Cumartesi, 06 Şubat 2021 13:10

AZİM VE TEVEKKÜL

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

AZİM VE TEVEKKÜL


• Azim; Anlam ve Mâhiyeti
• Tevekkül; Anlam ve Mâhiyeti
• Kader ve Rızık
• Tevekkül; “Kısmetimde Varsa, Rızkım Ayağıma Gelir” Demek midir?
• Kader ve Tevekkül
• Kur’ân-ı Kerim’de Azim ve Tevekkül
• Hadis-i Şeriflerde Azim ve Tevekkül
• Allah el-Vekîl’dir, Kendisine Dayanılıp Güvenilmesi Gereken Tek Zâttır
• İnsanın Tevekküle İhtiyacı
• Sebat ve Kararlılık; Azmin Açılımı
“Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Şâyet kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için duâ et; (umûma ait) işlerde onlarla istişâre et, onlara danış. Artık azmettiğin, kararını verdiğin zaman da Allah’a tevekkül et, O’na dayanıp güven. Çünkü Allah, tevekkül edenleri kendisine sığınanları sever.” 3237
Azim; Anlam ve Mâhiyeti
Azim (azm); Sözlükte “ısrarla istemek, kasdetmek, karar vermek, kesin karar, irâde, sabır” gibi anlamlara gelir. Kur’ân-ı Kerim’de beş âyette3238 “iyilikte sebat ve kararlılık”, dört âyette de3239 fiil şekliyle “kesin karar vermek” anlamında olmak üzere toplam dokuz yerde geçmekte, bunlardan birinde3240 Hz. Peygamber’e “azimli peygamberler” gibi sabırlı olması, acelecilikten sakınması emredilmektedir. Hadislerde azim ve bundan türemiş fiillerle “azme”, “azîme” veya “azâim” gibi müştakları “kararlılık, sabır, niyet, hayırlı iş, farz” gibi mânâlarda kullanılmıştır.
Bir işin yapılmasından önceki aklî teemmüllerle psikolojik arzu ve eğilimlerin doğurduğu tereddüt döneminden sonra o işi şu veya bu şekilde yapmak husûsunda bir tercihe ulaşılırsa bundan azim, ulaşılmazsa tereddüt ve şaşkınlık hali (tehayyür) doğar. Müslüman düşünürler, dinî ve ahlâkî davranışlar için, zihinde tasavvur edilmelerinden başlamak üzere, fiilen gerçekleşinceye kadar birtakım safhalar kabul ederler. Gazzâlî bunları hadis-i nefs (fiilin zihinde doğması),
3237] 3/Âl-i İmrân, 159
3238] 3/Âl-i İmrân, 186; 20/Tâhâ, 115; 31/Lokman, 17; 42/Şûrâ, 43; 46/Ahkaf, 35
3239] 2/Bakara, 227, 235; 3/Âl-i İmrân, 159; 47/Muhammed, 21
3240] 46/Ahkaf, 35
- 878 -
KUR’AN KAVRAMLARI
tabii ilgi, hüküm, azim veya kasıt, amel şeklinde sıralamış ve incelemiştir.3241 İlk üç safhada henüz kesin bir karar ve niyet bulunmadığı ve bunlar irâde dışı olduğu için insan, bu safhalarda sorumlu tutulamaz. Azim, aynı zamanda niyet ve kasıt safhası olduğundan insanın sorumluluğu bu noktada başlar. Buna göre kötü bir işe azmetmekle birlikte iyi niyete dayanan bir sebeple bu işi yapmayan veya yapamayan kişi azminden dolayı sorumludur. Ancak, Allah korkusu, günah endişesi gibi dinî ve ahlâkî faktörlerle kötülük yapma kararından dönmek de yeni bir azimdir ve böyle bir kimse, önceki azminden dolayı sorumlu değildir.
Nazzâm, Allâf, Ca’fer bin Hâris gibi bazı Mu’tezile bilginleri irâdeyi azim ve kasıt olmak üzere iki mertebede değerlendirmişlerdir. Azim ile fiil arasında az çok bir zaman farkı bulunabilir ve kişinin bu zaman içinde azminden dönmesi muhtemeldir. Kasıt fiilin yapıldığı zamana tekabül ettiğinden (iktiran), kasıt halindeki irâde fiilin meydana gelmesini gerektirir; böylece insan fiilin “icat edicisi” olur. Buna karşılık özellikle müteahhir Mâturîdî kelâmcıları bu mânâdaki irâdeyi “azm-i Mûsâmmem” diye adlandırmışlar ve bunun Eş’arîler’in “kesb”i ile aynı şey olduğunu belirtmişlerdir. Onlara göre azm-i Mûsâmmem “kulun kudretinin tesir alanı”dır. İhtiyar, kudret, meyil gibi mânevî âmiller (ef’âlü’n-nüfûs) ile hâricî faâliyetlerden (ef’âlü’l-cevârih) hiçbiri insan gücünün tesir sahasına girmezken, azim insanın hâdis kudretinin eseridir.3242 Böylece fiiller yaratma açısından Allah’a, karar açısından insana nisbet edilir; bu sûretle dinî ve ahlâkî yükümlülük ve sorumluluklar geçerlilik kazanır. Gerçi şeytanın veya bencil arzu ve ihtirasların etkisinde kalan kula, iyilik yönünde kesin karara ulaşabilmesi için Allah tarafından hemen her zaman bir yardım sözkonusudur. Fakat bu yardım, asla cebrî bir müdâhale anlamına gelmez; dolayısıyla kul için İlâhî bir lütuf olan tevfîkın bulunmaması, onu azm-i Mûsâmmemden mahrum bırakmaz; böylece fâsıkların Allah’ın kazâ ve kaderini günahlarına mâzeret göstermelerinin de anlamı kalmaz.3243
Tasavvufta, “sâlikin Hakk’a ermesine (vüsûl) engel olan bağları koparıp atması, ilmi hale hâkim kılması, irâdeyi kendisinden bilme illetinden kurtulması” gibi anlamlarda kullanılan azim, müridin hak yola girmesinin başlangıcıyla ilgilidir. Herevî’ye göre Hakk’ın yolunu tutan bir sâlikin bu yolda ayak bağı olan her şeyi söküp atmasına, ne kadar zor ve acı olursa olsun, bu yolda kendisine yardımcı olan ve rehberlik eden her şeyle uyum halinde olmasına azim denir. Azim, bütün maddî-mânevî, bedenî-rûhî kuvvetleri toplayıp hedefe yöneltmektir. 3244
Sebat ve Kararlılık; Azmin Açılımı
Sebat: Kararlı olma, sözde durma, ahde vefâ etme; bir konuda iyi düşündükten sonra verilen karardan dönmeme demektir. Sebat, ahlâkî faziletlerden biridir. Sebat ve metânet; herhangi bir konuda iyice düşündükten sonra verilen karardan asla bir daha dönmemek demektir. Bu fazilete sahip kişiler, sözünde sâbit ve görüşlerinde kuvvetli, işlerinde cesur ve yürekli kimselerdir.
Sebat ve metânet sahipleri yapacakları işleri önceden iyi düşünür, lehinde
3241] İhyâ, III/41
3242] İbnü’l-Hümâm, el-Müsâyere, Kahire, 1317, s. 111-112
3243] İbnü’l-Hümâm, a.g.e., s. 133
3244] Mustafa Çağrı, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 4, s. 328-329
AZİM VE TEVEKKÜL
- 879 -
ve aleyhinde olan bütün sebepleri karşılaştırıp ölçer, tercih sebeplerini bularak karar verir; böyle verilmiş karardan da artık dönmezler. İrâde ile ilgili olan bu fazilete sahip olmak büyük bir meziyettir. Ne sevinç, ne üzüntü, ne menfaat, ne heyecan, ne de başka bir bir şey metîn olan adamı kararından döndürebilir.
Önderler ve önemli mevkilerde bulunan kişiler sebat ve metânet sahibi olurlarsa, çevrelerindeki insanlar için cesaret ve güven kaynağı durumuna gelirler. Böyleleri, işlerinde daha başarılı olur. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ey mü’minler, bir düşman topluluğu ile karşılaştığınız zaman, sebat edin ve Allah’ı çok anın ki, kurtulabilesiniz.”3245 Bu âyette, sebat ve metânetin, harpte zafere erişmek ve kurtuluşa ulaşmak hususundaki önemine işaret edilmiştir. Gerçekten de bu ahlâkî fazîlete sahip olmayanların doğru karar vermeleri, işlerinde başarılı olmaları, düşmana gâlip gelmeleri pek güçtür.
Sebat ve metânette âşırı gitmek inattır. Yokluğu da, kararsızlıktır. Her ikisi de terk edilmesi gereken kötü huylardandır. Bu konuda unutulmaması gereken bir husus da şudur. Sebat adını verdiğimiz kararlılığı insan, meşrû, faydalı ve helâl olan şeylerde göstermelidir. Allah’ın yasakladığı gayr-ı meşrû, zararlı ve haram işler için sebat gösterilemez. İnsanı kötülüklere sürükleyen konularda metîn olmanın bir mânâsı yoktur. Zaten bu iki ahlâkî kavram ancak müsbet davranışlarla birlikte varolabilir. 3246
Allah’ın Dini’nde sebat etmek, azimle ve tutarlılıkla sırat-ı müstakimde yürümek isteyen her sâdık müslüman için en başta gelen bir istektir. Müslümanların halen içerisinde yaşadığı toplumların durumu, ateşiyle yandıkları çeşitli fitneler ve tuzaklar, dini garip duruma düşüren türlü şüpheler ve şehvetler... Öyle ki dine sarılan, hayret verici bir konuma ulaşmıştır: “Dinine sarılan ateş parçasını elinde tutuyor gibidir.”
Müslümanın, sebâtı sağlayacak sebeplere bugünkü ihtiyacının, selef zamanındaki bir kardeşinin ihtiyacından daha fazla olduğu konusunda hiçbir akıl sahibinin şüphesi yoktur. Ahlâkın kötülüğü, kardeşliğin azlığı, yardımlaşma ve dayanışmanın zayıflığı nedeniyle bunu gerçekleştirmek için daha büyük gayret gerektirmektedir.
Dinden çıkma olaylarının çoğalması, İslâm için çalışanlar arasında dahi sapmaların başgöstermesi, müslümanı bu gibi sonuçlardan korkmaya ve güvenli bir neticeye ulaşmak için sebatı sağlayacak etkenleri aramaya itmektedir.
Konunun, kendisi hakkında Nebî’nin (s.a.s.) “Âdemoğlunun kalbi kaynadığı zaman tencereden daha çok altüst olur.”3247 buyurduğu kalp ile bağlantılı olması... Rasûlullah (s.a.s.) kalp ile ilgili bir başka benzetme daha yapar: “Kalp, ancak (takallubu) dönmesi dolayısıyla kalp olarak isimlendirilmiştir. Kalp, bir ağaç gövdesindeki tüy gibidir. Rüzgâr onun altını üstüne getirir.” 3248
Şehvetler ve şüpheler karşısında dönüveren kalbin sâbit hale getirilmesi, bu görevin büyüklüğüne ve zorluğuna uygun güçlü etkenlere ihtiyaç duyan
3245] 8/Enfâl, 45
3246] Şamil İslâm Ansiklopedisi, Sebat Maddesi
3247] Ahmed bin Hanbel, VI/4; Hakim, Müstedrek II/289; Bk. es-Silsiletu’s-Sahîha, 1772
3248] Ahmed bin Hanbel, Müsned IV/408
- 880 -
KUR’AN KAVRAMLARI
tehlikeli bir iştir. 3249
Sebatı Sağlayan Etkenler
Allah azze ve celle, bizlere merhameti gereği; Kitabı’nda, Nebî’si aracılığıyla ve O’nun yaşantısında sebat için gerekli birçok etken bildirmiştir:
1. Kur’an’a Yönelmek: Kur’ân-ı Kerim, ilk sebat vasıtasıdır. Allah’ın sağlam ipidir. Aydınlatıcı nurdur. O’na sımsıkı sarılanı Allah korur. O’na tâbi olanı Allah kurtuluşa erdirir. O’na davet eden doğru yola yönlendirilir.
Allah, Kur’an’ın belirli bir aşamayla ayrıntılı olarak indirilmesindeki amacın kalpleri iyice sağlamlaştırmak olarak açıklar: Allah Teâlâ, kâfirlerin şüphelerini reddederek şöyle buyurur: “İnkar edenler, ‘Kur’an ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi?’ dediler. Biz onunla senin kalbini sağlamlaştırmak için böyle yaptık ve onu tane tane okuduk. Onların sana getirdikleri hiçbir temsil yoktur ki, sana doğrusunu ve daha açığını getirmeyelim.” 3250
Kur’an Niçin Dinde Sebatın Kaynağıdır? Çünkü, imanı yeşertir. Allah ile bağını kurarak nefsi arındırır. Kur’an âyetleri, mü’minin kalbine serinlik ve esenlik indirir. Böylece, fitne rüzgârları onu sürükleyemez. Kalbi, Allah’ın zikri ile huzur bulur. Müslümanı, doğru değerler ve düşüncelerle donatır. Bununla, çevresinde olanları düzenleyebilir. Yine; kendisine olayları değerlendirme imkânı sağlayan ölçüler kazandırır. Olayların ve insanların değişmesine göre sözleri değişip birbiriyle çelişmez ve kararında tereddüt olmaz.
Kâfirler ve münâfıklardan oluşan İslâm düşmanlarının ortaya attığı şüphelere cevap verir. İslâm’ın ilk yıllarında yaşananlar, canlı örneklerdir:
Müşriklerin “Muhammed terk edildi”3251 demelerine karşı, Allah azze ve celle’nin “Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı”3252 kavlinin Rasûlullah’ın (s.a.s.) nefsine etkisi nedir? Kureyş kâfirleri, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e öğretenin bir beşer olduğunu ve O’nun, Kur’an’ı Mekke’deki bir Rum marangozdan aldığını iddia edince Allah azze ve celle’nin “Kendisine nisbet ettikleri şahsın dili yabancıdır. Hâlbuki bu (Kur’an) apaçık bir Arapça’dır.”3253 buyurmasının etkisi nedir? Münâfığın “bana izin ver, beni fitneye düşürme!” demesi üzerine Allah azze ve celle’nin “Bilesiniz ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdir!”3254 buyurmasının mü’minlerin kalplerindeki etkisi nedir?
Destek üzerine destek ve iman etmiş kalpleri kuvvetlendirme, şüpheleri reddetme ve bâtıl ehlini susturma değil mi? Kesinlikle evet!
Hayret edilecek bir durum da Allah’ın mü’minlere, Hudeybiye’den dönüşlerinde çok ganimetler alacaklarını vaadetmesidir (Hayber ganimetleri). Bunu, kendileri için kısa bir süre sonra gerçekleştireceğini, oraya yalnız çıkacaklarını ve münâfıkların onlara katılmak isteyeceğini, müslümanların onlara kendilerine tâbi olmamalarını söyleyeceğini; münâfıkların, Allah’ın kelâmını değiştirmek
3249] Muhammed Sâlih el-Müneccid, Sebat, Tercüme: İsmail Yaşa
3250] 25/Furkan, 32-33
3251] S. Müslim, Nevevî Şerhi, c. 12, s. 156
3252] 93/Duhâ, 3
3253] 16/Nahl, 103
3254] 9/Tevbe, 49
AZİM VE TEVEKKÜL
- 881 -
isteyerek ısrar edeceklerini ve mü’minlere “Siz bizi çekemiyorsunuz” diyeceklerini bildirir. Allah azze ve celle onlara şöyle cevap verir: “Neredeyse hiç laf anlamıyorlar!”3255 Sonra bunların hepsi mü’minlerin gözleri önünde aşama aşama, adım adım ve kelime kelime gerçekleşir.
İşte bu noktada; hayatlarını Kur’an’a bağlayanlar; Kur’an’ı okumaya, ezberlemeye, anlamaya ve düşünmeye yönelenler, O’nunla hareket edip O’na boyun eğenler ile insanların sözünü tüm uğraşları ve meşguliyetleri haline getirenler arasındaki farkı anlayabiliriz.
2. Allah’ın Şeriatı’na Tutunup Salih Amel İşlemek: Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Allah, iman edenleri sağlam sözle hem dünya hayatında hem de âhirette sapasağlam tutar. Zâlimleri ise Allah saptırır. Allah dilediğini yapar.”3256 Katâde şöyle der: Dünya hayatında hayırla ve sâlih amel ile sâbit tutar. Âhirette ise kabirde sâbit tutar. 3257
Yüce Allah şöyle buyurur: “Eğer kendilerine verilen öğüdü yerine getirselerdi, onlar için hem daha hayırlı hem de (imanlarını) daha pekiştirici olurdu.”3258 Yani hak üzerinde daha sağlam olurlardı. Bu apaçıktır. Fitne başgösterince, sâlih amellerden geri duran tembellerden sebat bekleyebilir miyiz? Oysa iman eden ve sâlih amel işleyenleri Rableri, imanları ile doğru yola yöneltir. Bu nedenle, Rasûlullah (s.a.s.) sâlih amellere ısrarla devam ederdi. Kendisine en sevimli amel az da olsa devamlı olanıydı. Sahâbîleri bir amel işlediklerinde onu sürekli hale getirdiler. Âişe (r. anhâ) bir amel işlediğinde ona devam ederdi. Rasûlullah (s.a.s.) farz namazlarının önünde veya sonunda kılınan revâtıb sünnetlerini kast ederek şöyle buyurur: “Oni ki rekâtı kılmaya ısrarla devam edene cennet vâcip olur.” 3259 Bir rivayette, “Kulum bana nafilelerle yaklaşmaya öyle devam eder ki, kendisini severim.”3260 buyurulur.
3. Peygamber Kıssalarını Düşünüp Örnek Almak İçin İncelemek: Allah Teâlâ’nın şu âyeti buna delâlet etmektedir: “Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini teskin edeceğimiz her haberi sana anlatıyoruz. Bunda sana gerçeğin bilgisi, mü’minlere de bir öğüt ve bir uyarı gelmiştir.”3261 Bu âyetler, Rasûlullah (s.a.s.) zamanında oyun ve eğlence olsun diye inmedi. Bilakis yüce bir gâye için indi. Bu gâye, Rasûlullah’ın ve O’nunla birlikte mü’minlerin kalplerini sağlamlaştırma gâyesidir.
Allah azze ve celle’nin “Eğer iş yapacaksanız, yakın onu da tanrılarınıza yardım edin!’ dediler. ‘Ey ateş! İbrahim için serinlik ve esenlik ol!’ dedik. Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat Biz onları, daha çok hüsrâna uğrayanlar durumuna soktuk.”3262 kavlini düşünsen... İbn Abbas şöyle der: “İbrâhim aleyhisselam ateşe atıldığında en son sözü ‘Hasbiyallahu ve ni’mel-Vekîl / Allah bana yeter ve O ne güzel bir vekildir’ idi.”3263 Bu kıssayı düşünürken, baskı ve işkence karşısında direnme
3255] 4/Nisâ, 78
3256] 14/İbrâhim, 27
3257] İbn Kesir, Tefsir 4/421
3258] 4/Nisâ, 66
3259] Tirmizî, 2/273; Nesâî, 1/388
3260] Buhârî, Bk. Fethu’l-Bârî, 11/340
3261] 11/Hûd, 120
3262] 21/Enbiyâ, 68-70
3263] Bk. Fethu’l-Bârî, 8/229
- 882 -
KUR’AN KAVRAMLARI
duygusunun iman edip imanın gereklerini hayatımıza geçirmenin kalbimize yerleştiğini hissediyoruz.
Mûsâ (a.s.) kıssasıyla ilgili Kur’an’da şöyle buyrulur: “İki topluluk birbirini görünce, Mûsâ’nın adamları: ‘İşte yakalandık!’ dediler. Mûsâ: ‘Asla!’ dedi. ‘Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir.”3264 Bu kıssayı düşünürken, zâlimlerle karşılaşınca kararlılığın özelliğini, sebat etme ve şiddet anında, ümitsizliğe kapılanların bağrışmaları arasında kararlılık gösterme şuurunu hissediyoruz.
Firavun’un sihirbazlarının hikâyesini gözönüne getirsek... Hani şu, hak kendilerine açıkça belli olunca, ölüm pahasına ondan dönmeyerek kararlılık gösteren bir avuç insanın ilginç hikâyesi... Zâlimin “Ben size izin vermeden önce ona inandınız öyle mi! Hakikat şu ki o, size büyü öğreten büyüğünüzdür. Şimdi elleriniz ile ayaklarınızı tereddüt etmeden çaprazlama keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım! Böylece hangimizin azâbının daha şiddetli ve sürekli olduğunu iyice anlayacaksınız”3265 tehditleri karşısında, sebat etmenin bir yüce örneğinin kalbe yerleştiğini görüyoruz.
İman eden azınlığın hiç tereddüt etmeden “Seni, bize gelen apaçık mûcizelere ve bizi yaratana tercih edemeyiz. Öyle ise yapacağını yap! Sen ancak bu dünya hayatında hükmünü geçirebilirsin”3266 diyerek gösterdiği kararlılık...
Yine; Yâsîn Sûresi’nde geçen mü’minin ve Firavun ailesindeki mü’minin, yine Firavun’un karısı olduğu halde ona kafa tutup imandaki sebatı için işkenceyle ölümü göze alan Âsiye anamızın kıssalarından, Ashâbu’l-Uhdûd’un hikâyesi ve benzerlerinden alınacak en büyük ders, neredeyse tamamıyla sebat üzerinedir.
4. Duâ: Allah’ın mü’min kullarının özelliklerinden biri de, kendilerini dinde sâbit kılması için duâ ile Allah’a yönelmeleridir: Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme.”3267; “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve ayaklarımızı sabit kıl.” 3268
“Âdemoğullarının kalplerinin hepsi Rahman’ın parmaklarından iki parmağın arasında bir kalp gibidir. Onu dilediği gibi çevirir.”3269 Bu nedenle, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem çokça şöyle derdi: “Ey kalpleri çeviren! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl.” 3270
5. Allah’ı Zikretmek: Bu, sebâtı sağlayan en büyük etkenlerdendir. Allah azze ve celle’nin “Ey iman edenler! Herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah’ı çok zikredin.”3271 kavlinde cihad ve sebat ile zikir arasında kurulan bağı düşünmeliyiz: Kur’an Allah’ı zikretmeyi, cihadda kararlılık göstermeye yardımcı olacak en büyük sebeplerden biri olarak gösteriyor. İman edenlerin, sayılarının
3264] 26/Şuarâ, 61-62
3265] 20/Tâhâ, 71
3266] 20/Tâhâ, 72
3267] 3/Âl-i İmrân, 8
3268] 2/Bakara, 250
3269] Ahmed bin Hanbel ve Müslim, İbni Ömer’den merfû olarak rivâyet eder. Bk. Nevevî, Müslim Şerhi, 16/204
3270] Tirmizî, Enes’ten merfû olarak rivâyet eder. Bk. Tuhfetu’l-Ahvezî, 6/349, Sahihu’l-Câmi’, 7864
3271] 8/Enfâl, 45
AZİM VE TEVEKKÜL
- 883 -
azlığına rağmen Allah’ı çokça zikretmeleri nedeniyle nasıl kazandıklarını düşünebiliriz.
Güzellik ve makam sahibi kadın (först leydi) kendine çağırdığı zaman, onun fitnesine karşı koymak için Yusuf (a.s.) ne ile yardım diledi? “Maâzallah (Allah korusun)!”3272 kalesine sığınmadı mı? Bunun sonucu, şehvet dalgaları bu kalenin surlarına çarpıp yok olmadı mı? Mü’minlerin imanlarının sağlamlaştırılmasında Allahı’ zikredip hatırlamanın rolü işte böyle olur.
6. Müslümanın, Doğru Yolda Yürümeye Gayret Etmesi: Doğruda sâbit kalma konusunda sırât-ı müstakîmin önemini bilmek için, kendimize şu soruyu sormalıyız: Geçmişte ve günümüzdeki insanların birçoğu niçin saptı? Niye şaşkınlığa düştüler ve ayakları sırât-ı müstakim’den kaydı, doğru yol üzere ölemediler? Ya da ömürlerinin büyük bir kısmını tüketip hayatlarının değerli bölümlerini boşa geçirdikten sonra ancak doğruya ulaşabildiler?
Heraklius’un, Ebû Süfyan’a Muhammed’e (s.a.s.) tâbi olanlar hakkında sorduklarıdır: “Onlardan hiç kimse bu dine girdikten sonra, dinine kızarak ondan geri dönüyor mu?” der. Ebû Süfyan “Hayır” deyince Heraklius şöyle der: “İmanın sevinci kalplere karışınca böyle olur.”3273 Eğer hak üzere sâbit kalmak istiyorsak, peygamberlerin, sıddîkların, şehidlerin ve sâlihlerin yoluna, zamanımızdaki gerçek mü’minlerin yoluna koyulmamız gerekiyor.
7. Terbiye: Belirli bir aşamayla, anlayarak elde edilen imanî ve ilmî terbiye, sebâtı gerçekleştiren faktörler içerisinde temel bir faktör olarak yer alır.
İmanî terbiye; kalbe ve vicdana korku, ümit ve sevgi ile canlılık kazandırır. Kur’an ve Sünnet ifadelerinden uzak kalma ve insanların sözlerine tutunma neticesi ortaya çıkan donukluğu yokeder.
İlmî terbiye; sahih delil üzerinde durur. Bu da taklidi ve hoş olmayan fırsatçılığı ortadan kaldırır.
Şuurlu terbiye ile kişi kötülerin yollarını ve İslâm düşmanlarının planlarını öğrenir. Gündemi bilir ve olayları tam olarak kavrayarak ona göre hareket eder. Bu şekilde, sınırlı sayıda insanın bulunduğu küçük toplumlarda kabuğuna çekilme ve içine kapanma önlenir.
Kademeli terbiye ise, müslümanı aşama aşama ilerletir. Onu dengeli bir planlamayla, olgunlaşmanın basamaklarında yükseltir. Bununla; aklına geleni söylemenin, aceleciliğin ve zararlı çıkışların önüne geçilir.
Sebatı getiren bu unsurun önemini daha iyi anlamak için Rasûlullah’ın (s.a.s.) hayatına bakalım ve kendimize soralım: Nebî’nin (s.a.s.) sahâbîlerinin Mekke’de, kendilerine baskı uygulanan günlerde gösterdikleri sabrın kaynağı nedir? Bilal, Habbâb, Mus’ab, Yâsir ailesi ve diğer mazlumlar; hatta ashâbın önde gelenleri boykot sırasında ve diğer zamanlarda nasıl sebat ettiler? Onların bu kararlılıkları, kişiliklerini aydınlatan nübüvvet ışığının köklü terbiyesi olmadan gerçekleşebilir miydi?
Bir sahâbîyi ele alalım. Örneğin Habbâb ibnu’l-Eret (r.a.)... Efendisi, demir
3272] 12/Yusuf, 23
3273] Buhârî, Bk. Fethu’l-Bârî, I/32
- 884 -
KUR’AN KAVRAMLARI
şişleri kor haline gelinceye kadar ısıtır, sonra onun çıplak sırtına koyardı ve sırtının yağı eriyip üzerlerine akınca ancak onları söndürürdü. Onu, bütün bunlara sabretmeye sevkeden neydi?
Bilal...Güneşten yanmış toprağın üzerinde, kayanın altında... Ve Sümeyye... Bağlar ve zincirler içerisinde... Medine döneminde yaşanan bir olay ve bir soru: Huneyn’de, müslümanların çoğu hezimete uğrayınca Nebî (s.a.s.) ile birlikte kim sebat gösterdi? İslâm’a yeni girenler mi? Henüz nübüvvet okulunda yeteri kadar terbiye görmemiş ve çoğu ganimet toplamak için çıkanlar mı? Sebat gösterenlerin çoğu, Rasûlullah’ın (s.a.s.) elinde uzun süre terbiye gören seçkin mü’minlerdi. Onlar, eğer bu terbiye olmasaydı sebat gösterebilirler miydi?
8. Üzerinde Bulunduğu Yola Güvenmek: Müslümanın üzerinde bulunduğu yola olan güveni arttıkça, o yolda yürümeye kararlılığı da şüphesiz daha büyük olur. Bu güveni sağlayan faktörlerden bazıları şunlardır:
Üzerinde bulunulan doğru yolun, bu asırda ve bu zamanda ortaya çıkmış yeni bir yol olmadığını hissetmek... O; bizden önce nebîlerin, sıddîkların, şehitlerin, sâlihlerin ve âlimlerin üzerinde yürüdükleri soylu bir yoldur. Bunu hissetmekle garipliğik yok olur ve yalnızlık dostluğa, üzüntüler sevinç ve mutluluğa dönüşür. Çünkü, onların hepsinin bu yolda şimdi yaşayan müslümana kardeş oldukları hissedilir.
Seçilmiş olmanın şuuruna varmak... Yüce Allah şöyle buyurur: “Hamdolsun Allah’a ve selam olsun seçkin kıldığı kullarına.”3274; “Sonra Kitab’ı, kullarımız arasından seçtiklerimize verdik.”3275; “İşte böylece Rabbin seni seçecek, sana olayların yorumunu öğretecektir.” 3276
Allah, peygamberleri nasıl seçmişse, sâlihler için de bu seçimden bir pay vardır. Bu pay, peygamberlerin ilimlerinden kendilerine kalan mirastır ve o mirasın büyüklüğü oranında kendini gösterir. Allah bizi bir cansız, bir hayvan, bir kâfir, bir inkârcı, bir bid’at dâvetçisi, bir fâsık olarak yaratsaydı; İslâm’a çağırmayan günahkâr bir müslüman veya çeşitli hataları olan bir yola dâvet eden biri olarak yaratsaydı, o yollara yöneltseydi, bilincimiz nasıl olurdu?
Bu seçimin ve hayra dâvetçi kılmasının, üzerinde bulunulan dosdoğru yolda kararlılık göstermeye etki eden faktörlerden biri olduğunu görmek zorundayız.
9. Yüce Allah’a Dâveti Pratik Olarak Uygulamak: Nefis, hareket etmezse bozulur. Dışa açılmazsa çürür. Nefsin dışa açılabileceği en yüce alanlardan biri de Allah’a dâvettir. Bu, peygamberlerin görevidir ve nefsi azaptan kurtarır. Bu uğurda, kuvvetler harekete geçer ve önemli görevler yerine getirilir. Dolayısıyla dâvet aksatılmamalı ve emrolunduğu gibi dosdoğru olmalı. Nefsi sahibi ibâdetle meşgul etmezse, o insanı günahla meşgul eder.
Zaman harcayarak, kafa yorarak, çalışarak ve konuşarak doğru yola dâvet etmek, müslümanın en önemli uğraşı ve kaygısı olursa; bu, şeytanın saptırma ve fitneye düşürme uğraşının önünü keser. Buna; dâvet yolunda yürürken karşılaştığı engeller, inatçılar ve bâtıl ehli karşısında dâvetçinin nefsinde oluşan meydan
3274] 27/Neml, 59
3275] 35/Fâtır, 32
3276] 12/Yusuf, 6
AZİM VE TEVEKKÜL
- 885 -
okuma duygusunu da ilâve edebiliriz.
Bu şekilde dâvet, kendisiyle kazanılan büyük sevaba ilâve olarak sebatı sağlayan etkenlerden biri olur; gerilemeyi ve bozulmayı engeller. Çünkü hücüm eden, savunma ihtiyacı hissetmez. Allah, dâvetçilerle birliktedir, onları sağlamlaştırır ve hatalarını örter. Dâvetçi, doktor gibidir. Bilgisiyle ve tecrübesiyle mânevî hastalıklara karşı savaşır. Başkaları üzerindeki bu savaşıyla o, hastalığa yakalanmaktan diğer insanlara oranla daha uzaktır.
10. Sağlam İnsanların Etrafında Bulunmak: Bu insanların sıfatlarından birini Rasûlullah (s.a.s.) şu şekilde haber verir: “İnsanlar arasında öyleleri vardır ki, iyiliğin anahtarları ve kötülüğün kilididirler.” 3277
Âlim, sâlih ve insanları hakka dâvet eden kimseleri etrafında bulunmanın sebat etmeye büyük yardımı vardır. İslâm tarihinde gerçekleşen bazı fitnelerde, Allah müslümanları birtakım kişilerle sâbit kılmıştır. “Allah, dini mihnet günü Ahmed ile; riddet günü de Sıddîk ile aziz kıldı” İbnu’l-Kayyım rahimehullah’ın, Şeyhulİslâm İbn Teymiyye’nin kararlılık göstermedeki rolünü anlatırken söylediği şu sözleri düşün: “Korkumuz şiddetlenip kötü şeyler aklımıza gelmeye ve yeryüzü bize dar gelmeye başlayınca ona giderdik. Onu görüp sözünü işitir işitmez o hallerin hepsi üzerimizden kalkardı. Gönül rahatlığına, kuvvete, inanca ve sükûnete dönüşürdü. Kullarına, ona kavuşmadan cennetini gösteren; bu dünyada onlara cennetin kapılarını açan; ona olan arzularını ve onun için yarışmalarını kuvvetlendirecek şekilde cennetin kokusundan ve serinliğinden onlara hissettiren Allah’ı tüm noksanlıklardan tenzih ederim.” 3278
İşte burada İslâm kardeşliği, kararlılığı sağlamada ana unsur olarak ortaya çıkar. Sâlih kardeşler, örnek alınacak insanlar ve terbiye edici sıfatı bulunan kimseler, yürünülen doğru ama dikenli yolda yardımcıdır, kendileriyle teselli bulunulan kaynaklardır. Bildikleri İslâmî hakikat ve doğru yorumlarla ve hikmetli sözlerle müslümanı sağlamlaştırırlar. Onların arasında yaşamaya çalışmalı, onlardan uzak kalmaktan korkmalıdır. Şeytanlar yalnız kalan, kimsesizleri daha kolay kapar. Kurt, sürüden uzak kalanı yer.
11. Allah’ın Yardımına Ve Geleceğin İslâm’ın Olacağına Tamamen İnanmak: Sebata en çok, yardım geciktiği zaman, sâbit olan ayaklar kaymasın diye ihtiyaç duyarız. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Nice peygamberler vardı ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da onlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever. Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibâretti: ‘Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla; ayaklarımızı sâbit kıl; kâfirler topluluğuna karşı bizi muzaffer eyle!’ Allah da onlara dünya nimetini ve âhiret sevabının güzelliğini verdi. Allah güzel davrananları sever.” 3279
Rasûlullah (s.a.s.), işkence gören sahâbîlerinin inançlarını sağlamlaştırmak için onlara baskı ve işkence günlerinde, geleceğin İslâm’ın olacağını haber vermişti. Buhârî’de, Habbâb’dan (r.a.), Rasûlullah’ın (s.a.s.) şöyle buyurduğu rivâyet edilir: “Allah bu işi (dini) mutlaka tamamlayacaktır. Öyle ki, bir yolcu San’a’dan
3277] İbn Mâce 237; İbn Ebî Âsım; Kitabu’s-Sünne, 1/127; Bk. es-Silsiletu’s-Sahîha 1332
3278] el-Vâbilu’s-Sayyib, s. 97
3279] 3/Âl-i İmrân, 146-148
- 886 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Hadramevt’e kadar Allah’tan ve sürüsü için kurttan başka hiçbir şeyden korkmadan gidecek”3280 Geleceğin İslâm’ın olacağı ile ilgili hadisleri İslâm dâvâsına yeni katılmış olanlara bildirmek onların kararlılık üzere terbiye edilmesi açısından önemlidir.
12. Bâtılın Gerçek Yüzünü Bilmek Ve Ona Kanmamak: Yüce Allah’ın (İnkarcıların diyar diyar dolaşması sakın seni aldatmasın.”3281 kavlinde müslümanlar için bir teselli ve inançlarını kuvvetlendirme vardır.
Allah’ın “Köpük ise atılıp gider”3282 âyetinde bâtıldan korkmama ve bâtıla teslim olmama konusunda akıl sahipleri için bir örnek vardır. Kur’ân-ı Kerim’in bir üslûbu da bâtıl ehlini ortaya çıkarmak, hedeflerini ve bunun için kullandıkları yolları açığa vurmaktır. “Böylece suçluların yolu belli olsun diye âyetleri iyice açıklıyoruz.”3283 Müslümanlar, gâfil yakalanmasın ve İslâm’a nereden zarar gelebileceğini bilsinler diye...
Düşmanlarını tanımadıkları için hesap etmedikleri yerden saldırıya uğrayınca sebat edemeyen ve ayakları kayan nice dâvetçiler ve dağılan hareketler görülmüştür.
13. Kararlı Davranmaya Yardımcı Olacak Huyları Edinmek: Bunların en başında sabır gelir. Buhârî ve Müslim’de rivâyet edilen bir hadiste Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Hiç kimse sabırdan daha hayırlı ve bol bir hediye ile ödüllendirilmedi”3284 Sabrın en zor ve en sevaplı olanı, musîbetle ilk karşılaşma anındadır. Kişi beklemediği bir felaketle karşılaştığında çöküntü yaşar ve sabrı yoksa kararlılığını kaybeder.
İbnu’l Cevzî’nin şöyle der: “Seksenine yaklaşmış bir adam gördüm. Cemaatle namaza devam ederdi. Kızının oğlu öldü. Şöyle dedi: ‘Kimsenin duâ etmesine gerek yok. Çünkü O (Allah), duâyı kabul etmiyor.’ Sonra şöyle dedi: ‘Allah Teâlâ inat ediyor ve bize bir çocuk dahi vermiyor.”3285 Allah, bu adamın söylediğinden elbette uzaktır.
Müslümanlar Uhud’da musîbete uğradıklarında bunu beklemiyorlardı. Çünkü Allah’ın onlara zafer vereceğini umuyorlardı. Allah onlara (ve dolayısıyla bizlere), kanla ve şehitlerle iyi bir ders verdi: “Bedir’de) iki katını (düşmanınızın) başına getirdiğiniz bir musîbet, (Uhud’da) kendi başınıza geldiği için mi ‘Bu nasıl oluyor?’ dediniz? De ki: O, kendinizden kaynaklanmaktadır.”3286 Kendilerinden nasıl kaynaklandığı da haber veriliyordu: “Allah arzuladığınız (gâlibiyeti) size gösterdikten sonra zaafa düştünüz; verilen emir konusunda tartışmaya kalkıştınız ve âsi oldunuz. İçinizde dünyayı isteyeniniz de vardı.” 3287
14. Sâlih Kimselerin Nasihati: Müslümanın, bir fitneye uğradığı ve Rabbi onu arındırmak için imtihan ettiği zaman sebat etmesini sağlayan faktörlerden biri
3280] Buhârî; Bk. Fethu’l-Bâri 7/165
3281] 3/Âl-i Imrân, 196
3282] 13/Ra’d, 17
3283] 6/En’âm, 55
3284] Buhârî, Kitabu’z-Zekât; Müslim, Kitabu’z-Zekât
3285] es-Sebât Inde’l-Memât, İbnu’l Cevzî, s. 34
3286] 3/Âl-i İmrân, 165
3287] 3/Âl-i İmrân, 152
AZİM VE TEVEKKÜL
- 887 -
de Allah’ın ona, kendisine nasihat eden ve inancını sağlamlaştıran sâlih bir insan göndermesidir. Allah’ın kendisini faydalandırdığı, hatasını örten nasihatlerdir. Bu öğütler; Allah’ı, O’na kavuşmayı, cenneti ve cehennemi hatırlatan sözlerle doludur.
15. Cennet Nimetlerini ve Cehennem Azâbını Düşünmek; Ölümü Hatırlamak: Cennet, mutluluklar diyarıdır. Acıların dindiği yerdir. Mü’minlerin son konaklama mekânıdır. Nefsin, karşılıksız fedâkârlıkta bulunmama, çalışmama ve sebat etmeme özelliği yaratılışındandır. Bu karşılık ona zorlukları kolaylaştırır. Yolundaki engelleri ve güçlükleri küçük gösterir.
Alacağı mükâfatı bilene çalışmanın zorluğu kolay gelir. Yolunda yürürken sebat göstermezse, genişliği gökler ve yer kadar olan cennete girme fırsatını kaçıracağını bilir. Sonra nefis, kendisini topraklıktan yükseltip ulvî âleme çekecek etkenlere muhtaçtır.
Peygamberimiz, sahâbîlerinin inancını sağlamlaştırmada cenneti hatırlatma faktörünü kullanırdı. Yâsir, babası Ammar ve annesi Sümeyye Allah yolunda işkence görürken Rasûlullah (s.a.s.) onların yanına uğrar ve şöyle der: “Sabredin ey Yâsir ailesi! Çünkü gideceğiniz yer cennettir.”3288 Yine, Rasûlullah (s.a.s.) Ensâr’a şöyle derdi: “Benden sonra zulüm göreceksiniz. Havz başında bana kavuşuncaya kadar sabredin.” 3289
Ayrıca; kabirdeki iki grup insanın halini, haşrı, hesaba çekilmeyi, mizanı, sırâtı ve diğer âhiret duraklarını düşünmek sebat açısından da çok faydalıdır. Ölümü hatırlamak, müslümanı kötülük ve günahlara karşı korur ve onu Allah’ın sınırları önünde durdurur; onları çiğnetmez. Çünkü o, ölümün kendisine ayakkabısının bağından daha yakın olduğunu ve birkaç dakika sonra vaktinin gelebileceğini bilirken, nefsi onu yanlış yapmaya ya da hatada ısrar etmeye nasıl sürükleyebilir? Bu gerekçelerle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “(Haram) Lezzetleri yok eden (ölümü) çokça hatırlayın.” 3290
Sebat Gerektiren Durumlar: Bu durumları şöyle özetleyebiliriz:
Fitnelerde Sebat Göstermek: Kalplere isâbet eden dalgalanmanın sebebi fitnelerdir. Kalp, üzüntüye sebep olan fitneler gibi, sevince götüren fitnelerle de karşılaştığında sâbit kalmaz. Kalplerini iman dolduran basîret sahibi sebatkârlar bundan hâriçtir.
Fitne çeşitlerinden bazıları şunlardır:
Mal Fitnesi: “Onlardan kimi de, ‘Eğer Allah lütuf ve kereminden bize verirse, mutlaka sadaka vereceğiz ve elbette biz sâlihlerden olacağız’ diye andiçti. Fakat Allah lütfundan onlara verince, onda cimrilik edip yüz çevirerek sözlerinden döndüler.” 3291
Makam Fitnesi: “Sabah akşam Rablerine, O’nun rızâsını dileyerek duâ edenlerle birlikte candan sebat et. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini Bizi anmaktan gâfil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan
3288] Hâkim, Müstedrek, 3/383; Hadis, hasen-sahihtir. Tahrici için Bk. Fıkhu’s-Siyre el-Elbâni tahkiki, s. 103
3289] Buhârî ve Müslim
3290] Tirmizî, 2/50
3291] 9/Tevbe, 75-76
- 888 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kimseye boyun eğme.” 3292
Bu iki fitnenin tehlikesi hakkında Rasûlullah şöyle buyurur: “Bir sürüye gönderilen iki aç kurdun sürüye verdiği zarar, kişinin mala ve şerefe düşkünlüğünün dinine verdiği zarardan daha fazla değildir.”3293 Yani kişinin mala, şana ve şerefe düşkünlüğü dinine, iki aç kurdun bir sürüye verdiği zarardan daha fazla zarar verir.
Eş Fitnesi: “Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının.” 3294
Çocukların Fitnesi: “Çocuk; korku, cimrilik ve hüzün kaynağıdır.” 3295
Baskı, İşkence ve Zulüm Fitnesi: Bu konuda en güzel örneği Kur’an verir: “Ateşle dolu hendeğe atılanlar (yakılarak) öldürüldü. Onlar (yakanlar) da başlarına oturmuşlar, mü’minlere yapmakta oldukları işkenceyi seyrediyorlardı. Onlardan; sadece, göklerin ve yerin mülkü kendisine ait olan, Aziz ve Hamîd olan Allah’a iman ettikleri için intikam aldılar. Oysa ki Allah, her şeyi görür.” 3296
Buhârî, Habbâb’dan (r.a.) şöyle dediğini rivâyet eder: Rasûlullah (s.a.s.) Kâbe’nin gölgesinde bürdesine sarınmış otururken O’na şikâyette bulunduk. Rasûlullah şöyle buyurdu: “Sizden öncekiler arasında öyleleri vardı ki yakalanıp kendisi için kazılan çukura konulurdu. Bir testere getirilerek kafasının üzerine konulur ve kafası ikiye ayrılırdı. Etleri kemiklerinden ayrılıncaya kadar demir taraklarla taranırdı. Ve bu (işkenceler) onları dininden döndüremezdi.” 3297
Deccal Fitnesi: Bu fitne, dünyadaki fitnelerin en büyüğüdür. “Ey insanlar! Allah, Âdem’i yarattığından beri yeryüzünde deccal fitnesinden daha büyük bir fitne olmamıştır. Ey Allah’ın kulları! Ey İnsanlar! İnancınızda sebat gösteriniz...” 3298
Kalplerin, fitneler karşısında doğru yoldan sapma ve sebat gösterme dereceleri hakkında Rasûlullah şöyle buyurur: “Fitneler kalplere, hasır gibi dal dal tesir eder. Hangi kalp onu kabul ederse ona siyah bir nokta konulur. Hangi kalp de onu reddederse ona beyaz bir nokta konulur. Sonunda iki ayrı kalp ortaya çıkar: Gökler ve yer kaldığı müddetçe fitnelerin kendisine zarar veremeyeceği ak taş gibi beyaz bir kalp ve diğeri...” 3299 (Hasır gibi: Yani hasırın üzerinde uyuyan kişinin sırtına çizgi çizgi iz bırakması gibi.)
Cihadda Sebat Etmek: “Ey iman edenler! Herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin.”3300 Dinimizdeki büyük günahlardan biri de ordular karşı karşıya geldiği anda savaş alanından kaçmaktır. Rasûlullah (s.a.s.) Hendek’te, sırtında toprak taşırken, mü’minlerle birlikte şu duâyı tekrarlıyordu: “(Düşmanla) karşılaşırsak ayaklarımızı sâbit kıl” 3301
3292] 18/Kehf, 28
3293] Ahmed bin Hanbel, Müsned III/460
3294] 64/Teğâbün, 14
3295] Ebû Ya’lâ, 2/305; Bu rivâyetin, başka şâhitleri de vardır. Bk. Sahîhu’l Câmi’ 7037
3296] 85/Bürûc, 4-9
3297] Buhârî, Bk. Fethu’l-Bârî, 12/315
3298] İbn Mâce, 2/1359
3299] Ahmed bin Hanbel, Müsned, 5/386; Müslim 1/127
3300] 8/Enfâl, 45
3301] Buhâri; Bk. Fethu’l-Bârî, 7/399
AZİM VE TEVEKKÜL
- 889 -
Doğru Yolda Sebat Göstermek: “Mü’minler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar, hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir).”3302 O yiğitlerin ilkeleri, canlarından daha değerlidir. Hiçbir geri adımı kabul etmeden sözlerinde ısrar ederler.
Ölüm Ânında Sebat Göstermek: Kâfirler ve fâcirler, en zor anlarında sebattan mahrum bırakılırlar. Ölüm anında şehâdet getiremezler. Bu, kötü sonun işaretlerindendir. Bir adama ölmek üzereyken “Lâ ilâhe illâllah de” denilir. Başını sağa sola oynatarak söylemeyi reddeder. Başka biri ölüm anında “Bu iyi bir parça. Bunun fiyatı ucuz” der. Bir diğeri satranç taşlarının isimlerini sayar. Bir başkası da şarkı sözlerini veya melodisini mırıldanır. Sevgilisinin adını tekrarlar. Çünkü bunlar, dünyada onu Allah’ı zikretmekten alıkoymuştur. Böylelerinin, yüzünün karardığı veya kötü koktuğu görülür. Ruhları çıkarken kıble yönünün tersine çevrilirler. Dışından belli olmayıp da içinde hangi acı halleri yaşadığını ve ölürken nasıl bir ölümle öldüğünü bilemediğimiz insanlar da işin ayrı bir yönü.
Sâlih insanlara gelince, Allah onları ölüm anında sebat göstermeye muvaffak kılar. Kelime-i şehâdet getirirler. Yüzlerinin parladığı ve güzel koku yaydıkları görülür. Ruhları çıkarken kendilerine bir şekilde müjde verilir.
Ölüm sıkıntısında, Allah’ın sebat etmeye muvaffak kıldığı insanlardan bir örnek... Ebû Zür’a er-Râzi, hadis ehlinin imamlarından biri... Şu da hayat hikayesinden bir kesit:
Ebû Zür’a’nın yazıcısı Ebû Cafer Muhammed b. Ali şöyle anlatır: “Meşheran’da (Rey şehrinin köylerinden biri) Ebû Zür’a’nın yanına gittik. Ölüm döşeğinde idi. Yanında Ebû Hatim, İbn Varrah, Münzir b. Şâzân ve başka insanlar vardı. “Ölülerinize (ölmek üzere olanlarınıza) Lâ ilâhe illâllah’ı söylemesini telkin edin” şeklindeki telkin hadisini zikrettiler. Kendisine telkinde bulunma konusunda Ebû Zür’a’dan utandılar. ‘Gelin, hadisi zikredelim’ dediler. İbni Varrah şöyle dedi: “Ebû Âsım bize şöyle bildirdi: Abdulhamid b. Cafer Salih’ten...” “İbnu Ebî” demeye başladı. Gerisini getiremedi. Bunun üzerine, Ebû Hatim şöyle dedi: “Bündâr bize şunu bildirdi: ‘Ebû Asım, Abdulhamid b. Cafer’den, o da Sâlih’ten şunu haber verdi.’ O da gerisini söyleyemedi. Diğerleri sustular. Ebû Zür’a ölüm döşeğinde, gözlerini açarak şöyle dedi: ‘Bize Bündâr şunu bildirdi: Ebû Âsım, bize Abdülhamid b. Cafer’in Salih b. Ebi Ureyb’den, onun da Kesir b. Murra’dan şöyle rivâyet ettiğini haber verdi: Muaz b. Cebel şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.s.) buyurdu ki: “Son sözü Lâ ilâhe illâllah olan cennete girer” Ve ruhu çıktı. Allah rahmet eylesin. 3303
Onun gibiler hakkında Allah şöyle buyurur: “Şüphesiz, Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: ‘Korkmayın, üzülmeyin, size vaadolunan cennetle sevinin!’ derler.” 3304
Allah’ım! Bizleri de onlardan eyle. Allah’ım! İşlerimizde sebat ve doğruda kararlılık dileriz. 3305
3302] 33/Ahzâb, 23
3303] Siyeru A’lâmi’n-Nubelâ, 13/76-85
3304] 41/Fussilet, 30
3305] Muhammed Salih el-Müneccid, Sebat, Tercüme: İsmail Yaşa
- 890 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Tevekkül; Anlam ve Mâhiyeti
Tevekkül; Âcizlik gösterme, başkasına güvenip dayanma, Allah’a güvenme, O’nun hükmünün mutlaka meydana geleceğine kesin olarak inanma ve alınması gereken tedbirleri alma anlamında Kur’anî bir terimdir.
“Müvekkil” vekil edinen, “tevkîl” ise vekil kılma, vekil edinme demektir. Aynı kökten olan “ittikâl” biraz da tembellik içeren ve boşa gidebilecek bir güvenme ve dayanmayı anlatır. Tevekkülde, kelimenin Arap dilindeki kalıbı gereği bir zorlama vardır. Bu da herhangi bir konuda aklî ve bedenî gücü, yani metot ve eylem fonksiyonunu kullanmayı, dayanılıp îtimat edilecek yere bunun sonucunda dayanmayı ifade eder.
Tevekkülün ıstılahî/terim anlamı ise: “Kişinin, şartlarını yerine getirerek, işlerini Allah Teâlâ’ya bırakması bir işe başlarken sebeplere yapıştıktan sonra O’na güvenmesi; kalbin, her işte Allah’a îtimat etmesi, güvenmesidir.” Tevekkül, dine veya dünyaya ait herhangi bir hususta, alınacak bütün tedbirler alındıktan, konu ile ilgili tüm girişimler yapıldıktan sonra, o işin neticesinin Allah’a bırakılmasıdır. Tevekkül, insanın kendine yüklenen bütün görevleri yaptıktan sonra işin sonucunu Allah’a bırakması, O’nun yaratacağı neticeyi güven ve rızâ ile karşılayıp, insanlardan bir beklenti içerisinde olmaması; kısaca Allah’a güvenip, âkıbetinden endişe etmemesidir. Tevekkül, kalbin Allah’a tam îtimat ve güveni, hatta başka güç kaynakları düşünmekten rahatsızlık duyması mânâsına gelir. Bu ölçüde bir güven ve îtimat olmazsa, tevekkülden söz edilemez; kalp kapıları Allah’tan başkasına açık kaldığı sürece de hakîkî tevekküle ulaşılmaz.
Tariften de anlaşıldığı gibi tevekkül; müslümanın, yapacağı işlerde tüm zâhirî sebeplere sarılması, alınması gereken tedbirleri alması, çalışıp çabalaması, ama gönlünü bunlara bağlamayıp sadece Allah’a dayanmasıdır. Tevekkül, hiç bir zaman, çalışmayı ve sebebe sarılmayı terkedip, “Allah’ın dediği olur” diyerek kenara çekilmek değildir. Nitekim Hz. Peygamber, devesini salıvererek Allah’a tevekkül ettiğini söyleyen bir bedeviye “Onu bağla da öyle tevekkül et.”3306 buyurmuştur.
İslâm inancına göre; yaratıkların bütün fiilleri, halleri ve sözleri Yüce Allah’ın kazâ ve takdîri ile meydana gelir. Onun için İslâm alınması gereken tedbirleri aldıktan sonra, insanlara ve aracılara değil, sadece Allah’a dayanma anlamındaki bir tevekkülü emreder. Bir âyette Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Müslümanlar sadece Allah’a dayanıp güvensinler.”3307 Hz. Peygamber de şu sözleri ile müslümanlara tevekkülü tavsiye etmektedir: “Eğer siz Allah ‘a hakkıyla tevekkül ederseniz, o sizi kuşu rızıklandırdığı gibi rızıklandırır.” 3308
Hz. Ömer (r.a.), Medine’de boşta gezen bir gruba: “Siz necisiniz?” diye sordu. Onlar da: “Biz mütevekkilleriz” dediler. Bunun üzerine büyük halife: “Hayır, siz mütevekkil değil, müteekkil (yiyici)lersiniz. Siz yalancısınız, tohumunu yere atıp (toprağa ekip) sonra tevekkül edene mütevekkil denir” dedi.
Bu olay tevekkülden ne anlaşılması gerektiğini çok güzel ifade etmektedir. Gerçek tevekkül güzel bir davranış, ahlâkî bir fazilettir. Cenâb-ı Hak,
3306] Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme 60
3307] 3/Âl-i İmrân, 122
3308] İbn Mâce, Zühd 14
AZİM VE TEVEKKÜL
- 891 -
müslümanlara tevekkülü emretmiş ve mütevekkil olanları sevdiğini haber vermiştir: “Bir de, daima diri olup, hiçbir zaman ölmeyen Allah’a tevekkül et.”3309, “Kim Allah’a tevekkül ederse, O, ona yeter.”3310; “Mü’minler, ancak o kimselerdir ki Allah anılınca kalpleri ürperir, onlara Allah’ın âyetleri okunduğunda o âyetler onların imanlarını artırır ve Rablerine tevekkül ederler.” 3311
Tevekkül, müslümanların kadere olan inançlarının bir sonucudur. Tevekkül eden kimse, Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmuş, kaderine râzı kimsedir. Fakat, nasıl kadere inanmak tembel tembel oturmayı, her şeyden el etek çekmeyi gerektirmiyorsa, tevekkül de tembellik ve miskinliği gerektirmez. Gerçek mütevekkil, çalışmadan kazanılamayacağını, ekmeden biçilemeyeceğini, amelsiz Cennet’e girilemeyeceğini, ihlâsla ibâdet ve tâatte bulunmadan Allah’ın rızâsına kavuşulamayacağını bilir. 3312
Tevekkül ve Türevleri: ‘Tevekkül’, ‘vekâlet’ kökünden türemiş bir kelimedir. Sözlükte, kendi işini gördürmek üzere birini tayin etme, birine güvenip dayanma demektir. Aynı kökten gelen ‘vekil’, kişinin kendi işini gördürmek üzere tayin ettiği, güvenip dayandığı kimse demektir. ‘Tevkîl’ ise, vekil kılma işidir ki, birine güvenip dayanma ve onu kendi yerine ‘nâib/temsilci’ olarak tayin etmedir. ‘Tevekkül’ tevkîl etme, vekil kılma işidir. ‘Müvekkil’, hukuk dilinde, dâvâlının kendi yerine işini görmesi veya dâvâsını savunması için avukat tâyin eden, avukatı görevlendiren kimsedir. Müvekkilinin dâvâsını savunan veya onun işini gören avukat da ‘vekil’dir.
Allah’ın Vekil Olması: Kur’an, Allah’ın kulları için ‘vekil’ olarak yeteceğini açıklıyor. “Allah, her şeyin yaratıcısıdır. O, her şey üzerinde vekildir.”3313; “Göklerde ve yerde ne varsa (hepsi) Allah’ındır. Vekil olarak Allah yeter.” 3314
Allah’ın güzel isimlerinden biri olarak ‘el-Vekil’; yarattığı her şey üzerinde gözetici ve Hafîz (koruyucu) olan, hepsinin idaresinin ve rızkının kendisine ait olduğu, onlardan zararları giderici, faydalı olanları onlara verici anlamına gelir. O, her şeyi düzenleyen olduğu gibi yönetendir de. Yarattıklarını gözetir, onların rızıklarını yaratır. Hiç bir şeyin bilgisi kendine gizli değildir, her şeyi korur, sevk ve idare eder.
Müslümanların “Allah bize yeter, O ne güzel Vekil’dir’3315 demeleri, bütün bu sıfatların Allah’a ait olduğunu söylemek, O’nun bütün yapıp etmelerinde güç sahibi ve bağımsız oluşunu ifade etmek içindir. Allah (c.c.) vekil olarak, mü’minlerin güvenip dayandığı, onların yapamayacağı işlerin en güzel idarecisidir. Vekil ismi bazı âyetlerde ‘şâhit’ anlamına da gelmektedir. Allah (c.c.) her an ve her yerde insanların yaptıklarına tanık olmaktadır, onların yaptıklarından haberdardır. 3316
İnsanlar Hakkında ‘Vekil’ Denilmesi: Kur’ân-ı Kerim’de ‘vekil’ sıfatı insanlar
3309] 25/Furkan, 58
3310] 65/Talâk, 31
3311] 8/Enfâl, 2
3312] Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 211
3313] 39/Zümer, 62
3314] 4/Nisâ, 132; Ayrıca Bk. 4/Nisâ, 81, 171; 17/İsrâ, 65; 33/Ahzâb, 3, 48
3315] 3/Âl-i İmrân, 173
3316] 12/Yusuf, 66; 28/Kasas, 2
- 892 -
KUR’AN KAVRAMLARI
hakkında da kullanılmaktadır. Bu kullanımlarda vekil kelimesinde, daha çok bekçi, gözetleyici, işlerin sorumlusu gibi anlamlar ağır basmaktadır. İnsanlar hakkında kullanılan ‘vekil’ sıfatının genellikle olumsuz olarak gelmesi dikkat çekmektedir. “De ki: ‘Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden hakk gelmiştir. Kim hidâyete ulaşırsa, o, ancak kendi nefsi için hidâyete ulaşmıştır. Kim de saparsa, o da, kendi aleyhine sapmıştır. Ben sizin üzerinize bir vekil değilim.” 3317
‘Vekil’ kelimesinin insanlar hakkında sözlük anlamıyla kullanılmasında bir sakınca yoktur. Ancak kavram anlamıyla kullanılması pek doğru değildir. Kur’an’ın ‘Allah vekil olarak yeter’ vurgusu buna işaret ediyor. Kıyâmet günü insanlara sorulacak olan şu soru da oldukça anlamlıdır: “İşte siz, dünya hayatında onlardan yana mücâdele ettiniz. Peki Kıyâmet günü onlardan yana Allah’la kim mücâdele edecek? Ya da onlara kim vekil olacaktır?” 3318
Tevekkülün Boyutları: ‘Vekil kılma’ anlamında ‘tevkîl’ sürekli Allah’ı ‘vekil’ kılma olarak geçmektedir. Yani kendsine ‘tevekkül’ edilen Allah (c.c.); Allah’ı vekil tutan da, O’na tevekkül eden de insandır. Tevekkülün hedefi hep Allah’tır. ‘Tevekkül’ fiil ve türevleriyle birlikte kırktan fazla âyette geçmektedir ki, hepsinde de ‘Allah’a tevekkül, O’nu Vekil bilme, O’na güvenip dayanma söz konusu edilmektedir. ‘Tevekkül’, kavram olarak, Allah’ı vekil bilme, O’na dayanmadır. Bunu iki şekilde anlamak mümkündür: Birincisi; birisini ‘veli’ bilmek, dost, yardımcı ve işine bakabilen bir kimse olarak güvenme, İkincisi ise; birisini kendi işi için vekil bilme ve ona güvenip dayanmadır.
Kavram olarak tevekkülü şöyle tanımlamak mümkündür: İnsanın, kendine yüklenilen veya kendine düşen bütün görevleri yaptıktan, bütün çalışmaları yerine getirdikten ve bütün tedbirleri aldıktan sonra, işin sonucunu Allah’a bırakmasıdır; Allah’a güvenip sonuçtan endişe etmemesidir.
Şüphesiz ki ‘tevekkül’ bazılarının anladığı gibi, havadan ekmek beklemek, gayret etmeden bir başarıya ulaşmak, yerinde oturarak Allah’tan bir şey beklemek değildir. Bu anlamda Allah (c.c.) kimsenin ‘vekil’i değildir. Bazı kimseler, insan olarak üzerlerine düşeni yapmazlar, gerekli çabayı göstermezler, emek sarfetmezler, sonra da işlerini Allah’a havâle ederler. Tâyin ettikleri ‘vekil’in, kendilerinin tüm işlerini görmesini beklerler. İslâm’da böyle bir tevekkül inancı yoktur. Kur’an şöyle diyor: “Allah’tan bir rahmet olarak, onlara yumuşak davrandın. Eger kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için mağfiret dile ve iş konusunda onlarla danış (müşâvere et). Bir kere azmettinmi (kesin karar verdinmi) de Allah’a tevekkül et. Çünkü Allah, tevekkül edenleri sever.” 3319
Görüldüğü gibi tevekkül’ün oluşum süreci açıktır. Yukarıdaki âyet belli bir konuda yapılması gerekenleri söyledikten sonra tevekkülün gereğine işaret ediyor. ‘Bir kere azmettinmi’ ifâdesi, gerekli kararlılığı ve yapılması gerekli çalışmaları haber veriyor. İman edenler, Rablerinin kendilerini ne ile sorumlu tuttuğunu bilirler. Bunun şuurundadırlar. Bütün kulluk görevlerinin yerine getirilmesi, bu işin şartıdır. Zaten insan bunun için yaratılmıştır. Görevler yerine gelmeden, sonucu büyük mükâfat ve kazanç olarak beklemek mümkün değildir. Mü’min, gerekeni
3317] 10/Yûnus, 108; Ayrıca Bk. 6/En’âm, 66, 107; 17/İsrâ, 68, 86; 25/Furkan, 43
3318] 4/Nisâ, 109
3319] 3/Âl-i İmrân, 159
AZİM VE TEVEKKÜL
- 893 -
yapar, sonuç konusunda Allah’a güvenip dayanır, O’nun vereceği karşılığa râzı olur. İslâm mü’minlere, ilim öğrenmelerini, emirlere uymalarını, rızıklarını aramalarını, Allah yolunda çalışma yapmalarını, düşmana karşı hazırlıklı olmalarını, din ve dünya işlerinde şûrâya başvurmalarını, işleri kolaylaştıracak metodları bulmalarını, haksızlıktan kaçınıp her işlerinde adâlete uymalarını ve bunlara benzer birçok güzel şeyi yapmalarını emrediyor. Elbette bu çalışmalar yapılırsa sonuç da güzel olacaktır.
Tevekkül bu anlamda, bütün çalışmaları yaptıktan, bütün görevleri yerine getirdikten sonra duyulan bir iç huzur ve doyumluluk, bir yönden de Allah’ın vereceğine râzı olma ahlâkıdır. ‘Tevekkül’, güçlü bir iman ve Allah’ın emrine uymada sürekli bir kararlılıktır. Tevekkül eden (mütevekkil), yaptığı tevekkülle bir faydayı elde eder, bir zarardan kurtulur. Onun hakkıyla yapacağı tevekkül ona böyle bir sonuç kazandırır ki, böyle bir sonucu başka bir şeyle elde etmek mümkün değildir.
Allah’a tevekkül, O’nun yardım ve desteğine güvenmedir, en uygun çalışmayı yapan, kulluk görevlerini yerine getirenlere iyi sonuç vereceğinden emin olmaktır. Kulun tevekkülü, Allah’ın o kuluna yeterli oluşunun bir sebebidir. Kur’an, mü’minleri tıpkı takvâda olduğu gibi, böyle bir tevekküle teşvik ediyor.3320 Tevekkül, hakka tam bağlılık, azimli ve kararlılık sahibi olma unsurları ile güçlenir, yerine getirilir. Mü’minler yalnızca Allah’a tevekkül ederler.3321 Onlar sürekli olarak ‘Hasbuna’llahu ve ni’me’l-vekîl; Allah bize yeter, O ne güzel vekildir’ derler. 3322
Peygamberimiz (s.a.s.) de buyuruyor ki: “Siz Allah’a hakkıyla tevekkül edebilseydiniz, sizleri de kuşları rızıklandırdığı gibi rızıklandırırdı; sabahleyin aç çıkar, akşama tok dönerdiniz.”3323 Bu demektir ki kuşlar gibi çaba sarfedenler, bu gayretlerinin sonuçlarını en güzel şekilde görürler.
Her şey bir sebebe bağlıdır. İnsanın kaderi; hedefini, amacını ve bu amacı gerçekleştirecek olan sebebi de içerisine alır. Bu, toprağın mahsul verebilmesi için, onun sürülmesi, ekilmesi, gübrelenmesi ve sulanması gerektiği gibi bir sebep-sonuç ilişkisidir. “Duâ ve tevekkül, işlerin sonucuna etki etmez!” diyen, amel işlemekle emredilmeyi, sebeplere yapışmayı görmezlikten geliyor demektir. Bir amel işlemeden, bir amaca ulaşmak için bir çaba sarfetmeden, emredilen şeyleri yerine getirmeden bir başarıya veya Allah’ın insana vadettiklerine kavuşmak mümkün değildir. Allah (c.c.), mü’min kullarının yalnızca Kendisine tevekkül etmelerini emrediyor. 3324
Kader ve Rızık
Özellikle yiyecek ve içecek cinsinden Allah’ın canlıya ihsan ettiği her besleyici şey rızıktır. Kur’ân-ı Kerim’deki çeşitli açıklamalar bu tanımı kanıtlamaktadır:
“Allah’tır ki sizi yarattı; Sonra sizi besledi; Sonra sizi öldürecek; Sonra sizi
3320] 73/Müzzemmil, 8-9; 17/İsrâ, 2
3321] 3/Âl- i İmrân, 122, 160; 5/Mâide, 11; 9/Tevbe, 51; 12/Yusuf, 67 vd.
3322] 3/Âl-i İmrân, 173
3323] Tirmizî, Zühd, 33, Hadis no: 2344
3324] 5/Mâide, 11; 9/Tevbe, 51; 14/İbrâhim, 11 vd.; Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 708-711
- 894 -
KUR’AN KAVRAMLARI
diriltecektir.”3325; “Nice canlı vardır ki rızkını taşıyamaz. Onları da sizleri de besleyen Allah’dır. O, tümü duyandır, tümü bilendir.”3326; “İnkâr edenlere dünya hayatı parlak gösterilmiştir. Onlar mü’minlerle alay ederler. Oysa sakınanlar, kıyamet gününde onlardan üstündürler. Allah dilediğine hesapsız rızık verir.” 3327
Rızık da her olay gibi kaderin kapsamına girer. Çünkü canlının hangi şartlarda, nerede, nasıl, hangi yollarla ve ne gibi bir besin maddesini alacağı ve ondan nasıl yararlanacağı ezelde Allah tarafından bilinmektedir. Dolayısıyla onun, yiyecek ve içecek maddesi olarak bir şeyi alması, kazanması ve onu tüketmesi, yaşadığı diğer olaylardan farklı bir şey değildir. Ne var ki, insanın örneğin, ağzına koymak üzere eline aldığı bir lokmayı herhangi bir nedenle yiyememesi, insanlar arasında öteden beri çok farklı bir olay gibi algılanmış, bu nedenle de yiyilip içilen şeylerin rızık adı altında özel bir konu olarak işlenmesi âdet olagelmiştir. Bu konuda olup bitenler arasında gerçekten de insanı şaşkınlık içinde bırakan bazı olaylar yaşanmıştır.
Örneğin, bir çocuğun, tam ağzına koymak istediği et lokmasının, o sırada kedi tarafından kapılması, ya da elindeki süt bardağının devrilmesi belki pek şaşırtıcı değildir. Ama kazılar sırasında çıkarılan bir insan kafatasının dişleri arasında henüz çürümemiş bir darı tanesi şaşkınlık içinde seyredilirken, kenara konduktan az sonra bir kuş tarafından gagalanarak kapılması daha büyük bir şaşkınlığa yol açabilmiştir. Bu da rızık meselesinin kader olayları arasında özelleştirilmiş bir konu olarak işlenmesine neden olmuştur. Hâlbuki rızık da, yaşanan diğer bütün olaylar gibi kaderin sıradan bir parçasıdır. Öyle ki, haram lokma da rızıktır.
Örneğin hırsızlık malı bir yiyeceğin, gerek hırsız tarafından bilinçle yenmesi, gerekse -farkında olunmadan - diğer biri tarafından yenmesi arasında kader açısından hiç bir fark yoktur. Haram ya da helâl, ikisine de yedikleri nasip olmuştur. İkisi de kendi irâde ve seçimleriyle bu fiili işlemişlerdir. Aralarındaki fark: Hırsızın sorumlu, diğerinin ise mâsum olmasıdır. Bu ise yenen şeyin, kader ya da rızık olmasıyla çelişmez. Daha doğrusu böyle bir olayın, Kur’ân’ın üslûbu dışında “rızık” olarak adlandırılmasının hiç bir özelliği yoktur. Çünkü kişinin bir şey yiyip içmesi ile onun, giyinip kuşanması, yürümesi, okuması, ya da herhangi bir hareket yapması arasında kader bakımından hiç bir fark yoktur.
Mu’tezilîler bu noktada da Ehl-i Sünnet’ten farklı düşünmüşlerdir. Onlara göre haram lokma rızık değildir. Çünkü “Allah, kötülüğü ve yasaklamış olduğu davranışları yaratmaktan münezzehtir.” Bu nedenle rızık için “Allah’ın, insanı yararlanmaktan yasaklamadığı şeyler” diye spekülatıf bir tanım yapmışlardır. Hâlbuki insanlar, Allah’ın yasakladığı birçok şeyleri de yiyip içmekte ve bunlardan yasaklı yollarla yararlanmaktadırlar. Dolayısıyla bu tanımın tutarsız olduğu açıktır.
Aslında rızık meselesinin taşıdığı önemi, onu, kader zinciri içinde pek anlamı olmayan yorumlarla özel bir konu haline getirmekte aramamak gerekir. Fakat rızkın asıl başka yönden taşıdığı bir önem vardır. O da şudur: Allah (c.c.), rızkın yaratıcısıdır, kişi ise onu, kendi irâdesiyle arayıp kazanandır. Helâli de haramı da
3325] 30/Rûm, 40
3326] 29/Ankebût, 60
3327] 2/Bakara, 212
AZİM VE TEVEKKÜL
- 895 -
hikmetiyle yaratan Allah, insana neyin helâl, neyin haram, neyin iyi, neyin kötü, neyin serbest ve neyin yasak olduğunu açıklamış, ancak onu, istediğini seçmekte özgür bırakarak ileride kendisini hesaba çekmek üzere de sorumlu tutmuştur. 3328
Rızık hakkında bilinmesi gereken önemli bir nokta da şudur: Kişi, bilgisini, enerjisini ve imkânlarını seferber ederek, çalışıp didinmek, çabalayıp rızkını aramak ve bununla birlikte olanca dikkatiyle helâlinden kazanmak durumundadır. Bu, hem iman, hem ahlâk, hem de hayat açısından zorunludur. Yani kişi her şeyden önce helâla helâl, harama da haram olarak inanmalı, bu iki şeyi vicdanında asla bir tutmamalıdır; Buna bir toplum baskısı ya da bir gelenek diye değil, bir Kur’ân gerçeği olarak inanmalıdır.3329 İnsanın böyle bir inançla rızık arayışı içine girmesi ise hem bir ahlâk gereği hem de yaşayabilmek için kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Çalışmakla rızık arasındaki ilişkiye gelince bu nokta, akılları durduran bir sırla örtülüdür. Bu gizemi sonsuza dek hiç kimse çözemeyecektir. Çünkü bu dünyada canının fedâ edercesine çalışıp çabalayan, akıllı, zeki, bilgili, atılgan, enerjik ve ahlâklı insanlar vardır ki, hayatları boyunca bir türlü iki yakaları bir araya gelmez. Aynı zamanda öyle tembel, sünepe, mendEbûr, geçimsiz ve ahlâktan yoksun kimseler de vardır ki, nimet ve servet içinde âdetâ yüzerler.
Öyle ise akıl, zekâ, enerji, disiplin, dürüstlük, ya da iman ve ahlâk ile rızık ilişkisinin arka planını deşmek veya merak etmek yerine, Allah’ın (c.c.), insanlara uyguladığı bu gizemli sınavdan ibret almak ve bu sınav için hazırlıklı olmak daha doğru olur. 3330
Tevekkül; “Kısmetimde Varsa, Rızkım Ayağıma Gelir” Demek midir?
“Kısmetimde varsa, rızkım ayağıma gelir” diyemeyiz. Kısmeti ayağına gönderilenler, kendi imkânlarıyla rızıklarını elde edemeyenlerdir. Mesela, hareketi sınırlı mikro organizmalar, insan ve hayvan yavruları ki bunlar anaları babaları tarafından beslenir. Yetişkin ve sağlıklı bir insan, çalışarak rızkını elde edecek yeteneğe sahip kılınmıştır. O yüzden kendi gayretiyle rızkını elde etmek zorundadır. Allah’ın koyduğu nizam budur. Peygamber Efendimiz: “Sizler, gereği gibi tevekkül etseydiniz, (sabahleyin) aç olarak gidip (akşam) tok olarak dönen kuşu rızıklandırdığı gibi, Allah elbette sizi de rızıklandırırdı.” buyurmuştur. Yani kuş, nasıl rızkını aramaya gidip bulmuş ve ondan yararlanmış ise, siz de Allah’a güvenip kuş gibi rızkınızı elde etmeye uğraşırsanız sizi de rızıklandırır buyurmaktadır. Demek ki rızkın temin edilmesi; aranıp bulunmasına, çalışıp elde edilmesine bağlıdır. Rızkı ayağına gönderilenler; bağırsaklarımızdaki saprofitler, vücudumuzdaki mikroplar, uzuvlarımızı oluşturan hücreler, yapraklarda yaşayan ufak böcekler gibi, kendi gayretiyle bunu elde edemeyecek olanlardır. Yoksa, bu imkâna sahip kılınmış olan canlılar; arayıp bulmak, kendi gayretiyle elde etmek zorundadır. Allah, işlerini koyduğu nizam ve kanunlar çerçevesinde yürütmekte olup hiçbir şeyi başıboş bırakmamıştır. Biz bunların tâbi olduğu nizam ve kanunları öğrenirsek,
3328] 5/Mâide, 4; 16/Nahl, 114-116
3329] 16/Nahl, 116
3330] Ferid Aydın, İslâm İnanç Sistemi,
- 896 -
KUR’AN KAVRAMLARI
hareketlerimizi onlara uydururuz. Gerisi kendi bileceği iştir. O kısma bizim aklımız tümüyle ermez. Diler, rızkımızı çoğaltır; dilerse azaltır. İşte, bilmediğimiz; bunu nasıl yaptığıdır. Çalışma, ilk planda gelir, ondan sonrası tevekkülle Allah’a bağlanmaktır.
Rızık temin etme yollarını, meşru hudutlar içinde aramalıdır. Rızık elde etme yollarından herhangi birisinin ihmali, mü’minleri zor duruma düşürür. Zira her mü’min, kendi rızkını temin ederken, diğer mü’minlerin menfaatine olan hizmetleri de üretmek durumundadır. Ancak en efdal ve en temiz olan rızık elde etme yolunun cihad olduğu unutulmamalıdır. Nitekim Peygamberimiz: “Fâiz yemek için hileli yollara saptığınız, öküzlerin kuyruğuna yapışıp ziraatle geçindiğiniz ve cihadı terkettiğiniz zaman, Allah Teâlâ, üzerinize zilleti Musallat kılar. Dininize dönmedikçe o zilleti üzerinizden sıyırmaz.”3331 diyerek, cihadın asla terk edilmemesini ısrarla tebliğ etmiştir.
Rezzâk (Rızık Veren) Allah’tır: Rezzâk; Çok rızık veren, yeteri kadar rızıklandıran anlamında ra-ze-ka fiilinden türemiş mübâlağa ile ism-i fâildir. Rezzâk, Allah Teâlâ’nın Kur’an ve hadislerde zikredilen esmaü’l-hüsnasındandır. “Muhakkak Allah rezzak (gerçek rızık veren) dır. O pek çetin kuvvet sahibidir.” 3332
Beslenerek yaşamaları için bütün canlıların rızıklarını veren yalnız Allah Teâlâ’dır. O’ndan başka rızık veren yoktur. “Yeryüzünde bulunan bütün canlıların rızıkları ancak Allah’a aittir.”3333; “Nice canlı mahluk vardır ki rızkını kendisi taşımıyor. Ona da size de rızkı Allah veriyor.”3334; “Yerde ve gökte Allah’tan başka sizi rızıklandıran bir yaratıcı var mıdır?”3335
Gerçekde rızkı yaratan ve rızıkları kullarına ihsan eden Allah olduğu halde, Kur’an’da “Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”3336 buyrularak, bazı kimselere; fakirlere yiyecek vererek veya gıda alacakları parayı infak ederek onların rızıklanmalarına sebep oldukları için mecazen “râzık” (rızık veren) denilmiştir. Yüce Allah’ın hayru’r-râzikıyn (rızık verenlerin en hayırlısı) olması da şu anlamda kullanılmıştır: Rızık, Allah’tan istenmeli. O nasib etmeyince, sebeplerin hiçbir faydası olmaz. Ticaret ve en ileri seviyedeki teknik sebepler gibi esbabın ötesinde Yüce Allah’ın öyle rızık kapıları vardır ki bunlar kapanınca, bütün sebeplerin tesirleri de kapanır. Ancak o hakiki müessir, müsebbib ve rezzâktır. Ondan başka gerçek anlamıyla rızık verecek râzık yoktur.
Allah’a tevekkül edip O’ndan istemekle beraber, O’nun takdir ettiği rızkı elde etmek için bunu aramak, çalışmak ve yeryüzünde dolaşmak lazımdır. “O (Allah), yeri size Mûsâhhar kıldı (boyun eğdirdi). O halde onun omuzlarında (köşe ve bucağında) yürüyün. Allah’ın rızkından yiyin...” 3337
Rızık; bedenlere ait maddî rızık ve ruhlara ait manevî rızık olmak üzere iki çeşittir. İnsanlar dahil bütün canlı bedenlerinin rızıkları, yiyecek içecek gibi
3331] Ebû Dâvud, K. Büyû, c. 3, s. 740
3332] 51/Zâriyât, 58
3333] 11/Hûd, 6
3334] 29/Ankebût, 60
3335] 35/Fâtır, 3
3336] 62/Cum’a, 11
3337] 67/Mülk, 15
AZİM VE TEVEKKÜL
- 897 -
şeylerdir. Bunlar da Yüce Allah’ın yarattığı bitki ve hayvanlardan temin edilir. İnsan ve cin ruhlarının rızıkları ise, saadete eriştiren bilgilerdir. Bu manevî rızıkların en şereflisi de ma’rifetullah, yani Allah’ı bilmektir. Bundan sonra diğer iman esaslarına dair bilgiler, Allah’a ibâdet, kullarının haklarına riâyet ve güzel ahlâkı tanıma bilgileri gelir. Bütün bunların semeresi, ebedî hayat saadetidir. Bedenlerin rızkı olan zahirî rızkın semeresi, bedenlerin kuvvetlenmesi ve ölüm zamanına kadar yaşamanın sağlanmasıdır.
Rezzâk ism-i şerifinden kulun alacağı hazz ve nasibin önemlileri üç kısımda değerlendirilebilir:
1- Kulun, istediği rızıkları talep etmesi için, helâl yollardan sebeplerine yapıştıktan sonra, Rabbine müracaat etmesi lazımdır. Yani fiilî duasını yaptıktan (rızık aramak için çalıştıktan) sonra, kavlî duasını dille ve gönülle yapması gerekir. Hz. Mûsâ, “Rabbim, kendini bana göster, sana bakayım”3338 diyerek manevî makamların en büyüğünü Rabbinden istediği gibi; acıktığında bedeninin ihtiyacı olan rızkı da “Rabbim, bana hayırdan (mal ve rızıktan) hangi şeyi indirirsen, gerçekten ben ona muhtacım!”3339 diyerek Allah’tan maddî rızık talep etmiştir.
2- Sebeplerine yapıştıktan sonra, rızıkları taksim eden Allah’ın taksimine râzı olup kanaat etmek ve O’na şükür ve hamd etmek lazımdır. “O halde bütün rızkı Allah katında arayın. O’na kulluk edin ve O’na şükredin.” 3340
3- Allah’ın rızık hazinesinden kendisine verdiğini, emrettiği şu şekilde Allah yolunda infak etmelidir. “Onlar ki infak ettikleri vakit ne israf ederler, ne de cimrilik yaparlar. Allah yolunda infakları ikisi arasında ortalama olur.” 3341
Her insanın, kâfir de olsa müşrik de olsa rızkı Allah’a aittir. Allah bütün canlılara yetecek miktarda rızık yaratır. Ama bazan yeryüzündeki zâlim ve zorbalar, kapitalist sömürücüler, mustaz’af insanların haklarını gasbetmeye yeltenirler. Onların da esas cezası Allah’a aittir.
“Yeryüzünü size boyun eğdiren (istifadeniz için itaatli kılan) Allah’tır. O halde yeryüzünün sırtlarında dolaşın da Allah’ın size ihsan ettiği rızıklardan istifade edin.”3342 Yeryüzünün insana boyun eğmesi; işlenmeye ve verimli kılınmaya müsait oluşudur. Faydalı olan nimetlerin ortaya çıkarılmasını sağlamak ve Allah’ın ihsan ettiği rızıkları temin etmek, insanların önemli faâliyet sahalarıdır. Ziraat, ticaret, zanaat ve diğer faâliyetlerin sebebi, yeryüzünde mevcut olan nimetlerin ve rızıkların ortaya çıkarılmasıdır. Dolayısıyla rızık kavramı, insan hayatında önemli bir yere sahiptir.
Bazı müslümanlar rızkı, taleb edip sebeplerine yapışmaya lüzum kalmadan, önüne konacak şeyler zannetmektedir. Hâlbuki rızık, mahlukatının yararlanması için Allah’ın yarattığı şeyler olup, elde edilmesi sarf edilecek gayrete bağlıdır. Her canlının rızkının belli oluşu, onun ne yapıp, rızkını nasıl ve ne miktarda sağlayacağının bilmesinden dolayı kaydedilmesidir. Armut piş, ağzıma düş
3338] 7/A’râf, 143
3339] 28/Kasas, 24
3340] 29/Ankebût, 17
3341] 25/Furkan, 67
3342] 67/Mülk, 15
- 898 -
KUR’AN KAVRAMLARI
anlamında değildir rızık. Kimsenin bir başkasının rızkını elinden alamayışı da bu kayda uygun düşmesi zorunluğundandır.
Rızık Kazanmak İçin Çalışmak: Allah’ın, kullarını rızıklandırmadaki sünneti’nin, kazanma sebeplerine tutunmalarıyla bu rızkı onlara ulaştırması ve bu sebeplere yapışmayı onlara emretmesi tarzında olduğunu belirtmiştik. Yeryüzünün çeşitli bölgelerine gitmek de bu sebeplerdendir. “O size yeri boyun eğer yaptı. Haydi onun omuzlarında yürüyün ve Allah’ın rızkından yiyin.”3343 Yani, yeryüzünün dilediğiniz değişik cihetlerine seyahat veya göç ederek yolculuğa çıkınız. Ticaret ve kazanç konularında çeşitli iklim ve bölgelerini dolaşınız. Allah, yeryüzünü yumuşak yaratmıştır. Öyle ki onda yürüyüşünüz, araçlarla yolculuğunuz çok kolay olmaktadır. Ve Allah’ın rızkından yiyin. Yani, Allah’ın sizi nimetlendirdiği şeylerden istifade edin. Rızık kazanmada sebeplere tutunmanın müstahap olduğuna bu âyet delildir. Bu konuda hadis-i şerif de şöyledir: “Gerçekten Allah, çalışıp kazanan mü’min kulunu sever.” 3344
Çalışmak, rızık kazanmak ve rızkın insanlara ulaşması için alışılagelen bir yoldur. Çalışmak, odun toplamak gibi her ne kadar zorlu bir gayret olsa da, müslümanın çalışmaya gücü oldukça, insanlardan sadaka istemesinden, dilenmesinden hayırlıdır. “Sizden birinin ipini alarak odun demetini sırtlanıp onu satması, -Allah onu dilencilikten korusun- versinler, vermesinler dilenmesinden daha hayırlıdır.” 3345
Rızık kazanmak için çalışmak ve sebeplerine sarılmak, tevekküle aykırı değildir. “Eğer hakkıyla Allah’a tevekkül etmiş olsaydınız, aç çıkıp tok dönen kuşlar gibi rızıklandırılırdınız.”3346 Ömer b. Hattab (r. a.) bir topluluğa uğradı ve onlara “siz kimsiniz?” diye sordu. Onlar da: “Biz mütevekkil (tevekkül edici)leriz” dediler. O da; “Hayır, siz müteekkil (yiyici)lersiniz. Mütevekkil, tohumunu saçan ve sonucunu Rabbine havale eden insandır.” buyurdu. 3347
Ahmed bin Hanbel, evinde veya mescidde oturup “ben çalışmam, nasıl olsa rızkım ayağıma geliyor” diyen adam hakkında sorulunca şöyle demişti: “O, ilimden yoksun cahil adamdır. Oysa Rasûlullah (s.a.s.) “Allah, rızkımı mızrağımın ucunda yaratmıştır.” buyurdu. 3348
Açgözlülük yapmadan, kimseye zulmetmeden ve insanlara yüzsuyu dökmeden mal ile rızıklandırılan kimsenin malı hakkındaki Sünnetullah, o mala bereket verilmesi tarzında cereyan eder. “Mal, yeşil (taze) ve tatlıdır. El açıklığıyla onu ele geçirenin malına bereket verilir. İnsanlara zulmetmek için kazananın malı ise bereketlenmez. Onun durumu, yiyip doymayan kimse gibidir. Üstteki el, alttaki elden hayırlıdır.”3349 Hadiste malı, mala rağbeti ve insanların ona olan hırsını, lezzetli yeşil bir meyveye benzetiş sözkonusudur. Çünkü kuruya nisbetle yeşil (taze), tek başına arzulanan niteliktedir. Hadisten anlıyoruz ki, mal elde edip de onu şerre alet etmeyenin, yani insanlardan istemeden, yüzsuyu dökmeden kazananın malına bereket verilir. İnsanlara sataşmak, üstünlük taslamak (müstekbir, kapitalist, sömürücü
3343] 67/Mülk, 15
3344] İbn Kesir, c. 4, s. 397
3345] Askalâni, S. Buhâri Şerhi, c. 3, s. 335
3346] Ahmed b. Hanbel
3347] Tefsir-i Âlûsi, 29/19
3348] Askalani, S. Buhâri Şerhi, c. 11, s. 305-306
3349] Askalani, a.g.e. 3/335
AZİM VE TEVEKKÜL
- 899 -
olmak) ve bu yönde aşırı istekli olmak ise malın bereketini kaçırır. “Bereket verilir” demek, bir şeyde İlâhî hayrın var olması demektir. Bereket; hiç umulmadık yerden, bilinmedik şekilde ve görülmedik biçimde İlâhî hayrın ulaşması demektir ki gözle görülenin de görülemeyen, hissedilemeyen artışı vardır. İşte o mübârektir, onda bereket vardır. Kur’an’ın belirttiği gibi zekâtı, sadakası verilen mal, gözle görülür biçimde azalmaz; aksine bereketlenir. 3350
Kader ve Tevekkül
“Tevekkül”, öteden beri amaçlı ve tek taraflı yorumlara konu olmuş bir kavramdır. Bunun nedenini, yalnızca tevekkül sözcüğünün verdiği esnek anlamda değil, bu anlamın insanlar tarafından çarpık algılanmasında aramak gerekir. Çünkü tevekkülü, kimileri kasıtlı, kimileri de kasıtsız olarak yanlış yorumlamışlardır. Böylece bu kavram hakkında ikisi yanlış, biri ise doğru olmak üzere üç ayrı düşüncenin var olduğunu söyleyebiliriz.
Bu çarpık yorumlardan birincisi, İslâm’a ve Kur’ân’a karşı önyargılı olanlara aittir. Daha çok şartlanmışlık etkisiyle İslâm’a karanlık bakanlara göre tevekkül, kelimenin tam anlamıyla; “her şeyi boşvermişlik demektir. Bu da tembel, miskin, amaçsız ve idealsiz insan tipinin hayat anlayışıdır. Bu anlayışın kaynağı ise Dindir.” Tabiatıyla dinden İslâm’ı amaçlamaktadırlar.
Bu görüşün doğruluk derecesini anlayabilmek için Kur’ân-ı Kerim’i incelemek yeterlidir. Gerçekte de Kur’ân-ı Kerim, bütün emir ve yasaklarıyla ve birçok öğütleriyle müslüman kişiye aktif, hareketli, dinamik ve üretken olması için ruh vermektedir. İslâm’ın ahlâk değerlerinden ilham alarak yola çıkan müslümanların tarihte elde ettikleri başarılar ve zaferler, sanat ve bilim alanında gerçekleştirdikleri eserler de onların tevekkül anlayışının böyle olmadığını ayrıca kanıtlamaktadır. Tevekkülü, her şeyi boşvermek gibi yorumlayanların yanıldığını kanıtlayan bir gerçek de onların bu kavramı yorumlarken hiç bir kaynağa dayanmamış olmalarıdır. Nitekim:
“Bu kelimenin mânâsı: Her şeyi kadere ve kısmete bağlayarak gayret harcamadan tam bir tevekkül içinde yaşamak demektir”3351 diyen bir yazar bu tanımı neye dayanarak yaptığını açıklamamıştır, Çünkü açıklayamamıştır. Ayrıca bu tanımda şöyle bir çelişki vardır: “Her şeyi kadere bağlamak” ile “gayret harcamadan yaşamak” birbirinden farklı şeylerdir. Çünkü her şeyi kadere bağlamak sanıldığı gibi boşvermişlik değil, bilakis Allah’ın ezelde her şeyi bildiğine inanmaktır. Bu ise, imanın şartlarındandır. Dolayısıyla Allah’ın (c.c.) ezelde her şeyi bildiğine inanmayan insan zâten mü’min değildir. “Gayret harcamadan yaşamanın” ise “her şeyi kadere bağlamak”la hiç bir ilişkisi yoktur. Bu olsa olsa bazı kimselerin bilgisizlikten kaynaklanan kişisel görüşüdür. Kişisel görüşlerin ise Kur’ân’ın evrensel değerlerini anlatmak için bir kaynak ya da bağlayıcı bir kanıt olamayacağı açıktır.
Tevekkül konusundaki yanlış görüşlerden ikincisi ise bazı mistiklere aittir. Bu görüşün temeli, eski stoacı Yunan filozoflarından Antistenes ve Sinop’lu Diogenes’in düşüncelerine kadar dayanmaktadır. Roma döneminde de Epiktetos’un ihyâ ettiği bu düşünce İslâm’ın gelişinden sonra bazı tasavvufçular
3350] Bk. 2/Bakara, 276
3351] Meydan Larousse, Tevekkül Maddesi, H. Rahmi Gürpınar’dan naklen
- 900 -
KUR’AN KAVRAMLARI
tarafından benimsenmiştir. “Kinizm” denen bu felsefenin zâten adı üstündedir. Çünkü kinik yaşam tarzı, köpek gibi yaşamak demektir. Bu anlayışa göre: Nasıl ki köpeğin, çalışmak gibi bir gâilesi, bir endişesi ve geleceğe dönük bir amacı ve ideali yoksa -sözde- insan da böyle olmalıdır; Mutluluk böyle bir yaşam tarzıyla ancak elde edilebilir. Tabiatıyla bir kısım tasavvufçular Helen kökenli maddeci filozofların bu görüşünü İslâm toplumuna sunabilmek için onu kendilerince İslâmlaştırmış ve bunu da tevekkül kavramını yorumlayarak yapmışlardır.
Tevekkül hakkındaki bu anlayışın yabancı kaynaklardan sızdığı, İslâm’daki tevekkülün ise bu olmadığı noktasında İslâm âlimleri görüş birliği içindedirler. Tevekkül kavramının en doğru anlamını Kur’ân-ı Kerim vermektedir. Bunu, özellikle şu âyetten çok iyi anlıyoruz: “Eğer kaba, katı yürekli olsaydın (dava arkadaşların) çevrenden dağılacak gideceklerdi. Öyle ise onları bağışla, onlar için Allah’dan af dile (Bir iş için) karar verdiğinde Allah’a tevekkül et.” 3352
Bir iş için karar vermek, o konuda gerekli önlemleri almak ve ön hazırlıkları yapmakla olur. Bu zâten doğal bir şeydir. Nitekim insanların, işlerine güçlerine gitmeden önce yanlarına birtakım kanıtlayıcı belgeler almaları, araç ve gereçler, ihtiyaç duydukları para, malzeme, silâh, ilâç, koruyucu madde, yiyecek ve içecek gibi şeyleri taşımaları, iş yerlerinde güvenlik önlemleri almaları hep bu gerçeği kanıtlamaktadır. Herhangi bir konuda karar veren aklı başında bir insanın, o işten beklenen sonucu alabilmek için gerekli ön hazırlıkları yapmış olması en mantıklı şeydir.
Dikkat edilecek olursa, yukarıda sözü edilen âyet-i kerimede iki önemli nokta vardır. Bunlardan birincisi karar vermek, ikincisi ise Allah’a tevekkül etmektir. Ancak “tevekkül etmek” âyet-i kerimedeki ifade içinde karar vermeye, (hatta bir anlamda önlem almaya bağlanmış) ve ondan sonra söz konusu edilmiştir. Bu da kişinin boş yere, gaflet içinde ve bilinçsiz oalarak Allah’a tevekkül edemeyeceğini kanıtlamaktadır. İnsan elbette ki önce bir şey planlamış olmalı ve bunun için birtakım hazırlıklar yapmış, önlemler almış olmalıdır ki gerisini Allah Teâlâ’ya bırakması bir anlam ifade etsin. Bu ölçüler içindeki gerçek tevekkülün aykırı şekline ise “tevâkül” denir.
İnsanın bu dünyadan nasibini alabilmesi için sebeplere sarılması konusunda İlâhî öğüt vardır.3353 Ancak Allah Teâlâ mü’min kişiye, alacağı bütün önlemlerden ve yapacağı bütün hazırlıklardan sonra yine de işini O’na havâle etmesini emretmiş, “Eğer mü’minseniz Allah’a tevekkül ediniz.”3354 buyurmuştur. Çünkü şu bir gerçektir ki, insan ne kadar tedbirli ve hazırlıklı olursa olsun Allah eğer dilerse onun bütün tedbirlerini ve hazırlıklarını boşa çıkarıp işini gücünü altüst edebilir; Bunu, hikmetinin ve takdirinin bir sonucu olarak yapabileceği gibi, kendine ve aldığı önlemlere güvenen gâfil insana bir ceza olarak da yapabilir. Şu halde yapılacak bütün hazırlıklardan ve alınacak bütün tedbirlerden sonra Allah’a tevekkül etmek İlâhî bir emirdir. Mü’minin, gaflet içinde olmadığının da ayrıca kanıtıdır. İşte Kur’ân’ın bize öğrettiği ve öğütlediği tevekkül budur. 3355
3352] 3/Âl-i İmrân, 159
3353] 28/Kasas, 77; 53/Necm, 40; 67/Mülk, 15
3354] 5/Mâide, 23
3355] F. Aydın, İslâm İnanç Sistemi,
AZİM VE TEVEKKÜL
- 901 -
Kur’ân-ı Kerim’de Azim ve Tevekkül
Kur’ân-ı Kerim’de “azm” kelimesi ve türevleri toplam 9 yerde geçer. Tevekkül kelimesinin türediği “v-k-l” ve türevleri ise toplam 70 yerde kullanılır.
“(Rabbimiz!) Ancak Sana kulluk/ibâdet ederiz ve yalnız Senden medet umar, Senden yardım isteriz.” 3356
“Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah’a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir.” 3357
“... Mü’minler, yalnızca Allah’a tevekkül etmelidir.” 3358
“Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Şâyet kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için duâ et; (umuma ait) işlerde onlarla istişâre et, onlara danış. Artık azmettiğin, kararını verdiğin zaman da Allah’a tevekkül et, O’na dayanıp güven. Çünkü Allah, tevekkül edenleri kendisine sığınanları sever.” 3359
“Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi ‘yapayalnız ve yardımsız’ bırakacak olursa, ondan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse mü’minler, yalnızca Allah’a tevekkül etsinler. 3360
“Onlar (mükâfata erecek olan mü’minler) öyle kimselerdir ki, halk kendilerine: ‘(Düşmanlarınız olan) insanlar size karşı ordu hazırladılar, o halde onlardan korkun!’ dedi de, bu (söz) onların imanlarını arttırdı ve ‘Hasbuna’llahu ve ni’me’l-Vekîl; Allah bize yeter, O ne güzel Vekil’dir’ dediler.” 3361
“Sen de onlardan (münâfıklardan) yüz çevir ve Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.” 3362
“İşte siz, dünya hayatında onlardan yana mücâdeleye atıldınız. Peki, Kıyâmet günü onlardan yana Allah’la kim mücâdele edecek? Ya da onlara vekil olacak kimdir?” 3363
“Göklerde ve yerde ne varsa (hepsi) Allah’ındır. (Güvenilip dayanılacak) Vekil olarak Allah yeter.” 3364
“Allah ancak bir tek ilâhtır. O çocuk sahibi olmaktan yücedir. Göklerde ve yerde her ne varsa O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.” 3365
“Ey iman edenler, Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani bir topluluk, size ellerini uzatmaya yeltenmişti de, (Allah,) onların ellerini sizlerden geri püskürtmüştü. Allah’tan korkup-sakının. Mü’minler yalnızca Allah’a tevekkül etmelidirler.” 3366
3356] 1/Fâtiha, 5
3357] 2/Bakara, 45; benzer âyet için yine Bk. 2/Bakara, 153
3358] 3/Âl-i İmrân, 122
3359] 3/Âl-i İmrân, 159
3360] 3/Âl-i İmrân, 160
3361] 3/Âl-i İmrân, 173
3362] 4/Nisâ, 81
3363] 4/Nisâ, 109
3364] 4/Nisâ, 132; Ayrıca Bk. 4/Nisâ, 81, 171; 17/İsrâ, 65; 33/Ahzaâ, 3, 48
3365] 4/Nisâ, 171
3366] 5/Mâide, 11
- 902 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“...Eğer mü’minlerdenseniz, yalnızca Allah’a tevekkül edin.” 3367
“(Hz. Şuayb:) Allah bizi ondan (şirkten) kurtardıktan sonra, bizim tekrar sizin dininize dönmemiz Allah’a karşı yalan yere iftira düzmemiz olur. Rabbimiz olan Allah’ın dilemesi dışında, ona geri dönmemiz bizim için olacak iş değildir. Rabbimiz, ilim bakımından her şeyi kuşatmıştır. Biz Allah’a tevekkül ettik. ‘Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında ‘Sen hak ile hüküm ver,’ Sen ‘hüküm verenlerin en hayırlısısın’ (dedi).” 3368
“(Hz. Mûsâ’ya iman eden sihirbazlar, Firavun’a şöyle dediler:) ‘Sen sadece Rabbimizin âyetleri bize geldiğinde onlara inandığımız için bizden intikam alıyorsun.’ (Sonra şöyle niyaz ettiler:) ‘Ey Rabbimiz! Üstümüze sabır yağdır (Bize bol bol sabır ver), müslüman olarak canımızı al’ dediler.” 3369
“Firavun’un kavminden ileri gelenler dediler ki: ‘Mûsâ’yı ve kavmini, seni ve tanrılarını bırakıp yeryüzünde bozgunculuk çıkarsınlar diye mi bırakacaksınız?’ (Firavun:) ‘Biz onların oğullarını öldürüp, kadınlarını sağ bırakacağız. Elbette biz onları ezecek üstünlükteyiz’ dedi. Mûsâ kavmine dedi ki: ‘Allah’tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah’ındır. Kullarından dilediğini ona vâris kılar. Sonuç müttakîlerin (Allah’tan korkup günahtan) sakınanlarındır.” 3370
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah zikredilip anıldığı zaman yürekleri ürperir. O’nun âyetleri okunduğunda imanlarını arttırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler.” 3371
“Münâfıklar ve kalplerinde hastalık olanlar şöyle diyorlardı: ‘Bunları (Müslümanları) dinleri aldattı.’ Oysa, kim Allah’a tevekkül ederse, şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.” 3372
“Eğer onlar (müşrikler) barışa eğilim gösterirlerse, sen de ona eğilim göster ve Allah’a tevekkül et. Çünkü O, işitendir, bilendir.” 3373
“Ey Peygamber! Sana ve sana uyan mü’minlere Allah yeter.” 3374
“De ki: ‘Allah’ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isâbet etmez. O bizim mevlâmızdır. Ve mü’minler yalnızca Allah’a tevekkül etmelidirler.” 3375
“Eğer onlar yüz çevirirlerse, de ki: ‘Bana Allah yeter. O’ndan başka hiçbir ilâh/tanrı yoktur. Ben O’na tevekkül ettim (O’na güvenip dayandım) O, büyük arşın Rabbi/sahibidir.” 3376
“Onlara Nûh’un haberini oku. Hani kavmine demişti ki: ‘Ey kavmim, benim makamım ve Allah’ın âyetleriyle hatırlatmalarım eğer size ağır geliyorsa ben, şüphesiz Allah’a tevekkül etmişim...” 3377
3367] 5/Mâide, 23
3368] 7/A’râf, 89
3369] 7/A’râf, 126
3370] 7/A’râf, 127-128
3371] 8/Enfâl, 2
3372] 8/Enfâl, 49
3373] 8/Enfâl, 61
3374] 8/Enfâl, 64
3375] 9/Tevbe, 51
3376] 9/Tevbe, 129
3377] 10/Yûnus, 71
AZİM VE TEVEKKÜL
- 903 -
“Mûsâ dedi ki: ‘Ey kavmim, eğer siz Allah’a iman edip Müslüman olmuşsanız artık yalnızca O’na tevekkül edin. (Kavmi) Dediler ki: ‘Biz Allah’a tevekkül ettik; Rabbimiz, bizi zulmeden bir kavim için bir fitne (konusu) kılma.” 3378
“De ki: ‘Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden hak gelmiştir. Kim hidâyete ulaşırsa, o, ancak kendi nefsi için hidâyete ulaşmıştır. Kim de saparsa, o da, kendi aleyhine sapmıştır. Ben, sizin üzerinize bir vekil değilim.” 3379
“(Hûd dedi ki:) ‘Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. O’nun, alnından yakalayıp denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır).” 3380
“(Şuayb) Dedi ki: ‘Ey kavmim görüşünüz nedir söyler misiniz? Ya ben Rabbimden apaçık bir belge üzerinde isem ve O da beni kendisinden güzel bir rızık ile rızıklandırmışsa? Ben, size yasakladığım şeylere (kendim sahiplenmek sûretiyle) size aykırı düşmek istemiyorum. Benim istediğim, gücüm oranında yalnızca ıslah etmektir. Benim başarım ancak Allah(’ın yardımı) iledir; O’na tevekkül ettim (güvenip dayandım) ve O’na içten yönelip dönerim.” 3381
“Göklerin ve yerin gaybı Allah’ındır, bütün işler O’na döndürülür; öyleyse O’na kulluk/ibâdet edin ve O’na tevekkül edin (güvenip dayanın). Senin Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.” 3382
“Ve (Yak’kub) dedi ki: ‘Ey çocuklarım, (Mısır’a) tek bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ben size Allah’tan hiçbir şeyi sağlayamam (gideremem). Hüküm yalnızca Allah’ındır. Ben O’na tevekkül ettim. Tevekkül edenler de yalnızca O’na tevekkül etmeli, O’na güvenip dayanmalıdırlar.” 3383
“(Ey Muhammed!) Böylece seni, kendilerinden önce nice ümmetlerin gelip geçtiği bir ümmete gönderdik ki, sana vahyettiğimizi onlara okuyasın. Onlar Rahman’ı inkâr ediyorlar. De ki: ‘O benim Rabbimdir. O’ndan başka tanrı yoktur. Sadece O’na tevekkül ettim ve dönüş sadece O’nadır.” 3384
“Rasûlleri onlara dediler ki: “Doğrusu biz, sizin gibi yalnızca bir beşeriz, ancak Allah kullarından dilediğine lütufta bulunur. Allah’ın izni olmaksızın size bir delil getirmemiz bizim için olacak şey değil. Mü’minler, ancak Allah’a tevekkül etmelidirler.” 3385
“Bize ne oluyor ki, Allah’a tevekkül etmeyelim? Bize doğru olan yolları O göstermiştir. Ve elbette bize yaptığınız işkencelere/eziyetlere karşı sabredeceğiz. Tevekkül edenler yalnız Allah’a tevekkül etmeli, sadece O’na güvenip dayanmakta sebat etmelidir.” 3386
“Onlar (o muhâcirler) sabredenler ve Rablerine tevekkül edenler, ancak O’na güvenip dayanmakta olanlardır.” 3387
3378] 10/Yûnus, 84-85
3379] 10/Yûnus, 108
3380] 11/Hûd, 56
3381] 11/Hûd, 88
3382] 11/Hûd, 123
3383] 12/Yûsuf, 67
3384] 13/Ra’d, 30
3385] 14/İbrâhim, 11
3386] 14/İbrâhim, 12
3387] 16/Nahl, 42
- 904 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiçbir zorlayıcı gücü yoktur.” 3388
“Mûsâ’ya kitap verdik ve ‘Benden başka vekil edinmeyin’ diye onu İsrailoğullarına kılavuz (hidâyet rehberi) kıldık.” 3389
“(Allah şeytana dedi ki:) ‘Benim (gerçek) kullarım (var ya); senin onlar üzerinde hiçbir zorlayıcı gücün (hâkimiyetin) yoktur. Vekil olarak Rabbin yeter.” 3390
“Hiçbir şey için ‘Bunu yarın yapacağım!’ deme. Ancak, ‘inşâallah (Allah dilerse yapacağım de). Unuttuğun zaman Allah’ı zikret/an ve ‘umarım Rabbim beni, doğruya daha yakın olana eriştirir’ de.” 3391
“Andolsun Biz, daha önce de Âdem’e ahid (emir ve vahiy) vermiştik. Ne var ki o, (ahdi) unuttu. Onda azim de bulmadık.” 3392
“(Muhammed:) ‘Rabbim! (Onlar hakkında) adâletinle hükmünü ver. Bizim Rabbimiz Rahmân’dır. Sizin anlattıklarınıza karşı (yegâne) yardımı umulan, sığınılan O’dur’ dedi.” 3393
“Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim’in dininde (de böyleydi). Peygamberin size şâhit olması, sizin de insanlara şâhit olmanız için, O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur’an’da) size ‘müslümanlar’ adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır. Ne güzel mevlâdır O, ne güzel yardımcıdır!” (3394
“Sen, asla ölmeyen ve daima diri olan (Allah)’a tevekkül et ve O’nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından O’nun haberdar olması yeter.”
“Sen, O güçlü ve üstün, merhamet eden (Allah’)a tevekkül et.” 3395
“Sen, artık Allah’a tevekkül et; çünkü sen apaçık olan hak üzerindesin.” 3396
“Ki onlar (cennetlik mü’minler), sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir (O’na güvenip dayanmaktadırlar.” 3397
“(Lokman, oğluna nasihat ederek şöyle demişti:) Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer (farz edilen) işlerdir.” 3398
“Allah’a tevekkül et (O’na güvenip dayan); vekil (koruyucu) olarak Allah yeter.” 3399
“Kâfirlere ve münâfıklara itaat etme, eziyetlerine (şimdilik) aldırma ve Allah’a
3388] 16/Nahl, 99
3389] 17/İsrâ, 2
3390] 17/İsrâ, 65
3391] 18/Kehf, 23-24
3392] 20/Tâhâ, 115
3393] 21/Enbiyâ, 112
3394] 22/Hacc, 78
3395] 25/Furkan, 58
3396] 27/Neml, 79
3397] 29/Ankebût, 59
3398] 31/Lokman, 17
3399] 33/Ahzâb, 3
AZİM VE TEVEKKÜL
- 905 -
tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.” 3400
“Allah her şeyin yaratıcısıdır. O, her şey üzerinde vekildir (Her şeyi dilediği gibi tasarruf eder).” 3401
“Hakkında ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şey; artık O’nun hükmü Allah’ındır. İşte Rabbim olan Allah. Ben O’na tevekkül ettim ve yalnızca O’na dönüp yönelirim.” 3402
“Size verilen herhangi bir şey, dünya hayatının metaı (kısa süreli faydalanması)dır. Allah katında olan ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. (Bu da) iman edip Rablerine tevekkül edenler içindir.” 3403
“Kim sabreder ve affederse şüphesiz bu hareketi, yapılmaya değer işlerdendir (azmu’l-ümûr; mert, azimkâr adamların işidir).” 3404
“O halde (Rasûlum), peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret. Onlar hakkında acele etme, onlar vaad edildikleri azâbı gördükleri gün sanki dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kaldıklarını sanırlar. Bu, bir tebliğdir. Yoldan çıkmış topluluklardan başkası helâk edilir mi hiç?!” 3405
“Gizli konuşmalar şeytandandır. Bu, iman edenleri üzmek içindir. Oysa şeytan, Allah’ın izni olmadıkça, mü’minlere hiçbir zarar veremez. Mü’minler Allah’a tevekkül etsinler, O’na dayanıp güvensinler.” 3406
“İbrâhim ve onunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: ‘Biz, sizlerden ve Allah’ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp inkâr ettik. Sizinle aramızda, siz Allah’a bir olarak iman edinceye kadar ebedî bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir.’ Ancak İbrahim’in babasına: ‘Sana bağışlanma dileyeceğim, ama Allah’tan gelecek herhangi bir şeye karşı senin için gücüm yetmez’ demesi hâriç. (Siz şöyle deyin:) ‘Ey Rabbimiz, biz Sana tevekkül ettik ve Sana yöneldik. Dönüş de ancak Sanadır.” 3407
“Allah; O’ndan başka ilâh/tanrı yoktur. Öyleyse mü’minler (yalnızca) Allah’a tevekkül etsi, yalnız O’na güvenip dayansınlar.” 3408
“... Kim Allah’tan korkarsa, takvâ sahibi olursa, Allah ona bir çıkış yeri (kurtuluş) ihsan eder. Ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah’a tevekkül eder, O’na güvenip dayanırsa, O, kendisine yeter/yetişir. Elbette Allah, kendi emrini yerine getirip gerçekleştirendir. Allah, her şey için bir ölçü kılmıştır.” 3409
“De ki: ‘O (Allah) Rahman olan (merhamet edip koruyan)dır; biz O’na iman ettik ve O’na tevekkül ettik. Artık siz kimin açık bir dalâlet/sapıklık içinde olduğunu pek yakında bileceksiniz.” 3410
3400] 33/Ahzâb, 48
3401] 39/Zümer, 62
3402] 42/Şûrâ, 10
3403] 42/Şûrâ, 36
3404] 42/Şûrâ, 43
3405] 46/Ahkaf, 35
3406] 58/Mücâdele, 10
3407] 60/Mümtehıne, 4
3408] 64/Teğâbün, 13
3409] 65/Talâk, 2-3
3410] 67/Mülk, 29
- 906 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Hadis-i Şeriflerde Azim ve Tevekkül
“Siz Allah’a hakkıyla tevekkül edebilseydiniz, sizleri de kuşları rızıklandırdığı gibi rızıklandırırdı; sabahleyin aç çıkar, akşama tok dönerdiniz.” 3411
Hz. Peygamber, devesini salıvererek Allah’a tevekkül ettiğini söyleyen bir bedevîye “Onu bağla da öyle tevekkül et” buyurdu. 3412
“Ümmetimden yetmiş bin kişi (Mahşer’de) hesaba çekilmeden cennete girecektir” Kendisine: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Bunlar kimlerdir?’ diye sual edildi. “Onlar, büyü yapmayan, yaptırmayan, uğursuzluğa inanmayan ve Rablerine tevekkül edip güvenenlerdir.” 3413
“Kuvvetli mü’min, Allah katında zayıf mü’minden daha hayırlı, (daha üstün) ve daha sevimlidir. (Bununla beraber) her ikisinde de hayır vardır. Sana yararlı olan şeyi elde etmeye çalış. Allah’tan yardım dile ve asla acz gösterme. Başına birşey gelirse, ‘Eğer (keşke) şöyle yapsaydım, şöyle olurdu!’ diye hayıflanıp durma. ‘Allah’ın takdiri bu. O, ne dilerse yapar’ de. Çünkü ‘eğer (keşke)’ kelimesi, şeytanı memnun edecek işlerin kapısını açar.” 3414
İbn Abbas (r.a.) şöyle demiştir: Rasûlullah buyurdu ki: “Yâ Rab! Yalnız Senin hükmüne teslim oldum, yalnız Sana iman ettim, yalnız Sana tevekkül ettim, yalnız Sana döndüm, yalnız Senin için mücâdeleye girdim. Yâ Rab! Dalâlete/sapıklığa düşmekten izzetine sığınırım, Senden başka ilâh yoktur. Ölmeyecek diri yalnız Sensin. Cinler ve insanlar ise, hep ölümlüdürler!” 3415
İbn Abbas (r.a.) şöyle demiştir: İbrahim (a.s.) ateşe atıldığı zaman “Hasbunallahu ve ni’mel-vekîl (Allah bize yeter. O ne güzel vekildir)” dedi. Muhammed (s.a.s.) de onu söyledi. Şöyle ki: (Kendisine) “İnsanlar size karşı ordular hazırladılar, o halde onlardan korkun.” dedikleri zaman, bu (söz) onların imanını artırdı ve: “Allah bize yeter. O, ne güzel vekildir.” dediler.3416 İbn Abbas (r.a.), gelen bir diğer rivâyete göre şöyle demiştir: İbrahim (a.s.) ateşe atıldığı zaman son sözü “Allah bana yeter. O, ne güzel vekildir” olmuştur. 3417
“Cennete birtakım kavimler girer ki, bunların gönülleri (rızıklarını aramada Allah’a tevekkül etmiş) kuşların gönülleri gibidir (yani tevekkül sahibidirler).” 3418
“Yatağına yattığında şöyle duâ et: ‘Allah’ım kendimi Sana teslim ettim, yüzümü Sana yönelttim, işimi Sana bıraktım, Senden ümitvâr olarak, azâbından korkarak sırtımı Sana dayadım. Senden sığınacak ve korunacak yer yine Sanadır. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin peygambere iman ettim.’ Eğer bu duâyı yapıp yattığın gece ölürsen iman üzere ölürsün. Eğer sabaha çıkarsan hayra ulaşırsın.” 3419
3411] Tirmizî, Zühd 33, Hadis no: 2344; İbn Mâce, Zühd 14
3412] Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme 60
3413] Buhârî, Tıb 1, Rikak 50, Libas 18; Müslim, İman 371, 374, hadis no: 218; Tirmizî, Kıyâmet 16
3414] Müslim, Kader 34
3415] Müslim, Zikir 67, Müsâfirîn 199; Buhârî, Teheccüd 1, Tevhid 7, 8, 24, 35; Ebû Dâvud, Salât 119; Tirmizî, Deavât 29; Nesâî, Kıyâmu’l-Leyl 9; İbn Mâce, İkamet 180
3416] Buhârî ve Müslim rivâyet etmişlerdir
3417] Buhârî, Tersûru sûre 3, -13-
3418] Müslim, Cennet 27; Ahmed bin Hanbel, Müsned II/33
3419] Buharî, Vudû’ 75, Deavât 6; Müslim, Zikir 56-58; Ebû Dâvud, Edeb 98
AZİM VE TEVEKKÜL
- 907 -
Ebû Bekir (r.a.) şöyle demiştir: “Biz (Hicret esnasında) mağarada iken, başımız ucunda (bizi arayan) müşriklerin ayaklarını gördüm ve Rasûlullah’a: “Ey Allah’ın Rasûlü, eğer şunlardan biri eğilip aşağıya bakacak olsa mutlaka bizi görür” dedim. Bunun üzerine Rasûlullah şöyle buyurdu: “Ey Ebû Bekir, üçüncüleri Allah olan iki kişiyi sen ne zannediyor (ve haklarında neler düşünüyor)sun?” 3420
Ümmü Seleme (r.a.)’dan rivâyet edilmiştir: Rasûlullah evinden çıkarken şöyle derdi: “Bismillâh. Allah’ın adıyla çıkıyor, Allah’a tevekkül ediyor, O’na güveniyorum. Allah’ım! Dalâletten/sapmaktan, saptırılmaktan; (Senin yolundan) kaymaktan, kaydırılmaktan; haksızlık yapmaktan, haksızlığa uğramaktan; câhilce davranmaktan ve câhillerin davranışlarına muhâtap olmaktan Sana sığınırım.” 3421
“Kim, evinden çıkarken: ‘Allah’ın adıyla çıkıyor, Allah’a tevekkül ediyor, O’na güveniyorum. Günahlardan korunmaya güç yetirmek ve tâatte kuvvet bulmak, ancak Allah’ın tevfik ve yardımıyladır’ derse, kendisine: ‘Doğruya iletildin, ihtiyaçların karşılandı, düşmanlarından korundun’ diye cevap verilir. Şeytan da kendisinden uzaklaşır.” Ebû Dâvud’un rivâyetinde şu ilâve vardır: “Şeytan diğer şeytana: ‘Hidâyet edilmiş, ihtiyaçları karşılanmı ve korunmuş kişiye sen ne yapabilirsin ki?’ der.” 3422
Enes (r.a.) şöyle dedi: “Nebî (s.a.s.) zamanında iki kardeş vardı. Bunlardan biri (ilim öğrenmek için) Peygamber’e (s.a.s.) gelir, diğeri de (geçimlerini temin için) çalışırdı. (Bir gün) çalışan kardeş, ötekini Nebî’ye (s.a.s.) şikâyet etti. Peygamber de: “Belki de sen, onun yüzünden iş buluyor, rızıklandırılıyorsun” buyurdu. 3423
“Kim insanların en şereflisi olmak isterse Allah’tan korksun. Kim insanların en güçlüsü olmak isterse Allah’a tevekkül etsin. Kim de insanların en zengini olmak isterse, kendi elindekinden çok Allah’ın nezdindekine bel bağlasın.”
Abdullah İbn Abbâs’dan nakledildiğine göre o şöyle demiştir: Bir gün Hz. Peygamber’in terkisinde bulunuyordum. Bana: “Yavrucuğum, sana bazı kurallar öğreteyim” dedi ve şöyle buyurdu: “Allah’ın emirlerini gözet ki Allah da seni gözetip korusun. Allah’ın (rızâsını) her işte önde tut, Allah’ı önünde bulursun. Birşey istediğin zaman yalnız Allah’tan iste. Yardım dilediğin zaman Allah’tan dile. Şunu iyi bil ki, bütün yaratılmışlar toplanıp elbirliğiyle sana bir menfaat/fayda vermeye çalışsalar, ancak Allah’ın senin için takdir ettiği faydayı temin ederler, daha fazlasını veremezler. Yine eğer bütün halk elbirliği ile sana bir zarar vermek isteseler, ancak Allah’ın senin hakkında takdir ettiği zararı verebilirler. Çünkü artık kaderi yazan kalem yazmaz olmuş, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir. (Bundan sonra takdirde herhangi bir değişiklik sözkonusu değildir.)” 3424
“Allah’ın emir ve yasaklarını gözet, O’nu önünde bulursun. Bolluk içindeyken (emirlerine bağlı kalmakla) sen Allah’ı tanı ki O da darlığa düşünce (kurtarmak sûretiyle) seni tanısın. Bil ki senin hakkında yazılmamış olan şey başına gelmez. Sana takdir edilen de seni atlayıp (başkalarına) gitmez. Bil ki zafer sabırla, sevinç üzüntüyle, kolaylık da zorlukla birliktedir.” 3425
3420] Buhârî, Tefsîru Sûre (9), 9, Fezâilu’l-Ashâb 2; Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe 1
3421] Ebû Dâvud, Edeb 103; Tirmîzî, Deavât 34; İbn Mâce, Duâ 18
3422] Ebû Dâvud, Edeb 103; Tirmizî, Deavât 34
3423] Tirmizî, Zühd 33
3424] Tirmizî, Kıyâmet 59
3425] Ahmed bin Hanbel, I/307
- 908 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Ey Ebû Hureyre! Allah’tan başka hiçbir şeye ümit bağlama. Allah’a tevekkül eyle. Bir arzun varsa Allah’tan iste. Allah Teâlâ’nın âdet-i İlâhiyyesi (işi, kânunu) şöyledir ki; her şeyi bir sebep altında yaratır. Bir iş için sebebine yapışmak ve sonra Allah Teâlâ’nın yaratmasını beklemek lâzımdır. Tevekkül de bundan ibârettir.”
“Yararlı işler görmekte acele ediniz. Zira yakın bir gelecekte karanlık geceler gibi birtakım fitneler ortalığı kaplayacaktır. O zamanda insan, mü’min olarak sabahlar, kâfir olarak geceler; mü’min olarak geceler, kâfir olarak sabahlar. Dinini küçük bir dünyalığa satar.” 3426
Câbir İbn Abdullah’dan (r.a.) rivâyet edildiğine göre o, Nebî (s.a.s.) ile birlikte Necid taraflarında bir gazvede bulunmuştu. Dönüşte Rasûlullah orada mola vermiş, mücâhidler ağaçlar altında gölgelenmek üzere çevreye dağılmışlardı. Rasûlullah ise, semûre denilen sık yapraklı bir ağaç altında istirahete çekilmiş, kılıcını da ağaca asmıştı. (Câbir dedi ki:) Birazcık kestirmiştik (uyumuştuk) ki, Rasûlullah’ın bizi çağırdığını işittik ve hemen yanına koştuk. Bir de baktık, Rasûlullah’ın yanında (müşriklerden) bir bedevî var. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Ben uyurken bu bedevî kılıcımı almış, uyandığımda kılıç kınından sıyrılmış vaziyette bunun elindeydi. Bana: ‘Seni benim elimden kim koruyup kurtaracak?’ dedi. Ben de üç defa: “Allah!” cevabını verdim.” (Câbir diyor ki:) Rasûlullah adamı cezalandırmamıştı, yanında oturuyordu.3427 Buhârî’deki bir başka rivâyette Câbir (r.a.) şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.s.) ile birlikte Zâtü’r-Rika denilen gazvede bulunuyorduk. Gölgeli bir ağaç bulduğumuzda onu Rasûlullah’a (s.a.s.) bırakmayı âdet edinmiştik. (Bu defa da öyle yaptık.) Ancak, müşriklerden bir adam gelerek Rasûlullah’ın (ağaçta asılı olan) kılıcını alıp çekmiş ve ‘Benden korkuyor musun?’ diye seslenmiş. Nebî (s.a.s.): “hayır!” cevabını vermiş. Adam: ‘Peki seni benim elimden kim kurtaracak?’ demiş. Rasûlullah da: “Allah!” buyurmuştur.3428 Ebû Bekir el-İsmâilî’nin “Sahih”inde yer alan bir rivâyette olayın bundan sonraki kısmı şöyle anlatılmaktadır: Adam: ‘Seni benim elimden kim kurtarır?’ dedi. Nebî (s.a.s.): “Allah!” cevabını verdi. Bunun üzerine adamın elinden kılıç düştü. Rasûlullah (s.a.s.) kılıcı aldı ve: “Peki, şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?” buyurdu. Adam: ‘İyi bir cezâlandırıcı ol!’ dedi. Rasûlullah (s.a.s.): “Allah’tan başka ilâh olmadığını ve benim Allah’ın rasûlü/elçisi olduğumu kabul ve itiraf eder misin?” dedi. Adam: ‘Hayır, kabul etmem! Ancak, seninle çarpışmamaya, seninle savaşacak herhangi bir topluluk içinde bulunmamaya söz veririm’ dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.) adamı serbest bıraktı. O da arkadaşlarının yanına döndü ve onlara: ‘En hayırlı kişinin yanından geliyorum’ dedi.
“Kanaatkâr ol ki, insanların Allah’a en çok şükredeni olasın.” 3429
“İslâm hidâyeti nasip edilen ve yeterli miktarda maişeti olup, buna kanaat edene ne mutlu!” 3430
“Ey insanlar! Allah’a karşı muttakî olun ve (dünyevî) isteklerde mûtedil/ölçülü olun. Zira, hiçbir kimse yoktur ki, (Allah’ın kendisine takdir ettiği) rızkını eksiksiz elde etmeden ölmüş olsun. Rızkı gecikse bile ona mutlaka kavuşacaktır. Öyleyse Allah’tan korkun ve
3426] Müslim, İman 186; Tirmizî, Fiten 30, Zühd 3; İbn Mâce, İkame 78
3427] Buhârî, Cihad 84, 87, Meğâzî 31, 32; Müslim, Fezâil 13, 14, Müsâfirîn 311
3428] Buhârî, Meğâzî 31
3429] İbn Mâce, Zühd 24
3430] Tirmizî, Zühd 35, hadis no: 2350
AZİM VE TEVEKKÜL
- 909 -
talepte mûtedil olun, (gayr-ı meşrû yollara sapmayın) helâl olanı alın, haram olanı terkedin.” 3431
“Zenginlik mal çokluğuyla değildir. Bilâkis zenginlik göz tokluğudur, gönül zenginliğidir.” 3432
“Ey Âdemoğlu! Eğer fazla malını Allah yolunda harcarsan bu senin için daha hayırlıdır. Kendine saklarsan senin için zararlıdır. Kefâf (yeterli miktar) sebebiyle levm edilmez, kınanmazsın. (Harcamaya), bakımları üzerinde olanlardan başla. Üstteki el (yani veren), alttaki elden (yani alandan) daha hayırlıdır.” 3433
“Dünyada zâhidlik, helâl olanı haram etmek veya malı ziyân etmekle olmaz. Gerçek zâhidlik, Allah’ın elinde olana, kendi elinde olandan daha çok güvenmen ve bir müsîbete düştüğün zaman getireceği sevabı sebebiyle, onun devamına rağbet göstermendir.” 3434
“Kim gam ve tasalarını bire indirir ve sadece âhiret tasasına gönlünde yer verirse, onun dünyevî gamlarını Allah izâle eder. Kim de gam ve tasalarını dünya ahvâline dağıtacak olursa, Allah onun, vâdilerden hangisinde helâk olacağına aldırış etmez.” 3435
“Bana zayıflarınızı arayın. Zîra sizler, zayıflarınız sebebiyle (onların sabrı, duâsı, takvâsı bereketiyle) yardıma ve rızka mazhar kılınıyorsunuz.”3436 Nesâî’nin rivâyetinde: “Allah bu ümmete zayıfları sebebiyle, onların duâları, namazları ve ihlâsları hatırı için yardım eder.” Zayıfların ibâdet ve duâları çok daha hâlisânedir. Çünkü, kalpleri dünyevî süslerle meşgûl değildir. Himmetleri bir şeyde toplanmıştır. Bu sebeple duâları makbuldür, amelleri (riyâdan) pâktır.
“Yanımda bir mal olsa, bunu sizden ayrı olarak (kendim için) biriktirecek değilim. Kim iffetli davranır (istemezse), Allah onu iffetli kılar. Kim istiğna gösterirse Allah da onu gani kılar. Kim sabırlı davranırsa Allah ona sabır verir. Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ihsanda bulunulmamıştır.”3437 Rezin şu ziyâdede bulunmuştur: “İslâm’a girip, yeterli miktarla rızıklandırılan ve verdiği bu miktara Allah’ın kanaat etmeyi nasip ettiği kimse kurtuluşa ermiştir.”
“(Hakiki) miskîn (yoksul), kapı kapı dolaşırken verilen bir iki lokmanın veya bir iki hurmanın geri çevirdiği kimse değildir. Fakat gerçek miskîn, ihtiyacını giderecek bir şey bulamayan ve halini anlayıp kendisine tasaddukta bulunacak biri çıkmayan, (buna rağmen) kalkıp halktan birşey istemeyen kimsedir.” 3438
“Sizden biri, mal ve yaratılışça kendisinden üstün olana bakınca, nazarını bir de kendisinden aşağıda olana çevirsin. Böyle yapmak, Allah’ın üzerinizdeki nimetini küçük
3431] Kütüb-i Sitte, 17/245
3432] Buhârî, Rikak 15; Müslim, Zekât 120, hadis no: 1051; Tirmizî, Zühd 40, h. no: 2374
3433] Müslim, Zekât 97, hadis no: 1036; Tirmizî, Zühd 32, h. no: 2344
3434] Tirmizî, Zühd 29, hadis no: 2341; İbn Mâce, Zühd 1, hadis no: 4100
3435] Kütüb-i Sitte, 17/565
3436] Ebû Dâvud, Cihâd 77, hadis no: 2594; Tirmizî, Cihâd 24, h. no: 1702; Nesâî, Cihâd 43, -6, 45,46-
3437] Buhârî, Zekât 50, Rikak 20; Müslim, Zekât 124, hadis no: 1053; Muvattâ, Sadaka 7 -2, 997-; Ebû Dâvud, Zekât 28, h. no: 1644; Tirmizî, Birr 77, h. no: 2025; Nesâî, Zekât 85, -5, 95-
3438] Buhârî, Zekât, 53, Tefsir, Bakara 48; Müslim, Zekât 102, hadis no: 1039; Muvattâ, Sıfatu’n-Nebiyy 7, -2, 923-; Ebû Dâvud, Zekât 23, h. no: 1631, 1632; Nesaî, Zekât 76 -5, 85-
- 910 -
KUR’AN KAVRAMLARI
görmemeniz için gereklidir.” 3439
“İstemeler bir nevi tırmalamalardır. Kişi onlarla yüzünü tırmalamış olur. Öyle ise, dileyen (hayâsını koruyup) yüz suyunu devam ettirsin, dileyen de bunu terketsin. Şu var ki, kişi, zarûrî olan (şeyleri) iktidar sahibinden istemelidir.” 3440
“Kim kendisine gelen bir fakirliği hemen halka intikal ettirirse (yani onlara açarak dilenmeye kalkarsa), onun fakirliğinin önüne geçilmez. Kime de fakirlik gelir, o da bunu (sadece) Allah’a açarsa, Allah ona er veya geç rızkıyla imdat eder.” 3441
“Ben görmeyen birisiydim, Allah basiretimi açtı; fakirdim, beni zengin kıldı.” 3442
“Kim dünyaya çok önem verirse, Allah onun işini dağıtır (zorlaştırır). İki gözünün arasına fakirliği (aç gözlülüğü) koyar. (Hâlbuki) dünyadan ona ulaşacak olan kendisi için yazılandan başkası olamaz. Kimin de niyeti âhiret(i kazanma) ise Allah onun işini toparlar (kolaylaştırır). Onun kalbine zenginliği koyar. Ona dünyadan da ihtiyaç duyduğu şey ulaşır.” 3443
“Kişi mahzurlu olan şeyden korkarak mahzursuz olanı terketmedikçe gerçek takvâya ulaşamaz.” 3444
“Sizden kim nefsinden emin, bedeni sıhhatli ve günlük yiyeceği de mevcut ise sanki dünyalar onun olmuştur.” 3445
“Âdemoğlunun şu üç şey dışında (temel) hakkı yoktur. İkamet edeceği bir ev, avretini örteceği bir elbise, katıksız bir ekmek ve su.” 3446
“İki haslet vardır, bunlar kimde bulunursa Allah onu şükredenler ve sabredenler arasına yazar: Din hususunda kendinden üstün olana bakıp ona uymak; Dünyalıkta kendinden aşağı olana bakıp Allah’ın kendine vermiş olduğu üstünlüğe hamdetmek. İşte böyle olan kimseyi Allah şükredici ve sabredici olarak yazar. Kim de din konusunda kendinden aşağı olana bakar, dünyalıkta da kendinden üstün olana bakar ve elde edemeyeceğine üzülürse Allah onu şükreden ve sabreden olarak yazmaz.” 3447
“Himmet yönüyle insanların en yücesi, hem dünya hem de âhiret işine himmet gösteren mü’mindir.” 3448
“(Benî Âdem’den) Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yiyeceği asla yememiştir. Allah’ın peygamberi Dâvud aleyhisselâm elinin emeğini yerdi.” 3449
“Öyle devir gelecek ki, insanoğlu, aldığı şeyin helâlden mi, haramdan mı olduğuna
3439] Buhârî, Rikak 30; Müslim, Zühd 8, hadis no: 2963; Tirmizî, Kıyâmet 59, h. no: 2515
3440] Ebû Dâvud, Zekât 26, hadis no: 1639; Tirmizî, Zekât 38, h. no: 681; Nesâî, Zekât 92 -5, 100-
3441] Tirmizî, Zühd 18, hadis no: 2327; Ebû Dâvud, Zekât 28, hadis no: 1645
3442] Buhârî, Enbiyâ, 51; 93/Duhâ, 7-8
3443] İbn Mâce, Zühd 1, hadis no: 4104, 2/1378; Tirmizî, Kıyâmet 31, hadis no: 2467
3444] Tirmizî, Kıyâmet 20, hadis no: 2453
3445] Tirmizî, Zühd 34, h. no: 2347; İbn Mâce, Zühd 9, h. no: 4141
3446] Tirmizî, Zühd 30, hadis no: 2342
3447] Tirmizî, Kıyâmet 59, hadis no: 2514
3448] Kütüb-i Sitte, 17/245
3449] Buhârî, Büyû’ 15
AZİM VE TEVEKKÜL
- 911 -
hiç aldırmayacak.”3450 Rezîn şu ziyâdede bulunmuştur: “Böylelerinin hiçbir duâsı kabul edilmez.”
“Muhakkak ki yediğinizin en temizi kendi kesbinizden olandır. Muhakkak ki evlâtlarınız da kendi kesbinizdendir (çalışıp kazandığınızdandır).” 3451
“...Allah’a yemin olsun, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Ben size dünyanın genişlemesinden korkuyorum. Sizden öncekilere dünya genişlemişti de hemen dünya için birbirleriyle boğuşmaya başladılar ve helâk oldular. Genişleyen dünyanın onlar gibi sizi de helak etmesinden korkuyorum.” 3452
“... Senin vârislerini zengin olarak bırakman, halka ihtiyaçlarını açan fakir olarak bırakmandan daha hayırlıdır. Sen azîz ve celîl olan Allah’ın rızâsını arayarak her ne harcarsan, -hatta bu, hanımının ağzına koyduğun bir lokma bile olsa-, mutlaka onun sebebiyle mükâfatlanacaksın...” 3453
Hâlid’in oğulları Habbe ve Sevâ (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) bir şey tamir etmekte iken yanına girdik. O işte kendisine yardım ettik. “Başlarınız kımıldadığı müddetçe rızık husûsunda yeise düşmeyin. Zira insanı annesi kıpkızıl, üzerinde hiçbir şey olmadığı halde doğurur, sonra Aziz ve Celil olan Allah onu her çeşit rızıkla rızıklandırır.” buyurdular.” 3454
“Sakın sizden kimse kararsız olup da: ‘Ben insanlarla beraberim, eğer insanlar iyilik yaparsa ben de iyilik yaparım; kötülük yaparsa ben de kötülük yaparım’ demesin. Aksine, nefsinizi sâbit tutun, halk iyilik yaptımı siz de iyilik yapın, kötülük yaparsa zulme yer vermeyin.” 3455
“Şüphesiz, her derede, Âdemoğlunun kalbinden bir parça bulunur (yani kalp her şeye karşı bir ilgi duyar). Öyleyse kimin kalbi bütün parçalara ilgi duyarsa, Allah onun hangi vâdide helâk olacağına hiç aldırmaz. Kim de Allah’a tevekkül ederse, kalbinin her şeye (ilgi kurarak dağılmasını önlemek için) Allah ona yeter.” 3456
Allah el-Vekîl’dir, Kendisine Dayanılıp Güvenilmesi Gereken Tek Zâttır
Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerden öğrendiğimiz Allah Teâlâ’nın mübârek isimleri bizim O’nu daha iyi tanımamıza yardımcı olurlar. Aslında, Esmâü’l-Hüsnâ’nın çoğu, biraz düşünüldüğünde tevekkül kavramıyla alâkası kurulabilir. Ama, bunlardan bazılarının tevekkül kavramıyla daha çok yakın ilgisi vardır. Konumuzla ilgisi bakımından Allah’ın isimlerinden el-Vekîl ism-i şerîfinin mânâsı: El-Vekîl ism-i şerîfi, Arapça’daki kelime yapısı bakımından tevekkül kelimesi ile aynı kökten gelmektedir. Kur’an’da on dört yerde el-Vekîl ismi zikredilmekte olup
3450] Buhârî, Büyû’ 7, 23; Nesâî, Büyû’ 2, -7, 243-
3451] Ebû Dâvud, Büyû’ 79; Tirmizî, Ahkâm 22, hadis no: 1358; Nesâî, Büyû’ 1, -7, 249-; İbn Mâce, Ticaret 1, hadis no: 2137, 64, -2290-
3452] Buhârî, Rikâk 7, Cizye 1, Meğâzî 11; Müslim, Zühd 6, hadis no: 2961; Tirmizî, Kıyâmet 29, hadis no: 2464
3453] Buhârî, Cenâiz 37, Vesâyâ 2, 3, Fezâilu’l-Ashâb 49, Meğâzî 77, Nafakat 1, Marzâ 13, 16, 43, Ferâiz 6; Müslim, Vesâyâ 5, hadis no: 1628; Tirmizî, 6, hadis no: 975; Ebû Dâvud, Vesâyâ 2, hadis no: 2864; Nesâî, Vesâyâ 3; Muvattâ 4 -2, 763-
3454] İ. Canan, Kütüb-i Sitte, c. 17, s. 595, hadis no: 1281
3455] Tirmizî, Birr 63, hadis no: 2008
3456] Kütüb-i Sitte, c. 17, s. 579
- 912 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bunun mânâsı: “İşlerini gerektiği şekilde kendisine bırakanların işini düzeltip, onların yapabileceğinden daha iyisini temîn eden.” şeklindedir. “...Allah’a tevekkül et; vekîl olarak Allah yeter.” 3457
Kendisine iş ısmarlanan kişiye vekil denir. Bilindiği gibi vekil yapılacak kişinin, vekil olacağı iş hakkında yeterli derecede bilgi sahibi olması, o işi yapmaya gücü yetmesi, kendisini vekil edenin her bakımdan güvenine lâyık olması gerekir. Şu halde tevekkül, emin ve kuvvetli bir vekile güvenerek, işlerini ona bırakmaktır.
Yüce Allah, kendisine hakkıyla tevekkül edenlerin işlerini en iyi bir neticeye ulaştırır. Gerçi O’na hiçbir şey vâcip değildir; O, hiçbir şeyi yapmaya veya yapmamaya mecbur değildir; O’nun irâdesi çerçevelenemez, isterse yapar; istemezse O’na bir işi zorla yaptıracak yoktur. Fakat O’nun râzı olacağı şekilde işler kendisine bırakılırsa, hayırlı ve kârlı olanı yapar; âdeti ve hikmeti budur. Gerçek vekil ancak Allah Teâlâ’dır. Çünkü her işi bütün sırlarıyla bilen ve her zorluğu açan yalnız O’dur. 3458
Konumuzla İlgisi Bulunan Diğer Esmâü’l-Hüsnâdan Bazı İsimler ve Mânâları
El-Veliyy: İyi kullarının, mü’minlerin dost ve yardımcısı anlamındadır. Kur’an’da bu anlamda, “veliyy” ve “Mevlâ” şeklinde geçmektedir. Bir âyette şöyle buyurulmaktadır: “...Namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı sarılın. O, sizin Mevlânızdır. O, ne güzel mevlâdır, ne güzel yardımcıdır.” 3459
El-Hasîb: Bu isim iki mânâya gelmektedir: 1- Kullarına yeten, 2- Kullarını hesaba çeken. Konumuzla ilgili olan; ilk mânâdır. “Bir kısım insanlar mü’minlere: ‘Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!’ dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve: ‘Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!’ dediler.” 3460
El-Kâfî: Allah, kendisine inanan, kendisine bağlanan ve kendisine güvenip dayananlara kâfî gelir, onlara yeter. Usûl ve kâidelerine uyularak Kendisine bırakılan işleri, hayırlı ve kul için en güzel ve en faydalı sonuca ulaştırır. İnsan için Allah’tan daha güzel ve sağlam bir dayanak ve vekil olamaz. “Allah kuluna kâfî değil mi?...” 3461
El-Vâfî: Kâfî, yeten, sözünün eri; vaadini mutlak yerine getiren anlamına gelir.
En-Nasîr: Yardım eden, te’yîd ve takviye eden anlamındadır. “...Bilin ki Allah sizin sahibinizdir. O ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır.” 3462
Hayru’n Nâsırîn: Yardım edenlerin en hayırlısı anlamına gelmektedir. “...Sizin yardımcınız Allah’tır ve O yardım edenlerin en hayırlısıdır.” 3463
3457] 4/Nisâ, 81; 33/Ahzâb, 3
3458] Ali Osman Tatlısu, Esmâü’l-Hüsnâ Şerhi, Sehâ Neşriyat, 1993, s. 147
3459] 22/Hacc, 78
3460] 3/Âl-i İmrân, 173
3461] 39/Zümer, 36
3462] 8/Enfâl, 40
3463] 3/Âl-i İmrân, 150
AZİM VE TEVEKKÜL
- 913 -
El-Müsteân: Yardım kendisinden istenen anlamındadır. “...Bizim Rabbimiz Rahmân’dır. Sizin anlattıklarınıza karşı yardımı umulandır.” 3464
İnsanın Tevekküle İhtiyacı
Bir insanın gerek şahsıyla ilgili konularda, gerek aile işlerini idârede; çocukların terbiyesinde, sağlık konularında; bir tüccarsa ticârî ilişkilerinde veya bir memursa resmî işleri etrafında, kısacası hangi meslektense ona göre iş ve gücünün her gün çeşitlenen pürüzleri karşısında, kâr-zarar düşünülerek, işler ne kadar hesaplı tutulursa tutulsun, yine de insanın karşısına hiç hesapta olmayan şeylerin çıktığı görülür. Alınan tedbirler, yapılan istişâreler hatır ve hâyâle gelmedik nice sebepler yüzünden hükümsüz kalabilir. Yerden, gökten beklenmedik nice âfetler; insan gücünün, fen kudretinin önleyemeyeceği nice engeller belirir veya insanlarla olan ilişkilerimizde bizim düşündüğümüzün dışında, umulmadık gelişmeler meydana gelir ve böylece bütün hesaplar alt üst olabilir, bütün hayaller suya düşebilir.
İşte bu sebeplerden dolayı, isteklerimize ulaşmak için elimizden gelen bütün gayreti sarf ederek çalışıp çabaladıktan sonra, ilerisi için telaş ve heyecana kapılmayarak, bütün sebepleri emir ve fermânı altında tutan Yüce Allah’a tevekkül etmek gerekir.
Burada tevekkülün mânâsı, sarf ettiğimiz bu gayretlerin mahsûl vermesi, boşa gitmemesi için Allah’tan başarı ve yardım dilemek ve ancak O’na güvenmektir. Bu ise maddî kuvvetten sonra mânevî kuvveti de kazanmayı istemektir. Şu halde tevekkül, mânevî bir yardım isteme anlamına gelir ki, her işte her müslümanın buna ihtiyâcı vardır.
Tevekkül, görevlerini yerine getirdikten sonra duyulan bir iç huzur, itmînân ve güven olayıdır. Tamamen materyalist ve pozitivist bir bakışla dahi tevekkülün bulunması insana bir şey kaybettirmeyeceği gibi; bulunmaması durumunda moral ve psikolojik açıdan kesinlikle bir kayıp söz konusudur. Tevekkül eden kişi “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” 3465 kuralı karşısında aklî ve bedenî görevini yapacak, bundan öte Allah vekîlimdir deyip işini O’na havâle ederek, sonuç ne olursa olsun ona rızâ duygusuyla, iç yorgunluk çekmekten kurtulacaktır. Tevekkül etmeyenin de maddî olarak fazladan yapacağı bir şey yoktur. Hatta maddî vesîleleri bir emir telakkî etmediğinden, belki de sebeplere daha az sarılacaktır. Sonra da telaşlı, sıkıntılı bir bekleyişe girecek ve umduğu sonucu alamayınca da dövünecek, üzülecek, dayanacak bir teselli kaynağı bulamayacak, sinirleri gerginleşecek; sonuçta bunalıma girecektir. 3466
Tevekkül denilen mânânın bir gönülde yer tutması, sahibi için dünyanın en zengin hazinelerine sahip olmaktan daha kıymetlidir. Çünkü bir insan için gönlünün rahatlığı ve huzuru en büyük nimetlerdendir. Maddî, mânevî kazançlar, âfiyet ve huzur içinde gönül rahatlığına bağlıdır. Fikir selâmetini, gönül huzurunu öldüren başlıca sebepler şunlardır: Gereğinden fazla hırs, istek, rekabet gibi insanın huzur ve rahatını kaçıran haller; “iflâs edersem, kansere yakalanırsam, işimden atılırsam...” gibi kendi kendine zihinde kurulan mânâsız korku ve
3464] 21/Enbiyâ, 112
3465] 53/Necm, 39
3466] Faruk Beşer, Fıkıh Penceresinden Sosyal Hayatımız, Nûn Y. İst. 1994, s. 226
- 914 -
KUR’AN KAVRAMLARI
endişeler; başa gelen felâket ve musîbetlerin giderilemeyen ıstırapları...
Kendisinde bu haller bulunan insanlar, hayatlarında dünyalarına ve âhiretlerine yarar bir şeye sahip olamazlar, vesveselidirler, hiçbir iş beceremezler; ürkektirler, hiçbir işe girişemezler. Bunların günleri ah, vah ile; vesvese ve evhamla geçer gider. Bu hallerini birtakım maddî imkânlarla da gidermek mümkün olmaz. Ancak, gönlüne, Allah’a tevekkülü hakkıyla yerleştirebilmiş bir müslüman asla böyle değildir; o, her zaman mutlu ve rahattır. Çünkü o, kendine düşeni yaptıktan sonra bilir ki, sonsuz rahmet sahibi Allah Teâlâ sevdiği kulunu, kulun kendisini düşündüğünden daha fazla düşünür ve korur.
Onun için, gönüllerde kuvvetli bir tevekkülün, hem de gerçek mânâsıyla bir tevekkülün yer tutmuş olması lâzımdır. Bir müslümanın işini yoluna koyduktan sonra ötesini Allah’a havâle edip de O’na güvenmesi ve O’nun en iyisini, en güzelini, en doğrusunu, en hayırlısını nasîb edeceğine inanması, kalp için çok büyük bir kuvvettir. Günümüz insanının ve özellikle de günümüz Müslümanının bu inanca ve bu kuvvete çok fazla ihtiyacı vardır.
Tevekkül Nasıl Olmalıdır? Çalışmanın ve sebeplere yapışmanın ihmâli tembellik demek olduğuna göre, tevekkül ile tembellik arasında bir zıtlık vardır. İslâm dinînde tevekkül vâcib, tembellik haramdır. “Tevekkül demek, görevin îfâsını Allah’a havâle etmek değildir; emri ve kararı Allah’a bırakmaktır. Allah’ın emrini canla başla yerine getirmeye çalışmaktır. Kısacası tevekkül, “tefvîz-i vazife” (görevi havâle) değil; “tefvîz-i emr” (kararı havâle)dir. Birçokları bu konuda gaflete düşerek tevekkülü, vazifeyi terk etmek sanırlar. Yani kulluk görevlerinin yerine getirilmesini Allah’a havâle edip, emir ve komuta mercii olarak kendilerini görmek isterler. Sanki kul vazifesiz oturacakmış, namaz, oruç, zekât, cihad vs. gibi görevleri Allah Teâlâ ona emredip yaptırmayacakmış da (hâşâ) onun yerine Allah yapacakmış gibi bâtıl bir zihniyet taşırlar. İsrâiloğullarının vaktiyle Hz. Mûsâ’ya: “Git, sen ve Rabbin ikiniz savaşınız, işte biz burada oturup duracağız.”3467 dedikleri gibi demek isterler. Bu ise Allah’a tevekkül ve îtimat değil; O’nun emrine güvensizliktir, tevekkülsüzlüktür ve Allah korusun küfürdür. “Allah hakkında o çok yanıltıcı (şeytan) sizi yanılgıya düşürmesin.”3468 âyetinde de uyarıldığı gibi, bu olsa olsa şeytan yanıltmasıdır. İyi bilinmelidir ki, tevekkülün belirtisi; emre gönül vermek ile vazife sevgisidir.” 3469
Başta da belirttiğimiz gibi tevekkül kelimesinin anlamında Arap dilindeki kalıbı gereği bir zorlama vardır. Bu da herhangi bir konuda aklî ve bedenî gücü, yani metod ve eylem fonksiyonunu kullanmayı, dayanılıp îtimat edilecek yere bunun sonucunda dayanmayı ifâde eder. “...Bir kere azmettin mi artık Allah’a tevekkül et.”3470 âyeti buna açıkça işaret eder. Allah’ın sözleri arasında çelişki olmayacağına göre tevekkülün, hiçbir iş yapmadan Allah’tan birşey beklemekle ilişkisi olamaz. Allah kuluna çeşitli ibâdetler yüklemiş, çalışmasını, ilim öğrenmesini, rızkını aramasını, düşmanlarına karşı güç hazırlamasını, bilmediğini bilene sormasını, işlerinde istişâre etmesini, Kendisine yakarıp duâ etmesini, âdil olmasını, yani her şeyi en uygun yerine koymasını, bunun için metot ve yöntem bilmesi3467]
5/Mâide, 24
3468] 31/Lokman, 33
3469] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Dağıtım, 1992, c. IV, s. 362
3470] 3/Âl-i İmrân, 159
AZİM VE TEVEKKÜL
- 915 -
ni emretmektedir. Diğer yönden kendisine tevekkül etmesini istemekte ve tevekkül edenleri sevdiğini söylemektedir. Demek ki tevekkül, bütün bu emirleri yerine getirdikten sonra duyulan huzur ve güvendir. 3471
Tevekkül Konusunda Dikkat Edilmesi Gereken Noktalar
1- Tembellik etmemek: Bir maksadın ele geçmesi için, insanlarca ötedenberi bilinen ve başvurulan sebepler, tedbirler ve çareler ne ise, onları tatbik etmek vâciptir. Çünkü Yüce Allah bu âlemde her şeyin, her hâdisenin meydana gelmesini birtakım sebeplerin ve çârelerin uygulanmasına bağlamıştır. Buna “tesbîb hikmeti” denir. Yâni birşeyin yaratılması, bir isteğin verilmesi, onunla ilgili sebeplerin meydana gelişinden sonra gerçekleşir diye Allah, bir düzen koymuştur. O’nun âdeti hep bu şekilde devam etmektedir. Allah’ın âdetinde de değişiklik olmayacağından; olumlu veya olumsuz, istediğini bulmak için, insanın sebeplere dikkat etmesi, kendine düşeni yerine getirmesi gerekmektedir.
Sebeplere sarılmadan Allah’a güvenmeye tevekkül değil, “ittikâl” denebilir. Bu kelime, Arapçadaki mânâsı itibarıyla pasifliği anlatır ve bu, yerilen bir durumdur. Onun için Rasûlullah (s.a.s.) “Lâ ilâhe illâllah diyen herkes Cennet’e girecektir.” deyince Hz. Ömer (r.a.): “Ey Allah’ın Rasûlu, bunu halka söylemeyelim; ittikâl ederler.” demişti ki; sebeplere sarılmadan ve Allah’ın diğer emirlerini yerine getirmeden Cennet’e girmeyi ümit ederler demektir. Bu konuyu en güzel açıklayan Rasûlullah Efendimizdir. “Devemi bırakıp tevekkül edeyim” diyene: “Bağla da öyle tevekkül et” buyurmuşlardır.
Sebeplere sarılmakla ilgili olarak İmam Gazâlî de şöyle demiştir: “İnsanı zarardan koruyan sebepler arasında tesiri kesin olan veya tesir ihtimâli yüksek olan sebepleri bırakmak tevekkülün şartı değildir. Hırsız girmesin diye evin kapısını kilitlemek, tehlikeli yerde silâh taşımak, düşmandan sakınmak tevekküle engel değildir.” Sebepleri ihmâl etmek, üzerine düşen görevi yapmamak kısacası tembellik etmek, bir bakıma Allah’ın koyduğu tesbîb hikmetini görmemezlikten gelmekle beraber, göz göre göre kendisini câhilliğin, hastalığın, fakirliğin dişleri arasına atmak demektir ki, bunların hepsi de dinen haramdır.
Eğer kişi, bu bahsettiğimiz şekilde sebeplere önem verir, üzerine düşeni yaparsa; bir isteğinin gerçekleşebilmesi için elinde mevcut bütün kuvvet ve araçlar ile Allah’a yönelmiş olur ki, bu durum elbette daha ciddî, daha samîmî ve daha kıymetlidir.
2- Sebeplerin gerçek kıymetini bilmek: Bunların kıymeti, Allah’a karşı birer dilek vâsıtası olmaktan ibârettir. Aslen tesir Allah’tandır. Yâni sebepler, İlâhî tesirin meydana gelmesi için, birer yol olmak üzere yine Allah tarafından bize öğretilmiş, düzenlenmiştir. Kendisinden ancak o yollarla yardım istemek gerekir. Fakat maksadın meydan gelmesini, -bir müslüman olarak- sebeplerden değil, onları yaratıp bize bildiren Yüce Allah’tan beklemek gerekir. Çünkü her şeyin yaratıcısı ve yönlendireni O’dur. Bu durumla ilgili olarak bazı âlimler derler ki: “Bir iş için ‘çalıştık, çabaladık; artık o ister istemez olacak’ demeyin. Tesiri Allah’tan bekleyin; ‘biz istedik, Allah da müsâade ederse olur’ deyin.” 3472
3471] Faruk Beşer, a.g.e. s. 225
3472] Ali Osman Tatlısu, a.g.e., s. 151
- 916 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Elmalılı M. Hamdi Yazır da sebeplerin kıymeti hakkında şöyle demektedir: “...Her durumda Allah emrini yerine getirir. Murâdını muhakkak yapar, hiçbir işinden geri kalmaz, hepsinin hakkından gelir. Hükmünü istediği gibi yürütür. Kendisine tevekkül edilse de edilmese de yürütür. Nihâyet her şeyin sonu gelir. Dünyada acı da geçer, tatlı da geçer; sıkıntı da geçer, refah da geçer. Ecel gelince, takdir edilen ölüm, dakika geçirmeksizin pençesini takar, âkibet gelir çatar. İyiler iyiliği ile, kötüler kötülüğü ile kalır. Herkes ameliyle toplanır. Ancak, Allah’a tevekkül de, O’nun emridir. Tevekkül edenin murâdı da, Allah’ın irâde ve rızâsına teslim olmaktan ibâret olursa, Allah da onun mükâfâtını büyütür. Hakîkat şudur ki; Allah her şey için bir ölçü takdir etmiştir, bir sınır ve miktar tahsis etmiştir ki, o şeyi ona göre yürütür. O sınır ve miktardan ileri geçirmez. Bu hüküm öyle bir kanundur ki, her şey hakkında geçerlidir. Ve her şeyin hükmü, kıymeti Allah’ın ona tahsis ettiği ölçü ile uygunluk arzetmektedir. Gerçekte birşeyi bilmek de onu, o ölçü ve sınırıyla seçmek demektir. Bu cihetle sebeplerin bir dereceye kadar kıymet ve îtibarı yok değilse de, bunlar, zâtî (aslî) değil, değişken ve sınırlıdır. Tesir ve hüküm sebebin değil, Allah’ındır. Asıl ilim ve kudretine itibâr edilecek; işler, hüküm ve irâdesine havâle edilecek hâkim, sebepler değil, sebepleri yaratan Allah’tır. Her şey geçer, leh ve aleyhte olan her sebep tükenir, takdir edilen kaderi biter, başında ve sonunda bütün kudretiyle Allah kalır. Hem Allah takdir buyurmamışsa hiçbir şey diğerine tesirini gösteremez. Takdir buyurmuş ise, Allah’tan başka hiçbir şey de onun önüne geçemez. Ateş, Allah’ın yak dediğini kendi miktarınca dediği kadar yakabilir. Rızık da Allah’ın doyur dediğini kendi miktarınca dediği kadar doyurabilir. Demek ki sebeplere îtimat sonlu, Allah’a îtimat sonsuzdur. O halde kuvvet ve kesin bilgi, sebeplere güvenmekte değil, Allah’a dayanmaktadır. Tevekkül de, gururla kendini sayıp koyuvermek değil, Allah’ın gösterdiği yolda gücü yettiği kadar vazîfesine önem vermek, takvâ sahibi olmak, kusurunu îtirâf ile berâber, Allah’ın kudretine îtimat edip netice hakkında telaşa düşmeksizin, O’nun irâdesine teslim olmaktır. 3473
Seyyid Kutub da sebepler konusunda şöyle demektedir: “...Allah’ın değişmez kâinat kanunu sebep ve netice düzeniyle yürüyor. Ancak neticeyi meydana getiren yalnız sebepler değildir. Asıl etki eden, fâil-i mutlak olan Allah Zülcelâl’dir. Allah, kendi takdiri ve istemesi ile sebep ve netîce düzenini sağlıyor. O yüzden Allah, insandan çalışıp çabalamasını, üzerine düşen vazifeleri îfâ etmesini istiyor. İnsan bu vazifeleri îfâ ettiği kadar, Allah netîceleri düzenleyip tahakkuk ettiriyor. Böylece sebep ve netice Allah’ın isteği ve takdirâtı ile ilgili olarak uzuyor. Yalnız O’dur ki, istediği zaman, istediği şekilde neticelerin meydana gelmesine izin verir. İşte bu şekilde müslümanın düşüncesiyle çalışması arasındaki birlik sağlanıyor. Müslüman gücünün yettiği kadar çalışıp çabalar. Fakat bu çalışmanın sonucunu Allah’ın takdirine ve isteğine bırakır. Ona göre sebep ve netice arasında mutlak kat’iyyet yoktur. O, hiçbir şeyde Allah’a kat’iyyet yüklemez. 3474
3- Her hususta Allah’tan başka hiçbir şeye güvenmemek: Nice insanlar vardır ki, ellerindeki servete, sahip oldukları mevkîye, büyük insanlarla olan yakınlıklarına veya yüksek tahsil görmüş oğluna veya kızına güvenmektedir. Onların varlığı gönlünü doldurmuş, yarına emniyetle bakıyor, Allah Teâlâ’dan gaflet halindedir. Her teşebbüsünü bu kuvvetlerle başaracağına inanmıştır. Hâlbuki
3473] Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., c. 8, s. 27-28 -Talâk, 3. Âyetin tefsiri-
3474] Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l-Kur’an, Hikmet Y., c. 2, s. 506, -3/159. Âyetin tefsiri
AZİM VE TEVEKKÜL
- 917 -
bütün bunlar ve sahip olduğu her şey, bir anda yok olabilir. O zaman yalnız bunlara dayanan insanın hâli ne olur?!3475 Müslüman ise böyle değildir; o, nelere sahip olduğunun farkında olup, şükrünü îfâ edecek, bunları akıllıca kullanacak; fakat her zaman yalnız Allah’a güvenecektir.
Bilindiği/bilinmesi gerektiği gibi; tevekkül meselesinde en tehlikeli durum, tevekkülü yanlış anlayarak tembelliğe düşmek, vazifesini yerine getirmemek ve bunun sonucunda da başarsızlığa uğramaktır. İlk emri “Oku!” olan İslâm dininin mensupları olarak, biz müslümanların en önemli görevlerinden biri, hangi meslekten olursak olalım çalışmak, bize düşen görevi en güzel şekilde yerine getirmek; bütün bunların sonucunda da büyük bir gönül huzuruyla Allah Teâlâ’ya güvenmek, O’na tevekkül etmektir. Tâbiri câizse, tembellik bizim lügatimızda yer almamalı; en çok korkmamız, en uzak kalmamız gereken bir vasıf olmalıdır. Öyle ki Peygamber Efendimiz: “Ümmetim adına en çok korktuğum şey göbek iriliği, uyku düşkünlüğü ve tembelliktir.” buyurmak sûretiyle, tembelliğin bizler için ne büyük bir tehlike olduğuna işaret etmiştir.
Tevekkülle ilgili âyetleri incelediğimizde, Allah’a tevekkül ettiğini belirten Peygamberlerin ve mü’minlerin, o sözleri söylerken bir mücâdele, çalışma, gayret içinde olduklarını görüyoruz. Hiçbiri oturdukları yerden, yorulmadan, belli bir zorluğa katlanmadan bu sözleri söylemiyorlar. İşte bu da bize gösteriyor ki; ancak çalışan müslümanın tevekkül etmeye, “Allah’a güvendim!” demeye hakkı vardır. Tembel ise, tevekkül ettiğini söylese bile ancak kendini kandırıyordur ve sonu hüsrân olacaktır.
Tevekkülle ilgili hadisler ve güzel sözler de bu durumu doğrular niteliktedir. Mehmet Âkif Ersoy’un şiddetle karşı çıktığı, yerden yere vurduğu tevekkül ve mütevekkil kavramı da işte bu tembel kişilerin sahte tevekkülleridir.
Tevekkül meselesinde diğer bir önemli husus da dünya hayatının müslüman için bir imtihan yeri olduğunun unutulmaması gerektiğidir. Çünkü bazı durumlarda insan bütün çabasını sarfetse de, elinden geleni yapsa da İlâhî takdir bazı hikmetler sebebiyle buna izin vermediği için başarılı olamayabilir, isteği gerçekleşmeyebilir. İşte burada tevekkülün diğer yönü ortaya çıkar: En umutsuz gibi görünen durumlarda bile Allah’a olan güveni kaybetmemek.
Allah Teâlâ, her şeyin teferruatını en ince ayrıntısına kadar bilir. Belki bizim istediğimiz, gerçekleşmesi için çalıştığımız bir şey, aslında bizim zararımıza; buna karşılık istemediğimiz bir şey ise aslında yararımızadır. Sonsuz rahmeti sebebiyle Allah Teâlâ da sevdiği kullarını, o kulların kendilerini düşündüğünden daha çok düşüneceğine; onlara kendilerine acıdıklarından daha çok acıyacağına göre müslümanlar olarak bizlerin -hem dinî, hem dünyevî görevlerimizi yaptığımız müddetçe- hiçbir şeyden dolayı tasalanmamıza gerek yoktur. İnşâallah sonuçta mutluluk bizim olacaktır.
Bir amacımıza, isteğimize ulaşamadıysak Vekîlimiz olan Allah Teâlâ bize olan sevgisiden dolayı, o istediğimiz şeyden her bakımdan bize daha hayırlısını nasîb edeceğini ummalıyız. En umutsuz gibi görünen durumlarda bile Allah’a olan güveni kaybetmemek şarttır.
3475] A. Osman Tatlısu, ag.e., s. 151
- 918 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Dünya, müslüman için bir imtihan yeri olduğundan dolayı unutulmaması gereken diğer bir nokta da; her şeyin sonucunun sadece bu dünyada alınmadığıdır. Biz Müslümanlar, âhiret inancına sahibiz ve zaten dünyada da âhiret için, o ebedî hayat için çalışırız. O halde, belki de yaşadığımız büyük bir üzüntü, yorgunluk veya sıkıntıya göstereceğimiz sabır; Allah katında derecemizin yükselmesine, öbür dünyada büyük mükâfatlar kazanmamıza sebep olacaktır. “...Biz dilediğimiz kimseye rahmetimizi eriştiririz. Ve güzel davrananların mükâfatını zâyî etmeyiz. Âhiret mükâfâtı ise, iman edip de (kötülüklerden) sakınanlar için daha hayırlıdır.” 3476
“...Kim Allah’tan (emirlerine uymak; yasaklarından kaçınmak sûretiyle) korkarsa, Allah ona (darlıktan genişliğe) bir çıkış yolu ihsan eder. Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah’a güvenirse Allah, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.” 3477; “Andolsun ki onlara: ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?’ diye sorsan, elbette ‘Allah’tır’ derler. De ki: ‘Öyleyse bana söyler misiniz? Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah’ı bırakıp da taptıklarınız O’nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah bana bir rahmet dilerse, onlar O’nun bu rahmetini önleyebilirler mi?’ De ki: ‘Bana Allah yeter. Tevekkül edenler ancak O’na güvenip dayanırlar.” 3478
Tevekkül Hakkındaki Güzel Sözlerden Seçmeler
“...Sen yalnızca Allah’a ibâdet et. O’na kulluk eyle ve O’na tevekkül eyle. Her işte emir ve kumandayı, yetkiyi O’na verip O’na güvenip, O’nun emirlerine uygun hareket eyle! Yani, ibâdetsiz ve amelsiz kuru kuruya tevekkülün de faydası yoktur. Sen kulluğunu yap, O’nun emrini yerine getir ve öyle tevekkül eyle.” 3479
“Tevekkül, bazı câhillerin zannettiği gibi insanın kendini ihmal etmesi demek değildir. Böyle olsa idi, 3/Âl-i İmrân, 159. âyetinde belirtilen müşâvere emri tevekküle mâni olurdu. Tevekkül, insanın esbâb-ı zâhireye riâyet etmesi, ve lâkin kalbini onlara bağlamayıp Hak Teâlâ’nın ismetine dayanması demektir.” 3480
“Hakîkî mânâda tevekkül; Allah’tan başkasından korkmamak, O’ndan başkasına güvenmemektir.”
“Tevekkül, olan şey ile yetinmek, olmayan şeye râzı olmaktır.”
“Üç haslet evliyâ sıfatıdır: Allah’a tevekkül etmek, Allah’tan başkasına niyazda bulunmamak, kanaat eylemek.”
“Sebeplere yapışmak, tevekküle mânî değildir. Bilakis sebeplere yapışmak, sebepleri araya koymak, tevekkülün en yüksek derecesidir.”
“Tevekkül, iş yapmayıp tembel olmak için değildir. Bir işe başlamak ve başlanan işi başarmak için tevekkül olunur. Güç bir işi başaramamak korkusunu gidermek için tevekkül olunur.”
“Tevekkülün alâmeti üçtür: Kimseden birşey istememek (dilenmemek), verileni reddetmemek, ele geçeni biriktirmek.”
Allah Teâlâ’ya tevekkül ettim diyen kimsenin, Cenâb-ı Hak’ın, kendisi
3476] 12/Yusuf, 56-57
3477] 65/Talâk, 2-3
3478] 39/Zümer, 38
3479] Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 11/Hûd, 123. Âyetin tefsiri
3480] Fahruddin Râzî, Mefâtihu’l-Ğayb, c. 9, s. 69-70
AZİM VE TEVEKKÜL
- 919 -
hakkındaki muamelesine, yani takdir ettiği şeylere de râzı olması lazımdır. Aksi takdirde yalan söylemiş olur.
“Bil ki tevekkülün mahalli kalptir. Zâhire göre hareket etmek kalpteki tevekküle zıt değildir. Yeter ki kul, güvenin Allah’a olacağını bilsin. Bir şey zorlaşırsa bu O’nun takdiriyledir; eğer kolaylaşırsa bu da O’nun kolaylaştırmasıyladır.”
“Tevekkül, kişinin kendisini Allah’ın dilediği şekle bırakmasıdır.”
“Tevekkül, Allah’a güvenle birlikte O’nunla iktifa etmektir.”
“Tevekkül azlığın ve çokluğun kişi nazarında müsâvi olmasıdır.”
“Tevekkül, kişinin kendisini Allah’ın dilediği şekle bırakmasıdır.”
“Tevekkül, Allah’a güvenle birlikte O’nunla iktifâ etmektir.”
“Tevekkelin (tevekküllünün) gemisi batmaz (eşeğini kurt yemez).” (Atasözü)
“Gelir elbet zuhûra ne ise hükm ü kader,
Hakk’a tefvîz-i umûr et, ne elem çek ne keder.” (Enderunlu Vâsıf)
“Hakk şerleri hayreyler / Zannetme ki gayreyler / Ârif ânı seyreyler.
Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler.
Sen Hakk’a tevekkül kıl / Tefvîz et ve rahat bul / Sabreyle ve râzı ol.
Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler.” (Erzurumlu İbrahim Hakkı)
“Kime şekvâ edeyim âh-ı sehergâhımdan
Kime feryâd edeyim tâli-i bedbâhımdan
Mâidi-zâre safâ bahşeder elbet bir gün
Kesmem ümmîdimi ben Hazret-i Allah’ımdan.” (Maide Hasibe Hanım)
Mehmet Âkif Ersoy’un Tevekkülle İlgili Bazı Mısrâları:
“Donanma, ordu yürürken muzafferen ileri,
Üzengi öpmeye hasretti garbın elçileri!
O ihtişâmı elinden niçin bıraktın da,
Bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında?
“Kadermiş!” Öyle mi? Hâşâ, bu söz değil doğru;
Belânı istedin Allah da verdi... Doğrusu bu.
Taleb nasılsa, tabîî, netîce öyle çıkar,
Meşiyyetin sana zulmetmek ihtimâli mi var?
“Çalış!” dedikçe Şeriat, çalışmadın, durdun,
Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun,
- 920 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Sonunda bir de tevekkül sokuşturup araya,
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!
Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden,
Yorulma, öyle ya, Mevlâ ecîr-i hâsın iken!
Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini,
Birer birer oku tekmîl edince defterini;
Bütün o işleri Rabbim görür; Vazîfesidir...
Yükün hafifledi... Sen şimdi doğru kahveye gir!
Çoluk çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak...
Hudâ vekîl-i umûrun değil mi keyfine bak!
Onun hazîne-i in’âmı kendi veznendir!
Havâle et ne kadar masrafın olursa... Verir!
Silâhı kullanan Allah, hudûdu bekleyen O;
Levâzımın bitivermiş, değil mi? Ekleyen O!
Çekip kumandası altında ordu ordu melek;
Senin hesâbına küffârı hâk-sâr edecek!
Başın sıkıldı mı, kâfî senin o nazlı sesin:
“Yetiş!” de, kendisi gelsin, ya Hızr’ı göndersin!
Evinde hastalanan varsa, borcudur: Bakacak;
Şifâ hazînesi derhal oluk oluk akacak.
Demek ki: Her şeyin Allah... Yanaşman, ırgadın O;
Çoluk çocuk O’na âit; Lalan, bacın, dadın O;
Vekîl-i harcın O; kâhyan, müdîr-i veznen O;
Alış seninse de, mes’ûl olan verişten, O;
Denizde cenk olacakmış... Gemin O, kaptanın O;
Ya ordu lâzım imiş... Askerin, kumandanın O;
Köyün yasakçısı; şehrin de baş muhassılı O;
Tabîb-i âile, eczâcı... Hepsi hâsılı O.
Ya sen nesin? Mütevekkil! Yutulmaz artık bu!
Biraz da saygı gerektir... Ne saygısızlık bu!
Hudâ’yı kendine kul yaptı, kendi oldu Hudâ;
Utanmadan da tevekkül diyor bu cür’ete... Ha?!
AZİM VE TEVEKKÜL
- 921 -
Yehûd Üzeyr’e, Nasârâ Mesîh’ ibnu’l-lah
Demekle unsur-ı tevhîd olur giderse tebâh;
Senin bu kopkoyu şirkin sığar mı îmâna?
Tevekkül öyle tahakküm demek mi Yezdân’a?
Kimin hesâbına inmiş, düşünmüyor, Kur’ân...
Cenâb-ı Hak çıkacak, sorsalar, muhâtab olan!
Bütün evâmire i’lân-ı harb eden şu sefîh,
Mükellefiyyeti Allah’a eyliyor tevcîh!
Görür de hâlini insan, fakat, bu derbederin;
Nasıl günâhına girmez tevekkülün, kaderin?
Sarılmadan en ufak bir işinde esbâba,
Muvaffakiyyete imkân bulur musun acaba?
Hamâkatin aşıyor hadd-i i’tidâli, yeter!
Ekilmeden biçilen tarla nerde var? Göster!
“Kader” senin dediğin yolda Şer’a bühtandır;
Tevekkülün, hele, hüsrân içinde hüsrandır.
Kader ferâiz-i îmâna dâhil... Âmennâ...
Fakat yok onda senin sapmış olduğun ma’nâ.
Kader: Şerâiti mevcûd olup da meydanda,
Zuhûra gelmesidir mümkinâtın a’yânda.
Niçin, nasıl geliyormuş... O büsbütün meçhûl;
Biz ihtiyârımız sûretindeniz mes’ûl.
Kader nedir, sana düşmez o sırrı istiknâh;
Senin vazîfen itâat ne emrederse İlâh.
O, sokmak istediğin, şekle girmesiyle kader;
Bütün evâmiri Şer’in olur bir anda heder!
Neden ya, Hazret-i Hakk’ın Rasûl-i Muhterem’i,
Bu bahsi men’ ediyor mü’mînine, boş yere mi?
(...)
Tevekkülün, hele, ma’nâsı hiç de öyle değil.
Yazık ki: Beyni örümcekli bir yığın câhil,
Nihâyet oynayarak dine en rezîl oyunu,
- 922 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Getirdiler, ne yapıp yaptılar, bu hâle onu!
(...)
Tevvekkül öyle yaman bir şiâr-ı îmandı,
Ki kahramân-ı fezâil denilse şâyandı.
Yazık ki: Rûhuna zerk ettiler de meskeneti;
Cüzâma döndü, harâb etti gitti memleketi!
Tevekkül olmasa kalmaz fazîletin nâmı...
Getir hayâline bir kerre Sadr-ı İslâm’ı:
O bî-nihâye füyûzun yarım asırlık bir
Zamân içinde tecellîsi hangi sâyededir?
(...)
Nedir bu hârikanın sırrı? Hep tevekküldür;
Ki i’timâd-ı zaferden gelen tahammüldür.
Tevekkül olmaya görsün yürekte azme refîk;
Durur mu şevkıne pervâne olmadan tevfîk?
Cenâb-ı Hak ne diyor bak, Rasûl-i Ekrem’ine:
“Bütün serâiri kalbin ihâta etse, yine,
Danış sahâbene dünyâya âid işler için;
Rahîm ol onlara... Sen, çünkü, rûh-ı rahmetsin.
Hatâ ederseler aldırma, afvet, ihsân et;
Sonunda hepsi için iltimâs-ı gufrân et.
Verip karârı da azm eyledin mi... Durmıyarak,
Cenâb-ı Hak’a tevekkül edip yol almaya bak.”
Demek ki: Azme sarılmak gerek mebâdîde;
Yanında bir de tevekkül o azmi te’yîde.
Hülâsa, azm ile me’mûr olursa Peygamber;
Senin hesâbına artık, düşün de bul, ne düşer!
Şerîat’in ikidir en muazzam erkânı;
Kimin ki öyle müzebzeb değildir îmânı;
Ayırmaz onları, bir addedip tevessül eder...
Açıkça söyliyeyim: Azm eder, tevekkül eder.
Ne din kalır, ne de dünyâ, bu anlaşılmazsa...
Hem anlayın bunu artık, hem anlatın nâsa...
(...)
AZİM VE TEVEKKÜL
- 923 -
Ömer, tevekkülü elbet bilirdi bizden iyi...
Ne yaptı “Biz mütevekkilleriz” diyen kümeyi.
Dağıttı, kamçıya kuvvet, “Gidin, ekin!” diyerek.
Demek: Tevekkül eden, önce mutlakâ ekecek;
Demek: Tevekküle pek sığmıyormuş, anladın a,
Sinek düşer gibi düşmek şunun bunun kabına.” 3481
O îmân kuvvet ihzâriyle emretmişti... Lâkin, biz
Tevekkelnâ deyip yattık da kaldık böyle en âciz!
O îman, farz-ı kat’îdir diyor tahsîli irfânın...
Ne câhil kavmiyiz biz müslümanlar, şimdi, dünyânın! 3482
Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol...
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol. 3483
“Allah’a dayandım!” diye sen çıkma yataktan...
Mâ’nâ-yı tevekkül bu mudur? Hey gidi nâdan!
Ecdâdını zannetme asırlarca uyurdu;
Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu?
Üç kıt’ada, yer yer, kanayan izleri şâhid:
Dinlenmedi bir gün o büyük nesl-i mücâhid.
Âlemde tevekkül demek olsaydı “atâlet”,
Mîrâs-ı diyânetle yaşar mıydı bu millet?
Çoktan kürenin meş’al-i tevhîdi sönerdi;
Kur’ân duramaz, nezd-i İlâhî’ye dönerdi. 3484
3481] M. Âkif Ersoy, Safahat, Gonca Y. İst. 1989, Dördüncü Kitap, ‘Fâtih Kürsüsünde’, s. 233-240
3482] M. Âkif, a.g.e., Beşinci Kitap ‘Hâtıralar’, s. 280
3483] M. Âkif, a.g.e., Yedinci Kitap ‘Gölgeler’, ‘Yeis Yok’ isimli şiirden, s. 428
3484] M. Âkif, a.g.e., Yedinci Kitap ‘Azimden Sonra Tevekkül’ isimli şiirden, s. 430
- 924 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Azim ve Tevekkül Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
A- “Azm” Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 9 Yerde): 2/Bakara, 227, 235; 3/Âl-i İmrân, 159, 186; 20/Tâhâ, 115; 31/Lokman, 17; 42/Şûrâ, 43; 46/Ahkaf, 35; 47/Muhammed, 21.
B- Tevekkül Kelimesinin Türediği “V-k-l” ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 70 Yerde): 3/Âl-i İmrân, 122, 159, 159, 160, 173; 4/Nisâ, 81, 81, 109, 132, 171; 5/Mâide, 11, 23; 6/En’âm, 66, 89, 102, 107; 7/A’râf, 89; 8/Enfâl, 2, 49, 61; 9/Tevbe, 51, 129; 10/Yûnus, 71, 84, 85, 108; 11/Hûd, 12, 56, 88, 123; 12/Yûsuf, 66, 67, 67, 67; 13/Ra’d, 30; 14/İbrâhim, 11, 12, 12, 12; 16/Nahl, 42, 99; 17/İsrâ, 2, 54, 65, 68, 86; 25/Furkan, 43, 58; 26/Şuarâ, 217; 27/Neml, 79; 28/Kasas, 28; 29/Ankebût, 59; 32/Secde, 11; 33/Ahzâb, 3, 3, 48, 48; 39/Zümer, 38, 38, 41, 62; 42/Şûrâ, 6, 10, 36; 58/Mücâdele, 10; 60/Mümtehıne, 4; 64/Teğâbün, 13; 65/Talâk, 3; 67/Mülk, 29; 73/Müzzemmil, 9.
C- Azim, Sebat (Kararlı Olmak) Konusu:
a- Sebat Etmek: 11/Hûd, 115; 18/Kehf, 28.
b- Sebat İle Allah’tan Yardım İstemek: 2/Bakara, 45.
c- Dinde Sebat Etmek: 3/Âl-i İmrân, 144; 42/Şûrâ, 13; 49/Hucurât, 15.
d- Doğrulukta Sebat Etmek: 42/Şûrâ, 15.
e- Kötülüğü Terk Etmede Sebat Etmek: 74/Müddessir, 5, 7.
f- Savaşta Sebat Etmek: 2/Bakara, 250; 3/Âl-i İmrân, 144, 147; 8/Enfâl, 45; 47/Muhammed, 35.
g- Bir İşe Azmedip Karar Verince Allah’a Tevekkül Etmek: 3/Âl-i İmrân, 159.
h- Sebat Edenlerin Mükâfatı: 11/Hûd, 115.
D- Tevekkül (Allah’a Güvenmek) Konusu:
a- Allah’a Güvenmek: 3/Âl-i İmrân, 101, 122, 159, 160, 173; 4/Nisâ, 81, 132; 5/Mâide, 11, 23; 8/Enfâl, 2, 49, 61, 64; 9/Tevbe, 51, 129; 10/Yûnus, 85; 11/Hûd, 56, 123; 12/Yûsuf, 67; 14/İbrâhim, 11, 12; 22/Hacc, 78; 25/Furkan, 58; 26/Şuarâ, 217; 27/Neml, 79; 33/Ahzâb, 3, 48; 39/Zümer, 38; 58/Mücâdele, 10; 60/Mümtehıne, 4; 64/Teğâbün, 13; 65/Talâk, 3; 73/Müzzemmil, 9.
b- Allah’tan Yardım İstemek: 1/Fâtiha, 5; 2/Bakara, 45, 153; 7/A’râf, 126, 128; 12/Yûsuf, 18; 21/Enbiyâ, 112.
c- Bir İşe Azmedince Allah’a Tevekkül Etmek: 3/Âl-i İmrân, 159.
d- Tedbir Almak: 12/Yûsuf, 67.
e- Yapılacak İş Hakkında “İnşaallah Yaparım” Demek: 18/Kehf, 23-24; 68/Kalem, 17-19.
f- Âhiret Nimetleri Tevekkül Edenler İçindir: 42/Şûrâ, 36.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Tevekkül (Allah’a Güvenmek) ve İmtihan, Veysel Özcan, Mirfak Y.
2. Kazâ-Kader, Hayır ve Şer, Rızık, Ecel ve Tevekkül, M. Kenan Çığman, Şahsî Y. s. 241-248
3. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. c. Tevekkül: 20, s. 388-402; Azim: c. 3, s. 320-321
4. Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 211
5. TDV İslâm Ansiklopedisi, TDV Y. c. 4, s. 328-329
6. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. s. 708-711
7. İslâm İnanç Sistemi, Ferid Aydın, Kahraman Y.
8. Sebat, Muhammed Sâlih el-Müneccid, Tercüme: İsmail Yaşa
BAKARA VE ICL (SIĞIR VE BUZAĞI)
- 925 -
Kavram no 15
Câhiliyye 2
Bk. Put ve Putçuluk; Câhiliyye
BAKARA VE ICL (SIĞIR VE BUZAĞI)
• Bakara ve Icl; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Bakara ve Icl
• Sığırın Kutsallaştırılıp Tanrılaştırılması
• Eski Türklerde Hayvanlarla İlgili İnançlar
• Arabistan Câhiliyyesinde Hayvanlarla İlgili İnançlar
• Günümüzde Hayvanları Kutsallaştırma
• Günümüzde Sığıra Tapma
“Mûsâ, kavmine: ‘Allah bir bakara/sığır kesmenizi emrediyor’ demişti de: ‘Bizimle alay mı ediyorsun?’ dediler. “Câhillerden olmaktan Allah’a sığınırım” dedi.” 3485
Bakara ve Icl; Anlam ve Mâhiyeti
“Bakara” kelimesi “bakar”dan gelir; “bakar” sığır demektir; mandaya da şâmil olmak üzere, sığır cinsinden hayvanlara bakara denilir. Bakara kelimesi aslında yarmak anlamındadır. Sığır cinsinden hayvanlar, toprağı sürüp yarmak için kullanıldığından bu ismi almışlardır. Kelimenin sonundaki “te” (latin alfabesiyle yazıldığında son “a” harfi), tekil için kullanıldığında bir tek sığır demek olur. Eğer te’nîs/dişilik için kullanılırsa “inek” demek olur. “Bakar”ın çoğulu bakarât’tır.
“Icl” kelimesi, buzağı, dana veya boğa anlamına gelir. Çoğulu “ucûl”dür. İsrâiloğullarının “icl”i/buzağıyı, kutsallaştırdıkları ve buzağı şeklinde temsil edilen heykele taptıklarını Kur’ân-ı Kerim’den öğreniyoruz. Kur’an, bu açık putperstlik ve şirkten bahsederek bu olayı şiddetle kınar.
Kur’ân-ı Kerim’de Bakara ve Icl
Bakara kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de 4 yerde;3486 bunun çoğulu olan bakarât, 2 yerde;3487 bakar kelimesi de 3 yerde geçer.3488 Dolayısıyla, sığır anlamına gelen bu kelimeler, Kur’ân-ı Kerim’de toplam olarak 9 yerde geçer.
Icl kelimesi, Kur’an’da 10 yerde geçer. 3489
Kur’ân-ı Kerim’de Benî İsrâil için emredilen sığır kesme olayı, İsrâiloğullarının itaatle ilgili tavır ve karakterlerini yansıtması bakımından hayli önemli bir örnektir. Bu olay vesilesiyle peygamberleri Hz. Mûsâ’ya gereksiz sorular sormuşlar,
3485] 2/Bakara, 67
3486] 2/Bakara, 67, 68, 69, 71
3487] 12/Yûsuf, 43, 46
3488] 2/Bakara, 70; 6/En’âm, 144, 146
3489] Bakara, 51, 54, 92, 93; 4/Nisâ, 153; 7/A’râf, 148, 152; 11/Hûd, 69; 20/Tâhâ, 88; 51/Zâriyât, 26
- 926 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Onu bir anlamda hesaba çekmişler ve çeşitli sorularla savsaklamak istemişlerdir. Tıpkı Hz. Mûsâ’ya yaptıkları gibi, yahûdiler, Hz. Muhammed’e (s.a.s.) de böyle davranmışlar, gerekli gereksiz soru yağmuruna tutmuşlar, sorgulamaya çalışmışlar, bazı âyetlerle anlatılan olayların lüzumsuz teferruatını Allah Rasûlü’ne tevcih etmişlerdi. “Yoksa siz de (ey müslümanlar), daha önce Mûsâ’ya sorulduğu gibi peygamberinizi sorguya çekerek (gereksiz) sorular sormak mı istiyorsunuz? Kim imanı küfre değişirse, şüphesiz dümdüz yoldan sapmış olur.” 3490
Benî İsrâilin Hz. Mûsâ’ya sordukları sorulara cevaplar sonunda çıka çıka tarif edilen inek, taklit ettikleri put ineğin aynısı çıkmıştır. Bu bakara kesiminin emredilmesindeki en önemli hikmet, kutsallaştırıp taptıkları ineklerin kendi elleriyle kesilip yok edilmesi olabilir. Bununla verilen mesaj, taklitçiliğin ve putçuluğun yasaklanmasıydı. Allah’tan başka hiçbir şeye tapınılmaması gerektiğini onların gönüllerine yerleştirip, sığıra tapınma inancını söküp atmak içindi bu emir. Bu soruların bir sebebi de, emredilen sığırı kesme/kurban etme işinin, putperest mantıklarına ve tanrılaştırdıkları hayvanı kutsal kabul eden inançlarına ters gelmesinden dolayı, ilâhî emri yerine getirmek istememeleridir. İsrâiloğullarının, kendilerine genel olarak herhangi bir inek kesmeleri emredilmiş iken, ineğin vasıflarını sora sora işlerinin güçleştiği; ayrıntısı belirtilen sığırı neredeyse bulamayacakları için de emri yerine getiremeyecek duruma geldikleri anlaşılmaktadır. Dinde gereksiz ayrıntıya dalmanın, işi güçleştireceği mesajı da bu vesileyle verilmektedir.
Yine, bu olayın anlatıldığı âyetlerde geçen, bakara kesme emri üzerine: Benî İsrâilin “bizimle alay mı ediyorsun?”3491 demeleri niçindi? Anlaşılıyor ki, Allah’ın bakara kesimini emretmesini akılları almadı. Buna bir münâsebet bulamadılar. Demek ki, Hz. Mûsâ’nın kavmi, bakaranın kurban edilebileceğini tasavvur edemiyorlardı. Bu da onların sığırı mukaddes görmelerinden kaynaklanıyordu. Firavun’un kavmi olan putperest Mısır’lıların, bakaraya taptıkları ve hatta boğanın en yüksek mâbutları olduğunu tarihten biliyoruz. Bakara kesmenin Benî İsrâil üzerinde egemen olan Firavun toplumunun tanrılarını boğazlamak demek olacağından, yahûdiler için eğer bu emir Mısır’dayken verildiyse Mısır’da ihtilâl ilânı gibi idi. Mısır’dan çıktıktan sonra olduysa, hurâfeler karışmış ve geleneğin bâtıl şirk unsurlarıyla mecz edilmiş inançlarında bir devrim niteliğindeydi. Böyle müthiş bir emrin icrâ edilmesi, o yüzden onlara zor gelmişti.
Mısır’dan çıktıktan sonra yine bu kavmin, Hz. Mûsâ Tur’da iken bir buzağı heykeli yapıp tapmaları da gösteriyor ki, yahûdileşen bu toplumun ruhu, bakaranın kesiminden henüz memnun olmayarak ve bu işin Allah tarafından bir hayır vesilesi olduğunu kolayca tasavvur edemeyecek bir halde bulunuyordu. Görüldüğü üzere bu emirde normal bir bakara kesilmesi teklif edilmişti. Ve derhal emre uyup istedikleri bir bakarayı kesiverselerdi, maksat hâsıl olacaktı. Fakat onlar, olamaz sandıkları bu emrin ciddiyetini anlayınca, işi büyüttüler. Gönüllerine sevgisi işlemiş, nâdir bulunan özel bir bakara tasavvur ettiler ve işte o bakara kestirildi.
“Mûsâ, kavmine: ‘Allah bir bakara/sığır kesmenizi emrediyor’ demişti de: ‘Bizimle alay mı ediyorsun?’ dediler. ‘Câhillerden olmaktan Allah’a sığınırım’ dedi.
3490] 2/Bakara, 108
3491] 2/Bakara, 67
BAKARA VE ICL (SIĞIR VE BUZAĞI)
- 927 -
‘Rabbine duâ et, bize o sığırı açıklasın’ dediler. Allah diyor ki, o, ne yaşlı ne de körpe; ikisi arası bir inek. Size emredileni hemen yapın’ dedi.
Tekrar, ‘Rabbine duâ et, bize onun rengini anlatsın’ dediler. ‘O diyor ki, sarı renkli, parlak tüylü bir inekti, bakanlara sevinç ve sürûr verir’ dedi.
‘Yâ Mûsâ! Rabbine duâ et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın; zira o, bizce karıştı (başka ineklere benzer oldu). Biz inşâallah emredileni yapmaya yol buluruz’ dediler.
Dedi ki: ‘Allah şöyle diyor: ‘O, henüz boyunduruk altına alınmayan, toprak sürmeyen, ekin sulamayan, serbest dolaşan (salma), renginde hiç alacası bulunmayan bir inektir. Bunun üzerine, ‘işte şimdi gerçeği anlattın’ dediler. Hemen ineği (güç belâ bulup) kestiler; amma az kalsın kesmeyeceklerdi.
(İnek kesildikten sonra Allah buyurdu:) ‘Hani sizden biriniz bir adam öldürtümüştü de onun katili hakkında birbirinizle atışmıştınız. Hâlbuki Allah gizlemekte olduğunuzu ortaya koyacaktır.
Haydi, şimdi (öldürülen) adama, (kesilen ineğin) bir parçasıyla vurun’ dedik. Böylece Allah ölüleri diriltir, size âyetlerini (Peygamberine verdiği mûcizelerini) gösterir. Umulur ki, düşünür de gerçeği anlarsınız.” 3492
Bakara Olayı: Bakara sûresine de bu adın verilmesine sebep olan “bakara olayı” yukarıdaki âyetlerde açıklandığı üzere, Hz. Mûsâ döneminde meydana gelmiştir. Tefsirlerde geçtiği şekilde olay şöyle gelişmiştir: İsrâiloğulları içinde zengin bir adam vardı. Bunun da bir kızı ve fakir bir yeğeni vardı. Yeğeni amcasından kızını istedi. Adam kabul etmedi. Genç de buna kızarak “yemin ederim, amcamı öldürüp malını da kızını da alacağım” dedi. Delikanlı amcasına gelerek; “amca, şuraya tâcirler/satıcılar gelmiş, onlara gidelim de bir şeyler satın alayım. Seni yanımda görürlerse bana mal verirler” dedi. Amcası da geceleyin yeğeni ile birlikte çıktı. Yeğeni yolda onu öldürüp evine döndü. Sabah olunca da, hiçbir şey bilmiyormuş gibi amcasını aramaya başladı. Bulamayınca akşamki yere doğru gitti. Birkaç kişi amcasının başında toplanmıştı. Onlara: “amcamı siz öldürdünüz” diyerek diyetini istedi. Ağlayıp üstünü başını yırtmağa başladı.
Durumu Hz. Mûsâ’ya arz etti. Hz. Mûsâ da onlara diyet vermelerini emretti. Onlar da; “Yâ Mûsâ, biz katil değiliz; Rabbine duâ et, katili meydana çıkarsın” dediler. Mûsâ (a.s.) da onlara bir inek kesmelerini, etinden bir parçayı maktûle dokundurmalarını söyledi. Onlar da “böyle şey olur mu?” diye garipsediler. Hz. Mûsâ’nın bu talebinden kurtulmak ve başlarından savmak için ineğin nasıl bir inek olduğunu sordular. Her seferinde Hz. Mûsâ’ya karşılık vererek bu emri hemen yerine getirmekten kaçındılar. Çok uzun tereddütlerden sonra vasıfları yukarıdaki ilgili âyetlerde belirtilen ineği bulup kestiler. Etinin bir kısmını maktûle dokundurunca maktûl dirilip kendisini yeğeninin öldürdüğünü söyledi ve tekrar düşüp öldü. Bunun üzerine katile miras vermediler; bu olaydan sonra da bu hüküm devam etti.
Tefsirlerde anlatılan bu olay, Kitab-ı Mukaddes’te de geçmektedir.3493 Bu olayda, öldükten sonra dirilmeye açık işaret olduğu gibi; yahudileşen
3492] 2/Bakara, 67-73
3493] Sayılar, 7/63-68; Tesniye, 21/1-9
- 928 -
KUR’AN KAVRAMLARI
İsrâiloğullarının Mısırlılardan görerek benimsedikleri sığıra tapma olayının kaldırılması, tanrılaştırılan sığırın kesilip âcizliğinin vurgulanması vardır.
“Icl”in/Buzağının Putlaştırılması: Kur’an, İsrâiloğullarının “ıcl”e/buzağıya, daha doğrusu buzağı/dana şeklinde temsil edilen heykele taptıkları bir zamanın olduğunu bildirir. Buzağıya tapınma, eski dünyada geniş bir alana yayılmıştı. Hindistan’da İndra, Mısır’da Ammon, Sümerlerde ve Filistin’de Baal ismi verilen tanrı heykelleri boğa şeklindeydi. Babil’in ay tanrısı Sin “güçlü Enlîl buzağısı”, Ur’un ay tanrısı, Nannar ise “göğün güçlü genç boğası, Enlîl’in en üstün oğlu” diye nitelenirdi. Yunanistan’da Zeus da boğa şeklinde temsil edilmiştir. Kısaca, tanrıyı boğa şeklinde temsil etmek, Hindistan, İran, Sümer, Babil, Filistin, Fenike, Mısır ve dünyanın birçok yerinde görülür.
Allah, İsrâiloğullarını Hz. Mûsâ vasıtasıyla tevhide eriştirdiği halde, onlar civarın/çevrenin tesiriyle putçuluğa özenip meyletmişlerdi. “İsrîloğullarını denizden geçirdik, orada kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavme rastladılar. Bunun üzerine: ‘Ey Mûsâ! Onlara ait tanrılar gibi bizim için de bir tanrı yap!’ dediler. Mûsâ, ‘Gerçekten siz câhil bir toplumsunuz’ dedi. Şüphesiz bunların (Amalika kavminin) içinde bulundukları (din) yıkılmıştır ve yapmakta oldukları da bâtıldır. Mûsâ dedi ki: ‘Allah sizi âlemlere üstün kılmışken ben size Allah’tan başka bir tanrı mı arayayım?”3494 İsrâiloğulları, bu âyette belirtildiği gibi Firavun’un zulmünden apaçık bir mûcize ile kurtulup denizi geçtikten sonra, buzağıya tapan Amalika kavmine rastladılar, kendi peygamberlerinden, onların tanrıları gibi, buzağı şeklinde bir tanrı yapmasını istediler. Hz. Mûsâ onların teklifini reddetti ve onları cehâletle suçladı.
Henüz Hz. Mûsâ aralarında iken, altın buzağı heykeli yaparak ona tapmaya başlayıp tevhidden dönmüşlerdi. “(Tûr’a giden) Mûsâ’nın arkasından kavmi, zînet takımlarından, böğürmesi olan bir buzağı heykelini (yapıp tanrı) edindiler. Görmediler mi ki o, onlarla ne konuşuyor, ne de onlara yol gösteriyor? Onu (tanrı olarak) benimsediler ve zâlimler oldular.”3495 Hz. Mûsâ’nın Tûr’da Rabbi ile mülâkatı esnasında İsrâiloğullarından Sâmirî adında bir sanatkâr, zînet takımlarını toplayarak bir buzağı heykeli yaptı ve ‘sizin de Mûsâ’nın da tanrısı budur. Fakat Mûsâ tanrısını unuttu’ dedi. Sâmirî, buzağıyı öyle bir ustalıkla yapmıştı ki, İbn Abbas’ın rivâyetine göre, heykelin arkasından giren rüzgâr, ağzından ses çıkarıyor; rüzgâr estikçe böğürmeye benzer bir ses duyuluyordu. “Buzağıyı (tanrı) edinenlere, mutlaka Rablerinden bir gazap ve dünya hayatında bir alçaklık erişecektir. İşte Biz iftiracıları böyle cezalandırırız.” 3496
Şimdiki muharref Tevrat, buzağıyı yapmayı Hz. Hârun’a nisbet eder.3497 Kur’an, bu işin doğrusunu söyleyerek bu peygamber hakkındaki iftirayı düzeltir. Allah’ın emriyle Hz. Mûsâ’nın İsrâiloğullarından bir sığır (buzağı, boğa vs.ye şâmildir) boğazlamalarını istemesi üzerine, onların gösterdiği mukavemet meşhurdur.3498 Bu emir, şu hikmete mebnî olmalıdır: Allah Hz. Mûsâ ümmetini çevrenin şirkinden temizlemek istiyordu. Fakat her şeye rağmen, yahûdilerin bundan kurtulamadıklarını, Kur’an belîğ bir şekilde ifade eder: “Küfürleri yüzünden buzağı
3494] 7/A’râf, 138
3495] 7/A’râf, 148; Benzer âyetler için bkz. 20/Tâhâ, 85-98
3496] 7/A’râf, 152
3497] Kitab-ı Mukaddes, Çıkış 32. bap
3498] 2/Bakara, 67-71
BAKARA VE ICL (SIĞIR VE BUZAĞI)
- 929 -
(sevgisi) kalplerine sindirildi.”3499 Apaçık âyetlerden, delillerden sonra, onların buzağıyı benimsemelerini takbih eder, kınar: “Eh-i Kitap senden, kendilerine gökten bir Kitap indirmeni istiyor. Onlar Mûsâ’dan, bunun daha büyüğünü istemişler: ‘Bize Allah’ı apaçık göster’ demişlerdi. Zulümleri sebebiyle hemen onları yıldırım çarptı. Bilâhare kendilerine açık deliller geldikten sonra buzağıyı (tanrı) edindiler. Sonra da onları affettik. Ve Mûsâ’ya apaçık delil (ve yetki) verdik.” 3500
İsrâiloğullarının, zaman zaman buzağıya tapınmaya döndüklerini, Kitab-ı Mukaddes’te de görüyoruz. Peygamber Hoşea, buzağıya tapan yahûdilerle mücadele eder. 3501 Sâmiriye bölgesinde 7. İsrâil kralı Ahab (M.Ö. 874-853) devrine ait bir kitâbe üzerinde, tanrı adı için çok mânidar bir isim bulunmuştur: Egelyo (Boğa); yani yahûdilerin tanrısı Yahova, bir boğadır. Kur’an’ın buzağıyı yapma işini Sâmirî’ye nisbet etmesiyle egel (icl) kelimesine, bu münasebetle dikkat çekmek gerekiyor. Yahova’nın bir boğa şeklinde temsil edilmesine de çok rastlandığı belirtilir.
Kur’an, bu sapmadaki manasızlığa ve mantıksızlığa temas etmektedir: “...O buzağının kendilerine söz söylemediğini ve yol da göstermediğini görmediler mi? Onu tanrı olarak benimseyip kendilerine yazık ettiler.”3502 Bir başka yerde, bu tanrının “fayda da zarar da vermediği”3503 bildirilir. Hz. Mûsâ’nın dilinden şöyle denilir: “Durup üzerinde titrediğin tanrına bak! Onu yakacağız, sonra da onu parça parça edip denize atacağız. Sizin tanrınız ancak kendisinden başka tanrı olmayan Allah’tır; ilmi her şeyi kuşatmıştır.” 3504
Deylemî’nin Müsned’inde Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğu rivâyet edilir: “Her ümmetin bir ıcl’i vardır; bu ümmetin ıcl’i de dînâr ve dirhemdir (küçük ve büyük paradır).” 3505
Hayvanlara Tapmanın Menşei
Özellikle muvahhid bir mü’minin selim aklı, insanın nasıl olup da Yaratıcısını bırakıp, basit bir maddeden ibaret taşa, demire, betona; bunlardan yapılmış heykele/puta ya da kendinden daha âciz, daha düşük yaratıklar olan hayvanlara taptığını anlamakta zorluk çekebilir. Anlayamamasında da haklıdır; ancak unutulan bir şey var, o da; müşriklerin müslümanlar gibi olmadıkları, akıllarını kullanmayıp hayvanlaştıkları ve hatta hayvandan daha aşağı seviye göstermeleri. Ancak Allah’a ibâdet/kulluk yapan kimse, aklını vahiy ve fıtrat istikametinde kullanıp Allah’tan başkası önünde eğilmez; izzetli, onurlu, şahsiyetli ve özgür olabilir. Ancak mü’min, yeryüzünde halife olduğunu, diğer yaratıkların insan için yaratılıp onun emrine boyun eğecek şekilde hizmetine verildiğini kabul ederek, buna teşekkür/şükür için sadece Allah’a ibadet ve itaat edilmesi gerektiğine inanır.
Allah’a teslim olup sadece O’na kulluk yapmamak için olmadık gerekçeler
3499] 2/Bakara, 93
3500] 4/Nisâ, 153
3501] K. Mukaddes, Hoşea, 8/5-6
3502] 7/A’râf, 148
3503] 20/Tâhâ, 89
3504] 20/Tâhâ, 97-98; Suat Yıldırım, Kur’an’da ulûhiyet, s. 363-364
3505] Hayâtu’l Hayevân, 2/16; naklen, S. Ateş, Kur’an Ans. 8/92
- 930 -
KUR’AN KAVRAMLARI
üretmeye kalkan insanın, fıtratındaki inanma ihtiyacını doğru yöne kanalize edemeyince ne kadar alçaldığının bir örneğidir hayvanlara tapmak. Sonu şirkle, hayvanlara tapmayla sonuçlanan bu tavır, tevhidin hayata yeterince aksettirilemediğinden, tavhidî bilinç ve yaşayıştan tâvizler verilerek giderek unutulmasından ve bu boşluğun başka şeylerle doldurulmasından oluşmuştur. Tabii ki, imtihan için verilen irâdenin şeytan, hevâ/kötü arzular gibi soyut ve zâlim/müşrik yöneticiler gibi, egemen güçler gibi somut saptırıcıların da rolü olmuştur, olacaktır.
En büyük ahmaklık ve aşağılık olan hayvana tapma ile sonuçlanacak yol, büyük bir ihtimalle, tevhidden önemsiz görülen sapmalarla, küçük tâvizlerle başlamıştır. Şirke meyil de, bazı varlıklara gerektiğinden fazla değer vermekle başlamış, tevhidden tâviz veren insanlar, görmedikleri için uzakta kabul ettikleri Allah’a böyle aracılarla ulaşabilecekleri saflığına kapılmıştır. Giderek bazı basit maddî varlıkları, elleriyle yaptıkları heykelleri, ya da değersiz bir hayvanı sevgi veya korkunun, ya da her ikisinin yöneltildiği bir kutsal varlık olarak düşünmüşlerdir. Başlangıçta sadece birer sembol olarak gördükleri totemlerini, kutsallaştırarak tanrısal bazı özellikleri olan, küçük tanrı, yarı tanrı ve tanrı kabul etmeye başlamışlardır. Sonu esfel-i sâfilîn olan çıkmaz yola insan, tevhidden ve selim akıldan küçük sapmalarla sürüklenmiştir. İnsan, animizm denilen cansız varlıklarda bir ruh kabul etme anlayışını, şeytanî teorilerle hayal ve zanna dayalı yorumlarla totemleştirip kutsallaştırmıştır. Bundan sonrası, kendiliğinden gelmiş ve insana gerçek anlamda hiçbir fayda ve zarar veremeyecek, yol gösteremeyecek basit varlıkların putlaştırılmasına geçilmiştir.
Bazı hayvanları kutsal kabul edip onlara tapmak, çok eskidir ve totem anlayışından türediği kabul edilir. Birçok ulus, farklı hayvanları kutsal saymış, nice ulus ve kavim de hayvanları tanrı kabul etmiştir. Özellikle eski Mısır, hayvana tapmanın bütün çeşitlerini yüzyıllar boyunca sürdürmüş bir ülkedir. Eski Mısır’da öküzlere, ineklere, kedilere, leyleklere, timsahlara, farelere, su aygırlarına tapılmıştır. Öyle anlaşılıyor ki, bazı hayvanların zararından kaçınmak ve korunmak için o hayvanlara tapınılmış, bazıları da üstün özellikler vehmedilerek kutsallaştırılmıştır. Ünlü tarihçi Herodotos, kulakları ve ön ayakları mücevherlerle süslü kutsal timsahlar gördüğünü yazmaktadır.
Bazı arkeologlar, yaptıkları kazılarda kutsal boğaların yerleştirilmiş olduğu sandukalar içinde özel mezarlar bulmuştur. Anlaşılıyor ki, tevhid dininden uzaklaşan eski insanlar için hayvan, insandan çok daha esrarlıydı. Milâttan önce 6. yüzyılda Mısır’a saldıran İranlılar, savaş taktiği olarak ordularının önüne kedilerle leylekleri yerleştirmişlerdi. Mısırlılar, karşılarında tanrılarını görünce onlara karşı silâh kullanma gücünü gösteremediler. Hindistan’da ineklere, timsahlara, fillere ve maymunlara; Finlandiya ve Kuzey Sibirya’da ayılara; Pasifik okyanusunda kertenkeleye; Afrika’da aslanlara ve yılanlara; Girit’te boğalara tapılmıştır. Birçok eski Yunan klanları hayvan adları taşımaktadır.
Tarihsel süreçte hayvan tapımı, hayvan-tanrılardan hayvan başlı tanrılara, onlardan da tanrıların arkadaşı hayvanlara geçildiğini göstermektedir. Mısır tanrıları çeşitli hayvanlarla simgelenmiştir. Ptah ve Osiris, Apis öküzünde belirmektedir. Hathor inek, Horus leylek, Ganeş fil, Toth maymun, Kepre bokböceği kafalıdır. Yunan tanrılarının yanlarından hiç ayırmadığı çeşitli hayvanlar vardır;
BAKARA VE ICL (SIĞIR VE BUZAĞI)
- 931 -
Zeus’un kartalı, Athena’nın baykuşu, Apollon’un kertenkelesi bu gibi tanrı arkadaşı-hayvanlara örnektir.
Yunan tanrılarının çoğu çeşitli serüvenlerinde çeşitli hayvan kılıklarına girerler. Meselâ, Zeus kuğu kuşu kılığına girerek Leda’yı, boğa kılığına girerek Europa’yı kaçırır; İo inek kılığına girerek dünyayı dolaşır. Hint tanrıları ve Buda, çeşitli avatar’larında değişik hayvan kılıklarına bürünürler. Mısır inançlarında tanrı Ra, bir yumurtadan kaz biçiminde çıkar ve uçmaya başlar, onun uçuşuyla göğün karanlığı aydınlanır ve yeryüzü canlanır. Slav inançlarında Vseslaviç kimi yerde kurt, kimi yerde kartal kılığına girer; bir savaşta da sansar kılığına girip düşmanın silâhlarını kemirir, bütün ordusunu karınca kılığına sokup düşmana saldırtır.
Çeşitli inançlarda tanrılık niteliğindeki gerçek hayvanların yanında, tasarlanmış mitolojik hayvanlar da vardır. Çinlilerin ejderleri, Hintlilerin naga adlı çok kafalı yılanları, makara adlı deniz canavarları, garuda adlı acaip kuşları bu hayal ürünü hayvanlardandır. 3506
Çok eski zamanlardan günümüze kadar çeşitli hayvan türleri, dinî açıdan ya ibâdet objesi ve aracı olarak saygı görmüş veya bir kütle ilgili kabul edilmiştir. Mitolojilerde bolca işlendiği gibi, hayvanların bilgeliğini, sihir veya kehânetteki fonksiyonlarını açıklamaya yönelik çok sayıda efsanenin bulunduğu bilinmektedir.
Hayvanlarla ilgili dinî inançların, tarihin çok eski devirlerinden beri var olduğu bilinmektedir. Özellikle tabiatüstü güç taşıdıklarına ilişkin inançlar Neolitik dönem öncesinde insanlarla aralarında geçen mücadelenin başlangıcına kadar çıkarılabilir. Tarih öncesi dönemlerdeki avlanmaya dayalı yaşama biçiminde insanların hayvanları yakından tanımaları bu konudaki dinî inançlar yönüyle hayvanlara saygı duyulması yolunun açılmasına sebep olmuştur. İnsan ve hayvan arasındaki bu ilk ilişkinin sonucunda oluşan inançlar, hayvanın kanı içerisinde bulunduğuna inanılan bir ruh (can) fikri etrafında biçimlenmiştir. Buna göre ruh bir anlamda kanda ikamet eden maddemsi bir varlıktır.
Özellikle Sâmî kavimlerde görüldüğü haliyle kan, ruh veya hayat bahşedici bir unsur olarak kutsaldır ve boş yere akıtılmaz veya ancak belli dinî amaçlarla akıtılabilir. Bundan dolayı kan serpme, törenlerin vazgeçilmez rüknüdür. Aynı şekilde Sâmî kavimlerle sınırlı kalmayan inşâ edilmiş bir mekânın, kutsal sayılan bir alanın, yeni inşâ edilen bir yapının veya bir nesnenin hayat kazanması ya da uğur getirmesi için hayvan kanı akıtılması geleneği de bu inançla yakından ilgilidir. Öte yandan kanın yeni bir hayat bahşettiği inancıyla (İslâm dışı) kurban fikri arasında da yakın bir bağ vardır ve kanlı kurban kavramının oluşmasına zemin hazırlayan başlıca unsurlardan biri budur. Hatta işlenen bir suçun, kan dökmekle, yani yeni bir hayat bahşetmekle telâfi edilebileceği inancı da hayvan kurban etme fikrini pekiştirmiştir denilebilir.
Günümüzde hâlâ geçerliliğini sürdüren, kültürlü kültürsüz hemen her ülkedeki câhiliyye insanını etkileyen fallara konu olan burçlar da, çoğunlukla hayvan adlarını alan burçlar aracılığıyla gündeme getirilmektedir. Günümüzde bazı
3506] Orhan Hançerlioğlu, İnanç Sözlüğü, s. 231
- 932 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ilkel topluluklarda da sıkça rastlanan bir başka inanç ise, hayvanın kehânet veya falcılıkta kullanılmasıdır. Genel olarak tarih boyunca hayvanların kehânette kullanılması ikiye ayrılmaktadır.
a) Hayvan hareketlerini gözlemek. Buna göre kuş, yılan, balık, bazen deve, koyun vb. hayvanların hareketlerine bakarak istenilen şeyin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği konusunda bir kehânette bulunulur. Özellikle totemlerden seçilen bu “kâhin hayvanlar”ın, tabiatüstü yetenekleriyle kabile fertlerine mesaj iletecekleri inancına dayanan bu kehânette bilhassa hayvanın gidiş istikameti, çığlığı veya izi değerlendirilmiştir. İnsanlara öğüt veren “bilge hayvanlar” mitosu da bu inançla ilgilidir.
b) Hayvanların iç organlarına bakarak gelecekte vuku bulacak şeyleri önceden kestirmek. Bedenin merkezî organı olarak düşünülen karaciğer, birtakım bölgelere ayrılarak bu bölgeler üzerinde görülen şekillerin hayalî yorumuna dayanılarak gelecekten haber vermeye çalışılmıştır. Bu tip kehânetlerde zaman zaman kalp, kemik, böbrek gibi başka organlar da kullanılmıştır. Bazen bu organlar kötü güçleri uzaklaştırma veya tılsım gibi sihrî amaçlar çerçevesinde de değerlendirilmiştir.
Bu bağlamda bir başka inanç biçimi de totem ve hayvan arasındaki münasebet sonucunda ortaya çıkmıştır. Kabilenin hayatını sürdürmesine katkıda bulunan veya kabilenin varlığını tehdit eden hayvanlar totem sayılmış, ayrıca bu hayvan totemler kabilenin veya fertlerin şahsî sembolleri haline getirilerek insanlar arasında bir nevi iletişim sistemi oluşturulmuştur. Diğer taraftan totem sayılan hayvanın gücüne kavuşabilmek için o hayvanın hareketlerine benzetilerek yapılan danslar da özellikle şaman konumundaki insanların öteki âleme geçmek için başvurdukları temel metodun dayanağını teşkil etmiştir.
Yakındoğunun zengin hayvan varlığı, dinî inançlara doğrudan doğruya yansımıştır. Batı İran ve Anadolu’dan Mısır’a, Mezopotamya’dan Kafkasya’ya kadar uzanan bu geniş coğrafyada geliştirilen hayvanlarla ilgili inançlar birbirine çok benzemektedir. Bunun en önemli sebebi, fauna içinde yer alan ortak hayvanların sayıca fazla olması ve bölgedeki göç güzergâhlarının aynı yolları izlemesidir. Bununla birlikte farklı coğrafyalarda aynı hayvanlara daima aynı rol ve sembolik değerlerin yüklendiği söylenemez.
Sığırın Kutsallaştırılıp Tanrılaştırılması
Bilindiği gibi, İsrâil oğulları, Mısır’dan çıktıktan sonra, çölde su içmek için indikleri bir vahada ineğe tapan bir toplumla karşılaştılar. Bu toplumun Amalika kavmi olduğu belirtilir. Tevhidi tebliğ eden Hz. Mûsâ’ya ve vahye inandıkları halde, onlar civarın/çevrenin tesiriyle putçuluğa özenip meylettiler. “İsrîloğullarını denizden geçirdik, orada kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavme rastladılar. Bunun üzerine: ‘Ey Mûsâ! Onlara ait tanrılar gibi bizim için de bir tanrı yap!’ dediler. Mûsâ, ‘Gerçekten siz câhil bir toplumsunuz’ dedi. Şüphesiz bunların (Amalika kavminin) içinde bulundukları (din) yıkılmıştır ve yapmakta oldukları da bâtıldır. Mûsâ dedi ki: ‘Allah sizi âlemlere üstün kılmışken ben size Allah’tan başka bir tanrı mı arayayım?”3507 Zaten, kendilerini köle edip ülkelerinden çıkaran Mısır’lıların tanrılarından biri
3507] 7/A’râf, 138
BAKARA VE ICL (SIĞIR VE BUZAĞI)
- 933 -
inek anlamına gelen Hotor’dur. Gözleriyle görüp şâhid oldukları asa ve özellikle deniz mûcizeleriyle kendilerini kölelikten ve her çeşit zulümden kurtaran Allah’a tapmak yerine; kendilerini köleleştiren Mısırlıların ilâhlarına tapmak gibi iğrenç bir nankörlük işlediler.
Boğa: Hayvanlara tapmanın en önemli örneklerinden biri olan boğayı kutsal ve ulûhiyetin simgesi saymak, hemen bütün tevhid dışı inançlara sahip ilkel inançlarda yer alır. Boğa, yaratıcı tanrının veya tanrının yaratıcılığının sembolü ve kutsal hayvanı olarak kabul edilirdi. Sümerler arasında güçlü yapısından dolayı boğa, fırtına tanrısının kutsal hayvanı ve aynı zamanda kozmik düzenin sembolü kabul edilmiştir. Sümerlerde boğa, erkek-insan başlı olarak da tasvir edilmiştir. Ayın hilâl şeklindeki görünüşü ile boğanın boynuzları birbirine benzediği için Sümerler bu hayvanla ay arasında da ilişki kurmuşlardır.
Bütün mitolojilerde olduğu gibi, Asur-Bâbil kültünde de boğa güç, bereket ve dölleyiciliğin, erkeklik gücünün sembolü olarak görülür; ayrıca büyük kapıların iki yanına koruyucu heykelleri konurdu. Bu heykellerle, Tevrat’ta cennetin yolunu bekledikleri söylenen Kerûbîler3508 arasında benzerlik bulunduğu ileri sürülmüştür. Tevrat’a göre boğa, güç ve kudret sembolü olarak kabul edilmekte,3509 ulûhiyeti temsil için seçilmektedir. Hz. Mûsâ Sina’da iken kavmi buzağı yapıp ona tapmış,3510 on kabilenin ayrılışında kral Yeroboam, Bethel ve Dan’da yaptığı mâbedlere birer boğa heykeli dikerek bu tapınmayı yeniden tesis etmiştir.3511 Mısır’da, boynuzları arasında bir güneş diski taşıyan boğa başının bereket sembolü ve Osiris’le ilintili olarak, ölüm ve yeniden doğuş tanrısı gibi kabullenildiği de bilinmektedir.
Hititler, boğaya hem tapıyor, hem de etini yiyorlardı; kanını da tanrılarına sunmaktaydılar. Hititler’de gök, Urartular’da savaş tanrısının kutsal hayvanı boğadır. Mısır’da ise bu küt, özellikle delta bölgesinde yaygındır ve Apis adı verilen boğa – tanrı, tanrı Ptah ile Osiris’in bedenleşmiş şekli kabul edilmiştir. Boğanın kutsallığı, bütün müşrik Sâmî dinlerinde süregelerek Antikçağ Yunan ve Roma inançlarına kadar gelmiştir. Boğa, eski Yunan’da Zeus’un, Roma’da Jupiter’in simgesidir. Eski İran’da da yaygın olan boğa kültü, Mitraizmde tanrı Mitra’nın kutsal hayvanı olarak görülürdü.
Genel olarak göçebe toplumlar, büyük baş hayvan besiciliği ile uğraşmaktaydılar. Onun üretim işlevindeki rolünün bilinci altında olmaları nedeniyle, boğa bir çoban tanrısı olarak tabulaştırılıyor ve sürünün tanrılaşmış önderi oluyordu. Yaratıcı gücün sembolü kabul edilen boğanın, bronzdan yapılmış başının, dinî törenlerde bir mızrak veya sopa üzerine takılarak taşınması olayı, ilk olarak M.Ö. 3. binden itibaren, Anadolu’da görülmüş ve dinsel amblemlerin prototipi olmuştur.
Neolitik çağdan itibaren, boğa ve şimşek ilişkisi, mutluluk göstergesi ve atmosferik tanrılarla ilişkili tutulan semboller arasına girmişlerdir. Bu bakımdan boğanın böğürmesi, tarıma dayalı toplumlarda, bereketin habercisi olan gök gürültüsü ve yağmur getiren fırtına ile eşdeğer tutulmuştu.
3508] Tekvin, 3/24
3509] Sayılar, 23/22; Tesniye, 33/17; Mezmurlar, 22/12
3510] Çıkış, 32/4
3511] 1. Krallar, 12/28-29
- 934 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Öküz: Eski Mısır inançlarındaki Apis öküzleri ilâhî gücü simgeler ve bu öküzün tanrı niteliğinde olduğuna inanılır. Yine Hz. Mûsâ döneminde Amalika kavminin sığır heykellerine taptıklarını Kur’an ve tefsirlerden öğrenmekteyiz. Amerika yerlilerinden İnka’lar da öküze tapmışlardır. Hititlerin tanrısal öküzü Hurris, İbrânîlerin kutsal boğaları, Hitit’lerden önce Anadolu’da yaşamış olan çeşitli ulusların Seris ve Hurra adını taşıyan boğaları, Girit boğası, sığıra tapmanın ne kadar yaygın olduğunu gösterir. Sığırı kutsal sayma anlayışının günümüz Anadolu’sunda bile hâlâ sürdüğü görülür. Anadolu’da pek çok evin kapılarına boynuzlu hayvan başları asılır ve o başın ya da boynuzun eve birçok kötülüklerin girmesine engel olacağına inanılır.
Apis Öküzü: Alnında ay biçiminde ak bir leke bulunan kara öküz. Eski Mısır’da güneş diski ve kıvrılmış kobra suretlerini taşıyan bir boğa şeklinde tasavvur edilen kutsal varlıktır. Eski Mısır’ın şirk inançlarından biri olarak, hayvanları tanrı sayma yerine, bazı hayvanların tanrıların ruhlarını taşıdığına inanılırdı. Apis öküzleri, bu inancın en gelişmiş örneğidir. Alnında beyaz bir ay, dil altında bir domuzlan ve sırtında akbabalardaki gibi lekeler bulunan bu kara öküze Mısır dilinde Hapi denirdi ve onun, tanrı Ptah’la tanrı Osiris’in ruhlarını taşıdığına inanılırdı. Yaşarken güneş tanrısı Ptah’ın ruhunu taşıyan Apis öküzü, ölünce Osiris-Apis oluyordu. Mumyalanır ve serapeum denilen özel bir mezara gömülürdü. Ölünce, yerine bu renklerde yeni bir Apis bulununcaya kadar yas tutulurdu. Sağken bir tapınakta özenle beslenen Apis öküzüne, özellikle Menfis’te tapılmıştır. Başlangıçta Nil tanrısı Hapi biçiminde olan Apis, muhtemelen bereketle ilişkili bir tanrı kabul edilirdi.
Eski İran’da Mazdeizmin çıkışı da öküz ve ineklere bağlanır. Göçebeler öküz ve ineklerin değerini bilmiyorlar, onları horluyorlardı. Öküzün ruhu, içine düştüğü kötü durumu gökyüzüne haykırmakta, bir koruyucu bulmak için yalvarmaktaydı. İşte Zerdüşt böyle bir ortamda bir tarım reformcusu olarak ortaya çıktı ve Mazdeizmi ekonomik ve toplumsal bir temele oturttu.
İnek: Üretkenliği ve besleyiciliği dolayısıyla eski dünyanın pek çok yerinde önemli bir kült hayvanı olan inek, özellikle Hindistan’da giderek bir inanç sistemine kaynaklık etmiştir. Veda’lar çağında tapılmıştır. Hindistan’da inek kültünde, inekle yeryüzü, gök, güneş şuaları, konuşma ve ilâhi söyleyen kişi arasında mistik bir ilişki kurulur. Yeryüzünün, ineğin altında bulunduğuna inanılmaktadır. Bazı efsanelerde yeryüzü inek şeklinde gösterilmiştir. Hint kültüründe ineğin öldürülmesi haram olup Mahabharata’da ineği öldüren kişinin hayvanın vücudundaki kıl sayısı yıl kadar cehennemde kalacağı belirtilmiştir. İnek tabusu, Hindistan’da varlığını hâlâ sürdürmektedir. Müslümanlarla mecûsîler arasındaki birçok savaş, ineğin kesilmesi yüzünden çıkmıştır. Eski Mısır’da da kutsal sayılmış, gökyüzü ayaklarını yeryüzüne dayamış bir inek olarak tasvir edilmiştir. Gökyüzü-tanrıçası Hathor ya da Nut da inek biçiminde tasarımlanırdı. İskandinav mitolojisinde de gece bir inektir.
İstanbul Boğazına Batılılar Bosphor (Bosfor) derler. Bosfor, Yunanca inek geçidi anlamına gelir. Kudurmuş hamamböceği şeklindeki Hera’dan kurtulmak için İo, bosfordan atlayarak asya topraklarına bu boğazdan geçmiştir. Yunan mitolojisine göre, Zeus’un Hera’nın kıskançlığından korumak için, beyaz bir inek veya öküz biçimine soktuğu sevgilisi İo, Bosfor’dan yani İstanbul boğazından
BAKARA VE ICL (SIĞIR VE BUZAĞI)
- 935 -
Anadolu kıyısına bir sıçrayışta aşıp geçtiği için boğaza Bosphoros (inek -veya öküz- geçidi) denilmiştir.
Boynuz: Boynuz, eski çağ kültür ve mitolojilerinde mânevî yükseliş ve güçlülüğün sembolü olmuştur. Aynı zamanda koç boynuzunun güneş; boğa boynuzunun ise ay benzeri bir özyapıya sahip olduğu varsayılmaktaydı. Yunan-Roma mitolojilerinde bereket ve mutluluğun bir sembolü olarak yerleştiğini gördüğümüz bu boynuzun içi, aşırı bolluk anlamında, buğday daneleri ve dışarıya taşmış meyvelerle doludur. Hitit tanrıları da boğa boynuzlu olarak gösterilmişlerdi.
Tarihte pek çok örneği bulunan ve adına Latince corniculum denilen boynuzlu miğfer, özellikle geç devirlerde Galyalılar’ın ve Vikingler’in sembolü haline gelmiştir. Büyük İskender Mısır’ı fethettiği zaman, halkın sevgi ve saygısını kazanabilmek için, baş tanrı Amon’un oğlu olduğunu iddia etmiş ve böylece, zaten binlerce yıldan beri firavunların tanrılığına inanmış olan Mısır halkına, kendisinde ilâhî bir güç bulunduğunu kolaylıkla kabul ettirmiştir. Tanrı Amon’un koç başlı olduğuna inanıldığı ve heykelleri boynuzlu yapıldığı için, İskender de mânen boynuzlu farzedilmiş ve ölümünden sonra adına bastırılan paralarda/sikkelerde koç boynuzlarıyla resmedilmişti.
Özellikle boğa boynuzu, tarihin ilk günlerinden beri güç kuvvet sembolü olarak kabul edilmiş ve bu sebeple eski uygarlıkların hemen hepsinde tanrı ve mukaddes yaratık tasvirleri boynuzlu yapılmıştır. Boynuzun güç sembolü olarak klasik müslüman kültürüne de girdiği görülmektedir. Nitekim Celâleddin Rûmî’nin Mesnevi’sinde, Hz. Mûsâ’nın ağzından Firavuna hitaben şöyle denilmektedir: “Sivri, keskin boynuzların nice ciğerler deldi; işte şu asam da senin küstah boynuzunu kırdı.”
Son asırlarda Avrupa’dan dünyaya yayılan karısı tarafından aldatıldığını bilen koca için kullanılan “boynuzlu” tâbirinin eski boynuz kültü ile herhangi bir münasebeti mevcut değildir. Bu tâbir, semizleşmelerini temin gayesiyle kısırlaştırılan horozların, diğerlerinden ayırt edilebilmeleri için ve artık döğüşemeyeceklerinden dolayı işlerine de yaramayacak olan mahmuzlarının kesilerek ibiklerine takılması (fes püskülü gibi) ve boynuza benzeyen bu mahmuzlar sebebiyle bu horozlara “boynuzlu horoz” denilmesinden (mahmuzlu horoz denilemez; çünkü o zaman mahmuzu kesilmemiş horozlar akla gelir) kaynaklanmakta olup “dişisini kıskanmayan, onun uğruna döğüşmeyen erkek” mânâsında kullanılmaktadır. Avrupa’daki bu “boynuzlu” tâbirinin fazla eskilere gitmemesi gerekir. Çünkü eskiden beri bilinse ve kullanılsaydı, Michelangelo (1475-1564), bu çirkin mânâyı göz önünde tutar ve ünlü Hz. Mûsâ heykelini boynuzlu yapmazdı.
Daha çok mitolojik metinlerde teşhis edilebildiği kadarıyla eski Yakındoğuda hayvanlarla ilgili diğer köklü inançlar şu şekilde sıralanabilir:
Aslan: Aslan, bütün Yakındoğu medeniyetlerinde koruyucu bir figür olarak kullanılmış ve şehir, saray veya tapınak girişlerine normal şekliyle yahut sfenks ve grifon (yarı kartal yarı aslan şeklinde mitolojik bir kuş) gibi karışık yaratıklar halinde yerleştirilmiştir.
Yılan: Yılan, Mezopotamya’da derisini değiştirmesi sebebiyle sürekli yenilenen sonsuz hayatı, gelişmiş içgüdüsü dolayısıyla da bilgeliği ve dişiliği sembolize eder; Mısır’da ise tanrı-kral firavunun simgesidir. Hindistan’da yılan canavar
- 936 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Vritra kaosu temsil eder.
At: Hindistan’da ilâhî atlar (asvin) güneşin taşıyıcısıdır. Eski Türk kültünde de atlar önemli bir yer tutar.
Ayı: Japonya’da Aynular arasında yaygın bir ayı kültü vardır. Bu ülkede hayvanlarla ilgili olarak sayılamayacak kadar çok ve çeşitli kehânet ve sihir sistemleri geliştirilmiştir.
Deve: Deve, dayanıklılığı dolayısıyla sabır ve irâdeyi temsil ederken özellikle Sâmî kavimler arasında kurban ve kehânet amacıyla kullanılmıştır.
Kedi: Mısır’daki önemli kült hayvanlarından bir de temizlik, özgürlük, egoizm ve şehvetin sembolü olan kedidir. Ana tanrıça Bast, kedi başlı bir kadın şeklinde tasvir edilir; mumyalanarak gömüldüğü bilinen kedi, ayrıca tanrıça İsis’in de kutsal hayvanıdır.
Maymun: Maymun, Mısır’da insan dilini anlayan kutsal bir hayvan olarak saygı görmüş, şafakta çıkardığı sesler güneş tanrısına duâ etmesi şeklinde yorumlanmıştır. Tasvirî sanatta bilgelik tanrısı Toth, bir maymun şeklinde yapılırdı. Maymun, hayvanlara tapmanın geçerli olduğu hemen bütün bölgelerde kutsal sayılıp tapınılan hayvanlardan biridir. Bununla birlikte, en çok eski Mısır’da kutsal kabul edilir. Bilgelik tanrısı Toth’un maymun biçiminde cisimleştirilmesi bunu göstermektedir.
Maymun kültünün en fazla Hindistan’da önem kazandığı görülür. Burada maymun, tanrı Hanuman adını almış ve özellikle Ârî öncesi yerli halklar arasında tapınılmıştır; en büyük tapınağının Benâres’te olduğu bilinmektedir. Ramayana destanının beşinci kitabında maymun, ilâhlar veya kahramanlar arasında aracılık yapan tabiatüstü güçlere sahip bir varlıktır; ayrıca Rama’ya karşı gösterdiği sadakatten dolayı dostluğu sembolize eder. Çin halk inançlarında ise maymun, uğur getirici bir hayvan olarak bilinir. Sun wu -K’ung adıyla tanınan bir maymun, kahramanlıkları dolayısıyla meşhurdur. Öte yandan maymun, çelişkili bir şekilde hilebazlığın ve çirkinliğin de sembolü sayılır. Java’da ve komşu bölgelerde kısırlığı iyileştirceği inancıyla maymunlara çeşitli takdimeler sunulur.
Kartal: Kartal, bütün Yakındoğuda kudreti ve hâkimiyeti sembolize eder. Bütün coğrafyalara yayılan ilkel kabullerden, câhiliyye inançlarından kartalla ilgili olanları şöyle özetleyebiliriz: Başlıbaşına kuvvet ve yücelik sembolü, göklerin hâkimi ve tüm gök yaratıklarının kralıdır. Kartal, göğün en üst katında bulunur ve onun kapısını korur. Diğer geniş kanatlı olan yırtıcı kuşlar gibi tanrısal bir güce sahiptir. Yeryüzünün üstünde uçarak onu kötülüklerden korur. Orta Asya Yakut Türkleri, kartal üzerine ant içiyorlardı. Türk büyüklerinin çoğunun ismi kartal benzeri yırtıcı bir kuş olmuştu. Kartal, gözlerini kırpmadan güneşe bakabilen bir kuş olduğundan, onun ateşin bile üstesinden geleceğine inanılmıştı. Hız ve kapıcılığından dolayı yıldırımla, uzun süre yaşaması sebebiyle sağlıklı hayatla da özdeşleştirilmiştir. Başı sola dönük olan kartal, kötülük ve faydasızlığı; sağa dönük olan ise iyilik ve verimlilik ifade etmektedir. Kartal, yılanın baş düşmanıdır. Kötü ruhları simgeleyen bu yaratıkları öldürücü gücünden dolayı, sevilen bir kuş olmuştur. İslâm öncesi Türklerde şamanların babası olarak nitelenirdi.
Çift başlı kartal: İlkin Hititlerde görülür. Orta Asya’da Gaznelilerin de
BAKARA VE ICL (SIĞIR VE BUZAĞI)
- 937 -
kullandığı bir amblemdir. Selçukluların bunu, bir imparatorluk amblemi olarak, Bizans’la temasa geçmeden çok önceleri kullanmakta oldukları kesindir. Bizans’a gelince, onların bazen tek, bazen çift başlı olan kartal motifini Selçuklulardan uyarlamış olmaları büyük bir ihtimaldir. Çift başlı kartalın toplumların birbirlerini etkileyen kültürleri sonucu ortaya çıkıp yayıldığı akla yakın gelmektedir. Ancak, kartal motifinin Hitit ve Selçuklularda diğerlerine oranla daha yaygın bir biçimde kullanıldığını görüyoruz. Çift başlı olan kartal, her iki yönden gelebilecek tehlikelere karşı uyanık olur ve onları zamanında önleyebilir; iki baş, kartala bu türden çoğaltılmış güç vermektedir. Hitit kartalında baş üzerinde kulak yoktur ve kanatları daima açık durumdadır. Selçuklu kartalı, başlara birer kulak eklemiş, böylece ona gecelerin yırtıcı kuşu olan puhu kuşunun en güçlü vasfı olan, geceleyin duyma yeteneğinin verilmesi amaçlanmıştır. Çünkü kartal, karanlıkta görme duygusundan yoksundur.
Roma’da imparator ölümlerinde yapılan gömü törenlerinde havaya bir kartal uçuruluyordu. Çünkü kartal, ölünün gökteki tanrılara giden ruhunu simgeliyordu. Vaftiz sembolü görüldüğünden, ilk hıristiyanlar, vaftiz yapılan teknelerin üzerine bir kartal motifi işlemekteydiler. Kartalın uçuşu, bazı fanatik zümrelere göre, Hz. İsa’nın göğe çıkışı ile özdeşleştirilir. Hıristiyanlıkta Elie (Hızır)’ye ithaf edilmiş kabul edilen kartal, hıristiyanlara göre adaletin güçlü olan erdemini simgeler. Uzaklara sabit bir şekilde bakışı ile, etrafında olup bitenlerden habersizmiş gibi görünür ama onun her şeyi gördüğü ve bildiği kabul edilir.
Güvercin: Güvercin, özellikle Yakındoğuda saflığı ve ruhu sembolize ediyordu. Güvercin, hemen her coğrafyada görülen anlayışa göre, suçsuz/günahsız mâsum insanların ruhu olduğuna inanılan bir kuştur. Tasavvuf inançlarında güvercin, evliyanın/ermişlerin ruhudur; her ermiş uyurken ruhu bir güvercin olarak bedeninden çıkar ve bütün kutsal yerleri dolaşır. Halk inançlarına göre Hızır, güvercin kılığına girer ve insanların karşısına çıkar. Hıristiyanlara göre güvercin, kutsal ruhtur.
Elimizdeki Tevrat’a göre, Nuh tûfanı sırasında, çevrede kara olup olmadığını anlamak için Hz. Nûh’un, gemisinden uçurduğu kuş güvercindir. Güvercin bir kara parçası bulduğunu belirtmek için ağzında bir zeytin dalıyla dönmüş, gemideki canlıların ve özellikle insanların karaya çıkıp hayatlarını sürdürebilmeleri de böylece sağlanabilmiştir. Bundan ötürü, güvercin, tûfanı gerçekleştiren Allah’la insanlar arasında bir barışı simgelediğine inanılır, ağzında zeytin dalı bulunan güvercin, uluslar arası barış simgesi kabul edilir.
Yakındoğuda kutsal sayılan veya bir kültle ilişkilendirilen diğer önemli hayvanlar şu şekilde sıralanabilir: Timsah (Mısır), inek (Sümer, Asur-Bâbil, Mısır), karga (Asur-Bâbil), keçi, geyik ve özellikle iri balıklar başta olmak üzere balık türleri, sinek, baykuş ve koyun (bütün Mezopotamya; Mısır’da büyük tanrı Amon koç başlı idi.
Zerdüştî gelenekte bütün hayvanlar iyi ve kötü olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. Bündahişn’e göre iyi hayvanları yaratan Hürmüz, kötü hayvanları yaratan ise Ehrimen’dir. Starestan adlı geç dönemlere ait bir Zerdüştî eser, iyi hayvanları faydalı, kötü hayvanları ise zararlı olmalarına bağlar. Bu araştırmalar, zerdüştîlerin iyi hayvanları faydalı, kötü hayvanları ise zararlı olmalarından yola çıkarak sınıflandırdıklarını gösterir. Zerdüştîlikte gece cinlerini kovduğuna
- 938 -
KUR’AN KAVRAMLARI
inanılan horoz ve insanları her türlü kötülükten koruyan köpek en gözde hayvanlardır; ayrıca domuz ve kartal da kutsallığa sahiptir. Ehrimen’in yarattığı kötü hayvanların başında ise karınca, kertenkele ve yılan gelir.
Zerdüşt dininde inek ve köpek kutsaldır. Bazı Hindu dinlerinde hayvanı keserek veya başka şekilde öldürmek de yasaktır. Eski Mısır dini, hayvana tapma şeklinde idi: Apis öküzü bu konuda hayli meşhurdur. Mısır’da ayrıca timsah ve kartala da tapılırdı. Aşağı Mısır’da köpek aynı durumda idi. Tanrı sayılan bu hayvanları öldürmek, idamı gerektirirdi. Eski Yunan inancına göre “yer altı”nı üç başlı bir köpek (Cerberos) beklerdi.
Uzakdoğuda, Yakındoğudakine benzer biçimde ortak bir fauna coğrafyası vardır. Hayvan kurbanı fikri, Uzakdoğuda azalmış, fakat tamamen ortadan kalkmamıştır. Bununla birlikte Hindistan’da Budizm, Çin’de Taoizm ve Konfüçyanizm’in getirdiği tabiata yönelik hayat tarzı ve vejetaryen kültür, hayvan kurbanı fikrinin gelişmesini ciddi olarak engellemiştir. Bu bölgede tanrılara hayvan kurbanı yerine; daha çok meyve, çiçek ve sebze yemekleri sunulmakta, bunlar törenle heykellerin önüne veya kutsal mahallere bırakılmaktadır. Ayrıca hayvanla ilgili inançlar takvimde, hatta günün belli saatlerinin temsilinde kullanımına varıncaya kadar pratik hayatla bütünleşmiştir.
Uzakdoğuda dinî-sembolik değeri yüksek hayvanların başında fil gelir. Zekâsı dolayısıyla fil, Hindistan’da bilgelik tanrısı (Ganeş) olarak saygı görmüştür. Mahabharata’yı ilham eden de odur. Hindû folklorik inancında yeryüzü yedi filin üzerinde durmaktadır; bazı inançlara göre kuyruğundaki kılların koruyucu tılsım özelliği vardır. Budist kutsal metinlerinden Lalitavistara’da Buda’nın ana rahmine düştüğünde bir fil şeklinde olduğu nakledilmektedir; bundan dolayı fil, Buda’nın yeryüzüne gelişini sembolize eder. Çin’de ise bu hayvan güç, zekâ ve ölümsüzlüğün sembolüdür; Çin Hindi’nde de özellikle beyazı kutsal ve uğurlu sayılmaktadır.
Çin’de turnalar, uzak mesafelere uçabilme kabiliyetleri ve uçuş sırasındaki düzenlilikleri dolayısıyla hasret ve iletişimin, aralarındaki hiyerarşik yapıyı sürekli biçimde korudukları için de baba ile oğul arasındaki ilişkinin, Japon adalarında ise halkın güvenlik ve huzurunun sembolü olarak görülmüştür.
Köpek: Eski Çin coğrafyasında her şeyden önce kötü cinleri kovaladığına inanılan köpek, özellikle Güney ve Batı Çin’de uğurlu bir hayvan kabul edilmiştir. Korkutuculuğundan dolayı Japonya’da tapınak girişlerine köpek heykelleri konurdu. Hindistan’da ise köpeğin yağmur yağmasında fonksiyonu olduğu düşünülürdü. Grekler arasında en popüler kahramanlardan biri, öbür dünyayı koruduğuna inanılan üç başlı köpek Cerberus’tur.
Kaplumbağa: Uzakdoğunun dinî inançlar açısından önemli bir başka hayvanı olan kaplumbağanın Çin kozmolojisinde güçlü bacakları ve dayanıklı kabuğuyla dünyayı sırtında taşıdığına inanılmış, kabuğunun sertliğiyle evrenin sürekliliğinin, çok yaşamasıyla da uzun ve sağlıklı ömrün sembolü olmuştur. Çin’de erken tarihlerden beri kaplumbağanın kabuğu üzerindeki şekillere bakılarak kehânette bulunma geleneği yaygındır. Hindistan’da ise kaplumbağa tanrı Vişnu’nun ikinci enkarnasyonudur; ayrıca yerli geleneklerinde kaplumbağa kurbanı mevcuttur.
BAKARA VE ICL (SIĞIR VE BUZAĞI)
- 939 -
Grek ve Roma dinleri, büyük oranda yerli Avrupa halklarının öğretileriyle Doğu ve Mısır menşeli dinlerin karışımı mâhiyetindedir; bundan dolayı hayvanlar üzerine geliştirilen inançlar da aynı karışım sürecini yansıtır.
Fransa ve İspanya’daki mağaralarda tesbit edilen tarih öncesi duvar resimlerinden anlaşıldığı kadarıyla yerli Avrupa halkları arasında özellikle boğa, ayı, kurt, tilki ve yaban domuzu ile ilgili çok sayıda kült oluşturulmuş, Grek ve Roma dinleri de büyük oranda bu mirası devralmıştır. Domuz, Greklerde tanrıça Demeter’in ve kahraman Atalante’nin, Romalılar’da savaş tanrısı Mars’ın kutsal hayvanıdır. Ayı: Grek mitolojisinde Artemis, Arkadyalı Prens Callisto’yu ayıya çevirir.
Kuzey Avrupa’nın yerli mitolojisinde tanrı Odin, ayı suretine girer. Cermen kabilelerinde arı ölülerin ruhlarını taşır. Mısır’da kutsal kabul edilen kedi, Grek ve Roma topraklarına taşınmış ve tanrıça Diana’nın kutsal hayvanı olmuştur. Yunus Balığı, Grekler arasında sevgi ve yardımlaşmanın sembolü kabul edilmiştir; deniz tanrısı Poseidon’un kutsal hayvanı da yunustur. Grekler’de ilâhî bilginin tanrıçası olan Pellas Athena’nın ve Roma’daki bilgelik tanrıçası Minerva’nın kutsal hayvanı baykuştur. Ayrıca, gerek Grekler ve gerekse Romalılar arasında hayvan kurbanı ve hayvanla ilgili kehânetlerin hayli gelişmiş olduğu bilinmektedir. 3512
Eski Türkler’de Hayvanlarla İlgili İnançlar
Eski Türkler’de hayvanlarla ilgili inançlar, on iki hayvanlı takvimden şamanların vecd halinde yukarı âleme çıkmasına aracı olduklarına inandıkları hayvanların konumuna kadar uzanan geniş bir yelpazede yayılmıştır. Tarih öncesi dönemlerden beri göçebe Türk hayatının hayvancılığa dayalı olması, bu inançların oluşmasını derinden etkilemiş ve büyük bir kısmının İslâmiyet’i kabul ettikten sonra dahi özellikle sanatta ve folklorda yaşamasına yol açmıştır.
Eski Türk dünyasında geliştirilen hayvanlarla ilgili temel inançların totemizmle ilişkili olduğu kanaati yaygındır. Kabile mensuplarının kendisinden türediğine inanılan ve onları akrabalık bağlarıyla birbirine bağlayan totemler, tipik göçebe karakterini yansıtacak şekilde hayvanlardan seçilmiştir. Öte yandan animizme dayalı bir dinî yapı arzeden eski Türk inançları, hayvanla insan arasındaki farklılığı ya ortadan kaldırmış veya en aza indirmiştir. Bu homojen kozmolojik anlayışta insanlar ve hayvanlar kolayca birbirine dönüşebilmekte veya klasik şaman âyinlerinde olduğu gibi hayvanlar insanların bir başka âleme geçmesinde aracılık fonksiyonunu üstlenmektedir. Kabilenin toplumsal sembolü sayılan en gözde hayvanlar arasında kurt, kartal ve geyik yer almaktadır. Bu hayvanların klasik totem tanımına uyacak şekilde üstlendikleri bir başka fonksiyon da “rehber hayvan” olmalarıdır. Buna göre totem olan bu hayvanlar, kabilenin göç edeceği herhangi bir yere doğru onlara öncülük edip yol gösterir.
Kurt: Eski Türklerde ata ve kutsal kabul edilen hayvan, kurttur. Kurdun kutsallığı, bozkırların korkulu bir hayvanı olarak, özellikle hayvan sürüleri için büyük tehlike teşkil etmesi dolayısıyla, ona karşı duyulan korku ile karışık bir saygı hissinden ileri geldiği anlaşılıyor. Bozkurtun, Göktürk’lerin atası olduğuna
3512] Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 17, s.81-83
- 940 -
KUR’AN KAVRAMLARI
inanılır. Orta Asya Türklerinde Boz renkli kurt inancı, ilkel totemciliğin kalıntısıdır. Hemen bütün Türk boyları bir bozkurttan türediklerine inanırlar. Değişik biçimleri bulunan bu inancın en yaygın olanı şudur: Çok eski çağlarda Türkler bir saldırıya uğramış, bu saldırıda sadece küçük bir erkek çocuk sağ kalmış. Dişi bir bozkurt, onu büyütmüş ve ondan gebe kalmış. Türkler bu yarısı insan yarısı kurt atadan türemişler. Türklerin kurt totemi, hem olağanüstü bir güçlülük, hem de ilâhî/kutsal bir nitelik taşıdıkları yolundaki inançlarını temellendirir.
Örnek olarak, kurt soyundan gelme Türk hakanı Asena, Yunan tanrıları gibi, yellere ve yağmurlara egemendir; onlara dilediğini yaptırabilecek ilâhî bir gücü vardır. Türklerin bu inancı, öteki Orta Asya ırklarına da yayılmıştır. Moğolların, soyundan geldiklerine inandıkları erkek bozkurta borte-çine adı verilir. Moğol inancı, ulusunun soyunu, bu bozkurtla dişi ak geyiğin çiftleşmesine bağlar. Bu birleşmeden doğan Bataçihan’ın ataları olduğuna inanırlar. Yine, bilindiği gibi Roma’nın kurucusu sayılın tanrı oğulları olan Remus ve Romulus adındaki ikiz kardeşleri bir kurt emzirip beslemiştir. Yerleşecek toprak arayan Samnit’lere de bir kurt kılavuzluk etmiştir. İskandinav mitolojisindeki Loki’nin oğlu Fenris de bir kurttur. Tanrı Votan’ın yanında da her zaman iki kurt gezer. Yine İskandinav mitolojisine göre, güneşle ay, peşlerine iki tane vahşi kurt takıldığından, uzayda durup dinlenmeden koşmak zorundaymışlar.
Eski Türklerde çok eskilerden beri bir kartal kültünün mevcut olduğunu biliyoruz. Selçukluların günümüze kadar ayakta kalmış birçok medrese, künbet ve câmii mimarisinde, özellikle kapı ve duvarlardaki motiflerde bazen aslanlarla birlikte çift başlı kartal motifine çokça rastlanır. Araştırıcılara göre, kartal, güneş (daha ziyade Gök) tanrının sembolü sayılmıştır. Yuvasını sarp vadilerde yalçın kayalar üzerine yapan ve çok yükseklerde uçabilen kartalın böyle telakki edilmesi, eski Türk bozkır hayatında büyük yeri olan avcılık dolayısıyla bazı kuşlara da yaygınlaşmıştır.
At: Hayvanların üstlendiği bir başka önemli görev de kurban inancıyla ilgilidir. Eski Türkler arasında en yaygın kurbanlık hayvan attır. Göktürk kağanı Bumin’in kardeşi İstemi öldüğünde at kurban edilmiştir. Atın insanları kötü ruhlardan ve büyülerden koruduğuna inanılır. Başkırtlar, Tulgar adını verdikleri mitolojik kanatlı atın kendilerine yukarı âlemden haber getirdiğini düşünürlerdi. Atın yukarı âlemle aşağı âlemi birleştirici fonksiyonu Anadolu Türkmen geleneklerinde uzunca bir zaman varlığını sürdürmüştür. Efsaneye göre Babaîler isyanının lideri Baba İlyas, Amasya Savaşında ölmemiş, atına binerek gökyüzüne çekilmiştir. Anadolu’da sıkça rastlanan at mezarları, bu inancın uzantısıdır.
Eski Türk inançlarında kuş motifi de çok yaygındır. Kartal, hem totem hem de gök tanrının sembolüdür. Macarlar arasında Turul adını alan kuş, Macar milletini kuran Arpad’a yol göstermiştir; aynı kuşa Tuğrul adıyla Orta Asya Türkleri arasında da rastlanmaktadır. Başkırt folklorunda semrük denilen mitolojik kuş, Hint-İran geleneğindeki simurgdur. Mitolojik bir sürüngen olan ejder motifi, eski Türkler’de kaosun ve bazı yörelerde aynı zamanda yeryüzünün sembolüdür. Çok eski zamanlardan beri bir ongun (totem) olarak saygı gören aslan ve kaplan ise, güç ve cesareti temsil etmiştir; ayı da aynı özelliğe sahip kabul edilir.
BAKARA VE ICL (SIĞIR VE BUZAĞI)
- 941 -
Arabistan Câhiliyyesinde Hayvanlarla İlgili İnançlar
Arabistan yarımadasında dişi ilâhların etkinliğine (Lât, Menât, Uzzâ, Aster/Zühre) ve uzak geçmişteki ana ağırlıklı aile yapısına bakılarak, ortak Semitik dinî kültürün ana soylu bir aile sistemiyle yakından ilişkili olduğu söylenebilir. Böylece câhiliyye toplumundaki “kızların tanrılara kurban edilmesi” ve adak merasimlerinde özellikle dişi hayvanların seçilmesi (bahîre, hâm, vasîle...) geleneği daha açık biçimde anlaşılır. Öte yandan bazı itirazlar olsa da ortak Sâmî mirasın bir başka önemli özelliği de totemizmdir. Buna göre her kabile özellikle hayvanlardan seçilen totemler etrafında yapılanmıştır. Bununla birlikte eski İbrânîler’de olduğunun aksine câhiliyye Araplarının bu totemlerden türediğine dair hiçbir inanç yoktur; bu totemler ortak hayvan-ata değil; daha ziyade bir işaret ya da kabile sembolü niteliğindedir. Bu tip totemik inançlara Kur’an da îmâda bulunur. Nûh kavminin önemli tanrılarından3513 Yeğûs (aslan), Yeûk (at) ve Nesr’e (kerkenez kuşu, kartal, akbaba) câhiliyye Arapları da tapıyorlardı. Bunlardan Nesr, Talmut ve bazı meşhur eserlerde Arap tanrısı Neshra diye geçer; Nesr, akbaba (Türkçe Kitab-ı Mukaddes’te “kartal”) anlamıyla Eski Ahid’de sıkça anılır. 3514
Bu inancın etkisiyle pek çok Arap kabilesinin totem hayvan adıyla adlandırıldığı görülmektedir. Benî Esed (aslan oğulları), Benî Kureyş (köpek balığı oğulları) gibi. Ayrıca Nabatîler arasında balıklardan seçilme çok sayıda totem mevcuttu ve özellikle bunların en çok sevileni olan yunus adına tapınaklar inşâ edilmişti. Ayrıca kişi adları arasında pek çok hayvan adı bulunuyordu.
Kur’an’da ve câhiliyye şiirinde rastlanan bilgilerden, kurban veya adak olarak kullanılan hayvanların başında deve ve koyunun geldiği öğrenilmektedir. İlk doğan hayvanların kurban edilmesine “fera’” adı verilirdi. Ayrıca receb ayında putlara “atîre” denilen bir kurban sunulurdu. Kur’an’da işaret edilen develer ve koyunlar adak özelliklerine göre bahîre (deve), sâibe (deve), vasîle (koyun) ve hâm (deve) adını alırdı.3515 İslâm öncesi şiirlerden anlaşıldığı kadarıyla hayvanlar bazı maddî ve mânevî değerlerin sembolü olarak düşünülüyordu. Meselâ baykuş ölümün habercisi veya intikam için yeryüzüne dönmüş bir insanın ruhu idi. Horoz cömertliğin, kertenkele ihânetin, toy kuşu aptallığın, aslan cesaretin, koç kahramanlığın, karga gecenin ve kederin, deve sabır ve dayanıklılığın, at savaşçılığın ve gücün sembolüydü. Deve, at, koyun, inek ve arıda bereket (uğur) vardı; köpek, kedi, karga ise uğursuz hayvanlardandı.
Câhiliyye döneminde pek çok hayvan, kehânet ya da falcılıkta kullanılıyordu. Câhiliyye Araplarının özellikle hayvan hareketlerinin gözlenmesi türünden kehânetlerde usta oldukları bilinmektedir. Mekke’de bu amaçla çok sayıda kuş yetiştirilirdi. Câhiliyye folklorunda belki de mesh inancının bir uzantısı olarak gûl veya cinlerle ilgili bazı hikâyeler bulunmaktadır. Buna göre bir nevi cin olan gûlün zaman zaman hayvan kılığına girerek ıssız yerlerde insanlara saldırdığına inanılırdı. Gûl (gûlyabâni) ile ilgili bâtıl inançlar, sonraları bazı müslümanların kültüründe de varlığını sürdürmüştür. 3516
3513] 71/Nûh, 23
3514] Meseller, 30/17; Hoşea, 8/1
3515] 5/Mâide, 103; 6/En’âm, 139, 143, 144
3516] Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 17, s. 83-84
- 942 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Günümüzde Hayvanları Kutsallaştırma
Hayvanları kutsallaştırma ve hatta onlara tapma, eski câhiliyye dönemlerinde, insanlığın ilkel dönemlerinde mi kaldı zannediliyor? Okullarda ve “câhil”lerin eserlerinde, Dinler Tarihi diye resmî söylemlere uygun bazı ders kitaplarında yazılıp okutulduğu gibi; ilk insanların dini şirk değildi; insan kendi kendine din kavramını icat etmiş, yavaş yavaş geliştirmiş de değildi. Tabiat güçlerini kutsallaştırmakla din ihtiyacını tatmin etmeye başlamış, korkularını bununla yenmiş ve sonra hayvanları tanrı kabul etme aşamasına geçmiş, çok tanrılı dinlerden kademe kademe tek yaratıcı fikrine yönelmiş değildi. İlk insan, bilindiği ve tüm müslümanların inandığı gibi ilk İslâm peygamberi idi ve tevhid dinini Allah’tan aldığı vahiy doğrultusunda diğer insanlara bildirmiş ve uygulamıştı. İnsanlar, uzun dönem muvahhid olarak yaşadıktan sonra; tevhide gereken önemi vermekte ihmalkâr davranıp dünyevîleştikleri, yönetici ve varlıklı kişilerin saptırmaları karşısında gerekli tavrı gösteremedikleri için, yavaş yavaş putçuluğa kaymışlar ve halifesi olarak yaratıldıkları eşyanın ve hayvanların kulları haline gelmişlerdir.
Tarihte nasıl tevhid önemsenmeyip egemen çevrenin ve müşrik yöneticilerin etkisi ve yönlendirmesiyle, insan kendi şerefini unutup, basit maddeden ibaret heykellere ve kendinden çok zayıf hayvanlara tapmaya başladı ise, günümüz câhiliyyesinde de benzer durum söz konusudur. Küfür ve şirk cephesinde değişen bir şey yoktur. Savaş yaparken, ön safa karşıdaki düşmanın taptığı veya kutsal saydığı hayvanları koyarak, düşmanları kendi tanrılarına karşı silâh kullanma gücünü gösteremeyince kolaylıkla mağlûp eden açıkgöz savaş taktikleri tarihte kalmış olabilir. Ama günümüzde yine hayvanlar savaşlara konu olabilmektedir. Amerika’nın Irak’a saldırmasının haklılığı olarak Saddam’ın petrol kuyularını sabote etmesi sonucu petrole batmış karabatak kuşu, TV.lerde bıkılmadan onlarca defa gösterilir.
Ankara’nın en merkezî alanında Eti’lerin boynuzlu geyiğinin heykeli bulunur ve nice insana göre şehrin sembolü kabul edilir. İstanbul’da Kadıköy’ün göbeği Altıyol’da Apis öküzü şeklinde bir boğa heykeli vardır; hem de Sâmirî kadar usta olmayan bir heykeltraşın elinden çıkmıştır; yani böğürmesi bile olmayan dolayısıyla sanat eseri bile sayılamayacak basit bir heykel!
Toplumun en fazla ilgilendiği alanlardan birinin politika, diğerinin futbol olduğunu kabul etmeyen herhalde yoktur. Politik partilerin tamamına yakınının sembollerinin hayvan olduğunu görüyoruz. Futbol klüplerinin de çoğunun bir hayvanla sembolize edildiğine şahit oluyoruz. Bozkurt, hâlâ bazılarınca kutsal bir semboldür, Türklere çıkış yolunu göstermeye devam eder. At, eski Türklerin kutsadığı bir hayvan olduğu gibi, günümüzde nice fedâkârlıklara da kır at için katlanılır. İslâm’a irtica adıyla karşı çıkanlar, yahudi kültürünün açık etkisinin görüldüğü “barış güvercini”ni partileri için amblem ve sembol olarak kullanır. Bu arada arı ve yunus balığını unutmamak gerekiyor; eski partilerden birinin sembolü koç, bir diğerinin de horoz olduğunu da hatırlatalım. Tabii, bu kadar hayvanların sembollüğüyle sürüye dönen yere bir çoban gerekecektir; Çoban Sülü’ler sürüleri gütmek için otuz sene işbaşında kalır.
Aslan Galatasaray, Sarı Kanarya’yı yutmaya çalışır; derken Kara Kartal hücuma geçer. Bazı oyuncular, timsah yürüyüşüyle gol sevincini sembolize eder.
BAKARA VE ICL (SIĞIR VE BUZAĞI)
- 943 -
İstanbul Boğaları, Denizli Horozları ve Bursa Timsahları da birbirlerini yemeye/yenmeye çalışırlar. Olay, iş dünyasına da sıçrar; Uzakdoğunun aslanları varsa, bizim de Anadolu kaplanlarımız vardır. Cinciler, falcılar hâlâ hayvanlardan yararlanarak kehânetlerde bulunur. İşporta usûlü şans çekilişi yapan bazı tezgâhlar, şans çekilişi için güvercin ve tavşan gibi hayvanları kullanır. Baykuş, uğursuz kuş olma inancına konu olmaya devam ederken, bazılarının başına yine talih kuşu konar. Bazı ev ve işyeri kapılarına Anadolu’da hâlâ at nalı, koç başı veya boynuz asılır. Ev ve işyerinin kaza ve belâya uğramaması için kan akıtılması ve kanın binaya, insanın alnına sürülmesi gerektiği inancı devam eder.
Tasavvufta Kedi ve Köpek
Tasavvufî konuşmalarda kedi ve çoğunlukla köpek, müslüman için örnek alınması gereken onun özelliklerinin taşınması istenen hayvan özelliğini sürdürmeye devam eder. Tasavvufta, sûfî olmadığı halde sûfîlerin arasında bulunan kimseye kıtmîr denir. Kıtmîr, ashâb-ı Kehf’in, köpeğinin adı olarak meşhurdur. Dervişler ve müridler, bir köpek sadâkati ile şeyhlerinin kapısında beklemeyi ve ulumayı en büyük şeref bilirler.3517 Nakşîliğin kurucusu Bahâeddin Nakşbend, Abdülkadir Geylânî’nin türbesine şu ibarenin yazılmasını emretti: “Pirlerin kapısında köpek ol, eğer Hakk’a yakın olmak istersen. Zira aslanlardan daha şereflidir, Geylânî’nin kapısındaki köpek.”3518 Bazı gözü yaşlı hocalar, ismi Kıtmîr diye meşhur olmuş köpek olmayı arzuladığını sık sık vurgular. Fakir gariban vatandaşlardan bazıları çıkar, “doğuda insan olmaktansa, Hindistan’da inek olmayı tercih ederim” der. Avrupa’da hayvanlara verilen değerin burada insanlara verilmediğini görenlerden kimi, eğer reenkarnasyon gerçekse, ikinci olarak Avrupa’da bir ev köpeği olarak dünyaya gelmek istediğini belirtir. Çünkü sosyetenin Paris’ten getirttiği mama ile beslenen lüx salonlarda yaşatılıp özel kuaförlere götürülerek sık sık bakımı yaptırılan sosyete köpeği için harcanan parayı gariban rüyasında bile görememektedir.
Muhammed Bahauddin, tasavvuf meşhurlarından birinin şu sözünü nakletmektedir: “Köpek ve domuz ancak ilâhımızdır. Allah da kilisede ancak bir rahiptir.”3519 Bu beyti nakleden kişi, hiç eleştiride bulunma ihtiyacı duymuyor, derin bir sevgi ve ciddiyet içinde onu örnek alıyor ve mânâsıyla ruhunu dolduruyor.
Köpekler Mü’minlerin Velîleri Olabilir mi?
Karanlık devirlerinde ve putperest dönemlerinde bile insanlık köpekleri tanrılaştırmamışken, tasavvuf adına bazıları şirk şekillerinde bir açılım yaparak yeni putlar uydurmaya çalışmışlardır. Tarihte en çirkin putperestlerin bile tanrılaştırmadıkları köpekleri tanrılaştırmak istemişlerdir.
et-Tilimsani’nin, köpeğin çürümüş kemiklerinin mistik zihniyetin tanrısının kendisi olduğunu ifade ettiğini biliyoruz. Muhammed Bahauddin’in de şeyhlerinin köpeği nasıl tanrılaştırdığını ifade eden sözlerini aktardık. Şimdi de efendisi el-Acmi’nin kerametlerini anlatan eş-Şa’rânî’ye kulak verelim:
“Gözü bir köpeğe ilişti. Köpeklerin tümü ona boyun eğdi. Bütün insanlar
3517] Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 315
3518] S. Uludağ, a.g.e., s. 315-316
3519] En-Nefahatu’l-Akdesiyye Şerhus’s-Salevâti’l-İdrisiyye, h. 1314 baskısı.
- 944 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ihtiyaçlarının giderilmesi için ona başvurur oldular. O köpek hastalanınca etrafına köpekler toplanıp ağladılar. Ölünce de uluma ve ağlamaya başladılar. Allah bazı insanlara ilham etti de onu defnettiler. Köpekler ölünceye kadar onun kabrini ziyaret ediyorlardı. Köpeği bir bakış bu duruma getirirse, insana yöneltilince neler yapmaz ki?!” 3520
eş-Şarani, sözünü ettiği el-Acmi’nin halvetinden çıkarken bakışı kime ilişirse özünün som altına dönüştüğünü nakletmeyi de ihmal etmiyor. 3521
eş-Şarani’nin ifadesine göre bu adam, diğer insanlar için çok tehlikelidir. İnsanların som altına dönüşüp görmelerine engel olan bir kişi nasıl veli olabilir? Böyleleri toplum için bir felâket olmaz mı?
Tasavvuf tarihi boyunca köpek, tasavvuf meşhurları arasında ideal bir örnek olup hepsinin hedefi onun gibi olmaktır. Gerekçeleri de Ashâb-ı Kehf’in köpeği Kıtmîr’in adının Kur’ân’da geçmiş olması ve o köpeğin sözkonusu insanlarla beraber bulunmasıdır. Sanki Kur’ân’da adı geçen bütün varlıklar mukaddesmiş gibi Kıtmîr adı da orada geçti diye tasavvufçular tarafından kutsallaştırılmaktadır. Firavn, Karun, Ebû Leheb ve daha başka kâfirlerin adları Kur’ân’da geçmesine rağmen İslâm nazarında hiçbiri kutsallaşmadığı gibi Kıtmîr’in de bundan dolayı kutsallaşması ve ideal bir örnek olması sözkonusu değildir. Ama ne hikmetse, tasavvuf meşhurları kendilerine Kıtmîr adını takmayı ve onun gibi bir köpek olmayı kendileri için en büyük ideal bilirler. Bu da köpeği kutsallaştırmaları ve ideal bir örnek saymalarından ileri gelmektedir. Daha önce Nakşibendiler’in şeyhinin köpeği nasıl bir veli gördüğünü ve dualarını nasıl aldığını kaydetmiştik. Bu nevi misaller menkıbe kitaplarının hemen çoğunda bulunmaktadır.
Tasavvufçuların eskileri böyle olduğu gibi yenileri de bu şekildedir. Günümüzden bir örnek verecek olursak, Ribat Dergisi’nin 1982 tarihli ikinci sayısında çıkan ve ideal bir mü’mini ve müridi köpeğe benzeten aşağıdaki yazısını gösterebiliriz. Şöyle diyor:
Köpekte Bulunan On Güzel Haslet
1- Sadakat: Köpek, sahibini terk etmez; kovsa da bırakmaz, küsmez, hizmet eder.
2- Kanaat: Ne verilirse râzı olur. Sofraya sokulmaz, bulduğu ile iktifa eder. Yerine biri gelse onu oradan kovmaz.
3- Tevazu: Yattığı ve gezdiği yer, alelâde yerlerdir. Kendi için yüksek yer aramaz. Ne yedirilirse yer.
4- Tevekkül: Yarını düşünmez, yerini yermez, erzak biriktirmez.
5- Teslimiyet: Sahibini bırakmaz. Dövse de, ayağını kırsa da yine çağırınca gelir. (Kuyruğunu sallayarak) teslimiyet gösterir. İyilik edeni bilir ve unutmaz.
6- Zühd: Kendisini umumi zuharata bırakmıştır. Gelecek için bir düşüncesi ve hazırlığı ve esaslı bir bakımı yoktur.
3520] eş-Şa’rani, et-Tabakatu’l-Kübra, 2/61, el-Acmi bölümü
3521] eş-Şarani, aynı yer
BAKARA VE ICL (SIĞIR VE BUZAĞI)
- 945 -
7- Miskinlik: Her yeri dolaşır. Bir şey verilirse alır, vermezlerse bakar geçer. Kendine dokunmazlarsa bir şey yapmaz, yoluna gider.
8- Uyanıklık: Çok az uyur. Şehirlerin, köylerin sokaklarında gece bekçisidir. Hırsızları tanır. Evleri, bağları, bahçeleri, sürüleri korur.
9- İstiğnâ: Çekingendir. Başkalarının nasibine tecavüz etmez. (Kedi gibi sofralara sokulmaz) kapları bulaştırmaz.
10- Edeb: Köpek haddini bilir. İnsanlar arasında ve hayvan cinsleri içinde insanlara en çok hizmet eden(ler)dir. Emredilen işi tutar. Terbiyeyi kabul eder.
Bu on güzel ahlâk köpekte bulunmaktadır. Hâlbuki bunlar hâlis mü’minlerin ve sâdık müritlerin sıfatlarındandır. 3522
Hâlis mü’minlerin ve sâdık müritlerin ideal örneğinin nasıl köpek olduğunu herhalde anlıyorsunuz değil mi? 3523
Kendini uyuz köpeklerden üstün gören bir sâlikin, büyüklerin kemâlâtına kavuşamayacağı da bir başka meşhur tasavvuf kitabında açıklanır. 3524
Süsleme sanatlarında çiçeklerle hayvanlar yine başrolü oynamaya devam ederler. İnsanlara yine Kumru, Ceylân, Âhu (ceylân), Dudu (papağan), Aslan, Alpaslan, Kartal, Şahin, Doğan, Tuğrul (ak doğan), Esed (aslan) gibi isimler konulmaya devam edilir. Soyadlarının önemli bir bölümünü hayvanlar teşkil eder. Aslan gibi cesur insanımız arı gibi, karınca gibi çalışkandır. Öyle değil mi ya, aslan yatağından belli olur. Sözü uzatmak ve ona buna sataşmak zararlıdır; Çünkü bülbülün çektiği dili belâsıdır. Katır gibi inatçı olmaktansa; kuzu gibi uysal olmak daha az zararlıdır. Bilindiği gibi yürük at, yemini kendi arttırır. Balık kavağa çıkınca doğan aslan parçası çocuğun, kaz gibi aptal değil; tilki gibi kurnaz olduğu, şahin bakışlarından anlaşılmaktadır.
Hümanizmin, insancıllığın modası geçti, şimdi insanlar, hayvancıl takılmaktadır. Hayvan hakları savunucuları sık sık medyaya konu olur. Koyunların kurban olarak kesilmesine barbarlık diyen barbarlar çıkıyor, hayvan hakları için sokağa dökülüyor. Denilebilir ki, akrabaların haklarını savunmak suç mudur? Doğru; onlar, maymundan türemişlerdir; Orta Asya Türkü gibi kurttan değil. Zaten insanı da, konuşan hayvan, düşünen hayvan diye tanımlamıyorlar mı? Vejetaryen modası genişleyeceğe benzemektedir; hayvancıllar, helâl et yerine haram birayı tercih etmekteler. Bazı hayvanlarca, maskara maymunun, insanın atası olarak kabul edilmesi, onu kutsallaştırmak kabul edilebilir.
Günümüzde Sığıra Tapma
Günümüzde hâlâ sığırlara tapıldığını, özellikle Hindistan’ın bazı bölgelerinde ineğin kutsal kabul edilip dokunulmazlığı olduğunu biliyoruz. Bir Hintli’nin inek ve onun ferci hakkında dört ciltlik bir kitap yazdığını söylersek, gerisini siz tahmin edebilirsiniz. İnsan, ancak bu kadar aşağılara yuvarlanabilir.3525
3522] Ribat Dergisi, yıl 1, sayı 2, 1982
3523] Köpekte bulunan bu on haslet için ayrıca bk. Ramazanoğlu Mahmud Sami, Musahabe, 6/87, Erkam Yayınları, İst. 1982
3524] Bk. Mektubat Tercemesi, 1/124. Terc. Hüseyin Hilmi Işık, 1968, Mektup no: 202; Tasavvuf ve İslâm, Abdurrahman el-Vekil, Tevhid Y.
3525] 95/Tîn, 5
- 946 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kur’an, kalbi olduğu halde fıkhetmeyen, akletmeyen, kulakları olup da hakkı duymayan, gözleri olduğu halde hakkı görmeyen, yani iman etmeyen kimselerin hayvan gibi, hatta daha aşağı olduğunu haber verir.3526 İnsanlık şerefini unutup hayvanlara (ineğe, inek fercine, fareye, bokböceğine varıncaya kadar) tapan, dolayısıyla kendisini kutsallaştırdığı hayvanlardan daha aşağıda kabul eden canlıların varlığı, heykellerin ve hayvanların kullarının günümüzde bile bulunması, Kur’an’ı nasıl doğrulamakta, Kur’an’ın evrensel ve çağlar üstü kitap olduğunu nasıl ispatlamaktadır? Kur’an’ın en uzun sûresi olan Bakara sûresine bu adın verilmesine sebep olan bakara ve ıcl’e tapma olayının tarihsel ve güncel ve de evrensel boyutları değerlendirildiğine, olayın sadece Mısır civarında ve Hz. Mûsâ dönemine has tarihî bilgi olarak değil; her dönem ve her coğrafyaya şâmil bir problemin vurgulanması olarak görüyor ve Kur’an’a saygımızın bir kat daha arttığına inanıyoruz.
Hindistan’da, câmiiye giren ineği kovalayan müslümanların, dokunulmaz tanrıya dokunup onun rahatını bozdu diye öldürülmesine hâlâ devam edilmektedir. Tabii et ihtiyacı veya kurban için bir sığır kesmeye görsün bir müslüman; tanrıya uzanan eller kesilecektir. İneğin kutsallığı günümüzde de sürdürülür. İnek, ana yola çıkmışsa, trafiği altüst edebilir. Tren yoluna yatınca, ineğin özgür isteğine kimse müdâhale etmeden, seslenmeden insanlar, tanrılarının yoldan kalkmak için keyfini bekleyecektir. İnek tanrı, trafiğe, günlük hayata müdâhele etmektedir; gel de Hindistan’da laikliği uygula bakalım! Ama laikler Hindistan’daki ineğe müdâhale edilmesinin gerektiğini savunmazlar; onlara göre, ineğe ve inekliğe müdâhale eden müslümanlara tavır alınmalıdır sadece. Eski dönemlerde sığıra tapılmasında temel espri, onun bereketi, bolca süt ve et verdiği için rızkı/gıdayı temsil etmesidir. Günümüzde de sosyalistler emeği, kapitalistler ekmeği, eskilerin ineği sembol kabul etmesi gibi kutsallaştırırlar. Bu anlayışa göre dünya, sadece Allah’a kulluk için yaratıldığımız, âhiretin tarlası bir sınav alanı değil; geçim dünyasıdır. Ekmek parası için her yol mubahtır. Bu inanca göre elbette çalışmak ibâdettir; namaz gibi başka ibâdetlere gerek yoktur veya geçim endişesinden ona sıra gelmemektedir. İhtilâl paşası Evren, kendisini devlet başkanı seçtirdikten sonra yaptığı halka karşı bir konuşmasında şu örneği veriyordu: Bir rafta ekmek varsa, onu almak için boyu yetişmeyen bir kimse, başka bir şey yok ve sadece Kur’an varsa, onun üzerine basar ve ekmeği alır; ama yukarıdaki Kur’an’ı almak için ekmeğin üzerine ayağını basamaz. Çünkü ekmek, halkın da anlayışına göre kutsaldır, hem de Kur’an’dan daha kutsal! Ekmek, günümüzde rızkı, bereketi, maddî doyumu, materyalizmi simgelemektedir; eskiden sığırı kutsal sayanların da gerekçeleri bunlar idi. Ekmek parası kazanacağım diyerek her yolu mubah gören ekmeği/geçimi kutsallaştıran insanın durumu, ineği kutsal gören insandan pek farklı değildir.
“Yuh olsun size ve Allah’ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere! Hâlâ akıllanmaz mısınız?” 3527
3526] 7/A’râf, 79
3527] 21/Enbiyâ, 67
BAKARA VE ICL (SIĞIR VE BUZAĞI)
- 947 -
Kur’ân-ı Kerim’den Bakara ve Icl Konusunda Âyet-i Kerimeler
A- Bakara Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 4 Yerde): 2/Bakara, 67, 68, 69, 71.
B- Bakara Kelimesinin Çoğulu Bakarât Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 2 Yerde): 12/Yûsuf, 43, 46.
C- Bakar Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 3 Yerde): 2/Bakara, 70; 6/En’âm, 144, 146.
D- Icl Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 10 Yerde): 2/Bakara, 51, 54, 92, 93; 4/Nisâ, 153; 7/A’râf, 148, 152; 11/Hûd, 69; 20/Tâhâ, 88; 51/Zâriyât, 26.
E- Bakara ve Icl Konusundaki Âyet-i Kerimeler
a- Benî İsrâilin Hz. Mûsâ Döneminde, Saygı Duyup Kutsallaştırdıkları Sığırı Kesmekle Emrolunmaları: 2/Bakara, 67-73.
b- Sığır Etini Yemenin Haram Olmadığı: 6/En’âm, 144.
c- Yahûdilere Sığırın İç Yağlarının Haram Kılındığı: 6/En’âm, 146.
d- Hz. Yûsuf Zamanında Kralın Rüyasında Yedi İnek Görmesi: 12/Yûsuf, 43-46.
e- Icl, Yani Buzağı/Danayı Benî İsrâilin Kutsallaştırıp Putlaştırması ve Buzağı Heykeline Tapması: 2/Bakara, 51, 54, 92, 93; 4/Nisâ, 153; 7/A’râf, 148-152; 20/Tâhâ, 85-98.
f- Buzağı/Dana Sevgisi, Benî İsrâilin Kalbine İliklerine Kadar İşlemişti: 2/Bakara, 93.
g- Hz. İbrahim’e Müjde İçin Gelen Meleklere, İbrahim (a.s.)’in Kızartılmış Bir Buzağı Getirip İkram Etmesi: 11/Hûd, 69; 51/Zâriyât, 26.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 319-324
2. Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. c. 3, s. 375-387
3. Mefâtihu’l Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahreddin Râzi, Akçağ Y. c. 3, s. 72-97
4. Fî Zılâli’l Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 161-166
5. Tefhîmu’l Kur’an, Mevdûdi, İnsan Y. c. 1, s. 85-87
6. El Câmiu li-Ahkâmi’l Kur’an, İmam Kurtubî, Buruc Y. c. 2, s. 151-175
7. Kur’ân-ı Kerim Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 146-154
8. El-Mîzân Fî Tefsîri’l Kur’an, Tabatabai, Kevser Y. c. 1, s. 280-298
9. Safvetü’t Tefâsir, Muhammed Ali Sâbûnî, Ensar Neşriyat, c. 1, s. 116-122
10. Bakara Sûresi Tefsiri, Ramazanoğlu Mahmud Sâmi, Erkam Y. s. 143-147
11. Hulâsatü’l Beyan Fî Tefsîri’l Kur’an, Mehmed Vehbi, Üçdal Neşriyat, c. 1, s. 147-154
12. Dâvetçinin Tefsiri, Seyfuddin el-Muvahhid, Hak Y. c. 1, s. 153-161
13. Min Vahyi’l Kur’an, M. Hüseyin Fadlullah, Akademi Y. c. 2, s. 78-83
14. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. c. 8, s. 49-53; 77-79; 91-95
15. İslâm Ansiklopedisi, T.D.V. Y. c. 17, s. 81-102
16. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Akit Y. c. 1, s. 262
17. Kur’an’da ulûhiyet, Suat Yıldırım, Kayıhan Y. s. 363-364
18. Yahudileşme Temayülü, Mustafa İslâmoğlu, Denge Y. s. 256, 276-7, 311-312
19. S. Buhâri Tecrid-i Sarih Terc. 9/1436 nolu hadis; 6/414-421
- 948 -
KUR’AN KAVRAMLARI
20. Kur’an-ı Kerim’de Ehl-i Kitap ve İslâm, Remzi Kaya
21. Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Süleyman Uludağ, Marifet Y.
22. Din ve İnanç Sözlüğü, Şinasi Gündüz, Vadi Y.
23. İnanç Sözlüğü, Orhan Hançerlioğlu, Remzi Kitabevi Y.
24. Semboller ve Yorumları, Necmettin Ersoy, Özel Y.
25. İslâm’ın Kabul veya Reddettiği Halk İnançları -Hicaz Bölgesi-, Ali Çelik, Beyan Y.
26. Eski Türk Dini, İbrahim Kafesoğlu, Kültür Bakanlığı Y.
27. Tarihte ve Buggün Şamanizm, Abdülkadir İnan, Türk Tarih Kurumu Y.
28. Türk Halk İnançlarında ve Edebiyatında Evliya Menkabeleri, A. Yaşar Ocak, Kültür ve
Turizm Bk. Y.
29. Bektaşi Menâkıbnâmelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri, Ahmet Yaşar Ocak, Enderun
Kitabevi Y.
30. Türk İslâm Efsaneleri, M. Necati Sepetçioğlu, Yağmur Y.
31. Türk Destanları, M. Necati Sepetçioğlu, Toker Y.
32. Türk Mitolojisi, Bahaeddin Ögel, 1-2, M.E.B. Devlet Kitapları Y. Bin Temel Eser
33. Ortadoğu Mitolojisi, S. H. Hooke, İmge Kitabevi Y.

 
Okunma 936 kez
Bu kategorideki diğerleri: « ÂYET VE ÂYETLERİ SATMAK