defeder: 9, 348; 15, 185
16. Sadaka ve belanın yarışı: 10, 32
17. Sadakanın def ettiği en önemli iki şey: 10, 25
18. Sadaka verirken ihlas nasıl olur? 10, 40-41
19. Sadaka, ölüm sırasında değil; hayat boyu verilmeli: 17, 340
20. Cenab- Hak, gizli sadaka vereni nasıl teşbih ediyor? 10, 32-33
21. Sadakayı men etmenin cezası: 15, 160-161
22. Sadakayı gizli vermek: 10, 33
23. Sadakanın zamanı var mıdır? 10, 34
24. Sadakanın ahkamı: 10, 43-54
25. Sadaka-i cariye: 16, 277, 547
26. Sadaka kimin hakkıdır: 14, 51-52
27. Allah yolunda savaşan kimsenin zengin bile olsa sadaka alıp alamayacağı: 7, 425
28. İhlasla, fakat sadaka ehline verilmeyen sadaka ne olur? 10, 40-41
29. Fâsık kimselere sadaka verilir mi? 10, 42
30. Rasûlullah ve Ehl-i Beyt’e sadaka haramdır: 15, 1102
31. Sadaka, şu beş kişi dışında zengine helal değildir: 7, 424
32. Sadaka verirken sıla-i rahm olanlara öncelik tanımak: 10, 60-61
33. Dilenciye sadaka verirken, dış görünüşün fonksiyonu ve sahâbe: 10, 23
34. Kadın, kocasından izin almadan tasadduk edebilir mi? 10, 49-51; 2, 374
35. Sadaka verecek kimsenin maddi durumu nasıl olmalıdır? 10, 27
36. Yapılan sadakadan dönmek: 10, 52-53
37. En hayırlı sadaka: 10, 17
38. Sadaka, geçmiş ve gelecek günahların affına vesile olabilir mi? 12, 463-464
39. Sadakanın en faziletlisi: 17, 472
40. Sadakanın en üstünü: 16, 548
- 320 -
KUR’AN KAVRAMLARI
41. Hangi sadaka daha üstündür: 16, 258-2259
42. Haram olan sadakının şümulü: 7, 415
43. Sadaka, hayır olan her şeye caridir: 3, 167
44. Hayırlı amelin dinen sadaka sayılabilmesinin şartı: 10, 16
45. Aile efradının nafakası için harcanan şeyler sadakadır: 16, 261
46. Aile için hangi harcama sadaka hükmüne geçer: 10, 28
47. Bir müslümana elbise giydirmenin sevabı: 10, 23
48. Kamil manada sadaka ne zaman verilir? 10, 43
49. Rasûlullah’a göre en efdal sadaka: 10, 54
50. Rasûlullah’ın en hoşuna giden sadaka hangisidir? 10, 35
51. Tasadduk edilen malın kıymeti Allah katında neye göredir? 10, 21-22
52. Sadakanın miktarı: 16, 259
53. Malın ne kadarı tasadduk edilir: 17, 340
54. Malının tamamını tasadduk caiz midir? 10, 43-44
55. Muhtaç duruma düşecek şekilde tasaddukta bulunmak ve Peygamberimiz’in tutumu: 10, 46-47
56. Sadakının iyi maldan verilmesi: 3, 343-344
57. Sadakayı haram kılan miktar ne kadardır? 14, 60
58. Elinden geldiği kadar sadaka verilmesi: 3, 546-547
59. Zekât, malın hakkıdır: 7, 343
60. Zekâtın önemi ve zekâta teşvik: 7, 321-323
61. Zekât, İslam’ın köprüsüdür: 7, 322
62. Namazla zekâtın bir bütün olması: 7, 340
63. Zekâtı vermede acele etmek: 7, 384
64. Zekâtı vermek kaydıyla para ve mal biriktirmek: 7, 336-337
65. Zekâtı verilen zinet eşyası kenz değildir: 7, 364
66. Zekâtın farziyeti, terkedenin günahı: 7, 327; 17, 540
67. Zekâtı vermeyenlerle savaşılır: 7, 345
68. Zekâtını vermeyenden cezalı olarak ve zorla zekât alınır: 7, 338
69. Zekâtını vermeyenin kıyamet günündeki hali: 7, 332
70. Zinetlerin zekâtını vermeyenlerin âhiretteki durumu: 7, 363-364
71. Zekât kimlere haram; kimlere helal? 7, 414-415, 421, 426
72. Zekât kimlere verilir? 7, 325
73. Fâsık kimselere sadaka ve zekât verilir mi? 10, 42
74. Müellefe-i kulub’a zekât verilir mi, verilmez mi? 7, 427
75. İnfak; Allah Yolunda Harcamak: Bakara, 3, 195, 245, 254, 261, 270, 272, 274; Enfal, 3; Ra’d, 22; İbrahim, 31; Hacc, 35; Kasas, 77; Secde, 16; Fatır, 29-30; Hadid, 7; Münafıkun, 10-11; Teğabün, 16-17.
76. Mala Olan Sevgiye Rağmen Allah Sevgisiyle Harcamak: Bakara, 177; İnsan, 8.
77. Harcamada Ölçü: Furkan, 67; Muhammed, 36-38.
78. Allah İçin Harcamak ve Harcayanların Hali: Bakara, 264-266, 272; Kasas,77; Münafikun, 10-11; Leyl,17-21
79. Harcamayı Malın İyisinden ve Sevilen Şeylerden Yapmak: Bakara, 267; Al-i İmran, 92.
80. Harcama Yapılacak Mal: Bakara, 3, 219; Şura, 38.
81. Kendilerine Verilecek Kimseler: Bakara, 215, 273; Nur, 22.
82. Harcadıklarını Başa Kakanlar: Bakara, 262-264, 266, Müzzemmil, 20.
83. Gösteriş Olsun Diye Harcamak: Bakara, 264, 266, 270, 272; Nisa, 38-39.
84. İnfaktan Kaçılmaz: Bakara, 268; Hadid, 10.
85. İnfaktan Kaçanlar: Mearic, 18-21.
86. İnfak Edenler Takvâ Sahibi Mü’minlerdir: Al-i İmran, 16-17, 134.
87. İnfak Edenlerin Mükafatı: Bakara, 272; Hadid, 7, 11; Teğabün, 17; Mearic, 24-25, 35; Leyl, 5-7,18.
88. Kâfirler ve Müşrikler İnfak Etmezler: Yasin, 47; Kalem, 17-40; Hakka, 34; Müddessir, 43-44;
CİMRİLİK VE CÖMERTLİK
- 321 -
Maun, 1, 3.
89. Kâfirler Mallarını Allah Yolundan Çevirmek İçin Harcarlar: Enfal, 36; Beled, 5-12.
90. Fakirlere Yedirip İçirmek: Hacc, 28, 36; İnsan, 8-12, Fecr, 18.
91. Yetimlere Yedirip İçirmek: İnsan, 8-12.
92. Esirlere Yedirip İçirmek: İnsan, 8-12.
93. Kâfirler, Fakirlere Yedirip İçirmezler: Yasin, 47; Hakka, 34; Müddessir, 43-44; Maun, 1-3.
94. Cömert Olmak: İsra, 29.
95. Allah, Cömertlere Bolluk Verir: Bakara, 268.
96. Fakirlere İyilik Etmek: Bakara, 83; Nisa, 36.
97. Fakirlere Vermek: Bakara, 177, 215, 273; İsra, 26; Nur, 22; Rum, 38; Mearic, 24-25.
98. Sail’i (İsteyeni, dilenciyi) Azarlamaktan Sakınmak: Duha, 10.
99. Kâfirler, Fakirleri Küçük Görürler: En’am, 52-53; A’raf, 49; Hud, 27; Kehf, 28; Şuara, 106-114.
100. Kâfirler ve Müşrikler, Fakirlere Vermezler: Yasin, 47, Kalem,17-40; Hakka,34; Müddessir,43-44; Maun, 1-3
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 313-314, 322-323
2. TDV İslâm Ansiklopedisi, TDV Y. c. 8, s. 4, 72-73
3. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. c. 4, s. 394-402, 453
4. Kütüb-i Sitte: 10/ 26-27
5. Fakirler ve Zenginler, Vehbi Karakaş, Timaş Y.
6. Fakirlik Problemi Karşısında İslâm, Yusuf el-Kardavî, Nur Y.
7. Kur’an’da İnfak, Nihat Temel, İFAV Y.
8. İnfak (Allah Yolunda Harcama), Veysel Özcan, Mirfak Y.
9. İbadet mi Ayin mi? Mustafa Karataş, Dersaadet Y. S. 128-134
10. Kur’an’ın Ana Konuları, M. Sait Şimşek, Beyan Y. S. 160-164
11. İlmin Işığında İslâmiyet, Afi A. Tabbara, Kalem Y. S. 363-375
12. İslâm’da Sosyal Adalet, Seyyid Kutub, Cağaloğlu Y. S. 181-187
13. Kur’an-ı Kerim’de Salah Meselesi, Ömer Dumlu, D. İ. B. Y. s. 41
14. Kur’an’da Mü’minlerin Özellikleri, Beşir İslâmoğlu, Pınar Y. s. 110-113; 133-141
15. Ahlak Bilinci, Hüseyin Caneri, Denge Y. s. 85-90
16. Arınma Yolu, Abdülhamid Bilali, Şafak Y. c. 2, s. 62-66
17. Anahatlarıyla İslâm Ahlakı, Mustafa Çağrıcı, Ensar Neşriyat, s. 280-282
18. İktisad Bilinci, Hekimoğlu İsmail, Denge Y. Fakirler ve Zenginler, Vehbi Karakaş, Timaş, Y.
19. Çalışma Hayatı ve İslâm, Yunus Vehbi Yavuz, Tuğra Neşriyat
20. Kur’ani Araştırmalar, Murtaza Mutahhari, Tuba Y. c. 2, s. 20-32
21. İslâm’da Zekât Müessesesi, Yunus Vehbi Yavuz, Çağrı Y.
22. İbadet ve Müessese olarak Zekât, Heyet, İSAV Y.
23. Zekât, İsmail Ezherli, D.İ.B. Y.
24. Zekât, Mehmed Zahid Kotku, Seha Neşriyat
25. Zekât ve Verileceği Yerler, Kemal Coşkun, Fazilet Neşriyat
26. Sosyal Güvenlik Açısından Zekât, Turan Yazgan, Türk Dünyası Araş. Vakfı Y.
27. Psikolojik Açıdan Hz. Peygamber’in İbadet Hayatı, Habil Şentürk, Bahar Y. S. 89-92

 
Okunma 921 kez
Bu kategorideki diğerleri: « CİHAD CİN »